16
1 UYGARLAŞMAK KOLAY DEĞİL Prof. Dr. Ali Demirsoy Herkes ağzını açtığında, insanımızı eğitmek gerekir diye lafa karışır. Doğru da, niye bugüne kadar eğitemediğimizi söyleyemez. Söylese de birkaç beylik laftan öteye gidemez. Uygarlık, kökleri derinlere giden bir süreçtir. Atalarımızdan, çevremizden, ailemizden, eğitmenlerimizden ve dinimizden aldığımız olumlu ya da olumsuz tüm etkileşimlerin bir bileşenidir. Bir ülkenin bilim adamı, sanatkâr, düşünür, filozof, kahraman ya da hırsız, ahlaksız, cani, terörist yetiştirmesi, tüm bunların bileşeni ile ilgilidir. Neden en tehlikeli teröristler bu coğrafyadan çıkıyor sorusunun yanıtı da bu bileşende yatar. Irkı, dini, coğrafyası, iklimi farklı olan bazı ülkelerden tarihe mal olmuş çok sayıda bilim adamı, sanatkâr, düşünür, yazarçizer çıkıyor; bazılarından da en kanlı caniler, yöneticisinden kapıcısına kadar hırsız ve arsız insanlar çıkıyor. Bunu anlamanın en kolay yolu, bu ülkelerin dini öğretisine, yaşam tarzına, iklimine, coğrafyasına, gerekirse ırkına, tarihsel süreçlerine

Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Değerli Kardeşim Uygarlaşma akşam yatıp sabah sahip olacağımız bir davranış biçimi değildir. Kökleri tarihimize, çevremize, ailemize, dinimize kadar uzanmış çok bileşenli bir sistemin sonucudur. Her insanın her toplumun kendine özgü bir uygarlaşma yol haritası vardır. Benimki size ilginç gelebilir…

Citation preview

Page 1: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

1

UYGARLAŞMAK KOLAY DEĞİL

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Herkes ağzını açtığında, insanımızı eğitmek gerekir diye lafa karışır.

Doğru da, niye bugüne kadar eğitemediğimizi söyleyemez. Söylese de

birkaç beylik laftan öteye gidemez.

Uygarlık, kökleri derinlere giden bir süreçtir. Atalarımızdan,

çevremizden, ailemizden, eğitmenlerimizden ve dinimizden aldığımız

olumlu ya da olumsuz tüm etkileşimlerin bir bileşenidir. Bir ülkenin bilim

adamı, sanatkâr, düşünür, filozof, kahraman ya da hırsız, ahlaksız, cani,

terörist yetiştirmesi, tüm bunların bileşeni ile ilgilidir. Neden en tehlikeli

teröristler bu coğrafyadan çıkıyor sorusunun yanıtı da bu bileşende yatar.

Irkı, dini, coğrafyası, iklimi farklı olan bazı ülkelerden tarihe mal olmuş

çok sayıda bilim adamı, sanatkâr, düşünür, yazarçizer çıkıyor;

bazılarından da en kanlı caniler, yöneticisinden kapıcısına kadar hırsız

ve arsız insanlar çıkıyor. Bunu anlamanın en kolay yolu, bu ülkelerin dini

öğretisine, yaşam tarzına, iklimine, coğrafyasına, gerekirse ırkına,

tarihsel süreçlerine bakarak karar verme olabilir. Farklı ırk, farklı

coğrafya, farklı iklim, farklı dil, farklı tarihten gelen insanlarda aynı ya da

benzer davranış şekli görülüyorsa, kesinlikle bunların ortak bir paydaları

vardır. O zaman toplumlara göre teröristlerin, hırsız ve ahlaksızların,

bilim adamlarının, sanatkârların, yazar ve çizerlerin farklı sayıda

olmasının izini sürmek ve “neden böyle oluyor sorusunun yanıtını

bulmak” zor olmayacaktır. Bunun için önce kendinizin, daha sonra

bulunduğunuz toplumun ve mensubu olduğunuz dinin iyi ya da kötü

yanlarını kendinizi ve karşınızdakini yanıltmadan masaya yatırmayı

öğreneceksiniz. Örneğin 3 bin yıl önce İskenderiye kütüphanesinde,

matematik, astronomi, felsefe, mimari, güzel sanatlar ile ilgili işlenen

Page 2: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

2

konuları ve eğitsel faaliyetleri, bu günün Mısır ülkesinde neden

göremediğimizin nedenini araştırma ile başlayabiliriz. Dünya uygarlığının

merkezi Mezopotamya’nın bugün kan gölüne dönmüş, tüm ahlaksızlığın

yaşandığı yer olmasının ne zaman başladığını, niye böyle olduğunu

araştırma ile başlayabiliriz. Ne oldu da, koskoca coğrafyada

Endonezya’dan Fas’a kadar cehalet, terör, ahlaksızlık, yalancılık,

dolandırıcılık kol gezmeye başladı. Arsızlığın, hırsızlığın, yalakalığın,

kurallara ve yasalara aykırılığın yayılmaya başladığı, hoş görüldüğü,

gizlendiği yerlerde, zaten uygarlık ve kültür güneşi batıyor demektir. En

büyük kötülük insanın kendisini kandırmasıdır. Ben, toplumlara göre

hırsızlık, arsızlık, yalancılık, dolandırıcılık, terörizme yatkınlık, insana ve

bilime saygısızlığın farklı olmasının nedenini ve yanıtını buldum, darısı

sizin başınıza…

Bütün bu olumsuzluklar bugünden yarına değişecek süreçler de

değildir. Bir insanın uygarlaşması nasıl bir ömür alıyorsa, bir toplumun

uygarlaşması da yüzyıllar alıyor. Türkiye bir şans yakalamıştı…

Cumhuriyet kurulurken, dar olanaklarla bizde o güne kadar olmayan,

batıda benzerleri bulunan birçok araştırma, sanat ve güzel sanatlar ile

ilgili kurumun hızla kurulup geliştirildiği görülüyor. Daha sonra bu

kurumların istenen düzeyde geliştirilmelerinde önemli aksaklıklar olsa da

beklenen düzeye ulaşmasa da belli ki uygarlık trenine binilmişti. Ancak

tren yollarında, bilindiği gibi, normal seyrinde giden bir tereni başka bir

yola saptırmak isterseniz, ayrılma noktasına bir makas koyarsınız.

Trende seyahat edenler bu makası geçerken bir tak sesi duyarlar ve yola

devam ederler. Eğer dünyadan haberiniz yoksa makas sesini

algılayamayacak kadar duyarsız iseniz başka bir yola girdiğinizi

anlayamazsınız. Bir zaman sonra hiç de hedeflemediğiniz ve

benimsemediğiniz bir istasyonda durduğunuzu görüp, yaptığınız hatayı

Page 3: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

3

anlarsınız, ama iş işten geçmiştir. A (adam) olmak isterken Z (zayi)

olursunuz. Türkiye 1982 darbesi ile makas değiştirmiştir. Nereye

gittiğimizi, nerede duracağımızı kestirmek için biraz sosyoloji, biraz tarih

bilgisi yeterli olacaktır.

Uygarlaşma kolay değil, bu benim yaşadıklarımla da sabittir.

Ben 1945 yılında Erzincan/Kemaliye/Yuva Köyünde doğdum. O

günkü koşullara ve çevreye göre gelir düzeyi iyi sayılabilecek, sürekli

kitap ve gazete okunan, bilime yatkınlığı olan, yaratıcı, insana saygılı,

çalışkan, kendi yağıyla kavrulan, dinine bağlı; ancak bağnaz olmayan bir

ailede büyüdüm. Çevremizin o kadar aydın düşünceli olduğunu

söyleyemem.

Köyümüzün altında telgraf hattı bulunurdu. Doğal olarak direkten

direğe teller bağlanmıştı. Tellerin direklere bağlandığı yerde yalıtım için

porselen fincanlar bulunurdu. Gerek bizim köyün, gerekse bu telin geçtiği

köyün çocuklarının en büyük eğlencesi, taş atıp teli ve fincanları

kırmaydı. Çünkü benim kültürümün ve benim insanımın malı ya da imalı

olmayan bir yapıyla karşı karşıyaydık. Kırılan teli çember sürücüsü

yapardık. Kırılan fincan parçaları ile eğer uygun kırılmış ve bir tarafı

keskin bir şekilde ortaya çıkmış ise, Fırat kenarına gidip oradaki taşların

arasında ya da ılgın denen çalımsı ağaçların arasında topluca yeni

çıkmaya başlayan kıllarımızı tıraş ederdik. Özellikle eşeysel organların

civarını bu fincan kırıkları ile tıraş edersek daha sık ve daha hızlı kıl

biteceğine inandırılmıştık. Telgraf direkleri de büyük taşları fırlatıp

vurmak için nişangâh olarak kullanılırdı. Böylece bu tellerden sağlıklı

iletişim kurulamazdı. Ayaklarında çivili demir ayakkabı giymiş görevliler

tamir için bir direkten iner, öbür direğe çıkardı. Biz de marifetmiş gibi

uzaktan çalıların arasından onları gözlerdik.

Page 4: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

4

Kasabanın bir caddesi vardı. Bu caddenin iki yanına bir gün belirli

aralıklarla direk dikildi. Üzerine şapkası olan sokak elektrik lambaları

asıldı. Meydanın haricindeki direk ve lambalar da telgraf direklerinin

fincanının akıbetine uğradılar.

Günde bir defa başka bir ilden gelen ya da bir nahiyeden gelen posta

arabasının geçeceği saati bilir, bir arabanın geçeceği kadar dar olan

yolda, tekerleğin nereye geleceğini tahmin ederek, toprağa, dibinde bir

tahta olan iri çiviyi gömerdik; gelen arabanın tekerleği patlasın diye.

Çoğunluk da isabet ettirirdik. Şambrelsiz lastik henüz bulunmadığı için,

tekerlek sökülür, bin eziyetle kaynak yapılır, sonra sırasıyla yolculara el

pompası ile hava bastırılırdı. Neresinden bakarsanız bakın bir iki saat

sürerdi. Yine çalıların arasından izlerdik.

1956 yılında kasabadaki ortaokula başladım. Yürüyerek gidip

geliyorduk. Bir gün yolumuzun orta kısmında yolun kenarına, oldukça

keskin bir dönemeç olan bir yere üçgen şeklinde bir levhanın dikildiğini,

sarı levhanın üzerinde kavisli kırmızı bir işaretin olduğunu gördük. En az

4-5 köy ve mahallenin çocuğu bu yoldan geçiyordu. Hepimiz adeta

irkildik, şaşırdık; ilk yaptığımız şey her gün gelip geçerken taş alıp bu

kalın tenekeden yapılmış levhayı taşlamak oldu. Kısa zamanda levha

görülmez hale geldi. Bir yenisi dikildi, kırdık, bir yenisi daha geldi… Sonra

öğrendik ki, bu levha bir trafik işaretiymiş ve yolun sağa büküldüğünü

sürücülere önceden haber veriyormuş.

Daha sonra kasabadan dışarıya çıktım, trafik denen bir olguyla

tanıştım. Bin dokuz yüz atmışlı ve yetmişli yıllarım çoğunlukla doğuda

geçti. Mermiyle delinmeyen tek bir trafik tabelası yoktu. Yol kenarına

dikilmiş (çoğunluğu taştan ve betondandı) geceleri yol gösteren trafik

ışıldakları (o zaman plastik ya da camdı), çevredeki insanlar tarafından

Page 5: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

5

söküldüğü için geceleri yol dişlerinin çoğunu çektirmiş bir ihtiyarın ağzı

gibi görünürdü.

Kasabada çok eskiden kalma gerçekten çok güzel çeşmeler vardır.

Bunların bir kısmı yakın zamanda yapılmıştır ve üzerinde, musluğun

hemen üzerinde tabela gibi Türkçe yazılar bulunur. Daha eski olanlarda

da Arapça (ya da Ermenice) harflerle yazılı tabelalar vardır. Türkçe

olanları okuduğumuz için, Arapça olanları, kuran bilip, çarpılmaktan

korktuğumuz için taşlarla kırmadık. Diğer dillerde ve harflerle yazılı

olanların tümünü (tabi bize kadar zor şer ulaşmış olanları; diğerleri daha

önce zaten kırılmıştı) kırdık. Özellikle de Cuma namazını kıldıktan sonra.

Onu sevap bildik. Üzerinde Türkçe harflerle ve Arap harfleriyle

yazılmamış olan mezar taşları da bu yıkımdan payını alıyordu. Her ne

kadar mezara taş atanların elinde siğil (tucik) çıkar korkusu verilmişse

de, belli ki sevap alma coşkusu ya da tahrip içgüdüsü çoğunluk daha ağır

basıyordu.

Kırılan ya da çıkarılan bu mermer taşların yerine, ilaç firmalarının

reklam için dağıttıkları saatleri yerleştirdik.

Page 6: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

6

Kitabeleri söküp yerine eşantiyon saatler taktık.

Taşlara oyulmuş heykeller, resimler, bazı tapınaklardaki renkli

resimler bu tahribattan payını aldı. Bazı kiliselerin taş sütunlarının

arasına konan kurşun tabakaları bir ıskarpela ya da tornavida ile sökerek

onları av tüfeklerinin saçma yapımında kullandık. Gittikçe oyulan taş

sütunlar birer birer yana devrildi; taşıdıkları yapılar çöktü.

Daha sonra Anadolu’yu neredeyse karış karış gezdim diyebilirim.

Toprak altında kalmış ve daha sonra denetimle çıkarılmış heykel ve

sanat yapıları hariç, taşla kırılmayan her hangi bir yapıya rastlamadım.

Anadolu’nun belki de en ilgi çekecek, dünya mirası sayılacak İvriz taş

kabartması bile, heykel dinimize aykırıdır inancı ile birkaç yıl önce

silahlarla tahrip edildi.

Özellikle kiliselerde renkli boyanmış fresklerin, gözü kaşı çizilmemiş,

oyulmamış tek bir insan figürü bulamazsınız.

Page 7: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

7

Köyümüzün altında taban suyu akıntısı varmış. Bizden önce oturanlar

köyün dört bir tarafına kabun ya da gabun denen yer altı drenaj tünelleri

yapmışlar. Biz son baharda ya da ilkbaharda gazel denen dökülmüş

yaprakları süpürdükçe, bu gabunların açık yerlerinden içeriye boşalttık.

Bir gün köy kaymaya başladı. Çünkü tüneller (galeriler) dolmuş, köyün

dibindeki kil şişmiş; köy kayar hale geçmişti. Bırakın su boşatma

kanallarına yenilerini ekleme ya da koruma, nedenini bile araştırma

zahmetine girilmemişti.

Sonunda 1974 yılında Almanya’da “gıcır gıcır” bir Mercedes araba

aldım. Almanya’dan ayrılırken bir arkadaşım beni uğurlamaya gelmişti.

İçeri girince elindeki büyük bir torbayı masanın üzerine bıraktı.

- Bu ne Erdem dedim

- Mercedes yıldızı dedi.

- Niye diye sordum?

- Oğlum Türkiye’de her gün arabanın yıldızını belli ki

koparacaklar; orada, Erzurum’da yıldız bulman bile bir mesele

olacak.

- Torbayı çevirdim, içinden onlarca Mercedes arması yıldız

masanın üzerine boşandı.

- Oğlum bu kadar yıldızı nereden buldun?

- Gelirken yolun kenarlarına park etmiş Mercedeslerden

kopardım.

Belli ki Erdem de Almanya’da yaşamasına karşın, çocukluk

alışkanlığından kurtulamamıştı. Ancak o kadar yıldızı bir iki sene içinde

tükettik. Çünkü arabayı tenha herhangi bir yere bırakırsam, yıldızsız

dönüyordum.

Ancak yıldızdan vaz geçtik. Tenha bir yere arabayı bıraktık mı,

neredeyse muhakkak diyeceğimiz bir sıklıkla çizilmiş oluyordu. Birkaç

Page 8: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

8

çizikte boyacıya gitmiyor, gerisini bekliyorduk. Her tarafı iyice çizildikten

sonra boya yaptırıyordum. Bir defasında hem de Ankara’da hem de iyi

semtlerinden sayılan Emek’te, boyadan çıktığım gün arabanın dört bir

tarafını çelik bir kesici nesneyle derinliğine per perişan etmişlerdi.

Aynı yıllarda özellikle doğuda, birçok yerde, trafikte kırmızı ışıkta

durmak onur kırıcı bir davranış oluyor, delikanlılığımıza helal geliyordu.

Şu anda çizilmiş araba görmüyorum, trafik işaretlerinin üzerinde bir

çizgi bile görmüyorum diyebilirim. Öğrenmek yetmiyor, göreceksiniz, bire

bir yaşayacaksınız. Bu ülke halkını eğitmeye çok geç başladı. En büyük

kusur Osmanlıdaydı; her şeye geç ulaştı. Daha sonraki yönetimlerin de

çok kusuru oldu. Örneğin tüm dünya renkli televizyona geçerken, biz

renksiz televizyon istasyonları ve fabrikaları kurduk. Bütün bu

olumsuzluklara karşın birçok konuda ve yönde önemli mesafeler aldık.

Uygar ülkelerin bir parçası olmaya başladık.

Ancak, reforma kapatılmış inançlarımız nedeniyle yine de istenen

hızla yol alamadık, alamıyoruz. Trabzon’da doğunun en önemli

tapınaklarından biri olan Trabzon Ayasofya kilisesini, iki yıl önce, sanki

ibadet edecek yerde sıkıntı varmış gibi, çok çirkin bir şekilde bozarak,

duvarlara ve tavana çizilmiş minyatür ve freskleri kontrplaklarla kapatarak

cami, çan kulesini de minare yaptık. Hâlbuki birkaç on metre uzağında bir

cami var. Orada uygarlık dağıtacak ve öğretecek iki de üniversitemiz

varmış… Herhalde susmayı uygarlık olarak algılıyor olmalılar… Demek ki

daha alınacak çok yolumuz var. En zor şey dinine körü körüne bağlı

insanı yetiştirmek, eğitmek ve uygarlaştırmaktır. Şimdi Atatürk’ü ve

Atatürk’ü sevmeyenleri çok daha iyi anlıyorum.

Page 9: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

9

2011 yılında camiye döndürülen Trabzon Ayasofya kilisesi. Uygarlaşmaya bir adım.

Avrupa şehirlerinde yol tarif etme çok kolayıma gelmişti. Niye

derseniz? Her caddenin başında bir meydan, meydanda görkemli

heykeller, parklarda sanat eserleri, şehir içinde inanılmaz büyüklükte

parklar, yeşil alanlar vardı. Bu nedenle tarifi kolay oluyordu. Bizde

birbirinin aynı olan, özelliksiz binalar, tarifi zorlaştırıyor. Heykellere

gelince her yerde sadece Atatürk heykelinin bulunması tarifi yine

zorlaştırıyor.

Atatürk Orman Çiftliği bu nedenle, Atatürk tarafından, Türk tarımının

geliştirilmesi amacıyla, araştırma, deneme yapmak ve örnek oluşturmak

için bu ulusa yasayla bağışlanmıştı. En önemlisi gittikçe büyüme şansı

olan bu şehre, uygar ülkelerdeki gibi, soluk alacak bir alan

kazandırmaydı. 1980 Darbesinde kimseye danışılmadan Orduevi yapıldı,

akabinde Orman Bakanlığının binaları, sosyal tesisleri ve lojmanları

taşındı, Devlet Mezarlığı yapıldı, sağından solundan, petrol istasyonu,

otobüs terminali, bilmem ne adlarla tırtıklandıkça tırtıklandı. Sonunda

Çankaya Köşkü, Başbakanlık taşındı; Avrupa’nın en büyük Lunaparkı

Page 10: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

10

kuruldu. Bir de TOKİ’ye yandaşların oturması için çok katlı lüks binalar

yapılırsa; ancak o zaman Atatürk huzur içinde yatar.

Uygarlık kolay kazanılmıyor, tarihten gelen tortuyu atacaksınız,

yeniliklere uyacaksınız, aklınızı kullanacaksınız, dogmalarınızın esiri

olmayacaksınız; en önemlisi de bütün bunlara uyum sağlayacak aydın,

meraklı, seciyeli, her kültüre saygılı, kendi kültürünü geliştirecek kuşaklar

yetiştireceksiniz. Atatürk’ün vasiyeti ve mirası da buydu. Vasiyet bizim

kültürümüzde de saygı gösterilecek en önemli husustur.

Televizyonlarımızın bir kısmı, dinimizi bağnazlıktan kurtaracak

kurumlarımız, batıda kurgulanmış belgeselleri, çocuk filmlerini, öyküleri,

çok ilginç bir şekilde dini sözlerle ve figürlerle çarpıtarak (kendilerine göre

süsleyerek) yeni yetişmekte olan gençlere “güya” maneviyat kazandırma

çabası içinde sunmaktadırlar. Bu nedenle Süpermen’in pelerini

seccadeye çevirmekte, kaplumbağaya türban takmakta, Heidi ile dedesi

arasındaki konuşmalara, besmele ya da Allah adı ile başlamakta bir

sakınca görmüyorlar. Belgesellerdeki çarpıcı ve hayranlık verici

mekanizmaların oluşumunu dini metinlerimizdeki bazı sözlere

bağlayarak, sözüm ona, inançlarımıza bilimsellik kazandırıyorlar. Bu

gençler eğer doğru eğitilme şansını yakalayınca, sonunda bir gün, bu

çarpıtmaları ve maskaralıkları anlamaya başlıyor ve kurumlara, insanlara

güvenini yitiriyor. 2016 yılı itibarıyla yapılan bir araştırmada, dünyada,

ailesine, çevresine, kurumlara ve yöneticilerine en az güvenen insan

profili Türkiye’de çıkıyor. İnsanlarımızın sadece %3’ü birbirine, hatta

ailesine güveniyormuş. Birbirine güvenmeyen insanların en büyük

çıkmazı, her an bir yerden kazık yerim korkusu ile beyinlerinin arka

planında sürekli bir tetikte olma kurgusuyla yaşamaları ve bu nedenle de

sanata, bilime, yaratıcılığa güzel olan her şeye yeterince zaman

ayıramamaları olmaktadır. Bu nedenle dünya bilimine (Türkiye’nin bilim

Page 11: Uygarlaşmak kolay değil düzeltildi

11

dünyasına katkısı %01’miş) ve sanatına katkıları olamıyor. Beyinleri

dogma ile ele geçirildiği için; ancak dünya terörizmine kaynak oluyorlar.

Türkiye’deki eğitimin hiçbir zaman dört dörtlük olduğunu söyleyemem;

ancak son yıllarda orta eğitimde yapılmaya çalışılan dogmaya dönük

düzenlemeler, hiç kuşkunuz olmasın, birkaç on yıl sonra bu günkü

teröristlere rahmet çıkaracak bir kadronun yetişmesine zemin

hazırlayacaktır. Sonuçta uygarlaşma kolay olmuyor; birçok ülke bu şansı

hiçbir zaman yakalayamadı; bizim tarihe kötü örnek olarak geçecek

yanımız, herhalde, bu şansı yakalayıp da dogmasına kurban eden millet

olarak geçecek olmamız olacaktır.

Uygarlaşma ne oldu mu dediniz? Biraz bekleyeceğe benziyorsunuz…

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Değerli Kardeşim

Uygarlaşma akşam yatıp sabah sahip olacağımız bir davranış biçimi

değildir. Kökleri tarihimize, çevremize, ailemize, dinimize kadar uzanmış

çok bileşenli bir sistemin sonucudur. Her insanın her toplumun kendine

özgü bir uygarlaşma yol haritası vardır. Benimki size ilginç gelebilir…