28
de te fabula narratur

Sonsuz fazin sayı 7

Embed Size (px)

DESCRIPTION

de te fabula narratur

Citation preview

Page 1: Sonsuz fazin sayı 7

de te fabula narratur

Page 2: Sonsuz fazin sayı 7

a y t e k i n g e z i c ic a n o k a nç a ğ d a ş s u n ac a n s u y ı l m a zd u y g u a ş ı ke z m a n a n u ş a v a nf a t m a d e r eh a k a n c ö m e r th a z a l k a ç a rn u r d e m i r c a no s m a n e r ç o kt u ğ b a y e s i l y u r ty o l d a ş z o r l u

tasarım/k.fotoğrafı:H.cömert

[email protected] www.facebook.com/sonsuzfanzin

sayı:yedi mayıs ikibinondört

Page 3: Sonsuz fazin sayı 7

Faciya sormuşlar Soma'da sen mi oldun?

''ben kimseyle işbirliği yapmam'' demiş.

Kazaya sormuşlar Soma'da sen mi oldun?

''ben öngörülemeyen bir olayım''demiş.

Katlima sormuşlar Soma'da sen mi oldun?

''benim lakin arkamda

devlet ve sermaya var'' demiş.

Uygarlığı

yıkmadığımız

her an onun

göçüğü altında

kalma

tehlikesi

yaşıyoruz

farkında

mısınız?

'Maden,tersane,inşaat,hastane, fabrika… Zamanla bu mekanların değiştiği içeriğinin aynı şeyler olduğu haberlerle sarsıldık, sarılıyoruz da. Hatta belki bunların haberleri bile yapılmayacak, bilmeyeceğiz. Ne olur, mekanlara takılı kalmadan nedenine bakalım artık yaşananların, insanın değersizleştirildiğini, insana değer verilmediğini-vermediğimizi , bir meta olarak bakıldığını-baktığımızı görelim ve değiştirelim bu durumu. Öncelikle kendi hayatımızdaki insanlara değer vererek, bu değeri yaşayarak-yaşatarak, aksi durumuna şaşırarak, aksi halini kabullenmeyerek...

Page 4: Sonsuz fazin sayı 7

GÜLÜZAR

— Sonra; bir bahar üzeri dilin kilitlendi, umutsuz kaldı yüreğin. Gözlerinden yakaran bakışların çocuğun yüreğine işledi. Derin bir boğulma nöbeti hapsetti yaşamını bilinmez karanlığa. Çocuk karanlığında yitiverdi. Neydi sinene saplanan acı? Beynini kemiren, diline kilit vuran.

— Baharın müjdesini getiren leylekler senin sessizliğine küsüp şakımayı kestiler. Kara kış hükmünü sürdürmek için derin soluklar aldı içimizden. Yüreğimize karanlık hükmünü sürgün etti. Hapsolduk kendimizdeki bilinmezliğe sen güçsüz düşünce. Ah bizdeki derinlik Gülüzar. Gitmeni hazmeder mi sandın bizdeki sen olmuş yüreklerimiz?

—Sen götürülünce umut yolculuğuna, çocuk pencerelerde seni bekledi. Dünü anımsadı, dışarıdaki beyazda sert yüz ifadeni takınmış kurban oluyorsun çocuğa. Küçük ellerini avuçlayıp yüreğini ısıtıyorsun, her gülüşün çocuk için vazgeçilmez, paha biçilmez bir hazine. Ah evimizin kartalı Gülüzar. Sen gidince çocuk hangi avuçta yüreğini ısıtacaktı?

—Sonra döndüler beyazlar üzerinde kalabalıklar. Umudu yitirilmiş ve tükenmiş bir halde. Kanatlarında acı bir çırpınmayla leylekler getirdikleriyle döndüler geldikleri yöne. Çocuk pencerede donakaldı. Boğazına düğümlenen hıçkırıkları yutarak ayaktaki kalabalığın yanında yatan bedenine hapsoldu. —Gittin dünde kaldık Gülüzar’ım. Gittin evimizin kanatları kırıldı. Gittin çocuk sende kaldı. Ah içimizdeki sen, öleceğini mi sandın? Bak bende can olup yürüyorsun yarına.

-yoldaş zorlu-

Page 5: Sonsuz fazin sayı 7

20

14

1 m

ayıs

h.c

öm

ert

Page 6: Sonsuz fazin sayı 7

Çıya umuda ,hasrete ve güneşe aç yaşıyordu.Kavanozdaki balık mıydı gökyüzünü seyreden turna mıydı ? kimdi Çıya ?bunun cevabını artık bilmiyordu. Peki ,ya kendine sorduğu sorular kimin sorularıydı …İnsanların mı sorularıydı yoksa kendisinin bir türlü cevap alamadığı iç soruları mıydı ?Tüm çıplak soruları kaldırdı tozlu kitap rafına ve ağır adımlar ile evin içinde yüreğini derinliklerine volta attı ,yoruldu kendinden ve çekti kapıyı dışarı çıktı. Yüreğinde ,beyninde korkunç gök gürültüleri vardı korkuyordu Çıya ya patlarsa ya bu düşünceler ya kalkamazsa altından bu yükün ne yapardı o zaman …bu zamana kadar hep güçlü görünmüştü kimse onun çaresizliğine gözyaşına tanık olmamaşıtı.Çıya da bilmiyordu ne yapacağını nereye gideceğini kime sığınacağını kime içini dökeceğini ..dar sokaklarda aklında milyonlarca sorular ile yürüdü tek bildiği yeni başlangıçlar gerekiyordu ,bir devirişle her şeyi silmek yeni bir güne farklı yerde uyanmak istiyordu .Düşledi ovaları, bozkır dağ patikalarını, mezopotamya'nın o eşsiz güzelliğini ,onun yüreği hep buralarda idi sağı Dicle solu Fırat idi. Kollarını açsa sanki buraların tümünü kucaklayacakmış gibi hissetti ve bir anda hep gittiği çay ocağında kendisini buldu.Çıya sevdaya hasretti…çıya ne yapacaktı bu derdi içinden nasıl atacaktı ,onu bu çay ocağına çeken neydi kimdi…

hazal kaçar

Page 7: Sonsuz fazin sayı 7

2014 1 mayısh.cömert

Tavır al!!!

Bu diyarda bizler kimseyi beğenmez, çok konuşuruz ama herkesle iyi

geçinmeyi biliriz.Yanlız kalmaktan mı, düşman olmasından mı yada

çıkarlar doğrultusunda mı ne bir eleştiri yapar ne de tavır alırız.Mesele

asıl burada.Ne bir eleştiri yapmak ne de tavır almamakta!

Sistemi eleştirip, sokağa çıkıp hak ve adalet talebinde bulunmak, insanı

insan yapan bir duruştur.Fakat görmek istemediğimiz bir mesele var

burada.

Çevrende, sağında solunda, yanıbaşında insana zulüm eden bireylere

eleştirin yoksa, tavrın olmamışsa ya da en azından bir merhaban soğuk

değilse sorgula kardeş.Çelişkinin ini burası, biziz.

Biz hepimiz adalet, sevgi, kardeşlik, eşitlik ve özgürlük duygularımızı,

düşüncelerimizi günlük yaşamımızda aşkta, işte, aşta, dost sohbetinde,

güneşin sofrasında, yolda kısacası nefes aldığımız her yerde sergilemiyosak

tavrımız yoksa, eleştirimiz yoksa boşunadır.Okuduğumuz kitaplar, yasaklı

meydanlarda yankı bulan sloganlar, pankartlar, çizimler, yazılar, bir çatı

altında insanlıktan bahsetmek boşunadır.Tavır al kardeş, sus ve soğuk bir

selam eyle ilk önce, yanındaki yalan söylediyse, sağındaki sadece kendini

düşünüyosa anlat hele dünyanın merkezi kendisi olmadığını, tavır al

insanı aldatana, tükür karısını dövene, çocuğana sövene tarih tekerrür

etmekten çok sıkıldı kardeş.

H.cömert

Page 8: Sonsuz fazin sayı 7

2014 1 mayısh.cömert

Sabaha Karşı Asırlardır bitmek tükenmek bilmeyen bu mücadelenin ilk

etabını yine Gün kazanıyor. Gökyüzü farklı renklerde elbiseler denese de,

üzerine çoğu zaman maviyi yakıştırıyor. Bir umuttur yıldızlar hala

çırpınışlarını sürdürüyor ama nafile, her biri tek tek kayboluyor. Çok

üzülmeye gerek yok bu duruma, onlarda hep birlikte aynını her akşam

güneşe yapıyor. Gecenin ellerinden aldığı renkleri güneş her şeye birer

birer yeniden dağıtıyor. Şehirler araç gürültüleri ile birlikte esneyerek

yeniden uyanıyor. Güneşin yokluğunda kendini bir şey sanan ampullerin,

tüm forsu yavaş yavaş kayboluyor. Aslında evrenin bu oyunlarına her

akşam ve sabah şahit olup dikkat etmeyiz. Gece ve gündüzün devir teslim

töreni görülmeye en değer törendir hep. Bence birini alkışlayacaksak

Güneşi alkışlayalım, Ayı alkışlayalım dostlar. Var olduğumuzdan bu yana

hiçbir gün işlerini aksatmadılar onlar!

çağdaş suna

Page 9: Sonsuz fazin sayı 7

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece Kendimde denemişim ben Kulak ver dinle Her acının sonunda Açık bir pencere vardır. Aydınlık bir pencere Hayal edilecek bir şey vardır Yerine getirilecek istek Doyurulacak açlık Cömert bir yürek Uzanmış açık bir el Canlı canli bakan gözler vardır Bir yaşam vardır yaşam Bölüşülmeye hazır. Paul Eluard

Page 10: Sonsuz fazin sayı 7

Ve h â l â r ü y a l a r ı m d ag ö r ü y o r s a m y ü z ü n ü ,b u b e n i m u t a n m a z l ı ğ ı m .

Ş i m d i n e f e s a l ı p v e r i ş i n id i n l e m e k v a r d ı s a a t l e r c eÖ p e r e k u y a n d ı r m a k s o n r a .

o s m a n e r ç o k

Page 11: Sonsuz fazin sayı 7

büyükanne'nin adı bonnie bee'ydi. gece geç vakit büyükbaba'nın, "sen benim kandaşımsın bonnie bee!" dediğini duyduğum zaman, "seni seviyorum" dediğini biliyordum çünkü duygu sözcüklere yansıyordu.

konuşurlarken büyükanne, "ben kandaşın mıyım wales?" diye sorar da, büyükbaba "sen kandaşımsın" derse, bunun anlamı "seni anlıyorum"du. onlara göre sevgi ve anlayış aynı şeydi. büyükanne anlamadığı bir şeyi sevemeyeceğini söyledi. insanları ve tanrı'yı anlamazsan ne insanları ne de tanrı'yı sevebilirdin.

büyükbaba ile büyükanne birbirlerini anlıyorlardı ve dolayısıyla seviyorlardı. büyükanne, yıllar geçtikçe anlayışın derinleştiğini ve ölümlü insanların düşünebileceği ya da açıklayabileceği şeylerin çok ötesine geçtiğini sandığını söyledi. dolayısıyla buna "kandaş olmak" diyorlardı.

büyükbaba, onun döneminde "kabile insanlarının" anladığınız ya da anlayışla baktığınız insanlar anlamına, dolayısıyla "sevilen insanlar" anlamına geldiğini söyledi. ama insanlar bencilleştiler ve sözcüğü yalnızca kan akrabaları anlamına indirdiler ama aslında hiçbir zaman sözcüğün bu anlama gelmesi düşünülmemişti. küçük ağaçın eğitimi / sf.52

Page 12: Sonsuz fazin sayı 7

bence biz

kimi zaman belirli kimi zaman sürprizli akıntı-lar-da sürükleniyor insan. bizler, sürüklendiğimizin farkında olarak, birbirimizin de nereye gittiğini bilmeye çalışan, gitmeyi istediği yere ulaşıp ulaşamadığını gözeten, gitmeyi isteyeceği yer-ler-i var etmeye çalışanlarız.

sonuna değinemeyelim istedik, bu yüzden sonsuzluğa dair-ait bir şeyler yerleştirdik adımıza. hepimiz bir başka pencereden bakıyor; akıntıya, kendine, koşuşturmamız gereken gündeliklere. tüm bunların arasında değer verdiğimiz-bulduğumuz içinde kendimizi ve birbirimizi anlamaya, hissetmeye, tanımaya çalıştığımız bir şey yarattık. sadece kendimizi değil, kendimizle olan her bir şeyi-kişiyi biz'in içine koyduk, zamanla içinde bulduk. çünkü olaya, olana, olması gereken ya da olmayana her zaman oldurduğumuz yaklaşımlarla baktık.

zamanla gitmeyi istediğimiz yeri bilmekte-bilmeye çalışmakta güçlük çekiyoruz. çünkü zamanı düzene sokanlar, bizim gibi yaklaşmıyor. demem o ki, değeri yokluğa yaklaştıran yapılar bütünü içerisinde insana, hayvana, doğaya verdiğimiz değerle yaşamaya çalışıyoruz. bu yüzden, bu yapılar bütünü içerisinde gidilebilecek bir yol-yer arıyoruz.

duygulanım

Page 13: Sonsuz fazin sayı 7
Page 14: Sonsuz fazin sayı 7
Page 15: Sonsuz fazin sayı 7
Page 16: Sonsuz fazin sayı 7
Page 17: Sonsuz fazin sayı 7

Ütopya kimisine göre “imkânsız” kimisine “hayal” kimisine “…” neyin

nasıl olduğu umurumda değil.

Nasıl kendi ayaklarımın üzerin de var olabiliyorsam aynı o şekil de kendi

fikrimle var oluyorum.

Ütopya benim için renklidir. Ben kadar yakındır bana gitmekte gitmemekte

benim elimde.

Güzel yerler beni bekler,

Risusvari'de bir hayal.

a.3

Page 18: Sonsuz fazin sayı 7

salacaktan baktım dünyayabugün çayım ve sigaramla

salacaktan yoksulluğuma baktım.

doydum, doyamadım hayata.

soğuk yoksul bedenlere iyi gelir.

söylendim durdum.

çalıştım, çalışamadım.

kayboldum dağınıklıkta.

küllük; boştu.

ya çok doluydu boşalttım, ya da hiç doldurmadım.

salacaktan dünyaya baktım bugün,

belki de istanbul' un en huzurlu yeriydi.

klasik kız kulesi, arabalar, dernek.

arabalar bir o tarafa bir bu tarafa geçtiler durdular.

simit yemiştim çayla, toktum bugün de.

karnım tok,ruhum yoksul ayrıldım denizkıyılarından.

cansu yılmaz

Page 19: Sonsuz fazin sayı 7

H.cömert

BEN SEN OLABİLSEM BİR AN

Zamana saklasam memleketim olmuş gözlerini,

Benim için varolmamış en güzel zamanlara

Ama hep çıkabilecekmiş gibi karşıma

Pır pır etse yüreğin yaramaz bir çocuk gibi.

Çıkarıp getirebilsem sözlerini

Hapsolmuş soğuk zamanların ağzından

Alabilsem, kurtarabilsem ellerini

Soluk benizli sahteliklerin çehresinden

Yuva olsam o güzel bakışlarına

Bütün tebessümlerine birer kaynak olsam.

Bir kuş olsam mesela geceleri aynana konsam

İzlesem öylece o güzel cemalini.

Bir rüzgar olup saçlarını okşasam,

Bir damla su olup dudaklarını ıslatsam

Birer hayal olup gözlerinde canlansam.

Bir kar tanesi olsam sevginin sıcaklığıyla erisem

Bir yağmur damlası olsam hasrete son versem avuçlarında…

En sevdiğin şarkı olsam dilinden düşürmesen beni,

Beğendiğin resimde en güzel renkler olsam

Sürekli izlesen beni.

Nefesin olsam senin her solukta hayat olsam sana

Beynindeki tek imge olsam

Hiç çıkarmasan aklından beni.

Usulca kalbine girip,

Sığınıp, sallansam içinde bir ömür.

Ben sen olabilsem bir an…

-nur-

Page 20: Sonsuz fazin sayı 7

En derine, en derine…

Yok olmuş yürekler, ağlayan kadınlar, çırpınandır analar.Yetim

kalmış yavrular…

Kazıyorlardı en derine en derine…Nerde görülmüş yerin yedi kat

altından gömmek için çıkarılmış bedenler…Kazıyorlardı en derine

en derine.Sarılmış kazmasına vuruyordu en derine en derine.

Bir ekmek uğruna, durmadan yorulmadan kazıyorlardı en derine

en derine…Oysa ekmek çıkarmak için indiler, döndüler

kömüre.Yanan bedenlere kor olup düştüler yüreğe…

Şimdi al eline kaderi vur yerin yedi kat dibine.

-fate-

Page 21: Sonsuz fazin sayı 7

Yağmurlu bir mayıs günü..

Mayıs'ın yağmur dolu bir günündeyim. Yağmurun içine daldıkça

çamurlar sıçrıyor saçlarıma. Şemsiyeleri kapatmakla başlayalım hadi

günlerimize. Gökyüzüne göz kaldırmak iç karartıcı yağmurlu bir

günde özgürlüğe göz kırpmak sanki.

Her yer avm işgaline uğramışken sokaklarda plansızca dolaşmayı

cesaretin göstergesi sayar olmuşlar. Aman yağmur yağmaya, havalar

kapanmaya görsün; doluşuyoruz sürü misali indirim standlarına.

Güneş dışarısı, yağmur içerisiyle özdeşleşmiş. Üşümeyi sakın ha

sakın göze alamaz olduk. Yağmurla arınmak yerine kendini

kaybedercesine tüketmek arınmanın karşılığına gelmeye başlıyor.

Ürkütücü.

Beton yığını kentten uzaklaşırken büyük alanlarda ağaçları

gördüğümde seviniyorum. Gri beton yığınlarına alışkın otomatik

bireylere dönüştükçe yeşil doğaya şaşırır olmuşuz. Şaşırır ettiler

bizleri. Yaşantılarımız standartlaştı. Düzen önümüze bir yaşam

döngüsü sundu. Ya içindesin bu düzenin ya dışındasın. Ne kadar

dirensek bile robotlaşıyoruz, moronlaşıyoruz. Eylemlerimizin özünü

yitirdik artık, önceden belirlediğimiz davranış kalıplarını tekrarlayıp

duruyoruz. En kötüsü de bunun en iyisi olduğunu düşünmemiz.

Yağmur şiddetini artırdı. Kafeye giriyor, kahvemi söylüyorum. Az

şekerli türk kahvesi. Ne öyle ne böyle; hoş sohbetli kendinden

köpüklüdür kahve. Bakır cezvede yavaş yavaş piştiğinde deyme

lezzetine. şimdilerde hazır kahve makinalarıyla siparişi vermenle

geliyorlar, hız tatmini lezzetin önüne geçtiğinde hayattan aldığımız

keyif azalmakta. Ne yazık ki artık herkes sabırsız.

Uyum içinde yaşamak, uyumlu davranışlar gösteriyor olmak

düzeninin devamını istemektir. Çatışma özgürlüğü de beraberinde

getirdiği için, her zaman bir aracı olur tartışma sonralarında ve

anlaşma sağlanır. ki kahvemiz orta şekerli olsun, aman ağzımızın tadı

bozulmasın isterler. Ağız tadıyla tartışmaya uyumsuzlaşmaya ile izin

vermezler.

Page 22: Sonsuz fazin sayı 7

Paltomu giydim ve kafeden ayrıldım bunları bi yandan

düşünürken.şu toprak kokusunun dayanılmaz gerçekliğini nefesine

katmayana hayret ettim. Betonların kokusu dahi yok. Baharın uzun

uzadıya sahillerde çimlere uzandığımız günlerini arayacak mıyız?

Denizi doldura doldura küçülttüklerini mi zannederler. Denizler

küçülmez ki,su hep hayattır. Hayatı santrallerle değil, öz yaşamına

bırakarak doğada var edebiliriz. Yoksa o bizi terk eder biz de yapay

sularla kokusuz havalarla kış gibi yaz yaz gibi kışlar geçiririz.

Yağmur yağıyor yeşillerin aşkına, barışı düşleyerek ıslanın!

cansu yılmaz

Page 23: Sonsuz fazin sayı 7

Hemen ölecek gibi öteye, hiç ölmeyecekmiş gibi buraya çalışmak.

Bize öğretilen bunlardı...

Gelecek için bir şeyler yapma telaşıyla geçmekte ömür denilen şey.

İyi bir okul, iyi bir iş, başımızı sokacak bir ev, araba da olsa fena

olmaz hani. Sonra bunların yenilenmesi gerekmiyor mu? Gerekir

elbet. Hem neden yenilemeyecekmişiz ki? ileride daha rahat

ederiz.. Biraz daha sabır, az bir şey daha sıkıntı çektik mi değmeyin

keyfimize. Hee, bir de yazlık almak gerek tabii. Emeklilik denilen

ölüm öncesi inzivada, bunlar rahatımız için gerekecek.. Belki de

memlekete yerleşiriz. Nasıl? Fena mı olur. Babadan dededen kalma

bağ bahçe ile uğraşırız. Küstürmemek gerek toprağı. Hem, biraz

toprak kokusu herkese iyi gelir. Yarın öbürgün çocuklar da evlenir.

Bir iki de torun.. Sonra varsın gelsin ölüm dediğin..

Tüm bunlar birçoğumuzun ortak düşünceleri değil mi?

Sonra hepimiz sıyrılarak hayallerden ve az çok olmasını dileyerek,

bir şekilde dağılırız hayat denilen telaşenin içine. Kimimiz işe

gider, çok çalışmak lazımdır çünkü, eve ekmek lazımdır. Kimimiz

okula gider. Okumak, cahil olmamak da lazım. Kimimiz gezmeye,

arkadaşlarla buluşmaya, hava almaya.. Hayat herkes için akar bir

şekilde, çoğu zaman farklı da olsa.. Bazılarımız da evde kalır.

Gidene; güle güle, kalana; hoşça kal... iki kelimedir söylenenler,

gitsek de kalsak da.. Tüm bu çalışma döngüsünde, her ne kadar

söylenirse söylensin, bizler "öteye" pek ağırlık vermeyiz

düşüncelerimizde. "öldükten sonra" diye hayal kuran

görmemişsinizdir sanırım.. Kim kurar ki? Ya da bir yere gitmeden

önce gözlerinizin içine yaşlı gözlerle, uzun uzun bakan bir

tanıdığınız olmamıştır. " ya seni bir daha göremezsem" ?

Her şey planlandığı gibi gitmiyor hayatta.. Bugün, hatta şu anda

bile yukarıda sayılanların hayalini kurmuş fakat artık

yapamayacağının bilincinde olan, yaşlı gözlerle, uzun uzun

sevdiklerinin gözlerine bakmak isteyen yüzlerce insan var yerin

altında. Canlı canlı gömülmüş vaziyette.. Ne evinde hoşça kalacak

ne de güle güle evine dönecek insanlar yok artık yüzlerce ailede..

Artık yas var.

Page 24: Sonsuz fazin sayı 7

Gülümsemelerin yerini almış gözyaşları var. Ekmek için

çıkardıkları kömürün karası, kader olmuş, alınlarına kazınmış

masum insanlarımız var yerin altında.. Ne olursa olsun, ölümde

bile onlarla birlikte gelen kömür karası, artık tabutlarında yer

bulacak.. Ve geriye kalan şu cümle ile anılacaklar “Her şeye can

katan toprak bu sefer can aldı”. Peki, neden? Kimlerin yüzünden?

Mecliste yan gelip yatanların, çıkarlarını ilgilendiren bir şey

olmadığından mı? Rüşvete alışkınların her şeyi olumlu gösteren

raporlarından mı? Patronların hiç bitmeyen “ daha fazla”

tutkularından mı? Akıllara, cevapları zor olmayan birçok soru

gelebilir. Akıllara o insanların yakınları da gelebilir. Daha doğrusu,

gelmelidir..

Kömür karası bahtlarına mağlup olmuş, yitip giden canlar,

arkalarında büyük bir trajediyi bırakmakla birlikte çaresizliği,

insan hayatının bu ülkede ne kadar ucuz olduğunu bizlere

göstererek gittiler. Bir yandan da evlatsız kalan anne babalar, dul

eşler, babasız çocuklar bıraktılar. Ömürleri boyunca o çocukların,

eşlerin, ana ve babaların akıllarından çıkmayacak acılar bırakarak

gittiler.. Çocuklar babasız büyümenin zorluğuyla harmanlayacaklar

hayatlarını, eşler kocasızlığın yükünü göğüsleyecek. Bir anne ve

baba ise evlat acısında kavuracak hayatlarını. Her gün tazelenerek

yaşanacak acıları. Bir de maddi sıkıntılar eklenecek, ekmeğini

taştan çıkaran yiğitlerin yokluğunda. Her zorlukta arayacak gözler

kömür karası babalarını, kocalarını, evlatlarını. Bizler.. Bizler ise

balık hafızalarımıza yenik düşeceğiz. Belki bir hafta, bilemedin bir

ay. Sonrasında yine gereksiz dünya hayatımızla, kendimizi tekrar

göbeğine oturtarak dünyanın, yaşamaya devam edeceğiz. En büyük

acılar yine bizim yaşadıklarımız olacak, en kötü durumda yine biz

olacağız. Hiç bitmeyecek ağlamalarımız, “dertler yine mi beni

buldu” diyerek unutacağız diğer insanların acılarını. Zengin

hayatlarımızı resmedeceğiz,tatillere gidip boy boy resim

çektireceğiz, yediğimiz içtiğimiz her bokun resmini çekip orada

burada paylaşarak, bunları yapamayanlara göre üstünlük

sağlayacağız kendi kuş beynimizce, tabii bugün ağladığımız

insanları unutarak..

Page 25: Sonsuz fazin sayı 7

Sonra paraleller çıkacak tekrar piyasaya, çok şükür iyi giden

ekonomimiz (!) in artık o kadar da iyi gitmediğini göreceğiz. “Din

elden gidiyor” diye seçim kampanyaları yapacağız. Tekrar

çıkarlarımız peşine koşturacağız. Gündemimizde Suriyeliler daha

çok yer bulacak. Biz o madende şehit olan babayiğitleri unutacağız!!

Mısırlılara, Suriyelilere ağladığımız kadar onlara ağlamayacağız.

Her ölüm yıl dönümünde, yalandan çiçekler bırakılacak

madenlerin önüne, ertesi gün unutmak kaydıyla.. Ne yazık !! Sonra

bir de o madenin sahibi var ! Eminim o da çok üzülüyordur. Tabii

biraz farklı olarak. “Bunlar benim madenimde olmak zorunda

mıydı” diyordur yakınarak. Madenin her çalışmadığı gün için

hayıflanıyordur “eyvah!! Bugün de madeni açamadık. Zararımız

çok büyük!!”… Fakat ne olursa olsun emindir kendine hiçbir şey

olmayacağından. Çünkü dokuz ay öncesinde; bakan, onun

madenini överek yere göğe sığdıramamıştır. Biliyordur ki haraç

mezat bütün teftişlerden alnının akıyla geçmiştir ve geçecektir.

Kimlerin kıçı yalanmıştır? Kimler devreye girmiştir? Biliyordur

devlet nezdinde neyin nasıl yapılacağını. Şimdi yalandan bir teftiş

kurulu oluşturulup, göstermelik para cezaları verilecektir. O

maden sahibi de yas tutacaktır, ona verilecek para cezasını

düşünerek. Ve o da biliyordur ki çok sürmeyecektir moralinin

bozukluğu. Yanına çocuklarını da alarak, ailecek yurt dışında tatil

yapıp unutacaklardır tüm olumsuzlukları, hiç düşünmeyerek o

madenci çocuklarının daha “ailecek tatil” yapamayacaklarını.. Ve

çok geçmeden aynı acılar tekrar yaşanacaktır.. Bizler de bu kısır

döngüde rolümüzü; alık alık bakarak, bir palyaço sahtekârlığıyla

ağlayarak hakkıyla oynayacağız. Onlar da canlarını tekrar tekrar

vererek yeniden dirilecekler..

O babayiğitlerin tek suçu madende çalışmaktı, “çaresizlikten”..

Hemen ölecek gibi öteye, hiç ölmeyecekmiş gibi buraya çalışmaktı..

Allah ölenlere rahmet, kalanlara sabır ve dayanma gücü versin..

c.o

Page 26: Sonsuz fazin sayı 7

Bundan yüzyıllar önce yaşamış Güney Amerika yerlileri olan

Azteklerin inancına göre yılan; daha önce en güzel melek olan

düşmüş bir melekmiş. Eskiden sevgi ve dostluk mesajı veren bu

meleğin mesajı artık korku ve yalan olmuş. Onlardan yüzyıllar

sonra Mısır mitolojisinde karşımıza çıkan yılan sembolü bir yandan

bilgeliği, şifayı ve sıhhati vaat etti bir yandan da kötülüklerin

sembolü oldu.

Azteklerin “yalanlar prensi” dediği bu melek günümüze nasıl geldi

veya ne kadar değişti de tıp bilimini sembolize ediyor? Tıp bilimi,

bununla alakalı olarak ilaç bilimi sevgiye mi yakın korkuya mı? İlk

modern doktor kabul edilen Hipokrat'tan bu yana şifacılık,

simyacılık, ilkel dönem yerel tedaviler, endüstriyel ve son olarak

post-endüstriyel üretim gibi aşamalara ayırabiliriz tıp bilimini.

Post-endüstriyel süreçleri şuan içinde olduğumuz için net

gözlemleyemesek de genetik kontrol, zihin ve davranış kontrolü, ve

biyolojik silah çalışmalarını kapsadığını söyleyebiliriz. Kapitaller

için sermaye ve sermaye döngüsüne hakim olmak yetmiyor artık,

her şeye egemen olmak istiyorlar düşüncelerimize bile!

Elbette ki bu süreçler kendiliğinden gelişmedi, önce ihtiyacımız

olduğuna inandırıldık sonra ihtiyacımıza cevap verdiler. “Bu

tüketim toplumunda insanlar öğrenmeyi, iyileştirmeyi, kendi

yolunu bulmayı değil öğretilmeyi, götürülmeyi, sağaltılmayı ya da

yol gösterilmeyi isterler. Kişisel işlevler kişiliksiz kurumlara

devredilmiştir. İyileşme hastanın görevi olmaktan çıkmıştır.

Endüstri mallarının her birinin, her insanın özgürce kendi başına

ürettiği, pazarlanamayan kullanım değerleriyle rekabet ettiği

genellikle gözden kaçar.”*

Depresyon ilaçlarından önce insanların biliş/bilinç sağlığıyla

oynamak gerekiyordu ve bu konuda ne kadar başarılı olduklarını

görebiliyoruz. Tıpkı doğanın üstüne inşa ettikleri yapay cehennemi

görebildiğimiz gibi.

Page 27: Sonsuz fazin sayı 7

İletişim kurmanın en kötü

yoluydu semboller/kavramlar

ve zaten iletişim kurmamız

istenmiyordu. Bilgiyi

sistematik kavramlar dizini

haline getirmek tam da bu

ihtiyaçtan doğdu ve yeni

çocuğumuz: Bilim. Üstelik

sistem karşıtları için bile çok

verimli bir toprak: Materyal

bilim. Kültür mantarı

yetiştirilir gibi kültür

muhalefet yetiştirilebilir artık.

Artık sistem ve anti-sistem bu

yoldan yürüyebilir ve kendini

legalize edebilir ve artık terör

legal!

Salgınlar ve bunun için

geliştirilen endüstri, bu

endüstrinin sömürdüğü

insanlar ve endüstrinin

sömürdüğü insanlar için

sömürülen insanlar hatta

bunların hepsi için sömürülen

doğa. Hepsi legal artık.

Terörizmin egemen olduğu

yerde ise terörizmi terörize

etmek legaldir.

Ve yaşasın terörist deliliğimiz!

*İvan İllich- Sağlığın Gasp

ı

MADDİ TIP ŞEYTANDIR!

ezman anuşavan

Page 28: Sonsuz fazin sayı 7

bağırsam neye yarar, nasılsa duymazlar.ben bir kömür ocağının onulmaz göçüğüyüm;içimde cesetler ve daha ölmemişler var. metin altıok