32
Sayı: 2013 / 06 8 Şubat 2013 1 TL www.kizilbayrak.net Tunuslu emekçilerin öfkesi dinci-gerici hükümeti devirdi!

2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

  • Upload
    others

  • View
    2

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sayı: 2013 / 06 8 Şubat 2013 1 TL

w w w. k i z i l b a y r a k . n e t

Tunuslu emekçilerin öfkesi

dinci-gerici hükümeti devirdi!

Page 2: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Sınıf devrimcileri tarafından haftalardır çalışmasısürdürülen Devrimci Kadın Kurultayı’nda sona gelindi.Bütün bu dönem boyunca bir taraftan kadın sorununayönelik devrimci sınıf tutumunu öne çıkaran sınıfdevrimcileri öte yandan yüzünü işçi ve emekçi kadınlaradönen, onları mücadeleye katmayı hedefleyen birfaaliyet örgütlediler.

Gelinen yerde kurultay çalışmasının ortaya çıkardığıtüm birikim ve olanakları devrimci 8 Mart’a taşımasorumluluğu yine sınıf devrimcilerinin önündedurmaktadır. Zira kurultay çalışmasının yarattığı politik,maddi ve moral imkanları koruyabilmek veçoğaltabilmek ancak bu temelde mümkün olacaktır.Dolayısıyla 8 Mart’a sayılı günler kala, Devrimci KadınKurultayı’ndan alınan güçle devrimci baharınhazırlıklarına hız verilmelidir.

***Gazetemizin yayına hazırlandığı sırada Tunus’ta sol

muhalefetin önderlerinden olan Şükrü Belayid’ingerçekleştirilen bir suikastle öldürülmesi, Tunusluemekçi kitleleri sokağa döktü. Aynı gün binlerce Tunuslu“Hükümet istifa!” sloganlarıyla meydanlara inerek dinci-gerici Nahda hükümetini bu siyasi cinayetten sorumlututtu. Polisle çatışan Tunuslu emekçiler, kimi bakanlıkbinalarına yürümek istedi, çeşitli yerlerde Nahdahükümetine ait büroları yaktı.

Bütün bu yaşananlar, Tunus’ta iki yıl önce sosyalçelişkilerin derinleşmesine bağlı olarak gelişen kitlehareketinin ve halk isyanının devamı niteliğindedir. Zirao dönemin ardından Zeynel Abidin Bin Ali’nindevrilmesi ve yerine dinci-gerici Nahda hükümetiningelmesi, Tunuslu emekçilerin sosyal-iktisadi sorunlarınaherhangi bir çözüm üretmemiştir. Tersine halk isyanınıtetikleyen bu aynı sorunlar her geçen günderinleşmektedir. Yaşanan siyasi cinayetin ardındanTunuslu emekçilerin militan ve kitlesel bir şekildesokağa inmesinin, dahası Nahda hükümetinidevirmesinin gerisinde de bu aynı gerçekler yer alıyor.

Bölgede yaşanan gelişmeleri doğru kavramak veyerli yerine oturtmak açısından okurlarımıza gazetemizinTemmuz-Ağustos 2011 tarihleri arasında yayınlanan dört

bölümlük“Ortadoğu’da halk haraketleri, Tunus-Mısırdersleri” isimli konferans kayıtlarını güncel önemindendolayı bir kez daha incelemeyi öneriyoruz.

***DİSK, kuruluşunun 49. yılında, 13 Şubat günü

grevlerini kararlılıkla sürdüren Daiyang-SK işçileri ileÇorlu’da dayanışma amaçlı bir miting gerçekleştirilecek.Grevin kazanımla sonuçlanması, gerek Daiyang-SKişçileri gerekse Avrupa Serbest Bölgesi’nde kölelikkoşullarında çalıştırılan binlerce işçinin hak vegelecekleri bakımından büyük önem taşıyor. Dolayısıyla,Daiyang-SK işçileri ile eylemli dayanışmayı büyütmekve Daiyang-SK işçisinin yalnız olmadığını göstermekiçin 13 Şubat mitingine kitlesel bir şekilde katılmakönem kazanmaktadır.

Devrimci bahara girdiğimiz şu günlerde işçi sınıfımevzilerinde farklı direnişler devam ediyor. Neredeyseher gün yeni bir direniş boy veriyor. Bunların bir kısmı,Teknopark, PTT vb. geçtiğimiz günlerde kazanımlarlasona erdi. Kapsamlı saldırılar ve kölelik dayatmalarıkarşısında sınıfın direnme iradesini ortaya koyduğu budirenişlerin kazanımla sonuçlanması, sınıfın geri kalanbölüklerine anlamlı mesajlar ve deneyimler bırakıyor.

İsrail’in Suriye’ye saldırısı ve

bölgesel taşeronların kanlı ortaklığı........ . 3

İlerici muhalif lider

Şükri Belayid katledildi…. . . . . . . . . . . . . 4

Devlet terörü tırmanıyor, hak

ve özgürlükler gasp ediliyor . . . . . . . . . . . 5

Faşist baskı ve devlet terörünü

meşrulaştıramazsınız! . . . . . . . . . . . . . . . . 6

Yeni yargı düzenlemeleri tüm iktidarı

“Başkan”ın elinde toplamayı amaçlıyor! . 7

Karayollarında özelleştirme saldırısı

ve gerçekler! . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8

Kapitalizm her zaman ve her yerde öldürür!

Kapitalizmi öldürelim! . . . . . . . . . . . . . . . 9

Taral Makina’da sendikalaşma

ve işten atma . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

Türk Metal: Hiç şüpheniz olmasın! . . . . 11

BDSP’den kurultay deklarasyonu. . . . . . 12

Dev Sağlık-İş Genel Başkanı

Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk . . . . . . . . 13

MİB MYK Şubat ayı toplantısı . . . . . 14-15

Kadın sorunu ve toplumsal devrim

H. Fırat . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .16-18

Kadının kurtuluşu sosyalist

işçi-emekçi iktidarında!. . . . . . . . . . . . . . 19

Tarihsel ve sınıfsal özüyle 8 Mart . . . . . . 20

Sınıf devrimcilerinden

“kadın sorunu ve 8 Mart” panelleri. . . . . 21

1789 Fransız burjuva devrimi ve

kadın hareketleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 22

Münih Güvenlik Konferansı notları.... . . 23

Mısır’da devrimci süreç!

S. Eren . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24-25

Kerberos’un adı Blackwater olursa

güneş ölüme doğar! . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

“Kanlı Pazar” 16 Şubat 1969… . . . . . . . 27

“Yeni YÖK Yasası”

parça parça hayata geçiriliyor . . . . . . . . . 28

Liseliler Devrim Okulları’nda buluştu . . 29

Asistan eylemlerine panoramik bir bakış 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

“Komşularla sıfır sorun”, “bölgesel aktör” gibi şaşalıformülasyonlar sürümden kalkalı bir hayli zaman geçti.Dinci-gerici akımın dış politikası her yanındandökülmeye devam ediyor. Önce Libya’daki emperyalistyıkıma ortak oldular. Ardından Suriye’de batağasaplandılar. Buna paralel olarak İran’la arada buzlaroluştu. Aynı dönemde Irak merkezi yönetimi ile köprüleratılmaya başlandı. Suriye’deki iç karışıklıklarla paralelgiden görkemli iflasın en dip safhasını, 2012 yazındaBatı Kürdistan’da Kürt halkının sergilediği inisiyatifişaretlemişti. İsrail’in 30 Ocak’ta Şam-Cemraya’da birtesisi bombalaması, dinci-gerici akımın yuvarlandığıçukurun daha alt katmanları da olduğunu gösterdi.

İsrail’in saldırısı,emperyalizmin onayıyla yapıldı

Siyonist devletin uluslararası tüm hukuk kurallarınıçiğneyerek gerçekleştirdiği bu saldırının önden ABDonayını aldığını, New York Times aracılığıyla ABD’liyetkililer dile getirdiler. Saldırının ardından batılıemperyalist ittifakın diğer bileşenleri de saldırıyıdestekleyen açıklamalar yaptılar. Rusya ise bağımsız birülkeye yönelik bu saldırının, açıkça BM Anlaşması’nınihlali anlamına geldiğini, arkasındaki gerekçe ne olursaolsun, bunun kabul edilemez vahim bir durum olduğunuve acil yaptırım gerektirdiğini açıkladı. Bölgedeemperyalist saldırganlığın hedef ülkelerinden İran, doğalolarak en sert tepkiyi gösterdi. Suriye’de gerici vahşetçetelerini finanse eden Suudi Arabistan ise “dinkardeşliğinin” bir gereği olarak saldırıyı kınama yolunutercih etti, ikiyüzlülüğün son sınırlarını zorlamakpahasına da olsa.

En pespaye tutum bir kez daha Türk dış politikasınınbaşındaki zata nasip oldu. Din taciri akımın DışişleriBakanı, “niye İsrail uçakları Esad’ın sarayınınüzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıltaşı bile atmıyor? İsrail’le Esad’ın arasında gizli biranlaşma mı var?” diye saçmalamaktan geri durmadı.Siyonist haydutlara dair tek tepkisi, İsrail’in herhangi birMüslüman ülkeye yapacağı saldırılara kayıtsızkalamayacaklarını eklemekten ibaretti. Tıpkı Eylül2007’de, yani Esad hala Erdoğan’ın gözde kardeşiyken,İsrail jetleri, Suriye’nin kuzeyinde nükleer reaktörolduğunu öne sürdükleri El Kibar tesislerinibombaladıklarında olduğu gibi... Hem nalına hemmıhına anlamına gelen bu son tutum ise dinci akımın,hamisi ABD tarafından azarlanmasının gerekçesinedönüştürüldü. Sanki tüm kötülüklerin bir numaralı failiABD değilmişçesine, “Türkiye ortalığı kızıştırmayaçalışıyor” gibi pişkince bir çıkışın malzemesi yapıldı.Taşeronluğun temel işlevlerinden biri de bu değil mizaten? Hem efendilerinizin tüm kirli işlerini, tetikçiliğiniyükleneceksiniz, hem de bazen pohpohlanacak, bazenazarlanacaksınız. Yeri geldikçe günah keçisi, yerigeldikçe şamar oğlanı olacak, kâh iteklenecek kâh enkirli misyonları kâh faturanın en ağırını üstleneceksiniz.

***Türk sermaye devletinin süreçteki rolü de bunun

ötesinde bir anlam taşımıyor. AKP iktidarı Suriye

krizinin başından beri büyük bir hevesle batılıemperyalistlerin tetikçiliğine soyundu. “Bölgesel aktör”olma ya da “yeni-Osmanlıcı” hayallerininemperyalizmin bölgesel ihtiyaçları ile örtüştüğühesabıyla “sıfır sorun” vb. söylemleri bir çırpıda bir yanabıraktı. Düne kadar kardeş bellediği Esad rejiminidevirmek üzere “Suriye Ulusal Konseyi”ninörgütlenmesinde başrolde görünmeye başladı. Dünekadar emperyalistlerin dünya halklarına karşı savaşbahanesi sayılan, Libya ve Suriye’de ise emperyalizminhizmetinde vahşetten vahşete koşan dinci çetelerineğitimini, finansmanını, sevk ve komutasını üstlendi.Tüm medya gücünü kirli bir propaganda aygıtı olarakçalıştırdı. Bugün artık bütün bu alanlardaki temelmisyonun Suudi Arabistan ve Katar’la birlikte Türkiyetarafından yerine getirildiği tartışmasız bir olgudur.Üstelik bu, emperyalist efendileri tarafından zevkle dilegetirilmekte, bu üçlü tarafından da inkar edilmemektedir.

Hevesle üstlenilen bu uğursuz misyon, Esadrejiminin kısa sürede çökeceği, içten olmasa bileLibya’dakine benzer bir emperyalist saldırıylaçökertileceği beklentisine dayanıyordu. Fakat hiç deumulduğu gibi olmadı. Tetikçi vahşet sürüleri diktatörlükrejimini içten alt edemedikleri gibi, giderek artan şekildehalkın tepkisini toplamaya başladılar. Emperyalistlerarası nüfuz dengeleri ise kısa vadede emperyalist saldırıbeklentisini boşa çıkardı.

Suriye’de iflas eden zorbalarınyeni hesapları

Son dönemdeki gelişmeler Suriye hesaplarının hiç deöyle kolay tutmayacağını ayrıca gösteriyor. Düne kadarEsad rejimiyle hiçbir şekilde müzakere etmeyeceklerinisöyleyen “Suriye muhalefeti” (SMDK) ile silahlıgüruhlar emperyalistlerin ve tabii ki AKP iktidarınınumutlarını kıracak bir görüntü sergiliyorlar. Örneğinsilahlı tetikçiler söz konusu olduğunda eskisi gibi “ÖzgürSuriye Ordusu” adı değil, emperyalistlerin kontrolündençıkmaya yatkın grupların adı öne çıkıyor. Hatta bugrupların birbirleriyle çatıştıkları haberleri daha sıkbasına yansıyor. Son dönemde Esad rejimine ya da Kürtbölgesine saldırıları ise her defasında yenilgiylesonuçlanıyor. Keza en uç muhalif olmakla ünlü işbirlikçikoalisyonun başkanı belli koşullarla rejimle müzakereedebileceklerinden bahsedebiliyor, hemen ardından SUKtarafından tepkiyle karşılansa da. “Muhalefet”tayfasından isimler İran ve Rusya ile görüşmeler yapıyorvb. Tersinden Esad ve diktatörlük rejimi ise son aylardagiderek daha özgüvenli bir görüntü sunuyor. Bunun hiçde temelsiz olmadığı, İran ve Rusya’nın daha netifadelerle Esad’ı kollaması üzerinden ayrıca görülebilir.Lübnan El Sefir gazetesinden Sami Klib bu gelişmeleri“Suriye’de rüzgar yön değiştiriyor” sözleriyleözetlemektedir.

İsrail’in Suriye saldırısının tam da böyle bir dönemdegündeme gelmesi, elbette ki bir tesadüf değil. “Tehlikelisilahların Hizbullah’ın eline geçmesini önleme”gerekçesi zaten baştan yalana döndü. Zira vurulanhedefin bir konvoy değil, çetelerin uzun süredir ele

geçirmeye çalıştıkları sabit bir tesis olduğu netleşti. Ekolarak öncesi günlerde Türkiye’den de çetelerin tanklarlaSerakaniye’nin üzerine sürülmeleri dikkate alındığında,Suriye savaşında yeni bir dönemece girildiğigörülecektir. Suriye’de SUK-ÖSO eliyle içerden uzunsüreli yıpratma savaşı iradesinin, bir bakıma da takatininkırılma belirtileri batılı emperyalist ittifakı bu türdendaha dolaysız manevralara zorlamaktadır. Karşılıklıatılan adımlar Türkiye ve İsrail’in adeta eşzamanlı-eşgüdümlü hareket ettiğini gösteriyor. ÖrneğinTürkiye’nin Suriye sınırına 1200 NATO askeriylebirlikte konumlandırılan Patriotlar’ın aktif halegetirilmesine paralel olarak, İsrail de sınırlarındakiyığınağı arttırıyor. Dahası tüm bu adımların, Türkiyesınırı hattı boyunca kuzeyden, İsrail’in işgali altındakiGolan Tepeleri hattında da güney-batıdan Suriyetopraklarında tampon bölgelerin oluşturulmasıhesaplarının denemeleri olduğu söylenmektedir.

Bölgesel boğazlaşmaya hazırlık

Emperyalist zorbaların ve bölgesel uşaklarının kısadönemli Suriye hedefleri boşa çıkmış olsa da savaş vesaldırganlık siyaseti yoğunlaşarak sürüyor. Zira dünyakapitalizminin günümüzdeki son büyük bunalımı, bununyoğunlaştırdığı hegemonya krizi, enerji ve pazaralanlarının yeniden paylaşımı ihtiyacı egemenler payınabaşka bir seçenek bırakmıyor. Emperyalist silahlanmayarışının had safhaya ulaştığı bir dönemde örneğinNATO Genel Sekreteri’nin Münih Güvenlik Zirvesi’ndehala da silahlanmaya daha fazla kaynak ayrılmasıihtiyacına vurgu yapması bunun yeni bir itirafıdır. Suriyebahanesiyle Türkiye’ye silah ve asker yığınağıyapılması, bölgenin diğer ülkelerindeki benzeryoğunlaşma, sürecin her an bölgesel bir savaşa gebeolduğunu gösteriyor.

Durum buyken, örneğin Suudi Arabistan ve Türksermaye devletinden Siyonist İsrail’in keyfiliğine ve“aşırılıklarına” yönelik hamaset edebiyatı, artık insafdedirtecek düzeyde bir arsızlıktan-ikiyüzlülükten başkabir anlama gelmiyor. Emperyalist zorbaların dizi dibindeSiyonist devletin korunup kollanması için ellerindengeleni esirgemeyen AKP iktidarı ve onun bölgedeki“dindaş” geçinen kardeşleri (Suudi Arabistan, Mısır,Katar) bölge halklarının başlıca düşmanlarıdırlar. 22aydır Suriye’nin yakılıp yıkılmasının, 60 bin insanınkatledilmesinin, yüzbinlerce insanın yerinden yurdundanolmasının, emperyalistlerle birlikte dolaysızsorumlusudurlar.

Gerçek bu denli açıkken işçi sınıfı ve emekçi kitleleriçinde hala halklara düşman AKP gibi taşeronlarınyalanlarına kananlar, unutmamalıdırlar ki bölgeselboğazlaşmaların kanlı faturasını tüm bölge halklarıylabirlikte Türkiye işçi sınıfı ve yoksul emekçileriödemektedirler. Bugün emperyalizmin ve Siyonizm’inçıkarları uğruna ağır çalışma koşulları ve yoğun sömürü,düşük ücretler, ağır vergiler, sosyal hakların budanması,siyasal hak ve özgürlüklerin gaspı ve devlet terörü olarakbiçilen bedelin, yarın savaşlar ve boğazlaşmalararenasında piyonluk dayatmasına dönüşmesi hiç deşaşırtıcı olmayacaktır.

İsrail’in Suriye’ye saldırısı ve bölgesel taşeronların kanlı ortaklığı

Page 4: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Birleşik Demokratik Yurtseverler Partisi’nin(BDYP) kurucularından ve ilk genel başkanı olanŞükri Belayid’in silahlı saldırıyla katledilmesi,Tunus’ta kitle hareketini yeniden ateşledi. BaşkentTunus başta olmak üzere çok sayıda kentte alanlaraçıkan öfkeli emekçiler, Belayid’in katledilmesiniprotesto etti. Cinayetten dinci-gerici An Nahda’yısorumlu tutun on binler, hükümeti istifaya zorladı.

Göstericiler, bazı kentlerde Nahda bürolarını işgaledip ateşe verdiler. 2010’daki isyanın patlak verdiğiSidi buzid kentinde ise, Nahda bürosunun yanısıraemniyet müdürlüğü de öfkeli emekçilerinhedefindeydi. Gaz bombalarıyla gösterileridağıtmaya çalışan kolluk kuvvetlerine taşla karşılıkveren eylemciler, bazı kentlerde barikatlar kurarakpolise karşı militanca direndi.

Belayid’in katledilmesini protesto gösterilerinin,biranda Nahda hükümetine karşı bir infialedönüşmesi, emekçilerde biriken öfkenin dışa vurumuoldu. 14 Ocak 2011’de diktatör Zeynel Abidin BinAli’yi alaşağı eden emekçiler, isyana yol açansorunlara çözüm üretmek bir yana, daha daağırlaştıran Nahda hükümetini hedef aldılar.

Belayid dinci gericiliğin hedefindeydi

Habib Burgiba döneminde öğrenci lideri Belayid,Bin Ali döneminde etkin bir hukukçu ve insanhakları savunucusu, Nahda döneminde ise dinci-gericiliğe muhalif ilerici bir partinin lideri olarakmücadele etti. Bu mücadeleci tutumundan dolayı, herdönem zorba egemenlerin hedefi olan Belayid, sondönemde Nahda hükümeti ve dinci çetelerinhedefindeydi.

Nahda’nın anti-demokratik, zorba yönetiminieleştiren, emperyalist/siyonist güçlerle ve gericiKatar emiriyle kurduğu ilişkileri teşhir eden Belayid,özellikle kendilerine “Devrimi Koruma Birliği” adınıveren kökten dincilerden müteşekkil çetelerinestirdiği terörü mahkum eden tutumuyla öneçıkıyordu.

Katledilmeden sadece saatler önce Nessame TVkanalında canlı yayına katılan Belayid, Nahdayönetiminin, dinci çetelere siyasi cinayet işlemeleriiçin yeşil ışık yaktığını dile getirerek, bu gericişiddete karşı birleşik mücadele çağrısındabulunmuştu.

Dinci çetelerin aleni bir şekilde terör estirmesinerağmen, Nahda hükümetinin haklarında herhangi birsoruşturma açmamasını sert bir şekilde mahkûmeden Belayid, ölüm tehditleri aldığını kamuoyuna daaçıklamıştı. Cumartesi günü Müslüman Kardeşlerhareketinin Tunus kolu Nahda’nın, “DemokratYurtseverler’in toplantılarına saldırmak üzere ‘paralıaskerler’ tuttuğunu” açıklayan Belayid, dincihükümete karşı kararlı duruşu nedeniyle de çetelerinhedefindeydi.

Dinci gericiler düşmanlığı öğle bir noktayavardırdılar ki, cami hutbelerinde Belayid’in isminianarak çetelere hedef göstermeye başladılar. Herfırsatta Tayyip’in AKP’sini örnek aldıklarını iftiharlaaçıklayan dinci Nahda’nın şeflerinin Belayid’e karşısergiledikleri tutum, bu akımın Bin Ali’den de zorbaolduğunu kanıtlar niteliktedir.

“Cinayetin sorumlusu Nahda ile şefi Gannuşi”

Belayid’in katledilmesi üzerine timsah gözyaşlarıdöken Nahda şefleri, silahlı saldırıyı “Tunus’u hedefalan bir terör eylemi” olarak nitelediler. Belayid içintimsah gözyaşları döken Gannuşi ile müritleri,emekçilerin öfkesinden kurtulamadılar. Sokaklaradökülen emekçiler cinayetten Nahda hükümetinisorumlu tutarken, içişleri bakanlığını “terörbakanlığı” olarak nitelediler.

Tunuslu muhalifler, Nahda hükümetinin dinciçeteleri tetikçi olarak kullandığına dair pek çok kanıtortaya koyuyorlar. Nitekim Belayid’de “DevrimiKoruma Birliği” adı altında saldırılar düzenleyençetelerin, Nahda’nın silahlı milisleri olduğunusöylüyordu.

Nahda’nın yaygın şekilde kullandığı retorik de,dinci çetelere yol gösteren niteliktedir. Komünistlere,laiklere ve Bin Ali rejiminin artıklarına karşımücadele ettiğini propaganda eden Nahda, kendiniise, “devrimin güvencesi” diye takdim ediyordu. Buvaazlar, özellikle camilerde sık sık tekrarlanıyordu.Bazı din adamları ise, Şükri Belayid’i, ismini anarakhedef göstermişlerdi.

Çetelerin arkasında duran Nahda, doğal olarakBelayid’in katledilmesinden sorumlu tutuluyor.Tunus’taki muhalefetin ezici çoğunluğu bu konudamutabıktır. Zira dinci çetelerin işçileri, sendikacıları,gazetecileri ve dinci gericiliğe biat etmeyen diğertoplum kesimlerini hedef alan çok sayıda saldırıdüzenlediler. Bunlara, geçen Ekim ayında Nahda’yamuhalif olan Tunus Nidası hareketinin lideri LütfiNakd’ın katledilmesi de dahildir. Ancak bu pervasızsaldırganlığa rağmen, tetikçilerin bileyargılanmaması, Nahda’nın bu çeteleri koruduğunukanıtlamaktadır. Bundan dolayı, Belayid’in eşi veyakınları da, An Nahda’yı ve şefi Gannuşi’yicinayetten sorumlu tutuyorlar.

Emekçilerin öfkesi Nahda’ya geri adım attırdı

Şükri Belayid’in katledildiğini duyan binlercekişi, çok sayıda kentte sokaklara çıktı. Belayid’ianan ve dinci Nahda hükümetini hedef alan şiarlaryükselten öfkeli emekçiler, kolluk kuvvetlerininyoğun bir şekilde attığı gaz bombalarına maruzkaldı. Ancak iki yıl önce diktatör Bin Ali’yi alaşağıeden isyanın hatıraları halen tazeliğini koruyor. Halböyleyken, polis terörünün sokakları işgal edenemekçileri sindirmesi olası değildi. Nitekim birçokkentte eylemler gün boyu devam etti.

Sokak eylemlerinin yanısıra, siyasi parti vehareketler, sendikacılar, meslek örgütleri, basınemekçileri, hukukçular ve diğer kesimler, cinayetikınayan açıklamalar yaparak tepki gösterdiler.Cinayeti protesto etmek için genel grev ilan edenBelayid’in partisinin de dahil olduğu halk cephesi,cenazenin Cuma günü kaldırılacağını duyurdu. Pekçok parti, örgüt, sendika, meslek veya kitle örgütügenel greve katılacağını ilan ederken, Nahdadışındaki partiler hükümetten çekildikleriniaçıkladılar.

Öfkenin yaygınlığı ve emekçilerin kararlılığıkarşısında ayakta duramayacağını fark edenhükümet, istifa etti. Nahda ve “dekor” olarakkullandığı iki “sol” partinin koalisyon hükümetininistifasını, Başbakan Hamadi El Casim duyurdu.Nahda’nın önde gelen şeflerinden olan el Casim, tümsiyasi güçlerin katılımıyla yeni bir hükümet kurmakistediklerini açıkladı. Kurulacak geçici teknokratlarhükümetinin ülkeyi seçimlere kadar yönetmesihedefleniyor.

Nahda şefi, Meclis Başkanı Mustafa Bin Cafer’eçağrıda bulunarak, erken seçim tarihi ilan etmesinide istedi. Ancak bu yatıştırıcı tedbirler, emekçilerinöfkesini dindirmeye yetmedi. Zira iki yıl önce isyanederek Bin Ali’yi deviren işçi ve emekçiler ilegençlerin hiçbir sorunu çözülmüş değil. Bunun daetkisiyle “yeni devrim” veya “ikinci devrim”başlatma şiarları, binlerce emekçi tarafındanhaykırıldı.

Bin Ali’den sonra iktidara yerleşen dinci-gericiAn Nahda hareketinin isyan eden işçi ve emekçilerintalep ve sorunlarıyla yakından uzaktan bir alakasıyoktur. Bu hareketin isyana katılımı hem geç hemsınırlı olmuş, buna karşın ilerici devrimci güçlerinörgütsel alandaki zaaflarından yararlanarak iktidarındümenine yerleşebilmiştir.

AKP ve şefi Tayyip Erdoğan’ın tavsiyelerini alanNahda hükümeti, işçi ve emekçilerin taleplerini hiçesayarak, biran önce iktidara yerleşme çabasınagirişti. Bu konuda belli adımlar atabilse de, gericiemellerine ulaşması kolay görünmüyor. Tunus gibidinamik bir işçi-emekçi hareketinin bulunduğuyerde, dinci-gerici Nahda’nın iktidara her yönüyleyerleşmesi kolay bir şey değil. Nitekim dün yaşananolaylardan dolayı istifa etmek zorunda kalan Nahdahükümetinin de toplumsal mücadele dinamiklerininfarkında olduğunu hissettiriyor.

Dinci gericiler pervasız, fakat emekçiler dekararlı. Bu da Tunus’ta AKP’nin ikizi bir hükümetin,verili koşullarda uzun ömürlü olmasının mümkünolmadığını gösteriyor. İlk isyanın ardındantaleplerinin karşılanmasını bekleyen işçi veemekçilerin ise, bu konuda hiçbir adım atmayanNahda’ya karşı “yeni devrim” şiarını yükseltiyor.Olayların seyri, Tunus’ta taşların henüz yerineoturmadığını ve sınıflar mücadelesinin yeni boyutlarkazanarak devam edeceğini gösteriyor.

İlerici muhalif lider Şükri Belayid katledildi...

Tunuslu emekçilerin öfkesidinci-gerici Nahda hükümetini düşürdü!

Page 5: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Güncel Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler alanında sonderece bozuk bir sicile sahip olduğu biliniyor. Bugerçek, geçtiğimiz günlerde Sınır TanımayanGazeteciler Örgütü (RSF) ve İnsan Hakları İzlemeÖrgütü (HRW) tarafından yayınlanan raporlarda bir kezdaha ortaya çıktı.

Raporların ışık tuttuğu gerçekler, Türkiye’deözellikle Terörle Mücadele Kanunu (TMK) ve TürkCeza Kanunu’yla (TCK) ifade ve düşünceözgürlüğünün engellendiğini açıkça ortaya koyuyor.Bundandır ki, Türkiye dünya basın özgürlüğüsıralamasında, geçen yıla oranla 6 basamak daha geriyedüşerek, 179 ülke arasında 154. sırada yer almakta ve“gazeteciler için dünyanın en büyük hapishanesi” olmaözelliğine hak kazanmaktadır.

Raporda, en az 42’si mesleki faaliyet bağlantılı 72gazeteci ve dört medya çalışanın hapiste olduğuna ve“terörle mücadele” adı altında basına yönelik ciddibaskı ve kovuşturmaların olduğuna dikkat çekiliyor.

Ne de olsa Türkiye, gazetecilerin Tayyip Erdoğantarafından “adı köşe yazarı olanlar” biçiminde ithamedildiği ve AKP’yi eleştirdikleri için “hadlerinibilmiyorlar” diyerek hedef alındığı bir ülkedir. İştebundandır ki, Türkiye bu alanda dünya birinciliğinikimseye kaptırmıyor.

İşte Türkiye’nin insan hakları karnesi

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün raporunda ise,“terörle mücadele yasaları haklar alanındaki ilerlemeyizayıflatıyor. Kürt hakları savunucuları, öğrenciler,gazeteciler sert yasalar yüzünden uzun zamandırhapiste” tespiti yapılıyor. Raporda yer alan tespitler,Türkiye’nin insan hakları konusunda “sınıfta kaldığı”nıbelgeliyor.

Raporda değinilen somut örneklemelerleTürkiye’nin hak ve özgürlükler alanındaki tablosuözetle şöyledir: AKP hükümeti “işkenceye sıfırtolerans” demesine rağmen, pratik uygulamada bunauymamaktadır. İşkenceci Sedat Selim Ay’ın terfiettirilmesi buna örnektir. Ve biliyoruz ki, her ne kadaradına “orantısız güç kullanımı” denilerek hafifletilmeyeçalışışa da, işkencelerin sokaklara kadar taştığı birTürkiye gerçeği orta yerde durmaktadır.

Bir başka Türkiye gerçeği ise, polis şiddetine ilişkinaçılan soruşturmaların, “polis memuruna mukavemet”iddiası ile mağdurlar hakkında dava açılmasıylasonuçlanmasıdır. Ahmet Koca’nın gözaltında uğradığışiddetin kanıtlanmasına rağmen “polise mukavemet”ten5 yıl ceza alması örneğinde olduğu gibi. Özellikle,Polis Vazife Salahiyetleri Kanunu’nun (PVSK)çıkarılmasının ardından bu tür örnekler çoğalmayabaşlamış, başta devrimciler olmak üzere birçok insanpolis kurşunuyla öldürülmekte, polisler ise “dur ihtarınauymadı”, “düştüm silah birden ateş aldı” vb.gerekçelerle işledikleri cinayetlerden sıyrılmaktadır. Nede olsa Erdoğan’ın “polis rejimin teminatıdır” dediğibir ülkedir Türkiye.

Katliamlar devam ediyor!

Raporda Roboski katliamının aydınlatılmaması veHrant Dink davasının seyri hatırlatılarak tümgerçeklerin ortaya çıkarılmasında ya da kamu

görevlilerinin cinayette rolü olduğu izlenimi yaratanipuçlarının soruşturulmasında da herhangi bir ilerlemesağlanmadığı vurgulanıyor. Buna zamanaşımınauğradığı için dosyaları kapatılan diğer katliamları daeklersek aslında yeni katliamların teşvik edildiği ortayaçıkmaktadır.

Raporda kadına yönelik şiddeti önlemede de gerekliadımların atılmadığına dikkat çekilerek, kağıt üzerindekimi düzenlemeler yapılıyor gibi görünse demahkemelerin ve kolluk güçlerinin kadını korumak içingerekli şartları yerine getirmediği belirtiliyor.

Kürt siyasetçilerden gazetecilere, öğrencilere, insanhakları savunucuları ve sendikacılara yönelik tutuklamakampanyasının şiddetlendiği belirtilerek, milletvekillerive akademisyenlerin de bu hukuk teröründen nasipaldığı belirtiliyor. Raporda Muhteşem Yüzyıl dizisiiçin, “siyasetçilerin bir TV dizisine bile ‘tahammül’edemeyecek kadar hoşgörüsüz” olduğu söyleniyor.

Erdoğan’ın toplumu baskı altına alma yollarındanbiri de sıklıkla başvurduğu hukuk terörüdür. Ziraavukatının beyanında da ifade ettiği gibi, “şunu daözellikle vurgulamakta fayda var! Basına yönelikaçtığımız tazminat davaları, önemli ölçüde caydırıcı roloynadı. Özellikle köşe yazarlarının üsluplarında 2003-2004 yıllarına göre hissedilir bir değişim oldu. Artıkyazarlar ve yorumcular eleştiri sınırını dozundatutuyor...”(Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatıAli Özkaya, Akşam gazetesi röportajı, 23 Ekim) Aynıavukat sosyal medyayı kullanan sıradan vatandaşlarhakkında Erdoğan tarafından açılan 700 civarında davaolduğundan bahsediyor. İfade özgürlüğünün nasıl birkıskaç altında olduğu ortadadır.

Tırmanan baskı ve terör

Raporlar, Türkiye’nin faşist baskı ve yasaklamalarülkesi olduğunu bir kez daha göstermektedir. Bugerçek, hemen her gün yaşanan yeni örneklerle süreklihatırda tutuluyor. Her ne kadar Bülent Arınç: “Türkiye

dışından rapor yazanların zannettiği gibi, düşündüğügibi özgürlük yerlerde sürünmüyor” dese de geçtiğimizgünlerde yaşanan örnekler bile yeterli açıklıktadır.Özellikle avukatlara yönelik devlet terörü ile yaşanantutuklanmalar özgürlüklerin yerlerde süründüğününkanıtıdır. Tutuklu avukat sayısı daha önce KCKdavasından tutuklu avukatlarla bilirlikte 40’ı aşmıştır.

Demokratik kitle örgütlerinin, muhalif basın-yayınorganlarının basılması, işçi, emekçi ve öğrencilerin hakarama eylemlerine pervasızca saldırılması artık “rutin”uygulama olarak görülmektedir. Polis ve yargı terörüelele, muhalif her sesi, gazla, copla, kurşunla, anti-demokratik yasalarla susturmaya devam etmektedir.

Sermaye devleti, mevcut düzenin devamı için işçive emekçi halklara karşı her türlü sindirme, korkutmave yıldırma yöntemini kullanmaktadır. Buna kılıf olarakda “terör” kavramını kullanıyorlar. Türkiye’deegemenler, çıkarları bakımından sakıncalı gördükleriher türlü muhalefeti “terör” olarak kodlamakta,böylelikle kitlelerin bilinçlerini yanıltabilmektedirler.Ancak her gün yaşanan örneklerden ve uluslararasıraporlara yansıyan verilerden de ortaya çıktığı gibi teröruygulayan bizzat sermaye devletidir. Özellikle kriziçinde debelenen sistemin en ufak muhalefetikaldıracak gücü dahi yoktur ki giderek azgınlaşan vepervasızlaşan bir şekilde baskılara, hukuksuzluklararastlamaktayız.

Tüm bunları engellemenin yolu ise örgütlümücadeleyi daha da yükseltmektir. Baskı ve sindirmepolitikalarını boşa düşürmenin başka bir yolu yoktur.İşçi ve emekçi kitleleri devrim mücadelesine kazanmaamacında olan sınıf devrimcileri olarak devlet terörünüher yolla teşhir etmeli, “TMY, PVSK gibi tüm faşityasalar geri çekilsin!”, “Açık-gizli tüm faşist-militaristörgütlenmeler dağıtılsın!”, “İşkenceye son, tüm siyasitutsaklara özgürlük!”, “Sınırsız söz, basın, örgütlenmegösteri ve toplanma özgürlüğü!” gibi acil demokratikistemleri ileri sürerek örgütlülüğü ve mücadeleyibüyütmeliyiz.

Devlet terörü tırmanıyor, hak ve özgürlükler gasp ediliyor...

Temel hak ve özgürlükler içinörgütlü mücadeleye!

Page 6: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Güncel6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Ankara’da bulunan Amerikan Konsolosluğu’nayönelik gerçekleştirilen eylemin ardından düzen cephesivakit kaybetmeden kirli bir propagandayı devreye soktu.Gerçekleşen eyleme dair ilk bilgileri de kullanansermaye devleti, özellikle burjuva basını seferber etti.Amaç ise kuşkusuz ki tırmandırılan faşist baskı vedevlet terörüne karşı oluşan toplumsal tepkiyidizginlemek ve kirli icraatlarını meşrulaştırmaktı.

Geçtiğimiz günlerde ÇHD’nin de içerisinde yeraldığı bir dizi devrimci kuruma yönelik faşist devletterörü, toplumun farklı kesimlerince tepki ilekarşılanmış, gerek avukatlarla, gerek Grup Yorum’layükseltilen dayanışma, sermaye devletini hayli zorasokmuştu. “Ajanlık”tan “11 çelik kapı”ya kadar bir diziyalanı piyasaya süren devlet, bu beyhude çabalararağmen köşeye sıkışmış, öyle ki İstanbul Başsavcısıdahi çıkıp basın toplantısı yapmak zorunluluğuhissetmişti. Yine avukatların kitlesel eylemlerlesahiplenilmesi, ilerleyen günlerde AKP şefinin dahikonuşmalarında yer almıştı. Düzen partisi CHP bilekuşkusuz ki kendi hesapları doğrultusunda bu tepkiyeortak olmuş, İstanbul Barosu da ÇHD’li avukatlarınyanında yer almıştı.

Konsolosluğa yönelik eylemin ardından ise düzencephesi, hızlı bir kirli propagandayı devreye soktu.Böylece oluşan toplumsal duyarlılığı tersine çevirmeyiamaçlayan devlet, bir yandan “operasyonu buna karşıyaptık” propagandası yaparken diğer yandan da polis-yargı terörüne tepki gösteren kurumları “terörüdesteklemek” ile suçlamaya çabaladı. Kuşkusuz kiburada da en büyük rol bir kez daha boyalı basınındı.

En “Radikal”inden en gericisinekara propaganda

Boyalı basın, Alişan Şanlı isminin gündemegelmesinin ardından kirli bir kampanya başlatarakeylemi ilerici ve devrimci güçleri karalamanın biraracına çevirdi. Bir yandan saldırı ile geçtiğimizgünlerde tutuklanan avukatlar arasında bağ kurulurkenöte yandan eylemcinin Wernicke-Korsakoff’luolmasından yola çıkılarak çirkef iddialarda bulunuldu.Liberal-demokrat görünümlü Radikal ile gericiliğinbayraktarı Yeni Akit’in aynı potada buluşması düzenmedyasının nasıl tek vücut olabildiğini de gösterdi.

Bir süredir demokrat bir görünüme bürünen ve buyönlü bir çizgi izleyen Radikal’in manşeti bu açıdanmanidar: “Korsakoff taburu!” Haberin içeriği ise eylemianlatmak ile beraber Şanlı’nın Ölüm Orucu gazisiolması ve hakkında Wernicke-Korsakoff teşhisibulunmasından ibaret.

Radikal ayrıca Gazi Karakolu’na yönelik eylemgerçekleştiren İbrahim Çuhadar’ın da Wernicke-Korsakoff’lu olduğunu iddia ederek, devletin eyleminhastalara yaptırıldığı propagandasına da açıktan destekverdi. Benzer bir çizgideki Hürriyet ise Wernicke-Korsakoff hastalığına dair aldığı “uzman görüşü”nü“hastalığı beynini küçültmüş olabilir” başlığı ile veriyor.Satılmış bir sözde doktorun görüşlerini yansıtan gazeteörgütün eylemciyi kullandığını “kanıtlamak” için şunlarısöylüyor: “’Şunu şuraya götür, şunu üstüne tak, kapıdangeçince şunu çek’ diye öğretirler. Ama hasta bununsonucu nereye gider bilemez, muhakeme yeteneğinikaybeder”

Bugün Ölüm Orucu gazisi yüzlerce kişi buhatalıktan muzdarip. Ancak direnişin onurunu taşıyanlar,zorluklara rağmen hayatlarını sürdürüyor. Burjuva basın

ise sadece karalamak için devlet terörünün sebep olduğubu hastalığı hatırlıyor.

Gericiler ise Şanlı’nın Wernicke-Korsakoff’luolmasından çok “Sezer affı”yla çıkmasını görüyor ve“Canlı bombayı Sezer affetmiş!”, “Ankara bombacısınınSezer sırrı” gibi başlıklarla ulusalcılara vurmayaçalışıyor.

Hedefte devrimci avukatlar vedüzen partisi CHP var!

Eylemin ardından devlet terörüne meşrulukkazandırmaya çabalayan sermaye devletine burjuvabasının hizmetinden söz ettik. Bu açıdan özelliklegericiliğin bayraktarlığını yapanların başı çektiğinisöylemek gerek.

Zaman, Akit, Star ve Sabah gibi gazeteler daha ilkgünden itibaren avukatlara yönelik operasyon ilebombalama eyleminin bağını kurmakta gecikmediler.Özellikle eylemden bir gün önce İstanbul CumhuriyetBaşsavcısı Çolakkadı’nın ÇHD operasyonu ile ilgiliverdiği bilgileri bombalı eylem haberi ile bir arada verenbasın, kirli propagandayı derinleştirdi.

Yine avukatların tutuklanması demokratik kamuoyutarafından tepki ile karşılanırken düzen partisi CHP’ninbaşkanı Kılıçdaroğlu da hukuksuzluğu kınayan biraçıklama yapmıştı. Gerici basın bu fırsatı dakaçırmayarak “Kılıçdaroğlu DHKP-C’li avukatlarısavunmuştu” başlığıyla Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarınıhatırlattı.

AKP şefi de gerici basın ile aynı yönde açıklamalaryaparak koroya katıldı. Henüz haklarında dava dahiaçılmayan avukatları “terör örgütünün içerisinde aktifgörev alan avukatlar” biçiminde tanımlamaktançekinmeyen Erdoğan şu sözlerle CHP’yi de köşeyesıkıştırmaya çalıştı: “Ne yazık ki bu ülkenin anamuhalefet partisi genel başkanı da savunuyor. Bu tür birana muhalefet partisi genel başkanı olduğu bir ülkedeşüphesiz terörle mücadele de kolay olmayacaktır”

Kirli propaganda tehditlerle sürüyor!

Düzen cephesinin, eylemin ardından başlattığısaldırganlık, ilerleyen günlerde yerini tehditlere bıraktı.Boyalı basında birbiri ardına çıkan haberlerin her biriadeta yeni operasyon tehdidi biçimindeydi. Budemagojik haberlerde, örgütler arasındaki ilişkiyianlatmaya çalışan “tahteravalli eğrisi” gibi komikliklerolduğu kadar “3 bombacı aranıyor” biçiminde yenioperasyonların çağrısını yapan manşetler debulunuyordu.

Bunlara son olarak AKP şefinin pervasızaçıklamaları eşlik etti. Çek Cumhuriyeti ziyareti öncesiaçıklama yapan Erdoğan, “operasyonlar sürecek!”mesajı vermekten geri durmadı. Bununla birliktedemokratik kurumlara yönelik polis terörünü bir kezdaha gerçek dışı argümanlarla savunan Erdoğan, soneylemle de bu operasyonun bağını kurarak şunlarısöyledi: “Burada çelik kapılar mı var? Kaynaklarlabunu kestik mi kestik; kesemedik camdan gireceğiz.Niye? Çünkü bizim görevimiz, milletimizin güvenliğini,huzurunu sağlamaktır.”

Bu sözler çok açık ki sermaye devletininönümüzdeki dönemde saldırılarını daha da pervasızcayürüteceğini ve şimdiden bunun yolunu düzlediğinigösteriyor. Kirli propagandayla toplumsal muhalefetidizginlemek için hiçbir fırsatı kaçırmayan düzencephesi, muhalif güçlere karşı sıradan faşizmitırmandırıp korku ve güvenlik paranoyasıyla terörünümeşrulaştırmaya çalışıyor.

Ancak bugün biliyoruz ki hiçbir güç, devrimcihareketi yok etmeyi başaramadı. Ne 12 Eylül postalınınetkisi sonsuza kadar sürdü, ne de 90’ların faili meçhulcinayetleri, “1000 operasyon”ları işçi ve emekçileridevrimci mücadeleden alıkoydu. O gün olduğu gibibugün de ilerici ve devrimci güçler gericilik dalgasınıpüskürtecek, faşist baskı ve teröre karşı mücadeleyiyükselteceklerdir.

Faşist baskı ve devlet terörünümeşrulaştıramazsınız!

Sermaye medyasının pis(ikolojik) savaşı!

Ankara’daki ABD elçiliğine yapılan feda eylemi sonrasında medya lağım kokuları saçarak, pis(ikolojik)savaş yürütüyor. Okuma yazmasının olduğundan dahi şüphe edilecek oranda cahil (okuma yazması varsasahtekar demek gerekir!) bir profesörün açıklamalarına dayanarak pis savaşını yürütüyor.

“Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Zülküf Önal, Wernicke Korsakoff hastalarının kolay yönlendirilebilirhale geldiklerini bildirdi.” “Prof” olduğunu iddia eden bu zatı muhterem, aynı zamanda şunları söylüyor.“Buna erken yaşta bunama denilebilir. Özellikle sabah ne yediğini akşama unutabilir.” İlkokula giden birçocuk bile sorar, sabah yediğini akşam unutan biri nasıl yönlendirilebilir? Bu zat ve bu zattan mideleribulanmadan beslenen sözüm ona gazeteciler, unutkan birisinin nasıl yönlendirilebileceğini de açmalıydılar.Herhalde onlar da iki satır önce yazdıklarını unutuyorlar?

Yine bay prof. “bilgi”(!) kusuyor. “Beyin küçülüyor, yapısal değişiklik olmaya başlıyor. Özellikle hafızamerkezlerinde geri dönüşümsüz küçülme oluyor. Bu kişiler, kolay manipüle edilebilir hale geliyor. Saf birioluyor, yapacaklarının ne ye mal olacağını bilemez hale geliyor. Mutlaka onun elinden birileri tutmuştur.Oraya kadar gelemez.” Eğer beyin küçülebiliyorsa bu profesörün beyni fındık kadar küçülmüş olmalı! Bende, Wernicke-Korsakofum. Bu hastalık denge ve hafızayla ilgili beyin hücrelerinin ölmesinden, ya dauyuşmasından kaynaklı oluşuyor. Beyin, prof varlığıyla aksini ispatlasa da, küçülmez. Beyincik küçülür.Beyincik küçülmesi ise dengeyi etkiler.

Altını çizdiğim sözlere bakılırsa, bu adam, stand-up’çı olmaya çalışıyor herhalde! Ne yapacağınıbilemeyen biri, üzerinde bomba varken, kim onu elinden tutup oraya götürür? Böyle bir şey gözealınmayacak kadar çok riskli değil mi? Saf birini kandıran birileri böyle bir riski göze alabilir mi? Kendileriniprof ve gazeteci sanan bu zatlar, yazdıkları ve söylediklerine kendileri zerrece inanıyor mu? İnanacaksaflıktalar mı? Yoksa “namus ve şeref” düşkünü şarlatanlar mı? Bu sadece bir Wernicke-Korsakoflu’nunsorusu. Hakaret değil...

Wernicke-Korsakof’lu Muharrem Kurşun

Page 7: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Bir iktidar gücü olarak sahneye çıkan AKP’ninyürüyüşünde tek tek kurumların ele geçirilmesibüyük bir önem taşıyor. Bilindiği gibi bugün iseyargı üzerinde kurulacak tam denetim AKP’nin temelhedefleri arasında. Bir dizi yöntemle yargıdakihegemonya perçinlenmeye ve direnç gösteren kiminoktalar da temizlenmeye çalışılıyor.

AKP iktidarının tırmandırdığı baskı ve teröreyargı ayağından da önemli bir destek geldiğibiliniyor. Uyum içerisinde polis sokaklarda terörestirirken yargı da arta kalanları zindanlara yolluyor.Böylece dizginsiz devlet terörü toplumun herhücresine nüfuz ediyor. Ancak bununla dayetinmeyen AKP, yargıya tam denetim sağlarkenbunu kurumsal olarak da garanti altına almak istiyor.

Bu kapsamda Anayasa değişiklikleri çerçevesindehazırlanan 12 Maddelik bir değişiklik önergesi,AKP’nin yargı alanında yapmak istediklerini ortayaçıkardı. Anayasa’nın “Yargı” bölümüne dair yapılanöneriler arasında Anayasa değişikliklerine iptalyolunun kapanması ve Yargıtay’ın kaldırılması yeralıyor. Esas göze çarpan ise “Başkan”ın yargıüzerindeki mutlak denetimi.

Yeni anayasadan diktatörlük çıktı!

AKP’nin anayasa hazırlıkları kapsamındahazırladığı “yargı” başlıklı 12 maddelik düzenlemeönerisi “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”na sunuldu.Hazırlanan metinde genel olarak dikkat çeken iseAKP’nin zaten yargı üzerinde oluşturduğutahakkümün bütün olarak yasal biçimekavuşturulması ve otoriter bir rejimin anayasasınınoluşturulması oldu. Özellikle tüm kurumlarınbileşenlerinin belirlenmesinde “Başkan”a biçilen rol,başkan sıfatına yargının üzerinde bir diktatörlükyetkisi öngörüyor.

Yeni düzenlemeler burjuva demokrasisininşekilsel boyutunu dahi ayaklar altına alarak iktidarave “Başkan”a tabi bir kurum haline getiriyor. Yine

esas işlevi burjuvazi arasındaki güç ilişkilerinidüzenlemek olan kuvvetler ayrılığı iktidar lehinebozuluyor.

Anayasa Mahkemesi sınırlanıyor

Öneride Anayasa Mahkemesi’nin yetkilerisınırlanarak denetleme alanı kısıtlanıyor. Buna göreAnayasa Mahkemesi sadece kanunlar, kararnamelerve TBMM İçtüzüğü’nün anayasaya uygunluğunudenetleyebilecek. Ancak Anayasa değişikliklerini

denetleme yetkisi bulunmayacak. Ayrıca AnayasaMahkemesi için “kanun koyucu gibi hareketle, yenibir uygulamaya yol açacak biçimde hüküm tesisedemez” ifadeleri dikkat çekiyor.

Anayasa Mahkemesi’nin “Yüce Divan” sıfatı daortadan kalkıyor ve TBMM Başkanı ve bakanlarıgörevleriyle ilgili suçlardan yargılama yetkisiAnayasa Mahkemesi Başkanı’na veriliyor. AnayasaMahkemesi’nin bileşiminin belirlenmesinde deiktidarın ve “Başkan”ın ağırlığı dikkat çekiyor.

İpler “Başkan”ın elinde

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun(HSYK) da doğrudan hükümete bağlanmasıöngörülüyor. Kurulun yedi üyesi meclis tarafındanatanacak, yedi üyeyi ise “Başkan” atayacak. Altı üyealt mahkemelerce seçilecek.

Yargıtay’ın yerine ise “Temyiz Mahkemeleri”ninkurulması öngörülüyor. Yeni kurulacakmahkemelerin görevi “alt derece mahkemelerinceverilen ve kanunun başka bir yargı merciinebırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme”biçiminde tanımlanıyor.

Temyiz Mahkemeleri’nin üyelerinin dörtte üçüHSYK tarafından atanacakken dörtte birini de yine“Başkan”ın seçmesi öngörülüyor.

Tasarıda askeri mahkemelere dair de önemlisınırlamalar bulunuyor.

Yapılan düzenleme ile tartışılan başkanlıksisteminin de gerçek yüzü görülmüş oluyor. Yenianayasanın ise şekilsel bir burjuva demokrasisinedahi tahammül edemeyen AKP şefinin tüm yetkilerikendinde toplayacağı bir şekle evrildiği de gözlerdenkaçmıyor.

Yeni yargı düzenlemeleri tüm iktidarı“Başkan”ın elinde toplamayı amaçlıyor!

BDSP’den ÇHD’ye ziyaret

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, yapılan polis baskınısonrası 9 üyesi tutuklanan ÇHD’ye ziyarette bulundu.

5 Şubat günü öğle saatlerinde Çağdaş HukukçularDerneği İstanbul Şubesi’ne gelen BDSP’li sınıf devrimcileriadına yapılan konuşmada ÇHD’ye yönelik karalamaaçıklamalarının sürmesine dikkat çekilip “her zaman ÇHD’ninyanındayız” denildi.

Polis terörünün de kınandığı konuşmada ÇHD’nin karşıkarşıya kaldığı saldırının tek başına avukatlara yönelikolmadığı, toplam baskı ve terörün parçası olduğu vurgulandı.Burjuva basının operasyondaki rolü üzerinde de durularakbasının avukatları kriminalize ettiği hatırlatıldı.

ÇHD’ye yönelik operasyonun çok geniş bir kesiminsahiplenmesiyle boşa çıkarılabileceğini ifade eden sınıfdevrimcileri bu sahiplenmeyi burjuva basının bile görmezden

gelemediğini söylediler. Ziyaret sınıf devrimcilerinin bulundukları tüm işçi havzalarında ve semtlerdesaldırının asıl amacının teşhirini yaparak dayanışma çağrısında bulunduğunun belirtilmesiyle sona erdi.

Ziyaret sırasında söz alan ÇHD sözcüsü de polis operasyonu sırasında yaşanan kötü muamele ve işkenceiçin harekete geçtiklerini, ayrıca Türk Tabipler Birliği tarafından da zorla kan ve tükürük testi yapan doktorlarhakkında soruşturma açılacağını belirtti. Derneğin işçilerin, tutuklanan her kesimin yanında olmaya,savunma hakkını korumaya devam edeceği vurgulandı.

Toplu üye alımı kampanyası, eylemler hakkında bilgi verildi. 5 Nisan avukatlar gününde yapılacaketkinliklerden bahsedildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 8: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Karayollarının özelleştirilmesine yöneliktartışmalar sürüyor. Recep Tayyip Erdoğan da sonyaptığı açıklamalarla tartışmaya katıldı. AKP şefi,karayollarına ilişkin olarak yapılan özelleştirmeihalelerinin iptal edileceğine dair açıklamalardabulundu. Haber Türk’te yayınlanan “Teke Tek”programında “Biz belki bazı özelleştirmeleri iptaledeceğiz. Örneğin otoyol meselesi, köprüler meselesinitekrar masaya yatıracağız. Daha yüksekbeklentilerimiz var” diyen Erdoğan, Karayolları GenelMüdürlüğü’nün otoyollar ve köprülerin en az 20milyar edeceği tespitini hatırlatarak söyleminesahicilik katmaya çalıştı.

Otoyol ve köprülerin özelleştirme sürecindeyaşananlar ise Tayyip Erdoğan’ın özelleştirmeleriniptaline ilişkin açıklamalarının samimiyetsizliğinikanıtı olarak kayıtlara geçti. Zira “ÖzelleştirmeYüksek Kurulu” içinde yer alan bakanların tümü 20milyar rakamının gerçekçi olmadığını dile getirdiler.Üstelik Tayyip Erdoğan’ın 13 milyar dolarlık ihaleyebakanlarıyla birlikte onay verdiği de biliniyor. Tüm buaçıklamalar yapılan özelleştirmeleri işçi ve emekçilereşirin gösterme ve muhtemel gelişecek tepkileriyumuşatmaya yöneliktir.

Otoyollar ve köprülersermayeye peşkeş çekiliyor,

karayolu işçilerini işsizlik bekliyor!

Türk devleti kuruluşundan bu yana ulaşımyatırımlarını kapitalizmin ihtiyaçlarını esas alarakoluşturmuştur. Hava ve deniz ulaşımına önemvermeyen devlet, karayolları yapımını ulaşımpolitikasının merkezine koymuştur. Son yıllardagörülen “hızlı tren” yatırımları, duble yollar veotobanların yapımına hız verilmesi, hava ulaşımındaözel şirketlerin devreye alınması, THY’ninözelleştirilmesi vb. girişimleri sermayeninihtiyaçlarıyla doğrudan bağlantılıdır.

Otoyol ve köprülerin özelleştirilmesini zorlaştırantüm yasal engeller 25 Mayıs 2010 tarihindeyayımlanan “6001 sayılı Karayolları GenelMüdürlüğü’nün Teşkilat ve Görevleri HakkındaKanun” ile birlikte ortadan kaldırılmıştır. Yasanınçıkışıyla birlikte köprü ve otoyolların özelleştirilmesisüreci hızlanmıştır.

Türkiye karayolu ulaşımı ağırlıklı bir ülkedir.Türkiye’de yük taşımacılığının yüzde 90’ı ve yolcutaşımacılığının yüzde 95’i karayolu üzerindenyapılmaktadır. Karayollarının ağırlıklı olduğu Türkiyetablosu, sermaye için yeni bir rant kapısı elde etmeolanağı sağlıyor. AKP iktidarı otoyollardan elde edilendevasa kaynağı kapitalistlerin kasalarına akıtmakistiyor.

Bu kaynağın ne denli büyük olduğunu rakamlaraçıkça gösteriyor. Karayolları Genel Müdürlüğü‘nünyatırım kalemleri incelendiğinde 2009 yılında 2 milyar457 milyon 115 lira, 2010 yılında ise 3 milyar 73milyon lira harcama yapıldığı görülecektir. 2012yılında ise 3 milyar 631 milyon 499 lira yatırımyapılmıştır.

2009 ve 2010 yıllarında gerçekleştirilen yatırımharcamalarının toplamı yaklaşık 5,5 milyar liradır. Burakamlar iptali tartışılan köprü ve otoyollarınözelleştirilme bedeline neredeyse eştir; köprü veotoyollar, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün iki yıllıkyatırım harcamaları kadar bir bedelle elden çıkartılmakistenmiştir. AKP iktidarının yaklaşık 7-7,5 yıldakendini amorti edecek ve ondan sonraki 14-15 sene isesermayenin kar hanesine yazılacak özelleştirmepolitikasında ısrar edeceği aşikardır.

Karayollarının peşkeş programının tüm yükü iseişçi ve emekçilerin sırtına binecektir. Özelleştirmebilançosu, özelleştirme nedeniyle ortaya çıkan zararınboyutlarını tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Köprüve otoyolların özelleştirilmesi sadece bugünü değil,önümüzdeki 25 senenin ipotek altına alınmasınıkapsayan bir anlayışı içermektedir.

Hemen bütün özelleştirmelerin zararının faturasıişçi ve emekçilere yüklenmekte, sermaye gruplarınınpayına ise yüksek karlar düşmektedir. AKP iktidarı dabu tutuma harfiyen uymaktadır. Zaten tekeller deyüksek kar beklentilerine yanıt vermeyenözelleştirmelere ilgi göstermemekte, ancak yüksek karbeklentilerinin karşılandığı koşullarda özelleştirmelerekatılmaktadırlar.

Özelleştirme sonrası işçilerin tüm çalışma koşullarısermaye tarafından belirlenmektedir. Bu ne demektir?Bu yaklaşık dokuz bin taşeron, altı bini memur vekalanı kamu işçisi olan toplam 16 binden fazlaçalışanın ya sefalet ücretlerini kabul ederek güvencesizçalışması ya da işsizliğin kör kuyusuna mahkumedilmesidir. Bu yaklaşımın öncü göstergeleri ortayaçıkmaya başlamıştır. AKP iktidarı Yol-İş Sendikası’naüye olan 9 bin taşeron işçisinin sürecini baltalamakiçin anahtar teslimi şubeleri satmaya başlamıştır.

Örneğin Karayolları Genel Müdürlüğü 2013 yılındayaptığı tüm ihalelerde yüklenici firmaları teşviketmeye özen göstermiştir. Karayolları GenelMüdürlüğü, sahip olduğu 11 bin 555 adet işmakinesinin de atıl hale gelmesi gerekçesini öneçıkararak taşeronlara peşkeş çekmeye çalışmaktadır.

Güvenceli çalışmak ve özelleştirmeyidurdurmak için mücadeleye!

Karayolu işçilerinin öncü rolü oynayacakdinamikleri kendi etrafında toplayacak ve daha genişölçekte harekete geçirecek bir birlik ve örgütlülüğüzorlamaları, özelde dinci-gerici Tayyip Erdoğan’a vegenelde özelleştirme yandaşı sermaye cephesineverilecek en önemli ve etkili yanıttır. Karayolu işçilerisendika ağalarının etkinliğini kıracak mekanizmalarıbir an önce harekete geçirmelidirler. Zira her yereyayılan bir genel direniş için gerekli olan topyekûnmücadele ateşini tabana yaymaktır.

Karayolu işçilerinin özelleştirme karşıtımücadelede gösterecekleri fedakarlık ve kararlıközelleştirme hesabı yapan sermaye cephesinin korkulurüyasıdır. Karayolu işçilerinin özelleştirme karşıtımücadelede ortaya koyacağı militan ve kitlesel duruşsendika ağalarını mücadeleye zorlayacak tek güçtür.Karayolu işçileri mücadeleyi daha da büyütmek içinsendika ağaları üzerindeki baskılarını artırmalıdır.Özelleştirme saldırısının panzehiri olan tabanörgütlerini ülke sathına yaymalıdır.

Son 28 Ocak eyleminde de görüldüğü gibi karayoluişçileri mücadele isteklerini ortaya koymuşlardır. Bueylem karayolu işçilerinin özelleştirme saldırısına karşıolduğunu gösteriyor ve mücadeleyi büyütmektenkaçan sendika bürokratlarına yönelik tepkisini ortayakoyuyor. Eksik olan karayolu işçilerinin mücadeleisteği değil, yeterli bilinç ve örgütlülükten yoksunolmalarıdır.

Karayolu işçilerinin şube şefliklerinden başlayarak,ülkenin dört bir yanında bulunan karayolları bölgemüdürlüklerinde örgütlenmeye hız vermesi gerekiyor.Yakalanan olanakları en iyi şekilde değerlendirmek,karayolu işçileri arasında özelleştirme karşıtı tam birbilinç ve örgütlenme seferberliği başlatmak gerekiyor.Yol-İş ağalarının özelleştirme karşıtı işçi mücadelesinizayıflatmak için işbirlikçi bir tutum içinde olacaklarıaşikardır. Zira özelleştirme karşıtı mücadeleyi her günAKP’nin kapısı önünde bekleyen ve taşeron işçilerininsorunlarının çözümünü mahkeme kararlarında arayansendika ağaları öremezler.

Karayollarında özelleştirme saldırısıve gerçekler!

Karayolu işçilerinden eylem...

Batman ve Mardin’deki Karayolları Bölge Şubeleri’nde çalışan ve 15 Şubat tarihinde iş akitlerifeshedilecek yaklaşık 200 işçi, sermaye hükümetin daha önce “5 bin işçiyi kadroya alacağız” sözüne rağmensadece 1000 kişi aldığını belirterek 4 Şubat günü eylem yaptı.

Hükümetin daha önce 5 bin işçiyi kadroya alacaklarını açıklamasına rağmen, sadece 1000 işçiyi almasınıprotesto eden yaklaşık 200 işçi, Batman ve Mardin Karayolları Şubeleri önünde basın açıklaması yaptı.

Batman’daki Karayolları 97’nci Şube Müdürlüğü Binası önünde toplanan yaklaşık 100 işçi, iş akitlerininfeshedileceği 15 Şubat öncesi harekete geçti. Aralarında 15-16 yıldan bu yana çalışan Karayolları işçilerininde bulunduğu grup adına konuşan Yol-İş Batman Temsilcisi Orhan Taşkıran, “5 bin işçiyi kadroya alacaklarısözünü verenler, 1000 işçi aldıktan sonra anlaşmayı unutarak hile yaptı” dedi.

Mardin’deki 93’üncü Şube Şefliği önünde toplanan yaklaşık 100 işçi adına konuşan Diyarbakır Yol-İşSendikası Temsilcisi Abdurrahman Ulam da sermaye hükümetinin daha önce 5 bin işçiyi kadroya alacağınıaçıklamasına rağmen, sadece 1000 kişiyi işe alma kararı aldığını söyledi.

Page 9: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

“Sermaye toplum tarafından riayete zorlanmadığıyerde işçinin ömrü ve sağlığı karşısında acımasızdır”(K. Marks)

Geçtiğimiz hafta Antep’te bulunan GüneydoğuGalvaniz fabrikasında meydana gelen patlamada ikisiSuriye kökenli olmak üzere toplam 7 işçi iş cinayetinekurban gitti. Suriye’de savaştan kaçanların Türkiye’yesınır illerde kaçak olarak çalıştırıldıkları yer yerbasında da yer alıyordu.

Emperyalist savaşın yıkımından kaçarakTürkiye’ye sığınan Suriyeli işçiler, burada dakapitalizmin aşırı kar hırsına kurban gitmektenkurtulamadılar. Konteyner kentlerde yaşadıkları açlık,yoksulluk, salgın hastalıklar nedeniyle sık sık gündemegelen mülteciler, bu kez bir iş cinayeti üzerindengündeme gelmiş bulunuyorlar.

Boyalı basın ve muhalefet partileri sürekli olarakSuriyeli işçiler gerçeğini de gözeterek “kaçak işçi”vurgusunu ön plana çıkardı. Oysa kaçak Suriyelimülteciler sermayenin daha da ucuz bir iş gücüpotansiyeli olarak iştahını kabartıyordu. Dinci-gericiAKP’nin şefi Recep Tayyip Erdoğan sayı olarak 100bini aşan mültecilerin yerleşim alabilmeleri ve bölgedeçalışabilmeleri için hızlı bir yasal düzenlemeyapılacağından daha önce bahsediyordu. ArdındanBakan Fatma Şahin de benzer açıklamayı birkaç keztekrarlayarak durumu perçinlemiş oldu.

Böylece konteyner kentlerde bulunan ucuz işgücüpotansiyeli, kölece koşullara mahkum edilmiş olanTürkiyeli işçilerden çok daha ağır çalışma ve sömürükoşullarına maruz kalmış olacak. Ki hali hazırdaAdana, Antep, Urfa, Mersin, Hatay’da yerleşenSuriyeli işçi ve emekçiler, bu bölgelerde her türlügüvenceden yoksun bir şekilde çalıştırılıyorlar.Bölgedeki işçi ve emekçiler açısından son derece ağırolan çalışma koşulları, mülteci işçi ve emekçilerüzerinden daha da ağırlaştırılmış boyutuylasürmektedir. Geçtiğimiz aylarda Antep’teki tekstilişçilerinin gündeme gelen mücadelesi, bölgedeyaşanan çalışma koşullarının ne denli köleceolduğunun açık bir göstergesiydi.

Güneydoğu galvanizdeki iş cinayeti nedeniyleaçıklama yapan DİSK Bölge temsilcisi Nihat Bencan,dört organize sanayi bölgesinde toplam 175 bin işçininçalıştığını, bunların yarısının kayıt dışı olarakçalıştırıldığını vurguladı. Kuşkusuz sermaye sınıfı saltAntep’te değil, ülke ölçeğinde işçi ve emekçileri hertürlü güvenceden yoksun bir şekilde çalıştırmakta,kanlarını emmektedir.

Davutpaşa ve OSTİM’de yaşanan kitlesel işcinayetlerinin yıl dönümünde gerçekleşen bu işcinayetinin temel nedeni, diğer iş cinayetlerindeolduğu gibi kapitalistlerin aşırı kar hırsıdır. Bilindiğiüzere gerek Davutpaşa’da gerekse de OSTİM’deyaşanan iş cinayetlerinin sorumluları sözde“bulunamamış”, bugüne kadar yargılanan kimseolmamıştır. Dahası bir çok sendika gerek OSTİM,gerek Davutpaşa, gerekse de Antep’te yaşanan işcinayetleri karşısında sadece basın açıklaması yapmış,işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin bir mücadeleprogramı ortaya koymamıştır. Bu salt bugüne ilişkinbir durum değil. Sermaye, “İşçi Sağlığı ve GüvenliğiYasası”nı yaşama geçirdiğinde, sendikalar tarafındanortaya konan tepki yine basın açıklamaları sınırındakalmıştır. Oysa o dönem yasanın kendisinin

“sendikaların da ifadesiyle” yeni iş cinayetlerininönünü açacağı vurgusu özel olarak yapılmıştı. Sözkonusu yasa işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinipiyasaya sunan bir kar mekanizması olarak tasarlanmışve geçtiğimiz yıldan itibaren devreye sokulmuştur. Bunedenle gerek Antep’te yaşanan, gerekse de her günülkenin değişik yerlerinden gelen iş cinayetlerihaberleri hiç de şaşırtıcı değildir.

Tabloyu boşa düşürmek, iş cinayetlerini en azaindirmek, mücadelenin ne ölçüde geliştiğiyle ilgilidir.Fabrikalarda kurulacak işçi sağlığı ve güvenliğikomiteleri aracılığıyla bir mücadele ve müdahaleprogramı oluşturmak temelli ödevler arasındaolmalıdır. İşçi ve emekçilerin etkin mücadelesi,sermayeye işçi sağlığı ve tedbirlerini uygulamanoktasında bir basınç oluşturabilir. Bu basınç bir çokişçinin hayatını kurtarabilir. Her fırsatta gereksermaye, gerekse de onun sözcüleri iş cinayetlerininsorumlularının “dikkatsiz işçiler” olduğunuvurguluyor. Gerçekte iş cinayetleri sermayenin aşırı

kar hırsından kaynaklanmaktadır. Engels, “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu”

yapıtında “İşçi sınıfının sefil durumunun nedeni, oufak tefek yakınma konularında değil, ama kapitalistsistemin kendisinde aranmalıdır” der. Kuşkusuz işcinayetlerinin tarihe gömülmesinin koşulu dakapitalizmin tarihin çöplüğüne atılması koşuluylailintilidir.

İşçi sağlığı ve güvenliği noktasında SovyetlerBirliği çok önemli deneyimler bırakmıştır. Budeneyimler fabrikalarda işçi sağlığı ve güvenliğinenasıl önem verildiğini bize açıkça göstermektedir.Fabrikalardaki üretim komiteleri, sendikalar ve işçiler,işçi sağlığı konusunda özel çalışmalar yapmışlar, riskfaktörlerini tespit edip, önlemler almışlardır.Sovyetlerde sendikalar bünyesinde bulunan ve maaşınısendikalardan alan toplam 5500 müfettiş vardır. Yanısıra devletin 20 bin sağlık ve güvenlik müfettişibulunmaktadır. İşyerlerinde işyerinin büyüklüğünegöre 7-17 üyeden oluşan emek koruma komitelerivardır. Devletin işçi sağlığı ve güvenliği araştırmaenstitüleri yanında Sendikalar Konseyi tarafındanyönetilen, her biri farklı bir sanayi veya sağlıksorununa odaklanmış altı emek koruma enstitüsüvardır. Leningrad’da, optik donanım üreten altıfabrikanın emekçilerine hizmet eden 350 yataklı olanve 100 hekimin görev yaptığı bir hastanebulunmaktadır ve bu hastanenin amacı bu 6 fabrikadaçalışan 20 bin işçinin hastalanmalarını önlemektir.Sovyetler Birliği’nde bu ve benzeri sayılabilecekbirçok örnek vardır. İşçi sınıfının iktidarı kapitalizmintersine kar merkezli değil, insan merkezli davranır. İşçive emekçiler kapitalizm koşullarında ancak büyükmücadeleler sonucu, sermayedara yaptırımuygulayabilir ve bir nebze olsun iş cinayetlerihafifleyebilir. Ancak işçi ve emekçilerin üretimesnasında burnunun dahi kanamaması ancak ve ancaksosyalist bir toplumla mümkün olacaktır.

Davutpaşa, Ostim, Antep…

Kapitalizm her zaman ve her yerde öldürür!

Kapitalizmi öldürelim!

Teknopark işçileri kazandı!

İTO-Teknopark İnşaatı İşçileri, işten atıldıktan sonrabaşlattıkları direniş ile patronu anlaşma yapmaya zorunlubıraktılar. İşçiler, direniş sonucunda patronla yaptıkları anlaşmagereği geçen hafta aldıkları ücretlerini geri kalanın 5 Şubat günüaldıklarını belirterek, direnişi kazanımla sonuçlandırdıklarınıifade ettiler.

İTO-Teknopark İnşaatı İşçileri, İstanbul Ticaret Odası’nınfinansmanlığını yaptığı Pendik’te yapımı süren proje sırasındaücretlerini 5 ay boyunca alamadıkları ve muhatap bulamadıklarıiçin 10 Ocak’ta İTO önünde direnişe başlamışlardı. İstanbulTicaret Odası önünde direniş çadırı kuran işçilere polis ve zabıta,defalarca saldırmış, çadırlarını yıkmıştı. İşçiler polis terörü ile

gözaltına alınmış, gaz, cop, tazyikli su ile şiddete uğramış ve yaralanmışlardı.Yaşadıkları polis terörüne ve sermayenin tehditlerine aldırmayan işçiler, kararlılıklarını sürdürmüş

Uzunlar İnşaat’ın sahiplerinin evlerine önünde, son olarak Uzunlar İnşaat’ın Fatih’te bulunan bürolarınınönünde eylem gerçekleştirmişti. Bu eylem sonucunda işçilerle görüşen patron Adnan Uzun, işçilerin ücretalacakları için taahhütname imzalamış ve iki taksitle ücretlerin tamamını vermeyi kabul etmişti.

İşçiler, mücadele ederek aldıkları bu sonuç sonrası, ücretlerini taahhütnameye göre ilk kısmını geçenhafta, kalanını ise bugün aldılar.

Her türlü baskıya ve zulme karşı boyun eğmeyen, kararlılıkla mücadele eden İTO-Teknopark İnşaatıİşçileri, mücadelelerini zaferle sonuçlandırarak, işçi sınıfına izlenmesi gereken yolu da göstermiş oldular.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 10: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Sendikalaşan Taral Makina işçileri patronun iştenatma saldırısı ile karşılaştı. Fabrika önünde bekleyenişçiler talepleri kabul edilene kadar direneceklerinibelirtiyor.

Bayrampaşa’da kurulu olan Taral Tarım Makinave Aletleri Sanayi A.Ş.’de işçiler DİSK’e bağlıBirleşik Metal İş Sendikası 2 No’lu Şube’ye üyeoldular. Sendikalaşmadan haberi olan patron 12 işçiyiişten çıkardı. İşçiler 5 Şubat günü fabrika kapısındabekleyişe geçtiler.

Tüm bunlar olurken alım güçlerinin düştüğünügören işçiler, sendikalaşmaya karar verdiklerini dilegetiriyorlar. Sendikal çalışmanın patron tarafındanöğrenilmesi ile birlikte dün 10, bugün de iki olmaküzere toplam 12 işçi atılmış durumda.

İşçiler, gece fabrikaya gelen müdürün, işçilere birkonuşma yaptığını, konuşmada sendika taleplerininneden patrona iletilmediğini sorduğunu ifade etti.Ayrıca müdürün “DİSK’ten başka sendikalar da var”diyerek üyelikten vazgeçmeleri durumunda bukonuda kendilerine “yardımcı” olacağını belirttiğisöyledi.

Sabah saatlerinde fabrika önünde bir araya gelenişçiler ve 2 No’lu Şube Başkanı Yılmaz Bayram,burada bekleyişe başladılar. Bir müddet sonra sendikabaşkanı, yönetim ve patronla bir görüşmegerçekleştirdi. Görüşme sonrası işçilere açıklamayapan Bayram, taleplerini yönetimle görüştüklerini,yönetimin daha sonra kendilerine cevap vereceklerinibelirtti.

Dışarıda direniş sürerken fabrikanın içinde iseistifa baskısı yapıldı. Patron ve uşakları sendika üyesiişçileri tek tek görüşmeye çağırarak sendikadan istifaetmelerini dayattı.

Öğle yemeğinin ardından gündüz vardiyasındaçalışan işçiler topluca binadan çıkarak fabrikabahçesine geldiler ve işçilerin beklediği girişkapısının arkasında toplandılar. Sloganlar eşliğindekapıya gelen işçileri dışarıda bekleyen direnişçi işçilerde slogan ve alkışlarla karşıladı.

Bayram, zorla istifa ettirme ve işçilerin dışarıyaçıkmalarının yasaklanmasına değinerek sermayeninve kolluk kuvvetlerinin baskılarının kendileriniyıldıramayacağını, işçilerin elele vererek yürüttükleribu mücadele ile muhakkak kazanacaklarını dilegetirdi.

Fabrika güvenliğinin işçileri içeriye sokmaçabasına da sloganlarla tepki gösteren işçilere buradaYılmaz Bayram bir konuşma yaptı. Alkış vesloganlarla sonlanan konuşmanın ardından işçileriçeri girerek işbaşı yaptılar.

Türk Metal oyunu boşa düşürüldü!

İşçilerin kararlılığını boğamayan patron, çareyiTürk Metal çetesini devreye sokmakta aradı. TürkMetal’i ve noteri fabrikaya getiren patron işçileriBirleşik Metal-İş’ten istifa ettirerek Türk Metal’e üyeyapmaya çalıştı. Ancak işçilerin kararlı duruşları birkez daha kirli hesapları boşa düşürdü.

Dayanışma çay paydoslarında da sürdü ve içerdekiişçiler, kapı önündeki arkadaşlarını yalnız bırakmadı.Patron ise kirli hesaplarının boşa çıkması üzerine birkez daha işten atma saldırısını devreye soktu. 15 işçidaha işten atıldı ve böylece atılan işçi sayısı 27’yeçıktı. İşten atılan işçiler de direnişe katıldı.

Bu süreçte işçilerin sendikaya üye olmaları dasürüyor. Bir grup işçi daha Birleşik Metal-İş’e üyeoldu.

Direnişin 2. günü

Taral işçilerinin sendikal örgütlülüğünün önünükesmek isteyen patron ve Türk Metal çetesi, işçilerinBirleşik Metal-İş Sendikası’na üye olmalarınıengelleyemediler. Direnişin ikinci gününde, Taralpatronu gece vardiyası çalışmasını kaldırarak geceçalışan işçileri gündüz vardiyasına çağırdı.

Gündüz vardiyasında çalışmaya gelen işçilerden2’sinin daha işine son verildi. İşten atılan işçi sayısı29’a çıkmış oldu.

Direnişin ikinci gününde de işçiler üzerindekibaskı devam etti. Usta başları ve şefler bölümlerdeişçilere baskılarını sürdürüyor.

Kapı önündeki işçiler sendikalı olarak fabrikayageri dönene kadar direnişlerinin sürdürecekleriniifade ediyorlar. Dışarıdaki kararlı direnişe içerden dedestek sürüyor. Fabrikadaki işçiler öğlenpaydoslarında sloganlarla kapı önündekiarkadaşlarının yanına geliyorlar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Taral Makina’da sendikalaşma ve işten atma...

Dışarıda direniş,içerde dayanışma!

BMC’de eylemsürüyor

İzmir Pınarbaşı’nda, Kemalpaşa yolu üzerindebulunan BMC fabrikasında işçiler 8 aydırücretlerini düzenli biçimde alamıyordu. Son üçaylık ücretlerini de alamayan işçiler bunun üzerineCuma günü kitlesel bir eylem yaparak yol kesmiş, 5Şubat Pazartesi günü ise iş bırakma iradesi ortayakoymuştu. İşçilerin valiliğe yürüme isteği ise TürkMetal tarafından engellenmişti.

3 Şubat sabahı BMC işçileri fabrikada birtoplantı yaptılar ve sendikanın engellemeçabalarına rağmen iş bırakma kararı aldılar. İşbırakarak fabrikanın önünde toplanan işçilere TürkMetal sendikası da görüntüde destek vermekzorunda kaldı. Pankartlarını ve sembolik çadırlarınıkuran işçiler gün boyunca halaylar ve sloganlareşliğinde fabrikanın önünde beklemeye başladılar.

Akşam çıkış saatinde ise kartlarını okutarakfabrikadan çıkan işçiler 50 kişiyi gece teslimatyapılmaması için nöbetçi olarak bıraktı.

6 Şubat’taysa işçiler yaptıkları basın açıklamasıile eylemlerini sürdürdüler. “Bu işyerindeödenmeyen ücretlerden dolayı iş bırakma eylemivardır” pankartını asan işçiler gün boyusloganlarla tepkilerini gösterdi. BDSP ve Metalİşçileri Birliği de da ilk gün olduğu gibi yine işçileriyalnız bırakmadı.

Eylemin 3. günü sabah vardiyası ile birliktebaşladı. Fabrika önünde toplanan işçiler güniçerisinde 5 kez 15’er dakikalığına Kemalpaşayolunu iki taraflı olarak trafiğe kapattı.

Yol kapatma eylemlerinde işçiler durmakistemeyen araçları da zorla durdurarak direniştekikararlılıklarını gösterdiler.

Kızıl Bayrak / İzmir

Esta Beachwear‘daişten atma

Türkiye’nin önde gelen mayo ve plajkıyafetlerinin üretiminin yapıldığı Güneşli’dekurulu bulanan Esta Beachwear’da kölece çalışmakoşullarını kabul etmeyen işçiler işten çıkartıldı.

Yaklaşık 150 işçinin 12 saatlik zorunlumesailerle çalıştırıldığı fabrikada paketlemebölümünde patronun zorunlu olarak sabahlamadayatmasını kabul etmeyen 2 kadın işçi işten atıldı.Ailevi yaşamlarının bu çalışma temposuyla alt üstolduğunu söylen işçiler 1 Şubat Cuma günü sabah07.30 iş başı yapmış ve de sabahlamaya kalmalarıistenmişti.

İşten atılan kadın işçilerden biri sigortasızçalışıyordu. Ayrıca asgari ücretin altında ücretleçalışılan fabrikada, mesailere izinsiz kalmayanişçilerin de işine son veriliyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 11: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Manisa’da Zehnder Grup’a bağlı Sanpan IsıtmaSistemleri’nde örgütlenen işçilerin örgütlülüğünükırmak için, işten çıkarmalar ve istifa baskılarıyapılıyor. Uzun süredir bu baskılar karşısında susanTürk Metal yöneticileri, en sonunda işçilerinbasıncıyla eylem yapmak zorunda kaldılar.

Türk Metal Manisa 1 No’lu Şube son işten atmasaldırısı sonrası göstermelik bir eylem düzenleyerekpatronu protesto etti. “İşten çıkarmalara ve istifa etbaskılarına karşı” 29 Ocak Salı günü düzenleneneylem fabrika önünde gerçekleşti. Eylem sırasındakonuşan Şube Başkanı Hüseyin Özben işten çıkarılanher işçi için işe dönüş davası açılacağı ve patronunsendika karşıtı tutumu için suç duyurusu yapacaklarınısöyledi.

Genellikle patron tarafından işçileri denetim aracıolarak fabrikaya sokulan Türk Metal’in yöneticileri,sendikanın adından ürken patrona işbirlikçisendikacılık anlayışlarını anlattı. “Gelin masa başında

çözüm arayalım” diyen Özben şöyle devam etti: “TürkMetal olarak sendikal anlayışımız gereği sizleridiyaloğa davet ediyoruz. Gelin masa başında çözümarayalım. Tıpkı ülkemizin önde gelen sanayikuruluşlarının yöneticileri ile yaptığımız gibi. Biz TürkMetal olarak örgütlü olduğumuz işyerlerinin zorgünlerinde yanlarında durarak karşılıklı çözümüreterek, elimizi taşın altına gözümüz kapalı koyarızbundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.”

Türk Metal’in 13 Kasım 2012 tarihinde Sanpanfabrikasında yetkiyi almasının ardından patron yetkiyeitiraz etmiş ve şu an mahkeme devam etmektedir.Fabrikada son olarak 28 Ocak günü 2 işçi dahasendikadan istifa etmediği için işten atıldı.

Sanpan patronu daha önce de işten atma saldırısınıdevreye sokmuş 16 Temmuz 2012 tarihinde 9 işçiyiişten atmıştı. Patronun saldırıları karşısındamücadeleyi örmeyen Türk Metal çetesi yüzünden 20işçiyse sendikadan istifa etti.

Türk Metal:Hiç şüpheniz olmasın!

PTT işçilerihaklarını aldı

İzmir’de 180 PTT emekçisi 31 Ocak günü iştençıkarıldı. İş sözleşmeleri fesh edilen işçiler hiçbirhakkı ödenmeden işten atıldılar. İşten atılanişçilerin uzun çalışma koşulları, doğum ve yıllık izinuygulamalarının kaldırılması ve düşük ücretleçalışma dayatmaları yapan PTT yetkililerine yanıtolarak eyleme geçen işçiler 4 Şubat günü deBayraklı PTT önünde bekleyişlerini sürdürdüler.

Kapı önündeki işçilere KESK İzmir ŞubelerPlatformu tarafından dayanışma ziyaretigerçekleştirildi. Eylemde “KESK İzmir ŞubelerPlatformu” pankartı açılıp KESK flamaları taşındı.Basın metnini KESK İzmir Şubeler Platformu adınaİsmail Akyol okudu. Akyol açıklamaya, “PTT’deçalışan 180 işçinin işine son verilmesi kabuledilemez” sözleriyle başladı. Ardından AKPiktidarının özelleştirme ve taşeronlaştırmaçalışmaları hızlandırdığını söyleyen Akyol,taşeronda çalışan işçi sayısının son 10 yıldakatlanarak 1,5 milyonu geçtiğini vurguladı.

Eyleme TÜMTİS, Belediye-İş 6 No’lu Şube, TekGıda-İş, Deri-İş, Kültür-Sen, BES, Eğitim Sen 4 ve 6No’lu şubeler, Genel-İş üyeleri, SDP ve BDSP dedestek verdi. Basın açıklamasının ardından Haber-Sen Şube Başkanı Hasan Özdem konuşma yaptı.Konuşmasında PTT yetkilileriyle yapılan görüşmeyianlattı.

Özdem, basın açıklamasının ardından işbaşıyapılacağı, sigorta ve maaşların 1 Şubat tarihindenitibaren ödeneceğini söyledi.

“Sorun çözülmez ise eylemlerimizdevam edecek”

İşyeri temsilcisi Hasan Nalbant’la iştençıkarılma sürecini konuştuk. Nalbant işten atmasüreciyle ilgili şunları ifade etti:“Ben dört yıldırtaşeron olan Tempo Lojistik şirketinde çalışıyorum,normalde 400 civarında çalışanız işten atılanarkadaşlarımız kargo ve yayan dağıtımbölümünden çıkarıldı ve bize işten çıkarılma sebebisöylemediler. Sözlü bir şekilde 31 Ocak günü iştençıkarıldığımızı söylediler, biz herhangi bir şeye imzaatmadık. Biz bu arada işyerlerimize giderektutanak tutturduk. Kurumumuz bize yazılı bir kâğıtvermedi ve bu kâğıt verilmediği için biz de işkanununda göre her gün işimize geldik ve bize işverilmedi biz de tutanaklarımızı tuttuk. 31 Ocaktanitibaren her gün eylem ve basın açıklaması yaptık,sorun çözülmez ise eylemlerimiz devam edecek.”

Kızıl Bayrak / İzmir

DHL işçilerine uluslararası dayanışma

TÜMTİS’e üye oldukları gerekçesiyle işten çıkarılan DHLişçilerine uluslararası destek büyüyor.

Dünyanın en büyük taşımacılık şirketleri arasında yeralan DHL’nin Almanya’da 200 bin üyesi bulunan Ver.diSendikası Genel Başkan Yardımcısı Andrea Kocsis veAvrupa İşçi Konseyi’nden bir heyet işçilere destek için 4Şubat günü Türkiye’ye geldi.

DHL’nin İstanbul Esenyurt ve Kocaeli Gebze depolarıönünde direnişini sürdüren işçilerle görüşerek destekmesajı veren heyet, bir de basın açıklaması gerçekleştirdi.

Gebze Güzeller Organize Sanayi Bölgesi DHL aktarımmerkezi önünde yapılan eyleme çok sayıda sendikayöneticisi de katıldı. Eyleme 47 gündür direnişte olanİSMACO işçileri de destek verdi.

Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde 235 gündür direnişte olan işçilerin çadırına yeniden saldırıldı.TÜMTİS Genel Başkanı Kenan Öztürk yapılanın anti-demokratik bir uygulama olduğunu belirterek “nepahasına olursun bu çadırı kuracağız ve burada mücadelemize devam edeceğiz” dedi.

Daha sonra yürüyüşe geçen TÜMTİS üyeleri DHL aktarım deposu önünde açıklama yaptı.Ver.di Genel Başkan Yardımcısı Andrea Kocsis de eylemde söz alarak direnişçilerin arasında

bulunmaktan mutluluk duyduğunu belirtti.Kocsis Almanya’da TÜMTİS için asılsız iddialar atıldığını belirtip TÜMTİS’in değil asıl zorla dayatmanın

DHL, özel güvenlik ve polis işbirliği ile yapıldığını söyledi.Yapılan konuşmaların adından eylem bitirildi.

Page 12: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP), bahardöneminde örgütleyeceği işçi kurultaylarınındeklarasyonunu yaptı.

İskanbulBDSP, 5 Şubat günü gerçekleştirdiği basın toplantısı

ile bahar döneminde İstanbul’da düzenleyeceği işçikurultayının amaçlarını açıkladı.

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’ndegerçekleştirilen basın toplantısında salona “İşçilerinbirliği halkların kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayı’na!” şiarlı pankart asıldı.

Basın açıklamasına, kurultayın içinden geçilensüreçle birlikte değerlendirilmesi gerekildiği belirtilerekbaşlandı. Açıklamada, bir dizi Ortadoğu ülkesini hedefalan emperyalist saldırganlığa değinilerek Türkiye’nin busüreçte üstlendiği taşeronluk vurgulandı. Türk sermayedevletinin dışarda emperyalistlerin hizmetinde işgalpolitikalarına hizmet ederken içerde de işçileri,emekçileri ve Kürt halkının özgürlük mücadelesinihedef alan saldırılarının tırmandığı ifade edildi.“Müzakere” sürecine de değinilerek, sermaye devletininKürt halkının mücadelesini tasfiye etmek için bu tarzmanevraları devreye soktuğu söylendi.

Sokakta yükselen mücadeleye dikkat çekilenaçıklamada, işçi kurultayının bu baskı ve saldırıpolitikalarına, emperyalist saldırganlığa ve Kürt halkınınmücadelesine ilişkin devrimci sınıf tutumunu ifadeetmek için toplandığı vurgulandı.

Açılış konuşmasının ardından “İşçilerin BirliğiHalkların Kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayı” deklarasyonu okundu.

Deklarasyonun okunmasından sonra, kurultayınamacına uygun bir içerikle gerçekleşebilmesi için sınıfdevrimcilerine çok iş düştüğü, sanayi havzalarında,

fabrikalarda sınıf mücadelesi için daha çok çabaharcanacağı ifade edilerek basın toplantısı bitirildi.

AnkaraSınıf devrimcilerinin Türkiye'nin birçok sanayi

havzasında ve kentinde yapılacağını ilan ettiği “İşçilerinbirliği halkların kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayı” çağrısına sermayenin başkentinden cevapveren devrimci işçiler 6 Şubat günü gerçekleştirilen birbasın toplantısı ile 7 Nisan günü Ankara'da yapılacakkurultayın amaçlarını kamuoyu ile paylaştılar.

Birleşik Metal-İş Anadolu Şubesi’nde yapılan basıntoplantısının öncesinde Ankara polisinin sendikaçalışanlarını arayarak bilgi almak istemesi devrimcifaaliyetten duyulan derin rahatsızlığın bir örneği dahaolurken basın toplantısı çağrısına karşılık veren basın

emekçisi ve işçilere kurultay anlatıldı.Sınıfı politikleştirmek hedefi ile gündeme gelen

kurultayın çalışmalarının 1 ay öncesinden başladığınısöyleyen Kurultay Hazırlık Komitesi sözcüsü bukapsamda yapılan çalışmaları aktardı. Anket çalışması ileişçi ve emekçilerin nabzının ölçüldüğü ve mümkün olanher yerel ve havzada kurultay hazırlık birimlerininoluşturulduğu belirtildi. Daha sonra Ankara İşçiKurultayı Hazırlık Komitesi adına hazırlanandeklarasyon metni okundu.

Okunan deklarasyonda kurultayın ana gündemlerininiçerde-dışarda savaş ve saldırganlık olduğunun altıçizildi. İşçi ve emekçilerin birliği ve halkların kardeşliğibilincini geliştirmek için atılan bir adım olan kurultayınamacının “burjuvazi tarafından işçilerin arasına ekilendüşmanlık tohumlarını ve önyargı duvarlarını yıkmak”aynı zamanda “emperyalistler ve uşaklarına karşımücadele çağrısını yükseltemek” olduğu vurgulandı.

Kurultaya dair sorulan soruların cevaplandığı basıntoplantısı kurultayın güçlendirme çağrısı ile sona erdi.

KayseriKayseri’de toplantı yapan öncü işçiler “İşçilerin

Birliği Halkların Kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayı”nın politik arka planını tartıştılar. Ayrıca öncüişçilerden oluşan Kurultay Hazırlık Komitesi’nioluşturdular. Kurultay çağrısını işçi ve emekçilerineduyurmak için basın açıklaması yapmayı kararlaştırdılar.

Kurultay Hazırlık Komitesi’nin işçi ve emekçilerikurultaya çağıran açıklamasında şunlar söylendi: “BizlerKayseri Organize Sanayi cehenneminde vekarayollarında çalışan öncü işçiler olarak “İşçilerinBirliği, Halkların Kardeşliği için Sınıfa Karşı SınıfKurultayı”nı toplayacağız. Yapacağımız kurultay,emperyalist savaşa karşı tüm halkların kardeşçeyaşaması ve emperyalist savaşların son bulması hedefidoğrultusunda atılmış önemli bir adımdır. Sömürüsüz,savaşsız, ulusal baskının olmadığı, halkların kardeşçeyaşayacağı bir dünya ve Türkiye için gerekli olan şeyişçilerin birliği, halkların kardeşliğidir.”

(...)“İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği için Sınıfa

Karşı Sınıf Kurultayları”na tüm sınıf kardeşlerimizikatılmaya, sözünü söylemeye, kurultay çalışmalarındabizzat yer alarak destek olmaya çağırıyoruz.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara-Kayseri

BDSP’den kurultay deklarasyonu

DİSK 46. yılda Daiyang işçileriyle...

Bundan 46 yıl önce 13 Şubat 1967’de kurulan Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), kuruluşyıldönümünü grevdeki Daiyang işçileriyle kutlayacağını duyurdu.

Yaptığı yazılı açıklamayla 46 yıllık mazisini özetleyen ve sendikanın temel ilkelerini anlatan DİSK, bugünkümisyonuna da işaret etti.

Açıklamada DİSK’in yalnızca üyelerinin çıkarlarını korumakla yetinmediği ve tüm topluma karşı sorumluolduğu belirtilerek “DİSK, ülkenin tüm sorunlarını kendi sorunu olarak gördü” denildi.

“DİSK’e sahip çıkmak bugün de demokrasiye, hak ve özgürlüklere sahip çıkmaktır” denilen açıklamada şuifadeler yer aldı: “Çünkü DİSK tarihi Türkiye İşçi Sınıfının tarihidir. DİSK tarihi Kavel Direnişi’dir, MESS’ebaşkaldırıdır. DİSK, 15-16 Haziran’dır. DİSK demokrasi mücadelesidir.

DİSK 1 Mayıs’tır. DİSK faşizme dur diyebilme cesareti ve iradesidir.DİSK 12 Eylül’e ve günümüzdeki sürdürücülerine karşı özgürlüğü,

bağımsızlığı ve demokrasiyi simgeleyen bir direniştir.DİSK, eşitliğin, özgürlüğün, kardeşliğin, demokrasinin,

bağımsızlığın, dayanışmanın, emeğin, paylaşmanın, adaletin,yoksulların, dışlananların, farklıların, emekçilerin, işsizlerin, kadınların,gençlerin UMUDU ve SESİDİR!”

DİSK’in 46. yıldönümünün Daiyang-SK işçileriyle dayanışmaiçerisinde Çorlu’da kutlanacağının belirtildiği açıklama mücadele vedayanışma çağrısı ile son buldu.

“DİSK 46. YILINDA GREVDEKİ DAİYANG-SK İŞÇİLERİYLE OMUZ OMUZA!”

Yer: Çorlu Cumhuriyet Meydanı, Daiyang-SK direniş çadırıTarih: 13 Şubat 2013 ÇarşambaSaat: 14.00

Page 13: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

-Yakın zamanda çıkarılan yeni sendikalar yasasıile yetki gaspları gündeme geldi. Sermayeninhükümet eliyle gerçekleştirdiği bu adımı nasıldeğerlendiriyorsunuz?

- Uzun zamandır gündemde olan 6657 sayılıSendikalar Yasası çıktı. Ondan sonra 2009 yılından buyana yayınlanmayan yetki istatistikleri, sendika üyeistatistikleri de 26 Ocak tarihi itibari ile yayınlandı.Aslında bu süreç bir taraftan sendikalar açısındantarihsel bir dönemi de başlatmış oldu. Ve bu sürecin enönemli tartışma başlıklarından birini de taşeronişçilerin sendikal örgütlenmesi oluşturuyor.

Bir önceki dönemde işçi sendikalarının üyelikleribakanlık kayıtları üzerinden gerçekleştiriliyordu. Yeniyasayla Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kayıtlarıüzerinden tanımlandı. Bu yapılan değişikliğin nedenibakanlık tarafından, “sanal verilerden gerçek verileredönüyoruz” diye ifade edildi. Ama bu süreçte yaşananşöyle bir durum var, özellikle taşeron şirketlerdeçalışan işçiler açısından. Taşeron şirketlerin SGK’yayaptığı beyan esas alındı. Tek taraflı bir bildirimletaşeron firmalar, fiilen çalıştıkları işkolları dışındakiişkollarında gösterildi. Ve bu yolla şirketler üzerindensendikal üyelikler ortadan kaldırılmaya çalışıldı.Bunun en çarpıcı örneği ve sayısal olarakda en çoketkilenenler arasında sağlık işçileri ve sendikamızoluyor. Aslında taşeron işçilerini üye yapan diğersendikalarda da bu süreç yaşanıyor. Ancak sağlıkalanında yıllardır, “insan ihaleyle çalıştırılmaz”,“sağlıkta taşeron ölüm demektir” diyerekyürüttüğümüz mücadelede hem hukuksal hem fiilikazanımlar elde ettik. Artı, sağlık alanının bütünündetaşeron çalıştırmanın tamamen yasadışı, hukuksuzolduğunu mahkeme kararlarıyla ve Yargıtaykararlarıyla tekrar ve tekrar belgeledik. Bu yıllariçerisinde çalışan taşeron şirket işçileri, farklıişkollarında gösterilerek, yani inşaat, nakliye işçisi,gıda, turizm işçisi gibi gösterilerek sendikayaüyelikleri ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Tamamenyasadışı ve hukuksuz bir şekilde yapıldı.

Çalışma Bakanı’nın kendisi ile konuştuğumuzda“biz sizin üyeliklerinizi sisteme giriyoruz ama işte,sistem bunları bir saat sonra geri atıyor” açıklamasıyaparak, bu bir bilgisayar meselesi dediler. Biz debaşından itibaren şunu söyledik, bu basit bir bilgisayarproblemi, ya da bir teknik sorun, ya da bir idari sorundeğil, doğrudan siyasi bir meseledir. Bugün sermayeve hükümetin, taşeron firmalara, işçi sınıfına bakışıylailgili bir meseledir. Dolayısıyla bu bir bilgisayarprogramı sorunu değil, bir AKP programı sorunudur,diye ifade ettik. Hükümetin ve sermayenin siyasiyaklaşımlarının sonucunda, bu işin sorumlularınındoğrudan Başbakan ve Çalışma Bakanı olduğunu ifadeettik. İstatiklerin açıklanması ile, Ankara’dabakanlığının önünde eylemlilikler ve etkinliklergerçekleştirdik. Aslında bizim durduğumuz bu haklızeminde işçilere verecek bir yanıtı olmayanlar,devletin polisini, çevik kuvvetini biber gazınıüzerimize göndererek bizi susturmaya çalıştılar. Yoksaymaya çalıştılar. Yayınlanan istatistiklerdesendikamız baraj altında bırakıldı. 10 bin taşeronsağlık işçisinin sendika üyeliği yok sayıldı. Devletinhastanesinde yüzlerce sağlık işçisi sendika üyesigörülmüyor şimdi, devletin kendi kayıtları üzerinde.

Bu çok açıkça en temel hak olan, en temel yasal,anayasal, evrensel bir hak olan ve işçi sınıfınınmücadele ederek, yüzyıllar boyunca her türlü bedelödeyerek kazandığı sendikal hakkın gaspıdır. Ve biz busüreci hem hukuksal, hem de fiili olarak sürdüreceğiz.Bu hafta istatistiklere davamızı açacağız ama davasonucunu beklemek yerine, adaleti sadece hakim vesavcılardan beklemek yerine, işçi sınıfının kendiadaletini sokakta kurmak üzere mücadele süreciniyürüteceğiz. Hastanelerde sandıklar kuracağız.Yeniden irade beyanları oluşturacağız. Sağlık işçisiolduğumuzu, sendikalı olduğumuzu, onbinlerceolduğumuzu yeniden ve yeniden söyleyecek vemahkemenin doğru kararı vermesini, gerçeği yansıtankararı vermesini sağlamak üzere bu gücüörgütleyeceğiz.

-Bu saldırının işçi sınıfının geleceğini nasıletkileyeceğini düşünüyorsunuz?

- Tabii bu bizim sendika üzerinden yaşanıyor gibigörünse de, bu iş sadece Devrimci Sağlık-İşSendikası’nın 10 bin üyesini kabul ettirme meselesideğil. Bu önemli bir nokta. Bu mesele sadece yetkipeşine düşmüş bir sendikanın kavgası, mücadelesideğil. Bu kavga yüzde birin kavgası da değil, bu kavgayüzbinlerce taşeron işçisinin geleceğinin kavgasıdır. Onedenlede bugün yürüttüğümüz, taşeron çalıştırmaözelinde güvencesiz çalışmaya karşı verilen mücadele,aynı zamanda işçi sıfını hareketinin geleceğinibelirleyecek. Çok önemli sonuçlar getireceğinidüşünüyoruz. Çünkü bu yasayla birlikte bir yandanalabildiğine güvencesizleştirilen, kayıtdışı çalıştırılan,taşeron çalıştırmadan, güvencesiz çalıştırmaya hertürlü hak gaspı artacak. Yeni yasal düzenlemelerleTürkiye’yi bir taşeron cumhuriyetine çevirecekler.Sermaye ve hükümeti, aslında bu yasayla birliktebütünüyle, işçi sınıfını sendikasız, örgütsüz, silahsızbırakmayı hedefliyor. Dolayısıyla bu süreçte verilecekher türlü tepki, yürütülecek her türlü mücadele işçisınıfının geleceğini doğrudan belirleyecektir. Eğer busüreçlere sessiz kalınırsa aslında sermayenin istediğiolacak. Bütünüyle sendikasız, örgütsüz bir işçi sınıfı,çok gerekli ise de yandaş sendikalar üzerindenmanipüle edilen bir işçi sınıfı hareketi yaratılacak.Düzenlemelerde açıkca bu görülüyor. İşte yasada Hak-İş’e özel maddeler var. Onların önünü açan maddelervardı. Türk-İş’in konfederasyon düzeyinde sessizliğinianlamak mümkün değil. Yasa ve yetki meselesineilişkin sürecek her türlü mücadele, işçi sınıfınıngeleceği ile ilgili sürdürülecek bir mücadele diyedüşünüyoruz.

-Yetki sorunu ile karşılaşan başka işkollarındansendikalar da oldu. Bu durum karşısında sizin hızlaverdiğiniz tepkiler oldu. Yaşanan soruna karşısendikaların yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?Bugün işçi sınıfı bu sorun karşısında ne yapmalı?

-Sendikalar açısından baktığımızda ciddi tepkileryok. Deri-İş Sendikası’nın Tuzla’da bir eylemi oldu.Orda işkolu birleşmesi ile, Deri-İş sendikamız barajaltında bırakıldı. Aslında bu yasa birçok alanda hakgaspı meydana getirdi. İşkollarının birleşmesi, SGKverilerinin esas alınması. Birçok sendika çok cidditehdit altında. Aslında bir sendikasızlaştırma süreci

yaşanıyor. Bir başka deyişle güvencesizliğe güvencegetiren bir yasa bu. Dolayısıyla bir bütün olaraksendikalarımızın şunu görmesi gerekir. Sendikalhareketin, işçi sınıfı hareketinin bir dönemi artık bitti.Geleneksel anlayışla işyeri yetkileri, baraj, toplusözleşmelere endeksli bir sendikal mücadele artıktamamlandı. Sınıf hareketinde artık yeni bir tarihseldönem başlamış oldu. Bunun gereklerine göre herbirimizin bu yeni sürece göre kendini hazırlayan ve buçizgide, fiili-meşru, militan bir çizgide yürütmemizgerektiği çok açık. O açıdan bütün sendikalarımız buyasayla birlikte bir dönemin de başladığının artık azçok bilincinde. Sendikal hareket açısından, tek teksendikalarımız, konfederasyonlarımız açısından dayeni bir dönemin başladığını söylemek doğru olur. İşçisınıfının bütününe bir sesleniş açısından şu çok açık.Bugün sermaye her yönüyle doğrudan kendi hükümeti,yargısı, kendi hukukuyla birlikte aslında işçi sınıfınakarşı tarihinin en büyük saldırlarından birinigerçekleştiriyor. Son 30 yıllık bir periyoda yayılan,Türkiye’de ve tüm dünyada, sermaye stratejisi olarakgüvencesiz çalışma, taşeron çalışma yaygınlaştırılıyor.Ve işçi sınıfının tarihsel olarak elde edilmiş tümhaklarını koruyacak, mücadele edecek bir düzlemeihtiyacı var. Dolayısıyla bu dönemde şu çok açık ki bizkendi haklarımızın bilincine varmalıyız ve özörgütlerimize, işçi sıfının sermayeye karşı en büyüksilahı olan sendikalarımızla bu süreci yürütmekzorundayız. Bunun karşısında gerçekten de güçlü birortak mücadele ile durmak mümkün. İşçi sınıfının nitelve nicel olarak yaşadığı muazzam büyüme, aslındabunun olanaklarını yeni bir tarihsel döneminolanaklarını, nesnel ve öznel olarak da ortayaçıkartıyor. Birçok mücadele dinamiklerimiz var.Birçok deneyimimiz var. Tüm tarihsel deneyim vebirikimler üzerinden yeni dinamikleri yan yanagetirmeye, büyütmeye ve önümüzdeki yoluda buşekilde yürümeye ihtiyacımız var.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile konuştuk…

“Bu kavga yüzbinlerce taşeron işçisiningeleceğinin kavgasıdır!”

Page 14: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

MİB MYK Şubat ayı toplantısı…

Değerlendirme ve sonuçlarMetal İşçileri Birliği Merkezi Yürütme Kurulu

(MİB MYK) Şubat ayı toplantısını gerçekleştirdi.Toplantıda şu gündem başlıkları ele alındı:

- Yeni sendikalar yasası ve işkolu istatistikleri- Daiyang grevi üzerine değerlendirme- 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü- İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği için

Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı- MESS Grup TİS süreci üzerine değerlendirme

ve planlama- Bülten üzerine planlamaBaşlıklar üzerinde yapılan tartışmaların ışığında

ulaşılan sonuçları özetlersek...

- Yeni sendikalar yasası veişkolu istatistikleri

Yeni sendikalar yasası ve TİS yasasının ardındansendikal barajlar için esas alınacak SGK işkoluistatistikleri açıklandı. İşkollarındaki toplam sigortalıişçi sayısı ile sendikalara üye işçi sayılarını sunan veböylelikle TİS yetkisi için temel oluşturan istatistikler,tam olarak işçi sınıfının uğradığı ağır hak gaspını tümaçıklığıyla gözler önüne serdi. Böylelikle bir kez dahaacı biçimde anlaşıldı ki bu yasayla birlikte yüzbinlerceişçi, büyük zorluklarla sendikalı olsalar dahi baştatoplu sözleşme olmak üzere sendikal haklarınıkullanamayacak. Barajın kademeli olarakyükseltilmesiyle birlikte büyük ölçüde işbirlikçiyönetimlerin hakim olduğu, sermaye ve devlettarafından kollanan sendikalar dışında çok az sayıdasendika barajı geçebilecek. Bu da işçi sınıfının elininkolunun bağlanmasından başka bir anlam taşımıyor.

Sendikal barajların zerresi dahi işçi sınıfınıniradesine yapılmış bir müdahaledir. Bunun içinsendikal baraj milyonda bir dahi olsa kabul edilemez.Bu demektir ki, yeni yasa ile işçi sınıfının iradesi veonuru çiğnenmiştir. Besbelli ki işçi sınıfı “sendikalhakları genişleteceğiz” yalanıyla elindeki haklardanda olmuş, büyük bir satışla yüzyüze kalmıştır.

Bu büyük satışın mimarları sermaye ve hükümetiile birlikte sendika ağalarıdır. Öyle ki bu yasanınaltında Türk-İş ve Hak-İş’in ağalarının imzası vardır.Bu ağalar kendi ayrıcalıklarını korumak uğruna bubüyük satışa imza atmışlardır.

İşkolu istatistiklerinde 150 binle en çok üyeyesahip oldukları için övünen Türk Metal şefleri deTürk-İş genel sekreterlik koltuğunu tuttukları için busatışın birinci dereceden sorumlusudur. Bu haldeykenövünmek arsızlıktan başka bir şey değildir. Çünkükağıt üzerinde 150 bin üyeye sahip olanlarmücadelede kocaman bir sıfır çekmişlerdir-çekmektedirler.

Bu satışın hesabını sormak işçi sınıfının boynununborcudur. Unutmamak gerekir ki ne mal oldukları iyibilinen ağa takımı bu satışı öyle gizli kapılar ardındadeğil, alanen gerçekleştirmiştir. Ama işçi sınıfıcephesinden anlamlı bir karşı koyuş gösterilememiştir.Dolayısıyla işçi sınıfının örgütsüzlüğü satışındayanağı olmuştur.

Elbette öncelikle sorumluluk, sorumlulukmakamında oturan ve yetkilerine pek düşkün olanyöneticilerdedir. Böylesine ağır bir hak gaspıkarşısında ayağa kalkmayan, tüm enerjisiyle ve bedel

ödemek pahasına öne düşmeyen, görevini yapmayansendika yönetimleri böylelikle satışa ortak olmanınutancını taşımaktadır. Sözümüz Türk-İş içerisindeyeni bir sendikacılık hareketinin taşıyıcısı olmakiddiasında bulunan SGBP ile DİSK yönetimi deiçerisinde olmak üzere tüm alt kademe sendikayönetimlerinedir. İşçi sınıfının iradesi kaba biçimdeçiğnenirken görevini yapmayanların iddialarının birinandırıcılığı olmadığı gibi, uğranılan hakkayıplarından dolayı yakınmaya hakları da yoktur.Onlardan beklenen özeleştiri vermek, söz-yetki vekarar hakkını da işçi sınıfına bırakmaktır. Böyleliklehem uğranılan bu hak gaspına karşı mücadeleyiyükseltmenin, hem de sendikaları işçi sınıfınınmücadele örgütleri olarak kazanmanın yolunu açmışolurlar.

Ama işçi sınıfı istemeden, ayağa kalkmadan, baskıkurmadan bunların bir şey yapacağı yoktur. Bununiçin öncelikle ileri ve öncü işçiler inisiyatif alarakharekete geçmelidir. Bu anlayışla MYK tüm ileri veöncü işçileri satışın sorumlularından ve ortaklarındanhesap sormak, oluşturacağımız komite ve platformlaryoluyla sendikalarımızın yönetimini fiilen ele almak,giderek fiili-meşru mücadele yolundan barajlarıyıkacak bir mücadele sürecini başlatmak üzeresorumluluk almaya çağırmaktadır.

MYK burada özetlediğimiz düşünceleri işçisınıfına taşımayı görev olarak saptamaktadır. Buamaçla öncelikle bir bildirinin çıkarılması, tartışmatoplantılarının örgütlenmesi, beraberinde de buradangiderek fiili-meşru mücadele ve örgütlenme yolundaaktif bir tutumun geliştirilmesi hedefine hizmetedecek bir imza kampanyasının başlatılmasıkararlaştırılmıştır.

- Daiyang-SK grevi Çorlu’daki Avrupa Serbest Bölge’de kurulu

Daiyang-SK’da devam eden grev, MYK’nın özelllikleüzerinde durduğu bir mücadele olmuştur. Daiyang-SKişçilerinin artık 100’lü günlere dayanan grevi yerel birmevzi mücadelesi olmanın ötesine geçmiştir. ÇünküDaiyang-SK işçileri mücadeleleriyle grev silahınınnasıl kullanılacağının güzel bir örneğini vermişlerdir.Grev kırıcılığına başvuran Daiyang-SK patronunuASB girişini kapatarak yanıtlayan işçiler, polisin vahşiterörüne rağmen geri adım atmamışlardır. Böyleliklede tüm bir işçi sınıfının da dikkatini çekmiş, ona yolgöstermişlerdir.

Daiyang-SK işçileri bu onurlu mücadeleleriyledayanışmayı fazlasıyla hak etmektedirler. Ancak neyazık ki böylesine kararlı bir mücadele elle tutulur birsınıf dayanışmasıyla kucaklananamamıştır. İşçi sınıfı,grev silahını kullanan, grev hakkına sahip çıkan, polisşiddetine uğrayan Daiyang-SK işçilerine hak ettikleridesteği verememiştir.

Dayanışma sorumluluğunu en başta taşıyanlarBirleşik Metal üyesi metal işçileri, ama öncelikleyönetim koltuklarında oturanlardır. Çünkü sendikanıngücünü ve imkanlarını Daiyang-SK grevi içinkullanmak, metal işçilerini dayanışma için seferberetmek onların işidir. Ama ne yazık ki yönetim busorumluluğun gereklerini yerine getirmekten uzakdurmakta, alt yönetimler ve işçiler de inisiyatifalmamaktadır. Bu zayıflığı aşmanın hem Daiyang-SK’da, hem de MESS Grup TİS sürecinde kazanmakiçin kritik bir görev olduğu unutulmamalıdır.

MYK ayrıca kazanmanın dayanışma ile birliktefiili-meşru mücadele temelinde grev silahının etkin

Page 15: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013.

biçimde kullanımına bağlı olduğu gerçeğinin altınıçizmiştir. Başlamış bulunan pazarlıkların işçilerin ilgive dikkatlerini bu yoldan uzaklaştırabileceği ihtimaldahilindedir. Geçmişte yaşanmış bir dizi deneyimdende hareketle böylesi anlarda beklentileri yükseltecektutumlardan kaçınılması, ilgi, dikkat ve enerjinin fiili-meşru mücadele üzerinde yoğunlaştırılması gerektiğiaçıktır.

MYK, Daiyang-SK greviyle dayanışmayı büyütmeküzere tüm Birlik bileşenlerini de aktif bir seferberlikiçerisinde olmaya çağırmaktadır. Bu kapsamdaDaiyang grevinin sesini diğer sınıf bölüklerinetaşımalı, ayrıca grevle bağlantılı olarak gündemegelecek eylem ve etkinliklere güç taşımalıyız.

- 8 Mart Dünya EmekçiKadınlar Günü

Bu yılın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nütırmanan emperyalist savaş ve saldırganlık, ağırlaşankapitalist sömürü ve bu temelde katmerlenen ulusal-cinsel ve sınıfsal kölelik koşullarında karşılıyoruz.Dolayısıyla bu yılın 8 Martı, emperyalist-kapitalistdüzene ve bu düzenden kaynaklanan emekçi kadınüzerindeki baskı ve eşitsizliğin her biçimine karşımücadeleyi büyüteceğimiz bir gün olmalıdır. MYKtüm Birlik bileşenleri ve sınıf güçlerini, bugününtarihsel anlamı ve sınıfsal özüne uygun biçimdekarşılanması için şimdiden gerekli adımları atmayaçağırmaktadır. Bu kapsamda özellikle fabrika merkezliyapılacak çalışma ve etkinliklere özel bir önem ve ilgigösterilmesi gerektiğini bildirmektedir.

- İşçilerin Birliği HalklarınKardeşliği içinSınıfa Karşı Sınıf Kurultayı

MYK devrimci işçilerin inisiyatifiyle gündemegelen “İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği için SınıfaKarşı Sınıf Kurultayları”nı önemsemekte vekurultayların toplanması sürecine Birliğin aktifbiçimde katılacağını duyurmaktadır. Çünkü MYK,emperyalist savaş ve özellikle de Kürt sorunukonusunda işçi sınıfının bir tutum geliştirerek müdahilve taraf olmasının hem kendi kurtuluşu hem dehalkların özgürlüğü için hayati bir önem taşıdığınainanmaktadır. Zira kurultay çağrısının yapıldığıdeklarasyon metninde de ifade edildiği gibi, “halklarkardeş olursa işçilerin birlik olması kolaylaşır. İşçilerbirlik olursa halkların kardeşçe yaşayacağı bir düzenkurulur.”

İşte bu düşüncelerle kurultay çağrısını paylaşıyor,tüm metal işçilerini kurultaya destek olmaya, hazırlıkçalışmalarına aktif destek sunmaya, kurultay salonundayerini almaya çağırıyoruz.

- MESS Grup TİS süreci üzerine değerlendirme ve planlama

İşkolumuzun ana gündemi olan grup TİS sürecindesendikalarla MESS arasındaki “pazarlıklar” devamediyor. İki oturumun geride kaldığı “pazarlıklar”dahenüz ücret ve sosyal haklar gibi kritik maddelere sıragelmiş değil. Fakat ele alınan maddeler içerisinde hemTürk Metal’in hem de Birleşik Metal’in taslağında yeralan bazı maddeler MESS tarafından kabul görmedi.Türk Metal kabul görmeyen maddelerin neler olduğukonusunda net bir açıklama yapmış değil. Ama BirleşikMetal’in taslağında kabul edilmeyen maddeleriçerisinde, çalışma saatlerinin kısaltılması, telafiçalışmanın engellenmesi, mola sürelerinin arttırılmasıgibi maddeler bulunuyor. Bu maddelerin metalişçilerinin çalışma ve yaşam koşulları bakımından sonderece önemli oldukları açık. Bu ölçüde de MESS’inbu talepleri karşılamamamak için tüm gücüyledireneceği kesindir. Ücret ve sosyal haklar bakımından

ise zaten böyle olacaktır. Dolayısıyla daha bu ilkaşamada dahi metal işçilerinin gerçek anlamdakazanmasının tek yolunun fiili-meşru mücadele ve grevolduğu görülmektedir.

Fakat durum böyleyken şu durumda fiili-meşrumücadele cephesinden hemen hiçbir şeyyapılmamaktadır. Henüz fabrikalar sessiz, sokaklarboştur. Mevcut tabloda MESS ve sendika yönetimlerisahnedeyken metal işçileri seyirci konumundadır. Butablo MESS ve Türk Metal’in istediği türden birtablodur ve onların amaçlarına uygundur. Zaten bu ikilibu tabloyu yaratmak için büyük çaba harcamakta,sokağa dökülenleri işsizlik sopasıyla cezalandırmakta,fabrikalarda da sistematik baskı uygulamaktadır. Eğerböyle devam ederse amaçlarına ulaşır, metal işçileriedilgen ve pasif bir seyirci konumunda tutmayıbaşarırlarsa satış sözleşmesinin önünü açarlar.

Kuşkusuz MESS ve Türk Metal’in böylelikleoluşturmaya çalıştıkları sessizlik ve suskunlukatmosferini aşmak bakımından, Birleşik Metal-İşcephesinden yapılacaklar belirleyici olacaktır. Fakathalen bu cepheden de tek bir adım atılmamıştır. Bununböyle olmasının gerisinde stratejinin “savunma” odaklıkurulması gerçeği durmaktadır.

Elbette zaman kazanmak, yeterince hazırolunmadığı için kavgadan uzak durmak mümkündür.Mücadelede taktik kapsamında anlaşılabilirtutumlardır. Ama bunlar üzerine kurulan bir stratejikazandırmaz, aksine inisiyatifi düşmanın elinevermekle sonuçlanır. Unutmayalım ki Bosch mevzisidahi ancak Renault ve diğer fabrikalardaki aktifmücadelelerin sonucu olarak tutulabilmiştir. Bundansonra da kazanımların korunması ve ayrıca daha büyükkazanımların yolunun açılması, ancak fiili-meşrumücadele yolundan yürümekle mümkündür.Mücadeleyi canlandıracak adımlar hem örgütlenme(her şeyden önce TİS komite ve kurullarına işlerlikkazandıracaktır), hem de mücadele kapasitesibakımından metal işçilerini güçlendirecek, aynızamanda da bugün MESS-Türk Metal esareti altındatutulan onbinlerce metal işçisini seyirci olmaktançıkarak yeniden ayağa kalkmasının yolunu açacaktır.

MYK bu vesileyle bir kez daha ileri ve öncü metalişçilerini göreve çağırmaktadır. Çağrımız şudur: Metalişçisi arkadaşlar, TİS sürecini izlemekten çıkın,fabrikada-sokakta-masada örgütlü gücünüzle tarafolun. Bunun için komitelerinizi kurun, varolankomiteleri sendika yönetimlerinden bağımsız olarakçalıştırın. Hiçbir TİS maddesinin onayınız alınmadankabul edilmesine izin vermeyin, size rağmen imzalanansözleşmeyi tanımayın, satış için hazırlanan işbirlikçiTürk Metal çetesinden kurtulmak üzere hazırlanın vezamanı geldiğinde harekete geçin!

MYK bu kapsamdaki Birlik çalışmalarını dadeğerlendirmiştir. Bir dizi alanda eksiklik ve zayıflıklartespit etmiş, daha güçlü ve etkin bir çalışma için somutgörevler saptamıştır. Bu görevler, aydınlatma (süreçhakkında bilgilendirme, satış hazırlıkları konusundauyarma ve mücadeleye çağırmak), örgütleme(komiteler kurmak, ileri ve öncü işçileri her düzeydeyanyana getirecek zeminler oluşturmak), eylem (fiilieylemler örgütlemek, varolan eylemlere güç taşımak)başlıkları altında toplanmıştır. Bu görevlerle ilişkiliolarak kullanılacak bir dizi araç hazır hale getirilecek,kullanılmakta olanlar da (bülten, internet gibi)güçlendirilecektir.

- Bülten üzerine planlama Bültenin yeni sayısının hazırlıkları en geç Şubat ayı

ortalarında kullanılmak üzere tamamlanacaktır. Bununamaçla yapılan planlamaya göre yazılı katkıların en geç10 Şubat tarihine kadar gönderilmesi gerekmektedir.

(…) Metal İşçileri Birliği

Merkezi Yürütme Kurulu6 Şubat 2013

Örgütlüysek herşeyiz, örgütsüzsek

hiçbir şeyiz!

Merhaba...Bizler Coşkunöz’den işçiler olarak, sizin

Daiyang-SK Metal işçileri olarak başlamışolduğunuz bu onurlu direnişi selamlıyoruz.

Sizler, her geçen gün artan kötü çalışmakoşullarına, esnek çalışmaya, taşeronlaşmaya vesermayenin tüm dayattığı kuralsız çalışmaşartlarına karşı Birleşik Metal-İş’te örgütlendiniz.Bizler, bu sorunları ancak örgütlü mücadeleyleçözüleceğini ve sermayenin azgın saldırılarınaancak böyle göğüs gereceğimizi biliyoruz. Sizlerde daha iyi koşullarda çalışmak, insancayaşamaya yetecek ücret ve sosyal haklarınız içinsendikanızda örgütlenerek kar-kış demedengreve çıktınız. 14 Kasım 2012’den bu yana daekmeğiniz, emeğiniz ve geleceğiniz içingrevdesiniz. 22 Ocak’tan bu yana da açlıkgrevindesiniz.

Greviniz G. Koreli patronunuzu o kadarrahatsız etmiş olmalı ki, ta G. Kore’den kaçakişçiler getirtip grevinizi kırmaya yönelikgirişimleri oldu. Bu aslında patronların dili, dini,ülkesi hiç fark etmez onlar sınıf kimliklerineuygun olarak, mensubu oldukları sınıfın çıkarlarıdoğrultusunda hareket ettiklerini gösterir. Onlarsizin onurlu direnişinizden korkuyorlar. Bunundiğer bir göstergesi de patronun emri ile sizlereyapılan polis saldırısıdır. Sizler ne hırsızlıkyaptınız ne de adam öldürdünüz. Sizlerekmeğinize, emeğinize sahip çıkmak içinörgütlendiğiniz ve işten atılıp onurlu bir direnişebaşladınız. Ama polis ise patronun emri ilesizlere birçok kez saldırmıştır. Bu saldırılarlapatron sizin gözünüzü korkutacağını sanmıştır.Ama bu aslında o patronun kendi korkusunun birifadesidir. Çünkü örgütlü işçinin güçlü veyenilmez olduğunu bilir. Bunu bildiği içindir ki,saldırganlığını arttırır. Tüm bu saldırılar sizlerinkararlı ve dik duruşunuza çarpıp paramparçaolmuştur. Bu bizlere, polisin, egemen olansermaye düzeninin kolluk görevlisi olduğunu birkez daha gösteriyor. Bizler hakkımızı aramakistediğimizde karşımıza polisin copu, gazı,yargının patron yanlısı yasaları dikilir. Onlarkendi sınıf çıkarları doğrultusunda davranıyorlar.Bizler de onlara karşı örgütlü olur veörgütlülüklerimize sahip çıkarsak işte o zamanyenilmez oluruz.

Bizler Coşkunöz işçileri olarak, başlatmışolduğunuz bu onurlu grevinizi ve açlık grevinizinyanında olduğumuzu belirtmeyi ve sesiniziBursa’daki işçi kardeşlerimize taşımayı borçbiliriz.

Unutmayalım ki örgütlüysek her şeyiz,örgütsüzsek hiçbir şey!

Coşkunöz’den İşçiler

Page 16: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

CMYKCMYK

Sorunun kaynağı ile çözümü arasındaki organik ilişki

Toplumsal bir sorunun çözümü, tarih içinde onuüreten ve süreklileştiren toplumsal koşullardan, bukoşulların ortadan kaldırılmasından ayrı düşünülemez.Bu böyle olduğu içindir ki kadın sorununun tarihselkaynakları ve toplumsal koşulları, bize çözümününanahtarını da kendiliğinden vermektir. Kadın sorunutarih sahnesine özel mülkiyet ve sınıflı toplum düzeniile birlikte çıktı ve onlar yaşadığı sürece de biçimyönünden değişse bile özü bakımından hepyaşayageldi. Bu durumda sorunun çözümü de bu aynıtoplumsal ilişkilerin, özel mülkiyete dayalı sınıflıtoplum düzeninin ortadan kaldırılmasına sıkı sıkıyabağlıdır. Sorunun ortaya çıkışı sancılı bir tarihselsürecin ürünü olmuştu, hayatın her alanından köklübiçimde tasfiyesi de benzer biçimde nispeten uzun vesancılı bir tarihsel sürecin sonucu olacaktır.

Bu yöntemsel ve tarihsel ele alış, sorununçözümünü dolaysız olarak toplumsal devrime vesosyalizme bağlamaktadır.

Kadın sorunu temelde sömürü ilişkilerininbelirlediği genel “toplumsal sorun”un bir parçasıdır.Proletaryanın kurtuluşuyla kadınların kurtuluşuarasında kurulan organik bağ da buradan gelmektedir.İkisini de köleleştiren aynı toplumsal ilişkilerdir, aynımülkiyet ve sömürü düzenidir. İnsanın insanı ezmesineve sömürmesine dayalı ilişkiler sürdüğü sürece,kadının bir cins olarak ezilmişliği de sürecektir. Bütünbir tarih bu gerçeğin doğrulanmasıdır. Birbirini izleyensınıflı toplumlarda mülkiyet ve sömürü ilişkileriyalnızca biçim yönünden değiştiler, özü bakımdan

korunan bu ilişkiler yalnızca yeni koşullara uygundüşen yeni biçimler kazandılar. Kadın ezilmişliğisorunu da sömürü ve mülkiyet ilişkilerindeki bubiçimsel değişime bağlı olarak değişime uğradı, amaözü bakımından hep yaşayageldi.

Kapitalist özel mülkiyete dayalı burjuva sınıfdüzeninin kadın sorununu çözmek bir yana onu dönedöne yeniden ürettiği üzerinde gereğince durmuşbulunuyoruz. Mesele gerçekte yeterince açıktır; kadınönceki sınıflıtoplumlarda olduğu gibiburjuva toplumunda daezilen bir cins olarakkalmıştır. Burjuvatoplumu cinselezilmişliğin yanlızcabiçimini değiştirmiş,fakat bütün bir özünükorumuştur. Onu geçmiştarihi dönemlere görebirçok yöndenalabildiğine inceltmiş,fakat bu arada kadınınmetalaştırılmasında enrezil biçiminigördüğümüz gibi, bazıbakımlardan daalabildiğinekabalaştırmıştır.Kapitalizm kadını, kadınvücudunu ya da imajını, kapitalist piyasanın alınıpsatılabilen sıradan bir malı haline getirmiştir.

Esasa ilişkin tüm bu nedenlerden dolayı burjuva

toplumuna karşı mücadele kadının kurtuluşmücadelesinin de ana eksenidir, öyle olmakzorundadır. Kapitalizme egemen bulunan ve kadınınezilmişliğinin de temelini oluşturan toplumsal ilişkilerdeğiştirilmeksizin, kadının ezilen cins konumundaköklü bir değişiklik yaratılamaz. Kapitalizmin bütünbir tarihi ve bugünün kapitalist toplum gerçekliği,bunu bize bütün bir açıklığı ile göstermektedir. Kadınsorunu toplumsal bir sorun olduğuna göre, çözümü detoplumsal ilişkilerdeki köklü değişime sıkı sıkıya bağlıbulunduğuna göre, bu demektir ki kadın sorunutemelde bir devrim sorunudur, çözümü toplumsaldevrime kopmaz biçimde bağlıdır.

Kadın sorunu çözülecekse, kapitalizmintemellerinden yıkılması gerekir, tarihin ve sosyalbilimin verileri ışığında bu tümüyle açık bir gerçektir.Kapitalizmin yerini alarak özel mülkiyet düzeniniortadan kaldıracak, kapitalist kâra ve piyasaya dayalıüretime son verecek, toplumsal üretimi temel insaniihtiyaçlara göre planlayacak ve toplumsal zenginliğitoplumun genel refahına yöneltecek bir toplumsalsistem kadın sorununun çözümü içinde biricik gerçekçıkış yoludur. Yeni toplum düzeninin, yani sosyalizminbu temel yönelimleri, kadının toplumsal köleliğininmaddi zeminini ortadan kaldırarak onun tamkurtuluşunu gerçekleştirecek sürecin önünü açacaktır.

Mücadele kadın sorunununçözümünde temel halkadır

Bu elbette kadın sorunun çözümünü tümüyletoplumsal devrim sonrasına ertelemek anlamınagelmez. Tersine, bizzat toplumsal devrime hazırlanma

ve toplumsal devrimihazırlama mücadelesi, kadınsorununun çözümünün debaşlangıç noktasıdır. Bubaşlangıç kendini devrimmücadelesi süreci içinde ikiyönden gösterir. İlkintoplumsal devrimmücadelesine kopmaz biçimdebağlı olarak ele alınan ve eldeedilmeleri de bu ölçüdeolanaklı olabilen kadın lehinereformlar üzerinden. İkinciolarak ise bizzat mücadelesürecinin kadın-erkekemekçide yaratacağı köklüanlayış ve düşünüşyenilenmesi üzerinden.

Kadın sorunu ancaktoplumsal devrimle birlikte

kapsamlı ve kalıcı bir çözüm yoluna girebilir, bilimselaçıdan bu tartışmasız bir gerçektir. Fakat bu hiçbirbiçimde, kadın sorununda elimizi kolumuzubağlamamız ve yarının toplumsal devrim sonrasını

Kadın sorunu ve t  

Kadın sorunu ve t 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Toplumsal bir sorunun çözümü,tarih içinde onu üreten vesüreklileştiren toplumsalkoşullardan, bu koşulların ortadankaldırılmasından ayrı düşünülemez.Bu böyle olduğu içindir ki kadınsorununun tarihsel kaynakları vetoplumsal koşulları, bizeçözümünün anahtarını dakendiliğinden vermektir. Kadınsorunu tarih sahnesine özelmülkiyet ve sınıflı toplum düzeni ilebirlikte çıktı.

Page 17: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

beklememiz anlamına gelmez. Toplumsal-siyasalsorunların çözümüne yaklaşımdaki devrim-reformdiyalektiği doğal olarak kadın sorununda da aynengeçerlidir. Nasıl ki devrimin biricik gerçek ve kalıcıçözüm olması bizi şu veya bu toplumsal ya da siyasalsorun konusunda reformlar uğruna genel mücadeledenalıkoymuyorsa, aynı şekilde, kadın sorununda gerçekve kalıcı çözümün yolunun ancak bir toplumsaldevrimle açılacak olması gerçeği de bizi kadınözgürlüğü ve eşitliği uğruna bu toplum altındagerçekleştirilebilir reformlar uğruna mücadeledenalıkoymaz. Biz kadın sorununun sosyal, siyasal,ideolojik, kültürel ve elbette ekonomik boyutlarıylahafifletebilmek için bu toplum altında bugünden azamibir çaba harcarız. Fakat bunu, sorunun kaynağını vetemellerini unutturmaya, gözlerden gizlemeye yönelikbütün çabalara karşı sistematik bir mücadeleyle debirleştiririz. Toplumsal kaynağı ve temelleri durduğusürece tüm iyileştirici reformlara rağmen sorununkendini değişik biçimler altında döne döne yenidenüreteceği gerçeğini bir an bile unutmayız,unutturmayız.

Sosyalizm kadın sorunu alanında yapılabileceklerisalt toplumsal devrim sonrasına erteleseydi eğer, kadınhak ve özgürlükleri alanında bugünkü toplum altındaelde edilmiş kazanımların tarihsel onurunu dataşıyamazdı herhalde. Oysa bu hak ve özgürlüklerinonda dokuzunun tarihsel olarak uluslararasısosyalizmin ve işçi hareketinin mücadeleleri sayesindekazanıldığını biliyoruz. Bugün kadın özgürlüğü vecinsel eşitlik idealleri ve mücadelesiyle özdeşleşmiş 8Mart’ın tüm bir onurunun sosyalizme ve işçihareketine ait olması gerçeği bile bunu tartışmasız birbiçimde ortaya koymaktadır.

Sorunun bir yönü budur; toplumsal devrimmücadelesi içinde ve bu mücadelenin yan ürünleriolarak kadın lehine toplumsal yaşamın tüm alanlarındaiyileştirici reformların elde edilmesidir. Öteki yönü isekadının bizzat mücadele içinde özgürleşmesidir.Kadın-erkek emekçi insanın mücadele içindeki eğitimive dönüşümüdür. Her konuda olduğu gibi kadınsorununda da.

Mücadelenin özgürleştirici dinamiği

Tüm temel toplumsal sorunlar gibi kadınsorununun çözümü için de kuşkusuz toplumsal devrimgereklidir. Fakat toplumsal devrimin başarısı için deişçi sınıfının ve emekçilerin, dolayısıyla onlarınkadınlarının mücadeleye geniş çaplı ve etkili birkatılımı gereklidir. Kadın bu mücadele içinde kendinibulacak, özgüven kazanacak, hükmedici erkekegemenliğinden kurtulacak, bağımsızlaşacaktır.Mücadeleye etkin ve inisiyatifli katılım kadınınkendini ikinci sınıf insan olarak görmesine, böylealgılamasına etkili darbeler vuracaktır.

Mücadele kadının kendisine bakışını değiştirmeklekalmayacak, erkek emekçinin kadına bakışını dadeğiştirecektir. Toplumsal mücadele erkek emekçiyibir dizi başka konuda olduğu gibi kadın sorununda dayeniden eğitecek, onun gerici, ataerkil, darkafalıburjuva ve küçük-burjuva önyargılarına büyükdarbeler indirecektir. İşçi ve emekçi kadını insan veemekçi olarak, kendi eşiti ve mücadele yoldaşı olarakalgılamasını kolaylaştıracaktır. Bu çizgideki birdevrimci bilinç ve zihniyet dönüşümünühızlandıracaktır. Mücadele erkek emekçinin saltkendisi ile aynı saflarda mücadele eden kadınemekçiye bakışını değil, genel olarak kadına bakışınıda değiştirecektir. (Somut deneyimlerimizden debildiğimiz gibi, mücadele içindeki emekçi ya da sınıfbilinci kazanmış devrimci işçi, kadını artık kuruludüzenin gözüyle değil de insan olarak ve kendi eşitiolarak görmeye başlamaktadır).

Bundan dolayıdır ki, toplumsal mücadelenin bizzatkendisi, kadın sorununun çözüm sürecinde en temelhalka durumundadır. Bu çok temel önemde birsorundur. Marks, devrimin yalnızca kurulu düzenbaşka türlü yıkılamayacağı için değil, fakat emekçininkendi köklü düşünce ve zihniyet değişimi bakımındanda bir zorunluluk olduğunu söyler. Bütün bir mücadelesürecine eşlik eden bu dönüşüm olmaksızın emekçikitleler eski toplumu yıkmak güç, irade ve kapasitesiniortaya koyamazlar ve yeni toplumu yeni temellerüzerinde kurmalarını olanaklı kılacak köklü düşünce,zihniyet ve duygu yenilenmesini sağlayamazlar.Emekçi insan kurulu burjuva düzeninin kendisineaşıladığı her türden gerici düşünce, inanış, değeryargısı, alışkanlık vb. kötülüklerden bizzat devrimcitoplumsal mücadele içinde kurtulacaktır. Mücadeleherşeyden önce bilinçleri değiştirecek, zihniyeti

yeniliyecektir. Toplumu değiştirme mücadelesi bizimkendi bilincimizi, kimliğimizi, alışkanlıklarımızı,değer yargılarımızı, önyargılarımızı, güçsüzlükduygularımızı değiştirme mücadelesidir de. Biztoplumun devrimci dönüşümü mücadelesi içinde aynızamanda kendimizi değiştirmiş oluyoruz. Bu kadına dabir başka gözle bakmak anlamına gelmeklekalmayacak, kadının da kendisine bir başka gözlebakması anlamına da gelecektir. Sorunun çözümü dahaburadan, daha toplumsal mücadele süreci içindebaşlayacak, toplumsal devrimin zaferiyle birlikte isegerçek, köklü ve kalıcı çözüm zeminine kavuşacaktır.

Kapitalizm ve sosyalizm: Kadın sorununa bakışta ilkesel uçurum

Kapitalist toplumda kadın-erkek eşitsizliğikurumsal bir durumdur. Bu kurumsal yapıda kadınlehine her gerçek gedik, ancak kurulu düzene karşızorlu mücadeleler içinde açılabilmiştir. Oysa sosyalisttoplumda kadın-erkek eşitsizliğini gidermek, kapsamlıtoplumsal düzenleme ve önlemlerle kadınınözgürleşmesini gerçekleştirmek temel bir ideolojik vepolitik ilkedir. Yeni toplumun devrimci temellerüzerinde kurulabilmesinin olmazsa olmazgereklerinden biridir.

Kapitalizm cinsel eşitsizliği kendi yönünden vekendi ihtiyaçları çerçevesinde kurumlaştırmıştır,mücadele olmadıkça durduk yerde onu değiştirmeyeyanaşmaz. Oysa sosyalizm, binlerce yılın ürünü bueşitsizliği gidermeyi, tüm temelleriyle kazıyıp atmayıpeşinen temel önemde bir görev ve hedef olarakbelirler. Toplumu bu yönde sistemli biçimde eğitir vebunun gerektirdiği toplumsal kurumlaşmalara gerekliönemi verir. Sosyalizm kadın-erkek eşitsizliğini

CMYKCMYK

toplumsal devrim H. Fırat

toplumsal devrim Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013 * Kızıl Bayrak * 17

Page 18: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kadın sorunu ve toplumsal devrim18 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

binlerce yıllık sınıflı toplum geleneğinin en lanetlikalıntılarından biri olarak ele alır ve bunun gerektirdiğibir mücadelenin konusu yapar. İdeoloji, kültür, eğitimalanlarında bunun gerektirdiği sistemli bir mücadeleyürütür.

Lenin, Büyük Fransız Devrimi’ni ima ederek, enradikal burjuva devrimlerinin bile kadın sorunualanında 130 senede atmadığı siyasal ve hukuksaladımları Ekim Devrimi’nin birkaç ay içeresindeatmayı başardığını haklı bir gururla dile getirir. Bukarşılaştırmayı yaparken amacı Ekim Devrimi’nin bualandaki ilk adımlarını abartmak değil, fakat en radikalburjuva devrimlerinin bile tarihi bilançoları üzerindenele alındıklarında kadın sorununda ne denli geri birdurumda olduklarına vurgu yapmaktır. Burjuvadevrimlerinden tümüyle farklı olarak proletaryadevrimi için kadın sorununu çözmek temel toplumsalhedeflerden biri olduğu içindir ki o 125 yılasığdırılamayan adımları bir kaç aya bile sığdırmayıbaşarabilmektedir.

Ne var ki sorunun siyasal ve hukuksal boyutları,siyasal ve hukuksal yaşamı kadın özgürlüğü veeşitliğinin tüm gerekleri doğrultusunda düzenlemek,devrimin zaferinin ardından yapılabileceklerin yalnızcabir ilk halkasıdır ve bu sorunun belirgin biçimde kolayolan yanıdır. Proletarya devrimi bu hedef ve iradeylehareket ettiği içindir ki sorunun bu yönünü daha ilkadımında gerekli çözümlere bağlar, siyasal ve hukuksalalanda kadının özgürlüğünü ve tam eşitliğini tanıyanve güvence altına alan düzenlemeleri hızlagerçekleştirir. Fakat asıl sorun da bu ilk adımlarınardından başlar. Önemli olan binyılların ideolojisi,kültürü ve toplumsal yaşam uygulamalarıyla yaşamıntüm alanlarında kadın aleyhine yerleşmiş olan her şeyikazımak, süpürüp atmaktır. Zihniyet planında ve hertürden fiili toplumsal-kültürel eşitsizlikler alanında. Busorunun asıl zor yanıdır; toplum düzeyinde yürütülenuzun ve zorlu mücadeleler gerektirir.

Proletarya devrimi kapitalist özel mülkiyeti ortadankaldırarak ve üretim araçları ile birikmiş zenginliklerekamu adına el koyarak, böylece kadın sorunun çözümüiçin ekonomik yönden en uygun koşulları yaratır.Kamu fonlarının cömertçe kullanılmasına dayalı sosyalkurumlaşmalar, ev işlerini ve çocuk bakımını büyükölçüde sorun olmaktan çıkarır ve kadına buradanvurulan prangaları kırıp atar. Kadın sorunu vetoplumsal kurumlaşmalar bahsinde üzerinde gereğincedurulduğu gibi, bu çözümün iktisadi önkoşulları dahabugünkü toplumda gerçekte yeterli ölçülerde var.Kapitalizmin yarattığı modern sanayi ve biriktirdiği

muazzam zenginlikler, kadının bu yüklerdenkurtuluşunun teknik ve iktisadi koşullarının varlığıanlamına gelmektedir. Fakat üretim araçları vebirikmiş zenginlikler üzerindeki burjuva mülkiyettekeli, yani genel olarak burjuva sınıf egemenliği, buolanakların bu yönde kullanılmasını engeller. Burjuvamülkiyet tekelini parçalayacak ve burjuva sınıfegemenliğini ortadan kaldıracak olan proletaryadevrimi, böylece bu yapısal engeli süpürüp atmışolacaktır. Bu, kadına yoksulluk ve işsizlik üzerindenbinen tüm öteki iktisadi-toplumsal yüklerin temelinidinamitlemekle kalmayacak, toplumsal kurumlaşmalaryoluyla ev işleri ve çocuk bakımı yükünü de en azaindirecektir. Dahası yaratacağı köklü zihniyetyenilenmesi sayesinde geriye kalan bu sınırlı yükün desalt kadına binmesi durumuna son verecek, kadını veerkeğiyle sosyalizmin yeni insanı olduğu/kaldığıkadarıyla bu sınırlı yükü paylaşmasını bilecektir.

Kadın ve erkeğin insanlaşarak eşitlenmesi

Kadın özgürlüğü davasının tarihteki en büyüktemsilcilerinden biri olan Fourier, kadın üzerindekiegemenlik erkeğin bozulmuşluğunun en temelkaynağıdır, der. Bu düşünce derin bir toplumsal vefelsefi anlam yüklüdür. Nasıl ki başka bir ulusu ezenbir ulus özgür olamazsa, aynı şekilde, başka bir cinsiezen bir cins de özgür olamaz. Kadının ezilmişliğikadını insan olmaktan çıkarmakla kalmaz, onu insanolmaktan çıkaranı, yani erkeği de insanlıktan çıkarır.Kadına hükmeden, onu ezen ve aşağılayan erkekbozulmuş ve aşağılanmış insan demektir. Bugünkütoplumda hükmeden konumundaki erkeğin gerçektekidurumu budur, kadına hükmetmenin keyfi ve rehavetiiçinde o bunun böyle olduğunun farkında olmasa bile.Tam da bu nedenle kadının kurtuluşu erkeğin dekurtuluşu olacaktır.

Bu böyle olduğuna göre kadın sorununun çözümükadını erkeğin düzeyine çıkarmaktan değil, fakat heriki cinsi bugünkü aşağılanmadan kurtararak bir üstüseviyede insanlaştırmaktan geçmektedir. Sosyalizminbaşaracağı en önemli işlerden biri de bu olacaktır.Sosyalizm, kadını ve erkeği daha ileri bir seviyede,insanlaşma sürecinin bir üst düzeyinde özgür vegelişmiş insan olarak eşitleyecektir. Bugünkükonumlar ve sınırlılıklar aşılacak, kadın ve erkeğininsan olarak gelişip yücelecekleri tarihi bir dönemegirilecektir.

Buna bağlı olarak sevgi ilişkileri de bugünküprangalardan kurtulacaktır. Sevgiye bugünkü

prangaları kapitalizm, özel mülkiyete ve çıkara dayalıtoplumsal ilişkiler vurmaktadır. Sosyalizm mülkiyetinve çıkarın kadın-erkek ilişkilerine, evlilik ve sevgibağlarına vurduğu prangaları parçalayacaktır. Özelmülkiyetin tasfiyesi, sömürünün ortadan kaldırılması,bunun için gerekli maddi toplumsal koşullarısağlayacaktır.

Örneğin bugünün toplumunda bir kadın ya daerkek, içtenlikle sevdiği ya da sevebileceği bir insanıtercih edeceğine, çoğu kere bir dizi başka etkendenhareketle farklı bir tercihte bulunabilmekte, ya da ailesive çevresi tarafından buna mecbur bırakılmaktadır.Çünkü bu toplumda başta maddi-ekonomik faktörlerolmak üzere bir dizi başka etken bu türden tercihlerdebelirleyici rol oynar. Kaldı ki bu toplumda öteki herşey gibi duygular da çarpıtılmış, güdükleştirilmiş,dumura uğratılmıştır. İnsanlar gerçek, içtenlikli vederinlikli bir sevgi ve aşk bilincinden ve duygusundangenellikle yoksundurlar. Kapitalist piyasanın, yozburjuva ilişkilerinin ve kokuşmuş burjuva kültürününezici ağırlığı altında sıradan insanın bu alanda sağlıklıduygulara ve değer yargılarına sahip olması nasılbeklenebilir ki?

Toplumsal devrim mülkiyete, sömürüye ve kişiselçıkara dayalı ilişkileri yıkarak bunların insanilişkilerine, bu arada sevgiye ve aşka vurduğuprangaları da kırıp atacaktır. Toplumsal devrimin yenikoşulları altında ölçüler, değer yargıları, düşünüşşekilleri temelden farklı olacaktır. İnsan iktisadiengellerden, dinsel ve toplumsal önyargılardan, aile veçevrenin gerici basıncından kurtulacaktır. İnsanlar oözgürleşmiş ortamda, kendi gerçek ve samimiduyguları, düşünceleri, değer yargıları ve yaşamtercihlerine göre sevgi ve evlilik ilişkilerinegirebileceklerdir. Toplumsal ikiyüzlülük son bulacak,bu ilişkiler gerçek sevgi ve saygıya dayalı olacaktır.Yıprandığı ya da zorlandığı bir durumda kadın ileerkek arasındaki beraberlik gerici kaygılaratakılmaksızın kolayca ve özgürce son bulabilecektir.Bunun önüne ne maddi-ekonomik engeller ve ne detoplumsal önyargılar dikilebilecektir.

Sosyalizmde bu türden gerici, sınırlayıcı, kelimeninolumsuz anlamında dizginleyici engeller olmayacaktır.Sevgi olduğu sürece insanlar bir araya gelecekler,sevgi yaşıyorsa evlilikleri yaşayacak, beraberliklerisürecektir. Sevginin bittiği yerde ilişkilerin sonaermesinin önünde çıkara ya da maddiyata dayalıherhangi bir engel olmayacaktır. Ekonomik-maddiengeller olmayacağı gibi kültürden, toplumsalzihniyetten gelen engeller de olmayacaktır. Butoplumun kadını, özellikle de emekçi kadınısürdüremez duruma geldiği bir evliliğe, salt ekonomiknedenlerle değil, en az bunlar kadar önemli olmaküzere aile ve çevre baskısı nedeniyle de katlanır.Çocuklarının bakımı, eğitimi, geleceğine ilişkinkaygılar nedeniyle ayrıca katlanmak zorunda kalır. Buzorunlu beraberlik hem kendisi, hem sevgi ve saygıbağını yitirdiği eşi ve hem de bu sorunların içindenyaşayarak büyüyen çocukları üzerinde yıkıcı vebozucu etkiler yaratır.

Geleceğin ailesi nasıl bir biçim alacak, bunubugünden bilemeyiz. Onu geleceğin toplumsalkoşulları kendine uygun düşen tarzda zaman içindebiçimlendirecektir. Ama evlilik ve sevgi ilişkilerininbugünkü prangalarından kurtulacağını kesin olarakbiliyoruz. Bugünkü sınırlayıcı ve sakatlayıcı bağlardankurtulmanın geleceğin insanını özgürleştireceğini,insanlaştıracağını bugünden biliyoruz. Önemli olan dabu kadarının bilinmesidir. Sömürmeyen, ezmeyen,insana insan olarak bakabilen bir toplumda, yarınınsosyalist toplumunda, kadın-erkek ilişkileri her açıdansağlıklı bir zemine kavuşacaktır, bugün bizim içinönemli olan bunu bilmektir.

Kadın Sorunu Üzerine Konferanslardan başlıklıdizinin 5. Bölümüdür…

(Kızıl Bayrak, Sayı: 2006/11, 25 Mart 2006)

Page 19: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kadın Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Yaşamın her alanında kadına yönelik baskı veeşitsizliğe karşı mücadeleyi örgütlemek, devrimci sınıfmücadelesinin önemli gündemlerinden biridir. Öncekisınıflı toplumlardan devralınan ve bugün burjuvaegemenlik ilişkileri ile yeni biçimler kazanaraksüregiden kadınların tarihsel ezilmişliğini, en ileriburjuva demokrasileri bile çözememiştir. Kapitalizmkadın üzerindeki baskı ve eşitsizliği ortadan kaldırmakşöyle dursun, daha incelikli bir tarzda daha dapekiştirmiştir.

Sınıflar var oldukça, kadınların çok yönlü köleliğison bulmayacaktır. Lenin bu konuya EkimDevrimi’nden iki yıl sonra açıklık getirir:

“Kadının durumu burjuva ve sosyalistdemokrasiler arasındaki farkı özellikle apaçıkgösterir...

Burjuva cumhuriyette (yani toprakta, fabrika veişletmelerde, hisse senetlerinde vb. özel mülkiyetinolduğu her yerde), en demokratik cumhuriyet de olsa,dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkede, büyük Fransız(burjuva- demokratik) Devriminden beri beş çeyrekyüzyıl geçmiş olmasına karşın, kadın için tam hakeşitliği yoktur.

“Burjuva demokrasisi sözde eşitlik ve özgürlükvadeder. Gerçeklikte bir tek, en ileri cumhuriyet bileinsan soyunun kadın yarısına, erkekle tam yasaleşitliği ve erkeğin vasiliğinden ve baskısındanözgürleştirmeyi getirmedi.” (Lenin 1919)

Kadın sorununun köklü ve kalıcı olarak toplumsalbir devrimle çözülebileceğini, sosyalist Ekim Devrimiaçıkça ortaya koymaktadır.

Ekim Devrimi sonrası proletarya iktidarıgecikmeksizin medeni hukuk alanında yasalarçıkartmıştır. Kadınların siyasal yaşama ve üretimekatılımını sağlayan icraatlarla, yüzyıllardır süreneşitsizliğe ağır bir darbe indirmiştir. Böylece kadınlar,tarihsel ezilmişliğinin temellerine yönelen birtoplumsal düzen gerçekliğiyle, sosyalizmletanışmışlardır.

Proletarya iktidarı için kadın sorununu çözmektemel toplumsal hedeflerden biridir. Bu yaklaşımındayanağı marksist devrimci dünya görüşüdür.

Sovyet iktidarınınkadınlara kazandırdıkları

Medeni hukuk:Kadınların hakları Sovyet Cumhuriyetinin

yasalarıyla güvence altına alındı. Öncelikle kadınlaratam oy hakkı verildi. Yeni boşanma ve medeni hukukyasası çıkartıldı. Böylece evliliğin kadın ve erkekarasında gönüllü bir ilişki haline getirilmesi sağlandı.

Devrimden altı hafta sonra medeni nikâh kiliseevliliğinin yerini aldı. Evlilik içi ve dışı çocuklararasındaki ayrım kaldırıldı. Eşlere eşit haklar verildi.Evli çiftlerin ortak bir soyad kullanması ve evliliğinkaydı sırasında eşlerden birinin soyadının ortak soyadıolarak seçilebilmesi yasalaştırıldı. Yasal evlilikler veevlilik dışı ilişkiler arasındaki fark ortadan kaldırıldıve tümü ailenin temeli kabul edildi. Birlikteliklerinikaydettirmemiş ebeveynlerin çocuklarının diğerçocuklarla aynı haklara sahip olması sağlandı.

Ev köleliği ve çocuk bakımı:Geleneksel ailenin ekonomik temellerine saldırıldı.

Miras hakkı feshedildi ve ölen kişinin mülkü devletedevredildi. Kadın ve erkeklerin eşit koşularda işbulması sağlandı. Ücretli annelik izni, eşit işe eşitücret yasalaştırıldı. Kadının emeği ve anneliği Sovyetiktidarı tarafından güvence altına alınarak korundu.Başta fuhuş olmak üzere kadın bedeninin meta halinegetirilmesine karşı etkili bir savaşım verildi.

Rus egemen sınıfların kürtaj yasağına ve doğumkontrolü yöntemleriyle ilgili tıbbi eğitime karşı olanyasalarına yönelik savaş açıldı. Kadının kendibedenine ilişkin karar vermesini sağlayacak birbilinçlenme seferberliğine girişildi. 1920 Kasımı’ndakürtaj yasallaştırıldı ve hastanelerde ücretsiz yapılmasısağlandı. Operasyonların zararlarını en aza indirecekönlemler alındı.

Kadınların ev işlerinin ve çocuk bakımının ağıryükünden kurtulacağı önlemler alındı. Ev köleliğineson vermek için bir dizi yasa ve tüzük çıkarıldı. İşçi veköylü kadınların anne olarak özel çıkarları Sovyetdevleti tarafından korunarak, toplumsal yaşam içindegüvenceye alındı. Anne evleri, kreşler, çocukbahçeleri, okullar, yetim evleri, ortak yemekhaneler,ortak çamaşırhaneler, onarım atölyeleri, toplumsaleğitim kurumları ve bakım merkezleri gibi komünalkurumlar oluşturuldu. Sovyet cumhuriyeti yeni evolanakları ile kadınların yaşam koşullarınındeğişmesinde önemli bir rol oynadı. Isınmanın,aydınlanmanın bedava olduğu, ortak çamaşırhane-kreş-anaokullarının bulunduğu komünal mahalleleroluşturuldu.

Üretime katılım:Kadının ev köleliğine son verilerek üretime ve

toplumsal yaşama katılımlarının sağlanması için evişleri-çocuk bakımı sosyalist devletin çözmesi gerekenbir sorumluluk olarak tanımlanmış, bu çerçevedeyukarıdaki kurumlaşmalara gidilmiştir.

İşçi kadınlar fabrikalarda, köylü kadınlar kolektifçiftliklerde güç haline gelmişlerdir. Şehirlerde vesanayi merkezlerinde, kolektif çiftliklerde anaokuluağı ve kolektif mutfaklar genişletilmiştir. Bukurumlarda çalışmak üzere ara tıbbi personelyetiştirilmesi sağlanmıştır. Tüm bunlar yeni kurulansovyet iktidarının içinde bulunduğu ekonomikzorluklara karşın başarılmıştır.

Kadınların üretime çekilmesi için işsiz kadınlarkooperatifi kurulmuş, bu sayede ev köleliğinemahkum edilmiş kadınların kooperatiflerdebirleştirilmesi ile toplumsal yaşama katılmalarısağlanmıştır.

Şehirlerde ve köylerde anne-bebek sağlığı kurslarıverilmiş, köylü kadınlar en uzak kasabalarda çocukyuvası kuruluşlarının çalışmasına katılmışlardır.Devrimin ilk yıllarında tarımsal üretimi geliştirmek veeğitim düzeyini yükseltmek için açılan tarım okullarınıbitirenlerin yarısı köylü kadınlardır. Toplumsal eğitimkurumlarında okuma yazma seferberliği örgütlenerektüm kadınların katılması sağlanmıştır.

Siyasal yaşama katılım: Kadınların siyasal yaşama yetersiz katılımı sorunu

sovyet iktidarı tarafından önemli bir başlık olarak elealınmıştır. Kadınları komünizmin inşasına çekebilmekiçin, onları engelleyen yaşam koşullarıyla planlı vekararlı bir şekilde mücadele edilmiştir. Kadınların heralanda eşitliğini hayata geçirmek için, yeni yasalardasomutlanan yeni değerleri kavratmak amacıylakadınları politik açıdan hareketlendirecek dev birkampanya başlatılmıştır. Kadınların günlükyaşamlarındaki sorunların çözümünün bir parçasıolarak örgütlenmesi için sosyal ağlar oluşturulmuştur.Özgün bir taktik ve örgütlenme biçimi izlenerek,kadınlar yeni toplumsal düzenin kurulmasımücadelesinin bir öznesi haline getirilmeyeçalışılmıştır.

Bunun sonucunda işçi ve köylü kadınlar sovyetiktidarına, partiye, hükümete, sendikalara kitleselolarak katılmışlardır. Önemli sayıda kadın işçi işletmekomitelerinin ve sendikaların yönetim konseylerininüyesi olmuştur. Partinin organik bir parçası olarakoluşturulan kadın seksiyonları, kadınları sovyetlerininşasından savunmaya kadar tüm alanlara çekmek içinözel bir yönelim içerisine girmişlerdir. Çok sayıdakadın sovyetlere delege olarak seçilmiştir. Kadınlarsosyalizmin inşasının bir parçası haline getirilereksosyalist dünya görüşüyle eğitilmişlerdir. Kadınseksiyonları işçi kadın kooperatiflerinin üyeleriarasında komünist ajitasyon-propaganda faaliyetiyürütmüştür. İşçi ve köylü kadınların üretiminörgütlenmesi, yönetimi ve denetimine katılmalarısağlanmıştır.

Kadın emeğinin üretkenliğini artırabilmek içinsendikal eğitimler yaygın ve sürekli hale getirilmiş,kadınların işletmelerde iş güvenliği komisyonlarınagirmesi sağlanmıştır.

Komisyonlar, komiteler, bölümler, işçi gruplarıdevlet, parti, sendika kooperatifler vb. gibi pek çokaraç devreye sokulmuş, kadının toplumsal ve siyasalyaşama aktif olarak katılmaları için büyük bir enerjiharcanmıştır. 1920’de toplam partili kadın sayısı45.297’dir. Devrim öncesinde egemen sınıfların cahilbıraktığı, ev köleliğine mahkum ettiği kadınlar,sosyalizmin inşasına paralel olarak yaşamın heralanında kitlesel olarak yerlerini almayabaşlamışlardır.

Daha sonra yaşanan bürokratik dejenerasyon bellibakımlardan bu süreci sakatlamış olsa da, bu, EkimDevrimi’nin kadının kurtuluşu doğrultusunda attığı

büyük adımların önemini ve değerini hiçbir biçimdeazaltmamaktadır.

Kapitalizm kadına eşitsizlik ve kölelikten başka bir şey veremez...

Kadının kurtuluşu sosyalist işçi-emekçi iktidarında!

Page 20: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kadın Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 201320 * Kızıl Bayrak

Devrimci Kadın Kurultayı’nın gündemlerinden biriolan ve örgütlenme süreci bugünlerde başlayan “8Mart”ı, tarihsel ve sınıfsal karakteri üzerinden elealmak bir ihtiyaç. Çünkü 8 Mart’ı tartışmak, kadınlarınyaşadığı sorunlara ve kadınların kurtuluşumücadelesine dair yaklaşımları tartışmaktır. Aynızamanda her geçen yıl 8 Mart’ın sınıfsal özünden uzakbir şekilde “kadın günü” algısının yerleştiğini görmek,bu tartışmayı ayrıca önemli kılmaktadır.

Kapitalizmin çifte sömürüsü veişçi kadınların başkaldırısı...

Kapitalizm, kadın sorununu kendinden öncekitoplumlardan devraldı, fakat kendi egemenlik vesömürü ilişkilerine uyarlayarak ona yeni bir biçimverdi. Sanayinin geniş ölçekli üretiminin açığaçıkardığı işgücü ihtiyacı bugüne kadar üretimdendışlanan kadın cinsinin yeniden toplumsal üretimekatılmasını sağladı. Tek farkla, ki o da ihtiyaçduyulduğu kadar ve ucuz işgücü ihtiyacını karşıladığıoranda. Bu anlamıyla kapitalizmde kadının toplumsalüretime katılmış olması ona özgürlükler sunmaktanziyade yeni temelde kölelik ve eşitsizlik koşullarısağladı.

Öyle ki 1800’lü yıllarda sanayide çalışan kadınişçilerin çalışma süreleri 18 saati bulabiliyordu. Üstüneüstlük çocuk bakımı ve ev işlerinin de yine kadınemekçilerin yerine getirmesi gereken bir yükümlülükolarak kaldığı halde. Buna karşılık kapitalistler, kadınişçilere sırf cinsel konumundan kaynaklı erkek sınıfkardeşlerinden daha aşağı bir ücret dayatmasındabulunuyordu. Ve işten çıkartmalar da ilk tercihedilenler yine kadın işçiler olmaktaydı. Elbette kadınişçilerin üretim sürecinde maruz kaldıkları sömürü veeşitsizlikler bunlarla sınırlı kalmayıp, cinsel istismar vetaciz, kadın sağlığına ve fizyolojisine uygun olmayanişlerde çalıştırılmak, cinsel kimliğinden dolayıaşağılanmak ve baskıya uğramak gibi koşullarüzerinden de sürmekteydi.

Kapitalizmin bu azgın sömürüsü zamanla birçokişçi kadını bir araya getirerek, hem sınıfsal hem decinsel kimliklerinden ötürü maruz kaldıkları sömürüyeve eşitsizliklere karşı başkaldırmalarına yol açtı. 8Mart 1857 yılında Amerika’daki işçi kadınlar “10saatlik işgünü” talebiyle alanlara çıktılar. Talepleri içinsokağa çıkan 40 bin dokuma işçisine polisin saldırmasıve işçilerin kendilerini fabrikaya kapatmasınınardından çıkan yangında 129 işçi yanarak can verdi. Veböylelikle proletaryanın kapitalistlere karşı sürdürmüşolduğu sınıf mücadelesinde işçi kadınların cesurca enön saflarda yer aldıklarını göstermiş oldular. 8 Mart1886’da ise yine Amerika’daki tekstil işçisi kadınların“eşit işe eşit ücret”, sendika ve oy hakkı için başlatmışoldukları mücadele azgın bir devlet terörüyle bir kezdaha kana bulanmış oldu.

Kapitalistlerin gerçekleştirmiş olduğu bu vahşikatliamlar ne proletarya hareketini engelleyebildi, nede işçi kadınların özgürlük ve eşitlik talepleriyle bumücadele içerisindeki konumlarını geriletebildi. 8Mart 1908’de New York’ta işçi kadınlar, bir kez dahaeşitlik ve özgürlük talepleriyle alanları doldurdular.

8 Mart’ın tarihine ve çıkışına kaynaklık edenolaylara baktığımızda 8 Martlar’ın uluslararası işçihareketine ve sosyalizme ait olduğunu rahatlıklasöyleyebiliriz. 8 Mart, özel mülkiyet ve artı-değersömürüsüne dayalı kapitalist düzenin emekçi kadınlarüzerindeki çifte sömürüsü ve baskısına karşı devrimcibir başkaldırının ve uyanışın simgesel bir günü olaraktarihte yerine almıştır.

8 Martlarda karşımıza çıkan yaklaşımlar...

8 Mart’ı yaratan olaylar, 8 Mart’ın nasıl bir tarihselsüreçle geliştiğini, işçi sınıfı mücadelesinin bir günüolduğunu tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır. Tarihselve sınıfsal özü bu kadar açıkken devrimci bir çizgidekutlamaktan uzaklaşılarak, bir sınıf mücadelesi günüolmaktan çıkartıp bir kadın günü rengini yerleştirmeçabası karşımıza çıkıyor.

Feminist grupların bugün reformist sola kabulettirmiş olduğu “erkeksiz 8 Mart” kutlamasının hiç de“masum” bir durum olmadığını, kadın sorununu elealıştaki ideolojik-sınıfsal derin bir ayrışmanın tezahürettiğini bir kez daha hatırlatmakta yarar var.

“Emekçi ve devrimci karakterinden arındırılmış‘erkeksiz 8 Mart’ anlayışı, temel özelliği bu olanburjuva ve küçük-burjuva feminizminin solun reformistkesimlerindeki yankısından başka bir şey değildir. Buyankının bu denli güçlü biçimde açığa çıkması darastlantı değildir. Zira reformizm, ideolojik-programatik yönden, temel toplumsal ve siyasalsorunların düzenin sınırlarını aşmayan bir çerçevedeele alınmasından başka bir şey değildir. Onun ufku buaçıdan burjuva demokrasisi ile sınırlıdır ve bununkadın sorunundaki yansıması konunun salt cinslerarası eşitsizliklere indirgenmesi, yani feminizm vedolayısıyla ‘erkeksiz 8 Mart” olmaktadır.’ (“8 Mart’ıntanıklık ettiği ayrışmanın ilkesel anlamı ve politikönemi” H. Fırat / EKİM, sayı: 264)

Bu yaklaşım ilk defa bizlerin karşılaştığı birtartışma değil. İdeolojik-programatik yaklaşımın kadınsorunu üzerinden yansıması olduğu için tarihte degünümüzde yaşandığı şekliyle örnekler ortayaçıkmıştır.

Bu aynı ayrışma Rusya’da da Bolşevikler ileMenşevikler arasında, yine 8 Mart süreçlerindeyaşanmaktadır. Yaşanan tartışma Tony Cliff’in“Kadınların özgürlüğü ve sınıf mücadelesi”kitabında“1913 ve 1914’teki kutlamalarda,Uluslararası Kadınlar Günü’ne sadece kadınlarınkatılmasını isteyen Menşeviklerle, tüm işçi sınıfınınkatılımında ısrar eden Bolşevikler arasında derinfarklılıklar vardı...” şeklinde ifade edilmiştir.

Clara Zetkin daha 1910 yılında Amerikan tekstilişçisi kadınların anısına “Dünya Kadınlar Günü”nünkutlanmasına ilişkin yaptığı önergeye şu sözleriyleaçıklık getirir:

“1910’da Kopenhag’daki İkinci UluslararasıSosyalist Kadınlar Konferansı, birleşik uluslararasıeylem olarak her yılki kadınlar gününü kararlaştırdı.Kadınlar günü, proleter kadınların günceltaleplerinden, örneğin kadınların seçim hakkındanyola çıkarak, proleter kadın ve erkeklerin burjuva

toplumuna karşı devrimci bir sınıfsal hareketiolmalıydı.” (Clara Zetkin, “Sosyal Demokrat KadınHareketi” Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar,İnter Yay., sf. 114)

II. Enternasyonal’in I. Emperyalist Paylaşım Savaşıile açığa çıkan utanç verici oportünizmine kaynaklıkeden teorik yaklaşım ve sınıfsal tutum kendinisosyalist kadın hareketi içerisinde ve kadın sorununuele alış üzerinden de çok geçmeden açığa vurdu. YineClara Zetkin’den bir alıntıyla bu döneme ışık tutalım:

“Sosyal demokrat kadın hareketi öğreti veeyleminde proleter kadın hareketi olma şerefinikaybetmiştir. Bugün amaç ve içeriği bakımından saltbir reform hareketidir. Burjuva kadın haklarısavunuculuğunun, burjuva demokrasisinin özel birçeşitlemesidir. Yükselişi II. Enternasyonal’le birlikteolmuş ve onunla ve onun proletaryaya ihanetiylebirlikte, 1914’te emperyalist dünya savaşınınpatlamasından bu yana adım adım batmıştır.” (a.g.e108)

Bir başka yerde ise Zetkin şöyle devam eder:“Şanlı geçmiş, sosyal demokrat kadın hareketinin

ne kadar alçaldığına ışık tutuyor. O burjuva düzeniniyıkmak değil ona dayanak olmak isteyen salt birreform hareketine yozlaşmıştır. Proleter kadınlarınsınıfsal köleliliğini pekiştirmeye, ayakta tutmayakatkıda bulunmaktadır. Elbette ki sosyal demokratkadın hareketinde hala sosyalizmden söz edilmektedir,ama yalnızca emekçi kadınları sınıflarının devrimcimücadelesinden alıkoymak amacıyla. O proleterkadınları sosyalizmin, komünist dünya düzeninin tekyolu olan devlet iktidarının ele geçirilmesi için devrimyoluna götürmüyor. Kapitalizmin bu çifte kurbanlarınıtoplumsal reformlar ve burjuva demokrasisi yoluyla‘sosyalizmle barışçıl intibak’ rüyasıyla uyutuyor. Hattareformlar ve demokrasiyle ilgili olarak, emekçikadınlarla bu ‘kazanımların’ zorlu, inatçı proleter sınıfmücadelesinin sonuçları olmayıp, sınıflarınişbirliğinin, onlar arasındaki iç barışın meyveleriolduğu şeklindeki aldatmacayla dalga geçmektedir.Temel hedeften -proleter devrimden- vazgeçtiğinde,bizzat kendi kendisini proleter kadınların günceltaleplerin de temsil edemez hale getirmektedir.” (a.g.e115)

Tüm bu örnekler ve yapılan değerlendirmeler 8Mart ve kadın sorununa dair Marksizm ve devrimadına yapılan tartışmaların çarpıklığını ortayasermektedir. Kimi çevreler tarafından 8 Mart’ınörgütlenmesinin içeriğinden ve biçiminden yolaçıkarak devrim iddiasına, devrimci bir yaklaşıma sahipolup olunmadığına karar verilemeyeceği üzerinesöylemler ortaya konulmaktadır. 8 Mart’ı sadece bireylem örgütleme olarak ele almıyorsak, tam da yazınınbaşından beri anlatmaya çalıştığımız gibi sınıfmücadelesine, sosyalizme ait bir günse, 8 Mart’ın nasılele alındığı düzen ve devrim arasında nerededurulduğunu net bir şekilde gösterir. Ayrımlarınsilikleştirilmeye çalışıldığı, feminizmin etki alanınıarttırdığı içinden geçtiğimiz dönemde devrimci çizgideısrar etmek, yaygın ve etkin bir şekilde 8 Mart’ıntarihsel ve sınıfsal içeriğini anlatmak, taraflaştırmakbir kat daha yakıcılığı ile önümüzde duruyor.

Tarihsel ve sınıfsal özüyle 8 Mart

Page 21: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kızıl Bayrak * 21KadınSayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Devrimci Kadın Kurultayı’na sayılı günler kala,kurultay hazırlıkları kapsamında 3 Şubat günü,Ankara, İzmir ve Adana’da paneller yapıldı.

AnkaraAnkara’da “Kadın sorunu ve tarihsel-sınıfsal

özüyle 8 Mart” başlıklı panelde akademisyen SibelÖzbudun, toplumsal cinsiyet uzmanı Salime Tarihçi veBDSP temsilcisi konuşmacı olarak yer aldı.

BDSP adına yapılan açılış konuşmasının ardındanilk sözü Sibel Özbudun aldı. Kadın sorunu ve 8Mart’ın tarihsel arka planını ele alan Özbudun kadınsorununa yaklaşımları özetledi. Modernleşmeciburjuva feminizmi ve sosyalist feminizminin temelzaaflarını ortaya koyan Özbudun, bu tür yaklaşımlarıntemel çelişkiyi cins eşitsizliği olarakdeğerlendirdiklerini söyledi. Toplumdaki sınıfsalbölünmeyi görmezden gelen ve kadının sınıfsalezilmişliğini yok sayan feminizmin ileri birtakımyanları olduğunun da altını çizdi. Kadın mücadelesininemeğin mücadelesinden ayrılamayacağını belirterekkadınların bu mücadelede özne olması gerektiğininaltını çizdi.

İkinci konuşmayı toplumsal cinsiyet uzmanıSalime Tarihçi gerçekleştirdi. Güncel planda kadınmücadelesini tartıştırmaya çalışan Tarihçi, kamudatürban özgürlüğü ve kürtaj konularına dair sorularsordu. Kadın hareketinin 80’den sonra güçlendiğini vebağımsızlaştığını vurgulayarak, kadına yönelikşiddetin yoksulluğun kılıfı olduğunu vurguladı.Tüfekçi kadına yönelik şiddet eylemlerinin karnavaladönüştürüldüğünü ve sorunun kaynağını görmediğinisöyledi.

En son olarak söz alan BDSP temsilcisi isekonuşmasına 8 Mart’ın tarihsel-sınıfsal özüne vurguyaparak başladı. Ekim Devrimi deneyimine değinenBDSP temsilcisi bu aynı dönemde uluslararası işçihareketinin oldukça gelişkin olduğunu söyledi.Kadınların bugün sahip olduğu haklar noktasında, işçihareketine, Ekim Devrimi’ne ve sosyalizme çok şeyborçlu olduğunu belirterek Türkiye’de 8 Martlar’ıntarihsel gelişimini özetledi. 80’lerin ardından güçlenenfeminist hareketi eleştiren BDSP temsilcisi buradangünümüzdeki 8 Mart ayrışmalarına dikkat çekti. 8Martlar’ın kadın sorununa bakışla doğrudan bağlantılıolduğunu vurgulayan BDSP temsilcisi kadınınkurtuluşunun komünistler açısından nasıl ele alındığınıanlattı.

Etkinlik soru-cevap bölümünde yapılantartışmaların ardından sonlandırıldı.

İzmirPanel, 8 Mart’ın öngünlerinde kadın sorununa

ilişkin yaklaşımlarda kızıl 8 Martlar’ın önemine veanlamına vurgu yapan bir konuşma ile açıldı.

İlk konuşmacı olarak ÇHD İstanbul ŞubeYönetimi’nden Av. Ceren Uysal, kadın sorunun 2500-3000 yıllık bir tarihi olduğunu, anasoylu sistemdenitibaren üretim ilişkilerinin dönüşümü ve özelmülkiyetin, sınıflı toplumların ortaya çıkması,mülkiyetin korunması merkezli devletli toplumlarageçişi ve ataerkil sistemin doğuşunu anlattı. Roma

toplumlarından örnekler vererek, bu tarihsel süreçiçerisinde dinin de kadın üzerine etkilerine değindi.Kapitalizmin sorunu çözemeyeceğini vurgulayanUysal, feminizmin Marksizm’e dönük ideolojiksaldırılarına da değindi.

Panel BDSP konuşması ile devam etti. “Bizkomünistler kadın sorununa ilişkin yaklaşımlarda,Marksizm’in bilinçli olarak tahrip edilmeyeçalışıldığı ve sol hareket içerisindeki devrimciyaklaşımın erozyona uğratıldığı bugünlerde,ideolojik mücadele başlatıyor ve 8 Martlarınkızıllığını sahipleniyoruz” denilerek panelingerçekleştirilme hedefi aktarıldı. Kadın sorununtarihsel ve toplumsal arka planına değinilenkonuşmada, sorunun sınıfsal mahiyetine de işaretedilerek, özel mülkiyete dayalı toplumsalsistemin ortaya çıkışı ile kadının ilk tarihselyenilgisini aldığı belirtildi. Konuşmada, bugün içinkapitalist toplumda kadın sorununun nereye tekabülettiği ifadelendirildi. Toplumsal devrimin kadınsorununa ilişkin çözümünün ne olduğu ifade edildive toplumsal zihniyetin değişmesi için toplumsaldevrimin ilk maddi zeminin değişmesi ve sınıflarsisteminin ortadan kalkması gerektiği belirtildi.Ardından sırasıyla, toplumsal kurumlaşmalarınönemine işaret edilerek, sosyalist toplumda kadınsorunun nasıl çözüleceği, Ekim Devrimi’ndenörnekler verilerek aktarıldı. Bugünün demokratikmücadelesi içerisinde güncel olarak hangi taleplerüzerinden bu mücadelenin şekillendirilmesigerektiği ifade edildi. Kadın cinayetlerinin,sınıfsal sömürü ve baskı koşullarının son bulması,kadına yönelik şiddetin ve sömürünün sonbulması için kadınların fabrikalarda, işyerlerindeörgütlenmesi ve hakları için mücadele etmesigerektiğine işaret edildi.

8 Mart’ın tarihsel vurgusu öne çıkarılarak, işçisınıfının mücadelesinin bir parçası olan 8 Mart’ın“emekçi” niteliğine vurgu yapıldı.

Tokat Eğitim Sen üyesi Sosyalist Kamu Emekçileriadına konuşan Yurdagül Şahin, KESK içerisindekiörgütlenme ve mücadele anlayışına dikkat çekerek,KESK’in kuruluş sürecine, KESK içerisindeki tabanörgütlenmeleri anlayışının zaafiyetine ve bürokratiksendikacılık anlayışına değindi. Toplumsal mücadeleiçerisinde bir çok soruna karşı duyarlı olması gerekenKESK’in bugünkü yapısına değinerek, içerisindekifeminist ve reformist anlayışa dikkat çekerek,mücadeleyi kadın-erkek mücadelesi olarak böldüğünü,parçaladığını söyledi. Ayrıca sendikanın 8 Mart’ayaklaşımı da eleştirilen bir diğer konu oldu.

İkinci bölümde panelistlere yöneltilen sorularlatartışma sürdürüldü.

AdanaAdana’daysa “Kadın sorunu ve devrimci çözüm

yolları” başlığında bir panel gerçekleştirildi. Eğitim-Sen üyesi bir kadın emekçinin sunumuyla gerçekleşenpanelde, ilk olarak Devrimci Kadın Kurultayı hakkındabilgilendirmede bulunuldu.

Yapılan sunumda kadın sorununun çıkışınadeğinilerek, tarihsel diyalektik materyalizmin ışığında

konunun ele alınması gerektiğine vurgu yapıldı. Kadınsorununun özel mülkiyetin çıkışıyla ortaya çıktığınavurgu yapılarak, öncesi dönemlerde kadının cinsolarak ezilmişliğinin olmadığı bilimsel araştırmalardanverilen örneklerle anlatıldı.

Feminist anlayışların kadın sorununa bakışının daele alındığı sunumda, kadın sorununun toplumsal birsorun olduğu ve ancak sosyalizmde çözümekavuşacağı ifade edildi. Toplumsal kurumlaşmalaryoluyla alınacak önlemler, Sovyetler Birliği’ndensomut örneklerle ele alındı. 8 Mart’ın Emekçi KadınlarGünü olarak anılması sürecinin de anlatıldığı sunumda,bu günün erkek karşıtlığına indirgenerek sadece“kadınlar günü” olarak anılması eleştirildi.

Sunum sonrasında yapılan söyleşide ise kadınlarınkapitalizmde karşı karşıya kaldıkları sorun alanlarıgüncel örneklemeler üzerinden ele alındı. 8 Martüzerine de tartışmalar yürütüldü. Sınıfsal ve tarihselözünden kopararak ele alan burjuva-liberal anlayışlarakarşı yürütülecek ideolojik mücadelenin öneminedeğinildi.

Söyleşiye DHF temsilcisi de katılarak, DevrimciKadın Kurultayı çalışmasını destekleyen bir konuşmayaptı.

Kızıl Bayrak / Ankara-İzmir-Adana

03 Şubat 2013 / İzmir

Sınıf devrimcilerinden“kadın sorunu ve 8 Mart” panelleri

03 Şubat 2013 / Ankara

Page 22: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013Kadın

Üretici güçlerin gelişmesiyle beraber 1700’lerinAvrupası’nda kapitalizmin doğum sancıları başlamışoldu. Feodalizmin sınırlarına gelip dayanan vekendisine çıkış yolları arayan kapitalizm, Avrupaülkelerinin siyasal-toplumsal yapısında çalkantılara yolaçıyordu. 18. yüzyılda İngiltere maddi bir güçkonumuna ulaşıp sanayi devrimini gerçekleştiriyorken,Fransa, aydınlanmacılığın da etkisiyle kültürünmerkezi oluyor ve bu süreçte olgunlaşan “eşitlik,özgürlük, kardeşlik” kavramları burjuvazinin elindebayraklaşarak arkasına işçi ve köylüleri toplamayıbaşarıyordu.

Kral ve kraliçenin giyotine giden başları üzerindeniktidarlarını perçinleyen Fransız burjuvazisi, kapitalistgelişimin önündeki feodal engelleri kaldırıyor, tabanınıdaraltma yoluna gidiyor ve zamanla sağa kayıyordu.Aristokrasi ile burjuvazi, burjuvazinin iki kliği olanJirondenler ve Jakobenler ve en son burjuvazi ileproletarya arasındaki iç içe geçmiş çatışmalartoplamının üstüne imparatorluk pelerinini NapoelonBonoparte örtecekti. Böylece genel olarak burjuvasınıfının çıkarlarının yolu düzlenecek ve kapitalistgelişim süreci, kendisine açılan yollarda akışınısürdürecekti. Ta ki, 1830’lara dek...

Fransız burjuva devrimindeiki sınıfın kadınları,

talepleri ve mücadele yöntemleri...

Devrim günlerinde kaleme alınan “İnsan ve YurttaşHakları Bildirgesi”nin etkisi ve Fransız Devrimi’ninardından gelişen liberalizm; Fransız topraklarınıaşıyor, Bonaparte’la birlikte birçok Avrupa ülkesineseferler yoluyla da olsa girmeyi başarıyor ve buülkelerde siyasal çalkantılara yol açıyordu. Her nekadar “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” ilkeleri Fransızdevriminde bayraklaşarak yayılsa da bildirgede varolan “insan” hakları gerçekte “erkek” hakları olarakkalıyor ve Fransız devriminde “özgürlük” uğrunaçarpışan kadınlar; özgürlüğün salt burjuva sınıfınınerkekleri için “özel mülkiyet özgürlüğü” olduğugerçeği ile beraber savaşımlarına devam ediyorlardı.

Tarih, Fransa’da 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılınbaşında iki farklı sınıfın kadınlarının hareketine;burjuva kadın hareketine ve işçi kadın hareketlerinesahne oluyordu. Ve bu iki sınıfın kadınlarının taleplerive mücadele yöntemleri ait oldukları sınıfınınkarakterine göre şekillenmekteydi.

Burjuva kadın hareketinin, özel mülkiyet hakkıylaherhangi bir sorunu bulunmuyordu. Burjuva kadınhareketi, bu hakkın salt burjuvazinin erkektemsilcilerine verilmiş olması ile ilgilenmekteydi.Kurucu mecliste kadınların temsil hakkını ünlü“kadınların giyotine gitme hakkı varsa, söz söylemehakkı da vardır” sözüyle açıklayan dönemin burjuvakadın öncüleri, kurucu mecliste yer alan sınıflarıntemsil farklılıkları ve bu farklılıkların sonucu işçisınıfının seçme ve seçilme hakkından mahrum kaldığıgerçeğiyle ilgilenmiyordu. Burjuva kadınlar için“eşitlik” sınıf “kardeşi” oldukları burjuva erkekleriyleeşit olmayı içeriyor, “özgürlük” ise burjuvazi için özelmülkiyet özgürlüğünü tarifliyordu.

Burjuva kadın hareketi, seçme ve seçilme hakkı ilebirlikte arasında aile içindeki despotik erkekegemenliğine karşı bir yasa, siyasi özgürlük, eşithaklar ve boşanma hakkının tanınmasına ilişkintaleplerin de yer aldığı istemlerini “kadın haklarıbildirgesi”nde taçlandırmıştı. Kraliçeye sunulmaküzere kaleme alınan bu bildirgede dönemin burjuvakadın hareketi temsilcilerinden Olympe de Gougesşöyle sesleniyordu: “Bu devrim, bütün kadınlaracınacak alınyazılarının ve toplumda kaybettiklerihaklarının bilincine varmadıkları sürece tamamlanmışolmayacaktır.”

Burjuva kadınlar talepleri çerçevesindemücadelelerini meclise dilekçe vererek, temsilihükümet döneminde ise kurucu meclise temsilciheyetler gönderip siyasi kulüplerde çalışaraksürdürüyorlardı. Feminizmin ilk işaretlerini barındırandönemin burjuva kadın hareketi, liderlerinin giyotinegiden başlarıyla beraber temsil hakkı elde edemeselerde toplumsal hayat içerisinde birçok kazanım eldeetmeyi başaracaktı.

İşçi kadınlar ise boşanma hakkı, temsil hakkı gibiburjuva kadınlarının taleplerini reddetmiyorlardı.Ancak işçi kadın için “ekmek” öncelikli talepolmaktaydı. 1700’lerin sonunda işçi sınıfının maddikoşulları bu talebi yaşamsal kılmaktaydı.

“1726-1791 tarihleri arasında ortalama bir işçigelirinin yarısı sadece ekmek satın alınması içinharcanmaktaydı. 1788-1789’da bu harcama miktarıyaklaşık yüzde 60’ına, kıtlık ve aşırı fiyatyükselişlerinin gerçekleştiği 1789 yılında yüzde 88’eulaşmıştı... 1789 ile 1795 arasındaki “ekmekayaklanmalarına” kadınlar kitlesel olarakkatılmışlardır.” (Sosyalizm ve Toplumsal MücadelelerAnsiklopedisi, Cilt 1/ Fasikül 1)

İşçi kadınlar, önce burjuvazinin arkasındaçarpışmışlar, devrimin gelişim aşamasında burjuvakadınlarının Jirondenleri destekleyen tutumlarınınaksine, Jakobenler’in öfkeliler kanadını destekleyerekkulüplerde ve derneklerde örgütlenme yolunagitmişlerdi. Devrim sağa kaydıkça hedef haline gelenişçi sınıfının kadın fertleri 1796’dan sonra evlerine vekiliselere dönseler de 1830’larda tekrar sokaklaraçıkacaklar ve bu kez ait oldukları sınıf için, kendileriiçin dövüşeceklerdi...

Sonuç yerine...

1700’lerin sonundan 1800’lerin başına uzanan busavaşımda proletarya şimdi Lyon barikatlarında“Çalışarak yaşamak ya da savaşarak ölmek!” diyerekcesurca çarpışacaktı. Ve elbette ki bu onurlu sınıfınkadın fertleri de barikatların en önünde göğüs göğüsevereceklerdi mücadelelerini...

Burjuvazinin bayrağının arkasında çarpışarak ölenve burjuva devrimiyle beraber sınıf çıkarlarınıkuşanarak burjuvaziye karşı savaş konumuna geçenproletaryanın! Zaferlerle taçlanan, yenilgilerlegüçlenen bu savaşımda göndere çekilen kızıl bayrakdalgalanmaya ve işçi sınıfının omuzları üzerindeyükselmeye devam edecek...

Tarihte kadın hareketleri...

1789 Fransız burjuva devrimi vekadın hareketleri

Page 23: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013 Dünya

Münih “Güvenlik” Konferansı ve Almanya

Münih “Güvenlik” Konferansı görünürdeWolfgang Ischinger’in düzenlediği bir “özel”oturum-toplantıdır. Bu tarz toplantı 2008 yılında önceTelschik tarafından düzenlenmekteydi. Bu özelkişilerin adıyla düzenlenen bu zirveler sadece birdiplomatik manevra. Bu zirvenin düzenlenmesidoğrudan Almanya hükümetinin ve Alman tekelcikapitalizminin denetiminde gerçekleştirilmektedir. 60delege ile 49. “Güvenlik Konferansı”na katılanBaşbakan Merkel, Alman emperyalizminin ağırlığınıyeniden ortaya koymuştur. Münih’te yapılan buKonferans, Almanya’nın yeni rolüne uygun “ben devarım“ iddiasının altını da çizmektedir. WolfganIschinger, devlet ve silah tekelleri ile Almansermayesi arasındaki ilişkiler ağını ören, koordineeden bir figür.

Kariyeri dışişlerinde bakanlıkta başlayanIschinger, ABD’de Alman birinci derecedendiplomatı ve bugün ise NATO ittifakının en önemlifigüranı. Alman tekelci sermayesi “GüvenlikKonferansı” toplantılarını, Almanya’nın militaristgücünün yenilenmesinin ve öne çıkarılmasının birplatformu olarak kullanmakta. Ischinger verdiği birmülakatta, “Biz bir tarafta Avrupa’nın ekonomik vemali geleceğini belirlemede esas güç olmayıarzularken, güvenlik politikaları konularında ikincisırada duramayız” diyerek, Almanya’nın yenirolünün altını çizmektedir.

Fransızlar’ın Mali işgalini örnek göstererek,Almanya’nın güvenlik politikalarını sadeceAvrupa’yla sınırlandırmaması gerektiğini belirtenIschinger, Afrika’da aktif bir rol almasını talepetmektedir. Hatta bu bağlamda, Fransa’nın sömürgecigeleneğinin bıraktığı olumsuz imajını da gözeterek,yeni bir gücün bölgede zorunlu olduğunu belirtiyor.Almanya bugünden kendi güvenliğiniYugoslavya’da, Somali’de, Hindikuş’ta (Afganistan),Türkiye-Suriye sınırında, Mali’de aktif askeri güçlesavunmaktadır. Bu saldırgan emperyalist gücünyayılmacı stratejik politikalarının, Ortadoğu geneligözetildiğinde dikkatle izlenmesi gerekiyor. BirçokAfrika ülkesinde Almanya militarist güçleri “eğitim”adı altında şimdiden önemli etkiye sahip.

Tarihsel olarak dünya gücü olma arzusu veçabası, iki savaşın yenilgisinden sonra da hiçbirzaman saldırgan tekelci Alman burjuvazisiningündeminden çıkmamıştır. Hitler faşizmininyenilgisinden sonra “hiçbir zaman bu topraklardasavaş çıkmayacaktır” politik söylemleri, yeriniaçıkça “güvenlik” adı altında yeni bir yayılmacıpolitikaya ve buna uygun militarizme bırakmıştır.

Münih Güvenlik Konferansı bu yeni rolünyeniden altını çizmiştir.

Münih “Güvenlik Konferansı”nınardından!

Geçtiğimiz hafta sonu (2-3 Şubat’ta)Almanya’nın Münih kentinde, 90 ülkenin temsiledildiği, toplam 400 delegenin katılımıyla “49.Güvenlik Zirvesi” toplandı. Hükümet üst düzeytemsilcileri, askeri ve ekonomi fonksiyonelleri, silahsanayi yetkilileri iki gün boyunca, ağırlıklı olarak

güncel savaş ve kriz bölgelerinin durumunukonuştular.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve ABDBaşkan Yardımcısı Joe Biden zirve öncesi farklıgazetelere verdikleri söyleşilerde özellikle Suriyesorunu ve İran nükleer silahlanması konularındafarklı yaklaşımlarını gerekçelendirdi, netleştirdiler.“Güvenlik Zirvesi”nde NATO, Rusya’ya karşı doğuAvrupa’da konuşlandırmayı planladıkları füzesavunma sistemleri konusunda geri adımatmayacaklarını bir daha açıkça göstermiş oldu.Rusya; ABD’nin ve batılı emperyalist güçlerinOrtadoğu ülkelerini istikrarsızlaştırma ve dolaylımüdahale politikalarına son verilmesini savunurken,özellikle İran ile barışçıl bir çözüm yolunagidilmesini istemektedir.

Sarkozy başkanlığı döneminde NATO’nun savaşyapılarına doğrudan adapte olan Fransa; Mali veAfrika kıtasındaki saldırgan, yayılmacı, sömürgecistratejisine doğrudan destek aldı. Libya’nın işgalindeİngiltere ile ortak iş yapan Fransa bu ittifakı Mali’dekıtayı kapsayacak boyutta hayata geçirmeyeçalışmaktadır.

Silah tekelleri, militarist kurumların temsilcileri,savaş (savunma) bakanları ve lobiyistlerin toplandığıbu konferansın “resmi” olmayan esas gündemlerini;ekonomik sömürü, pazarların güç dengelerine uygunyeniden paylaşımı, yeni strateji ve ittifaklaroluşturmaktadır. Bu açıdan dışa yönelik verilen buortaklık mesajları sadece yanıltıcı. Bu “saldırganlıkitifakı” kendi içinde çatışmalı konumda.

“Güvenlik Konferansı”na karşı gösteriler

Emperyalist saldırganların güvenlik konferansıadı altında yaptıkları toplantıya karşı 2 ŞubatCumartesi günü, 3500 kişinin katılımıyla bir gösterigerçekleştirildi. Özellikle gençlerin “Silahlanmayerine, meslek yeri!” şiarıyla yaptıkları çağrı dikkatiçekiciydi.

Alman Komünist Partisi, Sol Parti, sendikalar,gençlik ve kadın örgütleri ve barış inisiyatiflerinindestek verdiği çağrı metinde;

- Militarist güç politikası ve silah tüccarlığına sonverilmesi,

- Barış, silahsızlanma ve sosyal adalet, - Atom silahlarının olmadığı bir dünya,- Militarizme, nasyonalizm ve ırkçılığa son,- Almanya’nın yurtdışı askeri güç müdahalesine

son verilmesi,- Almanya’nın NATO ve AB askeri ittifakından

derhal çıkması- NATO’nun dağıtılması,- Silah ihracatına son verilmesi talepleri dile

getirildi.Güvenlik Konferansı adı altında yapılan

toplantıların esas olarak ABD ve AB emperyalistgüçlerinin çıkarlarını güvenceye almak için yapıldığıdile getirildi. Militarizm ve savaş yoluyla dünyapazarını denetleme planlarının yapıldığı vurgulandı.Suriye’de muhalif denen güçlerin silahlandırılarakİran’a karşı da bir müdahale olanağının yaratılmayaçalışıldığına yer verilen çağrıda, Almanya’nın SuudiArabistan’la Leopard tankları ve İsrail’le denizaltısavaş gemileri anlaşmalarının iptal edilmesi talepedildi.

Güvenlik Konferansı’na karşı“istenmeyen konuşmacı” Inge Viett:

“Libya’nın dağılmasıyla Batı‘Pandora’nın kutusu’nu açmış

bulunuyor...”

Emperyalist güçlerin savaş planlarına karşı yapılacakgösterilerde konuşmacı olarak Münih Antikapitalist Sol,“2 Haziran Hareketi” Kızıl Ordu Franksiyonu (RAF) eneski aktivisti Inge Viett’i önerdi. Sol radikal kimliğiyletanınan ve hala politik inançlarına bağlı olarak bilinenInge Viett önce burjuva basının karalama kampanyasıyla,daha sonra da gösteri ittifakı içinde yer alan bazıgrupların tepkisi ile yüz yüze kaldı. “Ekolojik,Demokratik Parti” gösteri hazırlık ittifakından çıkarken,birçok grup da çekileceklerini belirterek, gösteriyeisteksiz katılacaklarını dile getirdiler. Bu itirazlararağmen, Inge Viett’in konuşması en etkili ve yankı bulankonuşma oldu.

Inge Viett konuşmasında özetle şunları söyledi: Bugün burada binlerce kişi emperyalist savaş

stratejistlerine karşı direnişimizi göstermek için birarayageldik. Dünyamızı sömüren, talan eden, savaş vetahribata tabi tutan, elimizdeki her insani geleceği alanbu ekonomik, politik, askeri güçlere karşı esasen buradamiyonlarca olmamız gerekiyor. Burnumuzun önünde bupolitikanın temsilcileri, gücün organizatörleri, NATO veAlman askeri aygıtlarının fonksiyonerleri, AB’ninkomiserleri, büyük konserlerin menajerleri, önceliklesilah sanayi, tekelleri temsilcileri, banka direktörleri, enyüksek düzeyde kapitalist devletlerin hükümet temsilcileriburaya gelmektedirler.

Emperyalizm soyut bir sistem değildir. Burada kapımızın önünde savaşlar başlıyor. “Güvenlik Konferansı”nda emperyalist orduların

vurucu güçleri yeniden biçimlendirilecek ve somut olarakgüncel müdahaleler koordine edilecektir: Afganistan,Suriye, Mali ve İran... Libya’nın dağılmasıyla Batı‘Pandora’nın kutusu’nu açmış bulunuyor. Kuzey Afrikave Ortadoğu’da çelişkiler artıyor ve Batı’nın yanıtı hazır:Askeri müdahale! Bu militarist müdahale buradamükemmelleştirilecektir ve bunun adına “güvenlikzirvesi” denilmektedir.

Kapitalizmin içinde bulunduğu kriz aşikar. Kenditarihsel yıkılışını ertelemek için yeni kâr oranlarınıaşmak zorunda. Bu da ancak baskı ve şiddetlemümkündür.

Her gün acımasız bir yalan ve legitimosyonkampanyasıyla bu muazzam militarist aygıtlar sözdegüvenliği sağlıyormuş...

Konuşmanın devamında Almanya’nın bu yenidönemde aldığı militarist ve saldırgan rol üzerinde duranInge Viett, Almanya’nın dünyada üçüncü büyük silahsatan ülke olduğunun altını çizdi. Yeni yayılmacı vesaldırgan militarist bir konseptin resmi bir politikayadönüştüğünün görülmesi gerektiğini belirten Inge Viett,bu yeni politikaya karşı direnişin adım adım örülmesigerektiğini vurguladı. Konuşmasını, “Almanya;Afganistan, Suriye ve Mali’den defol!” ve“Komünizm için!” çağrısıyla noktaladı.

Münih Güvenlik Konferansı notları...

Page 24: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Dünya24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Tahrir Meydanı’nı dolduran yüzbinlerce emekçi,Mahalla’nın genç, enerjik ve mücadeleye susamışişçileri, Ortadoğu’da emperyalizmin “yıkılmaz kalesi”sayılan Mübarek rejmini alaşağı ettiler. Bu devrimciayaklanma bölgenin toplumsal mücadelelerinindiyalektik-tarihsel bütünlüğü içerisindedeğerlendirildiğinde, kaçınılmaz bir sürecin yansıması,önemli bir sıçramaydı. “Arap baharı” olaraknitelendirilen halk ayaklanmaları dünyada yeni birdevrimler dönemine girilmekte olduğunu gösterenönemli toplumsal-siyasal olgulardı. Bu aynı dönemdefarklı ülkeler ve kıtalarda farklı toplumsal katmanlarında yerini aldığı kitlesel eylemlikleri, son otuz yılın enyoğun ve en kitlesel direnişleri olarak nitelendirmekdoğru olacaktır. 2007-2008 yıllarından itibaren sınıfmücadeleleri dünya ölçüsünde önemli bir ivmekazanmıştır.

İngiltere’de yüzbinlerin katılımıyla yapılan öğrencieylemleri, ABD’nin Viskonsi eyaletinde “burasıOrtadoğu” haykırışlarıyla gerçekleşen direniş, Ağustos2011’de İsrail’de yarım milyon emekçinin katıldığıgösteriler, Yunanistan’da döne döne gerçekleşen genelgrevler, Portekiz ve İspanya’da emekçi sınıfların ve ogüne kadar pasif kalmış toplumsal kesimlerin sokakçatışmalarıyla mücadele içine girmeleri, sınıfmücadelesinin kazandığı boyut açısından yeni birdönemin somut işaretidir. Ağustos 2012’de yüzde120’lere varan zam artışına karşı Nijerya işçi sınıfı, 50farklı kentte gerçekleştirdiği eylemler ve genel grevlehükümeti dize getirmiş, zamlar geri alınmıştır. GüneyAfrika son üç yıldır işçi sınıfının eylemleriylesarsılmaktadır. Avrupa genelinde ise son olarak 14Kasım 2012’de işçi sınıfının eylemleri gündemibelirlemiş, Belçika’dan Malta’ya, İtalya’dan Kıbrıs’aemekçiler ekonomik ve sosyal saldırganlığabaşkaldırmışlardır. Bu kitlesel eylemler ile Mısır’dakitlelerin başkaldırısı güncel devrimci sürecinhalkalarını oluşturmaktadır.

Emperyalist-kapitalist dünya ciddi bir ekonomik,siyasal, ideolojik ve ahlaki çöküntünün pençesindedir.Kriz özellikle ekonomik ve sosyal alanda tahrip edicibir etkiye sahiptir. Alt sınıfların içinde bulunduğuyoksulluk, geleceğine güvensizlik ve burjuvazitarafından içerde ve dışarda izlenen yıkıcı politikalar,toplumun tüm emekçi tabakalarının hoşnutsuzluğunusürekli artırmaktadır. Dizginlenemeyen öfke kendinidüzenin baskı ve terörüne karşı çatışmalarla, grev,gösteri ve ayaklanmalarla ortaya koymaktadır.

Emperyalist-kapitalist düzenin efendileri, emekçisınıfları aldatmak için krizin sorumluların eskihükümetler olduğu propaganda ederek, durumundüzeleceği vaadleriyle İspanya, Portekiz, İtalya,Yunanistan, İrlanda gibi ülkelerde yeni hükümetleriişbaşına getirdi. Yanı sıra silahlanmayı tırmandırarak,orduyu, polisi, gizli servisleri, mahkemeleri yeniyasalarla güçlendirerek, iç müdahalelere dönüktedbirler alıyor. Bu gelişmeler neyi ifade ediyor?

Devrimci dönemler kendisini öncelikle, toplumsalgelişmenin önünde engel oluşturan, tarihsel olarakömrünü tamamlamış toplumsal formasyonların içinedüştükleri ağır sosyal kriz süreçleriyle gösterir. Busüreç karşıt sınıfların gizli ya da açık yoğun ve süreklimücadeleleriyle karakterize olur. Bu mücadelelertoplumların yaşamında, sosyo-ekonomik, politik vekültürel boyutta hızlı dönüşümlere yolaçar. Kitleleri

harekete geçiren nesnel bir süreçtir yaşanan. “Tarihin sonu”nu ilan eden Francis Fukuyama,

şimdi ise “orta kesimi kurtarın”çağrısıyla sesiniduyurmaya çalışmaktadır. Club off Rom “birçok halkekonomisi potansiyellerini tüketmiştir“ saptamasınıyapmaktadır. Amerikalı sosyolog ImmanuelWallerstein 2009 yılında “otuz yıl içinde kapitalizmiçinde yaşayamayacağımız kesin” demekte ve dahasonraki sistemin daha mı iyi daha kötü mü olacağınınbelirsizliğini ifade etmektedir.

Ekonomist Artur P. Schmidt, “ekonomik gelişmedalgasının kışını yaşadığını“ belirterek, içindengeçtiğimiz krizin 2035 hatta 2045’e kadar süreceğininaltını çizmektedir. Ayrıca krizin ekonomik ve sosyaltahribatının alt sınıfların günlük yaşamına henüz tamulaşamadığını dile getirmektedir. AB bünyesinde 2011yılında 2.4 milyon kayıtlı işsiz bulunmaktadır. Her dörtgençten biri işsiz durumdadır. Almanya eski generaliNeumann “bu koşullarda sadece iki geçerli kur vardır;ekonomik güç ve askeri araçların gücü!” demektedir.

Dolayısıyla, dünyanın büyük patlamalara doğrugittiğinin ve esas eğilimin devrimci olduğunun altınıçizmeliyiz. Büyük emekçi kitleleri kapsayan yoksullukve tekelci burjuvazi tarafından izlenen ekonomik-sosyal saldırı politikaları büyük bir hoşnutsuzluk vetepki birikimi yaratmıştır. Ve bu sürece paralel olarak,krizden kurtulmak için tırmandırılan militarizm vesavaş tamtamları, ki bu da derinleşen krizin başka birifadesidir. Emperyalist devletlerin hegemonik veyayılmacı planları görülmemiş biçimde ivmekazanmıştır.

Mısır’daki Mursi rejimine yönelen devrimciayaklanma ancak bu bütünsel tablo içinde anlaşılabilir.

Yeni “firavun” da gidecek!

“Arap baharı” sürecinde merkezi konumda olanülke Mısır’dır. Fas ve Ürdün’de baş gösteren kitleeylemleri kısa sürede nötralize edilirken, Bahreyn’dekikitlesel gösteriler ABD destekli Suudi Arabistan rejimitarafından tanklarla bastırıldı. Libya NATO’nun yıkımmakinalarıyla talan edildi.

Mısır’da ise, sancılı bir süreç sonucunda ABD,Avrupa Birliği ve bölgedeki egemen güçlerindesteğiyle Müslüman Kardeşler’in temsilcisi

Muhammed Mursi yönetime getirildi. Katar, SuudiArabistan ve Erdoğan yönetimi bu süreçte aktif bir rolaldılar. Müslüman Kardeşler Mübarek rejiminingeneralleri ve askeri oligarşi ile açık bir anlaşmayavardı.

Mısır’da ordunun tepesindeki oligarşik kast ülkeekonomisinde (yüzde 35) önemli bir paya sahiptir.Ordunun Mursi ve Müslüman Kardeşler’e verdiğidestek bu açıdan bir raslantı değildir. Obama yönetimive İsrail’in açık desteği ile IMF tarafından verilen 4.8milyar dolar kredi de doğrudan rejimi güçlendirmeyiamaçlamıştır. Ekonomik ve sosyal yıkım politikalarıyeni yönetim tarafından şiddetli bir biçimdeuygulanmıştır. 15-28 yaşları arasındaki işsizlikoranının yüzde 75 olduğu düşünüldüğünde, toplumsalyıkımın boyutu daha iyi anlaşılacaktır.

Tekelci burjuvazi, özellikle de sermayeninuşaklığına soyunmuş bulanan dinsel gericilik, devrimcibir enerjiyle Mübarek rejimin yıkan emekçi kitlelerinve kentin değişik katmanlarının temel toplumsalihtiyaçlarını karşılamaksızın, taleplerine kısmi de olsakarşılamaksızın onları susturabileceklerini hesapladılar.Fakat bu hesaplar tutmadı.

Ciddi bir devrimci süreci yaşayan, gücünün farkınavaran emekçi sınıfların mücadelesinin önünün ucuzmanevralarla kesilebileceğini ancak, ortaçağın o darkafalı, kültürsüz ve tarih bilincinden uzak figüranlarıdüşünebilir. Modern sınıfsal kutuplaşmanın netleştiği,burjuvazi ile proletaryanın çıkarlarının uzlaşmazolduğu, bunun toplumsal gerçekliğin temelinioluşturduğu bir toplumu, dinsel ortaçağ sembolleriyleetkisizleştirmek ve bastırmak mümkün olmayacaktır.Müslüman Kardeşler’in Mısır toplumundaki misyonubitmiştir. Toplumsal devrimci dinamikler karşısında bugerici “maskeler”in yıkılıp atılacağı kesindir.

Şu gerçek hiçbir zaman gözden kaçırılmamalıdır.Dinci partiler emekçileri ideolojik olaraketkileyebilirler, geniş seçmen kitleleri olaraketraflarında toplayabilirlar, ama hiçbir zaman işçisınıfını sosyal bir hareket olarak etkileyip hareketegeçiremezler.

“Her türlü devrimci kargaşalığın arkasında, günügeçmiş kurumların karşılanmasını engelledikleri birgereksinmenin bulunduğunu herkes biliyor. Bugereksinmenin, kendisini, henüz hemen bir başarısağlayacak kadar derin, o kadar gerekli bir biçimde

Mısır’da devrimci süreç!S. Eren

Page 25: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Dünya Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013..

duyurmaması olanaklı, ama bu gereksinmeyi her zorlabastırma girişimi, onu engellerini parçalayıncayakadar, daha da belirgin bir duruma getirmekten başkabir sonuç vermeyecektir.”

Engels’in Almanya’da Devrim ve Karşı Devrimkitabında işaret ettiği bu gerçek, Mısır toplumununbugününün açıklamasıdır.

“Gelecek devrim ekmek devrimidir”

Bu sözler son haftalarda gösterilere katılan birkadının çağrısıdır. Başta işçi sınıfı olmak üzere, bütünemekçi sınıfların “demokrasi ve özgürlük” taleplerinin,Mübarek’in düşürülmesiyle sonlandığı düşünüldü.Mübarek rejimine karşı ayaklanmanın bir bileşeniolarak hareket eden Müslüman Kardeşler’in, değişikmanevra ve entrikalar, kısmi tavizler, polis, paramiliterbaskı ve susturma yöntemleri vb. ile ilk etapta,emekçilerin o devrimci enerjisi sisteme istikrarkazandırmak doğrultusunda kullanılmaya çalışıldı.Egemen sınıflar görünürde başarı sağladıklarıyanılsamasına da kapıldılar. Bu durum, devrimciheyecan ve iyimserliğini yitirmiş bazı kesimlerde, “iştedevriminiz, sakallıların peşine takılıp gittiler” vb.söylemlerle ayaklanmayı küçümseyen, emekçisınıfların ortaya çıkardığı devrimci enerjiyi görmeyenyorumlara yolaçtı. Evet, bu bir yanılsamaydı. Leninolaylara sofist yaklaşım ile diyalektik materyalistyaklaşımın zıtlığına işaret eder. Sofist, olaylarındeğerlendirmesini tek tek deliller göstererek yapar.Diyalektik bakış ise gelişmeyi, bütünlüğü ve tarihsel-toplumsal gelişme süreci içinde ele alır, süreçlerinçelişkili yapısı ve eğilimleri üzerinden değerlendirir.

Dolayısıyla, Mursi’ye karşı “çalınan devrimimizigeri istiyoruz” talepleriyle Tahrir’i yeniden işgal edenkitlelerin başkaldırısı rastlantı değildir. GörünüşteMursi’nin yetkilerini artıran ve meclisi yargı denetimidışında bırakan kararname üzerine patlak verse de,talepler bunun geri çekilmesi ile sınırlı değildir.Mübarek rejimine karşı ayaklanan emekçi kitlelerinhiçbir sosyal talebi çözülmüş değildir. Yoksulluk,işsizlik, konut sorunu bütün çıplaklığıyla orta yerdedurmaktadır. Emekçi kitlelerin harekete geçmesininesas nedeni bu sosyal sorunlardı. Mübarek rejimi 1991yılında IMF ve Dünya Bankası’nın ekonomik-politikreçetelerini uygulamaktaydı. Mursi rejimi bu çizgininsürekliliğini temsil etmekte ve bu açıdan da ABD,önemli bir ekonomik gücü elinde tutan generaller veİsrail tarafından desteklenmektedir. Dış politikadaMübarek’ten daha ileri adımlar atılmış, İsrail’le ilişkilerdaha da yoğunlaştırılmıştır. İçerde gerici bir polis rejimipekiştirilmektedir. Kentin yoksul ve orta katmaları,öğrenciler, öğretmeler, kadınlar ve özellikle işçisınıfının farklı katmanları net bir biçimde sosyaltaleplerini yükseltmektedirler.

İlk büyük işçi eylemi 5 bin kişinin katılımıyla 27Kasım’da Mısır tekstil fabrikası işçileri tarafındangerçekleştirdi. Kent merkezine yürüyen işçilere,Müslüman Kardeşler’in örgütlediği bir güruhunsaldırısına uğradılar, saatler süren çatışmalar yaşandı.

Mursi rejimi altında egemen oligarşi işçi sınıfıhareketine doğrudan bir cephe açmış bulunuyor. ÖnceNasır yönetimi tarafından “millileştirilen” sendikalarınyöneticilerinin yaşını 60’la sınırlayarak, denetimi elegeçirmeyi amaçlayan Mursi rejimi, işçi hareketininönüne set çekmeyi hedefliyor. Mübarek rejiminidestekleyen sendika bürokrasisini denetlemeyihedefleyen bu çabalara tepki, işçi sınıfının alttan gelenörgütlenme ve bağımsız sendika inisiyatifleri biçimindehızla yayılıyor.

İskenderiye’de, Nil deltasında, işçi havzasıMahalla’da grevler ve kitlesel gösteriler devametmektedir. Sadece Ağustos ve Eylül ayları içinde Mısır1400 işçi eylemine sahne olmuştur. Şoförler, tersane,metal, tekstil işçileri, üniversite eğitim emekçileri, hattacami imamları greve gitmişlerdir.

Ücretlerin artırılması, iş koşullarının düzeltilmesi,taşeronluğa son verilmesi, işten atılan işçilerin gerialınması, örgütlenme hakkı öne çıkan talepler. Sonaylarda 61 eylem değişik sektörlerde, 40 eylem öğretimalanı, 21 eylem üniversite, 11 eylem taşımacılık, 10eylem sağlık alanında meydana geldi.

Ayrıca Ekim ayında sekiz gün içerisinde iki büyükkitlesel gösteri düzenlendi. 12 Ekim’de MüslümanKardeşler’in oluşturduğu paramilitarist güruh TahrirMeydanı’nda eylem yapan kitleye vahşice saldırdı. Busaldırıya karşı 29 Ekim’de birçok kentte eylemlergerçekleşti. Kokuşmuş rejimin uşağı MüslümanKardeşler’in büroları birçok yerde ateşe verilerekyakıldı.

Mübarek’in devrilmesinden sonra 1200’ün üzerindeyeni sendika kuruldu. Mübarek’i destekleyen sendikageleneğine sahip iki sendika federasyonunun (EFITUve EDLC) üye sayısı ise üç milyonu aşmışbulunmaktadır. Ayrıca Mübarek’in devrilmesinden buyana birçok işçi ve sendikacı baskı ve şiddette maruzkalmış, büyük cezalara çarptırılarak zindanlaraatılmıştır. İşyerinin huzurunu bozma gerekçesiyle 45işçiye değişik cezalar verilmiştir.

Mübarek’e karşı eylemlerde olduğu gibi Mursi’yekarşı da farklı sınıf ve katmanları politik akımlar kendiçıkar ve talepleriyle yer almaktadırlar. Burjuva basınıEl Baradey ve Amr Musa gibi ABD yanlısı politikacı vebazı muhalefet temsilcilerini öne çıkarmaya çalışsa da,bu kez kitle mücadelesini bastırmak için eskiyöntemlerin yeterli olmayacağı kesindir.

Tahrir Meydanı’nı “devrim meydanı”na çevirenkitleler, ilk devrimci süreçte edindikleri deneyim, bilinçve ruh ile yeni toplumsal-politik koşullarda mücadeleetmektedirler. Aynı zamanda rejim de ilk yenilgisindesonuçlar çıkarmıştır. Harekete geçen bütün sınıflar vetoplumsal katmanlar süreci kendi çıkarlarına uygunolarak sonuçlandırmaya çalışacaklardır. Ortak düşman

Mursi’ye karşıtlık üzerinden buluşanlar, devrimci süreçderinleştiği ölçüde ayrışacaklardır.

1848 Şubat Devrimi’ne ilişkin değerlendirmesindeEngels bu nesnel duruma dikkat çekmiştir:

“Ama bir dereceye kadar her devrimin her zamanzorunlu koşulu olan çeşitli sınıfların bu bağlaşmasınınuzun ömürlü olmaması, bütün devrimlerin yazgısıdır.Daha düşman üzerinde zafer kazanılır kazanılmaz,yenenler karşıt kamplara bölünür ve silahlarınıbirbirlerine çevirirler. Eski ve karmaşık toplumsalorganizmalarda, bir devrimi toplumsal ve siyasalilerlemenin öylesine güçlü bir etkeni durumuna getirenşey, işte bu sınıflar karşıtlığının hızlı ve zorlugelişmesidir: Bu zorlu sarsıntılar sırasında, bir ulusaolağan koşullar içinde yüzyılda alacağından daha uzunbir yolu beş yılda aştıran şey, işte iktidarda nöbetdeğiştiren yeni partilerin bu kesintisiz ve canlıfışkırışıdır.” (Engels, Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim, Sol Yayınları, s. 46)

Bu sınıfsal gerçekler ışığında bakıldığında,Mısır’daki devrimci sürecin geleceği, devrimci birörgütsel yapı ile burjuva reformist hayallere yervermeyen programatik hedeflerle uyumlu bir siyasalpratiğe bağlıdır.

Bugün işçi sınıfı, aynı talepler doğrultusundagerçekleştirdiği grev ve eylemleri koordine edebilecek,dayanışmayı örgütleyecek, bir genel grev çağrısıylarejime diz çöktürebilecek bir örgütlülükten uzak. Fakatbu sürecin kendisi bu zaafların aşılması için uyarıcı birdeneyim oluyor.

Mısır’da süreç sancılı, çelişkili ve çatışmalıilerleyecektir. “Firavunlar”ı kendi gücüyle düşüren birhalkı uzun dönemli oyalamak kolay olmayacaktır.Şiddetle bastırma ve boğma çabaları bu ateşikörükleyecektir. Mursi gibi aynı akibeti generallerin deyaşaması kaçınılmazdır. Buz kırılmış, yol açılmıştır.“Sıra ekmek devriminde”!

İspanya hükümeti rüşvet batağında,halk sokaklarda!

Kapitalist sistemin krizinin en ağır sonuçlarının yaşandığı ülkelerden biri olan İspanya’da hükümetinkarıştığı rüşvet iddiaları, gerici Mariano Rajoy hükümetinin temellerini sarsmaya başladı. İşsizliğin yüzde26’nın üzerinde seyrettiği ve uluslararası kapitalist tekeller lehine yoksulluğun kitleşelleştirilip,özelleştirmenin son zerresine kadar gerçekleştirildiği ülkede, Rajoy ve partisi PP rüşvetciliklerinden dolayı daprotestoların hedefi olmaya başladı. El Pais ve diğer gazetelerin verdiği habere göre Başbakan MarianoRajoy ve partisine, büyük şirketlerin oluşturduğu bir fondan, yaptıkları ‘hizmetlere’ karşılık olarak gizliödemeler yapılmış. İşsizlik ve yoksulluğun pençesinde ezilen emekçiler Rajoy hükümetinin rüşvetçiliğinealanları doldurarak cevap verdi. Geçen hafta içinde ve hafta sonunda yapılan kitlesel eylemlerde Rajoyhükümeti hırsızlıkla suçlanarak istifa etmesi istendi.

Yapılan araştırmalar Rajoy hükümetine karşı olan güvensizliğin %77’nin altına düştüğünü ortaya koyuyor.Buna rağmen hükümetten çekilmeyeceğini açıklayan Rajoy’a destek Berlin’den geldi. Almanya BaşbakanıMerkell, Rajoy hükümetinin yaptığı ‘başarıları’ överek, uşağın sırtını sıvazlamada gecikmedi.

Page 26: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Dünya26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Yunanistan, kapitalizmin krizini iliklerindehissetmeye devam ediyor. Yunan burjuvazisiyenilenememenin, yeniden organize olamamanınbasıncıyla hırçınlaşıyor, şiddetinin dozajını artırıyor.Yaşanan mali krizin yükünü emekçilere yüklemekteatılan önemli adımlara, “kemer sıkma” politikalarınakarşın halen istenen sonuç yaratılamadı. Bunun içinemekçilere daha fazla sefalet ve hak kesintisi dayatmasısürüyor. İşçiler başta olmak üzere geniş yığınların sokakgösterileri ve grevlerle karşı durmasıysa burjuvazininkrizini katmerleştiriyor, hareket alanını sıkıştırıyor.Düzen cephesinin bu denklemde çözümüyse baskı vesaldırganlık olarak yansıyor.

İşçilerin sokaklardan haykırmayı sürdürdüğü birdönemde grev ya da sokak çatışması olağanlaşırkendüzenden tersi de beklenemez. Fakat saldırganlıklaişçilerin taleplerini boğmakta yetersiz kaldığı da aşikarolunca göreve daha deneyimli, daha eğitimli köpeklergetirilmesi kararlaştırılıyor. İşte böyle sürecin sonundaYunanistan Parlamentosu’nu koruma işini Blackwaterşirketinin alması tesadüf değildir. Artan baskı vesaldırganlığın bir boyutu olan bu karar emekçilerinmücadelesi karşısında izlenen resmi politikanın dolaysızbir sonucudur.

Aynı zamanda Karadeniz Ekonomik İşbirliğiÖrgütü’nün Genel Sekreteri olan Büyükelçi LeonidasChrysanthopoulos, Kanada basınına verdiği birröportajda ülkesinde yaşanan ekonomik krizideğerlendirirken ağzından Blackwater kararını kaçırıyor.Röportajı yapan muhabirin, “Yunanistan’da bir kriztehlikesi olup olmadığına” yönelik sorusuna yanıtverirken elçi, “Yunanistan’da demokrasi krizden ağıryara alıyor. Yunan hükümeti Blackwater şirketiyleparlamentonun korunması için anlaşma yaptı” diyor.Yunanistan gazeteleri elçinin açıklamalarını alıntıyaparak “Kiralık katiller ülkemize geliyor” başlıklarınıatıyor. Yunanistan basını haksız değil. Zira bu iş içinseçilen şirketin özgeçmişi ölüm ve işkence ile dolu.

Kiralık katiller sürüsününon yıllık yükselişi

Blackwater’ın kara sicili Irak işgaline dayanıyor.Amerika’nın işgal gücünü pekiştirmek için “profesyonelordu” olarak görev alan Blackwater, direniş gücünükırmak için her türlü işkence ve katliamı yapmaktan geridurmadı.

Amerikan emperyalizminin gayrı-resmi saldırı gücüsıfatını taşımaya hak kazanan Blackwater birçok ülkedeaktif görev almış, “koruma” adı altında kirli savaşoperasyonlarının başını çekmişti. Irak ve Afganistan’daresmi olarak kabul edilen görev üsleri olsa da Pakistanve ABD’nin diğer savaş alanlarında da kullanıldığınadair bilgiler mevcut. Pakistan ve ABD yönetiminin uzuninkarları arasında Blackwater’ın sahibi Eric Prince’a aitbir ses kaydı Pakistan’da da görev aldıklarını teyitetmişti. “Biliyor musunuz, insanlar bana bunu hepsoruyorlar, ‘Şirketinizin Irak, Afganistan ya daPakistan’daki faaliyetlerinin Cenevre sözleşmesikapsamında olmaması sizi hiç endişelendirmiyor mu?’diye. Ve ben diyorum ki “kesinlikle hayır! Çünkü busoruları soranlar bırakın orada bir sözleşme yapıldığını,Cenevre’nin nerede olduğunu bile bilmeyen insanlar.”

Cenevre’nin nerede olduğunu bilen eski Navy Sealkomandosu Prince, Cenevre Sözleşmesi’nden bihaber.Cenevre Sözleşmesi “Silahlı çatışma hukuku veya harphukuku olarak da bilinen uluslararası insancıl hukukuntemel kaynağıdır” diyerek tanımlanır. Fakat hiçbirhukuku, insani kuralı dinlemeyen bir katil ordusu içinCenevre Sözleşmesi’nin içindeki tek anlam yer ismidir.

Amerikan savaş konseptinin dile getirdiği kaygılarıaynen tekrarlayan şirket “Güvenlik, barış, hürriyet vedemokrasiyi her yere yaymak” için çalıştığını ifadeediyor.

2007’de Irak’ın başkenti Bağdat’ta sivil halka ateşaçarak 17 sivili katletmesi hafızalarımızda yerinikoruyor. 17 kişi Bağdat’ta otomatik silahlarınnamlusunun karşısında. Saniyede onlarca mermisaydıran makinaları ellerinde, karasuya batmış ölümtacirleri 17 canı aldılar. 17 canın ölümü ileyargılandıklarındaysa aynı kara suyun içinde yalanlarınıhaykırdılar “Direnişçilerin katliamı” diye...

Sabıka kaydı kabarık bu eli kanlı çeteye karşıtoplumsal muhalefetlerin basıncı artınca ilk olarak IrakHükümeti kendilerini ülkeden “kovdu”. 17 kişiyikatletmenin cezası ülkeden çıkış... Ardından CIAanlaşmayı yenilemeyerek sözleşmesini fesh etti. FakatBlackwater günah keçisi ilan edilebilecek bir piyonolmadığını pratikte kısa sürede kanıtladı. ABD yönetimibiten sözleşmeleri yenilemeyeceğini açıklarken isimdeğişikliğine giden Blackwater’la yeni anlaşmalarimzalanmıştı bile. Kirli savaş yoluna “XE Service LCC”adıyla devam eden Blackwater yeni isim eski icraatdüzeniyle işlerine devam etti. Sırf Afganistan’daki ikikonsolosluk koruması görevinden XE Service LCCşirketine 100 Milyon Dolar aktarıldı. Bu süreçte başkahangi katliamlar yapıldığıysa şu an için meçhul. Fakat suyüzüne vuran pislikleri bitmiyor. Sudan’da “yasa dışısilah ticareti yapmak” ve “ruhsatsız silah bulundurmak”suçlarından açılan dava ile Blackwater’a 7.5 MilyonDolar para cezası verilmişti. Bahsedilen ruhsatsızbulundurularan ve ticareti yapılan silahların maiyetinibelirtmeye gerek yok. Ağır silah taşıma ve kullanmaABD yönetiminden özel izne tabidir. BlackwaterYunanistan’a yabancı değil. Daha önce 2004 AtinaOlimpiyatları öncesi Yunan Deniz Kuvvetleri’ne“güvenlik eğitimi” vermek için Yunanistan’a gitmişti bukatil sürüsü.

Kara ölümün bayrağıilelebet dalgalanmayacak

Bulutların arkasında güneş yeryüzüne gölge düşürür.Ama sanılmasın ki ışık ulaşamayacak. Sanılmasın ki bukaranlık şiddet karşısında işçiler sinecek. Ne Yunanpolisi ne Altın Şafak faşistleri yıldıramadı grevcileri,öğrencileri Blackwater da başaramayacak... NeYunanistan’da ne de dünyanın başka bir ucunda. Zirayüzyılları bulan insanlık tarihi Rus çarının vahşetini deNazi zulmünü de gördü. Ama hep yumruğunu sıkmayıve zulmün bayraklarını sökmeyi bildi. SyntagmaMeydanı’na bakan parlamento binasına bugünBlackwater’ın bayrağı asılsa da yarın elbet kızıl bayrakdalgalanacaktır. Yunan Mitolojisi Kerberos’un* haşmetligücünü tasvir ederken 5 kez yenildiği de anlatılır.Blackwater’ın eli kanlı ordusu da namağlup değildir.Irak’ta cevabını direnişçilerden alanlar için şimdi sıraYunanistan işçi sınıfında. Polisi arkasına bakmadankaçıran, bakanlıkları işgal eden militan sınıf hareketiBlackwater’a da anladığı dilden cevap verecektir elbet.

* Kerberos: Çukur iblisi anlamına gelen bu isimYunan mitolojisinde yeraltı krallığının bekçisi üç başlıbir köpektir. Blackwater’ın özdeşleşebileceği tek gerçektasvir...

Polis, kimlikleri anti-kapitalistlere karşımücadele için çalmış...

İngiltere’de basına yansıyan haberlere göre polis teşkilatı onlarca ölü çocuğun kimlik bilgilerini ailelerdenhabersiz kullanmış. Polis, özellikle anti-kapitalist örgütlere “sızma” için bu sahte kimlikleri kullanmış.

Ölen çocukları hala yaşıyor olarak gösterip kimlikleri kullanan polisler bu bilgilerle pasaport, ehliyet vesosyal güvenlik kartları çıkartmış.

Polisin 1960’lı yıllardan başlayarak bu işlemi sürdürdüğü ifade edilirken en az 80 çocuğun kimliğininçalınarak kullanıldığı belirtiliyor. Polise 1960 yılında, “gizlice protesto gruplarına sızmak” amacıyla bu türfaaliyetlerde bulunma yetkisi verildiği de bu olayla öğrenildi. 60’lı yılların politik mücadelelerinden korkanİngiltere yönetimi her türlü baskı ve saldırganlığı devreye sokmuştu. Bu tarz ajan yöntemleriyle de fiili-meşrumücadele yürütenlerin fişlenmesi hedeflenmişti.

Polis, bu uygulamanın “aşırı politik gruplara” ve “hayvan hakları aktivistlerine” karşı gerekli olduğunusavunurken, uygulamanın hala devam edip etmediği bilinmiyor. Polisin “aşırı” tanımına ya da hayvan haklarısavunucularına karşı neden ajan gerektiğine dair somut bir açıklamasıysa bulunmuyor.

Blackwater’ın yeni evi: Yunan Parlamentosu...

Kerberos’un adı Blackwater olursagüneş ölüme doğar!

T. Kor

Page 27: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Mücadele tarihi Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Emperyalistlerin bölgesel planlarını sırayla hayatageçirdiği, yerli taşeronların ise uğursuz rollerini büyükbir beceriyle oynadığı günlerde, tarihin sayfaları arasındayer alan bir provokasyon ve katliam, yaşananlara bir kezdaha ışık tutmaktadır. Emperyalizme uşaklıktakendinden öncekileri de geride bırakan dinci-gericikoalisyonu “dindar nesilden” bahsede dursun, dün bubahsi geçen neslin temsilcileri olma gururunu taşıyanlaraynı zamanda Kanlı Pazar’ın suç ortağıdırlar. 16 Şubat1969’da gerçekleşen “Kanlı Pazar”, “dindar nesle”biçilen misyonun ne olduğunu da açıkça anlatmaktadır.

Dönem, Türkiye’nin siyasal ve toplumsal iklimindesosyalizmin ve devrimci arayışların popüler olduğu, sınıfhareketinin uyanış içinde olduğu bir dönemdir. Budurum elbette dünya konjonktüründen bağımsız değildir.Tüm bunlar aynı zamanda emperyalist-kapitalistmerkezlerin bu hareketlilikleri boğmak için kendiçözümlerini hayata geçirme çabalarıyla da yan yanadüşmektedir. Dünya tarihine “Gladyo” isimiyle adınıyazdıran kontrgerillanın merkez üssü Amerikanemperyalizmidir. Dünya çapında devrim ve sosyalizminher geçen gün yayılan etkisini engellemeyi amaçlayan bukontrgerilla merkezlerinde tetikçiler, provokatörleryetiştirilmekte, katil sürüleri öğrendiklerini hayatageçirmek için sırayla mezun olmaktadırlar.

Emperyalizmin “Yeşil Kuşak” projesi ile dinci-gericiörgütlenmeler faşistlerle aynı siperde emperyalizmintetikçileri arasında yerlerini almışlardır. Faşistler“komando kamplarında”, dinci-gericiler ise“Komünizmle Mücadele Dernekleri”nde bir arayagetirileceklerdir. Milli Türk Talebe Birliği de (MTTB) bukontra merkezlerinden biri olarak devrededir.

“Kanlı Pazar!”

1967 yılıyla birlikte Amerikan emperyalizminin 6.Filo’su Türkiye’ye gelip gitmeye başlamıştır. 1968Temmuzu’nda da protesto edilir. 17 Temmuz’da iseprotestoya katılanları yakalamak için İTÜ ÖğrenciYurdu’na polis baskın yapar ve İstanbul Hukuk Fakültesiöğrencisi Vedat Demircioğlu pencereden atılaraköldürülür. 6. Filo 1969 Şubat’ta yeniden İstanbul’a gelir.Ülkenin önemli illerinde yapılan ilk protestolardan sonraöğrenci ve işçi örgütleri 16 Şubat’ta İstanbul’da“Emperyalizme ve sömürüye” karşı miting düzenlemekararı alırlar. Yürüyüş Beyazıt’tan başlayıp TaksimMeydanı’nda sona erecektir. Yasal izinler alınır amayürüyüş günü yaklaştıkça gerginlik artar.

Gerçekleşmesi düşünülen bu eylemle elbette baştaAmerikan emperyalizmi olmak üzere yerli işbirlikçileride yakın ilgilidirler. “Dinimize, bayrağımıza hakaretediliyor” kışkırtmalarıyla başta Milli Türk Talebe Birliği(MTTB) olmak üzere birçok faşist örgütlenme 14Şubat’ta bir miting düzenlerler. “Bayrağa saygı” adıaltında yapılan bu mitingde emperyalizm karşıtlarınaölüm çağrıları yapılarak şunlar söylenir: “EyMüslümanlar!.. Pazar günü Taksim’de komünistlerinmitingi var. Allah’ını seven, dinini seven, karısınınnamusuna sahip çıkmak isteyen herkes, Pazar günü saat14.00’te Taksim’de solcuları, komünistleri öldürmek içingelsin.” Gün gün tansiyon yükseltilmektedir. Halengerici bir gazetede (Milli Gazete) köşesinden toplumsalmuhalefete karşı atışlar yapmakta olan Mehmet Şevket

Eygi, aldığı hapis cezasından kurtulmak üzere haccagidenlerle kapağı Arabistan’a atmış, oradan gönderdiğiyazılarla Amerikan 6. Filo’sunu kurtarmak üzere Türkgençlerine cihat çağrıları yapmaktadır.

Devrimci gençlerin çağrısıyla gerçekleşen yürüyüşise 16 Şubat 1969 günü Beyazıt Meydanı’nda başlar. İşçive emekçilerin de katılarak destek verdiği yürüyüşe 30bin kişi katılır. Amerikan 6. Filo’sunu protesto etmeküzere Sultanahmet, Sirkeci, Karaköy, Tophane üzerindenTaksim istikametine doğru yürüyüşe geçilir. Yürüdükçesayıları artan ve 40 bine yaklaşan eylemciler,“Emperyalizme hayır, sosyalizme evet!”, “Köylüyetoprak yok, Amerikan üslerine toprak çok!”,“Vietnam’da barınamayan, Türkiye’de tutunamaz!” vb.sloganları atmaktadırlar.

Ancak ‘derin organizasyon’ kendi önlemini çoktanalmıştır. Yürüyüş devam ederken, “Dinimizesövdürmeyiz” diyenler de ellerinde silahlarıyla BeyazıtCamii ve Taksim Meydanı’nda toplanmışlardır.Yaşanacak bir kargaşada yanlışlık olmasın diye bukatliam tüm detaylarına kadar düşünülmüştür. Saldırıesnasında gerici ve faşistler yanlışlıkla zarar görmesindiye polisler tarafından kendilerine silah ve sopalarlaberaber mavi kurdeleler dağıtılmıştır. Gerici ve faşistlerMarmara Oteli’nin önünde eylemcilere saldırır. Bukatliamda TİP üyesi işçiler Ali Turgut Aytaç ve DuranErdoğan öldürülürken yüzlerce kişi de yaralanır.Böylesine organize bir saldırı sonrasında ise sadece 4kişi yargılanır. Bu kişiler de ellerinde bıçakla insanlarıbıçaklarken fotoğrafı çekilenler veya bu fotoğraflardaduruma müdahale etmezken görülen polis memurlarıdır.Bu kişilerden sadece ikisi tutuklansa da tutukluluksüreleri birkaç ayı aşmaz.

“Kanlı Pazar”dan bugüne…

Bugün de gerici koalisyon gerek toplumsal yaşama,gerekse devlet kademesindeki rolleri nedeniyle ‘kamusalalana’ kendi rengini dayatırken emperyalizmetaşeronluğu da elden bırakmıyor. Emperyalizme biatetmekten geri kalmadığını bölgesel çıkarlarınınsavunusundan bu topraklara yerleştirilen patriotfüzelerine kadar birçok icraatıyla gösteren bu gericikoalisyon, sadakatlerini “Kanlı Pazar”daki rolleriyle deispatlamışlardı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, KanlıPazar’ı tertipleyen gerici-faşist örgüt MTTB’nin İcraKurulu Başkan’ı olması hiç de şaşırtıcı değildir.

Keza aynı muhterem 1969 yılında İstanbulÜniversitesi öğrencisidir ve “Kırklar Komitesi” üyesidir.Araştırmacı-yazar Erol Bilbilik “Amerikaperestler” adlıkitabında bu komite için şöyle yazmaktadır: “Üniversite

ve üniversite dışında dincilerin güvenliğinin sağlanmasıve eylemlerin daha etkinleştirilmesi için, başkanlığınıOsman Yamukoğulları’nın yaptığı, yönetiminde İsmailKahraman vb. militanların yer aldığı, 40 kişiden oluşangizli bir İnzibat (Asayiş) Komitesidir.” Komite üyelerininsolculara ve komünistlere karşı eylemler planlayıp,uyguladığını yazan Bilbilik, kitabında ayrıca şu satırlarayer vermektedir: “Komite’nin kurulmasına, eylemlerdebulunmasına zamanın MİT Müsteşarı Fuat Doğu katkısağladı. Komite’nin eylemlerinden İstanbul EmniyetMüdürü Şükrü Balcı, Ilgız Aykutlu, Nihat Kaner vb.emniyetçiler haberdardı ve önemli eylemlere dekatılıyorlardı.”

Kanlı Pazar’da aktif bir rol alan bu komitenin adınıCIA’dan almış olması ise hiç de şaşırtıcı değil.Amerika’da Henry Kissinger’ın dışişleri bakanlığıdöneminde CIA bünyesinde kurulan, ABD adına başkaülkelerde girişilen gizli operasyonlara, darbe ve silahlımüdahalelere karar veren birimin adı da “KırklarKomitesi”. CIA başkanlarından William Dolby’nin dahasonra itiraf ettiği Komite’nin başkanlığını Kissingeryapmış. Kırklar Komitesi’nin en ünlü eylemi, Şili’dekiSalvador Allende’ye karşı 1970’te yapılan Amerikandarbesi. Darbecileri yönlendiren CIA elemanlarınaWashington’dan yağdırılan talimatlar, istikrarsızlaştırmaeylemleriyle ilgili belgeler sonradan ortaya dökülmüştü.*

Tayyip Erdoğan, Bülent Arınç, Ahmet Davutoğlu,Beşir Atalay, Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer, Cemil Çiçekve daha birçokları aynı gerici örgütlenmede (Milli TürkTalebe Birliği) aktif rol alarak, kıblelerini daha en baştanAmerika’ya doğru çevirmişlerdir. Yine okyanusötesinden, Amerika’dan emperyalizme hizmetlerinisürdüren Fetullah Gülen’in henüz o günlerdeKomünizmle Mücadele Dernekleri’nin ilk kurucularıarasında yer alması ve bu derneğin Erzurum şubebaşkanlığını yapması nasıl bir hizmet aşkıyla yandığınıda göstermektedir.

Bu aynı gerici safta buluşanlar kendileriniemperyalist-kapitalist sistemin dünyevi çıkarlarınaadarken, 6. Filo’ya karşı yürüyenler, Kanlı Pazar’dasaldırıya uğrayanlar ise sömürüsüz, savaşsız bağımsız-sosyalist bir Türkiye’nin mücadelesini vermekteydiler.Emperyalistlere ve işbirlikçilerine 6. Filo’yuunutturmayanlar, ODTÜ’de Vietnam kasabı Kommer’inarabasını ateşe verenler verdikleri devrim mücadelesininbedellerini darağacında, Kızıldere’de, Nurhak’ta,işkencehanelerde, sokak infazlarında ödeseler debugünün ve geleceğin devrimci kuşaklarına izlenecekonurlu bir yol bırakmışlardır.

* Araştırmacı-yazar Erol Bilbilik;“Amerikaperestler”

“Kanlı Pazar” 16 Şubat 1969…

“Dindar nesle” biçilen misyon!

Page 28: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Gençlik28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Uzun zamandır tartışılan Yeni YÖK Yasası’nın,üniversitelerden gelen tepkilerin üzerine gündemdendüşeceği izlenimi verilirken, iktidar bu konuda adımadım harekete geçmeye başladı. “Üniversitekonseyleri”, “özel üniversitelerin yasallaşması”,“sözleşmeli öğretim elemanları” gibi başlıklarakademisyen çevrelerinde huzursuzluk yaratıp tepkitoplayınca hükümet ve sanayi çevreleri öncelikli veüzerinde uzlaşılan adımları uygulamak için hareketegeçti. Şimdilik, “yabancı üniversitelerin açılması” ve“bilgi lisanslama ofisleri” başlıklarıyla ilgili atılansomut adımlar gündeme gelmiş bulunuyor.

“Teknoloji Transfer Ofisi” ya da şirket

2012 sonunda internette yayınlanan tasarıda “BilgiLisanslama Ofisi” adı altında gündeme gelen başlık,MEB’e sunulan tasarıda, Türk Patent Enstitüsü’nünönerisine uygun olarak “Teknoloji Transfer Ofisi”nedönüştürülerek yeniden gündeme getirilmiş oldu. Buçerçevede, “sermaye şirketi” statüsündekurulabilecek olan TTO’ya şu tanım getirildi: “diğeryükseköğretim kurumları, özel kanunlarıyla araştırmave geliştirme yapmakla görevlendirilmiş olan kamukurumları, teknoloji geliştirme bölgeleri yöneticişirketleri, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğine bağlıodalar ve borsalar, Türkiye Esnaf ve SanatkarlarıKonfederasyonuna bağlı odalar, yerli ve yabancı özelhukuk tüzel kişileri, Ar-Ge ve teknoloji geliştirme ileilgili vakıf ve dernekler ve ihracatçı birlikleri kurucuya da sonradan ortak olabilir.”

Tasarının 34. maddesinde geçen bu tanımlamalaraek olarak, öğretim elemanlarının, araştırmacıların,öğrencilerin ve diğer personelin de yaptıklarıçalışmaları ticarileştirmek amacıyla TTO’lara ortakolabileceği belirtiliyor. Bunun yanında, bu teknolojitransfer şirketlerinin kazançlarının çeşitli vergilerdenmuaf tutulması, üniversite döner sermayesindenbağımsız olması planlanıyor. Böylece bu şirketlerinsahibi olacak sermayedarlar, araştırma ve bilimselçalışmaları doğrudan mülk edinecekleri özel şirketlerkurmuş olacaklar. Bu şirketlerin denetlenmesi de TYK(yeni YÖK) üzerinden devlet tarafından yapılacak.Şirketin tüm işlevleri Bilim, Sanayi ve TeknolojiBakanlığı, Maliye Bakanlığı ile ilişki içinde TYK

tarafından belirlenecek.

“Teknoloji Transfer Ofisi”nden önceyeni patent kanunu geliyor

Türk Patent Enstitüsü’nün sözkonusu maddeyleilgili önerisi hedeflenenleri çok açıkça özetliyor: Bunagöre yukarıda incelenen 34. maddenin başlığının “...maddedeki tüm konuları kapsayacak şekildegenişletilerek “Bilginin Ticarileştirilmesi” şeklindedüzenlenmesinin (…) daha uygun olacağıdüşünülmektedir” deniliyor. Eğitimin ve bilginin alınıpsatılan bir meta olması, yani “bilgininticarileştirilmesi” elbette yeni değil. Fakat mevcutiktidar, Türkiye sermayedarlarının rekabet gücünüarttırmak, bu doğrultuda bilimsel araştırmayı teşviketmek, bunun üzerinden kâr etme mekanizmalarınıkolaylaştırmak gibi sermayedarların ihtiyaçlarınıngerektirdiği ölçüde, kimi değişiklikler yapmayıhedefliyor. Yeni YÖK Yasası’nın bir bütün olarakgeçmesinin önündeki engelleri göz önünde bulunduranhükümet, bu doğrultuda yeni patent kanunuyla,akademisyenlerin kendi adlarına patent başvurusuyapma zorunluluğu yerine, üniversiteleri adına başvuruyapabilme olanağını getirecek. Bu da yeni YÖK YasaTasarısı’nda geçen “Teknoloji Transfer Ofisi”ninhayata geçirilmesinden önce bilgininticarileştirilmesini kolaylaştıran bir ilk adım olacak.

“Türkiye’de yabancı yükseköğretimkurumu açılması”

Bu başlık da MEB’e sunulan tasarıda 27. maddedebelirli sınırlarla geçmektedir. Bunlar, yabancıüniversitenin kendi ülkesinin mevzuatına tabi olması,TC vatandaşı öğrencilerin kayıtlı öğrencilerin %25’tenfazlasını oluşturamaması, uluslararası alanda denkliğibulunan akademik derecelerin verilmesidir. Gençnüfusta işsizliğin Türkiye’ye göre çok daha yüksekolduğu Ortadoğu ve Orta Asya ülkeleri gençlerininkendi ülkelerine göre daha “kaliteli” bir yaşambeklentisi için Türkiye’de üniversite okumayageleceğini, fakat mezun olunca kapitalist sömürününegemenliği altına gireceklerini tahmin edebiliriz.Bunun ötesinde, siyasi gericiliğini her an hissettirensermaye iktidarının “İslamcılık” jargonunu devamettirebileceği bir yapının oluşacağını öngörmek de güçdeğil. Eğitimin her alanında “dindar nesil yetiştirme”propagandasına uygun adımlar atan AKP iktidarı,şimdiden Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi üzerinden bupolitikasını hayata geçirme planları yapmakta.

Yüzüncü Yıl ve Tebriz, Van’da ortaküniversite kuruyor!

2012 yılında 300 civarında yabancı öğrenciyiüniversiteye kabul eden, MÜSİAD ve diğersanayicilerle işbirliği içinde üniversitede Tekno-Kentyapımında temel atma aşamasına gelen Van YüzüncüYıl Üniversitesi, İran’ın Tebriz Üniversitesi’yle Van’daortak üniversite kurmak amacıyla protokol anlaşmasıimzaladı. Yeni YÖK Yasa Tasarısı’nın tartışıldığı bugünlerde atılan bu adım da, sermaye iktidarının yasageçmeden hedeflerini hayata geçirmeye başladığınıgösteriyor. AKP hükümeti, sermayenin Ortadoğu,Kuzey Afrika ve Orta Asya’ya açılma hedeflerini,buradaki kapitalist devletlerle eğitim alanındakiortaklaşmalarla gerçekleştirmeye çalışıyor. Protokolanlaşmasında geçen maddeler, Bologna Süreci’ninAvrupa için oynadığına benzer bir rolün Ortadoğu içinhedeflenmekte olduğunu gösteriyor. Bütün bunlar da,gerici sermaye iktidarının “İslamcı” ve “YeniOsmanlı”cı jargonunu zenginleştirmesine yarıyor.

D. Baran

YÖK Karşıtı Öğrenciler’den eylem

Bileşenleri arasında Ekim Gençliği’nin de bulunduğu YÖK Karşıtı Öğrenciler, 1 Şubat günü TaksimTramvay Durağı’nda toplanıp Galatasaray Lisesi’ne yürüdü. “YÖK’e ve yasasına hayır! Üniversitelereözgürlük!” ozaliti arkasında yapılan yürüyüşte, çeşitli dövizlerle de YÖK yasasına karşı mücadele çağrılarıyapıldı.

Galatasaray Lisesi önünde basın açıklamasını Cansu Karyemez okudu. Karyemez, YÖK’te yapılandeğişiklliklerin neoliberal politikaların hayata geçirilmesine hizmet ettiğini ve üniversitelerin piyasayaentegrasyonunu amaçladığını ifade etti.

ODTÜ’deki öğrenci direnişine ve RedHack belgelerine de değindiktan sonra “Bizler bu yasa tasarısınıistemiyoruz” diyen Karyemez, birleşik ve ortak bir mücadele örmenin önemine değinerek açıklamayı şusözlerle bitirdi: “Milli Eğitim Bakanlığı’ndan meclise sunulan yasa tasarısını meclisten geçirmemek ve YÖK’ütamamen ortadan kaldırmak için bütün fiili-meşru mücadele yöntemlerini kullanacağız!”

Ekim Gençliği / İstanbul

“Yeni YÖK Yasası” parça parça hayata geçiriliyor

Page 29: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Gençlik Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/06 * 08 Şubat 2013

İstanbul’un Avrupa ve Anadolu yakalarındaDevrim Okulları’nı toplayan DLB’liler, Ankara’dadaha önce de toplanan Devrim Okulu’nu bir etkinliklesonlandırdılar.

İstanbul’da iki yakadaDevrim Okulları

İstanbul’da Anadolu ve Avrupa yakalarındayapılan iki ayrı etkinlikle Devrim Okulları başlatıldı.

Avrupa Yakası’nda, Küçükçekmece ve EsenyurtDLB’nin Sefaköy İşçi Kültür Evi’nde ortakgerçekleştirdiği etkinlik DLB adına yapılan sunumlabaşladı. Sunumda güncel gelişmeler, liselilerinyaşadığı sorunlar, bunlar karşısında yapılabilecekler,DLB’nin misyonu ve hedefleri üzerine bir anlatımgerçekleştirildi. Sunumun ardından liselileringündemleri üzerine canlı tartışmalar yaşandı.Tartışmada 4+4+4 eğitim sistemi, eleme sınavı,meslek liselilerin özgün sorunları, paralı ve gericieğitim uygulamaları, emperyalist savaş politikalarıgibi başlıklar öne çıktı. Güncel sorunlar üzerineyapılan tartışmaların ardından kısa bir ara verildi.

Aranın ardından DLB’nin önümüzdeki dönemyürüteceği çalışmalar üzerine konuşuldu. Bukapsamda yayın ve materyal kullanımı, yayına katkı,farklı araçların kullanılması, düzenli toplantılar veetkinlik-eylem gerçekleştirilmesi gibi önerilergetirildi. Güncel bir deneyim olarak Esenyurt’tagerçekleşen karne eylemi değerlendirildi. Ayrıca ikincidönemin başlaması ile

birlikte temel gündem olacak elemesınavına karşı yürütülecek mücadele veyapılabilecekler tartışıldı.

Anadolu Yakası’ndaki etkinlik ise Kartal İşçiKültür Evi’nde gerçekleştirildi. Devrim Okulu’ndaeğitim sisteminin ortaya çıkardığı sorunlar ve busorunların liseliler üzerindeki etkisi, 4+4+4 ile birlikteson dönemde eğitim alanında yaşanan saldırılar,yaşanan sorunlar karşısında liselilerin mücadelesi,DLB ve yayın başlıkları altında tartışmalar yapıldı.

Ankara’da Devrim Okullarıbaşarıyla tamamlandı

Bir hafta boyunca Mamak İşçi Kültür Evi’ndegerçekleşen etkinlikte “toplumcu sinema”, “felsefe”,“liselilerin sorunları ve örgütlenmesi”, “emperyalistsavaş ve devrimci tutum” üzerine sunumlar vesöyleşiler gerçekleştirildi.

Devrim Okulları’nın son gününde ise “Gençlikgelecek, gelecek sosyalizm!” isimli Türkiye’dedevrimci gençlik hareketini anlatan ve mücadeleçağrısı yapan sinevizyon gösterimi gerçekleştirildi.Sinevizyon gösteriminin ardından Mamak İşçiKültür Evi Şiir Topluluğu sahne aldı. LiselilerinSesi okurları tarafından da kısa bir müzik dinletisigerçekleştirildi. Devrim Okulları, DevrimciLiseliler Birliği saflarını güçlendirme çağrısıylasonlandırıldı.

Liselilerin Sesi / İstanbul-Ankara

02 Şubat 2013 / İstanbul

Liseliler Devrim Okulları’ndabuluştu

02 Şubat 2013 / Ankara

Dershane kapatma oyunundanözel okul teşviki çıktı...

Eğitimi sermayenininsafına

bırakmayacağız!

Eğitim alanını baştan aşağı sermayeninhizmetine açan AKP hükümetinin son incisi,dershaneleri kapatma adı altında özel okulsisteminde dershane patronlarına teşvik paketiaçıklaması oldu.

Dershanelerin kapatılması hamlesini sözde iyibir adım olarak pazarlamaya çalışan dinci-gericiAKP hükümetinin bu adımlarının altında yatanhain planlar yavaş yavaş açığa çıkmaya başladı.

Çiçeği burnunda Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı,TBMM Genel Kurulu’nda vekillerin sorularınıyanıtladı. Dershanelerin kapatılması tartışmalarıile ilgili sorulan soruya bakanın yanıtı bu konudahazırlıkların sürdüğü ve Özel Öğretim KurumlarıKanunu’nda değişiklik yapılacağı oldu. Bakandershanelerin de özel okula dönüştürüleceğini şusözlerle müjdeledi:

“Dershanelerin büyük bölümünün özelokullara ve özel eğitim kurumlarınadönüştürülmesi için özel okul koşullarında bazıdeğişiklikler yapmanın teşvik edici olabileceğinidüşünüyoruz.”

Böylece AKP’nin çok tartışılan dershanelerinkapatılması hamlesinin altında eğitim sistemininticarileştirilmesinin yeni bir adımının olduğu datescillendi.

Eğitimin özelleştirilmesinde son halkayı ifadeeden bu adım, eğitimde sömürününkatmerlenmesi sonucunu yaratacak.

Bir anda dershanelerin birer ucubeolduğunun farkına varan bu tüccar takımı, şimdide “emekçileri bu yükten kurtarmak için”seferber oluyor.

Eğitimi rant getiren bir sektöre dönüştürenhükümet, emekçi çocuklarının eğitim hakkınıelinden almakla aradaki sınıf ayrımlarınıderinleştiriyor.

4+4+4 gerici eğitim sistemini uygulamayasokarak gerici, ırkçı, piyasacı bir eğitim sisteminihayata geçirmeye çalışan sermaye hükümeti,dershanelerin kapatılması adımında dasermayeye sınırsız teşvikler sağlıyor.

Ancak, bu çabaları nafiledir. Onların oynadığıoyunların farkında olan devrimci liselilerin buyalanlara karnı tok. İşte bu yüzden, eğitim alanınısermayenin insafına bırakmayacağız. Liselerde,dershanelerde örgütlenerek paralı eğitimuygulamalarını teşhir edeceğiz. Devrimci LiselilerBirliği olarak, sermayenin paralı eğitimdayatmalarına karşı herkesi birlikte mücadeleyeçağırıyoruz.

Devrimci Liseliler Birliği (DLB)4 Şubat 2013

Page 30: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

Gençlik30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/06 * 8 Şubat 2013

Türkiye’de 120 bin kadar öğretim elemanı olduğusöyleniyor. Bunların önemli bir kısmını araştırmagörevlileri oluşturmaktadır. Örneğin sadece ODTÜ’de1500 öğretim elemanı var ve 750’sinin asistan olduğusöyleniyor. Bir araştırma görevlisi normal şartlar altındaaynı zamanda lisansüstü öğrencisidir ya da eski sistemdedoktorasını bitirmiştir. Bu insanların yetiştirilmesi içinkamu kaynaklarından muazzam miktarlarda harcamayapılır. Türkiye’de son yıllarda lisansüstü öğrenci sayısıda toplam öğrenci sayısındaki payı da giderekartmaktadır. Devletin bu oranı arttırmak yönünde ciddigirişimleri vardır. Nitelikli işgücü ihtiyacı 2023hedeflerine kısmen de olsa ulaşabilmek için elzemdir.Doktoralı işgücü işte bu nedenle özelde AKP ve geneldeTürk sermayesi için son derece elzemdir.

Hükümet an itibarıyla Türkiye’de 30 bin öğretimüyesine ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Şimdi gerçek birteknolojik ve ekonomik atılım için bu ihtiyacın büyükoranda karşılanması gerektiği açıktır. Burada büyük birçelişki ortaya çıkıyor. Normal şartlar altında kamuüniversitelerinde çalışan akademik personel kamupersonelidir. Öğretim üyelerinin bu nedenle iş garantisivardır. Ancak tüm dünyada esmeye devam edenneoliberal politikalar ve özellikle de özelleştirme ve işgarantisinin tasfiye edilmesi uygulamaları katlanmaküzere olan öğretim elemanı sayısı ile ciddi bir çatışmaiçerisindedir. Evet, öğretim elemanlarının sayısı radikalşekilde artacak; ama aynı zamanda onların iş garantisi deortadan kaldırılacak. Bunu pek çok değişik araçlayapmak istiyorlar. Bir tanesi asistanların burslu öğrencistatüsüne sokulması. Bu tam bir felakettir. Çünkü özlükhaklarınızın olmayacağı ve her an topun ağzınakoyulabileceğiniz anlamına gelir. Vakıf üniversitelerindeokumuş ya da çalışmış herkes bunun ne anlama geldiğiniçok iyi bilir. Eşek gibi çalışırsınız, ama en ufak biritirazınızda “istiyorsanız gidin, dışarıda 100 dolara sizinyerinize çalışmak isteyen sayısız mühendis var” cevabınıalırsınız (bu örnek yakın geçmişte Bilkent ÜniversitesiFen Fakültesi’nde gerçekleşmiştir).

Diğer bir yöntem ise bir tür taşeronlaştırmauygulaması olan 50/d asistanlığı ve bunda yapılmakistenen değişikliklerdir. Bu asistanların doktoralarıbittikten (kısa bir süre) sonra kadrolarıyla ilişiği kesilir.Hatta lisansüstü eğitimlerini belirli sürede bitirmezlerseyine işlerine son verilir. Şimdi bu durum her bakımdantopluma ve aklımıza zarardır. Tonla masraf yapılandoktoralı yetişmiş öğretim elemanı işsizliğe mahkumedilir. Bu çalışan kamu kaynaklarından yüklüce miktarıkullanmıştır. Doğru olan aldığı nitelikli eğitimin birgereği olarak kamu üniversitelerinde akademik hizmettebulunmasıdır. Şu andaki 50/d uygulamaları bu gereğiyok saymakta ve verdiği eğitimin işe yaramazlığınızımnen kabul etmektir. Aslına bakarsanız, bu meseledeüniversite rektörlükleri de en azından YÖK kadarsuçludur. Böyledir, çünkü 50/d kadrolarındarektörlüklerin inisiyatif kullanma şansları vardır. Neyazık ki ODTÜ’nün pek demokrat yönetimi bu inisiyatifikötüye kullanmakta İTÜ rektörü ile yarışmaktadır.

Bu kötülük yarışmasında şampiyonluk şimdilikİstanbul Teknik Üniversitesi’ndedir. Kendileri şu anakadar sayıları 100’e yaklaşan 50/d asistanına yolvermiştir. İşte buna tepki olarak İTÜ yerleşkesinde uzunzamandır militan bir direniş sürmekteydi. Bu direniş 31Aralık-1 Şubat tarihlerinde Ankara/Bilkent’te bulunanYÖK Genel Merkezi’ne taşındı. İlk gün İstanbul’dangelen bir otobüs asistana Ankara’daki üniversitelerdenyaklaşık üç otobüs meslektaşı katıldı. Ayrıca çok sayıdaaraştırma görevlisi de toplu taşıma araçları ya da şahsiaraçları ile YÖK binasına geldiler. 200’den fazla öğretim

elemanının katıldığı eylem oldukça canlı geçti. Burayaasistanlar çadırları ile gelmişlerdi. Valilik’ten gelen“bizim kırmızı çizgilerimiz var, YÖK’ün önünde aslaçadır kurmanıza izin vermeyeceğiz” şeklindeki tehditlererağmen kitle eğer YÖK Genel Kurulu’ndan istedikleriyönde karar çıkmazsa çadırları kuracaklarını kararlıcahaykırdılar.

İlk günkü genel kurul toplantısında ele alınmadığıiddia edilen 50/d asistanları meselesinin ertesi günkonuşulacağı belirtildi. Bunun üzerine araştırmagörevlileri geceyi Bilkent’in tepelerinde, YÖK’ünkapısında geçirdiler. Eğitim-Sen’in mükemmel derecedelojistik destek sunduğu iki gün ve bir gece boyuncaasistanlar hiç durmadan yanan odun ateşinin etrafındakonuştular, tartıştılar, halay çekip slogan attılar.

Sonunda, 1 Şubat akşamı asistanların taleplerininçoğunluğunun kabul edildiği bilgisi geldi. Öncelikle haladoktoraya devam eden ancak süre hadlerini aştığı içinişine son verilen asistanların kadro şartı aranmaksızınişlerine geri dönecekleri belirtildi. Ancak bu kazanımdoktorasını bitirenlere tanınmadı. Öğrenimlerine devamedenlere ise 30 Haziran 2013’e kadar doktoralarınıtamamlama zorunluluğu getirildi. Bu kısıtlamalararağmen bu karar çok sayıda işinden edilmiş 50/dasistanın işe geri alınması anlamına geldiği için önemlibir kazanımdır. Ayrıca bu bir görüş yazısı değil ama biryönetmelik değişikliği olarak tasarlanmış ve bir ayiçerisinde Resmi Gazete’de yürürlüğe girecekmiş. “Miş”diyorum çünkü kararın redaksiyona ihtiyacı vargerekçesi ile kararın yazılı halini asistanlara vermediler.Halbuki şeytan ayrıntıda gizlidir ve biz bu ayrıntılarıhenüz bilemiyoruz. Ayrıca bu adamların redaksiyondanne anladıkları da biraz şüphelidir!

Diğer bir kazanım ise bazı tür izinlere dairdir.Örneğin sağlık, doğum ve askerlik izinleri eskiuygulamada öğrenim süresine dahil ediliyordu, ki bu

kesinlikle akla zarar bir durumdu. Askerdeki bir doktoraöğrencisinin koğuşta nasıl tez yazabileceği sağlıklıbeyinlerin anlayabileceği bir şey değildir. Şimdi busaçmalık ortadan kaldırılıyor. Son olarak bu mücadelenindaha önceki bir kazanımı da yönetmeliğe girmek üzere.Yani, yüksek lisans için 3 yıla artı altı ay ve doktora için6 yıla bir yıl ek çalışma hakkı Resmi Gazete’deyayınlanacak kararlar arasında. Bu fazladan 1,5 yılkadronuzu koruyacağınız anlamına geliyor.

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Bir kere şunuhatırlatmakta fayda var ki, akademik personelin kitleseltepkileri bu ülkede her zaman iyileştirmelere yol açıyor.Daha önce defalarca gördüğümüz bu olgu bir kere dahayaşandı. İşte handikap da buradan doğuyor. Akademikpersonel zorladığında hızlıca taviz koparabiliyor ve buda yazık ki onun sinir bozucu derecede uzlaşmacı veişbirlikçi olmasına neden oluyor. Kendi çapında oldukçamilitan kabul edilebilecek YÖK Genel Merkezi önündesabahlamak eylemi aynı zamanda iki sahtekar CHP’livekilin ucuz sözlerinin tüm kitle tarafından alkışlanmasıile el ele gidebiliyor. İşin en sıkıntılı yanı ise bu alkışıatan kitlenin önemli bir kısmını örgütlü ya da örgütlügeçmişi olan sosyalistler ve onların politik çevresi ya dakişisel arkadaşlarının oluşturması. 18 Aralık eylemininakşamı ODTÜ Rektörlüğü’nün önüne gelen iki alçakCHP’li vekil ite kaka kovalanmıştı. Kovalayanlarıburadan selamlıyoruz. Ancak 31 Ocak öğleni ODTÜdikenli tellerinin ile arasında sadece birkaç metre olanYÖK binasının önünde yine ‘sosyalistler’ tarafındanTürk sermayesinin mutedil partisi CHP alkışlanabiliyor.Bu düzenbazlar asistanların akademik-demokratikmücadelesinin sürdürüldüğü her yerden sökülüpatılmadan bu mücadelenin ufkunun genişlemesine imkanyoktur. Alkışçı arkadaşların bu gerçeğin farkına varmasıelzemdir.

Ankara’dan bir araştırma görevlisi

Asistanlar işe geri alınacak

İTÜ’de asistan kıyımına karşı direnişe başlayan ve 31 Ocak günü YÖK önüne giderek gece boyunca eylemyapan asistanlar işe geri dönme sözü aldı.

1 Şubat günü eylemlerine devam eden asistanlar, YÖK Genel Kurulu kararını bekleyeceklerini, olumsuz birsonuç çıkması halinde direnişlerini sürdüreceklerini ve polisin tehditlerine rağmen direniş çadırını kuracaklarınıbelirtmişlerdi.

YÖK Genel Kurulu’nun ardından yapılan açıklamada ise asistanlara işe geri dönmeleri sözü verildi.Açıklamaya göre, normal süreleri içinde işten atılan asistanlar, değişikliğin Resmi Gazete’de yayınlanmasının biray sonrasına kadar başvuru yapmaları halinde kadro ilan şartı aranmadan işlerine geri dönebilecekler. Tezlerinibu yılın Haziran ayına kadar verebilen asistanlar da Aralık ayına kadar kadro alabilecekler. Azami süre içerisindeyüksek lisans ya da doktora tezlerini teslim etmeleri durumunda yüksek lisans öğrencileri 6 ay, doktoraöğrencileri ise 1 yıl 50/d kadrosunda kalabilecek. Ayrıca askerlik ve sağlık gibi sebeplerden kaynaklanan izinler 6yıllık süreye dahil edilmeyecek.

Bu kararla kazanım elde ettiklerini belirten asistanlar, yeni kazanımlar için mücadeleyi sürdüreceklerini ifadeederek eylemlerini sonlandırdılar.

Asistan eylemlerine panoramik bir bakış

Page 31: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

Hindistan’daki toplu tecavüz olayınınyaşanmasının ardından 4 Ocak 2013 tarihli KızılBayrak gazetesinde yayınlanan “Kapitalizmşiddettir, şiddete karşı mücadeleye!” başlıklı yazıüzerine, İzmir’den bir Kızıl Bayrak okurununeleştiri yazısı yine Kızıl Bayrak gazetesindeyayınlanmıştı. Bu yazıyı kaleme almam tekbaşına yapılan eleştiriye karşıtlık üretmek değil,daha önce yazılmış olan yazıyı açma vegüçlendirme ihtiyacındandır. Öte yandan, ilgilieleştiriyi kaleme alan okurumuzun yazısınıönemsediğimden dolayı eleştiri yazısında gözümeçarpan ve tanımlamalarda hatalı olduğunudüşündüğüm noktalara değineceğim.

Öncelikle tecavüzün ekonomik buhranlarlaaçıklanamayacağı şöylenmiş okur tarafından.Tecavüz de aslında her şey gibi ekonomik alt yapıile açıklanabilecek bir durumdur. Her sistemekonomik bir alt yapıya dayanmaktadır vedolayısıyla ekonomi, sistem içerisindegerçekleşen her türlü olayı ve ilişkileribelirlemektedir. Dolayısıyla ekonomikbuhranların (kapitalizmin yaşadığı krizlerin) datoplumsal ilişkilerde ve yaşanılan şiddetinboyutunda bir değişmeye neden olduğunu bir kezdaha söyleyebilirim.

Sanırım tam bu noktada, tecavüze dair birtanımlama yapıp, tecavüzün bir şiddet biçimiolmadığına dair değerlendirmeye yanıt vermemgerekiyor. Burada ortak bir fikre varalım ve biröncesinde söylediklerimin şiddet için de geçerliolabileceğinde anlaşalım. Tecavüz, cinsel,psikolojik ve fiziksel boyutları barındıran birşiddet biçimidir. Okur, tecavüzü şiddetin birparçası olarak tanımlayamayacağımızı söylemiş.Tecavüz ve şiddet bağlantısını şu şekilde deörnekleyebiliriz. Tecavüz, iktidar kurmanın birbiçimidir. İktidar, güç ilişkileri içerisindebelirlenen bir durumdur. Gücü elinde bulunduran egemenlik kurmak ve devam ettirmek için de şiddete her daimbaşvurmaktadır. Aynı zamanda kapitalizmin krizler içerisinde olduğu dönemlere baktığımızda, krizleri atlatmakiçin her türlü ekonomik saldırıyı, işçi ve emekçiler üzerindeki her türlü sömürüyü, baskıyı ve şiddeti artırmaktaolduğunu görürüz. Ve yansımalarından ilk etkilenen, omuzlarındaki ağırlık artan kadınlardır. Ve şunu daekleyeyim ki, okur tecavüzün buhranlarla açıklanamayacağını, bilinç dışı bir eylem olmadığını belirtmiş.Kapitalizmin yaşadığı buhranların sonuçlarının ve karşımıza çıkan uygulamaların sermaye tarafından planlıolduğunu da unutmamak gerekir.

Tecavüz olayının bir başka yönünü de görmek gerektiğini düşünerek şunları da eklemek istiyorum. İnsanıninsan olmaktan çıkartıldığı, insanlığının unutturulduğu, iş yaşamından birçok alana kadar karşımıza çıkanuygulamalar ile hayvanlaştırıldığı kapitalizmde düşünme ve sorgulama yetisini kaybeden insan, hayvani güdüleriile hareket etmeye başlar. Hayvani güdülerin yönlendirdiği ve erkeğin güç alanı olarak tanımlanan “erkek”likalgısıyla birlikte tüm açlıklarına cinsel açlığın da eklendiği kişi, tacize ve tecavüze başvurur. Bu da aslında yinebir iktidar algısının yarattığı insanın sokakta, evde, işyerinde iktidar kurma, sahip olma, şiddet uygulamabiçimidir.

Z. İnanç

Mücadele Postası

Çeliğe su verenlerle elele, kampanyası 3 yılönce İstanbul’da Kardeş Türküler konseriylebaşlamıştı. Konserin ardından 2010 Eylülü’ndeBalıkesir Burhaniye Ören’de yapılan tatilkampıyla, dışarıda hücreleri parçalamanın keyiflibir adımı atılmıştı. Peşisıra, Samsun, Ankara veİzmir’de yapılan konserlerle hem barınmaihtiyacını karşılamak hem de sosyal paylaşımyaratılabilecek bir ev almak için moral ve maddigüç yaratmaya çalıştık. 2012 Kasımı’nda İstanbulSütlüce’de böyle bir ev alındı. Bu ev toplananparayla birlikte çekilen banka kredisiyle alındı.Özcesi halen azımsanmayacak bir para ihtiyacı var.Hem bu ihtiyaca bir nebze karşılık olmak, hem devarolan morali daha da yükseltmek için 2 Şubat’tayine Kardeş Türküler’in katılımıyla bir konseryapıldı.

Konser Maltepe Gülsuyu’nda bulunan TürkanSaylan Kültür Merkezi’nde, 2 Şubatgerçekleştirildi. Sezai Sarıoğlu’nun sunumuylabaşlayan dayanışma etkinliğinde ilk olarak Çeliğesu verenlerle elele kampanyasının vefakar emektarıÖzlem Yıldırım, sahneye çıktı. Özlem devrimşehitleri için saygı duruşu çağrısında bulundu.Saygı duruşunun ardından konsere ilişkin kısa birkonuşma yapıldı. Ardından kampanya çalışmasınınözneleri olan Wernicke-Korsakoflular adına sözalan ben ve Başak Otlu birlikte sahneye çıktık.İkimizde sürece ve alınan eve dair konuşmalaryaptık. Konuşmalarımızda asıl olarak dışarıdakihücreleri parçalamakta anlamlı bir adım atıldığıvurgulandı. Bizim konuşmalarımızdan sonra ev dedahil süreci anlatan bir sinevizyon gösterildi.

Bir arkadaşın ifadesiyle “ritim avcısı” KardeşTürkülerin dinletisini “haksızlık etmeden”anlatabilmek oldukça güç. Ama çalışmayabaşından beri verdikleri destek, dışarıda hücreleriparçalamak yolunda epeyce mesafe aldıklarınıgösteriyor.

Bu çalışma tüm eksiğine gediğine rağmen hatırısayılır anlamlı bir adım. İçerde beton duvarlar halaolsa da hücreler parçalanmış durumda. Dışarıda isebunun tam tersi bir durum var. Dışarıdaki hücrelererağmen ortak yaşamı dillendirmek bile, hücreleriparçalamaya yönelik bir duruşun ifadesi. Ev, buduruşun ete kemiğe bürünmüş hali. Eve destekolmak elbette anlamlı. Ama eve destek olurkenbile, kendi yalnızlığına, hücresine hapsolan birinsan anlamlı bir yetersizlik, yetmezlik içindedir.Bu yetersizliği, yetmezliği kırmak adına belki çokküçük, ama kesinlikle çok anlamlı bir çalışmagerçekleşti ve gerçekleşiyor.

Ölüm Orucu Gazisi Muharrem Kurşun

Dışarıda hücreleriparçalamak yolunda

anlamlı bir adım attık

Tecavüz; cinsel, psikolojik vefiziksel bir şiddet biçimidir!

Page 32: 2013-06.pdf · 2* Kızıl Bayrak İÇİNDEKİLER Kızıl Bayrak Haftalık Sosyalist Siyasal Gazete Yönetim Adresi: Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk Sultan Cami Sk. No 2 / 9

16 Şubat 1969: Dinci gericilik, devrimci şiarlarla yürüyen kitleye saldırdı ve katletti...

Yıl 2013: Dinci gericilik bugün de misyonunu sürdürüyor!..