78

Politika Dergisi Sayı 10

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Politika Dergisi Sayi 10

Citation preview

Page 1: Politika Dergisi Sayı 10
Page 2: Politika Dergisi Sayı 10
Page 3: Politika Dergisi Sayı 10

Editörden...

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Merhaba Politika Dergisi’nin Değerli Oku-yucuları.

Söze, 9. sayımıza gösterilen ilgiye teşek-kür ederek başlamak istiyorum. Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümsüzlüğe uğurlanışının 70 yılında çıkartmış olduğumuz son sayımız oldukça büyük ilgi gördü. Aldığımız geribildi-rimlerin de bizleri fazlasıyla memnun ettiğini belirtmeden geçemeyeceğim.

Tüm bunlardan öte, Mustafa Kemal Ata-türk’e sahip çıkan, sahip çıkılmasını haykı-ran insanların olduğunu bilmek her şeye rağmen çok güzel, çok duygulandırıcı.

ATA’nın bıraktığı emaneti koruyacak olan, ATA’nın verdiği görevi son nefesine kadar harfiyen yerine getiren ve ATA’sına sahip çıkan herkese sonsuz teşekkürler. Đyi ki var-sınız.

Olumsuz gelişmeler de yaşanmıyor değil tabii. Geçen günlerde aldığımız “Mustafa Kemal Atatürk üzerinden prim yapmaya çalışıyorsunuz” konulu e-posta bizi oldukça üzdü. Göstermiş olduğumuz çabaya karşılık inanın bu tarz bir e-postayı hak etmediğimizi düşünüyorum. Yine de okurumuzun canı sağ olsun.

Okurlarımızdan bu e-postaların yanı sıra bizi oldukça mutlu eden e-postalar da almı-yor değiliz. Bu e-postalar da bizi fazlasıyla memnun ediyor; ama ne yazık ki bu e-postalardan gelen bazı isteklere, bazen olumsuz cevaplar vermek bizi derinden ya-ralamıyor da değil.

Dergimizi araştırmalarına katkı sağlaması açısından periyodik olarak adresine isteyen çok değerli bir okurumuza ne yazık ki olum-suz bir cevap vermek durumunda kaldık. Sanırız ki bu değerli araştırmacı dergimizin e-dergi olarak sunulduğundan haberdar olmadan bu tarz bir e-postayı bize attı. Ama inanın ki dergimizin basılı olması için çalışı-yoruz. Hiçbir maddi amaç gütmeden yaptığı-mız bu çalışmalar sonrası sponsor arayışla-rımız ne yazık ki olumlu sonuçlanmıyor.

Bu sorunu hallettiğimiz vakit dergimizi ihtiyacı olan herkese ücretsiz göndereceğiz.

Bu çabalarımıza destek verecek bir okuyucu kitlesine sahip olmak bizi ayrıca mutlu ede-cektir.

Yeni sayımızla ilgili olumsuz bir gelişmeyi de buradan belirtmeliyim. Bu sayımızda res-mi sitemizden de duyurduğumuz üzere CHP Đstanbul Milletvekili ve Grup Başkanvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile mülakatımızı gerçekleştiremedik.

Sayın Kılıçdaroğlu ile e-mülakat şeklinde gerçekleşecek görüşmemiz, çok değerli veki-limizin amcasının vefatı ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun ülke sevdası nedeniyle gün-deminin oldukça yoğunlaşması sebebiyle bir sonraki sayımıza ertelendi. Bu durumdan dolayı tüm okurlarımızdan özür diliyoruz.

Bu açıdan, okumakta olduğunuz sayımıza bir mülakat sığdıramadık. Bunu yeni yılımı-zın ilk sayısında gidereceğimizden kuşkunuz olmasın.

Bu sayımızda söz verdiğimiz üzere, değerli hocamız Özer Ozankaya’nın Cumhuriyet Çınarı adlı kitabını özetler halinde yayımla-maya başlıyoruz. Bu sayımızda sizlere bir plan sunacağız. Ata’mızı tanımayanlara, onu yanlış tanıyanlara eşi bulunmaz bir kitabı armağan etmenin mutluluğu içerisindeyiz.

Bu arada yakında Politika Dergisi’nin de konusunu okurlarının belirlediği bir kitabı çıkacak. Tüm detaylar ilerleyen sayfalarda.

Ayrıca bu sayımızın Sarıkamış Harekatı’-nın yıldönümüne denk gelmesi sebebiyle Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez hocamız çok güzel bir makale ile dergimize konuk oluyor. Kendisi-ne sonsuz teşekkürler.

Bu sayımızda ölüm yıldönümleri sebebiyle Đsmet Paşa (Đnönü), M. Akif Ersoy, Menemen Şehidi Kubilay ve Namık Kemal’i de dergi-mizde anıyoruz. Đlerleyen sayfalarda okuna-bilir.

2008 yılının son Politika Dergisi sayısını büyük bir keyifle okumanız ve 2009 yılının ilk sayısında yeniden buluşmak dileğiyle.

[email protected]

[email protected]

Editörlerimiz > Emrah ÖZDEMĐR > Gökhan DAĞ

Yazar Kadromuz

> Ahmet Tuna ALP > Ali Đhsan UĞUZ > Asaf ŞĐMŞEK > Bilgin TÜRK > Burak ĐNAN > Ceren YALDIZ > Emrah ÖZDEMĐR > Emre FĐDAN > Erbil DENĐZ > Erdal ALTUN > Erdinç AYDIN > Evren YELKANAT > Fırat ÖZDEMĐR > Gamze G. KONA > Gökhan DAĞ > Kadir Levent BECĐT > M. Burak KAHYAOĞLU > Miraç ÇEVEN > Naile DUMAN > Osman ACAR > Osman BUDAK > Özcan NEVRES > Özgür Pınar IŞIK > Sevda EĞER > Timur V. DOĞRUOK > Yamaç KONA

Redaksiyon

> Emrah ÖZDEMĐR > Gökhan DAĞ

Kapak Tasarım

> Selda OGALAN

Web Tasarım > Gökhan DAĞ > Metin TINAY Not: Bu tabloda alfabetik sıralama kullanılmıştır.

Page 4: Politika Dergisi Sayı 10

Đçindekiler

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

[email protected]

Kişi Olmaktan Öteye Gidenler Đkinci Adam:

M. Đsmet ĐNÖNÜ Đstiklal Marşı Şairimiz Mehmet Akif ERSOY Devrim Şehidimiz

Mustafa Fehmi Kubilay Vatan Şairi

Namık Kemal

"Cumhuriyet Çınarı: Mustafa Kemal’i 'Atatürk' Yapan Uygarlık Tasarımı"

‘CUMHURĐYET ÇINARI’ ADLI KĐTABIYLA GE-LECEĞE ÇOK SAĞLAM BĐR MĐRAS BIRA-KAN PROF. D R . Ö Z E R

OZANKAYA’NIN KĐTABINDAN YAPTIĞI-MIZ DERLEMELERĐN ĐLK BÖLÜMÜNÜ BU SAYIMIZDA YAYINLIYORUZ. BU GÜ-ZEL YAPITI, SĐZ DEĞERLĐ OKUYUCULA-RIMIZA SUNMAKTAN KIVANÇ DUYUYO-RUZ.

sy.52

Bir Beyaz Ölümdür Sarıkamış “Donarak şehit

olmanın en üzücü

tarafı, bu kahra-

manların komu-

tanları tarafından

s o r u ml u l u kt a n

kurtulmak için

(komutanlar, sa-

vaştan sonra he-

sap vermekten

korktukları için)

firar olarak rapor

edilmiş olmaları-

dır. Eminim bu haksızlık şehitlerimizin

kemiklerini sızlatmaktadır.”

BU SAYIMIZIN DĐĞER DEĞERLĐ KONU-ĞU OLAN ĐSĐM: ‘SARIKAMIŞ DAYANIŞ-MA GRUBU’ BAŞKANI” DEĞERLĐ HO-C A M I Z P R O F . D R . BĐNGÜR SÖNMEZ.

sy.22

Görümüz Politika Dergisi’nin görüsü; gençlerin ve genç düşüncelilerin kavga ile değil fikirlerle politik katılımını sağla-maktır. Politika Dergisi, Türkiye için demokrasi-yi; sadece seçimlere özgülenmiş bir rejim olarak değil Türkiye Cumhuriyeti’nin temel esaslarına uyulmak şartıyla her kesimin katılımının sağlandığı bir rejim olarak tanım-lar.

Page 5: Politika Dergisi Sayı 10

Đçindekiler

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

[email protected]

Gündeme Dair

GÖKHAN DAĞ’IN GÜNDEMDEKĐ KO-NULARLA ĐLGĐLĐ DEĞERLENDĐRMELE-RĐ.

sy.8

ABD Sonrası Irak’ta Olası Siyasi Manzara ve Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler “Yapılması gereken, Türkiye’nin bu

süreci en az kayıpla tamamlayabil-

mesi için; akılcı, güvenilir ve somut

sonuç verecek olan bir dizi strateji

belirlemesi ve uygulamaya koyması-

dır.”

DR. GAMZE G. KONA

sy.24

2008’e Dair Anımsatmalar

“Toplumsal belleğimizi taze tutabilmek

için, 2008’e ait bir takım olayları ve yo-

rumlarımı değerlendirmelerinize sunu-

yorum. Umarım, bu yazı faydalı olur ve

2009’da böyle bir yazı yazmak gerekirse,

güzel anılarla dolu bir yazı olur.”

EMRAH ÖZDEMĐR

sy.26

Avrupa’da Bir Hayalet Kol Geziyor

“Kapitalist üretim ilişkilerinin mevcut

olduğu bir ülkede, kriz döneminde eko-

nomiye müdahale edilmemesi ve şirket-

lerin kapanması; Marx’ın dediği gibi,

yedek işsiz ordusunu yaratır ki bu, mer-

kez ülkelerin işine gelmez. O yüzden,

liberalizm masalı tarihe karışmıştır.”

EVREN YELKANAT sy.29

Eski Düşünceler Aynı Yüzler

“40 yaşını aşmamış beyinlere hiç-

bir zaman güvenilmedi ülkemiz-

de. Bırakın 40’ı; söz sahibi olması

için 50’sini yıllar önce aşmış ol-

ması gerekir bizde.”

ERBĐL DENĐZ

sy.31

Sağda Kürtçülüğün Temelleri

“Bütün bu

olan bitene

karşı, devle-

tin bir Kürt-

çülüğü diğe-

rine tercih

etme veya

PKK’ya karşı Hizbullah’ı kullan-

ma gibi başarısız girişimleri ol-

muştur.”

BURAK ĐNAN

sy.34

Enstantane “Koca koca ulus-

larla çarpışan,

dünyaya kafa tutan

bu millet, kabul

etmek gerekir ki cehalet savaşın-

da sınıfta kaldı.”

SEVDA EĞER

sy.36

Görevimiz

1. Gençlerin ve genç beyinlilerin politik dü-şüncelerine yer vere-rek, depolitize olmaları-nı engellemek ve bu yolla ülkemiz politikası-na bir ivme kazandıra-bilmek,

2. Cumhuriyetimizin, Türk devrimlerinin, insan haklarının, de-mokrasinin ve laikliğin özü korunmak kaydı ile fikir serbestîsi sunabil-mek,

3. Geniş bir politik yel-pazenin sunulması ile okuru çok yönlü düşün-meye sevk etmek,

4. Tüm bunların kaza-nımları ile düşünsel politizasyonu sağlaya-rak, gelecek için ger-çek bir demokrasi oluş-turmaya katkıda bulun-maktır.

Page 6: Politika Dergisi Sayı 10

Đçindekiler

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

[email protected]

Yönetim ve Kadın

Ataerkil toplumlarda, yerleşik kültür

her şeyin başı olarak erkeği görür. Er-

kek söz sahibidir, erkek yönlendiricidir.

Ekonomik anlamda da erkek eve para

getirir, kadın da o parayla evi şartlara

uygun bir şekilde çevirir. NAĐLE DUMAN

Tarikatlı Demokrasi “Tarikatlara teslim edilen bir kişinin

özgür iradesinden söz edilemez. Bir

ağanın emri altındaki maraba ile

tarikat şeyhinin emri altındaki

emekçinin teorik olarak hiçbir farkı

yoktur. Zira ortada irade yoktur.”

OSMAN BUDAK

sy.38

sy.40

Obama ve Şirketler Oligarşisi

“Şirketler oligarşisi, siyah derili bir

başkan seçerek vitrin yarattı ve sem-

pati topladı. Obama'yı kurtarıcı ola-

rak lanse etti, değişim vaat etti. Dün-

ya rahat bir nefes alma umuduyla

Obama'ya güvendi.” YAMAÇ KONA sy.42

Türkiye Gelişmiş Ülkelerin Çöplüğü mü?

“Radyasyonlu varillerini bile gizlice gü-

zelim Karadeniz sahillerine atmakta

dahi bir sakınca görmüyorlar. Hem de

radyasyonun insan sağlığı için ne kadar

tehlikeli olduğunu bile bile…”

ÖZCAN NEVRES sy.46

Global Kriz, ABD Emperyalizmi ve Obama’nın Başkan Seçilmesi “Kapitalizm yaşanılan her krizde

yeni tekeller ve yeni oluşumlar yara-

tır. Yeni yaratılan tekellerin, daha

fazla güçlenmek için dünya halkları-

na bir bedel ödetmesi gerekir.”

ALĐ ĐHSAN UĞUZ sy.56

Giddens ve Klasik Düşünürler (Durkheim)

“Durkheim devrimci düşünceye karşı bir teorisyendi. Onun toplumsal

anlayışının çerçevesini devrim değil, evrim oluşturuyordu.”

ASAF ŞĐMŞEK

sy.44

Hakkımızda

Politika Dergisi, Uludağ Üniversitesi öğrencileri-nin kurmuş olduğu bir politik gençlik hareketi-dir. Yaratılmış ve halen de yaratılmak istenen apolitik gençliğe bir karşı duruş fikrinden doğan Politika Dergisi, kanunla-ra uyulduğu ve okuyucu-suna saygılı olduğu tak-tirde her türlü görüşe önem verir. Türkiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerini benimsemiş, cesaretini Mustafa Ke-mal Atatürk'ün Bursa Nutku'ndan almıştır.

Page 7: Politika Dergisi Sayı 10

Đçindekiler

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

[email protected]

Tipik Bir Krizin Anatomisi Olarak Minsky Modeli

“Aşırı ticaret, tarihsel olarak; bir

ülkeden diğerine yayılma eğilimi

gösterir. Çok sayıda kanalı mev-

cuttur.” M. BURAK KAHYAOĞLU

sy.48

Dinsel Söyleşiler (2)

“Gerçekten de din “savaş narala-

rı” atar mı? Yoksa din aracılığı

ile savaş naraları atanlar destek

mi bulurlar?”

ERDĐNÇ AYDIN

sy.58 Ne Đş Agam

“Yaklaşık bir ay kadar öncesinde, ülke-

mizde Aydın Doğan ve Recep Tayip Er-

doğan polemiği yaşanmıştı. Hem de ciddi

boyutlarda restleşmelere şahit olduk.

Aralarından su sızmayan bu ikili, ne oldu

da birbirine düşmüştü?”

ERDAL ALTUN sy.60

Yakın Gurbetin Yolcuları

OSMAN ACAR

sy.62

Postmodernizmin Bir Getirisi Olan “Tatminsizlik”

AHMET TUNA ALP

sy.72

Kültür—Sanat Sayfalarımız

P—Kitap: Seçkiler (sy. 66)

P—Tiyatro: Velev ki Tartüf (sy. 67)

ÇIZIKTIRMAK (sy. 67)

P—Kitap: Uyku (sy. 68)

Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe (sy. 69)

P—Film: Seçkiler (sy. 71)

Geçmişin Geleceğe Dersi

Gökhan DAĞ

sy.74

sy.75

Nihat ATAR—Birey

Merkezli Sisteme Doğru

72

P—Okur

Page 8: Politika Dergisi Sayı 10

Gündeme Dair...

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Gökhan DAĞ

Gündem denilen şey, geçmiş gündemlere bağlılığını sürdüren bir yapı taşı gibi.

Bir gelişmenin, yeni bir gelişmeyi meydana çıkartması sadece anlara bağlı. Saliseler bile bu açıdan geç kalmış durumda.

Bir söz, bir söylem yepyeni gelişmelerin kaynağı olabiliyor. Bir tavır, bir tarz olası söylemler ve olası tavırlar demek.

Biri çıkıyor, doğasına aykırı hareket edi-yor, diğeri bulunduğu doğasından başka bir yerdeymiş gibi bu aykırı olaya müdahil olu-yor. Sonra da AK kaşık gibi olaydan sıyrılı-yor.

Yüce Türk milletinin şerefli askeri, nöbette PKK’yı bekliyor; PKK leşlerini yere seriyor. Karada ise PKK’nın destekçileri Türkiye’nin huzurlu yapısını kaos ortamlarıyla yıkmaya çalışıyor.

Dersim olaylarını Kürt soykırımı olarak sayıyorlar, Türkiye’nin itibarını zedeliyorlar ve sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının milletve-killiğini yapıyorlar. Bunlar Türkiye’nin gizli kalmış değil, açığa çıkarılmış şerefsizleridir. Şerefsiz insanların da şerefli ulusumuzun meclisinde yeri yoktur.

PKK destekçilerine bir de dinci basın ekle-nince Türkiye içinden çıkılamaz sorunlarla yüzleşiyor.

Hatırlayınız Vakit Gazetesi geçen günler-de manşetine Lozan Antlaşması’nın imza-landığı masayı taşıdı. Söylemleri ise halkın sabrını taşırdı. Bu gazete hiç utanmadan, sıkılmadan geçmişin değerlerini yok etmeye çalışıyor. Onlar Lozan Antlaşması’na konu-şuncaya kadar kendi geçmişlerine bakmalı-lar. Ürettikleri yalan haberlerin mürekkebine konuşmalılar. Bu gazeteyi kim denetliyor, onu da gerçekten merak ediyorum.

Obama’nın başkanlığıyla, Seda Sayan’ın güvenilirliği ile uğraşan medyamız ise ne-

dense suskun.

Ana haber bültenleri tat vermiyor. Sadece içinde birkaç iyi kişiliğin var olduğu haberler izlenebiliyor.

Benim bu konudaki tercihim ufak tefek aksaklıklara rağmen Uğur Dündar. Yılmaz Özdil ile iyi bir ikili oluşturuyorlar.

Çevreci Başbakanımız dağıttığı kömürlerle çevre katliamına son sürat devam ediyor. Sadakasını alan halk ise suratını görüntület-memek derdinde.

Sarıkamış Harekâtı’nın yıldönümünde, onurumuzla baş başayız. Kimsecikler yok. Oyumuzu verip de şömineli villalarında ısı-nan, halkı bulunduğu soğuğa terk edenler ortalıklarda yok.

Ekonomik krizin baş döndürücü etkisine rağmen, hediye çekleri dağıtan belediyeler dimdik ayakta. Ayaklarının altında ise halkın onuru can çekişiyor.

Yolsuzlukların ardı arkası kesilmiyor. Ge-çen gün yolsuzlukları konuşurken bir taksici ağabey (Necati amca) ile çok çarpıcı bir laf etti: “Güzel kardeşim bu ülkenin 70 yıldır her şeyini yediler. Gelen yedi, giden yedi. Yine de batmadı bu ülke. Ne verimli topraklar üstünde yaşıyormuşuz be!”

Sanırım Necati amca haklı; ama gözden kaçırdığı, ihtiyaçların sınırsızlığına rağmen kaynakların kıtlığı. Elbet tükenecektir. Malı-mıza sahip çıkalım. En az onurumuz kadar.

Küçük çaplı da olsa gündeme dair geliş-meleri özetledim. Biraz daha derinlere inmek adına daha fazla şey konuşmalıyız gibi.

O zaman vakit kaybetmeden başlamak gerek.

CHP’nin Kara Çarşaf Açılımı

Satranç sever misiniz bilmiyorum; ama ben bayılırım. Satranç tahtası bir savaş arenası-nın ta kendisidir. Atınızı ileri sürer; karşı tara-fın askerlerini, komutanını korumaktan uzak-laştırırsınız. Đlk kale düşer, sonra diğerleri. Đş

[email protected]

Page 9: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Şah’a geldin mi de artık her şey biter. Kımıl-dayacak haliniz kalmaz.

Đşte siyasetin varlığı Şah’ın hareketinin varlığından başka bir şey değil.

CHP’de de durum bu. Şah yaşıyor ve siya-set sürüyor. Şah’ın siyasi hamleleri ise karşı tarafın Şah’ının midesini bayram ettiriyor.

Herkes CHP’nin yeni bir açılım peşinde olduğunu söylüyor. O açılımın adı da “Kara Çarşaf Açılımı”

Siyasi Partiler Yasası’nı ve CHP’nin parti tüzüğünü incelerseniz kara çarşaflıların par-tiye üye olmalarında hiçbir sakınca yok.

Bakın CHP’nin parti tüzüğü ne diyor: (Cumhuriyet Halk Partisine; Partinin siyasal ilkelerini ve doğrultusunu, amaçlarını, siya-sal yaşam anlayışını, çalışma ilkelerini be-nimseyen ve siyasal partilere girmelerine yasalarca engel bulunmayan her yurttaş üye olabilir.)

CHP Tüzüğü’nün 6. maddesi aynen bunla-rı içeriyor. Bu kara çarşaflı hanımefendilerin CHP’nin çalışma ilkelerini ne kadar benim-sediklerini ise test edecek bir sınav tipi yok.

Siyasi Partiler Yasası’nın 11. maddesi ise: “On sekiz yaşını dolduran, medeni ve siyasi hakları kullanma ehliyetine sahip bulunan her Türk vatandaşı bir siyasi partiye üye olabilir.” diyor.

Görüldüğü üzere kara çarşaf giyen bir yurttaşın bir siyasi partiye üye olmasında hiçbir sakınca yok.

Sakınca bu işin şova dönüşmesinde mi? Bence burada da bir sakınca yok. Deniz Baykal, bu tarz giyinen insanlara bir yol gös-termek istiyor olabilir.

Kritik soru şu: Bu açılım bir saçılım mı yaratacak, yoksa bu açılım bir kapanıma mı neden olacak?

Yani kim kimin görüşünü benimseyecek? CHP’de bu soruya oldukça mesafeli yakla-şanlar var.

Çoğunluk, bu tarz giyinen insanların parti-nin görüşlerini olduğundan çok başka yerle-re taşıyacağını söylüyor.

Değerli CHP üyeleri, parti tüzüğünü bir daha okumalıdırlar. CHP’ye üye olmak iste-yen herkes onun ilkelerini benimsediği için partiye üye olabilir deniyor.

Demek ki o hanımefendiler CHP’nin ilkele-rini benimsedikleri için oradalar.

Ama hala kapalılar diyenlere ise tavsiyem şu: “Alışkanlıkların kolay kolay değişemeye-ceğini bilmelisiniz. Biraz zaman vermelisi-niz.”

Benim gücüme giden Recep Tayyip Erdo-ğan’ın açıklamaları. Tayyip Erdoğan “dindar insanların CHP’ye katılması hoş, sadece bunun istismar edilmesi hoş değil” dedi.

Yıllardır dini istismar eden parti, aklı sıra kendisini bu durumdan sıyırdı. Gerçekten ilginç.

Ama insanın aklına bu kara çarşaflı hanım-lar AKP’nin atları mıydı diye de sorası geli-yor. (!)

Hadi bakalım hayırlısı.

DTP Hıyanete Devam Ediyor

Geçen sayımızda, yine bu köşede DTP vekillerinin Meclis’ten kovulmaları gerektiğini söylemiş ve onları yürekleri varsa Politika Dergisi’nin karşısına çıkmaya davet etmiş-tim.

Ben yazımı yazdıktan birkaç gün sonra, TBMM Başkanı Köksal Toptan, sanki bana cevap veriyormuşçasına bu vekilleri için böy-le bir durumun söz konusu olamayacağını ve seçimlerin beklenmesi gerektiğini söyledi.

Böyle sakat bir mantık var mı? Bir hukuk-çuya böyle sözler yakışıyor mu?

Toptan’ın korkmasına gerek yok; çünkü bir koruma ordusuyla dolaşıyor. Helikopterler, keskin nişancılar ve özel eğitimli askerler...

Bu mantığa göre milletvekili seçilen bir kimse yeni seçim dönemine kadar istediğini yapmakta serbest kalıyor.

Onları dokunulmazlık zırhlarından çıkar-manın tek yolu, seçimlerde gereken dersi vermek.

[email protected]

Page 10: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Bu tarz bir düşünceye sahipseniz, yapılan her şeyi kabullenmeye baştan niyetlisinizdir demektir.

DTP’li vekiller neler yapıyorlar?

Ardahan’a uğrayan vekiller, burayı savaş alanına çevirdiler. Birçok yaralı, birçok gö-zaltı var.

DTP’li vekillerin doğu ziyaretleri bir kendi bilmez DTP’li il başkanı tarafından Kürdistan gezisi olarak yorumlandı; üstelik DTP’li vekil-lerin yanında.

Bunların ar damarı çatlamış. Türkiye Cum-huriyeti vatandaşlarının vergileri ile boğazla-rına ekmek giden bu insanlar, hıyanet için-deler. Hainler. PKK taraftarları.

Talebimiz devam ediyor. DTP’li vekiller; Politika Dergisi’nin karşısına, yüreğiniz var-sa çıkın. Görelim bakalım, sizin Kürdistan isteklerinizi.

Lozan Düşmanı, Ergenekon Kompleksli ve Đftiracı Vakit Gazetesi

Evet, Vakit Gazetesi tüm bu haberlere son bir ayda imza attı. Hemen başlayalım.

Vakit Gazetesi, geçtiğimiz günlerde Lozan Antlaşması’nın imzalandığı masayı manşeti-ne taşıdı.

Manşetin başlığı şöyle: “Đşte Đnfaz Masası”

Haberin içeriğinde ise şunlar yazılı: “Đşte en pahalı masa… Đşte, bedelini en ağır öde-diğimiz masa!... Çünkü bu masada bir Đmpa-ratorluğu kaybettik!... Çünkü bu masada; Kerkük, Musul ve 12 Adalar’ı kaybettik!... Bu masa, Türkiye’nin bitirildiği Lozan’daki ma-sa!... Bu masada her şeyimizi verdik ama, 85 yıl sonra bugün; Đşte o masa Türkiye’ye hediye edildi. Topraklarımız gitti… Masa kaldı yadigâr!”

Vakit Gazetesi, bu yazdıklarıyla Sevr Ant-laşması taraftarı olduğunu ilan etmiştir. Çün-kü o antlaşmaya göre, bir imparatorluk halen vardır; ama sömürge durumundadır.

Vakit Gazetesi bu yazdıklarıyla kendisiyle çelişkiye düşmüştür. Dikkatli okuduysanız, haberin içeriğinde bir imparatorluğun kaybe-

dildiği yazdıktan sonra Türkiye’nin bitirildiği yazmaktadır.

Birkaç gün sonra ölüm yıldönümünde ana-cağımız Đsmet Paşa, Vakit Gazetesi tarafın-dan karalanmş, elde edilen üstün başarı hiçe sayılmıştır.

Vakit Gazetesi, bu masayı fotoğraflayıp manşetine taşıyacağına savunduğu yazarla-rının küçük kızlara yaklaştığı evleri görüntü-lemelidir.

Vakit Gazetesi, Danıştay Saldırısı sonrası kan gölüne dönen Danıştay binasını manşe-tine taşımalıdır. Manşeti de “Đşte başardık” olmalıdır.

Şeriatçı Vakit Gazetesi o masayı değil, savunduğu hortumcuların masasını görüntü-lemelidir.

Gelelim bir diğer habere.

Vakit Gazetesi’nin demirbaş gazetecilerin-den Abdurrahman Dilipak ortaya öyle iddia-lar attı ki, resmen bu kadarı pes dedirtti.

Ergenekon kompleksli bu gazete ve yazar-larının artık gösterdikleri sahte dincilikten vazgeçmeleri gerekiyor. Çünkü yazdıklarıyla Müslümanlık dinine hakaret ediyorlar. Hiçbir “gerçek” Müslüman böyle adice, saçma komplolar üretemez.

Bakın ne diyor Dilipak:

1– Şener Eruygur Ergenekoncular tarafın-dan hastanelik edildi. Çünkü çok şey biliyor-du. O ölünce bütün suçlar onun üzerine yük-lenecek ve dava kapanacak. Onu öldürenler onun cenazesine de katılacaklar ve laik ol-dukları için Fatiha okumayacaklar.

2– Eryugur hastanede bile olmayabilir. Oraya bir başkasını getirmişlerdir. O arada da Eruygur pırrr… Sen sağ, ben selamet. Yarın öldü diye öteki adamı gömerler, olur biter.

3– Şener Eruygur hakkında daha şimdiden öldü haberleri geliyor. Bir kısmı da hala ko-mada diyor. Bu adamlar için cinayet işlemek çok sıradan bir şey.

4– Şimdi içeridekilerin can güvenliğini sağ-lamak gerek. Düne kadar devrim yapmak için kolları sıvayan, şehir şehir dolaşan bir

[email protected]

Page 11: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

adam, nasıl oluyor da merdivenden düşüp kafasını, boynunu kırıyor?

5– Bir arkadaş, her şeyde bir komplo ara-yan basının Eruygur konusunda sessiz kal-masının da bir komplo olduğu düşüncesin-de.. Hani sokak kapkaççılarını bile MOBESE ile yakalıyoruz, şu kadar tutuklu, gardiyan ve muhtemelen güvenlik kamerası ile izlenen daracık bir yerde bu işin nasıl olduğunun herhalde mantıklı bir izahı olacaktır.

Kuşkusuz bunların hiçbiri doğru olmayabi-lir.. Ama açıklanan gerçek inandırıcı gelme-yince halk bu komploları üretiyor.. Bu senar-yolar artık sokakta konuşuluyor.. Göreceksi-niz, biraz zaman geçsin daha ne senaryolar üretilecek.. Yani, Eruygur ölmüş de olabilir, yaşıyor da olabilir.. En azından artık tutuklu bulunduğu yerde değil. Sonunda sağlık se-bebi ile tahliyesine de karar verildi. Yani en azından artık tutuklu değil.. Eğer gerçekten infaz edildi ise, büyük ihtimalle en çok ağla-yan ve görkemli bir cenaze töreni için en çok koşturanlar arasında bu işi tezgahlayanlar da olacaktır.

6– Belki de ailesi sessiz bir defin yapacak-tır. Herhalde bu aşamadan sonra top araba-sı ile taşınacak hali yok. Sonunda “Nasıl bilirsiniz” diye önümüze getirip koyacaklar.. Laikler için ayrı bir mezar, ayrı bir cami yok ki! ADD’lilerin birçoğunun, Eruygur’un arka-sından Fatiha okuyacaklarını da sanmıyo-rum, olsa olsa alkışlarla uğurlarlar! Okkır’dan sonra Eruygur, bu arada ĐP Genel Başkan Yardımcısı Ferit Đlsever’den sonra şimdi de Hurşit Tolon’un tahliyesi gündem-de.. Đlsever “hasta” çıktı, şimdi sapasağlam, “dava” uğruna koşuyor.. Biliyorsunuz, YARSAV Başkanı da hasta! Bu hastalıklar dikkat çekici.

Tolon’un rahatsızlığı belli: Kalp! Hapisha-neye girerken kalbi turp gibiydi, ama şimdi hasta raporu ile serbest bırakılması gün-demde.. Oysa daha düne kadar durum şöy-leydi: “Mevcut Koroner Anjiyografik ve Ventrikülografik bulgular değerlendirildiğinde sonucun birkaç önemsiz plak dışında normal olduğu izlenmiştir. Mevcut haliyle koroner arter hastalığı bulguları için aspirin dışında herhangi bir ilaç kullanılmasına gerek yok-tur. Sonuçlar tamamen normale yakın olup,

günlük ağır efor dahil her türlü faaliyeti yapa-bilir.”

Not: Dilipak’ın söylediği sözler http://www.medyahane.com sitesinden alınmıştır.

Şimdi her makalesini ‘Selam ve Dua’ ile bitiren Abdurrahman Dilipak’a ne demeli inanın içimden geçiriyorum; ama burada söyleyemiyorum.

Allah yolundaki bir Müslüman’ın (!) kafa-sından geçen şeytanlıklara bakın hele.

Sen Eruygur’un ve diğerlerinin tahliyesini boşver de en yakın arkadaşlarından Hüseyin Üzmez’in tahliyesini tartışsana.

O yazında da arkadaşının tahliyesini Se-lam ve Dua ile bitirsene.

Neymiş laikler Fatiha okumazlarmış. Allah kısmet ederse, sen benden önce ölürsen, öldüğünde mezarına gelip Fatiha okuyaca-ğım. O zaman laiklerin Fatiha okuyabildikleri-ni göreceksin. Allah belki o zaman seni affe-der.

Dilipak soyadına uygun yaşaman dileğiy-le...

Gelelim Vakit Gazetesi’nin bir diğer haberi-ne. Geçen günlerde Sayın Kılıçdaroğlu’nun bir saunada terör örgütü liderleri ile buluştu-ğunu yazan bu gazete, Kılıçdaroğlu’nun ifa-desiyle din sömürüsü altında yalan haberler servis eden, suratına tükürülesi bir gazetedir.

Kılıçdaroğlu gerekeni, gerektiği gibi söyle-miş. Katılmamak elde değil.

Bush’un Đtirafı

Amerika Birleşik Devletleri Eski Başkanı küçük Bush, Irak konusunda yanlış istihbarat yapıldığını itiraf etti.

O kadar insanın ölümünün vebalini üstün-den atmak için yaptığı bu konuşma Ameri-kan’ın amacını resmi bir ağızdan doğrulat-mış oldu.

Ekmek bulacak parası olmayan bir halka nükleer silah saklıyorlar derseniz, işte böyle milyarlarca insanın önünde rezil olursunuz.

Toprağın altına saklanmış uçakları bile

[email protected]

Page 12: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

bulan ABD nükleer silahları bulamadı.

Irak’a özgürlük götüren bu devlet sizce sanıldığı kadar yalancı mı?

Bence sandığımız kadar yalancı değiller. Kürtlere yönetimi devreden ABD sanırız bazılarına özgürlük götürdü.

Şimdi biz Türkiye olarak, bu özgürlüğe karşı nasıl bir tutum izleyeceğiz; merak ko-nusu.

PKK denilen örgüt “toprak verirseniz bu kavga biter” diyor. Sizin barış anlayışınızı Ardahan’da, Diyarbakır’da, şurada burada gördük. Bilmeniz gereken; bu aziz vatanın tek karış toprağına sahip olamayacağınız.

Dağlarımızda dolaşabilirsiniz, şehirlerimiz-de örgütlenebilirsiniz; ama bilmeniz gereken bir şey var ki bundan ileriye gidemeyeceği-niz.

O yüzden bizi Amerika gibi bir ülke ile sa-kın bir tutmayın. Onlardan aldığınız özgür-lük, ipin sadece bir ucu. Đpin diğer kısmı bizim elimizde. Size kolay gelsin.

Dağıt Kömürü, Dağıt Kömürü Bu Millet Uçsun

Recep Tayyip Erdoğan ne dedi geçen gün?

“Çalacaksın kapıyı, vereceksin kömürü, vereceksin kömürü. O zaman bu millet ne olur biliyor musun? Uçar, uçar hamdolsun.”

Kömürünüz batsın. Bunun yanına zihniye-tiniz de eklensin.

Sarıkamış’ta donan bir milletin evlatlarını kömürle kandırıyorsunuz ya; size yazıklar olsun.

Önce muhtaç ediyorsun, sonra kapısını çalıp uçuyorsun. Türk milletinin onurunu düşünerek konuşacaksın Recep Tayyip Er-doğan.

Gel benim kapımı çal. O kömürü ne yapı-yorum sana göstereyim. Ben gerekirse evimde donarım; ama sana bir çuval kömür için demokratik hakkımı satmam.

Bu ülkede demokrasi inşası kanla, özve-

riyle, vatan millet sevgisiyle oldu.

Kurulan bu demokrasiyi kömürle yakmana izin vermeyecek bir milletle karşı karşıya olduğunu bil.

Ata’mın kurduğu Cumhuriyeti, şehitlerimi-zin kanıyla ıslanmış bu toprakları bir çuval kömür uğruna değişen Türk milleti; lütfen uyan uykundan.

Bir kömürün yaptıkları işte bu. Kömürü al, oyunu verme diyenlere de itibar etme. Al o kömürü gerekeni yap; çünkü sen Yüce Türk Milleti’nin bir ferdisin. Onurunu ayaklar altına alanlara teslim olma.

Kendine sadakaya muhtaç dedirtme, hak-kını ara.

Ben çevrecinin daniskasıyım deyip de oy için çevreyi kömür kirliliğine terk eden, evin-de doğalgazla ısınan ama sana kömürü layık görenlere onurunu satma.

Bütün süreçlerde devam etmesi gereken sosyal yardımı, sadece bir döneme sıkıştırıp sadakaya çevirenlere itibar etme.

Đşte tüm bunları yaptığın zaman, aslında mutlu olacaksın.

Tüm bunları yaptığın zaman, senin onuru-nu uçuracakları koltuğundan uçuracaksın.

Senin vergini alıp, sana bir çuval kömür getirenlere inanmadığın zaman kazanacak-sın.

Ata’nı hatırla, Sarıkamış’ta donanları hatır-la, harp meydanında geleceğini senin gele-ceğin için çıplak ayakla feda edenleri hatırla.

Hatırla Ey Güzel Halkım!!!

Yeni Bir Düello Kapımızda

Hatırlayacaksınız; CHP Đstanbul Milletvekili ve Grup Başkanvekili Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sn. Melih Gökçek hakkında iddialar-da bulundu ve Melih Gökçek’i düelloya davet etti.

Melih Gökçek’in de bu teklife olumlu yanıt vermesiyle Türkiye gündemine yeni bir düel-lo geldi oturdu.

[email protected]

Page 13: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Kılıçdaroğlu’nun üslubu malum; herkesçe takdir ediliyor.

Melih Gökçek için ise aynı şeyleri söyleye-meyeceğim.

Biri, hakkında iddiada bulunuyorsa çıkar-sın, haklıysan haklılığını ispat edersin. Med-yanın önünde balon patlatmalar filan hiç yakışmıyor.

Kılıçdaroğlu balonunu söndüreceğim di-yor. Millete iftira atmak neymiş göstereceğim diyor.

Sanki, Kemal Kılıçdaroğlu, Şaban Dişli’nin istifasına yol açmamış gibi...

Sahi, Adana Büyükşehir Belediye Başkanı neden görevinden istifa etti? Sanki Kılıçdaroğlu da onun hakkında açıklamalar-da bulunmuştu.

Bir de Dengir Mir Mehmet Fırat var tabii. Nerede kendisi, bilinmez.

Bakalım, Melih Gökçek’in akıbeti ne ola-cak.?

Belki de geçen günlerde dergimizde ağır-ladığımız Murat Karayalçın için oldukça ko-lay bir seçim olacak. Umarım, yine oyları çöpten çıkmaz.

Yerel Seçimler ve Nüfus Artışı

Yerel seçimler için partilerin adayları ya-vaş yavaş netleşiyor.

Mustafa Sarıgül, DSP kadrosuna katılarak yeniden Şişli’den aday oldu. Gelecek ay ki sayımızda kendisiyle büyük bir olasılıkla bir röportaj yapacağız. Talebimizi ilettiğimiz Şişli Belediyesi Basın Bürosu’ndan ilk etapta olumlu bir cevap aldık. Küçük pürüzleri de giderdikten sona böyle bir mülakat dergimiz-den yayınlanabilir.

Çok sevdiğim, değerli büyüğüm Sayın Arif Sağ’da CHP kadrolarına katıldı. Tercihine saygım sonsuz. Umarım siyaset sahnesinde de müzik dünyasındaki başarısını yakalar.

AKP’li belediye başkanları CHP’ye katılır-ken, CHP’li üyelerden bazıları da AKP’nin yolunu tuttu.

Mevki makam hırsıyla zıt kutuplara yöne-lim daha şimdiden başladı. Đnsanlarımız ne yazık ki değer yargılarını yerli yerine oturta-bilmiş değil.

Đlginç olan bir diğer nokta seçmen sayısın-daki artış.

Tayyip Erdoğan’ın üç çocuk yapın söylem-leri sanki bir an evvel gerçekleşmiş gibi.

Yıllar önce ölen bebekler seçmen listelerin-de. Seçmen listelerinin asılıp, kaldırılması ise bir oldu.

Allah’tan, CHP bunun için gerekli mercilere başvurusunu yaptı. Yakın zamanda listeler yeniden asılabilir.

Rahşan Ecevit, DSP’ye Yüklendi

DSP’nin kurucusu ve ilk genel başkanı Sayın Rahşan Ecevit, DSP’nin politikalarını eleştirdi ve artık partisinin Bülent Ecevit’in arkasına sığınmaması gerektiğini söyledi.

Sanırız söylemlerinde haklılık payı var. DSP solda birleşme evresini kendi çıkarları için kullanırken ideolojiye sanki biraz darbe vurdu gibi. Benim düşüncem bu noktada.

Gerçekten üzücü. Sol ideoloji ve Türkiye geleceği açısından da düşündürücü.

Mehmetçik Operasyonda

Kahraman Mehmetçiğimiz –10 derece soğukta PKK’nın Kış örgütlenmesinin önüne geçebilmek için operasyonlara başladı.

Alınlarının akıyla operasyonların sürmesini bekliyoruz.

Bu sayılık benden bu kadar Değerli Canlar. Değinemediğim konular var biliyorum ve bu yüzden sizlerden özür diliyorum.

Sizlerden son ricam daha öncede belirtti-ğim gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişini hatırlayarak damarlarınızdaki asil kanı bul-manız.

Büyüklerimin ellerinden, kardeşlerimin gözlerinden öperim. Yaşasın Türkiye.

[email protected]

[email protected]

Page 14: Politika Dergisi Sayı 10

Mustafa Đsmet ĐNÖNÜ

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Derleyen: Gökhan DAĞ

Đsmet ĐNÖNÜ, Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci Cumhurbaşkanı.

Tam adı, Mustafa Đsmet ĐNÖNÜ.

Doğumu: 28 Eylül 1884.

Ölümü: 25 Aralık 1973.

Çok değil daha 35 yıl önce aramızdan ayrılan, Türkiye Cumhuriyeti’nin vefakar insanı ĐNÖNÜ, şu an Mustafa Kemal Atatürk gibi Anıtkabir’de ebedi istirahatını sürdürü-yor.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin kazanımları-nı ifade eden Lozan Antlaşması’nda Đsmet ĐNÖNÜ’nün kararlılığı yatıyor.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün ölümsüzlüğü sonrası Cumhurbaşkanı sıfatını kazanan ĐNÖNÜ, ATATÜRK’ten sonra en uzun süre bu görevi sürdüren kişi unvanını taşımakta-dır. Tam 12 yıl…

Türkiye; çok partili dönemi onun zamanın-da görmüş, demokrasi adına atılmış en bü-yük adıma onun zamanında şahit olmuştur.

Yaşamını birçok askeri başarıyla süslemiş olan Đsmet ĐNÖNÜ daha sonra kendisine muhalif kesim tarafından asker kaçağı ilan edilmiştir. Üstün başarıları dolayısıyla Đstiklal Madalyası’na sahip bulunan Đsmet ĐNÖNÜ birçok dönem Türkiye Cumhuriyeti’nin baş-bakanlığını da üstlenmiştir.

Đlk Cumhuriyet hükümetini 30 Ekim 1923’de kuran ĐNÖNÜ zamanında Cumhuri-yet tarihinin ilk devrimleri de yapılmıştır.

Mustafa Kemal ATATÜRK’ün en yakın arkadaşlarından biri olan ĐNÖNÜ, o zamanın en büyük isyanlarından olan Şeyh Said Ayaklanması’nı da gösterdiği üstün çaba sonrası bastırmıştır.

Đsmet Paşa almış aldığı ĐNÖNÜ soyadını Atatürk’e borçludur. Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra ATATÜRK kendisine bu

soyadı vermiştir.

ATATÜRK’ün ölümsüzlüğe uğurlanışından sonra görevi sırasında büyük bir baskı his-setmiş, 2. Dünya Savaşı’nın etkileriyle bera-ber otoriteyi sağlamak adına kendisini “Milli Şef” olarak ilan etmiştir.

Savaş döneminde ülkeyi ekonomik ve toplumsal olarak ayakta tutmak için büyük çaba sarf etmiş, uyguladığı politikalar sonra-sı halkı kendisine muhalif konuma getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzakı olan Köy Enstitüleri’ni Hasan Ali Yücel’in büyük katkı-ları ile kurdurtmuştur.

Çok partili yaşama geçişle beraber uygula-dığı politikalar sonucu iktidarı Demokrat Par-ti’ye kaptırmış ve bunun üzerine Cumhurbaş-kanlığı görevini Celal BAYAR’a devretmiştir. Bu süreçten sonra CHP’nin başında ana muhalefet partisi genel başkanlığını sürdür-müştür.

Demokrat Parti’nin uyguladığı politikalar sonucu tekrar CHP’nin güçlenmesine katkı-da bulunmuştur.

27 Mayıs 1961 Darbesi sonucu tekrar hü-kümetin başına geçen ĐNÖNÜ, Türk siyaseti-nin sorunlarını gidermeye çalıştı.

Devlet Planlama Teşkilatı’nı kurarak planlı döneme geçişin simgesi oldu.

Devlet Đstatistik Enstitüsü’nün kurulmasın-da etkin rol oynayan ĐNÖNÜ, Turizm Bakan-lığı’nın da kurulmasını sağladı.

10 Aralık 1965’te yapılan genel seçimlerde iktidarı kaybetmesi üzere ortanın solu anlayı-şını benimsedi. Parti kadrolarının da bunu benimsemesi genel başkanlığı 1969 kurulta-yında kaybetmesini engelleyemedi.

Bülent Ecevit ile düştüğü anlaşmazlık parti-sinden ve milletvekilliğinden istifasına neden oldu. Đsteği üzerine tabii senatör olarak Cum-huriyet Senatosu’nda görev aldı.

Ölümü üzerine 27 Aralık 1973’de Anıtka-bir’de toprağa verildi.

[email protected]

Page 15: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

[email protected]

Page 16: Politika Dergisi Sayı 10

Mehmet Akif ERSOY

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Derleyen: Fatma ŞEN

Tam adı: Mehmet Akif ERSOY (Mehmet Ragif)

Doğumu: 20 Aralık 1873

Ölümü : 27 Aralık 1936

Ölümünün üzerinden 72 yıl geçmesine rağmen büyük şair, fikir ve dava adamı Meh-met Akif Ersoy; birbirinden güzel şiirleriyle, destanlarıyla, ölümsüz Đstiklâl Marşı'yla ah-lâk ve fazilet örneklerini sergilediği hatırala-rıyla hâlâ aramızda yaşamaktadır.

Mehmet Akif ERSOY, Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi'nde başladığı eğitimini Fa-tih Merkez Rüştiyesi'nde sürdürdü. Ardından Mülkiye Mektebi'nin idadi (lise) bölümünü bitirdi. Babasından Arapça öğrendi. Fatih Camiinde Đran edebiyatı okutan Esad Dede-nin derslerini izledi. Farsça ve Fransızca öğrendi. Babasının ölümü ve evlerinin yan-ması üzerine Mülkiye'nin yüksek kısmından ayrılmak zorunda kaldı. 1889’da girdiği Hal-kalı Mülkiye Baytar Mektebini 1893’te birinci-likle bitirdi. Ziraat ve Ticaret Nezareti'nde veteriner olarak çalışmaya başladı. Rumeli, Arnavutluk ve Arabistan'da dolaştı. Geniş halk kesimleriyle, köylülerle yakın ilişkiler kurdu. Halkalı Ziraat Mektebi ve 1907de Çiftçilik Makinist Mektebinde ders verdi. 1908’de Dârülfünûn Edebiyat-ı Umûmiye müderrisliğine atandı. Umur-ı Baytariye Mü-dür Muavini görevine getirildi. Kısa süre sonra bu görevden ayrılıp yalnızca Halkalı Mülkiye Baytar Mektebi'nde ders vermeyi sürdürdü.

Đstiklal Marşı

1913'te Đttihat ve Terakki Cemiyetine girdi. 1. Dünya Savaşı sırasında bu cemiyete bağ-lı bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa aracılı-ğıyla Almanya'daki Müslüman tutsakların durumunu incelemek üzere Berlin’e gönde-rildi. Daha sonra Arabistan ve Lübnan'a gitti.

Batı uygarlığının koşullarına ve Doğu-Batı çelişkisine tanık oldu. Đstanbul'a dönüşünde Dâr-ül-Hikmet-i Đslâmiye adlı kuruluşun baş-kâtipliğine atandı. Đzmir'in işgalinden sonra Anadolu'da başlayan Kurtuluş Hareketine destek verdi. Balıkesir’de yaptığı konuşma, Đstanbul hükümetini endişelendirdi, görevin-den alındı. Ama o mücadelesini sürdürdü. Camilerde yaptığı konuşmaların metinleri çoğaltılarak bütün yurda dağıtıldı. Ankara hükümetinin kurulması üzerine Burdur me-busu olarak Büyük Millet Meclisi'ne girdi. O sırada Đstiklal Marşı için açılan yarışmaya katılan 724 eserin hiçbiri beğenilmemişti. Maarif vekilinin isteği üzerine 1921'de "Đstiklal Marşı"nı yazdı. Metin, 12 Mart 1921'de Büyük Millet Meclisi'nde kabul edil-di. Mehmet Akif, ödül olarak kendisine veri-len 500 lirayı Türk Ordusu'na armağan etti.

Mısır Dersleri

Sakarya Zaferi'nden sonra Đstanbul'a geldi. Milli Mücadele'nin yarattığı koşullarla çelişki-ye düştü. 1923'te Mısır'a gitti. Birkaç yıl kış-ları Mısır'da yazları Đstanbul'da geçirdi. 1936'ya kadar Mısır'da Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. Bir yandan da Kur'an'ın Türkçe’ye çevrilmesine çalışıyordu. Siroz hastalığına yakalandı. Hava değişimi için 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya gitti. Aynı yıl ülkesinde ölme isteğiyle Türkiye'ye döndü.

27 Aralık 1936'da hastalığın pençesinden kurtulamadı ve yaşamını yitirdi.

[email protected]

Page 17: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

[email protected]

Page 18: Politika Dergisi Sayı 10

Mustafa Fehmi Kubilay

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Derleyen: Barış TINAY

Hayatı

Mustafa Fehmi Kubilay Giritli bir ailenin çocuğu olarak 1906 yılında Đzmir’de dünya-ya geldi.

Antalya ve Đzmir'de okuduktan sonra Bur-sa Öğretmen Okulu'nu bitirdi (1926).

Kubilay Olayı olarak tanımlanan ve Mene-men'de 23 Aralık 1930'da Mustafa Fehmi Kubilay ve bekçi Hasan ve bekçi Şevki'nin bir grup yobaz tarafından şehit edilmesiyle başlayan ve faillerin yargılanması sürecinin sürdüğü Ocak/Şubat 1931 aylarını kapsayan olaylar zincirinin simgesi olan Türk askeridir.

Menemen Olayları

Menemen’de ahiren vukua gelen irtica te-şebbüsü esnasında Zabit Vekili Kubilay Bey-’in vazife ifa ederken duçar olduğu akıbetten Cumhuriyet ordusunu taziyet ederim. Kubi-lay Bey’in şahadetinde mürtecilerin gösterdi-ği vahşet karşısında Menemen’deki ahaliden bazılarının alkışla tavripkâr bulunmaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanperverler için utanılacak bir hâdisedir. Vatanı müdafaa için yetiştirilen; dahilî her politika ve ihtilâfın hari-

cinde ve fevkinde muhterem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mürteciler karşısında-ki yüksek vazifesi vatandaşlar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına şüphe yoktur.

Menemen’de ahaliden bazılarının hataları bütün milleti müteellim etmiştir. Đstilânın acılı-ğını tatmış bir muhitte genç ve kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü milletin bizzat cumhuriyete karşı bir suikast telâkki ettiği ve mütecasirlerle, müşevvikleri, ona göre takip edeceği muhakkaktır. Hepimizin dikkatimiz bu mes’eledeki vazifelerimizin icabatını hassasiyetle ve hakkile yerine getir-meğe matuftur.

Büyük ordunun kahraman genç zabiti ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey, temiz kanı ile cumhuriyet hayatiyetini tazelemiş ve kuvvet-lendirmiş olacaktır.

Reisicumhur

Gazi Mustafa Kemal

Đzmir Menemen’de Yedek Subay Mustafa Fehmi Kubilay’ın başının kesilerek şehit edil-mesi olaylarından sonra Ulu Önder Atatürk-’ün ordumuza taziyenamesinde ki son cüm-lelerin birer Cumhuriyet genci olarak bizleri etkilememesi mümkün değildir.

Menemen Olayı, Cumhuriyet tarihinin 1925

[email protected]

Page 19: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Şeyh Sait isyanından sonra tanık olduğu ikinci önemli irtica olayıdır. Kahraman bir askerimizin maruz kalmış olduğu feci akıbet, birkaç serseri veya esrarkeşin işinin olama-yacağı Türk ulusu tarafından çok iyi bilin-mektedir. Yakalanan sanıklardan Merkum Mehmet Efendi ifadesinde isyanı çıkartan Mehdi Mehmet için " Her toplantıda, hükûmetin maksadı ve her hedefi Müslü-manları gavur ettirmektir. Mehdi, dini iade etmek için bütün emellerini hep bu noktada toplar maksadı aşikardır. Cumhuriyeti yık-mak, gençliğin mefkûresini* zehirlemekti ve bu meyanda Mehdi Mehmet, bütün memur-lar kâfirdir, ailelerini açık saçık gezdiriyorlar diyerek mütemadiyen hükümet aleyhinde ve tarikat lehinde söz söylerdi. " Diyerek günü-müzde de hala mevcut olan zihniyetin kökle-rini açıkça sergilemektedir. ( *mefkûre: Ülkü, ideal )

Türk ulusunda büyük bir travma yaratan bu talihsiz olayın, faillerinin bulunup layık oldukları cezaya çarptırılmaları için bütün devlet organları harekete geçmiştir. Teşkilatı Esasiye Kanununun 86. maddesi gereğince Menemen, Balıkesir ve Manisa’da sıkıyöne-tim ilan edilir. General Mustafa Muğlalı baş-kanlığında kurulan Divan-ı Harp Mahkemesi 25 Ocak 1931’de Divan-ı Harp Kararnamesi ile 41 kişi suçlu görülerek çeşitli cezalara çarptırılır. 36 sanık hakkında idam kararı verilir fakat bazıları yaşı küçük olduğu, bazı-ları ise çok yaşlı olduğu için idam cezasın-dan kurtulurlar. Kalan 28 kişi ise TBMM’nin 611 sayılı kararı ile Menemende Vaki Hadi-

se Faillerinden 28 inin Ölüm Cezasına Çar-pılmalarına dair açıklama yaparak; "…din perdesi arkasında faaliyette bulunup halkı iğfal ve geniş teşkilât vücuda getirerek halife unvanını verdikleri bir takım eşhas marifetile hususi içtimagâhlarda toplanmak ve halka mevzilerde bulunarak Cumhuriyet kanunları-nın hükümlerini tenkit ve dinsizlikle ittiham ve binnetice Teşkilâtı Esasiye kanununu cebren tağyire teşebbüs gibi fiillere ictisar ve bu faaliyet cümlesinden olarak Giritli Memet namında biri kendisini Mehdi ilan ederek başına topladığı malumülesami eşhas ile Manisadan hareketle Paşa köyü ve Bozalanda esrar içerek ve zikirler ederek günlerce kaldıktan sonra Menemene muva-salat edip camiden üzeri ayet yazılı bayrağı alarak fiilen isyan yaptıkları ve maksatlarını anlamıya gelen ve dağılmaları hakkında vesayada bulunan Jandarma kumandanının emrini isga etmiyerek temerrüt ve nihayet tecemmüü dağıtmıya gelen askeri kıtası kumandanı Kubilay Beyi silahla yaralamak ve sonra da bıçakla başını keserek ve kanını içerek ellerindeki bayrağa bağlamak suretile cürüm ika etmekle maznun eşhastan yukarı-da yazılı hareketlere temas eden Türk Ceza kanununun 64 üncü maddesi delâletile 146 ncı maddesine tevfikan ölüm cezasına mah-kûmiyet birinci celsede verilmiştir. " Đdam cezalarını kesinleştirmiştir. ( 2 Şubat 1931 )

Đdam cezaları 3 Şubat 1931 tarihinde sa-baha karşı infaz edildi. Anadolu ajansı infaz haberini "idam hükümleri bu sabah infaz edildi. Mehmet Emin, Şehit Kubilây’ın başı-nın kesildiği yerde kurulan sehpada idam edildi" başlığıyla duyurmuştur.

Şehit Kubilay’ın 78. ölüm yıldönümünde Türk Halkının bir daha böyle acılar yaşama-masını ve Kubilay’ın ruhunu damarlarımızda-ki asil kanda daha fazla hissetmemiz temen-nisiyle…

[email protected]

Page 20: Politika Dergisi Sayı 10

Namık Kemal

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

Derleyen: Emrah ÖZDEMĐR

VATAN ŞAĐRĐ NAMIK KEMAL

21 Aralık 1840’ta Tekirdağ’da doğdu, 2 Aralık 1888’de Sakız Adası’nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal. Namık adını ona şair Eşref Paşa verdi. Babası, II. Abdülhamid döneminde müneccimbaşılık yapmış olan Mustafa Asım Bey. Annesini küçük yaşında yitirince çocukluğunu dedesi Abdüllâtif Pa-şa’nın yanında, Rumeli ve Anadolu’nun çe-şitli kentlerinde geçirdi. Bu yüzden özel öğ-renim gördü. Arapça ve Farsça öğrendi. 18 yaşında Đstanbul’a babasının yanına döndü. 1863’te Babıâli Tercüme Odası’na kâtip olarak girdi. Dört yıl çalıştığı bu görev sıra-sında dönemin önemli düşünür ve sanatçıla-rıyla tanışma olanağı buldu. 1865’te kurulan ve daha sonra yeni Osmanlılar Cemiyeti adıyla ortaya çıkan Đttifak-ı Hamiyet adlı gizli derneğe katıldı. Bir yandan da Tasvir-i Efkâr gazetesinde hükümeti eleştiren yazılar yazı-yordu. Gazete, Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin görüşleri doğrultusunda yaptığı yayın nede-niyle 1867’de kapatıldı.

Sürgünler dönemi

Namık Kemal, Đstanbul’dan uzak olması için Erzurum’a vali muavini olarak atandı. Bu göreve gitmeyi erteledi ve Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Ziya Paşa’yla birlik-te Paris’e kaçtı. Bir süre sonra Londra’ya geçerek Mustafa Fazıl Paşa’nın parasal desteğiyle Ali Suavi’nin Yeni Osmanlılar adına çıkardığı "Muhbir" gazetesinde yaz-maya başladı. Ama Ali Suavi’yle anlaşama-dı, Muhbir’den ayrıldı. 1868’de gene Fazıl Paşa’nın desteğiyle "Hürriyet" gazetesini çıkardı. Çeşitli anlaşmazlıklar yüzünden, Avrupa’da desteksiz kalınca, 1870’te zaptiye nazırı Hüsnü Paşa’nın çağrısıyla Đstanbul’a döndü. Nuri, Reşat ve Ebüzziya Tevfik bey-lerle birlikte 1872’de "Đbret" gazetesini kirala-dı. Aynı yıl burada çıkan bir yazısı üzerine gazete 4 ay kapatıldı. Đstanbul’dan uzaklaştı-

rılmak için Gelibolu mutasarrıflığına atandı. Orada yazmaya başladığı "Vatan Yahut Silistre" oyunu, 1873’te Gedikpaşa Tiyatro-su’nda sahnelendi. Oyunu izleyenler galeya-na gelip olay çıkardı. Namık Kemal birçok arkadaşıyla birlikte tutuklandı. Bu kez kale-bentlikle Magosa’ya sürgüne gönderildi.

Türk Edebiyatında Đlkleri

1876’da I. Meşrutiyet’in ilanından sonra Đstanbul’a döndü. Şura-yı Devlet (Danıştay) üyesi oldu. Kanun-î Esasi’yi (Anayasa) hazır-layan kurulda görev aldı. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı çıkınca Meclis-i Mebusan kapatıldı, Namık Kemal tutuklandı. Midilli Adası’na sürüldü. 1879’da Midilli mutasarrıfı oldu. Aynı görevle 1884’te Rodos, 1887’de Sakız Adası’na gönderildi. Ertesi yıl burada öldü ve Gelibolu’da Bolayır’da gömüldü. Şiirlerini küçük yaşlardan itibaren yazdı. Şinasi’yle tanışıncaya değin, şiirlerinde tasavvuf etkileri görülür. Bu dönemde özellikle Yenişehirli Avni, Leskofçalı Galib gibi şairlerden etkilen-di. En önemli özelliklerinden biri, Türk şiirini Divan şiirinin etkisinden kurtarmaya çalışma-sı. "Vatan Şairi" diye de isimlendirildi. Tiyat-roya özel bir önem verdi, altı oyun yazdı. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan Va-tan Yahut Silistre, Avrupa’da da ilgi uyandır-dı ve beş dile çevrildi. Đlk romanı "Đntibah" 1876’da yayınladı. Ruhsal çözümlemelerinin, bir olayı toplumsal ve bireysel yönleriyle gör-meye çalışmasının yanı sıra, dış dünya be-timlemeleriyle de Đntibah Türk romanında bir başlangıç sayılır. Romanı ve tiyatroyu top-lumsal yaşama soktuğu gibi, edebiyat eleşti-risini de Türkiye’ye ilk getiren kişilerden biri oldu. En önemli eleştiri eserleri Tahrib-i Ha-râbât ile Takip. Gazeteci olarak da Türk kül-türü içinde önemli bir yeri var. Döneminin hemen hemen bütün yenilik yanlısı ve ilerici gazetelerinde yazıları yayınlandı. Siyasal ve toplumsal sorunlardan edebiyat, sanat, dil ve kültür konularına dek çok çeşitli alanlarda yazdığı makalelerin sayısı 500 kadar.

[email protected]

Page 21: Politika Dergisi Sayı 10

07.12.2008 Sayı 10

Politika Dergisi

ESERLERĐ

Oyun:

Vatan Yahut Silistre (1873, yeni harflerle 1940)

Zavallı Çocuk (1873, yeni harflerle 1940)

Akif Bey (1874, yeni harflerle 1958)

Celaleddin Harzemşah (1885, yeni harflerle 1977)

Kara Bela (1908)

Roman:

Đntibah (1876, yeni harflerle 1944)

Cezmi (1880, yeni harflerle 1963)

Eleştiri:

Tahrib-i Harâbât (1885)

Takip (1885)

Renan Müdafaanamesi (1908, yeni harflerle 1962)

Đrfan Paşa’ya Mektup (1887)

Mukaddeme-i Celal (1888)

Tarihi Kitaplar:

Devr-i Đstila (1871)

Barika-i Zafer (1872)

Evrak-ı Perişan (1872, yeni harflerle 1973)

Kanije (1874)

Silistre Muhasarası (1874, yeni harflerle 1946)

Osmanlı Tarihi (1889, ölümünden sonra, yeni harflerle 3 cilt, 1971-1974)

Büyük Đslam Tarihi, (1975, ölümünden son-ra)

Namık Kemal’den Seçme Beyitler:

“Ne efsunkâr imişsin ah, ey didarı hürriyet, /

Esiri aşkın olduk gerçi kurtulduk esaret-ten...” (Ne büyüleyiciymişsin sen, ey özgürlü-ğün çehresi, / Gerçi kurtulduk tutsaklıktan, ama bu kez aşkının esiri olduk…)

“Merkez-i hâke atsalar da bizi, / Kürre-i arzı patlatır çıkarız.” (Bizi yerin merkezine atsalar da / Yerküreyi patlatır çıkarız.)

[email protected]

Page 22: Politika Dergisi Sayı 10

Prof. Dr. Bingür SÖNMEZ

Bingür SÖNMEZ Kimdir?

1952 yılında Sarıkamış’ta doğmuştur. Đlk ve orta öğrenimini bitirdikten sonra Pendik Lisesi’ni 1969 yılında bitirerek Đstanbul Üni-versitesi Tıp Fakültesi’ne girdi.

1977—1984 yılları arasında uzmanlık eğitimini Đstanbul Üniversitesi Tıp Fakülte-si’nde tamamladı. Uzmanlık eğitiminin son bir yılında Londra St. Thomas Hastanesi’n-de bir yıl cerrahi asistan olarak çalıştı.

1988 yılında doçent olduktan sonra Đngil-tere’de aynı hastanede tekrar üç yıl çalışa-rak koroner cerrahisi eğitimini tamamladı. 1990 yılı sonunda ülkesine kesin geri dönüş yaparak Đstanbul Üniversitesi Kardioloji Enstitüsü’nde göreve başladı.

1977 yılında profesör oldu. 2001 yılına kadar Kadir Has Üniversitesi ve Florance Nightingale Hastanesi’nde Kalp Cerrahisi Bölüm Başkanı olarak çalıştı.

Şu an Đstanbul Memorial Hastanesi’nde Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı olarak görev yapmaktadır.

Evli ve iki ocuğu olan Prof. Sönmez, Sarı-kamış Dayanışma Grubu Başkanı olup, çeşitli derneklere üye konumundadır.

Not: Bu bilgiler Prof. Bingür Sönmez’in http://www.clubbypass.com adresinden derlenmiştir.

Bir Beyaz Ölümdür SARIKAMIŞ

Şehitlik bir bedeldir ve kutsal amaçlar için ödenir. Ölüm bazen bir merminin, bazen bir süngünün, bazen bir şarapne-lin ucundadır. Ölüm bazen bir uyku ha-linde gelir, bazen açılar içinde, bazen saatlerce sürer, bazen an meselesidir.

Yıl 1915, Aralık ayının son günleri, Erzu-rum’a yakın Kozican (Kuzucan) Tepesi. Bir kıdemli yüzbaşı komutasında 124 kahra-man. Sivaslı Mülazım genç Ahmet Efendi görevini bilir. Tepenin arkasında Türk ordu-su daha geride bir cephe tutmak için büyük bir ricat hamlesi yapmaktadır. Ruslar bu tepeyi ele geçirmeden Türk ordusu yeni mevzilerini tutabilmelidir. Ruslar 3 gündür tepeye hücum üstüne hücum tazelemekte-dirler. Kıdemli yüzbaşı durumun önemini şöyle izah etmiştir: Arkadaşlar, hepimizin

siciline şimdiden “şehit” kaydı düşül-müştür, haberiniz olsun ona göre çarpı-şacağız. Müfrezeden sadece 11 kişi sağ kalmıştır. Tepe korunmuş, ordu kurtulmuş, geride yeni bir cephe hattı oluşturulabilmiş, Erzurum’un işgali biraz geciktirilmiştir. Te-peyi alan Ruslar şaşkınlık içinde 11 kahra-manı sorgularken “Tümen komutanınız nerede” diye sormuşlardır. Bir tümene be-del 124 kahraman, 113 ü şehit (“Rusyada Üç Esaret Yılı” , Anlatan: Ahmet Göze, Ya-zan: Ergun Göze, Boğaziçi Yayınları).

Donma ölümün en savunmasız şeklidir. Vücudun dondurucu soğuktan korunabil-mesi için her zamankinden çok daha fazla kalori veren yiyeceklerle beslenmesi gere-kir. Bu kahramanlar çoğu kışlık giyecekler-den de yoksun olarak değil yeterli kalori almak, normalin çok altında beslenmişler, hatta boş midelerle günlerce yürümüşlerdir.

Soğukta uzun süre kalma sonucunda “soğuk ısırığı” adı verilen ve uç noktalar-dan (burun-kulak-parmak) başlayarak doku-larda geniş ve derin bir alanda hücre ölü-müne yol açan durum ortaya çıkmaya baş-lar. Önce dokuların içindeki sıvı donar.

P—Konuk: Bir Beyaz Ölümdür Sarıkamış

“ŞEHADET KUTSAL BĐR

RÜTBEDĐR. BĐLĐNĐZ

DONARAK ŞEHĐT OLAN BU

KAHRAMANLAR SON ANA

KADAR GÖREVLERĐNĐ

YERĐNE GETĐRMĐŞLER VE

ŞEHADET MERTEBESĐNĐ HAK

ETMĐŞLERDĐR.

RUHLARI ŞAD OLSUN.”

Sayfa 22 Politika Dergisi

Prof. Bingür SÖNMEZ hocamıza gösterdiği örnek tavır ve katkıla-rından dolayı teşekkürü bir borç biliriz.

Prof. Bingür SÖNMEZ Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış kitabının Sayın Reyhan YILDIZ ile birlikte yazarıdır.

Page 23: Politika Dergisi Sayı 10

Donmuş bölgedeki kan damarları reaksiyonel olarak iyice büzülmüş (vazospazm) olduğundan dolaşım durur ve derinin rengi mum görüntüsü verecek şekil-de solar, el ve ayaklar şişmeye başlar, deri su toplar. Bu esnada vücut iç organlarının ısısını koruyabilmek için etrafa olan dolaşım refleks olarak neredeyse durma derecesine gelmesi tabloyu ağırlaştırır. Bu aşama hala canlı olan dokulara yeteri kadar kan gide-mediği için çok ağrılıdır. Soğuk; damarları çevreleyen ve plazmanın damarın dışına çıkmasını önleyen endotel hücrelerine de zarar vererek plazmanın kaybına ve kanın damarın içinde pıhtılaşmasına ve dolaşımın tamamen durmasına neden olur. El ve ayak parmakları donarken başlangıçta duyulan

şiddetli bir ağrı, bir süre sonra sinir uçları da donduğu için uyuşukluk haline döner ve ağrı artık hissedilmez. Donmakta olan şahıs bir aşama-dan sonra olayın (donmanın) han-gi boyutunda olduğunu kaybe-der. Açlık, uyku-suzluk, yorgun-luk, enfeksiyonlar

ve rüzgar bu süreci hızlandırır. Donma ilerledikçe mağdur uyuşmaya başlar, halsiz-lik-güçsüzlük, düşünme bozukluğu başlar. Aynı zamanda şiddetli bir uyku bastırır. Bu uyku; şahıs farkına varıp tedbir almadığı takdirde ölüm uykusudur. Bu esnada hayal-ler (halusinasyon) görülebilir. Bulutların üzerinde uçmak, sıcak bir ocak başında olduğunu zannetmek, ailesinin, sevdikleri-nin birer birer önünden geçtiğini görmek gibi şeyler yaşanabilir. Bu esnada akla gel-meyecek fanteziler yaratılabilir. Bunun en güzel örneği Mülazım Ahmet’in anılarında yer almaktadır: Mülazım Ahmet Efendi kıta-sının başında yürümektedir. Birden ne dü-şünüyor bilinmez, eliyle Mustafa Çavuşu çağırır ve “Mustafa Çavuş ben şuraya uzanacağım, çok uykum geldi, neferlere tembih et, herkes arkasındaki nefere

benim önümden geçerken –Mülazım Ahmet Efendi burada uyuyor- diye haber versin ve son nefer beni uyandırsın” diyor. Bir anda Mustafa çavuş “Yetişin Mülazımım donuyor” diyerek bir tokat akşediyor. Hemen mülazımı karlar ile ovu-yorlar ve bir sığınağa götürerek kurtarıyor-lar (“Rusyada Üç Esaret Yılı” , Anlatan: Ahmet Göze, Yazan: Ergun Göze, Boğaziçi Yayınları).

Sırtında 25-30 kg donanımı, elinde tüfeği olan uykusuz, yorgun, aç asker kan ter için-dedir. “Bir kaç dakika çömeleyim” dedigi anda donma başlamış demektir. Anılarda çömelenin 3-4 dakika içinde sorulanlara cevap veremeyecek duruma gelebildikleri anlatılmaktadır. Sarıkamış’a giden yolların kenarlarında, kilometre taşları gibi duran kutsal bedenler anılarda hep anlatılmıştır. Yürüyüş kolunun devamının sağlanabilmesi için emir kesindir: Düşene yardım edilme-yecek.

Donarak şehit olmanın en üzücü tarafı, bu kahramanların komutanları tarafından so-rumluluktan kurtulmak için (komutanlar, savaştan sonra hesap vermekten korktukla-rı için) firar olarak rapor edilmiş olmalarıdır. Eminim bu haksızlık şehitlerimizin kemikle-rini sızlatmaktadır.

Sarıkamış‘ta da iki hafta boyunca 120.000 kahraman bir gece değil 15 gün boyunca savaşmıştır. 90 000 kahraman sadece “donma” sonucunda değil; göğüs göğüse, süngü süngüye savaşarak, derele-ri tepeleri almışlar, köyler zapt etmişler, Sarıkamış’a 3 kez girmişler, çevirme ma-nevrasını tamamlamışlar fakat bu savaşın yenilen tarafı olmaktan kurtulamamışlardır. Hepsi en kutsal şekilde şehitlik mertebesine ulaşmışlardır.

ŞEHADET KUTSAL BĐR RÜTBEDĐR. BĐLĐNĐZ DONARAK ŞEHĐT OLAN BU KAHRAMANLAR SON ANA KADAR GÖ-REVLERĐNĐ YERĐNE GETĐRMĐŞLER VE ŞEHADET MERTEBESĐNĐ HAK ETMĐŞ-LERDĐR.

RUHLARI ŞAD OLSUN.

“Donarak şehit

olmanın en

üzücü tarafı, bu

kahramanların

komutanları

tarafından

sorumluluktan

kurtulmak için

(komutanlar,

savaştan sonra

hesap

vermekten

korktukları için)

firar olarak

rapor edilmiş

olmalarıdır.

Eminim bu

haksızlık

şehitlerimizin

kemiklerini

sızlatmaktadır.”

Sayfa 23 Sayı 10

Sarıkamış’ta da iki h a f t a b o y u n c a 120.000 kahraman bir gece değil 15 gün boyunca savaşmıştır. Göğüs göğüse, sün-gü süngüye.

Page 24: Politika Dergisi Sayı 10

Dr. Gamze Güngörmüş KONA

Irak’tan çekilme kararı alan ABD, ardında; siyasal, etnik, ekonomik ve sosyal açılardan oldukça karmaşık bir Irak, etnik ve dinsel bazda parçalanma ihtimali kuvvetli bir Irak, yani konfederatif yapıya dönüşme ihtimali yüksek bir Irak bırakacaktır. Irak’taki etnik ve dini gruplar arasında dengeye dayalı işbirliği tesis edilemeyecektir. Irak siyasal, sosyal ve ekonomik açılardan daha sorunlu bir hâl alacaktır. Makale kapsamında; ABD sonrası Irak’ın olası görünümü ve Türkiye’-nin alması gereken tedbirler tartışılacaktır.

1. ABD, düzeni istediği biçimde şekillendi-remeden gitmek durumunda kalacaktır. Ancak, ABD Irak’tan çekildiğinde Irak üze-rindeki etkinliğini güvenlik açısından NATO, sosyal ve ekonomik açılardan ise BM üze-rinden sürdürmeye devam edecektir. Çekil-dikten sonra, Irak’ta güvenlik sorunlarını NATO üzerinden sağlayacak olan ABD, NATO üyesi Türkiye’den askeri ve lojistik destek talebinde bulunabilecektir. Bu du-rumda, Türkiye’nin koşul olarak öne sürme-si gereken temel unsur; federatif yapının devamının sağlanması ve Kuzey Irak’taki Kürt gruplara Sünni ve Şiilere oranla daha fazla fırsat tanınmasının engellenmesi ol-malıdır.

2. ABD Irak’tan çekildikten sonra Đngiltere, Fransa, Almanya ve Japonya gibi devletler, özellikle ekonomik beklentilerle Irak üzerin-deki hareket alanlarını geliştirmek isteye-ceklerdir. Petrol bu bağlamda belirleyici faktör olacaktır. Türkiye’nin hedefi petro-politiğin merkezini Bağdat’ta tutmak, bu merkezin Kerkük’e kaymasını engellemek olmalıdır.

3. ABD Irak’tan çekilmeden önce, hem Irak genelinde kendisine karşı olumsuz tavır alan grupları yatıştırmak, hem de Irak işgali sonrasında dünya kamuoyundan ge-len tepkileri gidermek adına, Irak’ın zaruri altyapı ihtiyaçlarını karşılama yoluna gide-cektir. Bu aşamada Türkiye, Türk firmaları vasıtası ile Irak’ta pek çok altyapı çalışma-larında yer almalıdır.

4. ABD Irak’tan çekildikten sonra Irak’ın içişlerine karışmamaları için bölge ülkelerin-den Türkiye, Đran ve Suriye ile belli anlaş-malar imzalama yoluna gidebilir. Bu nokta-da Türkiye’nin pazarlık masasında görüş-mesi gereken en önemli konu; Kuzey Irak ve Kerkük-Musul olmalıdır.

5. Türkiye ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra, ardında bıraktığı federatif yapının konfederatif yapıya dönüşmesini engelle-mek için Iraklı Şiilere ve Sünni Araplara özerkliklerini ancak federal yapı içinde koru-yabilecekleri, konfederasyon tesis edildiğin-de ise Kürtlerin bu yapı içinde dış devletle-rin de desteği ile en etkin unsur olacağı anlatılmalı; böylelikle Şiiler ve Sünnilerin federatif yapıyı korumaları özendirilmelidir.

6. Konfederatif bir Irak’ta belirleyici unsur durumunda olacak Kürtler ile Orta Doğu genelinde müttefiklik ilişkisi geliştirmeyi planlayan Đsrail’e bu türden bir siyasal yapı-lanmanın uzun vadede Irak’ın yakın çevresi için bir tehdit unsuruna dönüşebileceği dip-lomatik bir dille izah edilmelidir.

7. ABD’nin Irak’tan çekilmesinden sonra, Đran Orta Doğu genelinde Iraklı Şiiler üze-rinden revizyonist politikasını uygulamaya devam edecektir. Bu durumda Türkiye Đran’ı dengeleyebilecek devletler ya da gruplar ile ilişkilerini geliştirmelidir.

8. ABD Irak’ı istediği biçimde ve tam dü-zenleyemeden çıkacaktır. Bu tarihten sonra Irak üzerindeki kontrolünü tümü ile yitirmek istemeyecek olan ABD, Irak’ta bir üs oluştu-racaktır. Bu üs, Irak’ta işler ABD’nin istediği biçimde gelişme göstermeyecek durumlar-da devreye sokulacak ve bu üsse gerekti-ğinde askeri destek Türkiye’den talep edile-cektir. Türkiye bu üssün hangi amaçlarla kullanılacağını net bir biçimde tespit etme-den, destek vermekten kaçınmalıdır.

9. Etnik unsurların çeşitliliği bakımından oldukça zengin bir ortam arz eden Orta Doğu coğrafyasında; Sünni Araplar, Şii Araplar, Kürtler ve Türkmenlerden oluşan Irak’ın bu unsurların bağımsızlıklarını kaza-narak parçalanması diğer Orta Doğu dev-

ABD Sonrası Irak’ta Olası Siyasi Manzara ve Türkiye’nin Alması Gereken Tedbirler

“ABD Irak’tan

çekildikten sonra

Đngiltere, Fransa,

Almanya ve

Japonya gibi

devletler, özellikle

ekonomik

beklentilerle Irak

üzerindeki

hareket alanlarını

geliştirmek

isteyeceklerdir.”

Sayfa 24 Politika Dergisi

Çekildikten sonra, Irak’ta güvenlik sorunlarını NATO üzerinden sağlayacak olan ABD, NATO üyesi Türkiye’-den askeri ve lojistik destek talebinde bulunabilecektir.

ABD’nin Irak’tan çekilme-sinden sonra, Đran Orta Doğu genelinde Iraklı Şiiler üzerinden revizyo-nist politikasını uygula-maya devam edecektir.

Page 25: Politika Dergisi Sayı 10

letlerine gayet olumsuz bir örnek teşkil ede-cektir. Orta Doğu genelinde siyasi nüfuzunu tam olarak tesis etmek isteyen ABD’ye Irak-’ı örnek alıp, Orta Doğu genelinde bağım-sızlık mücadelesine girişen çeşitli etnik un-surlarla mücadele etmesinin ne denli zor olacağı ciddi biçimde anlatılmalı ve böylece Kürtlere bağımsız bir devlet kurdurabilmek adına Irak’ı parçalamayı göze alan ABD’ye Orta Doğu genelinde büyük siyasi kayıplar verebileceği açıklanmalıdır.

10. ABD sonrası Irak’ta dikkate alınması gereken başlıca aktör, Đsrail’dir. ABD’nin yardımları ile Orta Doğu genelinde kendisi için potansiyel tehdit yaratan devletlerin sırayla elimine edildiğini, Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulma aşamasında oldu-ğunu ve Yol Haritası’nın ABD tarafından tereddütsüz rafa kaldırıldığını gören Đsrail; ABD ile birlikte Orta Doğu jeopolitiğinin ve jeostratejisinin tek belirleyicisi olacaktır. Türkiye, bu doğrultuda Đsrail’in etkinliğini kırabilmek için; a. Bilindiği gibi Đsrail’in 1991 yılını takip eden süreçte Orta Asya Cumhu-riyetleri ile ciddi ticari bağlantıları bulunmak-tadır. Orta Asya Cumhuriyetleri ile iyi ilişki-ler kapsamında, Türkiye bu Cumhuriyetlere Đsrail ile mevcut ticari ilişkilerini hafifletmele-

rini önermelidir. Ancak, bu teklifi getirirken Türkiye’nin bu Cumhuriyetleri tatmin edici bir takım öz kaynaklara sahip olması gerek-mektedir; b. Đstihbarat faaliyetleri yoğunlaş-tırılmalıdır; c. Mevcut durumda potansiyel Đsrail aleyhtarı durumda bulunan Arap dev-letleri ve Đsrail’in direkt karşısına alacağı Suriye ile ilişkiler, ABD’yi karşımıza almaya-cak ölçüde, Đsrail’e karşı ‘stratejik ortaklığa’ kaydırılmalıdır. Böylelikle, olası Đsrail-Ermenistan-Rusya Federasyonu stratejik üçlüsü karşısında Arap devletleri-Türkiye stratejik ortaklığı oluşturulmalıdır.

ABD sonrası Orta Doğu’nun yeniden şe-killendirileceği açıktır. Bu yeniden şekillen-dirme esnasında ve sonrasında ise hem Orta Doğu’da yer alan devletlerin jeopolitiği-ni hem Türkiye’nin kendi ulusal güvenliğini risk altında bırakacak bazı yeni unsurların ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. Yapıl-ması gereken, Türkiye’nin bu süreci en az kayıpla tamamlayabilmesi için; akılcı, güve-nilir ve somut sonuç verecek olan bir dizi strateji belirlemesi ve uygulamaya koyması-dır.

[email protected]

“Yapılması

gereken,

Türkiye’nin bu

süreci en az

kayıpla

tamamlayabilm

esi için; akılcı,

güvenilir ve

somut sonuç

verecek olan

bir dizi strateji

belirlemesi ve

uygulamaya

koymasıdır.”

Sayfa 25 Sayı 10

Page 26: Politika Dergisi Sayı 10

Emrah ÖZDEMĐR

Toplumsal belleğimizi taze tutabilmek için, 2008’e ait bir takım olayları ve yo-rumlarımı değerlendirmelerinize sunuyo-rum. Umarım, bu yazı faydalı olur ve 2009’da böyle bir yazı yazmak gerekirse, güzel anılarla dolu bir yazı olur. Ulusal Güvenlik Meseleleri Vakıflar Yasası: Türkiye, bildiğiniz üzere, Lozan Antlaşma-sı temelleri üzerinde uluslararası alanda tanınırlığını ve statüsünü elde etmiştir. Lo-zan ile; azınlık hakları, kapitülasyonlar gibi sorunlar açıklığa kavuşturulmuş ve büyük oranda bağımsızlığımız sağlanmıştır. Daha önce 10. Cumhurbaşkanımız Ah-met Necdet Sezer’in 9 maddesini Anayasa-ya uygun olmadığı gerekçesiyle TBMM’ye yeniden görüşülmesi için geri gönderdiği Vakıflar Yasası, 11. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün onayı ile yasalaşmış oldu. Azınlık vakıflarının şirket kurabilmesi, eski mülklerine kavuşabilmesi, yurtdışından fon alabilmesi, sınırsız şube açabilmesi ve işin ilerisinde Fener Rum Patrikhanesi’nin Ekümenik olma isteğine kadar birçok olum-suz ihtimali içinde barındıran Vakıflar Yasa-sı’na karşı çekincesi olanlara; eski kafalı, statükocu gibi yaftalar kullanıldı ve yerine sağlıklı bir tartışma ortamı yaratılmadı. “Biz Bu Đstiklâl Harbini Neden Yaptık?” adlı yazımda Onur Öymen’den aktardığım cümleleri buraya da ekliyorum: “Türkiye'de hiçbir Türk vatandaşı özel bir dini yüksek okul açamaz. Patrikhane size diyor ki; Heybeliada’da bir özel yüksek dini okul, bir ruhban okulu açın. Yani bana imti-yaz verin diyor. Đşte azınlıklara verilen veya verilmesi talep edilen şeylerin adı imtiyaz. Yani hem vatandaşlık hakkına sahip ola-cak, artı imtiyaz. Şimdi Batı Trakya’daki Türkler ise bırakın imtiyazı vatandaşlık hak-larından yararlanamıyor.” Hem yasa hem de ‘çirkin’ dezenformas-yon, 2008 için toplumun hafızasında yer etmeli. Not edin beyninizin bir köşesine. Yabancılara Mülk Satışı “Bugün mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesini öne sunanlar da haksızdır. Özgün koşulları-mızı dahi bir kenara bıraktığımızda AB ül-

keleri ile mütekabiliyet unsuruna göre bir-kaç örnek verelim. Đngiltere’de mülk sahibi olamazsınız. Đngiltere’de ancak toprağı 99 yıllığına kiralamış (leasing) olursunuz. Bir Türk olarak Yunanistan’dan sınırda, adalar-da ve kıyı kentlerinde toprak alamazsınız. Karşılıklı anlaşma gereğince Yunanlılar da buradan alamıyor; peki, ya Yunan bankala-rı? Yunan bankaları kredi verdiği çiftçinin toprağına el koyamayacak mı? Ayrıca AB’-ye yeni katılan ülkeler dahi yabancıların mülk edinebilme konularını 6-7 yıl ileriye taşımışken, “ucu açık” müzakereci Türkiye Cumhuriyeti giremeyeceği bir birlikle nasıl böyle bir anlaşmaya varabilir?” (Emrah ÖZ-DEMĐR, Biz Bu Đstiklâl Harbini Neden Yap-tık?, PD Sayı 6) Yabancılara mülk satışını sağlayan yasa-nın tutarsızlıklarını daha önce, naçizane, sizlere sunmuştum. Zaten bu yazım, sapta-ma yapmaktan ziyade; hatırlatma yapmak amaçlıdır. Toplumsal belleğimizi biraz daha taze tutabilmek, zamanı gelince hesabını sorabilmek için bunu da yazın bir köşeye. Terör Eylemleri Terör örgütü PKK’nın Aktütün ve Dağlıca’daki karakollarımıza yönelik bas-kınları da 2008’in en acı olayları olarak ka-yıtlara geçti. Şehitlerimiz, bu vatan uğrunda öldüler, ruhları şâd olsun; ama değinilmesi gereken bazı konular da var. Bu memleket-te vatanını seven herkes, bu uğurda ölmeyi şeref sayar. Evet, bu benim için de sizin için de öyle. Peki, şehitlerimizin “boşu boşuna” ölmemiş olması için gerekli adımlar atılıyor mu? Bugün ülkemizde hemen her terörist sal-dırıda, başta Taraf Gazetesi olmak üzere, bir takım medya, Ordu’yu çeteci gösterme-ye yönelik haberler yapıyor. Bu, ülkemiz adına, şehitlerimiz adına, ulusumuz adına kabul edilebilir değildir. Đkinci bir nokta da hükümetimiz ile ilgili. 2007 ve 2008’de; tezkere vermekte geci-ken, askerimizi kış soğuğunda çatışmalara gönderen bir politika uygulanması da dü-şündürücüdür. Đktisadi Meseleler Küresel Mali Kriz Amerika’da ‘mortgage krizi’ adında patla-yan ve tüm dünyaya yayılan finansal kriz hakkında genel bilgileri hepimiz biliyoruz. Bu konuda anımsatmam gereken nokta; Sn. Başbakanın önce kârlı çıkacağız, sonra teğet geçecek ve en son elbette bizi de etkileyecek biçimindeki açıklamalarıdır.

2008’e Dair Anımsatmalar

“Vakıflar

Yasası’na karşı

çekincesi

olanlara; eski

kafalı, statükocu

gibi yaftalar

kullanıldı ve

yerine sağlıklı

bir tartışma

ortamı

yaratılmadı.”

Sayfa 26 Politika Dergisi

Toplumsal belleğimizi taze tutabilmek için, 2008’e ait bir takım olayları ve yorum-larımı değerlendirmelerinize sunuyorum.

Bugün ülkemizde hemen her terörist saldırıda, başta Taraf Gazetesi olmak üzere, bir takım medya, Ordu’yu çeteci göstermeye yönelik haberler yapıyor.

Page 27: Politika Dergisi Sayı 10

Görüyoruz ki her gün üniversite mezunu gençlerimizin işe girmesi zorlaşmakta ve mevcut işçiler de işlerinden çıkarılmaktadır. Bunlar da 2008’e not düşülmesi gereken noktalardır. Toplumsal ve Siyasal Meseleler Đşçiler 2008 en çok da işçilerimizi, ücretlilerimizi vuran bir yıl oldu. Devletin sosyal yönünün zayıflatılması yönünde adımlar atan neo-liberalizmin temsilcileri (ABD, IMF, AKP vb.) özelleştirmeler ile yetinmeyip, zaten yeter-siz olan sosyal güvenlik meselesine de el attılar. Çoğunuzun bildiği üzere; emeklilik yaşı arttırıldı, prim gün sayısı arttırıldı, emeklilik maaşları azaltıldı. Bu yasa ile; halkın oylarıyla yönetime gelmiş kadro, halka karşı uluslararası sermayenin temsil-cisi konumuna geldi. Ne acı! Hükümetimizin yaptıkları SSGSS ile sınır-lı da değil. Emekçilere “ayak” dediler, 1 Mayıs’ı zehir edip üstüne bir de dayak at-mayı marifet bildiler. Hâlbuki o gün, SSGSS’ye karşı sesler yükselecekti emek-çiler tarafından. 1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesi isteklerine de ekonomik gerekçeler sunan Başbakan, 9 günlük bayram tatillerini de görmezden geldi. Bunu da anımsatmakta yarar var. Kanlarıyla, canlarıyla ekmek derdinde olan işçilerimize uygun görülen davranışlar bunlarla da sınırlı değil. Tuzla tersanelerin-de işçilerimize kum torbası muamelesi ya-pıldı ve göstermelik birkaç açıklama dışın-da, ciddi bir yaptırım da uygulanmadı. Adı-na ‘sol’ dediğimiz, CHP’nin solculuğunu beğenmeyen partiler de sustu kaldı. ÖDP düşsel darbe avcılığı, DTP Abdullah Öcalan temsilciliği dışında bir şey yapmadı. CHP ve DSP’ye de bu konuda çok iyi bir not ver-mek olanaklı görünmüyor. Türban Meselesi Hatırlayacağınız üzere, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yıl içerisinde Madrid’den “velev ki” diyerek türban fitilini ateşlemişti. Sayın Başbakan, 5 yıldır sabrettiklerini be-lirtmişti. Yıllardır kendi tabanına “toplumsal uzlaşma” diyen Erdoğan, bir anda atağa geçmişti. Ne olmuştu toplumsal mutabaka-ta? Olayın diğer yönlerini değerlendireceği-miz yer burası değil; herkes kendince de-ğerlendirdi zaten. Bazı noktalar var ki göz-den kaçması mümkün değil. Türkiye Cum-huriyeti’nin anayasasına belli bir bağlama biçimi sokulmaya çalışıldı. Bu, çok büyük bir aymazlıktır. Meseleyi kıyafete indirge-yenler, anlamadılar; sorun kıyafetten değil, cemaat ve tarikatlardan kaynaklanıyordu. Her neyse… Bu konu da Anayasa Mahke-mesi’nin yürürlüğü iptal etmesiyle son bul-

du. AKP’ye Kapatılma Davası Türkiye’de bugüne değin birçok parti ka-patıldı. Elbette, demokrasiden yana tavır alanlar olarak, partilerin kapatılmasını iste-meyiz; ancak her sistem kendini korumak zorundadır. Yani partilerin de ayaklarını denk almaları gerekmektedir. AKP’nin suçlu bulunmasına karşın, kapa-tılmadığı yargı sürecindeki dışsal etkenler beni rahatsız etti. AKP kapatılır veya kapa-tılmaz; fakat Türkiye’nin onuru hepsinin üzerindedir. AB’den ısmarlama uyarılar, ABD’den aba altından sopa göstermeler ile Türk yargısı üzerindeki büyük baskı, Türki-ye’nin de onurunu zedelemiştir. Evet, biraz önce belirttiğim gibi; Türkiye’yi ‘suçlu’ bir parti yönetiyor. 2009’a girerken hatırınızda olsun. Ergenekon Süreci Đlhan Selçuk, Doğu Perinçek, E. Org. Şe-ner Eruygur, E. Org. Hurşit Tolon, Sinan Aygün, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan gibi birçok ünlü ve etkin kişinin gözaltına alındı-ğı, ulusal ve dış basının üzerinde çok fazla durduğu bir dava süreci: Ergenekon (medyanın taktığı isim). Aylardır davanın başlamasını bekledik ve dava, geç de olsa başladı. Böylesine önem-li görünen bir davanın mahkemesinin sür-düğü salonun bile yetersiz oluşu çok gülünç doğrusu. Ergenekon sürecinde, herkes birbirini suçladı; ama en büyük suçlu medyadır. Yargılama süreciyle birlikte; her gün değişik haberlerle, asılsız savlarla zihinleri bulanık-laştıranlar toplum ve yargı nezdinde hesap vermelidirler. Yasak olmasına rağmen, her türlü haberi servis edenlerden hesap sor-mayanlar da açıklama yapmalıdırlar. Cena-ze masrafını bile karşılayamayan Kuddusi Okkır’ı, aylarca çetenin kasası olduğu ge-rekçesiyle tutuklu bulunduranlar hesap ver-melidirler. Đnsanları gecenin 4’ünde gözaltı-na alanlar hesap vermelidirler. Ergenekon adı verilen süreçle ilgili düşün-cemi daha önce bildirmiştim; fakat şu anda beklemek ve dezenformatif yayıncılık ya-panlara fırsat vermemek en uygunudur. DTP’ye Kapatılma Davası 2007’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın hazırladığı iddianame ile bir kapatılma davası ile yüz yüze gelen Demokratik Toplum Partisi (DTP), ön savunmasını iddianamenin siya-si olduğu görüşü doğrultusunda bir savun-ma yapmıştı. DTP’nin kapatılması sürecin-

“Hükümetimizin

yaptıkları SSGSS

ile sınırlı da

değil. Emekçilere

“ayak” dediler, 1

Mayıs’ı zehir

edip üstüne bir

de dayak atmayı

marifet bildiler.”

Sayfa 27 Sayı 10

Cenaze masrafını bile karşı-layamayan Kuddusi Okkır’ı, aylarca çetenin kasası oldu-ğu gerekçesiyle tutuklu bulunduranlar hesap verme-lidirler. Đnsanları gecenin 4’ünde gözaltına alanlar hesap vermelidirler.

1 Mayıs’ın tatil ilan edilmesi isteklerine de ekonomik gerekçeler sunan Başba-kan, 9 günlük bayram tatille-rini de görmezden geldi. Bunu da anımsatmakta yarar var.

Page 28: Politika Dergisi Sayı 10

de, özellikle AB ülkelerinin duruma müdahil oldukları gözlendi. Savunmaların karşı atak şeklinde değil, gerçek anlamda savunma niteliğinde olma-sı en doğrusudur diye düşünüyorum. TBMM’ye girdiğinden beri, terörist elebaşısı Öcalan’ın tutukluluk hâliyle ilgilenen DTP’nin tavrını değiştirmediği de gözlem-lenmektedir. Siyasi partilerin kapatılması hoş değil; ancak partilerin Türkiye Cumhuri-yeti’nin temel niteliklerini hiçe sayması çok daha çirkin. Anayasa Tartışmaları Son zamanlarda anayasamızın değiştiril-mesi teklif dahi edilemeyen hükümlerinin tartışmaya açılması da gözlerden kaçmadı. Yine, bir bilgi kirliliği ve zihin bulanıklığı ortamı söz konusu. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti oluşu mu, başkenti mi, bayrağı mı, marşı mı, milleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütün oluşu mu tartışılıyor; açıkça belirtmek la-zım. Açıkça belirtilsin ki kimin ne niyeti var, anlayalım. Rektör Atamaları Üniversitelerdeki rektör seçimlerinin, daha sonra YÖK’ün isimleri belirlemesinin ve Cumhurbaşkanının rektör ataması yapma-sındaki çarpıklıkları gördük. Maliye Bakanı’-nın göz görerek onurunu hiçe saydığı ve bunun üzerine istifa etmek şöyle dursun, halen hükümetimizin yanından ayrılmayan YÖK Başkanı’nı bu davranışlarıyla çok iyi tanıma fırsatı bulduk. YÖK, rektör atamala-rında; eski rektörün eşi olduğu gerekçesiy-le, seçimlerde birinci olmasına rağmen, listelere konulmayan rektör adaylarına hiç doğru olmayan bir tutum içine girmiştir. Bilim adamı/kadını birisinin eşi sıfatıyla tanımlanamaz. Profesörlüğe kadar yüksel-miş insanları engellemek, sırf hükümetin dediklerini yapmak amacıyla böyle bir kılıf uydurmak hiç etik değildir. Daha önce YÖK-’e karşı olduğu izlenimi verip, sonradan amacının aslında YÖK’ü ele geçirmek oldu-ğunu belli eden AKP de gerçek yüzünü göstermiş oldu. Yolsuzluklar Özellikle CHP’li Kemal Kılıçdaroğlu’nun mücadelesi ile gündemimizde yer etmeye başladı yolsuzluk olgusu. Her hükümetin konumsal, parasal gücünü arttırmak için giriştiği yasadışı uygulamaların bu hükü-mette de yer bulduğunu gördük. ‘Ak’ slo-ganları ile gelen partinin o kadar da ak ol-madığını anladık. Ne acıdır ki dokunulmaz-lık zırhı yüzünden, suçlulardan hesap sora-mıyoruz. Yolsuzluk iddialarıyla gündeme gelen Şaban Dişli, partideki görevlerinden istifa etti; ancak halen bir AKP milletvekili.

Keza, travmacı Dengir Fırat da öyle. Ayrıca, önümüzde bir de Deniz Feneri e.V davası var. Alman mahkemeleri tarafından halen peşi bırakılmayan bir zât, şu anda RTÜK Başkanı; kamuoyu nezdinde ve yargı sürecinde aklanmayan bir dernek de şu sıralar kurban yardımı alıyor. Ne ilginç! Uluslararası Meseleler Gürcistan - Rusya Güney Osetya kriziyle savaşa giren Gür-cistan ve Rusya, Türkiye açısından önemli ülkeler. Sadece Türkiye açısından değil, okyanus aşırı komşumuz ABD için de önemli bir bölge burası. Olayı anlatıp sizi sıkmayacağım. Türkiye’-yi ABD’nin gönüllü askeri yapmak isteyen-ler, ABD için Montrö’yü deldirenler, Türki-ye’yi piyon gibi kullanmak isteyenlere karşı, ulusal onurumuzla karşı durmalıyız. Bunu yapanlardan da hesabını en geç 2009’da sormalıyız. Kısacası; unutmamalıyız. Obama’nın ABD Başkanı Olması Türk ve dünya basının göz bebeği Barack Obama, ABD Devlet Başkanı seçildi. Bizim liberal papazlar da Obama ile ABD’nin gü-nahlarını çıkardılar. Süreç, ABD açısından çok olumlu işledi. Đnanın, bir siyahın seçil-mesinin daha uygun bir zamanı olamazdı. 2009’daki ortam, kimin haklı olduğunu gös-terecektir. Irak Meselesi Bu konuda hatırlatacaklarım da var elbet-te. Barzani’yle görüşebileceğini söyleyen hükümetimiz, PKK için bir sınır ötesi hare-kâtı ne kadar geciktirmişti. Talabani’nin zaman zaman tehditlerine bile göz yumabi-len hükümetimiz ulusal onurumuzu koru-mak konusunda 2008 yılı içindeki davranış-larıyla sınıfta kalmıştır. 2008’de Yitirdiklerimiz * Cüneyt Koryürek; gazeteci. * Kenan Pars (Kirkor Cezveciyan); oyuncu. * Leyla Gencer; opera sanatçısı. * Cengiz Aytmatov; yazar, siyasetçi. * Suna Pekuysal; tiyatrocu. * Osman Yağmurdereli; yapımcı, milletve-kili. * Rick Wright; müzisyen (Pink Floyd). * Hadi Çaman; oyuncu. * Fazıl Hüsnü Dağlarca; şair. * Mustafa Şekip Birgöl; Đstiklal Savaşı gazisi. * Gündüz Suphi Aktan; milletvekili.

[email protected]

Sayfa 28 Politika Dergisi

Kenan Pars

Cengiz Aytmatov

Leyla Gencer

2008’de Yitirdiklerimiz:

Fazıl Hüsnü Dağlarca

Suna Pekuysal

Page 29: Politika Dergisi Sayı 10

Evren YELKANAT

“Avrupa'da bir hayalet kol geziyor: “Komünizm Hortlağı”. Avrupa'nın bütün güçleri, Papa ile Çar, Metternich ile Guizot, Fransız köktencileri ile Alman Polisleri, bu hortlağı kovmak için kutsal bir sürek avında bir araya gelmiş bulunuyor. Yönetimdeki karşıtlarınca komünistlikle suçlanmamış muhalefet partisi nerede var, gerek daha ilerdeki muhaliflere gerekse gerici karşıtları-na karalayıcı komünizm yaftasını gerisin geriye yapıştırmamış muhalefet partisi ne-rede görülmüş.

Bu olaydan iki sonuç çıkıyor: Komünizm daha şimdiden Avrupa'nın bütün güçlerinde bir güç olarak tanımlanmıştır.”

Yukarıda aktardığım satırlar, 1848 yılında Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan Komünist (Parti) Manifestosunun ilk cümleleridir. Bu satırlar, günümüzde tüm dünyayı sarsan ekonomik krizle birlikte tek-rar güncel hale gelmiş olmasının yanı sıra; krizin kitleleri etkilemesi sonucunda, Karl Marx ve dolayısıyla Marksizm tekrar geniş kitlelerin ilgi odağı haline gelmiş bulunmak-tadır.

Kavram karmaşası yaratmaması için, Marx'ın, Komünist Manifesto’da kullandığı “komünizm” sözcüğünün, o devirde “bilimsel sosyalizm” ile eş anlamlı kullanıldı-ğını söyleme gereği hissediyorum. Sosya-lizm sözcüğü, Marx'ın bu eseri yazdığı dö-nemde, dönemin baskın görüşü olan “Ütopik Sosyalistler” tarafından kullanıldı-ğında dolayı, Marx; sosyalizm sözcüğü yerine komünizm kelimesini tercih etmiştir.

Bildiğiniz gibi, son günlerde tüm televiz-yon kanallarında ve gazetelerde baş köşeyi kriz haberleri kaplıyor. Đktisat ve ekonomi ile kıyısından, köşesinden ilgilenen kim varsa, televizyon programlarında boy gösteriyor, krizin yapısını kendince inceliyor ve bu kri-zin Türkiye ekonomisi üzerine etkilerini de diğer konuklarla uzun uzadıya tartışıyor. Bu programlarda kimi ilginç sözler de sarf edili-yor ve bir zihin bulanıklığı yaratılmaya çalı-şılıyor.

Mehmet Altan’a göre; Marksizm güncelli-ğini iktisadi anlamda koruyor, fakat Leni-nizm tarih sahnesinden siliniyor. Kimi burju-va ideologlarına göre ise kriz, kapitalizmin krizi değil. Kimileri ise, “enternasyonalizm bitti, Avrupa ülkelerinin işçileri kapitalistleşti” gibisinden sözlerle, küçük burjuva oportü-

nizmini ayyuka çıkarıyorlar. Kafa karıştıran bu görüşlere yanıt vermeden önce, krizin yapısını incelemenin doğru olacağı kanaa-tindeyim.

Kapitalist üretim ilişkileri, artı-değer üreti-mi üzerinde yükselir ve şekillenir. Kapita-lizm, doğası gereği, bir artık değer üretir ve piyasadaki ürün çeşitlenmesi, ürün bolluğu ve bunun sonucu olarak kapitalistler arasın-da rekabet nedeniyle ürünlerin birim fiyatları da düşme eğilimi gösterir. Maliyetleri düşür-meyi amaçlayan ve ürünleri daha ucuza mal ederek piyasada hâkimiyet kurmaya çalışan ve tekelci konuma gelme arzusu duyan kapitalistler, yegâne amacını da kâr maksimizasyonu olarak belirlerler. Kapita-listler, ürünlerini satamaz duruma geldikle-rinde ise kârları düşer ve kâr elde edeme-yecek duruma geldiklerinde ise sermayele-rini arttıramazlar. Kapitalistler, işte bu kriz noktasına geldiğinde, önce sömürebilece-ğinden fazla işgücünü barındırdığından dolayı kitlesel olarak işçi çıkartır ve ürün fazlasını elden çıkarmak için fiyatlarda fahiş indirime giderler. Daha fazla kâr maksimi-zasyonu olgusuyla hareket eden kapitalist-ler, merkez ülkelerde ortaya çıkan krizin bir bölümünü kendi emekçilerinin üstüne, bir bölümünü ise çevre ülkelerin (yani çevre ülkelerinin emekçileri) üstüne yıkar. Farklı isimler verilen bu krizler, (bankacılık krizi, döviz krizi vs.) ancak krizin temel niteliğini gizler. Günümüzdeki krizin finansal ortama taşınmasının nedeni de kâr oranlarındaki düşme eğiliminin artmasıdır. Sermayenin, finansal sistemde spekülatif hareketler ile karşılığı olmayan kâr elde ettiği bu sürecin sonu da gelmiştir.

Kapitalizmin, doğası gereği yarattığı kriz-lerin ortak yapısını ortaya koyduktan sonra, burjuva ideologlarının söylemlerini çürüte-lim.

1) “Marksizm (sadece iktisadi biçimde varlığını koruması koşuluyla) kapitalizme stepne yapılıp, koşulların iyileştirilmesi sağ-lanabilir; fakat Leninizm çökmüştür” tezinin eleştirisi:

Bu söylem, ancak Marksizm-Leninizm’i kavramayan bir kişi tarafından dillendirilebi-lirdi ve Mehmet Altan’ın başını çektiği libe-raller tarafından söylenmesi de beni hiç şaşırtmadı.

Marx'ın dönemindeki anlamıyla Marksizm; serbest ticaret düzeninin hâkim olduğu bir devri tarif eder ve üretim ilişkilerini de bu düzenden yola çıkarak tahlil eder. Leninizm ise “tekelci kapitalist dönemin” (emperyalist

Avrupa’da Bir Hayalet Kol Geziyor

“Daha fazla kâr

maksimizasyonu

olgusuyla hareket

eden kapitalistler,

merkez ülkelerde

ortaya çıkan krizin

bir bölümünü kendi

emekçilerinin

üstüne, bir

bölümünü ise çevre

ülkelerin (yani

çevre ülkelerinin

emekçileri) üstüne

yıkar.”

Sayfa 29 Sayı 10

Sermayenin, finansal sistemde spekülatif hareketler ile karşılığı olmayan kâr elde ettiği bu sürecin sonu da gel-miştir.

Mehmet Altan’a göre; Mark-sizm güncelliğini iktisadi anlamda koruyor, fakat Leni-nizm tarih sahnesinden sili-niyor. Kimi burjuva ideolog-larına göre ise kriz, kapitaliz-min krizi değil.

Page 30: Politika Dergisi Sayı 10

dönemin) hâkim olduğu devirde ortaya çık-mıştır ve bu döneme uygun olarak üretim ilişkilerini tahlil eder. Marx’ın “Bütün ülkele-rin işçileri birleşin!” sözünü, Lenin biraz daha ileri götürür ve “Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen uluslar birleşin” sözünü ortaya koyar. Zira Lenin döneminde, Türk Halkının emperyalizme karşı mücadelesi ve ezilen ulusların öncüsü rolünde kurtuluş mücade-lesi vermesi, bu dönemin en somut niteleyi-cisidir.

Lenin, emperyalizme karşı sömürge ve yarı sömürge ulusların kurtuluş mücadelesi-ni, işçi sınıfının mücadelesiyle bütünleştir-miştir. (Bu bütünleştirme kimi zaman eş zamanlı olmamakla birlikte, biri diğerinin devamı niteliğinde olabilmektedir.)

Marksizm’i, Leninizm’den ayırmaya çalı-şan ve içinde bulunduğu devirlerin özellikle-rini es geçenler için en doğru sözü ise Henri Lefebvre söylemektedir:

“Tarihin diyalektiği öyledir ki, Marksizm'in nihai zaferi, ona karşı çıkanları Marksizm kılığına girmeye mecbur eder.”

2) “Kriz; kapitalizmin krizi değildir” tezinin eleştirisi:

Bu söylem çok fazla dillendirilmemekle beraber, burjuva ideologlarının hep aynı yanılgıya düştüklerini bu söylemlerinden anlayabiliriz. Liberal doktrinleri ve kapitaliz-mi aklamak amacıyla, krizin vebalini Keynesyen politikalara atmayı kendine gö-rev edinen ideologlar; Keynesyen ekolün de kapitalist üretim ilişkilerini esas aldığını nedense at lamaktadır lar. Oysaki Keynesyen sürecin başlıca özelliği, devlet eliyle kapitalist yaratılması zeminini ortaya çıkarmasıdır. Kapitalizmin her krizi sonra-sında olduğu gibi, liberal ekonomiler Keynesyen yöntemlerle ekonomiye müdahil olmayı ve kapitalistlerin krizini en aza indir-meyi kendilerine görev edinirler. “Kâr etme-yen şirket batar, geri kalan yoluna devam eder; “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsin-ler” gibi sloganlar, günümüz dünyasında kapitalistin kendisini bile kurtaramadığı; ancak tarih sahnesinde yerini alacak bir söylemden başka hiçbir şey ifade etme-mektedir. Kapitalist üretim ilişkilerinin mev-cut olduğu bir ülkede, kriz döneminde eko-nomiye müdahale edilmemesi ve şirketlerin kapanması; Marx’ın dediği gibi, yedek işsiz ordusunu yaratır ki bu, merkez ülkelerin işine gelmez. O yüzden, liberalizm masalı tarihe karışmıştır.

3) “Marx’ın hatası enternasyonalizmi be-nimsemesiydi; oysaki Avrupalı işçiler kapi-talistleşmiştir” tezinin eleştirisi:

Đlk önce şunu belirtmek gerekir ki eğer Marx’ı ve Marksizm-Leninizm’i, enternasyo-nalizm’den soyutlarsanız, Marx’tan ve Le-nin’den geriye hiçbir şey bırakmazsınız.

Bu teze en net cevabı ise aşağıdaki so-mut örneklerle vereceğim:

Đlk olarak, kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduğu ülkelerde, yabancı kökenli işçiler büyük çoğunluğu oluşturmaktadır. Bugün Belçika, Almanya gibi ülkeleri kendi-mize veri olarak alırsak, ezilen işçilerin için-de yabancı kökenli işçilerin toplamda büyük bir yekûn tuttuğunu görebiliriz. Belçika hal-kının %14,7'si yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Belçika’da işçi sınıfı bir süre-dir sendikalar aracılığıyla “Çalışanlar araç gereç değildir.” , “Đnsana Değer Veren Đş” adı altında bir kampanya sürdürmektedirler.

Fransız otomotiv şirketi Peugeot 2.700 kişiyi, DHL 9.000 kişiyi, Ford 7.000 kişiyi, General Motors 5.000 kişiyi, Citygroup ise 10.000 kişiyi işten çıkarttı. ABD’de 2008 yılı boyunca işten çıkartılan kişi sayısı ise 1,2 milyon oldu. Japon otomotiv şirketi Isuzu 1.400 kişiyi işten çıkarırken, Đngiliz motor üreticisi Rolls Royce 2.000 bin kişiyi işten çıkardı. Gördüğünüz gibi; kapitalizmin kriz-leri, işçi sınıfını, ırk ayırt etmeden vurmakta-dır. (Kafa karışıklığına yol açmaması için belirteyim; Lenin’in ‘tek ülkede sosyalizm’ tezi ile ‘Avrupalı işçiler kapitalistleşmiştir’ tezi birbirinden çok farklı olgulardır.) Ülkele-rin gelişmişlik derecelerini kıyaslayarak, bazı ülkelerin işçi sınıfını kapitalistleşmiş, diğerlerini emekçi sınıf olarak nitelersek; bu nitelendirme, iktisadi gerçeklerden ve sos-yalizmden de bir o kadar uzak olur.

[email protected]

“Kapitalist üretim

ilişkilerinin mevcut

olduğu bir ülkede, kriz

döneminde ekonomiye

müdahale edilmemesi

ve şirketlerin

kapanması; Marx’ın

dediği gibi, yedek işsiz

ordusunu yaratır ki bu,

merkez ülkelerin işine

gelmez. O yüzden,

liberalizm masalı tarihe

karışmıştır.”

Sayfa 30 Politika Dergisi

Lenin, emperyalizme karşı sömürge ve yarı sömürge ulusların kurtuluş mücade-lesini, işçi sınıfının mücade-lesiyle bütünleştirmiştir.

Ülkelerin gelişmişlik derece-lerini kıyaslayarak, bazı ül-kelerin işçi sınıfını kapitalist-leşmiş, diğerlerini emekçi sınıf olarak nitelersek; bu nitelendirme, iktisadi ger-çeklerden ve sosyalizmden de bir o kadar uzak olur.

Page 31: Politika Dergisi Sayı 10

Erbil DENĐZ

Yıllardan beri değişmeyen yüzler, değiş-meyen politikalar ve bunlara bağlı olarak da değişmeyen sıkıntıları görüyoruz ve her dönemde bu sıkıntıları dile getirmekten de geri durmuyoruz. Çözümler koyuyoruz, yeni açılımlar yapıyoruz sözde; ama bir türlü fiili duruma getiremiyoruz isteklerimizi.

Sorunlar aynı, çözümler aynı. Her birimi-zin içine işledi artık bu çözümler. “Türkiye Cumhuriyeti hem uluslararası sistemde hem kendi sınırları içinde yeni haritalar be-lirlemeli, yeni politik düzene geçmeli, daha gerçekçi yaklaşımlar getirmeli.” anlamındaki konuşmaları hatta kimi zaman serzenişleri hep duyuyoruz.

Peki, neden 50 yıldır bu deyişlerin sonu gelmedi? Nedeni çok basit. 50 yıldır aynı yüzler veya farklı yüzlere bürünmüş aynı kafa yapısındaki siyasetçiler tarafından yönetiliyoruz. Taş üstüne taş koymaktan aciz, günübirlik politikaları seven, popüliz-min bütün nimetlerini kullanan, kendi cebini ve mevkisini düşünmekten başka düşünce yapısına sahip olmayan kişilere muhtaç olmak; sorunları hep aynı yerde tutmamıza neden oldu yıllardır. Hep kötüler arasından az kötüyü seçmek zorunda bırakıldık. Ve her seferinde aynı insanlara defalarca yeni şanslar -yeni sömürme şansları- vermekten

de geri durmadık.

Bu insanların yerine geçebilecek; bunlar-dan daha becerikli, daha duyarlı ve daha genç kişileri çıkartamadık içimizden. Çık-mak isteyenlere de ya engel olduk ya da gelişmeleri (!) için bu yaşlı kurtların eline bıraktık. Yolumuza hep aynı isimlerle de-vam ettik. Aslında ortada yol bile yoktu. Çamurun, pisliğin içinden yürüdük ve bize bunu yol olarak gösterdiler.

40 yaşını aşmamış beyinlere hiçbir za-man güvenilmedi ülkemizde. Bırakın 40’ı; söz sahibi olması için 50’sini yıllar önce aşmış olması gerekir bizde. Fikir olarak yetişkin, belli konularda (hukuk, ekonomi gibi) uzman siyasetçilerimiz hiç olmadı de-necek kadar az oldu ülkemiz siyasetinde. Siyaset ya emeklilik mesleği olarak, ya para arttırma platformu olarak görüldü yıllardır. Mesleğinden elini ayağını çekmiş, bölgesin-de önemli iş adamı veya tüccar olan kişiler-le geldik bugünlere kadar. Ayrıca, siyaset yapmak istiyorsanız “adamlık” öncelik oldu her zaman. Politika “adamların” işi olarak kabul edildi; kadınların değil.

Geçtiğimiz yıllarda “Hadi gençler siyase-te!” tarzı sloganlarla çalkalandık bir dönem. Hatta işi biraz daha abartıp milletvekili seçil-me yaşını 25’e kadar düşürdük. Ne güzel. Teorik olarak gerçekten mutluluk ve umut verici. Ya pratik olarak ne durumdayız?

Öncelikle ekonomik engellerden başlaya-lım. Bir genç düşünün ki 25 yaşında kendi çabasıyla bilgi, yetenek kazanmış ve bunun karşılığında da yüksek bir maaşla, yüksek bir mevkide çalışıyor. Burada dikkat edile-cek kısım; “kendi çabasıyla”. Muhakkak vardır, ama ne kadar? Ailesinden gelen bir mirası yoksa nasıl varlıklı olunabilir? Zira varlıklı olmadan siyaset yapamazsınız bu ülkede. (Ya iş adamı olacaksın, ya emekli.) Varsayalım abartıyoruz; siyaset yapmak için paraya gerek yok. Peki, partilerin “milletvekili aday adayı” olmak için yapılan başvurulardan aldığı ücret neyin nesi? (Bazı partiler dışında.) Daha siyasete gir-meden bedeller isteniyor.

Bir şekilde aday adaylığı başvurunuzu yaptınız, gerekli yerlerden destek (torpil) almadan aday olmayı hayal bile etmeyin zaten. Maalesef, bu düzen böyle işliyor bizim ülkemizde. Liyakate değil, çevreye ve paraya bakılıyor.

Ekonomik engeller dışında, geleneksel-leşmiş engeller de var tabii ki. Büyükleriniz varken siz siyasete giremezsiniz. O büyük-ler; ya kendi istekleriyle siyaseti bırakacak, ya darbe olacak ya da ömürlerini tamamla-

“40 yaşını

aşmamış

beyinlere hiçbir

zaman

güvenilmedi

ülkemizde.

Bırakın 40’ı; söz

sahibi olması

için 50’sini yıllar

önce aşmış

olması gerekir

bizde.”

Sayfa 31 Sayı 10

Hatta işi biraz daha abartıp milletvekili seçilme yaşını 25’e kadar düşürdük. Ne güzel. Teorik olarak gerçek-ten mutluluk ve umut verici. Ya pratik olarak ne durum-dayız?

Taş üstüne taş koymaktan aciz, günübirlik politikaları seven, popülizmin bütün nimetlerini kullanan, kendi cebini ve mevkisini düşün-mekten başka düşünce yapısına sahip olmayan kişilere muhtaç olmak; so-runları hep aynı yerde tut-mamıza neden oldu yıllar-dır.

Eski Düşünceler Aynı Yüzler

Page 32: Politika Dergisi Sayı 10

yacaklar ki sizin önünüz açılsın. “Hep ben, tek ben” düşüncesindeki büyüklerinizden icazet almadan bu ülkede siyaset yapamaz-sınız.

Her gelen siyasetçiden duyarız; çağdaş-laşma, Avrupalılaşma gibi sözleri. Bu sözle-ri söyleyenlerin kendi çağdaşlık seviyelerin-den bihaber olduklarından haberleri var mı acaba? Sanmıyorum. Olsaydı eğer, şimdiye kadar en azından birkaç örnek görebilirdik. Hangi Avrupa ülkesinde bizdeki örnek siya-setçilerden vardır? Hangi Avrupa ülkesi genç siyasetçilerin önünü bizim kadar kese-bilir? Hangi Avrupa ülkesi siyasetçisi, yenil-giyi kabul etmeyip, bulunduğu mevkiye ken-dini mıhlar? Bırakın kendi istekleriyle ayrıl-mayı, defalarca seçim kaybettiği halde kol-tuğa yapışmış politikacılarımız var bizim. Nedenleri de hazır: “Bu tecrübedeki bir si-yasetçiyi nasıl dışarıda tutabiliriz? Onun yaşanmışlıklarına ülke olarak ihtiyacımız var.” Bunun Türkçe karşılığı; “Biz kırk kişi-yiz, birbirimizi iyi biliriz!” Tecrübe ve çıkar ayrı şeyler. Bilgiye dayalı olmayan tecrübe ise apayrı bir şey. Politika tecrübe istemez, diplomasi tecrübe ister. Politika akılcılık ve bilgi ister. Hem akıl sağlığı sorunlarınız olacak, hem bilgi seviyeniz yetersiz olacak ama siyasetçi olarak ömrünüzün son günle-rini geçireceksiniz. Danışmanlık yapabilirsi-niz, öneriler sunabilirsiniz; hatta eleştirilerle katkıda bile bulunabilirsiniz, ama ülkeyi yönetemezsiniz. Yönetmekten geçtim, mu-halefet bile olamazsınız. Olmamalısınız. Gerçek amaç ülkeye fayda ise tabii…

Bir yerden sonra, siyaset maddi kazanç kapısı olarak görülmekten de çıkıyor, statü kapısı halini alıyor; çünkü yıllar boyu siya-sette olan bir insan için maddiyatın artık bir önemi kalmıyor. Çevre gözündeki ve halk içindeki statü ve bu statünün getirmiş oldu-ğu kişisel avantajlar paranın önüne geçiyor doğal olarak. Ve bu statü kaybı korkusu, bulundukları koltukları ya da alanları daha sıkı sıkıya sarmalarına neden oluyor.

Ne yapılabilir?

Farklı farklı nedenlerle, farklı çözümler sunulabilir; ama yıllardır olduğu gibi, yine sadece sunu olarak kalır. Bir sunu yapmak gerekirse;

Aktif siyasette olma sınırı getirilebilir. Ör-neğin; bir kişi en fazla 3 dönem TBMM çatı-sı altında bulunabilir.

Veya nasıl milletvekili seçilmek için alt yaş sınırı varsa, aynı biçimde üst sınır da konulabilir.

Örneğin; 60 yaşını geçmiş kişiler aktif siyaset yapamazlar.

Ya da belli bir yaştan sonra sağlık kontro-lü zorunluluğu getirilebilir. Örneğin; 55 ya-

şından sonra her 2 yılda bir olmak şartıyla üniversite hastaneleri tarafından sağlık kontrolü zorunluluğu getirilebilir.

Çözüm istedikten sonra, onlarca çözüm yolu bulunabilir; ama bunun için kimse he-vesli değil, olması da beklenemez zaten. Statü kaybetmektense, onurlarını kaybet-meyi göze almış kaç insan var sizce?

Eğer ülke için bir şeyler yapmak temel amacımızsa, savaşacak çok engellerimiz var. Ülkeye faydalı olmak isteyen büyükler, bir yerde kendilerini rafa kaldırsınlar. Yeni gelecek kişiler, gerektiği zaman o rafların tozunu sileceklerdir. Bundan kuşku duyma-dan; değerinizi korumak için, daha fazla tozlanmamak için, lütfen artık gidin. Lüt-fen…

[email protected]

“Bir yerden sonra,

siyaset maddi

kazanç kapısı

olarak

görülmekten de

çıkıyor, statü

kapısı halini

alıyor; çünkü yıllar

boyu siyasette

olan bir insan için

maddiyatın artık

bir önemi

kalmıyor.”

Sayfa 32 Politika Dergisi

Hangi Avrupa ülkesi genç siyasetçilerin önünü bizim kadar kesebilir? Hangi Av-rupa ülkesi siyasetçisi, yenilgiyi kabul etmeyip, bulunduğu mevkiye kendini mıhlar?

Eğer ülke için bir şeyler yapmak temel amacımızsa, savaşacak çok engelleri-miz var.

Page 33: Politika Dergisi Sayı 10

Politika Dergisi Kitap Projesi için oylamada son günler. Kitabımızın konusu 14 Aralık 2008 tarihinde açıklanıyor. Kita-bımızın detaylarına ise 16 Aralık 2008 tarihinde aşağıda yazılı resmi sitemiz adresinden ulaşabilirsiniz. 14 Aralık 2008 tarihinde sonuçlar açıklanıncaya dek oylarınızı resmi sitemizden kullanabilirsiniz.

www.politikadergisi.com

Sayfa 33 Sayı 10

Page 34: Politika Dergisi Sayı 10

Burak ĐNAN

Türkiye’de ilk Kürt isyanları Osmanlı’nın son dönemlerinde çıkmıştır. “Hasta adam” Osmanlı’nın zayıflamasıyla, özellikle Rus-ya’nın düzenlediği tezgâh ve desteği ile birlikte isyan denemeleri olmuştur; fakat başarılı olmamışlardır.

Kürt isyanlarının yeniden başlaması Koçgiri Ayaklanması’yla gerçekleşmiştir. Yunan Ordusunun ilerleyişinden önce Kürt-ler, Koçgiri Bölgesi’nde ayaklanma çıkartır-lar. Ayaklanmanın ilerlemesiyle birlikte, Ankara Hükümeti’ne verdikleri notada Đstan-bul Hükümeti’nin kabul ettiği Kürt özerkliği-nin Ankara Hükümeti tarafından da kabul edilmesini istemişlerdir. Đstanbul Hükümeti, gerek Sevr Antlaşması’yla gerekse Đngiliz-lerle yaptığı gizli antlaşmalarla Kürt devleti-ni tanımıştır. Đsyanda Yunan ilerleyişi ve işgalcilerin hedeflerini kolaylaştırmak ama-cı, apaçık ortada durmaktadır.

Daha sonra çıkan Şeyh Sait Đsyanı’nda ise özerklik, haklar gibi taleplerden çok da-ha fazlası istenecektir. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanması ile birlikte, Sevr’in zorladığı Kürt devletinin yanı sıra, bu anlaş-mayı imzalayan Đstanbul Hükümeti de orta-dan kaldırılmıştır. Halifelik ve saltanatın kaldırılması işlerin rengini değiştirmiştir. Kürt isyanları Đslamcı bir misyona ağırlık vererek, bağımsız bir Kürt-Đslam devleti talepleri ile ayaklanmışlardır. Emperyaliz-min dayattığı koşulları uygulamak için, itti-fak hâlinde olan bu iki akım, ideolojik boyut-ta da birbirlerine eklemlenmişlerdir. Kürtle-rin çoğunluğunda bulunan geri-feodal yapı, zaten durum itibari ile her türlü gericiliği besleme ve büyütmeye doğal bir ortam sunmaktadır. Bireyin olmadığı, aşiretin ol-duğu; din-töre-namus üçgeninde kıstırılmış insanların bulunduğu ve ağaların büyük topraklarının, köylüler tarafından sürüldüğü bu “düzen” doğal olarak Đslamcılık ile ittifak hâlinde olacaktır.

Cumhuriyet sonrası çıkan Dersim Đsyanı da buna bir örnek teşkil etmektedir. Burada Dersim (Tunceli)’deki Kürtlerin Alevi olması, olayın bir Alevi isyanı olarak yanlış biçimde tanımlanmasına yol açmaktadır. Đsyanın lideri Seyit Rıza bir “derebeyidir” ve Kürt’tür. Özerklik isteyen, vergi vermek istemeyen bu feodal yapı, Cumhuriyet’e karşı diren-miştir. Seyit Rıza, Đngiliz başbakanına yaz-dığı mektupta, Đngilizlere olan sevgisini ve sadakatini belirtmekle kalmamış, imzasını da “Dersim Generali” unvanı ile atmıştır.

Aslında olay gayet açıktır. Bu isyanın “solda” sahiplenilmesi ile ilgili yorumları bir sonraki yazıma saklıyorum ve devam edi-yorum.

Bu sırada Kürt Teali Cemiyetini atlamak olmaz. Đstanbul’da kurulan cemiyet “bağımsız Kürdistan davası”nı buradan yü rü tmey i amaç lamış t ı . E lbe t te “bağımsızlık” Türk devletinden bağımsızlık ve Đngiliz emperyalizmine her anlamda kul-luk etmek anlamına geliyordu. Kürt Teali Cemiyeti aynı zamanda gizli Azadi Cemiye-ti’nin de legal görünümüdür. Bu cemiyet, varlığını 1925’te çıkacak olan Şeyh Sait Đsyanına ve onun bastırılmasına kadar sür-dürmüştür. Kurucuları arasında Said-i Kür-di’nin de içinde bulunduğu cemiyetin baş-kanlığını Kürt Nakşibendî şeyhi Mevlana Halid’in takipçisi, Seyit Abdülkadir üstlen-mişti. Abdülkadir’in babası Ubeydullah da bir dönem kendisini Đran toprakları içinde “Kürdistan Kralı” ilan etmişti. Şeyh Sait bu şeyhin talebesidir; tesadüfe bakar mısınız?

Tarikat-aşiret-siyaset üçgeni, Osmanlı’nın son dönemlerinden beri etkili olmuştur ve güç kazanmıştır. Kürtlerin tarikatlara olan ilgisi şaşırtıcı derecede fazladır; bu, bağlı bulundukları “sosyal” yapı ile ilişkilendirilebi-lirse de emperyalizm faktörü ve güç odağı olma çabaları da göz ardı edilmemelidir.

Burada bir dönüm noktası ise Demokrat Parti (DP) iktidarı olmuştur. Bilindiği gibi; Atatürk döneminde tekke ve zaviyeler kapa-tılmış, tarikatlar dağıtılmış, Kürt isyanları bastırılmış, Takrir-i Sükûn uygulamaya ko-nulmuş, Doğuda Umum Müfettişlikleri kurul-muştu.

DP, Batı ile olan “bağımlılık” zehrini yeni-den tesis etmekle kalmamış, devrimlerin rövanşlarını almaya kalkışmıştır. Karşıdev-rim sürecinin büyük ivme kazandığı bu dö-nemde, gericilik DP eliyle büyütülürken ve

Sağda Kürtçülüğün Temelleri

“Bireyin olmadığı,

aşiretin olduğu; din-

töre-namus

üçgeninde kıstırılmış

insanların

bulunduğu ve

ağaların büyük

topraklarının,

köylüler tarafından

sürüldüğü bu

“düzen” doğal olarak

Đslamcılık ile ittifak

hâlinde olacaktır.”

Sayfa 34 Politika Dergisi

Đstanbul Hükümeti, gerek Sevr Antlaşması’yla gerekse Đngilizlerle yaptığı gizli ant-laşmalarla Kürt devletini tanımıştır.

Seyit Rıza, Đngiliz başbaka-nına yazdığı mektupta, Đngi-lizlere olan sevgisini ve sadakatini belirtmekle kal-mamış, imzasını da “Dersim Generali” unvanı ile atmış-tır.

Page 35: Politika Dergisi Sayı 10

“kırsal”ın oy deposu haline dönüştürülür-ken; elbette Kürtçülerle işbirliğine girişilmiş-tir. Kendisi de bir “ağa” olan Menderes, bir yandan emperyalizmin dümenine giriyor bir yandan da Şeyh Sait isyanından beri besle-dikleri nefreti ortaya dökme alanları arıyor-lardı; varacakları adres yine DP çatısı ola-caktı.

DP, Nurculuk ilişkileri de konuyla alakalı olarak incelemeye değerdir, Said-i Kürdî’nin kurduğu bu “tarikat” “Risaleler” ile yeni bir akım yarattığını iddia ediyor ve bizzat Kür-dî’nin kendisi ile açıktan Kürdistan ve Đslam devleti propagandası yapıyordu. Bugün Türkiye’nin başındaki en büyük belalardan olan Fettullah Gülen, Said-i Kürdî’nin tale-besi olup, Komünizmle Mücadele Dernekle-rinde yer almış, şiddetli bir devrim-karşıtıdır. 1957 seçimlerinde açıktan DP’yi destekle-yen Kürdî’nin bu yaklaşımı, daha sonrası için tarikatlar-sağ partiler dayanışmasının bir öncülü gibidir. Türkiye’de geçen bütün o süre, bu dayanışmayı kırmak bir yana, sü-rekli perçinlemiş ve güçlendirmiştir. Gerek Đslamcılık gerekse Kürtçülük, ufak ve gizli gruplardan, daha büyük gruplara; en so-nunda iktidarlara kadar gelmiştir. 12 Eylül

Darbesi ülkede “faşizmin karanlığını” bağı-racak, gericiliğin önü belki Menderes’in bile yapamadığı kadar açılacak, bu dönem güç-lenen PKK belası, 84’de ilk baskınını yapa-rak Türkiye’de yeni bir dönemim başlangıcı-nı yapacaktır. Bu döneme denk gelen lideri-miz ise, meşhur “işini bilen” Turgut Özal’dır. Amerikancı piyasacılığın ülkeye sokulma-sından sonra -yani 12 Eylül’den sonra- iş-başı yapan Özal, bütün devletçi yanları ve kamu kurumlarını budamaya başlarken, asla ve asla Kürtçü-Đslamcı örgütlenmeleri unutmamıştır. Nakşîlik, bu dönemde zirve yapmıştır. Erbakan’ın yükselişi, Kuzey Irak’-taki ABD kontrollü “özerk” bölge, Kürt soru-nunu daha başka sorunlarla birlikte sarma-lamıştır.

Bütün bu olan bitene karşı, devletin bir Kürtçülüğü diğerine tercih etme veya PKK’ya karşı Hizbullah’ı kullanma gibi ba-şarısız girişimleri olmuştur. Bugün geldiği-miz süreçte, yine ABD’nin Irak’a müdahale-si çerçevesinde, çok yüksek oy oranıyla başa gelmiş bir “Đslamcı” hükümet, tekrar-dan “azmış” bir terör ve artık açıktan baş-kaldırmalara varmış bir Kürtçü hareket, rahatça, olan açıklığı ile gözlemlenmekte-dir.

Benzerlikler bizi şaşırtmamalıdır; aksine bu meseledeki “ağaların” hâlâ o eski “ağalar” olduğunu hatırlamamız gerekmek-tedir.

Bugüne kadar, genelde “solculuğa” yükle-nen bu “Kürtçüleri taşıma” atfı, daha çok “sağ” için geçerlidir. Bugün AKP’nin Doğu ve Güneydoğuda aldığı oylara bakarsak, bu gerçeği bir kez daha görmüş oluruz. Nere-deyse yüzyıldır süren bu birliktelik, bir süre daha devam edecektir. Ta ki bu ülkenin gerçek sahipleri, vatanseverler, Kemalizme bağlı; demokrat; aşiretleri yıkmış; gericiliği silmiş bir ülke haline getirene kadar.

Her türlü etnik/dinsel/ mezhepsel bölücü-lüğe ve gericiliğe karşı Cumhuriyetimizi korumak ve kollamak, mücadele etmek boynumuzun borcudur. Terör yüzünden akan kanlar, şeriatçıların yaktığı canları durdurmak ve cezalandırmak vazifemizdir.

Emperyalizmi unutmadan…

Aydınlık Yarınlar… Bıkmadan…

[email protected]

“Bütün bu

olan bitene

karşı, devletin

bir Kürtçülüğü

diğerine tercih

etme veya

PKK’ya karşı

Hizbullah’ı

kullanma gibi

başarısız

girişimleri

olmuştur.”

Sayfa 35 Sayı 10

Türkiye’de geçen bütün o süre, bu dayanışmayı kırmak bir yana, sürekli perçinlemiş ve güçlendir-miştir. Gerek Đslamcılık gerekse Kürtçülük, ufak ve gizli gruplardan, daha büyük gruplara; en sonun-da iktidarlara kadar gel-miştir.

Fettullah Gülen, Said-i Kür-dî’nin talebesi olup, Komü-nizmle Mücadele Dernekle-rinde yer almış, şiddetli bir devrim-karşıtıdır.

Page 36: Politika Dergisi Sayı 10

Sevda EĞER

Nereden geldiği bilinmeyen sesler duyar bazen âdemoğlu. Kimileri olgunlukla karşı-lar durumu. ‘Đçimden gelen ses’ der gaibe. Kimisi ise seçilmiş sayar kendini; kâh kâhin, kâh Mesih oluverir âlemin üstüne.

Kimisi falcı kehanetiyle ömür biçerken karşısında umut uman garibe, kimisi ölüyü döndürür öpülesi hekim elleriyle. Şaşarım zaten şu falcılara para verenlere de.

Dünya dolanırken etrafında, bilmem kaç yüzyıldır doğru anlayan durur, durduğu yerde; yanlış anlayan ise döner cihanla beraber tek ayak üstünde.

‘Vah garibim’ derim böyle mahlûklar gö-rünce. Anlamışsın; lakin yanlış anlamışsın, kal özünde, döner dünya senin yerine.

Bir gariptir yurdumda insan manzaraları. Bir insanın fikirlerini dinlerken, bir saat için-de; hem sağcı, hem komünist, hem laik olduğunu duymuş akabinde de aynı kişinin Cuma günkü tarikat toplantısına katılmam için beni ikna etmeye çalıştığını hayretle fark etmişimdir. Bundan dolayı, şanslı bile bulmuşumdur kendimi; fakat karşımdaki için aynı şeyi söyleyemem. Zira ne dediği hak-kında zerre kadar fikri yoktur. Kaç kişilik barındırdığının farkına, bilmem ne zaman varacaktır.

Böyle durumlarda, asla uyarma gereği duymam karşımda konuşanı; çünkü bilirim saflık ve cehaletten kaynaklı bir şuursuzluk-tur, ona o sözleri söyleten. ‘He’ der, yürü-rüm yoluma; memleket meselelerine değin-miş olmanın haklı gururunu yaşasın diye bırakırım çelişkileriyle baş başa.

Bazen iyileşmesi mümkün olmayan has-talara yalancıktan ilaç veren doktorlar olur-muş. Yani ‘bak tedavi ediyoruz’, ‘umut var sende’ hesabına moral icabı vitamin... Onun gibi…

Zaten bu milletin başına ne gelse fevrilik-ten gelir. Savaşçı ya atalar… Sürekli bir mücadele, harala gürele durumu mevcuttur. Kavgasız düğün olmaz mesela. Kavgasız ekmek kuyruğu da… Hele SSK... Đtişip ka-kışmadan karne yaptırmanın tadı mı olur? Bir futbol sevincimiz vardır ki şiddetinden durulmaz, hiddetinden geçilmez. Tabii, bela illa dışarıda bulmaz seni; bazen ayağına kadar gelir. Misal; bir kişi çıkagelir gece vakti hanene. ‘Kap’ der taşı sopayı, ‘hesap vardır görülecek’. Onca yıllık dosta sebep sormaz delikanlı adam. Anlamaz, sormaz

atlayıverir düşmanın (!) üstüne.

Lakin aklıselim kişi olsa, diyeceği malum-dur aklıevvellerin yüzüne. Ne çare ki sakin-lik ve uzlaşı nutkunu havada dönen karga-lar bile dinlemeden uçacaktır, hiç onun ol-mamış dostları ile birlikte.

‘Türbana hayır’ mitinginden yenice dön-müş olan ateşli demokrat; heyecanla yapı-lan konuşmaları, gördüğü ünlüleri, maruz kaldığı tartaklanmalardan nasıl çevik hare-ketlerle sıyrıldığını nefes almadan anlatır-ken komşusuna; aslında, komşunun kızının da bir tesettürlü olduğunu ve bu yüzden üniversiteye gitmediğini hatırlaması komik, değilse trajiktir; ancak gönül alma, aynı ezberden geçmektedir; ‘ay yanlış anlama; siz farklısınız, onlar gibi değilsiniz, alınma-dın değil mi şekerim’.

Yıllarca o partiye sövülür, bu başkana küsülür. Lakin parti de başkan da sayemiz-de koca bir dağa dönüşmüştür. Her defa-sında olduğu gibi döner dolanır o mühür, yine aynı partiye vurulur. Vurulur ki otuz, kırk, hatta elli yıldır aynı siyasilerin hükmü sürülür. Çelişkilerden geçilmez güzel yur-dumda. Çoğu insan kavramları okumaya, anlamaya zahmet etmez. Mantığımız değil, duygularımız hâkimdir beynimize.

Her lafın altında bir bit yeniği ararız. Yan bakana çatar, düz bakana çarpar, çok güle-ne kızar, ağlayana yanarız.

Delidir bizim kanımız. Duramayız durdu-ğumuz yerde. Bir avuç kara parçasında bile. Daima rızkımızı başka topraklarda ararız. Kâh göçeriz, kâh konarız. Lakin kon-duğumuzla kalmayız. Uzun uzun uzak ufuk-lara dalarız. Đş de para da o uzak illerdedir düşümüzde. Ne hazindir ki eş zamanlı dü-şeriz tongaya! Hayallerimizi süsleyen şehir-dekinin de aklı, çoktan gezinmektedir bizim illerde!

Velhasıl, sürekli bir döngü vardır güzel memleketimde. Daimi bir değiş tokuş hen-gâmesi alır yürür.

Derken biri çıkar, durup dururken sahne-ye. Vurur dertli dertli sazın teline. ‘Hem meye, hemi de tütüne müptelaymış sizin kahraman’ der; ne alakaya hikmetse. ‘Günde üç paket tütün teller, eğlenceden de beri gelmezmiş’ diye nameler dizer.

Coşar şiddetle cümle taraftar, gücüne gider haklı olarak. Đspata kalkarlar heyecan-la. Biri ‘yok, olamaz yalan’ der, diğeri söyle-yeni yerden yere vurup özür dilemeye davet eder. Kimi ağlar, kimi sızlar, kimi hiddetin-den psikopata bağlar. Hemen kutuplara ayrılır memleket, her atılan yemde olduğu

Enstantane

“Kavgasız düğün

olmaz mesela.

Kavgasız ekmek

kuyruğu da… Hele

SSK... Đtişip

kakışmadan karne

yaptırmanın tadı

mı olur? Bir futbol

sevincimiz vardır

ki şiddetinden

durulmaz,

hiddetinden

geçilmez.”

Sayfa 36 Politika Dergisi

Bir insanın fikirlerini dinler-ken, bir saat içinde; hem sağcı, hem komünist, hem laik olduğunu duymuş aka-binde de aynı kişinin Cuma günkü tarikat toplantısına katılmam için beni ikna etmeye çalıştığını hayretle fark etmişimdir.

Yıllarca o partiye sövülür, bu başkana küsülür. Lakin parti de başkan da saye-mizde koca bir dağa dö-nüşmüştür.

Page 37: Politika Dergisi Sayı 10

gibi. Medyaya da iş düşmüştür tabii. Renkli kavgalar, hakaretler, bitmez tükenmez tar-tışmalar, havalarda uçan belgeler; tanıklar, alakalı alakasız ortalığa saçılan eski defter-ler… Herkesin tek derdi bu olmuştur artık. Ne PKK, ne ekonomik kriz, ne işsizlik, ne yolsuzluklar, ne elektrik doğalgaz zammı... Ve işte tam da yapılmak istenene her za-manki gibi çanak tutar benim uslanmaz milletim.

Bir kişi de çıkıp densizliğe denge gerek diyemez;

O üç paket mi tüketiyormuş; sen de beş paket iç de yarısını yap onun yaptığının. Ol da yarısı kadar ol; benden olsun, bir yıllık şarabın. O savaşın, kaosun, o karanlığın içerisinde kendini iyi hissettirecek, mutlu edecek bir şey bulabilmişse ve bir an da olsa iyi hissedebilmişse kendini bir kere değil, yüz kere hak etmiştir bu insanların kahramanı olmayı.

Bu memleket, yeni doğmuş torunuyla yirmi beşinci defa hacca gidip örtülü öde-nekten trilyonları cebe atanı da gördü, yüz-lerce cami yaptırıp bankaları hortumlayan-ları da seyretti. Seyretmekle kalmadı; vergi kılıfında güzel güzel ödedi onların yedikleri-ni. Pek çoğuna ceza bile kesilmedi.

En nihayet; laf geldi bilgisizliğe, laf geldi bilinçsizliğe, acemice düşünmeden ders çıkarmadan; bir kaşık suda fırtınalar kopar-maya ve illaki cehalete dayandı. Koca koca uluslarla çarpışan, dünyaya kafa tutan bu millet, kabul etmek gerekir ki cehalet sava-şında sınıfta kaldı.

Bunun içindir işte, bir kaşık suda fırtınalar koparışımız; gerçek fırtınada ise kafamızı gömüp tüm olanları yok sayışımız. Bunun içindir unutkanlığımız. Bilgiden uzaktır ko-nuştuklarımız. Şu halde, yapılanları, yaşa-nanları unutup aynı kuyulara dönüp dolaşıp tepetaklak yuvarlanmamız gayet doğaldır. Değil midir ki, kitap okuma oranımız gün gibi ortadadır. Tam da bunun içindir; hâlâ

çocuk istismarını, kadına şiddeti, işçi hakla-rını, tutuklu muamelelerini, haber alma hak-kını ve tabii hepsinin kapsayanı olarak in-san haklarını konuşur bir sonuca vardıra-madan (suçlunun lehine olanlar sonuç de-ğil, olsa olsa başka suçlara sebeptir) evlere dağılırız.

Tam da bundan sebeptir, göz göre göre milleti soyup soğana çeviren vurguncuları her seçimde baş tacı edişimiz; eli kanlı tah-silatçıları, uyuşturucu ve silah kaçakçılarını, para aklayıcıları, kumarhane fuhuş sihirbaz-larını kahramana çevirişimiz; din ve vicdan sömürüsüyle milletin kanını emen, kıblesi ABD olup türbesi yeşil sermayeden geçen simsarlara Mesih muamelesi edişimiz.

****

Hiç unutmayınız ki, dünyada en zorlu savaş, cehaletle verilen savaştır. Zira sınır-sızdır, çapını kestirebilmek imkânsızdır. Cahil cesaretinin, cüretinin ve cürümünün hattı hududu yoktur. Yıllardır sürmektedir bu görünmez savaş.

Bazılarının dediği gibi; bu ülkeyi ne ihtilal-ler, ne afetler, ne beceriksiz politikacılar onar yıl geriye götürmüştür. Eğer, varsa bir geriye gidiş tarihin bir zaman diliminde, günahı sadece cehaletin boynunadır. Her şey bilgisizlikten, ukalalıktan, fevrilikten, tembellik ve bağnaz düşünceden gelmekte-dir. Dört bir yanımız bunlarla doludur.

Şöyle bir mahallenizde, iş yerinizde, oku-lunuzda gözlerinizi bir gezdirirseniz; bir hafızanızda canlandırırsanız simaları, alıcı gözüyle; durumun vahametini daha net anlarsınız.

Kurtuluş, ancak bu boş kafaların değilse; hurafe, saçmalık ve ön yargılarla yıkanmış beyinlerin, rektifiyeden geçmesiyle mümkün olacaktır. Politikacıların pek tabii, işine ge-len bu durumun çözülmesinin sağlanması, ancak problemin farkında olanların sabır ve özveriyle, insanları kendini yetiştirmeye yönlendirmesi ve doğruyu görmeleri konu-sunda cesaretlendirmesi ile mümkündür.

[email protected]

“Koca koca

uluslarla

çarpışan,

dünyaya kafa

tutan bu

millet, kabul

etmek gerekir

ki cehalet

savaşında

sınıfta kaldı.”

Sayfa 37 Sayı 10

Kurtuluş, ancak bu boş kafa-ların değilse; hurafe, saçma-lık ve ön yargılarla yıkanmış beyinlerin, rektifiyeden geç-mesiyle mümkün olacaktır.

O üç paket mi tüketiyor-muş; sen de beş paket iç de yarısını yap onun yaptı-ğının. Ol da yarısı kadar ol; benden olsun, bir yıllık şarabın.

Page 38: Politika Dergisi Sayı 10

Naile DUMAN

Üst düzey yönetimdeki kadınların sayısı tüm dünyada sayıca düşüktür. Kadınların yönetimde sayıca az olması “Cam Tavan-lar” (Glass Ceiling) kavramı ile ifade edil-mektedir. Son yıllarda, aynı düzeyde kritik görevlere kadınların atanmasının engellen-mesini ifade eden “Cam Duvarlar” (Glass Walls) kavramından söz edilmektedir.

Đlkel çağlarda anaerkil yapıya sahip insan-lık, zamanla yerini ataerkil yapıya bırakmış; zaman içinde kadın ikinci sınıf vatandaş olmuş ve hâlâ da bu sıfattan kurtulamamış-tır. Kadın hem üreten, hem toplayan konu-munda iken; erkeğin avcılığa yönelmesi neticesinde, kadın yaşam merkezinden uzaklaşmış ve sonrasında erkek, fiziksel güce ulaşması, değişik aletler bulması, savaşmayı öğrenmesi gibi nedenlerle kadı-nın önüne geçmiştir. Bu noktada kadın ne kadar suçludur, tartışılır; çünkü kadın, her ne kadar o dönemde cinsiyete dayalı bilgi-lere sahip olunmasa da çocuğu doğuran konumundaydı ve nasıl oldu ise kendiliğin-den çocuğa bakmakla mükellef cins konu-muna itildi. Bu da onu yaşadığı alandan çok fazla uzaklaşmamaya, çocuklarını ve evini koruma güdüsüyle harekete zorladı. Ve belki de kendiliğinden sindirilmeyi, ikinci plana itilmeyi kabul etti. Yüzyıllarca erkek, kadının annelik ve çocuğa olan bağlılığını kullanarak ve kadını basamak yaparak epey yol aldı; ancak kadınların nesli tüke-nene kadar; kadın-erkek sorunu, eşitliği, üstünlüğü tartışmaları hep var olacaktır Bugünün çağdaş kadını, her ne kadar top-lumun kendisine yüklediği bu görevleri tam bir teslimiyetle kabul etmese de sonuç ola-rak, benzer sorunlara maruz kalmaktadır. Ne kadar iyi eğitim alırsa alsın; evlilik, ço-cuk sorumluluğu getirmektedir. Çoğu kadı-nın evlilik ve çocuk nedeni ile çalıştığı işten ayrıldığı bilinmektedir. Annelik, kadının tüm yaşamını etkileyen en önemli faktördür Bu kadınların bazıları tekrar işe dönmekte, büyük bir kısmı ise erkek egemenliğini ka-bul etmektedir.

1986 yılında Wall Street Journal/Gallup tarafından, kadın yöneticiler üzerinde yapı-lan bir araştırmaya göre; kadınlar kariyer yolunda karşılaştıkları engeller olarak; %3 oranında aile ile ilgili sorumlulukları hedef göstermiş, diğerlerini ise cinsiyet farklılıkla-rından kaynaklanan nedenler (erkek şove-nizmi, kadın patronlara karşı davranışlar, yavaş terfi ve kadın olduklarından dolayı dikkate alınmamaları) olarak belirtmişlerdir.

Eşitlik politikalarıyla, üst yönetimde kadınla-rın yer alması ile ilgili olarak çalışmalar ya-pan ülkeler bulunmaktadır. Đskandinav ülke-lerinde kamu kuruluşları ve komisyonlarının yönetimlerinde kadın ve erkeklerin eşit ola-rak temsil edilmesini öngören yasalar kabul edilmiştir. Danimarka’da 1980 ortalarında kabul edilen yasaya göre, hükümete bağlı kamu kurum ve komisyonlarına atama yapı-lırken olabileceği ölçüde kadın ve erkek üyeler arasında denge sağlanması öngörül-müştür. Belçika’da ise basın ve yayın kuru-luşlarıyla ilgili olarak “Medya Konseyi” yö-netiminde, üyelerinin üçte ikisinden çoğu-nun aynı cinsten olamayacağı koşulu getiril-miştir.

Kadın yöneticilerin ya da yönetici adayla-rının karşılaştıkları sorunlar, genellikle cinsi-yetleri ile ilişkilidir. Bunun yanı sıra, kadının yaşının da problem edildiği görüşü hâkim-dir; ya çok genç ya da çok yaşlı bulunabil-mektedir. Ataerkil toplumlarda, yerleşik kültür her şeyin başı olarak erkeği görür. Erkek söz sahibidir, erkek yönlendiricidir. Ekonomik anlamda da erkek eve para geti-rir, kadın da o parayla evi şartlara uygun bir şekilde çevirir. Bunun yanı sıra, çocukların sorumluluğu da kadınlar üzerindedir. Ataer-kil toplumlarda erkeğe böyle bir sorumluluk yüklenmemiştir. Babadır; ancak çocuk bü-yütmek işi, annenin görevidir. Son yıllarda genç nüfus evliliklerinde erkeklerin daha eşitlikçi ve paylaşımcı bir görüntü sergile-meleri sevindiricidir.

Ülkemizde, kadınlar çalışma alanı olarak en çok kamu sektörünü tercih etmektedirler. Bunun nedenlerinin başında; devlete duyu-lan güven, düzenli çalışma saatleri örnek verilebilir. Her ne kadar, kamuda çalışan kadın sayısı yıllar bazında artmış olsa da; aynı şey, kadın yönetici sayısındaki artış açısından aynı paralellikte gelişmemiştir. Kamuda çalışan üst ve orta derecedeki yöneticilerin; %80’i şef, %15’i şube müdürü, %3,7’si daire başkanı, %0,62’si de genel müdür yardımcısı statüsündedir. Ülkemiz-de, 1991 yılında bir kadın vali, 1992 yılında

Yönetim ve Kadın

Ataerkil

toplumlarda,

yerleşik kültür her

şeyin başı olarak

erkeği görür. Erkek

söz sahibidir, erkek

yönlendiricidir.

Ekonomik anlamda

da erkek eve para

getirir, kadın da o

parayla evi şartlara

uygun bir şekilde

çevirir.

Sayfa 38 Politika Dergisi

Üst düzey yönetimdeki kadınların sayısı tüm dün-yada sayıca düşüktür. Kadınların yönetimde sayı-ca az olması “Cam Tavan-lar” (Glass Ceiling) kavra-mı ile ifade edilmektedir.

Kadın yöneticilerin ya da yönetici adaylarının karşı-laştıkları sorunlar, genellik-le cinsiyetleri ile ilişkilidir. Bunun yanı sıra, kadının yaşının da problem edildiği görüşü hâkimdir; ya çok genç ya da çok yaşlı bulu-nabilmektedir.

Page 39: Politika Dergisi Sayı 10

ise 3 kadın kaymakamın atanmış olması olumlu bir gelişmedir.

UNICEF’in ’Eğitimin Toplumsal Cinsiyet Açısından Đncelenmesi Türkiye 2003’ rapo-runa göre; kadın okul müdürlerinin eğitim alanında kapladıkları alan %4’tür. Đlköğretim müdürlerinin sayısı 16.454 iken bu rakamın sadece 477’si bayandır. Ortaöğretim kadro-sunda ise kadın yönetici bulunmamaktadır.

‘Kadınların Profili’ isimli çalışması netice-sinde, kadınların ortak özellikleri:

*Ön plana çıkmamak,

*Kontrollü kadınsı bir görünüme sahip olmak,

*Feminist olmamak,

*Sosyo-ekonomik açıdan üst sınıf mensu-bu olmak,

*Güçlü bir kişiliğe sahip olmak,

*Yüksek başarı güdüsüne sahip olmak,

*Evli/çocuklu bir yaşam sürdürmek.

M.Hennig ve A. Jardim’in ABD’de 25 üst düzey kadın yönetici arasında yaptığı araş-tırmaya göre; ya ilk çocuk olan ya da erkek kardeşi bulunmayan bu kadınların hepsi de babalarının özel ilgisiyle büyüdüklerini ve kişiliklerinin oluşumunda babalarının çok önemli rol oynadığını belirtmişlerdir.

Yine bir araştırmaya göre; Türkiye’deki üst düzey kadın yöneticiler sosyo-ekonomik açıdan üst sınıf ailelerden gelmektedir. Ka-dın yöneticilerin %53’nün babası bürokrat ve %6’sı yöneticidir. Çoğu Türkiye’deki ya-bancı okullarda ya da yurtdışındaki okullar-da lisans ve yükseklisans eğitimini tamam-lamışlardır. Bu yüzden, merdivenleri çıkar-ken hiç yorulmamışlar, yolda dikenlere ta-kılmamışlardır. Bu kadınlar, aynı zamanda toplumda altsınıftan gelen kadınları ev işi ve çocuk bakımında kullanmak suretiyle, kendileri de hem evli hem de çocuk sahibi kadın vasfını taşıyarak mesleki statülerini korumaktadırlar.

Ernst And Young’ın Đnsan Kaynakları Yönetici Seçme ve Değerlendirme Bölümü, internet ortamında yaklaşık 5.000 kişi üze-rinde “Çalışanlar Kadın Yöneticiyi Nasıl Görüyor?” konulu araştırma gerçekleştir-miştir. Araştırma, hem kadın hem de erkek denekleri kapsamaktadır. Çalışma, kadınla-rın yöneticiden çok çalışma arkadaşı olarak benimsendiğine işaret etmektedir. Kadınlar, kadın yöneticilerle çalışmayı istememekte, erkekler ise sorun olarak görmemektedirler. Kadın yöneticiler, erkek yöneticilere naza-ran daha duygusal, inatçı, detaycı, hırslı, yaratıcı, mükemmeliyetçi, empati sahibi, iletişim yeteneği gelişmiş bulunurken, erkek yöneticiler ise lider, başarılı, otoriter, kendi-ne güvenen, iş-yaşam dengesi kurabilen, geniş açıdan bakabilen, kendine güvenen, soğukkanlı gibi özelliklerle nitelendirilmiştir. Bu sonuca şaşmamak gerekir; çünkü hem iş hem eş hem de çocuk sorumluluğunu sırtında taşıyan kadınları iş-yaşam dengesi konusunda bile yetersiz bulmak erkek ben-cilliğinin göstergesidir.

Kaynaklar

*Naile Duman "Đlköğretim Okulu Yönetici-lerinin Yetki Ve Sorumluluklarının Analizi ve Yönetimde Yeni Bir Yaklaşım", Yeditepe Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Eği-tim Yönetimi ve Denetimi Yüksek Lisans Programı, Araştırma Çalışması, 2005.

*Hasan Zorlu, “Eğitim ve Yönetimde Cin-siyet” .

*Özgül Gülüşan Erdoğan, Đşletme Yöneti-minde Sosyal Sorumluluk Bakış Açısıyla Kadın Yönetici Terfilerinde Terfi Engelleri (Tekstil Sektöründe Bir Araştırma) Marun Sos Bil Ens Đşl Ana Bil Dalı Yönet Ve Org Bil Dalı YL.Tez .

[email protected]

“Türkiye’deki üst

düzey kadın

yöneticiler sosyo-

ekonomik açıdan

üst sınıf ailelerden

gelmektedir. Kadın

yöneticilerin %

53’nün babası

bürokrat ve %6’sı

yöneticidir. Çoğu

Türkiye’deki

yabancı okullarda

ya da yurtdışındaki

okullarda lisans ve

yüksek lisans

eğitimini

tamamlamışlardır.

Bu yüzden,

merdivenleri

çıkarken hiç

yorulmamışlar,

yolda dikenlere

takılmamışlardır.”

Sayfa 39 Sayı 10

Page 40: Politika Dergisi Sayı 10

Osman BUDAK

Hatırlarsınız; Kemalist devrimlerle ocağı-na incir ağacı dikilen tarikatlar, bir aralar meydanlara dolmuştu. Evet, meydanlara doldular! Sakın ha, meydanlara dolmak gibi gayet demokratik ve ilerici bir şeyi bu dog-ma yuvaları için nasıl kullanabildiğimi sor-gulamayın. Daha düne kadar “Cumhuriyet Mitingleri” için; “Miting, meclisin iradesinden üstün değildir” diye lafazanlık yapanlar, o gün “ortak akılsızlık” içeren hareketleriyle, bu düşüncelerini meydana inerek(!) ifade ediyorlardı.

Meydana dolmak gibi gayet demokratik ve ilerici eylemlerin, böylesi dogmatizm esiri insanlar için bir anlamı bulunmadığından insan şaşırıyor elbet. Nasıl oluyor da oluyor demeyin. Topluma dayatılan ciddi bir yanıl-gıdır; “tarikat demokrasisi”.

Bu demokrasi, öyle bir demokrasidir ki hukuk mukuk tanımaz. Tarikat demokrasici-leri için demokrasi; salt bir parmak hesabı rejimidir. Rasyonel düşünme, irdeleme, tartışma gibi unsurlar önemli değildir onlara göre. Ne de olsa biat kültürüyle yetişmişler-dir. Önemli olan sorgulamak değil, iman etmektir.

Halk cahil, halk eğitilmemiş; halk bunlara paralel olarak muhafazakâr, halk geçim derdine düşürülmüş, ‘yeşil kartını mı alalım, Kıbrıs’ı mı verelim?’ sorusuna ‘yeşil kartım kalsın’ diyen bir halk…

Đşte bu hale getirilmiş bir halka, tarikat yollarını da açarsanız ortaya demokrasi açısından ciddi sorunlar yaratan bir tablo çıkar; çünkü tarikatlara teslim edilen bir kişinin özgür iradesinden söz edilemez. Bir ağanın emri altındaki maraba ile tarikat şeyhinin emri altındaki emekçinin teorik olarak hiçbir farkı yoktur. Zira ortada irade yoktur.

Tarikatla Demokrasi Olmaz

Nasıl olabilir ki?

Hürriyet Kelebek'ten (2 Temmuz 2004) Kadiri tarikatıyla ilgili bir haberi anlatayım da siz karar verin isterseniz.

Kadiri tarikatının müritleri; şeyhleri izin vermediği sürece işyeri açamazlarmış, ev-lenemezlermiş, çocuk sahibi bile olamazlar-mış. Müritlerin kızları ‘şeyh efendi’ye hizmet edebilmek için birbirleriyle yarışırlarmış.

Görüyor musunuz aslan demokratları!

Devam edelim…

“Şeyh, müritlerin gözünde ulaşılmayan bir varlıktır. Şeyhin berberde kestirdiği saçları-nı, kestiği tırnaklarını toplayıp saklayan bile vardır. Bir gün sohbet toplantısının ardın-dan şeyh çay içmişti. Tekrar çay getirmesi için bardağı uzattığında bardağın dibinde kalan çayı içmek için müritler birbirine girdi.” diyor haber metni.

Dahası var…

“Yine bir gün, şeyh kendisinin aldığı iç çamaşırı küçük gelince değiştirilmesi için geri gönderdi. Ama iç çamaşırı geri gitmedi. Müritler arasında öpüp-koklandıktan sonra bir mürit satın aldı. Zaten şeyhin bir eksiği olduğu zaman ortaya söylerdi, müritler anında yerine getirirdi.”

Evlenmek için, çocuk sahibi olmak için, dükkân açabilmek için şeyhinden izin alan; mide kaldıracak bir şekilde don koklayan, bunu eline yüzüne süren, şeyhinin kulu kölesi insanlar siyasal seçimini özgürce yapabilir mi, oy kullanma hakkını özgürce kullanabilir mi?

Kendi ülkesindeki farklı inançlara saygısı olmayan; bu yüzden ısrarla ümmetçiliğini beyan eden insanlardan hürriyetçi çıkar mı?!

Belgesel çekimi için, Kayseri Kalesi’ne asılan Bizans bayraklarına tahammül ede-meyen insanlardan hoşgörü beklenebilir mi?!

Türban davası ile özgürlük havarisi kesi-lenlerin, daha sonradan “madem Müslü-mansın” diye başlayan dayatmaları demok-rasi kültürüyle örtüşebilir mi?!

Demokrasi, liberalizm diye çığlık atarken; aynı zamanda “okurumuz buna hazır değil” diyerek kendi yazarının yazısını yayından kaldıran bir basın, gerçekten de samimi mi?!

Tarikatlı Demokrasi

“Tarikatlara teslim

edilen bir kişinin

özgür iradesinden

söz edilemez. Bir

ağanın emri

altındaki maraba

ile tarikat şeyhinin

emri altındaki

emekçinin teorik

olarak hiçbir farkı

yoktur. Zira ortada

irade yoktur.”

Sayfa 40 Politika Dergisi

Bu demokrasi, öyle bir de-mokrasidir ki hukuk mukuk tanımaz. Tarikat demokrasi-cileri için demokrasi; salt bir parmak hesabı rejimidir.

Kadiri tarikatının müritleri; şeyhleri izin vermediği süre-ce işyeri açamazlarmış, evlenemezlermiş, çocuk sahibi bile olamazlarmış. Müritlerin kızları ‘şeyh efen-di’ye hizmet edebilmek için birbirleriyle yarışırlarmış.

Page 41: Politika Dergisi Sayı 10

“Evrim teorisi” gibi bilimsel bir olguya rek-lamlarında bile katlanamayarak, onu san-sürleyen yine aynı basın, acaba liberalizm-den gerçekten de bir tutam ışık kapabilmiş midir?!

Ya da insanları manşetlerde hedef göste-rerek ölümlerine sebep olan “kardeş” basın, hümanist duygular besliyor olabilir mi?!

Demokrasi ile Şeriat Çatışır!

Sevgili okurlar; demokrasi, insan hakları ve özgürlükler, bu kavramlara değer veren kişiler ve kurumlar için geçerlidir. Onu içten içe oymaya çalışan, amaç değil de araç olarak görenler için değil...

Demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin esas olduğu bir çoğunluk yönetimidir. Laik-lik ise, devletin dinlere eşit uzaklıkta bulun-masını ifade eder. Sadece çoğunlukçulukla demokrasi olmaz. Bugün bu konuda düşü-len en büyük hata budur. Madem ben daha fazlayım; her istediğimi yaparım mantığıdır bu. Oysa demokrasiyi tanımlarken temel hak ve özgürlüklerin esas olduğundan bah-setmiştik.

Demokrasi, azınlıkların da bir gün iktidara gelebileceği hesabını yaparak onları koru-yan bir sistemdir. O yüzden bir “çoğunluk diktatörlüğü” asla olamaz ve olmamalıdır.

Peki, tarikatların tabi olduğu “şeriat” ne-dir? Şeriat; dünyayı da, ahireti de düzenle-yen Đslam kuralları ve bu kurallara göre kurulduğu kabul edilen teokratik devletin temelidir.

Đslam kurallarının uygulanmaya çalışıldığı bir toplumda “inanç özgürlüğü”nden nasıl söz edebiliriz? Peki, böyle bir sistemde Müslüman olmayan ya da bu kurallara göre yaşamak istemeyen Müslüman yurttaşları-mız için bir özgürlük mevcut mudur? Eğer mevcutsa, bu vatandaşlarımız ikinci sınıf insan mıdır?

Bu sorunlar yüzündendir ki teokratik sis-temler diktatörlüktür. “Diktatörlüğe özgürlük” söylemi ise trajikomik bir ifadedir. Maalesef, insanlarımızın kafası o kadar bulandırılmış-tır ki bu temel gerçekleri görmekten bile oldukça uzaktadırlar. Đlginçtir, bugün genç kızlarımız “türbana özgürlük” sloganları içerisinde kendilerini prangalara bağlar ol-muştur. Ne acıdır ki, “Ben size manevi mi-ras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış fikir bırakmıyorum. Benim manevi mirasım akıl ve bilimdir!” diyen bir liderin “kendini sevmeyen” torunla-rı, akıldan fikirden uzak böylesi düşüncele-rin ve bu düşünceleri pompalayan tarikatla-rın esiri olmuştur.

Tarikatlarla, cemaatlerle demokrasi olmaz

gerçeği ortadayken; bir bakıyoruz, bu kesim “demokrasicilik” oyununu sahneden düşür-mez olmuş. Her gün yarım milyondan fazla bedava dağıtılan gazetelerinde sürekli bir demokrasi vurgusu hâkim.

Şeriat – Demokrasi Diyalektiği

Allah Allah!

Đyi de arkadaş, sen özünde bu kavrama değer veriyor musun ki…

Mesela en başta, bu ülkeye demokrasinin gelmesi için her türlü gerici kurumu yıkan Mustafa Kemal’le barışık mısın?

Yoksa O’nun bu kurumları yıkarkenki devrimciliğine karşıt olarak onu “demokrat olmamakla” mı suçlamaktasın? Devrimde halk oylaması mı istemektesin?

Demokrasinin olmazsa olmaz olgusu laik-liği, kendi dar şeriatçı aklınla yeniden ta-nımlamaya mı kalkmaktasın?

Sanı profesör, ama kendi kompresör bile olamayacak adamlarla kalkıp demokrasi dersi vermeye mi kalkıyorsun?

Tüm bunları bir de oturup demokratlık kisvesi altında mı yapıyorsun?

Tam bir şeriat - demokrasi diyalektiği! Tabii, anlayana…

Üç Ana Çarpıtma

Bu konuda üç farklı çarpıtma söz konusu:

1) Çoğunluğun “Müslüman” olduğunu vurgulayarak, totaliter bir devlet arzusunu, sanki “demokratik” bir istemmiş gibi toplu-ma sunmak,

2) Şeriat devletine karşı çıkanları, Müslü-man değilmiş ya da Đslam dinine küfrediyor-muş gibi yorumlamak,

3) Laikliği, sanki toplumun demokratik isteklerine karşıymış ya da din düşmanıy-mış, yani bağnazlıkmış gibi göstermek.

Bizim dincilerimizin demokrat-yobaz ol-masındaki temel etkenler işte bunlardır. Demokrasiyi kendi silahı ile yıkmaya çalış-maktadırlar. Çoğunluğun gücünü demokra-tik olmayan bir biçimde kullanılmamasının tek güvencesi ise temel hak ve hürriyetler-dir. Din konusunda bu “temel hürriyet” inanç özgürlüğü, “temel hak” da anayasamızın değiştirilemez ilkelerinden biri olan laikliktir.

[email protected]

“Đlginçtir,

bugün genç

kızlarımız

“türbana

özgürlük”

sloganları

içerisinde

kendilerini

prangalara

bağlar

olmuştur.”

Sayfa 41 Sayı 10

Sanı profesör, ama kendi kompresör bile olamayacak adamlarla kalkıp demokrasi dersi vermeye mi kalkıyor-sun?

Demokrasi, azınlıkların da bir gün iktidara gelebileceği hesabını yaparak onları koruyan bir sistemdir. O yüzden bir “çoğunluk dikta-törlüğü” asla olamaz ve olmamalıdır.

Page 42: Politika Dergisi Sayı 10

Yamaç KONA

Amerikan seçimleri gerçekleşti, yeni baş-kan bir siyah derili; Barack Obama.

Tüm dünya umutlu; yıllardır ABD'nin dün-yaya yaydığı korku, vahşet ve terörün bite-ceğine dair umutlu. ABD kaynaklı küresel ekonomik krize yapılacak bir müdahaleden ötürü umutlu. Bush'un barış getirme kavra-mından ziyade Obama'nın barış getirme kavramı üzerine umutlu.

Tüm bu umudun sebebi nedir? Tüm dün-yadaki bu kurtuluş havasının nedeni nedir? Türkiye'deki bu “Obamacılık” nedir?

Amerika'da bir siyah derili başa geldi, tüm dünya umutlandı. Obama dünyaya ne vaat etti de bu kadar sevilen bir başkan oldu?

Obama dünyaya değişim vaat etti ve bunun ipuçlarını verdi. Daha yumuşak başlı bir başkan olacağının sinyallerini verdi. Sadece bunu yaptı ve tüm dünyayı arkası-na aldı. Bunun nedeni, derisinin rengidir. Siyahî bir başkan dünya üzerinde “artı” bir hava estirdi. Tüm dünyayı umutlandırdı; çünkü yıllardır, ABD'de ezilen bir topluluk mensubu bir birey Amerikan Başkanı oldu.

Farklı olacağı düşünüldü; çünkü vaatleri değişimden ibaretti. Halkına huzuru vaat etti, şimdinin aksini işaret etti; değişim dedi. Amerikan halkı ona güvenmişti. Tüm Avru-pa'da ırkçılık yükselirken ABD'de bunun gerçekleşmesi, bu seçim üzerinden ulaşıla-bilecek tek harika sonuçtur.

Amerika'yı yöneten kişi değişmedi; sade-ce Amerika'nın vitrini değişti. Bu nedenle, tüm beklentiler ve umutlar boştur. Amerika'-yı yöneten şirketler oligarşisidir ve Ameri-kan Başkanı bu oligarşik yapının emrinde-dir.

Amerika ekonomi üzerinde yaşayan bir devlettir. Temelleri NASDAQ, NYSE ve Petrol Şirketleri'ndedir. Dünya'daki para trafiğinin çoğunu elinde bulundurur. Bu ne-denle dünya üzerindeki tüm büyük şirketle-re göre Amerika'nın yönetimi halka bırakıla-mayacak kadar önemlidir(!). Büyük şirketle-re göre mutlaka ve mutlaka para gücünü elinde tutan devlet yani günümüz Amerika'-sı şirket sahiplerinin karına bir politika izle-melidir. Bunu da ancak şirketler oligarşisi gerçekleştirebilir.

Şirketler oligarşisi, siyah derili bir başkan seçerek vitrin yarattı ve sempati topladı. Obama'yı kurtarıcı olarak lanse etti, deği-

şim vaat etti. Dünya rahat bir nefes alma umuduyla Obama'ya güvendi. Maalesef yanıldılar; gelecek bilinemez, ancak şu aşi-kardır ki ABD politikası başkanın değişme-siyle kesinlikle değişmez. Dış politikası, iç politikası, ekonomi politikası, Orta Doğu politikası, Avrasya politikası hiçbir şekilde başkanla değişmez, değişemez.

Amerika, Obama'nın sempatik bir lider olmasından yararlanıp işlerini gizliden ve güler yüzle devam ettirecek. Dünyayı güler yüzle harap edecek, mahvedecek.

Dediğim gibi; geleceği göremeyiz, ancak belki de bu, Amerika'nın dünyayı mahveden politikalarının zorunlu bir yavaşlama sinya-lidir. Zorunlu olmasının en büyük nedeni; dünyayı mahveden ABD'nin, dayanağı olan kapitalizmin kendi ayakları üzerinde dura-mamasıdır. Paraya aç kalan kapitalizmin doyurulması gerekmektedir ve bu tabii ki ABD'nin görevidir, bu da ABD'nin üzerinde yük oluşturur.

Bir diğer neden ise, ABD düşmanlığının dünya üzerinde inanılmaz bir hızla yüksel-mesidir. ABD'nin barış getirme vaadiyle girdiği, ancak bölgeye terör getirdiği tüm dünya tarafından Afganistan ve Irak ör-neklerinde gözlemlenmiştir.

ABD eşittir kapitalizmdir. Bu nedenle, biri kötü duruma düştüğünde diğeri de sürükle-nir. ABD yıllardır dünya üzerinde estirdiği “Amerikan Terörü” ile kapitalizmin sırtında büyük yük oluşturuyordu. Şimdi de kapita-lizm ABD'ye yük oluşturuyor. ABD, kapita-lizmi beslemek zorunda. Yoksa ülkenin dayanakları çöker ve temelleri ağır hasar alır. Bu, şirketler oligarşisi için pek iyi olmaz. Tabii ki tüm insanlar için de iyi ol-maz; ama bu kimin umurunda…

Obama gelecek ve ne değişecek? Obama'dan çok büyük ve çok anlamsız beklentiler var. Bir anda dünya borsalarının çöküşten kurtulacağı, ABD terörünün sona

Obama ve Şirketler Oligarşisi

“Şirketler

oligarşisi, siyah

derili bir başkan

seçerek vitrin

yarattı ve sempati

topladı. Obama'yı

kurtarıcı olarak

lanse etti, değişim

vaat etti. Dünya

rahat bir nefes

alma umuduyla

Obama'ya

güvendi.”

Sayfa 42 Politika Dergisi

Amerika'yı yöneten kişi de-ğişmedi; sadece Amerika'nın vitrini değişti. Bu nedenle, tüm beklentiler ve umutlar boştur. Amerika'yı yöneten şirketler oligarşisidir ve Amerikan Başkanı bu oligarşik yapının emrindedir.

Dediğim gibi; geleceği göre-meyiz, ancak belki de bu, Amerika'nın dünyayı mahve-den politikalarının zorunlu bir yavaşlama sinyalidir.

Page 43: Politika Dergisi Sayı 10

ereceği, Ortadoğu'nun rahat bırakılacağı, Đran ve Rusya ile ilişkilerinin Dünya'nın iyili-ği için düzeleceği gibi beklentiler boştur. ABD'nin hareketlerini başkan belirlemez. ABD'nin tavrı ve davranışları başka mercile-re bağlıdır.

Obama, ABD'nin oluşturduğu çok başarılı bir vitrindir. Tatlı üslubuyla, ten rengiyle, barışçı söylemleriyle, ılımlı cevapları ve duruşuyla dünyanın kabulünü görmek için biçilmiş kaftandır. Dünya, Obama daha koltuğa oturmamışken, onu bağrına bas-mıştır. Bu, çok büyük bir psikolojik savaşım değil de nedir? ABD psikolojik olarak dün-yayı uyutmuştur. Bundan sonra, izleyeceği dünyayı mahvetme politikası yavaşlayacak-tır; ancak kesinlikle ilerleyişine devam ede-cektir. Tüm dünya da önceden olduğu gibi, ABD'nin ağzının içine bakmayı sürdürecek-tir.

[email protected]

Tüm Okurlarımız Uludağ Üniversitesi’nde Gerçekleştirilecek Anma Toplantısına

Davetlidir.

Sayfa 43 Sayı 10

Page 44: Politika Dergisi Sayı 10

Asaf ŞĐMŞEK

Durkheim’ın sosyal değişme görüşünün temelinde; nüfus artışı ve iş bölümü yer alır. Durkheim, bu kavramlardan hareketle şöyle bir değişme şeması çizer.

Toplumlar büyüdüğü ve daha geniş top-raklara sahip oldukları ölçüde, gelenekler ve pratikler zorunlu olarak, artık bireysel farklılıklara eskisi kadar direnç gösterme-yen bir elastiklik ve belirsizlik durumu içinde var olurlar; bu yüzden gelenekler ve pratik-ler kendilerini çok çeşitli durumlara ve deği-şen ortamlara uydurabilirler. Bireysel farklı-lıklar, artık çok daha az kısıtlandıkları için daha serbestçe gelişir çoğalırlar; yani, her-kes kendi temayülünün peşine daha fazla düşer. Aynı zamanda, iş bölümünün daha da ilerlemiş olması sayesinde, herkes ken-disini ufuktaki farklı bir noktaya yönelmiş olduğunu, dünyanın farklı bir yönünü yan-sıttığını görür ve bunun sonucu olarak, bi-reysel zihinsel içeriği insandan insana deği-şir. Böylece yavaş yavaş, aynı toplumsal grubun üyeleri dışındaki ortak hiçbir şeyleri-nin olmadığı bir duruma ilerleriz ki buna artık neredeyse varılmış gibidir. Bu neden-le, milli bünyedeki faklılıklara göre bir ölçü-de değiştirilmiş bu insan teki, tikel kanıların akışı üzerinde tutulup değiştirilemez ve gayrişahsi bir şey olarak korunan tek fikir-dir. Đnsanların ortak olarak sevebilecekleri ve tapabilecekleri hiçbir şey kalmaz, insa-nın kendisi dışında. Đşte bu yüzden, bırakın özgürlüklerimizi yapılması gereken şeyi bulmak ve yapmak için kullanalım; insanları hala çok acımasızca etkileyen toplumsal makinenin işleyişini yumuşatmak için insan-ların sahip oldukları yetileri engellerle kar-şılaştırmadan geliştirebilmelerine imkan verecek bütün olası araçlara ulaşabilmeleri-ni sağlamak için, şu ünlü kuralı nihayet bir gerçeklik haline getirebilmek için: Herkese yaptığı işe göre! (Giddens,1996: 93-94)

Giddens diğer bütün teorisyenlerde oldu-ğu gibi Durkheim’ın görüşlerini de eleştirel bir dille açıklamıştır. Giddens, eleştirilerini yaparken bütüncül bir yaklaşımdan yola çıkmıştır. Yani yaptığı eleştirinin siyasi, sosyoloji, felsefe gibi alanları kapsayan geniş bir değerlendirmeyi içermesine dikkat etmiştir.

Giddens, Durkheim’ı; toplumda bütünlü-ğün ya da mutabakatın önemini, çatışmayı neredeyse tamamen bir kenara atacak öl-çüde vurgulamış olduğu; her şeyden çok toplumla birey arasındaki ilişki üzerinde

odaklanıp ara yapıları ihmal ettiği için bir kurumlar teorisi geliştirememiş olduğu, ah-laki ideallerin doğayla çok fazla ilgilendiği için siyasi iktidarın oynadığı rolü dikkate almamış olduğu ve toplumsal düzen ile dengeyi takıntı haline getirdiği için toplum-sal yeniliğin ve toplumsal değişimin etkileri-ni yeterince değerlendirememiş olduğu gerekçeleriyle eleştirmiştir. (Giddens,1996: 117)

Durkheim devrimci düşünceye karşı bir teorisyendi. Onun toplumsal anlayışının çerçevesini devrim değil, evrim oluşturuyor-du. Anlamlı sayılabilecek büyük değişimle-rin temelinde, uzun vadeli toplumsal geliş-me süreçlerinin var olduğunu sık sık vurgu-lamıştır. Radikal bir toplumsal dönüşüm mekanizmasının temelinde sınıf çatışması-nın olduğunu reddederek Marksizm’den ve diğer bütün devrimci eylemlilik tiplerinden ayrılır; fakat bunu söylemekle, Durkheim’ın toplumsal çatışma ya da sınıf çatışması olgusunu tamamen göz ardı ettiğini söyle-miyoruz. (Giddens,1996: 117)

Durkheim, teorisini kurarken pratik, gün-lük sorunlardan uzak bir sosyoloji anlayışını tamamen reddetmiştir. Ona göre, pratik sorunlarla hiçbir alakası olmayan bir sosyo-loji harcanan emeğe değmezdi. Belli bir zaman dilimi içerisinde toplumun yaşadığı değişim çizgilerini belirlemek ve hangi eği-limlerin beslenerek gelecekte ağırlık kazan-ması gerektiğini göstermek sosyolojinin en önemli görevlerinden biriydi. (Giddens, 1996: 118)

Durkheim gibi Comte da her zaman sos-yolojinin pratik amaçlara yöneltilmesini iste-miştir. Comte’a göre, düzen ve ilerleme

Giddens ve Klasik Düşünürler (Durkheim)

“Durkheim

devrimci

düşünceye karşı

bir teorisyendi.

Onun toplumsal

anlayışının

çerçevesini

devrim değil,

evrim

oluşturuyordu.”

Sayfa 44 Politika Dergisi

Durkheim’ın sosyal değiş-me görüşünün temelinde; nüfus artışı ve iş bölümü yer alır.

Durkheim, teorisini kurarken pratik, günlük sorunlardan uzak bir sosyoloji anlayışını tamamen reddetmiştir.

Page 45: Politika Dergisi Sayı 10

karşılıklı olarak zorunludur. Kaçınılmaz olanın değişmenin her zaman ileriye dönük olarak evrimsel bir çizgide gerçekleştiğini savunmuştur. (Giddens , 1996:121)

Durkheim, Spencer ile birlikte Comte’u “ilerleme” yi şeyleştirmekle (kendi kendini iyileştirme itkisini sanki toplumun evriminin genel nedenlerinden biriymiş gibi görmekle) eleştirmesine rağmen, işlevsel (statik) açık-lamayı tarihsel (dinamik) açıklamadan ayı-rırken Comte’u yakından takip etmiştir. Durkheim, toplumun bilimsel incelemesinin normal olanı patolojik olandan ayırma ara-cını verebileceğini onaylıyordu; Çünkü doğa bilimi bize nasıl bilginin ancak ağır ağır geli-şebileceğini gösteriyorduysa, sosyoloji de gerçekten ilerici bütün toplumsal değişimle-rin sadece birikim yoluyla gerçekleştiğini gösteriyordu.

Đlerleme ile düzenin birbirine karşılıklı olarak bağımlı olmaları, Comte’ un yazıları

kadar Durkheim’ın yazılarında da önemli bir temadır. Durkheim’ın devrime duyduğu husumet Comte’un kinini sürdürüyordu ve aynı şekilde bilimsel bir temeli olduğu ileri sürülüyordu; siyasi devrimin kendi başına toplumsal dönüşümü garanti altına almanın olası bir aracı olduğunu sanmak şöyle dur-sun, bir toplumda tedrici değişim yaratmayı beceremediğini ifade ediyordu. Ama açıkla-manın biçimi benzer olsa da içeriği tama-men aynı değildi. Yani Durkheim kendi dö-neminin, toplumunda neyin normal neyin patolojik olduğunu belirlerken Comte’dan epeyce uzaklaşmıştı. (Giddens , 1996:155-156)

[email protected]

Sayfa 45 Sayı 10

Yani Durkheim kendi döne-minin, toplumunda neyin normal neyin patolojik oldu-ğunu belirlerken Comte’dan epeyce uzaklaşmıştı.

Bu tanıtım toplumsal sorumluluğumuz doğrultusunda yapılmıştır. Politika Dergisi olarak, bu projeyi;

taşıdığımız sorumluluk için destekliyoruz. Bu tanıtım karşılığında, KoyOgretmeni.com adlı siteden hiçbir ücret

alınmamıştır.

Page 46: Politika Dergisi Sayı 10

Özcan NEVRES

28 Kasım günü Bergama'da; Ovacık köyü düğün salonunda, Ovacık Altın Madeni Đşletmesi’nin mevcut atık barajına ilave ya-pılmak istenilen ikinci atık barajıyla ilgili halkı bilgilendirme toplantısı yapıldı. Halkın bilgilendirilmesini engellemek isteyen firma, salonu çalışanlarıyla doldurdu. Böylece, Çevre Đl Müdürlüğü temsilcileri Bergama halkına bilgi verme olanağı bulamadan, toplantıyı sona erdirmek zorunda kaldılar. Oysa Đzmir, Dikili, Ayvalık, Edremit, Kozak ve Bergama'dan gelen çeşitli sivil toplum kuruluşu üyeleri, yapılacak ikinci atık barajı-nın yöreyi nasıl tehdit edeceğini tartışacak-lardı. Gergin bir atmosfer içinde, çevreciler altın madeni işçilerinin yuhaları arasında bildirilerini vermek zorunda kaldılar. Böyle-ce, verilen bilgiler güme gitti. Peki, bu olay-da devlet neredeydi? Çevrecilerin bildirileri-ni görüşmeyi engelleyenlere neden engel olmadılar? Olmadılar; zira Türkiye'nin geliş-miş ülkelerin çöplüğü olmasına göz yuman-lar var.

Değerli okurlarım; lütfen bu yazıyı dikkatle okuyunuz. Gelişmiş ülkelerin tümünde altın madeni işletilmesi yasaklanmıştır. Bu yüz-den, altın madeni işleyen şirketler, faaliyet-lerini az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelere kaydırmışlardır. Altın madeni çıkarılan ülke-lerin hiçbiri zenginleşmemiş ve aksine daha da fakirleşmişlerdir. Siyanürün neden oldu-ğu ölümcül hastalıklar ise yanlarına kâr kalmıştır. Dünyanın 2020 yılına kadar plas-tik kullanımını yasaklama kararı almasına rağmen; Organize Plastik Sanayi, Mene-men’de kurulmaktadır. Dahası; gelişmiş ülkeler, kimyasal atıklarını ülkelerinin top-raklarına gömmektense, az gelişmiş ülkele-re göndermektedirler. Gönderdikleri ülkeler-den biri de bizim güzel ülkemiz Türkiye’dir. Gemi söküm tesislerinin çevreye ne kadar büyük zarar verdiğini bilen ülkeler, gemileri-ni söktürmek için Foça Çakmaklı’daki Gemi Söküm Tesislerine göndermektedir. Dünya-nın en gelişmiş teknolojilerine sahip olan ABD’nin bile, gemi söküm işini Türkiye’ye havale etmiş olması çok anlamlı ve düşün-dürücüdür. Çocuklarımızın ve torunlarımı-zın geleceği ve sağlıklı yaşamaları için, bu gibi tesislere karşı gerekli mücadeleyi ver-meliyiz. Gelişmiş ülkelerin çöplüğü olmak-tansa, orman ve tarım zengini olmak için çalışmalıyız.

Tarım için çalışmalıyız, ama nasıl çalışa-cağız? Zira en verimli tarım alanlarında hava alanları, fabrikalar yapılıyor. Halen

Ergenekon davası yüzünden gündemden düşmeyen Silivri Cezaevi dünyanın en ve-rimli arazileri arasında yer alan Silivri Ova-sında bin dönümlük bir alanda kurulmuştur. Oysa Anadolu’da nice tarıma elverişsiz araziler var ve o verimsizlik yüzünden fakir-lik içinde yüzen insanlar yaşıyor. Eğer, o cezaevi böyle bir yerde kurulmuş olsaydı; fakir insanların yaşadığı o bölgeye hayat verirdi. Bu sayede, on binlerce fakirimiz iş ve aş sahibi olurlardı.

Ovacık Altın Madeni Đşletmesi nasıl bir alanda çalışıyor? Bilindiği gibi; bitkilerin akciğeri, yapraklarıdır. Ovacık Maden Đşlet-mesi’nde her gün tonlarca toprak kazılıp işleniyor. Çıkan tozlar, Türkiye'nin en verim-li ovalarından biri olan Bakırçayı Havzası’n-daki ovayı olabildiğince etkiliyor. Üstelik bu tesis, yeraltı su kaynaklarını da olumsuz etkiliyor. Bu işletmede maden bittiğinde, geride; arıtılamayacak ve etkisi yüzlerce yıl yok olmayan bir siyanürlü atık havuz kala-caktır. Bu yetmiyormuş gibi, ek olarak, ikinci bir havuz yapılmak isteniliyor. ÇET raporlu bu altın madeni işletmesi mahkeme kararla-rına rağmen halen çevresini kirletmeyi sür-dürüyor. Kapandıktan sonra da havuzdaki buharlaşma yüzünden havayı kirletmeyi sürdürecek ve insanları kanser riskiyle ya-şamalarına neden olacaktır.

Aliağa’da da ÇET raporlu hurda demir işleyen fabrikalar var. Bu fabrikalar, antik şehir Kyme üzerinde kurulmuş olan gemi söküm tesislerinde sökülen gemilerden çıkarılan hurda demirlerini potalarda eritip çubuk ve kütük demir imal etmektedirler. Çevrecilerden gelen baskılar yüzünden, bu fabrikalar gündüzleri filtrelerini kullanmakta-lar, geceleri ise filtreleri devreden çıkararak çevrede çok büyük kirliliğe neden olmakta-dırlar. O fabrikalar yüzünden bölgenin en çok domatesini üreten Bozköy Ovasında tarım ölmüştür. Helvacı beldesinin ve Me-nemen’in ovalarını da verimsizleştirmiştir. Bu fabrikaların neden olduğu kirlilik yetmi-yormuş gibi, aynı bölgede ithal kömüre da-yalı elektrik üretme tesisleri kurulacaktır. Đlk

Türkiye Gelişmiş Ülkelerin Çöplüğü mü?

“Tarım için

çalışmalıyız,

ama nasıl

çalışacağız?

Zira en verimli

tarım

alanlarında

hava alanları,

fabrikalar

yapılıyor.”

Sayfa 46 Politika Dergisi

Gelişmiş ülkelerin tümünde altın madeni işletilmesi ya-saklanmıştır. Bu yüzden, altın madeni işleyen şirket-ler, faaliyetlerini az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelere kay-dırmışlardır.

Ovacık Maden Đşletmesi’nde her gün tonlarca toprak kazı-lıp işleniyor. Çıkan tozlar, Türkiye'nin en verimli ovala-rından biri olan Bakırçayı Havzası’ndaki ovayı olabildi-ğince etkiliyor.

Page 47: Politika Dergisi Sayı 10

kurulacak olan tesis için üç yüz zeytin ağa-cı, izinsiz olarak kesilmiştir. Zeytin ağacı geç yetişen, çok uzun ömürlü bir ağaçtır. En verimli dönemine yirmi beş yılda ulaşır ve asırlarca verimliliğini sürdürür.

Bu tesisler, turizmin en çok gelişmesi mümkün olan Gencelli ve çevresini oldukça olumsuz etkilemektedir. Zaten, Eoly birliği-nin en büyük site devleti olan Kyme harabe-leri hurda söküm tesislerini kurmak için gözden çıkarılmıştı. Kyme, döneminin en büyük limanıyla Anadolu'nun en büyük ihra-cat kapısıydı. Eoly birliğinin önemli devletle-rinden biri olan Egamus’ta toplanılan tahıl ürünleri Kyme devletinin limanına taşınır ve

oradan Avrupa ülkelerine taşınırdı. Ne ya-zık ki döneminin en büyük şehir devletinin kalıntıları, bu gemi söküm tesisinin karanlı-ğında yok olup gidiyor. Her korumasız tarihî kalıntılarda olduğu gibi…

Acı ama gerçek; gelişmiş ülkeler kendi değerlerini ve güzelliklerini yok etmemek için çevreye büyük zararlar veren tesislerini az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelere taşıyor-lar ve bu ülkeleri çöplük gibi kullanmayı sürdürüyorlar. Radyasyonlu varillerini bile gizlice güzelim Karadeniz sahillerine atmak-ta dahi bir sakınca görmüyorlar. Hem de radyasyonun insan sağlığı için ne kadar tehlikeli olduğunu bile bile…

[email protected]

“Radyasyonlu

varillerini bile

gizlice güzelim

Karadeniz

sahillerine

atmakta dahi bir

sakınca

görmüyorlar.

Hem de

radyasyonun

insan sağlığı için

ne kadar

tehlikeli

olduğunu bile

bile…”

Sayfa 47 Sayı 10

Page 48: Politika Dergisi Sayı 10

Mehmet Burak KAHYAOĞLU

Đktisat literatüründe mali krizler; her za-man en çok tartışılan konulardan biri olmuş-tur ve olmaya da devam edecektir. Belli dönemler itibariyle, mali krizler geniş kitlele-ri etkilemeye devam edecek ve ne yazık ki insanlar yine-yeniden yaşadıklarından ders almayacaklardır. Yaşanmış bütün mali kriz-ler incelendiğinde; hemen hemen hepsinin oluşum aşamalarının, gelişimlerinin ve so-nuçlarının benzer nitelikler taşıdığı görüle-cektir. Buradan hareketle; krizleri öngörebil-mek, oluşum aşamasında krize engel ola-bilmek mümkünken, neden sürekli olarak mali krizlerle karşılaştığımız sorusu önem kazanmaktadır. Bu soruya cevap verme-den önce, “tipik bir mali krizin anatomisini” anlatan Hyman Minsky’nin geliştirdiği mo-deli, “yüzyılın mali krizi” olarak adlandırılan ABD’de başlayıp tüm dünyayı kasıp kavu-ran, kamuoyunda “mortgage krizi” olarak bilinen krize uyarlayacağız.

Bir para kuramcısı olan Hyman Minsky’nin geliştirdiği model, mali krizleri son derece başarılı bir şekilde açıklamakta-dır ve bu modeli bilenler açısından, yaşanı-lan bu son mali krizin (mortgage krizinin) öngörülmesi ve sonuçlarının tahmin edilme-si eminim ki hiç de zor olmamıştır.

“Mali kriz” Goldsmith’ in tanımıyla, “bir grup mali göstergenin -kısa vadeli faiz oran-ları, aktif (hisse senedi, emlak, arsa) fiyatla-rı, mali kuruluşların ticari borçlarını ödeye-mez hale gelmesi ve iflasları- tamamının ya da çoğunun hızla, kısa sürede ve çok dü-zenli bir şekilde kötüye gidişidir.’’(1)

Patlamalar ve atılımlar, bunalım devresi-nin yalnızca yükseliş eğilimini ve ilk düşüş eğilimini ifade ederken, devresel bunalım ekonomi tekerleğinin tam bir turunu içerir.

MODEL

Minsky’ye göre, krize yol açan olaylar makro ekonomik sistemde bazı dış etkilere bağlı olarak gelişen dışsal şokların “ağırlık kazanması”yla başlamaktadır. Bu ağırlık kazanan unsurların niteliği, bir spekülatif patlamadan diğerine farklılaşır.

Bunlar;

> Bir savaşın çıkması ya da sonu,

> Bereketli bir hasat ya da mahsul alama-ma,

> Yaygın etkilere sahip yeni bir buluşun -kanallar, demiryolları, otomobiller ve inter-net- büyük bir kesim tarafından benimsen-mesi,

> Kimi siyasal olaylar ya da şaşırtıcı mali başarılar,

> Faiz oranlarını aniden düşüren bir borç dönüştürme,

> Para politikasında beklenmeyen bir değişiklik olabilir.

Ağırlık kazanan etkilerin kaynağı önemli değildir; yeterince büyük ve yaygın ise en azından ekonominin önemli bir sektöründe-ki kâr olanaklarını değiştirerek, ekonominin yönünü farklılaştıracaktır. Ağırlık kazanan etkiler, bazı yeni ya da zaten var olan alanları daha kârlı hale getirirken, bazıla-rının kâr olanaklarını da ortadan kaldıra-caktır.

Sonuç olarak, ekonomik birimler kâr olanakları sunan alanlara yönelmeye, sunmayanlardan da kaçmaya başlaya-caklardır. Yeni olanaklar, kaybedenlere ağır bastığında yatırım ve üretim hızlana-caktır. Bu durumda Minsky’ye göre, bir atılım yola çıkmış demektir. Bu modelde atılım, toplam para arzını genişleten ban-ka kredilerinin yaygınlaşmasından besle-nir.(2) Bankalar para arzını genişletebilme yeteneğine sahip kurumlardır. Verili bir dö-nemdeki verili bir bankacılık sistemi açısın-dan bakıldığında, parasal ödeme araçları yalnızca mevcut bankalar sistemi içinde değil, aynı zamanda;

> Yeni bankaların kurulması,

> Yeni kredi enstrümanlarının geliştiril-mesi (Menkul kıymetleştirme-türev ürün-ler),

> Bankalar dışındaki bireysel kredilerin artmasıyla da genişleyebilir.

Önemli politika sorunları, bu parasal ge-nişlemenin tüm kanallarının denetlenmesi sırasında ortaya çıkar. Eski ve potansiyel yeni bankaların istikrarsızlıkları giderilse bile, bireysel kredilerin istikrarsızlığı, yete-rince bütünlüklü dürtülerin var olması koşu-luyla atılımın finanse edilebilmesi için ge-rekli ödeme aracı olmaya devam edecektir.(3) Bu süreçte, piyasa atılımı finanse et-mek konusunda her zaman son derece başarılı olmuştur; çünkü balon şişerken piyasada herkes mutludur.

Artık, spekülasyon güdüsünün insanlara hakim olduğunu ve bunun emtiaya ya da

Tipik Bir Krizin Anatomisi Olarak Minsky Modeli

“Bir para

kuramcısı olan

Hyman

Minsky’nin

geliştirdiği

model, mali

krizleri son

derece başarılı

bir şekilde

açıklamaktadır

ve bu modeli

bilenler

açısından,

yaşanılan bu

son mali krizin

(mortgage

krizinin)

öngörülmesi ve

sonuçlarının

tahmin edilmesi

eminim ki hiç de

zor olmamıştır.”

Sayfa 48 Politika Dergisi

Page 49: Politika Dergisi Sayı 10

finansal varlıklara yönelik fiili talebe dönüş-tüğünü düşünecek olursak, artan talep bir süre sonra mal üretim kapasitesini ya da mevcut finansal aktif arzını zorlamaya baş-layacak, bunun sonucunda fiyatlar artacak-tır; bu da yeni kâr olanaklarının ortaya çık-masına yol açarak, daha fazla şirket ya da yatırımcıyı cezbedecektir. Yeni yatırımlar gelirleri artırıp daha fazla yatırım arzusu ve yeni gelir artışları yarattıkça, pozitif geri besleme gelişecektir.

Bu aşamada, Minsky’nin “öfori” (kendini aşırı ölçüde zinde hissetme hali) diye ta-nımladığı duruma ulaşılır. Fiyat artışı spe-külasyonu, üretim ve satış için yapılan yatı-rımları artırır. Eğer, böyle bir süreç olgunla-şırsa, sonuçta, “aşırı ticaret” olarak adlandı-rılan durum oluşur. Burada “aşırı ticaret” kavramıyla anlatılmak istenen; saf bir spe-külasyon yani emtiaların ya da finansal aktiflerin kullanılmak için değil, yeniden satılmak için alınmasıdır. Ekonomik birim-ler, diğerlerinin spekülatif alım-satımlarından kâr ettiğini gördükçe, onlar da bu oyuna dahil olmaya başlayacaklardır. Bu aşamada, bütün piyasa katılımcıları varlık fiyatlarının artmaya devam edeceğini düşünmektedir.

Charles P. Kindleberger’in “Bir insanın keyfini ve akıl yürütme tarzını, bir arka-daşının zengin olduğunu görmek kadar bozan hiçbir şey yoktur.” sözü, kitleler arasında spekülasyonun yayılmasının altın-da yatan nedenlerden en önemlisini net bir şekilde açıklamaktadır. Bununla birlikte, kitlelerin zahmetsizce ve yüksek oranlarda kâr olanağı sağlayan alanlara yönelmesi, ekonomi teorisi açısından rasyonel bir dav-ranış biçimi olarak kabul edilmektedir.

Bu faaliyetlere bağımlı hâle gelen şirket ve hane sayısı, halkın normal koşullarda böylesine tehlikeli işlerden uzak duran ke-simlerini de içlerine alarak arttıkça, “cinnet” ya da “balon” olarak tanımlanan şeye dö-nüşür. Cinnet sözcüğü, akıl dışılığı; balon ise gelecekte oluşacak gürültü ve patlamayı

vurgulamaktadır.

Spekülasyonun nesnesi bir cinnetten diğerine ya da bir balondan diğerine büyük ölçüde farklılaşabilir. Bunlar;

> Uzak ülkelerden (arz ve talebin kesin durumunun bilinemediği yerler) ithal edilen mallar ya da uzaktaki piyasalara ihraç edil-mek üzere üretilen mallar,

> Çeşitli türlerde yerli ve yabancı tahviller ve emtia,

> Arazi, arsa, konut, büro binası, alışveriş merkezi,

> Kat ve döviz alım satımı için yapılan sözleşmeler olabilir. (4)

Spekülasyon, daha ileriki bir aşamada; gerçekten değerli öznelerden uzaklaşarak, hayali olanlara yönelme eğilimi gösterir. Giderek çok daha fazla sayıda insan, işle-yen süreç konusunda sağlam bilgiye sahip olmadan, zengin olmaya çalışır. Bu durum-da; süreç, gözünü kâr bürümüş spekülatör-ler için önemsizdir. Önemli olan, varlık fiyat-larındaki göz kamaştırıcı yükselişlerdir. Dolandırıcıların ve işporta malların yaygın-laşması şaşırtıcı olmaktan çıkar.

Aşırı ticaret, tarihsel olarak; bir ülkeden diğerine yayılma eğilimi gösterir. Çok sayı-da kanalı mevcuttur. Uluslararası ticarete konu olan emtia ve aktiflerin bir piyasada değer kazanması, arbitraj yoluyla diğer pazarlarda da fiyatların yükselmesine ne-den olur.

Dış ticaret çarpanı verili, bir ülkedeki gelir değişikliklerini artan ya da azalan ithalat yoluyla diğer ülkelere de yansıtır. Sermaye akışları üçüncü bağlantıyı oluştururken al-tın, gümüş, döviz alım satımlarından kay-naklanan para akışları da dördüncüyü oluş-turmaktadır. Bir de tamamen psikolojik bağ-lantılar mevcuttur; bu da bir ülkedeki yatı-rımcıların öfori ya da kötümserliğinin diğer ülkelerdeki yatırımcıları etkilemesiyle olu-şur. Küreselleşme olgusunun, günümüzde ulaştığı noktayı düşünecek olursak, psikolo-jik bağlantıların balonun şişmesindeki rolü-nü daha iyi anlayabiliriz.

Spekülatif patlama sürdükçe; (1) faiz oranları, (2) dolaşım hızı, (3) fiyatlar hep birlikte yükselmeye devam edecektir. Bir aşamada ise, spekülatörler ellerindeki aktif-leri satıp kâra dönüştürmeye (kırılma nokta-sı) karar verirler; çünkü sonuç olarak, ras-yonel bir yatırımcı, kârının en yüksek oldu-ğunu düşündüğü noktada nakde geçecektir. Spekülasyona yeni başlayanlar, işin içinde olanların piyasayı terk etmesiyle dengelen-dikçe, piyasanın üstünde bir tedirginlik ha-vası oluşacak ve fiyatlar istikrar kazanmaya

“Aşırı ticaret,

tarihsel olarak;

bir ülkeden

diğerine

yayılma eğilimi

gösterir. Çok

sayıda kanalı

mevcuttur.”

Sayfa 49 Sayı 10

Spekülatif patlama sürdük-çe; (1) faiz oranları, (2) dola-şım hızı, (3) fiyatlar hep birlikte yükselmeye devam edecektir.

Spekülasyon, daha ileriki bir aşamada; gerçekten değerli öznelerden uzakla-şarak, hayali olanlara yönel-me eğilimi gösterir.

Page 50: Politika Dergisi Sayı 10

başlayacaktır. Fiyatların istikrar kazanması, spekülatörlerin fiyatların daha fazla artma-yacağını düşünmesine yol açar. Artık her-kesin eli, yavaş yavaş silahlarına (satış yapmaya) gitmektedir; ama hâlâ gülmeye ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam edilmektedir. Bu durumda, balonun patlaması için bir kıvılcım yeterli olacaktır.

Bunun ardından, huzursuz edici bir “mali sıkıntı” dönemi gelebilir. Mali sıkıntı kavra-mı, şirket finansmanıyla ilgilidir; bir şirket, uzak bir olasılık olsa bile, yükümlülüklerini yerine getirememe durumunu gündemine almak zorunda kaldığında, şirketin mali sıkıntı içinde olduğu kabul edilir. Ekonomi-nin bütününde ise bu, spekülasyon yapan topluluğun önemli bir kısmının likidite -diğer aktiflerini nakde çevirme- arayışına girmesi-ne yol açacak; bu da spekülasyon yapmak için borçlanan bazı insanların kredilerini geri ödeyemez hâle getirecektir. Sıkıntı sürdükçe, spekülatörler yavaş yavaş ya da aniden piyasanın daha fazla yükselmeyece-ğini fark edeceklerdir. Artık satış zamanıdır. Reel ya da uzun vadeli finansal aktifleri paraya dönüştürme yarışı bir paniğe dönü-şecektir.

Krizin yaklaştığını haber veren özgün bir işaret de çok sıkışan bir banka ya da şirke-tin batması olabileceği gibi, bu, mali sıkıntı-dan dürüst olmayan yollardan kurtulmaya çalışan banka ya da şirketin dolandırıcılık

ya da suiistimalinin açığa çıkması ya da başlangıçta yalnızca fazla değer kazandığı düşünülen asli spekülasyon nesnesinin fiyatının düşmesiyle ortaya çıkabilir.

Her iki durumda da yarış başlamıştır. Fiyatlar düşer; iflaslar artar. Likidite sorunu olmasa da herkesin en yüksek fiyattan satış yapmasını sağlamaya yetecek ölçüde nakit bulunmaması fikri yayılmaya başladığında panik başlar. Bu durumu en iyi tanımlayan sözcük “şiddetli çekilme”dir. Emtia ya da menkul kıymet alımından şiddetle çekilme, bankaların böylesi aktifler karşılığında kredi vermeyi durdurmasına yol açar.(5)

Şiddetli çekilme, insanların hızla, kapan-madan önce kapıdan çıkmaya çalışmak için koşuşturdukları bir paniğe benzer. Panik, aşağıda aktarılan üç şeyden biri ya da bir-kaçı gerçekleşinceye kadar tıpkı spekülas-yon gibi kendi kendisini besler. Bunlar;

1. Fiyatlar öylesine düşer ki, insanlar ye-niden likit değeri daha düşük olan aktiflere yönelirler.

2. Fiyat düşüşleri sınırlanarak, borsalar kapatılarak ya da işlemler durdurularak ticaret engellenir.

3. Son başvuru mercii (bu durumda mer-kez bankası) piyasayı nakit talebini karşıla-maya yetecek kadar para bulunduğu konu-sunda ikna etmeyi başarır.

“Şiddetli

çekilme,

insanların hızla,

kapanmadan

önce kapıdan

çıkmaya

çalışmak için

koşuşturdukları

bir paniğe

benzer. “

Sayfa 50 Politika Dergisi

Page 51: Politika Dergisi Sayı 10

Artık, durum bir güven krizine dönüştü-ğünden, büyük miktarda para basılmamış olsa bile diğer aktiflere karşı güven yeniden oluşturulmaya çalışılır; yalnızca isteyenin istediği zaman para alabileceği bilgisi bile, nakde olan talebi yatıştırabilir, hatta bu iste-ğe son verebilir. (!)

“Son başvuru merciinin devreye girip gir-memesi gerektiği ise ayrı bir tartışma konu-sudur. Bu işleve muhalefet edenler, böylesi bir müdahalenin öncelikle spekülasyonu teşvik edeceğini iddia etmektedirler. Bu işlevi destekleyenler ise; krize yapılacak müdahalenin gelecekteki sonuçlarından çok, güncel kaygılarla hareket etmektedir-ler. Aynı zamanda, son başvuru mercii ola-rak, uluslararası düzeyde borç veren kuru-luşların yeri konusunda da bir soru işareti söz konusudur. Ulusal krizlerde, hükümet ya da merkez bankası sorumluluk taşır. Uluslararası düzeyde ise, başvurulacak son mercii olarak hizmet etmek üzere, donatıl-mış ne bir dünya hükümeti ne de bir dünya bankası bulunmaktadır” .(6)

Net olarak görüldüğü üzere, model; ya-şanmakta olan “Mortgage Krizi”nin oluşu-mu, gelişimi ve sonuçlarını açıklayabilmek-

tedir. Dergimizin bir sonraki sayısında mortgage krizini bu model ışığında incele-yeceğim.

Kurban bayramınızı şimdiden kutlar, sağ-lık ve esenlikler dilerim.

Dipnotlar

(1) Kindleberger, C.P., 2004, “Cinnet, Panik ve Çöküş”, s. 7

(2) Kindleberger, 2004

(3) Kindleberger, 2004

(4) Kindleberger, 2004

(5) Kindleberger, 2004

(6) Kindleberger, 2004

[email protected]

Sayfa 51 Sayı 10

Net olarak görüldüğü üzere, model; yaşanmakta olan “Mortgage Krizi”nin oluşu-mu, gelişimi ve sonuçlarını açıklayabilmektedir.

Page 52: Politika Dergisi Sayı 10

Koordinasyon: Gökhan DAĞ

Değerli Politika Dergisi Oku-yucuları;

Politika Dergisi’nin 9. sayısı için röportaj çalışmalarını sür-dürürken çok değerli hocam Sayın Gamze Güngörmüş KONA vesilesiyle Saygıdeğer H o c a l a r ı m ı z d a n Ö z e r OZANKAYA ile görüşme fırsa-tı yakaladım.

Özer Hocamıza, Mustafa Kemal Atatürk ile ilgili bir müla-kat talep edince büyük bir memnuniyetle bana randevu verdi. Ben de randevu günü değerli kardeşim Yamaç KONA ile Özer OZANKAYA’nın karşısına çıktım.

Gerçek bir beyefendi Özer Hoca. Kendisi-ne bizi ümitlendirici konuşmaları ve Türk gençlerine verdiği değerden ötürü sonsuz teşekkür ediyorum. Ellerinden öpüyorum.

Tabii Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatmak ciltlerce, kütüphanelerce bilgi demek. Soru-larımı Özer Hoca ile paylaştığımda kendisi bana, beni oldukça mutlu edecek bir teklifle geldi:

“Cumhuriyet Çınarı” adlı kitabımda bu bilgilerin hepsi mevcut. Dilerseniz bu kitabımı özet halinde yayınlayabilirsiniz.

Bu teklif her yazarın kolay kolay cesaret edemeyeceği bir şey. Direk yazmış olduğu bu kitaptan hiçbir maddi kazanç beklemedi-ği anlaşılıyordu hocamın. O’nun amacı Ata-türk’ü, Atatürk’ün gençlerine tanıtmaktı. Atatürk’ü yanlış tanıtanlara karşı doğru ola-nı sunmaktı.

Bu heyecan verici teklifi tabii ki hemen kabul ettik.

9. sayımıza sayılı günler kalması sebebiy-le ne yazık ki bir önceki sayımızda “Cumhuriyet Çınarı” kitabını özetleyeme-dik.

“Cumhuriyet Çınarı” kitabı ile ilgili bu sayımızdan itibaren çalışmalarımıza büyük bir heyecanla başlıyoruz.

Ben öncelikle şunu söyleyeyim. Biz bura-da bu kitabı özetlerken iki amaç güdüyoruz. Birincisi Mustafa Kemal ATATÜRK’Ü en iyi biçimde tanıtabilmek, ikicisi ise bu kitaba ulaşamayan, bu kitabı alabilecek gücü ol-mayanlara bir anlamda yardımcı olabilmek.

Umarım ki başarabiliriz.

Bu sayımızda gelecek sayılarımızda nasıl bir planlama ile söz konusu eseri inceleye-ceğimizi ve kitabın yazarı Özer Ozankaya hocamızın, kitapla ilgili önsözünü yayınla-yacağız. Ama tüm bunlardan önce eserin künyesini vermek ve eser ile yazar hakkın-da bazı bilgilendirmelerde bulunmak daha doğru olacak.

Kitabın Tam Adı: Cumhuriyet Çınarı: Mustafa Kemal’i “Atatürk” Yapan Uygarlık Tasarımı

Yazar: Prof. Dr. Özer OZANKAYA

1. Basım: Ocak 2003

ISBN: 975-406-768-6

Baskı: Umut Matbaası

Yayınevi: Cem Yayınevi

Bölüm Sayısı: 12

Sayfa Sayısı: 464

Arka Kapak Yazısı (Güncellenmiştir): Bu yıl 85. kuruluş yıldönümünü kutlayacağı-mız Türkiye Cumhuriyeti, 20. yüzyılın tek başarılı “demokrasi devrimi”nin ürünüdür. Bu devrimin önderi Mustafa Kemal Atatürk’de, yalnız kendi ulusunun değil, tüm uygar insanlığın kalıcı sevgi ve saygısıyla anılan tek büyük kişiliktir.

Niçin? Đnsanlık bugün hâlâ, iç ve dış sö-mürgeden arınmış, insan ve yurttaş hak ve özgürlüklerini hm siyasal ve düşünsel, hem de ekonomik ve toplumsal içeriği ile gerçek-leştirebilen, uluslararası ilişkileri kıskançlık, açgözlülük ve kinden temizleyen, bilim ve teknolojiyi insan hak ve özgürlüklerinin hiz-metinde kullanabilen bir düzenin özlemini çekiyor. Ne kapitalizmin, ne Marksizm ya

Cumhuriyet Çınarı

Sayfa 52 Politika Dergisi

Mustafa

Kemal

Atatürk:

“Türkiye’nin

savaşımı

yalnız kendi

adına ve

hesabına

olsaydı belki

daha kısa, az

kanlı olur ve

daha çabuk

bitebilirdi.

Türkiye’nin

savunduğu,

bütün ezilen

ulusların,

bütün

Doğu’nun

davasıdır.”

Page 53: Politika Dergisi Sayı 10

da sosyalizmin bu özlemleri karşılayabile-cek ni te l ik te o lmadığı görü ldü. “Küreselleşme” denilen ve başta nükleer silahlar olmak üzere teknolojik üstünlüğe sahip, Batı’nın dünya egemenliğini simgele-yen “yeni dünya düzeni”’nin, insanlığın 4/5’i için her yönden sömürülme demek olduğu da anlaşılmış bulunuyor.

Prof. Dr. Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı’nda, Atatürk’ün önderliğinde gerçek-leştirilen Türk Devrimi ve onun ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti’nin evrensel özlemleri karşılayabilecek uygarlık projesi niteliğini anlamakta ve bu niteliğinden dolayı iç ve dış sömürü odaklarının saldırı hedefi oldu-ğunu açıklamaktadır. “Türkiye’nin savaşı-mı yalnız kendi adına ve hesabına olsay-dı belki daha kısa, az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye’nin savundu-ğu, bütün ezilen ulusların, bütün Doğu’-nun davasıdır.” diyen Atatürk’ün bu gözle-minin yalnız savaş aşaması için değil, belki ondan daha çok siyasal, toplumsal ve eko-nomik yaşamın demokratikleşmesi yolunda-ki atılımlar bakımından geçerli olduğunu ortaya koymaktadır.

Prof. Dr. Özer Ozankaya Kimdir?

1937 Kulp / Diyarbakır doğumlu olan Prof. Dr. Özer Ozankaya, 1959'da Ankara Üni-versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitire-rek aynı fakültede Sosyoloji Asistanı oldu. ABD'de Syracuse Üniversitesi'nde "Türk ve Japon Çağdaşlaşma Deneyimlerinin Karşı-laştırması" teziyle Sosyoloji Master Derece-si alan Ozankaya, Siyasal Bilgiler Fakülte-si'nde sırasıyla 1966 yılında "Üniversite Öğrencilerinin Siyasal Yönelimleri" konulu teziyle doktor, 1970 yılında "Köyde Toplum-sal Yapı ve Siyasal Kültür" konulu araştır-masıyla doçent ve 1978 yılında da "Türk Devrimi ve Yüksek Öğretim Gençliği" konu-lu araştırmasıyla profesör oldu.

Çeşitli üniversitelerde ders veren Profesör Ozankaya, 1990 yılında kendi isteği ile kad-rolu öğretim üyeliğinden ayrıldı. Şu anda Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çalışmalarını sürdürmektedir.

Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kurucu üyesi olan 4. Genel Başkanlığını ve Genel Yönetim Kurulu Üyeliğini yapmış olan, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi'nin kurucu üyesi ve Gen. Bşk. Yrd. olan Prof. Ozankaya'nın yukarda belirtilenler dışında yayınlanan bazı yapıtları şunlar:

1) Toplumbilim, 10. Basım, CEM Yayıne-vi, 1999 (Türk Dil Kurumu 1976 Bilim Dili Ödülünü almıştır.)

2) Türkiye'de Laiklik, 7. Basım, CEM Ya-yınevi, 2000.

3) Cumhuriyet Çınarı

4) Sosyalizmin Çöküşü kapitalizmin Zaferi Değildir

5) Dünya Düşünürleri Gözüyle Atatürk ve Cumhuriyeti

6) Atatürk's Legacy - Views by World-Famous Intellectuals,

7) NUTUK'tan Seçmeler, CEM Yayınevi, 2000.

Prof. Ozankaya, Đngilizce, Fransızca, Al-manca ve Osmanlıca'dan birçok temel yapı-tı da dilimize çevirerek yayınladı. Emile Durkheim'in Đntihar, (3. Bsm, CEM Yayıne-vi, 2002), Max Weber'in Toplumsal ve Eko-nomik Örgütlenme Kuramı (ĐMGE Yayınevi, 1994), E. H. Carr'in Tarih Yazımında Nes-nellik ve Yanlılık (ĐMGE Yayınevi, 1992), George Sabine'in Yakın Çağ Siyasal Dü-şünceler Tarihi (4. Bsm. CEM Yayınevi, 2001), Şemseddin Sami, Kadın (Basın-Yayın Yüksek Okulu Yıllığı, 1981), Celal Nuri, Kadınlarımız (Kültür Bakanlığı Yayını, 1993) ve Celal Nuri, Türk Devrimi (Kültür Bakanlığı Yayını, 2002) bunlar arasındadır.

Prof. Ozankaya, Türk Sosyal Bilimler Der-neği, Türk Sosyoloji Derneği, Mülkiyeliler Birliği, Türk Japon Kültürünü Araştırma ve Dayanışma Derneği gibi derneklerin de üyesidir.

Not: http://www.bizimanadolu.com/haber/haber21.htm adresinden alınıp mümkün olduğunca güncellenmiştir.

Cumhuriyet Çınarı Kitabını Yazarken Nasıl Bir Plan Đzleyeceğiz

11. Sayı: Bölüm 1– Đnsanlığa Örnek Bir Devrim: Türk Devrimi

12. Sayı: Bölüm 2– Ulusal Bağımsızlığın Altın Anahtarı: Özgürlük ve Bilim

13. Sayı: Bölüm 3– Sakarya’da Đki Kılıç: Tam Bağımsızlık ve Sömürgecilik

14. Sayı: Bölüm 4– Güneşin Doğuşu

15. Sayı: Bölüm 5– Kurtuluşun Gerçek Yolu: Ulusal Egemenlik

16. Sayı: Bölüm 6– Sivas Kongresi: Ulu-sal Egemenlik Bayrağının Önlenemez Yük-selişi

17. Sayı: Bölüm 7– Kurucu Meclis’e Doğ-ru

18. Sayı: Bölüm 8– Bu Ulus, Bu Yurt, Bu Devlet

19. Sayı: Bölüm 9– Aileyi de, Ulusu da Yapan Kadındır: Ailenin Demokratikleşmesi

Prof. Dr. Özer

Ozankaya,

Cumhuriyet

Çınarı’nda,

Atatürk’ün

önderliğinde

gerçekleştirilen

Türk Devrimi ve

onun ürünü olan

Türkiye

Cumhuriyeti’nin

evrensel

özlemleri

karşılayabilecek

uygarlık projesi

niteliğini

anlamakta ve bu

niteliğinden

dolayı iç ve dış

sömürü

odaklarının

saldırı hedefi

olduğunu

açıklamaktadır.

Sayfa 53 Sayı 10

Page 54: Politika Dergisi Sayı 10

20. Sayı: Bölüm 10- “Yaşamda En Ger-çek Yol Gösterici, Bilimdir!” Eğitimin De-mokratikleşmesi

Sayı 21: Bölüm 11– Ne Tek Başına Birey, Ne de Bireysiz Devlet! Ekonominin Demok-ratikleşmesi

Sayı 22: Bölüm 12– Tarihle Çağdaş Bu-luşma

Cumhuriyet Çınarı Kitabının Önsözü

“Cumhuriyet Çınarı”nın dördüncü basımı da kısa sürede tükenerek beşinci basım aşamasına geldi. Bu başarı, kuşkusuz yine her şeyden önce özgür, bağımsız ve gö-nençli bir toplum ve devlet kurmanın tüm uygar insanlık için geçerli örneğini veren Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce ve ey-lem düzeninin başarısıdır. Atatürkçü dü-şünce’nin iyi niyetli aydın insanların hemen tümüne seslenen bu kalıcı niteliğinin başa-rısıdır.

“Cumhuriyet Çınarı”nın ilk bölümünde Atatürkçü düşüncenin, kapitalizmi de sos-yalizmi de, O’nun deyişiyle “demokrasinin belirgin nitelikleri açısından” çok aşan özel-likleri gösterilmeye çalışılmıştır. Đzleyen bölümlerde Osmanlı Devleti’nin yıkılış yılla-rında, Türk ulusunun iki yüz yıldan beri öz-lemini çektiği gerçek kurtuluşa kendini ulaş-tıracak önderin bağrında bir ipek böceği gibi nasıl yetiştiği anlatılmaktadır. Özellikle Os-manlı Devleti’nin yıkıldığı 1908 – 1918 ara-sındaki son on yılı boyunca, Mustafa Ke-mal’in, Türk ulusunu bu yıkılışın altında ezilip yok olmaktan kurtarmak için her türlü özveriyle ve deha düzeyinde üstün başarı-larla nasıl çalışıp çırpındığı gözler önüne serilmektedir. Đç ve dış, her türlü sömürü-den gerçek kurtuluşun altın anahtarının, ulusal egemenlik, yani demokratik bir top-lumsal düzen kurup işletmek olduğu bilin-ciyle, Türk ulusal Kurtuluş Savaşı’nı 19 Mayıs 1919’dan başlayarak nasıl yürüttüğü de ikinci kesimde (B1.8 ve sonrası)ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Atatürk’ün 20. yüzyı-la damgasını vurmakla kalmayıp, insanlık tarihin bugüne değin tanıdığı iki ya da üç en büyük kişilikten biri olmasını sağlayan kalıcı değeri, kendi yönetimini eline alan bir ulus karşısında dünyanın en güçlü ordu-larının bile dize geleceğini kanıtlaması ve bir ulusun kendi yönetimini gerçekten eline almasının yol ve yöntemlerini de uygar insanlığa örnek olacak bir yetkin-likle göstermiş olmasıdır.

“Cumhuriyet Çınarı” dolayısıyla teşekkür borçlu olduklarımın başında kuşkusuz, Türk devriminin her aşamasını en yetkin biçimde anlatan Mustafa Kemal Atatürk gelmektedir. Atatürk’ün SÖYLEV’i (NUTUK), yalnız Türk

Kurtuluş Savaşı ve siyasal – toplumsal dev-rimleri üzerine yazılmış en güvenilir belge olmakla kalmaz; sömürge olmaktan kurtulu-şun, O’nun deyişiyle, bütün ezilen halklara kılavuzluk edecek düşünsel, örgütsel ve eylemsel programını da içermektedir. Ayrı-ca Türk devriminin pek çok önemli olayı dolayısıyla yaptığı ve Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri adıyla 6 ciltte toplanıp yayın-lanan konuşmalar ve verdiği demeçlerle, yine kendisinin yazdığı ama Prof. Afet Đnan’ın adıyla yayınlan-masını uygun bulduğu, demok-rasi kuramına ve eğitimine birinci sınıf bir katkı değeri taşıyan Vatandaş Đçin Medeni Bilgiler adlı kitap da her iki niteliğe sahip-tirler.

Ama Atatürk, Türk ulusunun kurtuluş ara-yışı sürecinde tarih sahnesine çıktığı gün-den 19 Mayıs 1919 gününe dek geçen sü-rede neler yaptığı konusunda da karanlıkta bırakmamış, anılarını daha 1926 yılında, ilgili kişilerin çok büyük bir bölümü yaşıyor-ken yayınlamıştır.

Cumhuriyet Çınarı’nda her üç kaynaktan da çok geniş ölçüde yararlandım.

Ayrıca Kaynakça’da yer alan bütün yapıt-ların yazarlarına teşekkür etmeyi zevkli bir görev biliyorum.

Cumhuriyet Çınarı, TRT Televizyon Dai-resi Başkanlığı’nca 20 bölümlük bir TV bel-geseline de dönüştürüldü ve TRT’nin birçok kanalında birçok kez yayınlandı. Cumhuri-yetimizin kuruluşunun 70., Türk devriminin başlangıcı olan 19 Mayıs 1919 ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 75. yıl dönümleri dolayısıyla hazırlanan bu belge-sel filmlerin yapımını üstlenip gerçekleştirdi-ği için TRT Genel Müdürlüğü’ne ve TV Dairesi Başkanlığı’na özellikle teşekkür ederim. Belgeselin sunucusu değerli sanat-çı Müşfik Kenter’e, uzmanlıklarıyla belge-sele çok değerli katkılarda bulunan, çok sayıdaki bilim insanımıza, yapım ve yöneti-mi gerçekleştiren başta eşim Filiz Ozankaya, yardımcıları Ebru Çakırkaya ve Erkan Kocabaş olmak üzere tüm yapım görevlilerine en içten teşekkürlerimi suna-rım.

Cumhuriyet Çınarı’nı yayınları arasına alarak çok güzel bir baskıyla yayın dünya-mıza sunan Cem Yayınevi’ne ve basımı gerçekleştirenlere teşekkür ederim.

“Mustafa Kemal’in

kalıcı değeri,

kendi yönetimini

eline alan bir ulus

karşısında

dünyanın en

güçlü ordularının

bile dize

geleceğini

kanıtlaması ve bir

ulusun kendi

yönetimini

gerçekten eline

almasının yol ve

yöntemlerini de

uygar insanlığa

örnek olacak bir

yetkinlikle

göstermiş

olmasıdır.”

Sayfa 54 Politika Dergisi

Page 55: Politika Dergisi Sayı 10

Belirtilmesi zorunlu bir başka nokta, eksik ve yanlışların tüm sorumluluğunun bana ait olduğudur.

Prof. Dr. Özer OZANKAYA

Oran Şehri, 28.10.2002

Gelecek Sayı

Bölüm 1

I. ĐNSANLIĞA ÖRNEK BĐR DEVRĐM: TÜRK DEVRĐMĐ

1. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bir Uygarlık Pro-jesi Niteliği

2. Aynı Değerlendirmeyi Yapan Düşünürler

3. Türkiye Cumhuriyeti’ne Bu Değeri Ka-zandıran Öğe ve Özellikleri

4. Türkiye Cumhuriyeti’nin Đki Temel Özelli-ği

5. Demokratik Toplumsal Kurumlar

6. Sonuç

[email protected]

Sayfa 55 Sayı 10

Page 56: Politika Dergisi Sayı 10

Ali Đhsan UĞUZ

Yaklaşık iki yıl önce, C.IV.A Son Savaş isimli romanı-mı yazarken roman-daki bir bölümde

ABD başkanının adının geçmesi gerekiyordu. Đsim üzerinde uzun süre düşündüm. ABD emperyalizmi, özel-likle Sovyetler Birli-ği’nin çökmesinden sonra tek kutuplu

dünyada istediği gibi at oynatıyor; beğen-mediği ülke iktidarlarını gerek darbe, gerek-se değişik oyunlarla, olmazsa değişik baha-neler bulup işgal ederek değiştiriyor ve ABD çıkarlarını koruyacak kişi veya kişileri iktida-ra getiriyordu; ancak özellikle sürekli yaratı-lan gerginlik politikaları ve işgallerde ölen milyonlarca masum insanın varlığı dünya kamuoyunu ABD’nin aleyhine tavır sergile-mesine neden olmaya başlamıştı. Özellikle Irak işgalinde neden gösterilen bütün baha-neler boş çıkmış, asıl nedenin petrol olma-sının ortaya çıkmasından sonra dünya ka-muoyunda hızla itibar yitirilmeye başlanmış-tı. Bu itibar yitiriş, özellikle Afganistan ve Irak’ta direnişçilere moral veriyor; direnişler günden güne sertleşiyordu. ABD’nin kendi kamuoyu başta olmak üzere, Avrupa ve diğer birçok ülkede ABD’ye karşı nefret giderek kabarıyor, ABD hızla itibar yitiriyor-du. Hiçbir emperyalist güç, sürgit kanlı poli-tikalarına devam edemezdi. Bir soluklanma-sı, bir ara vermesi dünya kamuoyuna daha sempatik gelecek bir politika sergilemesi gerekiyordu. ABD başkanlık seçimleri bu-nun için bulunmaz fırsattı.

2006 yılında, yukarıda bahsettiğim roma-nı yazarken, o zamanlar hem zenci hem kadın olması sebebi ile Bayan Rice’ın Cum-huriyetçiler tarafından aday gösterilebilece-ğini; böylece dünya kamuoyunda yeniden sempati toplamak için böyle bir manevra yapabileceğini düşündüm. Bu nedenle, 2015 yılı ile ilgili kurguyu oluştururken baş-kan olarak Bayan Rice’ın ismini belirttim; ancak Demokratlar Cumhuriyetçilerden önce davranarak Bay Obama’yı gündeme getirdiler. Global sermayenin bir kanadı ortamı iyi okumuş, bu değişimin olması gerekliliğinin farkına varmış ve elini çabuk

tutmuştu. Obama ilk ortaya çıktığında; (Türk medyasında bile seçilmesi mümkün değil yorumları yapılırken) kitabımda ABD başkanının Obama olduğunu belirterek ilgili bölümü tamamladım. Hatta sayfa 185’te isim değişikliği unutulmuş ve kontrol sıra-sında gözlerden kaçmış; ilk paragrafta Ba-yan Rice ismi başkan olarak basılmıştır.

Yayıncım böyle bir ismi belirterek kitabı yayınlamakta önceleri tereddüt etti; ancak ben ısrar edince kitap o haliyle basıldı.

Özellikle son zamanlarda “global kriz” ve “K. Marx haklı mı çıktı” tartışmaları medya-da sürekli gündemi işgal etmektedir. Hatta bazı aklıevvel çok bilmiş (ya da kara cahil) bazı köşe yazarlarımı global kriz sebebi ile yapılan devletleştirmeleri göstererek “sosyalizm geri döndü” yorumları bile yapa-bilmektedirler. Đnsanın, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyesi geliyor. Đki şirket, bir-kaç banka devletleştirmekle; sosyalizm geri dönüyor yorumu yapabilmek için, ya sosya-lizm hakkında hiçbir şey bilmemek gerek (kara cahil) ya da bilerek ve isteyerek kasıtlı yorum yapmak gerek.

1975 yılından itibaren, global sermaye giderek dünyayı egemenliği altına almak için yoğun bir çaba gösteriyor ve başarıya ulaşmak için her şeyi yapıyor. Önce Sov-yetler Birliği’ni çökert-ti. O dönemi hatırla-yan okurlar anımsa-y a c a k l a r d ı r ; Aleksandr Đsayeviç Soljenitsın isimli ya-zarın Gulag Takıma-daları isimli bir kitabı vardı. Bu kitap, Sov-yetler Birliği’ni dünya kamuoyu nezdinde en çok yıpratan ve Sovyetler Birliği’nin çö-zülmesine katkıda bulunan (sadece buna bağlamak elbet mümkün değil) nedenler-den birisidir. Yıllar sonra bu kitabın CIA tarafından yazdırıldığı ortaya çıktı.

Dünya üzerinde medya da kullanılarak (iletişimin gelişmesi), insanlar tüketime sü-rekli körüklenerek; büyük sermaye gurupları daha da palazlandı. Sovyetler Birliği de çökertildikten sonra tek kutuplu dünyada, global sermayenin egemenliğinin oluşturul-ması daha da kolaylaştı.

Bu arada 12 Eylül darbesi ile ülkemiz de bu sürece sokuldu. Giderek azgınlaşan ve önüne hangi engel çıkarsa çıksın silip süpü-ren; genelde global sermaye, özelde ABD

Global Kriz, ABD Emperyalizmi ve Obama’nın Başkan Seçilmesi

ABD

emperyalizmi,

özellikle

Sovyetler

Birliği’nin

çökmesinden

sonra tek

kutuplu

dünyada istediği

gibi at

oynatıyor;

beğenmediği

ülke iktidarlarını

gerek darbe,

gerekse değişik

oyunlarla,

olmazsa değişik

bahaneler bulup

işgal ederek

değiştiriyor.

Sayfa 56 Politika Dergisi

2006 yılında hem zenci hem de kadın olması sebebi ile Cumhuriyetçi-ler tarafından aday gös-terilebileceğini düşün-düm.

Page 57: Politika Dergisi Sayı 10

emperyalizmi artık gerektiğinde ülkeleri işgal ediyor ve milyonlarca masum insan emper-yalizmin çıkarı uğruna can veriyordu.

Günümüze geldiğimizde, dünya kamuo-yunda nefret uyandıran bu gelişmeler yaşa-nırken sistemin kendi içersinde de bir sıçra-ma yapması gerekiyordu; çünkü kapitalizm yaşanılan her krizde yeni tekeller ve yeni oluşumlar yaratır. Yeni yaratılan tekellerin, daha fazla güçlenmek için dünya halklarına bir bedel ödetmesi gerekir. Ayrıca her gün milyarlarca dolar ödenen Irak işgalinin fatu-rasının dünya halklarına bir şekilde ödetil-mesi gerekiyordu. Yaşadığımız global kriz sayesinde, dünya halkları bu bedeli ödüyor. Kamulaştırılan şirketler daha büyük serma-yeye devredilerek daha da güçlü yeni tekel-leşmeler yaratılıyor. Đşte tam bu noktada, global sermayenin merkezi; ABD emperya-

lizmi dünya halkları-na daha da şirin görünmek, bu döne-mi daha kolay geç-mek için Obama kozunu oynadı. Sonuçta, Obama ABD emperyalizmi-nin başkanıdır. O, seçilmekle ne dün-ya halklarının kaderi değişecek, ne de ABD’de siyah beyaz

kavgası son bulacaktır.

Đşletmecilik eğitimi aldığım üniversitede ilk olarak; “Đşletmecilik domuzu bağırttırmadan kıl koparma sanatıdır.” diye belirttiler bize. Obama’nın başkan seçilmesi, işte tam bu öğreti ile örtüşüyor. Dünyayı bağırttırmadan sömürmenin bir yolu da bu. Obama’nın başkan seçilmesi ile daha güzel bir dünya umanlara son sözüm şu; boşuna bekleme-yin avucunuzu yalarsınız.

[email protected]

“Kapitalizm

yaşanılan her

krizde yeni

tekeller ve

yeni

oluşumlar

yaratır. Yeni

yaratılan

tekellerin,

daha fazla

güçlenmek

için dünya

halklarına bir

bedel

ödetmesi

gerekir.

Sayfa 57 Sayı 10

Page 58: Politika Dergisi Sayı 10

Erdinç AYDIN

Çağının öncüsü, çağların savaş narası oldurulan din

“Đstanbul’u fetheden asker, ne büyük as-ker”

Yukarıdaki hadisten yola çıkabiliriz. (Sahih olup olmadığı tartışılmaktadır. Sahih ise örneğe uymakta, sahih değilse de dile getirdiğimiz çerçevede dikkat çektiğimiz konuya denk düşmektedir. Đstanbul’un fet-hedilişinin tek sebebi elbette bu değildir.) Đstanbul’un fethine kapı aralamış, Türk tari-hindeki hatta dünya tarihindeki önemi ile mihenk noktası olmanın müsebbibi sayılabi-lecek bu hadis veya rivayet; ‘din’ kavramı-nın “savaş narası” olarak kullanılmasına ya da öyle gösterilmesine tarihimizden bir ör-nek olarak anlatılabilinir.

Kaldı ki; Haçlı seferleri, dünya din tarihi açısından bu örnekten önce gelmektedir. Amerikan Başkanı G.W. Bush’un ‘son Haçlı seferi’ ilanı da “savaş narası oldurulan din” için iyi bir örnektir.

Gerçekten de din “savaş naraları” atar mı? Yoksa din aracılığı ile savaş naraları atanlar destek mi bulurlar?

Din günah keçisi olabilir mi?

Yoksa dini kullananlar mı “keçilerin” kendisi?

Đman edenler neye iman ederse etsinler, “bilinmez” olanı kabullenirler; “Uzayda ha-yat vardır; uzaylılar bizi dünyaya bırakmış-lardır.”, “Allah vardır ve varlığına şahitlik ederim.” gibi hüküm cümleleriyle. Kimileri bu kabullenişten huzur bulur, kemale erer, topluma da faydası dokunur. Kimileri bu kabullenişten ya da kabullenmiş gibi görün-mekten çıkar sağlarlar. Hatta bunun her ikisinin de mümkün olduğu durumlar söz konusu olabilir.

Kişisel ihtiyaç olarak iman etmiş olanların oluşturduğu bir toplumda, kendisi dışında bir yönetim ya da kendisi için yönetimi ele alanlar için din; topluma ivme katmakta ya da frenlemekte bir araç haline geliyorsa, kendi vasfını terk eder. Kendinden önceki yönetim biçimlerine nüfuz etmekle kalmak zorunda olan; kendi nizamını kendisi oluş-turamamış din, başka nizamların vasıtası olarak hoyratça kullanılır. Tarih boyunca yönetim biçimleri ne olursa olsun: mutlakiyet, kraliyet, cumhuriyet, demokratik cumhuriyet, halk cumhuriyeti, demokratik

halk cumhuriyeti, Đslam cumhuriyeti; “din” her daim halkların kontrol edilmesi, yönlen-dirilmesi amacıyla kullanılagelmiştir ya da “dinsizlik” dininin ritüelleri, inanç ve iman biçimleri işletilmiştir.

‘Đstanbul’u fethettiren ruh, Haçlı seferleri-ne sebebiyet veren ruh budur’ demek eksik kalacaktır.

Aslında; bu ruh altına gizlenerek, ekono-mik-siyasi temelleri olmasına karşın, öne çıkarılan şeyin bu ruh olduğu gerçeği yad-sınmamalıdır.

Unutulmaması gerekir ki:

Sözde din adına yapılan her bir savaş-tan sonra anlaşmalarda;

“Din hakimiyeti” değil, ne kadar gani-met, toprak ve vergi alınacağı konu ol-muştur.

Bu yönüyle din; kendi iç mezhep savaşla-rının da büyük bir kısmı dahil olmak üzere, Marx’ın deyimiyle, halk için iktidar sahipleri tarafından kullanılan afyon olarak kullanıla-gelmiştir.

Semavi hiçbir din, hırsızlığı emretmez; ama hırsızlık yapılır.

“Öldürmeyeceksin” emri olan bir dine mensup kişiler neden öldürürler?

Đnsan faktörü, insan fıtratı mı diyorsunuz?

“Tabiata dönüyorsunuz imanınızdan sıyrılıp derim”

Ama din kurallarına uysalar öldürmeye-cekler diyeceksiniz.

1. Paylaşım Savaşında kaç insanın din kurallarına uyarak uymadığını biliyor musu-nuz? Ya II. Paylaşım Savaşında, ya Haçlı seferlerinde din adına din kurallarına uyma-yanlar, ya Đstanbul’un fethedilişinde namaz ardından Bizanslılarla savaşan atalarımız. (‘Đyi ki savaşmışlar; Đstanbul gibi güzel bir memleket bizim olmuş’ bakışından uzak ve bugün Misakı Milli sınırlarında canımızı vereceğimiz toprak olarak değil).

Halife değil miydi Vahdettin; Ulusal Kurtuluş Mücadelesi verenlerin öldürül-mesi ve idamı için fetva yazdırırken Şey-hülislam’a. (Đstanbul’u mu, bütün vatanı ve üzerinde yaşayan halkı mı sözde ikti-darı için Đngilizlere din adına peşkeş çek-meye girişmiştir; yoksa tümünü mü?)

Daha vahimi var; ya mezheplerin doğuşu-na sebebiyet veren aynı dinden olanların katıldığı savaşlar…

Protestanlığın ortaya çıkışı, Şiiliğin ortaya

Dinsel Söyleşiler (2)

“Gerçekten de

din “savaş

naraları” atar

mı? Yoksa din

aracılığı ile

savaş naraları

atanlar destek

mi bulurlar?”

Sayfa 58 Politika Dergisi

Sözde din adına yapılan her bir savaştan sonra anlaşma-larda; “Din hakimiyeti” değil, ne kadar ganimet, toprak ve vergi alınacağı konu olmuş-tur.

Halife değil miydi Vahdettin; Ulusal Kurtuluş Mücadelesi verenlerin öldürülmesi ve idamı için fetva yazdırırken Şeyhülislam’a.

Page 59: Politika Dergisi Sayı 10

çıkışı…

Peygamberin okşadığı çocukların katledi-lişi Kerbela’da, eşinin Cemel vakasında cariye olarak alınıp alınmama tartışmaları…

Yakın tarihte; Çorum, Kahramanmaraş katliamları, Sivas’ta diri diri insan yakma-lar… Irak’ta son günlerde Şii ve Sünni ca-milerinde patlayan bombalar… Sözde din adına değil miydi?

Ya da açıkça; iktidar savaşları için…

Đnsan faktörü, insan fıtratı mı diyorsunuz?

“Tabiata dönüyorsunuz imanınızdan sıyrılıp derim”

Ama din kurallarına uysalar öldürmeye-cekler diyeceksiniz:

Bir kadına iftira atıp, sonra taşlanarak öldürülmesine (recm) sebep olanlar ve bu-na hüküm veren imamlar din adına Đran’da, bir kadının bedenini Darülharp görüp teca-vüz edeceklerini söyleyen, fetvalarını ya-yanlar Türkiye’de; buna ne demeli derim.

Sapkınlık mı sapıklık mı?

Dinde yeri yok mu?

Elbette yoktur. Allah merhamet sahibiyse -ki pek çok ayette “Allah merhamet sahibi-dir” diyor- O’nun “dini” bu kadar çelişkili, sözde iman edenleri bu kadar “alçak, cani ruhlu” nasıl olabilir?

Đman edenlerin imanına seslenmek; yani yüreğinde olan korkan yanına, sev-gi olan yanına, insan kalan yanına;

Đktidarların siyasi, ekonomik emelleri için kendi imanını satma!

Ve komşun açken hâlâ; emir gelmişken sana, sofranda doyur karnını da sıkıyorsa sofradan kalkma!

Hurafelerle doldurulmuş din anlayışından toplumun kurtulabilmesi için eğitimin ne kadar bilimsel, aklın yoluna dayalı olduğunu sorgulamak gerekir. Đslam dininin akıl dini olduğu kadiri mutlak beyanı iken; tekkeler-de, cemaat evlerinde “aklını cebine sok öyle gel” diyenlerin “Kur’an apaçık okuyup anlayasınız diye indirilmişken” okuyup anlayamayacağınızı size empoze edenle-rin, hüküm sahibi olanların; “Đşi ehline ve-rin!” emrini bile, emir hüküm sahiplerine gelmişken yani kendilerine, çevirip de ‘bak işi bilen biziz; dini bize sorun’ haline geti-renleri… Kaldı ki Đslam dininde ruhban sınıfı yoktur; olmasını isteyenler vardır!

Đşte bu insanların yaptıklarının Đslam ile ilgisini; Đslamdışılık olarak koyamayan anla-yış, sadece cahilliğin göstergesi ve bunun önüne geçilemeyişi de cahil bir toplumdan memnun olma gayesidir.

“Akletmez misiniz, düşünmez misiniz?” diyen Allah, cahiliye devrinde, insanları aklın aydınlık yoluna çağıran peygamber orada;

Ya inandığını söyleyen insanlar ne taraf-ta? Aklın ve ilmin yolunda mı? Cahiliye dö-nemini çağrıştıran hurafelerin kurbanları mı?

Kur’an’dan bağımsız bir din yaratan, dini iş tutan dincilerin (bilgisayarcı, ayakkabıcı, hurdacı gibi) tüccarlığına söyleyecek söz Allah katında var:

“Allah’ın ayetlerini satanlar Allah’ın sevmedikleri kullarından”;

Ya satın alanlar?

[email protected]

“Đşte bu

insanların

yaptıklarının

Đslam ile ilgisini;

Đslamdışılık

olarak

koyamayan

anlayış, sadece

cahilliğin

göstergesi ve

bunun önüne

geçilemeyişi de

cahil bir

toplumdan

memnun olma

gayesidir.”

Sayfa 59 Sayı 10

Yakın tarihte; Çorum, Kah-ramanmaraş katliamları, Sivas’ta diri diri insan yak-malar… Irak’ta son günlerde Şii ve Sünni camilerinde patlayan bombalar… Sözde din adına değil miydi?

Page 60: Politika Dergisi Sayı 10

Erdal ALTUN

Önümüzdeki seçimlerde göreceğiz baka-lım; biz millet olarak, gerçekten balık hafı-zalı mıyız; yoksa artık bilinçlendik mi? Gün-ler, hatta aylardır esen Ergenekon yeli dindi sulh oldu; şimdilerde sessiz sedasız verilen yöne doğru gidiyor. Çıkması gereken karar-dan çok farklı bir karar ile sonuçlanacağına daha çok inanmaya başladım. Bir dönem yapılan operasyonlara benzer, ‘fos’ çıkaca-ğı gibi bir his doğdu içime. Bu, Ergenekon-cuların masum olduğu düşüncesi değil, onların üzerine gidenlerin de en az onlar kadar güvensiz oluşundan.

Geçtiğimiz günlerde bir gazetede; “Eyvah yine efelendi” diye bir manşet dikkatimi çekti. Bu manşet; Sayın Erdoğan’ın IMF için diklendiği, asıp kestiği günlerde çıktı. Sonra günler geçti, ama çok geçmedi; sadece birkaç gün ve gülümsedim gazeteleri okur-ken. O Sayın Erdoğan, efelenen, asıp ke-sen; bizim IMF’ye muhtaç olmadığımızı haykıran, atan tutan Başbakan; ABD’de, IMF’nin karşısında. Bu habere gülümsedim derken, aslında acı bir tebessümdü benim-kisi. Düşündüm ve dedim ki; ya adam gibi çek restini, ya da sus. Başbakanın aklı ba-şında danışmanları yok mu acaba? Makamı yüksek bir insan düşünce ve söylemleri ile bu kadar çelişir mi?

Tabii, sorun sadece IMF diyaloğu değil. Yaklaşık bir ay kadar öncesinde, ülkemizde Aydın Doğan ve Recep Tayip Erdoğan po-lemiği yaşanmıştı. Hem de ciddi boyutlarda restleşmelere şahit olduk. Aralarından su sızmayan bu ikili, ne oldu da birbirine düş-müştü? Anlaşılan, Sayın Başbakan medya-nın maşası olmamak kararlılığındaydı. Ara-larındaki sorun Aydın Doğan’ın sahibi oldu-ğu bir TV kanalına karasal yayın hakkının verilmemesi ve Doğu Akdeniz’de kurmak istediği rafineriye ruhsat verilmemesi idi. Aydın Doğan; ‘ben yatırımcıyım, beni engelleme’ diye haykırırken, Başbakan da o bildik nidası ile karşı çıkıyor ve katiyen ola-mayacağını milletin karşısında bağıra bağı-ra anlatıyor; bu çıkışı ile de büyük alkış alıyordu. Hatta çevremdeki bilinçsiz insan-ların, imaj düşkünlerinin “helal olsun be Aydın Doğan’a bile resti çekti ya” dedikleri-ne şahit oluyordum.

Bu polemik, henüz unutulmamıştı ki Baş-bakan Erdoğan ve Aydın Doğan, AKP Bay-burt Milletvekili Ülkü Güney'in oğlu Naci Güçlü Güney ile Çağla Öktem'in düğün töreninde bir araya geldi. Bir laf vardır Ana-

dolu’da; “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşu-su”. Yine soruyorum; Başbakanın etrafında adam gibi danışmanı yok mu? Yani kimse demiyor mu: Sayın Başbakanım daha 15 gün önce ağzınıza geleni saydığınız bir adamla aynı masada poz vermeniz yanlış anlaşılır, diye.

Kokusu çıktı tabii o nikâh masasının. RTÜK, Doğan Grubuna ait TV kanalının karasal yayın hakkını verdi, bu da yetmedi; Doğan Grubunun hükümetten istediği en önemli konulardan biri “Rafineri izni”ydi. Hatta Erdoğan ve Doğan kavgasında, bu durumu bizzat Aydın Doğan açıklamıştı. Doğan, Çalık Grubu'nun patronu Ahmet Çalık’ı da hedefe koyarak şöyle konuşmuş-tu: “Ben Başbakan'a ‘2,5 milyar dolar para-mız var. Biz bu ülkede yatırım yapmak isti-yoruz. Biz sizden ne teşvik ne de kredi isti-yoruz. Biz bu ülkede yatırım yapmak istiyo-ruz. Ben sizden ruhsat istiyorum, ben o ruhsatla yatırım yapacağım, rafineri kuracağım’ dedim. Nerde kuracaksın dedi? Ceyhan'da dedim. Hayır, olmaz, orayı Çalık Grubu istiyor dedi. Ben de Çalık da kursun ben de kurayım dedim; ama kabul etmedi.”

Devamında, Enerji Đşleri Genel Müdürlü-ğü, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’na (EPDK) Ceyhan’da rafineri yapımı için yap-tığı başvuruda sorun yaşayan Petrol Ofisi Akdeniz Rafinerisi’nin (POAR) lisans alma-sının önünü açan bir görüş bildirdi. Ve tabii haklı olarak, Aydın Doğan istek ve talepleri-ne ulaşmanın verdiği güç ile Erdoğan’ın karşısında aldığı galibiyeti kasıla kasıla anlattı.

Kimsenin Aydın Doğan’ın yapacağı yatırı-ma itiraz hakkı yok elbette. Ama burada önemli bir hususa dikkat çekmek istiyorum. Aydın Doğan’ın galip gelmesi demek, Re-cep Tayip Erdoğan’a yaptıramayacağı bir şeyin olmaması demek. Aydın Doğan’ın bundan sonraki süreçte, Erdoğan’ı avucu-nun içine aldığı manasına gelir.

Sayın Başbakan, yönünü kaybetmiş bir gemi gibi dalgaların sürüklediği tarafa gidi-

Ne Đş Agam

“Yaklaşık bir ay

kadar öncesinde,

ülkemizde Aydın

Doğan ve Recep

Tayip Erdoğan

polemiği

yaşanmıştı. Hem de

ciddi boyutlarda

restleşmelere şahit

olduk. Aralarından

su sızmayan bu

ikili, ne oldu da

birbirine

düşmüştü?”

Sayfa 60 Politika Dergisi

Geçtiğimiz günlerde bir ga-zetede; “Eyvah yine efelen-di” diye bir manşet dikkatimi çekti. Bu manşet; Sayın Erdoğan’ın IMF için diklendi-ği, asıp kestiği günlerde çıktı.

Bu polemik, henüz unutul-mamıştı ki Başbakan Erdo-ğan ve Aydın Doğan, AKP Bayburt Milletvekili Ülkü Güney'in oğlu Naci Güçlü Güney ile Çağla Öktem'in düğün töreninde bir araya geldi. Bir laf vardır Anadolu’-da; “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu”.

Page 61: Politika Dergisi Sayı 10

yor. Bir ideali, davası yok. 29 Ekim kutlama-larında koltukları kaldırtıp yerine sandalye koydurarak ya da G20 aile fotoğrafında yere perçinlenmiş Türk bayrağını çıkartma-ya çalışarak prestij kurtarma çabasına gi-rerken düştüğü hallerin farkında değil. Avru-pa Birliği’ne, G20’ye ve Akdeniz Ekonomik Birliği’ne yamanmaya çalışanlar; lideri oldu-ğumuz D-8’leri, Türk Birliği Projesini ve Uzak Doğuyu görmezden gelmekte veya emri o doğrultuda almaktalar. Düşünün ki ‘hamdolsun kriz yok’ diyebilen ve arkasın-dan, utanmadan ‘kriz bizi de etkileyecek’ açıklaması yapan bir hükümetin lideri, ‘Obama gibi geldi, Bush oldu’ benzetmesi yapan gazeteciyle dahi polemiğe girmeye üşenmeyen biri. Fehmi Koru da ayrı bir alem tabii. Yıllarca peşinden koştuğu Baş-bakana bu benzetmeyi yapması ve ardın-dan aldığı tepki karşısında suspus tavrı ve yine dalkavukluğa devam eden yazıları ile ne kadar dik duruşlu bir gazeteci olduğunu ortaya koymuş oldu.

Bence olaylar ilerleyen günlerde daha da çıkmaza girecek; Erdoğan çok fazla gaf yapacak, bocalayacak. Çünkü etrafındaki topluluk, tamamıyla çıkar çevrelerinden meydana gelmekte. Kaybeden, her zaman olduğu gibi milletimiz olacak. Birilerinin öne sürdüğü Erdoğan da imaj kaybedecek ve zamanla silinip gidecek.

En pahalı ısınan, en pahalı akaryakıt kul-lanan, en pahalı konuşan, en pahalı vergi ödeyen ve daha birçok en’lere sahip olan bu millet, bir gün çark edecek ve ‘dur baka-lım arkadaş, buraya kadar’ diyecektir inşal-lah.

[email protected]

Bu reklam link paylaşımı için dergimizde yayınlanmıştır. Bu reklamın yayınlanması karşılığında

KayseriEmlak.com’dan hiçbir ödeme alınmamıştır.

Sayfa 61 Sayı 10

“Fehmi Koru da ayrı bir alem tabii.

Yıllarca peşinden koştuğu Başbakana

bu benzetmeyi yapması ve ardından

aldığı tepki karşısında suspus tavrı ve

yine dalkavukluğa devam eden yazıları

ile ne kadar dik duruşlu bir gazeteci

olduğunu ortaya koymuş oldu.”

Page 62: Politika Dergisi Sayı 10

Osman ACAR

Ben, önce Türkiyeliyim; sonra Kuzey Kıb-rıs Türk Cumhuriyeti aşığıyım ve bir Hatay-lıyım. Kıbrıs'ta yaşayan, büyük çoğunlukta hemşehri kitlesine sahip olmak tabii ki onur verici bir durum. Tabii, iyi olarak nam salan-lar kadar, kötü olarak prestij kaybedenler de mevcut. Ama çoğu durumda da adlarının çıktığının bilincindeler. En çok adı çıkan ilçelerinin adı ise Reyhanlı. Ben ise siyase-tiyle, samimiyetiyle, en güzel dil argümanla-rıyla ünlü Kumlu ilçesi aşığıyım ve oralıyım. Onlar yurdum insanı, onlar hemşehrilerim ve ben onlarla varım. Đyi eylemlerinin ve çok kültürlülüklerinin zenginliği onların, yani hemşehrilerimin yüzüne yansıyor. Bunu en güzel, Serhat ĐNCĐRLĐ, Kıbrıs Gazetesinde anlatıyor. (30 Kasım 2008)

"ONLAR REYHANLILI"

Hatay'da herkesin "Kıbrıs'la bağı" da var... Yolda belde kime sorsak, "Haaa Teyzemgil orada", "Bizim yeğenler orada" diyenler çok... Antakyalılar, Kıbrıs'ta "Hataylıların" kötü bir "nam" saldığından da haberdar! Üstelik bundan çok da üzüntü duyuyorlar... Ve Antakyalıların savunması da hazır: "Onlar Reyhanlılı!!!"...

Kıbrıs'ta Hatay'dan önce "Hataylıları" ta-nıdık... Pek iyi bir tanışma olmadığını söyle-mek yanlış olmaz... Ya da pek iyi bir tanı-şıklık dönemi geçirdiğimizi söyleyemeyiz... Kuzey Kıbrıs'ta büyük çoğunluğu "KKTC vatandaşı" olmayan, özellikle de "batan inşaat sektörü"nde çalışan önemli bir "Hataylı" nüfus yaşadığı konusunda herkes hemfikirdir sanırım... Kimi Hataylıyı bahçe-mizde çalışırken, kimisini "evde temizliğe gelen kadın" olarak da tanıdık... Hep yok-sul, hep çok çocuklu, hep esmer tenli, hep kısa boylu ve erkekleri hep bıyıklı gördük... "Hataylı" dendi miydi de ne yazık ki hep ön yargılı davrandık ve negatif bir "bakış" sal-ladık o yöne doğru...

Şimdi Pegasus Hava Yolları haftada üç kez Ercan ile Hatay arasında hava taşıma-cılığına başladı... Bu seferlerden biriyle, bizler de Hatay'ı iki günlüğüne gezme fırsatı bulduk. Aslında "Hatay"ı değil, Hatay'ın merkez ilçesi Antakya'yı gezdik...

Đzlenimlerimizi, derlediğimiz bazı bilgileri ve fotoğrafları sizlerle paylaşmak istedik.

Hatay ve Antakya

Hatay ve Antakya arasındaki fark nedir?

Hep duyarız bunu değil mi? Đzmit ve Kocae-li gibi.. Biri, "ilin adı"dır... Öteki ise bu il sı-nırlarındaki "merkez ilçenin" adı... Hatay da, Türkiye Cumhuriyeti'nin en güneydeki ilidir. Antakya ise bu ilin "merkez ilçesi"... Valilik, emniyet müdürlüğü bu ilçededir. Yani "devletin temsiliyeti" Antakya'dadır...

Hatay'ın doğusunda ve güneyinde Suriye, batısında Akdeniz, kuzeybatısında Adana, kuzeyinde Osmaniye ve kuzeydoğusunda Gaziantep bulunur. Toplam nüfusu 1 milyon 386 bin 224'tür.

En başta belirtmemiz gereken şudur: Ha-tay Türkiye'nin en önemli eski yerleşim yer-lerinden biridir. Đstanbul ve Mardin'den son-ra da en zengin tarih ve kültür mirası ile en zengin etnik yapıya sahip olduğunu unut-mamak lazım... Yapılan arkeolojik araştır-malarda milattan önce 100.000 ile 40.000 yılları arasına tarihlenen bulgulara ulaşıl-mıştır. Đl toprakları ilk Tunç Çağı'ndan itiba-ren Akat Beyliği ve M.Ö. 1800-1600 yıları arasında Yamhad Krallığı'na bağlı bir beyli-ğin sınırları içerisinde yer almıştır. Daha sonra M.Ö. 17. yüzyıl sonlarında Hititler'in ve M.Ö. 1490 yıllarında Mısır'ın egemenliği-ne girmiştir. Ardından Urartular, Asurlular ve Persler'in egemenliğine girdi.

M.Ö. 300 yılında Antakya kurulmuş ve kent hızla gelişmiştir. Kent M.Ö. 64 yılında Roma Đmparatorluğu'na katılmış ve impara-torluğun Suriye eyaletinin başkenti olmuş-tur. Đslam ordusu tarafından fethedilmiş, Emevi ve Abbasi egemenliğinde kalmıştır. Daha sonra 877'de Tolunoğulları'nın fethet-tiği topraklar sırayla Ihşitler ve Selçuklular tarafından yıkılan Halep merkezli Hamdanoğu l la r ı (Ben i Hamdan/Hamdânîler) egemenliğine girdi. 969 yılında Bizans Đmparatorluğu'nun topraklarına katı-lan il 11-12.yüzyıllarda Haçlı Seferleri sıra-sında da önemli rol oynamıştır. Antakya Memlûk Devleti tarafından Haçlıların elin-den alınmıştır(18 Mayıs 1268).

1516'da Yavuz Sultan Selim bu toprakları ele geçirmiş ve Osmanlı Đmparatorluğu dö-nemi başlamıştır. Memlûk Devleti'nden zapt edilen Antakya, Osmanlı Đmparatorluğu'nda önce Halep'e bağlı bir sancak ve daha son-ra kaza olarak yönetilmiştir.

Hatay'dan Halep'e 1 saat

Bu arada belirtelim; Halep, Antakya'ya bir bilemediniz bir buçuk saat uzaklıkta, Orta-doğu'nun en önemli alış veriş merkezlerin-den biridir ki; Hatay üzerinden Halep'e ge-çip bu görkemli tarihe sahip kenti görmek de ileriki aşamamız olabilir... Tur operatör-leri, Antakya - Halep'i birlikte kapsayacak paket tatiller hazırlayabilir...

Yakın Gurbetin Yolcuları

Sayfa 62 Politika Dergisi

Page 63: Politika Dergisi Sayı 10

Evet, Osmanlı yönetiminde kalmıştık... Osmanlı Đmparatorluğu'nun Hatay'daki haki-miyeti 1918 yılına kadar devam etti.

Mondros Mütarekesi'nden sonra Fransız işgaline uğrayan ve 1921 yılında Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalan Antakya, Đskenderun ve havalisinde Đskenderun San-cağı adıyla bir yönetim kuruldu. 2 Eylül 1938'de bu Sancak'ta kurulan "Hatay Cum-huriyeti"nin Cumhurbaşkanı Tayfur Sök-men, Başbakanı Abdurrahman Melek, Mec-lis Başkanı Abdülgani Türkmen, milli marşı Đstiklal Marşı olmuştur.

Hatay Devlet Meclisi 23 Haziran 1939 yılında Türkiye Cumhuriyeti'ne ilhak kararı almıştır. 23 Temmuz 1939'da "Hatay" adıy-la bir vilâyet olarak Türkiye Cumhuriyeti'ne katılmıştır. Belirtmekte fayda var... 1939 yılına kadar Hatay'da Fransız askerleri de kalmıştır...

Dünyanın en zengin mozaik koleksiyonu

Tarihi ve turistik mekanlar açısından da zengin olan ilde dünyanın ikinci büyük mo-zaik koleksiyonunu barındıran Hatay Arkeo-loji Müzesi bulunmaktadır. (En zengin ko-leksiyonun Tunus'ta olduğu kabul ediliyor)... Dünyanın ilk mağara kiliselerinden biri olan Saint Pierre Kilisesi Hıristiyanlarca hac yeri olarak kabul edilmekte ve her yıl burada 29 Haziran günü Katolik Kilisesi'nce ayin dü-zenlenmektedir. Bu kilisenin önemi de bizim Kıbrıs'ta da iyi bilinen St Barnabas veya St Mamas gibi önemli Hristiyanlık dini karak-terlerinin bu kilisede liderlik - önderlik yap-mış olmasıdır... Şiddetle görmeniz tavsiye edilir...

Hatay, Türkiye Cumhuriyeti'nin en kozmo-

polit illerinden de birisidir, hatta belki de başında gelenidir...

Çok uzun bir süre boyunca bir arada ya-şamayı öğrenmiş etnik kökenleri, dinleri farklı birçok topluluğa ev sahipliği yapan Hatay ili UNESCO tarafından barış kenti de seçilmiştir. Çok kültürlü yapısını tarih bo-yunca korumuş olan ilde aynı ulusa men-sup birden fazla dini cemaat bulunmaktadır. En büyük nüfusa sahip Alevi Araplar ve Sünni Türklerin yanında, Alevi Türkler, Alevi Kürtler, Sunni Kürtler, az da olsa Sünni Araplar, Hıristiyan Ortodoks ve Hıristiyan Protestan Araplar, Maruni Araplar, Musevi-ler, Ermeniler ve diğer küçük topluluklar Hatay'ın çok kültürlü yapısının dinamiklerini oluştururlar. Maruni dedik bilmem dikkat e t t i n i z m i ? M a r u n i l e r , b i z i m "Maronit"lerimizden başkası değildir...

Sadece Maronit'lerimiz değil, mesela Kıb-rıs'a özgü düğün pilavı herse de önemli benzerliğimizdir... Bizim herse, Hatay'da "Hırısi" diye bilinmektedir ve önemli bir ye-mek kültürü parçası sayılmaktadır... Bir "aşırı benzerlik" de, Beşparmak Dağları'nın "görüntüsü" ile Antakya'yı eteklerinde ağır-layan Habib Neccar Dağı'nın inanılmaz benzerliğidir... "Hani, Kıbrıs Đskenderun Körfezi'nden koptu" deniyor ya; dağların benzerliğinin bunu kanıtladığını söylemek de sanırım yanlış olmaz"...

Hatay'ın ekonomisi tarım, sanayi ve tica-rete dayanır.

Đskenderun Körfezi'nde bulunan Đskende-run Demir ve Çelik Đşletmesi, Türkiye'nin kuruluş tarihi itibari ile üçüncü, uzun mamul üretimi açısından ise en büyük entegre

Sayfa 63 Sayı 10

Page 64: Politika Dergisi Sayı 10

tesisidir.

1.4 milyonluk bir nüfus

Đl nüfusu 2007 sayımına göre 1.386.224 kişidir. Bu nüfusun 681.665'i şehirlerde, 704.559'u köylerde yaşamaktadır. Kilomet-rekareye düşen nüfus yoğunluğu 256,6'dır. Nüfus artış hızı yaklaşık olarak %1.2'dir.

Đlin Antakya, Altınözü, Belen, Dörtyol, Erzin, Hassa, Đskenderun, Kırıkhan, Kumlu, Reyhanlı, Samandağ ve Yayladağı olmak üzere 12 ilçesi vardır.

Akdeniz'deki önemli bir liman şehri olan Đskenderun ve merkez ilçesi Antakya, ilin en büyük iki yerleşim yeridir.

2007 yılının istatistiklerine göre ilde 16 anaokulu; 147 lise, meslek lisesi, Anadolu lisesi ve dengi okul; ve 635 ilköğretim okulu bulunmaktadır.[4] Đlköğretim okullarında 9.045 öğretmen 232.191 öğrenciye, liseler-de ise 3.325 öğretmen 56.841 öğrenciye eğitim vermektedir.[4] Bu verilere göre il-köğretim okullarında öğretmen başına orta-lama 25.7 öğrenci, liselerde ise öğretmen başına ortalama 17.1 öğrenci düşmektedir.

Đlin yüksek öğretim merkezi 10 Kasım 1992'de faaliyete geçen Mustafa Kemal Üniversitesi'dir. Üniversite kurumları dokuz fakülte (eğitim, fen edebiyat, güzel sanatlar, iktisadi ve idari bilimler, mühendislik mimar-lık, su ürünleri, tıp, veterinerlik, ziraat), üç enstitü (fen bilimleri, sağlık bilimleri, sosyal bilimler), dört yüksekokul (beden eğitimi, sağlık, sivil havacılık, turizm işletmeciliği ve otelcilik), yedi meslek yüksekokulu ve sekiz araştırma ve uygulama merkezinden oluş-maktadır. 2006-2007 öğretim yılı itibarıyla üniversitede 708 akademik personel, 575 idari personel ve 14.439 öğrenci bulunmak-tadır.

Hatay'ın Türkiye Futbol Federasyonu 2. Lig'de oynayan Đskenderun D.Ç ve 3. Lig'de oynayan Hatayspor olmak üzere iki profes-yonel futbol kulübü vardır.

Amik Ovası ilin en önemli düzlüğüdür ve bu topraklarda tarım oldukça gelişmiştir. Diğer önemli düzlükler Dörtyol Ovası, Arsuz, Payas, Đskenderun ve Erzin Ovası'-dır.

Hatay'ın en önemli akarsuyu olan Asi Nehri, Lübnan Dağları ve Anti-Lübnan Dağ-ları arasındaki Bekaa Vadisi'nde kaynayan akarsuların birleşmesiyle oluşur, Suriye topraklarından geçerek ilin güneydoğu sı-nırlarından girer ve Samandağ yakınlarında delta oluşturarak Akdeniz'e dökülür.

Sakal tıraşını sevmeyen erkekler

Evet, Pegasus Hava Yolları perşembe, cuma ve pazar günleri olmak üzere haftada

üç gün Hatay'a sefer düzenliyor... Hatay Havaalanı'nı görenler, Ercan Havaalanı'nın Los Angeles'ta bir havaalanı olduğu hissine kapılabilir... Hatay Havaalanı yeni bir "terminal" binasına sahip ama bu terminal binasının "bir Boeing 747 dolusu yolcuyu" sığmadığı da bir gerçek!

Antakya'da birkaç ana cadde dışında kalan bölgeler son derece "eski"... Eski dedik diye illaki "tarihi" ya da "otantik" bir "hoşluk" aramayın... Elbette bunlar çok! Yani "fotoğraf çekeceğim" diyenler için muhteşem "otantik" görüntüler mevcut ama "Avrupa" veya "Modern yaşam" standardın-da bir "temizlik" aramayın sakın... Sokak araları, iş yerleri yağmur yağmadığında toz - toprak, yağmurdan sonra ise çamur için-de...

Hatay'da herkesin "Kıbrıs'la bağı" da var... Yolda belde kime sorsak, "Haaa Teyzemgil orada", "Bizim yeğenler orada" diyenler çok... Antakyalılar, Kıbrıs'ta "Hataylıların" kötü bir "nam" saldığından da haberdar! Üstelik bundan çok da üzüntü duyuyorlar... Ve Antakyalıların savunması da hazır: "Onlar Reyhanlılı!!!"...

Ziyaret ettiğimiz bir camide namaza hazır-lanan bir kişi, "Sohbet günlerimizde Kıbrıs'a giden Hataylıların orada kötü bir isim yaptı-ğı konusunu da konuşuyoruz ve bizi rezil ettiklerinin farkındayız, hocamız bize bu konuda vaaz veriyor" diyor...

Hatay'ı anlatmak olmaz... Antakya'yı, tarihi ve kültürel zenginliği mutlaka görmek lazım... Bizim tavsiyemiz mi?

Oteller şahane... Belirtmeye gerek yok... Oldukça kaliteli otellerde, geceliği 200 YTL'ye kalabilirsiniz.. Eh bir o kadar da uçak biletiniz tutacak... Alın elinize fotoğraf makinenizi de... Hediyelik falan da alacaksı-nız, mutlaka revani yiyeceksiniz bir yerler-de... Taksi parası da olmalı... Eh işte; bir bin ya da bin 500 YTL ile perşembe gidin; pazar geri dönün... Ama Hatay'ı görün... Bol bol fotoğraf çekersiniz... En çok da, sakal tıraşı olmayı pek sevmeyen erkeklerin fo-toğraflarını…

[email protected]

Sayfa 64 Politika Dergisi

Page 65: Politika Dergisi Sayı 10

Sayfa 65 Sayı 10

Page 66: Politika Dergisi Sayı 10

P—Kitap: Seçkiler

Sayfa 66 Politika Dergisi

Osman Pamukoğlu Kara Tohum

D. Mehmet Doğan Darbeler, Müdahale-ler ve Siyasi Sistem

Büngür Sönmez — Reyhan Yıldız

Ateşe Dönen Dünya: Sarıkamış

Âsaf Hüseyin Đslam Dünyasına Siyasi Bakışlar

C. Polat—E. Gür-büz—E.M. Đnal Hedef Seçmen

Hikmet Uluğbay Siyasi Linç

Toktamış Ateş Ne Oldu Bize?

Türker Alkan Siyasi Ahlak ve Siya-

si Ahlaksızlık

Tuncer Topur Dipsiz Kuyu: Ortado-

ğu ve Türkiye

Mehmet Metiner Yemyeşil Şeriat,

Bembeyaz Demokrasi

Barry Rubin — J. Rubin

Bir Siyasi Biyografi: Arafat

Bu Bölüme Đlişkin Önerileriniz Đçin: [email protected]

Osman Aysu Lenin’in Mangası

Mustafa Kemal

ATATÜRK:

“Ben

çocukken

fakirdim. Đki

kuruş elime

geçince bunun

bir kuruşunu

kitaba

verirdim. Eğer

böyle

olmasaydım,

bu

yaptıklarımın

hiçbirisini

yapamazdım.”

Page 67: Politika Dergisi Sayı 10

Osman Budak

Moliere'in 1664'te yazdığı, Nazım Hikmet'in 1959'da Türk toplumu-na uyarlayıp yeniden kaleme aldığı, günümüz "tartüflerini" mizahi bir dille anlatan aydınlanmacı bir oyun "Velev ki Tartüf".

Tartüf, halkın dini inançlarını suistimal ederek maddi çıkarlar sağla-maya çalışan kötü niyetli insanların genel adı. En azından Moliere'in "Le Tartuffe" adlı eserinden beri. Đlk duyulduğunda kulağa Farsça bir sözcükmüş gibi geliyor. Oysa Moliere'in oyunundaki "Mösyö Tartüf"ten kalan bir miras. Aynı "Ali Dibo"lar gibi…

"Velev ki Tartüf", 21. yy'dan gelen ve çağını özgür, demokrat, ilerici(!) tüm yanları ile başında takkesi, sırtında cübbesi, elinde tespihiyle sergileyen günümüz tartüflerinden bir zatın Moliere'in oyununa dahil olmasıyla başlar. Bir "Kelebek Etkisi" gibi oyunun tamamen değişmesi gerektiğini düşünenler olabilir. Ama yanılıyorlar. Çünkü tartüflerin her dönem yaptıkları iş birbirine son derece benzer.

Oyun, her zaman olmasını ümit ettiğimiz gibi sonlanıyor. Emekçiler tartüflere yollarını gösteriyor ve son sözünü söy-lüyor; Biz işçiler oldukça bu mücadele sürecek…

Dramaturjisini Yılmaz Onay'ın ve rejisörlüğünü Orhan Kurtuldu'nun yaptığı oyunda, Renan Bilek, Toygun Ateş, Nazif Uslu, Özlem Toptaş Menligil, Uygur Erol, Tuna Öztunç, Seda Kement, Zeynep Aydemir, Volkan Çolpan, Mehmet Bilen ve Recep Yener rol alıyorlar. Yapımcılığını Nurhan Uslu'nun üstlendiği oyunun genel sanat yönetmenliği Nazif Uslu'ya ait. Sahne tasarımı Cengiz Çakıcı, kostüm tasarımı Zeynep Aydemir, müzik ve remixleri Renan Bilek, ışık rejisi Yüksel Aymaz imzasını taşıyor.

[email protected]

P—Tiyatro: Velev ki Tartüf

Sayfa 67 Sayı 10

ÇIZIKTIRMAKIRMAKIRMAKIRMAK

BEYAZ SARAY’DA

DEĞĐŞEN MASKELER

VE

DEĞĐŞMEYEN

NOEL GELENEĞĐ

Page 68: Politika Dergisi Sayı 10

Ece ERDAĞ

“Gecelerim günlerimden daha uzun, çünkü geceleri yalnızım. Ancak zihnim gündüzleri olmadığı kadar açık ve berrak. Sürekli ola-rak kafamdaki düşünce fırtınasıyla boğuşuyorum. Genellikle iyimser başlayan ama gereksiz varoluş sorunları ve kendime acımayla sona eren düşünceler… “

Sadece yorgunluğumu hissedebiliyorum..

Bir haiku şöyle der:

Ağaçların yaptığı gibi,

Yuvasındaki kuş misali

Sen de huzuru bulacaksın…

Yeryüzü huzura uygun mu gerçekten? Çok karıştım ben! Çok! Karmakarışıklığımdan kurtulmak için uyumam lazım. Çünkü sen yoksun. Uyumam lazım.

“Đyi olacaksın” dedin

“Evet” dedim ve ışıklar söndü

Anlamlı olan son gün o gündü

Sonrası ise öylesine bir hayat

Benoit’nın sesi kulaklarımda “Hep bir şeyler yanlış gider. Đyiden kötüye ya da kötüden daha betere…”

Semantik demans mı bu? Onca saati geçirdiğim toz ko-kulu devlet dairelerini unutuyorum. Önce 5. kata çık, sonra 3. kata in, belgelerini imzalat; 6 fotoğraf ve ikametgâh se-nedini transkriptine zımbala (zımbanın teli bitmiş, alabilir miyim lütfen), sonra Zeynep Hanım’a teslim et her şeyi. (Buyurun, her şey dosyanın içinde)

“Bunlar sadece ön başvuru için” diyor Zeynep Hanım. (Zeynep Hanım, enstitü sekreteri. Yüzüne bile bakmıyor insanın. Gaibe bakıp söylüyor bunları, onun da kafası karı-şık belli ki). Saçma bir kağıt parçası tutuşturuyor elime:

“Mülakata bununla gel” diyor…

Ne?! Mülakat mı! Doğru ya, bu sadece ön başvuru. Bu sadece “foreplay”. Bu sadece günlük yaşam. Sadece minik bir detay, gerçi pek minik sayılmaz; yaşamımın akışını değiştirebilecek potansiyelde.

Bulutlu gökyüzüne bakıyorum, içime dönüyorum, Sema Hoca’mın sesi kulaklarımda “kızım, yoksa özel biri mi var Đstanbul’da?”

Yok ki. Artık yok. Sadece minicik bir umuttu benimkisi. O umudu denize döktüm hocam. Denize döktüm ki okyanus-lara karışabilsin. “ E, sadece bir dalgaydı ilişkimiz ayakları-mıza dolanıp ait olduğu yere çabucak dönüveren” diyebile-yim.

Tekrar düşünüyorum. Sahip olduğum diplomalar/ be-cerilerim/ sırlarım/ korkularım. Hiç kimseyi gerçekten sevmiş miydim? Aramızdaki kopkoyu sessizliğe dönü-şen o konuşmalar. Sadece birkaç saat daha yakın ol-mayı isterken bir anda daha da artan kıtalar arası o aşk!

Đnsanlar arasındaki sessizliğin zenginleştirici olduğu fikrine inanmak istiyordum ya hani. Sessizlik kabul edi-lebilmeli hatta bağıra basılabilmelidir diyordum ya hani. Sessizliği bitirmek amacıyla söylenen her söz saçma bir konuşmayı beraberinde getirirdi hani?O halde neden bu kadar korkuyorum şimdi sessizliğimiz karşısında?

“Her başlayan gece, bana yeni bir soru getirdi. Sabırla gelmeyen cevabı beklerdim. Başucumdaki çalar saat bunun şahididir. Bir gece evrenin sonsuzluğunu kavra-dım ve büyüklüğü karşısında ağladım. Yaptığım yemek-ler, topladığım eski fotoğraflar, içtiğim sigaranın külleri önemsizlikleriyle yarışıyorlardı. Sabah uyandığımı, ter-liklerimi ve kimonomu giyerek mutfağa gittiğimi ve evin boş olduğunu fark ettiğimi düşün, annem ve köpeğim gitmiş olsun. O zaman üzüntüm yıldızların arasında yok olup gidecekti. Daha sonra sonsuzluğun da bir önemi-nin olmadığını fark ettim, hatta dünya nüfusunun dörtte birinin yoksulluk sınırının altında yaşadığı gerçeğinin de… Yersiz ama varlığı hissedilir bir acı hissediyordum. Kimilerinin düşünceleri farklı evrimlerden geçiyor. Bazı-ları sonsuzluğu ve dünyadaki insanlık dışı haksızlıkları kendilerini geliştirme gerekçesi olarak görüyor ve kendi-lerini tamamen bu konulara veriyorlar. Onların yaptıkları doğru. Onlar mutluluktan korkmuyor. Düşmeden frenle-meyi biliyor ve uzun zaman zirvede kalabiliyorlar. Ben öyle değilim; mutluluğu hissettiğimde kendimi derhal paramparça etmeye başlıyorum, bu da benim hayatı yaşama biçimim.”

“En sevdiğin sayı hangisi?” diye sordum.

“Sıfır” dedin.

“Neden?”

“Çünkü sıfır hem en küçük hem de en büyük rakam. Sıfır birden önce ve düşünülebilen en büyük rakamdan sonra gelir” dedin.

“Bu son söylediğin doğru değil” dedim.

“Doğmadan önce sıfırsın, öldükten sonra da sıfır.”

“Bir anlamda haklısın.”

“Boşu boşuna yuvarlak bir rakam değil” dedin ironiyle.

“Ben hayatımın büyük bir kısmında sıfırım aslında” dedim gülerek.

“Hayır, sen yirmi dörtsün, ben otuzum. Sıfırdık ve tekrar sıfır olacağız”

“Peki, bu durum sana memnuniyet mi veriyor?”

“Hayır, sadece sıfır…”

Belki az sonra dışarı çıkarız ve bu şehrin; vapurları, dolmuşları, ağaçları ve kuşlarıyla birlikte bize nasıl ku-cak açtığını görüp birbirimize kucak açarız. Nefeslerle ve kanla. Geceyle ve gündüzle… Đnsanlarla ve ben ve biz, birlikte…

Belki.

P—Kitap: Uyku

Sayfa 68 Politika Dergisi

Page 69: Politika Dergisi Sayı 10

Ayşegül ĐNAN

“Ya evlat ya devlet!” Kanuni bu sözü söylerken bir baba mıydı, yoksa cihana hükmetmiş bir hükümdar mı? Hangi-si daha ağır basmaktaydı hayatında? Bunlar belki de onun bile zor cevapladığı sorulardı. Ama şurası bir ger-çekti ki vereceği karar onu ya bir evlattan edecekti ya da bir imparatorluktan.

Şehir Tiyatroları’nda, ilk olarak 16 Ocak 2008 tarihinde Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde sahnelenmeye baş-lanan Orhan Asena’nın Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe adlı oyunu, güçlü kurgusu ve başarılı oyunculuklarıyla seyirciyi daha ilk dakikalardan itibaren, oyunun içine çeki-yor. Seyirci, sahnede yalnızca tarihin gerçek yüzünü gör-mekle kalmıyor, aynı zamanda her karakterin iç dünya-sında uzun bir yolculuğa çıkıyor. Kanuni, Hürrem, Bayezid, Selim… Oyun metni; onların iç çelişkilerini, bez-ginliklerini, yorgunluklarını sade bir biçimde vermiş ve onları birçoğuna göre, neredeyse tanrısal boyuta ulaşmış güçlerinden arındırıp “insani” yönleriyle de işlemiş. Bayezid, oyunun bir bölümünde kendisini bir yerlerden izlediğini hisseden babası Kanuni’ye aynen şöyle sesle-nir: “Tanrı değilsin baba! Sadece tanrıcılık oynuyorsun!” Ve Kanuni, devleti için bunu yapması gerektiğini herkes-ten iyi bilmektedir. O da Sadrazam Rüstem Paşa’ya şöy-le der bir bölümde: “Bana öyle gelir ki Rüstem, ben çok yaşlandım. Dünyam da yaşlandı, devletim de. Şimdi, ancak birbirimize tutunarak ayakta kalabiliyoruz. Onun içindir ki kaygıyla izliyoruz her canlı fikri, her kıpırtıyı…”

Peki ya Hürrem? Tarih sahnesinin o hırslı, güçlü kadı-nı? Söz konusu; evlatları, Bayezid’i ve Selim’i olduğunda yine o güçlü, kimi zaman da acımasız kadın mıdır? Yok-sa bir anne mi? “Ezmezsen ezilirsin!” diyen Hürrem, üvey oğlu Mustafa’yı feda etmeye çekinmezken, güç gösterisi yapan bir kadından öte bir anneydi belki de. Çünkü ne Bayezid’i, ne de Selim’i kurban vermek niyetinde değildi Osmanlı’nın bu ağır töresine. Aklına gelmemişti; bir gün iki oğlunun da karşı karşıya geleceği…

Selim için de durum farksızdı. Kapısına dayanacak celladı mı göze almalıydı; yoksa bir kardeşten olmayı mı? Güçlü olan kazanmalıydı elbette. Bir tahttan ve bir hü-kümdarlıktan öte; bir yaşamı…

Ve Bayezid… Her yakınmasında şu cümle dökülürdü dudaklarından: “Bir gün Selim’e çağrıcılar gelecekti uçan atlarıyla, Dersaadet’e varıp da tahtı onurlandırması için. Benim ise ecel çalacaktı kapımı, hünkar babamızın acısı-na yanmaya vakit bırakmadan…” Ve bu yakınmalar, kor-kular onu babası hayattayken kardeşine meydan okuma hatasını yaptıracaktı.

Oyunun dramatik yapısını tamamlayan diğer öğeler; müzik, kostüm, dekor, ışık, yönetmen Nedret Denizhan’ın rejisiyle birleşince ortaya çıkan görüntü sizi oyunun içinde sürükleyip götürüyor. Özellikle müzik girişlerinin ışıkla bütünleştirilmesi, dekorun her sahnede mükemmel kulla-nımı, oyun sonunda ayakta alkışlanan oyunculuklarıyla ciddi bir emek harcandığı her sahnesinde belli olan ‘Ya

Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe’ gerçekten izlenmeye de-ğer. Ve tabii ki tarih kitaplarının okumayan sayfası kal-masın diyenler için de kuşkusuz ayrı bir yere sahip ola-caktır.

Đyi seyirler…

Yazan: Orhan Asena

Yöneten: Nedret Denizhan

Dekor Tasarımı: Ayhan Doğan

Kostüm Tasarımı: Canan Göknil

Işık: Mustafa Türkoğlu

Müzik: Bora Ayanoğlu

Efekt: Levent Akman

Oynayanlar:

Kemal Kocatürk

Selçuk Soğukçay

Ersin Sanver

Tarık Şerbetçioğlu

Hakan Güner

Mazlum Kiper

Dinçer Çekmez

Berrin Koper

Senan Kara

Ya Devlet Başa Ya Kuzgun Leşe

Sayfa 69 Sayı 10

Page 70: Politika Dergisi Sayı 10

Rıdvan Çelebi

Sibel Topaloğlu

Yılmaz Meydaneri

Erhan Özçelik

Ergün Üğlü

Bora Ayanoğlu

Haşmet Zeybek

Đbrahim Şirin

Caner Bilginer

Selçuk Yüksel

Gökhan Eğilmezbaş

Doğan Altınel

Aslı Narcı

Esra Karabaş

Güneş Han

Oyundan

Bayezid: Sen bir şey söylemezsin Lala!

Lala Mustafa: Ben düşünürüm şehzadem. Dulkadiroğ-lu’nun söyledikleri doğrudur. Lakin doğru olması yeter mi?

Bayezid: Ne demek istersin Lala?

Lala Mustafa: Doğrunun bir de doğru görünmesi gerek. Doğrunun doğru görünmediği yerde eğrinin doğru görün-

mesi sakınılmazdır.

Bayezid: Yani?

Lala Mustafa: Bir tuzak kurduk, avımızı bekliyoruz. Bir tuzak; o tuzağı kuranlar, o tuzağa düşecek olanlar… Hep aynı görüntü içindedirler.

Bayezid: Daha açık konuşmanı isterim Lala.

Lala Mustafa: Bu Şehzade Mustafa sevgisini ele ala-lım ilkin şehzadem! Ama bu hainin çevresinde toplanan-ların bu düzmeceyi gerçekten Şehzade Mustafa sanma-ları olacak şey midir? Đşte burada, doğru doğruluğunu yitiriyor, eğri doğru gibi görünüyor. Bu çılgın kalabalık ayaklanmak için bir bahane, bir de baş ararlarmış. O bahaneyi de o başı da buldular. Bir yalancı put. Zaten insanlar yüzyıllarca yalancı putlara tapmamışlar mıdır? Yeter ki öfkelerini ve çıkarlarını kollasın o put.

Bayezid: Öfkelerini, çıkarlarını dedin Lala! Sevgiden söz etmekten kaçındın.

Lala Mustafa: Sevgi çoktan gömdü acısını içine şeh-zadem. Bu konuşan öfkedir, kıskançlıktır, tamahtır. Hün-kar efendimiz, tımarlının Şehzade Mustafa acısıyla Nahçıvan Seferi’nde nasıl isteksiz savaştığını görünce, ulufelerini arttırarak gönüllerini almak diledi. Kapıkulu bunu gördü, gücendi. Suçumuz ta başından beri hünka-rımız efendimiz yanında bulunmak mıdır dedi. Onların da gönlü alındı. Yirmi bin akçeden yukarı dirliklerin yal-nız Asitane yeniçerilerine verilmesi buyruldu. Tımarlının küskünlüğü arttı. Đşte bugün, bu düzmecenin çevresinde toplanalar, bu küskünlerdir Şehzadem.

Beyazid: Doğru söylersin lala, yalnız doğru yol hangi-sidir göstermezsin. Biz de farkındayız. Anadolu karma-karışık. Devlet durmadan kan kaybeder. Ölümler…Ölümler…Ve bu ölüleri geri getirmeyecek paralar… Pa-ralar…Paralar…

[email protected]

Sayfa 70 Politika Dergisi

Page 71: Politika Dergisi Sayı 10

P—Film: Seçkiler

Sayfa 71 Sayı 10

Page 72: Politika Dergisi Sayı 10

Nihat ATAR

Şu anda ülkemizde yaşananlara baktığı-mızda görünen, engel olunamayan, etrafa korku ve dehşet saçan bir kör dövüşüdür. Akıl, sağduyu, hoşgörü, milli duygular, insa-ni değerler, sevgisi saygı ortadan kalkmış. Siyaset arenasında iktidar ve muhalefet, bulanık bir suda sağa sola koşuşturarak üstünlük sağlamaya çalışıyorlar. Kimi bula-nık suda yaptıklarını, gerçek amaçlarını gizlemeye çalışıyor. Kimi umutsuzca suyu berraklaştırmaya. Ama tüm yapılanlar su-yun daha çok bulandırılmasından başka bir işe yaramıyor. Bu çabalarla bulanıklıktan kurtulma, kirliliğin dışına çıkabilme şansları görünmüyor. O bulanıklık ortamı, demokra-si ortamı sanılıyor. Ortamın olumsuzluğuna ve neden olduğu kirlenmişliğe bakılarak, demokrasiye olan saygı, onunla ilgili bek-lenti ve bağlılıklar da giderek tükeniyor.

Herkesin her anlamda kullanabildiği, içi boş bir kavrama dönüştü demokrasi. “Demokrasi halkın isteklerini yerine getirme aracıdır. Halk istiyorsa şeriat devleti niye olmasın” diyenler ülkede çoğunluk iktidarını oluşturuyor. Bu söylemin ilk cümlesindeki tanımlamanın yanlış olduğunu söyleyeme-yiz. Ama ikinci cümledeki amaç ve beklenti-yi onaylamak, çağdaşlıkla ülkemizin gelece-ği ile bağdaştırmak mümkün mü? Bu açık bir şekilde, demokrasinin karşıtı olan bir sistemi egemen kılmak için, demokrasiyi kullanmak değil midir?

Albert Einstein’a göre, karşılaşılan önemli sorunlar, bu sorunlara yol açan aynı düşün-ce seviyesi ile çözülemez. Bu söylemdeki tespitle ülkemizde yaşanmakta olan sorun-ların çözümüne bir yaklaşım getirmeye çalı-şıyorum. Ülkemizin sorunlarının, tanımdaki gibi “önemli” olduğuna itirazı olan var mı bilmiyorum. Bu sorunların çözülemez bir aşamaya geldiği de ortada. Çözüm tartış-maya açıldığında, ilk akla gelen tümce hep” çözüm demokrasinin içinde aranmalı” oluyor. Oysa ülkemizde demokrasi de için-de bulunduğu olumsuz ortamdan etkilene-rek, sorun yaratır hale gelmiş. Eski başba-kan ve cumhurbaşkanı Süleyman Demirel-’in, sık sık telaffuz ettiği” Demokrasilerde çare tükenmez” sözü geçerliliğini çoktan yitirmiş. Demokrasi kendisi sorun üretir haldeyken, nasıl çözüm üretebilir ki? Einstein’a göre çözüm, ancak demokrasi düzeyinin üzerindeki bir düşünce sistemi ile ve sorunları yaratan ortamın dışında aran-malıdır.

Einstein’ın söylemindeki gibi, “demokrasi ile aynı düzeyde, “olmayan “ ya da “ daha üst düzeyde” olan, bir sistem var mı sorusu-nun yanıtı, dinamizmde aranmalıdır. Dina-mizmin geçerli olduğu yaşamın her alanın-da, değişim ve yeniye doğru gelişim kaçınıl-mazdır. Toplumlar da sistemler de dinamik-tirler. Bilim ve teknolojideki gelişmelere paralel olarak gelişirler. Yaşamlarındaki deneyimlerle, yarattıkları bilgi birikimleriyle, kendilerinden sonra gelecek yeni ve daha düzeyli sistemlerin zeminini hazırlarlar. O halde, demokrasiden daha üst düzeyde bir sistem de olacaktır ve vardır.

Tablo ne kadar karanlık ve korkutucu olursa olsun çözüm vardır. Çözüm duygu-larda, öfkelerde ve bulanıklıklarda değil, akılda, sağduyuda, şeffaflıkta, sevgide ve daha düzeyli düşüncelerdedir. Bütün olum-suzlukları bir bütün içinde ele alıp doğru ve insani değerlere yönelmiş, günümüze kadar edinilmiş deneyimlerle, bilimsel verilerle donatılmış yeni bir çözüm yolu, yeni bir sistem aranırsa bulunacaktır. Vardır ve olacaktır. Bu alandaki en güçlü ve çağdaş sistem olarak, bireyi özgürleştiren, merkezi-ne temel unsur olarak bireyi, farklılıkları ve doğayı alan “insan merkezli sistem” gösteri-lebilir.

Đnsanlık tarihi boyunca, merkezine insanı alan, ilk ve tek sistemdir. Evreni insanı ve doğası ile birlikte ele almasıyla, tüm farklı-lıklara eşit mesafede ve koruyucu sıfatlı duruşuyla iç çelişkilerden uzaktır. Kendine karşıtlıklar ve düşmanlıklar üretmez. Đnsanı-nı özgürleştirir. Yaşam seviyesine ayrım göstermeksizin bir alt sınır getirir. Bu sınırı gelişen olanaklara paralel olarak yükseltir. Oluşturacağı barış ortamı sayesinde, ülke-mizdeki “laiklik-şeriat” örneği zıtlaşmalara, zor ve yaptırım uygulamaya gerek bırakma-dan çözüm sağlar.

Bu öngörüler bir ütopya olarak algılanı-yorsa, biliniz ki kişi üzerinde umutsuzlukla-rın egemenliğinden başka bir şey değildir. Bu sistem pek çok ülkede tümüyle olmasa bile uygulanmaktadır. Yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın bu konulardaki anlatımla-rı bizlerde sadece hayranlık uyandırmakla

PD—Okur: Birey Merkezli Sisteme Doğru

“Herkesin her

anlamda

kullanabildiği, içi boş

bir kavrama dönüştü

demokrasi.

“Demokrasi halkın

isteklerini yerine

getirme aracıdır. Halk

istiyorsa şeriat devleti

niye olmasın” diyenler

ülkede çoğunluk

iktidarını oluşturuyor.”

Sayfa 72 Politika Dergisi

Demokrasi kendisi sorun üretir haldeyken, nasıl çö-züm üretebilir ki? Einstein’a göre çözüm, ancak demok-rasi düzeyinin üzerindeki bir düşünce sistemi ile ve so-runları yaratan ortamın dı-şında aranmalıdır.

Tablo ne kadar karanlık ve korkutucu olursa olsun çö-züm vardır. Çözüm duygu-larda, öfkelerde ve bulanık-lıklarda değil, akılda, sağdu-yuda, şeffaflıkta, sevgide ve daha düzeyli düşüncelerde-dir.

Page 73: Politika Dergisi Sayı 10

kalmamalı. Ülkemizde böyle bir sistemi dile getiren hiçbir siyasi örgütlenmeye tanık olamayışımız bir talihsizliktir. Yaşamakta olunan yanlışlar ve olumsuzluklar yaşamı-mızın bir parçası haline gelmiş. O olumsuz-luklara şartlanmış, uyum sağlamış gibiyiz. Başka bir yaşam şeklini telaffuzdan bile korkar olmuşuz.

Osmanlılıktan cumhuriyete geçiş yıllarını, ulusal kurtuluş savaşı verme durumuna geldiğimiz yılları ve o günlerin koşullarını düşünelim. Türk toplumuna kabul ettirilme-ye çalışılan “başka devletlerin koruması, mandalık” gibi önerileri hatırlayalım. Devle-timizin içinde bulunduğu ekonomik, toplum-sal, siyasal ve askeri koşulların olumsuzluk-larını hatırlayalım. O günlerin koşulları bu günlerden daha mı iyiydi. Ulu Önder Ata-türk’ün topluma önerdiği, daha insanca ve onurlu yaşam için “ulusal bağımsızlık” ve “Cumhuriyet” önerileri de bazılarınca ütop-ya olarak gösterilmeye çalışılmıştı. Ama öyle olmadığını tüm dünyaya kanıtladık. Ulus yine o ulus. Atatürk Đlkeleri tüm karşıt-larına inat yaşamdaki yerini koruyor, koru-yacak. Bu ulusumuzun yeni ve insanca bir sistemi yaşama geçirmek için gerekli bilinç, irade ve dinamiklere sahip olduğundan asla şüphe edilmesin.

[email protected]

Sayfa 73 Sayı 10

YURTSEVER AYDINLARIMI-ZIN CANĐCE KATLEDĐLĐŞĐ VE HALEN CĐNAYETLERĐN FAĐL-LERĐNĐN BULUNAMAMASI (!)

KANIMIZA DOKUNUYOR.

NECĐP HABLEMĐTOĞLU (28 Kasım 1954 - 18 Aralık 2002)

UNUTMADIK!

Page 74: Politika Dergisi Sayı 10

Ahmet Tuna ALP

Modern yaşam ötesi veya bir başka de-yişle modernitenin bir üst aşaması olarak algılatıldı postmodernizm. Her an her şeyin olabileceği bir dünya. Sonda söylenmesi gerekeni başta söyleyelim: “bu getiri aile yapısının içini derinden etkilemiştir. Tekno-lojinin kendini sürekli yenilemesi bu bağ-lamda anlamlıdır. Yenilenen teknoloji kendi-ne pazar hazırlamakla da mükellef olmuş-tur. Tam da bu noktada ‘ihtiyaç meşrulaştırması’ kodlanmıştır beyinlere.”

Zaman içerisinde rekabetin öleceği bir zemine doğru ilerlemekte sistem. Dağılımın gün geçtikçe uçlara gitmesi noktasında yatırımın, üretimin tekelleşmesi. Peki bu "üst yapı" neden bu kadar korunaklı? Sınır-ları olmayan bu yapı devlet kavramını da sorgulatır hale gelmiştir.

Elini kolunu sallayarak bir takım toprakla-ra/kişilere/kitlelere müdahalede bulunuyor-lar. Neden tepki çekmiyor ya da tepki gör-müyor olabilir mi!... Bu matematiğin iki bo-yutu mevcut; birinci olarak kitleler önceden duyarsızlaştırılıyor, ikincisi de duyarsızla-şan kitlenin yönetimi basın öncelikli etkile-şim alanları aparatlarıyla yönlendirilip/yönetiliyor. Bunu yürütmek içinde "beyin takımı" iyi kuruluyor. Beyin kadrosu neden karşı çıkmıyor o zaman, onu da kapitalizm çerçevesinde devşiriyor.

Bir çakışma noktası bir dip noktası bir denge noktası yok mu? Var. Bunun en bü-yük göstergesi savaşlar ki son dönemde işlevsizleşen kağıtlar. "Öteki" üzerinden üretilen siyasetler. Çökme noktasına gelen birleşimler. Yeni bir vizyona ihtiyaç gereksi-nimi her geçen gün daha da zorunlu hale geliyor. Bu noktada atılan dar adımlar var elbette ama burada "güven" tam olarak sağlanamıyor.

Çarpık bir ilerleyiş olmamalı; "küresel ısınmayı" haberlendirirken kutuplarda enerji için savaşan ülkeler demek yanlış olsa, şirketlerden bahsetmemek pek de etik/ahlaki olmasa gerek.

Bilgi akışının hızlı olması birikimin de sınırlı kalmasına sebep oluyor. Aynılaştır-maya karşı bir olmak; ama bu noktada da farklılaşmak gerekir. Farklılığın farkından olan "üst yapı" rakipleri de, kendi üretip sunmakta bize. Bizi bizden bilip bir yön çizememeye gebe bırakmakta.

Her birimiz "kayıp noktaya" doğru ilerliyo-ruz. Bu kendiliğinden ilerlen bir nokta, bir anlamda. Başarıya ulaşmak için onu yö-netmek gerekiyor. Tatminsizlik eşlik ediyor olabilir bu sü-reçte bize lakin ümi-din daim olması gere-kiyor.

Son tahlilde; "tatminsizlikten" kurtulmak kendi içinde bir plan program gerektiriyor; ama bu eksik kalıyor. Meselenin içine bi-zimle hareket eden kişi/kitleleri de katmak gerekiyor. Evet, postmodernizm hepimizin içine girdi; ama kaliteli ile kalitesizi, iyi ile kötüyü ayırt edemiyor henüz. Modernizm bu aşamayı da elde ederse sanırım yeni bir sıfatı hak etmiş olacak! Neopostmodernizm dönemi veya II.Postmodernizm dönemi…

[email protected]

Postmodernizmin Bir Getirisi Olan “Tatminsizlik”

“Bilgi akışının hızlı olması

birikimin de sınırlı kalmasına

sebep oluyor. Aynılaştırmaya

karşı bir olmak; ama bu

noktada da farklılaşmak

gerekir. Farklılığın farkından

olan "üst yapı" rakipleri de,

kendi üretip sunmakta bize.

Bizi bizden bilip bir yön

çizememeye gebe

bırakmakta.”

Sayfa 74 Politika Dergisi

Postmodernizm (moderni-te’nin bir üst aşaması) “tatminsizliği” de berabe-rinde getirdi.

Bilgi akışının hızlı olması birikimin de sınırlı kalmasına sebep oluyor. Aynılaştırma-ya karşı bir olmak; ama bu noktada da farklılaşmak gerekir.

Page 75: Politika Dergisi Sayı 10

Gökhan DAĞ

Eskilerin söylediklerine göre geçmiş, ge-leceğe yön vermek adına söylenen sözcük ve tavırlarla doludur. Yani ağızdan çıkan her kelime, hatta bedenin göstermiş olduğu her hareket geleceğe yön verir.

O zaman, geçmiş ve gelecek arasında sıkışan ve şu an yaşamakta olduğumuz “şimdiki zaman” geçmişten alınan derslerin geleceğe uyarlanmasından başka bir şey değildir. Biraz felsefi olacak belki ama şim-diki zamanların tümü geçmişten alınan derslerin sonucu varolur.

Eğer bir millet, bir ulus, varlığını halen devam ettirebiliyorsa bu geçmişten alınan derslerin hala çok iyi bilindiğini gösterir.

Aklımıza hemen şöyle bir soru düşebilir: “Peki, geçmişten hiç mi ders çıkarmayan yok?”

Tabii ki geçmişine hıyanet eden, geçmişi-ni umursamayan bir kesim her zaman mev-cuttur; fakat bunların azınlıkta oluşu (yani geçmişinden dersler çıkararak şimdiki za-manda var olan ve geleceğe ilerleyen in-sanların çoğunlukta olması) şimdiki zama-nın yaşanabilirliğini mümkün kılar.

Özcesi; şimdiki zamanda var olabilme-nin tek koşulu geçmişinden dersler çıka-ran insanların, çıkaramayan insanlara karşı çoğunlukta olmasıyla açıklanabilir.

Bu geçmiş ve gelecek arasında cereyan eden varoluş toplumsal kesimin anatomisin-den başka bir şey değildir.

Toplumsalın, yani sosyolojik olanın top-lumsallaşma süreçleriyle pozitif veya nega-tif yönde değiştiğini gayet iyi biliyoruz. Peki, bu toplumsallaşma süreçlerini halka kim empoze ediyor?

Cevabı bilindiği üzere, siyasal seçkinler.

O zaman şu ana kadar söylediğimiz tüm varsayımları yıkacak bir şeyden bahsetme-nin zamanı geldi. O da şu: “Ya eğer siyasal seçkinler geçmişlerinden dersler çıkartmı-yorlarsa?”

Kritik soru bu. Üzerine yoğunlaşmamız gereken tek şey bu.

Hemen irdelemeye başlayalım.

Geçen günlerde seyirci olarak katılmış olduğum Genç Bakış programında, progra-mın sunucusu Abbas Güçlü aynen şu keli-meleri kullandı: “Arkadaşlar, demokrasi

sandıktır. Sanıktan çıkana saygı gösterelim. Eğer sandığa saygı göstermiyorsak demok-rasiden söz edemeyiz.”

Ben bu söylemlerin tamamına karşı çıkı-yorum. Demokrasiyi sandıktan ibaret gören bu anlayış kesinlikle demokrasinin çarpıtıl-ması işlevini görüyor. Abbas Güçlü burada geçmişinden ders almadan şimdiki zamanı oluşturuyor ve geleceğe yönelik tartışmala-rında, bu konuda, fitilini ateşliyor.

Abbas Güçlü’yü bu konuda her ne kadar suçlasam da, onun dayatılan toplumsallaş-ma evrelerine maruz kaldığını görebiliyo-rum. Siz belki Abbas Güçlü’yü bu söyledik-leriyle tarihine sahip çıkmamakla suçlayabi-lirsiniz; fakat ben o kadar ağır bir suçlama-da bulunmayacağım. Çünkü kendisinin oldukça yerinde tespitleri olduğunu birçoğu-muz biliyoruz. Sadece ona negatif yönde toplumsallaşma gazisi diyelim.

Gerçi hepimiz o yolun yolcusu değil mi-yiz?

Geçmişinden dersler çıkaramamış olanla-rın yönetiminde hepimiz geçmişimizi unut-maya başlayıp, karanlık geleceğe hizmet etmiyor muyuz?

Değerli okurlar, bilmemiz gereken toplum-sallaşma sürecinin ağlarına takılmanın im-kânsız olduğu. Ağa takıldığınızı bilseniz bile, o toplum içinde yaşabilmek için ağdan kaçış reflekslerinizi sınırlıyorsunuz.

Durup bekliyorsunuz. Demokrasinin san-dık olduğuna inanıp yakında seçimler geli-yor, ne de olsa oyumu daha iyisine verir, durumu idare ederim diye düşünüyorsunuz. Bu düşüncede olanların hepsi ne yazık ki demokrasi şehitleri mezarlığına gömülecek.

Bu düşüncede olanlar, her geçen gün dayatılan, empoze edilen toplumsallaşma süreçlerinin telafisi mümkün olmayan zarar-lar doğuracağını biliyorlar mı?

Demokrasi sandıkta belli olur düşüncesi, sandığa doğru gidilen her günde bir anor-mallik oluşumuna seyirci kalmaktır. Bu sü-reç, siz sandığa gidene kadar sizi ele geçi-rirse “ben sandıkta gücümü gösteririm” pla-nı oldukça manidar bir şekilde üzerine so-ğuk su içmeyi gerektirir.

Bizi yönetenler tarihimizden, geleceğimizi karanlıklardan kurtaracak dersleri ne yazık ki almadılar. Onların aldığı tek ders yaşan-mış olan şanlı tarihimizle kendi amaçlarını gerçekleştiremeyecekleri oldu.

Ve bunu da topluma öyle güzel empoze ediyorlar ki, yazımın başında belirttiğim çoğunluğu hızlıca azınlık konumuna düşü-

Geçmişin Geleceğe Dersi

“Şimdiki

zamanda var

olabilmenin tek

koşulu

geçmişinden

dersler çıkaran

insanların,

çıkaramayan

insanlara karşı

çoğunlukta

olmasıyla

açıklanabilir.

Sayfa 75 Sayı 10

Ya eğer siyasal seçkinler geçmişlerinden dersler çıkartmıyorlarsa?

Toplumsallaşma süreçleri-ni halka kim empoze edi-yor? Cevabı bilindiği üzere, si-yasal seçkinler

Page 76: Politika Dergisi Sayı 10

rüyorlar.

Kimisi eline çıkıp bir balon alıp patlatıyor, kimisi karışıklık çıksın diye sarı otobüsüyle şehirlere kaos götürüyor.

Sosyolojik olanın tarihine ihanetini, sağ-lam tuğlalarla inşa ediyorlar.

Kömür dağıtıp, erzak çekleri yollayarak geçmişinizi bir kalemde, sizden habersizce siliyorlar.

Geçmişte odunu aday göstersek seçtiri-rim mantığına ne yazık ki bugün yenik dü-şüyoruz. Bir ninemiz “ben gidip oyumu am-pule verip çıkıp geliyorum diyor.” Seçmen kâğıdında AKP’nin altında odun yazsa da onun umurunda değil. Söyledikleri bunu gösteriyor. Daha oy verdiği partinin adını bilmeden kömür, erzak peşinde koşuyor. Ne yazık ki bu hale düşürüldük.

Đşte geçmişinden dersler çıkarmayan bu insanlar önce sizi bir çuval kömüre muhtaç ediyor, sonra da size bunu vererek kendile-

rine çıkar sağlıyorlar.

Şimdi herkes “e Gökhan iyi söylüyorsun da peki bu adamlar geçmişlerinden ders almadılarsa nasıl ülkeyi yönetiyorlar” diyebi-lirsiniz.

Cevabım hazır. Evet, geçmişlerinden yeterince ders almadılar sadece kendilerini iktidara taşıyacak dersleri aldılar. Bu sebep-le de diyorum ki geçmişini çok iyi bilen Atatürk’ün çocuklarından çekecekleri var.

Saygılarımla…

[email protected]

“Kömür

dağıtıp, erzak

çekleri

yollayarak

geçmişinizi

bir kalemde,

sizden

habersizce

siliyorlar.

Sayfa 76 Politika Dergisi

“Politika

Dergisi ‘Güzel

Türkçemizi

Koruyalım’

Kampanyasını

Destelemekten

Onur Duyar.”

Page 77: Politika Dergisi Sayı 10

www.politikadergisi.com — [email protected]

Gençliğe Hitabe

Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyeti'ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinen-dir. Đstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahla-rın olacaktır. Bir gün, istiklâl ve Cumhuriyet'i müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. Đstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün ordu-ları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlîlerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! Đşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi vazifen, Türk istiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

20 Ekim 1927

Teşekkürler… > Uludağ Üniversitesi Eski Rektörü Prof. Dr. Musta-fa Yurtkuran’a > Değerli Hocamız Yrd. Doç. Dr. Sertaç Serdar-’a, > YeniÇağ Gazetesi Ya-zarı, Sayın Arslan Bulut-’a > Değerli Eğitimci ve Ya-zar Sayın Emre Kongar’a > Milliyet Gazetesi Yazarı, Çok Değerli, Sayın Melih Aşık’a ve Tabii ki Haldun Ertem’e > Metin Tınay ve Verim Hosting’e > Fatma Şen’e > Barış Tınay’a >Tüm Emeği Geçenlere > Ve Tabii ki Desteğini Bizden Esirgemeyen Tüm Okurlarımıza Politika Dergisi’ne verdikleri destekten ötürü teşekkürü bir borç biliriz.

Not

Bu sayımızda yazarları-mız bazı yazarlarımızın yazıları çeşitli nedenler-den dolayı yayınlanama-mıştır. Okurlarımızdan özür dileriz.

Page 78: Politika Dergisi Sayı 10