24
“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” / Parayla Satılamaz Parayla Satılamaz Şimdi yol ayrımının en hayatî noktasındayız: Ya izzetimize sahip çıkıp Hak ve Hakikat’in şahitleri olarak tarih yazacağız, ya da zilleti tercih edip hayatımıza başkalarının şekil vermesini onaylamak suretiyle tarihe maruz kalacağız!.. Ebubekir SİFİL EDĠTÖRDEN BaĢlamak çoğu zaman en zor olanıdır. Ve bu anlamda baĢ- lamak ne sancılıdır. Biliriz, bir cümle kurabilsek devamı gelecektir. Hayatın ve dünyanın gerçek manasını kendine iade edecek bir cümle… Hayatımız boyunca arayıp durdu- ğumuz da o cümle değil midir? ĠĢte bu cümlenin sancısını hissedebilenlere, sözün gücüne inananlara, edebiyata gönül verenlere, esaslı bir mısranın peĢine takılıp gidenlere, bütün okurlarımıza, selam bizim Ģiarımızdır diyerek, delikanlı bir merhaba! Cemil Meriç “Bu Ülke”de Ģöyle diyor: “Dergi hür tefekkü- rün kalesi, belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap çok defa tek bir insanın eseri, tek düĢüncenin yankısıdır. Dergi ise bir zekâlar topluluğunun yankısı. Bir neslin vasi- yetnamesidir, daha doğrusu mesajı. Kaybedilen her dergi, kaybedilen bir savaĢ, hezimet veya intihar…” Ve yine Mev- lana mesnevisine baĢlarken „yeni Ģeyler söylemek lazım‟ der. ĠĢte yeni bir heyecan ve yeni bir sefer: ĠĢte vira bismil- lah diyerek karĢınızdayız. „‟Yazmak, faniliğin saldırısına karĢı, bazı yetenekli insanla- rın gösterdiği reflekstir" diyor Ġbrahim Tenekeci. Belki yete- nekli değiliz ama bu refleksi göstermek bazen kaçınılmaz bir hal alıyor. Dahası da bazen insanın zihninde yer edinen daha sonra büyüyen en sonunda da bu yazıya kadar gelen cümleler meydana çıkıyor. Bazen bir cümle olarak, bazen bir yazı, iĢte bazen de bir dergi… Bir de genç, heyecan dolu, ve taze yüreklere sahip birkaç arkadaĢınız varsa iĢte bir derginin çıkması tıpkı Teneke- ci‟nin bahsettiği refleks gibi kaçınılmazdır. Sefer, yolculuk ve hicret… BaĢlangıç noktamız hicret ise süregelen bir umuttan söz etmeliyiz! Ve söz tükenmedi, umut ise ısrarla yaĢıyor! Bizlerde bu umutla, en önemlisi de; Hz. Mevlana‟nın yeni Ģeyler söylemek lazım dediği, aslında hiç eskimeyen o kadim kelamın yeniden dillendiril- mesiyle hazırladık dergimizi. ĠnĢallah sizler de bu bilinçle okursunuz. Yaratıcımızın ve peygamberimizin ortaya koyduğu hakikat- lerin yerini, kiĢilerin hakikatleri aldığı bu zamanda, dergi- mizin yeni bir dünyaya uzanan bir kapı olması dileğiyle. Allah‟a emanet olun. Gayret bizden, tevfik Allah’tan… (KIġ 2013/1434) | SAYI:1

Afak Dergisi 1. Sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

"Gelecek, Boyun Eğecek Asım'ın Nesline..."

Citation preview

Page 1: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /

P

ara

yla

Satı

lam

az

Para

yla

Satı

lam

az

Şimdi yol ayrımının en hayatî noktasındayız:

Ya izzetimize sahip çıkıp Hak ve Hakikat’in şahitleri

olarak tarih yazacağız, ya da zilleti tercih edip

hayatımıza başkalarının şekil vermesini onaylamak

suretiyle tarihe maruz kalacağız!..

Ebubekir SİFİL

EDĠTÖRDEN

BaĢlamak çoğu zaman en zor olanıdır. Ve bu anlamda baĢ-

lamak ne sancılıdır. Biliriz, bir cümle kurabilsek devamı

gelecektir. Hayatın ve dünyanın gerçek manasını kendine

iade edecek bir cümle… Hayatımız boyunca arayıp durdu-

ğumuz da o cümle değil midir? ĠĢte bu cümlenin sancısını

hissedebilenlere, sözün gücüne inananlara, edebiyata gönül

verenlere, esaslı bir mısranın peĢine takılıp gidenlere, bütün

okurlarımıza, selam bizim Ģiarımızdır diyerek, delikanlı bir

merhaba!

Cemil Meriç “Bu Ülke”de Ģöyle diyor: “Dergi hür tefekkü-

rün kalesi, belki serseri ama taze ve sıcak bir tefekkür. Kitap

çok defa tek bir insanın eseri, tek düĢüncenin yankısıdır.

Dergi ise bir zekâlar topluluğunun yankısı. Bir neslin vasi-

yetnamesidir, daha doğrusu mesajı. Kaybedilen her dergi,

kaybedilen bir savaĢ, hezimet veya intihar…” Ve yine Mev-

lana mesnevisine baĢlarken „yeni Ģeyler söylemek lazım‟

der. ĠĢte yeni bir heyecan ve yeni bir sefer: ĠĢte vira bismil-

lah diyerek karĢınızdayız.

„‟Yazmak, faniliğin saldırısına karĢı, bazı yetenekli insanla-

rın gösterdiği reflekstir" diyor Ġbrahim Tenekeci. Belki yete-

nekli değiliz ama bu refleksi göstermek bazen kaçınılmaz

bir hal alıyor. Dahası da bazen insanın zihninde yer edinen

daha sonra büyüyen en sonunda da bu yazıya kadar gelen

cümleler meydana çıkıyor. Bazen bir cümle olarak, bazen

bir yazı, iĢte bazen de bir dergi…

Bir de genç, heyecan dolu, ve taze yüreklere sahip birkaç

arkadaĢınız varsa iĢte bir derginin çıkması tıpkı Teneke-

ci‟nin bahsettiği refleks gibi kaçınılmazdır.

Sefer, yolculuk ve hicret… BaĢlangıç noktamız hicret ise

süregelen bir umuttan söz etmeliyiz! Ve söz tükenmedi,

umut ise ısrarla yaĢıyor! Bizlerde bu umutla, en önemlisi

de; Hz. Mevlana‟nın yeni Ģeyler söylemek lazım dediği,

aslında hiç eskimeyen o kadim kelamın yeniden dillendiril-

mesiyle hazırladık dergimizi. ĠnĢallah sizler de bu bilinçle

okursunuz.

Yaratıcımızın ve peygamberimizin ortaya koyduğu hakikat-

lerin yerini, kiĢilerin hakikatleri aldığı bu zamanda, dergi-

mizin yeni bir dünyaya uzanan bir kapı olması dileğiyle.

Allah‟a emanet olun.

Gayret bizden, tevfik Allah’tan…

(KIġ 2013/1434) | SAYI:1

Page 2: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /2

Ġmtiyaz Sahibi

Enes KARADEMĠR

Yazı ĠĢleri

Samet TEMĠR

Editör

Burak TEKĠNER

Yayın Koordinatörü

Abdürrahim GÜNER

Sermuharrir

Ahmet Salih ġAHĠN

Son Okuma

Günay Turak

Lojistik

Eyüp AKTUĞ

Mücahit YILDIZ

Selahaddin KAR

Abdullah ÖZKURT

Ahmet Furkan ÜLKER

ĠstiĢare

Asım ZÜLFĠKAR

Mustafa KAHRĠMAN

Atilla YILMAZ

Yayın Türü

Yerel Süreli

Baskı

Pusula Copy Center

+90346 221 58 08

[email protected]

Yazılarınızı Gönderebileceğiniz

Ġrtibat Adresimiz

[email protected]

Sosyal Medya Adresimiz

facebook.com/dergiafak

Âfâk Dergisi ticari amaçlı bir dergi değildir. 3

ayda bir yayımlanır. Yayımlanmayan yazılar iade

edilmez. Yazılar için telif ücreti ödenmez. Yazı-

lardan kaynaklanan hukuki sorumluluk yazara

aittir. Âfâk Dergisi yazılar üzerinde değişiklik

yapabilir. Âfâk Dergisi basın meslek ilkelerine

uymayı taahhüt eder. Âfâk Dergisi ismi belirterek

alıntı yapılabilir.

Ġçindekiler 01 Editörden…

03 Hakikat Medeniyetinin Surları Abdürrahim GÜNER

05 Bu Topraklara Dair - Mustafa ESEN

06 Su Gibi Aziz bir Medeniyete Dair - Mehmet Samed SÖNMEZ

07 Felsefenin Aradığı Hakikat - Eyüp AKTUĞ

08 Sessizlik Kuleleri - Betül ÇINAR

09 Yolculuk Nereye - Merve KOCAMAZ

10 Edebiyata Meyyalim Ġnan Ki Dertten! - Sefa TOPRAK

12 Cemil Meriç‟le Röportaj - Burak TEKĠNER

14 Beyaz Perdenin Demogojisi - Enes KARADEMĠR

15 Gönülden Gönüle ĠletiĢim - Abdullah ÖZKURT

16 Bizim Mahalle - Cengiz YALÇINKAYA

16 Biliyor Musunuz? - Ebubekir FĠKRĠSABĠT

17 KarĢı Tepe‟ye - Recep KESKĠN

18 Kapının Ardında Asılı Müslümanlık - Hacer Tuba ÇĠMEN

18 Hayata Yeni Bir Sayfa Açarken - H. Betül AYDIN

19 Kur‟an‟da Medeniyet Tabloları - Abdussamed TEMĠR

20 ġeb-i Yeldâ - Burak YAZICI

20 Zaman Yolcusu - Fatih YAġATIR

21 Sivas‟ın Manevi GüneĢi - Fatih ÇINAR

22 Yazarlar KonuĢurken - AyĢegül MOĞUL

23 Dostluk Üzerine - Merve UYANIK

24 Birazcık Halife - Mustafa ESEN

Page 3: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /3

Âfâk Dergisi

HAKĠKAT MEDENĠYETĠNĠN SURLARI

Abdürrahim GÜNER

Dünya; tarih boyunca farklı medeniyetlerin etkisi altında kalmıĢ, altı asır boyunca ise Osmanlı Devleti yani

Ġslam medeniyeti ıĢığında huzura kavuĢmuĢtur. Ġslam medeniyeti ve son yüzyılda etkisini gösteren Batı medeniye-

tini, dünya üzerinde yaĢanan karıĢıklıklar ve çatıĢmalar açısından mukayese edecek olursak, ecdadımızın medeni-

yet değerlerinin, Batı medeniyetine göre çok önde olduğunu daha net anlamaktayız. Batı medeniyeti, bilim ve tekni-

ğini insanlara bir zulüm aracı olarak uygulamıĢ, kendi geleceği için dünyanın farklı kesimlerindeki coğrafyaları

soygununa uğratmıĢtır. Buradan hareketle son yüzyılda sürekli karıĢıklıklar içinde çırpınan insanlığın bir medeni-

yet krizi ile karĢı karĢıya kaldığı sonucuna kolaylıkla varmamız mümkün.

Osmanlı Devleti‟nin çöküĢ dönemi ile Batı Medeniyeti‟nin bilim ve teknik açıdan üstünlüğünün daha net

olarak öne çıktığı son yüzyılda esas tartıĢma bir medeniyet fikri üzerinden olan tartıĢmadır. Bu dönemde; “Biz ye-

nilmiĢ bir medeniyetin evlatlarıyız. Bu yüzden Batı‟yı körü körüne taklit etmekten baĢka çaremiz yok. Yenilgi-

mizin sebebi ise; bizim medeniyetimizdir, değerlerimizdir, Müslümanlığımızdır.” diyen Batıcı elitin karĢısında

duran bazı münevverlerimiz de; “Hayır; yanılıyorsunuz. Osmanlı‟nın yeniden yükseliĢinin yolu; medeniyetine,

değerlerine, inancına yeniden dönmesidir.” diyerek bu çerçevede siyasi fikirlerini oluĢturmuĢlardır. Bu düĢünce-

lerin temelinde “Ġslam terakkiye mani midir değil midir?” sorusu yatıyordu. Bu dönemden baĢlatarak Cumhuri-

yet‟in ilk yıllarından itibaren günümüze kadar gelen süreçte, “Ġslam terakkiye mani değildir.” düĢüncesi etrafında

fikirlerini oluĢturan birçok münevver olmakla birlikte, isimlerini zikretmemiz ve dergimizin sonraki sayılarında

ayrı ayrı irdeleyeceğimiz Ģahsiyetler; medeniyetimize açtıkları ufuklar açısından önemlidir. Buradan itibaren bu

isimlerin en önemlilerini ifade etmeye çalıĢacağız.

Ġlk olarak irdeleyeceğimiz ġehbenderzâde Filibeli Ahmet Hilmi, fikirlerini Ġslam Felsefesi ve Medeniyetini

Ġhya tezi üzerinde dile getirmiĢtir. Onun ifade ettiği “Bir Fransız gibi giyinen, bir Ġngiliz gibi gezinen, bir Ġtalyan

gibi Ģarkı söyleyenimiz var; fakat bir zırhlı mühendisimiz bir fabrika kucak adamımız yok.” düĢüncesi medeni-

yet sorunlarımızın tespiti açısından önemlidir.

Sait Halim PaĢa ise; Siyaset Teorisi ve Siyaset Sosyolojisi üzerine fikirlerini dile getirmiĢ; medeniyet değer-

lerimizi bu ölçüde değerlendirerek katkı sağlamıĢtır.

Ġstiklal ġairimiz Mehmet Akif Bey ise; Siyasi Vizyon, Ġdeolojik Misyon alanında fikirlerini dile getirmiĢtir

ki; onun ifade ettiği çıkıĢ yolu Asım‟ın Nesli‟dir. Asım‟ın Nesli bir gelecek, bir umut ve bu ülkeyi kendi değerleri

üzerinde yeniden ayağa kaldıracak bir nesildir. Dergimizin sloganını da Asım‟ın Nesli‟ne bir ilham kaynağı olarak

-Yazı Dizisi-

Page 4: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /4

Âfâk Dergisi

“Gelecek, boyun eğecek Asım‟ın Nesline.” biçiminde

ifade ettik ki; isabetli bir karar verdiğimiz kanaatinde-

yim.

Diğer bir isim Hüseyin Avni ULAġ ise; Cumhuriye-

timizin ilk ve en köklü demokratlarından birisidir. O da fikir-

lerini elitler ile millet zıtlaĢmasından yola çıkarak; Millet Ege-

menliği, Hukukun Üstünlüğü, Adalet ve Hürriyetin Tesisi

hususunda ifade getirmiĢtir.

Ali Fuat BAġGĠL hoca ise; bir çok eser yazmıĢ, bu

eserlerinde; demokrasinin bir sandık meselesi değil, zihniyet

meselesi olduğunu, fert ve cemiyetçe demokrasi zihniyetini

benimsememiĢ memleketlerde bu rejimin yerleĢip kökleĢeme-

yeceğini, Cumhuriyet tarihi başından beri tartışma konusu olan

laiklik meselesini ve buna dair eleĢtirilerini ifade ederken,

bunun yanında demokrasi, fikir hürriyeti, insan hakları ve

anayasa meselesini irdeleyerek medeniyetimize ciddi katkılar

sağlamıĢ bir Ģahsiyettir.

Bu isimlerden sonra; Anadolucu, halkçı bir siyaset

çizgisi üzerinde düĢüncelerini ortaya koyan Kemal TAHĠR

ise; “Osmanlı toplumunun sadece var olması bile Batılı soy-

guna direniĢtir. Bu direniĢ yalnızca Osmanlı toplumunun

değil bir bakıma soyulan bütün bir Doğunun direniĢidir.”

diyerek bu çerçevede medeniyet tasavvurumuza katkı sağla-

mıĢtır.

Yine Anadolucu, halkçı çizgide yer alan Ġdris KÜ-

ÇÜKÖMER de medeniyetimize ciddi katkıları olmuĢ bir isim-

dir. Ġdris KÜÇÜKÖMER; Türkiye solunun içinden yetiĢmiĢ

önemli bir Ģahsiyettir. Ancak Türkiye soluna en ciddi eleĢtiri-

leri de yine o yapmıĢtır. O, düĢüncelerini; “Türkiye‟nin sol-

cuları gericidir, Türkiye‟nin geliĢmesinden yana değildir-

ler. Tek merkezli yukarıdan aĢağıya otoriter bir örgütlen-

meyi savunurlar ve halkı güdülecek sürü olarak görürler.

Türkiye‟de ilerici sağ kanatta görülen Ġslamcı halk kitlesi-

dir” Ģeklinde ifade etmiĢtir.

Nurettin TOPÇU da Anadolucu, halkçı bir anlayıĢ

çerçevesinde fikirlerini dile getiren diğer bir mütefekkirimiz-

dir. O; “Cihadımız fikir ve ruh cephesinde, ahlak ve iman

cephesinde yapılacak ve yarınki Türkiye, Anadolu‟nun

toprağından kaynaklanan bir kan, cemaat için harcanan

emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet, edebi olduğu-

na inanmıĢ bir ruh temelleri üzerinde kurulacaktır.” sözleri

ile özellikle medeniyetimizin en önemli yapı taĢlarından ruh

üzerinde durmuĢtur.

Bu noktadan sonra biraz daha ileriye götürecek olur-

sak millete ve medeniyete dayalı tefekkür anlamında isimleri-

ni saymamız gereken önemli düĢünürlerimizden; Necip Fazıl,

Sezai KARAKOÇ ve Cemil MERĠÇ de siyaset çizgimizi belir-

lemiĢ önemli münevverlerdendir.

Bu isimlerden Necip Fazıl, fikirlerini Büyük Doğu

ismiyle idealize ettiği düĢünce hareketi çerçevesinde ifade

etmiĢtir. Ona göre; Batı; aklı ve maddeyi temsil ederken

Doğu derinlik ve ruhun simgesidir. Büyük Doğu mefkûresi-

nin temel prensipleri de; ruhçuluk, keyfiyetçilik, Ģahsiyetçilik,

ahlakçılık, milliyetçilik, sermaye ve mülkiyete tedbircilik,

cemiyetçilik, nizamcılık, müdahaleciliktir. Bu ilkeler ıĢığında

Büyük Doğu‟yu Türkiye merkezli, Bütün Ġslam dünyasını

kucaklayan ve beslenme kaynağı Ġslam olan bir mefkûre

olarak görmek mümkündür.

Yine bu isimler arasında Sezai KARAKOÇ, daha

evrensel düĢünen ve bu medeniyet çıkıĢını isim olarak da

daha net yapan bir mütefekkirimizdir. Ona göre çıkıĢ yolu;

BatılılaĢmıĢ mefkûrelerin değiĢtirilmesi ve yerini evrensel

ölçekte doğrulara bırakmasıdır. O; “KuĢatılmıĢ durumdayız.

Kendi kavramlarımızı bile yabancı kavramlarla tanımlıyo-

ruz. Hayat anlayıĢımızı yabancı kavramlarla ifade ediyoruz.

Oysa biz, büyük bir medeniyet ve kültür ocağıyız. Bizim

kavramlarımız, düĢünüĢ biçimimiz, hayat algılayıĢımız,

sevgimiz ve öfkemiz bize özgüdür. Onun için bulunduğu-

muz yerde bir bulamaca dönüĢmüĢ olanı yaĢamak bizim

için bir çözüm değildir.” diyerek bizlere içinde bulunduğu-

muz buhrandan çıkıĢ yolunu ifade etmiĢtir. Bunun yanında

Mehmet Akif‟te Asım‟ın Nesli olarak ete kemiğe bürünen

ideal kurtuluĢ düĢüncesi Sezai KARAKOÇ‟ta DiriliĢ Nesli

olarak karĢımıza çıkmaktadır. Onun için diriliĢ; bir medeniyet

tasavvurudur. Ġslam Medeniyetinin o eski ihtiĢamına, bü-

yüklüğüne, adalet ve hikmet yurdu bir coğrafyaya dönüĢ-

mesinin anahtar kavramıdır diriliĢ…

Cemil MERĠÇ‟in ise; “Tanzimat‟tan bu yana hazır

elbiseye meraklıyız, hazır elbise hazır medeniyete… Tefek-

kür kılıçla fethedilmez, bir parça kendi kafamızla düĢün-

mek ne kadar güç.” Ġfadelerinden de anlayabileceğimiz üzere

medeniyet değerlerimizden kopuĢun en ciddi eleĢtirilerini

yapan bir medeniyet mimarıdır. Onun eleĢtirileri; yıllarca en

çelikleĢmiĢ kalemiz olan tefekkürün surlarında patlayan

topların, bizlerde sebep olduğu kaçıĢ ile baĢkalarına sığın-

ma talebinde bulunuĢumuzun eleĢtirisidir.

Hakikatlere dair bir medeniyetin en önemli haberci-

leri hakkında, eserleri ve söylediklerinden yola çıkarak genel

bir çerçeve çizmeye çalıĢtık. Yazımızın baĢında da ifade ettiği-

miz üzere dergimiz bundan sonraki sayılarında da bu isimleri

ve eserlerini müstakil baĢlıklar altında ayrı ayrı irdelemeye

devam edecektir. Meselemiz; hakikatlere özlem duyan bir

milletin çocukları olarak medeniyet binasında birkaç kum

tanesi olabilmek…

Page 5: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /5

Âfâk Dergisi

Bu Topraklara Dair

Önce bu topraklar diyoruz. Yani kendimiz. YaĢanabili-

bir Türkiye diyoruz: Fert fert herkesin beliğinin doğrulduğu bir

Türkiye. Arı kalplerle arı yaĢantıların birleĢtiği zinde toplumu

özlüyoruz. Yeniden Büyük Türkiye içsel yürüyüĢlere çıkabilen,

tanrının istediği yaĢamın muhasebesini içinde yapabilen fertle-

rin omuzlarında kurulacaktır. OmuzdaĢlarımı arıyorum tüm

günahlarıma rağmen. Günahkâr ellerle bu toprakları yaĢanabi-

lir kılamazsınız.

Bu topraklarda yaĢayamazsınız; yani komĢu hakkını bilmeyen-

lerdenseniz, bu toprakların çocuklarının önce Allah`ın katında,

sonra diğer insanların nazarında yüceldiğini göremezsiniz.

Erdemlerini çoğaltmalısın, Ģiiri içine damıtarak okumalısın.

Cümle kurmayı beceremesen de iyi kurulmuĢ cümleleri ayırt

edebilmelisin. Ve yaĢam, ve medeniyet; dilimizin, kelimelerimi-

zin, yani kendimizin, benliğimizin sırtında büyüyecek. Dilden

atılan her kelime benliğimizden koparılan parçalar. Ahlakımız-

la ördüğümüz benliğimizi yok etmek istiyorlar. Dilimizi ayakta

tutabilirsek buna meydan vermemiĢ oluruz.

ĠĢ bizde bitiyor sevgili okur.

Medeniyetimizi canlandırtmak zorundayız. Yüreğimi-

zi vahyin nuruna açamazsak, yaĢantımızı Allah`ın çizgisine

çekemezsek Ģehirlerimizi kaybederiz.

Dikkat et ortada Ģehir kalmaz demiyorum, Ģehirlerimizi kaybe-

deriz diyorum.

Var olan Ģehir bizim Ģehrimiz değil. YaĢantımızı budadılar,

dilimizi budadılar, dinimizi budadılar, Ģehirlerimiz de budan-

dı.Ġnsan kahrolmayı da bilmeli. Bilmeli ki budanan değerlere

kahrolup eyleme geçmeli. Çünkü Yaradan‟ın

istediği yaĢam eylemsizliği sevimli bulmaz. Ve kafanı patlata-

cak düĢüncelerdir seni eyleme geçirecek Ģey.

KiĢiliğini Allah dostlarınınkine uygun olarak büyütmelisin.

KiĢiliğini inĢa edeceksin ki, medeniyeti de inĢa edebilesin.

Ümmeti seveceksin. Ümmeti sevenlerle kalbi bağlar

kuracaksın. Dedik ki düĢüncelerdir seni eyleme geçirecek Ģey.

DüĢüncelerin kaynağı, hayatımızı baĢtan aĢağıya dizayn eden

Kur`an olmalı. Hayatını Kur`ana kurmalısın. Tabi önce zihnini

ayarlamalısın. Katıksız Kurani düĢünceyi damıtarak gönlüne

fikirler serdetmelisin. Tevhide ayarlanan bir ömürdür geçek

yaĢam.Tekrar Medeniyete dönecek olursak bilmelisin ki bu

sancılı bir süreçtir. Öyle her Ģeyini değiĢtirmeyi göze alamayan-

lar bu yolun yolcusu dahi olamazlar.

Sanat ve musiki ile arandaki perdeleri kaldırmalısın.

Kudüs`ü sevmelisin. DüĢünceyi olduğu gibi, eylemselliği de

vücudunun herhangi bir azasıymıĢçasına benimseyebilmelisin.

GayretkeĢ olmalısın. Ve hayallerin gökyüzünü delip geçmeli.

Kendisiyle bağı bu kadar kopuk baĢka bir millet daha

var mı diye düĢünüyorum kaç zamandır. Dikkatlerini odakla-

yacağın nokta tam da burası sevgili okur: Ümmet ayağa kalk-

malı ve sırf bu yüzden bile olsa kalp ve zihin olarak TaĢkent`te,

Buhara`da, Bağdat`ta olabilmelisin. Söylenebilecek o kadar çok

Ģey varken burada susmayı seçiyorum. Susmakta bir eylemdir

neticede. “Hedef Bir” yazıyorum odamın buğulu camına ve

devam ediyorum: “bir hayatı, ısmarlama bir hayatı bırakıyo-

rum. [ismet özel, mataramda tuzlu su]”

Mustafa Esen

Page 6: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /6

Âfâk Dergisi

SU GĠBĠ AZĠZ BĠR MEDENĠYETE DAĠR

Mehmet Samet SÖNMEZ

Bir kültürün özelliklerini, o kültürü yaşayan ve yaşatan toplumların hayatına bakarak öğrenebili-

riz. Toplumun kullandığı aletler de o medeniyetten izler taşır. Örnekler üzerinden gidecek olursak, Bü-

lent Akyürek’in işaret ettiği gibi; hızlı yaşayan, anı yaşamayı temel yaşam sloganı olarak benimseyen Batı

toplumu, bu sebebe binaen arabayı icat etmiştir. Asansörün de patenti Batı’ya ait olmalı. Örneğin bizim

uçkur bağımız vardır, onların fermuarı.

Bizim oralarda abdesthanelerde su dökmek için kullanılan alete ‘ibrik’ derler. Yöresel bir isim midir bil-

mem ancak ibrikte medeniyetimize dair esaslı ipuçları mevcuttur. Tamamen su israfını önlemek için ta-

sarlandığını kullananlar bilir. Depo sayılabilecek su haznesi geniş, suyun döküleceği kısım ise oldukça

dardır. Su gibi aziz bir medeniyetin evlatlarına da böylesi bir eşyayı kullanmak yakışırdı.

Batı’nın tuvalet kültüründe henüz su dökmek için icat edilmiş bir alet mevcut değil. Sanırım abdest al-

mak nasip olmadığı için ve memleketimizde alaturka diye bilinen tuvaletler mevcut olmadığından dolayı

böyle bir alete gereksinim duymamışlar. Onlarda temizlik görevi gören sifonlar vardır. Ve sifonlar su isra-

fına oldukça elverişli aletlerdir.

Erbakan Hoca’nın yüksek öğrenim için gittiği Almanya’dan anlattığı bir olay meşhurdur. Evine gittiği bir

Alman yüzünü yıkamak için lavaboya gider. Lavabonun deliğini tıkar, suyla doldurur. İlk önce burnunu

temizler ve ardından aynı suyla yüzünü yıkar. Bu misal, Batı ve İslam medeniyeti arasındaki temel farkı

ortaya koymaktadır.

İslam medeniyeti ise suyu temizlik için kullanma noktasında çok hassastır. Vücudun necisten

arındırılması için boy abdesti, günde beş vakit namaz öncesi abdest, Kuran okumadan önce alınması em-

redilen abdest ve hatta her zaman abdestli dolaşmanın tavsiye edilmesi bu konuya delalet eder.

İsrafı önleyen ve suyu önceleyen bir medeniyetin çocukları yüzyıllar boyu yeryüzüne adalet ve özgürlük

dağıtmışlar. Peki, zulmün, israfın, adaletsizliğin kol gezdiği modern dünyada, özlemle aranan bu hassasi-

yetlerimizi nasıl kaybettik? Cevabı derinlerde, beylik laflarla aramak yerine bir tefekkür edelim: Bu soru-

nun cevabı evimizdeki tuvaletlerde ibrikleri kaldırıp yerlerini sifonlara bırakmamız olabilir mi?

Page 7: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /7

Âfâk Dergisi

Mehmet Samet SÖNMEZ FELSEFENĠN ARADIĞI HAKĠKAT

Eyüp Aktuğ

Felsefe, tarafsızlıktan yola çıkıp, bulacağı veya

bulamayacağı nispet ve istikametlere göre kendisine

taraf arayan baĢı boĢ düĢünce manzumelerinin adıdır.

Felsefenin gayesi mücerret fikre ulaĢmak değil tam ter-

sine fikri mücerret ufuktan büsbütün alıkoymaktır.

Daha önce dürdüğümüz tarih sayfalarını hata ve se-

vapları ile tekrar açtığımızda göreceğiz ki, felsefe mü-

essesesinin herhangi bir Ģubesi kendinden önceki Ģube-

yi düĢman bellemek ve kendinden önceki Ģubeyi çürüt-

mek metodunu kullanarak antitezini geliĢtirmiĢtir.

Dikkat ederseniz tez değil, antitez... Ne gariptir ki, ge-

liĢtirilmeye çalıĢan bu antiteze karĢılık, kendinden son-

ra gelecek herhangi bir felsefe Ģubeside kendisinin anti-

tezini geliĢtirecektir. Bu noktada Ģu temsili vermekte

sakınca görmüyorum.

Bir adam tahayyül edelim, bu adamın eli yanmış olsun

ve elindeki bu yanığın acısı adamı perişan etmiş olsun.

Bu acıyı dindirmek için elini bir tas suya sokuyor ve

elindeki yanığın acısı diner gibi oluyor. Fakat bir za-

man sonra bu acı şiddetlenerek devam ediyor. Yeni ça-

reler aramaya kalkıyor... İşte felsefe patronlarının va-

ziyeti bundan ibarettir. Teşbihte hata olmaz düsturun-

dan hareketle bunu bütün düşünce amelelerine intikal

ettirebiliriz.

ġimdi hakikate dönelim. Hakikat ise, felsefe için güya

varılması lazım gelen, fakat asla varılmayan, varılma-

yacak ve boyuna aranacak olan bir hedef, bir ilk mer-

haledir. Ġslam'da, felsefede olduğu gibi "eli yanan ada-

mın" baĢıboĢ arayıĢı yoktur. ġu suallere cevap verelim:

Neyi arıyorum?

Niçin arıyorum?

Aradığımı bulunca ne olacak?

Ġslam'da hakikat önce varlığın sırlarını aramak

ondan sonradır. Hakikat ezeli ve ebedidir. O'nun keĢfi-

ne lüzum yok ancak hakikatin aksettiği varlığın sırları-

nı aramak var. Bu öyle bir arayıĢ olacak ki, sonunda

bulmak olmayacak. ġimdi sual edeceksiniz: "O halde

niçin arıyorum?" Hakikate yaklaĢmak için. Sırası ise

Ģöyle;

Birbirinin yanlıĢını çıkartmaktan baĢka rolü olmayan

felsefeyi, periĢan ve her dem birbirinin baĢını yemek

gayesinde bir demokrasiye benzetecek olursak Ġslam'a

hakikat saltanatı gözü ile bakabiliriz. Demek varıĢ ön-

ce, arayıĢ sonra...

VarıĢa istinad eden hamlenin adı ise tefekkürdür. Te-

fekkür en ince tarifi ile Allah'ın hakikati karĢısında ku-

lun kulluk Ģuurunu her an hatırlaması ve varlığın girift

sırlarına hikmet nazarıyla bakmasıdır. VarıĢa bağlı te-

fekkürün adı da felsefe değil, hikmettir. Meseleyi çer-

çevelendirmenin vakti geldi: "Felsefe baĢıboĢ bir çıkıĢ

ve bulamayıĢ, Ġslâmi tefekkür ise düzenli bir yol alıĢ

ve bulduğunu derinleĢtiriĢ ve geniĢletiĢ..."

Muhabbet ile...

Page 8: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /8

Âfâk Dergisi

SESSİZLİK KULELERİ

Betül ÇINAR

Yıllar önce edebiyat öğretmenim bir yazı yazmamı istemişti. Konusu ise; üzerinde yaşadığımız bu gezegenin rengini

değiştirmek isteseydin hangi renkleri kullanırdın o resimde? Çok uzun düşünmedim çalakalem yazıverdim o yazıyı. Zor olmadı

özgürlüğü mavi ile bağdaştırmak, temizliği yeşil ile ifade etmek.

Bir şey eksik kalmış ama o yazıda. Zulmün rengini söylememişim. Zulmün rengi siyah desem siyaha hakaret olur sanı-

rım. Siyah aslında asaletin rengidir. O zaman nedir zulmün rengi? Şu yaşlı gezegenimizi kana boyayan zulmün rengi kırmızı mı

acaba?

Bir bayramı bayram yapan şeylerden biri kardeşini hatırlayıp bayramını kutlamaktır. İslâm ümmeti öyle bir bayram

geçirdi ki… Gözü yaşlı, gönlü buruk. Bir yanı kan ağlarken bir yanı bayram yapamadı. Bayram sabahı katliamları duyduk. Yüre-

ğimiz kan ağladı, gönderdik kurbanlarımızı. Onların kurbanları ise bedenleri oldu. Kardeşlerimizin bayramını kutlayamadan

şehadet bayramına uğurladık onları.

Bir Çin atasözü vardır: “ilginç zamanlarda yaşayasın” diye. Sanırım birisi ardımızdan bu bedduayı okumuş. Öylesine

ilginç zamanlarda yaşıyoruz ki neredeyse yolumuzu şaşıracağız. Zulüm orada boy atarken asrımızın inanmışı TV başında ken-

dinden geçebiliyor. Oysaki sancılarımız aynı olmalıydı ki biz ümmet olabilelim. Bizim ellerimizde Kabil misali kana bulanınca

mı açılacak gafil gözlerimiz? Zerdüştler misali “sessizlik kuleleri ”ne mahkûm değiliz belki ama etlerimizi yine akbabalar yiyor.

Bu nasıl iş anlamıyorum. Yüreğimizi deşiyorlar benliğimizi yok edip hassasiyetlerimizi eritiyorlar ve ruhumuz duymuyor. Maz-

lumun yanında olmaktan korkan bir ümmet olmuşuz. Hadi! deyince el uzatacak kim var diye düşünüyor insan.

Vicdanlar ölmüş insanlık ise can çekişiyor. Elleri kana bulanmışta kendisini nar yemiş sanıyor insanlık. Yürek burkan

manzaralar karşısında robot gibi donakalmış tepki vermiyor. Azrail’ e “durumu stabil gel al insanlıktan bu canı, ruh çoktan çık-

mış” diyesim geliyor. Haddini bil diyorum kendime sonra.

Ruh çıkmış ama can var. Çıkmamış candan da ümit kesilmez sözü geliyor aklıma. “Ümit var olmak gerek” diyor bir

âlim zat güveniyorum onun sözüne. İçimde volkanlar harekete geçiyor bazen küçük çocukları görünce. Bunlar bizim gibi gafil

insanlar olmasın diye de dua ediyorum. Sezai Karakoç diyor ya hani “kendimin bir diriliş eri olduğuna inanıyorum” diye, işte

Rabbimden bu ruhu bize ve gelecek nesillere nasip etmesi için çok dua ediyorum.

Zulme rıza gösteren insanlıktan, mazlumu koruyan Rabbime sığınıyorum. Diyor ya Akif “Zulmü alkışlayamam, zalimi

asla sevemem” ben de onu tasdik ediyorum. Rabbim bu ümmete istikamet versin.

Vesselâm…

Page 9: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /9

Âfâk Dergisi

YOLCULUK NEREYE?

Merve Kocamaz

Bazı Ģeyleri satın almak, değiĢtirmek, borç alıp, borç vermek mümkündür. Ancak zamanı satın almak, değiĢtirmek, borç

vermek söz konusu bile değildir hele de Ģu su gibi akıp geçen zaman içinde. Pek kıymeti bilinmese de üzerine yemin edilen bir

kıymet taĢır benliğinde. Hadis-i Ģerifte buyrulmuĢtur: „‟Ġki Ģey vardır ki onlar hakkında insanların çoğu aldanıĢ içerisindedir.

Bunlar; sıhhat ve boĢ vakittir.‟‟

Bir insan dünyevi bakımdan, Yusuf aleyhisselamın parmak kestiren güzelliğine bile sahip olsa, Ģayet masiva ve riyakarlığın için-

deyse mutlak ziyandadır. Bir kimse Süleyman aleyhisselam kadar bir zenginlik ve saltanata sahip olsa eğer fısk-u fücur içindeyse

zararda ziyandadır. Asr suresinin ıĢığıyla bakmak gerekirse ebedi bir hüsrandan kurtulmak isteyen kiĢinin kurtuluĢ yolu:

Kalbinde imana en güzel yeri ayırması

Onun amel-i salih ile emirleri uygulaması

Hakkı yaĢayarak tavsiye etmesi.

Son olarakta sabrı yaĢayarak tavsiye etmesidir.

Bu ahir zamanda Cenab-ı Hak –azze ve celle- ibadetlerimizi ömrümüzün son ibadeti imiĢ gibi, ölmeden son fırsat Ģuuru ve idraki

ile eda etmemiz gerek. Her güzelliği Ģükür sebebi, her geceyi Kadir, her geçeni Hızır, her ibadeti son lutuf olarak görmek gerek.

Gafilâne bir hayat; çocuklukta oyun, delikanlılıkta Ģehvet, ergenlikte haramlarla gelen gaflet neticesinde ihtiyarlıkta gelen kaybe-

dilip gidenlere hasret, piĢmanlık ve bin bir türlü sonucu olmayan nabametten ibarettir. Biz doyumsuz insanlar önce acizliklerle

dünyaya geliyoruz sonra Cenab-ı Mevla gençlik yıllarında kuvvet ve heves veriyor sonra geri alıyor tekrar aciz oluyoruz benliği-

mizi kaybetmiĢ Ģekilde ortada kalıyoruz ve biz biçare kullarını bu hakikate çekerek soruyor : „‟ Akıl erdirmez misiniz? (yolculuk

nereye) „‟

Bizler nereye gidiyoruz? Yolculuk nereye? Yolculuğa hazır mıyız? Yoksa belli yaĢa gelip mi baĢlayacağız Ġslam‟ın gerekçelerini

yapmaya? Daha vakit var değil mi nasılsa gence ölüm yok!? Sırattan nasıl geçmek kimlerin suretini görmek istiyoruz acaba? Nu-

run ala nur olup kâinatın efendisi Efendimize komĢu olup onun yanında kalmak mı yoksa yalvarıĢlarımızı duymayan cehennem

meleklerinin yanında olup onları görmek mi?

Her birinin cevabı içimizdeki zıt kutupta, bir Musa bir Firavunda… Eğer gönül bir Musa olursa bir asa ile Firavunu alt etmek

elimizde. Bizi Hak katında mahcup etmeyecek davranıĢlara vakıf olmamız gerek elbette. Bir günahı, haramı sıradan görmeye

baĢlıyorken sor kendine: Ey Âdemoğlu! Yolculuk nereye?

SESSİZLİK KULELERİ

Page 10: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /10

Âfâk Dergisi

EDEBĠYATA MEYYALĠM ĠNAN KĠ DERTTEN!

Sefa TOPRAK

Ġnsanlar neden sosyal paylaĢım sitelerinde edebiyata ve felsefi aforizmalara sarılıyor? Oysaki her ikisi de günlük hayatla-

rında yeri olmayan unsurlar. Hâlbuki kiĢilerin onlardan beslenip kendine ait cümleleri kurmaları daha olgun ve yetiĢtirici bir tavır

olacaktır. Velev ki bu cümleler kimse tarafından beğenilmese, hatta görülmese bile kiĢinin kendi istidadını yitirmemesi ve geliĢtir-

mesi babından oldukça önemli bir bahistir. Özelliklede facebook ve twitter gibi kullanım alanını milyonlara çevirmiĢ fenomen

sanal sosyal paylaĢım dünyasının içinde insanlar adeta evlerine girerken farklı bir kimlik taĢıyıp klavye baĢına geçtiğinde ise

apayrı bir kimlik ve karakter kuĢanarak hem kendisine karĢı hem de iletiĢimde olduğu kiĢilere karĢı yapmacık ve sahte söy-

lemlerle birlikte farklı bir Ģahsın rolünü oynamaktadır. Hem de -üstesinden gelir derecesinde- ustaca.

Peki, şehrin insanı bu tür bir yaklaĢımla, olduğundan ya da varlığından farklı bir görüntü içine girme gereksinimini neden

duyuyor? Ya da meseleye Ģöyle bir yaklaĢım mı getirsek insanların –hayallerindeki– olmak istedikleri gibi bir yaĢamı realite içe-

rinde bulamaması sonucu kendilerini rahatlatıp, eksik duygularını beslemek ve abartılarını törpülemek için bu yolu tercih ettikle-

rini düĢünebilir miyiz? Bu noktada içine düĢülen bu durumu özetleyecek bir kelime var elimizde. “Katarsis” yani insanları, biyolo-

jik ve psikolojik bakımından rahatsız edecek dereceye varan, çeĢitli –siyasi, sosyal, ahlaki, dini, ekonomik- sebeplerden dolayı açı-

ğa vurulamayan duygu yükünün belli, uygun bir kanalla boĢaltılması ve kiĢinin bu duygu yükünden arınarak sükûnete ermesi

Ģeklinde tarif edebileceğimiz bir durumdur. Bu ahval içerisinde, kiĢi ihtiras derecesine varan bazen kendisinin dahi ürküp yinede

nefsin istekleri karĢısında ket vuramadığı duygularını, modern dünyanın kitlesel elementleri ile açığa çıkarma yolunu ve çeĢitleri-

ni bulabilmekte. Bu durum yüzü sahte, içi rahmani-Ģeytani duyguları girift bir Ģekilde barındıran, içerisindeki ile dıĢına yansıyan-

ların uyumsuzluğunu yaĢayan ve bu ikilem içerisinde kendince farklı roller oynayan kiĢiliklerin ortaya çıkmasına neden olmakta-

dır.

Aynı durumun farklı yöntemle ele alınıp çözüme kavuĢturulduğu tasavvuf mecrasında “nefis terbiyesi” olarak addedilen

ve seyr ü sülük baĢında nefs-i emmârenin necis duygularından arınmak Ģeklinde nefsin terbiye edilmesi için açlık ve yalnızlık

(uzlet) metotlarının uygulandığını görmek mümkündür.

Günümüzün egoistlik veya kariyer peĢinden koĢmak Ģeklinde irdelendiği bu mesele olgunluğa ermede aĢılması gereken

mutlak bir sınır taĢıdır. Bugün Yunus Emre isminin ya da bir Mevlana, ġems, Niyazi Mısri Ģahsiyetlerinin kazanmıĢ olduğu ulvi

değerin hangi merhalelerden geçtiğini görmek adına elimize alıp okuduğumuz ”aĢk, od, aĢkın gözyaĢları” gibi eserlerin yanında

esas görmemizi iktiza eden iĢte bu husustur.

Modern dünyada insanların evinden çıkarken, her Ģeyi elde etmeliyim. Kazanmalıyım. Asla kaybetmemeliyim. BaĢarabi-

lirim. Gibi söylemlerle kendisini fiĢekleĢmesinin yanında kader ve kaza hükmüne olan inancın nasıl sarsıldığını ve tevekkül kale-

Page 11: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /11

Âfâk Dergisi

sinin nasılda fütursuzca yıkıldığını görmek hiçte zor değildir. –bu meselede örnekleri uzaklarda aramaya lüzum yoktur, bu kıĢ-

kırtma herkesin içinde vardır muhasebenin öze yönelik yapılması gerekmektedir- ĠĢte bu hâl yaĢanılan dünyanın esas alındığı,

sokaklarında insanların selamsız dolaĢtığı dünyada adeta marazilik doğuran bu durumdur.

Hâlbuki insanları içinden çıkılmaz buhrana ve tutunulamayan bir yaĢama götüren bu hal, “Bu dünya geçici mirim, mü-

him olan ötesi” düĢüncesi ile softasını üzerine geçirmiĢ haki aba giyen “bir lokma bir hırka” düsturu ile nefsini, aklını ve kalbini

Rabbine bağlayan bir derviĢ tarafından nefsin temizlenmesi ile halledilmiĢ ve tekâmüle eriĢmek yolunda aĢılmıĢ bir basamak

olarak görülmüĢtür. ĠĢte esas mesele burada Ģekilleniyor. Ġnsanlar içlerindeki “kendi”leri ile hesaplaĢıp bu azgınlığı terbiye mi

edecek yoksa onun emrine girmiĢ bir muti gibi onun heva ve istekleri doğrultusunda renkten renge girerek duruma göre haller

alacak ve bir saatlik zaman diliminde kendinden uzak birçok karakterin yabancısı olduğu dünyaların rollerini üstlenecek ve suni

bir hayat mı yaĢayacak. ĠĢte bariz örneğini facebookda alenen gördüğümüz baĢkalarının meziyetlerini üzerine takınarak, profi-

linden kiĢinin sosyal, siyasi ve ahlaki mizaç yapısının çizildiği ve adeta sahte duyguların vülgarize edildiği bir sahne görevi üst-

lenmiĢ bu gösteri âleminde, herkes kendini fark ettirmek ve buradayım mesajı vermek peĢinde koĢmaktadır. Elinden geldiğince

heybesindeki her meziyetini ortaya döküp, yetmeyip eksik kalan yanlarının da eĢten dosttan çalınmıĢ verilerle, özellikle de; ede-

biyat, felsefe ve tasavvuf ürünlerinin hoyratça bilinçsizce tamamen fark edilmek için kullanılmıĢ kendilerinin dahi anlamadığı

söylemler yer etmektedir bu sahte kiĢilikler kitabında. Bu sanal âlem, laf çok icraat yok örneklerinde olduğu gibi genellikle oku-

nan gazete köĢeli yazılarla ya da birkaç belirli isimlerin yazdıkları okunarak kahvelerde memleket yıkıp vatan kurma meraklıla-

rının bilgiçlik edasının forsunun satıldığı, bilmiyor olsa bile -sanki- biliyormuĢlukdan geçinmenin ekmeğe sürülmüĢ bal misali

tadının çıkarılması halidir. Belki de olduğumuzdan daha farklı göstermek içindir kendimizi bunca paralayıp Ģekilden Ģekle sok-

mamız. Bu emellerimiz içinde sanal âlemler bizim için biçilmiĢ birer kaftan oluveriyor. Ġnsanların, kiĢiliği, dünya görüĢü, fikirleri

beğeni ve uğraĢlarının profil aracılığı ile öğrenildiği bu yanılgı aleminde insanlar oldukları gibi değil de aslında olmak istedikleri

gibi göstermek istiyorlar kendilerini. Örneğin bugün Mevlevilik yoluna girip çile çekmek Ģöyle dursun Mevlana'nın kim oldu-

ğundan dahi bîhaber olan insanlar Mevlana‟nın sesinden yararlanarak baĢkalarının dikkatini üzerine çekmeye çalıĢıyor.

Birçok kez rast geldiğim bu manzarada Mevlana‟dan bir söz paylaĢıp ve bir iki arkadaĢı ile yorum yaparak muhabbete baĢlamıĢ

bir kiĢinin bakıldığında ettiği muhabbetle yukarıdaki -çakma- mesnevi parçalarının alakası yok. Yine aynı Ģekilde basitleĢtirilen

ve bayağılaĢtırılan meselelerden bir tanesi de Ģüphesiz Yusuf ile Zeliha münasebetidir. Kuran‟da ahsenü‟l kasas Ģeklinde ifade

olunan bu mübarek kıssa sanki modern dünyanın insanı buradan sadece aĢk, sevgi, ihtiras ve sevdiğinden ayrı kalma gibi duy-

gularını öğrensin. Ve bunu karĢısındaki insanın hissiyatını etkilemesi için kullansın Ģeklinde bildirilmiĢ gibi kıssada ki o asıl tem

olan imtihan ve nefsin Ģehvani duygularını sırf Allah korkusundan ötürü terk etmek olduğunu unutmaktalar. Ve yine birçok

kiĢiler sabrın ne durumda olursa olsun inananlar için Ģart olduğu vurgusunu yok sayarak, bilinçli veya bilinçsiz bir Ģekilde in-

sanları aldatmak amaçlı geleneksel dinî, millî Ģahsiyetleri malzeme olarak kullanıyorlar.

Bu iĢe birde halisane yaklaĢanlar açısından bakmalı. Bizler güneĢin doğuĢunu alınlarından duyan doğunun çocukları

hayatımızı misaller üzerine yaĢarız, beklide bu yüzdendir geleneksel sözlü anlatı türlerinden aktarılan kesitler, öğütlerle idealleĢ-

tirilmiĢ kahramanlarla doludur. Ġsmet özelin dediği gibi “başkalarının aşkı ile başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçları

ile” bizler duygularımızı ifade ederken hep yaĢanmıĢlıktan ve bizden öncesinden yola çıkarak anlattık kendimizi. Temsilde hata

olmaz kaidesi temsilde hata payı olmasın endiĢesinden ileri geliyormuĢ meğer. SavaĢıyorsak Mehmet oğlu Seyit gibi ve direni-

yorsak MalkomX gibi seviyorsak Ferhat ile ġirin gibi örneklerini gösterdik insanlara. Kendimizi ifade ederken mutlaka önceden

biçilmiĢ basmakalıpları kullandık bu da bizi köklerinden kopmayan bir dal haline getirmekle birlikte, kendimize olduğumuzdan

farklı görünmemize neden oldu. Esasen büyük çerçeveler içerisinde kendi dünyamıza yerler bularak kendi yetilerimizin eksikli-

ğini kapatmaya çalıĢtık. ĠĢte bu noktada tasavvufa ne kadar da ihtiyacımız var oysaki. Varlık denizinde kendimizi bir damla ka-

dar görmemek meselesi. Bunun idrakine ermek bile bize ürkütücü geliyor. Modern dünyada insanın buradayım beni fark edin

çığlıklarına mukabil nefsim sen ölmez misin diye seslenen miskinlerin, kuru ekmeklerine ihtiyacımız var.

Yine baĢkasının -bir garip derviĢin- yaĢantısından örnek vererek özetledik kendimizi…

Page 12: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /12

Âfâk Dergisi

CEMĠL MERĠÇ‟LE RÖPORTAJ

Hazırlayan; Burak TEKĠNER

Küçüklüğünden itibaren bir baĢına kalmıĢ küçük bir çocuk… Dört yaĢında okumayı söken, son-

rasında kitapların dünyasına sığınmıĢ dev bir adam… Hayatını kitaplardan kazanmak zorunda olan esas-

lı bir yazar... FildiĢi kulesinde bir hakikat savaĢçısı… Gözlerini kaybetmiĢ, yüreğiyle görmek zorunda ka-

lan bir muallim… En önemlisi de hafızasını kaybeden bir ülkeye geçmiĢini hatırlatan, yüzünü batıya dö-

nen aydınlarımıza neler kaybettiğini hatırlatan bir fikir iĢçisi… Ve iĢte Cemil Meriç‟in kitaplarından der-

lediğimiz röportajı:

1) Öncelikle Cemil Meriç kimdir?

„„ Kendimizi tanımak irfanın varabileceği en yüksek merhale‟‟ ( Jurnal, 27.03.1983)

„„ Babamın Kur‟an kapağına kaydettiği doğum tarihi: 1332, Kânunuevvel 12… on iki aralık‟ta doğan ço-

cuk itilmiĢ, kakılmıĢ, düĢman bir dünyada dostsuz büyümüĢ. Daima baĢka, daima yabancı… DüĢman bir

çevrede ister istemez kitaplara kaçıyorum. Yani düĢünce ve edebiyata hür bir tercih sonunda yönelmiyo-

rum. Anlıyorum ki; zalim ve kıyıcı bir gerçekten kurtulmanın tek çaresi, reel dünyadan kitaplar dünyası-

na sığınmak…

„„ Kimim ben? Hayatını, Türk irfanına adayan, münzevi ve mütecessis bir fikir iĢçisi.‟‟ (Jurnal)

„„ Ben, düĢünen, okuyan ve temsil ettiği, temsil ettiğini sandığı beĢeri değerleri lekelememek için aç kal-

mağa, açlıktan kıvramağa razı olan adam… „„ ( Jurnal, 27.03.1963)

„„Gözlerini, hayatını hakikat uğruna feda ederek nesl-i âti destanlarına bir zafer ve fedakarlık numunesi

olacak hakiki bir insan… „‟ (18 temmuz 1935 tarihli mektup, bu ülke: s.36)

2) Gözlerinizi kaybetmeniz sizi ve düĢünce hayatınızı nasıl etkiledi?

„‟Bazen bir kuyuya benziyor hayat; kör, pis, zehirli bir kuyuya. Boğuluyorum, ölüme koĢacak mecalim

kalmıyor, kimseyi görmüyor gözüm. Sevdiklerim yabancılaĢıyor. Kitaplar tuğla oluyor birden. Dostları-

mın sesini tanımıyorum. Varlığım bir tele asılıyor. Bir kâbus bu, bir hastalık. Gözlerimi kaybettikten sonra

sık sık bu kuyuya düĢtüm… „„ (Jurnal, 25.03.1963)

Page 13: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /13

Âfâk Dergisi

3) Kahramanlarınız kimlerdir?

„„ Balzac edebiyatta ilk aĢkımdır. DüĢünce dünyasına onunla girdim.‟‟ (Jurnal, 10.12.1966)

‟Ahmet Mithat fakülte değil, üniversite. Ben onun çocuğuyum…‟‟ ( Jurnal, 19.11.1969) „‟ Nazif hayatımın

ilk mukaddes isimlerinden. Benim için edebiyat Ģiir demekti. Nabi‟ye, Fuzuli‟ye, Nedim‟e aĢıktım. Refik

Halit bir kaynaktan fıĢkıran su kadar berraktı. ‟‟ ( Jurnal, 01.04.1963)

„„ En çok sevdiğim Fransız yazarları; Hugo ve Chateaubriand, sonra Balzac; düĢünür ve filozof olarak da

Voltaire. Fikri geliĢmemi en çok etkileyen yazarlar Paul Bourget ve Taine. Niçin? Belki de biraz onlara

çekmiĢim de ondan.‟‟

4) DüĢünce dünyanıza yön veren diğer isimler hangileridir?

„„ DüĢünce hayatıma yön veren öteki ustalar: Ġbn Haldun. Roursseau‟dan Nietzche‟ye, Nietzche‟den He-

gel‟e ve Ģakirtlerine geçiĢ… ( Mağaradakiler, s. 324)

5) Bir aydın olarak; yazmak sizin için ne ifade ediyor?

„„ Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah: kalem. Sözde ya-

zıyla kazanılmayacak savaĢ yok… Kalem sahiplerine düĢen ilk vazife: telaĢ etmemek, öfkelenmemek, kin

kıĢkırtıcısı olmamak. Halkı okumaya, düĢünmeye, sevmeye alıĢtırmak. Bir kılıncın kazandığı zaferi, baĢka

bir kılıç yok edebilir. Kalemle yapılan fetihler, tarihe mâl olur, tarihe, yani ebediyete… „‟ (Bu Ülke, s: 61)

6) Kendinize en yakın hissettiğiniz edebi tür hangisidir? Ve niçin bu tür?

Üzerinde rahatça kalem oynatabileceğim tek saha: deneme. Denemenin belli bir muhtevası yok, her edebi

nevi kucaklayacak kadar geniĢ, rahat ve seyyal, kalıplaĢmamıĢ olduğu için çekici… ( BU ÜLKE, S. 61)

7) Tanzimat‟ı soracak olursak… Bu süreçte neler kaybettik? Tanzimat‟ın bizden götürdükleri nelerdir?

„„ Tanzimat‟tan bu yana Türk aydınının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak.

Senaryoyu baĢkaları hazırlamıĢtı, biz sadece birer oyuncuyduk. Nesiller bir ütopyanın kurbanı olmuĢlar-

dı… Avrupa‟yı tanımamak gaflet; Avrupa‟yı tanıyan ülkesinden kopuyor. ( Bu ülke: s, 53) ‟‟

„‟ Türkiye ruhunu kaybetti. Toprak mı? En değersiz Ģeyimizdir belki de. Belki de en değersiz Ģeyimizi

kaybedince her Ģeyimizi kaybettiğimiz anladık. Ruhumuzu… „‟

8) Sizin için bir dönem solcu, bir dönem Marksist, bir dönem Sosyalist son dönemlerinde de sağcı ol-

du diyorlar? Ya siz bu konu da ne dersiniz?

“Ben hayatımın delikanlılık çağından bu yana kadar düĢüncelerimde hiçbir temel değiĢiklik yapmadım.

Yani soldan hareket ettiğim de, sağdan karar kıldığım da yanlıĢ bir değerlendirmedir. Hiçbir zaman sağ

da olmadım sağ da. Böyle bir sınıflandırma sokaktaki adam için geçerli olabilir. Ömrünü düĢünceye ada-

yan, Eflatun‟dan Marx‟a kadar her düĢünce adamını sevgi ve saygıyla selamlayan, bütün dinlere, bütün

mezheplere saygılı bir kimsenin herhangi bir kilisede barınabileceği nasıl düĢünülebilir? ‟„ ( Somut, 02.02.

1983

9) Bir kısmı da gerici diyor?

Murdar bir hal‟den muhteĢem bir maziye kanatlanmak gericilikse, her namuslu insan gericidir! (Bu ülke,

s. 52)

10) Peki üstat, son olarak; yobaz kelimesi sizde ne çağrıĢtırıyor ?

Yobazlık, ġark‟ın nefis müdafaası. Yobaz, samimiyet, yobaz kendini bir nass‟a hapseden idrak; bir nass‟a,

yani sonsuza. Yobaza düĢmanlık, tarihine düĢmanlık. Yobaz biziz, en güzel taraflarımızla biz.

Page 14: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /14

Âfâk Dergisi

BEYAZ PERDENĠN DEMOGOJĠSĠ

Enes Karademir

Sinemanın etkisini artık yok sayamayız. Fotoğraf maki-

nesinin icadından sonra ortaya çıkmıĢ olan oynayan kareler kısa

sürede geliĢtirilerek bir sanat dalı olma özelliği kazandırıldı. Bir

çok sanatı bünyesinde barındırabilme niteliğiyle genç neslin

vazgeçemeyeceği popülariteye ulaĢmıĢ oldu. Batıda bu hareket

hızla ilerleme kaydederken bizim kültürümüzdeki tanıĢıklık

fazla uzun sürmedi. Ġlk zamanlarda aydın zümre denilen

“batıcılık” zehrinden beslenen, Ģeyi havada olan insanların elin-

de olan bu oynak kare sanatı ileriki yıllarda, halkın içinden

(milletin değil!) çıktığını söyleyen insanlarında dahil olmasıyla

sıfırın altında ilerleme gösterdi. Sıfırı geçip biraz ilerleyince artık

bizimde bir sinemamız var dediler ve “Türk Sineması” namıyla

piyasaya giriĢ yaptılar. Anti parantez; Türk sineması halen

“Milli Sinema” reaksiyonuna giremedi, birkaç yapıt haricinde.

Türk sineması olarak vasıflandırılan bir “aks” hareketi baĢlamıĢ

oldu aydın zümreye inat. Yıllar yılı bin bir zorluklarla, sansür-

lerle, dayatmalarla, ısmarlamalarla, çeliĢkilerle, kendine iğneyi

batıra batıra (çuvaldız aydın zümreye) irtifa kazanmaya baĢla-

mıĢtı bile. Sinema dergilerini de hatırlatmadan geçmeyelim. Her

iki tarafında kendi yayın organlarıyla birbirlerini alt etme müca-

delesi daha ayrı bir mevzu. Keskin tartıĢmalar geçmiĢ bu dergi-

lerde. Bu halk sinemacıları elindekini, varlarını, yoklarını satıp

sinema sektörüne yatırdılar, karlı çıkan çok azı çıktı diğerleri

maddi imkansızlıkların baĢ göstermesi üzerine köĢelerine çekil-

diler silinip gittiler. Emek harcadılar, ter döktüler, bir Ģeyler

yapabilmenin tadını keĢfettiler.

Bir gerçeği satırların arasından hatırlatmak istiyorum

nokta koyuncaya kadar; yıpranmak, paslanmaktan iyidir. Halk

sinemacıları yıprandılar ama vazgeçmediler. ġimdiki sinemacıla-

rın büyük kısmı bu dönemdeki isimleri model edinmiĢ durum-

da. Yani diyecek olursanız Halk sinemacıları tarih olmadılar,

efsane oldular. Bakınız, Halit Refiğ‟in “Ulusal Sinema Kavga-

mız” isimli eseri kaynak gösterilebilir. Benim bunları yazmamın

sebebi ne?

Viyana Seferinden sonra milletimiz malum sebeplerden dolayı

buhranlardan geçti. Hala nerede kaybettiğimizi bulmaya çalıĢı-

yoruz. Cihan-ı Ģümul bir vizyona, mazlumların sesi ve koruyu-

cusu olmaya namzet bir milletin iĢte bu minvalde ilmi, sanatsal

ve fikri desteklemelere hassaten giriĢimlere ihtiyacı var. ĠĢte

sinema bu noktada yaraya merhem olabilecek teknolojik imkan-

lara sahip. Yani artık Ģu aracı bizim kullanmamızın vakti geldi-

ğini düĢünüyorum. Ecdadına sövenlere ders verme vaktidir bu.

Müstehcen sahne olmadan sinema olmaz diyenlere inat.

Kadına özgürlük diyenler, batı düğümlü sinemanın kadının bir

mal gibi alınıp satılmasına göz yumdular. ġu an dahi bu yokuĢ

çıkılabilmiĢ değil.

Hakkı üstün tutan sinemacıları bekliyoruz, beklemeye devam

edeceğiz. Ġnancımız tam, ümidimiz tek.Prensibimiz ne olmalı

sizce? Önce ahlak ve maneviyat formülü nasıl?

Uçkur sinemacılığını ezip geçecek, ecdadı yok sayan,

iftira eden mahlûklara hadlerini bildirecek, emrolunduğumuz

gibi dosdoğru olacak bir sinema ufkunu özlemekteyiz. Böyle bir

hayalimiz varsa biz bundan mesulüz icabınca. Hayalleri olan

insanlar durdurulamaz. ”DüĢmanın silahıyla silahlanın” düstu-

runca sinema gibi bir araca sırt çeviremeyiz. Batılı üstün tutanlar

kapattıkları köĢeden gol yiyeceklerdir. Elin adamı bin bir Ģirret

atasını kahraman yapar, Ģuursuz bizimkiler ise Allah‟a kul ol-

muĢ atalarını sokmadık hal bırakmazlar. Ġdraklere sesleniyorum,

biz ne yapabiliriz?

Page 15: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /15

Âfâk Dergisi

Gönülden Gönüle ĠletiĢim

Abdullah Özkurt

...

Düşünebilmek için hissetmek,

Gönül ehli olmak gerekir.

Söylemeyebilmek için kelam etmek,

Edebini bilmek gerekir.

Hissetmenin ise bir dili yok,

İnsan olmak kâfidir.

Her insan hissedebilir ama hepsi düşünemez.

Kimi insan düşünür ama hepsi söyleyemez.

Bir kaç insan söyler ama kimse anlayamaz. ...

Ne kadar uğraĢırsanız uğraĢın gerçek manada

düĢündüklerinize karĢılık bulacak bir cümle kura-

mazsınız. Yada hissettiklerinizi ifade edecek bir söz-

cük bulamazsınız. Ancak ona yaklaĢabilirsiniz.

Bir insan gönlünü alıp diliyle birleĢtiremez ama belki

ona yaklaĢtırabilir. O naif kırılgan ve zengin gönlü, o

uslanmaz arlanmaz, kemiksiz dile uyduramazsınız

ama gönlünüzle, dilinizi terbiye edip boyun eğdirebi-

lirsiniz.

Eski bilge ehli gönül, ehli takva insanı derki;

Her ilim kelam ile söylenmez. Söylemekle ilim veril-

mez, dinlemekle alim olunmaz. Ancak mürĢit ile mü-

rit arasında gönülden gönüle bağlanan bir bağ vardır.

Gerçek ilim ancak böyle verilir. ĠĢte bu, burada ifade

etmeye debelendiğimiz Ģey ile aynı aslında. Bizim

sorunumuz düĢüncelerimiz ile kelimelere hayat vere-

memek. Biz kendi acizliğimiz ile ölü bir bedene can

vermeye kalkıĢıyoruz aslında. Evet, yapmaya kalkıĢtı-

ğımız iĢ bunun kadar zor.

Oysa bir gün teknoloji geliĢse ve hiç konuĢ-

maya gerek duymadan sadece düĢündüklerimizle

hatta o bile yetmez hissettiklerimizle iletiĢim kurma-

mıza imkan verilse o zaman gerçekten birbirimizi an-

lamıĢ olacağız. Ve artık ortak paydalarda buluĢmakla

yetinmeyip gerçek manada bütünleĢeceğiz.

Her insan derin bir düĢünce ummanıdır.

Öyle bir ummanki, okuduğu her kitap ile o ummanın

dibine bir gedik açar. Bazı kitapların etkisi daha bü-

yüktür gediği biraz daha açar. Ardından bu gediğe

bir musluk bağlanır. (Yani dil, hitap, kelam..) Bu mus-

luğun debisi nispetinde o ummandaki fikriyatlar, dü-

Ģünceler dıĢarı sızar. Bu ummanda bazan helezonlar

oluĢur bazen meltemler eser... Musluğun bereketi,

uğuru, hayrı ölçüsünde de yazıp konuĢulanlar Ģekil-

lenir ve akar.

***

Ġnsan düĢüncesi ile var olur.

"Kardeşim sen düşünceden ibaretsin. Geriye kalan et

ve kemiksin. Gül düşünürsün gülistan olursun. Diken

düşünürsün dikenlik olursun." (Mevlana)

Herhalde Üstad Necip Fazıl'ında Ģu mısraları yazar-

ken aklından geçenler bu akıĢ idi:

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya;

Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya.

Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak;

Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak.

Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir;

Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.

Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat;

Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat!

Hitabetteki kolaylık ancak barındırdığı anlam derinli-

ği ve düĢüncemizi birebir karĢılayan sözcükler saye-

sinde düĢünce ve söz arasındaki uyumu sağladığında

mümkündür. Zaten meselenin özüde düĢündükleri-

mizi tam olarak doğru karĢılayabilen sözcükleri bul-

ma yeteneğinde (yani musluğun debisinde) yatıyor.

Ġnsan kendisini en uygun biçimde ifade edebildiği

zaman hür insan olur. Hürriyetini o vakit kazanır.

Selam ve muhabbetle...

Page 16: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /16

Âfâk Dergisi

BĠLĠYOR

MUYDUNUZ?

Batı dünyasının gelmiş geçmiş en büyük edibi olarak ka-

bul edilen Wolfgang von Goethe (1749-1832), “İnsanlık

her şeyini Hz. Muhammed'e (s.a.v.) borçludur” derken,

hem kendi çağdaşlarını, hem de 20. yüzyılın Avrupa'sını

hayrette bırakıyor.Geothe'nin Hz.Muhammed

(aleyhissalatuvesselam)’a yazdığı şiiri:

Sevinç sevinç berrak

Ve yıldız yıldız parlak

Bir dağ pınarı

Üstünde beyaz bulutların

Ve kuytusunda bir yeşil yamacın

Aziz ruhlar sallamış beşiğini

Veda edip çocuk tazeliğiyle bulutlara

Raks eder gibi iner mermer kayalara

Haykırır sevincini semalara

Dağ geçitlerinde

Önüne katar renk renk çakılları

Ve bağrına basar kardeş pınarları

Çiçeklenir ayak bastığı yerler

Ve nefesiyle yeşerir çimenler

Yoldaşı olur şimdi ırmaklar

Ovaları doldurur gümüş ışıklar

Bir ses yükselir pınarlardan

"Kardeş ayırma bizi koynundan,

Bekliyor Yaratan.

Yoksa bizi çölün kumları yutacak

Güneş kanımızı kurutacak

Kardeş,

Dağın ırmaklarını, ovanın ırmaklarını

Hepimizi alıp koynuna

Eriştir bizi yüce Rabbına

Ezelî Deryâ'nın yanına."

Peki, der, dağ pınarı

Kendinde toplar bütün pınarları

Ve haşmetle kabarır göğsü, kolları

Ülkeler açılır uğradığı yerlerde

Yeni şehirler doğar ayaklarının altında...

Kulelerin alev zirvelerini

Ve haşmetli mermer saraylarını

Bırakıp arkasında

Yürür mukadder yolunda

Dalgalanır başının üstünde binlerce bayrak

İhtişamının şahitleri

Evlâtlarını Rabbine ulaştırarak

Karışır İlâhî ummana coşarak!

Almancadan Çev. : Ercan ARSLANER

Bizim mahallede Ahmet Abi ile Mehmet Abi bir

araya geldi mi dostlarını toplar hemen bir dernek kurar-

lar. Dernek kurulmuĢtur, hedefler belirlenmiĢtir. ÇalıĢ-

malara aĢkla, Ģevkle ve en önemlisi Allah rızası için

baĢlarlar. Bir süre sonra bir Ģeyler ters gitmeye baĢlar.

Ahmet Abi ile Mehmet Abinin arasına kara kedi girer.

GörüĢ ayrılıkları baĢlar ve Ahmet Abi‟nin grubu güçlü

çıkar ve Mehmet Abi derneği bırakmak zorunda kalır.

Tabi bizim Mehmet Abi boĢ durur mu ? Hemen dernek-

ten ayrılan arkadaĢlarını toplar ve yeni bir dernek ku-

rarlar. Yalnız bizim Ahmet Abi ile Mehmet Abi bundan

sonra yan yana gelmemeye çalıĢır. Allah rızası için çık-

tıkları yolda böylesine keskin bir ayrılığa düĢmüĢlerdir.

Bu süreç böyle mitoz bölünme Ģeklinde devam eder.

Bizim mahallede dernek-vakıf iĢleri aĢağı yukarı böyle-

dir.

Bizim Abiler, gençleri çok iyi kullanmasını da bilir-

ler. Onlara göre okul uzatılacak, önem verilecek bir Ģey

değildir. Zaten bu durumda olmamızın tek suçlusu

sistemdir. Bu sistemin uygulayıcı kurumları da okullar-

dır. O sebepten gençler derneklerde, vakıflarda daha

çok zaman geçirmelidir. AfiĢ asmalıdır, slogan atmalı-

dır. Abilerinin fantezilerini hayata geçirmek için ter

dökmelidirler. Bir gün o genç okuldan mezun olunca

da, üniversite yıllarında sözünden çıkmadığı abisinin iĢ

yerine iĢ istemeye gider. Bizim Abi, Ģöyle güzelce ko-

nuĢur, nasihat verir sonra da kendini daha iyi yetiĢtir-

miĢ bir eleman bulduğunu söyleyip kapıyı gösterir.

Sosyal medyayı son yıllarda sıkça kullanıyorum.

Özellikle Facebook'ta daha çok aktifim. Sosyal medyayı

olumlu manada kullanırsanız çok faydalı oluyor. Zah-

metsiz bir Ģekilde birçok konudan, haberden, güncel

olaylardan haberdar oluyorsunuz. Ġnsanların bu plat-

formlarda yaptıkları yorumları okuyorum. Özellikle

bizim mahalleden gençlerin olaylar karĢısındaki yorum-

larını okuyunca güler misin ağlar mısın durumu hemen

insanın zihninde beliriyor. Militarist, anarĢist bir imaj

çizeceğim diye savundukları görüĢler ne bu toprakların

insanlarına ne de ümmetin ruhuna hitap etmiyor. Bu

güruh babalarımızın, annelerimizin din anlayıĢlarına

eleĢtiri getirirken onlarda bulunan samimi duyguların

yarısına bile sahip olamıyorlar. Bence iĢte bütün mesele

de burada düğümleniyor.

Cengiz YALÇINKAYA

BĠZĠM MAHALLE

Page 17: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /17

Âfâk Dergisi

KARġI TEPE'YE

ġu karĢı tepeye küçükten beri,

YaĢayıp ölmek için çıkmak isterim.

Yıllar var ki hayalimi saran bu yeri,

Bir gün bende varıp görmek isterim.

Sanırdım evvelden bu küçük tepe,

Geceyle beraber kaybolur gider.

Yerine hayalim gelir benimle,

Sonsuzluğu düĢünür, ağlayıp güler

Doğarken ölmek için bir gün hepimiz

Hayaller içinde kaybolur gider,

GözyaĢı olsa da artan sevgimiz,

Bir ömür boyu sürerek biter.

ÖZLEDĠĞĠM Sokaklar içinde yol buldum uzun, DolaĢtım sessizce kıvrımlarında, Yakındım derdinden bu uzun yolun Sonu görünmeyen taraflarında… Karanlık içimde uzayıp durdu, Hasretini ömür boyu hep çekeceğim, Her gelip geçenden bir seni sordu Gel hadi, "Sonsuzluk!", hep özlediğim Bir zaman hayalimden sessizliği teperek Kendi iklimlerime bir kıvılcım saçarım. Ben derin uykularda Ģarkılar söyleyerek; Perdenin arkasında sonsuzluğu ararım...

Recep Keskin

Bu

bir

rek

lam

dır

Bu

bir

rek

lam

dır

B

u b

ir r

ekla

md

ır

Bu

bir

rek

lam

dır

“DESTEKLERĠNĠZDEN DOLAYI TEġEKKÜR EDERĠZ”

Page 18: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /18

Âfâk Dergisi

Kapının ardında asılı bir kıyafet var. Hemen hemen her-

kesin üzerine alıp çıktığı, bir dıĢ kıyafet… DıĢtaki insanlar için

giydirilmiĢ, onlara nasıl görünmek istiyorsa öyle görmeleri için

giyilen kıyafet…

Kıyafetlerin fikirlere hükmettiği zamanlardan, kıyafetlerin fikir-

leri es geçtiği zamanlara geldik. Ġnsanları kıyafetleri ile karĢılıyor

ve gardıroplarıyla uğurluyoruz. Muhafazakar kesimlerinde dahil

olduğu moda odasından çıkmak bilmiyoruz. Ġçi dıĢı bir olan ata-

ların, dıĢı boyalı torunlarıyız. Müslümanlığı dıĢ kıyafete, dıĢarıya

münhasır kılan zihniyetler dehlizindeyiz. BaĢkaları için ilim öğ-

renen, baĢkaları için ibadet eden, baĢkaları için vaaz eden bir

Müslümanlık… Kapının arkasında asılı bir Müslümanlık…

Toplumsal riyakârlıktan kurtulamayan bir girdap… Her

doğan Müslümanı içine çeken, her ahir zaman ilim talebesinin

elinde olanı yiyen, bitiren bir girdap. BaĢkaları için yaĢayanı elin-

de biriktirdiği nedir ki? Karanlık bir vadiden geçerken elmasları

toplayıp da tam gün ağarırken hepsini bir nehre atmaktır!! BaĢka-

larının bakıĢlarını bir gökdelen bilip oradan aĢağıya düĢen bir

heyuladır.

DüĢünmek, okumak, konuĢmak… Hepsi nede güzel Ģeyler, hep-

si nede alkıĢ alan Ģeyler… Kimin içinse tüm bunlar onların ver-

dikleri kadar kıymetleri. Ġyi denmek için yaĢamak, herkesin gözü-

ne büyümek… Söyleyince ne kadarda iğreti duruyor dilimizde,

oysa yaĢayınca nede beğeniyoruz üzerimizde. Hakikati söylemeği

Ģimdi sanal meydanlara bırakıp, klavye mücahitliği yapıyoruz.

Elimiz günahlı dilimiz ve gösteriĢimiz zinetli. Kimse bilmiyor

bunu, birileri fark edene kadar pop yıldızı gibi burnumuz havada

yürüyebiliriz. Kimsenin henüz ruhu duymadı biraz daha Filistin

Ģarkısı bağırıp, biraz daha üç kuruĢ ilmimizle ahkâm kesebiliriz.

Dünya bu münafıklara dahi Peygamberin ardında 40 yıl saf tut-

turmadı mı? Daimi bir memlekete havale edilen iĢlerin keyfi dün-

yada alkıĢlarla sürdürülüyor.

Evlerimiz, çocuklarımız, yol arkadaĢlarımız, ev arkadaĢ-

larımız… Değil mi bunlar bize en yakın olan, bizi en yakından

tanıyan. Nede çok ihmal ediyoruz yakınımızı, içimizi. DıĢarıya

yeni elbiselerimizi, süslü kıyafetlerimizi, renkli sözlerimizi sunu-

yoruz. Sanki ayakkabılığın yanında hemen kapının solunda bir

yüz var o yüzü takıp da çıkıyoruz dıĢarıya. Ve akĢam tam içeri

girerken tüm yakınlarımıza asıl yüzümüzü göstermek için dıĢ

kapının solunda bırakıyoruz. Ġçerdekiler bize düĢman yabancılar

dost oluyor. Oysa bir Müslüman en çok ve en ilk hanesini mem-

nun etmemeli mi? Bizim arkamızdan „iyi ki gitti, görmek bile

tahammülümü zorluyor‟ diye söyleyen yakınımızdakiler varken,

biz hangi alkıĢla bu bitimsiz kirliliği kapatmaya çalıĢıyoruz.

Kimsenin olmadığı odada, ayna karĢısında kalbimizden

geçen ve yüzümüzden düĢen ne ise aslımız ve astarımız odur.

Toplumsal riyakarlığın bilerek yâda bilmeyerek bizi içine aldığı

bu girdaba karĢı gözleri açmak ve Müslüman olarak ayak dire-

mek gerekmez mi? Yakınımızdakiler Ģikayetçi iken dünya yalancı

kıyafetleri kaç yıl alkıĢlar ki? Münafıklık alameti bizi nereye ka-

dar götürür de, nerden aĢağı atar ki?

Dilimizdekileri yaĢantımıza bir bir indirmeden tam olarak bu

riyakarlıktan kurtulamayacağız. Allah u alem -maazallah- belki

de tam olarak Müslüman ölemeyeceğiz!

KAPININ ARDINDA ASILI MÜSLÜMANLIK

Günlerden bir gün olarak düĢündüğün bir günün akĢamı… O akĢam gözlerini dünyaya son kez kapatan bin-lerce insan. Ömrünün son demlerini yaĢayan, bir daha ver-memek üzere nefes alan binlerce insan. Bütün ızdıraplar, hüzünler, sevinçler, fırsatlar son buldu o artık onlar için. Peki ya senin için? Senin sonun ne zaman? Hikmeti nedir insana ne zaman öleceği haberinin bildirilmemesi hiç dü-Ģündün mü? ÇeĢit çeĢit insan, çeĢit çeĢit hayat, sorular so-runlar... Bitmek tükenmek bileyen zaman. Geriye dönüp bakıldığında gülümseten, kimi zaman hüzünlendiren, efkârlandıran, piĢmanlık duyup af dilettiren bir sürü hâdi-se... Kapa gözlerini ve sor kendine „nasıl bir hayat yaĢadım? Neyi hak ettim, beni ne bekliyor son nefeste?‟ DüĢün dü-Ģünki çok geç olmasın zaman. Rabbinin huzuruna temiz bir kalp ve hayrolan amellerle çık. Unutma, geri dönüĢü kimse için asla mümkün olmadı- olmayacak! Sokakta caddede dolaĢan insanlar; hepsinde bir koĢuĢtur-maca. Kimi güle oynaya, kimi dalgın, kimi umursamaz. Bu insanların içinde barındırdıkları neler var acaba? DıĢarı yansıyan hâl ile aynı mı içindeki bilinmezlikler. BaĢörtülü bir kız… sadece görünüĢte mi baĢı-örtülü, yoksa imanı ı bunu ona yaptıran? Allah rızası için bir sadaka‟ diyen ma-sum çocuğa birkaç kuruĢ bozuk para veren amcanın riyası mı bunu yaptıran vicdanı mı? Bilemiyorum, bilemiyoruz… Bir bilinmezlik içinde yaĢayıp gidiyoruz ve hızla yok oluyo-ruz…Yok oluyoruz zamanın yok olduğu gibi. Ve elimizde bahĢedilmiĢ bir ömür, kapısı cennet veya cehenneme açılan. Verilen bir tercih hakkı, hikmeti Rabbin katında saklı. Ve bu tercihle birlikte gelen ahiret, dünya, saadet, sefa, cefa… Cenneti garantileyen beyinlerimiz bir defa da bu kelimeler üzerinde tefekkür etti mi acaba? AteĢe yürüyen ayaklar, cenneti garantileyen beyinler… Zafer, muhakkak Allah‟ın dininindir elbet. Lakin bu dur-gunluk niye? Hakka hizmet niĢanesi ile Ģereflenmek var-ken, ölü toprağıyla geziniyorsun yine. Ġstemez misin „dünya onların, ahiret bizim olsun‟ düsturuyla yeniden filizlenme-yi, küfrün kalesine Hakkın sancağını dikmeyi, zalimin zul-müne kıyama durup direniĢin zirvesinde aĢkı tatmayı… AĢkı reddedip cehennemde ızdırabı kim ister diye mi düĢü-nüyorsun, bak etrafına gör isteyenleri. O vakit aklına gelsin Rasul‟ün cihadi vazifesi: „Emr-i bil ma‟ruf, nehy-i anil mün-ker‟… Çekilmek vaktidir Hira‟ya, vahyin nuruyla aydınlan-maya, binlerle utanmaya… Dalga dalga yayılma; kardeĢin-den komĢuna, ailenden ümmete uzanmaya… Nasıl mı? Kapa gözlerini tekrar, düĢün ve geçmiĢini hatırla.

Ve bilesin: „„Allah yeniden baĢlayanların yardımcısıdır…‟‟

Hacer Tuba Çimen

H. Betül Aydın

HAYATA YENĠ BĠR SAYFA AÇARKEN

Page 19: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /19

Âfâk Dergisi

KUR‟AN‟DA MEDENĠYET TABLOLARI

Abdussamed Temir

On sekiz ayetten oluĢan Hucurat Suresi inanç ve

Ģeriata, varlık ve insanlığa iliĢkin büyük gerçekleri içeren

muazzam bir suredir. Allah‟ın Resulü‟ne karĢı nasıl dav-

ranmamız gerektiği ve mü‟minler için çok önemli görgü

kuralları bu surede mükemmel bir biçimde anlatılmıĢtır.

Bir önceki sure olan Fetih Suresi‟nde mü‟minlerle kafirle-

rin iliĢkilerinin nasıl olması gerektiği anlatılırken, bu su-

rede de mü‟minler arası iliĢkilerin nasıl olması gerektiği

anlatılmıĢtır. Burada Ģöyle bir ders çıkarabiliriz: Fetih

Suresi‟nde yüce Rabbimiz ayrıca Mekke‟nin fethinden de

bahsetmektedir. Bu sure ise ahlaki kurallardan bahsedi-

yor. Rabbimiz yeni fethedilen bir yerde nasıl maddi an-

lamda imar yapıyorsak manevi anlamda da bir imar yap-

mamız gerektiğini bu Ģekilde vurgulamaktadır. Bunun en

güzel örneğini Osmanlı Devleti‟nde görmekteyiz. Fatih

Sultan Muhammed Han Ġstanbul‟u fethettiği zaman Aya-

sofya‟yı camiye dönüĢtürerek manevi anlamdaki kalkın-

manın ilk adımını atmıĢtır. Daha sonra ise Sahn-ı Seman

medreselerini açarak bu geliĢmeyi sürdürmüĢtür. Ecdadı-

mız yapabileceğinin en iyisini yapmaya daima gayret

etmiĢtir. ġimdi Hucurat Suresi‟nin ilk ayetinde Rabbimi-

zin emrine kulak verelim:

‘‟Ey iman edenler! Allah‟ın ve Resulü‟nün önüne geç-

meyin. Allah‟tan korkun. ġüphesiz Allah iĢitendir, bi-

lendir.‟‟ Mü‟min bir kul, emir ve yasaklarda yaratıcısının

önüne geçemez. Allah‟a ve Resulü‟ne itaat etmekle yü-

kümlüdür. Kul hayatını Allah ve Resulü‟nün istediği Ģe-

kilde yani Sırat-ı Müstakim çizgisinde Ģekillendirmek

zorundadır. Mü‟min kul Allah‟tan sakındığı, korktuğu,

utandığı ve terbiyeli davrandığı için yaratıcısına karĢı

kendi irade ve görüĢünü ortaya koyamaz. Benim istediği-

mi Allah istemiyorsa konu kapanmıĢtır anlayıĢına ve id-

rakine sahip olmalıdır. Mü‟min kul Peygamberine de

karĢı sonsuz bir saygı içerisinde davranmalıdır. Bu haki-

kati Hucurat Suresi‟nin ikinci ayeti Ģu Ģekilde ifade et-

mektedir:

‘’Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstü-

ne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygam-

ber’e bağırmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleri-

niz boşa gidiverir.’’

Yüce Rabbimiz bu ayette bir Müslümanın Peygamberimi-

ze kemal-i edeple nasıl davranması gerektiğini açıkla-

maktadır. Bir önceki ayette Rasulullah‟ın önüne geçme-

yin buyrulurken bu ayette Peygamberimizle aynı seviye-

de dahi bulunmamamız gerektiği buyruluyor. Yani Al-

lah‟ın Resulüne karĢı haddinizi aĢmayın, kendi aranızda

konuĢtuğunuz gibi O‟na seslenmeyin diye Rabbimiz em-

retmektedir. O halde bir Müslüman Peygamberini kü-

çümseyici ifadeler kullanmamalıdır. Ravzasına dahi gi-

rerken en ufak bir saygısızlık yapmamalıdır. Peygamberi-

mize olan saygısıyla ikinci Abdulhamid konumuz için

kusursuz bir örnektir. Ulu Hakan Hicaz demiryolunu

yaptırdığı zaman tren raylarının Ravza‟ya yakın kısımla-

rına keçe döĢeterek Peygamberimizin çıkabilecek gürül-

tüden rahatsız olmasını bu Ģekilde önlemiĢtir. O halde bir

Müslüman bu ayetleri ve bu örneği hafızasından asla

çıkarmamalı ve hayatını bu Ģekilde tanzim etmelidir. Peki

bu saygı mükafatsız mı kalacak? Bir sonraki ayet bu Ģe-

kilde yaĢayan mü‟minlere Ģu Ģekilde seslenmektedir:

‘’Allah’ın elçisinin huzurunda seslerini kısanlar; şüphe-

siz Allah’ın kalplerini takva ile imtihan ettiği kimseler-

dir. Onlara mağfiret ve büyük bir mükafat vardır.’’

Ayet-i kerimede „‟TAKVA‟‟ kavramı geçmektedir. Tak-

va yüce yaratıcıya karĢı sorumluluk duyarak, her türlü

günahlardan kendini korumanın niyet ve gayreti içinde

olmadır. Bu Allah‟ın kuluna verdiği en büyük ve en gü-

zel nimetlerden bir tanesidir. Takva sahibi insana

„‟MUTTAKĠ‟‟ denir. Muttaki kulun yurdu ise altlarından

ırmaklar akan sonsuz mükafat yurdu olan cennettir. KuĢ-

kusuz bu, uyarılardan sonra gelen büyük bir teĢviktir.

Yüce Allah bununla seçilmiĢ kullarının kalplerini eğit-

mekte ve onları büyük bir iĢe hazırlamaktadır.

Demek ki adab kuralları da takvanın bir parçasıdır. Ġs-

lam‟ın ilk dönemlerindeki insanlar iĢte bu eğitim ve ıĢıkla

doğru yola ulaĢmıĢlardır.

Hucurat Suresi‟nin dört ve beĢinci ayetlerinde ise Rabbi-

miz Rasulullah‟a bağıranlar ve edep sınırlarını aĢanlar

için Ģöyle buyuruyor:

‘’Sana odaların arka tarafından bağıranların çoğu aklı

ermez kimselerdir. Eğer onlar, sen yanlarına girinceye

kadar sabretselerdi, elbette kendileri için daha iyi olurdu.

Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’’

Allah bu ayetlerde Peygamberimize seslerini yükselten

insanları „‟AKILSIZ‟‟ olarak nitelendirmektedir. Zaten

çağlar boyunca Müslümanlar bu edebe uymuĢlar ve Pey-

gamberimize saygıyla davranmıĢlardır. Hatta Peygam-

berlerin varisleri olan alimlere dahi kemal-i edeple davra-

narak günahtan uzak durmaya çalıĢmıĢlardır. Bizlerde bu

ayetleri hayatımızın her alanında yaĢamaya gayret etme-

liyiz. Unutmayalım ki cennet Allah‟a ve Resulüne itaat

ederek kazanılır. Rabbim bizleri Nebevi ahlakla ahlakla-

nan kullarından eylesin…

Page 20: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /20

Âfâk Dergisi

Burak YAZICI

ġEB-Ġ YELDÂ

Şeb-i yeldâ’yı müneccimle muvakkit ne bilir

Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç saat?

Sâbit

Ya bembeyaz kar tanesi, ya sağanak sağanak yağ-

murdun. Belki vuslat, belki ayrılıktın. Zikre dur-

muĢ elma ağaçları, halvete girmiĢ karıncalardı arka-

daĢın. Nevbahârı bekleyen kuĢlar, sabâhı gözleyen

dertlilerdi sırdaĢın ve sen Ģeb-i yeldâydın.

Yaz ey kalem! Yaz ki tükenesin. Yaz ey kalem! Yaz

ki gizlediğini aĢikar edesin. Yaz ey kalem! Yaz ki

söyleyebilesin.Ah Ģeb-i yelda! Yetmez mi bu karan-

lık ? Filistinli kadınlar gitmeni bekliyor. Suriyeli

çocuklar aydınlık günlerini özlüyor. Sabâhı bekli-

yor Doğu Türkistanlı gençler. Rablerine dua dua

yakarıyorlar Mehmet Âkif‟in diliyle:

“Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu

sabâhı ?

MahĢerde mi biçarelerin, yoksa felâhı!”

Ah Ģeb-i yeldâ! Sende düĢmüĢtü aĢığın aklına

Leylâ‟nın da, Züleyhâ‟nın da hikayesi. Sende evla-

dını yitirmiĢti analar. Gurbetteki eĢlerini sende bek-

lemiĢti taze gelinler. Süveydâdan mı aldın karanlı-

ğını? Yoksa gözleri kömür karası olan ananın gö-

zünden mi? Ne zaman vuslat? Ne zaman Ģeb-i

arus? Kaç gözden katre düĢürdün yere? Kaç saat

saydırdın gam sahiplerine?

Ah Ģeb-i yeldâ! Ġsyan değildi sabahlayanların dilin-

den dökülen. Tevekkülle çarptı kalpleri, “Yâ sabur”

çekti dilleri, sabâhı gözledi gözleri. Bâki değilsin

sabâhı var elbet bu karanlık gecenin. Bahârıda var

elbet bu zemherinin. Vuslat yakındır çok yakın.

Gece mavisi kalemim elimdeydi ve yazmıĢtı kendi

kendine “Ģeb-i yeldâ” diye. Allah‟ın nizâmı gerçek-

leĢmiĢ ve fecir doğmuĢtu yine. Elveda Ģeb-i yeldâ

elveda…

“Dil uyur mest olarak yâr-ı dilârâ söyler

Gül susar Ģermederek bülbül-ü Ģeydâ söyler

ġeb-i yeldâda uzar fecre kadar kıssa-ı aĢk

Tâ ki Mecnunun bitirir nutkunu Leylâ söyler”

Yahya Kemal Beyatlı

ZAMAN YOLCUSU

Fatih YAŞATIR

Bir yazıyı kağıda dökmek, kağıdı ıslatıyor ise gözyaĢı vardır emeğinde. Ve bil ki eğer gözyaĢı yoksa emeğin-de, hatırı kırıktır düĢlerin ve özleyiĢlerin. Kucak açar gibi evladına onca zaman ayrı kalmıĢçasına, gözyaĢını dökmeli ve sevinmeli vuslatına. Kalem kağıda, kağıt yazıya sarılır hasretle, öyle bir bekleyiĢle gelmiĢtir ki bir Ģafak vakti ansızın, uykuluyken kapının çalması ve kar-Ģında gördüğün beklediğin gibi bir kavuĢma. ĠĢte bu-dur diyebileceğin kadar tanıdık. Bizler neler beklemiyoruz ki hayatta, neyi özlemiyoruz, neye ah etmiyoruz ki, bizi içine sarıp da uzaktan baka-kalan ne çok yaĢanmıĢ hasretlerimiz vardır. Her Ģey zamanın içinde, zaman ise hepsinden uzakta ama sanki en yakındaymıĢçasına ne de acıtan içimizi. ġimdi gidi-yorsun demek, ne acı. Oysa ne çok alıĢtık birbirimize. Böyle mi olmalıydı ey can kavuĢurken ayrılmak… Göz-lerime bakarken bile senden uzağa diyebilmek, gidebil-mek, uzaklaĢabilmek istemeye istemeye… Sen benden giderken ey zaman yolcusu ben de seninle gittim, gidiĢ-lerin içinde bir sis perdesi ve yolum yok artık sensizlik-te… Kucak açtım Ģimdi denizlerde sonsuzluğa, bir Martı kanadında yolcuğum kimi zaman, bir Yunus Balığının Karnında, bazen de Nuh‟un gemisiyle Tufanların ara-sından geçerek bilinmeze. Aslında hep bildiğim Ģeyler-di bunlar ama Ģimdi baĢka geldiler bana en az senin kadar. Eğer seni sevmeseydim ey zaman yolcusu, yolsuz kal-mazdım sensizlikte. Yollar seninle gitti ve ben karanlık-lar içinde, için için dehlizlerde soluksuz kaldıkça daha çok aradım yolsuz kalıĢlarımı ve sevdim yoldan çıkmıĢ-lıklarımı. Gel koma beni sensiz, beni bensiz… Yollarımı ver bari bana en azından sana çıkan…

Page 21: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /21

Âfâk Dergisi - Sivas’ın Velileri Yazı Dizisi -

Adı: ġemseddin Ahmed Sivâsî (Ebu‟s-sena).

Mahlası: ġemsî.

ġöhreti: Kara ġems/ġems-i Azîz.

Doğum Tarihi ve Yeri: Zile/1517.

Vefat Tarihi ve Yeri: Sivas/1597.

Kabri: Meydan Camii Hazîresi/Sivas.

Babası: Ebu‟l-Berekât Mehmet Ârif Efendi.

Annesi: Sultan Hanım.

Öğrenimi: Babasında ve Ağabeyi Muharrem Efen-di‟de baĢladığı ilmî yolcuğu, dönemin önde gelen âlimlerinde devam etti (Arakıyecizâde Mevlânâ ġemseddin Efendi vb) ve nihâyet Ġstanbul‟da Med-rese Eğitimini tamamladı.

Resmî Görevleri: Sahn-ı Semân Medresesi Müderri-si, Meydan Camii Vâizi, ġems Dergâhı ġeyhi.

Eserleri: Hallü‟l-Meâkid, ġerhu Muhtasari‟l-Menâri‟l-Müsemma / bi Zübdetü‟l Esrâr, Nakdü‟l Hâtır, Menâkıb-ı Çehâr-ı Yâr-i Güzin, Menâzilü‟l Ârifîn, Risâle-i Umdetü‟l-edip fi‟t-Taallümi ve‟t-Te‟dip fi Kavâidü‟l Farisî, Es-Sefâyih fi Tercemeti‟l-Levâyıh, Divân-ı ġemsi/ Ârifâne, Süleymannâme, Risâle-i GülĢen-Âbâd, HeĢt-BehiĢt, Menâkıb-ı Ġmâm-ı Azam, Mevlidü’n-Nebi me’a Mevlid-i Manevî, Miratü‟l Ahlak ve MüĢevvikü‟l-EĢvak, Pend-i Attar Tercümesi/Ġbretnüma, Tercüme-i Kaside-i Bür‟de, Risâle-i ĠrĢâdü‟l Avam, Risâle-i Menâsik-i Hac, Emr-i Ġlahî ve Hücceti Ġlahî, ġerh-i Gazeliyyat-ı Sultan Murad-ı Sâlis, Daire-i Usuliye-i Camia vb.

Bildiği Diller: Arapça, Farsça.

Hizmetleri: Üç Camii, Bir köprü, ÇeĢmeler, El Yaz-ma Kur‟ân-ı Kerîm, Vakıf Arazileri vb.

Tarikatı: Halvetiyye/ġemsiyye-Sivâsiyye.

Üstâd(lar)ı/ġeyh(ler)i: Asmayalı Hacı Hızır Efendi, Muslihuddin Efendi, Abdülmecîd ġirvânî.

MeĢîhat Süresi: 1560–1597 (YaklaĢık kırk yıl).

Tasavvufî Fikirleri: Vahdet-i Vücûd fikrini savunu-yor, Nûr-i Muhammedî anlayıĢı ile hareket ediyor, riyâzet, mücâhede, tecellî, zikir, dünyanın geçiciliği, Hızır‟ın hayatta olduğu, ehl-i sünnet ve‟l-cemaat fikrinin üstünlüğünü, halvet, nâfile ibadet gibi ko-nuları gündeme taĢıyor.

Etkilendiği Tasavvufî ġahsiyetler: Ġbn Arabî, Hz. Mevlânâ, Hallac-ı Mansûr, Hacı Bayram-ı Velî,

AkĢemseddin, Yahya ġirvânî, Abdulvehhab Gazî, Mustafa Kirbâsî.

Etkilediği KiĢiler: Aziz Mahmûd Hüdâyî, Hoca Sa-deddin, Abdülmecîd Sivâsî, Abdülahad Nûrî es-Sivâsî, ġeyh Recep Efendi, Ahmed Sûzî, Bursalı, Mehmet Tâhir, Hüseyin Vassâf, vb.

Bir Kerâmeti: Sevenlerinden birisi vefâtından sonra ġemseddin Efendi‟yi ziyârete gider ve acaba benim kendisini ziyârete geldiğimi bilir mi, diye gönlün-den geçirir. Bu arada uyku ile uyanıklık arasında bir hâlde ġemseddin Efendi‟yi görür ve ġemseddin Efendi, o an orada olmayan birçok kimsenin hâlini sorar. KiĢi kendisine gelince, “buradan çok uzaklar-da olan kimseleri ġemseddin Efendi bilirse gözünün önündekileri hayli hayli bilir” der.

KiĢisel Özellikleri: Son derece mütevazı, fedakâr, cömert, takva sahibi, ibâdete düĢkün, riyâzet ve mücâhedeye önem veren, ilmi ve talebe yetiĢtirmeyi çok seven, kitap sevgisi ile dolu, kütüphane sahibi, alçak gönüllü, misafirperver, özü sözü doğru, karar-lı, âlim, fâzıl, Ģâir, vatan sevdâlısı, yanlıĢ/bâtıl inançlar ile mücâdele eden, üretken bir yazar.

Sözlerinden: Vâsıl olmaz kimse hakka cümleden dûr olmadan Kenz açılmaz şol gönülde tâ ki pür-nûr olmadan Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecelli ide Hakk Pâdişah konmaz saraya hâne ma’mûr olmadan

(Kaynaklar: ġeyh Recep Efendi, Necmü’l-Hüdâ fî Menâkıbı’ş-Şeyh Şemseddîn Ebi’s-

Senâ, Hidâyet Yıldızı Şemseddin Sivâsî’nin Menkıbeleri, Hüseyin ġemsi Güneren, Ġstanbul 2000; M. Fatih Güneren, Tasavvuf Musikisinde Sivâsî İlâhileri, Hasan Aksoy, Şemsi’nin Gülşen-Âbâd Mesnevisi, MÜĠFD, s.123–177; Şemseddin Sivâsî, Hayatı, Şahsi-yeti, Tarikatı, Eserleri, Sivas’ta Bir Şeyh Ailesinin Ortaya Çıkışı ve Vakıflar Üzerine Bir Deneme: Şeyh Şemseddin Ailesi

SĠVAS‟IN MANEVĠ GÜNEġĠ: ġEMSĠ SĠVASÎ

Fatih ÇINAR

Page 22: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /22

YAZARLAR KONUġURKEN

AyĢegül Moğol

Dolunay'ın buğulu bir kitabe gibi gökte asılı olduğu katran karası bir geceydi. Masasının sıfatı "yazı" olan genç adam dünyayı düĢünüyordu. Montaig-

ne'in; "Bizi özgür ve bağımsız yaratılmıĢız, bizse tutup kendimizi olmadık çemberler içine hapse-diyoruz. Hepimiz onun vatandaĢıyız." dediği, bir türlü beğenemediği dünyayı. Düzeltmek için ken-dinden baĢlayıp, her adımına bir eylem ekleyip, yürüyerek zirveye ulaĢmalıydı ve bunun için önce adım atmasını öğrenmeliydi. DüĢünürken gaipten değil önündeki kitabın sayfalarının arasından bir fısıltı yükseldi; "DüĢünmenin hakkını verirsen,

düĢünme de senin hakkını verir." Belki de Ģizofre-nik bir dürtüyle masadan usulca doğrulup Ģehir kütüphanesinin yolunu tuttu genç adam. Her za-man ki gibi gözleri buluĢunca dev bina ile önce tu-haf bir korku sarmaladı içini. Sonra gizlice içeri gi-rip masalardan birine, incitmek istemediği kristal bir laleyi avuçlarında taĢır gibi iliĢti usulca. Binlerce kitabın adeta kulak kesilip onun sesini dinlemesi son derece heybetli ve rüyalarına girecek kadar hayranlık vericiydi. Ġrili ufaklı bu esrarengiz kütüp-hanedeki kitaplar kadar yazarlardan da beklentisi vardı elbet. Mesele minik bir akıl kırıntısı mümkün-dü bu cihette zira değiĢen dünyanın değerlerine ve dünyaya karĢı artı bir adım atmak ama bu adımın ütopik bir ihtisastan öte ses getirmesine ihtiyacı vardı. Eğer bir cevap alırsa/verilirse yaĢayıĢına bir

daha anlam katabilecekti. Gece iyice ağırlaĢtı. Uyku göz kapaklarına sindi, baĢı alçaldı ve masanın kena-rına yıkılıverdi. Aklına takılan "Ne yapmalı? " soru-suyla düĢler sokağında kayboldu, uyudu. Ne yap-malı... Bir devin kitaplığını andıran kütüphanede yine aynı dev dans ediyormuĢ gibi bir anda belirsiz bir gürültü peydahlandı. Sonra homurtulaĢtı sesler, kiĢiselleĢti birden. Kitapların arka kapaklarındaki koyu kalın çerçevelerin içinde belki hayatında ilk kez poz vermiĢ minik insanlar, yazarlar birer birer ete kemiğe bürünüp silkelenerek kendilerine geli-yorlardı. Hepsi bir Ģeyler söylüyordu, her biri can-lanıp gecenin bir yarısındaki o sessiz kütüphaneyi hareketlendiriyordu. Fotoğraflardan birinden sabır-sızca sesini yükselten Samuel Lover; "ĠĢte aramıza katılmak isteyen biri daha! Ne yazık ki çoktan hastalanmıĢ. Tek çare kalemin kâğıda sürterken çıkardığı sestedir zira dünyayı değiĢtirmek yaza-rak olur." Herkes bu afilli cümlenin lezzetini dima-ğına kazırken John Marley; "Yazarlık tehlikeli iĢtir ama" diye çıkıĢtı salondakilere. "Yazarlık, meslek-

lerin en baĢtan çıkarıcı, en aldatıcı olanıdır." Ya-zarlar, yine derin bir sessizlik içinde düĢüncelere gark olmuĢken ukala bir edayla sakallarını sıvazla-yan Montaigne; "BaĢkalarında bizden daha fazla yiğitlik, beden gücü, tecrübe, güzellik görebiliriz ama akıl üstünlüğünü kimseye bırakmayız" dedi ve ekledi; "kendini dinle!" Hemingway onayladı onu; "Herkes hayat hakkında yazmak zorundadır, yaz! Ama onu önce yaĢamalısın, yanlıĢ yerdesin." Ben-nett Cerf ilkokul öğretmeninden söz hakkı isteyen, ürkek ve heyecanlı bir öğrenci gibi atıldı; "Yazar olup da ne yapacaksın? Coleridge uyuĢturucu ba-ğımlısıydı, Poe alkolikti, delirenlerde var." Yazarlık ya da dünyayı değiĢtirebilme hakkında yazarlar arasında bu kadar farklı görüĢ olabileceği ĢaĢırttı genç adamı. Ortam gerginleĢmiĢti. Cemil Meriç sesini ustaca kullanarak niteledi genç adamın zih-ninden geçenleri; "Pamuk ipliğinden biraz daha sağlam tek bağ: düĢünce birliği. O da rüzgârın her an tehdit ettiği bir kandil. DüĢünce birliği düĢü-nen insanlar arasında olur. Ġnsanların kaçta kaçı düĢünür?" "BoĢversene!" diye çıkıĢtı Yanko Boris; "Tüm yazarlar kendini ve tüm evreni anlatabilece-ği tek, eĢsiz ve mükemmel kelimeyi arar durur. Ve bu arada yazdıkları ise kitaplardır. Sen yazar olamazsın." Derin bir ah çekti Cengiz Aytmatov; "Ah, ah! KonuĢmak neye yarar? Yüz fikir bir borcu ödemiyor." Montesquieu ise; "Eğer iyi bir dünyada yaĢasaydın, hiç bir Ģeyi düzeltmek zorunda kal-mazdın. Bir milletin gençleri ancak yetiĢkinleri bo-

Âfâk Dergisi

Page 23: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /23

Âfâk Dergisi

DOSTLUK ÜZERĠNE

Ġyi günde mi yanında olmalı dost dediğin yoksa kötü

günde mi?

Mutluyken mi hakiki dosta ihtiyaç duyar insan yoksa

ağlarken mi?

Sevincini mi dostla paylaĢmayı ister herkes yoksa hüz-

nünü mü?

Zaman değiĢmiĢ aziz Dost‟um!

Kadim olmak zorlaĢmıĢ…

Herkes olabiliyormuĢ artık kötü gün dostu da, iyi gün

dostu olmak maharet ister hale gelmiĢ…

Oysa eskiden, kötü günde bulunamayan dostlardan ya-

kınırdı kırgın yürekler…

Yalnız ağladığı günlere hayıflanırdı gözler…

Hıçkırıkları sarılmasıyla dindirecek bir kucak, akan yaĢ-

ları kurutan bir mendil uzatacak el

bulamadığına üzülürdü insan…

Zaman değiĢmiĢ aziz Dost‟um..!

Ġnsan insanın mutluluğuna sevinemez olmuĢ. Belki ha-

setti buna sebep belki kıskançlık belki de… Belki de akla

gelen her Ģeydi…

PaylaĢılamamıĢ küçük bir mutluluk, çoğalır da ikimizi

de kuĢatır, mutlu eder endiĢesiyle!

PaylaĢılamamıĢ küçük sevinçler, büyük mutlulukları ge-

tirir tasasıyla!

Zaman değiĢmiĢ aziz Dost‟um..!

PaylaĢtıkça çoğalan mutluluklar gerilerde kalmıĢ…

Peki Ey DOST; biz neresindeyiz bu zamanın?

Merve Uyanık

zulduğu zaman bozulur" dedi.

La Rochefoucauld her zamanki agresifliğiyle; "Eğer kendi hatalarımız olmasaydı, baĢkaları-nın hatalarının farkına varmaktan bu kadar keyif almazdık." diye bir tartıĢma yaratmaya çalıĢtı. Dr. John Zanicchi ise bilgelikle sesini yükselterek; "Kim olduğunu bilmeden kendi-ne güvenen, bütün felaketleri üzerine çeker" dedi ve bir önceki sesin sahibinin kulaklarını kamçıladı. Tazer ise daha yumuĢak bir tavırla; "Olaylar karĢısında gösterdiğiniz tutumlar, olayların kendisinden daha önemlidir. Doğru yoldasın ama yanlıĢ tabelayı okuyorsun genç adam." "Ġyi ama benim çizdiğim yolu kimse beğenmiyor. Yarattığım heykel kendisinden baĢka hayranı olmayan bir kukla." diye yakın-dı genç adam. Daniel De Foe; "Doğrudur ev-lat ama hakikati bulan baĢkaları farklı düĢü-nüyor diye onu haykırmaktan çekiniyorsa hem budala hem alçaktır. Bir adamın "benden baĢka herkes aldanıyor" demesi güç Ģüphesiz ama gerçekten herkes aldanıyorsa o ne yapsın?" diye konuĢunca, kütüphanede fanatikçe alkıĢlayanlarla sessizce protesto edenler birbirine karıĢtı. Moltke'nin; "Aklına gelen her Ģeyi söylemek zorunda değilsin dos-tum. Ġnsan göründüğünden daha değerli olmalı. Çok iĢ baĢarmalı ama az ortaya çıkarmalı." demesi de yazarların keyfi-ni arttırdı doğrusu. Ama Dale Carnegie'in sözleriyle adeta soğuk bir duĢ aldı kütüpha-nedekiler; "ġunu veya bunu yapacağım de-

me, ne yapacaksan yap!" Genç adam bu söz-lerin ardından göz kapaklarını kaĢımaya baĢ-ladı. Sonra saçlarını geriye taradı, baĢını hafif-çe kaldırdı. Uyanıyordu. Gördüğü minik ya-zarlar, gecenin baĢında çıktıkları yuvalarına seslerini gittikçe alçaltarak geri dönüyorlardı. Tamamen uyan-dığı an hepsi koyu renkli kalın çerçevelerine geri dönmüĢtü. Kütüphanenin sokak kapısını yavaĢça kapatıp arkasına dönünce bu yazının yazarıyla da göz göze geldi ve yazmayı atla-dığı bir sözü kulağına fısıldadı; "Aydınlara

bakıyorum, içim kararıyor. Kemal Tahir."

Page 24: Afak Dergisi 1. Sayı

“Tefekkür vuzuhla baĢlar, kurtuluĢ Ģuurla” /24

BĠRAZCIK HALĠFE

Damarlara Köroğlu üfleyen, Karacaoğlan üfleyen

Birazcık da Yunus Emre

Ruha ferahlık, nefse kıvanç veren

Bir aĢktır alıp baĢını giden

Ah bir bilsen, bir bilebilsen, bir anlatabilsem

O kutlu sarnıca eriĢebilecek bir kalp yangını nasıl baĢlatılır?

AĢti‟den Hareme nasıl gidilir, Haremden AĢti‟ye neden gidilmez

Bir anlatabilsem, bir bilsen, bir bilebilsen

Kır atlara binilerek, kılıç kuĢanılarak gerçekleĢtirilen

Put kırma eylemlerinin asaletini

Sevgililerden Musa`yı hatırlatırım burada

Musa`nın dağa bakıĢını

Yıldırım gibi düĢmeliyizdir ah evet

Yana yakıla yürümeliyizdir

Seferler düzenlemeliyizdir Kazan`a

Doğu Türkistan`a, Kurtuba`ya, Bağdat`a

Ve tabii ki BoĢnakça konuĢan dilberleri süzmeksizin

Bir aĢk harmanına tutulmuĢ gibi

Göğü bile ağlatan sarıĢın bilgeyi düĢleyerek

Tarıyor olmalıyızdır geniĢ bir coğrafyayı

Kusursuz bir saygıyla eğilmeliyizdir toprağın önünde

Toprak ki bereketli, toprak ki mütevazı

Vermekten usanmayan, almayı zül bilen

Birazcık Ġstanbul ferahlığı efendim

Birazcık Üsküdar ferahlığı

Romaya kadar gitmeye gerek yok

Bin iki yüz doksan dokuzdan daha eskiye ama

Belki altı yüz on, belki Adem efendimiz

Bir hafıza yoklaması; tamı tamına bir hatırlayıĢ

Kim bilir kaç türküyü

Kaç sureyi ezbere okuyan sen

Usanmadın mı harabeye dönen beton konaklardan

Kum gibi savrulup durmaktan

Birazcık ezber efendim, birazcık hafıza

Birazcık tarih, birazcık sefer, birazcık Süleymaniye

Dimağımız kurudu Rabbim

N`olur birazcık halife

Mustafa ESEN