Upload
others
View
1
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR VE SEYYİD KUTUB
TEFSİRİNDE PSİKOLOJİ KONULARI
İbrahim Ethem ÖZKAN
1530206039
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Prof. Dr. Hüseyin CERTEL
ISPARTA - 2018
iii
ÖZKAN İbrahim Ethem. Elmalılı M. Hamdı Yazır Ve Seyyid Kutub Tefsirinde
Psikoloji Konuları, Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2018.
ÖZET
Psikolojik tefsir alanında az da olsa literatür oluşmaya başlamıştır. Bu durum,
bundan sonra psikolojik tefsir alanında çalışanların yapacakları çalışmaların amaçları ve
metotları konusunda belli bir sistem geliştirmeyi gerekli kılmaktadır. Bugüne kadar
yapılmış olan psikolojik tefsir çalışmalarından ve diğer tefsir ekollerinin geliştirmiş
oldukları yöntemlerden hareketle bu alanda belli bir yöntem ortaya koymak
mümkündür. Yine psikolojik tefsirin tarihçesini, kendine özgü hedeflerini belirleme
imkânı vardır. Psikolojik tefsir, Kur’ân’ın belli bir alanına ilişkin boyutunu müstakil
olarak incelediği, Kurân’ın diğer boyutlarıyla birlikte ele alınmadığı için eleştiriye açık
noktalar ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce bir “dirayet tefsiri” olan, insanların görüş
ve bakış açılarını yansıtan “psikolojik tefsir”, bu yönüyle de eleştirilebilir durumdadır.
Modern psikoloji bilminin verilerinden yararlanılması, psikolojik tefsirin tenkit
edilebilirliğini daha da artırmaktadır. Sayılan bu sebeplere bağlı olarak psikolojik
tefsirin tenkit edilebilir yönlerini belirlemek gerekmektedir.
Bu çalışmada, Seyyid Kutup “Fî Zılâli’l-Kur’ân” adlı tefsiri ile Elmalılı M.
Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirinin psikolojik tefsir bağlamında
karşılaştırmaları yapılmıştır.
Kanaatimizce Fî Zılâli’l-Kur’ân gibi tefsir literatüründe çok önemli bir yeri olan
klasik bir eserin Hak Dini Kur’an Dili gibi bir eserle karşılaştırılıp çalışılması, bu
tefsirlerin Hanefi tefsir geleneği içinde tipik eserler olması bakımından önem arz
etmektedir.
Araştırma konumuzla ilgili eserler incelenmiş, konumuzla ilgili uzman kişilerle
istişare edilmiş ve böylece ulaşılan neticelerin tartışma yoluyla değerlendirilmesi
yapılmıştır.
iv
Bu araştırmada Seyyid Kutub ve Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın, Kur’ân’da geçen
temel psikolojik kavramlar ve psikolojik içerikli âyetlerin tefsiri konusundaki görüşleri
mukayeseli olarak ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Tefsir Ekolleri, Psikolojik Tefsir, Kur’ân, Çağdaş Yorum.
v
ÖZKAN İbrahim Ethem. Elmalılı M. Hamdı Yazır and Seyyid Kutub
Psychological Issues in Their Tafsir, Master Thesis, Isparta, 2018.
ABSTRACT
Psychological Tafsir Of Quran-Substantialdegreeof literature beganto emerge in
the field of Psychological Tafsir. This situationmakes itnecessary to developa specific
system about the aims and methods of studies to do in the field of Psychological Tafsir.
It is possibleto put forth a specificmethodin this area due to the studiesconducted so far
in the field of Psychological Tafsir and the methods improved by the other Tafsir
schools. Additionally, It is possible todeterminethe history of Psychological Tafsir and
its own uniquegoals. Psychological Tafsir examinesdetachedly the aspectsofa specific
area ofthe Qur'an. It does not discuss Quran with otheraspects. For these reasons, points
which open to criticism are emerges in the field of Psychological Tafsir. First of all,
Psychological Tafsir which reflectingpeople's viewsand perspectives is a Acumen Tafsir
and so it can becriticized. Availability ofcriticism of Psychological Tafsir is further
increased due to utilization of the modernpsychology of datas. Depending onall of
thesereasons, aspects can be criticized of the Psychological Tafsir is necessary to
determine.
In this study, Seyyid Kutup "Fi Zilalil Qur'an" and the interpretation of
Elmalili M. Hamdi Yazır's "Truet of the Religion of the Qur'an" were made in the
context of fiqh tafsir.
In our opinion, Fi Zilalil is important in terms of being a typical work in
Hanafi Tafsir tradition of these Tafsir in order to normalize a Classical work, which has
a very important place in Tafsir literature like Qur'an, with a work such as the Qur'anic
Language.
The research center, the research centers, the research centers, met with
experts on position.
In this study, primarily the concepts of the fiqh Tafsir school and Fi Zilalil
Qur'an were emphasized, and then the thesis was concluded in three chapters. The main
chapters of our Tezimiz are in the form of "Seyyid Kutup Fi Zilalil Koran", "Elmalili
and Hak Dini Kur'an Dili" and "Seyyid and Elmalılı Tafsirinin Comparison". In the
second part of the Tezimiz, Seyyid and Elmalılı commentaries were compared based on
vi
the meanings given to the verses, some of which are problematic in the context of
admiration and different interpretations and in the context of infinite interpretation.
In our thesis we have found that the interpretation of tafsiriri is tentative and
the differences in the opinions of our commentators are derived from tafsir methods.
Key Words: The Schools Of Tafsir, Psychological Tafsir, Quran, Contemporary
İnterpretations.
vii
İÇİNDEKİLER
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI .......................................................................... i
YEMİN METNİ SAYFASI ............................................................................................ ii
ÖZET ............................................................................................................................... iii
ABSTRACT ..................................................................................................................... v
İÇİNDEKİLER ............................................................................................................. vii
KISALTMALAR ........................................................................................................... ix
ÖNSÖZ ............................................................................................................................. x
GİRİŞ ............................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. Psikoloji ........................................................................................................................ 3
2. Din Psikolojisi .............................................................................................................. 3
3. Kur’ân ve Psikoloji İlişkisi ......................................................................................... 4
4. Tefsir ve Tefsir Ekolleri .............................................................................................. 4
5. Psikolojik Tefsir Ekolü ............................................................................................... 7
5.1. Psikolojik Tefsirin Tanımı ve Konusu .................................................................. 7
5.2. Psikolojik Tefsirin Tarihçesi ................................................................................. 8
5.3. Psikolojik Tefsirin Önemi / Duyulan İhtiyaç / Yararları ....................................... 9
5.4. Psikolojik Tefsirin Kur’ân’daki Bazı Dayanakları .............................................. 13
5.5. Psikolojik Tefsirde Yöntem................................................................................. 14
5.6. Psikolojik Tefsirin Tecrübî Psikolojiden Ayrılan Noktaları ............................... 15
5.7. Psikolojik Tefsire Yöneltilen Eleştiriler .............................................................. 17
6. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve Seyyid Kutub’un Hayatı ve İlmî
Şahsiyeti ve Eserleri ................................................................................................. 19
6.1. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır'ın Hayatı, İlmi şahsiyeti ve Eserleri ............. 19
6.2. Seyyid Kutub'un Hayatı, İlmi Şahsiyeti ve Eserleri ............................................ 27
viii
İKİNCİ BÖLÜM
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR VE SEYYİD KUTUP
KARŞILAŞTIRMALARI
1. Tefsirlerde Takip Edilen Genel Yöntem ................................................................. 35
1.1. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Tefsirinde Takip Ettiği Genel
Yöntem ................................................................................................................ 35
1.2. Seyyid Kutub’un Tefsirinde Takip Ettiği Genel Yöntem ................................... 37
2. Ayetlere Yapılan Tefsir ve İzahların Karşılaştırılması ......................................... 42
2.1. Temel Psikolojik Kavramlar ............................................................................... 42
2.1.1. Ruh ............................................................................................................. 42
2.1.2. Kalp ............................................................................................................ 45
2.1.3. Akıl ............................................................................................................. 49
2.1.4. Nefis ........................................................................................................... 52
2.2. Genel Psikoloji .................................................................................................... 56
2.2.1. Duygular ..................................................................................................... 56
2.2.2. Şuur(Bilinç) ................................................................................................ 58
2.2.3. Basiret ........................................................................................................ 61
2.2.4. Dikkat ......................................................................................................... 64
2.2.5. Algı Yanılmaları ........................................................................................ 66
2.2.6. Hafıza ......................................................................................................... 67
2.2.7. İtiyad (Alışkanlık) ...................................................................................... 69
2.2.8. Rüya ........................................................................................................... 70
2.2.9. Benlik Şuuru .............................................................................................. 75
2.2.10. Ruh ve Beden ........................................................................................... 77
2.3. Para Psikolojisi .................................................................................................... 80
2.3.1. Telepati ....................................................................................................... 80
2.3.2. Sihir ............................................................................................................ 82
2.4. Din Psikolojisi ..................................................................................................... 85
2.4.1. Din ve Psikoloji .......................................................................................... 85
2.4.2. Din Duygusunun Kaynağı .......................................................................... 87
2.4.3. Fıtri Dini tecrübe ........................................................................................ 90
2.4.4. Estetik ve Ahlaki Tecrübe .......................................................................... 92
ix
2.4.5. İman ........................................................................................................... 93
2.4.6. Hidayet ....................................................................................................... 97
2.4.7. Dua ............................................................................................................. 99
2.4.8. İbadet ........................................................................................................ 101
SONUÇ ......................................................................................................................... 105
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 107
ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 113
x
KISALTMALAR
a.g.e. : Adı Geçen Eser
a.g.m. : Adı Geçen Makale
A.S. : Aleyhisselam
a.y. : Aynı Yer
Bk. : bakınız
c. : Cilt
Çev. : Çeviren
DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi
DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı
HDKD : Hak Dini Kur’an Dili
m. : Miladi
Mad : Maddesi
Mat : matbaası
M.Ü.İ.F.V. : Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Ö. : Ölümü
r. : Rumi
R.A. : Radıyallahü Anh
s. : Sayfa
sad. : Sadeleştiren
SAV : Sallallahü Aleyhi Ve Sellem
Sy. : Sayı
Şrh. : Şerheden
TBMM. : Türkiye Büyük Millet Meclisi
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
Trc : Tercüme eden
Ts. : Tarihsiz
Vd. : Ve diğerleri
Vs. : Ve saire
Yay. : Yayınevi, Yayınları
xi
ÖNSÖZ
Kur’ân, ilahî bir mesajdır. O, Allah ile kulları arasında gerçekleşen sözel
iletişimin temel bir öğesidir. Her türlü iletişimde olduğu gibi, Allah ile kulları arasında
gerçekleşen iletişimin amacına ulaşabilmesi için de, mesajın kod açımının doğru olarak
yapılması gerekir. Yani Allah ile kullara arasındaki iletişimin hedefine ulaşması için,
Kur’ân ayetlerinin, Allah’ın kastettiği manada doğru olarak anlaşılması gerekir. Bu
gereklilik, Tefsir ilmini doğurmuş, geçmişten günümüze ilahî mesajın anlaşılması
konusu Tefsir ilminin çalışma alanını oluşturmuştur. Kur’ân’ın muhtevasına
bakıldığında, hayatın her alanına ilişkin mesajlar içerdiği görülmektedir. Böyle olunca,
Kur’ân’ın anlaşılması ya da ilahî mesajın kod açımının doğru olarak yapılabilmesi için,
sadece din ya da ilahiyat alanında bilgi sahibi olmak yeterli değildir. İlahî mesaj
içeriğinin temas ettiği farklı bilimsel disiplinlerde de bilgi sahibi olmayı gerektirir.
Kur’ân kendi ifadesiyle, Allah ile kullar arasında gerçekleşen sözel iletişimin üç
temel öğesinden biri olan mesaj olduğuna göre, nasıl ki Kur’ân’da yer alan tabii
bilimleri ilgilendiren mesajlar ancak bu bilimler ışığında anlaşılıp
anlamlandırılabiliyorsa, aynı şekilde insana ilişkin mesajlar da psikoloji bilimi ışığında
anlaşılıp anlamlandırılmak durumundadır. Aksi halde bu mesajların kod açımı doğru
olarak yapılamaz. İşte bu çalışmamızda, Ülkemizde en çok bilinen ve okunan iki tefsir
olan Elmalılı M. Hamdi Yazı ve Seyyid Kutub tefsirinde psikoloji içerikli ayetlere
getirilen izahlar karşılaştırmalı olarak ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Çalışmanın birinci bölümünde araştırmanın amacı ve metodu, Psikolojik
tefsirlerin tanımları ve tarihçesi, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın ve Seyyid
Kutub’un Hayatı ve eserleri geniş bir şekilde ele alınacaktır.
İkinci bölümünde ise; Tefsirlerde takip edilen genel yöntemler ve ayetlere
yapılan tefsir ve izahların karşılaştırmaları anlatılmaya çalışılacaktır.
Bu vesile ile çalışmamızda konu seçiminden kaynak tespitine ve teminine kadar
her safhada yol gösteren, hocam sayın Prof. Dr. Hüseyin CERTEL’e burada sonsuz
teşekkürlerimi sunarım.
İbrahim Ethem ÖZKAN
1
GİRİŞ
1.Araştırmanın Konusu
Araştırmamızın konusu, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dili Kur’ân
Dili ve Seyyid Kutub’un Fî Zılâli’l-Kur’ân adlı tefsirlerinde ruh, nefs, akıl ve kalb gibi
temel psikolojik kavramlar ve psikolojik içerikli âyetlere yapılan tefsirlerin
karşılaştırılmasından oluşmaktadır.
2.Araştırmanın Amacı ve Önemi
Özellikle Kur’ân-ı Kerîm’de insanla ilgili çok sayıda âyette insan psikolojisi ile
ilgili nitelendirmeler yer almakta, insan nev’ine has müşterek özelliklere dikkat
çekilmektedir. İnsan tabiatını tanımayı ve insan davranışlarını anlamayı hedefleyen
psikolojinin, Kur’ân’da insanla ilgili olarak verilen bilgileri göz ardı etmemesi, en
azından bunları kendi bakış açısından değerlendirmesi gerekir. Bu itibarla Kur’ân’da
insan tabiatı ile ilgili olarak yer alan âyetlerin, psikolojinin bugün ulaştığı bilimsel
sonuçlar ışığı altında ele alınıp değerlendirilmesinde fayda vardır.
Nitekim günümüzde, hayatın her alanına ilişkin mesajlar ve bilgiler içeren
Kur’an’ın daha iyi anlaşılabilmesi için yerine göre pek çok bilimsel disiplinin bakış
açısı ve verilerinden yararlanılması gerektiğinin önemi anlaşılmış bulunmaktadır.
Muhatabı insan olan, esas itibarıyla Allah ile kulları arasında gerçekleşen
iletişimde mesaj konumunda olan Kur’ân’ın anlaşılmasında yaralanılması gereken
bilimsel disiplinlerden biri hiç şüphesiz psiklojidr. Araştırmamızın konusunu teşkil eden
Elmalılı ve Kutub tefsirlerinden birincisi Türkçe olarak yazılmış kapsamlı bir tefsirdir.
İkincisi de dilimize çevrilen ve çok bilinen ve okunan bir tefsirdir. Araştırmamızın
amacı, bu iki önemli tefsirde psikoloji konularının ne ölçüde ele alındığının tespit
edilmesidir.
3.Araştırmanın Yöntemi
Araştırmamızın gerek kavramsal çeçevesinin oluşturulması ve gerekse asıl
konunun işlenişinde müfessirlerinin görüşlerinin karşılaştırılması ve
değerlendirilmesinde literatür taraması yöntemi kullanılmıştır. Bu çerçevede
araştırmanın iki temel kaynağı, iki müfessirin Tükçe tefsirleridir. Konunun işlenmesinde
2
bu kaynaklar temelinde içerik analizi yapılmaya çalışılmış ve yeri geldiğinde psikoloji
ve din psikolojisi kaynaklarından ve konuyla ilgili diğer literatürden yararlanılmıştır.
4.Konuyla İlgili Araştırmalar
Esas itibarıyla din psikolojisi alanına ait olan araştırma konumuz, bir yönüyle de
psikolojik tefsir yaklaşımını ilgilendirmektedir. Konumuzla doğrudan ilgili olup
Elmalılı tefsirine ilişkin din psikolojik yaklaşımla yapılmış olan en önemli araştırma,
İbrahim Gürses’in “Elmalılı Tefsirinde Psikoloji Konuları” adlı yüksek lisans tezidir.
Kur’ân’ın psikolojik bakış açısıyla araştırma konusu yapıldığı bir diğer araştırma
Hüseyin Certel’in “Kur’ân’da İnsan” adlı kitabıdır. Çalışmada, Kur’ân’da insanla ilgili
olumlu veya olumsuz nitelemelerin bulunduğu ayetler psikolojik bakış açısıyla
incelenmiştir
Kur’ân’ın psikolojik bakış açısıyla inceleme konusu yapıldığı çalışmalardan biri
de Muhammed Osman Necati’nin Türkçeye de çevrilmiş bulunan “Kur'an ve Psikoloji”
adlı eseridir. Eser Kur’ân’da motivler, heyecanlar, duyular, düşünme, öğrenme, rüya ve
ilham, unutma ve hatırlama, kişilik vb. başlıklar halinde kutsal kitaba genel psikolojiden
tanıdığımız konular açısından yaklaşmaktadır.
Araştırmanın psikolojik tefsirle de alakası olması bakımından, Abdurrahman
Kasapoğlu’nun, “Psikolojik Tefsir Ekolü” ve “Kur'ân'a Psikolojik Yöneliş” adlı
kitapları bulunmaktadır. Yine aynı konuda Ferruh Kahraman’ın, Necmettin Erbakan
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde “Psikolojik Tefsir” adlı makalesi vardır.
.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
1. KAVRAMSAL ÇERÇEVE
1. Psikoloji
Psikoloji: Bireyin duygu, düşünce ve davranışını inceleyen bilimdir. Daha çok
doğa ve insanı anlamaya çalışan bilimin, birey olarak insanı anlamaya çalışan yönüdür.1
2. Din Psikolojisi
Psikoloji biliminin bir alt bilim dalı olan Din Psikolojisi, bireyin dini ve manevi
alanla ilgili duygu, düşünce ve davranışlarını, bir başka ifadeyle dinin birey üzerindeki
her türlü görünümünü ele alan bilim dalıdır. Din Psikolojisi böylelikle insanların dini ve
manevi alanla olan olumlu ve olumsuz her türlü ilişkisini inceler.2 Bir insan bilimi olan
din psikolojisinin esas konusu, dinî yaşayışın insanların ruhlarındaki görünümü ve
sübjektif cephesidir. Fertlerin dinî nitelik taşıyan tüm ruhî yaşayış ve davranışları, Din
Psikolojisinin inceleme konusudur. Kısaca ifade etmek gerekirse, Din Psikolojisinin
konusu, bireyin dinî tecrübesi (experience) de denilen dinî yaşantısıdır. Dinî yaşayışın
muhtevası ise bilgi, inanç, ibadet, duygu, düşünce, tasavvur, ilgi, istek, irâde, tutum ve
davranışlardan oluşmaktadır. Dinî yaşayışa bütün ruhî fonksiyonlar ve süreçler katkıda
bulunduğuna göre, insanın dinî yönünün araştırılması, onun her yönünün araştırılması
demektir. Bu itibarla biz burada her ne kadar kısaca Din Psikolojisinin konusu dinî
yaşayışın fert ruhundaki tezâhürleri ve sübjektif cephesidir, demiş olsak da, gerçekte bu
konu pek çok araştırma alanını ilgilendirmektedir.3
Psikoloji biliminde, ahlak gelişiminin bilişsel bir yaklaşımla incelenmesi
sonucunda ulaşılan sonuçlar, İslam tasavvufunun, insanın ruhsal gelişimine getirdiği
açıklamalarla benzeşmektedir.4 Jung, Tanrı’ya inanmayı ve dine bağlanmayı, insanı
nevrozdan kurtaran önemli bir faktör olarak değerlendirmiştir. Ona göre dinlerin
insanlara gerek motive etme açısından gerekse sıkıntılı anlarında onlara destek olma
bakımından iyi bir psikoterapi sistemidir. Dinin yokluğunun ruhsal rahatsızlıklara neden
1 Ali Köse, Ali Ayten, Din Psikolojisi, Timaş yay, İstanbul 2012, s. 19. 2 Köse, Ayten, Din Psikolojisi, s. 19. 3 Hüseyin Certel, Din Psikolojisi, Berikan Yayınevi, Isparta 2014, s. 29. 4 Öznur Özdoğan, Mutluluğu Seçiyorum, Özdenöze yay, İstanbul 2006, s. 91.
4
olabileceğini söylemektedir.5 Alfred Adler’e göre insanın ruhsal hayatı bir amaçla
belirlenir. Bir kimsenin düşünebilmesi, hissedebilmesi, bir istekte bulunabilmesi, hatta
düş görebilmesi için bütün bunların bir amaçla belirlenmesi, bir amaca dayanması, bir
amaçla sınırlandırılması ve belirli bir yöne yönetilmesi gerekir.6 Kur’ân, insanın ruh
sağlığının esası olan iç huzurunun sağlanması yolunda yardımcı olur. İnsan Allah’a
bağlılık hissederek iç huzuru elde eder. Tedirgin ve stresli olmak yerine huzurlu olur.7
3. Kur’ân ve Psikoloji İlişkisi
Kur’ân, insanı ahlaken olgunlaştırmak, eğitmek için gönderilmiş ilâhî bir
kitaptır. Bunun için birtakım prensipler koymuş ve bunlara uyulmasını istemiştir. Bu
açıdan Kur’ân, normatiftir, kural koyucu bir kitaptır.8 Psikoloji ise normatif bir bilim
değil betimleyici özelliğe sahip olan bir bilimdir. Psikolojinin konusunun insanın ruhî
yaşayışı ve davranışları olması9 ve Kur’ân’ın da insanı ele alıp ona hitap etmesi
bakımından konuları açısından benzerlik olmasına rağmen, insanı ele alışları ve insana
bakış açıları farklılık arz etmektedir. Kur’ân, insanı bir bütün olarak ele alır ve ona bir
bütün olarak hitap eder. İnsanı, bilimlerin yaptığı gibi değişik yönleriyle sistematik
olarak ele almaz.10
4. Tefsir ve Tefsir Ekolleri
Tefsir, Kur’ân-ı Kerîm’in izahı anlamına gelir. Bundan bahseden ilme de
“İlmü’t-Tefsîr” veya “İlmü Tefsîri’l-Kur’ân” denir. Bu ilim, Kur’ân-ı Kerîm’i her
yönden (gramer, belâğat, tarih vs. bakımından) tetkik edip izah etmeye yarar.11
Bazı ulemâ tefsîri “rivayet”, “dirayet” ve “işaret” tefsîri diye üç kısma
ayırmıştır.12
“Rivayet Tefsîri” deyince: Kur’ân’ın Hz.Peygamber, Sahabe ve Tabiûn’dan
gelen rivayetlerle tefsîri akla gelir. Biz şimdi burada kısaca rivayet tefsirinin kısımları
5 Ali Köse, Din Psiklojisi, Timaş Yayınları, İstanbul 2012, s. 40. 6 Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev. Kamuran Şipal, Say yay, İstanbul 2016, s. 40. 7 Mustafa Yalçın, Kur’an’da Ruh Sağlığı, Tebeşir Yay,1.Baskı, Konya 2012, s. 9. 8 Yümni Sezen, İslam Sosyolojisine Giriş, Turan Kültür Vakfı, İstanbul 1994, s.20 9 Hayati Hökelekli, Din Psikolojisi, TDVY. , Ankara 1996, s. 2 10 Rasul Ertuğrul, “Kur’ân’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”, Ankara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004, s.3 11 Seyyit Şerif el-Cürcanî, et-Ta’rifat, Matbaatu Muhammed Es’ad, İstanbul 1300, s. 43. 12 Abdullah Aydemir, Ebussu’ûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, D.İ.B.Y. , 2. Baskı, Ankara 1993, s.64
5
olan Kur’ân’ın Kur’ân’la, Kur’ân’ın sünnetle ve sahabe sözüyle nasıl tefsîr edildiğini
kısaca açıklamaya çalışacağız.13
Kur’ân’ın Kur’ân’la tefsiri sözüyle: Kur’ân’daki bir âyetin başka bir âyetle tefsîr
edilmesine “Tefsîru’l Kur’ân bi’l-Kur’ân” denir.14
Kur’ân’ın sünnetle tefsiri sözüyle: Kur’ân’ın tefsîrine ikinci kaynak Hz.
Peygamber’in sünnetidir. İslâm’ın ilk teşekkül tarihinden bugüne kadar bütün
müfessirler, buna en büyük kıymeti atfetmişler ve hiçbir müfessirin, eserinde bundan
müstağni kalamayacağını ifade etmişlerdir. Ashab, Rasul-i Ekrem’e Kur’ân’dan
anlamadıklarını sorar, O da onlara icabeten açıklamayı yapardı. Nitekim Kur’ân’da,
“Habibim! Biz sana Kur’ân’ı indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini
açıkça anlatasın ve onlar da iyice anlasınlar.15” buyurulmuştur.16
Sahabeden gelen rivayetler de bu alandaki mühim kaynaklardan biridir. Bunun
ehemmiyetini el-Hâkim, “Sahabe’nin tefsîri, merfu hadis hükmündedir.17” diyerek
belirtmiştir. İbn Cerîr et-Taberî de Sahabe’nin rivayetlerine, kendi tefsîrinde bol bol yer
vermiştir. Hemen hemen bütün müfessirler, Sahabe’den gelen tefsîr rivayetlerini
kabulde müttefiktirler. Başlıca rivayet tefsirleri şunlardır: “Câmiu’l-Beyân fî Tefsîri’l -
Kur’ân” İbn Cerîr et-Taberî’nin eseridir. “Bahru’l-Ulûm” müellifi, Ebû’l-Leys es-
Semerkandî’nin eseridir. “el-Keşfü ve’l-Beyân an Tefsîri’l-Kur’ân” Ebû İshak Ahmed
b. İbrahim es-Salebî’nin eseridir.”18
“Dirayet Tefsiri” deyince: Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri için lüzumlu bilgilere sahip
olan bir âlimin, ictihad etmek suretiyle yaptığı tefsîre “et-Tefsîru bi’r-Re’yi” denir. Eski
devirlerden beri ulemâ bu konuda ihtilafa düşmüştür. Bir kısmı böyle bir tefsîrin caiz
olamayacağını ileri sürerken, diğer bir kısmı da tam aksini savunarak rey ve ictihadla
tefsîri uygun görmüşlerdir. Ancak ibn Teymiyye’ nin de kaydettiği gibi, selef ulemâsı,
13 İzzettin Pak, “Konyalı Muhammed Vehbi Efendi ve Tefsirdeki Metodu”, Ankara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007, s.38. 14 Pak, a.g.t. , s.38. 15 Nahl, 16/44 16 Pak, a.g.t. , s.39-40. 17 Ebi Abdullah Muhammed Bin Bahadır Ez Zerkeşi, ,el-Burhân Fî Ulûm-il Kur’ân, Darul-Hâdis
Yayınevi, Beyrut 2007, c.2, s.157. 18 Pak, a.g.t. , s.42.
6
bilgiye müstenid olan tefsîr hususunda hiçbir mahsur görmemişlerdir.19 Bundan dolayı
da kendilerinden, tefsîre dair pek çok şey mervidir. Onlar, bildikleri hususlarda
konuşmuşlar, bilmedikleri yerlerde susmuşlardır. Arzu edilen de budur. Nitekim Cenab-
ı Hak: “Kitab’ı, insanlara açıklayıp anlatacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz.20”
buyurmuştur. Hz. Peygamber de: “Bildiğini saklayan kimsenin ağzına kıyamet gününde
ateşten gem vurulur.21” buyurarak bu konunun önemine dikkat çekmiştir. Ancak
müfessirin, re’y ile Kur’ân’ı tefsîr edebilmesi için bazı ilimlerle mücehhez olması lazım
gelir ki onları şöylece sıralayabiliriz: Lügat, Sarf ve Nahv, Me’ani, Beyân ve Bedi’,
Kıraat, Fıkıh Usûlü, Kelâm, Sebeb-i Nüzul, Kıssalar, NâsihMensûh, Hadis İlmleri ve
İlmü’l-Mevhibe…v.b.22 Re’y ile Kur’ân’ı tefsîr etmek isteyen kimsenin, yukarıda
zikredilen ilimler sayesinde, akıl ve mantığa uygun, dinen makbul bir izah yapmış
olacağı ve böylece hataya düşmekten kurtulacağı muhakkaktır. Bu ilimleri,
saydığımızdan daha eksik veya daha fazla gösterenler de olmuştur. Başlıca dirayet
tefsirleri şunlardır: “Mefâtihu’l-Gayb” Fahru’d-din er-Razî’nin tefsiridir. “Envâru’t-
Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl” Nasru’d-din el-Beydâvî’nindir. “Medâriku’t-Tenzîl ve
Hakâiku’t-Te’vîl” Ebû’l-Berekât en-Nesefî’nindir”23
“İşârî Tefsir” ise: ıstılâhî olarak ‚yalnız tasavvuf erbabının nüfuz ettiği birtakım
gizli anlamlar ve işâretler yoluyla Kur’ânı tefsir etme yöntemi‛ şeklinde
tanımlanmaktadır.24 Bu tanımda işârî tefsirin, sûfîlerin yapmış olduğu tefsir faaliyetine
hasredildiği görülmektedir. Ancak konuyla ilgili yapmış olduğu sınıflandırmayla
modern çalışmalarda etkisini yoğun bir şekilde hissettiren Zehebî’ye (ö. 1397/1977)
göre işârî tefsir daha geniş bir kitle için söz konusu edilmektedir. Yapılan bu tasnif,
Zehebî’nin tasavvufu araştırmaya dayalı nazarî tasavvuf ve zühde dayalı amelî tasavvuf
şeklinde ele almasının bir uzantısı olarak kabul edilebilir. Buna göre nazarî tasavvuf,
nazarî sûfî tefsiri; amelî tasavvuf ise işârî sûfî tefsiri intâc etmiştir. Kanaatimizce
19 Takıyyüddin Ahmed b. Abdilhalim ibn Teymiyye, Mukaddimetün fi Usûli’t-Tefsîr, Matbaatü’t
Terakki, Dimeşk, 1355/1936, s. 28. 20 Al-i İmran, 3/187 21 Ebû Davud, es-Sünen (I-VI), Mısır 1371/1952. , Kitabu’l-İlm, Bab: 9. 22 Pak, a.g.t. , s.43. 23 Pak, a.g.t. , s.43-44. 24 Yunus Emre Gördük, Tarihsel ve Metodolojik Açıdan İşârî Tefsir, İnsan Yayınları, İstanbul 2013, s.38-
39.
7
Zehebî’nin bu sınıflandırmasının arka planında Şâtıbî’nin (ö. 790/1388) el-
Muvafakat’taki bakış açısı bulunmaktadır.25
Nazarî sûfî hareketin, işarî sûfi harekete de tesiri olmuş ve büyük ölçüde
Osmanlı dönemi müfessirlerini ve divan edebiyatını etkisi altına almıştır. Bu
düşüncenin izlerini mesela “Uyûnu't-Tefsir li'I-Fuzala'i's-Semasir” adlı eseriyle
Şihabuddin es-Sivasî (803/1400)’de görmemiz mümkündür. Osmanlı dönemi
müfessirleri arasında sufiliği ile ünlü kişiler arasında “Aynu’l-A’yan” eseriyle Molla
Fenarî (834/1431)’yi, “El-Fevatihu’l-İlahiyye” eseriyle Nimetullah Nahcivanî
(920/1514)’yi ve “Ruhu’l-Beyan” adlı eseriyle İsmail Hakkı Bursavî (1137/1725)’yi
sayabiliriz. Bu kişilere ayrıca aslen Iraklı olmasına rağmen yazdığı tefsirini İstanbul’a
getirerek devrin padişahı Abdülmecid’e takdim eden “Ruhu'l-Meânî” adlı eseriyle Âlûsî
(1270/1854)’yi de ilave edebiliriz.26
5. Psikolojik Tefsir Ekolü
5.1. Psikolojik Tefsirin Tanımı ve Konusu
Kur’ân’ın psikoloji biliminin verileri ve psikolojik bakış açısıyla tefsir edilmesi
günümüzde “Psikolojik Tefsir” olarak ifade edilmektedir. İnsan psikolojisini konu
edinen bilim dalını ifade etmede kullanılan “psikoloji” kelimesi, ülkemizde yaygın
olarak, Batı’dan transfer edilerek kullanılmaktadır. Ülkemizdeki araştırmacılar “Tefsir”
kelimesini “psikoloji” kelimesiyle niteleyerek “psikolojik tefsir” kavramını kullanmayı
uygun görülmektedirler. Nitekim daha önce “tefsir” kelimesi, “ilmî”, “sosyolojik”,
“konulu” gibi kelimelerle nitelenerek diğer çağdaş tefsir ekollerinin adı oluşturulmuştur.
Arapça’da “psikoloji” kelimesinin karşılığı olarak “Ilmü’n Nefs” ifadesi
kullanılmaktadır. Kur’ân’daki psikolojik tasvirleri inceleyen, psikolojik tefsir örnekleri
olarak niteleyebileceğimiz Arapça eserlerde “ilmu’nnefs” ifadesi, “Kur’ân” kelimesiyle
ilişkilendirilerek bir terkip oluşturulmaktadır. Bu terkiplerin “el-Kur’ân ve İlmu’n-
Nefs”, “Min İlmi’nNefsi’l-Kur’ânî”, “İlmu’n-Nefs fi’l-Kur’âni’l-Kerîm”, “en-Nefsü’l-
İnsâniyye fi’l Kur’ân” gibi örneklerine rastlamaktayız. Biz ülkemizdeki yaygın
kullanılışı sebebiyle “psikoloji” kelimesini kullanmayı gerekli gördük. Genel anlamda
25 Davut Ağbal, “İbnü’l-Arabî’nin İşârî Tefsir Anlayışının Fikrî Arka Planı”, Amasya Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Amasya 2017, Say. 8, s.224. 26 Kübra Çomaklı, “Tefsir Çeşitleri ve Tefsir Ekolleri”, http://www.kuranihayat.com/tefsir-cesitleri-ve-
tefsir-ekolleri_d371.html (24.03.2018)
8
tefsir ekolleri içerisinde bir tefsir ekolü olarak nitelemede bulunurken “psikolojik tefsir”
ifadesini kullanmayı tercih ettik. Doğrudan Kur’ân’a psikolojik yönelişi ifade ederken
de “Kur’an”, “tefsir”, “psikoloji” kelimelerinden bir terkip oluşturmayı ve “Kur’an’ın
psikolojik tefsiri” tabirini kullanmayı seçtik.27
Psikolojik Tefsirin konusunu ve amaçlarını esas alarak şöyle bir tarif yapabiliriz:
Psikolojik tefsir, Kur’ân’da insanın duygu, düşünce, davranış gibi psikolojik yönünü
doğrudan konu edinen kavram ve tasvirleri yorumlamayı amaçlayan, insanlara sunulan
ilâhî mesajdaki genel ilke ve esasların öğretilmesinde izlenen psikolojik süreçleri ortaya
çıkarmayı hedefleyen, dinin önerdiği iman ve amelle ilgili bütün değerlerin insanın
psikolojik yapısıyla uyumlu olduğunu ortaya koymaya çalışan bir anlama ve yorumlama
faaliyetidir.28
5.2. Psikolojik Tefsirin Tarihçesi
Psikolojik Tefsir, Kur’ân’da insan psikolojisine dair oldukça geniş sayılabilecek
konuların bulunduğu gerçeğine dayanır. Bu gerçekliğin ancak çağımızda fark edilmeye
başlandığını, geçmiş çağlarda Kur’ân’ı anlamaya çalışanların ondaki bu psikolojik
hakikatlerden habersiz olduklarını söylemek doğru değildir. Her dönemde müfessirler,
insanın psikolojik yanını konu alan âyetleri, doğal olarak kendi çağlarının birikim ve
bakış açılarına uygun şekilde yorumlamışlardır. Müselsel / tecziî yani Kur’ân’ı baştan
sona yorumlayan tefsirlerde psikolojik muhtevaya sahip âyetlere dair ciddi tefsir
birikimine rastlamak mümkündür.29 Belki de bu psikolojik yorumlar, genel yorumların
arasında kaldığı için bugünkü kadar dikkat çekmemiş olduğu söylenebilir. Dolayısıyla
psikolojik tefsirin tarihî köklerinin, ilk tefsir çalışmalarına ve bugüne kadarki tefsir
birikimine dayandığını söyleyebiliriz. Gerek ilk dönem müselsel tefsir kaynaklarında,
gerekse çağımızda yazılan tefsirlerde psikolojik tefsirin örneklerine rastlamak
mümkündür.30
27 Abdurrahman Kasapoğlu, “Kur’an’ın Psikolojik Tefsiri”, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
(İ.Ü.İ.F.D.), 2011, c. 2, S. 1, s. 19. 28 Kasapoğlu, a.g.m., s. 19. 29 Kasapoğlu, a.g.m., s. 5. 30 Celal Kırca, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelişler, Tuğra Neşriyat, İstanbul 1993, s. 268-
269.
9
Kur’ân’da psikoloji alanına dair bilgilerin yer alması, birçok araştırmacıyı bu
açıdan Kur’ân’a yönelmeye ve yorum yapmaya sevketmiştir. Ancak bu yönelişin
bilimsel gelişmeye paralel olarak ilerleme kaydettiği bir gerçektir. Psikoloji bilimindeki
gelişmelere bağlı olarak Kur’ân’a psikolojik yönelişte de ilerleme olmuştur.31
5.3. Psikolojik Tefsirin Önemi / Duyulan İhtiyaç / Yararları
Psikolojik Tefsirin, Kur’ân’ın daha rahat anlaşılmasına kolaylık sağlamak, onun
insana bakış açısını belirleyebilmek ve i’câz yönlerinden birini ortaya koymak, bilmî
gelişmeler karşısında Müslüman araştırmacılara özgün bir bakış açısı kazandırmak,
insan şahsiyetini ilâhî değerlere göre eğitmek, ilâhî değerlerin hikmetlerini anlamak ve
psikolojik gerçeklerle uyumunu ortaya koyabilmek, psikoloji alanına yeni bir (İslâmî)
bakış açısı kazandırmak, modern psikoloji ile İslâm’ın insan tasavvurunun örtüşen ve
çelişen yönlerini belirlemek, müfessirler arasındaki görüş ayrılıklarını azaltmak gibi
yararları vardır. Bütün Kur’ân araştırmalarının ilk kaynağı yine Kur’ân’ın kendisidir.
Kur’ân’da psikolojik tefsire kaynak teşkil edebilecek bazı âyetler mevcuttur.
Araştırmamızın bu bölümünde psikolojik tefsirin önemine ve yararlarına ilişkin saymış
olduğumuz bu hususları; psikolojik tefsire dayanak teşkil eden durum ve hakikatleri
izah etmeye çalışacağız.32 Bunları dokuz madde halinde şöyle sıralayabiliriz.
Birincisi: “Kur’an’ın anlaşılmasına açıklık kazandırmaktır.” Yapılacak
psikolojik değerlendirme yapılırken, Kur’ân âyetlerinin dokusunu ve yapısını inceleyip,
âyetlerin iniş zamanındaki atmosferini ve durumunu tespit ettiğimiz zaman, âyetlerden
anlaşılan mânâ daha rahat anlaşılma özelliği kazanır. Böyle bir değerlendirme
yapılmaksızın, anlam basit ve kısır kalır. Bu tür bir anlamdan insan ruhu tatmin
olmadığı gibi, Kur’ân’ın hedefleri de tam olarak ortaya konulamaz.33
Psikolojik muhtevaya sahip olan âyetleri, genel bir yaklaşım yerine, özel olarak
psikolojik bir anlama yöntemiyle tefsir ettiğimizde, anlaşılırlık düzeyindeki açıklığın
daha belirgin olacağı düşünülebilir. Pskoloji ilmine vâkıf müfessirin âyetlerdeki
31 Halil Çiçek, 20. Asırda Kur’an İlimleri Çalışmaları, Timaş Yayınları, İstanbul, 1996, s. 51. 32 Kasapoğlu, a.g.m., s.19. 33 Emin El-Hûlî, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, çev. Mevlüt Güngör, Kur’an Kitaplığı, İstanbul,
1995, s. 21.
10
psikolojik incelikleri kavraması ve bunları daha anlaşılır bir biçimde tefsir etmesi
mümkün olacaktır.34
İkincisi: “Kur’ân’ın insana bakış açısını ortaya koyabilmektir.” “Kur’ân” ve
“Psikoloji”yi birlikte düşünmeyi gerektiren en önemli özellik, her ikisinin ana
konusunun “insan ve davranışları” olmasıdır. Kur’ân’ın genel mânâda insan
psikolojisine nasıl baktığı, daha doğrusu bu konuda Kur’ânî bakış açısının ne olduğu
özellikle günümüzde merak uyandırmaktadır. Bu nedenle, insan psikolojisi konusunda
Kur’ân’ın ne söylediğini ya da ne söylemek istediğini tespit etmeye her zamankinden
daha çok ihtiyaç vardır. Nitekim Kur’ân’ın insan psikolojisine ve bunun gibi birçok
sahaya dair bakış açısını ortaya koyan ve konulu tefsir metoduna uygun olarak kaleme
alınmış çalışmaların ürünü olan eserler İslâm kültür mirasına kazandırılmaya
başlanmıştır.35
Kur’ân, dinin ve insanın bütün temel doğrularını, parametrelerini sunan ilâhî bir
kitap olarak, insanın, iç dünyasını tarif eder. Kur’ân-ı Kerim insanı tarif ederken realist
bir yaklaşım ortaya koyar. Onun övgüye değer özellikleri yanında bazı kusurlarını,
zaaflarını da açıklar. Kur’ân’ın insana bakış açısını anlayabilmek için onda insanın
yaratılışından, yaratılış gayesinden bahseden, psikolojik tahliller yapan âyetleri iyi
incelemek lazımdır. Çünkü Kur’ân’da insandan bahseden pek çok âyette onun yaratılış
sürecinden, fıtratının değişik yönlerinden, psikolojik hallerinden, insan doğasının
değişen ve değişmeyen boyutlarından kesitler sunulmaktadır. Müslüman ve (Kur’ân ve
psikoloji alanlarında) uzman bilim adamlarının, Kur’ân’ın aydınlığında insan psikolojisi
üzerine eserler ortaya koymaya ciddiyetle eğilmeleri gerekir. İslâm’ın yücelmesini
isteyen, büyük özveriyle çalışan, sorumluluklarının bilincinde olan Müslüman bilim
adamlarının psikolojik tefsir alanında kayda değer çalışmalar yaparak, mevcut
eksiklikleri en kısa zamanda gidererek ciddi, kapsamlı çalışmalar ortaya koymaları
beklenmektedir. Kur’ân’daki, psikolojinin ilgi alanına giren âyetler, İslâmî bir bakış
açısıyla, bilimsel metotlarla sistemleştirilerek ele alındığı takdirde mükemmel bir İslâmî
/ Kur’ânî psikoloji literatürü meydana getirilebilir. Kur’ân sayfaları arasına dağılmış
34 Kasapoğlu, a.g.m., s.19. 35 Celal Kırca, Kur’ân-ı Kerîm’de Fen Bilimleri, Marifet Yay. , İstanbul 1989, s. 255.
11
olan bilgilerden hareketle, insan psikolojisi hakkında kapsamlı çalışmalar
gerçekleştirmek mümkündür.36
Üçüncüsü: “Kur’an’ın i’câz yönlerinden birini ortaya koymatır.” Kur’an’ın i’câz
boyutlarından bir kısmı onun muhtevasıyla ilgilidir. Kur’ân, içerdiği konuları
bakımından da mucizedir. Kur’ân’da insan psikolojisini konu edinen âyetlerin psikoloji
bilmine vâkıf araştırmacılarla yorumlanması, insan fıtratıyla uyumunun gösterilmesi,
Kur’ân’ın i’câz boyutlarından birinin daha ortaya çıkmasına imkan sağlayacaktır.
Âyetlerdeki edebî inceliklerin keşfedilmesi suretiyle Kur’ân’daki psikolojik gerçeklerin
meydana çıkarılması, ilâhî kelâmın muhtevasıyla ilgili i’câz özelliklerinden birinin daha
açığa çıkmasına vesile olur.37
Şüphesiz, söz sanatı ile insan ruhu arasında sıkı bir ilişki vardır. Diğer sanatlar
gibi, edebiyat sanatı da insan ruhunun barındırdığı şeylerin tercümesinden ibarettir.
Psikolojik tefsir, işte bu esaslar üzerine bina edilebilir. Edebî tasvirler, Kur’ân
üslûbunun en önemli ifade araçlarındandır. Kur’ân, belleksel bir olgudan, psikolojik bir
durumdan kaynaklanan ve insanın iç dünyasında beliren tabloları, insan tipolojilerini
somut biçimde canlandırılmış tablolarla dile getirir. Kur’ân, çizmiş olduğu bu tablolara,
somut bir canlılık, sürekli yenilenen bir hareketlilik kazandırır. Böylece zihindeki
kavramlar ve olgular şekillere, hareketlere dönüşür. Psikolojik durumlar tablolara, insan
tipleri ise, canlı, somut, yapılara dönüşürler.38
Dördüncüsü: “Bilmî gelişmeler karşısında müslüman araştırmacılara özgün bir
bakış açısı kazandırmaktır.” Bilmî gelişmelere paralel olarak Kur’ân’a yönelişte de yeni
eğilimler ortaya çıkmıştır. Bu eğilimlerden biri olarak Kur’ân’a psikolojik yönelişten ve
bu yönelişin bir ihtiyaç olduğundan söz edilmektedir. Bu alana ilgi duyan bilim
adamları ve araştırmacılar Kur’ân’ın psikolojik muhtevalı âyetlerini, psikoloji bilminin
verilerinden de yararlanarak yeniden incelemektedirler. Kur’ân’daki psikolojik
muhtevaya sahip âyetlerle, psikoloji bilminin bu konularda ortaya koyduğu sonuçları
karşılaştırmalı olarak ele almaktadırlar. Böylece, klasik metotlarla ele alınan eserler
36 Muhammed Kutub, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, çev. Bekir Karlığa, İşaret Yayınları, İstanbul
1992, s.15. 37 Seyyid Kutub, Kur’an’da Edebî Tasvir, çev. Mehmet Yolcu, Çizgi Yayınları, İstanbul 1991, s. 57; El-
Hûlî, s. 21; Aydın, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 21. 38 Kutub, Kur’an’da Edebî Tasvir, s. 57; El-Hûlî, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, s. 21; Aydın,
Kur’an’da İnsan Psikolojisi, s. 21.
12
yanında; Kur’ân konularını modern psikolojinin verileriyle karşılaştırmalı olarak
inceleyen çalışmalar ortaya çıkmaktadır. Kur’ân konularının mukâyeseli olarak
incelenmesi, hem psikolojinin o alandaki gelişimine hem de Müslüman bilim
adamlarının düşünce ufkunun genişlemesine olumlu katkılar sağlayacaktır.39
Beşincisi: “İnsan şahsiyetini ilâhî değerlere göre eğitmektir.” Kur’ân, insanı
zihnî bakımdan olgunlaştırmayı, insanın tutum ve davranışlarında ölçülü ve dengeli
olmasını hedefler. İnsanın gerek birey gerekse toplum olarak mutlu ve uyumlu olmasını
amaçlar. Bütün bunları hedefleyen ilâhî bir kitabın psikolojik muhtevadan uzak olması
düşünülemez. İnsanın inanç, düşünce ve davranışlarını eğitmeyi, yönlendirmeyi ve
olgunlaştırmayı esas alan bir kitabın, insanın psikolojik yapısından bahsetmemesi, böyle
bir zihnî yapının varlığını görmezlikten gelmesi mümkün değildir.40
Kur’ân, insanın rûhî yapısını en doğru şekilde açıklayan bir eğitim ve değerler
kitabıdır. Kur’ân’ın hedefi belli değerler doğrultusunda insan şahsiyetini
yönlendirmektir. Bu eğitim ve yönlendirmeyi gerçekleştirebilmek için insan ruhunun
bazı sırlarını açıklar. İnsana hem evrendeki hem de kendi benliğindeki sırları araştırıp
öğrenerek doğru bir yön tutmayı haber verir.41
Altıcısı: “İlâhî değerlerin hikmetlerini anlamak ve psikolojik gerçekliklerle
uyumunu ortaya koyabilmektir.” Kur’ân, inanç ve amelle ilgili değerleri, insanların
bireysel ve toplumsal hayatta uymaları gereken ilâhî kanunları kapsar. Allah bu
hükümleri koyarken insanların psikolojik ve toplumsal özelliklerini de dikkate almıştır.
Bir başka deyişle, Allah’ın koymuş olduğu hükümlerin mutlaka bireysel ve toplumsal
hikmetleri vardır. Bu hikmetlerin anlaşılması Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılmasına
bağlıdır. Gerek Kur’ân hükümlerindeki psikolojik ayrıntıların kavranması, gerekse
insanın ve toplumun psikolojik yapısının tanınması, ilâhî değer ve ilkelerin psikolojik
gerçekliklerle uyumunun fark edilmesini sağlar.42
Yedincisi: “Psikoloji alanına yeni bir (İslâmî) bakış açısı kazandırmaktır.”
Kur’ân ve hadislerde geçen psikolojik tasvirler ve insanın psikolojik tabiatıyla ilgili
39 Abdurrahman Kasapoğlu, Kur’an’da İman Psikolojisi, Yalnızkurt Yayınları, İstanbul 1996, s. 5. 40 Afif A. Tabbâra, İlmin Işığında İslâmiyet, çev. Mustafa Öz, Kalem Yayınevi, İstanbul 1977, s. 294. 41 Muhammed Osman Necati, Hadis ve Psikoloji, çev. Mustafa Işık, Fecr Yayınevi, Ankara 2000, s. 17. 42 İ. Turgut Ulusoy, Din Psikolojisi, Hisar Cilt ve Yayınevi, İstanbul 1970, s. 47.
13
hususlara dayanarak “İslâm’ın insan tasavvuru”nu psikolojik mânâda oluşturabiliriz.
İşte bu tasavvurun esas alınması halinde psikoloji alanında yeni araştırmalara zemin
hazırlanmış olur. Bu yolda yapılan araştırmaların sonucunda “özgün bir psikoloji ekolü”
oluşturmak mümkün olacaktır.43
Sekizincisi: “Modern psikoloji ile İslâm’ın insan tasavvurunun örtüşen ve
çelişen yönlerinin belirlenmesidir.” Psikolojik Tefsir üzerinde yapılan araştırmalar,
doğal olarak modern psikolojinin insan ve davranışları hakkında ulaşmış olduğu
bilgilere başvurma eğilimini ortaya çıkarmıştır. Bu kıyaslama modern psikoloji ile
İslâm’ın insan tasavvurunun örtüşen ve çelişen yönlerinin belirlenmesine katkı sağlar.
Böylece modern psikolojinin bilgilerinden faydalanmak isteyen Müslüman
araştırmacılara, bu veriler karşısında seçici davranma, dinin temel ilkeleriyle çelişmeme
imkânı sunar.44
Dokuzuncusu: “Müfessirler arasındaki görüş ayrılıklarını azaltmaktır.” Bilindiği
gibi tefsir yazanlar, birçok nazarî delile dayanarak, mantıkî kıyaslar yaparak, î’rab
ihtimallerini, nahiv kâidelerini dikkate alarak, kuru beyânî gayretler sergileyerek, hatta
hiçbir bilgi değeri taşımayan sûfî nazariyelerini esas alarak ihtilafa düşmüşlerdir.
Kur’ân âyetlerindeki psikolojik işaretlerin tespit edilmesi halinde, belki de müfessirler
arasındaki derin ve çok yönlü görüş ayrılıklarının sona ermesine vesile olabilecektir.45
Kur’ân’daki psikolojik gerçeklikleri konu alan âyetlerin, yine psikolojik boyutta
tetkik edilip tefsirinin yapılması, âyetlerin mesajının doğru anlaşılmasına imkân
sağlayacaktır. Böylece âyetin asıl mânâsı üzerinde odaklanan müfessirler, meseleyi
başka boyutlarda tartışamayacaklardır. Bu durum, aralarındaki görüş ayrılıklarını
ortadan kaldırmasa bile, azaltacaktır.46
5.4. Psikolojik Tefsirin Kur’ân’daki Bazı Dayanakları
Kur’ân’da, insan psikolojisini konu edinen bütün âyetler psikolojik tefsire
kaynak oluştururlar. Kur’ân, bir yandan insanın psikolojik yapısına dair bilgiler
verirken, diğer yandan insanın psikolojik yapısını, gözlemeyi, öğrenmeyi tavsiye
43 Necati, Hadis ve Psikoloji, s. 19-20. 44 Kasapoğlu, a.g.m., s.19. 45 Kasapoğlu a.g.m., s.19. 46 Kasapoğlu, a.g.m., s.19.
14
etmektedir. İnsan psikolojisi üzerinde yapılan çalışmalarla elde edilen doğru bilgileri,
ilâhî gerçeklikleri açıklayan kanıtlar olarak değerlendirmemizi bizden istemektedir.47
Kur’ân’da açıklanan psikolojik hakikatlerle, insanların doğasında mevcut olan
psikolojik yapının kaynağının aynı olduğu bir gerçektir. Bu gerçekten hareketle,
Kur’ân’daki psikolojik hakikatleri anlamaya çalışırken, insanın psikolojik yapısını
inceleyerek ulaştığımız verilerden yararlanmak yanlış olmaz. Kur’ân, “afâkî” âlemdeki
eşsiz yaratılış hikmetlerini açıklar. İnsanın kendi varlığının derûnundaki gerçekleri
ortaya koyar. İnsan, objektif ilmî delillerle ve metotlarla evrendeki düzeni araştırdığı
gibi, kendi nefsindeki, psikolojik yapısındaki durumları da tahlil edebilmelidir. “Nefs”i
araştırmak, “enfüsî” delilleri; kâinatı araştırmak ise, “âfâkî” delilleri ortaya çıkartır.
İnsan psikolojisini araştırmanın en önemli yönü, kişiyi ilâhî hakikatlere ulaştırmasıdır.
Fıtratın saflığını ve duruluğunu engelleyen perdeleri, insanın aklı ve kalbi üzerindeki
perdeleri kaldırmasıdır. Kur’ân, Allah’ın apaçık delillerinin, evrende ve insanın
psikolojik yapısı üzerinde yapılacak araştırmalar ile ortaya çıkacağını, bunun da
peygamberin getirmiş olduğu mesajın hak olduğuna inanmaya sevk edeceğini
açıklamıştır.48
Kur’ân-ı Kerîm hem “enfüs”ü insan benliğini, hem de “âfâk”ı evreni bilgi
kaynakları olarak kendisini yaratılmış varlıklara takdîm eder. Allah’ın işaretleri hem iç
hem de dış deneyimler neticesinde görülebilirler. İnsana düşen görev, her iki tecrübeden
de gücü nispetinde yararlanıp bilgi sahibi olmaya çalışmaktır.49
5.5. Psikolojik Tefsirde Yöntem
Psikolojik Tefsir alanıyla ilgilenen araştırmacılar, bu sahada uygulanacak
yöntemlere, uyulacak usullere ilişkin birtakım görüşler ortaya koymuşlardır. Psikolojik
tefsir yazarken izlemiş oldukları metot hakkında açıklamalar yapmışlardır. Gerek bu
açıklamalardan gerekse fiilî olarak eserlerinde izlemiş oldukları yöntemlerden hareketle
psikolojik tefsirin metodolojisine ilişkin bazı tespitler yapmak mümkündür.50
47 Sadık Kılıç, Fıtratın Dirilişi, Nehir Yayınları, İstanbul, 1991, s. 25; H. Mahmut Çamdibi, Şahsiyet
Terbiyesi ve Gazali, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul 1994, s. 12. 48 Kılıç, Fıtratın Dirilişi, s. 12 49 Muhammed İkbal, İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N. Ahmet Asrar, Birleşik
Yayıncılık, İstanbul tsz. , s.174. 50 Kasapoğlu, a.g.m., s. 28.
15
Araştırmacı tefsir usulünü ve yöntemini iyi bilmeli konuyla alakalı kaynakları
en güzel şekilde tesbit etmelidir. Tefsir Psikolojinin esaslarını ortaya koyabilmek için,
bunların ayrıntılarıyla bilmesi gerekmektedir. Tefsir Psikolojinin esaslarını ancak bu
şekilde tespit edebilme imkânı bulabilir.51
Psikolojik Tefsir alanındaki araştırmalar, bilimsel bir bakış açısıyla
yapılmalıdır.52 Âyetlerde geçen, psikoloji alanına ait bilgilerin ancak bilimsel bir bakış
açısıyla bakıldığında doğru anlaşılabileceği gözden kaçırılmamalıdır. İnsan hakkındaki
kesin bilgilerimiz konusunda Kur’ân ve hadis esas kaynak kabul edilmelidir. Bilimsel
bir bakış açısına sahip psikolojinin esasını Kur’ân ve hadis oluşturmalıdır.53
5.6. Psikolojik Tefsirin Tecrübî Psikolojiden Ayrılan Noktaları
Psikoloji diğer bilimlere nazaran genç bir bilim dalıdır. Doğuşundan bugüne
kadar geçen bu kısa zamanda farklı şekillerde tanımlanmıştır.
İlk önceleri psikoloji, fiziksel ve biyolojik bilimlerin tamamlayıcısı
durumundaydı. İlk psikologlar, çalışma alanlarıyla ilişkili olarak psikolojiyi, insanın
zihinsel sürecinin, zihinsel etkinliğinin incelenmesi, diye tarif etmeye çalışmışlardır.
Davranışçılığın gösterdiği gelişmelere paralel olarak psikoloji, davranışın bilimsel
açıdan incelenmesi şeklinde tanımlanmaya başlamıştır. Hem insan hem de hayvan
davranışlarının incelenmesini içeren ve genel olarak kabul gören yaklaşıma göre
psikoloji, insan ve hayvan davranışlarını inceleyen bir bilimdir. Bilişsel ve
fenomenolojik psikolojinin gelişmesiyle, psikolojinin tanımları hem davranışa hem de
zihinsel süreçlere yapılan referansları içermeye başlamıştır. Böylece insan algılaması,
bellek süreçleri ve düşünme gibi zihinsel işlevleri inceleyen bilişsel psikoloji ortaya
çıkmıştır. Bütün bu gelişmeler günümüzde psikolojinin nasıl tanımlanacağı konusunda
kaynak oluşturmuştur. Buna göre psikoloji, davranışların ve onların altında yatan
zihinsel süreçlerin sistematik ve bilimsel olarak incelenmesidir.54
51 Kasapoğlu, a.g.m., s.28. 52 Kasapoğlu, a.g.m., s.28. 53 Kasapoğlu, a.g.m., s.28. 54 Rita L. Atkinson ve diğerleri, Psikolojiye Giriş, çev. Kemal Atakay ve diğerleri, Sosyal Yayınlar,
İstanbul, 1995, c.1, s.14-15.
16
Psikoloji, insanın yaşadığı sosyal, ahlâkî ve ruhsal durumların arkasındaki
motifleri ve sebepleri anlayabilmek için insan davranışlarını sistematik ve bilimsel
olarak inceleyerek araştırmalar yapar. Kur’ân ise, insanın durumunu analiz etmenin
ötesinde ona yol gösterici davranış kuralları sunar. Psikoloji, ruhsal ya da ahlâkî bir
problemin aşılması konusunda bir çözüm üretmek zorunda değildir. Buna karşılık
Kur’ân, insana nasıl yaşaması gerektiğini de açıklar.55
Kur’ân-ı Kerîm’in öncelikli hedefi psikolojik gerçekliklerin tespit edilmesi
değildir. Psikoloji, Kur’ân’ın dünyevî ve metafizik amaçlarının gerçekleştirilmesinde
bir araç olmaktadır. Kur’ân, insanların duygu ve düşüncelerini şekillendirmede, içgüdü
ve eğilimlerini yönlendirmede, davranışlarını ıslah etmede psikolojiden faydalanır. Bu
yönüyle Kur’ân psikolojisine, bir tür kendine özgü eğitim psikolojisi denilebilir.56
Kur’ân’ın ana konularından birisi, insanın davranışlarıdır. İnsanlığı hem bireysel
hem de toplumsal düzeyde, dünya ve ahiret saadetine ulaştırmayı hedeflemektedir.
Kur’ân-ı Kerim; duygu, düşünce ve davranışlarıyla bir bütünlük oluşturan insanı, asıl
konularından biri olarak ele alır. Fakat Kur’ân meseleleri, bilimsel yöntemlerle ve
bilimsel terminoloji düzleminde değil, kendine özgü yaklaşım ve üslubu çerçevesinde
ele alarak kendisini böyle tanıtmaktadır.57
Psikoloji, davranışı ve davranışların altında yatan süreçleri sistematik ve bilimsel
olarak inceleyen bilim dalıdır. Kur’ân’ın insan davranışlarını incelemesinin amacı,
davranışın bilimsel çözümlemesini yapmak, biyolojik temellerini ortaya koymak,
kısacası psikoloji biliminin alanına müdahale etmek değildir. Kur’ân’da açıklanan
davranış tasvirleri, genel olarak insanın kendisinde gözlemlediği kendi davranış
biçimleridir. İnsanda doğuştan var olan psikolojik nitelikler Kur’an’da ele alınır. Bu
nitelikler olumlu ve olumsuz olarak iki kategoride tasvir edilmektedirler. Kur’ân’ın
bunları tasvir etmesinin amacı insandaki davranış bozukluklarını ve dengesizlikleri
anlatmak ve düzeltilmelerini sağlamaktır.58
55 Atkinson, Psikolojiye Giriş, s. 14-15 56 Ahmet Güney, “Kur’an’da Duyguların Kullanımı”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Van 2009, s. 2 57 Güney, a.g.t. s. 2 58 Erkan Yar, “Kur’an’ın İnsan Öğretisi”, İslamî İlimler Dergisi, Say. 1, İstanbul 2007, s. 36-37.
17
Psikolojik Tefsir temelde dinî bir kaynak olan Kur’ân-ı Kerim’in yorumlanması
esasına dayanır. Modern psikoloji ise, gözlem ve deney gibi bilimsel yöntem ve
metodları kullanarak bilimsel veriler üretmeye çalışır. Müfessirin uyması gereken en
önemli ilke, tefsir yazarken metot ve yöntemleri iyi bir şekilde bilmesidir. Ayrıca dinin
temel esaslarını da bilmek zorundadır. Psikoloji alanında araştırma yapan kimseler ise
bilimsel araştırma yöntemlerinin kurallarına bağlı kalmak mecburiyetindedir.59
Psikoloji, insanı kendi ben’i, diğer insanlar ve maddi çevresi ile olan ilişkileri
bakımından inceler. Kur’ân ise, insanı, insan-evren-Allah ilişkisi çerçevesinde ele alır.
Günümüzde insan-Allah ilişkisini din psikolojisi bilim dalı incelemektedir. Bu bilim
dalı Kur’ân psikolojisinde çok önemli yer tutar. Kur’ân’ın amacı sadece insan
davranışlarını tanımlamak, onun zihinsel ve duygusal yönünü, bunlara etki eden iç ve
dış faktörleri tespit etmek değildir. Kur’ân’ın amacı, insana önermiş olduğu inanç ve
ahlâk değerlerinin kazanılmasında, benimsenmesinde psikolojik gerçeklikten
yararlanmaktır. Psikoloji bir amaç değil, bir araçtır.60
5.7. Psikolojik Tefsire Yöneltilen Eleştiriler
Günümüzde Psikolojik Tefsire duyulan ihtiyaç ortadadır. Bununla birlikte
Kur’ân-ı Kerim’i doğru anlama, ilâhî kelâmın ruhunu psikolojik tefsire yansıtabilmeteki
kaygı, endişesi ve duyarlılığı, psikolojik tefsirin, amaçlarına, yöntemine, ortaya koymuş
olduğu eserlere ihtiyatlı yaklaşmayı gerekli kılmaktadır. Bu anlayış, psikolojik tefsirin
bazı amaç ve yöntemlerine eleştiriler yöneltilmesiyle sonuçlanmaktadır. Söz konusu
eleştiriler, psikolojik tefsire ihtiyaç olmadığını ortaya koymak için değil, böyle bir
tefsirin, sağlıklı, ilâhî kelâmın ruhuna uygun bir şekilde oluşturulması beklentisinden
kaynaklanmaktadır.61
Psikolojik Tefsir, günümüzde, psikoloji bilmiyle etkileşim halindedir.
Dolayısıyla bir tür bilimsel tefsir özelliği göstermektedir. Bu durum, daha önce oldukça
ciddi eleştiriler almış olan bilimsel tefsir için ortaya konulan eleştirilerin, psikolojik
tefsir için de geçerli olabileceği sonucuna götürmektedir. Bilimsel tefsir çerçevesinde
59 Resul Ertuğrul, “Kur’an’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), Ankara, 2004, s. 5. 60 Ertuğrul, a.g.t., s. 5. 61 H. Mehmet Soysaldı, Nüzûlünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, Fecr Yayınevi, Ankara 2001, s. 309.
18
birçok tabiat bilimi, Kur’ân’ın yorumlanmasında tefsircilerin başvuru kaynağı olmuştur.
Bilimsel tefsire karşı çıkanlar, Kur’ân-ı Kerim’in hedefinin bilimsel veriler ortaya
koymak olmadığını gerekçe göstermişlerdir. Onun asıl hedefinin insanları eğitmek ve
onlara klavuzluk etmek olduğunu ileri sürmüşlerdir.62
Her ne kadar bu düşünceler ileri sürülse de insanların eğitilmesi, inanç ve
davranışlarının ıslah edilmesi konusunda psikolojik tefsire, insanı tanımaya yarayacak
verilere duyulan ihtiyaç ortaya çıkmaktadır. Psikolojik verilerden faydalanılarak
geliştirilecek psikolojik tefsir, Kur’ân-ı Kerim’in hidayet ve rehber oluş amacını
gerçekleştirme konusunda önemli avantajlara sahiptir. Bu durum psikolojik tefsiri, diğer
tabiat bilimleri alanında yapılan bilimsel tefsirden ayrıcalıklı kılmaktadır. Psikolojik
Tefsir ile bilimsel tefsir karşıtlarının öne sürdüğü, “Kur’ân’ın asıl amacı insanları
eğitmek ve ilâhi kaynağın vermiş olduğu bilgilerle insanlara rehberlik etmektir”
argümanını gerçekleştirmeye yöneliktir. Nitekim ilmî tefsirin önde gelen
tenkitçilerinden Emin el-Hûlî, psikolojik tefsiri önemli bir ihtiyaç olarak görmektedir.63
Kur’ân Kerim’in tefsirinin birçok işleviyle beraber psikolojik işlevinin varlığı
da kabul edilmektedir. Bununla beraber, tefsirin psikolojik işlevini ortaya koyarken,
yapılan çalışma bir psikoloji çalışmasına dönüştürülmemelidir; Kur’ân tefsiri olarak
kalabilmelidir. Psikolojik tefsir, Kur’ân’ın amacına uygun olarak yapılması halinde
kabul görebilir.64
Kur’ân-ı Kerim ve Hz Muhammed’in hadislerde insanın maddi özellikleri,
yanında psikolojik yapısı hakkında bir çok bilgiler mevcuttur. Bu durumda dünya
milletleri arasında psikoloji bilmini en iyi anlayıp kavraması gerekenlerin Müslümanlar
olması gerekmektedir.
62 Soysaldı, Nüzûlünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, s. 309. 63 Soysaldı, Nüzûlünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, s.309. 64 İsmail Çalışkan, “Sempozyum Değerlendirmesi”, I. Tefsir Anabilim Dalı Koordinasyon Toplantısı ve
Tefsir Anabilim Dalı Eğitim-Öğretim Problemleri Sempozyumu, s. 276-277.
19
6. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır ve Seyyid Kutub’un Hayatı, İlmî Şahsiyeti ve
Eserleri
6.1. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hayatı, İlmi Şahsiyeti ve Eserleri
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Cumhuriyet döneminde yetişmiş son
Osmanlı ilim adamlarındandır. Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişen bu büyük
alim ve mütefekkir, ülkemizin nadiren yetiştirdiği ve millet olarak da kendisiyle gurur
duyduğumuz nâdir kişiliklerden bir tanesidir. 1878 yılında Antalya’nın Elmalı ilçesinde
dünyaya gelmiştir. Babası Numan Efendi, aslen Burdur’un Gölhisar İlçesinin Yazır
Köyünde doğmuş, Aydın medreselerinde ilim tahsil ettikten sonra Elmalı’ya gelip
yerleşmiş ve Elmalı Şer’iyye Mahkemesi’nde başkatiplik yapmıştır. Bu sebeple
Muhammed Hamdi Yazır, burada dünyaya gelmiştir. Annesi de Elmalı Hocalarından
Sarlarlı Mehmet Efendi’nin kerimesi Fatma Hanım’dır.65 Muhammed Hamdi Yazır’ın
yetişmesinde babasının olduğu kadar annesinin de payı büyüktür.66
İlkokulu ve bugünkü ismiyle ortaokula denk gelen Rüşdiye mektebinin yanı
sıra hafızlığını da Elmalı’da tamamlayan Muhammed Hamdi Yazır, tahsiline devam
etmek üzere dayısı Mustafa Sarılar ile İstanbul’a gitti. Orada Küçük Ayasofya
Medresesi’ne yerleşir. Muhammed Hamdi Yazır, dayısıyla birlikte birçok medreseyi
dolaşır ve hocalarını dinler. Sonunda Kayserili Hamdi Fendi Hoca’yı seçer67 ve ondan
ders alır. Hocası ile kendisinin adları aynı olduğundan hocasına “Büyük Hamdi”,
kendisine de “Küçük Hamdi” denilmiştir. Yazılarında da bu imzayı kullanmıştır.68
Soyadı kanunu çıkınca, babasının köyünün ismi Burdur’un Gölhisar İlçesi’nin
Yazır Köyü olması münasebetiyle Yazır soyadı olarak aldıysa da daha çok doğduğu
yere nisbet edilmesinden dolayı “Elmalılı” diye meşhur olmuştur. Elmalılı, Beyazıt
Camii’ndeki derslerine devam ederek Kayserili Hamdi Efendi’den Arapça ve Dini
İlimlerde icazet aldı. Tahsili esnasında Bakkal Arif Efendi ve Sami Efendi’nin hat
derslerine de devam etti ve onlardan da icazet aldı. Bu sırada devam ettiği Mekteb-i
Nüvvâb’ı da birincilikle bitirmiştir. Diğer yandan da kendi gayretleriyle matematik,
65 Fatma Paksüt, “Merhum Dayım Hamdi Yazır”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu”, TDV.
Yay. , Ankara 1993. s. 2. 66 Paksüt Aynı bildiri, s. 2-3. 67 Paksüt, Aynı bildiri, s. 3-4. 68 Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalılı”, DİA, c. XI, s. 57.
20
felsefe ve edebiyatla ilgilendi. Çok kısa bir sürede de Fransızca öğrendi. 1905 yılında da
Mekteb-i Nüvvâb’ı birincilikle bitirerek altın madalya ve beratla ödüllendirildi.69
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, ülkeyi çağdaş ilim ve medeniyet seviyesine
ulaştırmaya vesile olabileceği ümidiyle meşrutiyet idaresini hararetle savunmaya çalışır.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin İlmiye şubesine üye olur. Avrupai tarzda bir meşrutiyet
yerine şeriata uygun bir meşrutiyet modeli geliştirmek için çalışmalar yapar. Beyazıt
Medresesinde iki yıl dersiamlık yaptıktan sonra II. Meşrutiyet’in ilk meclisine Antalya
mebûsu olarak girer. Elmalılı, 1908 yılında II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesine rıza
göstermeyen fetva emrini, Nuri Efendiyi ikna edip fetva müsveddesini yazmak
suretiyle, II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinde önemli bir rol oynadı. Daha sonra
Şeyhülislamlık Mektûbî Kaleminde görev aldı. Mekteb-i Nüvvâb ve Mekteb-i Kudât’ta
fıkıh, Medresetü’l-Mütehassısın’da usûl-ü fıkıh, Süleymaniye Medresesi’nde mantık,
Mülkiye Mektebi’nde vakıf hukuku derslerini okuttu. Bu sırada Huzur Derslerine de
katıldı. 1918 yılında Şeyhülislamlık bünyesinde kurulan Darü’l-Hikmeti’l İslâmiyye
âzâlığında çalıştıktan bir süre sonra da buranın başkanlığına getirildi. Damat Ferit
Paşa’nın birinci ve ikinci hükümetlerinde Evkaf Nazırı olarak görev yaptı. 1919 yılında
Heyet-i Âyan üyeliğine getirildi. İlmi rütbesi de Süleymaniye Medresesi Müderrisliği
yükseltildi. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte memuriyet yaptığı kurumlar ortadan
kaldırılınca açıkta kaldı. Milli Mücadele sırasında İstanbul hükümetlerinde görev
yaptığı için İstiklal Mahkemesince gıyabında idama mahkum edilir. Fatih’teki evinden
alınarak Ankara’ya götürülür ve kırk gün tutuklu kalır. Suçlanma sebebi ise Damat Ferit
Hükümeti’nde nazır olan bir insanın o hükümetlerin Milli Mücadele aleyhindeki
davranışlarından sorumlu olduğudur. Mahkeme sonunda muhtemelen İttihat ve Terakki
Cemiyeti’ne üye olması, diğer parti Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile bir bağının olmaması,
nazırlığa zorlanması, doğudaki kuvvetlerin üzerine gitmeyi doğru bulmaması ve bu
kuvvetlere karşı hiçbir hareketi onaylamaması, Sevr antlaşmasını imza etmemesi gibi
sebeplerden dolayı suçsuz bulunarak serbest bırakılmış ve İstanbul’a geri dönmüştür.70
Muhammed Hamdi Yazır, bu dönemde açıkta kalınca inzivaya çekilmiş ve
camiye gelip gitmekten başka ev dışına çıkmamıştır. Herhangi bir geliri olmamasından
69 Hüsrev Subaşı, “Elmalılı Hamdi Efendi ve Hat Sanatımızdaki Yeri”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Sempozyumu, TDV. Yay. , Ankara 1993, s.319. 70 Paksüt,”Merhum Dayım Hamdi Yazır”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu, s.12.
21
dolayı maddi sıkıntı çektiği bu dönemde ilmi araştırmalarına devam etmiş ve “Metâlib
ve Mezâhib” adlı tercüme eserini tamamlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi
tarafından Diyanet İşleri Reisliği’ne bir Kur’ân tercüme ve tefsiri hazırlatmak görevi
verilmişti. Diyanet İşleri Başkanlığı, tefsir yazma işini Muhammed Hamdi Yazır’a,
meal yazma işini de Mehmet Akif Ersoy’a vermişti. Fakat daha sonra Mehmet Akif’in
meâl yazmayı bırakması üzerine bu iş de Muhammed Hamdi Yazır’a verildi. O, bu
sırada Mısırlı Prens Abbas Halim Paşa’nın teşvikiyle yazmakta olduğu Büyük İslam
Hukuku Kamusu’nu yarım bırakarak tefsir yazmaya başlamıştır. Bu tefsir yazma işi
yaklaşık olarak 12 yıl sürdü. Hatta tefsirini tamamlayamamaktan dolayı acele de
ediyordu. Vefatından önce Hak Dini Kur’ân Dili adlı tefsirini bitirmeye muvaffak oldu.
Muhammed Hamdi Yazır, uzun zamandır müptela olduğu kalp yetmezliği hastalığından
dolayı 1942 yılında Erenköy’de damadının evinde bulunduğu sırada 64 yaşında iken
vefat etti ve babasının Sahrayı Cedîd mezarlığındaki kabrine defnedilmiştir.71
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın hayatına genel olarak bakıldığında onun
çok yönlü bir şahsiyet olması yanında ilmi kişiliği ön plana çıkmaktadır. Tefsir, Fıkıh,
Hadis gibi temel İslam bilimleri sahasında derin vukuf sahibi; ayrıca tasavvuf, felsefe,
kelam alanında da söz sahibidir. Bunun yanında dil ve sanattaki yetkinliğini de göz ardı
edemeyiz. Onun tercüme çalışmaları ve hat alanında verdiği eserler bunun bir
göstergesidir.72
Türkiye’de Batı örneğine uygun bir toplum ve devlet düzeni kurmayı
hedefleyen, bu hedefe ulaşmak için yerli kültürü ve tarihi kimliği reddeden, bu
değerlerin asıl kaynağı olan İslam’ı, gelişmenin engeli olarak gören Batılılaşma
sürecinin en hareketli ve en problemli döneminde yaşamış olan73 Elmalılı Muhammed
Hamdi Yazır, İslam ümmetinin içtimaî vicdanını kaybetmesinin büyük felaketlere sebep
olacağını, Müslümanları Avrupalılaştırmanın bir hata olduğunu ve kurtuluşun
Avrupa’yı içimizde eritip kendi değerlerimizi korumakla mümkün olabileceğini
yazılarında ısrarla belirtmiştir. Ona göre Batı’nın değerlerinden değil ilminden
faydalanmak gerekir. Çünkü insanlar ancak İslami esaslara bağlı kalmakla mutlu
71 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul Tsz, “Önsöz’’, I,
s.XV 72 Muhammet Necati Berberoğlu, “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Kelâmî Görüşleri”, Yüksek
Lisans Tezi, Konya 2009, s.5. 73 Mustafa, Bilgin, “Hak Dini Kur’ân Dili”, DİA, İstanbul 1993, c. XV, s.153.
22
olabilirler. Esasen insanlık kendi türünü devam ettirebilmek için bir gün mutlaka
İslamiyet’i benimsemeye mecbur kalacak ve gelecekte İslam dini daha iyi anlaşılıp
uygulanacaktır. Elmalılı Hamdi Yazır’a asıl ününü kazandıran eseri “Hak Dini Kur’an
Dili” adlı meşhur tefsiridir. Ancak bunun yanında farklı alanlarda birçok eser ortaya
koymuştur. Bir kısmı basılmış bir kısmı basılmamış eserleri yanında Elmalılı Hamdi
Yazır’ın Sırat-ı Müstakim ve Beyanü-l Hak dergilerinde; “ilhadın temelsizliği, inkâr ve
şirkin insan ruhunda uyandırdığı ıstırap, İslamiyet’in ilerlemeğe engel olmadığı, orduya
yapılan yardımların zekât yerine geçebileceği” gibi değişik konularda Küçük Hamdi
veya Elmalılı Küçük Hamdi imzaları ile yayımlanmış yirmiyi aşkın makalesi vardır.
Devrin günlük gazetelerine de ilmi makaleler yazmıştır. Muhammed Hamdi, İslami
ilimlerdeki derin vukufunun yanı sıra felsefî düşünce ve pozitif ilimler alanında da
sağlam bir anlayışa sahipti. Nitekim dinî endişelerle pozitif ilimlerin önüne engel
konulmaması gerektiğini kuvvetle savunmuştur. O dini, kendi arzularıyla iyilik yapacak
ve kemale erecek insanlar yetiştiren bir eğitim müessesesi veya insanları kendi
istekleriyle tabiatta gözlenen zorunluluk ve baskıların üstüne yükseltecek olan bir
hürriyet yolu olarak görmekteydi.74
Müslümanların İslâmî esaslara dayanmayan kanunlara boyun eğmesi zor
olduğundan ihtiyaç duyulan kanunî düzenlemeler, mutlaka İslam hukuk felsefesine göre
hazırlanmalı, bunun için uzmanlardan oluşan bir ilim heyeti oluşturulmalı, bu heyet
öncelikle Hanefi fıkhından başlayıp cem’ ve telif yapmalı, kanun haline dönüştürülmeye
uygun hükümler hangi mezhebe ait olursa olsun alınmalı, hiçbir mezhepte hükmü
bulunmayan meselelerde ise Avrupa kanunlarından aktarmalar yapmak yerine usul-i
fıkıh esasları çerçevesinde içtihatlar yapılmalıdır. Bu şekilde bütün medeniyetlerin
takdir edeceği kanunların hazırlanması mümkündür. Bu ameliye, mezheplerin telfiki
olarak da anlaşılmamalıdır. Hanefi usul-i fıkıh ekolüne bağlı olan Elmalılı’ya göre
icmâa dayalı meselelerin esasını teşkil eden şûra müzakereleri ashap devrinden sonra
Kur’ân’ın konuya atfettiği öneme uygun şekilde geliştirilmemiştir. Her ne kadar bir
kişinin şaz görüşlerle amel etmesi caizse de icmaî hususlarda ittifak noktaları
araştırılmadan şaz görüşlerin dikkate alınması tevhit şiarına aykırıdır. Naslardaki
hükümlerin değişmemesi mümkün değildir. Zira bu nevi hükümler insanların
değişmeyen özellikleriyle ilgilidir. İçtihada dayanan hükümler ise zamana ve fertlere 74 Yavuz, “Elmalılı”, s. 58; Subaşı, “Elmalılı Hamdi Efendi ve Hat Sanatımızdaki Yeri”, s. 321.
23
göre değişebilir. Hüküm koymakta kıyasın kullanılmasını Kur’ân’ın bir emri olarak
gören Elmalılı’nın seferle ilgili görüşleri dikkat çekicidir. Ona göre yolculuk sırasında
namazların kısaltılmasından maksat rek’at sayısını azaltmak değildir. Çünkü ilgili ayete
bu şekilde bir mânâ aksam ve sabah namazları için geçerli olmaz. Su halde namazları
kısaltmaktan maksat, “kıyam” yerine “kuûd” veya “rükû”, rükû ve sücûd yerine de ima
ile iktifa ederek namazın keyfiyetinde kısaltma yapılması olmalıdır. Tren gibi vasıtalarla
üç günden az bir süre yolculuk yapanlara seferî ruhsatı verilemez. Çünkü yolculuk için
kullanılan nakil vasıtası kendi yolu ve kendi hızıyla nazarı itibara alınır. Yolculuk süresi
ise asgari üç gündür. İki gün yaya yolculuk yapan kimseye sefer ruhsatı verilemezken
bir gün, hatta yarım gün yolculuk yapan tren yolcusuna sefer ruhsatı tanımak şeriata
aykırıdır ve dolayısıyla günahtır. Bu görüşünden dolayı dönemin Diyanet İsleri Reisi
Ahmet Hamdi Akseki tarafından tenkit edilen Elmalılı fikrinde ısrar ederek karşı
görüşleri eleştirmiştir.75
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, tasavvufla da ilgilenmiştir. Tefsirini
hazırlarken vahdet-i vücûd konusunda yer yer tenkit ettiği İbnü’l-Arabî’den bol
miktarda iktibaslar yapması ve zaman zaman sufî meşrepli bir üslup kullanması
tasavvufî temayülünün işaretleri sayılmalıdır. Ayrıca onun Şabaniyye tarikatına da
mensup olduğu da söylenir. Muhammed Hamdi Yazır’a göre insanın ferdî ve içtimaî
hayatına ait hazlarını ve fıtrî ihtiyaçlarını akamete uğratacak bir hayat tarzı, başka bir
ifadeyle insanı beşerî ve cismanî bütün özelliklerinden ayırıp onu sırf ruhanî bir varlık
gibi yaşatma eğilimi İslam’da makbul sayılmamıştır. Zühd ve takvanın manası nefse
eziyet etmek değil onu itidal çizgisine çekmektir. “Her mevcut Allah’tır” demek şirktir.
Bununla birlikte, “Allah’tan başka mevcut yoktur” tarzında özetlenen vahdet-i vücûd
nazariyesini, Allah’ı yegâne vacibü’l vücûd, masivayı da ona bağlı olan mümkün ve
izafi varlıklar seklinde anlamakta sakınca yoktur. Keşfe mahzar olan havas marifetullah
konusunda ileri merhalelere ulaşabilir. Ancak bunların görüşleri vahiy gibi telakki
edilmemeli, zahir ulemasının her söylediği de mutlak doğru görülmemelidir. “Hakikat-i
Muhammediye”nin zuhuru bütün hilkatin gayesidir.76
75 Yavuz, “Elmalılı”, s. 59. 76 Yavuz, “Elmalılı”, s.59; Mustafa Kara, “Hak Dini Kur’an Dili’nde Tasavvuf Kültürü Üzerine”, Elmalılı
Hamdi Yazır Sempozyumu, Ankara 1993, s.231.
24
Üç dört yıl aralıksız felsefeyle meşgul olan Muhammed Hamdi Yazır, batılı bazı
yazarların mantık ve felsefe kitaplarını tercüme ederek; pozivitizm, materyalizm ve
tekâmül nazariyesi basta olmak üzere çeşitli felsefî sistemleri eleştirmek suretiyle
felsefede söz sahibi bir âlim olduğunu göstermiştir. Bilgiler arasındaki ilişkileri
düzenleyerek mutlak senteze varmayı önemli gören Elmalılı, diğer mütefekkir ve
âlimlerden bağımsız olarak düşünebilmesi ve onları yer yer eleştirerek farklı görüşler
ortaya koyması açısından Müslümanların tefekkür hayatının canlanmasına katkıda
bulunmuştur. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, varlık şuurundan insanın açık seçik
bilgisine, oradan da Allah’ın varlığına ve idealist bir âlem anlayışına ulaşabilmiş,
nübüvvet konusunu felsefî problemler arasına alarak felsefe-din kavgasına köklü bir
çözüm getirmeye çalışmıştır. Elmalılı, felsefenin ulaştığı son noktayı din felsefesi
olarak görmektedir. Din konusunda da felsefenin ciddi manada ulaşabildiği gayenin
Allah’ın birliğini tesbit etmekten başka bir şey olmadığını söylemektedir. O, ilimle din
felsefesi arasında şu şekilde bir paralellik kurar: İlmî çalışmaları esnasında ilim adamı,
âleme bir takım kanunlar koymaz. O, âlemde zaten mevcut olan kanunları keşfeder.
Tıpkı bunun gibi din felsefesi yaparken filozof da yeni bir din icat etmez; ama zaten
mevcut olan hak dini bulmaya, tanımaya, başka bir ifadeyle keşfetmeye çalışır.77 Bu
hususu Yazır, şu şekilde biraz daha açıklar: “İlimler insanlar tarafından konulmaz,
keşfedilir. Din felsefesi yapmak da bir din koymak demek değildir. Din, Hakk’ı bulmak
ve tanımak demektir. Ona göre, dine karşı çıkmaya çalışan filozoflar gerçeğe
ulaştıklarından değil, aranılan Hakk’ı göremedikleri ve kavrayamadıklarından, diğer bir
ifadeyle noksan idraklerinden dolayı bu tavır içine girmişlerdir.78
Filozoflar gözlem ve deneycilikte bir taassuba kapılmış ve duyu ötesini inkâr
etmek suretiyle aklın ilkelerine, hatta tecrübî verilere aykırı düşmüştür. Zira hiçbir aklî
ilkeye veya deneye göre “tecrübe sınırlarının ötesi yoktur” denemez; aksine bütün
deneylerin verileri bize gözlemle deneyin ötesinde bilmediğimiz bazı gerçeklerin
bulunduğunu öğretir. Elmalılı’ya göre gerçeği kavramak için akıl tek basına yeterli
değildir, onun da ötesinde iman alanı vardır. Akıl bu alanın gerçekliğini kavrayıp
doğrulayabilir. Gerçekliğin bütününü felsefî tefekkürüne konu edinen Elmalılı, tekâmül
77 Recep Kılıç, “Hamdi Yazır’da Din Felsefesi”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu, TDV.
Yay. , Ankara 1993, s.291-292. 78 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Dibace (Önsöz), Metalib ve Mezahib, Eser Neşriyat, İstanbul 1978,
s. XXXVI.
25
(evrim) nazariyesinin tutarlı olmadığını söyler. Zira canlı varlıkların meydana geliş
biçimlerini ortaya koyarken spekülasyon yerine gözlem ve deneye dayanmak gerekir.
Ancak hiçbir gözlem ve deney, tekâmül nazariyesinde olduğu gibi bir canlı türünün
başka bir canlı türünden meydana geldiğini göstermemiş, aksine her canlının kendi
türünden bir canlıdan doğduğunu kanıtlamıştır. Bundan dolayı insanların maymunlardan
türediği iddiasının kesinlikle ilmî değeri yoktur. Esasen insanla maymun arsında gerçek
fark kıl ve kuyruk farkı değil akıl, mantık ve ahlak farkıdır. Bütün hüneri taklit
içgüdüsünden ibaret olan maymun, önünde günlerce ateş yakılsa ve kendisine ateş
karşışında ısınma eğitimi verilse bile tek başına terk edildiği soğuk bir ortamda
önündeki kibritle ateş yakıp ısınmayı düşünme mantığını yakalayamaz, aklın ürünü olan
ahlakî davranışları ise hiçbir zaman gösteremez. Elmalılı, eserlerinin muhtelif
yerlerinde din felsefesine ait olan pek çok problemi felsefi bir tavırla ele almış, bugün
dahi orijinal sayılan felsefi açıklamaları yanında cesur bir şekilde bazı tenkitlerde de
bulunmuştur. Kelamî görüşleri ve itikadî konuları desteklemek maksadıyla felsefeye
yönelen Elmalılı aynı zamanda yirminci asrın önemli bir kelam âlimidir. Her ne kadar
kelam ilmine dair müstakil bir eseri yoksa da tefsirinde kelamî problemlere büyük bir
yer ayırmış ve hemen hemen hepsine çözümler getirmeye çalışmıştır. Ona göre bir din
felsefesi sayılması gereken Kelam ilmi, İslam felsefesinin asıl temsilcisidir ve varlık
problemiyle marifetullah bahsinde büsbütün ayrıldığı Stoacılar’a benzer bir yaklaşım
içindedir. Bilgi probleminde ise Kelam ekollerini ikanî (dogmatik) ve tedribî (tecrübî)
olmak üzere iki gruba ayırır. Ehl-i sünnet’e bağlı olan Elmalılı, İslam akaidinde aykırı
bütün akımları takip ederek bunlar karşısında yeni deliller geliştirmiştir. Vehhabilik
gibi, kendi zamanında yeni ortaya çıkan bazı mezhepleri de tenkit etmiştir.79
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Basılmış Olan Eserleri şunlardır:
“1- Hak Dini Kur’ân Dili: Diyanet İsleri Başkanlığı tarafından yazdırılmış ve 1936
yılında ilk baskısı yapılmış olan 9 ciltlik bir tefsirdir. Elmalılı Muhammed Hamdi
Yazır’ın en görkemli eseridir. İkinci baskısı 1960’ta, üçüncü baskısı da 1971’de
yapılmıştır. Bugün itibarıyla bazı heyetler tarafından sadeleştirme yapılmak suretiyle
çeşitli baskıları yapılmaktadır.
79 Yavuz, “Elmalılı”, s. 60.
26
2-İrşâdu’l-Ahlâf fî Ahkâmi’l-Evkâf: Elmalılı Hamdi Yazır’ın, Mülkiye Mektebinde
okutmak üzere vakıflarla ilgili hazırladığı ders kitabıdır. Bu bakımdan vakıflar üzerine
Elmalılı’nın özel bir ilgisinin olduğunu söylememiz mümkündür. Bu eser de Nazif
Öztürk tarafından “Elmalılı Hamdi Yazır Gözü ile Vakıflar” adı altında
sadeleştirilmiştir. Eser, TDV yayınları tarafından basılmıştır.
3- Metalib ve Mezahib: Fransız Felsefe Tarihçisi Paul Janet ve Gabriel Sealles
tarafından yazılan ‘Histoire de la Philosophie, Les Problemes et Les Ecoles’ adlı eserin
tercümesidir. Onun bu esere yazdığı mukaddime (Dibace) ile tahlil ve tenkit
mahiyetindeki geniş dipnotları, felsefî bakımdan büyük önem taşımaktadır. Elmalılı’nın,
İslam bilginlerinin garp fikirlerini derli toplu öğrenebilecekleri bir eser gözüyle baktığı
bu çalışmayı daha önemli duruma getiren, kendisinin tercümenin basına eklediği
önsözdür. Bu kısımda genel olarak batı düşüncesiyle İslam düşüncesinin bir mukayesesi
yapılmakta ve özelde İslam düşüncesinin içe dönük bir kritiği yapılmaktadır. Çeviriye
düştüğü dipnotlar, başına eklediği önsöz ve yapmış olduğu vukufiyetli tahliller
münasebetiyle Elmalılı’nın filozof olduğu düşünülmektedir.
4- İstintâcî ve İstikrâî Mantık: İngiliz Filozoflarından Alexandre Bain’e ait olan eserin
Fransızca’ya yapılmış olan tercümesinden Türkçe’ye çevirmiş olduğu bu kitabı
Süleymaniye Medresesi’nde öğrencilere ders olarak okutmuştur.
5- Makaleler: Sırat-ı Müstakîm, Sebîl-ür-Reşâd ve Beyan’ül-Hak mecmualarında çeşitli
makaleleri vardır.80
Basılmamış Eserleri: 1- Usûl-ü Fıkh’a dair bir eseri, 2- Sûrî Mantığa ait bir
eseri, 3- Yarım vaziyette bir Hukuk Kâmusu, 4- Noksan bir Divânı.81 Muhammed
Hamdi Yazır, bunlardan başka, Devrinin güzel sanatlarından olan hat ve mûsikî ile de
ilgilenmiştir. Özellikle nesih ve sülüs yazılarında iyi bir hattat idi. Aynı zamanda hafız
olduğu için alaturka musikînin çeşitli makamlarıyla da ciddi bir şekilde meşgul
olmuştur.82”
6.2. Seyyit Kutub’un Hayatı, İlmi Şahsiyeti ve Eserleri
80 Nesimi Yazıcı, “Muhammed Hamdi Yazır’ın Basın Hayatı ve Yazarlığı”, Elmalılı Muhammed Hamdi
Yazır Sempozyumu, TDV. Yay. , Ankara, 1993, , s. 31-32. 81 Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. I, s. VII. 82 Berberoğlu, “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın kelâmî Görüşleri”, s. 5.
27
Seyyid Kutub, 1906 yılında Mısır’ın Asyot kasabasında doğdu. Annesi
son derece dindar ve takva sahibi bir hanım olduğu gibi, babası İbrahim
Kutub da çok dürüst, dini bütün, cesur bir insandı. Çocuklarının bilgi ve
ahlâk yönünden iyi yetişmesine önem verirdi. Bilhassa din duyguları üzerinde son
derece hassasiyet gösteriyordu. Seyyid Kutub babasına ithaf ettiği bir eserinde şöyle
der : “Babam her yemekten sonra ellerini açarak dua eder, biz de hep birlikte âmin
derdik. Yüksek sesle Fatiha’yı okurken biz de bilmediğimiz halde mırıldanarak,
söylediklerini tekrarlamaya çalışırdık. En çok dikkat ettiği şey bizim ruhumuza âhiret
duygusunu yerleştirmekti.” 83
Öğrenme çağına gelen Seyyid Kutub’a bu ailenin ilk öğrettiği şey Kur’ân-ı
Kerîm olmuştur. Yani; nezih, temiz ve berrak dimağına ilk nakşedilen bilgi, Kelâm-ı
İlâhî oldu. İlkokulu bitirdiği sene Kur’ân-ı Kerîm’i de baştan sona ezberlemiş
bulunuyordu. Seyyid Kutub’un, hayatın çeşitli safhalarından geçip muhtelif yönlerine
vakıf olduktan sonra beşeriyeti selâmete çıkarmak yolunda en büyük dayanağı işte bu
Kur’ân-ı Kerîm olacaktı. Çocukluğunda oldukça yaramazdı. Hafızasının kuvveti,
zekâsının keskinliği ona apayrı bir hareket ve cevvaliyet veriyordu.84
İlkokulu bitirince babası Kahire’ye götürdü ve el-Ezher Üniversitesinin orta
öğrenim bölümüne Seyyid’i kaydettirdi. Bilâhare diğer oğlu Muhammed Kutub’u
da Kahi- re’ye getirip orta okula koyan babaları İbrahim Kutub, daha çocukları
lise tahsilinde iken vefat etmişti. Henüz küçük yaşta olan ve köyde bulunan
Hamide ve Emine Kutub’u ise dayıları Kahire’ye getirip ilkokul tahsiline verdi.
Böylece, anneleriyle birlikte ailece Kahire’ye yerleşmiş oluyorlardı.85
Seyyid Kutub, daha lise sıralarında iken kendisini edebiyata vermiş ve
edebî eserler, makaleler yazmağa başlamıştı. Çok okurdu. Boş kaldıkça şiirler,
makaleler yazar, sonra bunları beğenmez, bir çoğunu yırtar atardı. Bilhassa şair
olarak tanınmak istemediği için şiirlerini neşretmezdi.86
83 Seyyid Kutub, Fî Zîlali’l-Kur’ân, çev. (M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler, H. Bekir Karlığa), Birleşik
Yayıncılık, İstanbul Tsz. , c. 1, s. 9. 84 Kutub, a.g.e. , c.1, s. 9-10. 85 Kutub, a.g.e. , c.1, s. 10. 86 Kutub, a.g.e. , c.1, s.10.
28
Orta ve lise tahsilini Ezher’de bitirdikten sonra yüksek tahsilini Kahire
Üni versitesi’nin Darül-ulûm Fakültesinde yaptı. Sınıflarını her yıl iftiharla
geçiyor, takdirnameler alıyordu. 1933 yılında fakülteden mezun olurken Eğitim ve
Pedagoji bölümünden de bir sertifika almıştı. Ayni yıl Mısır Maarif Vekâleti
tarafından bu fakülteye edebiyat hocası olarak tayin edildi. Bir taraftan fakültedeki
görevine devam ediyor, diğer yandan Mısır’ın en büyük edipleri; Tâhâ Hüseyin,
A. Mahmut el-Akkad ve Mustafa Sadık el-Rafiî gibi zevatla edebî çalışmalar
yapıyordu. Bir müddet Akkad ve Tâhâ Hüseyin’in safında yer alarak Sadık el-
Rafiî’nin edebî tutumunu tenkit eden yazılar yazmış, fakat bilâhere onun da
değerli taraflarını takdir ederek her üçünden de istifade etmişti. Seyyid Kutub’un
edebî üslûbunda: Rafiî’nin edebî sadeliğine, Tâhâ Hüseyin’in ifade tatlılığına ve
Akkad’ın fikrî derinliğine şahit olmamak mümkün değildir.87
Diğer yandan Seyyid Kutub’un eserlerindeki edebî inceliğin özünü tetkik
etti ğimiz zaman, Kur’an-ı Kerim’in berrak ve akıcı üslûbuna uygun bir üslûp
takip ettiğini görürüz. İfadelerinde ne bir sıkıcılık, ne zihni yoracak bir mânâ
karışıklığı, ne de seviye düşüklüğü vardır. îman mefhûnumu; ilmin, mantığın,
felsefenin, fen ve kültürün ışığı altında bu tatlı ve cazip üslûbuyla işlemesini
bilmiştir. Onun edebî sahadaki vukuf ve deha derecesini şu mahdut satırlar arasına
sığdırmanın mümkün olmadığını itiraf etmek gerekir.88
“Seyyid Kutub’un hayatı iki bölüme ayrılır:
1 —Kendini edebiyata verdiği ve mahdut bilgilerine dayanarak sosyalizmi
savunduğu taşkınlık devresi.
2—İslâm ve çeşitli doktrinler üzerinde yıllarca yaptığı akademik çalışmalar
sonundaki olgunluk devresi.
Kutub’un söylediğine göre hayatının birinci bölümü, “cahiliyet devresi” dir. Bu
devrede de temiz bir ahlâk ve akideye sahip olmakla beraber, son zamanlarındaki;
87 Kutub, a.g.e. , c.1, s.10. 88 Kutub, a.g.e. , c.1, s.10.
29
ilhamını Kur’ân’dan alan ve İslâmî kendine şiar edinen olgun hali henüz mevcut
değildi.”89
Kutub’un, henüz İslâm mücahitliğinden uzak bulunduğu bu günlerindeki
romanlarında dahi cemiyet dertlerine parmak bastığı görülür. Bu devrenin sonlarına
doğru edebiyat sahasındaki çalışmalarını yavaş yavaş azaltmaya ve başta Mısır
halkı olmak üzere beşeriyete faydalı hizmetler yapmaya karar verdi.90
Krallıkla idare olunan Mısır halkının ekseriyeti, oldukça fakir ve her
cihetiyle kalkınmaya muhtaçtı. Seyyid Kutub ise, milletini bu acı durumdan
kurtarmayı düşünenlerdendi. Malûmdur ki bu tip memleketlerde İktisadî ve
İçtimaî adaletin ancak sosyalizm ile gerçekleşebileceği, günümüzün moda haline
gelen propagandalarındandır. Mısır’da da hep bu hava estiriliyordu. O yıllarda
sosyalizm ve komünizmin bu günkü gibi İlmî tahlilleri yapılıp korkunç tehlikeleri
ortaya çıkarılmış değildi. Bu rejimlerin demokrasiye, din ve vicdan hürriyetine
temelden düşman olduğu bilinmiyordu. Onun için kalbur üstü vatanperverler,
yapılan propagandaların tesiri altında kalarak memleketin sosyalizmle kurtulacağını
sanıyorlardı. Henüz sosyalizmi derinliğine incelememiş olan Seyyid Kutub da
bunlar arasında idi. Makaleler yazıyor ve İslâm’daki sosyal adaletin delilleri olan âyet
ve hadislerle sosyalizmi müdafaa etmeye çalışıyordu.91
Nihayet 1941 yılında sosyoloji doktorası yapmak üzere Maarif Vekâleti
tara fından Amerika’ya gönderildi. Kuvvetli İngilizcesi vardı. Amerika’ya
gitmeden önce Mısır’daki Müslüman Kardeşler Cemiyetiyle birtakım irtibatlar
kurmuş ve Yeni Fikir adlı bir mecmua çıkarmağa başlamıştı. Kahire’de,
Muhammed Hilmi el- Minyavl isminde sâlih bir zat, matbaasını bu mecmuanın
hizmetine verdi. Amerika’ya gittikten sonra da devam ettirdiği Yeni Fikir
mecmuasında, başlıca, kapitalizme ve servet sahiplerine çatıyor ve malın, paranın
hapsedilip faydasız hale getirilmesini yasaklayan âyet-i kerîmelerle; fakir, yoksul
89 Kutub, a.g.e. , c.1, s.10. 90 Kutub, a.g.e. , c.1, s.11. 91 Kutub, a.g.e. , c.1, s.11.
30
ve mazlumları elinden tutmayı emreden âyet-i kerîmeleri makalelerinde delil olarak
zikrediyordu.92
Seyyid Kutub’un sosyalizmi benimseyip müdafaa etmesi, Amerika’dan
dönüşünü müteakip sona eriyor. Artık onda büyük bir fikrî inkilâp olacak ve
hayatının ikinci devresi başlayacaktır.93
Amerika’da bir yandan 20. asrın demokrasisine hayranlık duyarken, öbür
yandan yine demokrasi adına çiğnenen birtakım hak ve adaletin ızdırabını yaşadı.
Orada geçirdiği iki yılı, günümüzün çeşitli doktrinlerini tetkik etmekle
değerlendirmişti. Döndükten sonra bu sahadaki akademik çalışmalarını daha da
artırdı. Aslında okumayı çok seven şehit, merhum, profesör oluncaya kadar
ortalama günde on saatini okumaya vermişti.94
Bu akademik çalışmalarında evvelâ sosyalizm, kominizm ve kapitalizmi
bütün detaylarıyla inceleyip tahlilden geçirdi. Bu rejimlerin hepsinde de beşeriyete
zararlı olan ve insanlığı muhtelif şekillerde köleleştiren unsurlar bulunduğunu
tesbit etti. Ve daha önce bu sahadaki sathî bilgileriyle giriştiği mücadeleden
dolayı pişmanlık duymaya başladı.95
Bu doktrinler üzerindeki incelemelerini bir sonuca bağladıktan sonra, bütün
çalışmalarını Kur’ân ve İslâm esaslarını tetkike hasretti. îman ve İslâm prensipleri
üzerinde uzun müddet İlmî çalışmalar yaptı. Artık; insanoğlunun meydana
getirdiği doktrinlerle Allah kelâmı olan Kur’ân düsturu arasındaki farkları yan
yana getirip her noktada mukayeseler yapmak ve sağlam neticeler intaç etmek
imkânına sahip olmuştu.96
İnsanlığı kurtarmak adına yaptığı bu uzun ve ciddî çalışmalar sonunda
mem leketinin de, bütün insanlığın da kurtuluşunu Kur’ân-ı Kerîm’e sarılmakta
buluyordu. Muhtelif sahalardaki bu İlmî ve felsefî araştırmaları, kendisine
sarsılmaz bir îman bahşetmişti. Okudukça akidesi sağlamlaşıyor, azmi
92 Kutub, a.g.e. , c.1, s.11. 93 Kutub, a.g.e. , c.1, s.11. 94 Kutub, a.g.e. , c.1, s.11. 95 Kutub, a.g.e. , c.1, s.12. 96 Kutub, a.g.e. , c.1, s.12.
31
kuvvetleniyordu. Tebessümle karşıladığı ölüm sehpasına da, bu îman ve akîde uğruna
çekilmişti.97
Seyyid Kutub, yeryüzünde beşeriyeti kurtarmak adına insanoğlunun
meydana getirdiği bütün rejim ve düsturları terazinin bir kefesine, Allah’ın
buyruğu Kur’ân düsturunu diğer kefesine koyuyor, Kur’ân ağır basıyordu.
Öyleyse; insanlık âleminin hem maddî, hem manevî yaralarını sarabilmek ve onu
her iki yönden de huzura kavuşturmak için Kur’ân’a sarılmaktan başka çare
yoktu. Müslüman milletler bugün birçok bakımdan geri kalmışlarsa, bu,
Müslüman olduklarından değil, İslâmiyete hakkıyla sarkmadıklarından ve onun
yüce prensiplerini değerlendiremediklerindendi.98
Bu noktada karar kıldıktan sonra huzura kavuşmuş olan Seyyid Kutub,
artık fikir ve düşünce hayatının en olgun safhasına girmiş bulunuyordu.
Zihnindeki bütün istifhamlar silinmiş, Allah’a olan bağlılık ve takvası artmış,
ruhundaki cihat meşalesi yanmaya başlamıştı. Sosyalizm ve kapitalizme bir çizgi
çekerek İslâm’a sarılmıştı.99
Seyyid Kutub aynı zamanda, bütün İslâm milletlerinin, ırk ve dil farkı
gözet meden el ele verip kalkınmasını da İslâm davasının bir cüzü olarak
kendisine hedef edinmişti.100
Fikirlerini eserleriyle yaymaya çalışırken, aynı paralelde kurulmuş olan
Müslüman Kardeşler Cemiyetiyle de temaslarını sıklaştırdı. Büyük tehlikelere
göğüs geren bu cemiyetin hedefi; İslâm Nizamını beşeriyete hakim kılmak idi.
İrşat Müdürlüğünü üzerine aldığı bu cemiyette faaliyeti oldukça geniş ve tesirli
oluyordu.101
1952 Temmuz’unda Mısır’da yapılan askerî ihtilâl neticesinde aşırı
sosyalizmin tatbikine başlandı. Bu suretle, Müslüman Kardeşlerle hükümet arasında
bir görüş ayrılığı doğdu. İslâm’ın hükümranlığına karşı olan ihtilâlciler 1954
97 Kutub, a.g.e. , c.1, s.12. 98 Kutub, a.g.e. , c.1, s.12. 99 Kutub, a.g.e. , c.1, s.12. 100 Kutub, a.g.e. , c.1, s.13. 101 Kutub, a.g.e. , c.1, s.13.
32
yılında Müslüman Kardeşler Cemiyetini feshettiği gibi, teşkilâtın onbinlerce
mensubunu zindanlara doldurdu. Zindanlarda işkence ile ölenler hariç, cemiyetin
kalbur üstü ilim adamlarından altı kişi idam edildi. Aynı yıl içinde Seyyid Kutub
da tevkif edilmiş ve onbeş yıl ağır kürek cezasına çarptırılmıştı. Zindanda
bulunduğu müddetçe de doğruları söylemekten ve yazmaktan çekinmedi.
Eserlerinin birçoğunu hapiste yazdığı gibi, en büyük eseri olan Fî zîlâli’l
Kur’ân’ın son yarısını da hapishanede tamamlamıştır. Başını vermek pahasına da
olsa doğruyu söylemekten fütur etmediği için mahpusluğu müddetince büyük
işkencelere maruz bırakılmıştır.102
Nihayet 1965 yılında neşrettiği “Yoldaki İşaretler” adlı eseri hükümet
tarafından ele almarak, erkek ve kadın olmak üzere tam kırkbin insan daha
zindanlara dolduruldu. Bunlardan birçoğu mahkeme edilmeden işkence altında can
verdi. Seyyid Kutub ile arkadaşları el-Şeyh Abdulfettah İsmail ve Muhammed
Yusuf Havvaş ise; kurulan askerî mahkemenin verdiği kararla 29.8.1966 günü idam
edildiler.103
Seyyid Kutub’un basılmış eserleri şunlardır:
1. Fî Zılâli’l-Kur’ân:
Seyyid Kutub başlangıçta, el-Müslimûn dergisinde “Fî Zîlâli’l-Ķur’ân”
başlığıyla günlük olayları Kur’ân ışığı altında ele aldığı seri makaleler yayımlamaya
başlamış (Şubat 1952 - Temmuz 1952), bu makalelerin ilgi görmesi üzerine bir tefsir
yazmaya karar vermiş, eseri 1959’da tamamlamıştır.104
2. Kur'an'da edebi tasvir:
et-Tasvîrü’l-fennî fi’l-Kur’âni’l-Kerîm (Kahire 1945, 1966). Müellifin 1939’da
el-Muktetaf’ta aynı adla yayımladığı makalelerin genişletilmiş şekli olup Kur’ân’da
Edebi Tasvir başlığıyla Süleyman Ateş (Ankara, ts.) ve Kâmil M. Çetiner (İstanbul
1997) tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.105
102 Kutub, a.g.e. , c.1, s.13. 103 Kutub, a.g.e. , c.1, s.13. 104 Hilal Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, TDV. İslam Ansiklopedisi, 2009, c.37, s.66. 105 Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, DİA. , c.37, s.66.
33
3. Kur'an'da kıyamet sahneleri:
Meşâhidü’l-kıyâme fi’l-Kur’ân (Kahire 1947; Beyrut, ts.). Kur’ân-ı Kerîm’deki
kıyametle ilgili âyetlerin nüzûl sıralarına göre ele alındığı eseri Süleyman Ateş
(Kur’ân’da Kıyamet Sahneleri: Cennet-Cehennem, Ankara, ts.) ve A. Faruk
Haznedaroğlu (Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, İstanbul 1997) Türkçe’ye tercüme
etmiştir.106
4. İslam'da sosyal adalet:
el-Adâletü’l-ictimâ’iyye fi’l-İslâm (Kahire 1949, 1952). Seyyid Kutub’un sosyal
ve siyasal konulara yöneldiği ilk eseridir. Türkçe’ye İslâm’da Sosyal Adalet başlığıyla
Yaşar Tunagür ve M. Adnan Mansur (2. bs. , İstanbul 1962) , M. Beşir Eryarsoy
(İstanbul 1982), Harun Ünal (3. bs. , İstanbul 1992) tarafından çevrilmiştir.107
5. İslâm ve Kapitalizm Çatışması:
Ma’reketü’l-İslâm ve’r-re’smâliyye (Kahire 1952). Kitapta Mısır toplumunda
1952 ihtilâli öncesinde gelir dağılımındaki eşitsizlik ele alınmaktadır. Seyyid Kutub
burada sömürgeciliğe ve Haçlı seferlerine dikkat çekmekte, Mısır içinden pek çok
kesimi sert bir dille eleştirmektedir. Eseri Mustafa Uysal (İslâm ve Kapitalizm
Çatışması, Konya 1967) ve Abdurrahman Niyazoğlu (İslâm-Kapitalizm Uyuşmazlığı,
İstanbul 1972) Türkçe’ye tercüme etmişlerdir.108
6. Dünya barışı ve İslam:
es-Selâmü’l-âlemî ve’l-İslâm (Kahire 1951). Eserde barış ve sosyal huzur
konusu fert, aile, toplum, devlet ve dünya bağlamında ele alınmış olup Bekir Sadak
tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir (Cihan Sulhu ve İslâm, İstanbul, ts. ; Dünya Barışı ve
İslâm, İstanbul 1987).109
7. Yoldaki işaretler:
106 Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, DİA. , c.37, s.66. 107 Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, DİA. , c.37, s.66. 108 Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, DİA. , c.37, s.66. 109 Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, DİA. , c.37, s.66.
34
Dirâsât İslâmiyye (Kahire 1953). Seyyid Kutub’un çeşitli dergilerde yayımlanan
makalelerinin bir araya getirilmiş şekli olup eserde sömürgecilerin müslümanlara
verdikleri zararlardan bahsedilmektedir. Kitabı Ramazan Nazlı (İslâm ve Emperyalizm,
İstanbul 1978) ve Hasan Fehmi Ulus (İslâmî Etüdler, İstanbul 1990) Türkçe’ye tercüme
etmiştir.110
110 Görgün, “Seyyid Kutub Mad.”, DİA. , c.37, s.67.
35
İKİNCİ BÖLÜM
ELMALILI MUHAMMED HAMDİ YAZIR VE SEYYİD KUTUP
KARŞILAŞTIRMALARI
1. Tefsirlerde Takip Edilen Genel Yöntem
1.1. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Tefsirinde Takip Ettiği Genel
Yöntem
1- Yazılış Sebebi: Bu konuyla ilgili olarak eserin mukaddime bölümünde, şöyle
bilgi verilmiştir: “Cumhuriyet idâresi kurulup medreseler kapatıldıktan sonra
mekteplerde de Arapça öğrenimine son verilmişti. Kur’ân’ı okuyup anlayabilecek ve
anladıklarını diğer insanlara anlatabilecek bir medrese nesli artık yetişmeyecekti. Bunu
telâfi edecek başka öğrenim müesseseleri de kurulmamıştı. Hâlbuki Müslüman Türk
milleti ve onun yeni nesilleri, Kur’ân’ın bilgilerinden istifade etmeye, Kur’ân’ın
ışığında öğrenimlerine devam etmek arzu ve ihtiyacında idiler. Bu ihtiyacı hissedenler,
Kur’ân’ın Türkçe tefsir ve tercümesi ihtiyacı üzerinde durmaya başladılar. Madem ki
medreseler kapatılmış, okullardan Arapça dersleri kaldırılmış ve bu sahada yeni
öğrenim yerleri kurulamamıştı. O halde Kur’ân’ın ve İslam Dini’nin Müslüman Türk
Milleti’ne kendi dili ile anlatılması gerekmekteydi. Cumhuriyet’in daha ilk senelerinde
Kur’ân’ın Türkçe’ye çevrilmesine ve muhtasar da olsa Türkçe bir tefsirinin
yaptırılmasına karar verilmişti. Bu işin kime verilebileceği hakkında uzun tartışmalar
başladı. Devlet erkân’ı, millet vekilleri ve tahsilli kimseler bu işle ciddi şekilde meşgul
oldular. Nihayet zamanın Diyanet İşleri Başkan’ı merhum Rıfat Börekçi ve yardımcısı
merhûm Hamdi Aksekili’nin istek ve ısrarı ile tercümenin şair Mehmet Akif’e, tefsirin
de Hamdi Yazır’a yazdırılması uygun görüldü. Anlaşmalar yapıldı ve vazîfe alanlar işe
başladı.’’111
2- Tefsir Usûlü: Eserin önsözünde de belirtildiği gibi tefsirde takip edilecek
genel esaslar, Diyanet İşleri görevlileri ile Hamdi efendi arsında yapılan bir protokol ile
belirlenmişti. Buna göre önce tefsiri yapılacak âyetin veya âyetler grubunun metni altına
111 Bestami Gözalan, “Elmalılı Tefsirindeki Hadislerin Tahrici (VII, VIII, ve IX Ciltler)”, Yüksek Lisans
Tezi, Konya 2007, s.7.
36
meâlleri, ardından bu bölümün tefsir ve izahına geçilerek yazılacaktı. Tefsir bölümünde
ise şu esaslar dikkate alınacaktı:112
1- Âyetler arasındaki münasebetler gösterilecek,
2- Nüzûl sebepleri kaydedilecek,
3- Kırâat-i aşereyi geçmemek üzere kıratlar hakkında bilgiler verilecek,
4- Gerektiği yerlerde kelime ve terkiplerin dil izahları yapılacak
5- İtikada Ehl’i sünnet ve amelde Hanefî mezheplerine bağlı kalınmak üzere âyetlerin
ihtiva ettiği dinî, şer’î, hukukî, içtimaî ve ahlâkî hükümler açıklanacak, âyetlerin imâ ve
işarette bulunduğu ilmî ve felsefî konularla ilgili bilgiler verilecek, özellikle tevhid
konusunu içeren, ibret ve öğüt de ğeri taşıyan âyetler genişçe izah edilecek konuyla
doğrudan veya dolaylı biçimde ilgisi bulunan İslâm tarihindeki olaylar anlatılacak,
6- Batılı yazarların yanlış yorumlar yaptıkları noktalarda, okuyucunun dikkatini çeken
notlar yazılacak ve gerekli açıklamalar yapılacak,
7- Eserin başına, Kur’an hakikatini açıklayan ve Kur’an’la ilgili bazı önemli konuları
izah eden bir ön söz yazılacaktı.113
Eser, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinden ayrılan tahsisatla sözleşmede
belirlenen esaslar dâhilinde on iki yıllık ( 1926–1938 ) bir çalışma ile tamamlanmış,
1935–1939 yıllarında İstabul’da dokuz cilt ve 10.000 takım olarak basılmış, 2000 takımı
yazara verildikten sonra kalanları ücretsiz dağıtılmıştır.114
3- Kaynakları: Müellif, eserin ön sözünde belli bir Arapça tefsirin tercümesi
olmayan eserini çeşitli kaynaklardan faydalanarak hazırladığını belirtmiş ve alıntı
yaptığı kaynakları da belirtmiştir.115 Bunlar tefsir sahasında;
1- Taberî’nin Câmiu’l-Beyân’ı,
112 Bestami, a.g.t. , s.8. 113 Bestami, a.g.t. , s.8. 114 Bilgin, “Hak Dini Kur’ân Dili Mad.” DİA. , c.XV, s.153. 115 Bestami, a.g.t. , s.9.
37
2- Cessâs’ın Ahkâmü’l-Kur’ân’ı,
3- Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ı,
4- Kâdî Beyzâvî’nin Envârü’t-Tenzîl’i,
5- Ebû Hayyân’ın el-Bahrü’l-Muhît’i ile en-Nehrü’l-Mâd adındaki telhîsi,
6- Nizâmeddîn en-Nîsâbûrî’nin Garâibü’l-Kur’ân ve Reğâibü’lFurkân’ı,
7- Ebu’s-Suûd Efendi’nin İrşâdü’l-Akli’s-Selîm’i,
8- Âlûsî’nin Rûhu’l-Meânî’si, Hadis alanında da Kütüb-i Sitte ile Mecdüddin İbnü’l-
Esîr’in enNihâye fî ğarîbi’l-hadis’idir.116
1.2. Seyyid Kutub’un Tefsirinde Takip Ettiği Genel Yöntem
İlmi ve fikri çalışmalarını önceleri daha çok Kur'an'ın edebi, mucizevi yönü
üzerinde yoğunlaştıran Seyyid Kutub, daha sonra Kur'an-ı Kerim'den ilham alarak
hazırladığı makalelerini " Fî Zılâli’l-Kur’ân " başlığı adı altında el-Müslimûn dergisinde
yayımlamaya başlamış, derginin 3. sayısından (Şubat 1952) 9. sayısına kadar (Temmuz
1952) yedi makale yayınlamıştır. Böylece yeni bir tefsirin adı da, Fî Zılâli’l-Kur’ân
şeklinde kendiliğinden ortaya çıkmıştır.117
Başlangıçta teknik olarak bir tefsir yazmaktan çok, Kur'an'ın ışığında günlük
olayları ve yaygın söylemleri değerlendirmeyi amaçlayan Kutub, bu konudaki
makalelerinin ilgi görmesi üzerine aynı anlayış ve metotla Kur'ân-ı Kerim'in her cüzünü
bir cilt halinde tefsir etmeyi ve iki ayda bir cüz yayımlamayı planlamıştır, bu husus el-
Müslimûn dergisinde okuyuculara duyurulmuştur. Ekim 1952 de yayınlanan ilk cüz,
daha önce dergide çıkan yedi makale ile hemen hemen aynı özelliktedir. Ocak 1954'e
kadar tefsirin on altı cüz’ü yayınlandı. Ancak Seyyid Kutub 1954 yılında birçok İhvan-ı
Müslimîn mensubuyla hapsedildi. Bununla birlikte Kutub, hapishanede tefsirini
yazmaya devam etti. Bu sırada eserin 17 ve 18. cüzleri de neşredilmiştir. Üç ay süren
tutukluluk halinden sonra serbest bırakılan; fakat ardından tekrar tutuklanarak bu kez on
beş yıl hapse mahkum edilen Kutub, bütün zorluklara rağmen eserini tamamlamaya
116 Bestami, a.g.t. , s.9. 117 H. Bekir Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, TDV. İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1996, c.13, s.50.
38
çalıştı ve 27. cüze kadar neşretme imkanını buldu. Bu arada Kutub, fikri gelişimine
paralel olarak eserinin son dört cüzünü yeni bir metotla kaleme aldı. Böylece eser, son
cüzünün muhtemelen 1960'a doğru neşredilmesiyle tamamlanmış oldu. Kutub, çok
geçmeden, gelişen düşünce sistemi doğrultusunda ve özellikle son üç cüzde uyguladığı
yöntemle eserini yeniden redakte etmeye başladı. Bu arada hapisten çıkan (1964)
Kutub, redaksiyonunu tamamladığı ilk on üç cüzü 1965 yılının ortalarına doğru yeni
şekliyle yayınlamıştır. Ancak Cumhurbaşkanı Cemal Abdünnasır'a komplo
düzenledikleri iddiasıyla İhvan-ı Müslimîn teşkilatının önde gelen isimleriyle Kutub da
yeniden tutuklandı ve idama mahkum edildi. idam kararının kısa süre içerisinde yerine
getirilmesi nedeniyle eserin 14-26. cüzleri mevcut haliyle yayınlanmıştır.118
Kutub, "Kur'an'ın gölgesinde hayat bir nimettir. Bu nimeti ancak tadanlar bilir.
ömrü yücelten, arıtan ve kutsallaştıran bir nimet" diye başladığı önsözünde, kendisine
bir süre Kur'an'ın gölgesinde yaşamayı lütfeden Allah'a şükrettikten sonra bu yaşantının
niteliğini anlatmaya çalışır. Kur'an-ı Kerim'in yaşanmak için indiğini, fert ve toplum
tarafından yaşanmadığı takdirde beklenen etkilerinin görülemeyeceğini, nitekim uzun
süreden beri Müslüman aleminin Kur'an'ı hayatlarından uzaklaştırdıkları için İslam
dünyasında çeşitli sıkıntıların vukuu bulduğunu, yeniden Kur'an'a dönülmesi ve onun
kılavuzluğunda hayatın İslam nizamına göre yaşanması halinde bütün bu sıkıntıların
yok olacağını söyler.119
Fî Zılâli’l-Kur’ân'ın ilk baskısında yazarın daha çok edebi yaklaşımları, ihsasları
ve kıvrak üslup incelikleri gözlenirken, ikinci baskısında 27. cüzden sonra geliştirdiği
kendine has yorumları ve açıklamalarıyla eser okurların ilgisini çekmektedir. Daha önce
saf bir edebiyat denemesi niteliğinde olan eser bu baskıdaki yeniliklerle modern bir
tefsir özelliğini kazanır. Klasik tefsir geleneğinin de göz önünde tutulduğu eserde daha
çok modern hermeneutik metodun kullanıldığı ve doğrudan doğruya günlük hayatın
problemleriyle iç içe olan yeni bir Kur'an yorumunun neşredildiği görülür. Çünkü yazar,
"Kur'an'ın gölgesi"nde yaşamanın, sağladığı doyumsuz hazzın yanı sıra pratik
faydalarını da göstermek gayretindedir. Esas itibariyle dirayet metodunu kullanan
müfessir, edebiyatçı olmanın verdiği maharetle Kur'ân-ı Kerim'in sahip olduğu zengin
118 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.50.
119 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.50.
39
edebiyat materyallerini çok iyi değerlendirir. Bununla birlikte eserde rivayet metodu da
ihmal edilmez ve bilhassa Kur'an'ın Kur'an'la tefsirine çok önem gösterilir. Ancak
müfessirin hadis ilmindeki bilgisinin fazla olmaması, ayrıca zayıf ve uydurma
rivayetlere dayanma ihtimalinin doğuracağı sıkıntılara karşı hassasiyeti, eserin yaklaşık
yarısının hapishane ortamında yazılması sırasında hadis kaynaklarına başvurulamaması
gibi nedenlerle, Kur'ân'ın sünnet ve hadisle tefsirine çok az yer verilmiştir. İşari
(tasavvufi) tefsir yöntemi ise hiç kullanılmamıştır.120
Kutub, Kur'ân-ı Kerim'de her sürenin kalbe hayat veren bir özelliğe sahip
olduğunu, bazen tek, bazen de muayyen bir eksene bağlı birden fazla konuyu içerdiğini,
bu konuları belirli yönlerden kavrayıp kucaklayan ve aralarında uyum sağlayan bir
havası bulunduğunu söyler; ayrıca her surenin kendine has bir ahenk taşıdığını ve bu
ahengin zaman zaman konunun özelliğine göre farklılık gösterdiğini kaydeder.121 Bu
düşünce ile müfessir süreleri cümle cümle, ayet ayet veya kısa bölümler halinde değil.
konuların zaman içi ve zaman dışı bütünlüğünü göz önünde bulundurarak bölümlere
ayırmak suretiyle tefsir eder. Ancak bir sürenin tefsirine geçmeden önce onun asıl
amacı, adı, ayet sayısı, Mekke veya Medeni oluşu hakkında bilgiler verir; eğer varsa bu
konulardaki ihtilafları gösterir; bazen de kısa bir özetle muhtevasını açıklar. Gerek
süreler gerekse ayetler arasındaki tenasüp ve irtibata yeri geldikçe açıklamalar
yapmıştır. Kur'an-ı Kerim'de zikredilen kıssa ve tarihi olayları zaman içinde olup bitmiş
vakıalar şeklinde yorumlamak yerine zaman üstü ve süreklilik ifade eden genel
hükümler olarak ele alır. Bu arada klasik tefsirlerde sıkça görülen gramer tahlillerine ve
terminolojik açıklamalara fazla yer vermemiştir. 122
Akaid ve fıkıh meselelerine dair ayetlerin tefsiri sırasında mezhepler arasındaki
ihtilaflardan fazla söz edilmez ve bu konuda ayrıntıya girilmez. Özellikle İslam inanç ve
düşüncesinin esasları üzerinde fazlaca durulur; fert, aile ve toplum hayatıyla ilgili emir
ve yasakların hikmetleri ve sırları okurların dikkatlerine sunulur. Kur'an-ı Kerim'in
bütünüyle insanlığın mutluluğunu gaye edinen bir hayat nizamı olduğu vurgulanır.
Zaman zaman sosyalizm, komünizm, kapitalizm gibi çeşitli görüşler, doktrinler, fikir
akımları ve sistemlerini çökerten tenkit ve açıklamalar yapılır. Sosyal meselelere geniş
120 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.” , DİA. , c.3, s.50. 121 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.50. 122 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.50.
40
bir şekilde yer verilir. Müteşabih ayetleri. özellikle Allah'ın zat ve sıfatına ait olanları
te'vil etmekten uzak duran müfessir, Kur'ân'da bazı hükümlerin neshedilmesini vahyin
iniş süresince şartların ve toplum hayatındaki gelişmenin gerekli kıldığını ve bunu
insanlığın faydasına tabii bir sonuç olarak değerlendirdiğini söyler. Kevni ayetleri tefsir
ederken Kur'an-ı Kerim'in bir ilim kitabı olmadığını ve bu amaçla inmediğini sık sık
söylese de modern ilmin verilerini kullanmaktan da geri kalmaz.123
Çeşitli görüşler arasında tercihler yapan müfessir bazen bu görüşleri tartışır ve
kendi görüşlerini de belirterek bir sonuca ulaşır. Nitekim bazı sürelerin başında yer alan
hurüf-ı mukattaa hakkında ileri sürülen düşünceler arasından şunu benimsemiştir:
Kelâmullah bu tür harflerden oluşmuştur. Bu harfler, müşrik Araplar tarafından da
bilinip kullanılıyordu. Fakat buna rağmen Kur'an, Araplar'ın aynı harfleri kullanarak
benzerini meydana getiremeyecekleri eşi ve benzeri olmayan bir kitaptır.124 Diğer
taraftan, Fil sûresinde sözü edilen ebabil kuşlarının attığı taşlarla ashab-ı fiilin yenilip
çiğnenmiş ekine çevrilmesi hadisesiyle ilgili olarak yapılan çeşitli yorumlardan (bk. Fil
Sûresi) Muhammed Abduh'un yorumu ile klasik tefsirlerdeki geleneksel yorumu
açıklamaya çalışır ve her ikisine göre de olayı bir mucize olarak nitelemiştir.125
Müellif eserini yazarken pek çok kaynağa başvurmuş ve bunlardan alıntılar
yapmıştır. İbn Cerir et-Taberi'nin Camtu'l-beyan, Sa'lebi'nin el-Keşf ve'lbeyan,
Zemahşeri'nin el-Keşşaf, Begavi'nin Me'alimü't-tenzil, Kurtubi'nin el Cami' li-ahkami'l-
Kur'ân, İbn Kesir'in Tefsirü'l-Kur'ani'l- 'azim ve Alüsi'nin Ruhu '1 -me 'ani adlı klasik
tefsirleriyle Muhammed Reşid Rıza'nın Tefsirü'l-menar ve Muhammed İzzet
Derveze'nin etTefsirü'1- Hadis adlı çağdaş tefsirleri onun önemli kaynakları arasında
yer almıştır. Muhammed Abduh'un Tefsiru cüz'i 'Amme adlı kitabını ise tenkit
süzgecinden geçirerek yorumlamıştır. Hz. Peygamber'in hayatına ilişkin konulara
gelince, Kutub bu hususta İbn Hişam'ın es-Siretü'n-nebeviyye, Makrizi'nin İmta'u'l-
esma' ve İbn Kayyim el-Cevziyye'nin Zadü'l-me'ad adlı eserlerini kaynak olarak
kullanmıştır. Kutub’un kevni ayetterin tefsiri sırasında başvurduğu eserler arasında,
John Clover Monsma tarafından derlenen ve Amerikalı pozitif bilim adamlarının
Allah'a iman hususundaki düşüncelerini yansıtan The Evidence of God in Expending ile
123 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.” , DİA. , c.13, s.50. 124 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.51. 125 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.51.
41
A. Cressy Morrison'un Allah'a inanılması gerektiğini anlatan Man does not alone adlı
eseri başta olmak üzere Alexis Carrel'in L'Homme cet inconnu, Ahmed Zeki'nin
Ma'allahi ti's-sema', Sir James Jeans'ın The Mysterious Vniverse ve Abdülaziz İsmail'in
el-İslam ve't-tıbbü'l-hadiş adlı eserleri sıralanabilir. Kutub bunlardan başka çeşitli
konularda kendi eserlerinin yanı sıra kardeşi Muhammed Kutub ile Pakistanlı alim ve
düşünür Ebü'la'la el-Mevdüdi'nin eserlerinden çokça aktarmalarda bulunmuştur. Ayrıca
Abdülkadir Üdeh, Abbas Mahmud el-Akkad, Ali Abdülvahid el-Vafi, Ömer Ferruh,
Muhammed Muhammed Hüseyin, Muhibbüddin elHatib ve Abdürrezzak Nevfet 'in
eserleri de onun başvurduğu eserler arasında yerini alır. Fi Zılali'l-Kur' an, müfessir
hayatta iken otuz cüz halinde üç defa basılmış, daha sonra sekiz cilt olarak
neşredilmiştir, ayrıca altı ciltlik baskıları da yapılmıştır. Kutub’un idamından sonra
öteki eserleri gibi bu eserin de pek çok yayınevi tarafından izinsiz ve tarihsiz yayınları
yapıldığından şimdiye kadar kaç defa basıldığı bilinmemektedir. Beyrut'taki Darü'ş-
şürük yayınevi 9. baskısını 1980 ve 11. baskısını 1985'te yaptığına göre şimdiye kadar
çok defa basıldığı söylenebilir. Muhammed Ali Kutub eserin konu, hadis, özel adlar ve
yer adlarıyla ilgili bir indeksini yayınlamıştır.126 İngilizce, Fransızca. Farsça ve
Urduca’ya, ayrıca Endonezya ve Afgan dillerine tercüme edilen Fi Zılali'l-Kur'an ilk
defa Bekir Karlığa, İsmail Hakkı Şengüler ve M. Emin Saraç tarafından Türkçe'ye
çevrilerek on altı cilt halinde okurlarına sunulmuştur.127
Bugüne kadar yirminin üzerinde baskı yapan bu eserden sonra 1989 yılından
itibaren Salih Uçan - Vahdettin ince ve arkadaşlarının yapmaya başladığı ikinci tercüme
de on cilt olarak yayınlanmıştır.128 1991 yılında eserin yeni bir tercümesi Yakup Çiçek.
Ali Turgut ve arkadaşlarının oluşturduğu bir heyet tarafından yapılmış, bu tercüme de
on iki cilt olarak yayınlanmıştır.129 Fi Zılali'l-Kur'an, müfessirin duygu ve
düşünceleriyle pratik tecrübelerini yansıttığı Kur'an'ın yeni bir yorumu veya böyle bir
yorum için deneme özelliğini taşıyan bir şaheserdir. Eser bu özelliğiyle. XX. yüzyılda
yazılan içtima i-edebi tefsirlerin en çok ilgi gören örneklerinden birini oluşturmaktadır.
Daha çok, geçmişin tortularından arınmış yepyeni bir anlayışla ana kaynağa dönme
126 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA, , c.13, s.51. 127 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.51. 128 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.51. 129 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c.13, s.51.
42
arzusunda olan. bundan dolayı özellikle Batılı yazarlar tarafından "fundamentalist"
olarak nitelendirilen Kutub, ortaya koyduğu düşüncelerle 1960'lı ve 70'li yıllarda İslam
dünyasının büyük bir bölümünde İslamcı aydınlar arasında olağan üstü bir ilgiye layık
olmuştur. Müfessir, edebi yaklaşımların ağırlık kazandığı ve modern yorumların
sergilendiği eserinde ana ilkelerden taviz verme pahasına yenilikler peşinde koşma
amacını asla gütmez. Onun asıl amacı, Kur'an-ı Kerim'in kendisinden yola çıkarak yeni
ve ideal bir insan. hayat, toplum ve insanlık modeli oluşturmaktır. Eserde, bu hedefe
ulaşmak için nelere başvurulması gerektiği ve bu yolda ne gibi engellerle karşılaşılacağı
konusunda geniş bilgiler verilmiştir.130
2. Ayetlere Yapılan Tefsir ve İzahların Karşılaştırılması
Psikoloji ve onun bir alt dalı olarak Din Psikolojisinin ortaya çıkışından çok
önceleri, temel İslâm kaynaklarında insanda dinin davetine cevap olarak ortaya çıkan
duygu, düşünce, tavır ve davranışlarla, bunlara yol açan niyet ve güdüler ve bunların
dönemlerinin ilim anlayışı ve şartları çerçevesinde iman, inkar, şüphe, rıza, tevekkül,
teslimiyet, bağlanma, itiraz, isyan, irtidat, geri dönme ve ilgisizlik gibi insanın dine
verdiği cevaplarla nefs, kalp, akıl, ruh, rüya, idrak, irade, vahiy ve ilham gibi psikolojik
kavramlarla ilgili olarak ortaya koydukları izah ve yorumlarla psikoloji ve din
psikolojisine katkıda bulunmuşlardır. İlm-i Nefs alanında yazılan müstakil kitap ve
risalelerden başka bazı İslâmi ilimler bünyesi içerisinde de psikoloji konularına yer
verilmiştir.131
2.1. Temel Psikolojik Kavramlar
2.1.1. Ruh
“Elmalılı M. Hamdi Yazır, Ruhu “insanın kişiliğini oluşturan duygusal ve
zihinsel olayların toplamı” duygu, bilinç, ben, tasavvur, düşünce, duyum gibi olayların
merkezi olarak görmektedir. İnsani nefs ile ruhun aynı şeyler olup olmadığı
hususunun çelişkili olduğunu söyleyen Elmalılı, "Ey Muhammed, sana ruhun ne
olduğunu soruyorlar. De ki: Ruh rabbimin emridir. Bu hususta size çok az
130 Karlığa, “Fî Zîlali’l-Kur’ân Mad.”, DİA. , c. 13, s. 51. 131 Hüseyin Certel, Din Psikolojisi, Genişletilmiş 2. Baskı, Berikan Yayınevi, Ankara 2016, s. 50.
43
bilgi verilmiştir.”132ayetinden yola çıkarak ruh hakkında bize çok az bilgi verilmiş
olduğunu söyler ve bu çok az bilgiyi, kendisinden önce ruh hakkında ileri sürülen
görüşleri bir araya toplamakla kullanır. Çünkü ona göre, sadece ruh hakkında konuşmak
spekülasyon yapmaktan başka bir şey değildir. Bu konuda Elmalılı’nın ruh hakkındaki
söylediklerini şöyle sıralayabiliriz: “Öteden beri ruh hakkında söz söyleyenler,
bunu başlıca üç nokta-i nazardan düşünmüşlerdir: Hareket, hayat, idrak. Evvela ruh,
bizzat haraket ilkesi olarak düşünülmüştür. Bizzat her harekete geçiren
her muharrik bir ruh ve bizzat vaki olan her hareket de bir ruh sayesindedir.
Buna göre hiçbir hareket düşünülmez ki, bir ruh ile alâkadar olmasın. Bu manaya göre
ruh, genellikle kuvvetle aynı anlama gelmektedir. Batılılar da dinler tarihi kitaplarında
ruhu, “Animizm” diye adlandırmışlardır. Lâkin ruhun bu manası genel değildir. Bu
hareketi, iradî harekete tahsis edecek olursak, o zaman ikinci ve üçüncü manalarda
anlamdaş ve eşit bir amelî ve ahlaki ruh manası ifade etmiş olur. Çünkü iradî
hareket, hayat ve idrak ile birliktedir. İkinci olarak ruh bir hayat ilkesi olarak tasavvur
olunmuştur ki, bu öncekilerden daha uygundur. Zira kendi kendine hareket hayat
ilkesinin şartlarından birdir. Her canlıda kendi kendine bir hareket vardır. Fakat burada
hayattan kastedilen hayvani hayattır. Üçüncü olarak ruh, gerek cüz’î ve gerek gerek
küllî bir idrak ilkesi olarak değerlendirilmiştir ki bu da İkincisinden daha uygundur.
Zira hayat idrakin şartlarından biridir. Veya idrak aşamalarına göre hayatın bir eseridir.
Demek ki her idrak eden ruh, diri ve her diri ise kendi başına hareketli
gibidir. Lâkin her hareket eden veya hareket ettirilenin bizzat canlı olması
gerekmeyeceği gibi, her canlının da idrak eden bir ruha sahip olması da ayrı bir görüş
noktasıdır. Bu surette ruh denildiği zaman şuurun ilk mertebesinden akla ve
kuvveî kudsiyeye varıncaya kadar birbirinden farklı aşamalara dayanan ve vücudun
aslî ve gölge bir ikiliğini içine alan şuur ve idrak ilkesi kasdedilir. Bununla beraber his
ve şuur, ruhun en umumî ayıranı olmakla beraber, irade ve hareketin yalnız şuura
terettübü görüşlere açık bir noktadadır. Bu takdirde akıl, ruhun en olgun sureti olmuş
olacaktır.”133”134
132 el-İsra, 17/85. 133 Yazır, a.g.e. , c.1, s.406-407. 134 Bk, İsmail Gürses, “Elmalılı Tefsirinde Psikoloji Konuları”, Uludağ Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Bursa 1990, s.9-10.
44
Sonuç olarak ruh denildiği anda, hareket, hayat ve idrak özelliklerinin üçü birden
değerlendirilmesi daha uygundur. Yani ruh kendiliğinden hareketli, kendiliğinden canlı
ve kendiliğinden idrak eden bir varlıktır.135
M. Hamdi Yazır, ruhu psikoloji açısından da ele alır ki tarifleri günümüz ruh
bilim kitaplarındakilerle aynı anlama gelmektedir. O bu konuda şöyle söylemiştir: Ruh
denildiği zaman his ve şuur, akıl ve idrak güçlerinden başka irade, kudret gibi vasıfları
içine alan daha geniş bir mebdei cevherin (tözsel ilke) anlaşılması gerekip ve bu hususta
İlmi Ruh’tan bahsedenler, ruhun nazari amelî alışkanlıklarını nazarı dikkate almaya
mecbur olmuşlardır. Günümüz psikoloji kitaplarında şuur, ruhun en umumi hadisesi
olmakla beraber ruh güçleri elem ve lezzet, muhabet ve nefret gibi hareket etme gücü
olmak üzere başlıca üç kuvvenin ilkesi olarak değerlendirilmektedir.136
Elmalılı’nın ruh hakkında söyledikleri onun ne olduğu, nasıl bir varlık olduğu
özelliğinin ne olduğu hususunda değildir, O ruha sonuçları itibarı ile psikolojik süreçler
itibarı ile ve bu süreçlerle sonuçların arkasındaki ilke açısından bakmaktadır ki,
günümüz psikolojisinin bakışı da bu yöndedir. Çünkü ruhun kendisinin hiçbir ampirik
yönü yoktur. Bu bakımdan psikoloji gerçek anlamda bir Ruh bilim olmayıp, ruh
hallerinin, davranışların bilimi olarak anlaşılmış olup, ancak bu şekilde gelişme imkanı
bulmuştur.137
Seyyid Kutub ise el-İsrâ suresinin 85. Âyetinin tefsirinde: “Sana ruh’un ne
olduğunu soruyorlar. Deki: Ruh, Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az
bilgi verilmiştir.”138 Ruh hakkında şunları şöylemiştir: “Bu âyet beşer aklını faaliyetten
alıkoyup bağlayan bir mâna taşımıyor. Ancak aklın, kendi hudutları dâhilinde ve idrâk
sahası içinde faaliyet göstermesi gerektiğini belirtiyor. Çıkmaz yollara sapıp idrâk ve
kavrama kapasitesinin dışında boş yere enerji tüketmesine rıza göstermiyor. Ruh,
Allah’ın gayb âlemindeki nesnelerinden birisidir. Onun mahiyetini sadece Allah bilir.
Beşere ve mahiyetini bilmediğimiz bazı yaratığa bahşettiği ruh, O’nun mukaddes
sırlarından bir sırdır. Allah’ın mutlak ilmine kıyasla insanın bilgi kapasitesi sınırlıdır.
İnsanoğluna verilen akıl kapasitesi kâinatın ihtiva ettiği sınırsız esrarı kavrayacak
135 Yazır, a.g.e. , c.1, s. 408. 136 ; Bk. Gürses, a.g.t. , s.10. 137 A. Saim Kılavuz, U.Ü.İ.F. Kelâm Ders Notları, Bursa 1987, s. 185. 138 el-isrâ 17/85
45
kutrette değildir. İnsan, kâinatı her şeyiyle kavrayıp idare edecek güce sahip değildir.
Ancak yeryüzünde halifelik vazifesini yapabilmesi için kendisine muhtaç olduğu sınırlı
bir kudret bahşedilmiştir. Bu basit bilgi hududu içinde, Allah’ın dilediği nisbette faaliyet
gösterebilir. İnsan, şu yeryüzünde birçok şeylere vâkıf olmuş, birçok şeyler icat etmiştir.
Lakin, ruh denen lâtif sırrın karşısında bocalayıp çaresiz kalmıştır. Ruhun nasıl bir
varlık olduğunu, nasıl gelip nasıl gittiğini, nerede olduğunu, nerde bulunacağını bir türlü
bilemez. Bu hususlardaki bilgisi, sadece Alîm ve Habîr olan Allah’ın Kur’ân-ı
Kerim’deki bildirdiklerinden başka bir şey değildir. Zira onları Alîm ve Habîr olan
Allah bildirmiştir. Allah dileseydi bu bilgilerden de insanı mahrum kılar, Peygamberine
vahyettiği şeyleri geri alabilirdi. Bu bilgiler onun lütuf ve ihsanıdır.”139
2.1.2. Kalp
Bütün dinlerde ve mistisizmlerde insan duyarlılığının ana merkezi kabul edilen
kalp, Kur’an'da "akıl" (Kaf 50/37), kin ve öfkenin saklı bulunduğu yer (et-Tevbe: 9/15),
insanın şüphe eden, kavrayan, bilen (et-Tevbe 9/64) yönü olarak zikredilmiştir. İnsanın
cismanî olmayan yönünü ifade eden kalp, insanı manâ alemindeki değerlere taşır ve
yüce, aşkın değerlerle, yukarı âlemle kontakt kurar.140
İslâm Tasavvufu’nda kalp bilendir. 141 Kalbin bilmesi, doğrudan doğru bilme,
kavramsız bilme, bilenle bilinen arasına kavramların girmediği bir bilmedir. Bu bilme
türü de "marife" adlandırılır.142
İnsanın maddi olmayan yönünü ifade eden kalbi tanımlayan Elmalılı kalbi iki
anlamda kullanır: “Birincisi göğüsün sol tarafında sol göğüsün altına doğru konulmuş
özel bir organdır ki, bütün damarların köküdür ve kendi başına hareketlidir. İkincisi,
Allah’ın verdiği ruhani latif olan bütün şuur, vicdan, duygular ve idrakımızın, kuvve-i
akliyemizin mâdeni yani manevi âlemimizin merkezi bulunan mekansız kalptir ki nefsi
natıka diye isimlendirilir. insanın hakikati bu kalptir. İnsanın algılayan, bilen, tanıyan
tek parça cüz’ü, muhatap, mesul olan, azarlanan, talep olunan cevheridir. Bütün
benliğimiz evvela kalptedir. Bunun için idrak eden (ben) idrak olunan (ben) in içindedir.
139 Kutub, a.g.e. , c. 9, s. 372. 140 Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Neşriyat 2. Baskı, İstanbul 1987, s. 129. 141 Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, s. 129. 142 Hüseyin Aydın, Muhasibinin Tasavvuf Felsefesi, Ankara 1976, s. 37.
46
Ben ruhuma, cismime, aklıma, irademe bundan geçerim. Kalp sanki ruhumuzun
gözüdür. Basiret bunun nazarı, akıl bunun ruhu, irade bunun kuvvetidir.143”144
İnsanın görünen varlığının arkasında cismani olmayan ne kadar güç varsa bunun
kalpte gizli olduğunu söyleyen Elmalılı, kalbi ruhaninin bütün bedenle olan ilişkisini
kabul eder. Ancak bu ilişkinin ilk önce bedenin hangi noktasında olduğunun tesbit
edilmesinde psikologların ve filozofların oldukça zorlandıklarını dile getirir. Başka bir
ifade ile bu münasebet evvela cismani kalbe mi, beyne mi, sinirlere ve kaslara mı yoksa
bedenin görünen birliğine midir? İşte bunun tesbitini yapmanın zorluğundan bahseder.
Fakat o, duygusal sebeplerde bu alakanın yönünün ilk önce cismani kalbe olduğunu
söyler. Bunu söylerken de kalbin hastalık durumlarında duygusal etkilenimlerin, keder
ve üzüntülerin rolünü gerekçe olarak gösterir.145 Ancak şu da unutulmamalıdır ki,
psikosomatik tıp keder, üzüntü, sürtüşmeli beklentiler ve stresin sadece kalpte
kardiyolojik bir rahatsızlık değil, aynı zamanda bedenin diğer organlarında da -ülser ve
baş ağrısı gibi- bedenî ve fizyolojik birtakım aksaklıklara sebep olduğunu tespit
etmiştir. 146
Şüphesiz ruhani kalbin beyinle de münasebeti olmakla beraber, Muhammed
Hamdi Yazır, psikolojik öğelerin en sade biçimi olan idrâki ve akli bir işlem olan bilinci
kalpte lokalize eder ve “ne kadar idrakimiz varsa kalpte saklıdır” der.147 Hatta o,
bilincin beyin içinde bir yerinin olmadığını, bunun yerinin kalp olduğunu anlatır.148
Geçen asırda tabiat alanındaki ilerlemeler bütün duyumların, molekül ve
atomlarla izah edilebileceği beklentisini uyandırmıştı. Hatta fizyolog Vogt beynin
fikirleri, böbreğin idrarı ifraz ettiği gibi ifraz ettiğini söylemişti 149İşte Elmalılı’nın karşı
çıktığı görüşler böyle metaryalist ve her şeyi maddeleştiren akımlardır. Çünkü "bilincin
beyin içinde belli bir yeri olduğu bugüne kadar gösterilememiştir, Sözgelişi, bir
televizyon alıcısı, programı izlemek için gereklidir. Fakat programı oluşturan
televizyonun kendisi değildir. Televizyonu kapatınca program var olmaya devam
143 Yazır, a.g.e. , c.1, s.210. 144 ;Bk, Gürses, a.g.t. , s.12. 145 Yazır, a.g.e. , c.1, s.211. 146 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, T.D.V.Y. , Ankara 1985, s.13. 147 Yazır, a.g.e. , c.1, s.214. 148 Yazır, a.g.e. , c.1, s.227. 149 Muammer Bilge, Metabiyoloji, Dizerkonca Matbası, İstanbul 1990, s.248.
47
etmektedir. Hal böyleyken beyin, bir enerji alanından gelmekte olan bizce zayıf
empulsları kuvvetlendirmeye yarayan bir araçtır, diyebiliriz. ”150
Seyyid Kutub’un tefsirine baktığımızda kalp denilen latîf, mucizevi varlığın
Rahmanî hakikatleri açıklamakta kullanılan önemli bir terim olduğunu görürüz. Şimdi
bu ayetlerin Fî Zılâli’l-Kur’ândaki tefsirine ve kalp kelimesinin Kutub’un edebî üslubu
ile ne anlama geldiğini görelim.
Kutub, Kaf Sûresinin 37 âyetinin tefsirine baktığımızda, kalp dediğimiz
latifenin Kur’ân-ı Kerim’deki geçmişteki kavimlerin başına gelen ibretlik hadiselerden
öğüt almayanların, ya kalbi yoktur ya da ölmüştür derken; kalb dediğimiz latîf
melekenin düşüncemizin ve idrakimizin merkezi olduğunu şöylemiş, geçmişteki ibretlik
hadiselerin iyiden iyiye düşünülüp ibret alınmasının gerekliliğini vurgulamıştır. Şimdi
bu âyet ve tefsiri üzerinde düşünürsek bunları görürüz.
“Şüphesiz ki bunda aklı olan veya hazır bulunup kulak veren kimseler için öğüt
vardır."151 “Geçmişdeki insanların başına gelenlerde elbette öğüt vardır. Ama kalbi
olana. Şu halde bu öğütleri tutmayanların kalbi ya oldum olası yoktur, yahutta ölmüştür.
Hayır hayır öğüt almak ibret almak için dikkatle ve uyanık olarak kıssaya kulak vermek
yeterlidir. Bu yapıldığı zaman kıssa ruhlarda yapacağı şeyi yapar. Gerçekten beşer ruhu
geçmişlerin acı âkıbetleri konusunda son derece hassastır. En küçük bir uyanıklık ve en
basitinden bir dikkat, hatıraların harekete geçmesi duyguların canlanması için yeterlir.
Hele böyle canlandırıcı, tesirli bir durumda daha da kolaydır.”152
Kutub, Araf sûresinin 43. Âyetinin tefsirinde “gönüllerin deki kini çıkarıp atarız.
Bunlar insandırlar. İnsan olarak hayatlarını devam ettirirler. Dünya hayatında aralarında
öfkeyi gerektiren bir hal geçmiş olabilir. Her ne kadar bu öfkelerini yenseler ve zararsız
hale getirmişlerse de kalplerinde az da olsa bir emarenin kalmış olması mümkündür.”153
demiştir. Buradaki ifadeleri düşündüğümüzde “kalplerinde az bir emarenin kalmış
olması mümkündür.” derken, insanoğlunun kin ve öfke gibi olumsuz duyguların insan
tarafından ne kadar bastırılırsa bastırılsın iç âleminde az da olsa yer edeceği ve
150 Nils Olof Jacopson, Ölümden sonra Hayat, Çev. Nilgün Tepeköy, Milliyet Yayınları, 2. Baskı, 1974,
s. 244. 151 Kaf 50/37 152 Kutub, Fî zılâl-îl-Kur’ân, c.14, s.35. 153 Kutub, a.g.e. , c.6, s.85.
48
unutulmayacağı zikredilmiştir. Görüldüğü gibi Kutub, kalp dediğimiz latîf varlığın kin
ve öfkenin saklı bulunduğu yer mânâsında psikolojik bir terim olarak kullandığı
görülür.
Seyyid Kutub, Yunus sûresinin 57. Ayetinin tefsirinde şöyle demiştir: “Evet bu
kitap kalbinizi iyileştirmek size afiyet ve huzur vermek, rahat, emniyet, sükûn ve imanla
birlikte selamet vermek için gelmiştir. Bu kitap imandan payını almış gönüller için
sonsuz bir hidayet kaynağıdır. Dalaletten ve azaptan sizi kurtaracak olan rahmettir.”154
Kutub burada “kalbinizi ihya etmek” ve de “kalbinizi iyleştirmek” ifadelerinden de
anlaşıcağı üzere insanın ruhsal olarak iyi durumda olması anlamında kullandığı
görülmektedir.
Aynı şekilde Kutub’un Ra’d sûresinin 28. Âyetinin tefsirine baktığımızda da
kalp kelimesinini psikolojik bir meleke olarak zikrettiğini görüyoruz.
“Dikkatli olun kalpler ancak Allah’ı anmakla huzura kavuşur.”155 Allah’ı
anmakla mü’minlerin kalplerinin huzura ermesi gerçeğinin çok derin anlamı vardır ve
bunu ancak iman aydınlığından nasibini almış ve Allah’a mülâki olmuş kalpler anlarlar.
Ne var ki O’nu bilmeyen ve anlamayanlara kelimelerle ifade etmek güç hem de çok
güçtür. İletemez kelimeler o anlamları. Bu kalpten kalbe akan bir duygudur. Huzur
bulur kalp O’nunla, sırılsıklam olur hazzından ve oluk oluk emniyetin ve selametin
aktığını fiilen hisseder. Ve işte o zaman onlar ki, bu kâinatta tek başına değildir.
Çevresinde bulunan herşeyin kendisine dost ve arkadaş olduğunu anlar… Çünkü
çevresinde bulunan her şey Allah’ın yaratmasıdır ve o Allah’ın sığınağına iltica
etmiştir.156
Kutub, Secde sûresinin 9. Âyetinin tefsirinde şunları kaleme almıştır: “
Sonra onu düzeltip tamamlamış ve ruhtan ona üflemiştir. Size de kulaklar, gözler ve
kalpler vermiştir. Ne de az şükrediyorsunuz.”157 “İşte gerçek Allah… ve işte O’nun
ulûhiyetinin eser ve delilleri. İşte şu da görülen kâinat sayfası. Sınırlı insan idrâkının
ötesinde uzanıp giden bilinmezlikler âlemi… İnsanın doğuşu ve hayat merhalesi… İşte
154 Kutub, a.g.e. , c.8, s.14. 155 Ra’d, 13/28. 156 Kutub, a.g.e. , c.8, s.547-548. 157 Secde, 32/9.
49
Allah bu apaçık gerçek olan kitabında onları gösteriyor insanlara…”158 Görüldüğü gibi
Kutub’un “kalpler vermiştir” ifadesinde ve diyer âyetlerin tefsirinde geçen kalp
kelimesinin bir organdan ziyade, insan idrakinin ulaşamadığı bilinmezlikler âleminin
Kur’ân’daki hakikatlerle gözler önüne serildiği, bununda Yüce Yaradanın insana vermiş
olduğu kalp latifesi yani düşünce ve idrak mekanizmasının ne denli mükemmel bir
kabiliyet ve esrarlarla dolu psikolojik bir varlık olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak baktığımızda Seyyid Kutub’da kalp kelimesinin geçtiği âyetlerin
tefsirinden anladığımız kadarıyla, kalp denilen göğsün sol tarafındaki bir mucizevî
organın maddi yönünden ziyade, psikolojik bir meleke ve mânâ alemindeki kavramsal
yerini, Bu psikolojik melekeyle kastedilen anlam zenginliğini, zihinsel dünyamızın
derinliği içindeki rolünü, idrakımızın merkezi olduğunu, biz biz yapan yagane kutsî,
latîf bir kavram oldunu, İnsan aklının alamayacağı açıklamakta acziyetimizi itiraf
ederken Rahmanî bir sır hazinesi olduğunu görürüz.
2.1.3. Akıl
Akıl doğuştan gelen sonradan kazanılmayan zihni fonksiyonlar ve tecrübeye
şekil kazandıran önsel sentetik formların kaynağı, insanı diğer canlılardan ayıran ve
zihnin tutarlı ve istikrarlı çalışmasını sağlayan rûhî kabiliyet olarak tanımlanır.159
“Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a göre; histeki nur gibi, zihni dışa, nefsi
öteki alemle münâsebet içinde nefse bağlayan bir bağ160olduğunu söyleyen Elmalılı,
Kalbin kaynağı, insan ruhunda, beynin ışığında bulunan manevi bir nurdur ki insan
bununla hissedilemeyen şeyleri kavrar. Akletmek, sebebler ile sonuçlar, eser ile müessir
arasındaki ilgiyi yani illiyet kanununu ve onunla alakalı diğer hususları idrak ederek
eserden müessire veya müessirden esere yahut bir müessirin iki eserinin birinden
diğerine intikal eylemektir ki, mantık denilen bu intikal sayesinde bir eseri mahsustan,
gayrı mahsus olan müessiri apaçık keşfeden idrak aracı akıl diye adlandırılır.161”162
158 Kutub, a.g.e. , c.11, s.511-512. 159 Hüseyin Certel, Kur’ân’da İnsan, Tuğra Matbaası, Isparta 2000, s.21. 160 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2720. 161 Yazır, a.g.e. , c.1, s.566. 162 Bk, Gürses, a.g.t. , s.15.
50
Bütün fen bilimlerinin ve insanlık şerefinin odağı saydığı, ilimlerin olmazsa
olmaz ilkesi olarak gördüğü ilmiyet prensibinin iyice idrak ve takbiki sayesinde akıl,
Allah’ın varlığını ve birliğini tanır, keşfeder. Başka bir ifade ile emrine sunulduğu
illiyet ilkesi ile akıl, Allah’ı bulma ve keşfetme aracıdır. İşte bu ilkelerde aklın iki tür
seyri vardır. Birincisi, ağır, tedrici ve belirli sürede düşünerek seyridir ve buna da
”fikir” denir. Diğeri de bir anda, bir hamlede isteğine vasıl oluverecek derecede seri
olan seyridir ki buna da “hads” (sezgi) denir. Elmalılı bu noktada sezgi (Intuition) yi de
ikiye ayırmaktadır: birincisi, kesbidir ve uzun süren tahsil, çalışma ve tecrübeden
meydana gelen alışkanlıktır. Diğeri ise doğuştan Allah vergisidir ki buna da “kuvvei
kudsiye” adı verilir ve edinme gayretinin hiçbir hükmü olmamasına rağmen, bu nevi ani
kavrayan akıldan az veya çok nasibi vardır. Bu olmayınca da kesbi aklın hiç hükmü
olmaz. Bunun sınırlandırılmayan birçok aşamaları vardır ki, basit bir zekadan Enbiya
akılları derecesine kadar gider. Bunun en yüksek mertebesi ise sebepten sonucu,
sonuçtan sebebi, evvelden ahiri, ahirden evveli, kemali yakın ile gören ve Elmalılı’nın
kalem-i ilahi ve nuru Muhammedi” diye söylediği aklı evveldir.163
Yeryüzünün en üstün varlığı olan insan, bu seçkinliğini akla borçludur. Fakat
akıl, her hükmünde doğruya isabet edemeyebilir. Ancak bu aklın değerini sarsmaz.
Çünkü aklın neyin iyi neyin kötü olduğunu bilebilmesi için insanî ömrün kifayet
etmeyeceği kadar uzun tecrübeler yaşaması gerekir. Oysa bu mümkün değildir. Bu
nedenle tebliğ ve nakil, akıl için klavuz olmaktadır.164
Elmalılı, zihnimizde kristalleşmiş mantıki kanıtın buhar şekli olan sezgileri bir
kenara bırakmaz. “İlliyet mebdei (nedensellik ilkesi) ve tenakkuz mebdei gibi hakkı
idrâke vesile olan asıl sebeplerin yanında “bizim nisbi ve cüz’i olan sezgilerimizle aklı
evvele ve bu sayede de hakka yakınlığımız vardır.”165 demiştir.
Aklı kendi fenomen alanında spekülasyondan uzak olarak ele alan Hamdi Yazır,
dış dünyadan duyu organlarıyla algıladıklarımızın akli bir işleme tabi tutulduğu şuurda
aklın seyrini şöyle açıklıyor: akıl, şuurun mefhumunu tahlil ve terkibi ile özünü alır ve
bundan istidlâl ile içinde ve ötesinde alakadar olduğu, ihtiyaç duyduğu şeylere intikal
163 Yazır, a.g.e. , c.1, s.568. 164 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5858; c.4, s.2720. 165 Yazır, a.g.e. , c.1, s.568.
51
eder. Bineanaleyh akıl, bağıntı şuurundan başlar. Bunun için onun ilk kanunları butlan
(yitim), ayniyet (özdeşlik), gayriyet (başkalık), tenakus ( çelişki) şuurlarıdır.166
Sonuç olarak Muhammed Hamdi Yazır, akla, akli fonksyonlar itibariyle bakar.
Aklın metafizik bağlantılarını da kesmez. Akıl illiyet prensibini güzelce idrak ettikten
sonra Allah’a giden yolu bulur ve O’nu keşfeder. Bu nedenle herşey haddi zatında
insanı akılla Allah’a ulaştıracak sıra düzeni içerisindedir. Başka bir ifadeyle İbn-i
Sina’da olduğu gibi “Allah, illiyetin başlangıcı ve gayenin sonucudur.”167 Akıl Allah’ın
verdiği doğuştan bir kabiliyettir, bir bütündür ve onun kendisine göre hakka ulaşmada
çeşitli seyri vardır.
Kutub, Bakara sûresinin 170 ve 171. Âyetlerinin tefsirinde şöyle demiştir: “Ya
durum böyle idiyse; onlar hâlâ atalarına uymakta ısrar edecekler midir? Bu ne taklit, bu
ne taassup? Bu yüzden âyet-i kerime onların halini taklitçi ve mütaassib tavırlarına
yaraşan, azarlayıcı ve tekdir edici ve bir tablo halinde canlandırıyor. Söylenenden başka
bir şey anlamayan, çobanlarının haykırışını mânâsız sebeplerden ibaret sayan, başıboş
bir hayvan resmi var tabloda hatta onlar, hayvandan da aşağıdırlar. Hayvan görür, işitir
ve bağırır. Fakat onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Her ne kadar kulakları, dilleri
ve gözleri olsada, bu Kur’ân’dan istifade edip, hidâyete ermedikten sonra onlar
sağırdırlar, kördürler, dilsizdirler. Hilkatinin sebebi olan vazifeleri yerine getirmeyen
kötürümleşmiş uzuvlar gibidirler. Sanki ne gözleri, ne dilleri, ne de kulakları var.”168
Kutub, bu âyetin tefsirinde ilâhî emirlere uymayan ve bunları aklen kabullenmeyen
insan guruhhunu tasvirinde “Söylenenden başka bir şey anlamayan, çobanlarının
haykırışını mânâsız sebeplerden ibaret sayan, başıboş bir hayvan resmi var” derken, akıl
melekesini işletmekten aciz olan insan güruhunu, hayvan ve hayvandan daha aşşağı
seviyede olacağını anlatarak, insana verilmiş olan bu kutsi akıl melekesinin ne denli
mükemmel bir kavram olduğunu ve insanın bu meleke sayesinde ne denli üstün ve daha
üstün seviyelere çıkacağını bu ve benzeri âyetlerin tefsirinde de izah etmektedir.
Kutub, Bakara sûresinin 242. Âyetinin tefsirinde şunları söylemiştir: “Böylece
bu hükümlerde beyan edilen şekilde… Bu, muhkem, dakik, tesirli ve duygulandırıcı bir
166 Yazır, a.g.e. , c.1, s. 224. 167 Yazır, a.g.e. , c.1, s. 567. 168 Kutub, a.g.e. , c.1, s. 323-324.
52
anlatışla… Allah; sizi akla ve tedebbüre çağırıyor. Onların gerisinde gizli olan hikmete,
rahmete ve tecelli eden nimete dâvet ediyor. Katiyetle birlikte müsamaha ve kolaylık
nimetine… Ondan hayata akan selâmet nimetine sevk etmek için âyetlerini böylece size
açıklıyor. Eğer şu insanlar akıllarını başlarına alıp bu ilahi emirleri düşünselerdi
bambaşka âleme girerlerdi: Taat ve teslimiyet rıza ve kabul ruhlardan ve akıllardan
coşan selamet âlemine…”169
Psikolojik melekelerden olan akıl, Kur’ân-ı kerimin birçok âyetinde
geçmektedir. Seyyid Kutub’un, bu âyetlerin tefsirine baktığımızda genelde kâfir ve
münafık güruhunun İslam’ı kabul etmeyerek yalanlamaları neticesinde Allah Azze ve
Celle’nin sert bir şekilde karşılık verdiğini görmekteyiz. Kutub’un edebi kişiliğinin
vermiş olduğu olgunluk neticesinde, akıl denen bu psikolojik melekenin benzetme,
tasvir ve kinayeli anlatımlarla düşünce boyutumuza yeni anlam ve mânâları kattığını
görürüz.
2.1.4. Nefis
“Günlük dilde kullanılan sözlük anlamı ve metafizik anlamından başka tamamen
psikolojik anlamda kullanılan nefis kelimesini Yazır, iki boyutlu olarak kullanır.
Birincisi insanı oluşturan tüm özelliklerin karmaşık örgütü, bilen varlık, ene şuuruna
sahip ruh ve bedenden müteşekkil zat;170 ikincisi, tanrının buyruklarını yerine getirmede
umarsız, yasaklarından kaçınmada bir beis görmeyen, şeytanın avukatlığını yaparak
insanın yüce alemle kuracağı münasebeti geciktiren fakat terbiye ve riyazet ile seviye
kazandırabilen, şehvet, zevk, keyf ve bencillik eğilimleri taşıyan motivasyon
mekanizması, başka bir ifade ile tamamen haz alma prensibine göre hareket eden insan
tabiatının en alt bölümü ve seviye kazandırıldığında olgunluğa ve doygunluğa erişebilen
insan tabiatı.171”172
İnsan kişiliğini meydana getiren “ zat” (öz)’e her topluluğun verdiği özel isimler
vardır. Nefs, ruh, akıl, gibi. Bu farklılık sadece verilen isimlerdedir. Anlam aynıdır,
aralarında bu yönde fark yoktur nefs-i natıka, kalp gibi. Bu farklılık sadece verilen
169 Kutub, Fî zılâl-îl-Kur’ân, Birleişik Yayıncılık, c. 1, s. 531. 170 Yazır, a.g.e. , c. 8, s. 5856. 171 Yazır, a.g.e. , c.8, s. 5473-5856. 172 ;Bk, Gürses, a.g.t. , s. 17
53
isimlerdedir. Mana birdir, aralarında bu yönden fark yoktur.173 Elmalı’da nefsi zat ben
ve ruh terimleriyle ifade etmektedir. Fakat burada zikredilen ruh sadece ruh değil, nefs
ile eşanlamlı ruh-beden münasebetini ifade eden bir kavramdır.174
“Elmalılı nefsi, “ruh ile bedenden müteşekkil olan öz veya bedeni koruyan
durumda olan ruhtur.” 175 Nefs, birşeyin kendisi denilen zat ve hakikattir. Nitekim “ o
binefsihi kaim” denir. Bizatihi, yani kendi kendine duruyor demektir. İnsanın nefsi de
ben dediği zat ve hakikati, kendisine farklı işleri içinde tek başına bir şuuru, bir duygusu
olan kendisidir. Bu itibarla biri duyan; şair, birisi de duyulan meşhur olmak üzere iki
yönü vardır. Nefsin hakikati bu iki yönün birlik ve uyumu noktasındadır.176 Ve nefis,
benlik şuuruna sahip olan zattır.177”178
İlk önce ben ve benlik şuuruna sahip varlık olarak tanımladığı nefs kelimesini
Elmalılı, daha sonra Muhasibi’de de olduğu gibi “iç-güdü mekanizmasının, iç ve dış
duyulardan gelen fizyolojik ve sosyal nitelikteki etkilerin şekillendirdiği eğilimlerin
tümüne verilmiş bir ad”179 olarak kullanılır. Bu bize, günümüz psikolojisinin ancak son
merhalede ulaşabildiği “bütüncü” yaklaşımın, daha önce Müslüman ilim adamlarınca
çok iyi kavranmış olduğunu göstermektedir.
Motivasyon mekanizmasını oluşturan nefs hevasının peşine takılarak Allah’ın
yasakladığı davranışları gerçekleştirmeyi isterken yapılması gerekenler karşısında
tembeldir. Heva, nefsin kendiliğinden meylettiği arzusu, mücerret durumudur.
Hevasının peşine düşen kimselerde Rab sevgisi hiç yoktur. Sadece bir bencillik vardır,
sadece kendi keyf ve zevklerini düşünürler.180 Böylece Elmalılı çağdaş psikoloklardan
farklı olarak nefsi sadece psikolojik kendiliğindenliği içerisinde değil, fakat Allah ile
ilişkisi bakımından da analize tabi tutmaktadır.
173 Abdülhamit İrfan, “İslam tefekküründe ruh meselesi”, Çev. M. Saim Yeprem, Nesil dergisi, c.2, say.7,
1978, s.18. 174 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5856. 175 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5856. 176 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5814. 177 Yazır, a.g.e. , c.6, s.4128; c.8, s.5814. 178 ;Bk, Gürses, a.g.t. , s.18. 179 Aydın, Muhasibi’nin tasavvuf felsefesi, s.83. 180 Yazır, a.g.e. , c.6, s.4570.
54
Şüphesiz insan içinde beliren arzu ve istekler hemen haricileştiriyor değildir.
Çoğu kez arzu ve isteklerimizi ve eğilimlerimizi bloke ederiz veya çatışmaya girmeden
gerçekleştirebilecek ortamı arar ya da bunları bastırırız. Nefis bir yönüyle şeytanın
yardımcısı, onun avukatıdır. Şeytanın fısıltılarıyla nefiste hevasının peşine düşüp
sefahate dalma meyilleri kabarır. Fakat bazen kendiliğinden, sebebi olmayan biçimde,
nefsin haricileşme eğilimlerinde bir azalma, telaş ve heyacanın kesilmesi söz konusu
olur. Hamdi Yazır’ın bu hale yine ismini Kur’ân’dan aldığı “sekinet” demektedir. Nasıl
meydana geldiği hususunda bilgi vermekle beraber Elmalılı sekinet hasıl olunca “nefsin
diğer cihete olan esintileri kesilir; nitekim bu hale bıçağa sikkin denir”181 diyor. Bu
durumda nefsin olumsuz vasıflarında bir değişmenin mümkün olabileceğini ortaya
koymaktadır.
İslam tasavvufunda nefsi emmareden nefsi merdıyyeye kadar olan nefsin
katmanlarını terbiye ve riyazet ile alakalı sülukte bir mertebe182 olarak gören Hamdi
Yazır, nefse seviye kazandırmanın, ruhun beslemesi ile olgunlaşmasına uygun olmak
üzere azasının, kuvayı zahire ve batınasının düzenine konulması 183 ile mümkün
olabileceğini söyler.
Ruh ile bedenden müteşekkil zat, ben, ego anlamında kullandığı nefsi Elmalılı,
insan yaradılışında var olan eğilimlerin nominal varlığı olarakta görmektedir. Kur’an da
nefsin sıfatı olarak kullanılan emredici (emmare)184, pişmanlık duyan ( levvame),185 razı
olan (radiye),186 kendisinden razı olunan (merdıyye),187 olgunluğa ve doygunluğa
erişmiş olan (mutmainne)188 sıfatlarının seyri sülükte birer mertebe olduğunu söyler.
Peygamberimizin nefs konusunda ettiği duayı hepimizi etmeye davet eder: “Allah’ım
benim nefsime takvasını ver ve onu temizle. Sen onu temizleyenlerin en hayırlısısın.
Sen onun varisi ve Mevlası’sın”189
181 Yazır, a.g.e. , c.6 s.4410. 182 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5473. 183 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5856. 184 Yusuf, 12/ 53. 185 Kıyame, 75/2. 186 Fecr Suresi, 89/27-28. 187 Fecr Suresi, 89/27-28. 188 Fecr Suresi, 89/27-28. 189 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5862.
55
Kutub, Nisa sûresinin 135. Âyetininim tefsirinde şunları söylemiştir:
“Adaletinizde heveslere uymayın” hevesler çeşit çeşittir. Kendi şahsını sevmek,
hevestir. Aile ve yakınlarını sevmek, hevestir. Şehadet ve hükümde fakirlere
merhametle muamele etmek hevestir. Zenginlere güzel muamele etmek hevestir.
Zengindir diye kötü davranmakta hevestir. Hüküm ve şehadet mevzuunda aşiret, kabile,
millet, devlet ve vatan taassubu da hakeza hevestir. Sürü sürü, çeşit hevesler… Hepside
Allah’ın yasak ettiği bir davranışa vesile olan duygular… haktan ve doğruluktan
saptıran müeessir vasıtalar…”190
Kutub, Tâ-hâ sûresinin 15 ile 16. Âyetlerinin tefsirinde şunları söylemiştir:
“Binaenaleyh ona inanmayan hevesine uyan kimse seni bundan alıkoymasın, yoksa
helâk olursun…” Şu halde kıyameti yalanlayanları bu harekete sevk eden âmil
heveskarlıktır sağlam bir ruh yapısına sahip olan kişi dünya hayatının sonunu kimsenin
bulamayacağını bu dünyada herşeyin en mükemmel olarak gelişmeyeceğini, adaletin
tamamıyla tahakkuk edemeyeceğini bilir ve buna kendisini inandırır. Ve kabul eder ki
insan için mukadder olan kemâl noktasının gerçekleşmesi, amellerde ceza unsurunun
tahakkukunu sağlayan mutlak adaletin yerini bulması için mutlaka bir başka hayata
ihtiyaç olacaktır.”191
Kutub, Furkan sûresinin 43. Âyetinin tefsirinde şunları söylemiştir: “Heva ve
hevesini kendisine tanrı edinen kimseyi gördün mü? Sen mi bekçi olacaksın ona?”192 Bu
ifade doğrusu çok gariptir. Dışa vuran bir psikolojik haleti derinliğine gözler önünde
canlandırmaktadır. Bir ruh ki sabit ölçüleri yitirir, belli mikyasları kaybeder, mazbut
değerlerden mahrum olursa arzu ve isteklerine boyun eğer, şehvetlerinin mahkûmu olur,
kendisine tapılırsa artık o ruh hiçbir ölçüyü kabul etmez, hiçbir ciddiliği benimsemez.
Hiçbir mantık kaidesini dinlemez azgın heveslerini tanrılaştırmaktan ve onlara
tapınmaktan başka bir şey yapmaz.193
Yüce Allah kulu ve habibine bu tip kimselerin durumu hakkında dostluk ve
sevimlilikle yumuşaklık ve ünsiyetle hitap buyuruyor: “gördün mü?” ve sonra hiçbir
delile dayanmayan, hiçbir gerçek değeri olmayan mantıkî hiçbir esasa istinat etmeyen
190 Kutub, a.g.e., c.3, s.492. 191 Kutub, a.g.e., c.10, s.32. 192 Furkan, 25/43. 193 Kutub, a.g.e., c.10, s.536-537.
56
bu örneklerin durumunu anlatan, dile getiren bir resim çiziyor ve böylece onların
hidayetten yüz çevirmelerinden dolayı peygamberinin gönlünü alıyor. Bu tiplerin
hidayete ermesi kabil değildir. Peygamberin onların üzerine bekçi olması ve kendilerini
konturol etmesi mümkün değildir ve buna aslâ gerek yoktur: “Sen mi bekçi olacaksın
ona?”194
Bu arzularına tapınanları, şehvetlerinin mahkumu olanları, gerçekleri ve delilleri
inkâr ederek arzu ve isteklerine göre tevcih edenleri kötüleyici bir adım daha atıyor
âyeti kerime ve onları duymayan, düşünmeyen, hayvanlara benzetiyor. Bir adım daha
ileri giderek onları hayvanlık seviyesinden de aşağılara itiyor, esfeli safîline
yuvarlıyor.195
Kutub’un yukarıdaki ve bunlara benzer âyetlerin tefsirlerine baktığımızda,
ifadelerdende anlaşılacağı üzere “nefs” konusunda içinde barındırdığı heves-şehvet –
bencillik vb. gibi olumsuz duygulaarın insanın iç âleminde nasıl tahribata yol açtığını,
İlâhi rızaya giden yolları nasıl kapattığını, insanı hayvandan aşşağı bir seviyeye nasıl
yuvarladığını, psikolojik bir yıkımla ruh perdesinin nasıl yok olup gittiğini edebî bir
şekilde izah etteği görülmektedir.
2.2.Genel Psikoloji
2.2.1. Duygular
İnsanlık tarihinde din duygusu, insanın en bariz niteliklerinden birisi olarak
devamlı kendini göstermiştir. İnsan tarihin her döneminde kendisinin insan üstü bağları
bulunduğunu, ihtiyaçları için kendisini aşan yüce bir kudrete yönelmesi gerektiğini
düşünmüştür.196 Elmalılı da teessüri hayatımızın duyumlarımızı nasıl türlü renklere
boyadığını, nasıl eğilimlere sebep olduğunu, insanı gayesine ulaştırmada ne derece
etken olduğunu belirtir ve bunu ifade eder.197 Bu noktada o, duyguların şuur âlemiyle
olan münasebetini de şöyle dile getirir: Şuur kısmen nefsin hoşlanmak, tiksinmek, neşeli
olmak, sıkıntılı olmak gibi bir durumuyla ayrılır ki, buna zevk veya his (duygu) denir.
194 Kutub, a.g.e. , c.10, s.537. 195 Kutub, a.g.e. , c.10, s.537. 196 Certel, Kur’ân’da İnsan, s.35-36. 197 Yazır, a.g.e. , c.2, s.1076.
57
Bu his bir noktaya kadar basit ve müphem olsa bile o duygunun sebebine bir dış değer
isnat edebilirse buna ihsas (duyum) denir. Ve şuurun ilmî kıymeti bu yöndedir.198
Şüphesiz duygular bizim idraklerimizi renklendirmekle kalmaz, içimizde
kendiliğinden uyanırken bize kim olduğumuz hakkında, kendi tabiatımız hakkında bilgi
verir. Başka bir ifadeyle duygu âlemimiz benliğimizle ve bunun gelişimiyle yakından
alâkalıdır.199
Kutub, Tekvir sûresinin 17 ve 18. Âyetlerinin tefsirinde şunları söylemiştir.
“Kararmaya başlayan geceye and olsun.”200 Kararmayı gösteren “As’asa” kelime iki
“As”dan meydana gelmiştir. Bu kelimenin seslerinin titreşimi gecenin hayatını
ramzetmektedir. Gece, umumî haliyle ve görülmeyen hareketleriyle sanki bu sesi
çıkarıyor. Bu tabir, son derece düşündürücü ve hayret verici mânalar akla
getirmektedir. Aynı durumda “ağarmaya başlayan sabaha and olsun”201 tabirinde
de bunu daha canlı olarak görmekteyiz. Sabah nefes alıp veren bir canlıdır. Yani
şafağın görünmesi açık olan kalplere onun bilfiil nefes aldığı duygusunu vermektedir.
Nefesleri her canlıya sirayet eden ışık, hayat ve harkettir. Öyle zannediyorum ki;
Arap dili her türlü ifade zenginliğine rağmen sabahı ifade eden bu tabirin bir
benzerini ihtiva etmemektedir. İfade ve tasvirin güzelliğinden zevk alan, herkes “geri
kalıp gizlenenlere, akıp giderken ışık verenlere, kararan geceye, soluk almaya başlayan
sabaha” ilahi sözlerinde duygusal ve ifade açısından büyük bir zenginlik olduğunu
farkeder. Değinmekte oldukları evrensel gerçekler bir tarafa bunlar gerçekten güzel,
üstün ve zarif bir ifade zenginliğini dile getirmektedir. insanlığın duygularına kat kat
duygular katmaktadır. Fecrin manzarası, görebilen ruhlara teneffüs ettiği intibaını
verir.202 Kutub burada edebi kişiliğinin vermiş olduğu zenginlikle âyette geçen ifadeleri
benzetme sanatıyla birlikte betimliyor ve hadiseyi insan ruhunu okşar bir şekilde
anlatırken zihni âlemde duygu dediğimiz psikolojik melekeyide gözler önüne seriyor ve
duygu dediğimiz psikolojik melekeyi canlı ve hareketli bir varlıkmış gibi trasvir ediyor.
Ve bu âyetlerin tefsirine şöyle devam ediyor.
198 Yazır, a.g.e. , c.1, s.226. 199 Gürses, a.g.t. , s.28. 200 Tekvir, 81/17. 201 Tekvir, 81/18. 202 Kutub, a.g.e. , c.16, s.55-56.
58
İnsan, ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Kalb ve akıl melekelerine
sahiptir. Duygu ve organ sahibidir. İnsan bünyesindeki bütün bu güçler uygun şekilde
gelişip, sağlıklı bir şekilde gıdalarını almadıkça, insanın mesûd olması, kurtuluşa ermesi
adil ve dengeli bir şekilde inkişâf etmesi mümkün değildir. Sağlıklı bir medeniyetin
oluşturulabilmesi, ancak dini, ahlaki, aklı ve bedeni her yönüyle insanın tatmin edildiği
bir ortamın oluşturulması ile mümkündür. İnsan ancak böyle bir ortamda rahatlıkla
insani olgunluğuna ulaşabilir. Deneyimlerle sabit olmuştur ki böyle bir ortam, ancak
hayatın önderliği ve medeniyetin dizginini, hem ruha ve hem de maddeye inanan dini ve
ahlaki hayatta güzel örnekleri oluşturan yetkili, sağlıklı, akıllı, yararlı ve sağlıklı ilim
sahibi olan kimselere vermekle mümkündür..."203
Kutub’un insan denen âlemin en şerefli varlığını anlatan bu ve benzeri
âyetlerinin tefsirlerine de baktığımızda ruh ve bedenden müteşekkil olan insanın duygu
dediğimiz canlı ve hareketli bir psikolojik kavramı nede güzel izah ettiğini görmekteyiz.
Yukarıda da belirtildiği gibi “İnsan, ruh ve bedenden müteşekkil bir varlıktır. Kalb ve
akıl melekelerine sahiptir. Duygu ve organ sahibidir. İnsan bünyesindeki bütün bu
güçler uygun şekilde gelişip, sağlıklı bir şekilde gıdalarını almadıkça, insanın mesûd
olması, kurtuluşa ermesi adil ve dengeli bir şekilde inkişâf etmesi mümkün değildir.”
Derken duygu dediğimiz psikolojik kavramın bir canlı gibi gıdaya muhtaç olduğunu,
bununda Rahmânî hakikatlerin göstermiş olduğu yol doğrultusunda beslenmedikçe
insanın huzur, mutluluk vb. gibi duygulara ulaşamayacağını izah etmeye çalışmıştır.
2.2.2. Şuur(Bilinç)
Elmalılı M. Hamdı Yazır’a göre; şuur açık duygu ile hissetmektir. Yani şu anda
his halinde olan ve henüz hafızaya ve akla tamamen geçmemiş bulunan zahir bir ilimdir
ki unutmanın zıddıdır. İdrakin ilk mertebesi yani bir şeyin kuvveyi akliyeye ilk ulaşma
aşaması, ilk tecellisidir. Zira ilim nefsin manaya vusulüdür. Ve bu vusulün bir takım
aşamaları vardır ki şuur bunların birincisi yani nefsin manaya ilk ulaşma aşamasıdır. O
mananın tamamına nefsin vukufu hasıl olunca tasavvur, bu mana şuurun zehabından
203 Kutub, a.g.e. , c.16, s.356-357.
59
sonra tekrar geri dönebilecek biçimde ruhta baki kalmış ise hıfz, bunu istemeye
hatırlama, tekrar bulan vicdana zikir diye isim verilir.204
Elmalılı şuuru duyum, tasavvur, idrak, şuur dışı gibi kısımlara ayırmaktadır.
Ancak bu, tahlil bakımından bir isimlendirmedir. Başka bir ifade ile bir bütünü
meydana getiren iç içe geçmiş parçaların isimleridir ve şuurun birliğine ve bütünlüğüne
zarar vermez. Zihnî hayatın en alt öğelerinden üst unsurlara kadar hepsine birden şuur
demesi bunu teyit etmektedir.205
Tam şuursuzluk baygınlık ve ölüm hallerinde vardır.206 Bu nedenle Elmalılı da
normal bir insanın şuursuz hayatını kabul etmemektedir . Bunun yanında öğrenme ve
belleme konularında şuursuz olmayan ancak şuurdışı denilen hallere dikkat
çekmektedir. O'na göre şuur istikrarlı değildir. Hıfz ise istikrarlıdır. Bunun için hıfz
unutmayıda beraberinde getirir. O zaman bellenen gayri meş’ur ( bilinç dışı) olur.
Bundan da anlarız ki, lâ şuurî (bilinçsiz) denilmese bile şuur dışı olan işler ve hadiseler
vardır.207
Bilinç adı verilen yetenek sayesinde insan, hem bir olayı yaşar hem de onun az
çok farkında olur. Yani insan, bir olayı yaşarken içinden neler geçtiğini bilebilir veya
onları sonradan hatırlayabilir.208 Ancak ister şuur olayı olsun ister daha basit gibi
görünen duyum vakıaları olsun daima karmaşık (komplex) vetiredir, mürekkeb bir
tekliktir. "Şuurdan, ihsaslar, düşünceler, hisler ve iradeler gibi batini kuvvetlerimizin
heyeti mecmuasından mürekkeb vahdet manasını anlıyoruz.209” Her şuur birlik içinde
bir ikiliği, ikilik içinde bir birliği muhtevidir. Ve bir anda iki şuur olmaz. Lâkin
şumullü bir şuur olabilir.210Kendimizi bildiğimiz günden buyana algıladığımız
olayların, anıların, duyguların, düşüncelerin, aralarındaki bağların, değerlendirmelerin
hepsinin şu anda bilincine varabilir miyiz? Deneyin. Olamaz. Ancak bir olayın bilincine
varıp ondan sıyrılıp bir başkasının bilincine varabiliyorsunuz.211
204 Yazır, a.g.e. , c.1,s.293. 205 Yazır, a.g.e. , c.1, s.224. 206 M. Şekip Tunç, İnsan ruhu üzerinde gezintiler, Cumhuriyet Matbası, İstanbul,1943, s.155. 207 Yazır, a.g.e. , c.1, s.224. 208 Baymur, a.g.e. , s.18. 209 Heoffding, a.g.e. , c.2, s.71. 210 Yazır, a.g.e. , c.1, s.224. 211 Gökçe Cansever, İçimdeki Ben, Beta Basım 3. Bask, İstanbulı 1985, s.96.
60
İki ya da daha çok şeyler arasındaki ilişkiler bütününe bağıntı denir. İzafet
(ilişki-bağıntı) şuurun ilk kanunudur. Çünkü şuurun hakikati, ruha, kendisinin,
kendisindeki veya haricindeki bir işin mevcut tecellisidir ki bu tecelli itibari veya hakiki
bir izafetin sonucudur.212
Bunun yanında şuur, aynı zamanda bir bilme işidir. Akıl şuurun ötesinden başlar
fakat ondan bütün bütün kopuk ve ayrı değildir. Şuurlu veya şuursuz her ruh vakası
daima bir terkibin (sentez ) mahsûlüdür. İlmin, aklın derinliği terkiplerin büyümesi
nisbetinde iç içe girecek ve katlanacak bağıntı şuurlarının katlanarak artmasıdır. Aklın
bunlar üzerindeki seyrine nazar ve fikir denir. Asıl ilim bu sentezlerdeki son şuur
bağıntısının gerçeklik bağıntısına, yani hakikate ait hüküm iledir. Yani şuurun ilkesi,
hakkı mutlak gibi, fikrin, aklın ve ilmin hedefi de hakkı muayyendir. Demek oluyor ki
aklın bütün cereyanına sürekli temayüz etmiş şuur hadiseleri refakat eder. Bu cereyanın
aleti akıl, merkezi kalp, sonucu ise ilim veya hayaldir.213
Şuuri hayat ile beyin arasında samimi bir irtibat bulunması gerekir.214 Fakat
mataryelist psikoloji şuuru, tamamen insan beyninin bir özelliği olarak
değeriendirmektedir.215 İşte bu noktada Elmalılı ayrılır. O'na göre şuur bir kalp ve ruh
olayıdır. Ve yine O'na göre ikilik içinde bir izafet gibi tecelli eden şuur hadisesini
hareket, haz alma ve maddî izlenim hadiselerinden ayırt edemeyenler, ruha, kalbin
sırrına aşina olamazlar da kalp ve ruh diyecekleri yerde, beyin der dururlar. Göz ile
fotoğrafı, gramafon ile kulağı, ağzı bir gibi zannederler. Beyin bir kütüphane olsun, onu
okuyan kim?216
Kutub, konuyla ilgili tefsirinde şunları söylemiştir: Beşeriyet tarihinin muhtelif
dönemlerinde, kendilerini kendi elleriyle sınırlı his dünyalarının ve görülen alemlerin
zindanı içine kapayan, iman ve şuur aracılığıyla sağlanabilen en büyük gerçekle
bağlantı sağlayacak bilgi ve aydınlık pencerelerini tıkayanlar, az veya çok görülmüştür.
Onlar, kendileri için tıkadıkları aydınlık deliklerini başkalarına da tıkamaya
çalışmaktadırlar. Bunun adına bazen cahiliyet, bazen lâiklik demektedirler. Her ikisi de
212 Yazır, a.g.e. , c.1, s.225. 213 Yazır, a.g.e. , c.1,s.225. 214 Heoffding, a.g.e. , c.2, s.121. 215 Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitapevi, 6. Baskı, İstanbul 1982, s.33. 216 Yazır, a.g.e. , c.1, s.227.
61
insan için büyük bir zindandır. Acı ve işkencedir. Bilgi ve aydınlık kaynağından
kopmak demektir.217
Bu âyetler bunlar gibi daha birçok mesajı vicdanlarımıza iletmekte, daha birçok
düşünceyi kafamızda canlandırmaktadır. Bu mesajların ve düşüncelerin sonucu olarak
zihnimizde şu bilinç oluşur: İnsanın yaratılışı, hayat yolculuğu ve bu yolculuğun akıbeti
bir amaca, belirli bir plana bağlıdır. Bu hayat sahnesinde belirleme aşamasından sonra
varlığını sürdürmesi, hayat sürecini devam ettirmesine gelince bunun ayrı bir hikayesi
vardır. Okuyoruz: " Biz İnsanı katışık bir nütfeden yarattık. Onu imtihan ederiz, bu
yüzden onu işitir ve görür kıldık.(İnsan 76/7)"218
Bundan ötürü o, insanı "işitici" ve "görücü" kılmış, yani onu gerekli duyu
organları ve algılama yetenekleri ile donatmıştır. Amaç onun algılayabilmesi, karşılık
verebilmesi, nesneleri ve değerleri kavrayabilmesi, bu algılara ve kavramalara
dayanarak hüküm verebilmesi ve seçim yapabilmesi ve yaptığı tercihlere göre sınavını
başarı ile sonlandırabilmesidir. Demek ki, yüce Allah'ın insan soyunun sürmesine ve
belirlediği yöntem ki bu karışım nitelikli bir su damlasından insan yavrusu yaratmaktır.
İnsan fertlerinin çoğalmasına ilişkin iradesinin arkasında bir hikmet, bir gâye vardır.
Ortada "rastgele"lik diye bir şey yoktur. Bu sûrenin amacı bu canlı türünü sınavdan
geçirmektir. Bundan dolayı ona algılama, karşılık verme, bilgi edinme ve seçim
yapabilme yetenekleri bağışlamıştır. İnsanın yaratılışı, algı ve kavrama yetenekleri ile
donatılması ve hayatı boyunca denenmesi, bütün bunlar belirli ölçülere bağlıdır.219
Kutub’un tefsirindeki yukarıdaki ifadelerine baktığımızda şuur konusunda,
duyum ve algılarla varlık âleminin sırrana giden bilgiye ulaşmada bir araç olduğunu
söyleyebiliriz.
2.2.3. Basiret
Algı (idrak), nesnel dünyayı duyular yoluyla öznel (enfüsî) bilince aktarma
işidir. Algı, duyu organları aracılığıyla, gerek dışımızdakilerin gerek içimizdekilerin
farkına varmaktır. Örneğin, görme duyumuz her iki gözümüze ve çeşitli planlarda
217 Kutub, a.g.e. , c.15, s.203. 218 Kutub, a.g.e. , c.15, s.414 219 Kutub, a.g.e. , c.15, s.414-415.
62
beliren iki ağaç imgesi getirir. Bu iki ağaç imgesi zihni bir işlevle tekleşir. Tekleşen bu
imgeye hafızada biriken eski algılardan gerekli olanlar da çağrışım yoluyla eklendikten
sonra ağaç algısı gerçekleşmiş olur220. Seçicilik, değişmezlik ve derinlik algısı algının
başlıca özellikleridir221 . Bir takım vakıalarla karşılaştığımız zaman hemen bunları
manalı, bir bütün halinde organize ederek idrak ederiz222. Psikolojik olayların en yalın
öğeleri olan algıları Elmalılı kalbî bir vakıa olarak değerlendirir. "Göze nisbetle basar ne
ise kalbe nisbetle basiret odur"der. Gözlerin görmesine sebep olan ve görme kuvveti
denilen "görme nuruna basar denildiği gibi kalbin görmesine sebep olan ve dilimizde
kalb gözü denilen kuvve-i müdrikeye ve bunun yanında zeka, fetanet ve firaset denilen
ve bir işin zahirine ve batınına dikkat ve nüfuz ile gereği gibi idrak eder bir derecede
açık ve parlar olması haline basiret denilir ki ilahi bir nurdur.223
İnsan ruhu içten dışa ve dıştan içe olmak üzere iki türlü çalışmaktadır. Bir
idrakin motivi dikkatdir. Niyetli ve kasıtlı bir yöneliş olan dikkatle ancak bir şeyin
zahirini ve batınını idrak edebileceğimizi Elmalılı bilir ve bunu ifade eder. Ancak O,
idraki yalın bir algı olayı olarak görmek istemez. Vasıtalı (rational) bilgi edinme yolu,
olan ve davranışın cognitiv (zihnî) yönünü oluşturan idrak anında insan sadece bu anı
değil, geçmişi ve geleceği de yaşamaktadır. Bu nedenle 0, algıyı bilinçle algılama ya da
algıladığını da algılama demek olan basiret (tamalgı) ile ifade eder. "Alman düşünürü
Leibniz tarafından ileri süzülen Kant ve Herbart tarafından da kullanılan ve bilincin de
bilinci ya da kendinin bilinci 224" demek olan basireti Elmalılı şöyle tanımlar: İnsanın
bir basarı bir de basireti vardır. Basar, ışığı ve renkleri idrak eden zahiri gözdür. Basiret
de kuvvei âkiledir. Bu iki idrakten ikisi de idrak edilenin görünmesini gerektirir.
Binaenaleyh ikisi de nurdur. Fakat göz nurunda bazı kusurlar saymışlardır ki akıl
nurunda bu yoktur. Ezcümle kuvvei basira kendisini ve idrakini ve diğer mahsusatı
cüz'iyye (özel tikeller) ile makulatı ve külliyatı (tümeller), geçmiş ve geleceği
220 Hançerlioğlu, Ruh Bilim Sözlüğü, s.17. 221 Aydın, Davranış Bilimlerine Giriş, s.2017. 222 David Krech, S. Richard Crutohfield, Sosyal Psikoloji, çev. Erol Güngör, Ötüken Neşriyat, 3. Baskı,
İstanbul 1980, s.109. 223 Yazır, a.g.e. , c.3, s.2018. 224 Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, s.393.
63
göremediği halde akıl gücü hem kendini, hem idrakini, hem araçlarını, hem külliyatı
idrak eder. Ve basira (göz) idraklerinden çok ilerilere ve derinliklere gider.225
Kutub Hud Suresinin 112. âyetinin tefsirinde şunları söylemiştir: “Âyette geçen,
basar mastarından türemiş basir kelimesinin kullanılmasının konu ile yakından ilgisi
vardır. Çünkü burada basiret, güzel idare ve takdir görmektir.”226
Kutub, tefsirinde insanın başına gelen belalar neticesinde basiret denen
psikolojik kavramın nasıl tecelli ettiğini şöyle izah etmektedir: “Mü’minlerin îmanının
kuvvetlenmesi için elbette belâ lâzımdır. Şiddetler; gizlenmiş kuvvetleri, saklı enerjileri
coşturup meydana çıkarır. Mü’minin îmanı, şiddet darbeleri altında daha da
kuvvetlenir. Gerçek ölçü ve değer, zorluklara karşı tahammüldür. Şiddette çekingenlik,
hilekârlık kalmaz. Bütün bunlardan daha mühim olan taraf da fertlerin şiddet
esnasında yalnız Allah’a yönelip, gönlünü masivâdan temizliyerek, yalnız O’na
bağlamasıdır. Şiddet esnasında bütün perdeler kalkar; basiret tecelli eder; göz
alabildiğine ufukları seyre dalar ve kâinatta mü’min, yalnız Allah’ı görür. Hiç bir şey
yok; yalnız O var. Hiç bir güç yok; yalnız O’nun gücü var... Hiç bir irade yok; yalnız
O’nun iradesi var... Yegâne sığınak O... Kur’an bu mertebeyi ne güzel ifâde ediyor :
“Sabredenlere, müjdele ki onlar, bir musibete dûçar olduklarında ‘biz Allah içiniz ve
yine O’na döneceğiz’ derler.” İşte o an mü’minin ruhu, doğru düşüncenin dayanağı
olan tek gerçekle, biricik realite ile bütünleşmiş olur.”227
Kutub, Bakara sûresi 273. Âyetinin tefsirinde, muhtaç oldukları halde
hayâlarından ötürü zenginlerden bir şey talep edemeyen olgun mü’minleri anlatırken
onları keşfeden mü’minleri izah ederken şunları söylemiştir: “Bu gibi kimseleri
tanımayanlar iffet ve hayâlarından ötürü onları zengin sanırlar. Hâlbuki derin
hislere sahip, basiretli kimseler o iffetin gerisindeki hâli anlarlar. Onlar
hayâlarından her ne kadar durumlarını gizleseler de halet-i ruhiyyeleri simalarından
okunur. Gayet ulvî bir insan nümunesini resimleştiren şu kısacık âyet-i kerîme,
gerçekten çok derin duygular ve ilhamlarla doludur. Şu kısa âyet-i kerîme, canlı
resimlerle dolu gâyet mükemmel bir manzarayı arz etmektedir. Sanki bu âyetteki
225 Yazır, a.g.e. , c.5. , s.3517. 226 Kutub, a.g.e. , c.8, s.276. 227 Kutub, a.g.e. , c.1, s.301.
64
her cümle; bir sanatkâr fırçasının temasları imiş gibi çizgileri ve alâmetleri, duyguları
ve infialleri resimederek belirtmekte ve insan âyet-i kerîmeyi henüz bitirmemişken
yavaş yavaş şekiller belirmekte, yüzler meydana çıkıp, şahsiyyet gözle görülüyormuş
gibi tezahür etmektedir. İşte insan tiplerini canlandırmakta Kur’an-ı Kerîm’in takip
ettiği fevkalâde metod budur. Sanki belirtilmek istenen tip, canlı bir varlık imiş gibi
ortaya çıkmaktadır.”228
Belki böylece fıtratlarına, bu fıtratın Allah ile yaptığı mukaveleye, yüce Allah'ın
kendi beyinlerine yerleştirdiği basiret ve idrak güçlerini kullanmaya yönelip dönüş
yaparlar... İnsanın bünyesine yerleştirilen bu gizli yeteneklere dönüş yapmak, kalplerde
Tevhid gerçeğini harekete geçirmeye ve onu Tevhid akidesi üzerinde yaratan, sonra ona
merhamet ederek hatırlatmak ve uyarmak için mucizelerle desteklenen peygamberler
gönderen tek yaradıcısına dönmelerinin teminatıdır.229
Kutub, Yusuf sûresinin 6. Âyetinin tefsirinde şöyle söylemiştir: Allahüteâlâ
Yûsuf’u peygamber olarak seçecek, bu münasebetle ona lütfettiği olağanüstü duygu ve
basiret sayesinde Yûsuf, cereyan eden her hadisenin bütün esrarına vâkıf olacak… Bu,
Allah’ın ona vereceği ilham demektir.230
Kutub’un yukarıdaki âyetlerin tefsir ve izahlarından da anlışacağı gibi basiret
Allah Teâlâ’nın kuluna bahşettiği bir ilham gücü ve insanın olay ve hâdiseleri gerçek
mânâsıyla algılayıp, olay ve hâdiselerin esrarına vakıf olmak şeklinde bir izah yaptığını
görmekteyiz.
2.2.4. Dikkat
Dikkat, psiko-fizik enerjinin bir nokta üzerinde toplanması demektir. Bu da
gözlerin bir noktaya dikilmesi, bazı kasların büzülüp gevşemesi gibi, bir olayı ya da
nesneyi iyice kavramak üzere organizmanın hazır bir duruma girmesidir231 . Bağlanmış
228 Kutub, a.g.e. , c.2, s.101-102. 229 Kutub, a.g.e. , c.3, s.261. 230 Kutub, a.g.e. , c.8, s.363. 231 Feriha Baymur, Genel Psikoloji, İnkilap Yayınevi, İstanbul 1984, s.120.
65
ve yansızlaşmış ruhsal enerjinin kolaylıkla aktarılabilmesi ve gerekli olaya gereken süre
boyunca boşalabilmesi dikkattir.232
Elmalılı, dikkati harici (ihsas), nazarî (fikir) ve iradî olmak üzere üç yönü ile ele
almaktadır. "İlk iki yön yalnız iç müşahede bakımından değerlidir. Daha doğrusu sadece
iç müşahede bakımından kabul edilir. İradî dikkatte bir gaye takip olunur. Teemmül ve
muhakeme bir istikamet olarak fikirler arasında seçim yapılır233”Daha doğrusu İsteyerek
baktığımız veya dinlediğimiz zamanki teveccühe iradeli denir .234
Elmalılı’ya göre dikkat; sadece iradeli bir olay değildir. Objenin durum
özelliklerinden dolayı insanın isteği dışında dikkatini çeken durumlar da vardır. Elmalılı
apaçık görmenin dikkatle teveccüh edip bakmakla çok yetkin alakalı235 olan yönlerini
belirtir. Ancak O, hareket, tekrar, farklılık, şiddet ve büyüklük gibi objenin dikkat çekici
özelliklerini belirtmeksizin dikkati şöyle yorumlar: Görme hadisesi ne kadar cebri
olursa olsun, onda nefsin nazar ve dikkat gibi iradesiyle alâkadar olan istendik işlerin
karışma payı vardır. Ve hatta görmenin açıklığı dikkatle alâkalıdır. Onun için bir bakışa
ilişmiş olduğu halde dikkatten kaçan bir takım şeyler bulunur ki ya hiç görmeye
ulaşmaz ya da kapalı bir surette ilişir.236
Bakara sûresin 117. Âyetinin tefsirinde Kutub şunları söylemiştir: Bu âyet,
dikkat denen mekanizmayı bir noktada topluyor. İyiliğin sıfatları anlatılırken sabırlılığa
bu şekilde özel bir dikkat çekilmiş olmasının ağırlıklı bir anlamı vardır. Bu dikkat
çekme üslubu sabırlıları ön plâna çıkarıp diğer sıfatları taşıyanlardan daha imtiyazlı bir
konuma çıkarıyor. Allah'a, meleklere, kitaba, peygamberlere inanmak, sevilen malı
gözden çıkararak başkalarına vermek, namaz kılmak, zekât vermek ve antlaşmalara
bağlı kalmak nitelikleri karşısında bu niteliğe seçkinlik kazandıran bir dikkat çekme
işlemidir bu. Bu da sabırlılar için büyük bir derece ve sabır sıfatının Allah'ın terazisinde
değerli sayıldığını gösteren bir dikkat çekme olayıdır. Böylece tek bir âyet i’tikat
esaslarıyle şahsî ve malî mükellefiyetleri birleştiriyor ve hepsini bölünmeyen bir bütün,
ayrılmayan bir birlik haline getiriyor. Ve bütün bunlara da bir tek ünvan koyuyor :
232 Cansever, a.g.e. , s.95. 233 G. Dwelshauvers, Psikoloji, çev. Mustafa Şekip Tunç, Devlet Basım Evi, İstanbul 1938, s.326-327. 234 Norman L. Munn, Psikoloji İnsan İntibakının Esasları, çev. Nahid Tendar, M.E.B. , 3. Baskı,
İstanbul, 1965, c.2, s.173. 235 Yazır, a.g.e. , c.2, s.162. 236 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2868.
66
“Bırr” yahut da hayrın tamamı. Veya bâzı hadislerde varit olduğu gibi îmanm bizzat
kendisi... Hakîkatta bu; İslâm tasavvurunun kâmil bir hülâsası, İslâm nizamının
mütekâmil bir prensibidir. O olmadan İslâm olamaz.237
Kutub’un dikkat konusundaki izahına baktığımızda Bakara sûresinin 177.
Âyetinin tefsirininden de anlışacağı gibi insanın bedeninin ruhunun ve fiillerinin
şümulüyle gerçekleşen bir zihinsel mekanizma olduğu anlaşılmaktadır.
2.2.5. Algı Yanılmaları
Zihinde duyumların yanlış olarak yorumlanmasına "yanılsama" denir.
Uyaranların nitelikleri, duyu organlarının özellikleri, geçmiş yaşantılar, duygular,
heyacanlar, kuvvetli istekler, korku ve kaygılar gibi türlü öznel faktörler sık sık algı
aldanmalarına yol açar. Algılama eyleminde olayların bir fotoğraf makinası gibi
saptanamayıp yorumlanması, gözle görünen, kulakla işitilen her şeyin kesin olarak
doğru olduğu kanısının gerçekliğine gölge düşürür238. İllüzyon (algı yanılması) yanlış
idraklerdir. Bir illüzyon hali yaşadığımız zaman, durumun objektif ölçüsüne uymayan
bazı şeyler yaşarız. Hepimiz de illüzyon halleri yaşarız239 . Mesela bir tren
kompartımanında otururken yandaki rayda hareket eden bir katar, bizim hareket
ettiğimiz yanlış algısına yol açabilir240.
Elmalılı, sihir ve hokkabazlık konularını incelerken, idrak yanılmalarına değinip
geçiverir. Tahayyülat, el çabukluğu denilen sihirlerdir ki bunlara sihirden ziyade
hokkabazlık adı verilir. Bunun esası hissiyatı yanıltmaktır. Bu tıpkı, vapurda giderken
sahili hareket ediyor gibi görmeye benzer.241
Seyyid Kutub’a göre; Kutub algı yanılmalarını tefsirinde büyücük yaparak gözü
ve duyuları yanıltmak olarak anlatmış ve şunları söylemiştir: “Büyücülüğe gelince, zira
büyü gerçek değil bir hayal oyunudur. Gözü ve duyuları yanıltmaktır. Bu
yanıltmaca ve göz boyacılığı o dereceye varır ki bazen hissî olan şeyler hakikat imiş
237 Kutub, a.g.e. , c.1, s.335. 238 Baymur, a.g.e. , s.141. 239 Munn, a.g.e. , c.2, s.183. 240 Baymur, a.g.e. , s.141. 241 Yazır, a.g.e. , c.1, s.444.
67
gibi gelir insana. Nitekim insan gördüğü kişileri başka başka şekillerde ve
sûretlerde görür, Büyülenen kişide bazen organik ve asabi tesirler görülür.”242
2.2.6. Hafıza
İnsanın bütün görüp duyduklarının daha geniş anlamda bütün yaşantılarının
yerli yerinde dosyalandığı arşiv gibidir hafızamız. Başka bir ifadeyle geçmiş yaşantıları
akılda tutabilme gücüdür hafızamız. Geçmişi saklama ve yeniden üretme yetisidir.
Hafıza zihnî bir işlemdir. Ani, çağrışım, psikolojik alışkanlık vb, gibi bir çok zihnî
işlemlerin hafıza ile ilişkileri vardır. Ne var ki hafıza, bütün bunlardan büsbütün ayrı
olarak özneyle nesne arasındaki etkileşimlerin sonuçlarını depolayan ve onları
gerektiğinde yeniden üretip kullanan şuurî bir yetidir. Canlı varlık bir hafızaya sahip
olmasaydı ne alışkanlık ne de bilgi edinebilirdi, ne imgelemi ne de tasarımı bulunurdu.
Dahası hafızasız bir canlı bir eylemi gerçekleştirmeden önce düşünemeyeceği için bir
iradeye de sahip olamazdı. Hafıza özellikle kendi. kendine düşünmesiyle anı, hatırlama,
çağrışım, alışkanlık vb. hafızayla ilişkili bütün zihni işlemlerden ayrılır. Saklananları
yerli yerine koymak ve tanımak bir düzen işidir, düzen de düzeni kullanan için "kendi
kendine düşünme"yi gerektirir. Hafıza bu bakımdan akli düzeni en yetkin bir biçimde
dile getiren bir yetidir.243
Elmalılı’nın çağdaş bir psikolog gibi karşımıza çıktığı konulardan bir tanesi de
hafıza konusudur. O, hafızanın zihin, şuur, gayri meş'ur, anma, hatırlama, düşünme ve
mazi gibi bütün özelliklerini yerli yerinde kullanırken bunu şöyle ifade eder: Şuur
akımları önce birer nokta gibi gelir ve nefiste az çok kalır ve bu kalmasına da hıfz denir.
Hıfz bir zihin kuvvetidir ve bir mazi kıymetini ifade eder. Şuur istikrarlı değildir. Hıfz
ise istikrarlıdır. Bunun için hıfz unutmayı da beraberinde getirir. O zaman bellenen
gayri meş'ur (bilinçdışı) olur. Bundan anlarız ki lâ şuurî (bilinçsiz) denmese bile bilinç
dışı olan işler vardır. Hafızadaki işin ikinci bilincine anma, hatırlama ve düşünme denir.
Ve şuurun devamı ve süreklilik kuvvetleri de bu sayede meydana gelir. Bu suretledir ki
şuurlar terekküb eder. Tasavvura, zihniyye (düşüncelilik) şekillerine ve İlmiyeye kadar
devam eder.244
242 Kutub, a.g.e. , c.10, s.50. 243 Hançerlioğlu, Ruh Bilim sözlüğü, s.44. 244 Yazır, a.g.e. , c.1, s.224.
68
Hatta Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır hafıza konusunu incelerken psikolojinin
ve İslâm Kelâmı'nın önemli konularına da açıklık getirmektedir. Psikolojinin tartışma
ko nularından biri de unutup unutmadığımız ve nasıl unuttuğumuzdur . "Bazı
psikologlar unutmayı geriye ket vurma ile açıklarken bazı psikologlar ise hiç
unutmadığımızı savunurlar",245 Elmalılı’ya göre insan edindiklerini hiç
unutmamaktadır. Unutma dediğimiz şey öğrenilenin şuur seviyesine çıkarılamamaından
ibarettir. O, hafıza konusunda bütün bunları söylerken İslâm Kelâmı’nda tartışılan
"amel defterinin mahiyeti"246 konusuna da açıklık getirir ve derki Amel defterinin asıl
günlüğü insanın her gün kendi hafızasında, kendi boynunda asılıdır.247
Kutub hafıza konusunda Hacc sûresinin 5. Âyetinin tefsirinde şunları
söylemektedir: Ölen her canlının varacağı neticeye ulaşır. Ömrünün en fena
zamanına ulaştırılana gelince bu sayfa hâlâ gözler önünde açık olarak
durmaktadır. Bilgiden sonra, erginlikten sonra, idrâkten sonra ve bunca
mükemmeliyetten sonra bir de bakıyorsunuz ki o bir çocuk haline döndürülmüş.
Evet duygu ve heyecanlarıyla tam bir çocuk... Düşünce ve bilgileriyle tıpkı bir
çocuk... Değerlendirme ve anlayışıyla bir çocuk... Çok basit şeylere sevinmesi ve çok
basit şeyler için ağlamasıyla tam bir çocuk... Hafızası, bilinci ve bilgisi açısından bir
çocuktur artık. Hafızası çocuk hafızası gibi, hiç bir şey saklamaz ve hiç bir şeyi tutamaz.
Hâdise ve olayları teker teker ele alıp aralarında ilgi kuramaması ve bu yüzden
şuurlu bir neticeye vardıramaması bakımından tıpkı çocuk gibi. Daha birisini
öğrenirken bir diğerini unutması yönünden çocukla hiç farkı yok: “Ki bildiği
halde bir şey bilmez olur.” Bir za manlar hayaller kurduğu, uzun uzadıya
düşüncelere daldığı, hattâ Allah’ın zatı ve sıfatları konusunda boşu boşuna yaptığı
tartışmaların ana dayanağını teşkil eden bütün bilgisini, aklını ve düşüncesini
kaybeder.248
Âyetinin tefsirinden de anlaşıldığı kadarıyla Kutub hafıza konusunda, hafızayı
insanın idrak ve şuurunun tam ve mükemmel çalışmasını sağlayan bilgilerin zihinde var
olmasıdır. Şeklinde tarif ettiği anlaşılmaktadır. Aksi takdirde hafıza, insanda çocukluk
245 Baymur, a.g.e. , s.178-179. 246 Nureddin Essabûnî, Maturidiye Akaidi, çev. Bekir Topaloğlu, D.İ.B.Y. , 3. Baskı, s.186. 247 Yazır, a.g.e. , c.8, s.5327. 248 Kutub, a.g.e. , c.10, s.206-207.
69
döneminde zayıf olması ve yaşlanınca kaybolması neticesinde idrak ve şuur
mekanizması tam ve mükemmel çalışmayacak ve insan bildiklerini bilmez hadise ve
olaylar hakkında ilgi kuramaz ve şuurlu bir neticeye varamaz hale gelecektir demiştir.
2.2.7. İtiyad (Alışkanlık)
Çok iyi öğrenilmiş, düşünülmeden yapılan hareketlere alışkanlık denir.
Alışkanlıklar kişiliğin önemli bir yanını oluşturur. Bilgiler, beceriler ve tutumlar her biri
bir alışkanlık haline gelebilir.249 İtiyad kanunu, zihin hayatının genel kanunları olarak
herkesçe tanınmış ve sentez kanunu haysiyetinde birçok tatbikat bulmuştur. Bununla
beraber, ilmi psikoloji bakımından, itiyad kanununun bugüne kadar verilen formülü
tamamı ile sarih olmaktan uzaktır. Ve hep tasviri bakımdan neticeleri ile tavsif
edilmiştir. Hassasiyete tesir ettiği, harekiyete, koordinasyon ve tedai (çağrışım)
sistemlerine, yani zihni bütün öğrenmelerde fikirler arasındaki bağlanmalara taalluk
ettiği gibi250… Elmalılı’ya göre insanın fıtratı temiz ve iyidir. İnsandan sadır olan kötü
davranışların, sonradan kazanılmış alışkanlıklar neticesinde kazanıldığını savunur. İyi
ve doğruya da itiyadla alışılır. Şüphesiz bu eğitim ve öğretimin gücünü tespit etmesi
bakımından fevkalâde önemlidir. Ancak bu irsiyet faktörlerini göz ardı etmesini
gerektirmez. Elmalılı itiyad hadisesine, itiyad kanunları açısından bakmaz ki
psikolojinin asıl araştırdığı budur; sonuçları itibariyle bakar. İtiyadın biyolojik ve
psikolojik yönlerine girip onları araştırmaz. Hatta hayatı, "Lamarcke gibi itiyad ile izah
etmeye 251" kalkar ve der ki: İyiliklere itiyad ile alışılır. Kötülükler de alışkanlık ile
içinden çıkılmaz bir "ikinci tabiat" olur. Cereyanı hayat bu alışkanlığın kazanılması
demektir. İlk fıtratta insan iradesinin alâkası yoktur. Fakat itiyadda ilk hissesi
mühimdir.252
Kutub, itiyad (alışkanlık) konusunda Âl-i İmran sûresinin 135. Âyetinin
tefsirinde şunları söylor: Fuhuş, günahların en büyüğü ve en çirkinidir. Fakat şu dinin
müsamahası fuhşa dalanları Allah’ın rahmetinden kovmuyor. Kafilenin gerisine de
atmıyor. Mü’minler kafilesinin... Sadece onları bir şartla muttakiler mertebesine...
Mertebelerin en yücesine yüceltiyor. O şartlar, bu dinin tabiatını meydana çıkarır.
249 Baymur, a.g.e. , s.176-177. 250 Dwelshauvers, a.g.e. , s.91-92. 251 Munn, a.g.e, s.93. 252 Yazır, a.g.e. , c.1, s.225.
70
Yeter ki, Allah’ı zikretsinler. Hatalarını bildikleri halde alışkanlık haline getirip ısrar
etmesinler. İnat edip de utanmadan günahlara dalmasınlar... Diğer bir tâbirle Allah’a
kulluk ve en sonunda ona teslimiyet çerçevesi içine girsinler. Allah’ın himayesinde
affın, merhametin ve faziletin muhitinde bulunsunlar... 253
Kutub, bu âyetin tefsirinde itiyad (alışkanlık) konusunda bazı kötü davranışların
terk edilmeyerek devam etmesi neticesinde, insan hayatında bu davranışların yer etmesi
anlamında kullandığını görmekteyiz.
2.2.8. Rüya
Uykuda beliren imgelerin tümü254 demek olan rüya ruhsal yönden uykuda
duyuların çalışmaktan durmasıyla, hayallerin algı yerini alması halidir. Uyuyan adamın
etrafından almakta devam ettiği, yarım ve bozuk duyumlar bunun yanında geçmişte
alınan algıların anıları 255 rüyayı etkileyen faktörlerdir. Rüya muhayyilenin en pasif
yönünü yansıtır. Rüyada her çeşit imge, bir organın etkisiyle meydana gelen duygusal
bir algının etrafında birleşir ve gruplaşır. Rüya muhtevasına tesir eden faktörler arasında
şunlar sayılabiliriz:256
1- Çocukluk yıllarından beri saklanan anılar.
2- Gündelik hayatta iz bırakacak şiddette heyecanlı olaylar, korkular.
3- Gündelik hayatta karşılaştığımız şuurumuz tarafından farkedilmeyen fakat beş
duyumuz ile idrak edilen olaylar, manzaralardır.
4- Şuurdışı etki ve ilhamlar (melekten-şeytandan gelen etkiler). 257
Rüyalar konusu gerçekten çok karmaşık, ruhun mahiyeti ve fonksiyonları
bilimsel olarak tam anlamıyla anlaşılıncaya kadar kesin bir şey söylemek biraz zor
görünüyor. Çağımızdaki uyku araştırmacıları rüyaları en basit bir ifadeyle “gündüz
253 Kutub, a.g.e. , c.2, s.454. 254 Hançerlioğlu, Ruh Bilim Sözlüğü, , s.131. 255 Taner Cücü, “İslam’da Rüya Amel İlişkisi”, Diyanet Dergisi, Sy.2, Ankara 1977, c.16, s.93 256 Munn, a.g.e. , s.94. 257 Munn, a.g.e. , s.94.
71
nasılsanız rüyalarımız da öyle olaçaktır" şeklinde tanımlamaktadırlar. Hepimiz günlük
sıkıntı ve meşgalelerimizin bizleri rüyalarımızda da meşgul ettiğini gözlemişizdir.258
Rüya konusunda en eski teorilerden biri "rüyaların ruh sağlığına olumlu etki
yaptığını” ileri sürmekteydi. Fakat REM uykusu konusundaki araştırmalar bu teoriyi
çoktan rafa kaldırdı. Freud, rüyaların "şuuraltı motivasyonların anlaşılmasında ana
unsurlar” olduğunu ileri sürmüştür. O'na göre rüyalar özetle "şuuraltı arzuların
semboller olarak tezahürü” idi. Fakat bazı modern rüya araştırmacıları, tam aksini iddia
etmektedirler; "rüyalar rastgele oluşan (random tabiatlı) nöral tesirler olup bunlara çok
az bir sembolizm eşlik eder. Bazen de hiç bir sembolizm eşlik etmez". Harvard Tıp
Fakültesinde görevli bazı araştırmacılara göre ise, rüyalar nöronlar arasındaki karşılıklı
etkileşimden ortaya çıkmaktadır. REM uykusu esnasında beyin sapındaki nöronlar
yoğun bir faaliyete başlar ve beynimizin düşünme ile alâkalı merkezî olan korteks (gri
cevher) bölgesini elektrik sinyali bombardımanına tutar. Korteks bu sinyallerden bir
mana çıkarmaya başlayınca da rüyalar oluşur.259
Rüya hakkında bu materyalist görüşü de ifade ettikten sonra M. Hamdi Yazır’ın
rüya hakkındaki görüşlerine geçebiliriz. Feriha Baymur’un da başta da ifade ettiği gibi
rüyalar üzerinde fizyolojik etmenlerin de önemli bir rol oynamakta olduğunu, değişik
biçimde yatmanın, koku ve su sesi gibi duygusal uyaranların rüyaları etkilediği
söylemektedir260. . Elmalılı da daha çok bir çağrışım cereyanı olarak değerlendirdiği
rüyada fizyolojik etmenlerin rolünü kabul eder. O bu konuda şöyle demektedir:
Nefsimiz uyku halinde de zahir ve batından tesir alabilir. Ve kendisiyle konuşabilir,
geçmiş hatıraları çağrışabilir. Ve bu suretle rüya veya ahlâm denilen hadiseler meydana
gelebilir.261
Freud'un rüyaları şuuraltı motivasyonların anlaşılmasında ana unsurlar olarak
değerlendirdiğini, rüyaların baskı altına alınmış ve doyumsuz kalmış duygular, arzular
ve düşüncelerin uyku sırasında bilinç alanına çıkmasından ileri geldiğini söylediğini
258 Hikmet Karatosun, Mustafa Şahin, “Uyku ve ötesi”, Bilim ve Teknik Dergisi, Sy.246, Ankara 1989,
s.24. 259 Karatosun-Şahin, “Uyku ve ötesi”, s.24. 260 Baymur, a.g.e. , s.203; Muammer Bilge, Metabiyoloji, Dizerkonca Mat. , İstanbul 1960, s.271. 261 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2863.
72
ifade etmiştik. Elmalılı da bundan daha az farksız olarak rüyaların, "gizli şuur
özellikleriyle alâkalı olduğunu262 "ileri sürmektedir.
Görme, basit bir duyum ile bir çağrışım vereyanımın konusu olduğu gibi, rüya
da bir tesir ile bir çağrışım akımının konusudur. Görmedeki çağrışımın benzeyişinden o
duyumun konusu okunduğu gibi, rüyadaki çağrışımın benzeyişinden de o tesirin konusu
okunaçaktır263 . Buradan da anlıyoruz ki rüyanın temelinde hayata karşı alınan tavır
bulunmaktadır. Rüya bugünle geçmişi ve bazen de geleceği, birleştiren bir köprüdür ve
biz bundan bir takım sonuçlar çıkarabiliriz. Bu konuda örnek teşkil edebilecek bin
rüyadan Adler şöyle bir sonuç çıkarıyor: Genç bir kadın şu rüyayı anlatıyor: Kocası
evlenme yıldönümünü unutuyor. Bunun için karısı kendini kınıyor. Bu rüya, ailede bazı
zorlukların bulunduğunu, bu zorlukların, kadının kendisini küçülmüş, önemsiz
görmesinden meydana geldiğini belirtebilir.264
Eğer bir rüya üzerinde yeteri kadar uzun bir süre ve derin bir şekilde düşünürsek,
onu yanımızda taşır ve evire çevire incelersek, hemen daima ortaya bir şeyler
çıkmaktadır265. Elmalılı rüyanın mahiyetini izah ettikten ve rüyadan sonuç
çıkarılabileceğini ifade ettikten sonra bununla yetinmez, bu yorumu yapabilmenin
şartlarını da belirtir. Rüya tabiri veya yorumu demek o hayali şekillerden bir ciheti delil
bularak ötesindeki hakikata geçebilmek demektir ki bunda en mühim nokta o hayalli
hadiselerin enfüsî olan değeri ile afakî kıymetini ayırabilmektedir.266
Bütün bu izahattan sonra, rüya ile amel etme ve rüyanın gelecek için bilgi verip
vermeyeceği konusuna geçebiliriz. Dr. Jung rüyaların gelecek iyiliklerin ya da
kötülüklerin habercisi olduğu tezini ileri sürmüştür.267Gerçi yapılan araştırmalar bunun
böyle olmadığını ispatlar mahiyettedir. Belirlenen on bin rüyadan ancak üç tanesi
gelecekte gerçekleşmiştir.268
262 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2863. 263 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2868. 264 Alfred Adler, İnsanı Tanıma Sanatı, çev. Şelale Başar, Dergah Yay. 4. Baskı, İstanbul 1985, s.92. 265 Freida Fordham, Jung Psikolojisinin Ana Hatları, çev. Aslan Yalçıner, Onur Basımevi, İstanbul 1983,
s.134. 266 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2864. 267 Hançerlioğlu, Ruh Bilim Sözlüğü, s.131; Fordham, a.g.e. , s.147; Jacobson, Nils Olaf, Ölümden Sonra
Hayat, çev. Nilgün Tepeköy, Milliyet Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul 1974, s.70. 268 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2864.
73
Elmalılı, rahmani diye isimlendirdiği peygamberlerin, velilerin ve sâlih kulların
gördüğü vahy tülü rüyaları, hem gelecek için bilgi kaynağı hem de kendisiyle amel
edilecek, Allah tarafından kulun kalbine ilkâ edilmiş bir uyarı ya da müjde habercisi
olarak görmektedir269. Bir de Elmalılının ahlâm ve şeytanî dediği ruyalar vardır ki
bunlar yorumlanabilir ancak gelecek için haber olma özelliği taşımaz270. Eğer Jung'un
geleceğin habercisi dediği rüyalar velilerin, peygamberlerin gördüğü rüyalar ise ki bunu
tespit etmek çok zordur. Jung'un tezi ile Elmalılı’nın ki çakışmaktadır. Yok eğer Jung'un
tezini ortadan kaldıran araştırmalardaki rüyalar Elmalılı’nın şeytani rüya veya ahlâm
dediğiyse, bunlar da birbirini doğrular mahiyettedir. Velhasıl her iki görüşe de destek
verebilecek yorumlar Elmalılı’da bulunmakla beraber O, bu konudaki
söylenebilecekleri söylemiş değildir. Bundan sonrada rüya hakkındaki görüşler ve
yorumlar katlanarak artacaktır.
Kutub, Yusuf sûresinin 6. Âyetinin tefsirinde rüya hakkında şunları söylemiştir:
“Rabbin seni böylece rüyadaki gibi seçecek, sana rüyaları yorumlamayı öğretecek.
Daha önce ataların İbrahim ve İshak’a nimetlerini tamamladığı gibi, sana ve
Ya’kub soyuna da tamamlayacaktır. Şüphesiz ki Rabbin Alîm’dir, Hakim’dir.”271 Hz.
Ya’kub, Yûsuf ’un rüyasından şu neticeyi çıkarmıştır: Allahüteâlâ her halde Yûsuf’u
peygamber olarak seçecek; daha önce dedeleri İbrahim ve İshak’a nasip ettiği
nimetleri Ya’kub ’un çocuklarına da nasip edecek... Böyle bir tahminde bulunmak
gayet normaldir. Fakat Ya’kup (A.S.) un âyette geçen sözleri arasında: “...Rabbin sana
rüyaları (ehâdîs) yorumlamayı öğretecek…” Şeklinde bir cümle var. Bu cümle üzerinde
biraz durmak gerekiyor. Yorumlamak; bir şeyin mânasını bilmeye çalışmaktır. Bu
mealde kullandığımız (ehâdîs) kelimesinin acaba başka bir mânası yok mudur? Başka
mânası vardır ve şudur: Allahüteâlâ Yûsuf’u peygamber olarak seçecek, bu münasebetle
ona lütfettiği olağanüstü duygu ve basiret sayesinde Yûsuf, cereyan eden her hadisenin
bütün esrarına vâkıf olacak… Bu, Allah’ın ona vereceği ilham demektir. Hz Ya’kup bu
mânayı kastetmiş olabilir. Çünkü sözlerinin sonunda: “ Şüphesiz ki Rabbin Alîm’dir,
Hakîm’dir.” Cümlesini eklemektedir ki, Allah’ın ilim ve hikmet sıfatlarını zikretmesi bu
mânaya pek mutabık gelmektedir. Bununla beraber Hz. Ya’kup (ehâdîs) kelimesiyle,
269 Yazır, a.g.e. , c. 4, s. 2864-2867. 270 Yazır, a.g.e. , c. 4, s. 2867. 271 Yusuf, 12/6
74
Yûsuf'un rüyasını kastetmiş olabilir. Nitekim rüya tahakkuk ederek hadiseler
şeklinde cereyan etmiş, Hz. Yûsuf ‘ta bu hadiseleri bilfiil yaşamıştır... Her iki
ihtimali de kastetmiş olması mümkündür. Ve her iki ihtimal de Ya'kup'la Yûsuf 'un
yaşadıklarına uygun düşmektedir. Bu sûre ve içindeki kıssa rüya ile alâkalıdır. Ve
söz bu noktaya gelmişken rüya üzerinde bir nebze durmak isterim.272
Rüyayı iki kısma ayırmak ve bunlara inanmak mecburiyetindeyiz. Birincisi,
yakın veya uzak gelecekle ilgili rüyalardır ki, tefsirini yapmakta olduğumuz şu
sûredeki sâdık rüyalar önümüzdeyken başka misâl vermeyi zait addediyorum.
Yûsuf'un rüyası... Zindandaki iki arkadaşının ve Mısır hükümdarının rüyaları...
İkincisi; hayatlarımızda cereyan eden ve mevcut olan şeylerin bazılarını zaman zaman
rüyada görmektir ki, bunu da inkâr edebilmek için muannit olmak lâzımdır! Aslında
birinci misâl kâfi geleceği halde, daha iyi kavranabilmesi için ikinci misâli de vermiş
bulunuyoruz. Fakat, rüya denen şeyin aslı ve mahiyeti nedir? Psikanalistlere göre rüya:
“Şuur altına itilen arzuların akıl sansüründen kurtularak bilinç yüzüne çıkmış
şekilleridir.” Fakat bu, rüyaların bir yönüdür. Bütün yönleri değildir. İpe sapa gelmez
görüşler ve ilim hüviyetinden uzak nazariyeler ileri süren Freud, gelecekten haber veren
rüyalardan söz eder. Bu tip rüyaların mahiyeti nedir? Her şeyden önce şunu söyleyelim
ki; rüyanın aslını ve mahiyetini bilmek bize bir fayda sağlayacak değildir. Bizim için
mühim olan, rüya denen şeyin fiilen var olduğu ve bazı rüyaların görüldüğü şekilde
hayat safhalarında cereyan edişidir. Ki, bu tür rüyalara “sadık rüya” denir. Biz sadece,
bu türlü rüyaların beşerle ilgili enteresan yönlerinin bazı hususiyetlerini anlamaya
çalışacağız.273
Bu mevzuda bizim anladığımız şunlardır: İnsanoğlunun herhangi bir hadiseyi
gözüyle görebilmesine engel olan şey, ya zamandır ya mekân... Bunları; mazi,
müstekbal ve hal olarak isimlendiriyoruz. Mazi veya müstekbaldeki şeyleri
görmemize zaman mefhumu engel olmaktadır. “Hal”dekini ise, biraz uzağımızdaki
şeyleri görmemize ise mekân mefhumu engel oluyor. İnsanoğlunda mevcut olan fakat
mahiyetine bir türlü akıl erdiremediğimiz hassalar bazı zamanlar çok daha
kuvvetli ve uyanık olur. Bu anlarda, zaman ve mekân mefhumlarının hudutlarını
272 Kutub, a.g.e. , c.8, s.362-363. 273 Kutub, a.g.e. ,c.8, s.363-364.
75
aşarak, mazideki, istikbaldeki veya haldeki bazı şeyleri müphem şekilde görür. Bu
hal bazı kimselerde uyanıkken his ve ilham şeklinde, bazı kimselerde ise rüya şeklinde
tecelli eder. Bazen sadece zaman mefhumunu, bazen mekân mefhumunu, bazen da
her ikisini birlikte aştığı olur. Bununla beraber ne zaman ne de mekân
mefhumunun asıl mahiyetini gerçek mânada bilebiliyoruz. Her ne kadar madde olarak
tarif ediliyorsa da, bizce gerçek mahiyeti malum değildir. Hak Teâlâ da kulların bilgisi
hakkında öyle buyuruyor: “De ki, size az bir ilimden başkası verilmemiştir.( İsra
17/81)”274
2.2.9. Benlik Şuuru
Benlik, kendi kişiliğimize ilişkin kanılarımız ve kendi kendimizi görüş
tarzımızdır. Bu bakımdan benlik, kişiliğin öznel yanı olarak tanımlanabilir. İç
varlığımızın bütününü teşkil eder. Ben neyim? Ben ne yapabilirim? Benim için neler
değerlidir? Hayattan ne istiyorum sorularına verilebilecek cevapta kendini gösterir.
Böylece benlik, bireyin, özellikleri, yetenekleri, değer yargıları, emel ve ideallerine
ilişkin kanıların dinamik bir örüntüsüdür.275
Ben, kendinin farkında olmaktır ki, bu bakımdan ergince bir bilgidir. Küçükler
kendilerini algıladıkları nesnelerden sayarlar, kendi benliklerinin farkında değillerdir.
Ben, bireyin ne olduğunu, ne olmak istediğini ve çevresinde nasıl tanındığı
konularındaki bilincidir276. Benlik bir takım yaşantılar sonunda kazanılan edinik bir
yapı, bir oluşumdur. Başlangıçta çocuk kendi varlığının farkında değildir. Doğuşta
çocuk "ben" ile "ben olmayan": birbirinden ayıramaz.277
Benlik konusunda, onun mahiyetini belirtir anlamda tarif yapmaktan kaçınan
Elmalılı, benliğin bir bilgi olduğunu belirtir ve benliği ya hiç bulunmaması ya da
bencillik seviyesinde daha ileri durumlardaki marjinal yönleriyle ele alır ve gerçek
benliğin bu ikisi arasında bir yerde olduğunu söyler. Çünki O' nun tipolojisini çıkardığı
insan tipi ortalama insandır. Elmalılı’nın benlik şuuru hakkındaki görüşlerini şöyle ifade
edebiliriz: "Ene" bilinçli bir unutkanlık gibi gizli kalır da akabinde bir teveccühe muhtaç
274 Kutub, a.g.e. , c. 8, s. 364-365. 275 Baymur, a.g.e. , s. 267. 276 Hançerlioğlu, Ruh bilim sözlüğü, s. 49. 277 Baymur, a.g.e. , s. 226; Ayrıca bk.Arthur T. Jersild, Gençlik psikolojisi, (çev. İbrahim N. Özgür)
Takıloğlu Matbaa, 4. Baskı, İstanbul 1987, s. 26-27.
76
olur, ve bunun için çocuğa kendini bilmez denir, "Ene" şuuru hiç bulunmadığı veya hep
"ben, ben" dediğimiz anlarda, ne dışımızdan ne de iç durumumuzdan hiçbir şey
bilemeyiz.278
Kutub, benlik konusunda tefsirinde şunları söylemiştir; insan benliğinde gerçek
îman işaretleri açıkça belirdiği vakit insan yeryüzünün bütün kuvvetlerinden üstün sayar
kendini. Zalimlerin, diktatörlerin ve putların bütün azaplarını küçümser. Böylece, insan
benliğinde inanç hayattan daha üstün gelir. İnanan insan ebedî olan Allah’a yaklaşmayı,
geçici olan fena âleminden üstün görür ve bu dünyayı önemsemez... İnanan kimse neyi
alıp, neyi bırakacağını, ne kazanıp ne kaybedeceğini, yürüyeceği yolda ve tepelerde ne
gibi fedakârlıklara ve dikenlere maruz kalacağını, ne ile karşılaşacağını sormak için
dikilip durmaz. Çünkü inanan kimsenin önünde beliren aydın ufuklar işte orada... Ve o
yolun üstündeki hiç bir şeye bakmaz, hiç bir engeli görmez...279
Biz insanlar, zaman zaman gülünç hareketler yaparız. Kader çarkı durmadan
aynı hızla aynı hedefe doğru yol alır gider. O çarka ayak uyduran kâinattaki
sabit kanunlar uyarınca hareket eder. Biz ise gelir ve bu çarkı hızlandırmak için
çabalarız. Evet şu korkunç ve muazzam kafilenin arasından sadece biz bu çarkı
yavaşlatmak veya hızlandırmak için çabalarız. İşte bu çarkın dışına çıkıp bu seyir
hattından uzaklaşınca bir buhrandır sarar ruhumuzu. Acelecilik, enaniyet,
tamahkârlık, korku ve arzularla dolarız. Kafile yol alırken bir şuraya bir
buraya kaçamak yaparız. Bir şu dişliye bir bu dişliye çarpar yaralanır ve acı
çekeriz. Bir oraya bir buraya kafamızı vurarak parçalarız. Ama her şeye rağmen
çark döner, bütün hızıyla hedefine doğru yol alır. Ve o zaman bizim çabalarımız,
kuvvetimiz boşa gitmiş olur. Ama benliğimizi Hakka verecek ve O’na teslim
olacak olursak mevcudatın ruhuyla hakikaten bir bağlantı kuracak olursak o
zaman bu çark içerisindeki kendi durumumuzu iyice kavrar, kendi adımımızla
kaderin adımı arasında bir ahenk sağlar ve sürati gerektiren hallerde çabucak
uygun adımlarla hareket ederiz. Mevcudatın yaratıcısından alınan varlık
kuvvetleriyle birlikte hareket eder ve gerçekten çok büyük işler yaparız. O
zaman gurur nedir bilmeyiz, çünkü bize bu büyük işleri yaptıran kuvvet
278 Yazır, a.g.e. , c.1, s.227. 279 Kutub, a.g.e. , c.6, s.211.
77
kaynağını biliriz. Ve onun kendi gücümüz olmadığını, bilâkis büyük güç
kaynağına bağlanışımızdan doğduğunu kabul ederiz...280
Yalnız Yüce Allah'tan emir alma nizamı akide ve tasavvur, değer ve ölçü
şeriat ve kanun, sistem ve nizam, terbiye ve geleneklerde ve yalnız ve yalnız
Allah'tan emir alma nizamı. Emir ancak bir tek varlıktan alınabilir. Yalnız ve
yalnız Allah için çalışıp hareket etme nizamı... Hakikate yaklaşmak, şaibelerden
ve engellerden kurtulmak için. Gerek ruhun özünde gerekse çevrede bulunan
eşyada her türlü engellerden uzaklaşmak için. Bunlar arasında şahsî engeller, arzu
ve istekler herhangi bir varlıktan korkup temenni engelleri de bulunur. Bunların yanı
sıra beşer kalbiyle her varlığı sevgi, dostluk, şefkat ve anlayış bağı ile birbirine
bağlayan nizam. Bu engellerden biri de benlik engelidir. Bu varlık aleminin
nesnelerinden birine arzu veya korku ile bağlanma da bunlar arasındadır. Bu
kayıtlardan kurtulmak demek onlardan iğrenip nefret etmek ve onları yaşamamak
için kaçıp kurtulmak demek değildir. Çünkü bütün bu engeller Allahuteâlâ’dan
sadır olmuştur. Varlığını O'nun varlığından alır. Binaenaleyh onlar varlık olarak
kötü değil, iyidirler. Ve sevgili tarafından sunulmuş hediyelerdir.281
2.2.10. Ruh ve Beden
İnsan davranışlarının kökü ruhta mıdır yoksa bedende midir? Başka bir ifade ile
ruh ve bedenin münasebeti nedir? Uzviyetçi görüş (organi-cisme) her şeyi organizmanın
müşahhas tepkileriyle açıklamaktadır. Psychogenisme ise bütün davranışların
başlangıcının ruhta olduğu, bedenin etki ve katkısının olmadığını savunur. Parallelizm
ise beden ve ruh olaylarının karşılıklı bir etki olmadan uyum içinde yan yana
yürüdüklerini savunur. İnsanî anlamda tümcü ve dinamik bir yaklaşımı temsil eden
çağdaş görüşe göre ise ruh ve beden bir bütündür. İnsan, bu iç içe bütünlük içerisinde
hareket eder. Psikomatik tıp, ruh ve beden arasındaki sıkı ilişkiye dikkat çekmektedir.282
Ruh ve bedende, dış etken karşısında cereyan eden haller birbirinden kopuk değildir.
Birinde olan bir değişiklik diğerini de etkiler. Heyacanların, sıkıntıların ve endişelerin
kısaca stresin vücutta fonksiyonel bozukluklar yaptığı, bunların giderek fizyolojik
280 Kutub, a.g.e. , c. 13, s. 33-34. 281 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 436 282 D. Legache, Çağdaş Psikolojinin Özü ve İstikameti, çev. Selmin Evrin, Psikoloji açısından dört
inceleme, İ.Ü.E.F. Yay. , İstanbul 1970, s.61.
78
bozukluklara dönüştüğü bilinmektedir. Tabii ruh-beden ilişkisini karşılıklı olarak ele
almak lazımdır. Ruhi sebeplerle bedeni bozukluklar olduğu gibi bedendeki bir arıza da
ruhta normal olmayan haller doğurmaktadır. Meselâ beyindeki bir ur ağır bir ruhî
hastalığın sebebi olduğu gibi, her türlü hastalığın o kişinin ruhi durumunu bozduğu da
yaşanmış tecrübe ile herkesçe bilinmektedir.283
Şuur mefhumunda, cisim ve ruh nisbetinde toplanmayan bir ilmünnefis
(psikoloji) bulamayız.284 diyerek psikoloji anlayışını belirten Elmalılı, günümüz
psikolojisinin özü ve istikâmetine asla aykırılık arz etmeyen ruh ve beden münasebeti
konusundaki görüşlerini şöyle ifade etmektedir: “İnsan nefsinde ruh ile bedenin çok
ilginç bir alâkası vardır ki, kalp vicdanı ve nefsin birliği bu alâkada tecelli eder. Ve
hakkın birliğine götüren şuur parıltısı bu pençereden girer. Bu alâka sebebiyledir ki
ruhta meydana gelen bir eserden bedene bir eser iner ve bedende meydana gelen bir
eserin ruhta bir takım sonuçları çıkar. Meselâ en basit bir misalle, bir ekşi
tahayyülünden diş kamaşır. Bir facia tahayyülünden baş ağrısı, ateş ve baygınlık
meydana gelir. Bunlar ruhtan bedene inen eserlerdir. Bunun yanında, bedende bir takım
işlerin tekrar edilmesinden nefiste güçlü bir alışkanlık meydana gelir ki Bu da bedenden
ruha çıkan eserlerdir.”285
Kutub, ruh ve beden konusunda şunları söylemiştir: “İnsanların ihtilafa
düştükleri konularda hükmüne başvurmaları gereken yegâne ilah Allahü Teâlâ’dır. O
insanları yaratan, onlara şekil veren, ruh ve beden yapılarını düzenleyen yaratıcıdır.”286
İslâmiyet, insanı ancak bedeni, aklı ve ruhuyla birlikte bir varlık olarak kabul
eder. Ondaki bu hasletlerin birbirine zıt olmadığını haber verir. Ruhun harekete
geçmesi için bedenin hareketsiz kalması şart olmadığından, ikisinin de hareket ve
faaliyetini temin eder. Böylece büyük namaz ibâdetinde, üç kuvveti birlikte
harekete geçirerek, tam bir teslimiyetle Halik’ına yönelir. Kıyam, rükû ve sücutla
vücudunu, kıraat, tedebbür ve manaları tefekkürle aklını ve tam bir teslimiyet içinde
Allah’a yönelmesiyle de ruhunu harekete geçirmiş oluyor ki; bunların hepsi aynı anda
283 Necati Öner, Stres ve Dini İnanç, s.13; Ayhan Songar, Psikiyatri, s. 376. 284 Yazır, a.g.e. , c.1, s. 19. 285 Yazır, a.g.e. , c.4, s. 2363. 286 Kutub, a.g.e., c.13, s. 96.
79
yapılmaktadır. Böyle bir namaz, her rekat ve her çeşidinde İslâm’ın hayat nizamının ve
hayat görüşünün hatırlanmasına vesile olur.287
“Ne hayır yaparsanız , Allah onu bilir.” Mü’min hayır işlerinden ne yaptığını
Allah’ın bilip ona müttalî olduğunu hissiyatında her zaman hatırlaması, Allah’ın
gördüğü ve bildiği hayır amele teşvik bakımından kâfidir. İşte yegâne mükâfat budur…
Asıl mükâfatlardan evvel… Bundan sonra âyet-i kerîme mü’minleri hacc yolculuğunda
yol azıklarını beraberlerinde getirmeyi davet ediyor. Ki burada azık; hem ruhun, hem de
bedenin azığıdır. Rivayet edilir ki, Yemen ailesinden bir cemaat hacca gitmek için
memleketlerinden çıktıkları zaman, beraberlerinde azık almamışlardı. Ve şöyle
diyorlardı: Allah’ın beytini hac ediyoruz da. Bizi doyurmayacak mı? Bu söz; gönlü
Allah’a yöneltmek ve tamamen O’na teslim etmek için lâzım olan hazırlığı emreden
İslâm dininin tabiatına aykırı olmaktan başka Allah’a hitap mevzuunda çekinmemezlik
ifadesini Beyt-i Şerif’i ziyaret ettiklerinden dolayı karınlarının doyurulmasını da
Allah’ın üzerinde bir vazife telâkki etmeleri kokusunu taşıyor. Bu sebepten dolayı âyet-i
kerîme devamlı olarak takvada ısrar eder tarzda, umumî bir ifadeyle hem bedenî, hem
de ruhî azığa işaret ediyor. “Bir de azık edininiz. Şüphesiz ki azığın en hayırlısı,
takvadır. Ey kâmil akıl sahipleri, Benden korkun.” Takvâ, kalbin ve ruhun gıdasıdır.
Kalpler ve ruhlar, onunla yaşar. Onunla kuvvetlenir, gıdalanır ve nûranileşir.
Kurtuluşa ermek ve Allah’a vasıl olmak hususunda da ruh ve kalp takvâya dayanır.
Şüphesiz ki akıl sahipleri; takvâya yönelmeyi idrak edenler ve azıktan faydalanarak
hayırlananlardır...288
İslâm, insanı ne bir hayvan, ne de bir taş olarak, ne bir melek, ne de bir şeytan
olarak ele alır. İnsanı, insan olarak değerlendirir. Bünyesi itibarı ile taşıdığı zaaf ve
kuvveti bir bütün olarak kabul eder. Duygu ve arzuların tahrik ettiği bir beden, takdir ve
ölçü sahibi bir akıl, şevk ve zevk sahibi bir ruhun meydana getirdiği çok şümullü
bir bütün olarak kabul eder... Bunun için de insana ancak takati dahilinde olan şeyleri
yükler. İnsanın omuzuna yüklenilen emirler ile insanın takati arasında bir birlik
meydana getirir ve insanı meşakkatlara koşup, yormaz... Fıtratın temsil ettiği, ruh-
287 Kutub, a.g.e. , c. 1, s. 333. 288 Kutub, a.g.e. , c. 1, s. 408.
80
beden-akıl üçlüsünün bütün ihtiyaçlarını bir intizam dahilinde karşılar... Bundan sonra
insanoğlu dilediği yolu seçme mesuliyyetini kendisi taşır...289
2.3. Para Psikolojisi
2.3.1.Telepati
Parapsikoloji sözcüğü Yunancadaki para ve psikoloji terimlerinden
oluşmaktadır. Böylece, konusu ruhbilime benzeyen, ama ruhbilim dışında kalan olayları
incelemektedir.290 Bugün normal psikolojinin içerisinde ele alınmayan ruhbilim ötesi
telepati, ruhlarla münasebet, herhangi bir fizik etki olmadan eşyanın hareket etmesi
(telekinesis) gibi konular parapsikoloji içinde ele alınmaktadır.291
Parapsikoloji hakkında bu kısa bilgileri verdikten telepati konusuna geçebiliriz.
Birinin kafasından geçirdiklerini ya da uzakta geçen bir olayı duygusal hiç bir bağlantı
olmadan algılama yeteneği292 demek olan telepati, çoğumuzun zaman zaman karşılaştığı
ve özellikle aile bağı yakın olan kimseler arasında görülen bir olaydır, Olabileceğine
inanmayan kişilerin bile bu türden anlatabilecekleri olaylar vardır. Örneğin B.C., evine
dönmekte iken birden çevresindeki her şey kaybolarak yerini bir görüntüye bıraktı.
Annesi ölüm halindeydi. Sonra her şey yeniden eski haline döndü. Çok heyecanlanan
kız, doktora koştu ve onu alarak eve birlikte döndüler. Annesi bir kalp krizi geçirmişti.
Önceden doktora uğramamış olsaydı, ölüm halinde bulunan annesini
kurtaramayacaktı.293 Şüphesiz telepatik olaylar zaman zaman hepimizde cereyan
edebilir. Yolda yürürken herhangi bir sebep olmaksızın yıllardır görmediğimiz bir
arkadaşımız aklımıza gelebilir ve az sonra onunla karşılaşabiliriz. Nitekim çok daha
ileri seviyede yaşanan telepati olayları vardır. Meselâ geçtiğimiz yıl A.B.D. de yaşanan
bir olay buna örnek teşkil etmektedir: Miami kentinden Bili ve Simone Butler çifti
sahilden 680 mil uzakta yatları devrildi. Atmış altı gün denizde kalan çift, kızları Sally'e
sürekli telepatik mesajlar gönderdiler. Telepatik mesajları alan kız sahil korumayı
289 Kutub, a.g.e., c. 2, s. 167. 290 Teoman Alper, Bilinçte Devrim, Hürriyet Yay. , İstanbul 1978, s. 89. 291 Hançerlioğlu, Ruh Bilim Sözlüğü, s. 314. 292 Hançerlioğlu, Ruh Bilim Sözlüğü, s. 314. 293 Alper, a.g.e., s. 91.
81
arayarak, anne-babasının içinde bulunduğu lastik botun nerede olduğu hususunda bilgi
verdi. Daha sonra yaşlı çift kurtarıldı.294
Telepati olaylarının varlığını kabul eden Elmalılı önce onun tarifini yapar ve der
ki: "Tele" kelimesi aslında "uzak" demek, "pati" de etkilenme manasında olduğu için
"telepati" uzaktan etkilenim demek olur. Ve şöyle tarif olunur Bir nefiste duyulan ihsas
(duyarlık)tır ki, o anda vuku bulmuş hakiki bir vak'aya müteallik olduğu halde öyle bir
mesafede o vak’anın o nefis ile bilgisini maddeten imkân dışı gibi gösterirler .295
Telepatik olaylar, yukarıdaki örneklerde de gördüğümüz gibi, verici dediğimiz
kişinin kuvvetli ve yoğun algılama yeteneği ile ilgilidir.296
Kutub, telepati konusunda şunları söylemiştir: “Birtakım kimselerin ilmin
hakikatinin henüz keşfedemediği bazı hassalara sahib olduğu her zaman müşahade
edilir. Kavrayamadıkları ve tesir yollarını öğrenemedikleri halde bazı kimseler o
hassalara bir takım adlar verirler. İşte “telepati” (uzaktan hatırlama). Telepati nedir?
Nasıl olur? Bir kimse uzaklarda, hem de çok uzaklarda olan, insan sesinin ulaşamadığı
ve gözün göremediği mesafelerden birisini nasıl çağırır? Araya bir vasıta koymadan
onunla nasıl konuşur?”297
İşte manyetizma. Manyetizma nedir? Nasıl olur? Bir irade başka birisinin iradesi
üzerinde nasıl hâkimiyet kurabilir? Nasıl olur da biri diğerine bir şeyler söyler, diğeri de
kitaptan okur gibi bunları tekrar eder? İlmin kabul edip, bu hususta söyledikleri; sadece
isim takmaktan ibarettir. Modern ilim; bunların mahiyyeti ve nasıl meydana geldikleri
hususunda hiç birşey söylememiştir. Bundan başka ilmin hayretle karşıladığı pek çok
hususlar vardır. Bunların mevcudiyetini kabul etmek için ya yeteri kadar müşâhedeler
elde edememiş, yahut da onları tecrübe sınırları içine yerleştirebileceği âletler icat
edememiştir. İşte gerçek olan rüyalar. Bütün ruhî değerleri inkâr eden Freud, bunların
varlığını inkâr edememiştir. Ben nasıl olur da bilinmeyen bir geleceğe dair rüyayı
görebilirim. Sonra vuku bulunan hâdiseler benim daha önceden gördüğüm bu rüyayı
tasdik eder? Bu gizli hisler için ilim henüz isim dahi bulamamıştır. Herhangi bir
294 Günaydın Gazetesi, 15 Aralık 1989, s.9. 295 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2919. 296 Jacobson, a.g.e. , s.47. 297 Kutub, a.g.e. , c.1, s.203.
82
hâdisenin biraz sonra vuku bulacağını, yahut da herhangi bir şahsın az sonra geleceğini
nasıl oluyor da hissediyorum? Ve gerçekten de hissettiğin o hâdise birkaç dakika sonra
meydana geliyor, beklediğim insan çıkıveriyor. Bu nasıl oluyor? İlmin, bunları
tecrübe tahtasına yerleştireceği âletleri yoktur, bu imkânlara sahip değildir diye bilfiil
insan oğlunda var olan bu gizli kuvvetleri basit bir şekilde reddetmek gayet tuhaftır.
Gayemiz her türlü hurâfeleri kabul edip, efsaneler peşinden koşmak değildir. Doğru ve
mantıkî olan, insan aklının bu meçhûller ummanı önünde biraz durup düşünmesidir...
Ne doğrudan doğruya inkâr, ne de doğrudan doğruya red. Bugün kavranılamayan
şeyleri kavrayabilecek çarelere ulaştıktan sonra, imkânlar nisbetinde o çarelerle bu
hâdiseleri bilgi hududu içine sığdırmak. Yahut da meselenin aklın takati üstünde olup,
hudutları haricinde bulunduğunu, onu kavrayacak güçte olmadığını kabul etmek. Ve
hâdiselerin muhakemesini meçhul hesaplara bırakmak...298
Bugüne kadar ondan bilfiil zuhur eden öyle şeyler görülmüştür ki, bunların
tahlilini yapmak mümkün olamamıştır. Meselâ; insanoğlunun hiçbir vasıtaya baş
vurmadan çok uzak yerlerdeki kimselerle irtibat kurup temas ettiği fiilen tespit
edilmiştir. Bu, bizlere kadar ulaşan mütevatir haberler ve müsbet tecrübelerle
sabittir. Elimizdeki mevcut bilgilerle bu sırların künhüne vâkıf olmak mümkün
olmuyor. Bugün hipnotizma ile uyutma hadisesi hepimizin gözleri önünde cereyan
eden ve inkârı mümkün olmayan bir vakıadır. Bununla beraber kimse mahiyet ve
sırrını çözemiyor. Bunların dışında, insanoğlu denen kâinatın, insan cihazının daha
bilmediğimiz ne sırları vardır.299
2.3.2. Sihir
Sihir, doğrudan parapsikolojinin konusunu teşkil etmiyorsa bile, yine
parapsikoloji gibi normalüstü olaylardan bahseden psikoloji kitaplarında işlendiğinden
dolayı bu bölümde incelemeyi uygun gördük.300
Gerek ilkel toplumlarda, gerekse tarihsel süreç içinde, ruhlar dünyasından ayrı
olarak bir de büyü konusuna rastlanmaktadır. Büyü iyiye de kötüye de (Büyünün düşleri
298 Kutub, a.g.e. , c.1, s.”203-204. 299 Kutub, a.g.e. , c.16, s.”446. 300 Alper, a.g.e. , s.”43.
83
günün birinde, bilimin uyanıklık gerçekleri olabilir. James George Frazer) kullanılabilen
bir tekniktir.301
Günümüzde Teosofi içersinde ele alınan sihir konusunu önce tarif ederek işe
başlayan Elmalılı, büyünün nasıl yapıldığı konusunda bilgi vermeden yalnız Felak
Suresinde Peygamberimize yapılan büyünün düğümlere okunup üflemek suretiyle
yapıldığından bahseden nakli habere değinip geçer onun insan üzerinde nasıl etki
yaptığını ne kötü bir iş olduğunu ve yapanların ne kötü insanlar olduğunu anlatır. Ve O
inanır ki büyünün iyisi yoktur.
Elmalılı’nın bu konudaki görüşleri şöyledir: “Sihir, meydana gelmesinde ince bir
oyun ve hile olmakla beraber hakikati yoktur demek, büsbütün yalandan da ibarettir
demek olmayıp maddî veya ruhanî olarak gizli birtakım sebeplerden faydalanıp
hakikatin tahrif edilmesiyle yapılan ve mahiyetinde mutlaka bir şeytanlık ve
düzenbazlık bulunan ve bu suretle bir takım kimseleri manyetize ederek iradesine râm
eyleyen pis bir sanat diye tarif edilebilir.” 302 Sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir.
Fikirleri bozar, kalpleri çeler, ahlakı berbat, cemiyetleri perişan eder.303
Bilim ve kültürün gelişmesi ile ispritizma ve manyetizma gibi çeşitli sihir
oyunları çağımızda, halkı eğlendirmek için panayır yerlerine göç etmiştir.304 Elmalılı
bilim ve kültürün ilerlemesi karşısında sihrin ortadan kalkacağına inanmaz ve der ki:
“Medeniyetin ilerlemesi karşısında sihrin kaybolduğunu zannetmek doğru değildir.
Bilakis bilimin ve medeniyet araçlarının terakkisi içinde sihrin şekil değiştirerek,
tenasüh ederek türlü isimler ve şekillerle daha da artacağını itiraf etmek icab eder.”305
Metapsychique kavramını (psikoloji ötesi) deyimiyle ifade eden Elmalılı,
psikoloji ötesi olaylardan bahseden bu isimle Fransızca bir derginin neşredildiğini306
söyler. Psikoloji ile ilgili yabancı basını takip ettiğini göstermesi bakımından, bu,
fevkalâde önemlidir. Bunun yanında O, parapsikoloji içerisinde değerlendirebileceğimiz
"nazar” konusunda ise, kötü niyetle bakmanın insanları etkileyebileceğini hatta elektrik
301 Alper, a.g.e. , s.43. 302 Yazır, a.g.e. , c.9, s.449. 303 Yazır, a.g.e. , c.1, s.449. 304 Hançerlioğlu, Felsefe sözlüğü, s.24. 305 Yazır, a.g.e. , c.9, s.6356. 306 Yazır, a.g.e. , c.4, s.2246.
84
gibi çarpabileceğini307 belirtir. Ancak nazar değmesinin ruhani bir nefes ve telkinle
tedavi edilebileceğini308 de söylemekten geri kalmaz.
Sihir Konusunda Kutub, tefsirinde şunları söylemiştir: Muhtelif cahiliyyet
cemiyetlerinde çeşitli şekilde gayptan haber verme iddiasında bulunan sahte haberciler
bulunur. Bir takım adanmışlar da bunları tasdik ederler. Bu gayptan haber verenler
arasında sihirbazlar, kâhinler, müneccimler ve deliler bulunur. Gayptan haber
verenler gelecekle ilgili şeyleri bildiklerini iddia ederler. Cinlerle ve ruhlarla alaka
kurduklarını, teşbihlerle ve muskalarla, dualar ve zikirlerle veya benzeri vasıta ve
metotlarla tabiat kanunlarını kendi emirlerine amade kıldıklarını iddia ederler. Esas
itibariyle bunların hepsi vehim ve dalâlet olmaktan öteye geçmez. Ve birleştikleri
nokta burasıdır. Geriye kalan ise şekil, nevî, üslûp ve merasim bakımından birbirinden
ayrılmaları.309
Sihirle gelecekten haber verme durumu umumiyetle habis ruhları kendi emrine
alarak hâdise ve eşyaya hâkim ve meçhule ittila ile olur. Kehânetle haber verme
konusuna gelince umumiyetle bu konu da tanrıların emrine terkedilmiştir. Burada kâhin,
tanrıları doğrudan doğruya kendi emrine alamaz da dualar ve zikirlerle onlara yalvarır
ve kendisine uyur veya uyanık anında meçhullerin kapısını açmasını diler. Gerek
işaretlerle, gerek sayıklamalarla rüyasında veya başka tarzda kendisine doğru yolu
göstermesini ister. Fakat gerek sihirle gayptan haber vermek, gerekse kehânet yoluyla
haber vermek kutsal delilik ve meczubiyet yoluyla gayptan haber vermekten ayrılır.
Zira sihirbaz ve kâhin ne istediğini bilir. Zikir ve dualarla talep ettiği şeyden neyi
kastettiğini anlar. Ama cezbeye tutulmuş veya kendisini kutsal deliliğe vermiş olan
kimse hiçbir şey bilmez. Dili konuşurken kendisinin farkına varmadığı müphem
ifadeler söyler. Meczuplarla geleceğe dair haber vermenin yaygınlaştığı milletler
arasında umumiyetle o meczubun söylediği sözlerin, verdiği işaret ve rumuzların
ifadesini bildiğini iddia eden bir açıklayıcı bulunur. Eski Yunanistan’da bu tip
meczuplara “manti” adı verilirdi. Bunları açıklayanlar da “prophet” yani başkasının
yerine konuşan diye adlandırılırdı. İşte Avrupalılar peygamberlik müessesesini ifade
etmek için umumiyetle bu kelimeyi kullanırlar. Kâhinlerle meczupların birleştiği çok az
307 Yazır, a.g.e. , c.8, s.”5305. 308 Yazır, a.g.e. , c.9, s.”6396. 309 Kutub, a.g.e. , c.5, s.”211.
85
görülmüştür. Ancak kâhin meczubun maksat ve ifadelerini mazmun ve rumuzlarını
açıklamakla görevlendirilmiş olması hali müstesna. Bunun dışında çok kere
meczuplarla kâhinlerin ihtilâfa düştükleri, münakaşalara daldıkları görülmüştür. Zira
içtimai vazifeleri cemiyetin doğuşu ve tabiatı ile farklı farklıdır. Meczup hiçbir merasim
ve adetle kayıtlı değildir. Bir bakıma âsidir. Kâhin ise çoğunlukla atalarından ve
dedelerinden kalma adetlerin mahkûmu olup onları muhafaza ederek vazifesine devam
eder. Uzak yakın heykellerin ve mabetlerin bulunduğu yerlerde kalır kâhinler. Ama
meczup için böyle birşey bahis mevzuu değildir. Meczup ıssız yerlerde bulunabileceği
gibi kalabalıklar içerisinde de yer alabilir.310
Putperest dinlerin hepsinde aşağı yukarı din ile sihir birbirine karıştırılmıştır. Ve
din adamları ile ilâhların muhafızları umumen sihirle iştigal ederlerdi. İşte bu dış
görünüşe binaen dinler tarihî bilginlerinden bir kısmını sihrin dinin gelişme
merhalelerinden bir merhale olduğu vehmine kapılmaya sevk etmiştir. Ve bunlar
arasında bulunan imansızlar, sihrin ortadan silindiği gibi, bir gün dinin de silineceğini,
ilmin dinin devresini sona erdireceğini söylemektedirler. Ve buna benzer yığınlarca
zırvaları ilim adına irtikâp etmektedirler.311
2.4.Din Psikolojisi
2.4.1. Din ve Psikoloji
Din insanların kendilerini ve tabiatı aşan, kaderlerini elinde tutana karşı, gönül,
söz ve davranışlarıyla, sevgi, korku ve huşu duyguları içinde, yönelmeleri, iman ikrarı,
ibadet, ayin ve törenlerle bu Yüce Tanrı veya İlahî varlıkların rızasını kazanmaya,
kurtuluşa ulaşmaya çalışmaları, böylece bir hayat, tarzı ve cemaat oluşturmalarıdır.312
Veya din, akıl sahibi kimseleri kendi arzu ve iste1eriyle bizzat hayırlara sevk eden İlahî
bir yasadır.313 Psikoloji ise insanın duyuş, düşünüş ve davranışlarını inceleyen bir bilim
310 Kutub, a.g.e. , c.5, s.211-212. 311 Kutub, a.g.e. , c.6, s.205. 312 Günay Tümer, “Çeşitli Yönleriyle Din”, A.Ü.İ.F.D. , Ayrı Basım, Ankara 1986, c.28, s.230. 313 Yazır, a.g.e. , c.1, s.83.
86
dalıdır.314 Bu durumda, birbirinden farklı iki alan arasındaki ilişkiler de bir araştırma
sahası olarak karşımıza çıkmaktadır.
Psikoloji, dini olayları objektif olarak ele alan ilk bilim değildir. Bu alanda diğer
bilimler psikolojiden öncedir. Bunlar Dinler Tarihi, Sosyoloji ve Etnoloji dir.315 Din
psikolojisi alanındaki çalışmalar, psikoloji ilminin bağımsız bir bilim dalı olarak ortaya
çıkışından hemen sonra, 19.yüzyılın sonlarına doğru başlamıştır.316 Dini yaşayışın birey
ruhundaki görünümünü, ve sübjektif yönlerini incelemektedir.317
Din psikolojisi bir vakıa ve tezahür bilmidir. Şu demektir ki, bu ilim kolu,
dindarlığın, dinî yaşayışın şekil, kademe ve tesirlerini kendi yapıları içinde araştırır,
tavsif ve nihayet izah eder. Fakat bunlar hakkında asla bir kıymet hükmü vermez. Dini
akaid ve hakayıkın doğruluk veya yanlışlığı ile din psikolojisi uğraşmaz, daha doğrusu
uğraşmak iktidarında değildir.318
Kutub, din psikolojisi konusuyla alakalı tefsirinde bir izah yapmamıştır. Fakat
konuya yakınlığı bakımından şunları söylemektedir: Günümüzde Allah’ın varlığı
üzerinde tartışmaya giren pek azdır. Ve her zaman da çok küçük bir azınlık halinde
kalacaklardır.319Şu da bir gerçektir ki, yaratma ve takdir hususu hayatın doğuşu
gerçeğinde olduğu gibi Kur’ân-ı Mübîn’de hiçbir zaman Allah’ın varlığını isbat
sadedinde bahis mevzuu edilmez. Zira Allah’ın varlığı ile ilgili tartışmalar Kur’ân’ın
göz önünde bulundurduğu ciddiyetle uyuşması mümkün olmayan boş laflardan
ibarettir.320 Bu maddi âlem kendi kendisini yaratmaktan aciz olduğuna göre kendisinin
boyun eymek zorunda olduğu kanunları kendisi vazedemeyeceğine göre yaratılış
işleminin maddi olmayan bir varlığın kudreti ile tamamlanmış olması gerekir. Ve
kâinattaki engin nizam bu yaratıcının mutlaka akıl ve hikmet sıfatıyla muttasıf
bulunmasını icap ettirir. Şu kadar var ki akıl maddî âlemde çalışma gücüne sahip
değildir. Tıpta, eczacılıkta ve psikolojide olduğu gibi iradesiz akıl hiçbir fonksiyon icra
314 Baymur, a.g.e. , s.2. 315 A. Abdülaziz Melici, “Dinde Psikolojik Araştırmanın Gelişimi”, çev. Selahattin Parladır, D.E.Ü.İ.F.D.
İzmir 1985, c.2, s.177. 316 Hayati Hökelekli, U.Ü.İ.F. Din Psikolojisi Ders Notları, Bursa 1986, s.6. 317 Neda Armaner, Din Psikolojisine Giriş, Ayyıldız Mat. , Ankara 1980, c.1, s.9. 318 Bedi Ziya Egemen, Din Psikolojisi, T.T.K.B. , Ankara 1952, s.51. 319 Kutub, a.g.e. , c. 5, s. 358. 320 Kutub, a.g.e. , c. 5, s. 358.
87
etmez. İfade sıfatına malik olan bir varlığın ise bizzat mevcut olması gerekir. Buna göre
meydana çıkan kesin ve mantıkî sonuç ki bu sonuca aklî düşüncemiz bizi zorlamaktadır.
Sadece bu kâinatın bir yaratanı olması zarureti ile bitmiyor. Bu yaratıcının her şeye
gücü yeten Alîm ve Hakim bir zat olmasını da icap ettiriyor. Ki ancak bu sayede
kâinatı düzene sokup idare edebilme gücüne sahip olsun. Ayrıca bu yaratıcının
devamlı var olması gerekir. Nitekim her yerde tecelli eden işaretleri de bunu
göstermektedir. Durum böyle olunca Allah’ın varlığını kabul etmekten başka
sığınılacak bir nokta yoktur. Bu yaratıcı kâinatı yaratan ve ona yön veren Zat-ı Bari’dir.
Lord Keil Wend devrinden beri büyük merhaleler kat etmiş olan ilim bizi kesin şekilde
O’nun söylediğini tekrar etmeye zorluyor: “Ne kadar derin düşünürsek düşünelim
vardığımız bilmi neticeler bizi ilerde mutlak şekilde Allah’a inanmak mecburiyetinde
bırakacaktr.”321
Bütün bunlara rağmen hayatın ortaya çıktığı gibi yaratılış ve ona egemen olan
kader gerçeği, Allah'ın varlığını tartışma konusu yapanların yüzüne kahredici bir kanıt
olarak çarpmaktadır. Buna karşılık, gösteriş yapmaktan ve kimi zaman bunamanın
sınırına varan şımarıklıktan başka bir şey gelmez ellerinden. "İnsan Yalnızdır" ve
"Çağdaş Dünyada İnsan" kitaplarının yazarı Julian Hauxley (Modern Darvinizmle
uğraşan çağdaş İngiliz biyolog) bunamış sapık, bu şımarıklardan biridir. İşte bu bunak
yalnızca sapık arzularına dayanarak birtakım şeylerden bahsetmiştir. "Çağdaş Dünyada
İnsan" kitabının, "Uydurma Bir Sorun Olarak Din" bölümünde şunları söylemektedir:
"Fen, mantık ve psikoloji bilimlerinin gelişmesi sonucu, tanrı fikrinin yararsız bir
varsayım olduğu bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. Doğa bilimleri tanrıyı akıllarımızdan
kovmuştur. Artık evreni düzenleyen bir hükümran olarak gizlenmiştir. "İlk sebep" ya da
genel bir gizli esasa dönüşmüştür."322
2.4.2. Din Duygusunun Kaynağı
İkinci bölümde duygunun tarifi ve ferdi harekete geçirici özelliklerinden
bahsetmiş olmakla beraber duygunun “her psişik olaya ve yaşayışın bütününe yön
verecek nitelikte”323 olduğunu söyleyebiliriz. Duygu, içinde haz ve elem unsuru
321 Kutub, a.g.e. , c.5, s. 360-361. 322 Kutub, a.g.e. , c.5, s. 359. 323 Kerim Yavuz, Çocukta Dini duygu ve düşüncenin gelişmesi, D.İ.B.Y. , Ankara 1983, s.29.
88
bulunan her çeşit ruhsal olaylardır.324Din duygusunun tarifi hususunda sınırlandırılmış
ve ortak bir tanıma varılamamış olunsa bile bunu, “bir insanın kutsal tanıdığı varlık
karşısında duygulanması ve duyarlığıdır”325diye tarif edebiliriz. İnsan hayatın, lezzet ile
elemin güzergahı326 olarak gören Elmalılı duyguların insan hayatında neyi ifade ettiğini
şöyle izah etmektedir: Ruhu beşer elemden korunur; lezzetten hoşlanır. Elem veren
sebepler karşısında öfkelenir veya korkar. Lezzet veren sebepler karşısında ümitlenir
veya hırslanır, kesbi beşerin düzenleyicisi de halden istikbale bu korku ile ümidin birbiri
ardınca karşılıklı çarpışmasıdır.327
Din duygusunun sınırları tespit edilememiş, ortak bir noktada karar kılınamamış
olunsa da, acaba hangi duygu din duygusuna kaynaklık ve yataklık etmektedir? Veya
din duygusunun temelinde açık ve tek, yansızlaşmış bir duygu var mıdır? Şüphesiz bu
sorulara din psikolojisi içerisinde cevap aranmıştır. Bazı psikologlar ve filozoflar bunu
korku, sevgi, sonsuzluk duygusu ve içgüdü teorileriyle izah etmişlerdir. Bütün hayatını,
doymuşluğu içinde uyuklayan insanları nasıl uyandırabileceğini düşünmekle geçiren
ünlü varo luşçu filozof Kierkegaard’a göre bu, korkudur. Her insanın en içinde bu
korku yerleşiktir.328
Din Duygusu bütün insanlarda müşterek bir içgüdüdür. Buna göre din duygusu
bütün insan cinsi arasında müşterektir. En ilkelinden en ileri cemiyetlere kadar bütün
insan toplumlarında din fikri bulunmaktadır, o halde tabiat ötesine ve ilâhî güce
inanmak insanlığın âlemşümul ve ebedî bir içgüdüsüdür.329
Elmalılı M. Hamdi Yazır da önce sevgiyi, ileri safhada da aşkı ve korkuyu tek
tek değerlendirir. Ancak ne sadece korku ne de yalnızca sevgi din duygusuna kaynaklık
edemez. Belki, birbirine zıt, birbirinden ayrı, farklı renkte ve tonda bu iki duygunun
biraradalığı din duygusunu teşkil edebilir. Bunun yanında âlem dahi korkutucu,
caydırıcı, sevdirici ve ümit verici yönleriyle iç içedir. Sevgi ve korkunun motiv olma
yönünü de göz ardı etmeyen Elmalılı bu konuda şöyle der: Sevenin gayesi sevgilinin
hoşnutluğunu kazanmak, öfkesinden kaçınmak olduğundan sevgi, itaat etmeyi,
324 Osman Pazarlı, Din Psikolojisi, Remzi Kitapevi, 2. Baskı, İstanbul 1972, s.92. 325 Pazarlı, a.g.e. , s. 94. 326 Yazır, a.g.e. , c.1, s. 98. 327 Yazır, a.g.e. , c.1, s. 98. 328 Bedia Akarsu, Çağdaş Felsefe, M.E.B. , İstanbul 1979, s. 115. 329 Certel, Kur’ân’da İnsan, s. 37.
89
kötülükten sakınmayı gerektirir.330 Ümit, korku ve sevgi duygularının sınırsızlığını
gören Elmalı’ya göre hilkatte esbabı ümit sınırlı olmadığı gibi korku sebepleri de
öyledir. İnsan ruhu zaman zaman muayyen ümitler ve muayyen korkular karşısında
sürekli müteessir olurken bir taraftan da bütünüyle ölçüsüz, sınırsız, bitimsiz ümitlerin
ve korkuların mutlak tesiri altında bulunur ve burada bütün ümitlerle bütün korkuların
karşı karşıya mevkilenerek bir noktada buluştuklarını görür ki aynen gerçektir. Ve o
zaman kendisinde öyle bir alâka uyanır ki, bu alâka bir taraftan bütün muhabbetleri,
diğer taraftan bütün korkuları ihtiva eden bir havf-ü reca heyecanıyla tecelli eder. İşte
ruhî İnsanînin böyle bütünüyle müteessir olduğu mutlak bir ümit ve korku amiline karşı
duyduğu alâka fıtrattaki mabut ve ibadet fikrinin kaynağıdır ki bütün vazife duygusu
bunda toplanır ve her şahsın ahlakî tabiatı, istikbali, mutluluğu, her çeşit kötülüğü
bundaki ciddiyet ile uygundur. İnsan da bu hissini nereye rabt ederse mabudu
odur.331Görülüyor ki, Elmalılı dini yaşayışı insanın bütün bir duygu hayatını. kapsayıcı
özellik içerisinde ele almaktadır.
Güçsüz ve yardıma muhtaç olan çocukta, bitmez tükenmez bir merak ve arayış
duygusu bulunmaktadır. Onda kendisine yardım edecek, her zaman koruyacak, sonsuz
bir kudret arayışı bulunmaktadır. Çocuk sonsuzluğa karşı duyduğu bu merak ve
arayışla, henüz ismini koymadığı, ilahî kudreti durmadan arar ve öğrenmek ister.
İnsanda ne merak ne arayış ne de korunma ve güvenlik ve yardım görme ihtiyacı
çocuklukla sınırlı olmayıp hayatın her döneminde geçerli olan insanî özellikler
olduğuna göre insanda fıtrî bir din duygusunun var olduğu332 fikri oluşmaktadır.
Elmalılı ise bunu şöyle formüle ediyor: Elektrikte artı ve eksi iki zıt kutup
birleşmedikçe bir akım meydana gelmediği gibi kalpte de elem ve haz, korku ve sevgi
kaynaşmadıkça sevgi, aşk ve korkuyla alevlenmedikçe hikmet nuru hasıl olmaz.333
Netice itibariyle Muhammed Hamdi Yazır, duygusal tabiata sahip olan insanın,
din duygusunun kaynağının, iki uçlu duyguların birlikteliğinden oluşan beyne'l havf
ve'r-reca (ümit ve korku arası) olarak görmektedir ki insan fıtratına uygun olan da
budur.
330 Yazır, a.g.e. , c. 2, s. 1076. 331 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 99. 332 Certel, Kur’ân’da İnsan, s. 40 333 Yazır, a.g.e. , c. 2, s. 931.
90
Kutub, din duygusunun kaynağı konusunda şunları söylemiştir: “insanoğlu bu
kâinatta gözü ve gönlü açık, ruhu ve duyguları uyanık, zihni ve düşüncesi
Allah’a bağlı olarak yaşadığı zaman şüphesiz ki onun hayatı yeryüzünün basit
değerlerinden uzaklaşır. Hayatı daha bir başka güzellikte ve üstünlükte kavrar. Ve
heran hisseder ki kâinatın ufukları bu yeryüzünün mahdut bölümlerinden çok daha
geniştir. Gördüğü her şey Allah’a müteveccih tek bir kanuna bağlı bir tek
iradeden sudur etmiştir. Ve kendisi de Allah’a bağlı olan bu sayısız yaratıklardan
sadece birisidir. Çevresinde bulunan her şeyde, gözünün iliştiği, elinin dokunduğu
her nesnede Allah’ın kudret eli tesirini göstermektedir.” 334
Bu durumda bir takva duygusu, bir yakınlık şuuru, bir güven hissi, iç içe
girer duygu dünyasında. Ruhunu feyizlere boğar, dünyasını mamur eder ve ona
bambaşka bir dostluk sevgi ve şefkat damgası vurur. Ve o zaman insan oğlunun bu
yıldız üzerindeki seyahati Allah’a varıncaya kadar aynı damgayı taşıyarak sürüp
gider. Ve o zaman insanın bu yıldız üzerindeki seyahati Allah’ın şan atının eseri
olarak bir bayram havası içerisinde bir ihtifal ortamında geçer. Her an son derece
güzel ve son derece uyumlu yüce yaratıcının kurduğu sofradan yer.335
2.4.3. Fıtri Dini tecrübe
İnsanın yaradılışında iyiye de kötüye de müsait336 bir yapıda olduğunu söyleyen
Elmalılı önce fıtrat kavramını, yaratılışın ilk tarz ve şekli diye tanımladıktan sonra onu
fıtratı cüz'iye ve fıtratı külliye olmak üzere ikiye ayırır ve der ki: “Her insanın kendine
has bir fıtratı vardır. Buna fıtratı cüz'iye denir. Bütün insanların insan olmak yönüyle
yaratılışlarında esas olan ve hepsinde müşterek olan fıtrat vardır. Buna da fıtratı külliye
denir. Asıl fıtrat sahih ve salimdir.337 Bunun gibi bütün azanın yaratılışında esas olan
bir fıtrat vardır ki ona o azanın menfaati, vazifesi, fonksiyonu, fizyolojisi yahut garize
(iç güdü) sü tabir olunur. İnsan nefsinin bütün meyillerinde böyle yaratılış hikmetine
doğru esaslı bir iç-güdü vardır ki ona da fıtrat denir.”338
334 Kutub, a.g.e., c.10, s. 541. 335 Kutub, a.g.e,. c.10, s. 541. 336 Yazır, a.g.e. , c.3, s. 2140. 337 Yazır, a.g.e. , c.6, s. 3822. 338 Yazır, a.g.e. , c.6, s. 3823.
91
Fıtratı, Allah'a iman etmeye ve O'nun ahlakıyla ahlaklanmaya müsait bir
kıvamda gören Elmalılı, fıtratın tertemizliğini ve iman etmeye uygunluğunun, içinde
bulunulan kültürel ortamda, terbiye muhitinde ve çevresel etkilerle ya bozulup içinden
çıkılmaz ikinci bir tabiat halini alacağını ya da güzel bir inkişaf ile kemâlini bulacağını
söyler.339
Elmalılı da kabul eder ki, her çocuk doğarken iman ve itikat fıtratıyla doğar.
Şüphe nedir tanımaz. Bunun için hak inancı, Allah'a iman fıtridir. Bu aslı fıtrat insana
ileride şüpheye düşmesi için değil, şüpheleri atması, hak yolu bulması ve alıştırma yolu
ile de imanı tabiat edinmesi için verilmiştir.340 İnsanın iyi ve güzel olduğunu savunan
Elmalılı, insanın güzelliğinin şekilde değil, duygusunda ve özellikle güzel denilen
manayı anlayıp o duygudan güzeller güzeli Allah'ı bulmasında ve O'nun ahlakıyla,
ahlaklanmasında olduğunu, insan fıtratının kıvamının ve namzet olduğu olgunluğun bu
olduğunu söyler. İnsanın doğuşunda bu olgunlukta olmadığını fakat bu kıvama, bu
kemâle, bu güzelliğe yönelme kabiliyetinin verilmiş olduğunu, aksi durumda insanda
hiç bir kötülüğün bulunmaması gerektiğini ifade eder.341
Netice itibariyle Elmalılı’ya göre insan doğuştan, iman etmeye ve imanın
psikolojik objesi olan Allah'ı tanımaya elverişli olarak yaratılmıştır. Ancak o bilir ki bu
doğuştan kabiliyet, kesin bir Allâh tecrübesine sahip değildir, fakat insanı böyle bir
tecrübeye sevketmektedir. Fıtri dinî tecrübeyi şekillendiren unsurları ana-baba terbiyesi,
eğitim ve öğretim ve sosyal muhit olarak belirleyen Elmalılı, bu tecrübeyi Allâh
tecrübesi haline getirmenin ancak illiyet prensibi doğrultusunda akıl yürütmelerle, akli
istidlallerle mümkün olabileceğini söyler ve bu konuda "Hz.İbrahim'in küçük yaşta nasıl
Allah'ı arayıp bulduğunu”342 örnek gösterir.
Kutub, fıtri dini tecrübe konusunda tefsirinde şunları söylemiştir: “İnsanın fıtratı
(karakteri) kendisine bir zarar ziyan dokunduğu vakit apaçık meydana çıkar. O
zaman maskesi düşmüş, önündeki perde kalkmış ve vehimleri dağılmıştır. Artık
derhal Rabbine yönelir, yalnızca O’na döner, O’ndan başka kendisini kurtaracak
339 Yazır, a.g.e. , c. 6 s. 3824. 340 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 230. 341 Yazır, a.g.e. , c. 8, s.5937. 342 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 498 ve c. 3, s. 1967.
92
olmadığını idrâk eder. İddia edegeldiği ortak ve şefaatçılarm yalan ve asılsız
olduğunu bilir.”343
Başa gelen sıkıntı fıtratındaki şehevi hisleri kaldırır. Fıtratta ve bütün bir varlığın
özünde gizli olan gerçeği perdeleyen yapay faktörleri ortadan kaldırır. İşte bu durumda
fıtrat, yalnız Allah'ı görür ve yalnız O'na yönelir. Ama ne vakit bu darlık geçer, bolluk
ve genişlik başlar, o zaman insan, sıkıntılı zamanındaki sözlerini unutuverir. Gayri
meşru isteklerin etkisiyle fıtratı özünden sapar. Elde etmiş olduğu nimet, rızık ve lütuf
hakkında, "Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir" demeye başlar. Bu sözü “Kârun”
söylemişti. İlmine, sanatına veya başka maharetine aldanıp da eline gelen mal ve nimeti
onlara hamletmek isteyenler hep öyle söyleyegelmişlerdir.344
2.4.4. Estetik ve Ahlaki Tecrübe
Mülk Suresi'nin 3. ve 4. Ayetlerini Elmalılı şöyle tefsir eder: “Malum ki göz iki,
idrak birdir. Bunda bir taraftan ilişki ve bağıntının sınırını teşkil eden noktaların
elastikiyeti, görmenin aşamalarının genişlemesine ve bundan dolayı tecrübe sahasında
hakikatin pekişmesi için bakışların dikkatle tekrarının lüzumuna tenbih ve aynı
zamanda bu suretle Allah’ı tanımaya doğru ilerlemek için nazarın enfüsî ve afakî
derecelerini de değerlendirme, düşünme ile hareket etmek gerektiğine işaret vardır”.345
İnsan, ahlâkî araştırmasını, aynı zamanda kendisinin en şahsi eseri ve kendini
aşan bir varlığın eseri olarak tecrübe etmektedir346. Elmalı'lı da diyor ki: “Allah'ı
tanımak için hilkatinize ve terbiyenize bakınız. O zaman bilirsiniz ki bir yaratanınız ve
terbiye edininiz vardır.”347
Mülk Suresi 3. ve 4. Âyetlerinin tefsirinde Kutub, şunları söylemektedir:
Kur’ânı kerîm dikkatleri Allah'ın yaratıcı gücüne çeviriyor. Hususî bir şekilde
göklerin yaratılışına, umumî şekilde de bütün yaratıklara tevcih ediyor. Allah’ın
yarattığı varlıklara bakmayı buyuruyor. Allah’ın yaratıklarının mükemelliğini
belirterek gözün ona bakmaktan âciz olacağını ona bakan gözün kamaşıp
343 Kutub, a.g.e. , c. 12, s. 432. 344 Kutub, a.g.e. , c. 12, s. 469. 345 Yazır, a.g.e. , c. 7, s. 5183. 346 Yazır, a.g.e. , s. 31. 347 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 265.
93
kendinden geçerek köreleceğini bildiriyor: “Sen Rahman’ın yaratmasında bir
düzensizlik bulamazsın.” Hiçbir düzensizlik, kararsızlık ve eksiklik yoktur onun
yaratıklarında... “Gözünü çevir de bir bak...” Bir kere daha bak iyice anlayıp
kavramak için... “Bir aksaklık görebilir misin?” Bir aksaklık, eksiklik veya
tutarsızlık ilişebilir mi gözüne? “Sonra gözünü iki kere daha çevir...” Olabilir ki bir
önceki bakışında gözünden kaçan ve fark edemediğin bir takım şeyler bulunabilir.
Bunun için bir kere daha, bir kere daha bak. “Göz umduğunu bulamayıp bitkin ve
yorgun sana dönecektir.”348
Bunun için zaten Kur’ân insanları bu kâinatı gözlemeye çağırıyor. Hayret
ve garipliklerini izlemeye davet ediyor. Çünkü Kur’ân bütün insanlığa hitap
etmektedir. Her çağdaki insana... Ormanda sessiz bir hayat yaşayan, çölün
derinliklerinde gömülüp giden insanlara hitap ettiği gibi sitelerde yaşayan,
denizlerde gezinen insanlara da hitap etmektedir. Kur’an okuma yazma bilmeyen,
bir harf yazmasını dahi anlamayan bilgisiz insanlara hitap ettiği gibi astronomi
bilginine, fizik âlimine ve düşünüre de hitap etmektedir. Her birisi Kur’ân’da
kendi aradığını bulur. Ve böylece kendini kâinata bağlayan gerçekleri görür.
Kalbine düşünce ve sevinç veren hakikatleri... Bu kâinatın ana plânında
mükemmellik kadar güzellik unsuru da göz önünde bulundurulmuştur. Hattâ
diyebiliriz ki mükemmellik ve güzellik bir tek hakikatin iki çeşit
değerlendirilmesinden başka birşey değildir. Bu kâinatta mükemmellik güzellik
derecesine ulaşır Bunun için zaten Kur’ân dikkatleri göklerin mükemmeliğine
çektikten sonra güzelliğine de çekmektedir.349
2.4.5.İman
Elmalılı imanı şöyle tarif etmektedir: “İmanın aslı lügatte emniyet vermek, emin
kılmak ve itimat manasına gelir ki lisanımızda inanmak denir. Örfî lügatte ise mutlaka
tastik etmek demektir.”350 Çok büyük bir organizasyonlar organizasyonu olan iman,
derûnda hissetme hadisesi olmakla beraber sözle ve davranışla haricileşme eğilimlerine
sahiptir. "Dinî davranışı imanın bir cüz’ü değil tamamlayıcısı351 olarak gören Elmalılı
348 Kutub, a.g.e. , c. 15, s. 91-92. 349 Kutub, a.g.e. , c. 15, s. 92-93. 350 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 177-178. 351 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 90.
94
bunu şöyle ifade etmektedir: İmanın bir kalp ve vicdan işi olan bir rükün olduğu
şüphesiz olmakla beraber talip olunanın Allah olduğu iman meselesi mücerret bir
vicdan işinden ibaret değildir. O tam: bir insan gibi batını kalbten başlayıp bütün zahire
yayılacak ve sonra kainata güzel ameller saçacaktır.352 İmanın tarifine ve amel
münasebetine değindikten sonra şimdi şunu sorgulayabiliriz: Acaba her insan bir hükmî
ifadeyi aynı şekilde mi tasdik eder, yoksa insan tabiatı bu konularda farklılık arz eder
mi? Şüphesiz insan tabiatı tasdik yönünden farklılık göstermektedir. Bu konuda İbn-i
Rüşd insanları bir sözü, bir hükmü tasdik etme bakımından hatabî cedelî ve burhanî
olmak üzere üç bölüme ayırır353. Elmalılı da bu konuda insanları şöyle tasnif
etmektedir: İman bazılarında hiç delile ve düşünceye ihtiyaç duymadan çıkarsamayla
(intikali hadsî) ve keşif ile, bazılarında da düşünerek ve delillendirerek hasıl olur.354
W.James, imanın temelinde iradeyi gördüğü gibi, onun devam ve korunmasında,
güçlenip kuvvetlenmesinde de irâdî etkinliği görmektedir. Böylece ona göre iman, her
safhasında iradenin eseri olmaktadır. Hepimiz günün her saatinde küçük, büyük, teorik,
pratik şeylerle imanımız bakımından tecrübelere ve imtihanlara çekiliyoruz. Böylece
şuurumuzun derinliklerinden sessiz bir şekilde verdiğimiz olumlu ve olumsuz
cevaplardır ki, yalnız ahlâkımızı değil, irademizin bir eseri olan imanımızı da
kurtarmaktaktadır.355 Elmalılı Hamdi Yazır da imanı, Allah’ın yaratma boyutunu göz
önünde bulundurarak bir irade temeli üzerine oturtmaktadır. O'na göre iman da küfür de
Allah'ın yaratması ve takdir etmesiyle beraber insanların kesp ve iradeleriyle
alâkalıdır.356
Kutub, tefsirinde İman konusunda şunları söylemiştir: “Biz burada fıkhî tarifini
yapacak değiliz. Sadece imanın özünden ve hayattaki değerinden bahsedeceğiz.357İman,
fani, mahdut ve güçsüz bir varlık olan insanın bütün varlığının ondan sudur ettiği
bakî, ezelî ve mutlak kaynağına bağlanması demektir. Bu kaynağa bağlanınca da
aynı kaynaktan sudur etmiş olan kâinatla bağlantı kurar. Kâinata hükmeden
kanunlar ve gizli kuvvet kaynaklarıyla bağlantı kurar. Ve o zaman kendi güçsüz
352 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 185. 353 İbn-i Rüşd, Felsefe- Din İlişkileri, Çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul 1985, s. 135. 354 Yazır, a.g.e., c. 1, s. 177. 355 Hayati Hökelekli, Dini Kişiliğin Kurtuluşunda İradenin Rolü, Diyanet Dergisi, Sy. 2, Ankara 1985, c.
21, s. 24. 356 Yazır, a.g.e. , c. 7, s. 5021. 357 Kutub. a.g.e. , c. 16, s. 346.
95
şahsının hududundan çıkıp büyük kâinatın genişliği içerisine dalar. Kendi gülünç
kuvvetinin sınırlarından bilinmez kâinat kuvvetlerinin azametine uçar. Kısacık
ömrünün hududundan ebediyen Allah’tan başka kimsenin bilmeyeceği mesafelere kanat
gerer. Bu bağlantı insan denen varlığa bir süreklilik ve enginlik verdiği gibi
bunların yanı sıra ona varlıkla haşrû neşir olmak, varlığın güzelliğini kavramak ve
yaratıkların ruhuyla kendi ruhunun iç içe olması gibi güzellikler verir. Ve böylece
bir de bakar ki hayat her yerde her zaman insanlık için kurulmuş İlâhî bir ihtifal
içerisinde dolaşmaktan ibarettir. Bu ise yüce bir mutluluğun eşi bulunmaz bir
sevincin hayat ve dostluğun ifadesidir. O zaman insan kâinatla bir dostun dostla
ünsiyeti gibi ünsiyet kesbeder. Bu; eşi ve dengi bulunmaz bir kazançtır. Onun
yitirilmesi ise yine eşi bulunmaz bir hüsrandır.”358
Ayrıca imanın mesnedi ile yüce insanlık esaslarının mesnedi aynıdır.
Bir tek Tanrıya ibadet insanı başkasına ibadetin düşüklüğünden kurtarır. Ve onu
bütün kullarla beraber eşit bir seviyeye çıkarır. Kimsenin önünde eğilmez. Bir ve
Kahhar olan Allah’tan başka kimseye baş eğmez. Ve işte buradan insanın gerçek
mânada hürriyetine kavuşması esası neşet eder. Bu hürriyet hem vicdanların
içinden coşup gelir, hem de varlığın pratik tasavvurundan. O zaman mevcudatta
bir tek kuvvetin ve bir tek mabudun varlığını kabul eder. Gerçek hürriyette bu
düşünceden doğar. Çünkü hürriyeti sağlayan biricik mantık prensibi bu gerçeğe
istinat eder.359
Yaratıcıyla yaratılanlar arasındaki münasebetin tavazzuh etmesi ulûhiyet
makamıyla, ubudiyet makamının tebeyyün etmesi bu fani varlığı yolda hiçbir
vasıtaya başvurmadan ve gizli kapalı hiçbir noktaya sevk etmeden baki olan gerçeğe
bağlar. Kalbe bir aydınlık, ruha bir huzur, insana bin güven verir. Tereddüdü ve
korkuyu, kararsızlığı ve kargaşayı kaldırır. Yeryüzünde haksız yere büyüklenmeyi
boş ve uydurma şeylerle kullara üstünlük taslamayı reddeder.360
358 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 346. 359 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 346-347. 360 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 347.
96
İman yüce hayatın bütün hatlarının kendine bağlandığı ana mihverdir. Aksi
takdirde hayat, bağlantısı bulunmayan arzu ve ihtirasların doğrultusunda çürüyüp
giden başıboş bir bağ olur.361
İman darmadağınık hareketleri birleştiren ve bir ahenk içerisinde nizama
sokan tek bir yola ve bir tek harekete sevk eden belirli gücü ve planlı hedefi olan bir
nizamdır.362
Ameli salih imanın tabiî semeresidir. İmanın gerçekten bir kalpte yerleşmesi
anında kendiliğinden bir hareket başlar. Çünkü iman müsbet ve hareketli gerçekten
ibarettir. Bir vicdanda iman yer eder etmez hemen kendi varlığını insanın dış
dünyasında salih ameller şeklinde tahakkuk ettirmeye başlar. İşte İslâmın anladığı
iman budur. Bu iman durgun ve atıl kalmaz. Canlı bir şekilde kendini
göstermeden duramaz. Mü’minin içinden çıkıp dışına aksetmeden duramaz. Eğer
bir iman bu tabiî hareketi sağlayamıyorsa o ya sahtedir, yahutta ölüdür. İman bir
çiçek gibidir. Kokusunu kat’iyen içinde tutmaz. Kendiliğinden çevreye yayılır.
Yayılmadığı zaman kokusu yok demektir.363
Zaten imanın kıymeti buradan gelmektedir. İman, amel, hareket, bina ve
imar işidir. Kişiyi Allah’a yöneltir... İman vicdanların derinliğine gömülü, saklı,
menfi ve içine dönük birşey değildir... İman harekete geçmeyen iyi niyetlerden
ibaret değildir... İşte imanı hayatın içinde yapıcı büyük bir güç haline getiren İslâm’ın
apaçık tabiatı bundan ibarettir.364
İman ilâhi nizama bağlılık mânasına alındığı müddetçe mefhumu bundan
ibarettir. İlâhî nizam ise varlığın özüne bağlı olarak sürekli hareket demektir. Bu
hareket düşünceli olarak yapılır. Bir gayeye yöneltmiştir. Beşeriyetin kumandasını
imanlı ellerin teslim alması demek varlığın tabiatına uygun hareket nizamının
tahakkuku demektir. Yapıcı, temiz, iman edici ve Allah’tan gelme bir nizama
yaraşır bir hareket…365
361 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 349. 362 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 349. 363 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 350-351. 364 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 351. 365 Kutub, a.g.e. , c. 16, s. 351.
97
2.4.6.Hidayet
Tamamen iradî ve ihtiyarî bir süreç olarak gördüğü hidayeti Elmalılı, çeşitliliği
açısından, dört tipe ayırmaktadır:
“1- Ruhanî veya cismanî kuvvetlerin yayılıp akması, feyizlenmesidir ki, insanın işlerini
yerine getirmesine sebep olan dış duyusunu ve batınî duyularını, kuvvei akliyesini ve
iradesini, İnsanî ve hayvanî davranışların suduruna sebep olan kuvayı tabiiye (fiziksel
güç)sini, hayvanî gücünü kuvvetlendirip devamlılığını sağlamak, iradelerle istenileni
başarmak.
2- Doğru ile yanlışı, barış ile bozgunculuğu, fark ettiren delilleri kazanmak ve onları
sağlamlaştırmak.
3- Peygamberlerin peygamberliğini ilan etmesi, kutsal kitapların inmesiyle oluşan
hidayet.
4- Vahiy ve ilham veya sadık rüya ki buna "hidayeti hassa" denir. Bilhassa enbiyaya ve
evliyaya vaki olur. Bu nedenle umum noktai nazarından bunun yolları fevkalâdelik arz
eder.”366
Elmalılı, yukarıda sıraladığımız hakka ulaşma yolları, din dışı veya lâdinî bir
hayattan dindar bir hayat tarzını benimseme, kendi iradesini Allah'ın iradesine bağlama,
tam bir teslimiyet örneği gösterme anlamındaki hidayet olayından çok, kutsalla ilişki
kurma şekillerini andırmaktadır. İlk iki madde dine dönüşün kendisi değil, hidayettin
sebebi olmaktadır.367
Din dışı bir hayat tarzı neticesinde oluşan kişiliğin, yıkılarak, dinî motiflerle
şekillenmiş bir kişiliğin yeniden yapılanması demek olan hidayet olayında, acaba ferdî
iradenin rolü nedir? İnsan kendisi isteyerek hidayete ulaşır, yoksa ferdin hiç bir dahli
olmaksızın tamamen İlahî kaynaklı mıdır?368
Bazı araştırmacılar hidayet olaylarını, biri "şuurlu ve iradeli", diğeri "şuur dışı ve
kendiliğinden olmak üzere iki ana gruba ayırırlar. Birincisinde insan ister, ikincisinde
366 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 120. 367 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 120. 368 Hökelekli, Dini Kişiliğin Kuruluşunda İradenin Rolü, s. 27.
98
kendini koyuverir, kendinden geçer. İradî hidayet kademeli bir “yeniden oluşma"
(regeneration) dır. Diğeri ise ansızın vuku bulan, kişinin kendi öz iradesinden
vazgeçerek kendini salıverdiği, bıraktığı hidayet olaylıdır.369
Hidayetin ortalama insanın dışında vahiy, ilham ve sadık rüya neticesinde
oluşur. Elmalılı kabul etmekle beraber, bunu, çok özel bir yönü olması nedeniyle
araştırma dışı bırakır. "Herkes alanı" içinde yerini edinmiş fert için ise, insan
özgürlüğünü ön plana çıkararak ve dinî açıdan da insanın bütün yapıp etmelerininin
önceden kestirilemez etkilerinde insanı sorumlu tutmak bakımından, hidayeti bir
"seçme" ve “isteme" olarak görür. Ancak, bunu yaparken de hidayette Aşkın kaynaktan
gelen etkiler ile insan iradesinin münasebetini göz önünde bulundurur. O bu konuda
kısaca şöyle demektedir: Hidayetin şartı, nefsanî iradeden çıkıp Hak Tealâ'nın iradesine
yönelmeyi ifade eden iradei cüziyedir. Her şahsın önünde diğerlerine eşit olmasa bile
az çok bir müddet vardır ki, o süre içerisinde hidayeti istemeye ve seçmeye imkan
bırakılmıştır. Bu müddette hidayet ve dalâlet ihtiyarîdir.370
Hidayete eren insan, hem hidayet öncesinde hem de sonrasında bir takım ruhî
süreçler yaşamaktadır. Elmalılı hidayet öncesinde ferdin ne gibi ruhî haller
yaşadığından bahsetmez, fakat sonuç safhasında hidayete ermiş şahsı nasıl bir psikolojik
hal içerisinde olduğunu şöyle anlatır: Allah, hidayet istediği kimsenin kalbine bir nur
verir. O kimse de iman ve İslâm ile son derece açılmış ve ferahlamış olur. Hakkı kabul
ve Hakk’ın emirlerini yerine getirmekten canı sıkılmaz, zahmet ve ızdırap duymaz.
Bilakis neşe ve neşat duyar.371
Hidayet konusunda Kutub, tefsirinde şunları söylemiştir: “Bu kitabın hakikati
hidâyet, tabiatı hidâyet, varlığı hidâyet ve mahiyeti hidâyettir... Fakat kimlere? Bu
kitap kimler için hidâyettir? Kimler için aydınlıktır, kimler için ikâz edip yol gösteren
apaçık bir kılavuzdur? Takva, müttakiler için...”372
Bu hidayet bahşeden kitabı mübîn ile yalnız hidayete açık bulunan mü’min
gönüller şerefyâb olabilirler. Bu beliğ nasihattan sadece, îman için çarpan ve îman
369 Hökelekli, Dini Kişiliğin Kuruluşunda İradenin Rolü, s.27. 370 Yazır, a.g.e. , c. 4, s. 2983. 371 Yazır, a.g.e. , c. 3, s. 2050. 372 Kutub, a.g.e. , c. 1 s. 77.
99
ile canlanan müttaki gönüller faydalanabilirler... Çok kere insanlar hak ile batılın,
hidayet ile dalâletin arasını tefrik edemezler. Aslında hakikat tabiatı icabı açıktır.
Uzun bir beyana ihtiyaç kalmadan hakikati kavramak mümkündür... İnsanlar çok
az kere hakka rağbet edip, hak yolu seçebilir. Hakka rağbet edip, hak yolunu
seçmeye muktedir olmak sadece takva ile mümkün olur. Bunun için Kur’an-ı Kerîm’de
bu nevi tâbirler çok tekrarlanıyor. Bu kitapta haktan, hidayetten, nurdan, mev’ize’den,
ibretten ne varsa sadece mü’minler ve müttakiler içindir. Kalbe hidayet, nur, mevize
ve ibret veren şey yalnız Takvâdır. Kalbe hidayeti ve nuru seçtirerek mev’ize ve
ibretle faydalandırarak zinetlendiren bu ikisidir. Yoldaki eziyetlere tahammül
ettiren O’dur. İşte meselenin esası, işte işin hakikati... Yalnız ilim ve marifet değil...
Nice bilenler var ki bâtıl bataklığına dalmaktadırlar. Ya ilim ve marifete meydan
vermeyen şehvetin esiri olmaktalar; yahut da hak yolcularını, dâva adamlarını bekleyen
eziyetten korkmaktadırlar!..373
2.4.7.Dua
Dua daha ziyade, ruhun iç âleme doğru bir gezintisi ne benzemektedir.
Umumiyetle dua, bir şikayetten, bir ızdırap çığlığından, bir yardım dilemeden ibarettir;
bazen, her şeyin üstünü ve ezeli aslîsinin huşû içinde bir nevi temaşası olmaktadır.
Duayı, ruhun Allah’a yükselişi şeklinde de tarif etmek mümkündür. Yahut da hayat
harikasını, mucizesini yaratan bir varlığa karşı gösterilen sevgi ve tapma fiili şeklinde...
Hakikaten dua, İnsanın görünmez bir varlıkla mevcudatın yaratıcısıyla, hepimizin
kurtarıcısı ve: hâmisiyle fikren ve hissen münasebete geçmek için yapılan gayreti temsil
eder 374. Bununla birlikte dua. sadece bir dilekte bulunma değildir; içinde hiç bir dilek
ya da istek ihtiva etmeyen yalnızca Allah'ın yüce kudretine tevekkül ile bağlanmadan
ibaret olan dua şekilleri de vardır.375
İbadetin ve dindarlığın iliği376 olarak gördüğü duayı Elmalılı şöyle tanımlar:
Dua, küçüğün büyükten, acizin güçlü olandan hacet ve arzusunu cidden talep ve ricası
demek olduğundan, fiilen, kavlen, hâlen yalvarmak, ihlas ve ciddiyet, bir de istenilen
373 Kutub, a.g.e. , c. 2, s. 461-462. 374 Alexis Carel, Dua, Çev. M. Alper Yücetürk, Yağmur Yayınları, Bütün eserleri 2, 3. Baskı, İstanbul
1977, s. 243. 375 Hökelekli, Din Psikolojisi, s. 83. 376 Yazır, a.g.e. , c. 9, s. 6399.
100
şeyin dua eden ve edilenin durum ve şanlarına layık ve münasip olması ve aralarındaki
bağın ihlâl edilmemesi duanın sınırına dahil şartlardandır.377
Elmalı'lı duayı bir anlatma fiili olmaktan çok, kulluğun açıklanması, aşağılık ve
acziyetini arz ederek müracaat ameli olarak görmektedir378. Duanın psiko-fizyolojik
tesirleri, nerede ve ne zaman dua edileceği hususunda bilgi vermeyen Elmalılı, duanın
duygu cephesi hakkında ise "dua, sevgi ve ümit ifade eden bir ibadettir 379" demektedir.
Kutub, Furkan sûresinin 77. Âyetinin tefsirinde şunları söylemiştir: “De ki:
Duânız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?” Bu ifadede Resûlullâh (S.A.)
ın dayanak noktası ve yüceliği belirtilmektedir: “Rabbim size değer verir miydi.”
Ben onun yanında onun himayesindeyim. O benim Rabbimdir, ben de O’nun
kuluyum. Ya siz O’na inanmazsanız? O’nun kulları zümresine iltihak etmezseniz
ne değer ifade edersiniz ki?... Siz sadece cehennemin yakacağısınız: “Gerçekten
yalanladınız.” O halde azap yakanızı bırakmayacaktır...380
Daha evvel alelade bakışlarla seyredip geçtiğimiz kâinatın canlı ve gerçek
görüntülerini arzeden Kur’ân âyetleri bu noktaya geldiğinde beşer vicdanını cüş-u
huruşa getiriyor. Zira bu muhteşem varlıkların, yüce saltanat sahibinin emirlerine
boyun eğdiği müşahede edilmektedir. Bu saltanatı gösterdikten sonra Kur’ân,
insanların dikkatini Rablarına çekiyor. Kendisinden başka Rab tasavvur edilemeyen
Allah’a huşu ve teslimiyetle dönmelerini istiyor. Kendisinin yegâne ilâh olduğunu itiraf
etmelerini, kulluk sınırlarını aşmamalarını, saltanatına karşı gelmemelerini, şerî şerifi
terk etmemelerini, nefsâni arzularına uyarak Allah’ü Teâlâ’nm daha önce nizamını
hâkim kıldığı yeryüzünde fesat çıkarmamalarını öğütlüyor: “ Rabbmıza gönülden ve
gizlice yalvarın, doğrusu O aşırı gidenleri sevmez. Düzeltilmişken yeryüzünde
bozgunculuk yapmayın. Allah’a, korkarak ve ümitle yalvarın. Doğrusu Allah’ın
rahmeti iyi davrananlara pek yakındır.381” Kur’ân’ın bu âyetiyle yapılan psikolojik
telkin; yalvarış ve yakarış halindeki kul için en münasip hal tarzıdır. Gönülden ve
377 Yazır, a.g.e. , c. 3, s. 2194. 378 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 665. 379 Yazır, a.g.e. , c. 3, s. 1470. 380 Kutub, a.g.e. , c. 10, s. 571. 381 Araf , 7/55-56
101
gizlice, bağırıp çağırmadan yavaşça... Evet; gizlice yalvarmak kulu mevlâsına
yaklaştıran en iyi yol olduğu gibi Allah’ın celâl sıfatıyla bağdaşan en iyi haldir de...382
Kur’âıı’ı Kerim duâ esnasındaki gerçek duyguyu böyle tarif ve tesbit etmiştir.
Bu duygu, Allah’ü Teâlâ’nın yakınlığını ve celâl sıfatını beraberce mütalâ eden
duygudur. Nitekim celâl sıfatının şuuruna eren kişi duâ ederken bağırmaktan utanır.
O’nun yakınlığını idrak eden kişi herhalde bağırmaya gerek görmeyecektir. Huşu içinde
boyun eğerek gönülden duâ etme usulü telkin edildikten sonra, Allah’a ait olan
hâkimiyeti kendilerine mal etme sevdalarından vaz geçmeleri öğütlenmiş, İlâhî saltanata
karşı koymaları yasaklanmış, İlâhî direktiflerle ıslah edilen yeryüzünü kendi arzuları
istikâmetinde fesada vermemeleri emredilmiştir. Zaten isteklerine cevap vermeye
muktedir olan Rabbine sessizce gönülden yalvaran kimse, ne hakkı olmayan saltanata
sahip çıkar, ne de düzeltilmiş olan yeryüzünün fesadına çalışır. Görülüyor ki bu
telkinlerle bunlara cevap teşkil eden infialler arasında nefis ve şuuru olgunlaştıran çetin
ve iç içe bir bağlantı vardır. Kur’ân kalbin heyecanlarını, nefsin infiallerini, kısacası
insandaki sürekli değişen psikolojik durumu göz önünde bulundurur. Bu, yaratanın
metodudur. O yaratan ki, yarattıklarının en gizli hallerine vakıf ve onlardan
haberdardır. “Allah’a, korkarak ve ümitle yalvarın.” Azab ve gazabını hatırdan
çıkarmayın. Mükâfat ve rızasına erebileceğinizi de unutmayın. “Doğrusu Allah’ın
rahmeti iyi davrananlara pek yakındır.” “Zira bunlar Allah’ı görmeseler bile
görüyorlarmış gibi ibadet ederler.” Peygamberimiz (A.S.) bu âyette “iyi davranın.” diye
tercüme edilmiş olan “ihsan” kelimesini izah buyururken böyle anlatmışlardır.383
Kur’ân beşerin gönlüne hitap ederek kâinat sayfalarından birini daha gözler
önüne sermektedir. Fakat gönüller bu sayfalardaki derin manaları idrâk edememekte,
kâinatın dilinden anlamamaktadır. Onun için bu sayfalar gelişi güzel geçiştiriliyor.
Bu evvelki âyette İlâhî rahmetin hatırlatıldığı bir sayfa vardı. Burada yeni bir sayfayla
karşılaşıyoruz; sağanak yağmurlar, yeşerip gelişen bitkiler, ölmüş ve sönmüş bir hayatın
yeniden canlanışını temin eden İlâhî rahmet...384
2.4.8. İbadet
382 Kutub, a.g.e. , c. 6, s. 97. 383 Kutub, a.g.e. , c. 6, s. 98. 384 Kutub, a.g.e. , c. 6, s. 99.
102
Allah’ın emirlerini yerine getirmek, kulluk etmek385 anlamına gelen ibadeti şu
şekilde tarif etmek mümkündür: Allah'ın emir ve iradesine itaat etmek, O'na
yakınlaşmak niyet ve arzusuyla yapılan uygulama ve eylemdir.386
Elmalılı da ibadeti, insanın ruhen ve bedenen, zahiren ve batınen bütün
mevcudiyetiyle yalnız Allah’a yapılan şuurlu bir tâat ve yakınlıktır387 şeklinde tarif
etmektedir.
İbadetin niyetli bir davranış olarak gören Elmalılı, ibadetin unsuru olması
bakımından da niyeti, davranışın geri arkasında bulunan serbest tercih ve irade olayı
olarak görür ve der ki: Niyet yapılacak fiilin meydana gelmesinde ançak Allah’a tâat ve
yakınlık kast etmek demek olan irade olayıdır.388
İbadet, yalnız bedeni şekil ve pozisyonlardan ibaret değildir. İbadetin en önemli
kısmı ferdin içinde olup bitmektedir. İbadeti esnasında duygusal ve zihnî öğelerin
tamamı hazır bulunmaktadır ve içimizde olup bitenler de ibadet esnasında bedende az
çok kendini gösterir. Elmalılı ibadetin duygusal cephesini ve cihetini, insan bedenine
olan etkilerini şöyle ifade eder: İnsan ruhunda ibadet, ruhu büyüleyen en yüksek
muhabbet ile en yüksek korkunun çarpışmasından ve biraradalığından çıkan ümit ve
korku parıltısı içinde sevinç ve muhabbetle ümit zevkinin üstünlüğünü görmek için
bütün bir yetersizlikten sonsuz güçe yükselmek gayesiyle yapılan bir itaat davranışıdır
ki, hem zahir hem de batında nihaî bir alçalma ile nihaî bir saygıyı ihtiva eyler ve hakikî
anlamda kalbe itminan ve hazur bırakır.389 Huşû aslı kalpte, tezahürü bedende olmak
üzere ikisini de içine alır. Kalble alâkalı yönü Allah’ın azameti ve celali karşısında
kendi küçüklüğünü göstererek nefsi emri hakka baş eğdirecek, edep ve hayadan başka
bir hatıraya iltifat etmeyecek surette kalbin son derece bir saygı hissi duymasıdır.
Zahirle alakalı yönde beden azalarında bu hissin tezahürüyle bir sûkun ve kalp rahatlığı
hasıl olması ve gözlerin önüne secde yerine bakıp sağa sola şuna buna iltifat
etmemesidir. Huşûnun aslı niyetin kemâlatıyla alakalıdır.390
385 Abdullah Yengin, Yeni Lügat, Yeni Asya Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1975, s.245. 386 Hökelekli, a.g.e. , s. 88. 387 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 96. 388 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 96. 389 Yazır, a.g.e. , c. 1, s. 101. 390 Yazır, a.g.e. , c. 5, s. 3428.
103
Kutub, tefsirinde şunları söylemiştir: “Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden
yardım dileriz.” 391 Sûrenin ilk kısımlarındaki îtikâdî esasların özü olan itikat temeli işte
budur. İbâdet ancak Allah’a (C.C.) olur ve yardım da O’ndan istenir. Burası da yine
yolların ayrılış noktasını gösterir. Bir yanda her türlü ubudiyyetten kurtularak mutlak
hür olmak... Öbür yanda kullara kul olmak... Bu esas, beşeriyetin tam olarak
hürriyetinin ilânıdır. Evhamın esaretinden kurtuluş hürriyeti... Kalıplaşmış köhne
inançları yıkma hürriyeti... Cahiliyet devri âdetlerinden sıyrılma hürriyeti... Böylece
yalnız Allah’ın (C.C.) varlığına inanmak ve yardımı da yalnız O’ndan istemek suretiyle
örf ve âdetlerin esaretinden, şahısların ve köhne nizamların köleliğinden beşer vicdanı
kurtulmuş olur. Aynı zamanda insan, efsânelerin, evham ve hurâfelerin esaretinden de
halâs bulur.392
“Din” İstılahı, bugün insanların ruhlarına yayılmıştır. Hatta din, vicdandaki
bir inanç ve yapılması gereken kulluk vecibeleri olarak kabul edilmektedir. Bu
keyfiyet, bu sağlam âyetin ve Resulullah'ın tefsirinin de ifade ettiği veçhile
yahudilerin de kabul ettiği bir husustur. Ne var ki onlar diğer yandan Allah'a
şerikler buluyorlar, O’nun. bir tek ilâha ibadet etmek hususundaki emrine aykırı
hareket ediyorlar, alim ve rahiplerini Allah'tan başka Rabler ittihaz ediyorlardı.393
İbadet; ubûdiyettir. Ubûdiyet, deynunettir. (Tapılanın dinine sıkı sarılmak)
bu da, az önce işaret edilen hususiyetleri ihmal etmeden yalnız ve yalnız Zülcelâl
hazretlerine uymak ve itaat etmektir. Çünkü ülûhiyeti itirafın gereği budur.394
“Şu halde O’na ibadet et ve bu ibadetinde sabırlı ol.”395 İbadet et ve ibadetin
mesuliyetine dayan. Bu mükellefiyetlerle kul, yaratanın huzurunda üstün ufuklara
yükselir ve bu zirvelerde dayanabilme imkânını elde eder. O’na ibadet et ve o
yüce ufuklarda buluşabilmek, emirlerini alabilmek için çalış ve kendini topla. Çok
zordur bu ama… Her meşgaleden sıyrılıp her engeli aşarak kendine gelmek, her
seslenişe kulağını tıkayıp her yönelişten vaz geçmek pek zordur. Ancak bu
zorluğun yanı sıra öyle bir tadı vardır ki onu tadandan başkası bilmez. Bu zevke
391 Fatiha, 1/4 392 Kutub, a.g.e. , c. 1, s. 42. 393 Kutub, a.g.e. , c. 7, s. 265. 394 Kutub, a.g.e. , c. 7, s. 518. 395 Meryem, 19/64
104
erebilmek için o meşakkatleri çekmek ve o meşguliyetlerden vaz geçerek bu
âleme dalmak bütün varlığı ve bütün kalbiyle kendini bu yola adamak gerekir.
Zira bu, bu zevkin sırrını, güzel kokusunu ancak kendisini ona verenlere açar.
Duyularının pencerelerini, kalbinin bütün kapılarını bu noktaya açık tutanlara
verir.396
“Şu halde O’na ibadet et ve bu ibadetinde sabırlı ol.” İslâmda ibadet sırf belirli
hareketlerden ibaret değildir. Bütün hareketleri, bütün çırpınışları, bütün
faaliyetleri, bütün niyetleri ve bütün yönelişleri içine alır. Ve insanın bütün bu
saydığımız noktalarda yalnız ve yalnız Allah’a yönelmesi ve onun rızasını
gözetmesi çok hem de pek çok zordur. Dayanmak gerekir bu zorluğa. Kalp
yeryüzüyle ilgili her faliyetinde semaya yönelmelidir. Yeryüzünün çamurlarından
kurtulmalı. İhtiyaçların ağırlığından uzaklaşmalı, nefsin arzularından kaçmalı ve
hayatın aşağılıklarından arınmalıdır. Bu ise son derece mükemmel bir hayat
düzenidir. İnsan buna göre yaşadığı hayatı boyunca büyük küçük yaptığı her
şeyde Allah’a kulluk ettiğini farkeder ve her hareketinde o yüce, o temiz ve o aydınlık
ibadet ufkuna yükselir... Fakat bu metoda dayanmak gerekir. Nefsi zorlamak ve
hazırlamak icap eder...397
“Şu halde O’na ibadet et ve bu ibadetinde sabırlı ol.” Yalnız O’na ibadet edilir.
Bu varlıklar dünyasında insan fıtratı ve gönlü yalnız ve yalnız O’na yönelir... “O’na
benzer birşey bilir misin hiç?” Eşi ve benzeri olarak tanıdığın bir şey var mı? Hâşâ
Allah bütün benzerlerden ve bütün eşlerden münezzehtir, uzaktır.398
396 Kutub, a.g.e. , c.9, s. 524. 397 Kutub, a.g.e. , c.9, s. 524. 398 Kutub, a.g.e. , c.9, s. 524-525.
105
SONUÇ
Yirminci yüzyılın en önemi müfessirlerinden olan Elmalılı M. Hamdi Yazır'ın
çok yönlü bir kişilik olduğu, özellikle batılı yayınları takip eden bir şahsiyet olması
münasebetiyle psikolojik yönüyle de mükemmel bir müfessirin karşımıza çıktığı
görülmektedir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın tefsirinde, bütüncül bir yaklaşım
sergilediği görülmektedir. Elmalılı’nın bireyi, çevresel bütünlük içerisinde, kendi
bütünlüğü içinde, şuur mefhumunda, ruh ve beden nisbetinde incelediği görülmektedir.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Eflatun, Aristo, Muhasibî, İbn-i Sina, Gazali
ve Sûfiyyûn gibi şahsiyetlerden etkilenmiştir. Bunun için psikolojik konulara Spirtüalist
izahlar yaptığı görülmektedir. Elmalılı batıya hiç gitmemiştir. Batıda çıkan yayınları
takip edebilecek düzeyde yabancı dile hâkim olduğu bilinmektedir. Bu nedenle psikoloji
konularını izah etmede zorlandığı söylenemez. Hangi yolla olursa olsun, tespitlerinin
günümüz psikolojisine uygun düştüğü görülmektedir. İnsana verdiği değer, kalbe
koyduğu özgürlük ve sorumluluk bilinci, sevgiye verdiği kıymet, insan tabiatına
koyduğu iyi anlam, kalıtım ve çevre konusunda bağdaştırıcılık, ruh ve beden
münasebetine koyduğu iç içe bütünlük, insanı anlamada bütüncül yaklaşımı, fenomenci
tutum ve iç gözlem metodu ile, tam bir Hümanistik Psikolog gibi karşımıza
çıkmaktadır.
Seyyid Kutub ise, edebî yönünün yanında aynı zamanda bir sosyolog kişiliğiyle
de tanıdığımız bir müfessirdir. 20. Yüzyıldaki en çok ilgi gören ve okunan tefsiriyle
düşünce dünyamıza yeni anlam ve manalar katan bir müfessir olduğu görülmektedir. Fî
Zılâli’l-Kur’ân'ın ilk baskısında yazarın daha çok edebî yaklaşımları, ihsasları ve kıvrak
üslup incelikleri gözlenirken, ikinci baskısında 27. cüzden sonra geliştirdiği kendine has
yorumları ve açıklamaları eserinde açıkça görülmektedir. Bundan önceki cüzlerde
sadece bir edebiyat denemesi niteliğinde olan eser, bu baskıdaki yeniliklerle modern bir
tefsir özelliğini kazanmıştır.
Esas itibariyle Kutub tefsirinde, edebiyatçı kişiliğinin verdiği yetenekle Kur’ân-ı
Kerim'in sahip olduğu zengin edebiyat materyallerini çok iyi değerlendirir ve kullanır.
106
Aynı zamanda sosyoloji uzmanlığının vermiş olduğu maharetle Kutub’un, çağının
günlük problemlerine getirdiği çözümlerle sosyolojik tespit ve izahlarının olduğu
görülmektedir.
Sonuç olarak bu araştırmamızda şunlar görülmektedir: İki müfessirin âyetlere
yaptıkları tefsir ve izahları karşılaştırıldığında, Elmalılı’nın psikolojik yönüyle âyetlere
getirdiği tefsir ve izahlarında tam bir psikolog gibi izahlar yaptığı net bir şekilde
görülmektedir; fakat Kutub’un edebiyatçı kimliğinin yanında bir sosyoloji uzmanı
olması münasebetiyle âyetlere getirdiği tefsir ve izahlarında psikolojik izahlarının fazla
olmadığı, Elmalılı’ya göre zayıf kaldığı, genel itibariyle eserinde edebi yaklaşımlarının
yanı sıra sosyolojik tesbit ve izahlarının ağırlıkta olduğu açıkça görülmektedir.
107
KAYNAKÇA
Adler, Alfred, İnsanı Tanıma Sanatı, Çev. Kamuran Şipal, Say Yayınları, 15. Baskı,
İstanbul 2016.
Ağbal, Davut, “İbnü’l-Arabî’nin İşârî Tefsir Anlayışının Fikrî Arka Planı”, Amasya
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Amasya 2017, Say. 8.
Alper, Teoman, Bilinçte Devrim, Hürriyet Yay. , İstanbul 1978.
Akarsu, Bedia, Çağdaş Felsefe, M.E.B. , İstanbul 1979.
Armaner, Neda, Din Psikolojisine Giriş, Ayyıldız Mat. , c.1, Ankara 1980.
Atkinson, Rita L. , Vd. , Psikolojiye Giriş, Çev. Kemal Atakay Vd. , Sosyal Yayınlar,
İstanbul 1995.
Aydemir, Abdullah, Ebussu’ûd Efendi ve Tefsirdeki Metodu, D.İ.B.Y. , 2. Baskı,
Ankara 1993.
Aydın, Hüseyin, Muhasibinin Tasavvuf Felsefesi, Pars Yayınevi, Ankara 1976.
Aydın. Hayati, Kur’an’da İnsan Psikolojisi, Fecr Yayınları, İstanbul 2016.
Aydın, Orhan, Davranış Bilimlerine Giriş, T.T.K.B. , 2. Fasikül, Ankara 1986.
Berberoğlu, Muhammet Necati, “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Kelâmî
Görüşleri”, Yüksek Lisans Tezi, Konya 2009
Baymur, Feriha, Genel Psikoloji, İnkilap Yayınevi, İstanbul 1984.
Bilgin, Mustafa, “Hak Dini Kur’ân Dili”, DİA, c.XV, İstanbul 1993.
Bilge, Muammer, Metabiyoloji, Dizerkonca Matbası, İstanbul 1990.
Carrel, Alexis, Dua, çev. M. Alper Yücetürk, Yağmur Yayınları, Bütün Eserleri 2, 3.
Baskı, İstanbul 1977.
Cansever Gökçe, İçimdeki Ben, Beta Basım, 3. Baskı, İstanbul 1985.
108
Certel, Hüseyin, Din Psikolojisi, Berikan Yayınevi, Isparta 2014.
Certel, Hüseyin, Din Psikolojisi, Genişletilmiş 2. Baskı, Berikan Yayınevi, Ankara
2016, s.50.
Certel, Hüseyin, Kur’ân’da İnsan, Tuğra Matbaası, Isparta 2000,
Cücü, Taner, “İslam’da Rüya Amel İlişkisi”, Diyanet Dergisi, Sy.2, c.16, Ankara 1977.
Çamdibi, H. Mahmut, Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul
1994.
Çalışkan, İsmail, “Sempozyum Değerlendirmesi”, I. Tefsir Anabilim Dalı Koordinasyon
Toplantısı ve Tefsir Anabilim Dalı Eğitim-Öğretim Problemleri Sempozyumu, (11-12
Haziran 2005, Van), Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: X , 2006.
Çiçek, Halil, 20. Asırda Kur’an İlimleri Çalışmaları, Timaş Yayınları, İstanbul 1996.
Dwelshauvers, G., Psikoloji, çev. Mustafa Şekip Tunç, Devlet Basım Evi, İstanbul
1938.
Ebû Davud, es-Sünen (I-VI), Mısır 1371/1952.
Egemen, Bedi Ziya, Din Psikolojisi, T.T.K.B. , Ankara 1952.
el-Cürcanî, Seyyit Şerif, et-Ta’rifat, Matbaatu Muhammed Es’ad, İstanbul 1300.
el-Halidi, Salah Abdülfettah, Med-Al İla Zılali'l-Kur’ân, İrşad Kitabevi, Amman 2000.
el-Hûlî, Emîn, Kur’an Tefsirinde Yeni Bir Metod, çev. Mevlüt Güngör, Kur’an
Kitaplığı, İstanbul 1995.
Ertuğrul, Resul, “Kur’an’a Göre İnsanın Psiko-Sosyal Açıdan Değerlendirilmesi”,
Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004.
Essabûnî, Nureddin, Maturidiye Akaidi, çev. Bekir Topaloğlu, D.İ.B.Y. , 3. Baskı,
2015.
Fordham, Freida, Jung Psikolojisinin Ana Hatları, çev. Aslan Yalçıner, Onur Basımevi,
İstanbul 1983.
109
Gördük, Yunus Emre, Tarihsel ve Metodolojik Açıdan İşârî Tefsir, İnsan Yayınları,
İstanbul 2013.
Görgün, Halil, Seyyid Kutub Mad., TDV. İslam Ansiklopedisi, c.37, İstanbul 2009,
Gözalan, Bestami, “Elmalılı Tefsirindeki Hadislerin Tahrici (VII, VIII, Ve IX Ciltler)”,
Yüksek Lisans Tezi, Konya 2007.
Güney, Ahmet, “Kur’an’da Duyguların Kullanımı”, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Van 2009.
Güngör, Erol, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken Neşriyat, 2. Baskı, İstanbul1987.
Gürses, İbrahim, “Elmalılı Tefsirinde Psikoloji Konuları”, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa 1990.
Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitapevi, 6. Baskı, İstanbul 1982.
Hançerlioğlu, Orhan, Ruh Bilim Sözlüğü, Remzi Kitapevi, İstanbul 1993.
Heoffding, Psikoloji, çev. Hüseyin Cahid, Tanin Mat. , c.2, İstanbul 1924.
Hökelekli, Hayati, Din Psikolojisi, TDV. Yayınları, Ankara 1993.
Hökelekli, Hayati, “Dini Kişiliğin Kuruluşunda İradenin Rolü”, Diyanet Dergisi, Sy. 2,
c.21 Ankara 1985
Jacobson, Nils Olof, Ölümden Sonra Hayat, çev. Nilgün Tepeköy, Milliyet Yayınları, 2.
Baskı, 1974.
Jersild, Arthur T. , Gençlik psikolojisi, çev. İbrahim N. Özgür, Takıloğlu Matbaa, 4.
Baskı, İstanbul 1987.
İbn Teymiyye, Takıyyüddin Ahmed b. Abdilhalim, Mukaddimetün fi Usûli’t-Tefsîr,
Matbaatü’t Terakki, Dimeşk 1355/1936,
İkbal, Muhammed, İslâm’da Dinî Düşüncenin Yeniden Doğuşu, çev. N. Ahmet Asrar,
Birleşik Yayıncılık, Tsz.
110
İrfan, Abdülhamit, İslam Tefekküründe Ruh Meselesi, çev. M. Saim Yeprem, Nesil
Dergisi, c.2, Say.7, 1978.
Kahraman, Ferruh, “Psikolojik Tefsir”, Necmettin Erbakan Üniversitesi, İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı 40, Konya 2015.
Karlığa, H. Bekir, “Fî Zılâli’l-Kur’ân”, TDV. İslam Ansiklopedisi, c.13, İstanbul 1996,
Kasapoğlu, Abdurrahman, Kur’ân’a Psikolojik Yöneliş, Çıra Yayınları, İstanbul 2016.
Kasapoğlu, Abdurrahman, “Kur’ân’ın Psikolojik Tefsiri”, İnönü Üni. İlahiyat Fakültesi
Dergisi Cılt.2, Sayı 1, Bursa 2011.
Kasapoğlu, Abdurrahman, Kur’ân’da İman Psikolojisi, Yalnızkurt Yayınları, İstanbul,
1996.
Karatosun, Hikmet, Şahin, Mustafa, “Uyku Ve Ötesi”, Bilim ve Teknik, sy.246, Ankara
1989.
Kara, Mustafa, “Hak Dini Kur’an Dili’nde Tasavvuf Kültürü Üzerine”, Elmalılı Hamdi
Yazır Sempozyumu, Ankara 1993.
Kılavuz, A. Salim, U.Ü.İ.F. Kelam Ders Notları, Bursa 1987.
Kılıç, Recep, “Hamdi Yazır’da Din Felsefesi”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Sempozyumu, TDV. Yay. , Ankara1993.
Kılıç, Sadık, Fıtratın Dirilişi, Nehir Yayınları, İstanbul 1991.
Kırca, Celal, Kur’ân-ı Kerim’de Fen Bilimleri, Marifet Yay. İstanbul 1989
Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’an’a Yönelişler, Tuğra Neşriyat,
İstanbul 1993.
Köse, Ali, Din Psikolojisi, 1.Baskı, İstanbul, Timaş Yayınları, İstanbul 2012.
Kutub, Muhammed, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, çev. Bekir Karlığa, İşaret
Yayınları, İstanbul 1992.
111
Kutub, Seyyid, Kur’an’da Edebî Tasvir, çev. Mehmet Yolcu, Çizgi Yayınları, İstanbul
1991.
Kutub, Seyyid, Fî Zılâli’l-Kur’ân, çev. (M. Emin Saraç, İ. Hakkı Şengüler ve Bekir
Karlığa), 3. Baskı, Birleşik Yayıncılık, İstanbul Tsz.
Krech, David; Crutchfield, Riçhard, S. , Sosyal Psikoloji, çev. Erol Güngör, Ötüken
Neşriyat, 3. Baskı, İstanbul 1980.
Legache, D. , Çağdaş Psikolojinin Özü ve İstikameti, çev. Selmin Evrin, Psikoloji
Açısından Dört İnceleme, İ.Ü.E.F. Yay. , İstanbul 1970.
Melici, A. Abdülaziz, “Dinde Psikolojik Araştırmanın Gelişimi”, çev. Selahattin
Parladır, D.E.Ü.İ.F.D. c.2, İzmir 1985.
Munn, Norman L., Psikoloji İnsan İntibakının Esasları, çev. Nahid Tendar, M.E.B. , 3.
Baskı, c.2, İstanbul 1965.
Necati, Muhammed Osman, Hadis ve Psikoloji, çev. Mustafa Işık, Fecr Yayınevi,
Ankara 2000.
Öner, Necati, “Stres ve Dini İnanç”, T.D.V.Y. , Ankara 1985.
Özdoğan, Öznur, Mutluluğu Seçiyorum, Özdenöze yay, İstanbul 2006.
Pak, İzzettin,“Konyalı Muhammed Vehbi Efendi ve Tefsirdeki Metodu”, Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2007.
Paksüt, Fatma, “Merhum Dayım Hamdi Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır
Sempozyumu”, TDV. Yay. , Say.2, Ankara 1993.
Pazarlı, Osman, Din Psikolojisi, Remzi Kitapevi, 2. Baskı, İstanbul 1972.
Rüşd İbn-İ, Felsefe- Din İlişkileri, çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul
1985.
Salah, Abdülfettah, el-Halidi, Med·Al İla Zılali'l-Kur’ân, İrşad Kitabevi, c.1, Amman
2000.
Sezen, Yümni, İslam Sosyolojisine Giriş, Turan Kültür Vakfı, İstanbul 1994.
112
Songar, Ayhan, Psikiyatri, Serhat Dağıtım Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul 1980.
Soysaldı, H. Mehmet, Nüzûlünden Günümüze Kur’an ve Tefsir, Fecr Yayınevi, Ankara
2001.
Subaşı, Hüsrev, “Elmalılı Hamdi Efendi ve Hat Sanatımızdaki Yeri”, Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu, TDV. Yay. , Ankara 1993.
Yavuz, Yusuf Şevki, “Elmalılı”, DİA, c.XI, İstanbul 1995.
Tabbâra, Afif A. , İlmin Işığında İslâmiyet, çev. Mustafa Öz, Kalem Yayınevi, İstanbul
1977.
Tunç, M. Şekip, İnsan Ruhu Üzerinde Gezintiler, Cumhuriyet Matbası, İstanbul 1943.
Tümer, Günay, “Çeşitli Yönleriyle Din”, A.Ü.İ.F.D. , Ayrı Basım, c.8, Ankara 1986.
Turhan, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, M.Ü.İ.F.V. Yayınları, İstanbul 1987.
Ulusoy, İ. Turgut, Din Psikolojisi, Hisar Cilt Ve Yayınevi, İstanbul 1970.
Yalçın, Mustafa, Kur’an ve Ruh Sağlığı, Tebeşir Yayınları, 1.Baskı, Konya 2012.
Yar, Erkan, “Kur’an’ın İnsan Öğretisi”, İslâmî İlimler Dergisi, Say. 1, 2007.
Yavuz, Kerim, Çocukta Dini Duygu Ve Düşüncenin Gelişmesi, D.İ.B.Y , Ankara 1983.
Yazıcı, Nesimi, “Muhammed Hamdi Yazır’ın Basın Hayatı Ve Yazarlığı”, Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu”, TDV. Yay. , Ankara 1993.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Dibace (Önsöz), Metalib ve Mezahib, Eser Neşriyat,
İstanbul 1978.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, İstanbul Tsz.
Yegin, Abdullah, Yeni Lügat, Yeni Asya Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1975.
http://www.kuranihayat.com/tefsir-cesitleri-ve-tefsir-ekolleri_d371.html
113
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler :
Adı ve Soyadı : İbrahim Ethem Özkan
Doğum Yeri : Seferhisar
Medeni Hali : Evli
Eğitim Durumu :
Lisans Öğrenimi : Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi
Yüksek Lisans Öğrenimi :
Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi :
114
İş Deneyimi :
Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar :