60
1 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2 YIL:1 SAYI:2 SONBAHAR 2015 ERDEM HASTAHANELERİ’NİN ÜCRETSİZ YAYINIDIR. SAĞLIKTA TANIDIK BİR ÜLKE: SARAY BOSNA ERKEK KISIRLIĞINDA TEDAVİ YÖNTEMLERİ GİRİŞİMSEL RADYOLOJİ TEKRARLAYAN BAŞ DÖNMELERİNİ CİDDİYE ALIN VARİS TEDAVİSİ ÇOCUKLARDA EPİLEPSİ 20 YAŞ DİŞ SORUNUNUZDAN KURTULUN SONBAHARDA BESLENME ÖZEL: PROSTAT KANSERİ TANI VE TEDAVİSİ SORUDA KOAH NEDİR? 1O

Saglikta erdem sayi 2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Saglikta erdem sayi 2

1Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

YIL:1 SAYI:2 SONBAHAR 2015ERDEM HASTAHANELERİ’NİN ÜCRETSİZ YAYINIDIR.

SAĞLIKTA

TANIDIK BİR ÜLKE: SARAY BOSNA

ERKEK KISIRLIĞINDA

TEDAVİ YÖNTEMLERİ

GİRİŞİMSELRADYOLOJİ

TEKRARLAYAN BAŞ DÖNMELERİNİCİDDİYE ALIN

VARİS TEDAVİSİ

ÇOCUKLARDAEPİLEPSİ

20 YAŞ DİŞ SORUNUNUZDAN

KURTULUN

SONBA

HARDA

BESLENM

E

ÖZEL:

PROSTATKANSERİTANI VETEDAVİSİ

SORUDAKOAHNEDİR?

1O

Page 2: Saglikta erdem sayi 2
Page 3: Saglikta erdem sayi 2

3Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Erdem Grubu

Yönetim Kurulu Üyesi

Metin KÜLÜNK

Editör

Ecem Çakır

[email protected]

Görsel Tasarım

Seda Akdağ

[email protected]

Yayın Danışma Kurulu

Op. Dr. Abdurrahman Özgür

Doç. Dr. Adnan Ayvaz

Dt. Ahmet Altun

Uzm. Dr. Ali Fırat

Op. Dr. Ayşegül Ünal

Uzm. Dr. Başak Bolluk Kılıç

Uzm. Dr. Burcu Barutçugil

Prof. Dr. Emrullah Başar

Op. Dr. Fahrettin Bişkin

Uzm. Dr. Gamze Türker

Uzm. Dr. Melek Karaşen Değirmen

Dyt. Ceren Odabaşıoğlu

Op. Dr. Hamdi Toköz

Uzm. Dr. Mine Başıbüyük

Op. Dr. Murat Kaplan

Uzm. Dr. Oya Karabulut

Psk. Pınar Yüksel Aksu

Uzm. Dr. Sibel Ayvaz

Güzellik Uzm. Ezgi Seren Bakır

Fotoğraflar

Kübra Dağdelen

Yönetim Yeri

Erdem Hastahanesi Çakmak

Alemdağ Caddesi Sezer Sokak

No: 3-5 Ümraniye - İstanbul

T: (0216) 634 01 02 (pbx)

F: (0216) 634 21 99

Baskı

İhlas Gazetecilik A.Ş.

Adres: Merkez Mah. 29 Ekim Cd. İhlas

Plaza No: 11 A/41 34197

Yenibosna / İSTANBUL

T: (0212) 454 30 00

Basım tarihi: Kasım 2015

Erdem Hastahaneleri’nin yerel süreli

yayın organıdır. Ücretsizdir.

İNSANA HİZMET ERDEMDİR

İnsana hizmet maksadıyla girdiğimiz bu yolda bizleri saygı değer

halkımızın beğenisiyle buluşturan Hak’ka şükürler olsun.

Gurubumuz yaz boyunca yeni hizmet kurumları olarak Güneşli Erdem

Hastahanesi ve Erdem Koleji’ni hizmete hazırlamış ve siz değerli

halkımızın hizmet ve beğenisine sunmuştur.

Yaz boyunca hizmeti birlikte ürettiğimiz arkadaşlarımıza gerek hizmet

içi, gerekse kendini geliştirme noktasında bir dizi eğitimler verilmiştir.

Eğitimin ehemmiyeti ve sürekliliği hususunda çok dikkatli ve kararlı olan

kurumumuz kış döneminde de eğitim çalışmalarına devam etmek üzere

gerekli planlama ve çalışmaları hazırlamış bulunmaktadır.

Daha iyi hizmet daha iyi insanla üretilebilir. İnsana yapılan yatırım en

kıymetli yatırımdır. Bu sebeple bizler çözüm ortağı çalışanlarımızı

bir yandan eğitirken bir yandan da sosyal hayatta gelişmelerini

sağlamak, onları mutlu, sevecen, fedakâr, adanmış insan olarak dost

ve müşterilerimizle buluşturmak üzere geceli gündüzlü faaliyetlerimizi

sürdürmekteyiz.

Sağlık hizmetlerinin vazgeçilmez parçası olan yüksek teknolojik

cihazların takibi, temini ve dostlarımızın hizmetine sunma hususu

titizlikle takip edilmekte, her türlü tıbbi cihaz üzerinde gerçekleşen

gelişmeler hızla satın alınarak hizmete katılmaktadır.

Mutlu, sağlıklı bir hayatı birlikte sürdürmek temennisiyle bütün

dostlarımıza huzurlu günler dilerim.

Hasan KülünkErdem Grubu Yönetim Kurulu Başkanı

Page 4: Saglikta erdem sayi 2

4 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

İÇİNDEKİLER

Sonbaharda beslenme

Anne sütü bebek için en özel besindir

Çocuklarda epilepsi

Girişimsel radyoloji

Tekrarlayan baş dönmelerini ciddiye alın

Çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları

Varis nedir? Nasıl korunulur? Nasıl tedavi edilir?

Güneşin faydaları

Aşırı terleme kabusunuz olmasın

Tanıdık bir ülke: Saraybosna

10 soruda: Koah nedir?

08

34

10

14

18

22

24

26

28

30

32

Page 5: Saglikta erdem sayi 2

5Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

36

İÇİNDEKİLER

Glokom

Lazer epilasyon nedir

Çocuklarda uyku apnesi

Gebeliğin ikinci yarısında kanama

Erkek kısırlığında tedavi yöntemleri

Öksürüğü hafife almayın

Uygun tedavi ile felç ihtimalini azaltabilirsiniz

Doğum sonrası depresyon

Prostat kanseri tanı ve tedavisi

Çocuklarda özgüven gelişimi

20 yaş diş anarşisinden kurtulun

54

56

38

40

42

44

46

48

50

52

Page 6: Saglikta erdem sayi 2

6

BİZDEN HABERLER

Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

HEMŞİRELİK

HAFTASI

12-18 Mayıs Hemşirelik Haftası, Erdem Hastahanesi personelleri ve yönetimi ile birlikte, değerli konukları eşliğinde gerçekleştirdiği panelin ardından düzenlenen organizasyon ile kutlandı.

Dünyada modern hemşireciliğin kurucusu olarak bilinen Florence Nightingale’in doğum günü olan 12 Mayıs haftası hemşirelik haftası olarak kutlanmaktadır. Erdem Hastahanesi de sağlık hizmetinin son derece önemli üyelerinin bu gününü yönetim kurulu üyeleri,

hekimler, çalışanlar ve değerli misafirleri ile birlikte kutladı.Kuruluşunun 20. yılını kutlayan Erdem Hastahanesi’nde hemşirelik haftası etkinlikleri kapsamında “Hemşirelik Tarihi ve Ahlakı” konulu bir panel düzenlendi.

Prof. Dr. Yumuşhan Günay başkanlığında gerçekleşen panelde Prof. Dr. Nil Sarı “Osmanlıda Hastabakıcılık/ Hemşirelik” konusunda, Prof. Dr. Ömer Özkan “Hemşirelik

Hizmetlerinde Ahlak” konusunda ve Dr. J. Sag. Alb. Mukadder Gün “Türkiyede Askeri Hemşirelik Hizmetleri” konusunda bilgiler vererek hemşirelik mesleğinin tarihteki önemi ve değeri kapsamında, izleyicilerle sohbet havasında bilgi ve görüş alışverişinde bulundular.

Program sonunda panelistlere verilen plaket törenininardından, konuklarla birlikte gerçekleştirilen kokteyl ile programa devam edildi.

TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemleri İç Tetkik eğitimiamacıyla Erdem Hastahaneleri şubeleri çalışanlarının katılımıyla 12-13 Mayıs 2015 tarihleri arasında Erdem Hastanesi konferans salonunda bir araya gelindi.

Çakmak Kalite Yönetim Temsilcisi Burcu Özdemir ve Çamlıca Kalite Yönetim Temsilcisi Cansu Kuzu’nun ev sahipliğinde gerçekleştirilen eğitimde Türk Standartları Enstitüsü Eğitimcisi Arzu Yüzereroğlu tarafından 2 gün boyunca Erdem Hastahanesi

çalışanlarına iç tetkik eğitimi verilmiş ve eğitim sonunda çalışanlar sertifikalandırılmışlardır.Sağlıkta hizmet kalitesinin daha da ileriye götürülmesinde önemli bir aşama olan iç tetkikleri için gerekli olan iç tetkik eğitimleri tamamlanmıştır. Bu kapsamda sağlıkta hizmet kalitesini daha da yükseltmek adına Erdem Hastahanesine bu yolda destek veren personellerin eğitimi büyük önem taşımaktadır.

Eğitim boyunca TS EN İSO 9001:2008 kalite yönetim

sisteminin mantığı, iç tetkiklerin önemi, iç tetkikçilerin dikkat etmesi gereken noktalara değinilmiştir.

TS EN İSO 9001:2008 Kalite Yönetim Sistemleri belgesine sahip olan Erdem Hastahaneleri hastalarına daha iyi hizmet verebilmek adına TS EN ISO 9001 Kalite Yönetim Sistemleri İç Tetkik Eğitimi alan sertifikalı 30 kişilik yeni ekibiyle birlikte sağlıkta kalite yolculuğuna devam etmektedir.

TSE İLE

İÇ TETKİK

EĞİTİMİ

Page 7: Saglikta erdem sayi 2

7Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Page 8: Saglikta erdem sayi 2

8 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

BESLENME VE DİYETETİK

Sıcak yaz aylarını geride bıraktığımız bu günlerde; havanın soğumasıyla birlikte vücut direnci azalmakta, bağışıklık sistemi zayıf lamaktadır. Bu durum; hastalıklara karşı direncin azalmasına, halsizlik ve depresyona

neden olmaktadır. Ayrıca, güneşin etkisinin azalması ile birlikte ısı değişimlerine maruz kalanmetabolizma yavaşlamaya başlar ve kilo alımları gözlemlenir.

SONBAHARDA BESLENME

Beslenme düzeni ve yaşam tarzınızda bazı değişiklikler yaparak bu geçiş dönemini sağlıklı bir şekilde atlatabilirsiniz. Bunun için; karbonhidrat, protein ve yağdan dengeli, lif içeriği yüksek bir beslenme düzeni benimsenmelidir. Bu düzen gün içerisinde her besin grubundan yeterli miktarda alarak sağlanır.

Mevsim değişikliklerinde vücutta daha

fazla vitamin ve minerale ihtiyaç duyulur. Bu nedenle mevsime özgü sebze ve meyveler tüketmeye dikkat etmelisiniz. Özellikle antioksidan özelliği gösteren A ve C vitaminlerinden zengin; turunçgiller, havuç, brokoli, karnabahar, kabak, brüksel lahanası, yeşil biber, maydonoz, roka gibi sebze ve meyveler bu mevsimde sıklıkla tüketilmelidir.

Magnezyumdan ZenginBesinler Tüketin

Yorgunluk ve depresyondan uzak durabilmek için; fındık, badem, yeşil yapraklı sebzeler, kurubaklagiller ve kepekli tahıllar gibi magnezyumdan zengin besinler tüketmeli, omega-3 kaynağı balık, keten tohumu, omega-9

Page 9: Saglikta erdem sayi 2

9Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Yeditepe Üniversitesi mezunu olan Beslenme

ve Diyetetik Uzmanı Ceren Odabaşıoğlu

Sonbaharda Beslenme hakkında bilgi veriyor.

Dyt. Ceren OdabaşıoğluDiyetisyen

kaynağı fındık ve zeytinyağını sofranızdan eksik etmemelisiniz. Ayrıca eksikliğinde karbonhidrat depolarında boşalma ve kas yorgunluğu görülen potasyum tüketimine dikkat etmeli, meyve ve yeşil yapraklı sebzeleri diyetinize uygun miktarda tüketmeye özen göstermelisiniz.

Su İçmeyi İhmal Etmeyin

Çay, kahve tüketiminin arttığı bu dönemde su içmeyi ihmal etmeyin. Toksin atımını hızlandırmak ve metabolizmanın yavaşlamasını engellemek için günde ortalama 1.5-2 litre (8-10 bardak) su tüketmeniz gerekmektedir. Son olarak günlük yaptığınız düzenli egzersizin metabolizma hızınızı arttırdığını ve kilo artışını engellediğini unutmayın. Sağlıklı günler dilerim.

Page 10: Saglikta erdem sayi 2

10 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ÇOCUK SAĞLIĞI

Doğumundan itibaren bebeklere ilk 6 ay sadece anne sütü kullanılmalıdır. Annenin sütü bebeği için en özel besindir.Özellikle ilk 1 haftada kolostrum adlı ilk sütün bebeği besleyici ve enfeksiyondan koruyucu özellikleri ön plandadır.

Sonraki dönemlerde ise annenin sütü bebeğin ihtiyaçlarına göre adapte olarak geçiş sütüne döner kibu sütte protein içeriği azalırken, laktoz, yağ ve toplam kalori içeriği artmıştır.

ANNE SÜTÜ BEBEK İÇİNEN ÖZEL BESİNDİR

Anne sütündeki protein, inek sütü proteinine göre daha kolay sindirilebilir ve enfeksiyonlara karşı daha iyi korur ve böbreklerden süzülmesi daha kolaydır. Anne sütündeki demir, çinko gibi minerallerin inek sütüne göre yoğunluğu daha az olsa da emilimi 5 kat daha fazladır. İlk 4 ay boyunca bebek tarafından sentezlenemeyen beyin ve sinir sistemi için şart olan temel ve zorunlu yağ asitleri ise inek sütüne göre anne sütünde 8 kat fazladır.

Her anne doğum sonrası ilk yarım saat içerisinde bebeğini emzirmelidir. Emzirme sırasında salgılanan oksitosin ve prolaktin hormonları memedeki sütün boşalmasını sağlar ve yeni süt yapımını uyarır. Emzirirken bebeğin annenin sadece meme ucunu değil etrafındaki kahverengi alanı kavraması gereklidir. En iyi emzirme pozisyonu anne ve bebeğin rahat ettiği pozisyondur. Memenin sonundaki süt daha yağlı ve doyurucu olduğundan her emzirmede sadece tek meme tamamen

boşalıncaya kadar devam edilmelidir.Sebze ve meyveler bu mevsimde sıklıkla tüketilmelidir.

Özellikle yenidoğan dönemi dediğimiz ilk 1 ayda bebek her ağladığında emzirilmelidir. Yenidoğan döneminde şeker depoları yeterli olmayan yenidoğan bebeklerin hipoglisemiye eğilimleri vardır. Kan şekerinin 40 mg/dl altına düşmesinde oluşabilecek havale bebeğin beynine zarar veren tek havaledir. Bu

Page 11: Saglikta erdem sayi 2

11Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

nedenle bebek ilk ayında her ağladığında emzirilmelidir.

Yine yenidoğan döneminde görülen sarılık dediğimiz klinik tabloyu hem önleyen hem de tedavi eden yegane şey anne sütüdür. Sarılık tablosunda da belli bir sınırın üstünde billürubinlerin beyne geçerek beyin hücrelerine zarar verdiğini hiç unutmamak gerekir.

Bebeğin yeterli beslendiği, günde en az beş kez idrar yaparak bezini ıslatması, en geç 15. günde doğum kilosuna ulaşması ve ayda en az 500-600 gram alması ile anlaşılır. Bebeklerde ilk günlerde görülen %10‘u geçmeyen tartı kayıpları anne sütü yetersizliğine bağlanmamalıdır.

Dışkılama sayısı, bebeğin huzursuzluğu, uyku düzensizliği veya aşırı ağlaması anne sütü miktarı açısından güvenilir kriterler değildir. Çok iyi tartı alan bebeklerde de benzer yakınmalar görülebilir. Sadece bezin hep kuru bulunması ve sürekli olarak koyun pisliği gibi ufak ve sert parçalar halinde az miktarda kaka yapılması açlık bulgusu olabilmektedir. Bunlar dışında en önemli kriter, bebeğin yeterli kilo almamasıdır.

Anne Sütünü Artıran Besinler

Anne sütünü artıran en önemli madde sudur. Ne kadar çok su içilirse o kadar çok süt olur. Özellikle her yemekte 2

bardak su günde de ortalama 10-12 bardak su içilmelidir. Anne sütünün artması için toplumda şekerli yiyeceklerin ve içeceklerin anne sütünü artırdığı ile ilgili yanlış bir inanış vardır. Bu tür yiyecekler sütü artırmaz. Su oranı yüksek olan sebze ve meyveler çok süt yapar. Her yemeğin yanında bolca yeşil salata yenilmelidir. Su oranı yüksek olan ıspanak, pazı, karalahana, yeşil fasulye gibi sebze yemekleri tercih edilmelidir. Bu sebzeleri pişirirken kıymalı veya yumurtalı olarak hazırlamak da besin kalitesini yükseltir. Taze sıkılmış meyve suyu, ayran, maden suyu ve şekersiz bitki çayları ve malt içeceklerin anne sütünü arttırdığını unutmamak gereklidir.

Page 12: Saglikta erdem sayi 2

12 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp

Fakültesi mezunu olan Melek Karaşen Değirmen

anne sütü hakkında bilgi veriyor.

Uz. Dr. MelekKaraşen DeğirmenÇocuk Sağlığı ve

Hastalıkları Uzmanı

Anne Sütü Nasıl Saklanmalıdır?

Anne sütü buzdolabı veya derin dondurucuda saklanarak besin değerini kaybetmeden korunabilir. Anne sütü, kapağı iyice kapatılmış cam ya da plastik kapta saklanmalıdır. Şeffaf sert plastik (polikarbonat) veya buğulu sert plastik (polipropilen) üretimi kullanılabilir. Derin dondurucu için hazırlanmış anne sütü saklama torbaları, pompaya adapte edilebilir olmalıdır. Bunlar kilitli, önceden sterilize edilmiş, kalın ve özel torbalardır. Gereğinden fazla süt çözünmesini

önlemek için depolanan sütün 60-120 ml civarında olması uygundur. Dondurulmuş anne sütü buzdolabının rafında bekletilerek çözdürülür. Çözüldükten sonra 24 saati geçmemek üzere benmari usulü ile ısıtılarak bebeğe verilir. Her zaman en eski tarihli süt kullanılmalıdır Saklanacak anne sütü o günün tarihini atmak üzere şu şekillerde saklanabilir:

- Odanın serin bir yerinde 4-6 saat- Buzdolabının rafında 1-3 gün- Buzdolabının buzluğunda 2 hafta - 1 ay arası- Derin dondurucuda 6 ay

ÇOCUK SAĞLIĞI

Page 13: Saglikta erdem sayi 2

13Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Page 14: Saglikta erdem sayi 2

14 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ÇOCUKLARDA EPİLEPSİEpilepsi hastalığında, beynin tamamında veya belli bir bölgedeki bir grup beyin hücresinde, anormal olarak kısa ve ani

başlayan aşırı biyo-elektriksel deşarjlar ortaya çıkar. Bu da kişinin bilincinde ve hareketlerinde (kolda, bacakta veya bütün vücutta) görülen istem dışı değişikliklere (nöbet, havale) neden olur. Epilepsi istem dışı ortaya çıkan, bazen bilinç

değişiklikleri veya kaybına yol açan nöbetlerin tekrarladığı sürekli bir hastalıktır.

Epilepsi nasıl bir hastalıktır?

Normalde beyin hücreleri düşünme ve vücudu yönetme gibi işlevlerini biyo-elektriksel aktivitelerle sürdürür. Bu aktivitelerin sonucunda ortaya çıkan istek ve emirler, beyin hücrelerinden uzanarak diğer sinir hücrelerine ve kaslarımız gibi organlara kadar giden, akson denen sinir uzantıları boyunca aktarılır. Bu sayede el ve kollarımızı hareket ettirmek ve yürümek gibi işlevler mümkün olabilir. Epilepsi hastalığında, beynin tamamında veya belli bir bölgedeki bir grup beyin hücresinde, anormal olarak kısa ve ani başlayan aşırı biyo-elektriksel deşarjlar ortaya çıkar. Bu da kişinin bilincinde ve hareketlerinde (kolda, bacakta veya bütün vücutta) görülen istem dışı değişikliklere (nöbet, havale) neden olur. Epilepsi, istem dışı ortaya çıkan, bazen bilinç değişiklikleri veya kaybına yol açan nöbetlerin tekrarladığı sürekli bir hastalıktır.

Çocuklarda epilepsi nedenleri

Tüm epilepsi vakalarının % 60’ında bir neden bulunamaz. Bu tip epilepsiler genellikle 15 yaşından önce başlar. Geri kalanlarında nedenler ise; doğuştan gelen nedenler (ailevi veya genetik sebepler), doğuştan metabolizma hastalıkları, gebelikte beyin gelişimini etkileyen olaylar (rahim içi enfeksiyonlar vb), doğum sırasında beynin oksijensiz kalması, zedelenmeler ve kafa içi kanama, doğum sonrası menenjit, kafa travması, kazalar, beyin tümörleri ve uzun süren ateşli havaleler olarak sıralanabilir.

Çocuklarda epilepsi ne sıklıkla görülür?

Çocukluk çağında epilepsi hastalığı erişkinlere göre biraz daha sık olarak her yüz çocukta bir görülür. Ülkemizde kesin sayı bilinmemekle birlikte epilepsi sıklığı (%0.5-1) göz önüne alındığında yaklaşık 300-600 bin epilepsili hasta

olduğu tahmin edilmektedir. Hastalık erkekler ve kızlarda aşağı yukarı benzer sıklıkta görülür (E/K:1.8/1.6).

Nöbetler nasıl olur? Ne tür belirtiler görülür?

Nöbetler beyinde kaynak aldıkları bölgedeki hücre gruplarına göre farklı belirtiler gösterebilir. Dalgınlık, sabit bakma, donakalma, bazen korku hissi ve anormal algılamalar şeklinde ortaya çıkabileceği gibi bazı nöbetler ani bilinç kaybı, yere düşme, kol ve bacaklarda sürekli kasılma, kasılı kalma, ağızdan köpük gelme, altına kaçırma, dişlerde kenetlenme ve morarma şeklinde de olabilir. Küçük bebeklerde nöbetler büyük çocuklardaki gibi belirgin olmaz. Sebepsiz ve sık ani sıçramalar, ağzın tek taraflı çekilmesi, ağız şapırdatma, sık göz kırpma, başın ani öne düşmesi, ellerin boks yapar gibi hareketleri, bacaklarda pedal çevirme hareketleri, ellerin ve

ÇOCUK NÖROLOJİSİ

Page 15: Saglikta erdem sayi 2

15Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

kolların kasılı kalması, gözlerin bir tarafa devrilmesi ve sabit bakmalar nöbet olabilir.

Çocuklarda epilepsi nasıl tedavi edilir?

Epilepsi nöbetleri öncelikle anti-epileptik denen ilaçlarla tedavi edilir. İlaçlar nöbetleri baskılayarak tedavi eder. Hastanın durumuna ve hastalığın seyrine göre tedavi süresi iki ile dört yıl arasında sürebilir. Ömür boyu ilaç kullanılması gereken bazı epilepsi tipleri de vardır. Farklı nöbet sebepleri ve tipleri olmasına rağmen çocuk hastaların büyük bir çoğunluğu ilaçlara iyi cevap verir ve nöbetler kontrol altına alınır. Tedaviye iyi yanıt veren, başka nörolojik problemi olmayan, en az iki yıl nöbeti olmayan çocuklarda iyileşme kabul edilerek ilaçlar azaltılarak kesilebilir. İlacın kontrolsüz bir şekilde ani kesilmesi nöbetlerin tekrarına yol açar. Epilepsi ilaçlarına cevap vermeyen dirençli hastalarda ketojenik diyet, vagal nöral situmulasyon (VNS), epilepsi cerrahisi gibi diğer tedavi seçenekleri kullanılmaktadır.

Epilepsiyi tetikleyen durumlar nelerdir?

Uykusuzluk, aşırı yorgunluk, bazı ilaçlar (alerji ilaçları, soğuk algınlığı ilaçları, makrolid antibiotikler vb.), bazı yiyecek ve içecekler (greyfurt, kafeinli ve alkollü içecekler vb.) nöbetleri

tetikleyebilir. Bazı epilepsi tiplerinde ışığa duyarlılık olabileceği için yanıp sönen ışıklar, televizyon, bilgisayar, mobil cihazların ekranları nöbetleri tetikleyici olabilir. Kullanımları kısıtlanmalıdır. Stres, enfeksiyonlar, kullanılan epilepsiilaçlarının atlanması veya aksatılması nöbetlerin tekrar ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu durumlarda öngörülen tedavi süresi uzar. Bu nedenle epilepsi ilaçlarının zamanında ve belirtilen miktarda kullanılması çok önemlidir.

Epilepsi nöbeti nasıl teşhis edilir?

Bazı durumlar epilepsi nöbetleri ile karışabilir. Ağlarken katılma nöbetleri, çocukluk çağı tikleri, bayılma, çocukluk çağı mastürbasyonu, uykuda sıçrama ve silkinmeler, ürperme, boyun eğme hareketi, tekrarlayıcı baş dönmeleri, gece korkusu, migren, kalbin ritim bozuklukları ve gastro özefagial reflüye bağlı hareketler epileptik nöbet değildir. Ancak epileptik nöbetlerle karışabileceği ve tedavileri farklı olduğu için çocuk nöroloji uzmanı tarafından teşhis edilmeli ve ayırımı yapılmalıdır. Epilepsi teşhisinde nöbetin gözlenmesi ve ayrıntılı bilgi verilmesi, mümkün ise şüpheli durumlarda çocuğun kameraya çekilen video görüntüsü hekimin teşhisinde çok kıymetlidir. Genel kan analizi dışında beynin elektriksel deşarjlarını kafa derisine yapıştırılan elektrotlarla algılayıp kağıt üzerine veya bilgisayar ekranına yansıtan EEG

(Elektro-Ensefalo-Grafi) çekimi epilepsi teşhisinde ve tedavisinin seyrini takip etmede önemli bir yer tutar. EEG çekiminin çocuğa hiçbir yan etkisi ve zararı yoktur. Genellikle, çocuğun yaşı ve nöbet öyküsü de göz önüne alınarak, uykuda ve uyanıklıkta çekilir. Epilepsi ve nöbet sebepleri açısından beyin yapısının görüntülenmesi ve araştırmak için bazen MRG (Magnetik Rezonans Grafi) çekimi gerekir. Bilgisayarlı tomografi (CT) kafa travması, kafa içi kanama ve nadir bazı durumlar dışında (radyasyon yan etkisi de göz önünde bulundurularak) çocuklarda epilepsi teşhisinde genellikle tercih edilmez.

Nöbetler tehlikeli midir?

Nöbetler hayatı tehdit eder gibigörünse de aslında tıbbi açıdan genellikle hayati bir sonuç doğurmazlar. Çoğu nöbet kötü bir sonuca yol açmadan birkaç da-kika sonra kendiliğinden sona erer ve acil tıbbi müdahale gerektirmez. Sonrasında çocuk yorgun bir şekilde uykuya dalarak dinlenmeye geçer. Bu süre nöbetin şiddetine ve süresine bağlı olarak değişken olabilir. Ayıldıktan sonra normal hayatına döner. Nöbet geçirmediği sürede temelde beyni etkileyen devamlı bir hastalığı yoksa çocuk normal hayatını sürdürür. Kontrol altına alınamayan, tedavi görmeyen kişilerde nöbetler giderek artabilir ve beyin fonksiyonlarını bozulma yönünde etkileyebilir.

Ne zaman ambulans çağırmalı veya

en yakın acil sağlık kuruluşuna başvurmalısınız?

- Kasılmalı nöbetin süresi beş dakikayı geçerse,- Nöbet sona ermesine rağmen bilinç

kapalılığı ve solunum normale dönmezse,- Çocuk kendine gelmeden arka

arkaya nöbet geçirirse,- Nöbetten sonra sersemlik hali

bir saatten uzun sürerse,- Nöbet suda meydana gelmişse veya

herhangi bir nedenle boğulma durumu varsa,- İlk nöbet ise ve nöbet geçiren çocuk yaralı ise ambulans çağırmalı veya en

yakın acil sağlık kuruluşuna başvurmalısınız.

Page 16: Saglikta erdem sayi 2

16 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Ailelere genel öneriler

- Çocuklarınıza hastaymış gibi davranmayın. Hastalığı hakkında bilgi verin. Unutmayın ki uygun tedavi ile çocukluk çağı epilepsilerinin %60-80 kadarı tamamen iyileşebilmektedir. - İlaçlarını saatinde ve miktarında vermeniz çok önemlidir. - Kontrollerinizde çocuğun nörolojik muayenesi, hastalığın seyir izlemi, ilaç yan etkileri için kan analizi, ilaçların ayarlanması için ilaç kan düzeyi analizi (bazı ilaçlarda) ve belli bir sıklıkta EEG çekimi yapılır. İlaç kan düzeyi bakılacak hastalarda sabah ilacını almadan kan tahlili verilmelidir. Tamamen iyileşme için iyi bir takip çok önemlidir. Kontrollerinizi aksatmayın. - Çocuğa diğer aile bireylerinden farklı, gereksiz korumacı davranmayın. Çocuğunuz epilepsi hastasıdır diye her istediğini yapmanız gerekmez. Kendi normal yetiştirme tarzınıza göre yetiştirin, özel bir davranış gerekmez.- Çocuğunuzu aşırı yorgunluk, açlık, uykusuzluk ve kötü beslenmeden koruyun.- Genellikle hafif sporlar yapmasında sakınca yoktur. Aşırı yorucu, kafasına darbe alma riski yüksek spor ve aktiviteler önerilmez. Yüzme sırasında, havuzda veya dolu küvette havale geçirme durumunda istenmeyen sonuçları engellemek için hiçbir zaman suda yalnız bırakılmaması gerektiğini unutmayın.

Nöbet anında yapılması gerekenler

Kasılma ile giden nöbetlerde çocuk yere düşer, vücudu katılaşır, kasları seğirir, solunum düzensizleşir. Ağızdan köpük gelme, morarma ve altına kaçırma olabilir. Bu durumda; - Sakin olun. Nöbetin kendiliğinden sonlanmasını bekleyin ve zaman tutun. - Çırpınma ve kasılma hareketleri sırasında yaralanmasını engelleyin. Etrafındaki sert, keskin ve köşeli eşyaları uzaklaştırın. - Ağzına bir şey koymayın, çenesini açmaya çalışmayın.- Yavaşça yere yan yatırın. Salya veya kusmuk olursa dışa yana akmasını sağlayın. Nefes yolunu kapatan bir şey veya pozisyon olmadığını kontrol edin. - Hareketlerini durdurmaya kalkmayın ve başının altına yumuşak bir şey yerleştirin.- Boynuna sarılabilecek giysi, eşya, aksesuar varsa gevşetin ve uzaklaştırın. - Nöbetten sonra çok yorgun olacaktır. Rahatlatıcı ve sakin konuşun. Kendine gelene kadar yanından ayrılmayın.

Kasılma olmayan nöbetler genellikle kısa, dalma şeklinde, anlamsız konuşma ve hareketler şeklinde olabilir. Çocuk yarı bilinçsizdir. Amaçsız şekilde dolaşır, ağız şapırdatır, giysilerini çekiştirme gibi otomatik hareketler yapabilir. Olanları hatırlamaz. Bu durumda;- Nöbeti durdurmaya çalışmayın, genellikle ne yaptığını bilmez ve sizi duymaz. - Etraftaki tehlike yaratacak şeylerden uzaklaştırın veya sakının. - Bilinci yerine gelene kadar yanında kalın ve rahatlatıcı şekilde konuşun.

Nöbet anında asla bunları yapmayın

Nöbeti olan bir çocuğu gören kişiler tepkisel olarak paniğe kapılarak bazen hastaya zarar verebilirler. Nefes alamayacağı, dilinin arkaya kaçtığı, dilinin çekilmesi gerektiği, dişlerinin arasına bir şey koyma gereği gibi düşünce ve hareketler kesinlikle yanlıştır. Bir kişinin kendi dilini yutarak boğulması imkansızdır. Hiçbir zaman nöbet geçiren bir kişin ağzına bir cisim veya parmak sokulmaz, çene açılmaya çalışılmaz. Aksi taktirde ağza konulan parmak ve nöbet geçiren kişi ciddi şekilde yaralanabilir.

- Panik yapmayın.- Parmağınızı çocuğun ağzına sokarak ağzını açmaya çalışmayın.- Çocuğu çok sıkarak tutmayın, kasılan kol ve bacaklarını açmaya çalışmayın.- Kalp ve solunum masajı yapmayın, ağızdan ilaç vermeyin.- Çocuğun bilincini açmak için sarsmayın, tokat atmayın, soğan-sarımsak, kolonya koklatmayın.- Üzerine ve başına soğuk su dökmeyin, suya tutmayın.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp

Fakültesi mezunu olan Çocuk Nörolojisi Uzmanı

Doç. Dr. Adnan Ayvaz Çocuklarda Epilepsi

hakkında bilgi veriyor.

Doç. Dr. Adnan AyvazÇocuk Nörolojisi Uzmanı

ÇOCUK NÖROLOJİSİ

Page 17: Saglikta erdem sayi 2

17Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Page 18: Saglikta erdem sayi 2

18 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

GİRİŞİMSEL RADYOLOJİGirişimsel Radyoloji; Ultrasonografi, Bilgisayarlı Tomografi, Manyetik Rezonans veya floroskopi gibi cihazlar kullanılarak vücuda tanısal ya da tedavi amacıyla girişimsel işlemlerin yapılmasıdır. Bu cihazların kullanılması sayesinde organlar ve

dokular görülerek işlemler uygulanmakta ve böylece işlemlere bağlı riskler minimuma inmektedir. Girişimsel Radyoloji ünitesinde yapılan işlemler damarsal ve damardışı yapılara yönelik olarak yapılan işlemler olarak ikiye ayrılmaktadır.

Damarsal işlemler atardamar ve toplardamarlarla ilgili olan işlemler, damardışı işlemler ise damarlar dışında kalan organlara yönelik yapılan işlemlerdir. Girişimsel Radyolojik işlemler büyük oranda lokal anestezi kullanılarak yapılmaktadır. Belirgin bir kesi olmadığından ve sadece lokal anestezi ile işlemler yapıldığından, hastaların hastanede kalış süresi azalmakta ve kısa sürede taburculuk işlemleri gerçekleştirilebilmektedir.

Damarsal Girişimsel Radyolojik İşlemler

Damarsal işlemler atardamar ve toplardamarlarla ilgili olan işlemlerdir. Tanısal amaçlı işlemlerde özel iğneler ve kateterler kullanılarak görüntülenmek istenen damarın içerisine ilerlenmekte ve kontrast madde verilerek görüntüler alınmaktadır. Tedavi amaçlı işlemlerde ise damarlardaki problemin çözümüne yönelik işlemler uygulanmaktadır. Lokal anestezi sonrası kasıktan geçen atardamar içerisine iğne ile girildikten sonra küçük çaplı bir kılıf yerleştirilmekte ve kılıf içerisinden yine küçük çaplı bir kateter ile istenilen damara ulaşılmakta ve kontrast verilmesi sonrası görüntüler

alınmaktadır. Kontrast madde verilmesi sonrası damarsal yapılar görünür hale gelmekte ve patolojik durumların varlığı ortaya konulmaktadır.

Ünitemizde Yapılan Vasküler Tanısal Radyolojik Damarsal İşlemler:

• Femoral yolla 4 sistem selektif serebral anjiografi: Beyin damarlarının görüntülenmesidir. • Çift taraflı karotid anjiografi: Karotis arter dediğimiz boyun damarlarının görüntülenmesidir. Boynun sağında ve solunda olmak üzere iki adet karotis arter bulunmaktadır. • Selektif vertebral anjiografi:Vertebral arter dediğimiz boyun damarlarının görüntülenmesidir. Boynun sağında ve solunda olmak üzere iki adet vertebral arter bulunmaktadır. • Aortografi: Kalpten çıkan ana atardamarın görüntülenmesidir. • Aortofemoropopliteal (AFP) anjiografi: Batın orta kesiminden geçen ana atardamar ve bacağa giden atardamarların görüntülenmedir. • Bronşial arteriografi: Akciğere giden atardamarların görüntülenmesidir. • Çölyak anjiografi ve arterial portografi: Karaciğer ve dalağa giden damarların görüntülenmesidir.

• Superior - inferior mezenterik anjiografi: İnce ve kalın bağırsak damarlarının görüntülenmesidir. • Renal anjiografi: Böbrek damarlarının görüntülenmesidir. • Pelvik anjiografi: Gövdenin alt kısmındaki atardamarların görüntülenmedir. • Spinal anjiografik tarama: Omuriliği besleyen atardamarların bulunup görüntülenmesidir. • Brakial anjiografi: Kol atardamarlarının görüntülenmesidir. • Transplant renal anjiografi: Böbrek nakli yapılan hastalarda nakil olan böbreğin atardamar ve toplardamarlarının görüntülenmesidir.• İnferior/Superior venakavagrafi: Kalbe giden ana toplardamarların görüntülenmesidir. • Üst ekstremite venografisi: Kol toplardamarlarının görüntülenmesidir. • Renal venografi: Böbrek toplardamarlarının görüntülenmesidir. • Renal - petrozal kan örnekleri alınması: Böbrek üstü bezi ve hipofiz bezinin salgılarının boşaldığı toplardamarlardan kan örnekleri alınarak incelenmesidir.• Hepatik venografi: Karaciğer toplardamarlarının görüntülenmesidir.• Splenoportografi: Dalak toplardamarının ve portal ven dediğimiz karaciğere giden toplardamarın görüntülenmesidir.

RADYOLOJİ

Page 19: Saglikta erdem sayi 2

19Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

• Testiküler venografi: Testis venlerinin görüntülenmesidir. • Alt ekstremite venografisi: Bacak toplardamarlarının görüntülenmesidir. • Arteriovenöz fistülografi: AV fistülü olan diyaliz hastalarında AV fistülün değerlendirilmesidir.• Santral venöz kateter patensi değerlendirilmesi: Kateter yerleştirilen diyaliz hastalarında kateterin değerlendirilmesidir.

Ünitemizde Yapılan Vasküler Girişimsel Radyolojik İşlemler:

• Vena kavaya filtre yerleştirilmesi: Bacak damarlarında pıhtı olan hastalarda, bu pıhtıların koparak akciğer damarlarına gitmesi çok tehlikelidir. Pıhtıların akciğere ulaşmasını engelleyen filtre dediğimiz materyaller bulunmaktadır. Lokal anestezi sonrası kasıktaki ya da boyundaki toplardamarlardan birisinden girilerek, bacaklardan kanı kalbe götüren ana toplardamar içerisine, böbrek damarlarının hemen altında açılacak şekilde filtre yerleştirilmekte ve pıhtıların akciğere ulaşması önlenebilmektedir. Bu filtreler geçici ya da kalıcı filtreler şeklinde ikiye ayrılır. Geçici filtreler 1-2 hafta içerisinde çıkarılabilmekte, kalıcı filtreler ise ömür boyu kalmaktadır. • Tümör embolizasyonu: Vücuttaki bazı tümörler, tümörün direk kendisine ya da tümörü besleyen damarlara yönelik yapılan işlemlerle embolize edilebilmektedir. • Kemoembolizasyon: Özellikle karaciğer tümörlerinde tümörü besleyen atardamar

içerisine girilerek kemoterapötik ilaçların verilmesidir. • Perkütan transluminal anjioplasti (PTA): Anjiografi sonrası damarda saptanan darlık ince bir tel ile geçilmekte ve darlık olan kesime balon yerleştirilerek şişirilmektedir. Böylece darlık açılmakta ve kan akımının daha iyi olması sağlanmaktadır. • PTA - stent yerleştirilmesi: Bazı damarlarda anjioplasti işlemi ile darlık açılmamakta ya da tekrar kapanmaktadır. Bu gibi durumlarda darlığın olduğu bölgeye stent dediğimiz kafes teller yerleştirilmekte ve içerisinde balon şişirilerek normal damar çapını alması sağlanmaktadır. Böylece damar açıklığı sağlanmakta ve kan akımı istenilen düzeye getirilmektedir. • Selektif trombolitik tedavi: Damar içerisinde pıhtı oluşumu akımı kesmekte ve kan akımını bozmaktadır. Problem olan damarın içerisine kateterle ilerlenmekte ve pıhtı eritici ilaçlar verilerek pıhtının eritilmesi sağlanmakta ve kan akımı normal haline döndürülebilmektedir. • Tünelli (kalıcı) kateter yerleştirilmesi: Diyalize girmesi gereken ancak giriş yolu olmayan hastalara vücuttaki ana damarlara kalıcı kateter dediğimiz kateterler yerleştirilmekte ve bu kateterlerden diyalize girmesi sağlanmaktadır. Bu kateterlerin ortalama ömrü yaklaşık 1 yıldır.

• Geçici kateter yerleştirilmesi: Kısa süreli diyalize girmesi ya da damardan beslenmesi gereken hastalara, vücuttaki ana damarlardan birisine geçici kateter

dediğimiz kateterler yerleştirilmektedir. Bu kateterlerin ortalama süresi yaklaşık 15 gündür. • Subkutan port takılması: Kemoterapi alması gereken kanser hastalarına damarlarından kemoterapötik ilaçların verilmesi bu damarlarda tıkanma gibi problemlere neden olmaktadır. Bu nedenle kemoterapötik ilaçlar port adını vediğimiz materyallerden verilmektedir. Lokal anestezi eşliğinde genellikle göğüs üst kesiminde cilt altı doku içerisine port materyali yerleştirilmekte ve port kateteri kalbe giden ana toplardamarın içerisine uzatılmaktadır. • Tünelli kateter çıkarılması: Daha önce yerleştirilen kalıcı kateterlerin lokal anestezi eşliğinde çıkarılmasıdır. • Subkutan port çıkarılması: Daha önce yerleştirilen port materyallerinin lokal anestezi eşliğinde çıkarılmasıdır. • Periferik ateroktomi - trombektomi veya lazer: Bacakları besleyen atardamarlardaki kireçlenmiş plakların özel cihazlar ile temizlenmesi ve kan akımın tekrar sağlanmasıdır. • Varislere lazer ve sklerozan tedavisi: Bacaklarda gelişen varislere sebep olan genişlemiş damarların lazer ile kapatılması ve genişlemiş varislerin sklerozan madde verilerek ortadan kaldırılmasıdır.

Damardışı Girişimsel Radyolojik İşlemler

Damardışı girişimsel işlemler, damarlar dışındaki yapılara yönelik yapılan

Page 20: Saglikta erdem sayi 2

20 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

işlemlerdir. Görüntüleme yöntemleri gelişmeden önce vücudumuzdaki organlara yönelik yapılan işlemler anatomik pozisyonlara göre yapılırdı.

Örneğin karaciğer ya da böbrek gibi herhangi bir organdan biyopsi yapılacaksa, organı görmeden, anatomik olarak uygun bir yerden girilerek parça alınırdı. Bu gibi durumlarda işlemi yapan hekim, parça alınacak organı ve organın önündeki damar-sinir gibi yapıları göremezdi. Organı görmeden yapılacak biyopsilerde, kanama ya da uygun yerden örmek alamama gibi durumlarla karşılaşılabilir. Artık günümüzde bu işlemleri girişimsel radyologlar, uygun cihazları kullanarak, biyopsi yapılacak organı ve çevresindeki yapıları görerek yapmakta, böylece organın içindeki ya da çevresindeki damar ve sinir gibi yapılara zarar verilmemektedir. Örneğin tiroid bezinden yapılacak biyopsilerde ultrason kılavuzluğunda tiroid bezi görüntülenmekte, bez içerisindeki nodüle en kısa yoldan ulaşılmakta ve doğru bir şekilde aspirasyon yapılabilmektedir.

Ünitemizde Yapılan Vasküler Girişimsel Radyolojik İşlemler: • Biyopsiler: Tiroid, karaciğer, böbrek, akciğer, kemik gibi organlardan ya da vücudun herhangi bir yerindeki patolojik dokudan lokal anestezi ile girilerek küçük parçalar alma işlemidir. • USG eşliğinde meme işaretleme: Sadece memedeki patolojik yapının çıkarılacağı durumda, girişimsel radyolog tarafından bu dokuya yerleştirilecek ve ucu dışarda olan

küçük bir tel ile cerrahın bu dokuya ulaşabilmesi kolaylaştırılmaktadır. • Parasentez / Torasentez: Akciğerler zarları ya da batındaki organları çevreleyen zarlar arasındaki sıvıdan örnek alınmasıdır. • Perkütan asit / plevral efüzyon drenajı: Akciğerler zarları ya da batındaki organları çevreleyen zarlar arasındaki sıvının boşaltılmasıdır. • Perkütan abse / ampiyem drenajı: Vücudun herhangi bir yerindeki apsenin ya da akciğer zarları arasındaki enfekte sıvının kateterler ile boşaltılmasıdır. • Perkütan kist tedavisi: Büyümüş ve klinik bulguya neden olan böbrek ya da karaciğer kistlerinin kateter yerleştirilerek ve içerisinden bazı maddeler verilerek tedavi edilmesidir. • Perkütan pnömotoraks tedavisi: Akciğer zarları arasına dolan havanın boşaltılmasıdır. • Perkütan lenfosel drenajı: Vücudun herhangi bir yerinde biriken lenf sıvısının boşaltılması ve tedavi edilmesidir. • Perkütan psödokist tedavisi: Pankreatit sonrası oluşan psödokist adını verdiğimiz kistlerin kateter yerleştirilerek tedavi edilmesidir. • Perkütan hidatid kist tedavisi: Karaciğere yerleşen ve hidatid kist denilen kistik lezyonun kateterler kullanılarak tedavi edilmesidir. • Kolanjiografi: Safra yollarının görüntülenmesidir. • Perkütan transhepatik kolanjiografi: İnce bir iğne ile safra yollarına girilerek kontrast madde verilmesi sonrası görüntülenmesidir.

RADYOLOJİ

Page 21: Saglikta erdem sayi 2

21Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

• Perkütan bilier sistem drenajı: Genişlemiş safra yollarına kateter yerleştirilerek safra akışının sağlanmasıdır. • Perkütan koledok balon dilatasyonu: Koledok adını verdiğimiz ana safra kanalındaki darlıkların ya da tıkanıklığın balon şişirilerek açılma işlemidir. • Perkütan bilier stent yerleştirilmesi: Ana safra yollarına stent yerleştirilerek açıklığın sağlanmasıdır. • Perkütan safra kesesi drenajı: Genişlemiş safra kesesine kateter yerleştirilerek boşalmasının sağlanması işlemidir. • Perkütan alkol ablasyon tedavisi: Tümörlü doku içerisine iğne ya da kateter ile girilerek alkol verilmesi ve tümörlü dokunun beslenmesinin ortadankaldırılması işlemidir. • Antegrad pyelografi: Böbrek toplayıcı sistemi içerisine ince bir iğne ile girilerek kontrast madde verilmesi sonrası görüntü alma işlemidir. • Perkütan nefrostomi: Ultrason kılavuzluğunda böbrek toplayıcı sistemi içerisine drenaj kateteri yerleştirilmesi işlemidir. • Perkütan üreter stenoz dilatasyonu: Üreterdeki darlığın balon kullanılarak genişletilmesi işlemidir. • Perkütan üreteral stent yerleştirilmesi: Üreterdeki darlığa stent yerleştirilerek açılması işlemidir. • Perkütan sistostomi: Genişlemiş ve boşaltma problemi olan mesane içerisine kateter yerleştirilerek idrarın kateter aracılığıyla dışarı boşaltılmasıdır. • Perkütan renal kist ponkisyonu ve tedavisi: Böbrek kistlerinin iğne veya

kateterler boşaltılması ve kist içerisine sklerozan madde verilerek tedavi edilmesi işlemidir. • Poş grafisi: Vücuttaki poş adını verdiğimiz boşlukların kontrast madde verilerek görüntülenmesi işlemidir. • Perkütan gastrostomi: Ağızdan beslenemeyen hastalara dışarıdan mide içerisine uzanan kateter yerleştirilmesi işlemidir. Böylece hasta kateterden beslenebilmektedir. • Perkütan gastrojejunostomi: Ağızdan beslenemeyen hastalara dışardan mide ve bağırsak içerisine uzanan kateter yerleştirilmesi işlemidir. • BT eşliğinde girişimsel tetkikler: Ultrasonla iyi görüntü alınamayan hastalarda Bilgisayarlı Tomografi kılavuzluğunda girişimsel işlemlerin uygulanmasıdır.

Diyaliz Hastalarına Uygulanan Girişimsel Radyolojik İşlemler:

Böbrek damarlarından kaynaklanan problemi olan hastalarda amaç, hastalığın ilerleyip böbrek yetmezliğine neden olmadan bulunup tedavi edilmesidir. Örneğin böbrek damarlarında darlık varsa erken dönemde saptanıp daralan damara stent yerleştirilerek hastalığın ilerlemesi önlenebilir. Diyalize giren hastalarda ise el ve kol damarlarının korunması fistül açılması açısından önemlidir. Açılan fistüller hastanın diyalize girmesini sağlamaktadır. Fistülü oluşturan damarlarda problemi olan hastalarda diyaliz işlemi kateter adını verdiğimiz toplardamarların içerisine yerleştirilen materyallerle sağlanmaktadır. Bunlar geçici ve kalıcı kateterler şeklinde ikiye ayrılır. Girişimsel radyolojinin avantajı ultrason kılavuzluğunda uygun

toplardamar görüntülenerek kateterin yerleştirilmesidir. Ayrıca fistülü tıkanan hastalarda, erken dönemde tıkanan fistülün içerisine girilerek pıhtı eritici ilaç verilip tekrar açılması sağlanabilmektedir. Ya da fistüldeki tıkanma damardaki darlığa bağlı ise darlık balonla açılarak fistülün devamlılığı sağlanabilmektedir.

Kanserin Erken Saptanmasında Radyolojinin Önemi:

Kanser tüm insanlığın kabusu olmaya

devam etmektedir. Burada öncelikli amaç

insanların bilinçlendirilmesidir. Kadınlarda

meme ve sigara içiminin artması

nedeniyle akciğer kanseri, erkeklerde

ise akciğer kanseri en sık görülen kanser

türleridir. Bununla birlikte vücudumuzdaki

her organdan kanser gelişebilmektedir.

Kanserin oluşmasında genetik ve çevresel

faktörler rol oynamaktadır. Kanser erken

dönemde saptandığında tedavisi çok

daha kolay olabilmektedir. Geç dönemde

ise vücudun diğer organlarına ve

dokularına yayılmakta ve tedaviyi

zorlaştırmaktadır. Radyolojik açıdan

herhangi bir organda bir kitle

saptandığında uygun modaliteyi

kullanılarak saptadığımız kitlenin

içerisine girip parçalar alınmakta ve

patoloji laboratuarına göndererek teşhis

konulması sağlanmaktadır. Girişimsel

radyolojik yöntemler içerisinde bazı

kanser türlerinin tedavi edilmesi de vardır.

Örneğin karaciğer kanserinde

karaciğerdeki tömörün içerisine girilerek

alkol verilmesi, embolizasyon yöntemi ile

tümörü besleyen damarların tıkanması ya

da RF ablasyon dediğimiz yöntemle

tümörün içerisine girip radyofrekans

dalgaları gönderilmesi gibi yöntemlerle

tümörlü doku ortadan kaldırılabilmektedir.

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan

Uzm. Dr. Ali Fırat, Girişimsel Radyoloji ile

tedavi yöntemleri hakkında bilgi veriyor.

Uzm. Dr. Ali FıratGirişimsel Radyoloji

Page 22: Saglikta erdem sayi 2

22 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Vertigo

Hastanın kendi bedeninin döndüğü veya çevrenin kendi etrafına döndüğü algısı olarak tanımlanır. Genel olarak bu dönme, etrafın dönmesi, öne arkaya gitme, düşme hissi, bir tarafa doğru kayma şeklinde ifa-de edilir. Ancak her hasta bunu farklı bir şekilde hisseder. Başında bir tuhaflık hissi, başı tutamayacak gibi olmak, sersemlik, sarhoş gibi hissetmek ya da yerin ayağın altından kayıyormuş gibi olması durumları da baş dönmesi yakınmasını ifade etme için kullanılabilir.

İnsan dengesi beyin, beyincik, göz, iç kulak, omurilik, sinirler, kalp gibi sistem

ya da organların sağlıklı çalışmasıyla sağlanır. Bu sistem ya da organlardan birinde veya birkaçında oluşacak bozukluklar, baş dönmesi, dengesizlik gibi belirtilerle kendini gösterir. Tüm vertigoların %50’si kulakla ilgili hastalıklarla, %20’si nörolojik hastalıklarla ve %30’u başka sistemlerin hastalıkları ile ilişkilidir.Baş dönmesinin en sık karşılaşılan sebeplerinden biri, iyi huylu pozisyonel vertigodur. İç kulakta dengeyi sağlayan yarım daire kanallarının içinde yer alan ve mikroskobik ya da kristal olarak adlandırdığımız yapılar yerlerinden oynayarak bu kanalları tıkayabilir ve şiddetli baş dönmesi, bulantı, kusma, dengesizlik gibi yakınmalara sebep

olabilir. Yine bu kanalları dolduran sıvının artması, kanallarda şişmeye neden olarak; baş dönmesi, işitmede azalma, bulantı,

kusma, kulakta çınlama gibi belirtilerle

kendini gösteren “Meniere Hastalığı”na

yol açabilir. Bazen de nezle, grip gibi bir

hastalık sonrasında denge sinirimiz

etkilenip benzer yakınmalar ortaya

çıkabilir.

Beynin arka ve alt tarafında yer alan

beyincik ve beynin altında yer alıp

omurilikle devam eden “beyin sapı”

denen yapılar da dengeyi sağlayan ana

merkezlerdir. Bu yapıların kanama, damar

Hemen herkes hayatının bir döneminde baş dönmesi yakınması ile karşılaşır. Her yıl dünya nüfusunun yaklaşık %25’inde baş dönmesi yakınması görüldüğü bildirilmiştir.

Tıp dilinde “vertigo” diye adlandırılan baş dönmesi birçok kez altında önemli bir hastalık bulunmayan ve kendiliğinden düzelen bir belirti olmakla beraber bazen ciddi bir hastalığa da işaret edebilir.

VERTİGOTEKRARLAYAN BAŞ

DÖNMELERİNİ CİDDİYE ALIN

NÖROLOJİ

Page 23: Saglikta erdem sayi 2

23Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

tıkanıklığı veya “Multipl Skleroz” (MS)

olarak adlandırılan ve sinir kılıflarının

harabiyeti ile ortaya çıkan hastalıklarda

baş dönmesi, bulantı, kusma ve

dengesizlikle kendini gösterebilir.

Baş dönmesi yakınması olan hastaların öncelikle iyice dinlenmesi gerekir. Baş dönmesinin şekli, süresi, ne zamandan beri olduğu, baş hareketleriyle ilişkili olup olmadığı; baş dönmesine eşlik eden bulantı; kusma, çift görme, dengesizlik, kulak çınlaması gibi belirtilerin olup olmadığı öğrenildikten sonra hasta, ayrıntılı bir muayeneden geçirilir.

Çoğunlukla hastaların yakınmalarını dinlemek, fiziki ve nörolojik muayenesini yapmak, teşhis için yeterli olmaktadır. Eğer şüpheli bir muayene bulgusu ya da yakınma varsa; kan tahlili, MR, beyne giden ana damarların doppler görüntülenmesi gibi tetkikler istenir. Muayene ve tetkikler sonucunda, baş dönmesine neden olabilecek, kanama, damar tıkanıklığı, MS gibi bir rahatsızlık düşünülürse tedavi planı buna göre daha ciddi ve kapsamlı bir şekilde yapılır.

Eğer bu tarz hastalıklar düşünülmez ve yakınmaların iç kulaktaki bozukluğa bağlı olduğu saptanırsa, iç kulaktaki rahatsızlığı giderecek tedavinin yanı sıra, hastaya kısa süreli kullanım için baş dönmesini baskılayıcı bazı ilaçlar verilir. Beynimiz, baş dönmesi hissine 3-5 gün gibi kısa bir sürede adapte olur ve bu his giderek azalır. Baş dönmesi tedavisinde kullanılan ilaçlar uzun süre alınırsa, bu adaptasyon olmamakta ve ilaç bırakılınca baş dönmesi tekrar başlayabilmektedir. Bu nedenle hastalarımızın bu tür ilaçları doktorlarının tavsiye ettiği süreden daha uzun kullanmalarını önermeyiz.Sonuç olarak baş dönmesi yakınmalarında fazla telaşlanılmamalı ancak birkaç günü geçen baş dönmeleri ihmal edilmemeli ve mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Vertigonun sanıldığı gibi bir hastalık ismi değil baş ağrısı, uyuşma, bulantı gibi sadece bir belirti olduğu ve mutlaka buna sebep olan bir hastalığın var olacağı unutulmamalıdır.

Bir uzmana başvurmak, baş dönmesinin sebebinin aydınlatılması ve tedavinin hemen planlanıp oldukça rahatsız edici olan bu histen kurtulmak açısından mutlaka gereklidir.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan

Nöroloji Uzmanı Başak Bolluk Kılıç, Vertigo hakkında

bilgilendiriyor.

Uzm. Dr. Başak Bolluk KılıçNöroloji

Page 24: Saglikta erdem sayi 2

24 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ÇOCUKLARDA ÜST SOLUNUM YOLU ENFEKSİYONLARI

Üst solunum yolu enfeksiyonları burun, boğaz (farinks, bademcikler), kulaklar ve solunum borusunun başlangıç kısmı olan larinksin enfeksiyonlarıdır. En sık “soğuk algınlığı” olarak karşımıza çıkar. Soğuk algınlığında, burun akıntısı ve

burun tıkanıklığı belirtileri ön plandadır. Bu hastalığa virüsler neden olur.

Hangi sıklıkla görülür?

Soğuk algınlığı yıl boyunca gelişebilir. Ancak etken olan virüslerin daha sık görüldüğü sonbahar başından ilkbahar sonuna kadar olan dönemde daha sık gelişir. Küçük çocuklar yılda ortalama 6-7 kez soğuk algınlığı geçirirler. Çocukların %10-15’i ise yılda en az 12 üst solunum yolu enfeksiyonu yaşar. Hastalığın görülmesi yaşla azalır. Yaşamın ilk yılında ev dışı gündüz bakım evlerinde kalan çocuklarda sadece evde bakılan çocuklara kıyasla soğuk algınlığı %50 fazladır. Soğuk algınlığına neden olan virüsler genellikle solunum yoluyla ve bazen de direkt temasla bulaştıklarından çocukların okula gitmesi virüslerle karşılaşmayı arttırır. Hastalık soğuk havalarda daha fazla görülür; çünkü insanlar hava soğuk olduğu için iç ortamlarda birbirlerine yakın temasta kalırlar ki bu da enfeksiyonların bulaşmasını kolaylaştırır. Ayrıca düşük nem oranı, burun mukozasını kurutur; bu durum da çocukları soğuk algınlığına yol açan virüslere karşı daha hassas hale getirir.

Belirtileri nelerdir?

Soğuk algınlığı belirtileri virüs ile karşılaştıktan 1-3 gün sonra başlar. İlk fark edilen belirti genellikle boğaz ağrısıdır. Bunu kısa süre sonra burun akıntısı, tıkanıklığı ve hapşırık izler. Soğuk algınlığının % 30’una öksürük eşlik eder ve genellikle geniz akıntısı ile ilişkilidir. Bebeklerde, huzursuzluk, hafif ateş, burun tıkanıklığı, uyku sorunları, bazen kusma, ishal olabilir. Bazı virüslerle enfeksiyonlarda ateş de görülebilir. Hastalık seyri sırasında sekresyonların rengi ya da kıvamında değişiklik olabilir; bu durum her zaman sinüzit ya da bakteriyel bir enfeksiyonla ilişkili değildir. Soğuk algınlığı genellikle 1 hafta sürer; ancak hastaların %10’unda 2 haftaya uzayabilir.

Tanısı nasıl konur?

Soğuk algınlığı tanısı klinik belirtilerin varlığı ve muayene bulguları ile konur. Hastayı muayene eden hekimin görevi alerjik nezle, yabancı cisim, tonsillit,

sinüzit, boğmaca gibi daha şiddetli ya da tedavi edilebilir diğer hastalıkları dışlamaktır. Soğuk algınlığı tanısı için rutin laboratuvar çalışmalarına gerek yoktur.

Nasıl tedavi edilir?

Viral üst solunum yolu enfeksiyonlarının kesin bir tedavisi yoktur. Özellikle büyük çocuklarda kullanılan bazı tedaviler burun akıntısı, tıkanıklığı gibi bazı şikayetleri azaltabilir fakat çocukların daha kısa sürede iyileşmesini sağlamaz. Ne yazık ki hem ülkemizde hem de dünyada reçetesiz satılan soğuk algınlığı ilaçları çok fazla ve gereksiz yere kullanılmaktadır. Bu ilaçların yan etkileri ya da yanlışlıkla yüksek dozda alınmaları acile önemli bir başvuru nedenidir. Sadece ABD’de 2000-2010 yılları arasında bu ilaçlar ile ilgili olarak zehirlenme merkezlerine 750.000 çağrı gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılından itibaren soğuk algınlığı ilaçlarının etiketleri üzerinde değişik yapılmış ve bu ilaçlarının 4 yaşın altında kullanılmaması gerektiği belirtilmiştir.

ÇOCUK SAĞLIĞI

Page 25: Saglikta erdem sayi 2

25Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Ülkemizde de dekonjestan (burun akıntısı tıkanıklığını ortadan kaldırmaya yönelik) ilaçlar artık reçetesiz satılmamaktadır. Yapılan çalışmalar C vitamini kullanımının üst solunum yolu enfeksiyonları sıklığını ve semptomlarını azaltmadığını göstermiştir. Hatta bu vitaminlerin uzun süre ve yüksek doz kullanımının ishal gibi bazı istenmeyen yan etkileri olabilir.

Antibiyotik tedavisinin soğuk algınlığı tedavisinde yeri yoktur. Antibiyotikler bakterileri öldürür ama üst solunum yolu enfeksiyonlarına yol açan virüsleri öldürmez. Viral enfeksiyonlarda gereksiz antibiyotik kullanılması bakterilerde direnç gelişimine yol açar; bu durumda bu ilaçlara gerçekten ihtiyacımız olduğunda işe yaramazlar. Bu nedenle antibiyotikler sadece doktor önerisi ile kullanılmalıdır.

Hem dünyada hem de ülkemizde çocukların bağışıklık isteminigüçlendirdiği ileri sürülen bitkisel bazı ekstreler yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte bu tedavilerin çocuklarda enfeksiyon sıklığını azalttığını gösteren çalışmalar bu tedavilerin uluslarası rehberlerde yaygın kullanımını önerecek düzeyde değildir. Bu tedavilerin özellikle uzun dönem etkinliğine ilişkin çok az sayıda bilimsel çalışma vardır. Bu nedenle bu tür ilaçların kullanılması önerilmemektedir.

Soğuk algınlığının tedavisi asıl olarak destekleyici tedaviden oluşur:

- Çocukların sıvı alımının arttırılmalıdır.- Sigaraya maruziyetinin önlenmesi önemlidir. Sigaraya maruz kalan çocuklar hem daha sık hastalanırlar, hem de şikayetleri daha ağır ve uzun süreli olur.- Serum fizyolojik ile burnun temizlenmesi ve aspire edilmesi önemlidir.- Soğuk algınlığında genellikle ateş görülmez; ancak nadir görülse de 38 derecenin üzerinde olduğunda ateş düşürücü ile düşürülmelidir. Soğuk algınlığında aspirin kesinlikle kullanılmamalıdır; viral enfeksiyonlar ile birlikte aspirin kullanılması REYE sendromu denilen karaciğer yetersizliğine kadar gidebilen ve hayatı tehdit eden komplikasyonlara yol açabilir.- Burun akıntısı ve tıkanıklığını azaltmaya yönelik tedavilerin etkinliği çok sınırlıdır ancak şikayetlerin belirgin olduğu durumlarda, hekime danışılarak 4-6 yaşın üzerindeki çocuklarda verilebilir.

Korunmak için neler yapılır?

Soğuk algınlığından korumak için bir aşı ya da koruyucu tedavi yoktur. Gripten korumak için yapılan İnfluenza aşısı, bu virüsün neden olduğu soğuk algınlığını önlemeye faydalı olabilir; ancak influenza virüsü soğuk algınlığının sadece küçük bir

bölümünden sorumludur. Soğuk algınlığına neden olan virüslerin bulaşmasını önlemek için hasta kişilerden uzak durulmalıdır. Hastane ortamında solunum yolu ile bulaşan virüslerden korunmak için maske takılabilir. Hastalık direkt temas ile de bulaştığından çocukların elleri ile ağızlarına, gözlerine dokunmaları enfeksiyon alımını arttırabilir. Sık el yıkama çok önemlidir. Çocuklara bu alışkanlığın öğretilmesi gereklidir. Üst solunum yolu enfeksiyonu varlığında çocuklar kağıt mendil kullanmalı ve mendil hemen çöpe atılmalıdır. Özellikle birçok çocuğun bir arada bulunduğu ortamlarda oyun alanlarının, oyuncakların, sınıftaki araçların uygun şekilde temizlenmesi önemlidir.

Hastalığın takibi ve dikkat edilmesi gerekenler

Soğuk algınlığı bulguları genellikle 1 hafta içinde kendiliğinden düzelir. Soğuk algınlığının komplikasyonları otit (kulak iltihabı), sinüzit, pnömoni (zatürre) ve astım alevlenmesidir. Hastada ateşin uzun sürmesi, özellikle 38 dereceden fazla ateşin 3 günden uzun sürmesi, kulak ağrısı, akıntısı olması, öksürüğün artması, yoğun, balgamlı öksürük olması, hızlı ve zor nefes alma, hırıltılı solunum gibi solunum sıkıntısı bulgularının gelişmesi durumunda mutlaka doktora başvurulmalıdır.

Yazının Kaynağı: Türk Toraks Derneği

Page 26: Saglikta erdem sayi 2

26 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

VARİS NEDİR?NASIL KORUNULUR?

NASIL TEDAVİ EDİLİR?Kanın kalbe doğru etkili bir şekilde hareket edememesi sonucu, toplardamarlar içinde kan birikmeye başlar. Basınç artması sonucu toplardamarlar genişler ve içindeki kapakçıkların fonksiyonlarını kaybetmesi sonucu

varisli damarlar oluşur.

Bacaklarda derinin altındaki yüzeyel toplardamarın genişlemelerine varis denir. Bu toplardamarlar bacaklardaki kirli kanı yer çekiminin tersi yönünde temizlenmesi için kalbe ve akciğerlere taşıyan damarlardır. Her adım attığımızda devreye giren bacak kaslarının hareketi, toplardamarlar içindeki kanı kalbe doğru iter, yukarı doğru itilen kanın kaslar gevşediğinde yerçekimi etkisiyle geri dönmesini ise bu damarlar içinde bulunan kapakçıklar engeller. Kanın kalbe doğru etkili bir şekilde hareket edememesi sonucu, toplardamarlar içinde kan

birikmeye başlar. Basınç artması sonucu toplardamarlar genişler ve içindeki kapakçıkların fonksiyonlarını kaybetmesi sonucu varisli damarlar oluşur.

Genetik yatkınlık, uzun süre hareketsiz ayakta durma yada uzun süre oturma, kilo alma, gebelik, doğum kontrol hapları, sigara ve derin toplar damar tıkanıklıkları risk faktörlerinin başlıcalarıdır. Ciltte 1-2 mm’lik kırmızı-mor renkli kılcal damarlardan, ciltten kabarık ve ele gelen 1-2 cm genişlemiş damarlara kadar

farklı boyutta olabilir. Yüzeysel venöz yetmezlik, derin venöz yetmezlik (halk arasında iç varis) veya karışık tipte olabilir.

Varis şikayetleri değişkendir. Kılcal varislerde sadece kozmetik şikayetler varken daha ileri varislerde ağrı, yorgunluk ve bacaklarda dolgunluk, ödem, kramplar, sıcaklık hissi ve ciltte lekelenme olabilir. Ayrıca varis boyutları ile şikayetlerin yoğunluğu orantılı olmayabilir, çok varisi olanlarda şikayetler az olabilirken daha az varisi olanlarda şikayetler fazla olabilir.

KALP DAMAR CERRAHİSİ

Page 27: Saglikta erdem sayi 2

27Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Bacaklarda ağrının çok çeşitli sebepleri olabileceği gibi önemli sebeplerden biride varistir. Toplumda görülme sıklığı %20-40 ve kadınlarda daha sıktır. Önlem alınmadığı ve tedavi edilmediği zaman hayat kalitesini azaltan ve ayaklarda kapanması güç yaralara, toplardamar tıkanmalarına ve kanamaya sebep olabilen önemli bir hastalıktır.

Hareketsiz yaşam tarzına sahip uzun süre oturan yada ayakta duran kişilerde daha sık görüldüğünden bu durumlardan sakınmak gerekir. Ayakta duran kişilerin oturarak dinlenmeleri ve oturan kişilerin gezinmeleri rahatlamak ve şikayetleri azaltmak açısından önemlidir. Düzenli egzersiz ve spor yapmak, yürümek ve kilo almamak hastalıktan korunmak açısından önemlidir. Soğuk suyla masaj yapmak, yüzmek faydalıdır ancak sıcak ortamlar ve sıcak su şikayetleri artırır. Dar kıyafetler, aşırı topuklu veya çok düz ayakkabılar şikayetleri arttıracağından önerilmez. Bunun yanında varis/venöz yetmezlik hastalarının ve mesleğini ayakta icra edenlerin varis çorabı giymeleri şikayetlerinin büyük ölçüde azalmasını sağlar. Gün içinde ya da akşam ayaklar kalp seviyesinin üzerinde uzatılarak dinlenme önemli bir rahatlama sağlar.

Tanıda hekim tarafından ayrıntılı muayene sonrası en sık kullanılan doppler ultrasonografi tetkiki yapılır. Doppler ultrasonografi ile bacak damarlarının yapısı, yetmezlik ve varis bölgelerinin belirlenmesi, geçirilmiş bir pıhtılaşma/tıkanıklık olup olmadığı tayin edilir.

Daha az kullanılmakla birlikte bacak damarlarına kontrast madde verilerek radyolojik olarak görüntüleme (venografi) yapılabilmektedir.

Tedavide ilaç ve varis çorabı hala güncelliğini korumaktadır, şikayetleri olanlar ya da risk faktörlerini taşıyanlar sabah ayakta vakit geçirmeden varis çorabını giyip akşam istirahate geçinceye ya da yatana kadar ayaklarında tutmalıdırlar. Kılcal varislerde skleroterapi (köpük tedavisi) ve yüzeysel lazer uygulamaları başarılı sonuçlarla ve can yakmadan uygulanabilmektedir. Damar çapı arttıkça iki yönteminde başarı şansı düşmekte ve diğer tedavi yöntemlerine geçilmektedir. Orta ve ileri dereceli varislerde Cerrahi operasyon yine yüksek başarı oranı ile uygulanabilmektedir. Bu işlemler varis damarlarını bağlama ve dışarı alma şeklindedir. Ancak kısa ya da bölgesel anestezi kullanımı, özellikle kasık ve diz bölgesinde yara izi olmaması, çabuk işe dönme ve cerrahiye yakın başarı oranları ile endovenöz (toplardamar içi) yöntemler başarılı bir şekilde varis tedavisindeki yerini almıştır. Bunlar endovenöz Lazer ablasyonu, endovenöz Radyofrekans ablasyon, endovenöz Mekanik ablasyon ve endovenöz Farmakomekanik ablasyondur. Tüm yöntemlerin başarı oranları arasında önemli bir fark yoktur.

Hastahanemiz Kalp-Damar Cerrahisi Polikliniği’nde doktorlarımızdan varis ile ilgili sorularınız ve tüm yöntemlerle tedaviniz açısından destek alabilirsiniz.

Uludağ ÜniversitesiTıp Fakültesi mezunu

olan Op. Dr. Hamdi Toköz, varis ve

tedavileri hakkında bilgilendiriyor.

Op. Dr. Hamdi ToközKalp ve Damar Cerrahisi

Page 28: Saglikta erdem sayi 2

28 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

GÜNEŞİN FAYDALARIGüneş yaşamın devamlılığı için vazgeçilmezdir. Ama dikkatli olmazsak sağlımızı tehdit edebiliyor.

Güneş ışınları, çocuklarda kemik gelişimi, D vitamininin oluşumu ve vücudun direnç kazanması ve bağışıklığın güçlenmesi açısından çok önemlidir. Bilinçsizce güneş ışınlarına maruz kalmak ise büyük zarar verir.

Bu nedenle anne babalar çocukları için nasıl ve ne kadar güneşlenmenin yararlı olduğunu iyi bilmelidir.

Güneşte fazla kalmak, erken dönemde güneş yanıkları ve ileri aşamada güneş çarpması olarak bilinen tehlikeli durumlara neden olabilir. Güneş yanığında deride kızarma, içi su dolu kabarcıklar, şişme, kaşıntı ve ağrı olur. Etkilenen alan genişse bilinç kaybı, yüksek ateş, bulantı, kusma, sıvı kaybına bağlı hayati tehlike olabilir. Bu tehlike bebekler ve küçük çocuklar için daha da büyüktür. Böyle durumlarda doktora başvurmak gerekir.

Güneşin yararları

• Güneş, vücudun D vitamini sentezlemesi için vazgeçilmezdir. Özellikle çocukların kemik gelişiminde önemli bir rol üstlenmektedir. Özellikle çocuklarda D vitamini eksiliğiyle görülen raşitizm hastalığının tedavisinde güneşin antiraşik

etkisi fayda sağlamaktadır. Sentezini akti-ve ettiği D vitamini sayesinde bağışıklığı güçlendirerek enfeksiyonlara karşı direnç sağlar, kansere karşı koruyucu etki sağlar.

• Anti bakteriyel etkisi sayesinde güneşin mantar ve yumuşak doku enfeksiyonlarında iyileştirici etkisi bulunmaktadır.

• Foto koruma etkisini harekete geçiren güneş, cildin kendi kendini koruma altına alma özelliğini etkinleştirmektedir. Doktor kontrolünde bazı deri hastalıklarının tedavisinde güneş kullanılmaktadır.

Güneş ışınları hakkında bilgi

Dünyamıza elektromanyetik ışın demetleri şeklinde ulaşan güneş enerjisi, görülebilen

(gün ışığı) ve görülemeyen (ultraviyole - UV) olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. UV ışınları ise, dalga boylarına göreultraviyole - A (UVA), ultraviyole - B (UVB) ve ultraviyole - C (UVC) olarak üçe ayrılıyor. Günlük hayatımızda sadece UVA ve UVB ışınlarına maruz kalıyoruz.

Korunmak için bunları mutlaka yapın!

• Açık alanda (spor aktiviteleri, plaj - havuz aktiviteleri, gezinti – piknik, açık alanda oynama vb. sırasında), çocuklar için daima gölge bir yer arayın ve gölgede kalmalarını sağlayın.

• Deniz, kum ve beton zeminden yansıyan güneş ışınları da güneş yanığına sebep

ÇOCUK SAĞLIĞI

Page 29: Saglikta erdem sayi 2

29Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

olabileceği için geniş şemsiye altı veya tam gölge alanlarda çocuk oynamalı, dinlenmelidir.

• Geniş kenarlıklı şapka ve ultraviyole ışınlarını yansıtan gözlük kullanın.

• Sıkı dokunmuş kumaşlardan üretilmiş pamuklu giysileri tercih edin. Pamuklu, açık renkli, ince ve hafif giysiler giyilmelidir. Açık renkli giysiler de güneş ışığını geçirebildiğinden, altına güneş koruyucu sürmek gerekebilir. Islak giysiler de güneş ışınlarını geçirir.

• Sabah saat: 10.00 ile 16.00 arasında güneş ışınlarından uzak durun.

• Cildinizin güneş görecek her alanında koruyucu krem veya losyon sürün.

• Çocukları ve bebekleri mutlaka yüksek koruma faktörlü (en az SPF 30) ürünlerle koruyun ve öğlen saatlerinde başka aktiviteler yaratarak, güneşte kalmalarını engelleyin.

• Ultraviyole ışınları bulutlardan geçerek yanık yapabilir. Bu nedenle yazın öğle saatlerinde hava bulutlu dahi olsa, çocuklar açıkta uzun süre kalmamaları sağlanmalıdır.

• Uygun güneş kremleri kullanılmalıdır.

Güneş ışınlarının erken dönemi kapsayan etkileri Güneş Yanıkları Güneş yanığı; özellikle açık tenli çocuk-larda uzun süre güneş ışınlarına maruz kalmasını takiben ortaya çıkan ağrı, sızı ciltte kızarıklık ve su toplaması ile kendini belli eder. Hastalık şiddetli olduğunda; baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü, ateş, bulantı-kusma gibi genel belirtiler (güneş çarpması olarak bilinir) ortaya çıkabilir ve bu durum acil müdahale gerektirebilir acilen doktora başvurmak gerekir.Güneş Işınlarına Bağlı Gelişen AlerjilerBazı çocuklar güneş ışınlarına maruz kaldıklarında, ciltlerinde; kızartı, kabartı, kaşıntı ve lekeler ile karşılaşabilir.

Geç Dönemi Kapsayan Etkiler Bu erken dönem etkileri dışında korunma-sız ve uzun süreli güneşe maruz kalınması durumunda geç dönem olumsuz etkiler de mevcuttur.

Cildin Erken Yaşlanması

Cilt KanserleriGüneş ışınlarının özellikle açık tenli, açık renk gözlü, sarışın / kızıl saçlı kişilerde cilt kanseri oluşma riskini çok artırdığı bilinmektedir. Cilt kanserlerinin büyük bir kısmı, vücudun güneş ışınlarına fazla maruz kalan kısımlarında oluşmaktadır.

Uygun güneş kremi hangisidir ve nasıl uygulanmalıdır?• Renksiz, kokusuz ve çocuk cildine uygun olmalıdır.• +50 SPF etiketi olmalıdır. Bu rakam koruma faktörünü ifade eder.• Krem, güneşe çıkmadan 20-30 dakika önce ince tabaka olarak sürülmeli ve 2-3 saatte bir tekrarlanmalıdır. Terleme, denize-havuza girme ve duş sonrası krem tekrar sürülmelidir.• Güneş kremleri göz etrafına sürülmez; tahriş eder. Göz çevresi hariç tüm yüze, ense ve kulakların dış kısmına sürülmelidir.• Akşam üzeri uyku saati öncesi ılık bir duş yapılarak ter ve güneş kremi yıkanmalı ve bebek losyonu ile cilt rahatlatılmalıdır.

Güneş yanıklarında tedaviÇocukta sık soluk alıp verme, bulantı, kusma, ateş, yaygın kızarıklık ve içi su dolu kabarcıklar varsa hemen doktora başvurmak gerekir. Sadece kızarıklık varsa ılık duş sonrası serin su ile önce kollara sonra bacaklara, daha sonra gövdeye yaş pansuman yapılır. Pansuman, tüm vücut alanına yapılmaz; vücut ısısında ani düşme tehlikelidir. Buzlu su kullanılmaz. Soğuk su ile ıslatılmış gazlı bez veya tülbent yanık alana serilir, 3-5 dakikada bir yeniden ıslatılıp sıkılarak soğutma 15-20 dakika yapılır. Pansuman sonrası hafifçe çocuk pudrası sürülebilir. Kolonya, salça, yoğurt, diş macunu gibi şeyler kesinlikle sürülmez.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Uzman Doktor Mine Başıbüyük güneşin faydaları hakkında

bilgi veriyor.

Uzm. Dr. Mine BaşıbüyükÇocuk Hastalıkları

Page 30: Saglikta erdem sayi 2

30 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

AŞIRI TERLEMEKABUSUNUZ OLMASIN

Aşırı terleme, kişinin hafife alınmayacak kadar günlük ve sosyal yaşamını, psikolojisini olumsuz etkileyen bir durumdur. Kişi her ne kadar çekinse de fiziksel bir rahatsızlık olup,

tedavi edilmesi gereken bir durumdur. Çamlıca Erdem Hastahanesi Dermatoloji Uzmanı Burcu Barutçugil aşırı terleme ve tedavisi hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor.

Aşırı Terleme Nedir?

Terleme vücudun ısı dengesini korumaya yarayan başlıca bir fonksiyondur. Vücudun iç ısısı arttığında vücudun soğuması için deri altı damarlarda dolaşım artışı ve terlemeye bağlıbuharlaşma ile soğuma mekanizmaları kullanılır. Bu sayede vücudun artmış olan ısısı kontrol altında tutulur. Hiperhidroz (Aşırı terleme) durumunda üretilen ter miktarı vücut sıcaklığını normale döndürecek miktarından fazladır.

Hiperhidroz Kimlerde Görülür?

Hiperhidroz popülasyonun yaklaşık

%0,6 - 1’inde görülmektedir. Genellikle çocuklukta veya ergenlikte başlayan bu durum bazen ömür boyu devam edebileceği gibi bazen de 25 - 30 yaşlarında kendiliğinden düzelebilmektedir.

Hiperhidrozun olumsuz etkileri nelerdir?

Kişinin günlük terleme miktarı ortalama 1-2 litredir. Ancak bazı kişilerde bumiktarın 10 litreye kadar çıktığını gözlemlemekteyiz. Tüm insanların vücudundaki doğal bir işlev olan terleme, “aşırı terleme” şeklinde ortaya çıktığı zaman kişide bir takım sıkıntılara

yol açmaktadır. Yoğun ıslaklık ve kimi zaman rahatsız edici koku şeklinde ortaya çıkan aşırı terleme, bakteri, mantar çoğalması, enfeksiyonlar ve deri tahrişlerine neden olur.

Özellikle ellerde, ayaklarda, koltuk altında ve saç diplerinde görülen aşırı terleme, kişinin günlük yaşamını oldukça olumsuz etkileyen bir rahatsızlıktır. Kişi sık sık kıyafet değiştirmek zorunda kalıp hareketlerini kısıtlamak durumunda kalır.Aşırı terlemenin psikolojik etkileri de azımsanmayacak derecede fazladır. Beraberinde ter kokusu da yaratan terleme, kişiyi çevresinden uzaklaştırıyor, kıyafetlerindeki ter lekelerinden utanıyor, el terlemesi yüzünden tokalaşmaktan

DERMATOLOJİ

Page 31: Saglikta erdem sayi 2

31Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ve temastan kaçınıyor ayak terlemesi sebebiyle ayaklarını bastığı yerde ıslaklık kalması yüzünden sıkıntıya giriyor ve saç diplerinin terlemesi yüzünden saçlarının yağlı ve ıslak görüntüsünden rahatsızlık duyuyor.

Böylece aşırı terleyen kişi, sağlık sorunları yaşadığı gibi psikolojik açıdan da sıkıntıya girmektedir. Aşırı terlemesi olan insanlar kesinlikle bir hekimden yardım almalıdır.

Peki, kişinin hayatını böylesine olumsuz etkileyen ve sosyal çevresinden uzaklaştırıp psikolojik sorunlara iten bu durumun tedavisi mümkün müdür?

Genel terlemesi olan kişilerde altta yatan hastalığın tanısının konulması ve bu hastalığın tedavisi ile terlemede düzelme olacaktır.

Lokal (yerel) tedaviler en çok uygulanan yöntemler arasında yer alır. Kişiye ilk olarak, her gece yatarken uygulayabileceği alüminyum klorid içeren krem ve solüsyonlar önerilir. Bu krem gece uygulanıp sabah temizlenmelidir. Hemen her gün uygulanan bu tedavi yöntemi, çok rahatsız etmeyen el, ayak, koltukaltı terlemelerinde kullanılır. Bu tedavi en basit yöntemdir. Ancak terleme fazlaysa bu yeterli gelmez ve diğer tedavi seçeneklerini uygulamak gereklidir.

Krem ve solüsyonlar ile tedaviden faydalanmayan hastalarda ise botulinum toksin enjeksiyonu ile tedavi önerilmektedir. Son yıllarda sıklıkla seçilen bir tedavi yöntemidir. Botulinum toksin A deri içine enjekte edilerek uygulanır. Deri altında ter bezlerinin uyarılmasını engelleyip sinirlerin felç edilmesi ile terlemenin durması sağlanmaktadır. Etkisi kişisel farlılıklar nedeniyle 3-14 ay arasında sürmektedir. Koltuk altı bölgesinde sıklıkla ve rahatlıkla uygulanmaktadır.

Avuç içi ayak tabanında kremler etkisiz ise seçilecek yöntem olarak iyontoforez tedavisi denenmeli eğer etki yoksa botulinum toksin uygulaması önerilmelidir. İyontoforez yöntemi 20 ile 30 dakikalık seanslar halinde uygulanır.

Cerrahi bir girişim yöntemi olarak sempatektomi (klipsli ETS) olası istenmeyen etkiler oluşabilmesi nedeni ile sadece dirençli olgularda seçilmelidir. Cerrahi yöntemler avuç içi ve ayak tabanı bölgelerinin terlemesinde tek kalıcı tedavi seçeneği olarak hastaların tedavisinde önemli yer almaktadır.

Kişinin Kendi Yaşamında Dikkat Etmesi Gereken Unsurlar Nelerdir?

Lokalize yani bölgesel terlemede hastaların dikkat etmesi gereken basit korunma yöntemleri vardır. Hastaların günlük banyolarında triklorasan içeren deodorantlı sabunlar ile yıkanmaları

önerilir. Kıyafet seçiminde sıkı ve kalın giysilerden kaçınma, sık çamaşır ve çorap değiştirme, pamuklu çorap kullanımı, tabanlı deri ayakkabı seçimi önerilir. Diyette terlemeyi arttırıcı etki gösteren alkol, kahve, acı ve baharatlı yiyecekleri tüketmemek önemlidir.

Uzman Doktor Burcu Barutçugil, yaz aylarının kabusu terleme ile iligli

tedavi yöntemleri hakkında bilgilendiriyor.

Uzm. Dr. Burcu BarutçugilDermatolog

Page 32: Saglikta erdem sayi 2

32 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Avrupa’da Türkiye gibi bir ülke Bosna Hersek. Yüzyıllar boyu Osmanlı egemenliğinde kalmış. Geçmişi çok eskilere dayansa da modern mimarisi Osmanlı zamanında oluşmuş, gördüğü savaşlar,

egemenliği altında kaldığı ülkeler bu yüzünü değiştirememiş.

Hemen her binasında, sokaklarında kurşun izler bulunsa da, gördüğünüz her yeşillikte, bir mezarla, karşılaştığınızda içiniz burkulsa da, ülkemizden bir parça gibi seveceğiniz bu yerler; tarihi dokusu, modern dokunuşları ve sıcak insanlarıyla görülmeye değer bir ülke. Tarih öncesi dönemlere kadar uzayan geçmişi olan Bosna Hersek’in görülmeye değer yerlerinden sizler için küçük bir gezi günlüğü oluşturduk.

Avrupa’nın Kudüsü Saraybosna

Saraybosna Bosna Hersek’in en büyük şehri ve başkentidir. Barındırdığı dini

çeşitlilik ile Avrupa’nın Kudüs’ü olarak bilinen Saraybosna, Avrupa’nın en önemli kültür şehirlerinden biridir. İşte Saraybosna’dan sizin için seçtiğimiz yerler:

Umut Tüneli

Burası Saraybosna’da çekilen acıların görülebileceği bir tüneldir. 1000 kadar kişinin yaklaşık 1000 gün boyunca yaşadığı hayat mücadelesinde kaçıp sığındığı bir yer olan Umut Tüneli 20. yüzyılda yaşanan dramlardan birini yansıtmaktadır. 1993 yılında oluşturulmaya başlanan tünel son olarak 800 metre uzunluğunda, 1,5 metre

yüksekliğinde ve 1 metre genişliğinde olarak oluşturulmuştur. Mücadele döneminde bu tünelden gıda,mühimmat transferi yapılmıştır ve Umut Tüneli zamanla hayatta kalmanın sembolü haline gelmiştir.

Latin Köprüsü

Saraybosna’da Miljacka Nehri üzerinde bulunan tarihi bir köprüdür. Köprünün varlığından 16. yüzyıldan beri bahsedilmektedir. 18. yüzyılda meydana gelen bir sel felaketi ardından yenilenmiştir. Köprü üç sütunla desteklenmektedir. Köprü ağızları Saraybosna köprülerine özgü şekildedir.

TANIDIK BİR ÜLKE:SARAYBOSNA

GEZİ

Mostar Köprüsü

Page 33: Saglikta erdem sayi 2

33Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Köprü ayrıca 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasına sebep olan Avusturya Macaristan prensi Arşidik Franz Ferdinand’ın milliyetçi Govrila Princip tarafından suikaste uğradığı yer olmasından dolayı da tarihsel öneme sahiptir.

Başçarşı

Saraybosna merkezinde bulunan tarihi ve kültür merkezi olan bir çarşıdır. 15. yüzyılda inşa edilen bu çarşı 19. yüzyılda geçirdiği yangın nedeniyle inşa edildiği boyutun yarısı kadar kalmıştır. Tarih içerisinde çeşitli saldırılara maruz kalsa da günümüze kadar gelmiştir. Gazi Hüsrev Bey Camii ve Saat Kulesi, Başçarşı’da görülebilecek önemli yapılardandır.

Travnik Şehri

Vezirler şehri olarak bilinen Travnik Şehri şu anda da Avrupa’da yaşayan en Osmanlı kenti. 60 bin kişilik şehirde tam 17 cami var. Osmanlı Kalesi, medreseleri, çeşmeleri, saat kulesi, köprüleri, kahvehaneleri, köftecileri, börekçileriyle sanki zamanın 19. yy. Osmanlı İmparatorluğu döneminde durduğu bir yer.

Şehre kuşbakışı bakan Travnik Kalesi ise, şehir manzarasını seyretmek için ideal. Beşgen yapılı kalede bugün artık Travnik Müzesi olarak kullanılan yüksek bir kule ve bir cami bulunuyor.

Vezirler şehri olarak bilinmesi ise Travnik’in Osmanlı Devleti’ne yetiştirdiği vezirlerden geliyor. Bu şehirden Osmanlı Devleti’ne toplamda 77 vezir hizmet vermiştir. Devletin en önemli kademelerini yetiştiren bu şehri görmeden evinize dönmemenizi tavsiye ederiz.

Mostar Köprüsü

Nehirleriyle ünlü bu güzel ülkenin, köprülerinin 60’tan fazlası Osmanlı zamanından kalmadır. Bu köprülerin en bilinenlerinden birisi de Mostar Köprüsü’dür. Bosna-Hersek’in Mostar şehrinden geçen, Neretva Nehri üzerinde Mimar Sinan’ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından 1566 yılında inşa edilen köprü dönemine göre gelişmiş bir teknolojiyle inşa edilmiştir.

Köprü, Bosna Savaşı’nda önce Sırpların, sonra Hırvatların saldırılarına uğradı. Hırvat milisleri, 1993’te köprüyü bombalarla yıktılar. Türkiye’nin ve Dünya Bankası’nın desteğiyle köprü tekrar yapılırken, Neretva Nehri’nin azgın sularında orijinal taşlar vinçlerle çıkarıldı. Köprü 2004’te İngiltere Prensi Charles tarafından açıldı. 2005’te ise UNESCO Kültür Mirası Listesi’ne alındı. Eski görünüme tekrar kavuşan tarihi köprü Bosna-Hersek’in görülmeye değer yapıları arasındadır.

Travnik Şehri

Başçarşı sebili

Latin Köprüsü

Başçarşı

Page 34: Saglikta erdem sayi 2

34 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

GÖĞÜS HASTALIKLARI

10 SORUDA KOAH NEDİR?KOAH [Kronik (Müzmin) Obstrüktif (Tıkayıcı) Akciğer Hastalığı] nefes yollarında

mikroplarla oluşmayan bir iltihaplanmaya bağlı oluşan ilerleyici bir akciğer hastalığıdır. KOAH ile ilgili en çok merak edilen soruları cevaplıyoruz.

Soru 1: KOAH nedir?Cevap: KOAH - Kronik Obstüktif Akciğer Hastalığı- ilerleyici ve tam olarak geri dönüşümlü olmayan, buna karşılık önlenebilir ve tedavi edilebilir bir akciğer hastalığıdır. KOAH havayollarını daraltır, solunumu güçleştirir. Genellikle kronik bronşit ve amfizem zemininde gelişen KOAH’da hastalar, öksürük ve balgamdan kısa mesafeli yürüyüşde bile oluşan nefes darlığına kadar değişik semptomlara sahiptirler.

Soru 2: KOAH gelişimine yol açan nedenler nelerdir?Cevap: KOAH için en önemli risk faktörü sigara içimidir. Pipo, puro ve birçok ülkede yaygın olan tütün tüketiminin diğer yolları da risk faktörüdür. Sigaraya pasif maruziyet de solunumsal semptomlara ve KOAH gelişimine katkıda bulunur. KOAH’nin diğer kanıtlanmış nedenleri; iş yeri ortamındaki tozlar ve kimyasal maddeler (buhar, iritan

maddeler, dumanlar) ve iyi havalanmayan evlerde yemek pişirme ve ısınma amacıyla kullanılan organik yakıtların (odun, tezek vb) yol açtığı iç ortam hava kirliliğidir. Dünya Sağlık Örgütü “WHO”, organik yakıtların dumanlarına maruziyete bağlı olarak oluşan KOAH nedeniyle her yıl 400,000 kişinin öldüğünü tahmin etmektedir. Dış ortam hava kirliliğinin KOAH gelişimindeki özgül rolü henüz çok iyi bilinmemekle birlikte, akciğerlere inhale edilen partikül yüküne katkıda bulunduğuna inanılmaktadır. Erken çocukluk döneminde geçirilen solunumsal enfeksiyonlar, akciğer fonksiyonlarında azalma ve erişkin dönemde solunumsal semptomlardaki artma ile ilişkilidir.

Soru 3: KOAH tanısı nasıl sağlanır? Cevap: Risk faktörlerine maruziyet öyküsü olan kişilerde ve öksürük, balgam, eforla nefes darlığı olan hastalarda KOAH tanısı düşünülmelidir. Fakat tanı, solunum fonksiyon testleriyle doğrulanmalıdır. Bu

testler, sadece tanıda değil, hastalığın şiddetinin belirlenmesi ve hastalığın seyrinin takibinde de kullanılmaktadır. Solunum fonksiyon testleri, bir sağlık kuruluşunda bulunan ve birinci saniyedeki zorlu ekspiratuvar volüm (FEVı) ve zorlu vital kapasite (FVC)’yi ölçen spirometriyle kolayca yapılır. Tedavi planını hazırlamadan önce, spirometrik anormalliğin boyutları, semptomların şiddeti ve diğer akciğer hastalıklarının (astım, tüberküloz vb) varlığına göre KOAH’nin şiddeti (risk altında, hafif, orta, ağır) belirlenmelidir.

Soru 4: KOAH’nin yaygınlığı nedir? Cevap: WHO, tüm dünyada KOAH’nin en önemli dördüncü ölüm nedeni olduğunu tahmin etmektedir (koroner arter hastalığı, serebrovasküler hastalık, akut solunum yolu enfeksiyonundan sonra ve HIV/AIDS ile dördüncülüğü paylaşmaktadır). WHO’nun tahminlerine göre 2000 yılında KOAH nedeniyle dünyada 2.74 milyon kişi

Page 35: Saglikta erdem sayi 2

35Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ölmüştür. Türkiye’de ise 5 milyon civa-rında KOAH’lı hasta bulunduğu ve her yıl bu hastalıktan 26 bin kişinin öldüğü tahmin edilmektedir. KOAH’ın Türkiye’de İskemik kalp hastalığı ve serebrovaskuler hastalıklardan sonra 3. ölüm nedeni olduğu ve kırsal kesimde daha yaygın olduğu tahmin edilmektedir.

Soru 5: KOAH hem erkeklerde hem de kadınlarda görülür mü?Cevap: Evet, KOAH hem erkeklerde hem de kadınlarda gelişebilmektedir. 2000 yılında A.B.D.’de KOAH’dan ölen kadınların sayısı, ilk kez erkekleri geçmiş ve bu da kadınlar arasında 1940’dan beri sigara kullananların artmasına bağlanmıştır. Çin’dekronik solunum yolu hastalıkları kentsel kesimde en önemli dördüncü, kırsal kesimde ise ilk sıradaki ölüm nedenidir. Çinli erkeklerin %50’den fazlası sigara içmekteyken Çinli kadınlarda bu oran %6’larda kalmaktadır. Çin’de erkek ve kadınlardaki KOAH prevelansı benzer düzeylerde olup, bu durum Çinli kadınlarda sigara kullanımından farklı risk faktörlerinin KOAH gelişiminde rol oynadığını düşündürmektedir.

Soru 6: Neden KOAH pek çok ülkede artış göstermektedir?Cevap: 1990’da tüm dünyada değişik hastalıkların oluşturduğu yükü saptamak amacıyla yapılan bir Dünya Bankası/WHO çalışmasında, KOAH’nin

12. sırada olduğu görülmüştür. Hastalık yükü sıralamasında KOAH’ın 2020 yılında 5. sıraya yükseleceği tahmin edilmektedir.KOAH’a ikincil küresel yükdeki artış, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde sigara içiminin artışına ve gelişmekte olan ülkelerde yaşlı nüfusun artmasına bağlanmaktadır.

Soru 7: KOAH’lı hastaların çoğu neden bilinmemektedir?Cevap: KOAH semptomlarına sahip hastaların büyük çoğunluğu, hastalık ilerleyip solunumsal sakatlık yapıncaya kadar bir doktora başvurmamakta ve KOAH tanısı almamaktadırlar. A.B.D.’de 2000 yılında yapılan bir çalışma, spirometrik verilere göre 24 milyon yetişkinin KOAH ile uyumlu solunum fonksiyon değişikliklerine sahip olduğunu, fakat sadece 10 milyon yetişkine bir hekim tarafından KOAH tanısı konulduğunu göstermektedir. KOAH’nin yetersiz tanısıyla ilgili benzer veriler Japonya’daki bir çalışmada da gösterilmiştir. Son olarak Adana’da yapılan KOAH çalışmasında KOAH’lı hastaların sadece % 10’unun bir doktor tarafından teşhis edildiği, geri kalanların kendilerinde bu hastalığın bulunduğunu bilmedikleri görülmüştür. Hastaların ve doktorların KOAH’ın belirtileri konusunda eğitimi ve bu hastalığın erken döneminde tedaviye başlanması, halk sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır.

Soru 8: KOAH astımdan nasıl ayrılır?Cevap: KOAH ve astım, her ikisi de aynı kişide var olabilen, benzer semptomlara sahip kronik obstrüktif havayolu hastalıklarıdır. Her ikisinde de akciğerlerde inflamasyon vardır, ancak altta yatan inflamasyonun özellikleri her iki hastalıkta oldukça farklıdır ve sonuçta tedaviye yanıtları da çok farklıdır. Astımdaki hava akımı obstrüksiyonu kendiliğinden veya tedavi ile genellikle tam olarak düzelebilirken, KOAH’da hava akımı obstrüksiyonu tam olarak geri dönüşümlü değildir ve zararlı ajanlara maruziyet devam ettiği takdirde genellikle ilerleyicidir.

Soru 9: Astım KOAH’a dönüşür mü? Astım ve KOAH arasında bir bağlantı var mıdır?Cevap: Kuşkusuz ki astım ve KOAH arasında bir örtüşme vardır. Uzun süreli astımın havayollarında yapısal değişikliklere neden olarak geri dönüşümsüz havayolu obstrüksiyonuna yol açtığına dair kanıtlar vardır. KOAH’a yol açan zararlı ajanlara maruz kalan astımlılarda astım benzeri ve KOAH benzeri inflamasyonların birleşimi bulunmaktadır.

Soru 10: KOAH nasıl tedavi edilir?Cevap: Etkili bir tedavi programında dört basamak vardır: (1) hastalığın değerlendirilmesi ve izlenmesi, (2) risk faktörlerinin azaltılması, (3) farmakolojik ve farmakolojik olmayan yaklaşımlarla stabil KOAH’nin tedavisi, (4) KOAH semptomlarında kısa süreli kötüleşme ile karekterize akut alevlenmelerin tedavisi. Sigara içiminin bırakılması, KOAH gelişme riskini azaltan ve hastalığın ilerlemesini durduran tek ve en etkili girişimdir. Stabil KOAH tedavisi, semptomlar için bronkodilatörlerin kullanımını ve yılda bir (ya da iki) kez grip aşısı yapılmasını içerir. Farmakolojik olmayan tedavi yaklaşımları ise, solunumsal rehabilitasyon programları, oksijen tedavisi ve sınırlı sayıdaki vakada uygulanan cerrahi girişimleri içermektedir. KOAH, sıklıkla evde ya da hastanede bakım gerektiren alevlenmelerle seyreder. Kaynak: Türk Toraks Derneği www.toraks.org.tr

Page 36: Saglikta erdem sayi 2

36 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

GÖZ HASTALIKLARI

GLOKOMGlokom, göz tansiyonuna (göz içi basıncı) bağlı olarak gelişen, görme sinirinin (optik sinir) hasarı ve

görme hücrelerinin kaybı ile sonuçlanan bir hastalıktır. Optik sinirler görme hücrelerinin uzantıları olup,bir milyondan fazla sinir lifinden oluşur ve görme iletisini gözden beyne götüren sinirlerdir. Optik sinirler

tahrip oldukları zaman, başlangıçta görme alanında kör noktalar belirir vetedavi edilmediği takdirde kör noktala birleşerek körlük meydana gelir.

Glokom bazen sessiz hırsız olarak adlandırır, çünkü herhangi bir şeyin yanlış gittiğinin farkına varmadan, görme yeteneği yavaş yavaş azalır. Glokom dünyada görme kaybı nedenlerinin ikinci sırasındadır ve görülme oranı %2-3’tür.

Glokomda risk faktörleri

1. Yüksek göz tansiyonu: Göz tansiyonu ne kadar yüksekse glokama yakalanma riski o kadar fazladır.2. Yaş: Glokoma yakalanma riski bakımın-dan önemli bir risk faktörüdür. 60 yaşın üstündeki her kişi hastalığa yakalanma bakımından yüksek risk taşımaktadır. Ancak glokomun her yaşta görülebileceği unutulmamalıdır.3. Genetik: Ailede glokom öyküsü varsa, glokoma yakalanma riski büyüktür.4. Irk: Zencilerde glokoma yakalanma riski daha fazladır.

5. Diğer hastalıklar: Şeker hastalığı, glokoma yakalanma riskini arttırabilir. Yüksek tansiyon veya kalp hastalığı geçirmiş olmak riski arttırabilir. Retina dekolanı (yırtığı), göz tümörleri ve geçirilmiş göz ameliyatları glokom hastalığını tetikleyebilir.6. Göz yaralanmaları: Gözde yaşanan ciddi travmalar glokomu tetikleyen diğer bir unsurdur.7. Miyopi: Glokoma yakalanma riski miyop olan kişilerde diğer hastalara göre daha fazladır.8. Uzun süreli kortizon kullanma: Göze damlatılan kortizonlu damlalar veya diğer yollarla alınan kortizon glokama neden olabilir.9. Göz anormallikleri: Gözdeki yapısal anormallikler sekonder glokoma yol açabilir.

Glokom Tipleri

1. Birincil açık açılı glokom: En sık görülen tipidir. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte kişiden kişiye farklılık gösteren şiddetiyle genellikle iki gözde birden meydana gelir.

2. Birincil açı kapanması: Aynı zamanda kapalı açılı glokom olarak bilinir. Az görülen bir glokom çeşididir. Bu tür glokomu olan kişilerin çoğunun doğumdan gelen anormallik tarzında ön kamera açıları dardır. Bu darlık yaşla veya başka bir sebepten ötürü de olabilir.

3. Normal tansiyonlu glokom: Glokomun çok az anlaşılan bir türüdür. Bu türde genellikle göz tansiyonu normal sınırlar içerisinde seyretmesine rağmen aynen yüksek basınçlı glokomdaki gibi görme siniri ve hücrelerinde tahribat

Page 37: Saglikta erdem sayi 2

37Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

meydana gelmektedir.4. Bebeklik glokomları: Doğuştan birincil olabildiği gibi bebeklik çağında geçirilen bir nedenle ikincil de olabilir. Belirtileri gözde irilik ve büyüme, grileşme, bulanıklık, yaşarma ve ışığa bakamamadır. Esas tedavisi cerrahidir. Teşhis konulduğu anda ameliyata alınmalıdır.

Glokom teşhis yöntemleri

Glokom, dikkatli bir göz muayenesi ile teşhis edilmektedir. Glokom yavaş seyreden fakat sürekli ilerleyen ve giderek görme kaybına yol açan, karakteristik birbelirtisi olmayan bir hastalık olduğundan erken teşhis edilmesi çok önemlidir. Glokom teşhis edildiği zaman o ana kadar tahrip olan görme hücrelerini canlandırmak mümkün değildir, tedavi hesaplanacak görme hücrelerine yöneliktir. Tanı ne kadar erken yapılırsa, o glokomun niteliği ve ciddiyeti doktor tarafından hastaya ve hasta yakınlarına tüm açıklığıyla anlatılmalıdır. Glokom aşağıdaki yöntemlerle teşhis edilir:

• Göz tansiyonu ölçümü: Tonometre adı verilen bir aletle ölçülür. Göz tansiyonunun ölçülmesi, kişinin hiç şikayeti olmasa dahi glokom şüphesi taşıyıp taşımadığı hakkında çok önemli ipuçları vermektedir. Halen günümüzde polikliniği muayene şartlarında en kolay ve en hızlı yapılabilen glokom tedavi yöntemidir. Göz tansiyonu önemli bir ipucu olduğu için göz hekimi tarafından ölçülmeli ve göz muayenesinin bir parçası olmalıdır. Çünkü sadece göz tansiyonunun yüksek olması glokom demek değildir. Normal göz tansiyonu

10-20 mmng’dir, ancak bu kuralın istisnaları vardır.

• Optik sinir başı muayenesi: Optik sinir başı muayenesi glokomun ve takibinde en önemli muayene yöntemlerindendir. Optik sinir başı, tarafından aftalmoskop veya benzeri cihazlar kullanılarak tomografi çekilmesi yöntemleriyle incelenebilir. Tüm yöntemlerdeki amaç, optik sinir başında meydana gelecek

değişiklikleri ortaya koymak ve glokom hasarında zaman içinde oluşabilecek ilerlemeyi izleyebilmektedir.

• Sinir lifi tabakası ölçümü: Optik siniri oluşturan sinir lifi tabakasının incelenmesidir. Ölçümlerin standardize ve tekrarlanabilir olması için bilgisayar destekli görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç vardır.

• Görme alanı muayenesi: Görme alanı retinadaki görme hücrelerinin

hassasiyetinin hasta ifadesine dayalı olarak ortaya konulması ile elde edilir. Perimetri olarak adlandırılan görme alanı muayenesi günümüzde bilgisayarlı otomatik parametreler kullanılarak yapılmaktadır. Bu perimetreler ışık uyaranlarını kendileri üretmekte, hasta yanıtlarını değerlendirmekte, içinde bulunan normal kişilere ait bulgularla karşılaştırılarak yorum yapmakta ve aynı hastada zaman içinde oluşabilecek değişiklikleri izleyebilmektedir.

• Kornea Kalınlık Ölçümü: Kornea ka-lınlığının ölçümü “pakimetri” olarak

bilinir. Ve özel cihazlarla yapılır. Noral gözlerde merkezi korne-anın kalınlığı yaklaşık 530-550 mikron arasıdır. Eğer kornea kalınlığı normalden fazla ise göz içi basıncı da yüksek bulunacaktır.

Glokom Tedavisi

Glokom tedavisinde başlıca üç yol mevcuttur. Bunlar; ilaç

tedavisi, lazer tedavisi ve cerrahi tedavidir.

İlaç Tedavisi: Glokom tedavisinde kullanılan birçok damla mevcuttur.

Özellikle açık açılı glokom tedavisi için kullanılır. Damlaların

yetersiz kaldığı bazı durumlarda ağızdan da ilaç tedavisi kısa süreli olarak uygulanabilir.

Lazer Tedavisi: İlaç tedavisine cevap vermeyen durumlarda başvurulan yöntemdir.

Cerrahi Ameliyat: İlaç tedavisi ile yeterince kontrol altına alınamıyorsa göz içi basıncı arzu edilen düzeye düşürülemiyorsa ameliyat işlemine geçilir. En çok uygulanan ameliyat tekniği trabekülektomi idir.

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa

Tıp Fakültesi mezunu Uzman Doktor Fahrettin Bişkin

glokom hakkında bilgilendiriyor.

Op. Dr. Fahrettin BişkinGöz Hastalıkları

Page 38: Saglikta erdem sayi 2

38 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ESTETİK

LAZER EPİLASYON NEDİR?Lazer epilasyonun çalışma prensibi kıl köklerine ısı ileterek bu alanlarda kalıcı bir tahribat yaratmaktır.

Kıllara rengini veren melanin ısıyı emer ve kıl köklerine iletir. Böylece kıl kökü artık işlevini yerine getiremezhale gelmiş olur. Erdem Tıp Merkezi Güzellik Uzmanı ve Estetisyen Ezgi Seren Bakır

lazer epilasyon hakkında merak edilen soruları yanıtlıyor.

Lazer Epilasyon Nasıl Yapılır?

Lazer Epilasyon alanında kullanılan başlıca sistemler ; Alexandrite, Diyote ve Ndyag’dır. Lazer epilasyon merkezine gittiğinizde cilt ve kıl yapınız, kıllarınızın yoğunluğu ve teninizin tonu uzmanlarca analiz edilerek sizin için hangi sistemin uygun olduğu belirlenecektir.

Epilasyon uygulanmadan önce ve sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?

Lazer epilasyon uygulamalarından önce lazer epilasyon uygulamasının başarısı

ve yan etkilerin en aza indirilebilmesi için önemli noktalar bulunmaktadır. Epilasyon uygulanacak bölgelerin cilt rengi güneş veya solaryumdan bronzlaşmamış olup, seans sırasında kişinin gerçek ten rengine yakın olmalıdır.

Lazer epilasyon uygulaması yapılacak bölgelerdeki kıllara son 15 gün içinde ağda, cımbız gibi işlemler yapılmamış olmalı ve cilt ile ilgili soyma işlemleri (kimyasal peeling vb.) 15 gün önceden bırakılmalıdır. Lazer epilasyon uygulanacak kıllara sarartma, boyama gibi işlemler yapılmamış olmalı, kendi renginin korunmasına özen gösterilmelidir. Lazer epilasyon uygulaması öncesi cilt

üzerinde makyaj, krem gibi uygulamaların temizlenmiş olması gerekmekte, düzenli kullanılan ilaçların mutlaka seansdan önce bildirilmesi gerekmektedir.

Lazer epilasyon sonrasında ise cilt sürekli nemlendirilmelidir. Güneşe çıkılmadan 10 dk. öncesinde güneş koruyucusu sürülmelidir. Epilasyondan 24 saat sonrasında duşa girilmelidir.

Lazer epilasyon uygulama seans aralıkları ne kadar olmalıdır?

Her lazer epilasyon işleminde ana hedef döngüsel olarak etkilenmenin en yüksek olduğu anajen evredeki kıl ve kıl köklerini

Page 39: Saglikta erdem sayi 2

39Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

doğru zamanda yakalayarak tahrip etmektedir. Bu evrede etkilenen kılların dökülmeleri 1-2 hafta sürebilir. Etkili olacak yeni bir seans için, tekrar kılların oluşumunu sağlayacak anajen evreye giren kıl köklerine işlem uygulanması için uygun zaman beklenmelidir. Bu zamanlar ise; yüz 3-4 hafta vücut bölgesinde 4-8 hafta arasında değişebilmektedir.

Epilasyonun yan etkileri nedir?

Halk arasında inanılanın aksine ter bezleri, meme dokusu ve üreme organları üzerinde yan etkisi bulunmamakta, doğurganlığı engellememektedir. Sertifikalı uzmanlarımız tarafından doz belirlendiği ve takip edildiği takdirde komplikasyon ve yan etki riski (infeksiyon, skar oluşumu, hiper ve hipopigmentasyon) minimaldir.

Lazer epilasyon sonuç için kesin garanti var mıdır?

Tıbbi olan bu uygulamalarda %100 garanti vermek hem doğru hemde gerçekçi değildir. Lazer epilasyondan alınan

cevap kişinin ten rengi kıl rengine ve hormonel yapısına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Uzmanlarımız tarafından muayene edildikten sonra yaklaşık olarak alınacak cevap hakkında bilgi verilmektedir.

Güzellik Uzmanı ve Estetisyen Ezgi Seren Bakır, lazer epilasyon

hakkında bilgilendiriyor.

Ezgi Seren BakırGüzellik Uzmanı

ve Estetisyen

Lazer epilasyonkimlere uygulanmaz?

- Gebelere ve gebelik riski olanlarauygulanmaz

- Beyaz, sarı, kızıl ve ayva tüyü şeklinde kılasahip kişilere

- Ciltte aktif lezyon varsa- Cilt soyma işlemi yaptıranlara

- Roacutan kullanımı sırasında ve sonrasında6 ay boyunca yapılmaz

- Solaryumda veya güneşte bronzlaşmışolan kişilere

- Herpesli(uçuk) bulunan bölgelere- 14 yaşından küçüklere

Page 40: Saglikta erdem sayi 2

40 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ÇOCUKLARDA UYKU APNESİ

Sağlıklı büyüme ve zihinsel gelişme için sağlıklı uyku vazgeçilmez bir koşuldur. Bundan başka, büyüme hormonu özellikle derin uyku evresinde salgılanır ve çocukların gelişiminde önemli rol oynayan faktörlerden biridir.

Bu nedenlerle çocuklardaki uyku kalitesini ve süresini bozan problemler, önemli gelişim ve davranış sorunlarına yol açabilirler.

Anne-babaların dikkat etmesi gereken sorunlardan biri de sorun bebeklerin ve çocukların uykudaki solunumlarının düzgün olup olmadığıdır.

Uyku apnesi nedir?

Uykuda 10 saniye süreyle veya daha fazla ağız ve burunda hava akımının durmasına uyku apnesi (hipopne) denir. Hipopne 10 saniye veya daha fazla, akımda %50 düşme veya oksijen satürasyonunda %3 azalma ile beraber düşmeyi tanımlar.

Bilimsel anlamda kesin tanı polisomnografi ile konur

Tıkayıcı uyku apnesi sırasında klinik olarak

çarpıcı bulgular gözlenir. Uykuda

sıçramalar, uyanmalar ve bozulmuş uyku

düzeni oluşur. Çocuk terleyerek, bazen

boğularak, çırpınmalar ile birlikte uyanır.

Gündüz ise okul performansı düşer,

gündüz uyuklamaları ve konsantrasyon

bozukluğu oluşur. Uykuda büyüme

hormonu salgılandığından, uyku

bozukluklarında bu hormonun salgısı

azalır ve gelişme geriliği görülebilir.

Yüksek gürültülü horlama, yorgunluk, aşırı

sinirlilik, konsantrasyon bozukluğu, sabah

baş ağrısı gibi sorunlar uyku apnesinin

sonuçları olarak ortaya çıkabilir.

Hastalarda, hastalığın seviyesine göre bu sorunların biri, birden fazlası ya da hepsi birden görülebilir.

Bütün bu belirtilerin görülmesi halinde, Endoskopik sistem ile tam bir kulak burun boğaz muayenesi yapılır. Gerekli görülmesi halinde, radyografiler çekilir ve hasta uyku laboratuarına gönderilir.

Tedavi

Çocuklardaki uyku apnelerinin çok büyük bir nedeni olan büyümüş bademcikler ve büyük genizeti olduğundan hastaların %95’i bademcik ve genizeti ameliyatı ile başarılı bir şekilde tedavi edilir.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan

Operatör Doktor Murat Kaplan,

çocuklarda uyku apnesikonusunda merak edilenleri anlatıyor.

Op. Dr. Murat KaplanKulak Burun Boğaz

ÇOCUK SAĞLIĞI

Page 41: Saglikta erdem sayi 2

41Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Page 42: Saglikta erdem sayi 2

42 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

KADIN DOĞUM

GEBELİĞİN İKİNCİ YARISINDA KANAMA

Gebeliğin 20. haftasından sonra görülen vajinal kanamalar hem hasta hem de klinisyen açısından oldukça endişe verici olabilir. Tüm anne adaylarının yaklaşık %2-5’inde değişen şiddetlerde vajinal kanama

görülmektedir. Bu tarz kanamalar öngörülemez ve hastanın genel durumu kanamanın başlayışından önce, sırasında veya hemen sonrasında hemen bozulabilir. Bu nedenle kanamanın çok hafif olması veya

bir süre sonra kendiliğinden kesilmesi durumunda dahi doktor kontrolünden geçmekte yarar vardır.

Bu dönemde meydana gelen kanamanın kesin nedeni gebelerin %47’sinde bilinmemektedir. En sık görülen nedenler marjinal sinüs rüptürü (eşin en uç noktasının hafifçe ayrılması), nişan (hafif kanama ile beraber sümüksü akıntının gelmesi), servikal sebepler (rahim ağzı), Plasenta previa (bebeğin eşinin önde gelmesi), Abruptio plasenta (eşin erken ayrılması), vasa previa (kordona ait damarların doğum kanalının önünde gelmesi) ve idrar yollarından veya hemoraide bağlı olan kanamalardır.

Gebelikte olan kanamalar, neden olan sebebe göre hayatı tehdit edebileceğinden, her zaman muayenede öncelik tanınır ve kanamaya yol açan nedenlerin bir kısmında da gebe hastaneye yatırılıp izlenir.

Kanama şikayeti ile gelen gebede ilkdeğerlendirme öykü alınmasını, gebenin genel durumunun değerlendirilmesini ve laboratuar testleri ile tedaviye başlanılmasını içerir.Öykü; travma veya ilişki gibi başlatıcı

etkenleri, kanamanın miktarını ve ne zaman başladığını, ilişkili karın ağrısı ya da düzenli rahim kasılmalarını, su kesesinin yırtılması veya daha önce vajinal kanama hikayesini, gebenin kaç haftalık olduğunu, daha önceki taramalarda plasentanın yerleştiği yer ile ilgili bilgiler içermelidir.

Daha sonra kanamanın kaynağını belirlemek için USG incelemesi yapılır. USG’de bebeğin kalp atımının olup olmadığı, gebenin haftası, plasentanın yerleşim yeri ve herhangi bir karın veya

Page 43: Saglikta erdem sayi 2

43Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

rahim içi kanamanın olup olmadığına bakılır.Gebenin nabız, kan basıncı, solunum sayısına bakılmalıdır, şoka dair klinik bilgiler değerlendirilip Plasenta previa tanısı ekarte edildikten sonra vajinal muayene yapılmalıdır.

Gebenin tedavisi gebelik haftası, kanamanın tipi ve şiddetine dayanmalıdır. İlk tedavi damar yolu açılmasını, hızlı kan sayımı ve kan grubu tayini için kan alınmasını içermektedir. Kanamaya yol açan nedene göre laboratuvar tahlilleri genişletilebilir. Gebe, tansiyon takibine alınır, gerekirse damar yolundan sıvı verilmeye başlanır. İdrar çıkışı, vücuttaki kan kaybıyla doğru orantılı olarak azaldığından ciddi kanamalarda gebeye sonda takılabilir.

Çok şiddetli kan kayıplarında gebeye kan ürünlerinin transfüzyonu yapılabilir. Kan ürünlerinin transfüzyonu hayat kurtarıcı olmakla beraber bazı yana etkileri de beraberinde getirir. Kanama şikayeti ile gelen tüm RH negatif gebelere anti-D immunglobulin (kan uyuşmazlığı iğnesi) yapılmalıdır.

İlk tedavinin ardından şu durumlardan birinin olması olasıdır;

- Kanama durmuştur.- Kanama devam etmektedir ancak hafif-orta şiddetlidir ve hayatı tehdit etmiyordur.- Kanama şekline bakılmaksızın fetal distress (bebekte sıkıntı) vardır.- Kanama şekline bakılmaksızın bebek ölmüştür.Daha sonraki tedavi bu şartlara göre belirlenecektir, seçenekler hızla doğum veya takiptir, tedavi şekli sebebe, gebenin sağlık durumuna ve gebelik haftasına göre değişmektedir.

İstanbul Üniversitesi mezunu olan Kadın

Doğum Uzmanı Operatör Doktor

Ayşegül Ünal, gebelikte oluşabilecek kanamalar

hakkında detaylı bilgi veriyor.

Op. Dr. Ayşegül ÜnalKadın Hastalıkları ve Doğum

Page 44: Saglikta erdem sayi 2

44 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

JİNEKOLOJİ

Üreme çağındaki çiftlerin %85’inde 1 yıl içinde gebelik oluşur. Çocuk sahibi olamayan bu geride kalan %15’lik oran bize toplumdaki infertillerin (kısırlık) oranını gösterir. Kısır çiftlerin üçte birinde sorun kadında,

üçte birinde hem kadında hem erkekte kalan üçte birinde ise problem erkeğe aittir. Bu erkeklerin değerlendirilmesine yönelik ve en basit testi spermiogram yani semen analizidir.

Çocuk sahibi olabilmek için erkekte sperm yapımının normal olması gerekir. Sperm yapımı testislerde ergenlikten sonra başlar, sorumlu hormonlar vardır. Bu hormonların salınımındaki bozukluklarda sperm üretimi bozulur.

Üreme, testisler içinde bulunan küçük kanalcıklarda gerçekleşir. Erişkinde normalde olması gereken sperm sayısı milimetrede 15 milyondur. Verilen sperm örneği 2-5 ml olmalıdır. Düşük hacimli örneklerde kanal tıkanıklığı veya hormon eksikliğinden şüphe edilir. Sperm analizi yapılırken iltihabi bir durum veya kanama var mı tespit edilir. Sperm hareketliliği değerlendirilir. Normal bir örnekte spermlerin %50’sinin hareketli olması gerekir. Hareketlilik değerlendirilirken spermler hızlı ileri hareketli ve yerinde hareketli olarak değerlendirilir. Spermlerin şekli incelenir. Spermlerin baş, boyun ve

kuyruk bölgeleri özel boyalarla boyanarak incelenir. Sperm analizi sonrası azospermi yani çocuk yapacak hücrelerinin bulunmadığı durumda erkeklerin sistematik olarak değerlendirilmeleri gerekir. Azospermi tespit edilen hastalarda perm tahlili doğrulamak amacıyla mutlaka ikinci kez tekrar edilir.

Azospermi tanısı doğrulanıca bunun sebeplerini araştırmak amacıyla önce hormon tahlilleri istenir. Sperm çıkmamasının sebebi kanal tıkanıklığına mı bağlı bu durum tespit edilir. Kanal tıkanıklığı olan hastalarda TESA işlemi yapılır. Bu işlemde testislere enjektörle girilerek testisten örnek alınır. Bu hastalar sperm üretimi olan fakat kanal tıkanıklığı nedeniyle verdikleri örnekte sperm bulunmayan hastalar olduğundan testislere girildiğinde mutlaka sperm bulunur. Bu işlemde testislerden lokal anestezi ile sperm aranır.

Bir sonraki aşama, testislerde sperm üretiminde sorun olup olmadığının tespitidir. Bu hastalara TESE denilen ameliyatla testislerden alınan doku parçalarından sperm aranması işlemi uygulanır. Ameliyathanede anestezi altında bu işle yapılır. Bu işlem yapıların hastaların yarısında sperm bulmak mümkündür. Sperm bulunan vakalarda doku dondurularak saklanır. Bulunamayan vakalarda ise patolojiden gelen tanıya göre hastalar yönlendirilir. Her iki grup yani kanal tıkanıklığı nedeniyle TESA işlemi uygulanan veya kanallarda sperm üretimi olmadığı için TESE işlemi uygulanan hastalarda çocuk sahibi olabilmeleri için bir sonraki aşamada mutlaka mikroenjeksiyon işlemi (ICSI) uygulanmalıdır. Sonuç olarak azospermi tanısı konan bazı hastaların da tüp bebek işlemiyle çocuk sahibi olabilmelerinin mümkün olduğunu söyleyebiliriz.

ERKEK KISIRLIĞINDATEDAVİ YÖNTEMLERİ

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi

mezunu Embriyolog Uzman Doktor Oya Karabulut,

erkeklerdeki kısırlık ve tedavi yöntemleri hakkında detaylı

bilgi veriyor.

Uzm. Dr. Oya KarabulutEmbriyolog

Page 45: Saglikta erdem sayi 2

45Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Page 46: Saglikta erdem sayi 2

46 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

GÖĞÜS HASTALIKLARI

Öksürük solunum hastalıklarının en sık görülen belirtilerinden biridir. Polikliniklere, hastaların %3-40’ı öksürük yakınması ile başvururlar. Bu hastaların büyük çoğunluğu da kadındır. Öksürük basit bir viral enfeksiyonun belirtisi olabileceği gibi, ciddi bir hastalığın veya yaşamı tehdit eden bir durumun habercisi de olabilir. Oysa ki sigara içen ve

öksürüğü olan kişilerin birçoğu bu durumu normal kabul ederek hekime başvurmaz.

Öksürüğün, hem tıbbi hem de sosyal önemi vardır. Öksürüğe bağlı bayılmalar, özellikle sürücüler için, az da olsa ölümcül sonuçlara yol açabilmektedir. Sık öksüren insanlar ziyaretlerden, sosyal aktivitelerden kaçınırlar ve izole hayatlar yaşarlar. Öksürük, tanım olarak basitçe solunum yollarının temizlenmesini sağlayan bir reflekstir. Öksürük, akciğerleri aspirasyondan korur ve alt solunum yollarına yabancı madde girişini engeller, artmış bronşiyal sekresyonların atılmasını sağlar. Enfeksiyonların toplumda yayılmasına ve önemli miktarda sağlık harcamasına yol açması olumsuz etkileridir.

Öksürük birçok nedenle ortaya çıkabileceği için ayırıcı tanısı zordur.

Hastaya yaklaşımın belki en önemli aşaması hastadan iyi bir öykü alınmasıdır.Akut öksürük, 3 haftadan kısa süren öksürüktür. En sık nedeni soğuk algınlığıdır. Soğuk algınlığına virüsler (en sık rhinovirüs, coronavirüs, parainfluuenza, RSV, adenovirüs ve enterovirüs) yol açar. Soğuk algınlığı kendiliğinden iyileşebilmektedir, çoğu zaman tedavi gerektirmez. Nadiren öksürük, pnömoni, sol kalp yetmezliği, pulmoner emboli gibi yaşamı tehdit eden bir nedene de bağlı olabilir.

Subakut öksürük, 3-8 hafta süren öksürüktür. En sık görülen enfeksiyondur. Astım, sinüzit, devam eden allerjen veirritan maruziyeti ise diğer sık rastlanan nedenlerdir.

Kronik öksürük, 8 haftadan daha uzun süren öksürüktür. Kronik öksürük, önemli bir hasta olma nedenidir ve yaşam kalitesini etkilemektedir. Bu nedenle tedavi edilmesi gereken klinik bir durumdur. Erişkin yaş grubunda görülme oranı %3-40’tır. Göğüs hastalıkları polikliniklerine yapılan başvuruların%10-38’i kronik öksürük nedeniyledir.

Çocukluk çağında, tekrarlayan öksürüklerin çoğu viral kaynaklı olsa da, okul öncesi ve ilkokul çağı çocukların %10’unda soğuk algınlığı ile ilişkisi olmayan ve hışıltısız persistant öksürük mevcuttur. Çocukluk çağı hışıltısız öksürüğünün en önemli nedeni ebeveynlerin sigara içimine bağlı oluşan ev içi hava kirliliğidir. Anne ve babası sigara içen 11 yaş altı çocuklarda

ÖKSÜRÜĞÜ HAFİFE ALMAYIN

Page 47: Saglikta erdem sayi 2

47Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Kronik öksürük görülme sıklığı %50’lere ulaşmaktadır.

Erişkinlerde en sık kronik kuru öksürük nedeni “sigara içimi”dir. Sigara içilen süre ve tüketilen sigara miktarı arttıkça balgamlı öksürük görülme sıklığı da artar. Sigara içmeyen erişkinlerde en sık kronik kuru öksürük nedenleri postnasal akıntı sendromu, gastroözefagial reflü hastalığı ve astım ve anjiyotensin onverting enzim inhibitörü (ACEI) kullanımıdır.

Postnasal akıntı sendromu, burun akıntısının genizden boğaza doğru akması, sık sık boğazı temizleme ihtiyacı ve çoğu zaman burun akıntısı ya da burun etrafında dolgunluğu ifade etmektedir. Hastaların %20’si bu durumun farkında olmayabilir.

Sigara içmeyen erişkinlerde kuru öksürük nedeni %24-29 astımla ilişkilidir. Hışıltılı

solunum, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi, öksürük nöbetleri başlıca belirtilerdir. Öksürük genellikle kurudur, gece görülür.

Gastroözegafial reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışı anlamına gelir. Gastroözegafial reflü hastalığında, göğüste yanma, ağza acı su gelmesi, belirgin mide yakınmaları, kronik öksürük ve seste boğuklaşma başlıca belirtileridir. GÖRH toplumun %20’sinde görülür.

Anjiyotensin konverting enzim inhibitörü kalp yetmezliği, hipertansiyon, miyokard enfarktüsü vb. tedavisinde kullanılır. Anjiyotensin konverting enzim inhibitörü kullanımında kronik öksürük %19 görülür. Tedavide ilacın kesilmesi yeterlidir.

Binaların havalandırma şekli ve hava kaynaklı kirleticiler, iş stresi, binalarda

bulunan mikroorganizmalar ve çeşitli organik bileşimler hasta bina sendromuna yol açar. Hasta bina sendromu da bir kronik öksürük nedenidir.

Erişkinlerin %9’unda bilinen bir solunum sistem, hastalığı olmadığı halde kronik öksürük görülür. Obez ve depresif belirtilere sahip bu hastalarda kronik psikojenik öksürükten söz edilebilir.

Kronik öksürük yapan diğer nedenler arasında allerjik nedenler, mesleki maruziyetler, bazı irritan mekanizmalar, solunum sistemindeki iyi veya kötü huylu kitleler, akciğer hastalıkları vb. sayılabilir.

Öksürük, basit, tedavi gerektirmeyen bir nedene bağlı olabileceği gibi mutlaka tedavi gerektiren ve erken teşhisin hayat kurtardığı ciddi bir hastalığın belirtisi de olabilir. Bu nedenle öksürük yakınmanız varsa lütfen bir hekime başvurunuz.

Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezun olan, Uzman Doktor Gamze Türker, öksürük ile ilgili uyarılarda bulunuyor.

Uzm. Dr. Gamze TürkerGöğüs Hastalıkları ve Tüberküloz Uzmanı

Page 48: Saglikta erdem sayi 2

48 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

KARDİYOLOJİ

UYGUN TEDAVİ İLEFELÇ İHTİMALİNİ

AZALTABİLİRSİNİZÇarpıntı (atrial fibrilasyon), ritim bozuklukları içinde önemli bir yer tutar.

Nüfusun %1-2’sinde bulunsa da yaşla bu oran artmaktadır ve ileriki yaşlarda %10’lara ulaşmaktadır. Kısa sürede ölümcül bir tehdit oluşturmasa da, uzun dönemde aritminin oluşturabileceği felç ve atardamar

rahatsızlığı gibi komplikasyonlar hastaların hayat kalitelerini ciddi anlamda bozmaktadır.

Page 49: Saglikta erdem sayi 2

49Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Atrial f ibrilasyon sadece kalp hastalıklarında gelişmez, kalp dışı sebeplerden de ortaya çıkabilir.

1- Kalp sağlığına bağlı nedenler

• Kalp damar rahatsızlıkları• Romatizmal kapak hastalıkları,• Kalp yetmezliği• Romatizmal olmayan kapak

hastalıkları

2- Kalp dışı nedenler

• Hipertiroidi • Akciğer hastalıkları• Şişmanlık• Diabet• Aşırı alkol kullanım

Bunların dışında daha az oranda görülen hem kalple ilgili hem de kalp dışı nedenler de vardır. Bazı vakalarda ise hiç sebep bulunamaz. Buna “lone atrial fibrilasyon” denir.

Atrial fibrilasyon başlangıçta aralıklı olabilir ve bu durum çarpıntı şikayeti ile en çok hekime götüren durumdur. Zamanla ritim bozukluğu kalıcı bir hal alır ve hastaların bir kısmının şikayeti olsun veya olmasın felç geçirme ihtimalini sağlıklı nüfusa göre 5 kata yakın arttırabilir. Başka bir deyişle felç getiren hastaların hemen hemen tamamına yakınında altta bir kalp hastalığı yatar. Bu nedenle atrial fibrilasyonun tedavisini iyi planlamak ve takipleri iyi yapmak gerekir.

Tedavinin amacı;

1. Sinüs ritminin devamını sağlamak2. Kalp hızını istenilen düzeylerde tutmak3. Komplikasyonları önlemekOlmak üzere üç başlık altında toplanabilir.Sinüs ritminin devamını sağlamak veya kalp hızını kontrol altında tutmak ilaçlarla veya ilaç dışı girişimsel işlemlerle sağlanabilir. Tedavinin devamlılığı esas olmakla birlikte, eğer tedavi yarım bırakılırsa, ilaçlar düzenli kullanılmazsa hastaların şikayetleri olacağından yeniden tedaviye başlamak zor değildir. Ancak felç geçirmek gibi komplikasyonları ortaya çıkarsa bu durumda geriye dönüşü olmayan sağlık problemleri gelişebilir.

Ne yazık ki, hastalar bazen de hekimler bu konuyu ciddiye almaz ve tedavi süreci biraz da sıkıntılı olduğu için fazla da uğraşmak istemezler. Atrial fibrilasyonu olan ancak kalp kapak hastası olmayanlarda felç geçirme riski normal nüfusa göre 7 kat artarken, kapak hastası olanlarda ise 17 kat artmaktadır. 80 yaş üstündekilerde ise felç olayının yarıya yakınından atrial fibrilaasyon sorumludur. Felç geçirme sadece hastanın durumunu bozmaz, aynı zamanda ailenin hayatını allak bullak eder. Ayrıca devlete olan maliyeti de çok artar. Bu nedenle antikoagülan tedavi (kanı sulandırma tedavisi) üzerinde ısrarla durulmalıdır.

Atrikal fibrilasyonlu hastalarda hem hastaların emboli riskini belirlemeye yarayan risk skorlaması, hem de antikoagülan ilaç kullananlarda kanama ihtimalini belirlemeye yarayan risk skorlaması tabloları vardır. Buna göre hangi hastaya hangi ilacın verileceği, ya da ilaç verildiğinde kanama ihtimalinin ne olacağı baştan değerlendirilmelidir.

Tedavide yıllardan beri kullanılan Warfarin (bilinen adıyla Coumadin) ile ilgili yapılan araştırmalarda %60-70’inde felç girişimini engellemektedir. Kan tahlilinde INR düzeyinin düşük olması durumunda ilacın faydası olmamakta, INR istenenden yüksek olması halinde ise kanama olmaktadır. Coumadin kullanılan ilaçlarla, yenilen yiyeceklerle, hatta mevsimlerle bile etkilenebilir. Aylık INR kontrolü yaptırmayanlarda ilacın zararı bile olabilir.

Son zamanlarda Yeni Oral Antioagülan ilaçlar kullanıma girmiştir. Bunlarla yapılan çalışmalarda etkileri Coumadine göre daha iyi, kanama oranları da Coumadinden daha azdır. INR düzeyi istenen istenen seviyelerde tutulamayanlara, raporla verilebilmektedir. Bu ilaçların en iyi tarafı kan tahlili yaptırma zorunluğunun olmamasıdır. Kötü tarafı ise ilaca bağlı kanama olduğunda ilacın etkisini yok edecek antidotumunun (şimdilik) olmamasıdır.

Özetlemek gerekirse,

1. Atrial fibrilasyonlu hastalarda en korkutucu komplikasyon felç geçirmektir. Bunun geriye dönüşü yoktur, hastayı yatalak ya da sakat bırakır.

2. Eskiden beri kullanılan veya yeni kullanılmaya başlanan ilaçlarla felç geçirme ihtimali on hastadan yedisinde önlenebilir.

3. Burada doktorların tedaviye başlama sorumluluğu kadar, hastaların da takip kontrollerini düzenli yaptırma sorumluluğu da vardır.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan

Kardiyoloji ve İç Hastalıkları Uzmanı

Prof. Dr. Emrullah Başar, kalp sağlığı ve ameliyatları

ile ilgili bilgilendiriyor.

Prof. Dr. Emrullah BaşarKardiyoloji

Page 50: Saglikta erdem sayi 2

50 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

PSİKOLOJİ

DOĞUM SONRASI DEPRESYONU

Gebelik dönemi, kadın yaşamında fizyolojik, ruhsal ve sosyal değişimlerin yaşandığı ve bu değişimlere uyumu gerektiren önemli bir süreçtir. Doğum öncesinde ve sonrasında meydana gelen değişiklikler, gebenin çeşitli problemler yaşamasına ve sağlığının bozulmasına neden olabilir.

Depresyon, hafif ya da ağır düzeyde, hamilelikte en sık görülen ruhsal bozukluktur. Psikiyatrik hastalanma ve depresyon oranlarının, özgül olarak hemen doğumu izleyen dönemde arttığına ilişkin yaygın kanı, son 20 yılda yapılan çalışmalarla giderek pekişmiştir.

Komplikasyonsuz doğumları izleyen ilk 3 ay içinde ve bazılarına göre ilk iki yıl içinde, kadınlarda psikiyatrik hastane başvurularında belirgin bir artışolmaktadır.

Doğumdan hemen sonraki emzirme dönemi ve bebeğin bir yaşına kadar olan zaman dilimi, doğum sonrası dönem olarak psikiyatrik tabloların görülebildiği önemli bir dönemdir. Geriye dönük epidemiyolojik taramalar ciddi ruhsal hastalıkların ortaya çıkması bakımından, doğum sonrası dönemin gebelik dönemine kıyasla üç veya dört kez daha riskli olduğunu ortaya koymaktadır.Yeni bir bebeğin dünyaya gelmesi genellikle olumlu ve doyurucu bir yaşantı

olsa da annelerin bir kısmı için bazı duygusal sorunlar ortaya çıkar. Bunlardan en sık görüleni ve zorlayıcı olanı da depresyondur. Doğum sonrası ruhsal değişiklikler, birkaç değişik şekilde ortaya çıkabilir. Bunlardan birisi erken dönemde ortaya çıkan ve kısa sürede iyileşen annelik hüznü, diğeri ise daha geç ortaya çıkan, daha uzun süren ve daha ciddi bir durum olan doğum sonrası depresyondur. Yapılan pek çok çalışmaya göre doğum sonrası depresyon yaygınlığı %10-15 arasında bildirilmiştir.

Page 51: Saglikta erdem sayi 2

51Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Doğum sonrası dönemde annede ortaya çıkan depresyon annenin, çocuğun ve ailenin çeşitli güçlükler yaşamasına neden olmakta, anne ile çocuk arasında kurulan ilişkiyi, annenin bebek bakımı ve ebeveyn rolünü öğrenmesini etkileyebilmektedir. Doğum sonrası depresyonun saptanmasının en önemli amaçlarından biri, tedavi edilmemiş depresyonu olan annelerin çocuğunun gelişimini olumsuz yönde etkilemesini önlemektir.

Gebelikte, evlilik ilişkilerinde değişmeler, yeni sorumlulukların kazanılması, sosyal ve ekonomik sıkıntılar, doğum ve bebeğin bakımı ile ilgili pek çok sorun yaşanabilir. Bu sorunlar beraberinde ağır bir yük ve stres oluşturur. Bu özelliklerin doğumdan önce fark edilip belirlenmesi doğum sonrası dönemde ortaya çıkabilecek psikiyatrik hastalıkları önlemede faydalı olabilir.Doğum sonrası dönemde ise depresif tabloların önlenmesi ve tedavisinde, psikoterapi ve toplumsal destek sistemlerinin sağlanması önemlidir.

Tablonun değerlendirilmesinde ve tedavisinde biyolojik etmenlerin yanında ruhsal süreçler, evlilik ve toplumsal durum dikkate alınmalıdır. Çatışma alanlarına yönelik psikoterapi gereklidir. Ayrıca, eşin duygusal ve toplumsal desteği mutlaka sağlanmalıdır. Bazı durumlarda, yeni doğanın bakımında anneye yardımcı bir bakıcı ya da akraba sağlanmalıdır.

Annenin klinik depresyonu hem kendisinin hem de yeni doğanın sağlığı açısından önemlidir. Hekimin rolü bu açıdan tedavi edici olduğu kadar koruyucu yöndedir.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Psikiyatrist

Sibel Ayvaz, doğum sonrası depresyonu

hakkında bilgi veriyor.

Uzm. Dr. Sibel AyvazPsikiyatrist

Page 52: Saglikta erdem sayi 2

52 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ÜROLOJİ

PROSTAT KANSERİTANI VE TEDAVİSİ

Çamlıca Erdem Hastahanesi Üroloji Uzmanı Abdurrahman Özgür, prostat kanseri tanı ve tedavisi hakkında bilgilendiriyor. Prostat kanseri Avrupa’da en sık rastlanılan kanserdir ve kanserden ölümde ikinci sıradadır. Prostat kanserinin ileri yaşlarda görülme sıklığının artması ve uzayan yaşam süresi hastalığın görülme sıklığını da göreceli

olarak arttırmaktadır. Ancak, son zamanlarda prostat kanser gelişme mekanizmaları, yeni tanı yöntemleri, cerrahi ve medikal tedavi yöntemlerine yönelik araştırmalarda çok ciddi ilerleme sağlanmıştır.

Amerikan üroloji birliği bağımsız olarak, tarama uygulanacak erkeklerde PSA (prostata özgün madde) düzeyinin her yıl yapılması yerine 2 yılda bir yapılmasının, tarama ile hedeflenen sağ kalım ve yaşam kalitesinin korunması avantajlarını sağlayacağını savunmaktadır.

Prostat Kanseri İçin Başlıca Risk Faktörleri

• İleri yaş• Irk• Aile öyküsüdür.

Aile öyküsünde birinci derecede akrabada hastalığın bulunması ile hastalık riski 2 katına çıkmakta, iki veya daha fazla birinci derecede bulunmasıyla bu oran

5-11 kat arasında artış göstermektedir.

Tanı

Prostat kanseri tanısı biyopsi veya iyi huylu prostat büyümesi için yapılan ameliyat sonucunda elde edilen prostat dokusunda karsinomun histopatolojik olarak gösterilmesiyle korunur.

Hastaların %18’inde prostat kanseri tanısı PSA diğerinden bağımsız olarak, sadece muayene bulgusunun yönlendirmesi ile koyulmaktadır.

Ayrıca kişide prostat kanserinin olmadığını kesinlikle gösterecek bir PSA düzeyi de yoktur. Bunun yanında yüksek saptanan ilk PSA düzeyi de hemen biyopsi kararı aldırmamalıdır. Avrupa Üroloji Kılavuzu,

birkaç hafta sonra (ejekuasyon olmadan, kataterizasyon, sistoskopi, TUR gibi girişimler yapılmaksızın ve idrar yolu enfeksiyonu olmadığı kanıtlandıktan sonra) PSA düzeyinin tekrar edilmesini önermektedir. Prostat Biyopsisi kararında öncelikli etkenler PSA düzeyi ve prostat muayene bulgusudur. Prostat biyopsisi ultrason eşliğinde en az 10 kor olacak şekilde yapılmaktadır.

Alınan örnek sayısına paralel olarak kansere yakalanma oranları da artmaktadır. Ancak ilk biyopside 18-20 kor üzerinde alınan örneklem sayısından sonra kanser yakalanma oranları belirgin bir şekilde artmamaktadır. Ayrıca komplikasyon oranları, tetkik masrafları ve gereksiz tanı (over-detection) oranları da yükselmektedir.

Page 53: Saglikta erdem sayi 2

53Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Tedavi

Lokalize prostat kanserinde aktif izlemBatı dünyasında en sık tanı konulan kanser tipi prostat kanseri olmasına rağmen hayat boyuprostat kanserinden ölüm riski çok düşük olan %3 düzeyindedir.

Bu çelişki son 10 yılda prostat kanserindefazladan tanı ve tedaviyi tartışmaya açmıştır.Aktif izlem prostat kanserinde ilk tedaviye alternatif olarak ortaya atılan özellile düşük riskli hastalarda bir görüştür.

Güncel yaklaşımlarda, hastalık evresi, PSA seviyesi, PSA dansitesi, biyopsi Gleason skoru, biyopsideki oranı aktif izlem adaylarını belirlemedeki kriterlerdir. Aktif izlemdeki hastalar tekrar biyopsileri ve PSA kinetikleri ile yakından izlenirler.

Lokalize prostat kanserinde fokal tedaviler

Prostat kanseri tedavisinde radikal rostatektomi, eksternal radyoterapi ve brakiterapi seçeneklerine alternatif olarak daha minimal invaziv tedavi seçenekleri olan High Intensity FocusedUltrasound (HIFU) ve kriyoterapi giderek artan oranda araştırılmaya başlanmıştır.

Radikal Prostatetomi, lokalize prostat kanseri tedavisinde hala altın standarttır. Kanserin kontrolü kontinans, potens, daha az ameliyat sonrası komplikasyon ve negatif cerrahi sınır temel hedeflerdir. Yayılım gösteren prostat kanseri tedavisinde kastrasyon ve kastrasyona dirençli prostat kanseri tedavisinde de son yıllarda 5 yeni ajan tedavi için kullanılmaktadır.

Op. Dr. Abdurrahman ÖzgürÜroloji

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Op. Dr. Abdurrahman Özgür, prostat kanseri

hakkında bilgilendiriyor.

Page 54: Saglikta erdem sayi 2

54 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ÇOCUKLARDA ÖZGÜVENGELİŞİMİ

Özgüven, tüm insanlar için temel olan duygusal doyuma ulaşmada gereklilik rolünü taşıyan bir duygudur. Bu yüzden de herkes özgüvenli olmak ister. Her anne baba da özgüvenli çocuklar yetiştirmek ister. Haklılar da.

Çünkü çocuğun sağlıklı gelişiminde önemli bir rol oynamaktadır.

“Her anne baba özgüvenli çocuk yetiştirmek ister”

Özgüven duygusunun ilk temelleri anne-bebek arasındaki iletişimle atılmaya başlar. Bebeğin dış dünyaya ilişkin izlenimi, anne-babanın yansıttığı duygularla devam eder. Aile içinde kullanılan her kelime, yüz ifadesi ve mimik-ler çocuk için önemli hale gelir. Gözlemle-rim, ailelerin özgüven gelişimi konusunda bilinçli davranma gayreti içinde olduklarını gösteriyor. Çünkü özgüven duygusunu geliştirmek, arttırmak ve korumak, özellikle yetişkin olduklarında benlik algısını ve dış dünyayı değerlendirmelerinde, sosyal ortamlarda tutum ve davranışlarını ortaya koymada önemli bir etkiye sahiptir.

Özgüven; kişinin davranışlarını, duygu ve düşünceleri; kendini kişilik özellikleriyle birlikte yetenek ve becerileriyle ortaya koyarken bir yandan da toplum tarafından kabul edilirliğini, onaylanıp onaylanmadığını ve kendini nasıl

değerlendirdiğiyle ilişkilidir. Çocuğun sahip olduğu yetenek ve beceriler, hayalindekiyle örtüşmüyorsa, çocuk kendini yetersiz hissedebilir ve her şeyde beceriksiz olduğunu düşünebilir. Bu durum çocuğun hem ders başarısının düşmesine hem de arkadaşlarından uzaklaşarak içe kapanmaya başlamasına neden olabilmektedir. Bu yüzden özgüven gelişimi; hem akademik hem sosyal ilişkilerinde başarıyı, hem de öğrenme yetisini etkileyen önemli bir duygudur.

İlk ailenin etkileşimiyle temelleri atılan özgüven, çocuğun okula başlamasıyla birlikte dış dünyayla olan etkileşimi şekillenmeye başlar. Artık aile dışında öğretmenleriyle ve arkadaşlarıyla etkile-şimi özgüven duygusu besler ve geliştirir. Bu yüzden, okul çok önemli bir kaynaktır. Çocuklar büyüdükçe sahip oldukları yete-neklerinin daha çok farkına varmaya ve kendilerini değerlendirmeye başlar. Bu yüzden çocuğun okulla ilgili yaptığı paylaşımları, duygu ve düşünceleri dinlenmelidir. 10 yaşlarında özgüven gelişimi tamamlanır. Anne-babayla

başlayan gelişim, öğretmenle devam ederken sosyal ortamlarda çocuk kendini tanımaya ve görmeye başlar. Ergenlik dönemine gelindiğinde de aslında özgüven gelişimi bir nevi sınav gibi test edilme süreci ile kendini ortaya koyar.

Çocuklar ergenlik dönemine girdiğinde diğer gençler gibi akran ilişkilerinde ken-dilerini ifade etmede zorlandıkları noktada anne babaların dikkatini çeker. Böylece çocuklarının özgüven duygularında bir problem olduğunu keşfederler.

Peki çocukların özgüvenlerini neler etkilemektedir?

Çocuğun yeterli olduğu konularda bile yetersiz kalacağına inanmak, gerçek dışı yüksek beklentiler (Tuvalet eğitimini yeterince olgunlaşmadan kazanmasının beklenmesi gibi), kardeşler arası rekabeti destekleme (“Bak kardeşin yemeğini bitir-di sen hala oyalanıyorsun” ifadeleri), çocu-ğunuzun yapabileceğinin üzerinde beklenti içine girmek, aşırı korumacı anne-baba

PSİKOLOJİ

Page 55: Saglikta erdem sayi 2

55Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

tutumu (okula giden çocuğun ayakkabısı-nı giydirmek, ödevini yapmak), duyguların bastırılması veya reddedilmesiyle sonuçlanan ve çeşitli psikolojik problemlere neden olan tutumlar, çocuğun kendisini ifade etmesine engel olmakta ve çocuğun özgüveninin zedelenmesine neden olmaktadır. Bu durum, çocuğun kendisini değersiz ve güvensiz hissetmesine yol açmaktadır.

Çocuğun özgüvenini geliştirmek için anne ve babalar neler YAPMALILAR, neler YAPMAMALILAR?

1) Çocuğunuzun sevgi dilini keşfetmek oldukça önemlidir. Çocuğunuzun anlayacağı şekilde gerek söyleyerek, gerek yazarak gerekse saçını okşayarak, çocuğunuza uygun mesajlar göndermeye gayret etmek.2) Çocuğun sınırlarının çerçevesi net olarak belirlenmiş olan sevginin ifade edildiği ev ortamı şarttır.3) Küçük başarılar yakalaması için çocuklarınıza fırsat verin.4) Fikirlerine saygı duyun. Hayır demeden önce söyleyeceklerini paylaşmasına izin verin. Sizinle iletişime geçtiğinde bir yandan iş yapıp diğer yandan “dinliyorum seni” şeklinde

yaklaşımdan olabildiğince uzak durun. Tehlikeli olan bu tutum, çocuğun kendini ifade edebilirliğini ketleyen bir davranıştır. Mümkünse çocuğunuzun göz hizasına inerek, göz teması ile çocuğunuzu dinleyin. Eğer o anda bir işi yetiştirmeniz gerekiyorsa göz temasında neden dinlemiyor olduğunuzu kısaca açıklayıp, işiniz bittikten sonra kendisini dinleyebileceğinizi söyleyin.5) Yaratıcılıklarını destekleyin ve cesaretlendirin.6) Risk almalarını sağlayın. Hata yapmalarına ve hatalarından ders almalarına izin verin. “Sen şimdi onu alamazsın oradan, çekil ben alayım” gibi söylemlerden uzak durun. Gerçekten alması mümkün değilse veya kendisine zarar gelebilecek bir şeyse, açıklamanızı yaparak mümkünse size yardımcı olmasına izin vererek siz alın.7) Çocuğunuz yanlış bir davranış yaptıysa; davranışının hatalı olduğunu söyleyin, kendisinin değil!8) Kesinlikle çocuğunuzu arkadaşlarıyla, komşularınızın, akrabalarınızın çocuklarıyla kıyaslamayın.9) “Beceriksizsin”, “Çok dikkatsizsin!”, “Çok tembelsin” bunun yerine “Gayretini görüyorum, Aferin”, “Öğrenmeye çalışmandan dolayı seninle gurur duyuyorum”, “Dikkat etmeye çalışıyorsun, bu beni mutlu ediyor” şeklinde davranışa atıfta bulunmak çocuğu motive edecek ve

olumlu davranışın pekişmesini sağlayacaktır.10) Çocuğunuzu sadece yaptığı olumlu davranışları ile çocuğunuzu sevmeyin, “Seni olduğun gibi seviyorum ve sen önemlisin” ifadelerini vererek sevginizi ortaya koyun. Çocuklar doğrudan ifade etmeseler de sevgi belirten sözcükleri duymaya sıklıkla ihtiyaçları vardır. “İyi ki varsın”, “Seni olduğun gibi seviyorum” şeklindeki duygu mesajları çocuğunuzu duygusal anlamda besleyecektir. Bu mesajları bazen sürpriz şeklinde de kendileriyle paylaşabilirsiniz. Bir sabah uyandığında masasının üzerinde, yastığının yanında sevgi mesajı görmek, çocuklarınızı kayıtsız şartsız sevdiğinizi ortaya koyacak ipuçlarıdır.

Çocuklar bugünün ümidi, yarının yaşamlarının yöneticileri olacaklar. Henüz yetişkin olmadan yaşam maratonları okul dönemiyle başlıyor. Bu yaşam mücadelesinde anne babaları gibi onlar düştüğünde kaldıracak, kucaklayacak veya destekleyecek kişiler her zaman yanlarında olamıyor, olamayacakta. Kendi ayakları üzerinde durabilen, zorluklar karşısında gücünü koyabilen güçlü çocuklar yetiştirmenin en önemli parçalarından biri olan özgüven duygusu gelişimi için daha dikkatli ve daha özenli davranmaya çalışalım.

Maltepe Üniversitesi mezunu olan Psikolog

Pınar Yüksel Aksu, çocuklarda özgüven

gelişimi hakkında bilgi veriyor.

Psk. Pınar Yüksel AksuPsikolog

Page 56: Saglikta erdem sayi 2

56 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞI

20 YAŞ DİŞ SORUNUNUZDAN KURTULUN

Sürekli dişlerinizde ve boğazınızda ağrı, yüzünüzde şişme ve kulaklarınızda uğultularınız varsa, artık yirmi yaş dişiyle tanışmışsınızdır. Adı, her ne kadar yirmi yaş dişi olsa da, her yaş da ortaya çıkabiliyorlar. Operasyonu hakkında kulaktan duyma bilgilerle çektirtmekten korktuğumuz bu dişler, neden olduğu ağrılar sayesinde hayatımızı zindana çevirebiliyor.

Uzman bir diş hekimine çektirtene kadar da, onlar bize çektiriyor. Yirmi yaş dişi ve onu çektirme hakkında detaylı bilgi veren Erdem Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi Diş Hekimi Ahmet Altın, “Üçüncü azı dişlerimizden hep yirmi yaş dişi diye bahsederiz ama birçok kaynakta akıl dişi (ingilizcesi wisdom teeth) olarak da geçer. Bakmayın akıl dişi dememize, hiç de akil değillerdir, sayfalarca anlatılacak kadar sorunlu ve anarşisttirler. Peki ama neden? Madem akıl getireceklerdi, neden ağrı yaparlar, neden çekiyoruz, neden bir türlü süremiyorlar? Yirmi yaş dişlerinin problematiği genellikle kullanılmayan organların gelişiminin gerilemesi, büyüme ve gelişim düzeninin nesilden nesile değişerek aktarılması ile açıklanmaya çalışılır. Özet olarak, nesillerin beslenme alışkanlıkları ve besin türleri değiştikçe, çene kemiği “bu yumuşak gıdalar için o kadar da büyük bir çeneye gerek yok” dercesine daha az gelişmiş ve küçük kalmış diye düşünülür. İşte diş sürme sırasında sona kalan yirmi yaş dişinin isyanı böyle başlar.

En iyisi, neden sorusuyla boğulup, üzülmektense yirmi yaş dişi ile ilişkili bir problemle karşılaştığımızda neler yapabileceğimizi irdelemeli.” dedi.

En büyük problem yarım çıkan 20’lik yaş dişi Yirmi yaş dişinin çıkarttığı problemlerden bahseden Dt. Ahmet Altın, “Yirmi yaş dişlerinin en sık çıkardığı problem; yer bulamayan dişin, ikinci azı dişinin arkasında yarım sürmesidir. Yarısı gömük kalan dişin etrafındaki diş eti cebi, bu bölgenin hijyenini kontrol etmek zor olduğu için kolaylıkla iltihaplanır; ağrı, şişlik, ateş, halsizlik, kulak ağrısı, baş ağrısı gibi belirtilerin bir kısmı ya da tamamına sebep olur. Eğer henüz sürmekte olan diş sadece diş eti ağrısı yapıyor ise hekim tarafından jel reçete edilebilir. Eğer enfeksiyon ve buna bağlı ağrı ve şişlik söz konusu ise hekim gerekli durumlarda ilaç kullanımını önerebilir ya da direkt cerrahi müdahele

planlayabilir. Bu sebeple, hastalar ağrı

eşittir antibiyotik diyerek evde kendi

başlarına problem çözmeye çalışmamalılar.

Bir kere problem çıkaran yirmi yaş

dişi problemin etkeninde bir değişiklik

olmadığı için, tekrar tekrar enfeksiyon

yapacaktır ki bu sebeple nihai tedavi dişin

çekilmesidir.

Yirmi yaş dişlerinin çekimi durumuna göre

basit ya da zor olan cerrahi müdahele ile

olur. Her cerrahi müdahele gibi diş

çekiminin de geçici korkutucu-olumsuz

yanları olabilir. Hiç bir durum müdahele

edilmemiş dişin ağrısı kadar kötü

olamayacağı için korkuya yer vermeden

hekime güvenilip, tedavi tamamlanmalıdır.

Cerrahi çekim sonrası olabilecek ağrı ya

da şişlik gibi belirtilerin hepsi geçicidir.

Hekim ve hastanın özeni ile korkulacak

şeyler gerçekleşmez. Halk arasında, bilgi

eksikliğinden dolayı dolaşan kötü

senaryolar ve söylentiler bilim çağımızda

artık yersizdir.” dedi.

Marmara Üniversitesi mezunu olan

Ahmet Altun, 20 yaş dişleri hakkında bilgilendiriyor.

Dt. Ahmet AltunDiş hekimi

Page 57: Saglikta erdem sayi 2

57Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

Page 58: Saglikta erdem sayi 2

58 Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

ANLAŞMALI KURUMLAR

MERKEZLERİMİZ

Erdem Tıp Merkezi

Özel Erdem Ağız ve Diş Sağlığı Polikliniği

Çakmak Diyaliz Merkezi

Özel Erdem Anadolu Meslek Lisesi

Çamlıca Diyaliz Merkezi

Özel Erdem Koleji

Saray Mah. Sanayi caddesi No:8/1 Ümraniye - İstanbulT: (0850) 222 04 94

Kısıklı Mh. Alemdağ Yanyolu Cad. No:8 Üsküdar - İstanbul T: (0216) 481 67 04 F: (0216) 522 66 99

Alemdağ Caddesi Sezer Sokak No:3-5 Ümraniye - İstanbulT: (0216) 634 01 02 F: (0216) 634 21 98 - 99

Esenşehir Mah. Gökkuşağı Sok. No:28 Ümraniye - İstanbulT: (0216) 505 53 75 F: (0216) 314 21 24

Çakmak Erdem Hastahanesi Çamlıca Erdem Hastahanesi Güneşli Erdem Hastahanesi

Alemdağ Caddesi Sezer Sokak No: 3-5 Ümraniye - İstanbulT: (0216) 634 01 02 (pbx) F: (0216) 634 21 99

Alemdağ Yanyolu Caddesi No:36 Üsküdar - İstanbulT: (0850) 200 20 28 F: (0216) 522 66 99

Güneşli Mah. Fevzi Çakmak Cad. No:72-74 Bağcılar - İstanbulT: 444 0 494

Alemdağ Cad. Kısıklı Mh. Kaşgarlı Mahmut Sk. No:13 Üsküdar - İstanbulT: (0216) 443 71 23 - 98 F: (0216) 522 66 99

Çavuşbaşı Cad. Beyzade Çıkmazı Çekmeköy - İstanbulT: (0850) 622 7001

Resmi Kurumlar

• SGK (SSK, Bağkur, Emekli Sandığı)

• Çalışan Devlet Memuru

• Adil Bayram

• Akpan Alçı

• Çınar Kart (Eczacıbaşı Evde Bakım)

• Doğan Okay Kapı Kolları

• Dudullu Karadenizliler

Yardımlaşma Derneği

• Evin Giyim

• Gencallar Giyim

• Mengiroğu İnşaat

• İgdaş

• İstanbul Ticaret Odası

• Kaynak Holding

• Reha Tekstil

• Sürat A. Ş.

• Teksan Jeneratör

• Türk Telekom

• Ümraniye Esnaf ve

Sanatkarlar Odası

Özel Sigortalar

• Ak Sigorta

• Acıbadem Sigorta

• Axa Tamamlayıcı Sigorta

• Anadolu Sigorta

• Anadolu Sigorta Çalışan-Emekli

• American Life Hayat Sigorta A.Ş.

• Groupama Sigorta

• April Yardım Servis ve

Danışmanlık

• Hizmetleri

• Demir Hayat

• Marpfre Genel Yaşam

• Güneş Sigorta

• İş Bankası

• Marm Sigorta (Yurt Dışı)

• Promed

• ACE European Sigorta

• Ankara Anonim Türk Sigorta

• CGM Sağlık

• Eureko Sigorta

• Fortis (Çalışan ve Emeklileri)

• HDI Sigorta

• Halk Sigorta

• Generali Sigorta

• Garanti-Eureko Sigorta (Acil Sağlık)

• Ray Sigorta

• Sompo Japan Sigorta

• Türk Nippon Sigorta

• Ziraat Sigorta

• Zurich Sigorta

• TSKB

• TBMM

• Inter Partner Assistance

• AİG Sigorta

• NN Hayat ve Emeklilik Sigortası

• Medlife Emeklilik ve Acil

Tedavi Sigortası

• Türk Nippon Sigorta

• Dubai Sigorta

• Güneş Sigorta

• Halk Sigorta

• Işık Sigorta

• SBN Sigorta

• Turins Sigorta

• Metro Turizm Seyahat

• Akbank

• Avivasa Emeklilik ve

Hayat Sigortası

• Bank Asya Pltinium Card

• Bank Asya Tuscon Card

• Benefit Card

• Benefit Global Card

• Castrol Dosteli Card

• Dr.Beck-Up Kişisel Sağlık

• IPA Card

• ING banl Platinium Card

• SBS Şeker Hayat Projesi

• SBN Sigorta &Boğaziçi

Brokkerlik

• TAV Passport Edition

• Türk Assist Card

• Türkiye Ekonomi Bankası

• Vakıf Emeklilik

• VIP Hayat Card

• Bialo Card

• BJK Nevzat Demir Tesisleri

• Tepeüstü

• IKEA

• Ümraniye Sanayi Sitesi

• Levent Çakmak köprüsü

• Renault

• Ümraniye

Page 59: Saglikta erdem sayi 2

59Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2

• Bank Asya Pltinium Card

• Bank Asya Tuscon Card

• Benefit Card

• Benefit Global Card

• Castrol Dosteli Card

• Dr.Beck-Up Kişisel Sağlık

• IPA Card

• ING banl Platinium Card

• SBS Şeker Hayat Projesi

• SBN Sigorta &Boğaziçi

Brokkerlik

• TAV Passport Edition

• Türk Assist Card

• Türkiye Ekonomi Bankası

• Vakıf Emeklilik

• VIP Hayat Card

• Bialo Card

• BJK Nevzat Demir Tesisleri

• Tepeüstü

• IKEA

• Ümraniye Sanayi Sitesi

• Levent Çakmak köprüsü

• Renault

• Ümraniye

Page 60: Saglikta erdem sayi 2

60

BİZDEN HABERLER

ANA BAŞLIKANA BAŞLIK

Her yıl aynı zamanda kendinizi yorgun hissediyor, burun akıntısı, hapşırma, gözlerde, burunda kaşıntı, burun tıkanıklığı, baş ağrısı gibi şikayetleri artıyor ise, şikayetlerin arttığı bu dönem de her yılın

bahar aylarına denk geliyorsa alerjik rinitiniz var demektir.

Halk arasında saman nezlesi, bahar nezle-si olarak da tanımlanan alerjik rinit alerjik geçişli hastalıkların en sık olanıdır. Gene olarak nüfusun %10-20’sinde bulunan bu hastalıkların özellikle son 10 yılda artış göstermektedir.Alerjik Rinit Nedir?Bahar aylarında artış gösteren bu hastalık, bahar alerjisi ismiyle doğru olarak nitelen-diriliyor olsa da saman nezlesi tabiri pek uygun olmamaktadır. Çünkü bu hastalığa neden olan unsur sanıldığı üzere saman değil, samanların üzerine yerleşen ve göz-le görülemeyecek kadar küçük olan bitki polenleri (çiçek tozları)dır. Bu hastalığın neden bazılarımızda ortaya çıkması ise bağışıklık

Sağlıkta Erdem Yıl:1 Sayı:2