92
turkish journal of occupational health and safety turkish medical association Ulusal İstihdam Stratejisi Gezi Direnişi ve İşçi Sınıfı Devlet Bütçesi Maden Katliamları Maden Sektöründe İşçi Sağlığı ve Güvenliği ISSN 1302 - 48 - 41 üç ayda bir yayımlanır Temmuz - Aralık 2013 49-50

Temmuz-Aralık 2013

  • Upload
    vantu

  • View
    232

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Temmuz-Aralık 2013

t u r k i s h j o u r n a l o fo c c u p a t i o n a l

h e a l t h a n ds a f e t y

turkish medical association

Ulusal İstihdam Stratejisi Gezi Direnişi veİşçi Sınıfı

Devlet Bütçesi

Maden Katliamları

Maden Sektöründe İşçi Sağlığı ve Güvenliği

ISSN 1302 - 48 - 41 üç ayda bir yayımlanır Temmuz - Aralık 2013 49-50

Page 2: Temmuz-Aralık 2013

EditörlerDr. Celal EMİROĞLU

Dr. Levent KOŞAR

Yayın KuruluDenizcan KUTLUDr. Meral TÜRK

Dr. Nilay ETİLEROnur BAKIR

Dr. Sedat ABBASOĞLU

Danışma KuruluProf. Dr. Ahmet SALTIK

Prof. Dr. Çağatay GÜLER Dr. Engin TONGUÇ

Prof. Dr. Gamze YÜCESAN ÖZDEMİR Prof. Dr. Gazanfer AKSAKOĞLU

Prof. Dr. Güzin ÖZARMAĞANAv. Hacer EŞİTGEN

Fiz. Müh. Haluk ORHUNProf. Dr. İbrahim AKKURT

İsmail Hakkı KURTProf. Dr. Kayıhan PALA

Prof. Dr. Mehmet ZENCİRAv. Murat ÖZVERİ

Doç. Dr. Mustafa DURMUŞAv. Mustafa GÜLER

Prof. Dr. Mustafa KURTKim. Müh. Mustafa TAŞYÜREK

Doç. Dr. Nadi BAKIRCIPsik. Dr. Nazlı Yaşar SPOR

Prof. Dr. Nevin VURALDr. Nihal COŞKUN

Prof. Dr. Nergis MÜTEVELLİOĞLUProf. Dr. Remzi AYGÜN

Prof. Dr. Turhan AKBULUTDr. Ö. Kaan KARADAĞ

Prof. Dr. Yasemin BEYHANYıldırım KOÇ

Dr. Yıldız BİLGİNProf. Dr. Yücel DEMİRAL

Türk Tabipleri Birliği Adına Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Dr. Bayazıt İLHAN

Yazışma AdresiTürk Tabipleri Birliği Mesleki Sağlýk ve Güvenlik Dergisi

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Şehit Danýş Tunalýgil Sokak No: 2 Kat:4 Posta

Kodu: 06570Demirtepe/ANKARA

Telefon 0 312 231 31 79 (Pbx)

Faks0 312 231 19 52 - 53

http://www.ttb.org.tr/msge-posta: [email protected]

Hazırlık ve TasarımYeter CANBULAT - TTB

Basımcının İletişim Bilgileri ve Basım Yeri Başak Matbaacılık ve Tan. Hiz. Ltd. Şti. Ankara

Tel: (0.312) 397 16 17

YapımMucize Reklam

Tel: 0 312 417 10 56

Basım Tarihi 17.10.2014

Yayın Türü

Yerel Süreli (3 aylık)

Tiraj3.000 adet

Logo ve Kapak Hakkı TTB’ye Aittir.

Dergide Yayımlanan Yazıların Tüm SorumluluğuYazarlarına Aittir.

üç ayda bir yayımlanır Temmuz-Aralık 2013

YAYIN KURULU’NDAN

DEVLET BÜTÇESİ VE SERMAYEMustafa DURMUŞ

49-50

ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİ VE DEVLET KRİZİYücel FİLİZLER

GEZİ AYNASINDA TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ YENİ PROFİLİ VE GÖREVLER

Nuh ASLAN

ATA SOYER SAĞLIK VE POLİTİKA OKULU İŞÇİ SAĞLIĞI TARTIŞMALARI

Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu

ORGANİZE BİR KATLİAM SOMAAziz ÇELİK

DİSK GENEL-İŞ SENDİKASI İŞYERİ SENDİKA TEMSİLCİLERİ ÖRNEĞİNDE

İŞÇİLERİN HAZİRAN 2013 DİRENİŞİ'NE KATILIM

DÜZEYİ VE EYLEMLERE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

Nergis MÜTEVELLİOĞLU

ANTAKYA SEMT PAZARLARINDA KENDİ ÜRETTİKLERİ TARIMSAL ÜRÜNLERİ SATAN ÇİFTÇİ PAZARCILARIN TARIMSAL SAĞLIK RİSKLERİ

Nazan SAVAŞ, Tacettin İNANDI, Ersin PEKER, Ömer ALIŞKIN

MADENCİLİKTE TAŞERON VE GÜVENCESİZ ÜRETİM: İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ UYGULAMALARI

Tevfik GÜNEŞ

1

4

10

14

25

35

51

63

78

87HABER

Page 3: Temmuz-Aralık 2013

1Temmuz-Aralık 2013

Soma’da 300’den fazla işçinin yaşamını yitirmesine yol açan toplu iş cinayeti, Türkiye’de işçi sağlığı ve güvenliğigerçeğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Sermaye sınıfı ve bu sınıfın çıkarlarını her şeyin önüne koyan AKP hükümeti, el ele, kol kola bu cinayeti işledi… Soma faciası, işçi sağlığı ve güvenliği alanına emekten yana bir perspektifle yaklaşanların, “neo-liberal politikalar,

özelleştirme, taşeronlaştırma, güvencesizleştirme, sendikasızlaştırma, esnekleştirme” diye başladığı cümlelerin bir re-torik olmadığını, işçi sağlığının bu parametrelerden bağımsız değerlendirilemeyeceğini bir kez daha ortaya koydu.

2004 tarihli Maden Kanunu ile madencilik sektörünün piyasaya tümüyle açılması ve 2010’da Kanuna eklenenbir madde ile kamu madenlerinde taşeronlaştırmanın en kötü biçimi olan “rödovans”ın adeta kural haline getirilmesi,Soma faciasına giden yolların taşlarını ördü…

Oysa çok değil daha 1,5 yıl önce, 2013’ün başında Zonguldak Karadon’da 9 işçinin ölümü ile sonuçlanan vetaşeronlaştırmanın başrolde olduğu iş cinayetinde facianın ucundan dönülmüş, Maden Mühendisleri Odası eskiBaşkanı Mehmet Torun, küçük bir kıvılcımla, tüm madenin atom bombası gibi patlayabileceğini o sırada vardiyadaolan 800 işçinin birden ölebileceğine dikkat çekmişti. Adeta bir “Rus Ruleti”ne dönen özelleştirme, piyasalaştırma,taşeronlaştırma üçgeni bu kez Soma’da 300’den fazla işçiye mezar oldu.

Daha Soma’nın acısı taptazeyken, bir katliam haberi de Karaman/Ermenek’ten geldi. Rödovans yoluyla farklışirketlere peşkeş çekilmiş bir maden sahasında, daha önce işletmesi sona ermiş bir madenin alanına doğru sondajdahi yapmaksızın ilerleyen Has Şekerler işvereni, su baskınına ve göçüğe yol açtı. 18 işçi, yine el birliği ile katledildi.Eğer bu maden havzası, kamu eliyle, planlı bir biçimde işletiliyor olsaydı, bu katliam yaşanmayacaktı…

Sadece madenlerde değil, inşaat ve tarım sektörlerinde de toplu iş cinayetleri yaşandı. Mecidiyeköy’deki TorunCenter inşaatında çalışan 10 işçi, 32. kattan yere çakılan asansörde can verdi. Arızalı olduğu, riskli olduğu bilinen,işçilerin ancak içinde sallanarak yavaşlatabildiği asansör, “inşaatın aksamaması” adına çalıştırıldı ve kaçınılmaz olanyaşandı. Dünyanın hiçbir dilinde bu yaşananın adını “kaza” ile açıklamak mümkün değil. Soma’da, Ermenek’teolduğu gibi göz göre göre bir Rezidans cinayeti işlendi…

Isparta’da elma toplayan mevsimlik tarım işçilerini taşıyan midibüsün devrilmesi neticesinde ise 17 işçi yaşamınıyitirdi, 28 işçi ise yaralandı. Kayıtlara “trafik kazası” diye geçti belki ama 27 yolcu kapasiteli midibüste 45 işçinintaşındığı gerçeği çok geçmeden gün yüzüne çıktı…

Tekil ya da toplu iş cinayetleri tüm hızıyla devam ediyor. Ve katil hala serbest… Elini kolunu sallaya sallaya, mem-leketin dört bir yanında, madende, inşaatta, enerjide ve bilcümle sektörde “faaliyetlerine” devam ediyor, yenikurbanlarını arıyor!

YAYIN KURULU’NDAN

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 4: Temmuz-Aralık 2013

2Temmuz-Aralık 2013

YAYIN KURULU’NDAN

Soma katliamı ve peşpeşe yaşanan toplu iş cinayetleri, meseleyi kader-fıtrat-mukadderat eksenindedeğerlendirenlerin sığlığı kadar, işçi sağlığı ve güvenliğine yönelik teknisist yaklaşımların kısırlığına da işaret etti. “Kaza,ölüm, madenciliğin fıtratında var” diyen zihniyetin, ölümleri engelleme derdinin olmadığı şüphe götürmez bir gerçek.Ancak bu gerçeği görmezden gelerek, sınıfsal ilişkilerin ve iktidar yapılanmasının kenarından dolaşarak, “teknikdüzeyde çözüm aramak ve konuyu bu eksende ele alarak tartışmak” da sorunu çözmüyor! Bilimin, tıbbın,mühendisliğin ve teknolojinin sağladığı tüm olanaklar, tüm mesleki ve bilimsel birikim; konunun “sosyal ve sınıfsalboyutu” ile ilişkilenmediği, üretim ve iktidar ilişkilerini sorunsallaştırmadığı, alanın sosyal ve sınıfsal aktörleri ilebuluşmadığı sürece, “gök kubbede hoş bir seda” olmanın ötesine gitmiyor.

Soma kıyımı ve takip eden toplu cinayetler, İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulamadaki 2. yılını doldurduğudönemde meydana geldi. “Büyük bir yenilik” olarak sunulan, bazılarınca her derde deva olacağı umulan Kanun, So-ma’da bir kez daha sınandı! Özünde “işi”, “işçinin” önüne koyan; daha adında, işçinin değil işin sağlığını önceleyen,işçi sağlığı ve güvenliği alanını piyasayı koruyarak ve hatta bizzat alanın kendini piyasalaştırarak kurgulayan Kanun,bir kez daha sınavı geçemedi. 4 maden mühendisinin can verdiği ve iş müfettişlerince düzenli olarak “denetlenen” So-ma’daki maden, işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanının gerçek anlamda mesleki bağımsızlığı ve iş güvencesinin olmadığı,işçinin kendi sağlığını korumak için müdahale ve mücadele edebileceği dayanaklardan ve gerçek bir güvenceden yoksunbırakıldığı, işyerinde sağlık ve güvenlik örgütlenmesinin bu öznelere dayanmadığı ve iş teftişinin bu öznelerle birliktekurgulanmadığı, gerçekten etkin ve caydırıcı cezaların öngörülmediği ve uygulanmadığı koşullarda, hiçbir yasanın butür katliamların önüne geçemeyeceğini gözler önüne serdi.

Soma kıyımı, sendikal örgütlenmenin tek başına sorunu çözmediğini, “en kötü sendikanın sendikasızlıktan iyiolmadığını”; doğru bir sendika, sendikal anlayış ve sendikal mücadele pratiği olmaksızın “sendika”nın işçilerin sağlığınıkorumadığı gibi işçilerin talep ve tepkilerini “kendiliğinden” ifade edebilecekleri kanalları da tıkayarak tabunun sonçivisini çakabildiğini gösterdi. 12 Eylül darbesinin ardından getirilen işkolu barajları ile inşa edilen sendikal tekel vesınırları yasalarla kalın bir biçimde çizilen “makbul sendikacılık”, Soma’da bir kez daha “sobelendi”!

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 5: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Esasında, yukarıda yaptığımız tüm tartışmalara, Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi daha önce ev sahipliği yaptı…Özelleştirme, taşeronlaştırma ve işçi sağlığı ilişkisi genel anlamda (örneğin sayı 40, Etiler’in yazısı) madencilik sektörüözelinde (sayı 28, Güneş’in yazısı) ve diğer sektörler düzleminde (ör. limanlar sayı 22, Topak’ın yazısı; kot kumlama,sayı 32, özel dosya; tersane sektörü, sayı 34, özel dosya; tarım sektörü, sayı 38-39 özel dosya; sağlık alanı, sayı 42-43, özel dosya; inşaat sektörü, sayı 47-48, özel dosya) ele alındı. İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, yasalaşma süreci,içeriği ve açmazları ile detaylı bir biçimde tartışıldı (ör. sayı 28 Abbasoğlu’nun yazısı; sayı 43, Emiroğlu ve Koşar’ınyazısı).

İşçi sağlığı ve güvenliği sorunu sınıfın örgütlenme ve mücadele süreçleri ekseninde defalarca masaya yatırıldı (ör.sayı 30, Çaralan’ın yazısı; sayı 36, Tekel dosyası). Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, yayına başladığı günden bu yanasorunu “teşhis” etmekle kalmayıp, “tedavi” etmek ve uzun vadede “eradike” etmek amacıyla “emeğin sağlıklı olmahakkı”nı merkeze aldı; bu hak ekseninde bir mücadelenin örgütlenmesi ve yürütülmesinin bir aracı olarak da işlevgörmeye çalıştı (ör. sayı 39 ve 41).

Bu anlamda, 15 yıla ve 50 sayıya kapı aralayan Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, önemli bir geleneğin, per-spektifin, inancın ve umudun naçizane bir temsilcisi olmaya devam ediyor. Bu sayımızda da maden ve inşaat sektör-leri ile mevsimlik tarım işçiliği gerçeğini yeniden gündeme getiren, Haziran direnişi ve işçi sınıfı ilişkisini ele alarakumudu canlı tutan, AKP hükümetinin emeğe yönelik yeni saldırı planını, Ulusal İstihdam Stratejisi’ni masaya yatıranyazı ve çalışmalarla karşınızdayız…

Yayın Kurulu olarak, Soma Maden gerçeği karşısında, bir kez daha eksiklerimizi gözden geçirerek, eksikliklerimiziaşmaya çalışarak, okurlarımızdan, yazarlarımızdan ve sınıfımızdan beslenerek bu geleneği, inadı ve inancı geleceğetaşımak için çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Soma’da, Mecideköy’de Ermenek’te, Isparta’da ve memleketin dört bir yanında yaşamını kaybeden işçilere, işçisınıfına karşı olan borcumuz çünkü bu…

YAYIN KURULU’NDAN

3Temmuz-Aralık 2013

Page 6: Temmuz-Aralık 2013

4Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

ORGANİZE BİR KATLİAM SOMA

Türkiye tarihinin en büyük işçi katliamı olanSoma (13 Mayıs 2014), bireysel ve teknik değil,sosyal, siyasal ve iktisadi boyutları olan organize birsuçtur. İşin bütün bir süreç olarak örgütlenmesi,ocağın hizmet alım sözleşmesi ile Soma AŞ’yedevri ve sonrasında işverenin ocakta oluşturduğuçalışma düzeni katliamın asıl nedenidir. Bu neden-le Soma, Ermenek ve benzeri katliamlara sadeceteknisist gözle bakmak (önemli olmakla birlikte)gerçek failleri anlamada yetersiz kalacaktır.Soma’da ve Ermenek’te daha ucuz işçilik ve dahayüksek kâr için yapılan bir iş organizasyonu sonu-cu ortaya çıkan bir katliam söz konusudur. Buörgütlü katliamdan devlet ve şirket (sermaye) bir-likte sorumludur. Kamu maden işletmelerini rödo-vans (kiralama) ile hizmet alımı (alt işveren, taşe-ron) vb yöntemlerle özelleştiren, güvencesiz çalış-ma biçimlerini yaygınlaştıran ve esnekliği çalışmahayatında kural haline getirmeye çalışan politika-lar bu katliamların asıl nedenidir.

Aziz ÇELİKDoç. Dr., Kocaeli Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

Kârlı ve kanlı bir sektör olarak madencilikMadencilik kârlı bir sektör olarak son yıllarda

giderek artan bir biçimde sermayenin iştahınıkabartmaktadır. Öte yandan gerek devletin gide-rek artırdığı bedava kömür dağıtımı gerekse termiksantrallerin önemini artıran enerji politikası nede-niyle kömür madenciliği “yıldızı parlayan” sektörhaline gelmektedir. Devletin kömürün neredeysetek müşterisi olması ve alım ve/veya fiyat garantisivermesi nedeniyle kömür işletmeciliği cazip birsektör haline gelmiştir.

Tablo-1’de görüldüğü üzere madencilik sektö-rünün kârlılık oranları diğer tüm sektörlerin orta-lamasından oldukça yüksektir ve bu durum istik-rarlı bir seyir izlemektedir. Tüm sektörlerde brütsatış kârlılığı %12-13 iken bu oran madencilikte%30-37 arasında bir seyir izlemektedir. Aynıdurum net kârlılık açısından söz konusudur. Diğertüm sektörlerde net kârın net satışlara oranı %1-3arasında değişirken, bu oran madencilikte

2010 2011 2012 2013Tüm Maden Tüm Maden Tüm Maden Tüm Maden

sektörler sektörler sektörler sektörler

Brüt Satış Kârı / Net Satışlar Oranı 0,13 0,30 0,13 0,37 0,12 0,35 0,13 0,31Faaliyet Kârı / Net Satışlar Oranı 0,04 0,14 0,04 0,20 0,03 0,19 0,04 0,15Faiz Giderleri / Net Satışlar Oranı 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02 0,02Faiz Giderleri / Faiz ve Vergiden Önceki Kâr 0,27 0,08 0,53 0,08 0,30 0,06 0,47 0,17Net Kâr / Aktif Toplamı 0,03 0,09 0,01 0,12 0,03 0,12 0,02 0,04Net Kâr / Net Satışlar Oranı 0,03 0,17 0,01 0,20 0,03 0,21 0,02 0,07Net Kâr / Öz Kaynak Oranı 0,08 0,14 0,03 0,21 0,08 0,21 0,05 0,08Vergi Öncesi Kâr / Öz Kaynak Oranı 0,10 0,17 0,05 0,25 0,10 0,25 0,07 0,12

Tablo-1: Madencilikte kârlılık oranları

Kaynak: Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Girişimci Bilgi Sistemi (1)

Page 7: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

5Temmuz-Aralık 2013

Yıllar Yararlanan Dağıtılan Dağıtılan Aile Kömür Kömür

(Bin Ton) (Milyon TL)

Tablo-2: Devletin bedava dağıttığı kömür

2003 1085511 663 892004 1490301 1057 1642005 1490301 1319 2292006 1754509 1262 2412007 1859687 1472 3172008 2057146 1628 4332009 2227066 1936 5582010 2076112 1522 4322011 2028259 2207 6542012 2018845 2159 7452013 2068591 2046 731

Ortalama Toplam Toplam1866065 17260 4595

%7-%20 arasında seyretmektedir. Tablo 1’de görü-leceği gibi tüm kârlılık oranları açısından madenci-lik sektörü açık ara öndedir. Madencilik sektörü-nün yüksek kârlılığını 500 büyük şirket açısındanda izlemek mümkündür. Türkiye'nin 500 BüyükSanayi Kuruluşu araştırmasına göre, 2010 yılınınen kârlı sektörleri madencilik ve elektrik olmuştur(2). İSO’nun 500 büyük şirket 2012 sonuçlarınagöre de madencilik şirketlerinin brüt kârlılığıoldukça yüksek seyretmiştir. 500 büyük şirket için-de yer alan özel madencilik şirketlerinin brüt kâr-lılığı %38 olarak gerçekleşmiştir. Aynı dönemde500 büyük şirketin genel brüt kârlılığının %8 civa-rında olduğu dikkate alınırsa madenciliğin nasılkârlı ve iştah kabartan bir sektör olduğu görüle-cektir (3).

Öte yandan gerek termik santraller ve gereksebedava dağıtılan kömür nedeniyle kömürün enbüyük müşterisi devlettir. Devlet kömür üretimialanından çekilmekte ancak kömürü satın almak-tadır. Özellikle devletin bedava dağıttığı kömürünson yıllarda kayda değer bir artış gösterdiği görül-mektedir.

Devlet 2 milyona yakın aileye Sosyal YardımlarGenel Müdürlüğü aracılığıyla her yıl bedavakömür dağıtmaktadır. Bedeli hazine tarafındankarşılanan dağıtılan kömür tutarı TKİ’nin toplamsatışının %30’una karşılık gelmektedir (4). Hükü-metin bedava dağıttığı kömürün dolaylı maliyetiözel kömür şirketlerinde çalışan işçilere yüklen-mektedir.

İşveren tüzel kişilik olarak sorumludurİşveren tüzel kişilik olarak, şirket olarak katli-

amdan sorumludur. Bu sorumluluk alt düzey tek-nisyen ve mühendislere, İş Yasasında tanımlananişveren vekillerine yıkılamaz. İş organizasyonun-dan, şirket politikalarından, yatırımlarından, işçisağlığı ve iş güvenliği harcamalarından şirket tüzelkişilik olarak sorumludur. Soma’da “dayıbaşı” siste-mi olarak adlandırılan taşeron sistemi, prime daya-lı üretim cinayete davetiye çıkarmaktadır. Prim sis-temlerinin tümü işçinin sağlık ve güvenliğini tehli-keye atar. İşçi ana ücret yetersiz olduğu için üreti-mi artırarak prim almaya çalışır. Madencilikteprim, parça başı üretim sisteminin uygulanması isedaha da vahimdir. Öte yandan işçilere yeterli eği-tim verilmemesi, mevzuatın öngördüğü işçi sağlığıve iş güvenliği önlemlerinin alınmamış olması şir-ket yönetimin sorumluluğunu ortaya koymaktadır.

Çalışma mevzuatı açıktır. İşverenin işçiye yöne-lik en önemli borcu işçiyi koruma borcudur. 6331sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın 4 ve 5.Maddelerine göre, işveren her türlü tedbiri, sonteknolojiyi kullanarak ve riskleri öngörerek almakzorundadır. Ölmemesi gereken işçiler ölmüşse,olmaması gereken kaza olmuşsa, yangından kaç-ması gereken işçiler kaçamamışsa işveren bütün busonuçları öngörmediği, önlem almadığı veya özen-siz davrandığı için suçludur. Bu noktada Soma veErmenek katliamlarının mevzuat eksikliğindenkaynaklandığı söylemek mümkün değildir.

Soma katliamı bireysel olarak işlenmiş sadeceteknik tedbirsizliklere dayalı ve mevzuat yetersizli-ği sonucu ortaya çıkan bir suç değil, işçilerin haya-tını korumakla yükümlü devletin ve işçilerin haya-tını korumakla yükümlü işverenin işbirliği halindeve organize bir biçimde işledikleri sosyal, siyasal veiktisadi arka planı olan bir cinayettir.

Madenciliğin fıtratında artık ölüm yokSoma katliamının ardından tekrar “fıtrat” tar-

tışmaları gündeme geldi. Cinayetin gerçek neden-lerini perdelemek için “eski hikâye” yeniden dola-şıma sokuldu: Tevekkül ve fıtrat. Soma katliamı-nın ardından Başbakan Erdoğan Soma’ya yaptığıziyaret sırasında “Bunlar olağan şeylerdir. Litera-türde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapı-sında, fıtratında bunlar var. Hiç kaza olmayacakdiye bir şey yok” dedi Başbakan bu iddiasını kanıt-Kaynak: TKİ 2013 raporu, s. 53 (4)

Page 8: Temmuz-Aralık 2013

6Temmuz-Aralık 2013

Özel ve kaçak Türkiye Taş ocaklar Kömürü İşletmesi

Yıl Üretim Ölüm Üretim Ölüm

2000 141.456 10 3.196.463 112001 140.479 15 3.492.105 52002 68.183 8 3.244.444 92003 44.361 18 2.954.334 82004 38.750 17 2.805.654 52005 336.925 8 2.621.263 102006 783.945 7 2.297.173 32007 816.230 16 2.423.719 52008 930.570 20 2.335.457 72009 883.186 13 2.883.243 72010 882.813 43 2.727.414 62011 1.026.732 10 2.607.182 42012 793.946 10 2.441.270 6Toplam 6.887.576 195 36.029.721 86Oran 100.000 2,83 100.000 0,24

Tablo-3: Kamu ve özelde ölüm oranları

Kaynak: Genel Maden İş Sendikası (7)

lamak için Viktorya Dönemi İngiltere’sine kadargiderek çeşitli örnekler verdi: “1862 bu madendegöçük 204 kişi ölmüş. 1866 361 kişi ölmüş İngilte-re. İngiltere’de 1894 patlama 290.” (5)

1860’ların İngiltere’si ile 2014’ün Türkiye’sinikarşılaştırma absürtlüğünü bir kenara bıraktığımız-da ölümüm artık madenciliğin fıtratında olmadığıaçıkça görebiliyoruz. ILO verilerine göre Türkiyebüyük ölçekli maden üretimi yapan ülkeler içindeişçi başına ölüm oranının en yüksek olduğu ülkele-rin başında gelmektedir. 2000-2012 yıllarını kapsa-yan ortalama verilere göre, Türkiye’de 100 binmaden işçisi başına yıllık ölüm sayısı 73’tür. Bu sayıİngiltere ve Norveç’in 15 katı, Almanya ve Avus-tralya’nın 9 katı, Polonya ve İtalya’nın yaklaşık 6katıdır. Türkiye’nin en yakın olduğu ABD’nin ise3,5 katıdır. 2000-2012 arasında Türkiye’de madenkazaları sonucu ölen işçi sayısı 1024 iken İngilte-re’de 14 yılda sadece 62 maden işçisi ölmüştür.İngiltere’de, 2009’da 5 madenci, 2010’da sadece 3madenci, 2011’de ise 10 madenci iş kazası sonucuyaşamını yitirmiştir. (6)

Bir başka karşılaştırmayı kamu ve özel sektöraçısından yapmak gerekir. Kamu ve özel sektörmaden işletmelerinde yaşanan ölümler karşılaştı-rıldığında da çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır.Zonguldak havzasını kapsayan 2000-2012 yıllarınıkapsayan bir araştırmaya göre özel ve kaçak ocak-larda 100 bin ton kömür üretimi başına düşen

ölümlü iş kazası oranı kamuda 100 bin ton üretime0,24 ölüm karşılık gelirken özel ve kaçak ocaklar-da bu oran 2,83’e ulaşmaktadır. Diğer bir ifadeyleözel sektörde kamunun 12 katı daha fazla ölümyaşanmaktadır. (7).

Soma katliamı özelleştirme ve taşeronlaşmanın dolaysız sonucudurRuhsat hakkı Türkiye Kömür İşletmeleri,

TKİ’ye ait olan Soma katliamın yaşandığı Eynezkömür ocağında TKİ ile Soma Kömür İşletmeleriAŞ arasında yapılan hizmet alım sözleşmesi hileli(muvazaalı) ve kanunsuzdur. Soma AŞ’nin işçilerisözleşmenin başından beri TKİ’nin işçisidir ve TKİgerçek işveren olarak hem cezai hem de hukukianlamda sorumludur. Sayıştay’ın Türkiye Kömürİşletmeleri Kurumu Sınırlı Sorumlu Ege Linyitleriİşletmesi Müessesesi 2012 başlıklı raporu (8) veTKİ’nin yıllık raporları bu gerçeği gözler önünesermektedir (9).

Bu hizmet alım sözleşmesi hem Kamu İhaleKanunu’na hem de İş Kanunu’na aykırıdır ve fiiliiş ilişkisiyle de örtüşmemektedir. TKİ, Kamu İhaleKanunu’nun 4. Maddesinde sayılan hizmet işleriarasında olmamasına rağmen, kömür çıkarma işinihizmet alımı yoluyla yaptırmaktadır. Yapılan bu işbaşlı başına yasaya aykırı ve hileli (muvazaa) birişlemdir. TKİ sadece Kamu İhale Yasasını çiğne-memiş, İş Yasasının 2. Maddesini de açıkça çiğne-yerek muvazaalı (hileli) bir alt işveren (taşeron)ilişkisi kurmuştur. TKİ asıl işin tamamını yasadaöngörülen koşullar olmaksızın, kendisini ihale söz-leşmesiyle perdeleyerek alt işverene devretmiş, buyolla işçiyi koruyucu mevzuatın arkasına dolanıpucuz kömür üretmiştir. Yargıtay çeşitli kararlarındakanuna aykırı bir şekilde yapılan bu tür hizmetalım sözleşmelerinin muvazaalı (hileli) olduğunahükmetmiştir. Böylesine muvazaalı bir ilişkide İşYasası’nın 2. Maddesi gereği alt işverenin işçileri(Soma AŞ işçileri) başından beri TKİ’nin işçisidir-ler. TKİ de bu işçilerin hukuken işverenidir. Nite-kim bu durum bilirkişi raporu ile de saptanmıştır. 5Eylül 2014 tarihli bilirkişi raporunda şu ifadeler yeralmaktadır: “Asli görevi kömür işletmeciliği olan,gerekli bilgi birikimi ve teknik personel desteğinesahip Türkiye Kömür İşletmeleri’nin, asıl işi olanyeraltı kömür üretimini, hizmet alım sözleşmesi ileiş güvenliğini göz ardı ederek, maliyet kaygısıyla alt

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 9: Temmuz-Aralık 2013

7Temmuz-Aralık 2013

işverene devretmesi nedeniyle; a) TKİ YönetimKurulu Başkanı; b) TKİ İşletme Dairesi Başkanı,asli kusurludur” (10).

TKİ katliamın meydana geldiği kömür ocaklarıdahil çok sayıda kömür ocağını rödovans (kirala-ma) ve hizmet alımı yöntemleriyle özel sektöredevrederek çalışma koşullarının ve iş güvenliğininkötüleşmesinde birinci derecede rol oynamıştır.TKİ yeraltı maden işletmeciliğinin neredeysetamamını rödovans ve hizmet alımı yoluyla özelsektöre devretmiştir. 2013 yılı verilerine göre satı-labilir 7,1 milyon ton kömürün 4,7 milyon tonurödovans karşılığı ve 2,2 milyon tonu ise hizmetalımı yoluyla üretilmiştir. Rödovansın payı %66’ya,hizmet alımının payı %31’e ulaşmıştır. TKİ’ninkendi imkânları ile çıkardığı yeraltı kömürü sadece%2-3 civarındadır (4). TKİ neredeyse kömür üre-timinden tümüyle çekilmiştir.

TKİ’nin işçi sayısı, satışları ve kârlılığına ilişkinrakamlar gerçeği bütün çıplaklığı ile ortaya koy-maktadır. 1990’da 27 bin 800 işçinin çalıştığıTKİ’de 2013 itibariyle sadece 5159 personel çalış-maktadır. Buna karşılık hizmet alımı yoluyla çalı-şan personel sayısı 2000 yılında 5000 iken 2013yılında 17 bin 234’e yükselmiştir (Tablo 4). TKİkendi bünyesinde çalışan işçi sayısını hızlı birbiçimde düşürmüştür. Buna karşılık TKİ’ninkömür üretiminde bir düşüş söz konusu değildir.TKİ’nin satılabilir kömür üretimi son yirmi yılboyunca yıllık 30-35 milyon ton civarında seyret-mektedir.

Bu noktada sorulması gereken soru şudur:Nasıl oluyor da işçi sayısı 5-6 kat azalırken üretimaynı seviyede kalabilmektedir. Bunun yanıtı kömürüretimin özel sektör aracılığıyla (rödovans ve hiz-met alımı) yaptırılmasıdır. TKİ kömür çıkarmamış,çıkarttırmıştır. Nitekim bu özelleştirme ve taşeron-laştırma süreci sonucunda TKİ’nin kârlılığındapatlama yaşanmıştır. 1990 yılında 200 milyon zararaçıklayan TKİ 2012’de 860 milyon kar etmiştir(4). Kömür çıkarma ihalelerini alan şirketlerin dehallerinden memnun oldukları açık.

Cinayet seyircisi olarak devletDevletin sorumluluğu sadece makro politika-

larla sınırlı değildir. Devletin bir diğer sorumluğuçalışma hayatının denetimi konusunda ortaya çık-maktadır. Madenlerin denetimi konusunda ikibakanlık sorumludur: Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı.Çalışma hayatının denetiminden devlet sorumlu-dur, kamu bu görevden kaçınamaz ve bunu devre-demez. Devlet, bütün yurttaşlar gibi işçilerin decan güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. İşçilerçalışma hukuku açısından özel olarak korunmasıgereken kesimdir. Ancak çalışma hayatının deneti-mi konusunda tam bir sefalet yaşanmaktadır.Öncelikle 1,5 milyondan fazla işyerinin (11) dene-timi için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıbünyesinde 585 yetkili iş müfettişi olmak üzereyardımcılarıyla birlikte 1034 iş müfettişi görev yap-maktadır (12). Çalışma hayatının etkin denetimibu kadar sınırlı müfettişle mümkün değildir. 260bin polisin olduğu bir ülkede bir kaç yüz iş müfet-tişinin varlığı devletin önceliği ve niteliği konu-sunda bir fikir vermektedir. Öte yandan denetimkonusunda işverenlere getirilen yükümlülüklerişlevsiz kalmaktadır. İşverenlerin çalıştırdıklarıişyeri hekimleri, iş güvenliği mühendisleri veuzmanları, işletmenin ücretli çalışanıdır. İşverenebağımlı, iş güvencesi olmayan bu çalışanların etkinbir denetim yapması ve bunu raporlaştırmasıimkânsızdır.

Devletin denetime ilişkin zafiyet ve aymazlığıSoma katliamında son derece nettir. Çalışma veSosyal Güvenlik Bakanı söz konusu madenin son 2yılda 16 kez denetlendiğini açıkladı (13). 16 dene-time rağmen yaşanan facia nasıl izah edilecek?Madenlerin denetimi konusunda gündeme getiril-

Yıl TKİ Hizmet Toplamalımı

2000 17408 5000 224082001 16362 6500 228622002 14645 7000 216452003 12986 6500 194862004 12643 9000 216432005 11974 13000 249742006 11233 16000 272332007 10557 17000 275572008 9068 18000 270682009 8226 17500 263322010 8226 21000 292262011 7963 22000 299632012 6539 17200 237392013 5259 17234 22393

Tablo-4: TKİ istihdam durumu

Kaynak: TKİ 2013 raporu (4)

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 10: Temmuz-Aralık 2013

8Temmuz-Aralık 2013

mesi gereken bir diğer nokta ise Enerji ve TabiiKaynaklar Bakanlığı’nın rolüdür. Çalışma ve Sos-yal Güvenlik Bakanlığı yanında Enerji Bakanlığı damadenlerin denetimi konusunda kritik bir rolesahip. Bu rol daimi teknik nezaretçi kavramındaodaklanmaktadır. Daimi teknik nezaretçi uygula-ması ve bu konuda bakanlığın ihmal ve ihlallerikatliamda ciddi bir faktör olarak ele alınmalıdır.3213 sayılı Maden Kanunu’nun 31. Maddesinegöre yeraltı maden üretimi yapan işletmeler en azbir maden mühendisini teknik nezaretçi olarakistihdam etmek zorundadır. Üretim bu mühendisi-nin nezareti altında yapılmak zorundadır. Tekniknezaretçi maden üretiminin denetimi açısındanyaşamsal öneme sahiptir. Nezaretçi 15 günde en azbir defa madeni denetlemekle yükümlüdür. Neza-retçi tespitlerini ve önerilerini teknik nezaretçidefterine not etmek zorundadır. Teknik nezaretçi-min en önemli yetkisi ise işi tek başına durdurabil-mesidir.

Böylesi kritik bir role sahip nezaretçinin bağım-sızlığı ve iş güvencesi çok önemlidir. Kaderi işvere-nin iki dudağı arasında olan bir teknik nezaretçi-nin etkin bir denetim yapabilmesi mümkün değil-dir. Mevzuata göre teknik nezaretçinin ruhsat sahi-

bi tarafından atanmasını öngörmektedir. Bu sonderece önemli çünkü Soma katliamının yaşandığımadenin ruhsat sahibi Enerji ve Tabii KaynaklarBakanlığı ve ona bağlı Türkiye Kömür İşletmeleriKurumu’dur. Bu nedenle nezaretçinin ilgili idaretarafından atanması gerekir. Ancak Enerji ve TabiiKaynaklar Bakanlığı yönetmeliğin bu hükmünüihlal ederek ruhsat sahibi olduğu ancak katliamınyaşandığı teknik nezaretçi görevlendirmedi.Bakanlık mevzuatın kendisine verdiği teknik neza-retçi görevlendirme yükümlülüğünü de özelleştir-di.

Özel sektör kendi teknik nezaretçisini kendisigörevlendirmektedir. Özel sektörün kendi çalışanıolan teknik nezaretçinin bağımsız ve etkin birdenetim yapması mümkün değildir. Bakanlıkçagörevlendirilen bir teknik nezaretçi söz konusuolsaydı, çok daha etkin ve bağımsız bir denetim sözkonusu olacaktı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan-lığı mevzuatın gereği olan teknik nezaretçi görev-lendirmesini yapmayarak görev ihmali yapmış vemevzuatı çiğnemiştir.

Soma katliamı ve suskun sendikalarSoma katliamında asıl failler devlet ve şirket

iken, bu katliamın önlenmesi için sendikanın da

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 11: Temmuz-Aralık 2013

üzerine düşeni yapmadığı tartışma götürmez.Madende örgütlü sendikanın, sendika şubesinin veişyeri sendika temsilcilerinin maden ocağındayaşanan sorunları bilmemesi (veya görmezden gel-mesi) ve bunlara itiraz etmemesi ve kamuoyunungündemine taşımaması kabul edilemez. Soma kat-liamı öncesinde ciddi bir sendikal zaaf yaşandığı vebölgede işveren güdümlü sendikacılığın baskınolduğu ve katliamda güdümlü sendikacılığın darolü olduğu unutulmamalıdır. Soma öncesindeolduğu kadar Soma sonrasında da sendikal hareketmücadeleci bir hat izleyememiştir.

Soma gibi katliamların önlenmesinde vesorumluların cezalandırılmasında toplumsal tepki-nin ve duyarlılığın yaşamsal önemi olduğu açıktır.Bu tip katliamların yaşandığı pek çok ülkedeyoğun protesto eylemleri ve grevler gündeme geldi.Türkiye’de de tarihinin en büyük işçi katliamına,önemine uygun bir tepki verilmeli ve Türkiye tari-hinin büyük işçi eylemlerinden biri ortaya konma-lıydı.

Ancak başta Türk-İş olmak üzere sendikalhareketin Soma katliamına uygun bir tepki vere-memiştir. Türk-İş katliam sonrasında bir haftasüreyle üç dakika işe geç başlama gibi gayri ciddibir karar almış, ancak gelen tepkiler üzerine bunu15 Mayıs 2014 tarihinde bir gün iş bırakmaya dön-üştürmüştür. Aynı gün DİSK ve KESK de iş bırak-ma kararı almıştır.

Bir günlük genel grev güçlü bir tepki olarakdeğerlendirilebilir. Ancak 15 Mayıs 2014 günügenel grev yapıldığını söylemek mümkün değildir.Az sayıda sendika genel grev kararına uyarken,Türk-İş üyesi sendikaların çok büyük bölümü bukarara uymamış veya sembolik eylemler yapmıştır.Sadece bir kaç sektörde (metal, maden, petro-kimya, deri, cam ve sağlık gibi) sınırlı bir iş bırak-ma yaşanmıştır. KESK üyeleri iş bırakırkenMemur-Sen ve Kamu-Sen iş bırakmadığı içinkamu hizmetinde de önemli bir aksama yaşanma-mıştır. Kısaca, işçiler yüzlerce sınıf kardeşleri birkatliamda ölürken bir gün iş bırakıp hayatı durdu-ramamıştır. Bunun sorumluğu başta Türk-İş olmaküzere sendikaların omuzlarındadır.

Soma’da 301 işçi öldüyse ve başka yerlerde hergün işçiler iş cinayetleri sonucu ölmeye devam edi-yorsa, bunda devletin ve sermayenin sorumluluğukadar, demokratik, mücadeleci ve sınıf eksenli bir

sendikacılık yerine, “efendi” ve güdümlü sendika-cılığı yeğleyenlerin payı da azımsanacak gibi değil-dir.

Soma yeni liberal kapitalizmin ve onun çalışmarejiminin dolaysız bir sonucudur. Özelleştirme,piyasalaştırma, taşeron (alt işveren) uygularınıntemel taşlarını oluşturduğu neoliberal çalışma reji-mi işçilerin sadece çalışma koşullarını ve maddihakları değil yaşamlarını da tehdit ediyor. Bunedenle Soma katliamı neoliberalizmin aynasıdır.

Son söz: Madenciliğin değil neoliberalizmin,özelleştirmenin güvencesiz ve esnek çalıştırmanınfıtratında ölüm var. Soma ve Ermenek katliamlarımadencilikte rödovans, hizmet alımı ve benzeriyollarla yapılan özelleştirmeye son verilmesi vemaden işletmeciliğin kamu tarafından yapılmasıgerektiğini ortaya koydu. Soma ve Ermenek’in enönemli dersi budur.

Kaynaklar1. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Girişimci Bilgi

Sistemi http://gbs.sanayi.gov.tr (Erişim 5 Kasım 2014).2. Dünya gazetesi: “Maden sektörü yüksek kârı buldu”

http://www.dunya.com/maden-sektoru-yuksek-kari-buldu-130786h.htm.

3.Türkiye'nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu http://www.iso.org.tr/projeler/arastirmalar/turkiyenin-500-buyuk-sanayi-kurulusu/ (Erişim Kasım 2014).

4. TKİ 2013 Faaliyet Raporu, www.tki.org.tr 5. http://t24.com.tr/haber/basbakan-somada-olu-sayisi-

232,258370 (Erişim 8 Kasım 2014).6. ILO İstatistik Veritabanı (31 Mayıs 2014).7. Genel Maden-İş Sendikası, Ölümlü İş Kazası Verileri

www.genelmadenis.org.tr/Sayfalar.asp?ID=49 (4 Kasım 2014).

8. Sayıştay Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu Sınırlı Sorumlu Ege Linyitleri İşletmesi Müessesesi 2012 Raporu.

9. TKİ’nin yıllık faaliyet raporları www.tki.gov.tr 10. Soma Bilirkişi Raporu 5 Eylül 2014,

http://t24.com.tr/haber/soma-katliamina-iliskin-ihmal-raporunda-yok-yok-sorumlu-cok,271315 (12 Ekim 2014).

11. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Hayatıİstatistikleri, 2012.

12. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in yazılı soru önergesine verdiği cevap. http://www2.tbmm.gov.tr/d24/7/7-22775sgc.pdf (9 Kasım 2014).

13.Milliyet, 17 Mayıs 2014, http://www.milliyet.com.tr/bakan-celik-maden-16-kez-denetlendi-manisa-yerelhaber-202761/.l

9Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 12: Temmuz-Aralık 2013

10Temmuz-Aralık 2013

MADENCİLİKTE TAŞERON VE GÜVENCESİZ ÜRETİM:

İŞÇİ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİUYGULAMALARI

Sermaye açısından işçi sağlığı ve güvenliğininekonomi-politiği, rekabet ve birikime engel olma-masıdır. Ama aynı zamanda, kendisinin, rekabet vebirikimin sağlanabileceği piyasa ilişkileri içinde yeralmasıdır.

Bu yaklaşımı en açık 2012 yılında çıkarılan6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasasında görü-rüz. 6331 sayılı Yasa incelendiğinde; Yasa şekli birbütünlüğün sağlanmaya çalışıldığını bize göster-mektedir. Hizmet alımı, Yasanın temel ruhudur.

Ülkemizde işçi sağlığı ve güvenliği sistemi çök-müş durumdadır ve 6331 sayılı Yasa bu çökmüş sis-tem üzerinden çıkarılmıştır. Başta madencilik veinşaat sektörü olmak üzere son yıllarda yaşanan işcinayetleri bu çökmüşlüğün en trajik ve kabul edi-lemez yüzünü bize göstermektedir.

13 Mayıs 2014 tarihinde Soma'da meydanagelen maden faciası, yüzyılın katliamı olarak kayıt-lara geçerken; aynı zamanda ülkemizde sermayebirikim rejiminin acımasız yüzünü de bizlere gös-termiş oldu. Taşeronlaşma ve güvencesiz çalışmailişkileri devlet ve sermaye işbirliğiyle temel biri-kim politikası olmuştur. İşverenlerin küresel kapi-talist sistemde rekabet edebilmeleri ve birikim sağ-layabilmeleri açısından ucuz işgücü ve düşük işlet-me maliyetleri temel önemdedir.

2003 yılında Karaman Ermenek'te kömür oca-ğında grizu patlaması sonucu ölen 10 işçiyle başla-yan süreç, 11 yılda özel sektör ve taşeron üretimeteslim edilmiş kamu madenciliğindeki işçi sağlığıve iş güvenliği uygulamalarının ne düzeyde oldu-ğunu bize ibretle göstermektedir.

Özel sektör madenciliğinde ve kamuda rödo-vans ve taşeronlaştırmanın sonuçlarının en acıma-sız örneklerini bu yıllarda görmek hiç şaşırtıcıolmamaktadır. Bunlar açısından mesleki eğitim ve

Tevfik GÜNEŞDİSK İSG ve Eğitim Dairesi Müdürü

birikim önemli olmadığı gibi, işçi sağlığı ve güven-liği uygulamaları da tamamen maliyet kalemi ola-rak görülmektedir. Maksimum kârı elde etmek içinen hızlı en acımasız üretim süreçlerini yaşamageçirme konusunda hiç tereddüt etmemektedirler.

Taşeron ve güvencesiz çalışmaişçi sağlığı ve güvenliğini reddederİş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nca 2004 yılı Ekim,

Kasım ve Aralık aylarında maden proje teftişi ger-çekleştirilmiş ve 2005 yılında bir rapor1 halindeyayınlanmıştır.

Proje kapsamında 772 maden işyerinde denet-lemeler yapılmıştır. Bu işyerlerinden 157’si yeraltı,93’ü yerüstü olmak üzere toplam 250’si kömürişletmesidir.

Teftişi yapılan işyerlerinde tespit edilen nok-sanlıklar;

"1. Organizasyon, Gözetim ve Genel ÇalışmaŞartları

2. Mekanik ve Elektrikli Ekipman ve Tesisler3. Tahkimat4. Havalandırma5. Yangın ve Patlama6. Ulaşım Yolları7. Kurtarma ve Tahliye8. Nakliyat9. Sosyal TesislerProje kapsamında yapılan denetimlerde genel

olarak, işverenler tarafından iş sağlığı ve güvenliği-ne gereken önemin verilmediği, çalışanların iseeğitim düzeyinin yetersiz olduğu tespit edilmiştir.

Yeraltı işletmeleriUygun ve yeterli tahkimat yapılmamaktadır.

Özellikle üretim bacalarında ve kılavuz arınlarında

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 13: Temmuz-Aralık 2013

11Temmuz-Aralık 2013

bir haveden fazla açıklık bırakılmaktadır. Busebeplerle arın patlaması, göçük, tavan ve yanlar-dan malzeme düşmeleri meydana gelmektedir.Uygun ve yeterli havalandırma sisteminin bulun-mamasına bağlı olarak baca ve kılavuz arınlarında-ki metan geliri deşarj edilememektedir. Bu sebeplemetan yanması ve grizu patlamaları meydana gel-mektedir.

Nefeslik ve kaçamak yolu olarak kullanılmaküzere yer üstü bağlantılı ikinci bir yol bulunma-maktadır. Bu sebeple kaza durumunda işçiler ocak-tan acil ve güvenli bir şekilde tahliye edilememek-tedir. Ayrıca bu durum ocak havalandırmasını daolumsuz etkilemektedir.

Tehlikeli gazlar için erken uyarı sistemi bulun-mamaktadır. Bu sebeple, tehlikeli gazlarınsürekli takibi yapılamamakta, gereklitedbirler zamanında alınamamakta vetehlikeli durumlarda ocağın acil tah-liyesi sağlanamamaktadır.

İlkyardım ve tahlisiye istasyon-larının kurulmaması, mevcutlarınise uygun nitelikte olmamasınedeniyle kaza sonucu kurtarmave ilkyardım işlemleri zamanındayapılamamaktadır.

Ocakta uygun vasıfta gaz ölçümcihazının bulunmaması, her vardiyadamuntazam aralıklarla gaz ölçümlerininyapılmaması, ferdi maskelerin bulunmamasıve/veya kullanılmaması, çalışanların CH4(metan), CO (karbonmonoksit), CO2 (karbondi-oksit) ve diğer tehlikeli ve zararlı gazlardan etki-lenmesine neden olmaktadır.

Patlayıcı maddelerin ocaklarda kullanılabileceközellikte olmaması, yetkisiz ve ehliyetsiz kişilerceateşlenmesi, ateşlemelerde gerekli güvenlik tedbir-lerinin alınmaması nedenleriyle ciddi kayıplarlasonuçlanan kazalara sebep olmaktadır.

Yangın ve patlamadan sağ olarak kurtulanlar,yeterli eğitim ve tatbikatların yapılmaması nede-niyle oluşan panik sonucu CO maskelerini kulla-namamakta, güvenli çıkış yollarını bulamamaktave bu durum ölümleri artırmaktadır.

Çalışanların ocak içi eğimli yollarda malzemetaşınan vagonlara binmeleri, vagon kaçmalarınakarşı tedbirlerin alınmaması, yollardaki aralıklarınyeterli olmaması, nakliyatla ilgili ölümlü ve uzuvkayıplı iş kazalarını meydana getirmektedir.

Yerüstü İşletmeleriKademe oluşturulmaması, kademe yükseklikle-

rinin bom seviyesinin ve derin lağım deliklerininçok üstünde oluşturulması, kademelere uygun şevverilmemesi, aynalarda gerekli hallerde kavlak veçatlak kontrolü yapılmaması sebepleriyle kitle veblok kayma veya düşmesi sonucu iş kazaları mey-dana gelmektedir.

Sonuç: Proje kapsamında gerçekleştirilen teft-işlerin değerlendirilmesi sonucunda maden işyerle-rinde iş sağlığı ve güvenliği konusunun öneminikoruduğu anlaşılmaktadır. İş kazaları ve meslekhastalıkları risklerinin önlenmesi ve çalışanlarınkorunması amacıyla işyerlerinde iş sağlığı vegüvenliği bilincinin oluşturulması ve geliştirilmesi

gerekmektedir.İşyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği bilin-

cinin oluşturulması ve geliştirilmesi,öncelikle iş sağlığı ve güvenliğikonusunda tüm ilgililerde kültürelbir değişikliği zorunlu kılmaktadır.Bu amaçla taraflar arasında işbirli-ğinin gerçekleşmesi, işverenlere,işveren vekillerine işçilere ve tem-silcilerine, teknik elemanlara, sağ-

lık personeline ve diğer tüm ilgilile-re yeterli ve sürekli eğitimin sağlan-

ması gerekmektedir.Diğer taraftan maden işyerlerinde proje

denetimlerine kapsamının genişletilerek devamedilmesi gerek maden işyerlerinin iş sağlığı vegüvenliği yönünden izlenmesi gerekse sözü edilenişbirliği ve eğitim çalışmalarının desteklenmesi açı-sından uygun olacaktır." (1)

Aradan altı yıl geçtikten sonra devam edenmaden kazalarının nedenlerini araştırmak üzereDevlet Denetleme Kurumu bir çalışma yapmış vebunun sonuçları da 2011 yılında kamuoyuyla pay-laşılmıştır. Bu raporun2 içeriğini kısaca aktarmakgerekirse;

5. Bölümde ayrıntılı bicimde incelenen kazala-rın nedenine ilişkin benzerlikler incelenmiş ve2005 yılı İş Teftiş Kurulu Raporunu daha detaylıhale getirmiş ve şu tespitler yapılmıştır:

l Risk değerlendirmesi yapılmaması,l Taşeronluk/alt işverenlik uygulaması,l Üretim zorlaması,l Geçmiş kazalardan ders alınmaması,l Grizu riskine karşı önlemlerin yetersiz olması,

Ülkemizde işçisağlığı ve güvenliği

sistemi çökmüşdurumdadır ve 6331 Sayılı

Yasa bu çökmüş sistemüzerinden çıkarılmıştır. Baştamadencilik ve inşaat sektörü

olmak üzere son yıl lardayaşanan iş cinayetleri buçökmüşlüğün en trajik ve

kabul edilemez yüzünübize göstermekte-

dir.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 14: Temmuz-Aralık 2013

12Temmuz-Aralık 2013

l Kontrol ve degaj sondajlarının yeterince yapıl-maması,

l Delme-patlatma işlemindeki düzensizlikler,l Çalışanlarda CO maskesi bulunmaması,l Gaz izleme ve ikaz sistemlerinin yetersizliği,l Havalandırma yetersizliği,l Grizu emniyetli elektrikli cihaz ve ekipmanlar

ile ilgili sorunlar,l Nefeslik-kaçamak yolu ile ilgili yetersizlikler,l Tahkimat ile ilgili eksiklikler,l Tahlisiye hizmetleri ile ilgili sorunlar,l Maden işletmelerinde gözetim (iç denetim)

hizmetlerinin yetersizliği,l Teknik nezaretcilik vb. işletme içi denetim

uygulamaları ile ilgili sorunlar,l Kamu birimleri denetimlerinin etkinsizliği,l Mesleki eğitim ve iş guvenliği külturu noksan-

lıkları." (2) Görüldüğü üzere, 2005 yılından 2011 yılına

kadar giden süreçte madenlerde işçi sağlığı ve işgüvenliği önlemlerine ilişkin hiç bir şeyin değişme-diği, aksine ölümlü iş kazalarının giderek yükseldi-ği ve kaza nedenlerinin ortadan kaldırılmasınadönük bir çabanın yaşanmadığını kuvvetle vurgu-lamak gerekiyor.

2011 DDK Raporunun “Öneriler” bölümündekapsamlı tedbirlerin alınması ve bir sistem yaratıl-ması istenirken, Soma faciasına kadar geçen süreç-te de olumlu anlamda yaratılan hiç bir uygulamayoktur. Aksine zayıf denetim ve yaptırımlara uğra-yan ve kapatılan maden ocakların da bile ocağıkaçak çalıştırma cüreti ve cesareti görülebilmekte-dir.

Soma Madenfaciasından sonraTMMOB SomaRaporunu 2014 yılıEylül ayında yayın-lamıştır (3). Burapordaki kazanedenlerine bakıl-dığında yukardakiiki rapordaki bul-gularla örtüştüğü-nü görürüz.

Fakat kamuo-yuna dönüp baktı-ğımızda yapılantartışmalarda, yafıtrata, ya işçiningüvensiz davranış-larına ya da güvenlik kültürünün olmayışına vurguyapılarak temel sorunlar örtbas edilmeye çalışıl-maktadır. Oysaki bu raporlara bakıldığında işçile-rin mesleki ve İSG eğitimlerinin yetersizliği tek birkalemde geçmektedir. Güvenlik kültürünün birsistem içinde ele alınması vurgulanmakta, işçininmesleki ve İSG eğitimlerindeki yetersizlikler, üre-tim yapısının kendisinden kaynaklandığı açıkçasöylenmektedir.

1980‘li yılların başından itibaren uygulamayakonulan özelleştirme, taşeronlaşma, rödovans vb.yanlış uygulamalar; kamu madenciliğini küçült-müş, kamu kurum ve kuruluşlarında uzun yıllarsonucu elde edilmiş olan madencilik bilgi ve dene-

Yoğun birikim vedeneyime sahip olankurum ve kuruluşlaryerine üretimin, teknikve alt yapı olarakyetersiz, deneyim veuzmanlaşmanınolmadığı kişi veşirketlere bırakılmasıişçi sağlığı ve güvenliğiönlemlerinin hızlaterkedilmesine nedenolmuştur. Buna bir dekamusal denetimin veyaptırımın yetersizliğide eklenince facialarbir biri ardı sıragelmeye başlamıştır.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 15: Temmuz-Aralık 2013

yim birikimini dağıtmıştır. Yoğun birikimve deneyime sahip olan kurum vekuruluşlar yerine üretimin, teknikve alt yapı olarak yetersiz, dene-yim ve uzmanlaşmanın olmadığıkişi ve şirketlere bırakılması işçisağlığı ve güvenliği önlemlerininhızla terkedilmesine nedenolmuştur. Buna bir de kamusaldenetimin ve yaptırımın yetersizliği deeklenince facialar bir biri ardı sıra gelmeyebaşlamıştır.

Ülkemizde; yüksek risk taşıyan, kuralsız vedenetimsiz, mühendislik bilim ve tekniğindenuzak, teknik elemanın gözetim ve denetimi olmak-sızın, tamamen ilkel koşullarda çalışan pek çokmaden firması ya taşeron ya da rödovans ilişkileriiçinde üretim yapmaktadır. Bu tür işletmeler açı-sından işçi sağlığı ve güvenliği uygulamaları tama-men maliyet kalemi olarak görülmekte ve bu işlet-meler, maksimum kârı elde etmek için en hızlı enacımasız üretim süreçlerini yaşama geçirme konu-sunda hiç tereddüt etmemektedirler.

Geçmişin bütünsel üretim süreci ve koordinas-yonu, yukardaki raporlarda tespit edilmiş temelsorunlar nedeniyle tamamen bozulmuş ve dolayı-sıyla işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerinin sistemlive koordineli uygulaması da ortadan kaldırılmıştır.

Özel sektör madenciliğinde kamunun denetimve yaptırım koşullarına dönük düzenlemelerinyetersizliği hala devam etmektedir.

Taşeronlaştırma ve güvencesiz çalıştırma ilebirlikte sendikal örgütlenmenin kapsamı daraltıl-mış, sendikal denetimlerin alanı da böylece sınır-landırılmıştır.

Bu ekonomik faaliyet biçimi artık siyasal ikti-darı birikim yaratma rejiminin temel karakteriolmuş durumdadır. Türkiye Taşkömürü Kurumu veTürkiye Kömür İşletmeleri uzun zamandır rödo-vans ve taşeronlaştırma politikasının kıskacı altınagirmiştir.

Türkiye ILO’nun 176 Sayılı “Madenlerde Sağ-lık ve Güvenlik Sözleşmesi”ni hala imzalamamışdurumda olduğu sürekli vurgulanmaktadır. 155 ve161 sayılı ILO Sözleşmeleri de imzalandı ve içdüzenlemeler yapıldı. Değişen nedir diye soruldu-ğunda hiç bir şey demek hiç de abartı olmayacak-tır.

Yıllardır bu konularda çalışma yapan, sorunla-ra dikkat çeken sendikalar, meslek odaları ve bir-

liklerinin uyarılarını dikkate almayananlayışların işçi sağlığı ve güvenliği

alanında ciddi adımlar atabilmesimümkün görünmemektedir.

Sonuç yerine Yaşanan süreci, çalışanlar için

mutlak olarak yaşanması gerekenbir süreç olarak ele almak, tama-

men kaderci, boğun eğen ve teslimolan bir anlayışla malul olma anlamını

taşır. Aynı zamanda, yaşanan sorunları işçileringüvensiz davranışlarına, güvenlik kültürünün yok-luğuna bağlayanlarla ciddi ideolojik bir tartışmayapılması gerekmektedir. Bu sürecin tersine çev-rilmesi mümkün ve olanaklıdır. Bunu gerçekleşti-rebilmek içinse ilk adım olarak belirli görevlerinele alınması sağlanmalıdır:

Birincisi, sendikal hareketin kendi örgütlenme-sinin önündeki engelleri kaldırmak ve işletmedüzeyinde etkin bir rol oynayabilmek için samimibir mücadele vermesinin zorunluluğunun yanı sıraişçi sağlığı ve güvenliği alanını temel örgütlenmealanı olarak ele almalarını sağlayacak bilincingeliştirilmesi çabası içine girmelidir.

İkincisi, taşeron ve güvencesiz üretim sistemi-nin tamamen yasaklanması ve/veya ciddi denetimve sınırlama getirilmesi için yine samimi, etkin birmücadele etmesi gerekmektedir.

Üçüncüsü, sağlık, güvenlik ve çevreyle ilgiliözerk-demokratik bir kurumsal yapının sendikalar,meslek oda ve birlikleri ve üniversiteler ile oluştu-rulması politikasının yaratılması ve ısrarcı bir çaba-nın gösterilmesi gerekmektedir.

Dipnotlar1. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu

Başkanlığı. “Yer Altı ve Yer Üstü Maden İşletmelerindeProje Değerlendirme Raporu”, İş Teftiş Kurulu Yayın No: 2, Ankara, 2005.

2. Devlet Denetleme Kurulu, “Araştırma ve İnceleme Raporu”, Sayı: 2011/3, Ankara, 08.06.2011.l

Kaynaklar1. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu

Başkanlığı, “Yer Altı ve Yer Üstü Maden İşletmelerindeProje Değerlendirme Raporu”, İş Teftiş Kurulu Yayın No:2, Ankara, 2005, s.70-72.

2. Devlet Denetleme Kurulu, “Araştırma ve İnceleme Raporu”, Sayı: 2011/3, Ankara, 08.06.2011, s.572.

3. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, “Soma MadenFaciası TMMOB Raporu”, Ankara, 29.09.2014.l

Sağlık, güvenlik ve

çevreyle ilgil i özerk-demokratik bir kurumsal

yapının sendikalar, meslek odave birlikleri ve üniversiteler ile

oluşturulması politikasınınyaratılması ve ısrarcı bir

çabanın gösterilmesi gerekmektedir.

13Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 16: Temmuz-Aralık 2013

14Temmuz-Aralık 2013

DEVLET BÜTÇESİVE SERMAYE

GirişBu çalışmada kapitalist bir devletin bütçesi,

tarihsel maddeci yöntemle, devletin bir bütün ola-rak kurumları ve sosyal sınıflar, iktisadi alt yapıda-ki dinamikler ve bunların karşılıklı etkileşimleriüzerinden incelenecektir. Bu nedenle de öncelikle,bu yöntemi esas alan Marksist devlet teorilerine vebu teorilerin bütçenin iki önemli bileşeni olankamu harcamaları ve vergilemeye ilişkin çıkarım-larına yer verilecek, ardından 2014 Bütçesi bu yak-laşımlarla bağlantılı olarak çözümlenecektir.

Marksist Devlet TeorileriMarx’ın devlet üzerine görüşlerini içeren

bağımsız bir çalışması mevcut değildir. Marx devletüzerine ayrı bir çalışma yapmaya niyetlenmiş olsada bunu gerçekleştirmeye ömrü yetmemiştir. Bunakarşılık, Kapital’de ve aşağıda belirtilen diğer bazıeserlerinde devlete ilişkin bazı açıklamaları ya datespitleri söz konusudur. Benzer açıklamalarEngels’in Anti-Dühring adlı eserinde yer almıştır,ama Engels’in devlet konusunu asıl olarak ele aldı-ğı eser “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve DevletinKökeni” adlı eseridir.

Bu kapsamda Marksist devlet teorilerinin kla-sik kaynakları olarak, yazım tarihleri itibariyle;Komünist Manifesto (Marx ve Engels, 1848),Fransa’da Sınıf Savaşları (Marx 1850, Engels der-lemesi 1895), Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i(Marx, 1852), Fransa’da İç Savaş (Marx, 1871),Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni(Engels, 1884), Anti-Dühring (Engels, 1874) veDevlet ve Devrim (Lenin,1918) sıralanabilirler.

Devlet üzerine olan klasik Marksist literatürüntemel sonuçlarını şöyle özetlemek mümkündür:

(i) Devlet, sonsuza kadar var olan bir şey değil,tarihsel bir olgudur.

(ii) Toplumda var olan uzlaşmaz sınıf karşıtlık-ları sonucunda doğmuştur.

Mustafa DURMUŞDoç. Dr., Gazi Üniversitesi İİBF Maliye Bölümü Öğretim Üyesi

(iii) Bir zor örgütüdür. Sınıflı topluma özgü,özel bir kamu gücü, özel bir organdır.

(iv) Sosyal sınıflar karşısında tarafsız değil, birsınıf egemenliği aracıdır.

(v) Marksist Leninist devlet kuramının ayırtedici özelliği sosyal sınıflar ve sömürü arasındakibağlantıya yaptığı net vurgudur.

(vi) Özgül bir sınıf egemenliği biçimi özgül birdevlet biçiminde somutlanır. Bu nedenle özgüldevlet biçimini çözümleyebilmek için, özgül sömü-rü tipinin iyi belirlenmesi gerekir. Ancak bu tekbaşına yeterli değildir.

(vii) Sınıf egemenliği uygulamasının farklıyöntemleri vardır. Bu bazen hukuk çerçevesi istik-rarlı bir yapıda, bazen de mevcut yasalar askıyaalınması biçiminde gerçekleşir.

(viii) İşçi sınıfının alternatif devleti proletaryadiktatörlüğüdür. Ancak sosyalist devlet gidereksönümlenen bir devlet olmak zorundadır.

(ix) Ekonomik alt yapıdaki gelişmeler siyasi üstyapıdaki değişimlerin ana kaynağıdır, ama siyasalüst yapı da ekonomide gelişmelerin yönünü vetemposunu etkiler. Devlet sadece bir üst yapı kuru-mu değildir.

(x) Kapitalist devlet esas olarak egemen sınıfolan sermaye sınıfı ile ilişkilenmiş olsa da göreliolarak sermayeden özerk davrandığı durum veörnekler de mevcuttur. Ancak bu örnekler çoksınırlıdır. Çünkü devletler uzun vadede, vergi gelir-leri açısından sermaye birikiminin hızlanmasınabağlıdırlar.

(xi) Finansal krizlerin sıklaştığı bu çağda devle-tin bir diğer asli görevi, kapitalist sistemin vefinans kapitalin krizden çıkmasına yardımcıolmaktır.

Devlete ilişkin bu özet çıkarımlardan hareket-le, bütçe mekanizmasının işlevini daha iyi kavraya-bilmek için, kapitalist devletin üretim tarzı, serma-ye ve sömürü ile olan ilişkisini biraz daha detaylıolarak ele almak yerinde olacaktır. Zira kapitalist

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 17: Temmuz-Aralık 2013

15Temmuz-Aralık 2013

devlet, şu ana kadarki uygulamalarıyla özel sektörüretiminin temel alıcısı, alt yapı yatırımlarının anaaktörü, emek gücü piyasalarının düzenlenmesi vevergi indirimleri ve sermaye sübvansiyonları aracı-lığıyla alt yapıdaki sermaye birikiminin en temeldestekçisi ve verili bir anda böyle bir rejimin koru-yucusu olmuştur.

Devletin bu işlevi, devlet bütçesindeki yansı-maları açısından en geniş bir biçimde 1970’lerdeve 1990’larda Marksist iktisatçı J. O’Connor tara-fından ele alınmıştır. O’Connor’a göre, kapitalistdevlet birbiriyle genelde çatışan iki işleve sahiptir(1); “sermaye birikimi” ve “meşrulaştırma”. Yanidevlet bir yandan özel sermaye birikimini kârlıkılabilecek koşulları yaratmalı, diğer yandan sosyaluyumu / uzlaşmayı muhafaza etmelidir. Çünkükapitalist devlet açıkça bir sınıfın lehine olmaküzere sermaye birikimine destek olmak için zorgücünü kullandığında meşruiyetini ve toplumsaldesteğini yitirir. Diğer yandan, özel sermaye biriki-mine yardımcı olmayan devlet ekonominin artıdeğer üretimi böylece de bu artı değerden vergialma biçimindeki önemli bir gelir kaynağını yitir-me tehlikesi ile de karşı karşıya kalır. Bu bağlamdakapitalist toplumda, devlet bütçesinin önemliunsurları olan kamu harcamaları, vergiler ve borç-lanma, en başta kârlı bir sermaye birikimini müm-kün kılmak üzere sermaye sahibi sınıfın ihtiyaçları-nı karşılamaya hizmet eder.

Öncelikle kamu harcamaları (örneğin otomo-tiv alımı) başta olmak üzere devlet, özel sektör üre-timinin en önemli pazarıdır. Özellikle kriz dönem-lerinde geçici bir çözüm olsa da, aşırı üretimin eri-tilmesinde en etkili kaynaktır. Keza büyük alt yapıprojeleri (otoyollar, hava alanları, enerji santralle-ri, demiryolları gibi), üst yapı inşaat işleri (örneğinTOKİ inşaatları) ve bunlara ilişkin ihaleler içinyapılan harcamalar sermaye ve servet birikimininönemli kaynaklarıdır. Nitekim Türkiye gibi azgeliş-miş ülkelerde sermaye sınıfının gelişiminin enönemli yollarından biri devletin sırtından palazlan-ması biçiminde olmuştur (2).

Bu bağlamda kamu harcamalarının yukarıdasözü edilen iki işleve uygun düşen ikili karakterimevcuttur. Bunlardan “sosyal yatırım” (teknopark-lar, alt yapı vs) ve emek gücünün yeniden üretimmaliyetini düşüren “sosyal tüketim” (sosyal güven-lik, sosyal sigorta) şeklindeki “sosyal sermaye har-

camaları” özel sermayenin kârlılığını artırıp, artıdeğeri büyüterek ilk işleve hizmet eder. Kamusalsağlık, eğitim, işsizlik yardımları ve sosyal yardım-lar gibi ikinci grupta yer alan “sosyal harcamalar”ise devletin meşruiyetini böylece de sosyal uyumukolaylaştıran kamusallık derecesi yüksek harcama-lardır. Ancak sosyal harcamalar artı değer çıkarı-mında ve potansiyel özel sermaye birikiminde azal-ma anlamına gelir ki bütçe üzerinde sınıfsal kavgaburada da ortaya çıkar (3).

Diğer taraftan 1980 sonrasında küreselleşme,neoliberalizm ve reel sosyalizmin çöküşü gibi ser-mayenin hegemonyasının yeniden ve daha güçlübir biçimde kurulmasını sağlayan bazı faktörler,maliye ve bütçe politikaları ve kamu harcamaları-nın niteliksel ve niceliksel dönüşümleri üzerindeve vergi yükünün sosyal sınıflar arasında yenidendağılımı üzerine çok etkili olmuştur (3).

Artık, örneğin, bir yandan kamu harcamalarıbir bütün olarak verimsiz ilan edilirken, özel ser-maye birikimini hızlandırmak için sermayeninvergi yükü azaltılmıştır. Sistemin yoksullarınındevlet bütçesi ile ilişkileri kesilerek, nicelik olarakda daraltılan sosyal yardımlar ya bütçe dışı fonlarya da gönüllü hayırsever kurumlar üzerinden yapı-lır olmuştur. Böylece neoliberal dönemde sermaye-nin devlet bütçesini sistemi meşrulaştırmak içinkullanma ihtiyacı giderek azalmıştır.

Marksist Yaklaşımda Vergileme Marksist yaklaşımda vergileme tarihsel olarak,

hem devletin varoluşunun temel kaynağı hem debir sömürü aracı ve sermaye birikimi yolu olmuş-tur. Marx’a göre, devletin ekonomik olarak varolu-şunu sağlayan en önemli şey vergilerdir (4). Marx,vergilemenin tarihsel olarak en eski bir sınıf müca-delesi biçimi ya da aracı olduğunu ileri sürmüş veburadan hareketle de vergilemeyi bir sömürü aracıolarak da değerlendirmiştir. Bu bağlamda Fran-sa’da 1848’lerde ortaya çıkan halk hareketlerininve devrimlerin, bunların yol açtığı siyasal rejimdeğişikliklerinin temel nedenlerinden birinin, özel-likle köylülerin aşırı vergilendirilmesi olduğunuileri sürmüştür (4).

Vergi ile kamu finansmanı her zaman ekono-mik sömürünün bir biçimi olarak görüldüğündentıpkı kamu borçlanması gibi vergileme de Mark-sistler tarafından her zaman sınıfsal analizin konu-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 18: Temmuz-Aralık 2013

16Temmuz-Aralık 2013

su olmuştur. Bu bağlamda Marksist yaklaşım altın-da emek sömürüsü vergilendirme ve sermaye biri-kimi ilişkisi aşağıdaki şemadaki gibi özetlenebilir.

Buna göre yaratılan değerin tek kaynağı emek-tir. Ancak işçi, üretim araçlarının sahibi olmadı-ğından, ürettiği değerin tamamına sahip çıkamaz.Bu değerin bir kısmı ödenmiş emeğinin karşılığıolan ücret biçiminde kendisine ödenirken serma-yedar, kalan kısım yani ödenmemiş emeğin karşılı-ğı olan değere el koyar. Bu kısım işçinin yarattığıartı değerdir ve sermayedar artı değer sömürüsüyoluyla işçinin yarattığı değere el koymaktadır.Sömürünün oranı işçinin ücreti içinde artı değermiktarı arttıkça, artmaktadır. Artı değer böylecesermayedarın kârının tek kaynağıdır.

Bir başka anlatımla kâr burjuva iktisatçılarınileri sürdüğü gibi girişimci sermayenin yeteneğininkarşılığında elde ettiği bir şey değil, işçilerin yarat-tığı artı değerin kendisidir. Sermayedar bu artıdeğeri üretimde kullandığı malzeme ve hammaddetemin ettiği tedarikçi ile, malını sattırdığı tüccarile, bankadan kredi kullandı ise faiz biçimindebanka ile ve işyerini ya da toprağı kiraladı ise top-rak sahibi ile (rant) paylaşır. Marx’ın yaşadığıdönemde vergilerin milli gelir içindeki payı %5’i

bulamayacak kadar düşüktür. Marx’ın Kapital’deartı değer bölüşümüne vergiyi dâhil etmemiş olma-sının nedeninin bu olduğu düşünülebilir. Ancakbugün bazı ülkelerde toplam vergi oranının %50’yiaştığı dikkate alındığında devletin payı olarak ver-giyi ve küreselleşmenin bugün geldiği konumdanhareketle emperyalist sermayenin payı olarakroyalty ödemelerini de bu paylaşıma dâhil etmekgereklidir.

Bu bağlamda devlet de hem doğrudan işçiler-den sağladığı gelir vergisi, KDV ve ÖTV gibi ver-gilerle hem de özü itibariyle işçilerin yarattığı artıdeğerden alınan ama sermaye tarafından ödenmişgibi gözüken kurumlar vergisi ve gelir vergisi ileharcamalarını finanse etmektedir. Bir başka deyim-le sermaye işçilerden elde ettiği artı değerin bir kıs-mını “önemli hizmetler” karşılığında devlet ile pay-laşmaktadır. Bu önemli hizmetler, daha önce devurgulandığı gibi özel sermaye birikiminin önünüaçan sosyal yatırımlar (alt yapı vb), kamu ihaleleri,satın almalar, her türlü nakit teşvikleri ve sermayedüzenini korumaya dönük iç ve dış güvenlik, yasa-ma, yürütme ve yargılama hizmetleri gibi ‘kamusalhizmetler’dir. Devlet ayrıca cömert vergi teşvikleri,indirimler, muafiyetler, vergi ertelemeleri, vergi

Artı Değer Teorisi Perspektifinden Vergilendirme

Kamusal Hizmetler(Eğitim, sağlık vb.)

Dolaysız vergilerDolaylı vergiler(ÖTV, KDV)

Kamusal hizmetler (eğitim, sağlık vb.)

Özel mülkiyetin korunması

Sübvansiyonlar

Teşvikler

İhaleler

Diğer satın almalar

Tedarikçi

TüccarFaizKira

EMEKArtıdeğer

(ödenmemiş emek-kâr)DEĞER

DEVLET

1. Gelir vergisi2. SGK Primi

1. Gelir vergisi2. Kurumlar vergisi

KAMUHARCAMASI

Vergi

Doç. Dr. Mustafa Durmuş

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Ücret(ödenmiş

emek)

Page 19: Temmuz-Aralık 2013

17Temmuz-Aralık 2013

tatilleri, vergi afları ve vergi uzlaşmaları gibi araç-larla sermayeden aldığı vergileri azaltarak da buhizmetini sürdürmektedir.

Bu şemadan da görüleceği gibi kâr üzerindenalınan ve sermaye üzerinde bir yük gibi görünensırasıyla, kurumlar vergisi ve kâr dağıtımı üzerin-den alınan gelir vergisi aslında, kapitalistin işçidengasp ettiğinin devlet ile paylaşılmış kısmıdır. Dev-let bu vergilerle sermaye birikimini kolaylaştırıcı vebu eylemini meşrulaştırıcı işlevlerini yerine getir-mektedir.

2014 Bütçesi Üzerinden Devlet-Sosyal Sınıflar İlişkisi ÇözümlemesiDevlet ve sosyal sınıflar ilişkisinin devlet büt-

çesi üzerinden yapılmasının nedeni, devlet bütçe-sinin bu ilişkinin ve sınıf mücadelesinin en somutalanlardan birini oluşturmasıdır. Ayrıca devlet büt-çesi sadece bir kanun değil, aynı zamanda çokönemli bir siyasal, hukuki, iktisadi ve yönetsel bel-gedir. Çünkü burjuva hükümetlere harcamaları vegelirleri açısından meşruiyet kazandırırken, aynızamanda egemen-yöneten sınıfların en önemliekonomi ve maliye politikası aracıdır. Sermaye veservet birikiminin yeniden üretilmesine, burjuvazi-nin devlet üzerinden daha da büyüyüp gelişmesineolanak sağlar. Son olarak hükümetlerin demokra-tik, sosyal hak ve özgürlükler, etnisite ve farklıinançlar ve farklı cinsler ve LBGTİ bireylerininsorunları konusundaki duruşunun da en önemligöstergelerinden biridir.

Bu bakış açısı altında 436 milyar TL’lik bir har-cama ve 403 milyar TL’lik bir gelirin hedeflendiği2014 Merkezi Yönetim Bütçesi (5, s:37) çözümle-nirken, şu temel iki soru akılda tutulmalıdır:

(i) 2014 Bütçesi halkın katılımı ve toplumsaluzlaşma ile yapılmış ve halkın denetimine açık birbütçe midir?

(ii) Harcamalar ve gelirler yönleriyle 2014Bütçesinin sınıfsal temelleri ve demokratik hak veözgürlükler, Kürtler, Aleviler ve diğer kimlik veinanç grupları ve kadınlar açısından yansımalarınelerdir?

2014 Merkezi Yönetim Bütçesi, hem hazırlanı-şı hem de denetlenmesi anlamında, daha öncekilergibi demokratik katılımcılığı esas almadan, toplu-mun en geniş kesimlerinin müzakere ve onayınabaşvurulmadan hazırlanmıştır.

Çünkü Bütçe öncesinde hazırlanan iki önemliprogram ve plan olan ‘Orta Vadeli Program(2014–2016)’ ve ‘Orta Vadeli Mali Plan(2014–2016)’ sırasıyla, Kalkınma Bakanlığı veMaliye Bakanlığınca hazırlanır ve yine sırasıylaBakanlar Kurulu ve Yüksek Planlama Kurulu’ncaonaylanarak yürürlüğe girer. Yani her iki önemlibelge de TBMM’nin onayına sunulmaz. ArdındanHükümet tarafından ‘Merkezi Yönetim Bütçesi’hazırlanır ve TBMM’nin onayına sunulur.

Bir başka anlatımla bütçe hazırlama sürecinde;emekçiler, işçiler, halklar, onları doğrudan temsileden örgütler, işçi sendikaları, demokratik kitleörgütleri ya da parlamentoda temsil edilmeyensiyasal partiler yer almadığı gibi bu sürecin yerel-lerde tartışılmasına da izin verilmez.

Halkın bütçe süreçlerinden dışlanması bir kezde uygulanmış olan bütçelerin denetlenmesi sıra-sında ortaya çıkar. Türkiye’de gerçek bir bütçedenetimi yapılamamaktadır. Çünkü Sayıştay,TBMM adına merkezi yönetim bütçesi kapsamın-daki kamu idareleri, sosyal güvenlik kurumları ilemahalli idareleri denetlemekle görevli olsa da, bukurum tarafından yürütülen dış denetim yapılanharcama ve toplanan gelirlerin mevcut hukuka vemevzuata uygunluğu ile sınırlı bir denetimdir. Yapı-lan harcamalarla halka dönük hangi ihtiyaçlarınne ölçüde karşılandığını içeren bir denetim değil-dir. Buna rağmen son yıllarda merkezi yönetimaltındaki idareler Sayıştay’a gerekli bilgi ve belge-leri sunmamakta ya da eksik sunmaktadırlar. Bunedenle de Sayıştay’ca son derece daraltılmış birdış denetim dahi fiilen yapılmamaktadır. Çünküson yıllarda devlet kurumları Sayıştay’a gerekli,bilgi ya da belgeyi, raporu ya vermemekte ya daeksik vermektedir (6, s:26). Bu nedenle de Sayış-tay’ca aralarında Başbakanlık, Diyanet İşleri Baş-kanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Türkiye HalkSağlığı Kurumu, Kamu Hastaneleri Kurumu, Jan-darma Genel Komutanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı,Milli Savunma Bakanlığı, MİT ve belediyeler gibiçok sayıda kamu idaresinin son yıllara ilişkin malirapor ve tabloları hakkında görüş bildirilememiştir.Oysa Meclis’e gönderilmeyen Sayıştay raporların-da, denetim kapsamındaki devlet kuruluşlarınınakçal faaliyetleriyle ilgili son derece ciddi yolsuzluktespitlerinden söz edilmektedir1.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 20: Temmuz-Aralık 2013

18Temmuz-Aralık 2013

Bütçe yedeködeneklerinin kulla-nılabilecek üst mikta-rı, 2012 yılında, yılba-şında 665,2 milyonTL olarak açıklanmışolmasına rağmen,yedek ödenektenyapılan toplam aktar-ma tutarı yılsonu iti-bariyle 30,9 milyarTL olarak gerçekleş-miştir (7, s:9). Oysailgili yasaya göreyedek ödenek tutarıbaşlangıç ödenekleri-nin %2’sini aşmama-lıdır. Fiilen bu oran%9 civarında gerçek-leşmiştir. Yani AKPHükümeti yedeködenek artışı sınırınauymayarak 2012 büt-çesini istediği gibikullanmıştır.

Yasal olmayanbir biçimde ödeneküstü giderler toplamı

2012 yılında, 15 Milyar TL olmuş, böylece de top-lam ödeneklerin %4’üne ulaşmıştır (7, s:15). Diğertaraftan 5018 sayılı Kanun’un “ödeneklerin kulla-nılması” başlıklı 20/1 maddesinde seferberlik vesavaş ilanı vb hallerin dışında: “kamu idarelerinin,bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde harca-ma yapamayacağı” belirtilmiştir (7, s:16). Bu yılböyle bir seferberlik ya da savaş durumu olmama-sına rağmen ödeneklerin neden aşıldığı, bu kay-nakların nereye harcandığı açıklanmamıştır.

Önemli bir miktarda gelir ve harcama, Başba-kanlık Tanıtma Fonu, Başbakanlık Sosyal Yardım-laşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu, ÖzelleştirmeFonu, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonu veSavunma Sanayini Destekleme Fonu gibi beşbütçe dışı fonda tutularak bu faaliyetlerin Mec-lis’in denetiminden kaçırılması sağlanmaktadır. Bufonların 2013 yılı itibariyle varlıklarının toplamı 47milyar TL’yi bulmakta (8) ve gelirleri Gelir Vergi-si, ÖTV, Kurumlar Vergisi, trafik cezaları, milli

piyango gelirleri ve asıl olarak da genel bütçedenyapılan aktarmalardan oluşmaktadır. Ödenekleri/harcamaları TBMM onayına bağlı olmadığındansiyasal iktidarlara büyük kolaylık sağlayan bu fon-ların denetimleri ise ciddi bir sorundur.

Bütçe içi bir fon olan İşsizlik SigortasıFonu’nun varlığı ise 60 milyar TL’yi aşmıştır. Bufon son zamanlara kadar daha ziyade amacı (işsiz-lere işsizlik yardımı gibi) dışında, bütçeye yamayapmak amacıyla kullanılmıştır (9).

Kısaca her ne kadar 2014 Merkezi YönetimBütçe Kanunu’nda kamu gelirlerinin GSYH için-deki payı %23,5 olarak hesaplanmış olsa da gerçekoran bunun çok üstündedir. Yani siyasal iktidar heryıl işçilerin, emekçilerin yaratmış olduğu artı değe-rin yaklaşık üçte birine vergi, prim, fon ya dakamusal hizmet fiyatlaması adı altında el koyarken,bu el koyduğu gelirleri nereye harcadığı konusun-da bilgi vermeye yanaşmamaktadır. Gerek bütçegelirleri gerekse de harcamaları yönünden yeterin-ce denetlenememektedir. Bu halkın toplanan ver-gilerin nasıl harcandığının hesabını siyasal iktidar-lardan sormak anlamına gelen ve yüzlerce yıllıkmücadelelerle kazanılmış olan «Bütçe Hakkının»ortadan kaldırılması demektir.

Bu tespitler sırasıyla; yerinden ve yereldenyönetim oluşturmanın, demokratik bir yerel yöne-tim modeli geliştirmenin, böylece yerel demokrasi-yi güçlendirmenin ve özerk meclislerin idari yapısı-nın benimsenmesi için mücadele etmenin; doğru-dan demokrasi ilkelerine uygun olarak, katılımcıyerel yönetim modelini yerleştirmenin; bütçeninbu ülkenin halklarınca, işçilerince ve emekçilerin-ce belirlenmesinin ve denetlenmesinin geleceğimizaçısından ne denli önemli olduğunu ortaya koy-maktadır.

Sınıfsal temelleri itibariyle 2014 bütçesi harca-malar ve gelirler yönleriyle öncekilerden farklıdeğildir. Yüzü egemenlere, sermayeye; sırtı isehalka, emeğe dönük bir bütçedir. Bu bütçeden top-lumun diğer ezilen kesimlerine ayrılan bir kaynakmevcut değildir.

Harcamalar yönünden, GSYH içindeki paycinsinden 2003’de %31 olan bu pay 2013’de%25,7’ ye ve 2014’te %25,4’e düşürülmüştür. Budenli küçültülen bir kamu ekonomisinden halkakalacak olan (örneğin istihdam, sosyal harcamalargibi) da çok az olacaktır. Çünkü toplam ödenekle-

Siyasal iktidar her yılişçilerin, emekçilerinyaratmış olduğu artıdeğerin yaklaşık üçtebirine vergi, prim,fon ya da kamusalhizmet fiyatlamasıadı altında el koyar-ken, bu el koyduğugelirleri nereye har-cadığı konusundabilgi vermeye yanaş-mamaktadır. Gerekbütçe gelirleri gerek-se de harcamalarıyönünden yeterincedenetlenememekte-dir. Bu halkın topla-nan vergilerin nasılharcandığının hesabı-nı siyasal iktidarlar-dan sormak anlamınagelen ve yüzlerce yıl-l ık mücadelelerlekazanılmış olan«Bütçe Hakkının»ortadan kaldırılmasıdemektir.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 21: Temmuz-Aralık 2013

19Temmuz-Aralık 2013

rin; %25,2’si (110 milyar TL) personel harcamala-rına, %37,5’i (164 milyar TL) sosyal güvenlikkuruluşları ve az bir kısmı yerel yönetimlere,%12’si (52 milyar TL) faiz harcamalarına, %8,4’ü(37 milyar TL) çoğu yenileme niteliğindeki kamu-sal yatırımlara ve %8,6’sı (38 milyar TL) mal vehizmet alımlarına ayrılmıştır (10).

Mal ve hizmet alım giderlerini karşılamayadönük ödenekler sadece %1,9 oranında artırılmış-tır. Enflasyon oranının %8’in üzerinde olacağı gözönüne alındığında reel olarak bu tür alımlar %6-7puan azalacaktır. Yani bazı kamu hizmetlerininsunumu kısılacaktır. Ayrıca kamu istihdamındabelirgin bir daralmaya gidilmektedir. Zira 2013 yılıiçinde 130.000’e ulaşan yeni kamu personeli(memur) sayısı, 2014’te 74.000 ile sınırlandırıla-caktır (10).

2014 bütçesi sermaye sınıfına kepçe ile yoksulakaşığın ucu ile dağıtan bir bütçe görünümündedir.Çünkü 164 milyar TL ile bütçenin en büyük kale-mini teşkil eden cari transferlerin 9,7 milyar TL’sitarımsal desteklemeye ayrılmıştır. Bu, bütçeninsadece %2,2’si demektir. Diğer taraftan TarımKanunu’na göre bütçeden tarımsal destekleme içinayrılan pay GSYH’nin %1’inin altında olamaz(11). Ama bu oran sübvansiyonlu tarım kredileridâhil edildiğinde dahi (toplam 13,2 milyar TL)binde 7’dir. Kaldı ki topraksız köylüler ve tarımişçileri bu destekten faydalanamayacakları gibi,arazileri tapulu olmayan küçük çiftçiler de, ÇiftçiKayıt Sistemi’ne kayıtlı olmadıklarından bu des-teklerden yararlanamayacaklarından, tarımsal des-teklerden asıl yararlananlar büyük çiftçiler olacak-tır.

Maliye Bakanı Bütçeyi sunuş konuşmasında“sosyal yardım harcamaları için 2014 Yılı Bütçe-sinde 30,4 milyar TL kaynak ayırdıklarını” belirt-miştir (10). Ancak bu kaynağın detaylarına bakıl-dığında bunun; yaklaşık 11 milyar TL’sinin MilliEğitim Bakanlığı’nın bütçesinde yer alan ve“öğrencilere eğitim harç ve burs desteği, Fatih Pro-jesi ve taşımalı eğitime” ayrılan ödeneklerden oluş-tuğu; 4,5 milyar TL’yi bulan bir kısmının SağlıkBakanlığı bütçesinde yer alan “özürlü evde bakımdesteği” gibi kalemlerden oluştuğu ve 10 milyarTL’lik bir kısmının ise Sosyal Güvenlik Bakanlı-ğı’nın bütçesinde yer alan “ödeme gücü olmayan-lara prim desteği ve 65 yaş üstü ve muhtaçlara

yapılan maaş ödemelerine” ayrılan ödeneklerdenoluştuğu görülecektir (12). Yani asıl olarak eğitim,sağlık ve sosyal güvenlik harcamalarının birer par-çaları olarak görülmesi gereken ve ilgili bakanlıkla-rın bütçelerinde yer alan bazı harcamalar sankiilave sosyal yardım harcamaları gibi sunulmaktadır.

Diğer taraftan gerçek anlamda sosyal yardımsayılabilecek harcamalar bir bütçe dışı fon olanSosyal Yardım Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndanyapılmaktadır. Maliye Bakanının sözünü ettiği 30,4milyar TL’nin sadece 4,3 milyar TL’si bu fonaBütçe ve Hazine’den aktarılacaktır. Bu haliyle buyardımlara Bütçe’den ayrılan pay %1’i zor bulacak-tır.

Başta “aile destek yardımları” olmak üzere çoksayıda yardım kalemi altında bu Fon’dan ayni venakdi yardım yapılmaktadır. Örneğin Fon’dan“periyodik aktarma” adı altında her ay 50 milyonTL’lik bir nakit, tüm Türkiye’ye bölgesel olarakkabaca eşit bir biçimde dağıtılmaktadır (13).Ancak Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgelerin-deki yoksulluğun çok daha yüksek olduğu gerçe-ğinden hareketle bu yardımların bu bölgelere dahafazla ayrılması gerekmesine rağmen buna uygun birdağıtım söz konusu değildir.

Bu tür nakit yardımları toplamda 973 SYDFbileşeni tarafından ve Hükümetin atadığı “vakıfmütevelli heyetleri” aracılığıyla dağıtılmaktadır. Buyardımların illerin kendi bünyesinde dahi nasıl vekimlere dağıtıldığı konusunda ciddi soru işaretlerimevcuttur. Yardımların özellikle dini bayramlardadağıtılması siyasal iktidarın bu yardımları, kendinebağımlı ve muhafazakâr bir seçmen tabanı oluştur-mada kullandığını ortaya koymaktadır (sosyal yar-dımlardan faydalanan hane sayısının 10 milyonugeçtiği, nüfusun yaklaşık dörtte birinin sosyal yar-dımlardan faydalandığı tahmin edilmektedir). Buyardımlardan faydalanmanın net tanımlanmışyasal bir dayanağı olmadığı için yardım alan kişilerile siyasal iktidar arasında bir minnet duygusuyaşanmaktadır (14).

AKP Hükümetleri döneminde sosyal yardımla-rın GSYH’nin %0,2’sinden %1,43’üne ulaştığı dik-kate alındığında, son 10 yılda dolar milyarderi sayı-sını 41’e çıkaran sistemin ve AKP hükümetlerininyoksul sayısını nasıl kat kat artırdığı ve kalıcı, insanonuruna yakışan ve güvenceli bir gelir yaratanistihdam bir yana, asgari ücret koşullarında dahi

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 22: Temmuz-Aralık 2013

20Temmuz-Aralık 2013

bir istihdamı sağlamadığı, buna karşılık bu yardım-ları adeta istihdama alternatif bir strateji olarakkullandığı ortaya çıkmaktadır (14).

Diğer yandan sermaye sınıfı için cömert vergiindirimleri, istisna ve muafiyetleri ve diğer teşvik-ler mevcuttur. ‘Vergi harcaması’ adı altında topla-nan ve asıl olarak sermaye sahiplerinin yararlandı-ğı bu vergi istisna, muafiyet ve indirimlerinin tuta-rı 2014 bütçesinde 23,9 milyar TL’ye çıkartılmıştır(5, s:146). Yani siyasal iktidar bu tutarda bir vergi-yi sermayeden almaktan vazgeçecektir. Bununbütçe ödeneklerine oranı %5,4 ve bütçe gelirlerineoranı %5,9 civarındadır. Ancak vergi kanunlarıdışında yer alan mevzuatla düzenlenen ve bütçe-nin ekinde yer almayan onlarca kanun ile öngörü-len (örneğin Petrol Kanunu) vergi harcaması açık-lananlardan çok daha fazladır.

Ayrıca sermaye için 8,4 milyar TL işveren primdesteği, 2 milyar TL bireysel emeklilik sigortası(BES) primi desteği, 3,8 milyar TL Ar-Ge desteğiile ilave %3,3 ve kredi faiz desteği için 12-13 mil-yar TL ve KOBİ desteği için 3-3,5 milyar ile (10)%3,7’lik bir destek ile toplamda %12,4’lük bir des-tek söz konusudur. Ayrıca AKP Hükümeti’ninGelir ve Kurumlar Vergisinin birleştirilmesiniöngören çalışması sonuçlandığında sermayeninvergi yükü daha da indirilecektir.

Bütçe ödeneklerinin kurum bazında fonksiyo-nel dağılımı, 2014 Bütçesinin yüksek derecedegüvenlik algısı ile hazırlanmış bir militarist bütçeve son yıllarda ağırlığı giderek artan bir muhafaza-kârlaşma ve dinselleştirme bütçesi olduğunu gös-termektedir. Tablo-1’de bütçenin kurumlar bazın-da fonksiyonel dağılımı göstermektedir.

Bu tabloya bakıldığında siyasal iktidarın, yara-tılan algının aksine askeri harcamaları kısmak gibibir niyetinin olmadığı görülmektedir. Kaldı ki MilliSavunma Bakanlığı’na ayrılan 21,8 milyar TL’likbütçe ödeneği toplam askeri harcamaların yaklaşık

sadece %89’unu oluştururken buna ilave olarak,%10’luk bir pay ile Savunma Sanayi DesteklemeFonu (SSDF) %0,6’lık bir pay ile TSKGV ve dışaskeri yardımlar söz konusudur.

2014 yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’nden Diya-net İşleri Başkanlığı’na ayrılan ödenek 5,443 mil-yar TL’dir (5, s:37). 2013 yılına göre %18,2’lik birartış anlamına gelen bu ödenek toplam ödenekle-rin %1.24’üne denk düşmektedir. Bu haliyle Diya-net İşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm, Ekonomi,Kalkınma ve Çevre Bakanlıklarının toplam bütçe-lerine eşit bir bütçeye sahiptir.

Ayrıca kurumlarda istihdam edilecek olan per-sonelin sayısal dağılımı bütçenin asıl olarak militerve dinsel - muhafazakâr yapısını ortaya koymakta-dır. Öyle ki 2013 Haziran sonu itibariyle Diyanetİşleri Başkanlığının 128.751 bini kadrolu (tamamımemur) olmak üzere toplam 141.911 çalışanı mev-cuttur (15). Polis sayısı 300.000’in üzerinde veasker sayısının tam olarak bilinemese de 700.000civarında olduğu tahmin edilmektedir. Buna Ada-let Bakanlığı’ndaki 155.000< çalışanı (hali hazır-da 20.000 savcı ve hâkim mevcut ve sadece2013’te 4.793 yeni savcı ve hâkim ataması yapıldı)ve çok sayıda kalekol inşaatını da eklemek gerekir.Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın 17.683; ÇevreBakanlığı’nın 27.307; Bilim Sanat TeknolojiBakanlığı’nın ise 5,139 çalışanı mevcuttur. Diya-net İşleri Başkanlığı’nın 1.140, Jandarma GenelKomutanlığı’nın 7,486 ve Emniyet Genel Müdür-lüğü’nün 33.461 motorlu taşıtı mevcuttur (15).

Ayrıca 2014 Bütçesi tek bir mezhepçilik üzerin-den (Sünnilik) dindarlaşmayı teşvik eden bir büt-çedir. Bu bütçe ile Alevilerin, gayrimüslimlerin,ateistlerin vergileri Diyanet’e, imamlara ve camile-re kaynak oluşturmaktadır. Öyle ki tek bir mezhe-be hizmet eden 90 bin cami, 140 bin imam, 50 bindin eğitimi kadrosu, 850 imam hatip lisesi, 1367imam hatip ortaokulu, 86 ilahiyat fakültesi hali

Maliye + Hazine % 45 198 Milyar TLAsker+ Polis+ Cezaevleri % 13,2 57.8 Milyar TLMilli Eğitim Bakanlığı % 12.7 55,7 Milyar TLSağlık Bakanlığı+ Kamu Hastaneleri Kurumu+ Türkiye Halk Sağlığı Kurumu % 4 18,4 Milyar TL103 Üniversite + YÖK + ÖSYM % 3,9 17,3 Milyar TLDiyanet İşleri Başkanlığı % 1,2 5,5 Milyar TLKültür + Turizm Bakanlığı % 0,4 1,97 Milyar TLÇevre Bakanlığı (ödeneği azaltıldı) % 0,3 1,33 Milyar TL

Tablo-1: 2014 yılı ödeneklerinin kurum bazında fonksiyonel dağılımı (%)

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 23: Temmuz-Aralık 2013

21Temmuz-Aralık 2013

hazırda mevcut olup her 40 kişiye 1 silahlı perso-nel ve her 542 kişiye bir imam düşmektedir (16).

Özce, askeri vesayetin tasfiye edilmesi veyageriletilmesiyle birlikte daha demokratik hatta“ileri demokratik” bir rejime doğru gittiğimiz ilerisürülse de, asker ve polis için ayrılan kaynaklarınbüyüklüğü bunu doğrulamamakta, “mütedeyyin”AKP’nin temsil ettiği “sivil” anlayış ve dinseldeğerlerle yeniden yoğrulmakta olan bir militariz-min desteğindeki otoriter bir siyasetin yerleşmekteolduğu açıkça görülmektedir (17).

Mahalli idarelere ayrılan paylar bir yandan kay-nak tahsisi konusunda bütçenin ne denli katı vebürokratik bir merkeziyetçi yapıya sahip olduğunugösterirken diğer yandan hem yetersiz olup hem debölgelerin ihtiyaçlarına göre de dağılmamaktadır.Öyle ki örneğin 2013 Bütçesinden İstanbul Büyük-şehir Belediyesi’ne 14 Milyar TL tahsis edilirken Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne sadece 70Milyon TL aktarılmıştır.

Genel Bütçe gelirlerinin sadece %9’undan azımahalli idarelere transfer edilmektedir. Bu trans-ferler 2008’de 14 milyar TL; 2009’da 15,6 milyarTL; 2010’da 20,2 milyar TL; 2011’de 22,4 milyarTL olup (8), 2014 yılında bu rakamın 38,8 milyarTL’ye çıkması hedeflenmektedir (10).

Diğer taraftan bu tutarın üçte biri yeni yasagereğince 29 (16 +13) büyükşehir belediyesinegönderilecek ve bu belediyeler içinde aslan payıİstanbul, Ankara ve İzmir büyükşehir belediyeleri-ne ait olacağından, ülkenin her tarafında belediyehizmetlerinin bazılarının fiilen verilememesi sözkonusu olacaktır.

Öte yandan 2014 yılı için 199.500 Milyon TLolarak hedeflenen Cumhurbaşkanlığı Bütçesi’nde-ki artış (5) %27 gibi rekor bir artıştır. Bu haliyleCumhurbaşkanlığının Bütçesi Diyarbakır ve Eski-şehir büyükşehir belediyelerine genel bütçedenayrılan payların toplamından fazladır. 104 kamuüniversitenin sayı olarak 70’inin (%67) 2014 yılıödeneği Cumhurbaşkanlığı’nın ödeneğinin altındakalmaktadır. Cumhurbaşkanlığı için yaklaşık beşyeni üniversiteye ayrılan toplam ödenek kadar birödenek ayrılmıştır.

Hükümet bu yıl da Bütçe’den en büyük payıeğitime ayırmakla övünse de gerçek durum budeğildir. Eğitime ayrılan pay açısından Milli Eğitim

Bakanlığı’nın 55,7 milyar TL’lik payının %80’i per-sonele (personel giderleri, sözleşmeli personelgiderleri ve sosyal güvenlik primleri), sadece %8’imal ve hizmet alımlarına ve %8’i yatırımlara ayrıl-mıştır (5). Eğitime dönük harcamalardaki son yıl-lardaki artışın nedeni daha ziyade eksik öğretmenve okul ihtiyacıdır.

Eğitime yaklaşım açısından bu bütçenin birdiğer özelliği anadilinde eğitim ihtiyacını görmez-den gelmesidir. Nitekim Diyanet İşleri Başkanlı-ğı’na ayrılan ve diğer bazı bakanlıklarla kıyaslandı-ğında üç dört küçük bakanlığın toplam bütçesin-den fazla bir bütçe içinde, nasıl ki Aleviler için herhangi bir kaynak ayrılması söz konusu değilse, MilliEğitim Bakanlığı’nın bütçesinde de Kürtler için,anadilinde eğitim için her hangi bir kaynak ayrıl-mamıştır.

Bunun yerine, “anadilinde eğitim özel okullarahavale edilerek büyük mücadelelerle üretilmişanadil hakikati bir takım mülkiyetli seçkinlerinözel alanda yapacakları bir müşteri seçimi muame-lesine tabi tutulmuştur. Bu yolla cemaatlere yenirant alanları sağlanırken yoksul Kürtler cemaatin“hayırsever müteşebbis teşkilatların (a) ve vakıfla-rın merhametine bırakılacaktır. Çevik ve parlakolanları Türkçe’nin yanında Kürtçe eğitim verenbu misyon sahibi okullarda yemekli-yataklı-bursluokuyarak devşirilecek, kendilerini gönülleri fethet-meye adamış bu misyoner şirketler çok ciddikazançlar gütmeksizin asi Kürtlerin ruhlarına vebedenlerine İslami kardeşlik üfleyerek milli ve kut-sal hizmetlerini sabırla icra edebilecektir” (18).

En hızlı özelleştirme ve ticarileştirmeye tabitutulan alanların başında gelen sağlık hizmetlerin-de durum daha da kötüdür. Kamusal sağlık harca-maları savunma bütçesinin çok altında, bütçe dışıkaynaklarda göz önüne alınırsa, savunma harca-malarının yarısı düzeyinde kalmaktadır. Kendi için-de ise Sağlık Bakanlığı’na ayrılan pay çok küçükbir azınlığı oluştururken, asıl olarak özelleştirmele-rin gerçekleştirilmekte olduğu Kamu HastaneleriKurumu ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu sağlıkbütçesinden aslan payını almaktadır.

Kültür ve Turizm Bakanlığının Bütçesi iseSavunma Bakanlığı bütçesinin sadece %7’si kadar-dır.

2014 Bütçesi gelirleri yönünden de sermayeyikollayan bir bütçedir.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 24: Temmuz-Aralık 2013

22Temmuz-Aralık 2013

lefin ödedikleri gelirvergisinin toplamvergi gelirleri içindekisadece payı %1 ve750.000 civarındabasit usule tabi esna-fın ödediği vergilerinpayı ise ‰1 civarın-dadır (8).

Sermaye sahipleri-nin vergi yükünün budenli düşük olmasınınnedenlerinin başındaise sadece kendileri-nin faydalandığı vergikaçırma imkânı, vergiafları ve vergi uzlaş-maları ve yaygın mua-fiyetler, istisnalar,vergi indirimleri veertelemeleri (vergiharcamaları) gelmek-tedir. Nitekim AKP Hükümetleri döneminde en azdört adet vergi affı çıkartılmıştır. Maliye Bakanlığıile büyük çaplı vergi mükellefleri arasında 2010yılında yapılan uzlaşmaların sonucunda ise vergiaslının %92’sinden ve vergi cezalarının %99,9’un-dan vazgeçilmiştir3. Ayrıca sermaye sahibi sınıfla-rın ve servet zenginlerinin yararlanmış olduklarıkapsamlı muafiyet, istisna, erteleme ve indirimlermevcuttur. Bu vergi matrahını daraltıcı uygulama-lar vergiyi azaltmakta, verginin yükünü bu uygula-malardan yararlanamayanlar üzerine kaydırmakta-dır. Örneğin ayda sadece ortalama 100 TL civarın-da bir ‘asgari geçim indirimi’nden yararlanabilenücretli emekçiler, sermayenin ödemediği bu vergi-lerin de yükünü taşımaktadırlar. Diğer taraftan ser-maye geliri elde edenler çok sayıda harcama kale-mini gider yazabilmekte, böylece vergi matrahınıküçültebilmekte, son derece cazip muafiyet, istis-na, indirim ve ertelemeden yararlanabilmekte(örneğin enflasyon indirimi) ve hatta geriye dönükvergi iadesi dahi alabilmektedirler.

Sermaye sahipleri aynı zamanda yaptıkları bazıbağışları matrahtan indirerek hem vergileriniazaltmakta, hem muhafazakâr, dindar insanların,hem de siyasal iktidarın nezdinde itibar kazanmak-tadırlar. Örneğin “fakirlere yardım amacıyla gıda

2014 Bütçesi’nde öngörülen harcamalarınfinansmanı (403 milyar TL) ağırlıklı olarak (%86)vergiler (348 milyar TL) ile yapılacaktır. Bunun%20’si gelir vergisi, %10’u kurumlar vergisinden(dolaysız vergiler) kalan büyük çoğunluk ise katmadeğer vergisi (KDV) ve özel tüketim vergisinden(ÖTV) (dolaylı vergiler) oluşacaktır (5). Yani2014 yılında da vergiler ağırlıklı olarak KDV veÖTV biçiminde emekçi sınıflardan, halktan topla-nacaktır. Nitekim 2013 yılında bu iki verginin sağ-ladığı gelirlerdeki artış ortalama %25 olmuştur. Budurum devlet eliyle gerçekleştirilen neoliberalpiyasacı dönüşümün, otoriterleşme ve muhafaza-kârlaşmanın finansmanının asıl olarak halktantoplanan vergilerle gerçekleştirilmekte olduğunuortaya koymaktadır.

Ayrıca ÖTV, KDV gibi vergiler, göreli olarak,daha adaletsiz vergilerdir. Çünkü sırasıyla; bu türvergiler geniş yığınların kullandığı her türlü mal vehizmet üzerinden alınırlar. Genelde bu vergilerdemuafiyetlere yer verilmez ve artan oranlı olarakdüzenlenmezler, halkın üzerinde kalırlar. Bu vergi-ler regresif nitelikte vergilerdir, yani petrol ve siga-radan alınan ÖTV’de olduğu gibi düşük gelirlilerbu yükü daha ağır, yüksek gelirliler ise daha hafifhissederler. Kolayca yansıtılırlar, yani yasal mükel-lefler vergiyi tüketicilere yansıtırlar. Enflasyon art-tığında bu vergiler de arttığından enflasyonun art-tığı dönemlerde halkın üzerindeki yük daha daartar. Son olarak Türkiye’de bu vergilerin uygula-ması ile ilgili ilave çarpıklıklar söz konusudur.Örneğin et, süt, eğitim, sağlık gibi halk için zorun-lu nitelikteki mal hizmetlerde KDV oranı %8 ikenpırlanta, elmas vb kıymetli taşlar ve külçe altın,KDV’den istisna tutulmuştur (sıfır vergi)2.

Ancak vergi gelirlerinin üçte birini oluşturandolaysız vergilerin yükü de emekçilerin sırtındadır.Örneğin vergi gelirlerinin beşte birini (%20),dolaysız vergilerin üçte ikisini oluşturan gelir ver-gisinin bileşenlerine bakıldığında bu verginin%91’inin stopaj (kaynakta kesme), %5,6’sınınbeyanname ve ‰6’sının basit usul ile toplandığıgörülecektir. Stopajın %68’i ücret stopajlarındangelecektir. Böylece dolaysız vergilerin üçte ikisinioluşturan gelir vergisinin de en az üçte ikisi emek-çiler tarafından ödenecektir. Diğer taraftan kârpayı, faiz ve kira geliri gibi sermaye geliri elde edenve sayıları 1,8 milyonu bulan beyannameli mükel-

Türkiye’de vergile-menin işçi sınıfı veemekçilere doğru

yeniden bölüşüm vekalkınma gibi amaç-

larla bağı iyicekopartılmış, vergile-me, sadece kapsamı

daraltılan devletinneoliberal dönüşüm-

leri sağlamayadönük faaliyetlerininfinansmanıyla sınırlı

tutulmuş ve neolibe-ral vergileme politi-kaları altında teşvikve sübvansiyonlarlasermayenin üzerin-deki görünen vergi-

lerin yükü iyiceemekçilerin üzerine

kaydırılmıştır.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 25: Temmuz-Aralık 2013

23Temmuz-Aralık 2013

bankacılığı faaliyetinde bulunan dernek ve vakıfla-ra, bağışlanan gıda, temizlik, giyecek ve yakacakmaddelerinin maliyet bedelinin tamamı gider ola-rak yazılabilmektedir” (19). Yapılan bu yardımlarayrıca KDV’den de istisna tutulmaktadır (20).Gıda bankacılığı yapan dernek ve vakıfların büyükbir kısmı ise Deniz Feneri Yardımlaşma ve Daya-nışma Derneği, Deniz Yıldızı Sosyal Yardımlaşmave Dayanışma Derneği, Hızır Yardımlaşma veDayanışma Derneği, İnsan Eğitimi Kültür ve Eği-tim Vakfı örneklerinde olduğu gibi tarikat vecemaatlerle bağlantılıdır. Yoksul vatandaş-lara gıda, yakacak, giyecek dağıtan butür dernek ve vakıflara yapılanyardımların tamamının eldeedilen gelirden düşülebilmesi,yapılan bağışlara “büyük birvergi avantajı” sağlamak-tadır. Siyasal iktidar butür dernek ve vakıflarüzerinden de siyaset yap-maktadır. Ayrıca 2012yılında yapılan birdüzenleme ile din eğiti-mi veren tesis yapanlarve kuran kursu açanlar buişlere dönük harcamalarınıgelir ve kurumlar vergisimatrahından düşebilecek(21), evli ve üç çocuklu asgariücretliden gelir vergisi alınmaya-caktır (22). Oy alma kaygısı ile yapı-lan bu düzenlemelerin sonucunda azalanvergi gelirlerinin yine ücretli emekçiden halktanÖTV, KDV ya da petrol, elektrik ve doğal gazfiyatlarına zam olarak karşılanacağı bir gerçektir.

Yani Türkiye’de vergilemenin işçi sınıfı veemekçilere doğru yeniden bölüşüm ve kalkınmagibi amaçlarla bağı iyice kopartılmış, vergileme,sadece kapsamı daraltılan devletin neoliberaldönüşümleri sağlamaya dönük faaliyetlerininfinansmanıyla sınırlı tutulmuş ve neoliberal vergi-leme politikaları altında teşvik ve sübvansiyonlar-la sermayenin üzerindeki görünen vergilerin yüküiyice emekçilerin üzerine kaydırılmıştır.

Bu süreç otuz yıl öncesinden başlatılmış olsa daAKP Hükümetleri ile geçen son 11 yılda çok dahahızlı ve açıktan ilerletilmiştir. Artan oranlı gelir

vergisi tarifesi düzleştirilmiş, basamak sayısı altıdandörde indirilmiş ve en zenginlere uygulanan gelirvergisi üst dilimi %45’den %35’e düşürülmüştür.Ücretliler lehine 5 puan indiriminden vazgeçilmiş-tir. Özel indirim uygulamasına son verilerek dahaziyade işverenlerin işine yarayan “asgari geçimindirimi” uygulamasına geçilmiştir. “Nereden bul-dun” uygulamasına son verilerek büyük servetsahiplerine servetlerinin kaynağı konusunda sor-gulama yapılabilmesi imkânsız hale getirilmiştir.Kurumlar Vergisi oranı %33’den %20’ye düşürüle-

rek sermayenin vergisi daha da azaltılmıştır.Böylece düşük ücretli, örgütsüzleştirilmiş,

güvencesiz ve esnek emek stratejisineuygun olarak verginin yükünün

bütünüyle emekçilerin sırtına bin-dirilmesiyle Türkiye dünyanınen adaletsiz vergi sisteminesahip ülkelerinden biri halinegelmiştir.

Öyle ki, ücretli biremekçinin üzerindeki vergivb yükü net ücretinin %70’ive brüt ücretinin %50’sidir.Yani 846 TL civarında bir net

asgari ücret ile geçinmek veailesini geçindirmek zorunda

kalan bir işçinin yıllık ödediğivergi, prim, fon tutarı (doğrudan

kendisi ve işvereni aracılığıyla) 5000TL’yi aşmaktadır4. Buna karşılık bu

rakamın onda birini ödemeyen çok sayıdasermaye sahibi mevcuttur. Kâr payı ya da temettübiçiminde sermaye geliri elde eden sermayedarlarüzerindeki yük ise %26’dır (bu oran son 11 yıldır%45’lerden bu noktaya çekilmiştir).

Diğer yandan sermaye şirketleri üzerinden alı-nan Kurumlar Vergisinin resmi oranı %20 olması-na rağmen, Türkiye’nin en büyük bankaları ve şir-ketlerince efektif olarak bu verginin oranı %1-2’lere hatta bindelere kadar çekilebilmektedir.Esnaf ve sanatkârların ödediği yıllık ortalama vergimiktarı ise (2011 yılı) 78 TL ile 1783 TL arasındadeğişmektedir (23).

SonuçKapitalist düzende devlet bütçesi, birbiriyle

uzlaşmaz çelişkiler ve çatışmalar içinde olan sosyal

Kapitalist düzen-de devlet bütçesi, birbi-

riyle uzlaşmaz çelişkiler veçatışmalar içinde olan sosyal

sınıflar arasındaki mücadele alanla-rının başında gelmektedir. Yani emek-

çiler ve sermayedarlar, ezilenler veezenler en büyük kavgalarından birini

devlet bütçesi üzerinden yapmaktadırlar.Sermaye sınıfı, bütçe ödeneklerini kendi

düzenini sürdürüp pekiştirebilecek hizmet-lere yönelik olarak biçimlendirirken,

bunun maliyeti olan vergileri işçilerin,emekçilerin sırtına yıkmakta ya da dev-

leti borçlanmaya zorlamaktadır. Böy-lece hem vergi vermekten kurtul-

makta, hem de yüksek faizlerledevleti fonlayarak

sermayesini daha da büyütmektedir.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 26: Temmuz-Aralık 2013

24Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

milyon TL'lik vergi borcu aslının "vergi uzlaşması yolu"ile 5 milyon TL'ye indirildiği belgeleriyle açıklandı. Buşirketlerin içinde genelde TOKİ müteahhitleri ve alt yapı inşaat firmalarının ön planda.

4. GİB verilerinden yazar tarafından hesaplanmıştır.

Kaynaklar1. O’Connor J. “The Fiscal Crises of the State”

St.Martin’s Press, New York, 1973.2. Boratav . “Türkiye İktisat Tarihi 1908–2005” 10. Baskı,

İmge Kitabevi, Ankara, 2006.3. O’Connor J. “Chapter 4: Social Capital Expenditures:

Social Investment” İçinde: The Fiscal Crises of the State. St.Martin’s Press, New York, 1973.

4. Marx K. “Deutsche-Brüsseler-Zeitung” No. 92, 18, Kasım 1847.

5. T.C. Maliye Bakanlığı “2014 Yılı Merkezi Yönetim BütçeKanunun Tasarısı ve Bağlı Cetveller” Ankara, 2013.

6. T.C. Sayıştay Başkanlığı “2012 Yılı Dış denetim Genel Değerlendirme Raporu” Ankara, Eylül 2013, s. 26.

7. T.C. Sayıştay Başkanlığı “Genel Uygunluk Bildirimi, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi” Ankara, Eylül 2013

8. T.C. Maliye Bakanlığı, Muhasebat Genel Müdürlüğü, https://portal.muhasebat.gov.tr.

9. http://www.tepav.org.tr/tr/haberler10. Maliye Bakanı M. Şimşek’in 2014 MYB Sunuş

Konuşması- TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu, Ankara, 22 Ekim 2013.

11. “Tarım Kanunu” Madde 21: Tarımsal desteklemelerin finansmanı Kanun No:5488 R.G. Tarihi: 25/4/2006 Sayısı: 26149.

12. T.C. Maliye Bakanlığı, Sosyal Yardımlar, 2013, s. 25.13. T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, SYGM, 2011

Yılı Faaliyet Raporu, Ankara, Nisan 2011.14. Kapusuz N. “Kıdemle Alıp Sadaka İle Vermek:

İktidarın İstihdam (Nüfus) Stratejisi”, http://www.toplumsol.org (14/11/2013)

15. T.C. Maliye Bakanlığı, 2014 Yılı Bütçe Gerekçesi, Ankara, Ekim. 2013, s. 208.

16. Eser T. “Bütçe Adaletsizliği”, BirGün Gazetesi (17/12/2013)

17. Öngider S. Radikal Gazetesi, 11.12.2011.18. Üstündağ N. “AKP, BDP, HDP”

http://www.jadaliyya.com. (03/11/2013)19. Gelir Vergisi Kanunu, Md. 40/10, 89/620. Katma Değer Vergisi Kanunu Md.17.21. Hürriyet Gazetesi (24.05.2012)22. soL Haber Portalı (http://haber.sol.org.tr)

(27/05/2012.)23. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, ESBİS, Gelir İdaresi

Başkanlığı, www.gib.gov.tr.l

sınıflar arasındaki mücadele alanlarının başındagelmektedir. Yani emekçiler ve sermayedarlar, ezi-lenler ve ezenler en büyük kavgalarından birinidevlet bütçesi üzerinden yapmaktadırlar. Sermayesınıfı, bütçe ödeneklerini kendi düzenini sürdürüppekiştirebilecek hizmetlere yönelik olarak biçim-lendirirken, bunun maliyeti olan vergileri işçilerin,emekçilerin sırtına yıkmakta ya da devleti borçlan-maya zorlamaktadır. Böylece hem vergi vermektenkurtulmakta, hem de yüksek faizlerle devleti fonla-yarak sermayesini daha da büyütmektedir.

Devletler ve hükümetler bu mücadelede taraf-sız değildir. Son tahlilde devletler güçlü olanın,egemen olanın yanında yer almakta böylece bütçe-nin hem nicel büyüklüğü hem de içeriği /niteliğiegemen güçler ve sermaye sınıfı lehine gerçekleş-mektedir. Egemenler bunu seçilmiş burjuva hükü-metlere yaptıramazlarsa, İtalya ve Yunanistan’daolduğu gibi teknokrat hükümetlerine ya da1980’lerde Türkiye’de olduğu gibi askeri diktatör-lüklerin güdümündeki hükümetlere yaptırmakta-dırlar.

AKP Hükümeti de bu duruma bir istisna oluş-turamaz, sınıfsal ve ideolojik konumlanışı gereğiolarak toplumun bütününün ihtiyaçlarına dönükbir bütçe hazırlayamaz. Nitekim 2014 bütçesi har-camalar ve gelirler yönleriyle öncekilerden farklıolmayan, yüzü egemenlere, sermayeye; sırtı isehalka, emeğe dönük bir bütçedir. Bu bütçeden top-lumun diğer ezilen kesimlerine ayrılan bir kaynakmevcut değildir.

Dipotlar1. Bu husus Bütçe görüşmeleri sırasında ana muhalefet

partisi tarafından belgeleriyle açıklandı.2. 2014 yılında hazırlanan bir kanun tasarısı ile kıymetli

taşlar, borsalarda işlem görmek üzere ithal edilirlerse, borsalara teslim edilirlerse ve yine borsada işlem görürlerse KDV istisnasından yararlanabilecekler. Yanikıymetli taşların tamamen KDV’ye tabi tutulması gibi bir durum söz konusu değilken, hali hazırda istisna olmaksızın %20 ÖTV’ye tabi tutulan kıymetli taşlar Borsa’da işlem görüp görmeme durumuna göre düşük oranlı, hatta %0 ÖTV’ye tabi tutulabilecek.

3. Gelir İdaresi Başkanlığı, 2011 Yılı Faaliyet Raporu. Bir Gün gazetesinin 6 Ocak 2014 tarihli haber yorumunda (Aykut Erdoğdu) yandaş şirketlere ait 130

Page 27: Temmuz-Aralık 2013

ULUSAL İSTİHDAM STRATEJİSİ VE DEVLET KRİZİ

GirişUlusal İstihdam Stratejisi (1), Türkiye kapita-

lizminin 2008-2009 kriziyle birlikte gündeme geldi.Küresel mali oligarşik (Dünya Bankası, AvrupaBirliği) yönergeler ve Türkiye tekelci burjuvazisi-nin isterleri doğrultusunda bir Ulusal İstihdamStrateji Belgesi hazırlandı. Strateji Belgesi, 2 yıldabir taktik güncellemelerle emek-sermaye ilişkile-rinde burjuvazinin ihtiyaç duyduğu çok kapsamlıve dur-duraksız yeniden düzenlemelerin yapılması-nı öngörmektedir.

Ulusal İstihdam Stratejisi kapsamında 2009yılından itibaren çok sayıda düzenleme yapılmak-tadır. “Kısa dönemli çalışma programı”, “Toplumyararına çalışma programı” gibi 6-9 aylık geçiciçalıştırma biçimleri İl Özel İdarelerinden fiilenOrganize Sanayi Bölgelerine yaygınlaştırıldı.Kadınların, gençlerin düşük ücretli güvencesizçalıştırılması patronlara vergi-prim indirimi teşviğikapsamına alındı. İşverenlerin “ücret dışı maliyet-lerini azaltma” adı altında çalıştırdıkları işçileredönük sigorta primi, işçi sağlığı ve güvenliği, kreş,giderek işçi servisi, yemek gibi yükümlülükleri res-men ya da fiilen kaldırılmaya başlandı. Kadınların,çocukların ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasıyasakları gevşetildi. Kamuoyunda “çocuk işçiler veçocuk gelinler yasası” olarak bilinen eğitimde4+4+4 sistemi getirildi. Staj, proje, intörn gibiadlar altında cep harçlığına öğrenci emeği sömürü-sü hızla genişletildi. İlk kez işe girenlerin ve yenimezunlarının “deneme çalışması” adı altında asga-ri ücretten çalıştırılması yaygınlaştırıldı. İşçi kirala-ma yetkisi olmayan Özel İstihdam Büroları bu yet-kiyi fiilen kullanmaya başladılar. KOBİ’lerde 12saatlik işgünü hızla yaygınlaştı. Muvazaalı taşeron-luk uygulamaları, taşeron şirketlerde işçileri aylar

boyunca ücretlerini ödemeden ve sigortalarınıyatırmadan çalıştırma uygulamaları yaygınlaştı.Vasıflı, eğitimli mesleklerde ve kamuda meslekiyeterlilik ve performans uygulamaları yaygınlaştı-rılmaya başlandı. (2)

OSTİM’de 4 aydır çalıştığı işyerine nedensigortasının yatırılmadığını soran işçi, “Toplumyararına çalışma programı” kapsamında işe alındı-ğını ve işverenin 9 ay boyunca sigorta yapmamahakkının olduğunu hayretle öğrenmektedir.TOFAŞ’ta işten çıkartılan bin sözleşmeli işçi,TOFAŞ’a değil kendilerinin bile bilmedikleri birÖzel İstihdam Bürosuna bağlı çalıştıklarını ve tümsosyal haklarının gasp edildiğini hayretle öğren-mektedir. Türkiye’nin en büyük taşeronluk vekiralık işçi holdinglerinden Orion, 4 aydır ücretödemeden çalıştırdığı 20 bin işçinin toplamı 1 mil-yar lirayı bulan kıdem, ücret ve diğer hakedişlerinidolandırarak ortadan kayboluvermekte, işçilerehaklarını umutsuzca mahkeme kapılarında aramakkalmaktadır…

2011 yılında torba yasayla bir dizi esnek,güvencesiz çalıştırma düzenlemesi daha yandangeçirildi. Daha temel düzenlemeler ise önce 2013Haziran ayına, sonra 2014 başına tarihlendi.Kıdem tazminatının mali sermaye fonlarına devre-dilerek buharlaştırılması, taşeronluğun esas işleregirmesini düzenleyen yeni taşeron işçilik yasası,Özel İstihdam bürolarına yetki, ödünç ve kiralıkişçilik düzenlemesi, çağrı üzerine çalışma, evdençalışma, kısmi zamanlı çalışma, kadın istihdam aileve çok çocuk düzenlemesi bunlar arasındadır. Yasaldüzenleme kapsamında görünmeyen meslekiyeterlilik, performans ve sertifika sisteminin mes-lek liselerine ve teknik emekgücüne yaygınlaştırıl-ması da, 2013 sonlarından itibaren hız kazandı.

Yücel FİLİZLERİşçi Meclisi Gazetesi

25Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 28: Temmuz-Aralık 2013

26Temmuz-Aralık 2013

Yoksul hanelere sosyal yardımın da çalışmayla iliş-kilendirilmeye çalışılması, emeklilerin, engellilerin,göçmenlerin en düşük ücretlerle güvencesiz çalış-tırılmasına ilişkin düzenlemeler de gündemdedir.

Yasamanın Yerini Alan Strateji BelgeleriUlusal İstihdam Stratejisi kapsamında, daha

bilinmeyen, ancak yaşayarak gördüğümüz veya işçidirenişleriyle açığa çıkarılabilen pek çok örtükdüzenleme ve fiili uygulama vardır. Mali oligarşik“strateji belgeleri”, eski tarz yasama-uygulama işle-yişini alt üst eden bir emrivakiliktedir. Yasamanınyerine geçirilen strateji belgelerinin birçok yöneli-mi fiilen uygulanmaktadır. Neoliberal devlet tara-fından önü açılıp özendirilen fiili uygulamalar,kapitalistler tarafından öğrenilerek belli bir yaygın-lığa ulaşıp teamül haline geldikten sonra yasaldüzenleme yapılmaktadır. (3) Tek bir büyük paketolarak Meclise geldiğinde büyük tepki çekecekdüzenlemeler, parça parça, bazıları torba yasalarlayandan, bazıları ilintisiz başka yasalara alt maddeolarak geçirilmektedir. Yine en çok dirençle karşı-lacak kıdem tazminatı hakkı gaspı gibi sivri uçlar,sürece yayılarak, direnç mevzilerinin farklı düzen-lemelerle yandan ve arkadan kuşatılıp zemini kay-dırılarak hayata geçirilmektedir. Yasal hatta anaya-sal düzenleme gerektiren değişikliklerin, kanunhükmünde kararnamelerle, bakanlık yönetmeliği,idare genelgesi veya mevzuat düzenlemesi ile uygu-lanmasının pek çok örneği vardır. Strateji belgele-ri, sürece yayılmış sayısız yasal düzenleme silsilesiile fiili uygulamaların birliğidir. Neoliberal iş yasa-ları da, son derece muğlak, esnek, kaygan; patron-lar açısından her türlü muvazaalı uygulama ve hakgaspının mübah olduğu bir biçim almaktadır. Ulu-sal İstihdam Strateji Belgesi ile, çalışma ilişkilerin-de bitmez tükenmez yeniden düzenlemeler silsilesi,sendika ve iş hukuku uzmanlarının bile takipetmekte zorlandığı, içinden çıkılmaz hale gelmişbir parçalılık, karışıklık, muğlaklık ve fiililik ileyürütülmekte, fakat toplamda büyük çaplı birdönüşümü gerçekleştirmektedir: Eskiden “atipik”,“kapsam dışı” denilen esnek, güvencesiz, kuralsızçalıştırma biçimleri giderek temel biçim haline gel-mektedir.

Neoliberal strateji belgeleri temelindeki bu türpostmodern yönetişim teknikleri, halen düz bir

algıyla yasamaya/parlamentoya endeksli muhalefetbiçimlerinin de zeminini kaydırmaktadır. Bir diğeryönetişim tekniği de, yasa tasarılarının son halka-sına sendikaların dahil edilerek, işçi sınıfınındirencinin de yönetişim süreçlerine emilmesidir.En sonu, sendikalı işçilerin başının üzerindedemokles kılıcı gibi sallandırılan kıdem gaspı, birnevi şantaj ve rüşvet aracı olarak kullanılmaktadır.İşçilerin tüm dikkatinin toplandığı kıdem tazmina-tı gaspı her seferinde ötelenirken, diğer kapsamlıdüzenlemelerin daha sorunsuz geçmesi sağlanmak-tadır. Nitekim sendikal ve sol muhalefet, kıdemgaspının ötelenmesini kazanım ilan ederek, zatengündeminde önemli bir yer tutmayan Ulusal İstih-dam Stratejisini tümüyle bir yana bırakmıştır.

Birikim Krizi ve Devlet KriziSermayenin emeğe adı üstünde böylesine stra-

tejik ve yıkıcı saldırılar dalgasının solda doğrudürüst gündem bile olmamasının asıl nedeni ola-rak, Haziran Direnişi ve 17 Aralık’tan itibarenayyuka çıkan rejim krizinin gölgesinde kalması gös-terilebilir. Ancak sorun da zaten, rejim krizinin ser-maye birikim süreçlerinin tıkanması ve yenidenyapılanmasından kopuk okunmaya çalışılmasıdır.Türkiye kapitalizminin geleneksel olarak, aşağıyukarı 8-10 yılda bir rejim kriz ve yeniden dizay-nından geçtiği bilinen bir olgudur. Ne var ki aşağıyukarı eş zamanlı olarak, yine 8-10 yılda bir serma-ye birikim süreçlerinde tıkanma ve yeniden yapı-lanma süreçlerinin yaşandığı, daha az bilinen ya daunutulan bir olgudur.

2008 krizinden itibaren, çok sayıda StratejiBelgesi ve Eylem Planının birbiri ardından ve eşgü-dümlü olarak ortaya çıkması, Türkiye kapitalizmi-nin bir birikim döneminin sonuna geldiği ve yenibir birikim düzlemine geçiş çabasının ifadesidir:Türkiye Sanayi Strateji Belgesi, Ulusal Bilim Tek-noloji ve Yenilik Strateji Belgesi, Ulusal Fikri veSınai Mülkiyet Hakları Strateji Belgesi, HayatBoyu Öğrenme Stratejisi, Ulusal İstihdam Strateji-si Belgesi, Gençlik İstihdam Stratejisi Belgesi, YeniYatırım Teşvik Sistemi… Aynı yıllarda büyük bur-juva örgütlerinin tüm yönlü “yapısal reformlar”için baskısı ve tatminsizliği artmaya başlamıştır.“Vergi reformunu, eğitim reformunu, yargı refor-munu, kamu yönetimi reformunu, firmalarımızınsağlıklı büyümelerini mümkün kılacak şekilde

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 29: Temmuz-Aralık 2013

27Temmuz-Aralık 2013

[yeniden] tasarlamalıyız.” (4) Bunlara aile, sağlık,enerji gibi konularda stratejik dönüşüm programla-rı eşlik etmektedir.

Doğrusu AKP Hükümeti de küresel mali oli-garşinin ve Türkiye’deki tüm büyük sermayekesimlerinin ortak isterleri olan yeni nesil neolibe-ral yapısal dönüşüm programları silsilesini yürüt-mek için elinden geleni ardına koymadı. Son 5 yıl-daki yapısal dönüşümler silsilesi, gerçekten benze-ri başka bir dönemde pek görülmemiş başdöndürü-cü bir fırtına gibidir. Bununla birlikte AKP Hükü-meti, sermayenin bir bütün olarak ve çok dahaköklü bir birikim ve güç yükseltimi isterlerini kar-şılayamaz hale geldi. Çünkü sermaye yalnız dahafazlasını değil, daha stratejik olanı istemektedir!Türkiye kapitalizminin, 80′li ve 90′lı yıllardakifinansal ve ticari küreselleşme süreçlerinin ardın-dan asıl 2000′li yıllarda gerçekleşen üretken ser-mayenin küreselleşmesi süreci, Türkiye burjuvazi-sinin yapısal zaafını ortadan kaldırmadı, sermayebirikiminin yeni küresel temelinden daha bir açığaçıkardı: Emek üretkenliği sorunu!

Strateji kavramı; tüm şu sanayi stratejisi, tek-noloji stratejisi, eğitim stratejisi, istihdam stratejisihalkalarıyla birlikte- işte burada gerçek anlamınıbulur. Sermaye açısından en stratejik olan, emeğintoplumsal (bilimsel, teknolojik, organizasyonal,eğitimsel) üretkenliği, mutlak ve asıl olarak dagöreli artıdeğer sömürüsünde büyük çaplı bir artı-şın gerçekleştirilebilmesidir. Türkiye kapitalizmiotomotiv, enerji gibi görece daha sermaye yoğunsektörlere bir geçiş yapmıştır, fakat düşük ve ortateknolojilerden orta-yüksek ve yüksek teknolojile-re, vasıfsız emekgücünden nitelikli emekgücüneaynı geçişi yapmakta çok zorlanmaktadır. (5) Ucuzemekgücüne ve sıcak para girişiyle kur şişirerekucuzlatılan ithal ara girdilere (dolayısıyla cariaçığa) dayalı sermaye birikim biçimi bir sınıradayanmaya başlamıştır. Büyük burjuva örgütlerisözcülerinin ağızlarını her açtıklarında; “verimlilik,teknoloji, nitelikli işgücü, yapısal reform” telaş venakaratı bunun ifadesidir.

Kamu Merkezli Birikim Stratejisinden Neoliberal Eğitim ve Aile Merkezli Birikim StratejisineSözkonusu stratejilerin tamamı, üretici güçle-

rin, yüksek artıdeğer üretiminin; Bilim, teknoloji,

ar-ge, eğitim, nitelikli işgücü, vd.- geliştirilmesiniöngörmektedir. Kârlılığı düşük emek yoğun sektör-lerin ve üretim aşamalarının ise daha ucuz emek-gücü ve maliyet alanlarına (Kürt bölgesine) kaydı-rılmasını öngörmektedir. Ulusal İstihdam StratejisiBelgesi, Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi ile birlik-te okunduğunda, daha açık görülebilmektedir:İkili bir emekgücü piyasası organize edilmektedir.Bir yanda yığınsallaştığı ölçüde daha da değersiz-leştirilen nitelikli teknik emekgücü temelindeazami göreli artıdeğer üretimi, diğer yandan ağır-lıklı olarak (Strateji belgesinde “dezavantajlıkesimler” denilen) kadın, genç, öğrenci, engelli,yoksul, göçmenlerin (6) daha yığınsal biçimde işçi-leştirilmesi temelinde azami mutlak artıdeğer üre-timi… Yığınsal olarak hem nitelikli hem ucuzemekgücü üretimi için, yoğunlaştırılmış mesleki-teknik-uygulamalı eğitim, genişletilmiş staj-intörnprogramları, mesleki yeterlilik ve sertifika sistemle-ri, sermayenin durmaksızın değişen isterlerine göreömür boyu yeniden eğitim, sertifika kursları düzen-lemesine doğru bir geçiş yapılmaktadır. Azamigöreli artıdeğer üretiminin merkezinde; seri veyığınsal teknik emekgücü üretimine indirgendiğigibi, kendisi de başlıbaşına aktüel esnek emekgücüpiyasasına dönüşmekte olan neoliberal eğitim sis-temi yer alır.

Azami mutlak artıdeğer üretiminin merkezindeise, “kadın istihdam+evlilik ve çok çocuk teşviki”paketinden de kolayca görülebileceği gibi aile yeralır. Ücretler emekgücü değerinin altında düşürül-dükçe, her aileden ikinci, üçüncü, dördüncü kişi-lerin, kadınların, gençlerin, öğrencilerin, giderekküçülen yaşlardan çocukların esnek, güvencesizemekgücü piyasasına çıkmasının sürdürülebilirliği,çözülen aile kurumunun neoliberal muhafazakarrestorasyonuna dayanır. Emekgücünün tamamenözelleştirilmiş üretimi ve yeniden üretimi kadar,tasfiye edilen sosyal güvenlik sisteminin tüm yükü-nün (yaşlı, sakat, hasta bakımı) üzerine yıkıldığıkadın ve aile kurumu, yanısıra yine sermayeninmaliyetlerini azaltacak biçimde ev ve aileye kaydı-rılan üretim süreçleri (evde el emeği ve bilgisayar-lı kafa emeği üretimi), ailenin yeni sermaye birikimorganizasyonundaki stratejik rolünü gösterir. Ulu-sal İstihdam Stratejisinin, eskiden üretim ilişkileri-ne dışsal kabul edilen eğitim ve aileyi doğrudanüretim ilişkilerinin stratejik bileşeni haline getir-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 30: Temmuz-Aralık 2013

28Temmuz-Aralık 2013

mektedir. Strateji Belgesi kapsamında, eğitim veailenin, örtük olarak, sermaye maliyetlerini mini-mize eden, emeğin toplumsal artıdeğer üretiminimaksimize eden üretici güçler organizasyonu kap-samında yeniden tanımladığına dikkat edilmelidir.AKP Hükümetini son birkaç yılda en fazla uğraştı-ran ve en fazla tepki topladığı konular arasında yeralan gençlik-eğitim, kadın-aile politika ve dizayn-ları, sermayenin yeni birikim stratejisinden kopukele alınamaz. Ulusal İstihdam Stratejisini, saltesnek, güvencesiz, kuralsız istihdam biçimleriylesınırlı görmek de son derece eksik bir yaklaşımolur. Neoliberal eğitim ve aile, esnek, güvencesiz,kuralsız çalıştırma biçimlerinin başlıca dayanaklarıolarak yeniden düzenlendiği gibi, “kamu” merkezlisermaye birikim stratejisinden neoliberal eğitim veaile merkezli yeni sermaye birikim stratejisine geçi-şin de ifadesidirler.

Kâr oranlarının düşme eğilimine karşı toplum-sal emek üretkenliğini/göreli artıdeğer sömürüsü-nü yükseltmede bilim ve teknoloji üretimi kilit birrol oynamaktadır. Üniversiteler daha düşük mali-yetli bilim, teknoloji, “inovasyon”, proje ve tabiiseri (değersizleştirilmiş) vasıflı emekgücü üretenfabrikalara dönüşmektedir. (7) Bilginin sermayebirikim süreçlerinde kazandığı kilit konum, bilgi-nin üretim ve aktarım süreçlerinin neoliberalizeedilmesini hızlandırmaktadır. Dahası eğitim siste-minin kendisi, güvencesizleştirilen öğretim üyelerive asistanlar, öğretmenler, staj-intörn-proje sistem-leri, ücretli-ücretsiz çalışan öğrenci kitleleri ilemuazzam bir ucuz ve esnek emekgücü piyasasıhaline gelmektedir. Bir bütün olarak eğitim sistemive üniversiteler, sermaye birikiminde daha kritikbir kaldıraç rolü kazanmaktadır.

Dünya çapında gelişen büyük şirketlerin bilgi-sayarlı ofis çalışanlarının bir bölümünü, dahadüşük maliyetli evden çalıştırmaya geçirmesi, Tür-kiye’de de gözlenmeye başlamıştır. Evde kadın veçocuk el emeği üretimi organizasyonu ise, artıkküçük taşeron aracıların ötesinde, bizzat AB des-teği, il belediyeleri, üniversiteler, yerel sermayeörgütleri ve (Ulusal İstihdam Stratejisi çerçevesin-de oluşturulan) İl İstihdam Kurulları tarafındangiderek genişleyen çapta yapılmakta ve teşvik edil-mektedir. Kadın İstihdam Yasa Tasarısı ise, neoli-beral sermaye birikiminin ucuz kadın emekgücünebüyüyen ihtiyacını, kadının seri emekgücü üretici-

si (“3 çocuk”) ve emekgücü bakıcısı (çocuk, eş,yaşlı, hasta, engelli bakımı) olarak erkeğe ve aileyebağımlılığın neomuhazakar dizaynı ile bütünleştir-meye çalışıyor. Düzenleme aileyi, daha dolaysız bir“üretim mekanı”, neoliberal sermaye birikim kaldı-racı olarak yeniden kurguluyor. (8)

Üretim ve Emek Organizasyonunda DeğişimSermayenin toplumun durmaksızın daha geniş

kesimlerini sömürü çarklarının içine çekmesi veemeğin toplumsal üretkenliğinin geliştirilmesi tekyanlı bir süreç değildir. Eğitim ve aile konularındagördüğümüz gibi, daha yüksek toplumsal artıdeğerüretimi için, üretim ve yönetim ilişkilerinin deyeniden örgütlenmesini gerektirir. Ulusal İstihdamStratejisi yalnızca istihdam biçimlerinin değil, üre-tim ve emek organizasyonunun değişmesidir. Bunuen açık biçimiyle aşırı birikim krizi içindeki serma-yenin, sağlık, eğitim, kent-mekan, tarım, ulaşım,iletişim, kültür, sanat, spor, oyun, eğlence gibi yenideğerlenme alanlarında görürüz. Yüzeysel bakış,sorunu yalnızca piyasalaştırmada görür. Oysa piya-salaştırma değişimin yalnızca ön koşuludur; asıldeğişim tüm bu alanların da endüstrileştirileşme-sinde, azami artıdeğer üretim süreçlerine bağlan-masındadır.

Ulusal İstihdam Stratejisinin üretim ilişkilerin-de yarattığı bir diğer önemli değişim, geçmişdönemdeki üretim ilişkilerini tanımlayan kabaişbölümü ayrımlarının: Kamu-özel, işçi-memur,eğitim-üretim, kafa emeği-kol emeği (beyaz yaka-mavi yaka), kadın-erkek, genç-yetişkin, sağlıklı-engelli, çalışan-işsiz ayrımlarının işçilerin çalışmave yaşam koşulları açısından giderek geriye doğruçözülmesidir.

Bir diğer önemli değişim, “geleneksel” ezme-ezilme ilişkilerinin kapitalist üretim ilişkilerine(kısmi bir revizyonla) içerilmesi, yapısal bileşenihaline getirilmesidir. Kadınlar, gençler, çocuklar,öğrenciler, engelliler, yoksullar, göçmenler… Ezi-lenler ve siyasal-toplumsal olarak alt konumdaaddedilenler, bu durumlarında ciddi bir değişimsağlanmadan ve kolektif hak ve özgürlükleri tanın-madan, yığınsal olarak en esnek, en güvencesiz, enkölece ve en düşük ücretli vahşi sömürü çarklarıiçine çekilmektedir. Ulusal İstihdam Stratejisi,“istihdam açısından dezavantajlılar” dediği ezilen

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 31: Temmuz-Aralık 2013

29Temmuz-Aralık 2013

kesimlerden işçilerin ezilmişliğinin de azami sömü-rülmesini temel bir “istihdam politikası” halinegetirmektedir. Ezilenlerin alt koşullardan işçileş-mesi, genellikle bir konum artışı ve bağımlılıktanözgürleşme sağlamadığı gibi, yaşamlarında karşıkarşıya oldukları zorluklar, engeller, angaryalar,kısıtlamalar, gerici baskı ve saldırılar da artmakta-dır. Örneğin kadınlara dönük şiddette son yıllardayaşanan büyük çaplı artış ile Ulusal İstihdam Stra-tejisi (kadınların daha yığınsal olarak işgücü piya-sasına girme eğilimi) arasında belirgin bir korelas-yon vardır. Kadınların ücretli çalışma yaşamına gir-mesiyle kazandığı göreli ekonomik bağımsızlık veözgüven duygusu, toplumla bağını erkek dolayı-mıyla değil daha dolaysız kurma çabasıyla birlikte,erkek egemenliğine tehdit olarak algılanmaktadır.(9) Tüm diğer ezilme, bağımlılık, eşitsizlik ilişkile-ri daha dolaysız ve derinlemesine ücretli kölelikilişkisi ile kaynaşmakta, ondan bağımsız ele alına-maz hale gelmektedir.

Üretim ilişkileri ile birlikte mülkiyet ilişkileri dedeğişmektedir. Özel mülkiyetin Marksist tanımı,“başkalarının emekgücünden yararlanma yetki-si”dir. (10) Neoliberal kapitalist üretim ilişkileri,kapitalistlerin çalıştırdıkları işçilerin emek gücüüzerindeki ve kapitalist sınıfın toplumsal emekgü-cü üzerindeki mülkiyet hak, yetki ve otoritesini,hem resmen hem de fiilen genişletir.

İşçinin kendisi için çalıştığı gerekli emek-zaman ile kapitaliste artıdeğer ürettiği karşılıksızemek-zaman arasındaki ayrım ve ilişkinin belirsiz-leşmesi, tüm esnek çalıştırma biçimlerinin ruhu-dur. Böylelikle kapitalistin işçiyi dolandırması fev-kalede kolaylaşır. Bununla da kalmaz, karşılığı öde-nen ve ödenmeyen emek-zaman arasındaki ayrı-mın belirsizleşmesi, çalışma mekanı ile yaşammekanı, çalışma zamanı ile serbest zaman arasın-daki ayrımların da belirsizleşmesine doğru genişler.Kapitalist üretim ilişkileri, fabrika ve işyerlerindentaşıp evleri ve yaşam alanlarını da kolonize ediyor.İş tanımlarının da belirsizleşmesiyle, her şey iş, heryer işyeri, tüm zamanlar çalışma zamanı halinegeliyor.

Özetle: Bir dönemki sermaye birikiminin geliş-mesinin ve örgütlenmesinin biçimi olan ulus, ulusdevlet, kamu, eğitim, aile, din, işbölümü gibi kate-gori ve kurumlar, eski biçimleriyle, onun engelihaline gelmişlerdir. Bu kurumların her birindeki

bitmez tükenmez kriz, yeniden yapılandırma, res-torasyon sarmallarının en derindeki nedeni budur.Bu yüzden burjuvazi ve mali oligarşisi bu kurumla-rın her birini toplumsal emek üretkenliğini (top-lam toplumsal mutlak ve göreli artıdeğer üretimkapasitesini) artıracak biçimde yeniden yenidendüzenlemeye çalışmaktadır. “Katı olan her şeybuharlaşıyor” ve rejimin, ailenin, eğitimin, toplum-sal-teknik işbölümünün tüm yeniden düzenleme-leri daha kemikleşmeden eskiyor. Burjuvazi ve malioligarşisinin AKP eliyle yaptığı tüm yenidendüzenlemeler de daha konsolide edilemedenAKP’yle birlikte yeniden sarsılıyor. Sınıflar arası,sınıf kesimleri arası, uluslararası güç mücadelele-riyle tüm siyasal-toplumsal kurum ve ilişkiler yeni-den süreçleniyor. “Üretimin sürekli altüst oluşu,bütün toplumsal kurum ve ilişkilerdeki düzeninkesintisiz bozuluşu, sonu gelmez belirsizlik ve hare-ketlilik” günümüz kapitalist toplumunu ve serma-yenin yeni bir birikim organizasyonuna doğru geç-mekte oluşuyla eşitsiz, düzensiz, kesintili, çatışma-lı siyasal-toplumsal dönüşüm sürecini de karakteri-ze eder. Fakat tüm bu krizler, yeniden yapılandır-malar, restorasyonların genişleyen sarmalı ve “sonugelmez belirsizlikler” içinde bir belirginlik araya-caksak iki şeye bakmak yeterlidir:

Birincisi, “toplum hep belli bir toplumsal emeküretkenliği düzeyi üzerinde örgütlendiğinden, herüretkenlik artışı toplum üzerinde karıştırıcı bir etkiyapar… Emek üretkenliğinin her yükselmesi düze-nin yenibaştan kurulmasına adım adım zorlar.”(11) Sermayenin yeni birikim stratejisinin özü,toplumsal emek üretkenliğini (toplam toplumsalmutlak ve göreli artıdeğer sömürüsünü) yeni birdüzeye çıkarmak olduğundan, bu siyasal-toplumsalilişkiler düzeninin durmaksızın bozuluşu ve yeni-den düzenlenmesi ile el ele gider. Birkaç yıla yayı-labilecek bugünkü rejim krizi ve çatışmalarınınnasıl bir yeniden düzenlemeler silsilesine varacağı-nı kestirmek zor da olsa, yalnızca kendi yolunuaçmaya devam eden Ulusal İstihdam Stratejisinebakarak, bunun toplumsal emeğin daha ağır sömü-rülmesi, değersizleştirilmesi ve tahakküm altınaalma düzenlemesi olacağını öngörmek zor değildir.

Fakat, ikincisi, maç yalnızca burjuva güçler ara-sında değildir. Rejim krizinin derinleşmesindetarihsel bir rol oynayan Haziran Direnişinin tabanıve ağırlığı henüz bir sınıf karakteri kazanmamış

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 32: Temmuz-Aralık 2013

30Temmuz-Aralık 2013

yeni işçi kitlelerinden oluşuyordu. Neoliberal ser-maye birikim stratejisini kendi karşı kutbunda devçaplı yeni proleterleşme dalgalarını da üretmekte-dir. İşçi sınıfı toplumsallaşmakta, toplum işçileş-mektedir. Bu bugün bir yanda dar bir ekonomik-sendikal mücadele, diğer yanda uzlaşmaz sınıf kar-şıtlığı ekseninden yoksun bir toplumsal-siyasalmücadele olarak ayrıksı biçimler alsa da, iki yön-den birbirine geçerek ilerleyecektir. Yalnız HaziranDirenişinin değil, Kürt, kadın, öğrenci hareketleri-nin bugünkü biçimleri ne olursa olsun tabanlarınınyeni işçi kitleleri ve işçileşen kesimlerden oluşuyorolması, işçi eylem ve direnişlerinin ise kaçınılmazolarak ekmek ve sendikanın ötesinde zaman,mekan, öz örgütlenme mücadelelerine yönelmesibir göstergedir. Yeni sermaye birikim stratejisininzorunlu kıldığı zemin yükseltimi üzerinden işçisınıfın geleneksel biçimi sarsıntılar içinde çözülme-sini sürdürürken, dev çaplı yeni işçi kitlelerinintoplumsallaşmış ve siyasallaşmış sınıfsal oluşumuda bu mücadelelerin içinden geçerek ilerleyecektir.

Proleterleşme SüreçleriGiderek daha geniş toplumsal kesimleri kapsa-

mına alıp, giderek daha rekabetçi bir işgücü piya-sasına yığınlarla fırlatıp atan, orada cinsiyet, ulus,yaşa göre damgalayıp, işsizlik ve baskı ile yoğurupneoliberal çalışma disiplinine sokmaya çalışan yeniproleterleştirme süreçleri: Süregiden toplumsalsarsıntıların, rejim krizinin de arka planındakitemel tarihsel etkenlerden biridir. Öne çıkan pekçok toplumsal-siyasal olgu; Kürt müzakere süreci-nin yürütülüş biçimi, kadınlara dönük şiddettepatlama, gençliğe, kent yoksullarına dönük baskıve kontrol politikaları, aile ve eğitim sistemindederin kriz ve yeniden yapılandırma, toplum veyaşam mühendisliğinin yeni biçimleri, hatta Hazi-ran Direnişi dahi, bu dev çaplı yeni proleterleştir-me süreç ve mekanizmaları kavranmadan tamanlaşılamaz. Yeni işçileştirme süreçleri ve mühen-disliği kavranmadan, işçi sınıfının genişleyentemelden yeniden oluşumunu ilerletecek politika-lar üretilemez.

“Yoksullaşma deneyimi onların üzerine, kırsalçalışan için ortak haklarının ve köy demokrasisi-nin kalıntılarının kaybı; zanaatkâr için statüsününyok oluşu; dokumacı için hayatiyetinin ve bağım-sızlığının ortadan kalkışı; çocuk için evde çalışmave oynamanın sonu; reel ücretleri artan pek çok

işçi grubu için güven duygusunun, boş zamanınortadan kalkışı ve kentsel çevrenin kötüleşmesigibi yüzlerce değişik biçimde geldi.” (12)

Bugün de yıkıcı proleterleşme/sınıf oluşumusüreçlerini, çalışma, yaşam, yönetilme koşullarındakapsamlı dönüşümle birlikte ele almalıyız:

• Artan sayıda işçi için yılda en az birkaç kezyeniden iş arama angaryasının başlıbaşına bir “iş”haline gelmesi ve dev çaplı bir “köle tüccarlığı sek-tör”ünün ortaya çıkması,

• Sınav köleliği (LYS’den KPSS’ye MeslekiYeterlilik Sınavlarına her yıl, sınav sayısı ve sınavkölelerinin sayısı artıyor. Bir yılda sınava girenlerinsayısı bu yıl 7 milyon kişiden 10 milyon kişiye çıktı.Bu, 10 milyon kişinin yılda ortalama 50 günlükçalışma mesaisi kadar fazladan sınava çalışmamesaisi yaptığı anlamına geliyor.)

• Meslek lisesi öğrencisinin okulunun işyerihaline gelmesi,

• Üniversite öğrencisinin hamburgercide gar-sonluk yapması,

• Eğitimli mesleklerin konum ve özerklik yiti-mi (13),

• Emekçilerin üretim araçlarından sonra, ömürboyu tek bir işe ya da mesleğe bağlı olmaktan da“özgürleşmesi”,

• Tüm çalışma ve mesleklere yaygınlaştıranperformans, yeterlilik, sertifika sistemleri,

• Eğitimin, iş bulmanın, çalışmanın her şeyinvahşi bir rekabet ve yarışmaya bağlanması,

• Çocuğun ders, ödev, sınav yükünün durmak-sızın artması,

• “En büyük küresel tehdit” katına yükseltilengörülmemiş genç işsizliği ve gençlerin ailelerineartan bağımlılığı,

• Kadına güvencesiz çalışma, 3 çocuk dayat-ması,

• İş bölümündeki değişmeler ve neoliberal des-potik çalışma rejimi nedeniyle çalışma yeteneğinikaybetmiş ve güvencesiz, dayanaksız hasta, sakat,yaşlı nüfusun hızlı büyümesi,

• Çocuk ve yanısıra hasta, sakat, yaşlı, işsiznüfusun bakımının bireyselleştirilmesi ve kadınınev köleliğini ağırlaştırması,

• Ezilen kesimlerin en alt kademe işlerde yalı-tılarak çalışmaları,

• Yoksulların sosyal yardımların kaybetmemekiçin kaçak çalışmak zorunda kalırken en sıkı dev-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 33: Temmuz-Aralık 2013

31Temmuz-Aralık 2013

let denetimi ve baskıların (başta kadınlar ve kürt-ler olmak üzere) yoksulluk yardımı alanlara yapıl-ması,

• Ezilen ulus, cins, cinsel yönelim, genç, engel-li, yoksul ve göçmenlere dönük şiddet, baskı,engelleme ve kısıtlamalar,

• Tarihsel mücadele kazanımları çerçevesindetüm burjuva iş yasalarında var olan işçinin emek-gücü ile kişiliği arasındaki ayrımın da esnek güven-cesiz çalışmayla bulanıklaştırılması,

• İşçinin fizyolojik, zihinsel, psikolojik bütünlü-ğün ortadan kaldırılması,

• Ücretlerin ve hakedişlerin verilmediği angar-ya ve klasik köleliğe yaklaşan çalıştırma biçimleri,

• Emekçi yerleşimlerinin yıkılıp sermayeleşti-rilmesi, kentsel ortak mekanlara el konuluşu,doğanın yıkımı,

• Çalışma ve yaşamın hem zamanda mekandaparçalanması, hem de zaman-mekan cenderesiningiderek daralması,

• Sosyal yaşam alanlarına ve serbest zamana daartan müdahale ve kısıtlamalar,

• Eleştirel düşüncenin eğitimden ve basındantamamen kazınması, mali oligarşik “kamuoyuyönetimi” ve düşünce kontrolü,

• Banka-kredi kartları ve artan borç yükü ilemali köleliğin de ücretli köleliğin yapısal bileşenihaline gelmesi,

• Her türden baskı ve gericiliğin de proleter-leştirme süreçlerine içerili hale getirilmesi,Resmi ve fiili, ifade, toplantı, örgütlenme ve eylemyasakları…

Çalışma koşullarındaki tahammül edilmez ağır-laşma ve güvencesizlikle birlikte, bunların tamamı-ve çok daha fazlası- proleterleşmenin yeni biçim-leridir. Dünyada ve Türkiye’de “işçi sınıfının yenidurumu”nun ifadeleridir. Yeniden oluşum sürecin-deki işçi sınıfının burjuvazi ve kapitalizmle bütün-sel bir karşıtlık bilincinin gelişmesi de, kapitalistüretim ilişkilerinin içindeki uzlaşmaz çelişkilerintarihsel gelişiminin bu yeni ve genişleyen kapsa-mından düşünülmelidir. Yoksa işçilik tanımı vesınıf mücadelesi dar ve tek biçimli olduğu kadaretkisiz bir sendikalizme indirgenmiş olur. Farklıtoplumsal kesimlerin farklı proleterleşme biçim vedeneyimlerinin toplumsallaşmış ve siyasallaşmış(sosyalist) proleterya bilincinin oluşumu temelindebütünleşebilmesi, buna bağlıdır.

Hepsinin temelinde yine ücretli kölelik vardır.Fakat ücretli kölelik de, finansal kölelik, sınavköleliği, performans köleliği, eğitim köleliliği, reka-bet köleliliği, zamanda mekanda kölelik ile geniş-leyip derinleşmiştir. Aynı zamanda cinsel kölelik,ulusal kölelik, dinsel kölelik de (düz biçimde onaindirgenemez olmakla birlikte) ücretli köleliğedaha doğrudan ve daha derinlemesine bağlı ve içe-rili hale gelmektedir.

Üretim İlişkileri ve DevletHer biri bir öncekinden daha sarsıcı hale gelen

ve daha uzun sürelere yayılan sermayenin birikimkrizleri, sermaye birikiminin emeğe karşı yıkıcı birsaldırganlıkla yeni bir temelden örgütlenmesini,onun için ölüm kalım sorunu haline getirir. Açığaçıkan dev çaplı yolsuzluklar, asalaklık, gasp ve rantüzerinden birikim, gerçekte kâr oranlarının düşmeeğiliminin, artıdeğer krizinin (mevcut artıdeğerkapasitesinin yetmezliğinin) ifadesidir. Ve sermayene kadar büyür, yoğunlaşır, tekelleşir ise birikiminisürdürmesi o kadar zorlaşır; o kadar daha genişçaplı, o kadar daha fiili ve güce dayalı sömürü, gaspve yönetim organizasyonları yapmak durumundakalır. “Sermaye kolektif bir üründür ve ancak bir-çok kişinin birleşik eylemiyle, hatta son tahlilde,ancak toplumun tüm üyelerinin birleşik eylemiyleharekete geçirilebilir.” (14)

Bugün büyük sermaye örgütlerinin koro halin-de “orta gelir tuzağı” (bunu “orta artıdeğer yetmezhale geldi” diye okumak gerekir!) diye tempo tut-maları, sermayenin birikim krizi ve daha yüksek birartıdeğer kapasitesini örgütleme teyakkuzudur.Fakat daha yüksek bir artıdeğer kapasitesinin yara-tılması, yalnız üretimin ve emeğin değil, tüm top-lumun ve siyasetin yeni bir temelden organize veseferber edilmesi demektir! Sermayenin yeni biri-kim stratejisi belgeleri ve eylem planlarının bir tekibile incelendiğinde, yasal düzenlemelerin işin yal-nız bir parçası olduğu hemen görülür. Farklı coğra-fi ölçeklerden sayısız ekonomik, toplumsal, siyasal,hukuki, kültürel, ideolojik kurum ve aracı, varo-lanları dönüştürerek ya da yeniden işlevlendirerekve sayısız yeni kurum ve araç yaratarak, sermayebirikiminin azamileştirilmesi doğrultusunda eşgü-dümlemek, siyasal-yönetsel aygıtların da daha yük-sek bir güç yoğunlaşması ve merkezileşmesi doğ-rultusunda dönüştürülmesini şart koşar. (15)

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 34: Temmuz-Aralık 2013

32Temmuz-Aralık 2013

Örneğin Ulusal İstihdam Stratejisi, genelliklesanıldığı gibi yalnızca esnek-güvencesiz çalıştırmabiçimlerinin yaygınlaştırılması ile sınırlı değildir,aileden eğitime, il özel idarelerinden sosyal politi-kalara, kadın, genç, kürt, engelli, kent yoksulupolitikalarına kadar kapsamına alır. “Aktif İşgücüPiyasası Programı” (Ulusal İstihdam Stratejisi Bel-gesi’nin de temelini oluşturuyor), tıpkı sermayeninçalıştırdığı işçinin tuvalette geçirdiği saniyeleri bilekayıp sayması gibi, kafa emekçisi, kamu emekçisi,ev kadını, kürt, öğrenci, çocuk, emekli, engelli,kent yoksulu… sermaye birikimini doğrudanbüyütmeyen, azami artıdeğer üretmeyen herkesi,her kurum ve ilişkiyi kayıp ve yük olarak gören,sermayenin birikim krizi adına ilan edilmemiş birazami çalışma ve rekabet seferberliğidir.

Bu kapsamda eşgüdümlü dönüşümü örgütleye-bilecek tek aygıt, tüm topluma dal budak sarmışkollarıyla burjuva devlettir. Fakat eski biçimiyledeğil. Burjuva devletin sermaye birikimini, yanitoplumsal üretim ilişkilerini, dolayısıyla tüm toplu-mu yeni bir temelden örgütleyebilmesi için, öncekendisini bu doğrultuda yeniden örgütleyebilmesigerekir. Şu basit nedenle ki, sermaye birikimininkrizi, sınıflar arası, eşitsiz gelişen sermaye kesimleriarası, küresel odaklar arası güç çatışmalarıyla kaçı-nılmaz olarak devleti de krize iter. Devlet, sermayebirikiminin yeni bir temelden örgütlenmesininhem tıkayıcısı hem de bunu gerçekleştirebilecekbiricik siyasal-yönetsel aygıttır. Sermaye birikimin-deki her yapısal tıkanma, giderek daha kapsamlıbir dönüşüm isteyen sermaye kesimleri ile, mevcutüretim organizasyonu ve güç ilişkilerinin revizeedilerek konsolide edilmesinden yana olan serma-ye kesimleri arasında bizzat devlet üzerinde veiçindeki güç çatışması, devleti altüst eder. Bu ser-maye içi çatışmalar birkaç yıla, bazan daha uzunsürelere yayılabilir, fakat genellikle, eninde sonun-da birinciler kazanır. Oluşan yeni burjuva mali oli-garşik iktidar bloğu, devleti yeniden dizayn eder.Burjuva güçler çatışması sürecinde kitlelere;“hukuk devleti”, “ileri demokrasi, barış, adalet”,“işçilere yeni haklar” vb türünden- ne vaat eder-lerse etsinler, devletin yeniden dizaynı, kaçınılmazolarak daha büyük bir burjuva mali oligarşik güçyoğunlaşması ve merkezileşmesi, işçi sınıfı ve kitle-lerin çalışma, yaşam, yönetilme koşullarının ağır-laşması ile sonuçlanır. Çünkü sermaye birikiminin,

dolayısıyla sömürü ve yağmanın bir üst düzeydenörgütlenmesi, yanısıra bu süreçte tarihsel mücade-le inisiyatifi ve istemleri artan kitlelerin yenidenzapturapt altına alınması ve en sonu burjuva güç-ler çatışmasının doğurduğu koşullar ve egemenlik-hegemonya krizinin çözülmesi, mali oligarşik güçyükseltimini de zorunlu kılar.

Sermayenin yeni birikim stratejisi de, fiili vegüce dayalı despotik bir karakter taşımaktadır.Toplumun giderek daha geniş kesimlerini giderekdaha dibe çeken bir total sömürü anaforu gibi iler-leyen, işçilerin tüm yaşam enerjisini söküp alan,tüm haklarını gasp eden, tüm zamanlarını serma-yenin dolaysız kontrolüne altına alan, toplumsalçalışma yeteneğini asalak aracılar tarafından alınıpsatılabilen, kullanılıp atılabilir, kolayca tahrip veimha edilebilir en değersizleştirilmiş bir metayaindirgeyen bir emek organizasyonu, baskısız ve zor-suz gerçekleştirilemez.

Kapitalist üretim ilişkileri, uzlaşmaz sınıf karşıt-lığının temelidir. Sınıf mücadelesinin temel sorun-ları ise ancak politik alanda, sınıflar arası güç veiktidar ilişkileri bağlamında çözülebilir. Belli birüretim ilişkisindeki her ciddi değişim, o üretim iliş-kilerinin düzenleyicisi ve yeniden üreticisi olandevleti de krize iter. Fakat üretim ilişkilerinin yeni-den örgütleyicisi de yine devlettir. Bu yüzden üre-tim ilişkileri ile iktidar ilişkileri (devlet) arasındakitarihsel-diyalektik bağı kavramak, sınıf mücadele-sinde çok kritik bir önem taşır.

AKP Hükümetinin rejim çatışması ve seçimle-ri gözeterek Ulusal İstihdam paketlerinden bazıla-rını ötelemesi, bazılarını bir nebze yumuşatmasıkimseyi yanıltmamalıdır. Paketlerin çoğu fiilenuygulamadadır. Neoliberal despotik çalışma rejimizaten ulaştığı yaygınlık koşullarında, çok katmanlı,çok parçalı, bireysel sözleşmeye dayalı işçi kitleleriarasında rekabeti büyüterek, kendiliğinden yeni-den üretilir hale gelmiştir. (16) Örneğin her asgariücret düşürümü, eskiden fazla mesaiye karşı dire-nen işçileri günde 20 lira fazlası için fazla mesaiyikendileri ister hale getirmekte, 12 saatlik işgününü“kendiliğinden” standartlaştırmaktadır. 2001 eko-nomik-siyasal kriz ve yeniden yapılandırma çerçe-vesinde hükümet olan AKP’nin ilk büyük icraatla-rından birinin 2003 tarihli Yeni İş Kanunu olduğuunutulmamalıdır. Devlet sarsıntılar içindeyken,Yeni Taşeronluk düzenlemesi ve Kadın İstihdam +

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 35: Temmuz-Aralık 2013

33Temmuz-Aralık 2013

3 çocuk paketinin tekrar tekrar gündemde olması,burjuvazi açısından sömürü organizasyonunu yeni-den yapılandırmanın devletini yeniden yapılandır-maktan daha az önemli olmadığını göstermeyeyeter. Diğer taraftan devlet krizinin yeniden yapı-lanma süreçlerini yavaşlatıp kırılganlaştırması dagörülmelidir. (17) Burjuvazi ve devletinin sarsılıpkırılganlaştığı bir süreçte, Ulusal İstihdam paketle-rinin ötelenmesi veya yumuşatılması değil, stratejibelgesinin ve neoliberal despotik çalışma rejiminintümden kaldırılması ve proleter demokrasi içinmücadelenin yükseltilmesinin elverişli zemini var-dır.

Sonuç“Bütün kapitalist üretim sistemi, işçinin emek

gücünü meta olarak satmasına dayanır.” (18)Kamu hizmetlerinin, eğitimin, sağlığın… piya-

salaştırılması üzerine çok konuşuldu. Fakat hepsi-nin temelinde yatan, tüm toplumsal emekgücününazami piyasalaştırılması üzerine hiçbir şey. Oysaasıl sorun budur, Ulusal İstihdam Stratejisinin tümruhu da burada yatar.

Ulusal İstihdam Stratejisi “işgücü piyasasınaerişim kolaylığı ve hizmetleri” diye paketlenirkenasıl örtbas edilen işte budur: Daha geniş kesimlerinçalışmasını engelleyen tam da bu “işgücü piyasa-sı”nın ta kendisidir! İnsanın toplumsal üretim veyaşama katılabilmek için önce kendi çalışma yete-neğini meta olarak piyasada satmak zorunda olu-şudur. Kapitalizm öylesine bir sistemdir ki, kişinintoplumsallaşabilmesinin koşulu, çalışma yeteneği-ni, yani toplumsallığının temelini, başkasına sat-mak zorunda kalmaktadır!

Ve ne kadar daha geniş yığınlar çalışma yete-neklerini satışa çıkarmak zorunda kalırlarsa: Top-lumun tüm yaşam enerjisi kapitalistler tarafındano kadar ucuza kapatılır. O kadar hoyratça sömürü-lür. Ne kadar çok çalışma yeteneği piyasaya sürü-lüyorsa, kapitalistin de o kadar almama, o kadarsüründererek, ücret ve onur kırarak, köleleştirerekalma hakkı vardır. İşgücü piyasası, sermayeninemek üzerindeki diktatörlüğünün temel biçimidir.Çalışma/üretme yeteneğinin toplumsal niteliği nekadar gelişiyorsa, o kadar metalaştırılması zatenkapitalizmin çelişkisinin ta kendisidir. İşgücü piya-sasının tam neoliberalize edilmesi de, bu çelişkininçözümü değil, son sınırına kadar genelleşip derin-leşmesidir.

Ulusal İstihdamStratejisi, çalışmayeteneğinin dahakolay alınıp satılma-sını sağlar görünür.Fakat neoliberalişgücü piyasası, “ser-best piyasa” filandeğildir. Toplumsalç a l ı ş m a / ü r e t m eyeteneğini kendiisterlerine göre for-matlayıp güdümle-yen, disipline edipfiyatlandıran küre-sel tekelci kapita-lizm ve mali oligar-şisidir. Çalışma yete-neğinin satışı da işçi tarafından “serbestçe” yapıla-maz, tekelci köle tüccarlığı şirketleri tarafındanyapılır. Neoliberal işgücü piyasasının asıl sağladığıişçi ile çalışma yeteneği arasına kat kat daha fazlaasalak aracıların girmesi (modern köle tüccarlığı),çalışma yeteneğinin daha sıkı boyunduruk altınaalınması, daha kolay ve hızlı değersizleştirilmesi,daha vahşi sömürülmesi, daha kolay atılması, dahakolay ve tahrip ve imha edilebilmesidir.

Çalışmanın, çalışma yeteneğinin gerçek anlam-da toplumsallaşmasının önündeki asıl engel budur:Çalışma yeteneğinin meta olması ve işçilerin yaşa-yabilmek için onu satmak, kendilerini sömürtmekzorunda oluşlarıdır. Öyleyse asıl yapılması gerekenişgücünü (“serbestleştirmek”, “özgürleştirmek”lafzı altında) daha fazla metalaştırmak, işgücüpiyasasını daha fazla neoliberalize etmek değil, kal-dırmaktır.

Herkesin çok yönlü yetilerle birlikte, istediğiçalışma konuları ve alanlarını belirleme, denemeve istediğinde değiştirmede özgür olarak çalışmahakkına -biçimsel değil fiili olarak- sahip olduğu,herkesin çalışma/üretme yeteneğinin doğrudantoplumsal niteliğinin tanındığı ve kendi toplumsal-bileşik üretim/emek süreçlerinin biçimi ve sonuç-ları üzerinde doğrudan toplumsal-bireysel söz,karar ve erke sahip olarak gerçekleştirdiği, çalış-manın zorunluluk, açık/örtük baskı, zahmet veyabancılaştırıcı bir faaliyet olmaktan çıkıp gönüllü,bilinçli ve hem kendisi hem de toplum için yararlı,

Ulusal İstihdam Stra-tejisi “işgücü piyasası-

na erişim kolaylığı vehizmetleri” diye

paketlenirken asıl ört-bas edilen işte budur:Daha geniş kesimlerinçalışmasını engelleyen

tam da bu “işgücüpiyasası”nın ta kendi-sidir! İnsanın toplum-sal üretim ve yaşama

katılabilmek için öncekendi çalışma yetene-ğini meta olarak piya-sada satmak zorunda

oluşudur.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 36: Temmuz-Aralık 2013

34Temmuz-Aralık 2013

çok yönlü ve yaratıcı bir faaliyet haline geldiği,günde 6 saat haftada 5 günden başlayarak çalışmasürelerinin hızla kısaldığı, çalışma yeteneğinin kişi-nin kendi iradesi dışında kullanılmasının ve çalış-ma sürecinde eleştirel düşünme, iletişim, hareketve diğer ihtiyaçlarının kısıtlanmasının, sömürüamacıyla kullanılmasının, piyasalaştırılmasının,alınıp satılmasının kesinkes yasak olduğu bir yaşamdüşlemeliyiz.

Ulusal istihdam stratejisinin tüm cingözlüğü“işgücü piyasası”nın/işçilerin çalışma yeteneğinisatmak zorunda kalmasının doğal ve ebedi kabuledilmesi üzerine kuruludur. Bu bir kez doğal kabuledildiğinde, geriye en fazla, giderek daralan veerozyona uğrayan bir alana sıkışmış olarak, eldekimevcut kısmi güvenceli “işler”i koruma çabasıkalır. Öncelikle bunu aklımızda tutmalıyız.

Kaynaklar1. Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesi’nni tam metni için bkz:

[http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2014/05/ 20140530-7-1.pdf].

2. Kriz döneminde sermayenin “olağanüstü esneklik” istemlerinin bir çerçevesi için bkz. TİSK, “Kriz Döneminde Endüstri İlişkileri”, İşveren Özel Eki, Cilt:47, Sayı: 4, TİSK Yayınları, Ankara, 2009.

3. Kutlu, D. “Olağanüstü Dönem Olağanüstü Esneklik”, [http://www.academia.edu/3377151/Olaganustu_ Donem_Olaganustu_Esneklik], (erişim tarihi: 08.08.2014).

4. Bkz. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu’nun Türkiye Sanayi Stratejisi üzerine yaptığı açıklama: [http://www.tobb.org.tr/Sayfalar/Detay.php?rid= 134&lst=MansetListesi], (erişim tarihi: 09.08.2014).

5. Oğuz, Ş. “Krizi Fırsata Dönüştürmek: Türkiye’de Devletin 2008 Krizine Yönelik Tepkileri”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 44, Sayı 1, 2011, s. 1-23. “Bu politikaların temel hedefi, yüksek katma değerli sanayiyatırımlarımlarına öncelik verilmesi ve emek üzerinde yeni kontrol mekanizmalarının kurulması yoluyla uluslararası rekabet gücünün artırılmasıdır. Krizden sonra alınan ekonomik önlemlerde yatırım ve istihdamıartırma söyleminin zorunlu olarak ön plana çıkması, bu politikanın derinleştirilmesi için meşru bir zemin hazırlamıştır”.

6. Ulusal İstihdam Stratejisi Belgesinde, devletin resmi ideolojik teamülleri gereği, Kürtler “dezavantajlı kesimler” içinde sayılmamaktadır. Oysa 2009 yılında açıklanan Yeni Teşvik Sisteminde Güneydoğu ve DoğuAnadolu’nun Birinci Derece Öncelikli Teşvik Bölgeleri kapsamına alınması, yine 2008-9′dan itibaren

hızla büyütülen inşaat sektöründe taşeron Kürt işçilerin sayı ve oranının hızla yükselmesi, en ağır, tehlikeli, güvencesiz ve en düşük ücretli işler kapsamında Kürtlerin “dezavantajlı” kesimler arasındayer aldığını göstermektedir.

7. Narin, Ö. “Bologna Sürecinin Bir Başka Yüzü: Vasfın Metalaşması ve ‘Özgeçmişi’yle Amele Pazarında Kendini Beğendirmeye Çalışan ‘Soyut Emek’” İçinde: Öz, D., Atbaşı, F.D. ve Bürkev, Y. (Der) Gerçek Yıkıcı ve Yaratıcı, NotaBene Yayınları, Ankara, 2011

8. Çoban, B. “Kadın İstihdam Paketi: Kadın Emeğinin Esnekleşmesi”, DİSK-AR Dergisi, Sayı 2: Kış 2014, Ayrıca bkz, Kadın Emeği Platformu, “Kadın İstihdamı Yasa Tasarısı Kime Müjde”, [http://gercekgazetesi. net/sites/ default/files/kep_brosur.pdf], 2013.

9. Özkaplan, N., “İş ve Aile Yaşamı Dengesi: Yeni Bir Olanak mı”, İktisat Dergisi, Sayı:514, 2010.

10. Marx, K. ve Engels, F. Alman İdeolojisi, Evrensel BasımYayın, İstanbul, 2013.

11. Cemal, M. Eşitlikçi Toplumlar, Belge Yayınları. 1996, s.119

12. Thompson, E.P. İngiliz İşçi Sınıfının Oluşumu, BirikimYayınları, İstanbul, 2012.

13. Türkiye’de son yıllarda eğitimli mesleklerdeki proleterleşme süreçlerine ilişkin araştırmalarda bir zenginleşme dikkat çekiyor. Bkz. Prof. Dr. Cem Terzi, Sağlık Piyasalaşırken Hekimler İşçileşiyor, e-makale. Dr. Ünlütürk Ulutaş, Türkiye’de Sağlık Emek Sürecinin Dönüşümü, NotaBene Yay. Elif Aksu Kaya, Emek Süreçlerinde Dönüşüm ve Mühendis Emeği, EMO yayınları, e-kitap. Kasım Akbaş, Avukatlık Mesleğinin Ekonomi-Politiği. Yrd. Doç Derya Keskin Demirer, Eğitimde Piyasalaşma ve Öğretmen EmeğindeDönüşüm, Kocaeli Üniversitesi, e-kitap. Dr. Erkan Aydoğanoğlu, Emek Sürecinin Dönüşümü, Kültür Sanat Sen, e-kitap. Tanıl Bora (editör), Boşuna mı Okuduk, İletişim Yay. Ayşe Buğra (derleyen), Sınıftan Sınıfa: Fabrika Dışı Çalışma Manzaraları, İletişim Yay. … Kramponlu İşçiler, …

14. Marx, K. ve Engels, F. Komünist Parti Manifestosu, SolYayınları, Ankara.

15. Oğuz, Ş. “Türkiye’de Kapitalizmin Küreselleşmesi ve Neoliberal Otoriter Devletin İnşası”, Mesleki Sağlık veGüvenlik Dergisi, Temmuz-Aralık 2012: Sayı 45-46, 2012.

16. Dardot, P. ve Laval, C. Dünyanın Yeni Aklı: NeoliberalToplum Üzerine Deneme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012.

17. Öngen, T. “Devletin Yeniden Yapılandırılması”, [http://www.soldefter.com/2012/07/01/devletin-yeniden-yapilanmasi-tulin-ongen/], 1 Temmuz 2012, (erişim tarihi: 09.08.2014).

18. Marx, K. Kapital Cilt 1, Yordam Yayınları, İstanbul, 2014, s. 411.l

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 37: Temmuz-Aralık 2013

Gezi ayaklanmasının üzerinden 16 ay geçmesi-ne rağmen ülkemizde ve dünyada pek çok kesimceçeşitli yönleriyle tartışılmaya devam ediyor. Herkeskendi açısından eylemleri anlamaya, ders çıkarma-ya ve yeni bir pozisyon belirlemeye çalışıyor.Çünkü toplumun harekete geçtiği böylesi anlartoplumun anatomisinin, fizyolojisinin ve bunlarınyanı sıra sistemin patolojisinin verilerini sunar.Gezi eylemcilerini “çapulcu” olarak niteleyen AKPhükümeti, kendi iktidarının hedef alınmış olmasınedeniyle Gezi olaylarını “vandallık, barbarlık,profesyonelce hazırlanmış bir tezgah” olarak niteli-yor. Bu değerlendirmenin ne kadarının AKP'ningerçek bakış açısını yansıttığı ne kadarının kitlele-re olaylara nasıl bakması gerektiği yönlü telkinolduğu çok açık değil. İktidarın uygulamaları gözönüne alındığında sürecin analizinin yapılıp yapı-lamadığı kuşkuludur. Benzer biçimde iktidar dışıöznelerin kamuoyuna yansıyan değerlendirmeleri-nin de neredeyse tamamı gerçeklikle ilişki kur-makta yetersiz kalmaktadır. Bu tip çoğu yorum veanaliz değerlendirmeyi yapanın süreçle ilişkilenmebiçimine bağlı olarak biçim almaktadır. Kimizaman bütünün bir kesiti değerlendirmeye tabitutulmakta, kimi zaman da istem ve arzular süreceyüklenen anlamlara giydirilmeye çalışılmaktadır.Bu tespit “bilimsel araştırmalar” için dahi geçerli-dir. Her çevre gerek olayları ve olayların öznelerinitanımlarken, gerek eylemcilerin taleplerini, yön-tem ve araçlarını değerlendirirken kendi argüman-larını merkeze alarak tanımlama ve değerlendirmeyapmaktadır. Elbette bu eşyanın doğası gereğidir.Bu nedenle kapitalist sistemle sorunu olmayan,ancak, mevcut iktidarın “çağdaş hak ve özgürlük-leri” kısıtladığına inanan düzen içi muhalif çevre-lere göre Gezi eylemcileri, yaşam tarzlarına müda-hale edilmesinden hoşlanmayan modern kesimler-den oluşmaktadır. Onlara göre eylemciler dahaçok “orta sınıflar”dan oluşmakta ve AKP’nin ikti-dardan gitmesini istemektedir.

Yine bu nedenle kapitalizmin artık postmodernparadigmalarla işlediğini savunan, kapitalizmealternatif bir sistem önermeyen ikinci bir kesim,eylemleri “soğuk savaşın bitmesiyle bütün dünyayısaran küreselleşme dalgası ve bu dalgaya karşı top-lumun gösterdiği farklı tepkiler” olarak nitelemek-tedir. Bu bakış açısı Gezi olaylarını ‘farklı toplum-sal kesimlerden gelen ve birbirini ötekileştirmeyen,aşırı bireyselleşmiş insanlardan oluşan örgütsüz veortak bir akıldan yoksun kitlelerin iktidara meydanokuması’ olarak yorumlamaktadır. Eylemciler‘alternatif bir dünya önermemekte, yalnızca varolanı eleştirmektedir’. İçlerinde sosyalistinden bur-juvasına çok geniş bir kesimi barındıran ve olayla-rı “kimlik” kavramı ekseninde değerlendiren buçevrelere göre sınıf savaşı bitmiştir. Olan bitenkimliklere özgürlük savaşından ibarettir.

Aynı nedenle Marksist çevrelerden oluşanüçüncü grupta ise değerlendirmeler epey bir farklı-lık göstermektedir. Sorunu felsefe içerisinde tartı-şanlar daha çok “ekoloji”, “çokluk” ve “zaman-mekan” kavramlarını merkeze alarak; sosyolojiyiön plana çıkaranlar, “kimlik” “farklılık”, “grup”kavramlarını merkeze alarak; ekonomi politiğinyöntemini kullanan kesimler ise “sınıf” kavramınımerkeze alarak Gezi olaylarını değerlendiriyorlar.Bu yazı, Marksist çevrelerin değerlendirmelerineilişkin kuşbakışı bir eleştirinin yanı sıra özellikle“sınıf” kavramını merkeze alarak değerlendirmeyapan kesimleri incelemeyi ve eğer becerebilirsekdaha nesnel bir değerlendirme yapmayı amaçla-maktadır. Bu değerlendirmeler önemlidir, çünkü2013 Haziran'ından sonra ortaya çıkan her top-lumsal süreç Gezi eylemlerinin devamı olarak nite-lenmekte, 17 Aralık gibi iktidar içi çatışmaların enkirli suretleri dahi Gezi eylemlerinin meşruiyetörtüsüne sarılıp sarmalanmaktadır. Başkaldırankitlelerin sınıfsal karakteri ve talepleri ile bu talep-lerin egemenlerin iktidar mücadelesine eklemlen-me biçimlerini ayırt etmek, işçi sınıfının sermaye-

GEZİ AYNASINDA TÜRKİYE İŞÇİ SINIFININ YENİ PROFİLİ

VE GÖREVLERNuh ASLANWilhelm Wolff Toplum Araştırmaları Derneği

35Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 38: Temmuz-Aralık 2013

36Temmuz-Aralık 2013

den bağımsızlaşan, kendi tarafını inşasının temelşartıdır. Yakın tarihte Mısır ayaklanması işçi sınıfı-nın kendi tarafını örgütleyemediği koşullarda kole-ra ile veba arasında tercih yapma ikilemi ile karşıkarşıya kaldığını ve devrimci süreçlerin kolaylıklakarşıt darbelere evirilebildiğini göstermiştir. Kitle-lerin her devrimci kalkışması, devrim ve karşı dev-rim ikilemi ile karşı karşıya kalır. Sonucu taraflarıngücü kadar örgütlülük düzeyi, önderliğin niteliğide belirler. Bu son iki unsurun Gezi eylemlerindeen çok eksikliği gözlenen durumlar olduğu açıktır.

Kim Bu Gezi EylemcileriGezi eylemlerinin ne anlama geldiğinin kavra-

nılabilmesi için öncelikle eylemcilerin tanımlan-ması gerekiyor; kim bunlar? Bir “çokluk”mu, “ortasınıflar” mı, “yeni küçük burjuvazi” mi, “işçi sınıfı”mı, farklı kimliklere sahip “postmodern bir çoğun-luk” mu, yoksa “halkın ezilen, horlanan kesimleri(halk sınıfları)” mi? Takip edebildiğimiz kadarıylaE. Ahmet Tonak, Korkut Boratav, Ergin Yıldızoğ-lu, Şöhret Baltaş ve Selim Ergunalp’in dışında Gezieylemcilerini “işçi” olarak tanımlayan pek kimseyok. Sosyalistler de dahil olmak üzere kimisi “çok-luk”, kimisi “halk kesimleri”, kimisi “orta sınıf”,kimisi “yeni küçük burjuvazi”, kimisi de “postmo-dern bir çoğunluk” olarak tanımlıyor. Eylemcilerebakan herkes, kendi duruşuna uygun olarak yaonlardaki farklı kimlikleri görüyor, ya tüm farklılık-larına rağmen onları “çokluk” haline getiren ortakmefhumları arıyor, ya gelir düzeylerine bakıyor, yayöneten yönetilen ilişkisini irdeliyor, ya meslekleriaçısından değerlendiriyor ya da üretim ilişkilerin-deki rollerine bakıyor. Güya bilimsel araştırmayöntemini kullanarak tanımlama amacı taşıyankurumlar dahi, araştırma nesnesine yükleriyle bir-likte yaklaşıyorlar; cevap aradıkları sorular serma-yenin diliyle kirlenmiş bir bağlam içeriyor. Bunedenle daha bu ilk adımda burjuva ideolojisi araş-tırma nesnesini belirlemeye başlıyor. Böyleceeylemcilerin talepleri ve eylemlerin geleceği düzeniçine hapsediliyor; sorun AKP hükümetinin ikti-dardan uzaklaştırılması sorunu haline getiriliyor.

Sosyolojik araştırma yöntemi, görüngüyü tespitetme, tanımlama, sınıflandırma ve anlamlandırmave olgular arasında ilişki kurma ilkelerine dayanır.Görüngü ise gerçekliğin kendisini açığa vurduğubiçimlerdir. Görüngü ile gerçeklik arasında her

zaman bir açı bulunur. Marx'ın ifade ettiği gibigörüngü gerçekliğin birebir aynısı olsaydı bilimegerek olmazdı. Çünkü görüngü pek çok yasanınbelirlenimi altında ortaya çıkan somutun düzeyin-de yer alır. Suyun üzerinde yüzen gemi yerçekimi-nin etkisinde olduğu kadar suyun kaldırma kuvve-tinin de etkisi altındadır. Yüzen gemiyi gördüğü-müzde kim kütle çekim yasasının geçersiz olduğu-nu iddia edebilir. Oysa görüngü tam tersini söyle-mektedir. Gemi suyun üzerinde asılı durmakta vedüşmemektedir. Benzer örnekler toplum bilimleriiçin de verilebilir. Görüngü düzeyinde kapitalistkrizler sanki güvensizlik gibi moral değerlerden yada para kıtlığından vb çıkıyor gibidir. Ancakgörüngünün ardındaki gerçekliğe baktığımızdakarmaşık bir ilişkiler bütününü, tarihselliği ancaktüm bunların yanı sıra şaşmaz bir kesinlikle işleyenkâr oranlarının düşme eğilimi yasasını görürüz.Bilimin görevi, görünenin arkasındaki gerçekliğiaçığa çıkarmaktır. Ancak bunun için görüngünündoğru bir şekilde tespit edilmesi gerekir. Çünkü bu,gerçekliğe ulaşma sürecine sağlam bir temel sunar.Ancak burjuvazinin bilim anlayışı, pozitivizminufkuyla sınırlı olduğundan gerçekliğe ulaşması yada böyle bir amacının olması da beklenemez. Biri-lerinin nefret ettiği dünün argümanlarıyla ifadeedersek devrimci barutunu yitirmiş burjuvazi top-lum bilimleriyle tüm bağını koparmıştır. Bu neden-le burjuva bilim anlayışıyla bulaşık her retorik ser-mayenin aklının yeniden üretilmesinden başka birsonuç üretmez. Gezi analizlerinde de karşımızaçıkan ve toplumun bireylerin toplamından oluştu-ğunu, bireylerin ise kendilerini kimliklerle ifadeettiğini ve sonuç olarak toplumun bir kimliklertoplamı olduğunu savunan bu burjuva aklın, bukadar birbirinden farklı kimliklere sahip toplumkesimlerini aynı meydanda bir araya getiren şeyinne olduğunu anlamasını ve bizlere anlatmasınıbeklemek, horozun yumurtlamasını beklemektenfarksız bir çaba olurdu. Bilim belki bir gün horozuyumurtlatabilir ancak hiçbir entelektüel çaba bur-juva ideolojisinden bilim çıkaramaz.

AKP’ye yakın Stratejik Düşünce EnstitüsüGezi ayaklanmasına ilişkin olarak “bilimsel yön-temleri” kullanarak yapmış olduğu araştırmadaolaylara katılan toplum kesimlerini şu şekilde sıra-lıyor;

• Ulusalcı sol

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 39: Temmuz-Aralık 2013

37Temmuz-Aralık 2013

• Beyaz Türkler• Apolitik muhalif gençler• Devrimci sol• Marjinal kesimler (anarşistler, feministler)• Seküler milliyetçiler• Alevilerin yukarıda sayılan gruplara yakın

olan kesimleri• Müslüman antikapitalistler• Sanatçılar, akademisyenler vs.• Maceraperest meraklı kişilerDikkat edilirse listede AKP koalisyonunu oluş-

turan kimliklerin dışında herkes var, ama işçileryok. Ya da en azından işçi sınıfının falanca kesimi,filanca kesimi diye bir ibare de yok. İşçi sınıfıeylemlere katılmadı mı, yoksa işçilerin kendileriniyukarıda sayılan kimliklerle tanımladıklarımı var-sayılıyor belli değil. Bütün amacı, kapitalizmininsan doğasına en uygun sistem olduğunu, alterna-tifinin bulunmadığını, mevcut sorunlarının ise sis-tem içerisinde kalarak zamanla çözülebileceğinikanıtlamak olan burjuva bilimi, toplumda sınıflarıgörmez; onun için sadece farklı gelir gruplarına aitbireyler ve “hane halkı” vardır. Toplumu gelir açı-sından “alt”, “orta” ve “üst” olmak üzere üç grubaayıran sosyoloji, ayrıntıya girmek istediğinde ise“alt orta” ve “üst orta” gibi iki grup daha ekleyive-rir. Grupların birbirinden farkı, sadece elde ettikle-ri gelirin niceliği ve bunun tarafından koşullananyaşam biçimi tarafından belirlenir. O geliri nasılelde ettikleri asla önemli değildir. Üretim alanınabaktığında dolaşım alanını, dolaşım alanına baktı-ğında ise üretim alanını unutan, üretim ilişkilerinisermayenin devirsel hareketinin bütünlüğü içeri-sinde kavrayamayan, bu nedenle sermayenin hare-ketine göre farklı biçimler alan işçi sınıfını, biçim-lerden ibaret sanan entelektüeller, genellikle Gezieylemlerinde orta sınıfların belirleyici olduğunusavunmaktadırlar. Bu grubun içine Marx’ın bili-minden haberdar olmadıkları için burjuva sosyolo-jisinden akıl devşirmek zorunda kalan sosyalistçevreler de dâhildir.

Gezi eylemcilerinin sınıfsal özelliklerine ilişkinyargıda bulunabilmek açısından sınırlı da olsa kul-lanışlı veriler sunan iki araştırma yayınlandı.Genar firması tarafından Gezi Parkı içerisinde 498kişiyle yüz yüze yapılan görüşme sonuçlarına göre,ankete cevap verenlerin %53.8’i ücretliler, %24.1’iöğrenciler ve %10.8’i ise işsizlerden oluşmaktadır.

Emniyet Genel Müdürlüğünce yayınlanan, gözaltı-na alınan 5 binden fazla şüpheliden oluşan birörneklem grubu üzerinde yapılan demografik ana-lize göre ise eylemcilerin %39’u 0-499, %15’i 500-999, %31’i 1000-1999 ve %20’si 2000 TL’nin üze-rinde gelire sahip. Bu araştırma sonuçları neyi gös-termektedir? Aşağıda da ifade edileceği üzereMarksistler açısından Gezi eylemcilerin “işçi sınıfı-nın” mensubu olduğunu, burjuva sosyologları içineylemcilerin “orta sınıf” mensubu olduğunu. Araş-tırma sonuçları dikkate alındığında, Gezi eylemci-lerini “orta sınıf” mensubu olarak değerlendirençevreler için, Genar’ın araştırmasında ortaya çıkan“ücretli” kesim, Emniyet’in araştırmasına göre binTL’nin üzerinde geliri olan herkes orta sınıfı oluş-turuyor. “Dünya Bankası, yüzyılın başında ortasınıf için bir gelir aralığı belirledi ve günlük kazan-cı 10-15 dolar arasında olanları bu sınıftan saydı.Yalnız bu aralığa ancak gelişmiş ülkelerdeki bellikesimler girebildiği için, ölçüt geçtiğimiz yıl özel-likle gelişmekte olan ülkeleri dahil edebilecekşekilde revize edildi ve gelir aralığı günde 2-13dolar arasına çekildi''1(1, s.3)

Dünya Bankasına göre, Ülkemiz koşullarındaasgari ücret bile alsa bir işi olan herkes orta sınıfmensubudur. Bu rakamlara göre gelişmiş kapitalistülkelerde işsizlik ödenekleriyle ya da sosyal yar-dımlarla yaşamaya çalışanlar bile orta sınıf mensu-bu oluyor. Aynı miktar doların, farklı artı değeroranlarına, farklı emek üretkenliği ve yoğunluğunasahip, farklı kâr oranlarının geçerli olduğu farklıülkelerde, aynı metanın farklı niceliklerine karşılıkgeldiği şayet bir gerçeklik ise ölçülmeye çalışılanşey şayet refah ise her ülkenin orta sınıfının farklıgelir aralığıyla tanımlanması gerekmez mi? Enazından söylemin kendi iç tutarlığını sağlaması açı-sından. Dünya Bankası'nın sınıfsal aidiyetini göste-ren ve hiçbir bilimsel temeli olmayan bu safsatayaburjuva çevrelerin itibar etmesi anlaşılır bir şeydir.İçinde yaşadığımız kriz ortamında, yedek sanayiordusunun neredeyse sınıfın çalışan kesimi kadarkalabalıklaştığı bir dönemde, bir iş sahibi olmakgerçekten bir ayrıcalıktır. Peki Gezi ayaklanması-nın orta sınıfların eseri olduğunu savunan sosya-listlere ne demeli. Bunun için önce, bazı sosyalist-lerin “orta sınıftan” ne anladıklarına göz atmakyararlı olabilir.

Gezi Aynasında Marksizm Sempozyumuna

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 40: Temmuz-Aralık 2013

38Temmuz-Aralık 2013

konuşmacı olarak katılan sosyolog Cihan Tuğal,T24 ve sendika.org sitelerinde yayınlanan ve Geziolaylarını Amerika’daki “işgal et” eylemleri ile kar-şılaştırmalı bir şekilde ele alan makalesinde şöylediyor: “2011 küresel isyanı, bir takım iç çelişkilerbarındıran aktörleri ön plana çıkardı. Mısır’danAmerika’ya, İspanya’dan Türkiye’ye, orta sınıfsadece (sık sık vurgulandığı gibi) demokrasi içindeğil, kamunun ortak çıkar ve alanları için seferberoldu. İlginçtir, Amerika’da servetin belirli ellerdetoplanmasına karşı isyanın dahi başını işçi sınıfıdeğil, orta sınıf çekti. (Burada orta sınıftan tezgah-tar, sekreter, vb.den oluşan işçi sınıfının beyazyakalı kesimlerini değil, Poulantzas’ın “yeni küçükburjuvazi” dediği, ve ideolojisini ve psikolojisiniçok iyi irdelediği, kesimleri kastediyorum). Türki-ye’de ise benzer bir demografik niteliğe sahip top-luluklar, sermayenin kamu alanlarını yağmalaması-nın önüne duvar ördü... maaşları ve tatil keyiflerigayet yerinde olan unsurların yığınlarla sokaktaolduğunu görüyoruz (ayaklanmadaki sayısal ağır-lıklarını bilebilmek için daha çok araştırmaya ihti-yaç var). Küresel muadillerinden ayrıştırmak için,Türkiye’de kitlesel halde sokağa inen bu kesimleri“küçük burjuvazinin aristokrasisi” olarak nitelen-direbiliriz.”2(2) Tipik bir Poulantzasçı sınıf teorisi-nin Gezi sürecine uyarlanması olan bu bakış açısıişçi tanımını mülkiyet ilişkilerine göre tanımlananbir kategori olarak ele almaz. İşçi tanımı oldukçasınırlanmıştır ve artı-değer üreten emeğe indirgen-miştir. Artı-değer üretimi ise ancak emek gücününsanayi sermayesi ile ilişkisi ile gerçekleşebilir. Böy-lece artı-değer üretimi dışında kalan dolaşım ala-nında istihdam edilen tüm emek biçimleri işçi sını-fının dışına atılır. Artı-değer üretimi sadece kolemeğinin bir meziyeti olarak ele alındığı ve kafaemeğinin değer üretmediği varsayımından yolaçıkarak kafa emekçileri de işçi sınıfı kategorisinedâhil edilmezler. Ücret alıyor olmak (siz bunuemek gücünü satıyor olmak diye okuyun) işçiolmak için yeter şart değildir. Bu nedenle kafaemekçileri, hizmet sektöründe istihdam edilenler,kamuda görevliler vb ile birlikte ayrı bir sınıfsalkategoride yer alır. İşte bu sınıf yeni küçük burju-vazidir ve bunlar küçük burjuvazinin esnaf vezanaatkârlardan oluşan geleneksel kesimindenfarklı olarak küçük burjuvazinin aristokrat (ayrıca-lıklı anlamında) kesimlerini oluşturur. Küçük bur-

juvazinin tarihsel olarak devrimci bir rol oynaya-madığı ve bağımsız sınıf tavrının olmadığını, sınıfmücadelesindeki tavrının temel iki sınıfın (işçilerve burjuvaların) çatışmasına ve kendi sınıfsaldönüşümünün bu iki sınıftan hangisine doğru evi-rileceğine bağlı olduğu düşünüldüğünde, Gezieylemcilerinin oluşturduğu öne sürülen bu kesiminmotivasyonunun sistem içi taleplerle sınırlı kalaca-ğını anlamak zor olmaz. Bu Gezi eylemlerinin evi-rileceği (ya da evirtileceği) ufuk açısından baştansınırlar koyar ve Gezi eylemlerini bir hoşnutsuzlukhareketine indirger. Esnaf ve zanaatkar gibi gele-neksel küçük burjuva kesimlerin mülkiyet ilişkile-rindeki değişimlere bağlı olarak sınıfsal karakterideğişime uğrayabilir ve bu nedenle teoride devrim-ci bir rol oynamaları varsayılabilir. Ancak kafa işçi-lerinin konumu mülkiyet ilişkisi ekseninde değişi-me uğramayacağına göre devrimci bir rol oynama-ları da mümkün değildir. Zaten Poulantzas'ın teori-sine göre bunların hali vakti de yerindedir. Öyle isesokaklarda görülen yaşam tarzına müdahaleye öfkesloganlarından daha ileri bir talep dillendirilmesinide beklememek gerekir. Bu durum Gezi eylemleri-nin orta sınıfın hareketi olduğunu ileri sürenCihan Tuğal tarafından şöyle dillendirilir. “Tepkiproleterleşmeye değil, ortak yaşam kalitesinindüşüklüğüne; adı bu şekilde konulmasa bile, ser-mayenin zengin fakat yaşanılmaz bir kent yaratmışolmasına. Adını koyalım: Gezi hareketi, dinamik-leri bölüşüm değil, metalaşma karşıtlığı üzerindenkurulan bir hareket. Sermaye Türkiye’de verdiğizenginlik sözünü tuttu (en azından bazı kesimleriçin), ama sıkıcı ve tatsız bir hayat dayatma paha-sına… Özetle, tepki sömürüye ya da proleterleş-meye değil, piyasalaşmaya ve metalaşmaya.”(2) dır.Piyasalaşma ve metalaşma olmasa yani kapitalist-leşme olmasa ancak onlar küçük burjuvalar olarakkapitalizm içinde ayrıcalıklı bir konuma sahip olsa-lar ne güzel olur. Retorik çelişkilerini kendisi elevermektedir.

Konusakonusa.org sitesinde söyleşisi yayınla-nan Çağlar Keyder de Gezi olaylarının orta sınıfla-rın eseri olduğunu savunmaktadır. Keyder, kapita-list gelişmeye bağlı olarak nüfusun büyük birçoğunluğunu oluşturan orta sınıfların değiştiğini,“Yeni Orta Sınıf mensuplarının toplumdakikonumlarının öncelikle eğitimli olmalarının getir-diği statüden kaynaklandığını” ifade ediyor. “Tabii

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 41: Temmuz-Aralık 2013

bu kesimin kendi içinde de ayrıştığını tahminetmek zor değil: daha iyi okullara gitmiş olanlar,daha çok dil bilenler, yurtdışı tecrübesi daha zen-gin olanların statüsü de daha yüksek oluyor. Yük-sek statüye izin veren kültürel sermayelerini koru-yabilmek için global düzeyde kendileriyle aynıkonumda olan insanların lifestyle’larını tüketim veeğlence/tatil alışkanlıklarını takip ediyorlar” diyenKeyder’e göre "Türkiye gibi toplumsal gelişmesinihızla sürdüren bir ülkede daha eğitimli, daha ken-tli, ve daha küresel bu kesimin gelenekselle arası-na bir mesafe koyacağını da düşünebiliriz. Eskiorta sınıf, hatta YOS’nin eski dönemlerdeki men-supları toplumun çoğunluğuna hakim olan norm-ların çok da dışında değildi. GünümüzdekiYOS’nin özelliği ise yatay küresel ilişkiler içindeolması, kültürel tüketim alışkanlıklarını kendi ben-zerleriyle paylaşması. Diğer bir özelliği de bu sını-fın şimdiki ve müstakbel mensuplarının kendikonumlarında eşlerle evlenebilmeleri… Türkiyeözelinde YOS aidiyetinin çoğunlukla seküler birtutumla da çakışacağını söylemek mümkün. Butabii ki sadece ideolojik bir seçim olamaz; adıgeçen gruptaki insanlar—özellikle de daha üsttabakada olanlar ve bu konumu arzulayanlar—nüfusun geri kalanına nazaran daha modern sek-törlerde ve daha modern iş ortamlarında çalışıyor-lar. Küreselleşmeden daha çok etkileniyorlar,yaşam pratiklerinde de bu maddi koşullara uygunseçimler yapıyorlar. Başarılarına orantılı olarak dadaha meritokratik ve alışılmışı yüceltmeyen birperspektife sahip olacaklarını da öngörebiliriz." (3)

Çağlar Keyder, toplumu sınıflardan oluşan birbütün olarak değil daha çok statü gruplarındanoluşan kültürel bir bütünlük olarak tanımlayanWeber’ci terminolojiyi kullanarak Yeni Orta Sınıf’ıtanımlıyor. Ancak mesele o kadar basit değil. Bukesim aslında tekil sermayeden sınıfın sermayesinegeçiş süreciyle görünür hale gelen sınıfsal bir kat-manı imlemektedir. Tekil sermaye yoğunlaşma vemerkezileşme sonucu hisse senetli sermayeyedönüşür. Tekil sermaye ile hisse senetli sermayearasında pek çok fark sıralanabilmekle birlikte sınıftartışmaları açısından özellikle kapitalistin görev-lerinin artık ücretliler eliyle yapılır hale gelmesi ileayrıştırılabilir. Böylece kapitalist sınıf Marx'ın anla-tısıyla kupon kesici asalak bir sınıfa dönüşürkenkapitalizmin erken dönemlerinde yerine getirdiği

denetleme ve yönetim görevi ücretliler tarafındanyerine getirilen bir işlev haline dönüşür. AncakMarx hemen ardı sıra ekler; ‘üretimin yönetimi vedenetimi görevi mülkiyeti doğurmaz. Tam tersimülkiyet üretimin yönetimi ve denetimi görevininkaynağıdır’. Öyle ise Çağlar Keyder'in ifadesindegeçen kültürel sermaye kavramı söz konusu ola-maz. Çünkü üzerinde sıkça geviş getirilen sosyalsermaye gibi kültür de bir sermaye biçimi değildir.Bu nedenle kültür sahibi kesimler de sırf bu nite-likleri itibariyle bir sınıfsal yapı oluşturmazlar. Eğersermayenin işlevlerinin taşıyıcısı olmak bir kesimikültürlü yani tartışma ekseninde seküler kılıyorsao zaman sermayenin gerçek sahipleri bu niteliklereneden sahip değillerdir? Öyle ya bugün sermayeninbir kesimi seküler kampta yer alırken diğer kesimidini muhafazakar cepheyi oluşturmaktadır. ÇağlarKeyder'in analizine temel oluşturan Yeni Orta Sınıfkavramı gerek bu nedenle gerekse kavramın asılözünün bu kadar geniş kitleleri içermesinin zorolması nedeniyle geçersizdir. Çünkü Gezi eyleme-lerinde park çevresinde kültürlü CEO'lar pek çok-larınca gözlemlenebilmiş de değildir.

Marksistler ne diyor?Günümüzde Marx okumaları üç eksene ayrıştı-

rılabilir. Bunlardan ilki saf iradeci Marksist okuma-dır. Daha çok Marksizmi felsefi bir içeriğe indirge-yen bu okuma moral kavramlara dayanan ve ira-deyi çözüm olarak sunan, bilimsel kaygılara düştü-ğünde iradenin kaynaklarına dönen ve psikoloji-nin kavramsal dünyasına yaslanan bir çerçeveyesahiptir. Negri'den Holloway'e kadar bir grup anar-şist tonlu teorisyen bu grupta yer alır. Referanslarıdaha çok Marx'ın Kapital'i olan Harvey, Sweezy,Samir Amin vb gibi yazarların ise teorilerine yenil-mişlik duygusuyla bezeli bir ehli kapitalizm savu-nusu hakimdir. Üçüncü eksen ise tarihsel materya-list yöntemle materyalist tarih okumasına sahipolanların oluşturduğu gruptur. Ülkemiz Marksiz-mini de bu üç grubun okuması ekseninde değer-lendirmek mümkündür.

Gezi olaylarını felsefe içerisinde tartışan sosya-list çevreler daha çok “ekoloji”, “çokluk”, “onur”ve “zaman-mekan” kavramlarını merkeze alarakdeğerlendirmeler yaparlar. Onlara göre Gezieylemleri “güzel bir "yaşam dünyası" sunan ve bunedenle savunulması gereken bir doğa parçasınaAVM yapacağı düşünülen bir hükümete karşı eleş-

39Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 42: Temmuz-Aralık 2013

40Temmuz-Aralık 2013

tiri ve direniş” olarak nitelendirilir. Görünen budeğil midir zaten? Görüneni söylemek ne bilim nede felsefe sayılamayacağından bu kişiler, Gezisürecini çağın nosyonu olan “mekânın savunulma-sı, mekân üzerinden örgütlenmedir… Onur, dire-nişin anlam kaynağı ise mekan da onun gerçekleş-tiği estetik ve politik sahadır”(4) diyerek görünen-den, ne işe yarayacağını anlayamadığımız felsefi birçıkarımda bulunurlar. “Bugün ‘her yer Taksim heryer direniş’ sloganında bütünleşen çağrı, bir zamanve mekan çağrısıdır” (5). Bu çevrelere göre kapita-lizmin, kapitalist üretim ilişkilerinin sürekli yeni-den üretimiyle var olduğunu sananlar yanılırlar,çünkü “Kapitalizm imajlar üzerinden var olur.Ama bir şeyin imajının var olabilmesi için bir haki-kate de ihtiyacı vardır. Her şeyin hızla metalaştığıbir dünyada bu hız ve doyum kapasitesi o kadarartmıştır ki çok net bir ‘mekanın ele geçirilmesi’stratejisiyle karşı karşıya kalmış durumdayız…ormana, parka, suya, göle yapılan saldırı ‘imajını’toplumun bilincine yerleştirebilmiş değil. Buradabir mücadele var… Dolayısıyla çevrecilik hem birimaj hem de hakikat olarak anti-kapitalist müca-delenin belki de merkez noktasıdır.” (6) Bu pence-reden bakınca emek değil de orman, park, su vegöl “değer” kaynağı gibi görünür. Ve bu değer kay-naklarının (!) ele geçirilmesi hızlı metalaşmaçağında kendi imajını yaratamadığı için kapitaliz-min varlığını tehlikeye sokmaktadır. Hız sorununedeniyle imaj oluşturamayan kapitalizmin bırak-tığı boşluğu ise çevrecilik gibi anti-kapitalist müca-dele biçimleri alır. Bu kavramsal düzlemde neemek sermaye çatışması anlam bulabilir ne desınıfsal analizlere ihtiyaç duyulur. Tüm meselehakikat konusunda kapitalist imajlardan önce imajyaratma sorumluluğuna sahip olanların iradeleri-dir.

“Olaya dair her değerlendirmenin bir şekildeulaşacağı nokta, direnişe katılan herkesin farklıfarklı dertlerinin olduğudur; doğrudur. Ama çok-luk olmak ortak mefhumlar gerektirir.”(7) Gezieylemlerini gerçekleştiren kitleleri bir kalabalıkdeğil de “çokluk” yapan ortak mefhumlar, neMarksistlerin sandığı gibi üretim araçlarından yok-sun olma, emek gücünü satmak zorunda kalmagibi sınıfsal bir nitelik taşımaktadır, ne de postmo-dernistlerin savunduğu gibi “kimlik” kavramınaihtiyaç duyar. “Ortak mefhumlar, tepeden inme

kurguların yahut hayallerin getirisi değildirler;imgelemle can bulurlar ama bizatihi gerçek vesomut olan ilişkilerin upuygun ürünleridirler-Deleuze bunlara ‘biyolojik fikirler’ diyor- yani birçarpıtma olmaksızın doğada nasıllarsa öylece etkinve öylece geçerlidirler. Nihayet bu upuygunlukbireylerin bileşiminin de gerçek zeminini sunar.İşte bu yüzden ortak mefhumların oluşması,bedenler ve zihinler arası farklı bir örgütlenmenin,bireylerin birbirlerini aynı bağlamda etkilemeleri-nin yolunu açmaktadır”(7) Okur yukarıdaki alıntı-da totolojiye hızla savrulunduğunu fark edecektir.Ortak mefhumların oluşması için anlaşıldığı kada-rıyla ortak mefhumlar tarafından bedenler vezihinlerin farklı örgütlenme olanaklarına kavuşma-sı en azından bunun kolaylaşması gerekmektedir.Bu ortak mefhum oluşunca ortaya çıkan çokluk yatopyekûn harekete geçecek ya da Holloway'inhayallerini süsleyen kapitalizmde çatlaklar oluştu-racaktır.

“Gezi Direnişi’nin olanağını duygular ayaklan-masında, etikte, otonom ve çokluk siyasetinde,yani ortak mefhumlar etrafında gerçekleşen vedirenişte saklı gücün sezilmesine yol açan karşılaş-malarda bulabilir ve süresi yahut üretkenliğini debir etoloji meselesine hasredebiliriz.” Onlara göreeylemler “Apolitik değil anti-politik eylem, yaşa-nan gündelik hayat faşizminin tamamen bilincindeolanların, dayatılan üretim tüketim-seyir döngüsü-nü artık yemeyenlerin, sistemin tüm politik oyun-larından, demokrasicilik tiyatrosundan gına geti-renlerin, temsiliyet ilişkilerinin sahteliğinin farkın-da olanların –ya da bütün bunların içinden her-hangi birine öfkeli olanların- tamamen politik tav-rıdır.”(8, s.81-82) İşçi sınıfının içki içmediğini vetakım tutmadığını sanan bu yazarlara göre “Türki-ye’de şu an sınıf çatışmasının önüne geçen olgu,yaşam tarzı çatışmasıdır. (Gezi eylemlerinde) Kafe-bar müdavimi ve içkisini içip tuttuğu takımınmaçına giden orta sınıf ön saflardaydı”. Kafasın-daki işçi tahayyülü 18. Yüzyıl koşullarında takılıpkalmış olan bu zihniyete göre “politik eyleminpotansiyel güçlerinden biri –hâlihazırdaki durumiçin eğitimli gençler ve ücretli küçük burjuvazi(altını ben çizdim N.A)- gerici devlete karşı kendiadına ayağa kalkıyor.“ (9, s.49) ve “askere gitmiyo-rum, vergi vermiyorum, tüketmiyorum, emeğimisatmıyorum demek için, dayanışma ve takas ağları

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 43: Temmuz-Aralık 2013

41Temmuz-Aralık 2013

kurmak için, hatta, isteyene kürtaj yapacak veücretsiz sağlık hizmeti sunacak hastaneler, ücretsizve özgür eğitim imkanı sunacak okullar, doğaylauyumlu yaşam alanları kurmak için” (8, s.79).“yaşanabilir hayatlar yaratma mücadelesi” (10,s.77) veriyorlar. Temennileriyle kitlelerin talepleri-ni birbirine karıştıran bu yazara göre Gezi safların-da yer alan ve kendisini Mustafa Kemal'in askerle-ri ilan eden grupları açıklamak zor olsa gerekir.Ümraniye'den, Gazi Mahallesi'nden gelen ya daellerinde Türk bayraklarıyla militarist sloganlaratan ya da ana avrat küfredip alkol alan kitleler buoyunda hep etkisiz elemandır. Önderlik askere git-miyorum, vergi vermiyorum, tüketmiyorum, eme-ğimi satmıyorum demek için sokağa dökülenlerde-dir. Ve bu kişiler orta sınıftır. Ve bu orta sınıf GeziParkı'nda oluşturulan bostandan karnını doyurabi-leceğini, giyinip soğuktan korunabileceğini velha-sıl 21 YY'da takas ekonomisiyle yaşanabileceğinisanmaktadır. Takas ekonomisine dönmeyi düşüne-cek kadar naif bu orta sınıf her nedense twitterüzerinden örgütlenmekte, kafe-barlardan çıkma-maktadır.

Gezi olaylarını “zaman-mekan” kavramı ekse-ninde değerlendiren kesimlerin çoğu, genellikle,Marksizm’i Harvey üzerinden okumaktadırlar.Harvey de kendisiyle yapılan bir röportajda “Geziolayları”nı değerlendirmiştir. (11) 01 Aralık 2013Tarihli Birgün Pazar’da ve sendika.org sitesindeyayınlanan röportajda Harvey, Gezi eylemleriniişçi sınıfının eylemleri olarak nitelendirir, ancakişçi sınıfının tanımlanma ölçütlerini yeniden kurar.Harvey, özetle üretim sürecinde yaratılan değerinpiyasada gerçekleşmediği takdirde hiçbir anlamifade etmeyeceğinden hareketle, değerin, dolayı-sıyla artı değerin gerçekleştiği mekanın piyasa, yanikent olduğunu, bu nedenle kentlerdeki mücadele-nin, işçi sınıfının menfaatleri açısından en az işye-rindeki mücadeleler kadar önemli olduğunu belir-tir. Ona göre işçiler ücretlerini yükseltmek içinişyerinde mücadele ettiklerinde ücretlerini yüksel-tebilirler. Ancak, onlar bu ücretlerini kentte har-carlar ve ücretler arttıktan sonra kentte ev kirala-rı, gıda fiyatları başta olmak üzere tükettikleri herşeyin fiyatı da artar; böylece, burjuvazi bir eliyleverdiğini öteki eliyle geri almıştır. En pespaye bur-juva iktisat doktrini ile karşı karşıya olduğumuzunokuyucu farkına varacaktır. Ücretler artarsa fiyatdüzeyleri artar bu nedenle başa dönülür, hiçbir şey

değişmez. Birinci sınıf iktisat öğrencisine itina ilebelletilen bu akıl yürütme peşi sıra ücretlere dönükmücadelenin bir anlamının olmadığını gizliden giz-liye vaaz eder. Öte yandan, Harvey’in “Marksistkimliğinden” ötürü, Marks’ı tanımayan okuyucu-lar, bu pespaye teorinin marksa ait olduğunu sana-bilirler. Fiyat ve değer kavramlarına dair farklıtanımlamalar Burjuva İktisadı ile Marksist teoriarasındaki ayrımı çizer. Burjuva iktisadına göre birmetanın fiyatı ücretlerin üzerine eklenen kâr, faizve rantın toplamından oluşur. Bu nedenle ücretartarsa toplam da artacağından metanın fiyatıartar. Marksist teori ise bir metanın önce değerin-den bahseder. Metanın değeri o metanın içerisinegiren değişmeyen sermaye öğeleri (emek aracı,hammadde vb) ile yeni üretilen değer toplamındanoluşur. Tüm üretim kollarında kullanılan ölü emekve canlı emek oranı aynı olmadığından ücret hare-ketleri her sermayeyi farklı düzeylerde etkiler.Örneğin, ücretler %25 oranında arttığında, ortala-ma toplumsal bileşimdeki sermayelerin ürettiğimetaların üretim fiyatları değişmez, daha düşükbileşimdeki sermayelerin metalarının üretim fiyat-ları yükselir, ancak bu kardaki düşüş oranındaolmaz. Daha yüksek bileşimli sermayelerin ürettiğimetaların üretim fiyatları ise düşer. (12, S.178-181). Görüleceği üzere ücretler arttı diye aynıoranda işçinin tükettiği metaların fiyatları artmaz;bazıları düşer. Ancak ücret artışları, sömürülenartıdeğerin dağılımındaki oranların yenidendüzenlenmesini gerektirir. Çünkü emek gücü tara-fından bir işgününde yeni üretilen değer, emekgücü ve kapitalist sınıf arasında bölünür. Kapitalistsınıfın eline geçen kısma artı-değer denilir. Artı-değer de yine girişimci kârı (ticari kâr da burayagirer) ve faiz olarak kapitalist sınıf arasında ve rantolarak toprak sahibine yapılan ödemeye ayrışır.Burada görülen şey değer düzeyinde üretilenbüyüklüğün üretim sonrası, yani paylaşım aşama-sında değişemeyeceğidir. Toplam yeni üretilendeğerin paylara ayrılmasında her bir kesrin büyük-lüğünde değişim olabilir. Ancak bunun toplambüyüklüğünde değişiklik olamaz. Dolaşım alanınagelen meta, üzerinde hem değişmeyen sermayeolarak ölü emeği, hem de değişen sermaye olarakyeni üretilen emeği taşır. Dolaşım alanında rekabetyasaları üretilmiş olan artığın kapitalist sınıf vetoprak sahibi sınıf arasında bölüşümünü düzenler.Burada geçerli olan genel kâr oranı yasası doğrul-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 44: Temmuz-Aralık 2013

42Temmuz-Aralık 2013

tusunda sermayenin sektör içi ve sektörler arasıhareketidir. Sermaye bir yandan sektör içindebirim maliyeti daha düşük üretim biçimlerine nispiartı değer yasasınca hareket ederken, diğer yandaarz talep yasası gereğince sektörler arasında hare-ket eder. Bu hareketler birim metanın üzerindetaşıdığı değer ile o metanın fiyatı arasında bir fark-lılık yaratır. Ortalama emek üretkenliğine sahipolmayan üretim kollarında fiyatlar değerlerdensapar. Yine toplumsal gereksinme için denklik sağ-lamayan üretim alanlarında da metanın bireyselfiyatı ve değeri ile toplumsal değeri arasında birsapma meydana gelir. Ancak tüm bu ayrıntılarakarşın toplumsal ölçekte toplam fiyatlar toplamdeğerlere eşittir. Bu perspektif doğrultusunda eğeremek gücünün değeri anlamında ücretler artıyorsaburadan tek bir sonuç çıkar. Artı-değere el koyankesimlere ayrılan pay azalıyordur. Fiyatların artışıdeğerler toplamında değişikliğe neden olmaz.Sadece değerlerin ifade oldukları nicelikler anla-mında bir değişiklik ortaya çıkar. Buna enflasyondiyoruz. Enflasyonun nedenleri arasında ücretartışlarını saymak Harvey'e özgü olsa gerekir.Çünkü böyle bir ilişki kurmak ücret düzeylerindegenel bir artış koşullarında buna enflasyon ile yanıtvermek kapitalistler arası rekabetin var olduğukoşullarda tekil sermayelerin hareketinden yolaçıkarak mümkün değildir. Öyle ise ya rekabetinyasalarının geçersiz olduğunu ileri sürerek bir önvarsayıma sahip olmak ya da burada devlete özelbir rol tanımlamak gerekir. İlk şart ayrı bir tartış-manın konusudur. Ancak şu kadarı söylenebilir:Tekellerin egemenliğinde oluşmuş bir piyasadatüketim süreçlerinden mücadele örgütlemeyisavunmak kendi içinde çelişik ve anlamsızdır.Çünkü zaten tekel, fiyat kontrolü üzerinden olu-şan bir ilişki biçimidir. Eğer fiyatlara müdahale edi-yorsanız tekel sistemi yoktur eğer tekel varsa fiyat-ları o belirliyor demektir. Diğer yandan eğer enflas-yon konusunda devlet aktör konumuna getirilirsemücadelenin mekanı Harvey'in tabiriyle tüketimalanı (yani dolaşım düzeyi) değil devlettir. Ancakhangi şart altında olursa olsun, işçi sınıfı elde etiğiücret düzeylerini koruma mücadelesini üretimsürecindeki konumundan yola çıkarak verir.Çünkü sömürü üretim alanında gerçekleşir. Bunoktadan sonra başlayan ve üretim sürecinin belir-lenimi altında hareket eden dolaşım yani Harvey'egöre tüketim alanı ise elde edilen sömürünün pay

edildiği alandır. Burası kurtlar sofrasıdır ve rekabetşartlarında karını azamileştirmek çabasındaki hiç-bir kapitalist diğerinin gözünün yaşına bakmaz.Harvey'in Marksist teoriye inceden inceye enjekteettiği bu kafa karışıklığı onun sınıf mücadelesinedair kaybettiği inancının ürünüdür. Bu inançsızlığı-nı Harvey şöyle temellendirir: “Bugünlerde işgücüsıklıkla nedensel ve geçicidir-işgücü dolaşmaktadır,örgütlenmesi zordur. Fabrika emeğinin büyük kıs-mının yok edilmesine bakarak pek çok kişi “işçisınıfı nerede” diye merak etmektedir. Buna yanıtolarak, işçi sınıfını, kentsel yaşamı üreten ve yeni-den üreten bütün insanlar olarak kavramsallaştır-mamız gerekmektedir” (11, s.6) Bu kavramsallaş-tırmanın vardığı nokta tüketiciler birliğidir. OysakiGezi ayaklanması işçi sınıfının önderlikten yoksun,sınıf bilincinden uzak bir biçimde nasıl ses verdiği-nin tipik örneklerindendir. Tıpkı Tunus’ta,Mısır’da, Brezilya’da olduğu gibi. İşçi sınıfının yeniyapısını analiz etmek ve toplumun daha büyük birkesiminin işçileştiğini göstermek yerine, Harvey,bize sınıf tanımını değiştirmeyi önermektedir.Aslında önerdiği şey kendi kaybettiği inancıylateorileştirdiği Ehli Kapitalizmdir.

Devrimci sosyalist çevrelerin büyük bir kısmıda Gezi eylemcilerini “halk sınıfları”, “ezilen emek-çi sınıflar”, “halkın ezilen horlanan kesimleri” ola-rak tanımlamaktadır. Burada sınıf kategorisi yerini“halk” kavramına bırakmıştır. Halk kavramına dairliteratür birbirinden oldukça farklı eksenler çizer.Bununla birlikte emperyalist bir hegemonyayakarşı toplumun halk denilen toplamının kalkışma-sı söylemi birbirinden farklı görünen bu eksenleribirleştirir. Söylem “halkın ezilen sınıfları” diye nite-lenirse sol3 /devrimci, genel olarak halk, ulus ya damillet olarak nitelenirse daha sağ bir içeriğe sahipkılınır. A. Gunter Frank'tan Paul Sweezy’e kadargeniş bir beslenme kaynağı mevcuttur. “Halk”kavramsallaştırmasına teoride sıklıkla iki nedenlebaşvurulur. Bunlardan ilki geçiş toplumlarında,toplumun gerek egemen gerekse sömürülen sınıf-larının farklı üretim tarzlarına ait özellikler göster-mesidir. Marksist teorinin ülkemizde de büyük birkısmını bu geçiş toplumlarının niteliği üzerineyapılan tartışmalar kapsar. İşçi sınıfının kapitalistüretim ilişkilerinin yeterince gelişkin olmadığı birdönemde çözülme süreci yaşayan sınıf ve katman-larla ilişkisinin toptancı ve aynılaştırıcı bir çözüm-lemeyle kavramsallaştırılmasıdır. İkinci nedense

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 45: Temmuz-Aralık 2013

43Temmuz-Aralık 2013

ilkine dair kimi göndermelere sahip olsa da bu yak-laşımdan farklı ele alınması gerekir. Bu yaklaşımkapitalizmin evresi olarak emperyalist aşamasındasömürü ilişkilerinin sınıfsal düzlemden ulusal düz-leme taşındığını ileri sürer. Bir ulus (burjuvazi veişçi sınıfıyla) topyekün bir başka ulusun işçi sınıfıve burjuvazisini sömürmektedir. Ezen ulus işçi sını-fının bu sömürüdeki rolünün gizli veya pasif olma-sı ilişkinin özünü değiştirmez. Bu analizin mantık-sal sonucu, ezilen ulusun ilişkiden olumsuz etkile-nen farklı sınıfsal bileşenlerinin ezen ulusa (emper-yalist güçler) karşı topyekün mücadelesinin örgüt-lenmesidir. Bu yaklaşım bir yönüyle ezen ve ezilenulus işçi sınıflarının enternasyonalist birliğininmaddi temellerinin silikleşmesine neden olurkendiğer yandan ulus içinde sermayenin bir fraksiyo-nuna karşı işçi sınıfının diğer fraksiyonuna yedek-lenmesine neden olur. Böylece işçi sınıfı burjuvaideolojisinin tüm versiyonlarına açık hale gelir.Devrimcilik ile milliyetçilik arasında anti emperya-listlik söylemi üzerinden bir köprü inşa edilir. Buköprüden son dönemde kimlerin gelip geçtiği,hangi alışverişlerin yaşandığı en uç örnekleriylegözlenmektedir. Cepheler, ittifaklar inşa olurkentüm işçi sınıfı düşmanı merkezlerle yan yana düş-menin, ama bu yan yanalıktan rahatsız olmamanınkilididir, antiemperyalizm. Ancak paradoksal olanAKP iktidarının da kendisini antiemperyalist cep-hede sunmasıdır.

“Halk” kavramı kimi zaman da “kamu” veya“vatandaş/yurttaş” kavramlarının yerine kullanılır.Sermaye birikiminde Keynesyen politikalardanliberal politikalara dönüş ve devletin rolünündeğişmesi, sosyal devletin ilga edilerek neoliberaldevletin inşası olarak sunulur. Kamunun hizmetin-deki devlet, şimdi küresel sermayenin hizmetinekoşulmaktadır. Böylece kimi çevreler yeni rejiminkarşısında tasfiye olan yeni rejimin yanında kendi-lerine yer bulmakta zorlanmazlar. Ortak eyleminkonusu sosyal devlete dair ruh çağırma seansları-dır. Ve Gezi eylemlerinin talebi sosyal devlettir(yani devlet eliyle sermaye birikimi dönemi).

Marksist referanslara hakimiyetiyle belirli birsaygıyı kazanmış Sungur Savran'ın Gezi olaylarınıdeğerlendirmesi ise günceli kavrayışı hakkındakimi soru işaretleri doğurmaktadır. “Türkiye’desanayi, ulaştırma, tarım ve büyük hizmetlerde(oteller vb. de dahil) çalışan kol emekçileri buradaağırlığı oluşturmuyor. Henüz işçi sınıfının çekirde-

ğini oluşturan bu insanlar –sadece sanayi değil,ulaştırma tarım, hizmetler de ağırlığını koymamış-tır. Daha ziyade meydanlarda olanlar, beyaz yakalı-lar ve onların üst katmanları, proletaryanın eğitim-li (öğretmenler, sağlıkçılar gibi) katmanlarıdır.İkinci olanlar, Türkiye’de modern küçük burjuva-zinin temsilcileri ve kitlesi (ücretli çalışanlar hariçolmak üzere doktorlar, avukatlar, mühendisler,eczacılar gibi bürosu olanlar) bunun büyük orandahem içindedir hem de destekliyor. Katılmayanlarda dışarıdan destekliyor. Üçüncü olarak gençlikçok büyük bir rol alırken dördüncü kesimde iseaydınlar katmanının Batılılaşmış olanları buradabüyük rol oynamaktadır… Sonuç olarak işçi sınıfı-nın kol emekçilerinden oluşan merkezi kesimi veişçi sınıfının sendikalarının en büyükleri işin içindehenüz yok… Bu isyanın en büyük eksikliği, işçisınıfı ve emekçileri kendi saflarına çekmek için enküçük çaba göstermemiş olmasıdır ” (12, s.6) diyenSavran, Gezi Eylemlerini 15-16 Haziran olayları ilekarşılaştırarak anlamlandırmaya çalışıyor. “15-16Haziran tam anlamıyla bir sınıf hareketidir. Tama-men kol işçilerinin düzene karşı ayaklanması var-dır… O ayaklanma ile bu isyanın farkı şu bugünküçok yaygın. Çok değişik katmanları kapsıyor. Veeğer işçi sınıfına sıçrarsa burjuvazi titreyecek.” (12,s.10) “Yedek kulübesinde daha soyunmamış çokusta iki oyuncumuz var: işçi sınıfı ve Kürt halkı”(13)

Bu değerlendirmeye göre meydanlarda olanlar:beyaz yakalılar ve onların üst katmanları, proletar-yanın eğitimli kesimleri, modern küçük burjuvazi,gençlik ve aydınların Batılılaşmış kesimleridir.Katılmayanlar ise sanayi, tarım ve büyük hizmet-lerde çalışan kol emekçileri ve Kürtlerdir. Sanayi,tarım ve büyük hizmetlerde çalışanlar işçi sınıfınınmerkezi çekirdeğini oluşturur ve bunların sendika-ları da isyana katılmamıştır. Bir eylemin işçi sınıfı-nın eylemi olabilmesi için kol işçilerinin hareketegeçmiş olması gerekir. Öyle ise bu bir halk isyanı-dır ve işçi sınıfını bu isyana dahil etmek gerekir.Savran'ın kavramları özensizce kullandığı açık.Toplumun kol işçileri dışında kalan kısmını halkolarak niteleyip işçilerin halk isyanına dahil olma-sını söylemek, eylemin sınıfsal karakterini muğ-laklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. AncakSavran'ın şöyle önsel bir noktadan hareket ederekbu sonuçlara vardığını söylemek mümkün. Sav-ran'ın Gezi isyanına katılanlar arasında proleterya-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 46: Temmuz-Aralık 2013

44Temmuz-Aralık 2013

nın eğitimli katmanlarını, beyaz yakalıları saydığınıgördük. Belki bunun içerisine modern küçük bur-juvaziye dahil olmayan doktor avukat, mühendisgibi ücretlilerde eklenebilir. Ancak bunlar işçi sını-fına dahil olamıyor. Bu ayrım Marksist teori içeri-sinde yürütülen üretken emek, üretken olmayanemek ayrımı üzerinden yürütülen sınıf analizleriniakla getiriyor. Poulantzas ile son noktasına taşınanbu ayrım işçi sınıfını kol emekçilerine kadar indir-ger. Kimileri de işçi ve emekçi ayrımında sermayeile ilişkilenmemiş emek biçimlerinin yanına üret-ken olmayan emeği de ekler. İşçi kavramı Marxtarafından Kapital'de oldukça açık biçimde tanım-lanmıştır. Bir meta olarak emek-gücüne sahipolanlar işçi olarak ifade edilir. Tanım bu şekildeverildikten sonra tanım içerisinden işçi olmanındiğer unsurları çıkartılabilir. Emek-gücü bir meta-dır. Bu meta da diğer bütün metalar gibi değişimdeğeri ve kullanım değeri olmak üzere ikili bir özel-liğe sahiptir. Emek-gücü metasının kullanım değe-ri onun üretebilme potansiyelidir. Kapitalist için bukullanım değerinin anlamı ona artı-değer getirme-sidir. Ancak diğer metalarda olduğu gibi emek-gücü metasında da kullanım değeri ya da o meta-nın yararlılığı metanın satıcısı için değil alıcısı içinanlam taşır. Eğer bir kullanım değeri ona sahipolan için yararlılık ifade ediyorsa kişi o metayıdeğişime sunmaz. Emek-gücü için de bu durumgeçerlidir. Bir işçi için emek gücünün yani ürete-bilme potansiyelinin anlam taşımaması için onunüretim araçlarından yoksun olması gerekir. Tamtersi biçimde karşı tarafta yer alan kapitalistin elin-de de bu üretim araçları bulunmalıdır. İkinci unsur,işçi emek gücünü satmak zorunda olmalı yani onuyaşatacak bir gelire sahip olamamalıdır. Ve Marxbu unsurlara bir üçüncüsünü ekler. İşçi köle veserften farklı olarak emek-gücü metasını satıp sat-mama özgürlüğüne sahip olmalıdır. Öyle ise tekrarşunun altını çizebiliriz. Emek-gücü metasına sahipolan herkes işçidir. Tanımı bu şekilde tekrar etme-mizin bir nedeni var. Çünkü bir metaya sahipolmakla o metayı gerçekleştirmek aynı şeyler değil-dir. Bunun için günümüzde sıklıkla işsiz olaraknitelenen, ancak Marx'ın yedek sanayi ordusu diyenitelendirdiği kesim de işçi sınıfına dahildir. Tıpkımetasını satamayan bir tüccarın hala tüccar olma-sı gibi. Şimdi karşımıza yeni bir soru çıkar. Buemek-gücünün kullanımı hangi şekillerde gerçek-leşir? Sermaye ile ilişkilenen emek-gücü ya meta

üretim sürecinde ya da dolaşım alanında istihdamedilir. Meta üretim sürecinde konumlanan işçi artıdeğer ürettiği için üretken emek olarak tanımla-nırken dolaşım alanında (yani metanın paraya yada paranın metaya dönüşüm süreci) konumlananişçi toplumsal olarak üretken emek sayılmaz. Fakather sermaye, ancak kâr talebi ile sermayenin çev-riminde rol alabileceğine göre dolaşım alanında yeralan sermaye de tüccar kârı veya faiz adı altındatoplumsal artı değerden bir pay talep eder. Bupayın elde edilmesindeki rolünden dolayı Marxtoplumsal olarak üretken olmayan dolaşım alanıişçilerinin emeğinin tüccar ve para sermaye sahip-leri için üretken emek sayıldığının altını çizer. Ser-maye ile ilişkilenmeyen emek türleri, yani devletteistihdam edilmiş ya da cepten ödeme yapılan (evetemizliğe gitmek vb) emek türleri ise üretken emekkategorisine dahil değildir. Bu genel tanımlamalar-dan sonra soru şudur: Kafa emeği ile üretim yapanişçiler meta üretiminde mi rol almaktadırlar yoksadolaşım alanında mı? Bu soru onların işçi olmadurumlarında bir değişikliğe neden olmaz, ancaküretken emek sayılıp sayılmayacaklarını belirler.Tartışmayı bir kez de metanın analizi üzerindenyürütmemek için soruya kestirmeden yanıt vere-lim. Eğer kafa işçisinin ilişkilendiği sermaye üretimalanındaysa üretken, dolaşım alanında ise üretkenolmayan emek saymak gerekir. Öyle ise içindeyaşadığımız chip'li üretim çağında işçi sınıfını kolemeğine kadar indirgemenin hiçbir olanağı bulun-mamaktadır. Teori kitapta durduğu gibi durmaz.Düne kadar bu mülahazalar sanki Marksizim içiteoriyi inceltme egzersizleri gibi görülebilirdi.Ancak bugün bundan öte anlamları olduğunugörüyoruz. Sungur Savran, Gezi'nin kendincesınıfsal analizini yaptıktan sonra, sosyalistlere birgörev tanımı getiriyor; işçi ve emekçileri isyanaörgütlemek. İşçiden kasıt kol işçileri. Elbette Geziayaklanmasına katılmayan işçi sınıfı kesimlerininsürece dahil edilmesi gerektiği gün gibi aşikardır.Ama unutulan bir şey daha var. Ayaklanmayakatılmış olup ancak sınıf bilincinden uzak olan işçisınıfının harekete geçmiş kesimlerinin sınıf bilin-ciyle örgütlenmesi de en azından dahil olmayankesimlerin örgütlenmesi kadar önemli ve acildir.Fakat siz kafa işçilerini işçi sınıfına dahil etmezse-niz ve bugün sınıfın değişen yapısında bu kesiminhiç de azımsanmayacak bir role sahip olabileceği-nin farkına varmazsanız, bu kesimleri örgütlemek

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 47: Temmuz-Aralık 2013

gibi bir görevi de önünüze koymazsınız. Bununyapılmadığı koşullarda sürecin nasıl egemenlerinkontrolüne girdiği, hedef ve yönelimlerin sermaye-nin kendi arasındaki kavgaların payandası halinenasıl dönüştüğünü, gezi ayaklanması sonrasındakidönemde yaşadık ve deneyimledik.

Buraya kadar gördük ki, devrimci, sosyalistçevrelerde işçi sınıfının artık toplumun büyük birçoğunluğunu oluşturmadığı görüşü hakim görüş-tür. Bu nedenle kimisi dezavantajlı tüketicilerin,kimisi öğrenci gençlik ve ücretli küçük burjuvazi-nin, onların deyimiyle orta sınıfın, kimisi ise işçi-lerle birlikte yoksul halk yığınlarının, öğrenci gen-çliğin bir araya gelerek çoğunluğu oluşturduğunainanıyor. Böylece politikalarını muğlaklaşmış sınıf-sal analizlerin oluşturduğu, şekilsiz çoğunluklarınkarakteri biçimlendiriyor.

Toplumsal yeniden üretimin kapitalist üretimtarzında sermayenin yeniden üretilmesi yoluylagerçekleştirildiği, sosyalist çevrelerde çoğunluklakabul gören bir önermedir. Ancak her nedense buönermenin ne anlama geldiği üzerinde ya düşünül-mez ya da yapılan analizlerde bu gerçeklik pek dik-kate alınmaz. Kapitalist üretim toplumsal ihtiyaç-ların karşılanması için değil kâr için yapılan birüretimdir. Bu nedenle, bir ürüne olan ihtiyacın şid-deti değil, onun kâr getirip getirmemesi o ürününüretilip üretilmeyeceğini belirler. Kaldı ki, toplu-mun bir kesiminin açlık sınırında yaşadığı günü-müz koşullarında, bu açlığı ve yoksulluğu ortadankaldıracak olan metalar raflarda alıcı beklemekte-dir. Kapitalist öncesi üretim biçimlerinde geçerliolan; kendi ihtiyaçlarını karşılamak için üretimyapan, üretemedikleri ürünlere ulaşmak için ürete-bildikleri ürünleri değişime sunan doğrudan üreti-ciler artık yoktur. Sermaye yoğunlaştıkça bütünüretim ve hizmet alanları sermayenin konusu hali-ne gelir. Yine aynı yoğunlaşma nedeniyle sermaye-nin üretim araçları, hammaddeler vs’den oluşandeğişmeyen kısmı, ücretlerden oluşan değişen kıs-mına oranla sürekli artar. Burjuva aklın da anlaya-bileceği şekilde ifade edecek olursak; bir işçininharekete geçirdiği sermaye miktarı (burjuva iktisa-dı buna bir işçiyi istihdam etmek için gerekli ser-maye miktarı der) sermaye yoğunlaştıkça sürekliartar. Bu durum aynı sermaye ile giderek daha azişçi çalıştırması, aynı anlama gelmek üzere serma-yenin artmasına oranla işçi sayısının giderek azal-ması sonucunu verir. Bu da sermaye ile ilişkilene-

meyen nispi aşırı nüfusta bir artış demektir. Bütünservet biçimlerinin sermayeye, bütün emek biçim-lerinin ise ücretli emeğe dönüşmesi, kapitalist üre-tim tarzının genel eğilimidir. Marks’ın bir soyutla-ma olarak analiz ettiği iki sınıflı toplum, günümüz-de bir gerçeklik haline gelmiştir. Tüm üretim araç-ları sermayeleşmiş, tüm emek biçimleri de işçileş-miştir.

Toplumsal yeniden üretimin sermaye dolayı-mıyla gerçekleştirildiği koşullarda işsiz kalmış ya dahenüz sermaye ile ilişkilenmemiş olan köylülükveya sermaye ile ilişkilenmek üzere emek gücünenitelik yüklemekte olan öğrenciler ve emek gücü-nü satacak bir kapitalist bulamamış olan işçikesimleri de sermaye ile ilişkilenmiş ücretli emekgibi sermayeye aittir; ihtiyaç duyulduğunda serma-ye tarafından bu kesimler ücretli emekçi halinegetirilirler. Sermayenin emek gücü rezervi olan bukesimler, çeşitli sübvansiyonlarla, sosyal yardımlar-la, işsizlik ödenekleriyle hayatta tutulmaya çalışılır.Çünkü bu kesimlerin sermaye ile ilişki kurmaksızınkendi yeniden üretimlerini gerçekleştirme şanslarıartık kalmamıştır. Zira sermaye için yedek sanayiordusunu oluşturan bu kesimler, işçi sınıfının çalı-şan kesimi için ne kadar tehdit oluşturursa, çalışanişçilerin emek-gücünün değeri o kadar düşük, işgü-nü o kadar uzun, sonuç olarak sömürü oranları dao denli yüksek olur. Yukarıda ele alınan üç farklıyaklaşımı savunanlarca yapılan analizlerde toplu-mun bu kesimlerinin sermaye ile ilişkileri dikkatealınmamış; onlar, sanki bu ilişkilerden münezzeh-miş ve kendiliklerinde bir varoluşa sahiplermiş gibideğerlendirilmiş ve bu yaklaşım üzerinden teorilerkurulmuştur. Toplumun bu kesimlerine sermaye ileilişkileri dikkate alınmaksızın bakıldığında, onlarınbir kısmı gençlik, bir kısmı iyi eğitim almış, birkaçdil bilen modern kesimler, bir kısmı etnik bir kim-lik, bir kısmı cinsel tercihlerinden dolayı dışlanmışkimseler, bir kısmı hırsız, haydut, serseri gibi görü-nür.

Öte yandan, yedek sanayi ordusunu bir kenarabıraktığımızda, faal işçi ordusunun sadece mesaisideğil 24 saati sermayeye aittir. Sermaye dolayımıy-la toplumsal yeniden üretimin devam edebilmesiiçin sermaye birikiminin olması, sermaye birikimi-nin olabilmesi için artı-değer sömürüsü, artı-değersömürüsü için sürekli yeniden üretilen emek-gücüşarttır. Bu nedenle bir işçinin emek sürecindegeçirdiği zaman onun emek-gücünün tüketildiği

45Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 48: Temmuz-Aralık 2013

46Temmuz-Aralık 2013

zamanı, günün geri kalan kısmı ise emek gücününyeniden üretildiği zamanı oluşturur. Şayet normalişgünü 8 saat ise emek günün yeniden üretimi için16 saatlik bir süre kalmaktadır. Eğer işgünü 10saate çıkmış ise emek gücünün yeniden üretimiiçin kalan süre 14 saate iner. Normal koşullarda 16saatte yeniden üretilen emek gücü 14 saatte aynınitelikte yeniden üretilemeyeceğinden, sömürüemek yağmasına dönüşür. Buradan bakıldığında,sermaye açısından işçinin bir günü, son tahlilde,emek-gücünün sömürüldüğü işgünü ve onun tek-rar sömürülebilecek hale getirildiği zaman olaraksermayeye aittir. Emek-gücünün yeniden üretildiğialan, aynı zamanda üretim sürecinde sömürülenartı-değerin gerçekleştirildiği alandır. İşçi açısın-dan ise bir gün, kapitaliste sattığı metasını gerçek-leştirdiği emek-gücünün tüketim zamanı ile aynımetayı tekrar satılabilecek hale getirdiği üretimzamanının toplamından oluşur. Biri ne kadar uzar-sa öteki o kadar kısalır. Bu nedenle işçinin 24 saatitoplumsal sermayenin denetimindedir. Ancak,işçinin emek-gücünün tüketimi ile onun yenidenüretimi farklı zaman ve mekanlarda gerçekleşir.Biri kapitalistin iradesi, diğeri ise işçinin iradesialtında.

Kapitalist üretim, üretici güçleri geliştirerekişbölümünün zorunlu sonucu olarak gerçekleşensomut emek farklılıklarını yalın emeğe indirgemeyönünde bir eğilim geliştirir. Bu eğilim, emek süre-cindeki farklı rol ve statüleri eşitleme yönünde biritki yaratır. Makinanın üretim sürecine hakimolmasıyla birlikte, aynı işi yapıyor olsalar da kadınve çocuk emek gücünün daha düşük ücretlendiril-mesi, kadın sorununun kapitalizmde aldığı biçimintemel nedenidir. Makinadan önce proleter ailesi-nin yeniden üretimi için erkek işçinin ücreti içeri-sinde hesaplanan ailenin tüm giderleri, makineninüretime uygulanmasıyla birlikte kadın ve çocukla-rın da emek sürecine çekilmeleri neticesinde üçebölünmüştür. Ancak, ailenin toplam masrafların-dan kadın ve çocuğun giderleri, kadın ve çocuğunücreti olarak ayrıldıktan sonra ailenin genel gider-leri, aile reisi olarak tanınan erkeğin ücreti içeri-sinde bırakıldığı için aynı iş yapan erkeğin ücretikadının ve çocuğun ücretinden daha yüksekolmuştur. Bu durum, ücretin, emek gücünün yeni-den üretiminin karşılığı olduğu gerçeğinin kanıtın-dan başka bir şey değildir. Erkeğin aile reisi olaraknitelendirilmesi kapitalist hukukun icadı olmayıp

kapitalizmin hazır bulduğu bir ilişkidir. Ancak,boşanmaların kolaylaşması, yalnız yaşayan kadınve erkeklerin oranlarının nispi artışı, ücretin belir-lenme kriterlerini zorlamaktadır. Eşit işe eşit ücrettalebi, ücretin yapılan işle belirlenmesi gerektiğiyönündeki yanlış inancın ürünüdür. Gerçekteücret, emek gücünün yeniden üretilme maliyetiylebelirlenir. Eğer kadın ve erkeğin emek gücününyeniden üretim maliyetleri hesaplanırken “aileninortak giderleri” değil de her bireyin yeniden üreti-minin maliyeti hesaplanmaya başlandığı noktadaücretler eşitlenecektir. Ancak, hepimizin bildiğigibi, devlet, aileyi kutsallaştırmakta, fazla çocukyapılmasını teşvik etmekte, başka bir ifade ileücretlerin belirlenme kriterlerinin değişmesiniengellemek için ailenin korunması doğrultusundapolitikalar uygulamaktadır. Makinanın ortaya çık-masıyla birlikte kadın emeğinin emek pazarınasürülmesi ücretleri düşüren bir etki yapıyordu bunedenle desteklendi. Kadının çalışması, ekonomiközgürlüğünü kazanması, dolayısıyla özgürleşmesiolarak lanse edildi. Bu gün ise bir adım daha atıla-rak kadınların, bir erkeğin eşi olarak değil, bağım-sız bir birey olarak statülendirilmesi, ücretlerinartırılmasını gerektireceği için sermaye ayak diri-yor. Bu nedenle makinayla birlikte kadının özgür-leşmesi anlamına gelen emek pazarı, onun esaretihaline geldi.

Kapitalistin iradesi altında gerçekleşen emeksüreci, kadın sorununun yanında, etnik, dini, mez-hepsel farklılıkları da sorun yumağı haline dönüş-türür. Canını kurtarmak için evini barkını, yurdu-nu terk edip, çoluğuyla çocuğuyla ülkemize sığın-mış olan ve hayatta kalmaktan başka önceliğiolmayan Suriyelilerin her alanda yarı fiyata çalıştı-rılmaları örneğinde olduğu gibi. Benzer bir süreçköy boşaltmaların ardından gerçekleşen göç dalga-sından sonra Kürt’ler için de geçerliydi, haladevam etmektedir. Her ne kadar kamu işyerlerindekimlik farklılıkları farklı ücretlendirmenin nedeniolamasa da işe alınmanın nedeni olmaya devamediyor. Ancak, bu durum, ne Suriyelilerin Suriyeliolmalarından, ne de Kürtlerin Kürt olmalarındankaynaklanmaktadır. Sorun, onları, emek güçleriniçok daha ucuza satmak zorunda bırakan iktisadikoşullardan kaynaklanmaktadır. Ancak, kaynağıne olursa olsun, mevcut durum eşitlik talebinin dekaynağıdır.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 49: Temmuz-Aralık 2013

47Temmuz-Aralık 2013

İşçinin iradesi altında gerçekleşen dolaşım ala-nında da durum bundan pek farklı değildir. işçi,emek gücünü yeniden üretim sürecinde farklıstatü, rol ve kimliklerde bürünür. Kimi yerdecebinde parası olan itibarlı bir müşteri, yolcu,hasta kimi yer de ise kamusal hizmetlerden yarar-lanmayı talep eden ya da devlete karşı yükümlü-lükleri olan bir vatandaş pozisyonundadır. Buradada kapitalizmin içinden çıkıp geldiği toplumunkalıntılarıyla yüzleşir. Herkesi, eşit haklara sahipmeta satıcısı vatandaş statüsünde ortaklaştırmayaçalışan burjuva hukuku, sistem içerisinde adaletarayışının da dayanağı haline gelir. Bu nedenleKürt Türk’le, Alevi Sünni’yle, kadın erkekle aynıhakları talep eder. Bu ise kapitalizmin idealindekitoplum biçimidir. İdeal kapitalist sistemin hayatageçirilmesi sosyalist bir proje olamayacağı gibi sos-yalistlerin hedefi de olamaz.

Yukarıda ele alınan 3 farklı yaklaşımı savunan-larca yapılan analizlerde, toplumsal üretimin ser-maye dolayımıyla gerçekleştiği dikkate alınmadanyapılan değerlendirmeler, sadece emek gücününyeniden üretim sürecindeki kırılmaları görmekteve kendilerine göründüğü biçimiyle teori üretmek-tedirler. Görüngüye baktıklarında çeşitli statü,kimlik ve rollerde insan toplulukları vardır ve bun-lar arasında eşitlik yoktur. İşçi sınıfı sadece sanayi-de çalışan kol işçisi olduğuna göre toplumun göre-ce küçük bir kesimini oluşturmaktadır. Çoğunlukolamadığı için tüm toplumun kurtuluşu adına sözsahibi de olamamaktadır. İşçi sınıfı ancak, toplu-mun ezilen, horlanan, inkar edilen baskı görendiğer kesimleriyle birlikte daha özgür ve eşit birtoplumun kurulması konusunda etkin bir oyuncuolabilir. Bu nedenle hedef “sosyalizm” değil “radi-kal demokrasi” olmalıdır.

İşçinin, gerek emek sürecinde yüzleştiği eşitsiz-likler gerekse dolaşım alanında yüzleşmek zorundakaldığı eşitsizlikler, son tahlilde sermayenin aşmakzorunda olduğu, aslında bu doğrultuda eğilimselbir yönelime de sahip olduğu problemlerdir. Busorunların çözümünü hızlandırmak amacıyla, sözkonusu adaletsizliklere muhatap olan toplumkesimlerini bir araya getirerek çogunluğu sağlamaamacı, gerçek bir çoğunluk olan işçi sınıfını azınlıkolmaya mahkum etmekten başka bir anlama gel-memektedir. Toplumda, kimliğinden ötürü horla-nan, aşağılanan, baskı gören ya da egemen ifadey-le “ötekileştirilen” kesimlerin karşısında, bütün bu

olumsuzluklarla muhatap olmayan kesimler, üre-tim araçları karşısındaki ilişkilerine bakılmaksızınaynılaştırılmakta, toplum egemen kimlikler vedezavantajlı kimlikler olarak bölünmektedir. İşteburada sormak gerekir; toplumda üretim ve geçimaraçlarından yoksun olan mülksüzler mi gerçek birçoğunluk, yoksa dezavantajlı kimlikler mi? Toplu-ma üretim ilişkileri bağlamında bakıldığında, top-lumun üretim ve geçim araçlarının, dolayısıylamülkiyetin sahibi olan azınlık ve emek gücündenbaşka satacak bir şeyi olmayan mülksüzler, yaniçoğunluk olarak ikiye bölündüğü, bu çoğunluğunise Occupy hareketinin temsilcilerince %99 olarakifade edildiği görülecektir. İstatistikler de bu tezi-mizi desteklemektedir.

2014 TÜİK verilerine göre Türkiye’nin 15 yaşüzeri kurumsal olmayan nüfusu 56.795.000’dir.Bunların 26.194.000’i istihdam edilen, 2.579.000’iişsiz, 28.022.000’i ise işgününe dahil olmayannüfustur. İstihdam edilen 26.194.000 kişinin17.232.000’i ücretli veya yevmiyeli, 3.271.000’iücretsiz aile işçisi, 4.468.000’i kendi hesabına çalı-şan ve 1.123.000’i işverendir. Gerçeklik kabaca,İstihdam edenlerin dahi, istihdam edilen nüfusadahil edildiği bu saçma istatistiklerden bile anlaşıl-maktadır. Buna göre kapitalist 1.123.000 kişi. Bun-ların kurumsal olmayan nüfusa oranları ise%1.97’dir. Kendi hesabına çalışan 4.468.000 kişiyi,(ki bunların içerisine berber, bakkal, manav, kasap,simitçi, taksici, lokantacı vs. gibi sermayesi yeterliolmadığı için kendisi de çalışmak zorunda olanküçük mülk sahipleri de dahildir) meşhur küçükburjuvazi olarak niteleyebiliriz. Bunların kurumsalolmayan nüfusa oranı ise %7.86’dır. Bu grupta yeralanların büyük bir bölümü işçi sınıfına küçük birazınlığı ise burjuvaziye dahil olacaktır. Çünkütarihsel olarak hep böyle olmuştur. Sermayeninyoğunlaşması ve merkezileşmesine bağlı olarakorta sınıfların büyük çoğunluğu işçileşir.

Aynı istatistiklere göre emek gücünün dağılımıise şu şekildedir: Hizmet sektörü %45, Sanayi%26, Tarım %20 ve işsiz %9. Bilindiği üzere resmiistatistiklere göre, 6 ay boyunca iş arayıp da bula-mayan kişiler işsiz olarak nitelendirilmektedir. 6aydan sonra hala işsiz olan kişiler işgücüne dahilolmayan nüfus kategorisine alınmaktadırlar. Öteyandan Marx’ın, işçi sınıfının bir parçası olduğuiçin yedek sanayi ordusu olarak nitelendirdiğikesimler de, resmi istatistiklerdeki işsizleri işaret

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 50: Temmuz-Aralık 2013

48Temmuz-Aralık 2013

ettiği kadar işgücüne dahil olmayan nüfusu da işa-ret etmektedir. Bu nedenle bu kesimin de hangigruplardan oluştuğu önem kazanmaktadır. Çünkü,yukarıda eleştirdiğimiz anlayışların kafalarındakigiderek büyüyen orta sınıfın resmi istatistiklerdegörünmediği, tam aksine giderek küçülen bir ortasınıfla karşı karşıya olduğumuz ortadadır.

Kurumsal olmayan nüfusun (56.795.000) yarı-sını oluşturan “işgücüne dahil olmayan nüfus”u(28.022.000) inceleyecek olursak; iş bulma ümidiolmayanlar %8, mevsimlik çalışanlar %0,5, ev işle-ri %40, eğitim öğretim sürecinde olanlar %16,emekli %14, çalışamaz halde olanlar %14 ve diğer%7,5’tür. Marksın tanımlamasıyla, bu kesimlerinilk üçü yedek sanayi ordusunun “saklı” kesimini,eğitim öğretim sürecinde olanlar “durgun” kesimi,emekliler, çalışamaz halde olanlar ve diğer kesimise “dip tortu”yu oluşturmaktadır. Ve ihtiyaçduyulmaları halinde emek sürecine dahil edilirler.Hal böyle iken, yukarıda anılan çevrelerce tanım-lanan iyi eğitim almış, birkaç dil bilen, yüksek sta-tülü, görece yüksek yaşam koşullarına sahip “yeniorta sınıf” nerede? Kanaatimizce işçi sınıfının birkısmı, bu yeni orta sınıfları oluşturuyor. Toplumaüretim ilişkileri bağlamında bakıldığında tamamenişçi sınıfına dahil olan toplum kesimlerinin birkısmı, gelir, statü, yaşam koşulları, eğitim durumugibi kriterlerle bakıldığında orta sınıf gibi görünüz.Zira alt ve orta katmanları, derecesi, şiddeti olma-yan hiçbir şey yoktur; yeter ki bir nicelik halinegetirilebilsin.

Değişen İşçi Sınıfı Sınıflı toplumları birbirinden ayıran temel özel-

lik artığa el koyma biçimleridir. Kapitalist öncesiüretim biçimlerinde artığa zor aracılığı ile el konu-lurken kapitalizmi bu toplum biçimlerinden ayırantemel unsur artığa değişim aracılığı ile el konulma-sıdır. Köle emeğinin sömürüsü ile serf emeğininsömürüsü birbirinden ayrıdır. Keza feodal toplum-da artığın adı ranttır ve üretici güçlerin gelişmişlikdüzeyine bağlı olarak üç farklı formda görülür:Emek rant, ayni rant ve para rant. Rant biçimle-rindeki değişim bize feodal toplumun statik olma-dığını, üretici güçlerin gelişimine bağlı olarak üre-tim ilişkilerinin de değişime uğradığını gösterir.Ancak ne zaman ki manüfaktür yeni bir üretmebiçimi olarak ortaya çıkar, işte o zaman feodalizminölüm çanları çalmaya başlamıştır. Benzer biçimde

kapitalist üretim ilişkileri de statik değildir. Başlan-gıçta emek aracı alettir. Ancak unsurlarını parçaişçilerin oluşturduğu kolektif işçi, manüfaktürdeorganik bir makine olarak peydah olur. Daha sonraorganik makine inorganik makineye dönüşür.Makine fabrika sisteminde otomata doğru evrilir.Üretici güçlerdeki bu gelişme üretim ilişkilerindesermayenin merkezileşme ve yoğunlaşmasına vekeza tekil sermayeden sınıfın sermayesine ya dahisse senetli sermayeye doğru evrilmesine nedenolur. Manüfaktürde üretimin öznesi işçidir. Emekaracı onun kontrolündedir. Makinenin doğuşu ileüretimin öznesi makine haline gelir. Şimdi işçiemek aracının hızına ayak uydurmak zorundadır.Emek aracı el aletiyken kol emeği ve bilgi/beceriişçide billurlaşmak zorundadır. Makine ile birliktekol emeği makineye devredilir. Makinenin ortayaçıkışı sermayenin değer bileşeninde oransal tersyü-ze neden olur. Değişen sermaye/değişmeyen serma-ye oranı tersine döner. Bu durum bilimin tekniğeuygulanmasını hızlandırır, nispi artı-değer yarışınıkapitalizmin ilerletici gücü haline dönüştürür. Bili-min tekniğe uygulanması, bilimi sermayenin konu-su haline getirir. Bilim insanlarının da sermaye ileilişkilenmesini koşullar. Yeni enerji biçimlerininbüyük güç kaynaklarına uygulanması pek çokmakinenin birbirine entegre edilmesini olanaklıkılar. Entegre tesisler işçileri yığınlar halinde biraraya getirir. Yığınlar halinde bir araya gelen sade-ce işçiler değildir; işçilerden önce sermayeninyığınlar halinde bir araya gelmesi gerekir. Üreticigüçlerdeki gelişmeye sermaye birikimi yetişemedi-ğinde birikmiş atıl sermayeyi devreye sokmak içinbankalar, anonim şirketler, borsalar devreye girer.Kapitalizm devingendir. Üretici güçlerin değişimi-ne bağlı olarak gün be gün ilişkiler de değişir. Yanisınıflar değişir, sınıf ilişkileri değişir. Sınıfların deği-şimi sınıf savaşımının koşullarını, araçlarını, unsur-larını değiştirir. Bugün kapitalizmin tanıklık ettiği-miz döneminde olan biten de budur. Nasıl ki alet-ten makineye geçiş ile kol emeği emek aracınınunsuru haline geldi ise bugün chip'in makineyeuygulanması ile kafa emeği de emek aracının unsu-ru haline dönüşmektedir. Kol emeğinin makineninunsuru haline gelmesi, işçiler arasındaki fizikselfarklılıkları eşitler; kadın emeği, çocuk emeği üre-tim sürecine dahil olur. Kafa emeğinin emek aracı-nın unsuru haline gelmesi, kafa emeğini sıradan-laştırır. Yaratıcı emek ile kafa emeği ayrışır. Kafa

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 51: Temmuz-Aralık 2013

49Temmuz-Aralık 2013

emekçisi yaratıcı (inovatif) süreçler dışında ayrıca-lıklı konumunu kaybeder. Chip'in makineye uygu-lanması makine karşısında kontrol ve besleme gör-evindeki kol emekçisini konumundan eder, gerek-sizleştirir. El değmeden üretim, fabrikaları tenha-laştırır. Tenhalaşan fabrikalarda üretilen metalarınbirim değeri düşer, kâr oranları düşer. Zıt yöndeetkilerin iflasıyla kapitalizm krize sürüklenir. Krizsermayenin bir kısmının yeniden üretime eklemle-nememesi demektir. Eski üretim alanlarına eklem-lenemeyen sermaye yeni kârlı alanlar arar. Yenikârlı alanlar, yeni kârlı pazarlar ya da yeni gereksi-nim alanlarıdır. Sermaye yer kürenin her bir hüc-resine yayılır, her bir gereksinim alanını metalaştı-rır. Sudan havaya, eğitimden sağlığa her şey serma-yenin konusu haline gelir. Her şeyin üreticisi işçilerpeydahlanır. Bu işçilerin ürettikleri kullanımdeğerleri (yararlılık) öncekilerden farklıdır ve fark-lı biçimlerde üretilirler. Üretenler de öncekilerdenfarklıdır. Emek gücünü yani üretebilme potansiye-lini satmak zorunda olanların suretleri farklılaşır.İşçi sınıfı farklılaşır. Sınıf ilişkileri farklılaşır. Kültürfarklılaşır, devlet farklılaşır, dil farklılaşır, din fark-lılaşır, velhasıl sınıf savaşımı biçimleri, araçları,

unsurları farklılaşır. Bugün Gezi'de, Tahrir'de,Rio'da, Newyork'ta sokaklarda, meydanlarda aynısınıfın, işçi sınıfının insanları haykırmaktadır.Tunus'ta Buazizi, Gezi'de Kırmızılı Kadın aynı dillekonuşmaktadır.

İnsanları sınıfsal suretlerinden sıyırırsanızMuhammed Buazizi'nin Tunus'lu, Ceyda Sun-gur'un Türk olduğunu görürsünüz. Tahrir'dekilermüslüman, Wall Street'tekiler hıristiyandır. Kimi-leri erkek, kimileri kadın, kimileri LGBT bireydir.Sünnisi de vardır, Alevisi de. Gençte vardır, yaşlıda. Kimlik mücadelesi 1989'un bakiyesidir.

Son SözSpinoza’nın ifadesiyle “her belirleme bir olum-

suzlamadır”. Bu anlamda Gezi olayları da bir belir-lemedir. Belirleyen kendinde sınıf olduğu içinolumsuzlanan mevcut iktidar olmuştur. Kapitalistsistemin olumsuzlanması için ise “kendisi için sını-fın” belirlemesine ihtiyaç var. Bu da kendinde sını-fın belirlenmesini bu anlamda olumsuzlanarakkendisi için sınıf haline gelmesini önvarsaymakta-dır. O halde görev, kendinde sınıfı, kendisi içinsınıfa dönüştürmek olmalıdır.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 52: Temmuz-Aralık 2013

Dipnotlar1. Şöhret Baltaş’ın Sol Defter’de yayınlanan “İsyan

Sınıfsaldır, Halk İsyandadır” isimli makalesinden alınmıştır.

2. Aynı yazının Marksist bir eleştirisi için Selim Ergunalp’’in, sendika org’’da yayınlanan “Hangi Orta Sınıf” başlıklı makalesine bakılabilir.

2. Burada sol ve sağ kavramları aktüel anlamlarıyla kullanılmıştır.

Kaynaklar1. Baltaş, Ş. “İsyan Sınıfsaldır, Halk İsyandadır”,

[http://www.soldefter.com/2013/08/12/ isyan-sinifsaldir-halk-isyandadir-sohret-baltas/], 12.08.2013, (erişim tarihi: 02.05.2014).

2. Tugal, C. “Gezi Hareketinin Ortak Paydaları ve Yeni Örgütlülük Biçimleri”, [http://t24.com.tr/haber/gezi-hareketinin-ortak-paydalari-ve-yeni-orgutluluk-bicimleri,233416], 03.07.2013, (erişim tarihi: 03.05.2014).

3. Keyder, Ç. “Gezi Parkı Protestoları Bağlamında Yeni Orta Sınıflar, Neo-liberal Dönüşüm ve Yoksulluk” (Çağlar Keyder ile söyleşi), [http://konusakonusa.org/2013/09/05/gezi-parki-protestolari-baglaminda-yeni-orta-siniflar-neo-liberal-donusum-ve-yoksulluk/],05.09.2013,erişimtarihi: 03.05.2014.

4. Mollaer, F. “Direniş, Onur ve Mekan”, [http://www.birikimdergisi.com/guncel/direnis-onur-ve- mekan], 28.08.2013, (erişim tarihi: 07.05.2014).

5. Kelekçi, Ö. “Direnişin Zamansallığına Dair,[http://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=

1001&makale=Direni%FEin%20Zamansall% FD%F0%FDna%20Dair],23.08.2013,erişimtarihi: 07.05.2014.

6. Konuşlu, F. “İmajdan Mekansal Varoluşa”, [http://www.birikimdergisi.com/guncel/imajdan-mekansal-varolusa], 15.09.2013, erişim tarihi: 06.05.2014.

7. Kara, O.E. “Gezi Direnişi: Etik ve Etoloji”, [http://www.birikimdergisi.com/guncel/gezi-direnisi-etik-ve-etoloji], 24.07.2013, (erişim tarihi: 06.05.2014

8. Ergüden, I. “Tekil Çokluklar Yeniden Komünizm Yeniden Anarşizm” İçinde: Direnişi Düşünmek 2013 Taksim Olayları, Monokl Yayınları, İstanbul, 2013.

9. Bodiou, A. “Ayaklanmadan Yeni Bir Politikaya, Türk Halkı Ayağa Kalkıyor” İçinde: Direnişi Düşünmek 2013 Taksim Olayları, Monokl Yayınları, İstanbul, 2013.

10. Tanyıldız, G.S. “Yaşanabilir Hayatlar Yaratma Mücadelesi” İçinde: Direnişi Düşünmek 2013 Taksim Olayları, Monokl Yayınları, İstanbul, 2013.

11. Harvey, D. “Kentsel Mekan Mücadeleleri Neden Önemlidir?” (David Harvey ile röportaj), [http://www.sendika.org/2013/11/david-harvey-ile-roportaj-kentsel-mekan-mucadeleleri-neden-onemlidir/], 26.11.2013, (erişim tarihi: 02.05.2014).

12. Savran, S. “Bu Bir Direniş Değil Halk İsyanıdır” (Sungur Savran’ın Tahrir’den Taksim’e Sınıf Mücadeleleri Paneli’nde yaptığı konuşma), [http://everywheretaksim.net/tr/bu-bir-direnis-degil-halk-isyanidir-sungur-savran/], 24.06.2013, (erişim tarihi: 03.05.2014)

13.Savran, S. “Ezber Bozma Zamanı”, Birgün Gazetesi, 24.07.2013.l

50Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 53: Temmuz-Aralık 2013

51Temmuz-Aralık 2013

DİSK GENEL-İŞ SENDİKASI İŞYERİ SENDİKA TEMSİLCİLERİ ÖRNEĞİNDE

İŞÇİLERİN HAZİRAN 2013 DİRENİŞİ’NEKATILIM DÜZEYİ VE

EYLEMLERE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ

Nergis MÜTEVELLİOĞLUProf. Dr. Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Çalışma

Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri BölümüTaner AKPINAR

Yrd. Doç. Dr. Akdeniz Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi,Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü

ÖzetBu çalışmada DİSK Genel-İş üyesi 468 işyeri

sendika temsilcisinin Haziran Direnişi’ne katılımdüzeyini ve eylemlerle ilgili görüşlerini belirlemekamacıyla Eylül-Ekim 2013’te yapılan bir araştırma-nın başlıca bulguları özetleniyor. Araştırma ile yaş,cinsiyet, eğitim düzeyi vb. sosyo-demografik değiş-kenlerin yanı sıra borçluluk durumunun ve işsizli-ğe karşı maddi güvencelerinin işçilerin eğilimleriüzerindeki etkisinin belirlenmesi de amaçlandı.Soru kağıtları araştırmacıların gözetiminde yüzyüze dolduruldu. Veri analizinde SPSS 17 istatistikanaliz programı kullanılarak betimsel istatistiklerile frekans ve yüzde dağılımları hesaplandı; değiş-ken ölçümleri için Ki-kare testleri uygulandı.

Temel araştırma bulguları şöyledir: Örneklem-den Haziran Direnişi’ne katılanların payı %67 ileoldukça yüksektir; erkeklerin %34,9’u, kadınların%66,7’si eylemlerin çoğuna katılmıştır. Eylemcilerihaklı bulanların payı ise %90’a yükselmektedir.Katılımcıların %78’i kitlelerin tepkilerini ve talep-lerini sokağa çıkarak dile getirmesini tamamen;%94’ü tamamen veya kısmen onaylamaktadır.Örneklemin %72,6’sı, kadınların %91,7’si, halkıntepkilerini seçim sandığında ve sokakta gösterme-sinden yanadır. Katılımcıların %91,5’i hükümetineylemcilere karşı şiddet kullanmasını yanlış bulur-ken, tümü erkek olan %5’lik bir kesim, kitlelereuygulanan şiddeti onaylamaktadır. “Merkez” med-yanın Haziran Direnişi’ni topluma yansıtma biçi-mini, örneklemin %30,5’i kesinlikle veya kısmen

doğru bulduğunu belirtirken, yanlış bulanların payı%61 dolayındadır.

Araştırmada cinsiyetin, eğitim düzeyinin veyaşın eylemlere katılım ve onay eğilimini farklılaş-tırdığı saptanmıştır. Erkeklere göre kadınlar; ilköğ-retim ve lise mezunlarına kıyasla yüksek öğrenim-liler; 31-40 yaş arasındakilere kıyasla 21-30 yaşgrubundakiler ve 40 yaşının üzerindekiler, HaziranDirenişi konusunda daha katılımcı ve onaylayıcıbir tutum içindedir. Borçluluk durumu ve işsizliğekarşı maddi güvencelerle, eylemlere katılım veonay eğilimi arasında ilişkisellik kurmaya elverişligüçlü bulgular elde edilmemiştir. Bulgular, örnek-lemi oluşturan görece türdeş ve sendikal hareketiçinde özel konumu olan bir işçi kitlesinin duru-munu yansıtmaktadır; belirli çekincelere rağmen,örneklem işçi sınıfının bir kesitini oluşturmaktadırve araştırma bulguları, öncelikle Genel-İş üyeleri-nin ve genel olarak işçilerin eğilimleri üzerine fikirverebilmektedir.

Anahtar sözcükler: Haziran Direnişi, Katılımdüzeyi, Sosyo-demografik değişkenler, İşçilerinborçluluk durumu

AbstractThis study summarises and analayses the findingsof a fieldwork carried out during September andOctober, 2013 to learn about the perceptions ofthe 468 workers who are the members of Genel-İş,DİSK regarding Resistance June, 2013. The study

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 54: Temmuz-Aralık 2013

52Temmuz-Aralık 2013

also aims to discover the impacts of both demog-raphic variables such as age, sex and educationlevel and some others like indebtedness or safetynetworks against unemployment on workers’behaviour. Interviews were carried out face to facewith the respondents. SPSS 17 was employed toanalyse the findings.

Main researh findings are as follows: The rateof the respondents who joined the June protestsare 67% which is really high; 34,9% of male res-pondents and 66,7% of felame respondents statedthat they had joined the protests. 90% of the res-pondents acknowledge that the protesters areright. 78% of respondents totally acknowledgestreet protests while 94% of them totally or partlydo. 72,6 of the respondents and 91,7% of femalerespondents agree with the idea that people sho-uld disclose their reactions in voting and in streetprotests. 91,5% of the union members interviewedwith do not agree that the government use violen-ce against protesters while 5% of them who arefemale do. 30,5% of the respondents agree totallyor partly how mainstream media approach the pro-tests while 61% of them do not agree with that atall. It is highly probable that male respondentsmisunderstood this question when we consider theother responds.

This study shows that the responds change bysex, education level and age. Women are morecourageous than men and those having undergra-duate degree than those having lower level eduda-tion, and those aged between 21-30 and 40 plusthan those between 31-40 to take part in Resis-tance June. The study does not have strong evi-dence to show any relation between variables likeindebtedness and safety networks against unem-ploment and the tendency to join the protests.Findings presented in this paper reflect the situati-on of a relatively homogenous population who arein particular position in the union. The sampleincluded in the fieldwork consists of a specific partof working class and the research findings firstlypoint out the reflections of the union membersand secondy the reflections of workers in general.

Key words: Resistance June, participation level,socio-demographic variables, workers’ indebted-ness.

GirişMayıs 2013’ün son günlerinde İstanbul’da Gezi

Parkı’nda hükümet politikalarına karşı gençlerinöncülüğünde başlayan demokratik protesto eylem-leri, Haziran ayı boyunca her yaştan ve toplumsalsınıftan milyonlarca kişinin katılımı ile -bir kentdışında- tüm ülkeye yaygınlaştı. İktidarın yoğunşiddet kullanması, ilk üçü Haziran’ın ilk günlerin-de toplam altı gencin eylemler esnasında katledil-mesi, onlarca eylemcinin gözünü kaybetmesi, bin-lercesinin yaralanması eylemleri engelleyemedi.Verilen çok ağır kayıplara rağmen, ülke genelindekararlılıkla sürdürülen eylemler, Türkiye tarihininen büyük toplumsal hareketine, bir halk direnişinedönüştü.

Haziran Direnişi ile Türkiye’de 12 Eylül darbe-si sonrası oluşan derin suskunluk, yerini büyük birtoplumsal uyanışa bıraktı. Milyonların aralarında-ki siyasal, mezhepsel, etnik vb. tüm farklılıkları biryana bırakarak kamusal alanların yağmalanması-na, piyasacılığa, haksızlıklara, gericiliğe ve şiddetekarşı eylem alanlarında kenetlenip birlikte davra-nabilmeyi başarması, direnişin en büyük kazanımıoldu. Haziran Direnişi ile toplum, hak ihlallerinekarşı susmak yerine birlikte tepki göstermeyi seçti;aydınlanma değerlerinin simgesi olan Cumhuriye-te, demokrasiye ve laiklik ilkesine, Cumhuriyetlekazanılan yurttaşlık haklarına sahip çıktı. Eylemlerboyunca kitleler, sadece laik ve demokratik, eşitli-ğe ve özgürlüğe saygılı bir toplum özlemini dilegetirmekle yetinmedi; bu taleplerle uyumlu birpratiği de hayata geçirdi. Eylem alanlarında eşitlik-çi, özgürlükçü, barışçı ve dayanışmacı, insanı vekamusal çıkarları önde tutan bir anlayış ve pratikegemen oldu. Talepler ile eylem pratiği arasındakiuyum, Haziran Direnişine verilen toplumsal deste-ğin çok yüksek olmasına yol açan temel nedenler-den birisidir.

İşçilerin direnişe katılım düzeyi ve direnişinsınıfsal karakteri, yazının kısıtları nedeni ile bura-da üzerinde duramayacağımız farklı değerlendir-melere konu oldu. İşçilerin eylemlere katılımının,yaşadıkları semtlerde yoğunlaştığı; işyerlerindenkaynaklı ve/veya sendikaların öncülüğünde ger-çekleşen örgütlü katılımın zayıf kaldığı gözlendi.İşten çıkarmaların önlenmesi, sendikal haklar üze-rindeki baskıların sona erdirilmesi vb. taleplerindireniş boyunca öne çıkmadığı gözlendi. Ancak

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 55: Temmuz-Aralık 2013

53Temmuz-Aralık 2013

Haziran Direnişinin, nesnel kutuplaşmanın veçatışmanın emekle sermaye arasında olduğu gerçe-ğinin olanca netliği ile görünür hale geldiği birülkede yaşandığı ve sınıfsal karakter taşıdığı açık-tır. Boratav’ın belirttiği gibi (1), Haziran Direnişiile “Yüksek nitelikli, eğitimli işçiler, yarınki sınıfyoldaşları (öğrenciler) ile birlikte, profesyonellerinde katılımıyla, kapkaççı burjuvazinin ve onunlabütünleşmiş siyasi iktidarın devasa kentsel rantla-ra el koyma girişimine karşı çıkmaktadır. Bu, yağ-macı kapitalizme karşı olgunlaşmış bir sınıfsal baş-kaldırıdır. Sınıfsaldır; zira burjuvaziye ve onun dev-letine karşıdır; onlarla kader birliği değil, kaderkarşıtlığı içinde olan insanların ortak hareketidir”.

Emekçilerin ve taleplerinin Haziran Direnişiiçindeki yeri yoğun olarak tartışılsa da, işçilerinkatılım düzeyini ve eylemlere ilişkin görüşlerinibelirlemeye yönelik neredeyse hiç alan araştırmasıyapılmadı. Bu yazıda, sözü edilen boşluğun biraz daolsa doldurulmasına katkıda bulunmak amacıylayapılan bir araştırmanın bulguları özetlenip yorum-lanıyor. Alan araştırmasının verileri, DİSK Genel-İş Sendikası üyesi 468 işyeri sendika temsilcisineEylül ve Ekim 2013’de uygulanan soru kağıdı ilederlendi. Ankette sendika temsilcisi işçilere Hazi-ran Direnişi’ne katılım düzeylerine, eylemlerle ilgi-li görüşlerine, işsizlik riskine karşı maddi güvence-lerine ve kredi kartı borçlarına dair sorular yönel-tildi. Derlenen verilerin istatistik yöntemlerle ana-lizi ile işçilerin eylemlere katılım eğilimini veeylemlerle ilgili görüşlerini etkilemesi muhtemeldeğişkenlerin saptanması amaçlandı.

Aşağıda önce siyasal katılım kavramı ve siyasalkatılımı etkileyen sosyo-demografik faktörler üze-rine kısa bir literatür değerlendirmesi yapılıyor.Ardından araştırmanın ana kütlesi (Genel-İş Sen-dikası’nın üyeleri) üzerine özet bilgiler verilip; alanaraştırmasının amacı, yöntemi, kapsamı ve örnek-lemin demografik özellikleri açıklanıyor. Bir sonra-ki bölümde başlıca araştırma bulguları özetleniyor.

I. Siyasal Katılma Kavramı ve SiyasalKatılımı Etkileyen Sosyo-demografikFaktörlerDemokrasiyi oligarşik sistemlerden ayıran

temel kriterlerden birisi, siyasal erkin toplum tara-fından sınırlandırılması ve denetlenmesidir. Ana-yasa ve anayasal güvenceye kavuşturulan temel

hak ve özgürlükler, demokratik seçimler, erklerinayrılığı, bağımsız yargı, idarenin yargısal denetimivb. geleneksel demokratik kurumlar ve ilkeler deöncelikle siyasal erkin sınırlandırılıp denetlenmesi-ne, devlete karşı bireyi ve toplumu güçlendirmeamacına yöneliktir. Bu nedenle demokrasi ve siya-sal katılım kavramları ve pratiği birbiri ile iç içedir.Siyasal katılma, siyasal eşitlik ilkesinin kısmen deolsa hayata geçirilebilmesinin vazgeçilmez koşulu-dur.

Katılma hakkı, siyasal hakların yanında baştadüşünce ve örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gös-teri yürüyüşü hakkı olmak üzere, temel hak veözgürlüklerin kullanılabilmesini sağlayan bir üstözgürlük ve haktır. Bilinçli ve örgütlü kitleleringönüllü siyasal katılımı, toplumda siyasallaşmasüreciyle birlikte, demokratik değerlerin ve tutum-ların gelişip güçlenmesine hizmet eder. Kuşkusuzsiyasal süreçlere katılarak erki sınırlaması gereken-ler, siyasal irade oluşumu süreçlerinden dışlanmışolan işçi ve emekçi sınıflardır. Cainzos ve Voces,yirmi Avrupa ülkesinden derledikleri verileredayanan araştırmalarında, işçi sınıfının nesnel var-lığını görmezden gelen post-modern savların tersi-ne, sınıfın siyasal katılma alanında önemini koru-yan bir özne olmaya devam ettiğini ortaya koy-maktadır (2).

Yurttaşların özgür iradeleri ile bireysel olarakveya topluca siyasal erkin karar ve uygulamasüreçlerini etkilemek üzere gösterdikleri tümetkinlikler, siyasal katılma kavramı ile ifade edile-bilmektedir. Sadece seçme ve seçilme hakkı değil,bütün biçimleri ve türleri ile siyasal katılma hakkı,evrensel insan hakları arasındadır. Siyasal katılmaspektrumunun sürekli genişlemesi ve öne çıkankatılma biçimlerinin değişime uğraması sonucukurumsal ve/veya geleneksel olmayan bir siyasalkatılma formu olarak protesto eylemleri, bütünülkelerde ve özellikle gençler arasında yaygınlaş-maktadır (3; 4; 5; 6). Siyasal katılmanın en eskiformu olarak seçimlere katılma önemini sürdürsede protesto eylemleri, seçmenlere sesini hemenduyurma olanağı sağlayarak siyasal dönüşümü güç-lendirme yolunu açmaktadır (7). İşgal eylemlerin-den boykot kampanyalarına kadar çok çeşitli form-larda ve farklı amaçlarla gerçekleşebilen protestoeylemleri, siyasal karar süreçleri ile birlikte kamuo-yunu da etkilemeyi amaçlar.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 56: Temmuz-Aralık 2013

54Temmuz-Aralık 2013

Rucht, protesto eylemlerini “devlet dışı öznele-rin eleştirilerini veya karşı duruşlarını ifade etme-lerini sağlayan; formüle edilmiş bir toplumsal ya dasiyasal amaçla bağlantılı kolektif ve kamusaleylemler” olarak tanımlamaktadır (8, s: 19; 9, s:23). Rucht’un tanımından hareketle Schmidt veWilhelm, kolektif ve kamusal protesto eylemlerinidiğer protesto formlarından ayırıp özelleştirir.Yazarlar, konusu somut bir yanlışlığa karşı çıkmak-la sınırlı protestolardan farklı olarak, kolektif vekamusal protesto eylemlerinin toplumun değer sis-temleriyle veya maddi temelleriyle ilgili değişiklik-leri amaçladığını vurgular (10, s: 4). Bu tür protes-to eylemlerinin toplumsal hareketler tarafındansiyasal erk merkezlerini etkilemek üzere tercih edi-len bir yöntem olması da Schmidt ve Wilhelm’inaltını çizdiği nitelikle ilişkilidir.

Son yıllarda, Türkiye’de de, kolektif ve kamu-sal nitelikli protesto eylemleri, özelleştirmelerekarşı yapılan işçi eylemlerinden köylülerin HES’le-ri protesto gösterilerine kadar çok çeşitli formlardayaygınlaştı. Türkiye’de bu eylem türünün yaygın-laşmasında rolü olan iki temel faktörden ilkikurumsal-geleneksel siyasal katılma kanallarınıntümü ile tıkanmış olmasıdır. Hayati önemdekikonularda dahi parlamento içi muhalefet partileri-nin görüşlerinin ve eleştirilerinin siyasal iktidartarafından dikkate alınmaması, bu tıkanıklığa işa-ret eden pek çok göstergeden sadece birisidir. Par-lamento içi muhalefeti temsil eden siyasi partilerinörgütsel yapılarından ve siyasal duruşlarından kay-naklanan zaafların ve yetersizliklerin payını da bubağlamda vurgulamak gerekir.

Haziran Direnişi üzerine yapılan hemen hementüm değerlendirmelerde üzerinde durulan diğerfaktör, kamusal yaşam alanını yıllardır yağmalayansiyasi iktidarın, özel yaşam alanını da daraltmayayönelik hamlelerinin son dönemde yoğunlaşması-dır. İçki yasağından kürtaj yasağına kadar özelhayatın tüm alanlarına el uzatan siyasal erkin, bas-kıcı ve vesayet altına alıcı müdahalelerinin toplu-mu patlama noktasına getirmesidir. Bu süreçtegelişen Haziran Direnişi de literatürdeki kolektif-kamusal nitelikli protesto eylemleri niteliğindeözgün bir kitlesel eylemlilik olarak değerlendirile-bilir. Siyasal katılmanın işlevi ile Haziran Direni-şi’nin güncel ve tarihsel değeri arasında kurabile-ceğimiz ilişkiye, Eroğul’un şu saptaması ışık tutu-

yor: “Siyasal katılma, tarihin oyuncağı olmaktankurtulup onun bilinçli yapımcısı durumuna gel-mektir. İnsanlaşma denen süreç de özünde, bun-dan başka bir şey değildir” (11, s: 232).

Siyasal katılma araştırmalarında başka değiş-kenlerin yanı sıra yaş, cinsiyet, gelir ve eğitimdüzeyi ve mesleki statü gibi sosyo-demografikdeğişkenlerin katılma davranışı üzerindeki etkileriüzerinde yıllardan beri durulmaktadır. Bireylerineğitim, gelir ve mesleki statü düzeyi yükseldiğioranda, aktif katılım eğiliminin de arttığı genel bireğilim olarak kabul görmektedir (12; 13, s: 323;14). Bireyler, siyasetin kendi yaşamları üzerindekietkisini önemsediği; siyasal değerlendirme yapmayeteneğine ve siyaseti etkileme şansına güvendiğive siyasal katılım kendi sosyal çevrelerinde normolarak geçerli olduğu oranda daha yüksek katılmaeğilimi göstermektedir (12; 15, s: 35). Çok sayıdaalan araştırması, eğitim düzeyi ile siyasal katılmasıklığı arasında doğrusal bir ilişki bulunduğunugöstermektedir (11; 12; 15; 16, s: 83). Siyasalkatılmada eğitim, etkisi doğrudan doğruya görülentemel bir öğedir (11, s: 233). Ancak eğitim düzeyifaktörü dışında yaş, cinsiyet, mesleki statü gibideğişkenlerin siyasal katılma eğilimi üzerindekietkisi konusunda 1990’lı yılların başlarından buyana literatürde daha temkinli bir yaklaşım gözlen-mektedir.

Opp ve Finkel’in (16, s: 83) vurguladığı gibi,görgül araştırmalarda demografik değişkenlerleprotesto eylemlerine katılım arasında ilişkiselliklerkurulsa da, bu ikisi arasında mutlak bir etkileşimolduğu iddia edilemez. Örneğin formel eğitimdüzeyi yüksek olanların politik angajmanının dahaaz eğitimlilere göre her zaman ve her toplumdadaha güçlü olması beklenemez. Yüksek öğrenimli-lerin siyaseten daha sık angaje olması, yükseköğrenim diplomasıyla birlikte gündeme gelenbaşka faktörlerle de ilişkili olabilir; söz gelimi iyieğitimli kişiler, politik etkilerinin daha yüksek ola-cağı kanaatini taşıdıkları için daha sık katılma dav-ranışı gösteriyor olabilirler (a.k.).

Kadınların siyasal katılma davranışı konusundaalanda uzun süredir egemen olan görüş, kadınlarınerkeklere kıyasla zayıf katılma eğilimi gösterdiğiyönünde idi. Bu tez, “ana akım siyasal katılma lite-ratüründe” kadınların cinsiyete bağlı farklı sosyali-zasyonları, farklı yaşam koşulları ve zorlukları ve

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 57: Temmuz-Aralık 2013

55Temmuz-Aralık 2013

farklı yapısal bariyerler gibi argümanlara dayandırılıyordu (17,s: 131-38). Son yıllardakadınların siyasal katılma davranışıyla ilgili bugeleneksel yaklaşım da eleştirilmekte ve gözdengeçirilmektedir. Westle’nin argümanlarını destek-leyen bir yaklaşımla Marien ve arkadaşları, kadın-ların siyasal katılım düzeyinin düşüklüğünün, ağır-lıklı olarak geleneksel katılma yollarının onlarakapalı olmasından kaynaklandığı ve bu nedenlekadınların alternatif katılma yollarına yöneldiğigörüşündedir. Geleneksel siyasal katılma biçimleri-ne kadınlar düşük düzeyde katılsa da, alternatifkatılma biçimlerine katılım düzeyi incelendiğindetam tersi bir tablo ile karşılaşılmaktadır (18).

Bu ve benzeri tartışmalarla sosyo-demografikdeğişkenlerin etkisi reddedilmemekte, ancak mut-laklaştırılması eğilimi eleştirilmektedir. Söz konusudeğişkenler, yakın tarihlerde yapılan araştırmalar-da da siyasal katılımı etkileyen faktörler arasındakullanılmaktadır. Cinsiyet, eğitim düzeyi vb. sosyo-demografik değişkenlerin siyasal katılma davranışıüzerindeki etkilerine dair kısaca değinilen günceltartışmalar, sosyal bilimler alanındaki uygulamalıaraştırmalarda 1990’lardan bu yana ağır basanmetodolojik eğilimle de ilişkilidir. Bu eğilimin özüdaha küçük ve özelleştirilmiş gruplarla yapılanalan araştırmalarıyla, genellenmesi mümkün olma-yan sonuçlar pahasına, mevcut durumun gerçeğedaha yakın olarak açıklanmasının yeğlenmesidir.İzleyen bölümde bulguları özetlenen araştırma, bumetodolojik yaklaşımla ve yukarda satır başlarıylaözetlenen literatüre dayanarak gerçekleştirilmiştir.

II. Alan Araştırması1. Ana kütlenin sosyo-demografik profili 1962’de kurulup önceleri Türk-İş Konfederas-

yonu üyesi olan Genel-İş Sendikası, 1976’da Tür-kiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na(DİSK) katıldı. 12 Eylül darbesinden sonra DİSKve bağlı diğer sendikalarla birlikte faaliyetleri dur-durulan Genel-İş, diğer DİSK sendikaları ile birlik-te ancak 1992’de yeniden faaliyete geçebildi.Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın Temmuz2013’te açıkladığı istatistiklere göre 748,069 işçi-nin çalıştığı genel işler başlıklı işkolunda faaliyetgösteren Genel İş, 43,652 üyesi ile işkolunun ikin-ci büyük sendikasıdır. Bakanlığın 2 Şubat 2014

tarihli kayıtlarına göre sendikanın toplam üye sayı-sı 47.535’e yükselmiştir; DİSK’e bağlı sendikalararasında üye sayısı en yüksek sendika olarakGenel-İş, ülke genelinde 1000'e yakın işyerindeörgütlüdür.

Sendika üyelerinin kadın-erkek dağılımındakadın işçilerin payı %12 civarındadır. Oysa Türki-ye’de kadın ve erkek nüfus payları, eşit düzeydeolup, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerinegöre 2012’de Türkiye nüfusunun %49,8’i kadındır.Bilinen sosyo-ekonomik nedenlerle kadınlar, top-lumsal yaşamın bütün alanları ile birlikte işgücüneve istihdama çok düşük bir düzeyde katılmaktadır.Diğer taraftan, 2012’de erkeklerde %8,5 olan işsiz-lik oranı, kadınlarda %10,8’e yükselmekte; gençnüfusta işsizlik oranı, erkeklerde %16,3 ikenkadınlarda %19,9’u bulmaktadır; kayıt dışı çalışmada kadın nüfusta daha yaygındır. Türkiye, işgücüpiyasasıyla birlikte toplumsal yaşamın tüm alanla-rında sosyal cinsiyet eşitsizliğinin en derin olduğuülkelerden birisidir. Dünya Ekonomi Forumu’nun2012 Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’na göre,Türkiye kadın erkek eşitsizliğinde, bir önceki yılagöre, iki basamak gerileyerek 135 ülke arasında124. sıraya inmiştir (19).

Bakanlığın Temmuz 2013 istatistiklerine göre,Türkiye’de toplam kayıtlı işçi sayısı 11 milyon 628bin 806 iken sendikalı işçi sayısı 1 milyon 32 bin166 kişidir ve işçilerin sadece % 8,8’i sendika üye-sidir. Kayıt dışı çalışan işçiler de dikkate alındığın-da, sendikalaşma oranı % 5,9’a düşmektedir. Tür-kiye’de kadınların sendikalaşma oranının erkekle-re göre çok düşük düzeyde olduğu bilinmektedir.Küresel kapitalist sistemin merkez ülkelerindenAlmanya’da da kadınların sendikalaşma oranıgörece düşüktür; gençlerin, vasıfsız işçilerin veesnek çalışma biçimleri ile istihdam edilenlerinsendikal örgütlenme düzeyi de ortalamadan zayıf-tır (20, s: 4, 16; 21, s: 173).

Genel-İş Sendikası üyeleri içinde %61’lik payla40 yaşının üzerinde olanların çoğunlukta olup, 30-39 yaş grubunun payı %30 civarındadır; 20-29 yaşgrubundaki genç işçilerin payı %9’un altındadır.Genel-İş’te ortalama üyelik süresi yüksektir; üyele-rin yarısına yakını (%46,4), 5 yıl ve daha uzunsüredir ve % 24’ü 10 yıldan uzun süredir Genel-İşüyesidir. Uzun süreli üyeliğin, her sendika için arzuedilen bir durum olduğu açıktır. Genel-İş’e ortala-ma üyelik süresinin oldukça uzun olmasının, araş-tırma örnekleminin ekonomik durumu ve işsizlik

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 58: Temmuz-Aralık 2013

56Temmuz-Aralık 2013

riski ile ilgili çıkarımları mümkün kılan iki nedenivardır. Birincisi, sendika üyeliğinin belediyelerdeve bağlı kuruluşlarda yoğunlaşması ve buna bağlıolarak işten çıkarmaların diğer işkollarına kıyasladaha seyrek olmasıdır. İkincisi, uzun süreli sendikaüyeliği, üyelerin sendika değiştirme eğilimininzayıflığının, diğer bir anlatımla üyelerin sendikayabağlılığının göstergesidir. Uzun süreli sendika üye-liği, işçilerin ücretlerinin ve çalışma koşullarınında görece iyi olduğuna işaret etmektedir.

2. Araştırmanın amacı, kapsamı ve yöntemiAlan araştırmasının temel amacı Genel-İş üyesi

işyeri sendika temsilcilerinin Haziran Direnişi’nene ölçüde katıldığının ve eylemlerle ilgili görüşleri-nin belirlenmesidir. Araştırma ile iki farklı değiş-ken grubunun işçilerin katılım düzeyi ve görüşleriüzerindeki etkisi saptanmaya çalışıldı. Bunlardanilki, işçilerin yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, sendikayaüyelik süresi gibi sosyo-demografik özellikleridir.İkinci değişken grubu, işçilerin borçluluk durumuve işsizliğe karşı ne tür maddi güvencelere sahipolduklarıdır.

İşyeri sendika temsilcileri, emek sermaye ilişki-sinin gerçekleştiği, bu ilişkiden kaynaklı somutsorunların ortaya çıktığı işyerlerinde üye kitlesi ilesendikalar arasında köprü işlevi görür; temsilcilerişyerindeki üye kitlesiyle birlikte sendikanın tüzelkişiliğini de temsil eden, öncü nitelikte işçilerdir.Kural olarak temsilcilerin meslekteki kıdemleri veişyerindeki statüleri bakımından da diğer üyelerekıyasla bir adım önde oldukları varsayılabilir. Ayrı-ca Genel-İş’te sendika temsilcileri, işyerindeki üye-lerce seçimle belirlenmektedir. Belirtilen nedenler-le örneklemden elde edilen bulgular, ana kütlenineğilimleri üzerine ancak fikir verebilir.

Örneklemin Eylül-Ekim 2013’te sendikayabağlı tüm işyerlerinden gelerek gruplar halindeüçer günlük sendika eğitimlerine katılacak toplam637 işyeri sendika temsilcisinden oluşması öngö-rülmüştü. Soru kağıdı oluşturulmadan önce yönel-tilmesi düşünülen sorulara dair sendika yöneticile-ri ve işçilerle yüz yüze görüşmeler yapıldı. Ardın-dan 16 sorudan oluşan soru kağıdının işlevselliğinitest etmek üzere eğitime gelen ilk iki gruptaki 124işçiyle pilot uygulama yapıldı. Pilot çalışmanınsonuçlarından hareketle soru kağıdının büyükölçüde yeniden düzenlenmesi nedeni ile örneklem

hacmi 513 kişiye düştü. Soru kağıtlarının doldu-rulması, araştırma kapsamındaki üyeler yaklaşık60’ar kişilik gruplar halinde dersliklerde iken, eği-timcilerin gözetiminde yüz yüze gerçekleştirildi.Toplanan 513 anketten 45’i eksik doldurulduğuiçin geçersiz sayılarak analizler 468 anket üzerin-den gerçekleştirildi. Verilerin elektronik ortamaaktarılmasında ve analizinde SPSS 17 istatistikanaliz programı kullanıldı. Anket sonuçlarının fre-kans ve yüzde dağılımları hesaplandı ve istatistik-sel çıkarımlarda bulunabilmek amacı ile Ki-karetestleri uygulandı.

III. Araştırma Sonuçları1. Araştırma örnekleminin profili Örneklemi oluşturan 468 işçinin % 65,2’si, 40

yaşının üzerindedir. 31- 40 yaş grubundakiler üçtebir civarında iken 21-30 yaş grubundaki gençlerinpayı %3,6’dır. Bu oranlar sendika üyelerinin tümü-ne göre örneklemin yaş ortalamasının daha yük-sek; genç işçilerin payının daha düşük ve 40 yaşüzeri olanların payının daha yüksek olduğunu gös-teriyor. Örneklemin cinsiyete göre dağılımı da anakütleden farklıdır; tüm üyelerin %12’si kadınken,bu oran örneklemde %2,6’ya gerilemektedir.Örneklemin formel eğitim düzeyine göre dağılı-mında %57’lik payla büyük grup, ilköğretim eği-timlilerdir; onları %34,6 ile lise ve %8,3 ile yükseköğrenimliler izlemektedir. Tüm üyelerin eğitimdurumuna ilişkin veri olmadığı için bir karşılaştır-ma yapmak mümkün değildir. Örneklemde istih-damın geneline kıyasla lise mezunlarının payı dahayüksek; üniversite mezunlarının payı daha düşük-tür. Önceki verilerle uyumlu olarak, temsilcilerin%78’i 5 yıldan uzun süredir Genel-İş üyesidir.

2. Temel bulgularBu bölümde önce elde edilen sonuçların fre-

kans ve yüzde dağılımları tablolarla özetleniyor.Kadınların ve erkeklerin yanıtlarının farklılaştığıkonularda tablolar cinsiyete göre dağılımları göste-riyor. Ardından yaş, eğitim düzeyi vb. değişkenle-rin, işçilerin yanıtlarını ne yönde etkilediğini açık-layan tablolara geçiliyor.

2.1. Ankete katılanların yanıtlarının oransal dağılımlarıGünde en az 8-9 saat çalışan işçilerin ara sıra

da olsa eylemlere katılması, katılma eğiliminde

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 59: Temmuz-Aralık 2013

Çoğuna Ara sıra Hiç İlgilenmiyorum

Cinsiyet katıldım katıldım katılmadım Diğer Toplam

Tablo-1: Haziran 2013’te ülke genelinde yapılan eylemlere ne ölçüde katıldınız?

Erkek Sayı 159 144 116 17 20 456% 34,9 31,6 25,4 3,7 4,4 100,0

Kadın Sayı 8 1 2 0 1 12% 66,7 8,3 16,7 ,0 8,3 100,0

Toplam Sayı 167 145 118 17 21 468% 35,7 31,0 25,2 3,6 4,5 100,0

Çok Kısmen Çok Kısmen Fikrim Toplam

Cinsiyet haklılar haklılar haksızlar haksızlar yok

Tablo-2: Haziran 2013’te eylemlere katılan kitleleri ne ölçüde haklı buluyorsunuz?

Erkek Sayı 304 106 9 13 24 456% 66,7 23,2 2,0 2,9 5,3 100,0

Kadın Sayı 11 0 1 0 0 12% 91,7 0 8,3 0 0 100,0

Toplam Sayı 315 106 10 13 24 468% 67,3 22,6 2,1 2,8 5,1 100,0

Kesinlikle Kısmen Kesinlikle Kısmen Kararsız Toplam

Cinsiyet evet evet hayır hayır /Yanıt yok

Tablo-3: Yok sayılan kitlelerin tepkilerini/taleplerini eylem yaparak dile getirmesini onaylıyor musunuz?

Erkek Sayı 354 76 6 2 18 456% 77,6 16,7 1,3 0,4 3,9 100,0

Kadın Sayı 11 0 0 0 1 12% 91,7 ,0 ,0 ,0 8,3 100,0

Toplam Sayı 365 76 6 2 19 468% 78,0 16,2 1,3 0,4 4,1 100,0

Sadece Sadece Seçim Tepki Diğer/Yanıt ToplamCinsiyet seçim sokakta sandığında göstermeyi yok

sandığında ve sokakta gereksizbuluyorum

Tablo-4: Size göre halk tepkilerini ve taleplerini hangi yöntemlerle dile getirmelidir?

Erkek Sayı 84 16 329 15 12 456% 18,4 3,5 72,1 3,3 2,6 100,0

Kadın Sayı 0 0 11 0 1 12% ,0 ,0 91,7 ,0 8,3 100,0

Toplam Sayı 84 16 340 15 13 468% 17,9 3,4 72,6 3,2 2,8 100,0

olduklarını gösterir. Bu nedenle, ara sıra katılan-larla birlikte eylemlere katılımın %67 ile yüksek biroranda olduğu söylenebilir. Buna karşılık, ev içisorumlulukları nedeniyle zamanlarının çok dahakısıtlı olduğunu bildiğimiz kadınlarda eylemlerinçoğuna katılanlar, erkeklere kıyasla yaklaşık iki kat

yüksektir. Genel olarak demokratik eylemlere katı-lımın sendika tarafından organize edilip edilmeme-si, katılımı büyük ölçüde etkileyebilmektedir.Örneklemin görece yüksek katılım düzeyinde,Genel-İş’in ve bağlı olduğu DİSK’in eylemlerekatılımı desteklemesinin rolü olsa gerektir.

Tablo-2, bir önceki tablo ile birlikte değerlendi-rildiğinde, örneklemin %67’sinin eylemlere fiilenkatıldığını, eylemcileri haklı bulma noktasında

desteğin %90’a yükseldiğini gösteriyor. Eylemlerekatılan kitleleri “çok haklı” bulanların oranı erkek-lerde %66,7 iken kadınlarda %91,7’ye yükseliyor.

Tablo-2’deki soru biraz değiştirilip “onay” söz-cüğü de eklenerek yöneltilince, araştırmaya katı-lanların üzerinde en fazla birleştiği sonuç alındı(Tablo-3): Tablo-3’ün başlığındaki soruya örnekle-min %77,6’sı “tamamen” (kadınlarda %91,7),

%94’ü “tamamen veya kısmen onaylıyorum” yanı-tını vermiştir. Kesinlikle veya kısmen onaylamadı-ğını belirtenlerin (erkeklerde %1,7; kadınlardasıfır) ve kararsızların payı da (%4,1) çok düşüktür.

57Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 60: Temmuz-Aralık 2013

58Temmuz-Aralık 2013

sokakta” seçeneğini işaretleyenlerin payı %3,4’te,“tepki göstermek gereksiz” diyenlerin payı ise%3,2’de kalmıştır.

Çok Kısmen Kesinlikle Kısmen Fikri yok ToplamCinsiyet olumlu olumlu olumsuz olumsuz /Bilmiyor

Tablo-6: Haziran 2013 Direnişi’nin işçi sınıfına ve halka etkisi ne yönde oldu?

Erkek Sayı 261 110 38 17 30 456% 57,2 24,1 8,3 3,7 6,6 100,0

Kadın Sayı 8 2 0 0 2 12% 66,7 16,7 ,0 ,0 16,7 100,0

Toplam Sayı 269 112 38 17 32 468% 57,5 23,9 8,1 3,6 6,8 100,0

Kesinlikle Kısmen Kesinlikle Kısmen Fikri yok/ ToplamCinsiyet doğru doğru yanlış yanlış Bilmiyor

Tablo-5: Merkez medyanın Haziran Direnişi’ni topluma yansıtma biçimini nasıl buldunuz?

Erkek Sayı 68 74 225 50 39 456

% 14,9 16,2 49,3 11,0 8,6 100,0

Kadın Sayı 0 1 10 0 1 12

% ,0 8,3 83,3 ,0 8,3 100,0

Toplam Sayı 68 75 235 50 40 468

% 14,5 16,0 50,2 10,7 8,5 100,0

Örneklemin %72,6’sı, kadınların %91,7’si,Tablo-4’ün başlığındaki soruya “seçim sandığındave sokakta” yanıtını vermiştir. “Sadece seçim san-dığında” yanıtı verenlerin payı %18’de, “sadece

Tablo-5, araştırma kapsamındakilerin %30,5gibi yüksek bir oranının merkez medyanın HaziranDirenişi’ni topluma yansıtma biçimini kesinlikleveya kısmen doğru bulduğunu gösteriyor. Merkezmedyanın tutumunu kesinlikle veya kısmen yanlışbulanlar ise katılımcıların %61’i dolayındadır.

Önceki bulgular dikkate alındığında, bu soruyaverilen yanıtların dağılımı, katılımcılar tarafındansorunun yanlış anlaşıldığı izlenimi vermektedir.Soruda “merkez medya” yerine hükümet yandaşımedya” nitelemesi kullanılsaydı, muhtemelendaha farklı bir sonuçla karşılaşılabilirdi.

Araştırmaya katılanların %81,4’ü direnişin işçisınıfı ve halk üzerindeki etkisinin (çok) olumluolduğunu belirtirken, %11,7’si eylemlerin işçi sını-

fını ve halkı olumsuz etkilediğini belirtmiştir. Busoruya da kadınlardan olumsuz görüş belirtenolmamıştır (Tablo-6).

Çok yanlış Yanlış Çok doğru Doğru Fikrim ToplamCinsiyet buluyorum buluyorum buluyorum buluyorum yok

Tablo-7: Hükümetin eylemlere katılanlara karşı şiddet kullanmasına ne diyorsunuz?

Erkek Sayı 381 36 14 9 16 456% 83,6% 7,9% 3,1% 2,0% 3,5% 100,0%

Kadın Sayı 11 0 0 0 1 12% 91,7% ,0% ,0% ,0% 8,3% 100,0%

Toplam Sayı 392 36 14 9 17 468% 83,8% 7,7% 3,0% 1,9% 3,6% 100,0%

Tablo-7’de görüldüğü gibi katılımcıların%91,5’i hükümetin eylemlere katılanlara karşı şid-det kullanmasını (çok) yanlış bulduğunu ifadeederken, %5’lik bir kesim anayasal haklarını kulla-narak demokratik talep ve tepkilerini dile getirenkitlelere uygulanan hükümet şiddetini onayladığı-

nı belirtmiştir. Araştırmaya katılanların DİSK’ebağlı bir sendikanın işyeri temsilcileri olduğu hatır-lanırsa katılımcıların tümü erkek olan %5’lik biroranla da olsa halka karşı hükümet şiddetini onay-laması düşündürücüdür.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 61: Temmuz-Aralık 2013

59Temmuz-Aralık 2013

Tablo-8: Bankalara uzun vadeli borcunuz var mı?Banka borcu Sayı %

Evet, var 334 71,4Hayır, yok 134 28,6Toplam 468 100,0

Tablo-9: Kredi kartı borcunuz ne kadar?Sayı %

Aylık ücretimin 2 katı civarında 127 27,1

Aylık ücretimin 2 katından daha az 153 32,7

Aylık ücretimin 3 katından fazla 81 17,3

Hiç borcum yok 107 22,9

Toplam 468 100,0

Tablo-10: İşsiz kalsanız zorunlu giderlerinizi nasıl karşılarsınız?

Sayı %Aile desteğiyle (eş/diğer aile üyeleri çalışıyor) 62 13,2Bankada param var 8 1,7Borç alarak 16 3,4Gündelik işlerde çalışarak 281 60,0Bilmiyorum 101 21,6Toplam 468 100,0

Tablo-8, araştırma kapsamındakilerin %71,4’ününkonut, otomobil, tüketici kredisi gibi uzun vadelibanka borcu olduğunu gösteriyor.

Tablo 9, katılımcıların yaklaşık %23’ünün uzunvadeli banka borcu bulunmadığını, aylık ücretinin3 katının üzerinde borçlu olanların %17,3’lük birpaya sahip olduğunu gösteriyor.

Tablo-10’un başlığındaki soruya katılımcıların%60’ı gündelik işlerde çalışarak yanıtını vermiştir.Aile desteği ile yanıtını verenlerin %13,2 gibidüşük bir düzeyde olması, katılımcıların sadece %1,7’sinin bankada parası olduğunu ve %3,4’ününborç alabileceğini belirtmesi, başka araştırmalarladerinlemesine sorgulanması gereken bulgulardır.

2.2. Yanıtları etkileyen değişkenler Etkisi araştırılan ilk değişken grubu işçilerin

cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi vb. sosyo-demografiközellikleri; ikincisi işçilerin kredi kartı borçlarınınmiktarı ve işsizlik riskine karşı sahip olduklarımaddi güvencelerdi. Cinsiyetin eylemlere katılımdüzeyini ve eylemlerle ilgili algıları farklılaştırdığı-nı, kadınların erkeklere kıyasla hem eylemleredaha çok katıldığını, hem de eylemlerle ilgili görüş-lerinin daha olumlu olduğunu yukarıda gördük.Beklenenin aksine bu araştırma ile kredi kartı

borçlarının düzeyi ve işsizliğe karşı maddi güvence-lerle eylemlere katılma eğilimi ve eylemlerle ilgiligörüşler arasında ilişki kurmaya elverişli bulgularelde edilemedi. İzleyen tablolarda sadece istatistikolarak anlamlı bir farklılaşmanın ortaya çıktığı iliş-kiler özetlenerek, eğitim düzeyi ve yaş değişkenleriaçıklanıyor.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 62: Temmuz-Aralık 2013

60Temmuz-Aralık 2013

Çoğuna Ara-sıra Hiç İlgilen-katıldım katıldım katılmadım miyorum Diğer Toplam

Tablo-11: Haziran 2013’te ülke genelinde yapılan eylemlere ne ölçüde katıldınız?

Eğitim İlköğretim Sayı 83 84 77 12 11 267% 31,1 31,5 28,8 4,5 4,1 100,0

Lise Sayı 63 57 32 3 7 162% 38,9 35,2 19,8 1,9 4,3 100,0

Üniversite Sayı 21 4 9 2 3 39% 53,8 10,3 23,1 5,1 7,7 100,0

Toplam Sayı 167 145 118 17 21 468% 35,7 31,0 25,2 3,6 4,5 100,0

Kesinlikle Kısmen Kesinlikle Kısmen Fikrim Toplamdoğru doğru yanlış yanlış yok

Tablo-12: Merkez medyanın Haziran eylemlerini topluma yansıtma biçimini doğru buldunuz mu?

Eğitim İlköğretim Sayı 47 42 119 31 28 267

% 17,6 15,7 44,6 11,6 10,5 100,0

Lise Sayı 20 30 90 12 10 162

% 12,3 18,5 55,6 7,4 6,2 100,0

Üniversite Sayı 1 3 26 7 2 39

% 2,6 7,7 66,7 17,9 5,1 100,0

Toplam Sayı 68 75 235 50 40 468

% 14,5 16,0 50,2 10,7 8,5 100,0

Çok olumlu Kısmen Çok Kısmen Fikrim /yararlı olumlu/ olumsuz/ olumsuz ve yok

oldu yararlı zararlı zararlı Toplamoldu oldu oldu

Tablo-13: Haziran eylemlerinin işçi sınıfı ve halk üzerindeki etkisi ne yönde oldu?

21-30 Sayı 11 2 2 2 0 17

% 64,7 11,8 11,8 11,8 ,0 100,0

31-40 Sayı 70 43 12 6 15 146

Yaş grubu % 47,9 29,5 8,2 4,1 10,3 100,0

40 üzeri Sayı 188 67 24 9 17 305

% 61,6 22,0 7,9 3,0 5,6 100,0

Toplam Sayı 269 112 38 17 32 468

% 57,5 23,9 8,1 3,6 6,8 100,0

Yanıtları farklılaştıran bir faktör olarak eğitim düzeyi

Tablo-11, eğitim düzeyi ile eylemlere katılımdüzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkibulunduğunu gösteriyor (P<0,05). Eğitim düzeyi-

ne göre eylemlere katılımı farklılaştıran, üniversitemezunlarının yüksek katılımıdır.

Tablo başlığındaki soruya verilen yanıtlarınişçilerin eğitim düzeyine göre dağılımında da ista-tistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur

(P<0,05). Bu ilişkiye yol açan da yüksek öğrenim-li işçilerin yanıtlarıdır.

Yanıtları farklılaştıran bir faktör olarak işçilerin yaş grubu

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 63: Temmuz-Aralık 2013

61Temmuz-Aralık 2013

Haziran eylemlerinin işçi sınıfı ve halka etkisi-ne ilişkin görüşlerin yaş gruplarına dağılımındakifarklılaşma, istatistiksel olarak anlamlıdır(P<0,05). Bu sonucu doğuran temel etken, 31-40yaş arasındakilere kıyasla 21-30 yaş grubunda ve40 yaş üzeri grupta tablo başlığındaki soruya “çokolumlu/yararlı oldu” yanıtını verenlerin yüzdesinindaha yüksek olmasıdır.

SonuçAraştırma sonucunda cinsiyet faktörünün yanı

sıra eğitim düzeyinin ve yaş grubunun eylemlerekatılım ve onay düzeyini farklılaştırdığı saptandı.Kadınların eylemlere katılım, eylemleri haklıbulma ve onay düzeyi, erkeklere göre; yüksek öğre-nimli işçilerin katılım, eylemleri haklı bulma veonay düzeyi, ilköğretim ve lise eğitimlilere kıyasladaha yüksektir. 21-30 yaş grubundakilerin ve 40yaşının üzerinde olanların, eylemlerin işçi sınıfı vehalk üzerindeki etkilerine ilişkin görüşleri 31-40yaş grubundakilere göre daha pozitiftir. Araştırma-da işçilerin borçluluk durumu ve işsizliğe karşımaddi güvenceleri ile eylemlere katılım ve onayeğilimi arasında ilişkisellik kurmaya elverişli güçlübulgular elde edilemedi.

İşçi sınıfının bir kesitini oluşturan Genel-İşSendikası işyeri temsilcilerinin oluşturduğu örnek-lemin sendikal hareket içindeki özel konumu ve

cinsiyete ve yaş gruplarına göre dağılımının anakütleden farklılaşması nedeni ile bulgular, sendika-nın tüm üyelerine genellenemez. Örneklemi oluş-turan görece homojen işçi kitlesinin araştırmasorularıyla ilgili yanıtlarını yansıtan bulgular,Genel-İş üyelerinin ve genel olarak işçilerin eği-limleri üzerine ancak fikir verebilir.

Bu çalışma, ilgi duyanlar için geniş ve az çalışıl-mış bir araştırma evreninin varlığına dikkat çeki-yor. Yöneltilen birçok soruya işçilerin cinsiyet, yaş,vb. faktörlere bağlı olarak verdikleri farklı yanıtlar,sosyal politik, sosyolojik alan araştırmalarına kay-nak olabilecek araştırma sorularına işaret ediyor.

Araştırma, işçi sınıfının, toplumsal olaylarla vesorunlarla ilgili görüşlerinin ve eğilimlerinin belir-lenmesine yönelik daha fazla ve daha kapsamlıçalışmaların yapılmasına yol açar ise, asıl amacınaulaşmış olacaktır. Emek eksenli politik perspektif-ler, kuramsal ve tarihsel gerekçelerin yanı sıra alanaraştırmalarıyla sağlanan bilgilerle de ilişkilendiri-lebildiği oranda emeğin özgürleşmesi mücadelesi-nin güçlenmesi umulabilir.

Kaynaklar1. Korkut Boratav, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: “Olgunlaşmış bir

sınıfsal başkaldırı” (Korkut Boratav’la Ö. Göztepe’nin www.sendika.org için yaptığı 16.6.2013 tarihli görüşme) http://www.sendika.org /2013/06/her-yer-taksim-her-yer-direnis-bu-isci-sinifinin-tarihsel-ozlemi-olan-sinirsiz-dolaysiz-demokrasi-cagrisidir-korkut-boratav/

2. Cainzos, M. and Voces, C. “Class Inequalities in Political Participation and the ‘Death of Class’ Debate”, International Sociology, 2010, 25(3): 383-418.

3. Klein, H. The Right to Political Participation and the Information Society, Global Democracy Conference, Montreal (May 29– June 1),

http://www.ip3.gatech.edu/research/Right_ to_Political_ Participation.pdf, 2005

4. Horvath, A. and Paolini, G. Political Participation and EU Citizenship: Perceptions and Behaviours of Young People –Evidence from Eurobarometersurveys, Report by Education, Audiovisual and Culture Executive Agency (EACEA), http://eacea.ec.europa.eu/youth/tools/ documents/perception-behaviours.pdf, 2013.

5. Sloam, J. “Rebooting democracy: Youth participation in politics in the UK”, Parliamentary Affairs, 2007, 60(4), 548–567.

6. Harris, A., Wyn, J. and Younes, S. “Beyond apathetic or activist youth”, Young, 2010, 18(1): 9-32.

7. Broschek, J., Schultze, R.-O. “Wahlverhalten: Wer wählt wen? Theoretische Erklärungsmodelle und empirische Befunde” in: Beate Hoecker (Edit.): Politische Partizipation zwischen Konvention und Protest. Eine studienorientierte Einführung. Verlag Barbara Budrich, Opladen, 2006, 23–54.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 64: Temmuz-Aralık 2013

62Temmuz-Aralık 2013

8. Rucht, D. “Protest und Protestanalyse: Einleitende Bemerkungen”, in: Dieter Rucht (Edit), Protest in der Bundesrepublik. Strukturen und Entwicklungen, Frankfurt, 2001, 7-25.

9. Rucht, D. “Bürgerschaftliches Engagement in sozialen Bewegungen und politischen Kampagnen”, in: Enquete-Kommission Zukunft des Bürgerschaftlichen Engagements Deutscher Bundestag (ed.): Bürgerschaftliches Engagement in Parteien und Bewegungen, Opladen, 2003, 17-155.

10. Schmidt, S., Wilhelm, A. Nicht-institutionalisierte politische Beteiligung und Protestverhalten, http://www.bpb.de/geschichte/deutsche-einheit/lange-wege-der-deutschen-einheit/47408/politische-beteiligung?p=all, 2011.

11. Eroğul, C. “Siyasal Katılma”, Attila Aytekin, Gökhan Atılgan (Edit), Siyaset Bilimi, Kavramlar, İdeolojiler, Disiplinler Arası İlişkiler, Yordam 3. Baskı, Eylül, İstanbul, 2013, 227-237.

12. Detjen, J. “Die Demokratiekompetenz der Bürger, Herausforderung für die politische Bildung”, in: Aus Politik und Zeitgeschichte, 2002, B 25, 11-20.

13. Gabriel, O. W. “Politische Partizipation” in: van Deth, J. (Edit): Deutschland in Europa. Wiesbaden: VS Verlag, 2004.

14. Vecchione, M. and Caprara, G. V. “Personality determinants of political participation: Thecontribution of traits and self-efficacy beliefs”, Personality and Individual Differences, 2009, 46, 487–492.

15. Mütevellioğlu, N. ve Köksal C. D. Sivil Toplum Kuruluşlarında Üyelerin Örgütsel Etkinliklere Katılım

Düzeyini Farklılaştıran Etmenler, TÜBİTAK-TÜBA-YÖK tarafından desteklenen araştırma projesi Raporu, 2002.

16. Opp K.-D., Finkel S. E. "Politischer Protest, Rationalität und Lebensstile. Eine empirische Überprüfung alternativer Erklärungsmodelle", in: Koch,A.Wasmer, M.; Schmidt, P.(Edit.): Politische Partizipation in der BRD, Empirische Befunde und theoretische Erklärungen. Opladen (Blickpunkt Gesellschaft; 6), 2001, 73-108.

17. Westle, B. “Politische Partizipation und Geschlecht,” in: Koch, A.;Wasmer, M.;Schmidt, P. (Edit.): Politische Partizipation in der Bundesrepublik Deutschland. Empirische Befunde und theoretische Erklärungen. Opladen (Blickpunkt Gesellschaft; 6), 2001, 131-168.

18. Marien, S., Hooghe, M. and Quintelier, E. “Inequalities in Non-Institutionalized Forms of Political Participation, A Multilevel Analysis for 25 countries”, Political Studies, 2010, 58(1): 187-213.

19.Dünya Ekonomi Forumu,Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu, http://avrupabirligihaberleri.files. wordpress.com/2012/10/kuresel-cinsiyet-ucurumu-raporu-2012.pdf, 2012.

20. Ebbinghaus, B., Claudia, G, Sebastian, K. Mitgliedschaft in Gewerkschaften: Inklusions-u.Exklusionstendenzen in der Organisation von Arbeitnehmer-interessen in Europa, Arbeitspapiere Nr. 111, Mannheim, 2008.

21. Hassel, A. “Gewerkschaften” in: von Winter, Th., Willems, U. (Edit) Interessenverbände in Deutschland. Wiesbaden: VS Verlag, 2007, 173-196.l

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 65: Temmuz-Aralık 2013

63Temmuz-Aralık 2013

ATA SOYER SAĞLIK VE POLİTİKA OKULUİŞÇİ SAĞLIĞI

TARTIŞMALARI

Son zamanlarda inşaat sektörü, tersaneler, kotkumlamacılar, mevsimlik tarım işçileri bağlamındaKürtlerin işçileşmesi, işçilerin kürtleşmesi tartış-maları aldı yürüdü. Bu tartışmalar işçi sağlığı kap-samında da gündemde yer almaya başladı. Siliko-zis, ölümlü iş cinayetleri olgusal gerçeklikler olarakkamuoyu ile paylaşıldı. Dahası Roboski ve Geverkatliamlarını iş kazası kapsamında ele alan yazılarayer verildi.

Neoliberal politikaların yaşama geçirilmesi ileeş zamanlı Özgürlük Mücadelesinin yükseldiğidönemlerde, yakılan-boşaltılan köyler, zorla yerle-rinden edilen mülksüzleştirilen Kürt köylüler,güvencesiz istihdam, iş ve çalışma koşullarındaemek gücünü satmak zorunda kalma gerçekliği ileişçi sınıfının en alt katmanları olarak karşımızaçıkmıştır. Ucuz emek üzerinden rekabet şansıbulan bu sektörler, uzun çalışma saatleri, yoğunemek gücü, işçi sağlığı hizmetlerindeki yetersizlik-ler ile sağlıksızlık üreten mekanlar haline gelmiştir.

İşçi sınıfının alt katmanlarında yoğunlaşanKürt işçileri gerçekliği ile Kürt işçilerin emekmücadelesinde daha fazla yer alması, işçi sağlığıhizmetlerine yönelik ortak bir mücadelenin gelişti-rilmesi dile getirilmektedir. Hal böyle olunca sağlıkalanında yürütülen tartışmaları işçi sağlığı alanın-da genişletme babında giriş niteliğinde bu yazıkaleme alındı.

Yazının ilk kısmında savaş ve zorunlu göç ileneoliberal politikalarının çakışması ile birlikte işçisınıfının Kürtleşmesi tartışmalarına yer verilecek,Kürtlerle işçi sağlığı bağlamında dile getirilen inşa-at, tersane, kot kumlama, mevsimsel tarım işçiliği,atık kağıt işçiliği (çöp işçiliği) ile ilgili kısa değer-lendirmeler yapılacak, peşinden işçi sağlığı yaklaşı-

ATA SOYER SAĞLIK VE POLİTİKA OKULU

mı ile ilgili eleştiriler ve işçi sağlığı ile ilgili bir pers-pektif denemesi paylaşılacaktır.

Güvencesizleştirme ve KürtlerGeç kapitalistleşen ülke olarak Türkiye ilk inşa

döneminden bu yana kâr maksimizasyonu, endüs-triyalizm ve ulus devlet politikaları ile çalışanlariçin sağlıksızlık üretmiş, üretmeye devam etmekte-dir. Eskisini aratmayan neoliberal politikalar ilegünümüz kapitalizmi ülkemizde de çalışanlar vedoğa için tahribatlara yol açmaktadır. Dün olduğugibi bugünde bu politikalar sadece sınıf eksenindedeğil, etnisite, toplumsal cinsiyet ve ekoloji boyut-ları ile sorunları daha da karmaşıklaştırıyor, kat-merleştiriyor.

Sınıf, etnisite, toplumsal cinsiyet ve ekolojikonusundaki çelişkiler iç içe geçmiş, yoğunlaşmışbir sorun yumağı olarak karşımızda durmaktadır.Kürt işçiler, işçi sınıfının Kürtleşmesi kapsamındayürütülen tartışmalarda yoğun yer verilen inşaat,tarım, tersaneler vb. sektörlerde bu iç içe geçmişçelişkiler yumağı rahatlıkla görülebilir.

Benlisoy, etnik farklılıkların daima başka top-lumsal farklılık ve çelişkilerle (sınıf, cinsiyet ya dadin farklarıyla) iç içe geçtiğini; milli talep ve çatış-maların sadece kültürel alandaki farklarla açıkla-namayacağını, çoğu zaman bu farkların maddiezme-ezilme ilişkilerini içerdiğini ve bu anlamdasınıfsal ezilmişliklerle iç içe geçtiğini vurgulamak-tadır(1).

Ülkemiz coğrafyasında da güvencesizleştirmeöyküsü özgünlükler göstermekte, dahası sıcakçatışma, savaş ortamı da tabloyu daha da karma-şıklaştırmaktadır. Türkiye burjuvazisi mevcut neo-liberal politikaların sahibi olarak hem ülke içinde

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 66: Temmuz-Aralık 2013

64Temmuz-Aralık 2013

hem de uluslar arası zeminde kâr maksimizasyonuarayışına girmiş, ucuz emek üzerinden rekabetgücünü artırmıştır. Savaş ortamını Türkiye Kapita-lizmi olanağa çevirmenin yollarını ihmal etmemiş-tir. Savaş ortamının ortaya çıkarttığı milliyetçi rüz-gardan emekçi sınıfın atomize olması şeklindeyararlanmıştır. Emekçilerin işe alınması sürecindeayrımcı politikaları kaşıyarak daha ucuz iş gücüçalıştırma yoluna girmiştir. Emeğin taleplerini dilegetiren, örgütleyen, mücadeleye dönüştüren yolla-rı milliyetçi tohumlar atarak engelleme girişimindebulunmuş ve etkili olmuştur. Daha da önemlisiKürtlerin işçileştirilmesine ve ucuz emek gücü ola-rak çalıştırılmasına yönelik yapılanlardır. Düşükyoğunluklu savaş konsepti ile birlikte mülksüzleşti-rilerek zorla yerinden edilen Kürt köylüler en kötükoşullarda yaşayıp, en kötü koşullarda çalışan işçi-ler haline gelmiştir. Zorunlu Kürt göçü Türkiyesermayesi için olanağa dönüştürülmüş, düşük tek-nolojili emek yoğun vahşi yatırım alanları hızlayaygınlaşmıştır. İnformal sektörün neredeyseçoğunluğu, formal sektörün en vahşi koşullarındaçalışanlar Kürt emekçiler olmuştur. Kapitalizminyatırım yaptığı büyük illerin, turizm bölgelerinin,inşaat sektörünün yaygınlaştığı her yer, sabit olma-yan hareket gösteren üretim tesislerinin, gelişmişkapitalist ülkelerin vazgeçtiği düşük teknolojili-emek yoğun sektörlerin ucuz işçileri çoğunluklaKürtler olmuştur(2). Sömürge politikaları, neoli-beral politikalar ve zorla yerinden edilme geçici(süreksiz) istihdam ve mekan anlamını taşıyanmevsimlik tarım işçiliği Kürtler için zorunlu seçe-nek halini almıştır.

Zorunlu Kürt GöçüZorunlu Kürt göçü kavramı, savaş sürecinde

gerçekleşen köy/mezra boşaltma/yakma uygulama-larından veya sistematik asker-korucu baskısındankaynaklanan zorunlu göç ettirilmenin yanı sıra,uygulamalara/baskılara maruz kalmamakla birliktesavaş koşullarının yaşamı imkansız kılması ve bir-takım sosyo-ekonomik nedenlerden kaynaklanangöç hareketliliğini de kapsamaktadır. Bu nedenler-den bazılarını somutlaştırmak gerekirse; yayla kul-lanımının yasaklanması, uygulanan yiyecek ambar-goları, ekonomik faaliyetlerin durmaya yüz tutma-sı, eğitim ve sağlık imkanlarının daralması gibiörnekler sayılabilir. Bu yerinden edilme ile hare-

ketlenen nüfus Devlet Planlama Teşkilatı işbirli-ğiyla Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Ensti-tüsü tarafından yapılan araştırmaya göre 950 bin-1.2 milyon arasında iken, insan hakları örgütleri vesivil toplum kuruluşları 3-4 milyondan bahsetmek-tedir (3-5). Bölgedeki kentsel nüfusta gözlenebilenyüksek artışlar, zorunlu Kürt göçünün önceliklekırsaldan kente olacak biçimde bölge içinde ger-çekleşmiş olduğunu göstermektedir. Zorunlu göçile köylerini boşaltmak zorunda kalan köylülerinen yoğun şekilde yerleştikleri iller Diyarbakır veVan olmuştur. Göçün köyden bölge illeri kent mer-kezlerine, oradan da Türkiye metropollerine doğrugüzergah izlediği TESEV’in 2006 araştırmasındaortaya konmuştur. Adana, Mersin, Antalya, İzmir,Manisa, İstanbul, Bursa, Kocaeli ve Ankara illeribölgeden gelen Kürt göçünün vardığı ana merkez-ler olmuştur (6). Zorunlu göç uygulamasına maruzbırakılan Kürtlerin mülksüzleşmesi olgusu neolibe-ral bağlamda Harvey’in kullandığı “mülksüzleştire-rek gerçekleşen birikim” kavramı ile açıklanmak-tadır. Harvey bu kavramı Marx’ın kapitalizminyükseliş dönemi için kullandığı “ilkel sermaye biri-kimi” terimine müracat ederek, birikim pratikleri-nin çoğalma ve devam ettirilme biçimlerini açıkla-mak için kullandığını belirtmektedir. Bu kapsamdaköy korucularının göç ettirilenlerin mülklerini(topraklarını ve meralarını) ele geçirerek önemliroller oynadıkları söylenmektedir. Askeri strateji-nin açtığı siyasal alanı, köy korucularının ilkel ser-maye birikimi gayretleri için kullanması, göç hare-ketinin geri dönüşünü imkansız kılmasının yanısıra Kürtlerin beraberinde kentlere taşıyabileceğimaddi ve maddi olmayan sermayenin ya çok azolması ya da hiç olmaması meselesini ortaya çıkar-mıştır (7).

Zorunlu göç olgusunun, göç edenleri hedefalan kendine has toplumsal dışlanma mekanizma-larını ve yoksullaşmayı da içinde barındırdığı,zorunlu olarak göç edenlerin toplumsal ve politikayrımcılıklara maruz kaldığı ve bunun sonucu ola-rak da dezavantajlı bölgelerde, radikal eylemlereve sosyal parçalanmaya müsait kendi komünitele-rini yarattığı ifade edilmektedir. 1990’lar ve sonra-sında göç etmiş olan Kürt nüfusunun her neredeolursa olsunlar, yerleştikleri kentlerin yoksulkesimlerine eklemlendiği ve burada, oldukça azsayıdaki seçenekler dahilinde kurulan kente tutu-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 67: Temmuz-Aralık 2013

65Temmuz-Aralık 2013

num stratejileri içinde en kısa yoldan enformelsektörlere yöneldiği öne sürülmektedir(7).

Harvey, neoliberalizmin çözmekte olduğu top-lumsal dayanışma ağlarına panzehir olarak milli-yetçiliği yeniden kurduğunu, neoliberal devletayakta kalmak için milliyetçiliklere muhtaç halegeldiğini ifade etmektedir. Çıkar grupları ve devletdestekli milliyetçilik, hem çözülmekte olan daya-nışma ağlarını muhayyel cemaatler üzerinden yeni-den üreten, hem de bu şekilde piyasaların arzula-dığı işçi sınıfı mücadelesini en aza indirgenmesinisağlayan mekanizmalarla ideal iş ve yatırım orta-mını yaratmanın bir aracısı haline gelmiştir(7).

Zorunlu Kürt göçü dalgasının niteliğinde bulu-nan mülksüzleşme gibi olgular ile neoliberalizmintoplumsal dayanışma ağlarını neredeyse tükettiğibir dönemde bu göçün gerçekleşmiş olması, önce-ki göç dalgalarına benzemeyen bir göç biçiminiTürkiye metropollerine ve Kürt Bölgesi’ndeki ille-re yoksulluk sarmalını taşımıştır. Tüm bu gelişme-lerin yarattığı önemli sonuçlardan bir tanesi, mil-yonlarca Kürdün Türkiye metropollerinde işçisınıfının en fazla ezilen kesimleri arasında yeralmaya başlamış olmasıdır(7).

İşçi Sınıfının Kürtleşmesi“İşçi sınıfının Kürtleşmesi” şeklinde tarif edil-

meye çalışılan durum, kapitalizmin önceki evrele-rinde de varolan, ancak bilhassa neoliberalizmdevrinde daha kesif bir hal alan iş pozisyonlarının,kaynakların ve maddi ya da sembolik ödüllerindağılımında etnik/kültürel bir işbölümünün oluş-masının bir örneği olarak gösterilmektedir. Türki-ye’de de sermayenin, göç nedeniyle mülksüzleşti-rilmiş, etnik aidiyeti nedeniyle kriminalize edilmiş,yani toplumun marjinalize edilmiş ve pazarlıkgücünden yoksun kesimi olan Kürtleri (bu aradakadınları da) enformel işçi arzının ana unsurlarıolarak piyasa ekonomisine dahil ettiği, üstelikKürtlerin yerinden edilmesinin yarattığı bu emekarzı ile birlikte Türkiye’de üretim yapan sermaye-nin, dünya piyasalarında büyük bir maliyet avanta-jına sahip olduğu ifade edilmektedir (1).

Türkiye’de neo-liberalizm; 12 Eylül askerî dar-besinin ardından, bütün acımasızlığıyla, tüm dün-yada olduğu gibi istihdam alanının deregülarizas-yonu ile formel işçi sınıfını enformal bir işçi sınıfı-na dönüştürmeye girişmiştir (8,9). Hedef: “aşırı

örgütlü ve politize” işçi sınıfını atomize ve terörize,haklar mücadelesini kriminalize ederek, sınıfıörgütsüzleştirerek, emekçileri kayıtdışılaştırarak,taşeronlaştırarak işgücü maliyetlerini alabildiğinedüşürmek…” (9).

Dünya ekonomisinin neoliberal küreselleşmesiile birlikte, Türkiye de dahil olmak üzere bir çokülkede formel işçi sınıfının yerini enformel bir işçisınıfın almakta olduğu bir sürecin içinde olduğu-muza yer verilmektedir. Türkiye’deki sermayenin,kapitalistler arasındaki rekabette maksimum avan-tajı sağlayacak şekilde üretici güçleri yenidenörgütlemesi olarak tanımlanan bu sürecin birkaçşekilde gerçekleştiği ifade edilmektedir. Birincisi,eski işçi sınıfının (formel) ücret ve iş güvenceleriile sendikal örgütlenme kanalları devlet eliyle yokedilmiş, kayıtdışı işçiliğe dayanan taşeron ağlarıekonominin hakim işleyiş biçimlerinden biri halinegelmiştir. İkincisi, sermaye, toplumun ayrıcalıksızve pazarlık gücünden yoksun kesimlerini, yanikadınları ve Kürtleri, bu enformal işçi arzının anaunsurları olarak ekonomiye dahil etmiştir. Yani,1990 sonrasında Türkiye’de işçi sınıfı kadınlaşmışve de zorunlu göç ile birlikte Kürtleşmiştir, aynızamanda da Kürtler de işçileşmiştir (10).

Özbudun, 1984-1999 yılları arasında zorlayerinden edilen Kürt köylüsünün önemli bir kısmı-nın her türlü güvenceden yoksun, kayıt dışı, taşe-ron, vasıfsız, düşük ücretli, “batak” işlerde çalışa-cağı Batı metropollerine göçmesi ile Türkiye işçisınıfının bütününün değilse bile, en yoksun ve enkırılgan kesiminin, “en alttakiler”in Kürtleşme-si’ne yol açtığını dile getirmektedir. Özbudun, ser-maye açısından en alttakileri oluşturan Kürtlerinişçi sınıfının marjlarında değil, neo-liberal “emekideali”nin tam merkezinde olduğunu, bu amaçlaemek sektöründe birçok düzenleme (taşeronlaştır-ma, sözleşmeli işlere geçiş, sosyal hakların durmak-sızın budanması, reel ücretlerdeki düşme eğilimi,örgütlenme girişimlerinin kriminalize edilmesi…)yapıldığına yer vermektedir. “Neo-liberal kapitaliz-min yeni ‘işçi sınıfı’ tahayyülünü, tam da yersiz-yurtsuzlaştırılmış, çoğunlukla aynı etnik/yerelkökeni paylaştığı taşeronların insafına terk edilmiş,örgütsüz, boğaz tokluğuna çalışmaya razı, talepkâr-lık düzeyi düşük, kaldığı bekâr evlerinde kaynattı-ğı tencereyi nimet belleyen, sindirilmiş ve bastırıl-mış, sosyal haklarını ücretinden değil de, yerel des-

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 68: Temmuz-Aralık 2013

66Temmuz-Aralık 2013

tek ağlarından sağladığı için az masraflı Kürtemekçiler temsil etmektedir.” (9).

Koç bu durumu; “zorla göç ettirilen, geçimaraçlarından koparılan, büyük kentlerin varoşları-na fırlatılıp atılan ve kendilerine tamamen yaban-cı bir ortamda ‘tehdit’ muamelesi gören insanlarınemek piyasasının en kırılgan, en dayanıksız vedolayısıyla, en şiddetli sömürü koşullarını kabuletmeye yatkın grubunu oluşturması kaçınılmaz”şeklinde vurgulamaktadır(11).

Zorunlu Kürt Göçü, her ne kadar siyasi birsüreç olsa da, ekonomik ve sınıfsal “niyetlenilme-miş sonuçları” oluşmuştur. Kürtlerin zorunlu göçü,Türkiye'de neoliberalizmin hem inşasını, hem debaşarısını mümkün kılmıştır. Ekonomik ve siyasigücü neoliberal sermaye birikimine engel teşkileden formal işçi sınıfı, esnek sermaye birikimineolanak sağlayacak Kürt enformel işçi sınıfı ileikame edilmiştir. Zorunlu göç, devletin Kürt ille-rindeki hareketi kontrol etmek için uygulamayakoyduğu askeri-siyasi bir tedbir olsa da, aynızamanda Türkiye tarihindeki en kapsamlı ve enhızlı mülksüzleştirme ve proleterleştirme süreciolmuştur. Bugün batı illerindeki inşaatlarda, kon-feksiyon atölyelerinde, yazları tarlalarda çalışanişçilerin; sokaklardaki hamalların, seyyar satıcıla-rın, temizliğe giden kadınların büyük bir kesiminiKürtler oluşturmakta, bu insanlar kayıtdışı ekono-minin yükünü omuzlamaktadırlar. Zorunlu göç ilekentlere getirilen Kürtler, esnek sermaye birikimi-nin ihtiyaç duyacağı pazarlık gücünden yoksun,her işte çalışmaya hazır, mülksüzleşmiş işçi arzınıbüyük oranda artırmıştır(8).

Türkiye, kendi klasmanındaki diğer ülkelerekıyasla neo-liberal küreselleşme sürecinde çokdaha yüksek bir performans sergiliyorsa, 2008yılında inşaat sektöründe dünya üçüncüsü, kon-feksiyonda dünya dördüncüsü olabiliyorsa, bunuzorunlu göçün sağladığı ucuz maliyetli emek arzınıdüşünmeden açıklamak çok zordur. Fernand Brau-del'in dediği gibi, kapitalizme can veren en önemliözelliği onun esnekliği, yani değişen siyasi ve yapı-sal koşullara adapte olabilme ve bu koşulları avan-taja çevirebilme kapasitesidir. Türkiye'de de ser-maye bu esnekliği gösterebilmiş, devlet eliyle yep-yeni ve upucuz bir işçi sınıfı yaratmıştır(8). Tümbu süreçlerin belli başlı kimi sektörlere yansıması-nı açmaya çalışırsak.

İnşaat SektörüHarvey’e göre kentleşme, “kapitalizmin tarihi

boyunca sermaye ve emek fazlasının soğrulmasınısağlayan kilit yöntemlerden biri olagelmiştir”. Kentmekânı, gerek duyulduğunda yeniden üretilen,dağıtılan, satılan ya da takas edilebilen bir metahaline dönmektedir. Türkiye’de inşaat faaliyetleriile gayrimenkule dayalı yatırımların yoğunlaştığıiki büyüme dönemi yaşanmıştır. İlk dönem, neoli-beral politikaların benimsenmesiyle 1980’li yıllardabaşlayan kentsel mekân üretimine yönelik müda-hale sürecidir. 1980 öncesinde, ithal ikamesini des-teklemek amacıyla kaynakları sanayileşmeye ayı-ran devlet, 1980 sonrasında politika değişikliğinegiderek kentsel mekân için de kaynak ayırmayabaşlamıştır. İkinci dönem ise 2001 krizi sonrasında‘yapısal uyum’ olarak adlandırılan son sürecinardından başlamıştır. İlki ANAP, ikincisi AKPhükümetleri dönemlerine denk gelen bu evrelerinortak özelliği, devletin kentsel mekânın yenidenüretilmesinde önemli bir rol oynaması ve sektörde-ki büyüme ve hareketliliği artıracak politikalarıhızlıca yürürlüğe koymasıdır (12). Kendisi demekan üretimi süreçlerinden gelen AKP’liler kent-sel mekanı tekleyen, üretkenlikten uzaklaşan ser-maye birikim sürecinin kaldıracı olarak kullanmaısrarıyla, çevresindeki köy ve kasabaları yutacakbiçimde azman bir kentleşmeye, metropolleşmeyehizmet edecek düzenlemeler gerçekleştirmekte-dir(13). İç talep odaklı büyümenin şekillendiği herdönemde inşaat sektörü ön plana çıkmıştır. 2008sonrası TOKİ kanalı ile yürütülen inşaat odaklıbüyüme modeli hem ekonomik hem de siyasi birproje olarak kullanılmaktadır. Bu kapsamadakonut yapımında kullanılan malzemelerin oluştur-duğu talep ile ekonomik büyümenin sürdürülmesiiçin kentsel dönüşüm gündemi hep sıcak kalmış,TOKİ odaklı bir birikim süreci, talebin canlanma-sı için aktif olarak kullanılmıştır. Bankacılık dasürece dahil edildiğinde süreç daha da anlaşılırhale gelecektir (14).

Kent mekanının yeniden üretimi, yol-barajyapımı, HES’ler, fabrikalar, turizm, hastane, okulvb. her türlü politika inşaat sektörü ile birlikteyaşama geçmiştir. İnşaat sektörü hem ekonomininher alanına yayılarak hem de istihdam kaynağı ola-rak işlev görmektedir (12, 15).

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 69: Temmuz-Aralık 2013

67Temmuz-Aralık 2013

İnşaat sektörünün en önemli özelliği çoğunluk-la mevsimlik çalışanları barındırmasıdır. SGK ista-tistiklerine göre 2012 yılı itibarıyla işkolundakile-rin %78.6'sı mevsimlik sigortalıdır. Yine inşaat vetarım da çözülen işkolunun aktığı işkolları arasın-da ilk sıralardadır. Her türlü güvencesizlik (istih-dam, sosyal güvence, sağlık gibi), kötü çalışmakoşuları (uzun çalışma süreleri, fazla mesailer,belirsiz çalışma saatleri vb.), düşük ücret, sendika-sızlık, haklarının kullanımında sınırlılıklar (izinkullanmama), kötü yaşam ortamı (barınma amaçlıkalınan çadır ve barakaların sağlıksızlığı ve güven-sizliği, yetersiz ve sağlıksız yemekhaneler, duş,tuvalet ve lavabolar, suya erişim sorunları vb.)özellikleriyle işçi sınıfının en dezavantajlılarını içe-ren sektörlerdir. İşyerlerinin dağınıklığı, geçiciliği,uzaklığı, sabit olarak devam edilen bir işyeri olma-ması, inşaat işçilerinin sürekli bir göçmenlik karak-teri taşımasına da neden olur. Zaten tarihsel olarakgöçmen işçiler yoğunlaşmıştır. Ülkemizde de genel-likle daha yoksul bölgelerden (başta Kürt illeri veKaradeniz bölgesi), ağırlıkla vasıfsız, çoğunluklatopraktan kopan emekçiler için inşaat işkolu herzaman önemli bir istihdam alanı olmuştur. Eldeveri olmaması ile birlikte Kürt kökenli işçilerininşaat sektöründeki vasıfsız işgücü ihtiyacınınbüyük bölümünü oluşturduğu kabul edilmektedir(15).

Harvey’in “yaratıcı yıkım” olarak tanımladığıkentsel dönüşüm politikalarının inşaat sektörün-deki vahşi sömürü ilişkileri yanında insan ve diğercanlıların yaşam alanlarını, doğayı, tarımsal üreti-mi, kentte bulunmayan pek çok olumluluğu barın-dıran kır hayatını yok eden (13), özyönetime izinvermeyen özellikler taşıdığı da not edilmelidir.

Yaşadıkları topraklardan uzaklarda, bulunduk-ları kentin, mahallenin kıyısında topluca yaşayanve çalışan bu emekçi topluluklarının çevrenin sos-yal kültürel yapısıyla farklılaşan özellikleri (enbaşta anadilleri, siyasi görüşleri, dinlediklerimüzikler, konuşma biçimleri, yaşam tarzları vb.)onları, siyasi atmosferin etkisiyle gerilmiş ve çoğukez kışkırtılmış olan yerel toplulukların hedefi,intikam nesnesi haline getirmektedir. Bazen deyerel düzeyde yaşanan işsizlik gibi sorunlarınmüsebbibi olarak görülmektedirler. İnşaat sektörü-nün yükseldiği 2000'li yıllar aynı zamanda, Kürtinşaat işçilerinin öncelikli hedef oluşturdukları,

sayısız linç vakasının da olağanüstü artış kaydetti-ği yıllar olmuştur. Türkiye'nin hemen her bölgesin-de Kürt inşaat işçilerine karşı linç girişimlerindebulunulmuştur. Çalışma yaşamı zaten son dereceriskli ve zor koşullarda süren bu işçiler tarafındangünlük yaşamda devamlı hissedilen etnik ayrımcı-lık ve saldırıya uğrama korkusunun, fazladan birgerilim unsuru olarak, işkolundaki emek rejimininyapısını anlamak için göz önünde bulundurulmasıgerekir (15).

Mevsimsel Tarım İşçiliğiMevsimlik tarım işçiliği bir kavram olarak iki

özelliği bir arada taşır: işin mevsimlik olması veücretli işçilik olması. Bu özellikler hem işin hem deyaşam koşullarının belirleyicisidir. Mevsimlik tarımişçiliği nispeten kısa bir süre için ve çok sayıda işçi-ye ihtiyaç duyulması halinde rasyonel bir yöntemolarak yaygın olarak kullanılmaktadır. Tarımdamevsimlik işgücü ihtiyacı “mevsimlik” göç etmeolgusunu da gündeme getirmektedir(16). Mevsim-sel tarım işçiliği temel olarak kayıt dışı istihdamdır.Tarım sektörü kayıt dışı çalışmanın en yaygın oldu-ğu sektördür(17).

Neoliberal tarım politikaları tüm ülkede köylü-leri güvencesizleştirmiş, mevsimsel tarım işçiliğineyöneltmiştir. Tarımda sübvansiyonları ve destekle-ri kaldırılarak, ihracata yönelik monokültür des-teklenerek ve tarım arazileri toplulaştırılarak kırsalalanın uluslar arası sermayeye açılması sonucuaçığa çıkacak kırsal nüfusun kentlere göçerek işgü-cü fiyatlarını daha da ucuzlatması söz konusudur.(9). Neoliberal tarım politikaları ile birlikte devletşiddeti, düşük yoğunluklu savaş konsepti kapsa-mında koruculuk dayatmaları, köylerin yakılarakboşaltılması ile zorla yerinden edilen, mülksüzleşti-rilen Kürtler için mevsimlik tarım işçiliği yaşamakiçin zorunlu seçeneklerden biri haline gelmiştir.

1990 sonrası mevsimlik göç, Diyarbakır, Mar-din, Urfa, Batman, Siirt, Bitlis, Adıyaman ve Şır-nak şehirlerinden tarım sektörünün güçlü olduğuşehirlere doğru olmaktadır(18). Göçün yöneldiğibölgenin büyük kentleri olan Diyarbakır, Van, Şan-lıurfa gibi Kürt illeri ekonomik sebeplerle göçveren yerler olmalarına rağmen zorunlu göçlenüfusları hızla artmıştır. Bu arada batı kentlerisayılabilen Mersin, Adana, İzmir ve İstanbul’dazorunlu göçten payına düşeni almıştır(16). Zorla

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 70: Temmuz-Aralık 2013

68Temmuz-Aralık 2013

yerinden edilenleri istihdam edebilecek ekonomikalt yapının olmaması işsizliği gündeme getirmiş,yaşadıkları yerlerde iş bulamayan Kürtler için met-ropollerdeki güvencesiz işlerin yanında mevsimliktarım işçiliği de zorunlu istihdam edilen sektörhalini almıştır. Güvencesiz işlerde istihdam edilmebağlamında mevsimsel tarım işçiliği ile öne çıkanKürt illeri, neoliberal politikalar ve zorla yerindenedilme ile daha büyük nüfusları kapsar hale gel-miştir(16).

Artan milliyetçi eğilimlere karşın hala Kürtişçilerin tercih edilmelerinde en önemli ölçüt dahadüşük ücret ile çalıştırılabilmeleridir. Çınar veKüçükkırca’nın fındık toplama ile ilgili yaptığıçalışmada Kürt işçilerin yerli işçiye göre dahadüşük maliyete sahip bir seçenek oluşturabildiğinitespit etmişlerdir(16,18). Karadeniz köylüsü içingünlük 8 saatlik yevmiye 35 TL iken, Kürt işçilere13 saatlik iş günü için ödenen yevmiye 19.5 TL’dir.Bu ücret farklılığının zorunlu göç, işsizlik baskısı ileKürt işçilerin pazarlık güçlerini tamamen kaybet-meleri ile ilgili olduğu ifade edilmektedir. Günlükyevmiyenin dayıbaşı, ulaşım, ikamet masraflarıdüşüldüğünde elde kalanın 10 TL olduğu ve bututarında zamanında ödenmediği belirtilmekte-dir(18).

Tarımsal üretimde kadınlara ‘düşen’ işler, dahaçok emek-yoğun işlerdir. Yine tarımda kadınlarınemeği daha değersizdir. Tarım sektöründe çalışankadınlar ev işleri ve bakım konusundaki ‘görevle-ri’ne devam ederek tükenmektedirler(17). “Mev-simlik işçilik aynı zamanda kadınların sadece kadınolmalarından dolayı daha fazla emek verdikleri vebu emeğin yeniden üretim olarak adlandırılarakgörülmediği, yeniden üretim ile üretim kavramları-nın birbirinin içine geçmişliğini fark ettiren biremek türüdür. Söz konusu kadınların “namus”kavramı altında bedenlerinin denetim altına alın-dığı, yıkanmalarının yasaklandığı, dolaştıklarıadımların sayıldığı, hiç durmadan sabah saat altı-dan gece saat ona kadar çalıştıkları ve emeklerininkarşılıklarını alamadıkları bir emek türüdür.” (18)Mevsimlik tarım işçilerinde barınma, beslenme,sağlık hizmetleri (koruyucu ve tedavi edici), sosyalilişkiler konularında ciddi sorunlar yaşanmaktadır.(18).

Mevsimlik tarım işçilerinin barınma yerlerineilişkin ciddi sorunlar bulunmaktadır. Ancak bu

konuda iki önemli bakış açısı sorunun çözümünüzorlaştırmaktadır. Birincisi işçilerin geldikleri yer-lerdeki yaşam koşulları ve barınma yerlerinin, işçi-lerin çalıştıkları yerlerdeki yaşam koşullarındanfarklı olmadığı, yani işçilerin zaten bu koşullardayaşamaya alışkın oldukları tarzındaki düşüncedir.Diğeri ise daha dolaylı olarak barınma koşullarınındüzeltilmesi halinde tarım işçilerinin çalıştıklarıyerlere yerleşip kalacakları endişesidir. Bu endişede özellikle yerli halk tarafından yaşanır. İki bakışaçısı birlikte düşünüldüğünde farklılıklar üzerin-den bir sosyal dışlanma ve “ötekileştirme” görül-mektedir. Bu konuda mevsimlik tarım işçileridışında da Güneydoğudan gelen işçilerin işgücüpiyasalarında belirgin bir ayrıma tabi tutulmalarıile karşı karşıya olduğu düşünülmektedir(16).

Mevsimlik tarım işçileri gidilen illerde toplum-sal anlamda da birçok ayırımcılığa maruz kalırlar.Ailelerin parçalandığı, çocukların eğitimsiz kaldığı,sosyal ve sağlık güvencelerinin bulunmadığı vebunların üstüne çalışmak için gelinen bölgeninyerleşikleri tarafından tacize, ayrıma tabi tutulma-larının olduğu bir dönem her yıl yeniden tekrar-lanmaktadır(16).

Göçebe mevsimlik tarım işçileri sağlık ve sosyalhizmet alırken, coğrafik ve sosyal izolasyon, sık yerdeğiştirme, özbakım sorunları, maddi kaynakları-nın yeterince olmaması, yetersiz sağlık güvencesi,yetersiz ulaşım imkanları, kültürel ve dil farklılık-larının neden olduğu engellerle karşılaşmaktadır.Çevresel faktörler (sosyal izolasyon, dışlanma, ağırçalışma koşulları) tarım işçilerinde ruhsal bozuk-luklara yatkınlığı artırmaktadır (19).

Mevsimlik tarım işçilerinin her yıl onlarcasıyaşamını yollarda yitirmektedir. Tamamen güven-cesiz koşullarda, bakımsız kamyonlarla yapılan ula-şım sırasında gerçekleşen ölümlü kazalar sıklıklagazetelere yansımaktadır. Mevcut iş ilişkisininyapılandırılmamış olması, işveren tarafından ara-cın sağlanmaması gibi nedenlerle bu iş cinayetleriiş kazası kapsamında değerlendirilmemektedir.

TersanelerTersaneler ekonomik büyüme dönemi ile birlik-

te ölümlü iş kazaları, iş cinayetleri ile işçi sağlığı vegüvenliği gündeminde yer almıştır. Parçalanmış /taşeronlu üretim ve iş güvenliğinin koordine edile-memesi, aynı gemi üstünde, aynı dar mekânda yanyana bir birinden habersiz devam edegelen gemi

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 71: Temmuz-Aralık 2013

69Temmuz-Aralık 2013

inşa üretimi bu iş cinayetlerinin nedeni olarak gös-terilmektedir(20).

Ercan bir işçinin gazete yazısında “8 saat çalışı-yoruz ama 16 saat yorgunluğu ile eve gidiyoruz.”sözlerine yer vererek işin yoğunluğunun ve hızınınartışı ile ortaya çıkan iş kazası ve meslek hastalık-ları ile ilişkisini ortaya koymaktadır. Ercan, tersaneişçilerinin çarpıcı ifadeleri ile tersanelerdeki kayıt-sız işçilerin yaygınlığına, işçi sağlığı ve güvenliğiönlemlerinin alınmadığına dikkat çekmektedir(“İşçilerin anlattıkları patronların cinayet filmle-rinde görülen cinsten entrikalar peşinde koştukla-rını gösteriyor. İşçiler hemen her gün yaşadıklarıbu tür olaylardan bazılarını şöyle aktarıyorlar:“Ölen birçok arkadaşımızın cesetlerine kask,kemer ve çelik uçlu ayakkabı giydirildikten sonratutanak için savcılığa haber verildi. Bir arkadaşı-mız gemiden denize düştü, dalgıçlar düşen arkada-şımızı ararken altı ay önce aynı gemiden düşüpölen bir başka işçinin cesedini çıkardılar. Bu işçinin6 ay önce düştüğünden kimsenin haberi yok.Çünkü yüzde 80′imizin kaydı yok. 15-20 bin işçi-nin 2 bini kadrolu, geri kalanlar taşerona bağlıkayıt dışı ve yevmiyeli olarak çalıştırılıyor.”) (21).

Ercan’ın bir röportajında tersanelerindeki işcinayetleri ile Türkiye kapitalizminin ulaştığıaşama arasında ilişkiye şu sözlerle açıklık getiriyor:“Sektörün daha fazla gelişmesi, yani dünyadandaha fazla pay kapması daha az maliyetle daha hızlıve daha çok üretim mantığını destekleyecektir.Yani bakanın sektörün gelişmesine sevindiği ölçü-de, kan ve gözyaşları da artacaktır. Tersane ölüm-leri Türkiye’de kapitalizmin ulaştığı aşamayı açığaçıkarıyor. Ama bunun yanı sıra egemen düzeninkullandığı ideolojiyi de deşifre ediyor. Bakana göreölüm haberlerini duyan ve canı yanan insanlarınbu acılarını dillendirmemeleri gerekir. Ölümlerikonuşmak yabancıların ekmeğine yağ sürer olarakdile getiriliyor. Yani o bildik vatan hainliği suçla-ması ile karşı karşıyayız. … Burada Tuzla tersane-lerindeki ölümlere ilişkin bir diğer sorunlu analizise hep tersanelerdeki taşeronların gösterilmesi.Suç kapitalizmin işleyişinde değil de sanki ondanbağımsız “taşeronlara” bağlanıyor. Taşeronlaşmakapitalizmin ve dolayısıyla küreselleşmenin ulaştı-ğı yeni aşamada açığa çıkan yeni üretim organizas-yon tekniklerinin bir parçasıdır. Taşeronlaşma

Dünya ölçeğinde sermayelerin maliyeti aşağı çek-mesinin yollarından biri. Üretim süreci çok parça-lanıp her biri de bir taşerona verildiği zaman sade-ce sağlık sorunu değil, o insanların örgütlenmesibir araya gelmesi gibi sorunları da açığa çıkarıyor.Çünkü taşeronlaşma kendi içinde hiyerarşik yapı-lar oluşturuyor. Taşeron bir yerde çalışanla, oradabilfiil çalışan arasında hiyerarşik yapılar kuruyor.”(22)

Tuzla tersaneleri örneği iki temel nokta üzerin-de taşeronlaşma politikalarını ifşa etmektedir.Birincisi, işçi ücretlerinin düşürülmesi ve iş güven-liği masraflarının taşeronlara yıkılması ile kârlarınmaksimize edilmesi açısından işlevsel olarak kulla-nılması. İkincisi ise geleneksel toplumsal ağlar ara-cılığıyla (hemşehrilik, etnisite ve ailevi bağlar üze-rinden) bir iş örgütlenmesi kurarak emeğin örgüt-lenmesini, yani işçi sınıfı mücadelesini bölme. Buminvalde etnik/ulusal kimlik ile taşeronluk siste-minin kurmuş olduğu ilişki de önem kazanmakta-dır (7).

Kot Kumlamacılar“Kot kumlama işçilerinin hikâyesi, aslında Tür-

kiye’nin aynadaki sureti. Bu hikâyede, Türkiye’ninuluslararası kapitalist iş bölümündeki rolünü, hızlatırmanan yoksulluğu, yoksulluğun daha da tetikle-diği iç göçü, “söz konusu sermaye birikimiyse geri-si teferruattır” ilkesini ve daha nicelerini görmekmümkün… Taşlanmış/kumlanmış/beyazlatılmışkotların 1990’ların sonlarında küresel ölçektemoda haline gelmesi ile başlayan süreçte, tekstiltekellerinin gelişmiş kapitalist ülkelerde çok büyükoranda kısıtlanmış olan kumlama faaliyetini azgelişmiş ülkelere kaydırması ve işçi sağlığı önlemle-ri alınmaksızın ucuz işgücü çalıştırılabilen ülkeler-den biri olan Türkiye’nin uluslararası iş bölümün-de kot kumlama faaliyetinin taşeronlarından birihaline gelmesi tesadüf olmasa gerek.” (23).

Tarım ve hayvancılıkta yaşanan neo-liberaldönüşümün emek piyasasına sürdüğü ucuz ve herkoşulda çalışmaya razı işgücünün, özellikle eskiDoğu Bloğu ülkeleri ve Türkî cumhuriyetlerdenTürkiye’ye akan “kaçak” işçi ordusu ve köylerin-den “sürülen” Kürt yoksullarının “kot kumlama”sektörü tarafından nasıl “emildiğini” işçilerin anla-tısı ile aktaran Bakır neoliberalizm ile savaşın iç içegeçmiş halini gözler önüne sermektedir (23).

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 72: Temmuz-Aralık 2013

70Temmuz-Aralık 2013

Atık Kağıt İşçileri (Çöp İşçileri)Ailecek çöpün içinde gece gündüz çalışmanın,

şehre katılamamamın, insanlar tarafından aşağıla-narak işini yapmanın, en fazla 50 yaşına kadarömür uzunluğuna razı olmanın, ağır hastalıkların(Ağır metal soluması nedeniyle zehirlenmeler, kasve kemik harabiyeti, solunum yolu hastalıkları,kuduz ve hayvanlarla sürekli savaşmanın bedeliolarak yaralar, kesikler, ağırlaşmış deri hastalıklarıörneğin uyuz, romatizma vb.) bedeli sadece ailecekyoksulluk sınırını tutturabilmek olarak tanımlananatık kağıt işçileri (çöp işçileri)… Ağır yoksulluk vehızlı zenginlik uçurumlarının yüksek olduğu ve asılolarak bir travma geçirmiş şehirlerde, ‘çöpe çıkma’çocuklar arasında çok popüler. Batman, Diyarba-kır, Kocaeli, İstanbul gibi, savaş veya deprem ya damafioso kurumsal yapılar vb. travmalarla benliksaygıları da zedelenmiş şehirlerde, çok daha kıyıcıinsana yönelik ayrımcılığa maruz kalan atık kağıtişçileri (çöp işçileri)… Bir şehrin en yoksullarıdeğil ama en çaresizleri ve en itilmişleri(24), öteki-leştirilenleri, çok çeşitli baskı yöntemleriyle sindi-rilmeye ve yok edilmeye çalışılan, derin sömürüyemaruz bırakılanlar…(25, 26) Zorla yerinden edilenKürtler (26) için zorunlu çalışılan güvencesiz işler-den…

Avrupa’nın Çin’i OlmakAkdemir 2008’de “Avrupa’nın Çin’i olmak” ile

ilgili sermayenin niyetlerini şu şekilde dile getir-mişti: “Önümüzde tüm belirsizliği ile duran krizkarşısında sermaye örgütleri ve sermayedarlar dahada yüksek sesle taleplerini haykırıyorlar. Bu talep-ler, işsizlik fonunda biriken paraların kullanılma-sından, sosyal haklardaki işveren zorunluluklarınınazaltılmasına ve “emek piyasasının” giderek dahada esnekleşmesine kadar uzanıyor. Elbette serma-yenin belirsizlik içindeki dünyada giderek dahahızlı ve daha fazla üretim yapılmasını sağlayacaktaleplerine hükümetin yanıtı konunun meşruiyeti-ni de sağlayan söylemlerle, yeni istihdam paketi vesosyal güvenlik yasa tasarısı gibi önlemlerle geliyor.1980 sonrası dönem de sermayenin, ne bu gözleretahammülü kalmıştır ne de meşruiyet ihtiyacına.Alternatif bir sisteme dair umudun ve tahayyülünmarjinalleştiği bu dönemde, talebin belirsizleşmesive kızışan rekabet karşısında, burjuvazi üretimleri-ni (mekansal ve çalışma ilişkileri anlamında) par-

çalayarak hem sendikaların gücünü hem de “sosyalzorunluluklarını” lime lime etmiş oldu. Taşeronlukve fason atölyelerin yaygınlaşması, burjuvazi içinbir yandan maliyetlerin düşmesini ve istikrarsızla-şan talep karşısında üretimini çeşitlendirmeyi sağ-lıyordu ve diğer yandan sermayenin emek üzerin-deki tahakkümünü hem artıran hem de çeşitlendi-ren mekanizmaları da kuruyordu”(27).

Sermayenin kurgusunun arka planı hızla deşif-re oldu. Avrupa’nın Çin’inden kastedilen Kürt ille-ri idi, sonuç kimse için sürpriz değildi. Yeni sanayi-leşme politikalarında ayrıca üretimin sosyo-mekansal boyutunun uluslararası rekabet gücünüartıracak biçimde yeniden düzenlenmesi amacıylaulus-altı bölgeler tanımlanmış ve farklı bölgelerdeemek üzerinde farklı kontrol biçimleri kurulmasıy-la her bölgenin uluslararası birikim sürecinde yatı-rım çekecek özelliklerinin ön plâna çıkarılmasıöngörülmüştür. İlk kez 2005 yılında Ankara Sana-yi Odası Başkanı Zafer Çağlayan’ın Doğu veGüneydoğu bölgesinde yatırımları artıracak “böl-gesel asgari ücret” önerisi Devlet Bakanı KürşatTüzmen tarafından “Türkiye’nin kendi Çin’iniyaratması gerektiği” vurgusu ile desteklenmiştir.Uluslararası pazar payının düşük olduğu sermaye-yoğun sektörler vasıflı emek gücünün yoğun oldu-ğu batı ve kuzeybatı bölgelerine yönlendirilirken;pazar payı yüksek olmasına karşın ihracat oranıdüşmekte olan emek-yoğun sektörlerin ise “ucuzemek” bölgeleri olarak bilinen doğu ve güneydoğubölgelerine göç ederek rekabet avantajını koruma-sı önerilmiştir. Bu süreçte teşvik sistemi de “küre-sel ekonomide rekabet edebilen bir sanayi tabanı-nın olmasını özendirme” önceliği üzerinden yeni-den yapılandırılmıştır. 6 Nisan 2012’de kabul edi-len yeni teşvik paketiyle ise il bazlı bölgesel teşviksistemine geçilerek bölge sayısı dörtten altıya çıka-rılmış, 6. bölgenin tamamen Kürt illerine yer veril-mesi ile Türkiye’nin kendi Çin’ini Kürt coğrafya-sında yaratması hedefine somutluk kazandırılmış-tır(28).

Kapitalist ModerniteKapitalist modernite üç başlıkta ele alınmakta-

dır; kâr maksimizasyonu, ulus devlet ve endüstri-yalizm. İçiçe girmiş şekilde karşımıza çıkan bu üçkavram kapitalizmin daha geniş perspektifte değer-lendirilmesine olanak vermektedir.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 73: Temmuz-Aralık 2013

71Temmuz-Aralık 2013

Kapitalist üretim biçimi işleyişinde kâr maksi-mizasyonu yaşamsaldır. Kâr maksimizasyonunaiktidarın şekillenmiş hali devlet (ulus devlet) vetekniğin sınırsız kullanımı olarak tanımlayabilece-ğimiz endüstriyalizm aracılık eder.

Devlet ve iktidarın birikmiş sermaye olarakdeğerlendirilmesi gerekir. Kapitalizmin egemen birsistem olarak kendini gerçekleştirmek için elinde-ki en büyük silah, devlet iktidarını ulus-devlet ikti-darına dönüştürmektedir. Ulus devlet tekçi, ikti-darcı, eril anlayışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.Ulus devletin en temel politikası asimilasyondur.Asimilasyon uygarlık toplumlarında iktidar ve ser-maye tekellerinin kölelik statüsü altına aldıklarıtoplumsal grupların üzerine uyguladıkları ve kendieki, uzantısı durumuna indirgemek için tek taraflıilişki ve eylemini ifade eder. Asimilasyonda esasolan iktidar ve sömürü mekanizmasına en az mali-yetle köle oluşturmaktır.

Asimilasyonu yaşayan toplum en uysal, ençalışkan ve uşaklıkta yarışan vicdansız, ahlaksız vezihniyetsiz insan taslaklarından oluşur. Özgürcehiçbir karar ve eylemi yoktur. Tüm toplumsal kim-lik değerlerine ihanet ettirilmiştir. Sadece midesinidoyurmanın peşindeki insan kılıklı bir hayvanaindirgenmiştir. Kürtlerin işçileşme-işçinin Kürtleş-me gerçeği bunda saklıdır. Doğal olarak Özgürlükhareketinin asimilasyona karşı yürüttüğü özgürkimlik mücadelesi aynı zamanda bu azgın sömürüdüzenini alt üst etmektedir.

Kapitalist modernitenin temel bileşenlerindenbirisi de endüstriyalizmdir. Endüstriyalizm, kapita-lizmin azami kâr eğilimini gerçekleştirmek içintekniği sınırsız kullanımı biçiminde tanımlanabilir.Azami kâr eğilimi nasıl devleti azami iktidar aracıolarak ulus-devlet biçiminde yeniden örgütlediyse,teknik donanımı da azami kâr amaçlı kullanmayıifade eden endüstriyalizm biçiminde örgütlenmiş-tir. Endüstriyalizmin asıl tehlikesi canlı, duygulubir dünyası olan toplumu mekanik aletler mezarlı-ğına çevirmesidir. Toplumun robotlaştırılmasıdır.Toplumun makineleştirilmesi belli bir eşiktensonra toplumun yıkımına dönüşür. Kapitalizminbelki de savaştan daha tehlikeli olan yönü endüs-triyalizmi azamileştirme eğiliminde olmasıdır.Daha şimdiden dünya, doğal çevresinden kopukkentlerin ve sanal aletlerin tutsağı haline gelmişbulunmaktadır. Kentlerin kanser tarzı büyümesini

mümkün kılan endüstriyalizmdir. Kentler canlıgezegenimizi yutan canavarlara dönüşmüşlerdir.Milyonluk, on milyonluk kentlerin hiçbir sosyalanlamı olmadığı, hiçbir ihtiyaçtan kaynaklanmadı-ğı halde halen kanser gibi büyümeleri hastalıktanbaşka anlam taşımaz. Bağlı olarak ulaşım araçları-nın sadece yol açtıkları kazalarla ortaya çıkardığıölüm olayları savaş bilançolarını çoktan aşmıştır.Gürültü, hava kirliliği, insan fiziğini dumura uğrat-maları itibariyle çoktan ulaşımda kolaylık sağlayanaraçlar olmaktan çıkmışlardır. Sanal görsel veyazınsal iletişim araçları endüstriyalizmin diğerbaşta gelen alanlarından biri olarak insanlığınhakikatle bağını kırıp sanal bir dünyanın bağımlısıyapmıştır. Toplumla hakikat temelinde bağını yiti-ren birey yığınları toplumun atomlaşmasını ifadeeder. Çözülmüş, toplum olmaktan çıkmış yığınları,savaş araçları endüstrisi, insanlığı tüm çevresiyleyutacak boyutları çoktan aşmıştır. Ancak çevresiy-le var olabilen bir canlı olarak insan, diğer çoksayıda çevresel canlıyla birlikte -buna bitkiler,ormanlar dahildir- endüstriyalizm tarafından eko-lojik anlamda da yutulmaktadır. Endüstriyalizminazami kârın gerçekleştirilmesindeki rolü çağımızınbütün toplumsal ve ulusal sorunlarının temelidir.Çevre sorunlarının biricik nedenidir. Sadece azamikâra ve sermaye birikimine hizmet eden endüstri-yalizme, gezegenimiz 200 yıl dayanamamıştır (29).

Kapitalist Modernite Bağlamında İşçi Sağlığıİşçiyi/emekçiyi ilgilendiren her şey ama her şey

işçinin sağlıklı olma haliyle doğrudan ilgilidir.Örneğin; esnek çalışma, kıdem tazminatı hakkı,asgari ücret, siyasi-politik baskılar vs… (30).

Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu olarak eme-ğin sağlıklı olma hali kapitalist modernite ile ilişki-si bağlamında ele alınmış ve mücadelesi de kapita-list modernitenin aşılması perspektifliyle dile geti-rilmiştir. Kapitalist modernitenin sağlıkla ilişkisiDemokratik Toplum Kongresi tarafından yapılanSağlık Kurultayı (2010) ve I.Sağlık Kongresi(2013)’nde ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır.

Sağlığını kendi öz imkanlarıyla koruyamayantoplumun temelinin, varoluş ve özgürlüğünün teh-dit altında ve yitirilmiş olduğu; sağlıktaki, bağımlı-lığın genel bağımlılığın göstergesi olduğu; sömürge

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 74: Temmuz-Aralık 2013

72Temmuz-Aralık 2013

toplumların yaygın hastalığının, yaşadıkları sömür-ge rejimiyle bağlantılı olduğu; kapitalizmin insanıinsanın kurdu haline getirmesi ile toplumungüvenliğinin tehdit altında olduğu; kapitalistmodernitenin sağlığı ulus-devletleştirerek denetimaltına aldığı ve militarist zoru görünmez kıldığı;toplumsal iyilik halini tehdit eden cinsiyete, ırka,sınıfa, inanca dayalı ayrımcı politikalarla ve sağlık-sız yaşam koşullarına neden olan çevrenin sömürüamaçlı tahribatıyla mücadele edilmesi gerektiği;sağlık hakkı mücadelesinin kendine saygı ve özgür-lük konusundaki hassasiyetle ilgili olduğu tespitle-ri yapılmıştır (DTK-Sağlık Kurultayı, 2010) (31).

Kapitalizmin sağlıksızlığı çok yönlüdür. Hemmetalaştırma fetişizmi hem de yabancılaş(tır)masağlıksızlık üreten dinamiklerdir. Yabancılaş(tır)mavirüsü ile insan doğaya, yaşadığı mekana, kültüre,toplumsal ilişkilere, emeğine ve kendine yabancı-laşmış, sağlıksız kılınmıştır. Üretim hattında derinsömürüye maruz kalan, sürekli artan üretim hızınayetişmeye çalışan, insan özelliğini kaybederekmakineye dönüşen insan çok yönlü sağlıksızlığı daüretmektedir. Üretim fetişizmi sadece insanı sağ-lıksız kılmamakta doğa üzerinde de çok ciddi tah-ribata yol açmaktadır. Tüm yaşam alanları kapita-list rasyonaliteye kurban edilerek doğa yıkımasürüklenmektedir. Doğanın tahribatı kentlerdebaşlamış, kırsal yaşama da uzanmıştır. Dahası sade-ce yerkürede sınırlı kalmamış uzaya da sirayetetmiştir. Artan üretim fetişizminin realize olmasınahizmet eden kışkırtılmış tüketimin de merkezlerihaline gelen kentler homojenleşmiş, tek tipleşmiş-tir. En küçüğünden mega kentine kadar tüm kent-ler sağlıksız kılan benzer koşullara sahiptir. Yaban-cılaşmış insanları barındıran kentler, tekdüzeyaşam biçimlerini dayatan, doğaya yabancılaşmış,her saniyesi metalaşmış ilişkilerle örülü sağlıksızlıküreten mekanlar halini almıştır. Benzer durum kır-sal yaşam alanları için de geçerli hale gelmiştir.Kapitalist üretimin merkez üssü olan fabrikalar-ofislerde de sağlıksızlık hat safhadadır. Günün yir-midört saatinin çoğunluğuna göz dikmiş, artanmakineleşme ile emeği tam denetim içine almış,parçalanmış üretim hattı ile üretim tamamen insa-na yabancı hale gelmiştir. Dahası kâr oranlarındadüşüşü frenlemeye çalışan çalışma sürelerinde ve işyoğunluğundaki artışlar insanın biyolojik ve ruhsalbütünlüğüne ciddi zararlar verir hale gelmiştir.

Çalışma yaşamına bağlı sağlık sorunlarına bağlımorbidite ve mortalite her geçen gün daha da art-maktadır (DTK, 1.Sağlık Kongresi, 2013) (32).

DTK Sağlık Kurultayı ve Kongresi’ndeki Mevcut Perspektiflerin İşçi sağlığı alanına uyarlanması Her şeyden önce işçi sağlığı bir sağlık sorunu,

sağlık hizmeti sorunu değildir: Sınıf sorunudur,iktidar sorunudur, bağımlılık sorunudur. İşçi sağlı-ğında bağımlılık bedenin bağımlılığı, bilgiye bağım-lılık ve hizmete bağımlılık şeklinde kendini göster-mektedir.

Kapitalist modernite kâr maksimizasyonu içinhiç bir engel tanımamakta, üretimi verimli kılmaadına sömürüsünü derinleştirmekte, maliyet niteli-ği taşıyan her türlü yatırım ve sosyal ücrette kesin-tilere gitmekten çekinmemektedir. Neoliberalizmdöneminde mevcut durum daha da katmerleşmiş,güvencesiz işler perifer ülkelere kaydırılmış, buülkelerde de en riskli olan, kâr marjı düşük olanişler taşeronlara devredilerek vahşi koşullara terkedilmiştir. Ulus devletin tektipleştirme politikaları-na karşı özgürlük mücadelesini yükselten Kürtemekçileri kapitalist sömürünün derinleştiği busektörlerin çoğunluk işçilerini oluşturmuştur.

Kapitalist modernite açısından işçi sağlığı kapi-talist işin tartışılması ile başlatılmalıdır. Herşeydenöte kapitalist işin kendisi erildir. Kullanım değeri,toplum yararı, doğa yararı için değil doğrudan artıdeğer üretimi amaçlı gerçekleşmektedir. Çalışanla-rın gönüllü katılımından ziyade yaşamak içinzorunlu olması vesilesi ile çalışmaktadır. Kişininçalışmadan yaşaması imkansız hale gelmiş, beden-ler bağımlı hale gelmiştir.

Çalışma etiği kavramı sanayileşme ile birlikte,modernite ve “modernleşme” yolundaki değişim-lerle gündemimize oturmuştur. Bauman(1999)çalışma etiğini iki önermeden oluşan bir emir ola-rak tanımlamaktadır. İlki “kişinin canlı kalmak vemutlu olmak için başkalarının değerli bulduğu vekarşılığını ödemeye değer gördüğü bir şey yapmasıgerektiğidir; karşılıksız hiçbir şey yoktur; herzaman quid pro quo, ‘misliyle mukabele’; almakiçin önce vermeniz gerekir.”dir. İkinci önerme ise“kişinin sahip olduğuyla yetinmesinin ve böylece

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 75: Temmuz-Aralık 2013

73Temmuz-Aralık 2013

daha aza razı olmasının yanlış, aptalca ve ahlakiaçıdan zararlı olduğudur; kişinin tatmin olduğun-da kendini aşırı derece yormayı ve germeyi bırak-masının değersiz ve mantıksız olduğudur; dahafazla çalışmak için güç toplama şartıyla değilse din-lenmenin yakışık almayan bir davranış olduğudur.Bir başka deyişle çalışmak başlı başına bir değer,asil ve asalet verici bir faaliyettir” olarak tasviredilmesidir. Ardından emir gelir: “sahip olmadığınveya ihtiyacının olduğunu düşünmediğin nelergetirebileceğini göremesen bile çalışmaya devametmelisin. Çalışmak iyidir, çalışmamak kötü-dür”(33).

Burada durup çok sayıda soru sormak gereki-yor: İstenen çalışma nedir? İş nedir? Nasıl bir faa-liyetin içersindeyiz? Niçin çalışıyoruz? Nasıl çalışı-yoruz? Kimin için çalışıyoruz?

Çalışma, yaşamın en büyük dilimini oluşturma-sına karşın emekçilerin çoğunluğu tarafındanistenmeyen, gönülsüz yürütülen bir faaliyettir.Çalışma ritmi doğal değil yapaydır. Tarihin çokuzun bir döneminde insanlar doğayla uyumlu birçalışma ritmine sahip iken, günümüzde yeknesakneredeyse yılın her günü, günün her saati benzeraktivitelerin tekrarının gerçekleştiği çalışma ilegeçebilmektedir. Mevsimler, gündüz ya da geceolması, iklim, yağış olması vb. hiçbir doğa ile ilgiliolaya bağlı olmadan süregiden bir çalışma temposusöz konusudur. Tarih boyunca doğayı izleyerekyapılan her türlü uyum sağlama, yerelliklere göreözgünleşme vb. ortadan kaldırılmış, çalışma ritmitekdüzeleştirilmiş, standartize edilmiştir. Zamandisiplinize edilmiştir.

Maga (2007) kapitalist toplumları, “insanlarınzamanla örgütlendirildiği ülkeler” olarak tasviretmektedir. Doğanın egemen olduğu toplumlardainsanların günlük hayat içinde daha bol zamanasahip iken, kapitalist toplumda en sık dile gelensöylem “ zamanım yok”tur. Kapitalizm ekonomikve ideolojik olarak zamanı değerlendirmekte,zamanı kendi için örgütlemekte ve yönetmektedir,diktatoryasını kurmaktadır. Güçlü kapitalist ülkezamanın gün, hafta, ay ve yıl olarak en ince ayrın-tısına, gündelik hayatın örgütlendiği ele geçirildiği,baskı altında tutulduğu ülkeler olarak karşımızaçıkmaktadır. Kapitalist toplumda insanların büyükbölümü yaptıkları işten hoşnut olmadığı, parakazanmak için çalışmaya zorlandıkları, başta

küçük molalar, öğle yemeği paydosu, haftasonu,yıllık izin şeklinde sıralanabilecek boş zamanlarsayesinde hayatı katlanabilir hale getirmeye çalış-maktadır (34).

Aynı şey mekan için de geçerlidir. Doğrudandoğa içinde çalışma, üretmenin söz konusu olduğubir dönemden yapay çevrede, dar, kasvetli birortamda çalışmaya geçilmiştir. Üretilen ürününbelirlediği koşullara göre mekanda sıcaklık, rutu-bet, aydınlık vb. değiştirilebilirken, çalışan ile ilgilideğişiklikler ikinci plana itilmektedir.

Kapitalizmin erken yıllarında çalışma etiği tamolarak yaşama geçirilememiş, kapitalizmin vaizcile-ri (politikacılar, düşünürler, vb.) fabrika istihdamı-na karşı çıkan, ustabaşı, saat ve makine tarafındanayarlanan ritme itaat etmeyen, direnme eğilimininkökünü kazımaya çalışmaktaydılar. İnsanlar gele-neksel insani eğilimlerde bulunuyorlardı, var olanihtiyaçları karşılandıktan sonra çalışmaya devametmekte ya da daha fazla para kazanmakta mantıkveya anlam görmüyorlardı. Tatminkâr yaşamıneşiği alçak tutulmuştu. Kökü kazınmaya çalışılanbu insani eğilimdi… Modernleşmenin öncüllerininkarşılaştığı asıl sorun, yaptıkları işin amacını belir-leyerek ve akışını kontrol ederek bu işte anlambulmaya alışmış insanları, hünerlerini ve çalışmakapasitelerini, şimdi başkaları tarafından tayin vekontrol edilen ve yerine getirenler için artık hiçbirşey ifade etmeyen görevlerin yürütülmesinde har-camaya zorlama gereksinimiydi (33).

Toplumsallığı işlevsel bir “biraradalık” olaraktanımlayan modern devletin toplumsal üyeleri, birdüzen içinde yaşayabilmelerinin koşulu olarak,devletçe taşınan düzen ilkesine uymak, itaatetmek zorundadırlar. İtaat bir yandan güç/şiddettekeli devletin zor, baskı ve kontrol araçlarıyla sağ-lanırken öte yandan toplumsal itaat düzenini yer-leşikleştirecek bir ideolojik manipülasyon aracılı-ğıyla da sağlanmaktadır. Bu toplumsallık, bir itaatilişkisinin gerektirdiği ödev ve sorumluluk ağıdır;düzenin gerektirdiği normatif yapı altında herkesinödevleri ve sorumlulukları belirlenmiş olan biryapıdır. Modern devlete ait özellikle çalışma yaşa-mı, fabrikalar için de geçerlidir. Modern çalışmayaşamı hiyerarşik bir toplumsal düzenin kendisidirve modernite öncesi ordulara ait olan disiplin,düzene uyma ve önceden belirlenmiş, bildirilmişeylemi gerçekleştirme nitelikleriyle donatılmıştır.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 76: Temmuz-Aralık 2013

74Temmuz-Aralık 2013

Fabrikanın bir makine, üretim faaliyetinin demakinenin işleyişine indirgenmesiyle, üretici güç-ler makinenin işleyişinin bir öğesi yapılmış ve sis-tem makine düzeneğinde oluşturulmuş, otonomisiortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle emek dönüştü-rücü bir etkinlik değil, kendisi dışında belirlenenbir modele uygun üretim etkinliğinin, bir imalatetkinliğinin öğesi haline gelmiştir, emek niteliksiz-leştirilmiştir (35). İktidarın her türlü hegemonyaaracının çalışma yaşamı içinde geçerli olduğunusöyleyebiliriz. Fabrikanın, atölyenin içinde de ulusdevlet zihniyetli emek denetim mekanizmaları var-lığını devam ettirmiştir.

Çalışanlar ürettiklerine her anlamda yabancı-laşmıştır. Çalışanların üretilen ürünün bütününe,üretilen hakkında söz söylemeye, üretilenin karşı-lığını almaya vb. yabancılaşması söz konusudur.Yabancılaşma çalışanların yaratıcı yeteneklerininkörelmesi ile sonuçlanmaktadır. Kapitalist üretimilişkilerinin var olduğu, özel mülkiyete dayalı busistemde insanın yabancılaşması kaçınılmazdır. Busistemde çalışan emek gücünü belirli bir ücret kar-şılığında satmakta ve harcadığı emek üzerindekontrolü işverene devretmektedir. Dolayısıyla çalı-şan işe değil iş çalışana hükmeder hale gelmektedir(36).

Çalışma ortamı tamamıyla bilgiye bağımlı halegelmiş, bilgi aynı zamanda iktidar aracı olarak kul-lanılır hale gelmiştir. Dahası çalışmak için mutlakaokullu olunması zorunluluk haline gelmiş, okullar-da disipline edilmeyen emek gücünün istihdamıneredeyse imkansız hale gelmiştir. Günümüzde ser-mayenin güncel gereksinimine bağlı kısa erimli(geçici), dar, işe özgü eğitimler revaçtadır. Serma-yenin doğrudan yarar görmeyeceği, eğitsel faaliyet-ler minimalize edilerek, en kısa sürede en standar-tize bilgi ile donanmış çalışanlar yetiştirilmekistenmektedir.

Üretimin hızı için iş parçalanmış, basitleştiril-mişir; işin standartize edilmesi nedeniyle her işçigörevinin son derece basit olduğunun, yapabilece-ğinden çok daha azını yaptığının farkındadır.Günümüz kapitalizminin yeni aletleri geçmişinmekanik aygıtlarından çok zeki. Bu durum işçininzekasının yerini almasına, zihni dışarıda bırakanemeğe yol açmaktadır. Makine kullanma zekası daöz-eleştirel değil, operasyoneldir. Operasyonel bilgikavrama düzeyi olarak da yüzeysel kavramayı

gerektirmekte, yüzeyle-derinlik arasına bir duvarörmektedir. Bununla birlikte işe alınma aşamasın-da eğitim zorunluluğu, işin değişmesi ile birlikteişçinin yeni gereksinimlere uygun (operasyonelişlemleri hızla yapabilme) olarak kendini eğitmesorumluluğu işçiye bırakılmıştır (37).

Bilgiye bağımlılık işçi sağlığına özgü konulariçinde geçerlidir. İşverenin istemine (oluruna)göre, belirlenmiş konularda, zamanda, sürede (var-diya sonu, kısa zaman diliminde); daha çok teknik,üretim organizasyonu, üretim süreci-ilişkilerindenbağımsız; tekil risklere odaklanmış; tehlike ve risk-lerin bireyselleştirildiği; didaktik bilginin ön plan-da olduğu bir bilgi aktarımı söz konusudur. Yineönlemeye değil, erken tanımaya ve erken müdaha-leye odaklanan bilgi aktarımı hakimdir. Benzerdurum bilgi üretimi içinde geçerlidir. Kapitalistinbelirlediği koşul ve gereksinimlere hizmet edenbilgi üretimi söz konusudur. İşçilerin katılımın sözkonusu olmadığı, siyasal ve sosyal nedensellikleringöz ardı edildiği bilgi üretimi söz konusudur. Çalı-şanlar bilgi konusunda kapitaliste, kapitalist devle-te ve kapitalistleşen sağlık birimlerine bağımlı halegetirilmiştir. Çalışma ortamının sosyal yaşama,yaşam ortamına ve doğaya etkileri konusunda bilgiüretimi çok sınırlıdır. Çalışma ortamındaki tehlike-lerin meslek ve işle ilgili hastalıklarla ilişkisinikoyma sürecinde, çalışma yaşamı dışındaki tümdiğer faktörleri elimine etme konusundaki sözdebilimsel ısrar (kapitalist baskıların etkisi) nedeniy-le görülen, bilinen, öngörülen sağlıksızlıklar yoksayılmakta, görünmez kılınmaktadır. Asbestemaruziyet ile mezotelyema gelişimi araındaki ilişki-nin ortaya konması süreci buna en iyi örnektir.Annye Theoboud “Çalışmak Sağlığa Zararlıdır”adlı eserinde bilim çevresinin ve bilim insanlarınınbu sürece nasıl alet edildiklerini tüm çıplaklığı ileortaya koymaktadır (38).

İşçi sağlığı hizmetleri daha çok işveren ve kapi-talist devletin güncel yaklaşımına dayalı olaraküretilen hizmetler konumundadır. İşçiler, hattahizmeti üreten işyeri hekimi, hemşiresi, iş güvenli-ği uzmanı dahi edilgen bir konumdadır diyebiliriz.Hizmet üretim, değerlendirme ve denetleme süre-cinde işçinin katılımına izin vermeyen bir durumsöz konusudur. Hizmetler mevzuata dayalı, yasalzorunluluğu yerine getirme esaslı verilmektedir.Üretim kesintisine dahi izin vermeyen bir anlayışla

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 77: Temmuz-Aralık 2013

75Temmuz-Aralık 2013

hizmet sürdürülmektedir. Hizmet işyerinde veril-mektedir. İşçi sağlığı kapsamındaki periyodik mua-yene ve tetkiklerin tümü işyerinde, en kısa süredehalledilmeye çalışılmaktadır. Sürecin tamamenprosedürel olduğunu söyleyebiliriz. Onca işyerisağlık birimine, işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı-na rağmen işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevcutdurumu gösteren istatistiklere kimseler güvenme-mektedir. Dahası bu bağlamda sorun sadece bizdedeğildir, merkez kapitalist ülkeler için de bu sorungeçerlidir. Mevzuat baskısı, işyeri hekimi ve işgüvenliği uzmanının mesleki bağımsızlığının olma-ması, işçinin katılımına izin verilmemesi nedeniylebir çok sağlıksız çalışma koşulu, sağlıksızlık belge-lenememekte, belgelenenler görmezden gelinmek-te, işçiler dahi işgüvencesizliği nedeniyle sessiz kal-maktadır.

Hal böyle olunca mevcut çarpıtılmış sağlık algı-sı nedeniyle tedavi edici hizmetler, işçi tarafındanişçi sağlığı hizmetleri olarak algılanmakta, kısasürede hekime erişme ve reçete yazdırmanın adıolmaktadır. İşveren için de bu haliyle hizmet üreti-mi daha uygun görülmektedir. Koruyucu hizmetlerde kişisel koruyucu donanım ve eğitime daralmışdurumdadır. Önleme bireyselleştirilmiş, işçininuygun davranmasına odaklanılmıştır. İşçi sağlığıhizmetleri sürekliliği olmayan bir haldedir. İşçiningeçiciliği nedeniyle verilen hizmetlerin devamlılığıda söz konusu olmamakta, maruz kalınan tehlike-lere bağlı ortaya çıkan sağlıksızlık tanılanamamak-tadır. Hizmet mevcut ana odaklı olup; hizmetingeçmiş ve gelecek ile bağlantısı kurulmamaktadır.Cinsiyet ve yaşı gözardı eden, yetişkin-sağlıklı işçi-ye odaklı bir anlayış söz konusudur. Her ne kadar“çok disiplinli” denilse de işyeri hekimi ve işgüvenliği uzmanına daralmış bir hizmet söz konu-sudur. Daha kapsamlı bir değrlendirmeyi mümkünkılan destekleyici çok disiplinli yaklaşım söz konu-su değildir.

İşçi sağlığı hizmetleri fabrikalara odaklanmış birperspektifte verilmektedir. Algı olarak da fabrikabaskındır. Hizmet sektörü, tarım alanı, ev eksenliüretim, küçük atölyelere ait bilgi üretimi ve hizmetanlayışı oldukça yetersizdir. Tarıma dayalı üretiminbaskın olduğu döneme özgü çalışma-sağlık ilişkisi-ni ele alan tarihsel bilgi birikimi, uygulamalar gözardı edilmekte, kapitalist üretimle süreç sanayi

toplumunda fabrikada ele alınmaktadır. Tarımadayalı toplumda, özellikle emeğine yabancılaşma-mış insanın üretim süreci ve üretim sürecinin sağ-lığına etkisi, sağlığını koruma esaslı bilgi-deneyimbirikimleri gözardı edilmektedir.

Doğal Sağlık Anlayışıyla İşçi Sağlığı Hizmetleriİşçi sağlığı tartışması, insan merkezli bir anlayı-

şın parçası olarak yürütülemez. Ekolojik bağlamdaendüstriyalizmin sınırsız büyüme karakteristiği iledoğaya olan tahakkümü tehdit boyutundadır.Atıklar, aşırı teknoloji kullanımı, aşırı üretim,doğanın tıp adına aşırı sömürüsü, vb. özetle insanımerkez alan kapitalist bir üretim anlayışı ile doğa-nın tahribatına sessiz kalınmamalıdır. İşçi sağlığı,doğayı da gören bir perspektifte yeniden yapılan-malıdır. İşçi sağlığı ve çevre sağlığı ayrı ayrı tartışı-lacak kulvarlar değildir.

İşçi sağlığı için Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlıktanımı yetersiz kalmaktadır. Bu tanım ile işçi sağlı-ğı ele alındığında sıklıkla fiziksel ve ruhsal iyilikhaline odaklanılmaktadır. Tanımda yer almasınakarşın “sosyal iyilik” hali de işçinin toplum içinde-ki rolleri yerine getirmesi olarak değerlendirilmek-tedir. Sağlığın toplumsal, kültürel, siyasal, ekolojikboyutları ihmal edilmektedir.

Daha bütünlüklü bir perspektifte doğanın birparçası olan insanın doğa ile etkileşiminin sağlıklailişkisini ele alan bir işçi sağlığı perspektifi ön açı-cıdır. Hans Jonas’ın “Sorumluk İlkesi-TeknolojiUygarlığı İçin Bir Etik Denemesi” doğaya karşısorumluluğumuza dikkat çekmiştir: Teknolojiler-deki gelişmelerle birlikte insan eylemlerinin sonuç-larında ya da etkilerinde de kimi değişmeler olmuş,nükleer enerji kullanımının yarattığı sorunlardaolduğu gibi, bugün yapılan bir eylem, alınan birkarar yalnız bugünü ya da bugün yaşayan insanlarıdeğil, gelecekte yaşayacak olan insanları –hattayalnız insanları değil tüm canlıları da- etkileyecekgüce ulaşmıştır. Bu güç gezegenimizin tüm biyosfe-rini etkileyecek, tüm canlı yaşamını tehlikeyedüşürecek bir hale gelmiştir. Bu ise bizleri yeni, ekbir sorumlulukla karşı karşıya bırakmaktadır: doğa-ya karşı sorumluluk (39).

Siyasal boyut olarak halkların, kadının, emeğinözgürleşmesi sağlıklı olma mücadelesinin de ana

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 78: Temmuz-Aralık 2013

76Temmuz-Aralık 2013

hedefidir. Emeğine yabancılaşmış, esaret içerisin-deki, cinsiyet ve etnik ayrımcılığa maruz kalan işçi-nin sağlığından bahsedilemez.

İşçi sağlığı hizmetlerinde geleneğe sahip çıkıl-malıdır. Bu kapsamda insanlık tarihi boyunca işçisağlığı ile ilgili belleğe ve birikime yönelik;

• Bilgi/deneyimlerin gün yüzüne çıkartılması,• Çalışma yaşamı-sağlık ilişkisi öncüllerinin

bulunup ortaya çıkartılması,• Toplumun geleneksel olarak kullandığı önle-

yici-tedavi edici yöntemlerin bilimsel süzgeçlegörünür kılınması,

• Fabrika ve atölyeye daralmanın aşılması, hertürlü çalışma alanı ile ilgili birikimin ortaya çıkar-tılması,

• Tarıma dayalı üretim ve ev içi üretime aitbirikimlerin gün yüzüne çıkartılması hedeflenmeli-dir.

İşçi sağlığı mücadelesi demokratikleşme ve top-lumsallaşma hedeflerini de içermelidir.

İşçi Sağlığı Hizmetlerinin Demokratikleştirilmesi ve ToplumsallaştırılmasıDevletin-patronun işçi sağlığı değil, çalışanları,

sağlık komünlerini esas alan yaklaşım yaşama geçi-rilmelidir. Kendi sağlığına sahip çıkma-öz gücünharekete geçirilmesi hedeflenmelidir. Hizmetsunan/veren-alan ayrımını ortadan kaldıran işçi-nin de doğrudan sürece dahil olduğu bir anlayış,üretimi doğa-toplum-insan yararına hedefleyen birperspektif için anlamlı ve kaçınılmazdır.

İşçi sağlığı mücadelesinin demokratikleştiril-mesi ve toplumsallaştırılması kapsamında yer alanhedefler şunlardır:

• İşçi sağlığı mücadelesinin sınıf mücadelesinintaşıyıcısı haline getirilmesi,

• İşçi sağlığı hizmetlerinin tepeden inme, işve-ren, devlet merkezli yapılandırılmasının tersineçevrilmesi,

• Teknikleştiren, uzmanlaştıran değil, sosyal-leştiren-komünalleştiren bir yaklaşım sergilenmesiişçilerin öz gücü ile hizmeti yapılandırması ve sağ-lıkçılarla kolektif dayanışma içinde olması,

• İşçi sağlığı hizmetlerinde demokratik özyöne-timlerin sorumluluk alması,

• İşçi sağlığı hizmetlerinin planlanması, uygu-lanması, değerlendirilmesi ve denetlenmesi süreci-ne işçilerin katılması,

• Periyodik muayene, risk değerlendirilmesi,işyeri ortam ölçümleri vb. süreçlere işçilerin katılı-mın sağlanması,

• İşçi sağlığı açısından ayrımcı uygulamalarason verilmesi,

• Tehlikeli iş kollarına yönelik, sınıf örgütleri,demokratik kitle örgütleri ve sendikalarla birliktetoplumsal denetim sağlanması,

• İşçi sağlığı konusunda bilgi üretimi aşamasınaçalışanların katılımın sağlanması.

Doğal sağlık anlayışıyla, işçi sağlığında temelamaç özgürleşmedir. İşçi sağlığı hizmetlerinindemokratikleşmesi, özgürleşmesi ve sağlık bilgiüretiminin özgürleşmesi ile birlikte nihai hedefemeğin özgürleşmesi; kadının özgürleşmesi; insa-nın özgürleşmesi; toplumun özgürleşmesi ve doğa-nın özgürleş(tiril)mesidir.

Ata Soyer Sağlık ve Politika Okulu işçi sağlığıile ilgili tartışma ve praksise dönük faaliyetleriönüne görev olarak koymuştur. Bu kapsamdainceltilmesi düşünülen başlıklar olarak işçi sağlığıkapsamında siyasal sağlık tartışmaları (silikozis-kotkumlama, Tuzla ölümlü iş kazaları, inşaat sektörü,kağıt işçileri, endüstriyalizm-ekoloji, kapitalist işanlayışı); sağlık hizmetlerine erişim (mevsimliktarım işçileri, yerel yönetimler bağlamında evkadınları-ücretsiz aile işçiliği; ev eksenli çalışma;kapıcılar; küçük işyerlerinde bağımsız çalışanlar;pazarcılar vb.) ve sağlık çalışanlarının sağlığı (özel-likle taşeronlar ve kadın sağlık emeği) konularıbelirlenmiştir.

Kaynaklar1. Benlisoy, F. “Emekçiler ve Kürtler ya da “İşçi Sınıfı

Kürtleşti” mi?” (2013), http://www.soldefter.com/2012/08/14/ emekciler- ve-kurtler-ya-da-%E2%80%9Cisci-sinifi-kurtlesti%E2%80%9D-mi/erişim tarihi: 6 Şubat 2014

2. Zencir, M. “Türkiye’de Güvencesizleştirme Politikalarının Özgünlüğü ve Sağlığa Etkisi”, Emek ve Toplum Dergisi, 2012; 2: ...

3. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü (HÜNEE) Türkiye’de Göç ve Yerinden Olmuş Nüfus Araştırması, Ankara, 2006..

4. İnsan Hakları Derneği, İnsan Hakları Vakfı, Göç-Der ve diğer STK’lar (2001) Basın Bildirisi, 31 Mayıs, <http://www.tihv.org.tr/basin/bas20010531.html>.

5. Dinç, N.K. “Türkiye’de İskan Sorunu ve Kürtler: Modernite Savaş ve Mekan Politikaları Üzerine Bir Çözümleme”, Toplum ve Kuram Dergisi, 2009; 1: 267-273.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 79: Temmuz-Aralık 2013

77Temmuz-Aralık 2013

6. Kurban, D., Yükseker H.D., Çelik, A.B., Ünalan, T, Aker, T. “Zorunlu Göç ile Yüzleşmek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşaası, İstanbul, TESEV, 2006

7. Tuzla Araştırma Grubu. “Türkiye’de Neoliberalizm, Kürt Meselesi ve Tuzla Tersaneler Bölgesi”, Toplum veKuram Dergisi, 2009; 1: 119-188.

8. Yörük, E. “Zorunlu Göç ve Türkiye’de Neoliberalizm”, 2009, http://bianet.org/biamag/insan-haklari/118421-zorunlu-goc-ve-turkiye-de-neoliberalizm, erişim tarihi: 7 Şubat 2014

9. Özbudun, S. “Neo-Liberal Türkiye'nin “En Alttakiler"i: İşçi Sınıfı Kürtleşirken”, (2012), http://www.feminkurd.net/content.php? newsid=12503, erişim tarihi: 7 Şubat 2014

10. Yörük E. “Türkiye’de işçi sınıfı Kürtleşti”, Erdem Yörük ile söyleşi – İsmat Kayhan (ANF) 6 Aralık 2009, http://www.sendika.org/2009/12/turkiyede-isci-sinifi-kurtlesti-erdem-yoruk-ile-soylesi-ismat-kayhan-anf/ erişim tarihi: 7 Şubat 2014

11. Koç, F. “Ferda Koç: Kürt işçisi Türkiye’de göçmen işçi konumunda”, http://alternatifsiyaset.net /2012/12/02/ferda-koc-kurt-iscisi-turkiyede-gocmen-isci-konumunda/ erişim tarihi: 8 Şubat 2014

12. Uğurlu, Ö. “Neoliberal Politikalar Ekseninde Türkiye’de Kentsel Mekânın Yeniden Üretimi”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2012; 47: 2-12.

13. Doğan, A.E. “Kenti Azmanlaştırarak Birikim: Yeni Büyükşehir Yasasına Harvey’in Çerçevesinden Bakmak”, 2013, http://e-hayalet.net/index.php/makale-sections-614/170-oenemli-makaleler/kenti-azmanlast-rarak-birikim-yeni-bueyueksehir-yasas-na-harvey-in-cercevesinden-bakmak, erişim tarihi: 6 Şubat 2014

14. Akçay, Ü. “Hükümet Cemaat Kavgası İnşaat Odaklı Birikim ve 17 Aralık Krizi: Bir Dönemin Sonu mu?” 2013, http://baslangicdergi.org/ -umit-akcay/

15. Koçak, H. “İnşaat İşkolunda İstihdamın Yapısı ve Emek Rejiminin Özellikleri”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2013; 47: 13-23.

16. Çınar, S., Lordoğlu, K. “Mevsimsel Tarım İşçiliğinde Tekil Bir Analiz”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2010; 38: :23-33.

17. Etiler, N. “Tarımda Kadın Emeğine Kısa Bir Bakış”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2011; 39: 27-30.

18. Küçükkırca, İ.A. “Etnisite, Toplumsal Cinsiyet ve Sınıf Ekseninde Mevsimlik Kürt Tarım İşçileri”, Toplum ve Kuram Dergisi, 2012; 6-7: 197-218.

19. Koruk, İ. “İhmal Edilen Bir Grup: Göçebe Mevsimlik Tarım İşçileri”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi , 2010; 38: 18-22.

20. Odman, A. “Çalışanların İş Güvencesi ve Güvenliği Enstitüsünü Kurmalıyız”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2009; 34: 25-30.

21. Ercan, F. “Çalışmaya geldik ölmeye değil”, http://www.sendika.org/2006/10/calismaya-geldik-olmeye-degil-fuat-ercan/ erişim tarihi: 6 Şubat 2014

22. Ercan, F. “Tuzla Tersanelerinden Hareketle Kapitalizmve Türkiye’yi Anlamak, Fuat Ercan ile Söyleşi”, http://www.sendika.org/2008/08/tuzla-tersanelerinden-hareketle-kapitalizm-ve-turkiyeyi-anlamak-fuat-ercan-ile-soylesi/ erişim tarihi: 7 Şubat 2014

23. Bakır, O.“Leyleğin Yuvadan Atılmış Yavruları” Kot Kumlama İşçileri, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2009; 32: 25-27.

24. Özgen, N. “Kent ve Çöp”, TTB Meslek Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2006; 28:10-12.

25. Başkavak, T. “Atık kağıt işçileri, geri dönüşüm rantı ve çöplerin mülkiyeti savaşı”, http://www.sendika.org/2013/09/atik-kagit-iscileri-geri-donusum-ranti-ve-coplerin-mulkiyeti-savasi-tahsin-baskavak/, erişim tarihi: 6 Şubat 2014

26. Bilir, V. “Çöp İşçileri ve Ankara’da Yaşanılanlar”, TTBMeslek Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2006; 28: 13-15.

27. Akdemir, N. “Taşeronluk ve İş Kazalarını Birleştiren Eksen: Güvencesiz Çalışma”, TTB Toplum ve Hekim Dergisi, 2008; 23 (4): 276-283.

28. Oğuz, Ş. “Türkiye’de Kapitalizmin Küreselleşmesi ve Neoliberal Otoriter Devletin İnşası”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2012; 45-46: 2-15.

29. Öcalan, A. “Ortadoğu Bunalımında Demokratik Modernite Çözümü VII”, Özgür Gündem Gazetesi, 11Mayıs 2013, erişim tarihi: 07 Şubat 2014

30. Koşar, L. “Emeğin Sağlıklı Olma Hakkı Vardır!”, IV. İşçi Sağlığı Ve Güvenliği Kongresi, 2-4 Aralık 2011, TTB Mesleki Sağlık Ve Güvenlik Dergisi, 2011; 39: 2-6.

31. DTK(2010) “Demokratik Toplum Kongresi Sağlık Kurultayı Belgeleri”, 3-5 aralık, Diyarbakır, Aram yayınevi, 1.baskı, 2012,

32. DTK(2013) “Demokratik Toplum Kongresi (DTK) I.Sağlık Kongresi”, 26-27 Ocak, Diyarbakır, Yayınlanmamış rapor.

33. Bauman, Z. Çalışma, Tüketicilik ve Yeni Yoksullar, Sarmal Yayınevi, 1. Baskı, İstanbul, 2009; 13-16.

34. Maga, İ. “İdeolojik Zaman”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2007; 30: 2-6.

35. Toker Kılınç, N. “Disiplin ve Güvenlik Düzeni, Militarizm ve Milliyetçilik”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, 2006; 27: 2-6.

36. Marx, K. (2010) Yabancılaşma, Sol Yayınları, İstanbul37. Sennett, R. Karakter Aşınması, Yeni Kapitalizmde İşin

Kişilik Üzerine Etkileri, Ayrıntı yayınevi, 4. basım, İstanbul, (2010) s:75-77.

38. Theobaud-Mony, A. Çalışmak Sağlığa Zararlıdır, Ayrıntı yayınevi, 1. basım, İstanbul, 2012

39. Tepe, H. “Çalışma İlişkileri ve Etik”, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi, (2003) 16: 2-6.l

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 80: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

78Temmuz-Aralık 2013

ANTAKYA SEMT PAZARLARINDA KENDİ ÜRETTİKLERİ TARIMSAL ÜRÜNLERİ SATAN ÇİFTÇİ PAZARCILARIN

TARIMSAL SAĞLIK RİSKLERİ

GirişÜlkemizde il ve ilçe merkezlerinde haftanın belli

günlerinde semt pazarları kurulmaktadır. Pazar yer-leri, pazarcıların kendi tarlasında/bahçesinde üret-tiği veya başkasının tarlasından/bahçesinden ya dahalden satın aldığı ürünleri satabildiği açık veya ka-palı alanlar olarak tanımlanabilir. Pazarcılar ise köy-lüden (kendi bahçesinin ürününü satan), küçükesnafa (organize etmekte), emekliden öğrenciye(daha çok ek gelir amaçlı) toplumun hemen her yaşve kesimindeki insanlardan oluşmaktadır (1). Seb-zeciler ve Pazarcılar Federasyonu’nun (TÜSPAF)2009 yılı verilerine göre; Türkiye’de günde 550kadar pazar kurulmakta, 330 bin kadar tezgah açıl-maktadır. Ancak bu tezgahların sadece 80 bini ka-yıtlıdır (2).

Semt pazarlarında kendi tarımsal ürünlerini sa-tışa sunanların çoğunluğu köy ve beldelerde yaşa-makta, kadınların çoğu ücretsiz aile işçisi konumda,erkeklerin çoğu ise kendi hesabına çalışmaktadır(3). Özellikle az topraklı ailelerin kadınları mev-simlik tarım işçiliği başta olmak üzere bitkisel vehayvansal üretimin her aşamasına katılmaktadır(4). Son yıllarda kırsalda yaşayan genç nüfus tarımla uğ-raşmak istememekte, daha yüksek ücretli imalat vehizmet sektöründeki işlere yönelmekte ve fırsat bul-duğunda kente göç etmektedir (3,5). Bu göçte ta-rımla uğraşanların sosyal güvenceden yoksunluğu,ekonomik ve sosyal açıdan dezavantajlı olması daetkili olmaktadır (3). Yine özellikle genç kuşaktadaha belirgin olmak üzere kırsalda kadınların işgü-cüne katılımında belirgin düşme gözlenmektedir.Çünkü genç kızlar zaman içinde daha eğitimli halegelmekte, daha iyi bir yaşam, istihdam olanağı vetarım dışında çalışan erkeklerle evlenme arayışı

içindedir (5). Tüm bunların sonucu olarak ülke ge-nelinde tarımda çözülme gerçekleşmekte, kırsal nü-fusta yaşlı nüfus artmakta ve bu nüfus tarımsalfaaliyet gerçekleştirmektedir. Tarımdaki çözülmeHatay, Osmaniye ve Kahramanmaraş’ı kapsayanTR63 bölgesinde gerçekleşmemiş olup, bölgedehala en yoğun istihdam tarım sektörüdür (%30,9)ve Türkiye ortalamasından (%24,7) fazladır. Böl-gede istihdam edilen kadınların %56.8’i, erkekle-rinse %22.2’si tarım sektöründe çalışmaktadır (6).

Hatay’da kırsal nüfus oranı (%50.6) Türkiye’nin(%24.5) iki katından biraz fazladır (6). Şahin ve Sa-vaş’ın yaptığı çalışmaya göre; Hatay kırsalında 15-49 yaş kadınların %49’u tarımsal üretim yapmakta,bunların %26’sı ürününü pazarlamakta ve pek çoğuda üretim sırasında bilinçsiz gübre ve pestisit kul-lanmaktadır (7). Oysa pestisitlere sıkça dokunan,taşıyan, temas eden ve ürünleri uygulayan herkesinbu kimyasalların toksisitesi, olası sağlık etkileri vetehlikelere karşı alınması gereken önlemler konu-sunda da bilgi sahibi olması gerekmektedir (8).Diğer yandan, dünyada son on yılda pestisitlerin ge-liştirilmesi ile akut intoksikasyonda azalma mey-dana gelmiş, dikkatler kronik intoksikasyonaçevrilmiştir (9).

Kırsal alanda tarımsal üretim yaparak, ürünle-rini semt pazarlarında satan nüfusun ileri yaşlaradoğru kayması, gübreleme ve pestisit kullanımındabilinçsiz uygulamalarda bulunması ve sağlık hiz-metlerinden yararlanmada yetersizlikler yaşaması;sağlık risklerinin artarak farklılaşmasına yol açabi-lir. Bu çalışmanın amacı Hatay merkez ilçesinde(Antakya) kurulan semt pazarlarında kendi üret-tikleri tarımsal ürünleri satan çiftçi pazarcıların sağ-lık durumlarını ve üretim işleriyle ilgili olabilecekriskli davranışlarını belirlemektir.

Doç. Dr. Nazan SAVAŞDoç Dr. Tacettin İNANDIAr. Gör. Dr. Ersin PEKER

Ar. Gör. Dr. Ömer ALIŞKINMustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD

Page 81: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

79Temmuz-Aralık 2013

Gereç ve YöntemKesitsel nitelikte olan çalışmanın evreni An-

takya Semt pazarlarında kendi tarımsal ürünlerinisatan çiftçi pazarcılardır. Çalışmada veri toplamasürecinde, pazar yerlerinde tanımlanan evrenin ta-mamına ulaşılması hedeflenmiştir. Bu amaçla; 22-28 Şubat 2012 döneminde (7 gün) tüm semtpazarlarına (10 semt pazarı) gidilmiş, hedef kitleyeuyan 72 pazarcıya ulaşılmış ve yüz yüze görüşmetekniğiyle anket uygulanmıştır. Pazarcıların bir kıs-mının birden fazla pazar yerinde tezgah açtığı gö-rülmüş, bu kişilerle tek görüşme yapılmıştır.Ulaşılan pazarcılardan araştırmaya katılmayı red-deden olmamıştır. Görüşülen pazarcıların tamamıaraştırmaya katılmayı kabul etmiştir.

Anket formu: Çalışmada kullanılan anket araş-

tırmacılar tarafından yapılandırılmıştır. Ankettesosyodemografik (6 soru), genel sağlık (7 soru) vetarımsal faaliyet (25 soru) bölümlerinden oluşan 40(35 kapalı, 5 açık uçlu) soru bulunmaktadır.

İstatistiksel analizlerde frekans tabloları, ki-kare,Mann Whitney-U testleri kullanılmış ve p<0.05anlamlı kabul edilmiştir. Analizlerin yapılmasındaSPSS-15 paket programından yararlanılmıştır.

BulgularCinsiyet dağılımına göre %41.7’si (30) kadın,

%58.3’ü (42) erkek olan araştırma grubunun yaş or-talaması 48.4±10.6 (24-75) ve yaş ortancası49.5’di. Kadınların yaş ortalaması 48.5±10.9 (30-75), erkeklerin yaş ortalaması ise 48.3±10.5 (24-70) idi (p>0.05) (Tablo-1).

Tablo-1: Antakya’da tarımsal faaliyet gösteren pazarcıların cinsiyete göre bazı sosyodemografik özellikleri Kadın Erkek Toplam p

(n=30) (n=42) (n=72)Yaş

Ortalama ± standart sapma 48.5±10.9 48.3±10.5 48.39±10.6 >0.05Eğitim düzeyi

OYD- OY- 21 (%70) 9 (%21.4) 30 (%41.7) <0.001İlkokul mezunu 6 (%20) 26 (%61.9) 32 (%44.4)Daha yüksek eğitim 3 (%10) 7 (%16.7) 10 (%13.9)

İkamet yeriKırsal bölge 24 (%80.0) 29 (%69.0) 53 (%73.7) >0.05Kentsel bölge 6 (%20.0) 13 (%31.0) 19 (%26.3)

Sosyal güvenceYok 19 (%63.3) 11 (%26.2) 30 (%41.6) <0.001Var 11 (%36.7) 31 (%73.8) 42 (%58.4)

Sosyal güvece kime ait (n=42)Kendi 3 (%27.3) 31(%100) 34 (%81) -Eşi 8 (%72.7) 0 8 (%19)

Kronik hastalık Yok 16 (%53.3) 25 (%59.5) 41 (%57) >0.05Var 14 (%46.7) 17 (%40.5) 31 (%43)

SigaraHiç içmemiş 25 (%83.4) 11 (%26.2) 36 (%50) <0.001Halen içiyor 4 (%13.3) 14 (%33.3) 18 (%25)Bırakmış 1 (%3.3) 17 (%40.5) 18 (%25)

Aile hekimine başvuruYok 10 (%33.3) 12 (%28.6) 22 (%30.5) >0.05Var 20 (%66.7) 30 (%71.4) 50 (%69.5)

Aile hekimine başvuru Kr. hast.(-) Kr. hast.(+) Toplam p(n=41) (n=31) (n=72)

Yok 15 (%36.6) 7 (%22.6) 22 (%30.5) >0.05Var 26 (%63.4) 24 (%77.4) 50 (%69.5)

Aile hekimine başvuru Kırsal Kentsel Toplam p(n=53) (n=19) (n=72)

Yok 20 (%37.7) 2 (%10.5) 22 (%30.5) <0.05Var 33(%62.3) 17 (%89.5) 50 (%69.5)

Page 82: Temmuz-Aralık 2013

80Temmuz-Aralık 2013

Eğitim düzeyi değerlendirildiğinde; araştırmagrubunun %41.6’sı eğitimsiz ya da çok düşük eği-timliydi (okur yazar değil (OYD), kurslu okuryazar(OY) ya da ilkokul terk). Kadınların %46.7’si ilk-okul terk, %23.3’ü OYD, %20’si ilkokul mezunuiken, erkeklerin %14.3’ü ilkokul terk, %7.1’i OYD,%58.5’i ilkokul mezunu ve %11.9’u ortaokul mezu-nuydu. Eğitim düzeyine göre analiz yapıldığında; ka-dınların %70.0’i, erkeklerin ise %21.4’ü eğitimsiz yada çok düşük eğitimli grupta bulunuyordu. Cinsi-yetler arasındaki kadının aleyhine olan bu eğitimfarkı istatistiksel olarak da çok önemli bulundu(p<0.001).

Araştırma grubundaki kadınların %80’i, erkek-lerin %69’u, toplamda ise %73.7’si kırsalda (köy yada belde) yaşıyor ve tarımsal faaliyetlerini kırsaldagerçekleştiriyordu. Kırk iki (%58.3) pazarcının sos-yal güvencesi bulunuyordu ve bunların 11’i (%26.2)kadın, 31’i (%73.8) erkekti (p<0.01). Sosyal gü-vencesi olan kadınların sadece üçünün güvencesikendi adına olup, ikisi ise yeşil kartlıydı.

Araştırma grubunun %65.3’ünün ailesinde ta-rımsal faaliyeti kendisinden başka yapan bir ya dabirden fazla aile bireyi bulunuyordu. Kadınların%80’inin (24 kadın), erkeklerin %54.8’inin (23erkek) ailesinde başka bireyler de bu işi yapıyordu(p<0.05).

Kronik hastalıklar bakımından değerlendirildi-ğinde; araştırma grubunun %43’ünde bir ya da bir-den fazla kronik hastalık bulunuyordu. Kadınların14’ünde (%46.7), erkeklerin 17’sinde (%40.5) kro-nik hastalık vardı (p>0.05). Kronik hastalığı olan-ların %58’inde kardiyovasküler ve/veya solunumsistemi ile ilgili kronik hastalıklar bulunuyordu. Ay-rıca kronik hastalığı olanların %83.8’i hastalıkla-rıyla ilgili ilaç kullanıyordu. En çok kullanılanilaçlar sırasıyla; kardiyovasküler sistem, solunumsistemi, diyabet ile ilgili ilaçlar, kolesterol düşürü-cüler ve topikal steroidlerdi.

Araştırma grubunun %50’si hiç sigara kullan-mamıştı. Sigara kullanımı cinsiyete göre değerlen-dirildiğinde; erkeklerin %26.2’si, kadınların%83.3’ü hiç sigara kullanmamış, erkeklerin %40.5’i,kadınların %3.3’ü daha önce kullanıp bırakmış, er-keklerin %33.3’ü, kadınların %13.3’ü halen sigarakullanıyordu (p<0.001). Sigara kullanma bakımın-dan cinsiyete göre istatistiksel farklılık saptanma-sına rağmen; solunum sistemi hastalığı ve/veyakardiyovasküler hastalığın varlığı bakımından sigarakullanıp bırakanlar ya da halen kullananlar ile hiçkullanmamışlar arasında hem kadınlarda, hem deerkeklerde istatistiksel önemli bir farklılık bulun-madı (erkek; p>0.05, kadın; p>0.05) (Tablo-2).Bu analizde yaşın kafa karıştırıcı faktör olduğu gözönüne alınarak, her iki cinste ayrı ayrı sigara içmedurumuna göre bu kronik hastalıklara sahip olanlarile olmayanların yaş dağılımları karşılaştırıldığında;erkeklerde halen sigara içen ya da önceden içip bı-rakmış olanlarda da, hiç sigara kullanmamış olan-larda da kronik solunum yolu hastalığı ve/veyakardiyovasküler hastalığın varlığı yaş dağılımıylailişkili bulunmadı (sigara var; p>0.05, sigara yok;p>0.05) (Tablo-3). Diğer bir ifadeyle; araştırmagrubundaki erkeklerde var olan kardiyovaskülerve/veya solunum sistemi hastalığı sigara ve yaşla iliş-kili bulunmadı. Sigara kullanıp bırakan ya da halenkullanan kadınlarda da kronik solunum yoluve/veya kardiyovasküler hastağın varlığı sigara veyaş ile ilişkili bulunmadı (sigara; p>0.05, yaş;

Tablo-2: Her iki cinsiyette sigara kullanma durumuna göre kardiyovasküler/solunum sistemi hastalığı

Kronik Kardiyovasküler Hiç sigara Sigara ve/veya Solunum kullanmamış kullanıyor/ P*

Sistemi Hastalığı (n=18) bırakmış

ErkekYok 9 (%81.8) 24 (%77.4) 0.56Var 2 (%18.2) 7 (%27.6)

KadınYok 17 (%68.0) 4 (%80.0) 0.52Var 8 (%32.0) 1 (%20.0)

*Fisher Exact test

Tablo-3: Her iki cinsiyette sigara kullanma durumlarına görekronik kardiyovasküler/solunum sistemi hastalığının yaşa göre değerlendirilmesi

Kronik Kronik kardiyovasküler/ kardiyovasküler/

Cinsiyet solunum sistemi solunum sistemi P*ve sigara hastalığı YOK hastalığı VAR

Ortanca Yaş Ortanca Yaş ErkekHalen kullanıyor/ 48.7 (n=24) 53 (n=7) 0.136bırakmış N=31Hiç kullanmamış N=11 52 (n=9) 50 (n=2) 0.813KadınHalen kullanıyor/ 38 (n=4) 59 (n=1) 0.147bırakmış N=5Hiç kullanmamış N=25 45 (n=17) 61 (n=8) 0.004

*Mann Whitney-U test

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 83: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

81Temmuz-Aralık 2013

p>0.05). Ancak hiç sigara kullanmamış kadınlardakronik solunum yolu ve/veya kardiyovasküler has-talığın varlığı yaş dağılımı ile ilişkili bulundu(p<0.01); hiç sigara kullanmamış ama bu hastalık-lardan bir ya da ikisine sahip olan kadınların (8kadın) yaş ortancası 61 iken hiç sigara kullanmamışama bu hastalıklardan hiçbiri olmayan kadınların(17 kadın) yaş ortancası 45 idi. Bu analizden eldeedilen sonuca göre, hiç sigara kullanmamış kadın-larda bu kronik hastalıkların varlığı yaşa ya da yaşlabirlikte sigaradan farklı faktör/faktörlere bağlıydı.

Araştırma grubunun hastalanınca ilk başvur-dukları yerler sırasıyla; aile hekimi (%44), dahasonra devlet hastanesiydi (%27.8). Aile hekiminebaşvurma sıklığı ise %69.5 olarak saptandı. Aile he-kimine başvurma sıklığında hem cinsiyete(p>0.05), hem de kronik hastalığa göre (p>0.05)farklılık saptanmazken, yaşadıkları alana (kır-kent)göre farklılık saptandı (p=0.027); kentsel bölgedeyaşayanlar kırsal bölgede yaşayanlara göre dahafazla aile hekimine başvuruyordu.

“Aile hekiminiz sizi evinizde hiç ziyaret etti mi?”ya da “Aile Hekiminiz sizi Aile Sağlığı Birimi’ne

(ASB) davet etti mi?” sorusuna %19.4’ü (14)“Evet” yanıtını verdi. Hem cinsiyete (p>0.05), hemkronik hastalığın varlığına (p>0.05), hem de yaşa-dıkları alana (kır-kent) göre (p>0.05) aile hekim-lerinin kendilerini ziyaret etmeleri ya da ASB’yeçağırmaları bakımından farklılıklar saptanmadı.

Tarımsal üretim çeşidi bakımından değerlendi-rildiğinde; bahçe bitkileri üretimi (n:57, %66.7)hayvansal ürün üretimine (süt ve süt ürünleri, yu-murta ve besicilik) (n:35, %36.1) göre daha faz-laydı. Araştırma grubunun 11’i (%15.3) hem bahçebitkileri yetiştiriciliği hem de hayvansal üretim ger-çekleştiriyordu (Tablo-4). Hayvansal üretim sıra-sıyla; süt ve süt ürünleri (n:20, %27.7), kümeshayvancılığı (n:10, %13.9) ve besicilikti (n:2,%2.8). Cinsiyete göre değerlendirildiğinde; tarım-sal ürünler de farklılıklar gösteriyordu. Erkeklerin%78.6’sı (n:33), kadınlarınsa %43.3’ü (n:13) sadecebahçe bitkileri, kadınların %40’ı (n:12), erkekle-rinse %7.1’i (n:3) ise sadece hayvansal üretim ger-çekleştiriyordu (p<0.01). Araştırma grubunun%51.4’ü (n:37) üretimi kendi evinin bahçesinde ya-pıyordu. Tarımsal üretim ve pazarlama işini orta-

Tablo-4: Antakya’da kendi ürettikleri tarımsal ürünleri satan pazarcıların tarımsal faaliyet bulgularıKadın Erkek Toplam p*

Sayı (%) Sayı (%) Sayı (%)Tarımsal faaliyet türüBahçe bitkileri 13 (%43.3) 33 (%78.6) 46 (%63.9)Hayvansal ürünler (Süt ve ürünleri- yumurta- Besi) 12 (%40.0) 3 (%7.1) 24 (%20.8) 0.002Bahçe bitkileri ve hayvansal ürünler 5(%16.7) 6 (%14.3) 11 (%15.3)Ailede tarımsal faaliyet yapan başka bireyYok 6 (%20.0) 19 (%45.2) 25 (%34.7) 0.027Var 24 (%80.0) 23 (%54.8) 47 (%65.3)Üretim yeriKendi evinin bahçesi 15 (%50.0) 22 (%52.4) 37 (%51.4) 0.824Ev dışında başka bahçede 15 (%50.0) 20 (%47.6) 35 (%48.6)Tarımsal faaliyet sırasında fiziksel şikayetYok 18 (%60.0) 19 (%45.2) 37 (%51.4) 0.217Var (nefes darlığı, öksürük, bulantı kusma ellerde dermatit, alerji vb.) 12 (%40.0) 23 (%54.8) 35 (%48.6)İş kazası geçirmeHayır 13 (%81.3) 30 (%76.9) 43 (%78.2) 0.514Evet 3 (%18.8) 9 (%23.1) 12 (%21.8)

Gübre kullanma (n=52) Hayır 15 (%50.0) 5 (%11.9) 20 (%27.8) <0.001Evet 15 (%50.0) 37 (%88.1) 52 (%72.2)

Pestisit kullanma (n=43)Hayır 19 (%63.3) 10 (%23.8) 29 (%40.3) 0.001Evet 11 (%36.7) 32 (%76.2) 43 (%59.7)

*Kikare test

Page 84: Temmuz-Aralık 2013

82Temmuz-Aralık 2013

lama yapma süreleri ise 14.1±8.8 yıl (1-35 yıl) ola-rak saptandı.

Araştırma grubunun %48.6’sının tarımsal faali-yet sırasında fiziksel şikayetleri (nefes darlığı, öksü-rük, bulantı/kusma, ellerde dermatit, alerji(kaşıntı-kızarıklık) vb.) olmuştu. Erkeklerle kadın-lar arasında tarımsal faaliyet sırasında fiziksel şika-yet bakımından farklılık saptanmadı (p>0.05). İşsırasında en çok nefes darlığı (%14.9) şikayeti ya-şamışlardı.

Bahçe bitkileri yetiştiren 57 pazarcının %91.2’si(52) gübre kullanıyor, gübre kullananların sadece%42.3’ü gübre kullanma konusunda zirai ilaç satı-

cısına ya da Tarım İl Müdürlüğüne danışıyor,%32.1’i de gübreleme sırasında eldiven kullanmı-yordu (Tablo-5). Gübre kullananların %51.9’unda(27/52) kronik hastalık varken, gübre kullanma-yanların %20’sinde (4/20) kronik hastalık vardı(p<0.05).

Bahçe bitkileri yetiştiriciliği sırasında pestisitkullanan pazarcıların %65.1’i pestisit kullanma ko-nusunda zirai ilaç satıcılarına danışıyor, %69.7’sipestisit kullanımı sırasında maske takıyor, %86’sı el-diven giyiyor, %69.8’i de günlük giysilerinden farklıgiysi giyiyordu.

Tablo-5: Bahçe bitkileri üretimi sırasında gübre ve pestisit kullanan pazarcıların bilgi, tutum ve davranışözellikleri

Gübreleme (n=52) Sayı (%) Pestisit kullanma (n=43) Sayı (%)Kullanılan gübre çeşidi Kullanılan pestisitlerin adını bilme

Doğal/Organik 46 (63.9) Hayır 24 (55.8)

Kimyasal 6 (36.1) Evet 9 (44.2)

Gübrenin temin edildiği yer Pestisitin temin edildiği yer

Komşudan 5 ( 9.6) Komşudan 1 (2.3)

Zırai ilaç satan yarlardan 35 (67.3) Zırai ilaç satan yarlardan 42 (95.5)

Tarım il/ilçe müdürlüğünden - Tarım il/ilçe müdürlüğünden

Diğer 12 (23.1) Diğer -

Gübre kullanılırken en çok Pestisit kullanılırken en çok danışılan

danışılan kişi/kurum kişi/kurum

Zırai ilaç satıcısı 21 (40.4) Zırai ilaç satıcısı 28 (65.1)

Tarım il/ilçe Müdürlüğü 1 (1.9) Tarım il/ilçe Müdürlüğü -

Prospektüs - Prospektüs -

Komşu 2 (3.8 ) Komşu 2 (4.7)

Hiç kimse 28 (53.8) Hiç kimse 13 (30.2)

Eldiven kullanma Eldiven kullanma

Hayır 16 (30.8) Hayır 6 (14.0)

Evet 36 (69.2) Evet 37 (86.0)

Maske kullanma

Hayır 13 (30.2)

Evet 29 (67.4)

Bazen 1 (2.3)

İlaçlama sırasında özel giysi giyme

Hayır 13 (30.2)

Evet 30 (69.8)

İlaçlama sonrası elleri yıkama

Eve gidince 17 (39.5)

İş biter bitmez 26 (60.5)

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 85: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

83Temmuz-Aralık 2013

Tarımsal faaliyetleri sırasında öksürük/nefes dar-lığı, bulantı/kusma, alerji (kaşıntı-kızarıklık vb.)bulgularından birini ya da birkaçını yaşayanların%94.3’ü (n:33) gübreleme yapıyor (p<0.001),%82.9’u (n:29) da pestisit kullanıyordu (p<0.001)(Tablo-6). Ayrıca kronik hastalığı olanların %58.1’i(n:31), kronik hastalığı olmayanlarınsa %29.3’ü(n:41) tarımsal faaliyet sırasında fiziksel şikayet ya-şamıştı (p<0.05).

Tarımsal üretim sırasında %72.7’si tarım aleti,%27.8’i tarım makinesi kullanıyordu. İş kazası ba-kımından değerlendirildiğinde; tarım aleti ya damakinesine bağlı iş kazası geçiren 12 (%21.8) kişivardı ve bunların 7’sinde (%58.3) kaza sonucu ka-lıcı iz oluşmuştu. İş kazası geçirme bakımından cin-siyete göre farklılık saptanmadı (p>0.05). Ayrıca%20.8’ini (n:15) tarımsal faaliyet sırasında akrepsokmuştu.

Organik tarım ifadesini %19.4’ü (n:14) hiç duy-mamıştı. “Organik tarım ne demektir?” açık uçlusorusunu ise tam olarak doğru yanıt veren olmadı.

TartışmaÇoğunluğu kırsal alanda yaşayıp, tarımsal faali-

yet gösteren ve ürünlerini semt pazarlarında satançiftçileri kapsayan araştırma grubunun yaş ortan-cası (49,5 yıl), Türkiye yaş ortancasından (29,2 yıl)1.69 kat ileri bulunmuştur (10). Araştırma grubu-nun yaş ortancası kırsal alan gençlerinin kentleregöçüyle birlikte kırsal nüfusun ileri yaşlara doğrukaydığını ve kırsalda gençlerin tarımsal faaliyettenuzaklaştığını desteklemektedir (5,11).

Araştırma grubunda kadınların %70’i, erkekle-rin %21.4’ü eğitimsiz ya da çok düşük eğitimliyken;Türkiye’de kırsal kesimde altı yaş üzeri kadınların%47.6’sı, erkeklerinse %26.1’i eğitimsiz ya da çokdüşük eğitimlidir (12). Bu durum özellikle Türki-ye’de ileri yaş kırsal kadınlarda daha belirgin olmaküzere, kırsal kadının örgün ve yaygın eğitim ola-naklarına erkeklerden daha az erişebildiği gerçeği-nin araştırma grubunda daha fazla yaşandığınıgöstermektedir (13).

Ülkemizde tarımda kendi adına ve hesabına ça-lışanların sağlık sigortası kapsamına alınması 1998yılında, 2926 sayılı Kanun’da 4386 sayılı Kanun ileyapılan düzenlemeyle sağlanmıştır (14). Uzun yıl-lar Bağ-Kur tarafından yürütülen bu kanunda enönemli sorun; prim yükümlülüklerinin zamanındayerine getirilmesi zorunluluğu olmuş, bu da tarımdadüzensiz gelir elde etme nedeniyle primlerin yatırı-lamamasına veya sigorta yaptırmama sorununu do-ğurmuştur (14). Türkiye’de tarım sektöründe sosyalgüvenlikten yoksun çalışanların oranı %82.1 dir(15).

Çalışmamızda kendi ürünlerini satan çiftçi pa-zarcıların sosyal güvenceye sahip olma (%58.3) du-rumu; Koçak ve Çakmak’ın Yalova’da tümpazarcıları kapsayan çalışmasına (%81.2) göre dahadüşük bulunmuştur (1). Yalova’daki pazarcıların%21.8’i emekli ya da ek işe sahiptir. Ayrıca çalış-mamızda kadınların %63.3’ünün ne kendi, ne de eşiadına sosyal güvencesinin olmaması Antakya’da ta-rımsal faaliyet gösteren kadınlarda kayıt dışı çalış-

Tablo-6: Pazarcıların gübreleme ve pestisit kullanma durumlarına göre tarımsal faaliyet sırasında fiziksel şikayet durumları

Tarımsal faaliyet Gübreleme Gübreleme Toplam P**sırasında alerji, nefes yapmıyor yapıyordarlığı, öksürük, Sayı(%*) Sayı(%*)bulantı kusma vb.

Var 2 (%5.7) 33 (%94.3) 35 <0.001

Yok 18 (%48.6) 19(%51.4) 37

Toplam 20 (%27.8) 52(%72.2) 72

Pestisit Pestisit Toplam P**

Kullanmıyor Kullanıyor

Sayı (%*) Sayı(%*)

Var 6 (%17.1) 29 (%82.9) 31 <0.001

Yok 23(%62.2) 14(%37.8) 37

Toplam 29(%40.3) 43(%59.7) 72

*satır yüzdesi **Kikare test

Page 86: Temmuz-Aralık 2013

84Temmuz-Aralık 2013

manın belirgin derecede yüksekliğine dikkat çek-mektedir. Şahinli ve Şahbaz’ın “Tarımda Kadın İs-tihdamı: Sosyal Güvenlik Kurumuna KayıtlılıkDurumu” adlı makalesinde TR63 Bölgesinde 2011yılında tarımda istihdam edilen 2000 kayıtlı,160000 kayıt dışı kadın olduğu bildirilmiştir (16).Sonuç olarak; araştırma grubumuzdakilerin sosyalgüvencesiz kayıt dışı istihdamı ve buna bağlı sağlıkrisklerinin kadınlarda daha belirgin olmak üzereyüksek olduğu söylenebilir.

Hatay’da birinci basamak sağlık hizmetlerinde“Aile Hekimliği Modeli” Aralık 2010 tarihinde uy-gulanmaya girmiştir. Bizim çalışmamızda; araştırmagrubunun Şubat 2012 tarihinde aile hekimine baş-vuru sıklığı %44 olarak bulunmuştur. Başvuru sık-lığında cinsiyete ya da kronik hastalığın varlığınagöre farklılık saptanmazken, kentsel bölgede yaşa-yanlarda kırsal bölgede yaşayanlara göre daha fazlabaşvuru saptanmıştır. Ayrıca aile hekimlerinin araş-tırma grubundakileri ziyaret etmesi ya da ASB’yedavet etmesi oldukça düşük (%19.4) bulunmuşolup, hem cinsiyete hem kronik hastalığın varlığınahem de yaşam bölgesine (kır-kent) göre farklılıklargöstermemiştir. Oysa “Aile Hekimliği UygulamaYönetmeliği” nin 4. Maddesi “c” bendine göre; AileHekiminin kendisine kayıtlı kişilerin ilk değerlen-dirmesini yapmak için 6 ay içinde ev ziyaretlerindebulunması veya kişilerle iletişime geçmesi gerek-mektedir (17). Aynı Yönetmeliğin 6. maddesinegöre de gezici sağlık hizmeti veren aile hekimleri-nin bölgelerindeki gezici hizmet bölgelerine bir plandahilinde ulaşarak hizmet sunmaları esastır. Dola-yısıyla araştırma grubunun birinci basamak sağlıkhizmetlerini yeterli düzeyde alamadığı ve sağlık risk-lerinin arttığı söylenebilir.

Araştırmaya katılanların %25’inde en az birolmak üzere solunum ve/veya kardiyovasküler sis-temle ilgili kronik hastalığı olduğu saptanmış ve budurum cinsiyete göre farklılık göstermemiştir. Ça-lışmamızda erkeklerde kronik solunum ve/veya kar-diyovasküler sistem hastalığıyla yaş ve sigaraarasında ilişki bulunmazken, kadınlarda yaş ilişkilibulunmuş, ancak sigara ilişkili bulunmamıştır. Hiçsigara içmemiş kadınlarda bu kronik hastalıklarıolanların yaş ortancası, olmayanlara göre daha yük-sektir. Dolayısıyla erkeklerden farklı olarak yaş fak-törü sigaradan bağımsız olarak tek başına veyabaşka bir faktör/faktörlerle birlikte kadınlarda bukronik hastalıklara etken olmuştur.

Yapılan farklı çalışmalarda tarım işçilerinde kro-nik bronşit ve solunum sistemi hastalıkları preva-lansı oldukça yüksektir (18,19). Son dönemlerdeönemli bir halk sağlığı sorunu olan bu hastalıklarlailgili kapsamlı çalışmalar artmıştır (20).

Bitki ve hayvan kökenli biyolojik ürünler çiftçi-lerde “Toksik Organik Toz Sendromu”na (TOTS)ya da IgE aracılı reaksiyon oluşturarak mesleksel as-tıma neden olabilir (18,21). Örneğin “Hipersensiti-vite pnömonisi” organik tozların inhalasyonunabağlı olarak ortaya çıkan, immün mekanizmalarlagelişen diffüz parankimal bir akciğer hastalığıdır(18). Çoğunlukla tarım sektöründe çalışanlar buhastalık için yüksek risk altındadır. En sık belirtilenetiyolojik faktörler hayvan partikülleri ve saman,talaş gibi bitkisel ürünleri kirleten mikroorganiz-malardır (bakteri ve fungus vb) (18). Bizim araş-tırma grubumuzdakiler de uzun yıllar gerek bahçetarımında gerekse hayvancılıkla ve hayvansal ürün-lerle uğraşmış ve uğraşmaktadır.

Mesleki irritan toza maruziyetten hemen ya dasaatler sonrasında “Akut Solunum Yolları İrritas-yonu” olabildiği gibi, daha düşük dozlu maruziyet-lerde de irritasyon meydana gelebilir. Suda daha azeriyen gazlar hemen irritasyona neden olmazlar vesemptomları hemen oluşturmazlar. Suda eriyebilir-liği az olan gazlar arasında gübre yapımında kulla-nılan “nitrojen oksitleri” de bulunur ve alt solunumyolları hastalığına neden olur (22). Yine gübre ya-pımında kullanılan “amonyak” da solunum sistemimorbiditesine en sık yol açan irritan gazlardandır(18). Çalışma grubumuzun %66.7’si bahçe bitkileriyetiştirmekte, bu kişilerin %91.2’si gübre kullan-makta, büyük çoğunluğu bilinçsiz uygulama ger-çekleştirmektedir. Bunun yanı sıra gübrekullananlarda kullanmayanlara göre kronik hastalıkve akut fiziksel şikayetlerin daha fazla olduğu sap-tanmıştır.

Tarım alanlarında pestisit uygulayan işçiler ilacıuygularken koruyucu önlem almadıkları için pesti-sidlerin akut ve kronik toksik etkilerine daha fazlamaruz kalmaktadır (23). Pestisit teması sonrası to-pikal ya da sistemik etkilenmeye bağlı rapor edilenakut şikayetler içinde en sık görülenler dermatit,öksürme, hapşırma, hırıldama, gözlerin, burun mu-kozasının, ağzın ve dilin arka kısmının kuruması vekaşınması gibi alerjik belirtiler ile bulantı, kusma,halsizlik, baş dönmesi ve barsak sorunlarıdır (24).Bizim çalışmamızda da tarımsal faaliyet sırasında

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 87: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

85Temmuz-Aralık 2013

alerji, nefes darlığı, öksürük, bulantı, kusma ve der-matit en sık yaşanan akut şikayetler olarak bildiril-miştir.

Pestisidlerin akut toksik etkisi ile ilgili pekçokçalışma yapılmış olmasına rağmen, kronik toksik et-kileri konusundaki çalışma azdır (25). Pestisitlerinkronik etkisiyle ilgili olarak sinir sistemine toksiketkileri, karaciğer harabiyeti, konjenital defektler,solunum ve kardiyovasküler sistem etkileri ve kan-serojenik etkileri olduğundan bahsedilmektedir(26,27). Son yıllarda yapılan çalışmalarda pestisit-lerin çesitli şekillerde antioksidan sistemi etkileye-bileceği de gösterilmiştir. Örneğin Simioniello vearkadaşlarının kırsalda bahçe bitkileri yetiştiriciliğiyapan çiftçilerde pestiside direkt ve indirekt maruzkalanlarla maruz kalmayanlar arasında bazı biyo-kimyasal değerleri inceledikleri çalışmaya göre; di-rekt ve indirekt maruz kalanlarda asetilkolinesteraz(AChE) inhibisyonunun, katalaz (CAT) redüksi-yonunun ve Damage Index Comet Assay (DICA)ile Damage Index Repair Assay (DIRA) deki artı-şın daha fazla olduğu, direkt maruz kalanlarda dalipid peroksidasyon (TBARS) düzeyinde belirginartış olduğu gösterilmiştir (27). Direkt ve indirektpestiside maruz kalan çiftçilerdeki bu biyokimyasaldeğişiklikler oksidatif denge ve DNA hasarınınmeydana geldiğini göstermektedir (28). Çömele-koğlu ve Mazmancı’nın “Pestisitlerin Kronik Etki-sine Maruz Kalan Tarım İşçilerinde EritrositSüperoksit Dismutaz ve Katalaz Aktiviteleri” çalış-masıyla da bilinçsizce kullanılan pestisidlerin vü-cutta serbest radikallerin oluşumu veuzaklaştırılması arasındaki dengeyi sağlayan anti-oksidan sistemi bozduğu, katalaz aktivitesini azalt-tığı ve hücrelerde peroksidasyona yol açtığıgösterilmiştir (24). Bu çalışmalar uzun meslek ya-şamları ve buna bağlı uzun yıllar pestisidlerin toksiketkisine maruz kalan tarım isçilerinde kanser, çeşitlikalp hastalıkları, erken yaşlanma, artrit, kataraktgibi reaktif oksijen türevlerinin de rol oynadığı has-talıkların oluşma riskini arttırdığını desteklemekte-dir (24,28). Ayrıca Simoniello ve arkadaşlarının“Mesleki olarak pestisit karışımlarına maruz kalanişçilerde DNA hasarı” araştırması sonuçlarına göre;sprey pestisit uygulayan tarım işçilerinde DNA ha-sarını gösteren DICA artışında pestisit uygulamasüresi (yıl) ve kişisel koruyucu ekipmanların kulla-nılmaması önemli faktörler olarak saptanmıştır(29). Bu çalışmada pestisitlerin genotoksik etki-sinde kafa karıştırıcı faktörler olabilecek cinsiyet,yaş, sigara ve alkol kullanımının DICA’nın artışında

önemli etki etmediği de gösterilmiştir (29). Bizimçalışmamızda da bahçe bitkileri yetiştirenlerin%82.4’ü pestisit kullanmakta ve pestisit uygularkenuzmana danışmama, maske kullanmama, eldiventakmama, farklı giysi giymeme ve elleri hemen yı-kamama vb. riskli davranışlar sergilemektedirler.Ayrıca bizim çalışmamızda da kardiyovasküler vesolunum sistemi kronik hastalıklarının varlığındakafa karıştırıcı faktör olabilecek yaş ve sigara sor-gulandığında; erkeklerde sigara ve yaş, kadınlardaise sigara ilişkili bulunmamıştır.

Tarımsal üretim yapanlarda işle bağlantılı akutve kronik hastalıkların yanı sıra travma ve ciddi ya-ralanmalar da morbidite ve mortaliteye neden ola-bilmektedir (28). Bizim araştırma grubumuzun dabeşte birinden biraz fazlası tarım aleti ya da maki-nesine bağlı iş kazası geçirmiş, yarıdan fazlasında ka-lıcı iz oluşmuştur. Çalışmamızda araştırma grubunaiş kazası geçirdiği yaş sorulmamıştır. Ancak Lee SJve arkadaşlarının Kuzey Kore’de yaptıkları genişkapsamlı bir çalışmaya göre, iş kazası geçirme sık-lığı çiftçilerde iş gücünün azalması ve yaşın ilerle-mesi ile artış göstermektedir (30). Dolayısı ile yaşortancası 49.5 olan araştırma grubumuzda tarımsalüretime bağlı iş kazlarının riskinin yüksek olduğuve bu riskin giderek artacağı söylenebilir.

SonuçSonuç olarak çiftçi pazarcı olarak adlandırılan

bu grubun yaş ortalaması toplum ortalamasındanönemli ölçüde yüksek, öğrenim düzeyi ve sağlık hiz-metlerinden yararlanma düzeyi düşük, önemli birbölümünün sosyal güvencesi yoktur. Çoğu tarımsalüretim sırasında bilinçsiz gübre ile pestisit kullan-makta ve tarımsal faaliyet sırasında akut fiziksel şi-kayetler yaşamaktadır. Ayrıca en çokkardiyovasküler ve/veya solunum sisteminde olmaküzere; yarısına yakının bir ya da birden fazla kronikhastalığı bulunmaktadır. Kronik kardiyovasküler yada solunum sistemi hastalıkları erkeklerde yaş ve si-gara ile, kadınlarda ise sigara ile ilişkilendirileme-miştir. Bu hastalıkların bilinçsiz gübre ve pestisitkullanımı ile olan ilişkisinin kanıta dayalı tıp değeriyüksek olan araştırmalarla ortaya konulması ve ris-kin azaltılmasına yönelik çiftçilere yaygın eğitimle-rin yapılmasına gereksinim vardır.

*Makale 5-6 Nisan 2012 tarihlerinde Şanlıurfa’dayapılan I. Tarım Sağlığı Sempozyumunda sözlü bildiriolarak sunulmuştur.

Page 88: Temmuz-Aralık 2013

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Kaynaklar1. Koçak O, Çakmak YZ. “Pazarcılık Sektörünün

Enformal Boyutu Üzerine Bir Araştırma: Yalova Örneği” Sosyal Siyaset Konferansları. 2011 (1): 60:223–258.

2. Sebzeciler ve Pazarcılar Federasyonu. http://www.tuspaf.org.tr/index.php?option=com_ content&view=article&id=63:330-bin-pazarcidan-250-bini-kayitdisi&catid=1:son-haberler&Itemid=50 Erişim tarihi: Mart 2012

3. Birleşmiş Milletler Ortak Programı “Herkes İçin İnsana Yakışır İş: Ulusal Gençlik İstihdam Programı ve Antalya Pilot Bölge Programı, Türkiye’de Kırsal İstihdamın Yapısı” Olhan E (FAO Danışmanı). FAO Türkiye Temsilciliği. Haziran 2011

4. Gülçubuk B. “Kırsal Alanda Kadın ve Bölgesel Çalıştaylar”. Bölgesel Kırsal Alanda Kadın Çalıştayı Eskişehir kitabı. sunum metni. 24-26 Eylül, 2009. s.19-25

5. “Türkiye’de Kadınların İşgücüne Katılımı: Eğilimler, Belirleyici Faktörler ve Politika Çerçevesi” Beşeri Kalkınma Sektörü Avrupa ve Orta Asya Bölgesi. DPT Dünya Bankası. Kasım, 2009.

6. “TR 63 (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) Bölge Planı 2010-2013” DOĞAKA (Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı) Ağustos, 2010, http://www.dogaka. org.tr/ index.php/arastirma-ve-planlama)

7. Şahinler N, Savaş N. “Hatay Kırsalında Kadının Statüsü ve Sorunları 2011” DOĞAKA & KADMER. Haziran, 2011, Hatay.

8. Lorenz ES. “Pesticide Education Program” Penn State College of Agricultural Sciences Research, Pennsylvania State University, 2006. pubs.cas.psu.edu/freepubs/pdfs/uo198.pdf

9. Spiewak R. “Pestisides as a cause of occupational skin diseases in farmers” Ann Agric Environ Med. 2001;8 (1):1-5

10. “İstatistiklerle Türkiye 2011” TUİK Yayın No: 3592, s: 11

11. Bıçkı D. “Geleceğin Kentte İnşası: Çanakkale Kırsalında Göç Eğilimleri” Süleyman Demirel

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 2011;16 (3):149-169.

12. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü. “Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması, 2008”Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü, Sağlık Bakanlığı Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü, Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve TÜBİTAK, 2009;17-184.

13. Aşan A, Can M, Fazlıoğlu A. “Kırsal Alanda Yoksulluğun Gerçek Yüzü: Kadınlar” T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Strateji Geliştirme

Başkanlığı.http://sgb.aile.gov.tr/ upload/sgb. aile.gov.tr/mce/ 2012/arastirmaprojeleri/kirsalalankadinlari1.pdf (Erişim Tarihi: 1/4/2013)

14. Arıcı K. “Türkiye’de Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanların (Çiftçilerin) Sosyal Güvenliği” Kamu-İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi. 2003;7 (2): 2-26.

15. TÜİK, “Hane Halkı İşgücü İstatistikleri, Şubat 2012” TÜİK Haber Bülteni, Sayı 10817. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id= 10817

16. MA Şahinli, N Şahbaz . Tarımda Kadın İstihdamı: Sosyal Güvenlik Kurumuna Kayıtlılık Durumu. KMÜ

Sosyal ve Ekonomik Araştirmalar Dergisi, 2013;15 (25):85-103.

17. “Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği” 25 Mayıs 2010. Resmi Gazete Sayı: 27591

18. Rabinowitz PM, Siegal MD. “Acute inhalation injury. Clin Chest Med” 2002:23 (4):707-15

19. Broding HC, Frank P, Hoffmeyer F, Bünger J. “Course of occupational astma depending on the duration of workplace exposure to allergens-a retrospective cohort

study in bakers and farmers” Ann Agric Environ Med. 20011;18 (1):35-40

20. Arbak P. “Tarımsal Akciğer Hastalıkları” Turkiye Klinikleri J Thorax Dis 2004;2 (2):99-105

21. “Türkiye Kronik Hava Yolu Hastalıklarını (Astım-KOAH) Önleme ve Kontrol Programı (2009-2013) Eylem Planı” T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü. Ankara 2009. ss:17

22. Nowak D. “Chemosensory Irritation and the Lung” Int Arch Occup Environ Health 2002;75:326-31

23. Kuschner WG, Stark P “Occupational lung disease Pt 2: Discovering the cause of diffuse parenchymal lung disase” Postgraduate Med 2003;113 (4): 81-8

24. http://www.isguvenligi.net/yararli-bilgiler/pestisitlerin-saglik-etkileri/ Erişim tarihi: Ekim 2012

25. Çömelekoğlu Ü, Mazmancı B. “Pestisitlerin Kronik Etkisine Maruz Kalan Tarım İşçilerinde Eritrosit Süperoksit Dismutaz ve Katalaz Aktiviteleri” Türk J Biol. (24)2000, TÜBİTAK 483-88

26. Sataloğlu N, Aydın B, Turla A. “Pestisit zehirlenmeleri” Kor Hek 2007;6 (3):169-74.

27. Özcan N, İkincioğulları D. “Ulusal zehir danışma merkezi 2008 yılı çalışma raporu özeti”. Türk Hij. Den.Biyol. Derg. 2009;66 (3):29-58

28. Simoniello MF, Kleinsorge EC, Carballo MA. “Biochemical evaluation on rural workers exposed to pesticides” Medicina (B Aires). 2010;70 (6):489-98

29. Simoniello MF et al. “DNA Damage in workers occupationally exposed to pesticide mixtures” J Appl Toxicol. 2008;28 (8):957-65

30. Lee SJ, Kim I, Ryou H, Lee KS, Kwon YJ. “Work-related injuries and fatalities among farmers in South

Korea” Am J Ind Med. 2012;55 (1):76-83.l

86Temmuz-Aralık 2013

Page 89: Temmuz-Aralık 2013

87Temmuz-Aralık 2013

haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber

28 Ekim 2014 tarihinde, saat 12.00’de“Ermenek’in Pamuklu Köyü mevkiinde bulunan özelbir linyit kömür madeninde su baskını meydana geldiği,maden ocağında çalışan işçilerden bir kısmının ocaktançıkmayı başardığı, 2 yaralı işçinin kurtarıldığı, 18madencinin madende mahsur kaldığı” haberiyle birlikteyetkililerden bilgi almak, ocaktan sağ kurtulan işçiler ilekonuşmak, ocakta çalışan işyeri hekimi ile buluşmak,bu felaketin kök sebeplerini ortaya çıkarmak ve benzerkazaların önlenebilmesi amacıyla incelemelerde bulun-mak üzere TTB olarak bir heyet oluşturarak Karaman-Ermenek-Pamuklu Köyü’ndeki maden ocağına gittik.

TTB HEYETİNİN ERMENEK İZLENİMLERİ

TTB olarak olayı işçi sağlığı ve güvenliği yönündendeğerlendirecek olan bu heyette TTB Merkez KonseyiÜyesi Dr. İsmail Bulca, Karaman Tabip OdasıBaşkanı Dr. Ergül Mavi, TTB İSİH Kolu Başkanı Dr.Ercan Yavuz, TTB Mesleki Sağlık ve Güvenlik Der-gisi Editörü Dr. Celal Emiroğlu, TTB PHK Kolu YKÜyesi Dr. A. Hisar Altınol ve Türk HemşirelerDerneği Karaman Şube Yöneticisi Mehtap Çöplü yeraldı.

Kömür madeni bölgesine ulaşan heyetimiz içerialınmadı. Bu arada televizyonlar dahil habercilerin veçeşitli sivil toplum kuruluşlarının, kurtarmaçalışmalarının sürdüğü bölgeye halkın güvenliği(?)gerekçesiyle içeri alınmadığını öğrendik.TTB adına geldiğimizi ve kamu yararına çalışan birmeslek örgütünü temsil ettiğimizi ifade etsek de içerialınmadık. Ancak TTB MK Başkanımız Dr. Bayazıt

İlhan’ın devreye girmesiyle inceleme yapmak üzere değilancak bakanlarımızdan bilgi almak üzere maden böl-gesine girmemize izin verildi.

Önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı FarukÇelik; Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme BakanıLütfi Elvan ve Enerji ve Tabii Kaynaklar BakanıTaner Yıldız ile basının olmadığı, sadece korumalarınolduğu bir ortamda konuştuk ve sayın bakanlarımız bizidurum hakkında bilgilendirdi. Çalışan işçiler veyakınlarıyla görüşmemiz nazik bir şekilde engellendi. Şuanda ortamın çok gergin olduğu ve bu görüşmelerin bizezarar verebileceği(?) gerekçesiyle işçiler ve yakınlarıylagörüştürülmedik. Ama bu durumu sezen bazı işçi ve işçiyakınlarının çabasıyla da temas etme olanağımız oldu.

Sayın bakanlarımız basınla paylaştıkları bilgileri biz-imle de paylaştı. Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanımız 6331 Sayılı İSG Yasasına atıfta bulunaraktüm işyerlerine çeşitli riskler için analizler yaptırmazorunluluğu getirdiklerini ifade etti. Biz de bu yasanınişverene maliyet hesapları öncelenerek çıkartıldığını, buyüzden de diğer yerlerde olduğu gibi bu madende demaliyeti göz önüne alınarak bir sondaj çalışmasının dahiyapılmadığını, bölgedeki madenlere su basma riskiolmasına rağmen bu sondaj çalışması olmadan madeninişletmeye açılmasının 6331 sayılı yasayı zaten uygula-mada da geçersiz kıldığını ifade ettik. İşçi sağlığı vegüvenliği alanının Başta TTB olmak üzere emek vemeslek örgütleriyle, çalışanlarla birlikte yeniden düzen-lenmesi gerektiğini, böyle bir durumda TTB olarakbizim işbirliğine hazır olduğumuzu ifade ettik.

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 90: Temmuz-Aralık 2013

88Temmuz-Aralık 2013

haber haber haber haber haber haber haber haber haber haber

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı ise ko-nunun ‘siyasileştirilmeden’, çağdaş normlar üzerindentartışılması gerektiği ifadelerini yineledi.

TTB heyeti olarak, olayı değerlendirebilmek içinmüfettiş raporları da dahil olmak üzere madendeki işçisağlığı ve güvenliği ile ilgili kayıtlara ulaşmamızınmümkün olmadığını görünce de olayı daha çok izlen-imlerimiz, temaslarımız ve sonuçlar üzerindendeğerlendirdik.

AFAD görevlisinden ocaktaki çalışmalar ve işçilerinyakınlarının kaldığı çadırların organizasyonu hakkındabilgi aldık.

ekibinin olmadığını, Ermenek’teki ocak sahiplerinin veSOMA’daki maden ocağının sahiplerinin akrabaolduklarını öğrendik.

- Ocağın çıkışına bakan çocukların gözlerindebabalarına duydukları sevgi ve özlemi gördük.

- Çaresiz eşlerin, ana-babaların kömür karası ocakkapısından gözlerini ayırmaz iken neyi sorguladıklarınıöğrenmeye çalıştık, gözlerindeki boşluğu gördük.

- Çocukların bizimle konuşurken bize değil, ocağınkapısına bakmalarını dönüş yolunda gece karanlığındaanladık.

- Gizlice yanımıza sokularak hukuki yardımı nasılalabileceğini soran işçi yakınlarında, çaresizliği vebaskıdan kaynaklanan korku ile çekingenliği gördük.

- İş güvenliği uzmanın bu kazadan sorumlu gibi gös-terilmesi sonucu bir gün önce darp edildiğini hayretleöğrendik.

- Madendeki işyeri hekiminin bizim ekibimizlegezmesinin bu yüzden riskli olduğunun söylenmesi se-bebiyle kömür ocağını gözlemleme olanağı bulamadık.

Heyetimiz bu izlenimlerle çalışmalarını bitirirken,bu ülkede işçi sağlığı ve güvenliği alanının sermayeninkar hırsına ve maliyet hesaplarına teslim edilmeden, işçisağlığının öncelenerek, işçilerin yaşam hakkına saygıgösterilerek, başta TTB olmak üzere emek-meslekörgütleriyle, çalışanlarla yasanın yeniden düzenlen-mesinin ne kadar önemli ve acil olduğununvurgulanmasının da önemine dikkat çekerekçalışmalarını sonlandırdı.UMKE'deki sağlık çalışanlarını ziyaret ederek bilgi

aldık, kendilerine kolaylık ve başarı dileklerimizi ilettik.Kısıtlı da olsa işçiler ve yakınlarıyla olan

temaslarımızdan edindiğimiz izlenimler ise şöyleydi:- Sağ kurtulan işçilerin ve madenin içinde mahsur

kalan işçilerin yakınlarının 6 gündür madende mahsurkalan 18 işçinin sağ kurtulmalarına dair umutlarınıntükendiğini, devletin bu tükenmişliği ve öfkeyi yönetmekonusunda çaba harcadığını gördük.

- İşçilerin, bu madende kaza olacağını ve susızıntılarının arttığını (risk olduğunu, tehlikeye ramakkaldığını) bildiklerini ancak yaşamlarını devam ettire-bilmek için ve çalışmak zorunda oldukları için madenegirdiklerini örgendik.

- 10 km çapında 5 maden ocağının bulunduğunu,(her birinde olmasa bile) ortak bir kurtarma ve tefziye

t ü r k t a b i p l e r i b i r l i ð i

m e s l e k i s a ð l ý k v e g ü v e n l i k d e r g i s i

Page 91: Temmuz-Aralık 2013

YAYIN KURALLARI

Mesleki Sağlık ve Güvenlik Dergisi (MSG), kendi disiplini ile ilgili olabilecek derlemeler, araştırmalar, literatür özetleri ve gündemi belirleyen olaylar ve tartışmalara ilişkin görüş ve değerlendirmeleri yayınlayan bilimsel bir dergidir. Türk Tabipleri Birliği tarafından yayımlanır.

rapor) III. Bakış / Görüş IV. Yorum V. Editöre mektup VI. İşyeri hekimleri ve işçi sağlığının diğer disiplinlerinden derlemeler VII. Diğer

Dergiye gönderilen yazılar öncelikle Editörler tarafından bir ön değerlendirmeye alınır. Bu ön değerlendirme sonrası Yayın Kurulu ve gerektiğinde Danışma Kurulu incelemesinden geçerek yazı hakkında karar verilir. Araştırmalar en az iki, ihtilaf durumunda üç hakeme gönderilir. Gelen görüşlere göre yayın kurulunda değerlendirme yapılır.

Yazım Kuralları:rlenen dil bilgisi ve

yazım kurallarına uygun olmalıdır.

Yazı bölümleri: Yazılar Windows tabanlı Microsoft Word programı ile her kenarından 3'er cm boşluk kalacak şekilde, 2 satır aralıklı olarak tüm bölümler dahil 15 sayfayı aşmayacak şekilde yazılmalıdır. Yazının sayfaları aşağıdaki bölümlere ayrılmalıdır.

1. Başlık sayfası: Bu sayfada yazının başlığı, yazarlar ve bağlı oldukları kurumlar, yazarların iletişim bilgileri (telefon numarası ve e-posta adresi) olmaladır. Makalelerin hakemler tarafından tarafsız değerlendirmelerini sağlamak amacıyla makale metninde çalışmanın yapıldığı kurum veya çalışmayı yapan araştırmacıların kimliliğinin bulunmamasına dikkat edilmelidir.

2. Özet sayfası: Bu sayfada araştırma makaleleri için sadece Türkçe ve İngilizce özet yer almalıdır. Araştırma makalesi olmayan yazılar için özete gerek yoktur.

Türkçe ve İngilizce özet: Özetlerden her biri 250 sözcüğü geçmemeli, açık ve anlaşılır biçimde çalışmayı özetlemelidir. Amaç, gereç ve yöntem, bulgular, sonuç (title, purpose, material and method, results, conclusion) bölümlerine ayrılmış olmalıdır. Anahtar sözcükler (key words): Türkçe ve ingilizce 2-5 kelime Indeks Medicus konu ve bölüm başlıklarına uygun olarak belirtilmelidir.

3. Metin sayfası: Özgün araştırmalar için yazıda şu bölümler bulunmalıdır:Giriş, Gereç ve Yöntem, Bulgular, Tartışma, Sonuç ve Öneriler, Kaynaklar.

Kaynakların metin içinde gösterimi: Kaynaklar metin içinde kullanım sırasına göre numaralandırılmalı ve cümlenin sonunda noktalama işaretinden sonra parantez içinde bu numara ile belirtilmelidir. Birden fazla kaynak belirtilecekse numaralar arasına virgül konmalıdır.

Kaynak listesi: Kaynaklar yazının sonunda teşekkür bölümünden sonra metindeki sıralamaya ve numaralandırılmaya uygun olarak yazılmalıdır. Kaynak yazımında aşağıda belirtilen gösterim kullanılmalıdır. Yazar sayısı 3'ten fazla ise ilk üç yazar yazıldıktan sonra “ve ark.” kısaltması kullanılmalıdır. Dergi adları “İndex Medicus”a göre kısaltılmalıdır.

4. Tablolar / Şekiller / Resimler / Grafikler sayfası

5. Çalışmanın ana hatları: Bu sayfada çalışma/yazı ile ilgili kilit noktalar vurgulanmalıdır. Bu bölüm beş cümleden fazla olmamalıdır.

MSG, ICMJE tarafından belirlenen standartları v TTB Yayın Etiği Bildirgesi ilkelerini benimser. Ayrıntı için web sayfasına ( bakınız MSG'de yazılar belirli başlıklarda yayımlanır (ayrıntı için; web sayfasına bakınız) ve web sayfası aracılığı ile gönderilir.

Başvurusu kabul edilen yayın türleri (ayrıntı için; web sayfasına bakınız): I. Özgün araştırma II. Araştırma raporu (ön

ehttp://www.ttb.org.tr/MSG)

Derginin yazı dili Türkçe'dir. Yazılar Türk Dil Kurumu tarafından beli

Makale için; Gürcanlı GE, Müngen U, Akad M. "Construction equipment and motor vehicle related injuries on construction sites in Turkey" Industrial Health 2008;46(4):375-388.

Kitap için; Akkurt İ. “Mesleki Solunum Hastalıkları” Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Ankara, 2007.

Kitap içinde bölüm gösterimi: Ünlütürk Ulutaş Ç. “Evin İçi İşyeri: Ev Hizmetleri, Ücretli Emek ve Göçmen Kadın Emeği” İçinde: S.Dedeoğlu ve M.Yaman Öztürk (Der). Kapitalizm, Ataerkillik ve Kadın Emeği. SAV Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları, İstanbul, 2010.

İnternette kitap ve web sitesi: T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı. “Çalışma Hayatı İstatistikleri 2011” http://www.csgb.gov.tr/csgbPortal/ShowProperty/WLP%20Repository/csgb/dosyalar/istatistikler/yabanciizin_2011 (15/3/2013)

KİTAP TANITIMI

BİR CİNAYETİN ÖYKÜSÜ

G. Emre GÜRCANLI

Sermaye birikimi, yalnız artı değer sömürüsü değil,

ölüm ve yaralanmalarla yeniden üretilmektedir. İşçi ölümleri,

yaralanmaları, işyerleri kaynaklı hastalıklar olmadan

kapitalizmin kendisini yeniden üretmesi mümkün değildir. İşçi

sınıfı üretmekte ama tüketilmektedir.

Bu kitap bir müdahale ve mücadele aracı olarak

tasarlanmış ve yazılmıştır. Türkiye'de bu konuda teorik ve

ideolojik bir eksikliği tespit ederek hazırlanmıştır. Ancak

kesinlikle tek bir yazarın kaleminden çıktığı düşünülmemelidir;

özellikle son yıllarda bu konuda mücadele eden herkesin katkısı

ve emeğinin bu kitapta olduğu belirtilmeli ve işçi sağlığı ve iş

güvenliği konusunda müdahale ve mücadele edenlere bir katkı,

aynı zamanda bir teşekkür olarak algılanmalıdır. İnsanın

insanı sömürüsüne karşı "Biz başka âlem isteriz" diyenlere

adanmıştır.

Page 92: Temmuz-Aralık 2013