32
sayı:on aralık ikibinondört Yê bi xwîna xwe li hember tarîtiyê disekine û bi xwîna xwe dibirisîne

Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Zamanın Sonsuzluğunda Anı Yakalayanların Hikayesi

Citation preview

Page 1: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

sayı:on aralık ikibinondört

Yê bi xwîna xwe li hember tarîtiyê

disekine û bi xwîna xwe dibirisîne

Page 2: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10
Page 3: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

[email protected] www.facebook.com/sonsuzfanzin

a y t e k i n g e z i c ib e r k m ü r s e l t ü t e r kc a n s u y ı l m a zd u y g u a ş ı ke z m a n a n u ş a v a ng a b r i e lh a z a l k a ç a rh a k a n c ö m e r ti z e l g r a c at u ğ ç e a k t e p eo s m a n e r ç o kz ü l f i k a r a k a rkarikatürist:aşkın ayrancıoğlut a s a r ı m : h a k a n c ö m e r t

sayı:on kasım ikibinondört

Page 4: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

IV

Güneşin ilk ışıkları odayı aydınlatıyordu. Çıya uyandı, Eleni'sinin sandalını öğle vaktine kadar bitirmesi gerekti. Bunu düşünürken ocağa demliği koydu ve işe başladı. Zımpara tozu rüzgar ile uçuşuyordu. O artık bu toza alışmıştı, nelere alışmamıştı ki Çıya… Çayın o mis kokusu burnunu sarmıştı, bir bardak demli çayını aldı ve cebinden çıkardığı tütünü sarmaya başladı. Düşünüyordu, hayat onu nereden nereye sürüklemişti. 2 yıl önce dağların tepesinde olan şahin Çıya, şimdi küçük bir kasabanın deniz kenarında oturuyordu. Dağlara söylediği türküleri şimdi denize söylüyordu, rüzgarın getirdiği toprak kokusunu değil artık denizin kokusunu içine çekiyordu ve herkes onu Çıya değil Ali olarak biliyordu. Sadece hayatı değil adı da değişmişti.Daldığı düşünce deryasından Eleni'yi karşısında görünce uyandı, ela iri gözleri Çıya'ya doğrulmuştu. Eleni'nin gözlerinin renk taneciğine kadar hepsini bilirdi Çıya ve o gözleri görünce her şeyi unutuverirdi. Ne dağ ne de düşünceleri kalırdı. Tek hatırladığı yüreğinin göğüs kafesini yırtarcasına atışı, bedeninin uyuşması ve vücudunun her noktasında bir sıcaklık hissetmesi olurdu.Gönlünü açamazdı sevdiğine, nasıl diyebilirdi ki “ben gerillaydım vuruldum herkes öldü bildi beni Ali değilim, Şahin Çıya'yım ben”... Nasıl diyebilirdi ki… Hep sustu Çıya hep… Eleni gazete parçaları ile geldi durdu Çıya'nın önünde ve uzattı elindekilerini. Sevdiği adamı araştırmıştı, kim olduğunu öğrenmişti. Çıya'nın beyninde şimşekler çaktı; o görüntüler, o haber savruldu gözlerinde. Eleni nasıl öğrenmişti bunu nasıl… Eleni geldi oturdu Ali'sinin yanına, Çıya hiç bu kadar yakın olmamıştı sevdiğine. Eleni'nin nefesi tenine çarpıyordu, saçlarının kokusunu daha önce içine çekmemişti.Çıya Eleni'nin saçlarını avuçlarına aldı, Eleni'yi bir ürperti sardı. Çıya'ya bakamıyordu, vücudu donmuştu. Bakarsa sevdasına yenik düşeceğini düşünüyordu, 'nasıl bir gerillaya aşık olurum?' diye düşünüyordu, bu sevdadan kurtulamazsam ölürüm diyordu... 'Hem aileme ne derim?' dedi içinden ama sevdiği adam yanı başındaydı, tenine dokunuyordu.Evet, Eleni Çıya'yı çok seviyordu, tüm çaresizliği ile tüm imkansızlığı ile çok seviyor ve istiyordu. İçinden dokunmak, sarılmak ve doyasıya öpmek geliyordu. Çıya, Eleni'nin omuzlarından tuttu, güzel masum yüzüne bakmak için kafasını elleri ile kaldırdı, Eleni'nin titreyişi artmıştı. Ele geçirilmiş bir güvercin gibi titriyordu, buz gibi olmuştu. Çıya, Eleni'nin yanaklarını öpmeye başladı , gözlerine bakınca Eleni'yi ağlamaklı gördü. Bunu gören Çıya üzüntüden ne yapacağını bilemedi, Eleni'nin onu sevdiğini hissediyordu.

ÇıyaBölüm-ııı

Page 5: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

V

Peki neden bu durgunluk, bu sessizlik, bu karşılık vermeme… Hemen Eleni'yi bıraktı, suç işlemiş gibi kendini geri çekti ve şunları söyledi:

- ÇIYA: Eleni korkma, sana kötülük yapmayacağım yapamam, dokunmayacağım. Neden buz gibi oldun, titremen neden? Beni seviyorsun değil mi? Neden sarılmıyorsun? Buradayım, yanındayım. Aramızda yok engel, bu sessizlik bu durgunluk neden? Susma kurban olduğum, bir şey söyle vur bağır ama bir kelime söyle…Eleni susuyordu. Boğazı düğümlenmişti. Sadece Çıya'nın gözlerinin içine bakıyordu. Eleni'nin korkusu Çıya'nın ona dokunması değildi, olamazdı da. İnsan sevdiğinden korkar mıydı? Eleni'nin korkusu bir imkansız sevdaya düşmesiydi, gerillaya aşık olmasıydı. Rum kızının Kürt gencine aşık olması. Bunu ailesi kaldıramazdı. Gönlü dağlarda olanı nasıl kalbine sığdırabilirdi? Eleni'nin ağzından tek bir cümle çıktı:

-ELENİ: Senden korkmam Çıya, insan sevdiğinden korkar mı?

Bu cümle Çıya'nın kulağında yankılandı. Eleni'sini sarıp sarmaladı. İşte Eleni'nin o buz gibi olan vücudu bir anda sıcacık oldu. Sanki içinin ta derinliklerinden bir şeyler sökülüyor gibi hissetti. Korktu, ya Çıya'yı kaybederse ya bir daha dağa çıkarsa ne yapardı Eleni? O'nu geç bulmuştu, nasıl elinden bu kadar çabuk gitmesine razı olurdu? Bu korku ile yaşayamayacağını anladı, her şeyi herkesi karşısına alacağı bir karar aldı Eleni. Bu öyle bir karardı ki artık tüm hayatı değişecekti. Bu öyle sevdiği için ailesini karşısına almak gibi bir karar değildi, bu karar Çıya'yı da Eleni'nin karşısına dikecekti…

hazal kaçar

Page 6: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

VI

uşlar yeni yaprak vermiş ağaçlarda ötüyorlardı. Bütün kış onların şarkılarını duymamıştı, ama şimdi ötüyorlar, tatlı Kmelodileri etrafa yayılıyordu. Cik cik diye ötüyorlardı, cik

cik. Benim bu mülk cük cük, benim bu bölgecik cik cik, bana ait cik cik cik…

aklanmaktan, konuşmamaktan, devrimden söz etmemekten, fizikten söz etmemekten, hiçbir şeyden söz etmemekten S bıkmıştı. Bir derse girerken kampüsün içinden geçiyordu.

Kuşlar yeni yaprak vermiş ağaçlarda ötüyorlardı...

Ursula K. Le Guin

Mülksüzler

Page 7: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

VII

eksildik.

En derin kuyu insanın içinde olan.ne var ya da ne yok mu demeli, bilmiyorum. en büyük sorunlarda kendi sorularımızı cevapsız bırakmak. kendimize kendimizle ilgili bilmiyorum-lar eklemek.

Bildiklerim; büyük insanların büyük anlamsızları, isminin önü sıfatlarla bezenmiş çoğu-ne yazık ki- erkek insanların görülemeyecek kadar alçak insan değerleri. çocuklara, ölümü hak ediyormuşcasına yaşatılması, seçilmiş ya da seçilemeyecek pek çok değerin hayat örüntümüzde mutlaka -biri tarafından- değerlendirilmesi ve cezalarının istisnasız olması, yaşama isteği, her şeye rağmen yaşama isteği, yaşanacak günler için hiç bitmeyen mücadeleler, insanların birbirini -farkında olmadan ya da farkında olarak- sonradan kendini anlamsızlaştırması, yaratılmış tanımlar içine sığamama, sığılmış tanımlardan bir an önce kaçma isteği ve başlayan her şeyin biteceği gibi tüm bunların da bitecek zamanının geleceği. bilmediklerim; nedenler - sonucuna ulaştığımız başlangıçlar ve yeni bir başlangıcı oluşturan sonların neden-ler-i- , nasıllar- kendi nasıllarımızın içinde boğulduğumuzdan -mı- biricikleştirmiş olduğumuz asıllar- , suskunluklar - kan üstümüze sıçramadığı sürece pak hissedilir mi de bu yüzden konuşulmaz doğrular- , gerçekler -görülmeyi, anlamlanmayı bekleyen- , değerler -bütünlüğümüzü sağlayan, çatışmayı ve uzlaşmayı yaratan özümüzden ayırmanın güç olduğu-, kelimelerle çizilmiş olan sınırlardan bahsederken kelimelerin de beynimizde bir sınır var ettiğiyle -bilmediğim adıyla- ulaşılması güç yerler. beklenen zaman.

Bilmediklerimden yeşerip, bildiklerimle var oluyor, -hiç yerinde saymayacak olan- zaman kazandığımı düşünürken içimdeki kuyuya dalıyor, yaşantımdan çalıyor ama hiç bir yere ekleyemiyorum. eksildim -ama sadece ben mi- eksildik.

duygu aşık

Page 8: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

VIII

HayvanDerken

Bir insana hayvan derken amacım; o insana hakaret değildir. Kötü bir insana hayvan derken amacım; hayvana da hakaret değildir. Gelişim sürecimize kısaca değineyim, ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın.İlk yaşam, aminoasitlerle oluşuyor. Aminoasitler RNA'ları, RNA'lar DNA'ları oluşturduğunda biyolojik yaşam da oluşmuş oluyor. Tek hücreliler, çok hücreliler derken yaşam kendi bilincini biriktirdikçe daha karmaşık, daha yetenekli gövdeler çıkarıyor ortaya. Olduğu yerden kıpırdamayan, doğduğu yerden bir adım dahi öteye gidemeden olduğu yerde tohumlarını bırakıp ölen bitkilerden dolaşarak, yüzerek, uçarak yaşayan böceklere, hayvanlara kadar...

Yaşam besin zincirinde en altta bitkiler, onun üzerinde hayvanlar ve en tepede insanlar vardır. Bu şablon, canlıların gelişim süreçlerine, gelişim seviyelerine, yeteneklerine göre oluşur ve göreceli olarak doğrudur. En altta sadece güneşi toprak ve su ile beslenen otlar vardır. Bir üst aşamasında, daha gelişmiş olan hayvanlar vardır. Hayvanlar sadece güneş ve su ile beslenmezler. Topraktan ve sudan beslenen diğer canlıları da yerler. Otları ve hatta kendisi gibi hayvan olan diğer canlıları da yerler. En tepede ise insan vardır ve bitkileri, hayvanları yiyerek beslenirler. Yeme, beslenme yelpazesi ne kadar genişse, gövdenin gelişmişliği de o kadar üst seviyededir. Beslenme dediğimiz şey, beslenen canlının yediklerinin enerjisini kendi gövdesine aktarması işlemidir. Diğer gövdeleri yiyerek, o gövdelerin enerjisini kendi gövdenize aktarmış oluyorsunuz. Daha çok enerji daha çok gelişmiş bir gövde demektir. Daha gelişmiş bir gövde, daha gelişmiş bir beyin demektir. Daha gelişmiş bir beyin ise hayatta kalma mücadelesinde daha çok yetenek demektir.İşte insan, bu gelişim sürecinin en tepesindeki canlı türüdür. Yaşam alanlarına ve diğer canlılara hükmedebilme konusunda en becerikli olanıdır. Sadece doğanın verdikleriyle yetinmeyi de aşarak kendi besinlerini kendisi üretebilmektedir.Kendi yaşamının kurallarını kendisi koyabilecek kadar gelişkindir insan.

Page 9: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

IX

Doğa kendisine kanat vermediği halde uçabilmekte, solungaçları olmadığı halde denizlerde yüzebilmektedir. Gün ışığına bağımlılığını y a p a y ı ş ı k l a r ü r e t e r e k a ş a b i l m e k t e d i r . V ü c u t fonksiyonlarının çok ötesinde işler becerebilmektedir. Hatta, kendini başka bir türe dönüştürebilecek genetik bilgi ve beceriye de sahiptir.İnsan, nasıl yaşamak istediğine k e n d i s i ka r a r v e r e b i l e c e k yetkinliktedir. Özgür ve özgün yaşayabileceği yeteneğe sahiptir. Mesele de tam bu noktada düğümlenmektedir. Tüm bu yeteneklere sahip olması onu insan kılmaya yetmiyor. Sahip olduğu y e t enek l e r i , k end i g e l i ş im doğrultusunda kullanabilmesi gerekiyor. Eğer tüm bu yeteneklerini kendi gelişim sürecine uygun kullanamıyorsa insan olamamış demektir. Hayvanlıkla insanlık arasındaki arafta hayvan olarak kalmış demektir.Hayvancılıkla uğraşmış veya köylerde yaşamış insanlar çok daha iyi bilirler. Hiç kimse hayvanları kara kaşı kara gözü için beslemez. Etinden, sütünden, derisinden, yününden, kılından ve gücünden yararlanabilmek için hayvan beslenir. Köpeği bekçiliği için beslersiniz. Öküzü, çift sürerken gücü için ve inekleri döllemek için beslersiniz. Koyunu, keçiyi sütü için, eti için, yünü için, derisi için beslersiniz. Satıp para kazanmak için beslersiniz.Tüm bu hayvanları besleyenler, o hayvanlara kendilerine tanıdıkları hakları asla vermezler. Siz bir hayvanı öldürdüğünüzde etini yer beslenirsiniz. Kutsal günlerde adı “kurban” olur o hayvanın. Oldukça medeni, iyi bir insansınızdır bunları yaparken. Fakat bir hayvan, bir insanı öldürdüğünde, hele ki öldürüp yediğinde o hayvanın adı canavar olur ve görüldüğü yerde öldürülmesi gerekir. Çünkü büyük bir tehlike ve büyük bir kötülüktür o.

Gelelim konumuza.Bu hayvanlar, hiçbir zaman kendi haklarını savunamazlar. Sizlere, yaptıklarınızın hesabını soramazlar.Hatta onları başıboş bıraktığınızda bile gelir sizin kapınızda dururlar.Onları ne kadar öldürürseniz öldürün, ne kadar sömürürseniz sömürün, ne kadar hoyrat

Page 10: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

X

kullanırsanız kullanın sizleri hep kendi sahipleri, kendi efendileri olarak görürler ve yanınızdan asla ayrılmazlar. Kendi kaderleri ile ilgileri kaderleri hep sizin ellerinize bırakırlar. Kendileri için değil, sizin için yaşar, sizin için ölürler.İşte hayvan, kendi yaşam nedenini anlayamayan, güdüldüğü yöne doğru sorgusuzca giden bir canlı türüdür. Kendi başına gelenleri anlamayan, sorgulamayan bir canlı türüdür. Hele ki evcilleştirilmişse kendi özgünlüğünü de yitirmiş, kendi başına hayatta kalabilme yeteneğini de yitirmiş zavallı bir canlı türüdür. Kendisini ne kadar kullanırsa kullansın sahibinin gölgesinden asla ayrılmaz; çünkü sahibi onun yerine düşünmektedir ve ondan daha güçlüdür.

Felsefi derinliği olan güzel bir soru vardır. Der ki; “Önce toprak idik ot olduk. Ot idik hayvan olduk. Hayvan idik insan olduk. Sonra ne olacağız?” Sonra ne olacağımızı bir kenara bırakacak olursak, bugünün sorusu şudur; hayvandık, insan olabildik mi?Görünen o ki insan olmak, bize henüz ağır geliyor. Sahiplerimizin gölgesi daha sıcak görünüyor..Zülfikâr Akar.

Page 11: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XI

Derinlikler, anların derinlikleri ve hayallerin derinlikleri.Zaman ve geçmiş, gelecek. Eski şarkıların anları. Yaşanan saniyelerin derinliklerisaniyelik bir an ile içine düştüğümüz kuyunun derinliği. Bir bakıştaki dinginlik ile düştüğümüz volkanın derinliği. Zaman ve geçmiş. Yoluna devam etmek. Evet belki de lazım olan şey,hiçbir an'ı ortaya çıkartamayacak mucizevi bir dokunuş.

Belleğimizden attığımız bunca şey, belki de binlerce yıl yaşasan, bilincine kazınmış o an binlerce yıl boyunca seninle birlikte yaşayacaktır. Belki de bu sadece o an'ın güzelliğinden kaynaklıdır.Beynin ve kalbin burada bir bağlantısı olmalı. Bir fırtına kadar tehditkâr olmasının sebebi olmalı.Kurduğumuz hayallerin bunda bir payı olmalı mı?

Karanlık ve duman, çalan şarkı neydi? Kelimelerden başka birşey yok o an ile ilgili. Bu ezici,o anki bakıştan başka birşey, bunları yok edecek bir an olmayacak. Neden?

osman erçok

Page 12: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XII

Bir

Tek'diler bir oldular.Birbirinsiz yapmazdılar.

Biri düştü.Birbirinsiz yapamadılar.

Diğeri düştü.Bir zamanlar vardılar.

Şimdi hiç yoklar. Zamanın içinde kayboldular.

Bir'ken adları oldu, tek' ken adları bile yoktuDüşüşleri zorunluluk değil kurtuluştu.

İyi zamandı, bir olmanın güzelliğini resmedip kaybolup gittiler; hep gidilecek olan o yere.

Bir olmanın isteği yeşerdi içimde.Yeşerecek olanların umudu..

Bir su damlası kafi yeşerecek yeni umutlara.Gece oldu. Umutları yastığımın baş ucuna koydum, sabah kalbime

tekrar takacağım.Huzurlu geceler!

C.Y.

Page 13: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XIII

Bir’in iki(si)

Gözlerin, şarkı kuşlarıKahve kokusunda el yazımız.Aynı gerçeği görmek,bilmek,Karanlığa karşı haykırmak. Avucunun içinde baharın çizgileri,İçimin içinde sıcaklığın,Nar içi dudağında sarhoşluğum,papatya sarısı düşlerimiz varumutdan yana gerekçelerimiz. Sevdayı candan içtikTükenmeyen suyumuz,Susmayan fikirlerimiz,Ve ben ve sen ve biz

Tohum idik bir olduk....

hakan cömert

Page 14: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XIV

Bensiz

yürümek istediğin

yolun sonunda

Herkesin aklına sonradan birşeyler gelir-benim de öyle-Ama sevmek ve ağlamakÖfkeden önce unutulur mu hiç?Sürekli bencil arzularınızdan bahsedipKarşınızdakini düşünmeyinVe karşınızdakinin başkasını düşünmesini!En özel olmak içinSırtını dönmen gerektiğini düşünKarşındaki arkasını dönüp uzaklaşınca küfret!Terkedilme korkusu yaşayıpTerk etmenin tadına bakmak mı istiyorsun?Ne var ki giden değil kalan söyler son sözü.Bensiz yürümek istediğin yolun sonundaBekliyor olacağım.Girdiğinde toprağın altınaKurtçuklardan önce kemirecek Bedenini; aşk.Ve bedenin kaybolduğundaSonsuz ve gerçek olacak aşkVe bensiz yürümek istediğin yolun sonundaBekliyor olacağım...

Ezman Anuşavan

Page 15: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XV

Talaş ve aş kokulu evlerden alınmışDilimiz koparanlara atılmışızTıkırında kelimeler altında satır olurken,Ne vakit sonunda katlolduğumuz cümleye özne diye tıkıldık?Sonunda ve başında-ki katl ölümlerden evvel başlar‘öz’ümüz çiğnenmiş, silahımız alınmış‘ne’ kalmış geriyeSahi, geride kalan ne?-Özne mağdurdur özümüz mağrur-Eli kolu bağlı olanlar olmalıysa da vakurKenevir ipi çözebiliriz bu çılgınlıklaBirileri nihayetimizi deri koltuklar üstünde çizerkenMethiyeler düzme vakti değildir sabra ve sükûta

Izel Graca

Page 16: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XVI

Kin yaKin ya huyBereketini bekaretinde ulumuş susuz dereSağduyu çukurunda hümanist romantizmAlınan son nefesBelki bir umut çaresizliğiAma senin beni hatırladığın çok doğruMaddesel travmalarınVe istiklal caddesindeki tramvayınEvet bayımGri ve şeffaf fötürMaddenin petibör haliKin ya suDuru çiğ tanelerinde basık çimenHuşu ile duyVe dalında güzel tüm depresyonLilium seven lityum eksiğiKonuşmalar susunca kartlaştı ağrı eşiğiDuruldu duyuYırtılan bir orospunun iç sesiKadıköy sevgisiSoyunduğu sevgilisiHiç tanımadığı çocuklarından birisiŞehir, kün, kin.Kin ya kirKin ya şarapKin ya şerKin ya kadimKin ya aşkKin ya düşKin ya şeyKin ya son öpücükBu kin bile beni sevdiğindirBugün beni hatırladığınAşk her yerde her zaman... Soğuk da sevilir. -Gabriel-

Page 17: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XVII

Bir Ezgidir tutturmuş susmaz dilim önceleri kapamış.gözlerimi dalmıştım şu feryadı figanYüreğime,sonraumudu bulup buluşturdum ekledim sol yanımın en derinine.Koynuma hapsettim seni bıraktım güneşle doğacağın o uzun günlere.Güneşe doğru yürü be adam ve saçlarının arasından geçen o ılık rüzgarı yüreğinde hisset.Hisset ki tenine sonrada yüreğine değsin yüreğim. En ansız,en amansız kimsenin duymadığı bir çığlık gibi patladın sol yanımın en güzel yerine.Ben şimdi doğan her güneşle adını ezberliyor, sonra bir daha içime çekiyorum o nefesini içime işliyor biliyormusun içim bir tuhaf oluyor,anlamsız ve delice gülüyorum o halime olsun be güzel adam ben böylede mutluluğa bakıyorum ve şimdi beni sorarsan sevdam,umutlarım,türkülerim ve hasretim hepsi sana adı gibi ay gibi parlayan adam.

fate

ezom'a...

Page 18: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XVIII

Akmar Pasajı’na her girdiğimde o eski, sarı sayfaların kokusuyla büyülenmiş dükkânların nostaljisi beni her zaman etkilemiştir. Kafaya koymuştum gizemli gördüğüm hayatlarını sorgulayacaktım. 70’ lerin hızlı delikanlısı Mehmet Amca ile tanıştım. Ruhu hala genç, yıllar önce yazmış sahaflığın kitabını. Yine bir gün merak ettiğimiz hikâyesini tüm samimiyetiyle anlattı bizlere…

-Sahaf nedir?

- Kitapla ilgili her şey giriyor bunun içine. Sadece kitap değil; dergi, pul vs. Ve bunları toplayan, alıcıyla buluşturan kişiye ise sahaf deniyor. Ama her bir dalı bir uzmanlık istiyor. Şimdi ikinci el kitap satanlar da kendine sahaf diyor. Aslında orijinalinde deli cesareti yoksa sahaf olduklarını söylemeleri bir iddiadır.

-Deli cesareti biraz maddi kaynaktan dolayı mı?

- Yok, mesela çok az kitap okumuş birisi tamamen bu işin para getirdiğini düşünüp bu işe giriyor. Ama gerçek anlamda sahafın bazı konuları iyi bilmesi gerekiyor. Çünkü sahaflık yeni kitap satmak gibi değildir. Buraya birisi geldiği zaman tarihle, edebiyatla, yabancı dille ilgili olabilir. En azından onu yönlendirebilmesi lazım. Aradığın yok, ama şu kitap da olabilir şurada olabilir gibi yönlendirilebilir.

-Yeni kitap satan sahaflar olamaz mı?

- Yeni kitaplar öyle değil, ya baskısı yoktur ya da bitebiliyor. İkinci el roman satanları sahaflığın içine koymuyorum bile. Onlara ben ikinci el roman satan kitapseverler diyorum. Ama bir de bunun yanın da pasajda (Akmar) tamamen korsan kitap satıp kendini sahaf yerine koyanlar var. Sahaflık kendiliğinden ben yapacağım diye olmuyor.

Page 19: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XIX

-Siz nasıl sahaf oldunuz?

- İlkokul yıllarında Beşiktaş’ta oturuyorduk, Fındıklı Ortaokulu’na gidiyordum cumartesi de okul vardı.

-Yıl kaç?

- Ne bileyim ben yıl kaç! Ama 70’li yıllara kadar böyle devam etti; cumartesi yarım gündü. Fındıklı’dan İnönü Stadyumu’na koşarak inerdik. Cumartesi günü -özellikle futbol maçının olduğu zaman- dergilerin para ile satılabileceğini keşfetmiştik. Erotik kadın pozları, bikini ile çekilmiş artist resimleri bulunan pazar dergileri ve magazin dergileri hem maç başlamadan önce okunur sonrasında da üzerine oturup maç seyredilirdi. Betondu tribünler şimdiki gibi koltuklu değildi. Son beş dakika kapılar açılırdı. Hemen bu dergileri bir dahaki maçta satmak için toplardık. Yolda, sokakta temiz bir dergi bulduğumuzda hafta sonu işimize yarar diye onları saklardık. Küçüklüğümüzde sayfaların (dergi ve gazete) ne kadar önemli bir şey olduğunu fark etmiştik.

-Sadece sayfalar mı?

- Ben üniversiteyi okurken cep telefonu türü şeyler yaygın değildi. Evlerde bile telefonlar sayılıydı. İnsanlar bayramlarda, yılbaşlarında tebrik kartı gönderirdi birbirlerine. Biz de öğrenciyken iki bayram ve yılbaşında kartpostal satıyorduk Kadıköy Postanesi önünde. Bizim zamanımızda yalnızca kartpostal satılırdı. 5 yıl kadar kısa bir süre de öğretmenlik yaptım.

-Öğretmenlik de mi yaptınız, nerede?

- Ne yapacaksın? Yaptık Anadolu’nun bir yerinde, ilköğretimde. Sonrada İstanbul’a tayinim çıktı. Bir de benim çalıştığım dönem 12 Eylül’ün hemen sonraki yıllarıydı. Soruşturmalardan dolayı öğretmenliği bıraktım.

-Ne ile suçlandın?

- Fraksiyonla ilgili bir soruşturma değildi. Kurallara uymamakla ilgiliydi. Köyde çalışıyor olmamız, İstanbul’da olmamamız içeri girmemizi engelledi. İstanbul’da olsaydım saz çalmayı öğrenmiştim yani.

-Öğretmenliği neden bıraktın?-

- Öğretmenliğin bana uygun olmadığını düşündüm. Daha öncesinde çalıştığım yerlerde de bir sürü başka nedenlerden açılmış şeyler vardı. Dedim ki öğretmenlik güzelmiş aslında birilerine bir şeyler aktarıyorsun ama o öyle bir camia ki sen giriyorsun senden sonra bir başkası giriyor senin anlattıklarına.

Page 20: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XX

aslında ikna olan çok az insan oluyor. Bunu hayatının her alanında yapabilirsin gibi bir düşünce oluştu. Bir de kendimi boğulmuş gibi hissetim. On kişilik sınıflara ders anlatırken, İstanbul’da 60-70 kişilik kalabalık sınıflar bana hayatın üç yazılı okumak, ödev notlarını okumak olduğunu düşündürdü. Bir de yapılan işe pek inanmadığım ve buradan bir şey olmayacağına inandığım için bıraktım.

-Sonra?

- Öğretmenliği bıraktıktan sonra yine kartpostal işine devam ettim, yılbaşılarında. Ama bir ara öğrenciyken manav dükkânı açtım. Kadıköy esnafından iyi arkadaşlarımız vardı. Bize iki kasa üzüm alıyorlardı, onu iki saatte satıyorduk. Beyaz fırının oralarda harçlığımızı çıkarıyorduk. O arada da semt pazarları açıldı, bizim manav işi yürümedi, yapamadık. En son yaptığım kart işinden sonra oraya kitap tezgâhı açtım kart raflarının her birer rafına birer kitap koyarak. Belediyeyle konuştuk “biz burada kitap satacağız” dedik, “Tamam yoldaş sat, kitaptan bir şey olmaz” dediler. Ama öyle sanıldığı gibi rahat bir iş olmadı. Ana cadde olduğu için ana kent ilgileniyor. Oradaki ana kent zabıtasıyla boğuşuyorsun. Polis rahatsızlık verdi. Ama bir buçuk sene orada durdum.

-Hangi edebi türleri sattınız?

- İlk başlarda yeni kitaplar satıyorduk. Felsefe, şiir, edebiyat ağırlıklı güzel bir rafımız vardı. Ve orada kendiliğinden oluştu aslında. Zengin semtlerdeki insanlar okumadıkları kitapları bize ücretsiz bırakmaya başladılar. Ondan sonra ikinci el bayağı kitap birikmeye başladı. Orada işlerimiz de çok iyiydi ama son dönemdeki polis baskısından dolayı bir yer arama girişimine başladık. Yoksa aklımızda sahaf dükkânı açma fikri yoktu. Bu dükkânı da tesadüfen tuttuk.

- Şu anki yerinizi mi?

- Evet, burayı. O dönemde.

- Kaç yıl oldu burası sahafçılıkta?

- 25 seneyi geçti. Sahafçı deme ya.

- Ne diyelim?

- Kitapçı.

Mehmet Amca senin müşteri profilin nasıl?

- Müşteri profilim çok çeşitli. Büyük bir bölüme ben zaten yok diyorum.çok satan kitapların korsanlarını soruyorlar, onları zaten kafadan eliyoruz.

Page 21: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXI

Onun dışında burayı seven bir insan grubu var. Onlar zaten sürekli uğruyorlar oturup muhabbet ediyoruz, kahve içiyoruz. Bazen akşamları biraya dönüyor olay. Ya şiir seviyorlar ya tiyatroyu seviyorlar. Meraklılar ve iyi kitap okuyorlar. Bir de mesela çok fazla samimi olmadığım tesettürlü hanımlar var. Onlar da beni sakaldan dolayı hacı zannediyorlar. Şöyle bir tespitim var; o tür hanımların içinde çok sıkı kitap okuyanlar var. Kapalılıkla açıklıkla ilgili değil. Gerçekten her türlü kitabı okuyorlar. Hatta espri de yapıyorum. Bu ülkede geriye gidiş olursa, ilk karşı siz çıkacaksınız ‘’bu kadar okuyup da bir b.k yapmamak olmaz’’ diyorum hoşlarına da gidiyor.

-25 yıllık birikimin var. Bu 25 yılın içinde şimdiki zamanla ilk başladığın zaman arasındaki sahaflığın farkı ne?

- Biz bu işe ilk başladığımızda yeterli sayıda okuyucu yoktu. Bu sıkıntı her zaman var olan bir şey. Çok kitabın satılması, kitap okuma alışkanlığının geliştiğini göstermez. Buradan sorulan kitapları her gün oturup üşenmeden yazsanız bunların yüzde seksenini okumasalar da olur diyebilirsiniz. Biraz ciddi, okuduğu zaman kendisine bir şey katacak, öyle metinler var ki. Onu anlamak için çaba sarf etmek gerekiyor.

-Yani okuyucu sayısı arttıkça o nitelik yükselmiyor. Öyle mi?

- Evet. Ama sistem de bunu istemiyor. Mesela Grinin Elli Tonu gibi cinsellikle ilgili şeylerde garip bir açlık var. Toplumun her kesiminden insanlar talep ediyor. Sırf bu kitapları okuyan insanlar var. Herman Hesse’in bir kitabını okuyup anlamak zor değildir. Hem güzel, hem farklı bir yana kaysın diye tavsiye ettiğimiz kitapları alıp kendine başka yol çizen insanlarda oluyor. Ancak, “Ben sıkıldım anlamadım’’ deyip, geri getirenlerde oluyor. Eskiden de öyleydi.

Burası eskiden nasıldı?

- İlk zamanlar bu pasajda sahaflar, antikacılar vardı. Bir tane berber vardı. Alt kat metalci cafelerinin olduğu, plakların satıldığı yerdi. Basın burayı karalamak için satanistlerin toplantı yeri olduğunu duyurdu, uyuşturucu falan... Polis bilmiyor mu ki uyuşturucunun her köşede satıldığını, kimin sattığını? Medya bunu o dönem kullandı.

-Hangi dönem bu?

- 90’lı yıllar.

-Mehmet Amca sahaflar için burada kara propaganda yaptılar ya onun sebebi D&R, Nezih gibi büyük kitapçıların doğması ve oraya olan ilgiyi artırmak amacıyla mıydı?

Page 22: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXII

- Yok, ben öyle olduğunu sanmıyorum. Onların hitap ettiği müşteri kesimi buraya zaten hiç uğramıyor. Mesela Akmar çok biliniyor sanılıyor ama Kadıköy’de oturup Akmar’ı bilmeyen vardır ben size söyleyeyim. Ya da burayı kestirme yol olarak kullanıyorlar iki sokak arasında ve o zaman fark ediyorlar burada kitapçıların olduğunu.

-Genellikle öğrenci kesimi çok fazla biliyor Akmar’ı

- Ama onların talepleri de ders kitabına sonra da korsan kitaba dönüştü. Öyle bir bilinirliği oldu ama o kesim zaten kültür kitabı falan almaya gelen bir kesim değil. Okuldan istenen kitapları ucuza tedarik edip alıp giden insanlar. Çok eskiden buraya gelen insanlar giriyor mesela “A burası değişmiş!” falan deyip, gelmeden gidiyorlar. Bazen tesadüf görüyorlar beni “Siz hala burada mıydınız?” diyorlar “Evet buradayım ama yakında gideceğim” diyorum.

-Gitmeyi düşünüyor musun buradan?

- Düşünüyorum tabii ki. Kitapçılıktan soyutlanmak değil de burada, bu esnaf tipinin arasında bu iş yürümüyor. Belki sokakta falan… Sokaktan geldik sokağa gideriz diye düşünüyorum. Sırt çantasına her gün 30-40 tane güzel kitap koyup, nasıl sokak sanatçıları müzik yapıp para kazanıyor ben de bir yerde otururum, bir yer bulurum küçük hem kitap satar hem de kitabımı okurum.

-Burada seni rahatsız eden bir şey var mı?

- Buradaki dükkânların önünde duran genç insanların çoğu kitap okuma alışkanlığı edinememiş tipler. Bu biraz dükkân sahipleriyle de ilgili bir şey. Benim yanımdan 30-40 kişi gelip geçmiştir. Daha buradan geçen hiç kimseye burada çalışan insanlar “buyurun” dememiştir. O benim tavrımla ilgili. Bir şey sorarlarsa cevap veririz. Yoksa “Buyurun yardımcı olayım bilmem ne” bunlar çok ayıp şeyler.

-Şimdilerde ekonomik okuyuculuk var. Kitabın yazarı hakkında kitabın ön sayfasından birkaç bir şey okuyor ve arka sayfasından biraz özetini okuyup o kitap hakkında bilgi sahibi olduğunu düşünüp kitap hakkında yorumlar yapabiliyorlar.

- Sadece okuyucu mu satıcı da! Onların bir kere eline kitap alıp okuduğunu görmüyorum ama kitabı öyle bir met ediyor ki sanki yalayıp yutmuş.

-Mehmet Amca biraz da sana dönelim, kitapla kendi arandaki ilişkiyi nasıl tanımlarsın? Hangi tarz kitap okursun? Sana yakın olan yazarlar, çizerler var mıdır? İlk başta şöyle mi sorsam kitap okuyor musun Mehmet Amca?

?

Page 23: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXIII

- Okuyorum ama yeterince okuyamıyorum. Genelde mekâna ilk giren insanlar şey sanıyor “Ne kadar kitaplarla iç içesiniz hepsini okudunuz mu?’’ falan. Yok hepsini okumadım ve okumayacağım kitaplar da var.

-Doymuşluk var mı?-

- Yok ama son dönemde şiir kitaplarını okumayı çok seviyorum, özellikle ikinci yeni şairleri. Mesela uzun zamandır Edip Cansever okuyorum. Bazen 4 -5 kişi biraları açıyoruz, Edip’ten şiirler okunuyor, hoş bir vakit geçiyoruz. Ya da okuduğumuz ortak kitaplarla ilgili sohbetler oluyor. Ne bilim Zweig’in Satrancı’nı okumuş 3-4 kişi acaba farklı bir şey çıkacak mı diye muhabbete başlıyoruz.

-20 yıl önce okuduğunuz kitabı hatırlıyor musunuz?-

- Tam net hatırlamıyorum. Ben her okuduğumda farklı bir keyif alıyorum o yüzden hiç ezberleme işine girmiyorum. Mesela Jerzy Kosinski’nin Boyalı Kuş’unu çok eskiden okumuştum. İkinci kez okuduğumda daha keyifli oldu.

-Neden insanlar buraya gelip kitap alsın? İhtiyaçtan kaynaklı mı yoksa hobi olsun diye mi? Kitabın insana yararı nedir?-

- Onun farkında olmuyor bizim insanımız. Benim şöyle bir tespitim var; bizim insanımız geç olgunlaşıyor, yeteneklerinin farkına geç varıyor mesela yabancılar öyle değil. Bizim 30 yaşında hallettiğimiz şeyleri onlar 18-20’li yaşlarda hakikatten çözmüş oluyorlar. Hem okuma anlamında hem de eylem anlamında. Daha özgürler ve daha genç yaşlarda birey oluyorlar. Adam 20 yaşına gelmiş sinemaya gitmek için babasından izin alıyor. Üniversite gençliği bile öyle. Anadolu’dan bir kız İstanbul’da üniversite kazanıyor. Yurduna kadar geliyorlar, eğer ev ise ya annesi geliyor ya bilmem bir şeysi geliyor, acayip bir cendere var. Üniversitelerin kendisi zaten özgür değil. Ama farkına varırsa özgürleşir.

-Özgürlüğün sayfalarda olduğunu mu düşünüyor?

- Hiç düşünemeyeceği hayal bile edemeyeceği şeyleri görüyor kitapta ve bunu nasıl yazdı, böyle şeyler yaşanmış, olmuş diye de düşünüyor. Önemli. Şunun içinde önemli buraya çok genç insanlar da geliyor. Bir sürü şiir yazmış. Bizde şair çoktur tamam mı? Tamam, güzel kimsenin hevesini kırmamak lazım “Pekâlâ okuyor musun?” diye soruyorsun “Yok okumuyorum” diyor. ‘’Neden okumuyorsun?’’ diyorum; ‘’Okursam onların etkisinde kalırım’’ diyor. Senden bir b.k olmaz diyorsun yani. Tabi böyle diyemiyorsun da. Okumadan, iyi şairleri bilmeden iyi yazabilir misin? Bir de çok fazla çaba harcamadan meşhur olma gibi bir dertleri var insanların.

Page 24: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXIV

-Kısa yoldan para kazanmak, fırsatçılık diyebilir miyiz peki buna ?

- Sistemin öne çıkardığı sanat anlamında tipler de var. Onlara ne derece müzisyen şair denir o ayrı bir konu. Ama sonuçta acı da olsa bu işin o kadar kolay bir yol olmadığının farkına varıyorlar.

- Mehmet Amca sen yayınevine dikkat eder misin?

- Kötü ve ya emek harcanmadan çevirtilmiş bir sürü klasik var. Ben mesela kitap alırken o tür kitapları eliyorum almamaya çalışıyorum.

-(Müşteri geliyor) Kürk Mantolu Madonna var mı? (Yokmuş)

Nazım Hikmet’in, Sabahattin Ali’nin kitaplarının bir banka yayınevinden çıkması beni rahatsız ediyor. Nazım Hikmet özellikle sistem tarafından dışlanmıştır. Banka dediğin sektör de bu şeyin temel taşıdır. Herhalde kemikleri sızlardı adamın. Mehmet Fuat’a sormak lazım tabi niye böyle bir şeye gerek duydu. Gerekçeleri farklı aslında ama beni kişi olarak rahatsız ediyor bu tür kitapların bankadan çıkması.

-İnternetten kitap satıyor musun? İnternet satışına nasıl bakıyorsun?

- Müşteri zaten çok az. Buraya gelenlerin çoğu da interneti kullanıyor, sayfama girip bakıyorlar. ‘‘Şu kitapları getirir misin?‘’ dediklerinde ben buraya getiriyorum kitabı öyle alıyorlar. Mesela bazı arkadaşlar internet satışına karşılar. Burada gelip kitabı eline almak, koklamak daha hoşlarına gidiyor. Ama İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir gibi birkaç ili çıkar çoğu yerde kitapevi yok, sahaf zaten yok ve bir sürü yerde okuyucu insanlar var. Ve onlar için kitaba ulaşmanın kolaylığı oldu. Adam Ağrı’da, Bingöl’de internet üzerinden bir kitabı satın alıyor ve ediniyor. Buraya gelmesi mümkün değil o anlamda iyi bir şey. Bir de burası ufacık bir dükkân benim elimde depomda elli binin üstünde kitap var. O kitapları burada nereye koyacaksın, hangisini sergileyeceksin. Mümkün değil.

-Pazarlık yaptırıyor musun?

- Burada kitabın fiyatı ile ilgili pazarlık yapmak da kötü. Neden kötü biliyor musun? Parası olduğu halde pazarlık yapan tipler var. Kimisinin hakikatten ihtiyacı var onun farkına vardığım zaman para falan önemli olmuyor. Öbür türlüsü salı pazarında domates alır gibi pazarlık yapanlar var. Parası yok sanıyorsun yüz lira çıkarıyor arkasından.

-Korsan kitaptan rahatsız mısın, rahatsızsan neden rahatsızsın ve sen satıyor musun?

Page 25: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXV

- Hayır hayır. Benim yanımda çalışanlar da o konuda çok dikkatlidir. Bazen ben burada yokken dükkâna birisi getiriyor, 3 torba kitap bırakıyor onları açıp korsanlarını hemen ayırıyorlar.

-Senin korsan satmaman ilkelerinden dolayı mı?

- Ben ilkesel olarak doğru bulmuyorum. Mesela bazıları bunu solculukla bağdaştırıp yapılabileceğini söylüyor ben ona da karşıyım. Burada yazar, yayınevi sahibi tanıdık arkadaşlarımız var. Bu işi ne kadar büyük sıkıntıyla yaptıklarını biliyorum. Bir kitabın meydana çıkarılmasında çok fazla emek var. Yazarı, basımı, dağıtımı… Korsan kitapta bunların hepsi yok sayılıp satılıyor. Ahlaklı bir şey değil. Ahlaklı insan almak istediği bir kitabı -sigara içen bir insansa mesela- sigaradan kısar yine de alır.

-Bir dönem kitapların ilk basımlarını almak gibi bir derdim vardı. Şimdiki zamanda 40. Basımları var. Sizce ilk basımlarını elinde bulundurmak, fark yaratıyor mu?

- İnsanların çoğunda var. O bir alışkanlık. İlk baskı tabii ki önemli, imzalı kitap önemli. Türkiye’de kitap bu anlamda çok bir yere oturmadı. Ama yurt dışında resim müzayedeleri gibi ilk baskı nadir kitaplar çok ciddi paralar edebiliyor. Mesela bende Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Halide Edip Adıvar’a imzaladığı bir kitabı var. O kitap dönemsel olarak İngiltere’ deki önemli bir yazara ait olsa ben bir sürü maddi sıkıntımı çözmüş olabilirdim ama burada bir şey ifade etmiyor.

-Yasaklı kitap satıyor musun, satar mısın?

- Ben ona karşıyım, yasaklanan kitap gelirse satarım.

-Senin bize tavsiye edebileceğin yazarlar, kitaplar var mı? Sonsuz “Fanzin” okuyucularına daha doğrusu

- Boyalı Kuş, Boşluk (aynı yazarın), Adımlar. Yazar ismi verelim. Jerzy Kosinski, Hermann Hesse. Tezer Özlü okusun kadınlar. Erkekler de okusun ama kadın okuyucu sayısı daha fazla, bende öyle yani. Erkekler daha çok siyasi, avantür okuyor. Kadınların okuma alanı daha geniş.

-Fanzini daha önceden biliyor muydun? Şimdi çıkan Fanzinlerle ile eski Fanzinler arasında ne gibi farklılıklar var?

- Tabi tabi eskiden beri Akmar’da yaygın olan bir şeydi. Fanzin çıkarmak sıradan insanların yapacağı iş değildi, her dönemin manyakları yapıyor bu işi.

-Bir Fanzin okuru olarak ne görmek istersiniz Fanzin’de, Sonsuz Fanzin için öneriniz var mıdır?

- Bazı sayıları önemli yazarlara ve şairlere ayırabilirsiniz. Onların tanıtımıyla ilgili, yapanlar var ama siz orada seçici olursunuz. Dönemine damgasını vurmuş insanlar veya feminist bir yazar/şair olabilir.

Küf kokulu, sarı sayfalı kitap severlere selam olsun ..

Page 26: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXVI

KÜLTÜREL YOZLAŞMAberivan demir

Kültürel yozlaşma toplumların kendı benliklerini , kültürlerini unutmasıdır.Toplumlar kendi kültürlerini unuturken , yabancı kültürlerde unutulan kültürün yerini doldurmuştur. Kültürsüzleşmek , kendi benliğini unutmak diğer kültürlerle kendi kültürünü değiştirme yada tamamını kaybetmesidir. Şehir merkezleri geniş ölçüde kültürsüzleşmiş birer toplumdur. Buna karşı kırsal kesimler kısmen kendi kültürlerini korumuşlardır. Sömürü ülkeleri , sömürdükleri ülkelerdeki halkın kültürlerinide sömürmüşlerdir , ve kendi kültürlerini benimsetmişlerdir. Buna örnek Avrupa kültürünün ezici baskısıdır.Bu sömürü , sömürülen ülkenin gelişmişlik etkisine göre değişiklik göstermiştir. Buna karşı geri bazı ülkelerde bu sömürüye karşı direnen ülkelerde vardır. Buna örnek Küba'dır. Küba'nın sömürüye direnmesi hepimize birer örnektir. Sömürüye mağruz kalan halk , sömüren halkın kültürünü hızla benimsemesiyle kendi kültürsüzleşmeye savaş açmıştır.Savaş olmaz !! Gerçek savaş kültürüne sahip çıkma savaşıdır ! Bu nedenle kültürünü sağlam tutmak ,benliğini kaybetmemek , yozlaşmaya direnmek toplumların büyük görevi olmalıdır. Türkiye bu savaşı kaybetmiştir. Yeni yeni , kendi benliğini hatırlamalar olmuştur. Sömürücü devletlerin kültürleriyle kalkınmaya çalışmıştır.Böyle bir kalkınma sağlam olmaz !! Kalkınma benliğine sahip çıkmakla olur !!

Page 27: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXVII

Fransız

olmak

Fransa!Batıda sınırlarını aşarak Frankfurt'tan başlayan,bütün Avrupa'yı kültürüyle tarihiyle etkileyen ülke.Almanya topraklarına sızdığı için Frankreich da diyebiliriz.Doğusu okyanus batısı yalçın dağlar,geniş düzlükler,verimli tarım arazileri.Bir göçebe zihniyle ürettiği yerleşik kültürün bütün mirasına sahip çıkmaktır Fransız olmak.Ülkelerinde yaşayan azınlıkların haklarını 'ne olur ne olmaz' diyerek uzun süre kabul etmemektir,ama sahici kabul etmemektir,şark kurnazı bazı ülkeler gibi kabul edermiş gibi yapıp bildiğini okumak değildir,ya olduğu gibi görünmek ya da göründüğü gibi olmaktır.Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede ada havasına hasret kalmak Fransız olmaktır.Biricik cezireleri olan Korsika'ya gözü gibi bakmak,Paris'in bulunduğu eyalete 'İle-de-France'(Fransa Adası) ismini vermektir.Paris'in 'bir sengine yekpare Acem mülkünü' gözü kapalı feda edebilmektir.

Peynir ve şarabın kitabını yazmak,kahvaltıda 'croissant' yemek,bu küçük çöreğin adını andığında gökyüzündeki hilalden ziyade Türk hücumlarından bunalan Viyana'yı hatırlamaktır.Beterin beteri olduğunu bilmektir.'Roma'nın Vatikan'ı varsa bizim de kendimize ait Papamız olsun,elin İtalyan'ına değil içimizden birine Papa Hazretleri diye seslenelim' diyerek Avignon'da paravan papalık merkezi kurmaktır.Başkasının düşünemediğini düşünmektir.Sivri zekalı olmak,her taşın altından çıkabilmektir.Limoges'da porselen,Reims'de katedral,Bordeaux'da şarapt ır.Brest ' t e soğan,Sa int -Miche l 'de çeşme,Cluny 'de manastırdır.Loire Vadisi'nde şatodur.Montmarte'da soğan çorbası içmeden Fransız olunmaz.Kelime anlamı olarak özgür anlamına geliyor.Zincir vurmak mı istiyorsun?Mızrak anlamı var kargı var,bize gelmez dersen kapı gibi cirit var,tercih sana kalmış.Savaş baltalarını çıkarırım dersen Poitiers'de Charles Martel'dir.Yani baltası da vardır.Klasisizmden r e a l i z m e , o r a d a n s ü r r e a l i z m e g e ç m e k t i r , d u r d u r a k bilmemektir;sürrealizmden sonra bu sefer de gerçek üstünün altını üstüne getirmek,kainatı hallaç pamuğuna çevirmektir.

Page 28: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXVIII

Bilinçaltı yabancı düşmanı korku ve endişelerle yaşamak Fransız olmaktır.Romanları sınırdışı etmek için yasa çıkarmak,Cezayirlileri kılıçtan geçirmek;aynı zamanda başka ulusları soykırım suçuyla itham etmektir.Google'a 'kusur' yazınca 'önce kendinde ara' cevabıyla karşılaşmaktır.Su katılmamış bir romantik olabilmek fakat asla bir şarklı gibi duygusal o l a m a m a k t ı r , ö y l e k o l a y k o l a y a ğ l a y a m a m a k t ı r mesela,hislenememektir,hepi topu üç beş tane sokakta yaşayan vatandaşının gözünün içine bakamamaktır.Ülkelerini ipten alan kahraman bir köylü kızını cadı olduğu gerekçesiyle yakarak öldürmek,beşyüz yıl sonra azize ilan etmektir,aklı bir hayli sonradan gelmekle beraber zararın neresinden döneceğini bilmektir.''Vatan bizim neyimiz?'' sorusuna bir Kemal Sunal filmi repliğiyle ''Anamız'' değil ''Babamız'' demek,Fransız olmaktır.Ülkesini babasını hiçbir şeye değişmeyen ''kilisenin büyük kızı'' gibi sevmektir.Bir Galya köyünden milattan önce yola çıkıp bir kısrak başı gibi Avrupa'yı bir baştan bir başa kat eden bu memleket bizim!Oradan Anadolu'da Galatia'ya yerleşerek Selçuklularla beraber üstün bir kültür kurmaktır.Milattan önce sonra farketmez,kazılan her yerden çıkamaktır.İsyankar olmaktır;krallığı devirerek cumhuriyet kurmak,sonra Korsikalı bir generalin başına imparatorluk tacı geçirip Avrupa'yı darmadağın etmektir.Sonra tekrar cumhuriyeti kurmak,başladığı yere geri gelmektir.'Milli marş okuyarak değil öncelikle sokaktaki insanların sorunlarına duyarlı bir devrimci olarak Fransız olunur.'(1)

Mavi beyaz kırmızı.Bu üç renge yani özgürlük,eşitlik ve kardeşliğe gönül vermektir.Koyu bir mavi kadar özgür,beyaz kadar eşitleyici,kırmızı kadar canlı ve kardeşliğe meftun olmaktır.Bir başka rivayete göre mavi Bourbon Hanedanlığı'nın,beyaz krallığın rengidir,mavi-kırmızı ise Paris'in yani La Resistance'ın(2),Fransa'nın kalbinin rengidir.İdeolojileri bir kenara bırakmak,aynı bayrak altında hem krallığı hem de cumhuriyeti barındırabilmektir.Altmıştan sonra sayı sayarken abaküs hesabına geri dönmek Fransız olmaktır.Yetmiş diyebilmek için altmış ile onu toplamak,seksen için ise yirmi ile dördü çarpmaktır.

Burçları göğe ulaşan yalçın kaleleriyle Katolikliğin amansız Haçlı S e f e r i ' n e ka r ş ı k o y m a k t ı r. O r t a k h a z i n e l e r i y e , i ç i n d e şövalye,tüccar,asker,soylu,çiftçi,esnaf hemen hemen her çeşit sınıftan insanın olduğu ama kölenin olmadığı bir sistem kurmak,dünyanın

Page 29: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXIX

bütün inanç ve ideolojilerine ders vermektir.Kaba kuvvet tarafından tarumar edildiğinde inancından dönmemek,saklı hazinelerini yani inançlarını bütün insanlığa armağan etmektir.Mektup yazarken 'ben' kelimesiyle başlamamak,'lütfen' kelimesini 'eğer hoşunuza giderse' şeklinde karşılamaktır. Korkusuz ve geri çekilmeyen şövalye(3),korkusuzluğu nezaketine dahil;günahkar ve aziz insan,günahkarlığı azizliğinin ayrılmaz parçası.Eklektik ve orijinal bir karakterdir Fransız.En çaresiz,en düşkün anlarında bile sadece 'j'ai faim'(açım) yazarak bir metro istasyonunda öylece oturmaktır.Konuşmamaktır,kendisine yardım eden kişiyi bir daha gördüğünde söze 'bugün nasılsınız beyefendi?' diyerek başlamaktır.Sessizliğini bir çığlık gibi içinde saklamak,sessizlik kelimesiyle bağırabilmektir.Silence!Fransız olmak imparfait'dir,belirsizliktir,hangi zaman olduğu belli olmayan zaman kipleriyle konuşmaktır,bazen zamanı tümden kaybetmek,kayıp zamanın peşinde romanlar yazmaktır.(bkz.Marcel Proust,A la recherche du temps perdu)Zaman zaman sokaklarına isimlerini verdiği azizlerine ihanet etmek,kutsalı hayatından kovmaktır,bu zamanlarda bir hüznün kenarında sızıp kalmak fakat her şeye rağmen başını dik tutmaktır,yıkılmamaktır;düştüğü yerden kalkmaktır,ayakta ölmektir.Jeanne d'Arc'ıyla Orléans,Saint Exupéry'siyle Lyon,Edith Piaf'ıyla Paris'tir.

Fransız olmak zordur,çetindir,meşakkatlidir.

Cennet -misal topraklarına yedi düvel taraf ından göz dikilmektir.Güneyden ilerleyen Arapları başından savdıktan sonra kuzeyden gelen Normanlardan yakayı zor kurtarmaktır.İngilizlerle Yüzyıl Savaşları'na tutuşup tek kelimeyle direkten dönmek,Maginot Hattı'nda tutunamayınca 'hatt-ı müdafaa yoktur sath-ı müdafaa vardır o satıh bütün vatandır' diyerek Almanlara karşı kurtuluş savaşı vermektir.Crécy'de,Agincourt'da bire kadar kırılmak;Normandiya'da,Paris'te şehit düşmektir.Kuzey topraklarını savunurken akla karayı seçmektir.

Mesafe tanımadan ülkelerine sürekli saldırılmasına rağmen 'dört bir yanımız düşmanlarla çevrili' edebiyatına sarmamaktır,muhtaç olduğu kudretin damarlarındaki asil kanda değil,akıl ve diplomasi yeteneğinde olduğunu bilmektir

Page 30: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

XXX

Hem katolik hem sosyalist olabilmek Fransız olmaktır,bunu anlamakta zorlananlara;ilk sosyalistin bir aziz olduğunu hatırlatmaktır.Saint Simon'a saygılarını sunmaktır.

Ve illa Paris 'te ölmek,Montmarte veya Pere Lachaise 'e gömülmektir.Oradan sevgili şehrini seyretmek ve içinden bitmeyen bir şarkı gibi 'Vive La France!Vive La Liberté!' (Yaşasın Fransa!Yaşasın Özgürlük!) demektir.

(1)Eric Cantona

(2).Dünya Savaşı sırasında Almanya'ya karşı Fransa'nın verdiği mücadeleyi ve o yılları simgeleyen kelime.

(3)Chevalier sans peur et sans reproche.

Page 31: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

Ÿ kuru gıda:nohut,mercimek,fasulye,bezelye...

Ÿ teneke peynir,teneke yağ,teneke zeytin.

Ÿ battaniye

Ÿ çocuk bezi ve maması

Ÿ kadın pedi

Ÿ kışlık elbise( temiz ve az kullanılmış )

Ÿ elektirikli petek ısıtıcıları

Dayanışma için HDP ile iletişime geçebilirsiniz.

KOBANE<

SURUÇ İLÇESİNDE ÇADIR KENTDE

KALAN KOBANE HALKI İLE DAYANIŞMAYA ÇAĞIRIYORUZ ....

İHTİYAÇ LİSTESİ

<

Page 32: Sonsuz Fanzin Aralık 2014 Sayı:10

Düşünceme zincir vurmuyorum; bu, ilk özgürlüğümdür.

İnsani olan tüm eğilimlerimi pratikte yaşamaya çalışıyorum; bu, ikinci özgürlüğümdür.

İçimdeki yeteneklere kendilerini ispatlama olanağını sunmaya çalışıyorum; bu, üçüncü özgürlüğümdür.

Başkalarının özgürlüğü için mücadele ediyorum; bu, dördüncü özgürlüğümdür.

Yıkmayı kendimden başlatıyorum; bu ise çıplaklığımdır.

çıplak ve özgür

Muzaffer Oruçoğlu