NEBE SÛRESİ1-4. ÂYET
لله الحمد الرحيم الرحمن الله بسم جيم الر يطان الش من بالله أعوذ
العالمين رسولنا رب على الم والس الة وصحبه والص آله علي و محمد
لسانى من العقدة واحلل امرى رلى ويس صدرى اشرحلى رب أجمعيناألحاديث تأويل من وعلمتني الملك من آتيتني قد رب قولى يفقهوا
مسلما ني توف واآلخرة الدنيا في وليي أنت واألرض ماوات الس فاطر
في واحشرنا الحين بالص وألحقنا مسلمين توفنا الحين بالص وألحقني
األبرار مع الجنة وأدخلنا الحين زمرةالص
KUR’ÂN’DAN OKUNAN BÖLÜM:
( الذي هم فيه مختلفون2( عن النبإ العظيم )1عم يتساءلون ) (3)
TEFSİRDEN OKUNAN BÖLÜM:
( عم يتساءلون عم أصله عن ما وقرىء بها ثم1عم يتساءلون ) أدغمت النون في الميم فصار عما وقرىء بها ثم حذفت األلف
تخفيفا لكثرة االستعمال في االستفهام وعليه االستعمال الكثير وهذا استفهام تفخيم للمستفهم عنه ألنه تعالى ال تخفى عليه خافية }يتساءلون{ يسأل بعضهم بعضا أو يسألون غيرهم من
المؤمنين والضمير ألهل مكة كانوا يتساءلون فيما بينهم عن البعثويسألون المؤمنين عنه على طريق االستهزاء
( }عن النبإ العظيم{ أي البعث وهو بيان للشأن2عن النبإ العظيم ) المفخم وتقديره عم يتساءلون عن النبإ العظيم
( }الذى هم فيه مختلفون{ فمنهم من3الذي هم فيه مختلفون ) يقطع بإنكاره ومنهم من يشك وقيل الضمير للمسلمين والكافرين
وكانوا جميعا يتساءلون عنه فالمسلم يسأل ليزداد خشية والكافريسأل استهزاء
BÜYÜK HABERNEBE SÛRESİ
1-4. ÂYET
İÇİNDEKİLER
1.Kur’an’dan Okunan Bölüm
2.Tefsirden Okunan Bölüm
3.Kur'an Rehberliğindeki Yolculuğumuz
4.Amme'ye Geçtim
5.Kırklardan Olmanın En Güzel Yolu
6.İç Yapının Sağı Solu Olmaz
7.Haddini ve Hattını Bil
8.Habir İsmine Mazhar Olmak
9.Fiil-Esma-Sıfat ve Zat Boyutları
10.Erken Haber Almak
11.Biz Asriyiz, Biz En Medeniyiz
12.Hitabette Dikkat Nasıl Çekilir?
13.Neden Soruşturuyorlar?
14.Eğlenmek İçin Soru Sorma!
15.Büyük Haber
16. Örnek Alınacak Atalarımız
17.Göklerin ve Yerin Titremesi
18.Uzun Ömür Neden İstenir?
19.Kayrılmaz İkili: Dünya ve Ukba
20. Resullerin Bir Kavme Musallat Oluşu
21.Küfrün Soğuk Yüzü
22. Mücadelede Kafa Karıştırmak
23.Arifin Yanındaki Rahatlık
Değerli Müminler, Kıymetli Kardeşlerim;
Allah Teâlâ Hazretleri cümlemizin taksiratını affeylesin, hasenatını ziyadesiyle kabule
karin eylesin. Lütfundan, kereminden bizleri mahrum eylemesin. Aziz kitabının rehberliğinde
O'nun nuru ile şefaati ile yol almayı, dünya ve ukbada güzel bir yaşam sürmeyi yine cümle
müminlere nasip ve müyesser eylesin.
KUR'AN REHBERLİĞİNDEKİ YOLCULUĞUMUZ
Kardeşlerim! Aziz kitabımızın rehberliğinde O'nu anlamaya çalışarak, O'nu
anlatmaya çalışarak ve O'nun içeriğinde yer alan hakikatler ile tahakkuk ederek, (huylar)
ahlaklar ile ahlaklanarak, O'nun boyasına boyanarak yol almaya devam ediyoruz. Allah
yolculuğumuzu rızasına nail eylesin. Huzuruna varmak ile şereflendirsin.
Son cüze gelmiş olduk. Otuzuncu cüze gelmiş olduk. Bu mübarek aylar içerisinde bu
mübarek sene içerisinde; mübarek diyorum dua anlamında söylüyorum. Allah bereketli kılsın
anlamındadır. Bazen istekler böyle söylenir. Mübarek adam, mübarek çocuk deriz. Yani
Allah bereket versin, bereketli ol, ey bereketli insan anlamındadır. Allah bu mübarek sene
içerisinde de yine nice sureler okuyup onların sırrınca sırlanmayı bizlere nasip eylesin.
AMME'YE GEÇTİM
Nebe Sure-i Celile’si, bu Sure-i Celile’ye yeni sene içerisinde, yeni ay içerisinde
girmiş oluyoruz. )النبأ( سورة Suretu'n- Nebe, Nebe Suresi veya ) Amme سورة )عم
Suresi diye de bilinir. Genelde halk Amme diye bilir. Ammeye geçtin mi derler. Ammeye
geçtim daha ilerisini de seçtim diyeceksin. Ammeye geçtiğimiz gibi daha ilerisini de seçtik
diyeceksiniz. Allah seçici kullarından eylesin. Durucu gerici kullarından eylemesin. Evet,
bu sure de haberler var. Mekke’ye, İslam ile tanış olanlara Allah’ın haberleri var. Yeni
haberler, Mürselat ile gönderilenler içerisinde Nebe Suresi de var. Bir önceki gönderilenlerin
içerisine Nebe de dâhildir. Allah, haberler gönderiyor. Bu surenin anlamı Nebe, haber
demektir. Nebi kelimesi de buradan gelir. Enbiya da nebinin çoğuludur. Peygamberler
demektir. Peygamberlere nebi denilmesinin sebebi de Yüce Allah’tan aldıkları haberleri
insanlara getirmeleridir, iletmeleridir. Haber getiren anlamında Nebi diyoruz. Bizim
Nebimiz Muhammet (a.s) ‘tir.
KIRKLARDAN OLMANIN EN GÜZEL YOLU
Bu sure-i celile 78. sure-i celiledir. 114 surenin 78. suresidir. Mekke'de nazilمكية
olan surelerdendir. 40 وهي أربعون آية ayettir. Bu sure-i celileyi demek ki hakkıyla
kavrayan, anlayan kırklardan olur. Allahın izniyle kırklardan olur. Bu basamaklardan
çıkar, kırkını ikmal ederseniz kırkı çıktılardan olursunuz. Artık gezebilir, tozabilir, hapisten
kurtulursun. Bu işin esprisi değil mi? Hani çocuklar için bebekler için derler. Kırkı çıktı mı?
Çıktı, iyi öyleyse kucağında gezdir. Şöyle etrafı görsün, çocuğun gözü gönlü açılsın. İşte
ulular da yaş itibariyle kırkı tamamladı mı ba'de'l-erbain ya gördünüz mü erbain çıkartmak
var. Ondan sonra ne olur. Baliğ olur. Çevreye bakabilir. O zamana kadar gözünü yummalı.
Kendine bakmalı. Çevrede gözü olmamalı. Ama kırkına gelince de Peygamber gibi فانظر Ey Peygamber! Yeter artık şu mağaranın içinde duvarlara baktığın, içine baktığın yeter, afaka
bak.
فxxانظر إلى آثxxار رحمت الله كيxxف يحي األرض بعxxد موتهxxا إن ذلxxكلمحي الموتى وهو على كل شيء قدير
"Allah'ın rahmetinin eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor. Şüphe yok ki O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.."1
Bak, şu asara bak. Görüyor musun yerler gökler dopdolu, gözün gönlün açılsın. Şimdi
senin içini de açtık. Dışın da açılsın. Gözün kulağın artık âleme açılsın. Kulak olasın. هو أذن 2 değil mi? O kulak yahu. Yerde, gökte, kenarda köşede ne fısıldarsak hepsi adamın
1 Rum30/502 Tevbe9/61 قل أذن خير لكم يؤمن هو أذنومنهم الذين يؤذون النبي ويقولون بالله ويؤمن للمؤمنين ورحمة للذين آمنوا منكم والذين يؤذون رسول الله لهم Yine onlardan peygamberi inciten ve O (her söyleneni dinleyen) bir kulaktır diyen kimseler de" عذاب أليمvardır. De ki O, sizin için bir hayır kulağıdır ki Allah'a inanır, müminlere inanır(güvenir).İçinizden inanan kimseler için bir rahmettir. Allah'ın resulünü incitenler için ise elem dolu bir azap vardır."
kulağında… Gördün mü? Böylece bu işin esprisini, hikmetini anlatmış olduk. Allah Teâlâ
Hazretleri yanıltmasın.
İÇYAPININ SAĞI SOLU OLMAZ
İşin özü ile ilgilidir. Özün öze uygun oldu mu, özün öze bozukluğu olmadı mı sağa da
çek sola da çek fark etmez. İçyapının ne sağı vardır, ne solu vardır. Ama dışarıya gelince
bağ, bahçe, tarla, bayır, çayır deyince ha o zaman hudut vardır.
تلك حدود الله فال تقربوها "Bunlar, Allah'ın koyduğu sınırlardır."3
İşte bu şer-i şerif var ya Allah’ın hudududur. Sınırlısın ve sorumlusun. Sınırlara
dikkat et. Çünkü sorumluluğun bu sınırlara göredir. Ama içe daldın mı onun ne mihengi
vardır, ne sağı vardır ne solu vardır. Çünkü o sadece birdir. Bazen içerden bazen dışarıdan
söz ederiz. Allah’ın kulları ona göre düşlersiniz, ona göre düşünürsünüz. Düşürürsünüz. Allah
düşürsün. Hani jeton düştü mü düştü, şimdi düştü. Ne diyoruz. Cemre düştü mü? Düştü. Ateş
düştü mü gönlüne? Düştü. Fikir, aklıma düştü. Ha düşsün. İşte bu ne gelirse aşağıdakilere
yukarıdan gelir. Gözleri hep yukarıdadır. Hep yukarıdan gelir.
ماء رزقكم وما توعدون وفي الس "Gökte rızkınız ve size vadolunan şeyler vardır."4
HADDİNİ VE HATTINI BİL
Vahiy de yukarıdan gelir, yağmur da yukarıdan gelir. Rızık da yukarıdan gelir.
Âdem baba (atan-deden) da yukarıdan geldi. Onun için gözümüz hep yukarıdadır. Ama
gözüm yukarıdadır diye onun bunun omzuna sakın basma. Yukarı çıkacağım diye Allah’ın
kullarını merdiven olarak kullanma. Onun bunun sırtını, omzunu çiğneme. Edebinle
terbiyenle sana ayrılan yoldan yürü. Haddini bil, hattını bil. Hangi hattan gideceğini bil.
Yoksa adamı tahdit ederler, tehdit ederler. Haddini bildirirler. Zorlama, yoksa tokatları
yersin. Zorla yola getirilenlerden olmayasın. Kerhen olmasın, tav'an olsun. Tav'an
güzeldir, tatlıdır. Kerhen olursa acıdır. Yine yola gelirsin de ama acı bir şekilde olur.
Kolunu kanadını kırarlar. Burnun kanamadan, kolun kanadın kırılmadan yol almalı. Allah
bu şekilde cümlemizi tav'an gelenlerden eylesin.
فقال لها ولألرض ائتيا طوعا أو كرها قالتا أتينا طائعين "Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne 'İsteyerek veya
istemeyerek gelin.' Dedi. İkisi de 'İsteyerek geldik.' dediler."5
3 Bakara2/1874 Zariyat51/225 Fussılet41/11
Ya Rabbi biz uysallıkla geliyoruz. Uyarak, emrine koşa koşa geliyoruz. Bakın şu
haliyle hocamız maşallah koşa koşa geliyor. Allah gönlüne göre versin. Kemal Hoca da
Kemal’e erme yönünde destek oluyor. Sağ olsun. Allah kemal ehlinden bizleri mahrum
eylemesin. Bu da canlı canlı duadır. Siz de sohbetlerinizi canlı tutun. Ve daima olandan
bitenden yararlanın. Uzaklara yedi kat öteye bakmayın. Gözünüzün önündekini görün de
kadrini kıymetini bilin değil mi?
Mekke'de nazil olmuştur, kırk ayettir dedik ve bu kırk ayeti hakkıyla, bihakkın okkalı
bir şekilde özüne indirenler, kırk lokmayı içine sindirenler, kemale ererler. Vallahi yeminle
söylüyorum bu kırkı kırklayabilirsen kesinlikle kırkların ötesinde olursun.
HABİR İSMİNE MAZHAR OLMAK
Evet, şimdi bakalım; basamak basamak bu haberleri almaya çalışalım. Haberi
hakkıyla alırsanخبير habir olursun. Yani Yüce Allah’ın .isminden nasiplenirsin الخبير
Haz alırsın, pay alırsın. Böylece
تخلقوا بأخالق الله"Allah'ın huyları ile huylanınız."6sırrına erer, yüce karakterlerle donanırsın. O zaman
bambaşka çözümler üretirsin. Kişinin haber alması ne kadar güçlü ise, yerden gökten
sağdan soldan altından üstünden ne kadar haberdarsa, ona göre tedbirini alır. Ona göre
yükünü hazırlar. Ona göre cevabını hazırlar. Ona göre hazırundan olur. Haber alma
yönünden ne kadar negatifse olumsuzsa ve habersizse, dünyadan bihaber, olandan
bitenden bihaber; işte o hata üstüne hata yapar. Zararlı şeylerin tam üstüne basar. Böylece
sağa bassa suç olur, başına bir bela gelir. Sola bassa, gitse yine bir kolunu kanadını kırar.
Ama habir خبير olursan her şeye hazırlıklı olursun. İşte Yüce Allah’ın ismine الخبير
yönelik olan yönümüz budur. Kişinin gözünü açar, kulağını açar, kalbini açar ve doğru adım
atmasını sağlar. Günümüzde habercilik önemlidir, bakın erken haber almak çok önemlidir,
deprem vs. gibi afetlerde bu önem daha da artar değil mi? Hastalıkta erken teşhis çok
önemlidir. Gördünüz mü Allah’ın kulları? Rahmetli büyüğümün küçük bir radyosu vardı.
Haber saati geldi mi diye sorardı. Haber saati gelince onu açar, haberleri dinlerdi. İnsanın
tuhafına gidiyor. Bunu bir defasında açıkladı. Bu الخبير ismine hürmettir derdi. Onun için
açıyorum ve dinliyorum. Her şeyi bilmek kadar tatlı bir şey yoktur. Adam ta seneler sonrası
duymuş sen onu önceden haber almışsın. Abdülkerim Ceyli diye bilinen ve sufi
büyüklerinden Abdülkadir Geylani'nin bir timsali, bir misali, bir benzeri olan bu kişi
Muhyiddini Arabî ile tasavvufta yarışıyor diye bilinirmiş. Bir sözünde şöyle diyor:
6 Taarruf, c.1, Muhakkikin Önsözü,s.49; Şerh-i Tahaviyye, Arnavuti, c.1,s.88
و إني قبل الفعال أطالع"Ben الفعال (Faal)den önce olacak biteceği mütalaa ederim."
Tabi bunu duyunca, ilk bakışta baktığın zaman vay gâvur vay diyorsun. Şuna bak ya!
.Faal Allah'tır الفعال ?Faal kim الفعال
إن ربك فعال لما يريد "Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır."7
O ne diyor:
و إني قبل الفعال أطالع diyor.
FİİL-ESMA-SIFAT VE ZAT BOYUTLARI
Adam basamak ötesi konuşuyor. Çünkü Faal olan fiille ilgilidir. Fiil esmanın altında
bir basamaktır, açılımdır. Oradaki saraylar farklıdır. Onun daha ötesinde bir âlem vardır.
Orası esma âlemidir. Onun daha ötesinde Rabbü'l-âleminin âlemlerinden bir âlem vardır.
Sıfatlar âlemi vardır. Buranın da Rabbi Allah’tır. İşte ef'al boyutunda yaşayanlar vardır,
algıları o şekildedir. Yaşam biçimleri fiil derecesindedir. Allah'ın fiilleri derecesindedir.
Onun ötesinde esma derecesi vardır, onun ötesinde sıfat derecesi vardır. Onun ötesi ise zat-
ı vahittir. Allah'ın hükümranlığı vardır. Yekpare olan zat vardır. Parçalanma kabul
etmeyen bütün vardır. Parçalanma kabul etmeyen bütünün âlemidir. Fiil derecesinde
Allah'ın takdiratı vardır, Allah faaldir, kaynak odur. O fiiller âleminde Yüce Allah faal olur.
Fiiller âleminin padişahıdır. Buna فعال "Faal" denir. "Fail-i mutlak" demektir. Bunun
mübalağası ise Faaldir. Bu adam ne diyor? Ben O'ndan önce mütalaa ederim, diyor. Bu ne
demektir? Ben daha ötesinde öte tarafları yokladım. Biraz seyahate çıktım. Oralarda ben
bunları duydum. Daha oradan buraya inmeden evvel, benim haberim var. Hükümet dairesinde
bakanlar arasında toplantı olmuş, aralarında şöyle şöyle diye konuşmuşlar. Vali geliyor, daha
burada kimsenin bilgisi yok, ha benim haberim var diyor. Daha genel müdüre, özel müdüre
vs. inmemiş. O daha oralara gelmeden önce biliyor, nereden biliyor, daha dün oradaydım,
diyor. Durum bunun gibidir. İşte böyle haber alanlar vardır.
ERKEN HABER ALMAK
Haber alan örgütler vardır. Daha henüz yerine ulaşmadan haber alanlar vardır. Demek
ki habercilik bu kadar önemlidir. Yüce Allah da bu sureye bu ismi vermiştir. Çok ilginçtir.
Devlet politikasında devlet yönetiminde erken haber almak temeldir ve esastır.
Haberciliğin güçlü değilse, haber aldığın kaynaklar çürükse vay haline… Adamı
oradan buradan hallederler, sağ bırakmazlar, sağlam bırakmazlar. Delik deşik ederler. Ama
7 Hud11/107
önceden haber alırsan daha kibriti çakarken tepesine iner üflersen ya da bir tane indirirsen
ne âlâ. Ama yanmaya başlayıp yangın yayıldı mı, söndürmek çok zordur. Yani yılanın
başını daha küçükken, hemen doğasıya ezeceksin. Bunlara ihram halinde bile müsaade
vardır. Bu yılanın başını ezmeye müsaade vardır. İhram yahu ihram… Huzur âlemine
gitmişsin. Orada bile rastlasan ez başını gitsin.
Çaylak gelmiş kopar başını gitsin. İhramda ne işi var? O hareme o nasıl girmiş?
Kopart başını gitsin. Demek ki habercilik bu kadar önemlidir.
Haber Suresi, şimdiye kadar pek üzerine dikkat edilmemiştir, değil mi? Var mı böyle
bir şey, duydunuz mu? Demek ki bir sistem olarak bakın bu ismin verilmesi çok önemlidir.
Müfessirimiz, kırk âyet-i celiledir, dedi.
حيم حمن الر بسم الله الرBu sure-i celile asırla ilgilidir. Biz asri bir toplumuz. Bizوالعصر den aşağısına ait bir
toplumuz. Muhammet a.s ‘in toplumu والعصر den sonradır. والعصر de O'nun asrına
kasemdir. Asri Muhammedi'ye yemin olsun demektir.
BİZ ASRİYİZ, BİZ EN MEDENİYİZ
Biz asriyiz, biz en medeniyiz. Biz gurup vaktine en yakın gelmiş ümmetiz ve geçmişe
nispeten ömrümüz de bu kadar kısadır. Âdem'den bu yana Duha vakti yaşandı. İnsanlar
bunları tespit edebilir. Acaba İşrak vaktine kadar olan hangi dönemdir? İşrak vaktinden
Duha'ya kadar acaba hangi peygamberin dönemidir? Duha'dan zuhra kadar vs… Bunları
tespit edebilirsiniz. Bakarsınız ve belli manevra yapan peygamber vardır. O anda o yönden
sizin dikkatiniz çekilmiştir. Bunları bulmak zor değildir.
Geldik ikindiye… İşte o zaman Muhammed (a.s) geliyor. Asır, asr-ı Muhammedî'dir,
Kuran asrıdır. Efendim böyle beyan ederdi. Asır, asrı Muhammedî'dir, asır asr-ı Kuran'dır.
Bundan sonra bir kitap gelecek değildir. Demek ki bir günü değerlendirdiğimizde
Muhammed ümmetinin o gün içerisindeki yeri ikindiden akşama kadar olan vakittir.
Onun için bizim atalarımızda genelde en basitimiz, en avamımız ye çıktın'والعصر
mı? Evet, ye'والعصر kadar biliyorum. Bilir, evet, bu en avamın bildiğidir. Biraz ötesi
Duha'ya kadar çıkıyor. O da nedir, ikindiyle öğlen arasıdır. Duha'ya çıkmış falan gibi tasnifler
yapabilirsiniz.
Biz günün sonunda gelen bir toplumuz.
ابقون يوم القيامة نحن اآلخرون السh" Biz zaman itibariyle dünyada sonradan gelenleriz, ama ukbada öne geçenleriz."8
8 Buhari, Cuma,1((اآلخرون) في الدنيا. (السابقون) في اآلخرة.)
Bu meyanda birçok hadis vardır. Biz zaman itibariyle dünyada sonradan gelenleriz,
ama ukbada öne geçenleriz. Cennet cehenneme doğru hadin yürüyün denilirken Cennet-i
A'la'ya kapılar açılıp kavimler idhal edilirken en önce benim ümmetim geçer. Biz evvelcileriz.
Biz, ukbanın evveli dünyanın ahiriyiz. Dünyada ahirlerdeniz. İşte asır ehli de bu türdendir.
Dolayısıyla bu sure-i celile böyle kısa kısa ayetlerden meydana gelmiştir ancak önceki o uzun
uzun dönemlere denktir ve daha fazladır. Daha fazlasını vermiş, çünkü çarpım fazla, sevap
fazladır. Sevap verirken Allah bu ümmete ne uyguluyor?
من جاء بالحسنة فله عشر أمثالها "Kim bir iyilik yaparsa ona on katı vardır."9
Geçmiş toplumlarda bu yoktu. Bu da ümmet-i Muhammed'e hassatendir, hastır.
لله رب العالمين .Hamdolsun alemlerin Rabbi Allah’a. Bu sure asır suresidir الحمد
Yani Muhammed asrında yaşayan, yani ikindiden guruba kadar gelen ümmetin suresidir.
Onun için ikindiden sonra okumak lazım. Okudun mu zaman olarak birbirine tam denk
gelir. Biz öyle yapardık. Büyüğümüzün huzurunda ikindiden sonra okurduk. Kitaplarımın
içerisinde de Nebe suresi ile ilgili, bu incelikle ilgili bir anlatım vardır. Niçin o sureyi
okuyorduk? Güneşle zaman dilimiyle o güneşin gruba doğru inişiyle inmesiyle batmaya
yönelmesiyle ilgili ayetler vardır. Güneşte beliren ahval ve insan ruhunda oluşan hisler insanı
bambaşka anlayışlara, hislere götürür. İnsanın bir şekilde kemal yönünde noktalanmasını,
ikmalini sağlar. İşte bunların içinde göreceğiz. Bu sureyi yani kırk ayeti tam anlamı ile
hazmeden bir adamın, mükemmel, okkalı bir müslüman olacağında hiç şüphe yoktur.
Sure-i celileyi başından okuyarak, giderek yürümeye, izah etmeye, anlamaya
çalışalım.
حيم حمن الر بسم الله الرneden diye عم başlayan bir soru, neden, niçin? Çok önemlidir. Uykuda olan bir
topluma, gaflete girmiş, ölmek üzere gelmiş bir topluma neden, niçin gibi sorular hitabette
çok önemlidir.
HİTABETTE DİKKAT NASIL ÇEKİLİR?
Soru ile başlamak muhatabın dikkatini çekmede en önemli noktadır. En önemli
yöntemdir, yoldur. Neden, niçin?
9 Enam6/160
Niçin bakıyorsun be hey adam? Bakıyorsun herhalde değil mi demek ayrı, niçin
bakıyorsun bana demek ayrıdır. Ne kadar farklı değil mi?
Bu أصxxله kelimenin aslı imla عن ما yönüyle عنharf-i cerri ile ism-i ما mevsulünün ikisinden müteşekkildir. عمnin aslı عن ve ماdır. وقرىء بها bu şekilde okundu.Yani عن ما şekliyle de okunmuştur. Demek ki ayrı ayrı imlaları bu şekilde okundu. Sonraثم harfinin م mim في الميم harfi katıldı ن nun أدغمت النون içine katılarak idgam yapıldı. O zaman م ,ن e kalbolunca فصار عما amma عما oldu. بها عما يتساءلون .Yine bu şekilde de okundu وقرىء şeklinde de okundu. ثم Daha sonra عما(amma) daki elif حذفت األلف .hazfedildi ا تخفيفا لكxxثرة yapıldı. Dile söylemesi, yazıya عم kelimesiعما çok kullanıldığından ötürüاالستعمالyazılışı kolay gelsin diye elif hazfedilmiştir. derken biraz عما ,demek daha kolaydırعم salıvereceksin, yukarı doğru direk gibi çekmen lazım, uzatacaksın, عم derken ağzını açmana gerek yoktur. Derken عما med vardır. Medleri yaparken de ağız açılmalıdır. Ağzını açmadan med yaparsan bu usulsüz bir okuyuştur. Çünkü med, ağzın açılmasıyla elde edilir. عما derken ağzını açacaksın. عم demek daha kolaydır. Çünkü ağzını açmana gerek kalmaz. Bu oluşum ne konuda االستفهام istifham في yani soru konusunda çok kullanım olduğu için عما kelimesi ye dönüştürülmüştür. Bunun daha başka örnekleri عم
de vardır. لم -لما ,فيم- فيما gibi kelimeler aynı kaideye göre kısaltılmışlardır.Tahfif edilmişlerdir, ا leri düşürülmüştür.
فيم أنت من ذكراها "Onu bilip söylemek nerede sen nerede?"10
aslı فيما demektir ama .ye düşürülmüştür فيم الكثير genel وعليه االستعمال
kullanım bu kaide, minval üzeredir. Yani şeklindedir. Tabi ki şair bazen vezin eksik عم
kalır عما diye çeker. Ancak çoğunluk böyle عم diye kullanılır. وهذاbu soru, kelimenin
imla yönünü tamamladı, kelimenin gramer yönüyle nasıl oluştuğunu belirtti. Şimdi sorunun
türü nedir? Bu nasıl bir sorudur? Sorunun çeşitleri vardır. Arap Edebiyatında soru türleri
vardır. Bu tefhim türünde bir istifhamdır. Bu ne demektir? Sorulan استفهام تفخيم
şeyin değerini, önemini, haşmetini, dehşetini, vahşetini belirtmek, vurgulamak için bir soru
tarzıdır. Tefhim, tazim demektir. Yani şimdi çok önemli bir şeyden soruyor. Basit bir şey
değil, çok derin, insanı son derece ilgilendiren, insan için son derece önemi olan bir şeyden
soruyor. Demek ki istifham tefhim içindir demek bu beyandadır. Neden böyle söyledi?
Çünkü istifham bazen tahkir için olur, bazen tezyif için olur, bazen beyan için olur. Türleri
çoktur. Bu tefhim içindir. Neyi tefhim, tazim içindir? عنه kendisindenللمستفهم
sorulan, kendisi hakkında neden soruluyor ise o şeyi tefhim içindir, önemini, azametini
vurgulayarak muhatabın dikkatini ona çekmek içindir. Onun kafasını dank ettirmek içindir.
10 Naziat 79/43
Kendine getirip tamamen o şeye insan duygularını yöneltmek içindir, tek noktaya çekmek
içindir. Bu da bir soru ile başlatılıyor. Kişinin, muhatabın tamamen o noktaya yoğunlaşmasını
sağlamaya yönelik bir soru biçimidir, bir hitabet biçimidir. ألنه Çünkü peki, bu bilgi almak
için sorulmuş bir soru mu? Yani bilmiyor da mı soruyor? Genelde soruları biz öyle sorarız.
Anlamadığımız bir şeyi anlamak için sorarız.
Saat kaç? Saatin kaç olduğunu bilmiyorum, öğrenmek için soruyorum. Veya laf olsun
diye, zaid vakti doldurmak, konuşma olsun, sessizliği bozalım şöyle diye soruyorum. Bu bilgi
alma sorusu değildir. Sadece tefhim içindir. Neden? Çünkü bu soru istifham olduğu için olsa
yani bir şeyi anlamak için olsaydı, bilmediği bir şeyi anlamak yani isticvab için olsaydı, Allah
için bu mesele gizli kalırdı. Yani Allah bilmiyor da birisinden haber alacak anlamına olurdu.
Olamaz. Neden olamaz? ألنه تعالى Çünkü Allah’a hiçbir gizli şey yoktur. ال تخفى .Gizli olan hiçbir şey yoktur عليه خافية
Nitekim bakınız Hakka Sure-i Celilesinin 18. âyet-i celilesinde
يومئذ تعرضون ال تخفى منكم خافية " Siz o gün Allah'a arzolunacaksınız."11
Huzura alınacaksınız. Amellerinizin deşifre edilmesi için kitaplarınız açılacak. Ana kitap
açılacak, ara kitap yani kendi şahsınıza ait olan kitap da açılacak. O kendi şahsınıza
meleklerin yazdığı kitap ile Allah'ın levh-i mahfuzu ikisi birbiri ile karşılaştırılacak. Buna
"arz" diyoruz. Nitekim Kur'an'ın Cebrail (a.s)'in gelip de Peygamberle okunma işine de ne
diyorduk? Arz diyorduk. Ve daha sonra karşılıklı okumaya da mukabele deniyor.
İşte o gün siz يومئذ تعرضون arzolunacaksınız. Rabbinize arzolunacaksınız.
ال تخفى منكم خافية "Sizden hiç biriniz O'na gizli kalmayacak."12
Bir araya sıvışamazsın. Birisinin arkasında aradan girip de kaybolamazsın. Hani
dünyada olur ya kalabalıklarda kendimi şöyle şuradan gireyim, şuraya saklanayım. Bir araya
girersin, bacakların arasından şunun arkasından derken kendini kaybettirebilirsin, izini
kaybettirebilirsin. Ha orada böyle bir şey yoktur. Sizden hiçbirisi orada böyle kaybolamaz.
Ne kendiniz ne de yaptığınız şeylerden hiçbir şey gizli kalmaz. Hepsi orda meydandadır.
Deşifre olmuştur, olacaktır. Madem Allah için hiçbir şey gizli kalmayınca Muhammed'im
bunlar neden soruşturuyorlar? Bilmiyor da Muhammed (a.s) o konuştuklarını anlatıverecek,
ondan sonra bilecek, böyle bir sebep için değil. İsticvab için değildir. Yani biz şunu
11 Hakka69/1812 Hakka69/18
konuşuyoruz Ya Rabbi, böyle bir isticvab sorusu değildir. Bu tamamen tacizi, tefhimi ifade
eden bir sorudur.
NEDEN SORUŞTURUYORLAR?
Neden soruşturuyorlar? Ey Muhammed! O senin kavmin var ya o }يتساءلون{
kodamanlar, o koca koca kafalı Mekkeli müşrikler, kara kara kayaların arasında taş kesilmiş
ve yürekleri de kapkara olmuş, merhametsiz kavmin, o koca başlar, karabaşlar var ya…. Biz
de karabaş diye köpeğe derler. Bilmem sizde kullanırlar mı? Karabaş geldi mi falan diye
kullanılır. Bunlarında başları böyle karabaşlardır, öküz gibi başları vardır.
Çünkü Ebu Cehl'in ve Ebu Leheb'in başlarını kesince İbn-i Mesud Hazretleri çok zor
taşımış. Uhud Savaşı'nda Ebu Cehl'in başını çeke çeke aman Allah’ım zor götürmüş. Kan
revan içinde ter içinde kalmış. Adamın kömüş gibi kafası var. Adamın kafasının ağırlığı İbn-i
Mesud'dan daha ağır.
Neden soruşturuyorlar? Bu dikkatleri çekmek için konunun, soruşturulan şeyin insanın
kaderi için çok önemli bir mevzu olduğunu anlatmak için böyle bir giriş yapıyor.
O Mekke'nin müşrikleri neden soruşturuyorlar? يسأل بعضهم بعضاbirbirlerine
soruyorlardı. "Bu Muhammed'in dediği nedir? Kıyam günü, ceza günü, din günü de neymiş?"
Böyle birbirlerine soruyorlar. Sen bir şey anladın mı? Böyle bir şey duydun mu? Babandan,
dedenden böyle bir şey duydun mu? Yok ya, öyle bir şey olur mu? Olsaydı, benim dede daha
büyük kafalıydı, onun kafasında gelmişin geçmişin bütün bilgileri vardı. Böyle bir şey
bahsetmedi. Olacak şey değil. En sonunda cevaplarını kendileri verirlerdi. Kendileri
sorarlardı, kendileri cevap verirlerdi. Çünkü Muhammed (a.s) ‘ın verdiği cevaplara aşina
değildiler, mukni olmuyorlardı, ikna olmuyorlardı, kabul etmiyorlardı.
diyerek yalan söylüyorsun, diyerek Peygamber (a.s)'a inanmazlardı. Yani O'nun تكذب
verdiği cevapları cevap olarak kabul etmezlerdi. O'nunla alay eder ve uydurduğunu
söylerlerdi. Onun için kendisi sorar, kendisi cevap verir, bu adam var ya kendi çalar kendi
oynar. Hem kendileri çalar, hem de oynarlardı, göbek atarlardı. Her şeyleri kendileri
bilirlerdi. Ne Yahudisine ne Hristiyanına değer verirlerdi. İnsanların en bilgesi biziz derlerdi.
Bizden başkası anlamaz bu işlerden, bu kadar kibirli adamlardı. Daha önce kitaptan da
nasipleri olmamış, hani olsa bir yerde bir yerinden tutarsın. Mesela Kuran'ın ehl-i kitapla
olan münazarası farklıdır, hatırlasanıza Musa'yı diyor. Tamam, demek ki Musa'yı biliyorlar,
kabul ediyorlar. Size, nur ve hidayet olan Tevrat'ı göndermedi mi? Tamam, bunları biliyorlar.
Ama bunlara ne diyeceksin. Bunların böyle bir tutanağı yok. Onun için Peygamber (a.s)'ın işi
daha zordu. Müşriklerle olan işi daha vahimdi. Birbirlerine soruştururlardı. يسأل
{ .Niçin böyle tefsir etti müfessirimiz bunu, müşareket sigası olduğu için بعضهم بعضا o يسألون Veyahutta أو .demektir يسأل بعضهم بعضا nin anlamı}يتساءلون
Mekke müşrikleri sorarlardı. غيرهم من المؤمني kendileri dışında müminlere
sorarlardı. Kendilerine değil, müminlere gider, "ya bu ne, bu sizin peygamberiniz bir şey
diyor. Bu Muhammed bir şey diyor, bu neymiş, يوم الدين nedir, يوم القيامة nedir,
hesap nedir, kitap nedir?" şekliyle Müslümanlara, müminlere gelirler, soru sorarlardı. Bu
durumda soru sorulan müminler, soru soran kâfirler ve müşrikler oluyor. Bir önceki tevcihe
göre kendi kendilerine soru soruyorlar. Birbirlerine soru soruyorlar, sınıf farkı yok, hepsi
bir. İkinci tevcihe göre soru sorulanlar Müslümanlar, müminlerdir. Peki, burada bir zamir
var, هم zamiri والضميرonlar demek, onlar kim ألهل مكة bu durumda zamir,
ikinci tevcih esasına göre Mekke ehlidir. O Mekke ehli birbirine neyi soruyorlar? Neden
birbirlerine soruşturma yapıyorlar? كانوا يتساءلون Soruştururlardı فيما بينهم
kendi aralarında عن البعث diriliş gününden, diriliş günü hakkında, kabir sonrası hakkında,
ikinci yaşam hakkında soruşturuyorlardı. Öldükten sonra dirilmeye البعث ba's diyoruz.
Onlar ba'se inanmazlardı. O konuda soruşturma yaparlardı, birbirlerine soru sorarlardı. Niçin
sorarlardı? Onun cevabını biraz sonra vermeye çalışacak. ويسألون Birinci tevcihe göre
kendi aralarında البعث ba's hakkında soru sorarlardı, sorup soruştururlardı. İkinci tevcihte
kendileri dışında müslümanlara sorup soruştururlardı demişti. ويسألون المؤمنين
Müslümanlara, müminlere sorarlardı, عنه demek عن البعث demektir. Ba's konusunda,
diriliş konusunda sorup soruştururlardı, öldükten sonra dirilme konusunda müminlere sorular
sorarlardı. Kimler sorarlardı? Mekke kâfirleri soruyorlardı. Ne maksatla? على طريق Alay yolu ile, eğlenmek için sorarlardı, öğrenmek için değil. Hasan, Hüseyin االستهزاء
ne zaman kalkıyoruz yahu? Dedemiz ne zaman kalkacak, eğlenmek için soruyorlar. O gün ne
zaman? Meta حتى متى?متى ne zamana kadar? Eğlenmek maksadı ile soruyorlar,
öğrenmek maksadı ile değil.
EĞLENMEK İÇİN SORU SORMA
Onun için eğlenmek maksadı ile soru sormayınız. Allah bunu hoş karşılamaz. Edep
dışı olan bir harekettir. Eğlenmek için yapma, öğrenmek için tamam buyur. Onu da üzerine
lazımsa, seni ilgilendiriyorsa sor. Seni ilgilendiren bir konu değil, fantezi bir soru, belli
kişileri ilgilendiren bir soruysa, seni alakadar etmez. Vaktini onunla zayi etme. Ondan da
sorumlusun. Sana lazım olmayan bilgilerle kendini yükleme.
وال تقف ما ليس لك به علم
"Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin peşine düşme."13
Seni ilgilendirmiyor, öyle ise senin için malayani olan bir şey bir başkası için mayanidir. Onu
ilgilendirir sorar ve öğrenir. Herkes üzerine lazım olanı bilmeli, onu sormalı. Bu konuda
sormak ibadettir. Çünkü öğrenmenin yarısı soru sormaktır.
مفتاح العلم السؤال
"Öğrenmenin anahtarı soru sormaktır."
Bilginin anahtarı sorudur. Soru sormasını bilmezsen bilgiyi elde edemezsin. Bu
arada da soru sorma yönünü kısacana dile getirmiş olduk. Öğrenci soru sorar. Soru sormayan
öğrenci olamaz. Derviş tekke ehlidir, onun mektebi tekkedir. O soru sormaz. Soru sormak
yasaktır. Tekkede soru sormak yasaktır. Yani Musa'nın Hızır'la olan ilişkisi gibi, soru
sormak yok, bak Musa, sana baştan söyleyelim, sen alışkınsındır, sen Allah'a bile soru
soruyorsun. Ben senin huyunu bilirim. Bak eğer benimle biraz hayat sürmek istiyorsan, biraz
şöyle bir yol almak istiyorsan soru sormak yasak. Sormam tamam, söz mü söz. Ama her
hamlede dayanamadı ve soruyu sordu.
Mektepte ise soru sorulur. Orası derviş yatağı değildir. Orası ilim yatağıdır. İlmin
anahtarı sorudur.
Soruların çok çeşitleri vardır. Bunların ki istihza yolludur. Mekkelilerin bu konuyu
araştırması öğrenmek maksadı ile değildir. Peygamberimizi, din-i mübini alaya almak,
eğlenmek için soruyorlar. Kafa bulmak için yapıyorlar. Bu kafa bulmak tabiri şimdiki
eğlence ehlinin tabiridir. Benimle kafa mı buluyorsun sen? Jeton şimdi düştü. Yarım saattir
benimle kafa buluyorsun sen ha derler. Biz de deriz ya onun jetonu geç düşmüştür, hâlbuki
adam onu bir saattir makaraya sarıyordur, haberi yoktur. Tabii ki böyle kalın kafalılar vardır.
İnsanların en adisi kendi cinsiyle alay edendir. O adamın nesini eksik gördün, onu mu
buldun bula bula alay edecek? O Allah’ın bir kulu efendi. Senin ondan ne üstünlüğün var?
Göz desen onda seninkinden daha iyi, kaş desen seninkinden daha iyi, senin ki dökülmüş,
kaşın var mı yok mu belli değil, bir de adamı makaraya sarıyorsun.
Saf bulunca adamı o ayyaşlar o kalleşler maskara, maskot edinirler. İşte o palyaço gibi
çıkarırlar, eğlenirler, göbek attırırlar. İnsan bu, öyle olmaz. Onun için bir insanı alaya
13 İsra17/36
alamazsın. Onunla eğlenemezsin, ona hava sorusu soramazsın. Havadan hevadan soru
sorulmaz. Ciddi olacaksın. Allah'ın kullarını tahkir etmek kadar büyük bir günah yoktur.
Allah Teâlâ tabiri caizse bundan alınır. Benim sanatıma hakaret ediyor der. Çünkü seni
nasıl yarattı ise onu da öyle yarattı. Sizin yaratılma konusunda hiçbir farkınız yok. O
çöpçülere o ağzı salyalılara dikkat edin. Onlar bir türdür. Dileseydi seni de ağzının salyasını
akıtan bir tür yaratabilirdi. Sana mesaj veriyor, aklını başına al, bak bunu gördün mü, bu da
insan, ama ağzını hiç tutamıyor, kapatamıyor, ağzında ne varsa dışına çıkıyor. Dilersem bak
seni de böyle yaparım. Hemen "Allah’ım bana afiyet verdiğin için sana müteşekkirim. Beni
böyle yaratmadığından sana şükürler olsun" deyip hem Allah'a şükredici bir kul olmaya
çalışacaksın. Ona da "Allah’ım ona da rahmet et, merhamet et, şifasını ver" diye dua
edeceksin. Açıktan yapmayacaksın. Açıktan, sakat adamı görüp de "Allah'ım sana şükürler
olsun" dersen bu ona hakarettir. Bu şükür ters bir şükürdür. Tersine teper.
Peygamber gizlice diyor. Gizlice olsun. "Bir sakatı gördüğün zaman, kendinden aşağı
böyle bir kimseyi gördüğü zaman içinden Allah'a şükretsin" diyor. Onlar neden
soruşturuyorlar? O edepsizler o terbiyesizler, o cahiller; onlar gerçeği öğrenme yerine
müminleri alaya alarak böyle alayvari birbirlerine soru soruyorlar. Müminlere veya kendi
cinslerinden olanlara soruyorlar. Ne konuda? العظيم النبإ Büyük عن haberden.
Büyük haber, büyük haber… Habercilikte ne önemli biliyorsunuz. Haber niteliği olan ve
kimsenin alamadığı bir haberi önceden almak, ilk önce gerçeği öğrenmek önemlidir. Adama
madalya veriyorlar. Aferin sana, habercilikte bir numara, kimse haber edememiş bunu, o
jurnallemiş, gazeteye o yazmış, başka hiç kimse bilmiyor.
Ondan sonra diğer gazeteler onu kaynak vererek yazabiliyorlar. Adamın kaynağı var.
Eğer ondan aldığı halde, çaldığı halde, kaynağı olmadan aynen, sanki kendisi üretmiş,
duymuş gibi haber ederse öteki gazeteci onu mahkemeye veriyor. Bizim hakkımızı almıştır,
bu bize aittir, kaynak göstermeden bu haberi vermiştir.
BÜYÜK HABER
İşte bu büyük haber efendim. Demek ki nebe kısaca haber suresi ama bu nebey-i
azimdir. Öyle sıradan bir haber değil. Ebem gümeci cinsinden değil. Dedemin hikâyesi
türünden değil. Keloğlan masalı da değil.
Hikâye değil, bu, büyük haberdir; büyük günün haberidir. İşte bunu bu büyük günün
büyüklüğünü insanların zihnine, kafasına nakşetmek için bir soru tarzında Allah bu ayeti
celileyi beyan buyurmuştur. Nedir bu büyük haber?
Büyüklük de tabi ki izafi bir kavramdır. Birisine göre büyük olan bir şey diğerine göre
küçüktür. Ama Allah Teâlâ Hazretleri ona büyük dediyse büyük olarak algılanmalıdır.
Yani biz inanç yönü ile inançlarımızın sırasında bizim için herhangi bir fark yoktur.
Amentü esasları biri diğerinden büyük değildir.
Büyük haber, bizim inanmamız gereken bir husustur. Yani şu daha büyüktür, şu
daha küçüktür olmaz. Mesela, ben Allah'a inanıyorum, amentü billâh peki yetti mi?
yetmez. O senin Allah dediğinin o kadar açılımı var ki… O'na açılımı ile inanacaksın. Biz
buna "tecelli" diyoruz.
Allah tecelli eden bir varlıktır. Öyle sakin iş görmez, battal, bir şeyden haberi yok.
hâşâ, taş gibi yerinde oturan, sağını solunu görmeyen böyle değildir. Hani müşriklerin
putları böyledir biliyorsunuz. O zavallıları oraya oturtmuşlardır, kazık gibi çakmışlardır, ne
bir adım ileri ne bir adım geri, ne sağa bakar ne sola bakar, ne duyar ne konuşur değil mi? Ya
Hz. İbrahim öyle diyor, putu dürtüşlüyor, bakın kendisini koruyabiliyor mu? Koruyun
kendinizi diyor, baltayı getirmiş, hadi göreyim sizi, hepsine vuruyor. Şunlara bak diyor,
zavallılar, bunlardan medet bekliyorlar diyor. Bunlar kendilerini bile koruyamıyor. Bu kadar
gülünçler. Allah böyle değildir. Amentü billâh demek yetmez. Onu açılımıyla bileceksin.
Onun ne işleri vardır, ne işleri… O'nun peygamberleri, kitapları, melekleri vardır, tüm
varlıklar hakkında takdiri vardır. Kader diyoruz. Ölüm, öldürmek işi vardır. Ölüm
sonrasında yaşam vardır, diriliş vardır. Bunlardan birisini reddettiğin anda Allah inancın
tehlikeye girer. Bunlar birbirinden asla kopmaz. Dolayısıyla bu müşrikler de zaten Allah’a
inanırlardı ama şirk yolu ile inanırlardı. Şirkle beraber inanırlardı, şirkten taviz vermezlerdi.
Hübel'i Uzza'yı asla gözden çıkarmazlardı. En sonunda bakarlardı başlarına yerden gökten
felaketler gelip putların da yüzüstü gelip düştüğü zaman, tepelerine toz duman indiği zaman,
gözleri, kaşları, kafaları kapanınca, o hadiseler çullanınca Allah derlerdi. Kurtar bizi Ya Rabbi
derlerdi. Bütün esbap sona erdikten sonra Allah derlerdi. Allah da bunu istemiyor. Esbap
senin gözünü perdelemeyecek, esbap olacak, sebepler olacak, sen sebepleri ok gibi
deleceksin ve yırtıp atacaksın, Allah diyeceksin. Ta başından, başından Allah diyeceksin,
sonunda değil. Müminin evvelinde de o Allah'tır. هو األول , Allah, evveldir, هو اآلخر,
Allah âhirdir. Bak atan ne demiş: "Evvelallah" yaparız. Gördünüz mü Allah'ın kulları, eski
pehlivanlara bakın, yiğitlere bakın. İşte bunlar yiğit insanlardır. Yapar mısın? Evvelallah
yaparım. Şu lafa bak yahu…. Ne müthiş insanlar.
ÖRNEK ALINACAK ATALARIMIZ
Din ile nasıl donanım oluşturmuşlar. Adamın örfü töresi dinden ayrı değil.
Dünyada böyle bir ikinci toplum gösteremezsiniz. Atalarınızın değerini bilin, onların
yolundan gidin. Kimisi onların yolunu beğenmiyor. Sen onu beğenmeyecek kaç paralık
adamsın. O üç kıtaya Allah'ın adını oturttu. Bu Kuran ile hayat sürdürdü. Biz onların
şefaatlerine talibiz. Allah cümlesinin şefaatlerinden bizi eksik etmesin. Onların evlatları
olmakla gurur duyuyoruz. Çünkü onların şefaatini umuyoruz. Onlar bizim atalarımızdır.
Büyük haberden bahsediyoruz. Büyük bir hadiseden söz ediyoruz. Deminden
söyledim ya büyüklük izafi bir kelimedir. Çünkü Allah için büyük küçük diye bir şey var mı
yoktur. Zor, kolay diye bir şey yoktur. Öyleyse bunu niye söylüyor? Genelde büyük gündür.
Büyük gün gelir Hasan Ağa! Ne o? Çekiliş yapılacakmış, onun için büyük gün odur. Hesap
günü, kitap günü, karne verilecek yahu, adam karnesini alacak, öğrenci için büyük gün…
Müminler için de son belirlenecek, son kelam edilecek, orada son bir rötuş yapılacak.
Kabirde ki gibi değil. Kabirde iş bitmez. Kabrin aşamaları var. Neler neler var.
Kalkınca aşamalar var, mahşerin aşamaları var. Ne aşamalardan geçeceğiz orada, nelerden
nerelere, ne kapılar dolaşacağız. Yalakayı orada göreceksin. Nasıl yalaka olduğunu, adamın
nasıl dilenci olduğunu orada göreceksin. Üç sevap lazım. Takdir almaya hani öğrenciler
hocaları kapı kapı dolaşırlar değil mi? Hocam üç puan lazım. İşte orada da böyle kapı kapı
dolaşacaklar. Efendiler o gün her şey bitmiş değil. Son rötuşlar yapılıp, son karar verilecek.
Son kararın mı?
واألمر يومئذ لله "O gün buyruk, yalnız Allah'ındır."14
Ahkamü'l- hakiminin son kararını verdiği gün olacak o gün. Onun için günlerin en
büyüğüdür o gün, haberlerin en büyüğüdür. Ondan büyük haber olmaz. İşte bu içerik yönüyle
büyüklük budur. Yoksa Allah’ın büyüklüğü ile ilgili bir kıyaslama anlamında değildir. İçinde
yer alan önemli olayları barındırdığı için o anlamda büyük gündür.
Peygamberimizin şefaati var, Onun şefaati, en büyük şefaattir ve o günde olacaktır.
O gün nasıl bizim için büyük olmaz, önemli olmaz değil mi? Daha ötesi Allah’ın şefaati var.
Aman Allah. Allah bir demiş sadece adam. Hiçbir iyiliği yok adamın, sıfır. Sadece Allah bir
demiş. Bunu biliyor. Allah, bunları Cehennem'den çıkartacak. "Bunları çıkarın" diyecek.
Benim varlığım birliğime dair içinde bir iman ışığı varken, közü varken, cehenneme bunu
yem edemem. Zaten cehennem ondan bizar olur. Cehenneme de hakaret edemem.
Cehennemin işini zorlaştıramam. Allah bu meyanda hem cehenneme rahmet eder hem de
14 İnfitar82/19
müminlere rahmet eder. Bakın cehennemin içinde merhamet olmaz, merhamet yoktur.
Cehennemde kendisi merhamet etmez. Ama Allah cehenneme merhamet eder. Bu ayrı bir
şeydir. Allah merhamet etmeyi isterse, her türlüsüne merhamet eder. Allah Rahman ismi ile
bütün varlıklara rahmet eden bir zattır. Kimse buna dayanamaz. Peygamberimiz de "Müsaade
buyur Ya Rabbi tevhit ehline de şefaat edeyim." Diye niyaz eder ve ümmetine şefaat eder.
د رسول الله :diyenlere Peygamberimiz (s.a.s) ال إله إال الله محم
شفاعتي ألهل الكبائر من أمتيh"Büyük günde ümmetimin büyük günahkârlarına yapacağım bir büyük şefaatim var."15
diye haber verdi. Ümmetimin büyük günahkârlarına şefaat edeceğim. Günahkâr, ama nasıl?
Büyük günahlar işlemiş. Ama الله إال إله la ilahe illallah da kesmemiş işi ال د محمالله Muhammedün رسول resulullah'ı var. Bu nedenle Muhammed (a.s) ümmeti ve
şefaatini de hak etmiş oluyor. İşte bu günde o şefaat var. Adam için nasıl büyük gün olmasın.
Adamın tek umudu o. Kabirde sağ sol girmişler, dayak yemiş, gece gündüz azap çekmiş. Bir
ümidi daha var adamın, daha kesilmemiş. Büyük şefaat gelecek diyor. O günün özlemi ile
yaşıyor. Yıllarca o azaba O'nun hürmetine katlanmış. Büyük gün olmaz mı, büyük gün.
Peygamberimiz: "İşte ehli tevhit, müsaade buyur Ya Rabbi onlara da şefaat edeyim."
buyuracak. Kulum, Muhammedim, senin gücün onlara yetmez. Ben, sana verdiğim gücü
biliyorum. Onları sen taşıyamazsın. Onların yükü çok ağırdır.
GÖKLERİN VE YERİN TİTREMESİ
Ey Allah’ın kulları günahların verdiği ağırlık var ya, dağların verdiği ağırlıklardan
daha büyüktür. Neler çekiyor bu yeryüzü, neler çekiyor bu sema; ikisi de insanlardan bizardır.
Bu zelzelelerin, bu çatlamaların, patlamaların esas manevi sebebi nedir biliyor musunuz?
İnsanların işledikleri günahlardır. Bazen arş-ı Rahmanı titretir. Bu kadar, arşa bile etki
eder. Ama Yüce Allah’ın inayeti ile ayakta duruyoruz. Yerler gökler onun için
paralanmıyor.
Yok mu ayet? Allah oğul edindi diye neredeyse yerler gökler çatır çatır yıkılmak
üzere, yıkıldı yıkılacak diyor Allah.
ماوات يتفطرن منه وتنشق األرض وتخر الجبال هدا تكاد الس "Nerdeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir.."16
15 Ebu Davud, 4739; Tirmizi,2435; İbn-i Mace,431016 Meryem19/90
Ayette var, o ayetlere bakarsınız. Şimdi hepsini sırayla okuyamıyorum. Hafız değiliz.
Evet, bu Bektaşi sözü değil. Yani anlamını verdim de hafızlar dolu burada onlar bana tam
yardım edemiyorlar. Onun için ferah zamanda bakarsınız. Büyük gün Allah’ın günleri.
حمن ولدا أن دعوا للر "Rahman'a çocuk isnat etmelerinden dolayı."17
Bu kadarını biliyorum da başını ondan aldım. Evveli benim ki ahiri de burasıdır.
"Allah oğul edindi dediler" diye yerler neredeyse yarılıp paralanmaya, gökler çatlama
noktasına geldi. Gördünüz mü Allah’ın kulları. Muhammed'im sen tahammül edemezsin,
onların yükü çok ağırdır. Onu ancak ben yaparım. Ve "Ehl-i tevhidi cehennemden çıkartın"
der. Kim onlar? Allah bir deyip bu olguyla gidenlerdir. Nasılsa Allah’ın lütfu ile keremi ile
öte tarafa geçebilmiş. Bu bilgi ile bu inançla geçebilmiş. Bu kadar biliyor. Gerisini sorma.
Gerisinde bir şey yok zaten. Bu, Allah’ın şefaatidir. İşte o gün büyük gün, insanların en ince
noktalarına varıncaya kadar didik didik, lime lime edildiği bir gündür. İçinin dışına tam
anlamı ile çıkartıldığı ve içinde köşesinde, her ne var ise yüzeye getirildiği gündür. Ona göre
yüzüne bakıldığı veya defedildiği bir gündür.
denilir. "Defolun" denildiği bir gündür. "Yaklaşın, yaklaşın kullarım!" bu فادفعوا
şekilde hitap da var. Defolun dediği gün, işte bugün büyük gün. Bugünün haberi, büyük
günün haberi de büyük haberdir değil mi? Büyük günün haberi budur. İşte onun için bu
müşriklerde eğer böyle bir şey varsa yaşamları çok büyük tehlikeye giriyor. Çünkü öte tarafla
ilgili olan meseleler burayı da ilgilendiriyor. Bura ile ilgili meseleler orayı da ilgilendiriyor.
Birbirinden kopuk değil, ikisi birbirine bağlıdır. Sadece arada bir ölüm var. Gerisi aynıdır.
Çünkü kişi, oraya inanacak olursa, ideallerini oraya sarkıtma imkânı var. Burada yerine
getirememiş, uğraşmış didinmiş ama adam, olmamış. Ötesi var diyor. Orada devam ederim,
orada kazanırım.
UZUN ÖMÜR NEDEN İSTENİR?
Nitekim müspet düşünen, halis niyetli insanların hayır düşünceleri vardır. İlim
yönü ile tahsil yönü ile veya hayırlar yapma yönüyle, ama adamı ecel gelmiş almış. Musa
Nebi: "Benim daha yapacak çok işlerim var" demiş ve bir tane patlatmış değil mi? Azrail’e
kondurmuş. Gidiyor Azrail, "Ya Rabbi ölümü istemeyen bir kuluna gönderdin beni, bak şu
halime, bana bir tane kondurdu." diyor Ya, gördünüz mü işte bu anlamda ölümü
istemeyebilirsin. Bunda bir sıkıntı yok. Onun için uzun ömür isteyebilirsin. Bir sıkıntı yok,
ama bu maksatla ömür isteyeceksin. Başka türlü şu zevklerden mahrum kalacağım ölüm de
17 Meryem19/91
şimdi sırası mı dersen, işte o kötüdür. Bu, iyi insanların, iyi duygulu insanların iyiliklerini
devam ettirecekleri gün, ölüm sonrasıdır. Âlim olmak mı istiyordu, hafız olmak mı istiyordu
orada tamamlar. Öteki hanlar hamamlar yaptıracağım diyordu, uğraşıyordu, didiniyordu ama
ömrü vefa etmedi. Aynen Allah onu yapmış gibi o kimseye verecektir. Bu ilerisi için kulun
bir terakki noktasıdır. Bir imkândır, bir lütuftur. Demek ki ölümle biten bir şey yoktur.
Bunlar, âhiret inancının bize getirdiği faydalardandır. Adam oraya inandığı zaman
sarkıtabiliyor, zamanını uzatabiliyor. Önemli değil ölüm gelse de canım, arkası var. Orada
devam ettiririm ben bu işi diyebiliyor. Evet, kâfir için de bu çok önemlidir. Çünkü burada her
türlü yan kesiciliği, hainliği yapıyor ve yanına kalıyor. İnanmazsa, hepsi yanına kalıyor.
Kıvırdım yine kıvıracağım, yine yapacağım, yine yapacağım. Ama ahretten bir delik açılırsa,
bir pencere açılırsa orada yakalandığını, ölüm ile birilerinin gelip onu yaka paça götürdüğünü,
tutuklandığını azıcık bilse işte o zaman adamın keyfi bitiyor. Ya oldu mu şimdi? Adam şimdi
sofra başında yiyor içiyor. Ondan sonra birisi kulağına eğiliyor. Senin oğlanı tutukladılar.
Oldu mu şimdi? Adamın gözdesi, halifesi gitti. Adamın boğazında kaldı. Dünyada bile
böyledir. Oğlunu tutuklamışlar dahası, ya kendinin tutuklandığını, ölüm ile böyle bir
muhasebenin olduğunu bilse adam öyle rahat hareket edebilir mi? İlgilendiriyor
görüyorsunuz.
AYRILMAZ İKİLİ: DÜNYA VE UKBA
Dünya yaşamı ile ahiret yaşamı iç içedir. İkisi birbirini takviye eder. Birbirinin yola
gelmesini sağlar. Birbirinin arınmasını durulmasını sağlar. İkisi onun için önemlidir.
Sırtla karın gibi dünya ve ukba birbirinden ayrılmaz. Ayıranlara yazıklar olsun. Biri
uğruna diğerini hiçe sayanlara yazıklar olsun. O müspet bir anlayış değildir. Ahiret için
dünyayı hiçe sayan, dünya için ahretini hiçe sayan insanlar Kur’an’ın gösterdiği bir
anlayışa sahip değildirler, yaşam biçimine sahip değildirler.
ربنا آتنا في الدنيا حسنة وفي اآلخرة حسنة "Onlardan: 'Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, ahrette de iyilik ver."18
Biz حسنة الدنيا في diyen bir آتنا toplumuz. Dünyada da istiyoruz, bakın
dünyanın yok olduğu zaman sen dünyada değilsin. Allah sana, sen dünyada olmayınca o
zaman haseneyi nereden versin. O halde dünyada verilecektir. في الدنيا Hasene حسنة kaydıyla geçerlidir. Öyleyse dünyada istikamet üzere olmalısın. Dünyayı kınama, dünyaya
sövme, dünyayı görmezden gelmezlik etme. Sofuların çoğu bu hatayı işlemiştir. Ruhbanlara
ayak uydurmuşlardır, budistlere ayak uydurmuşlardır. Onları uyarırız. Bu Din-i Mübin-i
18 Bakara2/201
İslam'da "ruhbanlık" yoktur. Doğruca algılasın. Sahabeyi Kiramın yaşamını unutmasın.
Cihat dünyada yapılır. Dünya olmazsa cihat diye bir şey olmaz. Ya bunlara dikkat edelim
Allah’ın kulları. Büyük haberden soruşturuyorlar. Nedir o? ba'sten, dirilişten أي البعث
soruyorlar. بيان .Bu bir beyandır وهو daki bunun açıklamasıdır veما بيان وهو المفخم oللشأن muazzam şeyin şanını durumunu, konumunu açıklamaktadır. Yani
burada soru sorulmuş. Ve tekrar Allah bunu açıklamıştır. Hem soru sorulmuş hem de عن bunun وتقديره .diyerek sordukları şeyin ne olduğunu Allah açıklamıştır النبإ العظيم
takdiri şöyledir, şu şekildedir. ,neden soruşturuyorlar onlar, ne hakkında عم يتساءلون
ne konuda soruşturuyorlar? .soruşturuyorlar يتساءلون العظيم النبإ büyük عن
haberden soruşturuyorlar. Onların soruşturduğu şey büyük haberdir diyerek burada demek ki
mahzuf olan bir يتساءلون عن النبإ العظيم varmış.
RESULLERİN BİR KAVME MUSALLAT OLUŞU
Evet, büyük haberden soruşturuyorlar. ki الذي onlar هم o فيxxه konuda
uyuşmazlık مختلفxxون içindedirler. Onlar o konuda uyuşmazlık içindedirler, ihtilaf
halindedirler. Çelişki içerisindedirler. Var mı yok mu, şu kadar mı var, bu kadar mı var,
sağından mı var, solundan mı var, şöyle de mi var, böyle de mi var, şuraya kadar mı uzanır,
buraya kadar mı? Ha hepsinin kafasında yüz bir parça onu meşgul ediyor ama dağınık
haldeler. Kafam çok dağınık denir. Ha ne biçim konuşuyorsun sen ya ben bir şey anlamadım.
Ya kusura bakma kafam dağınık. Bunlar dağınık adamlardır. Neden? Allah öyle bir haber
patlattı ki kafalarında darmadağın oldu adamlar, çil yavrusu gibi dağıldılar. Allah
Muhammet (a.s)’ ı birliklerine dinamit indirir gibi indirdi. Musallat etti onlara, ya bu da
nereden çıktı dediler. Bu Ebu Talip’in yetimini biz hafife aldık huzurumuz kalmadı. İllallah
ettiler. Yediğimize de içtiğimize de karışıyor. Hanımımıza da karışıyor. Çoluğumuzu
çocuğumuzu bize düşman etti dediler. Gördünüz mü?
ولكن الله يسلط رسله على من يشاء
"Allah dilediği kavme resullerini musallat kılar."19
Ya gördünüz mü Allah’ın kulları. Bunarlın rahatını kaçırdı. Gelip gelip ayetleri
kafalarına vururcasına okurdu. Tehdit ayetlerini biliyorsunuz. Bu surede daha çok ayet
okuyacağız. Çünkü bu hep Mekkelilere yöneliktir. Peygamberin onlara nasıl saldırdığını
göreceğiz. Çünkü inançsız adamlar nötr durumdadırlar. Peygamber kanalı ile peygamberin
getirdiği değerlere kadar bomboşturlar. O saha onlar için yoktur. Dolayısıyla Peygamberin
19 Haşr59/6
okuduğu her ayet adama bir ok gibi saplanıyor. Çünkü adamın menüsünde yok. Böyle bir
şeye hazır değil ve Peygamber ansın onları yakaladı. Hiç ummadıkları bir anda yakalayıverdi.
Bundan size zarar gelmez diyorlar. "Emin insan bu emin" derler ve O'na anasına babasına
güvenmediği kadar güvenirlerdi. "Bu bizim her şeyimiz, maskotumuz" derlerdi ve dış
ülkelere, kabilelere karşı övünürlerdi. Muhammet (a.s) ile gurur duyarlardı. O adamdan bunu
hiç beklemediler. Gelip putlarına saldırınca, hakaret edince aman Allah’ım beyinlerinden
vurulmuşa döndüler. Allah’ın kulları böyle böyle işte düşünün. Onların hissiyatını şöyle
hissetmeye çalışınız.
KÜFRÜN SOĞUK YÜZÜ
Fizik olarak gâvur olmak iyi değildir ama fiziğin ötesinde his olarak gâvurluk nasıl
bir şey, şöyle bir düşlesem diye, düşleyin bundan zarar gelmez. Tasavvurun sana bir zararı
olmaz. Ekrandaki yılan seni ısırmaz. Kalbinin ekranında bunları yansıt. Şöyle kendini
onun yerine koy. Gâvurluk nasıl sopsoğuk bir şey, anlarsın. Aman Allah’ım o elbiseyi
giyesiye çıldıracak gibi olursun, buz gibi olursun. İşte bunu hisset, bunu tat Allah’ın kulu.
Buna imkânlar var. Bu küfür geçidinden bir geç. Bir şey olmaz. Allah’ın arif kulları
hepsinin kalıbıyla kalıplaştı. Hepsinin geçidinden geçti. Firavun’un neler hissettiğini onlar
çok iyi bilirler. Ebu Cehil neler hissetti bunu bilir çünkü onun elbisesini giydi. O hissiyata
büründü buna "telebbüs" denir. "Telebbüs-ü ruhani" denir. Biz kaçıyoruz. نعوذ بالله Dur
yahu. Sen ne olacaksın? Askerlikte böyle her türlü geçitten geçen askerlere ne diyorlar? Yılan
gibi her yerden geçenler, komando mu diyorlar? Onların da tabi kademe kademedir. Adamı
adaya bırakıveriyor, ekmek su yok. Tabiatla yaşamayı öğrensin değil mi? İşte onun gibi, o
adama her türlü şartlarda ne yapıyor, yaşamayı öğreniyor; salıveriyor, bırakıyor. Ona
insafsızlık mı yapıyor, hayır. O adam, o zor şartlar içinde yaşamı öğreniyor. Dolayısıyla bir
mümininde küfrü de bir şekilde arizi olarak telebbüs etmesi lazım. Gâvurluk nasıl bir şeymiş
ondan sonra imanın ne dediğini, ne kadar kıymetli olduğunu anlarsın. Müslümanlık ne kadar
bahtiyarlıkmış anlarsın. Böyle derler. Eskiden fizik dersi okurken şöyle bir deney yapardık:
Elimizi sıcak bir suya daldırdık, ondan sonra ılık bir suya daldırdık soğuk geliyor. Hâlbuki
daha soğuk bir suya daldırıp, sonra ılık bir suya daldırsak bu sefer de sıcak geliyor. Bu algı
yanıltmasıdır. Farklı şeyler, farklı dilimler. İşte Allah’ın Kulları bunları bu türden
yaşayacaksın. İmanın ne kadar sıcak olduğunu, ne kadar tatlı olduğunu, ne kadar mübarek
olduğunu; küfrün çirkefliğini, çirkinliğini, acısını tatmazsan anlayamazsın. Onun için
içerden terbiye gören o ulular, basamak basamak o işleri geçerken, Allah’ın المضل ismine de mazhar olurlar. O المضل ismine mazhar olduğu anda çok tehlikelidir. Sözleri
tehlikelidir, gözleri tehlikelidir, halleri, ahvali tehlikelidir. Onlar onunla telebbüs ettikleri
zaman nöbet geleceğini, hani bazı hastalar ne zaman nöbet geleceğini haber alıyormuş.
Geliyor benim şeyim deyip hemen hapını atıyor veya bir şekilde ne yapacaksa onu
yapıyormuş. İşte bu adam da o sırada insanların içinden, çoluğun çocuğun içinden dağlara
mı gidiyor, bir yere gizleniyor, kapıyı kilitliyor, içeride kalıyor. Ne zamana kadar? O nöbet
geçene kadar orada kalıyor. O المضل isminin etkisi onun üzerinden elini çekinceye
kadar bu hal devam ediyor. Bunlar işin incelik noktalarıdır. Bunlar, ariflerin köyleridir.
Arif köylerinden bahsediyorum. O tehlikenin geçtiği sinyali olarak da kendisine tamam
derler, bu kadar yeter.
أنقذني من النار الحمد لله الذي"Beni cehennemden koruyan Rabbime hamdolsun."20
Der ve çıkar. O zaman ne demekmiş, Yüce Allah’ın karakterlerinden bir المضل
karakteri daha kendisinde marifet yönü ile tahsil etmiş olur. Yüzünün akıyla çıkmış olur.
Ondan sonra izlalإضالل ne demekmiş, sapmak ne demekmiş anlar. Bazen zorlayarak,
adam kamera konsa, kapıyı zorlar da girerse, ondan abuk subuk şeyler işitirse, bizim adama
bir şey olmuş, gâvur olmuş bizim adam der çıkar. O adam gâvur değil. O gâvurluk
geçitlerinden komando olacak. İnsan-ı kâmil olacak, mürşid-i kâmil olacak. O adamın onu
bilmesi lazım. Firavunları, Nemrutları parmağının ucunda oynatması gerekir. Bunun için
Firavun’un o gizli güçlerini bilmesi lazım. O şeytanın, iblisin gizli güçlerini bilmesi lazım.
Yoksa şifa olamaz, derman olamaz. Ondan daha fazla bilgiye sahip olması gerekir. Daha
üstün olması lazım. Allah o kulları böyle terbiye eder.
Ama insanlar bazen burnunu sokarlar bir şekilde onun gâvur olduğu hakkında bilgi
yayarlar. Bana, şöyle şöyle dedi, böyle böyle dedi. Der mi demiştir. Çünkü o zaman onun
gereği odur. Gereğini yapıyor. İsmin tecellisi onu gerektirir. Senin ne işin var? Her yere niye
burnunu sokuyorsun. Adam kapıyı kitlemiş. Kitli kapıdan girilir mi? Senin kapıyı çalmadan
zaten girmen tehlikeli, bir de kitli kapıyı kırmışsın da girmişsin, o üzerine düşeni yapmış.
Evet, böyle başına bela arayan insanlar vardır. Onun için kendini kitleyen, kendini gizleyen
insanların deşifre edilmesi daha büyük günahtır ve başına da bela ararsın. Ne karıştırıyorsun.
Sana ne lazım. Elin özel durumunu niçin karıştırıyorsun, niçin çomak sokuyorsun. Bunlar,
yasaktır.
MÜCADELEDE KAFA KARIŞTIRMA
20 Buhari, Cenaiz,78 ( ( من النارأنقذه الحمد لله الذي
Onlar çelişki içerisindedirler. Kafaları karıştı, gönülleri karıştı, karıştırıldı. İşte bu da
bir irşat türüdür. Hasmınla mücadele ediyorsan onun evvela kafasını karıştıracaksın.
İnandığı şeylerin içine bir kılçık atacaksın. Aynısını onlar da bize yaparlar. Onlar da böyle
şu bak, şu nasıl olur, bu nasıl olur. İslamiyet'te böyle çok hassas konular vardır. İşte Zeyd
Zeynep konusu, miraç konusu buna benzer daha böyle meseleler vardır. Belki çoğu halka,
müslümanlara bu konular iletilmez. Onların üzerine vazife olmadığı için ehli ilim onlara
bunlardan bahsetmez. Bunları o hain ortaya atı atıverir. Ondan sonra kafasını karıştırır.
İnandığı şeyler hakkında şüphe aşılar. Artık o sağlam duramaz. Vidaları gevşemiştir. İşte tam
fırsattır. Onun üzerine gidiş yapacaksın. Yani kirleri düşünün. Kirlenmiş, deterjanı aldın.
Kemik gibi olmuş, taş gibi olmuş. Önce bir kere bunu ne yapması gerekir? Gevşetici ilaçlar
atman lazım. Kırsın onları, çatlatsın, patlatsın. Ondan sonra son hamleyi yaparsın. Hepsini
sıfırlasın. İşte o işler teknik işidir. Evet, çelişki dediğimiz olay فمنهم Şimdi bu çelişkiyi
izah ediyor. Onlardan bir kısmı vardır ki من يقطع بإنكاره kesinlikle inkâr eder biter.
Kesinlikle inkâr eder biter. Asla bu konuda inanmam der. Dinlemez seni. Keser atar.
Kesinlikle inkâr eder biter. ومنهم onlardan bir kısmı vardır من يشك şüphe eder. Yani
acaba var mı yok mu? Olabilir mi içinden melek olabilir niye olmasın, olmaz olur mu tabi
olur.
Öteki olmaz olmaz. Olacak şey mi canım, hiç düşünmen bile doğru değil. Gördün mü
iki arada bir derede kalır elin oğlu, zavallı. Allah inayet etsin, kolay mı? Şeytan ile meleğin
arasında kalakalıyorsun. Söyle bakalım hangisi? İşte insan ne yapacak?
ARİFİN YANINDAKİ RAHATLIK
Melek tarafını tercih edecek. Gerekirse kendisine bir âlim bulacak. Melek ile kalma.
Kendi cinsinden bir arif bul. Onun yanına git. O mutmainnu'l- kalp olan adamın yanına
git. Çünkü o iman şebekesine sahiptir. Etrafına itminan yayan bir kalbe sahiptir. Onun
yanında her şey rahat eder. Kalbi mutmain adamın yanında eşekler köpekler, atlar, öküzler
bile rahat eder. Çünkü ona sekinet nazil olmuştur. Onun tepesinde sekinet çadırı vardır. O
çadıra girdin mi
ومن دخله كان آمنا "Oraya kim girerse güven içinde olur."21 Ayetinin sırrına mazhar olursun.
Evet, bunlar çarelerdir; çareler tükenmez. denildi وقيل ki zamir الضxxمير
deki zamir hem müslümanlara hem kafirlere يتساءلون yani للمسلمين والكافرين
aittir. Yani kıyamet günü ile ilgili olarak kâfirler de soruşturuyor, müslümanlar da kendi
21 Al-i İmran3/97
aralarında soruşturuyorlar. Çünkü her ne kadar müslüman olsa da mümin olsa da konu taze bir
konudur. Atalarından dedelerinden böyle bir şey duymamış. Baas denilen şey müşrikler için
tamamen yabancı bir konudur. Hıristiyanlara, Yahudilere değil ama Mekkeli müşriklere
yabancı bir konudur. Çünkü yaşama ölümle biten bir şekli ile inanıyorlar. Ötesi yok. Bunun
için Müslümanlar da bu konuda birbirlerine daha çok bilgi almak için soruyorlar. Şimdi ne
amaçla olduğunu söyleyecek.
onu soruştururlardı, baas hakkında و يتساءلون عنه onların tamamı كانوا جميعاsoruştururlardı جميعا bizim bu elimizdeki kayıtta mim harfi çıkmamış, onu düzeltin. Şimdi bunu açıklıyor, tafsil ediyor. فالمسلم fa harfi ف tafsiliyedir. Müslüman يسأل soru sorardı. Baas ile ilgili olarak niçin ليزداد خشية haşyet yönünün artması yönüyle, huşu sahibi olmak için daha çok sakınmak, Allah’tan daha çok korkmak yönü ile ne yapardı? Bu konuda bilgi almak için soruştururdu. والكافر kafir ise يسأل استهزاء alayvari sorardı. Alayvari, alay etmek için sorardı. Mesela nasıl yapıyordu? Eline kemikleri alıp ufalayarak "bu mu bu mu diriltilecek." Heyhat ne biçim, bu olacak şey mi yahu falan. Yasin suresinde değil mi? Nasıldı?
وضرب لنا مثال ونسي خلقه قال من يحي العظام وهي رميم "Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: 'Çürümüşlerken
kemikleri kim diriltecek'"."22
İlk anadan babadan nasıl geldiğini unutarak bize darbı mesel getirir, bize laf getirir,
laf çarpar. Laf çarpmayı, darbı meseli böyle duymadın değil mi? Böyle kullanırlar değil mi?
Bana laf çarptı derler.
وضرب لنا مثال ونسي خلقه قال من يحي العظام وهي رميم Kendi yaratıldığını unutur, üç gün önce ne idi, anasının karnında ne idi, daha önceden
sümüklü bir kul idi, üstü başı pislik akardı. Bunları unutur da çıkmış bize laf çarpıyor. قال der ki العظام يحي Kemikleri" من kim diriltecek?" Bu kabirdeki kemikleri kim
diriltecek? Kemiği almış adam eline ondan sonra ufalıyor, kül ufak olduğu وهي رميم
halde bunları kim diriltecek? Bunları tabi öğrenmek için yapmıyor. Peygamberi taciz için
yapıyor. Alay etmek için, küçük düşürmek için yapıyor.
ة وهو بكل خلق عليم قل يحييها الذي أنشأها أول مر "De ki: 'Onları ilk defa var eden diriltecektir. O, her yaratılışı hakkıyla bilendir.."23
22 Yasin36/7823 Yasin36/79
daki o kemikleri önce kim kemik haline getirdi ise o yapacak. Önceden var mıydı o kemik?
Yok. Onu kim yaptı? Nerden geldi? Gökten zembil ile mi düştü, nereden çıktı? Değil mi? Ha,
Allah yaptı, yarattı. İşte onu kim yarattı ise yine O yaratacak. Önce yarattığına kani isen,
kabul ediyorsun da ikincisini niçin inkâr ediyorsun? Bu, olacak şey mi? Akıl, mantık var ama
nerede? Cebine koymuş, küpüne koymuş. Akıl var, mantık var da hepsi cüzdanın arasında,
para olduğu zaman aklını kullanıyor. Aman hakkımı yedirmeyeyim, aman bol kazanayım diye
akıl devreye giriyor. Ama böyle gelince akıl bitiyor, istop ediyor. Akılsız bir yaratık gibi
davranıyor. يعلمون xxكال س Kella'yı evirmeden devirmeden evvel, şöyle vurmadan
sallamadan yerimizden inelim. İnşallah önümüzdeki dersimizde bu tepeden doğru aşağıya
hitap ederiz, sesleniriz. كال Kella tepesinden doğru ifade etmeye çalışırız.
İnşallah bu ara tatili ile biz de ara veriyoruz. Bu hafta ya da önümüzdeki hafta da tatil
olabilir. Şu anda bu hafta için bir ara verdik. Önümüzdeki hafta ders olursa haberiniz olur,
buradan haberleşirsiniz. Hepinize hayırlı günler diliyorum.
İkinci dersin ismi EŞİK VE BEŞİK