16
2012 Kriz ve Savaş Yılı Olacak “Siz Öldürmeyi İyi Bilirsiniz” “Tencere Dibin Kara, Seninki Benden Kara” Türk-İş’te Bürokrasinin ‘Savaşı’ 21 Aralık Grevi, Sağlık Hakkı İçin Birleşik Mücadele Çağrısıdır 2 3 4 5 6 KESK Cephesinden 21 Aralık Eylemi 2011, Kapitalizmin Krizinin Derinleştiği Yıl Oldu İz Enerji İşçilerinin Kongre Süreci Lenin, Lüksemburg, Liebknecht ile Suphi ve Yoldaşlarını Anıyoruz… Fabrikalardan... İşyerlerinden... Fabrikalardan... İşyerlerinden... 7 8-9 11 13 14-15 Sayý: 12 Ocak 2012 ISSN: 2146-2151 1,5 TL EMEKÇİLER SAĞLIKTA TİCARİLEŞMEYE, GÜVENCESİZ, TAZMİNATSIZ ÇALIŞMAYA HAYIR DEDİLER

İşçilerin Sesi Ocak 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İşçilerin Sesi gazetesinin Ocak 2012 sayısı

Citation preview

Page 1: İşçilerin Sesi Ocak 2012

2012 Kriz ve Savaş Yılı Olacak

“Siz Öldürmeyi İyi Bilirsiniz”

“Tencere Dibin Kara, Seninki Benden Kara”

Türk-İş’te Bürokrasinin ‘Savaşı’

21 Aralık Grevi, Sağlık Hakkı İçin Birleşik Mücadele Çağrısıdır

2

3

4

5

6

KESK Cephesinden 21 Aralık Eylemi

2011, Kapitalizmin Krizinin Derinleştiği Yıl Oldu

İz Enerji İşçilerinin Kongre Süreci

Lenin, Lüksemburg, Liebknecht ile Suphi ve Yoldaşlarını Anıyoruz…

Fabrikalardan... İşyerlerinden... Fabrikalardan... İşyerlerinden...

7

8-9

11

13

14-15

Sayý: 12 Ocak 2012 ISSN: 2146-2151 1,5 TL

EMEKÇİLER SAĞLIKTA TİCARİLEŞMEYE,GÜVENCESİZ, TAZMİNATSIZ ÇALIŞMAYA

HAYIR DEDİLER

Page 2: İşçilerin Sesi Ocak 2012

2011 yılının bitimine saatler kala, Türk savaş uçakları-nın 35 Kürt köylüyü bombalayarak katletmesi bile,tek başına, 2012 yılının nasıl geçeceği konusunda ye-terli ipuçlarını veriyor. Bir yandan kapitalizmin ekono-mik krizinin, en iyi durumda görünen ülkeleri bile vu-racak olması diğer yandan özellikle Ortadoğu’da hergeçen gün yeni bir çatışma potansiyelinin boy verme-si, 2012 yılına, ekonomik ve siyasi krizler ile bunun so-nucu olarak ortaya çıkacak savaşların damga vuracağı-nı gösteriyor.

Aslında bunun ilk işaretleri 2011 yılında ortayaçıkmıştı. Güney Avrupa ülkelerinde ciddi boyutlaraulaşan borç krizinin AB ekonomisini ve Avroyu vur-masını, ayrıca ABD’de Wall Street, İngiltere’de Lon-dra eylemcilerinin finans kapital egemenliğine karşıkitlesel mücadelelerini, 2012 yılında yaşanacak dahageniş boyutlu kriz ve işçi direnişlerinin ayak sesleriolarak görmek gerekiyor. Yine Kuzey Afrika ve Or-tadoğu’da birçok ülkede halk ayaklanmaları sonucu,onlarca yıldır işbaşında bulunan diktatörlerin iktidar-dan uzaklaştırılması, ancak bu ülkelerin halen siyasi is-tikrara kavuşmamış olması, diğer gelişmelerle birleşti-ğinde, bölgenin 2012 yılında bir ateş topuna dönüşmeriskini içinde barındırıyor.

Ekonomik kriz savaşlarla

iç içe geçecek

2012 yılına girilirken, 2.emperyalist savaş öncesiekonomik ve siyasi koşullara benzer bir manzara gö-rülüyor. Yani bir yandan kapitalist sistemin derinleşenve içinden nasıl çıkılacağı bilinmeyen ekonomik krizidiğer yandan ekonomik zenginliklere sahip az gelişmişülkelerin yeniden sömürgeleştirilip, paylaşılması arzu-su politik ortamı belirliyor. Daha şimdiden işçi sınıfı-nın kazanımları birer birer geri alınır, emeklilik ve sos-yal yardımlar gibi yaşamsal haklarına darbe vurulur-ken, yaşanacak ekonomik durgunluk ve küçülme ilegeniş işçi kitleleri, işsizliğe ve yoksulluğa mahkûm edi-lecek. Bu durum, istisnasız tüm kapitalist ülkelerde, ilkişaretleri bugünden görülen, işçi direnişlerine ve baş-kaldırılara yol açacak. Kapitalist iktidarlar, emekçilerinuyanış ve direnişini, “iç ve dış düşmanları” hedef gös-tererek, pasifize etmeye, saptırmaya ve kendi kuyru-ğuna takmaya çalışacak. Bütün savaş dönemlerinde ol-duğu gibi, tüm kapitalist ülkelerde, ırkçılık, milliyetçilikve şovenizm tırmandırılmaya çalışılacak. İşçi sınıfı veemekçiler bu oyuna gelmediği takdirde, kapitalist ikti-darları geriletip, alaşağı edebilecek; yeni kazanımlar el-

de edebilecek. Kapitalist sınıfın oyununa gelip, onunkuyruğuna takıldığında ise, kendi ölüm fermanını im-zalamış olacak. Açlık, yoksulluk, kan ve gözyaşı kade-ri haline gelecek.

Türkiye savaş çemberinin

içinde

ABD, Irak’tan çekilirken, geride, adeta “pimi çe-kilmiş bir el bombası” bıraktı. Gerek merkezi iktidar-la Kürtler arasında çözülmeyip ertelenmiş sorunlargerekse Şiilerle Sünniler arasındaki iktidar mücadele-si, ülkenin bölünmesine yol açabilecek bir potansiyeltaşıyordu. Ülkede fırtına çok erken koptu. BaşbakanMaliki, Sünni Irakiyye Bloğunun temsilcisi ve Cumhur-başkanı Yardımcısı Haşimi’yi, bombalı suikastları orga-nize etmekle suçladı. Mahkeme Haşimi’nin korumala-rını tutuklayıp “suçlarını itiraf etmeye zorlarken”, ken-disi hakkında da tutuklama kararı çıkarttı. Haşimi, ça-reyi Kürdistan Bölgesine sığınmakta buldu. Buna kar-şılık Başbakan Maliki, Kürtleri tehdit ederek, Haşimi’yiteslim etmelerini, aksi halde kendilerinin de zarar gö-receğini açıkladı. Haşimi, Türkiyeli gazetecilere verdi-ği mülakatta, Türkiye’nin gelişmelere müdahale etme-sini istedi. Oysa daha önce Başbakan Maliki, Türki-ye’yi, Irak’ın içişlerine karışmakla suçlamıştı. Irak’takibu siyasi saflaşmanın, bölge siyasetinin Şii-Sünni ekse-ninde bölünmesine dönük bir adım mı, yoksa İran veTürkiye’yi, Irak üzerinden siyasi ve askeri bir hesaplaş-maya sokmayı amaçlayan provokasyon mu olduğunu,siyasi gelişmeler gösterecek. Bu ülkedeki PKK varlığı-nı, Irak’a müdahale için haklı ve meşru bir neden ola-rak gören bugünkü devlet politikası dikkate alındığın-da, Türkiye’nin “provokasyona gelmeye” hazır oldu-ğu görülür. Böyle bir durumun ortaya çıkması halin-de, sadece Türkiye tam da savaşın göbeğinde yer al-makla kalmayacak, Kürt meselesi, tartışmasız olarak,bir uluslararası sorun haline gelecek ve dünyanın ege-men güçleri tarafından bölge düzeyinde “çözümlene-cektir”. Buna bağlı olarak, Başbakan Yardımcısı BülentArınç’ın bütçe görüşmelerinin kapanışında Meclis’teyaptığı konuşmada “Kürtlerin tüm haklarını verece-ğiz” yönündeki açıklaması, askeri ve siyasi operasyon-lardan rahatsızlık duyan Kürtleri tatmin etme ya da al-datmaya yönelik bir “iyi polis” tutumu değilse, bölge-ye dönük böylesi bir stratejinin ilk adımı olabilir. Yani,bölge siyasetinde Kürtlerle aynı safta yer almanın vesavaşa giren bir ülkenin “cephe gerisini” sağlam tutmataktiğinin gereği olabilir.

Türkiye için savaş riski Irak’taki gelişmelerle sı-nırlı değil. Bir yandan batılı emperyalistlerin Suri-ye’deki Esad rejimini devirme stratejisine angaje ol-ması ve bu faaliyetlerin göbeğinde yer alması, diğeryandan öncelikle İran’ı, ancak aynı zamanda Rusya’yıhedef alan füze kalkanına ev sahipliği yapması, Tür-kiye’yi, İran veya Suriye’yi hedef alacak bir askerisaldırının tarafı yapıyor. Bunun sonucu olarak da, buülkelerin ve müttefiklerinin askeri hedefi haline ge-tiriyor. Rusya’nın Ermenistan’daki güçlerini Türkiyesınırına yönlendirmesini bu çerçevede değerlendir-mek gerekiyor.

Mücadele eden kazanır

AKP iktidarı, emperyalistlerin bölgeyi siyasi ba-kımdan yeniden düzenleme stratejisine eklemlenerek,bundan siyasi ve ekonomik çıkar elde etmeye çalışı-yor. Bunun için bölgedeki sıcak çatışmalara gözü karabir biçimde dalmaya hazırdır. Ayrıca AKP hükümeti,ülkenin kronikleşmiş Kürt sorununu askeri yolla çöz-meye soyunmuş, buna bağlı olarak saldırıları yoğunlaş-tırmıştır. Bu nedenlerden dolayı AKP hükümeti birsavaş hükümetidir. Ayrıca 2012 yılında, kapitalizminkrizi Türkiye’yi de teslim almaya ve emekçilerin beli-ni kırmaya adaydır. AKP iktidarı, işçi sınıfı ve emekçi-lerin krizin sonuçlarına tepki olarak yükselteceklerimücadeleyi dikkate alarak, kendisini güçlendirmiştir.Bu yanıyla AKP hükümeti, aynı zamanda bir kriz hü-kümetidir. Bir savaş ve kriz hükümetinden demokra-si beklenemez. AKP iktidarı, gerek yönetici sınıf için-den gerekse emekçiler ve ezilenlerden gelecek hertürlü muhalefeti ve farklı sesi bastıracak şekilde kendirejimini kurmuştur. Bu rejim otoriter bir rejimdir vemuhalefete yaşam hakkı tanımamaktadır.

Ancak savaş ve krizin çakıştığı dönemler siyasiiktidarlar için en zayıf dönemlerdir. Çünkü savaş vekrizin sonuçları en geniş kitleleri mağdur eder. On-ları açlığa, yoksulluğa, kan ve gözyaşına mahkûmeder. Buna karşılık, böylesi dönemlerde siyasi ikti-darın askeri aygıtı, esas olarak, “dış düşmanı” hedefaldığından, halk üzerindeki baskı gücü zayıflar. Bur-juva iktidarlar, bu zaaflarını milliyetçilik ve şoveniz-mi tırmandırarak telafi etmek isterler. Bunu yapabil-dikleri ölçüde işleri yolunda gider. Ancak gerek sa-vaşta işler yolunda gitmeyince, gerekse ekonomikkriz koşulları emekçilerin boğazını sıkınca, hem yö-netici sınıflar içinde bir bölünme gerçekleşir hem deişçiler, emekçiler ve ezilenler siyasi iktidardan kopa-rak onu karşısına alırlar. İşte bu gerçekleştiğinde, iş-çiler ve tüm ezilenler kendi çıkarları ve talepleri içinmücadeleye giriştiklerinde, kendi “devrimlerini”gerçekleştirmeleri mümkün hale gelir. O nedenleişçi sınıfı ve emekçiler, kriz ve savaşın damgasını vu-racağı yakın gelecek için kendilerini örgütlü, kitleselbir mücadeleye hazırlamalıdır. Bu gerçekleştirilebil-diği takdirde 2012 yılı AKP rejiminin dağıldığı veçöktüğü bir yıl olacaktır.

İşçilerin Sesi

2“

İşçi sınıfı ve emekçiler, kriz ve savaşın damgasını vuracağıyakın gelecek için kendilerini örgütlü, kitlesel bir mücadele-ye hazırlamalıdır. Bu gerçekleştirilebildiği takdirde 2012 yılı

AKP rejiminin dağıldığı ve çöktüğü bir yıl olacak.

2012 KRİZ VE SAVAŞ YILI OLACAKBir yandan kapitalizmin ekonomik krizinin en iyi durumda görünen ülkeleri bile vuracak olması diğeryandan özellikle Ortadoğu’da her geçen gün yeni bir çatışma potansiyelinin boy vermesi, 2012 yılına,

ekonomik ve siyasi kaos ile bunun sonucu olarak ortaya çıkacak savaşların damga vuracağını gösteriyor.

Page 3: İşçilerin Sesi Ocak 2012

3

İşçilerin Sesi

Başbakan Erdoğan, yazının başlığını oluşturan sözü, Da-vos’ta, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e hitabensöylemişti. Yine Suriye’de hüküm süren Baas rejiminihedef alarak, “Kendi halkını öldüren siyasi iktidar, meş-ruiyetini kaybetmiştir” demişti. Savaş uçaklarının bom-balaması sonucu, Uludere’de 35 yoksul Kürt köylününöldürülmesi, AKP iktidarını işte bu sözlerin hedefi ha-line getirmiştir. Başbakan Erdoğan’ın, daha önce başka-ları için sarf ettiği sözler dönüp, kendisini vurmuştur.

Yine Başbakan Erdoğan, Uludere katliamının ar-dından, bir gazetenin attığı “Devlet halkını bombaladı”başlığına gönderme yaparak, “devlet halkını öldürmez”demiştir. Süleyman Demirel gibi konuşmuştur. Demi-rel de, önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı olarakgörev yaptığı, faili meçhullerin, kitle katliamlarının yo-ğun olarak yaşandığı 1990 lı yıllarda, cinayetlerden “de-rin devlet”in sorumlu olduğunu söyleyenlere, benzercevabı vermişti.

Başbakanın bu noktaya gelmesinin nedeni, devletinKürt sorununda 1990 konseptine geri dönmüş olma-sıdır. Yani Kürt sorununda “askeri çözüm” politikaları-nı esas almasıdır. 1994 yılında Şırnak’a bağlı iki köybombalanmış ve 48 Kürt köylü öldürülmüştü. Failimeçhullerin, yargısız infazların haddi hesabı yoktu. Bu-gün de benzeri olaylar yaşanmaya başlanmıştır. SonUludere Katliamı, 1990’ lı yıllardaki katliamların birbenzeri ve tekrarıdır. Bunun üzerinden iki gün geçme-den, Diyarbakır’da PKK’li oldukları iddia edilen iki sivil,yargısız infaz yoluyla katledilmiştir. Bütün bu gelişme-ler, Kürtlerin özgürlük mücadelesini bastırmak amacıy-la, 1990’ lı yılların kirli savaş yöntemlerine dönüldüğü-nü göstermektedir.

Uludere katliamının, “alınan yanlış istihbarat” so-nucu gerçekleştirildiği, “vahim bir hata” olduğu, şeklin-deki iddialar, saldırıdan sağ olarak kurtulan kişi ve köy-lülerin anlatımıyla doğrulanmamaktadır. Bu anlatımlaragöre, köylüler o güzergâhta, askerlerin bilgisi dâhilinde,yıllardır, resmi olmayan, sınır ticareti yapıyorlardı. Hat-

ta köylüler, askerlerin onlara, “silah ve uyuşturucu ge-tirmeyin de ne getirirseniz getirin” dediğini ifade edi-yorlar. Olay günü, askerler önce köylülerin önünü ke-sip onların bir araya toplanmalarını sağlıyorlar. Dahasonra askerler geri çekiliyor ve savaş uçakları köylüle-ri bombalıyorlar. Saldırıdan önce köyün yakınındaki ka-rakol boşaltılıyor, hatta köydeki öğretmenler de asker-ler tarafından geri çekiliyor. Bu anlatımlar, saldırınınplanlı olduğu yönündeki görüşleri güçlendiriyor.

Bölünmüşlük derinleşiyorKatliamın ardından neredeyse bir tam gün boyun-

ca, yaygın medya, olayı gerçek boyutuyla halka yansıt-madı, Genelkurmay Başkanlığının açıklaması çerçeve-sinde duyurdu. Katliamın gerçek mahiyeti ortaya çıktı-ğında ise ya adeta ölenleri suçlayıcı bir nitelikte, köylü-lerin “kaçakçı” olduklarını vurgulayarak, PKK’nin kul-landığı yolu kullandıklarını iddia ederek ya da olayın va-hametini küçümseyerek, “operasyon kazası”, “yanlış-lıkla” gibi ifadelerle katliamı halka yansıttılar. Bu durum,sadece, medyanın siyasi iktidarın denetiminde olmasıy-

la açıklanamaz. Kürt halkının acılarına kayıtsızlıklarını,hatta içten içe memnuniyetlerini gösterir ki, bu ruh ha-li sadece medyaya özgü olmayıp, şovenizmle zehirlen-miş Türk halkının önemli bir bölümü için de geçerlidir.Başbakan ve diğer yöneticiler, “üzüntülerini” bildir-mekle ve “başsağlığı” dilemekle beraber, katliam dola-yısıyla özür dilememişler, tazminattan hiç söz etme-mişlerdir. Başbakan Erdoğan, daha da ileri giderek,Taksim’de yapılan protestonun ardından, bir gurupgöstericinin araç ve dükkânların camlarını kırmasınıöne çıkarmıştır. İstanbul’da kırılan camları, Uludere’dekaybedilen canlardan daha önemli görmüştür.

Buna karşılık, katliam, Kürtlerin büyük bir bölü-münde travma yarattı. Çünkü ölenlerin salt Kürt olduk-ları için öldürüldüklerine, bu tür katliamların sadeceKürtlerin başına geldiğine inanıyorlardı. O nedenle Kürthalkı, katliamda ölenlerin bir kısmının korucu yakını ol-masını dikkate almaksızın, katledilenlere sahip çıktı. Ola-yı ilk önce Kürt basını ülke ve dünya kamuoyuna duyur-du. Olay yerine ilk ulaşanlar, BDP’li Belediye Başkanlarıve milletvekilleri idi. Cenazeler binlerce araçlık konvoy-la ve on binlerce kişinin katılımıyla defnedildi. Bölgeninbirçok il ve ilçesinde esnaf, kepenkleri kapadı, on binler-ce kişi olayı protesto için sokaklara döküldü. Bu bağlam-da, BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “ülkeasıl şimdi bölündü” sözü anlamlıdır. Her ne kadar “dev-letin ülkesi”, resmi sınırlarıyla, yerinde duruyorsa da,“devletin milleti” bölünmektedir. Zaten var olan dil vekültür farkı yanında, “tasada ve kıvançta bir” olma halide, yani “milletin birliği” ortadan kalkmaktadır.

Uludere katliamı, hem Kürt sorunu hem de siyasiiktidarın geleceği açısından bir kırılma noktasıdır. Kürt-lerde bir bilinç sıçraması yaratmış ve birliklerini pekiş-tirmiştir. O nedenle Kürtleri korkutması ve sindirme-si beklenen katliam, tam tersi sonuç yaratmıştır.

Siyasi iktidar ise, halkın katliam karşısındaki tepkisin-den, “askeri çözüm” politikasının çıkar yol olmadığını,halka dönük katliamlarla, Suriye ve Irak’ın Baas rejimlerigibi, siyasi meşruiyetini tamamen kaybedeceğini görme-lidir. Uludere Katliamı, AKP iktidarı ve rejiminin eğik birdüzlemde hızlı düşüşünün başlangıcıdır. Kürt sorununailişkin politikalarında köklü bir değişiklik yapmaması, so-runa müzakereler yoluyla barışçı siyasi çözüm bulma yo-luna girmemesi halinde, siyasi iktidarı, onur kırıcı bir ye-nilgi beklemektedir. / İşçilerin Sesi

“SİZ ÖLDÜRMEYİ İYİ BİLİRSİNİZ”Uludere Katliamı, AKP iktidarı ve rejiminin eğik bir düzlemde hızlı düşüşünün başlangıcıdır. Kürt

sorununa ilişkin politikalarında köklü bir değişiklik yapmaması, soruna müzakereler yoluyla barışçısiyasi çözüm bulma yoluna girmemesi halinde, siyasi iktidarı, onur kırıcı bir yenilgi beklemektedir.

AKP hükümeti Kürt olan her şeye karşı saldırıyageçmiştir. Dün Özgür Basın geleneğinden 40’ınüzerinde gazeteci gözaltında alındı, binalar basıldı.Gazetemizin binasının basılması ve çalışanlarımızıngözaltında alınması nedeniyle gazetemiz ancak 4sayfa çıkabildi. 90’lardan bu yana Özgür Basın’a yö-nelik saldırılarda susmadık, bu saldırı da bizi sustu-ramayacak. 20 yıldır biz buradayız; zalimlerin isenerede olduğunu herkes biliyor…

KCK operasyonları adı altında siyasi soykırımgazetemizin kapısını da çalmaya devam ediyor. Ga-zetemizin teknik olarak hazırlandığı bina basıldı ga-

zetemizin sahibi Ziya Çiçekci başta olmak üzereyazarlarımız editörlerimiz gözaltına alındı

Okuyucularımız bize yönelik baskılar karşı-sında asla geri adım atmayacağımızı zaten bili-yor. Gözaltına alınan arkadaşlarımızın bıraktıkla-rı bayrak şu an geri kalan gazete çalışanlarınınelinde. Özgür Basın’ı ne bombalarınız ne de tür-lü yöntemlerle uyguladığınız baskılar susturama-yacak. AKP hükümeti er ya da geç Çiller’in git-tiği yere gidecektir.

(*) 21.12.2011 tarihli Özgür GündemGazetesi’nden alınmıştır.

Siyasi Kırım Devam Ediyor

SUSTURAMAYACAKSINIZ!

Page 4: İşçilerin Sesi Ocak 2012

İşçilerin Sesi

4

Soykırımının inkârını suç sayan, bu suçu işleyenle-re hapis ve para cezası verilmesini düzenleyen ya-sa tasarısı, Fransa Meclisinden geçti. Tasarının ya-salaşması için Senato’nun da onayını alması gereki-yor. Fransa’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçim-lerine aylar kala böyle bir yasanın Meclisten geç-mesi, bunun Sarkozy Hükümetinin, Fransa’da ya-şayan Ermeni toplumuna hoş görünmeye dönükbir iç politika adımı olduğunu düşündürüyor.

Türkiye hükümetinin yasanın Meclis’ten geç-mesine gösterdiği abartılı tepki de, iç politikayadönük bir siyasi gösteri olma özelliği taşıyor. Sertifadeler ama yumuşak adımlarla, “Türk’ün Türk’epropagandasıyla”, halkın gerçek gündemi saptırıl-maya ve hükümet puan toplamaya çalışıyor. Önce-leri sıkça dile getirilen “boykot” teraneleri, sonra-ları ağza alınmaz oluyor. Ordu mensuplarının hol-dingi OYAK, Renault ile Sabancı, Carrefour ile or-taklığını bozacak, kentin rantlarına saldıran ve ço-ğu AKP yandaşı olan müteahhitler, Fransızların sa-hip olduğu çimento fabrikalarını boykot edecekdeğiller ya. “Ele verir talkını, kendi yutar salkımı”misali, bunlar bir yandan halkı gaza getirip, emek-çilerin gerçek sorunlarını unutturmaya çalışırken,diğer yandan kendi ticari çıkarlarından milim fera-gat etmiyorlar.

Ayrıca, Türkiye ile Fransa arasındaki siyasi iliş-kilerin belki de tarihinin en iyi döneminde olması,

koparılan şamataların siyasi bir karşılığının olmadı-ğını gösteriyor. Batılı emperyalistlerin, Suriye’deEsad rejimini hedef tahtasına oturttuğu bu günler-de, geçmişte bu ülkeyi sömürgeci sıfatıyla yönet-miş olan iki devlet (Osmanlı Devleti’nin devamıolarak Türkiye ve Fransa), Suriye rejimini yıkmadoğrultusunda yakın işbirliği ve ortak bir çaba için-deler. Hata bu yakınlaşmanın hatırına, Fransa, ül-kesinde yaşayan Kürt siyasetçilere dönük genişçaplı tutuklamalar gerçekleştiriyor. Fransa ve Tür-kiye’nin, Suriye rejimini devirmeye yönelik “stra-tejik ortaklık” içinde bulunmaları, son yasa tasarı-sıyla yaşanan ağız dalaşının siyasi şov olmaktan ötebir anlamı olmadığını gösteriyor. Tasarıya karşıçıktığı için “sağduyunun temsilcisi” olarak görülenFransa Dışişleri Bakanının, Türk yetkililere yönelik“abartmayın” yönündeki uyarısı da bu gerçeği ifa-de ediyor.

İktidarın tutunacak dalı yok

Siyasi iktidarın, yasa tasarısına karşı çıkarkenileri sürdüğü tezler inandırıcılıktan yoksun ve dö-nüp kendisini vuruyor. Birinci olarak, yasa tasarısı-nın düşünce özgürlüğünü hedef aldığını iddia edi-yorlar. Bunu söylerken, kendi ülkesinde, yüzlercesiyasetçi, aydın, yazar ve gazetecinin sırf düşünce-lerini ifade ettiği için ya hapiste ya da ağır hapis ce-zaları talebiyle yargılandığını göz ardı ediyorlar.Örneğin hemen bütün BDP’li milletvekilleri sade-ce yaptıkları konuşmalar nedeniyle yüzlerce yıl ha-pis istemiyle yargılanıyor. Azadiya Welat gazetesi-

nin Genel Yayın Yönetmeni Vedat Kurşun, sadecegazetede yer alan yazılar yüzünden, 150 yılı aşanhapis cezasına çarptırılmadı mı? Fransızların yasatasarısı ile soykırımı inkâr etmek suç sayılıyor. Pe-ki, Türkiye’de bunun aksi, yani soykırımın gerçek-liğini savunmak suç değil mi? Hırant Dink, bu yüz-den cezaya çarptırılmadı mı? Ölümüne giden sü-reç, bu yargılama ve ceza ile açılmadı mı? Kısacası,“nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmak-ça”!

Siyasi iktidarın bir diğer yanlışı, Fransa’nın eskisömürgesi Cezayir’deki katliamları ve Ruanda soy-kırımındaki rolünü öne çıkartarak, kendisini sa-vunmasıdır. Bu da tutarsız bir karşı çıkıştır. Karşın-dakinin, seni suçlayanın “tenceresinin dibinin kara”olması, “senin tencerenin de dibinin kara” olduğugerçeğini ortadan kaldırmaz. Sonuçta bu ülkedeyaşayan bir milyonu aşkın Ermeni, 1915 olaylarısürecinde, yok olmuştur. Bunlar zorla yerlerindenyurtlarından edilirken, çoğu katledilerek, açlıktan,soğuktan, salgın hastalıklardan vb. nedenlerle ha-yatını kaybetmiştir. Burada insani bir dram yaşan-mış, insanlık suçu işlenmiştir. Adından öte bu ger-çeklik kabul edilmeli ve gereği yapılmalıdır. Bütünemperyalistlerin ve sömürgecilerin “tenceresinindibi karadır”. Ancak yapılması gereken, bunların da“tenceresinin dibinin kara” olduğunu söyleyerekkendini savunmak, “kendi tencerenin dibinin karaolduğu” gerçeğini gizlemeye çalışmak değil, “kenditencerenin dibini temiz tutmak ve kirlenmişse, te-mizlemektir.”

“TENCERE DİBİN KARA, SENİNKİ BENDEN KARA”Ordu mensuplarının holdingi OYAK, Renault ile Sabancı, Carrefour ile ortaklığını bozacak,

kentin rantlarına saldıran ve çoğu AKP yandaşı olan müteahhitler, Fransızların sahip olduğuçimento fabrikalarını boykot edecek değiller ya.

Aykut Özer

Devlet, Kürt çocuklarını ailelerinin elinden almafikrini hayata geçirmeyi bir kez daha deneyecek.Yoklama kabilinden ilk kışkırtıcı açıklama AdanaValisi İlhan Atış tarafından yapılmıştı. Amaç tep-kilerin gücünü ölçmekti; “Aileler çocuklarına sa-hip çıkmazsa, gerekirse bu çocukları alıp yuvayaverme yetkimizi kullanırız.” Devlet ana söyle-mindeki bu yeni “Kürt açılımı”nın adı, Diyarba-kır Valisi Mustafa Toprak tarafından konuldu:“Sevgi Evleri.” Vali Mustafa Toprak, “5395 sayılıÇocuk Koruma Kanunu’na istinaden bu çocuk-ları ailelerinden alıp Sevgi Evleri’ne yerleştirece-ğiz” diyor.

Devlet nezdinde değişen bir şey yok yani:DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümeti dönemin-de “Hayata Dönüş Operasyonu” adı altında ce-zaevlerinde rejim muhalifi devrimci tutsaklarayönelik katliam gerçekleştirilmiş ve devlet tara-fından ‘hayat’ sözcüğü, ölüm yerine kodlanmıştı.AKP Hükümeti nezdinde ise “Sevgi Evleri” ileKürt çocukları, asimilasyon ve sindirme amaçlıolarak ailelerinden alınacak. Devlet bu kez de

baskı ve sindirmeyi gizlemek üzere ‘sevgi’ sözcü-ğünü kullanıyor.

Süreç şöyle işleyecekmiş; protesto gösterile-rinde yer alan ve devletin silahlı kolluk güçlerinetaş atan çocuklar yakalanacak, aileleri Çocuk Şu-be polisleri tarafından uyarılacak, çocuklar eylem-lere devam edecek olurlarsa bu kez aileye 150 li-ra para cezası kesilecek. Çocuklar eğer protestoeylemlerinde kararlıysalar, bu kez de 5395 sayılıÇocuk Koruma Kanunu devreye sokulacak. Mah-keme kararıyla ailesinden alınan çocuk, devletin“Sevgi Evleri”ne kapatılacak. Sevgi dolu bu tecritve yalıtma cezası, Valilik, Sosyal Hizmetler İl Mü-dürlüğü ve Emniyet Çocuk Şube Müdürlüğü’nün“uzman” eş güdümüyle başarılacak. Sosyologlar,psikologlar ve rehber öğretmenler bu uygulama-da görev alacaklar. Bunun adı ise “Sosyal DevletUygulaması” olacak. Diyarbakır Valisi MustafaToprak; “Amacımız aileleri cezalandırmak değil;çocukları suç ve istismardan uzaklaştırmaktır” di-yor. Diyarbakır pilot bölge olacakmış, 41 aileninşimdiden “uyarıldığı” açıklanıyor.

İHD Diyarbakır Şube Yöneticisi Raci Bilici

açıklamalara haklı bir tepki gösteriyor, “Legal si-

yasetçiler hatta avukatlar içeri alınıyor. Şimdi de

çocukları mı almak istiyorlar? Bir sonraki adım da

ailelerini göndermek mi olacak?” Diyarbakır Ba-

rosu Başkanı Mehmet Emin Aktar ise, “Tam da

Dersim’in tartışıldığı bir dönemde çocukların ai-

lelerinden zorla alınması Dersim’deki çocukların

durumunu hatırlatıyor. Yasal olmadığı gibi insani

de değildir” diyor. / İşçilerin Sesi - Haber

KOD ADI: SEVGİ EVLERİ

Page 5: İşçilerin Sesi Ocak 2012

5

İşçilerin Sesi

Türk-İş’te, 60 yıllık tarihinin en heyecansız kongrele-rinden biri daha tamamlanırken, eski sağ eğilimli sen-dika bürokrasisi, ciddi hiçbir vaatte bulunmaya bile ge-rek duymadan yeniden yönetici olarak seçildiler.Türk-iş kongrelerinin hemen hepsinde olduğu gibi bu22. Kongre’ye de işçilerin katılmamasına özen göste-rildi. Türk-iş üyesi 420 bin işçiyi ‘temsil eden’ 362 adetdelegenin yaklaşık 165’i (çoğu emekli olan) sendikala-rın merkez yöneticilerinden, 150’si ise sendika şubeyöneticilerinden oluşuyordu. Geriye kalanların büyükkısmı ise bürokrasinin parçası olarak işlev gören atan-mış temsilcilerden oluşmaktaydı. Mustafa Kumlu kon-gre konuşmasında bu durumu “Burada bulunanlarınyüzde 95'i profesyonel yönetici” diye teyit ederken,aslında delegelerin kendi çıkarları için ‘mevcut düzenve istikrar’dan sapmamaları gerektiğine de işaret edi-yordu. Bu bürokrasinin ağır baskısı altında ‘tabandakiişçinin özlemleri’ni kongreye taşınmasının mümkünolamayacağı görünüyordu.

Sendika bürokrasisi istikrar ister

Sendika bürokrasisi, doğası gereği düzenle uyumve istikrar ister. Kendi varlık nedenleri tehlikeye gir-diği anda bile, örneğin sendika üye sayıları azaldığındaveya sendika faaliyet yapamaz hale geldiğinde bile dev-letten, sermayeden icazet almaktan vazgeçmez. Ken-di bürokratik ayrıcalıklarını bu icazet olmadan koru-yamayacağının bilincindedir. İşçi tabanından yükselenkitlesel grev ve diğer eylemler karşısında telaşa kapı-larak, işçi mücadelesini süratle kontrol altına almayaazami gayret göstermesinin (Tekel 2009-2010 eylem-lerinde gerek Tek Gıda İş bürokrasi gerekse Türk İşbürokrasisinin politikaları bu duruma iyi bir örnek)nedeni de ‘düzen ve istikrarı’ yeniden kurmaktır. Ak-si halde, işçi hareketinin coşkun dalgasının, kendi bü-rokratik iktidarını yıkıp geçeceğinin farkındadır. Ayrı-calıklarını korumak için sermayeye, devlete (ve hükü-mete) güven verirken, işçi hareketini kontrol altındatutmaya ve tabandan mücadelenin üç vermesini en-gellemeye çalışması sendika bürokrasisinin gerici ka-rakterinin maddi temelini oluşturur. Yoksa sendikayıyöneten bürokrasinin sağ veya sol eğilimli olması, sağbir partiye veya sol bir partiye angaje olması onu ge-rici kılmaz. Olsa olsa sendikaya üye olan işçilerin ge-nel eğilimini ve bürokrasinin siyasi tercihini ortaya ko-yar.(…)

Bu durum Türk-İş’in 22. Kongresi’ne de yansıdı.(…) Türk-İş’te seçimleri kazanan, hükümete daha ya-kın hatta angaje olduğunu gizlemeyen sağ bürokrasiyekarşı, liste oluşturan ‘sol bürokrasi’ ise sendikaların

sorunlarından, örgütlenmenin öneminden, çalışmahayatına yönelik yeni saldırılardan söz ediyordu. Bubürokrasinin yönettiği sendikaların örgütlü olduğu iş-yerlerinin önemli bir kısmının özel sektörde bulundu-ğu görülüyor. Özel sektörde işçilerin sorunları birtoplu sözleşme ile çözülemeyecek kadar kapsamlı vegünlük mücadele büyük önem taşıyor.

Diğer yandan kendisini ‘sendikal güç birliği’ olaraktanımlayan sol sendika bürokrasisini temsil eden eği-lim, AKP iktidarının sendikalarda kendisine yakın yö-netimlere destek sunmasını da kendi iktidarı için teh-dit görüyor. Tehdit olarak gördüğü olgulardan bir di-ğeri halen Çalışma Bakanlığı’nda bulunan yeni sendika-lar ve toplu sözleşme kanununun yüzde 10 baraj en-geli, işkolu birleştirmeleri vb ile kendi varlığını tama-men ortadan kaldırması ihtimali. Bu nedenle, muhalifsendika bürokrasisi, Türk-İş bürokrasisinin daha hızlıdaha kapsayıcı ve AKP’ye karşı daha mesafeli, hareketetmesini istiyor. Çok önemli bir başka neden sendikalgüç birliğindeki sol bürokrasinin son 20 yılın bütünhak kayıplarında, sorumluluğun olması ve bu nedenleyıpranmışlığı. Sendikalarında bir dönem daha rahatyöneticilik yapamayacaklarının farkındalar. Türk-İş’inmerkezi yönetimindeki koltukların, daha geniş ve da-ha etkili bir kamuoyunun oluşturulmasında çok etkiliolacağını ve kendi meşruiyetlerini güçlendirecekleriniumdular.

Fakat hangi gerekçelere dayanırsa dayansın gereksağ bürokrasi gerekse sol bürokrasi işçi tabanını hare-

kete geçirmeden ve böylece kendi bürokratik yöne-timini tehlikeye düşürmeden ‘bürokratik savaşı’ sür-dürmek zorunda kalmıştır. Ama işçi hareketi yüksel-meden sendikalarda bürokrasinin değişimi de hemenhemen hiçbir şekilde mümkün olmamıştır. Bu neden-le sol bürokrasinin, Türk-İş seçimlerini kazanmasımümkün değildi. Seçim sonuçları bu bürokrasininkendi kontrol ettiği delegelerin bile tümünün oyunuolamadığını gösterdi. Bu bürokrasinin bol kesedenverdiği demeçlerin ‘büyüsü’ne kapılarak onları hak et-medikleri biçimde destekleyen ve kof umut yaratanbaşta Evrensel ve BirGün gazeteleri olmak üzere solgruplar ve bürokrasiden nemalanan Zafer Aydın, Atil-la Özsever, Aziz Çelik gibi bazıları sorumluluktan ka-çamazlar. (…)

Sendikalarda 3. alternatifin

zamanı

Ama biçimden (görüntüden) öze baktığımızdasendikal hareketi bugünle sınırlamadan, tarihsel ola-rak (hafıza) ele aldığımızda işte süreci yukarda belirt-tiğimiz gibi analiz ediyoruz. Bu kitlelere yanıltıcı işaretverilmemesi için elzem. Yıllardır sendika bürokrasinindeğişik kanatlarının (sağ sol veya sosyal demokrat)mücadelesine sahne olan Türk-İş kongresini sol ile sa-ğın, işçilerle bürokrasinin mücadelesi ile geçtiği gibigerçek dışı şekilde analiz etmemek için bu tarihe vebiçime değil öze bakmaya zorunluyuz.

Esnekleştirmenin yaygınlaştırılması, kıdem tazmi-natının kaldırılması, taşeronlaşmanın genişletilmesi, ça-lışma koşullarının ağırlaşacağı koşullarda işçi sınıfının,ne yeni bürokrasiye ne de tepeden kurulacak yenisendikalara ihtiyacı yok. Sendikaları işçiler kurdu, amaeksik olan bu sendikaları işçilerin yönetmemesi. İşçile-rin içinden çıkmış ama kısa sürede yozlaşmış bürokra-sinin sendikalardan kovulması sendikaların işçilere açıl-ması için ilk adım. Bu yapılmadan sendikalarda gerçekbir ‘işçi demokrasisi’nin tesis edilmesi mümkün değil.İşe tepeden, Türk-İş’ten veya sendikalardan değil, ta-bandan başlamak, her sendika temsilciliğinde, her şu-bede ve nihayet sendika merkezlerinde sendika bü-rokrasisine karşı ‘işçi demokrasisi’ni örgütlemek, yapı-sal dönüşümün en temel ve vazgeçilmez adımı.

TÜRK-İŞ’TE BÜROKRASİNİN ‘SAVAŞI’

İşçi sınıfının, ne yeni bürokrasiye ne de tepeden kurula-cak yeni sendikalara ihtiyacı yok. Sendikaları işçiler

kurdu, ama eksik olan bu sendikaları işçilerin yönetme-mesi. İşçilerin içinden çıkmış ama kısa sürede yozlaşmış

bürokrasinin sendikalardan kovulması sendikalarınişçilere açılması için ilk adım.

Ali Erhan

Page 6: İşçilerin Sesi Ocak 2012

İşçilerin Sesi

6

Şöyle bir tablo var: Bir yanda AKP hükümeti oyoranını artırıyor. Genel olarak toplumsal muha-lefet gerilemiş halde. Ancak sağlık emekçileri birdizi başarılı eylem yapıyorlar. Bunu nasıl açıklı-yorsunuz?Aslında ortada bir irasyonalite var. 12 Eylül 2010’dareferandum oldu, yüzde 60 oy aldı. Haziran’da seçimvardı ve AKP’nin iktidar olacağı belliydi ama yüzde kaçoy alacakları, anayasayı değiştirecek çoğunluk olup ol-mayacakları belli değildi. Bu dönemde sağlıkçılarıngerçekten bir “isyan” duygusuyla harekete geçtiler.Sonra Ağustos’ta bir tam günü içeren bir KHK çıktı.Peşinden de işte 2 Kasım’da Sağlık Bakanlığı’nın teşki-lat ve görevlerine dair 663 sayılı KHK, özellikle hasta-ne yapılarını değiştiren, hastaneleri ticarethaneyedönüştüren bir düzenlemeydi. Aslında gerek Ağus-tos’ta gerek Kasım’da çıkan KHK’larında imza tarihle-ri ve yayımlanma tarihleri arasında epey bir fark var.Mesela 8 Ağustos’ta bakanlar kurulundan geçmiş, 26Ağustos’ta 9 günlük bayram tatilinin hemen arifesi cu-ma günü yayımlandı ilk çıkan 650 sayılı tam günü dedüzenleyen kararname, ikinci 663 sayılı KHK da 12Ekim’de çıkmış. 2 Kasım gece yarısı KHK çıkarmayetkisinin son günü ve beş günlük bayram tatilinin ön-cesi. Gerçekten tepkilerden çekindikleri gözüküyor.Tatilde de biraz tavsar diye düşündüler muhtemelen.Ama hemen peşinde 12’sinde Türkiye Büyük HekimMeclisi toplandı. Bizim için çok moral verici oldu. 400- 450 doktor katıldı. İstanbul’daki Meclis toplantısına700 kişi katıldı ve grev kararı bunun üzerine uygulana-bildi. Hükümet de bu tepkileri bunları izliyor ve top-lumsal tepkiler seçim başarılarından üstün gelebiliyor.

Sağlık Reformuna Türkiye’den gelişen tepki-leri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biraz abartarak söylüyorum bunu, ama burada dasöyleyeyim: IMF ve Dünya Bankası patentli, piyasaodaklı sağlık reformlarına karşı en büyük direniş son10 yıldır Türkiye’de yaşanıyor. Abartarak söylüyorumdiyorum çünkü karşılaştırmadım başka ülkelerle. Kar-şılaştırmayı bir kenara koyarsam şöyle de kurabilirimcümleyi: IMF, Dünya Bankası patentli piyasa yönelimlisağlık reformuna karşı 2003’ten bu yana Türkiye’deçok büyük bir direniş yaşanıyor aslında. Sekiz yılı dol-durdu ve beş altı kez iş bırakma oldu, mitingler, nöbet-ler, yürüyüşler, basın açıklamaları, toplantılar. Hakika-ten hepsini topladığında çok büyük bir külliyat çıkıyorortaya. Onun bir devamı olarak 21 Aralık anlaşılabilir.2011 yılı özellikle ilginçti. İlk eylemler sağlıkta bir şey-lerin değişeceği belli olduğu sırada ve daha çok bir tep-kinin açığa çıkarılması biçiminde oldu. Daha sonrakieylemlerimizde daha çok örgütsel gücümüzle yaptığı-mız bir şeydi. 2011’de biz 13 Mart, 19-20 Nisan ve 21Aralık’ta kendi örgütsel gücümüzü aşan bir şey yaptık.Bu dönemin önemli özelliklerinden biri de TTB’dekiyaklaşık 65 tabip odasının 30’a yakını daha sağ görüşlüinsanların yönetimindedir. Ama onlar da eylemlere ka-tıldı, katılmasa bile destekledi. Hâlbuki birkaç yıl önce-ye kadar mesela onlar bir güzel karşı çıkarlardı. Sağlıkbakanıyla beraber görüşürlerdi ve oradan bir beklen-tileri vardı. Şimdi gerçekten görüyoruz. Sağlıkta he-kimler için özellikle AKP’ye oy veren gönül veren,

AKP’de çalışanlar da dâhil çok büyük bir tepki var vebu giderek daha yaygınlaşan bir şey. Mesela üniversite-ler sekiz yıl boyunca hareketsizdi. Son bir yılda bu ha-reketin önemli bir parçası üniversiteler. Özel hekimlerözellikle muayenehanecilik yapanlar kendini bu iş dışın-da görüyordu. Onlar da kendine dokunduğunu gördü-ler, tepki gösteriyorlar. Asistanlar son 20 yıldır eylem-lere en az katılanlardır. Son iki senedir onlar katılıyor.Öğrenciler son eylemlerde çok yoğun katılım göster-diler. O yüzden bütün bunları aşan ve giderek daha ge-nişleyen bir mücadele oldu.

Mücadelenin sağlık çalışanları arasında dahada genişleyen bir tabana oturduğunu söyleyebilirmiyiz?

Hekimler açısından bunu özellikle söylerim, sağlıkçalışanları için de bunu gözlüyorum ama sendikal an-lamda çok söylemiyorum. Ama şunu söyleyebilirimbiz zaten 21 Aralık’taki eylemi SES, TTB, Dev Sağlık-İş ve başka sağlık örgütleriyle birlikte yaptık. Ama anagövdesini TTB ve SES oluşturur. Değişik illerde top-lantıya gittiğimde ben gördüm SES’le birlikte yaptığı-mız toplantılara başka sendikaya üye olan insanlar dageliyor, katılıyor. Değişik illerde 21 Aralık grevine deTürk Sağlık Sen’in şubeleri değişik biçimlerde katıldımesela. O yüzden daha genişleyen bir şey.

1 Ocak’tan itibaren neler değişecek? Hem gre-vin talepleri açısından hem de sağlıkta dönüşümprogramı açısından somut olarak neler değişecek?

1 Ocak’la sembolik bir tarih. Yeşil kartlıların GSSkapsamına geçeceği tarih. Bir kaç defa ertelendi. He-men 1 Ocak’ta radikal bir geçiş olmayacak görünü-yor. Ama önümüzdeki yıl yeşil kartların vize süreleridolduğunda GSS’li olabilmek için bir yoksulluk testinetabi tutulacaklar. Kabaca aile içinde kişi başına gelir.Asgari ücretin 1/3’ünden aşağıdaysa devlet primleriniödeyecek yukardaysa aşamalı olarak GSS primi öde-yecekler. Şu anki yeşil kartta da benzer bir şey varama gözüken şu ana kadarki yeşil kartta gelir testi çokkabaca yapılıyordu. Şimdi daha inceltilecek gözükü-yor. Zaten GSS yasasında vardı aslında vatandaşın hertürlü parasal hareketleri SGK tarafından izleniyor.Okul kaydından banka hareketlerine kadar. Eğer or-da katı davranırlarsa ki gerçekten öyle davranacaklargibi gözüküyor, milyonlarca insanın bu sefer sağlık gü-vencesi kapsamının dışında kalacağı ya da çok büyükparalar ödemek zorunda kalacağı ortada. O da muh-temelen büyük karışıklık yaratacak. Eğer yeşil kartınsüresi doldu ama başvurup gelir testini yaptırmazsanbu sefer aylık 200 lira sigorta primi kesilecek. Sankigeliri yüksekmiş gibi kabul edilecek. Oradan gelecekbir zarar görünüyor vatandaş için.

Bu son bir katılım payları ile ilgili bir düzenlemeyapıldı. Sağlık Bakanı her yerde övüne övüne söylü-yordu “Birinci basamakta ücretsiz sağlık hizmeti veri-yoruz” diye. Şimdi aile hekimliklerinde 3 lira. Ayrıcaüç kalem ilacın üzerinde yazıldığında yeni katılım pay-ları -ki tasarısı çok daha vahşiydi- her kalem için 3 TLkatılım payıydı. Yasal düzenlemeyi 2009’da yaptılar,yatan hastalardan katılım payları 2012’de uygulamayabaşlayabilir. Çünkü yasal olarak böyle bir düzenlemeyaptılar. O da çok kötü. Ama sürekli olarak vatanda-şın daha çok para ödeyeceği bir süreç hızlanacak gö-

rünüyor. Ne yazık ki çok iyi takip edemiyoruz yüzler-ce ilacı sosyal güvenlik kurumu ödemiyor. Bunlarla il-gili sıkıntı var. Tabi ekonomik krizin gördüğüm kada-rıyla derinleştiğinde ilk etkileyeceği alan sağlık olacak.Yani sağlık konusundaki harcamalar çok arttı ama busürdürülebilir gözükmüyor. Bütün bunlara baktığımız-da 2012’de vatandaş açısından yani hükümetin artıksağlık alanında vatandaşa daha fazla vereceği bir şeykalmamış görünüyor. Tersine vatandaştan alacağı birşeyler var gözüküyor. Ki hastanelerle ilgili getirilen buyeni düzenleme muhtemelen devlet hastanelerindede özel hastanede olduğu gibi yeni bir takım katılımpayları, ilave ücretleri getirmeyi hedefliyor. Bu görü-lebiliyor. Kabaca vatandaş sağlık hizmeti alırken dahafazla harcama yapacağı bir sürece giriyoruz.

21 Aralık’a tekrar dönersek bu süreçteKESK’le birlikte bu grevin yapılmış olması pozitifbir şey mi? Grev tarihinin aynı güne denk getiril-miş olması, bu bir sinerji yarattı mı? Yoksa sadecetarih çakışması mı oldu? İleriye dönük de bir ma-nası olacak mı bunun?

İleriye dönük şu anda bir programımız olmadığıiçin kalıcı bir anlamı olur mu bilemiyorum. Ama açık-çası baştan söyleyeyim bizim açımızdan riskli bir şey-di. SES zaten KESK’in üyesi onlar için böyle bir riskyoktu. Ama TTB açısından hekimler harekete geçer-ken TTB’nin hatta tercihen tek başına çağrı yapması-nı ya da diğer sağlık örgütleriyle birlikte çağrı yapma-sını önemsiyorlar. KESK’le birlikte olan bir şey rahat-lıkla KESK’in eylemi diye geçebilirdi ve bu durumdabizim hekimleri harekete geçirmemiz zordu. O konu-da KESK yöneticileri hakikaten çok olgun da davran-dılar. Aynı tarihte bizim SES’le birlikte ayrı bir progra-mı daha önceden açıklamamızı onlar da kabul ettiler.O nedenle bu 21 Aralık için büyük bir sinerji yarattı.KESK için de sinerji yaratmış oldu. Çünkü 21 Aralıkesas itibariyle grev, iş bırakma hastanelerde oldu bü-yük ölçüde başka işyerlerinde herhalde çok sınırlı ol-du. Ama bizim açımızdan da hem kitleselliği hem deyaygınlığı KESK’le birlikte sağlandı. Yoksa KESK olma-saydı, özellikle Anadolu’nun birçok yerinde sağlıkçıla-rın kendi başına bu kadar etkin bir eylem yapmasımümkün olmayacaktı.

Sağlıkta olan bitene karşı, 2006-2008 yıllarında,genel sağlık sigortası sürecinde yaptığımız gibi, refe-randum, imza kampanyaları ya da büyük mitinglerletoplumsallaşmasını arzu ediyoruz. Sağlık hakkımeclisleri aracılığıyla. Bu işi TTB, SES, sağlık çalışan-larının üzerinden almak; onlarla paylaşmak gerekirdiye, düşünüyorum.

Türk Tabipler Birliği Merkez Konsey Üyesi Osman Öztürk’le Söyleşi...

21 ARALIK GREVİ, SAĞLIK HAKKI İÇİNBİRLEŞİK MÜCADELE ÇAĞRISIDIR

Yunus Öztürk

Page 7: İşçilerin Sesi Ocak 2012

Afyonkarahisar’da Grev21 Aralık grevi Afyonkarahisar’da önceki yıllara göre katı-lımlı geçti. Şube binasında oluşturulan kortej sloganlarlaPTT önüne kadar yürüdü ve basın açıklaması yaptı. ŞubeBaşkanı KESK adına yaptığı konuşmada direngen yapı birkez daha vurgulandı. KESK’in mücadeleci gücü vurgulandı.Greve KESK bileşenlerinden Eğitim Sen dışında SES, BESve BTS üyeleri destek verirken Hera Tekstil’de örgütlen-me çalışması yürüten TEKSİF işçileri de açıklamaya katıldı-lar. Değişik siyasi partiler de destek verdi.

Afyon gibi illerde bu durum o kadar önemli ki emekmücadelesi açısından; nefes almanızı sağlıyor. Büyük şehir-lerin katılımlarına göre daha az gibi görünen katılımları sağ-lamak çok daha zordur. Sosyal şartlar ağırdır. Azsınızdırama direngen olduğunuzu haykırırsınız. Toplum katkısını fi-ziksel olarak sağlayamasanız da sizi gönülden destekleyip si-zin yanınıza gelemeyen uzaktan izleyenleri görürsünüz.

Meydanlarınız Taksim değildir ancak her meydanıTaksim yapmak için haykırırsınız ve buna yürekten inanır-sınız. Doğru söylediğinizi bildiğinizden ve sizi temsil eden-lerin başka sendikalardaki gibi “satmayacağından” emin ol-duğunuzdan daha bir istekle haykırırsınız. Yanınızdaki tanı-dığınızdır. Her eylemde, basın açıklamasında yanınızdadır.Bazen parmakla bile sayabilirsiniz mücadele yoldaşlarınızı.

Grev işyerinde yapılırİlçede olduğumuz için il merkezindeki açıklamaya,

korteje, yürüyüşe katılmadık. Okulumda grev yaptım. Af-yon’daki arkadaşlarım çok güzel bir şekilde; inanarak, coş-kuyla grevi bu şekilde kutladılar. Genel merkezler bu şekil-de kutlanmasını istemiş. Üstelik genel merkezlerin bulun-duğu şehirlerde, büyük şehirlerde de bu şekilde eylemlergerçekleşmiş. Bir grevden çok kutlama gibi…

Neden bir genel merkez “grev” kararı alırda işyerleri-ni terk ettirip kortejler oluşturup basın açıklaması yaptırır?Grev bittikten sonra açıklamalar yapılsa, grev hatıraları pay-laşılsa olmaz mı? Neden son çare olarak kullandığımız“grev” silahımızı kendi elimizle boşa çıkartırız?

Fiili meşru mücadelenin yüksek olduğu, devrimci da-yanışmanın yoğun olduğu dönemlerde herhangi bir toplan-tıda grevi bu şekilde (kutlama gibi) yapalım deseniz acabane duruma düşerdiniz? Bilgisiz mi derlerdi yoksa grevi bo-şa düşürmeye çalışmakla mı suçlanırdınız?

Grev tarifinde işyerinde işi yavaşlatarak ya da yapma-yarak üretimden gelen gücü kullanıp iş üretmemek vardır.Yani iş yapmazsınız. Devamında işyerini terk etmezsiniz. İş-yeri sizindir. Emeğinizin yüceleştiği, artı değer ürettiğiniz,üretim sayesinde sınıfınızın teşekkül ettiği bir işi yaptığınızyerdir işyeri. Terk edemezsiniz. Hiçbir grev tarifinde işye-rini terk edip kortej yapmak ilk akla gelen şey değildir. Ha-lay çekmek vardır. Türkü söylemek vardır. Getirilen ku-manyaları paylaşmak vardır. Grev kırıcılara direnmek, pat-

rona kafa tutmak, işyerine sahip çıkmak vardır.Biz işyerlerimizi terk ettiğimizde kim koruyacak işgal-

den? Kim bilecek iş mi bıraktık tatil mi oldu? İşverenin yü-züne “neden çalışmıyorsunuz?” dediğinde “GREVDEYİZ”diye kim bağıracak işyerini terk edince? Kim mal ya da hiz-met alanlara neden grev yaptığımızı anlatıp destek isteye-cek. Alanlarda söyledik öyle mi? Bizimle iş bırakmış arka-daşımıza mı grevi anlattık. Yoksa olumsuz durumlar hari-cinde haber yapmayan düzen basınına mı?

Yanlış bir grev tanımıyla doğru bir grev yapılamaz.Grev gibi en önemli silahımızı egemenlerden önce kendikararımızla boşa düşürmemeliyiz. Emekçi mücadelesindeişyerini terk ederek yapılan grev yoktur. Bunun adı grev ol-maz. Alanlarda “kaç kişi topladık”, “ne kadar da önemliyim,binlerce kişi beni dinliyor” diye caka satmak istiyorsanız bu-nu adı grev olmaz. Eğer niyetiniz bu şekilde sesinizi daha iyiduyurduğunuzu düşünerek ses getirmekse emekçi tarihin-den özür dilemeniz lazım. İnsanların kanıyla, canıyla oluştur-duğu emek mücadele tarihine bir katkı yapmamış oldunuz.

* Eğitim Sen Şube Eski Yöneticisi

7

İşçilerin Sesi

21 Aralık Grevi: Eylem biçimi

rutin, katılım vasattıBu eylem iki olumlu sonuç ortaya çıkartmıştır. Birincisi,KESK’in mücadeleci tarihi ve birikimi ve bu alanın gerçekanlamda muhatabının KESK olduğunu ortaya koymuştur.İkincisi, KESK’in son iki yıldır içinde bulunduğu durağanlı-ğın aşılmasına ve önümüzdeki dönemin örgütlenmesinekatkı sağlayacak bir eylem olmuştur.

Kamu emekçileri hareketinin eylemlerine bakıldığındaekonomik kriz ertesinde ve genellikle Kasım ve Aralık ay-larında yapılan eylemlere zaten katılım olmaktadır. Buna 9yıllık AKP iktidarı ve hükümetin uyguladığı politikalar veson olarak da Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “bizimmuhatabımız Memur Sen’dir” sözleri eyleme katılımı artı-ran faktörler olmuştur.

Eylem biçimi rutin, katılım vasat olmakla birlikte, ey-lemi görünür kılan tabanın biriken öfkesidir. Sendika yö-netimlerinin eylemin büyütülmesinde katkısı yok denecekkadar azdır.

Eylemin kutup yıldızı, sağlık emekçileridir. Grevi taşı-yan sağlık emekçileri olmuştur.

Grevin toplumla buluşma, diğer işçi ve emekçilerleortaklaşma, birleşik bir mücadele hattı oluşturma ayağıeksik kalmıştır. Sendikal anlamda KESK’in yalnızlaştığınısöylememiz gerekir.

Eğitim-sen özelinde söyleyecek olursak, eylem öncesigörünür olmayan, eylemde sınırlı görünüm ortaya koyan biretkinlik söz konusudur. Oysa ki eğitim ve bilim işkolu bu türeylemlerin görünürlülüğünü ve kitleselliğini sağlayan işkolu-dur. Olağan kongreden bu yana (Mayıs 2011), Eğitim-sen’imerkezi olarak alanın sorunları başta olmak üzere genel an-lamda sendikal zeminde göremiyoruz.

KESK’e bağlı diğer sendikaların ise, giderek eridiğini,yönetimlerden oluşan yapılar haline hızla sürüklendiği görü-yoruz. Hatırlatmak gerekirse, 1994 yılındaki grevin sürük-leyicisi Haber Sen üyeleri olmuştu. 2000 grevine köprüler-de çalışan emekçiler, Yapı Yol Sen üyeleri damgasını vur-muştu. 2009 grevinin taşıyıcısı, demiryolu emekçileri, BTSüyeleri olurken 2011 eyleminde bu adını saydığımız sendi-kalar pankartlarıyla temsil edildiler. Neredeyse yoktular.

21 Aralık grev kararı, çarçabuk alınıp ilan edildi. Top-lumun ve örgütün ihtiyaçlarından çok, kimi sendikal yapı-ların ihtiyaç ve beklentilerine yanıt oluşturmak için alınmışbir karar izlenimi verdi. Eylem öncesinde yapılan toplantı-larda da genel merkez yöneticilerinin bir kısmı “geç kararverilmesini” eleştirdi.

Yayınlanan bildirilerde, afişlerde, dokümanlarda yeralan talepler ise, karmaşık, sadeleştirilememiş haldeydi.Her işkolu kendi talepleri için harekete geçti, oysa ortaktalepler öne çıkmalıydı. Örneğin baskı, sürgün, soruştur-ma ve cezalarla ilgili talebin daha somut ve belirgin ifade-si mümkündü. “Özel Yetkili Mahkemeler ve TMK Kaldı-

rılsın!” talebi net biçimde ifade edilebilirdi. 21 Aralık eylemi bir grevden çok alanlarda görünür

olmayı eksen alan bir faaliyet olarak gerçekleşti. İleri un-surların ve AKP’ye tepki gösteren örgütsüz emekçilerinkatıldığı bir eylem olmuştur; üyelerin ve çalışanların tama-mını kapsayamamıştır.

Büyük sınıf mücadelesine hazırlayıcı, en geniş kitlele-rin desteğini ve işbirliğini arayan bir eylem değildir.

2012 yılında AKP hükümetinin tavrını beklemedentoplusözleşme ve grev yasasıyla ilgili geniş çaplı bir etkinlikplanlanmalı. Örneğin bir “referandum” örgütlenebilir. 1Mayıs’ı da içine alan ve emek alanının diğer sorunlarını dakapsayan (kıdem tazminatı, esnek çalışma, güvencesizlikvb.) emek talepleriyle demokrasi taleplerini içine birleşti-ren acil talepler programıyla illerde ve yerellerde EmekDemokrasi Meclisleri / Platformları oluşturulabilir.

2012 yılını birleşik mücadele ve ortak örgütlenme yı-lı olarak ilan edebiliriz.

* Eğitim Sen Eski Genel Başkanı

KESK CEPHESİNDEN 21 ARALIK EYLEMİAlaaddin Dinçer*

Çorum, bölgenin en politik emek hareketine sahip bir ili-dir. Eğitim Sen ise, sendikal hareket içinde en politik üye-lerin bulunduğu bir sendikadır. Çorum’daki eylem veekinliklere katılımlar çevre illerden (örneğin, Amasya,Çankırı Tokat, Samsun’dan) her zaman daha ileridedir.

Çorum’da 21 Aralık grevine “iş bırakarak” katılanüye sayısı 150 civarındadır. Alana katılan emekçi sayısıise, 250 civarındadır. Eğitim Sen üye sayısının bin 100 ol-duğu düşünülürse, greve katılan eğitim emekçisi oranı

yüzde 20 civarında kalmıştır. Böyle bir sonuç, greve ye-terince hazırlık yapılmadığını göstermektedir.

KESK’e üye diğer sendikalardan ise, greve katılımolmadığı gibi, alana da gelen olmadı. Diğer toplumsal ör-gütler, siyasi partiler, demokratik kitle örgütleri de(CHP’nin temsili katılımını saymazsak) yoktu.

Eğitim Sen üyelerinden oluşan kortej kaldırımdanyürüyerek PTT önünde (Saat Kulesi Meydanı) basınaçıklaması yaparak 21 Aralık eylemine (greve) son verdi.

* Eğitim Sen Eski Şube Başkanı

ÇORUM: 21 ARALIK GREVİ SÖNÜK GEÇTİHalil Özbent*

YANLIŞ TANIMLA, DOĞRU GREV YAPILAMAZÖmer Yıldız*

Page 8: İşçilerin Sesi Ocak 2012

8

İşçilerin Sesi

2011, KAPİTALİZMİN KRİZİNİN DERİNLEŞTİĞİ YIL OLDU

2011 yılında Türkiye’de milletvekili genel seçimle-ri yapıldı. Seçimlerde yaklaşık yüzde elli oy alarakkesin bir zafer elde eden AKP, tüm muhaliflere yö-nelik saldırısını hızlandırdı. AKP iktidarı, 2007 se-çim başarısının ardından, kendi adayını Cumhur-başkanı seçtirmekle kalmamış, “Balyoz”, “Ergene-kon” vb. siyasi operasyonlarla, başta ordu olmaküzere, bürokratik sınıfın gücünü geriletmişti. 2010yılında yapılan Anayasa değişiklikleri ile bürokratiksınıfın son kalesi olan yargıyı da ele geçirerek, mut-lak iktidarını ilan etti.

Bu dönemde, en etkili toplumsal muhalefetioluşturan Kürt siyasi hareketi ile zaman zaman ge-rilim yaşanmasına, hatta DTP, Anayasa Mahkeme-si tarafından kapatılmasına karşın, “açılım”, “ateş-kes” ve “müzakere” ön plandaydı. Ancak AKP Hü-kümeti, egemen sınıflar içindeki hesaplaşmayı biti-rip, gücünü pekiştirdikten ve bunu yeni bir seçimzaferi ile taçlandırdıktan sonra, Kürtlere karşı ge-niş çaplı bir saldırıya geçti. Sadece askeri operas-yonlarla yetinmeyerek, Kürt siyasetçilerden bele-diye başkanlarına, Kürt avukatlardan özgür ve ta-rafsız basında çalışan gazetecilere hatta Kürt siyasihareketine yakın duran aydın, yazar ve akademis-yenlere kadar, binlerce muhalifi tutukladı.

Kısacası, başta Kürt muhalefeti olmak üzere,tüm muhalefeti ezip, tüm devlet kurumlarını yeni-den düzenleme ve oralara yandaşlarını yerleştirmebağlamında yeni bir 12 Eylül, bu defa AKP’nin 12Eylül rejimiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebi-liriz. Ayrıca, siyasi iktidarın politika ve talimatlarıdoğrultusunda gerçekleştirilen siyasi tutuklamalar

ile polis fezlekelerinin yargı kararına dönüşmeside, yeni bir 12 Eylül sürecinin yaşandığını gösteri-yor. 2011 yılı, AKP iktidarının, tüm toplumu dene-timi altına almayı ve ülkeyi kendisi açısından “di-kensiz bir gül bahçesine” çevirmeyi hedeflediği veotoriter bir rejim kurma yolunda dev adımlarlailerlediği bir yıl oldu.

Ekonomik büyüme ve

Van depremi

2010 yılında gerçekleştirilen hızlı ekonomikbüyümenin ardından, 2011 yılında da yüzde sekiziaşan bir ekonomik büyüme ile Türkiye, Çin’in ar-dından dünyada en hızlı büyüyen ikinci ülke oldu.Her ne kadar, ülkeye giren sıcak para ve halkınborçlandırılmasına bağlı talep patlaması sayesindegerçekleştirilse ve sürdürülemez olsa da, bu yük-sek oranlı büyüme, siyasi iktidarın elini güçlendir-di. Esas olarak işçiler üzerindeki yoğun sömürü sa-yesinde gerçekleşen ve kârlarda patlama yaratanekonomik büyüme, istihdamda ve işçilerin gerçekgelirlerinde ciddi bir artışa yol açmadı. Ancak buhaliyle bile, halkın siyasi iktidara desteğinin sürme-sini sağlayarak, onun siyasi despotizminin göz ardıedilmesini getirdi.

2011 yılının sonlarına doğru, Van’da ağır cankayıplarına ve büyük hasara yol açan bir depremyaşandı. Deprem karşısında siyasi iktidarın etkisiz-liği, devletin, halkın yaşadığı felaketlere çözüm bul-ma amaçlı değil ama ondan gelecek muhalefetibastırmaya dönük olarak örgütlendiğini bir kez da-ha açığa çıkardı. Siyasi iktidar, aylarca, açıkta kalanhalka yeterli çadırı bile temin edemedi. Deprem-

zedelerin, kış aylarından önce uygun barınaklarakavuşması sağlanamadı. Bu yüzden çok sayıda be-bek ve çocuk, hastalık ve soba yangınları nedeniy-le hayatını kaybetti. Ayrıca depremin, devletin “gü-venlik çıkarları” açısından “hassas bir bölgede”,Kürt coğrafyasında meydana gelmesi, bir dizi ilavesorunu beraberinde getirdi. Bir yandan, birçok ya-bancı kurtarma ekibinin deprem bölgesine gitme-sine izin verilmezken diğer yandan deprem yar-dımlarını koordine eden siyasi iktidarın temsilcisiValinin, BDP’li Belediyeyi dışlaması ve bu insancılmeseleyi siyasi rekabet konusu haline getirmesi,Kürt sorununun, siyasi iktidarın en temel zaafı ol-duğunu gösteriyordu. Yine Kürt coğrafyasındameydana gelen bu deprem, birçok çevrede ege-men olan ırkçı koşullanmışlığı gözler önüne sere-rek, toplumun yüzüne bir ayna tutmuş oldu.

Böyle gelmiş, böyle gitmez!

2012 yılının hem siyasi iktidar hem de işçi sını-fı, emekçiler ve ezilenler açısından 2011 yılına hiçbenzemeyeceğini öngörebiliriz. Bir yandan, hızlıekonomik büyümenin ardından sert bir gerilemeve ekonomik küçülmenin geleceği yönündeki ger-çekçi beklentiler, diğer yandan bölgedeki sıcak si-yasi gelişmelerin, Türkiye’yi de bir girdap gibi içineçekme olasılığı, egemen sınıfların ve siyasi iktidarınuykularını kaçırıyor. Bağımsız Kürt siyasi hareketi-ni ezmeye dönük saldırılar, bu kesimde radikalleş-meye yol açacağı gibi, ekonomik küçülmenin so-nuçları, işçi sınıfı ve emekçi halk muhalefetininyükselmesini getirecektir. Kısacası, 2012 yılının, ik-tidar cenahında dağılmanın hatta çöküşün başlan-gıç yılı olması güçlü bir olasılıktır.

AKP’NİN 12 EYLÜL’Ü TÜM HIZIYLA SÜRÜYOR

Aykut Özer

2011 yılı, AKP iktidarının, tüm toplumu denetimi altına almayı ve ülkeyi kendisi açısından“dikensiz bir gül bahçesine” çevirmeyi hedeflediği, otoriter bir rejim kurma yolunda

dev adımlarla ilerlediği bir yıl oldu.

Son bir yılda çalışanlar için egemen olan iş gü-vencesinden yoksunluk oldu. İşsizlik sigortası, yada gerekçesiz işçi çıkartılmasının yasadışı sayıl-masına rağmen, işçilerin işten çıkarılmalarını en-gelleyecek bir yasal güvence olmadı.

Çalışma saatlerinin işin durumuna göre es-nekleştirilmesi, olağan çalışma saatlerini günde12 saate çıkarttı. Neredeyse tüm özel sektör iş-yerlerinde, kamuda, taşeron şirketlerinde (öğ-retmenlerden hastabakıcılara kadar) işçilerin üc-reti asgari ücret düzeyinde.

İş cinayetleri ise tersanelerde, madenlerdedevam etti.

Kıdem tazminatı fonu girişimi, işçilerin iş gü-venceleri ve ücret haklarına yeni bir saldırıyı içe-

riyor. Sendikal örgütlenmeye yönelen işçiler iseişten çıkartıldılar. Casper Bilgisayar işçileri baştaolmak üzere UPS işçileri de dahil yüzlerce işçi iş-ten atıldı.

2011 yılı, önümüzdeki yıl için belirlenen sefa-let ücretiyle son buldu.

Yeni Asgari Ücret

2012 yılında uygulanacak asgari ücret, bek-lendiği üzere, ilk altı ay için yüzde 3 değil, yüzde5,9 olarak açıklandı. Yılın ikinci yarısındaki artışda dikkate alındığında, yıllık artış yüzde 12 düze-yinde gerçekleşti. Bu oran 2012 yılı bütçesindememur ve emekli maaşları için öngörülen artışile karşılaştırıldığında, yüksek görünebilir. Ancakbu artış, 2011 yılı gerçek enflasyonunun altında

olduğu gibi, beklentilerin çok üstünde gerçekle-şecek 2012 yılı enflasyonu karşısında aşınacak veasgari ücretli daha da yoksullaşacaktır. Ayrıca as-gari ücretliye, o çok övünülen yüzde 8–9 oranın-daki ekonomik büyümeden de pay verilmemiştir.Bu durum, asgari ücretlilerin geçen yıla göre nis-pi olarak yoksullaşacağını göstermektedir.

Bu gerçeklerin yanı sıra, asgari ücretin beklen-tilerin üzerinde gerçekleşmesi, sendikalar ve genişemekçi kesimlerin, önceki yıllara göre, bu konudadaha hassas olmalarından kaynaklanmıştır.

2012 asgari ücretiyle ilgili teknik birkaç ra-kam şöyledir: Asgari ücret, 2012 yılının ilk altı ayıiçin brüt 886,50 TL olarak açıklandı. Bunun nettutarı, bekâr bir işçinin asgari geçim indirimi deeklendiğinde, 701,14 lira oluyor. 01.07.2012 ta-rihinden itibaren ise,16 yaşından büyükler içinbrüt asgari ücret 940,50 lira, net asgari ücret739,80 liradır. / İşçilerin Sesi- Haber

İŞÇİ SINIFI GÜVENCESİZ VE ESNEK ÇALIŞMAYLA, ASGARİ SEFALETÜCRETİYLE, İŞ CİNAYETLERİ VE SENDİKASIZLAŞTIRMAYLA BİR YIL GEÇİRDİ

Page 9: İşçilerin Sesi Ocak 2012

9

İşçilerin Sesi

2011’in en önemli politik gelişmelerinden birisi,kuşkusuz Arap Baharı da denilen, Kuzey Afrika veOrtadoğu’da gerçekleşen halk ayaklanmalarıdır.Bu ayaklanmalar içinde Libya ve Suriye’deki geliş-meleri diğerlerinden ayırmak gerekir. Libya ve Su-riye’deki silahlı muhalefet, emperyalistlerin bu ül-keleri yeniden şekillendirmesinin bir aracı olarakgelişir, dolayısıyla gerici bir karakter taşırken, Tu-nus’ta başlayıp, oradan Mısır’a ve diğer bölge ülke-lerine sıçrayan halk ayaklanmaları, ‘kendiliğinden’bir özelliğe sahipti.

Bu ayaklanmalar, neo-liberal politikaların yolaçtığı işsizlik ve yoksulluk ile bunun sorumlusu ola-rak gördükleri monarşist diktatörlüklere karşı, kit-lelerin kendiliğinden eylemidir. Ekonomik istemle-ri, demokrasi, hak ve özgürlük talepleri dolayısıyla,ilerici, burjuva-demokratik bir karaktere sahiptir.

Tunus’ta başlayan ve tüm bölgeye yayılan isyandalgası karşısında, emperyalizm ve işbirlikçilerininilk yaptığı iş, devletin baskı aygıtlarını harekete ge-çirmek oldu. Bu, tek başına, sonuç almaya, hareke-ti bastırmaya yetmeyince, “sopa ve havuç politika-sı” izlemeye başladılar. Emperyalistler bir taraftansuret-i haktan gözükerek, kitlelerin demokrasi ta-leplerini destekliyormuş gibi bir tutum takınırken,öte yandan darbelere kapı aralayarak, hareketiniçindeki gerici unsurlarla ilişki kurarak, MüslümanKardeşlerin öne çıkmasına olanak sağlayarak, ha-reketi denetim altına almaya çalıştılar, çalışıyorlar.

Tunus’ta işçi ve emekçilerin, alt-orta sınıflarınmücadelesi sonucu, Devlet Başkanı Bin Ali, iktida-rı ve ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Bin Ali gittiama eski rejim ve kadroları olduğu gibi yerindekaldı. Rejimi ve kendi çıkarlarını korumak uğruna,

Bin Ali’yi feda eden emperyalizm ve işbirlikçileri,kimi tavizlerle ve reform vaatleriyle, yeni partilerinkurulmasına izin verip seçimlere giderek, hareketisokaktan parlamento sınırları içine çekip dizginle-meye çalışıyorlar. Bunda da başarılı oldukları, mü-cadelenin kısmi kazanımlar ile yetinerek geri çekil-diği görülüyor. Egemen sınıflar, iktidarı, sistemleuzlaşmaya çoktan hazır olan, AKP’yi kendisine ör-nek alan ve piyasacılığa karşı olmadığını söyleyen,Müslüman Kardeşlerin Tunus versiyonu, En Nah-ta’ya devrederek, siyasal istikrarı yeniden sağlama-ya çalışıyor.

Mısır’da diktatöre karşı ayaklanan ve Arap Ba-harına damgasını vuran kitle mücadelesi sonucuMübarek devrildi. Ne var ki mücadelenin ulaştığıkitlesellikten ve militan özelliğinden korkan ABDve işbirlikçi egemen sınıf, cuntaya kapı araladı. Pen-tagonla olan mükemmel ilişkisi ile bilinen Mısır or-dusu, iktidara el koydu. Mübarek sonrası, baskı veyasaklar devam etti. Cuntanın aldığı önlemler, yap-tığı yasal-siyasal düzenlemeler, Müslüman Kardeş-ler ile kurulan ilişkiler, Mübarek sonrası Mısır’ın,demokratik bir döneme değil, yeni bir baskıcı oto-riter rejime doğru evrildiğini, ABD eliyle, Müslü-man Kardeşler’in iktidara hazırlandığını gösteriyor.

Mısır’ın Arap Baharı, askeri cunta ve Müslü-man Kardeşler eliyle boğulmak isteniyor. Bunu gö-ren toplumsal muhalefet güçleri, sol-sosyalist par-tiler, yeniden Tahrir’e dönmeye, kesintiye uğrayandevrimi canlandırmaya çalışıyor. Arap Baharı’nınen temel eksikliği, hareketin kendiliğindenciliğin sı-nırlarını aşamaması, ona yön verip yol gösterecek,devrimci bir önderliğe sahip olamamasıdır.

ABD emperyalizminin demokrasi ve Arap Ba-harı konusundaki ikiyüzlülüğünün en açık görüldü-ğü yerlerden birisi de Bahreyn’dir. El Halife hane-

danına karşı, demokrasi ve özgürlük için, İnci Mey-danına çıkan Şii muhalefetinin, ABD destekli Suudiaskerlerce, kanla bastırılmasıdır.

Yemen’de 32 yıldır işbaşında olan Ali AbdullahSalih, iktidarını, Suudi Arabistan ve ABD’nin deste-ği sayesinde sürdürüyor. Demokrasi ve özgürlüktalebiyle rejime karşı ayaklanan Şiilere ve diğer de-mokrasi güçlerine karşı yürüttüğü savaşta, Salih’een büyük desteği Suudiler ve ABD veriyor. ÇünküYemen, hem petrol sahalarına yakınlığı hem de de-niz yollarının kesişme noktasına hâkim konumudolayısıyla, ABD için önemli. Özcesi, ABD için de-mokrasi değil, emperyalist çıkarları önemli.

2011 yılı, Arap Dünyasında olağanüstü bir siya-si hareketliliğe sahne oldu. Halk kitleleri, ekmek vedemokrasi için, ülkelerini yöneten diktatörlerekarşı ayaklandılar. Diktatörleri devirme konusun-da başarılı olmalarına karşın, ekonomik ve siyasitaleplerini elde etme konusunda pek az yol alabil-diler. Yerli egemen sınıflar, emperyalistlerin dedesteğiyle, halk hareketlerini kontrol altına alarak,ekonomik ve siyasi sistemi yeniden onarmaya so-yundular ve bunda da bir hayli başarılı oldular. An-cak, emekçi halk kitleleri, kendilerine hiçbir şeygetirmeyen kozmetik değişikliklerle yetineceğebenzemiyorlar. Dolayısıyla mücadele sürecek.

KUZEY AFRİKA VE ORTADOĞU’DAHALKLAR AYAKTAYDI

Bu ayaklanmalar, neo-liberal politikaların yol açtığı işsizlik ve yoksulluk ile bunun sorum-lusu olarak gördükleri monarşist diktatörlüklere karşı, kitlelerin kendiliğinden eylemidir.

M. Eker

2011’in Avrupası, ABD’de başlayan ve hızla dünya ekonomisini avucunaalan kapitalizmin krizinin dalga dalga gelen darbelerine sahne oldu. Av-rupa’nın ayaklanan kitlelerine Britanya ses verdi. Diğer yanda ABD’ninWall Street hareketi günlerce ABD borsasını protesto etti.

Kitleler hükümetlerinin krize sözde çare diye dayattıkları acı reçetele-re tepki gösterdiler; batık bankaların kurtarılmasına karşı çıktılar. Yunanis-tan’dan Portekiz’e, İspanya’dan İrlanda’ya, İtalya’ya kadar gösteriler, grev-ler, boykotlar dinmedi. İktidardaki siyasi partilere güvensizlik arttı.

Dünya kapitalizmi ağır bir kara kış yaşadı, yaşıyor da. Eğer bir kışvarsa arkasından mutlak bahar gelecektir, bazen geç kalsa da. Avrupahalkları, emekçileri baharı getirmek için yola çıktılar bile… / İşçilerin Se-si-Haber

AVRUPA BİRLİĞİ’Nİ AYAKLANMALAR,GREVLER SALLADI!

Page 10: İşçilerin Sesi Ocak 2012

İşçilerin Sesi

10

THY'DE istihdam fazlalığı değil,

eksikliği var...

Büyümeye devam eden THY ve bağlı kuruluşlar-da istihdam fazlalığı değil tam tersi, eksikliği var-dır. Bu yönetim THY'yi devraldığından bugüne ka-dar 5 binin üzerinde işçinin işten atılması bir skan-dal değil midir? Hastalanan ve birkaç gün raporalanlar bile "verimli olmadığı" iddiasıyla, "perfor-mans düşüklüğü" gerekçesiyle işten atılıyor. Has-ta olmak bir suç mudur? İşine devam edenler desavunmalar, sürgünler, baskılar altında, endişeiçinde çalışıyor. (…) Bu da, ülkemizde iktidarınçalışma hayatına dayattığı emek düşmanı politika-ların bir parçasıdır.

Temel talep iş güvencesi...

Bu dönemin temel talebi kuşkusuz iş güvence-sidir. Sendikaların görevi, sürgünleri işverenin birhakkıymış gibi olağan gösterecek maddeler üret-mek değil bunlara engel olacak örgütlülüğü kur-maktır. İşten atılmalara topluca yanıtlar vererekbunun önünü kesecek bir sendikal mücadele çizgi-si izlenmelidir. Grev nedeni olacak en temel sorunbudur.

TİS sürecinde yapacaklarımız...

Öncelikle katılımımızla anketleri göstermelikolmaktan çıkarmalı, taleplerimizi dile getirmeliyiz.Bu taleplerin taslak metne yansıtıldığını ve masadasavunulduğunu mutlaka izlemeli ve denetlemeliyiz.Sendika yöneticilerinin her dönem yaptıkları gibi,görüşmeleri belirli bir aşamaya kadar sözde "işçi-lere açık" yapıp sonra gizli kapılar ardında pazarlık-larla bağıtlama oyununu bozmalıyız.

Tabanın birlikteliği ve dayanışması her türlüoyunu bozacak en büyük güçtür. İşten atılma kor-kusuyla herkesin sinip susacağını sananlar yanılı-yorlar. Dayanışmamızı bu dönemde de artırarak

sürdüreceğiz. THY işçileri sessizce izlese de herşeyin farkındadır. Günü zamanı geldiğinde de gere-ken cevabı, işverene de sendika patronlarına daverecektir...

Gökkuşağı Hareketi Bülteninden...

Herkese Sağlık Güvenli Gelecek Platformu(HSGGP), 21 Aralık grevinin alan etkinliğine, sağlıkemekçilerinin kortejinin ardından katılarak destekverdi. Platform, 21 Aralık greviyle ilgili bildiri yayınla-yarak greve tüm emekçilerden ve halktan destek is-temişti. Platform kıdem tazminatı hakkının gasp edil-mesine karşı da mücadele edeceğini açıklamıştı.

Platform bileşenleri saat 10.30’da Çapa’da bulu-şarak sağlık emekçilerinin kortejiyle birlikte yürüyü-şe geçti. Haseki Hastanesi önünde yapılan basın açık-lamasının ardından Beyazıt’ta yapılan mitinge katıldı.Platform bileşenlerinin korteji coşkuluydu.

Platformun bildirisinin sağlık hakkıyla ilgili bölü-münü yayınlıyoruz:

“Sağlık “Reformu”nun “Cicim Ayları” Bit-ti… Yeşil Kart İptal Edilecek

GSS’ nin ertelenen maddeleri 1 Ocak 2012’de yü-rürlüğe giriyor.

Yoksulluk testini geçemeyene hizmet paralı. Aylıkgeliri asgari ücretin üçte birinden fazla olan herkes sağ-lık primi ödeyecek.

Katılım payları artıyor: Şimdilik devlette 8, özelde 15TL’ye çıktı. On gün içinde aynı branşta muayene olanlar5 TL daha ödüyor.

Bundan sonra her ilaç için ilave 3 TL, üç kalemdenfazla ilaç yazılandan ilave ücret alınacak. Özel hastane-lerde “ilave ücret”in haddi hesabı yok.

Hükümet Şimdi de Bir Kanun Hükmünde Kararna-me (663 sayılı KHK) Çıkarttı.

- Ailelerimizin doktorundan sonra, doktorlarımızında CEO’su var!

- Sağlımız CEO’lara, şirket yöneticilerine; yani ticare-tin erbabına (tüccara) emanet.

Hükümetin KHK Fermanıyla… Artık …

- Sağlık Bakanlığı $ağlık Holdinge…

- Devlet Hastaneleri $irket Hastaneleri’ne dönecek.

- Hastaneler ticarethane olacak.

- Devlet hastaneleri de tıpkı özel hastaneler gibi sı-nıflara ayrılacak. Hastalar sınıfını; haddini bilecek ya dabedelini ödeyecek!

- Tabiplik “kamu ve kişi yararına” uygulanamaya-cak; sağlığımız ve emeğimiz “sağlık serbest bölgelerinde”serbestçe pazarlanabilecek… Emeğimize, sağlığımızasahip çıkalım!” / İşçilerin Sesi – Haber

HSGGP, 21 ARALIK GREVİNE DESTEK VERDİ...

Fabrika yönetimine sorarsanız Avrupa’daki krizişyerine de vurdu ve 2012 yılı siparişleri yüzde50 azaldı. Dolayısıyla da işçi çıkartmak zorunluhale geldi. Oysaki ürettiğimiz sakız ve şekerle-me yani düşük fiyatlı ürünlerin tüketiminde,özellikle de şekerlemede bir kriz söz konusudeğil. Üstelik fabrikaya yeni makineler geldiği gi-bi, Macaristan ve Yunanistan’da kapanan fabri-kaların üretim kapasiteleri Türkiye’ye aktarıl-mıştı.

Buna karşın fabrika yönetimi ilk elde 130 iş-çi çıkarttı. Bunların önemli bir bölümü ikinci fab-rikadan oldu. Çoğunluğu yeni işçiydi. Eski işçile-rin çıkışını sağlayabilmek içinse “isteğe bağlı iş-ten çıkış”a yol verildi. Bir şartla ki, ihbar tazmi-natı ödenmedi.

İhbar tazminatını almak isteyen ve bunda ıs-rar eden işçilere ise, ihbar tazminatı da ödendi.Bu ise, işçiler arasında şüpheyi artırdı. Şöyle ki,bu çıkışlardan yurtdışındaki yönetimin habersizolduğu kanaati oluştu. Çünkü bir kısım işçiye ih-bar tazminatı verilirken, diğerlerine verilmemişolması, hem kanunen hem de muhasebe edilir-

ken “çifte hesap” yapmayı gerektiriyor. Uluslararası bir şirkette bunu izah etmek zor. Standartbir ödeme yapılmadığı ortada. İşçiler arasındaTürkiye’deki yöneticilerin ihbar tazminatlarınıödemeyip kendi tasarruflarına mı aktardıklarışüphesi bir hayli çok. Öte yandan kendi isteğiy-le ayrılmış olmalarına rağmen, işçilerin işsizlikparasına müracaat etmeleri önünde engel kon-maması da gösteriyor ki, işçilerin şirket tarafın-dan çıkartılması gerekli. Yani ihbar ve kıdemtazminatı ödenmesi kaçınılmazdır. Tazminat pa-rası kasadan çıkıp işçinin cebine girmemiştir.Aracılar ortaya çıkmıştır.

Bütün bu çelişkili işçi çıkışının iki ana sebebiolduğu kanaati yaygın. Birincisi, Ocak zammınıkriz sebebiyle düşük tutma arzusudur. İkinciside 6 ay önce başlayan sendikalaşmayı güçleştir-mek üzere (yüzde 51 barajı) çok sayıda işçi alın-mış olacak ki, sendikanın yetki almasına frenkonmaya çalışılmıştır, sendikalaşma aksayınca daişçiler çıkartılmaya başlanmıştır.

İşçiler arasında ise, “iki sendika varsa, bu işbaştan bitmiş” fikrinin dolaşmış olması ise, işinbir başka olumsuz yönü olarak karşımızdadır.

SENDİKAYI ENGELLEMEK İÇİN ALINANİŞÇİLER İŞTEN ÇIKARTILDI

S. Aktaş

THY’DE İŞÇİ KIYIMINA "YENİ GEREKÇE": "İSTİHDAM FAZLALIĞI!"

Page 11: İşçilerin Sesi Ocak 2012

11

İşçilerin Sesi

İzmir Büyükşehir Belediyesinin iştiraki konumundakiİz Enerji şirketine bağlı üç bin 600 işçi, başta Park veBahçeler Müdürlüğü olmak üzere, Büyükşehir Beledi-yesinin çeşitli birimlerinde çalışmaktadır. Sendikalaş-ma mücadelesindeki konumu ve sayısal ağırlığı nede-niyle, Park-Bahçelerde çalışan işçiler belirleyici bir ko-numa sahipler.

1200 Taşeron işçisi, 2008 yılında örgütlenereksendikalaşmak için mücadeleye başladılar. Mücadeleve örgütlenme, iniş çıkışlı bir sürecin ardından, 2010yılında doruğa ulaştı. Örgütlenmedeki kitleselliği vemücadele kararlılığını gören Belediye Başkanı AzizKocaoğlu, genel seçimler öncesinde, Belediyede taşe-ron işçi çalıştırmaya son vereceğini duyurdu. Bununkoşullarını açıkladı. İşçilerin ve Genel-İş yöneticilerininbu koşulları kabul etmesi ile sendikalaşma süreci ta-mamlandı ve toplu iş sözleşmesi imzalandı.

Taşeron işçilerinin iki yılı aşan mücadele ve örgüt-lenmelerine, Genel-İş Genel Merkezinin ve 3 No’luşubenin hiçbir katkısı olmadı. İşçilerin mücadelesinegüvenmeyen, kendi konumlarının ve çıkarlarının bo-zulmaması için sürekli Belediye Başkanına şirin gözük-meye çalışan, bürokratik anlayışa sahip sendikacılar,ancak Belediye Başkanının açıklamasından sonra hare-kete geçtiler.

2. Nolu şubenin oluşumu ve park

bahçelerdeki delege seçimleri

İz Enerji işçisi, üyelik ve TİS sürecini Genel-İş 3No’lu Şubeye bağlı olarak tamamladı. Genel-İş GenelMerkezi, sadece İz Enerji işçilerini kapsayan, 2 No’luŞubeyi kurdu ve buraya dokuz kişilik bir müteşebbisheyet atadı. Şube kongresinin, kuruluşu takip eden al-tı ay içinde yapılmasını kararlaştırdı. Şube kongresi200 delege ile yapılacağına göre, 18 işçiye bir delegedüşüyordu.

Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne bağlı olarak çalı-şan bin 300 işçi, kongrede 79 delege ile temsil edile-cekti. Bu nedenle, kongrenin nabzı Park-Bahçelerdekidelege seçimlerinde attı. Seçimlere blok liste ile gidil-diğinden, buradaki delege seçimlerini kazanamayanla-rın, Kongreyi de kazanamayacağı biliniyordu. Delegeseçimlerinde, temelde iki sendikal anlayış mücadeleetti. Birincisi, bürokratik sendikal anlayış, diğeri ise iş-çilerin çıkarlarını ve iradesini temel alan sınıf sendika-cılığı anlayışıydı.

Bürokratik sendikal anlayış sahipleri kırmızı lis-

tede toplandı. İşveren vekillerinin (müdürlerin) dedesteklediği kırmızı listede bürokratik eğilime sahipüç farklı grup yer alarak 79 asil 79 yedek delege lis-tesini beraberce belirlediler. Bunlar; a) 2 No’lu şu-benin müteşebbis heyetinde yer alan ve özünde 3No’lu şubenin uydusu konumunda olan sendikalkadro b) Dernekçiler: Örgütlenme ve mücadele sü-recinde Belediye-İş Sendikasında örgütlenmeyi savu-nan, bunda başarılı olamayınca dernek örgütlenme-sine giden, Genel-İş sendikasına üyelik ve TİS süre-cine zoraki dâhil olan bir grup. C) İzelman işçisininörgütlenme ve mücadele sürecinde 3. No’lu şubeyönetimindeki bürokratik anlayış sahipleri ile sürek-li kavgalı olan, zaman zaman sopalarla kafa göz yaran,sol kamuoyunda “doktorcular” olarak adlandırılanbürokratik sendikal anlayış sahipleri. Bugüne kadarhep birbirleriyle kavgalı olan düşman kardeşler, işçi-lerin çıkarlarını ve iradesini öne çıkaran mavi listedeşekillenen sınıf sendikacığı anlayışı karşısında, kongresürecinde bir araya geldiler.

“Mavi Liste”nin delege seçimi

sürecindeki çalışmaları

Bu süreçte, işçilere öncelikle, Toplu İş Sözleşme-si ile alınan ücret zammı ve sosyal hakların yetersizli-ği anlatıldı. Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun, dahaönce taşeron ve taşeron işçisine toplam olarak neödüyorsa, aynısını İz Enerji işçisine vereceğini söyledi-ği herkesçe biliniyordu. Ancak yapılan hesaplamalardave taşeron sisteminin işverene işçi başına maliyeti ilekarşılaştırıldığında, İz Enerji işçisinin maliyetinin kişi ba-şına 100-TL daha düşük olduğu görülmektedir. Budurum, toplu iş sözleşmesi sürecinde, sendikanın, iş-verenin vermeye hazır olduğu parayı alamadığını orta-ya koymaktadır. Bu gerçek, tüm bölgelerdeki işçi top-lantılarında anlatıldı. İkinci önemli sorun, 2011’in sonaylarında gerçekleştirilen Park-Bahçeler ihalesinin, va-sıfsız işçi istihdamı kapsamında yapılmasıdır. Bununanlamı, Park Bahçelerde çalışan 1300 İz Enerji işçisininiçinde vasıf gerektiren işlerde çalışanların da vasıfsız iş-çi statüsünde değerlendirileceğidir. Sonuçta, TİS 37.Maddesindeki taban ücreti bin 300 Park Bahçe işçisi-ne uygulanmaktadır. Oysaki aynı madde kapsamındaçalışan işçiler yaptıkları işe göre üç ayrı grupta değer-lendirilmektedir. Bu gruplar A-B-C diye belirtilmiştir.Burada vasıfsız olarak bin 300 işçi çalıştırıldığı için Agrubunun aylık kaybı 100-TL, B grubunun kaybı 140-TL, C grubunun kaybı 160-TL’dir. Vasıf olayında, 3No’lu Şube yöneticilerinin ihale sözleşmesine özellik-le karşı çıkmayarak, işçilerin ekonomik hak kaybınaneden oldukları düşünülmektedir. Çünkü Park Bah-

çelerde çalışan İz Enerji işçisini sevk ve idare edenposta başları, 3 No’lu Şubenin üyesidirler. Burada ça-lışan İz Enerji işçilerinin vasıf alması halinde, bu postabaşların durumu tartışma konusu olacak, onlar bu ko-numlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalabilecek-ti. İz Enerji işçisinin vasıfsız çalışması, kendi konumla-rını koruması açısından son derece önemliydi. Onuniçin 3 No’lu şubenin çıkarları doğrultusunda İz Enerjiihalesi vasıfsız geçirilip, şirketin Park Bahçelerde çalı-şan işçileri mağdur edildi.

İkinci olarak, sendikal demokrasiye işlerlik kazan-dırıldı. Park Bahçelerdeki 1300 işçi, İzmir’in 24 bölge-sine dağılmış durumda. Delege adayları ve yedekleribelirli kişiler tarafından belirlenmedi; bizzat sınıfın çı-karlarını ve iradesini öne çıkaran işçiler tarafından se-çildi. Kişisel çıkarlar gözetilmediğinden, kirli pazarlık-lara ya da ilişkilere girilmedi. İki aylık bir sürede ilkelibir işçi muhalefeti oluşturulmaya çalışıldı. Bunda dabaşarılı olundu.

Bir de muhalefet odağı gibi duran, ancak izlediğisendikal politikalarla kırmızı listedeki bürokratik anla-yışa yakın olan, kahverengi listeye değinmek gereki-yor. Onlarla yapılan görüşmelerde, tepeden bakan biryaklaşım ve delege pazarlığına giren bir anlayışla karşı-laşıldı. Delege adaylarını bölgedeki işçilerin belirleme-sine karşı çıktılar. Yaptıkları işçi toplantılarında da kul-landıkları, “mavi liste kazanacağına kırmızı listenin ka-zanmasını yeğleriz” şeklindeki ifadeleri ile bürokratiksendikal anlayışa yakınlıklarını göstermiş oldular. Mu-halefet gibi gözükmeleri ve ayrı bir liste çıkarmaları,muhalefetle birlikte olan birçok işçide kafa karışıklığıyarattı. Bunun, kırımızı listenin kazanmasında, az daolsa, etkisi oldu.

Seçim günü ve sandıklar

Park Bahçelerdeki bin 300 İzenerji işçisi, oyları-nı kullanmak üzere, Fuar Alanına gitti. Doğal olarak,2 No’lu şubenin atanmış heyeti ve delege listesi çı-karan işçiler oradaydı. Doğal olmayan, delege seçim-leri ile hukuken ilgileri olmamalarına karşın, 3 No’luşubenin yönetici ve temsilcileri ile bu şubenin üyesive bölgelerde posta başı konumunda olanların, se-çim sandıklarının etrafında işçilerin iradesini belirle-mek için uğraşmalarıydı. Örgütlenme ve mücadelesürecinde kıllarını kıpırdatmayanlar, sıra kongreyegeldiğinde canhıraş çalıştılar. 3 No’lu şubenin üyesiolan posta başları, hem işçi statüsünde olmaları hemde Park Bahçelerde işlerin yürütülmesinde sevk veidare eden konumlarıyla, oy kullanan işçileri etkile-meye çalıştılar. En etkili olanlar ise, kırmızı listeyeolan destekleri ile işçiler üzerinde baskı oluşturan iş-veren vekilleri idi. Bürokratik sendikal anlayış sahip-leri, kendilerine yakışanı yaptı. Seçimler blok listeesasına göre yapıldı. Kırmızı liste 780, mavi liste 336ve kahverengi liste 80 oy aldı.

Park Bahçe delege seçimlerinden sonra, diğerbirimlerdeki delege seçimleri yapıldı. Bu seçimler,Park Bahçe delege seçimlerine göre nispeten tartış-masız geçti. Ardından 24 Aralıkta şube kongresi ya-pıldı. Kongreye, delege seçimlerini kazanan “KırmızıListe”nin kendi içinden oluşturduğu tek liste ile gidil-di ve Taner Şanlı başkanlığındaki liste şube seçimle-rini kazandı.

İZ ENERJİ İŞÇİLERİNİN KONGRE SÜRECİİlkay Öngören

1200 Taşeron işçisi, 2008 yılında örgütlenerek sendikalaşmakiçin mücadeleye başladılar. Mücadele ve örgütlenme, iniş çıkışlıbir sürecin ardından, 2010 yılında doruğa ulaştı. Örgütlenmedeki

kitleselliği ve mücadele kararlılığını gören Belediye BaşkanıAziz Kocaoğlu, genel seçimler öncesinde, Belediyede taşeron

işçi çalıştırmaya son vereceğini duyurdu.

Page 12: İşçilerin Sesi Ocak 2012

İşçilerin Sesi

12

Elit Çikolatanın patronu Tanıl Küçük. İstanbul Sa-nayi Odası (İSO) Yönetim Kurulu Başkanı. Eşi Se-def Küçük CHP milletvekili.

Elit Çikolata sözde sendikalı bir işyeri. İşçilerinyarısı (yetki alacak sayı kadar) sendikalı, diğer işçi-ler ise, taşeronda çalıştırılıyor. Toplusözleşme im-zalayan işçiler ise, yıllardır toplusözleşmede yaz-mış olanın aksine, mesai ücretlerini yüzde 50 eksikalıyorlar. Buna izin veren ise, sendika genel mer-kezidir.

İşten çıkartılan işçiler konuyla ilgili olarak davaaçtı ve şube başkanı da Bölge Çalışma Müdürlüğü-ne başvuruda bulundu. Müfettiş incelemesi yapıldı.Vahim gerçek ise,

Genel merkezin mahkemeye gönderdiği pro-tokollerle açığa çıktı.

Şube başkanının işçinin kaybolan mesai parası-nın peşine düşmesi ve Bölge Çalışma Müdürlüğü-ne başvuru yapması ise, sendika genel merkezi ta-rafından “iş barışı”nı bozmak olarak değerlendiril-di ve şube başkanının disiplin kurulunda yargılan-masına ek gerekçe yapıldı. Şube başkanı “savcılığaşikâyet etmek”le tehdit edildi.

Patronu kollamak için

geriye dönük protokol

1 Ocak 2006’dan buya her iki yılda bir toplusözleşme tekrarlanıyor ve bu 3 sözleşmede demesai ücreti yüzde 100 olarak ödenmesi için imzaatılıyor. Ancak işçinin hakkını arayıp soran olmadı-ğı için işveren 6 yıldır yüzde 50 üzerinden mesaiödüyor. Konu mahkemeye intikal edince patronve sendika genel merkezi kafa kafaya verip, patro-nu yükümlülükten kurtarmak için “protokol”lar

imzalıyorlar ve mahkemeye iletiyorlar. Bu proto-kollerin 14 Temmuz 2011’de imzalandığı proto-kollerin üzerinde kalan faks datalarından anlaşılı-yor üstelik bir protokol de imzasız olarak mahke-meye sunulmuştur ki, geçersiz sayılır…

Patron krizi bahane ederek 2006 yılından beriişçilerin mesai paralarının yarısını çalıyor ve sendi-ka da buna onay veriyor.

Bu durumun belgeli ispatı ise, 01.01.2006 ile31.12.2011 tarihleri arasında geçerli sayılan 3 pro-tokolün varlığıdır. Protokollerde toplu iş sözleş-melerinin “Fazla Mesai” başlıklı maddesinin (A)

bendinde yazılan ve mesai parası olarak öngörülen“yüzde 100” rakamının “yüzde 50” olarak değişti-rilmesi” imza altına alınmış. Nedeni, gerekçesi yok.İşçinin onayı, rızası alınmamış. Tam bir soygun,tam bir ihanet!

Öyle anlaşılmaktadır ki, Tek Gıda-İş yönetimitoplu iş sözleşmesinde mesai parasını önce yüzde100 olarak toplu iş sözleşmesine yazdırmakta veardından yapılan Protokolle mesai parasını yüzde50’ye çekmektedir. Bu işlem son 3 toplu iş sözleş-mesinde de uygulanarak işçiler zarara uğratılmış-tır. Üstünü örtmek için de protokol yapılmıştır.

Konuyla ilgili olarak görüşlerine başvurduğu-muz Tek Gıda-İş Avrupa Yakası Şube Başkanı Mu-zaffer Dilek şunları söyledi: “Mahkeme hâkimi sor-maz mı, 6 sene önce protokol yaptın da sonrakidönem toplu iş sözleşmesinde neden maddeyi de-ğiştirmedin; yeniden protokol yapma ihtiyacı duy-dun, diye? Kurulma amacı işçinin haklarını koru-mak ve geliştirmek olan bir örgüt işveren örgütle-rinin bile cesaret edemeyeceği işler yaparak işve-reni korumuş geçmiş tarihe belge düzenlediği an-laşılmaktadır. Maalesef tüm bu olanlar mücadelecisendikacı olduğunu iddia eden Tekgıda-iş sendika-sında yaşanıyor. Hatta bu sendikanın Genel Başka-nı Türk-İş Genel Kurulunda öyle bir konuşma yap-tı ki benim bile gözlerim yaşardı televizyonun ba-şında alkışlamaktan ellerim su topladı.”

Tek Gıda-İş Genel Merkezinin ihanetin üstüörtülemez ve bu ihanetin hesabını sormak her bi-linçli işçinin, mücadeleci sendikacının görevidir.Konuyla ilgili açıklama yapması gerekenler arasın-da, Sendikal Güç Birliği Platformu adıyla bir arayagelip “Türk-İş’i değiştireceğiz” diyen 10 sendika daolmalıdır. / İşçilerin Sesi – Haber

SENDİKA YÖNETİMİELİT İŞÇİSİNİN HAKKINI GASP ETTİ!

İşçinin parasını geriye dönük 6 yıllık protokolle patrona bağışlayan Tek Gıda-İş yönetimiElit Çikolata işçisine ihanet etmiştir!

Halkların Demokratik Kongresi (HDK), 27 Ara-lık günü Mecidiyeköy’deki Cevahir AVM önündegerçekleştirdiği bir basın açıklamasıyla; “DepremDeğil Devlet Öldürür” dedi.

Basın açıklamasında, Van depreminin haberdeğeri niteliğinin üçüncü sıralarda yerini almayabaşladığı hatırlatılarak, “Van halkı yalnız değildir”denildi. “Deprem Bir Gün Devlet Her Gün Öl-dürür” yazılı pankartla açıklama yapan HDK bi-leşenleri, “Yağma mı yıkım mı hesap verilsin”sloganları attılar…

Deprem Fonları Nerede?

HDK adına açıklama metnini okuyan FıratEryılmaz, acıların ağırlığının ilk günkü gibi sürdü

ğünü söyleyerek, devletin Van’da yanan çadırla-rın, kaybolan fonların hesabını vermesi gerektiği-ni vurguladı. “Türkiye’nin dört bir yanından gi-den yardım malzemelerinin dağıtımında neler ya-şanmıştır, ihtiyaçlar nelere göre belirlenmiştir?Yol oldu, hastane oldu gibi açıklamalar her şeyiizah ediyor mu? Yol için hastane için alınan para-lara ne oldu gibi makul bir soruya verilecek biraçıklama var mıdır? Ezilen halkların, emekçilerinsırtından oluşturulan deprem fonları nerededir?”sorularının dile getirilmesinin ardından, İstan-bul’da halen bin 600 sokağa ambulans giremedi-ği, felaket alanlarında etrafı bina ve AVM'lerleçevrilmemiş boş alanların dahi bulunmadığınadikkat çekildi…

Rantsal Bölüşüm

Van’dan göç ettirilmek zorunda bırakılan ai-lelerin büyük şehirlerde afet bölgelerini aratma-yacak koşullarda yaşamaya mahkum edildiği devurgulanan açıklamada, AKP Hükümeti’nin Van’ıyeniden inşa edeceğini söyleyerek binlerce insa-nı yerinden yurdundan ettiği, kentsel dönüşümadı altında Van’ın rantsal bölüşüme teslim edildi-ği de belirtildi.

Van Afet Bölgesi İlan Edilsin!

Van’da yaşanan felaket ve ölümlerin kaderdeğil bir aymazlığın resmi olduğu ve bu aymazlı-ğın peşinin bırakılmayacağı vurgusuyla sona erenbasın açıklamasında; “Yıkım Mı? Yağma Mı?”,“Deprem Vergileri Depremzedeye”, “Van’ı TerkEtmiyoruz”, “Van Afet Bölgesi İlan Edilsin” dö-vizleri taşındı. / İşçilerin Sesi - Haber

DEPREM BİR GÜN DEVLET HER GÜN ÖLDÜRÜR!

Page 13: İşçilerin Sesi Ocak 2012

13

İşçilerin Sesi

1900’lü yılların ilk çeyreği siyasal altüst oluşlara sahne ol-du. Birinci Dünya Savaşı devrimci fırsatlar yarattı. Savaşınaltüst edici etkisi, emperyalizmin en zayıf halkası Rusya’daişçi devrimine yol açtı. Avrupa işçi sınıfı birçok ülkededevrimci kalkışmalara başvurdu. Almanya başta olmaküzere, İtalya, Macaristan, Avusturya işçi sınıfı fabrika işgal-lerinden Hamburg’ta kurulan barikatlara kadar bir dizidevrimci eyleme girişti. Türk Kurtuluş Savaşı, Dünyadevrimci sürecinden etkilense de, Komünistlerin ülkeyegirişini bir katliamla engellemeyi tercih etti. İşçi sınıfınındevrimci önderliklere en çok ihtiyaç duyduğu bir dö-nemde, işçi sınıfının tanınmış önderleri de ulusal burjuva-zilerin, devletlerin terörüne hedef oldular.

V.İ.Lenin (1924) hariç (ki o da bir suikasttan yara ala-rak kurtuldu, ancak ölümünü hızlandıran bir yara almış-tı), Rosa Lüksemburg (1919), Karl Liebknecht (1919) ileMustafa Suphi ve 14 yoldaşı (1921) burjuva devletin bas-kı araçları eliyle tasfiye edildiler.

Rosa ve Karl sosyal demokrat emniyet müdürününeliyle, Suphi ve yoldaşları ise, Kemalist devletin kadrolarıtarafından katledildiler. Farklı yıllarda ancak hepsi deOcak ayında yitirdiğimiz devrimci önderleri, değerlerimi-zi saygıyla anıyoruz.

Viladimir İliç Ulyanov LENİN (1870-1924)

Lenin, 1917 Rus Devriminin ve Bolşevik Partinin enbelirgin önderiydi. Komünist Enternasyonalin (III. Enter-nasyonal) kurucusuydu. Bir avukat olarak eğitim gördü.Rusya’nın ve Dünya’nın ekonomik ve siyasi gelişmesineilgi duydu. Marksizm’i benimsedi ve “Saint Petersburg İş-çi Sınıfının Kurtuluşu İçin Birlik” grubunu (1894) kurdu.Diğer devrimci gruplarla birlikte 1900 yılında Rusya ça-pında bir gazete çıkarttı: Iskra (Kıvılcım). Rus Sosyal De-mokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) kurulmasıyla birlikte, işçisınıfının sosyalist ve demokratik mücadelesini teorik vepratik olarak savunacak, bir devrimci işçi partisi üzerindedurdu. Partinin inşasının, faaliyetlerinin nasıl olacağına da-ir bir dizi tartışma devam ederken, Şubat 1905 Devrimide kapıyı çaldı. 1905 Devrimi, on iki yıl sonra gerçekle-şecek Ekim Devriminin siyasi provası oldu. İşçi sınıfı işçi-asker-köylü Sovyetleriyle tanıştı.

1905 Devrimi başarısız oldu. Ancak Çarlık da eskisigibi devam edemedi. Parlamento (Duma) kuruldu, fazlasürmedi. Birinci Dünya Savaşının ilk belirtileri görülmeyebaşladı.

Lenin:

1896’da “Rus Sosyal Demokratlarının Görevleri”broşürüyle yola çıktı. Rus Marksizmini halkçı eğilimdenve devrimci terör maceracılığından ayırarak, işçi sınıfınındevrimci iradesine güven temelinde yeni devrimci müca-dele süreci başlattı.

1903’te parti üyeliği,

1905’te Sovyetler ve demokratik devrimde partinintaktik siyaseti,

1912’de partide yol ayrımı: Bolşeviklerin ayrıörgütlenmesi,

1914’te emperyalist savaş karşısında “silahını kendiiktidarına çevir”, “savaşı iç savaşa çevir” şiarı;

1917 Şubat’ında burjuva demokratik devrimin ta-mamlandığının ilanı ve “Bütün İktidar Sovyetlere” siyase-tinin formüle edildiği Nisan Tezleri;

1917 Ekim’inde devrim kararı,

1919’da III. Enternasyonal’in kuruluşu ve bir dizi baş-ka büyük sorunda (NEP -Yeni Ekonomi Politika, Sendi-kalar, Ulusal Sorun, Parti İçi Mücadele vb.) her zaman iş-çi sınıfının ve uluslar arası devrimin çıkarlarını gözetenpolitikalar üreterek Rus Devriminin zaferine inandı.

1917 Devrimi, Bolşeviklerden çok daha kalabalık vegeniş kitle bağlarına sahip olmasına rağmen, işçi sınıfınındevrimci gücüne ve devrimci partinin merkezi gücüneinanan Bolşeviklerin devrimin liderliğine geçmesi, Sosya-list Devrimcileri çılgına çevirdi. Lenin’e yapılan suikast ba-şarılı olamadıysa bile, 1923’ten sonra aktif siyaset yapa-mamasına ve 1924 yılının Ocak ayında da aramızdan ay-rılmasına yol açacak kadar iz bıraktı.

Lenin, işçi sınıfının iktidarı alarak devrimci dönüşümeyol açabilecek bağımsız bir sınıf olduğunu 1917 Devrimi-nin mümkün olmasıyla ispatlamış bir hareketin lideri ola-rak, bugün de Enternasyonalist Komünistler’e yol gös-termektedir.

Rosa LÜKSEMBURG (1870-1919)

Karl LİEBKNECHT (1871 -1919)

Rosa Polonya kökenli, Karl Liebknecht ise Almankökenliydi. Alman Sosyal Demokrat Partisi üyesiydiler.Alman Sosyal Demokrat Partisi (SDP), 1900’lerin hemenöncesinde hem Almanya’nın (Prusya) hem de Dünya’nınhatırı sayılır işçi partisiydi. Parti 4 milyon oya, 110 millet-vekiline, onlarca gazete ve dergiye sahipti.

Dünya işçi sınıfının en gelişmiş, modern ve entelek-tüel kesimini ifade ediyordu. Dünya devrimi açısındanbirbirine bağlı iki sebeple Almanya ve SDP önemliydi. Bi-rincisi, Alman sanayisi, teknik alt yapısı ve ekonomik gü-cü; diğeri işçi sınıfının en kitlesel partisinin Almanya’dakurulmuş olması.

Almanya Marks ve Engels’in yetiştiği yerdi veSDP’nin devrimci bir programa sahip olması için (GothaProgramının Eleştirisi) çaba da harcamışlardı. Partininiçinde iki eğilim mevcuttu ve parti yapısı işçi sınıfının sen-dikalar gibi örgütlerinden gelen, ayrıcalıklı (sendika bü-rokrasisi) üyelere de sahipti. Burjuva düzeniyle bağlarıolan kadroları vardı.

Öte yandan Karl Kautsky gibi ilk başlarda devrimciteoriye katkı yapacak seviyede devrimci teoriye sahip,entelektüel, Rus devrimcileri dahil tüm Dünya devrimcihareketini etkilemiş liderlere de sahipti.

Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht ise, AlmanSDP içinde Rus Devrimcilerinin geleneğine daha bağlı ve

dolayısıyla Bolşevik tipte militanlardı. Eduard Bernstein,partinin devrimci fikirlerini revizyona tabi tutmak istiyor-du ve Rosa ile Liebknecht bu eğilime karşı mücadele et-tiler. Birçok durumda partiyle çelişkiye düşmekle birlik-te, her gün büyüyen; ancak bir o kadar da düzenle bağ-ları kuvvetlenen bir işçi partisinde ayrı faaliyet yürütmeyigöze alamadılar.

Birinci Dünya Savaşı sebebiyle parti içinde yeni birtartışma başladı ve parlamentoda “savaş harcamaları”naonay verilip verilmeyeceğine dair kararın verileceği oyla-mada hangi oyun kullanılacağına dair tartışmalar ateşli bi-çimde yapılmaya başlandı. Karl Liebknecht, parlamento-da yaptığı konuşmada, savaş kredilerine onay verilme-mesini savundu; parti ise, onay verme yönünde görüş bil-dirdi.

Bu oylama, devrimci işçi hareketi içinde bir yol ayrı-mına yol açtı. O güne kadar “sosyal demokrat” adını kul-lanan komünistler, bu adı terk ettiler. II. Enternasyonal’iihanetle suçladılar ve III. Enternasyonali kurdular (II. En-ternasyonal, bugün CHP’nin de üyesi olduğu SosyalistEnternasyonal’in atası sayılır).

Birinci Dünya Savaşı Rusya’da olduğu gibi Alman-ya’da da devrimci ortamların yaratılmasına yol açtı. Al-man SDP üyeleri devletin çeşitli kademelerinde yer ala-cak seviyedeydi. Berlin Emniyet Müdürü de bir sosyaldemokrat parti üyesiydi.

Rosa Lüksemburg ve Karl Lieknecht SDP’den ayrı-larak 1916’da Spartaküs Birliğini kurdu. Daha sonra buBirlik, Alman Komünist Partisi oldu.

Alman devletinin baskıları, tutuklamalarına hedef ol-dular. Luxemburg ile Liebknecht Berlin Emniyet Müdü-rünün emriyle polis gücüyle ağır darbelerle bilinçlerinikaybedecek kadar dövüldüler ve aynı gün, Rosa’nın ölüvücudu nehre atılmış olarak bulundu. Milletvekili Liebk-necht ise, başından yediği kurşunlarla öldürülmüştü.

Mustafa SUPHİ (1883-1921) ve Yoldaşları

Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı siyasallaşma, Mus-tafa Suphi’yi de sosyalizmle tanıştırdı. Savaş yıllarındaRusya’ya geçen Suphi, Osmanlı uyruğu sebebiyle sürgü-ne gönderilir ve orada Bolşeviklerle tanışır. 1917 EkimDevriminin ertesinde Moskova’ya geçer ve 10 Eylül1920’de 15 bölgeden 75 delegeyle Bakü’de Türkiye Ko-münist Partisi’ni kurar.

III. Enternasyonal’e katılır ve Doğu Halkları Kurulta-yına Başkanlık eder. Türk Milli Kurtuluş Savaşına Bolş-evik askerlerden oluşan bir grupla destek vermek üzereTürkiye’ye geçmek isteyen Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı,28 Ocak gecesi Trabzon’da boğularak öldürülürler. Böy-lece Cumhuriyetin ilanından önce Komünistlerin Türki-ye’ye gelmeleri ve Kurtuluş Savaşına katılmaları bir katli-amla engellenmiştir. Türk burjuva devletinin komünizmdüşmanlığı, bugüne ait bir siyaset değildir. Cumhuriyetinkuruluşundan itibaren vardır.

LENİN, LÜKSEMBURG, LİEBKNECHT İLESUPHİ VE YOLDAŞLARINI ANIYORUZ…

Seyfi Adalı

Page 14: İşçilerin Sesi Ocak 2012

Gıda

İşçinin hakkını işçi savunur!

İşçiler olarak haklarımıza sahip çıkmazsak,kimse bize hakkımızı vermez! Uzun zamandır işçi-ler, temsilci seçimi olacak diye ümitlendiler. Hattausta gelip, temsilci kendi aranızdan seçilecek dedi-ğinde, işçiler bir kadın isçiye seni yapalım, diyeönerdiler.

Seçim günü geldiğinde, idare kendi arasındaeski temsilci devam etsin, diye belirlemiş. Çay pay-dosunda iş güvenlik uzmanı toplantı yaptı: Bu işye-rinde yasal olarak bir komisyon oluşturmamız la-zım, bu komisyondaki farklı bölümlerden işçileribiz seçtik, sadece işçi temsilcinizi sizin isteğinizleseçmek istiyoruz, dedi.

Sonra da ekledi, eski temsilci devam etsin yada aranızdan birini seçelim. Kimi işçiler, eski tem-silcinin kim olduğunu ve ne işe yaradığını bilmiyo-ruz, çünkü hiç bir sorunumuzla ilgilenmiyor, diye-rek itiraz ettiler. Toplantıyı yapan uzman, “butemsilci, sendika temsilcisi değil, sizin hiç bir hak-kınızı savunamaz, sadece iş yerindeki eksikleri tes-pit edip komisyona iletir” deyince, kimse bir şeydiyemedi.

Uzman da, o zaman isterseniz eski temsilciyiseçelim dediğinde, bir kaç kişiden başka kimse buteklifi onaylamadı hatta bazı işçiler onun seçilece-ğini duyunca, dinlemeden toplantıdan ayrıldı. Tem-silci seçilen kişi usta, idare bu kişiyi kendi arasındabelirlemiş, işçinin de gözünü boyamak için güya se-çim yapıyor.

İşçiler toplantıdan çıktıktan sonra temsilci ol-masını istedikleri işçiye, seni seçecektik niye aday-lığını koymadın, diye sorunca, kadın işçi de, benböyle bir temsilcilik yapmak istemem, bu temsilciişçinin değil patronun işine yarayacak. Bana gele-ne kadar patronun yalakaları çok, onlar düzeltsinpatronun eksiklerini. Siz böyle başkasından ümitbeklerseniz işiniz çok zor. Kendi aranızda bir sürüsorundan yakınıyorsunuz ama idareye karşı sesini-zi çıkaramıyorsunuz, eğer hakkınızı savunacaktemsilci istiyorsanız örgütlenip hakkımızı aramalı-yız, dedi. (G. Kemerli)

Örgütsüz işçiyi patron

pek sever!

Sendikanın sözleşme yapması için işyerindeyüzde 51 çoğunluğun sağlanması gerekiyor. Tabiiki, patron ne kadar az işçiyi sendikalı yaparsam okadar kardır, düşüncesiyle sözleşmesi dolan işçile-ri idareye çağırıp, tek tek sizin sözleşmeniz dolduya taşerona geçin ya da çıkın, diyerek tehdit etmiş

İşçilerin çoğu taşerona geçmeyi kabul etmiş,bazı çıkan arkadaşlar da oldu. Her gün yeni bir ya-sak gelirken ses çıkarmadık, herkes biz kadroluyuz

ya da sözleşmeliyiz, taşeron değiliz diyerek susu-yordu. Şunu çok iyi bilmeliyiz ki, çalışan işçinin nekadro da ne de taşeronda garantisi ve iş güvence-si yoktur.

İşçiler bunu şimdi daha iyi görebiliyor. Örgüt-süz işçi her zaman patronun en sevdiği işçidir, heryasağa boyun eğen hakkını aramayan kolay inananve ikna olanıdır. İki ay önce özellikle kadın işçileriişe alırken, Kasım ayında üç vardiya olacak, 8 saatçalışılacak, mesaimiz çok azdır, işler çok yoğunolunca o da seçmece oluyor herkese değil denmiş.Bir de, işçilerin çoğu yeni onun için servis yok amabir ay içinde servis verilecek gibi sayısız ve alakasızyalanlar söylenmiş.

Her gün mesai var, cumartesi dahil 12 saat ça-lışıyoruz ve servis yok. Üç vardiya söylentisi birara vardı şimdi o da yok. İşler yoğun olunca vaat-lerle işçileri kandırıp, zekâlarıyla ve hafızalarıylaalay eden patron, işler azalınca ya çık ya da taşe-rona geç, deme cüretinde bulunabiliyorsa, bu biz-den yani işçilerin üretimden gelen gücünü kullana-

mamasından kaynaklanıyor. 400 işçi üretimi dur-durduğunda, patron üç-beş müdürle mi üretim ya-pacak? Haklıyız ve güçlüyüz sadece biraz cesaretve güvenle ortak bir mücadelenin kıvılcımını başla-tırsak kazanırız. (N. Çiçekli)

Tekstil

Yasal izin hakkımızı kazandık

İşyerinde senelik izinler 14 gün olarak kullanı-lırdı. Bu sene tüm bölümleri 1 hafta izne çıkardılar.Kalan günlerin parasını vereceklerini söylediler.İzin paralarının ne zaman verileceğini sorduğumuz-da bir ara vereceğiz diye bizi oyaladılar. Israr et-memiz üzerine iki ay sonra izin paralarını verecek-lerini söylediler. Altı iş günü izin kullandık, 7 günüzerinden hesaplayıp 7 günlük para verdiler. Mo-delhane bölümü olarak senelik izin hakkımızın 16gün olduğunu ve iki günlük izin paramızı da istedik.İmza toplayıp idareye yolladık. Şefler senelik izin14 gündür dediler. Israr ettik, iş Kanunu’nda 16gün olduğunu söyledik.

İşçilerin Sesi

14

31 Aralık 2010’da resmi kuruluşunu tamamlayandernek, ilk kongresini 26 Haziran 2011’de gerçek-leştirmişti. Dernek yönetiminde bulunan arkadaşla-rın bir kısmı işsizlikten dolayı çalışmalara gerektiğiölçüde katkı sunamadı, bir kısmı çalışma şartların-dan değişmeden dolayı dernek çalışmalarına gere-ken desteği veremeyeceğini açıkladı. Doğal olarakdernek yönetimi azınlığa düştü. Bundan dolayı der-neğin yoluna devem etmesi için yeni bir yönetiminseçilmesi gerekiyordu. 18 Aralık Pazar günü dernekbinasında Olağanüstü 1. Genel Kurul yapıldı ve yeniyönetim ağırlıklı olarak tekstil-triko işçileriyle belir-lendi.

Derneğin kuruluş amacı değişik iş kolunda çalı-şanları (deri, kundura ve tekstil) bir araya getirereksektörler arasında bölünen işçileri tek çatı altındatoplamaktır. Böylesi ortak mücadeleyi önemsemekve bunun için mücadele vermek, yaşadığımız ortamıda dikkate aldığımızda hiç de kolay olmadığını biliyo-ruz. Bugün sendikalar bırakın farklı sektörleri, ken-di sektörlerindeki işçileri de örgütlemek için bile ge-reken çabayı harcamadıklarını biliyoruz.

Deri, kundura ve tekstil işyerleri ağırlıklı olarakkayıt dışı çalışmanın yaşandığı sektör. Deri işkolun-da yaklaşık olarak bir milyona yakın işçi bulunuyor.Deri- İş Sendikası bu sektörde toplu sözleşme yap-tığı işçi sayısı 750 civarında. Görüldüğü gibi bu alanmaalesef sendika tarafından da ilgisiz bırakılmıştır.Dernek kuruluşundan bu yana deri ve kundura sek-töründeki kötü çalışma koşullarını teşhir ediyor veörgütsüz olan on binlerce çalışan işçiyi örgütlenme-ye çağırıyor.

Tekstil işkolunda (dokuma, iplik, triko, konfek-

siyon) ise, yaklaşık 2 milyon 500 bin işçi var. DİSK’ebağlı Tekstil Sendikasının toplusözleşme imzaladığıişçi sayısı 2 bini belki biraz geçiyor. Türk-İş’ bağlıTeksif Sendikası ise, 40 bin civarında gerçek üyesiolduğu sanılıyor.

Deri, kundura ve tekstil işçiler derneği, serma-yenin ekonomi ve siyasi saldırılarını artığı bir süreç-te, sadece işçileri sektörlerine göre örgütlemeyi de-ğil, mücadelenin bir bütün olduğu bilinciyle örgütle-meyi hedeflemelidir. Dernek, aynı zamanda yapaca-ğı bütün faaliyetlere üyelerini katabilecek, karar sü-reçlerinde bürokratik olmayan bir anlayışı hayatageçirebilmelidir. Bunun yolu da bütün üyelerin katı-lımıyla demokratik bir şekilde alınan kararla olacak-tır. Asıl olan bunu anlayışı söylemek değil, bu fikri-yatı hayata geçirmektir.

Alternatif bir işçi örgütlenme biçimi yaratmakiçin yola çıkan Deri, Kundura ve Tekstil İşçiler Der-neği, bu anlayışı hayata geçirebildiği sürece, sınıf mü-cadelesi içinde kendisine bir yer bulacaktır.

* Deri Kundura ve Tekstil İşçileri Derneği Başkanı

DERİ KUNDURA VE TEKSTİL İŞÇİLERİ DERNEĞİ1. OLAĞANÜSTÜ GENEL KURULUNU YAPTI

Ali Dede*

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

Page 15: İşçilerin Sesi Ocak 2012

İki gün sonra sesleri çıkmadı, iş kanununa bak-

tılar herhalde. Yıllar sonra bakmak akıllarına geldı

galiba. Ücretlerden önce iki günlük izin paralarını

da verdiler. Bir gün sonra ücretleri dağıttılar. İşçi-

ler patronun sürpriziyle karşılaştılar. Şeker bayra-

mında bir buçuk gün çalıştırmamış paralarını da

kesmemişti. 3 ay sonra aklına gelmiş bu parayı kes-

mişler.

Bazı işçiler bu kesintinin ne olduğunu anlaya-

madı, biraz öfkelendiler, bazıları da neden kestiler

diye muhasebeye gittiler. Patrondan iki günlük izin

hakkını istersen, idare de boş durmaz alacağını he-

men keser. Bazı işçi arkadaşlar, kessinler artık se-

nelik izinlerimiz 16 gün oldu diye parası kesilen ar-

kadaşlara bu kazanımı anlattılar. Bu imza ile işve-

ren 380 işçinin iki günlük daha izin parası ödemek

zorunda kaldı.

Bir kaç gün sonra patron model bölümüne

çıktı, biraz etrafta dolandı bir işçinin yanına gitti

sohbet edermiş gibi şunları söyledi; Ne karı gibi gi-

dip, sağda solda izin hakkımızı söke söke aldık, pat-

ron bizim hakkımızı yiyor, haram olsun diyormuş-

sunuz”. “Delikanlı adama yakışır mı, varsa bir di-

yeceğin gel masaya vur yumruğunu, yiyorsa hakkı-

mı ver ulan de!”. Büyük patron bu işler hep mo-

del bölümünden çıkıyor, diyor. Kısaca ondan iste-

seymişiz, cebinden çıkarır verirmiş, delikanlı olma-

lı, sağda solda konuşmamalıymışız… Patron vurdu

kapıyı, çıktı. Bir aydır, sorumlusu olduğu halde

model bölümüne uğramıyor. Üzülmedik! Senelik

izinler 16 gün oldu, bu da patron için ekonomik

bir kayıp demek. Bilinçli davranıp, birlik olunca

haklarımızı alabiliriz. (M. Araslı)

Plastik

Kim daha hırsız?

Geçen kurban bayramında patron işçilere ikimetre branda dağıtmıştı. İşçilerin güya çöp poşetineihtiyacı olmuş ki, 500 rulo kayıp olduğu anlaşılınca,patron bunun üzerine iş yerine girişte ve çıkışta didikdidik arama başlattı. Geçen gün bir işçi birkaç taneCamsil çalarken yakalandı ve işten çıkarıldı. Bir işçi decebinde kalem ve bant unuttuğu için işten çıkarıldı.Patron bu yapılanlara hırsızlık diyor, bu resmin bir yü-zü ya kendi yaptığı hırsızlık! İşçilerin emeğini çalarakservetine servet katıyor, fabrikalarını büyütüyor. Hergeçen gün biraz daha büyüyor, patron memurlara çöppoşeti ve hediyelik paket dağıtıyor, doğum günlerinikutluyor, pasta ve çiçek yolluyor, işçiye gelince, “krizvar para yok, siz hırsızsınız” deniyor.

Hırsızlığı onaylamıyoruz, patronun seviyesinedüşmemeliyiz, bizler alın teriyle emeğiyle geçinenişçileriz. Birlik olup emeğimizin karşılığını aldığımızzaman, daha iyi koşullarda yaşayıp bütün ihtiyaçla-rımızı karşılayabiliriz. Örgütlenip bilinçlenerek, pat-ronun emeğimizi çalmasına dur demeliyiz. Açık ce-zaevi koşullarının yaşandığı işyerindeki baskılaradur demeli, insanca yaşama ve çalışma koşulları içinbirlik olmalıyız. (O. Şeref)

15

İşçilerin Sesi

Deri Kundura ve Tekstil İşçileri Derneği Esen-yurt'ta faaliyetlerine başladı. Derneğin ilk etkinlikle-rinden biri de yeni yıl yemeği oldu. Çeşitli işkolla-rından ve 20'ye yakın işyerinden gelen yaklaşık 100kadar kadın ve işçi emekçiler, çocukları, yakınlarıve iş arkadaşlarıyla, kardeşlik ve dayanışma içindesohbet edip, eğlendiler. İşçilerden oluşan canlı mü-zik grubu eşliğinde, halay çektiler.

Dernek adına açılış konuşması yapan bir kadınişçi, “Emekçilerin haklarını alabilmesinin tek yolu-nun "birlik, örgütlenme ve mücadele” olduğunavurgu yaptı. Dernek başkanı ise, derneğin tanıtımı-nı yaparak, şiarlarının, "hak verilmez alınır" olduğu-nu söyledi.

Dernek Esenyurt'ta yeni olsa da, derneğin üye-lerinin geçmişi, 2000 yılına, Cengiz Tekstil fabrika-sında yürütülen mücadeleye dayanıyor. O yıllardafabrikada sendikal örgütlenme çalışması yürüten iş-çiler, DİSK Tekstil Sendikasına üye olmuştu. Top-lusözleşme imzalamalarından bu yana birlik ve da-

yanışmalarını devam ettiriyorlar.

Aynı zamanda Umut Yeşerendedir Emek Ko-lektifi bileşeni de olan dernek üyeleri, emekçilerinbirleşik mücadelesine de inanıyor; birleşik mücade-leyi örgütlemek için çaba harcıyor.

Etkinliğin ilgi çeken bölümlerinden biri ise yeniyıl piyangosuydu. Çeşitli hediyelerden oluşan çekili-şin ardından etkinlik sona erdi. / İşçilerin Sesi-Haber

DERİ, KUNDURA VE TEKSTİL İŞÇİLERİDERNEĞİ ESENYURT YEMEĞİ COŞKULU GEÇTİ

FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN... FABRÝKALARDAN... ÝÞYERLERÝNDEN...

21 Aralık 2011, biz sağlıkçıların grev tarihiydi. Butarihte yılın en uzun gecesinden sonra aydınlığabir adım attık. Dilerim hükümetin boğazımıza do-ladığı son iptir bu. Sözünü ettiğim tabi ki sağlıktadönüşüm yasasıdır. Bu yasanın hepimizi nasıl et-kilediği aşikar. Ve bu karanlığı aydınlığa çıkarmakda hepimizin görevidir.

İşte bu görev sorumluluğuyla biz Cerrahpa-şa Hastanesi’ndeki taşeron sağlık işçileri de bugreve destek verdik. Greve, üyesi olduğumuztaşeron işçilerin derneği olan Taşeron İşçileriYardımlaşma ve Dayanışma Derneği pankartı ilekatıldık. TBB ve birçok sendikanın örgütlediğibu yürüyüşte sesimizi duyurmak için sadece İs-tanbul’da hemen hemen 10.000 kişiyle saatlerceyürüdük.

Grev ve eylemin hazırlığı için iki gün boyuncaCerrahpaşa’da servisleri gezerek bildiri dağıttık.Grevin neden yapıldığını arkadaşlarımıza tek tekanlatmaya çalıştık. 21 Aralık sabahı saat 8:30-9:00arasında Cerrahpaşa’da başka hastaneler ve sen-dikalardan gelenlerle toplandık. Cerrahpaşa’dagreve katılım oldukça yüksekti. Hastane içindetur attıktan sonra Çapa Hastanesi ve diğer hasta-nelerle birleşerek Beyazıt Meydanı’na yürüdük.

Yürürken attığımız sloganlar şunlardı; ‘sağlık-ta taşeron ölüm demektir’, ‘hastaneler halkındırsatılamaz’, ‘tüccar değil sağlıkçıyız biz’, ‘gün gele-

cek devran dönecek AKP halka hesap verecek’.Bu sloganlar tam anlamıyla bizi anlatıyordu. Cer-rahpaşa ve Beyazıt arasındaki mesafede öyle birkalabalık vardı ki bu kalabalık ‘birleşe birleşe ka-zanacağız’ sloganını gerçekçi ve umut verici kıldı.Birleşmenin tadı, tek yürek olmanın tadı, haksız-lıklara boyun eğmemenin tadı, başkaldırının ta-dı!... Bu birlik ve coşkuyla içimizde filizlenen umutve inanç, bir sonraki adımlarımızda bize güç vere-cektir.

Beyazıt Meydanı’ndaki açıklamalarla bu grev-le sınırlı kalmayacağımızı söyledik. Eğer hükümetsesimizi duymamakta kararlı davranırsa, biz desesimizi duyurana kadar süresiz eylem kararı al-dığımızı duyurduk. Yani bu eylemi Beyazıt Meyda-nı’nda bırakmayacağız. Tayyip Erdoğan bir za-manlar ‘kaç kişisiniz’ demişti. Bu yürüyüşte gör-dük ki; biz çok kişiyiz.

21 ARALIK’TA TAŞERONİŞÇİLERİ DE GREVDEYDİ!O. Atacan

Page 16: İşçilerin Sesi Ocak 2012

İşçilerin Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın Tarih: Ocak 2012 Sayı: 12Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı-İstanbul Tel: 0212 544 66 34

Sahibi ve Yazıişleri Sorumlusu: Canan Mengüloğul (İS Yayınevi)Adres: Fetihtepe Mah. Fatih Sultan Cad. No: 149 D: 13 Okmeydanı-Beyoğlu/İstanbul

E-mail: [email protected]ıköy Bürosu: Söğütlüçeşme Cad. Korular İş Hanı No:48 Kadıköy/İST. İzmir Bürosu: 853. Sokak No: 29/228 Konak/İzmir

Rojin Canan Akın ve Funda Danışman’ın kitabı “BildiğinGibi Değil”, 90’lı yıllarda Kürt illerinde yaşananları konualıyor. Kitap, aynı adla nü.kolektif tarafından oyunlaştırıla-rak tiyatro sahnesine taşındı. Dört karakterin canlandırıl-dığı oyunda, kitabın dilinin yumuşatıldığına ve şehitlik gibikavramların özellikle ayıklandığına dair izlenim ve eleştiri-leriniz olsa bile, gerçeğin sert rüzgârlarının yüzünüze vur-maya devam ettiğini hissedeceksiniz.

Ülfet Sevdi’nin yönettiği oyuna Dengbêj Xalîde’ninKürtçe ağıtları eşlik ediyor. Feminist sanatçı Canan’ınminyatür çalışmaları ise anlatılan yaşam öyküleriyle birlik-te içinizi kanatarak akıyor: “Avrehan; Silah patladı, annemçığlık attı. Abbas gitti, dedi. İlk önce ben koştum. Sonuç-ta annen çığlık atmış. Sen de o korku ile koşuyorsun. Ba-banı görüyorsun. Yatıyor orada. Bana bakıyor. Yaşıyor.Gel mi dedi, bir şey mi dedi? O an bir şey yapamıyorsun.Ağlayarak eve geldim. Annem bana baktı ve o lafını aslaunutmam. Avrehan, sen bana müjde mi getirdin dedi.”

Oyunda feminist vurgular da var ve savaşın erkekegemen yanı sergilenirken izleyicilerin gözyaşlarına da ta-nık olunuyor. “Wanbetan; Nişanlanacaktım. O gün benialdılar. İster istemez korku var üzerimde. Bedenin oradave senin her şeyin bu bedenin içinde. Doktora götürdük-leri için bakire raporumuz var. Önden bir şey yapamıyor-lar. Şişe vardı. Şişeyi içinde patlatalım mı, yok getir kıra-lım vs. Arkam parçalandı. Göğüs ucum koptu. Üzerimdesigara söndürdüler. Karşıdan bir çığlık kopuyordu, deh-şet. Küçük bir kız çığlığı, korkunç. Dokuz veya on yaşla-rında. Göğüsleri daha gelişmemiş. Bir adam sürekli bağı-rıyor. ‘Hazal zevk alıyor musun’ diyorlar. Kızın bacakları-

nın arasından kan akıyor. Gözleri fal taşı gibi açık. Defa-larca tecavüze uğramış. Kürtçe - Türkçe konuşuyorum,tepki yok. Kaskatı. Babasını konuşturmak için küçücük kı-za gözünün önünde tecavüz etmişler. Devletin milliyetçi-leri, devlete sahip çıkanlar, koruyanlar…”

“O Gün Gitti…”

“Bildiğin gibi değil” sahnelenirken 90’lı yıllar sona er-di mi diye sormadan edemiyor ve sürdürülen savaş, sa-vaşın yeni taktikleri, tutuklama furyaları karşısında bu so-ruya maalesef olumlu bir cevap veremiyorsunuz. İlk gös-terimi 16 Aralık 2011’de İstanbul Şermola Performans’tagerçekleştirilen oyunun karakterlerinden Gever’i oyna-yan İsmail Yıldız’ın, eski bir Dicle Haber Ajansı çalışanı veözgür basın emekçisi olarak 20 Aralık 2011’de “KCKOperasyonu” adı altında gözaltına alınıp tutuklandığınıöğrenince bu düşünceniz perçinleniyor. AKP Hükümetieliyle devam ettirilen savaş politikalarına karşılık, tutukla-nan özgür basın emekçilerinin “bu krallık yıkılacak” diyenhaykırışlarının, Gever karakterinin oyundaki anlatımlarıy-la nasıl da üst üste oturduğunu görüyorsunuz.

“Kardeşim ilkokulu yeni bitirmişti. Lokantada çalışı-yordu. Cumartesi temizlik yapıyorlar. 7’de kapatmalarıgerekiyorken, 8’de kapatmışlar. Kardeşim de çıkmış, evedoğru gelecek. Pencereden seyreden birisi anlatıyor bize:Panzerden biri seslenmiş, ‘Hey niye selam vermiyorsun?’Kardeşim de, ‘dün selam verdim, niye selam veriyorsundiye kızdınız bana. Bu gün vermiyorum, şimdi niye vermi-yorsun diye kızıyorsunuz’ demiş. Askerler panzerdeninip kardeşimi dövüyorlar. Yüzünü gözünü kan içinde bı-rakıp, ‘oğlum, biz Ermeni miyiz bize selam vermiyorsu-nuz?’ demişler. ‘Gözden kaybolana dek sürünerek gide-ceksin’ demişler. Panzerin üzerinde ışıklar oluyor. ‘Bu ışıksenin kafanda olduğu müddetçe sürüneceksin.’ Kardeşimde sürünmüş, sürünmüş, sürünmüş. Ta ışıktan çıkana ka-dar. İçeri girdi. Her tarafı kan içinde. ‘Şeyhmus ne oldu’diye sordum. ‘Top oynadık düştüm’ dedi. Biz dedik, ‘budüşme değil’. ‘Git banyoya, yüzünü yıka’ dedim. ‘Yok benyüzümü yıkamam. Sabah yıkarım’ dedi. Anlatmadı bir şey.Soğukkanlı, ağlamıyor, gözyaşı yok. Neyse sabah oldu, bizkalktık, Şeyhmus yok. Arıyoruz bulamıyoruz, bu çocuknereye gitti? Mahallede birkaç yaşlı amca var. Erken kal-kar. Sorduk, ‘Şeyhmus’u gördünüz mü’ diye. ‘Neydi öyleyüzü gözü kan içindeydi’ dedi. O sabahın beşinde kalkmışgitmiş. O öyle kanla gitmiş gerillaya katılmış. O gün gitti.Daha ilkokulu yeni bitiren bir çocuk gerilla olmak zorun-da bırakıldı.”

Gever karakterini oynayan İsmail Yıldız’ın tutuklan-ması nedeniyle oyun -şimdilik- üç oyuncu ve üç karakter-le devam ediyor. Sezon boyunca haftada iki kez İstan-bul’daki çeşitli sahnelerde sergilenecek. nü.kolektif mailyoluyla bir basın açıklaması yaparak, “anlatısını sahneledi-ğimiz yıllardan çok da uzaklaşamadığımızı bir kez dahagördük” dediler. Oyunun final bölümündeki barışa dairsesli düşünceler ise yaşadığımız süreci yeterince özetliyor:

“Avrehan; Sanmıyorum barışacağımı. Karşı tarafınseni anladığını bilsen? Ama seni anlamamakta diretiyorlar.Unutturmuyor devlet, o yılları sürekli hatırlatıyor.”

“Sitilile; Barış demek ölüm silah işkence olmayacakdemek. Beni içine sindirebilecek bir devlet istiyorum.Yurttaşlık haklarımı istiyorum. Barışmaya biz zaten hazı-rız.”

“Wanbetan; Sanki top tüfekle evlerini başlarına yıkanve kendi boklarını onlara yediren bizdik. Terörist onlardeğil biz olduk.”

“Gever; Bir umut olsa barışı en fazla isteyen benim.Benim yaşadığım şeyleri çocuklarım yaşamasın. Her şeyi-mi feda ederim barış için.”

BİLDİĞİN GİBİ DEĞİLKİTAPTAN SAHNEYE, SAHNEDEN HAYATA:

N. Cemal

Yoldaşımız Sakine Gürbüz’ün aramızdan ayrılışının üze-rinden üç yıl geçti. Sakine Gürbüz, 1960 yılında doğmuş-tu ve hayatının otuz yılını iplik işçisi olarak geçirdi. Ön-ce Akal, Yalova Elyaf fabrikalarında çalıştı. ArdındanYünsan’da işçi temsilcisi oldu. Bizim de 20 yıllık yoldaşı-mızdı. Kendisiyle ilk olarak Yalova’da bulunan Yalova El-yaf fabrikasında tanıştık. Sakine sadece bir işçi temsilcisideğil, İşçilerin temsilcisi sıfatını gerçekten taşıyan biriydi.İşçilerin sevgisini kazanmış her işçinin başına gelen onunda başına geldi. Patronlar, Sakine’nin mücadeleci tavrına,onu hep işten çıkartarak cevap verdiler. Sonunda Yalo-va’da tanınan bir kadın işçi militan olmuş tu; bu nedenlede bölgede iş bulamıyordu. Kendine yeni bir hayat kur-mak ve politik bir mücadelenin de içinde yer almak için,bütün geçmişini, ailesini geride bırakarak, cesur bir tavır-la İstanbul’a taşındı. Bir kadın işçi olarak, bütün baskılararağmen tek başına ayakta durmak için direndi. Devrim-ci bir işçinin üstlenebileceği bütün görevleri sırtladı ve la-yıkıyla “Sınıf Mücadeleci İşçiler”den biri oldu.

2004 Yerel seçimleri için oluşturulan BirleşikDevrimci Sosyalist Kampanya’nın bağımsız kadın işçi

adayı olarak Esenyurt’ta belediye başkan adayı oldu,seçim kampanyasını omuzladı.

Sakine Yoldaş, kapitalizmin kendisine devrimcikimliği dolayısıyla, büyük bir şiddetle dayattığı sefaleteboyun eğmedi. Ancak hızla kötüye giden sağlık neden-lerinden ötürü 2 Aralık 2008’te aramızdan ayrıldı. Ce-nazesi, yoldaşlarının ve sevenlerinin katılımıyla 4 Ara-lık’ta doğduğu köy olan Yalova Subaşı’nda gerçekleşti-rildi. Devrimci işçiler ve yoldaşları onu unutmayacak-lar. / İşçilerin Sesi-Haber

YOLDAŞIMIZ SAKİNE GÜRBÜZ’E