Upload
kitap-tiryakileri
View
765
Download
184
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Kitap Kardeşleri İle Blog Turu - BSBT
Citation preview
Chase&Chloe –Sullivan’lar, 1. Kitap
Chloe Peterson kötü bir gece geçiriyor, gerçekten kötü
bir gece. Yanağındaki kocaman morluk da buna kanıt olabi-
lir. Arabası köy yolunun kaygan zemininden çıkıp çukura
saplandığında, yağmurun ortasında onu kurtaran yakışıklı
adamın gerçek olamayacağını düşündü. Yoksa gerçek miydi?
Sıkça dünyayı dolaşan başarılı bir fotoğrafçı olan Cha-
se Sullivan, sürekli güzel kadınları seçer. Ne zaman San
Francisco’daki evine gitse yedi kardeşinden biri, genellikle
eğlenceli sayılabilecek bir sorun çıkarır. Chase, hayatının bu
şekilde gayet yolunda gittiğini düşünür, ta ki Napa Vadisi’nde
yolun kenarında Chloe’yi ve kullanılmayacak durumdaki
aracını buluncaya kadar. Chase, böylesine hoş kadınlarla
daha önce de karşılaşmıştır ama Chloe’nin bozuk aracından
daha büyük bir sorunu olduğunu hemen fark eder. Kısa süre
sonra, onu sevmek –ve korumak– için dağ bölgesinde yaşa-
maya gönüllü olur ama peki Chloe ona izin verecek midir?
Chloe, bir erkeğe yeniden güvenmemeye yeminlidir. Sa-
dece, Chase’in buna her sevgi dolu bakışıyla –ve günahkâr
sayılacak her tatlı dokunuşuyla– cazibesine kapılarak acaba
5
hayattaki tek istisnayla mı karşılaştım diye düşünmeden ede-
mez. Chase, hayatının bir anda sonsuza dek değişeceğini fark
etmemesine rağmen, şaşırtıcıdır ki bu değişime zerre kadar
karşı koymaz. Bunun yerine tümüyle farklı bir mücadeleye,
Chloe’nin kalbini kazanmaya hazırlanır.
Bella Andre
6
Bella’dan Bir Not
Bir aşk romanı müdavimi (yazma programımdan fırsat
bulduğum zamanlarda bir kitabı aynı gün soluksuz okuyup
bitiren biri) olarak en sevdiğim aşk romanları, genellikle ai-
leler hakkında olmuştur. Kitaplar arasında kardeşleri ve ku-
zenleri takip etmeyi seviyorum. Bu, sadece onların âşık ol-
malarını görmek keyif verdiğinde değil, aşk hikâyelerinin se-
rinin her bir kitabında daha da derinleşmesini ve yoğunlaş-
masını sevmemden kaynaklanıyor.
Altı erkek, iki kız kardeş ve San Francisco Sullivan’la-
rımı oluşturan muhteşem güzellikteki anneyi size tanıtırken
bundan daha heyecanlı olamazdım! Bir şarap imalathanesi
sahibinden tutun da bir film yıldızına hatta bir kütüphaneciye
kadar her biri, farklı kişilik ve kariyerlere sahip bireyler ol-
masına rağmen hepsinin tek bir ortak noktası var, o da her
ne olursa olsun her zaman birbirleri için orada olmak. Özel-
likle de Mutlu Mesut Yaşam yolu sıkıntılarla dolu olduğun-
da...
7
Uzun Yağmurlardan Sonra’da fotoğrafçı Chase Sulli-
van, Napa Vadisi’nde Chloe ve kullanılmayacak durumdaki
aracını bulduğunda kadın hem fiziksel hem de ruhsal an-
lamda öylesine güzeldir ki Chase, onu korumak ve sevmek
ister. Ancak Ch-loe, bir daha bir erkeğe güvenmemeye yemin
etmiştir. Fakat Chase bir istisna olabilir mi?
Chase & Chloe’nin gerçek aşka doğru güzel –ve bir o
kadar günahkâr– yolculuklarını yazmayı kesinlikle çok sev-
dim ve umarım benim onları yazmaktan aldığım zevki siz
de okumaktan alırsınız.
İyi okumalar,
Bella Andre
Bella Andre
8
1
Chase Sullivan, babasının Polaroid kamerasını ilk kez
eline alıp fotoğraflar çekmeye başladığında henüz yedi ya-
şındaydı. Sekizinci doğum günü için babası, kendi fotoğraf
makinesini ona vermişti. İkisi de Chase’ in bir fotoğrafçı ola-
cağını biliyordu.
Chase, yedi kardeşinin, annesinin ve on yaşından itiba-
ren vefat edene kadar da babasının sayısız fotoğrafını çek-
mişti. Kardeşlerinin objektifin kendilerine doğrultulmasını
pek sevdiği söylenemezdi. Kaldı ki birçok kez kardeşlerin-
den biri, eğer Chase makineyi indirmezse onu kırmakla bile
tehdit etmişti.
Yine de çöl manzaralarından olimpik sporculara kadar
her şeyi fotoğraflayan profesyonel bir fotoğrafçı olarak on
yılı aşkın çalışma hayatından sonra bile Chase, hâlâ ilk te-
masının –ailesinin– şimdiye kadar eline geçenlerin en ilginci
olduğunu düşünüyordu.
9
İşte bu da büyük aile organizasyonlarında resmi fotoğ-
rafçı rolünü üstlenmesinin ve bundan mutluluk duymasının
en büyük nedeniydi. Özellikle de annesinin yetmişinci
doğum günü partisi kadar önemli bir organizasyonda.
Kardeşi Ray’in San Francisco Körfez; manzaralı evi,
parti için kusursuz bir mekândı. Ray’in devasa oturma odası
ve mutfağına rağmen ev yine de Sullivan kabilesinin çok se-
vilen liderinin yaşgününü kutlamak için gelen misafirlerle
tıklım tıklım dolmuştu.
Chase’ in en büyük abisi ve Sullivan şarap imalathane-
sinin sahibi Marcus, bir elini annesinin omzuna atıp onu
büyük doğum günü pastasına doğru götürürken kahkahalar
ve sohbet son sürat devam ediyordu. Sonra birden, adeta söz-
leşilmişçesine bir sessizlik oldu ve Chase, birasını bırakıp
eline fotoğraf makinesini aldı. Annesinin adının ve yetmiş
sayısının yazılı olduğu pastanın üzerine ustaca dizdiği mum-
ları yakan küçük kız kardeşi Sophie’nin fotoğraflarını çek-
meye başladı.
Kadrajdan bakarken annesi ile Sophie’nin birbirlerine
ne kadar çok benzediklerini düşündü, tabii bunu ilk kez dü-
şünmüyordu. Marry Sullivan, babalarıyla tanıştığı dönem-
lerde mankenlik yapıyordu. Şimdi çocukları ve arkadaşları-
nın arasında, geçen onca yıldan sonra bile, hâlâ oldukça göz
alıcı görünüyordu.
Annelerinin saçı artık, dergi kapaklarını süslediği dö-
nemlerdeki gibi uzun, siyah ve parlak değil, gri ve küt ke-
simliydi. Fakat Chase, ikiz kız kardeşleri Sophie ve Lori’ nin
Bella Andre
10
annelerinin yirmili yaşlarına ne kadar çok benzediklerini
açıkça görebiliyordu. Mary’nin hâlâ hafif bronz bir teni ve
güzel kalçaları vardı. Chase Sullivan, annesinin ifadesinin,
Sophie’nin doğuştan gelen sakinliği ve Lori’nin frenlenemez
enerjisinin kusursuz bir bileşimi olduğunu düşünüyordu.
Konuklarının, Mary’nin yetmiş yaşında olduğuna ina-
nılmasının güç olduğunu ve en az on yaş daha genç görün-
düğünü söylediklerine birçok kez kulak misafiri olmuştu.
Özellikle de böyle konuşanların çoğu, kocası kırk sekiz ya-
şında öldükten sonra çocuklarını tek başına büyüttüğünü dü-
şündüklerinde sözlerine ya bir gülümseme ya da bir ekşi bir
yüz ifadesi eklemeyi de ihmal etmezdi, tabii bu hareket, o sı-
rada çocukların hangisine baktıklarına da bağlıydı.
Babasını her düşündüğünde olduğu gibi Chase’in yine
göğsü sıkıştı. Jack Sullivan’ın da burada, onlarla birlikte ol-
masını dilerdi. Bunu sadece babasını her geçen gün özledi-
ğinden değil; annesinin, kocasını ne kadar çok sevdiğini
bildiğinden dolayı isterdi.
Bu düşünceleri güç de olsa aklından çıkarttıktan sonra
üzerinde yanan yetmiş ve bir tane de şans için fazladan ko-
yulmuş mum olan pastanın fotoğrafını çekmeye başladı. Ma-
rcus, “Mutlu Yıllar” şarkısını söylüyordu ve çok geçmeden
odadaki herkes ona eşlik etmeye başlamıştı.
Anneleri, sanki detone sesleriyle şarkıyı katletmemişler
gibi herkese gülümserken Chase de ailesinin tamamını elin-
den geldiğince çok kadraja sokabilmek için kalabalığın biraz
daha dışına çıktı.
Uzun Yağmurlardan Sonra
11
Doğum günü şarkısı nihayet bittiğinde Marcus, annesi-
nin elini tutup, “Dilek dileme zamanı anne,” dedi.
Mary, onu seven ve gülümsemesi her biri için farklı bir
anlam ifade eden kalabalığa baktı. “Dileklerimin çoğu zaten
gerçekleşti.” Yüzündeki gülümseme kocaman bir hal aldı.
“Ama yine de daha fazlasını istiyorum. En azından yetmişten
fazlasını.”
Mary’nin şu dünyada açgözlü davranmayan insanlardan
biri olduğunu bilen herkes, onunla gülüyordu. Hayatında her
ne dilediyse hepsi çocukları içindi. Hiç evlenmedi, Chase’in
bildiği kadarıyla kimseyle de çıkmadı. Bunun yerine çocuk-
larını büyütmeye, onları desteklemeye ve onlara yol göster-
meye odaklandı. Şu an hepsi birer yetişkindi ama Mary, ona
ihtiyaç duyarlar diye hep orada, yanlarında olmuştu... hem
de çocuklar annelerine, ihtiyaçları olduğunu fark etmedikleri
zamanlarda bile.
Böylece Mary Sullivan, dileğini dilemek için gözlerini
kapadı. Ardından eğilip mumları üflemek için gözlerini tek-
rar açtığında Chase, en azından bir tanesini kendisi için di-
lemediğini umdu.
Herkes alkışlıyordu. Marcus, annesinin yanağına koca-
man bir öpücük kondururken Sophie de Mary’e arkadan sa-
rılmıştı. Chase, annesinin, doğum gününü onunla kutlayan
kardeşlerinin seveceğini düşündüğü görüntüleri teker teker
yakaladı.
Kısa bir süre içinde Chase, özel günleri anmak adına
büyük bir albüme koymak için gereken tüm resimleri çek-
Bella Andre
12
mişti. Kamerasını bırakabilirdi ama daha iyi bir fikri vardı.
Sekiz çocuklu bir ailede her biri kendi eşsiz yerini oluştur-
mak zorundaydı. Chase’in yirmi yıldan fazladır çektiği fo-
toğraflar, çocukların kişiliklerinin zamanla ne kadar ayırt
edici şekilde geliştiğinin birer kanıtıydı.
Babaları ölmeden önce bile Marcus, Sullivanlar’ın en
büyüğü olma rolünü ciddiyetle üstlenmişti. On dört yaşında
babasının yerini doldurmaya çalıştığında tüm eğitim hayatı
böylece bitmiş oldu. Chase, Marcus’a onlar için vazgeçtiği
çocukluğunu borçlu olduklarını biliyordu ve on yıl önce kur-
duğu Sullivan şarap imalathanesinin bağlarında ve şarapla-
rında kendi işini yürütmekten mutluluk duyuyordu. Ne yazık
ki Chase, çekmek için fotoğraf makinesini ağabeyine çevir-
diğinde – onun kız arkadaşı Jill ile konuşurken suratının asıl-
dığını fark etti. Jill, belli ki bir şeylere üzülmüştü ve kız arka-
daşına kardeşlerinin geri kalanını gösterirken dudaklarını
bükmüş, gözlerini kısmış haldeydi. Abisinin yüzüne yerleşen
bu hayal kırıklığını görünce fotoğraf makinesini aşağı in-
dirdi. Marcus ve kız arkadaşının arasındaki böyle bir anı fo-
toğraflamanın pek doğru olmadığını hissediyordu, özellikle
de Marcus’un bir şeylerin yolunda olmadığını hiçbirinin bil-
mesini istemeyeceğinden eminken.
Yirmi dört yaşındaki kız kardeşi, aynı zamanda Sop-
hie’nin ikizi Lori, Chase’in kolundan çekiştirirken Chase kar-
deşinin sırıtkan ve bir o kadar da muzip yüzüne baktı. “Çok
mutlu görünüyorsun, Afacan. Sevimli ile barıştınız mı?”
Uzun zaman önce Lori’ye Afacan, Sophie’ye de Sevimli
Uzun Yağmurlardan Sonra
13
adını takmıştı. Bu iki kız fiziksel olarak birbirlerine bu denli
benzemeselerdi Chase, onların akraba olduklarına bir an bile
inanmazdı. Ne yazık ki son birkaç aydan beri ikizler pek iyi
anlaşamıyordu. Hiçbiri de neden tartıştıkları konusunda el-
bette abilerine bir şey söylememişti. Chase, araları bozukken
bile ikizlerin her zaman bir takım olarak çalıştıklarını düşü-
nüyordu.
Bütün kardeşlerinin dışında Lori, her zaman en istekli
deneği olmuştu. Harika bir koreograf olan bu kız, dans et-
meyi her daim çok sevmişti ve iki yaşından beri bir yandan
ortalıkta döne zıplaya dans ederken bir yandan da abisi, onun
hareket halindeki küçük bedeninin peş peşe fotoğrafını çek-
tiği zamanlarda onun için mutlu bir şekilde rol yapardı. Ama
yine de Chase, küçük kız kardeşinin en güzel fotoğraflarını
hareketi bittikten sonra çektiğine inanmıştı. Nasıl oluyorsa
Lori, fotoğrafının çekildiğini hep unutuyordu. Sevgisini,
enerjisini, isteğini dansa veriyor ve durduğu zaman tüm bu
duygular onun o güzel yüzünde kalıyordu.
Sophie ile ilgili bu soruya sessiz bir cevap olarak Lori,
ikiz kardeşinin olduğu yöne bakıp kaşlarını çattı. “Beni ona
bulaştırma.” Ardından başını hızlıca sağa sola sallayıp Cha-
se’e döndü, “Evet, kesinlikle mutluyum,” dedi. Chase’in dik-
katini, yumruklarını sıkmış, sert bir şekilde tartışan Zach ve
Gabe’in olduğu yöne çekti. “Zach’in bu akşam çıktığı kızla
tanıştın mı?”
Yüksek topuklu, çakma sarışına hızlıca bir bakış atar-
ken, “Tanıştım,” dedi Chase. Zach’in çıktığı diğer tüm ka-
Bella Andre
14
dınlar gibi bu da güzeldi ama özellikle hatırlanmaya değer
bir güzelliği yoktu. Chase, bir Zach’e bir Gabe’e bakarken
Lori’nin neye ağzı kulaklarına varıncaya kadar sırıttığını tah-
min etmesi pek uzun sürmedi.
“Gabe de o kızla çıkmıştı, değil mi?”
Başıyla onaylarken Lori gülüyordu. “Kesinlikle.”
Yirmi yedi ve otuz altı yaşları arasındaki altı kardeş bir
araya gelince bir şeylerin çığırından çıkması kaçınılmaz olu-
yordu. Bu; tek bir çatı altında sekiz kardeş, bol kahkaha, bol
espri ve... en az bir tane büyük tartışma anlamına geliyordu.
Fakat Chase, kardeşlerinden hiçbirinin böyle bir konuda cid-
di olmamasını içini rahatlatan bir gerekçe olarak görmenin
yanı sıra bir kız için yumruk yumruğa kavga etme ihtimalle-
rinin yüzde sıfır olduğunu biliyordu.
Liseden beri Chase, birden fazla kadının Zach’in bir ba-
kışıyla çığlığı kopardığını duymuştu, belli ki kardeşi genetik
şansızlığını kullanıyordu. Zach’in iki şeyi –hızlı arabalar ve
daha hızlı kadınlar– sevdiğini düşünürsek Chase, hepsinin
şimdiye kadar bir hayli işe yaradığını görmüştü. Sevgilisine
sahip çıkmaya çalışan Zach’in birkaç fotoğrafını çekerken
gelecek hafta kardeşinin bu fotoğraflarıyla başarılı bir mo-
dellik ajansını işleten birkaç arkadaşına işkence etmeye karar
verdi. Eğer Zach, İngiliz anahtarlarını bırakıp bir haftalığına
bile son model kıyafetlerle poz vermek için yarış arabaların-
dan vazgeçerse modellik ajansı, onun değerli vaktine karşılık
istediği her şeyi karşılayabilirdi.
Daha sonra Chase, fotoğraf makinesini Gabe’e yönel-
Uzun Yağmurlardan Sonra
15
tirken görevini iyi yapan bir ajanın ona görev listesini zorla
imzalattırmaya çalışabileceğini düşündü. Gabe, erkek kar-
deşlerinin en küçüğü olmasına rağmen en büyük ve en güçlü
Sullivan’lardan biri olmayı bir şekilde başarmıştı. İçlerinde
en tehlikeli iş onunkiydi, San Francisco’da itfaiyeci olarak
çalışıyordu. Bir telefon geldiğinde böyle partileri çok kez bı-
rakıp gitmişti. Ve her gittiğinde Sullivan ailesinden biri, sağ
salim dönmesi için mutlaka dua etmişti. Bu akşam Chase,
yağan yağmur sayesinde Gabe’in en azından parti bitinceye
kadar yanlarında kalmasını umuyordu.
Chase, makinesini yeni indirmişti ki Lori, “Kız, gözle-
rini Smith’ten bir saniye bile ayırmazken Gabe ve Zach’in
bu kız için neden tartışma zahmetine girdiklerini anlamıyo-
rum,” dedi. Film yıldızı kardeşlerinin dünyadaki her kadına
yetecek kadar sahip oldukları sonsuz çekiciliğe omuzlarını
silkerek, “Bitmeden gidip biraz kek alacağım. Sana da kekin
tam ortasından bir parça getireceğim,” diye ekledi.
Kız kardeşi, partinin içine doğru ilerlerken Chase, fo-
toğraf makinesini tekrar kaldırdı. Hiç şüphe yoktu ki, çekici
bir kız kardeş, elbet günün birinde zavallı bir adamı delirte-
cekti. Ve adam da Lori’nin kocaman yüreğini kazanacak
kadar şanslı biri olacaktı.
Elbette Lori, objektifin kendisine döndüğünü biliyordu.
Dönüp abisine göz kırptı ve başparmağıyla Smith’in, Zach’in
kız arkadaşı tarafından köşeye sıkıştırıldığı yeri gösterirken,
“Sana söylemiştim,” dedi, dudaklarını oynatarak.
Chase, objektifi Smith’e doğru çevirirken kendini kötü
Bella Andre
16
hissetti. Son on beş yıldır, Smith’in oyunculuk aşkı –ve tabii
muazzam yeteneği– onu binlerce kameranın ve uluslararası
medyanın önüne atmıştı. Chase, film yıldızı kardeşinin etra-
fındaki insanların buna böylesine sinirlenmesine her daim
gülmüştü. Smith de onlar kadar normal biriydi işte.
Fakat kabul etmeliydi ki, İtalya’da ortalama kırk beş
metre uzunluğunda bir yat kiralamak ve bunu ünlü kişilerle
doldurmak, pek de normal sayılmazdı.
Şu anda bile kadın, Smith’ten bir imza isterken ona öyle
yakın duruyordu ki Chase, abisinin ününü ne kadar iyi idare
ettiğini gördü. Yine de kardeşi, Smith onlara bu konuda hiç
dert yanmasa bile, her zaman ‘göz önünde’ olmanın ve tüm
dünyanın karşısında ‘Smith Sullivan’ rolü oynamanın bazen
dayanılmaz olduğunu biliyordu. Ailece bir aradalarken hep-
sinin Smith’e kendilerinden farksız biri gibi davranmasının
asıl nedeni buydu.
Smith’in hemen sağında duran kardeşi Ryan, müzik çal-
maya başladığında odadaki herkes rahatça dans edebilsin
diye ortadaki ağır kutuyu kaldırdı. Profesyonel bir sporcu
olarak Ryan, uzun boyluydu ve oldukça kaslı bir vücuda sa-
hipti. Bu hareketi kolayca yapmış gibi görünse bile Chase
objektiften Ryan’ın, sağ omzunu ağırlığın altına biraz fazla
verdiği sırada çenesini hafifçe sıktığını gördü. Daha çocuk-
ken kardeşi Ryan’ın tek hedefi, San Francisco Hawks’ ta top
atıcı olmaktı. Ryan, üniversitede Hawks’ın en iyisi olarak se-
çildiği gün büyük bir kutlama partisi vermişlerdi. Son on yıl-
dır, bu top çıkarmaları çok kolay yapıyordu. Fakat Chase,
Uzun Yağmurlardan Sonra
17
kardeşi eğer bir şey isterse buna ne kadar iyi odaklanabile-
ceğini, tıpkı Ulusal Beyzbol Ligi’nde en iyi atıcı olduğu za-
manlardaki gibi davranacağını biliyordu.
Ryan, dans pistindeki eşyaları kaldırır kaldırmaz Lori,
elinden tutup onu hemen ortaya çekti. Ryan, bir yandan ken-
dilerine eşlik etmesi için Sophie’nin dikkatini çekmeye çalı-
şırken Chase de onların fotoğraflarını çekiyordu. Ama Sop-
hie, sadece hayır anlamında başını sallayıp kalabalığın ara-
sına karıştı.
Sophie, Lori’nin tam tersiydi, yani Lori’nin afacanlığına
karşın sevimliydi. Abisi, Sophie’nin kütüphanecilikten başka
bir meslek yapabileceğini hayal edemiyordu; kaldı ki San
Francisco merkez şubedeki işini kesinlikle sevdiğini de çok
iyi biliyordu. Daha küçükken bile Sophie, abisini ne zaman
elinde fotoğraf makinesiyle görse kendisinden vazgeçip
başka bir kurban buluncaya kadar kitabını hemen yüzüne kal-
dırırdı. Bu akşam da abisinden ve fotoğraf makinesinden kaç-
tığının farkındaydı. Chase, her zaman için kameranın önünde
nasıl ışık saçacağını bilmek kadar arka plana uyum sağla-
mayı bilmenin de çok güzel bir armağan olduğunu düşün-
müştü. Sophie, küçüklüğünden bu yana gözlem dalında ger-
çekten uzmanlaşmıştı. İzliyor, hepsini bir bütün olarak ele
alıyordu. Bunda da oldukça başarılıydı. Yıllar geçtikçe küçük
kız kardeşinden çok şey öğrenmiş ve fotoğraf makinesinin
arkasına her geçtiğinde hep onu hatırlamıştı.
Bir dakika kadar sonra Chase, beline ince ama bir o
kadar da güçlü bir elin dokunduğunu hissetti. Makinesini in-
Bella Andre
18
dirip annesinin başına kocaman bir öpücük kondurdu.
“Mutlu yıllar, anne. Umarım iyi vakit geçiriyorsundur.”
Doğum gününü kutlamak için bir araya geldiklerinde
annesi, her yılki gibi aynı şeyleri söylemeden önce gülüm-
sedi. “Şimdiye kadar yaşadığım en iyi doğum günü partisi,
tatlım. Tek kelimeyle en iyisi.”
Birbirlerine sarılmış halde kardeşlerinin gülüp dans et-
melerini, konuşup tartışmalarını izlerken Chase de annesine
katılmadan edemedi. Bu, gerçekten şimdiye kadarki en iyi
doğum günüydü.
Birkaç dakika sonra Sophie, annesi ve abisinin fotoğ-
raflarını çekmeye başladı. “Ne yaparsanız yapın ama sakın
gülümsemeyin,” dedi. Bu, uzun zaman önce kamera karşı-
sında sekiz afacan çocuğu aynı anda güldürmeye çalışırken
babalarının bulduğu ve hepsinin en sevdiği şakaydı. Babaları,
gülmemelerini söylerdi. Tabii ki fotoğraf çekilirken gülmenin
yasak olması, hepsinin öyle çok kıkırdamasını sağlardı ki so-
nunda aile fotoğrafı, muhteşem görünürdü.
Yağmur damlaları, büyük bir ciddiyetle gökten süzül-
meye başlamıştı. Chase, pencereden dışarı baktığında git-
tikçe kararan gökyüzünden yağmurun bir süre sonra fırtınaya
dönüşeceğini anladı. Ertesi sabahın ilk saatlerinde Marcus’un
Napa Vadisi’ndeki şarap imalathanesinde fotoğraf çekimleri
olduğu için zaten partiden biraz erken ayrılmayı planlamıştı.
Bu karanlıkta ve yağmur altında şehirden Napa’ya gitmek,
her zamankinden daha uzun süreceği için yola ne kadar erken
çıkarsa o kadar iyi olacağını düşündü.
Uzun Yağmurlardan Sonra
19
Annesine en kısa zamanda fotoğrafları göndereceğinin
sözünü verdikten sonra Chase, makinesini çantasına koyup
ona son kez sarıldı ve ardından yola koyuldu.
Bir saati aşkın bir süre sonra Chase BMW’sinde Sulli-
van şaraphanesine giden bir virajı dönüyordu. Yağmur öyle
şiddetli yağıyordu ki arabanın ön cam sileceği hiç fayda sağ-
lamıyordu. Napa Vadisi yolu, karşısında hâlâ belli belirsiz
görünüyordu.
Dört gün boyunca Chase, Marcus’un şarap imalathane-
sinde Jane ve Annie için, kendi tarzıyla özel bir tasarımı bir-
leştiren bir modaevinin fotoğraf çekimlerini yapacaktı. Mo-
deller ve personel kasabadaki bir otelde kalıyordu ama
Chase, bağın tam ortasına inşa edilmiş misafirhanede kala-
caktı. Şaraphane, parlak yeşil yapraklarıyla tomurcuk veren
üzüm asmaları ve her asmanın arasında açan hardal çiçekle-
riyle özellikle de bahar aylarında, çekim için mükemmel bir
mekân haline geliyordu.
Birden gökyüzü bir yıldırımla aydınlandı. Eğer dar köy
yolunda bir yamaç olsaydı Chase, fırtınada birkaç kare ya-
kalamak için kesinlikle arabayı kenara çekerdi. Fırtınalı ha-
valar, her şeyin görüntüsünü değiştiriveriyor, sıradan bir
araziyi bile birdenbire bir çukurun üzerinde duran binlerce
kuşla dolu bir bataklığa dönüştürebiliyordu. Çoğu fotoğraf-
çıyı heyecanlandıran –özellikle de görüntü yakalamak mü-
kemmel bir günbatımına bağlıysa– böylesi durumlar, Chase
Bella Andre
20
için de geçerliydi.
Herkesin üşüdüğü ve hiçbir şeyin “yolunda” gitmediği
böyle anlarda birden bir sihir gerçekleşiverirdi. Modellerin
gardlarını düşürür, saçlarını ve makyajlarını bozup onların
oldukları gibi görünmelerini sağlardı. Chase, göz alıcı bi-
çimde ön plana çıkmak için gerçek insan güzelliğinin –tabii
beraberinde kıyafetlerin ya da mücevherlerin veya giydikle-
rin ayakkabıların güzelliğinin de–fotoğraf makinesiyle doğru
bir duygusal bağının olması gerektiğine inanmıştı.
Elbette kariyerinin ilk aşamalarında böyle fiziksel gü-
zelliklerin içinde olmak Chase’i de tüm diğer meslek taşları
kadar büyük bir oyuncuya dönüştürmüştü. Bunu ilk başlarda
işinin artısı olarak gördüyse de yirmili yaşlarının sonuna
gelip gecelerden aldığı keyfin dolu dolu sekiz saat bile sür-
mediğini ama fotoğraflarının ölümsüz olduğunu fark edince
biraz ağırdan almaya başladı.
Ayrıca son zamanlarda çıktığı Asya seyahatleri ve ha-
yatında onu harekete geçirecek herhangi birinin olmadığı
gerçeği süresince tek gecelik ilişkilerden uzak durmaya baş-
lamıştı. Bu akşam Ellen ile bu verimsiz dönemini bitirmeyi
planlıyordu. Ellen, Marcus’un şaraphanesinin başmüdürle-
rinden biriydi ve çekimlerin planını yaparken tanışmışlardı.
Birkaç e-posta her şeyi ayarlamaya yetmişti. Çıplak eğlen-
celerin olduğu koşulsuz bir gece, sadece doktorun söylediği
şeydi ve Chase, Marcus’un erkek kardeşinin, personellerin-
den biriyle flört etmesini pek olumlu karşılamayacağını da
biliyordu. Ama ne de olsa hepsi artık birer yetişkindi.
Uzun Yağmurlardan Sonra
21
Sağanak yağmur yüzünden çift şeritli yolun sağ tara-
fında yanıp sönen ışığı az kalsın kaçırıyordu. Son yarım sa-
attir tek bir araba bile geçmemişti. Özellikle böyle bir gecede
akıllı Kaliforniyalılar, evlerinde kalmayı tercih ediyorlardı.
Hızını biraz azaltıp yağmurda daha iyi görebilmek için
uzun farlarını açınca çukura saplanmış bir araba bir de yet-
mezmiş gibi arabanın yaklaşık yüz metre ilerisinde yürüyen
birini gördü. Bir arabanın yaklaştığını duyunca kadın yüzünü
döndüğü zaman Chase, farlar sayesinde kadının omuzlarına
dökülen uzun, ıslak saçlarını görebildi.
Sıcak, kuru arabasında oturup onu kurtarmaya gelecek
kişileri neden beklemediğini merak etse de arabasını yolun
kenarına çekip aşağı indi. Kadın, adamın ona yaklaşmasını
izlerken soğuktan titriyordu.
“Yaralı mısınız?”
Bir elini yanağına koyup hayır anlamında başını salladı.
“Hayır.”
Kadını duymasını engelleyen, kaldırıma düşen yağmur
damlalarının sesi yüzünden ne söylediğini duyabilmek için
biraz daha yaklaşmak zorunda kaldı. Sıcaklık iyice düşmüş
ve yağmur artık doluya dönüşmeye başlamıştı. Adamın ara-
basının farları açık olmasına rağmen gözlerinin karanlığa
alışması birkaç dakikasını aldı. Sonunda kadının yüzünü da-
ha iyi görebildi.
İşte tam o anda, Chase’in kalbi düğümlendi.
Başına ve göğsüne yapışan uzun siyah saçlarına ve tek
ayırt edici özelliği “sırılsıklam görünmesi” olmasına rağmen,
Bella Andre
22
kadının güzelliği adamı şaşırtmıştı.
Hemen bir fotoğrafçı gözüyle kadının tüm özelliklerini
aklında bir bir belirlemeye başladı. Ağzı biraz büyük, gözleri
de yüzüne oranla biraz iri sayılabilirdi. Bir model inceliğinde
değildi fakat tişörtünün ve kot pantolonunun vücuduna nasıl
yapıştığını düşününce Chase, çok güzel hoş kıvrımlarının ol-
duğunu görebiliyordu. Karanlıkta saçlarının rengini anlaya-
madı ama ipek gibi görünüyorlardı kusursuz sayılabilecek
kadar yumuşak ve düzlerdi göğüslerine kadar iniyordu.
Chase, kadının, “Ama arabam çok kötü durumda,” de-
diğini duyuncaya kadar buraya neden geldiğini unutmuştu.
Susuzluktan ölüyormuşcasına bu kadını içebileceğini
bilerek kendini toparlamaya çalıştı. Arabası konusunda haklı
olduğunu görebiliyordu. Arabanın artık kullanılmayacak hale
geldiğini anlamak için kardeşi Zach gibi tamirci olmasına
gerek yoktu. Ön tampon, içine girdiği beyaz çiftlik çitiyle
parçalanmamışsa da aşınmış lastikleri, bu çamurdan çıkmayı
başaramazdı. En azından bu akşam bunu yapamazdı.
Arabası biraz daha iyi durumda olsaydı Chase, arabayla
ilgilenirken kadını içeride oturtabilirdi. Ama arka tekerlerden
birinin, çukurun hemen kenarında duruyor oluşu pek hoş de-
ğildi.
Chase, omzunun üzerinde başparmağıyla arabasını gös-
tererek, “Arabama gidin. Çekici gelinceye kadar orada bek-
leyebiliriz,” dedi. Ama kelimelerin ağzından emir verircesine
çıktığının farkında bile değildi. Dolu taneleri artık acıtmaya
başladığından ikisinin de burada donmadan önce yağmurdan
Uzun Yağmurlardan Sonra
23
kurtulması gerekliydi.
Fakat kadın, milim kıpırdamadı. Bunun yerine adam
tam bir aptalmış gibi bir bakış attı.
“Arabanıza binmiyorum.”
Chase, karanlık bir yolda tek başına olmanın bir kadın
için ne denli korkutucu olacağını düşündükten sonra kadın-
dan birkaç adım uzaklaştı ve, “Size saldırmayacağım. Yemin
ediyorum, sizi incitecek bir şey yapmam,” dedi.
Kadın, o ana kadar iyiydi ama saldırı kelimesini duyar
duymaz irkilmesi Chase’in dikkatini çekti. Hiçbir zaman so-
runlu kadınları çeken biri olmamıştı ve yaralı kuşları iyileş-
tirme konusunda başarılı bir adam olduğu da söylenemezdi.
Ama uzun bir süre iki kız kardeşle yaşamak, ona bir şeylerin
zamanlamasını kestirebilmek gibi bir avantaj sağlamıştı.
Arabasının çamur çukurunda sıkışıp kalmasının öte-
sinde bu kadında kesinlikle başka bir şey vardı.
Kadının kendini güvende hissetmesini sağlamak için el-
lerini havaya kaldırdı. “Babamın mezarı üzerine yemin ede-
rim ki size zarar vermeyeceğim. Arabama binebilirsiniz.”
Kadın hemen olumsuz karşılık vermeyince bu kez avantajın-
dan mümkün mertebe yararlandı. “Sadece size yardım etmek
istiyorum.” Ve başardı da, tamamen yabancı birine yardım
etmek istemek, mantıklı olmaktan çok daha fazlasıydı. “Lüt-
fen,” dedi. “Bırakın size yardım edeyim.”
Her yanlarına düşen dolu taneleri arasında kadın uzun
bir süre adama baktı. Chase kendisinin, kadının söyleyeceği
kararı, nefesini tutmuş halde beklediğini fark etti. Aslında
Bella Andre
24
karar onun için bu kadar önemli olmamalıydı.
Ama ilginç bir nedenden dolayı önemliydi işte.
Chloe Peterson, kendini hiç bu kadar ıslak, perişan... ya
da çaresiz hissetmemişti. Fırtına, hızını etkilemeden önce son
birkaç saattir hız sınırını aşıyordu kabul. Ancak aşırı kaygan
yolda büyük oranda yavaşlamış olsa da lastikleri eski ve bir
o kadar da aşınmış haldeydi. Daha fark etmeden arabası yol-
dan çıkmaya başlamıştı.
Hem de doğruca çamur çukuruna.
Arabada oturup fırtınanın dinmesini beklemek daha
kolay –daha zekice– olabilirdi. Ancak Chloe, kabına sığama-
yacak kadar gergindi. Hareket etmesi gerekiyordu yoksa zih-
nine üşüşen düşünceler, onu yine ele geçirecekti. O yüzden,
yağmurun doluya dönüşmesine rağmen sırt çantasını omzuna
takıp yürümeye başladı.
Küçük ama bir o kadar da sert dolu taneleri, canını acı-
tıyordu. Ama soğuğa ve can acısına rağmen halinden mem-
nundu. Çünkü bu, sadece saatler öncesinde olanların dışında
başka şeylere odaklanmasını sağlamıştı. Olan bitenleri hâlâ
aklı almıyordu.
Hayır, kendisine olanları düşünmek için müsaade ede-
mezdi. Bu akşam yağmurdan kurtulup sabaha kadar dinlene-
bileceği güvenli bir yer bulmak, tek odaklanması gereken
konuydu. Yarın her şeyin nasıl böylesine çabuk ve kötü gittiğini
anlayabilmek için parçaları birleştirecek yeteri zamanı olacaktı.
Uzun Yağmurlardan Sonra
25
Chloe, şu an nerede olduğunu bilmiyordu, sadece ka-
saba yönünde yürüdüğünü umuyordu. Önceden defalarca
geçtiği bu kasaba yolunun, garip bir şekilde bomboş olması
şu an sanki başka birinin hayatını yaşıyormuş gibi hissetme-
sine yol açıyordu. Arkasında beliren farları fark ettiğinde ara-
basından henüz pek uzaklaşmamıştı.
Pahalı bir araba, yolun kenarında durunca içini yine bir
korku kapladı. Ama bu korkuya karşı koymak için kendini
sakinleştirmek zorundaydı. Karanlık ve ıslak bir köy yolunda
yapayalnızdı. Üstelik ceptelefonu da yoktu, zaten olsa da
böyle bir fırtınada sinyal alabileceğinden bile şüpheliydi.
Arabanın pahalı olması, sinirlerini yatıştırmanın aksine ara-
badaki kişinin parasının olduğunu bilmek, onu daha da ger-
mişti. Çünkü son altı aydır öğrendiği tek bir şey varsa o da
paranın güç anlamına geldiğiydi. Özellikle de onun gibi ka-
dınların üzerinde.
Ve ardından adam –epey iri cüsseli bir adam– arabasın-
dan inip ona doğru yürümeye başladı. Bir yandan da Chloe’
ye arabasına binebileceğini söylüyordu.
Asla olmaz.
Chloe’nin onunla güvende olacağı konusunda ikna et-
meye çalışıyordu. Dediklerinde çok haklıydı fakat Chloe, bir
şeyi kolaylıkla söyleyip sonrasında başka şey yapan insan-
larla bir hayli tecrübe yaşamıştı.
“Sizi tanımıyorum,” dedi. Adam, baltalı bir katil olabi-
lirdi. Sadece sonrasında kurulanabileceği bir yer bulmak için
yürümesi gerekiyordu.
Bella Andre
26
Adamın yüzündeki hayal kırıklığını görebiliyor ve yine
onu ikna etmeye çalışacağını biliyordu. İşte o esnada kayan
lastik sesiyle, bir aracın üzerlerine doğru geldiğini duydular.
Chloe, daha ne olduğunu bile anlamadan adam onu kol-
larının arasına aldı. Ona karşı koyacak zamanı yoktu; kaldı
ki hızlı bir motosikletin üzerlerine doğru geldiğini görünce
karşı koymayı düşünmedi bile.
Adam onu durduğu yerden büyük bir rahatlıkla kaldırıp
kendine sıkıca çekerek çukura atladığında Chloe, gözlerini
kapamıştı.
Motosikletin arka tekerlerinin kaydığını ve daha sani-
yeler önce onun durduğu yere savrulduğunu göreceği vakit
gözlerini açtı.
Oksijen ciğerlerine büyük bir hızla dolarken derin derin
nefes aldığını fark etti. Hem soğuktan hem de korkudan tit-
riyordu.
“İyi misiniz?”
Ona bir zarar gelmesini engellemek için kendi bedenini
siper eden adama baktı. Arabadan indiğinden bu yana ilk kez
adamın ne kadar çekici olduğunu farkına varınca içini kor-
kudan farklı bir duygu kaplamıştı.
Hayır, dedi kendi kendine. Çekici kelimesi, böyle bir
adam için hafif kalırdı. Karanlıkta bile diğer erkekleri utan-
dıracak türden olduğunu görebiliyordu. Bedenine yapışmış
kıyafeti, ıslak saçları ve elmacıkkemiklerine bulaşmış ça-
murla, bu soğuk yağmurda bile muhteşem görünüyordu.
Birdenbire bedeniyle adam arasında şaşırtıcı bir sıcak-
Uzun Yağmurlardan Sonra
27
lıkla elektriklenme hissetti.
Ya da belki de bu sıcaklık, adamın hâlâ onu güçlü kol-
larında tutmasından kaynaklanıyordu. Kendi güvenliğini bir
an bile düşünmeden onu motosikletin yolundan çekmesinin
yanı sıra bu güç, Chloe’nin neredeyse adama güvenmesini
sağlayacaktı. Belki başka bir gece bu kadarı bile ona itimat
etmesine yeterdi.
Artık güvende olduklarına göre Chloe, mantıklı bir ka-
rara varabilmek için düşüncelerini toparlamaya çalışırken bu
kaygan yerden çıkmaya çalıştı. Ama adamın kollarındayken
düştüğü bu çamurlu çukurda kaydı ve çıkmak için uğraşması,
durumun daha da kötüleşmesine neden oldu.
“Bir dakika bekleyin,” dedi adam kısık ama rahatlatıcı
bir sesle. “Bırakın ikimizi de buradan çıkartayım.”
Birkaç dakika sonra, çamurun ve yağmurun içinde şa-
şırtıcı bir rahatlıkla hareket ettikten sonra adam, Chloe’yi
yolun kenarına indirdi.
Gözleri, adamın gözlerini daha net görebilecek kadar
karanlığa alışmıştı. Adam, “Burası ikimiz için de gerçekten
güvenli değil,” diyordu. Çok içten görünüyordu ve ona zarar
vermeyi planlayan bir hali de yoktu.
İçgüdüsü, bu adamın, bu yabancının çok haklı olduğunu
söylese de Chloe, hâlâ temkinliydi.
Zaten o esnada hiç kimseyi tanımadığı bir kasabada, ka-
ranlıkta ve yağmurun altında başka bir seçim şansı var mıydı?
Bella Andre
28
Onu motosikletin yolundan çekip çukura düşüşlerini ko-
laylaştırmak için kendi bedenini nasıl kullandığını düşünüp
durdu.
Sonunda, “Tamam, sizinle geleceğim,” dedi.
Aldığı karardan ötürü pişmanlık duymamayı umuyordu.
Uzun Yağmurlardan Sonra
29
2
Chase, Tanrı’ya şükür, dedi kendi kendine. Sonunda
onunla gelmeyi kabul etti. Şu motosiklet, gerçekten ödünü
kopartmıştı. Aslında düşünecek zamanı olmadı, yaptığı sa-
dece bir tepki vermekti ve şu an hayatlarını kurtarmış olmak-
tan dolayı inanılmaz rahatlamış hissediyordu.
Kibar bir adam olarak içgüdüleri, hemen kadının sırt
çantasını almasını söyledi.
Kadın birden kendine geri çekti. “Lütfen, bunu yapma-
yın.” Korkusuna büyük bir dikkatle ket vurarak, “Kendi çan-
tamı taşıyabilirim, teşekkürler,” dedi.
Kadının kaldırıma çıkar çıkmaz yanından uzaklaşması,
eğer önyargılı davransaydı, Chase’i incitebilirdi ama bir yan-
dan da böyle bir durumda hiç tanımadığı adamla olmanın bir
kadın için sadece sağduyudan ibaret olduğunu biliyordu.
Kadın, BMW’ye doğru yürürken Chase, kadının o güzel
kıvrımlarından gözlerini alamıyordu, bunun farkındaydı.
31
Kız kardeşe, özellikle de başına sandığından daha çok
iş açan Lori ve Sophie gibi iki güzel kardeşe sahip birinin,
kadınlarla kurduğu ilişkiler üzerine biraz daha düşünmesi ge-
rekiyordu. Chase ve erkek kardeşleri, eğlenmeyi sevebilir-
lerdi ama hiçbiri bir kadını tehlikeye atacak bir şey yapmaz
ya da kadın istemiyorsa asla onunla birlikte olmazlardı. As-
lında gerçek şu ki, hep kendilerini arzulayan kadınları tercih
etmişlerdir.
Ayrıca şu an cinselliği düşünmek için doğru zaman de-
ğildi. Şimdi yanında –daha doğrusu, en azından arabasında–
sırılsıklam olmuş bir kadın vardı ve elleri söz verdiği gibi
asla ona yakın yerlerde dolaşmayacaktı.
BMW’nin deri koltuklarına yağmur ve çamur bulaştık-
tan sonra bir daha eski haline dönmeyeceğini bilmesine rağ-
men hiç tereddüt etmeden yolcu koltuğunun kapısını açıp
kadının içeri girmesini bekledi. Kadın, kucağında sıkıca tut-
tuğu çantasıyla koltuğa oturur oturmaz Chase, kapıyı kapatıp
hemen sürücü koltuğuna geçti.
İkisinin de kıyafetlerinden buhar çıkmaya başladı ve
arabanın camları hemen buğulandı. Bu da arabada öncekin-
den daha samimi bir ortam yarattı. Doğrusu öylesine samimi
bir ortamdı ki Chase, bu beklenmedik yolcusunun tıpkı yağ-
mur ve yeni açmış çiçekler kadar güzel kokusunun farkına
varmadan edemedi. Kadını rahat ettirebilmek için klimayı
açıp, “Üzerini değiştirmek için kuru kıyafet ister misin?”
diye sordu. Bagajdaki çantalarından bir şeyler verebileceğini
düşünüyordu.
Bella Andre
32
Kadın, titremesine rağmen sadece, “Hayır, teşekkürler.
Böyle iyiyim,” dedi.
Aslında iyi olmayla yakından uzaktan alakası yoktu ama
en azından şimdi klimadan gelen sıcaklık ikisini de ısıtı-
yordu. Sıcaklığın kadının nezle olmasına engel olacağını dü-
şündüğü için Chase, farklı bilgiler almayı denedi.
“Nereye gidiyordunuz?”
Kadın, zaten çok gerginken Chase’in bu basit sorusuyla
oturduğu koltukta iyice gerilmişti.
Cevap vermek yerine, “Beni en yakın otele bırakabilir-
seniz çok iyi olur,” dedi. Bir an durdu ve ardından daha yu-
muşak bir sesle, “Özellikle ucuz bir yer en iyisi,” diye ekledi.
Rahatlamak ve eğlenmek için planladığı akşam birden-
bire sırılsıklam vaziyette bozulduğu için –bir de bu yabancı-
nın kokusunun onu delirtmemesi için uğraştığından– Chase’
in sesi şimdi konuşurken her zamankinden biraz daha sert
çıkmıştı. “Bakın, bu gece ücretsiz kalabileceğiniz bir yerim
var. Oradan yol yardımını arayabiliriz.”
Ona kötü haberi vermek için kurumasını ve ısınmasını
beklemek en iyisiydi. Çünkü yol yardımı, arabasını çukurdan
çıkartsa bile muhtemelen arabayı tekrar çalıştıramazdı. Ara-
balar konusunda uzman kardeşi Zach bile arabası için fazla
bir şey yapamazdı.
“Teklifiniz için teşekkürler,” dedi. Konuşması hâlâ tem-
kinli ve bir o kadar da sertti. “Gerçekten, otel iyi.” Arabanın
karanlığında omuzlarını silkti. “Ve yol yardımını arama zah-
metine girmeyin,” dedi belli bir uysallıkla. “Hurdalık metal-
Uzun Yağmurlardan Sonra
33
ler yerinden kaldırılma işini ayarlayıncaya kadar arabamı o
çukurda bırakabilirim.”
Sesindeki yorgunluğa rağmen hâlâ kontrolü elden bırak-
mamak için mücadele ediyordu. Chase, kadının böyle bir du-
rumla başa çıkacak parası olmasa da arabasında bundan dert
yanarak kös kös oturmamasından çok etkilenmişti.
Bu yabancıyı aslında bir motele götürmesi gerektiğini
biliyordu. Tanrı bilir, zaten öyle yapmasını kendisine defa-
larca kez söylemişti. Ama Napa Vadisi’nin ortasındaki rutu-
betli bir motel odasında onu öylece bırakmasına imkân yok-
tu. Tabii eğer sabah uyandığında alnında dangalak yazısına
bakmak istemiyorsa.
Kaldı ki tüm içgüdüleri, onun bir motele bırakılmaktan
daha fazla bir yardıma ihtiyacı olduğunu söylüyordu.
Elbette Chase, bir kadının isteklerine karışmama konu-
sunda annesinden ve kız kardeşlerinden çok şey öğrenmişti.
İşin doğrusu, bu kadının şu an Chase’in yapmak üzere ol-
duğu şeye gıcık olacağını biliyordu.
Ama bunların, kafasında dolaşan bu uyarı sinyallerinin
hiçbiri, bu güzel kadına yardım etme kararından onu vazge-
çiremezdi.
Arabayı çalıştırdı ve dikkatle yola tekrar koyulurken ka-
dının adını bilmediğini fark etti. Onu –istese de istemese de–
kardeşinin şaraphanesindeki büyük misafirhanenin o rahat
ve sıcacık ortamına götürmeyi düşünürken biraz formalitenin
pek de kötü sayılmayacağına karar verdi.
“Ben Chase Sullivan.”
Bella Andre
34
Yolcuğu koltuğundan hiç ses gelmedi. Birden kendini
sırıtmamak için tuttuğunu hissetti. Beş kardeşi de, Chase de
ergenlik dönemlerinden beri resmen kadınları çekiyorlardı.
En son ne zaman bir kadın kendini onun önüne atmamıştı ki?
Ayrıca bu kadın, ona henüz hiçbir şey anlatmamıştı, de-
ğil mi?
Kesinlikle bir şeyler olacaktı. Ellen ile şaraphanede
anlam ifade etmeyen bir seks için yabancı kadını motele bı-
rakıp hiçbir şeyi kafasına takmaması aslında gayet iyi bir fi-
kirdi. Ellen’i, annesinin partisinden ayrılırken arayıp ona
yolda olduğunu, Napa’ya doğru geldiğini söylemişti.
O halde şimdi neden böyle bir şey yapıyordu?
Ve kendini neden bu yabancıya tamamen kaptırmış his-
sediyordu?
Chase, aralarındaki bu sessizlik eşliğinde arabasını kul-
lanmaya devam etti çünkü kadının, eğer kendini onunla ye-
terince rahat hissederse cevap vereceğini biliyordu.
Nihayet kadının iç çektiğini duydu ve ardından, “Ben
de Chloe,” yanıtı geldi.
Chloe, çok güzel bir isimdi ve kendi de adı kadar gü-
zeldi. Normalde ona bunu söylerdi ama kadın, öyle hassastı
ki muhtemelen dediklerini yanlış anlardı. Fakat Chase, ka-
dının sadece adını söylediğini fark etti.
Boynunu dimdik tutmuş, loş ışıkta pencereden dışarı ba-
kıyordu. “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu. Sesinden pa-
niklemiş olduğu açıktı. “Kasabanın diğer tarafta olduğundan
eminim.”
Uzun Yağmurlardan Sonra
35
Neyse ki Chase o anda Sullivan şaraphanesinin levha-
sını gördü. Kapıları açmak için uzaktan kumandaya basıp
arabadan inerek dar yolda ilerlemeye başladı. Chloe’nin sa-
bah uyandığında göreceği güzelliklere karşı koyması imkân-
sızdı. Ve umuyordu ki, bu güzellikler endişelerini biraz ha-
fifletir, kendini Chase’e açmasını, yaşadığı sorun her neyse
yardım etmesine izin vermesini sağlardı.
“Burası abimin şarap imalathanesi. Eminim burada kal-
manı isterdi.”
“Chase.”
Ses tonunda bir uyarı vardı ama bu, dudaklarında adını
duymanın güzelliğinin önüne geçmemişti.
“Beni bir motele götürmeni söylemiştim.”
Verebileceği farklı yanıtlar düşünmüştü, mazeretler uy-
durabilir ya da belki onu sakinleştirmeyi deneyebilirdi. Ama
birçok kadının aksine onun, saçmalıklarını anlayabileceğini
düşününce Chase, “Marcus’un misafirhanesi daha yakın. Ay-
rıca daha güzel bir yer,” dedi.
Aslında pek sinirlenmiş görünmüyordu, ses tonu öyle
gelmedi. “Her zaman insanların isteklerini görmezden gelip
kendi bildiğini mi okursun?”
Yine olası cevaplar vardı. Fakat Chase, en dürüst cevabı
verdi. “Genelde.”
“Annen seninle gurur duyuyor olmalı,” dedi Chloe,
alaycı bir tavırla.
Chase, onun arabada kendisiyle yalnız olma konusunda
rahatlamış gibi kelimelerin dilinde yuvarlanışını sevmişti
Bella Andre
36
ama bir dakika sonrasında koltukta huzursuzca kıpırdanma-
sından öylesine verdiği cevaba üzüldüğünü tahmin etti.
Chase, elinden geldiğince kibar bir şekilde konuşurken,
“Neyse ki dikkatini dağıtacak beş erkek, iki de kız kardeşim
var,” dedi.
Verdiği bu bilgiye yine patavatsız bir karşılık bulmayı
umdu ve kadının dönüp, “Dalga geçiyorsun,” demesine çok
sevindi.
“Hayır, gerçekten sekiz kardeşiz.” Kadının iri gözlerine
bakmaya ve yüzündeki sırıtışı görmeye yetecek kadar göz-
lerini yoldan ayırmıştı.
Kadın başını sağa sola sallayıp yine kanını kaynatacak
bir ses çıkarttı. “Annen bir azize olmalı.”
Harika, hiç olmazsa birkaç dakikadır kadının dikkatini
dağıtmayı başarmıştı ve bu esnada misafirhaneye girmişlerdi
bile. En azından bu kez, söyledikleri ya da Chase’in ona nasıl
tepki vereceği konusunda pek endişelenmiş gibi görünmü-
yordu.
Chase, “Bak,” dedi yumuşak bir sesle. “Buraya gelmek
istemediğini biliyorum ama burada beş tane boş yatak varken
otobanın kenarında bir motele para ödemende bir mantık gö-
remiyorum.”
“Seni tanımıyorum,” dedi kadın, yine.
Bu konuda tartışamayacağını bildiği için kadının söyle-
diğini kabullendi. “Ben de seni tanımıyorum. Ve inan ki, kız
kardeşlerimden biri olsaydın fırtınanın ortasında yolun ke-
narından seni alan bir adama güvenmeni istemezdim.” Ka-
Uzun Yağmurlardan Sonra
37
dının, ona bakmak için dönerken, böyle düşünmesine şaşır-
dığını farketti. “İşte bu yüzden seni misafirhaneye yerleştirdik-
ten sonra gidip arazinin diğer tarafındaki evde kalacağım.”
Chase, kadının hayır demesi için bir müddet bekledi.
Gerçek şuydu ki, eğer hâlâ bir motele gitmek için ısrar et-
seydi, onu sırtına da alsa abisinin misafirhanesindeki yatak-
lardan birine zincirlese de eninde sonunda onun istediğini
yapmak zorunda kalacağını biliyordu.
Tanrı aşkına, düşündüğü şu yatağa bağlama fikrinin
içinde yaktığı ateşi söndürmesi ne kadar da zordu böyle!
Tanrı biliyor ya, Chloe, eğer şu an Chase üzerinde nasıl bir
etki bıraktığını görseydi kapıları tırmalar, ondan uzaklaşmak
için çığlık çığlığa kaçardı. Neyse ki içerisi bunu fark edeme-
yeceği kadar karanlıktı.
“Pekâlâ,” dedi yavaşça. Kelimeler ağzından tane tane
çıkıyordu; bu da Chase’in kadına ve etkileyici dudaklarına
bakmasına neden oldu.
Tanrım, Chloe aylar boyunca tanıştığı en güzel kadın-
lardan biriydi kesinlikle. Zaten güzel kadınları fark etmek
onun işiydi. Kadına üzerinde bıraktığı etki resmen onu afal-
latmıştı. Bu denli güçlü ve çabuk etkilemesine şaşkındı. Onu
tanıdığı pek söylenemezdi, sadece yol kenarında bulmuştu.
Kaldı ki kadının onunla bir şey yapmak istemediği de orta-
daydı. Ama bunların hiçbiri ondan etkilenmesini... yakından
tanıma isteğini engelleyemiyordu.
“Benimle kalmayacaksın, değil mi?”
Nihayet, ilk kez onunla tartışmadı ya da kalmayacağını
Bella Andre
38
söylemedi. Fırsat yakalamışken Chase hemen, “Seni yerleş-
tirip Marcus’un evine gideceğim,” dedi.
Chase, çantasına uzandıysa da Chloe, henüz fikrini de-
ğiştirmemişken hemen harekete geçip kapıyı açtı. Belli ki şu
kahrolası şeyde yardım almadan yağmura çıkmaya razıydı.
Kadın, Chase’in yıllardır defalarca kaldığı misafirhane-
nin üstü kapalı verandasına geçti. Burası adam için hiç ya-
bancı değildi ama Chloe, İtalya’dan getirtilmiş çini aksanlı,
şık bahçe mobilyalı, altın rengindeki ahşap kapılı, özenle di-
zayn edilmiş eve ilerlerken Chase, sanki burayı ilk kez gö-
rüyormuş gibi hissetti.
Abisinin şarap imalathanesi gerçekten de harika bir
yerdi ve Chase, burayı bu güzel kadın ile paylaşmaktan ol-
dukça memnundu, özellikle de onun sıcak ve güzel bir yere
ihtiyacı olduğu böyle bir gecede.
Kâhyanın, Chase geleceği için açık bıraktığı ön kapının
ışığı sayesinde sonunda bu güzel kadını aydınlıkta görme şe-
refine erişebildi. Arabada az da olsa kuruyan saçları gerçek-
ten ipek gibiydi, öyle parlak görünüyordu ki şampuan reklam-
larından çok para kazanabilirdi. Ayrıca gerçekten de muhteşem
bir fiziği vardı. Çok zayıf sayılmasa da vücudunun o güzel
kıvrımları, insanın dokunma isteğini arttırıyordu.
Onun derdi neydi böyle? Derhal bunu düşünmeyi bırak-
malıydı. Özellikle de ona dış güzelliği için değil de kötü bir
durumdan kurtarmak için abisinin evini vermişken.
Chloe, verandada yolda karşılaştığı bu yabancı adamı
beklerken bir elini yanağının üzerine koymuş, diğer eliyle de
Uzun Yağmurlardan Sonra
39
sıkıca çantasını tutuyordu. Chase, yüzünü neden böyle giz-
lediğini düşünmeden edemedi.
İçinde kötü bir his vardı.
Eğer kaşlarını çatarsa artık kadının yanında rahat ede-
meyeceğini bildiğinden onun yüzüne odaklanmak yerine ve-
randayı soluk bir ışıkla aydınlatan lambaya bakmaya çalıştı.
Ertesi akşam Chloe’nin tam da durduğu yerde mankenlerle
yapacağı çekimleri düşününce merdivenlerden çıkıp ön ka-
pıya ilerledi.
Kapıyı açık tutarak, “Hadi içeri girip biraz ısınalım,”
dedi.
“En azından annen sana bir şey öğretmiş,” diye mırıl-
dandı kadın, yanından geçerken.
Kadın, kapı eşiğinde durup güzelce dekore edilmiş otur-
ma odasına bakarken, “Vay canına,” dedi. “Ne güzel bir ev.”
Marcus, misafirlerini nasıl lükse boğacağını kesinlikle
iyi biliyordu. Hafta sonunu Marcus’la geçirmek için Napa’ya
gelmeyi tek seven, Chase değildi elbette, tüm ailenin onunla
olmayı ne kadar çok sevdiğini biliyordu.
“Marcus, kendini evindeymişsin gibi hissetmeni ister,”
dedi. Yine kokusunu almaya başlamıştı.
Bu, tam anlamıyla bir şehvetti. Sorun şuydu ki Chloe
muhteşem bir kadın, Chase de muhteşem kadınlara bayılan
bir erkekti. Daha sonra kadın, çantasını yere fırlatıp kalçasını
Chase’in kasıklarına sürterek ilerledi. Chase, o anda inleme-
mek için kendini zor tuttu.
Eğer işin aslını bilmeseydi ve Chloe de diğer kadınlar
Bella Andre
40
gibi olsaydı onun bu hareketi kasten yaptığını düşünürdü.
Ama Chase’ten uzaklaşmasına ve kendini odaya atmasına
bakılacak olursa kadının onu etkilemek gibi bir amaç gütme-
diği ortadaydı.
Chase’in bir kadınla sevişmesinin üzerinden sadece bir
ay geçmişti ama bedeni, Chloe’ya sanki bir yıl olmuş gibi
arzuluyordu.
Verandada ani bir rüzgâr esince Chase, içerinin havası
soğumasın diye hemen kapıyı kapadı. Adam, küçük adım-
larla odaya girerken Chloe de tezgâhın yanında öylece duru-
yordu.
“Aç mısın?” diye sorarken, bir yandan da bu güzel ka-
dını gözleriyle yememeye çalışıyordu.
Chloe, hayır anlamında başını sallayıp hemen elini yine
yanağının üzerine koydu.
“Susadın mı?”
“Hayır.”
“Sana bir havlu birkaç da kuru kıyafet getireyim,” dedi
en kibar ses tonuyla. Kadın en azından bunu yapmasına izin
vermeliydi.
“Bu akşam uyuyabileceğim bir yerin olduğunu söyle-
din,” dedi kadın. “Tüm ihtiyacım olan bu. Başka bir şeye
gerek yok.”
Konuşurken yanlışlıkla elini yüzünden indirmişti. Cha-
se’in kenardan gördüğü şey, resmen midesini bulandırdı.
“Yaralısın.” Soru sormuyordu. “Bana yaralanmadığını
söylemiştin ama yaralısın. Bırak da yüzüne bir bakayım.”
Uzun Yağmurlardan Sonra
41
Chloe, geri çekilmeye çalıştıysa da arkasındaki granit
tezgâh buna engel oldu. “Hayır,” dedi ısrarla. “Ben iyiyim.”
Güçlü ve sert biri gibi davranmaya çalışırken bunun ne
kadar zor olduğunu görebiliyordu. Hâlâ anlamamış mıydı?
Chase, ona yardım etmek için oradaydı. Onun kendini rahat
hissetmesi için elinden bir şeyler gelebiliyorken öylece acı
çekmesine izin veremezdi.
Bu kez pek nazik hareketlerle, onu korkutacağını dü-
şünme zahmetine girmeden kadını tutup, elini onun ellerinin
üzerine koydu.
Bu ilk dokunuş, ikisinin de adeta nefesini kesmişti.
Chase, kadının, şaşırtıcı bir hareketle kendisinden kurtul-
maya çalışmadan önce, gözbebeklerinin büyüdüğüne yemin
edebilirdi.
“Seninle burada olmamam gerektiğini biliyordum,” dedi
kadın, odanın farklı bir köşesine geçerken.
Ama Chase, daha hızlıydı, kadın daha kurtulamadan
onu hemen kollarının arasına alıverdi. Ondan gizlediği şeyi
tam anlamıyla gördüğünde; tatlı sıcaklığını, bağrına çarpan
dolgun göğüslerini ve kasıkların sızlatan, onun bacaklarının
arasındaki sıcak V noktasını hafızasına alıyordu.
“Tanrı aşkına, Chloe, bu, arabada mı oldu? Bu kadar
kötü yaralandığını neden bana söylemedin? Araban çukura
düştüğünde yüzünü direksiyona mı çarptın?” Yarasına yakın-
dan bakarken gözlerini kıstı. “Yoksa bunun sebebi başka bir
şey mi?”
Bu büyük yara, tam ortasındaki uzun bir sıyrıkla rengâ-
Bella Andre
42
renk duruyordu. Chloe’nin gözleri yaşla doldu ama bu, his-
settiği acıdan değil de belli ki hayal kırıklığından kaynakla-
nıyordu.
“İyi bir gece geçirmedim.”
Yine de bu yanıt, sorunun cevabı değildi. Fakat Chase
yaranın, araba çukura kaydığında direksiyona çarparak açıl-
madığını neyse ki anlamıştı. Başka bir kadın olsa şimdiye
çoktan ağlamaya başlardı ama Chloe, kötü bir gece geçirme-
sine rağmen ağlamıyordu.
“Ciddi olamazsın,” dedi Chase usulca.
Ona ne kadar çok bakarsa yüzündeki yaraya o denli si-
nirleniyordu. Kardeşleriyle bir yaranın ne kadar can acıtaca-
ğını bilecek kadar çok kavga etmişti. Ayrıca birinin yüzünüze
yumruk attığında nasıl görüneceğini anlayabilecek kadar da
yumruk yemişti.
Ancak Chloe’yi birinin böyle incittiği düşüncesine bir-
den öfkelense de bunu sorun haline getirmekten çok daha iyi
bir yöntem biliyordu.
“Yaraya buz koydun mu?”
Başını salladı. “Hayır. Fırsatım olmadı.”
Chloe, sanki çok fazla konuşmuş gibi dudaklarını sım-
sıkı kapayınca Chase, istemeden de olsa onu bırakıp mutfağa
geçti.
Neyse ki Marcus’un misafirhanesinde eşyaların yerini
bilecek kadar çok kalmıştı. Lavabonun yanındaki çekmece-
den plastik torba kutusunu buluverdi. Torbayı buzdolabından
aldığı buzlarla doldurduktan sonra diğer çekmeceden bul-
Uzun Yağmurlardan Sonra
43
duğu temiz, yumuşak ve renkli bir havluya sardı.
Chloe, bu esnada yerinden hiç kımıldamamıştı. Chase,
onu kompres yapmaya kolayca ikna edebildi fakat eğer yar-
dım edecekse –en azından bir nebze de olsa– ona güven duy-
masının ne denli önemli olduğunu biliyordu. İçgüdüsü, aslın-
da yağmurda arabasının kontrolünü kaybetmesinin ötesinde
bir sorunu olduğunu daha Chloe’yi gördüğü an söylemişti.
“Isırmam. Söz veriyorum,” dedi buz torbasını uzatırken.
Şu an ondan yapmasını beklediği son şey, zaten zonkla-
yan kasıklarına bir tekme geçirmesiydi. Chloe, bir kaşını kal-
dırıp oldukça alaycı bir tonla, “Gerçekten mi?” dedi.
Chase, artık onun gözünde yaş olmamasına çok sevin-
miş ve ona karşı ilgisinin farkına varmasına da çok şaşırmıştı.
O yüzden pis pis sırıtmaya başladı.
“Aslında şöyle söylemeliydim, ısırmam tabii sen...”
Kadın, sözünü kesmek için bir elini kaldırıverdi ve cüm-
lesini bitirdi. “Tabii ben istemediğim müddettçe.” Öyle bir
söylemişti ki sanki yüzlerce kez bu sözü duymuş gibiydi.
“Her neyse. Isırmanı istemiyorum. Şimdi değil. Hiçbir za-
man da istemem.” Her bir kelimesi ağzından yorgun ve zora-
ki çıkıyordu ama neyse ki uzaklaşmak yerine Chase’e doğru
yönelmeyi seçmişti. “Ama yine de buzu alacağım.”
Chase, buz torbasını verdi. Kadın, zor da olsa torbayı
yanağına koyduğu sırada tam adama teşekkür edecekti ki
duyduğu acıyla resmen nefesi kesildi.
Kadının dudaklarından çıkan her bir nefes ve yüzünün
bembeyaz kesilmesi yüzünden göğsü sıkışmıştı. “Dur,” dedi
Bella Andre
44
Chase. “Bana bırak.”
Biraz daha yaklaşıp sağ eliyle başının arkasından tutar-
ken sol elini yaranın üzerine koydu. Kadının geri çekilmesini
bekliyor, kendi başının çaresine bakabileceğini ve ellerini
üzerinden çekmesini söyleyeceğini sanıyordu.
Ama bunun yerine Chase farklı bir sürprizle karşılaştı.
“Bu konuda çok iyisin,” dedi Chloe, adamın kasıklarındaki
kan akışını hızlandıran yumuşak bir sesle.
Chase, aralarındaki buzların nihayet erimesine şaşmıştı.
Bu da, Chase’in bir türlü kontrol edemediği kadına yönelen
ilgisi ve Chloe’nin alaycı yorumları sayesinde olmuştu.
Böyle bir şey yapacağını kim düşünebilirdi ki? Tam ter-
sine, ilgisinin onu canlandırdığından emindi.
Acaba Chase için başka ne tür sürprizleri vardı?
Bunları görebilecek kadar yanında kalacak mıydı?
“Beş erkek kardeş, unuttun mu?” dedi hafifçe gülümse-
yerek. “Bizi, bir şeyleri hafife aldığımız zamanlarda genelde
en kötü yaralayanlar küçük kız kardeşlerim olurdu.” Pis pis
sırıttı. “Küçük haylazlar.”
Başını kaldırıp adama baktı. Chase’in artık tepkisini
kontrol edebilme umudu kalmamıştı. Gözleri olağanüstü gü-
zellikteydi. Gözbebeklerinin kenarları parlak yeşil, gözle-
riyse maviydi. Onun çok güzel bir kadın olduğunu zaten
biliyordu ama şimdi güzel kelimesi onu anlatmakta kifayet-
sizdi.
“Kardeşlerinin hepsini çok seviyorsun, değil mi?” diye
sordu usulca.
Uzun Yağmurlardan Sonra
45
Kadın konuşurken Chase, bakışlarını onun dudaklarına
çevirmiş olduğundan altdudağının kıvrımını daha çok be-
ğenme fırsatı bulmuştu.
Henüz tamı tamına yarım saat önce tanışmışlardı fakat
aklını tamamen bu kadınla bozmuş haldeydi, hem de elinde
sadece bir çantayla ortaya çıkan bu kadınla.
Bir çantaya daha fazla ilgi gösterecek biri değildi. Bu
akşam evren, sanki onun etrafında dönüyordu.
“Ağzımda bir şey mi var?”
Neyse ki öfkesi, Chase’in nasıl büyülendiği konusunda
küçük de olsa bir espri üretecek kadar yumuşamıştı. Tam bu
noktada ondan kaçmasından ziyade ona gülmesini tercih
ederdi.
Kadın, orada çırılçıplak halde durmuşken; Chase onun
o güzel vücudunun her santiminin tadına bakma düşüncesini
aklından çıkartıp bunu daha sonraya bırakmayı istemiyordu.
Ama her şeyin bir sırası vardı. Öncelikle, onu burada
kalmaya ikna etmeliydi.
Sabahın ilk ışıklarıyla kaçmaya değil.
“Hayır,” dedi Chase, kısık bir sesle. “Dudakların çok
güzel.” O anda yüzünün havluyla ve buzla örtülmeyen tüm
kısımları kıpkırmızı oldu. “Ve evet, kardeşlerim harikadır.
Büyürken onların yanında olacak kadar da şanslı bir çocuk-
tum.” Annesinin doğum günü partisini ve çektiği fotoğrafları
düşündü. “Küçük bir evde sekiz kişiydik. Çok kavga ettik
ama bir o kadar da güldük.”
Chloe’nin yüzünde büyük bir özlem belirdi, ardından
Bella Andre
46
başını çevirip yüzünü yere eğdi. Chase, artık onun büyüleyici
–anlamlı– gözlerini göremiyordu.
“Yanağım şimdi daha iyi, teşekkürler. Çok yorgunum.”
Gözlerinin altındaki mor halkalardan gerçekten de ne kadar
bitkin olduğu anlaşılabiliyordu. “Şimdi bana lütfen yatak
odasının yerini göster.”
Chase, kadını yanında tutup ona kimin zarar verdiğini
söyletinceye kadar soru sormak istiyordu. Birilerinden kaç-
tığını anlamak için beyin cerrahı olmaya gerek yoktu. Bede-
nindeki her hücre bu kadını korumak istiyordu ama kadının
aralarına çektiği o mesafe nispeten kısalmasına rağmen, he-
nüz ona güvenmeye hazır olmadığını gösteriyordu.
Chase, “Yatak odaları koridorun hemen aşağısında,”
dedi ama onu bir türlü bırakamıyordu. Sıcaklığı, yumuşak
kıvrımlar ondan geri durmasını engelleyecek kadar kendini
iyi hissetmesini sağlamıştı.
Ama kadının onun kollarından sıyrılması için geçerli bir
sebep yoktu.
Yüzüne zarar verenin bir adam olduğu ortadaydı, acaba
kadın evli miydi? Bu, kötü bir kocanın işi miydi?
Chase’in birilerinin yüzükparmağına bakmak gibi bir
alışkanlığı yoktu zaten öncesinde de sol eline bakmayı hiç dü-
şünmemişti. Kurnaz biri gibi davranmamaya çalışıyordu. Kah-
retsin, onu ne kadar istediğini zaten görebiliyordu.
Hissediyordu da. Bu gece ellerini ondan uzak tutacağını söy-
lemişti ama sonrası için söz vermemişti. Ayrıca evli olduğu
adam tarafından dayak yiyip yemediğini bilmesi gerekiyordu.
Uzun Yağmurlardan Sonra
47
Chloe, ellerini yumruk yaptığından Chase, bir yüzük gö-
remedi.
İyi. Demek ki olanları öğrenip de, kadın ona güvendi-
ğinde Chase’in ağırdan almasının hiç gereği olmayacaktı.
Sonunda Chloe’nin yüzüne baktığında gözlerinde daha
önceden de gördüğü aynı sinirli ifadeyi okudu. Önceki bakı-
şıyla aradaki tek fark, bu kez içinde eğlendiğine dair hiç
emare olmamasıydı.
Yakalandın.
“Yatak odası?” Chloe, bir kaşını kaldırmış, hâlâ Cha-
se’in yüzüne bakıyordu. “Bana nerede olduğunu gösterecek-
tin.”
Kadının çantasını eline aldı. “Bu taraftan.”
Chloe de çantasına uzandı. Birkaç saniyedir asker yeşili,
keten çanta hakkında resmen komik bir çekişme yaşıyorlardı.
Çantasını yine kendi taşımalıydı, Chase buna müsa- ade et-
mesi gerektiğini biliyordu. Ama kadın, bir altmış beşten daha
uzun olamazdı, kendisi ise bir seksen beş boyundaydı. Üste-
lik ondan ortalama otuz altı kilo fazla olduğunu düşünü-
yordu. Yani bu lanet çantayı onun için taşıyabilirdi.
Chloe, çantasını iki eliyle sıkıca tutarken, “Gerçekten
çantama kafayı taktın, değil mi?” dedi.
Chase, çantayı kendi tarafına çekip, “Ben de senin için
aynı şeyi söyleyecektim,” diye karşılık verdi.
Chloe, çantaya öyle hızlı asıldı ki adam, çantayla geriye
doğru tökezledi.
Kadın, hayır anlamında başını sallayıp, “Erkekler neden
Bella Andre
48
hep maço davranmak zorunda olduklarını düşünürler, hiç an-
lamam,” dedi.
“Çantayı taşımakla sana yardım etmek, maço bir davra-
nış değil.”
Kadın, karşılık verirken sanki gülmek üzereydi. Chase,
o güzel yüzünde gülümseme ışığını ilk kez görüyordu. “Bun-
dan emin misin?”
“Belki bu da annemin bana öğrettiği bir şeydir,” dedi,
kadının sözünü yine lehine çevirerek.
Artık daha fazla tartışmak için onu beklemiyordu... özel-
likle de onun ne istediğini umursamadan güzel dudaklarına
öpücük kondurmaya bu denli yaklaşmışken. Ya onu öpecekti
ya da gerçekten onu güldürecek bir yol bulacaktı. Ya da, daha
iyisi, kahkahasının kulağa nasıl geldiğini öğrenecekti.
Chase, uyumayı planladığı süitin olduğu koridora yö-
neldi. Diğer odalarda da kaliteli yataklar vardı ama bu güzel
yabancı için en iyisini istiyordu.
Odanın kapısını açtı ve tam düğmeye uzanıyordu ki
zaten ışığın açık olduğunu fark etti. O şaşkınlıkla yatağın boş
olmadığını anlaması biraz zaman aldı.
Yatağın üzerinde çıplak bir kadın onu bekliyordu.
Kahretsin. Ellen’ı tamamen unutmuştu ama Marcus’un
imalathane müdiresi, belli ki onu unutmamıştı. Eğer bir şey-
ler bu akşam farklı –çok farklı– gitseydi Ellen’ı çoktan so-
yunmuş ve onu beklerken bulduğunda fazlasıyla heyecan-
lanırdı, bunu çok iyi biliyordu.
Ancak Chloe ile tanıştıktan sonra Chase, evde bekleyen
Uzun Yağmurlardan Sonra
49
Ellen’ın çıplak bedenine önceki gibi heyecanlanmadı.
Ellen, bir Chase’e bir Chloe’ye bakarken gözleri şaşkın-
lıktan kocaman açıldı. Belli ki yaşadığı şokla yattığı yerde
donup kalmıştı ve iPod kulaklıklarını çıkarması bir dakika-
sını aldı. Besbelli müzik, oturma odasında ikisinin sohbetle-
rini duymasını engellemişti. Zaten Ellen, Chase’in yatak
odasına yalnız gelmeyeceğini bilmiyordu.
Chase, yeterince düşünüp Chloe’yi bu lanet olası yerden
daha çıkartamadan güzel kadın, öne doğru bir adım atıverdi.
Öfkeyle solumasını ve onun için vazgeçilmez olanı; yani çan-
tasını kaptığı gibi tekrar dışarı, yağmura koşmasını bekliyordu.
Fakat sadece kısık sesle güldüğünü duydu. Bu, sadece
saniyeler öncesinde duymak istediği sesti... ama tabii, böyle
bir anda olacağı hiç aklına gelmemişti.
“Belki,” dedi bariz bir neşeyle. “Kalabileceğim başka
bir yatak odası vardır.” Tekrar güldü. “Mümkünse hiçbir ses
duymayacağım kadar uzakta olsun.”
Chase, aklını kaybetmiş gibi Chloe’ye bakıyordu. Ken-
disi buradayken onun Ellen ile sevişeceğini düşünmüş ola-
mazdı, değil mi?
Ama gülüşü, tüm bedenine işlerken bunu sormamaya
karar verdi.
Tanrım, bu sesi gerçekten seviyordu. Çok rahatlatıcıydı.
Ruhunun derinliklerinden geliyordu. Ve gülümsemesi, ke-
sinlikle harikaydı.
Ellen, hâlâ çırılçıplak halde yataktaydı fakat Chase, göz-
lerini yanındaki yabancı kadından alamıyordu. Zaten onunla
Bella Andre
50
tanıştığı andan itibaren onu öpmek istemişti fakat şimdi onu
öpücükleriyle kendinden geçirmek, güldürmek ve o tatlı gü-
lüşünü defalarca duymak istiyordu.
Nihayet Ellen konuştu, “Chase?” Sesi her zamankinden
biraz tiz çıkmıştı. “Bu kim?”
Ellen, artık örtünmeye başladığında Chase, onun hiç tipi
olmadığını fark etti. Chloe’nin kıvrımlarını Ellen’ın gergin
kaslarına tercih ederdi. Ayrıca o boyalı sarı buklelerin, Chloe’
nin, her hareket edişinde omuzlarına dökülen kahverengi saç-
larının yanında hiçbir önemi yoktu.
“Ben Chloe.”
Chloe’nin böyle bir şeyle nasıl eğlendiğini gördükçe
şaşkınlığı daha da artıyordu. Belli ki kendisi, böyle berbat
bir durumla uğraşırken onu izlemekten büyük bir keyif alı-
yordu. Fakat o da birdenbire olayın çok komik olduğunu fark
etti.
“Bu akşam beni Chase aldı.” Adama doğru başını salladı
ve; “Hikâyeyi bilirsin işte –yolun kenarında başı dertte bir
kız, arabası güzel bir tiple tanışır,” diye ekledi.
Ellen, sabahlığa sarınırken öfkeliden ziyade kafası ka-
rışmış görünüyordu. Ki bu da bu akşam biraz eğlenmekten
fazlasını planlamadıkları için Chase’e oldukça mantıklı geldi.
Ellen, Chase’e bakarken sanki içten içe bir şeyler düşünüyor
gibiydi. Ardından, “Bir fotoğrafçı olduğun ve hızlı yaşayan
tiplerle vakit geçirdiğin için senin de böyle biri olduğunu an-
lamam gerekirdi.”
Kendini, kardeşi Smith’in filmlerinden biri için çekilen
Uzun Yağmurlardan Sonra
51
gerçeküstü bir sahneye adım atmış gibi hissederken Chase
de, “Nasıl bir tip olduğumu düşünüyorsun ki?” diye sormak
zorunda kaldı.
“Bilirsin işte, temizlik işleri ve personeli,” dedikten
sonra gecelerindeki bu yeni gelişmeyi düşünürken dudakla-
rını ısırdı. Sonra dikkatini kadına yöneltti. “Biraz beklenme-
dik bir şekilde olsa da tanıştığımıza memnun oldum, Chloe,”
dedi. Ardından derin bir nefes alıp “Çok güzelsiniz,” dedi.
Chloe, Ellen’ın ona bakış şekline çok şaşırmıştı. Belli
ki Ellen’in yatakta bir sonraki performansını anlamaya çalı-
şıyordu çünkü bunun Chase’in hoşlandığı türden bir şey ol-
duğunu düşünüyordu.
“Teşekkürler,” dedi Chloe. “Sen de çok güzelsin ama bu
akşam üçlü seks yapmak isteyeceğimi sanmıyorum.”
Bunu böylesine rahat bir tavırla söylemesi, adamın res-
men aklını aldı.
Daha önce üçlü seks yapmış mıydı acaba?
Ona bir başkasının dokunduğunu düşünmek bile Cha-
se’i sinirlendirmeye yetti.
Daha önce hiç ciddi bir ilişki düşünmemişti, tek gecelik
ilişkilerle halinden oldukça memnundu. Hayatını dolu dolu
yaşamaya çalışırken evde onları bekleyen bir eşi ve çocuk-
lara sahip meslektaşlarını daha önce hiç kıskanmamıştı.
Ama bu kadını gördüğü ilk andan itibaren sadece onu
korumak istiyordu. Artık daha fazlasını isteyebilir miydi?
Onunla yeni tanışmasına rağmen ondan hemen etkilendiğinin
farkındaydı.
Bella Andre
52
Bir ilişki bu kadar çabuk başlayabilir miydi?
“Aman Tanrım,” dedi Ellen, Chloe’nin yarasını görünce.
“Yüzüne ne oldu böyle?”
Chase, Chloe’nin yüzündeki o neşenin kaybolmasından
nefret ediyordu.
“İyiyim,” dedi Ellen’a. Ardından adama döndü. “Ken-
dime başka bir yatak odası bulacağım. İyi geceler.”
Chase, peşinden gitmek istediyse de ilk etapta Ellen’la
uğraşması gerektiğini biliyordu.
Kadın, kapıyı arkasından kapattıktan sonra Ellen, “O,
iyi mi?” diye sordu. “Yarası gerçekten kötü görünüyor.” Ama
Chase, daha cevap vermeden konuşmaya devam etti. “Dok-
tora göründü mü? Gerçekten onu yolda mı buldun?”
Ellen’ı gerçekten yanıtlamayı isterken elini onun ıslak
saçlarının arasından geçirdi.
Bunun yerine tüm söyleyebildiği, “İyileşecek,” oldu.
Bundan emindi. “Bak, bu akşamdan itibaren aramızda artık
bir şey olmayacak.”
Ellen, girişimlerini birden unutarak gülümsedi. “Abin
için çalıştığımı düşününce, bu muhtemelen en iyisi olur.”
Chase, sorunu kısmen de olsa hallettiklerine sevinmişti.
“Gerçekten çok güzel bir kadın.” Ellen, kıyafetlerini
kollarına alıp banyoya yönelirken Chase’e göz kırpıp, “Üçlü
seksi bir an için gerçekten düşünecek kadar güzel ama bu
benim tarzım değil,” diyerek dalga geçti.
“Hayır,” dedi Chase. Ama cevabı tamamen içgüdüseldi.
“Böyle bir şey asla olmazdı.” O güzel kadını asla ve asla bi-
Uzun Yağmurlardan Sonra
53
riyle paylaşamazdı.
Eğer onu başına neler geldiğini anlatmaya ve araların-
daki o ilk alevlenmenin başka bir şeye dönüşü dönüşmeye-
ceğini görebilecek kadar uzun bir süre burada kalmaya ikna
edebilirse tabii.
Ama Ellen’ı kıyafetlerini giymesi için yatak odasında
bırakıp Chloe’nin başka bir odaya yerleştiğinden emin olmak
için koridorda ilerlerken bu yabancının ona bir şans verecek
kadar güvenmesinin hiç de kolay olmayacağını düşündü.
Bella Andre
54
3
Chloe, şimdi hiçbir şeyi; çantasını yere, kendini de ya-
tağa atıp top gibi kıvrılmaktan daha çok istemiyordu. Zemin,
oldukça pahalı bir ahşapla kaplanmışa benzediği için çanta-
sını bırakıverdi. Zenginlerin nasıl yaşadığını gayet iyi bili-
yordu fakat şarap kentindeki bu muhteşem evden yine de
etkilenmişti, özellikle de buranın sadece bir misafirhane ol-
duğunu düşününce. Asıl yaşadıkları evin nasıl olduğunu
hayal dahi edemezdi.
Hep daha fazlasını isteyen ama bunu nasıl elde edece-
ğini bilmeyen alt-orta sınıf sayılabilecek ailesiyle bir evde
büyümüştü. Eski kocasıyla tanıştığı ve onun tüm dünyayı
kendisine vermek istediğini söylediğinde Chloe, sözlerini
mihraba kadar taşımıştı.
Şu an bu sözlerin ne anlama geldiğini az da olsa bili-
yordu. Giyebileceği güzel elbiseler, istediği kadar harcaya-
bileceği para vermiş olabilirdi ama onun için gerçekten önem
55
taşıyan her şey, elinden almaya çalışmıştı.
Aklından bu kötü anıları çıkarmak istercesine başını sal-
layıp banyoya geçti. Çantasını parke zemine bıraktıktan
sonra ıslak, kirli kıyafetlerini çıkartıp lavabonun içine koydu
ve kıyafetlerindeki çamuru yıkamaya başladı. Bunları atmayı
çok isterdi ama yanında fazla bir eşyası yoktu, yakın za-
manda bunlara tekrar ihtiyacı olacağını da biliyordu. Şu an
yapabileceği en iyi şey, biraz sabun ve suyla kirleri çıkart-
mak, eliyle suyunu sıkabildiği kadar sıkıp onları kurutmaktı.
Elbette evde çamaşır ve kurutma makinesi olduğunu bili-
yordu fakat bir yabancının –hatta onu buraya getiren yaban-
cının bile değil, hiç tanışmadığı abisinin– evinde bir gece
geçirmek, ona göre iyilikten de öte bir şeydi.
Sonunda kıyafetleriyle uğraşmayı bitirdikten sonra duşa
girdi ve tam sıcak suyu açmak üzereyken fikrini değiştirdi.
Banyoda büyük bir jakuzi vardı. Bacaklarına, omurgasına ve
ayaklarına masaj yapan fıskiyeli ılık suyun içine uzanma dü-
şüncesiyle az kalsın yüksek sesle inleyecekti.
Chloe bir aptallık yapıp yapmadığına emin olmadan,
önce banyo kapısına suçlulukla baktı. Sonuçta yalnızdı. Cha-
se, akşam burada kalması konusunda ısrar ettiğine göre bu
imkânlardan faydalanmasının ne gibi bir sakıncası olabilirdi
ki? En azından banyo, yatak odasının içindeydi.
Böyle bir jakuziyi daha önce hiç kullanmamıştı, ta ki...
Hayır. Bu akşam bunları düşünmemeliydi, buna izin ve-
remezdi. Chloe, her şeyi yolundaymış gibi görünen lüks bir
hayat yaşamadığını biliyordu ama etrafı asmalarla çevrili bu
Bella Andre
56
güzel evde kendini oldukça güvende hissetmişti.
Birkaç saniye sonra, sıcak suyun içine girdiğinde emni-
yette olmanın verdiği o muhteşem –Chase’in izin verdiği o
birkaç dakika boyunca kollarında çok sıcak ve kendini gü-
vende hissetmenin verdiği o güzel– duygunun, bedeninin
böyle dengesizce hareket etmesine neden olduğunu düşündü.
Bacaklarını, ardından kalçasını ve sırtını küvete daldır-
dığında vücudunun buna karşı aşırı hassasiyet gösterdiğini
hissetti. Büyük bir keyifle iç çekerek başını küvetin kıvrı-
mına koydu ve yağmur damlalarıyla tıkırdayan tavana baktı.
Kendini çok uzun zamandır bir kadın ya da seksi biri gibi
hissetmiyordu. Ama yine de adamın ondan etkilendiğine hiç
şüphesi yoktu.
Aslında şimdi bu duruma üzülmesi gerekirdi. Her şeye
rağmen onunla daha yeni tanışmıştı. Kaldı ki şu aralar her-
hangi birinin ilgisiyle uğraşacak durumda değildi. Ne onun-
kiyle ne de kendininkiyle. Yine de göğüslerinin tam ucunda
ağır bir çarpıntı hissetmeye başladı, her zamankinden çok
daha yoğundu hem de. Bacaklarının arası... Aslında, gerçek
şu ki tam aşağısı, bacaklarının arası alev alev yanıyordu.
Eğer kendine karşı biraz dürüst olmayı başarabilseydi
adamın ona yaklaşıp bir elini boynuna koyduğu ve buz pa-
ketini yanağına dayadığı andan beri yanıp tutuştuğunu itiraf
edebilirdi.
Gerçi hem Chloe’nin hem de o yataktaki kadının zevk-
leri belli ki aynıydı.
Çıplak yabancıyı –Ellen, adının Ellen olduğunu söyle-
Uzun Yağmurlardan Sonra
57
mişti– ve çılgın teklifini düşününce Chloe, yine sırıtmaya
başladı. Bu esnada da küvetin içine biraz daha kaykılıp sıcak
suda saçları ıslansın diye boynunu geriye atmıştı. İşte bu çok
iyi geldi. Hemen yan tarafındaki şampuan şişesine uzanıp
çok hoş kokan bu sıvıyla saçlarına masaj yapmaya başladı.
Öyle ya da böyle pek iyi bir gece sayılmazdı ama en azın-
dan keyifli geçen anları olmuştu. Özellikle de yatak odasının
kapısını açıp misafirhanede yalnız olmadıklarını fark ettiği anda
Chase’in yüzündeki o ifade, gecenin en eğlenceli kısmıydı.
Chase, belli ki çıplak kadını görünce bir hayli şaşırmıştı
ve tabii yatağında birden fazla kadın fikrinin Chloe’yi ürkü-
teceğinden korkmuştu.
Chloe’nin gülümsemesi, hafif bir surat asıklığına dö-
nüştü. İnsanların böyle şeyler yaptığını düşününce değil de
Ellen’ın bu düşüncesine anlam verememediği için bozulu-
yordu.
Eğer bu adam onunla olsaydı Chloe, onu kimseyle pay-
laşamazdı.
Bu düşünceler, Chloe’nin ısınmasını sağlamıştı. Şam-
puan, kirpiklerine damlayınca bu nahoş düşüncelerden kur-
tulacağını umarak suyun altına girdi.
Derdi neydi böyle? Gerçekten de ahmağın teki miydi?
Fantezilerle ve aptalca hayallerle mi doluydu zihni?
İşin aslı, çok uzun zamandır tek güvenmesi gereken in-
sanın kendisi olduğunu biliyordu.
Ama yine de oturma odasında ve mutfakta onu yoldan
alan bu yabancıyla ile biraz da olsa tartışmamış mıydı? Tem-
Bella Andre
58
kinli davranması gerekeceği yerde neredeyse flört edecek-
lerdi. Ve işte tam da o esnada adamı yatakta bekleyen bir ka-
dın buldular. Belki Chloe’nin buna şaşırmış olması gerekirdi
ama bunun yerine gülmemek için kendini tutmamıştı bile.
Tekrar gülecek bir nedeninin olmaması gerçekten iyiy-
di. Şimdi tüm bunları bir kenara bırakması gerekiyordu.
Şaşırtıcı ama birkaç dakikadır kendini eskisi gibi hisse-
diyordu.
Chloe, bir zamanlar oldukça duygusal bir kadındı. Şu
kendi vücudundan korkan kızlardan değildi. Öpülmeyi sevi-
yordu. Okşanmayı da. Elbette başka şeyler de hoşuna gidi-
yordu. Eski kocası, bundan utanması gerektiğini söylemişti.
Bakımsız bir kocayla evlenmesi bu dürtülerin, bu isteklerin
gerçekten bitmesi anlamına gelmiyordu.
Sadece gizlenmişlerdi.
Ve Chase, belli ki –ve ne yazık ki– saklambaç konu-
sunda bir uzmandı.
Chloe, sabunu kollarının üzerinde gezdirirken iç çekti.
Bedeninin tekrar hayat bulduğuna inanamıyordu. Özellikle
bu akşam, uyumaya, yemek yemeye ve sonrasında ne yapa-
cağına odaklanmak zorundaydı.
Ama bunun yerine küvette uzanmış, yeşil gözleri ve ko-
caman gülümsemesi olan Bay Seksi’yi düşünüyordu. Tabii,
o muhteşem vücudundan bahsetmiyordu bile; uzun boylu,
geniş omuzlu ve kaslı vücudundan.
Vücudunu bir an hiddetle sabunlarken içini resmen bir
hayal kırıklığı kemirmeye başladı. Oldukça lüks olduğunu
Uzun Yağmurlardan Sonra
59
düşündüğü yatağa kendini atıp hemen uykuya dalmak yerine
bu muhteşem küvetten çıkarsa gece boyu kıpırdanacağına ve
karşılıksız bir şehvetle çatlayacağına dair içinde kötü bir his
vardı.
Hayır, kahretsin! Eski kocasından ayrıldığında kendi ha-
yatını idame ettireceğine yemin etmişti. O zamanlar bunun,
para, iş ve kalacak yer anlamına geldiğine inanıyordu. Açık-
ça, başını iki yana sallamayı düşündü. Eğer tahrik edildiğini
hissetseydi o zaman bunun icabına bakmak zorunda kala-
caktı.
Bu şaşırtıcı düşünceyle küvetin içinde kıpırdanıp durdu.
Sıcak su vücut kıvrımlarının üzerinden akarken en son se-
vişmesinin, bedenini keşfedip ihtiyaçlarını gidermesinin üze-
rinden ne kadar zaman geçtiğini hatırlamaya çalıştı.
Doğal şehvet duygusundan ne zamandan beri utanı-
yordu?
Keşke yanıtlar, böyle üzücü olmasaydı. Keşke cevaplar,
kendini bu kadar güçsüz hissettirmeseydi.
Hayır. Bu akşam oraya gitmeyecekti. Özellikle de ya-
şadığı şeyden sonra.
Yarın, çok yakındı. Ama bu akşam... şey, belki de bu
akşam, uzun zamandır inkâr etmek zorunda bırakıldığı yö-
nünü kurtarmak için aşama kaydedebileceği bir fırsattı.
Bütün hayatını sadece yüzündeki yaraya bakarak yeniden ku-
ramazdı. Bunun için Napa Vadisi’nde bir geceden daha fazla
zamana ihtiyacı vardı. Fakat kendine neden bunca zamandır
inkâr ettiği zevk için bir fırsat tanımıyordu?
Bella Andre
60
Gözlerini kapatıp kollarıyla, bacaklarındaki kaslarını ve
çenesini rahatlatmaya çalıştı. Ilık küvetin içinde rahatlarken
elini göğüs kafesinin üzerine koyup öylece tuttu, kalbinin ne
kadar hızlı attığını hissedebiliyordu.
Vücudu sudan ısınmıştı. Ellerini yavaşça göğüs kafesin-
den çekip göğüslerini avuçlarının arasına aldı ve içine sap-
lanan o zevkli duygular karşısında nefesini tuttu.
Nicedir seksi fanteziler kurmuyordu. Ama bu akşam, sa-
dece kendisine, ellerine ve sıcak suyla dolu küvete aitti.
Uzun zamandır saklı kalmış anılarını düşünürken zihni-
nin, bir adamın kollarında ve adamın başının da göğüslerinin
tam üzerinde olduğu bir fanteziye sürüklenmesine izin verdi.
Ardından adam başını kaldırdı, o anda Chloe bacaklarının
arasında nefes kesici bir uyarılma hissetti.
Çünkü adam, Chase’e benziyordu.
Chloe, derhal kendine dokunmayı bırakmalıydı. Aslında
küvetten çıkıp ihtiyacı olan uykuya kavuşarak kontrolünü
sağlayacağını biliyordu.
Ancak uzun zamandır bundan mahrumdu; hem de çok
uzun zamandır. Otuz yaşındaydı ve cinsellik dönemine giri-
yordu, değil mi?
Geçen bunca yılın hayatını tüketmesine hiç ses çıkar-
mamasına kızmak için işte bir neden daha.
Ayrıca doğuştan gelen şehveti, hayatının bir bölümünü
daha iyileştirecekti.
Büyük, karo zeminli banyoya bakındı. Küvetin üzerin-
deki pencerelerde jaluzi vardı. Parlak zırhlı şövalyesi, şimdi
Uzun Yağmurlardan Sonra
61
koridorun diğer ucundaki yatak odasında başka kadınla meş-
guldü.
Chloe, burada güvende olduğunu biliyordu, hem de
uzun zamandır olduğundan çok daha güvendeydi. Bu akşam
kendini yine normal biri gibi hissetme fırsatı yakalamıştı.
Bunu kullanacaktı... Yeni tanıştığı bir adamın muhteşem yüzü
–ve her beyin hücresi tarafından ayartılması imkânsızdı– birkaç
dakika içinde onu mutluluktan ağlatacak adama aitti.
Bir eli göğüslerinin üzerinde dururken diğer eli usulca
göğüs kafesinin aşağısına, oradan da midesine indi; ta ki ba-
caklarının arasındaki tüylü, yumuşak kıvrıma ulaşıncaya
kadar. Suyun içinde bacaklarını ayırması, tamamen içgüdüsel
bir hareketti.
Parmakları daha da aşağıya inerken nefes alıp verişi hız-
landı. Suyun içinde bile ne kadar kaygandı böyle. Aslında o
yakışıklı adamın dokunduğu, buzu yanaklarına koyarken eli-
nin boynundaki saçların arasından geçişini hissettiği o ilk
andan beri nasıl hazır olduğunu hissedebiliyordu. Chase’in
onunla yakınlaşmamak için kendini dizginlediğinin farkında
olmasına rağmen adamın bedeninin sıcaklığıyla kurumuştu.
Hiç tanımadığı bir adama nasıl tepki vermesi gerektiğini
gerçekten bilmiyordu. Başına gelenleri ve hâlâ zonklayan ya-
rasını göz önüne aldığında irkilmeyip, onun ellerini üzerinde
hissetmesinden tiksinmeyip de başka ne yapabilirdi ki?
Ama artık bu adamın dokunuşundan nefret edecek du-
rumda değildi. Tam tersine bu şaşırtıcı gerçeği düşünmek,
onu uzaklaştırmaktan daha çok adamı hayal ederek kendine
Bella Andre
62
dokunmasına neden olmuştu.
Parmakları bacaklarının arasında gezinirken aklı; Cha-
se’in, kasıklarına baktığı o âna gitmişti. Seks, bir zamanlar
iyiydi hem de Chase gibi bir adamın, bir kadına yaşatabile-
ceği zevki hayal ettirebilecek kadar.
Burnunu, ağzının ve gözlerinin az bir kısmını yüzeyde
tutarak suya iyice gömüldüğü için ayakları biraz daha ileriye
gitti ve yanlışlıkla fıskiyelerin hızını arttırdı.
Fokurdayan su, hassas cildine hücum ederken Chloe’nin
gözleri açıldı. İlk başta bu, bir anda heyecan verici geldi; son-
rasında suyun ağrılı kaslarında hareket edişine alışınca ra-
hatladığını hissetti.
Kalçasını fıskiyelere doğru kaldırmak, biraz kötü geldi.
Bir o kadar da utanç verici.
Ve biraz da akıllıca.
Elini bacak arasından çekip tekrar göğüslerine koyduk-
tan sonra su, bacak arasındaki en güzel yerde akarken diğer
elinin avucunu çanak gibi açtı.
Uzun zamandan beri yaşadığı en güzel orgazm anına
yaklaştıkça kalçasını bir yukarı bir aşağı hareket ettirmeye
başladı. O anda gözünün önüne yine Chase’in yüzü geldi ve
bu kez, nasıl öpüştüğünü, şu an kendi ellerinin yerinde onun
o iri elleri olsaydı nasıl hissedeceğini hayal etmesinin önüne
geçmedi.
İlginç bir ses bilinçaltına girmeye çalışıyordu ama şu an
buna dikkatini verebilecek halde değildi. Ardından bedeni
iyice gerilip sanki bin tatlı parçaya ayrılırken dudaklarında
Uzun Yağmurlardan Sonra
63
Chase’in adı vardı. Kalçası, fıskiyelere daha da yakın durur-
ken parmaklarıyla göğüslerini sıkıyordu.
Of, Tanrım. Bu hissi, gerçekten seviyordu. Damarların-
dan akan bu şehveti ve peşi sıra çöken sakinliği seviyordu.
Neden bu hisler olmadan uzun süre zaman geçirmişti ki?
Chloe, öyle gevşemiş, öyle sıcaklamıştı ki zihninin, ta-
mamen boşaldığı biraz önceki âna döndüğünde jakuzinin
içinde daha da derine gömülmek üzereydi.
Gözlerini yavaşça açarken kalbi yine deli gibi atmaya
başladı. Birkaç saniyedir orgazmı yüzünden yeterince şaşkın
olduğundan şu an baktığı şeyi kesinlikle seçemiyordu ama
bundan emindi, Chase, banyonun kapısında öylece duru-
yordu.
Yüzünde, şaşkın bir ifade –ve güçlü bir arzu– vardı.
Bella Andre
64
4
Chloe, gözlerini tekrar kapadı, nefesini tuttu ve fıskiye-
ler kendiliğinden kapanırken iyice suyun içine kaykıldı. Elin-
den geldiği kadar uzun bir süre nefesini tuttu. Tekrar doğrul-
duğunda kapının hâlâ kapalı ve kilitli olmasının... ve Cha-
se’in, tüm çıplaklığıyla olmasa da jakuzisinde kendine do-
kunduğunu görmesinin, kötü bir rüyadan başka bir şey olma-
ması için dua etti.
Maalesef, nefes almak için sudan çıkıp gözlerini açtı-
ğında adam, yaklaşık bir dakika önce durduğu yerdeydi.
Chloe, sıcak suyun içinde olmasına rağmen başından ayak
parmaklarına kadar utançla kızardığını hissedebiliyordu.
En azından kendine söylediği şey buydu.
Vücudunun ve suyun sıcaklığıyla, bir yandan kalçasını
suyun içinde hareket ettirip çıplak vücudunu gizlemek için
dizlerini biraz yukarı kaldırdı. Bir yandan da su seviyesinde
açıkça görünen göğüslerini kollarıyla çaprazlamasına kapattı.
65
Chase’e –bir yangın söndürme sistemini tetiklemeye ye-
tecek sıcaklıkla yanan o yeşil gözlerine– zar zor bakıp, “Ka-
pı kilitliydi!” dedi.
İyi ki bir özür beklemekten çok daha iyisini biliyordu.
Çünkü adamın birazcık bile utanmış bir hali yoktu.
“Tam kilitlenmemiş olmalı.”
Keşke sırıtmak üzere olmasaydı. Bu yaşananların hiçbiri
komik değildi. İzlediği bir filmdeki karakterlerin başına gel-
seydi anca o zaman komik sayılabilirdi.
Ama bu, romantik komedi değildi.
Altüst olmuş hayatıydı sadece.
En sonunda adam, az da olsa üzgün görünmeyi başardı.
“Yatak odasında eşyalarını göremedim. Yine gitmiş olabile-
ceğini düşündüm.” Durdu. Bakışları ondan yayılan arzunun
ardından yumuşamıştı. “Seni merak ettim.” Elini uzattı. “Ve
yaran için Advil getirdim. Ne kadar çok acıdığını biliyorum.”
Adamın bu nezaketi, Chloe’nin tam da savunmasız ol-
duğu noktaya isabet etmişti. Bu da gözlerini kapamasına
neden oldu.
Zaten gözlerini kapaması gerektiğini biliyordu. Cesurca
davranıp Chase’in yüzüne bakmak için gözlerini açma gibi
bir hataya düştüğünde yüzünden okuduklarının istek mi
yoksa nezaket mi olduğunu söylemekte zorlanacaktı.
Hem ikisi de kendini fazlasıyla muhteşem şu pakete
kaptırdıklarından, aradaki farkı nasıl söyleyebilirdi ki?
Aman Tanrım.
Chase’in kapıda olmasına öyle şaşırmıştı ki tam orgazm
Bella Andre
66
olurken dudaklarından dökülen ismi tamamen unutmuştu.
Onun adını sayıklıyordu.
Chloe, yutkundu. Hem de zar zor.
Bu noktada oynaması gereken tek bir rol olduğunu bil-
diği için gerçektekinden çok daha sert bir dille, “Bu arada,
Chase adında çok tanıdığım var,” dedi.
Adam, şaşırdı, bir kaşını kaldırıp Chloe’ye baktı. Ama
içinde ani bir gülme isteği belirmişti. “Gerçekten mi?”
O bastırmaya çalıştığı gülümsemesini gereğinden fazla
yüzünde tutmuştu. Özellikle ikisi de onun hayatında önceden
Chase isimli biriyle tanışmadığını bildiği için.
“İnsanlar genellikle ismimin pek yaygın olmadığını söyler.”
Evet, buna ne diyecekti? İlk sert görünme denemesi ve
şaşkınlığı geçtikten sonra Chloe, artık içinde bulunduğu du-
rumun daha da bilincine varmıştı.
Chase’in annesi ona her ne öğretmiş olursa olsun belli
ki çıplak bir kadını, sakinleşmesi için yalnız bırakması üze-
rine ders vermeyi unutmuştu. Çünkü Chloe’nin küvetten
çıkıp giyinmesine müsaade etmek yerine hayran gözlerle çıp-
lak bedenine bakıyordu.
Elleriyle çıplak vücudunu gizlemeyi istiyordu ama ya-
tağında ondan ortalama on üç kilo daha zayıf bir kadın vardı.
İyi de neden şimdi vücut kıvrımlarından utanıyordu ki?
Eski kocası, karısının kilo vermesi gerektiğini defalarca
söylemişti. Fakat tekrar diyet yapmayacaktı. Hiç kimse için
hem de. Kaslarını ve kıvrımlarını saklıyordu, çok sağ ol.
Yine sert görünmeye çalışarak, “Farkındaysan hâlâ
Uzun Yağmurlardan Sonra
67
çıplağım,” dedi.
“Evet, kesinlikle öylesin,” dedi Chase de. Çıplaklık ke-
limesinden belli ki büyük bir keyif alıyordu.
Chloe, neden ona daha fazla sinirlenemiyordu?
Daha da önemlisi, neden korkmuyordu?
Chase, iri bir adamdı; Chloe’den çok daha iriydi hem
de. Elleriyle ona zarar verebilirdi. Bedeninin geri kalan kı-
sımlarının da canını acıtabileceğinden bahsetmiyordu bile.
Bu adamın ona yapabileceklerinden korkmak için sayı-
sız nedeni olmasına rağmen... korkmuyordu.
İlk başta arabasına binme konusunda biraz tedirginlik
duymuştu ama daha sonra adam, o büyük ailesinden bahset-
meye başlayınca bu tedirginlik kaybolup gitmişti. Belli ki
kardeşlerini çok seviyordu ve bir seri katilin ailesiyle böyle-
sine bağı olan tiplemesi çizmesi neredeyse imkânsızdı.
Chase, mutfaktayken Chloe’nin yarasına bakmak için
ısrar ettiğinde Chloe, tedirginliğinin yeniden ortaya çıkması
için uğraştıysa da gerçek şu ki, ona zarar vermesinden kork-
tuğu için kaçmamıştı.
Hayır, tamamen farklı bir nedenden dolayı uzaklaşmıştı.
Bu adama karşılık vermekten korkuyordu. Ondan etki-
lenmesi, güçlü –ve ani– olmuştu.
Ve şimdi, hızla soğuyan suyun içinde ıslak, çırılçıplak
halde duruyor ve o karşılığı hâlâ hissediyordu. Aslında her
zamankinden çok hissediyordu. Tamamen özel olması gere-
ken bir ânın ortasında onun adını söylemek, sadece onun ap-
tallığıydı.
Bella Andre
68
Bu ilginç zayıflığına ve Chase’in de bu denli inatçı bir
adam olmasına sinirlenerek oldukça alaycı bir tavırla, “Çok
iyi anlamıyorsun, değil mi?” dedi.
Chase, sırıttı. Güzel bir gülümseme, Chloe’nin midesine
hep komik şeyler yapmıştır zaten. “Doğrudan isteklerde daha
iyiyimdir.”
“Dışarı çık.”
Chase yine sırıttı ve ardından kahkaha atmaya başladı.
“İlk önce havlu ister misin?”
“Daha iyi davranarak, korkunç oluyorsun.” Chloe, elin-
den gelen en sert tavırla konuşsa da gülümsemek için dudak-
larının yukarı doğru kıvrılmasını engellemeye çalışıyordu.
Bu kez adamın verdiği karşılığın odadan çıkmak yerine
içeride daha hızlı hareket etmek Chloe’yi hiç şaşırtmadı.
Kalın, yumuşacık bir havlu getirdi.
“Al bakalım.”
Adam, havluyu Chloe’nin ayağa kalkmasını, küvetten
çıkıp ona doğru birkaç adım atmasını gerektirecek kadar
uzakta tutuyordu.
Chloe oyalanıyor, aslında birlikte oynadıkları bu çılgın
oyundan adamın da onunla aynı fikirde olup olmadığını an-
lamaya çalışıyordu. “Peki, şu diğer çıplak kadına ne oldu?”
“Evine gönderdim,” dedi, sanki dünyanın en net ceva-
bını vermiş gibi.
Bu noktada haylaz dudaklarını engellemek için ortada
çok fazla neden kalmadığını düşünerek Chloe, hafifçe sura-
tını asıp, “Zavallı şey. Bu kadar çabuk orgazm olman karşı-
Uzun Yağmurlardan Sonra
69
sında hayal kırıklığına uğradı mı?”
Adam, boğuk bir sesle güldü. “Korkarım bu, onun şanslı
gecesi değildi. Kıyafetlerini alıp senden sonra hemen gitti.”
Hımm.... İşte bu şaşırtıcıydı. Sunulanı almadan güzel,
çıplak bir kadını evine gönderebilen çok erkek tanımıyordu.
Peki o zaman Chloe’yi neden yalnız bırakmıyordu?
Ve neden Chloe, onu istiyordu?
İkisi de eğer Chloe çığlık atmaya başlarsa ya da Cha-
se’den gitmesini isterse gideceğini biliyordu. Ama bunun ye-
rine sadece havluyla değil, birbirlerine karşı hissettikleri o
aşikâr çekimle bu oyunu oynuyorlardı.
Chloe’nin oldukça eğlendiği bir oyundu bu.
Aslında öyle eğlenceliydi ki eğer daha çok uzarsa ger-
çekten aptalca şeyler yapabilirdi.
Gerçekten ama gerçekten aptalca bir şey hem de.
Hayır.
Zaten bir aptallık yapmıştı. Saçma sapan tercihlere da-
yanan bir evlilik yapmıştı şimdi eline geçen... yüzünde
büyük, çirkin bir yara ve çukurda bir araba. Fakat şimdi so-
runlarını nasıl çözeceğini düşünmemek için bir yabancının
evine gizlenip birbirlerine duydukları ilgiyi kullanmaya ça-
lışıyordu.
Bu moral bozucu düşünce ona, Chase ile oynadıkları
oyunu, hatta çıplak olduğunu bile unutturmuştu; öyle ki daha
ne yaptığını fark etmeden havluyu almak için ayağa kalk-
mıştı bile.
Birden buz kesildi, hiç tanımadığı bu yakışıklı adamın
Bella Andre
70
karşısında öylece duruyordu. Islak vücudundaki su damla-
cıkları bedeninden kayıp tekrar küvete düşerken bunun far-
kına vardı.
Adam ona bakarken yeşil gözleri, kocaman açıldı. “Tan-
rım, çok güzelsin Chloe.”
Chase, bu sözleri bilinçli olarak mı yüksek sesle söyle-
diğini bilmiyordu ama aralarındaki saygı Chloe’yi bir hayli
etkilemişti.
Daha önce hiç kimse ona böyle bakmamıştı. Chase
sanki hayatında hiç böyle çekici birini ya da bir şeyi görme-
miş gibiydi.
Hayır. Çekici değil.
Güzel.
Belki de Chloe’yi orada üzerinden su damlar halde çı-
rılçıplak tutan da bu kelimenin gücüydü. Belki sadece ateşli
ve seksi kelimelerini duymayı bekliyordu, kimbilir.
Bekliyordu.
Ümit ediyordu.
İstiyordu.
Bir sonraki aşamada neler olacağını, böyle bir durumda
dünyadaki her erkeğin ne yapacağını biliyordu. Adam, sevi-
şebilmek için onu baştan çıkartacaktı ve Chloe de sabah ol-
duğunda duygusal zayıflığından faydalandığı için ondan
nefret edecekti.
Aslında zayıf, aptal olduğu, kalbini ve bedenini daha iyi
koruyamadığı için kendinden nefret ederdi.
Kalbinin hızlı atışlarıyla saniyeler geçti. Chase, tek is-
Uzun Yağmurlardan Sonra
71
teği pantolonunu çıkartıp küvete girmekten başka bir şey ol-
mamasına rağmen bunu yapmadı. İkisi de onun Chloe daha
nefes alamadan yanına girecek kadar güçlü ve iri olduğunu
biliyordu ama Chase, kadına bir santim bile yaklaşmadı.
Chloe, buna inanamıyordu. Kendisine dokunulmasına
izin vermemişti. Ve şaşırtıcıydı ki sırf kadından daha iri ve
güçlü diye ona yaklaşmamış, istediğini almamıştı.
Chloe’nin göğüs kafesine, zaten yaralı kalbinin tam or-
tasına bir acı saplandı. Böyle bir şey mümkün müydü? Ha-
yatında ilk kez o izin vermedikçe dokunmayan... hatta yak-
laşmaya bile çalışmayan bir adamla tanışmıştı.
Adamın gözlerindeki o yoğun isteğe ve çenesindeki kas-
lara, orada kalma uğraşına karşılık, verdiği tepkiye rağmen
Chloe, ondan bunu istemedikçe elini –ya da dudağını– bile
uzatmaması gerçekten mümkün müydü?
Kadın, öpüşmek için yalvarmadıkça; sevişmesine, do-
kunuşa kendini hazır hissedene kadar adamın dudaklarını
onun o güzel dudaklarına değdirmemesi mümkün müydü?
Bu çaresizce düşünceler, onun için bu kadar net olma-
malı, bir seks filmini çağrıştırmamalıydı. Fakat ikisi de şu an
öyle komik bir şekilde netti –ve güçlüydü– ki içinde bulun-
dukları durum, saçma sapan düşünceleri aklından çıkartmak
için Chloe’nin sahip olduğu kontrolün her bir parçasını res-
men ele geçirmişti.
“Havluyu alacağım, teşekkürler.”
Bir erkek ve kadın arasında bundan daha seksi bir ifade
olamazdı.
Bella Andre
72
Peki o halde, şimdi neden nefesi kesilmiş hissediyordu?
Tanrım.
Chase, kadınlarla çok çılgınca şeyler yapmıştı ama hiç-
birinin kendisi üzerinde Chloe’yi küvette gördüğü zamanki
gibi bir etkisi olmamıştı.
Kadının güzel, çıplak vücudunun her bir hücresine nü-
fuz etmiş şehvetin zerresi bile yıllardır fotoğraflarını çektiği
herhangi bir modelin vücudunda yoktu.
Başını yere eğdiğinde havlunun gerçekten ellerinin ara-
sında titrediğini fark etti.
Sakinleşmeye çalıştı. Artık banyoda durmamalıydı.
Bunu biliyordu.
Ama kendini alamıyordu. Ayrıca Chloe’nin gitmesini is-
tediğini de hiç sanmıyordu.
Yine de mantıklı yanı, kadın durduğu yerde kurumadan
ya da üşütmeden önce ona havluyu vermesini söylüyordu.
Havluyu uzattı, kadın da hiç onun yüzüne bakmadan hemen
havluya sarındı.
“Bay Seksi,” dedi Chloe.
Kadının, ona ne söylediğini fark ettiğinde Chase, yü-
zündeki şaşkın ifadeyi izliyordu.
Bay Seksi.
“Benden bahsediyorsun, doğru mu?” diye sordu. Onu
gerçekten yerle bir eden güzel gülümsemesini esirgemediğini
görmekten çok memnundu. Dudakları, suratını asıp dudak-
Uzun Yağmurlardan Sonra
73
larını ısırsa da, gerçekten çok güzeldi. Ama gülümsediğinde
sanki güneş ikisinin üzerinde doğmuş gibi içine bir sıcaklık
yayılıyordu.
“Güzel bir lakap, sence de öyle değil mi?” Chase bir
karşılık veremeden, “Havluyu bırakman gerekiyor,” diye ek-
ledi.
Bunu biliyordu. Ama kendi adını bile nasıl söyleyece-
ğinden emin değildi. Beynini parmaklarını havludan çekme-
sini sağlayacak kadar çalıştırabileceğini nasıl düşünürdü?
“Pardon.” Gerçekten de üzgündü; özellikle de Chloe,
büyük havluyu kendine hızlıca doladığında kendini kötü his-
setmişti.
“Bu küvet gerçekten bir harika.”
Hiç cevap veremeden orada durmuş, aptal gibi görün-
düğünden emindi. Chloe, kendi kendine gerçekten güzel bir
orgazm yaşarken onu kazara izlemişti ve şimdi tüm söyle-
diği, küvetin güzel olması mıydı?
“Küvetin bununla ilgisi olduğundan pek emin değilim,”
dedi sonunda.
Bu kadının gülüşünü seviyordu, bunu her duyduğunda
sesinin gittikçe daha az çatallamasına seviniyordu.
Harika göğüslerinin arasına havluyu sıkıştırıp yanından
geçerken sadece omuzlarını silkti. “Hiç kimse iyi yerleştiril-
miş bir fıskiyenin gücünü tahmin edemez,” dedi, aynaya yö-
nelip parmaklarını saçlarının arasından geçirirken.
Chase, orada öylece durup arkasından onu izlemeye
devam edince kadın, aynadan bir kaşını kaldırıp, “Eminim
Bella Andre
74
çok yorgunsundur,” dedi.
Kahretsin, hayır. Hiç yorgun değildi. Özellikle de o üze-
rinde sadece bir havluyla kendisine bu kadar yakın dururken
yorgunluk aklından bile geçmemişti.
“Pek uykum yok.”
“Ama benim var.” Bu sözüyle Chloe, banyodan çıkıp
koridora açılan kapıya yöneldi. “İyi geceler.”
Chase de bir görev bilinciyle kapıya yöneldi, zaten şim-
diye kadar çoktan kendi yatağında olması gerekiyordu. “Sana
da iyi geceler.”
Onu şimdiye kadar arzuladığı herhangi bir kadından çok
daha fazla istemesine rağmen ona vermeyi dilediği öpücük,
bir daha orgazm yaşaması için onu yalvartan türden olma-
malıydı.
Hayır, gerçekten yapmak istediği, sadece alnına bir öpü-
cük kondurmaktı. Yanında güvende olduğunu bilmesini sağ-
layacak, kibar bir öpücüktü sadece.
Ama bu öpücüğü hak etmemişti ve içgüdüsel olarak
sunmadığı bir şeyi ondan alamazdı.
Tam koridorun ortasındaydı ki Chloe’nin seslendiğini
duydu. “Bay Seksi?”
Taktığı lakaba gülümseyerek –bu iyi bir şeydi, değil
mi?– arkasını döndü. “Efendim?”
Chloe, söylediği isme rağmen yüzünde ciddi bir ifade
vardı, hem de gerçekten ciddi. “Teşekkürler. Bu akşam yap-
tığın her şey için, teşekkürler.”
Bu içten kelimelerin, yüksek sesle söyledikleri kadar as-
Uzun Yağmurlardan Sonra
75
lında söylemediği “Yapmadığın her şey için teşekkürler,” sö-
zünün karşısında Chase’in kalbi sıkıştı.
“Bir şey değil, Chloe.” Gülümsedi. “Banyoyu çok sev-
mene sevindim.”
“Buradan çıkıp kardeşinin evinde kalmak zorunda de-
ğilsin. Sanırım şaraphanenin diğer ucunda olmandansa kori-
dorun ucunda olman bana uyar,” dedi ve Chloe, bunları
söylerken Chase, onun gülmek üzere olduğuna emindi.
Aslında bu sözlerin evde onunla kendini daha güvende
hissedeceği anlamına geldiğini düşünerek, “İyi uyu,” dedi.
Chloe, başını hafifçe yana eğip Chase’in kalbini parça-
layan yumuşak bir sesle, “Aslına bakarsan, sanırım gerçekten
öyle yapacağım,” dedi.
Ve ardından kapı kapandı. Chase, uzunca bir süre onun
durduğu yere öylece baktı.
Chase Sullivan, bu akşam hayatının sonsuza dek deği-
şeceğini bilmiyordu.
Ama değişecekti.
Ve ne şaşırtıcıydı ki bu düşünceye karşı koymak gibi bir
çabası da yoktu. Bunun yerine farklı bir mücadeleye hazır-
lanıyordu.
Chloe’nin kalbini kazanmaya.
Bella Andre
76