Upload
ceyhunozdemir26
View
900
Download
13
Embed Size (px)
Citation preview
K O R İ D O R Y A Y I M C I L I K - 2 5
ISBN: 9 7 5 - 0 0 3 9 7 - 9 - 3
VAR OLMANIN QÜCÜ
Eckhart Tolle
Ö z g ü n ad ı : A tiEW EARTti / Aıvakening to Your Life's Purpose
2005 Dutton, Penguiıı Group Inc. basımından çevrilmiştir.
© 2 0 0 5 by E c k h a r t T o l l e
© B u k i t a b ı n T ü r k i y e ' d e k i y a y ı n h a k l a n K o r i d o r Y a y ı n c ı l ı k ' a
a i t t i r .
Y a y ı n y ö n e t m e n i : E r d e m Boz
İ n g i l i z c e a s l ı n d a n ç e v i r e n : S e l i m Y e n i ç e r i
Say fa t a s a r ı m ı : B i l g in B u d u n
Bask ı : O k t a y M a t b a a c ı l ı k , İ s t a n b u l
Ci l t : U m u t M a t b a a c ı l ı k , İ s t a n b u l
1 . bask ı : K o r i d o r Y a y ı n c ı l ı k , İ s t a n b u l , 2 0 0 6
K KORİDOR YAYINCILIK
B i n b i r d i r e k Mah . S u t e r a z i s i Sok . No: 4 / 1
3 4 1 2 2 S u l t a n a h m e t - İ s t a n b u l
Te l . : ( + 9 0 ) 2 1 2 - 6 3 8 62 6 3 - 6 4 / 5 1 6 70 60
Faks : ( + 9 0 ) 2 1 2 - 6 3 8 62 65
e - m a i l : i n f o @ b e y a z b a l i n a . c o m . t r
VAR OLMANIN GÜCÜ
ECKHART TOLLE
Çeviren: Selim Yeniçeri
Bu bir Namaste Publishing kitabıdır.
İÇİNDEKİLER
1. BÖLÜM İnsan Bilincinin Çiçekleri • 15
Çağrışım 15 Bu Kitabın Amacı 19 Kalıtsal Bozukluğumuz 22 Yeni Bilincin Yükselişi 27 Ruhsallık ve Din 30 Değişimin Aciliyeti 33 Yeni Bir Cennet ve Yeni Bir Dünya 35
2. BÖLÜM Ego: İnsanlığın Şimdiki Durumu • 37
İllüzyon Benlik 39 Zihindeki Ses 42
Egonun İçeriği ve Yapısı 46 Kendini Nesnelerle Tanımlamak 47
Kayıp Yüzük 50 Mülkiyet İllüzyonu 54 İstemek: Daha Fazlasına İhtiyaç Duymak 58
Vücutla Kendini Tanımlamak 60
İçsel Vücudu Hissetmek 63 Varlığın Unutkanlığı 65 Descartes'm Hatasından Sartre'm İçgörüsüne 66 Bütün Anlayışın Ötesine Geçen Huzur 67
3. BÖLÜM
Egonun Özü • 71
Şikayet Etme ve Kırgınlık 73 Tepkisellik ve Kin 76 Haklı Olmak, Haksız Çıkarmak 78 Bir İllüzyona Karşı Kendini Savunmak 79
Gerçek: Görece mi, Yoksa Mutlak mı? 81
Ego Kişisel Değildir 84
Savaş Bir Zihin Yapısıdır. 86 Hangisini İstersiniz; Barış mı, Yoksa Dram mı? 88 Egonun Ötesinde: Gerçek Kimliğiniz 89 Bütün Yapılar Dengesizdir 91
Egonun Kendini Üstün Hissetmesi Gerekir 93
Ego ve Ün 94
4. BÖLÜM
Rollere Bürünmek: Egonun Çok Yüzlülüğü • 97
Hain, Kurban, Âşık 98
İçsel Tanımlamalardan Kurtulmak 101
Önceden Belirlenmiş Roller. 102
Geçici Roller 104
Avuçları Terleyen Bilge 106
Gerçek Mutluluğa Karşı Rol Olarak Mutluluk 106
Ebeveynlik: Rol mü, Fonksiyon mu? 108
Bilinçli Acı 112
Bilinçli Ebeveynlik 114
Çocuğunuzu Tanımak 115
Rol Yapmaktan Vazgeçmek 117
Patolojik Ego 120
Arka Plandaki Mutsuzluk 123
Mutluluğun Sırrı 125
Egonun Patolojik Biçimleri 128
İş-Ego İle ve Egosuz 131
Hastalıkta Ego 134
Kolektif Ego
Ölümsüzlüğün İnkar
Edilemez Kanıt ı
135
137
5. BÖLÜM
Acı-Beden • 139
Duygunun Doğuşu 141
Duygular ve Ego 144
İnsan Zihnine Sahip Bir Ördek 147
Geçmişi Beraberinde Taşımak 149
Bireysel ve Kolektif 151
Acı Beden Kendini
Nasıl Yeniler? 154
Acı Beden Düşüncelerinizle
Nasıl Beslenir?. 155
Acı Beden Dramdan
Nasıl Beslenir? 158
Yoğun Acı Bedenler 161
Eğlence, Basın ve Acı Beden 162
Kolektif Dişi Acı Beden 164
Ulusal ve Irksal Acı Bedenler. 167
6. BÖLÜM
Özgürleşmek • 171
Varlık 174
Acı Bedenin Dönüşü 177
Çocuklarda Acı Beden 178
Mutsuzluk 182
Kendini Acı Bedenle Tanımlamadan Kurtulmak 183
Tetikleyiciler 186
Bir Uyandırıcı Olarak Acı Beden 189
Acı Bedenden Kurtulmak 192
7. BÖLÜM
Gerçekte Kim Olduğunuzu Bulmak »195
Kim Olduğunuzu Düşünüyorsunuz?. 196
Bolluk 199
Kendini Bilmek ve Kendin Hakkında Bilmek 201
Kaos ve Daha Yüksek Düzen 203
İyi ve Kötü 205
Neler Olduğuna Aldırmamak 207
Öyle mi? 208
Ego ve Şimdi 210
Zaman Paradoksu 213
Zamanı Ortadan Kaldırmak 215
Rüya ve Rüyayı Gören 217
Sınırların Ötesine Geçmek 218
Varlığın Mutluluğu 221
Egonun Zayıflamasına îzin Vermek 222
Dışarıda Olan, îçeride de Vardır 224
8. BÖLÜM
İçsel Boşluğu Keşfetmek • 229
Nesne Bilinci ve Boşluk Bilinci 233
Düşüncenin Altına Düşmek ve Üstüne Çıkmak 234
Televizyon 235
İçsel Boşluğu Tanımak 238
Dağdaki Derenin Sesini Duj'abiliyor musun? 242
Doğru Eylem 243
İsimlendirmeden Algılamak 244
Deneyimleyen Kim?. 246
Nefes 248
Bağımlılıklar 2 51
İçsel Vücut farkındalığı 252
İç ve Dış Boşluk 254
Boşlukları Fark Etmek 257
Kendinizi Bulmak İçin Kendinizi Kaybedin 258
Dinginlik 259
9. BÖLÜM
İçsel Amacınız • 261
Uyanış 262
İç Amaç Diyaloğu 266
10. BÖLÜM
Yeni Bir Dünya • 283
Hayatınızın Kısa Bir Tarihi 286
Uyanış ve Eve Dönüş 287
Uyanış ve Dışa Doğru Hareket 291
Bilinç 293
Uyanık Eylem 296
Uyanık Eylemin Uç Yolu 297
Kabullenme 298
Zevk Almak 299
Coşku 303
Frekans Tutucular 307
Yeni Dünya, Ütopya Değildir. 309
1. Bölüm
İNSAN BİLİNCİNİN ÇİÇEKLERİ
ÇAĞRIŞIM
114 milyon y ı l önce Dünya'da, bir sabah gündoğumun-dan hemen sonra: Gezegen üzerindeki i l k çiçek, güneşin i l k ı ş ık lar ın ı almak için açıldı. B i tk i ler in yaşamında bir evrim aşamasının gerçekleştiğini haber veren bu muh-teşem olaydan önce, gezegen zaten milyonlarca yıldan beri bitkilerle kaplıydı. İ l k çiçeğin ömrü muhtemelen pek uzun olmadı ve büyük olasılıkla çiçekler ender rast-lanan canlılardı, çünkü doğa ve ik l im şartları henüz çi-çeklerin her tarafa yayılmasına iz in verecek kadar iy i değildi. Yine de, bir gün önemli bir eşik noktasına ulaşıl-dı ve aniden, bütün gezegen kokulara ve renklere boğul-du; tabii orada buna tanık olacak bir bilinç olsaydı.
171
ECKHART TOLLE
Çok sonraları, çiçek dediğimiz o güzel ve kokulu var-l ıklar, başka canlıların bilinç evriminde önemli bir rol oynadı. İnsanlar giderek artan bir şekilde çiçeklere kar-şı bir çekim ve hayranlık duyuyordu. İnsanların bilinç seviyesi geliştikçe, çiçekler belki de bir işlevi olmayan -yani hayatta kalmaları açısından bir önem taşımayan -ama değer verdikleri i lk şey oldu. Sayısız sanatçıya, şa-ire ve mistiğe ilham kaynağı oldular. İsa bize çiçekler üzerinde düşünmemizi ve nasıl yaşayacağımızı onlar-dan öğrenmemizi söyler. Buda'nın ise, bir defasında bir çiçeği eline alıp bakarken kendinden geçtiği anlatılır. B i r süre sonra, yanındaki kişi lerden biri, Mahakasyapa adında bir rahip, gülümsemeye başlamıştı. Söylendiği-ne göre, Buda'nın sessiz vaazını anlayan tek k iş i oydu. Efsaneye göre, o gülümseme - yani anlayış - peş peşe gelen y i rmi sekiz usta boyunca kuşaktan kuşağa akta-r ı ldı ve sonunda Zen'in kökenini oluşturdu.
B i r çiçekteki güzelliği görmek, insanları uyandırabilir ve çok kısa bir süre için bile olsa, kendi içlerindeki güzel-liği görmelerini sağlayabilirdi. Güzelliğin i lk algılanma-sı, insan bilincinin evrimindeki en önemli olaylardan bi-riydi. Mutluluk ve sevgi duyguları, temelde bu algılama-ya dayanacaktı. Biz onu tam olarak anlayana kadar, çi-çekler bizim için en yüce, en kutsal ve biçimi olmayan bir içsel ifade olmaya devam edecekti. Yetişt ik ler i bitkilere oranla çok daha uçucu, çok daha göksel ve çok daha na-zik olan çiçekler, başka bir alemin elçileri, f iz iksel biçim dünyasıyla biçim olmayan dünya arasında bir köprü ola-caklardı. Sadece insanları mutlu eden güzel kokuları
290 VAR OLMANIN GÜCÜ
yoktu, aynı zamanda ruhlar aleminden bir koku getiri-yorlardı. "Aydınlanma" kelimesini geleneksel olarak ka-bul edilmiş anlamından daha geniş bir açıyla ele alırsak, çiçekleri bitki ler in aydınlanması olarak görebilirdik.
Herhangi bir alemdeki herhangi bir yaşam biçimi -mineraller, bitkiler, hayvanlar ya da insanlar - kaçınıl-maz bir şekilde "aydınlanma" sürecinden geçmektedir. Ama bunun hızı son derece düşüktür, çünkü evrimsel bir ilerleme olmaktan çok daha fazlası söz konusudur: Aynı zamanda gelişimde bir devamsızlık, varlığın tama-men fark l ı bir seviyesine sıçrayış ve en önemlisi, mad-deden uzaklaşma söz konusudur.
Bütün biçimler arasında en yoğunu olan taştan daha ağır ve daha delinmez başka ne olabilir? ama bazı taş-lar bile molekül yapılarında değişim göstermekte, kr i s -tale dönüşmekte ve ışığa karş ı geçirgen olmaktadırlar. Bazı karbonlar inanılmaz ıs ı ve basınç altında kaldıkla-rında elmasa ve bazı ağır mineraller de diğer değerli taşlara dönüşürler.
Yaratıklar arasında dünyaya en bağlı hayvanlar olan sürüngenler, milyonlarca yıldan beri değişmeden kalmışlardır. Ama bazılarının tüyleri ve kanatları çık-mış, o kadar zamandır kendilerini toprağa bağlayan yerçekimine meydan okuyarak, kuşlara dönüşmüşler-dir. Daha iyi yürümeyi ya da daha iyi sürünmeyi öğren-memişlerdir; yürümenin ve sürünmenin çok ötesine geçmişlerdir.
Hatırlanamayacak kadar uzun bir geçmişten beri, kr istal ler, değerli taşlar ve kuşlar, insan ruhu için özel
'17
ECKHART TOLLE
bir öneme sahip olmuşlardır . Bütün yaşam biçimleri gi-
bi, elbette ki onlar da tek bir Yaşam'ın, tek bir B i l inç ' in
geçici i fadeleridir. Sahip olduklar ı özel önem ve insanla-
r ı n onlara bu kadar hayranl ık la yaklaşmalar ın ın nede-
ni, göksel n i te l ik ler iy le açıklanabil ir.
İn san lar ın algılarında uyanık ve dingin bir dikkat,
belli derecede bir Var l ı k olduğunda, her yaratığın, her
yaşam biçiminin içindeki ruhsa l özü görebilir ve kendi
özleriyle b i r leşt i rerek kendi ler i kadar sevmeyi başara-
bi l i r ler . Ama bu olana kadar, çoğu insan sadece dış biçi-
mi görür ve içsel özün farkında olmaz; t ıpk ı kendi ruh-
sal öz ler in in farkında olmayarak kendi ler in i sadece f i -
z i k se l ve ps ikoloj ik biçimleriyle tanımladık lar ı gibi.
B i r çiçek, bir k r i s ta l , değerli bir taş ya da bir kuş için
konuşmak gerekirse, bilinci çok az açık olan ya da hiç
açık olmayan bir i bile, o biçimin ardında çok daha fazla-
sı olduğunu hisseder ve nedenini bile bilmeden ona kar-
şı yak ın l ı k ve çekim duyar. Bu göksel doğası nedeniyle,
f i z i k se l biçimi, içindeki ruhu diğer var l ık larda olduğun-
dan daha az bastı r ı r . Yeni doğmuş yaşam formlar ı - be-
bekler, kedi ya da köpek yavrular ı , kuzular vs. - bu ko-
nuda ist i snadır . Çünkü onlar k ı r ı lgan ve hassast ı r lar;
henüz maddesel dünyaya tam olarak uyum sağlayama-
mış lardır . Onlara baktığınızda, bu dünyaya ait olmayan
bir masumiyet, bir tat l ı l ı k , bir güzel l ik görürsünüz. Gö-
rece duyarsız insanlarda bile belli bir neşe uyandır ı r lar.
Dolayıs ıy la uyanık olduğunuzda ve bir çiçeğe, kr i s ta-
le ya da kuşa bakarak onu z ih inse l olarak i s imlendi r -
meden düşüncelere daldığınızda, s i z in için f i z i k ötesi
18
VAR OLMANIN GÜCÜ
dünyaya açılan bir pencere haline gelir. Çok küçük bile
olsa, içinizde ruhlar alemine doğru bir açılış hissedersi-
niz. Ant ik zamanlardan beri bu üç "aydınlanmış" yaşam
biçiminin insan bi l incinin evriminde çok önemli bir rol
oynamış olmalar ın ın nedeni budur. Örneğin, neden bir
lotus çiçeği Bud izm' in en önemli sembollerinden b i r id i r
ve beyaz bir güvercin H ı r i s t i y a n l ı k inancında Kut sa l
Ruh'u temsi l eder? Onlar, uzun zamandan beri, insan
türünün geçireceği evrim için, gezegen çapında bir bi-
l inÇ sıçraması için zemini haz ı r l ıyor lardı . Ş imdi tanık
olmaya başladığımız ruhsal uyanış budur.
BU KİTABIN AMACI
İnsan l ı k bir bilinç değişimine hazır mı? Kendi içlerinde
oluşacak olan çiçeklenme yanında, ne kadar güzel olur-
larsa olsunlar, bitk i lerdeki çiçeklenme sadece solgun
bir yansıma olarak kalacaktır. İn san l ı k böyle bir geçişe
hazır mı? İnsanlar şart lanmış z ih in yapı lar ın ın yoğun-
luğunu terk ederek, k r i s ta l le r ya da değerli taşlar gibi
olabil i r ler mi; diğer bir deyişle, bilinç ı ş ığ ın ı geçirir ha-
le gelebil ir ler mi? Maddeciliğin yerçekimi gücüne karş ı
koyarak, kendi ler in i kendi benliklerine mahkûm eden
egodan kur tu lab i l i r le r mi?
Böyle bir değişimin mümkün olduğu, insanoğluna
gelen tüm büyük bilgelik öğreti ler inin öncelikli mesajı
olmuştur. E lçi ler - Buda, İsa, Muhammed ve hepsi bi-
linmeyen diğer birçokları - insanl ığ ın erken açan çiçek-
19
ECKHART TOLLE
ler iydi . Onlar nadir bulunan, son derece değerli öncü-
lerdi. O zamanlar her tarafta çiçekler açması mümkün
değildi ve bu yüzden mesajlar ı genellikle yanl ı ş anlaşı l-
dı ya da büyük ölçüde saptır ı ldı . Küçük bir az ın l ık dı-
şında, insan davranış lar ın ı kes in l i k le değiştiremediler.
Peki ş imdi insan l ı k o öğretmenlerin zamanında ol-
duğundan daha mı hazır? Bu neden böyle olsun ki? Bu
içsel değişimi h ız landırmak için ne yapabi l i rs in iz? B i -
l incin eski egoist durumunu tanımlayan özel l ik ler neler
ve yeni bilinç durumu hangi işaretlerle tanınabil i r? Bu
kitapta, bu ve bunlar gibi diğer temel soru lar ın cevap-
larına değineceğiz. Daha da önemlis i , bu kitabın kendi-
si ortaya çıkan yeni bi l incin yarattığı bir değişim aracı-
dır. Burada bel i rt i len f i k i r l e r ve kavramlar önemli ola-
bi l i r ama yine de ik inc i l derecede öneme sahiptir ler.
Uyan ı şa doğru yol gösteren tabelalardan başka bir şey
değildirler. K i tabı okumaya devam ederken, içinizde bir
değişim gerçekleştiğini göreceksiniz.
Bu kitabın ana amacı, z ihnin ize yeni bilgiler ya da
inançlar yer leşt i rmek veya s i z i herhangi bir şeye ikna
etmek değil, bir bilinç değişimi getirmek, yani uyanış ı
gerçekleştirmek. Bu açıdan, kitap aslında hiç " i lginç"
değil. İ lginç kel imesi , mesafenizi koruyabileceğiniz, f i-
k i r le r le ve kavramlar la z ihninizde oynayabileceğiniz,
aynı f ik i rde olabileceğiniz ya da olmayabileceğiniz bir
şey anlamına gelir. Hayır , bu kitap s iz in le i lg i l i . B i l inç
durumunuzu değiştirecek ya da anlamsız olacak. Bu k i-
tap sadece hazır olanları uyandırabil i r . Henüz herkes
hazır değil ama birçoğu öyle ve her bir insan uyandığın-
VAR OLMANIN GÜCÜ
da, ko lekt i f bi l incin ivmesi de giderek artacak ve diğer-
le r in in i ş i daha da kolaylaşacak. Uyan ı ş ın ne anlama
geldiğini b i lmiyorsanız , okumaya devam edin. Ancak
uyanış ı gerçekleştirerek bu kel imenin gerçek anlamını
öğrenebil i rs iniz. Uyan ı ş sürecini başlatmak için, sadece
bir bakış atmak yeter l idi r ve bu süreç asla tersine çev-
ri lemez. Baz ı la r ı bu kitabı okurken o küçük bakış ı ya-
kalamış olacaklar. Ama birçoklar ı için, kendileri fark ın-
da olsunlar ya da olmasınlar, o süreç çoktan başladı. Bu
kitap, süreci fark etmelerini sağlayacak. Baz ı la r ı için
kayıplar ve acılarla başlamış olabi l i r ; bazı ları ruhsal bir
öğretmen ya da ruhsal bir öğretiyle karş ı laşmış olabil i r
veya bunlar ın hepsinin bir b i leş imi olabilir. Eğer içiniz-
deki uyanış süreci başlamışsa, bu kitabı okumak süreci
daha da hızlandıracak ve yoğunlaştıracaktır.
Uyan ı ş ın temel bir parçası, uyanmamış s i z i tanı-
maktı r ; yani diğer bir deyişle, egonuzu. Egonuzun nası l
düşündüğünü, nası l konuştuğunu ve nası l hareket etti-
ğini anlarken, s i z i sürek l i olarak uyanmamış durumda
tutan şart lanmış z ih inse l durumu da kavrayacaksınız.
İşte bu yüzden, bu kitap egonun ana özel l ik ler in i ve ge-
rek bireysel, gerekse kolekt i f olarak nası l hareket etti-
ğini anlatmaktadır. Bu, birbir ine bağlı ik i nedenden do-
layı çok öneml idi r : B i r inc i s i , egonun ardında çalışan te-
mel dinamik ler i bi lmezseniz, onu tanıyamaz ve tekrar
tekrar s i z i kandırmasına i z in ver i r s in i z . Yani egonuz s i-
zi ele geçirir ve s i zmi ş gibi davranır. İk inci neden ise,
tanıma eyleminin kendis in in uyanış ın gerçekleşme yol-
larından b i r i s i olmasıdır. İçinizdeki bi l inçs iz l iğ i tanıdı-
19 19
ECKHART TOLLE
ğımzda, yükselen bilinci tanımak, yani uyanmak müm-kün hale gelir. Egoya karş ı savaşıp kazanmanız müm-kün değildir, çünkü karanl ık la savaşmış gibi olursunuz. Gerekli olan şey sadece bilincin ışığıdır. S iz o ı ş ı k s ın ı z .
KALITSAL BOZUKLUĞUMUZ
İnsanl ığın antik dinlerine ve ruhsal geleneklerine daha derinden baktığımızda, yüzeyde aralarında birçok fark-l ı l ı k olmasına rağmen, ik i temel konuda çoğunun aynı f ikirde olduğunu görürsünüz. Bu görüşleri tanımlamak için kul landık lar ı kelimeler değişebilir ama hepsi yine de tek bir temel gerçeğe işaret ederler. Aslında bu temel gerçek ik i aşamalıdır: Bi r inci aşaması, çoğu insanların "normal" z ih in durumlarının bozukluk ve hatta delil ik diyebileceğimiz şekilde olmasıdır. Hinduizm'in temelin-deki belli öğretiler, bu bozukluğu kolektif zihinsel ra-hatsızlığa yakın bir şekilde görmektedir ve buna "al-danma perdesi" anlamına gelen maya adını vermekte-dir. En büyük H int l i bilgelerden biri olan Ramana Ma-harshi, açıkça şöyle demiştir: "Z ih in mayadır."
Budizm fark l ı terimler kullanmaktadır. Buda'ya gö-re, insan z ihni normal durumundayken dukkha üretir ve bu da acı çekme, tatmins iz l ik veya keder olarak ter-cüme edilebilir. Buda, bunu insanın doğal bir özelliği olarak görmektedir. "Nereye giderseniz gidin, ne yapar-sanız yapın," der Buda, "dukkha ile karş ı laş ı r s ın ız ; her durumda er ya da geç kendini gösterecektir."
23
19 VAR OLMANIN GÜCÜ
Hı r i s t i yan öğretilerinde, insanın normal kolektif durumu "original sin - i lk günah" olarak görülür. As-lında sin - günah kelimesi, yanlış anlaşı lmış ve yanlış tercüme edilmiştir. Yeni Ahi t ' in yazıldığı antik Yunan-ca'dan kelime anlamıyla tercüme edildiğinde, günah kelimesi mantığı kaçırmak anlamına gelmektedir. Ya-ni beceriksizce, körlemesine yaşamak ve böylece acı çekmek ya da acıya neden olmak demektir. Yine, keli-me kültürel çapaklarından ve yanlış yorumlarından arındırı ldığında, insanın kolektif bilincindeki bozuklu-ğu ifade etmektedir.
İnsanl ığ ın başarı ları etki leyicidir ve inkar edile-mezler. İnanılmaz güzell ikte müzik ler, edebiyat eser-leri, tablolar, mimari eserler ve heykeller ürett ik. Da-ha yakın zamanda, bi l im ve teknoloji yaşam tarz ı -mızda çok büyük değişikl ik lere yol açtı ve ik i asır ön-ce mucizevi olarak görülebilecek şeyleri yapmamızı ve yaratmamızı sağladı. Hiç şüphesiz: İnsan son de-rece zeki bir yaratık. Ama bu zekası, aynı zamanda deli l ik le gölgelenmiş durumdadır. B i l im ve teknoloji, insan z ihn in in bozukluluğunun gezegen, diğer yaşam biçimleri ve insanın kendisi üzerindeki y ık ıc ı etk i s in i daha da art ı rdı. İşte bu yüzden, insanoğlunun kolek-t i f delil iği en iyi y i rminci yüzy ı l tarihine bakılarak görülmektedir.
1. Dünya Savaşı, 1914 yı l ında çıktı. Korku, açgözlü-lük ve güç hı rs ıy la ateşlenen yıkıcı ve zalim savaşlar, t ıpkı kölecilik, işkenceler ve dini ya da ideolojik neden-lerle yayılan şiddet gibi, insanl ık tar ih in in sıradan
ECKHART TOLLE
olaylar ı arasına girdi. İnsanlar, doğal felaketlerden
çok b i r b i r l e r i n i n ellerinden acı çektiler. Ama 1914 yı-
l ında, son derece zeki insan beyni, sadece içten patla-
malı motor lar ı üretmekle kalmadı, aynı zamanda
bombaları, makinel i tüfek ler i , denizalt ı lar ı , alev maki-
neler in i ve zeh i r l i gazları da icat etti. İşte size del i l iğin
h izmet indek i zeka! F ransa ile Belçika arasındaki sa-
vaşta, milyonlarca insan bir avuç toprak parçası için
öldü. 1918 y ı l ında savaş bittiğinde, hayatta kalanlar
geride b ı r a k t ı k l a r ı y ı k ıma dehşetle ve ne yapt ık lar ına
inanamayarak baktı lar: On mi lyon insan ölmüş, çok
daha faz las ı sakat ka lmış t ı . İnsanoğlunun deli l iği, da-
ha önce hiç bu kadar y ık ıc ı , hiç bu kadar bel i rgin olma-
mışt ı . B u n u n sadece başlangıç olduğunu ise çok az k i -
ş i bi l iyordu.
Y ü z y ı l ı n sonlarında, diğer insanlar ın elinde şiddetli
bir şekilde ölen insanlar ın sayıs ı , yüz milyondan fazlay-
dı. Sadece ülkeler arasındaki savaşlarda değil, aynı za-
manda k i t lesel imha s i lah lar ı ve soyk ı r ım yüzünden öl-
müşlerdi; S ta l in ' in yönetimindeki Sovyetler B i r l iğ i 'nde
y i r m i milyon "devlet düşmanı, casus ve hain" öldürülür-
ken, Nazi Almanyasındaki Yahudi S o y k ı r ı m ı da ondan
aşağı değildi. Öte yandan, daha küçük içsel çatışmalar-
da ölenler de çoktu; örneğin İspanyol İç Savaşı ya da
Kamboçya'da olduğu gibi.
Te lev izyonlardaki günlük haberlere bakarak, del i l i -
ğin henüz ortadan kalkmadığın ı , hatta y i r m i bir inci
y ü z y ı l ı n başlarında daha da h ız lanarak devam ett iğini
söyleyebi l i r i z . İnsan z ihn in in diğer ko lekt i f bozuklu-
24
VAR. OLMANIN GÜCÜ
ğunun diğer bir yönü ise, in san la r ın diğer yaşam bi-
çimlerine ve gezegenin kendis ine uyguladık lar ı inanı l -
maz ş iddett i r ; oksi jen üreten ormanlar ın, b i t k i l e r i n ve
hayvanlar ın yok edilmesi; fabr ika çift l ik ler inde hay-
vanlara uygulanan vahşet; nehi r ler in , okyanus lar ın
ve havanın zehir lenmesi. Açgözlülüğün etkis inde ka-
lan ve doğanın bütünüyle bağlant ı lar ın ın fark ında ol-
mayan insanoğlu, kontro lsüz bir şekilde devam ettiği
takdirde kendi sonunu getirebileceği davranış lar ın ı
hâlâ sürdürmektedir .
Kolekt i f insan bilinç bozukluğu, tar ih in daha eski
çağlarına kadar uzanmaktadır. Asl ında insanl ık tar ih i ,
bir del i l ik tar ih i olarak bile adlandırı labil ir. Eğer insan-
l ı k tar ih i tek bir insanın geçmişi gibi k l i n i k vaka olarak
incelenebilseydi, teşhis muhtemelen şöyle olurdu: Kro-
nik paraııoid hayaller, patolojik cinayet eğilimi, aş ı r ı şid-
det eylemleri ve bi l inçalt ının kendini dışavurumunun
bir ifadesi olarak belirlenen "düşmanlara" karş ı inanıl-
maz bir za l iml ik . En kısa tanımıyla, tehl ikel i deli!
Korku, açgözlülük ve güç l ı ı r s ı , sadece ülkeler, kabi-
leler, dinler ve ideolojiler arasındaki savaşlar ın ve şid-
detin ardında yatan psikoloj ik motivasyonlar değildir;
aynı zamanda k i ş i se l i l i şk i lerde de bir sürek l i çatışma
nedenidir. Başka insanlar ve kendinizle i lg i l i görüşler i-
nizde bir bozukluk yaratı r lar. Bu motivasyonlar yüzün-
den, her durumu yanl ış yorumlar, korkuya dayalı yan-
l ı ş eylemlerde bulunur ve asla doldurulamayacak bir
delik olarak hep daha fazlasıyla kendiniz i tatmin etme-
ye çal ı ş ı r s ın ı z .
101
ECKHART TOLLE
Ama korkunun, açgözlülüğün ve güç h ı r s ı n ı n sözünü
ettiğimiz bozuk luk lar olmadığını, her insan z ihn in in
der in l ik ler inde yatan kolekt i f aldanma yüzünden yara-
t ı lan dürtüler olduğunu anlamak önemlidir. Çok çeşitl i
ruhsal öğretiler, bize korkuyu ve açgözlülüğü bırakma-
mız ı söyler. Ama ruhsal uygulamalar genellikle başarı-
s ızdı r . Bozuk luğun kökenine inmezler. Korku, açgözlü-
lük ve güç h ı r s ı , nihai nedensel etkenler değildir. Daha
iyi bir insan olmaya çalışmak, kulağa takdir edilesi ve
yüksek ahlakl ı bir şey gibi gelir ama aslında, bi l inciniz-
de bir değişim gerçekleştirmediğiniz sürece asla başa-
ramayacağınız bir şeydir. Bunun nedeni, k i ş i n i n kendi
kavramsal k im l iğ in i ya da diğer bir deyişle öz imaj ın ı
daha güçlendirmeye çalışması da bu bozukluğun daha
giz l i ve daha ender görülen bir ifadesi olmasıdır. İ y i ol-
maya çalışarak iyi olamazsınız ama zaten içinizde var
olan iy i l iğ i bularak ve o iy i l iğ in ortaya çıkmasına i z in
vererek bunu yapabi l i r s in iz . Ama o i y i l i k ancak bilinç
durumunuzda bazı temel değişimleri gerçekleştirdiği-
niz takdirde ortaya çıkabil ir.
As l ında soylu ideallerden esinlenmiş olan Komü-
n izm' in tar ih i , kendi içsel gerçekliklerinde, kendi bilinç
durumlar ında gerekli değişimi gerçekleşt i rmedikler i
sürece harici gerçekliği değiştirmeye çal ışt ık lar ında ne-
ler olduğunu açıkça göstermektedir; prensipler i doğru
ve samimi bir şekilde uygulandığında belki de yeni bir
dünya yaratabilecek olan Komünizm' in en büyük hata-
s ı , tüm insanlarda var olan bozukluğu dikkate almadan
plan yapmasından kaynaklanmışt ı r : Yani egoyu.
26
VAR OLMANIN GÜCÜ
YENİ BİLİNCİN YÜKSELİŞİ
Çoğu antik dinler ve ruhsal gelenekler, belli bir görüşü
paylaşır lar: "Normal" z ih in durumumuzun, temel bir
bozukluk içerdiği görüşünü. Ne var ki bu görüşten in-
san doğasına bir geçiş yaptığımızda - buna kötü haber
diyebi l i r iz - ik inci bir görüşle kar ş ı laş ı r ı z : İnsan bilinci-
nin radikal bir değişim gerçekleştirme olası l ığı, yani iyi
haber. H indu öğretilerinde - bazen Budizm'de de - bu
değişime aydınlanma adı ver i l i r . İ sa'nın öğretilerinde,
aynı kavram kurtuluş olarak geçer ve Budizm'de de acı
çekmenin sonu olarak tanımlanır . Özgürlük ve uyanış
da aynı kavram için ku l lanı lan diğer kel imelerdir.
İnsanl ığ ın en büyük başar ıs ı sanat, bi l im ya da tek-
noloji eserleri değil, kendi bozukluğunu, kendi delil iği-
ni tanıyıp kabul etmesidir. Uzak geçmişte, bu anlayış
birkaç k i ş iye gelmişt i . 2,600 y ı l önce Hindistan'da yaşa-
mış olan Gautama Siddhartha adlı bir adam, bu mutlak
gerçekliği gören belki de i l k k i ş iydi . Daha sonralar ı , ona
Buda adı veri ldi . Buda, "uyanmış olan" anlamına gelir.
Aynı dönemlerde, insanl ığın erken uyanan öğretmenle-
rinden bir i Çin'de ortaya çıktı. Onun adı da Lao T z u idi.
Öğret i le r in in kay ı t la r ım, ş imdiye dek yaz ı lm ı ş en
önemli ruhsal kitaplardan bir i olarak bizlere bıraktı :
Tao Te Ching.
İnsan ın kendi del i l iğini tanıması, elbette ki deli l iğin
kendini belli etmesi, dolayısıyla iy i leşmenin başlaması
demektir. Dolayıs ıyla, bu insanlar ortaya çıkt ık lar ında,
gezegen üzer indeki i l k zayıf çiçekler açmıştı; diğer bir
27
ECKHART TOLLE
deyişle, insan bilincinde yeni bir boyut başlamıştı. O k i -
ş i ler kendi dönemlerinde çağdaşlarıyla konuşmuşlardı .
Günahtan, acı çekmekten ve i l lüzyonlardan söz etmiş-
lerdi. "Nas ı l yaşadığına bak," demişlerdi. "Ne yaptığını
ve nas ı l bir acı yaratt ığ ın ı gör." Sonra, "normal" insan
var l ığ ın ın ko lekt i f kabusundan olası bir uyanışa dikkat
çekmişler ve yolu göstermişlerdi.
Ama dünya henüz onlara hazır değildi; yine de insan
uyanı ş ın ın hayati ve gerekli bir parçasıydılar. Kaçını l -
maz bir şekilde, çağdaşları - ve sonrasında gelen ku-
şaklar - tarafından genellikle yanl ı ş anlaşı ldı lar. Öğre-
t i le r i son derece basit ve güçlü olmasına rağmen, bazı
durumlarda kendi öğrencileri tarafından kaleme al ın ı r -
ken dahi sapt ı r ı ld ı lar ve yanl ı ş yorumlandılar. A s ı r l a r
boyunca, or i j inal öğretilerle i lg i s i olmayan bir sü rü şey
eklendi ama temel bir yanl ı ş anlamanın ötesine geçe-
mediler. Öğretmenlerden bazı lar ı alay konusu oldu,
aşağılandı veya öldürüldü; diğerlerine ise tanr ı diye ta-
pını ldı. İnsan z ihn in in bozukluğunun ötesinde kalan,
kolekt i f del i l ikten kaçışı sağlayacak yolu gösteren öğre-
t i ler böylece bozuldular ve kendiler i de deli l iğin bir par-
çası haline geldiler.
Dolayıs ıy la, geniş çapta ele alındığında, dinler bir-
leşt i r ic i güç olmaktan çıkıp, bölücü güç haline geldi.
T ü m yaşamın tek l iğ in in anlaş ı lmas ı sayesinde şiddet
ve nefreti bit i recekler i yerde, daha fazla şiddet ve nef-
ret getirdi ler ve insanlar arasında, dinler arasında ve
hatta din ler in kendi içlerinde daha fazla ayr ım yarat-
t ı lar . İ n san la r ın kendi ler in i tanımlayabilecekleri ve
28
VAR OLMANIN GÜCÜ
kendi sahte benl ik duygular ım güçlendirmek için ku l -
lanabilecekleri inanç s i s temler i ve ideolojiler haline
geldiler. Bu s i s temler sayesinde kendi ler in i "hak l ı , " di-
ğer ler in i "haks ı z " çıkarabil iyor, düşmanları sayesinde
kendi ler in i tanımlayabi l iyor, kendilerine onlar ı öldür-
me hakk ı tanımak için başka insanlar ı "diğer ler i " ,
" inançs ız lar " ya da " ka f i r le r " diye adlandır ıyorlardı.
K u t s a l metinlerde insan ın " T a n r ı " m n suretinde yara-
t ı ld ığ ı söylenirken, insanlar kendi suret ler inden "Tan-
r ı " yaratmayı tercih ediyorlardı. Sonsuz, şek i l s i z ve
i s imlendi r i lemez olan, tapın ı lmas ı gereken z ih inse l bir
idole dönüştürü lmüştü.
Yine de... yine de... din adına gerçekleşen tüm bu de-
lice eylemlere rağmen, işaret ett ik ler i Gerçek, kendi
özünde hâlâ parlamaya devam ediyordu. Yozlaşma ve
yanl ı ş yorum katmanlar ı b i rb i r i üstüne yığı larak onu
alt larında bı rakmış olmalarına rağmen, hâlâ da parıl-
damaya devam ediyor. Ama kendi içinizdeki Gerçek ile
karş ı laşmadığın ız , yüzleşmediğiniz sürece, onu anla-
mayı asla başaramazsınız. T a r i h boyunca, bil inçlerinde
belirgin bir değişimi deneyimleyen ve kendi içlerinde
bütün din ler in işaret ettiği yönde eğilim gören insanlar
oldu. O kavrama dökülemeyen Gerçeği tanımlamak
için, kendi d in ler in in kavramsal çatısını kul landı lar.
Bu insanlar sayesinde, bütün büyük dinlerde kendi-
ni sadece bir yeniden keşif le değil, aynı zamanda bazı
durumlarda or i j inal öğretinin ı ş ığ ın ın yoğunlaşması
olarak ifade eden "okul lar" ya da hareketler gelişt i . E r -
ken dönem ve Orta Çağ H ı r i s t i y a n l ı k dünyasında Gnos-
19
ECKHART TOLLE
t i k ve mis t i k akımlar, İs lam dininde Sufizm, Musevi-l ik'te Kabala ve Hasidizm, Hinduizm'de Advaita Vedan-ta, Budizm'de Zen böyle doğdu. Bu okul lar ın çoğu, gele-neklere karş ıydı . Kavram katmanlarını b i rb i r i ardına yı rt ıp atıyor, gerçeğe ulaşmak için insanlar ı kendi zi-h in ler in i kullanmaya ve sorgulamaya teşvik ediyorlar-dı; işte bu nedenle, yapılanmış dini hiyerarşi ler tarafın-dan şüpheyle ve çoğu zaman da düşmanlıkla karş ı lanı-yorlardı. Genel olarak empoze edildiği haliyle dinin ak-sine, onlar anlayışı, sorgulamayı ve içsel değişimi vur-guluyorlardı. Bu ezoterik okullar veya hareketler saye-sinde, büyük dinler or i j inal öğretilerin değiştirici gücü-nü yeniden kazanmayı başardılar ama birçok durumda, sadece çok az sayıda insan onlara ulaşabildi. Ne yazık ki sayı ları asla çoğunluğun kolektif bilincinde önemli bir etki yapacak kadar çok olmadı. Zaman içinde, etki-ler in i sürdürebilmek için bu okullar da fazlasıyla katı-laşt ı veya kavramsallaştı.
RUHSALLIK VE DİN
Yeni bilinç yükselişinde yapılanmış dinlerin rolü nedir? Bugün artık birçok k i ş i dinle ruhsal l ık arasındaki ayrı-mın farkında. B i r inanç sisteminin, doğasına bağlı ol-maksızın insanı ruhsallaştırmadığınm farkındalar. As-lında, düşüncelerinizi (inançlarınızı) kendi kimliğinize ııe kadar kaynaştır ı rsanız, kendi içinizdeki ruhsal l ık-tan o kadar uzaklaş ı rs ın ız . Birçok "dindar" insan, o se~
31
VAR OLMANIN GÜCÜ
viyede s ık ı ş ıp kalmışt ı r . Kendi ler ini tamamen düşünce-leriyle tanımladıklarından, bilinçaltından kaynaklanan bir davranışla kendi k im l i k le r in i korumak için gerçeğe sahip olan k i ş i le r in sadece kendileri olduğunu savunur-lar. Düşüncenin s ın ı r la r ı olabileceğini kavrayamazlar. Aynen onlar gibi inanmadığınız sürece, s i z in yanılgıda olduğunuzu düşünürler ve gerçek şu ki yakın geçmişe kadar, sadece bu nedenle s i z i öldürmeyi kendilerine hak bi l i r lerdi. Hatta bazıları bunu hâlâ yapıyor.
Yeni ruhsal l ık , bilinç değişimi, var olan kurumsal-laşmış dinlerinin s ını r lar ına taşmaktadır. En tutucu dinlerde bile daima ruhsal l ık grupları vardı ama ku-rumsallaşmış hiyerarşiler, onları tehdit olarak görüyor ve bastırmak istiyorlardı. Din yapıları dışında geniş öl-çekli bir ruhsal l ık açılımı, tamamen yeni bir harekettir. Geçmişte, özellikle de Batı'da, bu kesinlikle düşünüle-meyecek bir şeydi, çünkü Ki l i se'nin ruhsal l ık konusun-da özel bir yetkis i vardı. K i l i se 'n in izni olmadan kendi-nizi ortaya atıp ruhsal bir konuşma yapmaya ya da ruh-sal bir kitap yayınlamaya kalk ış ı rsanız, kazığa bağla-nıp yakılanlardan biri olurdunuz. Ama şimdi, belli k i l i -selerin ve dinlerin kendi içlerinde dahi, belirgin deği-şim işaretleri var. Bu çok umut verici bir gelişme ve Pa-pa I I . John Paul bir k i l i seyi ve bir sinagogu ziyaret et-tiğinde, ruhsal açıklığın i lk s inyaller ini veriyordu.
Kısmen kurumsallaşmış dinlerin yapısı dışındaki ruhsal öğretiler sayesinde - ama aynı zamanda antik Do-ğu bilgelik öğretilerinin yoğun etkisiyle - geleneksel din-lerin takipçileri arasında kendilerini biçimlerden, dog-
19
ECKHART TOLLE
malardan ve katı inanç sistemlerinden arındırarak, ken-di ruhsal geleneklerinin ve kendi benliklerinin içinde ya-tan gerçek derinliği keşfeden insanların sayısı giderek artıyor. İnsanın ne kadar "ruhsal" olduğunun neye inan-dığıyla değil, bilinç durumuyla i lg is i olduğunu anlıyorlar; sonuç olarak, bunun dünyayla ve başka canlılarla i l i ş k i -lerinizde nası l davranacağınızı belirlediğini de.
Biçimin ötesine geçmeyi başaramayanlar, kendi inanç-larına daha da fazla tutsak oluyorlar. Böyle insanlarda sa-dece benzeri görülmemiş bir bilinç sapkmlığıyla değil, ay-nı zamanda yoğun bir egoyla da karşılaşıyoruz. Bazı dini kurumlar yeni bilinçlere açık olurken, diğerleri doktrinle-rini daha da güçlendiriyor ve kendilerini egonun kendini savunduğu insan yapımı diğer yapılar arasına katıyorlar. Bazı kiliseler, mezhepler, kültler ya da dini hareketler, te-melde kolektif ego kimlikler idir ve bu hareketlerde yer alan insanların zihin yapıları, herhangi bir politik ideolo-j iy i körü körüne izleyenlerinkinden farkl ı değildir.
Ama egonun çözülmesi kaçınılmazdır ve bütün katı-laşmış yapısına rağmen, dini ya da diğer türde kurum-lar, ş i rketler veya hükümetler, ne kadar güçlü görünse-ler bile kendi içlerinde dağılmaktan kurtulamazlar. En katı ve değişime en fazla direnen yapılar, en önce çö-kenler olacaktır. Bunun bir örneğini, Sovyetler B i r l i -ği'nde gördük bile. Ne kadar güçlü, kemikleşmiş, sağ-lam ve monolitik görünse de, birkaç yı l içinde kendili-ğinden çözülüverdi. Bunu kimse önceden tahmin ede-memişti. Herkes şaşırmışt ı . Gerçek şu ki bunun gibi sürpriz ler le daha çok karşılaşacağız.
VAR OLMANIN GÜCÜ
DEĞİŞİMİN ACİLİYETİ
Radikal bir krizle karşılaştığında, eski varlığını sürdür-me, başkalarıyla ve etrafını saran doğayla iletişim kurma yolları işe yaramadığında, hayatta kalma olasılığı aşılma-sı imkansız gibi görünen sorunlarla tehdit edildiğinde, bir canlı - ya da bir canlı türü - ya ölür, ya yok olur ya da ev-rimsel bir sıçrama yaparak s ınır lar ının üzerine çıkar.
Bu gezegende yaşayan canlıların i lk olarak denizde var olduklarına inanılmaktadır. Karada herhangi bir hayvan yaşamazken, denizler çeşitli canlı türleriyle dolmuştu bile. Bi r noktada, deniz yaratıklarından biri bir şekilde kuru toprağa çıkmaya başlamış olmalıydı. Belki başlangıçta bir-kaç santim süründükten sonra, toprağın yüksek yerçekimi gücü yüzünden yorgun düşerek yerçekiminin neredeyse bulunmadığı ve varlığını sürdürmenin çok daha kolay ol-duğu suya geri dönüyordu. Sonraları tekrar, tekrar, tekrar denedi ve zaman içinde karada yaşamak üzere uyum sağ-ladı; yüzgeçleri yerine ayaklan, solungaçları yerine akci-ğerleri oluştu. Ama bir türün herhangi bir krizle karşılaş-madığı sürece yabancı bir ortamda böylesine zor şartlar al-tında yaşamaya karar vermesi pek olası görünmemektedir elbette. Belki de büyük bir deniz parçası, zaman içinde ana okyanusla bağlantısını kaybetti ve binlerce yıl boyunca su-yun giderek çekilmesiyle balıklan evrime zorladı.
Varl ığını sürdürme olasıl ığını tehdit eden büyük bir krize karş ı l ı k vermek; işte insanoğlunun şimdi karşı-laştığı durum budur. İ l k kez 2,500 y ı l önce antik bilge-ler tarafından fark edilen, şimdi bilim ve teknoloji saye-
33 27
ECKHART TOLLE
sinde var l ığ ını en belirgin şekilde ifade eden egoist in-san deliliği, i l k kez gezegenin var l ığ ını tehdit eder hale geldi. Çok yakın zamana kadar, insan bil incinin değişi-mi - yine antik bilgeler tarafından işaret edilmişti - bir olası l ıktan fazlası değildi ve dini ya da kültürel geçmiş-lerine bağlı olmaksızın, orada burada birkaç nadir k i ş i tarafından algılanıyordu. İnsan bil incinin yaygın bir şe-kilde çiçek açması daha önce gerçekleşmedi, çünkü şim-diye dek asla zorunlu değildi.
Dünya nüfusunun büyük bir bölümü, şimdi insanlı-ğın çok önemli bir seçim yapmak zorunda olduğunu gö-rebiliyor ya da görecek: Evr im geçir ya da yok ol. İnsan-lığın ş imdi l ik küçük ama giderek artan bir yüzdesi, es-ki egoist z ihin kal ıplar ını k ı rarak yeni bir bilinç boyu-tuna ulaşmaya başladı bile.
Şimdi yükselen şey yeni bir din, yeni bir inanç siste-mi, ruhsal ideoloji ya da mitoloji değil. Sadece mitoloji-lerin değil, ideolojilerin ve inanç sistemlerinin de sonu-na geliyoruz. Değişim, z ihnin iz in algılayabileceğinden çok daha derinlere uzanıyor. Aslında, bu yeni bilincin merkezinde, düşüncenin ötesine geçebilme, kendi benli-ğinizde düşünceden çok daha geniş bir boyutu algılaya-bilme yeteneği yatıyor. A r t ı k k iml iğin iz i , benlik duygu-nuzu o kadar önemsemeyecek, kendiniz olarak algıladı-ğınız eski bilinç yapınızdan uzaklaşacaksınız. "Kafam-daki ses"in ben olmadığını anlamak ne de büyük bir öz-gür lük! Peki o zaman ben kimim? Düşünceden önceki farkındalık, düşüncenin, duyguların ya da duyusal algı-ların gerçekleştiği boşluk.
34
VAR. OLMANIN GÜCÜ
Ego şundan daha fazlası değildir: Öncelikle düşünce ka-lıpları anlamına gelen biçimle tanımlama. Eğer kötülüğün herhangi bir gerçekliği varsa - üstelik mutlak değil, göre-ce bir gerçeklik - onun tanımı da şu olabilir: Tam bir biçim-le tanımlama; fiziksel biçimler, düşünce biçimleri ve duy-gusal biçimler. Bu durum, bütünle bağlantılı olduğumu ta-mamen unutmama ve yadsımama, başkalarıyla ve Kay-nak ile bağlantımı kaybetmeme neden olur. İşte bu unut-kanlık acı çekmek, aldanmak ve " i lk günah'tır. Düşüncele-rimi, söylediklerimi ve yaptıklarımı bu ayrılık illüzyonu belirlediğinde, nasıl bir dünya yaratırım? Bunun cevabını bulmak için, insanların birbirleriyle iletişimlerine bakın, bir tarih kitabı okuyun ya da akşam haberlerini seyredin.
Eğer insan z ihninin yapısı değişmeden kalırsa, sü-rekli olarak aynı dünyayı, aynı kötülükleri ve aynı deli-l ik ler i yaratıp duracağız.
YENİ BİR CENNET VE YENİ BİR DÜNYA
Dünya, biçimin dış ifadesidir ve içtekinin bir yansıma-sıdır. Kolektif insan bilinci ve gezegenimizdeki yaşam, özünde birbirine bağlıdır. "Yeni bir cennet" insan bilin-cinin değişim geçirmesidir ve "yeni bir dünya" bunun fi-ziksel alemdeki yansıması olacaktır. İnsan hayatı ve in-san bilinci, gezegenin yaşamıyla bağlantılı olduğundan, eski bilinç çözülürken, gezegenin birçok yerinde de coğ-rafi ve ik l imsel değişimler yaşanacaktır ve bunlardan bazılarım görmeye başladık bile.
101
2. Bölüm
EGO: İNSANLIĞIN ŞİMDİKİ DURUMU
Sese dökülüp ağızdan yayı ls ın lar ya da sadece düşünce-ler olarak kalsınlar, kelimeler üzerinizde neredeyse hipnotik bir etki yapabilirler. Kendiniz i kolayca onların içinde kaybeder, bir kelimeyle bir şeyi bağdaştırdığınız-da, ne olduğunu bildiğiniz inancına kapı l ı r s ın ız . Gerçek şu: Ne olduğunu bilmiyorsunuz. Sadece gizemi bir eti-ketle örtüyorsunuz. Hiçbir şey, bir kuş, bir ağaç, hatta basit bir taş ve hepsinden öte insan, asla tam olarak bi-linemez. Bunun nedeni, zihinle kavranamayacak bir derinliğe sahip olmasıdır. Hepimiz algılayabilir, dene-yimleyebil ir, düşünebil ir iz ve bunların tümü, sadece gerçekliğin yüzeydeki katmanıdır; yani bir buzdağının görünen ucundan bile azdır.
Yüzeydeki görünüşün altına indiğinizde, her şeyin birbir iyle bağlantılı olduğunu görmekle kalmaz, aynı
283
ECKHART TOLLE 38
zamanda bütün hayatın başladığı Kaynak ile de bağ-
lant ı l ı olduğunu görürsünüz. B i r taş, bir çiçek veya bir
kuş bile, size Tanr ı 'ya, Kaynağa ve kendinize uzanan
yolu gösterebilir. Ona baktığınızda, elinizde tuttuğu-
nuzda ve is imlendirmeye kalkışmadığınızda, içinizde
bir hayranl ık , bir huşu uyanır. Özüyle kendini size an-
lat ı r ve özünü size yans ı t ı r . Büyük sanatçıların sezdik-
ler i ve sanat eserlerine yansıtmayı başardığı şey budur.
Van Gogh asla şöyle demedi: " B u sadece eski bir sandal-
ye." Bunun yerine, sandalyeye baktı, baktı, baktı. San-
dalyenin var l ığ ın ı h issett i . Sonra da tuval in in karş ı s ına
geçip boyalarını eline aldı. Sandalyenin kendis i muhte-
melen birkaç, dolardan fazla etmezdi ama aynı sandal-
yeyi duyguyla yansıtan tablonun fiyatı bugün 25 mil-
yon dolardan fazla.
Dünyayı kel imeler ve etiketlerle doldurmadığınızda,
insanl ığ ın düşünceyi kul lanmak yerine düşünceye esir
olduğu zaman kaybettiği mucizevi bir duygu hayatınıza
geri döner. Hayatınız müthiş bir der in l ik kazanır. Nes-
nelere bir yen i l i k , bir tazel ik gelir. En büyük mucize ise,
bütün kel imeler in, düşüncelerin, z ih inse l et iket ler in ve
imgelerin ötesinde, kendi özbenliğinizi deneyimlemek-
t i r . Bunun olması için, kendi "Ben" duygunuzu, s i z i ta-
nımladığını düşündüğünüz her şeyle oluşturduğu kör-
düğümden çözüp ayırmanız gerekir. İşte bu kitap, bu
kördüğümlerle i lg i l i .
Nesnelere, insanlara ya da durumlara sözel ya da zi-
hinsel etiketler yapışt ı rmakta ne kadar aceleci davranı-
yorsanız, gerçekliğiniz o kadar sığ ve cansız olacaktır;
38
VAR, OLMANIN GÜCÜ
aynı zamanda, kendiniz i gerçeklikten uzaklaşt ı rd ığ ın ız
sürece, etrafınızda kendini belli eden yaşam mucizeleri
de birer birer kaybolacaktır. Bu şekilde, akı l elde edile-
bi l i r ama bilgelik kaybolur ve onunla bi r l ikte mut lu luk ,
sevgi, yarat ıc ı l ık ve canlı l ık da gider. Algıy la yorum ara-
sındaki hareketsiz boşlukta s ı k ı ş ıp kal ı r lar . Elbette ki
kel imeler i ve düşünceleri kul lanmak zorundayız. Onla-
r ın da kendi güzel l i k ler i var; ama onların es i r i olmak
zorunda mıy ız?
Kelimeler, gerçekliği insan z ihn in in kavrayabileceği
bir boyuta indirger ve emin olun, bu da o kadar derin bir
boyut değildir. Dilde ses tel leri tarafından üreti len sekiz
temel ses vardır : a, e, ı, i, o, ö, u, ü. Diğer sesler, hava ba-
sıncıyla üreti len konsonantlardır: s, f, g gibi. Böylesine
basit sesler in k im olduğunuzu, evrenin nihai amacını
veya bir ağacın ya da taşın derinliğinde ne olduğunu
açıklayabileceğine gerçekten inanıyor musunuz?
İLLÜZYON B E N L İ K
"Ben" kel imesi, nası l kul lanı ldığına bağlı olarak, hem en
büyük hatayı hem de en derin gerçeği içinde barındır ı r .
Geleneksel ku l lanımıy la, dilde en s ı k kul lanı lan kelime-
lerden bir i olmakla kalmaz ("benim," "benimki," "ken-
dim" gibi i lg i l i kelimelerle bir l ikte), aynı zamanda da en
büyük hatalardan bir idir. Normal günlük kul lanımında
"ben", önemli bir hatayı, k im olduğunuzla i lg i l i bir yan-
l ı ş kanıyı , sahte bir k im l i k duygusunu da beraberinde
61
ECKHART TOLLE
getir ir. Bu egodur. Bu sahte benlik duygusu, sadece uza-
y ın ve zamanın gerçeklikleriyle i lg i l i değil, aynı zaman-
da insan doğasıyla i lg i l i derin görüşler gel i ş t i rmiş olan
Albert E ins te in ' ın "optik bir bil inç yanı lsaması" olarak
adlandırdığı şeydir. Bu sahte benlik duygusu, gerçekli-
ğin tüm yanl ı ş yorumlar ın ı , tüm düşünce yöntemlerini,
paylaşımlar ı ve i l i ş k i l e r i de peşinden sürükler. Gerçek-
l iğ in iz , i l k i l l lüzyonun bir yansıması haline gelir.
İ y i haber şu: Eğer bir i l lüzyonun i l lüzyon olduğunu
anlayabi l i rseniz, çözülür. B i r i l lüzyonun anlaşı lması ,
sona ermesi demektir. İ l lüzyonun var l ığ ın ı sürdürmesi ,
ancak onu gerçek sandığınız sürece mümkündür. K im
olmadığınız ı anladığınızda, gerçekte k im olduğunuz
kendil iğinden ortaya çıkar. Ego dediğimiz sahte benli-
ğin mekanik ler in i incelediğimiz bu ve bir sonraki bölü-
mü dikkatle ve yavaşça okurken, bu deneyimi yaşaya-
caksınız. Peki bu sahte benliğin doğası nedir?
"Ben" dediğinizde genellikle sözünü ettiğiniz şey ger-
çek k iml iğ in i z değildir. İnanı lmaz bir basit leştirmeyle,
"ben" dediğiniz her seferinde gerçek k im l iğ in i z in derin-
l iğ in i , z ihn in i zdek i "ben" düşüncesiyle ve "ben"i tanım-
ladığınız her şeyle k a r ı ş t ı r ı r s ı n ı z . Peki "ben" kel imesin i
ve "benim," "benimki, " "kendim" gibi i lg i l i kel imeler i
kul landığınızda genel olarak sözünü ettiğiniz şey nedir?
B i r çocuk anne-babasınm ağzından i sm in i duydu-
ğunda, zaman içinde bu kelimeyle bir özdeşlik kazanır
ve zihninde k iml iğ iy le i lg i l i bir düşünce biçimlenir. O
aşamada, bazı çocuklar kendilerinden üçüncü şahısmış
gibi söz ederler. "Johnny acıktı." Çok geçmeden, büyülü
41
VAR. OLMANIN GÜCÜ
"ben" kel imes in i öğrenirler ve kendi k im l i k le r i y le öz-
deş leşt i rd ik ler i i s im le r in in yerine bu kelimeyi geçirir-
ler. Sonra başka düşünceler gelerek i l k "ben" düşünce-
siyle bi r leş i r . Sonraki aşama, "ben" ve "benim" düşünce-
ler in i , bir şekilde "ben"in parçaları olan düşüncelerle
bi r leşt i rmedir . Bu, kendini nesnelerle tanımlamadır
ama zaman içinde, nesnelere benlik duygusu katan bu
kelimeler, gerçek k im l iğ i ortadan kaldı r ı r . "Benim"
oyuncağım k ı r ı ld ığ ında ya da kaybolduğunda, korkunç
bir acı h issedi l i r . Bunun nedeni oyuncağın çok özel bir
değere sahip olması değil - çocuk çok geçmeden o oyun-
cağa olan i lg i s in i kaybedecek ve yerine başka oyuncak-
lar ı geçirecektir - "benim" düşüncesidir. Oyuncak, çocu-
ğun gelişmekte olan "ben" düşüncesiyle ya da diğer bir
deyişle benlik duygusuyla özdeşleşmiştir.
Dolayısıyla, çocuk büyürken i lk "ben" düşüncesi,
başka düşünceleri kendine çekmeye başlar: Kendini
cinsiyetle, mülkiyetle, vücuduyla, mi l l iyet iy le, ı r k ıy la ,
diniyle, mesleğiyle tanımlar. "Ben" in kendini tanımla-
dığı diğer şeyler, bilgi ya da görüşler, sevilen ve sevilme-
yenler üreten rol ler ledir; baba, anne, karı-koca vb. gibi.
Geçmişte başıma gelenler "bana" olanlardır ve bu anıla-
r ın düşünceleri "ben" düşüncesiyle birleşerek "ben ve
geçmişim" duygusunu yarat ı r lar. Bunlar, insanlar ın
k i m l i k duygular ını a ldık lar ı şeylerden sadece bazı ları-
dır. Sonuçta benlik duygusunun eklendiği ve rasgele bir
arada tutulan düşüncelerden daha fazlası değildirler.
Bu z ih inse l yapı, normalde "ben" derken kastett iğiniz
şeydir. Daha açık söylemek gerekirse: "Ben" dediğiniz-
19
ECKHART TOLLE
de çoğu zaman konuşan s iz deği ls in izdir ; o z ih inse l ya-
pının, ego-benliğin bazı yönleridir. Uyan ı ş ı gerçekleştir-
diğinizde, yine zaman zaman "ben" kel imes in i kullana-
caksınız ama bunu benl iğ in iz in çok daha derinlerinden
hissederek yapacaksınız.
Çoğu k i ş i kendini hâlâ genel düşünce akımlar ıy la,
tak ın t ı l ı düşüncelerle tanımlamaktadır ve bunlar ın bir-
çoğu anlamsızdır . Kendi düşünce s istemler inden ve be-
raberlerinde get i rdik ler i duygulardan ayrı tu t tuk la r ı
bir "ben" yoktur. Ruhsal açıdan bi l inçsiz olmanın anla-
mı budur. Kafalarında sü rek l i konuşan bir ses olduğu
söylendiğinde, "Ne sesi?" derler ya da öfkeyle inkar
ederler; ama aslında bunu yapan ses in kendisi , düşünü-
cü, gözlemlenmeyen z ih indi r . Neredeyse kontrol ler in i
ellerinden almış gibidir.
Baz ı insanlar, kendi ler in i düşüncelerinden i lk kez
ay ı rd ık la r ı ve k ısa bir süre için de olsa k i m l i k değişimi
yaşadık lar ı zamanı hiç unutmazlar. Diğer ler i ise bunu
pek fark etmez ya da hiç nedensiz bile olsa, yaşadıklar ı
içsel huzura veya mutluluğa bağlarlar.
ZİHİNDEKİ SES
Bunun i l k farkındalığını, Londra Ünivers i tes i 'ndek i bi-
r inci y ı l ımda yaşadım. Haftada i k i kez sabah saat do-
kuz civarında metroya binerek ünivers i te kütüphanesi-
ne giderdim. B i r defasında otuzlu yaş lar ın ın başlarında
bir kadın karş ıma oturdu. Onu daha önce birkaç kez ay-
43
VAR. OLMANIN GÜCÜ
m trende görmüştüm. Zaten görmemek de mümkün de-
ğildi. T ren dolu olmasına rağmen, kadının i k i tarafında-
ki ko l tuk lar boştu ve bunun nedeni hiç şüphesiz kadı-
nın bir hayl i deli gibi görünmesiydi. Son derece gergin
görünüyordu ve yüksek, öfkeli bir sesle hiç durmadan
kendi kendine konuşuyordu. Kendini düşüncelerine öy-
lesine kapt ı rm ı ş t ı k i etrafındaki insanlar ın farkında ol-
madığı bel l iydi. Baş ın ı hafif sola ve aşağı doğru eğmiş-
ti; sanki yanındaki boş koltukta oturan bir iy le konuşu-
yor gibiydi. Tam olarak içeriğini hat ı r lamıyorum ama
monolog şuna benzer bir şekilde devam ediyordu: "Ve
bana dedi k i . . . ben de ona yalancısın dedim, beni böyle
bir şeyle nası l suçlarsın... hep benden yararlandın, beni
kul landın, ben sana güvendim, sen bana ihanet ett in.. . "
Sesinde haks ız l ığa uğramış b i r i n in öfkesi vardı ve san-
ki kendini savunmazsa aşağılandığını hissedecekti.
T ren Tottenham Court Road İstasyonu'na yaklaş ı r -
ken, kadın ayağa kalkt ı ve hâlâ konuşmaya devam ede-
rek kapıya doğru yürüdü. Ben de aynı istasyonda ine-
cektim; bu yüzden arkasında duruyordum. Merdiven-
lerden çıkıp caddeye ulaştığımızda, Bedford Meyda-
nı'na doğru yürümeye başladı. Hâlâ hayali sohbetine
devam ediyordu ve karş ı s ındak in i - her kimse - suçla-
yıp duruyordu. Çok merak ettim ve benim de gitt iğim
yönde yürüdüğü sürece izlemeye karar verdim. Hayali
sohbetine kendis in i fazlasıyla kapt ı rmış olmasına rağ-
men, nereye gitt iğini bil iyor gibiydi. Çok geçmeden,
1930'lardan kalma Senato B inas ı 'nm önüne geldik; ya-
ni ünivers i tenin merkez yönetim ve kütüphane binası-
19
ECKHART TOLLE 44
na. Çok şaş ı rmışt ım. Aynı yere gidiyor olabilir miydik? Evet, kes in l ik le oraya gidiyordu. Acaba öğretmen, öğ-renci, ofis elemanı ya da kütüphaneci f i lan mıydı? Bel-ki de bir psikoloji araştırması üzerinde çalışıyordu? Ce-vabı bilmem mümkün değildi. Y i r m i adım arkasından yürüyordum ve ben binaya girdiğimde, asansörlerden birinde gözden kaybolmuştu bile.
Az önce tanık olduğum şey karşısında çok şaşırmış-tım. Y i rm i beş yaşında yetişkin bir birinci s ın ı f öğrenci-si olarak, kendimi entelektüel biri olarak görüyordum ve insan varlığıyla i lgi l i tüm ik i lemlerin cevaplarının zeka sayesinde, diğer bir deyişle, düşünerek bulunabi-leceğine inanıyordum. Ama farkındalık olmadan dü-şünmenin insan varl ığının en önemli iki lemi olduğunu henüz bilmiyordum. Profesörlere, bütün cevapları bilen bilgeler, üniversiteye ise bilgi tapmağı gözüyle bakıyor-dum. Böylesine deli bir k i ş i l i k nasıl olur da bunun bir parçası olabilirdi ki?
Kütüphaneye girmeden önce erkekler tuvaletine uğ-radığımda, hâlâ onu düşünüyordum. E l ler imi yıkarken kendi kendime şöyle dedim: Umarım sonum onun gibi olmaz. Yanımda duran adam bana bir bakış attı ve o sözleri sadece düşünmediğimi, sesli olarak söylediğimi anladığımda afalladım. "Aman Tanr ım, zaten onun gi-biyim," diye düşündüm. Benim zihnim de kadmınki ka-dar kendi düşüncelerine dalmış değil miydi? Aramızda çok az fark vardı aslında. Onun düşünce sisteminin al-tında yatan temel duygu, öfke gibi görünüyordu. Benim durumumda ise daha ziyade endişeydi. O yüksek sesle
VAR, OLMANIN GÜCÜ
düşünüyordu. Ben ise - çoğunlukla - zihnimden düşü-nüyordum. Eğer o deliyse, herkes deli demekti; ben da-hil. Fa rk l ı l ı k la r sadece derecelerdeydi.
B i r an için, kendi zihnimden bir adım geri çekildim ve zihnime olduğu gibi, daha derin bir perspektiften baktım. O anda, düşünceden farkındalığa kısa bir geçiş yaptığımı hissettim. Hâlâ erkekler tuvaletindeydim ama tek başımaydım ve aynada kendi yüzüme bakıyor-dum. Zihnimden ayrıldığım o anda, yüksek sesle gül-düm. Delice görünebilirdi ama aslında akim gülüşüydü; Buda'nmki gibi dolu dolu bir gülüş. "Hayat z ihnimin sandığı kadar ciddi bir şey değil." Sanki kahkaha bana böyle diyor gibiydi. Ama bu sadece anlık bir olaydı ve unutmam uzun sürmedi. Sonraki üç y ı l ı endişeler ve depresyonla geçirecek, kendimi sadece zihnimle tanım-layacaktım. Farkındal ık dönmeden önce, neredeyse in-tihar etmek üzereydim ve bu kez anlık bir şey değildi. Tak ın t ı l ı düşüncelerden ve kendi yarattığım sahte "ben"den kurtulmuştum.
Bu anlattığım olay, bana sadece farkındalığı göster-mekle kalmadı, aynı zamanda da insan zihninin mutlak geçerliliğiyle i lgi l i i lk şüphe tohumlarını da ekti. Birkaç ay sonra, şüphelerimin artmasına neden olacak önemli bir olayla karşı laştım. Bi r Pazartesi sabahı, fazlasıyla hayranlık duyduğum bir profesörün dersine geldik ve bi-ze profesörün o hafta sonu kendisini vurarak intihar et-tiği söylendi. Çok şaşırmışt ım. Çok saygı duyulan bir eğitmendi ve bütün cevapları biliyor gibi görünüyordu. Ama o zamanlar, düşünmenin bil incimizin sadece mini-
61
44
ECKHART TOLLE
cik bir parçası olduğunu veya kendi içimde bulmak bir yana, egonun bile ne olduğunu bilmiyordum.
EGONUN İÇERİĞİ VE YAPISI
Ego zihni tamamen geçmişle şartlanır. Şartlanması ik i
bölümlüdür: İçeriği ve yapısı. Oyuncağı k ı r ı ld ığı ya da kaybolduğu için derin acı du-
yarak ağlayan bir çocuğun durumunda, oyuncak içerik-tir. Yerini başka bir oyuncak ya da başka bir nesne ala-bilir. Kendinizi birl ikte tanımladığınız içerik, çevreniz, büyürken yaşadıklarınız ve parçası olduğunuz kültürle şartlanır. Çocuk zengin ya da yoksul olsun, oyuncak hayvan biçiminde oyulmuş bir tahta parçası ya da kar-maşık özelliklere sahip elektronik bir alet olsun, kaybı-nın neden olduğu acı değişmez. Böylesine büyük bir acı-nın oluşmasının nedeni, "benim" kelimesinde gizl idir ve bu da yapısaldır. K i ş in in kendi kimliğini bir eşyaya bağ-lamak yönündeki bilinçaltı eğilimi, ego zihnin yapısıdır.
Egonun kendini var ettiği en temel zihin yapıların-dan biri, k iml ik tanımlamadır. İngilizce "identification" yani "k iml ik tanımlama" ifadesi, Latince "aynı" anlamı-na gelen idem ve "yapmak" anlamına gelen facere keli-melerinden türemiştir . Dolayısıyla kendimi bir şeyle ta-nımladığımda, onu "ayıı ı yaparım." Neyle aynı? Kendim-le aynı. Ona bir benlik duygusu veri r im ve böylece be-nim "k iml iğ im" in bir parçası haline gelir. K iml i k tanım-lamanın en basit hallerinden biri, eşyalarla tanımlama-
47
VAR OLMANIN GÜCÜ
dır: Oyuncağım daha sonraları arabam, evim, giysi ler im vb. haline gelir. Kendimi nesnelerle tanımlamaya çalışı-r ım ama asla başaramam ve sonunda kendim onların içinde kaybolurum. Bu, egonun kaçınılmaz yazgısıdır.
19 . . KENDİNİ NESNELERLE TANIMLAMAK
Reklam sektöründeki profesyoneller, gerçekte insanla-r ın ihtiyacı olmayan şeyleri satmak için, o nesnelerin k i ş i ler in kendilerine ve başkalarının o kişiye karş ı ba-kış açısında fark yaratacağına potansiyel alıcıları inan-dırmaları gerektiğini iyi bi l i r ler; diğer bir deyişle, in-sanların benlik duygularına bir şey katacağını vurgu-larlar. Bunu nasıl yaparlar? Örneğin bir ürünü satın al-manın s iz i başkalarından ayıracağını, ortalamanın üze-rine çıkaracağını söylerler. Ya da zihninizde bir ürünle ünlü, genç, çekici ya da mutlu görünen bir k i ş i arasın-da bağlantı kurdurarak bunu yaparlar. Yaşlanmış ve hatta ölmüş ünlülerin kariyerler inin zirvesindeyken çe-k i lmiş fotoğrafları ya da f i lmler i bile bu konuda işe ya-rayabilir. Söze dökülmeyen varsayım, o ürünü alarak, s ih i r l i bir mülkiyet hakkıyla onlar gibi olursunuz; daha doğrusu, onların yüzeysel imgesi haline gelirs iniz. B i r -çok durumda, aslında bir ürün değil, bir "k iml ik güçlen-dirici" alıyorsunuzdur. Tasarımcı etiketleri öncelikle al-dığınız kolektif k iml ik lerdir . Markalar pahalıdır ve do-layısıyla da "ancak özel kişi lere ait" olabilir. Eğer onla-rı herkes alabilseydi, psikolojik değerlerini kaybeder-
ECKHART TOLLE
lerdi ve geride muhtemelen ödediğiniz paranın onda bi-ri kadar olabilecek maddesel değerleri kal ırdı.
Kendinizi bir l ikte tanımladığınız şeyler, yaşa, cinsi-yete, gelir seviyesine, sosyal sınıfa, modaya, etrafınızı saran kültüre ve diğer etkenlere göre kişiden kişiye de-ğişir. Ama kendinizi bir l ikte tanımladığınız şey sadece içerikle i lgi l idi r ; oysa bilinçsiz tanımlama takınt ı s ı ya-pısaldır. Bu, ego zihnin çalışmasının en temel yolların-dan biridir.
Ama sorun şu ki tüketim toplumunun devam etme-sini sağlayan şey, insanların kendi k iml ik ler in i nesne-ler aracılığıyla bulmaya çalışmalarıdır ve bu da hiçbir işe yaramaz; ego sadece geçici bir süre için tatmin olur ve bu yüzden sürekl i daha fazlasını arar, bir şeyler sa-tın almaya devam eder, sürekl i tüket i rs in iz .
Elbette ki yüzeysel k iml ik ler imiz in var l ık lar ın ı sür-dürdüğü bu f iz iksel boyutta nesneler gereklidir ve yaşa-mımızın kaçınılmaz parçalarıdır. Eve, giysiye, mobilya-ya, aletlere, ulaşım araçlarına ihtiyaç duyarız. Güzel-l ik ler i veya öz nitel ik ler i açısından değer verdiğimiz şeyler de olabilir. Nesneler dünyasını aşağılamak yeri-ne, onurlandırmamız gerekir. Her şeyin bir Varlığı var-dır; her şey, enerj is ini tüm yaşamın kaynağından alan geçici bir biçimdir. Antik kültürlerde, insanlar her şeyin - cansız nesnelerin bile - bir ruhu olduğuna inanırlar-dı ve asl ını söylemek gerekirse, bu konuda gerçeğe bu-gün olduğumuzdan daha yakınlardı. Z ih insel soyutluk yüzünden cansızlaşmış bir dünyada yaşadığınızda, ar-t ık evrenin canlıl ığını hissetmemeye başlarsınız. Çoğu
49
VAR OLMANIN GÜCÜ
insan yaşayan bir gerçekliği değil, kavramsal bir ger-çekliği algılar.
Ama onları kendi k iml iğ imiz i güçlendirmek için kul-landığımız sürece, nesneleri onurlandıramayız. Egonun yaptığı şey tam olarak budur. Egonun kendini nesneler-le tanımlama çabası, k i ş in in onlara bağlanmasına, nes-nelere takınt ı l ı olmasına neden olur ve bu da sonuçta bir tüketim toplumu ve tek ilerleme ölçütünün hep da-ha fazlası olduğu ekonomi yapıları yaratır. Sürek l i ola-rak daha fazlası için açlık duymak, bir hastalıktır. Kan-serli hücreler de bundan fark l ı değildir, çünkü onların da tek amacı kendilerini kopyalamaktır ve bunu yapar-ken parçası oldukları organizmayı yok ettiklerini fark etmezler. Bazı ekonomistler gelişim kavramına kafala-r ın ı o kadar takmışlardır ki o kelimeyi bir tür lü bıraka-mazlar ve bu yüzden gerileme dönemlerine bile "olum-suz gelişim" derler.
Çoğu k i ş in in hayatı, nesnelere karşı takınt ı l ı bir il-giyle geçer. Zamanımızın en önemli hastalıklarından bi-r in in nesne arayışı olmasının nedeni budur. Ar t ı k ger-çek siz olan yaşamı hissedemediğinizde, hayatınızı nes-nelerle doldurmaya çalış ırs ınız. Ruhsal bir uygulama olarak, size nesneler dünyasıyla i l i ş k in i z i tarafsız ola-rak gözlemlemenizi ve özellikle de "benim" kelimesiyle tanımladığınız nesneleri incelemenizi öneririm. Örne-ğin, özdeğer duygunuzun sahip olduğunuz nesnelere bağlı olup olmadığını bulmak için dürüstçe kendinizi inceleyin. Bell i nesneler size bir üstünlük ya da önem duygusu veriyor mu? Onlardan mahrum kalmak kendi-
19
ECKHART TOLLE
n i z i daha fazlasına sahip olanlardan daha aşağı hisset-
t i r i yo r mu? Sahip olduğunuz şeylerden s ı k s ı k söz edi-
yor veya başkalar ın ın gözünde değerinizi art ı rmak için
onlar ı ku l lan ıyor musunuz? Başka b i r i sizden daha çok
şeye sahip olduğunda veya çok değer verdiğiniz bir eş-
yanız ı kaybettiğinizde, öfkeleniyor ve bir şekilde benlik
duygunuzun zayıf ladığını hissediyor musunuz?
KAYIP YÜZÜK
B i r danışman ve ruhsa l öğretmen olarak insanlar la
görüştüğüm dönemde, vücudu kanser yüzünden gün-
den güne eriyen bir kadını haftada ik i kez z iyaret
ederdim. K ı r k l ı yaş la r ın ın ortalar ında bir okul öğret-
meniydi ve doktor lar ı en fazla birkaç ay daha yaşaya-
bileceğini söylemiş lerdi . O z iyaret ler s ı ras ında bazen
birkaç kel ime konuşurduk ama daha ziyade sessizce
b i r l i k te otururduk ve bunu yaparken, bir öğretmen
olarak yoğun yaşadığı zamanlarda fark ına varmadığı
bir içsel h u z u r u tadardı.
Fakat bir gün yanına gittiğimde, onu korkunç öfkeli
bir halde buldum. "Ne oldu?" diye sordum. Hem maddi
hem de manevi değeri çok büyük olan elmas yüzüğünü
kaybetmişt i ve her gün birkaç saat kendisiyle i lgi len-
mek için gelen kadının aldığına emin olduğunu söyledi.
B i r i n i n nası l olup da böyle bir şeyi yapacak kadar kalp-
s iz ve duygusuz olduğunu anlamadığını bel i rtt i . Bana
kadınla yüz leşmesi mi, yoksa hemen polisi araması mı
50
VAR OLMANIN GÜCÜ
gerektiğini sordu. Ona ne yapması gerektiğini söyleye-
meyeceğimi açıkladım ve hayatının bu döneminde bir
yüzüğün veya başka bir eşyasının kendisi için ne kadar
önemli olabileceğini sordum. "Anlamıyorsun, " dedi. " B u
büyükannemin yüzüğüydü. Hastalanıp el ler im şişene
kadar her gün parmağımda taş ı rd ım. Benim için s ı ra-
dan bir yüzük değil. Öfkelenmem çok mu tuhaf?"
Tepk i s in in h ız ı , öfkesi ve sesindeki savunucu ton, he-
nüz kendi içine bakıp olayla kendis in i çözerek i k i s i n i de
tarafsızca inceleyebilecek kadar şimdiye ulaşmadığını
gösteriyordu. Öfkesi ve savunmacılığı, aslında konuşa-
nın egosu olduğunu belli etmek için yeterl iydi. "Sana
birkaç soru soracağım ama hemen cevaplamak yerine,
kendi içinde cevapları bulmaya çalış. Her sorudan sora
kısa bir ara vereceğim. B i r cevap bulduğunda, kelime-
ler olarak dışar ı dökmek zorunda değilsin." Dinlemeye
hazır olduğunu söyledi. Sordum: "Be l l i bir noktada o
yüzüğü zaten bırakmak zorunda kalacağının farkında
mıs ın; belki de oldukça yakın bir zamanda? Onu bırak-
maya hazır olman için ne kadar zamana ihtiyacın var?
Onu bıraktığında daha az mı kendin olacaksın? Onu
kaybettiğinde k iml iğ in de zayıf ladı mı?" Son sorudan
sonra birkaç dakika ses s i z l i k oldu.
Tek rar konuşmaya başladığında, yüzünde bir gü-
lümseme vardı ve oldukça huzu r lu görünüyordu. "Son
soru önemli bir şeyi anlamamı sağladı. Önce bir cevap
bulmak için z ihnime girdim ve z ihn im şöyle dedi: 'Evet,
elbette ki zayıfladın.' Sonra kendime aynı soruyu tekrar
sordum: 'K im l iğ im zayıfladı mı?' Bu kez cevabı düşün-
19
ECKHART TOLLE
mek yerine h issett im. Ve aniden, ben olmayı hissett im.
Bu daha önce hiç olmamıştı. Ben olmayı o kadar güçlü
hissedebil iyorsam, k iml iğ im zayıf lamış olamazdı. Bunu
hâlâ hissedebil iyorum; huzur verici ama son derece
canlı bir şey."
"Bu , Var olmanın mutluluğudur," dedim. "Onu sade-
ce kafanın içinden çıkmayı başardığında hissedebil i r-
s in. Var l ı k h issedi lmel idi r . Düşünülemez. Ego bunu bil-
mez, çünkü egoyu oluşturan şey düşüncelerdir. Y ü z ü k
gerçekten de kafanda Ben olmak duygusuyla kar ı ş t ı rd ı -
ğın bir düşünceydi. Ben olmayı düşünüyordun ve yüzük
de bunun bir parçasıydı.
"Egonun aradığı ve kendini b i r leşt i rd iği şeyler, Var-
l ık yerine koyduğun şeylerdir. Nesnelere değer verebi-
l i r s i n ama onlara kendini bağladığında, bunun ego ol-
duğunu anlaman gerekir. Ve asla bir nesneye değil,
onunla i lg i l i 'ben,' 'benim,' ya da 'benimki' düşünceleri-
ne bağlanırs ın. B i r kaybı tamamen kabullendiğinde,
egonun ve var l ığ ın ın ötesine geçersin ve bilinç olan Ben
olmak ortaya çıkar."
" İ sa 'n ın söylediği ve daha önce anlam veremediğim
bir şeyi ş imdi anl ıyorum," dedi, '"Eğer bi r i gömleğini
al ı rsa, ona paltonu da ver.'"
" Kes in l i k le , " dedim. "Bu asla kapını k i l i t lemen ge-
rekmediği anlamına gelmez. Sadece, nesnelerin gitme-
sine i z in vermenin onlara tutunmaya çalışmaktan daha
büyük güç olduğu anlamına gelir."
Hayat ın ın son birkaç haftasında vücudu giderek
zay ı f larken, kendis i giderek daha par ı l t ı l ı , sank i için-
53 53 VAR, OLMANIN GÜCÜ
den ı ş ı k yay ı l ı yo rmuş gibi bir hal aldı. E ş y a l a r ı n ı n
birçoğunu başkalar ına verdi - hatta baz ı la r ın ı yüzü-
ğünü çaldığını düşündüğü kadına verdi - ve verdiği
her yeni şeyle, mut lu luğu daha da der inleşt i . Annes i
beni arayıp kadın ın öldüğünü söylediğinde, daha son-
rasında elmas yüzüğü banyodaki ecza dolabının için-
de bulduk lar ından da söz etti. Acaba kadın yüzüğü
geri mi get i rm i ş t i , yoksa başından beri hep orada
mıydı? Bunu k imse bi lmiyor. Ama bir şey b i l i yoruz :
Hayat s ize daima bil inç ev r im in i z için en ya ra r l ı ders
f ı r s a t l a r ı n ı sunacaktır . B u n u n iht iyacınız olan dene-
y im ya da ders olduğunu nas ı l an lars ın ı z? Çünkü şu
anda aldığın ız deneyim bu.
Peki k i ş i n i n sahip olduğu şeylerle gurur duyması ya
da kendisinden daha fazla şeye sahip olan insanlara
imrenmesi tamamen yanl ış mı? Hiç de değil. Kendini
kalabalığın içinde belli etme türünden bir gurur, k i ş i -
nin benlik duygusunun "daha fazlası " ile güçlenmesi ya
da "daha azıyla" zayıf laması, ne yanl ış ne de doğrudur;
bu sadece egodur. Ego yanl ış olamaz, çünkü bi l inçsizdir .
Kendinizde egoyu gözlemlediğinizde, onun ötesine geç-
meye başlars ın ız . Egoyu çok fazla ciddiye almayın.
Kendinizde egoya dayanan bir davranış fark ett iğiniz-
de, gülümseyin. Hatta bazen kahkahalarla gülebi l i r s i -
niz de. İn san l ı k nası l oldu da bu kadar uzun zaman ego-
nun etkisinde kaldı diye merak da edebil i rs iniz. Hep-
sinden öte, egonun k i ş i se l olmadığını bil in. O s iz değil-
s in iz . Eğer egonun k i ş i se l sorununuz olduğunu düşünü-
yorsanız, bu sadece biraz daha egodur.
ECKHART TOLLE
M Ü L K İ Y E T İLLÜZYONU
B i r şeye "sahip olmak"; bunun tam olarak anlamı ne-
dir? B i r şeyi "benim" k ı lmak ne demektir? Eğer New
York'ta bir caddenin ortasında durup bir gökdeleni işa-
ret ederek " B u bina benim. Ben ona sahibim," derseniz,
ya çok zengins in izdi r , ya hayal görüyorsunuzdur ya da
yalan söylüyorsunuzdur. Durum hangisi olursa olsun,
"ben" düşüncesiyle "bina" düşüncesini b i r leş t i r iyorsu-
nuz. İ ş te mülk iyet le i lg i l i z ih inse l kavram böyledir.
Eğer herkes s i z i n hikâyeniz i onaylarsa, f i k i r b i r l iğ im
geçerli k ı lmak için bir kağıt parçası imzalarlar. Tebr ik-
ler, zengins in iz . Eee? Eğer k imse hikâyeniz i kabul et-
mez ya da onaylamazsa, s i z i bir ps ik iyatra götürürler,
çünkü ya ciddi hayal gücü sorun lar ın ı z vardır ya da ta-
k ı n t ı l ı bir yalancısmızdır . Eee?
İn san la r s i z i n le hemf ik i r o lsun ya da olmasın, bu-
rada h ikâyenin ve hikâyeyi yaratan düşünce biçimle-
r i n i n gerçekte s i z i n k im olduğunuzla bir i lg i s i olma-
dığını anlamak önemlidir . İ n san la r söylediğiniz şeyi
doğru olarak kabul etse ve imzalanan kağıt parçala-
r ıy la bu bütün dünyada kabul görse bile, sonuçta sa-dece bir kurgudur . B i rçok k i ş i , ölüm döşeğine düşene
ve sahip o lduk la r ın ı sand ık la r ı her şey avuçlarından
kayıp gidene kadar, bunun kurgudan ibaret olduğu-
nu anlamazlar. Ölüm kapıyı çaldığında, bir şeye sa-
hip olma kav ramın ın hiçbir anlamı olmadığını fark
ederler. Hayat la r ın ın son birkaç dakikasında, bütün
hayat lar ı boyunca daha güçlü bir benl ik duygusu
VAR OLMANIN GÜCÜ
aray ı ş ıy la do laş t ı k la r ı halde, asl ında gerçek benl ik le-
r i n i n başından beri orada olduğunu, sadece kendile-
r i n i eşyalar la tan ımlamalar ı yüzünden büyük ölçüde
g iz lenmiş olduğunu anlar lar.
"Ne mut lu yoksul lara," demişt i r İsa, "çünkü cennet
k ra l l ığ ı onlar ın olacaktır." Peki "yoksul " derken neyi
kastetmişt i r? İçsel yük le r i ve anlamsız tanım takınt ı la-
rı olmayan insanlar ı elbette. Kendi ler in i eşyalarla ve
z ih inse l kavramlarla tanımlamayan insanlar ı kastet-
miş t i r . Peki "cennet k ra l l ığ ı " nedir? Kendiniz i başka
şeylerle tanımlamayı bırakıp "yoksu l " hale geldiğinizde
hissedeceğiniz güçlü Var l ı k mutluluğudur.
Hem Doğu'da hem de Batı 'da tüm mülk iyet lerden
vazgeçmenin ant ik bir ruhsa l uygulama o lmas ın ın
nedeni budur. Ama mülk iyet le r in i zden vazgeçmek,
s i z i egonuzdan kendi l iğinden kur tarmaz. Ego yok ol-
mayı kolay kolay kabul etmeyecektir. Bu yüzden,
kendini başka şeylerle tanımlamaya çalışacaktır; ör-
neğin, bütün maddi mü lk i ye t le r i n ötesine geçmiş bir
insan olarak s i z i kendin i z i diğerler inden daha değer-
li ve daha ruhsa l hissetmeye teşv ik edecektir. Öyle
insan lar vard ı r ki bütün mülk iyet le r inden vazgeç-
mi ş le rd i r ama mi lyoner lerden daha büyük egolara
sahipt i r le r . Eğer bir tü r tanımlamayı k a l d ı r ı r s a n ı z ,
ego hemen bir başkas ın ı bulacaktır. B i r k im l iğ i oldu-
ğu sürece, kendini neyle tanımladığına aldırmaz. T ü -
ket im çı lg ın l ığ ına ya da özel mülk iyet hakk ına k a r ş ı
olmak, başka bir düşünce formu, başka bir z i h in se l
pozisyon olarak mülk iyet le kendin i tanımlamanın ye-
58 54
ECKHART TOLLE
r i n i alabi l i r . Daha sonra göreceğimiz gibi, kend in i z i
hak l ı ve d iğer le r in i haks ız çıkarmaya çalışmak, en
bel i rg in ego ka l ıp lar ından bi r id i r . Diğer bir deyişle,
egonun içeriği değişebi l i r ; ama onu canlı tutan z ih in
yapıs ı değişmez.
B i l i nçs i z varsay ımlardan bi r i , bir eşyayı mü lk iyet
ku rgusuy la tan ımlarken, o maddi nesnenin gözle gö-
rünü r sağ laml ığ ın ın ve ka l ıc ı l ığ ın ın , s i z i n benl ik duy-
gunuza da sağlaml ık ve ka l ıc ı l ı k kazandıracağını
sanmakt ı r . Bu özel l ik le binalar ve arazi ler için geçer-
l id i r , çünkü sahip olduğunuzu sandığınız şeyler ara-
sında yok olmaz gibi görünenler bunlardı r . İ ş i n i lginç
yanı, özel l ik le arazi durumunda bir şeye sahip olma
kavramı gerçekten de çok mant ı k s ı z görünmektedir.
Beyaz A v r u p a l ı l a r ı n yeni keşfedi lmiş Amer ika K ı ta-
sı 'na akın e t t i k le r i günlerde, Kuzey Amer ika y e r l i l e r i
bir araziye, daha doğrusu belli ölçüde bir toprağa sa-
hip olma f i k r i n i anlayamıyor lardı . Dolayıs ıy la, Avru-
palı lar onlara aynı derecede anlaş ı lmaz görünen bir
kağıt parçasını imza lat t ı k la r ında, o toprak lar ı kay-
bettiler. Aradak i fark şuydu: Beyazlar, toprağa sahip
olabileceklerine inanıyor lard ı ; ye r l i le r ise doğadaki
diğer tüm canl ı lar gibi kend i le r in in toprağa ait ol-
duk la r ın ı düşünüyor lard ı .
Ego, sahip olmayı Var l ı k ile bi r leşt i rme eğiliminde-
dir: Sahibim, o zaman Varım. Ne kadar çok Sahip isem,
o kadar çok Var ım. Ego karş ı laş t ı rmalar la var l ığ ın ı sür -
dürür. Başka la r ın ı görme şek l in i z , kendiniz i görme şek-
line dönüşür. Herkes bir malikanede yaşasa ve herkes
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
zengin olsaydı, malikaneniz ve zenginl iğiniz benlik
duygunuzu güçlendirmek için bir araç olamazdı, çünkü
çok sıradan olurdu. O zaman sahip olduğunuz zengin-
l ikten vazgeçerek basit bir kulübeye taş ın ı r , bu kez ken-
diniz i diğerlerinden daha ruhsal görerek egonuzu bes-
lerdiniz. Başka lar ın ın size bakış açısı, nası l ve k im ol-
duğunuz konusunda size ı ş ı k tutar. Egonun özdeğer
duygusu, başkalar ın ın gözündeki değerinizle doğrudan
i lgi l idi r . Başka lar ın ın size bir benlik duygusu vermesi-
ne ihtiyaç duyars ın ız ve eğer büyük ölçüde özdeğeri ne
kadar şeye sahip olduğunuzla bağdaştıran bir kültürde
yaşıyorsanız, bu kolekt i f aldanmanın ötesine geçemi-
yorsanız, bütün hayatınız ı özdeğerinizi ve benlik duy-
gunuzu güçlendirmek için sü rek l i yeni şeylere ve daha
fazlasına sahip olmaya çalışmakla geçir i rs in iz.
Eşyalara bağımlı l ığınızdan nası l vazgeçebilirsiniz?
Bunu denemeyin bile. İmkans ızd ı r . Eşyalara bağlan-
maktan vazgeçmek, ancak kendiniz i onlarda aramayı
bırakt ığınız zaman mümkün olabilir, bu arada, sadece
eşyalara bağımlı olduğunuzun farkına varın. Bazen bir
şeyi kaybedene ya da kaybetme tehl ikesiy le karşı laşa-
na kadar, ona bağlı olduğunuzu fark etmeyebi l i rs iniz.
Eğer kendiniz i bir şeyle tanımladığınız ın farkına var ı r -
sanız, kendiniz i onunla tanımlamanız tam anlamıyla
gerçekleşmez. Yani diğer bir deyişle, bir şeye bağlı oldu-
ğunuzun fark ına varmak, kendiniz i onunla tanımlama-
nın ötesine geçmeye başlamaktır. O zaman şunu hisse-
dersiniz: "Ben bağımlı l ığın farkında olan farkındalığın
kendis iy im." İşte bu, bilinç değiş iminin başlangıcıdır.
57
ECKHART TOLLE
İSTEMEK: DAHA FAZLASINA İHTİYAÇ DUYMAK
Ego kendini sahip olmakla tanımlar ama bir şeye sahip olmaktan duyduğu haz oldukça sığ ve kısa ömürlüdür. İçinde derinden yerleşmiş bir tatmins iz l ik , bir tamam-lanmamışl ık, bir yeters iz l ik vardır. "Henüz yeterince şeye sahip değilim," derse egonuz, aslında şunu söyler: "Henüz yeterince var değilim."
Gördüğümüz gibi, sahip olma - mülkiyet kavramı -egonun kendisine sağlamlık, kal ıcı l ık vermek ve kendi-s in i özel kı lmak için yarattığı bir kurgudur. Ama bir şe-ye sahip olmakla kendinizi bulamayacağınız için, aslın-da egonun yapısına işleyen daha güçlü başka bir dürtü daha vardır: Daha fazlasına ihtiyaç duyma, yani diğer bir deyişle, "daha fazlasını istemek." Hiçbir ego, daha fazlasını istemeden yapamaz. Dolayısıyla, sürekl i daha fazlasını istemek, egoyu en çok canlı tutan etkendir. Ego sahip olmayı istemekten çok daha fazlasını isteme-yi ister. Dolayısıyla, sahip olmanın sağladığı sığ tatmin duygusunun yerini daima daha fazlasını istemek alır. Bu, kendini bir l ikte tanımlayacağı daha fazla şeye ihti-yaç duymaktır. Ama gerçek bir psikolojik ihtiyaç değil, bağımlıl ık türünden bir ihtiyaçtır.
Bazı durumlarda, bu ihtiyaç o kadar güçlenir ki ego f i z ikse l boyutta kendini var eder ve yat ı ş t ı r ı lmas ı im-kansız bir açlığa dönüşür. Buna bir örnek olarak, daha fazla yiyerek daha fazla damak zevki alabilmek için kendilerini kusturan insanları verebil i r iz. Asl ında aç olan vücutları değil, z ihinler idir . Bu hastalığa yakala-
VAR OLMANIN GÜCÜ
nan insanlar z ihinler indeki açlığı bir kenara atıp vü-cutlarını dinlemeyi öğrenebilirlerse, rahats ız l ık lar ın-dan kurtulabi l i r ler .
Bazı egolar ne istedikler ini bi l i r ler ve hedeflerini karar l ı bir acımasızl ıkla iz ler ler; Cengiz Han, Stal in ve Hit ler, bu konuda birkaç örnek olabilir. Ama istek-ler in in arkasında yatan enerji aynı yoğunlukta zıt bir güç yaratarak sonunda kendi düşüşler ini getirir. Bu arada, kendilerini ve başkalarım mutsuz eder ya da yukarıda verdiğimiz örneklerde olduğu gibi, cehenne-mi dünyaya getir ir ler. Çoğu egonun birbir ler iyle çeli-şen istekler i vardır. Fark l ı zamanlarda fark l ı şeyler is-terler ya da ne istedikler ini bilmeyebilirler. Huzursuz-luk, gerginlik, can s ı k ın t ı s ı , endişe, tatmins iz l ik , sü-rekl i istemenin sonuçlarıdır. İstemek yapısaldır, dola-y ıs ıy la o z ih insel yapı yerinde kaldığı sürece, hiçbir şey kalıcı bir tatmin sağlayamaz.
Su, yiyecek, barınak, giysi ve temel kolaylıklar gibi fi-ziksel istekler, delice ve açgözlü egoların yarattığı denge-s iz l ik söz konusu olmasaydı, gezegen üzerindeki insanla-r ın çoğu için kolaylıkla karşılanabilirdi. Bunun en güzel kolektif ifadesini ekonomi dünyasında bulabilirsiniz; de-vasa şirketler, sürekl i daha fazlasını elde etmek için bir-birleriyle mücadele eden egoist kimliklerden başka bir şey değildir. Tek hedefleri kazanç elde etmektir. Bu hede-fe ulaşmak için acımasızca ilerlerler. Doğa, hayvanlar, insanlar, hatta kendi çalışanları, muhasebe defterlerin-deki rakamlardan ibarettir ve bu cansız nesneler kulla-nıldıktan sonra kolayca gözden çıkarılabilir.
58 59
ECKHART TOLLE
"Ben," "benim," "daha fazlası," " ist iyorum," "ihtiya-cım var," "elde etmeliyim," "yetmez" gibi düşünce form-ları, egonun içeriğiyle değil, yapısıyla i lgi l idir. İçerik her zaman değişebilir. Bu düşünce formlarını kendiniz-de tespit edemediğinizde ve bunlar bilinçsiz halde kal-dıklar ı sürece, söyledikleri her şeye inanırs ınız; o bilinç-siz düşüncelerle hareket etmeye mahkûm olursunuz. Sürekl i aramaktan ve bulamamaktan kendinizi kurta-ramazsınız; çünkü o düşünce formları hareket halinde olduğu sürece, hiçbir mülkiyet, yer, k i ş i ya da durum, s iz i tatmin edemeyecektir. Egoist yapı yerinde kaldığı sürece, hiçbir içerik s iz i tatmin etmez. Ne elde ederse-niz edin, asla tatmin olamazsınız. Sürekl i olarak daha fazla tatmin vaat eden, yarım benlik duygunuzu ta-mamlayacağı ve içinizde hissettiğiniz eks ik l ik duygusu-nu dolduracağı umudu veren yeni şeyler ararsınız.
VÜCUTLA KENDİNİ TANIMLAMAK
Eşyalardan ayrı olarak, egonun kendini tanımlamak için kullandığı diğer temel şeylerden biri de "benim" vü-cudumdur. Öncelikle, vücut erkek ya da kadındır ve do-layısıyla, erkek ya da kadın olma duygusu çoğu insanın benlik duygusunda önemli yer tutar. Cinsiyet, k iml ik haline gelir. Cinsiyetle kendini tanımlama, erken yaş-lardan başlayarak teşvik edilir ve s iz i bir role zorlaya-rak, hayatınızın her alanını etkileyen belli davranış ka-lıplarına şartlandır ır . Bu, birçok k i ş in in kapana kıs ı ldı-
'60
VAR OLMANIN GÜCÜ
ğı bir roldür; cinsiyetle kendim tanımlamanın bir ölçü-de hafiflemeye başladığı Batı kültürüne oranla daha ge-leneksel yapıda olan toplumlarda, bu durum daha da belirgindir. Bazı geleneksel kültürlerde, bir kadın için en kötü yazgı evlenmemek ya da hiç çocuk doğurma-mak olabilir ve bir erkek için ise cinsel gücün yetersiz olması ve çocuk yapamama gibi sorunlardan söz edile-bilir. Bu toplumlarda insanın hayatta tatmin olması için, öncelikle cinsel k iml iğini tatmin etmesi gerekir.
Batı'da, benlik duygusuna daha ziyade katkıda bulunan şey, f i z i k se l görünümdür: Diğerlerine oranla güçlü ya da zayıf, güzel ya da çirk in olması gibi. B i r -çok k i ş i için, özdeğer duyguları nihai olarak f i z ikse l güçleriyle, güzel görünümleriyle, formda olmalarıyla ve dış görünüşleriyle i lgi l idi r . Birçoğu çirk in ya da kusur lu bulunduklar ı takdirde özdeğer duygularının zayıfladığını hissederler.
Bazı durumlarda, "vücudum" kavramı ya da zihin-sel imgesi, gerçekliğin tam anlamıyla çarpıtı lmış bir halidir. B i r genç kadın aslında oldukça ince yapılı ol-masına rağmen, aş ı r ı ki lolu olduğunu düşünerek ken-dini açlıktan öldürebilir, çünkü art ık vücudunu göre-memektedir. Gördüğü tek şey, vücudunun zihinsel im-gesidir ve o da kendisine "ben şişmanım" veya "ben şişmanlıyorum" demektedir. Bu durumun temelinde, kendini zihinle tanımlama yatar. İnsanlar kendilerini giderek daha fazla zihinle tanımladıkça - yani egosal bozukluğun yoğunlaşmasından söz ediyoruz - bu ör-neklerin sayıs ı da son yıllarda bir hayli artmışt ı r . Eğer
61
ECKHART TOLLE
bu hastalığa yakalanan k i ş i l e r kendi vücut lar ın ı hiç-
bir z ih inse l müdahale olmadan görebilselerdi, o zaman
kolayca iy i leşebi l i r le rd i .
Kendi ler in i güzel görünümle, f i z i k se l güçle veya ye-
tenekler iy le tanımlayanlar, o özel l ik ler kaybolmaya
başladığında acı çekerler ve gerçek şu ki bu tür özell ik-
ler in hepsi er ya da geç kaybolacaktır. Böyle bir durum-
da, k i m l i k l e r i n i n dayandığı şey çökme tehl ikes iy le kar-
şı karş ıyadır . Ç i r k in ya da güzel, her i k i durumda da in-
sanlar k i m l i k l e r i n i n önemli bir bölümünü f i z i k se l özel-
l ik ler inden almaktadırlar. Daha açık konuşmak gere-
k i r se, k i m l i k l e r i n i sü rek l i olarak vücut lar ın ın z ih inse l
imgesinden kaynaklanan "ben" düşüncesine dayandı-
r ı r la r . İ ş i n acı tarafı, vücut da tüm f i z i k se l formlar ın ka-
derini paylaşan diğer bir f i z i k se l formdur; yani hiçbir
şekilde kalıcı değildir ve zaman içinde çürümeye başlar.
Yaşlanması, zayıf laması ve ölmesi kaçınılmaz olan
f i z iksel bedeni "ben" kavramıyla bi r leşt i rmek, er ya da
geç acıya yol açar. Diğer yandan, kendini f i z iksel beden-
le tanımlamamak da, ona bakmamak, ihmal etmek, te-
mizlenmemek ya da umursamamak anlamına gelmez.
Eğer güçlü, güzel veya canlıysa, bu özel l ik ler in tadını
ç ıkarmal ı s ın ız elbette; tabii devam ett ik ler i sürece.
Doğru beslenme ve f iz iksel egzersiz ler sayesinde vücu-
dunuzun durumunu gel i ş t i rebi l i r s in i z de. Ama anlat-
maya çalışt ığım şey şu: K i m l i ğ i n i z i vücudunuzla bağ-
daştırmadığınız takdirde, güzel l ik, güç veya canlı l ık
kaybolduğunda, bu s i z in özdeğerinizi ya da k im l iğ in i z i
hiçbir şekilde, etkilemez. Asl ında, vücut zayıflamaya
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
başladıkça, biçimi olmayan boyut, bilinç ış ığı , içinizde
daha kolay parlayabilir.
K i m l i k l e r i n i vücutlar ıyla bi r leşt i ren insanlar sadece
güzel ya da neredeyse mükemmel vücutlara sahip olan-
lar değildir. " So run lu " bir vücudu ve herhangi bir f i z i k -
sel kusuru , hastalığı ya da sakatl ığı da k im l i k duygu-
nuza katabi l i r s in i z . O zaman kendiniz i k ronik bir ra-
hats ız l ığ ın kurbanı olarak görürsünüz. Doktorlardan ve
bir kurban ya da hasta olarak k im l iğ in i z i onaylayan di-
ğerlerinden sü rek l i i lgi görürsünüz. O zaman farkında
olmadan o hastalığa tutunursunuz , çünkü k im l iğ in i z i
tanımlayan en önemli şeylerden bi r i haline gelir. K ısa-
cası, bu da egonun kendini tanımlayabileceği başka bir
düşünce formudur. Ego bir k i m l i k bulduğunda, gitmesi-
ni istemez. Şaş ı r t ıc ı bir şekilde, daha güçlü bir k i m l i k
arayış ı içindeki ego, kendini güçlendirmek için bir has-
tal ık yaratabil i r .
İÇSEL V Ü C U D U HİSSETMEK
Kendini f i z i k se l vücutla tanımlamak egonun en temel
biçimlerinden bir i olsa da, iyi haber şu ki ötesine geç-
meyi en kolay başarabileceğiniz form da budur. Bunu
kendiniz i vücudunuz olmadığınıza ikna etmeye çalışa-
rak değil, d ikkat in i z i vücudunuzun dış biçiminden ve
vücudunuzla i lg i l i düşüncelerden - güzel l ik, ç i r k in l i k ,
güçlülük, zayı f l ık , ş i şmanl ık , zay ı f l ı k gibi - içindeki
canlıl ığı hissetmeye çevirerek yapabi l i rs in iz . Vücudu-
63
ECKHART TOLLE
nuzun dışarıdan görünüşü nası l olursa olsun, dış biçi-
min in ötesinde yoğun canlı bir enerj i alanı vardır.
Eğer "içsel vücut" farkındalığı size tamdık gelmiyor-
sa, bir an için gözler iniz i kapayın ve e l ler in i z in içinde
hayat olup olmadığını hissetmeye çalışın. Z ihn in i ze sor-
mayın, çünkü z ihn in i z " B i r şey hissetmiyorum," diye-
cektir. Muhtemelen şöyle de diyebil i r : "Bana düşünecek
daha ilginç bir şey ver." Dolayıs ıyla, z ihnin ize sormak
yerine, doğrudan el lerinize sorun. Yani, içlerindeki bel-
li bel i rs iz canlı l ığı hissetmeye çalışın. Orada olduğun-
dan emin o labi l i r s in iz . Sadece d ikkat in i z i el ler inize ver-
meniz yeterl idir . Başlangıçta belli bel i rs iz bir gıdıklan-
ma h i s s i algı layabi l i r s in iz ama sonra bir enerj i ve can-
l ı l ı k h isseders in iz . Eğer d ikkat in i z i bir süre ellerinizde
tutarsanız , canl ı l ık duygusu yoğunlaşır. Bazı insanlar ın
gözlerini kapamasına bile gerek yoktur. Daha bunu
okurken bile "içsel e l ler in i " hissedebil i r ler. Ardından
ayaklar ınıza geçin, d ikkat in i z i bir dakika kadar orada
tutun ve el ler in iz le ayaklar ın ız ı aynı anda hissetmeye
başlayın. Sonra vücudunuzun diğer k ı s ım la r ın ı da ka-
t ın - bacaklar, kollar, kar ın, göğüs, omuzlar... - ve böy-
lece bütün vücudunuzun canl ı l ığını hissedin.
Benim adma "içsel vücut" dediğim şey aslında art ık
vücut değil, maddesel dünyayla biçimi olmayan dünya
arasındaki köprü olarak bir enerj idir. E l in izden geldi-
ğince s ı k bir şekilde içsel vücudunuzu hissetmeyi alış-
kanl ık haline getirin. B i r süre sonra bunu yapabilmek
için gözler iniz i kapamaya bile ihtiyaç duymayacaksı-
nız. Örneğin, b i r in i dinlerken içsel vücudunuzu hisse-
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
dip hissedemediğinize bakın. Yani, art ık kendiniz i bi-
çimle tanımlamamakta, biçimi olmayan Var l ı k duru-
muna kaymaktasmızdır . Bu s i z i n öz k iml iğ in izd i r . Vü-
cut farkındalığı sadece s i z i ş imdiye getirmekle kalmaz,
aynı zamanda da egonuzdan kurtu lmanız için bir çıkış
kapısıdır. Bağ ı ş ı k l ı k s i s temin i güçlendirdiği gibi, vücu-
dun kendini iy i leşt i rme yeteneğini de gel i ş t i r i r .
VARLIĞIN UNUTKANLIĞI
Ego daima biçimle tanımlamak, kendiniz i biçim içinde
aramak ve dolayısıyla da biçim içinde kaybetmektir. B i -
çimler sadece f i z i k se l vücutlar ve maddi nesneler değil-
dir. harici biçimlerden daha temel olanı, bilinç alanı-
mızda sürek l i ortaya çıkan düşünce biçimleridir. Bun-
lar enerj i formasyonları olarak f i z i k se l nesnelerden da-
ha az yoğunluklu ve daha hassast ı r lar ama yine de bi-
çimdirler. Z ihnin izde hiç durmadan konuşan bir ses ola-
rak algılayabileceğiniz şey, ara l ıks ı z ve tak ın t ı l ı düşün-
celerdir. Her düşünce d ikkat in i z i tamamen kendi üzeri-
ne çektiğinde, kendiniz i tamamen z ihnin izdeki sesle ve
ona eş l ik eden duygularla tanımladığınızda, kendiniz i
düşüncelerde ve duygularda kaybettiğinizde, tamamen
biçimle tan ımlan ı r s ın ı z ve dolayısıyla egonun tutsağı
olursunuz. Ego, sü rek l i tekrarlanan düşüncelerin ve
benlik duygusu eklenerek şart lanmış z ihinsel-duygusal
kal ıp lar ın bir y ığınıdır . Normalde biçimi olmayan bilinç
olan Var l ı k duygunuz biçimle karışt ığında, ego ortaya
65
ECKHART TOLLE
çıkar. Kendinizle biçimle tanımlamanın anlamı budur. Bu, Varlığın unutkanlığı, öncelikli hata, gerçekliği ka-busa çeviren mutlak ayrı l ık illüzyonudur.
DESCARTES'IN HATASINDAN SARTRE'IN İÇGÖRÜSÜNE
Modern felsefenin kurucusu olarak kabul edilen on ye-dinci yüzyı l düşünürü Descartes, ünlü sözüyle - bunu temel gerçek olarak değerlendiriyordu - büyük bir hata yapmıştı: "Düşünüyorum, öyleyse varım." Bu aslında şu sorunun cevabıydı: "Mutlak kesinlikle bilebileceğim her-hangi bir şey var mı?" Hiç şüphesiz her zaman düşündü-ğünü anlayarak ve bunu Varlık ile bağdaştırarak, kendi-ni düşünceyle tanımlamıştı. Nihai gerçek yerine aslında egonun kökenini bulmuştu ama bunu bilmiyordu.
Yaklaşık üç asır sonra, bir düşünür Descartes'ın bu sözünde neredeyse diğer herkesin gözünden kaçan bir noktayı yakaladı. Bu k i ş in in adı Jean-Paul Sartre idi. Descartes'ın "Düşünüyorum, öyleyse varım," sözünü derinden inceleyen Sartre, sonunda kendi sözleriyle şunu anladı: "'Ben' diyen bilinçle düşünen bilinç aynı değil." Bununla ne demek istemişti? Eğer düşündüğü-nüzün farkındaysanız, o farkındalık düşünme süreci-nin bir parçası olamaz; dolayısıyla, bilincin fark l ı bir boyutu olması gerekir. Ve "ben" diyen de o farkındalık-tır. İçinizde düşünceden başka bir şey olmasaydı, dü-şündüğünüzü dahi bilemezdiniz. Rüya gördüğünün
VAR OLMANIN GÜCÜ
farkında olmayan bi r i gibi olurdunuz. Rüya gören ki-l l inin rüyadaki imgelerle kendini tanımlaması gibi, siz de kendinizi düşüncelerle tanımlardınız. Birçok k i ş i hâlâ bu şekilde yaşamakta, uyurgezer gibi ortalıkta dolaşmakta, uyuduğunu dahi bilmemekte, sürekl i ola-rak aynı kabus gerçekliği yeniden yaratan zihin yapı-sının tutsağı olmaktadır. Rüya gördüğünüzü bildiği-nizde rüya içinde uyanıksınız demektir. Yani başka bir bilinç boyutu devreye girmiştir.
Sartre'ın içgörüsü muhteşemdir ama keşfettiği şeyin önemini kavrayabilmek için o da kendisini düşünceyle ta-nımlamaktadır: Yeni bir bilinç boyutunun ortaya çıkışı.
IIÜTÜN ANLAYIŞIN ÖTESİNE GEÇEN HUZUR
15u yeni bilinç boyutunu hayatlarının bir noktasında trajik bir kayıp yaşayarak keşfeden insanların sayısı çoktur. Bazı lar ı sahip oldukları her şeyi, bazıları çocuk-larını ya da eşlerini, sosyal pozisyonlarını, ünlerini ya da f iz iksel becerilerini kaybederler. Bazı durumlarda, bir doğal felaket ya da savaş yaşandığında, bütün bun-ları bir anda kaybederler ve ellerinde "hiçbir şey" kal-madığım görürler. Buna bir s ın ı r durumu diyebiliriz. Kendilerini tanımladıkları, kendilerine benlik duygusu veren her şeyleri ellerinden alınmıştır. Sonra, aniden ve açıklanamaz bir şekilde, i l k anda hissettikleri yoğun korku veya acı, yerini kutsal bir Varl ık duygusuna, de-r in bir huzura ve korkudan tam bir özgürleşmişliğe bı-
66 67
ECKHART TOLLE
rakı r . Bu fenomeni St . Paul de yaşamış olmalıydı, çün-
kü şöyle demişti : " T ü m anlayış ın ötesine geçen Tan r ı sa l
huzur. " Gerçekten de mant ık l ı görünmeyen bir huzur-
dur ve bunu deneyimleyen insanlar kendilerine şöyle
sormuş lard ı r : Böyle bir durum karş ı s ında nası l oluyor
da huzu r lu olabil iyorum?
Egonun ne olduğunu ve nas ı l çal ı ş t ığ ın ı anladığı-
nızda, bu sorunun cevabı gayet bas i t t i r aslında. Ken-
d in i z i tanımladığ ın ız , size benlik duygusu veren bi-
çimler çöktüğünde ya da el inizden alındığında, ego da
çöker, çünkü ego biçimle tanımlamadır. Geride kendi-
n i z i tanımlayabileceğiniz bir biçim kalmadığında, s iz
k im o lursunuz? E t ra f ın ı zdak i biçimler yok olduğunda
ya da ölüm yak laş ı rken, Var l ı k ya da Ben l i k duygu-
nuz, biçimle iç içe geçmişliğinden tamamen ar ın ı r :
Ruh, maddedeki tutsak l ığ ından ku r tu lu r . Öz k im l iğ i -
n i z i biçimi olmayan, her yana yayı lan bir Va r l ı k , bü-
tün biçimlerden ve tanımlamalardan çok önce var olan
bir Ben l i k olarak a lg ı lars ın ı z . İ ş te T a n r ı s a l huzur bu-
dur. K i m olduğunuzla i lg i l i nihai gerçek, ben buyum
ya da ben şuyum değil, Ben'dir.
Ne var ki t ra j i k bir kayıp yaşayan herkes bu uyanış ı
deneyimlemez. Baz ı la r ı hemen güçlü bir z ih inse l imge
ya da düşünce biçimi yaratarak, kendi ler in i şar t lar ın ,
başka insanlar ın, adaletsiz kaderin ya da T a n r ı ' n m bir
kurbanı olarak görürler. Bu düşünce biçimi ve yaratt ığı
duygular - öfke, k ı rg ın l ı k , kendine acıma gibi - hemen
bir sahte k i m l i k o luş turur ve t ra j i k kayıpla çöken diğer
tüm tanımlar ın yer in i alır. Diğer bir deyişle, ego hemen
VAR OLMANIN GÜCÜ
yeni bir biçim bulur. Bu yeni biçimin son derece mutsuz
bir k i m l i k olması egoyu hiç endişelendirmez, çünkü bir
k iml iği olduğu sürece iy i ya da kötü olmasını umursa-
maz. Asl ında, bu yeni ego daha katı, daha kas ı lm ı ş ve
daha delinmez olacaktır.
T r a j i k bir kayıp yaşandığında, ya di reni r ya da tes-
lim o lur sunuz . Baz ı insanlar derin bir k ı r g ı n l ı k yaşar-
lar; bazı lar ı ise şefkatl i , bilge ve sevgi dolu bir hale ge-
l i r ler. T e s l i m olmak, olanları içtenl ik le kabullenmek,
kendiniz i yaşama açmak demektir. Direnç, egonun
sertleşen kabuğu, içsel büzülmesidi r . Bu durumda
kendiniz i yaşama kapat ı r s ın ı z . İçsel direnç durumun-
da yapacağınız her şey - buna o lumsuz luk adını da ve-
r iyoruz - daha fazla dış direnç yaratacak ve evren s i -
z in taraf ınızda olmayacaktır; yaşam size yardım etme-
yecektir. Eğer pan ju r la r ın ı z ı kapatı rsanız , güneş ı ş ığ ı
içeri giremez. Ama içtenlikle tes l im olduğunuzda, yeni
bir bil inç boyutu kendil iğinden açıl ıverir. Eğer eyleme
geçmek, bir şey yapmak mümkün ya da gerekliyse, ey-
leminiz bütünle uyum içinde olacak ve yaratıcı zeka ya
da diğer bir deyişle koşulsuz bil inç tarafından destek-
lenecektir. O zaman şart lar ve insanlar size yardımcı
olacaktır. Hiç beklemediğiniz tesadüfler gerçekleşe-
cektir. Eğer hiçbir eylem mümkün değilse, huzur için-
de olursunuz ve tesl imiyetle b i r l i k te içsel d ingin l ik ge-
l i r , çünkü Tanr ı ' ya tes l im olmuşsunuzdur.
68 69
3. Bölüm
EGONUN ÖZÜ
Bazı insanlar kendilerini zihinlerindeki sesle - istek dışı ve sürekli düşüncelerle onlara eşlik eden duygular - öyle-sine derinden tanımlamışlardır ki z ihinlerinin esir i olduk-larını söyleyebiliriz. Bunu hiçbir şekilde fark etmediğiniz sürece, düşünen kiş iy i kendiniz sanırsınız. Bu egosal zi-hindir. Egosal diyoruz, çünkü her düşüncede - her anı, her yorum, görüş, bakış açısı, tepki veya duygu - bir benlik duygusu vardır. Ruhsal açıdan ele alırsak, bu bil inçsizl ik-tir. Düşünceleriniz, z ihniniz in içeriği, elbette ki geçmişi-nizle şartlanmıştır; yetiştiğiniz ortam, kültürünüz, aile geçmişiniz vb. gibi. Bütün zihinsel faaliyetlerinizin özün-de, sürekl i tekrarlanan belli düşünceler, duygular ve tep-ki kalıpları vardır. İşte bu k iml ik , egonun kendisidir.
Daha önce de gördüğümüz gibi, birçok durumda "ben" dediğinizde, konuşan egodur. İçinde düşünce ve
283
ECKHART TOLLE
duygu, "ben ve geçmişim" diye tanımladığınız bir y ığın
anı, farkında olmadan oynadığınız ve a l ı şkan l ık haline
gelmiş roller, mi l l iyet, din, ı r k , sosyal s ın ı f ya da polit ik
eği l imler gibi kolekt i f tanımlamalar vardır. Buna ek
olarak, sadece mülk iyet ler le değil, aynı zamanda görüş-
ler, dış görünüş, uzun sürel i k ı rg ın l ı k la r , kendiniz i baş-
kalarından daha iy i ya da daha kötü veya başarı l ı ya da
başarıs ız olarak görmeniz gibi k i ş i se l tanımlamalar da
söz konusudur.
Egonun içeriği k iş iden k iş iye değişir ama her egoda
aynı yapı iş ler. Diğer bir deyişle: Egolar sadece yüzeyde
değişir. Derinlerde hepsi aynıdır. Peki hangi şekil lerde
aynıdır? Tanımlama ve ayr ı l ı k la yaşarlar. Ego olarak
tanımladığımız, benlik içeren z ih in ürünü düşünceler
ve duygularla yaşadığınızda, k im l iğ in i z in temeli sallan-
t ı l ıd ı r , çünkü düşünce ve duygular doğalarında gelip ge-
çicidir. Her ego sü rek l i olarak hayatta kalmak, kendini
korumak ve genişletmek için mücadele eder. Ben dü-
şüncesini desteklemek için, "başkası" şeklinde bir z ı t
düşünceye ihtiyaç duyar. Kavramsal "başkası" olma-
dan, kavramsal "ben" hayatta kalamaz. Başkalar ı , on-
lar ı en çok düşmanlar ım olarak gördüğüm zaman baş-
kalar ıdır . Bu bil inçsiz egosal kal ıbın temelinde, başka-
larında hata bulma ve şikayet etme gibi egosal bir alış-
kan l ı k yatar. "Neden kardeş in iz in gözündeki çapağı gö-
rü r sünüz de, kendi gözünüzdeki merteği görmezden ge-
l i r s in i z? " dediğinde, İsa bunu kastetmişt i . Teraz in in di-
ğer ucunda, bireyler arasındaki f i z i k se l şiddet ve ulus-
lar arasındaki savaşlar vardır. İncil'de, İ sa'n ın sorusu
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
cevapsız kalmaktadır ama cevap elbette ki şudur: Çün-
kü başka bi r in i eleştirdiğimde ya da suçladığımda, bu
bana kendimi üstün ve daha büyük h issett i r iyor .
ŞİKAYET ETME VE KIRGINLIK
Şikayet etmek, egonun kendini güçlendirmek için en s ı k
başvurduğu yollardan bir idir. Her şikayet, z ihn in üretti-
ği ve s i z in tamamen inandığınız bir hikâyedir. Yüksek
sesle ya da düşüncelerinizde şikayet etmeniz arasında
hiçbir fark yoktur. Kendini tanımlayacak başka bir şey
bulamasa bile, birçok ego sadece şikayet ederek bile var-
l ığını sürdürebil i r . Böyle bir egonun etkisinde olduğu-
nuzda, özellikle başka insanlar hakkında hiç farkında ol-
madan, al ı şkanl ık olarak sürek l i şikayet ettiğinizde, ne
yaptığınız ı bi lmiyorsunuz demektir. İnsanlara olumsuz
etiketler yapışt ı rmak, yüzlerine ya da arkalarından baş-
ka insanlarla konuştuğunuzda veya sadece düşündüğü-
nüzde, genellikle bu kalıpta yer a l ı r s ın ız . Küfretmek ya
da is imler yak ış t ı rmak, etiket yapışt ı rmanın en kaba
şekl idi r ve egonun hakl ı çıkarak başkalarının üzerinde
zafer kazanması gerekir: "Serser i , aşağılık, piç!" Bütün
bunlar, karş ınızdakine söz hakkı tanımayan ve yargıla-
yan tanımlardır. Bunun bir alt seviyesinde bağırıp çağır-
mak ve hemen altında da f iz iksel şiddet gelir.
K ı rg ın l ı k , ş ikayet etme ve insanlara z ih inse l etiket
yapışt ı rmayla i lg i l i bir duygudur ve egoya daha fazla
enerj i yükler. K ı r g ı n l ı k , kendini k ızgın, saldır ıya uğra-
73
ECKHART TOLLE
mış, gücenmiş, haks ız l ığa uğramış ya da aşağılanmış
h issetmekt i r . Başka insanlara açgözlülükleri, yalancı-
l ı k la r ı , sahtekar l ı k la r ı , yapt ık lar ı şeyler, geçmişte yap-
t ı k l a r ı şeyler, söyledikler i şeyler, yapamadıkları şeyler,
yapmaları ya da yapmamaları gereken şeyler için k ı r ı -
l ı r s ı n ı z . Ego buna bayıl ır. Başkalarmdaki bi l inçs iz l iğ i
görmek yerine, bunu kendi k iml iğ in ize geçir i rs in iz. Bu-
nu k im yapıyor? İçinizdeki b i l inçs iz l i k , yani ego. Bazen
başkalarında gördüğünüz "hata" gerçekte var olmaya-
bi l i r bile. Tam bir yanl ı ş anlama, başkalarını düşman
olarak görmeye ve kendini hakl ı ya da üstün çıkarma-
ya şart lanmış bir z ihn in yans ımalar ı olabilir. Bazı za-
manlarda ise hata var olabil ir ama ona odaklandığınız-
da - bazen başka hiçbir şeyi görmeyeceğiniz derecede -
onu abart ı r s ın ız . Başkalar ında gördüğünüz şeyi kendi-
nizde güçlendir i r s in iz .
Başka lar ın ın egolarına karş ı tepkis iz kalmak, kendi
içinizdeki egonun ötesine geçmek için en etki l i yöntem-
dir ama aynı zamanda kolekt i f insan egosundan s ıy r ı l -
mak için de önemli bir adımdır. Ama ancak başka bir i -
nin davranış ın ın egosundan kaynaklandığını anladığı-
nız zaman tam bir tepk i s i z l i k durumunda olabi l i r s in iz .
K i ş i se l olmadığını anladığınızda, sonuçta tepki verece-
ğiniz bir şey de kalmaz. Egoya tepki vermeyerek, genel-
l ik le başkalarmdaki ak ı l l ı l ığ ı ortaya ç ıkar ı r s ın ı z ve bu
da, şartlanmaya kar ş ı şart lanmamış bil inçtir. Bazen
gerçekten bi l inçsiz insanlardan kendiniz i korumak için
bazı adımlar atmanız gerekebilir. Bunu onları düşman
etmeden de yapabi l i r s in iz . Ama en önemli korunmanız,
VAR. OLMANIN GÜCÜ
bil inçl i olmaktır . Ego olan bi l inçs iz l iğ i k i ş i se l leşt i rd iğ i -
nizde, karş ın ı zdak i k i ş i y i düşman edin i r s in iz . Tepk i s i z -
l i k zay ı f l ı k değil, gerçek güçtür. Tepk i s i z l iğ in diğer bir
adı da bağışlamadır. Bağışlamak, bir şeyi görmezden
gelmek, daha doğrusu onun içinden bakarak diğer tara-
f ın ı görmektir. Egonun diğer tarafına bakabildiğinizde,
her insanın özünde bulunan akl ı görürsünüz.
Ego sadece başka insanlar la i lg i l i değil, durumlar la
i lg i l i olarak da şikayet etmeyi ve k ı r ı lmay ı sever. B i r in-
sana yapabileceğiniz şeyi, bir duruma da yapabi l i r s in iz ;
yani bir durumu da düşman edinebi l i r s in iz . Şöyle düşü-
nürsünüz: Bu olmamalıydı; burada olmak istemiyorum;
bunu yapıyor olmak istemiyorum; bana haks ı z l ı k yapıl-
dı. Ve egonun en büyük düşmanı, elbette ki ş imdi, yani
hayatın kendis idir .
Ş ikayet etmek, b i r in i hatasını düzeltebilmesi için
uyarmakla kar ı ş t ı r ı lmamal ıd ı r . Ayrıca, şikayet etme-
mek, kötü davranışlara ya da kötü durumlara ses çıkar-
mamak anlamına da gelmez. Garsona çorbanızın soğuk
olduğunu ve ı s ı t ı lmas ı gerektiğini söylemenin egoyla
bir i lg is i yoktur; sonuçta tamamen tarafsız bir şekilde
gerçeği söylemektesinizdir. "Bana nası l soğuk çorba ge-
t i r i r s i n? " diye çıkışt ığınızda, ego devreye girer. Burada,
soğuk çorba yüzünden k i ş i se l olarak öfkelenmiş bir
"ben" vardır ve bu durumu olabildiğince sömürmeye ka-
rar l ıd ı r , çünkü "ben," başka b i r in i hatalı çıkarmaya ba-
y ı l ı r . Sözünü ettiğimiz şikayet etme, egonun hizmetin-
dedir, değişimin değil. Bazen ego şikayet etmeye devam
etmek için durumun değişmesini bile istemeyebilir.
98 74
ECKHART TOLLE
Belk i şu anda, herhangi bir şeyle i lg i l i ş ikayet eden
z ih in ses in i z i dinleyin ve onun fark ına varın: Egonun
sesi, şart lanmış bir düşünce kalıbından fazlası değildir.
Bu sesi fark ettiğiniz her seferinde, sesin s iz olmadığını
da an lar s ın ı z ; s i z , o sesin farkında olan fark ındal ıks ı -
nızdır . Arka planda fark ındal ık vardır. Ön planda ses,
yani düşünen vardır. Bu şekilde egodan k u r t u l u r ve
gözlenmeyen z ihn in ötesine geçersiniz. Kendi içinizdeki
egonun fark ına vardığınız an, o art ık ego değil, sadece
eski , şart lanmış bir z ih in kal ıbıdır. Ego farkında olma-
mayı gerekt i r i r . Fa rk ında l ı k ve ego bi r l ikte var olamaz-
lar. E s k i z ih in kal ıbı ya da z ih inse l a l ı şkan l ık bir süre
daha hayatta kalabi l i r ve tekrar tekrar ortaya çıkabil i r ,
çünkü sonuçta binlerce y ı l l ı k kolekt i f insan bi l inçs iz l i -
ğinin yarattığı bir ivme söz konusudur ama onu fark et-
t iğ in iz her seferinde zayıflamaya devam edecektir.
TEPKİSELLİK VE KİN
K ı r g ı n l ı k genellikle şikayet etmeyle bir l ikte oluşan bir
duygu olsa da, öfke gibi daha güçlü bir duyguyla da or-
taya çıkabilir. Bu şekilde, enerj ik açıdan çok daha yük lü
bir hale gelir. Ş ikayet etmenin ardından tepkisel l ik gelir
ki bu da egonun kendini güçlendirmek için başvurduğu
diğer bir yoldur. Tepki vermek için bir sonraki şeyi bek-
leyen çok k i ş i vardır. Rahats ız l ık duyacakları veya s in i r -
lenecekleri bir şey arayıp durur lar ve genellikle de bir
sonraki öfke nedenini bulmaları uzun sürmez. " B u çok
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
büyük bir terb iyes iz l ik , " derler. "Nas ı l cüret edersin?"
"Buna çok k ızd ım." Bazı insanlar nası l madde bağımlıs ı
olursa, bu insanlar da öfke bağımlıs ıdır lar. Şuna buna
öfkelenerek, benlik duygularını güçlendirirler.
Uzun sürel i kırgınl ığa kin adı veri l i r . Kin, sürekl i bir
duygudur ve birçok k i ş in in egosunda bu yüzden önemli yer
tutar. Kolektif k in - kan davası gibi - ulus lar ın ya da ka-
bilelerin kolektif bilinçsizliğinde uzun süre devam edebilir
ve asla sona ermeyen bir şiddet döngüsünü canlı tutar.
K in , bazen uzak geçmişte yaşanmış ama tak ın t ı l ı
düşünceler sayesinde canlı tutu lmuş bir olaydan kay-
naklanan güçlü bir olumsuz duygudur. Böyle bir du-
rumda insanlar sü rek l i "b i r i bana şunu yapmışt ı " ya da
"b i r i bize şunu yapmışt ı " deyip durur lar. Diğer yandan,
k in aynı zamanda hayatınız ın diğer alanlar ını da k i r le-
t i r . Örneğin, k in duyduğunuz k i ş i hakkında düşünür-
ken ve nefret in iz i hissederken, şu anda olan bir şeyi, şu
anda konuştuğunuz bir k i ş i y i ya da size yapılan bir şe-
yi algı lamanızı tamamen çarpıtacak olan olumsuz bir
duygusal enerj iyle ka r ş ı la ş ı r s ın ı z . Güçlü bir k in, haya-
t ın büyük bölümünü kir letmeye ve s i z i egonun tutsağı
konumunda tutmaya yeter.
Hâlâ k in güdüp gütmediğinizi, hayatınızda hâlâ ta-
mamen bağışlamadığınız bir "düşmanın" bulunup bu-
lunmadığını anlamak için kendinize karş ı son derece
dürüst olmanız gerekir. Eğer böyle bir durum söz konu-
suysa, hem duygu hem de düşünce olarak k in in fark ına
varmal ı s ın ız ; yani, nefret duygusunun yanı s ı ra, onu
canlı tutan düşünceleri de fark edebilmelis iniz. K in in i z -
77
ECKHART TOLLE
den kurtulmaya çalışmayın. Kinden kurtulmaya, bağış-lamaya çalışmak işe yaramaz. Bağışlama, ancak nefre-t in i z in sahte bir benlik duygusunu güçlendirmekten başka bir amaca hizmet etmediğini anladığınızda doğal olarak gelecek olan bir şeydir. Görmek, özgürleşmektir. "Düşmanlar ın ız ı bağışlayın," derken, İsa aslında insan zihnindeki en temel egosal yapılardan bir ini ortadan kaldırmaktan söz ediyordu.
Geçmiş, s iz i şimdide yaşamaktan alıkoyma gücüne sahip değildir. Bunu sadece geçmişe dayalı nefret ve kin yapabilir. Peki kin ya da nefret nedir? Sadece eski dü-şünce ve duygulardan oluşan bir "yük."
VAR. OLMANIN GÜCÜ
bakış açısı, bir görüş, bir yargı, bir hikâye gibi. Hakl ı ol-manız için, elbette ki başka bir inin haksız olması gere-kir ve ego da haklı olmak için başkalarını haksız çıkar-maya bayılır. Diğer bir deyişle: Daha güçlü bir benlik duygusuna sahip olabilmek için, başkalarını haksız çı-karmanız gerekir. Şikayet ve tepkisell ikle, sadece bir k i ş iy i değil, bir durumu da haksız çıkarabil irs iniz; örne-ğin "bunun olmaması gerekirdi," demek gibi. Hakl ı ol-mak, yargılanıp haksız çıkarılan bir k i ş i ya da bir du-rum karşısında size hayali bir ahlaki üstünlük kazan-dırır. Bu, egonun açlığını çektiği üstünlük duygusudur ve böylelikle kendini güçlendirir.
HAKLI OLMAK, HAKSIZ ÇIKARMAK
Şikayet etmek, başkalarında hata bulmak ve tepkisel-l ik, egonun varlığı için ihtiyaç duyduğu s ın ı r ve ayrı l ık duygusunu güçlendirir. Ama aynı zamanda, egoya bir üstünlük duygusu kazandırarak da bunu yaparlar. B i r traf ik s ık ı ş ı k l ığ ı , politikacılar, "açgözlü zenginler" ya da "tembel işs iz ler," iş arkadaşlarınız, eski eşiniz, erkekler ya da kadınlar hakkında şikayet etmenin size nasıl bir üstünlük duygusu kazandırabileceğini hemen göreme-yebi l i rs in iz. Şikayet ettiğinizde, mantık olarak siz hak-l ı s ın ızd ı r ve şikayet ettiğiniz ya da tepki verdiğiniz du-rum veya k i ş i haksızdır.
Hiçbir şey egoyu haklı olmak kadar besleyemez. Hakl ı olmak, zihinsel bir pozisyonu tanımlamaktır; bir
98 78
BİR İLLÜZYONA KARŞI KENDİNİ SAVUNMAK
Hiç şüphesiz bazı gerçekler de vardır. " I ş ı k sesten daha hız l ı yol alır," derseniz ve biri size bunun aksini söyler-se, siz kesinl ikle hakl ıs ınız, o da kesinl ikle haksızdır. Sadece şimşeğin gök gürültüsü sesinin gelmesinden ön-ce görülmesi, bunun en belirgin kanıtıdır. Dolayısıyla, sadece haklı değilsinizdir, aynı zamanda da haklı oldu-ğunuzu bi l i r s in iz . Bunda herhangi bir şekilde egodan söz edilebilir mi? Muhtemelen ama öyle olması şart de-ğildir. Sadece doğru olduğunu bildiğiniz bir şeyi ifade ediyorsanız ve iş in içine benlik duygunuzu katmıyorsa-nız, bunun egoyla hiçbir i lgis i olamaz. Ego, z ihin ve zi-hinsel bir pozisyonla tanımlamadır. Ama böyle bir du-rumda, farkında olmadan egonuzla hareket ediyor da
ECKHART TOLLE
olabil i rs iniz. Eğer karşınızdakine "İnan bana, biliyo-rum," ya da "Neden bana hiç inanmıyorsun?" diye soru-yorsanız, i ş in içine ego kar ışmış demektir. " I ş ı k sesten daha hız l ı yol alır," gibi basit ve yalın bir ifade, şimdi bir i l lüzyonun hizmetine girmiş bir gerçektir. Sahte bir "benlik" duygusuyla k i r lenmişt i r ; kişiselleşerek zihin-sel bir pozisyona dönüşmüştür.
Ego her şeyi k iş i sel olarak algılar. Duygular yükse-l i r , savunmacılık devreye girer ve hatta saldırganlık hissedilebilir. Gerçeği mi savunuyorsunuz? Hayır, ger-çek olan bir şeyin savunulmaya ihtiyacı yoktur. I ş ı k ya da ses, başka bir inin söylediğini ya da düşündüğünü dikkate almaz. As ı l savunduğunuz şey gerçek değil, kendinizs inizdir ; daha doğrusu, sahte benlik il lüzyonu-nuz. Hatta i l lüzyonun kendini savunduğunu söylemek daha da doğru olur. Basit ve doğrudan gerçekler bile kendini egosal bozukluğa sunabiliyorsa, daha az somut gerçeklerden söz edilebilecek görüşler, bakış açıları ve yargılar - hepsi düşünce biçimlerinden ibarettir - ko-layca benlik duygusunda kaybolabilirler.
Her ego, görüşleri ve bakış açılarını gerçeklerle karış-t ı r ı r . Dahası, bir olayla o olaya verilen tepki arasındaki farkı bilemez. Her ego, seçici algı ve bozuk yorumlama konusunda bir "üstat"tır. Sadece farkındalık - düşünce değil - sayesinde bir gerçekle görüş arasındaki farkı bi-lebil i rs iniz. Sadece farkındalık sayesinde şunu görebilir-s iniz: Burada bir durum var, şurada da bu durumla ilgi-li duyduğum öfke var. Sonra, aynı duruma farkl ı yakla-şımlar olabileceğini anlarsınız. Ancak farkındalık saye-
VAR. OLMANIN GÜCÜ
sinde, bir durum ya da bir kişiyle i lgi l i s ın ı r l ı bir bakış açısı sürdürmek yerine resmin tamamını görebilirsiniz.
GERÇEK: GÖRECE Mİ, YOKSA MUTLAK MI?
Basit ve kanıtlanabilir gerçeklerin ötesinde, "Ben hak-l ıyım, sen haksızs ın," görüşü gerek k iş isel i l işki lerde, gerekse uluslar, kabileler, dinler vb. arasındaki i l i şk i -lerde çok tehlikeli bir şeydir.
Ama "Ben haklıyım, sen haksızs ın," inancı, egonun kendini güçlendirmesinin en temel yollarından bir idir ve kendini haklı kı l ıp başkalarını haksız çıkarırken, in-sanlar arasında ayrım ve çatışmalara neden olmakta-dır. Peki bu, hiçbir şekilde doğru ve yanlış davranışla-rın, eylemlerin ya da inançların olmayacağı anlamına mı gelir? Bu, bazı çağdaş Hı r i s t iyan öğretilerinin zama-nımız ın en büyük kötülüğü olarak gördüğü ahlaki göre-celik değil midir?
Gerçek şu ki H ı r i s t iyanl ık tarihi, mutlak gerçeğin tek sahibi olduğuna inanmanın - diğer bir deyişle, haklı ol-manın - eylemleri ve davranışları delilik noktasına var-dıracak kadar sapkınlığa yol açabileceğinin en güzel ör-neğidir. As ı r lar boyunca görüşleri Ki l i se doktrininden bir parça saptığı ya da İncil' in dar görüşlü yorumları ("Gerçek") haklı ve kendileri haksız görüldüğü için in-sanlara işkence yaptılar ya da diri diri yaktılar. Kilise'ye göre bu insanlar o kadar hatalıydı ki öldürülmeleri gere-kiyordu. Gerçek, insan hayatından daha önemli olarak
98 80
ECKHART TOLLE
algılanıyordu. Peki Gerçek neydi? İnanı lmas ı gereken
bir hikâye; diğer bir deyişle, bir y ığın düşünce biçimi.
Kamboçya'nın manyak diktatörü Pol Pot'un öldürül-
mesin i emrettiği bir milyon insan, gözlük takanları da
kapsıyordu. Neden mi? Ona göre, tar ih in Marks i s t yo-
rumu mutlak gerçekti ve Pol Pot'un kendi yorum ekle-
melerine göre, gözlük takan insanlar eğit iml i s ın ı fa ait-
t i , yani burjuvalar, köylü ler i sömüren asalaklardı ve öl-
dürülmeler i gerekiyordu. Yeni bir sosyal düzen kurula-
bi lmesi için, onların ortadan ka ld ı r ı lmas ı şartt ı . Onun
gerçeği de bir y ığın düşünce biçiminden ibaretti.
K i l i se , göreceliğin, yani insan davranış lar ına rehber-
l i k edecek hiçbir mutlak gerçeğin bulunmadığı inancı-
nın zamanımız ın en büyük kötülüğü olduğunu düşün-
mekte kes in l i k le hakl ı ; ama onu bulamayacağınız bir
yerde ararsanız, mutlak gerçeği asla bulamazsınız:
Doktr inlerde, ideolojilerde, kural yapılarında veya hi-
kâyelerde. Bütün bunlar ın ortak noktası nedir? Hepsi
düşünceden oluşur. Düşünce, gerçeğe işaret edebilir
ama asla gerçeğin kendisi değildir. Bu yüzden Budist-
ler şöyle derler: "Ay'ı işaret eden parmak, Ay değildir."
Bütün dinler, nası l yaklaşt ığınıza bağlı olarak, aynı de-
recede doğru ve aynı derecede yanl ı ş t ı r . Onlar ı egonun
ya da Gerçeğin hizmetinde ku l lanabi l i r s in i z . Sadece
kendi d in in i z in Gerçek olduğuna inanı rsanız , d in in iz i
egonun hizmetinde ku l lan ıyorsunuz demektir. Bu şeki l -
de kul lanı ldığında, din ideoloji haline gelir ve insanlar
arasında çatışma, ayr ı l ı k ve hayali bir üs tün lük duygu-
su yaratır . Gerçeğin hizmetinde ku l lan ı ld ık lar ında ise,
VAR. OLMANIN GÜCÜ
çoktan uyanmış olan insanlar ın ruhsal uyanış yolunda
size b ı rak t ı k la r ı tabelaları ve işaret ler i görür, onları ol-
ması gerektiği şekilde izleyerek kendiniz i biçimle ta-
nımlamalardan özgür leş t i r i r s in i z .
Sadece bir tek mutlak Gerçek vardır ve diğer tüm
gerçekler ondan türemişt i r . O Gerçeği bulduğunuzda,
davranış lar ınız da onunla uyum içinde olur. İnsan dav-
ranış lar ı Gerçeği yansıtabileceği gibi, i l lüzyonu da yan-
sıtabi l i r . Gerçek söze dökülebil i r mi? Elbette. Ama keli-
meler Gerçeğin kendis i olamaz; sadece Ay' ı işaret eden
parmak olabil ir ler.
Gerçek sizden ayrılamayacak bir şeydir. Evet, Gerçe-
ğin kendis i s in iz . Onu başka bir yerde aradığınız her se-
ferinde aldanırs ın ız . Öz Var l ı k olarak s iz Gerçeğin ken-
dis i s in i z . "Ben yolum, ben gerçeğim, ben yaşamım," de-
diğinde, İsa bunu kastediyordu. Bu sözler doğru anla-
ş ı ldığı takdirde, İ sa'n ın gerçeği en güçlü ve doğrudan
işaret ettiği bölümdür. Ama yanl ış yorumlandıklar ında,
çok büyük bir engel haline gelebilirler. İsa en derindeki,
en temeldeki Ben'den söz etmişt i r ; bütün canlı ların te-
mel özü olan k iml ikten. Hayattan bizler olarak söz et-
mişt i r . Bazı H ı r i s t i yan mist ik ler , buna içteki İ sa demiş-
lerdir; Budist ler aynı şeye içteki Buda derler; H indular
için ise içte yaşayan tanr ı , Atman'dır. Kendi içinizdeki o
boyutla bağlantı kurabildiğinizde - bunu doğal olarak
yapabildiğinizde, mucizevi bir başarı olarak değil - bü-
tün eylemleriniz ve i l i ş k i l e r i n i z , derinden hissett iğ in iz
tüm yaşamın bi r l iğ in i yansıtacaktır. Bu sevgidir. Ka-
nunlar, emirler, kural lar ve tüzük ler , kendi özlerinden
98 83
ECKHART TOLLE
uzaklaşanlar için gereklidir. Ku rumsa l kanunlar ın ası l
amacı, egonun aş ı r ı uçlara kaymasını engellemektir
ama bunu bile yapamamaktadırlar.
E G O KİŞİSEL DEĞİLDİR
Kolekt i f seviyede, "B i z hakl ıy ız , s iz haks ı z s ın ı z , " şekl in-
deki z ih in yapısı, dünya üzerinde uluslar, ı rk lar , kabile-
ler, dinler ya da ideolojiler arasındaki çatışmaların uzun
sürel i , aş ı r ı ve yerel olduğu noktalarda özell ikle derin-
den kök salmış durumdadır. Çatışmanın ik i tarafında
kalan herkes, kendi ler in i kendi bakış açılarıyla tanımla-
mış, kendi "hikâyelerine" aynı derecede inanmışlardır .
İ k i taraf da diğerinin bakış açısının var olabileceğini ke-
s in l i k le kabul edememektedir. İ s r a i l l i yazar Y. Halevi,
"bi r rekabet hikâyesinin sona ermesi"nden söz etmekte-
dir ama dünyanın birçok yerinde, insanlar bunu yapa-
mamakta ya da yapmak istememektedir. İ k i taraf da
kendi ler in in mutlak gerçeğe sahip olduğuna inanmak-
tadır. İ k i s i de kendi ler ini kurban, karş ı lar ındakin i "kö-
tü" olarak görmektedir ve düşmanlar ını kavramsallaştı-
rarak insanl ıktan uzak laşt ı rmış olduklarından, birbir le-
r ine her tü r lü şiddeti uygulayarak çocukları dahi öldü-
rürken, yaratt ık lar ı acıyı ve karş ı la rmdakin in insanl ığı-
nı hissedememektedirler. Delice bir saldı r ı ve int ikam,
eylem ve tepki döngüsünde s ı k ı ş ıp kalmış lardır .
Mekanizma aynı şekilde çalışmasına rağmen, bura-
da kolekt i f "biz"e karş ı kolekt i f " s i z " egosunun bireysel
98 84
VAR. OLMANIN GÜCÜ
"ben" egosundan daha tehl ikel i , olduğunu görmekteyiz.
Bu gezegende insanlar ın bi rbi r ler ine uyguladıklar ı şid-
detin büyük bölümü, suç organizasyonlarının veya zi-
hinsel açıdan dengesiz insanlar ın i ş i değildir; tam aksi-
ne, kolekt i f egonun hizmetine g i rmiş saygın vatanse-
verlerdir. Dolayıs ıyla, bu gezegende "normal" insanla-
r ın aslında "deli" o lduklar ın ı söyleyebil i r iz. Peki bu de-
l i l iğ in temelinde yatan şey nedir? Tam olarak kendini
düşünce ve duyguyla tanımlama; yani ego.
Açgözlülük, bencill ik, sömürü, zu lüm ve şiddet, geze-
genin her yanma yayı lmış durumdadır. Bun lar ı temelde
yatan bozukluğun ya da z ih insel hastalığın bireysel ve
kolektif ifadeleri olarak görmezseniz, k i ş i se l leşt i rme ha-
tasına düşers in iz . B i r k i ş i ya da grup için bir kavramsal
k im l i k oluşturarak şöyle dersiniz: " İ ş te bu adam bu; on-
lar da onlar." Başkalarında algıladığınız egoyu k iml ik le-
riyle kar ış t ı rd ığın ızda, kendi egonuz bu yanl ış algıyı
haklı ve dolayısıyla üstün olmak sayesinde kendini bes-
lemek için ku l lan ı r ve bunu da genellikle düşman olarak
algılanan k i ş i y i aşağılayarak, ona öfke ve nefret duya-
rak yapar. Bütün bunlar, egoyu fazlasıyla tatmin eder.
S i z in le karş ın ı zdak i k i ş i arasındaki ayr ımı güçlendirir
ve bu f a r k l ı l ı k öylesine dev boyutlara ulaşı r ki art ık kar-
ş ın ızdakin in insan olduğunu, s iz in le aynı özden geldiği-
ni ve aynı Yaşam'ı paylaştığını hissedemezsiniz.
Başkalar ında güçlü şekilde algıladığınız ve onların
k iml iğiy le kar ı ş t ı rd ığ ın ı z belli egosal kalıplar, aynı za-
manda s i z in içinizde de var l ığ ın ı gösterir ama kendi içi-
nizdekini fark edemezsiniz. Dolayısıyla, aslında düş-
ECKHART TOLLE
manlar ınızdan öğrenecek çok şeyiniz vardır. Onlarda
en s in i r bozucu, en rahatsız edici olarak tanımladığınız
şey nedir? Benci l l i k le r i mi? Açgözlülükler i mi? Güç ve
kontrol iht iyaçlar ı mı? Samimiyets i z l i k le r i , sahtekar-
l ı k la r ı , şiddet eği l imler i veya başka bir şey mi? Başka
birinde rahatsız olduğunuz ve güçlü şekilde tepki verdi-
ğiniz her şey, s i z i n içinizde de vardır. Ama bir tür ego-
dan fazlası değildir ve dolayısıyla kes in l i k le k i ş i l i k dışı-
dır. O k i ş i n i n gerçekte k im olduğuyla ya da s i z in ger-
çekte k im olduğunuzla hiçbir i lg i s i yoktur. Ancak onu
ası l k im l iğ in i z le kar ı ş t ı rd ığ ın ı z takdirde benlik duygu-
nuz için tehdit o luşturabi l i r .
SAVAŞ BİR ZİHİN YAPISIDIR
Bel l i durumlarda, kendiniz i ya da başka bi r in i bir diğe-
rinden zarar görmekten korumanız gerekebilir ama sa-
vaşt ığınız şeyi kötü olarak kabul edip "kötülüğün kökü-
nü kazıma" misyonuna girişmemeye dikkat edin. B i -
l inçsizl iğe ka r ş ı savaşmak, s i z i de bi l inçsiz yapar. B i -
l inçs i z l i k ya da bozuk egosal davranış, asla saldı r ıy la
yok edilemez. Rak ib in i z i yenseniz bile, b i l inçs i z l i k s i z in
içinize geçer veya rakibiniz yeni bir görünüme bürünür.
Savaştığınız şey güçlenir; direndiğiniz şey direnir.
Bugünlerde s ı k s ı k "buna ka r ş ı savaş," "şuna k a r ş ı
savaş" diye savaş i lan la r ın ı s ı k s ı k duyuyorsunuz; ben
bu tü r sözler duyduğum her seferinde, kes in l i k le ba-
şa r ı s ı z olacağını b i l iyorum. Uyuşturucuya, suç organi-
VAR. OLMANIN GÜCÜ
zasyonlarma, terör izme, kansere, yoksul luğa ve daha
bir sü rü şeye savaş açılıyor. İ ş i n i lginç yanı, uyuş tu ru -
cuya ve suç organizasyonlar ına k a r ş ı savaş açılması-
na rağmen, son y i r m i beş y ı l içinde bu alanlarda bel i r-
gin ar t ı ş la r gözlendi. B i r l e ş i k Devletlerde hapishane-
de yaşayan insan la r ın say ı s ı 1980'de 300,000 iken,
2004 y ı l ında 2 .1 milyona f ı r ladı . Hastal ığa kar ş ı sa-
vaş, bize birçok şeyin yanında ant ib iyot ik ler i de verdi.
Başlangıçta, son derece başar ı l ıyd ı lar ve bulaşıcı has-
ta l ı k lara ka r ş ı açtığımız savaşta kazanmamız ı sağlı-
yor gibiydiler. Ş imdiyse birçok uzman, antibiyotik le-
r in yaygın şeki lde k u l l a n ı m ı n ı n bir saatl i bomba ya-
ratt ığ ın ı ve ant ibiyot ik lere ka r ş ı dirençli bakter i ler in
büyük bir o las ı l ı k la aynı has ta l ı k la r ı hortlatacağını
söylemektedir. Journal ofthe American Medıcal Asso-
ciation'a göre, B i r l e ş i k Devletlerde tıbbi tedaviler,
kalp has ta l ı k la r ı ve kanserden sonra en yaygın üçün-
cü ölüm nedeni olarak görünmektedir. Çin tıbbı ve ho-
meopati, hasta l ık lara düşman olarak yaklaşmayan ve
dolayıs ıy la ortaya çıkacak yeni hasta l ık lar yaratma-
yan çok güçlü i k i a l ternat i f t i r .
Savaş bir z i h i n yapıs ıd ı r ve bu z ih in yapıs ından
kaynaklanan tüm eylemler, ya kötü olarak algılanan
düşmanı güçlendirecek ya da savaş kazanı ld ığı tak-
dirde b i r inc i s i kadar etk i l i ve genel l ik le de daha güç-
lü yeni bir düşman, yeni bir kötü lük yaratacaktır. B i -
linç durumunuz la dış gerçekl iğiniz arasında derin bir
bağ vardır . "Savaş" gibi bir z i h in yap ı s ın ın tutsağı ol-
duğunuzda, a lg ı la r ın ı z son derece seçici bir hal a l ı r
98 87
ECKHART TOLLE
ve bozulur. Diğer bir deyişle, sadece görmek istediği-n iz i görür, onu da yanlış yorumlars ın ız . Böylesine bir aldatıcı sisteminden ne tür eylemler doğabileceğini bir düşünün. Ya da hayal etmek yerine, bu gece tele-vizyonda haberleri iz leyin.
Egoyu olduğu gibi tanıyın: Kolektif bir bozukluk, in-san z ihnin in deliliği. Egoyu olduğu gibi tanımladığınız-da, onu artık başka bir inin k iml iği olarak yanlış yorum-lamazsınız. Dahası, egoyu olduğu gibi tanımladığınız-da, ona karş ı tepkisiz kalmak da daha kolaylaşır. Ar t ık k i ş i se l olarak algılamazsınız. Şikayet etmek, suçlamak, haksız çıkarmaya çalışmak sona erer. Kimse haksız de-ğildir. sadece bir inin egosu söz konusudur, o kadar. Her-kesin aynı z ihinsel hastalığın pençesinde olduğunu an-ladığınızda, ister istemez şefkat duyarsınız. Bütün ego-sal i l i ş k i le r in parçası olan bir dramı daha fazla körük-lemezsiniz. Peki onu körükleyen nedir? Tepkisel l ik. Ego buna dayanır.
HANGİSİNİ İSTERSİNİZ; BARIŞ MI, YOKSA DRAM MI?
Barış isters iniz. Bar ı ş ı istemeyen hiç kimse yoktur. Ama içinizde dramı, çatışmayı isteyen bir şey vardır. Onu şu anda hissedemeyebilirsiniz. İçinizdeki tepkiyi tetikleyen bir durumu ya da bir olayı beklersiniz: B i r i -nin s iz i o ya da bu nedenden suçlaması, size saygı duy-maması, bölgenize iz ins iz girmesi, bir şeyleri yapma
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
tarz ın ız ı sorgulaması, para hakkında tartışması gibi... O zaman içinizde yükselen ve belki düşmanlık ya da öf-ke kıl ığına bürünmüş korkuyu, o güçlü enerji akış ını hissedebiliyor musunuz? Kendi sesiniz in sert çıktığını, bağırıp çağırdığınızı ya da s ins i bir sesle konuştuğunu-zu duyabiliyor musunuz? Z ihn in i z in pozisyonunu sa-
' vunmak, suçlamak, saldırmak, haklı çıkarmak için ya-r ı ş t ığ ım hissedebiliyor musunuz? Diğer bir deyişle, bi-l inçsiz l ik anında uyanabiliyor musunuz? İçinizde sa-vaşta olan, tehdit edildiğini hisseden ve ne olursa olsun hayatta kalmaya, bu tiyatro oyununda zafer kazanan karakter olarak kiml iğini korumaya çalışan bir şeyin varl ığını hissedebiliyor musunuz? Huzur lu olmaktansa haklı olmayı tercih eden bir şeyin varl ığını algılayabili-yor musunuz?
EGONUN ÖTESİNDE: GERÇEK KİMLİĞİNİZ
Ego savaşta olduğunda, bayatta kalmak için savaşma-nın bir illüzyondan ibaret olduğunu sakın unutmayın. O i l lüzyon kendini siz sanır. Başlangıçta Varlığa tanık olurken orada olmak kolay değildir; özellikle de ego ha-yatta kalmak için mücadeleye giriştiğinde ya da geç-mişten kaynaklanan egosal bir kalıp aktif hale geldi-ğinde. Ama bir kez tadını aldığınızda, Varl ık gücünüzü gel işt i r i r s in iz ve ego yavaş yavaş üzerinizdeki hakimi-yetini kaybeder. Böylece, egodan ve zihinden çok daha büyük bir güç hayatınıza yerleşir. Egodan kurtulmak
89
ECKHART TOLLE
için gereken tek şey, onun farkında olmaktı r , çünkü far-
k ındal ık ve ego bir arada var olamaz. Fark ındal ık , ş im-
dik i anm içinde giz l i olan güçtür. Ona aynı zamanda
Var l ı k adını vermemiz in nedeni budur. İnsan var l ığ ın ın
nihai amacı ya da diğer bir deyişle s i z i n var oluş ama-
cınız, o gücü bu dünyaya getirmektir . Egodan kur tu l -
manın gelecekte u laş ı lmas ı amaçlanan bir hedef haline
getirilemeyecek olmasının nedeni de budur. Sadece Var-
l ık s i z i egodan kur tarab i l i r ve ancak Şimdi'de var olabi-
l i r s i n i z ; geçmişte ya da yarında değil. Sadece Var l ı k içi-
nizdeki geçmişi s i lerek s i z i bilinç durumuna taşıyabil i r .
Ruhsal aydınlanma nedir? Ruh olduğunuzu anla-
mak mı? Hayır , bu bir düşüncedir. S i z i n doğum belge-
nizde yaz ı l ı k i ş i olduğunuzu söyleyen düşünceye oranla
gerçeğe bir parça daha yakındı r ama yine de hâlâ bir
düşüncedir. Ruhsal aydınlanma, algıladığım, deneyim-
lediğim, düşündüğüm ya da h issett iğ im şeyin aslında
ben olmadığını, kendimi sü rek l i kaybolmakta olan bu
şeyler içinde bulamayacağımı açıkça görebilmektir. Bu-
da muhtemelen bunu bütün çıplakl ığıyla görebilen i l k
insandı ve dolayısıyla, anata (bens i z l i k ) onun öğretisi-
nin merkez noktalarından bir i haline geldi. İ sa "Kendi-
n iz i inkar edin," dediğinde, ası l anlatmak istediği şuy-
du: Benl ik yanı lgıs ından kendiniz i kur tar ın . Eğer ben-
l ik — yani ego — gerçekten ben olsaydı, onu " inkar et-
mek" saçmalık olurdu.
Geriye kalan şey, algı ların, deneyimlerin, düşüncele-
r in ve duyguların gelip gittiği bilinç ış ığıdır . Bu Var-
l ı k ' t ı r ; daha derin olan gerçek Ben. Kendimi bu şekilde
98
VAR. OLMANIN GÜCÜ
tanıdığımda, hayatımda olup bitenlerin art ık mutlak
değil, sadece görece önemi kal ı r . Hepsini onur landır ı -
r ım ama mutlak ciddiyetini ve ağır l ığ ın ı kaybeder. As ı l
önemli olan şey şu olarak kal ı r : Temel Var l ığ ımı, gerçek
Ben'i, hayatımın her anında arka planda hissedebiliyor
muyum? Daha net konuşmak gerekirse, şu anda Ben
olan Ben'i hissedebil iyor muyum? Yoksa kendimi olay-
lara, zihne ve dünyaya mı kaptır ıyorum?
B Ü T Ü N YAPILAR DENGESİZDİR
Ne biçim al ı rsa als ın, egonun ardındaki bil inçsiz dürtü
kendim olduğumu sandığım imajı güçlendirmek ister.
Egonun ortaya koyduğu tüm davranışlar, giz l i dürtüler,
daima aynıdır: Ortaya çıkma, kendini belli etme, özel ol-
ma, kontrol etme ihtiyacı; güç, dikkat ve hep daha fazla-
sı için duyulan ihtiyaç. Ve elbette, bir ayr ı l ı k duygusu ya
da diğer bir deyişle, z ı t l ı k veya düşman ihtiyacı.
Ego daima başka insanlardan veya durumlardan bir
şeyler ister. Daima giz l i bir amaç, daima bir " l ıenüz yet-
mez" duygusu, yeters i z l i k ve doldurulması gereken bir
boşluk duygusu vardır. İ stediğini elde etmek için insan-
lar ı ve durumlar ı ku l lan ı r ve hatta bunu başardığında
bile tatmini asla uzun sürmez. Hedefleri s ı k s ı k şaşar
ve " i s t i yorum" ile "ne" arasındaki boşluk çoğunlukla sü-
rek l i bir hüzün ve acı kaynağı olarak kalır . Ş imdi kla-
s ik ler arasına g i rmiş olan " ( I Can't Get No) Satisfaction
- As la Tatmin Olamıyorum" adlı şark ı , tamamen ego-
91
ECKHART TOLLE
nun şarkıs ıdır . Egonun tüm hareketlerinin altında ya-tan temel duygu, korkudur. Önemli biri olamama kor-kusu, var olmama korkusu, ölüm korkusu gibi. Bütün hareketleri sonuçta bu korkuyu ortadan kaldırmak üze-re tasarlanmışt ır ama egonun en fazla yapabileceği şey, bunu yakın bir i l i şk iy le, yeni bir mülkle ya da şunda ve-ya bunda kazanmakla geçici olarak kapamaktır. İ l lüz-yon s i z i asla tatmin edemez. Sadece doğru şekilde anla-ş ı l ı r sa, gerçek s i z i özgür bırakabilir.
Neden korku? Çünkü ego biçimle tanımlanarak orta-ya çıkar ve derinlerde, hiçbir biçimin kalıcı olmadığını, hepsinin gelip geçici olduğunu bilir. Dolayısıyla, dışarı-dan bakıldığında güvenli görünse bile, egonun etrafın-da daima bir güvensizl ik duygusu vardır.
B i r dostumla bir l ikte California, Malibu'daki güzel bir doğal mekanda yürürken, bir zamanlar bir malika-ne olan bir binanın kalıntı larına rastladık. Anladığımız kadarıyla, yı l lar önce bir yangında y ık ı lmış t ı . Her tara-fı muhteşem bitki ler ve ağaçlarla kaplanmış kalıntı lara yaklaşırken, patikanın yan tarafında park yetki l i ler i tarafından konmuş bir tabelayla karş ı laşt ık: D İ K K A T ! B Ü T Ü N Y A P I L A R D E N G E S İ Z D İ R . Arkadaşıma dön-düm: "Bi l iyor musun," dedim, "bu çok güçlü bir sutra." Orada şaşkın şaşkın durduk. Bütün yapıların (biçimle-r in) dengesiz ve gelip geçici olduğunu anladığınızda, içi-niz i derin bir huzur kaplar. Bunun nedeni, etrafınızda-ki tüm biçimlerin gelip geçici olduğunu anlamanın, s i z i kendi içinizdeki biçimi olmayan ve ölümün ötesinde ka-lan boyuta karş ı uyandırmasıdır.
VAR. OLMANIN GÜCÜ
EGONUN KENDİNİ ÜSTÜN HİSSETMESİ GEREKİR
Egonun çevrenizdeki insanlarda ve daha da önemlisi kendinizde gözlemleyebileceğiniz gizl i ama kolayca göz-den kaçan bazı biçimleri vardır. Unutmayın: Sahte ola-nın tanımlanması, gerçeğe yaklaşmanın i lk adımıdır.
Örneğin, birine bir haber vermek üzeresiniz. "B i l iyor musun ne oldu? Bi lmiyor musun? Bak sana anlatayım." Eğer yeterince uyanıksanız, kötü olsa bile haberi ver-meden önce içinizde belli belirsiz bir tatmin hissedebi-l i r s in iz . Bunun nedeni, çok kısa bir an için bile olsa, karşınızdaki kiş iyle s iz in aranızda egonun hoşuna gi-den bir denge değişimi yaşanmasıdır. Bu kısa anda, karşınızdakinden daha fazlasını biliyorsunuzdur. His-settiğiniz tatmin, egoyla i lgi l idir ve karşınızdaki kişiye oranla daha güçlü bir benliğe sahip olmaktan kaynak-lanır. Karş ınızdaki k i ş i papa ya da B i r leş ik Devletler başkanı olsa bile, o kısacık anda daha fazlasını bildiği-niz için kendinizi ondan üstün hissedersiniz. Birçok ki-ş inin dedikoduyu sevmesinin bir nedeni budur. Buna ek olarak, dedikodu genellikle kötü niyetli eleştiri ve baş-kalarını yargılama amacını taşır; dolayısıyla, biriyle il-gili olumsuz bir yargıda bulunsanız bile, hayali ahlak üstünlüğü sayesinde egonuz güçlenir.
Eğer biri daha fazla şeye sahipse, biri daha fazlasını biliyorsa veya daha fazlasını yapabiliyorsa, egom kendi-ni tehdit edilmiş hisseder, çünkü "az" duygusu hayali benlik duygusunu diğerleri karşısında zayıflatır. Bu-
98 92
ECKHART TOLLE
nun üzerine, diğer k i ş i n i n sahip olduğu, bildiği ya da
yapabildiği şeyleri aşağılayarak, küçümseyerek veya
eleşt i rerek, kendini toparlamaya çalışır. Ya da ego fark-
lı bir stratejiye geçiş yapabilir; eğer o k i ş i başkalar ının
gözünde önemliyse, rekabet etmek yerine, o k i ş iy le bağ-
lantı kurarak kendini güçlendirmeye çalışır.
E G O V E Ü N
Tanıd ığ ın ı z birinden söz etmek, başkalar ının gözünde
"önemli" bir iyle bağlantı kurarak egonun kendini güç-
lendirmeye çalışması için kul landığı bir yöntemdir. Bu
dünyada ünlü olmanın sorunlar ından bir i , k im l iğ in i z i n
bir kolekt i f imaj ın arkasında tamamen gözden kaybol-
masıdır. Karş ı laş t ığ ın ı z çoğu insan, s i z in le bağlantı ku-
rarak k im l iğ in i - kendi k iml iğ iy le i lg i l i z ih inse l imaj ın ı
- güçlendirmek ister. Kendi ler i s i z in le hiç i lgi lenmedik-
ler in i , sadece kendi kurgu benlik duygularını güçlendir-
meye çal ı ş t ık lar ın ı fark etmeyebilir ler. S i z i n sayenizde
daha fazlası olabileceklerine inanır lar. S i z i n sayenizde
kendi ler in i tamamlamaya çalış ı r lar.
Ünün fazlasıyla önemli olması, dünyamızdaki egosal
çı lgınl ığın birçok ifadesinden sadece bir idir . Bazı ünlü-
ler de aynı hataya düşer ve kendi ler in i kolekt i f kurguy-
la tanımlar lar. K i t le ler in ve basının onlar için yaratt ığı
imaja inanarak, kendi ler in i sıradan ölümlülerden üs-
tün görmeye başlarlar. Sonuç olarak, hem kendilerine
hem de başkalarına karş ı giderek yabancılaşır lar, gide-
98 94
VAR. OLMANIN GÜCÜ
rek daha mutsuz olur lar ve kendi popülerl iklerine gide-
rek daha çok dayanmaya başlarlar. Ş i ş i r i l m i ş imaj lar ıy-
la kendi ler in i beslemeye çalışan insanlarla sar ı lm ı ş ol-
duklarından, samimi i l i ş k i l e r kuramaz hale gelirler.
Neredeyse insanüstü olarak algılanan ve dünyada
gelmiş geçmiş en ünlü insanlardan bir i haline gelen Al-
bert E inste in , kendini asla kolekt i f z ihn in kendisi için
yarattığı imajla tanımlamamış, tevazuunu korumayı
başarmışt ı . Hatta şöyle derdi: " İnsan lar ın başarı lar ım
ve yeteneklerimle i lg i l i düşündükler iy le, gerçekte k im
olduğum ve neler yapabildiğim arasında muazzam bir
çelişki var."
Ün lü bi r in in başkalarıyla samimi i l i şk i le r kurama-
masımn nedeni budur. Samimi bir i l i şk ide ego yoktur.
Samimi bir i l i şk ide, karş ın ızdaki k iş iy le aranızda açık,
i lgi l i , samimi bir paylaşım vardır. Bu, paylaşılan Var l ık
olarak adlandır ı labil i r ve her gerçek i l i şk ide mutlaka bu-
lunmak zorundadır. Ego daima bir şey ister ve eğer kar-
şısındakinden alabileceği bir şey olmadığına inanırsa, ta-
mamen i lgis iz kal ı r : S i z i umursamaz. Dolayısıyla, egosal
i l i ş k i le r in üç baskın durumu vardır: İstek, çarpık istek
(öfke, k ı rg ın l ı k , suçlama, şikayet etme) ve i lg i s i z l i k .
)
4. Bölüm
ROLLERE BÜRÜNMEK: EGONUN ÇOK YÜZLÜLÜĞÜ
Maddi kazanç, güç duygusu, üstünlük, özel olmak, fizik-sel ya da psikolojik zevk olsun, başka birinden bir şey is-teyen ego, ihtiyaçlarının karşılanması için genellikle bir çeşit role bürünür. İnsanlar genellikle oynadıkları rolle-r in farkında değillerdir, dolayısıyla kendilerinin o roller olduklarım sanırlar. Bazı roller gizlidir; bazıları açıktır ama sadece oynayan k i ş i göremez. Bazı roller, başkaları-nın dikkatini çekmek üzere tasarlanmıştır. Ego başkala-r ın ın sonuçta psişik enerjiden oluşan dikkatini çekmek için uğraşır. Ego asıl enerji kaynağının sizin içinizde oldu-ğunu bilmez ve bu yüzden onu dışarıda arar. Egonun ara-dığı şey, biçimi olmayan dikkat değil, tanınma, saygı, hayranlık, övgü gibi bir tür dikkat,ya da sadece bir şekil-de fark edilmiş olmak, böylece varlığını onaylatmaktır.
283
ECKHART TOLLE
Başkalarının dikkatinden korkan utangaç bir k i ş i de
egodan özgür değildir ama onunki, başkalarının dikkatini
hem isteyen hem de ondan korkan dengesiz bir egodur.
Korku, dikkatin ayıplama, kınama ya da eleştiri halini al-
masına yöneliktir, yani ego besleneceği yerde zayıflamak-
tan korkar. Dolayısıyla, utangaç bir k i ş in in dikkat korkusu,
dikkat ihtiyacından daha fazladır. Utangaçlık genellikle
baskın olarak olumsuz, yetersiz bulunma inancıyla i lgi l i bir
içsel imajla bir l ikte var olur. Herhangi bir kavramsal ben-
l ik duygusu - kendimi o ya da bu gibi görmek - olumlu (Ben
en büyüğüm) ya da olumsuz (Hiç iyi değilim) olmasına bağ-
lı olmaksızın, egodur. Her içsel imajın ardında, yeterince iyi
olmama korkusu yatar. Her olumsuz içsel imajın ardında
ise, başkalarından daha iyi ya da daha büyük olmak konu-
sunda gizl i bir arzu vardır. Egonun güven duygusunun ar-
dında, sürekl i bir üstünlük ihtiyacı ve bilinçsiz bir aşağılık
korkusu yatar. Buna karş ı l ık , utangaç, yetersiz ve kendini
aşağı hisseden bir ego, aslında üstünlük için güçlü bir arzu
besler. Birçok k i ş i , içinde bulundukları durum ya da karşı-
laşt ık lar ı insanlara bağlı olarak üstünlük ve aşağılık duy-
guları arasında gidip gelir. Kendi içinizde bütün bilmeniz
ve gözlemlemeniz gereken şudur: Kendinizi herhangi birin-
den üstün ya da aşağı hissettiğinizde, bu egodur.
HAİN, KURBAN, Â Ş I K
Baz ı egolar, eğer arad ık la r ı takd i r i ya da hayranl ığ ı
bulamazlarsa, başka türde dikkat le yetinmeye çalı-
VAR. OLMANIN GÜCÜ
ş ı r l a r ve bunlar ı sağlayacak rol ler oynarlar. O lumlu
dikkat çekemezlerse, bunun yerine olumsuz d ikkat
arayabi l i r ler ve bunun için başkalarında olumsuz
tepki yaratacak şeyler yapabi l i r ler . Bunu bazı çocuk-
lar da yapar; d ikkat i üzer ler ine çekmek için yara-
maz l ık yaparlar. Ego bir akt i f bedenle abart ı ldığı her
seferinde, o lumsuz ro l le r i oynamak özel l ik le önem
kazanır. Baz ı egolar, ün aray ış lar ında suç i ş le r ler .
Başka in san la r ın nefret in i çekerek, kötü ünle kendi-
le r in i belli etmeye çal ı ş ı r lar . " Lü t fen bana var oldu-
ğumu, önemsiz olmadığımı söyleyin," der gibidi r ler .
Egonun bu tü r patolojik biçimler i , normal egoların
sadece daha a ş ı r ı vers iyon lar ıd ı r .
En s ı k görülen rollerden bi r i , kurban rolüdür ve
dikkat biçimi başkalar ın ın sempatis in i , acıma duygu-
sunu kazanmaktı r . K i ş i n i n kendini kurban olarak gör-
mesi, birçok egosal kalıpta kendini belli eder; ş ikayet
etmek, gücenmek, öfkelenmek gibi. Elbette ki kendimi
kurban olarak gösterdiğim bir rolü oynamaya başladı-
ğımda, sona ermesin i istemem ve bunun için, her tera-
pist in bildiği gibi, ego " so run la r ın ın " sona ermesini is-
temez, çünkü k im l iğ in in bir parçası haline gelmiş ler-
dir. K imse "benim" üzücü hikâyemi dinlemezse, o za-
man hikâyeyi kendi kendime anlatmaya başlarım ve
kendime acıyana kadar bunu tekrar tekrar yaparım.
Böylece kendimi hayat ya da başka insanlar tarafın-
dan haks ız l ığa uğramış gibi gösterebi l i r im. Bu benim
içsel imajıma katkıda bulunur, beni başka bir i yapar
ve ego için önemli olan tek şey de budur.
98 99
ECKHART TOLLE
Birçok sözde romantik i l i ş k i l e r i n erken dönemle-rinde, "beni mutlu edecek, beni özel hissettirecek, ih-t iyaçlarımı karşı layacak" k i ş i n in dikkatini sürek l i üzerinde tutabilmek için, taraflar k a r ş ı l ı k l ı olarak özel rollere bürünürler. "Ben senin olmamı istediğin k i ş i y i oynayacağım, sen de benim olmanı istediğim k i ş i y i oynayacaksın." Bu, söze dökülmeyen bil inçaltı anlaşmasıdır. Ne var ki rol ler i sürdürmek zordur ve bu yüzden, özell ikle bir l ikte yaşamaya başladığınız-da, rol ler bir süre sonra sona erer. Peki o rollerden s ıy r ı ld ığ ın ızda ne görürsünüz? Ne yazık ki birçok du-rumda, o var l ığın gerçek özünü değil, gerçek özünün üzer in i örten şeyi görürsünüz: Rollerinden mahrum kalmış kat ıks ı z ego, acı beden ve şimdi öfkeye dönü-şen arzular ı . Muhtemelen bu öfke, temelde yatan bir korkuyu yok etmeyi ya da ihtiyaçları karş ı lamayı ba-şaramayan eşe yönelecektir.
S ı k s ık adına "âşık olmak" denilen şey, aslında bir-çok durumda egosal arzular ın ve ihtiyaçların yoğun-laşmasıdır. Başka birine, daha doğrusu o k i ş in in ima-j ına bağımlı hale gel i rs iniz. Bunun, içinde hiçbir şe-kilde bağımlı l ık bulunmayan gerçek sevgiyle i lg is i yoktur. Geleneksel aşk kavramlarından söz ederken, İspanyolca belki de en dürüst dildir: Te quiero, "seni seviyorum" anlamına geldiği kadar, "seni i s t iyorum" anlamına da gelir. "Seni seviyorum" ifadesi için kul-lanılan diğer bir söz te amo şeklindedir ve hiçbir be-l i r s i z l iğe sahip olmayan bu ifade, belki de gerçek aşk da çok ender olduğu için, nadiren kul lanı l ı r .
100
VAR. OLMANIN GÜCÜ
İÇSEL TANIMLAMALARDAN KURTULMAK
Kabile kü l tür ler i antik uygarlıklara dönüşürken, belli insanlara belli görevler verilmeye başlandı: Hükümdar, rahip ya da rahibe, savaşçı, çiftçi, tüccar, zanaatkar, iş-çi vb. B i r s ın ı f sistemi gelişti. Büyük çoğunlukla doğdu-ğunuz aileye bağlı olarak belirlenen göreviniz, kimliği-nizi, başkalarının gözündeki ve kendi gözünüzdeki " s i z " i belirledi. Göreviniz role dönüştü ama bir rol ola-rak tanınmadı: Yaptığınız iş sizdiniz ya da siz olduğu düşünülüyordu. Sadece kendi zamanlarının bazı özel insanları, Buda veya İsa gibi, s ın ı f ayrımının aslında ne kadar önemsiz olduğunu, bunun sadece biçimle tanım-lamadan ibaret olduğunu anladı ve bu tür tanımlama-ların insanları şartlandırarak koşulsuz ışığın insanla-rın içinde ış ımasını engellediğini gördü.
Çağdaş dünyamızda, sosyal yapılar daha az katı, da-ha az belirgin tanımlanmışlardır. Birçok k iş i hâlâ çev-relerinin şartlanmalarıyla yaşamasına rağmen, artık kendilerini bir görev ya da o görevle tanımlanmış bir ki-ş i l i k olarak görmemektedirler. Aslında, modern dünya-da, giderek daha fazla sayıda insan nereye uygun ol-dukları, amaçlarının ve k iml ik ler in in ne olduğu konu-sunda şaşkınl ık yaşamaktadır.
Bana "Art ık kim olduğumu bilmiyorum," diyen in-sanları genellikle tebrik ederim.. Şaş ı r ı r lar ve bana so-rarlar: "Yani kim olduğunu bilmemenin iyi bir şey oldu-ğunu mu düşünüyorsun?" Onları araştırmaya, sorgula-maya teşvik ederim. Kim olduğunu bilmemek ne de-
101
ECKHART TOLLE
mektir? "Bi lmiyorum," bir şaşkınl ık değildir. Şaşkınl ık şudur: " K i m olduğumu bilmiyorum ama bilmem gere-k i rd i " ya da "Bi lmiyorum ama bilmeye ihtiyacım var." K im olduğunuzu bilmeniz gerektiği ya da buna ihtiya-cınız olduğu inancından kurtulabi l i r misiniz? Diğer bir deyişle, kendinize bir benlik duygusu kazandırmak için kavramsal tanımlar yapmaya çalışmaktan vazgeçebilir misiniz? K im olduğunuzu bilmeniz gerektiği ya da bu-na ihtiyacınız olduğu inancından vazgeçerseniz, ne olur? Aniden kafa kar ış ık l ığ ın ız ve şaşkınlığınız yok olur. Bi lmediğinizi tam olarak kabul ettiğinizde, ger-çekten de bir huzur durumuna girersiniz ve bu da ola-bileceğinizi sandığınızdan çok daha gerçek "siz"dir. Kendinizi düşüncelerle tanımlamaya çalışmak, kendi-niz i s ınır lamaktır.
ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ ROLLER
Elbette ki fark l ı insanlar bu dünyada farkl ı rollere bürü-nürler. Başka şekilde olamaz. Entelektüel ya da f iz iksel beceriler - bilgi, yetenek ve enerji seviyeleri - söz konu-su olduğunda, insanlar birbirlerinden farklıdır. Ama asıl önemli olan bu dünyadaki fonksiyonunuz değil, kendini-zi s iz i ele geçirip oynadığınız rol olduğunuzu sanmanıza yol açacak ölçüde bu fonksiyonla tanımlamanı zdır. Rol yaptığınızda, bilinçsizsinizdir. Rol yaptığınızı fark ettiği-nizde, bu farkındalık rolle gerçek kimliğiniz arasında bir boşluk yaratır. Kendinizi tamamen oynadığınız rolle ta-
102
VAR OLMANIN GÜCÜ
nımladığımzda, bir davranış kalıbını kimliğinizle karış-t ı r ı r s ın ı z ve kendinizi fazlasıyla ciddiye alırsınız. Aynı zamanda, başkalarına sizinkine karş ı l ık gelen roller yüklersiniz. Örneğin, kendilerini tamamen rolleriyle ta-nımlamış doktorlara muayene olduğunuzda, onlar için bir insan değil, sadece bir hastasınızdır.
Çağdaş dünyada sosyal yapılar antik kültürlere oranla daha az katı olmasına rağmen, hâlâ insanların kendilerini tanımlamaktan zevk aldıkları ve böylece egolarının bir parçası haline getirdikleri birçok önceden tanımlanmış rol vardır. Bu durum, insan i l i şk i ler in in içtenliğini kaybetmesine, insancıllıktan uzaklaşmasına ve yabancılaşmaya yol açar. Önceden tanımlanmış bu roller, size rahatlatıcı bir benlik duygusu verebilir ama bunun karşılığında, kendinizi kaybedersiniz. Ordu, ki-lise, bir devlet kurumu ya da büyük bir şirket gibi hiye-rarş i yapısına sahip organizasyonlarda çalışan insan-lar, kendilerini hemen rollerine kaptırırlar. Kendinizi oynadığınız bir role kaptırdığınızda, samimi insan i l i ş -k i ler i imkansızlaşır.
Bazı önceden tanımlanmış rollere sosyal arşetipler deriz. Sadece birkaçım belirtmek gerekirse: Orta s ın ı f ev hanımı (eskisi kadar olmasa da, hâlâ yaygın); sert maço erkek; baştan çıkarıcı kadın; topluma uyum sağ-layamayan sanatçı; sanat, edebiyat ve müzik alanında bilgisini başkalarının pahalı elbiselerini veya arabaları-nı sergilediği gibi sergilemeyi seven kültür adamı (Av-rupa'da son derece yaygındır). B i r de yetişkin olarak ev-rensel rol vardır. Bu rolü oynadığınızda, kendinizi ve
103
ECKHART TOLLE
hayatı fazlasıyla ciddiye al ırs ınız. Doğallık, sevinç, mutluluk ve iyimserl ik, bu rolün parçaları değildir.
1960'larda Bi r leş ik Devletlerin Batı Sahilleri'nde baş-layan ve kısa süre içinde bütün dünyaya yayılan hippi ha-reketi, birçok gencin egosal temelli sosyal ve ekonomik ya-pılara, önceden belirlenmiş davranış kalıplarına, sosyal arşetiplere ve rollere karşı bir başkaldırısıydı. Ebeveynle-r in in ve toplumun kendilerine empoze etmeye çalıştığı rol-leri oynamak istemiyorlardı. İlginç bir şekilde, 57.000 genç Amerikalının ve 3 milyon Vietnamlının öldüğü Vietnam Savaşı'nm dehşetiyle aynı döneme denk gelmişti ve böyle-ce insanlar sistemin manyaklığını ve altında yatan zihin yapısını açıkça görebilmişti. 1950'lerde birçok Amerikalı hâlâ davranışlarında ve düşünce yapılarında fazlasıyla topluma ayak uydururken, 1960'larda milyonlarca insan, kolektif deliliğin kendini bu kadar belli ettiği bir dönemde kimlikler ini kolektif bilinçten uzaklaştırmaya başladılar. Hippi hareketi, insanlığın katı egosal yapılarının gevşedi-ğini göstermesi açısından çok önemliydi. Hareketin kendi-si dejenere olarak sona erdi ama ardında, sadece hareke-tin üyeleriyle s ın ı r l ı kalmayan bir açılım bıraktı. Bu, antik Doğu bilgeliğinin ve ruhsallığımn batıya kayarak küresel bilinç uyanışında önemli rol oynamasını sağladı.
GEÇİCİ ROLLER
Başka insanlarla i l i şk i le r in i z i tarafsızca gözlemleye-bilmek için yeterince uyanıksanız, yeterince farkın-
104
VAR OLMANIN GÜCÜ
daysanız, karş ınızdaki insana bağlı olarak konuşma-larınızda, tutumlarınızda ve davranışlarınızda, belli belirsiz değişimler gözlemleyebilirsiniz. Başlangıçta bunu başkalarında gözlemlemek daha kolay olabilir; ama sonra kendinizde de fark etmeye başlarsınız. Ça-
A
l ı şt ığmız ş i rket in yönetim kuru lu başkanıyla konuşma tarzınız, odacıyla konuşma tarzınızdan biraz fark l ı olabilir. B i r çocukla konuşma tarzınız, bir yetişkinle konuşma tarzınızdan fark l ı olabilir. Neden? Çünkü rol yapıyorsunuzdur. Ne şirket yöneticisiyle, ne odacıyla, ne de çocukla konuşurken kendiniz değilsinizdir. B i r şey almak için bir dükkana girdiğinizde, bir restorana gittiğinizde, bankaya, postaneye girdiğinizde, kendini-zi önceden tanımlanmış belli sosyal rollere bürünmüş halde bulabil irs iniz. B i r müşteri olursunuz ve ona gö-re davranır ve konuşursunuz. Tezgahtar ya da garson da size bir müşteri gözüyle bakarak kendi rol ler ini oy-narlar. Ama böyle bir durumda, insanlar yerine zihin-sel imajlar i let iş im halindedir. İnsanlar kendilerini ne kadar rolleriyle tanımlarlarsa, i l i ş k i le r i de içtenliğin-den o kadar uzaklaşır.
Sadece karşınızdaki k i ş in in kimliğiyle i lg i l i bir zi-hinsel imaja sahip olmakla kalmazsınız, aynı zamanda kendiniz için de aynı şeyi yaparsınız. Dolayısıyla, karşı-nızdaki kişiyle hiçbir şekilde i letiş im kurmuyorsunuz-dur; sadece karşınızdaki k i ş in in olduğunu sandığınız kişiyle i letişim kurduğunuzu sanıyorsunuzdur. İ l i ş k i -lerde bu kadar çok kar ı ş ı k l ı k ve çatışma yaşanmasına şaşmamak gerekir, çünkü hiç gerçek i l i ş k i yoktur.
105
ECKHART TOLLE
AVUÇLARI TERLEYEN BİLGE
B i r Zen üstadı ve rahip olan Kasan, ünlü bir soylunun cenaze törenini yönetecekti. Orada durup eyalet valisi-nin, diğer lordların ve leydilerin gelmesini beklerken, avuçlarının terlemeye başladığını fark etti.
Er tes i gün, öğrencilerini bir araya topladı ve henüz gerçek bir öğretmen olmaya hazır olmadığını i t i raf etti. Onlara, dilenci ya da kral olsun, tüm insanların önünde aynı tutumu sürdürmeyi başaramadığını açıkladı. Hâlâ sosyal rollerle ve kavramsal kimliklerle hareket ediyor, insanların eşit olduğunu anlayamıyordu. Kasan oradan ayrıldı ve başka bir üstadın öğrencisi oldu. Sekiz y ı l son-ra aydınlanmış olarak öğrencilerinin yanma geri döndü.
GERÇEK MUTLULUĞA KARŞI ROL OLARAK MUTLULUK
"Nası ls ın?" "Harikayım. Daha iy i olamazdım." Doğru mu, yanlış mı?
Birçok durumda, mutluluk insanların oynadığı bir roldür ve gülümseyen bir yüzün ardında aslında büyük bir acı vardır. Mutsuzluk dışarıdan parlak bir gülümse-me ve bembeyaz dişler arkasına gizlendiğinde, redde-dildiğinde, depresyon, y ık ım ve aşı r ı tepkiler s ık göz-lemlenen şey ler olur.
Kötü durumda olmanın normal sayıldığı ülkelerden ziyade, iy i görünmek Amerika'da egoların s ık oynadığı
VAR OLMANIN GÜCÜ
ve kendini oynamak zorunda hissettiği bir roldür. Belk i biraz abartı olabilir ama bir i bana İskandinav ülkele-rinden bir inin başkentinde sokakta yürürken insanlara gülümsediğin takdirde sarhoş muamelesi görüp aşır ı davranışlarda bulunduğun gerekçesiyle tutuklanabile-ceğini söylemişti.
Eğer içinizde bir mutsuzluk varsa, önce onun varlı-ğım kabul etmeniz gerekir. Ama "Mutsuzum," demeyin. Mutsuzluğun kim olduğunuzla bir i lgis i yoktur. Şöyle deyin: "İçimde bir mutsuzluk duygusu var." Sonra ince-leyin. Kendinizi içinde bulduğunuz bir durumun bu-nunla i lgis i olabilir. Durumu değiştirmek ya da kendi-n iz i oradan kurtarmak için yapabileceğiniz bir şey ola-bilir. Eğer yapabileceğiniz bir şey yoksa, bununla yüzle-şin ve şöyle deyin: "Pekâlâ, durum nasılsa öyle. Ya ka-bul ederim ya da kendime acırım." Mutsuzluğun önce-l i k l i nedeni asla durum değil, durumla i lgi l i düşüncele-rinizdir. Düşüncelerinizin farkında olun. Onları daima tarafsız, daima olduğu gibi olan durumdan ayırın. B i r durum var ve bununla i lgi l i düşüncelerim bunlar. Hikâ-yeler uydurmak yerine, gerçeklere bağlı kaim. Örneğin, 'Y ık ı ld ım," bir hikâyedir. S i z i s ınır lar ve etki l i hareket etmenizi engeller. "Banka hesabımda elli sent kaldı," demek bir gerçektir. Gerçeklerle yüzleştiğinizde, güç-lendiğinizi hissedersiniz. Düşündüğünüz her şeyin bel-li duygular yarattığım bilin. Düşüncelerinizle duygula-r ın ız arasındaki bağlantıyı fark edin. Kendinizi düşün-celeriniz ve duygularınızla tanımlamak yerine, arkala-rında yatan farkındalık olun.
106 129
ECKHART TOLLE
Mutluluğu aramayın. Ararsanız bulamazsınız, çün-kü arayış, mutluluğun antitezidir. Mut lu luk daima ka-çıcıdır ama mutsuzluktan özgürleşmeyi hemen başara-bi l i r s in iz ; hikâyeler uydurmak yerine gerçeklerle yüzle-şerek. Mutsuz luk doğal iy i l iğ in iz i ve içsel huzurunuzu, dolayısıyla gerçek mutluluk kaynağınızı gizler.
E B E V E Y N L İ K : R O L MÜ, F O N K S İ Y O N MU?
Birçok yetişkin, küçük çocuklarıyla konuşurken rol ya-par. Komik sesler çıkarır, komik sözler söylerler. Güya çocuğun seviyesine inerler. Çocuğa kendileriyle eşit bi-r iymiş gibi yaklaşmazlar. Ş imdi l ik ondan daha fazla bildiğiniz ya da daha büyük olduğunuz gerçeği, çocuğun sizinle eşit olmadığı anlamına gelmez. Yetişkinlerin ço-ğu, hayatlarının belli bir noktasında kendilerini en ev-rensel rollerden bir i olarak ebeveyn konumunda bulur-lar. En önemli soru şudur: B i r ebeveyn olma fonksiyo-nunu, rolün kendisi haline gelmeden yeterince iy i bir şekilde yerine getirebilir misiniz? B i r ebeveyn olmanın zorunlu kısımlarından biri, çocuğun ihtiyaçlarını karşı-lamak, çocuğun tehlike altında kalmasını engellemek ve bazen çocuğa ne yapması ya da ne yapmaması gerek-tiğini söylemektir. Ama ebeveyn olmak bir k iml ik hali-ne geldiğinde, bütün benlik duygunuzun ondan kay-naklandığını hissettiğinizde, fonksiyon hemen aşır ı vurgulanır, abartılır ve s iz i kontrol altına alır. Çocukla-ra -ihtiyaçları olan şeyi vermek, aşır ı hale gelir ve onu
188
VAR OLMANIN GUCU
şımartır; tehlike altında kalmalarını engellemek aşır ı koruyuculuğa dönüşür ve dünyayı keşfetme, kendi baş-larına bir şeyleri deneme ihtiyaçlarını bastırır. Çocuk-lara sürekl i ne yapmaları veya ne yapmamaları gerek-tiğini söylemek ise, aş ı r ı kontrolçjilük haline gelir.
Dahası, rol k iml iği belli fonksiyonlara gerek kalma-dığında bile devam eder. Ebeveynler, çocukları yetişkin olduğunda bile ebeveyn olmaktan vazgeçemezler. Ço-cuklarının kendilerine ihtiyaç duymalarına ihtiyaçları vardır ve bunu terk edemezler. Çocukları k ı r k yaşma geldiğinde bile, ebeveynleri "Ben senin için neyin en iyi-si olduğunu biliyorum" kavramından uzaklaşamazlar. Ebeveynin rolü takınt ı l ı bir şekilde devam eder ve dola-yıs ıyla hiçbir şekilde samimi bir i l i ş k i kurulamaz. Ebe-veynler kendilerini o rolle tanımlarlar ve farkında ol-madan, ebeveyn olmaktan vazgeçtiklerinde kiml ik ler i -ni kaybedeceklerinden korkarlar. Eğer yetişkinliğe ulaşmış çocuklarını kontrol etme arzuları saptırı l ırsa, onları eleştirmeye, kendisini suçlu hissettirmeye çalı-şır lar. Aslında bunu yaparken bilinçaltındaki bütün amaçları rol lerini ve dolayısıyla k iml ik ler in i korumak-tır. Yüzeyde çocukları için endişeleniyormuş gibi görü-nürler ve kendileri de buna inanırlar ama aslında sade-ce rol k iml ik ler in i sürdürme peşindedirler. Bütün ego-sal motivasyonlar, k i ş in in kendisi içindir ve bazen akıl-lıca k ı l ı k değiştirebilir; hatta egonun içinde yaşadığı ki-ş inin kendisi bile buna inanabilir.
Kendini ebeveynlik rolüyle tanımlayan bir anne ya da baba, çocukları sayesinde kendilerini daha bütün
20
ECKHART TOLLE
hissetmeye de çalışabilirler. Egonun kendi eksikl iğini kapamak için başkalarını kullanma taktiği, bu kez ço-cuklara yönelir. Eğer ebeveynin çocuklarını kullanma eğilimlerinin ardında yatan bilinçsiz varsayımlar ve motivasyonlar sese dökülüp bilinçli hale getirilebilsey-di, muhtemelen şöyle derlerdi: "Benim asla başarama-dığım şeyi senin başarmanı istiyorum; dünyanın gözün-de bir i olmanı ist iyorum ki ben de senin sayende bir i olabileyim. Beni hayal k ı r ık l ığ ına uğratma. Senin için çok büyük fedakarlıklar yaptım. Sana kendini huzur-suz ve suçlu hissettir iyorum ki böylece sonunda benim isteklerimi yerine getirebilirsin. Senin için her şeyin en iy i s in i ben bi l i r im. Seni seviyorum ve senin için doğru olduğuna inandığım şeyleri yapmaya devam edersen, ben de seni sevmeye devam edeceğim."
Bi l inçaltı motivasyonlarınızı bilinçli hale getirdiği-nizde, aniden ne kadar saçma olduklarını görürsünüz. Arkalarında yatan ego görünür hale gelirken, sapkınlı-ğını da belli eder. Konuştuğum bazı ebeveynler şöyle de-mişlerdi: "Tanrım, yaptığım şey bu muydu?" Ne yaptığı-n ız ı anladığınızda, ne kadar boşuna olduğunu da anlar-s ınız ve bu olduğunda, bilinçsiz kalıp kendiliğinden so-na erer. Farkındalık, en önemli değişim aracıdır.
Eğer kendi ebeveynleriniz bunu size yapıyorsa, onla-ra bilinçsiz ve egonun tutsağı durumunda olduklarım söylemeyin. Bu muhtemelen onları daha da bilinçsiz yapacaktır, çünkü ego savunmacı bir pozisyon alacaktır. Bunun içlerindeki ego olduğunu, gerçek kimlikler iyle bir i lgis i olmadığını s iz in anlamanız yeterlidir. Egosal
VAR OLMANIN GÜCÜ
kalıplar - uzun ömürlü olanlar bile - bazen içsel olarak direnmediğinizde kendiliklerinden çözülebilirler. Di-renç onlara sadece yeni güç kazandırır. Ama bu olmasa bile, ebeveynlerinizin davranışlarını kişiselleştirmeye ihtiyaç duymadan şefkatle kabullenebilirsiniz.
Kendi bilinçaltı varsayımlarınızın veya onlara verdiği-niz tepkilerin ardında yatan beklentilerinizin de farkında olmalısınız. "Ebeveynlerim yaptığım şeyi onaylamalı. Be-ni anlamalı ve beni olduğum gibi kabul etmeli." Gerçek-ten mi? Neden mecbur olsunlar ki? Gerçek şu ki mecbur değiller ve olamazlar da. Bil inç evrimleri henüz o farkın-dalık seviyesine ulaşmadı. Henüz kendilerini rollerinden ayırmaya hazır değiller. "Evet ama onların onayını ve an-layışını görmediğim sürece, kendimi rahat ve mutlu his-sedemiyorum." Gerçekten mi? Onların onayının ya da kı-namasının siz in gerçek kimliğinizle ne i lgis i var? Bütün bu incelenmemiş varsayımlar, çok fazla olumsuz duyguya ve çok fazla gereksiz mutsuzluğa neden olur.
Uyanık olun. Zihninizden geçen içsel konuşmalar-dan bazıları annenize ya da babanıza ait olabilir mi? Acaba şöyle bir şey söylüyor olabilirler mi? "Yeterince iyi değilsin. Asla bir şeyi hak edemiyorsun." Ya da baş-ka bir yargı ya da zihinsel kavram olabilir mi? Eğer içi-nizde farkındalık varsa, zihninizdeki sesi de olduğu gi-bi kabul edebilirsiniz: Geçmişle şartlanmış eski bir dü-şünce. Eğer içinizde farkındalık olursa, zihninizde ge-çen her düşünceye inanmanız gerekmez. E s k i bir dü-şüncedir, o kadar. farkındalık, Varl ık demektir ve sade-ce Varl ık içinizdeki bilinçsiz geçmişi çözebilir.
110 111
ECKHART TOLLE
"Eğer çok aydınlanmış olduğunuzu düşünüyorsa-nız," demişti Ram Dass, "gidip bir hafta ebeveynleriniz-le yaşayın." Bu iy i bir tavsiyedir. Ebeveynlerinizle olan i l i şk in i z , sadece bütün i l i şk i le r in i z in yapısını belirleyen temel i l i ş k i değildir; aynı zamanda da Varl ık derecenizi sınamak için iy i bir sınavdır. B i r i l işkide ne kadar çok ortak geçmiş varsa, o kadar şimdide yaşamanız gerekir; aksi takdirde, geçmişi tekrar tekrar yaşamak zorunda kal ı rs ın ız .
BİLİNÇLİ ACI
Eğer küçük çocuklarınız varsa, onlara elinizden geldi-ğince yardım edin, yol gösterin ve koruyun ama daha da önemlisi, onlara kendileri olma f ı rsat ı tanıyın. Bu dün-yaya s iz in aracılığınızla gelmiş olmaları, size ait olduk-lar ı anlamına gelmez. "Senin için neyin en iy i s i olduğu-nu ben biliyorum," inancı, çok küçük oldukları dönem-lerde doğru olabilir ama yaşlan büyüdükçe bu doğruluk azalır. Hayatlarının gidişatıyla i lg i l i onlardan ne kadar beklentiniz olursa, onlarla birl ikte olmaktan ziyade kendi z ihniniz in içinde olursunuz. Zaman içinde hata-lar yapacaklardır ve bu yüzden bazı acılara katlanmak zorunda kalacaklardır; bu herkes için geçerlidir. Asl ın-da, yaptıkları hata sadece size göre hata olabilir. Size göre hata olan bir şey, çocuklarınızın yapmaya ya da de-neyimlemeye ihtiyaç duydukları şey olabilir. Onlara eli-nizden geldiğince yardım edin ve yol gösterin ama za-
VAR OLMANIN GÜCÜ
man zaman hata yapmalarına iz in vermeniz gerektiği-ni de unutmayın; özellikle de yetişkinliğe ulaşmaya başladıkları dönemlerde. Bazen, onların acı çekmesine iz in vermek zorunda da kalabil irsiniz. Hiç nedensiz şe-kilde acı çekebilirler ya da kendi hatalarının sonuçları olarak bunu yaşayabilirler.
Onları bütün acılardan uzak tutabilseydiniz harika olmaz mıydı? Hayır, kesinl ikle olmazdı. O zaman insan olarak gelişemezlerdi ve sığ, kendi biçimsel kimlikler iy-le kalırlardı. Acı çekmek, s iz i derinliğe ulaştır ı r . İ ş in i l -ginç yanı, acı kendini biçimle tanımlamaktan kaynak-lanır ve kendini biçimle tanımlamakla kaybolur. Acı bü-yük ölçüde egodan kaynaklanır ama acı çekmek zaman içinde egoyu yok eder; ama bilinçli şekilde acı çekmeye başlayana kadar değil.
İnsanlığın acının ötesine geçmesi gereklidir ama egonun sandığı şekilde değil. Egonun en zararl ı varsa-yımlarından biri, en aldatıcı düşüncelerinden biri, "Acı çekmemeliyim" şeklindedir. Bazen bu düşünce size ya-k ın birine sıçrayabilir: "Çocuğum acı çekmemeli." Bu düşüncenin kendisi, acı çekmenin kökeninde yatar. Acı çekmenin soylu bir amacı vardır: Egonun yanıp yok ol-ması ve bilincin evrimi. Çarmıhta ası l ı olan adam, bu-nun arşetip imajıdır. O tüm insanlardır. Acı çekmeye di-rendiğiniz sürece, acı daha uzun sürecektir, çünkü da-ha fazla ego yaratacaktır. Ama acıyı kabullendiğinizde, bilinçli bir şekilde acı çektiğiniz için süreç belirgin şe-kilde hızlanır. Kendiniz adına ya da başka bir i adına acı çekme yi kabullenebilirsiniz; ebeveynleriniz ya da ço-
112 110 112
ECKHART TOLLE
cuklarınız gibi. B i l inçl i acı çekmenin ortasında değişim vardır. Acının ateşi, bilincin ış ığı haline gelir.
Ego şöyle der: "Acı çekmemeliyim." Bu düşünce, daha fazla acı çekmenize neden olur. Daima paradoksal olan gerçeğin bozulmuş bir halidir çünkü. Gerçek şu ki acının ötesine geçmeden önce, acıya evet demeniz gerekir.
B İ L İ N Ç L İ E B E V E Y N L İ K
Birçok çocuğun içinde gizlenmiş, ebeveynlerine yönelik öf-ke ve kı rgınl ık vardır ve bu duygu, genellikle ilişkilerinde samimiyetsizlik yaratır. Çocuk, ebeveyninin bir insan ola-rak yanında olmasını ister; ne kadar bilinçli şekilde oy-nansa bile, rol yapmasını istemez. Çocuğunuz için bütün doğru şeyleri ve elinizden geleni yapıyor olabilirsiniz ama elinizden geleni yapmak bile yeterli değildir. Aslında, Var-lığı ihmal ettiğiniz sürece, bir şeyler yapmak asla yeterli değildir. Ego, Varlık hakkında hiçbir şey bilmez ve bir şey-ler yaparak zaman içinde kendinizi kurtarabileceğinize inanır. Eğer egonun tutsağı olursanız, sürekli daha fazla-sını yapmakla zaman içinde sonunda kendinizi "yeterli ve tam" hissedeceğiniz bir noktaya ulaşacağınızı sanırsınız. Ama bu doğru değildir. Sadece kendinizi bir şeyler yapma-ya kaptırmış olursunuz. Bütün uygarlığımız, kendini Var-lığa dayanmayan ve bu yüzden hiçbir amaca hizmet etme-yen bir koşuşturmanın içinde kaybediyor.
Meşgul bir ailenin hayatına, çocuğunuzla olan i l i şk i -nize Varlığı nasıl getirebilirsiniz? Anahtar, çocuğunuza
VAR OLMANIN GÜCÜ
dikkatinizi vermektir. î k i tür dikkat vardır. Bir ine bi-çim temelli dikkat diyebiliriz. Diğeri ise biçimi olmayan dikkattir. Biçim temelli dikkat, elbette ki gereklidir ve onun da bir yeri ve zamanı vardır. Ama çocuğunuzla i l işkinizde sadece bu varsa, o zaman en önemli boyut eksik demektir ve Varl ık sürekli'olarak bir şeyler yap-makla engellenir. Biçimi olmayan dikkat, Varl ık boyu-tundan ayrılamaz. Peki nasıl?
Çocuğunuza bakarken, dinlerken, dokunurken, bir konuda yardım ederken, şu andan başka bir şeyle ilgi-lenmemeniz, uyanık olmanız, farkında olmanız gerekir. O anda eğer kendinizi veriyorsanız, bir baba ya da bir anne olmazsınız. farkındalık, dinginlik, dinleyen, ba-kan, dokunan ve hatta konuşan Varl ık olursunuz.
Ç O C U Ğ U N U Z U T A N I M A K
S iz bir insansınız. Bu ne demektir? Hayatta ustalaş-mak bir kontrol sorunu değil, insan ile Varl ık arasında bir denge kurmaktır. Anne, baba, eş, genç, yaşlı, oyna-dığınız roller, yerine getirdiğiniz fonksiyonlar, yaptığı-nız her şey; bütün bunlar, insan boyutuna aittir. Onun da yeri vardır ve onuriandırılması gerekir ama gerçek-ten anlamlı, tatmin edici bir i l i ş k i ya da hayat için tek başına yeterli değildir. Ne kadar uğraşırsanız uğraşın, ne kadar çabalarsanız çabalayın, insan tek başma asla yeterli olamaz. Ve bir de Varl ık söz konusudur. Onu din-gin, farkında, uyanık bir bilinçte bulabilirsiniz ve o bi-
112 110 112
ECKHART TOLLE
linç de sizs iniz. İnsan biçimdir. Var l ık biçimi olmayan-dır. İnsan ve Varl ık birbirinden ayrı değil, iç içedir.
İnsan boyutunda, hiç tartışmasız bir şekilde çocuğu-nuzdan üstünsünüzdür. Daha büyük, daha güçlü, daha bilgil i, daha deneyimli, daha beceriklisinizdir. Bütün bildiğiniz bu boyutsa, sadece bilinçaltında bile olsa ken-dinizi çocuğunuzdan üstün hissedersiniz. Çocuğunuzun da kendisini aşağı hissetmesini isterseniz; sadece bilin-çaltında olsa bile. İ l i şk inizde sadece biçim olduğundan, çocuğunuzla kendiniz arasında bir eşit l ik yoktur ve do-layısıyla elbette ki biçimsel olarak eşit değilsinizdir. Ço-cuğunuzu seversiniz ama sevginiz sadece İnsan boyu-tundadır; yani koşullu, sahiplenici ve aralıklı. Sadece Varl ık boyutundayken eşit olursunuz ve ancak kendi
. içinizdeki biçimi olmayan boyuta ulaştığınız zaman i l i ş -kinizde gerçek sevgiden söz edebilirsiniz. İçinizdeki Varl ık, bir diğerinin içindeki kendini tanır ve çocuk se-vildiğini, saygı gördüğünü, kabullenildiğini hisseder.
Sevgi, kendinizi başka birinde görmektir. O zaman karşınızdaki k i ş in in "başkalığı" sadece İnsan boyutun-daki bir i l lüzyon olarak kendini gösterir. Her çocuğun içindeki sevilme özlemi, aslında bu tanınma özlemidir; biçim seviyesinde değil, Var l ık seviyesinde. Eğer ebe-veynler çocuğun sadece İnsan boyutunu onurlandırır ve Varlığı ihmal ederse, çocuk i l i ş k in in tatmin edici olma-dığını, önemli bir şeyin eksik olduğunu hisseder ve do-layısıyla, çocuğun içinde ebeveynlerine karş ı bir öfke ve acı oluşur. "Neden beni tanımıyorsunuz?" Acı veya öfke-nin söylediği şey aslında budur.
VAR OLMANIN GÜCÜ
B i r başkası s i z i tanıdığında, bu tanıma Var l ık bo-yutunu i l i ş k i n i n her i k i ucundaki insan için daha faz-la bu dünyaya çeker. Dünyayı kurtaracak olan sevgi budur. Bunu özellikle çocuğunuzla i l i ş k in i z bağla-mında anlatıyorum ama aynı prensip, elbette ki bü-tün i l i ş k i le r için geçerlidir. *
" Tanr ı sevgidir" denir ama bu tam olarak doğru değildir. Tanr ı , sayısız yaşam biçiminin içinde ve öte-sindeki Tek Yaşam'dır. Sevgi ik ic i l l iğ i vurgular: Se-ven ve sevilen, kaynak ve hedef. Dolayısıyla, sevgi ik ic i l l iğ in dünyasındaki tekliği tanımaktır. Bu, Tan-r ı 'n ın biçim dünyasındaki doğuşudur. Sevgi, dünyayı daha az dünyevi, daha az yoğun, i lahi boyuta karş ı daha duyarlı ve şeffaf k ı lar ; böylece, bilincin ı ş ığ ı dünyaya girebilir.
ROL YAPMAKTAN VAZGEÇMEK
Herhangi bir durumda sizden isteneni, role dönüş-türmeden yapmak, hepimizin öğrenmek için burada bulunduğumuz yaşama sanatının temel dersidir. Eğer bir eylemi k iml iğ in iz i korumak ya da güçlendir-mek yerine sadece yapılması gerektiği için yaparsa-nız ve kendinizi onunla tanımlamazsanız, yaptığınız her şeyde en güçlü olursunuz. Her rol, bir benlik kur-gusudur ve onun aracılığıyla her şey k iş i sel leş i r , böy-lece yozlaşır ve z ih in yapımı "küçük ben" tarafından bozulur. Bu dünyanın güç merkezlerinde bulunan ço-
112 110 112
ECKHART TOLLE
ğu insan - politikacılar, televizyoncular, din ve iş dünyasının l iderleri, tamamen kendi rolleriyle ta-nımlanı r lar ve bu konuda çok az i s t i sna vardır. Onla-ra V I P gözüyle bakı labil i r ama aslında bu egosal oyunda kendi ro l ler in i oynayan insanlardan daha fazlası değildirler; oyun çok önemliymiş gibi görünse de, aslında gerçek amacından sapar. Shakespeare'in deyimiyle, "bir aptal tarafından anlatılan, gürültü ve bağırış çağırışlarla dolu, hiçbir mesaj vermeyen bir hikâye." İ ş i n ilginç yanı, Slıakespeare bu sonuca var-dığında, daha televizyon icat edilmemişti bile. Eğer egosal dünya dramının herhangi bir amacı varsa, o da dolaylı bir amaçtır: Gezegen üzerinde giderek da-ha fazla acıya neden olmaktadır ve her ne kadar ego yaratımı olsa da, acı aynı zamanda egonun da sonu-dur. Egonun içinde yanıp k ü l olduğu ateştir.
Rol yapan karakterlerle dolu bir dünyada, z ih in ürünü imajlar yansıtmayan ama Varl ığın özüne de-rinden bağlı olan birkaç k i ş i - böyle insanlar televiz-yonda, basında ve hatta iş dünyasında bile vardır -olduklarından daha büyükmüş gibi görünmeye çalış-mak yerine sadece kendileri olanlar, bu dünyada öne çıkanlar ve gerçekten fark yaratacak olanlardır. On-lar, yeni bil inci getirenlerdir. Yaptık lar ı her şey, bü-tünsel amaçla uyum içinde oldukları için güçlenir. Ama etki ler i yaptıklarından çok daha öteye geçer. Sa-dece var l ı k la r ı bile - basit, doğal, varsayımsız - bağ-lantıya girdik ler i herkes üzerinde değiştirici bir etki yapar.
VAR OLMANIN GÜCÜ
Rol yapmadığınızda, yaptığınız şeyde ego olamaz. Çünkü benliğinizi korumak ya da güçlendirmek gibi gizl i bir amacınız yoktur. Sonuç olarak, eylemlerinizde çok daha fazla güç olur. Tamamen duruma odaklanırsı-nız. Onunla bir olursunuz. Özel bir i olmaya çalışmazsı-nız. Tamamen kendiniz olduğunuzda, en güçlü, en etki-li siz olursunuz. Ama kendiniz olmak için çabalamayın. Bunu ya da şunu yapmak için çabalamaya başladığınız anda, rol yapıyorsunuz demektir. "Sadece kendiniz olun," iy i bir tavsiyedir ama aynı zamanda yanlış da an-laşılabilir. O zaman zihin araya girerek şöyle diyecek-tir: "B i r bakalım. Nası l kendim olabilirim?" Ve bir stra-teji geliştirecektir: "Kendim olmak." Başka bir rol. "Na-s ı l kendim olabilirim?" aslında yanlış bir sorudur. Ken-diniz olmak için bir şey yapmanız gerektiğini belirtir. Ama burada nasıldan söz edemezsiniz, çünkü zaten kendinizsinizdir. Sadece kimliğinize fazladan yük ekle-meyi bırakın. "Ama k im olduğumu bilmiyorum ki. Ken-dim olmanın ne demek olduğunu bilsem..." Eğer k im ol-duğunuzu bilmemek konusunda tamamen rahat olabi-l irseniz, o zaman geride kalan gerçekte kim olduğunuz-dur; insanın ardındaki Varlık, zaten tanımlanmış olan bir şeyden ziyade saf bir potansiyeldir.
Kendinizi tanımlamaya çalışmaktan vazgeçin, bunu ne kendinize ne de başkalarına yapmayın. Ölmezsiniz, merak etmeyin. Tam aksine, yaşamaya başlarsınız. Başkalarının s iz i nasıl tanımladığıyla da ilgilenmeyin. Onlar s iz i tanımladıklarında, kendilerini s ınır lar lar ve bu da onların sorunudur. İnsanlarla paylaşıma girdiği-
112 110 112
ECKHART TOLLE
nizde, bir fonksiyon ya da rol olarak orada kalmayın, Varl ık olarak orada olun.
Ego neden rol yapar? İncelenmemiş bir varsayım, te-mel bir yanlış, bilinçsiz bir düşünce yüzünden. Düşün-ce şudur: Ben yeterli değilim. Başka bilinçsiz düşünce-ler onu izler: Tamamen kendim olabilmek için, rol yap-mak zorundayım; daha fazla ben olabilmek için daha fazlasına sahip olmalıyım. Ama zaten olduğunuzdan daha fazlası olamazsınız, çünkü f iz iksel ve psikolojik bi-çiminizin altında Hayat'ın kendisiyle birsinizdir. Biçim olarak, daima birilerinden aşağı ve birilerinden üstün olacaksınızdır. Temelde, aslında kimseden üstün ya da aşağı değilsinizdir. Gerçek özgüven ve gerçek tevazu, bu anlayıştan doğar. Egonun gözünde, özgüven ve teva-zu birbirine zıtt ı r . Gerçekte ise aynıdırlar ve tektirler.
PATOLOJİK EGO
Kelimenin daha geniş anlamıyla, aldığı biçim ne olursa olsun, egonun kendisi zaten patolojiktir. Kelimenin an-t ik Yunan kökenine baktığımızda, bu terimin egoya uy-gulandığında ne kadar uygun düştüğünü görürüz. Keli-me normalde bir hastalığı tanımlamak için kullanılma-sına rağmen, aslında acı çekmek anlamına gelen pathos kelimesinden türemiştir. Buda bunu 2.600 y ı l önce in-san durumunun özelliği olarak keşfetmişti.
Egonun tutsağı olan bir k i ş i , acı çekmeyi acı çekmek olarak algılamaz, herhangi bir duruma verilecek en
VAR OLMANIN GÜCÜ
doğru tepki olarak görür. Kendi körlüğünde, ego kendi-si ve başkaları üzerinde yarattığı acıyı görmez. Mutsuz-luk, egonun yarattığı salgın bir zihinsel-duygusal has-talıktır. Gezegenimizin çevre kir l i l iğine eşit bir miktara sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Öfke, endişe, nefret, k ı rgın l ık , hoşnutsuzluk, kıskançlık, gıpta vb. olumsuz olarak algılanmaz, tamamen yanlış değerlen-di r i l i r ve başka bir i ya da bir dış etkenden kaynaklan-dığı iddia edilerek haklı çıkarılır. "Acım için seni sorum-lu tutuyorum." Egonun söylediği şey budur.
Ego bir durumla o durum hakkındaki yorumu ve tepkisi arasında bir ayırım yapamaz. "Ne kötü bir gün," diyebilirsiniz ve bunu yaparken, soğuk, rüzgâr, yağmur ya da tepki verdiğiniz her neyse, aslında kötü olmadığı-nı anlamazsınız. Onlar her nasılsa öyledir. As ı l kötü olan tepkiniz, içsel direnciniz ve o direncin yarattığı duygudur. Shakespeare'in dediği gibi, " İ y i ya da kötü di-ye bir şey yoktur; sadece düşünce onu isimlendirir." Da-hası, egoyu güçlendirdiği için, aslında ego acı çekmek-ten ya da olumsuzluklardan hoşlanır.
Örneğin, öfke veya kırgınlık, ayrı l ık duygusunu vurgu-ladığı için egoyu fazlasıyla güçlendirir ve başkalarının başkalığını vurgularken, "haklı olmak" gibi bir zihinsel kale yaratır. Bu tür olumsuz düşüncelerin vücudunuzun içinde yarattığı fizyolojik değişimleri gözlemleyebilseydi-niz, kalbin çalışmasını nasıl zorladığını, sindirim ve bağı-ş ık l ık sistemlerini nasıl zayıflattığım görebilseydiniz, bu tür durumların gerçekten de patolojik olduğunu, zevk de-ğil, acı çekmek anlamına geldiğini kolayca anlardınız.
110 121
ECKHART TOLLE
Olumsuz bir durumda olduğunuzda, içinizde o olum-suzluğu isteyen, onu zevk olarak algılayan ya da istedi-ğinizin o olduğuna s i z i inandıran bir şey vardır. Aks i takdirde, k im olumsuzluğa takı l ı kalmak, kendilerini ve başkalarını üzücü durumlara sokmak, kendi vücu-dunda hastalık yaratmak ister ki? Dolayısıyla, içinizde bir olumsuzluk hissettiğiniz her seferinde, eğer içinizde bundan zevk alan bir şeyin varl ığını fark ederseniz, he-men egonun farkına varmaya başlarsınız. Bu olduğu anda, kimliğiniz egodan farkındalığa kayar. Dolayısıyla ego zayıflar ve farkındalık güçlenir.
Eğer olumsuzluğun ortasında "Şu anda kendi acı-mı kendim yaratıyorum," diyerek farkına varı rsanız, şartlanmış egosal durumların ve tepkilerin s ın ı r lar ı -nın ötesine geçmeye başlarsınız. Böylelikle farkında-l ı k sayesinde size gelecek sonsuz olası l ık için kapıyı aralamış olursunuz; o zaman herhangi bir durumla başa çıkmak için daha zekice yollar bulabi l i rs iniz. Mutsuz luğunuzu aptallık olarak tanımladığınız an-da, kendiniz i ondan özgür k ı la r s ın ı z . Olumsuzluk, ze-ka değildir. Daima egodur. Ego ak ı l l ı olabilir ama ze-ki değildir. A k ı l l ı l ı k kendi küçük hedeflerini izler. Ze-ka, her şeyin birbir iyle bağlantılı olduğu büyük resmi görür. A k ı l l ı l ı k k i ş i se l çıkarlara hizmet eder ve son derece dar görüşlüdür. Çoğu politikacılar ve işadam-lar ı akı l l ıdır . Ama çok azı zekidir. A k ı l l ı l ı k sayesinde elde edilen şeyler, k ısa ömürlüdür ve daima zaman içinde kendi sonlarını getirir ler. A k ı l l ı l ı k bölücüdür; zeka bir leşt ir icidir.
27 1
VAR OLMANIN GÜCÜ
A R K A P L A N D A K İ M U T S U Z L U K
Ego ayr ı l ık yaratır ve ayr ı l ık da acıya yol açar. Ego bu yüzden açıkça patolojiktir. Öfke, nefret ve benzeri duygulardan ayrı olarak, olumsuzluğun daha gizl i bi-çimleri de vardır, sabırs ız l ık? s in i r l i l i k , endişe ve bık-k ı n l ı k gibi. Çoğu insanın içsel durumunu biçimlendi-ren arka plandaki mutsuzluğu bunlar oluşturur. On-lar ı fark edebilmek için son derece uyanık olmanız ve anda yaşamanız gerekir. Bunu yaptığınızda, uyan-maya başlarsınız ve z ihnin yanlış tanımlamaların-dan uzaklaş ı rs ın ız .
Bu, s ık s ık gözden kaçırılan ama son derece yaygın olan bir olumsuz durumdur. Size de tanıdık gelebilir. S ı k s ık geri planda kalan bir k ı rg ın l ık olarak tanımla-nabilecek belli belirs iz bir hoşnutsuzluk hissediyor musunuz? Birçok k i ş i , hayatlarının büyük bölümünü bu durumda geçirirler. Kendilerini o kadar onunla ta-nımlamışlardır ki geri çekilip tam olarak göremezler. Bunun temelinde, belli bilinçaltı inançları ya da diğer bir deyişle düşünceler yatar. Bu düşünceleri düşünme şekliniz, uyurken rüya görmeniz gibidir. Diğer bir de-yişle, o düşünceleri düşündüğünüzün farkında olmaz-s ınız ; t ıpkı rüyadayken rüya gördüğünüzün farkında olmadığınız gibi.
Size arka plandaki mutsuzluğu destekleyen en yay-gın düşüncelerden bazılarını vereceğim. İçeriklerini ayırdım ama yapıları olduğu gibi duruyor. Bu şekilde daha belirgin olacaklardır. Hayatınızın arka planında
38
E C K H A R T T O L L E
bir mutsuzluk olduğunu hissettiğiniz her seferinde (ya da ön planında), aşağıdaki düşünce kalıplarının hangi-ler in in uygun olduğunu inceleyin ve kendi özel duru-munuza göre içeriklerini kendiniz doldurun:
"Huzurlu (mutlu, tatmin, vb.) olabilmem için, önce hayatımda olması gereken bazı şeyler var. Bunun henüz olmaması beni üzüyor. Belki de bu üzüntüm sayesinde sonunda olur."
"Geçmişte olmaması gereken bir şey oldu ve bu beni çok üzüyor. Eğer o olay olmasaydı, şimdi huzurlu ve mutlu olacaktım."
"Şimdi olmaması gereken bir şey oluyor ve huzurlu olmamı engelliyor."
Bu bilinçaltı düşünceler genellikle bir kişiye yönelti-l i r ve "oluyor," bu durumda "yapıyor"a dönüşür.
"Huzurlu olabilmem için bunu ya da şunu yapman gerek. Bunu henüz yapmadığın için sana kırgınım. Bel-ki kırgınlığım sayesinde artık bunu yaparsın."
"Geçmişte yaptığın (ya da yaptığım,), söylediğin ya da yapamadığın bir şey, şimdi mutlu olmamı engelliyor."
"Şimdi yaptığın ya da yapamadığın bir şey, mutlu ol-mamı engelliyor."
124
VAR OLMANIN GÜCÜ
M U T L U L U Ğ U N S I R R I
Yukarıdakilerin hepsi gerçeklikle karışt ı r ı lan varsa-yımlar, incelenmemiş düşüncelerdir. S i z i şimdi huzur lu olmadığınıza ya da olamayacağınıza inandırmak için egonun kurguladığı hikâyelerdir. Huzur lu olmak ve kendiniz olmak, aslında aynı şeydir. Ego der ki: Belk i gelecekte bir gün, huzur lu olabileceğim; eğer bu, şu ya da o olursa, bunu ya da şunu elde edersem. Ya da şöyle der: Geçmişimde olan bir şey yüzünden asla huzur lu olamayacağım. Eğer başka insanların hikâyelerini din-lerseniz, şöyle bir başlıkla karş ı laş ı rs ın ız : "Şimdi Ne-den Huzur lu Olamıyorum." Ego, huzur lu olmak için tek f ı rsat ınız ın şimdide olduğunu bilmez. Ama belki de bili-yordur ve s iz in de keşfetmenizden korkuyordur. Sonuç-ta huzur, egonun sona ermesidir.
Şimdi nasıl huzurlu olabilirsiniz? Şu anla barış yapa-rak. Unutmayın, hayat oyununu sadece "şimdi"de oyna-yabilirsiniz. Başka bir zaman ya da yer olamaz. Şu anla barış yaptığınız anda, neler olduğunu görün, neler yapa-bildiğinizi veya ne yapmayı seçebildiğinizi ya da hayatın s iz in sayenizde neler yaptığını görün. Yaşam sanatını özetleyen, bütün başarıların ve mutluluğun s ı r r ın ı veren sadece üç kelime var: Yaşamla B i r Olun. İnsanın yaşam-la bir olması, şimdiyle bir olmasıdır. O zaman aslında ha-yatı yaşamadığınızı, hayatın s iz in sayenizde yaşadığım görürsünüz. Hayat dansçıdır ve siz de danssınız.
Ego gerçekliğe karş ı k ı rgın olmayı sever. Gerçeklik nedir? Her neyse o. Buda buna tatata derdi; hayatın böy-
125
ECKHART TOLLE
leliği. Yani şu an nasılsa öyle. Anın böyleliğine karş ı çık-mak, egonun temel özelliklerinden bilidir. Egonun bes-lendiği olumsuzluğu ve bayıldığı mutsuzluğu yaratan şey budur. Bu şekilde kendinize ve başkalarına acı çekti-r i r s in i z ve ne yaptığınızı, aslında dünyada cehennemi ya-rattığınızı bile bilmezsiniz. Farkında olmadan acı yarat-mak; işte bilinçsiz yaşamanın özü. Bu, tamamen egonun esi r i olmak demektir. Egonun kendini tanıyamaması ve ne yaptığını görememesi, inanılmazdır. Başkalarına acı çektiren şeyler yapar ve bunun farkına bile varmaz. Bu işaret edildiğinde, öfkeyle inkar eder, akıllıca tartışmala-ra gir iş i r ve gerçekleri çarpıtmak için kendini haklı çı-karmaya çalışır, insanlar bunu yapar, şirketler bunu ya-par, hükümetler bunu yapar. Diğer her şey başarısız ol-duğunda, ego bağırıp çağırmaya, ve hatta f iz iksel şiddete başvurur. Komandoları gönderin. İsa'nın çarmıhtayken söylediği sözlerin anlamını ancak şimdi anlayabiliyoruz: "Onları bağışla, çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar."
Binlerce yı ldır insanlığı etkisi altında tutan acıya son vermek için, önce kendinizden başlamalı, içsel du-rumunuzla i lg i l i sorumluluğunuzu kabul etmelisiniz. Bu da şimdi demektir. Kendinize şöyle sorun: "Şu anda içimde herhangi bir olumsuzluk var mı?" Sonra uyanık olun ve hem duygularınızı hem de düşüncelerinizi göz-lemleyin. Daha önce sözünü ettiğim mutsuzluğu izle-yin. Bu mutsuzluğu gerçeklikle açıklamaya ve hakl ı çı-karmaya çalışan düşüncelere karş ı dikkatli olun. Kendi içinizdeki olumsuz bir durumun farkına varmanız, ba-şarısız olduğunuz anlamına gelmez; tam aksine, başarı-
VAR OLMANIN GÜCÜ
lı olduğunuz anlamına gelir. O farkındalık başlayana kadar, insan kendini içsel durumuyla tanımlama eğili-mindedir ve bu tanımlama da egodur. farkındalıkla birl ikte düşüncelerden, duygulardan ve tepkilerden uzaklaşmak gelir. Bu, inkarla karıştır ı lmamalıdır. Dü-şünceler, duygular veya tepkrler tanınır ve tanındıkları anda, otomatik olarak çözülür. O zaman benlik duygu-nuzda belirgin bir değişiklik olur: Daha önce duyguları-nız, düşünceleriniz ve tepkilerinizdiniz; şimdi ise o du-rumlara tanık l ık eden Var l ıks ın ız .
" B i r gün egomdan kurtulacağım." Bunu kim söylü-yor? Ego! Egodan kurtulmak hiç de o kadar büyük bir iş değildir; tam aksine, çok basittir. Bütün yapmanız gere-ken, kendi düşüncelerinizin ve duygularınızın farkında olmaktır. Bu gerçekte bir "yapış" değil, bir "görüş"tür. Bu açıdan, kendinizi egodan kurtarmak için yapabilece-ğiniz bir şey olmadığını söylemek doğrudur. Bu değişik-l i k gerçekleştiğinde, düşünceden farkındalığa geçtiği-nizde, egonun aklından çok daha büyük bir zeka haya-t ın ız ı kontrol altına alır. Duygular ve hatta düşünceler bile farkındalık sayesinde kiş isel l ikten uzaklaşır. K i ş i -l i k s i z doğaları tanınır. Ar t ık içlerinde benlik kalmaz. Sadece insan duyguları, insan düşünceleridir. B i r hikâ-yeden ibaret olan bütün kiş isel geçmişiniz, bir yığın dü-şünce ve duygu, ikincil derecede öneme sahip olur ve ar-t ık bil incinizin en yüksek noktasını meşgul etmez. Ar-t ık k iml ik duygunuzun temelini oluşturan şey onlar de-ğildir. S iz Varlığın ışığı, tüm düşünce ve duygulardan önce var olan farkındalık olursunuz.
110 121
E C K H A R T T O L L E
E G O N U N P A T O L O J İ K B İ Ç İ M L E R İ
Daha önce gördüğümüz gibi, eğer kelimeyi daha ge-niş anlamıyla kul lanı rsak, ego temel doğasında pato-loj ikt i r . Birçok z ih insel rahats ız l ık , normal bir kişide görülen aynı türde egosal özelliklerden oluşur ama bazı durumlarda o kadar güçlü bir hale gelir ki pato-loj ik doğaları şimdi k i ş i n in kendisi dışında herkes için son derece açıktır.
Örneğin, birçok normal insan, kendilerini oldukla-rından daha önemli, daha özel göstermek ve başkala-r ın ın gözündeki imaj lar ını güçlendirmek için zaman zaman yalan söyleyebilirler; k im oldukları, başarıları, yetenekleri, sahip oldukları şeyler ve egonun kendini tanımladığı daha birçok şey konusunda. Ama egonun yetersiz l ik duygusuyla ve "daha fazla" olma ihtiyacıy-la güdülenen bazıları, yalan söylemeyi al ışkanlık hali-ne getirirler. Size kendileri ve geçmişleri hakkında söyledikleri şeylerin çoğu, tam bir hayal ürünü, ego-nun kendini daha büyük ve daha özel hissetmek için kurguladığı bir hikâyeden ibarettir. Büyüklük tutku-lar ı ve ş i ş i r i lm i ş içsel imajları bazen başkalarını inan-dırabilir ama genellikle uzun sürmez. Etraflar ındaki çoğu k i ş in in durumun tam bir kurgudan ibaret oldu-ğunu anlamaları zor olmaz.
Adına paranoid şizofreni ya da sadece paranoya de-nen zihinsel hastalık, temelde egonun abartılmış hali-dir ve z ihnin temelde yatan bir korkuyu hakl ı çıkar-mak için uydurduğu bir hikâyeden ibarettir. Hikâye-
VAR OLMANIN GÜCÜ
nin temel unsuru, belli insanların (bazen insanların çoğu ya da tüm insanlar) bana karş ı komplo kuruyor-dur, beni kontrol etmeye ya da öldürmeye çalışıyordur. Hikâyenin bazen içsel bir tutar l ı l ığ ı ve mantığı vardır; dolayısıyla başkalarını da inandırabilir. Bazen organi-zasyonların veya ülkelerin bile temellerinde paranoid inanç sistemleri olabilir. Egonun korkular ı ve başka insanlara kar ş ı güvensizliği, algılanan hatalarına odaklanarak ve bu hataları insanların k iml ik ler iy le birleştirerek başkalarının "başkalığını" vurgulama ça-bası, bir parça i ler i götürülerek insanları canavarmış gibi gösterir. Egonun başka insanlara ihtiyacı vardır ama asıl ik i lemi, derinlerde onlardan korkması ve nef-ret etmesidir. Jean Paul Sartre'm "Cehennem başka insanlardır" sözü, aslında egonun sözüdür. Paranoya-ya yakalanmış bir k i ş i , sürekl i olarak cehennemi ya-şar ama içinde belli ölçülerde egosal kalıpların kendi-ni gösterdiği herkes, cehennemi belli bir ölçüde hisse-der zaten. İçinizdeki ego ne kadar güçlüyse, o kadar büyük olası l ıkla hayatınızdaki sorunlar için başka in-sanları suçlarsınız. S i z in de başkaları için hayatı zor-laştırma olasıl ığınız yüksek olur. Ama elbette ki bunu kendiniz göremezsiniz. Durum daima başkalarının si-ze bir şeyler yapması şeklindedir.
Paranoya dediğimiz z ihinsel hastalık, aynı zaman-da kendini her egoda bulunan başka bir semptom ola-rak da ifade eder ama paranoyada daha aşı r ı bir biçi-me bürünür. Bu rahatsızlığa yakalanmış olan k i ş i ne kadar zulme uğradığını, insanların arkasından iş ler
128 129
ECKHART TOLLE
çevirdiğini ya da tehdit edildiğini düşünürse, kendi benlik duygusunu o ölçüde evrenin merkezi olarak gö-rü r ve başka insanlar açısından kendini o denli özel ve önemli hisseder. Kurban olma duygusu, başka insan-lar tarafından haksızl ığa uğramış olma hiss i , ona ken-dini çok özel hissett i r i r . Kendini kandırma sisteminin temelini oluşturan hikâyede, genellikle kendisini hem kurban hem de dünyayı kötü güçlerden kurtaran po-tansiyel kahraman olarak görür.
Kabilelerin, u lus lar ın ve dinî organizasyonların kolekt i f egosu, s ık s ık güçlü bir paranoya unsurunu barındır ı r : Kötülere kar ş ı biz. İnsanl ığın çektiği acı-lar ın büyük bölümünün nedeni budur. İspanyol Engi-zisyonu, kâf i r le r in ve "cadıların" yakı l ı ş ı , uluslarara-sı i l i ş k i l e r i n sonunda B i r inc i ve İk inci Dünya Sava-şı'na yol açması, tar ih boyunca Komünizm, "Soğuk Savaş," 1950'lerde Amerika'daki McCarthy akımı, Orta Doğu'da hâlâ süren şiddetli çatışmalar; hepsi, insanl ık tarihinde aş ı r ı boyutlara ulaşmış kolektif paranoyanın ürünüdür.
Bireyler, gruplar ya da ulus lar ne kadar bil inçsiz hale gelirse, egosal patolojinin f i z iksel şiddete dönüş-me olası l ığı da o kadar artacaktır. Şiddet, egonun kendine değer katmak, kendis inin hakl ı ve başkaları-nın haksız olduğunu kanıtlamak için başvurduğu il-kel ama hâlâ çok yaygın bir yöntemdir. B i r tartışma nedir? İ k i ya da daha fazla sayıda insanın, birbirle-rinden fa rk l ı f i k i r le r in i ifade etmesidir. Tart ışmanın parçası olan her k iş i , kendini görüşlerini oluşturan
VAR OLMANIN GÜCÜ
düşüncelerle tanımlamış, o düşünceler benlik duygu-suna eklenen z ih insel pozisyonlar haline gelmiştir. Diğer bir deyişle, k im l i k ve düşünce bir leşmişt i r . Bu olduğunda, ben görüşlerimi (düşüncelerimi) savun-duğumda, kendimi savunuyormuş gibi hisseder ve buna göre davranırım. Farkında olmadan, hayatta kalmak için savaşıyormuşum gibi hisseder ve hare-ket ederim; dolayısıyla, duygularım bilinçaltımdaki bu inancı yansıt ır. Karmakar ı ş ık olurlar. Öfkeli, üz-gün, savunmacı veya saldırgan olurum. Yok olmamak için, her ne pahasına olursa olsun kazanmaya çalışı-rım. Bu bir i l lüzyondur. Ego, z ihinsel pozisyonların ve z ihnin k iml ik le hiçbir i lg is i olmadığını bilmez, egonun kendisi gözlemlenmeyen zihindir.
Zeı ı şöyle der: "Gerçeği arama. Sadece görüşlerine sı-kı sıkıya tutunmaktan vazgeç." Bu ne demektir? Kendi-nizi zihinle tanımlamaktan vazgeçin demektir. Bunu yaptığınızda, zihnin ötesinde kalan gerçek kimliğiniz zaten kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
İ Ş - EGO İ L E V E E G O S U Z
Bazı insanlar, egodan tamamen özgürleştikleri anlar yaşarlar. Yaptıkları işte sıra dışı başarılar kazanmış olanlar, iş ler ini yaparken tamamen ya da büyük ölçüde egolarından kurtulurlar. Bunun farkında olmayabilir-ler ama çalışmaları bir ruhsal uygulama haline gelir. Çoğu iş ler ini yaparken şimdidedirler ve özel hayatla-
112 110 112
ECKHART TOLLE
rında görece bilinçsiz durumlarına geri dönerler. Yani Var l ık durumları, hayatlarının belli bir alanıyla sınır-lanmıştır. İ ş le r in i hiçbir şekilde gizl i çıkarlar peşinde olmadan, anın kendilerinden istediği şeye içtenlikle ce-vap vererek yapan öğretmenler, sanatçılar, hemşireler, doktorlar, bi l im adamları, sosyal görevliler, garsonlar, kuaförler, işadamları ve pazarlamacılarla tanıştım. Yaptıkları şeyle bütünleşirler, Şimdi ile ve iş ler i ya da karşı lar ındaki kiş iyle bir olurlar. Bu insanların etkile-r i , yaptıkları i ş in çok ötesine geçer. Kendileriyle bağlan-tıya giren herkeste egolarının azalmasına yol açan bir etki yaparlar. Ağır egolara sahip insanlar bile, bazen bu insanların yanında rahatlayabilir, savunmalarını indi-rebil i r ve rol yapmayı bırakabilirler. Egoları olmadan çalışan insanların yaptıkları işte başarılı olmaları hiç de şaşırtıcı değildir. Yaptığı şeyle bir olan herkes, yeni bir dünya yaratmaktadır.
Yaptıkları şeyde teknik açıdan iy i olabilen ama ego-lar ı yüzünden sürekl i çalışmaları sabote edilen insan-larla da karşı laştım. Bu insanların dikkatleri sadece kısmen yaptıkları işe odaklanır; diğer parçası kendileri üzerine odaklanmıştır. Egoları takdir bekler ve bunu yeterince alamadığında, enerj is ini kırgınlığa harcar ve asla yeterince alamaz. "Başka bir i benden daha fazla takdir ediliyor olabilir mi?" Ya da temel odakları kazanç veya güçtür ve çalışmaları bu amaca hizmet etmekten öteye gidemez. Yapılan bir iş bir amaca hizmet etmek-ten öteye geçemediğinde, yüksek kaliteye sahip olamaz. Böyle insanların çalışmalarında sorunlar, engeller ya
VAR OLMANIN GÜCÜ
da zorluklar baş gösterdiğinde, işler bekledikleri gibi gitmediğinde, başka insanlar ya da şartlar işbir l ikçi ol-madığında, hemen yeni durumla bir hale gelmek ve anm gereklerine cevap vermek yerine, duruma karş ı tepki verir ler ve kendilerini ondan ayırırlar. Kendini ki-şisel olarak saldırıya uğramış hisseden bir "ben" vardır ve bol miktarda enerji yararsız itirazlara ya da öfkeye harcanır; oysa aynı enerji, ego tarafından harcanmasa, durumu düzeltmek için kullanılabilir. Dahası, bu "anti" enerji yeni engeller, yeni sorunlar yaratır. Gerçek şu ki birçok k i ş i kendinin en büyük düşmanıdır.
İnsanlar başkalarından yardımı ya da bilgiyi esirge-diklerinde veya daha başarılı olamasmlar diye sabote etmeye çalıştıklarında, farkında olmadan aslında kendi iş ler ini sabote ederler. İşbir l iği, gizl i bir çıkarı olmadığı sürece egoya yabancı bir kavramdır. Ego, siz başkaları-na bir şeyler verdikçe, iş ler in daha düzgün akacağını ve her şeyin size daha kolay geleceğini bilmez. Başkaları-na az yardım ettiğinizde ya da hiç yardım etmediğiniz-de, yollarına engeller koyduğunuzda, evren de - insan ve şartlar halinde - size az yardım eder ya da hiç yar-dım etmez, çünkü kendinizi bütünden uzaklaştırmış olursunuz. Egonun bilinçsiz "yetmez" duygüsu, başka birinin başarısına o başarı kendisinden alınmış gibi yaklaşmasına neden olur. Başka bir inin başarısı karşı-sında duyduğunuz kırgınl ığın kendi başarı şansınızı perdelediğini bilmez. Başarıyı kendinize çekebilmek için, gördüğünüz her yerde onu kutlamanız ve onurlan-dırmanız gerekir.
201
ECKHART TOLLE
HASTALIKTA EGO
B i r hastalık egoyu güçlendirebilir ya da zayıflatabi-l i r . Eğer şikayet ediyorsanız, kendinize acıyorsanız ya da hasta olduğunuz için öfkeleniyorsanız, egonuz güçlenir. Hastal ığı kavramsal k iml iğ in i z in bir parça-sı haline getirdiğiniz zaman da güçlenir: "Ben böyle böyle bir hastalığın pençesindeyim." Güzel, o zaman k im olduğunuzu anlarız. Diğer yandan, normal ha-yatlarında büyük egolara sahip olan bazıları, hasta-landıklarında insanlara karş ı aniden nazik, kibar ve çok daha yumuşak davranmaya başlarlar. Normal hayatta sahip olamayacakları görüşler gelişt irebil i r-ler. İçsel bilgilerine ulaşabilir, bilgece sözler söyleye-bil i r ler. Ama iyi leşt ik ler inde enerji geri döner ve ego-yu da beraberinde geri getirir.
Hasta olduğunuzda, enerji seviyeniz oldukça dü-şüktür ve organizmanın zekası kontrolü ele alarak geri kalan enerj iyi vücudu iy i leşt i rmek için kullana-b i l i r ; dolayısıyla, z ih in için yeterince enerji kalmaz ve bu da egosal düşüncelerin ve duyguların yeterli gücü bulamayacağı anlamına gelir. Ego, ciddi miktarda enerji harcar. Ama bazı durumlarda, ego geri kalan azıcık enerj iy i kendi amaçları için kul lanır . S i z i n de tahmin edeceğiniz gibi, hastalandıklarında egoları güçlenen insanlar ın iyi leşmesi daha uzun sürer. Ba-zı larında ise hastalık kronik hale gelir ve kendi sah-te benlik duygularının bir parçası olur.
VAR OLMANIN GÜCÜ
K O L E K T İ F E G O
Kendinizle yaşamak ne kadar zor! Egonun k i ş i se l benlik tatminsiz l ik ler inden kaçmak için kullandığı yollardan bir i , benlik duygusunu kendini bir grupla tanımlayarak güçlendirmeye çalışmaktır; bir ulus, bir polit ik parti, ş irket, kurum, mezhep, kulüp, çete, futbol takımı gibi.
Bazen k i ş i hiçbir ödül, karş ı l ı k ya da takdir bekleme-den hayatını daha büyük bir kolektif amaca hizmet et-meye adadığında, k iş isel egosu tamamen dağılabilir. K i ş i se l benlik duygusunun yükünden kurtulmak ne ka-dar da rahatlatıcıdır. Grubun üyeleri, ne kadar s ı k ı ça-lışsalar da, ne kadar fedakarlıklar yapsalar da, kendile-r in i mutlu ve tatmin olmuş hissederler. Egonun ötesine geçmiş gibi görünürler. As ı l soru şudur: Gerçekten öz-gür kalmışlar mıdır, yoksa ego sadece kiş isel olmaktan çıkıp kolektif hale mi gelmiştir?
Kolekt i f ego, k i ş i se l egoyla hemen hemen aynı özel-l ik ler i gösterir; çatışma ve düşman ihtiyacı, daha faz-lasını istemek, başkalarına karş ı kendini hakl ı çıkar-ma takınt ıs ı gibi. Er ya da geç, kolektif ego diğer ko-lektif egolarla çatışmaya girişecektir, çünkü farkında olmadan çatışma aramaktadır ve s ın ı r lar ın ı , dolayı-sıyla da k iml iğ in i belirlemek için z ı t l ık lara ihtiyacı vardır. O zaman grup üyeleri, ego temelli bir hareke-l in etkisiyle ister istemez acı çekeceklerdir. O anda uyanarak kolektif yapılarının güçlü bir delil ik unsuru içerdiğini anlayabilirler.
134 135
ECKHART TOLLE
Aniden uyanıp kendinizi bir l ikte tanımladığınız ve uğrunda çalıştığınız kolektif bilincin aslında deli oldu-ğunu anlamak başlangıçta acı verici olabilir. Bazı in-sanlar bu noktada daha s in ik ya da daha öfkeli hale ge-lerek tüm değerleri inkar edebilirler. Bu, i l k inanç sis-temi bir hayal olarak algılandığı ve dolayısıyla çöktüğü zaman, hemen başka bir inanç sistemini benimsedikle-r in i gösterir. Egolarının ölümüyle yüzleşememiş, kaça-rak başka birine yönelmişlerdir.
Kolektif ego, genellikle o egoyu oluşturan bireyler-den daha bilinçsizdir. Örneğin, kalabalıklar (geçici ko-lekt i f egosal kimliklere sahiptirler) o kalabalığın dışın-dayken bireylerin yapmayacağı şeyler yapabilirler. B i r -çok ülke, s ık s ık bireysel boyutta ancak psikopatlık ola-rak algılanabilecek davranışlara başvurmaktadır.
Yeni bilinç ortaya çıkarken, bazı insanlar aydınlan-mış bil inçlerini yansıtan gruplar oluşturma ihtiyacı duyacaklardır. Bu gruplar kolektif egolar olmayacak-tır. Bu grupları oluşturan k i ş i le r in kendi k iml i k le r in i o gruplarla tanımlamaya ihtiyaçları yoktur. K iml i k le -r i n i tanımlamak için artık biçim peşinde değillerdir. O grupları oluşturan k iş i ler egolarından tamamen kur-tulamamış olsalar bile, kendilerindeki veya başkala-rındaki egoyu hemen tanıyabilecek kadar farkındalık-lar ı olacaktır. Ama ego sürekl i araya girmek ve kont-rolü ele almak isteyeceği için, k i ş in in sürekl i olarak uyanık kalması gerekir. İnsan egosunun farkındalık ışığına çıkarılarak çözülmesi; aydınlanma grupları, yardım organizasyonları, okullar ya da insanların bir-
VAR OLMANIN GÜCÜ
l ikte yaşadığı toplumlar olsun, bu grupların öncelikli amaçlarından bir i bu olacaktır. Aydınlanmış kolektif bilinçler, yeni bilincin yükselmesinde önemli bir fonk-siyonu yerine getirecektir. Egosal kolektifler s i z i bi-linçsizliğe ve acı çekmeye sürüklerken, aydınlanmış kolektif gezegen çapında değişimi hızlandıracak bir bi-linç anaforu oluşturabilir.
ÖLÜMSÜZLÜĞÜN İNKAR EDİLEMEZ KANITI
Ego, insan psikolojisinde kiml iğin kendini ikiye ayırdı-ğı noktadaki çatlaktan içeri girer ve bu ayrımı "ben" ve "kendim" şeklinde isimlendirebil ir iz. Dolayısıyla, keli-meyi k i ş i l i k bölünmesi şeklindeki yaygın anlamıyla kullanırsak, her ego aslında şizofrendir. Kendinize ait bir zihinsel imajla yaşarsınız ve bu kavramsal benlikle bir i l i ş k i içine girersiniz. Hayatın kendisi kavramsalla-ş ı r ve "hayatım"dan söz ettiğinizde konuştuğunuz k iş i -ler in "hayatlarından ayrıl ır. "Hayatım" diye düşündü-ğünüz ya da konuştuğunuz ve buna inandığınız her se-ferinde, aldatıcı bir aleme sürüklenirs iniz. Eğer "haya-tım" diye bir şey varsa, hayat ve benim de ayrı şeyler ol-mamız gerekir ki bu aynı zamanda hayatımı kaybede-bileceğim anlamına da gelir. Ölüm gerçek bir tehdit ola-rak görünmeye başlar. Kelimeler ve kavramlar, hayatı kendi içlerinde gerçeklikleri olmayan ayrı parçalara bö-ler. "Hayatım" kavramının ayrı l ık duygusunun kökeni, yani egonun kaynağı olduğunu bile söyleyebiliriz. Eğer
110 121
ECKHART TOLLE
ben ve hayat ayrıysak, ben hayattan başka bir şeysem, o zaman her şeyden ayrıyımdir. Ama onlardan nasıl ay-rı olabilir im ki? "Ben" nası l hayattan, Varlık'tan ayrı olabilir ki? Bu tamamen imkansızdır. Dolayısıyla, "ha-yatım" diye bir şey yoktur ve ben de bir hayata sahip olamam. Ben hayatın kendisiyim. Ben ve hayat tekiz. Bunun aksi olamaz. O halde hayatımı nasıl kaybedebi-l i r im? Zaten sahip olmadığım bir şeyi nasıl kaybedebi-l i r im? Ben olan bir şeyi nası l kaybedebilirim? Bu im-kansızdır.
Çoğu insanın düşünce sistemi büyük ölçüde istek dışı, otomatik ve tekrarlayıeı bir şekilde çalışır. Bu, bir tür zihinsel parazitten daha fazlası değildir ve gerçek bir amaca hizmet etmez. En kısa tabiriyle, aslında düşün-mezsiniz: Düşünce kendiliğinden oluşur. "Düşünüyo-rum" ifadesi, bir kasıt bildirir. Konu hakkında söz hak-k ın ız olduğu, kendi adınıza bir seçim yapabileceğiniz anlamına gelir. Oysa çoğu insan için durum böyîe değil-dir. "Yediklerimi sindiriyorum," "damarlarımda kan do-laşımını sağlıyorum" gibi sözler ne kadar yanlışsa, "dü-şünüyorum" demek de o kadar yanlıştır. S indir im ken-diliğinden olur; kan dolaşımı kendiliğinden olur; düşün-mek kendiliğinden olur.
Kafanızdaki sesin kendine ait bir canı vardır. Çoğu k i ş i o sesin merhametine kalmış durumdadır; düşünce-
122 138
5. Bolum
ACI - BEDEN
ECKHART TOLLE
nin, diğer bir deyişle z ihnin tutsağı konumundadırlar. Ve zihin geçmişteki olaylarla şartlandığından, geçmişi tekrar tekrar canlandırmaya zorlanırsınız. Doğulular buna "karma" derler. O sesle tanımlandığınızda, elbet-te ki bunun farkında olmazsınız. Bilseydiniz zaten onun esir i olmazdınız, çünkü size sahip olan kimliği kendiniz sandığınızda, yani o haline geldiğinizde ger-çekten size sahip olmasına i z in verirs iniz.
Binlerce yıldır, insanl ık giderek daha çok zihnin esi-ri oldu ve kendisine hakim olan kiml iğin "benlik" olma-dığını anlayamadı. Kendini sürekl i zihniyle tanımladı-ğından, sahte bir benlik duygusu - ego - ortaya çıktı. Egonun yoğunluğu, kendinizi ne derecede zihninizle ve düşüncelerinizle tanımladığınıza bağlıdır. Düşünmek, bilincin ya da gerçek k iml iğin iz in toplamının minicik bir parçasından başka bir şey değildir.
Zihinle tanımlama derecesi, kişiden kişiye değişir. Bazı insanlar kendilerini zihinlerinden arındırdıkların-da kısa bir süre için bile olsa gerçek özgürlüğün tadını çıkarırlar ve o kısa süre içinde hissett ik ler i huzur, mut-lu luk ve canlılık, hayatı yaşamaya değer hale getirir. Yaratıcılık, sevgi ve şefkatin güçlendiği zamanlar da vardır. Ama diğerleri, sürekl i egolarına tutsak olarak yaşarlar. Kendilerine, başkalarına ve etraflarını saran dünyaya karş ı yabancılaşırlar. Onlara baktığınızda, yüzlerindeki gerginliği, çatık kaşlar ını veya gözlerinde-ki dalgın bakışları fark edebilirsiniz. Dikkatlerinin bü-yük bölümü düşüncelerine yönelmiş durumdadır ve bu yüzden s iz i gerçekten göremezler ve s iz i asla gerçekten
VAR OLMANIN GÜCÜ
dinleyemezler. Dikkatler i sadece zihinlerindeki düşün-ce biçimleri olarak var olan geçmişe veya geleceğe odak-lanmıştır. Ya da size oynadıkları role uygun şekilde dav-ranır lar ve yine kendileri olamazlar. Çoğu insan, gerçek kimlikler ine yabancılaşmıştır ve bazıları öylesine ya-bancılaşmıştır ki başkalarıyla paylaşımları herkese "sahte" görünür; tabii onlar kadar kendilerine yabancı-laşarak "sahte" davranmayı benimsemiş olanlar hariç.
Yabancılaşma, herhangi bir ortamda, herhangi bir durumda, herhangi biriyle birlikteyken veya hatta ken-di başımzayken bile sürekl i huzursuz olmak demektir. Sürekl i olarak "eve" dönmeye çalışırsınız ama kendini-zi asla evinizde hissedemezsiniz. Yirminci yüzyı l ın en büyük yazarlarından bazıları - Franz Kafka, Albert Ca-mus, T. S. El iot, James Joyce gibi - yabancılaşmanın in-san varlığının evrensel ik i lemi olduğunu fark etmiş, muhtemelen kendi içlerinde de bunu derinden hisset-miş ve çalışmalarında muhteşem bir şekilde ifade ede-bilmişlerdir. Her ne kadar bir çözüm sunamamış olsa-lar da, bize insanlığın bu sorunuyla i lgi l i derin bir bakış açısı sunmuşlardır. K i ş in in kendi sorununu açıkça ta-nımlayabilmesi, onu aşmak için atabileceği i l k adımdır.
DUYGUNUN DOĞUŞU
Düşünce hareketine ek olarak - ama ondan tamamen ayrı değil - egonun bir boyutu daha vardır: Duygu. Bu, bütün düşüncelerin ve duyguların egodan kaynaklandı-
140 201
ECKHART TOLLE
ğı anlamına gelmez. Sadece kendin iz i onlarla tanımla-
dığınızda ve s i z i tamamen kontrol altına aldıklarında,
yani "ben" haline geldik ler i zaman egoya dönüşürler.
T ü m f i z i k s e l organizmalar gibi, vücudunuzun da
kendine ait bir zekası vardır . Bu zeka, z i hn in i z i n söyle-
diği şeylere ya da diğer bir deyişle düşüncelerinize tep-
ki ver i r . Yani duygu, asl ında vücudunuzun z ihn in i ze
verdiği tepkidir . Vücudun zekas ı elbette ki evrensel ze-
kanın ayr ı lmaz bir parçası, onun say ıs ı z ifadelerinden
bi r id i r . Atomlara ve moleküllere geçici bir kohezyon
sağlayarak, onları bütün bir f i z i k se l organizma haline
getir i r . Vücudun bütün organlar ın ın çal ışmasının, oks i -
jen ve yiyeceklerin enerj iye dönüşmesinin, kalp atışla-
r ı n ın ve kan dolaşımının, vücudu ist i lacılardan koru-
yan bağış ık l ık s i s temin in , s i n i r uçlarından giren duyu-
sal ver i le r in beyne gönderilerek orada tercüme edilme-
s in in ve et raf ın ı z ı saran harici gerçekliğin içsel resmi
haline dönüşmesinin ardında yatan organizasyon pren-
s ib i budur. Bütün bunlar, aynı anda gerçekleşen diğer
binlerce fonksiyonla bi r l ik te, bu zeka tarafından mü-
kemmel bir şekilde koordine edil i r . Vücudunuzu s i z yö-
netmezsiniz; o zeka yönetir. Aynı zamanda, organizma-
nın çevreye verdiği tepkilerden de o sorumludur.
Bu , tüm canlı t ü r l e r i için geçerlidir. B i t k i n i n f i z i k -
sel b iç imin i a lmas ın ı ve çiçek açmasını, çiçeğin her
sabah yaprak la r ı n ı güneşe çevi rmes in i ve geceleri
kapamasın ı sağlayan zeka aynıdı r . Adına Dünya ge-
zegeni denen kompleks canl ıy ı Gaia olarak ifade eden
zeka da aynıdı r .
110 121
VAR OLMANIN GÜCÜ
Bu zeka, bir canlının herhangi bir tehdit karş ı s ında
güdüsel olarak tepki vermesin i sağlar. Hayvanlarda da
insanlar ınk ine benzer duygular oluşmasına neden olur ;
öfke, korku, zevk gibi. Bu güdüsel tepkiler, duygunun
i lkel biçimleri olarak düşünülebi l i r . Bel l i durumlarda,
insanlar da hayvanlarınkine benzer güdüsel tepki ler
ver i r ler . B i r tehl ike karş ı s ında, canlının hayatı tehdit
edildiğinde, kalp daha h ı z l ı atmaya başlar, kaslar geri-
l i r , solunum h ız lan ı r ; bu, kaçmaya ya da savaşmaya ha-
z ı r l ı k t ı r . Yaratt ığ ı duygu korkudur. Köşeye s ı k ı ş t ı r ı ld ı -
ğında, ani bir ener j i yoğunluğu, vücuda daha önce sahip
olmadığı bir güç kazandır ı r . Yaratt ığı duygu öfkedir. Bu
güdüsel tepkiler, duygulara yak ın gibi görünür ama ke-
l imenin gerçek anlamıyla duygu değillerdir. Güdüsel
bir tepkiyle bir duygu arasındaki temel fark şudur: Gü-
düsel bir tepki, vücudun herhangi bir harici durum kar-
ş ıs ında gösterdiği doğrudan tepkidir. Diğer yandan bir
duygu, vücudun bir düşünceye gösterdiği tepkidir.
Dolaylı olarak, bir duygu aynı zamanda gerçek bir du-
rum ya da olaya veri len bir tepki de olabilir ama aslında
bu tepki, olayın ya da durumun z ih insel yorumuna karş ı
ver i l i r . Yani diğer bir deyişle, z ihn in herhangi bir durum
ya da olayla i lg i l i olarak iy i ve kötü, hoş ve sevimsiz, ben
ve benim kavramlarıyla oluşturduğu bir düşünceye veri-
len tepkidir bu. Örneğin, b i r in in arabasının çalındığını
duyduğunuzda, muhtemelen herhangi bir duygu hisset-
mezsiniz ama sizin arabanız çalındığında, muhtemelen
çok öfkelenirs iniz. "Benim" z ih insel kavramının bu ka-
dar güçlü duygular yaratabilmesi inanılmazdır.
ECKHART TOLLE
Vücut çok zek i olmasına rağınen, gerçek bir durum-
la bir düşünce aras ındaki f a r k ı söyleyemez. Her dü-
şünceye gerçekl iğin bir parçasıymış gibi tepki ver i r ,
çünkü sadece bir düşünce olduğunun fark ında değil-
dir. Vücuda göre endişe ya da k o r k u verici bir düşün-
ce, " Teh l i kedey im" mesaj ıdı r ve dolayıs ıy la, gece sıcak
ve rahat yatağınıza yat ıyor olsanız bile, vücudunuz bu
mesaja uygun olarak tepki ver i r . Kalp daha h ı z l ı atar,
kas lar ger i l i r ve so lunum h ız lan ı r . B i r ener j i yoğunlu-
ğu olur ama tehl ike sadece z ih in se l bir kurgudan iba-
ret olduğundan, ener j i boşalacak bir yer bulamaz. So-
nuç olarak, ener j in in bir k ı s m ı z ihne geri döner ve vü-
cudun uyumunu bozar.
D U Y G U L A R V E E G O
Ego sadece gözlenmeyen z ih in , kafanız ın içinde s i z m i ş
gibi konuşan ses değil, aynı zamanda da vücudunuzun
o ses in söyledikler ine kar ş ı verdiği tepki ler sonucunda
oluşan gözlemlenemeyen duygulardır.
Çoğu zaman ego ses in ne t ü r düşüncelerle uğraştığı-
nı ve düşünce sürecinde yaratt ığı yapısal bozuk luk lar ı
gördük. Bu bozuk düşünceler karş ı s ında vücudun ver-
diği tepki, olumsuz duygulardır.
Z ih indek i ses, vücudun inanıp ona göre tepki verece-
ği bir hikâye anlatır. Bu tepkiler, duygulardır. Buna
k a r ş ı l ı k duygular, ener j iy i i l k başta duygular ın oluşma-
sına neden olan düşüncelere geri gönderir. Incelenme-
144
VAR OLMANIN GÜCÜ
yen, kontrol edilmeyen düşünceler ve duygular arasın-
daki kötücül döngü budur ve duygusal düşüncelere,
duygusal hikâye kurgulamalar ına yol açar.
Egonun duygusal içeriği k i ş iden k i ş i ye değişir. Ba-
zı egolarda, duygular diğerlerine oranla daha güçlü-
dür. Vücutta duygusal tepki lere yol açan düşünceler,
bazen z i h n i n onlar ı tanımlamaya f ı r sat bulamayacağı
kadar h ı z l ı gerçekleşebil i r ; dolayıs ıyla, vücut zaten bir
duyguyla tepki v e r m i ş t i r ve duygu da bir tepkiye dö-
nüşmüştü r . Bu t ü r düşünceler, genell ik le söze döküle-
meyen ve bil inçaltında kalan varsay ımlard ı r . K i ş i n i n
geçmiş şart lanmalar ından, genell ik le de çocukluğun-
dan kaynaklanı r lar . " İnsan lara güveni lmez" varsayı -
mı, k i ş i n i n i l i ş k i l e r le i lg i l i t a k ı n t ı l ı varsay ımlar ına bir
örnek ver i leb i l i r ; belki de böyle bir varsay ımı benimse-
mesi için çocukluğunda yeterince destekleyici olmayan
veya güven vermeyen ebeveynleri ya da kardeşler i ol-
muş olabil i r . İ ş te bu t ü r ü bi l inçalt ı varsay ımlar ına
başka örnekler: " K i m s e bana saygı duymuyor. K imse
beni takd i r etmiyor. Hayatta kalmak için savaşmak
gerekir. As la yeterince param olmaz. Yaşam seni hep
hayal k ı r ı k l ı ğ ı n a uğratır. Bol luğu hak etmiyorum.
Sevgiy i hak etmiyorum." B i l inça l t ı varsay ımlar ı , vü-
cutta bell i duygular yarat ı r ve bu duygular da z ih in se l
faaliyetlere ya da ani tepki lere yol açar. Bu şeki lde, k i -
ş i se l gerçekl iğiniz i yarat ı r lar .
Egonun sesi sü rek l i olarak vücudun normal duru-munu bozar. Neredeyse herkes in vücudu büyük bir ge-r i l i m alt ındadır; sadece bazı harici etkenler tarafından
201
ECKHART TOLLE
tehdit edildiği için değil, aynı zamanda da z ih in tarafın-
dan tehdit edildiği için. Vücuda bağlı bir ego vardı r ve
egoyu o luşturan bozuk düşünce kal ıp lar ına tepki ver-
memek elinde değildir. Dolayıs ıy la, s ü r e k l i ve tak ın t ı l ı
düşüncelerle b i r l i k te bir olumsuz duygu ak ı ş ı gelir.
Pek i o lumsuz duygu nedir? Vücut için zeh i r l i olan,
vücudun dengesini ve uyumunu bozan duygudur. Kor-
ku, endişe, öfke, k in , üzüntü, nefret, k ı skançl ık , gıpta;
bütün bu duygular, vücuttaki ener j i ak ı ş ı n ı bozar ve
kalbi, bağış ık l ı k s i s temin i , s i n d i r i m s i s temin i , hormon
ü ret im in i ve vücuttaki diğer birçok şeyi etki ler. Henüz
egonun nas ı l çalışt ığı hakkında çok az bilgiye sahip ol-
masına rağınen, t ıp b i l imi bile olumsuz duygusal du-
rumla f i z i k se l hastal ık lar arasında bir bağlantı olduğu-
nu görmeye başlamışt ı r . Vücudu etki leyen bir duygu,
aynı zamanda bağlantıda olduğunuz ya da etrafınızda
bulunan insan lar ı da etki ler ve bir z incir leme reaksiyon
başlatarak görmediğiniz, tanımadığınız insanlara ka-
dar uzanır. B ü t ü n olumsuz duygular için genel bir te-
r i m vardı r : Mutsuz luk .
Peki aynı şekilde, olumlu duyguların da vücut üze-
rinde olumlu bir etk i s i var mıdır? B a ğ ı ş ı k l ı k s i s temin i
güçlendir ir , vücudu gençleştirip i y i l e ş t i r i r l e r mi? Ger-
çekten de bunu yaparlar ama egodan kaynaklanan
olumlu duygularla k i ş i n i n kendi var l ığ ıy la doğal bağ-
lant ı s ından kaynaklanan daha derin duygular ı ayırma-
yı öğrenmemiz gerekir.
Ego tarafından üreti len olumlu duygular, çabucak
dönüşebilecekleri z ı t duyguları da kendi içlerinde ba-
146
VAR OLMANIN GÜCÜ
r ı nd ı r ı r la r . İ ş te s ize birkaç örnek: Egonun adına aşk ya
da sevgi dediği duygu, asl ında sahiplenmek ve bağımlı
hale gelmekle i lg i l id i r ve bir saniye içinde nefrete dönü-
şebi l i r . Önemli bir olayın beklentisi, yani egonun gele-
ceğe aş ı r ı değer yük lemesi , olay bittiğinde ya da egonun
beklent i ler in i karşı lamadığında, kolayca hayal k ı r ı k l ı -
ğına dönüşebilir. Övgüler ve takdir ler bir gün s i z i canlı
ve mut lu h i s set t i r i r ken, ertesi gün eleşt i r i ldiğinizde ya
da d ikkat alınmadığınızda, kendiniz i d ı ş lanmış ve mut-
suz h issedebi l i r s in iz . Çı lg ın bir partinin zevki , ertesi
sabah yer in i baş ağrıs ına ve kasvete bırakır . Kötü olma-
dan iy i , ç i rk in olmadan güzel yoktur.
Egodan kaynaklanan duygular, z ihn in sü rek l i deği-
şebilen ve i s t i k r a r s ı z olan harici etkenlerle kendini ta-
nımlamasına dayalıdır. Diğer yandan, daha derin duy-
gular gerçekte duygu değil, Var l ı k durumlar ıdı r . Duy-
gular, z ı t l ı k l a r alemi içinde var olur. Var l ı k durumlar ı
ise bel i r s i z gibi görünse de, z ı t l ı k l a r ı yoktur. Gerçek do-
ğanız ın parçaları olan sevgi, mut lu luk ve barış gibi, on-
lar da içinizden yükse l i r le r .
İ N S A N Z İ H N İ N E S A H İ P B İ R Ö R D E K
Şimdi'nin Gücü adlı kitabımda, ik i ördek kavga ettiğin-
de - ki hiç uzun sürmez - bir süre sonra ay r ı ld ı k la r ın ı
ve fa rk l ı yönlere doğru uçtuk lar ın ı bel i r tmişt im. Sonra
her i k i ördek de kanatlar ın ı birkaç kez güçlü bir şeki l -
de çırparlar ve böylece kavga s ı ras ında topladıklar ı aşı-
201
ECKHART TOLLE
rı enerj iyi atarlar. Kanatlar ım çırptıktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi huzur lu bir şekilde süzülürler.
Eğer ördekler insan zihnine sahip olsalardı, kavgayı düşüncelerinde canlı tutar, hikâyeler kurarlardı. B i r ör-değin hikâyesi muhtemelen şöyle olurdu: "Az önce yap-tığı şeye inanamıyorum. On santim yanıma yaklaştı. Sanki gölün sahibi oymuş gibi davranıyor. Özel alanıma hiç saygısı yok. Ona bir daha asla güvenmeyeceğim. B i r daha sefere beni k ızdırmak için başka bir şey yapacak. Şimdiden komplo planlamaya başladığından eminim. Ama buna daha fazla iz in vermeyeceğim. B i r daha sefe-re ona unutamayacağı bir ders vereceğim." Böylelikle, z ih in bir sürü hikâyeler kurup durur ve aradan günler, aylar ve hatta yı l lar geçmesine rağınen, öfke i lk günkü gibi devam eder. Vücuda gelince; düşüncelerde kavga hâlâ devam ettiği ve vücut da gerçekle düşünceler ara-sındaki farkı bilemediği için, bütün düşüncelerin yarat-t ığı bütün duygulara karş ı l ı k enerji üreterek tepki verir ve bu da daha fazla düşünceye yol açar. Bu, egonun duygusal düşünce süreci haline gelir. B i r insan z ihni ol-saydı, ördeğin hayatının ne kadar karmaşık bir hal ala-bileceğini görüyor musunuz? Ama ne yazık ki çoğu in-san sürekl i bu şekilde yaşıyor. Hiçbir durum ya da olay gerçekten bitmiyor. Z ih in ve z ihin ürünü "ben ve hikâ-yem" sürekl i devam ediyor.
Bizler, yolunu kaybetmiş bir canlı türüyüz. Her do-ğal şeyin, her çiçeğin ya da ağacın ve her hayvanın, bi-ze öğretecek önemli dersleri var. Tek yapmamız gere-ken, durup bakmak ve dinlemek. Ördeğin bize verdiği
VAR OLMANIN GÜCÜ
ders şudur: Kanatlar ını çırp - yani "hikâyeyi bırak" -ve tek güç yerine geri dön: Şimdiye!
G E Ç M İ Ş İ B E R A B E R İ N D E T A Ş I M A K «t
insan z ihninin geçmişi bırakmak konusundaki becerik-s iz l iğ i ya da isteksiz l iği, Tanzan ve Ekido adında, şiddet-li yağmurlardan sonra oldukça çamurlu bir hale gelmiş olan toprak k ı r yolunda yürüyen ik i Zen rahibinin hikâ-yesinde güzel bir şekilde örneklenmektedir. B i r köyün yakınından geçerlerken, yolun karş ı tarafına geçmeye çalışan genç bir kadın görürler. Çamur çok derin olduğu için, kadın üzerindeki ipek kimonoyu berbat etmeden karş ı tarafa geçemeyecektir. Tanzan hiç tereddüt etme-den kadını kucağına alıp yolun karş ı tarafına geçirir.
Sonrasında rahipler sessizce yollarına devam eder-ler. Beş saat sonra, yaşadıkları tapınağa yaklaşır lar-ken, Ekido daha fazla kendini tutamayarak Tanzan'a döner. "Neden k ı z ı yolun karş ı tarafına geçirdin?" diye sorar. "B i z rahiplerin bu tür şeyler yapmaması gerekir."
"Ben k ı z ı saatler önce bırakmışt ım," der Tanzan. "Sen hâlâ taşıyor musun?"
Şimdi bir inin sürekl i Ekido gibi hoşuna gitmeyen olay veya durumları zihninde taşıyarak ve düşünce üs-tüne düşünce bir ikt i rerek yaşadığını düşünürseniz, ge-zegendeki insanların çoğunun nası l yaşadığıyla i lgi l i bir f i k i r edinmiş olursunuz. Zihinlerinde taş ıdık lar ı yü-kün ağırlığına bakar mıs ınız?
148 201
ECKHART TOLLE
Geçmiş, anı lar olarak içinizde yaşar ama anı lar ın
kendi ler i sorun değildir. A s l ı n ı söylemek gerekirse, geç-
mişten ve geçmiş hatalar ımızdan ancak an ı la r ım ız ı ha-
t ı r layarak ders a labi l i r i z . Ancak anılar, yani geçmişle i l -
gi l i düşünceler s i z i tamamen ele geçirdikleri ve benlik
duygunuzun bir parçası haline geldikler i zaman bir so-
run, bir y ü k o luş tu ru r la r . Bu olduğunda, geçmişle şart-
lanmış olan k i ş i l i ğ i n i z , hapishaneniz haline gelir. Anı la-
r ın ızda bir benl ik duygusu vardı r ve hikâyeniz kendini-
zi algılama biçiminiz haline gelir. Bu "küçük ben" as l ın-
da zamana ve biçime bağlı olmayan var l ığ ın ız olarak
gerçek k i m l i ğ i n i z i gölgeler.
Geçmişinizde sadece z ih inse l değil, aynı zamanda
duygusal anı lar da vardı r ; esk i duygular, sü rek l i olarak
yeniden yaşanır. Hoşnutsuz luğunu beş saat boyunca
düşünceleriyle besleyerek taş ıyan rahip gibi, çoğu insan
büyük miktarda fazladan bagaj taş ı r lar. Kendi le r in i
k ı rg ın l ı k la r , p işmanl ık lar , düşmanl ık lar ve suçlu luk
duygusuyla s ın ı r la r la r . Duygusal düşünce s i s temler i ,
benl ik le r in in bir parçası haline gelir ve böylece, k i m l i k -
le r in i güçlendirmek için eski duygulara tutunmayı öğ-
reni r ler .
İnsan esk i duygular ı sürdürme eğiliminde olduğun-
dan, neredeyse herkes, eski duygusal açılarıyla kendi
etrafında bir ener j i alanı örer ki ben buna "acı beden"
diyorum.
Öte yandan, zaten sahip olduğumuz acı bedeni daha
da büyütmekten vazgeçebiliriz. Kanat lar ımız ı çırparak
- mecazi anlamda elbette - ve z ih inse l olarak geçmişte
150
VAR OLMANIN GÜCÜ
yaşamaktan vazgeçerek, eski duygulan bi r ikt i rmekten ve beraberimizde sürük lemekten kendimiz i kurtarabi l i -r i z . Olaylar ı veya durumlar ı z ihnimizde canlı tutmama-y ı , z ih inse l f i lm yönetmenliğini sü rdürmek yerine dik-kat im iz i şu ana çevirmeyi öğrenebil ir iz. O zaman dü-şüncelerimiz ve duygular ımız yferine, Var l ığ ımız k im l i -ğimiz haline gelir.
Geçmişte, s i z i şimdide yaşamaktan alıkoyabilecek
hiçbir şey olmadı; eğer geçmişin s i z i şimdide yaşamak-
tan alıkoyacak gücü yoksa, başka ne gücü olabil i r ki?
BİREYSEL VE KOLEKTİF
Şu anda tam olarak yüzleş i lmeyen ve içeriği görünme-
yen herhangi bir o lumsuz duygu, tamamen çözülemez.
Arkas ında mutlaka bir acı ka l ın t ı s ı bı rakı r .
Özel l i k le çocuklar, güçlü o lumsuz duygular ı fazla-
s ıy la ezici bu lduk lar ı için, onlar ı hissetmemeye çalış-
mak eği l imindedir ler. Yanlar ında bu duyguyla doğru-
dan yüz leşmeler in i sağlayacak sevgi dolu ve şefkat l i
bir bi l inçl i ye t i ş k in olmadığından, çocuğun o duyguyu
hissetmemeye çal ışmaktan başka yapabileceği bir şey
gerçekten de yok gibidir. Ne yaz ı k ki bu erken uyanan
savunma mekanizması , genell ik le y e t i ş k i n l i k döne-
minde de var l ığ ın ı sü rdü rü r . Duygu hâlâ bi rey in için-
de tanımlanmadan ve doğal şeki lde kendini ifade ede-
rek yaşamaya devam eder; örneğin endişe, öfke, şiddet
patlamaları ya da f i z i k se l bir rahat s ı z l ı k şekl inde. Ba-
201
ECKHART TOLLE
z ı durumlarda, tüm yak ın i l i ş k i l e r i etk i leyip sabote
edebilir. Çoğu psikoterapist , başlangıçta son derece
mut lu bir çocukluk geçirdiğini iddia eden ve daha son-
ra lar ı bunun tam te r s i olduğu ortaya çıkan hastalar la
s ı k s ı k ka r ş ı la ş ı r . Gerçek şu k i hiç k i m s e n i n duygusal
acı duymadan çocukluk y ı l l a r ı n ı geride bı rakmas ı
mümkün değildir. Ebeveyn le r in i z in i k i s i de aydınlan-
mış insan lar olsaydı bile, kendin i z i y ine de büyük öl-
çüde bi l inçs iz bir dünyada bulurdunuz.
Tamamen yüz leş i lmemiş , tanımlanmamış, kabulle-
n i lmemiş ve serbest b ı rak ı lmamış güçlü olumsuz duy-
gular tarafından geride bı rak ı lan tüm acı ka l ınt ı la r ı ,
zaman içinde bir araya gelerek f i z i k se l bedeninizin hüc-
relerinde yaşayan bir enerj i alanı o luş turur lar . Bu ener-
ji alanı sadece çocukluğunuza ait acılardan değil, er-
genlik ve ye t i ş k in l i k y ı l la r ın ı zda yaşadığınız olaylarla
bi r iken acı duygularından da oluşur ; ve çoğu egonun se-
si tarafından yarat ı l ı r . Sahte bir benlik duygusu haya-
t ı n ı z ı n temeli olduğunda, duygusal acı kaçınılmaz refa-
katçiniz olacaktır.
Neredeyse her insanın içinde yaşayan bu esk i ama
hâlâ çok canlı duygulardan oluşan ener j i alanı, acı be-
den olarak tanımlanabi l i r .
Acı beden, doğasında kes in l i k le bireysel değildir.
İ n s a n l ı k ta r i h i boyunca say ı s ı z insan tarafından hisse-
d i lm i ş acılar da bunun bir parçasıdır; ardı a rkas ı ke-
s i lmeyen kabile savaşlar ı , köleci l ik, yağınacı l ık, teca-
vüz , işkence ve akla gelebilecek her t ü r l ü şiddet ey-
lemler i , bu duygular ın nedeni olabil i r . Bu acı, insanl ı -
VAR OLMANIN GÜCÜ
ğın ortak bi l inçalt ında yaşamaya devam etmektedir ve
akşamlar ı haberleri seyrett iğinizde veya insanlar ın
hayat larmdaki dramlara baktığınızda, hâlâ yeni ler i
eklenmektedir. Ko lek t i f acı beden, muhtemelen her in-
san ın DNA'sma i ş lenmiş durumdadır ama henüz onu
görme yolunu bulamadık.
Bu dünyada yeni doğan her bebek, daha şimdiden
bir duygusal acı bedene sahipti r . Baz ı lar ında bu diğer-
lerine oranla daha yoğun ve daha güçlüdür. Baz ı bebek-
ler çoğunlukla mutludur. Diğer ler i ise inanılmaz ve
açıklanamaz bir mut suz luk içindedir. Baz ı bebeklerin
yeterince sevgi ve i lgi görmedikleri için ağladıkları doğ-
rudur ama bazıları, hiçbir açıklanabil i r neden olmadan
ağlarlar ve sanki etraf lar ındaki herkesi kendi ler i gibi
mutsuz etmeye çal ış ı r lar ; ne yaz ık ki genellikle de bu-
nu başarır lar. Bu dünyaya geldikler i andan itibaren, in-
sanl ığ ın acısını ağır bir şekilde paylaşır lar. Y ine bazı
bebekler, anne ve babalarının olumsuz duygular ın ı algı-
ladık lar ı ve bu onlara acı verdiği için sü rek l i ağlayabi-
l i r le r ; aynı zamanda, acı bedenleri anne ve babalarının
acı bedenlerinden beslenmeye devam eder. Durum her
ne olursa olsun, bebeğin f iz iksel bedeni büyüdükçe, acı
bedeni de büyür.
Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta
vardı r : Acı bedeni hafif olan bir bebeğin, yoğun bir acı
bedene sahip bir başkasına oranla yet işk in l iğe ulaşt ı-
ğında ruhsal açıdan "daha i ler i seviyede" olacağı düşü-
nülmemelidir. Hatta, genell ikle bunun ters i doğrudur.
Ağır acı bedenlere sahip insanlar, genellikle hafif acı
42 201
ECKHART TOLLE
bedenlere sahip insanlara oranla ruhsal açıdan daha çabuk uyanırlar. Baz ı lar ı kendi ağır acı bedenlerine ka-palı kalsalar da, birçokları art ık mutsuzluklar ıy la yaşa-mayı sürdüremeyecekleri bir noktaya ulaşı r lar ve dola-yıs ıy la uyanma dürtüler i güçlenir.
Y ü z ü acıyla burulmuş, vücudu sayısız yaradan akan kanla dolmuş îsa'nın acı çeken vücudu, neden insanlı-ğın kolektif bilincinde böylesine önemli bir yer kazan-mışt ı r? Özell ikle Orta Çağ'da, milyonlarca insan bunu kendi içsel gerçekliklerinin bir dışa yansıması olarak algılamasalardı, kendi içlerinde bir şeylerin kıpırdandı-ğım hissetmeselerdi, bu sembole böylesine derinden bağlanmazlardı. Henüz kendi içlerinde doğrudan anla-yacak kadar bil inçli değillerdi ama farkına varmaya başlıyorlardı. İsa, acıyı ve acıyı aşma olası l ığını bünye-sinde bir leştiren i lk insan olarak görülebilir.
ACI BEDEN KENDİNİ NASIL YENİLER?
Acı beden, çoğu insanın içinde yaşayan yarı otonom bir enerji biçimidir ve duygulardan oluşan bir var l ıkt ı r . Kendine ait i lkel bir zekası vardır ve tüm canlılar gibi, onun zekası da öncelikle varl ığını sürdürmeye odaklan-mışt ı r . T ü m canlılar gibi, periyodik olarak beslenmek zorundadır ve kendini yenilemek için ihtiyacı olan yiye-cek, kendisininkine uygun bir enerji olmalıdır; yani benzer bir t itreşime sahip olmak zorundadır. Duygusal açıdan acı veren herhangi bir deneyim, acı beden için
VAR OLMANIN GÜCÜ
yiyecek olarak kul lanılabil i r . İ l i şk i lerde dramlar kadar olumsuz düşünceleri de sevmesinin nedeni budur. Acı bedenin mutsuzluk bağımlılığı vardır.
İçinizde sürekl i olarak duygusal bir olumsuzluk ve mutsuzluk arayan bir şeyin var olduğunu öğrenmek si-z in için sarsıcı olabilir. Gerçek şu ki bunu başkasında tespit etmek, kendi içinizde tespit etmekten çok daha kolaydır. Mutsuz luk s i z i kontrolü altına aldığında, sa-dece ona son vermeyi istememekle kalmazsınız, aynı zamanda olumsuz duygusal tepkilerden beslenebilmek için başkalarının da s i z in kadar acınası bir durumda ol-masını i sters iniz.
Çoğu insanda, acı bedenin uykuda veya aktif olduğu dönemler vardır. Uykuda olduğunda, ağır bir karanlık bulut taşıdığınız ı ya da içinizde uyumakta olan bir vol-kanın var olduğunu unutursunuz. Ne kadar süre uyku-da kalacağı, kişiden kişiye değişir: En s ı k görüleni bir-kaç haftadır ama birkaç güne kısalabil i r ya da aylar bo-yunca sürebil ir. Daha nadir durumlarda, acı beden bel-li bir olayla tetiklenene kadar y ı l lar boyunca uykuda kalabilir.
ACI BEDEN DÜŞÜNCELERİNİZLE NASIL BESLENİR?
Acı beden, acıktığında ve kendini yenileme zamanı gel-diğinde, uykusundan uyanır. Buna ek olarak, herhangi bir zamanda herhangi bir olayla tetiklenerek de hare-
43 201
ECKHART TOLLE
kete geçebilir. Beslenmeye hazır olan acı beden, en
önemsiz olayı, b i r in in söylediği ya da yaptığı bir şeyi ve
hatta bir düşünceyi tet ik olarak kul lanabi l i r . Eğer yal-
nız yaş ıyorsanız ya da o sırada yakın ın ızda k imse yok-
sa, acı beden s i z i n düşünceleriniz le beslenir. Aniden,
düşünce s i s temin iz bel i rgin bir şekilde olumsuz hale ge-
l i r . Genell ikle, bu olumsuz düşünce k r i z i başlamadan
önce z ihn in i ze olumsuz bir duygu dalgasının gi rdiğini
fark etmezsiniz ; endişe ya da öfke gibi. Bütün düşünce-
ler ener j id i r ve acı beden ş imdi düşünceler iniz in enerj i -
s iy le besleniyordun Ama her düşünceyle beslenemez.
O lumlu bir düşüncenin, o lumsuz bir düşünceden tama-
men f a r k l ı bir duygu tonu algılamanız için olağanüstü
hassas olmanıza gerek yoktur. Aynı ener j id i r ama fark-
lı bir frekansa sahiptir . Acı beden, mut lu ve olumlu bir
düşünceyi hazmedemez. Sadece olumsuz düşüncelerle
beslenebilir, çünkü kendi ener j i alanına uyan düşünce-
ler sadece onlardır.
Her şey, sü rek l i hareket halinde olan ener j i alanla-
r ıy la t i t reş i r le r . Oturduğunuz sandalye, elinizde tuttu-
ğunuz kitap ya da çalışma masanız, son derece katı ve
hareketsiz gibi görünebil ir, çünkü duyu organlarınız
onlar ın t i t re ş im le r in i o şekilde algılamak üzere yarat ı l -
mış t ı r . Yani molekül ler in, atomların, elektronlar ın ve
atomaltı par t i kü l le r in bir araya gelerek ve t i t reşerek
o luş tu rduk lar ı şeyler i s i z sandalye, kitap ya da masa
olarak algı lars ın ız . F i z i k s e l nesne olarak algı ladığımız
şey, belli bir hızda t i t reşen enerjiden ibarettir. Düşünce-
ler, maddeden daha h ı z l ı t i t reşen bir enerjiye sahip ol-
VAR OLMANIN GÜCÜ
duklarmdan, beş duyumuzla algılanamazlar. Düşünce-
ler in kendilerine ait bir frekans alanı vardı r ve olumsuz
düşünceler daha alt seviyelerde kal ı rken, olumlu dü-
şünceler daha üst seviyelere çıkar. Acı bedenin t i t reş im
hız ı , olumsuz düşüncelerin t i t reş im hız ıy la aynıdır ve
acı bedenin sadece olumsuz düşüncelerle ve duygularla
beslenebilmesinin nedeni de budur.
Düşüncenin duygu yaratması kalıbı, acı beden duru-
munda ters ine döner. Acı bedenden yayı lan duygu, k ısa
süre içinde düşünce s i s temin i z i etk i s i altına al ı r ve z ih-
nin iz acı bedenin kontrolü altına geçtiğinde, düşünce
s i s temin iz de olumsuz hale gelir. Z ihn in i zdek i ses s ize
hayat ya da kendiniz le i lg i l i üzücü, endişe verici, öfke-
lendir ici hikâyeler anlatı r ve bunu yapmak için geçmi-
ş in iz le, insanlar la veya geleceğinizle i lg i l i gerçek ya da
hayali olayları ku l lan ı r . Kendin iz i tamamen o ses in söy-
ledikler iyle tanımlar, bütün bozuk düşüncelerine ina-
n ı r s ın ı z . O noktada, mutsuz luk bağımlı l ığı yer leş i r .
Sorun olumsuz düşünce t ren in i durduramamanız
değildir; durdurmak istememenizdir. Bunun nedeni, o
sırada acı bedenin s i z i n sayenizde yaşaması ve s i zm i ş
gibi davranmasıdır. Acı beden için, acı zevkt i r . Bütün
olumsuz düşünceleri iştahla yutar. Asl ında, ş imdi z ihn i -
nizdeki ses, acı bedenin sesidir. İçsel konuşmalar ın ı z ın
kontrolünü ele geçirmişt i r . Acı beden ve düşünce siste-
min iz arasında kötücül bir döngü oluşur. Her düşünce,
acı bedeni besler ve karş ı l ığ ında acı beden de daha faz-
la düşünce üretir . B i rkaç saat ya da birkaç gün sonra,
kendini tazeleyip beslenmesini tamamlayarak uykusu-
44 201
ECKHART TOLLE
na geri döner ve arkasında enerj is i tükenmiş bir orga-nizma ve hastalıklara karş ı daha açık bir f i z ikse l beden bırakır. Eğer bu size ps iş ik bir asalak gibi göründüyse, hakl ı s ın ız , çünkü gerçekten öyledir.
ACI BEDEN DRAMDAN NASIL BESLENİR?
Eğer etrafınızda başka insanlar, tercihen eşiniz ya da ailenizden bir i varsa, acı beden oluşacak dramdan bes-lenmek için onları k ışk ı rtmaya çalışır. Acı bedenler ya-kın i l i ş k i le r i ve aileleri severler, çünkü yiyeceklerini bü-yük ölçüde böyle ortamlardan alır lar. Karş ın ızdaki k i ş i -nin acı bedeni s i z i tepki vermeye zorlarken, buna diren-mek çok zordur. Güdüsel olarak en zayıf ve en kır ı lgan noktalarınız ı bil ir. î l k seferinde başarıl ı olamazsa, tek-rar tekrar denemeye devam edecektir. Karş ınızdaki ki-ş in in acı bedeni, ka r ş ı l ı k l ı beslenebilmek için s i z ink in i uyandırmaya çalışır.
Birçok i l i ş k i , belli aral ık lar la şiddetli ve yık ıcı acı beden dönemleri yaşar. Küçük bir çocuğun ebeveynle-r in in acı bedenleri arasındaki şiddetli karşı laşmaya tan ık l ı k etmesi son derece zor ve acı vericidir ama ne yazık ki dünyanın her yerinde milyonlarca çocuk her gün bunu yaşamaktadır. İnsanl ığın acı bedeninin ku-şaktan kuşağa aktar ı lmasının en temel yolu da budur. Her dönemden sonra, eşler kendiler ini toparlar, ne yapt ık lar ın ı anlar ve ego elverdiğince görece huzur lu bir döneme girerler.
45 VAR OLMANIN GÜCÜ
A ş ı r ı alkol tüketimi genellikle erkeklerde acı bedeni harekete geçirir ama aynı şey bazı kadınlar için de ge-çerlidir. K i ş i sarhoş olduğunda, acı bedenin kontrolü ele almasıyla, tam bir k i ş i l i k değişimi geçirir. Acı bedeni fi-z iksel şiddetle kendini beslemeye al ışmış bir k iş i , genel-l ikle bunun için eşine veya çocüklarma odaklanır. Ken-dine gelip ayıldığında, yaptıkları için pişmanlık duyar ve bir daha asla tekrarlamayacağına söz verirken ger-çekten samimidir. Ne var ki konuşan ve sözleri veren k iş i , şiddet eğiliminde olanla aynı k i ş i değildir ve k i ş i yaptık lar ının farkına varmadığı, kendi içindeki acı be-deni tanımadığı ve kendini ondan ayırmadığı sürece, tekrar tekrar aynı şeyleri yapacağına güvenebilirsiniz. Bazı durumlarda, bunun için profesyonel yardım almak yarar l ı olabilir.
Çoğu acı beden, hem acı yaratmak hem de o acıyı kullanmak ister ama bazıları büyük ölçüde ya acıyı ya-ratan ya da kurbandır. Her ik i durumda da, duygusal ya da f i z ikse l olduğu fark etmeksizin, şiddetle beslenir-ler. "Âş ık olduklarını" düşünen bazı çiftlerin aslında birbirlerine çekim duymalarının nedeni, acı bedenleri-nin birbir ler ini tamamlaması olabilir. Bazen acıyı yara-tanın ve kurbanın rol leri bile daha i lk karşı laşmaların-da belli olur. Cenneti getirdiği sanılan bazı evli l ikler, aslında cehennemi getirir ler.
Eğer kedi beslediyseniz, kedi ler in uyurken bile et-raflarında neler döndüğünün farkında olduklarını bi-l i r s in i z ; s ı ra dış ı bir ses duyduklarında hemen kulak-lar ı d ik i l i r ve bazen gözlerini hafifçe aralayabilirler.
201
ECKHART TOLLE
Uykuda olan acı bedenler de aynı şeki lde hareket
eder. Be l l i bir seviyede daima uyan ık t ı r la r ve uygun
bir tet ik kendin i ortaya koyduğunda, hemen harekete
geçmeye haz ı rd ı r la r .
Yak ın i l i şk i lerde, acı bedenler genellikle eşler b i r l i k -
te yaşamaya karar verene ve hatta hayatlar ının geri ka-
lanın ı b i r l ik te geçirmek için anlaşma yapana kadar bek-
leyecek kadar ak ı l l ıd ı r . Sadece eşiniz le evlenmekle kal-
maz, onun acı bedeniyle de evleni rs in iz . B i r l i k t e yaşa-
maya başladıktan ya da balayı bitt ikten k ısa süre sonra
eş in i z in tamamen fa rk l ı bir k i ş i l iğe sahip olduğunu gör-
mek, s i z i fazlas ıy la şaş ı r tabi l i r . Son derece önemsiz gö-
rünen konular için s i z i suçlarken, bağırıp çağırırken se-
si ve bakış lar ı değişebilir. Ya da tamamen içine kapana-
bil i r . " So run ne?" diye sorars ın ı z . " So run yok," der. Ama
aslında söylediği şeyin altında yatan ener j iy i hemen his-
sedersiniz: "Sorundan başka bir şey yok." Gözlerine bak-
tığınızda, ı ş ı k göremezsiniz; sank i kal ın bir peçe inmiş -
t i r ve daha önce tanıyıp sevdiğiniz k i ş i n in yerinde tama-
men fa rk l ı b i r i vardır. Karş ın ı zda tam anlamıyla bir ya-
bancı görürsünüz ve gözler inin nefretle, düşmanl ık la,
acıyla veya öfkeyle dolu olduğunu fark edersiniz. S i z in -
le konuştuğunda, konuşan k i ş i eşiniz değildir; acı be-
denleri onun aracılığıyla konuşuyordur. Söylediği şey,
acı bedenin gerçeklik vers iyonudur ve bu gerçeklik, kor-
kuyla, düşmanl ık la, öfkeyle ve daha fazla acıya neden
olma isteğiyle k i r lenmiş , çarpıt ı lmış, bozulmuştur.
Bu noktada, eş in i z in gerçek yüzünün bu olup olma-
dığını düşünür, bu insanla evlenmekle hayat ın ız ın en
46 VAR OLMANIN GÜCÜ
büyük hatasını yapıp yapmadığınızı merak edersiniz.
Ama i ş in as l ı şu ki eş in i z in gerçek yüzü, acı beden kont-
rolü ele almadan önce kaybolan yüzüdür. Acı bedene sa-
hip olmayan bir eş bulmak zordur ama acı bedeni çok
fazla yoğun olmayan b i r in i seçmeniz akıl l ıca olabil ir.
Y O Ğ U N ACI B E D E N L E R
Baz ı insanlar asla tamamen uykuda olmayan acı be-
denler taş ı r lar . Gülümseyebi l i r ve kibarca konuşabi l i r -
ler ama her an altında yatan mutsuz luk duygusunu
h issedebi l i r s in iz ; sank i karş ı la r ındak i k i ş i y i suçlamak,
mutsuz olacak bir şeyler bulmak veya etraflarına mut-
suz luk saçmak için hazır bekliyor gibidir ler. Acı beden-
ler i asla yeterince beslenemez ve sü rek l i açtır. Egonun
duyduğu düşman iht iyacını abartır lar.
Tepk i se l l i k le r i sayesinde, önemsiz konular ı büyüte-
rek etraf lar ındaki insanlar ı da dramın içine sürükleme-
ye çal ış ı r lar. Baz ı la r ı organizasyonlara veya başak k i ş i -
lere karş ı uzun ve anlamsız savaşlara ya da mahkeme
davalarına gi r i şebi l i r le r . Baz ı la r ı ise eski bir eşe ya da
arkadaşa ka r ş ı dinmek bilmeyen bir nefret sürdürebi-
l i r ler . İçlerinde taş ıd ık la r ı acının farkında olmayan bu
insanlar, acıyı olaylara ve durumlara yans ı t ı r lar . Öz
fark ındal ı k la r ı yeters iz olduğundan, bir olay ve o olaya
verdik ler i tepki arasındaki fa rk ı bile bilemezler. Onlara
göre, mutsuz luk ve acının kendis i bile olayın ya da du-
rumun içindedir. İçsel durumlar ın ın farkında olmadık-
201
ECKHART TOLLE
larından, acı çektiklerini ve fazlasıyla mutsuz oldukla-r ım idrak edemezler.
Bazen böylesine yoğun acı bedenlere sahip insanlar bir dava için savaşan aktivistler olabilirler. Dava ger-çekten değerli olabilir ve bazen başlangıçta bazı başarı-lar kaydedebilirler; ama söyledikleri ve yaptıkları şey-lere akan olumsuz enerji ve kendi bilinçsiz düşman ih-tiyaçları, giderek davalarına karş ı dönmeye başlar. Ge-nellikle sonunda kendi organizasyonlarının içinde de düşman edinmeyi başarırlar, çünkü gitt ikleri her yerde kendilerini kötü hissetmek için bir neden bulabilirler ve böylelikle acı bedenleri aradıkları şeyi sürekl i bulmaya devam eder.
EĞLENCE, BASIN VE ACI BEDEN
Eğer çağdaş uygarlığa aşina olmasaydınız, buraya baş-ka bir çağdan ya da başka bir gezegenden gelmiş olsay-dınız, s i z i şaşırtacak i l k şeylerden biri, insanların bir-birlerine acı vermek ve öldürmek için bunca para öde-mesi ve bunun adına "eğlence" demesi olurdu.
Şiddet f i lmler i neden bu kadar çok seyirci çeker? İn-sanların mutsuzluk ihtiyacını besleyen bütün bir en-düstriden söz ediyoruz. İnsanlar o f i lmler i seyretmeyi gerçekten istiyor, çünkü kendilerini kötü hissetmek is-tiyorlar. Peki insanların içinde kendini kötü hissetmek isteyen ve bunu iy i bir şey olarak gören nedir? Elbette ki acı beden. Eğlence endüstrisinin büyük bir bölümü
162
VAR OLMANIN GÜCÜ
bunun için çalışıyor. Dolayısıyla, tepkiselliğe, olumsuz düşüncelere ve k iş i se l dramlara ek olarak, acı beden kendini sinema ve televizyonlar sayesinde de beslemek-tedir. Acı bedenler bu tür f i lmler i yazıp çekmekte, diğer acı bedenler de izlemek için para ödemektedir.
Peki televizyonda ve sinemada şiddet izlemek ve göstermek her zaman "yanlış" mı? Bu şiddet gösterileri-nin hepsi acı bedene mi hizmet ediyor? İnsanlığın şim-diki gelişim düzeyinde, şiddet sadece tamamen sapkın değil, aynı zamanda da kolektif acı beden sayesinde güçlenmiş durumda. Eğer bu tür fi lmler şiddeti daha geniş açıdan ele alırlarsa, kaynağını ve sonuçlarını, şid-deti uygulayanın yanında kurbana neler olduğunu, al-tında yatan kolektif bilinçsizliği ve bunun kuşaktan ku-şağa geçtiğini - acı bedenlerin yanı sıra insanların için-de yaşayan öfke ve nefret - o zaman insanlığı uyandır-mak adına çok önemli bir adım atmış olurlar. İnsanlığın kendi çılgınlığını görebileceği bir ayna haline gelebilir-ler. Kendi içinizde deliliği delilik olarak tanımladığınız-da, bu farkındalığın uyanışı ve deliliğin sonudur.
Bu tür fi lmler günümüzde de vardır ve acı bedeni beslememektedirler. En iy i savaş karş ı t ı filmler, savaşı görkemli kı lmak yerine en çıplak gerçekliğiyle göste-renlerdir. Acı bedenler, ancak şiddetin normal veya ar-zulanır bir davranış olarak gösterildiği, şiddeti görkem-li kı larak izleyende olumsuz duygu üreten filmler saye-sinde beslenebilirler.
Popüler haber basını, haber değil, olumsuz duygu satmaktadır; yani acı beden için yiyecek. On santimlik
47 201
ECKHART TOLLE
harf ler le gazete baş l ı k lar ında "Öfke" ya da "Alçaklar"
diye hayk ı rmaktadı r . Öze l l i k le İng i l i z bas ın ın ın bu ko-
nuda çok iy i olduğunu bel i r tmek gerekir. Olumsuz
duygular ın, haberlerden daha çok gazete satt ı rd ığ ın ı
b i l iyor lar .
Haber basınında genel olarak olumsuz haberlere
doğru bir eği l im var. İ ş le r ne kadar kötüleş i rse, haber-
ciler de o kadar heyecanlanıyorlar ve genell ikle olum-
suz heyecan basının kendis i tarafından yaratı l ıyor. Acı
bedenler buna bayıl ıyor.
KOLEKTİF DİŞİ ACI B E D E N
Acı bedenin ko lekt i f boyutunda f a r k l ı öze l l i k le r var-
dır. Kabi le ler in , u lu s la r ın , ı r k l a r ı n kendi ler ine ait ko-
lek t i f bi rer acı bedeni vard ı r ve bazı lar ı diğerler ine gö-
re daha yoğun olurken, o kabileye, u lusa ya da ı r ka
mensup herkes, bu ko lekt i f acı bedeni az ya da çok
paylaşır.
Neredeyse her kadın, kolekt i f d iş i acı bedeni payla-
ş ı r ve bu acı beden, özel l ik le aybaşı kanamalarından
önce akt i f hale gelir. Bu dönemlerde, birçok kadın yo-
ğun olumsuz duygularla boğuşmaya başlar.
Özel l ik le son i k i bin y ı ld ı r d iş i prensibin bast ı r ı lma-
s ı , egonun kolekt i f insan bilincinde mutlak hakimiyet i
ele almasın ı sağladı. Elbette ki kadınlar ın da egoları
vardı r ama ego kadınlara oranla erkeklerde daha kolay
kök salar ve büyür. Bunun öncelikl i nedeni, kadın lar ın
VAR OLMANIN GÜCÜ
erkeklere oranla daha az z ih in odaklı olmasıdır. Sezgi-
ler in kaynaklandığı içsel vücutla ve organizma zekasıy-
la bağlantı ları daha güçlüdür. Kadınlar, erkeğe oranla
daha az kat ıdı r , daha açıkt ı r ve diğer canlılara ka r ş ı da-
ha duyar l ıd ı r ; dolayısıyla doğal dünyayla daha fazla
uyum içindedir.
Gezegenimizdeki er i l ve d i ş i l enerj i ler arasındaki
denge bozulmasaydı, ego böylesine güçlenemezdi. O za-
man ne doğaya ka r ş ı savaş açar ne de kendi var l ığ ımı -
za bu kadar yabancılaşırdık.
Kay ı t tu tu lmadığ ı için k imse tam rakamı bi lme-
mektedir ama görünüşe bak ı l ı r sa , üç yüz y ı l l ı k bir sü-
reçte, üç ila beş mi lyon kadın ın, Roma Kato l i k K i l i s e -
s i ' n i n k â f i r l i ğ i bast ı rmak için kurduğu k u r u m " K u t -
sal E n g i z i s y o n " taraf ından işkenceyle ö ldürü ldüğü
bi l inmektedi r . Bu olay, i n s a n l ı k ta r ih indek i en karan-
l ı k sayfalardan bi r i olan Yahudi S o y k ı r ı m ı ile başa
baş görünmektedir . Kad ın la r ın cadı olarak damgala-
nıp işkence görmesi ve bir kazığa bağlanıp y a k ı l m a s ı
için, hayvanlara sevg i s in i göstermesi, ormanlarda ya
da k ı r la rda tek başına dolaşması veya ş i fa l ı ot lar top-
laması yeter l iyd i . K u t s a l d i ş i l i k şeytani olarak adlan-
d ı r ı ld ı ve insan yaşamın ın bütün bir boyutu büyük öl-
çüde ortadan kayboldu. M u s e v i l i k , İ s l a m ve hatta
B u d i z m gibi diğer k ü l t ü r l e r ve din ler de d i ş i l boyutu
bast ı rd ı lar ama en azından daha az şiddet içeren bir
şeki lde bunu yapt ı lar . Kad ın ın s ta tüsü çocuk doğur-
maya ve e r k e k l e r i n mal ı olmaya indirgendi. Kendi iç-
ler indeki d i ş i l ö ze l l i k le r i inkar eden erkek le r ş imd i
201
ECKHART TOLLE
dünyayı yönetmektedi r ve bu yüzden de dünya ruh-
sal dengesini kaybetmiş t i r . Geri ka lan ın ın bir del i l i k
t a r i h i olduğu söylenebi l i r .
Pek i bu akut k o l e k t i f paranoya olarak d i ş i korku-
s u n u n s o r u m l u s u k imd i? Elbette k i erkek ler . Peki
ama o zaman neden H ı r i s t i y a n l ı k öncesi birçok ant ik
uygar l ı k ta - Sümer le r , M ı s ı r l ı l a r ve Ke l t le r gibi - ka-
dın lara saygı göster iyor ve d i ş i l prensipten ko rkmak
yer ine hay ran l ı k duyuyor lard ı? E r k e k l e r i n kadın lar
taraf ından tehdit ed i ld i k le r in i düşünmeler ine neden
olan şey neydi? İçler inde giderek büyüyen ego! Ancak
erkek biçiminde gezegenimiz in t ü m kont ro lünü ele
geçirebileceğini b i l i yordu ve bunu yapmak için, d i ş i l
güçsüz lüğüyle i lg i l i bi r inanış yaymak zorundaydı.
Zaman içinde ego kadınlar ı da büyük ölçüde etk i s i
altına aldı ama asla erkeklerde olduğu kadar derin bir
hakimiyet kuramadı.
Ş imdi , d i ş i l özel l iğin kadınlar ın bile çoğunda bastı-
r ı ld ığ ı bir döneme geldik. Ku t sa l d i ş i l i k bas t ı r ı lm ı ş ol-
duğu için, birçok kadında duygusal acıya yol açmakta-
dır. As l ında, i k i bin y ı ld ı r çocuk doğurmak, tecavüz, kö-
lecil ik, işkence ve şiddetl i ölümler yüzünden kadın lar ın
acı bedenlerinin bir parçası haline geldi.
Ama günümüzde i ş le r h ı z la değişiyor. İ n s a n l a r gi-
derek daha b i l inç l i bir hale gel i rken, egonun da insan
z i h n i üzer indek i hak imiyet i zay ı f l ıyor . Ego kadın lar -
da asla derinden kök salamadığı için, erkek lere oran-
la kadın lar üzer indek i hak im iyet in i daha h ı z l ı kaybe-
diyor.
VAR OLMANIN GÜCÜ
U L U S A L VE IRKSAL ACI BEDENLER
Kolekt i f acı çekmiş ya da ağır şiddet eylemlerine maruz
ka lmış belli ü lke ler in acı bedenleri, diğerlerine oranla
daha ağırdır. Daha esk i tarihe sahip u lus lar ın daha
güçlü acı bedenlere sahip olmasının nedeni budur. Ka-
nada veya Avust ra lya gibi daha genç ülkeler in ve etraf-
la r ın ı saran çı lg ın l ık lara karş ı izole durumda kalmış -
İsviçre gibi - ü lke ler in de daha hafif bir acı bedene sa-
hip olmalar ı bu yüzdendir. Elbette ki bu tür ülkelerde
insanlar ın k i ş i se l acı bedenleri de vardır. Eğer yeterin-
ce duyar l ıysanız , uçaktan indiğiniz anda bu tü r ülkeler-
de ağır bir ener j iy le karş ı laş t ığ ın ı z ı h isseders in iz . Baz ı
ülkelerde ise, potansiyel şiddetin eneı j i alanını günlük
hayatın yüzey in in hemen altında bile h issedebi l i r s in iz .
Örneğin Orta Doğu gibi bazı yerlerde, kolekt i f acı beden
öylesine akuttur ki acı bedenin kendini yenileyip besle-
yebılmesi için nüfusun önemli bir bölümü kendini sü-
rek l i olarak suç işlemeye ve kendini cezalandırmaya
eği l iml i bir halde olur.
Acı bedenin ağır ama ar t ık akut olmadığı ülkelerde,
insanlar ın kendi ler in i ko lekt i f duygusal acıdan ayırma-
ya ve uyuşturmaya eğil imi vardı r : Almanya ve Japon-
ya'da kendi ler in i çalışmaya vererek, başka ülkelerde
yaygın şekilde alkole bağımlı hale gelerek (ama aş ı r ı
miktar larda alkol alındığında, acı bedeni harekete ge-
çirme ve besleme eğil imi de vard ı r ) bunu yaparlar.
Çin ' in ağır acı bedeni bir ölçüde yaygın şekilde uygula-
nan T a i Chi sayesinde s ı n ı r l a n ı r ki kontrol edemediği
166 167
ECKHART TOLLE
diğer her şeyi tehdit olarak gören Komün i s t hükümetin
bu uygulamayı yasaklamamış olması oldukça şaş ı r t ıc ı -
dır. Sokaklar ve parklarda, her sabah milyonlarca insan
z ihn i d ingin leşt i ren bu hareketl i meditasyonu yaparlar.
Bu, ko lekt i f ener j i alanında belirgin bir f a r k l ı l ı k yarat ı r
ve düşünceyi azaltıp Var l ığ ı güçlendirdiği için acı bede-
ni zayıf lat ı r .
T a i Chi, Qigong ve Yoga gibi f i z i k se l bedeni içine
alan ruhsal uygulamalar, son zamanlarda Batı'da da
bir hayl i i lgi görmektedir. Bu uygulamalar f i z i k se l be-
den ve ruh arasında bir ayr ım yaratmadık lar ı gibi, acı
bedeni zayıf latmakta da çok yarar l ıd ı r lar . Bu uygula-
maların kürese l uyanışta çok önemli bir rol oynayacak-
la r ın ı bel i rtmek gerekir.
Ko lekt i f ı r k s a l acı beden, as ı r la r boyunca zu lüm gör-
müş olan Yahudilerde kendini özel l ik le belli eder. Aynı
şekilde, Avrupal ı öncüler tarafından say ı la r ı belirgin
bir şekilde azalt ı lan ve k ü l t ü r l e r i yok edilen Amer ikan
Yer l i ler i 'nde de güçlü bir şekilde görülür. Amer i ka l ı zen-
ci ler in de acı bedenleri çok yoğundur. Ata lar ı ş iddetl i
bir şekilde köklerinden kopar ı lmış , boyun eğıneye zor-
lanmış ve köle olarak sat ı lm ı ş t ı r . Amer ikan ekonomik
gücünün temeller i , dört-beş milyon zenci kölenin eme-
ğine dayanmaktadır. Asl ında, Amer ikan Yer l i le r i 'ne ve
zencilere veri len acı, sadece bu ik i ı r k la s ı n ı r l ı değildir;
aynı zamanda modern Amer ikan ha lk ın ın da kolekt i f
acı bedeninin bir parçası haline gelmişt i r . Herhangi bir
şiddet, zu lüm veya baskı eylemleri sonucunda hem bu
suçu iş leyenin hem de kurbanın aynı derecede zarar
VAR OLMANIN GÜCÜ
görmesi kaçını lmazdır. Başkalar ına yapt ığın ız ı kendi-nize de yapars ın ız .
Acı bedeninizin yüzde kaçının kolekt i f ve yüzde kaçı-
nın size ait olduğu önemli değildir. Her i k i durumda da,
sadece içsel durumunuzun sorumluluğunu ele alarak
bunu aşabi l i r s in i z . Başka lar ım suçlamakta hakl ı gibi
görünseniz bile, düşüncelerinizle acı bedeninizi besle-
meye devam eder ve egonuzun tutsağı olarak ka l ı r s ın ı z .
Gezegende kötücül tek güç vard ı r : İnsan bi l inçs iz l iğ i .
Bunu anlamak, gerçek bağış layıcı l ıkt ı r . Bağışlamayla,
kurban k iml iğ in i z çözülür ve gerçek gücünüz ortaya çı-
kar; Var l ığ ın gücü. Böylece, karanl ığı suçlamak yerine,
bulunduğunuz yere ı ş ığ ı get i r i r s in i z .
50 201
6. Bölüm
ÖZGÜRLEŞMEK
Acı bedenden özgürleşmek, öncelikle bir acı bedene sa-hip olduğunuzu bilmekle başlar. Sonra, daha önemlisi, şimdide kalabilme, uyanıkl ığınızı sürdürebilme, içiniz-deki acı bedenin ağır bir olumsuz duygu yükü olduğunu fark edebilme beceriniz gelir. Onu tanıdığınızda, daha fazla s izmiş gibi davranamaz ve kendini s iz in sayeniz-de yenileyip yaşamaya devam edemez.
Acı bedenle kendinizi tanımlamanızı sona erdirecek olan şey, Varlığın izdir. Kendinizi onunla tanımlamayı bıraktığınızda, acı beden düşünce sisteminizi daha faz-la kontrol edemez ve dolayısıyla, düşüncelerinizden beslenerek kendini daha fazla yenileyemez. Acı beden çoğu durumlarda hemen çözülmez ama onunla düşünce sisteminiz arasındaki bağlantıyı kopardığınızda, acı be-den enerj is ini kaybetmeye başlar. Düşüncelerinizin
171
ECKHART TOLLE
duygulardan etk i lenmesi azal ı r ; ş imdiye ait algı lar ın ız ,
geçmiş olaylarla bozulmaz. Acı bedende hapis durum-
daki enerj i , t i t r e ş i m i n i değişt i rerek kendini Var l ı k içine
ak ı t ı r . Bu şeki lde, acı beden bilinç için yak ı t haline ge-
l i r . Gezegenimizde yaşamış en bilge, en aydınlanmış in-
san lar ın bir zamanlar ağır acı bedenlere sahip olması-
nın nedeni budur.
Ne yaparsanız yapın, ne söylerseniz söyleyin, dünya-
ya hangi yüzünüzü göster i rseniz gösterin, z ih inse l duy-
gusal durumunuz gizlenemez. Her insan, içsel durumu-
nu yansıtan bir enerj i yayar ve çoğu insan bunu algıla-
yabi l i r . H i s s e t t i k l e r i n i n fark ında olmayabi l i r ler ama y i -
ne de s i z in le i lg i l i duygular ı ve s ize k a r ş ı davranış lar ı
bel i rgin şekilde etkilenecektir. Baz ı insanlar bir iy le i l k
kez karş ı laş t ık lar ında, daha aralarında hiçbir konuşma
geçmeden bunu hissedebi l i r ler . B i r süre sonra, sözler
i l i ş k i n i n kontro lünü ele a l ı r ve kel imeler çoğu insanın
oynadığı ro l ler in rep l i k le r i haline gelir. Sonra dikkat
z ihne kayar ve karş ıdak i k i ş i n i n ener j i alanını hissede-
bilme becerisi büyük ölçüde zayıf lar. Y ine de, bilinçal-
t ında hâlâ h i s sedi l i r durumdadır.
Acı bedenin bi l inçsiz bir şeki lde daha fazla acı aradı-
ğını, yani kötü bir şey o lmas ın ı i stediğini anladığınızda,
birçok t ra f i k kazasına o anda acı bedeni akt i f hale gelen
sürücüler in neden olduğunu da anlars ın ız . Acı bedenle-
ri akt i f durumda i k i sürücü aynı anda bir kavşağa gel-
diklerinde, bir kaza olas ı l ığ ı normal şart larda olduğun-
dan çok daha yüksekt i r . B i l inçalt larmda, i k i s i de o ka-
zanın olmasın ı i ster ler. Acı bedenlerin t raf ik kazalar ın-
188
VAR OLMANIN GUCU
daki rolü, özel l ik le " t raf ik canavarı" denen fenomende kendini açıkça belli eder; böyle bir durumda, bir sürücü önündeki arabanın fazla yavaş gitmesi gibi son derece önemsiz bir nedenden dolayı öfkelenerek şiddete başvu-rabi l i r .
B i rçok şiddet eylemi, geçici bir süre için manyakla-
şan "normal" insanlar tarafından iş lenir . Bütün dünya-
da, savunma avukat lar ın ın mahkemede şuna benzer
sözler söylediğini duyars ın ı z : "Müvekk i l im kendinde
değildi," ve zan l ın ın yorumu: "Bana neler olduğunu bil-
miyorum; sank i bir güç beni ele geçirdi." B i ld iğ im kada-
r ıy la, bugüne kadar herhangi bir savunma avukatı ha-
kime şöyle dememişt i r : " B u bir zayıf lamış so rumlu luk
hali. Müvekk i l im in acı bedeni akt i f hale geldiğinden,
kendis i ne yaptığının fark ında değildi. Asl ında, bunu o
yapmadı; acı bedeni yaptı."
Yani bu, insanlar ın acı bedenleri tarafından kontrol
edi ld ik ler i zaman yapt ık lar ı şeylerden sorumlu olma-
d ık la r ı anlamına mı gelir? Cevabım: Evet. Nas ı l sorum-
lu olabi l i r ler ki? B i l i nc in i z i kaybettiğinizde, ne yaptığı-
n ı z ı bilmediğinizde nası l so rumlu tutu lab i l i r s in i z? Ama
insanlar ın bi l inçl i ve kendi b i l inçs i z l i k le r in in sonuçla-
rından zarar görmeyecek var l ı k la r olmaları gerekir. Sa-
dece, evrenin evr im sürecinde yoldan çıkmış lardı r .
Ama bu bile sadece k ısmen doğrudur. Daha geniş bir
açıdan bakıldığında, evrenin evr im sürecinde yoldan
çıkmak aslında mümkün değildir ve insan bi l inçs iz l iğ i
ve acı bile, bu evr imin bir parçasıdır. B i tmek bilmeyen
acı döngüsüne daha fazla dayanamadığımzda, uyanma-
52
ECKHART TOLLE
ya baş lars ın ız . Dolayıs ıy la, acı beden de daha büyük re-
simde bir yere sahipt i r .
VARLIK
Otuz lu yaş lar ında bi r kadın bana gelmişt i . Ka r ş ı la ş t ı -
ğımız i l k anda, k ibar ve yüzeysel gü lümsemes in in ar-
dındaki acıyı h i s se tm i ş t im . Bana h ikâyes in i anlatma-
ya başladığında, gülümsemesi aniden bir acı ifadesine
dönüştü. Ardından, kont ro l süz bir şeki lde h ıçk ı r ı k la ra
boğuldu. Kend in i çok ya ln ı z ve tatmins i z h i ssett iğ in i
söyledi. Çok fazla öfke ve üzüntü vardı. Çocukken, ş id-
det düşkünü babasının taciz ler in in ku rban ı olmuştu.
O anda, acıs ın ın ş i m d i k i yaşam şar t lar ından değil, son
derece ağır bir acı bedenden kaynaklandığın ı anla-
mam uzun sürmedi . Acı bedeni, bayata bakış açısında
bir f i l t re yaratmı ş t ı . Duygusal acısıyla düşünceleri
aras ındaki bağlantıyı göremiyor, kendini tamamen
i k i s i y le birden tanıml ıyordu. Acı bedenini düşüncele-
r iy le beslediğinin ise kes in l i k le fark ında değildi. Diğer
bir deyişle, son derece mutsuz bir benliğin yüküy le ya-
ş ıyordu. Ama bell i bi r seviyede, acının kendi içinden
kaynaklandığ ın ı anlamış olmal ıydı. Uyanmaya hazı r -
dı ve bu yüzden gelmişt i .
D i kkat in i vücudunun içinde hissett iğ i şeylere çevir-
dim ve duyguyu mutsuz düşüncelerinin ve mutsuz hi-
kâyes in in yaratt ığı f i l t reden değil, doğrudan algılama-
s ı n ı istedim. Bana mutsuzluğundan çıkması için bir yol
174
VAR OLMANIN GÜCÜ
göstereceğimi umarak geldiğini ve mutsuzluğuna odak-lanmasın ı istememe şaş ı rd ığ ın ı söyledi. Y ine de, ondan istediğim şeyi isteksizce de olsa yaptı. Yanaklar ından yaşlar boşanıyor, bütün vücudu t i r t i r t i t r iyordu. " Ş u anda, h i s set t iğ in şey bu," dedim. " Ş u anda hissett iğ in şeyin bu olduğu gerçeğ iyle"i lgil i yapabileceğin hiçbir şey yok. Ş imdi , şu anın fa rk l ı o lmasın ı istemek yerine -çünkü zaten var olan acına daha faz las ın ı ekleyecektir - ş imdi h i ssett iğ in şeyin bu olduğunu tamamen kabul-lenmen mümkün mü?"
B i r an sess i z kaldı. B i rden, aniden ayağa kalk ıp öf-
keyle "Hay ı r , bunu kabullenmek istemiyorum!" diye ba-
ğıracakmış gibi göründü. " K i m konuşuyor?" diye sor-
dum. "Sen mi, yoksa içindeki mutsuz luk mu? Mutsuz
olmakla i lg i l i mutsuz luğunun, başka bir mut suz luk
katmanı olduğunu görebiliyor musun?" Y ine sakin leşt i .
"Senden bir şey yapmanı istemiyorum. Tek istediğim,
sadece o duygular ın orada olmasına i z in vermenin
mümkün olup olmadığını anlaman. Diğer bir deyişle -
bu biraz tuhaf görünebil i r - eğer mutsuz olmak seni ra-
hatsız etmezse, mutsuzluğa ne olur? Bunu öğrenmek i s -
temez mis in?"
B i r an şaşk ın l ı k la bana baktı ve bir dakika kadar
sessizce oturduktan sonra, aniden ener j i alanında belir-
gin bir değişim hissett im. " B u çok tuhaf," dedi. "Hâlâ
mutsuzum ama ş imdi etrafında bir boşluk hissediyo-
rum. Sank i e sk i s i kadar önemli değilmiş gibi görünü-
yor." İ l k defa böyle bir ifadeyle karş ı laş ıyordum: Mut-
suz luğumun etrafında bir boşluk var. Bu boşluk, elbet-
201
ECKHART T O L L E
te ki şu anda deneyimlediğiniz şeyi içtenlikle kabullen-
mekten kaynaklanı r .
Başka bir şey söylemedim ve deneyimi sonuna kadar
yaşamasına i z i n verdim. Daha sonra, duyguyu tanımla-
mayı bı rakt ığı , d i kkat in i içinde yaşayan esk i acı duygu-
suna ka r ş ı direnmeye değil, doğrudan kendisine yönelt-
tiğinde, ar t ık acının düşünceler ini kontrol edemediğini
ve dolayıs ıyla z ih in se l olarak o luş tu ru lmuş "Mut suz
Ben" h ikâyes in i etk i s i z hale getirdiğini anladı. Ş imdi ,
hayatında k i ş i s e l geçmişini aşan yeni bir boyut oluş-
muştu; Va r l ı k boyutu. Mutsuz bir hikâye olmadan mut-
suz olamayacağınıza göre, bu da mutsuz luğun sonuydu.
Aynı zamanda, acı bedeninin sonunun da başlangıcıydı.
Duygu kendi başına m u t s u z l u k olamaz. Sadece duygu
ve mutsuz bir hikâye mutsuz luk olabilir.
Seans ımız sona erdiğinde, başka bir insan ın daha
içinde Var l ığ ın yükse l i ş ine tanık olmanın tatmin in i ya-
şıyordum. İn san biçiminde var o lmamız ın tek amacı, bu
bil inç boyutunu dünyaya getirmektir . Ayn ı zamanda,
ona k a r ş ı savaşmakla değil ama bi l incin ı ş ığ ın ı getir-
mekle bir acı bedenin yok oluşuna da tanık olmuştum.
Z iyaretçim git t ikten birkaç dakika sonra, bir arka-
daşım bir şey bırakmak için geldi. İçeri g i rer girmez
şöyle dedi: "Burada ne oldu böyle? E n e r j i çok ağır ve bu-
lanık. Neredeyse midem bulandı. Pencereleri açıp bir-
kaç tü t sü yaksan iy i olur." Çok yoğun acı bedene sahip
b i r in in az önce acı bedeninden kur tu lduğunu ve arka-
daş ımın h issett iğ i şeyin seans s ı ras ında sa lman enerj i -
nin bir ka l ı n t ı s ı olabileceğini söyledim. Ama arkadaşım
176
VAR OLMANIN GÜCÜ
kalıp dinlemeye i s tek l i değildi; sadece bir an önce ora-dan gitmek ist iyordu.
Pencereleri açtım ve yakındaki küçük bir H i n t resto-
ranına yemek yemeye gitt im. Ofisimde olanlar, zaten
bildiğim bir şeyin onaylanmasıydı: Bel l i bir seviyede,
görünüşte bireysel olan t ü m acı bedenler, b i rb i r ler ine bağlıdır.
ACI B E D E N İ N DÖNÜŞÜ
B i r masaya oturup yemek s ipar i ş im i verdim. B i rkaç
müşter i daha vardı. Yak ın ımdaki bir masada, tekerlek-
li sandalyede oturan orta yaş l ı bir adam, yemeğini bi t i r -
mek üzereydi. B i r an yoğun bir şeki lde bana baktı ve
bak ı ş lar ın ı kaçırdı. Aradan birkaç dakika geçti. Adam
aniden huzur suz oldu ve vücudu seğirmeye başladı.
Garson tabağını almaya geldiğinde, adam onunla tar-
t ışmaya başladı. "Yemek berbattı. Hiç beğenmedim." "O
zaman neden yediniz?" diye sordu garson. Bu adamı da-
ha da k ızd ı rd ı . Bağır ıp çağırmaya başladı. Ağzından kü-
für le r dökülüyordu ve o devam ederken, içeris i yoğun
bir nefret duygusuyla dolmuştu. İnsan vücut hücreleri-
ne giren ener j in in tutunacak bir şey aradığını hissede-
bil iyordu. Ş imdi diğer müşter i lere de bağırıyordu ama
her nedense, ben yoğun bir Var l ı k halinde orada oturur -
ken, bana hiç aldırmıyordu. Evrense l insan acı bedeni-
nin bana gelip şöyle f ıs ı ldadığını h issett im: "Ben i yendi-
ğini sandım ama bak, hâlâ buradayım." Diğer yandan,
177
ECKHART TOLLE
seanstan sonra arkada kalan ener j in in benimle bi r l ik te
restorana geldiğini ve orada bulduğu en uygun t i t re-
ş i m l i insana, yani benzer ağı r l ı k ta bir acı bedene sahip
bir k i ş iye tutunduğunu da düşündüm.
Müdür kapıyı açtı ve "Gi t buradan," dedi adama.
"G i t buradan." Adam akülü teker lek l i sandalyesiyle dı-
şa r ı çıkarken, herkes ş a ş k ı n l ı k l a ona bakıyordu. B i r da-
k ika sonra geri döndü. Acı bedeni henüz tatmin olma-
mış t ı ; daha fazlasına ihtiyacı vardı. Teker lek l i sandal-
yes in i şiddetle çarparak kapıyı açtı ve içeri doğru bağı-
ra çağıra küf rett i . B i r garson içeri g i rmes in i engelleme-
ye çalıştı. Adam teker lek l i sandalyeyi h ız la i le r i yönelt-
ti ve garsonu duvara çiviledi. Diğer müşter i ler ayağa
f ı r lay ıp adamı durdurmaya çalışt ı . Çığl ık lar , bağırış ça-
ğ ı r ı ş la r , i t i ş kak ı ş la r ; tam bir k ıyamett i . Çok geçmeden
bir polis memuru geldiğinde, sak in leşmiş olan adama
oradan gitmesini ve bir daha da gelmemesini söyledi.
Neyse ki bacaklarındaki birkaç çürük dışında garson
yaralanmamışt ı . Her şey bittiğinde, müdür masama
geldi ve şakayla k a r ı ş ı k şöyle sordu: " B ü t ü n bunlara s i z
mi neden oldunuz?" Be lk i de sezgisel olarak bir bağlan-
t ı ku rmuş tu .
ÇOCUKLARDA ACI B E D E N
Çocukların acı bedenleri, bazen kendi ler in i dalgınl ık ya
da içine kapanık l ık olarak bell i eder. Çocuğun y ü z ü ası-
l ı r , diğerleriyle oynamak istemez ve bir köşede elinde
VAR OLMANIN GÜCÜ
oyuncak bebeğiyle ya da parmağını emerek oturur. Ağ-
lama ya da öfke k r i z le r ine de girebi l i r ler. Çocuk çığl ık
çığlığa bağırarak kendini oradan oraya atabil i r veya et-
raf ın ı k ı r ıp dökmeye başlayabilir. Küçük melekleri bir-
kaç saniye içinde küçük bir canavara dönüşürken, ebe-
veynler i ş a ş k ı n l ı k ve çaresiz l ik le olduklar ı yerde kala-
kal ı r lar . " B ü t ü n bu mutsuz luk nereden kaynaklanı-
yor?" diye merak ederler. As l ında bu, az ya da çok, in-
san egosunun kökeninden kaynaklanan kolekt i f insan-
l ı k acı bedeninden çocuğun aldığı payın eseridir.
Ama çocuk aynı zamanda ebeveynlerinin acı beden-
lerinden de etk i lenmiş olabil i r . Dolayıs ıy la, ebeveynler
çocuklarına bakarak kendi du rumla r ın ı anlayabi l i r ler.
A ş ı r ı duyar l ı çocuklar, ebeveynlerinin acı bedenlerin-
den daha da fazla etk i len i r ler . Ebeveynler in in delice
bir tar t ı şmas ına tan ık olmak, çocukta dayanılmaz bir
duygusal acıya neden olur ve bu a ş ı r ı duyar l ı çocuklar
yet i şk in l iğe u laşt ık lar ında, ağır bir acı bedene sahip
olur lar . Çocuklar, b i rb i r le r ine "Çocuklar ın önünde
kavga etmemeliyiz," diyerek kendi acı bedenlerini giz-
lemeye çalışan ebeveynler tarafından kandır ı lamaz-
lar. Bu genell ikle ebeveynler kibarca konuşmaya çalı-
ş ı r ken, evin negatif ener j iy le dolu olduğu anlamına ge-
l i r . B a s t ı r ı l m ı ş acı bedenler faz las ıy la k i r l i d i r - hatta
açıkça akt i f olanlardan bile daha fazla - ve bu ps i ş i k
k i r l i l i k , çocuklar tarafından emilerek kendi acı beden-
le r in in gel i ş imin i destekler.
Baz ı çocuklar, son derece bi l inçsiz ebeveynlerle yaşa-
yarak ego ve acı beden hakkında farkında olmadan bir 55 201
ECKHART TOLLE
şeyler öğrenebil ir ler. Hem annesi hem de babası güçlü
egolara ve ağır acı bedenlere sahip bir kadın, bana on-
la r ın ta r t ı ş t ığ ın ı gördüğü her seferinde şöyle düşündü-
ğünü söylemişt i : " B u insanlar del i rmiş . Ben buraya na-
s ı l geldim?" Bu şeki lde yaşamanın delice olduğu konu-
sunda fark ındal ığ ı çoktan gel i şmiş durumdaydı. Bu far-
k ındal ık , ebeveynlerinden aldığı acıyı belli bir ölçüde
azaltabi lmesini sağlamışt ı .
Ebeveynler s ı k s ı k çocuklarının acı bedenleriyle na-
s ı l başa çıkacaklar ını merak ederler. A s ı l soru elbette ki
kendi acı bedenleriyle başa çıkmayı bil ip bi lmedikler i -
dir. Onu kendi içlerinde tanımlayabi l iyor lar mıdır?
Çocuk acı beden k r i z i geçir i rken, duygusal tepki
vermemek için fark ındal ığ ın ı z ı korumaktan başka
yapabileceğiniz bir şey yoktur . Çocuğun acı bedeni
sadece tepkiy le beslenir. Acı bedenler son derece dra-
mat ik o labi l i r ama sak ın kend in i z i kapt ı rmayın. Çok
fazla ciddiye almayın. Eğer acı beden s a p t ı r ı l m ı ş i s -
tekle te t i k lenmi ş se , i s t e k l e r i n i kabul etmeyin. A k s i
takdirde çocuk şu mesaj ı a l ı r : "Ne kadar mutsuz o lur -
sam, i s ted iğ imi elde etme o las ı l ığ ım o kadar yükse-
l i r . " Bu , hayat ın ın i ler leyen y ı l l a r ı için kes in bir bo-
z u k l u k fo rmü lüdür . S i z tepki vermediğinizde, acı be-
den hayal k ı r ı k l ı ğ ı n a uğrar ve tamamen yat ışmadan
önce belki bi raz daha ş iddetlenebi l i r . Neyse ki çocuk-
larda görülen acı beden k r i z l e r i , yet i ş k in le rdek ine
oranla daha k ı sa sü re l id i r .
Acı beden yat ı ş t ı k tan k ı sa süre sonra ya da ertes i gün, çocuğunuzla neler olduğunu k o n u ş a b i l i r s i n i z .
165
VAR OLMANIN GÜCÜ
Ama çocuğa sak ın acı bedenden söz etmeyin. B u n u n yer ine so ru la r sorun: " D ü n sana ne oldu öyle de bir t ü r l ü bağır ıp çağırmayı bırakamadın? H a t ı r l ı y o r mu-sun? Neler h i s se tmi ş t in? İ y i bir h i s miydi? Seni ele geçiren şey, bir adı var mı? Yok mu? Eğer bir adı ol-saydı, ona ne i s im ver i rd in? Eğer görebilseydin, neye benzerdi? Görünüşünü bana t a r i f edebil ir mi s in? Git-t iğinde ona ne oldu? Uyumaya mı gitt i? Sence geri ge-leb i l i r mi?"
Bun la r sadece birkaç soru öneris idir . Bütün bu soru-
lar, çocuğun içindeki t a n ı k l ı k olgusunu uyandırma
amacını taş ı r . Böylece çocuk kendini acı bedenden ayı-
rabi l i r . Çocukların terminolo j i s in i kul lanarak kendi acı
bedeninizi ta r i f etmeyi de deneyebil i rs iniz. Çocuğunuz
acı bedeninin etkis inde kaldığı bir daha sefere, "Geri
geldi, değil mi?" diye sorabi l i r s in i z . Ama bunu yapar-
, ken, çocuğunuzun ondan söz ederken kul landığı kel i-
meleri kul lanın. Çocuğun d ikkat in i kendini nas ı l h i s -
settiğine yöneltin. Tu tumunuz eleşt i r i ya da suçlama
yerine, i lgi ya da merak olmalıdır.
Bunun acı bedeni hemen durdurmas ın ı bekleyemez-
s in i z ve çocuk s i z i duymuyor gibi bile görünebil ir ama
acı beden akt i f hale geldiğinde bile, çocuğun bil inci geri
planda farkındalığını bir parça da olsa koruyacaktır.
B i rkaç seferden sonra, fark ındal ık giderek güçlenecek
ve acı beden iyice zayıflayacaktır. Böylel ik le çocuğunu-
zun Var l ı k gel işt i rmesine yardımcı o lursunuz. B i r gün,
çocuğunuz size kendi acı bedeninizin kontrolü ele aldı-
ğını söyleyerek s i z i uyarabil i r .
201
ECKHART TOLLE
MUTSUZLUK
Bütün mutsuz luk la r acı beden değildir. Baz ı la r ı yeni mutsuz luk la rd ı r ve ş imdik i anla uyumunuzu kaybet-tiğinizde, o ya da bu şekilde ş imdiy i inkar ettiğinizde oluşur lar. Ş imd ik i anın daima orada olduğunu ve on-dan kaçınamayacağınızı anladığınızda, ona güçlü bir "evet" katabi l i r ve böylece sadece mutsuz luğun oluş-masını engellemekle kalmaz, aynı zamanda içsel di-renç gitt iği için, kendin iz i Yaşam ile güçlenmiş halde bulabi l i r s in iz .
Acı bedenin mutsuzluğu, görünürdeki nedenle da-ima orantısızdır. Diğer bir deyişle, aş ı r ı tepkidir. Ağır acı bedenlere sahip insanlar, genellikle üzgün, öfkeli, k ı rgın veya korkulu olmak için kolayca neden bulabilir-ler. Başka bi r in in gülümseyerek omuz silkeceği ve hat-ta fark etmeyebileceği şeyler, yoğun mutsuzluk nedeni olabilir. Ama elbette ki onlar ası l nedenler değil, sadece tetikleyicidir. E s k i b i r ikmiş duyguları geri getir ir ler. Sonrasında duygu zihne hareket eder ve egosal z ih in yapısını abartarak enerji yükler.
Acı beden ve ego, yakın akrabadırlar. B i rb i r ler ine ih-tiyaçları vardır. Tetikleyici olay ya da durum, ağır duy-gusal bir egonun gözünden ele alınır. Yani önemi tama-men çarpıtıl ır. Şimdiye, içinizdeki duygusal geçmişin gözlerinden bakarsınız. Diğer bir deyişle, gördüğünüz ve deneyimlediğiniz şey olayda ya da durumda değil, kendi içinizdedir. Bazı örneklerde, durum ya da olayda da olabilir ama kendi tepkinizle bunu abartırs ınız. Bu
182
VAR OLMANIN GÜCÜ
tepki, bu abartı, acı bedenin istediği ve ihtiyaç duyduğu şeydir, çünkü onunla beslenir.
Ağır bir acı bedenin kontrolü altında olan bir i için, ağır duygusal "hikâyesinden" ya da kendi bozuk içsel yorumundan dışarı adım atmak genellikle imkansızdır. B i r hikâyede ne kadar ağır'bir olumsuz duygu varsa, o kadar ağır ve aşılmaz hale gelir. Dolayısıyla hikâye de hikâye olarak tanımlanmaz ve gerçek olarak algılanır. Düşünce hareketi ve beraberinde gelen duygulara s ık ı -şıp kaldığınızda, dışarı çıkmak mümkün değildir, çün-kü bir d ışar ı s ı olduğunu bile bilmezsiniz. Kendi f i lmi-nizde ya da dramınızda, diğer bir deyişle kendi cehen-neminizde s ı k ı ş ıp kal ı r s ın ız . S ize göre gerçeklik budur ve başka bir gerçeklik mümkün değildir. Dolayısıyla da vereceğiniz tepki, tek olası tepkidir.
KENDİNİ ACI BEDENLE TANIMLAMADAN KURTULMAK
Güçlü, akt i f acı bedene sahip biri, başkalarına son dere-ce rahatsız edici gelen bir enerji yayar. Böyle biriyle karş ı laşt ık lar ında, bazı insanlar hemen o kişiden uzak-laşmak, i l i ş k i le r in i olabildiğince asgariye indirmek is-terler. Karş ı lar ındaki k i ş in in enerj i alanından t i k s in i r -ler. Bazı lar ı o kiş iye karş ı bir saldırganlık hissedebilir-ler ve ona kaba davranabilir, ona karş ı sert sözler söy-leyebilir veya bazı durumlarda f iz iksel olarak saldırabi-l i r ler. Bu, içlerinde bir şeyin karş ı lar ındaki k i ş in in acı
201
ECKHART TOLLE
bedenine benzediğini gösterir. Bu kadar güçlü şekilde
tepki verd ik le r i şey, asl ında kendi içlerinde de vardır.
Ağır ve s ü r e k l i akt i f acı bedenlere sahip insanlar,
kendi ler in i s ı k s ı k çatışmalı durumlarda bulurlar. Ba-
zen ise akt i f olarak bu durumlar ı k ı şk ı r tab i l i r le r . Ama
bazı zamanlarda ise gerçekten de bir şey yapmazlar.
Yaydık la r ı o lumsuz enerj i , düşmanl ığı çekmek ve çatış-
ma yaratmak için yeter l idi r . Böylesine akt i f acı bedenli
bir iy le karş ı laş ı ld ığ ında korunabi lmek için yüksek de-
recede Var l ı k gerekir. Eğer şimdide kalmayı başarabi-
l i r sen iz , bazen kendi fark ındal ığ ın ız karş ın ı zdak i k i ş i -
nin kendi acı bedeninden k u r t u l m a s ı n ı ve mucizevi bir
uyanış gerçekleşt i rmesini bile sağlayabilir. Uyanış k ı sa
ömür lü olsa bile, uyanış süreci başlamış olur.
T a n ı k olduğum bu türdeki i l k uyanışlardan bir i , y ı l la r
önce olmuştu. B i r gece saat on bire doğru kapım çalındı.
Diyafonda, komşum Ethel ' in endişe yük lü ses in i duy-
dum: "Konuşmamız gerek. Bu çok önemli. Kapıy ı aç." Et-
hel orta yaş l ı , oldukça zeki ve eğit iml i bir kadındı. Aynı
zamanda güçlü bir egosu ve ağır bir acı bedeni vardı. E r -
genlik çağındayken Nazi Almanyasından kaçmıştı ve ai-
lesinden birçok k i ş i toplama kamplarında ölmüştü.
Ethel s in i rden t i t reyerek kanepeme oturdu. Yanında
getirdiği dosyanın içinden bazı mektuplar ve belgeler
çıkararak, hepsini kanepenin üzerine ve yere yaydı.
Aniden, içimde bir şa l ter in indiğini ve bütün vücudu-
mun anormal bir enerj iyle dolduğunu h i ssett im. Açık,
uyanık ve şimdide kalmaktan başka yapabileceğim bir
şey yoktu; vücudumun bütün hücreleriyle şimdide ol-
VAR OLMANIN GÜCÜ mak zorundaydım. Z ihnimde hiçbir düşünce olmadan,
hiçbir z ih inse l yargıda ya da yorumda bulunmadan ona
bakarak dinledim. Kel imeler ağzından makinel i tüfek
ateşi gibi çıkıyordu. "Bugün bana rahatsız edici bir
mektup daha gönderdiler. Bana kar ş ı bir kan davası
sürdürüyor lar . Yardım etmel is in. Onlara kar ş ı b i r l ik te
savaşmalıy ız. Lanet olasıca avukatlar ı hiçbir şeki lde
durmayacak. E v i m i kaybedeceğim. Beni tahliye kara-
r ıy la tehdit ediyorlar."
İ ş i n as l ı şuydu ki bina yönetici leri bazı tami rat la r ı yapmadığı için E the l aidatları ödememişti ve bunun karş ı l ığ ında konuyu mahkemeye aksett i recekler ini söy-lüyorlardı.
Ethel on dakika kadar konuştu. Ben sadece otur-
dum, ona baktım ve dinledim. Aniden durdu ve bir rü-
yadan uyanmış gibi şaşk ın gözlerle etrafındaki kağıtla-
ra bakındı. Sonra sak in leş t i ve yine her zamanki gibi
kibar bir insan oldu. Bütün ener j i alanı değişmişt i . Son-
ra bana baktı ve " B ü t ü n bunlar hiç de önemli değil, di
mi?" diye sordu. "Hay ı r , değil," dedim. B i rkaç dakika
boyunca sessizce oturdu, sonra kâğıt lar ın ı topladı ve
gitt i . E r tes i sabah beni sokakta durdurdu ve yüzüme
şüpheyle baktı. "Sen bana ne yaptın? Dün gece y ı l l a r d ı r
i l k kez iy i uyudum. Asl ında, bir bebek gibi uyudum."
Benim ona "b i r şey yaptığıma" inanıyordu ama asl ın-
da hiçbir şey yapmamışt ım. Ona ne yaptığımı sormak
yerine, belki de ne yapmadığımı sormalıydı. T e p k i ver-
memiş, h ikâyes in in gerçekliğini onaylamamış, z i h n i n i
daha fazla düşünceyle ve acı bedenini daha fazla duy-
184 201
ECKHART TOLLE
guyla beslememişt im, hepsi bu. Sadece o anda hissett i -
ği şeyi h issetmesine i z i n ve rm i ş t im ve bu güç, hiçbir şe-
ki lde müdahale etmemekte, hiçbir şey yapmamakta
sakl ıd ı r . Ş imdide var olmak, söylenebilecek ya da yapı-
labilecek her şeyden çok daha güçlüdür ama bazen ş im-
dide var olmak sözlere ve eylemlere yol açabilir.
As l ında ona olan şey kal ıcı bir değiş ik l ik değildi ama
zaten içinde olan, mümkün olan bir şeyi görmüştü.
Zen'de buna satori denir. Sator i , bir Var l ı k anıdır ; z ihn i -
nizdeki sesten, düşünce sürecinden ve duygu olarak vü-
cudunuzdaki yans ımalar ından k ı sa bir an için uzaklaş-
maktır . Daha önce bir düşünce ve duygu karmaşas ın ın
var olduğu yerde, ş imdi bir boşluk olmasıdır.
Düşünen z i h i n Var l ığ ı anlayamaz ve bu yüzden s ı k
s ı k yan l ı ş yorumlar. S ize umursamadığınız ı , mesafeli
olduğunuzu, hiçbir şeki lde şefkat duymadığınız ı söyler.
Gerçekte ise bağlantı ku ruyorsunuzdur ama bunu duy-
gu ve düşünceden çok daha derin bir seviyede yapıyor-
sunuzdur. As l ında, o seviyede gerçek bir bir leşme söz
konusudur. Var l ığ ın dinginliğinde, kendi içinizdeki ve
karş ın ı zdak i k i ş i n i n içindeki biçimi olmayan özü bir
h isseders in iz . Kendinizdeki ve karş ın ı zdak i k i ş idek i
bi r l iğ i bi lmek, gerçek sevgi, gerçek i lgi, gerçek şefkatt i r .
TETİKLEYİCİLER
Baz ı acı bedenler, sadece tek türde bir tetikleyiciye ya
da duruma tepki ver i r . Bu durum, genell ikle geçmişte
VAR OLMANIN GÜCÜ
derin acıya neden olan bir olayla i lgi l idi r . Örneğin, ebe-
veynler i sü rek l i para konularında tart ı şan bir ailede
büyüyen bir çocuk, onlar ın para konusundaki korkula-
r ı n ı benimseyerek sadece parasal konular söz konusu
olduğunda tetik lenen bir acı beden gel işt i rebi l i r . Böyle
bir çocukluk yet i şk in l iğe ulaştığında, son derece önem-
s iz rakamlar söz konusu olduğunda bile parayla i lg i l i
olarak kolayca öfkelenebilir. Bunun ötesinde aslında
hayatta kalma dür tüsü ve yoğun bir ko rku vardır. Ken-
di ler in i ruhsa l - ya da diğer bir deyimle, görece bi l inçl i
- insanlar olarak tanıdığım birçoklar ının, telefonda em-
lakçı lar ıy la ya da borsa s imsar la r ıy la konuşurken bağı-
r ıp çağırdıklarına, suçladıklar ına ve hatta tehdit ler sa-
vurduk lar ına çok kez tanık oldum. Bü tün sigara paket-
le r in in üzerinde sağlığa zarar l ı o lduklar ı yönünde bir
uyar ı bulunduğu gibi, belki bütün paraların ve hisse se-
net ler in in üzerinde de benzer bir ifade bulunmalı: "Pa-
ra acı bedeni harekete geçirebilir ve tam bir b i l inçs iz l i -
ğe yol açabilir."
Çocukluğunda ebeveynlerinden bi r i ya da her i k i s i
tarafından terk edi lmiş bir k i ş i , muhtemelen terk edil-
meyle i lg i l i bir olayla karş ı laşt ığ ında tetiklenen ağır bir
acı beden ge l i ş t i rm i ş olabilir. Havaalanına kendis in i al-
maya gel i rken birkaç dakika geciken bir dost ya da eve
biraz geç gelen bir eş, ciddi bir acı beden k r i z ine yol aça-
bi l i r . Eğer eş ler i onları terk eder ya da ölürse, böyle bir
durumda doğal olan duyguları, çok daha aş ı r ı uçlara
kayar. Yoğun acılara, uzun süren özlemlere, dinmeyen
bir depresyona veya saplantı l ı öfkeye neden olabilir.
186 201
ECKHART TOLLE
Çocukluğunda babası tarafından f i z i k se l tacize uğra-
mı ş bir kadın, herhangi bir erkekle yak ın i l i şk iye girdi-
ğinde kolayca tet ik lenen bir acı beden gel i ş t i rmiş olabi-
l i r . Buna ek olarak, acı bedenini o luşturan duygu, onu
babasmmkine benzeyen bir acı bedene sahip bir adama
doğru çekebilir. Böyle bir durumda kadının acı bedeni,
aynı acıyı daha fazla verebileceğini h issett iğ i bir ine
k a r ş ı manyetik çekim yaratabi l i r . Bu acı bazen âşık. ol-
mak şekl inde yanl ı ş yorumlanabi l i r .
İstenmeden doğan ve annesi tarafından i lgi leni lme-
yen, çok az sevgi gören bir çocuk, yet işk in l iğe ulaşt ığın-
da hem annesinin sevgisine ve i lgis ine ka r ş ı yoğun öz-
lem duyan hem de kendisinden bunlar ı esirgediği için
annesinden nefret eden bir acı beden ge l i ş t i rmi ş olabi-
l i r . Bu durumda, kar ş ı laş t ığ ı tüm kadınlar acı bedeni-
nin iht iyaçlar ın ı tetikleyecek, bu durum kendis in i o ka-
d ın lar ı baştan çıkarma arzusuy la ifade edecektir. Bu
konuda tam anlamıyla uzman olacağı şüphesizdi r ama
bir i l i ş k i fazla yakın bir hal almaya başladığında ya da
bir şekilde kar ş ı s ındak i kadından beklenmedik bir ha-
reket gördüğünde, acı bedeninin anne f igürüne kar ş ı öf-
kes i tetiklenecek ve i l i ş k i y i sabote edecektir.
Kendi acı bedeninizi her ortaya çıktığında tanımayı
öğrendiğinizde, hangi türde tet ik le r in onu harekete ge-
çirdiğini de çok geçmeden öğrenirs in iz . Bu tet ik ler ken-
di ler in i h i ssett i rd ik ler inde, onlar ı olduğu gibi, tarafs ız -
ca görmeli ve hemen yüksek bir fark ındal ık durumuna
geçmelisiniz. B i r i k i saniye içinde, acı bedenin harekete
geçişiyle b i r l i k te ortaya çıkan duygusal tepkiy i de h is -
188
VAR OLMANIN GUCU
seders iniz ama tam bir farkındal ık durumunda kalarak
kendin iz i onunla özdeşleştirmezseniz, acı bedeniniz s i z i
kontrolü altına alamaz ve z ihn in i zdek i ses haline gele-
mez. O anda eşiniz le b i r l i k teyseniz , ona şöyle diyebi l i r -
s in i z : "Az önce söylediğin şey, acı bedenimi harekete ge-
çirdi." E ş in i z le , b i r in i z diğer inin acı bedenini harekete
geçiren bir şey söylediği ya da yaptığı her seferinde, bir-
b i r in ize bunu bi ldi rmek için anlaşın. Bu şekilde, acı be-
den kendini dramlar sayesinde daha fazla besleyemez
ve s i z i bi l inçsiz l iğe çekmek yerine, tamamen şimdide
kalmanıza yardımcı olur.
Acı beden ortaya çıktığı her seferinde şimdide kalma-
yı becerebilirseniz, acı bedenin olumsuz duygusal enerj i-
s i n in bir k ı s m ı yanacak ve böylece Varlığa dönüşecektir.
Acı bedenin geri kalanı çabucak geri çekilecek ve daha iyi
bir f ı r sat ın çıkmasını bekleyecektir; yani, daha az bilinç-
li olduğunuz bir zamanı kollayacaktır. Acı beden için da-
ha iyi bir f ı r sat , Var l ığı kaybettiğinizde gelebilir ve bu da
birkaç kadeh alkol aldıktan sonra ya da bir aksiyon f i lm i
seyrederken olabilir. En min ik olumsuz duygu bile - s i -
nir lenmek ya da endişelenmek gibi - acı bedenin geri dö-
neceği bir kapı açabilir. Acı bedenin s i z in bi l inçsiz l iğinize
ihtiyacı vardır. Var l ığ ın ışığına tahammül edemez.
B İ R U Y A N D I R I C I O L A R A K A C I B E D E N
İ l k bakışta, acı beden insan l ığ ın yeni b i l inc in in y ü k -
se l i ş indek i en büyük eı ıgelmiş gibi görünebi l i r . Z i h n i -
189
ECKHART TOLLE
n i z i meşgul eder, düşünceler in i z i kont ro l eder ve çar-
pı t ı r , i l i ş k i l e r i n i z e zarar v e r i r ve bütün ener j i alanı-
n ı z ı kaplayan bir kara bulut gibi gelir. S i z i b i l inçs iz
b ı rakma, yani kend in i z i tamamen z i h i n ve duyguyla
tan ım laman ı z ı sağlamaya eğ i l im l id i r . S i z i tepk ise l
k ı la r , kendi içinizde ve e t ra f ın ı z ı saran dünyada mut-
s u z l u ğ u art ı racak şeyler yapmanıza ya da söylemeni-
ze neden olur .
Ama mut suz luğunuz artt ıkça, aynı zamanda ha-
yat ın ı zdak i so run la r da artar. Vücut daha fazla s t re-
s i ka ld ı ramadığı için, bir has ta l ı k ya da s i n i r bozuk-
luğu ge l i ş t i reb i l i r . B e l k i acı beden kötü bir şey in ol-
mas ın ı i stediği için bir kaza geçirebil i r , büyük bir ça-
t ı şmaya g i reb i l i r ya da f i z i k se l şiddete başvurab i l i r s i -
n iz . Ya da her şey o kadar büyük bir y ü k haline gel i r
k i a r t ı k mut suz hayat ın ıza devam edemeyeceğinizi
h i s seder s in i z . Ne var ki acı beden de s i z olmadan var
olamaz.
Acı bedenin kontrolü alt ına gi rdiğiniz her seferinde
ve bunu fark etmediğinizde, egonuzun bir parçası hali-
ne gelir. Kendin i z i tanımladığınız her şey, egoya ekle-
nir. Acı beden, egonun kendini tanımlayabileceği en
güçlü şeylerden bi r id i r ; t ıpk ı acı bedenin de kendini ye-
nileyebilmek için egoya ihtiyaç duyduğu gibi. Ama bu
kötü niyet l i i t t i fak bir noktadan sonra bozulmak zorun-
da kalabi l i r . T ı p k ı e lektr ik le çalışan bir aletin fazla
e lekt r ik yüklendiğinde ar ızalanması gibi, acı beden de
egosal z ih in yapıs ı için fazla ağır hale geldiğinde, onun-
la güçlenmek yerine yıpranmaya başlar.
190
VAR OLMANIN GÜCÜ
Güçlü acı bedenlere sahip insanlar , genel l ik le ha-
yat lar ında a r t ı k dayanamayacaklarını, daha fazla acı
ve dramı ka ld ı ramayacaklar ın ı h i s s e t t i k l e r i bir nok-
taya gel i r ler . B i r i bunu son derece açık ve ya l ın bir
şeki lde şöyle ifade etmi ş t i : " M u t s u z olmaya doydum
ar t ı k . " B a z ı insanlar , benim de başıma geldiği gibi,
a r t ı k kendi ler iy le yaşayamayacaklar ın ı h i s sedebi l i r -
ler. O zaman içsel huzu r en büyük öncelik haline ge-
l i r . A k u t duygusal acı lar ı , böyle durumlarda onlar ı
mut suz benliği yaratan z ih inse l -duygusa l yap ı la r ı
bozmaya zor lar. Bu olduğunda, ne m u t s u z l u k hikâye-
le r in in ne de duygu lar ın ın kendi ler i olmadığını, ken-
d i le r in in bi l inen değil, bilen o lduk la r ın ı anlar lar.
Böyle bir durumda acı bedenleri onlar ı b i l inçs iz l iğe
çekmek yer ine, uyandır ıc ı görev yapar ve onlar ı Var-
l ı k durumunda kalmaya zor lar .
Ama ş imdi gezegen üzerinde gözlemlediğimiz benze-
r i görülmemiş b i l inçs i z l i k yüzünden, birçok k i ş i a r t ı k
acı bedenlerinden ayr ı lmak için çok fazla acıya katlan-
mak zorunda değildir. Bozuk bir duruma geri kaydıkla-
r ı n ı h i s set t i k le r i her seferinde, düşünce ve duyguyla ta-
nımlama durumundan çıkıp Var l ı k durumuna girme se-
çeneğine sahipt i r ler. Bunu yaparak, direnci bir kenara
bırakabil i r , uyanık kalarak kendi içlerinde ve etrafla-
rında olup bitenleri anda iz leyebi l i r ler.
însan evr imin in bir sonrak i adımı kaçınılmaz değil-
dir ama gezegenimizin tarihinde i l k kez, bi l inçl i bir ter-
cih olabilir. Peki bu seçimi k im yapıyor? S i z . S i z k ims i -
niz? Kendinin bilincine varan bi l inçl i l i k .
201
ECKHART TOLLE
ACI B E D E N D E N K U R T U L M A K
İ n san la r ın s ı k s ı k sorduğu bir soru şudur: "Acı beden-
den k u r t u l m a k ne kadar sürer?" Bu, k i ş i n i n acı bedeni-
nin yoğunluğuna ve Var l ı k durumunun yoğunluğu ya
da derecesine göre değişir. Ama gerek kendinizde gerek-
se etraf ın ızdaki k iş i lerde yol açtığınız acının nedeni acı
beden değil, kendini acı bedenle tanımlama eğil imidir.
S i z i tek rar tekrar geçmişi yaşamaya ve b i l inçs i z l iğ in i z i
sürdürmeye zorlayan şey acı bedeniniz değil, kendiniz i
onunla tanımlamanızdı r . Dolayıs ıy la, daha önemli bir
soru şu olmal ıdı r : "Kendimi acı bedenimle tanımlamak-
tan ku r tu lmam ne kadar sürer?"
İ ş te bunun cevabı da şu: Hiç zaman almaz. Acı beden
harekete geçtiğinde, h i ssett iğ in iz şeyin acı bedeniniz ol-
duğunu bi l in. Kendin i z i acı bedenle tanımlamaktan
ku r tu lmak için iht iyacınız olan tek şey, bu bilgidir. Ken-
d in i z i onunla tanımlamaktan vazgeçtiğinizde, değişim
başlar. B i lmek , esk i duygular ın z ihn in ize yükse lmes in i
ve sadece içsel konuşmanın kontrolünü değil, başka in-
sanlar la paylaş ımlar ın ı z ı ve davranış lar ın ı z ı da kontro-
lünü ele almas ın ı engeller. Dolayıs ıyla, acı beden s i z i
daha fazla kul lanamaz ve s i z i n sayenizde kendis in i ye-
nileyemez. E s k i duygu bir süre hâlâ içinizde yaşamaya
ve zaman zaman ortaya çıkmaya devam edebilir. S i z i
arada bir kendin iz i onunla tanımlamaya kandırabi l i r
ve bu da bi lgiyi bir süre için engelleyebilir ama uzun sü-
re için değil. E s k i duygular ı durumlara yansıtmamak,
onlarla doğrudan kendi içinizde yüz leşmek demektir.
VAR OLMANIN GÜCÜ
Hoşunuza gitmeyebil i r ama s i z i öldürmez de. Unutma-y ın , duygu s i z deği ls iniz.
Acı bedeni hissett iğinizde, sizde bir sorun olduğunu
düşünme hatasına düşmeyin. Kendin iz i so run lu bi r i
olarak görmeniz egonun çok hoşuna gider. B i lmen in ar-
kasından kabullenme gelmelidir. Başka bir şey yine sü-
reci ters ine çevirebilir. Kabullenmek, kendiniz i şu anda
olduğunuz gibi h issetmek için kendinize i z in vermekt i r .
B i r şey şu anda nası lsa öyledir, bunu şu anda değiştir-
mek için yapabileceğiniz bir şey yoktur. Şey, pekâlâ, bir
şey yapabi l i r s in i z ama bu da acı çekmenize neden olur.
İ z i n vermekle, gerçek k iml iğ in ize bürünürsünüz: Der in,
geniş, engin. A r t ı k egonun kendini algıladığı gibi bir
parça değil, bütünün kendis i o lursunuz. Tanr ı 'n ın doğa-
s ıy la bir olan gerçek doğanız ortaya çıkar.
192 193
7. Bölüm
GERÇEKTE KİM OLDUĞUNUZU BULMAK
Gnothi Seauton - Kendini B i l . Bu sözler, Delphi'deki Apollo Tapmağı'nın, yani kutsal Kâhin' in yer in in gir i -şinde yazar. Ant ik Yunan uygarlığında, insanlar kendi-ler ini nası l bir yazgının beklediğini öğrenmek ya da bel-li bir konuda nasıl bir adım atmaları gerektiğini danış-mak için kutsal Kâhin'e giderlerdi. Muhtemelen ziya-retçiler içeri girerken bu yazıyı okuduklarında, aslında Kâhin' in bile onlara söyleyemeyeceği kadar derin bir gerçeği yans ı t t ığ ın ı bilemezlerdi. Ne kadar büyük bir vahiy ya da tutar l ı bir bilgi al ı r larsa alsınlar, muhteme-len bunun kendilerini daha fazla mutsuz luk ve acıdan kurtaramayacağını da anlamazlardı. Gerçekte bu sözle-r in barındırdığı anlam şudur: Başka hiçbir soru sorma-dan önce, hayatının en temel sorusunu sor: Ben kimim?
171
ECKHART TOLLE
Bi l inçsiz insanlar - ve birçoğu hayatları boyunca kendi egolarının tutsağı olarak bilinçsiz kalmaya devam ederler - size hemen kim olduklarını söylerler: İs imler i -ni, mesleklerini, k i ş i se l tar ihler ini , vücutlarının biçimi-ni ya da durumunu ve kendilerini tanımladıkları diğer her şeyi. Baz ı lar ı kendilerini ölümsüz ya da ilahi ruhlar olarak gördükleri için, bir anlamda onlardan daha i leri seviyede olabilirler. Peki kendilerini gerçekten tanıyor-lar mı, yoksa sadece zihinlerindeki kavrama kulağa bi-raz ruhsal görünen birtakım özell ikler mi ekliyorlar? Kendini bilmek, bir dizi f i k i r ya da inancı benimsemek-ten çok daha derinlere uzanır. Ruhsal f ik i r ler ve inanç-lar, yararl ı göstergeler olabilir ama kendi başlarına ger-çekte kim olduğunuzu açıklamak konusunda kesinl ik le yeterli olamazlar. Kendini bilmenin zihninizde dolaşan f ik i r ler le hiçbir i lgis i yoktur. Kendini bilmek, zihinde kaybolmaktan ziyade Varlığa dayanmalıdır.
KİM OLDUĞUNUZU DÜŞÜNÜYORSUNUZ?
K i m l i k duygunuz, iht iyaçlar ınız ı ve s i z in için hayatta önemli olan şeyleri belir lemenizi sağlar; s i z in için öne-mi olan şeyler ise, aynı zamanda s i z i üzme ve rahatsız etme potansiyeline de sahiptir. Bunu, kendinizi ne ka-dar derinden tanıdığınız ı anlamak için bir k r i ter ola-rak kul lanabi l i r s in iz . S i z in için önemli olan şey, söyle-dik ler in iz ya da inançlarınızla i lg i l i olmak zorunda de-ğildir; s i z in için ası l önemli olan şeyleri ele verecek
VAR OLMANIN GUCU
olan, yaptık lar ın ız ve verdiğiniz tepkilerdir. Dolayısıy-la kendinize şu soruyu sorabi l i rs in iz : Beni rahatsız eden, öfkelendiren ve üzen şeyler neler? Eğer küçük şeyler s i z i üzüyor ve s ini r lendir iyorsa, o zaman kendi-n iz in de öyle olduğunuzu düşünüyorsunuzdur; yani küçük. Bi l inçaltmızdaki inarîç budur. Peki küçük şey-ler neler olabilir? Asl ında her şey küçük ve önemsizdir, çünkü her şey gelip geçicidir.
"Ölümsüz bir ruh olduğumu biliyorum," ya da "Bu çıl-gın dünyadan bıkıp usandım, tek istediğim biraz huzur," diyebil i rs iniz; ama ancak telefon çalana kadar. Kötü ha-ber: Borsa çöktü; anlaşma bozuldu; arabanız çalındı; ka-yınvalideniz geldi; yolculuğunuz iptal edildi, sözleşme bozuldu; eşiniz s i z i terk etti; daha fazla para istiyorlar; bunun s iz in hatanız olduğunu söylüyorlar. Aniden endi-şelenir ve öfkelenirsiniz. Sesiniz sertleşir: "Buna daha fazla dayanamıyorum." Başkalarını suçlar, onlara saldı-r ı r , kendinizi savunur ve haklı çıkarmaya çalış ırs ınız; üstelik hepsi otomatik pilota bağlanmış şekilde olur. Açıkça görüldüğü gibi, şimdi kendiniz için az önce başka bir şey istemediğinizi söylediğiniz halde, huzurdan çok daha önemli olan başka bir şey vardır ve artık ölümsüz bir ruh olduğunuzu düşünmezsiniz bile. Anlaşma, para, sözleşme, kayıp ya da kayıp tehlikesi daha önemlidir. K im için? Az önce sözünü ettiğiniz ölümsüz ruh için mi? Hayır, egonuz için. Küçük benliğiniz, geçici olan şeyler-de güvenlik veya tatmin aramakta, bulamadığı için de öfkelenmektedir. Eh, en azından ş imdi l ik gerçekte k im olduğunuzu düşündüğünüzü biliyorsunuz.
197 202 197
ECKHART TOLLE
Eğer i s tediğiniz şey gerçekten huzursa, huzu ru se-
çersiniz. Eğer s i z i n için en önemli şey gerçekten huzur-
sa ve kend in i z in gerçekten ölümsüz bir ruh olduğunuza
inanıyorsanız , zor layıcı insanlar la ya da durumlar la
karş ı laş t ığ ın ı zda tepki vermezs in iz ve tamamen uyanık
ka l ı r s ı n ı z . D u r u m u hemen kabul len i r s in i z ve kendiniz i
ondan ay ı rmak yerine, onunla b i r le ş i r s in i z . Sonra, uya-
n ık l ığ ın ı z sayesinde bir cevap gelir. Cevap veren gerçek
s i z s i n i z d i r (bil inç), olduğunuzu sandığınız k i ş i değil
(küçük ben ya da ego). Son derece güçlü ve etk i l i oldu-
ğundan, hiçbir durumu ya da insanı düşman olarak
görmesine gerek yoktur.
Dünya s ü r e k l i olarak s i z i n için gerçekten neyin
önemli olduğunu gözünüze sokarak, k iml iğ in i z le i lg i l i
kendiniz i uzun süre kandı rmanız ı engeller. Özel l ik le
bir sorunla kar ş ı laş t ığ ın ı z zaman insanlara ve durum-
lara tepki verme şek l in i z , kendiniz i ne kadar iy i tanıdı-
ğ ın ı z ın en gerçekçi göstergesidir.
Kendiniz le i lg i l i ne kadar s ın ı r l ı , ne kadar dar bir ego-
sal bakış açınız varsa, başkalarının egosal s ın ı r la r ına o
denli tepki ver i r s in i z . Onlar ın "hatalarını" ya da hatala-
rı olarak algıladığınız şeyleri, onların k iml iğ i olarak yo-
rumlars ın ı z . Yani sadece onların egolarını görür ve dola-
y ı s ıy la kendi egonuzu güçlendir i rs iniz. Başka lar ın ın ego-
lar ın ın içinden bakmak yerine, egonun kendisine bakar-
s ın ız . Peki egoya bakan kimdir? S i z i n egonuz elbette.
Faz las ıy la bi l inçsiz insanlar, kendi egolarını başka in-
sanlardaki yansımalarından deneyimlerler. Başkalar ın-
da tepki verdiğiniz şeyin aslında sizde de olduğunu anla-
VAR OLMANIN GÜCÜ
dığımzda, kendi egonuzun farkına varmaya başlarsınız.
Bu noktada, başkalar ının size yaptığını sandığınız şeyle-
ri başkalarına yaptığınız ı da fark edebil i rs iniz. O zaman
da kendiniz i kurban olarak görmekten vazgeçersiniz.
S i z ego deği ls in iz , dolayısıyla kendi egonuzun fark ı -
na varmanız, k i m olduğunuzu bi ldiğiniz anlamına gel-
mez; sadece k im olmadığınızı bi ldiğiniz anlamına gelir.
Ama k im olmadığınız ı bilmek, gerçekte k im olduğunu-
zu bilmek yolundaki en büyük engeli aşmak demektir.
K imse s ize k i m olduğunuzu söyleyemez. Eğer söyler-
se, bu başka bir kavram olur ve yine değişemezsiniz.
K i m l i k , inançsız l ığ ı gerekt i r i r . As l ında, her inanç bir
engeldir. Zaten her k imseniz o olduğunuzdan, k im oldu-
ğunuzun fark ında olmanıza bile gerek yoktur. Ama farkındal ık
olmadan, gerçek k im l iğ in i z i bu dünyaya göste-
remezsiniz. Gerçek k iml iğ in i z , ifade edilmemiş bir şe-
kilde olduğu yerde kal ı r . O zaman da bankada 100 mi l -
yon doları varken sokakta dilenen yoksu l bir adam gibi
o lursunuz, çünkü onun da sahip olduğu zenginl ik ifade-
s in i bulmamışt ı r .
BOLLUK
Kiml iğ in i z le i lg i l i düşünceniz, aynı zamanda başkaların-
dan karş ı laş t ığ ın ı z ı düşündüğünüz davranışlarla da ya-
kından i lgi l idi r . Birçok k i ş i , başkalarının kendilerine ye-
terince iy i davranmadığından şikayet eder. 'Yeterince
saygı, i lgi, takdir görmüyorum," derler. "Benden yararla-
199 208 199
ECKHART TOLLE
nıyorlar." Böyle kiş i ler, etraflarındaki insanlar nazik davrandığında şüphelenirler. "Beni kullanmak istiyorlar, benden yararlanmak istiyorlar. Kimse beni sevmiyor."
Olduklarını düşündükleri k i ş i l i k şöyle biridir: "Ben, ihtiyaçları karşılanmayan aciz bir 'küçük ben'im." K im-l ikleriyle i lgi l i bu temel yanlış kanı, bütün i l işki lerinde bir bozukluk yaratır. Verecek bir şeyleri olmadığına ve dünyanın veya diğer insanların onları ihtiyaçları olan şeyden mahrum bıraktığına inanırlar. Bütün gerçeklik-leri, k iml ik ler iy le i lgi l i sahte duygulara dayalıdır. Bu özell ikleri durumları sabote eder ve bütün i l i şk i ler in i bo-zar. Eğer eks ik l ik düşüncesi kendi k iml iğiniz in bir parça-sı haline gelirse, daima eks ik l ik yaşarsınız. Zaten haya-tınızda olan güzell ikleri fark edip değerlendirmek yerine, gördüğünüz tek şey eks ik l ik olur. Hayatınızda zaten var olan güzelliği fark edip değerlendirmek, bütün bollukla-r ın temelidir. Gerçek şu: Dünyanın s i z i neden mahrum ettiğini düşünüyorsanız, s iz de dünyayı aynı şeyden mahrum edersiniz, çünkü kendinizin küçük olduğunuzu ve verecek hiçbir şeyiniz olmadığını düşünürsünüz.
Şunu birkaç hafta boyunca deneyin ve gerçekliğinizi nasıl değiştireceğini kendi gözlerinizle görün: İnsanla-r ın sizden esirgediğini düşündüğünüz her şeyi - övgü, takdir, yardım, sevgi, ilgi vb. - onlara verin. Bunlara sahip olmadığınızı mı düşünüyorsunuz? Sahipmişs iniz gibi yapın, kendiliklerinden gelirler. Vermeye başladık-tan kısa süre sonra, almaya da başlarsınız. Vermediği-niz bir şeyi alamazsınız. Dışar ı akış, içeri akış ı belirler. Dünyanın sizden esirgediğini düşündüğünüz şeye zaten
VAR OLMANIN GUCU
sahipsiniz ama dışarı akmasına iz in vermediğiniz süre-ce, sahip olduğunuzu bile bilemeyeceksiniz.
Bütün bolluğun kaynağı s iz in dışınızda değildir. Kiml i-ğinizin bir parçasıdır. Ama önce kendi dışınızdaki bolluğu görüp takdir ederek başlayın. Etrafınızdaki hayatın dolu-luğunu hissedin. Teninize vuran güneşin sıcaklığı, bir çi-çekçi dükkanının önünde sergilenen çiçeklerin muhteşem renkleri, lezzetli bir meyvenin ağzınızda dağılışı ya da gök-yüzünden dökülen suyla s ı r ı l s ık lam olmak. Hayatın dolu-luğunu her adımınızda görebilirsiniz. Etrafınız ı saran bol-luğu fark etmek, içinizde uyuyan bolluğu uyandırmanızı sağlar. O zaman da dışarı akmaya başlar. B i r yabancıya gülümsediğinizde, bir enerji akışı olur. Verici konumuna gelirsiniz. Kendinize s ık s ık şunu sorun: "Burada ne vere-bil ir im; bu kişiye, bu duruma nasıl hizmet edebilirim?" Bolluğu hissetmek için herhangi bir şeye sahip olmanıza gerek yoktur ama bolluğu hissederseniz, her şey size doğ-ru akmaya başlar. Bolluk, zaten ona sahip olana gelir. Bu biraz haksızl ık gibi görünebilir ama aslında değildir. Bu evrensel bir kanundur. Bolluk ve kıt l ık, içsel gerçekliğini-zin dışa yansımasından ibarettir. İsa bunu şöyle söylemiş-ti: "Çünkü kendisinde bulunana daha çok verilecek, hiçbir şeyi olmayandan elindeki bile alınacaktır."
KENDİNİ BİLMEK VE KENDİN HAKKINDA BİLMEK
Bulacaklarınızdan korktuğunuz için kendinizi tanı-mak istemiyor olabil irs iniz. Birçok k i ş i gizlice kötü ol-
200 202 200
ECKHART TOLLE
duğundan korkar. Ama kendi hakkınızda bulabileceği-niz hiçbir şey siz değilsiniz. Kendi hakkınızda bilebile-ceğiniz hiçbir şey siz değilsiniz.
Bazı lar ı korku yüzünden k im olduklarını bilmek is-temezken, bazıları da kendileri hakkında dinmek bil-meyen bir merak duyarlar ve sürekl i olarak daha fazla-s ını öğrenmek isterler. Kendinize karş ı duyduğunuz hayranlık yüzünden y ı l lar ın ı z ı psikanalizlerle geçirebi-l i r , çocukluğunuzun bütün detaylarına inebilir, giz l i korkular ın ız ı ve istekler iniz i ortaya çıkarabilir, k iş i l iğ i-niz i gösterdiğini sandığınız makyaj katmanlarını birbi-ri ardına kaldırabil i rs iniz. On y ı l sonra, terapist sizden sık ı labi l i r ve analizin bittiğini söyleyebilir. Be lk i size beş bin sayfalık bir dosya gönderir: "İşte hakkınızdaki her şey. S iz busunuz." Ağır dosyayı evinize taşırken, ni-hayet k im olduğunuzu öğrenmenin getirdiği i l k tatmin duygusu, yavaş yavaş yerini tatminsizliğe, bir eks ik l ik duygusuna ve hakkınızda bundan daha fazlası olması gerektiği yönündeki kuşkulara bırakır. Gerçekten de daha fazlası vardır; belki gerçeklerin sayısı açısından değil ama derinlik boyutunun niteliği açısından.
Kendiniz hakkında bilmeyi kendinizi bilmekle karış-tırmadığınız sürece, psikanalizlerin ya da geçmişinizle i lg i l i bir şeyler öğrenmenin kötü bir tarafı yoktur. Siz in-le i lg i l i beş bin sayfalık dosyaya gelince: Geçmişle şart-lanmış z ihniniz in içerdiği her şey. Psikanaliz ya da içsel gözlem sayesinde öğreneceğiniz her şey s iz in hakkınız-dadır. Ama bu siz değilsiniz. Egonun ötesine geçmek, içerikten çıkmaktır. Kendinizi bilmek, kendiniz olmak-
VAR OLMANIN GUCU
t ı r ve kendinizi bilmek, kendinizi içerikle tanımlamak-tan vazgeçmek demektir.
Çoğu k i ş i , kendini hayatının içeriğiyle tanımlar. Al-gıladığınız, deneyimlediğiniz, yaptığınız, düşündüğü-nüz ya da hissettiğiniz her şey, içeriktir. İçerik, çoğu insanın dikkatini tamamen ürerine çeken şeydir. "Ha-yatım" dediğinizde, siz olan hayattan değil, sahip ol-duğunuz ya da sahip olduğunuzu sandığınız hayattan söz edersiniz. Bunu yaparken, içeriği kastedersiniz; yaşınız, sağlığınız, i l i şk i le r in i z , maddi durumunuz, i ş in iz , yaşam standartlarınız, zihinsel ve duygusal du-rumunuz. Hayatınız ın içsel ve harici şartları, geçmişi-niz ve geleceğiniz, hepsi içerik alemine aittir; tabii olaylar da öyle.
Peki içerikten başka ne var? İçeriğin olmasını müm-kün kı lan şey; yani içsel bilinçlilik. alanı.
KAOS VE DAHA YÜKSEK DÜZEN
Kendinizi sadece içerik açısından bildiğinizde, s iz in için neyin iy i veya neyin kötü olduğunu bildiğinizi de sanır-sınız. Olaylar arasında "benim için iy i olanlar" ve "be-nim için kötü olanlar" şeklinde bir ayırım yaparsınız. Bu, her şeyin iç içe geçtiği hayatın bütünlüğünün eksik ve parçalanmış bir algısıdır; çünkü her olayın gerekli bir yeri ve bir fonksiyonu vardır. Bütünlük, nesnelerin yü-zeysel görünüşlerinden, parçalarının toplamından, ha-yatınızdaki veya dünya üzerindeki her şeyden fazladır.
202 203
ECKHART TOLLE
Gerek kendi hayatlarımızda ve gerekse insanlık tari-hinde bazen rasgele veya kaotik gibi görünen olayların arasında, daha yüksek bir düzen ve amaç yatar. Zen bu-nu şu şekilde güzelce ifade eder: "Kar yağdığında, her tanesi uygun bir yere düşer." Bu yüksek düzeni üzerin-de düşünerek anlamamız mümkün değildir, çünkü üze-rinde düşündüğümüz şey içeriktir; ama daha yüksek dü-zen, biçimi olmayan bilinç aleminden yükselir, yani ev-rensel zekadan. Ama onu görebilir, kendimizi ona uyum-landırabilir, o daha yüksek düzenin gerçekleşmesi için aktif ve bilinçli katılımcılar haline gelebiliriz.
însanın henüz girmediği bir ormana girdiğimizde, düşünen z ihnimiz in etrafta göreceği tek şey düzensizlik ve kargaşadır. Her tarafta çürüyen maddelerin arasın-dan yeni canlar ortaya çıktığı için, yaşam (iyi) ve ölüm (kötü) arasındaki ayrımı bile yapamaz. Ancak kendi içi-mizde dinginliğimizi korur ve düşüncelerimizin gürül-tüsünü bastırabilirsek, burada kendine ait bir uyum, bir kutsal l ık, her şeyin mükemmel bir yere sahip oldu-ğu daha yüksek bir düzen olduğunu hissedebiliriz.
Z ihin, bakımlı bir parkta daha rahat eder, çünkü dü-şünceyle planlanmış bir yerdir; organik olarak oluşma-mıştır. Burada, zihnin anlayabildiği bir düzen vardır. Ormanda ise, zihne karmaşa gibi görünen kavranamaz bir düzen vardır. Z ihinsel iy i ve kötü kavramlarının öte-sindedir. Onu düşünceyle anlayamazsınız ama düşün-celeri bir kenara attığınızda, anlamaya ve açıklamaya çalışmadığınızda, onu hissedebilirsiniz. Ancak o zaman ormanın kutsal l ığını fark edebilirsiniz. O gizl i uyumu,
VAR OLMANIN GUCU
o kutsal l ığı hissettiğiniz anda, ondan ayrı olmadığınızı anlarsınız ve bunu anladığınızda da bilinçli bir katı l ım-cısı olursunuz. Bu şekilde, doğa kendinizi yaşamın bü-tünlüğüyle uyumlu hale getirmenize yardım edebilir.
İYİ VE KÖTÜ
Hayatlarının bir noktasında, çoğu insan yaşamda sade-ce doğum, büyüme, başarı, iy i sağlık, zevk ve kazanma olmadığını, aynı zamanda kayıplar, başarısızl ıklar, has-talık, yaşl ı l ık, acı ve ölüm gibi kavramların da olduğu-nu fark eder. Geleneksel olarak bunlar " iy i " ve "kötü" diye adlandırılmıştır. İnsanların yaşamlarının "anlamı" genellikle " iyi" diye tanımladıkları şeylere odaklanır ama iy i sürekl i olarak çökme, yıkılma, bozulma tehdidi altındadır; anlamsızlık ve "kötü" şeylerle tehdit edildi-ğinde, açıklamalar yetersiz kal ı r ve hayat anlamını kaybetmeye başlar. Ne kadar çok sigorta poliçesine sa-hip olursa olsun, er ya da geç düzensizlikler insanın ha-yatına girecektir. Kayıp ya da kaza, hastalık, sakatlık, yaşl ı l ık ya da ölüm şeklinde olabilir. Yine de, insanın özel hayatında ciddi bir sorunun patlak vermesi ve zi-hinsel açıdan tanımlanan anlamın yok olması, daha yüksek bir düzenin başlangıcı anlamına gelebilir.
Bu dünyanın bilgeliği nedir? Düşüncenin hareketi ve dolayısıyla büyük ölçüde düşünceyle tanımlanan anlam.
Düşünce, bir durum ya da olayı s ını r lar ve onu iy i ya da kötü diye sınıf landırır; sanki ayrı bir varlığı söz ko-
204 202 204
ECKHART TOLLE
nusuymuş gibi. Düşünmeye fazla dayanırsak, gerçeklik parçalanmaya başlar. Bu parçalanma bir il lüzyondur ama içine sıkıştığınızda son derece gerçek gibi görünür. Yine de, evren her şeyin birbirine bağlı olduğu ayrılmaz bir bütündür ve hiçbir şey birbirinden kopuk değildir.
Bütün nesnelerin ve olayların daha derin içsel bağlı-l ık lar ı , sonuçta " iy i " ve "kötü" şeklindeki zihinsel ta-nımlamaların sadece i l lüzyon olduğunu gösterir. Daima s ın ı r l ı bir bakış açısı sunarlar ve dolayısıyla sadece ge-çici ve göreceli olarak doğrudurlar. Bu, bir piyangoda çok pahalı bir araba kazanan bilge adamın hikâyesinde açıkça görülebilir. Ai lesi ve dostları onun için çok sevi-nerek kutlamaya geldiler. "Harika değil mi?" dediler. "Çok şanslısın." Adam gülümsedi ve "Belki," dedi. B i r -kaç hafta boyunca arabasını zevkle kullandı. Sonra bir gün sarhoş bir sürücü bir kavşakta arabasına çarptı ve sonunda adam kendisini hastanede buldu. Ai lesi ve dostları onu görmeye geldiler. "Bu gerçekten çok kötüy-dü." Adam yine gülümsedi ve "Belki," dedi. Kendisi hâ-lâ hastanedeyken, bir gece toprak kayması oldu ve evi denize gömüldü. Er tes i gün yakınları tekrar geldi. "Hastanede olman ne büyük şans, değil mi?" Adam yine gülümsedi. "Belki ."
Bu bilge adamın "belki" yanıtı, olan bir olayı yargıla-mayı reddetmesidir. Olan bir şeyi etiketlemek yerine, olduğu gibi kabul etmekte ve daha yüksek düzenle bi-l inçli bir uyum içine girmektedir. Herhangi bir rasgele olayın resmin bütünündeki yerini z ihnin görmesinin genellikle mümkün olmadığını bilmektedir. Ama gerçek
204
VAR OLMANIN GUCU
şu ki ne rasgele ya da tesadüfi olaylar ne de olayların birbirinden kopukluğu söz konusudur. Herhangi bir olayın en baştaki nedenini bulmak isterseniz, yaratılı-ş ın başlangıcına kadar geri dönmeniz gerekir. Kozmos kaotik değildir. Kozmos kelimesi bile düzen anlamına gelir. Bu insan zihninin kavrayabileceği bir düzen de-ğildir; sadece zaman zaman bir parçasını yakalayabilir.
NELER OLDUĞUNA ALDIRMAMAK
Büyük H in t l i düşünür ve ruhsal öğretmen J. Krishna-murti, ell i yıldan uzun bir süre boyunca bütün dünyayı dolaşarak, kelimelerle ifade edilemeyecek olan mesajını kelimelerle vermeye çabaladı. Hayatının sonlarına doğ-ru yaptığı konuşmalarından birinde, seyircileri bir so-ruyla şaşırttı: " S ı r r ı m ı bilmek ister misiniz?" Herkes dikkat kesi lmişti. Kalabalığın içinde y i rmi i la otuz yıl-dır onu dinledikleri halde öğretilerinin özünü yakala-mayı başaramamış olan çok sayıda insan vardı. Sonun-da, bütün bu yıllardan sonra, üstat onlara anlayışın anahtarını verecekti. "İşte s ı r r ım," dedi. "Ne olduğuna aldırmıyorum."
Daha fazla açıklamadı ve sanırım dinleyicileri önce-kinden de daha çok şaşırmıştı. Ama bu basit ifadenin ilettiği mesaj aslında çok güçlüydü.
Ne olduğuna aldırmadığımda, bunun mesajı nedir? İçsel olarak olanlarla uyum içinde olduğumu gösterir. "Ne olduğu" aslında an içinde durumun ne olduğudur
202 206
ECKHART TOLLE
ama içeriği, andaki biçimi kastetmektedir. Ne olduğuy-la uyum içinde olmak, olanlarla içsel dirençsizlik halin-de bulunmaktır. Hiçbir şeyi zihinsel olarak iy i ya da kö-tü şeklinde tanımlamamak, sadece olduğu gibi bırak-maktır. Bu, hayatınızda bir değişim yaratmak için her-hangi bir şey yapmayacağınız anlamına mı gelir? Hayır, tam aksine. Eylemler iniz in temeli ş imdiki anla uyum içinde olduğunda, eylemleriniz Yaşam'ın kendi zekasıy-la güçlenir.
ÖYLE Mİ?
Zen Ustas ı Hakuin, Japonya'nın bir kasabasında yaşı-yordu. Çok saygı duyulan bir adamdı ve birçok k i ş i ruh-sal eğitim için ona gelirdi. B i r gün, kapı komşusunun ergenlik çağındaki k ı z ın ın hamile kaldığı öğrenildi. Öf-keli anne ve babası k ı z ı bebeğin babasıyla i lg i l i sorgula-dıklarında, sonunda k ız onlara babanın Zen Ustas ı Ha-kuin olduğunu söyledi. Öfkeli anne-baba, hemen Haku-in' in yanma koştular ve ona bağıra çağıra k ız lar ın ın söylediği şeyi aktardılar. Hakuin sakince onlara baktı ve sadece şöyle karş ı l ı k verdi: "Öyle mi?"
Skandalin haberi bütün kasabaya yayıldı ve hatta ötesine taştı. Üstat ününü kaybetti. Bu onu hiç endişe-lendirmedi. Kimse artık onu ziyarete gelmiyordu. Yine etkilenmedi. Çocuk doğduğunda, k ı z ın anne ve babası bebeği Hakuin'e getirdiler. "Babası sensin, ona sen ba-kacaksın," dediler. Üstat bebeği sevgiyle koruyup ilgi-
VAR OLMANIN GÜCÜ
lendi. B i r y ı l sonra, bebeğin annesi pişman bir tavırla anne ve babasına bebeğin gerçek babasının kasap dük-kanında çalışan genç adam olduğunu söyledi. Anne ve baba, büyük bir mahcubiyetle Hakuin'in yanına gittiler ve binbir özür dileyerek kendilerini bağışlamasını dile-diler. "Gerçekten çok üzgünüz. Bebeği geri almaya gel-dik. K ı z ım ız bebeğin babasının sen olmadığım i t i raf et-ti." Hakuin hiç it iraz etmeden bebeği onlara verirken sakince sordu: "Öyle mi?"
Üstat, yalana ve doğruya, kötü ya da iy i habere hep aynı şekilde karş ı l ı k vermektedir: "Öyle mi?" Andaki durumun olması gerektiği şekilde biçimlenmesine i z in vermekte, iy i ya da kötü diye tanımlamamakta, dola-yıs ıy la insanların oynadığı bu dünyevi oyunun bir par-çası haline gelmemektedir. Ona göre sadece şu an var-dır ve şu an olması gerektiği gibidir. Olayları k iş isel-leştirmemektedir. K imsenin kurbanı değildir. Olan her şeyle o kadar bütünleşmiştir ki olanların hiçbiri onu etkileyecek güce sahip değildir. Sadece başınıza gelenlere direndiğiniz zaman olanların merhametine kal ı r s ın ı z ve o zaman mutlu ya da mutsuz olacağınıza dünya karar verir.
Bebek güzel bir şekilde bakılmıştı. Kötü görünen olaylar, dirençsizliğin gücüyle iyiye dönüşmüştü. An içinde şekillenen olaylar ne gerektiriyorsa onu hiç di-renmeden yaptığından, zamanı geldiğinde bebeği de ra-hatlıkla geri verebilmişti.
Bu olayların kendi başınıza geldiğini düşünün; olay-lar ın fark l ı aşamalarında egonuz nasıl tepki verirdi?
208 209
ECKHART TOLLE
EGO VE ŞİMDİ
En önemlisi, hayatınızda en öncelikli i l i şk i , Şimdi ile, daha doğrusu Şimdi'de olayların aldığı biçimle olandır; yani, şu anda neler olduğuyla. Eğer Şimdi ile olan i l i ş -k in iz düzgün gitmiyorsa, bu bozukluk tüm i l i şk i ler inize ve karşı laştığınız her duruma yansıyacaktır. Ego basit-çe şu şekilde açıklanabilir: Şu anla sürdürülen bozuk bir i l i şk i . Ama şu anla nasıl bir i l i ş k i yaşayacağınıza da şu anda karar verebil irsiniz.
Bel l i bir bi l inçl i l ik seviyesine ulaştığınızda (eğer bu-nu okuyorsanız, muhtemelen ulaşmışsınızdır), şu anla nasıl bir i l i ş k i içinde olmak istediğinize de karar vere-bi l i rs in iz . Şu anın dostum mu, yoksa düşmanım mı ol-masını istiyorum? Şu an hayattan ayrılamaz, dolayısıy-la aslında hayatla nasıl bir i l i şk in i z olmasını istediğini-ze karar veriyorsunuzdur. Şu anın dostunuz olmasını istediğinize karar verdiğinizde, i l k hareketi yapmak da s iz in elinizdedir: Ona dostça yaklaşmak, nasıl bir biçim alırsa alsın hoş karşılamak ve çok geçmeden sonuçları görmek. Hayat size karş ı dostça davranır; insanlar yar-dımcı ve şartlar işbir l ikçi olur. Tek bir karar, bütün ger-çekliğinizi değiştirir. Ama o kararı tekrar tekrar ver-mek zorundasınız; ta ki bu şekilde yaşamak doğal hale gelene kadar.
Şu anı dostunuz yapmaya karar vermek, egonun so-na erişidir. Ego asla şimdiki anla, yani hayatla uyum içinde olamaz, çünkü doğası şu ana aldırmamaya, di-renmeye ya da aşağılamaya eğilimlidir. Ego zamanda
VAR OLMANIN GUCU
yaşar. Egonuz ne kadar güçlüyse, hayatınızda o kadar fazla zaman alır. O zaman zihninizden geçen her dü-şünce ya geçmişiniz ya da geleceğinizle i lg i l i olur ve benlik duygunuz geçmişteki kimliğinize ve gelecekteki tatmininize dayanır. Korku, endişe, beklenti, pişman-l ık, suçluluk, öfke gibi duygular,, bilincin zamana bağlı bozukluklarıdır.
Egonun şu ana yaklaşımında üç farkl ı yol vardır: B i r amaç olarak, bir engel olarak ya da bir düşman olarak. Bunlar ı sırayla incelersek, aynı kalıba tekrar yakalandı-ğınızda hemen tanıyabilir ve tekrar karar verebilirsiniz.
Egoya göre, şu an en iy i haliyle sadece bir amaca hiz-met eder. S i z i daha önemli gelecekteki bir olaya taşır ama o gelecek geldiğinde şu an olarak geleceğinden, as-lında kafanızdaki bir düşünceden ibarettir. Diğer bir deyişle, asla tamamen burada olamazsınız, çünkü zih-niniz sürekl i başka yerlerdedir.
Bu kalıp daha güçlenirse, şimdiki ana üstesinden ge-linmesi gereken bir engel gözüyle bakılır. Sabırs ız l ık, hayal k ı r ı k l ığ ı ve stres burada ortaya çıkar ve kültürü-müzde, birçok insanın günlük gerçekliği ve normal ha-yatı budur. Aslında şimdi olan hayat bir "sorun" olarak görülür ve kendinizi mutlu, tatmin olmuş ya da gerçek-ten yaşamaya başlamaya hazır halde bulmadan önce bir sürü sorunu çözmeniz gereken bir dünyada bulursu-nuz. Sorun şudur: Çözdüğünüz her sorunun ardından bir diğeri gelecektir. Şu an bir sorun olarak görüldüğü sürece, sorunlarınız asla bitmez. "Ne olmamı istiyorsan o olacağım," der Hayat ya da Şimdi. "Bana nasıl davra-
202 210
ECKHART TOLLE
nırsan sana öyle davranacağım. Beni bir sorun olarak görürsen, senin için bir sorun olacağım. Beni bir engel olarak görürsen, senin için bir engel olacağım."
En kötüsü ve oldukça yaygın görülen bir durum ola-rak, şu ana düşmanmış gibi yaklaşı l ır. Yaptığınız şey-den nefret ettiğinizde, bulunduğunuz ortamla i lg i l i şi-kayet ettiğinizde, olan ya da olmuş olan şeylere sövüp durduğunuzda, içsel konuşmalarınız olmalı ve olmama-lı gibi ifadelerle dolduğunda, onu bunu suçlamaya de-vam ettiğinizde, zaten var olan bir şeyle tartışıyorsu-nuz demektir. Hayat'ı düşman edindiğinizde, o da size şöyle der: "İstediğin şey savaşsa, alacağın da savaş ola-cak." İçsel durumunuza sürekl i yansımaya devam eden harici gerçeklik, düşman olarak algılanır.
Kendinize sürekl i olarak sormanız gereken en önem-li sorulardan bir i şudur: Şu anla i l i ş k im nasıl? Cevaba karş ı uyanık olun. Şu ana bir amaç gözüyle mi bakıyo-rum? B i r engel gözüyle mi bakıyorum? Onu bir düşman olarak mı görüyorum? Şu andan başka bir şeyiniz olma-dığına ve olamayacağına göre, Hayat şu andan ayrıla-mayacağına göre, aslında sorunun anlamı şudur: Hayat ile i l i ş k im nasıl? Bu soru, içinizdeki egonun maskesini indirmek ve kendinizi şu ana getirmek için mükemmel bir yoldur. Soru mutlak gerçeği içermese de, doğru yönü gösteren yararl ı bir işarettir. A r t ı k ihtiyacınız kalmaya-na kadar kendinize bu soruyu sormaya devam edin.
Şu anla sürdürdüğünüz bozuk i l i ş k in in ötesine nasıl geçebilirsiniz? En önemli şey, onu kendi içinizde, dü-şüncelerinizde ve eylemlerinizde görmektir. Görme
VAR OLMANIN GUCU
anında, şimdi ile i l i ş k in i z in bozuk olduğunu fark etme anında, şu andasınızdır. Görmek, Varlığın yükselişidir. Bozukluğu gördüğünüz anda, çözülmeye başlar. Bazı insanlar bunu gördüklerinde yüksek sesle gülerler. Çünkü bunu görmekle birl ikte bir seçenek gücü gelir; şu ana evet deme ve onu dostunuz kı lma seçeneği.
Z A M A N P A R A D O K S U
Yüzeyde, şu an "olanlar"dır. Olanlar sürekli değiştiğin-den, hayatınızın her günü binlerce farkl ı şeyin olduğu binlerce andan oluşur. Zaman, birbir i ardına gelen anlar-dan oluşan sonsuz bir zincir olarak görülür. Eğer daha yakından, yani anın deneyiminden bakarsanız, aslında o kadar da fazla an olmadığını görürsünüz. Sahip olduğu-nuz tek an, şu andır. Hayat daima şimdide yaşanır. Bü-tün hayatınız, sürekli bir Şimdi ile kendini gösterir. Geç-miş veya gelecek anlar bile, sadece onları hatırladığınız ya da beklediğiniz ölçüde vardır. Komik olanı şu ki bunu da sadece tek bir anda yapabilirsiniz: Şu anda.
Peki neden bir sürü an varmış gibi görünür? Çünkü şu an, olanlarla, yani içerikle kar ı ş t ı r ı l ı r . Şimdi, şimdi-de olan şeylerle aynı değildir. Şu anın içerikle kar ı ş t ı r ı l -ması sadece zaman illüzyonunu değil, ego il lüzyonunu da doğuran şeydir.
İşte paradoks da buradadır. B i r tarafta, zaman ger-çekliğini nasıl inkar edebiliriz? B i r yerden başka bir ye-re gitmek, bir yemek hazırlamak, bir ev yapmak, bu ki-
202 213
ECKHART TOLLE
tabı okumak için zamana ihtiyacınız vardır. Büyümek ve yeni şeyler öğrenmek için zamana ihtiyacınız vardır. Yaptığınız her şey zaman alır. Hiçbir şey zamandan kurtulamaz ve Shakespeare'in adını "kanlı diktatör" di-ye andığı zaman, sonunda s iz i öldürecektir. Onu s iz i be-raberinde sürükleyen bir nehre ya da her şeyi yakıp yok eden bir ateşe benzetebilirsiniz.
Geçenlerde uzun zamandır görmediğim ve dostum olan bir aileye rastladım. Onları gördüğümde çok şa-şırdım. "Hasta mısınız?" diye soracaktım neredeyse. "Neler oldu? Size bunu k im yaptı?" Baston yardımıyla yürüyen anne sanki önceki boyunun yarıs ına inmiş, yüzü çürük elma gibi büzülmüştü. Son gördüğümde gençliğin enerjisi, coşkusu ve beklentileriyle dolu olan k ız lar ı , üç çocuk annesi olarak yorgun, bitkin, yıpran-mış bir kadına dönüşmüştü. Birden hatırladım: Son görüştüğümüzden beri yaklaşık otuz y ı l geçmişti. Bu-nu onlara zaman yapmıştı. Onların da beni gördükle -rinde çok şaşırdıklarından emindim.
Her şey zamandan payını alacaktır ama her şey şu anda olur. î şte paradoks budur. Nereye baksanız, za-manın gerçekliğini gösteren bir sürü kanıtla karşı la-ş ı r s ın ız ; çürümüş bir elma, aynada baktığınız yüzle otuz y ı l önce çekilmiş bir fotoğrafmızdaki yüzünüz... Ama zamanın kendisini asla deneyimleyemezsiniz. Sadece şimdiyi deneyimleyebilirsiniz; ya da diğer bir deyişle, şimdide, şu anda olanları. Sadece somut ka-nıtlara bakarsanız, zamanı göremezsiniz. Somut olan tek şey şu andır!
VAR OLMANIN GUCU
ZAMANI ORTADAN KALDIRMAK
Egosuzluğu gelecekteki bir hedef haline getirip buna ulaşmak için çalışamazsınız. Elde edeceğiniz tek şey, daha fazla tatminsiz l ik, daha fazla içsel çelişki olur, çünkü daima henüz oraya ulaşmamış, henüz o duru-ma gelmemiş gibi görünürsünüz. Egodan kurtulmak geleceğe dönük bir hedef olduğunda, kendinize daha fazla zaman ver i r s in iz ve daha fazla zaman da daha fazla ego demektir. Ruhsal araştırmanızın k ı l ı k değiş-t i rmiş bir ego olup olmadığına dikkat edin. Kendiniz i "benlik"ten kurtarmaya çalışmak bile, geleceğe dönük bir hedef haline getirildiğinde ego olmaktan kurtula-maz. Geçmiş ve gelecek olarak zaman, sahte z ihin ürü-nü benliğin, yani egonun varl ığını sürdürmek için kul-landığı şeydir ve sadece zihninizdedir. Somut varl ığı olan, hatta beş duyunuzla algılayabileceğiniz bir şey bile değildir. Zaman, hayatın yatay boyutudur ve ger-çekliğin yüzeysel tabakasıdır. O halde dikey bir boyu-tu, yani derinliği de olmalıdır ve ona sadece şu anda ulaşabil i rs iniz.
Bu yüzden, kendinize daha fazla zaman yüklemek yerine, zamandan kurtulun. Zamanı bilincinizden sil ip atmak, egoyu ortadan kaldırmak demektir. Bu, tek ger-çek ruhsal uygulamadır.
Zamanı ortadan kaldırmaktan söz ederken, elbette ki saatlerden söz etmiyoruz. Saatler olmadan bu dünya-da hareket etmek neredeyse imkansız olurdu. As ı l sözü-nü ettiğimiz, psikolojik zamanı ortadan kaldırmaktır;
202 214
ECKHART TOLLE
yani egonun geçmiş ve gelecekle sürekl i uğraşmasına son vermek.
Hayata alışkanlık olarak söylediğiniz hayır, bir evet haline geldiğinde, şu anın olduğu gibi olmasına iz in ver-diğinizde, egoyla birl ikte zamanı da ortadan kaldır ı rs ı -nız. Egonun hayatta kalabilmesi için, zamana ihtiyacı vardır ve şu andan nefret eder. Ego, şu anla dost olma-ya tahammül edemez. Ama hiçbir şey egoyu uzun süre tatmin edemez. Hayatınızı ego yönettiği sürece, mutsuz olmanın i k i yolu vardır: İstediğinizi elde edememek ve istediğinizi elde etmek.
Şu anda olanlar, şu anın aldığı biçimdir. İçsel olarak ona direndiğiniz sürece, biçim s iz i biçimin ötesinde ger-çekte k im olduğunuzdan, Yaşamın biçimi olmayan bir l i -ğinden ayırır. Şu anın aldığı biçime samimi bir şekilde evet dediğinizde, o biçim biçimi olmayan boyuta açılan bir kapı haline gelir. Dünya ile Tanr ı arasındaki ayırım yok olur.
Hayatın şu anda aldığı biçime tepki verdiğinizde, şimdiye bir araç, bir engel ya da bir düşman olarak bak-tığınızda, kendi biçimsel kimliğiniz i , yani egonuzu güç-lendir i rs iniz. Ego tepkisell iktir. Tepkisel l ik nedir? Tep-kiye bağımlı hale gelmektir. Ne kadar tepkisel olursa-nız, kendinizi o ölçüde biçime dolarsınız. Kendinizi bi-çimle tanımladığınız sürece, egonuz da o denli güçlenir.
Biçime direnmediğinizde, biçimin ötesindeki gerçek özünüz kısa ömürlü biçimsel kimliğinizden çok daha büyük ve sessiz bir güç olarak ortaya çıkar. O, biçim dünyasındaki her şeyden daha çok sizsinizdir.
VAR OLMANIN GÜCÜ
RÜYA VE RÜYAYI GÖREN
Dirençsizlik, evrendeki en büyük güçtür. Onun sayesinde, bilinç biçimin tutsaklığından kurtulur. Biçime içsel ola-rak direnmemek - her ne olursa olsun - biçimin mutlak gerçekliğinin inkarıdır. Direnç; dünyayı ve dünyadaki nesneleri daha gerçekçi, daha somut, daha sağlam ve da-ha uzun ömürlü kı lar; kendi biçimsel kimliğiniz, yani ego-nuz da dahil olmak üzere. Dünyaya ve egoya bir ağırlık ve mutlak bir önem kazandırır; böylece kendinizi ve dünya-yı fazlasıyla ciddiye almaya başlarsınız. O zaman biçimle oynama durumu, hayatta kalmak için bir mücadeleye dö-nüşür ve algınız bu olduğunda, gerçekliğiniz de bu olur.
Olan her şey, hayatın aldığı her biçim, çok kısa ömürlü bir doğaya sahiptir. Hepsi gelip geçicidir. Nes-neler, vücutlar ve egolar, olaylar, durumlar, düşünceler, duygular, arzular, tutkular, korkular ve oyunun kendi-si... hepsi gelir, çok önemliymiş gibi yapar ve siz daha ne olduğunu bile anlamadan ortadan kaybolarak gel-dikleri hiçliğe geri dönerler. Acaba hiç gerçek oldular mı ki? Yoksa sadece bir rüyadan mı ibarettiler?
Sabah uyandığımızda gece gördüğümüz rüya kaybo-lur ve şöyle deriz: "Ah, sadece bir rüyaymış. Gerçek de-ğilmiş." Ama rüyada bir şeyin gerçek olması gerekir, yoksa rüya var olamazdı. Ölüm yaklaşırken, hayatımı-za bakıp onun da başka bir rüya olup olmadığını merak edeceğiz. Şimdi bile, geçen y ı l k i tatile ya da dün yaşadı-ğımız bir olaya baktığımızda, dün gece gördüğümüz rü-yadan herhangi bir farkı olduğunu görebiliyor muyuz?
216 215
ECKHART TOLLE
Rüya vardır ve rüyayı gören vardır. Rüya, biçimle -r in k ı sa sürel i bir oyunudur. Dünya ise görece gerçek-t i r ama mutlak gerçeklik değildir. Bu rüyayı gören, dünyadaki bir k i ş i değildir. K i ş i , rüyanın bir parçası-dır. Rüyayı gören, rüyanın göründüğü alt tabakadır ve rüyayı mümkün kı lan da budur. Görecenin ardındaki mutlak, zamanın ötesindeki zamansız, biçimin içinde-ki ve ötesindeki bilinçtir. Rüyayı gören, bilincin kendi-s idi r ; yani gerçek siz.
Şimdi amacımız, rüyanın içindeyken rüyadan uyan-maktır. Bunu yaptığımızda, egonun yarattığı dünya sahnesi sona erer ve daha sakin, daha dingin ve daha muhteşem bir rüya başlar. Bu yeni dünyadır.
SINIRLARIN ÖTESİNE GEÇMEK
Herkesin yaşamında, biçim seviyesinin gelişimini ve genişlemesini dilediği bir zaman gelir. Bu, f iz iksel zayıf-l ı k ya da maddi zorluk gibi bir sınır lamanın üstesinden gelmeye çalıştığınız, yeni beceriler ve bilgiler edindiği-niz zamanlarda ya da hem kendiniz hem de başkaları için yaşamı zenginleştiren yeni bir şeyi dünyaya getir-diğiniz zaman olur. Bu bir müzik eseri, bir tablo, bir ki-tap, sağladığınız bir hizmet, yaptığınız bir iş, kurduğu-nuz ya da önemli katkılarda bulunduğunuz bir organi-zasyon veya iş biçiminde olabilir.
Şu anda yaşadığınızda, dikkatiniz tamamen şimdiye odaklandığında, şu an içeri akar ve yaptığınız şey hali-
VAR OLMANIN GUCU
ne gelir. İçinde nitelik ve güç olur. Yaptığınız şey gele-cekteki bir amaca (para, ün, başarı, presti j gibi) hizmet etmediğinde, şu anda var olursunuz ve yaptığınız şey-den zevk ve mutluluk duyarsınız. Ve elbette ki şu anla dost olmadığınız sürece şu anda var olamazsınız. Olum-suzlukla kirlenmemiş etki l i eylemin temeli budur.
Biçim, sınırlama demektir. Sadece sınırlamaları de-neyimlemek için değil, aynı zamanda da sınırlamaların ötesine geçerek bilinçli hale gelmek için buradayız. Ba-zı sınırlamalar, harici seviyede aşılabilir. Ama hayatı-nızda birl ikte yaşamayı öğrenmek zorunda olduğunuz başka sınırlamalar da olabilir. Bu tür sınır lamaları an-cak içsel olarak aşabilirsiniz. Herkes er ya da geç bu tür sınırlamalarla karşı laşır. Bu sınırlamalar ya s iz i egosal tepkilerin tutsağı yapar - bu da yoğun mutsuzluk de-mektir - ya da onlara teslim olduğunuz takdirde s iz i iç-sel olarak hepsinin ötesine geçirir. Bi l incin teslim ol-muş hali, hayatınızın dikey boyutunu, derinlik boyutu-nu açar. O zaman o boyuttan bir şey bu dünyaya gelir; başka şekilde ifade edilmeden kalacak olan sonsuz de-ğere sahip bir şey. Çok büyük sınırlamalara teslim olan bazı insanlar, şifacı ya da ruhsal öğretmenler olurlar. Diğerleri insanların acılarını hafifletmek veya bu dün-yaya yaratıcı bir hediye getirmek için çalışırlar.
Yetmişl i y ı l lar ın sonlarında, Cambridge Üniversite-si 'nin kantininde her gün bir- ik i arkadaşımla birl ikte yemek yerdim. Bazen yakındaki masalardan birinde te-kerlekl i sandalyeye mahkûm bir adam otururdu ve ge-nellikle yanında üç-dört k i ş i daha olurdu. B i r gün, tam
202 218
ECKHART TOLLE
karşımdaki masaya oturduğunda, elimde olmadan yü-züne baktım ve gördüğüm şey karşısında çok şaşırdım. Adamın bütün vücudu felçli gibi görünüyordu. Vücudu çok zayıftı ve başı sürekl i öne eğik duruyordu. Yanında-ki insanlardan bir i ağzına dikkatle yemeğini koyuyor, büyük bir k ı smı tekrar dışarı dökülüyor, başka bir ada-mın tuttuğu küçük bir tabağa düşüyordu. Felçli adam arada bir anlaşılmaz sesler çıkarıyordu ve bir i kulağını onun ağzına yaklaştır ıp inanılmaz bir şekilde ne dediği-ni anlayarak tercüme ediyordu.
Daha sonra arkadaşıma adamın k im olduğunu sor-dum. " B i r matematik profesörü," dedi. "Etrafındakiler de öğrencileri. Zaman içinde vücudun her yanma yayı-lan bir s in i r hastalığı var. En fazla beş y ı l ömrü oldu-ğu söyleniyor. B i r insanın karşılaşabileceği en kötü kader olmalı."
Birkaç hafta sonra, ben binadan çıkarken adamın içeri girdiğini gördüm ve elektr ik l i sandalyenin girebil-mesi için kapıyı tuttuğum sırada göz göze geldik. Ada-mın bakışlarının ne kadar net olduğunu görünce bir kez daha şaşırdım. Hiç de mutsuz bir inin gözlerine benze-miyordu. Direnmekten vazgeçtiğim hemen anlamıştım; tam bir teslimiyet halinde yaşıyordu.
Y ı l la r sonra bir bayiden gazete alırken, son derece saygın bir uluslararası haber dergisinin ön kapağında yüzünü görünce çok şaşırdım. Hâlâ hayatta olması bir yana, aynı zamanda dünyanın en ünlü f iz ikçis i olmuş-tu. O adam Stephen Hawking idi. Y ı l lar önce gözlerine baktığımda hissettiğim şeyi doğrulayan çok güzel bir
220
VAR. OLMANIN GÜCÜ
yazı vardı. Şimdi bir ses cihazı kullanarak konuşabili-yordu ve muhabire şöyle demişti: "K im daha fazlasını dileyebilir ki?"
VARLIĞIN MUTLULUĞU *
Mutsuz luk veya olumsuzluk, gezegenimizin bir hasta-lığıdır. Dışarıda gördüğümüz k i r l i l i k seviyesi kadar, içeri de olumsuzluk k i r l i l i ğ i var. Sadece insanların ye-terince şeye sahip olamadıkları yerlerde değil, her yer-de bu durum var. İ ş i n ilginç yanı, özellikle insanların çok şeye sahip oldukları yerde bu k i r l i l i k daha da faz-la. Çok mu şaşırtıcı? Hayır. Dünyanın zengin bölgele-r i , efendilerini daha derinden biçimle tanımlarlar ve daha fazla içerik odaklı olurlar; dolayısıyla, egonun da daha fazla tutsağıdırlar.
İnsanlar, mutluluklar ının yaşadıkları şeylere bağlı olduğuna inanıyorlar ve dolayısıyla biçimlere bağlanı-yorlar. Başlarına gelen iy i ya da kötü şeylerin, evrenin en dayanıksız, en geçici şeyleri olduğunu anlamıyorlar. Şu ana olması ya da olmaması gereken bir şey gözüyle bakıyor, kaçırdıklarına, kaybettiklerine üzülürken, ge-lecekte sahip olacaklarını umdukları şeylerin hayaline kapılıyorlar ve böylece şu anda yaşamayı unutuyorlar. Dolayısıyla hayatın kendisinde var olan, biçimin ötesin-de keşfedilmeyi bekleyen mükemmelliği görmüyorlar. Şu anı kabullenin ve herhangi bir biçimden çok daha derin olan mükemmelliği bulun.
101
ECKHART TOLLE
Varlığın mutluluğu - tek gerçek mutluluk - size her-hangi bir biçim, mülk, başarı, k i ş i ya da olay olarak ge-lemez. Dahası, mutluluk size kendiliğinden gelemez. Sadece içinizdeki biçimi olmayan boyuttan, içinizdeki bilinçten, yani gerçek sizden yükselebilir.
EGONUN ZAYIFLAMASINA İZİN VERMEK
Ego her türde zayıflamaya karş ı daima savunmadadır. Z ih insel "ben" biçimini onarmak için otomatik ego ona-r ım mekanizmaları sürekl i tetiktedir. B i r i beni eleştir-diğinde ya da suçladığında, ego zayıfladığında, kendi-ni hakl ı çıkarmaya, savunmaya veya suçlamaya çalı-şarak hemen onarıma gir iş i r . Ka r ş ı taraftaki k i ş in in hakl ı ya da haksız olmasının ego için bir önemi yoktur. Gerçekten kendini korumayla çok ilgilenir. Bu, psiko-loj ik "ben" biçiminin korunmasıdır. T raf ikte bir sürücü size "salak" diye bağırdığında bağırış çağırışla kar ş ı l ı k vermek bile, otomatik bir ego onarım mekanizmasıdır. En yaygın şekilde görülen ego onarım mekanizmala-rından biri, geçici ama dev bir ego şişmesi sağlayan öf-kedir. Bütün onarım mekanizmaları, ego için son dere-ce mantıkl ıdır ama aslında bozuktur. Bunun en uç ör-nekleri f i z iksel şiddet ve büyüklük hayallerine bürün-müş içsel kandırmalardır.
Güçlü bir ruhsal uygulama, hiçbir şekilde onarmaya çalışmadan, egonun zayıflamasına iz in vermektir. Bu-nu arada bir denemenizi tavsiye ederim. Örneğin, bir i
2C2
VAR OLMANIN GUCU
s i z i eleştirdiğinde, suçladığında ya da kötü sözler söyle-diğinde, hemen kendinizi savunmaya ya da intikam al-maya çalışmak yerine, hiçbir şey yapmayın. İçsel ima-j ı n olduğu gibi zayıf kalmasına iz in verin ve içinizde ne tür duygular uyandığını inceleyin. Birkaç saniye için kendinizi rahatsız hissedebilirsiniz; sanki bir anda bo-yunuz yarıya inmiş gibi gelebilir. Ama hemen ardından, yoğun derecede canlı gelen bir içsel enginlik hissedersi-niz. Aslında hiç de zayıflamış filan değilsinizdir. Asl ın-da, genişlemiş, güçlenmişsinizdir. O zaman inanılmaz bir anlayışa ulaşırs ınız: B i r şekilde zayıflamış gibi gö-rünürken mutlak tepkisizl ikle kaldığınızda, sadece dı-şarıdan değil, aynı zamanda da içeriden, gerçekte hiçbir şeyin zayıflamadığını, "azalırken çoğaldığınızı" hisse-dersiniz. Kendinizi savunmaya ya da biçiminizi güçlen-dirmeye çalışmadığınızda, kendinizi biçimle tanımla-maktan kurtulursunuz. Daha az hale gelirken (egonun bakış açısından), aslında bir genişleme yaşar ve Varlı-ğın öne çıkması için yer açarsınız. Biçimin ötesinde ka-lan gerçek güç, görünüşte zayıflamış biçimde parlaya-rak kendini belli edebilir. "Diğer yanağınızı da çevirin," derken İsa'nın demek istediği şey buydu.
Bu elbette ki tacize davetiye çıkarın ya da kendini-zi bilinçsiz insanların kurbanı yapın demek değildir. Bazen karşı laşt ığınız bir durum, karşınızdaki kiş iye saldırgan davranmadan "geri çekil" işareti vermenizi gerektirebilir. Egosal bir savunma olmadığında, sözle -r in i z in ardında muhteşem bir güç olur ama tepkisel davranmazsınız. Eğer gerekirse, birine hiçbir şekilde
223
ECKHART TOLLE 225
olumsuzluk içermeyen, yüksek n i te l ik l i bir "hayır" da diyebil irs iniz.
Önemli bir i olmamakla, öne çıkmamakla yetinirseniz, kendinizi evrenin gücüyle uyumlu hale getirirsiniz. Ego-ya zayıfl ık gibi görünen şey, aslında tek gerçek güçtür. Bu ruhsal gerçek, çağdaş kültürümüzün değerlerine ve insanların davranış kalıplarına belirgin şekilde zıttır.
B i r dağ olmak yerine, antik Tao Te Ching "Evrenin vadisi olun," der. Bu şekilde, bütünlük içindeki yerinize geri dönersiniz ve "her şey size gelir."
Aynı şekilde, İsa vaazlarından birinde şöyle der: "B i r yere çağrıldığında git, en son sıraya otur. Öyle ki şölen sahibi içeri girdiğinde sana, Arkadaşım, lütfen daha yüksek yere buyur!' desin. İşte o zaman seninle birl ikte sofrada oturan herkesin önünde saygınlık kazanırsın. Çünkü kendini yükselten k i ş i alçaltılacak, kendini al-çaltan k i ş i yükseltilecektir."
Bu uygulamanın diğer bir yönü, kendini öne çıkara-rak, özel olmak, bir etki bırakmak ya da dikkat çekmek isteyerek benliği güçlendirmeye çalışmaktan geri dur-maktır. Bu, arada bir herkesin f i k r in i belirttiği bir or-tamda kendi f i k r i n i söylemekten çekinmeyi ve duygula-r ı n ı z ı incelemeyi de içerebilir.
DIŞARIDA OLAN, İÇERİDE DE VARDIR
Gece başınızı kaldırıp bulutsuz gökyüzüne baktığınızda, aslında son derece basit ama aynı derecede de güçlü bir
VAR, OLMANIN GÜCÜ
gerçeği bir anda kavrayabilirsiniz. Gördüğünüz şey ne-dir? Ay, gezegenler, yıldızlar, Samanyolu'nun parlak ku-şağı, belki bir kuyrukluyı ldız veya i k i milyon ı ş ı ky ı l ı öte-deki Andromeda Galaksisi. Evet. Peki daha basite indir-gerseniz ne görürsünüz? Boşlukta yüzen nesneler. O halde evren neden oluşur? Boşluk ve nesneler.
Bulutsuz bir gecede gökyüzüne bakarken nutkunuz tutulmuyorsa, gerçekten bakmıyorsunuz, orada olan bütünlüğü görmüyorsunuz demektir. Muhtemelen sa-dece nesnelere bakıyor, onları isimlendirmeye çalışıyor-sunuzdur. Uzaya bakarken bir hayranlık duygusuna kapıldığınız olduysa, bu kavranamaz gizem karşısında derin bir huşu duyduysanız, bir an için açıklama arzu-nuzu bir kenara atıp sadece boşluktaki nesnelerin de-ğil, aynı zamanda uzayın sonsuz derinliğinin de farkına varmışsınız demektir. Bu sayısız dünyanın var olduğu enginliğe bakarken muhtemelen zihniniz de dinginleş-miş olabilir. Hayranl ık duygunuz orada milyarlarca dünya olduğunu bilmekten kaynaklanmaz; hepsini kapsayan derinlikten kaynaklanır.
Boşluğu elbette ki göremez, duyamaz, dokunamaz, tadamaz ya da koklayamazsınız. Peki var olduğunu ne-reden bi l i rs iniz? Bu mantıkl ı görünen soru, aslında te-melden yanlıştır. Boşluğun özü hiçliktir, dolayısıyla ke-limenin normal anlamıyla var olamaz. Sadece nesneler - biçimler - var olabilir. Ona boşluk demek bile isimlen-direrek nesnelleştirmek olduğu için yanlış olabilir.
Şöyle diyelim: İçinizde, boşluğa benzeyen bir şey var; bu yüzden farkında olabilirsiniz. Farkında olmak? Bu
225
ECKHART TOLLE
da tam olarak doğru değildir, çünkü farkına varacak bir şey yoksa boşluğun nasıl farkına varabilirsiniz?
Cevap hem basit hem de güçlüdür. Boşluğun farkın-da olduğunuzda, aslında farkındalığın dışında hiçbir şeyin farkında değilsinizdir; yani içsel bilinç boşluğu-nun farkındasmızdır. S i z in sayenizde, evren de kendi-nin farkına varabilir!
Göz görecek bir şey bulamadığında, hiçlik boşluk olarak algılanır. Kulak duyacak bir şey bulamadığında, hiçlik dinginlik olarak algılanır. Biçimi algılamak üzere tasarlanmış olan duyular bir biçim yokluğuyla karşılaş-tığında, algının ardında yatan ve algıyı mümkün kılan biçimi olmayan bilinç, artık biçimle engellenmez hale gelir. Uzayın kavranamaz derinliği üzerinde düşünceye daldığınızda, gündoğumundan hemen önce erken saat-lerdeki sessizl iği dinlediğinizde, içinizdeki bir şey de-rinden titreşmeye başlar. O zaman uzayın engin derin-l iğini kendi derinliğiniz gibi algılarsınız ve o biçimi ol-mayan eşsiz dinginliğin, hayatınızdaki her şeyden daha çok siz olduğunu hissedersiniz.
Hindistan'ın antik metni Upanishad, bunu şu şekil-de ifade etmektedir:
Gözle görülemeyen ama bu yüzden gözün görebilece-ği: Bu insanların taptığı şey değil, sadece Brahman Ru-hu olabilir. Kulakla duyulamayan ama bu yüzden kula-ğın duyabileceği: Bu insanların taptığı şey değil, sadece Brahman Ruhu olabilir... Zihinle düşünülemeyen ama bu yüzden zihnin düşünebileceği: Bu insanların taptığı şey değil, sadece Brahman Ruhu olabilir.
VAR OLMANIN GUCU
Metne göre, Tanr ı biçimi olmayan bilinçtir ve gerçek k iml iğ in iz in özüdür. Onun dışında kalan her şey biçim-dir ve "insanların taptığı şey"dir.
Evrenin nesnelerden ve boşluktan oluşan i k i aşama-lı gerçeği - nesneler ve hiçlik - aynı zamanda sizs iniz. Mantıkl ı , akıl l ı , dengeli ve üretkerî bir insan yaşamı, gerçekliği oluşturan i k i boyut arasındaki bir danstır: Biçim ve boşluk. Bazı insanlar kendilerini biçim dünya-sıyla, duyusal algılarla, düşüncelerle ve duygularla öy-lesine derinden tanımlar ki en önemli gizl i yar ıs ı hayat-larında eksik kalır. Biçimle kendilerini tanımlamaları, onları egonun tutsağı haline getirir.
Gördüğünüz, duyduğunuz, dokunduğunuz ya da dü-şündüğünüz şey, sadece gerçekliğin bir yarısıdır. Biçim-dir. İsa'nın öğretisinde, buna sadece "dünya" denir ve diğer boyut da "cennet kral l ığı ya da sonsuz hayatf'tır.
Uzayın her şeyin var olmasını mümkün kı ldığı gibi, sess iz l ik olmadan hiçbir sesin duyulamayacağı gibi, k iml iğ in iz in özünü oluşturan biçimi olmayan boyut ol-madan siz de var olamazdınız. Eğer bu kelime bu kadar yanlış kullanılmasaydı, adına "Tanr ı " diyebilirdik; ben Varl ık demeyi tercih ediyorum. Her şeyden önce O var-dı. Yaratı l ış ise biçim, içerik, olanlardır. Yaratıl ış, haya-t ın ön planıdır; Varl ık ise arka planıdır.
İnsanlığın kolektif hastalığı, herkesin kendim olan-lara fazlasıyla kaptırması, biçimlerle dolu bir dünyada hipnotize olması, kendi hayatlarının içeriğine dalması ve dolayısıyla içeriğin, biçimin ve düşüncenin ötesinde yatan özü unutmasıdır. Kendilerini zamana öylesine
226 2C2 226
ECKHART TOLLE
kaptırmışlardır ki ası l kökenleri, evleri ve kaderleri olan sonsuzluğu unutmuşlardır. Sonsuzluk, k im oldu-ğunuzla i lg i l i canlı gerçektir.
Birkaç y ı l önce Çin'e gittiğimde, Guilin yakınlarında-ki bir dağın tepesinde bir kitabe gördüm. Üzerine altın harflerle yazı lmış bir yazı vardı ve Çinli rehberime bu-nun ne anlama geldiğini sordum. "'Buda' demek," dedi. "Neden bir yerine i k i karakter var?" diye sordum. "B i r , " diye açıkladı, '"adam' demektir. Diğeri ise 'hiç' anlamına gelir." Orada şaşkın şaşkın kalakaldım. Buda'ınn adının yazı l ı ş ı bile, görmeyi bilen gözler için aslında hayatın s ı r r ı n ı ve Buda'ınn tüm öğretisini sunuyordu. Gerçekli-ği oluşturan i k i boyut, biçim ve biçimin reddedilişi, nes-ne ve hiçlik burada açıkça gösteriliyordu.
8. Bölüm
İÇSEL BOŞLUĞU KEŞFETMEK
Antik bir Suf i hikâyesine göre, Orta Doğu'da bir yerler-de yaşayan ve sürekl i olarak mutlulukla umutsuzluk arasında gidip gelen bir kral vardı. En küçük şey bile onu fazlasıyla üzer, yoğun bir içsel tepki başlatır, mut-luluğu bir anda hayal k ı r ı k l ığ ı ve umutsuzluğa dönü-şürdü. K ra l sonunda hayatından ve kendi durumundan bıkarak bir çıkış yolu aramaya başladı. Krallığında ya-şayan ve aydınlığıyla tanınan bir bilgeyi çağırttı. Bilge adam geldiğinde, kral ona şöyle dedi: "Senin gibi olmak istiyorum. Bana hayatıma denge, dinginlik ve bilgelik getirecek bir şey verebilir misin? Bedeli neyse öderim."
"Size yardım edebilirim," dedi bilge adam. "Ama be-deli o kadar ağır ki bütün kral l ığınız bile yeterli gelme-yebilir. Bu yüzden, eğer kabul ederseniz, hediye olarak vermek isterim." K ra l kabul etti ve bilge adam gitti.
229215
ECKHART TOLLE
Birkaç hafta sonra adam geri döndü ve krala yeşim taşından yapılmış çok güzel bir kutu verdi. K ra l kutu-yu açtı ve içinde basit bir altın yüzük buldu. Üzerine bazı harfler kaz ınmışt ı ve şöyle yazıyordu: Bu da geçer. "Bu da ne demek şimdi?" diye sordu kral. " Bu yüzüğü daima parmağınızda taşıyın," dedi bilge adam. "Her ne olursa, iy i ya da kötü diye adlandırmadan, bu yüzüğe dokunun ve yazıyı okuyun. Bu şekilde, daima huzurlu olabil irsiniz."
Bu da geçer. Bu sözleri bu kadar güçlü kı lan nedir? İ l k bakışta, bu kelimeler kötü bir durumda pek rahat-l ı k sağlayabilir gibi görünmese de, hayatınızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmanızı, da engelleyebilir. "Çok mut-lu olma, çünkü uzun sürmeyecek." İ y i bir duruma uyar-landığında, bu sözlerin verdiği mesaj bu değil mi?
Ama daha önce karşı laşt ığımız diğer i k i hikâyenin ışığında düşündüğünüzde, bu sözler gerçekten de bü-yük anlam kazanmaktadır. Her duruma "Öyle mi?" di-ye karş ı l ı k veren Zen Ustas ı 'n ın hikâyesi, olaylara di-renç göstermemenin yararlarım vurgulamaktadır. Di-ğer yandan, sürekl i "Belk i " diyen adamın hikâyesi de yargıs ız l ığı göstermektedir. Bunlara şimdi bu yüzük hikâyesini de eklerseniz, kendini olaylara kaptırma-manızı sağlayacak şekilde her şeyin geçici olduğunu görürsünüz. Dirençsizl ik, yargıs ız l ık ve bağlantısızl ık, gerçek özgürlüğün ve aydınlanmış yaşamın üç temel özelliğidir.
Yüzüğe kazınmış olan o sözler, size hayatınızdaki güzel şeylerin tadını çıkarmamanızı söylemiyor; zor ya
VAR OLMANIN GUCU
da acı verici bir durumda çok fazla rahatlık da sağla-mıyor. Ama bundan çok daha derin bir amacı var: Her durumun geçiciliğiyle i lg i l i s i z i uyandırmak. Bütün durumların, diğer bir deyişle biçimlerin, geçici olduğu-nu fark ettiğinizde, kendinizi onlara daha az bağlarsı-nız ve bir ölçüde kendinizi "önlardan uzaklaşt ı r ı rs ın ız . Bağlantısız olmak, kendinizi dünyanın sunduğu güzel-l i k ler in tadını çıkarmaktan alıkoyacağınız anlamına gelmez. Aslında, böylelikle daha fazla zevk al ı rs ınız. Değişimin kaçınılmazlığını ve her şeyin geçici olduğu-nu görüp kavradığınızda, gelecekte onları kaybetme korkusu duymadan dünyanın tüm güzell iklerinin ta-dını doya doya çıkarabil irs iniz. Bağlantı kurmadığı-nızda, kendinizi olaylara kaptırmak yerine, onlara da-ha tepeden bakarsınız. Böylece uzayın boşluğuyla sa-r ı l ı bir halde Dünya'ya bakan ve bir paradoks gerçeği anlayan astronot gibi olursunuz: Dünya eşsizdir ve ay-nı zamanda da çok önemsizdir. Bu da geçer sözü, ken-dinizi olaylardan bağlantısız kı lmanıza yardımcı olur ve bununla bir l ikte hayatınızda yeni bir boyut açılır; içsel boşluk. Yargısız, dirençsiz ve bağlantısız olduğu-nuzda, bu boyuta geçebilirsiniz.
Kendinizi artık tamamen biçimlerle tanımlamadığı-nızda, bilinç biçimsel tutsaklığından kurtulur. Bu öz-gürlük, içsel boşluğun ortaya çıkışıdır. İçinizde bir din-ginlik, bir huzur hissedersiniz; hatta kötü gibi görünen bir durumla karşılaşsanız bile. Bu da geçer. Aniden, ola-yın etrafında bir boşluk oluşur. Duygusal in iş çıkışların ve hatta acının etrafında bile bu boşluk vardır. Hepsin-
202 231
ECKHART TOLLE
den öte, düşüncelerinizin arasında boşluk vardır. O boş-luktan, "bu dünyaya ait olmayan" bir huzur yayılır, çünkü bu dünya biçim, huzur ise boşluktur. Bu, Tanrı-sal huzurdur.
Şimdi bu dünyadaki şeylere sahip olmadıkları bir önemi vermeden, etrafınızdaki her şeyin tadını çıkara-bi l i r s in iz . Yarat ı l ı ş dansına katı labil ir, kendinizi so-nuçlara bağlamadan aktif olabilir, dünya üzerine man-t ıks ı z talepler yöneltmezsiniz; beni tatmin et, beni mutlu et, beni güvende hissettir, bana k im olduğumu söyle gibi. Dünya size bu şeyleri veremez ve böyle bek-lenti ler iniz kalmadığında, kendi kendinize yarattığı-nız tüm acılar da sona erer. Bütün bu acılar, biçime aş ı r ı değer yüklemekten ve içsel boşluğunuzun farkın-da olmamanızdan kaynaklanır. Bu boyut hayatınızda kendini var ettiğinde, kendinizi içlerinde kaybetme-den, içsel olarak bağlanmadan, yani dünyaya bağımlı hale gelmeden, nesnelerin, deneyimlerin ve zevklerin tadını çıkarabil irs iniz.
Bu da geçer sözü, aslında gerçekliği gösteren bir işarettir. Bütün biçimlerin geçici olduğunu gösterir-ken, aynı zamanda sonsuzluğa da işaret ederler. Sade-ce içinizdeki sonsuzluk geçici olanı geçici olarak algıla-yabilir.
Boşluk boyutu kaybolduğunda ya da bilinmediğinde, dünyadaki nesneler ve biçimler aş ı r ı bir önem, gerçekte sahip olmadıkları bir ciddiyet ve ağırl ık kazanırlar. Dünya biçimi olmayanın bakış açısından görülmediğin-de, tehditlerle dolu bir umutsuzluk mekanı haline gelir.
VAR OLMANIN GÜCÜ
NESNE BİLİNCİ VE BOŞLUK BİLİNCİ
Çoğu insanın hayatı bir sürü şeyle doludur: Maddi şey-ler, yapılacak şeyler, düşünülecek şeyler. Hayatları in-sanlık tarihi gibidir; Winston Churchill'in ifadesiyle, "bir lanet şey diğerini izler." »Zihinleri bir sürü düşün-ceyle doludur ve bir lanet düşüncenin arkasından diğe-ri gelir. Bu, çoğu k i ş in in baskın gerçekliği olan nesne bi-linci boyutudur ve hayatlarının bu kadar dengesiz ol-masının nedeni de budur. Gezegenimizi ve insanlığı doğru kader yoluna geri çekebilmemiz için, nesne bilin-cinin boşluk bilinciyle dengelenerek sağlayacağı akıl gerekir. Boşluk bil incinin yükselmesi, insanlık evrimi-nin bir sonraki aşamasıdır.
Boşluk bilinci, nesne bilincine ek olarak - daima du-yusal algılar, düşünceler ve duygularla i lgi l idir - bir farkındalık alt akınt ıs ı söz konusudur. Farkındalık, sa-dece nesne bilincinin olmadığını, aynı zamanda bilinçli varl ıklar olma bilincinin olduğunu söyler. Ön planda bir şeyler olup biterken arka planda uyanık bir içsel din-ginlik hissedebiliyorsanız, işte olması gereken budur! Bu boyut, herkesin içinde vardır ama çoğu k i ş i farkın-da bile değildir. Bazen şöyle diyerek bu konuyu işaret ederim: "Kendi Varl ığını hissedebiliyor musun?"
Boşluk bilinci, kendini sadece egodan kurtu luş ola-rak değil, aynı zamanda bu dünyadaki nesnelere ba-ğımlı olmaktan kur tu luş olarak ifade eder. Bu, dünya-ya gerçek anlamım kazandırabilecek tek şey olarak ruhsal boyuttur.
233 215
ECKHART TOLLE
B i r oiay, bir k i ş i ya da bir durum için öfkelendiğiniz ya da üzüldüğünüz her seferinde, asıl neden olay, k i ş i ya da durum değil, sadece boşluğun sağlayabileceği ger-çek bir bakış açısının kaybıdır. Nesne bilincinde s ık ış ıp kalmışs ınızdır ve bilincin zamana bağlı olmayan içsel boşluğunun farkında değilsinizdir. Bu da geçer sözü doğru kullanıldığında, içinizde o boyutun tekrar farkı-na varmanızı sağlar.
İçinizdeki gerçeğin bir diğer göstergesi, şu ifadede gizlidir: "Asla sandığım neden için kızgın değilim."
DÜŞÜNCENİN ALTINA DÜŞMEK VE ÜSTÜNE ÇIKMAK
Çok yorgun olduğunuzda, her zaman olduğunuzdan daha huzur lu ve daha rahat olabil i rs iniz. Bunun nede-ni, düşünceleriniz yatıştığı için, z ihnin iz in ürettiği so-run lu benliği art ık hatırlamamanızdır. Yavaş yavaş uykuya doğru kayıyorsunuzdur. Alkol aldığınızda veya belli ilaçlar kullandığınızda (acı bedeninizi tetikleme-dikler i takdirde), yine kendinizi daha rahat, umursa-maz ve belki bir süre için canlı bile hissedebil irsiniz. Şark ı söyleyip dans etmeye başlarsınız ve bunlar, an-t ik zamanlardan beri yaşamın mutluluk ifadeleridir. Z ihn in iz size daha az yük oluşturduğu için, var olma-nın mutluluğunu hissedebil irsiniz. Belk i de alkole "ruh" denmesinin nedeni budur. Ama ödenmesi gere-ken ağır bir bedel vardır: B i l inçs iz l ik . Düşüncenin üze-
VAR OLMANIN GUCU
rine yükselmek yerine, altına inersiniz. Birkaç kadeh daha içerseniz, bitk i ler alemine gerilersiniz.
Boşluk bi l incinin bununla pek i lg is i yoktur. İ k i du-rumda da düşüncenin ötesine geçersiniz ama boşluk bilinci durumunda düşüncenin üzerine çıkar, yukarıda örneğini verdiğimiz durumda ise altına inersiniz.
TELEVİZYON
Televizyon seyretmek, dünya üzerinde milyonlarca in-san için en sevilen boş zaman doldurma yöntemidir. Or-talama bir Amerikalı, altmış yaşına gelene kadar haya-t ının yaklaşık on beş y ı l l ı k zamanını televizyon karşı-sında geçirmektedir. Diğer birçok ülkede de rakam yak-laşık olarak aynıdır.
Birçok k i ş i , televizyon seyretmeyi rahatlatıcı bir şey olarak görmektedir. Kendinizi yakından gözlem-lerseniz, ekranın bir süre sonra dikkat odağınız olarak kalmadığını, düşüncelerinizin yavaşlayıp azaldığını, çok uzun süre izlemeye devam ettiğinizde, z ihnin iz in hiçbir düşünce üretmediğini görürsünüz. Sadece artık sorunlar ınız ı hatırlamamakla kalmaz, aynı zamanda kendinizi geçici olarak özgürleşt i r i rs iniz de; bundan daha rahatlatıcı bir şey olabilir mi?
Yani televizyon izlemek içsel boşluk yaratır mı? Şu anda var olmanızı sağlar mı? Ne yazık ki hayır. Uzun süre boyunca z ihniniz hiçbir düşünce üretmese bile, televizyondaki programın düşünce sistemine uyumlu
202 202
ECKHART TOLLE
durumdadır. Yani televizyonun sağladığı kolekt i f zih-ne kat ı lm ı ş t ı r ve onun düşüncelerini düşünüyordur. Z ihn in i z sadece düşünce üretmemek açısından pasif durumdadır. Ama televizyon ekranından gelen dü-şünceleri ve imgeleri sürek l i olarak yutmaya devam eder. Bu, s i z i al ıcı l ığınız ın güçlendiği trans benzeri bir pasif duruma sokar ve hipnozdan pek fark ı yok-tur. Kamuoyu görüşlerini belirlemede kul lanı lması-nın en önemli nedeni budur ve insanlar s i z i o durum-da yakalayarak mesajlarını verebilmek için milyon-larca dolar öderler. Kendi düşüncelerinin s i z in dü-şünceleriniz haline gelmesini ister ler ve genellikle de bunu başarırlar.
Dolayısıyla, televizyon seyrederken, asıl eğiliminiz düşüncenin üzerine çıkmak değil, altına inmektir. Tele-vizyon bu açıdan alkol ve bazı ilaçlara çok benzer. Zih-niniz i belli bir ölçüde rahatlatırken, çok ağır bir bedel ödersiniz. B i l inç kaybı. O ilaçlar gibi, televizyonun da güçlü bir bağımlılık yaratma özelliği vardır. Televizyo-nu kapamak için uzaktan kumandaya uzandığınızda, bunun yerine bütün kanalları dolaşmaya başladığınızı görürsünüz. Yarım ya da bir saat sonra, hâlâ izlemeye devam ediyor, hâlâ kanallar arasında dolaşıyorsunuz-dur. Kumanda üzerinde parmağınızın basamadığı tek düğme, kapama düğmesidir. Hâlâ izl iyor olmanızın en muhtemel nedeni, izlemeye değecek kadar ilginç bir programın yayınlanması değil, genellikle izlemeye de-ğecek bir şey olmamasıdır. B i r kere saplanıp kaldığınız-da, programlar ne kadar sıkıcı, anlamsız ve önemsiz
VAR OLMANIN GUCU
olursa, o kadar çok bağımlı hale gelirsiniz. Eğer ilginç olsaydı, düşüncelerinizi k ı şk ı r t ı rd ı , z ihniniz i tekrar dü şünmeye zorlardı ve bu da daha bilinçli yapılan bir şey-dir ve dolayısıyla televizyon izlemekten daha iyidir. Bu-na ek olarak, ekrandaki görüntüler dikkatinizi daha fazla sabit bir noktada tutamazdı.
Programın içeriği — eğer belli bir kalitesi varsa -bazen televizyonun uyuşturucu, hipnotize edici etkisi-ni ortadan kaldırabil ir. Birçok kiş iye fazlasıyla yarar-lı olan bazı programlar vardır; hayatlarını daha iyiye doğru değiştirmiş, kalplerini açmış, onları daha bi-l inçl i insanlar haline getirmişlerdir. Hatta bazı kome-di programları - her ne kadar anlamsız gibi görünse-ler de — farkında olmadan insan egosunun bir karika-türünü göstererek ruhsal bir amaca hizmet edebilir-ler. B ize hiçbir şeyi fazla ciddiye almamayı, hayata hafif bir şekilde yaklaşmayı ve hepsinden öte, gülme -yi öğretirler. Gülmek, iy i leşt i r ic i olduğu kadar da öz-gürleştir icidir. Ama televizyon kanallarının çoğu, ta-mamen egolarıyla kontrol edilen insanlar tarafından yönetilmektedir ve dolayısıyla televizyonun gizl i ama-cı, s i z i hipnotize ederek kontrol altına almak, yani si-zi bil inçsiz k ı lmaktır . Yine de televizyonda hâlâ keşfe-dilmemiş muazzam bir potansiyel vardır.
Her iki-üç saniyede bir değişen h ı z l ı görüntüler-den oluşan programlar ve reklamlar izlemekten kaçı-nın. Çok fazla televizyon ve özellikle de bu tür prog-ramlar ı seyretmek, bugün dünya üzerinde milyonlar-ca çocuğu etkileyen dikkat dağınıklığı, z ihinsel bo-
202 236
ECKHART TOLLE
zukluk lar gibi birçok sorunun kaynağıdır. K ı sa bir dikkat süresi, bütün algı lar ın ız ın ve i l i ş k i l e r i n i z i n sığlaşmasına neden olur. Ne yaparsanız yapın, bu du-rumda hangi i ş i gerçekleştirmeye çalış ı rsanız çalışın, kal itesi düşük olur, çünkü kalite için dikkat gerekir.
S ı k s ık ve uzun sürelerle televizyon seyretmek, si-zi sadece bil inçsiz kı lmaz, aynı zamanda da enerj iniz i kurutur ve s i z i pasif yapar. Dolayısıyla, rasgele sey-retmek yerine seyredeceğiniz programları dikkatle se-çin. Bunu yapmaya gayret ettiğinizde, programı izler-ken vücudunuzdaki canlılığı hissedin. Zaman zaman solunumunuzu kontrol edin. Görsel duyunuzu tama-men kontrol altına almaması için belli aralıklarla ba-k ı ş la r ın ı z ı ekrandan kaçırın. Sesi gerektiğinden fazla açmazsanız, televizyonun i ş i t se l duyunuzu etk is i altı-na almasına i z in vermemiş olursunuz. Reklamlar sı-rasında televizyonun sesini kesin. Televizyonu kapa-dıktan hemen sonra yatağa girmeyin ve daha da kötü-sü, sakın televizyon seyrederken uykuya dalmayın.
İÇSEL BOŞLUĞU TANIMAK
Hayatınızda düşünceleriniz arasındaki boşluk muhte-melen giderek açılıyordur ve bunun farkında bile olma-yabil irs iniz. Deneyimlerle büyülenen ve büyük ölçüde biçimlerle tanımlanan bir bilinç, başlangıçta boşluğun farkına varmakta zorlanır. Bu zamanla kendinizin far-kında olamayacağınız anlamına gelir, çünkü daima baş-
VAR OLMANIN GUCU
ka bir şeyin farkındasmızdır. Biçim sürekl i olarak dik-katiniz i dağıtır. Kendinizin farkında olduğunuz zaman-larda bile, kendinizi bir nesneye, bir düşünce biçimine dönüştürmüş olursunuz ve dolayısıyla da, farkında ol-duğunuz şey kendiniz değil, bir düşünce olur.
İçsel boşluğu duyduğunuzda* onu aramaya başlaya-bi l i r s in iz ve onu bir nesneyi ya da deneyimi aradığınız gibi arayacağınız için, asla bulamazsınız. Ruhsal aydın-lanmayı ya da anlayışı arayanların karşı laştığı iki lem budur. Bu yüzden, İsa şöyle demişti: " Tanr ı hükümran-l ığı gözle görülebilir biçimde gelmez. Ne de insanlar 'Bak, burada' ya da 'Orada' derler. İşte Tanr ı hüküm-ranlığı aranızdadır."
Eğer bütün hayatınızı hoşnutsuzluk, endişe, kor-ku, depresyon, umutsuzluk ya da başka olumsuz duy-guların tutsağı olmuş halde geçirmiyorsanız; yağınu-run ya da rüzgârın sesini dinlemek gibi basit şeyler-den zevk alabiliyorsanız; gökyüzünde hareket eden bulutlar ın güzell iğini görebiliyor ya da yalnız olduğu-nuzda yaln ız l ık duymuyor, herhangi bir eğlence ya da zihinsel aktivite aramıyorsanız; tamamen yabancı bi-rine ondan hiçbir şey beklemeden içten bir nezaketle yaklaşıyorsanız... ne kadar kısa bir süre için olursa olsun, içinizde bir boşluk açılmış demektir. Bu oldu-ğunda, kendinizi iy i hissedersiniz ve canlı bir huzur duyarsınız. Bunun yoğunluğu belki zor lukla fark edi-lebil i r bir hoşnutluk duygusundan, antik H i n t l i bil-gelerin adına ananda - Varl ığın kutsaması -- dedikle-ri şeye kadar değişebilir. Sadece biçime dikkat in iz i
202 238
ECKHART TOLLE
verecek şekilde şartlandığınızdan, muhtemelen doğ-rudan farkında olmayabil i rs iniz. Örneğin, güzelliği görebilme, basit şeylerin değerini bilebilme, kendi başınıza kalmanın zevkini çıkarabilme ya da başka insanlarla şefkatl i bir şekilde i let i ş im kurabilme ye-teneklerinde ortak bir unsur vardır. Bu ortak unsur, geri planda bulunan bir hoşnutluk, huzur ve canlı l ık duygusudur ve o arka plan olmadan, bu duyguların hiçbiri mümkün olmaz.
Güzelliğin, şefkatin, nezaketin, hayattaki basit şey-ler in iy i l iğ in in tanınmasının olduğu her yerde, bu içsel deneyimin arka planına bakın. Ama onu bir şey arar gibi aramayın. Onu tespit edip, " îşte, buldum," diye-mezsiniz; onu zihinsel terimlerle tanımlayamazsınız. Bu lutsuz bir gökyüzüne benzer. Biçimi yoktur. O boş-luktur ; dinginl ikt ir , Varl ığın tatl ı l ığıdır ve elbette ki bu sözlerden çok daha fazlasıdır. Onu kendi içinizde doğrudan hissedebildiğinizde, derinleşir. Dolayısıyla basit bir şeyin değerini takdir edebildiğinizde - bir ses, bir görüntü, bir dokunuş - bir güzelliği görebildi-ğinizde, insanlara karş ı şefkatli olabildiğinizde, bu de-neyimin kaynağının ve arka planının içsel boşluk ol-duğunu anlarsınız.
Çağlar boyunca birçok şair ve bilge, bu gerçek mut-luluğun - ben buna Varl ığın mutluluğu diyorum - ba-s it ve görünürde önemsiz gibi gelen şeylerde bulundu-ğunu gözlemlemiştir. Çoğu insan, başlarına önemli bir şeyin gelmesi beklentisiyle, sürekl i olarak aslında hiç de önemsiz olmayan ama önemsiz gibi görünen şeyleri
290
VAR OLMANIN GÜCÜ
kaçırır lar. Ün lü düşünür Nietzsche, ender derin din-ginl ik anlarından birinde, şöyle demişti: "Mutluluk için aslında ne kadar az şeye gerek var! Aslında en kü-çük şey, en belirs iz şey, bir kertenkelenin sürünürken çıkardığı h ı ş ı r t ı , bir nefes, belli belirs iz bir bakış; en büyük mutluluklar en küçük şeylerden kaynaklanır. Dinginleşin."
Peki neden "en büyük mutluluklar en küçük şeyler-den" kaynaklanır? Çünkü gerçek mutluluğun nedeni bir şey ya da bir olay değildir ama i l k bakışta öyle gö-rünür. Şey ya da olay bil incinizin sadece küçük bir k ı s -mını oluşturacak kadar belirsiz ve dikkati çekmeyen boyutlarda olabilir; geri kalanı içsel boşluktur ve bi-çimle engellenmeyen bilinçtir. îçsel boşluk bilinci ve gerçek kiml iğiniz, temelde tektir. Diğer bir deyişle, kü-çük şeylerin biçimi, içsel boşluğa yer bırakır. Ve gerçek mutluluğun, Varl ığın mutluluğunun doğduğu yer, işte bu içsel boşluk, şartlanmamış bilinçtir. Küçük, sessiz şeylerin farkında olabilmek için, içinizde dingin olma-nız gerekir. Yüksek derecede farkındalık şarttır. Din-ginleşin. Bakın. Dinleyin. Şimdide olun.
İçsel boşluğu bulmanın bir yolu daha vardır: Bi l inç-li olmanın bilincine varın. "Ben" deyin ya da "Ben" di-ye düşünün ve hiçbir şey eklemeyin. Ben'in ardından gelen dinginliği fark edin. Çıplak, örtülmemiş, gizlen-memiş var l ığınız ı hissedin. Gençlik ya da yaşl ı l ık , zen-ginlik ya da yoksul luk, i y i l i k ya da kötülük veya diğer hiçbir özellik ona dokunamaz. Bütün yaratı l ı ş ın geniş rahmi, bütün biçimidir o.
'241
ECKHART TOLLE
DAĞDAKİ DERENİN SESİNİ DUYABİLİYOR MUSUN?
B i r Zen ustası, öğrencilerinden biriyle bir l ikte bir dağ yolunda sessizce yürüyordu. Antik bir sedir ağacına gel-diklerinde, pirinç ve sebzeden oluşan basit yemeklerini yemek için oturdular. Yemekten sonra, henüz Zen gize-minin anahtarını bulamamış genç bir rahip olan öğren-cisi, sess iz l i bozarak ustaya sordu: "Usta, Zen'e nasıl gi-rebilirim?"
Elbette ki Zen olan bilinç durumuna nasıl girebilece-ğini soruyordu.
Usta sessiz kaldı. Öğrenci sabırs ız l ık la bir cevap beklerken, aradan neredeyse beş dakika geçti. Tam baş-ka bir soru sormak üzereyken usta aniden konuştu: "Dağdaki derenin sesini duyabiliyor musun?"
Öğrenci böyle bir derenin varlığının bile farkında de-ğildi. Zen'in anlamını düşünmekle meşguldü. Şimdi, se-si dinlemek için dikkat kesildiğinde, gürültücü zihni yatışmaya başlamıştı. Önce hiçbir şey duyamadı. Son-ra, düşünceleri yerini yüksek farkındalığa bırakırken, küçük bir derenin uzaklardan gelen ş ı r ı l t ı s ın ı belli be-l i r s i z duyabildi.
"Evet, şimdi duyabiliyorum," dedi öğrenci. Usta parmağını kaldırdı ve gözlerinde hem ateşli
hem de nazik bir bakışla açıkladı: "Zen'e oradan gir." Öğrenci şaşırmışt ı . Bu onun i l k satorisiydi; i l k ay-
dınlanma anı. Zen'in bildiği bir şey olduğunu bilmeden bildiğini anlamıştı!
VAR OLMANIN GUCU
Sessizce yolculuklarına devam ettiler. Öğrenci, etra-fındaki dünyanın canlılığı karşısında afallamıştı. Sanki her şeyi i l k kez görüyor, i l k kez deneyimliyordu. Ama bir süre sonra tekrar düşünmeye başladı. Zihinsel gü-rü l tü bir kez daha uyanık dinginliği örttü ve çok geçme-den bir soru daha geldi: "Usta," dedi, "düşünüyordum. Dağdaki derenin sesini duyamasaydım ne diyecektin?" Usta durdu, parmağını kaldırdı ve cevap verdi. "Zen'e oradan gir."
DOĞRU EYLEM
Ego sorar: Bu durumu ihtiyaçlarımı karşılamak için na-s ı l kullanabil ir im ya da ihtiyaçlarımı karşılamak için kullanabileceğim başka bir duruma nasıl geçebilirim?
Varl ık, bir içsel boşluk durumudur. Şimdide oldu-ğunuzda, şöyle sorun: Bu durumun, şu anın ihtiyaç-larına nası l ka r ş ı l ı k verebilir im? Aslında, bu soruyu sormanıza bile gerek yoktur. Olana karş ı dingin, uya-nık ve açık kal ın yeter. Böylelikle, duruma yeni bir boyut kazandır ı rs ın ız : Boşluk. Sonra bakın ve dinle-yin. Böylece, durumla bir olursunuz. B i r duruma tep-ki vermek yerine onunla birleştiğinizde, durumun kendisi size çözümü sunar. Asl ında bakan ve dinleyen k i ş i s iz değilsinizdir, uyanık dinginliğin kendisidir. Eğer o anda eyleme geçmek gerekiyorsa ya da müm-künse, eyleme geçersiniz ya da s i z in sayenizde doğru eylem gerçekleşir. Doğru eylem, bütüne uyan eylem-
202 242
ECKHART TOLLE
dir. Eylem gerçekleştiğinde, uyanık, dingin boşluk ol-duğu gibi kal ı r . Ko l la r ın ı kaldır ıp zafer belirten bir tavır la haykıran b i r in i göremezsiniz. Kimse "Bak, yaptım işte," demez.
Bütün yaratıcılık, içsel boşluktan kaynaklanır. Yara-t ı l ı ş gerçekleştikten ve bir şey biçim bulduktan sonra, "ben" ya da "benim" kavramının doğınaması için uyanık olmanız gerekir. Yaptığınız şey için başarıyı kendinize mâl ederseniz, ego geri döner ve boşluk kaybolur.
İSİMLENDİRMEDEN ALGILAMAK
Çoğu insan, etraflarını saran dünyanın belli belirsiz farkındadır; özellikle de çevreleri kendilerine tamdık geliyorsa. Zihinlerindeki ses, dikkatlerinin büyük bölü-münü meşgul eder. Bazı insanlar, yolculuk yaptıkların-da ve yeni yerlere ya da yabancı ülkelere gittiklerinde daha uyanık olurlar, çünkü böyle zamanlarda algıları bil inçlerini düşüncelerden daha çok kullanır. Daha faz-la şimdide olurlar. Ama bazı insanlar, böyle zamanlar-da bile tamamen zihinlerindeki sesin kontrolünde kal-maya devam ederler. Algı ları ve deneyimleri, anlık yar-gılarla bozulur. Aslında hiçbir yere gitmemişlerdir. Sa-dece vücutları yolculuk yapıyordur ama kendileri hep oldukları yerdedirler: Kendi zihinlerinde.
Çoğu insanın gerçekliği budur: B i r şey algılandığı anda, ego tarafından is imlendir i l i r , yorumlanır, başka bir şeyle karş ı laşt ı r ı l ı r , sevil ir ya da sevilmez, iy i ya da
244
VAR. OLMANIN GÜCÜ
kötü diye tanımlanır. Düşünce biçimlerinde, nesne bi-lincinde sıkış ıp kalmışlardır.
Bi l inçsiz isimlendirmeler durmadığı ya da en azın-dan farkına varmadığınız sürece, ruhsal uyanış gerçek-leşmez. Egonun gözlemlenmeyen zihin olarak yerinde kalmasının nedeni, bu isimlendirmelerdir. İsimlendir-melerden vazgeçtiğinizde ya da en azından bunların farkına vardığınızda, içsel boşluk oluşur ve zihniniz in esi r i olmaktan kurtulursunuz.
Yakınınızdaki bir nesneyi seçin - bir kalem, bir san-dalye, bir fincan, bir bitk i - ve görsel olarak onu incele-yin. Büyük bir i lgi ve merakla ona bakın. Geçmişiniz-den güçlü k iş i sel çağrışımlar uyandıran nesnelerden kaçının; nereden aldığınız, size k imin verdiği ya da ben-zeri düşünceler aklınıza gelmemelidir. Ayrıca, bir kitap ya da bir şişe gibi üzerinde yazı bulunan nesnelerden de sakının. İster istemez düşünceleri harekete geçirecek-lerdir. Kendinizi hiç zorlamadan, rahat ama uyanık bir şekilde, bütün dikkatinizi nesneye verin. Eğer aklınıza düşünceler gelirse, onlara aldırmayın. İlgilendiğiniz şey düşünceler değil, algı eyleminin kendisi olmalıdır. Algı-nın içinden düşünceyi çekip çıkarabiliyor musunuz? Zihninizdeki ses yorumlar yapmadan, sonuçlar çıkar-madan, karşılaştırmadan ya da bir şeyler bulmaya ça-lışmadan bakmayı başarabiliyor musunuz? Birkaç da-kika sonra, bakışlarınızı odanın içinde dolaştırın ve uyanık dikkatinizi gözünüze i l işen her şeye yöneltin.
Sonra, olabilecek sesleri dinleyin. Etraf ın ızdaki şeylere baktığınız şekilde, sesleri dinleyin. Bazı sesler
245
ECKHART TOLLE
doğal - su, rüzgâr, kuş lar gibi - bazılan ise insan ya-pımı olabilir. Baz ı lar ı güzel, bazıları sevimsiz olabilir. Ama güzel ve çirk in arasında bir ayırım yapmayın. Her sesin olduğu gibi olmasına i z in verin ve hiçbir yo-rumda bulunmayın. Burada yine anahtar rahat ama uyanık kalmaktır.
Bu şekilde bakıp dinlediğinizde, belli belirsiz ve baş-langıçta zor fark edilir bir dinginlik duygusunu ayrım-
sayabilirsiniz. Bazı k i ş i ler bunu arka planda bir dingin-l i k olarak hisseder. Diğerleri ise buna huzur der. B i l in -ciniz daha fazla düşünceye boğulmadığında, bir k ı smı biçimi olmayan, koşulsuz, ori j inal durumunda kalır. Bu içsel boşluktur.
D E N E Y İ M L E Y E N K İ M ?
Gördüğünüz, duyduğunuz, dokunduğunuz, tattığınız ve kokladığınız şeyler elbette ki duyusal nesnelerdir. Bunlar, deneyimlediğiniz şeylerdir. Peki deneyimleyen kimdir? Şöyle bir şey söyleyebilirsiniz: "K im olacak? Elbette ki ben. Jane Smith, muhasebe müdürü, k ı r k beş yaşında, boşanmış, i k i çocuk annesi, Amerikalı. Deneyimleyen benim." Yanıldınız. Jane Smith veya her kimse, kendini Jane Smith olarak tanımlamasını sağlayan her şey, deneyimlenen nesnelerdir, deneyim-leyenin kendisi değil.
Her deneyimin üç olası içeriği vardır: Duyusal algı-lar, düşünceler ya da zihinsel imgeler ve duygular. Jane
VAR OLMANIN GUCU
Smith, muhasebe müdürü, k ı r k beş yaşında, boşanmış, i k i çocuk annesi, Amerikalı; bunların hepsi düşüncedir ve dolayısıyla da bu düşünceleri düşündüğünüz anda deneyimlediğiniz şeyin bir parçasıdır. Bunlar ve kendi-niz hakkında düşünüp söyleyebileceğiniz diğer her şey nesneldir, öznel değil. Yani deneyimdir, deneyimleyenin kendisi değil. K i m olduğunuzla i lg i l i daha bin tane ta-nım (düşünce) ekleyebilirsiniz ve bunu yaparken, ken-dinizi deneyimlemeyi daha da karmaşık laşt ı r ı rs ın ız ama bu şekilde, asla deneyimleyene ulaşamazsınız. O, bütün deneyimlerden önce olan ama var olmadığı tak-dirde deneyimin gerçekleşemeyeceği özdür.
Peki deneyimleyen kim? S izs in iz . S i z k imsiniz? B i -linç. Bi l inç nedir? Bu soru cevaplanamaz. Cevap verdi-ğiniz anda, sahteleştir i rs iniz, çünkü başka bir nesne-ye çevirirsiniz. Bi l inç, geleneksel adıyla ruh, kelime-nin gerçek anlamıyla asla tanımlanamaz ve bunu yap-maya çalışmak boşuna olur. Bütün bil iş, i k ic i l l i k ale-mindedir; öznel ve nesnel, bilen ve bilinen. Özne, ben, kendisi olmadan hiçbir şeyin bilinemeyeceği, algılana-mayacağı, düşünülemeyeceği veya hissedilemeyeceği bilen, daima bilinmez olarak kalmalıyım. Bunun nede-ni, bir biçimimin olmamasıdır. Sadece biçimler biline-bi l i r ve tanımlanabilir ama biçimi olmayan boyutta, biçim dünyası var olamaz. O, dünyanın yükseldiği ve battığı aydınlık boşluktur. O boşluk, ben olan hayattır. Zamandan bağımsızdır. Ben ölümsüzüm. O boşlukta olan şey, göreceli ve geçicidir; zevk ve acı, kazanç ve kayıp, doğum ve ölüm.
202 246
ECKHART TOLLE
îçsel boşluğun keşfedilmesinin en büyük engeli, de-neyimden fazlasıyla büyülenerek kendinizi onun içinde kaybetmenizdir. Yani bilinç, kendi rüyasında kaybolur. Kendinizi her düşünceye, her duyguya ve her deneyime öylesine kapt ı r ı r s ın ız ki rüyada gibi olursunuz. İnsanlı-ğın binlerce yı ldı r içinde bulunduğu durum bu.
B i l inci bilemeseniz bile, kendiniz olarak farkına va-rabi l i rs iniz. Nerede olduğunuza bağlı olmaksızın, onu herhangi bir durumda doğrudan hissedebilirsiniz. Onu burada ve şimdide hissedebilirsiniz. O, temelde yatan bendir. Okuduğunuz ve düşündüğünüz kelimeler ön plandadır ve ben, bütün deneyimlerin, düşüncelerin ve duyguların algılandığı zemindir.
NEFES
Düşünce akıntısında boşluklar yaratarak, içsel boşlu-ğunuzu keşfedin. O boşluklar olmadan, düşünceleriniz tekrarlayıcı, ruhsuz, yaratıcı pırı ltıdan yoksun bir hale gelir ki çoğu insan için durum budur. O boşlukların uzunluğu için endişelenmeniz gerekmez. Birkaç saniye bile yeterlidir. Zaman içinde bu süreler kendi kendileri-ne uzar ve kendi adınıza bir çaba harcamanız gerek-mez. Uzunluklarından daha önemli olan, bunu s ık s ık yapmaktır; böylece günlük faaliyetleriniz ve düşünce akışınız arasında boşluğa yer vermiş olursunuz.
B i r i geçenlerde bana oldukça büyük bir ruhsal orga-nizasyonun y ı l l ı k tanıtım broşürünü gösterdi. Ona bak-
VAR OLMANIN GUCU
tığımda, çok çeşitli seminerler ve atölye çalışmalarıyla karşılaşınca şaşırdım. O k i ş i bana bi r - ik i tanesini öne-r ip öneremeyeceğimi sordu. "B i lmiyorum," dedim. "Hepsi çok ilginç görünüyor. Ama şunu biliyorum," diye ekledim. "Akl ına geldiği her seferinde, nefesine dikkat et. Bunu bir y ı l süreyle yaparsan, bütün bu seminer ve kurs lara katılmaktan daha güçlü bir değişim etkis i olur. Üstel ik de bedava."
Nefesinizin farkında olmak, dikkatinizi düşünceler-den uzaklaştırarak bir boşluk yaratır. Bi l inç geliştirme-nin bir yolu budur. Bi l incin bütünlüğü ifade edilmeden orada durmasına rağınen, bilinci şimdi bu boyuta getir-mek için buradayız.
Nefesinizin farkında olun. Nefes alıp verirken neler hissettiğinize dikkat edin. Havanın vücudunuza gir iş çıkış ını hissedin. Göğsünüzün ve karnınız ın nasıl geniş-leyip büzüldüğünü fark edin. Tek bir bilinçli nefes, da-ha önce birbir i ardına kesintisizce dizilen düşüncelerin olduğu yerde bir boşluk yaratmaya yeter. Tek bir bilinç-li nefes (iki-üç daha da iy i olur), günde birkaç kez tek-rarlandığında, hayatınıza bir boşluk kazandırmak için idealdir. İ k i saatten uzun süre meditasyon yapsanız bi-le (bunu yapabilen insanlar vardır), bütün ihtiyacınız olan tek bir bilinçli nefestir ve zaten uzun süreli medi-tasyonlarda bile yapabileceğiniz genellikle bu kadarı-dır. Geri kalanı anı ya da beklentidir ve dolayısıyla da düşüncedir. Nefes gerçekte s iz in yaptığınız bir şey de-ğildir ama olduğuna tanıkl ık ettiğiniz bir şeydir. Solu-num kendi kendine olur. Onu sürdüren şey, vücudun
202 202
ECKHART TOLLE
kendi zekasıdır. Bütün yapmanız gereken, oluşunu izle-mektir. Hiçbir çaba gerektirmez. Ayrıca, nefes verdik-ten sonra bir sonrakini almaya başlamadan önce oluşan aralığı da hissedin.
Birçok k i ş i , sığ nefes alıp verir. Nefesinizin ne kadar farkında olursanız, doğal derinliği de o kadar artar.
Nefesin herhangi bir biçimi olmadığından, antik çağ-lardan beri ruhla bağdaştırılmıştır; yani biçimi olma-yan tek Hayat ile. " Tanr ı insanı topraktan yarattı ve burun deliklerine yaşam nefesini üfledi; böylece insan canlandı." Almanca atmen (nefes) kelimesi, antik Hint-çe (Sanskritçte) Atman kelimesinden türemişt i r ve içte yatan i lahi ruh ya da Tanr ı anlamına gelir.
Nefesin herhangi bir biçiminin olmaması, nefes far-kındalığının hayatınızda bir boşluk yaratmak, bir bilinç oluşturmak için en etki l i yollardan bir i olmasının önce-l i k l i nedenidir. B i r nesne olmadığı için, mükemmel bir meditasyon aracıdır. Diğer bir neden, nefesin en belli belirsiz ve görünüşte en önemsiz fenomen olmasıdır. Ya-ni Nietzsche'nin deyimiyle, "en büyük mutluluğun kay-nağı" olan "en küçük şey." Nefes farkındalığını resmi bir meditasyon olarak uygulayıp uygulamamak size kal-mıştır. Ama resmi meditasyon, günlük hayata boşluk bilincini getirmenin yerini tutamaz.
Nefesinizin farkında olmak, s iz i şu anda kalmaya zorlar; bu da içsel değişimin anahtarıdır. Nefesinizin farkında olduğunuz her seferinde, kesinl ikle şimdide olursunuz. Nefesinizi düşünemeyeceğinizi ve sadece farkında olabileceğinizi de anlayabilirsiniz. B i l inçl i ne-
VAR OLMANIN GUCU
fes, z ihniniz i durdurur. Ama yarı uykuda ya da bir transta olmanın ötesinde, tamamen uyanık ve fazlasıy-la dinç olursunuz. Düşüncenin altına düşmez, üzerine çıkarsınız. Daha yakından bakarsanız, bu i k i şeyin - ta-mamen şimdide olmak ve bilinç kaybı olmadan düşün-ce sürecini durdurmak - aslında aynı şey olduğunu gö-rürsünüz: Boşluk bilincinin doğuşu.
BAĞIMLILIKLAR
Uzun süreli zorlayıcı davranış kalıplarından biri, bağım-l ı l ı k olarak adlandırılabilir. B i r bağımlılık, sahte bir kim-l i k ya da altkimlik olarak içinizde yaşar ve periyodik ola-rak s iz i kontrolü altına alan bir enerji alanı yaratır. Zih-ninizi, zihninizdeki sesi bile etkisi altına alabilir. Şöyle di-yebilir: "Zor bir gün geçirdin. Biraz güzelliği hak ettin. Neden kendini hayatındaki tek güzel şeyden mahrum edeceksin ki?" Farkındalık eksikliği yüzünden kendinizi zihninizdeki sesle tanımlıyorsanız, kendinizi dolaba doğ-ru yürürken ve büyük çikolatalı pastaya uzanırken bu-lursunuz. Bazı zamanlarda, bağımlılık düşünce sürecinin tamamen etrafından dolaşır ve kendinizi hiç farkında ol-madan sigara tüttürürken ya da elinizde bir içki kadehi tutarken bulursunuz. "Bu nereden geldi böyle?" Paketten bir sigara çıkarıp yakmak veya şişeden bir kadehe içki doldurmak, tamamen bilinçsizce yaptığınız şeylerdir.
Sigara içmek, fazla yemek, içki içmek, televizyon seyretmek, internet bağımlılığı gibi zorlayıcı bir davra-
202 250
ECKHART TOLLE
niş kal ıbını sürdürüyorsanız, şunu yapabilirsiniz: İçi-nizde zorlayıcı davranışın başladığını hissettiğiniz an-da, durun ve üç kez bilinçli nefes alıp verin. Bu belirgin bir farkındalık yaratır. Sonra birkaç dakika boyunca, içinizdeki bir enerji alanı olarak o zorlamanın farkında olun. Bel l i bir maddeyi f iz iksel ya da zihinsel olarak tü-ketme isteğinin, bir tür zorlayıcı davranış kalıbı oldu-ğunu bil inçli olarak hissedin. Sonra birkaç kez daha bi-l inçli nefes alıp verin. Bu noktadan sonra, bir süre için o zorlamanın kaybolduğunu hissedeceksiniz. Eğer hâlâ s i z i zorluyorsa ve kendinizi tutamıyorsanız, bunu da so-run etmeyin. Bağımlı l ığınızı, yukarıda açıkladığımız şekilde bir farkındalık egzersizi haline getirin. Farkın-dalık arttıkça, bağımlılık kalıpları zayıflar ve zaman içinde kendiliklerinden çözülürler. Ama unutmayın; ba-zen zihninizde bağımlıl ığınızı hakl ı çıkarmaya çalışan düşünceler yakalayabilirsiniz. O zaman kendinize şöy-le sorun: Burada konuşan kim? O zaman konuşanın ba-ğımlı l ık olduğunu anlarsınız. Bunu bildiğiniz sürece, z ihniniz in gözlemcisi olarak şimdide kaldığınız sürece, size istediği şeyi yaptırma olasılığı düşüktür.
İÇSEL VÜCUT FARKINDALIĞI
Hayatınızda boşluk yaratmanın diğer basit ama olduk-ça etki l i bir yolu, yine nefesle yakından bağlantılıdır. Göğsünüz ve karnınız kalkıp inerken vücudunuza girip çıkan havayı hissettiğinizde, aynı zamanda içsel vücu-
290
VAR OLMANIN GÜCÜ
dunuzun da farkına varı rs ınız. O zaman dikkatiniz ne-fesinizden, içinizdeki canlılığı hissetmeye kayar.
Bazı insanlar düşünceleriyle öylesine meşgullerdir, kendilerini zihinlerindeki sesle öylesine derinden ta-nımlarlar ki kendi içlerindeki canlılığı hissedemez hale gelirler. F i z i k se l vücutta* dolaşan yaşamı hissedeme-mek, başınıza gelebilecek en büyük mahrumiyettir. O zaman, kendinizi iy i hissetmek için başka şeyler ara-maya başlarsınız ama kendi canlılığınızla bağlantınızı kaybettiğinizde hissettiğiniz huzursuzluğu bastıracak hiçbir şey bulamazsınız. İnsanların arayışa girdiği bu tür şeylerden biri, uyuşturucular, aş ı r ı yüksek sesli mü-z ik gibi duyusal tetikleyiciler, heyecanlı ya da tehlikeli faaliyetler veya seks bağımlılığıdır. İ l i şk i lerdeki dram bile, bu konuda bir araç olarak kullanılabilir. Sürekl i arka plan huzursuzluğu konusunda en çok başvurulan yol, yakın i l i şk i lerdir : "Beni mutlu edecek" bir kadın ya da erkek. Ama bu da çok r i sk l id i r , çünkü o huzursuzluk tekrar baş gösterdiğinde, insanlar bu kez karşılarında-k in i suçlamaya başlarlar.
İki-üç kez bilinçli nefes alıp verin. Şimdi vücudunu-za yayılan canlılığı belli belirsiz hissedebilirsiniz. Bunu yaptığınızda, vücudunuzun içini hissedebiliyor musu-nuz? Vücudunuzun belli bölümlerini hissetmeye çalı-şın. E l ler in iz i , kollarınızı, ayaklarınızı ve bacaklarınızı hissedin. Karnınız ı , göğsünüzü, boynunuzu ve başınızı hissedebiliyor musunuz? Peki ya dudaklarınız? İçlerin-de hayat var mı? Sonra vücudunuzun içini bir bütün olarak hissedin. Bu uygulama için başlangıçta gözleri-
'253
ECKHART TOLLE
niz i kapayabilirsiniz. Vücudunuzu hissetmeye başladı-ğınızda, gözlerinizi açın, etrafınıza bakın ve aynı za-manda vücudunuzu hissetmeye devam edin. Bazı okur-lar gözlerini kapamaya gerek duymayabilirler; hatta bunları okurken bile vücutlarının içini hissedebilirler.
İÇ VE DIŞ BOŞLUK
Vücudunuzun içi daha ziyade boşluktur. O s iz in f iz iksel biçiminiz değil, f iz iksel biçiminizi hareket ettiren ya-şamdır. Onun sürekl i olarak sürdürdüğü yüzlerce fark-lı fonksiyonu insan z ihni sadece kısmen anlayabilir. Onun farkında olduğunuzda, gerçekte olan şey, zekanın kendi kendini fark etmesidir. Bu, henüz hiçbir bil im adamının keşfedemediği gerçek yaşamdır.
Fizikçiler, maddenin görünüşteki somutluğunun du-yularımız tarafından yaratılan bir i l lüzyon olduğunu yakın zamanda anladılar. Biçim olarak algıladığımız kendi f iz iksel vücudumuz da buna dahildir ama % 99.99'u gerçekten de boşluktur. Atomlar açısından dü-şünüldüğünde, bu muazzam bir boşluktur ve her ato-mun içinde de yine büyük miktarda boşluk vardır. F i -ziksel vücut, gerçek kimliğinizle i lg i l i bir yanlış algıdan ibarettir. Göksel nesnelerin aralarındaki boşluğun ne kadar olduğunu anlamanızı kolaylaştırmak amacıyla, şunu söyleyebiliriz: Saniyede 300.000 kilometre hıza sahip olan ı ş ık , dünya ile ay arasındaki mesafeyi bir sa-niyeden biraz uzun bir sürede alır; güneş ış ığının dün-
VAR OLMANIN GUCU
yaya ulaşması ise yaklaşık sekiz dakika sürer. Uzayda-ki en yakın komşumuz olan Proxima Centauri adlı yı l-dızın ışığı, dünyaya ulaşmak için 4.5 y ı l l ı k bir yolculuk yapmak zorundadır. îşte etrafımızı saran boşluk böyle-sine engindir. B i r de genişliği bütün kavrayışların öte-sinde kalan galaksiler arasft boşluğu düşünün. B iz imki -ne en yakın galaksi olan Andromeda Galaksisi'nin ışığı, 2.4 milyon yılda bize ulaşır. Vücudunuzun içindeki boş-luğun da doğru orantıl ı olarak evrendekiyle aynı oldu-ğunu bilmek nasıl bir şey?
Dolayısıyla, görünürde biçim gibi görünen f iz iksel vücudunuz, aslında derinlere inildikçe biçimini kaybe-der ve içsel boşluğa açılan bir kapı haline gelir. İçsel boşluğun bir biçimi olmamasına rağınen, özünde son derece canlıdır. "Boşluk," tam anlamıyla yaşamın ken-disidir; bütün ifadelerin dışa aktığı ifade edilmemiş Kaynak'tır. Bu Kaynak için kullanılan geleneksel keli-me Tanrı'dır.
Düşünceler ve kelimeler, biçim dünyasına aittir; bi-çimi olmayanı ifade edemezler. Dolayısıyla, "Vücudu-mun içini hissedebiliyorum," dediğinizde, bu aslında düşünceyle yaratılan bir yanlış algıdır. Gerçekte olan şey, vücut gibi görünen bilincin - ben bilinci - kendi ba-şına bilinç haline gelmesidir. Kendimi geçici bir "ben" biçimiyle daha fazla karıştırmadığımda, o zaman sınır-sız boyut ve ölümsüzlük kendini "benim" aracılığımla ifade edebilir ve "bana" yol gösterebilir. Ayrıca, beni bi-çime bağlı olmaktan da özgürleştirir. Yine de, "Ben bu biçim değilim" şeklindeki entelektüel bir tanımlama ya
202 254
ECKHART TOLLE
da inanç, yararl ı olmaz. A s ı l önemli soru şudur: Şu an-da, içsel boşluğumu, yani kendi Varl ığımı ya da daha doğrusu, ben olan Varl ığı hissedebiliyor muyum?
Bu gerçeğe fark l ı bir açıdan da yaklaşabiliriz. Kendi-nize şöyle sorun: "Sadece şu anda olanın değil, aynı za-manda her şeyin var olduğu ve gerçekleştiği canlı bir zamansız içsel boşluk olarak şimdinin kendisinin de farkında mıyım?" Bu sorunun içsel vücutla bir i lg is i yok gibi görünse de, şimdinin farkına varmakla aniden ken-dinizi daha canlı hissetmek s iz i şaşırtabilir. İçsel vücu-dunuzdaki canlılığı bu şekilde hissedersiniz; Varlığın mutluluğun ayrılmaz bir parçası olan canlılığı. Onun ötesine geçmek ve aslında o olmadığımızı anlamak için vücudun içine girmemiz gerekir.
Günlük hayatta mümkün olduğu ölçüde, boşluk ya-ratmak için içsel vücut farkındalığınızı kullanın. Bek-lerken, bi r in i dinlerken, gökyüzüne, bir ağaca, bir çiçe-ğe, eşinize, çocuğunuza bakmak için durduğunuzda, ay-nı zamanda içinizdeki canlılığı hissedin. Bu, dikkatini-z in ya da bil incinizin biçim siz kalması anlamına gelir. Bu şekilde vücudunuzun içinde "yaşadığınız" her sefe-rinde, bu deneyimi şimdide kalmak için bir çapa olarak kullanabil i rs iniz. Kendinizi düşüncelerde, duygularda veya dış durumlarda kaybetmenizi engeller.
Düşündüğünüzde, hissettiğinizde, algıladığınızda ve deneyimlediğinizde, bilinç biçim boyutunda doğar. B i r düşünce, bir duygu, bir algı veya bir deneyim olarak kendini ifade eder. Budist ler in bir gün içinden çıkmayı umdukları yeniden doğum döngüsü aslında sürekl i tek-
290
VAR OLMANIN GÜCÜ
rarlanmaktadır ve ondan çıkmanız ancak şu anda, Şim-di'nin gücüyle mümkündür. Şimdi'nin biçimini olduğu gibi kabullenerek, içsel olarak uzayla uyum sağlarsınız. Kabullenmek sayesinde, içinizdeki boşluk haline gelir-siniz. Böylece, biçim yerine boşlukla uyumlanırsınız: Bu da hayatınıza doğru bakış açısını ve dengeyi getirir.
BOŞLUKLARI FARK ETMEK
Gün boyunca, gördüğünüz ve duyduğunuz şeyler sürek-li olarak değişir. B i r şeyi gördüğünüz ya da bir sesi duy-duğunuz i l k anda, zihniniz gördüğünüz ya da duyduğu-nuz şeyi isimlendirmeden önce, genellikle algının oldu-ğu anda bir dikkat boşluğu oluşur. Bu içsel boşluktur. Süresi kişiden kişiye değişir. Bunun farkına varmak ko-lay değildir, çünkü birçok kişide bu boşluk son derece kısadır ve belki bir saniye bile sürmez.
Olan şey şudur: Yeni bir görüntü ya da sesle karşıla-ş ı r s ın ız ve i l k algı anında, her zamanki düşünce akışın-da kısa bir kesinti gerçekleşir. Bi l inç düşünceden ayrı-l ı r , çünkü duyusal algılama için gereklidir. Çok sıra dı-şı bir görüntü ya da ses, nutkunuzun tutulmasına yol açabilir; yani, içinizde çok büyük bir boşluk oluşur.
Bu boşlukların süresi ve sıklığı, hayattan zevk alma, doğayla ve diğer insanlarla bağlantınızı hissedebilme becerinizi belirler. Egonuzdan ne ölçüde özgürleşmiş ol-duğunuzu da gösterir, çünkü ego boşluk boyutuna kar-şı tam bir bil inçsizl ik halidir.
'257
ECKHART TOLLE
Bu kısa boşlukların giderek daha fazla farkına var-dığınızda, süreleri uzar ve bu olurken, algı zevkinizin düşüncelerinizle giderek daha az bölündüğünü fark edersiniz. O zaman etrafınızdaki dünya yeniden taze ve canlı bir hale gelir. Dünyayı soyutluk ve kavram pence-resinden gördüğünüz sürece, size daha cansız ve daha düz görünür.
KENDİNİZİ BULMAK İÇİN KENDİNİZİ KAYBEDİN
İçsel boşluk, kendi biçim k iml iğin iz i vurgulama ihtiya-cından kurtulduğunuz zamanlarda da ortaya çıkar. Bu ihtiyaç aslında egoyu i lgilendirir; gerçek bir ihtiyaç de-ğildir. Bu konuya daha önce kısaca değinmiştik. Bu davranış kalıplarından birinden vazgeçtiğinizde, içsel boşluk oluşur. O zaman daha fazla kendiniz olursunuz. Egoya göre, kendinizi kaybediyormuşsunuz gibi görü-nür ama aslında durum bunun tam tersidir. Bu kalıp -lardan bir in i bıraktığınızda, biçim seviyesinde kimliği-niz i zayıf latırs ınız ve biçim ötesindeki gerçek kiml iğiniz daha da güçlenir. Azaldıkça çoğalırsınız.
Peki insanlar biçim k iml ik ler in i farkında olmadan nasıl vurgularlar? İşte size birkaç örnek. Eğer yeterin-ce uyanık olursanız, şu bilinçsiz kalıplardan bazılarını kendinizde de fark edebilirsiniz: Yaptığınız bir şey için takdir istemek ve alamadığınızda öfkelenmek ya da üzülmek; sorunlarınız veya hastalığınız hakkında ko~
VAR OLMANIN GUCU
nuşarak ya da sorun çıkararak dikkati üzerinize çek-mek; kimse sormadığında ve durumda bir fark yarat-mayacakken f i k r in i z i belirtmek; karşınızdaki kişiden çok onun s iz i nası l gördüğüyle ilgilenmek ya da diğer bir deyişle, kendi egonuzu görmek için başka insanları kullanmak; sahip olduğunuz şeylerle, bilginizle, görü-nüşünüzle, statünüzle, f iz iksel gücünüzle veya başka şeylerle insanları etkilemeye çalışmak; birine ya da bir şeye öfkeyle tepki vererek geçici bir süre için egonuzu şişirmek; olayları kişiselleştirerek gücenmek, k ı r ı lmak ya da öfkelenmek; zihinsel ya da sözel şikayetlerle ken-dinizi haklı k ı l ıp başkalarını haksız çıkarmak; görülme-yi veya başkalarının gözünde önemli olmayı istemek.
Kendi içinizde böyle bir kalıbı fark ettiğinizde, bir deney yapmanızı öneririm. Bu kalıbı bıraktığınızda ne olduğunu ve neler hissettiğinizi anlamaya çalışın. Sa-dece bu davranışı bırakın ve neler olduğunu görün.
Biçim seviyesinde kiml iğiniz i zayıflatmak, bilinç ge-l işt i rmenin diğer bir yoludur. Biçim k iml iğ in iz i vurgu-lamaktan vazgeçtiğinizde, s iz in aracılığınızla dünyaya akacak olan gücü kendi gözlerinizle görün.
DİNGİNLİK
"Dinginlik, Tanr ın ın konuştuğu dildir ve diğer her şey bu dil in kötü bir tercümesidir," denir. Dinginl ik aslında boşluğu anlatmak için kullanılan diğer bir kelimedir. Hayatımızda zaman zaman boşlukla karşılaştığımızda
202 258
ECKHART TOLLE
bunun farkına varmak, kendi içimizdeki biçimden ve zamandan bağımsız boyutla bağlantı kurmamızı sağlar ve bu da, düşüncenin ve egonun ötesine geçmektir. Do-ğayı saran dinginlik ya da sabahın i l k saatlerinde oda-nızdaki dinginlik veya sesler arasındaki sessizl ik olabi-l i r . Dinginliğin bir biçimi yoktur; düşünceyle farkına varamamamızın nedeni de budur. Düşünce biçimdir. Dinginl iğin farkına varmak ise dingin olmaktır. Dingin olmak, düşünce olmadan bilinçli olmaktır. Dingin oldu-ğunuz zamandan daha temel, daha derin bir şekilde kendiniz olmanız mümkün değildir. Dingin olduğunuz-da, k i ş i denen bu f iz iksel ve zihinsel biçim olmadan ön-ce olduğunuz var l ık olursunuz. Aynı zamanda, biçim çö-züldüğünde olacağınız var l ık haline gelirsiniz. Dingin olduğunuzda, geçici varl ığınız ın ötesinde siz, siz olursu-nuz: Bil inç; koşulsuz, biçimsiz, ölümsüz.
9. Bölüm
İÇSEL AMACINIZ
Hayatta kalma çabasının ötesine geçtiğinizde, hayatını-zın amacı ve anlamı her şeyden daha büyük önem kaza-nır. Günlük hayatın koşuşturmacalarına kapılmış olan insanlar, hayatlarını önemden yoksun bırakmış gibi gö-rünürler. Bazı ları hayatın ellerinden akıp gittiğini düşü-nür. Bazıları iş ler inin gerektirdikleri, ailelerini geçindir-me çabası, maddi durumları ya da yaşam şartları yüzün-den tamamen s ık ışmış haldedir. Bazı lar ı sürekli stres, bazıları sürekli çan sıkıntıs ıyla uğraşır. Bazı lar ı çılgınca bir şeyler yapmaya çalışmaktadır; bazıları ise durağan-l ıkta kaybolmuştur. Birçok kiş i , zenginliğin vaat ettiği özgürlüğün ve rahatlığın hayalini kurmaktadır. Bazı ları ise zenginliğin özgürlüğüne kavuşmuştur ama bunun bi-le hayatlarına anlam katmaya yetmediğini görmüştür. Gerçek amaçlarının yerine koyabilecekleri hiçbir şey
260 215
ECKHART TOLLE.
yoktur. Ama hayatınız ın gerçek ya da öncelikli amacını
dışarıda bulamazsınız. O s i z in ne yaptığınızla değil, ne
olduğunuzla i lg i len i r ; yani, bilinç durumunuzla.
Dolayıs ıy la, anlaş ı lmas ı gereken en önemli şey şu-
dur: Hayat ın ı z ın bir iç amacı ve bir de dış amacı vardır.
İç amacı Var l ı k ile i lg i l id i r ve öncelikl idir. Dış amacı ise
bir şeyler yapmakla i lg i l id i r ve ik inc i l öneme sahiptir .
Bu kitap temelde iç amacınızdan söz etmekle bi r l ikte,
bu ve bir sonraki bölüm, hayat ın ız ın iç ve dış amaçları-
nı uyumlandırmaya da değinecektir. Ama iç ve dış as-
lında o kadar birbi r ine bağlıdır ki bir ine değinmeden di-
ğerinden söz etmek imkans ızd ı r .
İç amacınız uyanmaktır. Bu kadar basit. Bu amacı, ge-
zegen üzerindeki herkesle paylaşıyorsunuz; çünkü bu in-
sanlığın amacıdır. İç amacınız, bütünün, evrenin ve yükse-
len zekasının amacının temel bir parçasıdır. Dış amacınız
zamanla değişebilir. K i ş iden kiş iye büyük fark l ı l ı k la r gös-
terebilir. İç amacınızı bulmak ve uygun şekilde yaşamak,
dış amacınızı gerçekleştirmek için şartt ır . Gerçek başarı-
nın temeli budur. Bu olmazsa, çaba, mücadele, karar l ı l ı k
ve s ı k ı çalışma ya da kurnazl ık la yine de başarıl ı olabilir-
s iniz. Ama bu tür bir başarıdan mutluluk duyamazsınız ve
bu değişmez bir şekilde sonunda acıya yol açar.
UYANIŞ
Uyanış , düşünce ve farkındalığın ayr ı ldığı bir bilinç de-
ğiş imidir . Çoğu k i ş i için bir olay değil, devam eden bir
VAR OLMANIN GÜCÜ
süreçtir. An i , bel i rgin ve görünüşte ters ine çevrilemez
gibi görünen bazı ender k i ş i l e r bile, yeni bilinç durumu
tüm hayatlarına yer leş i rken, yapt ık lar ı her şeyin doğa-
s ın ı değişt i r i rken ve böylece hayatlarıyla bütünleşir-
ken, yine de bu süreçten geçecektir.
U y a n ı k olduğunuzda, düşüncelerde kaybolmak ye-
r ine kendin i z i onun ardındaki fark ındal ık olarak al-
g ı la r s ın ı z . O zaman düşünce, kendi başına hareket
eden ve tüm hayat ın ı z ı yöneten otonom bir akış ol-
maktan çıkar. fark ındal ık düşünceden ayr ı l ı r . Dü-
şünce hayat ın ı z ın kont ro lünü el inizde tutmaya çalış-
mak yer ine, fark ındal ığ ın ız ın h i zmetka r ı haline gelir.
Fark ındal ı k , evrensel zekayla k u r u l a n bi l inçl i bağ-
lant ıd ı r . Bunun için k u l l a n ı l a n diğer bir kel ime, Var-
l ı k ' t ı r : Dü şün ce olmadan bil inç.
Uyan ı ş sürecin in başlaması çok görkeml idi r . Onun
o lmas ın ı sağlayamaz, kend in i z i ona haz ı r layamazs ı -
nız . Z i h i n bunu çok sevse de, uyanışa doğru uzanan
düzenl i ve m a n t ı k l ı basamaklar yoktur . Önce bir şey-
ler i hak etmeniz gerekmez. Hatta bazen günahkar bi-
r i , bir azizden daha önce uyanabi l i r . Uyan ı ş hakk ın-
da yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur . Her ne yapmaya
ça l ı ş ı r san ı z , asl ında bu çabanın ardındaki şey, uyanı-
şı veya aydınlanmayı en değerli mal olarak kendine
katmak ve böylece daha önemli ve daha büyük olma-
ya çalışan ego olacaktır. O zaman uyanmak yer ine,
uyanma kavramın ı , uyanmış bir k i ş i n i n nas ı l olaca-
ğıyla i lg i l i z i h in se l bir imaj ı z ihn in i ze ek le r s in i z ve
sonra da o imaja uymaya ça l ı ş ı r s ı n ı z . B i r imaja uya-
262 263
ECKHART TOLLE.
rak yaşamak, özgün bir yaşam değildir; sadece ego-
nun oynadığı başka bir b i l inçs iz roldür.
D o l a y ı s ı y l a , uyan ı ş h a k k ı n d a yapabi leceğiniz
bir şey yoksa, çoktan o lmuşsa ya da henüz olmamış-
sa, nas ı l hayat ın ı z ı n öncel ik l i amacı o labi l i r? Amaç
uğrunda bir şeyler yapılacak bir hedef demek değil
mid i r?
Sadece i l k uyanış , düşünce olmayan bi l inci i l k kez
fark etmek, kendi adınıza bir çaba gerektirmeden
olur. Eğer bu k i tabı anlaş ı lmaz ya da anlamsız bulu-
yor san ı z , henüz uyan ı ş ı n ı z başlamamış demektir.
Eğer iç in izdek i bir şey bu kitapta anlat ı lanlara cevap
ver iyorsa, bir şeki lde içindeki gerçeği algı layabi l iyor-
sanız , o zaman uyanış süreciniz baş lamış t ı r . B i r kez
başladığında, ters ine çevrilemez ama ego yüzünden
gecikt i r i leb i l i r . B a z ı k i ş i l e r için bu k i tabı okumak,
uyanış sürecin i başlatabi l i r . B a z ı l a r ı için ise, bu kita-
bın fonks iyonu, çoktan uyanmaya baş lad ık la r ın ı gör-
melerine ve süreci h ı z land ı rmalar ına yardımcı ol-
makt ı r . Bu k i tabın diğer bir fonks iyonu ise, insanla-
r ın iç ler indeki egoyu fark etmelerine yardım etmek-
t i r ; böylece kend i le r in i kontrol etmeye ve uyan ı ş ı ge-
cikt i rmeye çal ışt ığı her seferinde onun fark ına vara-
b i l i r le r . B a z ı l a r ı için, uyanış , a l ı ş k a n l ı k haline gelmiş
düşünce s i s temle r in i , özel l ik le de hayat lar ındaki her
şeyi tan ımlamalar ına neden olan ı s ra rc ı ve o lumsuz
düşünceler i fark etmeleriyle olur. Aniden, düşünce-
nin fark ında olan ama bir parçası olmayan bir fa rk ındal ık o luşur .
VAR OLMANIN GÜCÜ
fark ındal ık ve düşünce aras ındaki i l i ş k i nedir?
fark ındal ık , o boşluk b i l inc in kendis i haline geldi-
ğinde düşüncenin var olduğu boş luktur .
B i r kez Var l ığ ı ya da fark ındal ığ ı yakaladığınızda,
onu hemen t a n ı r s ı n ı z . A r t ı k z i hn in i zdek i bir kavram
değildir. O zaman, yarar s ı z düşüncelere dalmak yer i -
ne şimdide var olmak için bi l inçl i bir seçim yapabi l i r -
s in i z . Var l ığ ı hayat ın ıza davet edebilir, kendi içinizde
bir boşluk o l u ş t u r a b i l i r s i n i z . Uyan ı ş la b i r l i k te so-
r u m l u l u k da gelir. Hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya
devam edebi l i r s in i z ya da önemini kavrar ve farkın-
dalığın doğuşunun başınıza gelebilecek en önemli şey
olduğunu an la r s ın ı z . Kend in i z i yükse len bilince tes-
l im etmek ve ı ş ığ ın ı bu dünyaya geti rmek, hayatını-
z ın öncelikl i amacı haline gelir.
" T a n r ı ' n m z i h n i n i bi lmek i s terd im, " demişt i E i n s -
tein. "Geri ka lan lar ı detaydır." T a n r ı ' n m z ihn i nedir?
B i l inç. T a n r ı ' n m z ihn in i bi lmek ne anlama gelir? Far-
kında olmak. Detaylar nelerdir? Dış amacınız ve sa-
dece dışarıda olanlar.
Dolayıs ıy la, belki hâlâ hayatınızda önemli bir şe-
y in o lmas ın ı bek l iyorsanız , bir insan ın başına gelebi-
lecek en önemli şeyin s i z i n için çoktan gerçekleştiği-
ni yine de fark etmeyebi l i r s in i z : Düşünce ve fark ın -
dalığın ay r ı l ı ş süreci.
Uyan ı ş sürecin in i l k aşamalarında olan birçok ki-
ş i , dış amaçlarının ne olduğu konusunda hâlâ karar-
s ı zd ı r la r . A r t ı k dünyayı güdüleyen şeyler onlar ı gü-
dülememektedir. Uygar l ığ ın del i l iğ in i açıkça görerek,
264 262 264
ECKHART TOLLE.
kendi ler in i etraf lar ın ı saran kül türe bir şekilde ya-bancılaşmış hissederler. Baz ı lar ı , ik i dünya arasında-ki ı s s ı z l ı k t a kaldığını hisseder. Onları yöneten şey ar-t ık ego değildir ama yükselen farkındalık da henüz hayatlarına tam olarak yer leşmemişt i r . İç ve dış amaçları henüz bir leşmemişt i r .
İÇ AMAÇ DİYALOĞU
Aşağıda sunacağım diyalog, hayat lar ın ın gerçek amacını arayan sayıs ız insanla yaptığım sohbetler-den doğmuştur. En içteki Var l ığ ın iç amacınızla uyumlu halde olduğunda bir şeylerin kıpırdandığı doğrudur. D ikkat le r in i önce içe yöneltmemin nedeni de budur.
Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum ama haya-tımda bir değişiklik istiyorum. Genişlemek istiyorum; anlamlı bir şey yapıyor olmak istiyorum ve evet, zen-ginlik ve beraberinde gelen özgürlüğü istiyorum. Önemli bir şey, dünyada fark yaratan bir şey yapmak istiyorum. Ama tam olarak ne istediğimi sorarsanız, bilmediğimi söylemek zorunda kalırım. Hayatımın amacını bulmama yardım eder misiniz?
Amacınız burada oturup benimle konuşmak, çün-kü şu anda buradasınız ve yaptığınız şey de bu. Aya-ğa kalkıp başka bir şey yapmaya başlayana kadar. O zaman, amacınız da o olacak.
264
VAR OLMANIN GÜCÜ
Yani amacım gelecek otuz yıl boyunca ofisimde otu-rup emekli olmayı beklemek mi?
Şu anda ofiste değils iniz, dolayısıyla amacınız bu değil. Ofiste olduğunuzda ve yaptığınız her neyse onu yaptığınızda, amacınız o olur. Gelecek otuz y ı l boyun-ca değil, şimdi.
Sanırım burada bir yanlış anlama var. Size göre, amaç şimdi yaptığınız şey; bana göre ise hayatıma ge-nel bir hedef, yaptığım şeye anlam katan büyük ve önemli bir şey, fark yaratan bir şey anlamına geliyor. Ofiste kâğıtları karıştırıp durmak hiç de öyle bir şey değil. Bunu biliyorum.
Varl ığın farkında olmadığınız sürece, sadece bir şeyler yapma boyutunda ve gelecekte, yani zaman bo-yutunda bir anlam arars ın ız . Ve bulacağınız anlam veya tatmin, ister istemez çözülerek veya bir kandır-macaya dönüşecektir. Değişmez bir şekilde, zaman içinde yok olacaktır. O seviyede bulabileceğimiz her-hangi bir anlam, sadece görece ve geçici olarak ger-çektir.
Örneğin, çocuklarınıza bakmak, onlarla i lgilen-mek hayatınıza bir anlam katıyorsa, size art ık iht i -yaçları kalmadığında ve belki de s i z i art ık dinleme-diklerinde ne olacak? Eğer başkalarına yardım etmek hayatınıza bir anlam katıyorsa, hayatınızın anlamı-nın devam edebilmesi için başkalarının sizden daha kötü durumda olmasını i s t iyorsunuz demektir. Eğer o ya da bu faaliyette başarı l ı olma, yükselme, kazanma arzusu size anlam katıyorsa, ya asla kazanamazsanız
262 266
ECKHART TOLLE.
ya da mut laka bir gün olacağı gibi kazanmalar ın ı z
sona ererse? O zaman kendi hayal gücünüze veya
an ı la r ın ı za s ığ ınmak zorunda k a l ı r s ı n ı z ; bu da haya-
t ın ı za anlam katmak için pek tatmin edici bir yöntem
sayı lmaz. " B i r şeyler yapmak" sadece onu yapama-
yan binlerce ya da mi lyonlarca başkalar ı olduğu za-
man anlaml ıd ı r , dolayıs ıy la hayat ın ı z ın anlam kaza-
nabi lmesi için başka in san la r ın "başar ı s ı z " olmasına
ihtiyaç duyars ın ı z .
Başka la r ına yardım etmenin, çocuklar ın ız la i lgi-
lenmenin veya herhangi bir alanda başarı için müca-
dele etmenin değersiz şeyler olduğunu söylemiyo-
rum. B i rçok k i ş i için, hayat lar ın ın dış amacı için
önemli şey lerd i r ama dış amaç tek başına daima gö-
receli, dengesiz ve geçicidir. Bu, böyle faaliyetlerde
bulunmamanız gerekt iği anlamına gelmez. Sadece
bunlar ı öncel ik l i amacınızla, iç amacınızla k a r ı ş t ı r -
mamanız gerektiği anlamına gelir. Ancak o zaman
yapt ığın ız şey daha derin bir anlam kazanabi l i r .
Öncel ik l i amacınız la uyum içinde yaşamadığınız
sürece, amacınız dünyaya cenneti get i rmek bile olsa,
egoyla birleşecek veya zamanla y ık ı lacakt ı r . Er ya da
geç, s i z i acı çekmeye götürecektir. Eğer iç amacınıza
a ld ı rmazsan ız , ne yaparsanız yapın, ruhsa l gibi gö-
rünse bile, ego onu yapış ta r z ın ı za s ı zacakt ı r ve bu da
sonunda çökeceği anlamına gelir. "Cehenneme uza-
nan yolun taş lar ı , iy i n iyet ler le doludur," şek l indek i
yaygın söz, bu gerçeği işaret eder. Diğer bir deyişle,
hedefler iniz ya da eylemler in iz değil, k f .ynak landık-
VAR OLMANIN GÜCÜ
lan bil inç du rumu öncel ik l id i r . Öncel ik l i amacınız,
yeni bir gerçekl ik , yeni bir dünya için temel ler i ku r -
makt ı r . Temel orada olduğunda, dış amacınız ruhsa l
güçle dolar, çünkü hedefler iniz ve n iyet ler in i z evre-
nin evr imse l dür tüsüy le uyum içinde olur.
Öncel ik l i amacınız ın özünde yatan düşüncenin ve
fark ındal ığ ın ay r ı lmas ı , zamanın inkar edi lmesiy le
mümkündür . Burada elbette ki zamanın bir randevu
bel i r lemek ya da bir yolculuk planlamak gibi prat ik
amaçlar için ku l lan ı lmas ından söz etmiyoruz. Saat-
lerden de değil, sadece z i h n i n s ü r e k l i olarak anlam
bulmak için geleceğe baktığı ps iko lo j i k zamandan söz
ediyoruz.
Yapt ığ ın ız şeyi ya da bulunduğunuz yer i hayatını-
z ın ana amacı olarak gördüğünüzde, zamanı inkar
eders in iz . Bu son derece güçlendir icidir. Yapt ığın ız
şeyde zamanın inkar edi lmesi, iç ve dış amaçlarınız,
yani V a r l ı k ve yapış arasında bir bağlantı kurar . Za-
manı inkar ett iğinizde, egoyu inkar eders iniz. Ne ya-
parsanız, son derece iy i bir şeki lde yapars ın ı z , çünkü
yapmanın kendis i d i k k a t i n i z i n as ı l odak noktası ha-
l ine gelir. O zaman yapt ığın ız şey, b i l inc in i z in bu
dünyaya gi rdiği kanal haline gelir. Bu da, yaptığınız
şeyde kal ite olacağı anlamına gel i r ; odanın diğer ta-
rafına yü rümek ya da bir telefon rehber in in sayfala-
r ı m k a r ı ş t ı r m a k kadar basit bir şey olsa bile. Sayfa-
lar ı çevirmenin as ı l amacı, sayfalar ı çevirmek olur;
aradığınız numarayı bulmak, ik inci amaç haline ge-
l i r . Odanın diğer taraf ına yü rümen in amacı odanm
264 262 143
ECKHART TOLLE.
diğer tarafına yürümek olur; diğer tarafta duran ki-tabı almak ik inci amacımızdır. Ama kitabı aldığınız anda, ana amacınız kitabı almaya dönüşür.
Daha önce sözünü ettiğimi zaman paradoksunu hat ı r l ıyor musunuz? Yaptığınız her şey zaman alır ve yine de daima şimdidedir. Dolayısıyla, iç amacınız za-manı inkar etmekken, dış amacınızın gelecekle i lg i l i olması şartt ı r , çünkü zaman olmadan var olamaz. Ama daima ik inci ldi r . Endişel i ya da gergin olduğu-nuzda, dış amacınız kontrolü ele almışt ı r ve iç amacı-n ız ı gözden kaçı rmışs ın ı zd ı r . Bi l inç durumunuzun öncelikli olduğunu, diğer her şeyin ik inci l olarak kal-dığını unutmuşsunuzdur.
Bu şekilde yaşamak, büyük bir şeyler başarmamı engellemez mi? Hayatım boyunca küçük şeyler yap-mak zorunda kalmaktan korkuyorum; hiçbir sonucu olmayan şeyler. Asla sıradanlığın üzerine çıkamaya-cağımdan, asla büyük bir şey yapmaya cesaret edeme-yeceğimden, potansiyelimi hayata geçiremeyeceğim-den korkuyorum.
Büyük lük , onur landır ı lan ve değer veri len küçük şeylerden doğar. Herkes in hayatı aslında küçük şey-lerden oluşur. Büyük lük z ih insel bir kavramdır ve egonun en sevdiği fantezidir. Ama asıl paradoks, bü-yüklüğün temelinin andaki küçük şeyleri onurlandır-makta yatmasıdır. Şu an daima küçüktür ama içinde en büyük güç giz l idir . T ı p k ı en küçük şeylerden bir i olan ama yine de inanılmaz bir güç içeren atom gibi. Ancak kendiniz i ş imdik i anla uyumlandırdığmız za-
VAR OLMANIN GÜCÜ
man bu güce ulaşabi l i r s in iz . Daha doğrusu, ancak o zaman o güç size ulaşarak içinizden bu dünyaya aka-bil i r . " İ ş le r i yapan ben değilim, içimdeki Babam'dır," derken, İsa bunu kastediyordu. Endişeler, geri l imler ve olumsuzluk, s i z i bu güçten uzak tutar. Evreni yö-neten güçten ayrı olduğunuz i l lüzyonu geri döner. Kendin iz i yine yalnız hisseders iniz, bir şeylere karş ı mücadele edersiniz veya onu ya da bunu başarmaya çal ı ş ı r s ın ız . Neden endişe, geri l im veya olumsuzluk doğar? Çünkü ş imdik i andan uzaklaşmışs ın ızdı r . Bu-nu neden yaparsınız? Başka bir şeyin daha önemli ol-duğunu düşündüğünüz için. Ana amacınızı unutursu-nuz. Küçük bir hata, tek bir yanl ış anlama, s i z i acı dünyasının içine alır.
Şu an sayesinde, hayatın kendisine ulaşabi l i r s in iz ve buna da geleneksel adıyla " Tanr ı " denir. Ondan uzaklaşmaya başladığınız anda, Tanr ı hayatınız ın gerçekliği olmaktan çıkar ve elinizde kalan tek şey, bazı lar ının inandığı, bazı lar ının da reddettiği z ihin-sel Tan r ı kavramı olur. Tanr ı 'ya inanmak bile, haya-t ın ı z ın her arımda kendini ifade eden Tanr ı gerçekli-ğini yaşamak yanında bir hiçtir.
Şu anla tam bir uyum içinde olmak, bütün hareke-tin kesilmesi anlamına gelmez mi? Herhangi bir ama-cın varlığı, şu anla uyumda geçici bir kesinti olacağı ve belki o amaca ulaşıldığında aynı uyumun daha de-rin, daha yüksek veya daha karmaşık bir seviyede ye-niden oluşacağı anlamına gelmez mi? Toprağın ara-sından yolunu bulmaya, çalışan bir bitkinin, bir ama-
262 144
ECKHART TOLLE
cı olduğu için şu anla tam bir uyum içinde olamaya-cağına inanıyorum: Sonuçta amacı büyük bir ağaç ol-maktır. Belki de yetişkinliğe ulaştığında, şimdiki an-la uyum içinde yaşayabilir.
B i t k i n i n kökü hiçbir şey istemez, çünkü bütünle birdir ve bütünlük onun içinden akar. Bütünün - Ha-yatın - f idanın bir ağaca dönüşmesini istediğini söy-leyebil i r iz ama fidan kendis ini hayattan ayrı görmez ve dolayısıyla kendisi için bir şey istemez. Hayatın is-tekler iyle birdir. Endişel i ya da gergin olmamasının nedeni budur. Eğer erkenden ölmesi gerekirse, kolay-l ık la ölür. Hayatta olduğu gibi, ölümde de bütüne tes-l im olur. A s ı l kök ler in in Varlığa, biçimi olmayan son-suz Hayata bağlı olduğunu bi l i r .
Ant ik Çin'deki Taocu bilgeler gibi, İsa da doğadan örnekler vermeyi severdi, çünkü doğada insanlar ın bağlantı larını kaybettiği bir güç görürdü. Bu, evrenin yaratıcı gücüdür. İsa, Tan r ı eğer basit çiçekleri bile böylesine bir güzell ikle yarattıysa, bir de bizi nası l giydireceğini düşünmemizi söylerdi. Yani, doğa evre-nin evrim sürecinde güzel bir ifadeyken, insanlar onun altında yatan zekayla uyum içinde oldukların-da, aynı dürtüyü daha yüksek, daha muhteşem bir şekilde ifade edecekler demektir.
Dolayıs ıyla, önce kendi iç amacınıza sadık kalarak hayata sadık ka l ı r s ın ı z . Şimdide yaşayarak ve yaptı-ğınız şeye kendiniz i tamamen vererek, eylemlerini-zin ruhsal güçle dolmasını sağlarsınız. Başlangıçta yaptığınız şeyde, fark edil ir hiçbir değişim olmayabi-
272
VAR OLMANIN GÜCÜ
l i r ; sadece nasılı değişir. Öncelikl i amacınız, ş imdi yaptığınız şeye bilincin akmasını sağlamaktır. İk inci amaç, yaptığınız şeyle ne başarmayı istediğinizdir. Daha önce amaç kavramı hep gelecekle bağdaştır ı l ı r-ken, ş imdi sadece şimdide bulunabilecek daha derin bir amaç ve zamanın inkar ı söz konusudur.
İnsanlar la bir araya geldiğinizde, onlara dikkati-niz i olabildiğince verin. A r t ı k bir k i ş i olarak değil, bir
farkındalık alanı, bir Var l ı k olarak orada kendiniz i var edersiniz. Diğer k i ş iy le paylaşımda olmanın önce-l i k l i nedeni - bir şey alıp satmak, bir bilgi almak ya da vermek vb. - ikinci derece öneme sahip olur. Ara-nızda yükselen farkındalık alanı, paylaşımın öncelik-li amacı haline gelir. O farkındalık boşluğu, konuştu-ğunuz şeylerden, etrafınızdaki f i z ikse l ya da z ih insel nesnelerden daha fazla önem kazanır. İnsan varl ığı , dünyadaki şeylerden daha önemli hale gelir. Yapıl-ması gereken bir şeyi ihmal etmezsiniz. Asl ında, işle-ri yapmak daha da kolaylaşmakla kalmaz, aynı za-manda Var l ı k boyutu algılandığı ve öncelikli hale gel-diği için daha da güçlü bir şekilde yapıl ır. İnsanlar arasındaki farkındal ık alanının bir leşmesi, dünya üzerindeki i l i şk i lerde en temel unsurdur.
Başarı kavramı sadece egosal bir illüzyon mu? Gerçek başarıyı nasıl ölçebiliriz?
Dünya size başarının seçtiğiniz bir hedefe ulaş-mak olduğunu söyler. Başar ın ın kazanmak olduğu-nu, saygınl ık ve zenginliğin herhangi bir başarının temel içer ik ler i olduğunu söyler. Yukar ıdak i le r in
'284
ECKHART TOLLE.
hepsi ya da bazıları, genellikle başarının yan getiri le-nidir ama asla kendisi değildir. Geleneksel başarı kavramı, yaptığınız şeyin sonucuyla i lg i l id i r . Bazıla-r ı , başarının s ı k ı çalışma ve şansın, ka ra r l ı l ı k ve ye-teneğin bir b i r leş imi ya da doğru zamanda doğru yer-de olmak olduğunu söyler. Bun lar ın herhangi bir i ba-şar ın ın bel i r leyici ler i olsa da, özü değildir. Dünyanın size söylemediği şey - çünkü kendisi de bunu bilmez - bir insanın ın başarıya ulaşamayacağıdır. Sadece başarı l ı olabilirsiniz. Deli bir dünyanın size başarı-nın başarı l ı bir şimdiden başka bir şey olduğunu söy-lemesine i z in vermeyin. Yani ne demektir bu? Yaptı-ğınız şeyde, son derece basit bir eylem olsa bile, bir nitel ik olmalıdır. Kal i te, dikkat ve i lgi gerekt i r i r ve bununla da farkındalık gelir. N i te l ik s i z in anda var olmanızı gerekti r i r .
B i r işadamı olduğunuzu ve yoğun stres ve mücade-leyle geçen ik i yıldan sonra, çok iyi satan ve size pa-ra kazandıran bir ürün ortaya koyduğunuzu düşüne-lim. Bu başarı mıdır? Geleneksel bakış açısıyla, evet. Gerçekte ise, o ik i y ı l ı hem kendi vücudunuzu hem de dünyayı olumsuz enerjiyle kir leterek geçirmişs iniz-dir, hayatı kendinize ve çevrenizdekilere zindan et-mi ş s in i zd i r ve karş ı laşmadığınız insanlar ı bile olum-suz etk i lemişs in izd i r . Bütün bu eylemin ardında ya-tan şey, başarının gelecekteki bir olay olduğu, sonuç-lar ın araçları hakl ı çıkardığı yönündeki bi l inçsiz bir varsayımdır. Sonuçlar ve araçlar aynıdır. Eğer araç-lar insan mutluluğuna katkıda bulunmuyorsa, sonuç
VAR OLMANIN GÜCÜ
da fark l ı olmaz. Sonuç, kendisine götüren eylemler-den ayrılamaz ve o eylemlerle çoktan k i r lenmiş oldu-ğundan, kaçınılmaz bir şekilde mutsuz luk yaratacak-t ır . Bu karmik eylemdir ve mutsuzluğun bil inçsiz sü-rek l i l iğ idi r .
B i ld iğin iz gibi, ikinci veya dış-amacınız, zaman bo-yutundadır ama ana amacınız şimdiden ayrılamaz. Dolayısıyla, zamanın inkar edilmesini gerektir ir. Pe-ki nasıl uz laş ı r lar? Bütün yaşam yolculuğunuzun ni-hayetinde şu anda attığınız adımdan oluştuğunu an-layarak. Daima şu anda attığınız tek adım vardır ve bu yüzden bütün dikkat in iz i vermeniz gerekir. Bu, nereye git t iğ in iz i bilmediğiniz anlamına gelmez; sa-dece bu adımın öncelikli olduğunu, varılacak yerin ise ik inci l derecede olduğunu gösterir. Vardığınız yer-de karş ı laşt ığ ın ız şey, bu adımın kalitesine bağlıdır. Diğer bir deyişle: Gelecekte s i z i bekleyen şey, şimdi-ki bilinç durumunuza bağlıdır.
Yaptığınız iş zamana bağlı olmayan bir nitel ik içerdiğinde, işte bu başarıdır. Var l ık yapılan şey ak-madığında, burada ve şimdide olmadığınızda, kendi-niz i yaptığınız şeyde kaybedersiniz. Aynı zamanda kendiniz i düşüncelere kaptır ı r , dışarıda olan şeylere tepki ver i r s in i z .
"Kendini kaybetmek" dediğinizde tam olarak ne demek istiyorsunuz?
Gerçek k iml iğ in i z in özü bil inçlidir. B i l inç (s iz) ta-mamen düşünceyle tanımlandığında ve dolayısıyla temel doğasını unuttuğunda, kendini düşüncelerde
262 146
ECKHART TOLLE
kaybeder. İ s tek ya da korku gibi z ihinsel-duygusal bi-çimlerle kendini tanımladığında — egonun öncelikli dürtüler i - kendini o biçimlerde kaybeder. Bi l inç ay-nı zamanda kendini eylemle tanımladığında ve olan-lara tepki verdiğinde de kaybeder. Her düşünce, her arzu ya da korku, her eylem ya da tepki, Varl ığın ba-s i t mutluluğunu algılayamadığı için yerine koymak üzere zevk ve bazen de acı arayan sahte bir benlik duygusuyla kar ı ş ı r . Bu, Varl ığın unutkanlığında ya-şamaktır. K im olduğunuzu unutarak yaşadığınızda, her başarı sadece geçici bir i l lüzyon olarak kalır. Ne başarı rsanız başarın, çok geçmeden yine mutsuz olursunuz veya yeni bir sorun ya da ik i lem dikkatini-zi tamamen kendi üzerine çeker.
Iç amacımın ne olduğunu anlamaktan dış seviyede ne yapmam gerektiğini bulmaya nasıl geçebilirim'?
Dış amaç, kiş iden kiş iye büyük fa rk l ı l ı k la r göste-r i r ve hiçbir dış amaç sonsuza dek sürmez. Zamanla s ı n ı r l ı d ı r ve onun yerine başka bir amaç geçer. İç amaca bağlıl ığın dış dünyayı ne ölçüde etkileyeceği ya da değiştireceği de kiş iden kiş iye değişir. Bazı in-sanlar için, geçmişleriyle bağlarının aniden ya da za-manla kopması anlamına gelebilir. İ ş le r i , yaşam şart-lar ı , i l i ş k i le r i . . . Her şey güçlü bir değişim geçirir. De-ğiş imler in bazı lar ı kendiliğinden başlayabilir; acı ve-rici bir karar süreci gerekmez, sadece ani bir anlayış yeterl i olur: Yapmam gereken şey bu. Karar zaten ve-r i lm i ş t i r . Düşünceyle değil, farkındalıkla gelir. B i r sabah uyandığınızda, ne yapmanız gerektiğini bildi-
276
VAR. OLMANIN GÜCÜ
ğiniz i hisseders iniz. Baz ı lar ı kendiler ini çılgın bir iş ortamından ya da yaşam durumundan çıkmak üzere bulur. Dolayısıyla, dış seviyede s i z in için neyin doğru olduğunu bulmadan önce, neyin işe yaradığını, neyin uyanan bilinçle uyum içinde olduğunu anlamadan önce, neyin doğru olmadığını"", neyin artık işe yarama-dığını, neyin iç amacınızla uyum içinde olmadığını bulmanız gerekebilir.
Diğer türde değişimler, aniden karş ın ıza çıkabilir. Yeni bir tanışma, hayatınıza beklenmedik bir boyut katabilir. Uzun sürel i bir engel ya da çatışma aniden sona erebilir. Dost lar ınız ya s iz in le bir l ikte bu değişi-mi geçirir ya da hayatınızdan çıkıp giderler. Bazı i l i ş -k i ler çözülür, diğerleri derinleşir. İş inizden ayrılabi-l i r ya da işyerinizde olumlu değişim merkezi haline gelebi l i rs iniz. E ş in i z s i z i terk eder ya da yeni bir ya-k ın l ı k seviyesine u laş ı r s ın ı z . Bazı değişimler yüzeyde olumsuz gibi görünebilir ama çok geçmeden, hayatı-nızda oluşan o boşlukta yeni bir şeyin yükseleceğini görürsünüz.
B i r güvensiz l ik ve karar s ı z l ı k süreci yaşayabil i rs i-niz. Ne yapmalıyım? Hayatınız ı art ık ego yönetmedi-ği için, dış güvenlik için duyulan psikolojik ihtiyaç azalır. Be l i r s i z l i k le r le yaşayabilir ve hatta bundan zevk alabi l i rs in iz . Be l i r s i z l i k le r le rahat olmayı öğ-rendiğinizde, hayatınızda sonsuz olas ı l ık lar açılır. A r t ı k yaptığınız şeyde baskın unsur korku değildir ve herhangi bir eylemde bulunacağınız zaman tereddüt etmezsiniz. Romalı düşünür Tacitus, şöyle demişti:
277
ECKHART TOLLE.
"Güvenlik arzusu, bütün büyük ve soylu g i r i ş imler in önünde duran şeydir." Eğer be l i r s i z l i k s i z in için ka-bul edilmez bir şeyse, korkuya dönüşür. Eğer mü-kemmel bir şekilde kabullenebil iyorsanız, canlılığa, yaratıcıl ığa ve dikkate dönüşür.
Y ı l la r önce, güçlü bir içsel dürtünün sonucu ola-rak, dünyanın adına "gelecek vaat eden" diye adlan-dıracağı bir akademik kar iyer i arkamda bırakt ım ve kendimi be l i r s i z l iğ in ortasına attım; birkaç y ı l sonra, bir ruhsal öğretmen olarak yeni enkarnasyonum or-taya çıktı. Çok daha sonra, benzer bir şey tekrarlan-dı. İngiltere'deki evimden vazgeçip, Kuzey Ameri-ka'nın Batı Sahi l ler i 'ne taşındım. Nedenini bilmesem bile, o dürtüye boyun eğdim. O bel i r s i z l iğ in ortasın-dan, Şimdi'nin Gücü doğdu. O kitabın büyük bölümü, kendime ait bir evimin olmadığı bir dönemde, Cali-fornia ve İngi l i z Columbiası'nda yazı ldı. Görünürde hiçbir gel i r im ve neredeyse hiç b i r i k im im yoktu. Ama her şey güzel bir şekilde yer in i bulmuştu. K i tabımın yaz ımın ı bit i rmek üzereyken param bitti. B i r piyan-go bileti aldım ve 1.000 dolar kazandım. O para saye-sinde bir ay daha yaşayabildim.
Ama herkes bu tür büyük değişimler geçirmeyebi-l i r . Spektrumun diğer tarafında, olduklar ı yerde ka-lıp yapt ık lar ı şeyi yapmaya devam edecek olan insan-lar vardır. Onlar için, sadece nasıl değişir, ne değil. Bunun nedeni korku ya da tembellik değildir. Sadece şu anda yapt ık lar ı şey bil incin bu dünyaya gelebilme-si için mükemmel konumdadır ve başka bir şeye iht i-
VAR OLMANIN GÜCÜ
yaçları yoktur. Yeni dünyanın ifadesini bulmasında onlar da üzerlerine düşeni yapmaktadırlar.
Herkes için durumun böyle olması gerekmez mi? Eğer iç amacını gerçekleştirmek şu anla bir olmaksa, neden herhangi biri kendini şu anki işinden ya da ya-şam tarzından ayrılmak zorunda hissetsin ki?
Anda yaşamak ve şu anla bir olmak, herhangi bir değişim başlatamayacağınız ya da herhangi bir hare-ket yapamayacağınız anlamına gelmez. Ama eyleme geçme dürtüsü bazen egosal isteklerden ya da korku-dan değil, daha derin bir seviyeden gelebilir. Şu anla iç uyumlanma bi l inciniz i açar ve şu anın parçası ol-duğu bütünle uyum haline sokar. Bu olduğunda, bü-tün, yani yaşamın tamamı, içinizden akabilir.
Bütün derken neyi kastediyorsunuz? B i r tarafta, bütün, var olan her şeyi kapsar. Dün-
ya ve tüm kozmostur. Ama mikroplardan insanlara ve galaksilere kadar her şey, aslında birbir ler inden ayrı k im l i k le r değil, çok boyutlu şekilde iç içe geçmiş bir ağın parçalarıdır.
Bu bi r l iğ i göremememizin, her şeyi birbir inden ay-rı sanmamızın ik i nedeni vardır. B i r inc i s i , gerçekliği sadece s ı n ı r l ı duyularımıza indirgeyen algıdır: Sade-ce görebildiğimiz, duyabildiğimiz, koklayabildiğimiz, tadabildiğimiz ve dokunabildiğimiz şeyleri gerçek sa-n ı r ı z . Ama yorumlama ya da z ih insel adlandırmalar olmadan algıladığımızda, yani algı larımıza düşünce katmadığımızda, görünürde ayrı gibi olan şeylerin daha derinlerdeki bağlantılarım sezebil i r iz.
262 278
ECKHART TOLLE.
Diğer daha ciddi neden, sü rek l i düşüncedir. Sü-rek l i bir düşünce akınt ı s ına kapıldığımızda, var olan her şey arasındaki bağlantıları ve iç içe geçmişliği gö-remeyiz. Düşünce, gerçekliği cansız parçacıklara dö-nüştürür . Son derece aptalca ve yık ıcı eylemler, böyle parçalanmış gerçeklik görüşlerinden doğar.
Yine de, var olan her şeyin birbir ine bağlı olmasın-dan bile daha derin bir şey vardır. En derin seviyede, aslında her şey birdir. Bu Kaynak't ı r , yani ifade edil-memiş tek Yaşam. Zaman içinde kendini ifade eden evrenin, zamana bağlı olmayan zekası.
Bütün, var olan şeylerden ve Var l ıktan oluşur; ifa-de edilen ve edilmeyen, dünya ve Tanr ı . Dolayısıyla, bütünle uyum içinde olduğunuzda, iç içe geçmişliğin ve amacının bil inçli bir parçası olursunuz: Yani bil in-cin bu dünyadaki doğuşu. Sonuç olarak, beklemediği-niz yerlerden yardımlar almaya başlars ınız. İ lginç te-sadüfler, inanılmaz karş ı laşmalar ve senkronize ol-muş olaylar çok daha s ık görülür. Carl Jung, senkro-nizasyon için "nedensel olmayan bağlayıcı prensip," derdi. Bu, yüzeyde senkronize olaylar olarak karş ımı -za çıkan şeylerin aslında nedensel bir bağı olmadığı anlamına gelir. Bu, görüntü ve biçim dünyasının al-tında yatan zekanın dış ifadesidir ve bu derin bağlılı-ğı z ihn in anlaması mümkün değildir. Ama o zekanın kendini ifade edişinde bil inçli katı l ımcı lar olabi l i r iz.
Doğa, bütünün bil inçsiz tekl iği durumundadır. Ör-neğin, 2004 y ı l ındaki tsunami felaketinde neredeyse hiçbir vahşi hayvanın ölmemesinin nedeni buydu. İn-
VAR OLMANIN GÜCÜ
sanlara oranla bütünle daha fazla bağlantıda olduk-larından, tsunaminin geliş ini daha görülmesi veya duyulması mümkün olmadan sezebilmiş ve daha yüksek bölgelere çekilme f ı r sat ı bulabilmişlerdi. Bel-ki de bu bile olaya insan bakış açısından yaklaşmak sayı labi l i r . Muhtemelen kendi ler ini nedensiz bir şe-kilde daha yüksek bölgelere doğru i lerlerken bulmuş-lardı. Bunu şu nedenden dolayı yapmak, z ihnin ger-çekliği bölmesidir; doğa ise bütünle bil inçsiz bir tek-l i k içinde yaşamaktadır. Bütünle bil inçli bir tekl ik le yaşayarak bu dünyaya yeni bir boyut getirmek, insa-noğlu olarak bizim görevimizdir; böylece, bilinç ev-rensel zekayla uyum içinde olabilecektir.
Bütün, insan zihnini amacıyla uyumlu halde olan bir şeyler ya da durumlar yaratmak için kullanabilir mi?
Evet, i lham ve dürtü, yani " ruh" ve coşku, yani " Tanr ı " olduğunda, bir k i ş i n in tek başına yapabilece-ğinin çok ötesinde bir yaratıcı güç oluşur.
262 149
10. Bölüm
YENİ BİR DÜNYA
Astronomlar, evrenin on beş milyar y ı l önce devasa bir patlamayla oluştuğu ve o zamandan beri genişlemeye devam ettiği sonucuna vardılar. Ama gerçek şu ki evren sadece genişlemiyor, aynı zamanda giderek daha komp-leks bir hal alıyor ve giderek daha çok çeşitleniyor. Ba-zı bil im adamları, bu sürecin belli bir noktadan sonra tersine döneceğini, çokluktan tekliğe doğru bir akış ola-cağını bile söylüyorlar. O zaman evren genişlemesini durdurarak tekrar büzülmeye başlayacak ve sonunda ifade edilmemiş, kavranamaz hiçliğe geri dönecek; bel-ki de doğum, genişleme, büzülme ve ölme döngüsünü defalarca tekrarlayacak. Peki amacı ne? "Evren neden var olma zahmetine katlanıyor?" diye sorar Stephen Hawking, hiçbir matematik modelinin bu soruya asla cevap veremeyeceğini bilerek.
283
ECKHART TOLLE
Sadece d ı şar ı bakmak yerine içe bakarsanız, bir iç
ve bir de dış amacın olduğunu keşfeders iniz. Makro-
kozmosun mik roskob ik bir yans ımas ı olduğunuzdan,
evrenin de s i z ink inden ayrı lamayan bir iç ve dış ama-
cı olduğu açıktır . Ev ren in dış amacı, biçim yaratmak
ve biçimler in e tk i le ş im le r i sayesinde kendini deneyim-
lemekt i r ; oyun, dram, rüya, adına ne derseniz. İç ama-
cı ise biçimi olmayan özünü uyandı rmakt ı r . Sonras ın-
da iç ve dış amaçların bi r leşmesi gel i r : O özü - bi l inci
- biçim dünyasına getirerek dünyayı değişt irmek. Bu
değiş imin nihai amacı, insan z ihn in in hayal edebilece-
ği ya da kavrayabileceği her şeyin ötesindedir. Yine de,
bu dönemde bu gezegen üzerinde bu değişim gerçek-
leşmektedir ve sorumlu luğu da bizlere ve r i lm i ş t i r . B i -
z im aracı l ığ ımız la iç ve dış amaç, yani dünya ve T a n r ı
bir leşecektir.
Ev ren in geniş leyip büzü lmes in in hayatımız üze-
rinde ne gibi bir e tk i s i olduğuna bakmadan önce, ev-
renin doğası hakk ında söylenen hiçbir şeyin mut lak
gerçek olarak kabul edilmemesi gerekt iğ in i ak l ım ı z -
dan çıkarmamamız gerekir. Ne kavramlar ne de ma-
tematik fo rmü l le r i sonsuz luğu açıklayabi l i r . H içb i r
düşünce, bütünün engin l iğ in i kapsayamaz. Gerçekl ik
b i r le şmi ş bir bütündür ama düşünce onu parçalara
ay ı r ı r . Bu da temel yan l ı ş algı lara kapı açar; b i rb i r in -
den ayr ı olaylar ve şeyler var, bunun nedeni şudur gi-
bi. Her düşünce bir bakış açısı anlamına gelir ve her
bakış açısı - doğası gereği - s ı n ı r lama get i r i r . Yani
sonuçta mut lak bir gerçekliği olamaz. Sadece bütü-
VAR OLMANIN GÜCÜ
nün kendis i mut lak gerçeğe sahipt i r ve o da ne düşü-
nü leb i l i r ne de söze dökülebi l i r . Düşünce s ı n ı r l a r ı n ı n
ötesinden görülen ve bu yüzden insan z ihn i için kav-
ranamaz olan şey şudur : Her şey şimdide olur! Olmuş
olan ve olacak olan her şey, z ih in se l bir yapı olan za-
manın dış ında, ş imdidedir .
Göreceli ve mut lak gerçeğin bir örneği olarak, gü-
neşin doğuşunu ve bat ı ş ın ı ele alın. Güneşin sabahla-
rı doğduğunu ve akşamlar ı battığını söylediğimizde,
bu doğrudur; ama aynı zamanda da sadece göreceli bir
doğrudur. Mut lak açıdan bakıldığında yan l ı ş t ı r . Gü-
neş, sadece gezegenin yüzeyinde ya da yüzeyine yakın
bir yerde yaşayan bir i için doğup batmaktadır. Eğer
uzayda olsaydınız, güneşin ne doğduğunu ne de battı-
ğını görürdünüz; sadece sü rek l i parladığına tanık
olurdunuz. Yine de, bunu anladıktan sonra bile, gün-
doğumu ve günbatımından söz edebil i r iz, hâlâ güzel l i -
ğini görebil ir, resmin i yapabil ir, üzerine ş i i r l e r yazabi-
l i r i z ; ar t ık mut lak bir gerçeklikten çok göreceli bir ger-
çeklik olduğunu bilmemize rağmen.
O halde, başka bir göreceli gerçekl ikten söz ederek
konumuza devam edelim: B iç imsel evrene gelmek ve
biçimi olmayana geri dönmek; yani daha s ı n ı r l ı za-
man açısından, bunun hayatınız üzerinde yaratt ığ ı
etki. "Hayat ım" kavramı, elbette ki düşünce taraf ın-
dan yarat ı lm ı ş başka bir s ı n ı r l ı bakış açısı, başka bir
göreceli gerçektir. Ama gerçekte ise s iz ve hayat bir
olduğunuzdan, asl ında " s i z i n " hayatınız diye bir şey
yoktur.
290 '151
ECKHART TOLLE
HAYATINIZIN KISA BİR TARİHİ
Dünyanın ifade bulması ve ifade edilmemişe geri dön-mesi - genişlemesi ve büzülmesi - dışarı çıkış ve eve dönüş dediğimiz ik i evrensel harekettir. Bu ik i hare-ket, bütün evrende çeşitli şekillerde kendini ifade eder; örneğin kalbiniz in genişleyip büzülmesi, nefes alıp ver i rken göğsünüzün kalkıp inmesi gibi. Aynı za-manda, uyku ve uyanık l ık döngüsüyle de kendini ifa-de eder. Her gece, derin, rüyasız bir uykuya daldığınız-da, farkında olmadan, bütün yaşamın ifade edilmemiş Kaynağına geri dönersiniz ve sabah tekrar yenilenmiş bir şekilde uyanırs ın ız .
Bu ik i hareket, dışarı çıkış ve eve dönüş, k i ş in in ya-şamında da kendini gösterir. B i r anlamda hiç yoktan bu dünyaya geliverirs iniz. Doğumu genişleme izler. Sadece f iz iksel gelişim değil, aynı zamanda bilgi, hareket, mül-kiyet, deneyim gelişimleri de söz konusudur. E tk i alanı-nız genişler ve hayat giderek karmaşıklaşır. Bu, dış amacınızı bulmak veya izlemekle ilgilendiğiniz dönem-dir. Aynı zamanda genellikle egonun genişlemesi, ken-dinizi nesnelerle tanımlama ve dolayısıyla k iml iğ in iz i giderek daha belirgin bir şekilde oluşturma söz konusu-dur. Bu, aynı zamanda dış amacın ego tarafından gasp edildiği, doğal olarak genişlemesinin farkında olmadığı için hep daha fazlasını istediği dönemdir.
Sonra, nihayet buraya ait olduğunuzu veya başar-dığınız ı düşündüğünüzde, geri dönüş başlar. Belk i size yakın olan, dünyanızın birer parçası olan insanlar öl-
286
VAR OLMANIN GÜCÜ
meye başlar. F i z i k se l biçiminiz zayıflar; etki alanınız daralır. Daha fazla olmak yerine, daha az haline gelir-s iniz ve egonuz buna giderek artan bir endişeyle tepki verir. Dünyanız büzülmeye başlamıştır ve artık kont-rolünüzü kaybettiğinizi hissedebil i rs iniz. S i z in hayata tepki vermeniz yerine, hayat yavaşça dünyanızı daral-t ır. Kendini biçimle tanımlayan bilinç, art ık günbatı-mını yaşamakta, biçimin çözüldüğünü gözlemlemekte-dir. Ve günün birinde siz de kaybolursunuz. Koltuğu-nuz hâlâ oradadır. Ama s iz in oturduğunuz yerde şim-di bir boşluk vardır. Y ı l la r önce geldiğiniz yere geri dö-nersiniz.
Herkesin hayatı - her canlı formu - bir dünyayı tem-s i l eder ve evrenin kendini deneyimlediği şekilde kendi-ni deneyimler. Biçim çözüldüğünde, bir dünya sona erer; ama aslında sayısız dünyalardan sadece biridir.
UYANIŞ VE EVE DÖNÜŞ
K i ş in in hayatındaki eve dönüş, uyanış ya da biçimin çö-zülüşü - yaş l ı l ık , hastalık, sakatlık, kayıp veya bir tür k iş i sel trajedi şeklinde olsun - büyük bir ruhsal uyanış potansiyeline sahiptir. Yani bilincin biçimden ayrı l ı ş ı . Çağdaş kültürümüzde çok az ruhsal gerçek olduğun-dan, birçok k i ş i bunu bir f ı rsat olarak görmemektedir ve bu yüzden, kendileri ya da yakınlarından bir i böyle bir şey yaşadığında, korkunç bir ters l ik olduğunu, ol-maması gereken bir şeyin olduğunu düşünürler.
287
ECKHART TOLLE
Uygar l ığ ımızda, insanl ığ ın durumuyla i lg i l i derin
bir cehalet söz konusudur ve ruhsal açıdan ne kadar ca-
hi l o lursanız , o kadar çok acı çekersiniz. Birçok k iş iye
göre - özel l ik le de Batı'da yaşayanlar - ölüm soyut bir
kavramdan daha fazlası değildir ve bu yüzden, çözül-
meye yak laş ı rken insana neler olduğunu anlayamazlar.
Çoğu yaş l ı ve y ıpranmış insan, yur t lara kapatı l ı r . Ölen-
ler in cesetleri - bazı kül tür lerde herkes in görmesi için
açıkça sergi leni r - ortadan ka ld ı r ı l ı r ve gözden uzaklaş-
t ı r ı l ı r . Ölen k i ş i bir yak ın ın ız değilse, bir cesedi görme-
ye çalışt ığınızda, bunun neredeyse yasadışı olduğunu
fark edersiniz. Cenaze evlerinde, yüzünüze makyaj bile
yaparlar. Ölümün sadece aziz bir görüntüsünü görme-
nize i z in vardır .
Ölüm onlar için sadece soyut bir kavram olduğun-
dan, çoğu insan kendi ler in i bekleyen çözülüşe karş ı ta-
mamen haz ı r l ı k s ı zd ı r . Ölüm yaklaştığında, bir şaşkın-
l ı k , umutsuz luk ve korku yaşanır. A r t ı k hiçbir şeyin an-
lamı kalmaz, çünkü hayatın bütün anlamları ve amacı,
başarmak, bir şeyler edinmek, kurmak, korumak ve
tatmin olmakla i lg i l id i r . Yani hayat, dış hareketlerle ve
kendini biçimle tanımlamayla bağdaştır ı l ı r . Çoğu in-
san, yaşamlar ı , dünyaları y ık ı lmaya başladığında, her-
hangi bir anlam çıkaramazlar. Yine de, potansiyel ola-
rak, burada çok daha derin anlamlar giz l id i r .
Özel l ik le yaşl ı l ığa yaklaş ı rken, b i r in in kaybı ya da
k i ş i se l bir trajedi sayesinde, ruhsal boyut k i ş i n i n yaşa-
mına girmeye başlar. Yani iç amaçları, ancak dış amaç-
lar ı çöktüğü ve egonun kabuğu çatlamaya başladığı za-
153 VAR. OLMANIN GÜCÜ
man kendini belli eder. Böyle olaylar, biçimin çözülüşü-
ne doğru yeni bir dönüş hareketinin başladığının gös-
tergesidir. Birçok antik kültürde, bu süreci sezgisel ola-
rak anladık lar ın ı görürsünüz ve yaş l ı insanlara bu ka-
dar saygı duyulmasının nedeni de budur. Onlar, bilgelik
abideleridir ve uygar l ı k lar ın var l ığ ın ı sürdürmek için
ihtiyaç duyduklar ı der in l ik boyutunu sağlarlar. Kendi-
ni sadece dış boyutla tanımlayan ve ruhun içsel boyutu-
na tamamen cahil kalan biz im uygarlığımızda, yaş l ı ya
da eski kel imesi sadece olumsuz kavramlar çağrışt ı r ı r .
İşe yaramaz olarak görülür ve birine yaş l ı demek nere-
deyse hakaretmiş gibi algılanır. Esk iden "büyükanne"
kel imesi büyük saygınl ık çağrışt ı r ı rdı . Ş imdi ise en faz-
la ş i r i n olarak algılanmaktadır. Yaş l ı neden işe yara-
maz olarak değerlendiri l i r? Çünkü yaş l ı l ı k ta, vurgu bir
şeyler yapmaktan Varlığa kayar ve kendini bir şeyler
yapmaya kapt ı rmış olan uygarl ığımız, Var l ı k hakkında
hiçbir şey bilmez. Şöyle sorar: Var l ı k mı? Onunla ne ya-
pabi l i r s in ki?
Bazı insanlarda, dışa doğru hareket aniden ve er-
kenden kesi lebi l i r . Bazı durumlarda, bu geçici bir süreç
olabil ir; bazılarında ise kalıcıdır. Küçük bir çocuğun
ölümle yüzleşmemesi gerektiğine inanı r ı z ama aslında
bazı çocukların hastal ık ya da kaza nedeniyle ebeveyn-
lerinden b i r in in ya da her i k i s i n i n ölümüyle karş ı laş-
ması gerekir; hatta kendi ö lümler in in olası l ığıyla bile.
Bazı çocuklar, hayatlar ının doğal genişlemesini s ın ı r la-
yan sorunlar la doğarlar. Ya da çok genç bir yaşta k i ş i -
nin hayatına büyük bir s ın ı r lama gelebilir.
101
ECKHART TOLLE
Ama dışa doğru hareketin "olmaması gereken bir za-
manda" kes i lmes i , aynı zamanda o k i ş i için erken bir
ruhsa l uyanış potansiyel ini de beraberinde getirebil ir.
As l ında olmaması gereken hiçbir şey olmaz; yani, daha
büyük bütünün ve amacının parçası olmayan hiçbir şey
olmaz. Dolayıs ıy la, dış amacın y ı k ı l ı ş ı bizi kendi iç ama-
cımız ı bulmaya ve dolayıs ıyla da içle uyum içinde daha
derin bir dış amacın kendini göstermesine yol açabilir.
Büyük acılar çeken çocuklar, genellikle yaşlarından ön-
ce olgunlaşı r lar.
B iç im seviyesinde kaybedilen, öz seviyesinde kaza-
n ı l ı r . Geleneksel "kör kâhin" ya da "sakat şifacı" figü-
rü, biçim seviyesinde büyük bir kaybın ya da sakatl ı -
ğın ruhta bir açıl ış yaratmas ın ın s imgesidir . Bütün bi-
ç imler in dengesiz doğasının doğrudan bir deneyimiyle
karş ı laş t ığ ın ı zda, muhtemelen biçime yeniden aş ı r ı
değer y ü k l e r s i n i z ve böylece kendin iz i onun içinde
kaybedersiniz.
B iç imin çözülüşünün sunduğu f ı rsat, çağdaş kültü-
rümüzde yeni yeni fark edilmektedir. İnsan lar ın çoğu
hâlâ bu f ı r sat ı t ra j i k bir şekilde kaçırmaktadır, çünkü
egonun kendini dışa doğru genişlemeyle tanımlama ye-
teneği olduğu kadar, eve dönüş hareketiyle tanımlama
yeteneği de vardır. Bu durum, egonun kabuğunun açıl-
ması yerine büzülmesine, giderek daha da sert leşmesi-
ne neden olur. O zaman, zayıflayan ego geri kalan gün-
ler in i s ız lanıp şikayet ederek, korku veya öfkeye, kendi-
ne acımaya, suçlamaya ya da diğer türde z ihinsel-duy-
gusal durumlara k ı s ı l ıp kalmış bir halde bulur ve ken-
290
VAR OLMANIN GÜCÜ
dini anılara bağlı l ık, sü rek l i geçmişle i lg i l i düşünüp ko-
nuşmak şeklinde ifade eder.
Ego k i ş i n i n hayatında kendini art ık dışa doğru hare-
ketle tanımlayamadığında, yaş l ı l ı k ya da yaklaşan
ölüm, ası l anlamını gösterir: Ruhlar alemine bir açılış.
Bu sürecin somut hal in i yaşayan yaşl ı lar la karş ı laş t ım.
Tam anlamıyla ı ş ı k saçıyorlardı. Zayıflayan biçimleri,
bi l incin ış ığına kar ş ı şeffaf bir hal almışt ı .
Yeni dünyada, yaş l ı l ı k evrensel olarak tanınacak ve
fazlas ıy la değer bulacaktır. Kendi ler in i hâlâ yaşamları-
nın dış şart lar ında kaybetmiş olanlar için, iç amaçları-
nın uyanış ı olması gerekenden daha uzun sürecektir.
B i rçok lar ı için ise, uyanış sürecinin yoğunlaşması ve
hız lanması anlamını taşıyacaktır.
UYANIŞ VE DIŞA D O Ğ R U HAREKET
K i ş in in hayatındaki dışa doğru hareket, geleneksel olarak
ego tarafından ele geçir i lmişt ir ve kendi genişlemesi için
kullanılmaktadır. "Bak neler yapabiliyorum. Bahse gire-
rim sen bunu yapamazsın," der küçük bir çocuk diğerine,
vücudunun giderek artan gücünü ve yeteneklerini keşfe-
derken. Bu, egonun kendini dışa doğru hareketle, "senden
daha fazla" kavramıyla tanımlamasının ve başkalarını
küçülterek kendini güçlendirme gi r i ş imin in i lk idir . Elbet-
te ki egonun birçok yanlış algı larının sadece başlangıcıdır.
Ne var ki farkındalığınız arttıkça ve ego art ık haya-
t ı n ı z ı yöneten güç olmaktan çıktıkça, iç amacınızı uyan-
'284
ECKHART TOLLE.
dırmak için dünyanız ın çökmesini ya da büzülmesini
beklemeniz gerekmez. Gezegende yeni bilinç uyanmaya
başladıkça, uyandı r ı lmak için sar s ı lmas ı gerekmeyen
insanlar ın say ı s ı da hız la artacaktır. Hâlâ dışa doğru
genişleme sürecinde olsalar bile, bu insanlar uyanış sü-
recini gönül lü lük le kucaklayacaklardır. Bu döngü daha
fazla egoyla yönetilmediğinde, ruhsal boyut dışa doğru
hareket sayesinde bu dünyaya gelecektir ve konuşma-
lar, düşünceler, eylemler ve yaratımlar, eve dönüş hare-
keti kadar güçlü bir etki yapacaktır.
Ş imdiye kadar, evrensel zekanın çok min ik bir zerre-
si olan insan zekası , ego tarafından bozulmuş ve yanl ı ş
şekilde ku l lan ı lm ı ş t ı r . Ben buna "del i l iğin hizmetindeki
zeka" diyorum. Atomu bölmek muazzam bir zeka gerek-
t i r i r . Ama bu zekayı atom bombaları yapıp b i r i k t i rmek
için kul lanmak, delicedir veya en iy i haliyle son derece
büyük bir budalal ıkt ı r . Aptal l ık görece zarars ı zd ı r ama
zeki aptall ık son derece tehl ikel i olabilir. Bu zeki aptal-
l ık - dünyamızda ve tar ih imizde sayıs ız örnekler in i bu-
lab i l i r s in i z - ş imdi bir tür olarak var l ığ ım ı z ı tehdit eder
hale gelmişt i r .
Egosal bozukluk olmadığı takdirde, zekamız evrensel
zekanın dışa doğru hareketiyle ve yaratma dürtüsüyle
tam bir uyum içinde olur. B içimin yarat ı lmasın ın bilinç-
li kat ı l ımcı lar ı haline gelir iz. Asl ında yaratan biz değiliz-
dir; bizim aracıl ığımızla yaratımı gerçekleştiren evrensel
zekadır. Kendimiz i yarattığımız şeyle tanımlamayız ve
bu yüzden de kendimiz i yaptığımız şeyde kaybetmeyiz.
Yaratım eyleminin en yüksek yoğunlukta enerj i gerektir-
VAR OLMANIN GÜCÜ
diğini bi l iyoruz ama hiç de " s ı k ı çalışma" ya da geril imle
i lg is i yoktur. Geri l imle yoğunluk arasındaki fark ı anla-
mamız gerekir. Mücadele, zorlanma ya da geril im, ego-
nun geri döndüğünün işaretidir ve engellerle karş ı laşt ı -
ğımızda egonun verdiği olumsuz tepkilerden ibarettir.
Egonun "düşman" yaratma isteğinin ardında yatan
şey, biçime eşit yoğunlukta enerj iyle karş ı çıkmaktır.
Ego ne kadar güçlü olursa, insanlar arasındaki ayr ı l ı k
duygusu da aynı ölçüde güçlü olur. Z ı t tepki ler yarat-
mayan eylemler, sadece herkesin iy i l iğ in i hedefleyen-
lerdir. Böylece güçler b i r leş i r ler ; ayrı lmazlar. Herhangi
bir şey "benim" ülkem için değil, insanl ık için yapılma-
l ıdı r ; "benim" dinim için değil, tüm insanlarda doğmaya
başlayan bilinç için olmalıdır; "benim" tü rüm için değil,
doğadaki tüm canlılar ve tüm doğa için olmalıdır.
Gerekl i olmasına rağmen, eylemin dış gerçekliğimizi
ifade etmekte ik inci l unsur olduğunu da öğreniyoruz.
Öncelikl i unsur, bi l inçtir. Ne kadar akt i f olursak olalım,
ne kadar çaba harcarsak harcayalım, dünyamızı yara-
tan bilinç durumumuzdur ve eğer iç seviyemizde hiçbir
değiş ik l ik olmazsa, hiçbir eylem mik tar ı herhangi bir
fark yaratamayacaktır. Tek yaptığımız, aynı dünyanın
fa rk l ı vers iyonlar ın ı defalarca yaratmak olur.
B İ L İ N Ç
B i l i nç l i l iğ in kendis i bi l inçti r . İfade edilmemiş, sonsuz
olandır. Ama evren, sadece zaman içinde bi l inçl i hale
262 155
ECKHART TOLLE.
gelir. B i l i nc in kendis i zamandan bağımsızdır ve bu
yüzden de gelişemez. Ne doğumu ne de ölümü söz ko-
nusudur. B i l inç ifade edilen evren haline geldiğinde,
zamana bağlı olur ve bir evr im sürecinden geçmesi ge-
rek i r . Hiçbir insan z ihn i , bu süreci tamamen kavraya-
bilecek kapasiteye sahip değildir. Ama kendi içimizde
bir görüntüsünü yakalayabi l i r ve bi l inçl i bir kat ı l ımcı-
s ı o labi l i r i z .
B i l inç zekadır; biçimin ardında yatan düzenleyici
prens ipt i r . B i l i n ç l i l i k milyonlarca y ı ld ı r haz ı r lay ıc ı bi-
çimlere bü rünmüş tü r ve onlar aracı l ığıyla kendini ifa-
de etmişt i r .
Saf bi l incin ifade edi lmemiş alemi başka bir boyut
olarak düşünülebi l i r se de, bu biçim boyutundan ayrı
değildir. B iç im ve biçimi olmayan iç içe geçmiştir. Biçi-
mi olmayan, bu boyuta fark ındal ık , iç boşluk, Va r l ı k
olarak akar. Bunu nas ı l yapar? B i l i n ç l i olan insan bi-
çimi sayesinde. İnsan biçimi, bu y ü k s e k amaç için ya-
r a t ı l m ı ş t ı r ve milyonlarca diğer biçim ona zemin ha-
z ı r l a m ı ş t ı r .
B i l inç kendini ifade boyutunda var eder ve biçim
haline gelir. Bunu yaparken, rüyadaymış gibi bir du-
ruma girer. Zeka ka l ı r ama bil inç kendin i algılayamaz.
Kendini bil inç içinde kaybederek biçimler le tanımla-
nır. Bu, i lahi olanın maddeye g i r i ş i gibi tanımlanabi l i r .
Ev ren in ev r im in in bu aşamasında, bütün dışa doğru
hareket, bu rüyadaymış gibi durumda gerçekleşir.
U y a n ı ş ı n k ı v ı lc ım la r ı sadece b i reyse l bir biçim yok ol-
duğunda, yani öldüğünde gelir. S o n r a bir sonrak i en-
VAR OLMANIN GÜCÜ
karnasyon, bir sonraki biçimle tanımlama, kolekt i f rü-
yanın parçası olan bir sonraki bireysel rüya başlar. B i ş
aslan bir zebranın vücudunu parçaladığında, zebra bi-
çimindeki bil inç kendini çözülen biçimden ay ı r ı r ve bir
an için bil inç olarak ölümsüz doğasının fark ına var ı r ;
sonra hemen tekrar uykuya dalar ve başka bir biçim-
de enkarne olur. As lan yaşlandığında ve ar t ık avlana-
mayacak hale geldiğinde, son nefesini ver i rken, yine
k ı sa bir an uyanış gerçekleşir ve ardından yine başka
bir rüya biçimi gelir.
Gezegenimizde, insan egosu kendini evrensel uyku-
nun son aşaması, bil incin kendini biçimle tanımlaması-
nın son adımı olarak ifade eder. Bu, bil incin evr imi için
gerekli bir aşamadır.
İnsan beyni, bi l incin bu boyuta girdiği kanal açısın-
dan oldukça f a r k l ı bir biçime sahiptir . Yak laş ık yüz
mi lyar s i n i r hücresine (nöronlar) sahipt i r ; bu sayı, ga-
laks imizdek i y ı ld ı z la r ı n say ı s ıy la hemen hemen aynı-
dır ve dolayıs ıyla beynimiz, m ik rokozmik bir galaksi
olarak algı lanabil i r . Beyin bilinç yaratmaz; bil inç,
kendini ifade etmek için dünya üzer indeki en karma-
ş ı k biçim olan beyni yaratır .
Beyin hasar gördüğünde, b i l inc in i z i kaybett iğiniz
anlamına gelmez. Sadece, b i l inc in bu boyuta gi rmek
için ar t ı k o biçimi ku l lanamadığı anlamına gelir. B i -
l i nc in i z i kaybetmeniz m ü m k ü n değildir, çünkü te-
melde o s i z s i n i z d i r . Sadece sahip olduğunuz bir şeyi
kaybedebi l i r s in iz ama kendin iz olan bir şeyi kaybe-
demezsiniz.
262 156
ECKHART TOLLE
UYANIK EYLEM
Gezegenimizdeki bilinç evr iminin bir sonraki aşaması, uyanık eylemlerdir. Ş imdik i evrim aşamamızın sonla-r ına yaklaştıkça, ego giderek daha fazla bozulmakta-dır; t ıpk ı bir t ı r t ı l ı n kelebeğe dönüşmeden önce kendi-ni kozaya kapatarak hareketsiz kalması gibi. Ama da-ha eskis i çözülürken bile yeni bilinç yükselmeye de-vam etmektedir.
İnsan bil incinin evriminde son derece muhteşem bir dönemi yaşıyoruz ama ne yazık ki bu akşam tele-vizyon haberlerinde bununla i lg i l i bir şeye rastlaya-mayacaksınız. Gezegenimizde ve belki de galaksimizin birçok yerinde ve ötesinde, bilinç biçimsel rüyasından uyanmaktadır. Bu, bütün biçimlerin (dünyaların) çö-züleceği anlamına gelmez ama birçoğu yine de yok ola-caktır. Bunun anlamı, bil incin art ık kendini biçimde kaybetmeden biçim yaratabileceğidir. Biçimi yaratıp deneyimlerken bile kendinin farkında olmaya devam edebilir. Peki neden biçimi yaratmaya ve deneyimle-meye devam etmesi gerekir? Zevk için. Bunu nasıl ya-par? Uyanık eylemler gerçekleştirmeyi öğrenmiş uya-nık insanlar aracılığıyla.
Uyanık eylem, dış amacınızın - yaptığınız şey - iç amacınızla - uyanmak ve uyanık kalmak - uyum içinde olmasıdır. Uyanık eylem sayesinde, evrenin dış amacıy-la uyumlu hale gelirsiniz. Bil inç s iz in sayenizde bu dün-yaya akar. Düşüncelerinize akarak onları esinlendirir. Yaptığınız şeye akarak rehberlik eder ve güçlendirir.
296
VAR. OLMANIN GÜCÜ
Yazgınızı izleyip izlemediğinizi ne yaptığınız değil, yaptığınız şeyi nasıl yaptığınız belirler. Yaptığınız şeyi nasıl yaptığınız da bilinç durumunuzla belirlenir.
Yaptığınız şeyin amacı sadece yapmanın kendisi ol-duğunda, öncelikleriniz değişir. Yaptığınız şeye bilincin akışı, yaptığınız şeyin kalitesini belirler. Diğer bir de-yişle; herhangi bir durumda ve yaptığınız herhangi bir şeyde, bilinç durumunuz öncelikli etkendir; durum ve yaptığınız şey ikincil öneme sahiptir. "Gelecekteki" ba-şarı, eylemlerin doğduğu bilinçten ayrılamaz. Egonun tepkisel gücü ya da uyanık bilincin dikkati olabilir. Bü-tün başarılı eylemler, uyanık dikkat alanından gelir; ego ve koşullu, şartlanmış, bilinçsiz düşünce bu konuda hiçbir şekilde yetkin olamaz.
UYANIK EYLEMİN ÜÇ YOLU
Bil incin yaptığınız şeye akabilmesinin ve kendini bu dünyada ifade edebilmesinin üç yolu vardır; bu yollar sayesinde, kendinizi evrenin yaratıcı gücüyle uyumlu hale getirebil irsiniz. Bu, yaptığınız şeye akan enerji fre-kansını gösterir ve eylemlerinizi bu dünyada uyanmak-ta olan bilinçle bir leşt i r i r . Bu üç yoldan birine uymadı-ğı takdirde, yaptığınız şey bozuk kalacak ve egonun et-kisinde olacaktır. B i r günün akışını değiştirebilirler ama bu yollardan birine uygun bir şey yaptığınızda, et-k i s i bütün hayatınız boyunca devam eder. Her yol, belli durumlar için uygundur.
277
ECKHART TOLLE.
Uyan ık l ığ ın yol lar ı kabullenme, zevk alma ve coşku-
dur. Her bi r i , bi l incin fa rk l ı bir f rekans ın ı temsi l eder.
Herhangi bir şey yaparken içlerinden b i r in in kendini
ifade edebilmesi için, canlı olmanız gerekir; en basit iş-
ten en karmaş ık işe kadar. Kabullenme, zevk alma ve-
ya coşku durumunda değilseniz, yakından baktığınızda
kendiniz ve başkalar ı için acı yaratt ığ ın ı z ı görürsünüz.
K A B U L L E N M E
Yaparken zevk almadığınız bir şeyi, en azından yapmak
zorunda olduğunuz bir şey olarak kabul lenebi l i rs in iz.
Kabullenme şu demektir: Ş imd i l i k , durum budur, şu an-
da yapmam gereken şudur ve ben de bunu isteyerek ya-
pacağım. Baş ın ıza gelenleri içsel olarak kabullenmenin
önemini uzun uzadıya incelemiştik; yaptığınız şeyi ka-
bullenmek de bunun diğer bir yüzüdür. Örneğin, muhte-
melen gecenin bir yar ıs ında ı s s ı z bir yerde, tepenizden
aşağı yağmur boşalırken, arabanızın patlak last iğini de-
ğişt i rmekten zevk almayabi l i rs in iz ama bunu kabulle-
nebi l i r s in i z . Kabullenme durumunda bir eylem gerçek-
leşt i rmek, yaptığınız şeyle barış içinde olduğunuzu gös-
ter i r . Bu barış, yaptığınız şeye akan giz l i bir enerj i t i t re-
ş imidi r . Yüzeyde, kabullenme pasif bir durum gibi görü-
nebil i r ama gerçekte akt i f t i r ve yaratıcıdır, çünkü bu
dünyaya tamamen yeni bir şey getirmektedir. Bu barış,
bu giz l i eneıj i t i t reş imi , bi l inçtir ve dünyaya girme yol-
larından bir i , tes l im olmuş eylem, yani kabullenmedir.
262
VAR OLMANIN GÜCÜ
Yaptığınız şeyden zevk almıyorsanız ya da kabulle-
nemiyorsanız durun! A k s i takdirde, gerçekten sorumlu-
luk alabileceğiniz tek şey olan bilinç durumunuz için
sorumlu luğu almıyorsunuz demektir. B i l inç durumu-
nuz için sorumlu luk almazsanız, hayatınız ın da sorum-
luluğunu almıyorsunuz demektir.
ZEVK A L M A K
T e s l i m olmuş eylemle gelen barış, yaptığınız şeyden
gerçekten zevk almanız ı sağlayan bir canl ı l ık duygu-
suna dönüşür. Zevk almak, uyanık eylemin ik inci yo-
ludur. Yeni dünyada, insanlar ın eylemler in in ardında
yatan it ici güç i s tek olmaktan çıkacak ve zevk almak
haline gelecek. İstemek, bütün ya rat ı l ı ş ı n ardında ya-
tan güçten bağımsız, ayrı bir parça olduğunuz konu-
sunda egonun yaratt ığı i l lüzyondan kaynaklanır . Zevk
almak sayesinde, bu evrensel yaratıcı gücün kendisine
bağlanı rs ın ız .
Gelecek ya da geçmiş yerine anda yaşadığınızda, ha-
yat ın ı z ın odak noktası, yaptığınız şeyden zevk alabilme
becerisi - ve hayatınız ın kal itesiyle bi r l ikte - belirgin
şekilde yüksel i r . Mut lu luk , Var l ığ ın dinamik yönüdür.
Evren in yaratıcı gücü kendis in in fark ına vardığında,
mut lu luk olarak kendini ifade eder. Yaptığınız şeyden
zevk alabilmek için, hayatınızda "anlamlı " bir şey olma-
s ın ı beklemeniz gerekmez. Mut lu lukta ihtiyacınız ola-
bileceğinden çok daha fazla anlam vardır. 'Yaşamaya
299
ECKHART TOLLE.
başlamayı beklemek" sendromu, bi l inçsiz durumun en
yaygın görülen aldatmacalarından bir idi r . Dış seviyede
genişleme ve olumlu değişim, yaptığınız şeyden zevk al-
dığınızda hayatınıza çok daha kolay bir şekilde gelecek-
t i r . Yaptığınız şeyden zevk alabilmek için bir değişim ol-
masın ı beklerseniz, daha çok beklers in iz . Yaptığınız
şeyden zevk almak için z ihnin izden i z in istemeyin. Bü-
tün alacağınız, yaptığınız şeyden neden zevk alamaya-
cağınızla i lg i l i bir sü rü bahane olur: " Ş imd i olmaz," der
z ihn in i z . "Meşgul olduğumu görmüyor musun? Zama-
nım yok. Be lk i yar ın zevk almaya başlayabi l i rs in. . . "
Ama şu anda yaptığınız şeyden zevk almaya başlama-
dığınız sürece, o yar ın asla gelmez.
Bunu ya da şunu yapmaktan zevk al ıyorum dediği-
nizde, bu bir yanl ı ş algıdır. Zevk in yaptığınız şeyden
kaynaklandığı anlamına gelir ama gerçek hiç de böyle
değildir. Zevk, yaptığınız şeyden gelmez; yaptığınız şe-
ye akar ve böylece der in l ik ler in izden dünyaya ulaşı r .
Zevk in yaptığınız şeyden geldiğini sanmanız doğaldır
ve aynı zamanda da tehl ikel id i r , çünkü zevkin ve mut-
lu luğun başka bir şeyden kaynaklanabileceğine inan-
manıza neden olur. O zaman dünyaya zevk getirmek
yerine, dünyanın ve yaptığınız şeyler in size zevk ver-
mesini beklers in iz . Ama bu olamaz. Birçok k i ş i n i n sü-
rek l i olarak hayal k ı r ı k l ığ ına uğramasının nedeni bu-
dur. Dünya onlara ihtiyaçları olduğunu sandık lar ı şey-
ler i vermemektedir.
Pek i yaptığınız şeyle zevk arasındaki i l i ş k i nedir?
Kendin iz i tamamen verdiğiniz her eylemden, bir amaca
VAR OLMANIN GÜCÜ
hizmet etmeyen her faaliyetten zevk a l ı r s ın ı z . Gerçekte
zevk aldığınız şey eylemin kendis i değil, s i z in sayeniz-
de içine akan derin canl ı l ık duygusudur. O canl ı l ık, s i-
z inle birdir. Yani bir şeyi zevkle yaptığınızda, Var l ığ ın
dinamik yönüyle mutlu luğu deneyimlersiniz. Yaptığınız
herhangi bir şeyden zevk almanın s i z i tüm yarat ı l ı ş ın
ardında yatan güce bağlamasının nedeni budur.
İ ş te hayat ın ıza güç ve yaratıcı ener j i getirecek bir
uygulama. Her gün düzenl i olarak yaptığınız şey ler in
bir l i s te s in i haz ı r lay ın . S ı k ıc ı , b ık t ı r ıc ı , s i n i r bozucu
ya da gergin l ik yarat ıcı olarak düşündüğünüz eylem-
ler i de ekleyin. Ama yapmaktan nefret ett iğiniz hiç-
bir şeyi eklemeyin. Onlar, ya kabulleneceğiniz ya da
yapmayı bırakacağınız şeylerdir . L istede evden i ş i n i -
ze gidip gelmek, a l ı şver i ş yapmak, çamaşır y ıkamak
ya da günlük i ş l e r i n i z arasında s ı k ıc ı veya b ık t ı r ıc ı
olarak gördüğünüz herhangi bir şey olabil i r . Bu faali-
yetlere g i r i ş t i ğ i n i z her seferinde, s i z i n için uyan ı k l ı k
aracı olmalar ına i z in ver in. Kend in i z i tamamen yap-
t ığ ın ı z işe ver in ve eylemin ardında yatan dingin,
canlı b i l incin fark ında olun. Çok geçmeden, s ık ıc ı , ge-
r ici , s i n i r bozucu olarak değerlendirdiğiniz bu i ş i n
gerçekten de zevk l i olduğunu göreceksiniz. Daha doğ-
rusu , gerçekte zevk aldığınız şey o eylem değil, eyle-
me akan içsel bil inç boyutunuzdur. Bu, yapt ığın ız
şeyde Var l ığ ın mut lu luğunu bulmakt ı r . Eğer hayatı-
n ı z ı n yeterince önemli olmadığını, faz las ıy la gergin
ya da s ık ıc ı olduğunu düşünüyorsanız , bunun nedeni
içsel b i l inc in i z i henüz hayatınıza aktaramamış olma-
262 300
ECKHART TOLLE.
nızd ı r . Yapt ığ ın ız şeyde bi l inç l i olmak, henüz temel
amacınız hal ine gelmemişt i r .
İçsel bi l inçler in i bu dünyaya ve yapt ık lar ı işe akıt-
mayı öğrenen ve yapt ık lar ı her şeyi fa rk ındal ı k la r ın ı
korumak için kul lanan insan lar ın say ıs ı çoğaldıkça, ye-
ni dünya biraz daha yaklaşacaktır.
Var l ığ ın mut lu luğu, bi l inçl i olmanın mutluluğudur.
O zaman uyanık farkındalık, kontrolü egonun elin-
den al ı r ve hayatın ız ı yönetmeye başlar. O zaman, uzun
zaman boyunca yaptığınız bir i ş in doğal olarak çok da-
ha büyük bir şeye dönüşmeye başladığını görürsünüz.
Yarat ım eylemi sayesinde başkalar ının hayatlarını
zenginleşt i ren insanlar ın bazı ları , sadece yapmaktan
zevk aldık lar ı şeyi yapmakta ve bunun karş ı l ığ ında her-
hangi bir şey elde etmeyi beklememektedirler. Müz is -
yen, ressam, yazar, bi l im adamı, öğretmen ya da mühen-
dis olabi l i r ler; ya da sosyal veya iş yapılarına yeni ifade-
ler kazandırmayı amaçlayabilirler (aydınlanmış iş). Ba-
zen birkaç y ı l boyunca etki alanları küçük kal ı r , sonra
aniden ya da zaman içinde giderek genişlemeye başlaya-
bi l i r , yaratıcı bir dalga oluşturabi l i r ler . O zaman eylem-
leri daha önce hayal ett ik ler i şeyin fazlasıyla ötesine ge-
çer ve başkalarına dokunur. Zevke ek olarak, ş imdi yap-
t ı k l a r ı şeye yoğunluk da eklenmişt i r ve bununla b i r l i k -
te, normal insanlar ın başarabileceği her şeyin ötesine
geçen bir yaratıcı güç kendini dünyaya akıtmaya başlar.
Ama kafanız ı sakın buna takmayın, çünkü, orada
hâlâ bazı ego ka l ın t ı la r ı olabil ir. Hâlâ sıradan bir in-
san olduğunuzu unutmayın. A s ı l s ı ra dış ı olan, s i z i n
262 302
VAR OLMANIN GÜCÜ
aracı l ığ ın ız la bu dünyaya gelen şeydir. Bütün var l ı k -
lar la paylaşt ığınız özdür. On dördüncü yüzyı lda İ ran'-
da yaşamış olan şai r ve Su f i üstat Haf ız , bunu şöyle
ifade etmektedir: "Ben içinde Tanr ı 'n ın nefesinin aktı-
ğı bir f lütüm; bu müz iğ i dinleyin."
COŞKU
Yaratıcı kendini ifadenin, uyanma yönündeki iç amaç-
lar ına sadık kalanlara gelebileceği bir yol daha vardır .
B i r gün aniden dış amaçlarının ne olduğunu kavrayı-
ver i r ler . B i r v i zyonlar ı , bir hedefleri olur ve o andan
it ibaren o hedefe ulaşmak için çal ış ı r lar. Hedefleri ve-
ya v izyonlar ı , zaten yapt ık la r ı ve yapmaktan zevk al-
d ık la r ı bir şeyle bağlantı l ıdır. Uyan ık eylemin üçüncü
yolu burada kendini göster i r : Coşku.
Coşku, yaptığınız şeyden aldığınız derin zevke ek
olarak, bir hedefiniz veya bir v izyonunuz olduğu anla-
mına gelir. Yaptığınız şeyin zevkine bir de hedefi ekle-
diğinizde, enerj i alanı veya t i t re ş im f rekans ı değişir.
Yapısal ger i l im olarak adlandırabileceğimiz şey belli
ölçüde zevke eklenerek coşkuya dönüşür. Coşkunun
beslediği yaratıcı eylemin z i rvesinde, yaptığınız şeyin
ardında muazzam bir yoğunluk ve enerj i oluşur. Ken-
din iz i hedefe doğru uçan bir ok gibi h i sseders in iz ; ve
yolculuğun tadını ç ı ka r ı r s ın ı z .
Dışarıdan bakan bir i için, gerginmişs in iz gibi görü-
nebil i r ama aslında coşku yoğunluğunun gerginl ik le
ECKHART TOLLE.
hiçbir i lg i s i yoktur. Yaptığınız şeyi yapmaktan çok he-
defe ulaşmayı istediğinizde ve yapısal ger i l im kaybol-
duğunda, s t res kazanır. S t res , genell ikle egonun geri
döndüğünün i şaret id i r ve kendin iz i evrenin yaratıcı gü-
cünden uzak laş t ı r ı yo r sunuz demektir. Bunun yerine,
sadece egosal isteğin gücü ve ger i l imi ka l ı r ; dolayısıyla,
başarmak için mücadele etmeniz ve " s ı k ı çalışmanız"
gerekir. S t res , her zaman için yaptığınız şeyin kal itesi-
ni ve etk i s in i düşürür . Stres le endişe ve öfke gibi olum-
suz duygular arasında güçlü bir bağ vardır. Vücut için
zeh i r l i bir etk i s i vardı r ve günümüzde, kanser ve kalp
hasta l ık lar ı gibi hasta l ık lar ın en önemli nedenlerinden
bir i olarak görülmektedir.
S t r e s i n aksine, coşkuda yüksek bir ener j i f rekans ı
vardı r ve evrenin yaratıcı gücüyle t i t reş i r . Ralph Wal-
do Emerson bunu şöyle ifade etmiş t i r : "H içbi r büyük
şey coşku olmadan başarı lamaz." İngi l izce coşku anla-
mına gelen enthusiasm kel imesi , ant ik Yunanca -en
ekinden ve T a n r ı anlamına gelen theos kel imeler inden
tü remiş t i r . Bunun la i lg i l i olan enthousiazein kel imesi ,
" T a n r ı tarafından ele geçir i lmek" anlamına gelir. As-
lında, kendi başınıza yapabileceğiniz hiçbir önemli şey
yoktur. U z u n süren coşku, bir yaratıcı ener j i dalgasını
bu dünyaya get i r i r ve bütün yapmanız gereken "dalga-
ya binmek"t i r .
Coşku, yaptığınız şeye muazzam bir güç geti r i r ve
böylece, o güce ulaşmamış olan herkes, " s i z i n " başarıla-
r ın ı za hayranl ık la bakarak, onlar ı s i z i n k iml iğ in i ze
yükler ler . Ama İsa 'n ın şu söz ler in i akl ın ızdan çıkarma-
262 304
VAR OLMANIN GÜCÜ
manız gerekir: "Ben kendi kendime hiçbir şey yapa-
mam." İsteme yoğunluğuna eşit z ı t güç yaratan egosal
isteğin aksine, coşkunun bir z ı t t ı yoktur. Tek tarafl ıdır.
Yaptığı şeyler kazananlar ve kaybedenler yaratmaz.
Başkalar ın ı dışarıda bırakmak yerine, onları da içine
alır. İnsan lar ı ku l lanması gerekmez, çünkü yaratma
gücünün kendis idi r ve başka bir kaynaktan enerji al-
maya ihtiyacı yoktur. Egonun isteği daima başka bir in-
den ya da başka bir şeyden almaya çalış ır; coşku ise bol
bol verir . Coşku zor durumlar ya da i şb i r l iğ i yapmayan
insanlar şeklinde engellerle karş ı laşt ığında, asla saldır-
maz ve bunun yerine etraflarından dolaşır veya tes l im
olarak ya da kucaklayarak, z ı t gücü yarar l ı bir enerjiye
çevirerek düşmanı dost yapar.
Coşku ve ego bi r l ik te var olamazlar. B i r i diğerinin
yokluğu anlamına gelir. Coşku nereye gitt iğini b i l i r
ama aynı zamanda, şu anla, canl ı l ığının kaynağıyla,
mutluluğuyla ve gücüyle derinden birdir. Coşku hiçbir
şey " istemez," çünkü her şeye sahiptir. Hayatla birdi r
ve coşku temell i eylemler ne kadar dinamik olursa ol-
sun, kendiniz i onlarda kaybetmezsiniz. Çarkın ortasın-
da daima dingin ama son derece uyanık bir boşluk, her
şeyin kaynağı olan ama hiçbi r in in dokunamadığı ey-
lemlerin ortasında bir huzur noktası bulunur.
Coşku sayesinde, evrenin dışa doğru yaratıcı prensi-
biyle tam anlamıyla uyum içinde olursunuz ama kendi-
niz i yarat ımlar la tanımlamazs ın ız . Hiçbir tanım olma-
dığında, bağlantı da olmaz; çünkü bağlantı, acının en
önemli nedenidir. B i r yaratıcı enerj i dalgası geçtiğinde,
ECKHART TOLLE.
yapısal ger i l im tekrar azalır ve yaptığınız şeyin zevki
kal ı r . K imse sü rek l i coşkulu bir şekilde yaşayamaz. Da-
ha sonra yeni bir yaratıcı enerj i dalgası gelerek coşku-
yu yenileyebil i r .
B iç imler in çözülüşüne yönelik hareket başladığında,
coşku size daha fazla hizmet edemez. Coşku hayatın dı-
şa doğru döngüsüne aitt i r . Sadece tes l imiyet sayesinde
kendiniz i geri dönüş hareketiyle uvumlandırabi l i r ve
eve doğru yola ç ıkabi l i r s in i z .
Özetlemek gerekirse: Yaptığınız şeyden aldığınız
zevk bir hedef ya da vizyonla birleştiğinde, coşkuya dö-
nüşür. B i r hedefiniz olsa bile, şu anda yaptığınız şeyin
d ikkat in i z in odak noktası olarak kalması gerekir; aks i
takdirde, evrensel amacın dışında ka l ı r s ın ı z . Vizyonu-
nuzun veya hedefiniz in s i z i n ş i ş i r i l m i ş bir imaj ın ız ve
dolayısıyla egonun giz lenmiş bir hali olmamasına dik-
kat edin; örneğin bir f i lm y ı ld ı z ı , ünlü bir yazar ya da
zengin bir işadamı gibi. Hedefiniz in, deniz kenarında
bir v i l la, kendi ş i r ket in i z veya banka hesabınızda on
milyon dolar gibi şunu ya da bunu elde etmeyi içerme-
mesine de dikkat edin. Bütün bunlar stat ik hedeflerdir
ve dolayısıyla s i z i güçlendirmezler. Bunun yerine, dina-
mik hedefler seçin; örneğin, yaptığınız ve bütün insan-
l ı k la s i z i bir leştirebilecek bir eylemi seçin. Kendin i z i
ünlü bir aktör ya da yazar olarak görmek yerine, çalış-
manızla sayıs ız insanı es in lendirdiğiniz i ve hayatlarına
bir şeyler kat t ığ ın ı z ı görün. O eylemin sadece s i z i n ha-
yat ın ı z ı değil, daha sayıs ız insanın hayatını zenginleş-
t i rd iğ in i görün. Kendin iz i , herkesin yarar ı için ifade
VAR OLMANIN GÜCÜ
edilmemiş Kaynağın yaratıcı ener j i s in in biçim dünyası-
na boşaldığı bir kanal olarak hissedin.
Bütün bunlar, hedefinizin veya v izyonunuzun zaten
içinizde yaşayan bir gerçeklik olduğu anlamına gelir.
Coşku, z ih inse l planı f i z i k se l boyuta aktaran güçtür.
Yani z ihn in yaratıcı şekilde ku l lan ı lmas ıd ı r ve içinde is-
tek olmamasının nedeni de budur. İstediğiniz bir şeyi
ifade edemezsiniz; sadece sahip olduğunuz bir şeyi ifa-
de edebi l i rs in iz. S ı k ı çalışma ve stres sayesinde istedi-
ğiniz şeyi elde edebi l i rs in iz ama yeni dünyanın tarz ı bu
değildir.
F R E K A N S T U T U C U L A R
Dışa doğru hareket, her insanda kendini eşit yoğunluk-
la ifade etmez. Baz ı la r ı bir şeyler kurmak, yaratmak,
katı lmak, başarmak, dünyada bir etki bırakmak için
güçlü bir dürtü hissederler. B i l inçs iz olur larsa, elbette
ki egoları kontrolü ele alacak ve dışa dönük ener j iy i
kendi amaçları için kullanacaktır. Ama bu aynı zaman-
da onlara sunulan yaratıcı enerj i ak ı ş ın ın da azalması
anlamına gelir ve i s tedik ler in i elde edebilmek için gide-
rek daha çok "çaba harcamaları'' gerekir. B i l inç l i olduk-
larında ise, dışa dönük hareketin içlerinde güçlü bir şe-
kilde aktığı bu insanlar, son derece yaratıcı olabil ir ler.
Doğal genişleme süreci bitt ikten sonra diğerleri dışa
doğru pek kendi ler in i belli edemezken, daha pasif ve
görece olaysız bir var l ı k sürdürür ler .
262 307
ECKHART TOLLE.
Doğaları gereği daha içe bak ı ş l ıd ı r la r ve onlara göre
dışa doğru hareket asgaridir. Dışa açılmaktan çok eve
dönmek ister ler. B i r şeylere kat ı lmak ya da dünyayı de-
ğiş t i rmek konusunda güçlü dürtüler hissetmezler. Eğer
tu tku la r ı varsa, genellikle kendilerine belli bir ölçüde
bağımsız l ık kazandıracak şeyler in ötesine geçmez. Ba-
z ı la r ı bu dünyaya uymakta zor lanabil i r . Baz ı la r ı ise
kendi ler in i koruyabilecekleri bir şey bulacak kadar
şans l ıd ı r lar ; örneğin kendilerine düzenli gelir sağlayan
bir iş ya da kendilerine ait küçük bir iş gibi. Baz ı lar ı
ruhsal bir topluma katı lmaya ya da manastıra kapan-
maya bile karar verebil i r . Baz ı la r ı toplum dışına i t i l i r
ve uç noktalarda yaşarlar. Baz ı la r ı bu dünyada yaşa-
mayı fazlas ıy la acı verici bulduklar ı için uyuşturucula-
ra s ığ ın ı r lar . Diğer ler i ise zaman içinde şifacı ya da ruh-
sal öğretmenler olurlar.
E s k i çağlarda, onlara muhtemelen münzevi ya da
bilge denirdi. Günümüzde görünüşe bak ı l ı r sa onlar
için bir yer yoktur. Ama yeni dünyada, ro l le r i yaratıcı-
lar, yapıcılar ve reformcular kadar önemlidir. Fonks i -
yonlar ı , yeni bi l incin bu gezegende sağlamlaşmasını
sağlamaktır. Ben onlara frekans tutucular diyorum.
Onlar günlük hayatlar ındaki eylemlerle bilinç yarat-
mak için buradadır lar ve sadece burada var olmaları
bile yeter l id i r .
Bu şeki lde, görünüşte önemsiz olsalar bile aslında
çok önemli bir görev sü rdürü r le r . Onlar ın i ş i , yaptıkla-
rı her şeyde anda kalmayı başararak bu dünyaya din-
ginl iğ i get i rmekt i r . Yapt ık la r ı şeyde bil inç ve dolayı-
262 308
VAR OLMANIN GÜCÜ
s ıy la da kal ite vardı r ; en küçük iş ler inde bile. Amaçla-
r ı her şeyi kutsa l bir tavı r la yapmaktır . Her insan ko-
lek t i f insan bi l inc in in bir parçası olduğundan, yaşam-
la r ın ın yüzeyinde görünenden çok daha derin bir şeki l -
de dünyayı etk i ler ler . A
YENİ DÜNYA, ÜTOPYA DEĞİLDİR
Yeni bir dünya kavramı sadece başka bir ütopik vizyon
mudur? Hiç de değil. Bütün ütopik v izyonlar ın şöyle bir
ortak noktası vardır : Gelecekte bir zamanda her şeyin
iy i olacağı, her şeyin kurtarı lacağı, uyum ve huzur ola-
cağı, bütün so run la r ım ı z ın sona ereceği konusunda zi-
h insel yansımadır lar. B i r sü rü fa rk l ı ütopik vizyon ol-
muştur. Baz ı la r ı hayal k ı r ı k l ı ğ ı y l a sonuçlanırken, di-
ğerleri tam bir felakete yol açmıştır.
Bütün ütopik v i zyon lar ın temelinde, eski bi l incin
ana yapısal bozuk luk lar ından bi r i yatar: K u r t u l u ş için
geleceğe bakmak. As l ında var olan tek gerçek, z ihn i -
n izdeki düşüncedir; dolayıs ıyla k u r t u l u ş için geleceğe
baktığınızda, fark ında olmadan k u r t u l u ş için kendi
z ihn in i ze bakars ın ız . Yani biçimin veya egonun tutsa-
ğı o lursunuz.
"Sonra yeni bir gök ve yeni bir yer gördüm," der İsa.
Yeni bir dünyanın temeli yeni bir gökyüzüdür; yani
uyanık farkındalık. Dünya - dış gerçeklik - sadece
onun bir yansımasıdır . Yeni bir gökyüzünün yükse l i ş i
ve dolayısıyla yeni bir dünyanın doğuşu, gelecekte ola-
ECKHART TOLLE
cak ve bizi kurtaracak olaylar değildir. Hiçbir şey bizi
özgür kılmayacak, çünkü bizi özgür k ı lma gücü olan tek
şey şu andır. Bu anlayış, uyanışt ı r . Gelecekteki bir uya-
n ı ş ın hiçbir anlamı yoktur, çünkü uyanış Var l ığ ın anla-
ş ı lmasıdı r . Dolayıs ıy la, yeni gök, uyanmış bilinç, gele-
cekte ulaşılacak bir nokta değildir. Yeni bir gök ve yeni
bir dünya şu anda aranızda yüksel iyor ve eğer şu anda
yükselmiyor olsalardı, z ihninizde bir düşünceden ibaret
olarak ka l ı r la rd ı ve dolayıs ıyla hiçbir şekilde yükse l i ş
olamazdı.
Dağdaki Vaaz'da, î sa bugün bile çok az insanın anla-
dığı bir söz söyler: "Ne mut lu yumuşak huylu olanlara;
çünkü onlar yer i mi ras alacaklar." İnci l ' in yeni vers i -
yonlarında, "alçakgönüllü" olarak anılan bu "yumuşak
huylu" insanlar k imlerd i r ve neden yer i miras alacak-
lardır?
Bu insanlar egosuz olanlardır. B i l inç olarak gerçek
doğalarını anlayan ve diğer tüm canl ı lar ı kendilerinden
olarak tanıyan insanlardır . Tam bir tes l imiyet halinde
yaşarlar ve kendi ler in in bütünle ve Kaynak ile b i r l ik le-
r in i hissederler. Uyanmış olan bi l inçler i , gezegenimiz
üzerindeki tüm yaşamı değiştirmektedir, çünkü dünya,
insan bilincinden ayrı lmayan, insan bilincine göre dav-
ranan başka bir canlıdır. Yani yumuşak huylu olanların
yer i miras almasının anlamı budur.
Dünya üzerinde yeni bir tür doğuyor. Bu ş imdi olu-
yor ve yeni tü r de s i z s i n i z !
310