Upload
hoangkiet
View
247
Download
10
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2.KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ
KLİNİK ŞEFİ
Op. Dr. İNCİ DAVAS
AĞIR PREEKLAMPSİ VE TROMBOFİLİNİN
GENETİK BELİRTEÇLERİ
Uzmanlık Tezi
Dr. FİGEN EZEN İŞLER
İstanbul-2008
Tez Danışmanı: Op.Dr. İNCİ DAVAS
2
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
2.KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ
KLİNİK ŞEFİ
Op. Dr. İNCİ DAVAS
AĞIR PREEKLAMPSİ VE TROMBOFİLİNİN
GENETİK BELİRTEÇLERİ
Uzmanlık Tezi
Dr. FİGEN EZEN İŞLER
İstanbul-2008
Tez Danışmanı: Op.Dr. İNCİ DAVAS
3
Eğitimim boyunca yol gösteren değerli klinik şefimiz
Op.Dr.İnci Davas’a ve şef yardımcımız Op.Dr. Atıf
Akyol’a, uzmanlarım Op.Dr.Ahmet Varolan ve
Op.Dr.Ali Yazgan’a, sevgili asistan arkadaşlarıma,
fedakar hemşire, hastane personeli ve memur
arkadaşlarıma, aileme ve eşime teşekkür ederim.
4
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR…………………………………………………5
ÖZET …………………………………………………..………..6
ABSTRACT……………………………………………………....7
GİRİŞ VE GENEL BİLGİLER …………………………..………..8
AMAÇ ……………………………………………………………41
YÖNTEM ve GEREÇLER……………………………………….41
BULGULAR ……………………………………………………..42
TARTIŞMA ……………………………………………………...64
SONUÇ…………………………………………………………...69
KAYNAKLAR …………………………………………………..70
5
KISALTMALAR Hb – Hemoglobin
WBC – Lökosit
Plt – Trombosit
AST – Aspartat aminotransferaz(SGOT)
ALT – Alanin aminotransferaz(SGPT)
LDH – Laktat dehidrojenaz
BUN – Kan üre azotu
Cre – Kreatinin
Prt C – Protein C
Prt S – Protein S
APCR – Aktive Protein C Rezistansı
AT-III – Anti-trombin III
FVL – Faktör 5 Leiden
MTHFR–Metilentetrahidrofolatredüktaz
PG – Prostoglandin
PG I2 – Prostosiklin
IG – İmmünoglobulin
NO – Nitrik Oksit
TXA2 – Tromboksan A2
TA – Tansiyon Arterial
GFR – Glomerüler filtrasyon hızı
TPA – Doku plazminojen aktivatörü
HELLP – Yüksek karaciğer enzimleri ve düşük platelet sayısı
NST – Non-stres test
AFS – Antifofosfolipid Sendromu
6
ÖZET Giriş: Preeklampsi, obstetrik alanındaki gelişmelere rağmen halen maternal ve
fetal morbidite ve mortalitenin önde gelen sebeplerindendir. Preeklampsi ve diğer
gebelik komplikasyonlarının riskinin arttığı belirtilen trombofili de anne ve fetus
için tehlikeli bir durumdur.
Amaç: Ağır preeklampsi ile trombofilinin genetik belirteçlerinden MTHFR
polimorfizmi, Faktör V Leiden mutasyonu ve Protrombin gen mutasyonu
arasındaki olası ilişkiyi incelemeyi amaçladık.
Yöntem ve Gereçler: 01 Ocak 2005 ve 31 Aralık 2007 tarihleri arasında Şişli Etfal
Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne başvuran
ACOG 2002 kritelerine göre ağır preeklamptik kabul edilen 75 gebe ve 100 sağlıklı
gebeden post-partum 5ml kan EDTA’lı tüplere alındı ve genetik laboratuvarında
çalışıldı.
Bulgular: Ağır preeklamptik gebelerde Faktör V Leiden heterozigot rastlanma
oranı %28 olarak görüldü ve normal gebelere oranla(%2) istatistiksel olarak ileri
derecede anlamlı bulundu(p<0,01). Faktör V leiden homozigot mutasyonu ve
MTHFR geni polimorfizmi açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
Protrombin gen mutasyonuna ise sadece 2 preeklamptik gebede rastlandı.
Sonuç: Ağır preeklamptik grupta normal gebelere göre gebelik komplikasyonlarına
daha sık rastlanmasına rağmen, preeklamptik grup içerisinde trombofilik genetik
belirteçlerin varlığına göre komplikasyonların dağılımında anlamlı bir farklılık
görülmemesi, normal popülasyonda MTHFR heterozigot polimorfizmine sık
olarak, protrombin gen mutasyonuna ise nadir olarak rastlanması nedeniyle
trombofilinin bu genetik belirteçlerinin rutin tarama testi olarak kullanılması ve
bunlara dayalı prognoz değerlendirilmesi sağlıklı görünmemektedir.
7
ABSTRACT Objective: Although increased understanding of the disease preeclampsia is still
one of the leading causes of maternal and fetal morbidity and mortality. According
to some researches thrombophilia increases risc of complications in pregnancy as
for preeclampsia. In this study we aimed to investigate if any relation is present
between severe preeclampsia and some thrombophilic genetic markers such as
MTHFR gene polymorphism, Factor V Leiden Mutation and Prothrombin gene
mutation.
Materials and Methods: 75 severe preeclamptic pregnants diagnosed between 1st
Jan 2005 and 31st Dec 2007 according to the ACOG guideline 2002 and 100 normal
pregnant women who applied to Sisli Etfal Training and Research Hospital 2nd
Obstetrics and Gynecology Clinics were taken into study groups. 5 ml of venous
blood were taken from each woman at post-partum period and genetic evaluation
were done at the laboratory.
Results: Factor V Leiden heterozygous mutation was seen in 28% of severe
preeclamptics and this was statistically highly significant(p<0,01). There were no
significant difference between the groups for Factor V Leiden homozygous
mutation and MTHFR gene polymorphism. Prothrombin gene mutation was seen
just in 2 severe preeclamptics.
Conclusion: Complications of pregnancy was more frequent in severe
preeclamptic group but considering the presence of thrombophilic gene mutations
there was no statistical difference in severe preeclamptic pregnants. MTHFR gene
polymorphism is not rare in normal population and prothrombin gene mutation is
seen infrequently so, it seems not reasonable to use such thrombophilic genetic
markers as screening or prognostic tools.
8
GİRİŞ VE GENEL BİLGİLER PREEKLAMPSİ
Preeklampsi, obstetrik alanındaki gelişmelere rağmen halen maternal ve fetal
morbidite ile mortalitenin önde gelen sebeplerinden biridir(1). Preeklampsi,
gebelikte hipertansiyona eşlik eden proteinüri ve/veya ödem olarak
tanımlanmaktadır. Gebeliğin başlangıcında kan basıncı normal olan bir hastada 20.
gebelik haftasından sonra kan basıncının 140/90mmHg ve daha yüksek olması ya
da önceki değerlere göre sistolik basınçta 30 mmHg, diyastolik basınçta ise 15
mmHg’lık artış hipertansiyon açısından tanı koydurucudur. Proteinüri ise, 6 saat
arayla alınmış en az iki idrar örneğinde 100mg/dl ya da 24 saatlik toplanan idrar
örneğinde 300mg/dl ve daha fazla protein saptanmasıdır. Ödem yaygındır; özellikle
el sırtında ve yüzde belirgindir(2).
Hipertansiyon preeklampsi tanısında en önemli kriterdir; olguların erken ve
kesin bulgusudur. Ancak TA birçok faktörden etkilenir. Başlıcaları aletin
doğruluğu, manşonun genişliği, ölçüm yapılan kol, ölçümden önceki dinlenme
süresi, hastanın postürü, diastolik basınç için baz alınan Korotkoff sesidir (IV ya da
V. ses). Bu nedenle dinlenmiş, oturur pozisyonda, uygun manşon genişliğindeki
aletle ve sağ koldan TA ölçülmelidir. TA ölçümünde daha güvenilir ve daha az
değişken olması nedeniyle V. Korotkoff sesinin dikkate alınması
önerilmektedir(3,4).
Proteinüri geç gelişen bir bulgudur. Glomerüler hasarın göstergesidir. Bu
nedenle hipertansiyon varlığında olmamasını fazla önemsememeli, olması ise
anlamlı olarak değerlendirilmelidir.
Ödem, serum kolloid onkotik basıncının düşmesi ve kapiller geçirgenliğin
artması sonucu ile oluşur. Preeklamptik hastalarda hem proteinüri hem de vasküler
9
endotel hasarı ile permeabilite artar ve ödem oluşur. Ödem tanısı oldukça
subjektiftir. Normal gebeliklerin %80’inde hafif ve orta derecede ödemin
gösterilmesi ödemin preeklampsi tanısındaki yerinin sorgulanmasına neden olmuş
ve günümüzde tanısal kriter olmaktan çıkmıştır(5,6).
PREEKLAMPSİ İNSİDANSI
Coğrafik ve ırksal farklılıklar olmakla beraber %2-10 arasında
değişmektedir(7).
PREEKLAMPSİ RİSK FAKTÖRLERİ(8)
- primigavidite
- preeklampsi ya da eklampsi aile anemnezi
- daha önceki gebeliklerde preeklampsi anemnezi
- yaş < 20 veya yaş > 35 olması
- mevcut hipertansif vasküler, otoimmun veya böbrek hastalığı
- diabetes mellitus
- çoğul gebelik
- fetal hidrops
- trizomi 13
- mol hidatiform
- obezite
- siyah ırk
PREEKLAMPSİ KLASİFİKASYONU
Tedavi yaklaşımları ve prognozları farklı olması nedeniyle preeklampsi hafif
ve şiddetli olarak ikiye ayırılabilir. Şiddetli preeklampsi tanısı aşağıdaki
kriterlerden birinin olması ile konulabilir(9):
10
- en az 6 saat arayla yapılan iki ayrı ölçümde sistolik kan basıncının
160mm Hg veya daha fazla olması ya da diastolik kan basıncının 110 mm
Hg ve üzeri olarak ölçülmesi.
- 24 saatlik idrarda proteinüri miktarının 5 g üzerinde olması veya dipstick
test ile proteinürinin 3+ ya da 4+ olması
- artmış serum kreatinin değeri (>1.2 mg/dl) (önceden yüksek olmadığı
bilinen)
- oligüri (<500cc/24saat)
- serebral ve görme ile ilgili bozukluklar
- epigastrik ağrı ya da sağ üst kadran ağrısı
- karaciğer enzimlerinin yükselmesi
- trombositopeni (plt<100000/mm3)
- retinal hemoraji, eksüdasyon veya papilödem varlığı
- pulmoner ödem
- siyanoz
- intrauterin gelişme geriliği
- mikroanjiyopatik hemolitik anemi
Hafif preeklampside ise hipertansiyon ve proteinüri şiddetli preeklampsideki
kadar yüksek değildir ve diğer organ tutulumları yoktur. Tüm preeklamptik
hastaların %15’inde şiddetli preeklampsi görülmektedir.
PATOFİZYOLOJİ
Sebebi henüz anlaşılamadığından dolayı preeklampsi teoriler hastalığı olarak
adlandırılır. Bu teoriler şunlardır(8):
1-Endotelyal hücre hasarı
2-Rejeksiyon fenomeni (bloke eden antikorların yetersiz üretimi)
3-Plasental perfüzyonun azalması
11
4-Vasküler reaktivitenin değişmesi
5-Prostasiklin/Tromboksan oranının bozulması
6-GFR azalması ile birlikte su ve tuz retansiyonu
7-İntravasküler hacim azalması
8-Santral Sinir Sistemi irritabilitesinin artması
9-Dissemine intravasküler koagülasyon
10-Uterin kas gerilmesi sonucu iskemi
11-Diyetle ilgili faktörler
12-Genetik faktörler
Nispeten daha yeni bir teori olan endotel hasara bağlı olan teoride
hipertansiyondan çok preeklampsiye vurgu yapılmıştır. Vasküler endotel birçok
önemli madde üretmektedir ; NO, endotelin-1, prostasiklin ve TPA. Dolayısıyla
endotel hücreleri alt tabakalarındaki düz kas hücrelerinin kontraksiyonunu
düzenler, intravasküler koagülasyonu önler, intravasküler kompartmanın
bütünlüğünü sürdürmesini sağlar. Preeklampside endotel hasarı olduğunu
düşündüren çeşitli bulgular vardır. Preeklamptik böbrekteki karakteristik bulgu
olan glomeruloendotelyozis başlıca glomerüllerdeki kapiller endotellerin şişmesi ile
oluşur. Preeklampsideki hematolojik değişikliklerden olan trombositopeni ve
mikroanjiyopatik hemolitik anemi, endotel disfonksiyonunun önemli faktör olduğu
düşünülen trombotik trombositopenik purpura veya hemolitik üremik sendrom gibi
hastalıklardakine benzerdir. Pıhtılaşma kaskadının aktive olması ve presörlere
artmış hassasiyetin olması endotel hücre disfonksiyonu ile uyumludur.
Biyokimyasal olarak da prostasiklin/tromboksan oranının bozulması, dolaşımda
von Willebrand faktörü, endotelin ve hücresel fibronektinin yüksek
konsantrasyonda olması dikkat çekicidir. Preeklamptik hastanın serumu umblikal
ven endoteli hücre kültürüne eklendiğinde; hücrelerde morfolojik değişiklikler
12
yapmadan prokoagülanların, vazokonstriktörlerin ve mitojenlerin salgılanmasına
neden olur.
Preeklampsinin patofizyolojisine yönelik güncel hipotez immünolojik
bozuklukların plasentanın anormal implantasyonuna neden olduğu ve bunun
sonucu olarak plasental perfüzyonun azaldığı yönündedir. Anormal perfüzyon,
endotel hücrelerin aktive olmasına veya hasarlanmasına neden olacak bazı
maddelerin kanda üretilmesini stimüle eder. Bu maddelerin tek hedefi vasküler
endotel olması nedeniyle preeklampside çoklu organ tutulumu olmaktadır(8)(şekil
1).
Maternal Vasküler Hastalık Yanlış plasentasyon Aşırı Trofoblast
Genetik, immünolojikVeya inflamatuar faktörler
Azalmış uteroplazentalperfüzyon
EndotelyalAktivite
Kapiller sızıntı Koagülasyonunaktivasyonu
vazospazm
Vazoaktif ajanlar:Prostoglandinler
Nitrik OksitEndotelinler
Zararlı ve TehlikeliAjanlar: Sitokinler,Lipid Peroksidazlar
ödem Proteinüri
hemokonsantrasyon trombositopeni
hipertansiyon
Dekolman
oligüri
Karaciğer iskemisi
Şekil 1. Gebeliğe bağlı hipertansif bozuklukların gelişmesinde patofizyolojik hususlar (Friedman ve Linderheimer,1999)
13
SANTRAL SİNİR SİSTEMİ
Dokular kendilerine olan kan akımını düzenleme yeteneğine sahiptir; bu
işleme otoregülasyon denir. Geniş bir kan basıncı yelpazesinde serebral perfüzyon
55 ml/dk/100 gr gibi sabit bir hızda sağlanır. Ancak kan basıncı, otoregülasyonun
işleyemeyeceği değerlere kadar da yükselebilir. Bu durumda endotelyal
tight_junctionlar açılır. Plazma ve eritrositler ekstravasküler alana sızar. Bu da
peteşiyal kanamalara ya da büyük intrakraniyal kanamalara neden olabilir.
Otoregülasyonun üst sınırı kişiden kişiye değişiklik gösterebilir. Kronik
hipertansiyon serebral damarlarda medial hipertrofiye neden olarak eğrinin sağa
kaymasına neden olur (şekil 2). Bu da eşit derecede hipertansif hastanın klinik
prezentasyonları arasındaki farkı açıklar. Normalde TA 110/70 mm-Hg olan genç
bir primigaravid hasta TA 180/120 mm-Hg olduğunda konvülzyon geçirirken,
kronik hipertansif olan bir hasta ise aynı TA değerlerinde asemptomatik olabilir
veya hafif bir baş ağrısı şikayeti olabilir. Eklampsideki serebral hasarın
mekanizması açık değildir. Patolojik bulgular tıpkı hipertansif ensefalopatideki
gibidir. Bu bulgular fibrinoid nekroz ve arteriyollerin trombozu, mikroenfarktlar ve
peteşiyal kanamalardır(10). Hem hipertansif ensefalopatide hem de eklampside
lezyonlar beyinde yaygındır. Ancak beyin sapı hipertansif ensefalopatide daha
şiddetli etkilenirken korteks ise eklampside daha şiddetli etkilenir.
GÖZLER
Hem ciddi retinal ayrılma hem de kortikal körlük olabilir.
14
0
10
20
30
40
50
60
70
80
90
0 20 40 60 80 100 120 140 160 180 200
normotansif hastakronik hipertansif hasta
Ortalama arter kan basıncı (mmHg)
Sere
bral
kan
akımı
Şekil 2. Ortalama arter basıncı ile serebral kan akımı arasındaki ilişkikronik hipertansif ve normotansif hastalar arasında farklılık göstermektedir
PULMONER SİSTEM
Pulmoner ödem ağır preeklampsi veya eklampsi ile birlikte görülebilir.
Kardiyojenik ve kardiyojenik olmayan nedenlerden olabilir ve genellikle post-
partum görülür. Bazı hastalarda aşırı sıvı verilmesi nedeniyle ya da ekstravasküler
sıvının gecikmiş hareketi ile olabilir. Ayrıca proteinüri sonucu düşmüş plazma
onkotik basıncı ile, kristaloid kullanımı ile, karaciğerde albumin yapımının
azalması ile ilgili olabilir. Pulmoner ödem özellikle altta yatan kronik hipertansiyon
ve hipertansif kalp hastalığı olanlarda daha yaygındır.
15
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM
Preeklamptik hastalardaki plazma hacmi azalmıştır. Normal fizyolojik
plazma hacim artışı muhtemelen yaygın vazokonstriksiyon, kapiller kaçak veya
başka faktörler nedeniyle gerçekleşmez. Hacim azalmasının nedeni
bilinmediğinden tedavisi de çelişkilidir. Teorilerden bir tanesi azalmış hacimin
kronik şok benzeri bir duruma sebep olan primer bir olay olduğudur.
Hipertansiyonun, hipoperfüze olan uterustan salgılanan presörler sonucu olduğu ya
da kompansatuar katekolamin salınımı sonrasında olduğu düşünülmektedir. Bu
teoriyi öne sürenler volüm genişleticilerinin kullanılmasını ve diüretiklerden
sakınılmasını önermektedirler. Diğer bir teori de azalmış volümün
vazokonstriksiyona sekonder geliştiğidir. Bu teoriyi öne sürenler vazodilatatörlerin
kullanılmasını önerirken hacim genişleticilerin hipertansiyonu şiddetlendireceği
veya pulmoner ödeme neden olabileceği konusunda uyarmaktadırlar.
KARACİĞER
Preeklampsideki karaciğer tutulumunun spektrumu çok geniştir; hepatik
sinuzoidlerin etrafında fibrin depolanması ile birlikte subklinik tutulumdan
karaciğer rüptürüne kadar değişik derecelerde tutulum olabilir. Her iki uç arasında
HELLP sendromu vardır.
BÖBREKLER
Preeklampsideki karakteristik böbrek lezyonu olan glomeruloendotelyozis
glomeruler kapiller endotelinin şişmesi ile oluşur ve glomeruler perfüzyon ile
glomeruler fitrasyon hızının azalmasına sebep olur. İntravasküler koagülasyonun
plasentadan tromboplastin salınımına sekonder olduğunu söyleyen bazı gözlemciler
tarafından bazal memranda fibrin yıkım ürünleri bulunmuştur. Ancak fibrin yıkım
ürünleri az miktarda ve nadiren bulunmaktadır. Diğer araştırmacılar bazı hastaların
16
glomerüllerinde IgM, IgG ve kompleman bulmalarından dolayı bir immünolojik
mekanizmayı öne sürmüşlerdir. Seri halde alınan renal biyopsiler lezyonun altı
haftalık periyotta tamamen reversibl olduğunu göstermiştir.
KAN
Preeklamptik hastaların çoğunun pıhtılaşma testleri normal sınırlar içindedir.
Bir kısmında anormallikler bulunabilir. Bunlar izole trombositopeniden
mikroanjiyopatik hemolitik anemiye ve DİK’e kadar değişken bir aralıkta olabilir.
Trombositopeni en yaygın olan anormalliktir; hastaların % 15-20’sinde trombosit
sayısı 150000 /uL’nin altındadır. Preeklamptiklerde normotansif kadınlara göre
fibrinojen düzeyleri yükselmiştir. Preeklamptik hastada düşük fibrinojen düzeyi
genellikle ablatio plasenta veya fetal kayıp ile birliktedir. Hastaların %20’sinde
fibrin yıkım ürünlerinin yükseldiği görülür.(Genellikle 10-40 uL/ml arasındadır.)
Hastaların %5’inde DIK’in diğer bulguları olmaksızın mikroanjiyopatik hemolitik
anemi görülür. (Geçmişte DIK’in preeklampsiye sebep olduğu düşünülmekte iken
şimdilerde ise preeklampsinin DIK’in bir sonucu olarak ortaya çıktığı kabul
edilmektedir.) HELLP sendromu, hemolitik anemi, yükselmiş karaciğer enzimleri
ve düşük platelet sayımı olan hastaları tanımlar. Bazı otörler kriter olarak periferik
kan yaymasında şizositlerin bulunması,LDH > 600 U/L,total biluribin > 1,2mg/dL,
AST > 70U/L, platelet sayısı < 100000/mm3 olarak kabul etmektedirler. Bu
sendrom ciddi preeklamptik hastaların yaklaşık %10’unda görülür. Bu sendrom
sıklıkla hepatit, safra kesesi hastalığı, idiyopatik trombositopenik purpura veya
trombotik trombositopenik purpura ile karıştırılır. Doğum sonrası 2-3 gün
içerisinde birçok hematolojik bozukluk normale dönerken trombositopeni 1 hafta
devam edebilir.
17
ENDOKRİN SİSTEM
Normal ve hipertansif gebelerde kan basıncının düzenlenmesinde renin
anjiyotensin aldosteron sisteminin rolü net olarak belli değildir. Normal gebelikte
östrojenin karaciğer üzerindeki etkisi ile renin substratının üretimi belirgin bir
şekilde artar. Bu da plazma renin aktivitesinin, plazma renin konsantrasyonunun ve
anjiyotensin II düzeyinin artmasına neden olur. Plazma aldosteron düzeyleri,
plazma renin aktivitesinin etkisine bağlanabilecek düzeylerden daha da yüksek
düzeylere çıkar. Normal gebelikte aldosteronun yüksek plazma konsantrasyonuna
rağmen tansiyonun yükselmesi veya hipokalemi görülmez; hatta ikinci trimesterde
tansiyon düşer. Bu, progesteronun natriüretik etkisi, kininler veya prostaglandinler
gibi vazodepresör sistemlerin aktivasyonu gibi diğer düzenleyici faktörlerin etkisi
ile oluşabilir. Birçok çalışmaya göre preeklampside renin, anjiyotensin ve
aldesteron düzeyleri baskılanmıştır, ancak yine de gebe olmayanların seviyesinin
üzerindedir. Eldeki kanıtlara göre de renin anjiyotensin aldosteron sistemi
preeklampside sekonder olarak rol almaktadır. Atriyal natriüretik peptid kardiyak
miyositler tarafından salgılanan hacim düzenleyici bir hormondur. Natriüretik,
diüretik ve vazoreleksan özelliklere sahiptir. ANP salınımı atriyal basıncın artımı
ve sodyum balansındaki değişikliklerle uyarılır. ANP konsantarasyonu genellikle
hipervoleminin eşlik ettiği patolojik durumlarda yükselir. Ancak hipovolemi ile
karakterize olan preeklampside de yükselir. Hatta klinik olarak preeklampsinin
bulgularının başlamadığı 2. trimesterde de yüksektir. Bu yüksekliğin mekanizması
bilinmemektedir.
KATEKOLAMİNLER
İdrar ve kan katekolamin düzeyleri normotansif gebelerde, preeklamptik
gebelerde ve gebe olmayan kontrollerin her biri için eşittir. Ancak
unutulmamalıdır ki sempatik aktivite preeklampside hipertansiyonun başlaması ve
18
devamı için önemlidir. Katekolamin düzeyleri muhtemelen strese bağlı olarak
doğum sırasında yükselir. Preeklampside katekolaminlere vasküler direnç tıpkı
antidiüretik hormon ve anjiyotensin II gibi diğer vazopressörlere de olmadığı gibi
yoktur.
PROSTASİKLİN
Prostasiklin bir tür prostaglandin olup düz kas hücrelerinde ve plateletlerde
intraselüler cAMP düzeyini arttırarak vazodilatatör ve platelet anti-agregan etkiye
sahiptir. Yarılanma ömrü yaklaşık 3 dakika olması nedeniyle sistemik etkiden çok
lokal etki gösterir. Prostasiklin endotel hücreler içerisinde araşidonik asitten
siklooksijenaz enziminin katalizör etkisi ile üretilir. Siklooksijenaz enzimi aspirin
benzeri ilaçlarla bloke edilebilir. Endotel hücre zarının kimyasal ya da mekanik
olarak zedelenmesi prostasiklinin üretilmesini ve salınımını stimüle eder. Örneğin
kanın pulsatil basıncı ya da bradikinin ve trombin gibi kimyasallar damar duvarında
prostasiklin üretilmesine neden olur. Tromboksan A2 de araşidonik asitten
siklooksijenaz enzimi aracılığıyla üretilse de prostasiklinin tersine vazokonstriktör
ve anti-agregan etkiye sahiptir. Aspirin siklooksijenaz enzimini geri dönüşümsüz
olarak inhibe eder. Dolayısıyla silooksijenaz enzimi endotel hücreleri tarafından
sürekli sentezlenmelidir; çünkü tek bir aspirin dozundan ancak birkaç saat sonra
prostasiklin sentezleyebilirler. Öte yandan trombositler çekirdeksiz oldukları için
siklooksijenaz enzimini yeniden üretemezler. Tromboksan sentezi ancak dolaşıma
yeni katılacak plateletler tarafından yapılabilir. Plateletlerin ömrü yaklaşık 1
haftadır. Dolayısıyla preeklamptik hastalarda günlük düşük doz aspirin tedavisi
tromboksan metabolitlerinin kronik inhibisyonuyla ve azalmış prostasiklin
metabolitleri atılımıyla sonuçlanır. Preeklampside düşük doz aspirin tedavisi
bozulan tromboksan/prostasiklin oranının düzeltilmesi amacıyla verilmektedir.
19
NİTRİK OKSİT
Nitrik oksit endojen bir vazodilatatör platelet agregasyon inhibitörü olarak
prostasiklinle sinerjik olarak çalışır. Endotel hücreleri tarafından L-argininden
sentezlenir. Sentezi arginin analogları tarafından inhibe edilir. Deneysel olarak bu
inhibitörlerin intravenöz enjeksiyonu sonrası ani tansiyon yükselmesine neden olur.
Bu etki L-argininin verilmesi ile geri döndürülebilir. Bu da göstermektedir ki nitrik
oksitin endotel hücrelerden bazal düzeyde sürekli salınımı damarları dilate
durumda tutar. Nitrik oksit sadece kendisini salgılayan hücrenin etrafında etkisini
gösterir; dolaşıma karışan nitrik oksit ya hemen nitrite dönüşür ya da hemoglobin
tarafından inhibe edilir. Nitrik oksit birçok patolojik durumda görev alır. Örneğin
septik şokta hipotansiyonun aracılarından biridir. Nitrik oksitin yetersizliği
hipertansiyon ve ateroskleroz nedenlerine katkı sağlar. Preeklampsinin
patogenezinde nitrik oksit sisteminin prostaglandinlerden daha önemli olduğu
düşünülmektedir. Gebe ve gebe olmayan sıçanlarda endojen nitrik oksitin kronik
olarak bloke edilmesinin hipertansiyon ve renal hasara neden olduğu görülmüştür.
Preeklamptik gebelerin idrarlarında nitrik oksitin azaldığını gösteren çalışmalar
olmasına rağmen preeklampsinin gelişmesinde nitrik oksitin patogenetik rolünün
olup olmadığı net değildir.
ENDOTELİN-1
Vasküler endotel, prostasiklin ve nitrik oksit gibi dilatatörlerin yanı sıra
vazokonstriktör maddeler de salgılar. Vazokonstriktör endotelinin 3 izopeptidi
bilinmektedir. Bunlardan sadece endotelin-1 endotel hücrelerinde sentezlenir.
Böbrek hücreleri ve sinir dokusu da endotelin üretir. Endotelinin bağlanma
bölgeleri beyin, akciğer, böbrek, sürrenal, barsak ve plasentada bulunur.
Endotelinlerin dihidroperidine hassas kalsiyum kanallarının endojen agonistleri
olarak davrandığı düşünülmektedir. Endotelin-1’in en çarpıcı özelliği uzun süren
20
vazokonstriktör etkisidir. Angiotensin II’den 10 kat daha etkilidir. Doğumdan sonra
plasental damarların kasılmasında ve yenidoğanda duktus arteriozusun
kapanmasında rol oynadığı düşünülmektedir. Hipertansiyon ve aterosklerozda
endotelin-1’in mitojenik etkisi ile damar duvarı hipertrofisi oluşabilir. Preeklamptik
hastalarda gestasyonel olarak eşzamanlı kontrol hastalarına göre endotelin 1 ve 2
düzeyleri üç kat daha yüksek bulunmuştur.
PLASENTA
Normal gebelikte prolifere olan trofoblast desidua ve komşu myometriyumu
interstisyel ve endovasküler olarak iki şekilde istila eder. İnterstisyel formun rolü
net olarak bilinmemektedir ancak plasentanın tutunmasına yardım eder.
Endovasküler trofoblastik hücreler maternal spiral arterleri istila eder ve endotel
tabakasının yerine geçerek arter duvarındaki mediyal elastik tabakayı ve musküler
tabakayı parçalar. Arter duvarı fibrinoid materyalle dolar. Bu süreç ilk trimesterin
sonunda tamamlanır. 14-16. haftaya kadar geçen sessiz bir dönemin ardından ikinci
kuşatma atağı başlar ve spiral arterlerin lümeninde trofoblastlar myometriumun
derinliklerinde radyal arterlere kadar ilerler. Bu damarlarda da fibrinoid birikime
kadar süreç tamamlanır ve sonuçta ince, müsküler duvarlı spiral arterlerin yerini
kese şeklini almış flask uteroplasental damarlar almış ve gebelikte gerekli olan
artmış kan akımı sağlanmış olur.
Preeklampsi bu plasentasyon sürecinin kısmen tamamlanamamasıyla oluşur.
Öncelikle plasental yataktaki spiral arterlerin tamamı trofoblastlarla işgal
edilmemiştir. Trofoblastlarca invaze edilmiş olan damarlarda ilk faz tamamlanmış
olsa da ikinci faz gerçekleşmez ve spiral arterlerin myometriyal kısımları reaktif
muskuloelastik tabakalarını muhafaza etmektedirler. Ayrıca myometriyumdaki
spiral arterlerde akut ateroz gelişir. Damar duvarında gelişen akut ateroz fibrinoid
nekroz, lipid ve lipofaj birikimi ve mononükleer hücre infiltrasyonu ile
21
karakterizedir. Akut ateroz damar tıkanıklığı ve beslediği plasental bölgede
enfarktlara neden olabilir.
Dolayısıyla preeklampside ikinci trofoblastik istilanın olmaması nedeniyle spiral
arterlerde vasküler direnç söz konusudur. Buna ilaveten akut ateroz damar lümenini
daraltır. Sonuç olarak fetus gestasyonun erken dönemlerinden itibaren azalmış
intervillöz kan akımına maruz kalır; bu da intrauterin gelişme geriliği veya ölü
doğumla sonuçlanabilir. Anti hipertansif tedavi bu durumda periferik
vazodilatasyona neden olarak zaten azalmış plasental kan akımının daha da
azalmasına neden olarak zarar verici olabilir.
AYIRICI TANI
Gebelikteki diğer hipertansif durumlar ayırıcı tanı listesinde göz önünde
bulundurulmalıdır:
- Eklampsi
- Kronik esansiyel hipertansiyon
- Renal hastalıkların neden olduğu kronik hipertansiyon
.İnterstisyel nefrit
.Akut ve kronik glomerülonefrit
.Sistemik Lupus Eritematozus
.Diyabetik glomerülosklerozis
.Skleroderma
.Poliarteritis Nodoza
.Polikistik Böbrek Hastalığı
.Renovasküler Stenoz
.Diyaliz gereksinimi olan kronik böbrek yetmezliği
.Renal transplant
22
-Endokrin hastalıkların neden olduğu kronik hipertansiyon
.Cushing Hastalığı ve Sendromu
.Primer hiperaldosteronizm
.Tirotoksikoz
.Feokromositoma
.Akromegali
-Aort koarktasyonuna bağlı kronik hipertansiyon
PREEKLAMPSİNİN KOMPLİKASYONLARI
Preeklampsi fetal ve maternal komplikasyonlara neden olabilir. Fetal
komplikasyonlar arasında fetal gelişme geriliği, perinatal ölüm, prematüre doğum,
oligohidroamnios, fetal asfiksi sayılabilir. Maternal komplikasyonlar ise
konvülsiyonlar, akut böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği, pulmoner ödem,
intrakraniyel kanama, serebral ödem, körlük, karaciğer subkapsüler hematomu ve
rüptürü, akut karaciğer yetmezliği, abruptio plasenta, DIC, HELLP sendromu
olarak sayılabilir.
PREEKLAMPSİNİN ÖNLENMESİ
Preeklampsinin gelişme riskini öngören bir çok test bildirilmiş olmasına
rağmen hepsinin sensitivitesi düşük olduğundan dolayı hiçbiri rutin tarama testi
olarak kullanılmaya uygun değildir. Preeklampsinin klinik olarak ortaya
çıkmasından haftalar önce başlayan ve hastalık boyunca devam eden bir bulgu olan
idrarda azalmış kalsiyum atılımına ek olarak eritrosit ve plateletlerde intraselüler
kalsiyum metabolizmasının bozulduğu da bildirilmiştir. Kalsiyum desteğinin
preeklampsiyi önlediğini savunan ve buna karşı çıkan çalışmalar mevcuttur.
Preeklampside tromboksan A2/prostasiklin oranının tromboksan A2 lehine
değişmesi ve spiral arterlerin trombozu ile birlikte plasental enfarktların olması
23
nedeniyle bazı yazarlar anti-trombotik ajanları preeklampsiyi engellemek amacıyla
kullanmışlardır. Ancak günümüzde ağır basan görüş aspirinin preeklampsi
profilaksisinde rolü olmadığıdır(11).
Preeklampsinin gelişmesini engelleyecek kesin bir yol olmamakla birlikte iyi
bir prenatal bakım ve düzenli takip preeklampsinin erken tanınmasına yardımcı
olacaktır. Gebelikten önce bilinen hipertansiyonu olanlar ya da önceki
gebeliklerinde özellikle 34.haftadan önce hipertansiyonu olanlar, eşlik eden
diyabet, kollajen doku hastalıkları ve renal hastalıkları olanlar ve çoğul gebeliği
olanlar preeklampsi açısından yüksek riskli olarak kabul edilirler. Bu risk
grubundaki gebelerin özellikle gebeliklerinin erken dönemlerinde bir takım
testlerden geçirilmeleri bazal değerlerin elde edilmesi gerekir. Bu testler gebeliğin
ilerleyen dönemlerinde gelişmekte olan preeklampsinin daha kolay anlaşılmasına
yardımcı olacaktır. Bu testler arasında hemoglobin, hematokrit, platelet sayımı,
serum kreatinin ve ürik asit düzeyi ve idrar dipstik testinde 1+ olanların 24 saatlik
idrarda protein düzeyi ve kreatinin klirensi sayılabilir. Gebelik öncesi bilinen
hipertansiyonu olanlar intrauterin gelişme geriliği açısından risk altındadırlar ve
son adet tarihinden emin olunamıyorsa erken ultrason yapıldıktan sonra gelişmenin
monitörize edilmesi için takip sonografileri yapılmalıdır. Takip eden hekimin
hastasının tablosuna hakim olması gebelik boyunca şüpheci olması gereklidir.
Eklampsinin gelişmesi her zaman için önlenemeyebilir. Hastanın tablosu öncesinde
işaret vermeksizin çok hızlı bozulabilir.
TEDAVİ
HAFİF PREEKLAMPSİ
-Annenin Tedavisi: Preeklampsinin tedavisi yatak istirahati ve doğumdur.
Tanı konduktan sonra hasta hastaneye yatırılarak konvülziyon riski azaltılır ve
fetusun yaşama şansı arttırılır. Preeklampside prematüre doğumu engellemek için
24
hastanın hastaneye yatırılması prematüre bir bebeğin bakımından daha ekonomik
olacaktır. Hasta doktorunun tavsiyelerine uyacağı konusunda güven veriyorsa
ayaktan takip edilebilir. Ayaktan takip edilecek hastalarda tipik ev tedavisi yatak
istirahati, günlük idrar dipstik testi ile proteinüri takibi ve tansiyon takibinden
oluşur. Hasta haftada iki kez düzenli olarak fetal kalp atımı ve periyodik 24 saatlik
idrarda protein takibi için görülmelidir. Şiddetli başağrısı, epigastrik ağrı ve görme
bozukluklarının tehlike sinyalleri olabileceği konusunda hasta bilgilendirilmelidir.
Hastaneye yatırılan hastalar kendilerini iyi hissettikleri sürece ayağa kalkabilirler. 4
saatte bir tansiyonları ölçülmeli ve günlük tartılmalıdırlar. Günlük idrar dipstik
testinin yanı sıra haftada iki defa 24 saatlik idrarda protein ve kreatinin klirensi
çalışılmalıdır. Karaciğer fonksiyon testleri, ürik asit, elektrolitler ve serum albumin
değerleri yatışta ve sonrasında haftalık olarak takip edilmelidir. Pıhtılaşma testleri,
platelet sayımı ve fibrinojen düzeyleri de özellikle şiddetli preeklampside
çalışılmalıdır. Gestasyonel yaş tayini ve fetal ağırlık tahminleri yatışta ve
sonrasında gerektikçe –genellikle iki haftada bir– yapılmalıdır. Antihipertansif
tedavi diyastolik kan basıncı 100 mmHg’a ulaşmadıkça ve gestasyonel yaş 30
haftaya ulaşmadıkça başlanmamalıdır.
Preeklamptik hastada doğum endikasyonları:
.24 saat içerisinde sürekli 100mm Hg üzerinde diyastolik basınç olması ya da 110
mm Hg’nın üzerine çıkması
.Artan serum kreatinin düzeyi
.Sürekli veya şiddetli başağrısı
.Epigastrik ağrı
.Karaciğer fonksiyon testlerinin bozulması
.Trombositopeni
.HELLP sendromu
.Eklampsi
25
.Pulmoner ödem
.Anormal NST
.Ultrasonik takiplerinde gelişme geriliği olan fetusun büyümesinin durması
-Fetal Durumun Değerlendirilmesi: Fetal durum haftada iki defa NST ve
ultrasonik olarak amniyotik sıvının ölçülmesi ile yapılır. Reaktif olmayan NST
durumunda biyofizik profil çıkarılmalı ya da oksitosin challenge testi yapılmalıdır.
Lesitin/sfingomyelin oranını öğrenmek için preeklamptik hastalarda amniyosentez
pek sık yapılmaz. Ancak bu oran bozuk olan ve takip eden 2-7 gün içerisinde
doğumun gerçekleşeceği düşünülen hastalarda fetusun akciğer matüritesini
hızlandırmak amacıyla kortikosteroid verilmelidir. Hızlı kötüleşen preeklamptik
hastalarda abruptio plasenta ve uteroplasental yetmezlik riski nedeniyle fetal
monitörizasyonun aralıksız yapılması gereklidir.
AĞIR PREEKLAMPSİ
Ağır preeklampside tedavinin amaçları; konvülziyonları engellemek, maternal
tansiyonu kontrol altına almak ve doğumu başlatmaktır. Ağır preeklampsi 36.hafta
veya sonrasında başladıysa, fetal akciğerin geliştiğine dair delil varsa ya da fetus
tehlikedeyse doğum tek ve kesin tedavi metodudur. Eğer premature bebek doğacağı
bekleniyorsa anne üçüncü basamak bir merkeze sevk edilmeli ve neonatal yoğun
bakım şartları hazırlanmalıdır. Gebeliğin erken dönemlerinde ortaya çıkan ağır
preeklampsiye yaklaşım konusunda çelişkiler vardır. Bazı merkezlerde
antihipertansif tedavi başlanarak fetal akciğer gelişiminin tamamlanması ve bu
amaçla kortikosteroid kullanılması başvurulan bir yöntemdir.
40 haftalık gebeliğe ulaşan tüm preeklamptik hastalar doğurtulmalıdır. 38
haftalık hafif preeklamptik gebelerin serviksi de uygunsa indüksiyona
başlanmalıdır. 32-34 haftalık ağır preeklamptik hastalar doğum için
26
değerlendirilmeli ve kortikosteroidler göz önünde bulundurulmalıdır. 23-32 hafta
arasındaki ağır preeklamptiklerde perinatal morbidite ve mortaliteyi azaltmak
amacıyla doğumun ertelenmesine gayret gösterilmelidir. Bu ancak üçüncü basamak
bir merkezde yapılmalıdır. Tanı konduktan sonra anneye en az ilk 24 saatte
magnezyum sulfat başlanmalıdır. Tansiyonu kontrol altına alınmalıdır. Fetal
akciğer gelişimini hızlandırmak için anneye kortikosteroid verilmelidir. Anneye sık
aralıklarla laboratuar testleri yapılmalıdır. Doğum endikasyonları semptomların
başlaması, organ yetmezliğe gidiş ve fetal kötüleşmeyi içerir. Gestasyonel yaş 23
haftalığın altındaysa hastaya gebeliğin sonlandırılması önerilmelidir. Vajinal
doğum sezeryanden daha çok tercih edilmeli ve indüksiyon agresif olmalıdır. 24
saat içerisinde doğum zamanına karar verilmeli, eğer doğum belirlenen zaman
diliminde gerçekleşmezse sezeryan yapılmalıdır.
PROGNOZ
Maternal ölüm nedenleri serebral hemoraji, aspirasyon pnömonisi, hipoksik
ensefalopati, tromboemboli, hepatik rüptür, renal yetmezlik ve anestetik
komplikasyonlardır. Eğer bir hasta gerçekten preeklamptik ise bunun tekrar etme
riski (%33), onun aslında kronik hipertansif olup preeklamptik gibi algılanması
sonrası tekrar preeklamptik olma riskinden (%70) daha azdır. Yapılan bazı
çalışmalarda multipar preeklamptik hastaların takip eden gebeliklerinde
preeklampsinin tekrar etme riski %70 bulunmuştur.
Preeklampsinin kronik hipertansiyon gelişmesine katkısı tartışmalıdır. Buradaki
konfüzyonun nedeni altta yatan böbrek hastalığı veya gebelik öncesi kronik
hipertansiyonu olan hastaların preeklampsi tanısı almalarıdır. Preeklampsi kalıcı
hasar bırakmaz, kronik hipertansiyona neden olmaz ve anne sağlığını doğumdan
sonra kötü etkilemez.
27
TROMBOFİLİTrombofilinin genel olarak kabul görmüş bir tanımı yoktur. Yıllar boyu bu
terim tromboza eğilim yaratan hemostaz hastalıklarını tanımlamak için
kullanılmıştır. Daha sonraları, aşamalı olarak genetik veya akkiz tromboz
gelişimine yatkınlık oluşturan faktörlerin ortaya konması ile bu terim tromboz
gelişimine eğilim olarak kullanılmaya başlamıştır(12).
Tromboemboli gebelik sırasında da görülebilen ciddi maternal ve fetal
morbidite ve mortaliteye neden olan bir komplikasyondur(13,14). Normal kişilerde
bile gebelik tromboz eğilimi yaratmaktayken trombofili sorunu olan olgularda söz
konusu tromboz riski belirgin olarak artmakta ve tekrarlayan düşükler, intrauterin
gelişme geriliği ve preeklampsi gibi gebelik komplikasyonları da çok daha sık
görülmektedir(15). Gebe bir kadında venöz tromboemboli için risk faktörleri
gebeliğin kendisi, konjenital veya edinsel trombofililer, geçirilmiş tromboz öyküsü,
immobilizasyon, obezite, operatif doğum ve ileri anne yaşıdır(16).
Tromboemboli insidansı
Antepartum dönemde % 0.2, postpartum dönemde % 0,6’dır. Gebelerde
görülen tromboz eğiliminin en belirgin olduğu dönem postpartum dönemdir.
Postpartum dönemdeki DVT riski antenatal döneme göre 3, pulmoner emboli riski
ise 8 kat fazladır(17). Sezeryan ile doğum tromboemboli riskini 3 kat arttırıken, acil
koşullarda yapılan sezeryan ameliyatlarında bu risk 10 katına kadar
çıkabilmektedir.
28
Patofizyoloji
1848’de Virchow trombozisin patofizyolojisini tanımlamıştır; esasen üç
faktörün etkileşimi söz konusudur: Kan akımında değişiklik (venöz staz) , vasküler
endotelde hasar ve hiperkoagülabilite. Virchow Triadı, tromboz ve gebelik
arasındaki ilişkiyi değerlendirmede temel oluşturur.
A) Gebelik sırasındaki koagülasyon değişiklikleri:
Gebeliğin ilk trimesterinden sonra faktör I, II, VII, VIII ve X seviyeleri
artarken(18) , doğumu takiben faktör V, VII ve X seviyeleri artmaktadır(19).
Faktör VIII düzeyi doğum sırasında ikiye katlanır ve puerperyum boyunca yüksek
kalır. Faktör XI ve XIII seviyeleri gebelik sırasında azalır.(20) Doğum sırasında
fibrinojen düzeyleri azalır. Gebelikteki artmış fibrinopeptid A ve fibrin monomer
düzeyleri koagülasyon sisteminin aktif olduğunu göstermektedir.(21,22)
Gebelikte protrombin ve trombin zamanları değişmez. Parsiyel tromboplastin
zamanı doğum sırasında kısalır ve plasentanın çıkarılmasından sonra normale
döner. Fibrinolitik sistemde önemli bir yeri olan plazmin, plazminojenden oluşur ve
doğum sırasında plazminojen düzeyleri azalır.
B)Venöz Staz :
Venöz kan akımı gebelikte azalır, femoral venöz basınç giderek artar(23).
Venografi ile gebeliğin ikinci yarısında gebe uterusun neden olduğu ciddi
venokaval obstrüksiyon gösterilmiştir(24). Venöz damarlardaki valf fonksiyonunun
bozulması trombosit birikimi ve fibrin formasyonunu kolaylaştırır(25). Uzamış
yatak istirahati ve operatif doğum da venöz stazı arttırır.
C)Vasküler Endotel Hasarı :
Damar entoteli tromboza karşı fizyolojik bir bariyerdir. Dolaşımdaki artmış
östrojen düzeyi ven duvarının media tabakasındaki elastik liflerin bozulmasına ve
alttaki intimanın zedelenmesine neden olur. Endotel hücrelerince üretilen
prostasiklin lokal trombosit agregasyon ve aktivasyonunu önler. Cerrahi travma
29
sonucu endotel duvarının zedelenmesi fibrin yapımını başlatıp trombosit
agregasyonuna yol açar, sonuçta tromboz oluşur.
Gebelikteki hemostatik değişiklikler
Trombozu arttıran durumlar Trombozu azaltan durumlar
-Faktör V,VII,VIII,IX,X,XII -Artmış plazma volümü
-Fibrinojen aktivasyonu -Azalmış faktör XI ve XIII
-Fibrinolitik aktivite baskılanması -Antitrombinin yaptığı
-Akkiz aktive protein C rezistansı trombin nötralizasyonu
(fac V leiden mutasyonu olmadan)
-Herediter trombofili
-Antifosfolipid antikorlar
-Doğumla ilişkili endotelyal hasar
-Alt ekstremitelerdeki venöz staz
Gestasyonel Trombofili İle İlişkili Majör Trombofilik Durumlar(26)
Kalıtımsal:
Antitrombin III eksikliği
Protein C eksikliği
Protein S eksikliği
APC rezistansı( Faktör V Leiden mutasyonu)
Hiperhomosisteinemi
Protrombin gen mutasyonu
Trombomodulin gen mutasyonu
30
Kazanılmış(Akkiz):
AFS sendromu
Otoimmun hastalıklar(SLE, Ülseratif Kolit, Behçet Hastalığı)
Endokrin bozukluklar(DM, Cushing Hastalığı)
Hematolojik bozukluklar(Paroksizmal Noktürnal Hemoglobinüri,
Myeloproliferatif hastalıklar)
Diğer(karaciğer hastalıkları, nefrotik sendrom, heparine bağlı
trombositopeni, maligniteler)
Kazanılmış Hiperkoagülabilite
Gebelerde görülen kazanılmış trombofili nedenlerinin başında AFS gelmektedir.
Sendrom eğer bir otoimmun hastalıkla birlikte değilse primer, SLE gibi bir
otoimmun hastalıkla ilişkili ise sekonder olarak değerlendirilmelidir. Her iki tipte
de tromboz ve fetal kayıp açısından klinik aynıdır. Etkilenmiş kadınların yaklaşık
yarısında primer durum söz konusudur. Asemptomatik kadınların %2’sinde
antifosfolipid antikorlar tespit edilir; fakat bu izole bulgunun klinik önemi belli
değildir(27).AFS tekrarlayan fetal kayıplar, pulmoner emboli ve intrauterin gelişme
geriliği yapabilmeleri nedeniyle obstetrik alana girmektedir. Beyaz ırka mensup
gebelerde görülen her 125 DVT olgusundan birinin AFS’a bağlı olduğu
bildirilmiştir. Tekrarlayan trombofililer ve/veya aile öyküsünün bulunması bu oranı
%25’lere çıkarabilmektedir(28). AFS olan hastaların üçte birinde tromboemboli
gelişmektedir(29). Bu hastalardaki ölümcül trombofili riski ise %1-10 olarak
tanımlanmıştır. Trombozlar venöz ve arteryal sistemlerde olabilirse de olguların
2/3’ü venöz tromboz geliştirirler. Antifosfolipid otoantikorlar(Lupus antikoagülanı
ve antikardiyolipin antikorlar) hücre zarının negatif yüklü fosfolipid yapıları ile
etkileşen heterojen bir antikor grubuna aittir(30). Bu antikorlar negatif yüklü
fosfolipidlere doğrudan bağlanmazlar; bunun yerine B2-glikoprotein-1 aracılığıyla
bağlanırlar(31). AFS’den söz edebilmek için birbirinden en az 3 ay ara ile yapılan
31
testlerde lupus antikoagülanı ve/veya antikardiyolipin antikorların saptanması ve
bunlara tekrarlayan düşükler, tromboembolik olaylar gibi en az bir klinik bulgunun
eşlik ediyor olması gerekir. Trombus oluşumunun mekanizması bilinmemektedir.
Antikorun kendisi intravasküler pıhtılaşmayı başlatabilir veya altta yatan bir
koagülasyon protein anormalliğinin (trombosit veya endotelial hücre kökenli)
işareti olabilir(27,32). Bu hastalardaki muhtemel trombozis mekanizmaları
şunlardır: endotelden prostasiklin salımının engellenmesi, protein C veya S
aktivasyonunun engellenmesi, antitrombin aktivitesinin engellenmesi veya
endotelyal plasminojen aktivatör salınımının engellenmesi. Lupus antikoagulanı,
protrombin ve Faktör Xa’nın fosfolipidlere kalsiyum aracılı bağlanmasını inhibe
eder, dolayısıyla protrombinin trombine dönüşümü için gerekli kompleksi inhibe
eder. Çeşitli enfeksiyonların seyrinde ve bazı ilaçlara bağlı olarak antifosfolipid
antikorların varlığı bilinmekteyse de bu grup olguda klinik bulguların olmadığı
bilinmektedir. Lupus antikoagülan için pozitif olan olguların yaklaşık %80’i
antikardiyolipin antikor için de (+) iken, Antikardiyolipin antikor pozitif olguların
%10-50’si lupus antikoagülan için pozitiftir; dolayısıyla hastalar her iki antikor için
de test edilmelidirler. Lupus antikoagulan olarak sadece aPTT’nin kullanılması
tartışmalıdır, çünkü lupus antikoagülanlı bazı olgularda aPTT normal iken lupus
antikoagulan negatif bazı olgularda da başka sebeplerden dolayı aPTT uzayabilir.
Bu nedenle “Russel viper venom testi” veya “Kaolin pıhtılaşma zamanı” gibi daha
kesin tanısal testlerin kullanılması uygundur. Antikardiyolipin antikoru lupus
antikoagulan antikordan beş kat daha sıktır. Antikardiyolipin antikor sendromu
daha sıklıkla arteryal ve venöz trombozla ilişkilidir; prematür koroner arter
hastalığı, prematür serebrovasküler hastalık ve retinal vasküler hastalık sık görülür.
Lupus antikoagülanı ise daha ziyade venöz trombozla ilişkilidir. Antikardiyolipin
antikorlar fosfolipid bağımlı koagulasyon testlerini uzatmazlar. IgG, M ve A
antikardiyolipin antikorların hepsi trombozla ilişkilidir. Yüksek antikor titreleri
32
kötü obstetrik sonuç insidansındaki artış ile ilişkilidir. Antikardiyolipin antikorların
hücre zarındaki fosfatidiletanolamin ve fosfatidilserin antijenlerine karşı geliştiği
öne sürülmektedir. Bu antikorlar B2-glikoprotein I adı verilen bir molekül aracılığı
ile antijene bağlanmaktadır. Antijen-antikor reaksiyonuna katılan B2-glikoprotein
I’in normal fonksiyonu olan intrensek koagülasyonu engelleme görevini
yapamayacağı, bu nedenle de tromboz eğilimi geliştiği öne sürülmektedir. IgG ve
IgM antikardiyolipin antikorların klinik önemi bilinmektedir. 5 ünitenin (antikorun
tipine göre GPL U/ml veya MPL U/ml olarak ifade edilir) altındaki değerler (-)
olup tromboemboli riski taşımazlar. 5-20 düşük titrede pozitif, 20-100 orta
derecede yüksek riskli vakalar ve 100 U/ml nin üzerindeki değerler ise yüksek
riskli vakalar olarak kabul edilmektedir. Prognoz her iki antikorun birlikte veya tek
başlarına pozitif olduğu olgular için aynıdır(33). Fakat antikardiyolipin antikorların
artan titrelerinde prognoz kötüleşmektedir(34).
Kalıtsal Trombofili
Kalıtsal trombofili, tromboembolik hastalık riskinin artmış olduğu genetik
durumları ifade eder. Kalıtsal trombofilinin neden olduğu tromboembolik
hastalıkların tipik özellikleri, hastaların yarısından fazlasında tekrarlayıcı olmak
üzere venöz tromboemboliler, pozitif aile hikayesi ve genç yaşta görülmesidir(35).
Trombozların çoğu alt ekstremitede gözlenir. Oral kontraseptif kullanan
trombofilili hastalar genellikle ilk tromboz ataklarını tedaviye başladıkları yıl
içerisinde geçirirler. Bu gibi dumlarda trombofili taraması sonucu bir neden
bulunamaması, tromboza genetik bir eğilimi tamamen ekarte ettirmez ve bu
hastalar gebelikte ‘yüksek riskli’ olarak değerlendirilmelidirler.
Maternal tromboembolik ataklar bu hastalarda, normal populasyona göre 8
kat artmıştır(36). Kalıtsal trombofili , sadece gebelik ve puerperyumda artmış
tromboembolik hastalık riskiyle ilişkili değil, aynı zamanda artmış preeklampsi,
plasental ablasyon, ölü doğum ve intrauerin gelişme geriliği gibi kötü neonatal
33
sonuçla da ilişkilidir(37-39). 1965’te ilk olarak antitrombin eksikliği tanımlanmıştır
ve yıllar boyunca tek tanımlanmış kalıtsal trombofili olarak kalmıştır(40).
1980’lerden sonra önce Protein C ardından 1982’de Protein S tanımlanmıştır.
1994’de aktive olmuş Proten C direncine sebep olan Faktör V genindeki bir nokta
mutasyon tanımlanmıştır(41). Faktör V Leiden mutasyonu olarak adlandırılan bu
mutasyon kalıtsal trombofilinin en sık rastlanan sebebidir(42-45). 1994’te
hiperhomosisteineminin genetik olarak geçtiği ve trombozlara neden olduğu
bulunmuştur(46). 1996’da protrombin genindeki bir nokta mutasyonun tromboza
karşı eğilimi arttırdığı saptanmıştır.
AT III Eksikliği
AT III doğal bir antikoagülandır. AT yaklaşık 60kD molekül ağırlığında tek
zincirli bir glikoproteindir (47). Karaciğer tarafından sentezlenir ve plazma yarı
ömrü 65 saattir(48). AT serin proteaz inhibitörüdür ve trombinle birlikte
koagulasyon faktörleri Xa, IXa, XIa ve XIIa yı inhibe ederek etki gösterir. AT III
eksikliği ilk olarak 1965’te Norveç’li bir ailede tanımlanmıştır (49). Antitrombin III
eksikliği, otozomal dominant olarak kalıtılan, 80’den fazla mutasyonun neden
olduğu hetorojen bir bozukluktur. Genel olarak AT III’deki mutasyonlar iki tip
defekte yol açmaktadır. Tip I en sık görülür, yapısal olarak normal olan AT III
moleküllerinin azalmış yapımı söz konusudur. Bu gruptaki tromboz prevalansı
yaklaşık %60’tır. Tip II eksiklikte AT III’ün fonksiyonel aktivitesinde azalma
vardır, antijen seviyesi normaldir(50).
Antitrombin III eksikliğinin görülme sıklığı, sağlıklı kişilerde, çeşitli çalışmalarda
1/600 ile 1/5000 arasında bildirilmektedir(51). Antitrombin III eksikliği kalıtsal
trombofilik hastalıkların en trombojenik olanıdır ve hastalar hayat boyu %50’den
fazla oranda tromboembolik olay geçirme riski altındadır (52). Venöz
tromboembolilerin %2 ile %6’ sından sorumludur. ATIII eksikliği olanların %85’
inde 50 yaşına kadar tromboemboli gözlenir (53). Akkiz AT III eksikliği durumu
34
azalmış sentezle ilişkili olabilir(siroz, nefrotik sendrom), ilaç tedavisine sekonder
olabilir(L-asparaginaz) veya DİK(travma, sepsis, şok) gibi hastalıklarla,
preeklampsi ve malinitelerle ilişkili olabilir.
Protein C eksikliği
Protein C vitamin K’ ya bağlı 62kD molekül ağırlıklı bir glikoproteindir.
Karaciğerde sentezlenir ve yarı ömrü 6-8 saattir(54,55,56). Protein C doğal bir
antikoagulan olup Faktör Va ve VIIIa’yı inhibe eder. Diğer bir doğal antikoagulan
olan Protein S varlığında bu işlem son derece hızlanmakta ve kolaylaşmaktadır.
Trombinin trombomoduline bağlanması PC aktivasyonuna neden olur (56). Aktive
olmuş protein C’nin temel kofaktörü, 69 kD molekül ağırlıklı vitamin K’ya bağımlı
bir glikoprotein olan Protein S’tir. Karaciğer tarafından sentezlenir ve yarı ömrü 42
saattir (57). Protein C sistemi genetik bozuklukları otozomal dominant olarak geçer
(58). Protein C eksikliği görülme sıklığı sağlıklı kişilerde 1/200 ile 1/36000 gibi
değişik oranlarda bildirilmiştir (59). Venöz tromboembolilerin %3’ ünden
sorumludur. Protein C eksikliği olanların %75’ inde 60 yaşına kadar
tromboembolik bir olay gözlenir (60,61). Her ne kadar gebelikte birçok
koagulasyon faktörünün seviyesi değişiyor olsa da, fonksiyonel ve antijenik protein
C seviyelerinde değişme olmaz(62).
Protein S eksikliği
Protein S, Temel olarak karaciğer tarafından, daha az miktarlarda endotel ve
megakaryositler tarafından sentezlenir ve yarı ömrü 42 saattir (57). Aktif Faktör V
ve VIII’in yıkımında ve fibrinoliziste Protein C’nin kofaktörü olarak görev alır.
Protein S dolaşımda iki formda bulunur: serbest protein S(%30-40) ve protein bağlı
form. Sadece serbest protein S kofaktör olarak görev yapabilir. Gebelik sırasında
serbest protein S normal değerlerin %50’si kadar azalma gösterir ve bu düşüş ikinci
trimesterde görülür. Protein S düzeylerindeki bu düşüş doğal antikoagulan olan
35
protein C sisteminin fonksiyonunda azalma ile sonuçlanır(63). Venöz
tromboembolilerin %2’sinden sorumludur. Protein S eksikliği olanların %70’ inde
60 yaşına kadar tromboemboli gözlenir. Protein C ve Protein S ile ilgili tromboza
eğilimi arttıran 170’in üzerinde mutasyon tanımlanmıştır. Protein C ve Protein S ile
ilgili bozukluklar birlikte rastgele populasyonlarda %5, seçilmiş populasyonlarda
%15 kadar oranlarda tromboz etyolojisinde saptanmıştır (35).
Aktive Olmuş Protein C Rezistansı
Aktive olmuş protein C rezistansı(APCR) ilk olarak 1993 yılında
tanımlanmıştır (64). Faktör V, protrombinin trombine dönüşmesini sağlayan ve
böylece hemostazda yer alan önemli bir kofaktördür. Aktive protein C ise, Faktör
V’i inaktive edip antikoagulan etki göstererek bu süreçte rol oynar. Aktive protein
C rezistansı (APCR) bir plazma örneğinin APC’ye azalmış antikoagülasyon cevap
göstermesiyle tanımlanır ve protein C yolundaki pek çok anomaliye bağlı olabilir.
Bu anomaliler defektif APC kofaktörleri, defektif APC substratları veya normal bir
protein C yoluna karşı oluşmuş antikor veya diğer ajanlardan kaynaklanabilir.
APC’ye karşı dirençle ilgili kalıtımın otozomal dominant olduğu belirtilmiştir (65).
Faktör V, plazma yarı ömrü 12 saat (bazılarına göre 36 saat) olan büyük bir
glikoproteindir. F V geni ise, kromozom 1q21-q25’te olup, 70 kb uzunluğunda, ve
25 ekzon içermektedir. Bu gen lökosit adhezyon moleküllerinden selektin genlerine
oldukça yakındır. İçerdiği 3 adet A domaini belirgin olarak seruloplazmine
homolog iken, C domainleri yağ globül proteinlerine homologdur. C2 domaini lipid
membranlara bağlanmada rol alır. A ve C domainleri % 40 oranında F VIII’inkilere
homolog olmalarına rağmen bu iki faktörün B domainleri arasında çok az homoloji
olup, bu domainin F-V’in trombin tarafından aktivasyonunu kolaylaştırdığı
bilinmektedir. FV’in asidik bölgeleri ise, yüksek oranda aspartat ve glutamin
rezidüleri içermekte olup, trombinle etkileşimi sağlamaktan sorumludurlar (65).
Faktör V geninde var olan 1691. (G�G) pozisyonundaki nokta mutasyonu (leiden
36
mutasyonu) neticesinde 506. pozisyonundaki arjinin aminoasidi yerine glutamin
aminoasidi gelmektedir. Mutant faktör V, normaline göre on kat daha yavaş
inaktive olmakta, dolaşımda daha uzun süre kalmaktadır. Bu da daha fazla trombin
üretilmesine ve protrombin fragmanlarından faktör XII nin ve aktive olmuş
koagulasyon faktörlerinin artışını yansıtan hafif hiperkoagulasyona neden
olmaktadır. Bu durum, faktör V molekülüne, APC’nin proteolitik inaktivasyonuna
karşı direnç kazandırmakta ve bunun neticesinde bu mutasyonu taşıyan bireyler
venöz tromboza eğilimli hale gelmektedir(66,67). Faktör V leiden mutasyonu
insidansı toplumlar ve ırklar arası farklılık göstermektedir. Avrupa populasyonunda
% 4-5 oranında mutasyon saptanmıştır. Ülkemiz ise mutasyonun sık görüldüğü
yerler arasındadır ve insidans % 9.1 civarındadır(68).
Gebelik ve lohusalık, kadınlarda maternal ölümün başlıca nedenlerinden biri
olan venöz tromboza eğilime neden olmaktadır (69). Artan riskin nedenleri belirsiz
olmakla beraber gebelik, hemostazı indükleyici sebepler ile bağlantılı olabilir.
Yapılan bir çalışmada kontrol grubunda % 4.3 ilk trimester düşüğü olanlarda % 5.7
bulunurken ikinci trimester kaybı olanlarda faktör V Leiden mutasyonu insidansı%
20 olarak anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (70). Yapılan çalışmalarda kalıtsal
risk faktörleri ile preeklampsi, açıklanamayan tekrarlayan fetus kaybı, plasenta
dekolmanı, intrauterin gelişme geriliği gibi komplikasyonlu gebelikler arasında bir
ilişki olduğu tespit edilmiştir (71,72,73). Prochazka ve ark. abruptio plasenta
olgularında, sağlıklı gebelere benzer oranda faktör V Leiden mutasyonu
saptamışlardır (74).
Hiperhomosisteinemi
Homosistein tamamen esansiyel aminoasit olan metiyoninden üretilir.
Normal şartlar altında ya hemen metiyonine ya da sisteine dönüştürülür.
Hiperhomosisteinemi tanısı için açlık homosistein düzeyi veya daha zor bir test
37
olan metiyonin yükleme testi kullanılmaktadır(75). Metiyonin yükleme testi
özellikle gebelerde akut hiperhomosisteineminin endotel hasarı yapıcı etkisi olduğu
için dikkatle yapılmalıdır(76). Kalıtsal hiperhomosisteinemi metiyonin homosistein
metabolizmasındaki defektten kaynaklanır ve folat, vitamin B6 ve vitamin B12
eksiklikleri ve metotreksat gibi ajanlardan da olumsuz etkilenir.
Hiperhomosisteinemi otozomal resesif bir bozukluktur. Sistatyon sentetaz ya da
metilentetrahidrofolat redüktaz enzimi eksikliğinde görülür ve erken ateroskleroz
ve erken rekürren venöz trombozla karakterlidir(77). Homosistein
metabolizmasında mutasyonu olan gebelerin fetuslarında iki kat artmış nöral tüp
defekti riski vardır(78). Bu hastalarda aynı zamanda 17 hafta öncesi tekrarlayan
fetal kayıpların kontrol grubuna göre 2-3 kat fazla görüldüğü bildirilmektedir(79).
Preeklampsi, plasenta dekolmanı, intrauterin gelişme geriliği gibi komplikasyonlu
gebeliklerin bu hasta grubunda daha sık gözlendiği bildirilmiştir(80,81).
Son çalışmalar, homosistein plazma düzeyinin belirlenmesinde,
metabolizmasında görevli enzimleri kodlayan genlerin polimorfizmlerinin önemine
işaret etmektedir. Polimorfizminin sık görüldüğü yayınlarda belirtilen MTHFR
geninin 677. nükleotidindeki sitozin-timin (C-T;C677T) değişikliği serum folat
düzeylerinde düşüklüğe ve bu yüzden homosistein düzeyinde artışa neden
olabilmektedir (82).
Metilentetrahidrofolat redüktaz C677T polimorfizmi
MTHFR geni 1. kromozom kısa kolunun 363. bölgesinde yer alır. Genin
toplam büyüklüğü 1980 baz çifti, tahmini molekül ağırlığı 74,6 kDa’dur. Enzim,
5,10-metlentetrahidrofolat’ı 5- metiltetrahidrofolat’a dönüştürmede görevlidir.
MTHFR enzim etkinliğinin düşük olduğu iki ayrı genetik polimorfizm
saptanmıştır. 1995 yılında Frosst ve arkadaşları MTHFR geninin 4. ekzonunda,
enzimin folat bağlanma yerini kodlayan dizide tespit edilmiştir (C677T).
38
Homozigot bireylerde etkinliğin normal bireylere göre % 35 azaldığı belirtilmiştir.
Aynı düzeyde olmasa da, heterozigot bireylerde de enzim etkinliği azalmakta,
dolayısıyla homosistein düzeyi yükselmektedir (83). MTHFR C677T
mutasyonunun toplumda görülme sıklığı % 12 olarak bildirilmektedir (84).
Türkiye’de yapılan çalışmalarda sağlıklı bireylerde homozigot mutant oranı % 5,
heterozigot mutasyon oranı ise % 35 olarak bildirilmiştir (85).
Protrombin gen mutasyonu
Protrombin K-vitamini bağımlı ve karaciğerde sentezlenen bir
glikoproteindir. 1996’da Poort ve ark protrombin geninin 3’-untranslated
bölgesindeki “G20210A”polimorfizmini tanımlamışlar ve bunun plazmada artmış
PT düzeyleri ve tromboza eğilimle birlikte olduğunu belirtmişlerdir.
Protrombin trombinin öncü molekülüdür ve 11. kromozomun uzun kolundaki bir
genle kodlanmıştır. Artmış tromboz riski ile ilgili olarak protrombin geninde bir
mutasyon saptanmıştır. Bu nokta mutasyon seçilmiş hastalarda (aile hikayesi olan
fakat diğer bilinen trombofili etkenleri ekarte edilen) hastalarda %18 sıklığında,
kendisinde tromboz olanların %6’sında ve normal populasyonun da %2’sinde
saptanmıştır (86).
Protrombin FXa/Va kompleksi tarafından 271. ve 320. pozisyonlardan
kesilir. Böylece katalitik domain olan “trombin” ve plazma protrombin
aktivasyonunun bir belirteci olan “protrombin fragman 1.2” oluşur. Trombin daha
önce bahsedildiği gibi fibrinojenin fibrine dönüşümünü katalizler; FV, VIII, XI,
XIII ve trombositleri aktive eder (şekil 3). Ayrıca trombomoduline bağlanarak
protein C’yi aktive eder (87). Kupherminc ve ark yaptıkları bir çalışmada
komplikasyonlu gebelerin % 13’ünde protrombin G20210A mutasyon taşıyıcılığı
saptanırken kontrol grubunda taşıyıcılık % 3.2 dir. IUGG ve abruptio plasenta da
anlamlı olarak daha sık bulunmuştur (88).Rey ve ark, Many ve ark, ve Haliloğlu 3.
39
trimester intrauterin fetal ölüm olgularında, protrombin gen mutasyonunu anlamlı
olarak artmış bulmuşlar (89-91).
Trombomodulin gen mutasyonu
Trombomodulin trombinin endotelyal hücre reseptörüdür. Trombine bağlı
protein C aktivasyonunu hızlandırmakta, AT III ile trombini inhibe etmekte ve
trombosit aktivasyonu gibi prokoagulan aktiviteye sahiptir. Trombomodulin gen
mutasyonun insanda tromboza eğilim yaratan bir olay oluğu düşünülmektedir(92).
40
3
41
AMAÇ Ağır preeklamptik hastalarda trombofilik genetik belirteçlerden olduğu
bilinen MTHFR C677T polimorfizmi, Faktör V Leiden mutasyonu ve Protrombin
gen mutasyonu varlığını incelemek, normal gebelerdeki ekspresyonları ile
karşılaştırmak ve ağır preeklamptik hasta grubu içerisinde bu genlerin
ekspresyonlarına bağlı klinik farklılıkları ortaya koymak amacıyla bu çalışmayı
dizayn ettik.
YÖNTEM VE GEREÇLER 01 Ocak 2005 ve 31 Aralık 2007 tarihleri arasında T.C.S.B. İstanbul Şişli
Etfal Eğitim Araştırma Hastanesi 2.Kadın Hastalıkları ve Doğum Kliniği’ne
başvuran ve ACOG 2002 kriterlerine göre ağır preeklampsi tanısı konarak tedavisi
yapılan 75 gebe çalışmaya dahil edildi. Bilinen hipertansiyon hikayesi olmayan ve
herhangi bir kronik hastalığı olmayan sağlıklı 100 gebe de kontrol grubu olarak
oluşturuldu. Olguların tamamından post-partum dönemde 5ml kan alınarak
EDTA’lı tüplere kondu ve genetik laboratuara gönderildi. DNA izolasyonu NaCl
DNA-ekstraksiyonu yöntemi ile yapıldı. Adı geçen mutasyonlara ait hedef gen
bölgeleri, uygun oligonükleotidler kullanılarak polimeraz zincir reaksiyonu (PCR)
yöntemi ile çoğaltıldı. Faktör V Leiden (FVL), MTHFR677C>T ve
protrombin20210G>A mutasyonları gen bögelerine ait PCR ürünleri, sırası ile
MnlI, HinfI ve HindIII restriksiyon enzimleri ile 37 ºC'de kesime uğratıldı ve DNA
bantları % 12 (29:1) ve %6 (19:1) poliakrilamit jellerde 150 V'ta 60 dakika
elektroforez edildi. Bant boyları moleküler ağırlığı bilinen promega firmasına ait
ticari HinfΦ-DNA markırı kullanılarak incelendi. Çalışmada elde edilen bulgular
değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social
Sciences) for Windows 15.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri
42
değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma)
yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren
parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında student t testi kullanıldı.
Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi ve Fisher’s Exact Ki-Kare
testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde
değerlendirildi.
BULGULAR Çalışma 01 Ocak 2005 ve 31 Aralık 2007 tarihleri arasında Şişli Etfal Eğitim
ve Araştırma Hastanesi 2.Kadın Hastalıkları ve Doğum servisinde toplam 75
çalışma ve 100 kontrol grubu olmak üzere toplam 175 olgu üzerinde yapılmıştır.
Olguların yaş ortalamaları çalışma grubunda 27,36±5,75; kontrol grubunda ise
27,36±5,83’dür.
Tablo 1: Gruplara göre annenin demografik özelliklerin değerlendirmesi
Grup
pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
Ort±SD Ort±SD
����Yaş 27,36 ± 5,75 27,36 ± 5,83 0,812
����Meslek Çalışmayan 72 (%96,0) 90 (%90,0)
0,117 Çalışan 3 (%4,0) 10 (%10,0)
����Medeni
durum
Bekar 4 (%5,3) 5 (%5,0) 0,921
Evli 71 (%94,7) 95 (%95,0)
Akraba evliliği 7 (%9,3) 4 (%4,0) 0,150
Ailede hipertansiyon 54 (%72,0) 20 (%20,0) 0,001** � Student t test �: Ki kare test
**p<0,01
43
Grupların yaş dağılımları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
görülmemektedir (p>0,05).Eğitim durumuna göre gruplar arasında ise istatistiksel
olarak anlamlı farklılık görülmemiştir (p>0,05). Meslek durumuna göre gruplar
arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). Medeni
duruma göre de gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
görülmemektedir (p>0,05). Akraba evliliği durumuna göre gruplar arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemektedir (p>0,05). Ailede
hipertansiyon görülme oranı ise çalışma grubu olguların ileri düzeyde anlamlı
yüksek olarak saptanmıştır (p<0,01).
Tablo 2: Gravida, parite ve doğum şekline göre grupların değerlendirmesi
Grup
pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
n (%) n (%)
����Gravida;
Medyan (%25-%75 perc) 2 (1-3) 2 (1-2) 0,516
����Parite;
Medyan (%25-%75 perc) 1 (1-2) 2 (1-3) 0,312
����Doğum şekli
Normal doğum 21 (%28,0) 85 (%85,0)
Sezeryan 51 (%68,0) 15 (%15,0) 0,001**
Vakum 3 (%4,0) 0 � : Mann Whitney U test
� : Ki kare test **p<0,01
Grupların gravida ve pariteleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
görülmemektedir (p>0,05). Doğum şekline göre ise gruplar arasında istatistiksel
olarak ileri düzeyde anlamlı farklılık görülmektedir (p<0,01).
44
0%
20%
40%
60%
80%
100%
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Doğum Şekli
Normal doğum Sezeryan Diğer doğum
Şekil 4: Doğum şekline göre grupların dağılımı
Tablo 3 : Bebek özelliklerine göre değerlendirmeler
Gruplar
pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
n (%) n (%)
����Cinsiyet Erkek 38 (%50,7) 60 (%60,0)
0,218 Kız 37 (%49,3) 40 (%40,0)
Ort±SD Ort±SD
����Kilo 2463 ± 897 3375 ± 183 0,001**
����Boy 45,4 ± 5,2 49,6 ± 3,4 0,001**
����APGAR 7,02 ± 2,1 8,9 ±1,1 0,001**
����Gestasyon haftası 35,7±3,6 37,8±3,2 0,003**
� : Student t test �Ki kare test
**p<0,01
45
Çocukların cinsiyetleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
görülmemektedir (p>0,05). Kilo ölçümleri ise çalışma grubu olgularında anlamlı
düzeyde düşük olarak saptanmıştır (p<0,01). Boy ölçümleri yine çalışma grubu
olgularında anlamlı düzeyde düşük olarak saptanmıştır (p<0,01). Apgar skorları
çalışma grubu olgularında anlamlı düzeyde düşük olarak saptanmıştır (p<0,01).
Gestasyon haftaları yine çalışma grubu olgularında anlamlı düzeyde düşük olarak
saptanmıştır (p<0,01).
0
500
1000
1500
2000
2500
3000
3500
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Kilo Dağılımı (gr)
ortalama
Şekil 5: Doğum kilolarına göre grupların dağılımı
46
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
50
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Boy Dağılımı
ortalama
Şekil 6: Boy ölçümlerine göre grupların dağılımı
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
APGAR Skoru
ortama
Şekil 7: Apgar skorlarının gruplara göre dağılımı
47
0
5
10
15
20
25
30
35
40
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Gestasyon Haftası
ortalama
Şekil 8: Gestasyon haftalarının gruplara göre dağılımı
Tablo 4: Gruplara göre ölü doğum, ablasyon, eklampsi ve preelampsi öyküsü
değerlendirmeleri
Gruplar
����pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
n (%) n (%)
Ölü Doğum 3 (%4,0) 1 (%1,0) 0,315
Ablasyon 6 (%8,0) 0 (%0,0) 0,006**
Eklampsi 8 (%10,7) 0 (%0,0) 0,001**
Preeklampsi öyküsü 16 (%21,3) 0 (%0,0) 0,001**
���� Ki kare test **p<0,01
48
Gruplara göre ölü doğum oranları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık
görülmezken (p>0,05); ablasyon görülme oranı çalışma grubu olgularında
istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksektir (p<0,01). Eklamptik olanlar ya
da preeklampsi öyküsü olanlar kontrol grubuna dahil edilmemiştir.
0
5
10
15
20
25
Ölü Doğum Ablasyon Eklampsi Preeklampsi öyküsü
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
oran (%)
Şekil 9: Gruplara göre ölü doğum, ablasyon, eklampsi ve preelampsi öyküsü dağılımı
Tablo 5: Grupların sistolik ve diyastolik tansiyon ölçümlerine göre dağılımı
Gruplar
����pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
Ort±SD Ort±SD
SKB 168,6 ± 18,3 100 ± 10 0,001**
DKB 116,2 ± 11,4 70 ± 10 0,001**
� : student t test **p<0,01
49
Çalışma grubu olgularının sistolik arter ve diyastolik arter basınçları kontrol
grubuna göre istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p<0,01).
0
20
40
60
80
100
120
140
160
180
SKB DKB
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
ortalama
Şekil 10: Sistolik ve diyastolik tansiyon ölçümlerine göre değerlendirmeler
Gruplara göre hemoglobin düzeyleri ve hematokrit düzeyleri arasında istatistiksel
olarak anlamlı farklılık görülmezken (p>0,05); platelet ölçümleri çalışma grubu
olgularında anlamlı düzeyde düşük olarak saptanmıştır (p<0,01). SGOT ve SGPT
ölçümleri de çalışma grubu olgularında anlamlı düzeyde yüksektir (p:0,019;
p:0,001). (tablo 6)
50
Tablo 6. Biyokimyasal parametrelerin gruplara göre değerlendirmesi
Grup
����pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
Ort±SD Ort±SD
Hgb 11,1 ± 1,9 11,5 ± 2,1 0,525
Hct 33,4 ± 5,2 34,5 ± 6,2 0,641
Plt 192786,6±76236,1 250000±33000 0,001**
SGOT 36,7 6± 24,4 19,1 ± 6,3 0,019*
SGPT 29,7 ± 27,8 16,0 ± 6,1 0,001**
Üre 23,8 ± 9,2 20,2 ± 5,2 0,012*
Kre 0,97 ± 1,2 0,7 ± 0,2 0,455
Ürik Asit 5,6 ± 1,7 3,8 ± 1,2 0,001**
LDH 408,0 ± 185,8 315,0 ± 50,3 0,005**
Albumin 3,06 ± 0,4 4,3 ± 1,2 0,008**
� : student t test *p<0,05 **p<0,01
.
51
0
50000
100000
150000
200000
250000
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Platelet Ölçümleri
ortalama
Şekil 11: Gruplara göre platelet ölçümleri dağılımı
0
5
10
15
20
25
30
35
40
SGOT SGPT
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
ortalama
Şekil 12: Gruplara göre SGOT ve SGPT ölçümleri dağılımı
52
Üre düzeyi çalışma grubu olgularında anlamlı yüksektir (p<0,05); kreatinin
düzeyleri ise gruplara göre anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
18
19
20
21
22
23
24
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Üre Düzeyleri
ortalama
Şekil 13: Gruplara göre üre ölçümleri dağılımı
0
0,1
0,2
0,3
0,4
0,5
0,6
0,7
0,8
0,9
1
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Kreatinin Düzeyleri
ortalama
Şekil 14: Gruplara göre kreatinin ölçümleri dağılımı
53
Ürik asit düzeyleri yine çalışma grubu olgularda anlamlı düzeyde yüksektir
(p<0,01); LDH düzeyleri de çalışma grubu olgularında ileri düzeyde anlamlı
yüksek olarak saptanmıştır (p<0,01); Albümin düzeyleri ise çalışma grubu
olgularında ileri düzeyde anlamlı düşük olarak saptanmıştır (p<0,01)
0
1
2
3
4
5
6
Ürik Asit Albumin
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
ortalama
Şekil 15: Gruplara göre ürik asit ve albümin ölçümleri dağılımı
0
50
100
150
200
250
300
350
400
450
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
LDH
ortalama
Şekil 16: Gruplara göre LDH ölçümleri dağılımı
54
Tablo 7. Biyokimyasal parametrelerin gruplara göre değerlendirmesi
Gruplar
����pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
Ort±SD Ort±SD
Total protein 6,02 ± 0,72 7,7 ± 2,1 0,001**
Kreatin klirensi 110,4 ± 38,2 122,1 ± 18,3 0,045*
INR 0,92 ± 0,13 0,85 ± 0,05 0,016*
aPTT 26,6 ± 2,6 24,3 ± 1,8 0,005**
Fibrinojen 461,2 ± 113,0 400,1 ± 80,0 0,014*
� : Student t test *p<0,05 **p<0,01
Total protein ölçümleri çalışma grubu olgularında istatistiksel olarak ileri
düzeyde anlamlı düşük olarak saptanmıştır (p<0,01).
0
1
2
3
4
5
6
7
8
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Total Protein
ortalama
Şekil 17: Gruplara göre total protein ölçümleri dağılımı
55
Kreatinin klirensi ölçümleri çalışma grubu olgularında istatistiksel olarak anlamlı
düzeyde düşük olarak saptanmıştır (p<0,05).
50
60
70
80
90
100
110
120
130
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Kreatin Klirensin
ortalama
Şekil 18: Gruplara göre kreatinin klirensin ölçümleri dağılımı
INR ölçümleri çalışma grubu olgularında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
yüksek olarak saptanmıştır (p<0,05).
0,8
0,82
0,84
0,86
0,88
0,9
0,92
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
INR Ölçümleri
ortalama
Şekil 19: Gruplara göre INR ölçümleri dağılımı
56
aPTT ölçümleri çalışma grubu olgularında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı
yüksek olarak saptanmıştır (p<0,01).
10
12
14
16
18
20
22
24
26
28
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
aPTT Ölçümleri
ortalama
Şekil 20: Gruplara göre aPTT ölçümleri dağılımı
Fibrinojen ölçümleri de çalışma grubu olgularında istatistiksel olarak ileri düzeyde
anlamlı yüksek olarak saptanmıştır (p<0,01).
200
250
300
350
400
450
500
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
Fibrinojen Ölçümleri
ortalama
Şekil 21: Gruplara göre fibrinojen ölçümleri dağılımı
57
Şekil 22. PCR ürünleri ve kesim ürünleri.
(A) FVL mutasyonu gen bölgesine ait PCR ürünleri 1:homozigot mutant, 2:homozigot normal, 3:heterozigot mutant,4:kesilmemiş PCR ürünü, 5:blank (B) MTHFR677C>T mutasyonu gen bölgesine ait PCR ürünleri 1:homozigot mutant, 2:homozigot normal, 3:heterozigot mutant, 4:kesilmemiş PCR ürünü, 5:blank. (C) Protrombin20210G>A mutasyonu gen bölgesine ait PCR ürünleri 1:homozigot mutant, 2:homozigot normal, 3:heterozigot mutant, 4:kesilmemiş PCR ürünü, 5:blank
Tablo 8: Gruplara göre MTHFR Homozigot, heterozigot ve komplikasyon
değerlendirmesi
Grup
����pÇalışma Gr.
(n=75)
Kontrol Gr.
(n=100)
n (%) n (%)
MTHFR Homozigot 7 (%9,3) 2 (%2,0) 0,088
MTHFR Heterozigot 35 (%46,7) 32 (%32,0) 0,155
F V homozigot 2 (%2,7) 2 (%2,0) 1,000
F V heterozigot 21 (%28,0) 2 (%2,0) 0,001**
Protrombin Gen 2 (%4,0) 0 0,182
Komplikasyon 34 (%45,3) 1 (%1,0) 0,001**
� : Ki kare test **p<0,01
58
MTHFR homozigot oranları kontrol grubu olgularda istatistiksel olarak
anlamlı düzeyde yüksek olarak saptanmıştır (p<0,01). MTHFR heterozigot
görülme oranları ise gruplara göre anlamlı farklılık göstermemektedir
(p>0,05). FV homozigot oranları gruplara göre istatistiksel olarak anlamlı
farklılık göstermezken (p>0,05); FV heterozigot oranları ise çalışma grubu
olgularında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı bulunmuştur (p<0,01).
Protrombin gen görülme oranları yine gruplara göre anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0,05). Komplikasyon görülme oranları çalışma grubu
olguların istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı yüksek olarak saptanmıştır
(p<0,01).
0
5
10
15
20
25
30
35
40
45
50
MTHFR Homozigot MTHFR Heterozigot
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
oran (%)
Şekil 23: Gruplara göre MTHFR Homozigot ve heterozigot ölçümleri dağılımı
59
0
5
10
15
20
25
30
F V homozigot F V heterozigot
Çalışma Gr. Kontrol Gr.
oran (%)
Şekil 24: Gruplara göre FV Homozigot ve heterozigot ölçümleri dağılımı
Bebeklerin doğum ağırlıkları ve doğum boyları MTHFR Homozigot
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir
(p>0,05). Apgar skorları ve gebelik haftaları da MTHFR homozigot
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir
(p>0,05). Biyokimyasal ölçümlerden hemoglobin, hematokrit; platelet,
SGOT ve SGPT ölçümleri de MTHFR homozigot durumuna göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).(tablo 9)
Doğum şekli; ablasyon görülme oranları; eklampsi ve preeklampsi
görülme oranları ile komplikasyon görülme oranları da MTHFR homozigot
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir
(p>0,05).(tablo 9)
60
Tablo 9 : Çalışma grubu olgularda MTHFR homozigot ve heterozigot durumuna göre değerlendirmeler Grup
MTHFR Homozigot MTHFR HeterozigotPozitif (n=7) Negatif (n=68)
••••pPozitif (n=35) Negatif (n=40)
••••••••pOrt±SD (medyan) Ort±SD (medyan) Ort±SD Ort±SD
Doğum ağırlığı2017,1 ± 846,1
(2000)2508,9±895,4
(2650)0,135 2373,5±887,4 2373,5±887,4 0,359
Boy 43,14±6,44 (45,0) 45,64±5,11 (47,0) 0,207 45,8±5,0 15,0±5,49 0554Apgar skoru 4,85±3,76 (7,0) 7,25±1,79 (8,0) 0,071 7,35±1,55 (8,0) 6,72±2,52 (8,0) ••••0,461Gebelik haftası 34,0±3,95 (35,0) 35,9±3,6 (36,0) 0,122 36,1±3,67 35,4±3,65 0,384Hgb 11,3 ± 1,4 (11,6) 11,1 ± 2,0 (11,4) 0,834 10,8±2,06 11,36±1,92 0,260Hct 33,7 ± 3,8 (34) 33,4 ± 5,3 (34,2) 0,884 32,7±5,47 34,08±5,0 0268
Plt200000±85767
(195000)192044±75857
(199000)0,899 183457,1±82782 200950±70049 0,325
SGOT 23,00±7,59 (23) 38,17±35,86 (25) 0,320 44,8±45,3 (25) 29,7±18,9 (25) ••••0,803SGPT 15,42±9,14 (10) 31,17±39,4 (15,5) 0,229 39,4±50,7 (16) 21,2±17,7 (15) ••••0,460
n(%) n(%) ♦♦♦♦p n(%) n(%) ♦♦♦♦p
D.ŞekliNormal 2 (%28,6) 19 (%27,9)
0,9729 (%25,7) 12 (%30,0)
0,680Sezaryen 5 (%71,4) 49 (%72,1) 26 (%74,3) 28 (%70,0)
Ablasyon 0 6 (%8,8) 0,413 5 (%14,3) 1 (%2,5) 0,091Eklampsi 0 8 (%11,8) 0,337 5 (%14,3) 3 (%7,5) 0,461Preeklampsi öyküsü 1 (%14,3) 15 (%22,1) 0,633 9 (%25,7) 7 (%17,5) 0,368Komplikasyon 1 (%14,3) 33 (%48,5) 0,119 19 (%54,3) 15 (%37,5) 0,145• Mann Whitney U test •• : student t test♦Ki kare gerektiğinde Fisher’s exact test
61
Bebeklerin doğum ağırlıkları ve doğum boyları MTHFR Heterozigot
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Apgar skorları ve gebelik haftaları da MTHFR heterozigot durumuna göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). Biyokimyasal
ölçümlerden hemoglobin, hematokrit; platelet, SGOT ve SGPT ölçümleri de
MTHFR heterozigot durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık
göstermemektedir (p>0,05).(tablo 9)
Doğum şekli MTHFR heterozigot durumuna göre istatistiksel olarak
anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05); ablasyon görülme oranları; eklampsi
ve preeklampsi görülme oranları ile komplikasyon görülme oranları da MTHFR
heterozigot pozitif olgularda daha yüksek oranda görülmesine rağmen istatistiksel
olarak anlamlı değildir (p>0,05). (tablo 9)
Bebeklerin doğum ağırlıkları ve doğum boyları FV Heterozigot durumuna
göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). (tablo 10)
Apgar skorları ve gebelik haftaları da FV heterozigot durumuna göre istatistiksel
olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05). Biyokimyasal ölçümlerden
hemoglobin, hematokrit; platelet, SGOT ve SGPT ölçümleri de FV heterozigot
durumuna göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05).
Doğum şekli; ablasyon görülme oranları; eklampsi ve preeklampsi görülme
oranları ile komplikasyon görülme oranları da FV heterozigot durumuna göre
istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0,05) (tablo 10).
62
Tablo 10 : Çalışma grubu olgularda FV heterozigot durumuna göre değerlendirmeler
FV Heterozigot
Pozitif (n=21) Negatif (n=54 ••••••••p
Ort±SD (medyan) Ort±SD (medyan)
Doğum ağırlığı 2460,9±1056,3 2463,8±838,1 0,135
Boy 44,8±6,03 45,64±4,9 0,207
Apgar skoru 6,95±2,15 (8,0) 7,05±2,14 (8,0) ••••0,769
Gebelik haftası 35,5±4,2 35,8±3,4 0,122
Hgb 11,7 ± 2,6 11,3 ± 1,8 0,834
Hct 33,8 ± 6,02 33,2 ± 4,94 0,884
Plt 189952±78988 193888±75867 0,899
SGOT 31,7±23,4 (24) 38,7±37,9 (25) ••••0,800
SGPT 25,8±23,3 (18) 31,02±42,3 (15,0) ••••0,741
n(%) n(%) ♦♦♦♦p
D.Şekli Normal 6 (%28,6) 15 (%27,8)
0,945 Sezaryen 15 (%71,4) 39 (%72,2)
Ablasyon 1 (%4,8) 5 (%9,3) 1,000
Eklampsi 1 (%4,8) 8 (%13,0) 0,302
Preeklampsi öyküsü 5 (%23,8) 11 (%23,8) 0,744
Komplikasyon 12 (%57,1) 22 (%40,7) 0,200
• Mann Whitney U test •• : student t test ♦Ki kare gerektiğinde Fisher’s exact test
63
Tablo 11: Çalışma grubu olgularda genlerin dağılımı
n %
Negatif 14 18,67
Protrombin 2 2,67
FV Heterozigot 15 20,00
FV Homozigot 2 2,67
MTHFR Heterozigot 29 38,67
MTHFR Heterozigot+ FV Homozigot 1 1,33
MTHFR Heterozigot+FV Heterozigot 5 6,67
MHFR Homozigot 6 8,00
MTHFR Homozigot+FV Heterozigot 1 1,33
Total 75 100,00
Toplam 75 olgunun % 18,67’sinde tüm genler negatif; % 2,67’sinde
protrombin; % 20’sinde FV heterozigot; % 2,67’sinde FV homozigot; %
38,67’sinde MTHFR heterozigot; % 1,33’ünde MTHFR heterozigot+Protrombin;
%6,67’sinde MTHFR heterozigot+FV heterozigot; % 8’inde MTHFR homozigot
ve %1,33’ünde ise MTHFR homozigot+FV heterozigot görülmektedir.
64
TARTIŞMA Son yıllarda preeklampsinin etiyolojisini araştıran pek çok çalışma yapılmış,
ancak hiçbir çalışma tek başına preeklampsinin nedenini açıklayamamıştır. Bu
çalışmada ağır preeklamptik ve sağlıklı gebelerde hematolojik ve genetik
belirteçleri inceleyerek, ağır preeklampsi ile etiyopatogenetik ilişkiyi araştırmayı
amaçladık. Trombofili ile preeklampsinin birlikteliğinin daha önceki çalışmalarda
gösterilmiş olması nedeniyle bu çalışmada ele aldığımız genetik belirteçlerin
trombofilik faktörlerle ilgili olmasını amaçladık.
Trombofilik faktörleri çalışmak üzere çalışmaya dahil edilen hastaların
demografik özelliklerinin de kayıtlarını tuttuk. Ancak bulgularımıza baktığımızda
preeklamptik ve normal gebe grupları arasında yaş, medeni durum, eğitim, meslek
ve akraba evliliği açısından anlamlı farklılık saptamadık. Bununla beraber ailede
hipertansiyon öyküsüne bakıldığında preeklamptik gebeler lehine ileri derecede
anlamlı bir birliktelik görülmüştür. Bu açıdan bakıldığında preeklampside önemli
faktörün hipertansiyon olmasından ötürü bu bulgu mantıklı bir sonuç olarak
görünmektedir.
Gravida ve parite açısından gruplar arasında anlamlı fark olmamakla birlikte
doğum şekline bakıldığında preeklamptik hastaların %68’inin sezeryanla doğum
yaptığı ve normal gebelerin sadece %15’inin sezaryen doğuma ihtiyaç duyduğu
görülmüştür. Bu durum istatistiksel olarak ileri derecede anlamlı farklı olmasının
yanı sıra ağır preeklamptik hastaların sıklıkla acil sezeryana ihtiyaç duydukları
gerçeğini göstermektedir. Ağır preeklamptik hastaların %28’lik grubun Bishop
skoru ≥ 7 olması ve maternal ve fetal sağlığın stabil olması nedeniyle doğum
normal doğum olarak gerçekleşmiştir.
Bebeklerin özellikleri değerlendirildiğinde cinsiyet dışındaki diğer
parametrelerin ağır preeklampsiden şiddetli bir şekilde etkilendiği görülmektedir.
65
Preeklamptik gebelerin bebeklerinin normal gebelerinkilere oranla yaklaşık 900g
daha düşük doğum ağırlığına sahip, APGAR skorlarının yaklaşık 3 puan düşük,
boylarının yaklaşık 4cm kısa, gestasyonel haftalarının yaklaşık 2 hafta geri olduğu
yani sonuç olarak in uterin dönemde gelişme geriliklerinin olduğu dikkat çekicidir.
Bu durum ağır preeklampside plasental yetmezliğin doğal bir sonucu olarak
yorumlanabilir.
Eklamptik olanlar ya da preeklampsi öyküsü olanlar kontrol grubuna dahil
edilmemiştir. Ağır preeklamptik hastaların %10.7’si eklamptik kriz geçirmiş,
%8’inde de ablasyo plasenta gelişmiştir. Ölü doğum açısından ağır preeklamptik
grupla kontrol grubu arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Bu
noktada ağır preeklamptik hastalarda erken tanı ve doğru yaklaşımın fetal
mortaliteyi azalttığı sonucuna varılabilir.
ACOG kriterlerine(2) uygun olarak ağır preeklamptik hasta grubu
oluşturulduğundan dolayı, hasta grubunda ortalama sistolik değer 168,6 ± 18,3 ve
ortalama diyastolik değer 116,2 ± 11,4 düzeylerinde tespit edilmiştir.
Biyokimyasal özelliklerine göre her iki grup karşılaştırıldığında hemoglobin,
hematokrit ve kreatinin değerleri açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark
görülmemiştir. Ancak ağır preeklamptik hastaların trombosit sayılarının ve albumin
değerlerinin anlamlı ölçüde düştüğü buna karşın karaciğer enzimlerinin, üre, ürik
asit ve LDH değerlerinin anlamlı ölçüde yükseldiğini gördük. Biyokimyasal olarak
da ağır preeklamptik hastalarda hastalığın sistemik etkilerinin maternal ve fetal
sağlığı tehdit edebilecek düzeylerde olabileceği aşikardır. Karaciğerin
etkilenmesine bağlı olarak ağır preeklamptik hastalarda total protein düzeyi
düşmüş, aPTT ve iNR değerleri uzamış ve fibrinojen düzeyi artmıştır. Ayrıca
hastalarda kreatin klirensi azalmıştır. Bu noktaya kadar değerlendirilen
parametreler literatürle uyumlu olarak ağır preeklamptik hastalarda ortak kanı
halini almış tartışmasız bir durumdur.
66
Preeklampsi ile ailesel trombofililer arasındaki ilişki ilk olarak 1995 yılında
Dekker ve arkadaşları tarafından ortaya konulmuştur (38). Kalıtsal trombofililerden
biri olan hiperhomosisteinemi ve ona eşlik eden plazma folat düzeyi düşüklüğü
tablosuna MTHFR genindeki nokta mutasyon sonucu oluşan azalmış MTHFR
aktivitesinin neden olduğunu bildiren yayınlar mevcuttur(93-98). 1999 yılında
Kupferminc ve ark yayınladıkları çalışmalarında MTHFR gen polimorfizminin
preeklamptik gebelerde daha sık olduğunu bildirmişler ve bununla paralellik
gösteren Sohda ve ark ve Grandone ve ark çalışmaları mevcuttur(93-95). Ancak
MTHFR C667T polimorfizmi tüm dünyada farklı dağılım göstermektedir; bu
farklılığın en sık öne sürülen nedeni etnik farklılıklardır. Bununla birlikte
literatürde preeklampsi ile MTHFR gen polimorfizminin alakasız olduğunu
destekleyen çalışmalara da rastlamak mümkündür. Davalos ve ark 2005’te
yayınlanan çalışmalarında Meksika’da preeklamptik gebelerde MTHFR
polimorfizminin kontrol grubundan anlamlı fark göstermediğini görmüşlerdir(99).
Buna paralel başka yayınlara da literatürde rastlamak mümkündür(100-101). Bizim
çalışmamızda da MTHFR C667T polimorfizmi açısından preeklamptik grup ile
kontrol grubu arasında anlamlı fark göremedik. Preeklamptik grubu da kendi içinde
değerlendirdiğimizde MTHFR polimorfizmi gösteren ve göstermeyen gebeler ve
bebekleri arasında homozigot ve heterozigot gruplar içerisinde de istatistiksel
olarak anlamlı fark görmedik. Bu durumda bizim çalışmamıza göre MTHFR
C667T polimorfizmi olan gebelerin ağır preeklampsiye komplike olmaları riskinin
artmadığını, ağır preeklampsi gelişecek olsa dahi gerek bebeğin gerekse gebenin
sağlığını tehdit edici değişiklikler açısından risk teşkil etmediğini söyleyebiliriz.
Kalıtımsal trombofililerden biri olan aktive olmuş protein C
rezistansı(APCR) ilk olarak 1993 yılında tanımlanmıştır (64). Faktör V,
protrombinin trombine dönüşmesini sağlayan ve böylece hemostazda yer alan
önemli bir kofaktördür. Aktive protein C ise, Faktör V’i inaktive edip antikoagulan
67
etki göstererek bu süreçte rol oynar. Aktive protein C rezistansı (APCR) bir plazma
örneğinin APC’ye azalmış antikoagülasyon cevap göstermesiyle tanımlanır ve
protein C yolundaki pek çok anomaliye bağlı olabilir. Bu tablo ile birlikteliği
gösterilmiş olan Faktör V geni 506.pozisyondaki arginin yerine glutamin geçmesi
ile oluşan Leiden mutasyonudur. Trombofilik faktör olarak pek çok çalışmaya konu
olmuş Faktör V Leiden’in preeklampside risk faktörü olduğunu savunan yayınlar
mevcuttur(93,95,102,103). Bizim çalışmamızda Faktör V Leiden homozigot
mutasyonu preeklamptik ve kontrol grubu gebelerde ikişer olguda bulunmuştur.
İstatistiksel olarak anlamlı bir fark olmamakla birlikte Faktör V Leiden
mutasyonuna homozigot olarak nadiren rastlandığı literatürde ortak kanıdır. Faktör
V Leiden heterozigot mutasyonu açısından bizim çalışmamızda preeklamptik
gebelerde ileri derecede anlamlı bir birliktelik gördük; sırasıyla preeklamptiklerde
%28 iken kontrol grubunda %2 oranında tespit ettik(p=0,001). Preeklamptik
gebeleri kendi grubu içinde değerlendirdiğimzde Faktör V Leiden heterozigot
mutasyonu olanlar ile olmayanlar arasında maternal ve fetal morbidite açısından
anlamlı bir fark göremedik. Ülkemizde daha önce yapılmış üç çalışmada Faktör V
Leiden heterozigot mutasyonunun normal popülasyonda görülme sıklığını Deren ve
ark %7.1, Özbek ve ark %9.1 ve Dölek ve ark %3.5 olarak görmüşler.(68,104,105).
Bizim çalışmamızdaki kontrol grubunda heterozigot mutasyon görülme sıklığı
diğer çalışmalardan daha az olmakla birlikte preeklamptik hastalarda 14 kat daha
sık görülmesi bizim çalışmamıza göre de ağır preeklampsi ile Faktör V Leiden
heterozigot mutasyonu arasında kuvvetli bir ilişki olduğu sonucunu göstermiştir.
Protrombin gen mutasyonuna kontrol olgularımızda hiç rastlamadık; buna
karşın preeklamptik gebelerde ise protrombin gen mutasyonu gösteren sadece iki
olgu vardı. Aralarında istatistik değerlendirme yapmak mümkün olmadı.
Protrombin trombinin öncü molekülüdür ve 11. kromozomun uzun kolundaki bir
genle kodlanmıştır. Artmış tromboz riski ile ilgili olarak protrombin geninde bir
68
mutasyon saptanmıştır. Bu nokta mutasyon seçilmiş hastalarda %18 sıklığında,
kendisinde tromboz olanların %6’sında ve normal popülasyonun %2’sinde
saptanmıştır. Bu durumda bizim çalışmamızda protrombin geni mutasyonu ile ilgili
yorum yapabilmek için olgu sayısının daha fazla olması yararlı olacaktı.
Preeklamptik olguların %18,67’sinde çalışılan üç genin mutasyonuna da
rastlanmazken, aynı anda birden fazla mutasyona sahip olanlar preeklamptik
olguların % 9,33’ünü oluşturmaktaydı. Trombofilik faktörlerin birlikteliğinin veya
herbirinin gebeliği komplike etme risklerini inceleyen daha çok olgu ile yapılacak
yeni çalışmalara ihtiyaç vardır.
69
SONUÇ 1-Preeklamptik gebelerde Faktör V Leiden heterozigot rastlanma oranı %28
olarak görüldü ve normal gebelere oranla(%2) istatistiksel olarak ileri derecede
anlamlı bulundu(p<0,01).
2-Faktör V leiden homozigot mutasyonu ve MTHFR geni polimorfizmi
açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı.
3-Protrombin gen mutasyonuna ise sadece 2 preeklamptik gebede rastlandı
4-Preeklamptik grupta normal gebelere göre gebelik komplikasyonlarına daha
sık rastlanmasına rağmen, preeklamptik grup içerisinde trombofilik genetik
belirteçlerin varlığına göre komplikasyonların dağılımında anlamlı bir farklılık
görülmedi.
5- Normal popülasyonda MTHFR heterozigot polimorfizmine sık olarak,
protrombin gen mutasyonuna ise nadir olarak rastlanması nedeniyle trombofilinin
bu genetik belirteçlerinin rutin tarama testi olarak kullanılması ve bunlara dayalı
prognoz değerlendirilmesi doğru ve faydalı görünmemektedir.
70
KAYNAKLAR
1- Miller DA. Hypertension in Pregnancy. Mishell DR, Goodwin M, Brenner
PF ve ark. Management of common problems in Obstetrics and Gynecology.
Fourth edition. Blackwell Publishing, Los Angeles: 2002:112-119
2- ACOG practice bulletin. Diagosis and management of preeclampsia and
eclampsia. Number 33, January 2002. American College of Obstetricians
and Gynecologists. Int J Gynecol Obstet 2002; 77 (1):67-75
3- National High Blood Pressure Education Program Working Group : Report
on High Blood Pressure in Pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1990; 163:
1689
4- Blank SG, Heleth G, Pickering TG et al: How should diastolic blood
pressure be defined during pregnancy. Hypertension 1994; 24:234
5- WHO/MCH/MSM: Safe matherhood. Detecting preeclampsia: a practical
guide, Geneva, 1992: 33-35
6- Cunningham FG, Mac Donald PC, Gant NF, Leveno KJ, Gilstrap LJ,
Hankins GDV, Clark SL. Williams Obstetrics. 21st edition. Connecticut, the
McGraw-Hill 2001:567-609
7- Saftlas AF, Olson DR, Franks AC. Epidemiology of pre-eclampsia in United
States 1979-1986. Am J Obstet Gynecol 1990; 163:460-5.
8- Courtney Reynolds, William C. Mabie, Baha M. Sibai. Hypertensive States
of Pregnancy. Alan H. DeCherney, Lauren Nathan.Current Obstetric and
Gynecology Diagnosis and Treatment. Ninth Edition. Lange/ McGraw
Publishing.2003;19:338-339
9- Branch DW, Porter TF. Hypertensive disorders of pregnancy. In: Scott JR,
DiSaina PJ, Hammond CB, Spellacy WN. Danforth’s Obstetrics
Gynecology. Eighth edition. Philadelphia. Wiiliam Wilkins. 1999:309-326
10-Kumar V, Cotran R S, Robbins S L. Temel Patoloji. 6.Baskı.
71
Çeviri editörü Çevikbaş U. Bölüm 19 Kadın Genital Sistemi ve
Meme. 2000:622-623
11-Reddy U, Witter F. Hypertensive disorders of pregnancy. In:
Lambrou NC, Morse An, Wallach EE(eds). The Johns Hopkins
Manuel of Gynecology and Obstetrics. Philadelphia:Lippincott
Williams and Wilkins, 1999;92.
12-Bauer KA, Lip GYH. Evaluation of the patient with established
venous thrombosis. UpToDate version 15.1, 2007, www.uptodate.com
13-Rutherford SE, Phelan JP. Thromboembolic disease in pregnancy.
Clin. Perinatol 1986;13:719-739
14-Treffers PE, Huidekoper BL, Weenik GH, Kloosterman GJ.
Epidemiological observations of thromboembolic disease during
pregnancy and in the puerperium, in 56,022 women. Int J Gynaecol
Obstet 1983;21:327-31
15-Brenner B, Sarig G, Wainer Z, Younis J, Bluemenfeld Z, Lanir N.
Thrombophilic polymorphisms are common in women with fetal loss
without apparent cause. Thromb Hemostas 82;6-9,1999.
16-Rand JH, Wu X, Andree HAM, Lockwood CJ, Guller S, Scher J,
Harpel PC. Pregnancy loss in the antiphospholipid antibody syndrome
a possible thrombogenic mechanism. N Eng J Med 337:3 154-
160,1997
17-McColl MD, Walker ID, Greer IA. The role of inherited
thrombophilia in venous thromboembolism associated with
pregnancy. Br J Obstet Gynecol 106:756-766,1999
18-Bonnar J. Thromboembolism in Obstetric and Gynecological patients:
Nicolaides AN, ed. Thromboembolism etiology: advances in
prevention and management. Lancaster: Medical and technical
72
Publishing Co; 1975:311
19-Bonnar J. The blood coagulation and fibrinolytic systems in the
newborn and the mother at birth. Br J Obstet Gynecol. 1971;78:355.
20-Phillips LL, Rosano L, Skrodelis V. Changes in factor XI plasma
thromboplastin(antecedent) levels during pregnancy. Am J Obstet
Gynecol 1973;116:1114
21-Fletcher AP, Alkjaersig NK, Burstein R. The influence of pregnancy
upon blood coagulation and plasma fibrinolytic enzyme function. Am
J Obstet Gynecol 1979;134:743
22-McKillop C, Howie PW, Forbes CO, et al. Soluble fibrinogen-fibrin
complexes in preeclampsia. Lancet. 1976;1:56
23-Icoon WW. Epidemiology of venous thromboembolism. Ann Surg
1977;186:149
24-Ikerr MG, Scott DB, Samuel E. Studies of the inferior vena cava in
late pregnancy. Br Med J 1964;1:532
25-Sevitt S. The structure and growth of valve-pocket thrombi in femoral
veins. J Clin Pathol 1974;27:517
26-Letsky EA, Swiet M. Maternal hemostasis coagulation problems of
pregnancy in; Thrombosis and hemorrhage. Loscalzo J, Schafer AI,
Blackwell Scientific publications, 1994:965-998
27-Bick RL, Baker WF. The anti-phospholipid and thrombosis
syndromes. Med Clin North Am 1994;78:667
28-Girling J, Swiet M. Acquired Thrombophilia. Baillere’s Clin Obstet
and Gynecol. 11:3,447-462,1997
29-Walker ID. Management of thrombophilia in pregnancy. Blood
reviews 5:227-233,1991
30-Infante-Rivard C, David M, Gauthier R, Rivar G. Lupus anti-
73
coagulants, anticardiolipin antibodies, and fetal loss. A case control
study. N Eng J Med 1991;325:1063.
31-Lockshin MD. Which patient with antiphospholipid antibody should
be treated and how? Rheum Dis Clin North Am: 1993 19:235-247
32-Kamashta MA, Cuadrado MJ, Mujic F, et al. the management of
thrombosis in the antiphospholipid-antibody syndrome. N Eng J Med
1995: 332-993
33-Lockshin MD. Antiphospholipid antibody syndrome. J Am Med
Societ 1992;268:1451-53
34-Silver RM, Porter TF, van Leeuween I, et al. Anticardiolipin
antibodies: Clinical consequences of low titers. Obstet Gynecol 1996;
87:494-500
35-De Stefano V, Finazzi G, Mannucci PM. Inherited thrombophilia:
pathogenesis, clinical syndromes and management. Blood 1996; 87:
3531-44
36-Giling J, de Swiet M. Inherited thrombophilia and pregnancy. Curr
Opin Obstet Gynecol 1998; 10: 135-44
37-Preston FE, Rosendaal FR, Walker ID et al. Increased fetal loss in
women with heritable thrombophilia. Lancet 1996; 348: 913-6
38-Dekker GA, de Vries JIP, Doelitzch PM. Underlying disorders
associated with severe early onset preeclampsia. Am J Obstet Gynecol
1995; 173: 1042-48
39-Lindoff C, Ingermarsson I, Martinsson G. Preeclampsia is associated
with a reduced response to activated protein C. Am J Obstet Gynecol
74
1997; 176: 457-60
40-Egeberk O. Inherited antithrombin deficiency causing thrombophilia.
Thromb Diath Haemorrh 1965; 13: 516
41-Price DT, Ridker PM. Factor V Leiden mutation and the risks for
thromboembolic disease: A clinical perspective. Ann Intern Med
1997; 127: 895-903.
42-Griffin JH, Evatt B, Wideman C, Fernandez JA. Anticoagulant protein
C pathway defective in majority of thrombophilic patients. Blood
1993; 82-9
43-Koster T, Rosendaal FR, de Ronde H, Briet E, Vandenbroucke JP,
Bertina RM. Venous thrombosis due to poor anticoagulant response to
activated protein C: Leiden Thrombophilia Study. Lancet 1993 ; 342:
1503-11
44-Faioni EM. Franchi F, Asti D, Sacchi E, Bernardi F, Mannucci PM.
Resistance to activated protein C in nine thrombophilic families:
Interference in a protein S functional assay. Thromb Haemost 1993;
70: 1067-71
45-Svensson PJ, Dahlback B. Resistance to activated protein C as a basis
for venous thrombosis. N Engl J Med 1994; 330:517-22
46-Falcon CR, Cattaneo M, Panzeri D, Martinelli I, Mannucci PM. High
prevalence of hyperhomocyst(e)inemia in patients with juvenile
75
venous thrombosis. Arterioscler Thromb 1994; 14: 1080-6
47-Lane DA, Caso R. Antithrombin: Structure, genomic organi-zation,
function and inherited deficiency. In: Tuddenham EGD (Ed): The
Molecular Biology of Coagulation. Bailliere's Clinical Haematology.
London, UK, Bailliere Tindall, 1989; p: 961
48-Bjork I, Danielsson A, Fenton JW, Jornwall H. The site in human
antithrombin for functional proleolytic cleavage by human thrombin.
FEBS Lett 1981; 126: 257
49-Laffan M, Tuddenham E. Inherited thrombophilias. Q J Med 1997;
90: 375-8
50-Kobayashi T. Antithrombin abnormalities and perinatal management.
Curr Drug Targets. 2005 Aug;6(5):559-66.
51-Tait RC, Walker ID, Perry DC, Islam SIAM, Daly ME, McCall F.
Prevalence of antithrombin deficiency in the healty population. Br J
Haematol 1994; 87: 106-12
52-Finazzi G, Caccia R, Barbui T. Different prevalence of
thromboembolism in the subtypes of congenital antithrombin III
deficiency: Review of 404 cases. Thromb Haemost 1987; 58: 1094-9
53-Macik B, Ortel T. Clinical and laboratory evaluation of the
hypercoagulable states. Clin Chest Med 1995; 16: 375-87
54-Kisiel W. Human plasma protein C. Isolation, characterization and
mechanism of activation by alpha-thrombin. J Clin Invest 1979; 64:
76
761-7
55-Epstein DJ, Bergum W, Bajaj SP, Rapaport SI. Radioimmunoassays
for protein C and factor X. Plasma antigen levels in abnormal
hemostatic states. Am J Clin Pathol 1984; 82: 573-7
56-Dahlback B. The protein C anticoagulant system: Inherited defects as
basis for venous thrombosis. Thromb Res 1995; 77: 1
57-D'Angelo A, Vigano-D'Angelo S, Esmon CT, Comp PC. Acquired
deficiencies of protein S. Protein S activity during oral
anticoagulation, liver disease and disseminated intravascular
coagulation. J Clin Invest 1988; 81: 1445-52
58-Ohlin AK, Marlar RA. The first mutation identified in the
thrombomodulin gene in a 45-year-old man presenting with
thromboembolic disease. Blood 1995; 85: 330-7
59-Griffin J, Evatt B, Zimmerman T, Kleiss A, Wideman C. Deficiency of
protein C in congenital thrombotic disease. J Clin Invest 1981; 68:
1370
60-Kikkawa Y. Laboratory work-up of patients with heritable thrombotic
disorders. West J Med 1997; 167: 34-45
61-Cavenagh J, Colvin B. Guidelines for the management of
thrombophilia. Postgrad Med J 1995; 72: 87-94
62-Faught W, Garner PJ, Jones G, Ivey B. Changes in protein C protein S
levels in normal pregnancy. Am J Obstet Gynecol 1995; 72: 147-50
63-Tharakan T, Baxi LV, Diuguid D. Protein S deficiency in pregnancy:
A case report. Am J Obstet Gynecol 1993;168:141.
77
64-Dahlback B, Carlsson M, Svensson P. Familial thrombophilia due to a
previously unrecognized mechanism characterized by poor anti-
coagulant response to activated Protein C: Prediction of a co-factor to
activated Protein C. Proc Natl Acad Sci USA 1993;90:1004-8
65-Griffin JH. Control of coagulation reactions. In: Beutler E, Lichtman
MA, eds. WilliamsHematology. 6th ed. McGraw-Hill, 2000: 1435-49.
66-Beauchamp NJ, Daly ME, Hampton KK, Cooper PC, Preston FE,
Peake IR. High prevalence of mutation in the factor V gene within the
U.K. population: relationship to activated protein C resistance and
familial trombosis. British Journal of Hematology 1994; 88:219-22.
67-Price DT, Ridker PM, Factor V leiden mutation and risks for
Thromboembolic Disease: A clinical Perspective. Annals of Internal
Medicine 1997; 127: 895-903.
68-Özbek U, Tangün Y. Frequency of factor V Leiden (Arg506Gln) in
Turkey. Br J Haematol 1997; 97:504-5.
69-Walker MC, Garner PR, Keely EJ, Rock GA, Reis MD. Changes in
activated Protein C resistance during normal pregnancy. Am J Obstet
Gynecol 1997; 177: 162-7.
70-Price DT, Ridker PM. Factor V Leiden mutation and the risks for
thromboembolic diseases: a clinical perspective. Ann Intern Med
1997; 127: 895-903.
71-Kupferminc M, Eldor A, Steinman N, Many A, Bar-Am A, Jaffa A et
al. Increase frequency of genetic thrombophilia in women with
complications of pregnancy. N Engl J Med 1999; 340:9-13.
72-Kupferminc MJ, Fait G, Many A, Gordon D, Eldor A, Lessing JB.
Severe preeclampsia and high frequency of genetic thrombophilic
78
mutations. Obstet Gynecol 2000; 96:45-9.
73-Dekker GA, de Vries JI, Doelitzsch PM, et al. Underlying disorders
associated with severe early-onset preeclamsia. Am J Obstet Gynecol
1995; 173 1042-8
74-Prochazka M, Hapach C, Marsal K, Dahlbach B, Lindqvist PG. FV
Leiden in pregnancies complicated by plasental abruption. BJOG
2003; 110(5): 462-6.
75-van den Berg M, Boers GHJ, Homocysteinuria: what about mild
hyperhomocysteinemia? Postgrad Med J 1996;72:513-8
76-Chambers JC, Mc Gregor A, Jean Marie J, Kooner JS. Acute
hyperhomocysteinemia and endothelial dysfunction. Lancet
1998;351:36-7
77-den Heijer M, Koster T, Blom HJ, Bos GMJ, Bried E, Reitsma PH, et
al. Hyperhomocysteinemia as a risc factor for deep vein thrombosis.
N Eng J Med 1996;334:759-62.
78-Molloy AM, Daly S, Mills JL, Kirke PN, Whitehead AS,
Ramsbottom D, et al. thermolabile variant of 5,10-
methylenetetrahydrofolate reductase associated with low red cell
folates implications for folate intake recommendations. Lancet
1997;349:1591-3
79-Nelen WLDM, Steegers EAP, Eskes TKAB, Blom HJ. Genetic factor
for unexplained recurrent early pregnancy loss. Lancet 1994;350:861-6
80-Dekker GA, de Vries JIP, Doelitzsch PM, Huijgens PC, von Blomberg
BME, Jacobs C, et al. Underlying disorders associated with severe
early onset preeclampsia. Am J Obstet Gynecol 1995;173:1042-8
81-de Vries JIP, Dekker GA, Huijgens PC, Jacobs C, Blomberg BME,
van Geijn HP. Hyperhomocysteinemia and protein S deficiency in
79
complicated pregnancies. Br J Obstet Gynecol 1997;104:1248-54
82-Goyette P, Sumner JS, Milos R, Duncan AM, Rosenblatt DS,
Matthews RG, Rozen R.Human methylenetetrahydrofolate reductase:
isolation of cDNA, mapping and mutation identification. Nature
Genetics 1994; 7: 195-200.
83-Frosst P, Blom HJ, Milos R, et al. A candidate genetic risk factor for
vascular disease: A common mutation in methylenetetrahydrofolate
reductase. Nat Genet 1995; 10: 111-3.
84-Briet E, Broekmans AW, Engesser L. Hereditary protein S deficiency.
In: Bertina RM (ed) protein C and related proteins. Edinburgh, UK,
Chuchill Livingstone, 1988: 203.
85-Güleç S, Aras O, Akar E, Tutar E, Omurlu K, Avcı F, Dinçer I, Akar
N, Oral D. MTHFR gene polymorphism and risk of premature
myocardial infarction. Clinical Cardiology 2001 24(4) 281-4.
86-Poort SR, Rosendaal FR, Reitsma PH, Bertina RM. A common
genetic variation in the 3’-untranslated region of the prothrombin gene
is associated with elevated plasma prothrombin levels and an increase
in venous thrombosis. Blood 1996;88:3698-703
87-Goodnight SH, Griffin JH. Hereditary thrombophilia. In: Beutler E,
Lichtman MA., eds. Williams Hematology. 6th ed. McGraw-Hill,
2000: 1697-1714.
88-Kupherminc MJ, Peri H, Zwang E, Yaron Y, Wolman I, Eldor A.
High prevelance of the prothrombin gene mutation in women with
intrauterine growth retardation, abruptio placenta, and second
trimester loss. Acta Obstet Gynecol Scand 2000;79(11):963-7.
89-Rey E, Kahn SR, David M, shier I. Trmbophlic disorders and fetal
loss: a meta-analysis. Lancet 2003;361(9361): 901-8.
80
90-Many A, Elad R, Yaron Y, Eldor A, Lessing JB, Kupherminc MJ.
Third trimester unexplained intrauterine fetal death is associated with
inherited thrombophilia. Obstet Gynecol 2002; 99(5): 684-7.
91-Haliloğlu B. Açıklanamayan tek bir 3. trimester fetal kayıp
olgularında Faktör V Leiden ve protrombin gen mutasyonunun yeri.
Uzmanlık tezi. Zeynep Kamil Kadın Hastalıkları ve Çocuk
Hastanesi.2004; 31.
92-Ohlin AK, Marlar RA. The first mutation identified in the
thrombomodulin gene in a 45-year old man presenting with
thromboembolic disease. Blood 1995;85:330-6
93-M.J.Kupferminc, A.Eldor, N. Steinman, A. Many, A. Bar-Am, A.
Jaffa, G.Fait, J. B. Lessing, Increased frequency of genetic
thrombophilia in women with complications of pregnancy, N Eng J
Med 340(1999) 9-13
94-S. Sohda, T. Arinami, H. Hamada, N. Yamada, H. Hamaguchi,
Methylenetetrahydrofolate reductase polymorphism and
preeclampsia. J Med Genet 34(1997) 525-526
95-E. Grandone, M. Margaglione, D. Colaizzo, G. Cappucci, D.
Paladini, P. Martinelli, S.Montanaro, G. Pavone, G. Di Minno, Factor
V Leiden, C>T MTHFR Polymorphism and genetic susceptibility to
preeclampsia, Thromb Haemost. 77(1997)1052-4.
96-R.P.M. Steegers- Theunissen, G.H.J. Borres, H.J. Bloom,
Hyperhomocysteinemia and recurrent spontaneous abortion or
abruption placentae, Lancet 339(1992)1122-3.
97-D.Prasmusinto, S.Skrablin, C.Hofstaetter, R.Fimmers, K. van der
Ven, The methylenetetrahydrofolate reductase 677C-T polymorphism
and preeclampsia in two populations, Obstet Gynecol. 99(2002)1085-
81
1092
98-I.P. Davalos, N. Olivares, M.T.Castillo, J.M.Cantu, B.Ibarra,
L.Sandoval, M.C.Moran, M.P. Gallegos, R.Chakraborty, F.Rivas,
The C677T polymorphism of the methylenetetrahydofolate reductase
gene in Mexican mestizo neural tube defect parents, control mestizo
and native populations, Ann Genet 43 (2000) 89-92.
99-Davalos IP, Moran MC, Martinez Abundiz E, Gonzalez-Ortiz M,
Florez-Martinez SE, Machorro V, Sandoval L, Figuera LE, Mena JP,
Oliva JM, Tlacuilo-Parra JA, Sanchez-Corona J, Salazar-Paramo M.
Methylenetetrahydrofolate reductase C667T polymorphism and
Factor V Leiden variant in Mexican women with preeclampsia /
eclampsia. Blood Cells, Molecules, and Diseases 35(2005) 66-69.
100-Morrison ER, Miedzybrodzka ZH, Campbell DM, Haites NE, Wilson
BJ, Watson MS, Greaves M, Vickers MA. Prothrombotic genotypes
are not associated with pre-eclampsia and gestational hypertension:
results from a large population-based study and systematic review.
Thromb Haemost. 2002;87:779 –785.
101-Livingston JC, Barton JR, Park V, Haddad B, Phillips O, Sibai BM.
Maternal and fetal inherited thrombophilias are not related to the
development of severe preeclampsia. Am J Obstet Gynecol.
2001;85:153–157.
102-M.J.Kupferminc, G.Fait, A.Many, D.Gordon, A.Eldor, J.B.Lessing,
Severe preeclampsia and high frequency of genetic thrombophilic
mutations, Obstet Gynecol. 96(2000)45-9
103-L.Meglic, M.Stegnar, T.Milanes, M.Bozic, B.Peterlin, P.Peternel,
Z.Novak-Antolic, Factor V Leiden, Prothrombin 20210G-A,
methylenetetrahydrofolate reductase 677C-T and plasminogen
82
activator inhibitor 4G/5G polymorphism in women with pregnancy-
related venous thromboembolism, Eur J Obstet Gynecol Reprod Biol
111(2003)157-63
104-Deren Ö, Baykal C, Al A, Önderoğlu L, Durukan T, Gürgey A.
Nedeni açıklanamayan gebelik komplikasyonlarında trombofilik
hastalıkların rolü. Jinekoloji ve Obstetrik Bülteni 2000;9:18-22
105-B Dölek, S Eraslan, S Eroglu, B E Kesim, T Ulutin, A Yalçiner, Y R
Laleli and N Gözükirmizi. Molecular Analysis of Factor V Leiden,
Factor V Hong Kong, Factor II G20210A, Methylenetetrahydrofolate
Reductase C677T, and A1298C Mutations Related to Turkish
Thrombosis Patients.Clin Appl Thromb Hemost 2007; 13; 435