1038

Aşkın Gözyaşları II ⠀䠀稀⸀ 䴀攀瘀氀愀渀愀)...beğenmişlikle okuyanlar, hakiki alemden vazgeçsinler hayali aleme bağlansınlar daha iyi. Sekiz yüzyıl önce doğmuş

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Önsöz

Aşıkların gönüllerininyanışıyla gözyaşları akmasaydı,

dünyada su da olmazdı, ateşde...

Gözyaşı kadar ılık olsunsözlerim. Gözyaşı kadar yanık...

Gözyaşı kadar berrak. Aksıngözyaşlarınız! Fırat kadarhoyrat, Nil kadar pak... Yoksaağlayışınıza bir sebep, söyleyinkuruyan damarlarınıza Mevlânaadına Şems için çağlasın.Gözyaşı rahmettir, rağbettir,sadakattir. Gelin gözyaşlarındatutuşsun yetim yüreklerimiz.

Mevlâna'nın bizlere getirdiğises, her türlü mantıkidağınıklığın ötesinde bir başkaâleme açılma, bir perdekaldırma, İlâhî aşkın

sarhoşluğudur. Mevlâna, yandığıateşlerin yalımlarını yazıyadökerek gönüllerimizi yakandır.Nâr olmadan nûr olunamazdı.Ateşleri yuttu, sustu. Ateşleriüfledi, sustu. Ateşleri avuç avuçtaşıdı, " Ben yandım sizyanmayın" diyerek bizleri nurbeldelerine çağırdı harf harfkelime kelime. Naz uykusundanNur Mesnevi'sine uyandırdı.

Mevlâna, bizden başkasımıdır? İşi nedir? Niye geldisanıyorsunuz? Yakmak,

alevlemek, ağlamak, erimek,konuşmamak, durmak, yokolmak, körler meclisini kendiateşi ile aydınlatmak, gözyaşlarıve yakıcı alevler yağmurualtında varlığının derinliklerindencahillerin yüzüne bir tebessümkondurmak, kalabalık yığınlarınarasında yalnız kalmak, hermeclisin ışığı olmak ama hiçkimseye alışamamak; gözyaşıtırnağı ile varlığını tırmalamak,damla damla erimek...

Mevlâna'nın ruhu, İslâm'dan

gelen, Tevhid ikliminden, vahiyderyasından beslenmiş bir ruholduğundan, kederi değil sevincive ümidi anlatması çok tabiidir.

Mevlâna'nın herhangi bireserini okumaya başlayan kişi;muhtaç olanın kendisi, verici vesunucu olanın ise Mevlânaolduğunun farkında olmalıdır.Mevlâna'yı Kur'an'ın şerefli birkölesi, Hz. Muhammed'inayağının bir tozu olabilmeheyecanında bir âşık olarakokumayanlar, egoizm ve kendini

beğenmişlikle okuyanlar, hakikialemden vazgeçsinler hayalialeme bağlansınlar daha iyi.Sekiz yüzyıl önce doğmuş birbüyük şahsiyetin aile hayatınaburun sokmaktan hoşlananlar daMevlâna'dan uzaklaşıp onu rahatbıraksınlar. Mevlâna, mesnevininbaşlarında "7u biman ey hemçü-yi tü pak nist" diyor."Sen kal, eytemizlikte eşsiz olan..Şu haldeaşkın sırrına sadakat içinMevlâna yeter. Mevlâna'yıokuyan " Oğlu Alaeddin Çelebi

ile arası nasıldı, Şems'itanıdıktan sonra ailesini ihmal mietti?" sorularına cevaparamamalı. Bunalımda boğulanruhunu mutlu kılabilmek içinteselliyi Mevlâna'nın ruhundaaramalı. Şu halde "Mevlânabende yaşıyor." diyen kişileriçin, sözün renginin önemiyoktur.

Kuru kuruya " Mevlâna'yıseviyorum, anlıyorum" demekyetmez. Bir mânevi şahsiyeti birdost görmek, ona sadece

bakmakla olmaz. Onun ruhunu,iç âlemini görmek, aslının aslınıgörebilmektir. Henüz ruhlarınıaydınlatmamış olan, gece gibikaranlık ruhlu insanlar, en az birşafak vakti aydınlığı kadar içâlemlerine aydınlıkgetirmemişlerse dostlarınasadece bakarlar, onları tamanlamıyla göremezler. İlâhisevgiye ulaşmak isteyenler,önce ruhlarına aydınlıkgetirmelidir.

Müjdeyi bize bizzat kendisi

vermektedir:" Bu âlem, ne deolsa yalnızlık yeri değil, sohbet,dostluk ve eğlenme yeridir.Fakat İlâhi güzellikten veyaondan haber getiren nurlu biryüzden mahrum olursak hayatıntadı tuzu kalmaz. Aşk demek,çetin imtihanlardan geçmek,belayla karşılaşmaktır. Bengönlümün ayağındaki bağı,zaten aşk peşinden koşsun diyeçözdüğümden, hayat yolundayürürken, gönlümü belâdurağında bırakıp yürüdüm.

Bugün içime gelen bir ilhamesintisi

İlâhi güzelliğinden bir kokugetirdi teşekkür olarak şuurumunakılla bağlarını çözerek,yüreğimi, şuurumu tamamen oaşk esintisine teslim ettim. Eyakan gözyaşı ömrümün varı olansevgili, o bahçeme, o baharımao seyrettiğim güzelliğe de ki:gecelerinden birinde gecelerimianarsan benim edepnoksanlıklarımı hiç düşünme,aldırma. "

En mahrem bir gecenin, enmatemli anında akıyordugözyaşları. Sırların habercilerihızına yetişemiyordugözyaşlarının. Çok konuştuk,biraz da susalım. Susalım veağlaşalım...

Mukaddime-i Aşk

Mevlâna yalnızca Konya’nındeğil, bütün bir Anadolu’nun,bütün îslâm diyarının sevgilisi,gönüller sultanı olmuştur. Ne kibu sultana da bir gönül gerektir.Kendini seyredebileceği birayna; kesret içinde vahdeti, çok

içinde Tek’i yakındanseyredeceği; belki de kendiaynasını arıtabileceği,cilalayabileceği bir hakikataynası... Dâimi arayışlar, kederbuharıyla bulandırıyordu aynayıve berraklığı üzüntü tozuylayitirilmekteydi. Cilalanmazsa birayna güzelliği nasılgösterebilsindi ki?..

Garip bir yabancı kesmiştiyolunu atının dizginineyapışarak. Sualler soruyor,cevaplar istiyordu ondan. Hayır

hayır, soru değildi bunlar derûnîfırtınaların salı verilmesiydizirvelerden. Cevap cevap değildibelki ömürlük sırlarınkelimelerde köpürmesiydi.Aralarında öyle rûhânî bir enerjiakışı vardı ki soran nesorduğunu, cevabı veren de neyicevapladığını bilmiyordu.Konuşanlar lisan değil kalp idi,konuşulanlar mesele değil ilhamidi. Şekil, tarifini kaybetmiş birtasvir olmuştu; renk özünüyitirmiş bir hayale dönmüştü.

Hangisi avcıydı, hangisi av;hangisi avlayandı hangisiavlanan? İki denizinkavuşmasına benzetenler bubenzetmede haklıydılar. Aşkhavuzunu kurutan Şems, onugözyaşıyla doldurması gerekenMevlâna. Şehri harap edecekolan Şems, onu imar edecekolan Mevlâna...

Derler ki Mevlâna yanmayahazır bir kandil idi; Şems geldi,çerağı ile bu kandili tutuşturdu.Bu doğru, ama yanan kandil

hem kendini hem çerağı yaktı,ortada ikisinden de eserkalmadı, yalnızca bir aşk çerağıparladı ardından. Öyle bir çerağki yüzyıllar boyunca yüz binlercegönlü aydınlattı, yaktı, kavurdu.Onu sevenler pervaneler gibiçerağın etrafında döndüler,dönerken yandılar. Şairin dediğigibi:

Döndükçe etekleryelpazelenir

Döndükçe gönülde aşk

tazelenir.

Mevlâna’nın yolu hep bir aşkmedeniyeti olarak yaşadı. “Aşkbenden doğmadı, aşk benidoğurdu.” diyordu. Aşk çocuklarıonun terbiyesinden geçerekyaşadı yüzyıllar boyunca. Ruhuşâd, sırrı kutsal olsun!..

Prof. Dr. İskender PALA(Mevlâna)

Ömrüm: Közlerden ÖzToplamak

Mezarımın yanından geçensarhoş olur.

Mezarımın başında duransasonsuza kadar sarhoş olur.

Mezarımın sarhoşu denize

dalsa,

deniz sarhoş olur, taşarköpürür.

Toprağa girse, mezar dasarhoş olur lahit de.

Mevlâna içeri girer, mendilikoklar eli titreyerek zarfı açar.İçinden sarı kâğıda yazılmış birnot çıkar:

"Başımı kesip kör kuyuya

atsalar. Şah damarımdan olukoluk kanı akıtsalar. Dokuz yurdatenimi lime lime dağıtsalar. Yediçakal sürüsü vücudumasaldırsalar. Kırmazdı acılarbeni, yorardı belki teni.Özümsün; özümle ararımMevlâna'm seni. Yemin ederimki ölümümün gözlerinin önündeolmasını isterdim. Gör ki aşkiçin ölmek ne demekmiş."

Mevlâna olduğu yere düşüpbayılmıştır.

Gecedir. Gökkubbe ha düştüha düşecektir. Mevlâna yatağıniçerisinde doğrulur. Kurumuş birdal gibi düşer yana kolları.Avucundaki mendile bakar,Şems'in kan izleri hala tazedirzümrüt yeşili mendilin ucunda."Yusuf gibi kuyuya mı attılarseni, güneşi gökten koparıphançerleyenler kim? Bu nasıl sır,adım atanın göğe yükseliyorferyadı. Bu nasıl bir gömlek, kimgiyse gözlerine kan iniyor."Kendine gelen Mevlana bir nara

atar." Allah'ım acılarımı örtme!"Acı bir ağlamaya tutulur. Ağlar.Ağlar. Gözyaşları ne sudur, neinci. Kerbela toprağıdır akan hergözyaşı.

Yatağın içinde bağdaşkurarak oturan Mevlâna elinigözyaşlarından sırılsıklam olmuşsakalına dokundurur. Gözlerinitavandaki küçük bir deliğeçevirir, yolunu yitirmiş biryolcunun mazideki hatıralarınıyâd edercesine ömrünüseyreder zihninde.

Cehennem AteşiniGobi'den Tutuşturuyor

Aşkın sırrı cehennemdenkorkmamak ve cenneti

arzulamamaktır. Aşkın sırrısu yerine susuzluğu aramaktır.

Aşkın sırrı Allah ’tan Allah ’a

yakınlığı satın almaktır. Aşkın

sırrı Rabb’imizin bizeduyduğu sevgiden

dolayı var olduğumuzubilmektir.

Aşkın sırrı hem âşık hemmâşuk olmaktır.

Asya bozkırları toz-duman...Moğol atlılarının ilk hedefiHorasan'dır. Ülkeler huzursuz,

şehirler çalkantılı, kabilelertelaşta. Akıl-izan sahipleri ağırdüşüncelerle yasta. MüslümanAsya'nın çocuğu Beih; herdinden, her mezhepten vemeşrepten insanıyla sancılı. Birkulağı dedikodularla uğuldarken,bir kulağı nal seslerinde...

Ucu bucağı kuş bakışı dahigözükmeyen Gobi çölündekisessizliği, keçi kılından yapılmışbüyük çadırdaki Cengiz Han'ınsesi bozmuştu:

-Bu densizliğin bedeliniödeteceğim. Elçilerimi vetacirlerimi insafsızca doğrayanOtrar vâlisinin vücûdunu,gözlerinizin önünde lime limeetmezsem, Tibet dağlarıüzerime devrilsin. Çabuk,yazıcımı çağırın! Harzemşahsultanına son bir hak tanıyorum.Mektubumu tez iletin.

Belh'te ayrı bir telaş vardır.Sultan'ın eşi Türkân Hanım,Otrar vâlisi yeğeninin çirkindavranışını telafi etme

tedirginliğinde. Derdi yeğenininbaşını kurtarmak. Sultanı, iknaetmekte çaresiz. Umudunudanışmanlardan FahrettinRâzi'ye bağlamış durumda.Sultanın sağında Fahrettin Râzive diğer danışmanlar, solundadalkavuklar takımı... Desturistemeden konuşmaya başlar,her söz bir yangın, her kelimebir oktur kınından çıkmış.

-Bunca sene ekmeğini yedim,suyunu içtim, içimdekilerinisöylemeden gidemeyeceğim.

-Ne gitmesi, ne söylemesiBilge Bahaaddin?

-Kıyamet yaklaşıyor, ateştenbir top üzerinize geliyor veönüne ne çıkarsa yakacak, küledecek.

-Ne ateşi be adam?

-Cengiz Han ateşi... SözeFahrettin Râzi karışmak ister. 0söze başlamadan Bahaaddinsesini yükselterek:

- Râzi sen bu işe karışma, bu

ilmi bir münazara değil, siyasi birmünakaşa. Sultanı yanlıştelkinlerle yanılttınız. Dinibiliyorum dersin, peki Otrarfaciasının diyetini ödemekşeriatın emri değil mi? Suçsuzonlarca tüccarı katletmek,elçileri kılıçla doğrayıp biçmek,kitabın hangi ayetinde var?Türkan Sultan hanımın dudağınabakarak fetva verilmez! Neredesizin vicdanınız? Mahkeme-iKübrâ'yı, unutup işkembe-ikübrânızı şişirin sizler. Ben

Sultan Muhammed'e karşısorumluluğumu yerinegetiriyorum.

-Seni dinliyorum Baha Veled;diğerleri sussun!

-Cengiz Han'ın derdi butopraklar değildi. O, dünyayıGobi çölünden ibaret sanıyor. İşigücü varsa yoksa Çinliler.Ticariilişkiler içinde dostluk kurmakvarken, valinin yaptığı densizlikiçin özür dilemeniz gerekmedendiyet ödeseniz daha iyi olurdu.

Uyuyan yılanı uyandırmak akıiişi değil.

- Ne yani, koskoca ben, çadırkuzusu bir Moğol'dan mıçekineceğim?

-Sultan'ım mesele Cengiz Handeğil, mesele Allah'ın gazabıdır.

-Ne demek bu şimdi?

-Dinin emrini çiğniyorsun.Masum tacirleri ve elçiye zevalolmaz prensibini çiğneyen valinikorumak, Allah'ın adaletini

ihlaldir.

-Benim ordularım Moğoliarısüpürür. Ben güçlüyümL

-Firavun ağzı ile konuşanlarıİlâhi ceza helak eder. Bu halkınsuçu günahı ne? Onların başına,Cengiz Han'ı bela olarakgetirmiş olacaksın. Şehirlerine,silahlı gücüne güvenme.Koskoca İskender de öyleyapmıştı. Ne oldu şimdi?

-Bahaeddin Veled, geçmişteki

hizmetlerin olmasa şimdi senikarşımda böylekonuşturmazdım.

-Ben, müritlerim ve ailem yenibir vatan edinmek için yoiaçıkıyoruz. Hakkımız var ise helalhoş olsun...

Ailem

Süleyman'ın tahtı toprak,Belkıs’ın tacı toprak.Ben

aşkım gözüm, göklerinüzerinde, tenim toprak. Aşkın

bulutlarından gözyaşıdökmesini bil ki, senin

gözyaşlarında

topraklarda gül bahçesiyeşertsin.

Çocukluğum ve gençliğimferah ve huzur dolu bir çağıniçerisinde yeşermedi. Katliam vekargaşa... Kardeş kavgaları,siyasî otorite boşluğu, mezhepçatışmaları, cemaat kavgaları,hizipçilik, isyanlar, sapık ve batıldüşüncelerin yayılması gibibuhranlı bir devrin gölgesindegeçti. Bilgin bir babanın, sâliha

bir annenin çocuğu olmakbahtiyarlığındı. Okuduğumkitaplar, feyz aldığım hocalar ilegönül dünyamı damla damladolduruyordum.

Anadolu'nun vaziyeti hiç de içaçıcı değildi. Bir yandan içkarışıklıklar, taht kavgaları,diğer yandan Moğol zulmünemâruz kalmış sevgiye, barışa vehuzura hasret kalmış Anadoluinsanı.

Soyum, baba yönüyle Hz. Ebu

Bekir (R.A.)'e dayanır.Celâleddin Hüseyin Hatibî,zamanının büyükbilginlerindendir. BabamTacikistan'ın Vahş köyündedoğmuş bir Türk'tür. İlimöğrenmek için diyar diyar dolaşırve en sonunda "Ümmü'l-Bilâd"diye meşhur olmuş, şehirlerinanası sayılan Belh'e yerleşir.İlmi, irfanı ve hatipliği ile sarayhocası olarak Sultan'a ilmidanışmanlık görevinin yanı sıramedresede talebeler de

yetiştirmektedir. Bütün halkınsaygı ile andığı "Sultan'ülUlema" diye taltif edilir.

Annem, Mümine Hatun, BeihEmiri Rukneddirîin kızıdır.Annem saliha bir kadındı. Zühtve takva içerisinde yaşayarakAllah'a karşı iyi bir kul, babamasâdık bir eş, ağabeyim Alaeddînve bana müşfik bir anne oldu. Ensıkıntılı zamanlarda bizleredâima yardımcı oldu.Karaman'da kaldığımız yıllardaciğerlerindeki rahatsızlıktan

dolayı vefat etti.

Doğduğum şehir olan Belh,Eski ve Orta Çağ'da mühim birşehirdir. Efsânelere göre TuranHükümdarı Efrasiyab'ınbaşşehri, Zerdüştilerin kutsa!şehri. Hint, Çin, Türkistan, İranticaret yollarının kesiştiği ova.İskender'i görmüş. Budizm,Mecusilik, Hristiyanlık, Manidinlerini, Ak Hunları tanımış.İslâm'ın erken dönemindeMüsiümanlar tarafındanfethedilerek, İslâm dini ile

tanıştırılmıştır. Abbasiler,Gazneliler, Büyük Selçuklular veHarzemşah Türklerinin idaresialtında büyük gelişmegöstererek oraların en büyük,en kalabalık şehri halinegelmiştir. Belh, Horasan ilinintahıl ambarıdır. İlk kâğıt buradaimal edilmiştir. Kâğıda, kültüre,medeniyete dost bir belde... Bumeziyetler ona "İslâm'ınkubbesi"unvanını yakıştırır. Üniüvezir Nizamül Mülk'ün "NizamiyeMedresesi" ile de Belh,

âlimlerinin cazibe merkezi olur.Bütün mezhepler ve meşreplereimkân sunan Belh, sûfî vâizleri,Hanefi fakîhleri, felsefe vekelâmcıları ile meşhur olmuştur.Tasavvufun iklimi, buradan bütünAsya'ya ve Anadolu'yayayılmıştır.

Belh'in etrafı yüksek surlarlaçevrilidir. Öyle ki; bir kişi at ilesurların etrafında dönüp dursa,günlerce bitiremez. Malzemesisağlam, dik ve kaygan sivrisurlardan sonra şehir istilalardan

yana rahat bir nefes alır.Ta kiCengiz Han'a kadar... BizBelh'ten ayrıldıktan iki senesonra Moğol ordusu Belh'e gelirdayanır. Surları geçmeleriimkânsızdır. Aylar geçer, şehrindüşmesi mümkün değildir.Cengiz Han, Belh'in kuzeyindeakan nehrin kolunun şehre doğruçevrilmesini ister. Aylar sonranehrin yatağını değiştirir,sularını şehre salar, surlar yıkılırböylece şehir seller altında kalır.Moğollar kıtanın en görkemli

şehrini yakar yıkar. Ayaktakalan birkaç yapıdan birisi dedoğduğum evdir.

On iki yaşıma kadaryaşadığım Belh'te her çocukgibi, zamana uygun; Kur'an,tecvit, hadis, hüsnü hat, cebirderslerini aldım. Ayrıca,kahramanlık destanları,masallar, öğütler, hikâyeler,aldığım eğitim ve terbiyeninyardımcı unsurlarıydı.Yaşıtlarım gibi oyunoynamaktan hoşlanmazdım.

Gece in cin uykuda iken,gökyüzünde keşiflerde gözlerimidolaştırırdım. Günde bir öğünyemekle yetinir. Oyuncakistemezdim. Aklım fikrimkitaplardadır. Babamınmisafirleri ile yaptığı İlmîmeclislere severek katılırdım.Çocukluk arkadaşlarım Hüseyinve Tarık ne kadar ısrar etselerde saklambaç, kör ebe gibioyunlara katılmazdım. Okumayıilk öğrendiğim üstadımdırbabam. Onun yanında

geçirdiğim anlar en mutluanlarımdı. Babama öylebağlıydım ki, gece gözüm uykututmadığında annemdenhikayeler değil babamdan dinibilgiler dinlemek için ısrarederdim.

Babamın medresesine gidiponu dinlemek çok keyif vericiydi.Medresedeki kütüphane, en çoksevdiğim yerlerin başındageliyordu bir de Sahabe'den Hz.Ukkaşe efendimizin türbesinegidip orada aldığım huzur ile

saatlerce düşüncelere dalmak,kendimi ve zamanı unutmak.Babam Hz. Ukkaşe'ninpeygamberimizin mübareksırtını öpebilmek için kurduğupianı anlattığında hayrankalmıştım ve bahçemizinyanındaki türbeye her gittiğimdeonun kabrini öperdim,"Peygamberimizin kokusu varmıdır?" diye.

Ruhumda kalıcı, derin izlerbırakan bu şehirden ayrılmakyazgım izdi. Belh'ten Konya'ya

kadar on iki yıl süren hicretimizbaşlıyordu. Gözlerim ağlamaklıdoğduğum topraklara elsallayarak veda ediyordum.Babamın hemen yanında bir atüzerindeydim. Yolculuk boyuncahep babamın yanında gittim.Belh'ten sabah namazlarını kılıpçıkmıştık. Kervan öğle namazıiçin bir bağda konaklamıştı.Babam düşünceli bir şekilde birağacın altında oturuyordu.Yanına bağdaş kurup oturdum.Belh'ten niçin ayrıldığımızı

sordum. Tek tek anlattı. Babamsoru sormamdan çok hoşlanırdı.Buna güvenerek tekrar sordum:

- Babacığım, bu Moğol veHarzemşah davasında kimhaklı?

- Sıffin savaşındaki gibi bir hâlvar evladım. Hz. Ali haklıydı,Muaviye de haksız değildi.Muhammed Harzemşah kötü biridareci ve hatalarından dersalmayan bir kuldu.

- Baba, doğru kulluk yapmayınasıl öğreneceğim?

- Kulluk dört duvar arasındaolmaz oğlum. Uzun bir yolculuğaçıkacağız, kitaplardagöremediklerini gökkubbe veyeryüzü kitabından gözlemeyiihmal etme. Sosyal hayatınmesajları kağıtlara değilinsanların alınlarına vesokaklara yazılmıştır. Kulluk,olmakla olmamak arasındakalmamaktır. Ya ol, ya ol...

- Kervandakiler seni çokseviyorlar babacığım,memleketlerini, akrabalarınıbırakıp senin ardın sıra geldiler.

- Beni çok sevenler var,hamdolsun, ancak benisevmelerinin hikmeti bendendeğildir, benim iyiliğimden dedeğildir. Bizi sevenler Allahrızası için sevmişlerdir.

- Baba, neden Anadolu'yagidiyoruz?

- Anadolu, hem güvenilir hemde cevherin kıymetini bilen, ilminhakkını veren, ancakmaneviyata aç, barış ve huzurahasret bir diyardır. Anadolu içingörevlendirildik evlat. Görevin neolduğunu bizi Karaman'danKonya'ya davet eden mektupgelince anlayacağız.

Sessizliğin İçinde BirBelde: Nişabur

Yolum der ki; “ Gel ve beniizle, çünkü ben

senin geleceğinim. ” Ve benhem sana, hem de

yola derim ki; “Benim ne

geçmişim, ne de geleceğimvar.

Eğer kalırsam, kalışımda birayrılış vardır;

gidersem, ayrılışımda birkalış.”...

Yeni bir vatan edinmeyolculuğumuzda yalnız değildik.Kalabalık bir ahali de bizi takipediyordu. İnsanlar, heyecaniçinde... Onlar baskı vedüşmanlığı tanımışlar, haris

olmanın manasızlığınıyaşamışlardı. .. O uzunkervanımızı bazen yağmurlarkamçılıyor, bazen de soğukrüzgârların buzlu kanatlarısarmalayıp sağa solafırlatıyordu. Geceleri deyıldızlar, o tuhaf dünyalar o uzunyolda bize eşlik ediyorlardı.Babam Bahaeddin Veled'in acıdolu kalbi, ezici düşünceleraltında kahroluyordu. O artık,Belh şehrinin bir sürgünü değildi.

O, kendisini o zamana kadar

bildiği, inandığı, hissettiği herşeyden, kendinden dahi sürgüneden bir kimse idi. Ben de ilerikihayatımda sürgün içinde sürgünyaşamanın ne demek olduğunubizzat yaşayarak öğrenecektim.Bir çocuk kalbi ile bazen burukbazen hafif bir ümit içerisindeyolun sonunun nereyevaracağını merak ediyordum.Yolculuğumun çoğu at sırtındageçtiğinden babamdan aldığımkitapları okuyordum. Mola içindurduğumuzda bir ağaç altına

oturup kitaba devam ediyordum.Babam hâlimi gördükçe mutluoluyordu kendince. Annem isetedirgin, biraz da telaşlı bir ruhhaliyle benim yaşıtlarımla oyunoynamamı istiyordu. Oyun isebana yavan geliyordu, kitaplardabir sıcaklık, tatlı bir huzurbuluyordum.

Böylece bir gün o büyükbeldeye, Nişabur'a gelmiştik.Mavi safirlerle bezenmiş, güzelevleri ve çiçek dolu bahçeleriolan Nişabur... Halk,

kervanımızın şehir kapılarınayaklaşmakta olduğu haberinialınca, bizi karşılamayakoşuşmuştu; en ön safta dabilginler vardı. Ağızlarındançıkan ilahiler aleve dönüşürkenvecd içindeki haykırışlar, genişbir ırmak misali etrafayayılıyordu. Gördüklerininkarşısında babamın kalbinde birhuzur doğdu. Ben ise bu aşırıilgiden hayrete düşmüş,çocukça bir sevince kapılmıştım.Kolay değil, aylardır yoldasınız

ve asıl yurdunuzdanuzaklaşmanın burukluğunutaşımaktasınız.

İnsanlar arasında olup da,onların, sana hürmet ettiklerinetanık olmak öylesine güzel ki...İnsanların düşünce ve tutkularıile duygularına, rüyalarına ve degündüzlerine ve gecelerinehâkim olduğunu görmek...Babası ile gurur duyan birçocuğun sevinciydi bunlar.

Mutlak sessizlik, babam

Bahaeddin Veled'i adeta yalnızbırakmıştı. Şimdi ise, şehir onuyeniden hürmet hırkası ilesüslüyordu. Zamanın bilginlersultanı kaybetmiş olduğuheybetini yeniden kazanıyordu.

Karşılaştığı manzaradanmutlu olarak dönüp bana baktı.Hâla içinde hicran vardı,bakışları kararsız vehüzünlüydü. Gerçekten dedoğru yol bu mu idi? Yoksa, birbaşkası mı? Bakışların sesiniruhumun derinliklerinde duydum.

Ancak, cevap verme zamanımhenüz gelmemişti.

Bizi büyük bir medreseyegötürdüler; çok güzel eski birhalıya oturttular ve bir rahleninüstüne Kuran'ı Kerim'i açtılar.Orada bulunanlardan birisi aşr-ışerif okudu. Babam hâla dalgındüşüncelerde yüzüyordu.Ruhunun diplerinde, hayallerininen ücra derinliğinde saklanmışbelli belirsiz ufacık bir çatlağıhissetti. Âdetleri üzere ilk sözmisafire verildiğinden, önceleri

Belh'de yaptığı gibi, sohbetinebaşladı. Sesi gür ve tatlıakıyordu, meclisteki herkesakıcı konuşmasından adetakendisinden geçmişti. Kocasarıklı ve uzun sakallı mollalarvecd içinde nefeslerinitutmuşlardı. Mollalar onudinlediler ve sonra dadüşündüler:"Ağzından Allah'ınkelâmı çıkıyor." Mollalararasında Ferideddin Attar davardı; o da huşû içinde dinledi ve"İşte, verimli toprak budur!"diye

mırıldandı.

Babam konuşmayı bitirdiktensonra meclise soru sormak içincivar beldelerden gelenler sözistediler:

- Müsaade varsa merakettiklerimizi sorabilir miyiz?

Babam:

- Biz konuğuz, suallerinizemuhatap olmak buranınâlimlerine karşı edepsizlik olur,buyurun, ulema burada, sorunuz,

dedi. Vakar dolu bir yürüyüşleFerîdüddîn Attar babamınyanına gelip eîini öpmek istedi,babam elini sakındı ve;

- Yaşça büyüğümüzsünüz, evsahibimizsiniz, elimiz dudağınızalayık değildir. Ferîdüddîn Attarsadece büyük bir bilgin değil,aynı zamanda cezbeli bir şairdide. Sırlar dünyasının anahtarınıtaşıyan tasavvuf ehli bir kişi idi:

- Siz bilginler sultanısınız,sizin yanınızda bizim cevap

vermemiz uygun düşmez.

- Hem misafiriz hem yorgunuz,bugünlük müsaade alıpdinlenmeliyim, daha burada çokkonaklayacağız. Sohbet vesorularla hasbıhalimiz olurinşallah.

Babam müsaade almakisteyince ben kulağına"Meclisteki sohbetleri dinlemekiçin kalabilir miyim, birazdanyanınıza gelirim" diye fısıldadım.Gülen gözleri ile "Tamam." diye

bakarak meclisten destur ileâdeti gereği insanlara sırtınıdönüp gitmemek için geri geriadım atarak ayrıldı.

Soru sormak için gelenlerdenbirisi:

- Merakımızı giderin de kimgiderirse gidersin. FerîdüddînAttar:

- Buyrunuz.

- Beldemizde bir hocamız var.Sürekli vaazlarında Allah'ın

varlığı üzerinde duruyor veüstelik sorumuz olunca dabizden mahsûl, tavuk, kaz veyapara almadan cevaplamıyor. SizKur'an'dan anlamazsınız, aklınızyetmez kitabı ancak biz hocalaranlar ve açıklarız, kitap sadececamide dinlenir, diyor. BizKur'an'ın bütün ayetlerininAllah'ın varlığı üzerinde durupdurmadığını merak ediyoruz,üstelik din öğretilirse ücret,zoraki hediye alınması caizmidir?

Ferîdüddîn Attar meclistekidiğer mollalara dönerek:

- Aranızda bu soruya cevapverecek var mı? Yoksa bencevap vereceğim.

Mecliste kısa bir sessizliksonrası baktım ki kimse soruyacevap vermeye yanaşmıyor.Başımı utangaç bir şekildekaldırarak:

- Efendim, müsaadeniz olursaben cevap vermek isterim,

dedim. Mecliste birhomurdanma, bir fısıltı aldıbaşını gitti.

- Şuna bak çömez hali ile dinikonularda cevap verecekmiş.

- Haydi babası neyse de buçocuğa ne oluyor?

- Ağzı hâla süt kokuyor,gelmiş bize fetva verecek.

- Bırakın cevaplasın.

- Ne olacak canım, zaten

terbiyeli davranıp müsaadeistedi. Sesi ile homurdanmalarıbastıran Ferîdüddîn Attar banayaklaşarak:

- Buyur evladım, söz senin.

- Hocanız yanılıyor, Kur'an-ıKerim bir kainat kitabıdır vehiçbir kimsenin şahsi kitabıdeğildir, üstelik manasıbazılarına açık diğerlerine kapalıbir kitap da değildir. "Bizanlaşrism diye apaçık indirdik"ayeti aklıselim her insanın

anlayacağı bir kitap olduğununmüjdesidir. Biz sizin yerinizeanlarız demek akla hakarettir.Allah'ın ayetleri sadecemushafda kayıtlı değildir, herşey yüce Rahmanın kelamıdır.Peygamberimiz okuma yazmabilmiyordu, üstelik bilse dahielinde okunacak bir metin deyoktu. O halde neden ard arda"Oku" emri ilk mesaj olarakverildi. Okumak hayatı, kendinive yaratılan her şeyde ilahimanaları gözlemlemektir.

Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ınvarlığından çok birliği üzerindedurur ayetler. MüşriklerinAllah'ın var olduğundan yanaproblemleri yoktu, onların derdi,çoklu ilah düşüncesidir. Böylecesorumluluklarındankaçınacaklardı akıllarısıra.Tevhid olmadan imangelişemez. Kur'an sürekli buçağrıyı yapar ki şirk illeti insanıkulluktan çıkarmasın.

Hocanız peygamberinyolundayım demiş ama henüz

peygamberi anlamamış kiyolundan yürümüş olsun.Peygamberlerin hepsikavimlerine daima şu cümleyisöylemişlerdir: "Biz ücretimizi,mükafatımızı Allah'tan alırız.Sizden bir dünyalık arzumuzolamaz. "Din öğreticileri ne haklaücret, hediye talep ediyor? Dini,tüccar kafası ile anlatan onuanlamamış demektir.

Oradakilerin hepsi "Helalolsun şu küçük yaşta ne büyüksözler sarfettiL Babasının ilim

rahlesinden nasiplenmiş" diyerekiltifat göstererek, alnımı öptüler.Baktım ki hepsinin gözleribuğulanmıştı.

Akşam sofrasında babamınyanına oturmuştum, olup biteniduyan babam beni kucakladı ve:

- Aylardır buruk olan yüreğimigüldürdün ya ömrüm sana fedaolsun evladım, dedi. Bir evlat içinsevdiklerinden takdir almanınmutluluğunu tadıyordum. ArtıkNişabur'da ilim meclislerinin

asude havasından yayılanaydınlatıcı geceler başlamıştı.

Babam, Ferîdüddîn Attar veben... Sözler birbirini takipederken, bense; bir şeyikavramaya aklımın yetmediğihallerde, ruhumda o güne kadarbilmediğim yeni bir gücün varolduğunu hissetmeyebaşlamıştım. Üstad Attar, beniodasına davet etti. Çok sade birodası vardı. Ben süslü eşyalarladolu bir oda beklemiştim. Yerdekeçeden yapılmış bir kilim, ince

iki küçük minder, bir testi verafta iki kitap vardı. Kitaplardanbirisini eline aldı ve banauzatarak:

- Kırk yılımı bu kitabı yazmakiçin harcadım. İlk sayfadanitibaren kitabı yazarken, içimde"Bu kitabı kendim için değil hakeden birisine hediye etmek içinyazıyorum" düşüncesidoğmuştu. 0 kişi sendenbaşkası olamaz evlat...

- Nasıl yani efendim, göz

nuru, gönül süruruEsrarnâme'nizi bana mıarmağan edeceksiniz?

- Evet, senin ilimmeclislerindeki hararetli sözlerinidinlediğimde "İşte beklediğimhikmet aşığı"demiştim.

Helal hoş olsun eserim sana,zaten ben de emanetteydi.Şimdi sahibini bulduğu için okadar mesudum ki...

Kitabı besmele çekerek alıp

önce öptüm, sonra alnımadeğdirdim. Hayatımda aldığımçok güzel hediyelerden biriydi. Oandan itibaren sürekliEsrarnâme'yi okumayabaşladım. Kaç kez okuyupbitirdiğimi saymadım bile.

Nişabur'dan üç ay sonraayrılmak zorunda kaldık. Hacmevsimi yaklaşıyordu.Mukaddes topraklarda olmamızgerekiyordu. Başlarında ÜstadAttar olmak üzere şehrin ilerigelenleri, mollalar ve halk bizi

uğurlamak için şehir sınırınakadar geldiler. İçim tuhafduygularla taşkındı. Hemüstadımdan ayrı kalmanınüzüntüsü diğer yandanmukaddes topraklara kavuşacakolmanın tatlı heyecanı...

Üstad Attar, beni öpüpkokladıktan sonra babamasarıldı, gözleri yaşlı olarak:

- Bahaeddin Veled, bi! kisenin oğlun bir damladır. Öylebir damla ki ummanları ardından

sürükleyecek ve cümle âlemtarafından sevilen, konuşulan birbilge olacaktır, dedi. Helalleşipayrıldık. Nişabur'dakiyaşadıklarım benim için, babaterbiyesinden sonra çok değerliyeni ufuklara doğru bir yolunkapısını açmış oluyordu.

Safir beldesini arkamızdabırakarak, huzur ve huşu içinde,yeniden yola koyulduk.Önümüzde yeni ufuklaraçılıyordu. Yol devam ederkenuğradığımız her noktada başka

başka buluşlar tadacaktım.Kaderimin ağları adeta yollarüzerinde örülmüştü.

MasallarımınPayitahtı: Bağdat

Çocukluğumda masalokudum. Yürüdümmasal,üflediğim

masal, soluduğum masal;aşkta yanıp tutuştum,sonunda

ben masal oldum.

Dağdan dağa, zorlu geçitleriaşarak sonunda, masallar şehriBağdat'a gelmiştik. Gizem vegüzellikle bezenmiş o şehre...Bahçelerde ağaç dallarımeyvelerden yerlerekapanırken, gümüşi sularındayusyuvarlak bakır kırmızısımehtaplar oynaşıyordu; bolminareleri ise, gururlu vecdleriiçinde, ince semaları yırtıpyukarılara doğru uzanıyorlardı. 0günlerde Bağdat güzel ve güçlü

bir şehirdi. Dillere destan oşehir, İslâmiyet'in gözkamaştırıcı gerdanlığının pırılpırıl yanan en değerli taşı olarakyükseliyordu. Ne var ki ilerideMoğol kasırgası bu güzel şehride kasıp kavuracak; bu ihtişamlısokakları at nalları çiğneyipşehrin üzerini kapkara dumanlarkaplayacaktı.

Çarşısı rengârenk, sokaklarışatafatlı bu şehir gerçekteninsanda değişik meraklaruyandıran, etkileyici bir güzelliğe

sahipti. Arkadaşım Haşan ileBağdat'ın meydanınagittiğimizde büyük bir kalabalıkdikkatimizi çekti. Bu insanlarniçin toplanmıştı? Çekinerekaralarına sokulduk. Önleredoğru ilerledik. Meydanın tamorta yerinde bir darağacıkurulmuştu. Halk, idam infazınıseyretmek için toplanmıştı.Hemen yanı başımızdaki birisinesordum:

- Kimi asacaklardarağacında?

- Fakir bir delikanlıyı.

- Neden? Bir hırsızlık mıyaptı?

- Hayır.

- Adam mı öldürmüş?

- Hayır.

- Peki ne suç işlemiş ki onuasıyorlar?

-Valinin kızına aşk mektubuyazmış ve yakalanmış.

- Anlamadım. Ne yani vali,kızına aşk mektubu yazdı diyebir insanın canına mı kıyıyor?

- Evlat, ya susun ya da gidinburadan, valinin adamları varhalkın arasında, canınız kırbaçyemek istemiyorsa vali hakkındaileri geri konuşmadan çekipgidin. Çoluk çocuk demez,kırbacı vurdurur.

Çocuk yaşta ne acılarıtadıyordum. Yurdumdanayrılışın acısı, arkadaşlarımdan

mahrum kalma acısı, insanlarınkan revan içindeki perişanhalleri, Moğol korkusununinsanları ne hale getirdiğinigörme acısı, savaş korkularınınüzerime gelen acısı ve bir kızaaşk mektubu yazdı diye asılacakolan yağız bir delikanlınınyüreğimdeki sızısı... Bütünbunlar taze benliğime oturan acıtortulardı. Aradan yıllar geçecekve ben gençliğimde ilim tahsiliiçin geldiğim Halep'te aynı vali ilebir saray sohbetinde

karşılaşacaktım.

Halep valisi HalebiyeMedresesi'ndeki bütün hocalarıve beni iftara davet etmişti.Valinin kim olduğunubilmiyordum. Yemekten sonrayanımdaki kişiye valinin kimolduğunu sorduğumda öğrendimki; Bağdat'ta kızına aşk mektubuyazan delikanlıyı idam ettirenvali. Bütün yediklerimi çıkaracakgibi oldum. Oradan hemenayrılmak istedim fakatmedresedeki arkadaşlarım

bunun şimdi uygundüşmeyeceğini, biraz dahakalmamızın iyi olacağınısöyleyince sabrettim. Yemeksonrası vali ilmi sohbet için bazısorular sormaya başladı,herkese değişik bir şeysoruyordu. Sıra bana geldiğinde;

- Rum diyarından gelenkonuğumuza da bir sualyöneltmek isterim. Dinimizde enbüyük günah nedir?

- En büyük günah sizin

varlığınızdır, diye cevapverdiğimde salonda buz gibi birhava esti. Herkesin gözleri faltaşı gibi açıldı, hayrettenşaşkına dönmüşlerdi. Vali:

- Anlamadım, misafirimizin dilieşek arısı gibi sivri ve acı.

- Bana dinimizdeki en büyükgünahın ne olduğunu sordunuz,ben de söyledim. Aşkı katletmeken büyük günahtır. Birdelikanlının kızını sevip mektupyazdı diye onun canına kıydın,

ardından kızın bu üzüntüyedayanamayıp hastalandı veöldü. İki yüreği çürütüp toprağaattığın için memnun musun?Kızının ve onu sevenin canınıalandan büyük mücrim varmıdır? Vali ağlamaya başladı.

Ertesi gün validen hiçbir haberalınamadı. Tek başına kendiniçöle vurduğunu görenlerindışında kimse ondan bir dahahaber alamamıştı. Vali ile olantartışmam Halep ve civarındarüzgâr gibi yayıldı. Valinin

eziyetinden usanan halkmedreseye akın etti.Arkadaşlarım kendileriniizdihamdan zor kurtardı.

Şam'da ilmi zenginliğimigeliştirdim. Nüfusun yarısınıteşkil eden Hristiyanları tanımışoldum. Theredos isimli birHristiyan arkadaş edindim.Onunla İslâmiyet ve iseviyetkonularında fikir alış-verişindebulundum. Tartışmalarımız ilminezaket içinde geçiyordu.Şam'da Yahudi nüfus da

mevcuttu. Nitekimkonakladığımız eve gelenYahudi bir alim olan HahamNeftalim ile de uzun uzun sohbetetmiş, Tevrat üzerine bilgileredinmiştim.

Asya ve Hint diyârındanhareket eden kervanımız, Arapyarım adası, Mezopotamya,derken nihayet Anadolutopraklarına giriyordu. Erzincan,Malatya, Sivas, Kayseri derkenyolumuz Karaman'a geldi durdu.

Tam beş yıl geçmişti Belh'tenayrıldığımız günden Karaman'agelene kadar. Kervanımız kimişehirlerde aylarca, kimişehirlerde yıllarca kalmıştı. Üçyüz kişi ile yola çıkmıştık, kalakala yirmi kişi kaldık. Bazısıecelini yollarda buldu, kimisiuğradığımız şehirlerde kaldı,kimisi ise Kayseri'den sonradiğer Anadolu şehirlerinedağıldı.

Vahiy KardeşliğininBereketli Yurdu: Medine

Selam sana Alemlerinİncisi’ne sahip şehir!

Mübarek ayakların izinitaşıyan, hicret kutluluğunda

doğan

şehir Yesrip. Güllerce selamsana.

Medine'ye yaklaştık.

- Burası mı Medine?

- Evet.

- Âlemlerin Efendisi buradamı?

- Evet. Olduğum yerdenkoşmaya başladım, herkesşaşırdı. Koşuyordum soluğumkesilene kadar. Ardımdan

kervandakiler de koşmayabaşladı. Durumu babamabildirmişler.

- Bırakın oğlumu o neyapıyorsa bir bildiği vardır,demelerine rağmen üç beş kişibenim peşimden yetiştiler.Mescid-i Münevvere'ye vardım.Soluk soluğa duvara yapıştım.Arkamdan gelenler beni tuttular.

- Niye birden koştun, niyeböyle yaptın? Bu ne acele?

- Rasulullah'ın makamınageze geze varılmaz. Bir saniyeerken gelmenin, bir saniye dahafazla kalmanın tadını ah birbilseniz koşmak ne kanatlanıruçardınız.

Cennetin Gülü Hz.Peygamberimizin mübarekmezarını ziyaret esnasındaağlayan hacılar gördüm.Peygamberimiz (s.a.v.)'eseslendim:

"Âlemlerin Efendisinin

ziyaretçileri her girişte mescide,huzur girer kalbe, sürür girer,aşk girer. Rasulullah aşkı...Gözler doyamaz mescidiseyretmeye, çünkü kalpgözüdür bakan, ten gözünü neyleye? Bakan göreceğini görmüş,doyamaz ama mutludur. Belkiömür boyu sürecek bir mutluluğuyudumluyordur sakince...

Ey Âlemlerin Efendisi! Din,yetim dilinden yayıldı. Nezengindin, ne yalancı. Ne dehaksızlık yapardın. Emindin.

Yetimleri severim, hepsindesenin kokun var."

Medine'de babamıntalebelerinden birisi iledolaşıyorduk. Bir dükkântezgâhının önündeki mekanyüzünden iki kişi kavgaediyordu. İri yarı olanı diğerininaman dilemesine karşın onavuruyordu. Onları kimseayırmaya bile yanaşmıyordu.Dayanamadım:

- Kavga bile aşk ile olmalı.

Var mı aşkınız? O haldebirbirinize vurmayınız. Amandiyene vurulmaz. Aman diyen"Muhammed" demektedir.Aman, peygamberimizin ismidir.Kavga edenler birbirlerinden afdileyerek barıştılar ve banateşekkür ettiler.

Kervanımız Medine'denayrılırken devenin üzerinde içimibir gözyaşı seli kapladı,ağlıyordum. Yalvarıyordum.Yakarıyordum:

Feryadıma ses versin dertortağım kubbeler,

Benim büyük devamıanlayamaz habbeler!

Tezyin et ayetlerle, fikrimederinlik ver!

Ey Medine, erdemim,durağım, karar yerim!

Vahşetin mızrağına hedefolmadan sinem,

Sakla beni Medine'm, koru

beni Medine'm!

Allah'a ısmarladık ey Nebi,

Emanetine gözün gibi bak eyMedine'm.

Medine'den ayrıldığımızdababam atı ile yanıma geldi.İsmimin neden Muhammedolduğunun hikâyesini anlattı:

- Neden Muhammed isminiverdim, biliyor musun oğlum?

- Merak ediyorum, neden?

Bizim değerli bir üstadımızvardı. Ders esnasında oncatalebe arasından sadece bir tekkişi ile ilgilenir, gözünü ondanayırmazdı. Hep ona soru sorar,hep ona hitap ederekkonuşurdu. Sanki medresedetek öğrenci oymuş gibidavranırdı. Bir gün diğertalebeler bu duruma itirazedince, üstad şöyle dedi:"Rasulullah'ın 'benim adımıtaşıyanlara ikram edin diyebuyurduğunu bilmiyor musunuz?"

Evet, o gencin ismiMuhammed'di. Ertesi gün sendoğmuştun, sağ kulağına ezanokuduğumda, tebessümediyordun, ismini tekbir getirerekokudum, kulağına üfledim.

Aşkın MâbedîSadâkatin Kıblesi:

Mekke

Allah’ı dilemek tevhididilemektir:Kendi içinde Allah'ı

bulmak, tevhide varmakdemektir,:Tevhid, insan

hayatında

varılabilecek en yüksekmakamdır. Gaye, Allah ’ı

bilmek

değildir; O’nu bir âşık olaraktanıyıp mahlûkuna olan aşk

ve muratlarına iştiraketmektir. O zaman gaye,

Aşkın Maliki’ne âşık olmaktır.

Alemlerin EfendisiPeygamberimizi bağrındasaadetle taşıyan Medine'yeveda ettikten sonra, kafilemiz

Mekke'ye doğru büyük birheyecanla ilerliyordu. Hepimiz ilkkez kutlu topraklara yüzsürmenin tatlı telaşı içindeydik.Muhacir kervanın yeni menziliMekke idi. Kâbe'ye gidiphayatımızın en heyecanlıibadetini yaşayacaktık.Geçtiğimiz yerler güzeldi.Etraflarındaki hava gitgidehafifliyor, o uzaklarda kalmış ışılışıl Horasan'daki kadar olmasada, geceler daha daparıldıyordu. Yolların üzerinde

değişik insanlara rastlıyorduk;ırklar çoğalıyor, mezhepleryumaklaşıyor, medeniyetlerharmanlaşıyordu.

Kâbe. Aşkın evi... Sığınaksızbir çölde kendisi bir sığınak olanBeytullah. Melekuti ilhamlayıkanmış örtüsüne sarılıpağlıyorum. İlâhi vahyin kokusuhâla taze duruyor taşında,duvarında. Güzel sırlar ocağıMekke'deyim. Kutlu diyarınkokusu ile mest olmuşum,baştan ayağa ıslanıyorum,

nefesim kesiliyor, gözkapaklarım ağırlaşıyor. Vahyinyağmurunda yıkıyorum ruhumu.Ne kadar açık, temiz ve aşkdolu bir lezzet bu. Dualarokuyorum. Aşk dileniyorumRabbimden. O'ndan aşktanbaşka bir şey istemiyorum.Muhtacım aşkına ya RabbiL Birihtiyaç ki, Allah'ın cennetindekiher şeyden müstağnidir. Hz. AliEfendimizin yakarışı ileistiyorum. "Bir grup insancennetini istiyor, diğer bir grup

insan cehennem korkusundansana yakarıyor. Ben ise, cennetarzusu ve cehennem korkusutaşımaksızın aşk beslemekistiyorum. Aşk, bu âlemdeki tek"sebepsiz istenen" karşılıksızaşktır. Aşk,"için"sizdir. Âleminbütün gayelerinin gayesinin"için"i olmaz.

Nur'a düşkün olanların teksığınağı "Aşk"tır. Hristiyanülkelerini dolaştım da baştansona, arandım ama, çarmıhta"O" hiç görünmedi. "O" hiç

yoktu. Hinduların puta,Mecusilerin de ateşetapındıkları mabetlerinhiçbirinde.

Yollar aştım, Kabe'yi tavafettim; yaşlıya, gence, kadına,erkeğe, her yüreğe sığınak olanKâbe'de nurun aşka nasıldönüştüğünü gördüm ve elimiaçıp aşk dilendim: "Nârolmadan, nur olunmaz, nurolunmadan aşka visal bulunmaz.Yak beni Rabb'im!"

Kabe'de rükudayım. İkindinamazındayım. Kimi rükuyukısa, kimi rükuyu uzuntutuyorum. Allah'ınhuzurundayım. Önümden birkarınca geçti. Ona dedim ki:

-Geldin ha!

-Geldim. Ama sizler gibi atla,deveyle gelmedim, yürüdümkızgın kumlarda, süründüm degeldim.Ter döktüm de geldim.Git, benim de geldiğimi söyle;belki gelmeyenler utanır da "bir

karınca kadar bile olamadık"derler ve gelirler.

Kâbe'de dualar okudum,gözyaşlarım yanaklarımdansüzülüyordu.

"Ey RabbimizL Gece vegündüz vakitlerimizi zikrinlecanlandır, bizi kendi yolunda,hizmetinde tut ve amellerimizikabul gören, rağbet edilenlerdeneyle!.. Öylesine ki artık bütünamellerimiz ve zikirlerimiz tekzikir şekline dönüşsün ve bütün

hallerimiz senin hoşnutluğunda,senin hizmetinde geçsin, ta ki birucu cennet ve cemâline varanadek...

Ey Rabb'imiz, bizleri yalancıdünyanın, imtihan tecellîlerikarşısında ihlâsını koruyan,firâset ve basîret sâhibi, takvâehli âşık-ı sâdık kullarındaneyie! Ey dileyenlerin imdadınayetişen! Ey sadık kalplerindostu! Ve ey alemlerin Rabb'i!Ey ismi deva, zikri şifa ve itaatizenginlik olan! Sermayesi ümit

ve sığınağı ağlamak olan bizleremerhamet eyle!.."

Şunu söyleyebilirim ki,Kâbe'nin siyah örtüsünü sabahınhafif rüzgarı değil de, meleklerhareket ettiriyor gibiydi. Babamtavaf öncesi kervandakilerehitap etti:

"Allah'ın misafirleri, azizkardeşlerim; Bizleri burada,huzurunda bir araya getirenYüce Rabb'ime hamdolsun!Sevgili Peygamberimiz, gerçek

yol göstericimiz, gönüllerimizinsultanı Muhammed Mustafa'yasonsuz salât ve selâm olsun!Sanki bir ömür boyu buyolculuğu beklemişiz. Daha öncebelki defalarca kalbimizi oralaragöndermişiz, hayalen tavaflaretmişiz. Ama şimdi, Allah nasipetti, buradasınız. Kendiayaklarınızla buraya geldiniz.Günde beş vakit yöneldiğimizkıblemize, Kâbe'mizekavuştuk..."

Arafat'a vakfeye çıktık.

Babamın yanından ayrılmıyor,bu izdihamda onu kaybetmemekiçin ihramının ucundantutuyordum. Arafat, buluşmakdemekti. Hz. Âdem ve Hz. Havvaayrı ayrı dünyayagönderilmişlerdi. Yeryüzündebirbirlerini aradılar. Nihayet butepede karşılaşıp, buluştular. Onedenle bütün hacılar insanlığınyeryüzünde birliği için buradavakfede bulunarak o buluşmayıyâd ediyorlardı.

Orada da dualar okudum.

"... Âdem Rabbine karşı geldide yolunu şaşırdı. Sonra Rabbi,onu seçti de tevbesini kabullbuyurdu ve ona doğru yolugösterdi." buyurdun. İnsanlıktarihinin ta başlangıç noktasındaolan biteni bizlere duyurdun. Bizde Hz. Âdem'in çocuklarıyız. Bizide bağışla ya Rabb! Bu yerde,şu Arafât vadisinde sevgiliPeygamberimizin ifadesiyle"Babamız İbrahim'in mirasbıraktığı bu yerler" de vakfedebulunan bizler, senin sınırsız

rahmetini diliyoruz, mahrumeyleme ya Rabb! Bize müstehakolduğumuz hal ile değil deşanına lâyık bir surette, cemaltecellileriyle muamele eyle yaRabb!"

Arafat'ta kendinizisorguluyorsunuz; hayata gelişingayesini, bu hayatın sonunun neolacağını, âdeta hayatınamacını yeniden sorgulamaimkânı buluyorsunuz.Peygamber Efendimiz,“Dünyada her an yolcu gibi

hareket et." buyuruyor. Dünyadaebedî kalacakmış gibi değil, biryolda olduğunu düşünerekhareket et.

Vakfe gecesi babamla namazkıldıktan sonra, her zamanki gibisorularıma başladım:

- Baba insanlar hep, "cennet,cennet" diyorlar. Nedir cennet?

- Cennet, Allah'ın Cemâlisminin tecellisidir. Ne var kiinsanlar aşkın hakiki tadına,

Allah'ın Cemâl, Vedûd ve Latîfisimlerini olduğu kadar,Mütekebbir, Aziz, Cebbar,Kahhar ve Celâl isimlerini detecrübe ettiklerinde varabilirler.Kalbimizin tam kapasitesinevarmak, kendi kıymetimiziölçmek için insanlar bütünesmâyı kucaklamalı, dünyayainmeli ve hemcinslerinin arasınagirmeli; keder, keşmekeş,üzüntü, mücadele ile yüz yüzegelmelidirler. İki elle yaratılmışolan mahlûktan murat budur.

İnsan kendisini Cemâl ve Celâlsıfatlarının arasında bulur.

- İblis, cennetin meyvesi olanaşkı göremedi mi?

- İblis'in ilmi olmasına rağmen,din gayreti ve muhabbeti yoktu,o yüzden Âdem'i çamurda izolarak gördü. Esrara mahzenolma nimetine erenler, aklınşeytandan, aşkın ise Âdem'denolduğunu bilirler.

- Şeytan'ın Âdem babamızla

meselesi neydi?

- Şeytan, Âdem'in saflık,irfan, güzellik ve yüksekmakamına haset etmişti. Hasetinsandaki niteliklerinden vehayvani niteliklerden bir tanesidirve insanın kalbindeki her iyiliğiyer bitirir. Haset iki arkadaşarasında öyle bir perde ki! Düntek bir ruh gibiydiler, bugünse ikiinatçı kurt gibiler.

Güneşin Göz KırptığıŞehir: Şam

Bu dünyadaki en büyük sırinsandır.

İnsanın var oluş sırrını aşikâretmek için aşk ateşine

ihtiyaç vardır. İnsan tabiatının

gizliliklerini ortaya

çıkarmak için derin muhabbetve yoğun özlem gerek,

yani hayatın sırrını açıklamakiçin aşk gerek...

Medine'den ayrılıp hacvazifesini yapmanın huzuru i!eŞam'a yöneldik. Ancak,kervandaki herkesin ruhu birsonbahar seması gibi bulutluydu.Akıllarında memleketleri Belh,onun güzelliği ve de yaşamaya

başladığı Moğol felaketi vardı.Çevremize koca bir kalabalıktoplanmış olsa da, kendimiziyapayalnız hissediyorduk.Horasan yaylalarında, Nişabur'avarıncaya kadar develerle atlar,hamallar ve de çevremizdekilerepeyce yük taşımışlardı; ne varki, baba ile oğul, daima,onlardan farklılaşmış ve yalnızkalmıştık. Gün geçtikçe,yalnızlıklarımız daha daartıyordu. Zaman geliyordu ki,etrafımızda taşlarla kuru

ağaçlardan ve kumlutopraklardan başka bir şeyolmuyordu. Yolun sonu nereyevaracak, bilmiyorduk. Yolculukesnasında hep babamınyanındaydım. Ona süreklisorular yöneltiyordum. Tarih,coğrafya ve diğer bilgilerimartıyordu. Yolculuk bazen sorucevap şeklinde, bazen desessizlik içinde, ağzımızdan tekkelime çıkmadan yol alıpgidiyorduk.

Şehre vardıklarında bütün

Şam ayağa kalktı. Şehrin ilerigelenleri ile ulema ve de talebe-iulûm onları karşılamayakoştular.

- Kimlersiniz? Neredengeliyorsunuz?

Herkes habercilerle atlarınabakıyor ve susuyordu. Cevabıbabam Bahaeddin Veledyumuşak sesi ile veriyordu:

- Allah'tan gelip Allah'agidiyoruz! O'nun dışında hiçbir

güç yok!

Şam geceleri daima tazeçiçekler ile dolu, daimayumuşaktır. 0 zamana kadar hiçtanımamış olduğum çok tuhaf,değişik bir ruhun kendi içimdedoğarak etrafa dal budaksardığını hissetmeye başladım.Parlak yıldızların altında, nemligüller arasında tek başımadolanır, aşk, edebiyat, hayatıngüzelliği hakkında tatlı sözleretmiş olan şairlerin mısralarınıokumaya başlardım. Hele Hakim

Senai ve Ahmet Mütenebbi'ninsözleri ruhumu okşuyordu. Herbir kelime, içimde şekillenipgitgide beynimi sarıyordu:"Hürdüşünürler boşka bir ruhtan tesiralıp kendi ruhlarını güçlendirirler.İncilerle dolu o uçsuz bucaksızdeniziz'.' Hafif bir burukluk vehüzün içinde, duymakta olduğumo tarifsiz sükûnetin tadınıçıkarmaktaydım. "İnsanlarınbazıları uyurken bazılarıuyumazlar. Bazıları doğarkenbazıları ölürler. Bir yerlerden

tutkulu bir şarkının ezgileri gelir.Gecenin içinde kurtuluşunuarayan esir bir hüzün..."

Kendi kendime şunu sorarım:"Sonunda... Ben neyim ki? Artıkbilemiyorum..." Gözlerim açık,yatağa uzanırım. Yanmakta olankandil uykusuzluğuma eşlikederdi. Kur'an-ı Kerim rahledesükûnet içinde durmaktadır. Onualıp göğsüme doğru çeker veayetlerde mutlak huzurubulurdum. Bazen sabaha kadarezberimden sureler okur,

tefekküre dalardım.

Yandaki odadan babamın orahat ve huzurlu nefesalışverişleri gelir, benseayetlerin kokusunda kendimdengeçerdim.

Büyük bir saygı görerekŞam'da yaklaşık bir senekonakladık.

Kafile olarak, yenidenyollardayız: Malatya, Erzincan,Sivas ve Kayseri...

Annemi DefnettiğimVatanım: Karamanım

Aşkın hikâyesini,durmaksızın feryâd eden

bülbüle değil;

sessiz sedâsız can verenpervanelere sor.

Dokunsam hangi buluta ateşakıyor.

Nereden bilebilirdim! Sır dolu

kırık ayna ateşlesınanmazmış...

Baharı müjdeleyen Nevruz ileKaraman'a girmiş olduk.Uğradığımız yerlerin hiçbirindeuzun kalmaya niyetimiz yoktu.Kimi şehirde birkaç ay, kimişehirde de bir seneye yakınkonakladığımız olmuştu. Ama,

ne yaparsın ki, insan yazgısının,"kısmet" dedikleri o gücünçizmiş olduğu yol farklıydı.Lârende'de halkın çok saydığı,zengin ve bilge bir adam, LalaŞerafeddin oturuyordu. ÜnlüBahaeddin Veled ile oğlununbeldeye gelmiş olduklarınınhaberini aldığında, içinde büyükbir sevinç duyar. Kendisi çokyumuşak huylu, güler yüzlü vemisafirperver bir kişiydi. Böyleolunca, yeni gelenlerden dinkonusunda öğreneceği fazla bir

şey yoksa da, alacağı derslerinolacağını düşündü. Bizikarşılamaya koştu ve kendievinde kalmamızı rica etti.Babam başta reddetti; ne var ki,Lala Şerafeddin öylesine nazikve tatlı bir kişi idi ki, ricasınıkıramadı. Evine gidip oradamisafir olduk. Güzel evçiçeklerle dolu bir bahçe ileçevrelenmişti. Lala Şerafeddin'indillere destan güzellikte bir kızıvardı. Gevher Hatun idi adı. LalaŞerafeddin, kızı ile hep gurur

duymaktaydı. Babam ve annemde çok sevmişlerdi GevherBanu'yu.

Babam artık evlenip bir yuvakurma zamanımın geldiğinisöyledi. Benimse hiç böyle birniyetim yoktu. Henüz evlenecekve bir ailenin yükünü sırtlanacakhâlde olmadığım! söyledim.Babam fazla ısrar etmedi, amagönlü de buruklaşmışti. Torunsevmek istiyordu. Gelin olarakkimi düşündüklerini sorduğumdaGevher Hatun'u düşündüklerini

öğrendim. Razı oldum. İstemeyegittiler, ancak henüzyüzüklerimiz takılmamıştı.Gevher'e haber saldım,buluşmak istediğimi bildirdim.

Gevher'di ismi. Gül yanağınabakıp bakıp hayran kalmıştım.Görücü usuli idi evlilik adımımız.Hayatımı adayacağım birkadındı. Kadından öte yolumacandı. Gözlerinde binlercekadının bakışını toplamış birışık taşıyordu. Öyle bir ışık kiiçime işledikçe gözlerine

yandım. Yandım. Her şeysadece yanmakla oluyordu. Birdamla düşünce göktenkıpkırmızı kesildi her yanım.Güneş sadece bir parça baktıyüzüme, yandım. Damla damlaterledim, boğuldum. Ailesininverdiği isimden ziyâdeyüreğimden bir isim vermeliydimona: Gül Hatun. Gonca-i gülümdiyordum, goncayı unuttum. Bircemre düştü tenime, yandım.Nefesim kat be kat arttı,heyecanım kilitledi perçinleşmiş

ellerimi ve gözlerim hep aynı;sadece sevdasını bekler.Bekler... Bekler... Ve bekler...

Yanı başındaki toprak kokusuiçine içine işler gülün. Gülbenim. Gül, sevdasızlığamahkûm olmuş gonca, sevdagüle meftun olsa da sadecesevgili, maşuk. Gül sevdaya,sevda da güle vurgun.

Gül Hatun ile ilkbuluşmamızda heyecaniçerisindeyim. Ay göklerin

kıyısına yaklaşmış, anidengöklerin beyaz kâğıdı batıdağlarının sivri uçlarına değmiş,kırılmış ve ufukların görülmeyenkale sırtlarına düşmüş. Şafakvaktidir. Bülbüllerin şenlikötüşleri güllere yayılıyor.Karaman'a bahar gelmiş.Gönlüme Gül Hatun düşmüş.Onu birkaç kez bahçelerindegörmüştüm. Utangaç ve endamlıyürüyerek bize ayran ikrametmişti. Ceylan gözlerine baktım.Mehtap çeşmesinin yanında

bekleyen asude kız telaşlı.Yanına yaklaşıyorum, elimdekikırmızı gülü uzatıyorum. Onunelinden önce kırmızı gülünyaprakları titriyor.Terleyenellerine alıyor gülü, parmaklarıince, narin kristal yumağı hâlindegülü tutuyor. Kınalı avuçlarındaasude bir duanın "Âmin'lerinitaşırmış gibi elleri titriyordu. Alnıbir yayla serinliğinin edasındabembeyazdı. Sesinde ıhlamurkokusu... Avucumdaki firuze taşıyüzüğü uzatıyorum.

- Yüzüğü Mümine annemversin, uygun olanı budur. Onunda yaşamak istediğimutluluklardan birisi de evladınınyüzüğünü gelininin parmağınakendi elleri ile takmasıdır, dedi.

- Çok ince düşüncelisin. Bubenim hiç aklıma gelmemişti.

- Böyle buluşmalar benirahatsız ediyor.

- O halde düğünümüze kadarmektuplaşalım.

- Ama ben güzel mektuplaryazamam ki.

- Olsun. Yüreğini birkaçkelime ile dök yeter.

İlk mektubu ben yazdım:

"Benim Gül'üme...

Zaman geçer... İnsan geçer...Dünyada her şey geçer; zamanöyle bir zaman olur ki sevda dazamana ayak uyduramaz. Gönülsevdada geçer, gönüle yârgeçer. Çok değil, sadece

birazcık mevsim geçer, sıcakgelir, kış gelir; bahar geçer...Taşın yanında ağır olduğunu,ateşin ancak düştüğü yeriyaktığını yeni öğrendim. Aşk daateş mi demektir, hani her-düştüğü gönlü yakar ya...Mevsimlerden gözyaşı değilhenüz, mevsim aşk mevsimi. Eysevdamın Gül Hatun'u, beşincimevsimim sensin, sen sadecesen değilsin, bensin; bendensin,benimsin.

Katre katre sen kokarsın

toprağa nihayet düştüğümde.Ruhumun arzu dolu meyvesisensin. Gül. Güle gülmekyaraşır, sevdaya da gül. Haninerde aşkın sahibi gönü!? Dur,yorulma! Sevdam sana, gülümsevdaya. Gülü sakın vermebaşka sevdalara...

Bezm-i elestten beriyimsevdada, o bende vaktindenöncesinde, susma! Konuş,haykır gülüne doyasıya sevdanı,sevdaya da ancak bülbülleşmekyaraşır. Bütün umutlar sende,

bütün aşk sende, sevda sende,gül sende...

Ertesi gün ondan cevap geldi.İlk görüşmemiz baharın müjdesicemreler düştüğü zamana denkgeldiği için bana "Cemrem" diyehitap ediyordu:

"Cemre bakışlıma...

Bakışlarına hasret kaldım,uzak diyarlarda ruhunusoluduğum aşk-ı sevdam.Ruhuma gel, yanaş tenime ve

bak usul usul, nefesini nefesimduysun. Yoksun. Sevda da yokortalıkta. Aşk var, sevda olmasada sevda var. Suyuna can veripdamarlarımı dirilten; cansıztoprağın kucağında tohumumacan veren ve sevdamı banabağlı kılan Yaradan, ruhuma canverip sevdaya bağışladığın anbittim, yeniden doğdum dasevdamın gözlerinde dirildim.Emelimi onda buldum, sevdayısevdanda gördüm. Taş üstündetaş, baş üstünde baş

kalmamacasına ezelden ebedeferman ferman yazılmış bahtsızruhumun mücerret rüyası,gönlümün sevdâ-yı gülü...

Kimseler bilmez, kimselergörmez bizi. Aşka değer bir aşkmıdır beni benden alan, yoksacihanda görülmeyen seslerinmuhteşem ahengi midir kalpteyanan? Sana daime varsa, benhepsini aşk bildim. Sevda bildim.Seni sen bildim de sevdayı sanabildim.

Aşka sen diye bakmadıktansonra ben aşkı neyleyeyim?Seniruhuma cemre diyedamlatmadıktan sonra ben bubedende neyleyeyim?

Aşk da sen, hasret de sen,ben de sen..."

Ardından ben yazmayabaşladım:

"Suskunluğumu seninlebozuyorum. Son nefes seninadını sürüyorum dudaklarıma,

sonra kapatıyorum oruçniyetine; iftarım senin adınlaoluyor yine. Aşkın adını senkoydum, bütün sevdalarkıskandı.

Aşkın yalın hâli ise sadeceben. Yalın, yalnız, yapayalnız...Sevda- sız yağmur bile eski birrüyadır. Aşkın içinde gül varsagül tekrar filizlenir, kıpkırmızıkesilir. Sevdada gül varsa ancako zaman bulur aşk kendi hâlini.

Aşka dair ve sevdaya dair

seni çizsem, kitap niyetinesoluksuz okunur gönüllerin uluorta yerinde. Kitabın adını senkoysam, "sevda sevda" dillenirbütün gözler.

Her şey bittiği zamankainatta, gül ile sevda tekrardirilir, son bir kez yeşerir sonnoktayı koyarcasına.... Sustum.Sevda sustu, gül sustu. Sustum,sevda müptelâsı gül coştukçacoştu. Aşk üç kelime ile aşkoldu; Gül ve Sevda. Sevdayagül dâhil, sevda güle müdâhil.

Yaşamak sadece gülce,sevdaca...

Aşkın adını hüsran koyanlarutansın, sevda tüten güllere inat.Ruhun girdaplarını gül, sevdakoydum saklanıp çıkamayayımdiye. Güle değen bütün sözlerikıskanırım. Sevdaya gelecekruhları parça parça dağıtırım.

"Ben sana Gül diye yazdıkça,sen bana Cemrem diyeyazardın. Haklısın cemrenimben. Dördüncü cemre. Havaya,

toprağa ve suya düşercemreler. Ancak başka türlüdördüncü bir cemre var kiyüreğe düşer. Yakar. Kavurur.Savurur. Cemre düştü toprağagözlerden. Toprağı diriltti, canıverdi; canını yitirdi. Canınıyitirse de cemreliğinikaybetmedi. Gözler öncecemreyi gönderdi, sonrakendileri de gitti. Eridiler, yokoldular... Cemrenin kızgınlığızamanaydı, gözlereydi,toprağaydı ve aşkaydı...

Zaman geçiyor. Ne cemrekalıyor, ne gözler kalıyor ne detoprak eski hâlinde kalıyor.Gönül buruksa ve vurgunsakendi ruh hâlini hep koruyor,kaybetmiyor ama âsi oluyor.Aşka isyan ediyor, zamanaisyan ediyor, mekâna isyanediyor.

Gül, cemreye kavuşuncasevda doyuyor mutluluğa.Cemre sevdanın bir parçası,onun zerresi, onun katresi...Sevda hep güle cemreyle

yalvarıyor, gül gülüyor, sevdabinlerce kat daha sevdalanıyor...Gül utanınca kırmızılaşıyor.

Sevdada isyankâr bakışlar,gülde uslanmaz haykırışlar...Mesafe uzak; gönüller bir,gözler uzak; bakışlar bir...Ayrılık girdi araya uzuncazamandır.

Rüzgâr, sevdayı gülden ayrısavurdu, itti bütün gücüyle

gülden uzağa

apayrı... Zamanda mıydısuç? Rüzgârda mı? Yok, başka

kimse yok

gül ve sevdaya dair...

Cemre susuz...

Cemre yarsız...

Cemre gülsüz ve sevdasız...

Senin Cemren "

Mutlu bir evliliğimiz vardı,yuvamızın iki tane cennet çiçeğidoğmuştu: Sultan Veled veAlaeddin.

Kavgacı Belarus'laKardeş Oluşum

Karaman'da her inançtaninsanı barındıran halk vardı;geçmişin kavgasınıalevlendirebilen. Bunlar; Haçlıseferlerinin kalıntısını yaşatmakisteyenler ile Haçlılara hâlâ

nefretlerini taze tutanların sonugelmez kavgalarınıkörüklüyordu. Bir gün eskidavaları yeniden açmış,tartışıyorlardı. Bir grup Hristiyangenç, tek başına yoldan geçenbir Türk delikanlının önünükesmiş, onu tartaklamayabaşlamışlardı. Hemen müdahaleettim. Kavgacı grubu uyarmamarağmen İslâmiyet'e diluzatıyorlardı. Sonundadayanamadım:

- Dinmeyen bir kan ve servet

açlığı içinde dünyanın öbürucundan kalkıp geldiniz. Ve yüzelli yıldır, ordularınızla Doğu'yukasıp kavuruyorsunuz. Sizlerburalara İsa uğrunagelmiyorsunuz... Doğu'yu elegeçirmek için; evlerimiz,bahçelerimiz, kadınlarımız,malımız ve mülkümüze sahipolmak hırsıyla geliyorsunuz.

- Sizler de bir yerlerdengeldiniz. Sizler de yabancı birtoprakta vatan aramaktasınız.Herkes bir yerlerden gelir.

İçlerinden Belarus isimliesmer delikanlı yumruğunusıkarak bağırıyordu:

- Sizlerde kılıçtan geçirdiniz,gasp ettiniz, yaktınız, tahripettiniz, yok ettiniz. Bizler de,Allah'ın kabul etmiş olduğu öcüalmaya geldik.

- Öç, kılıç ile alınmaz! Öç,sevgi ile alınır. Kötülük dağıntepesinde ufak bir tipi gibibaşlayıp aşağı doğruyuvarlanırken gitgide büyüyen

ve korkunçlaşan, çığa dönüşenkara benzer. Savaş, savaşıdavet eder! Asya toprakları kan,gözyaşı ve acılarla doludur,dedim. Bakışımı yenidenBelarus'a yönelttim:

- Sen korktun. Benim sanakötülük yapacağımı düşündün.Gel de, elini ver bana!

Belarus, uyurgezer bir halde,kalabalığın içinden ilerleyerekyaklaştı. Kollarımı açıp şefkatdolu duygularla Belarus'a

sarıldım. Herkes susuyordu.Büyük bir an yaşanıyordu. Derinbir iç çekerek mırıldandım:

- Sevgiyi bana öğrettiğin için,şükürler olsun sana Rabb'im.

Vatanım Konya'yaVuslatım

Ancak büyük bir acı veyabüyük bir sevinç

senin gerçeğini açığaçıkarabilir. İşte böyle bir anda,

ya güneş altında sema et, ya

da çarmıhını taşı.

Karaman tatlı hatıralarıtattırmanın yanı sıra hayatımınonulmaz acılarını da yaşatmıştı:Anneciğim yakalandığı hastalıksonucu vefat etmişti. Aradan ikiay geçmeden ağabeyimAlaeddin de yakalandığıhastalığın pençesindenkurtulamamıştı. Yılların veyolların çilesinde yoğrulanyüreğim, sevdiklerimi teker tekerkaybetme mayası ile birlikteruhuma şekil veriyordu. Sanki

ilahi imtihandan, sabır tünelindengeçiyordum. Annem veağabeyimin acıları ilebunalmıştım. BuhranımaKonya'dan gelen mektup yetişti.Selçuklu Sultanı Alaeddin bizleriKonya'ya davet etmişti.Akşamleyin babam hepimiziçağırdı, fikrimizi sordu. GevherHatun, ailesinden uzak düşmekistemiyordu. Bir tek o sustu.Onun kalbi incinmesindüşüncesiyle bende fikrimisöylemedim. Babam kararını

vermişti: Konya yeni yurdumuzolacaktı. Hazırlıklar yapıldı veyola koyulduk. Yedi yılyaşadığım şirin Karaman'a vedaederken içim buruktu. Annem veağabeyimin kabirlerini güzelKaramanlılara emanet edipyavaş yavaş uzaklaştık.

Akşam düşmek üzere idi ki,şehir uzaktan gözüktü. BaşşehirKonya, yüksek duvarları, süslükuleleri ve derin hendeğiyle, dörtkapısı da son derece iyikorunan, refah içinde bir

beldeydi. Ancak, sadece üçgünlük at sürümü ötede İslâm'ınhilali, Moğolların ateşli atlılarıylakarşılaşıyordu. İşte kendimiburada bulacaktım.

Bir zamanlar Nişabur'da,Bağdat ve Şam'da, Karaman veLârende'de olduğu gibi buradada halk ve şehrin ileri gelenlerikafilemizi saygı ve heyecaniçinde beklemekte idiler.Konya'nın ünlü sultanı Alaed din,meşhur bilge Bahaeddin Veled'inşehre doğru gelmekte olduğunu

öğrendiğinde, onu karşılamak vesaraya davet etmek üzereulaklarını göndermişti.

Selçuklular en zirvedeoldukları devri yaşıyordu...Payitahtları Konya, bütüngüzelliklerle şiirin, bilginin serdarıve rehberi Alâeddin'in etrafındatoplanarak Bizans ve Arapmedeniyetlerinin harikulade birşekilde harmanlandığı birşehirdi. Konya Selçuklularına,güçlerinin bir zamanlar Bizanshâkimiyeti altında bulunan

beldelere de uzanmakta olmasısebebiyle "Rumi" adi verilmekteidi.

Sultan Alaeddin, Konya'dasarayın gül bahçesi olarakkullandığı arazide bize birdergâh vakfetti. Dergâhtakalacakların iaşesini de teminetmeye söz verdi. Babam,burada dinî ilimler ve tasavvufbilgilerini gelenlere öğretecekti.Ben de İplikçi Câmii'nde vaazvermekle vazifelendirildim.

Muharrem ayındaydık. Aşuregünüydü. O gün vaazım Kerbelâoldu.

"Kerbela'da şehit olanlargerçekten şehit oldular, şâhitoldular. Onlar o gün Kerbela'da,hakikat adına, hak adına, mevkive makama dair esirlik bağlarınıkopardılar, masivaya aitzincirlerini kırdılar. Seher-ihilafete uyanmak yerine Şeb-iArûs'a girdiler.

Körlerin gözleri bile o faciayı

gördü. Sağırların kulakları bile,Kerbela'da olup bitenleri işitti.Siz şimdiye kadar, uyuyormuydunuz? Faciayı yeni miduydunuz ki, yas tutuyor,elbiselerinizi yırtıyorsunuz? Eyuyuyakalanlar! Ey gafletuykusuna dalanlar! Hz.Hüseyin'e değil, asıl sizkendinize yas tutun! Hz.Hüseyin'in ruhu, Hakk'a mensupolan o yüce ruh, bedenzindanından kurtuldu. Ne diyeelbiselerinizi yırtıyor, elinizi

ısırıyorsunuz? Hz. Hüseyin veetrafında bulunanlar, din-imübînin en ileri gelenleri,hükümdarları idiler. Onlar esirlikbağlarını kopardılar. Zincirlerikırdılar. Onlar için mâtem değil,bayram vakti geldi. Onlar zincirikoparıp attılar, devlet sarayınauçup gittiler. Onların hâlindenzerre kadar haberin olsaydı,bilirdin ki bugün, onların saltanatgünü, güzellik günü,padişahların padişah oluşugünü. Haberin yoksa yürü git!

Kendi hâline ağla, feryat et.Çünkü sen âhirete göçmeyi,dirilip haşr olmayı inkârediyorsun. Kendi yıkık gönlüne,yıkık dinine ağla, feryat et!Çünkü senin gönlün şu eski veköhne dünyadan başka bir şeyigörmüyor. Eğer gönlün iyiinsanların öteki âlemdekavuşacakları devlet ve saadetigörüyorsa, neden o tarafayiğitçe yürümüyor? Niçin Hakk'aitimat ve tevekkül kılmıyor? Niçinkendini ona vermiyor? Neden

kalbini manen zenginleştirerekhırs ve tamahtan kaçınmıyor?Nerede imânın yüzünedüşürdüğü nur? Nerede dininsana lütfettiği mutluluk ve huzur,Allâh'ın lütuf ve ihsan denizinedaldığın halde neden elin,avucun boş? Nerede cömertlik?"

Câmiden çıktığımda havakavurucu derecedesıcaktı.Terlemiştim. Hüseyinisimli dervişim bana buz gibisoğuk su getirdi.

- Soğuk su içemiyorumHüseyin'im.

- Midenizden mi rahatsızsınızefendim?

- Hayır. Yüreğimdenrahatsızım.

- Yüreğinizden mi? Soğuksuyun yüreğe ne zararı var ki?

- Ah Hüseyin'im! Hele oturyanıma da anlatayım.Çocukluğumda Belh'tençıktığımız hicret yolculuğunda,

yolumuz Necef Çölü'ne,Kerbela'ya da uğradı. Orayageldiğimizde, babam banaHüseyin Efendimizin hayatını veKerbela katliamını anlattı. Kendikendime şöyle dedim: "Eyümmet! Fatıma evladına bukadar zulmü nasıl revagördünüz. Hiç mi ciğerinizsızlamadı? Sonra babam dediki: Hz. Hüseyin'in son sözüşuydu: "Kim bir bardak soğuk suiçerse beni hatırlasın."

Hz. Hüseyin Efendimizin acısı

içime öyle oturdu ki; o günbugündür soğuk su içemem.Sonraki yıllarda kitaplardanokumuştum; Hz. HüseyinEfendimizin başını kesen gaddarMişr denen hayırsız adamsusuzluk çekmiş, desti desti suiçmiş, kanmamış, hâlasusuzluktan yanıyormuş, sularıiçe içe çatlayarak ölmüş.

- Efendim, ismini taşıdığım ogüzel efendimizin ismini kimvermiş?

- Hz. Hüseyin'in isminiPeygamber Efendimizkoymuştu. Hz. Hüseyin doğduğuzaman, Cebrail (a.s.)gelerek"Yâ Muhammedi Rabb'insana selâm söylüyor. Oğluna,şu Harun'un oğlunun ismini koydiyor ve Peygamber Efendimiz"Ey Cebrail! Harun'un oğlununismi nedir?"diye soruyor. Cebrail"Şebir" cevabını veriyor.Peygamberimiz "Benim dilim,Arapça" buyurunca. Cebrail"Öyle ise, bunun Arapça

karşılığı olan Hüseyin isminikoy" eliyor.

Hz. Hüseyin, Hz.Peygamberimize çokbenziyordu. Hz. Ali: "Haşan,Rasulullah'a göğsünden başınakadar olan kısmında, Hüseyinde bundan aşağı olan kısmındaçok benzer"demiştir.

Hz. Peygamber (s.a.s) Hz.Haşan ve Hz. Hüseyin (r.a)'ason derece düşkün olup onlarıçok severdi. Onların hakkında,

"Allah'ım! Ben, bunlarıseviyorum. Sen de sev!"

"Haşan ve Hüseyin, benimdünyada kokladığım iki cennetçiçeğimdir."

"Haşan ve Hüseyin'i seven,beni sevmiştir; onlara kin tutanda bana kin tutmuştur."buyurdu.Peygamber Efendimiz, Hz.Haşan ve Hz. Hüseyin'ingönüllerince oynayıp eğlenmeleriiçin onlara eşlik eder, bir çocukgibi onlarla birlikte oyunlar

oynardı. Hz. Hüseyin,Rasulullah'dan deve olmalarınıistediklerinde hemen yere eğilirve onları mübarek sırtınaalırlardı. Arkasından da "Bundangüzel deve olabilir mi?"buyururlardı.

Peygamber Efendimiz, birgün, cenazelerin konulduğuyerde oturuyordu. Hz. Haşan ileHz. Hüseyin, güreşmeyebaşladılar. PeygamberEfendimiz gülerek "Ha gayretHaşan! Göreyim seni, yakala

Hüseyin'i!"diyerek Hz. Hasan'ıkayırınca, Hz. Ali:"YâRasûlallah: Sen Hüseyin'ikayırmalı değil miydin? Haşandaha büyüktür." dedi.Peygamberimiz "Baksana,Cebrail de, Hüseyin'e: 'Hagayret Hüseyin göreyimseni!'diyor." buyurdu.

- Bundan sonra ben de soğuksu içmem. Müsaade edersenizterinizi mendilim ile sileyim.

- Sağol Hüseyin'im, terimiz

aksın ki çöl gülünü boncukboncuk hatırlayalım. Haydi şimdiusul usul dergâhımıza geçelim,bizi bekleyenler vardır.

SertâcımıKaybediyorum

Hz, Muhammed’in yolu aşkyoludur. Biz aşkın çocuğuyuz.

Aşk da bizim anamızdır.Benim yakınım, aşktan

doğandır.

Bundan daha güzel soy-sopolabilir mi?

Hayatımın sertâcı babam,seydâsı Seyyid Burhaneddin ve

sevdâsı Şems'tir.

Ramazan'ın beşinci günüydü.Sert bir kış yaşıyordu Konya.Babam, Ateşbaz'ı yollayarakbeni ders görmekte olduğummedreseden çağırttı. Dergâhaalelacele koştum, içimdesabahtan bu yana varlığınıhissettiren ve sebebini

bilmediğim sıkıntı daha dafazlalaşmıştı. "Babamın başınabir şey mi geldi?" diye sormamarağmen Ateşbaz önce suskunkaldı, sonra "Rahatsızlandıaniden, yatağına yatırdık" diyecevap verdi.

Odasına girdiğimde,omuzlarında ve dizlerinde kalınşallar, bir de minderi kendinedestek almış yatağın içindeoturuyordu. Yüzü solmuş ve ardarda boğazı yırtılırcasınaöksürüyordu. Parmaklarının

derisi, sanki pamuklueldivenmişçesine gevşekti. Birdefteri dizlerinin üzerindetutuyordu:

- Gözlerin benimkilerden dahaiyi, bu hesaplan bir gözdengeçiriver. Söylediği gibi yaptım.Bitirdiğimde:

Hesabı inceledim, dergâh içinyapılan harcamalardan dolayıhiçbir esnafa borcumuzkalmamış. Dervişlerin ailelerineiaşeleri ve bağışları dağıtılmış.

Bütün borçlar ödenmiş, dergâhayapılan yardımlar kaydedilmiş.

- Elhamdülillah, yükümhafiflemiş, diyerek başını salladıve ellerini uzattı. Defteri geriuzattım.

- Bana Kur'an'ımı getir.

Raftan Kuran'ı alıp ceylanderisi kılıfından çıkarttım.Titreyen elleri ile kudsî kitabıalıp öptü. Baha Veled Kuran'ıaçmak için hiçbir harekette

bulunmadı. İçindekileriokumasına gerek yoktu, o birhâfızdı, bütün Kuran'ı ezberebiliyordu, kelimeler kalbineyazılıydı.

Olduğum yerden yüzünüsüzüyordum. Sedirdekiyatağında devrin kutbu, güzelinsanı endişeyle seyrediyordum.Ramazan boyunca hastaolmasına rağmen, oruç tutmaktaısrar etmiş ve şimdi neredeysedua bile edemeyecek kadargüçsüz bir hâle gelmişti.

İnanması güçtü ama bundanbirkaç ay önce Baha Veledhayat doluydu. İnancıdamarlarını ve kemiklerinidolduruyor, sakalına doğrudamlıyordu. Câmide cemaatkarşısında konuşurkenkanatlanıp uçacak bir kartalabenziyor, sesi duvarlardan veavludan yayılıp akıyordu. Oâlimlerin sultanıydı, şimdi ise asilbaşı kendisini taşıyamayacakkadar güçsüz boynununüzerinde sallanıyordu. İri gözleri

kısıklaşmıştı.

- Ramazan Bayramı'ndanönce göçmüş olacağım. Benidefnedecek ve yerime sengeçeceksin, derken yorgungözlerindeki gururu ve huzuruokudum.

Babamın söylediklerine karşıçıkmamak için dudaklarımıısırdım. Nasıl ölebilirdi ki? Busadece ilkbahar güneşiyle yokolacak geçici bir zayıflık, bir kışhastalığıydı. Bu sarsılan kafa

kendini toparlayacak, zayıflamışkasları düzenli alınan gıdaylatekrar güçlenecekti. Bedenenküçülmüş olsa da, onun ruhuhâlâ o azametli adamın ruhuydu.Bu kadar muazzam bir şey, nasılbir hiçe dönüşebilirdi ki?

Oda soğumuştu, ocağınönüne eğildim ve alevlereüfleyerek zayıf ateşicanlandırmaya çalıştım. Hırkamıçıkarıp omzuna sardım, dahasonra yatağın ucuna oturup eliniellerimin arasına aldım. Sanki

tekrar hayatiyetkazandırabilirmişçesineovuşturdum.

Üzülme babacığım,iyileşeceksin.

ölüm bana yabancı değildi.Çocukken birçok yerdecenazelere rastlamıştım.Karaman'da anneciğimin veağabeyimin ölüm acısınıtatmıştım. Ömrümün varıbabamı sanki hiç ölmeyecek gibidüşünürdüm. Ona ölümü

yakıştıramazdım. 0, benimsadece babam değil, yârenim,hocam, maneviyatım, soluğum,damarlarımda akan kanım,candan öte canımın özüydü.

- Daha hazır değilim baba,beni şimdi bırakamazsın!

Koca adam, parmaklarınıellerimden çekti, saçlarımı veyanaklarımı okşadı. Titreyenparmaklan yanaklarımdançeneme doğru indi. Sakalımısıvazladı ve o an, sadece bir tek

an için, babamın sağlıklıgünlerine geri döndüğünüdüşündüm. O kadar tanıdık, okadar kısa bir okşamaydı ki,nefesimi içli içli çektim. Tekistediğim bu ânı yakalamak,sonsuza kadar durdurmak, aslabüyümemek, aslayaşlanmamak, babamdan hiçayrılmamaktı. Ciğerimin acısı,tek bir gözyaşı hâlindeyanağımdan aşağıya doğrusüzülerek babamın parmağınınüzerine damladı.

- Ağlama yavrum, insanyaşadığı hayata uygun birşekilde ölür ve ölümüne yakışanbir şekilde uğurlanır. Ben huzuriçinde öleceğim. Ne kadar güçlüoldun, ne kadar çok umut vaadediyorsun. Yüce Attar'ınsöylediklerini hatırlıyor musun?Biz Nişabur'dayken, sen küçükbir çocuktun. Seni benimarkamdan yürürken görünce nedemişti, hatırlıyor musun?

- Hatırlıyorum baba.'Allah'ahamd olsun, işte büyük bir nehir,

arkasından kudretli bir okyanususürükleyerek geliyor.' demişti.

- Kudretli okyanus olacaksınve bütün dünyayı aşk sularınlabereketlendireceksin. Benimyerimi alacaksın, dünya susamışinsanlarla dolu.

- Dine susamış insanlarlamı?"

Evet. Çoğu bunasusamıştır.Tasavvuf kâsesi ilesusuzluklarına su ver.

Elimi tuttu ve azalan gücününizin verdiği kadar güçlü şekildesıktı ama artık yorulmuştu.

- Şimdi Kur'an okuyacağım.

O gece secdeye varıp okadar çok dua ettim ki,gözyaşlarımla sırılsıklam olansakalım donarak beton zemineyapışmıştı. Ama babam yine deaslî vatanımıza hicret etmişti.Sevgilisine kavuşmuştu. Annem,seneler önce beni öksüzbırakmıştı. Şimdi de yetim

kalmıştım.

Bahaeddin Veled'in vefatındansonra şehir halkı günlercedualar, aşr-ı şerifler okuyarakmateme büründüler. RamazanBayramı kasvetli bir havaiçerisinde geçiyordu. Benikimsenin sözü teselli etmiyordu.Eşim Gül Hatun (Gevher Banu),bir yandan beni sakinleştirmeyeçalışıyor, diğer yandan dakayınpederi için ağlıyordu.Babam, eşim için çok muhterembir adamdı. Gelinine çok güzel

davranmış ve onun maneviterbiyesinde emek sarf etmişti.

Eşimin endişesi benim ruhhalimdi. O kadar çok sevdiğiadam gitmiş, yerine yüzü kül gibiolmuş biri gelmişti. Bu onunkocası değildi; onun kocasıgüçlü, genç, hayatı çehresikadar yumuşak, kolay gülen, zorüzülen bir adamdı. Şimdiyse,onu rahatlatmak için gösterdiğiher gayret, boş veya rahatsızolmuş bakışlarla karşılaşıyordu.Onun bir zamanlar mutlu bakan

gözlerinin, artık, acıya hiç sabrıkalmamış olduğumu gördüğüzaman, bu ölümün açtığı gediğifark ediyor ve ellerini yüzünekapayıp acı dolu gözyaşlarıdöküyordu.

Babamın vefatının üzerindenhaftalar geçmişti. Sürekli duaediyor, oruç tutuyor ve namazlayardım istiyordum. Bedenimzayıflamıştı. Dergâhın içindebabamdan yadigar kalan, göznuru ile yazdığı Maarif kitabınıbağrıma bastırmış oradan

buraya ayaklıyordum. Ateşbaz,çorbalar, tirit, böreklergetiriyordu; yemiyordum.İçimdeki acı, gün geçtikçederinleşiyordu. Dergâhınavlusunda oturmuş, çocuklukhatıralarımın gülen yüzü,babamı yâd ederken eşimyanıma gelmişti.

- Bugün nasılsın beyzadem?

- Dünyada hiç kimsem yok...Yalnızım.

- Ben neciyim, eşin değilmiyim?

- Evet eşimsin, ama dostumdeğilsin!

- Baban senin nasıldostunmuş ki?

Sesinin acımtırak tonubenden merhametistermişçesine içime işliyordu.Karların örttüğü avludaki kuşlarabakmaya başlamıştım. Minikserçeler bir yandan karınlarını

doyuracak yem arıyorlar, diğeryandan soğuktan büzüşmüşduruyorlardı.

- Üşüdüm. İçeriye geçelimmi?

- Olur, sobayı daateşlemiştim, sana bir ıhlamurkaynatayım, iç, iyi gelir.

Odaya girdiğimde, yan odadaoyun oynayan çocuklarımın sesigeliyordu. Gül Hatun çocuklarınodamızda bıraktıkları tahta

oyuncakları toplamaklameşguldü. Ona dönerek:

- Odamızı değiştirelim mi?

- Ayrı mı kalmak istiyorsun?

Sesi bu kez asabî tondaydı.Gülümseyerek ne anlatmakistediğimi yavaş yavaşaçıkladım:

- Babamın odasına taşınalım.O odanın bende manevi birdeğeri var, biliyorsun.

- Nerede sana yakışanrahatlık! Makamın gün geçtikçeyükselirken niçin rahatımız başaşağı düşüyor?

- Çocukluk devri bitti, hanım.Oyuncaklarımızı arkamızdabırakmalıyız. Babam öldü. Benonun halefiyim, sen de benimeşim. İnşallah iyi yaşar, Allah'ave insanlara en iyi şekilde hizmetederiz.

-Ya çocuklarımız?Çocukluklarını yaşamasınlar mı?

Onlar da bahçeli, genişkonaklarda, eşyaları bol,mutfağı dolu bir şekildeyaşamasınlar mı?

Odanın penceresini örtenörtüyü kaldırdım ve başımlaeşime dışarıyı işaret ettim.Gece şiddetli bir kar fırtınasıolmuş, kar şehrin bütünsokaklarını ve evlerin damlarınıkaplamıştı. İkimiz de bu anîgüzellik karşısında tutulupkaldık.

- Çocuklarımızı çağır.

- Sultan Veled! Alaeddin!..Buraya gelin.

Çocuklar koşarak geldiler vearamıza yanaştılar. İkisine desarılıp başlarını okşadım. Onlarda babalarını gülümserkengörmenin sevinciyle gülüştüler.

- Babam gibi bir baba olmak,hayatımın gayesidir.

Çocuklar gözyaşlarımıgörmesinler diye başımı

çevirdim. Gül Hatun, BahaVeled'in ölümünün benim için, bircevizin sürgün verebilmek içinçatlaması gibi acı verici amaaynı zamanda gerekli olduğunubiliyordu. Hiçbir erkek, babasıölünceye kadar gerçekolgunluğa kavuşamaz. BahaVeled gibi bir adamın oğlu daadını taşıdığı kişiyi defnetmedenkendi hayatının gayesine tamolarak eremezdi. Baha Veled'invefatı beni, artık kendim olmayagötürecek yolu açmıştı.

Arkadaşım SadreddinKonevî'nİn medresesine gittim.Tasavvuf konusunda derinbilgileri vardı. Üvey babasıMuhiddin Arabî öldüğündebenim gibi bir çıkmaza düşmüşmüydü? Nasıl atlatabilmişti?Ondan bilgi ve tavsiye almamgerektiğini düşündüm.

- Ne yapmam lâzım gelir?Babamın makamı boş. Onunasıl doldurmalıyım?

- Baban olamazsın ama

kendin olabilirsin. Niçinendişeleniyorsun? SenKonya'nın en saygı duyduğu birbabanın evladısın.

- Ama, hiçbir şey bilmiyorum.

- Konya'da, senden dahafazla bilen hiç kimse yok.

- Ben hâlâ çırağım. Şam'agideceğim; terbiyemitamamlamama yardım edecekbir şeyh bulacağım.

- Ama senin yerin burası.

Bekle! Allah seni yâr veyardımcısız bırakmayacaktır.Dergâhı aç, halk eskisi gibigelsin. İnsanlar dergâha, seninbabana olan ihtiyacından dahaçok muhtaç.

Babamın vefatından tam biray sonra dergâhın kapısınıaçtım. Yol gösterilmesi içinhaykıran insanlara, merhametdolu gözlerimle baktım veverdiğim kararın zorlaşacağınıhissettim. Babamın,medresedeki yerini almam,

vaazlar verip, anlaşmazlıklarıgidermem, gerekli fetvalarıvermem, şu an yapacağımdançok daha kolaydı ama yolum,önümde açıkça çizilmişti. Kitababağlı âlimlerin yolu bana göredeğildi; babamın öğretmişolduğu her şey beni bu seçimânına hazırlıyordu ve yol her nekadar engellerle kaplı olsa da ilkadımı attım.

Kalabalığı sakinleştirmek içinellerimi öne doğru uzatarak:

- Size öğretecek hiçbir şeyimyok, KonyalIları seviyorum veinşallah bir gün babamın yerinialacağım ama o gün gelinceyekadar dudaklarım mühürlükalmalı.

Dergahın dış kapısını kapatıpsanki kalabalığın yüklenmesinibekliyormuşçasına, kapınınarkasına sırtımı dayadım, Olupbitenleri şaşkın bakışlarlaseyreden Gül Hatun,

- Ne yapıyorsun? Çıldırdın

mı? Babanın medresedeki yerinialmazsan nasıl geçiniriz?"

- Allah'ın yardımıyla...

Ne yaptığımı düşününcecesaretimi kaybeder gibioldumsa da, emin olduğum tekşey bu insanlara bir yol göstericiolmaya hazır olmadığımdı.Babamın bilgisinin sınırlarınadayanmış ve tek öğrendiği şeygerçek sınırların çok uzaklara,bilinen mesafelerin ötesineuzandığım olmuştu. Bir insan

kendisi kaybolmuşken insanlarınasıl yönlendirebilirdi ki?

Böylece kitapların arasınagömülüp, kayıp bir yolcununumutsuzca haritanın üzerinekapanıp yolunu araması gibicevaplar aramaya başladım.Tasavvuf, hadis, fıkıh ve tefsiralanında ne kadar kitap varsagün boyu, gece sonlarına kadarezberlemeye çalışıyordum.Hakim Senâi, Ferîdüddîn Attar,Harakanî, Ahmet Mütennebî vebabamın Maarifi başta oimak

üzere kütüphanedeki kitaplarlayatıyor, onlarla kalkıyordum,içimdeki boşluğun cevaplarınısayfa aralarında arıyordum.Halk ise benim, babamınvazifesini taşımaktankorktuğumu düşünüyordu.Konya durum değerlendirmesinebaşlamıştı. Bazıları,"Babasınınfaziletine sahip değil veutanıyor."dediler. Bazıları"Babasına üzüldüğündenkatılaştı, yaralarının iyileşmesiiçin rahat bırakın." dediler. "Ama

bize karşı görevleri var." diyekarşı çıkanlara, bir kısmı şunlarısöylüyordu: "Hisleri her neolursa olsun, onları bir kenarakoymalı. Onun babası sadeceBaha Veled değildi, hepimiz onababalık yaptık. Onu giydirdik,doyurduk ve bugünler içinyetiştirdik. Şimdi borcunuödemeli."

Seydâm Geliyor

Hoşlanmadığına tahammülsabır değildir. Sevdiğine

kavuşamayacağını bilsen dekavuşacakmışçasına gayret

etmendir.

Bırak, sabır sana sabretsin ki

acıyı bal eyleyesin.

Seyyid Burhaneddin, Belhşehrinde babamdan tasavvufterbiyesi almıştı. O kadarbaşarılıydı ki, babam onu benimlalam (eğitici) olarak tuttu.Seyyid Burhaneddin ilearamızda hem hocanın hem detalebenin huzur duyduğu biryakınlık vardı. Benim yetişmemiçin çok gayret gösteriyor; nefazla zaman ayırmaktan, ne defazla çaba harcamaktan şikâyetediyordu. Hafızlığımı babam

sağlamıştı, lalam daezberimdeki surelerin tefsirlerinianlatıyordu. Siyer-i Nebiderslerimizde peygamberimizianlatırken gözyaşlarınıtutamazdı. Peygamberimizin vesahabenin hayat bilgilerinitastamam öğretmişti.Tasavvufaolan rağbetimi bildiğinden süreklisûfi menkıbeleri anlatırdı. Sûfİlikhikâyelerini anlatırken ağzındanbal damlıyordu adeta. Arapçave Farsça kitapları onunlabirlikte okuyorduk. Seyyid

Burhaneddin dört yıl hocalığımıyaptı. Hiç evlenmemişti ve benievladı gibi seviyordu. Bazenderslerimizi medreseninkubbesine yakın oturarakyapardık. O ise ders anlatırkenuzaklara doğru dalar giderdi.Elini alnına koyup gözlerinikısarak çöllere bakardı. Sankiçöl onu çağırıyordu. SonundaBaha Veled'den görevindenâzad edilmeyi rica etti. Babamonun bu arzusunu geri çevirmedi.Vedalaşmak, helalleşmek İçin

bana geldiğinde arkadaşlarımlahüsnü hat meşkindeydirn.

- Celaleddin'im, çölleregidiyorum. Helalleşerekvedalaşalım.

- Niçin gitmen gerekiyor?Çölde ne var?

- Allah orada...

- Allah her yerdedir. Bizeşahdamarımızdan dahayakındır.

- Bazı zamanlar vardır kiinsanlarla geçirilmesi lazımdır,ama başka zamanlar vardır kiyalnızlık gerektirir. Şimdi benimyalnızlık zamanım. Yinebuluşacağız.

Başıma hafifçe dokundu,alnımdan öptü ve dua okuyarakgözden kaybolup gitti. Kalbimiburuk bir hüzün kapladı. İçimdenbir ses günün birinde yinekarşılaşacağımı söylüyordu.Ardından dualar okudum, elsalladım. Onunla çölde

karşılaşmış olanlar, yamalıhırkasıyla çöllerde yalnız gezenve dostluk sunulduğunda ortadankaybolan bir adamdan başka birşey olduğunun farkınavarabildiler. Allah âşığı buadam, yıllar boyuncadurmaksızın, zemini süpürüpgeçen ve arkasında hiçbir şeybırakmayan bir kum fırtınası gibiçöllerde doiaşıp durdu. ZamanlaSeyyid Burhaneddin'in canınıncürufu yanıp gitti, ellerindenayaklarına kadar ışık saçmaya

başladı ve âşıklar kendilerini onadoğru cezb olurken buldular. Busefer o da onlara direnmedi.Kum fırtınası SeyyidBurhaneddin'i silmişti. Karıncayok olmuş, geride sadecesonsuzluğun örtüsü kalmıştı.Seyyid Burhaneddin adlı kişiölmüştü ve onun yokluğundandoğan boşluğa diğer insanlaradım atabilirlerdi. İşte busıralarda kendisini Kûfe'debuldu.

Camide bir gün, ayağa

fırlayıp "Şeyhim Baha Veledöldü, oğlunun bana ihtiyacıvar!"diye bağırdı. Kendisineduyulan yüksek saygıdan ötürü,yaptığı bu açıklama hiç kimsetarafından sorgulanmadı. Ertesigün Seyyid Burhaneddin,Anadolu'ya yönelen adımlarınıtakip ederek geriye, öğrencisininhayatına dönüş yolculuğunabaşladı.

Yorucu ve uzun bir yolculuktansonra Konya'ya vasıl oldu veayaklarının ağrısına rağmen ilk

iş olarak medrese'nin yolunututtu.

Kendimi dergâhınkütüphanesine hapsetmiştim. Nedergâha, ne odama ne dekütüphane'ye ailemden veHüsamettin Çelebi'den başka hiçkimseyi kabul etmiyordum.Haftanın bazı günleri deçilehâneye kapatıyordumkendimi. Kapıyı içeridensürgülemiş, pencerelerin tahtakepenklerini örtmüştüm.

Kapı vuruldu: "Tak tak!"Destur istendi içeriden.

"Buyur!" sesi ile kapı aralandı.Gelen yorgun bir yolcuydu.Uzakların kokusu vardıtozlanmış cüppesinde. Belli kidurmaksızın, soluklanmaksızınyol almıştı, sanki bir yere alelacele yetişmek isteyen birtelaşla gelmişti. Selam verdi.Alındı selamı. Kelâmı nedirbeklenmeden MevlânaCelaleddin meçhul yolcuyusesinden tanır gibiydi.

Ayaktaydı. Onun huyuydu.Babasından bellemişti. Yaşı vemevkii ne olursa olsun, isterçocuk, ister kadın, isterse yaşlı,her gelen ayaktakarşılanmalıydı. Misafire doğruilerledi. Yaklaştıkça burnunaHorasan kokusu siniyordu.Merakı tebessüme döndü.Tanımıştı geleni. ÇocukluğundaBelh'te lalalık yapmış, kendisinesürekli şeker veren, nur sakallıSeyyid Burhaneddin efendisiydi.Sevinçle sarıldı, elini öptü,

sakalını kokladı, omzunayaslanarak" Baha VeledEfendimizi aşk yurdunauğurladık" diyerek ağlamayabaşladı. Gelen misafir, omzundaağlayan delikanlıya "La tahzen,ben geldim, sen benimevladımsın, hocamın emanetisin,ben varım, için serinlesingayri..." diyerek MevlânaCelaleddin'în sakalına düşenyaşları siliyordu.

- Allah'a şükürler olsun, geldinlalam. Seni çok özledim. O

gündür bugündür çöllerdemiydin?

- Evet. Ben de gelme vaktinibekliyordum. Hocam rüyamda"Oğlum Konya'da yetim kaldı.Git ve ona sahip çık. Okyanusumana diyarlarına taşı."dedi.

- Babamın bıraktığı boşluğutamamlayamıyorum. Henüz bugörev için hazır değilim.

İrfan sadece bilgi ve dersgörme değildir. Bütün bilgilerin

özüdür ve canın hatadan uzakolarak sonsuz aşk ilebirlikteliğidir. Sen odanakapanıp, insanlardanuzaklaşarak büyük bir hatayaptın. Baban çok bilge birinsandı; üstelik sonsuz iyilik vesevgisiyle her şeyi bilen anlayanbir ulemaydı. Sen onun yolundailerleyen bir evlatsın. Acımızbüyük; ama bizler her şeyiolduğu gibi kabul etmeliyiz.İnsanlar senden babanınpostunu devralmanı bekliyor.

-Tek başıma hiçbir şeyyapamam.

- Ben sana yardım etmeyegeldim. Tâlim ve terbiye tekbaşına olmaz. Mürebbiyeler vemuallimler çok mühimdir. Benimyetişmemde baban çok büyükbir yer tuttu. Ben de sanayardımcı olabilirsem çok mutluolacağım.

- Ama gördüğün gibi ilmimçok fazla işime yaramıyor.Yarasaydı böyle boşluğa

düşmezdim.

- Seni çocukluğundantanıyorum, yaşıtlarından kat katzekiydin. Öğrettiğim her şeyiçabucak öğrenmiştin. Üstelikalimler sultanından feyzler aldın.Boş değilsin. Sadece iç dünyankarma karışık. Baban sözilminde, hem de hâl ilminde çokiyiydi. Sen de hâl ilmine girişyapmalısın.

- Nasıl bir yol takip etmeliyim?

- Bana sufiliği baban öğretti.Sufilik ile giriş yapabilirsin.

Bu sözleri duyunca ellerininüzerine kapandım ve yüzümücüppesinin eteğine dayadım.Seyyid Burhaneddin beni ayağakaldırdı ve babamın makamınıişaret etti. Gittim ve babamınpostuna oturdum. Uzun bir ilimhasbıhali yaptık. Derin sorularsoruyordu, uzun cevaplarveriyordum. Tebessüm ederekdinliyor ve tasdik edercesinebaşını sallıyordu. Seyyid

Burhaneddin sonunda ayağakalktı. Elimden tutarak benidergâh avlusuna çıkarıpdolaştırmaya başladı.

- İşte bu oda medresedeki enuygun halvet odası olur. Hoşunagitti mi?

- Evet.

- İçeride kırk gün kalacaksın.Her günün oruçlu geçecek. Azuyuyacaksın. Abdestsizkalmayacaksın. İftarın ve

sahurun kuru ekmek ve suolacak. Namazlarını hatim ilekılacaksın. Rabıta kuracaksın.Dayana bilir misin?

- Elbette... Allah'ın izni iledayanacağım.

Bunun üzerine SeyyidBurhaneddin hemen odanınhalvet için uygun hale getirilmesiişine girişti. Ateşbaz'ı vedervişleri çağırıp onlardanodadaki eşyaların çıkarılması,bir tek kilim ve rahlenin

kalmasını istedi.

- Şimdi git, ailenle helalleş,çocuklarınla hasret gider,halvete gireceğini anlat. Tan yeriağarmadan önce bu odaya gel.Duygularını bu halvette iyicekontrol edecek seviyeyegeleceksin. Kontrol sendeolunca önündeki bütün engellerikaldıran fırtına olacaksın.Unutma, şiddetli aşk insanadağları deldirir. Sen Allahaşkıyla tutuşan birisin.

Vakit geldi, içimde tarifsiz birmerak, ilk kez halveti, riyazetiyaşayacaktım. Odaya girdim.Seyyid Burhaneddin odayı sonkez kontrol edip çıkacağı sıradaküçük pencereye doğru yürüdü.Kapı önünde bekleyen dervişeseslendi:

- Buraya koyu bir perdeörtün.

Sonra kapıyı üzerime kapatıpdışarıdan kilitledi. Tekbaşınaydım. Üzerimde hocamın

hediye ettiği tennure vardı.Bembeyaz tennure. Tennuredoğum ve ölüm demekti.Tennure bebeklerin sarıldığıkundak, ölünün sarıldığı kefendi.Dış dünyaya kapalıydım. Dışdünyaya kapanma insanınduygularına hâkimiyetinikolaylaştırır. Kendi duygularınahakim olan başkalarınınduygularına da hükmeder.

Kırk gün sonra SeyyidBurhaneddin kapının kilidini açıpiçeri girdi. Yere diz çökmüş, tam

bir huzur içerisinde, huşu ileoturuyordum. Beni dışarıçıkarmak için koluma yapıştı;ancak dışarı çıkmayı kabuletmedim.

- Aşk insana dağları deldirirdemiştin. Ama henüz ben dağatırmanamadım. Bir kırk gündaha istiyorum.

Seyyid Burhaneddin dileğimikabul etti ve hızlı adımlarladışarı çıkıp merak içindebekleyenlere bir kırk gün daha

içeride kalacağımı söyledi.Çilehanemin kapısında bekleyenGül Hatun,

- Bir kırk gün daha dayanabilirmi?

- Ben ona güveniyorum,gözlerinde ilahi aşkın açlığınıgördüm. O öyle bir aşk ateşindeki onu kimse kararındandöndüremez. Bu yüzdenbeklemek zorundayız. Allahyardım edecektir. Meraklanma,için rahat olsun.

Böylece ikinci kırk günlükhalvetim başladı.

Zaman hızla ilerledi. İkincikırkıncı günün sabahında namazkılarken kapı açıldı. SeyyidBurhaneddin odaya girdiğindegözlerimin ışıdığını fark etti.Hafifçe yüzünü yüzümeyaklaştırdı ve dikkatlice baktı.Hayrete düşmüş gibiydi.Şaşkınlıktan ne diyeceğinibilemiyordu. Heyecandan yüreğigürp gürp atıyordu:

- Sen gizli sırları bulansın.Allah'a hamd olsun ki, bana,senin bu hâlini gösterdi.

- Hocam, şimdi mana aleminedestur ile başlamak için hazırmıyım?

- Dahası da var: Sen benimbildiklerimin çok ötesinegeçeceksin. Birlikte seyahatedip, senin daha önce kimseninolmadığı kadar mutmain olmaniçin başka gönüller aramalıyız.

Seyyid Burhaneddinyaşlanmış, gözleri kısılmış, amaiçinde bir ışık büyümeyebaşlamıştı:

- Oğlum, sana bildiğim herşeyi öğrettim, Allah'ın yolundasana rehber olup, sırlarıgösterip, hocalarımın banaaktardığı cümle hâzineleri sanaverdim. Şimdi sen bir irfanaslanısın. Baban seni âlim yaptı,ben ârif yaptım. Artık buralardangitme vaktim geldi.

- Babam öldüğündeyapayalnız kaldım. Şimdi yine miyalnız kalmam lazım!

- Yalnız olmayacaksın. Çokbüyük bir dost sana aynaolmaya gelecek. Akislerininkarşısında hayrete düşeceksinve aşkını bütün dünya saygıylakarşılayacak. Seni tasavvufunnehri hâline getirdim. Şimdi bunehir okyanusunu bulmalı. Aşkokyanusun ile vuslata ermelisin.

- Karşılaşman gereken bir

şeyh daha var. Kendisi ilahi aşkyolunda gönüldaşını arayan birsufidir. İlmi ve derin irfânı olanbir zât. Aşk yolculuğundaki sonyardımcın o olacak.

- Bundan sonraki kaderimnedir efendim?

- Oğul, gitmelisin.

- Nereye lalam, nefisten kaçışvar mı?

- İmtihan her yerde oğul,doğrudur; lâkin bir vesileye

tutunmalı insan. Su yatağınıbulmalı.

- Benim yatağım da menzilimde sensin lalam.

- Ben senin mâzinim, seninikbalin bende değil.

- Nerde lalam, söyle akayımmenzilime ama, de bana lalam,ben senin ellerini nasıl bırakırım,nasıl koparım eteğinden.

- Oğul, senin ellerinitutacaklar, eteğine sığınacaklar

kime gitsin; suyunu bekleyenırmak daha nice zamanbeklesin?

- Hangi memlekete gitmemlazım hocam?

- Şam ve Halep...

- Git Celâleddin'im insandaninsana dolaş, eğleşmeburalarda, seni bulacak kişiyiönce sen bul. Demem o kiÇelebi'm, aşkta yakacak ateştekal."

Lalamın beyaz sakallarındanihtiyar bir tebessüm döküldü.Hocamın kendi murakâbesinigeciktirmek pahasına da olsabenim için yapmış olduğufedakârlığı anladım. Seydâ'mınelini öpüp alnıma koydum:

- Seni kaybetmenin acısıbüyüktür pîrim, ama ricanıreddetmenin acısı daha dabüyük olacaktır. Şimdi vesonsuza kadar sen benimSeydâ'msın.

- Sen dünyada evladım diyebaktığım tek cevherimsin.Babanın bana yaptığı iyiliklerdenbir tanesini sana yapmış isemne mutlu! Hakkını helal eyleoğul!

Seyyid Burhaneddin atınabindi. Son kez onun elleriniöperek Kayseri'ye uğurladım.Ne var ki, lalam, hocam,ömrümün Şeyda'sınıunutamıyordum. Üstadımınbütün kitaplarını ve dersnotlarını topladım. Fîhi-Mâ Fîh

adlı eserimi yazdım. Eserimdesık sık hocamdan alıntılaryaptım. Beş yıl boyuncamedresede fıkıh ve hadisokuttum, vaaz ve irşatlarımısürdürdüm.

Aşkın KıvılcımınaKanadım Değiyor

İnsanın toprağı aşk şebnemiile yoğruldu.

Ruhun damarına aşkınneşteri vuruldu.

Ondan bir damla aktı. Ve ona

da “gönül” adını verdiler.

Tam seksen gündür ailemdenmahrumdum. Daha doğrusuonlar benden mahrumdu. Halvetsonrası eşimin koluna giripodama çekilirken Gül Hatununsuratı asık ve mahzunduruyordu.

- Benim adıma mutlu değilmisin?

- Ârif bir adam olabilirsin amabir baba ve eş olarak bizi ihmal

ediyorsun. Şimdi de uzaklara ilimyolculuğuna çıkacağınısöylediler. Tek başımıza nasılyaşarız burada?

- Sultan Veled büyüdü,dergahta hayatınızı sürdürecekimkanlar var.

- Ben seni istiyorum yanıbaşımda.

- Beni o kadar seviyormusun?

- Senin uğruna gözümü

kırpmadan canımı verecekkadar seviyorum!..

- Peki Hacer annemizihatırlıyor musun? Hani İbrahimbabamız onu ve henüz küçükyaştaki oğlu İsmail'i çöldeyapayalnız bıraktığında annemizisyan etmiş miydi?

- Ben o kadar güçlü kuvvetlideğilim. Ne yapayım, sendenayrı kalmaya dayanamıyorum!..

- Haydi hazırlık yapın, iki

oğlum ve Hüsameddin'i de alıpŞam'a gidelim. Bir ev kiralarız vesen çocuklarla ilgilenirken benmedreselerde tahsilime devamederim. Tıpkı buradaki gibiakşamlarımı aileme ayırırım.

Gül Hatun öyle sevindi ki,yanağımdan öptü:

- Allah'ım, sana binlerce kezhamd olsun.

Şam ve Halep'te yedi yılkaldık. Oğullarım delikanlılık

çağına geldiler. Hüsamettinyanımdan ayrılmıyordu, kendiniyanımda mutlu hissediyordu. İlmiderinliğe erişmek için oğlum veHüsamettin de heyecanlıydılar.Gündüz medresede neleriöğrenmişsem akşam onlarlapaylaşıyordum.

Bu yedi yıl içerisinde farklıolaylar da yaşadım. Hristiyan veYahudi bilginlerle arkadaşlıkkurdum. Tartışmalar, sohbetlerile birçok kişinin İslâm dininegirmelerine vesile olmuştum.

Medresede dersim olmadığıgünler hanım ve çocukları alıpkır gezisine çıkardım. AyrıcaŞam'daki türbeleri ziyaretederdik. Ziyaret esnasındatürbede medfun olan zatlarınhayat hikâyelerini çocuklarımaanlatırdım. Bunlardan birisi deSahabe'den Ebû'd-Derdâhazretlerinin türbesiydi.

Ebû'd-Derdâ, ailesi içinde enson Müslüman olandır. Onunörtüyle örttüğü bir putu vardı.Kendisini İslâm'a dâvet eden

dostu ibn Revâha bir gün putunuo evde yokken parçaladı ve gitti.Ebû'd-Derdâ eve gelince önceçok kızmış, sonra şöyledemiştir: 'Eğer putta bir hünerolsaydı, kendinikoruyabilecekti.'Ve sonraPeygamber Efendimize giderekMüslüman oldu.

Ebû'd-Derdâ önceleri ticaretleuğraşırken Müslüman olduktansonra kendini tamamen zühd veibâdete vermiştir."ŞamFakihi"diye meşhurdur. Kendisi

bunu anlatırken şöyle der:

- Peygamber Efendimizinsayesinde hidâyete erdiktensonra hem ticaret, hem ibadetyapmak istedim. Fakat ikisininbir arada olamayacağınıanlayınca, ticareti bırakıpibadete yöneldim.

Ebû'd-Derdâ, Rasûlullah'ınvefâtından sonra Hz. Ömer'inona ısrarla bir memuriyetvermek istemesine rağmen o"Bana müsaade et, gidip halka

Rasûlullah'ın sünnetiniöğreteyim, onlara namazlaldırayım" demiş, Hz. Ömer deona müsaade etmişti. Hz. Ömerdaha sonraları Şam'ı ziyaretindeŞam valisi Yezid b. Ebî Süfyân,Amr b. el-As, Ebû Musa el-Eş'ari'yi teftiş ettiğinde buzatların kapılarının kilitliolduğunu, odalarının ipekle kaplıbulunduğunu, huzurlarınagirenlerin kim olduklarınısorduklarını, müreffehyaşadıklarını görmüş. Ebû'd-

Derdâ'ya gittiğinde ise onunkapısında kilit bulunmadığı,odasında ışık olmadığı, elbisesihafif, soğuktan muzdarip,gelenin selâmını alan, kimolduğunu sormadan içeri kabuleden, altında bir keçe parçasıbulunan bir hâlde bulunduğunugörmüştü. Hz. Ömer, Ebû'd-Derdâ'ya, "Ben seni Medine'dehoş tutmadım mil" deyince o,Rasûlullah'tan duyduğu şu hadisihatırlatmıştır:

"Sizin dünyalığınız bir

yolcunun azığı kadar olsun!'

Şam'da yüzlerce hâfızyetiştirmiştir. Nerede birkalabalık görse onlara sürekliolarak şu hadis-i şerifi okurdu:

"Size namazdan, oruçtan,sadakadan, faziletçe bir dereceyüksek bir şey söyleyeyim mi?İnsanların arasını barıştırmak...Kıyamet günü insanın mizânmdaen ağır basan şey iyi ahlâktır,yani güzel huydur."

Ebû'd-Derdâ hastalandığı birsırada arkadaşları yanınagelerek "Ey Ebû'd-Derdâ,nerenden şikayetçisin?"demişler; Ebû'd-Derdâ,"Günahlarımdan. .." diye cevapvermiş;

- Canın bir şey istemiyor mu?sorusuna,

-Canım Cennet istiyor demiş.

İlim hakkında Ebû'd-Derdâşöyle demiştir:

-İlim ancak arayıpöğrenmekle olur. İlim için sabahçıkıp akşam dönmenin cihadolmadığını sanan kimsenin aklıeksiktir.

Yaşadığım en tuhaf hadiseşuydu: Bir gün Hüsamettin vemedreseden arkadaşlarım ilekalabalık bir grup çarşıdadolaşıyorduk. Kalabalığıniçinden bir adam üzerimeüzerime geldi. Öyle bir bakışlarıvardı ki ben ömrümde bu kadarkeskin ve tesirli bakan göz

görmedim. Adamın hâli çoktuhaftı. Sanki beni tanıyormuşgibiydi. Gü lümseyerek yanımageldi. Kolumu tutarak, "Ey dünyasarrafı, beni bul." dedi. Sonrabirden gözümün önündenkayboldu.Tıpkı bir ha yal gibi...Bu hâli ben daha önce yaşadımyahut bu sözleri rüyamdagörmüş gibiydim. Rengiminsarardığını fark edenHüsamettin:

- Efendim, rahatsız mısınız?Dilerseniz eve dönelim, yorgun

ve hasta gibisiniz.

- Hayır, rahatsız değilim. Azönceki adamı fark ettin mi çoktuhaf bir adamdı.

- Hangi adam?

- Hani az önce kolumdan tutanadam... Simsiyah saçları belinekadar sarkmış, siyah kıyafetli,meczup gibi gülerek yanımayaklaşan adam...

- Ben, dediğiniz gibi bir adamgörmedim.

- Peki kolumdan tutup banasöylediğini de mi işitmedin?

- Hayır. Hiçbirimiz görmedik...

- Neyse, yok bir şey; galibasıcaktan olsa gerek, hayalgördüm.

O gece boyunca, çarşıdayaşadığım olayı düşündüm.Tesirini birkaç haftaatlatamadım. Sürekliaklımdaydı, kimdi bu adam?Derdi neydi? Ne anlatmak

istedi? Seyyid Burhaneddinhocamın bahsettiği zat yoksa buadam mıydı?

Artık Konya'ya dönüş vaktigelip çatmıştı. Yola çıktık.Yolumuzun üzerindeki şehirlerdeçocukluk zamanımda edindiğimdostlarımın yanına da uğruyor,eski günleri yâd ediyordum.Konya'ya yaklaştıkça eşim veçocuklarımın sevinçleriartıyordu.

Gül Hatun'un Ölümü

Mezarlığa gelen semirt eycan! Orada ölü-ölgün

yatan benim. Seninyokluğuna dayanmak zor

olurdu.

Eğer ölen ikimiz

olmasaydık...

Konya'ya dönüş yolundaMalatya'ya geldiğimizde GülHatun rahatsızlandı. Hekimlersıtmaya yakalandığını vebundan sonraki yolculuğunsağlığı için tehlikeli olacağınısöyledi. Ne kadar ısrar etsemde Konya'ya bir an öncekavuşmak istediği belliydi:"Öleceksem de orada canvereyim" diyordu. Konya'yagelişimizden on gün sonra hayatarkadaşım, sevdiceğim,

çocuklarımın annesi, yüreğiminGül Hatun'u Hakk'ın rahmetinekavuştu. Sevdiklerim tek tekbenden önce yüce Allah'avarıyordu.

Gözümün sürmesiydi GülHatun'um. Arada onun hatıralarıgözümün önüne geliyordu. Birkeresinde sormuştu:

- Bu kadar âşıksın Mevlâ'ya,şükürler olsun bu aşkı yaşayıpyaşatana! Peki bana ne kadarâşıksın?

- Sen benim Yaradan'danötürü yaradılanı sevişim, biradım gelene on adım gidişim veherkesi olduğu gibi kabuledişimsin. Sen benim bugünümeşükür ve yarınıma dua edişim,azla yetinişim, çoğa gözdikmeyişimsin ve kapanmayanavuç içimsin.

Bir kez daha yapayalnızkalmıştım. Dergâhtasohbetlerime katılanlarçoğalmıştı. Ayrıca diğermedreselerden de vaaz vermem

için davetler geliyordu. İplikçiCâmii'nde imamlık vazifesinebaşladım.

Günümün diğer vakitlerindeçocuklarımla vakit geçiriyordum.Her geçen hafta müritlerimartmaya devam ediyordu. Ateşlivaazlarım ve müsâmahalı tavrımKonya'nın yoksulmahallelerinden bir sürü insanıdergâhıma çekiyordu. Çiftçiler,debbağlar ve sanatkârlar. Hepsikabul görüyor, hiçbiri geriçevrilmiyordu.

Vaazlarımda açık konuşuyor,yoldan sapanları, her kim olursaolsun, Sultan veya onun vezirleride olsa fark etmiyor, tenkidediyordum. Medreselere bağışyaparak kurtuluşu garantilemeyeçalışan varlıklı kimseler geriçevriliyordu."Allah rüşvet kabuletmez, sessizliğim satınalınamaz!..." diye cevapveriyordum. Uyardığım buinsanlar yüzünden kısa zamandadüşman kitlem de büyüdü. Amabeni duymak ve tarafımdan

irşad edilmek için gelenkalabalık çok daha büyüktü.İnsanların sosyal mevkilerininçektiği perdeyi aşarak onlarıngönüllerine bakıyor, onlarıalenen yaptıkları dindarlıklarveya derin bilgileri için değil de,her birinin yüreğinde titreşen ominnacık ilahi ışıktan ötürüseviyordum.

Bazı takipçilerin gizli gizli karşıçıkmalarına rağmen, Musevilerinve Hristiyanların da gelip benimedresede dinlemelerine izin

veriyordum.

Her kim dergâha gelirse,çocuk da, dilenci de veyaşehzâde de olsa fark etmiyor,anlatıyordum. İnsanların derdi iledertlenmek tek gı- damdı.Geçmişte boşluğa düştüğümdemlerde insanlara kendimi vekapımı kapamıştım. Ancakşimdi her şey farklıydı. Onlariçin doldum taştım. Diyar diyardolaşıp bal yapmak için çiçekçiçek beslendim. Şimdipaylaşmak zamanıydı.

Az zamanda talebeleriminsayısı babamınkini bile aştı. Bukadarını beklemiyordum ve buaşırı rağbet bir yandan dahuzursuzluğumu büyütüyordu.Hüsameddin'e dergâhın defteriniverdim. O da bu işlereşaşırıyordu.

- Efendim, bu alâka böyledevam ederse bütün Konyaburaya gelmek isteyecek vedergâhımızın yanına yenidergâhlar açmak zorundakalacağız. Sizi çok seviyorlar.

- Niçin bana o kadar büyük birhasretle bakıyorlar? Sadece birinsan olduğumu bilmiyorlar mı?Ben peygamberimizin ayağınıntozuyum ve Hz. Muhammed(s.a.v.) Efendimizin dediğinidiyorum: "Ben kum ekmek yiyenbir kadının çocuğuyum’.' Benineden bu kadar gözlerindebüyütüyorlar Hüsameddinyârenim?

Babamın bana gösterdiğiözeni bende oğullarım SultanVeled ve Alaeddin'e

gösteriyordum. Annelerininölümünden sonra daha da fazlailgi göstermeye başladım. Sağolsun, Hüsamettin de banayardım ediyor, benim olmadığımzamanlarda, kardeş gördüğüçocuklarımla yakından alakadaroluyor beni aratmıyordu.Yavrularımın ikisinin birden âlimolarak halefim olması en büyükdileğimdi. Ancak onlarınçocukluktan genç erkekliğegeçişlerinde bile, birbirlerindenne kadar farklı olacakları belli

oluyordu. Kardeşinden üç yaşbüyük olan Sultan Veled, iyi birtalebeydi, yumuşak huyluydu vegözlerinde daha şimdiden âlimlikkıvılcımı tutuşuyordu. Alaeddinise ilmin dış kabuğunuöğrenmekte oldukça başarılıolmasına karşılık, manevidünyayı hiçbir zamanbilemeyeceği açıktı. Dualardasabırsız davranıyor, tasavvufikonuşmalar sırasında canısıkılıyor, ofluyor, bunalıyordu...Sultan Veled kolayca yön

verilebilen uysal bir huydaydı,ilim âşığıydı. Elinden lokmasıalınsa şikâyet etmezdi. Alaeddinise her zaman inatçı, kanaatsiz,kavgacı ve gözü sokakta hırçınbir delikanlı olmuştu. Beni delilergibi sevse de benim yolumdanasla gitmeyecekti.

İkinci Yuvan: Kerra ileEvlilik

Dünyada herkes sevgilisinecan verir. Fakat birinin sevgilisi

kan tulumundan ibarettir,öbürününki güneştir, ışıktır.

Konya eşrafından birçok kişi

aracılıkta bulunup yenidenevlenmem için gayret sarfetti.Sadreddin Konevî ziyaretimegeldi. Kocası vefat etmiş birkadın varmış. Ona hem sahipçıkmam hem de bana bir hayatarkadaşı gereği beni onunlaevlenmeye ikna etti. Ailesi aslenBizans Rumlarından olan KerraHatun, Haçlı seferlerininzulmünden Konya'ya kaçan veKonya'da Müslümanlığı seçmişolan bir babanın kızıdır. İlk eşiŞah Muhammed vefat edince

oğlu Yakup ve kızı Kimya ile dulkalır.

Evlenme teklifinden öncekendisi ile konuşmak istemiştim.Sadreddin Konevî'nin evindebuluştuk. Yanında iki yetimi ilegeldi.

Bir an, birbirimize bakıyoruz,güzel ve masum gözlerigözlerime açılmış, gözkırpmıyor, sanki bakışları özürdilemekle dolu. Her ikimiz desessiz duruyoruz, birbirimizin

bakışlarını okuyoruz. Sessizliğibozan ben oluyorum:

- Evlilikler bazen talak ilebazen ecel ile bitebiliyor.Biliyorum ki ölen eşim GülHatun'um gibi bana sâdıkolursun. Ancak benim hayatımyorucudur. Evin dışında halkındertleri ile meşguliyetim vardır.Günümü meseleleri çözmeklegeçirir, sizleri ihmal edebilirim;bunu şimdiden bilmeni isterim.

- Efendim sizi öncelerden

tanıyor ve müşkil halinizibiliyorum. Sizin gibi herkesçehürmet gösterilen bir âlimin eşiolmak bana şeref verir.Çocuklara olan sevginiz benimçocuklarıma da çok iyi bir babaolacağınızın işaretidir. Buhususta şüphem yoktur. Mazimibir kalemde silmiştim. Sizinhayat arkadaşınız olma teklifiiçimde tarifsiz bir ferahlıkoluşturdu.

- Çocuklar Allah'ın emanetiolan cennet çiçekleridir, senin-

benim çocuklar değil hepsiçocuğumdur.

- Çocukların koşuştuğu biravludur kalbim, ağlayan-ağlamayan bütün çocukların.

- Yanındaki ve içindekiçocukları güldüreceğime eminol!

İnce bir tebessüm yayıldı ayyüzünde:

- Ben, gülzârda yetişen bir güldeğilim; kışın soğuğunu, yazın

şiddetini yemiş bir gülüm. Benisevdiğin için teşekkür ediyorumMevlâna'mL

Kerra Hatun, güzellik veolgunlukta örnek bir kadındı.Kızım Melike Hatun, en küçükoğlum Emir Âlim Çelebi buevlilikten dünyaya gelmişlerdir.

Sohbet meclislerime katılır,arka mahfilden benim dinisohbetlerimi dinlerdi. Diğerkadınlar gibi çarşı, pazar alışveriş işlerini sevmezdi.

Neredeyse bana bir gölgegibiydi yanımdan ayrı kalmakistemezdi. Her kadın gibi arasıra onu da kıskançlık tutuyordu.Kerra ile en çok tartışmamızŞems için olacaktı. Şemslihayatım başlayınca herkes gibibaşlangıçta Kerra da Şemsianlayamayacaktı ama bana olansevgisinden dolayı sessizkalmayı yeğleyecekti. Aradasırada da bu konudaserzenişlerini bana iletecekti.Hatta bir keresinde bir gece

yatağa girdim, hemen arkasınıdöndü:

- Vaktini sürekli Şems'eharcıyorsun. Senin bir ailen var,galiba aklından çıktık!..

- İlahi aşk yolundakigönüldaşımı sen de mikıskanıyorsun?

- Şems'ten ayrıl, dünyanı daahiretini de batıracaksın.

- Dünya ile nikah kıymakisteyenden, dünya mehir olarak

dinini ister. Dinini hiç bir parayapula minnet etmeden satmayan,âşıklardır.

- Şems'i kendinden uzak tutve ailene dön.

- Güzel eşim, bana bu kadareziyet etme; bu kadar inleme,dertliyim deme, üzüntülüyümdeme, senin yanına gelmemeizin vermiyorlar deme, hayatzordur deme, beni susuzbırakıyorsun deme ve gündüzgece sıkıntı içinde yaşadığından

dem vurma, yalnız kaldığınısöyleme, saatlerce odanın birköşesinde yapayalnız kaldığınıdeme, beni düşünmüyorlar,bana bakan yok deme, garip vezayıf kaldığını deme... Deme..Deme.. Beni daha fazla üzme,beni daha fazla yakma, yakınmabana, senin her sitemin yaralıkalbime vurulan kör bir bıçaktır.Her şikâyetin kemiklerimi eritenateştir. Her tenkidin yüzüme inenacımasız bir tokattır. Sendegördüğüm her mahzun sessizlik,

bana bir kınama yağmurudur.Ben, dostum, yarenim Şemsolmadan bu çirkin gurbetin çileliyollarından nasıl geçerdim?Bana kim teselli verdi? Me'yıısve muhtaç kalbimi kimsevindirdi? Şems yetişmeseydiimdadıma, akıbetim nasılolurdu? Şimdi diyeceksin ki "Bende yapabilirim Şems'inverdiklerini." Sen benimkamerimsin, Şems olamazsın,Şemslik bambaşka bir kerametKerra Hatun'um. Dostluk başka,

zevcelik başka. Sana bileaçamadığım, sende biledoyuramayacağım açlıklarımvar. İlahi aşkın yollarındaateşlere sen dayanamazsın ki,sırtında beni taşıyasın...Tasavvufu bilmeden nasıl yoladüşersin bir tanem. Bana teselliver, dert yükleme yeter.

Yeni eşimin ve oğullarımınbütün şikâyetlerine rağmen hâlâbana sunulan armağanlarınhiçbirini kabul etmiyor, yalnızcaİplikçi Camisi'ndeki imamlık

hizmet karşılığı aldığım cüzîmaaşla geçiniyorduk. Dergâhabağlı olan tüccarların vermeyeçalıştıkları altın paralara sankine işe yaradıklarını bilmiyormuşgibi bakıyordum. Bu hâlkarşısında onlar şöylesoruyorlardı:

- Fakat sana borcumuzu nasılöderiz? Bize öyle çok şeyveriyorsun ki...

-Allah'ı sevin yeter...

Kerra Hatun benim sağlığımiçin endişeleniyor ve saraydangümüş tabaklar içinde gelenlezzetli yiyecekleri reddedip,onları yoksullara gönderişimeşaşırıyordu. Sadece yoğurt vesoğan yiyerek yaşıyordum.Arada sırada da Ateşbaz'ınyaptığı tiritten yediğim deoluyordu. Ateşbaz Veli çeşitçeşit çorba pişirip getiriyordu,ben de çorbaları dervişleregönderiyordum. Beni doyurmakiçin ter döken sadece Ateşbaz

değildi, Kerra Hatun da gayretediyordu ancak nafile. KerraHatun yaptığı lezzetli yemeklerleaklımı çelmeye çalışsa da, benoralı değildim.

- Sabahtan geceye kadarsohbet, medrese, cami, vaazkoşturman yetmiyormuş gibidergâha gelen herkesin derdidinlemekten takatin kesilecek.Lütfen beslenmene dikkat et.

- Peygamber Aleyhisselâm'ıngücü gıdâlardan gelmiyordu.

Yanaklarım çökmüş haldekigörünüşüm kendimi reddedişdeğil, unutuşumdu. Altın ilegümüşün parmaklarımadokunmasını istememek birgururdan değil, ona sahipolmanın ne demek olduğunuartık anlamıyor olmamdandı.Niçin herhangi bir şeye sahipolmaya çalışasın ki, her şeyzaten şeninken? Yiyecekambarının anahtarı şendeykenniçin doldurmaya çalışasın kikilerini?

Sultan bir gün bana saraydanmuhteşem bir Arap atı gönderdi.Ata hayranlıkla baktım veüzerine binmem istenince deçocuk gibi güldüm. Seyise,

- Onu saraya geri götür.

- Dur! diye bağırdı Gül Hatun.

Diğerlerinin yanımızdanuzaklaşması için işaret ettim.

- Mevlâna, bu senin yaptığıntamamen kibir. Sen de herkesgibi bir insansın. Daha sözler

ağzından dökülürken doğruolmadıklarını biliyordu ama çokkızgındı. Konuşmasına sesiçatallaşarak devam ediyordu.

- Sen artık bir şeyhsin; bellibir mevki ve itibarı olan birzâtsın, bir dilenci değil!..Makamına uygun olarak atabinmelisin.

Atı çağırdım ve yanağımıboynuna yaslayıp yumuşaksözler mırıldayarak onunlakonuşmaya başladım. At,

kulaklarını dikmiş bir halde sankiboynuna doğru eğilmiş adamgörmemişçesine giriş kapısınadoğru bakıyorsa da atlarındilinden anlayan biri onun benidinlediğini anlayabilirdi. Önce birayağımı üzengiye doğrukaldırdım ama sonra fikrimideğiştirdim. Kısrağın böğrünebir şaplak vurup dilini şaklatmaksuretiyle, hayvanın ileri atılıpkapıdan sokağa çıkmasınısağladım. Seyis ardından koşupdizginlerinden yakaladı ama ona

hayvanı bırakmasını söyledim.Olup bitenleri kızgınlık vehayretle seyreden Kerra Hatun'adöndüm:

-Ait olduğum şu toprağınüzerinde yürüyeceğim.Başkalarının omuzlarınınüzerinde yalnızca cenazetaşınır.

Ben Dünyada DeğilDünya Bende Dönmeli

Dünyada herkes sevgilisinecan verir. Fakat birinin sevgilisi

kan tulumundan ibarettir,öbürününki güneştir, ışıktır.

Yalnızca camide veya

medresedeyken gerçekteolduğum şahıs, yani her şeydenöteye bir Allah âşığıolabiliyordum. Cemaatinkarşısına geçtiğimde, kendimdedeğil de daha öteye, cennetbahçesinin taç kapılarına bakanyüzleri gördüğümde dilimçözülüyor ve saatlerce sözlersözleri kovalıyordu. Buyduçağrım; evim, aşım, emeğim,suyum, insanları ilahi aşkagötürecek sohbetlerdi. Cumalarıcamide vaaz verdiğimde Konya

sokakları boşalıyordu. Artıkbana "Mevlâna'mız" diyorlardı.Bu unvandan kurtulmayaçalışsam da artık banayapışmıştı. Kendi kendime "Herşeyim var: bana sadakatle bağlıbir eş, civan oğullarım, kibar,lâtif kızlarım, Konya halkınınsaygısı, yeterli yemek vegiyecek... Uzaklara gittim, çoköğrendim. Bacaklarım, kollarımve bir sesim var. Niçin, hâlâtatmin olamıyorum? İçimdekitarifsiz boşluğun sebebi nedir?

Niye mutsuzum? Daha neisteyebilirim? İlahi aşk içinyeterince kitap okumadım mı?Memleket memleket, medresemedrese dolaşmadım mı?Yaşım kırka geldi dayandı, dahaneyin derdindeyim?

Camide saatlerce dua ettiğimiçin de seccadenin üzerinekoymaktan alnım kayış gibiolmuştu. Bir akşam medreseyebir haberci geldi: SeyyidBurhaneddin cennete uçmuştu.Gözyaşlarımı inci inci

seccadeye dökerken. "İkinci kezöldü, o dünyada iken zatendünyasını öldürmüştü, ölmedenönce ölenlerdendi." diyedüşündüm.

Müritlerimi çağırıp o gecesabaha kadar hocamın ruhunadua etmelerini istedim.

Seyyid Burhaneddin gideli üçyıl olmuştu ama yokluğunu,gittiği ilk günkü gibihissediyordum. Sankisıcaklığına alışılmış ve orada

olduğu çoktan unutulmuş bireşarbın çekilip alınmasıylabirlikte dünyevî işlerin buz gibiesintisi birden yüzüne çarpmıştı.

Karşımda saf saf duran iyiinsanların yüzlerine bakarken,bana emek veren, yüreğini açanbir dostu ne kadar da özlediğimifark ettim. Gözlerimi kapatıpsağa sola sallanırken yüreğim,bîr yandan Seyyid Burhaneddingibi bir hocayı ihsan ettiği içinşükreden, diğer yandan onunyerine koyabileceği birini bana

göndermesi için Allah'ayalvardım.

Gün doğumunun ilk işaretigökyüzünde belirmişti. Sessizceayağa kalktım. Müezzin ezanabaşlarken ıssız sokaklardangeçerek şehri çeviren doğuduvarlarına doğru ilerledim. Biriki kişinin evlerinden camiyegitmek üzere ayrılırkenevlerindeki lambaların yandığınıgördüm. Çoğununsa hâlâuyumakta olduğunu, komşularınanamazı evlerinde kıldıklarını

söyleyeceklerini biliyordum.Bunlar Allah korkusu taşıyan, iyiyürekli insanlardı ama yine degünde beş kere Allah'a duaedecek kadar bağlılığa sahipdeğillerdi. Sonsuza kadar yalnızolmaya mı mahkum edilmişti?En yakın müritlerim bile basit birgece ibadetinde onu terkediyorlardı.

Durup yerden biraz toprakalıp göğe savurdum. Abdestimialdım. Kıble'ye dönüp ellerimikulaklarıma kaldırarak"Yüce

Allah'ım bana senin aşkınlatanıştıracak dostumu gönder,Rabb'im, beni yalnız koyma!"dedim. İşte tam o sırada SeyyidBurhaneddin'in söylediği sonsözleri hatırladım: "Yalnızolmayacaksın. Çok büyük birdost sana ayna olmaya gelecek.Akislerin karşısında hayretedüşeceksin ve aşkını bütündünya huşuyla karşılayacak.Seni yakacak ateş mutlakagelecek ve ben seni o ateşinkıvamına hazırladım... "

-Yüce Allah'ım, bu sözlergerçek olsun!

Şems'im Geldi

Senin sevgin yüzündendir ki,göz güneşten nur alır,

bulut topraktan su içer.

Uzun yollardan geldim, sanageldim. Yoruldum, duruldum birnehir bunca sene yatağını mı

arar? Aradım. Aktım.Kimsesizim. Yalnızlığımda senibiriktirmişim meğerse. Alnımkırıştı. Her kırışıkta aradığımısakladım, görmesin yabangözler diye. Yabana değilim.Kimsesizim ey Bahaddin'in oğlu.Aç sadrını, sana geldim.Beklediğin bendim. Aradığımşendin. Ben Şems'inim."

Hayat hamdır, hamlığı elbetbir pişiren vardır. Hayatın hamı,Konya'nın yalnızı bekleyedursun,bir güneş çölleri yararak, dağlar

aşarak yüreği ateş topu yolcu,yolları tepeleyerek, tozlanardında sürükleyerekgelmektedir.

Allah, yalnızlığı, yalnızlığınortağı olan dostluk olmaksızınyaratmazdı. Havva'yı Adem'inyalnızlığını bitirmek içinyaratmıştı. Ne merhemiolmadan ağrı ne de doygunlukolmadan açlık var olamaz.Yalnızlığın ilacı beklemektengeçer, çünkü yalnızlık sadecezamanın bir oyunudur: Bir

bütünün parçaları yalnızcaanlarla birbirlerindenayrılmışlardır. Konya ile Tebriz'i,bu iki parçaya acaba binlerce yılmı yoksa göz açıp kapatıncayakadar geçen an mıayırmaktadır? İki göğüsteçarpan aynı yürek, birbirlerindensadece altmış günlük yol ötede:Mevlâna Celaleddin, Konya'nınGülü, yüreğin bir yarısı; Şems,Tebriz'in İnsan-ı Kâmil'i, yüreğindiğer yarısı. Aynı havayısoluyan, aynı göğün altında dua

edip birbirlerine doğrusürüklenen bu iki can, sularıkabaran iki nehir gibi aynı denizeakıyorlardı. Merace'l Bahreynkaçınılmaz kaderdi.

Şems-i Tebrizî, her ilmin âlimi,simyacı; bütün mukaddeskitapları hatmetmiş bir derya...Başkalarının dergâhında hikmetaradıysa da bulamadı veTebriz'de daha fazla duramadı.Bir gün, elinde ney'inden başkabir şeyi olmadan, rahatlığın vemantığın eşiğini aşıp, duyguları

coşan bir selmişçesine, eviniterk etti. O Tebriz'den ayrılalı üçbeş ay olmuştu ki evleri yandı,annesi babası yanan evin içindeuykuya yakalanıp diri diriyandılar. Şems İsfahan'daydı.Duyar duymaz koştu. Artık kanbağından dünyada kimsesikalmamıştı. Gönül bağını iseilahi kader kördüğümleri açarakbirleştirecekti.

Yüklüğünü boşaltıp, Allahaşkıyla yüreğini yaktı. Alevleringöğe uzanışını, mesajını

cennete ulaştırırcasınaizledi."Aramakbenim hayatım,kendimi Sana adıyorum." dedi.Kendini bırakıp dünyanınüzerinde uçmasına izinvermekten ve kendi iradesininçok üstünde bir şeye kapılıp yolalmasından başka çare yoktu.

Günlerini düşünerek ve duaederek geçirdi. Üzerindekipaçavralar ve darmadağınıkgörünüşüyle insanlar onu dilencisanıyorlardı. Ama o asla cumanamazlarında caminin önünde

birikmiş diğer dilencilerordusuyla beraber el açmamıştı.Bir sûfi olmasına rağmen,dervişlerin ve tekkenin bütünbilgilerini, onların yoluna girmeyireddediyordu. Şems'den başkaadı, dünyadan başka da yeriyoktu. Allah'ın rahmetiyleyaşıyor, incirlerle, çölmeyveleriyle besleniyor, açlığadaha fazla dayanamadığındanda Şam'ın su değirmenlerindeyevmiyesi bir iki kuruşaçalışıyordu. Bazen de sanatı

olan sepetçilikten istifade sepetörerek günlük ihtiyacınıkarşılıyordu. Sırtındaki siyahferacesi, elindeki üflediği neydenbaşka dünyalık malı yoktu.Sanki bu dünyanın adamıdeğilmiş, başka âlemlerdengelmiş gibiydi. Ömründe hiçkimseden değil hediye, ödünçbir kuruş dahi almamıştı. Sertmizacı, sivri dili ile keskin bakışlıbir şahin gibiydi. Hayvanları çokseverdi. Kuşlardan şahinebayılırdı. Kurdun serâzatlığına

ve gururuna hayrandı, "bir kemikiçin hürriyetini satanzavallıcıklar" tasmalıköpeklerden nefret ederdi.

Yıllar boyu yolculuklarını yayayaptı. Bir tek Konya'dan kendinisürgüne attığında bir eşeğebinmişti, bir kez da Sultan Veledile Şam'dan Konya'ya dönerkenbir ata binmek zorunda kalmıştı.Artık yaşlanmıştı, bacaklarıvücudunu çekemiyordu.Yorulmuştu bedeni. ÇünküŞems kendini bedenli bir insanın

bu dünyaya ait olabileceği en altseviyeye indirmişti.

Her ne kadar ismini, cisminiinsanlardan saklamaya daçalışsa, böylesine yanan birateş gizlenemez. Şems adıçarşıda ve camide sık sıkduyulur olmuştu. İnsanlar onun,nâmını Şems-i Perende olarakmırıldanıyorlardı. Müzik vesemayla kendinden geçmiş birmeczup olduğunudüşünüyorlardı; tabii tehlikeliydide! Ondaki yanışın kokusu

geliyor, insanlar çekinerekyanından uzaklaşıyorlardı. Öylebir ateşle yanıyordu ki,çevresindeki hava sankiçatırdıyordu.

İşte o gece, elmastanyıldızlarla bezeli gökyüzününaltındaki o soğuk ormanda,yanan odunların çıkardığıdumanın güzel kokusu etrafayayılırken, Şems, Allah'ayakardı: "Sonsuza kadar yalnızolmaya mı, kâfir Moğollarıntoprağında bir seyyah olarak mı

kalmalıyım? Seni sevenlerdenbirine götür beni. Seni sadeceumut ve korkuyla değil, güzelliğiniçin sevecek birine. Böyleliklesesim diğerlerininkiyle birleşir.İzin ver de diğerlerininanlamadığı bir dili konuşayım."

Şems'in sıradışı huylarındanbirisi de cami gasilhanesindesabahlamak, mümkünse tabutuniçine girip kapağı örtüp içindeuyuklamaktı. Yine bir gece böyleyaparak yattı. Rüyasında çölünortasında kum fırtınasına

yakalanmış, sağa sola nereyegideceğini bilmez bir haldeydi.Yere düşer, kumlar üzerinikapatmaktadır, boğulmaküzeredir, elini semaya kaldırıp:"Al canımı Allah'ım, ama lütfenönce dostumun yüzünü banagöster." diye duaya başlar.Gaibden bir ses:

- Karşılığında Allah'a nevereceksin? Diye seslenir. Şemstereddüt etmeden:

- Canımı, kanlara boyanacak

başımı.

- Anadolu'ya git, Belhli BahaVeled'in oğlunu bul...

Uyanır. Kan ter içindedir.Tabutun kapağını kaldırır.Abdestini alır ve Anadolu'yadoğru yola düşer. Uğradığı heryerde:

- Bahaeddin Veled hangişehirdedir, yaşar mı, ölümüdür? diye sorar.

- Konya'dadır, ölmüştür.

Yerini oğlu Ceialeddin almıştır,cevabını alır.

Ömür boyu arayış insanasabırlı olmayı öğretir. Şems debekleyip doğru zamanda hareketetmeyi bilecek kadar iyitanıyordu sabrı.

Konya kışa hazırlanıyordu.Hava soğumaya başlamıştı,şehir sabahları sislere teslimoluyordu. Ancak o günbambaşka bir hava vardı.Neredeyse güneşli bir günü

görmeyeli günler olmuştu. O günhava günlük güneşlikti.Dervişlerim, müritlerimle vekalabalık bir cemaatle İplikçiCâmi'sine geçiyordum. Yorgunve halsiz olduğum için banabinek olarak katır hazırlamışlarve beni iki derviş, katırabindirmişti.

Camiye yaklaşırken esnaf veyoldaki halk hal hatır sormak içinetrafıma toplandılar.Kalabalığımız iyice artmış, bende camiye yaklaşmak

üzereydim. Yaşlı bir yabanakalabalığı yarıp katırın yanınayaklaştı. Gözlerim onu biryerden tanıyacak gibiydi amanereden? Meçhul yabancıaniden elimdeki yulara uzanıpkatırın önüne geçerek bizidurdurdu. Ben şaşırmış neyapmaya çalıştığını anlamayaçalışırken bazı dervişlerim onunyakasına yapışmayaniyetlenmişlerdi. Onlara mânioldum.

- Durun bakalım, derdi

neymiş, öğrenelim. Söyle eyyabancı, dilenci misin? Yardımistiyorsan namazdan sonradergâha gel, ihtiyacınkarşılansın. Şimdi ezanokunacak, namaza yetişeceğim,önümüzden çekil!

- Evet. Dilenciyim. Amadünyalık değil ahiretlik istiyorum.

- Nasıl bir ahiretlik?

- Aşk istiyorum, var mıdırbana vereceğin aşk?

Bu sesler?.. Aman Allah'ım,bu sesler yabancı değil. Dahaönce duyduğum bir ses... Nedirbütün bu olanlar? Diyedüşünerek katırı cami avlusunadoğru sürdüm. Arkamdan gürbir ses ile:

- Sen, Baha Veled'in oğluMevlâna Celaleddin misin?

- Evet, benim.

- Senin için Rum diyarının,bütün Islâm topraklarının en

büyük âlimi diyorlar. Doğru mu?

- Hayır, ben kuru ekmek yiyenbir adamım, kimseden fazlabildiğim yoktur. Babamınmakamını boş bırakmıyorum okadar.

- Bir sualim var. Bununcevabını bulmak içindolaşmadığım memleketkalmadı. Semerkant'tan tut daNecef çölüne kadar İslâmtopraklarında cevabını aradım.

- Neymiş sualin?

- Söyle bana, içlerindenhangisi daha büyüktü; ermişBâyezid-i Bistâmî mi yoksa Hz.Muhammed mi?

"Bu ne biçim sualdir? Ulu ortaherkesin içinde sorulacak sorumudur? Benim olduğuma şükretbe adam, yoksa bu halksualinden dolayı linç ederdiseni!" diye düşünerek sorukarşısında değil de halkınyabancıya tavrından çekindiğim

için afalladım.

- Nasıl bir sual bu? Hiç şüpheyok ki Hz. Muhammed büyüktür.

- Peki, Hz. Muhammed dahabüyükse neden "Seni dahabilmem gerektiği gibi bilemedim"dedi de, Bâyezid “Zaferbenimdir! İtibarım ne büyüktür;çünkü sadece Allah'ladoluyum!.." dedi?

- Hz. Muhammed hâlâ Allah'ıarıyordu. Ve bildikleri durmak

için ona yeterli gelmiyordu.Bâyezid ise Allah'ın içindekaybolmuştu. O vardığını sandıama varmak diye bir şey yoktur.

Yabancı, kafasını bir aşağıbir yukarı salladı:

- Babanın oğluymuşsun...

Her zaman yaptığım üzerenamazdan sonra vaazabaşladım. Cami tıklım tıklımyine doluydu.

Vaaz mevzuu olarak

Kuran'dan bir ayet seçtim: "Söz,esasında onların karşısındadoğruluğunu ispatladı ama onlarinanmıyorlar. "

Münafık gerçekte imanetmediği halde, kendini mümingösteren kimsedir. Bu yönüyle,münafıklık, bir inançsahtekârlığıdır. Mü'min kişi,inkârcı olmadığından dolayı;inkârcı ise münafık olmadığı içinşükretmelidir. Çünkü münafıklıkinkârcılıktan beterdir. Kur'an-ıKerim'de Aşkın Mâliki şöyle

buyurmaktadır: "Şüpheyok kimünafıklar, cehennemin en alttabakasındadırlar." dediğimdearka taraftan "Allahhhhhhh, AşkAllahtır." diye bir feryat yükseldi.Sesin geldiği tarafa baktığımdao meçhul yabancıydı. Ayakta,durmadan elini havayakaldırarak bağırıyordu. Birden"Aşkkkk" diye inleyerek olduğuyere bayıldı.

Kürsüden hemen inip yanınavardım. Halının üzerine yüz üstüyığılmıştı. Dervişlerim de

yanıma gelmişti.

- Misafirimizdir, kucaklayındergaha taşıyın, matbahınyanındaki odaya yatırın. Benbirazdan ardınızdanyetişeceğim.

Dergâha geldim, dervişleresordum:

-Tembihlediğim gibi yaptınızmı?

- Evet efendim, dediğiniz gibimatbahın hemen yanı başındaki

odaya döşeği serdik ve yatırdık,şimdi uyuyor. Belli ki çok uzunyollardan dinlenmeksizingelmişçesine yorgun ve bîtâb...

- Ateşbaz'a söyleyin, çorbayıerken pişirsin bu akşam. Buodada misafirim ile sofradaolacağız. Üzeyir Hekim degelsin, belki muayene ettiririzkonuğumuzu.

Kapıyı hafifçe araladım,uyanmasın diye çekinerekusulca girdim içeri. Üzerinde

ince bir şilte örtülü, uyuyordu.Ayaktaydım, umulmadıkzamanda, ulu orta meydandaateşi üşüten, suyu terleten sualisoran yabancıyı seyredalmıştım. Söyle bana yabancı,in misin, cin misin? Neredengelirsin, nereye gidersin? Aymısın, yıldız mısın, güneşmisin? Alnında parlayan nurlarınereden biriktirdin ey yabancı?Ne güzel uyuyorsun. Sessizçığlıkları biriktirmiş gibi şakağın,her kıvrımı ayrı uçurumları

taşımışçasına. Ne güzel sordun,bu sualleri çok mu derinlerdençekip aldın? Bunca yıl busorularda mı kıvrandın?Senelerce beklediğim sır mısın?Ey yabancı, hangi denizleriyuttun da geldin? Beni detufanına götürmeye mi geldin?Uykusuz gecelerin yorgunluğusaçlarına düşmüş, saçlarıağartan o güne benihazırlamaya mı geldin? Birbebek gibi uyuyan koca adam,nedir ismin, dağların

yüklenmediğini taşıyor gibiyorgun cismin. Hele bir uyanbakalım, görelim Mevla'm hayıreylemiş mi?

Dünyamı sarsmaya mı geldiney yolcu? Yolunu mu kaybettiney yabancı? İsmini henüzbilmiyorum. Sana nasıl, ne diyesesleneyim? Sen gelmedenönce kurulu bir düzenim vardı.Sen bu düzenimi dağıtmaya mıgeldin?Ta uzaklardan, çöllerikavurdun da mı geliyorsun?

Belli ki yalnız bir adamsın.Yüzün güneşte yanmış,dudakların susuzluktan çatlamış,gözlerin göğün rengini kendisinealmış ve alnın seni üzenleriperişan etmiş.

Bakışların tanıdık geldi.Sesini önceden de duymuştum.Neydi o soru öyle? Benimle nasılkonuştun? Daha önceki birkonuşmanın devamıymış gibikonuştun benimle. Nasıl biryoldan geldin? Öyle bir yoldangelmişsin ki korkunç çöllere

uzanan bir yol dikenli vekayalıklarla dolu bir yol. Tufanseli, kurtların şimşek bakışı,çakalların uluması ile yankılananve haramilerin tuzak kurduğu biryol bu.

Uyan yolcu. Bana geldiğinyolları anlat. Uyan yabancı.Bana getirdiğin sırrı üfle. Yoksabeklediğim değil misin?

- Evet hatırlıyorum. SenŞam'da aniden ortaya çıkıp,kolumdan yakalayıp "Ey dünya

sarrafı beni bul"diyen oadamdın. İyi de ben senibulacakken, sen beni buldun!

Kendine gelen adam,çorbasını içtikten sonra yıkandı,ona kıyafetlerimden verildi.Kendisinin mazisini sorduğumda:

-Yavaş yavaş benitanıyacaksın, feracem de kururkurumaz getirilsin, onsuz kendimiçıplak hissederim.

- Neden hep siyah

giyinmişsin? Tek elbisen bunlarmı?

- Libas bedendeki tendir.Senin çok mu tenin var? Siyahıseverim. Ömrümde siyahındışında libas giyinmedim. Dışımgece olsun ki içimim güneşi belliolsun.

- İsmin üzere yani.

- Mevlanâ mı diyeyim sanaCelaleddin mi?

- Hangisini dilersen söyle.

Celaleddin ya da Mevlâna...

Bak sen dedin, hangisiniistersen söyle diye, senkelimecilik, şekilcilikten uzaksın.İnsanların makamına, nişanınagöre değerlendirmeyensin öyledeğil mi?

- Elbette.

- O zaman sana ne elbiseminrenginden, feracemden? Bunlaratakılırsan daha çok beklersin.Geç kılık, kıyafeti. Öze bak,

seninle yolculuğumuz işte oradabaşlayacak.

- Derûnî yolculuk mu?

- Evet.

- Ben gençliğimde derûnîyolculuğa çıktım. Tekraryapmamın ne gereği var.

- Peki aşkın dağında bir tünelkazıp, ışığı ucundan bile olsagörebildin mi?

- Hayır.

- Sen yolu seyretmişsin, yoldayürümemişsin. Gidenleri seyredalmak senin de aynı yolculuğuyaptığın manasına gelmez.

- Halvetim olmamış yani?..

- Senin yaptığın halvet değil,uzlet. Uzleti peygamberleryapar. Hz. Yusuf kuyuda, Hz.Musa çölde, Hz. İsa ağacınüzerinde ve âlemlerin efendisimağarada uzlet yapardı. Çünküuzlet tek kişilik yalnızlıktayanmak, ermektir. Bizimkisi

halvet, iki kişilik yalnızlıkta azyemek, mümkünse visal orucututmak, az konuşmak, çokzikretmek, secdeden miracaçıkmaktır.

- Şimdilik hazır değilim.

- Ben sana bir ateş atayım dayapar mısın, yapmaz mısın, senbilirsin...

Havuz mu Beni İçti,Ben mi Havuzu İçtim,

Bilemedim!

Herkesin bir hikâyesi vardır.Hüzünlü veya mutlu...

Benim hikâyembambaşkadır.

Başlangıcı da sonu daŞems’dedir hikâyemin.

Dergâhın avlusundaki havuzunkenarında oturup su şırıltılarıaltında kitap okumayı çokseverdim. Koltuğumun altındakitapları taşımayı severdim.Kitaplarıma kimsenindokunmasını istemezdim.Hepsinin haritası vardı. BilhassaHakim Senai, babam,Ferîdüddîn Attar ve AhmetMütenebbi'nin kitapları manevibakımdan çok kıymetliydi.

Aslında senelerdir birçok keztekrar tekrar okuduğum içinyazılanlar ezberimdeydi. Ancakkitapların kokusu manevimihmandarlarımın kokusunutaşıyordu. 0 gün yine kucağımabirkaç kitap aldım, havuzunkenarına geçtim. Kitaplaradalmıştım. Şems çıkageldi. Yanıbaşıma oturdu:

- Bu kitaplar nelerdenbahsediyor?

- Dağınık ilimlerden

bahsediyor, sen bilemezsin.

- Haklısın ben bilmem, ancakbildiğim bir şey var ki, onu da bukitaplar bilmez. Versene şukitapları bana.

Eline verdiğim kitapları hiçaçmadan ayağa kalktı, havuzadoğru bütün kitapları uzattı.

- Ne yapıyorsun? Suyadüşerse mahvolurummaazallah!..

- Mahvolur musun?

- Evet.

- O halde mahvol!

Kitapların hepsini havuzunsularına fırlattı. Etraftakidervişler olup biteneüzüldüğümü görünce Şems'inbaşına toplandılar. Hepsi onunüzerine çullanmak için bendenişaret bekler gibiydiler. Onlarabağırmak zorunda kaldım:

- İşinize gücünüze bakın.Karışmayın siz. Dağılın! Çabuk!

Sonra Şems'e yöneldim:

- Ne yaptın? Bunlar tek nüshayazma eserler. Sen onlarıbozdun!

- Senin için çok mu değerlionlar?

- Elbette!

- Sen öyle sanıyorsun. Senbunlara esir düşmüş, hayatısayfalarda arayan birisiolmuşsun. Hayat bizzat hayatıniçindedir. Kitaplar sadece ışığa

yaklaştırır. Işığın kendisideğildir.

O konuşurken ben havuzdayüzen kitaplara bakarakağlıyordum. Şems sözü bitinceferacesini diz kapağına kadartopladı, havuza girdi. Kitaplarıtek tek aldı. Havuzdan çıktı.Kitapları teker teker bana uzattı.O da ne?.. Az önce havuzaatılmış kitaplar daha yeniraflarından alınmış gibikupkuruydu. Gördüklerimeinanamıyordum; bizi merakla

takip eden dervişler deşaşırmıştı.

- Bütün bunlar nasıl oldu?

- Bu kalp ilmidir. Onu senbilmiyorsun.

- Öğretir misin?

- Kitap okumakla öğrenilmez.

- Ya nasıl olacak?

- Kalbini aç, gerisini banabırak.

- Celaleddin beni anlamak içinkendini fazla yorma. Zaman veryüreğine. Ben üçüncü çeşit biryazıyım.

- Nasıl yani?

- Bir hattatın üç çeşit yazısıvardır. Birincisini kendisi okur,başkaları okuyamaz; İkincisinikendisi okumaz başkası okur,üçüncüsü ne ona ne debaşkalarına okunur. İşte ben oüçüncü yazıya aidim.

Öyle kuru lafla muttakıyolunmaz. Önce dilimizi gıybettenkoruyacağız. Az yiyip, azkonuşup, az uyuyacağız.Tasavvuf ehline, abdestsizyatmak yakışmaz.

Aşkın ışığı, kerametlebilinmez. O nur, âşıklığın takvasıve sadakati ile bilinir.

- Bu zahitliklerin ve dinipratiklerin hedefi nedir?

- Delillere ve peygambere

gelene saygılı olmaktır.

- Bu dışla alâkalıdır.

- Peki madem dışla alâkalı,bunun ötesinde ne vardır?

- Mârifet var. Yani meçhuldenbilinene geçiş var. Senin çokbeğendiğin, elindendüşürmediğin belli ki çokçaokumana rağmen öğrenemediğinkitaptan bir söz söylememi istermisin?

- Buyur.

- Şayet marifet benliğinikendin için kaybettirmezse;cehalet, böyle bir bilgiden dahaiyidir.

- Bu Senai'inin cümlesi. Oysaokumuştum. Nasıl farkedemedim manayı.

- Dedim ya, kitaplar kalbeinmedikçe kumdaki yazılardır.Aşk kitap okumakla öğrenilmez,aşkı kâğıtlar da bildirmez.

- Bana marifeti öğret. Bana

aşkı öğret.

- Sabret. Önce sabretmesinibecer. Halveti duyunca ayağıntitremişti. Şimdi halvetinmeyvelerine talipsin. Hele birazbekle bakalım, her şeyin vaktivar. Beklemenin vaktitakvimlerde kayıtlı değildir. Benbunca sene seni beklemişim.Sen üç güne benim altmış yılımısığdırmamı istiyorsun. Çokuyanıksın Mevlâna, çoook...

Aşkın Simurgu AteşeRüzgar Oluyor

Mürşid mi arıyorsun?Etrafındaki ette kemikte arama!

Yüreğini bir yokla hele, ıssızmı, sessiz mi haykırışları.

İşte ben soluğun olacağım, tâ

içinin içinden seni

çıkartacağım Celaleddin.Oyalandın. Oyaladı gölgeler

seni.

Gel gör bendeki senleşenseni Ben senelerdir

sendeydim de senin haberinyoktu...

Halvet, dış dünyadan uzakkalıp, olup bitenden kopup,sıradan hayatın gürültüsünekulağı tıkayıp iç sesi dinlemeye

çekilmektir. Tasavvufta "Kendinibilen, Rabb'ini bilebilirdi." Kendinibilmenin yolu, yalın ve yalnızkalıp yanıp tutuşarak yürekaynanda iç yürüyüşünüyapmaktır. İki kişi birbirine aynaolmalıdır. Aynîleşmelidir. Allah'ınkelamını duymak için yüreğinikabartmaktır.

Nihayet içimdeki sesi,yüreğimdeki fırtınayıdindiremedim. Şems'e vardım:

- Ben halvete hazırım.

- Halvet heyecan aramak işideğildir, aşk işidir, biliyorsundeğil mi?

- Evet. Biliyorum.

- Dört duvar arasındahaftalarca kalacağız. Ailen,arkadaşların ve ulematabakasından çekinmiyorsundeğil mi?

- İlk zamanlarda herkesindudağına bakıyordun. Çıkansese göre yön alıyordun.

Başkalarının ağzı ilekonuşuyordun. Şimdi değişenne?

- Ben de bilmiyorum.

- Halvetin öncesi kolaydır.Halvetin sonrası mahşer gibi terattırır bilesin.

- Nasıl? Halvetteöğreneceğim hikmetler, eldeedeceğim marifetler, aşkınyolunda işimikolaylaştırmayacak mı?

- Aksine, daha dazorlaştıracak.

- Yani?

- Halvet sonrası sen bile senitanıyamayacaksın. Gökte mi,yerde misin bilemeyeceksin.

- İnsanların bakışı çok mukötü olacak?

- Her Allah aşkı hizmetkârınınkaderi seni de bulacak.

- Nasıl yani?

- Sana deli diyecekler.

- Olsun...

- Sapık diyecekler. Geçmişiile kavgalı diyecekler.

-Olsun...

- Büyü yapılmış diyecekler.

- Desinler...

- Fitneci, bozguncu, huzurukirleten diyecekler.

- Desinler.

- Uzaktan daha çok yakından,dışarıdan, elalemden çokailenden konuşan olacak.

- Konuşsunlar.

- Sırrı öğrenmede bu kadariştahlısın öyle mi?

- Evet...

- Ciddîsin, değil mi?

- Hiç olmadığım kadar...

- Emin misin?

- Özümle de sözümle deeminim...

Biz, geceyle gündüzünortasında, dört duvar arasında,koştururuz duyan olmaz.Bilmezsiniz, sabahtan akşamakadar miskin miskinoturduğumuzu sanırsınız.Görmezsiniz, siz gökkubbealtında yaşarken, biz kubbeleringölgesinin altından âlemlerekanat çırparız. Halvet aşk

muhabbetinin rahlesidir. Halvetaşk niyazının yönsüz kıblesidir.

"Dönmektir sanırsın marifet;arş dönüyor, yıldızlar dönüyordersin.

Zahirdir gördüğün, zahirdedönersin. Marifet dönmek değil,bulmaktır; bilesin."

Halvet günlerimiz başladı.Odaya sadece bir rahle, ikiseccade, Kur'an-ı Kerim veŞems'in çocukluğundan beri

elinden düşürmediği neyi aldık.Ateşbaz üç günde bir bize birtas çorba, iki bardak su ve birtane tandır ekmeği bırakacaktı.Üç günde bir iftar açacaktık.Sahur da ona göreydi.

Şems söze âyet ile başladı:"İçinizden hayra çağıran, iyiliğiemredip kötülükten meneden birtopluluk bulunsun(Âl-i İmrân,104)

- Görüyorsun ya Mevlâna,emr-i bi'l-maruf nahy-i ani'l-

münker farzdır.

- Herkes şimdi şerdeyarışıyor ve insanlar kötülüğeteşvik ediliyor.

- Güzel konuştun. Sen bu şerkapılarını kıracak kelamıduyuracaksın işte. Senindergâhının diğer dergâhlardafarkı burada, herkese kucakaçıyor, kaybetme değil kazanmapeşinde insanlara ümitdağıtıyorsun. Aşk senisevmeyeni de sevmeye

çalışmaktır.

- Zalim kimdir Mevlâna?

- Aşka isyan ile yetinmeyerekinsanları aşktan soğutandır.Allah'ın aşk kapısını insanlarınsuratına çarpanlardır. "DoğrusuAllah, pişmanlıkla kendisineyönelenleri ve özlerini (aşklarını)temiz tutanları sever."(Bakara/222)

- Yani inabete ihanet edenlerzulüm işleyenlerdir demek

istedin.

- Elbette. Benliğinin kölesiolan, dini tüccarlığınınsermayesi sanır ve insanlarıgünahlarla korkutur. Bu korkuinsanların iliklerine kadar işler veinsanlar azap titreyişi ilebağışlanmanın bahçesindenürkerler. Aşkın mayası aftır,aftan mahrum etmek, aşkahainlik yapmak, tevbe yolunutıkamak, şeytan hamaratlığıdır.Şeytana hamal olanlardazalimdir.

- Benliğinin günahkârı olan entehlikeli zalimdir. İşte bundandolayı peygamberimiz her günyüz kere istiğfar ediyordu.Benliğin tuzağına kapılmamakiçin âlemlerin efendisi istiğfarederken enaniyet gösterenlereşaşırıyorum. Benliğine köleolmayan, Allah'a döner vekimseye zulmetmez.Peygamberimiz inabet sahiplerinişöyle müjdeler: "Allah'ın öylekıymetli dostlan, velileri vardır ki,onların bedenleri dünyada,

kalpleri ise arşm altındadır."

-Tıpkı Hz. Ömer'in söylediğigibi: "Kalbim, Rabb'imigördü"

Halvetimizde ayrıcatasavvufun deryasında yüzerekhasbihalimize renkkatıyorduk.Tasavvuf,Taif'tetaşlanırken başını, alnını yarıpkanatan taşı yerden alıp "YâAşk''diye öpüp güledönüştürerek, sana taş atanagül uzatmaktır. Tasavvuftakadınlarla erkekler ya da farklı

ırklar veya milliyetler arasındakatiyen hiçbir manevi ayrımyapılmaz. Tasavvuf, Allah'agüvenmektir. Seni her şey terkeder, hatta seni en başta senterk edersin. Seni terk etmeyenYüce Aşk'tır. Allah ile kularasında hiçbir perde yokturancak kul ile Allah arasındayetmiş bin perde vardır. Nefisperde örücüdür, tasavvuf buperdeleri kaldırandır. Tasavvuf,dünyayı terk et demez. Aksineelin dünya ile yüreğin Allah ile

meşgul olsun ister. Tasavvuf,bulunduğumuz yerden bizialarak, fenâfillâh makamınagötüren yoldur, yoldaki çamurabatmadan, nura ulaşmak yüreğiaşk ile doldurmakla mümkündür.İçimizdeki hâzineleri tasavvufaynasında görürüz.

- Mevlâna'm, insanlar nedeniçlerinde med-cezir yaşarlar?

- İçimizde bir Musa yaşarkenbir de firavun besleriz de ondan.Hz. Musa ve firavun kıssasında

alacağımız bir çok hikmetlidersler vardır. Meseia Hz.Musa, kavmini hür bırakmasınıistemek için firavuna tekrartekrar gitmek zorundaydı.Firavun, Hz. Musa'daki ilahi gücütanımış ve isteğini kabul etmişti.Ancak sonra, tam Hz. Musaoradan ayrılmak üzereykenfikrini değiştirirdi. Sürekli böyleyapıyordu. Bizde manevinimetler ve nusretlerin hakikatinikabul ediyoruz ve hayatımızıfarklı yaşayacağımıza söz

veriyoruz. Ancak dahaneredeyse verdiğimiz kararınmürekkebi kurumadan, eskihuylarımıza geri dönüyoruz.Med-cezir yaşamak istemeyen,içindeki Musa'yı büyütmeli, ovakit firavun zaten ölmüş olur...

Halvet halinde ibadetleredoymak ne mümkün! Namazkılmak, kıyamda aşkınmakamına saygıda bulunmak,rükû da zikrullah kokusu ile mestolmak ve secdelerde haldenhale geçerek mekânsızzamansız

kalmak. Her namaz sonrasışöyle dua ediyorduk:

"Rabb'im, sanırlar mı ki, bizsecde ederken, taşa, toprağabaş koyarız? Hayır, eğilenbaşımız, o kaskatı yerde seninaşkının yumuşak dalgalarınakarışır."

Namazdan sonra zikiryapıyorduk kendi hâlimizce.Sonra tasavvuf sohbetlerimiz,soru cevap hasbıhalimiz devamediyordu.

- Benim Şems'imin zikiranlayışı nasıldır?

- Zikir, Allah'ı anmaktır. Zikirsadece dil ile yapılır diyenler,Allah'ı tanımamış demektir.Zikir, yüreğin teşbihidir. İlk sufiHz. Âdem'dir. Allah, ona bütünEsmâ'yı öğretti. Esmâ kâinatayayılmıştır. Dağa bakmak dazikirdir. Taş da zikreder, bakıravuran çekiç de zikreder. Biryetimin başını okşamak, yerdekitaşı kimseye zarar dokunmasınniyeti ile kaldırmak, bir hayvanın

susuzluğuna çare bulmak dazikirdir. Birisini Allah için sevmek,eline teşbih alıp bin kez Allahdemekten daha tatminkârzikirdir.

- Evet, haklısın Şems'im.İnsan sevdiğinin adını çok anar.Tasavvuftaki zikrullahın da anasebebi budur: Sevdiğinin adınıanarsın.'aşk aşk' diyekıvrananlar, bedenlerininarzularını aşk zannedenlerdir.Aşk, kemalin sebebidir. Kulun,adam olmasının birinci

basamağıdır. Zikir için sayı,boncuk, seccade şart değil.Kâinat, yer gök zikir ile taşıpcoşuyor.

- Çok güzel konuştunMevlâna'm. Şuura yükselmeninyoludur aşk. Sana şahdamarından daha yakın olanAllah'ın o yakınlığının şuurunayükselmeye Allah'a ulaşmakdenir. Bu yolculuğun en hızlıvasıtası aşktır.

- Biz insanları Allah'tan alan

her şey nefsindendir. Nefsibırak, gönüle tabi ol. Aşk, ikibeden arasındaki değil, iki gönülarasındaki temastır, gönüldecinsiyet yoktur. Cinsiyet sadecedünyada lazımdır, ahiretteyoktur. Kabre konulduğumuzzaman Münker-Nekir "Dişi misin,erkek misin?"diye soracak mı?

- Mevlâna sence zikiresnasında musiki caiz midir?

- Zikrin musikisi yaratılışınmusikisini temsil eder. Bu musiki

Cennet'ül Adn'da düşenyaprakların sesidir.

- Aferin inan seni dinledikçeyanında kendimi çömezhissettiğim oluyor. Senmürşidsin ben dervişim. Oh, negüzel dervişliktir bu.

- Dervişlik dedin de Şems'im,dervişliğin yasası, asâsı varmıdır?

- Dervişlik eline asâ, sırtınaaba alıp dolaşmak değildir.

Üzerine hem doğrunun hem degünahkârın bastığı toprak gibiolmadıkça, her şeyi içindegizleyen bulut gibi olmadıkça vesevsin sevmesin her şeye hayatsunan yağmur gibi olmadıkça,derviş olunamaz.

Halvetlerimiz kimi zaman sual-cevap, kimi zaman benimkonuşup Şems'in dinlediği, kimizaman onun konuşup benimhuşu ile dinlediğim, kimi zamanda her ikimizin sustuğu hâllerdedevam ediyordu. Âleme dair ne

varsa konuşuyorduk. Aşka ait nevarsa yudumluyorduk. Alev alev,her bir alevi dev yalımlar taşıyanateşli sorularına verdiğimcevaplar Şems'i memnunediyordu. Kendi kendine şöylemırıldanıyordu:" Boşunabeklememişim, boşunagelmemişim. "Halvetlerimizdeodanın duvarlarında sözleryankılanıyordu. Kim söyledi, nezaman söyledi, belli olmuyordu.Aynı anda zikredercesinekonuştuğumuz da oluyordu.

Aklına, aşkının hafızasına nedüşmüşse dudaktan duvarlaraaksediyordu.

O kapı mı ki bana açılan, senmisin beni içeri alacak olan eyakıl? Vurdum gitti kilidineanahtarı... Anahtar dediğim ben,açar mı sana seni? Bak yineşendeyim, ulurum itler gibi: Aç,aç, aç!.. Gireyim içeri, aç!Anahtar sende dersin... Ne benanahtar ne sen kilit... Ne kapıbırakırım sana ne duvar... Yeterki sen de aç... Ben hasretine

dilenirim sen hâlâ bana kapıyıaç.

Halvet Mi Kıyamet MiBelli Değil

İnsanın kalbi Allah’ınyarattıklarının arasında en

üstünüdür, çünkü ilahi biraynadır. Esas vazifesi Allah’ın

nurunun güzelliğini

aksettirmektir.

Tam iki ay boyunca dünyadanve Konya'dan kopmuş bir halde,Şems ile inzivaya çekilerek,karşılıklı akisler gösteren yüzyüze iki ayna misali çile çektik.Müritlerim, hocalarının dahaönce de sık sık bir iki haftasüren inzivalara çekilip amadaha sonra gözleri dalgın,adımları belirsiz bir şekildeortaya çıktığını bilirlerdi. Buhalvete alışık değillerdi,geçmeyen zaman da onları

meraktan çatlatmıştı. Üstelik busefer ne kapıyı çalışlarına bircevap alabiliyorlar, ne deiçeriden, ney üfleyişindençıkardığı seslerden, yani Allah'ayakarıştan başka bir şeyduyabiliyorlardı. Kepenkleriörtülü pencerelere bıraktıklarıyemekler tembihe rağmen fazlakonuyordu ve yemeklerin çoğunael değmediğini görüyorlardı.Oruç tutmanın inceliklerinibiliyorduk; başka insanlarıöldürebilecek olan bu sıkıntılar

bize dokunmuyordu bile. Ancakbiz içeride manevi iklimlerdesoluk alırken, dışarıda bekleyenmüritlerinin de, eşim Kerra veKonya ulemasının da endişeleriartmaya başladı.

Kerra Hatun bir gün bubirlikteliğin gizliliğine daha fazladayanamaz olur. Eline bahaneolsun diye bir tepsi tatlı alıp,odanın kapısındaki anahtardeliğinden içeri göz atmayagelir. Bir müddet sonra tamkarşıdaki duvarın açıldığını

görür. Duvardan birbiri ardınaaltı gölgenin içeri süzüldüğünügörünce çığlık atar.

Gölgeler"in midir, cin midir"diye merakla tekrar odanın içinidelikten gözetlemeye koyulur.Gölgelerin bizi çevreleyiphepsinin Şems ve banasarıldığını gördüğünde düşüpbayılmamak için kapı pervazınatutunur.

Gördüğü manzara müthişti:Eşi imam, Şems sağında, diğer

altı gayb gölgesi arka saftanamaz kılıyorlardı. Sekiz cânKıble'ye yönelip secde ettiler.Eşinin güzelim sesi duayıbaşlattı, diğerleri de onu takipettiler. Dualar bittikten sonrasiluetler tek bir varlıkmışçasınaayağa kalkıp önce Şems'i, sonraMevlâna'yı selamlayıp, sankiaçık bir kapıymışçasınaduvardan geçip geldikleri yeredöndüler.

Kerra Hatun bir derin uykuhâlinden çıkarmış gibi şaşkın bir

halde kemerinin tokasınıyanlışlıkla kapıya çarpar.Yüzümün kendisine doğrudöndüğünü fark edince hemenkapıdan uzaklaşmak istedi.Kapının altından uzatılan bir şeyfark eder: bir çiçek sapı.Sunulan şeyi almak için yere dizçöküp çiçeğin kendisi belirinceyekadar sapı nazikçe çeker. KerraHatun daha önce hiç görmediğiyaprakları kar beyaz ve ışığaçevrildiklerinde parıldayan,kokusu çok farklı büyüleyici

güzellikteki çiçeği alıp, hizmetçisiile Kimya'yı çiçek pazarınagönderip, çiçeğin neredeyetiştiğini, isminin ne olduğunuöğrenmek ister.

Hizmetçi ile akşama kadarçiçekçi çiçekçi dolaşan Kimya,annesine gelir:

- Konya'da hiç kimse böyle birçiçeği daha önce görmemiş,kışın ortasında bu çiçeğinereden bulduğumuzu merakediyorlar. Hintli bir baharat

satıcısı çiçeği elimizde görünceyanımıza koştu:

Yüksek fiyat vereyim, banasatın, bu benim memleketiminçiçeği, burada ne geziyor?Soğuk iklime bir gün dayanamazve Hindistan'ın dışınaçıkarılamaz, hemen solar. Buise taptaze, toprağından azönce koparılmış gibi...

Kapılar açıldı, şaşkın bakışlarüzerimize çevrildi. Şems ile elele halvet odasından avluya

doğru yürürken ikimizin de gözünormal zamanlardaki gibiydi; neyanma vardı, ne de kamaşma.Bizim odadan çıktığımızı ilkgören oğlum Sultan Veled oldu.Bize doğru koştu; sarıldık,koklaştık. Her ikimizin de eliniöperek annesine müjdeyivermek için hızlıca odaya gitti.

Bize göre "halvet odası",müritlerime göre"çilehâne"dençıktığımız haberi hızla yayılır vedergahın önünde büyük birkalabalık toplanır.

Beni ziyaret ettiklerindekafaları karışıyordu. NeredeydiBahaeddin Veled'in evladının ogüzel sözleri? Neydi busessizlik? Hiçbir sözsöylenmeden, hiçbir şeyyapılmadan dökülüveren bugözyaşları nedendi? Bazılarıbaşlarını sallayarak çıkıyor,bazılarıysa, sessizliğini Allah'ınsesi olarak kabulleniyor vehocalarını bu mertebeyeulaştıran Şems'in önündesaygıyla eğiliyorlardı. En yakın

müridi olan Hüsameddin, Şemsile bâtınî meselelerdekonuşmaya kalkışsa da, Şems,kendisiyle konuşulduğunda tıpkısağır bir adam gibi başını bellibir ritimle sağa sola sallayıpduruyordu. Daha cesur müritlerbizim yanımıza gelip birlikteoturmaya kalktıklarında ise,Şems'in derin bir vecd içindesaatlerce sıradan bir şeye; birtüye, feracesinin kıvrımlarına,yere vurmuş güneş ışığınagözünü kırpmadan bakışını

seyrediyorlardı.

Benim Şems'im sıradaninsanların asla ulaşamayacaklarıbiriydi; farklı bir fırtınaydı, anipatlamaların ve öncedenkestirilemeyen ruh hallerinininsanıydı. Bir gün dergahaarada sırada bağış yapanzengin biri beni ziyarete geldi. Oesnada avluda Şems ile oturupsohbet ediyorduk. Şems,adamın bana yaklaştığını görürgörmez oturmasına fırsatvermeden, avazı çıktığı kadar

bağırmaya başladı. Kendine zorhâkim oluyormuşçasına elleriniadama vurmamak içintitriyordu.Tüccarı hemendışarıya çıkarıp sinirden titreyendostumu sakinleştirmeyeçalıştım.

- O mahlûk bir daha benolduğum müddet senin yanınagelmeyecek. Daha öncedendergaha ne bağışlamışsagönderin gitsin.

- Bu adamı nereden

tanıyorsun? Konya'da pekdurmaz ki, kervan işiyle uğraşır.

- Handa kalacak paramolmadığında ve yatacak camibulamadığımda kabristanagider, orada uyumayaçalışırdım. Seneler önce Bağdatyakınlarında bir kasabanınkabristanlığına uyumak için gidipuzanmıştım. Dalmışım. Tuhafseslere uyandım. Karanlıktı. Biradam yeni gömülmüş bir kabrikazmış, bir kadının vücudunuokşayıp öpüyordu, sonra eline

bir taş alıp çenesine vurmayabaşladı. Olduğum yerden birdenkalkıp yanına koştum, benimgeldiğimi görünce "Sen nerdençıktın?" diye beni iterek kaçtı.Kadının altın dişlerini almakmışamacı. Bir de taciz etmeyeçalışmış. Kadını tekrar kefeninesardım.Toprağını örttüm,duasını okudum ve sabahakadar kabrin başında nöbettuttum. İşte gelen adam oydu.

Bütün Konya halkı sesinehasret kaldıkları, yüreklerine

hoş gelen vaazları veren adamıarar olmuşlardı. Sesimi,sohbetimi dinlemek içinsabırsızlanmalar boşunaydı.Şems artık vaaz vermemiistemiyordu. Medresedekiler isehâlâ doyamamışlardı.Vaazlarıma yeniden kaldığımyerden başlamam içinHüsameddin'i araya koyarakrica ediyorlardı. Baktılar ki umutyok, halk saraya giderek sultanamüracaat ettiler. Sultan,dergâha kadar bizzat bizi

ziyarete geldi ama kendi zenginkaftanından utanarak sessizlikiçinde yanımızdan ayrıldı. Konyahalkına,

- Bu iki adam maneviyatdünyasının sultanları, oradabenim hiçbir selâhiyetim yok.

Tebrizli Şems, bir ney'denbaşka silahı olmayan bir derviş,bir hükümdarlığın başşehrini elegeçirmiş, sultanın yüreğininortasından fethetmişti. HalkŞems'ten artık sakınır oldu.

Hayranlıkla fesatlık arasındaneyin Şems'e yakışacağındaçaresiz kaldılar. Artık kıyametinsuru üflenmişti benim için.Halvetten sonra yaşayacaklarımhususunda Şems'in ikazları tekerteker gerçekleşiyordu. Hayranımolanlar dedikodu kazanlarınınaltına odunlarını atıp ateşitutuşturmaya başlamışlardı.Umurumda değildi...

Halvetten sonra üzerimdeŞam dönüşü giydiğim babayadigârı şeyh cüppesini çıkarıp

başıma keçeden yapılma sadebir derviş külahı giydim. Busikke, tıpkı bir mezar taşınabenziyordu ve bunu giyeninölmeden önce öldüğünü temsilediyordu.

Şems Sevdamdîr

Aşka âşık olduğumu iterdenbildin sultanım

Eğer âşık olmasaydın, nebilirdin a canım,

Gerçek o ki: “Aşk imiş her nevarsa âlemde!”

Yaşadığım mucizeyianlatamaz lisanım..

Hayatı boyunca böyle birmutluluk tatmamıştım. Ruhumugece gündüz yakıp duran fırını'aşk' olarak adlandırmak, bufırının gücünü anlatmaya yeterligelmiyordu. Daha önceden desevmiştim; babam Baha Veledi,mürşidim Seyyid Burhaneddin'i,bir erkeğin eşini sevdiği gibiGevher Hatun'u ve KerraHatun'u, bir baba gibi deçocuklarımı sevmiştim. Ama bu

alev alev yanan duygu yepyenibir şeydi. Müritlerim kendimdenkonuşmamı istediklerindeŞems'in güzelliğinden başkakonuşacak bir şeybulamıyordum.

Ne yaparlarsa yapsınlar,insanlar Şems'i anlamıyor, onanasıl davranacaklarınıbilemiyorlardı. O, yalnızca birtek insanın, yani sadece benimdilinden anladığım aykırı birdosttu.

Bir gün Şems yalnız başınadergâhın arka sokağınaçıkmıştı. Hareketsiz bir şekildesokağın ortasında durup,gözlerini önündeki bir noktayadikmiş bakmaktadır. Gelipgeçenler ne yaptığına, nereyebaktığına mana veremezler.Gözlerini nereye dikmişti? Hastamıydı yoksa? Aklını kaçırmışolabilir miydi? Saatler geçer veyağmur yağmaya başlar. Havasoğuktur. Şems yerindenkıpırdamamaktadır. Meraklı

kalabalık yağmur ile evlerine,dükkânlarına kaçışır. Bir kişivardır yerinden ayrılmadanŞems'i izlemeyi sürdüren:

Hüsameddin. Mürşidine derînbir aşkla bağlı olduğu içinmürşidinin dostuna da aynısadakatle bağlıydı ve onunbaşına bir şey gelmesindenkorkuyordu.

Yağmur hızlanmaya başlar.Hüsameddin, Şems'e seslenir:

- Efendim, ne olur dergahagirelim!

Şems'ten en ufak bir hareketbelirtisi gelmez. Hüsameddin,dikkatlice baktığında Şems'in bumuhteşem tefekkürüne sebepolan şeyi görür: Hiçbir çekiciliğiolmayan, sıradan, bir çakıl taşı.Şems'in yağmur altında,soğuktan titremeden, saatlercebaktığı, bir çakıl taşıdır.

Hüsameddin sonundadayanamayarak saçak altından

fırlar ve Şems'in dirseğinidürtmeye cesaret eder:

- Lütfen içeriye gelin;ıslandınız ve üşüteceksiniz.

Çarşafına bürünmüş bir kadınara sokaktan koşarak evinegidiyordu. Hüsameddin onaseslendi:

- Komşu! Ne olur yardım et!

- Mesele ne? Meczup muadam, can verecekmiş gibi birhâli var.

Koş! Dergaha git, MevlânaEfendimizi buraya çağır!

Koşarak oraya geldiğimesnada çevrelerinde küçük birkalabalık toplanmıştı. HemenŞems'e sarıldım, hırkamıüzerine sardım, saçlarınıkurulamaya çalışırken biryandan da gözlerini siliyordum,çünkü Şems ağlıyordu. Sırtımaaldım Şems'i, dergaha yöneldik.Hüsameddin:

- Efendim, ben taşısaydım...

- Benden başkasına sarılmaz,gitmez.

Hüsameddin yolda giderkenolup biteni anlattı.

Şems'i odasına getirdim.Artık sakinleşen Şems, ıslakelbiselerini değiştirmelerine izinverdi. Ben Şems'i iyice kurulayıpüzerine kuru elbiseler giydirirkenHüsameddin de ocağı yaktı.Maşuğum, Perendemin sakalınıtaradım ve saçlarına gülyağısürdüm.

Hüsameddin, elindeki çakıltaşını bana uzatarak:

- Bunun bu kadar değerliolduğunu bilmiyordum, dedi.

Şems'in saatlerce dalıpbaktığı çakıl taşı sıradan bir taşdeğildi. Annesi ve babasınınyanarak vefat ettiğiniduyduğunda Hoyi köyünegelmiş, anne babasının küllerinindefnedildiği mezarı ziyaret etmişve dua okumuştu. Sonradoğduğu, yanıp kül olan eve

uğramış, enkaz içerisindegözüne bir taş ilişmişti.Çocukluğunda uyurken avucunaalıp yattığı o çakıl taşıydı yerdeduran. O gündür bugündürcebinde taşıyor ve yatarkenavucuna alıyordu çakıl taşını.

Köksüz Dal NeredenBilsin ki Güneş

Solmuştur

Allah, seni yarattıklarındanuzaklaştırdığı zaman bil ki

sana dostluğunun kapısınıaralıyordur. Allah ’a

güvenmeyen birisinin “BenAllah ’ı seviyorum.”

demesinden daha büyükyalan var mıdır?

Konya soğuk. Gece ıssız. Biradam yalınayak yürümektedirgecenin karanlığını yara yara.Gözlerinde hicran, gönlündefigan. Geriye döner, son kezbakar şehre. Dudaklarından söz,gözlerinden yaş döker:

- Elveda hamuşum, Rabb'ime

emanetsin. Elvedâ Mevlâna'm.

Yıldızların altında üşüyorzaman. Gören gözlerim, insanıarar. Sevgim insanı aşar. Sevgi,bu dünyanın yitiğidir. Yalnızım.Kapanır kapılar. Hiç eleğedökülmemiştir, topraktır ruhum.Ruhumda sızım var. Sızlayanruhumda kan çiçekleri açar,gözlerimde ise şafaklar.Yalnızlığım gözlerimden yaş yaşdamlıyor. Kuruluk çiğ ruhlardaolur. Yalnızım. Yalnızlığımladostum. Yalnızlığın dostu

olamayan, kimselerin dostuolamaz. Ey yüreğim, sevgiliyeönce sor: Yalnız mı? Değilseona yalnızlığı öğret. Yalnızlığımıçöller anladı, insanlar anlamadı.Olsun. Çöller ortasındayım.Üşüyorum. Düşünen yalnızdır.Düşünce kuyularına düşmüşüm.Çıkmak istemiyorum düştüğümkuyulardan. Nazlı Züleyha'mıbekliyorum. Nazarım varâsumâna, gecenin damarındanyalnızlığıma şiirler sağıyorum.Yalnızım. Gelinciğim ben.

Yalnızlar gül yahut nilüferolamazlar. Gelinciktir onlar veyüreklerinin tam ortasındakikaranlık, onlardaki derin ruhkuyusunun girişidir.

Ömrümü üç kelime ileanlatmam gerekse,"Hüzün ördüömrümü." derim. Hüzün benibeklemiyordu, ben hüzneaşinaydım. Etrafımdakilerebaktığımda, herkes ötekiolmaya çalışıyor, kimse kendideğildi. Beni bana getirenTebriz'den gelen dostumdu.

Beklediğimdi.

Gelmişti gelişi güzelce. Şimdigitti sebepsizce. Kim bilir,kendince sebepleri vardı, amayine de gitti. Bana kalanhüzündü. Yüzümü her sabahhüzün ile yıkar, her gece başımıhüzün yastığına koyarkenaklımdaki, fikrimdeki Şems'ti.Hüzün yağmurları dolangözlerimle, gecenin karanlığınakaçıyorum, ağlıyorum. SarılıpŞems'sizliğin boynuna, aşkımhüznün hıçkırığından içiyorum.

Allah sevdamızı ve hüznümüzüeksik etmesin ey dost.

Şems'in sırlara karışıpgidişinden sonra, dervişlerimiKonya'nın camilerine ve arasokaklarına yollayıp Şems'iarattım ama kimse onunvarlığına dair en küçük bir izerastlamadı. DurmaksızınŞems'in odasında dolanıpduruyordum. Şems şimdi çıkargelir diye umuyordum. Şems'inkullanmış olduğu döşeğin içinekadar her yerde onu aradım.

Hatta altına bakıp sanki oradasaklanmış olabilecek Şems'ibulmaya çalıştım.

Eve koşup Kerra'ya sordum:

- Onu nereye sakladınız? Onukendi rızası olmadan aldınız.Yüklüğe, abdesthaneye,matbaha ve kilere baktım. Onerede?

Dergâhın dış kapısına çıktım.Olup bitenleri görmek içindışarıda toplanan meraklı

kalabalığa bağırdım:

- Söyleyin bana, ona neyaptınız? Ondan nefret ettiniz vegitmesini istediniz. O, nerede?

Gelecek cevabı beklemedenarkamı dönüp uzaklaştım.Hüsamed- din peşimden koştu.

- Efendim, ne olur kendinizehâkim olun. Eğer Şems gittiyse,bunu kendi arzusuyla yapmıştır.

Ayrılığımızın beni nasıl biracıya boğduğunu anlayamazsın.

Onu bana geri getir.

Eğer geriye getirebilseydimgetirirdim ama Şems ortadankayboldu.

Giden Şems'tir. Burukyüreğini susturarak çekip gider.Ertesi sabah kendimi dağlara,taşlara vurdum. Yollara anlattımağlamaklı hâlimi. Dağlaraseslendim: "Söyleyin ey dağlar,Şems'im buradan geçtimi?"Eğildim toprağa avuçladım,kokladım, Şemsimin kokusu

sinmiş midir diye. Tebrizlimin birnebzecikde olsa kokusunu estirindiye rüzgârlara yakardım.Ağladım, olmadı. Yalvardımolmadı...

Kendimi halvet odasınakapadım. Kerra Hatun'ungetirdiği yatıştırıcı ot çaylarınadönüp bakmadım bile...Müritlerim, oğullarım beniyatıştırmaya geldiklerindeonlarla konuşmayı reddettim.Konya halkı, "Kendini heptenkaybetti." diyordu. "Şems ona

büyü yaptı." diye söylentiyayıyorlardı.

Gerçekten de büyü yapmıştı:sevgi büyüsü. Ama ortalıkta birkara büyü yoktu, bu tutkulu birzihnin marifeti değildi.

Kerra Hatun bu acıya ancaküç gün dayanabildi; ardından ikigüçlü adam getirip kapıyıkırdırdı. Odanın bir köşesinesinmiştim; oğullarım beni odamataşıyıp yıkadılar, sakalımıtaradılar ve parçaladığım

elbiselerimi değiştirdiler. Şeyhcüppesini getirdiklerinde giymeyireddettim.

İnsan yapısı tıpkı sırça birbardağa benziyordu; ani birçarpma ya da yüksek bir sesonu parçalayacak gibiydi. Azkonuşuyor, konuştuğum zamanda sesim son derece zayıfçıkıyordu. Hareketlerimtemkinliydi, duygularımkörelmişti.

Teselli edilmenin ötesinde bir

ruh hâlindeydim. Beni şafakta,peşine sokak köpekleri takılmışbir halde bulup, evimegetiriyorlardı. Hüsameddin beniKayseri'deki Şifâhaneyegötürdü. Belki SeyyidBurhaneddin'in kabrinde teskinolurum diye oraya da uğradık.Dönüş yolunda Kızılırmakkenarında konakladık. Buradaruhları huzura kavuşturacakşekilde biçimlendirilmiş ırmağınkenarına oturdum, ama ırmağıniçindeki su çarkı azap çeker gibi

inliyordu.

- Bu inleme, benim sesim. Buakan su, benim gözyaşlarını.Her damla "Şems...Şems..."diyor, duyuyor musunHüsameddin?

Tebdil-i mekân da ferahlıkvermemişti. Konya'ya döndük.Şehir bıraktığımız gibi hâlâdedikoducu, sokak ağzı ileŞems'i konuşuyorlardı.

Şems Unutulur Mu?

Ey Şems! Senin zikrinolmazsa gönlümde,

huzurum yoktur. Bilesin kisenden gayrı dert ortağım

yoktur. Aşkımdan değil,aklımdan bıktım usandım.

Sana âşık olmuşun akıl ile neişi var?

Şehrin mollaları bana hediyeetmek üzere Hint kumaşındanyapılmış yeşil şeyh cüppesiniellerine alıp yanıma geldiklerindeŞems'in yokluğundan duyduklarımemnuniyeti gizlemediler. Belkibu matem biraz daha devamedecek ama sonunda yenidenbize dönecek, diye tahminyürütüyorlardı. Sanki sözlerinitasvip edermiş gibi banacüppeyi giydirmelerine ses

etmedim. Benden, yenidenmedresedeki makamımadönmemi istediklerinde bunaitiraz etmedim. Bütün müritlerimbu dönüşü sevinç içindekutladılar:

- Sonunda Efendimiz bize geridöndü!

- Konya'nın gelmiş geçmiş enyüce insanı!

- Muhyiddin-i Arabi'den bilebüyük!

İlk cuma vaazım için AltunapaMedresesi tıklım tıklım doluydu.Civar beldelerden mollalar veşeyhler dönüşüme tanıklıketmek için Konya'ya gelmişlerdi.Bütün Konya merak içindeydi.Söylentiler almış başınıyürümüştü.

- Her şeyi kara adam gitti,başımızdan da kara bulutlardağıldı.

- Şems'in Mevlâna'mızayaptığı büyüyü bozdurmak için

onu tâ Kayseri'ye götürmüşler.

-Mevlâna'nın Şems'i kınadığısöyleniyor.

- Zaten böyle de yapmasıgerekirdi; o tam bir başbelasıydı.

- Adam resmen bozgunculukyapmaya gelmiş; baksana kırkyıllık âlimi ne hâle getirdi...

Söylenen sözlerin hiçbirisinekarşılık vermeden kürsüyeyürüdüm. Kürsü minderine

oturup cemaate döndüğümde,fısıldanmalar kesildi ve insanlar,söyleyeceklerimi büyük birmerakla beklemeye başladılar.İki kolumu kürsünün kenarınadayamış, sağa sola bakmadanbaşımı öne düşürmüşbekliyordum. Cemaatteki herkesbirbirine baktı:

- Ne oluyor?

- Hâlâ büyünün tesiri devamediyor, baksanıza takatikalmamış, düştü düşecek.

- Hasta mı?

- Ne kadar yaşlanmışolduğunu görüyor musun?

- Şu saçlarındaki beyazlıklarabak.

- Konuşamayacak kadar zayıfgörünüyor.

Onlar kafalarınca teviller yapadursun, sağ elimi havayakaldırdım, herkessusmuştu.Tekrar bir sessizlikoldu... Hem de ne biçim bir

sessizlik, o anda orada tek birsinek uçsa kanadından çıkanses duyulacak kadar derin birsessizlik...

- Benden konuşmamıistiyorsunuz, öyle mi?"

- Evet. Seni özledik.

- Peki, benim ne söylememiistiyorsunuz?

- Sen anlat da, sana, sesinedoyalım da ne anlatırsan anlat.

Söz senin, biz köleniz.

O halde size Şems'tenbahsedeceğim. Oy benimdillerim Şems'imi .inmiyorsa lâlolup kökünden kopsun! Sizbenim Şems'imi unuttuğumu musandınız, yazıklar olsun size! Sizyalancı yıldızların peşindeoynaşır, gözünüz kamaşınca dakaçınırsınız. Ben Şems'imecanımın canını adamışken nasılolur da ismini anmam. Onuanmadığın bir ânım varsaRabb'im kahretsin ömrümü!

Ne cemaatin içindeki rahatsızkıpırdanmalar ne de itiraz dolufısıldamalar umurumda değildi.

Şems, üzerinde yürüdüğümzemindir. Nefes aldığım havadır.Onun gözleri bana bakan bütüngözler, dudakları her sözü sarfeden bütün dudaklardır.

- Eğer her birinizin yüzündeonun yüzünü görmeseydim,burada durmazdım. Eğer hayatkaynağımdan koparılıpalınsaydım, anasının rahminden

koparılmış, doğmamış bebekgibi olurdum. Bu vaziyette nasılyaşayabilirdim ki?

Sonra ağlamaya başladım.Acımda kaybolmuş, artık dahafazla konuşmaya mecalim yoktu.

- Sen kendi işini yap! NeŞems'miş be!

- Bize o şahıstan değil de dinîmeselelerden bahset.

Sultan Veled oradaydı vebana bakıyordu gözleri buğulu,

ağladı ağlayacaktı. Benseolduğum yerde dona kalmış,arka tarafta oturan biryabancıya takılmıştım.

Nevşehir'den gelmiş olan birşeyh ayağa kalktı; müritleri deonu izlediler.

-Konya'nın gülü solmuş. Budüpedüz delilik. Uzak yollardanbu adamın mecnun laflarınıdinlemek için mi geldik?

İnsanlar birer ikişer dışarıya

çıkmaya başladılar; bazılarıkapıda kararsızlıkla durmuştu.Cemaatin büyük bir kısmı hâlâoturmaktaydı. Bazıları vaziyetimkarşısında gözyaşlarınıtutamıyorlardı.

Sultan Veled ve Hüsameddin,kolumu tutup beni minberdenindirmek istediler. Direndim.Oğlum bir koluma, Hüsameddindiğer koluma girdiler vemedrese bahçesine çıkardılar.Başını çevirmiş, yalnızca benimgörebildiğim siyahlar içindeki

yabancıya bakmaya devamediyordum. Aniden:

- Şems! Bu Şems!., diyebağırdım.

Sultan Veled, beni dışarıyaçıkarırken,

- Babacığım neden donupkaldın? Bakışın sabit bir yerdedurdu. Ne olduysa ondan sonraoldu.

- Ah oğlum! Tebrizli Şems'igördüm! Onu gördüm.

Medreseden erken çıkan birderviş olup bitenleri hemendergaha koşarak Kerra Hatun'aanlatmıştı. Kadıncağız orayakadar yalın ayak koşarakgelmişti. Kerra Hatun, hemenbeni Sultan Veled'in elindenalmak için koştu. Sarıldı, alnımıöptü:

- Ah, bütün Konya'yıaffetmesen de Şems hususundabeni bağışla. Rabb'im size nebüyük, ne güzel bir aşkbahşetmiş. Şemsi de, seni de

anlıyorum. Onun geri dönmesiiçin, kanım akacaksa helal hoşolsun. Yeter ki senin gözlerininiçinin güldüğünü göreyim...

Ben Şems'e Vurgun,Şems Sürgünlere

Mahkûm

Sustuğum şiirlerde seni dilşâdetmek ne güzel, susamışım.Serabında umut çıkınlarımıyitirmek ne güzel. Soluklanmakhercai gecelerde âh edip aşk

olsun ile sabahlamak ne güzel...

Şems'im gitti gideli gecelerimderbeder geçiyordu. Uykuuyumak bir yana odamdaboğulacak gibi içim daralıyordu.Yine bir gece yatağımdanfırladım ve kendimi dışarı attım.Kerra Hatun, beni odadagöremeyince telaşla aramayaçıkar. Gece boyunca SultanVeled, Alaeddin Çelebi veHüsameddin Çelebi ile birliktetelaş içerisinde arayıp durmuştu.Baktıkları her sokakta

bulamayınca endişesi daha daartar. Şehrin dört kapısınınhepsindeki asesbaşlarınaMevlâna'yı görüp görmediklerinisorar. Nihayet, beni küçük birtepenin üzerinde, oturmuş,kendince mırıldanır, şiirlerokurken buldular. Kerra Hatun:

- Ne yapıyorsun dünya veahiret yiğidim?

- Şems'i arıyorum.

-Bana ne yaptınız?

Dünyadan elini eteğini çekmişbir münzevî idim; şimdi buayaklar irademe karşı çıkıyorBu beden kendine başkaldırıpdönüyor. Parmaklarımlakulaklarımı tıkasam. Yalnızcamüziğin sesi daha da artıyor.Yüreğimi gizlemeye çalıştım.Ama sen onu bulup çaldın.Dönüp duran bir kukla: İştebenden geride kalan...

- Haydi evimize gidelim. Bakçoluk çocuk sokak sokak seniaramaktan teief olduk. Biraz

uyusan. Toparla artık kendini.Rengin benzin solmuş...

- Çok bitkinim Kerra, çokbitkin. Bana Şems'ten müjdelihaber gelene kadar uykuharamdır.

- Babanızı sırtınıza alıpdergâha getirin, ben sukaynatayım onu iyice biryıkayalım, hafiflesin, uyusun,dinlensin.

Odama geldiğimde her yanım

titreyerek beni yatağa yatırdılar.

-Beni örtün, üşüyorum.

-Yüce Rabb'im, ne olur banabu adamın refikası olmak içingereken gücü ver. Ve eğer busenin takdirinse, Şems'in onageri dönmesini nasip et.

Şiirler yazıyordum, şiirlerhaykırıyordum sokaklarda.

Muhafızlar, gözetlemekulelerinize gidin. Heryabancıdan beni haberdar edin.

Bakarsınız geçen yabancıŞems-i Tebrizî'dir. Güneşingöründüğünü bana söylemeyen,insan evladı değildir!

Şiirler, şehirde elden eledolaşıyordu. Şiirlerimi "Hamuş"diye imzalıyordum ama herkesbunları yazan eli tanıyor vebunları yazan kişideki tahavvülehayret ediyorlardı.

Şems'ten ilk haber alınıncayakadar altı aya yakın bir zamangeçmişti. Sultan Veled dergaha

bir tüccar getirdi.

- Bana söylediklerini babamada anlat.

-Tebrizli Şems'i gördüm.

İşittiklerim karşısındasevinçten ne yapacağımıbilemedim, yutkundum, derin birnefes aldım. Bu söylenenlerkendi sayıklamamın sonuncuhayali miydi, hakikat miydiinanamıyordum. Kendimitoparladım. Tüccara sordum:

- Nerede?

- Şam'da, efendim.

- Ne zaman gördün?

- İki ay önce...

- Allah'a şükürler olsun, güneştutulması sonunda bitti.

Ayaklarımın üzerine kalkmayadavranırken bir yandan dahırkamı çıkarmaya çalıştım.

- Ne yapıyorsun baba?

- Bu habere, hırkamdanbaşka verilecek bir şeyim yok.Hüsameddin bana kağıt getirin.Perende'me mektup yazacağım.

Aşk Ruhunu KaleminUcundan İçiyor

Suskunluğum ateşleriiçmekti, içtim.

Yalnızlığım boynuma çökenhükümsüzlüktü, hükümsüzüm.

Hafızamdaki bütün harfleri

döktüm, alfabesizim.

İlk mektubum, biraz dayüreğimin acı ateşinden olsa

gerek sitem ve efkâr tütüyordu.

Dil kalbin aynası derler. Çölve kum misali. Dalgalanıyorkalbim, dağılıyor kelimelerim.Dilim suskun. Yüreğim seni banagetirmeyen yollara küskün. Eybenim canım.1 Ey benim ayyüzlü sevgilim! Senden gelenbelâ bana candan tatlıdır. Buyüzden ben, tatlı canı bıraktım.

Varsın senin için yansın,yakılsın.

Ey gönül yâri; yazıklar olsun!Birçok dertlerle, hasretlerle bizibıraktın gittin!

Biliyorum; bizden ayrılmayıistemedin! Sızlandın, şikâyetlerettin; ama faydası olmadı! İnsafetmeyen, aman vermeyenhükme, emre uydun, geçtingittin!

Her tarafa koştun; yanımızda

kalmak için çareler aradın,bahaneler düşündün! Fakat birçare bulamadın, çaresiz birhalde gittin!

Güllerle dolu olan kucağın, aygibi nurlu yüzün ne oldu? Nasıloldu da hor ve hakir bir halde biraltına gittin?

Dostların meclisinden ayrıldın,seninle düşüp kalkanlarınarasından çıktın da, toprakaltına, karıncalarla yılanlararasına gittin!

O nükteli sözler, o güzelkonuşmalar ne oldu? O ilahisırlara aşina olan akıl ne oldu?O elimizden tutan mübarek ellerne oldu? Meram bağlarına, o gülbahçelerine giden ayaklar neoldu?

Nazik idin, latif idin; insanlarıngönüllerini kazanmasını,insanları sevmesini bilirdin! Şimdituttun, insanları sevmeyen,insanları yiyen toprak içine gittin!

Ne oldu? Nasıl bir fikre

kapıldın da uzun, sapa, bozukbir yola düştün gittin?

Sen, ağlaya ağlaya o yoladüşünce, gökyüzü gözyaşıdöktü; ay da, yüzünü tırmaladı,yırttı! Gönlüm, kanlarla doldu;ne bileyim de, ne sorayım? Barisen söyle; acep; uyanık mıgittin?

Mademki bizi bırakıp gittin,acaba, Hakk âşıklarının,ermişlerin sohbetini miseçtin;yoksa aşktan mahrum mu

kaldın?

İnkâr ederek mi gittin? Sanasordukları suallere verdiğin ogüzel, o tatlı cevapların ne oldu?Artık sustun, söylemektenvazgeçtin?

Bu, ne biçim ateştir; bu, nebiçim hasrettir? Ansızın yoladüşen misafir gibi hiç habervermeden çıktın gittin!

Nereye gittin ki, izin tozu bilebelirmiyor? Bu sefer gittiğin yol,

ne de kanlarla dolu yol ki, kingüderek çektin gittin.

Can, seni görünce kendindenutanır. Gönlüm şaşırır, ayağıbalçığa saplanır. Benim gönüllealâkam kalmadı. Çünkü o,gönülde yaşamaktadır. Gönülonun yeri yurdu oldu. Sen birgüneşsin, gönül ise bir kuyuyadüşmüştür. Arada sırada ışığınıkuyuya düşür. Çünkü gönül,cana canlar katan aşkınla eriyipgitmededir.

İlk mektubun cevabınıbeklemeden, sabırsızlığımla ardarda diğer mektupları kağıdayüreğimi akıtırcasına yazıpyolladım:

Bütün sözlerde ustayım. Birsenin güzelliğini anlatmaktaâcizim. Kalem, gönülden aldığısu ile yaşayan bir güldür.Kalemim kırıldı, gel can suyumdirilt kalemlerimi. Ben ömrümügözyaşları, riyazetler,yalnızlıklar, gamlar ve hüzünlerlemi büyüteceğim? Sensizim,

anlaşana. Gel sevgili gel. ..Aşkhanem ışık saçar... Gel sevgiligel... Yüreğim ateşler saçar...Gel sevgili gel... Gözlerim seniarar... Gel sevgili gel... Hasretinbeni yakar... Gel sevgili gel...Yetmedi mi bu ayrılık? Gelsevgili gel... Gel de dinsin buazab...

Geri dön, ey yol sevdalısı!Buradan başka yere çıkış yokÂh, ne kadar da susadım sana.Tıpkı bir çocuk gibi oldum.Ağlayan ve okşanmak isteyen

bir çocuk gibi. Hicret her âşığınkaderi midir? Ben nereye hicretedeyim peki? Benimki düpedüzkaçış olur. Ciğerimi ısırmak vekaçmak. .. Gel de gecenin karaçarşafını yak! Buz tutmuşzirveleri ve üzgün nehirleri ateşever. Dünyayı ateşle yak.İbrahim'in ateşini, İbrahim'etamamen kırmızı gül olan ateşigetir soluğunda.

Ey yüreğimi zebun edenŞems! Çok iyi biliyorsun ki benasla kendimi düşünmüyorum.

Herkes biliyor ki kalbim sanaolan aşk ve inançla doludur. Benkendimi sana feda ettim.İnancım sensin, ümidim sensin,aşkım sensin. Sen de biliyorsunki, hayat dudaklarıma birtebessüm kondurmaktan,bakışıma ümit ışıklarıvermekten ve yüreğimde neşedalgaları salmaktan acizdir.Güzel yazamıyorum, bu sadekelimeler, zayıf cümleler vedüşük ifadeler altına gizlediğimgücü keşfet, beni bul.

Hayatımın tüm günleri vegeceleri, her anım bu dostluğunşahididir. Gelme umudun yegânearzumdur. Ne diyeyim? Ağlamaksadece zayıf insanın işidir? Benise oldukça zayıfım. Ben benibilirim, gel gör anlatamam. Girbak içerden, hem bahar hemgüz...

İlk mektupların üzerindenhaftalar geçti, ne cevap vardı nede bir haber. Derken bir mektupdaha yazdım:

Aşkın esiri olmuşum, bu rütbepadişahta bile yok. Sanavurgunum Şems, böyle birmakam şahta bile yok. Cemâliniaynada görürsen dersin ki benimaşkıma kul köle olanın günahıyok. Gönlüme inersen görürsün,aşk sancağını öyle bir yerediktim ki indirmenin yolu yok.Aşkıma yemin olsun ki her âşıksenin esirindir. Onu bu kapıdankovarsan gidecek yeri yok.

Ne güzel! Derin bir "ah" ileyâd etmek seni. Her güne seni

düşünerek uyanmak, her geceseni hayal ederek uyumak... Negüzel! Gelişinle çocuklaşmak,gidişinle ağlamak. Sen ne güzelbir yârsın Şems... Yanmaktanusanmadığım, yanarken senisusadığım. İçtikçe daha fazlasusadığım...

Benim gurbetimin adı neŞems? Hâlime bir isim koy.Yalnız mıyım? Hasta mıyım?Garip miyim? Ben nerdeyim?Ben neyim Şems? Harf birmanadır, manası kendindedir.

Benim harflerimi hangi rüzgârdasavurdular Şems? Nefsinemağlup olmayan aşkta galip olurdemiştin ya, şimdi sen söyle:Mağlup muyum, mağdur mu?

Sende sevginin yollarınıaştım. Sekizinci ve sonmertebede varlığımı unuttum.Varlık da yokluk da sade birhayal imiş. Aşkı sendenöğrendim. Bir bakışınla yandıyüreğim. Ab-ı hayat olduyüreğime yüreğin. Sensiz adıyok aşkın. Bildiklerimi unuttum.

Unuttuklarımı hatırladım.Ruhumun padişahısın, nefesiminprangasısın. Sen benim içimedolan ilahi bir nursun. Seninlekanatlandım ilahi aşka şimdi isekanadım kırık dipsiz uçurumlarayuvarlanıyorum.

Ey gönlümün tabibi, talibimsana; senden uzak olmanınacısı ile gönlüm Hz. Eyüp gibihastadır. Bende ne gezer Eyüpsabrı? Gel, yeter ki gel. Yakub'aYusuf gibi gel. Gönlümünperdelerini yırt gözümü aç.

Gözlerini tekrar bahşetgözlerime. Gözlerin kudrethuzmesi. Gözlerin miraçsürmesi. Gözlerin Kevserçeşmesi. Gelsin artık ciğerimipüryan eden gözlerin. Aşkilletine müptelayım, ayrılığınesiri olmuşum. Bu yüzdenşaşkın, bu yüzden neyapacağımı bilmez haldeyim.

Yüreğimden sana doğrukoşan coşkun ırmaklar var.Dindiremediğim gözyaşlarım varakıp duran. Hasret mektupları

yolluyorum gönülden. Seninsaçlarında parlayan yıldızlarınpeşindeyim.

Perendem...

Bugün ruhum, hüznündüğününe davet etti yineyüreğimi... Hiç itiraz etmedenduvak ettim bulutların buğulubakışlarını tenime... Göğümdegürültüler koptuğu an seninfazilet mabedine sığınışımonarıyor eksikyanlarımı... Şimdiyine kıyılarıma yanaştı üşüyen

ruhumun ateş doğuranyağmurlan... Yürek toprağımaektiğim her mana beni yaşamınsalıncağından düşürüyor... Bendudaklarıma huzur kelebeğinikondurdukça hücrelerimdenhüzün çiçekleri firar ediyoryüreğime...

Ah Perendem...

Sol yanıma saklayamadığımkemâlimin ıslak kaldırımlarındayanıyor şimdi düşlerimPerendem... Korkularım,

ruhumun arka sokaklarındaumudumu istila etti ne yanadönsem prangalı sessizliklerim...Seninle hayat yolculuğu ruhumunrüzgârlarla yarışındaki coşkutablosuydu hep... Ve seninlehayat yolculuğu yıldızlaramehtabın masalını anlatırkensabahlar doğurmaktı hep...

Dizlerimdeki derman,yapayalnız bir kelebeğinmutluluğa ödediği kanatlarınınbedeline eş oldu... Ne zamangamzelerime gülüşler değse

gecenin teni yakıyor güneşesoyunan saçlarımı Perendem...

Ellerini saçlarımdan çekme,sıcaklığını yüreğiminduvarlarından alma, şefkatiniyüreğimin sen köşesinde büyütbüyüt ki alamadığım nefesim,susturamadığım hıçkırığımdadoğursun içimdeki küskünmehtabı...

Nereye gittinse gel beni detaşı kanatlarında Perendem.Şemsim. Şemsim.

Ay tutuk bu gece. Tutuklugüneşe. Kaç seyredeni var,göreni, bileni gecenin bu sabahael verdiği saatlerinde. Bentutuklu sana, bilinse ne bilinmesene?.. Pırıl pırı İdi ay gecenin ilksaatlerine en dolu haliyle veodamın tam orta yerinde.Gittikçe ufaldı, gittikçe karardımorardı bu gece.

Sen gibi tıpkı. Tıpkı sen gibieridi, sen gibi geçti güneşiminönüne. Kararttı ben gibi bendekiher şeyi de.

En güzel mevsimi bitiyorömrün, görmüyor musun,görmüyor musun bir aşk bitiyor.Göçüyor bütün kuşlarım, kanatçırpışlarını, yürek kıpırtılarını datakıp peşlerine, görmüyormusun? Görmüyor musun,sevgili gidiyor...

Ağla gözlerim, zamanıdır;sırasıdır sağanakların, yeşerirmi bilmem kurumaya yüz tutmuşdallarım? Buharlaşan acılarınkalan tortularıydı şimdi yüreğimiacıtan, hatta yakan. Onca

gözyaşı bile dindirememişti ki buyangının ateşini.

Yağmur değil de sen yağardıhu şehrin üzerine, sokağaatardım her defasında kendimi,ıslanmak güzeldi sende,sırılsıklam olmak sen yağdıkçaüzerime...

Yağmur değil de sen yağsanyine şehrin üzerine, ıslanmakkim bilir nasıl da güzel olurdu busensiz gecede... Yine yağmurdövüyor camları bu korkunç

gecede... Yoksun, yağmıyorsunartık sen bu şehre, ben

hiçbir aşk şiirimi sanayazmadım zaten, say kibir yazgünü

ürkek bir bulutun kalbiydigözbebeklerimde titreyen...kurumuş bir dal gibi kırılmayameyilliydi kirpiklerim veyeminliydi geceler düşlerimideşmeye...

Kaç mektup yazdım

bilmiyorum. Aylardan sonramektuplarıma nihayet bir cevapgeldi, can geldi çöller ötesinden,soluk geldi aşk ülkesinden:

Uzun bir ayrılıktır insan, kalbikendi yalnızlığına gömülü.Baştan başa koca bir ayrılıkdünya... Yalnızca biz değilizayrılıklarla sınanan... Ayrılıklarüzerine kurulu bir dünyadırüzerinde yasadığımız...Baktığımız her yerde bir ayrılıkmasalı yaşanır yeni baştan vearalıksız... Her şey az gider uz

gider... Ağaçlar yapraklardanayrılır, yağmur bulutundantohumlar bitkilerin gövdesindenuzaklara savrulur hep, bahardanyazdan ayrılır dünya, gecedengündüzünden ayrılır, aynıhikâyeyi yaşadığımız bir ney'denkalbimize üflediğimiz hüzündürve tamamı aynı redifle yazılmışbir şiir gibi okutur kendiömrümüzün deminde... Kalbinetutunarak yaşayan herkes içinbeşiğin ardından başlarayrılıklar. .. Bu ilk ayrılıktan

sonra gelen her yeni ayrılıkyalnızca ilkinin acısının yaniinsanlığımızın, sürgünlüğümüzüntekrar tekrar yaşanmasındanbaşka bir şey değil ve herayrılığa tahammül gücü verenbir de umut vardır yüreğinkıvrımlarında sessizcegizlenmiş...

Ben uzaktan hayali bir gölgegibi gözüken, belirsiz bir yolubulunan, gözlerini ufuğa diken,yorgun ve yaralı yürüyen,yurtsuz bir yolcuyum. Yazgım

yol üzerine konulmuş. Duramam.Kalamam. Ancak ecelin nefesienseme değince olduğum yerdecan verecek kadar kalabilirim.Ben sadece bir ümitlesesleniyorum: Yürümeniistediğim dayanılmaz, taşlıklarladolu yolda yürüyebilecek misin ?Şimdiye kadar bütün öğütlerim,öğrettiklerim benim olarakkalabilmen içindi, benim misin?Ben buğdayımın harmanınırüzgâra savurmak istemiyorum.Ben senin gözünde fedakârlığa

değerim, bunu biliyorsun.

Seven gönül maşuk kıymetibilmez mi sanırsın? Hiçgitmeyecekmiş gibi sevdim seni,hiç sevmemiş gibi gitmiş değilim,bilesin... Gidişim sevgidendi.İncitmedin, örselemedin,yaralamadın bir an dahi. Eğergidişimin yazgısına ayakdireseydim, ilk gelişimin nemanası kalırdı?

Mektubu kaç kez tekrartekrar okuduğumu

hatırlamıyorum. Bir anneninbebeğine sarıldığı gibi safransarısı kağıda sarılıpdolanıyorum. Doyamıyorumokudukça. Her bir harfinde onunruhu var, her bir hecesinde kalpatışı, her bir kelimesinde cennetnefesi var. Elime divit kağıt alıpalelacele, sabırsız çocukların biran önce varmak istediği oyunyerine koşar gibi tatlı heyecanile yazıyorum:

Mektubunu ömrümde en çokteselliye muhtaç olduğum

günlerde aldım. Evet, şimdiyekadar bütün öğütlerin hep bana,kalmam içindi, böylece ben hepkalacaktım. Sen benim havamolacaktın, görünmeyen, heryerde olan, hayat veren hava,varlığımın boş ve sonsuzfezasını dolduran hava... Ama...Ama şimdi sana kendin için kaldiye sesleniyorum, benim içindeğil. Ben artık yokum, havaolman için değil, artık ben nefesalmayacağım... Yeniden oboğucu günlerimin geldiğini

hissediyorum. Yaşadığım anlarıtasavvur etmekte kelimeler acizkalıyor. Dertperestlikhastalığının pençesindeyim.

Boğulmak üzereyim,mâşuğunun sesini duymuyormusun? Ha? Duymuyor musun?O halde neden bir şeydemiyorsun ? Bir cümle! Birkelime! Bir harf, bir hayır de, birşey söyle, istediğin şeyi söyle,saygı istemiyorum, sevgiistemiyorum, seni istemiyorumMevlâna de, sadece bir laf et,

sesini duyayım Senden mahrumkaldım, soluğundan yoksunkaldım. Bari sesinden, yazındanmahrum kılma beni. Konuş! Yaz!Sen bu kadar mutaassıpdeğilsin, sen merhametsiz hiçdeğilsin. Kalbim dağılıyor, herbir parçasını ayrı ayrı dağlardantoplamaya gelmez misin? Nezamana kadar bana suskunsun?Bir yıl mı, bir ay mı, bir akşammı? Şimdi bir şey söyle, sonradilediğin kadar sus, ya dasuratını as. Beni de düşün, ben

ne yapayım? Yarın bana sesverecek misin? Kim nazar ettibize Şems'im, kim üfürdü bize?Kim beddua etti?

Belki her şey iyileşir, ilkzamanki gibi olur, belki şehrimizi,Konya'mızı, göklerimizi, yalnızlıkhalvetimizi, yüreğimizi,ruhumuzu, hayatımızı,hatıralarımızı, ahdimizi,yakınlığımızı, cümle varlığımızıaniden sarsan fırtına diner,belki, Allah'ın izni ile. Neyapacağımı bilemiyorum, söyle

Şems, nereye sığınsın bu acuzeyürek?

Dünyayı yok saymak,görmemezlikten gelmektir;geldiği ve tekrar gideceği âlemidüşünmek; kendini anlamaya,bilmeye çalışmaktır! Söyle; neyiistersen yakyık! Yalnız,ayrılıktan bahsetme! Ben ayrılıksitemini hak etmedim; bu, banalayık değil! Bana ayrılığı revagörme de, ne yaparsan yap!

Günlerden sükût... Yüreğim

yaslanacak bir dağ bulana kadarsuskunum. .. Issız ve hecesizkalmayı tercih ettim. Bir ikindiağırlığında tutuldum ölümkokusuna... Ölümü anmaktankorkmuyor ruhum... Ölümlearalanıyor hayatın kapıları...Ölmek ne güzel şeydir... Hele kisükûtla...

Mevsimlerden uzlet... Serapvar serap içinde, dünya benimiçin bir çilehâne. Vuslat! Kimbilir, belki toprakta... Hasret,hasret içinde... Zamanı hiçe

saymaktan bütün zamanlarınsahibine sığınırım... Uzun vesıkıntılı bir günün sonundaancak duayla sükûnet bulurmetruk sevdam. Haydi yüreğimsükûta!

Vakitlerden kimsesizlik...Geçmiyor... Hiçbir şeygeçmiyor... Geçen zaman kalanacı. Gökyüzünde değil,yeryüzünde değil kalp yüzündekalanlardır... Mevla'm! Sen,mâliksin... Her şeyin sahibi olanancak sensin... Bana kendimi

geri verir misin?

Günlerden Şems... Çöl gibiıssızım. Birazdan fırtına kopar.Terk edilmişliğin kokusu gelirkumlardan. Kuşlar üşür titreyensesimde! Şems gitti ve gelmezoldu. Hasretinden kara toprakiçti gözlerim.

Sen gittin ya benden bahanda alıp,

Güller soldu, renkler yitti,umut bitti,

Güneş ara verdi çiğdemleraksına,

Kalem yazmadı şiir, vuslattanbaşka...

Sen gittin ya dualar hepsenden yana...

Dumanlar sana doğru, ışıkyok oldu,

Gözümde hep gri, hep mavidurdu,

Hülyalar sana döndü, emeller

sana...

Seni tanıyamadılar eyGüneş'im!

'Ben' ruhuyla göremedilerseni;

Samimi niyaza karşımütevazı,

Şarlatanlara karşı kibirli...

Seni tanıyamadılar ey cansuyum,

'Ben' gönlüyle göremediler;

Tende can, canda cananoluşunu,

Kelâmıma mana oluşunu...

Şemsimden mektup yerinesadece bir şiir geidi:

Öyle gezdim ki dünya kazanben kepçe,

İçemedim doyacağım biryâren,

Ne zaman ki geldim Rumidiyarına,

Vardım aşka yanışımıntadına...

Beni sende gördüm canMevlâna’m,

Yanarken sende söndüm yâMevlâna'm;

Kuyuda boğulmak değilamma,

Seni yakacağıma öldüm Gül

Mevlâna'm...

Onca mektuplarıma karşıkısa ve az mektup yazıyordu.Olsun! Yazıyordu ya, bir de hiçyazmamış olsaydı. Yüreğimikağıttan okursa -ki okuyacaktır -duramaz, kalkar gelir umudu ileyazdıkça yazıyordum:

bir ben gitti sende, sengiderken,

bir gül gitti sende, vedaederken!

cananım can feda aşkınyoluna,

bir ben yitti sende, sengiderken!

çok bekledim gelmedin,

galiba gitmeye karar verdin

yine ve bana sormadan,

ama beni de alarak...

pas tuttu yüreğimsensizlikten,

küf tuttu ciğerim kokununyoksunluğundan,

Bahar gelmesin mi sineme?

Açmasın mı mavi güller?

Bana sen lazım,

... Vermesin mi kader?

Gözlerin, beni kaybettiğimgünlerime döndürdü. Seningözlerini görmeden, benimgözlerimin gördüğü her şeyboşa geçmiş bir zamandı.

Hayatımın bu kısmını nasıl kabulettiler? Nurunla hayatımıngündoğumu başladı. Sendenönce hayatımın ne kadar fazlasıkaybedilmiş? O boşa giden birgeçmişti Şems! Kalbim, sendenönce mutluluk görmedi. Kalbim,hayatta acı ve ıstırabın tadındanbaşka asla bir şey görmemişti.Aşkı seninle sevmeye başladımŞems! Ve hayatımın bendenkaçmakta olduğundankaygılanmaya başladım.

Senden önce, her mutluluk

için acı çekerdim. Gözlerininışığında onlar benim rüyalarımıbuldular. Ey benim kalbimingüneşi! Sen benim hayatımdandaha değerlisin. Neden seninaşkınla çok öncekarşılaşmadım? Uzun zamanönce kalbim seni özlemekteydi.Aşkı seninle yudum yudumtadayım, zehrini şerbetinbileyim. Kalbimin merhameti,senin kalbinin merhametiniözlüyor. Gözlerini bana o kadaryaklaştır ki, gözlerim senin

gözlerindeki hayatta kaybolsun.

Şems'im gel, yeter!Kaybettiğimiz şey az değil,ruhumun güneşi! Işığınlahayatımın sabahı başladı. Sen,bütün günlerimden dahadeğerlisin. Senin sayendegündüzlerle barıştım. Seninyüzünden zamanı unuttum.Seninle acılarımı unuttum veseninle sefaletimi unuttum.

Aşk duasına çıktım sevenlerayrılmasın diye. Yokluğuna

ağladım ya, sen yoktungözyaşlarımı silmeye.

Ellerimde gözlerindendüşürdüğün ateşini saklıyorum,çöllerin kavurucu ateşleriniserpmiştin ya, bir zemheriikliminde. İşte o ateşleriavucunda taşıyorum sendenyadigâr kaldı diye, kudsî emanetgörerek. Çaresizliğimin yangınıgiderken hiç mi üzülmedin ?Bilmek istiyorum, acaba üzgünmüsün? Umutsuzluğumdan banaşöyle söyletiyorsun:

Yokluğun sonsuza kadarsürecek, Kendi kendimesorarım: "Ben ne yaptım?" diye.Benim hatam; sen sadece benimmeselemsin.

Ateşin en alevli yerinden yaraaldım. Aklım hiçbir şeyeermiyor. Her nefesle adımlarınısayıyorum. Her bir harfte bileseninle muhabbetimizi hatırlarım.Ben hep bu haldeyim. Sabah veakşam... Beni görenlerdelirdiğimi söylüyor.

Geldin, elimi tuttun ve hemengittin. Sen olmadan yaşamamınne manası var ki Şems'im?Sana nasıl anlatayım nasıl? Senisevmeden önce nasıldım? Dünühatırlamıyorum: Yarını dabekleyemem. Sanki bu günümübile yaşamıyorum. Göz açıpkapayıncaya kadar beni sevgiylekucakladın... Tatlı günlerinnerede olduğunu gösterdin...Gece, gurbette garip birşekildeyken ona güven verdin...Çöl olan hayat, bahçe hâline

geldi... İnsanların kendilerine aitbir dünyası var. Bizim dekendimize ait bir dünyamız var.Dünyanın âşıkları için... Hasretateşiyle eridiklerini söyleseler debu onların ateşi, bizim decennetimizdir, sevgi hiçbir zamanyaratamamıştır. ..Onun bahçesihiç kimseyi kovmamıştır.Neşeden başka... Sevinçtenbaşka... Şemsim! Kuşa söyle...Ağaca... İnsanlara... Bütündünyaya... Söyle... Sevgi birnimettir, bir lütuftur... Sevgi

günah değildir... Allah sevgidir...İyilik sevgidir. .. Nur sevgidir...

Ey Rabbim! Acı ve ayrılık tasıbizi hiçbir zaman sulamasın...Ayrılık ne yerimizi bilsin ne deyanımıza gelsin. Gecemizisevinç kandillerinden başkasıgörmesin.

Ey Şems'im! Uzaklığınadayanamam. Ben kimim kisevgilim olmadan, beniarzulayan gözlerle karşıladı,bana selam verdi ve elimi elinin

içine aldı, kulağıma haklıolduğumu söylediğinde, o andauzak kaldığımız yıllarıunutuverdim. Nerede, o nicegeceler uyumayan yaşlıgözlerim?

Gözlerindeki bir gülümsemeyüzünden, nice kahırlı dillerindedikodusuna güldüm geçtim.

En güzel ve en tatlı acılar,sevgiliye duyulan aşk acısıdır.

Şundandır ki, senden bir gün

dahi uzak kalmaya dayanamamŞems! Bu kadar acıyıkaldırabilmek için ikinci bir sabradaha ihtiyacım var.

Beni çok sevdiklerinisöyleyenler Sana nasıl kıydılarey ateş gözlüm?

Beni sevselerdi benimgözümle yanmazlar mıydı?

Benim gönlümle yanmazlarmıydı?

Şenle ne kadar bildiğimi

öğrendim,

Elbette aşka âşinâydımamma,

Şenle aşka ağlamayıöğrendim...

Seni tanıyamadılar eyPerende'mi Ben gözüylegöremediler seni;

İnce yüreğini, naif aşkını,

Cananda can, canda cananoluşunu...

Gün sayıyordum. Acaba sonyazdığım mektup da elineulaşmış mıdır, ulağı sıkı sıktembihlemem yeter mi? Yetmez!Ya mektubu düşürüpkaybetmişse?..

Sûru Üfleyen MektupGeldi

Gerçeğin tadını alan er, nealtına aldırış eder, ne

kalenderin

tacına bakar. Peki, gerçeğintadı nedir? Ölümden

korkmamak... ölüm benimrengime âşık. Söz olsun diye

güzel diyorum sana, yoksayüzün, güzelden daha güzel..

En son mektubu gönderdimgöndereli uzun bir zamangeçmesine rağmen, ne cevapgeldi, ne de geleceğine dair birumut ışığı... Beklememiistiyordu. Sabrımı ölçüyordu.Elim tutuldu, yüreğim lâl oldu.Yazamadım. Beklemeninsancısında kıvranırken,

Şemsimden uzun bir mektupgeldi. Kelimelerde ateş,kelimelerde gözyaşı vardı.Mektup başta kıyametitattırıyordu, sonunda vuslatumudunu taşıyordu:

Ben neyim Meviâna? Haydi,sen söyle! Ben neyim Mevtana?Ben neyim? Yüz denizdalgasında sessiz efsane,karanlık gecelerin bağrında gizlibir sır. Bir deliliğin nöbetine hayaklaştı ha yaklaşan hatıra birbakış... Binlerce ümit gözünün

dibinden damlayan kan... Benneyim? Dillendirilmemiş name,zikredilmemiş sır. Maşukuararken, hayat gecesininavucuna düşmüş şebnem...Ölüm güneşinin doğuşarzusunda, isimsiz, yurtsuz biryolcuyum. Evet, ben buyum! Birsemender. Ben ne evtavuğuyum, ne kafestekikanarya ve ne de gam güvercini.Benim kardeşlerim Anka,Hüdhüd ve turnalardır.Semender, nasıl toprağa

konabilir? Ateş kuşuyum ben,benim yiyeceğim arpa ve dandeğil, ateştir. Bu âlem arpa, darıâlemidir. Benim yurdum isegöklerdir, güneşin de yurdu olanateş ülkesi. Yeryüzüne gözdikmedim. Göklere doğru,felekler yolunda ve her an Allahaşkına daha yakın. Ben, hayatpençesinde değil, sufinin gültomurcuğunda bir şebnemim.Tasavvuf... Bu yegâne emelim,mektebim ve memleketim oldu.İsyancı düşüncelerim siyaseti,

inanç ayırımlarını besleyenakımları ve ekolleri aştı. İnsaniçin uçtum, kanatlandım. Sufilikbir iman mektebidir. İnsanlığahizmet etmeyen her akım isekuru laflarla yük taşıyanmerkeptir.

Ben, çöl, güneş, yalnızlık,sıkıntı, çile ve ızdırapadamıyım. Hayat tarzım,terbiyem, fikir ve inançlarım,hele de hâlet-i rûhiyem, beniçocuk yaşımda ihtiyarlattı. Hiçbir zaman çocukluğun sevinç ve

eğlence dolu tadınıyaşayamadım. Şikâyetçi miyim?Asla! Bir tek sende yaşadımilahi aşka götürecek dostluğu,bunu da halk çok gördü.Umurumda mı? Elbette hayır.Aya öfkelenmiş ruh, cılız mumışıklarından mı çekinir? Duamınkefaretiydin, aşk ile amennademişim sana. Senin uğrunadeğil Konya'yı, dünyayı hallaçpamuğu gibi savururumsoluğumla. Halkın dedikodusu,hasedi beni yıldırdı mı sanırsın?

Senin yolunda idam edileceksemeğer, halkın galeyanınımukaddes çarmıhım yaparımbilesin. Bırak o eyyamabencilleri! Eğer onlara"Gözlerinizi mi yoksabencilliğinizi mi alayım?" diyesorsan, "Gözlerimizi al!"diyeceklerdir.

Eğer beni istiyorsan, ben'iyitirmen gerek, çünkü ben'iyitirmen, beni bulmana yardımcıolur... Gözlerimi kör eden senşimdi benden aşkına gözyaşı mı

istersin... Aşk bana olsun amasenden başkasına değil. .. Aşkedemezsem seni bitsin bu ömür.

Bana aşkı mı soruyorsun?Uç, yırt, kurtar, yan ve çek! Aşk;her an kanatsızca göklereuçmaktır: Yüzlerce perdeyidişlerinle yırtmaktır. Aşkı talepetmeden önce, nefsini köristeklerden bir kurtar hele, yandumansız ateşlerde. Aşk hevaboşluğundan yokluk hoşluğunadoğru el ayak çekmektir.

Zamana yenik düşmeyen birdostluk bizimkisi. Sitem ettiğimisanma! Yürek yanar, gözbuğulanır, sine dağlanır ve aşkvurur her zerremi. Dinmeyensancılarımın iniltisidir, yazdığımkelimeler.Tarih, Cengiz Haninyaktığı şehirlerin kül kokusunusilip süpürdü. Benimyanıklığımın tütsüsünü sûr'unüfleneceği vakte dek kimsilebilir?

Söyle; neyi istersen yakyık!Yalnız, ayrılıktan bahsetme!

Ben, ayrılık sitemini haketmedim; bu, bana layık değil!Bana ayrılığı reva görme de neyazarsan yaz!

Ağzımızdaki dil, gönülhalkasının halkasıdır; hepkonuşup durarak neden kapıhalkası olup kalıyorsun? Sus,konuşma! Cana kavuşmak içinkapıyı kır da içeri gir. Bakiçeriye, içimin içindesin, görhâlini.

Ey benim Mevlâna'm!

Senden uzak diyarlarda,sensizliğin gurbetinde seninismini anmadığımı sanma. Seninhasretindeyken tutup da canınadını mı anayım, ne yüzle? Senvarken gönlümde, başka başkagüzelliklerin sözünü mü açayım?Sözlerimden utanmaz mıyım?Senden gitmekten çok muhoşnudum? Sevgiliden uçupgiden cânı, her cansıza yaşıyorgibi görünen ölmüş kişilereanlatır mıyım? Yakışır mı? Bengiderken ay yüzünü yırtıyordu,

gök yaşını döküyordu. Gittim ki,senin yolun kanlarla doluptaşmasın diye. Senden gittiğimisanıyorsan, yanmış amapişmemişsin. Ben Konyasokaklarına gelmedimMevlâna'm, sana geldim! Benisokak sokak arama!İçindeysem, ayaklarını adımadım orada burada yorma!

Ben aşka geldim ve başımıaşka vermek için dönüş haktır.Desturunu beklemekteyim.Başım dedim de, aşk bana

geldiğinde "Benim yolumda canverir misin?"diye sordu.Afalladım. Hemen arkasından"Neden 'Evet, evet; can veririm!'demiyorsun?" dedi. Ben, aşkı,bir nur burcu olarak gördüm vecanımı vermeyi bir borç olarakkabul ettim. Aşk yolundayüzlerce yürek bir pula satılıriken ben bu yüreği sanaadadım. Çağırmasını bil de icapederse sürüne sürüne geleyim.

Sana hep sade ve susuzgelmek isterim. Gönlümün

derinliklerine dal, ne onarılmazyaralarım var. Âh bir görsen...Görüp de tel tel sarsanhicranımı...

Bana ardı ardına mektuplaryazıp, şiirler düzme. Benim seniyaktığım gibi, yaktığımateşlerden daha büyük birateşte yak beni. Beni yazıpdurma! Bir kelime yaz, bamtelime mızrap vur! Bir söz söyle,hasret çuvalına mızrak vur. Deşiçimi, yar sadrımı, gör içimdekikıyametini bekleyen mahşeri.

Söz kalabalığı yapma. Birkelime yaz. Sadece bir kelime...

Yaz ki yollara düşeyim!Dağları sırtımda, çöllerigöğsümde taşıyarak sanakoşayım. Cehennemlerisöndürsün yazacağın tekkelimen. Şems'in, yoluna kurbanolsun. Kanat vursun Perende'n,gelsin sadrına konsun. Durmayaz! Yaz bir kelime, saçlarımağarsın, sabahlarım gecelerimekafa tutsun. Haydi, durma yaz!Yaz ki güneşi yakala, indir gök

kubbeden. Sadece bir kelimeistiyorum. Yazabilecek misin?

Mektubu okurken dizleriminbağı çözülüyordu, hem sevinçhem "acaba"ların sancısından...Acaba onu getirecek o kelimeyiyazmaya güç yetiremezsem?..Ne olabilirdi istediği söz? Neydio kelime? Kelimelerim göklereuçtu, aklım buharlaştı. Bütündüşünceler yavan, bütün sözleryalın kalırdı Şems'in dilediğikelimenin yanında. Odasınagirdim, ufak bir işaret arıyordum

o esrarengiz, o tılsım kokulukelimeyi bulmak için. Koynumasoktuğum mektubu çıkarıp,tekrar tekrar okudum. Derin birâh çekerek okudum. OturdumAcem kilimin üzerine. Hatıralariçinde bir başka hatırayageçiyordum. Her bir hatıra,gözyaşımı pınarından sökerekkilime düşürüyordu. Kimseninsöylemediği, sadece Şemsiminbana hitap ettiği kelimeyibulmuştum. Onun bana en çoksöylediği kelimeyi bulmuştum.

Duydukça yüreğimi hoplatanŞemsin bal ağzından düşendamlayı bulmuştum. Nihayet,gece boyu aradığım kelimegözyaşlarım ile yanağımdandudağıma düşmüştü.Gözyaşlarımdan bir damlayı,divitin ucuna sürerek boş birkâğıda tek bir kelime yazdım:

“HÂMÛŞ"..

O Geliyor, O!

Aşk, düştüğü yeri yakıp küleden ateşse;

Gönül, küllerinden yenidendoğan “mâbed” dir...

Şems'ten bir haber geldi.Şam'dan Konya'ya döneceğini

yazıyordu. Elhamdülillah!..Hemen yola çıkmak istedim amaoğlum Sultan Veled veHüsameddin, gitmemem içinyalvardılar. Onlara göre,üzüntüyle bu kadar yıpranmışbir insan için bu, uzun ve tehlikelibir yoldu. Alaeddin:

- Ben de ağabeyimle birliktegideceğim Onu geri getireceğiz;gerekirse zor kullanacağız!

- Şems, tatlı sözler iknaedilmeli. Sen burada kal. Sultan

Veled gidecek.

Alaeddin kaşlarını çatmıştı.Kızgınlıkla aldığı nefes, burundeliklerini her defasında daha dagenişletiyordu. Bir evladın,babasına bu kadar sitemkârbakması, bir babayı nasılüzerse, işte ben de öyleüzülmekteydim. Şimdi göz gözeolsak da öfkesini sesinden farkedebiliyordum.

- Niçin ağabeyim gidiyor?Niye her zaman onu

kayırıyorsun?

Elimi, omzuna koydum. Sinirlihalinin yavaş yavaş geçmeyebaşladığını hissedebiliyordum.Bir babaydım ve karşımdakigenç, benim evladımdı.Gençliğinden gelen ateşianlayabiliyordum.

- O senden daha büyük vedaha bilgiii de ondan...

Alaeddin sakinleşmişti. Bu kezdaha yumuşak bir ses tonuyla,

- Eğer haydutlarlakarşılaşırsa kitaplar ne işineyarar? dedi.

- O seçildi, sen değil.Ağabeyin, Şems'in huyunusuyunu içinizde en iyi bilenlerdenolduğundan, getirmeye ogidecek.

Sultan Veled, yanında yirmidervişten oluşan bir kervanlabirlikte, Şam'a doğru yola çıktı.Sultan Veled, Tebriz Güneşi'nikendileriyle birlikte geri dönmeye

ikna etmek için yanına armağanolarak iki kese gümüş akçe,pahalı halılar ve pirinçtensüslemeler alır.

Kervan yalnızca sukuyularının yanında duraklar veüç gecenin ikisini eyerleriüzerinde uyuyarak geçirir.Güneşin yaktığı tepeler boyuncaToros Dağları'nı geçer. Gecelerikervansarayların yanındanduraklamadan geçerler. Atları,kanat takmışçasına sürerler.Neredeyse rüzgârla yarışacak

hızdadırlar.

Nihayet Şam'a girerler.Hemen hanı bulurlar. SultanVeled, beraberindekilere avludabeklemelerini, kendisinin yalnızbaşına odaya çıkmasının dahauygun olacağını tembihler.Besmele çekerek odanınkapısını vurur. Ses yoktur. İkincikez vurur. Yine ses yoktur.Üçüncü kez vurur. Sessizcebekleyiştedir.

- Kapımıza değil kalbimize

vuran buyursun!

Girer usulca içeriye. Şems'i,bir sedire bağdaş kurup oturmuşve karşısındaki bir genç ilesatranç oynarken bulur. Şems,Sultan Veled'i gördüğündegörmemezlikten gelerek satrançoynamasına devam eder.Bekler. Bekler. Tam bir saateyakın ayakta olduğu yerdebekler Sultan Veled. Aldığıterbiyenin gereği, desturverilmeden hareket edilmez.Babasının yetiştirdiği, erdemli

delikanlıdır Sultan Veled. Şems:

- Mevlâna oğlunun burada neişi var?

- Efendim, size bir emanetgetirdim.

- Neymiş getirdiğin emanet?

- Babamdan bir mektup...

Şems, Sultan Veledin kendineuzattığı mektubu alır amaokumadan masanın üzerinebırakır. Sultan Veled, mektupta

yazılan mesajı tekrarlayarak,

- Konya halkı, kendileriniaffetmenizi diliyorlar. Tıpkıbabam gibi onlar da geridönüşünüzü bekliyorlar.

Şems başını sallar ama birşey söylemez. Kısa sürensessizliğe, yine Sultan Veled sonverir.

- Konya'ya dönecek misiniz?

- Babanın yazdığı bereketlitek kelimeye bağlı.

-Yazdığına inanıyorum.

Şems zarfı açarken, SultanVeled sedir önünde çıkarılmışbir çift pabucu eline alır vepabucun ucunu Konya yönünedoğru çevirir. Şems gördüğümanzara karşısında gülümser:

-Tam babanın oğlusun. Aferinsana, mesajını güzel iletiyorsun.Eh, bana düşen de yola düşmekve Mevlâna'ma dönmektir.

Bu, yeni bir Şems'ti. Artık

hiddet ve sabırsızlıkla kıvılcımlarsaçmıyordu; adeta bütün sesler,bedeni tarafından emilmiş gibisessizliğe bürünmüştür.

Sultan Veled, yolculuğununboşa geçtiğinden ve geriye tekbaşına dönmek zorundakalacağından korkarak,beraberinde getirdiği hediyelerikoymak dileği ile aşağı iner,dervişlerle getirdikleri hediyeleriŞems'in önüne serer.

Şems omzunu silker:

- Bu oyuncaklara ne ihtiyacımvar? Bunları civardaki yoksullaradağıt da kendilerine yiyecek birşeyler alsınlar. YanımdaMevlâna olduktan sonra hiçbiryiyeceğe ihtiyacım olmaz.

Sultan Veled, Allah'aşükrederek:

- O halde hemen yolaçıkmalıyız.

- Manevi yolda yürümek üçşeyi gerektirir. İlki Allah'ı

zikreden bir dil. İkincisi Allah'ahamd eden bir yürek. Üçüncüsüise sabırla bekleyen bir beden.

Sultan Veied, kendine sunulanbilgelik hediyesi için teşekküreder. Babasını bu kadar mutluedecek bir müjde olamaz. Oanda kendisinden mutlu insanyoktur, başarmıştır. Dervişinbirini, kendilerinden önceKonya'ya yetişmesi ve müjdelihaberi iletmesi için hemen yolasalar.

İki saat sonra yola çıkarlar.Şems, dostunun oğlundan okadar memnun kalmıştır ki yolboyunca birçok sırrı onunlapaylaşır. Şems ona Kuran'danve tasavvufun hikmetlimesajlarından bahseder.İlerledikleri derunî yolculuktaönlerinde manevi manzaralarserilirken Sultan Veled'ingözlerinden yaşlar boşanır.Geceleri konaklayıp uykuyadaldıklarında, Sultan Veled diğerâlemlere geçer, geri

döndüğünde ise, sabah gördüğürüyaları Şems'e anlatır. Üçhikmet umdesini unutmamayaçalışmaktadır: Allah'ın adınısessizce zikretmek, hem hayırhem şer için şükretmek ve hızınıyavaşlatıp kendini Şems'eayarlamak. Uzun yolculukbitiyordu; Tebriz Güneşi,Konya'ya yeniden doğmak içinşafağı beklemektedir.

Yollara sular dökün,

Bahçelere müjdeler edin,

Bahar kokuları geliyor,

O geliyor, o...

Ay parçamız, sevgilimiz,yârimiz geliyor.

Yol verin, açılın, savulun.

Beri durun, beri...

Yüzü apaydınlık, ak pak,

Bastığı yeri ardındagündüzler gibi bırakarak O

geliyor, o...

Ay parçamız, sevgilimiz,yârimiz geliyor...

Gökler yeryüzünü kapladı,örttü biranda.

Bir anda dört yanı misk gibibir koku sardı.

Bir anda bir velvele, birkıyamet koptu cihanda.

O geliyor, o.

Ay parçamız, sevgilimiz,yârimiz geliyor.

Bir anda can geldi bağlara,bağlar ışıdı.

Bir anda açıldı baktı bağlaragözler.

Bir anda bizde ne gam kaldı,ne dert kaldı, ne keder.

O geliyor, o...

Ay parçamız, sevgilimiz,yârimiz geliyor...

Yayından fırladı ok.

Hedefe ha vardı, ha varacak.

Bahçeler selama durdu.

Selviler ayağa kalktı.

Çayır çimen yollara düştü,işte konca, ata binmiş geliyor.

Biz ne duruyoruz?..

O geliyor, o...

Ay parçamız, sevgilimiz,yârimiz geliyor...

Sen bizim yöremize gelirsengöreceksin, ey Şems,

Huyumuz sadece susmakolmuş bizim, susmak...

Senin güzel gözlerin için iştecanım pusuda.

Rahatım kaçtı benim,

Geceleri uykum kalmadı gittiama,

Bak işte o güzel günler yolaçıkmış geliyor.

Hiç bitmeyecekmiş gibi geieno uzun gece sona ermişti vegüneş gökyüzünü, yıldızlardanemanetini alıyordu. Bu gün,Şems'in yuvasına döndüğügündü. Şems'in gelmekte olduğuhaberi her yana yayılmayabaşladı ve insanlar şehirsurlarının üzerinde bana eşliketmeye koştular. Güneş tepeyeyükseldiğinde surların üzerindeyüzlerce insan toplanmıştı.Ulema ve tüccarlar, zanaatkârlarve köylüler, Müslümanlar,

Hristiyanlar ve Museviler, hepside yolcuları bekliyorlardı.

Perende'mi dualarlakarşılamak istiyorum. Ellerimiaçmışım semaya,dudaklarımdan şebnem şebnemdualar okuyorum:

"Ey Allah'ım! Şems'in ikincigelişine hazır kıl beni, ilk kezbuluşuyormuşçasına selamımızatatlılık bahşet. Etrafında kurugövdeler dizilmiş ilk buluşmamızısevince dönüştür!..

Ey Allah'ım! Bize ne ayrılığınacı kadehiyle sulanmış bir ömür,ne nerede olduğumuzu bilmeyen,bize uğramayan bir sevgi, ne desevinç dışında yakılmışmumların olduğu bir gece nasipeyle!"

Uzaktaki toz bulutunu ilk görenHüsameddin oldu:

-Bakın! Efendim geliyorlar!Müjdeler olsun, sağ salimdöndüler işte!

En öndeki atın üzerinde Şemsvardı ve yanında bir gençkoşuyordu. Koşan oğlumdu,Sultan Veled'imdi. Çocukkenbana sarılmak için koştuğu gibikoşuyordu. Hayırlı evladımbenim!..

Yaklaştılar. Yaklaştılar. Dahada yaklaştılar... Kalbim yerindenfırlayacak gibi atıyordu. Titreyenayaklarıma inat, dayanamadımkoştum. Koştum. Şems'imekoşmak şanım olsun diyekoştum. Atının yanında soluk

soluğa durdu. Atından aşağıyainmesine yardım edilirkengözlerinde tebessümler vardı.

-Özlemişim gülüşünügüneşim. Hoş geldinPerende'm!..

-Hoş buldum Hamuş'umL

Bir hafız yanımızda Kuranokurken iki dost birbirlerimizesarıldık. Koklaştık. Bayılacakkadar sevinçteydim. Sonramaşuğumun eline kapandım:

-Bir daha bu acıyı yaşatma!

Bu Sefer Aşk Ağladı

Aşıkların gönüllerininyanışlarında kıvılcımlar vardır.

Gönüllerini, sevgiliye vermişolanların gönüllerindeki

derdin belirtileri vardır. Sen,hiç duymadın mı? Yanıp

yakılanların gönüllerindençıkan, ateşli bir “ah” da

Allah’ın rahmet huzurunageçer, gider.

Güneşin son ışıklarıgökyüzünden süzülüp, yerinikızıllığa bıraktığında ikimizŞems'in odasında hasbıhal ediphasret gidermeye çalışıyorduk.Şems'in dönüşüne hâlainanamıyordum. Bir yandangelişinin mutluluğuyla sarhoş birhalde, diğer yandan da içimde

adını koyamadığım bir sıkıntıvardı.

-Sormak istediğim bir şey var.

Şems zikir yapıyordu. Zikrinibitirdi. Sustu. Odanın içindekisessizlik uzadı. Konuşmakistemez bir hâli vardı.Duramadım, "Sor!" demesinibeklemeden:

- Beni niye terk ettin?

- Buradan uzaklaştırıldım.

- Ama niçin benden uzakkaldın, sensizliğin cehennemdenbeter olduğunu bilmez miydin?

- Seni asla terk etmedim.Seni nasıl terk edebilirim ki? Bizikimiz biriz.

- Peki niye senden hiçbirhaber çıkmadı? Çokacımasızdın.

- Sessizliğim senin için birders, yokluğum ise bir imtihandı.Piştiğini anlamanın yolu

yokluğumdu.

- O vakit, sınavı geçtim mi?

- Hem evet, hem de hayır...

- Neye evet ve neye hayır,açıklar mısın?

- Sen bul cevabı.

- Ben senden duymakistiyorum.

Şems olduğu yerden ayağakalktı. Öylece bir şey demeden

durdu. Tekrar oturdu. Banadönerek:

- Evet, sınavı geçtiğinincevabıdır.

- Ya hayır?

- Beni aramaya başladın amahâlâ bulabilmiş değilsin.Buldukların yalnızca bendengeriye kalanlar.

- Seni nasıl bulacağım,yetmedi mi sabrım, bitmedi misınavlarım?

- Daha pişmen gerek. Bundansonraki hasbıhallerimle,sınavlarınla tam pişecek ve benibulacaksın.

-Tekrar mı sır olup, ardınabakmadan mı gideceksin?

- Bir daha seni asla terketmeyeceğim ve ardındankefaretimi ödeyeceğim.

- Neyin kefareti?

-Vakti gelince öğreneceksin.

Şems, benim düşünceleriniokuyarak,

- Senin özlemini arttırmakbenim görevim, bütün arzunu birtek noktaya yönlendirmelisin.Öyle ki, bana duyduğun sevgi birsonraki nefesine duyduğunsevgiden daha fazla olacak.Mürşide duyulan sevgi gerçeksevgi olmasına rağmen buyalnızca bir başlangıç. Bir başkainsana teslim olmak büyük birbaşarı değil, bu yalnızca birköpeğin sahibine duyduğu

bağlılıktan biraz fazlası...

- Peki, ilâhi aşk nasıl? Beşeriaşktan farkı ne?

- Allah'ı sevmek başka birşeydir. Mürit, Allah'ı, mürşidinisevdiği gibi severse ilerlemekaçınılmazdır. Bütün arzular birtek arzuda toplandığında, bütünhasretler bir tek hasretolduğunda, yani insan Allah'ınhuzurunda olmak için yanıptutuştuğunda, bir başarıdır bu.O yüzden sana demek istediğim

şu:

- Ben senin son engelinim.Yalnızca Allah'a yaklaşmalısın!

- O zaman, kalabildiğin kadaruzun kal.

- Ne kadar kalacağıma Allahkarar verecek.

Şems, bir kez dahamedresenin kapanmasınıemretti. Kapıları kapalı bulanmüritler bana geldiler amayanımda ellerini göğsüne

kavuşturmuş bir halde Şems'igörünce, gelme niyetlerini saklıtutarak geri gittiler.

Şems ile birlikte, karanlık birodaya kapandık yeniden. Herşey eski günlerdeki gibigüzelleşmeye başladı. Derûnisohbetler, efsûni yolculuklar,enfûsi hasbıhaller tadılmayıbekliyordu. Şems'in varlığıyladaha da kendimden geçiyordum.Uçuyordum; biiincim artıkbedenimin kafesinde değildi.

Bir gün Şems bana sordu:

- Ömer Hayyam "Kimse aşkınsırlarına ulaşamadı. Ulaşanın dabaşı döndü, düştü oracığa,"diyor, sen ne dersin Mevlâna?

- Hayam,-kendi çaresizliğiniifade etmiş. Onun başıdönmüştü. Sırra ermeyibeceremedi, daha ilk basamaktaayağı titremiş, başı bulanmışolacak ki, kimi zaman feleği,kaderi ve bazı anlarda da ilahiiradeyi suçlar. Bu başı

dönmüşiükten dolayı, bazensırrı inkâr eder, bazen de aşkıferyat etmeye yeltenir. Dağınık,anlaşılmaz sözler söyler.Sabaha imana uyanır, gecemünkirliğe yatar. Hayyam bu,ermek bir yana, ermeninkıyısına yaklaşmaya cesaretedemeyecek kadar ürkektir.Önüne şarabı koy, karşısınakadınları diz, zevkten coşsundursun. Keyfinden tavizvermeyen, ilahi sırra ulaşmayolunda karıncadan bile geridir.

Şems sözlerime öyle güldü ki,odanın dışındaki dervişler bilebu gülme sesi kime ait diyeşaşırdılar.

- Helal olsun seni doğurananaya, rahmet dualarıgönderiyorum seni yetiştirenbabana! Ne yiğit bir evlatgetirmişler. Boşunagelememişim, bu soruyu kimesordumsa zülf-i yâre dokunurdiye kemküm terleyip cevapveremedi. Beklediğim cevapbuydu. Pişiyorsun. Senin için bin

çile dağını un ufak etmem gerekolsa değersin! Vallahi değersin!Tallahi değersin!

Kalktı, sarıldı boynuma. Girdikoluma ve namaz kılmak içinmescide geçtik.

Namazı Şems kıldırdı, benteşbih duası okudum. Şems'esordum:

- Onca insan arasında niyebeni buldun?

- Ben kul arar idim, gördüm ki

herkes Allahlık peşinde koşuyor,bir tek kul seni buldum yaMevlâna. Kalpleri hırsmezarında çürürken, gözlerinicennete çevirip birbiri ile çekişendin adamlarını gördüm. Dilindeaşkı konuşup, tembelliği sabırsanıp, maneviyattan demvurarak aşkı, makam için, şöhretiçin satan riyakârları gördüm.

- Evet, bilmeden Allah adınahüküm verir olmuşuz. Şucennetlik, şu cehennemlik derolmuşuz. Bâtıni bilmeden sırf

zâhire bakarak ve onunhakkında Allah'ın ne takdirettiğini bilmeksizin hüküm verirolmuşuz. Kendi taşıdığımızkalpten bihaber iken kimincennete veya cehennemegideceğine karar verir olmuşuz.

- Evet, Mevlâna’m. Tüccarlaryanında çalışana serzeniştebulunur "Rızkını ben veriyorumdaha ne nankörlük ediyorsun!"diye. Hakiki Rezzak'ı unuturdakendini "Rezzak" sanır.

- Dünya hırsını terk edipmâna hırsına dönmüşüz degerçek maksadın her dem hakikikulluk ve Allah rızası olduğunuunutmuşuz.

- Mevlâna'm sana Süfyan-ıSevrî'yi anlatayım. Süfyân-ıSevrî hazretlerinin gençliğindesırtı kamburlaşmıştı. Sebebinisorduklarında; "Üç üstadatalebelik yaptım. Hepsi dezamanının en âlimleriydi. Ölümzamanında üçü de dünyadanimansız gittiler. Ben onların hâlini

görünce korkudan omurgakemiğim eğrildi buyurmuştur.

- Sen ve ben keşküllü dervişgibiyiz. Eski devirlerde bazıdervişler, kenarlarında halkalarbulunan oval bir kabın, yantarafındaki halkalarına ipgeçirerek boyunlarına asar,kalabalık yerlerde nefsi terbiyeamacıyla sadaka toplarlarmış.Sadaka vermek isteyen kişilerde dervişin boynunda asılı olanve adına keşkül denilen bu kabausulü gereğince niyazlarını

bırakırlarmış.

- Harikasın Mevlâna'm!Elbette keşkül, bir himmetkabıdır. "Gâni olan Allah'tır.Sîzler fakirlersiniz" (Muhammedsuresi/38) âyetinde işaretedildiği üzere şu bir gerçek ki;sadece biz değil, herkesYaratan'a muhtaç boynunda birkeşkül ile dolaşmalı.

Şems, benimle beraberkendergâhtaki herkes dahil olmaküzere yanımıza gelmesini

yasaklamıştı. Kerra Hatun bunaboyun eğdi ama Şems'e karşıitaatkâr olduğu için değil, benimüzülmemi istemediği için...

Kimyâ Şems'e Âşık,Şems Kimyasızlığâ

Bir duru bakışınladoğurmalısın beni, sen, ey

kanımda aşkı

arşınlayan hüzün! Öyle birsükûtla ateşlerde yürümeliyim

ki; hem gecenin diliçözülsün, hem de gündüzün.

Şemsi kaç kez hane soframadavet ettiysem hiçbirini kabuletmemişti. Ben onu ailem ileaynı sofrada görmekten mutluolacaktım. Oysa o bu çeşitoturmalardan rahatsız oluyordu.Dışarıda hırçın bir şahin gibigözüken öyle görülen Şems,dergâhta odasında bir serçegibiydi. Bazen üşürdü, titrerdi,üzerini örtmeye kalkıştığımda"İlişme, iliklerime kadar

üşümeliyim, soğuktan üşümüşgaribanları hatırlayayım!" derdi.Kerra Hatun ile Şems hakkındasohbet ederken, kızım Kimyâpürdikkat anlattıklarımı dinlerdigizli gizli. Dikkatimi çekti ve onasordum:

- Şems'ten sakınıyor,korkuyor musun?

- Hayır, ama çok ketum birisi,sanki bu dünyanın adamıdeğilmiş gibi, hiçbir davranışısıradan halk adamlarına

benzemiyor. Bir şey sorsamuygun mudur?

- Sorabilirsin.

- Şems için şiir okurkenmısralarına "Ey sevgilisi bileolmayan sevgili!" diyebaşlıyorsun ya babacığım.

- Evet, ne var bunda?

- Şems gibi birisini seven birkadın neden olmamış ki, bunuanlayamıyorum.

- İlahi Kimyâ'm, güldürdünbeni! Mesele Şems'i sevenkadınların olup olmaması değil.Çoğu kadınlardan uzaktan uzağaŞems'e âşık olan vardır.

- Neden uzaktan uzağasevmişlerdir?

- Yakınına kadınlarınyaklaşmasına izin vermez deondan.

- Kadınlardan nefret miediyor?

- Elbette hayır.

- Bağlı kalmaktan mıhayatında hiç kadın istemiyor?

- Biraz öyle, biraz daçocukluğunda nefsi arzulardan,dünya isteklerinden nefsiniterbiye etmiş. Bizlerin hazduyduğu hiçbir şeyden hazalmıyor varsa yoksa Allah aşkıve Allah âşıklarına gönüldaşlıketmek...

- Babacığım ailesi yok mudur,

neden yaban ellerde dolanmışdurmuş?

- Küçük yaşlarda bütünailesini kaybetmiş. Kan bağıolarak kimi kimsesi yok. Diyardiyar beni aramış.

- Gerçekten mi?

- Evet kızım.

- İlahi aşka ermek kolay mıdırbabacığım?

- Aramak gerekir, adamak

gerekir, çok uzun ve derin birkonu bu; gece gündüz konuşsakzaman yetmez.

- Peki, kadınlar da ilahi aşkaerebilir mi?

- Elbette, İlâhi aşka vasılolmada cinsiyet şartı yoktur.Sahabeden birçok hanım,Peygamber eşleri ve başta Hz.Hatice olmak üzere ismi geçenbütün annelerimiz ilahi aşka vasılolmuşlardır.

- Dilinden düşürmediğinRabiatü'l Adeviyye de mi?

- Evet, çöl aslanı Rabia daAllah dostlarından olan bir hanımvelidir.

- Ben de onun gibi olabilirmiyim?

- İstemek ermenin yarısıdır.

- Kalan yarısı ne?

- İlahi aşka götürecekgönüldaşın gelmesi.

- Şimdi ben bu bilinmeyengönüldaşımı mı bekleyeceğim?

- Nasip...

Kimyâ kızımın Şems'e karşıbaşlangıçta merak ile başlayanbu ilgisinin, sonradan gittikçederinleşen bir aşka dönüştüğünübilmiyordum. Ancak zamangeçtikçe, gönlünün Şems'eaktığını anlamıştım. Buradakimüşkil Şems tarafındandı. Aksibir tavır gösterip Kimyâ'nınhayalleri başlangıçta kırılırsa ne

yapardım? Ya Şems Kimyâ'yıtersler, çeker giderse nasıldayanırdım? Bir yanda Şems,diğer yanda ciğerparem Kimyâ.Meseleyi Kerra ile konuşsam neKimyânın sevdasını anlardı, nede onu Şems'e yakıştırırdı.Meseleyi Sultan Veled veHüsamettin Çelebi'ye açtığımdaikisi de olumlu buldu. Onlaragöre de bu hususta Şems'inyaklaşımı önemliydi. Şems'in nediyeceği tam bir meçhuldü.Nihayet mevzuyu Şems'e

usulünce aktardım. Düşündü.Sustu. Uzunca düşündü.

- Bu fikrin esası, benim birdaha Konya'dan gitmeme karşıtedbir mi?

- Hayır.

- O senin kızın Mevlâna!

- Ne olmuş?

- Konya çalkalanır, Kerraköpürür. Haydi, bunları geçelim;benim kadınlara karşı tavrımı

biliyorsun sanıyordum. Buyaşıma kadar hayatıma hiçbirkadını almadım. Evlilikdüşünseydim, Arab'ın, Acem'in,Hind'in kızlarından birini alırdım.

- Kimyâ sıradan bir kadındeğildir, ilahi aşk içinçırpınıştadır.

- Kadına ayıracak vaktim yokbenim. Ben senin için gelmişim.İlahi aşk yolunda kızınavereceğim bir şey yok. Nemvarsa seninie paylaştım. Başka

bir gönüldaş ara Kimyâ'ya.

- O seni istiyor.

- Ben istemiyorum! Seniüzerler, başta ev halkın tepkigösterir. Benim kimsedençekindiğim yok ama seninüzülmeni de seyretmeyedayanamam. Ben burayaevlenmeye gelmedim. Allah'tansırrıma eş istedim, yatağıma eşdeğil. Ben şehvet, kadın, dahane kadar dünyalık güzel nimetlervarsa gönülden mahrum kıldım

kendime. Çok seneler olduiçimde dünyayı boğalı.Rabbimden Hak aşkı yolundadost istedim. Seni nasip etti.Geldim, senin için. Gittim, yinesenin için. Yandım. Yakıldım.Dayandım. Allah kısmet ettidöndüm, senin için. Şimdi sen"Evlen, evlen" diye tutturuyorsun.

- Ama ben, senin de sırtınaçık kalmasın istiyorum.

- Otur, sana bir hikayeanlatayım:

- Şeyhin birisi, dervişindenbirini evlendirmeye niyetlenir.Şeyh ve dervişler, kızın evinegiderler, dünür olurlar. Evegitmeden önce şeyh, dervişiniuyarır:

- Evlat, bir ömür boyu hayatarkadaşın olacak, iyi karar ver.

Neyse kız, kahve, çay getirir.Derviş pek beğenmez kızı.Dergâha dönüşte şeyhdervişlerinden yüz metre öndengitmekte, dervişler arkadan

gelmektedir. Dervişler kendiaralarında durumdeğerlendirmesi yaparlar.

- İhvanım, ne yaptın? Kızıbeğendin mi?

-Yok sofim, beğenmedim.

- Niye, nesi vardı dabeğenmedin kızı?

- Bir bacağı var, çöp gibi.Zayıf, sıska, kara kuru bir kız.Kadın dediğin, etli butlu olmalı.

O esnada yüz metre uzaktangeriye dönen şeyh bağırarakdervişe seslenir:

- Evlat biz kız almaya geldik,kasaptan et almaya gelmedik!

Şimdi Hamuş'um ben burayakız almaya gelmedim, nazalmaya geldim. Közden özalmaya geldim.

- Benim mutlu olmam, seniçok sevindirmez mi Şems?

- Elbette...

- O zaman mutlu olmam içinKimyâ ile evlen, odanda yanıbaşında olsun, maneviyolculuklarda eşlik et, abdestsuyunu döksün, geceüşüdüğünde sırtını örtsün.Benim hatırım için evet desen...

- Onunla bu hususukonuşmadan cevap veremem.

- Oldu o vakit ben onu sanagöndereyim.

- Gül bahçesine gelsin. Seninkızın da olsa yalnız başınaodama gelmesi uygun değildir.

- Ben de öyle düşünmüştüm.Birazdan onurıia gül bahçesinegeliriz.

Şems'siz NasılGülsün Gönül Gözüm

Biliyorum sözlerinisözlerimden alacaksın,

Zaten sözlerin bitimi değilmidir ömür denen şey.

Anladım,

gözlerini gözlerimdendüşüreceksin, gözlerin düştüğü

zemin

değil midir kara toprak?Ateşlere verdim günleri,

seneleri, dumansız efkârımışakaklarıma

alıp da gidiyorum güneşiöpen şafaklara.

Şems'i tanımadan önce ben,acıkınca bir kap çorba içer,doyardım. Üşüyünce de

ocağıma iki odun atıp ısınırdım.Fakat şimdi, dünyanın bütünçorbalarını içsem doyamam...Çünkü biliyorum ki, dünyadaaçlar var. Dünyanın bütünodunları yansa ocağımda, artıkbeni ısıtmıyor. Zira biliyorum ki,yeryüzünde üşüyenler var.Hiçbir şey yemiyor, hiçbir şeyiçmiyordum. Herhangi bir insanbu şartlarda tükenip giderdi;oysa ben yalnızca bir tekkaynaktan gelebilecek olan birgüçle sema yapıyor, ağlıyor ve

şiir okuyordum. Beni ayaktatutan tek şey Allah'ın inayetiydi;yere yığılıp kalmamı engelleyenRabb'ime duyduğum tevekküldü.

Yanıma eşim, Alaeddin hariçbütün çocuklarım ve iki yarenimSelahaddin Zerkubi veHüsamettin Çelebi'nin girmesineizin veriyordum.

Kâh oğluma dönüyor:

-Bana onun bir rüyadan başkabir şey olduğunu, tıpkı diğer

insanlar gibi, bir bedenebürünüp yürüdüğünü söyle.

Kâh dostlarıma:

- Öğrenin bakalım böyle birinsan var olmuş mu? Kuşağıburada duruyor, ayakkabılarınınönü yıpranmış. Ayaklan şurayabasmıştı, Beli bu kuşaklasarılmıştı. O yaşadı dostlarım,öyle değil mi?

Kâh da eşime yalvar yakar birses tonu ile:

- Şems var iken kadir kıymetbilmeyenler, onun yokluğundabeni teselli etmesinler.

Artık Şems olmadığına göre,Konya'nın ileri gelenleri kendimegelmemi dört gözle bekliyorlardı.Uzun bir zamandır ortalıktagörülmüyordum. Hüsameddin'esağlığım hakkında sorularsoruluyordu ama nesöyleyebilirdi ki? Daha öncedenkim böyle bir derde şahitolmuştu? Hüsamettin, yanımagelip insanlara söyleyecek bir

şeyi olup olmadığımı sordu vegeriye şu sözlerle döndü:

- Şems ile tanışmadan önceham idim. Ardından piştim.Şimdi ise yanıyorum.

Şems'in şehadetinden haftalarsonra ilk kez insanların arasınaçıkıyordum. Eğer Konya halkıdaha önceleri beni hiç görmemişolsaydı, şimdi çarşıda divaneceyürüyen adamı Konya'ya gelmişbir yabancı sanacaklardı.

- Aman ya Rabbi! Bir yüz biriki haftada bu kadar mısoluklaşır? Mum gibi erimiş birvücudu titrek bacakları nasıloluyor da taşıyabiliyor?..

- Sakalında ağarmamış birtek kıl kalmamış. Gözlerinin ferisönmüş, alnındaki kırışıklıklar,yanağındaki kıvrımlaruçurumiaşmış adeta.

Halk merak ve hayretiçerisinde beni süzedursun,bense gözlerimde yaşlarla

pazaryerine gidip bağırmayabaşladım. İnsanlar öncemürşitlerini görmeninheyecanıyla toplanmaya başladıama hemen ardından duyduklarıkarşısında dehşete kapıldılar.

Birisi,

- Kendine hâkim ol! dedi.

- Hayatım boyunca kendimehâkim oldum. Artık sel sularıbeni nereye istiyorsa orayasürükleyebilir.

İnsanların ne düşündüğünealdıracak halde değildim. Tozuntoprağın arasına düşüp birmeczup gibi yerlerdeyuvarlandım.

Şems'in ŞehadetiSonrası Gelen Özürler

Ey Şems’i atılamayanlar, eyyüreğimi okuyamayanlar!

Sanmayın ki gözyaşınıtükenir. Şems için deryaları

yutmuşum ben. Hüseyin

efendim misali vefasızların

kahkaha çınlattığı çöllerdesusuz kalsam da. Sizden bir

damla su alırsam nâmerdim.

Şems'i ve beni anlamadılar.Şems'e bakar bakar doymayaçalışırdım, ona nazar eder nazhakkımı kullanırdım. Kâinat başlıbaşına nazar ve naz tılsımınıyayar.

Şems'i seyretmek benim nazhakkımdı. Sahabeden Enes b.

Malik sık sık peygamberimizin(s.a.v.) evine gidiyor, onu seyredalıyordu. Çoğu zaman dakapıyı aralıyor oradanbakıyordu. Sordular:

- Neden böyle yapıyorsun?

- Rasulullah'a doymak için.Ona baktıkça doyuyorum. Nazhakkımı kullanıyorum.

Beni tenkit edenleryanıldıklarını zaman içindeanladıklarında özürlerini

sunmaya fırsat kolluyorlardı.Şems'ten sonra halkın arasınapek sık çıkmıyordum. BenimŞems ile dostluğumuçekemeyenler, aramızdaki hoca-mürşid irtibatını kendi kafalarınagöre bir kalıba oturtuyorlardı.Çocuklarla sokakta oyunoynamamı bir ilim adamınayakışmıyor diye tenkitediyorlardı. Halkın bu husustakitenkitleri belli bir ölçüde makulgörebilirim, ancakPeygamberimizi anladıklarını

iddia eden sözde molla kısmınıanlamış değilim.Peygamberimizin torunları, kendikızları ve ashabın çocukları ilenasıl oyunlar oynadığınıokumamışlar mı?

Benim dergâhıma gelenlerinve bana mürid olanların meslek,konum ve seviyeleri düşükinsanlarla hasbıhal ediyor diyebeni ayıplamaları ayrı biryaradır. Hatta bir keresinde,Şeyh Kirameddin bana yoldarastladığında:

- Mevlâna, neden saraydayapılan ziyafetlerekatılmıyorsun, etrafına geçmiştesuç işlemiş, tahsili olmayan veişsiz güçsüz düşkünleritoplamışsın. Ne işin olabilironlarla, gel senin müridlerin de,seçkin insanlardan olsun.Kötülerle ne uğraşıp yorarsınkendini?

- İyilerle herkes iyi olur,mesele kötüyü iyileştirmektir.Siz saraylarda seçkin, asildediğiniz zengin tabakanızla

sohbetlerinize devam edin. Çeşitçeşit yemeklerin ziyafetindesahabenin çektiği açlığı anlatındurun. Sorarım şimdi,peygamberimizin yolundaolduğunuzu söylersiniz, pekipeygamberimizin ne zamanümmet kayılmıştır. O, "Ben kuruekmek yiyen bir kadınınoğluyum" dememiş midir? Halkakucak açmazsan Hakk'a kulolduğunu nasıl söylersin?

Konya'da ulemadanarkadaşlarım çoktu. Şems

geldikten sonra azalır, bendenkaçar oldular. Bir tek SadreddinKonevî ahde vefa gösterenlerdi.O da benim misalim, gösteriş vezenginlikten uzak dururdu. Ne deolsa Muhiddin Arabi Hazretlerinindesturunu almıştı. Babalığıbüyük kutupdu. Sade vemütevazı bir hayatı öğretmiştiüvey oğluna. Tasavvufungıdaları ile beslemişti onu.

Sadreddin Konevî ile hadisdersleri mülahaza ederdik.Felsefe ve kelam sahaları

dışında pek ayrı düştüğümüzolmazdı. Beni çekemeyenler onagidip ikimizi mukayese ederekbizi karşı karşıya getirmeyeçalışsalar da, nafile, o bu türdedikodu oyunlarına önemgöstermezdi. Oldum olasışöhretten ve zenginlikten uzak,sade yaşamaya gayret ettim.Zenginlik isteği en beterhastalıktır. Fakirdim, dergâhagelen bağışlarla dervişleriniaşesini sağlıyordum, imamlık vevaizlik hizmetimden aldığım

düşük bir maaşla evimigeçindiriyordum. Bana hediyeedilenlerin hepsini insanlaradağıtıyordum. Saraydan gelenerzakları, gece kimselergörmesin, muhtaçların onuruzedelenmesin diye karanlıktadervişlerimle evlerine götürüpteslim ediyordum. Eşim Kerrabazen dergâhtan sırtıma çuvalıalıp çıktığımı gördüğünde:

- Biz açlık çekip zar zorkarnımızı doyururken, sen gelenerzakları ona buna mı

dağıtırsın? Bu nasıl bir işanlamış değilim, dediğin de,

- Cennet nimetleri ilegıdalanmak istiyorsan gelenidağıtacak, fakiri sevindiripdualarını alacaksın, diyordum.

Fakirdim, insanlarızenginlikleri i!edeğerlendirenlerden uzakdurmaya başladım. Bazeninsanlara hayret ediyorum;afetlerden korku ve ürperti ileşikâyet ediyorlar, sonra da

büyük yoksulluklara sebep olanİskender ve Cengiz Han gibitalancılardan sınırsız övgü vesaygı ile bahsediyorlar.

Şems'in şehadetinden sonragünlerim, halkın özürnâmeleri vehelallik dileyenlerin ziyaretleri iledolup taştı. Ne de olsa ölü sevicibir anlayışımız var. Yaşarkenanlayamadıkları değerleri,öldükten sonra anlamanınkimseye faydası yok. Sevdiğinizidirileştirmenin yolu, hayatıntazeliğinde itiraf ve ifade

etmektir. Âhhh.. Şemsimiyaşarken anlamayanlar,eleştirenler kapıma helalliğegelmiş, neyleyeyim... Yine dekızmıyorum anlamadıkları için,anlasalar ben pişemezdim.

Kıskançlık veçekememezliklerinin esiriolanlardan birisi geldi:

- Şems'i küçümseyenbirisiydim. Onu, hor ve hakirgörüyordum. Sizin dostluğunuzuyanlış anlatmışlardı. Gıybetinizi

çok yaptım. Hatta içimden,Şems'i öldürseler, bir darbe deben vursam diye niyetlendiğimolurdu. Şems'i dükkânımınönünden geçerken gördüğümdenefret dolu bakışlarla ardındanbakardım. Evde çolukçocuğumla sürekli onundedikodusunu yapardık. Onunşehadet haberi şehirdeyayıldığında" İnşallah öyleolmuştur, kurtulduk birbeladan!.." diye sevinmiş vemahalledeki çocuklara

dükkânımdan şekerdağıtmıştım. O günden sonraişlerim bereketsizleşti.Dükkânımı kaybettim, mallarımtelef oldu, başım sıkıntıdankurtulmaz oldu. Hepsinden dahabeteri, uyku haram oldu. Nezaman yatsam içimde birdaralma, boğulma hissi olmayabaşladı. Zoraki uyuduğumda iserüyamda Şems'i görüp, yataktansıçrayarak uyanıyorum. Ne olurhakkınızı helal edin. Ne yapsam,ne eylesem de Şems'in hakkını

ödeyip ruhumu huzurakavuşturmuş olsam?

- Benden yana helal hoşolsun, Şems'in de helal etmesinidiliyorsan, şu kağıtta yazılımahalledeki evde yetimler var,onlara erzak götür dualarını al,Şems yetimleri gözetir,sevindirirdi.

- Ama kağıtta yazılı mahallebir Hristiyan mahallesi,Hristiyanlara mı yardım edeyim?

- Allah "Kullarımı gözetin."diyor. Hristiyan, Yahudi, Mecusiveya Müslüman ne fark eder.Seni ısıtan güneş, diğerinançtan olanlara "Durun sizfarklı inançtansınız, siziısıtamam!"mı diyor? Muhtaçlarınihtiyacının giderilmesi için insanolması yeterli deği! mi, hattahayvan, bitki bütünyaratılmışların hayrına yapılan işsâlih ameldir. Dediğim gibi yap.

Bir başkası sanki bana müjdeyetiştirirmiş gibi gelerek:

- Acem diyarından gelenkervancılardan işittim. Fıratkenarında istirahat içinkonaklamışlar. Akşama doğruRum diyarından geldiklerinisöyleyen ve Konya'danbahseden yedi derviş azıkistemişler. Namazlarını kıldıktansonra karşıya geçmek içinatlarını sürmüşler. Ne olduysa ozaman olmuş, azgın su yedisinide sürükleyip gözdenkaybetmiş. Yetişmişler nehre,ama ne mümkün? Sanki tufan

gibi önüne ne düşerse yutacakşekilde akıyor su. Bu dervişlerŞems için gelip sonra muammaolanlar olmasın.

- Öyleyse de değilse de Allahrahmet eylesin.

- Seni anlamıyorum MevlânaHazretleri. "Oh olmuş!" diyesevineceğin yerde, mahzunlaştınve rahmet okuyorsun onlar için.Sen bu dünyanın adamı değilsin.Anlamıyorum.

-Sizin bizi anlamadığınız dabu ya. Biz aşk için gelmişiz. Duaiçin yaşıyoruz. Bedduadanberiyiz. Bizimle sizin farkınızburadan başlıyor ve gittikçeyayılıyor. Ne yaparsan yap,takdir-i İlâhi mutlaka tecelliedecektir. Dua almaya bak eymisafir, şimdi benim dergâhımdaolduğun gibi, dünyada damisafirsin unutma bunu. Bunagöre yaşa. Şems'ime duaokumalıyım, müsaadenle uzletegeçmeliyim.

Aşka Bağlılık Söz ileDeğil Davranış ile Olur

Artık yoksun, nasılkavuşalım?,.

Aşkta ayrılık olmaz, gelgönülden konuşalım...

Aşkta yanalım ikimiz. Âşıklar

yanar bilirsin;

Aşkta dirilelim ikimiz. Aşıklarölmez bilirsin

Halk, benim dini merasimlersırasında musiki icra ve semâetmemin yasaklanmasını ricaetmek ve beni şikayet ederek,için Başvezîr MuineddinPervâne'nin huzuruna çıkar.Başvezir, bu nedenle âlimler ilemüftüleri dini bir münazara içinsaraya davet eder. Müftüler,emirler, şeyhler, dervişler ve

âlimler, hepsi de bu davetekatılırlar. Ben ve Şems'tedavetliydik, içeriye girdiğimizdesalon kapı ağzına kadardoluydu. Sadece arka tarafta ikikişilik boş yer gözüküyordu.Başvezir Muineddin, bizi önedoğru davet etti. Şems benimardımdaydı, bir de baktım enarka tarafa oturmuş, elineteşbihini almış, bağdaş kurmuşoturuyor. Yanına doğrugidecektim ki, kaşı îie "Gelme!"diye işaret etti.

İlk konuşmacı ayağa kalkıpBaşveziri resmi bir şekildeselamladı. Şeyh:

- Geliştirdiğiniz mistik raksşeraite aykırıdır, yasaklansın!

Hiçbir şey söylemedim; sankisözünü duymamış gibi yaptım.

Şeyh soğuk bir ifadeyle,

- Eğer bir şey söylemezseniz,o zaman tıpkı bazı insanlarınsöylediği gibi aklınızı kaçırmışolduğunuz hükmünü verebiliriz!

- Mekkeli rahipler de Hz.Muhammed'in delirdiğinisöylemişlerdi. Eğer size göredelirdiysem, o zaman deliliğimbu türden bir delilik olmalı.

- İşte, şimdi de kendiniPeygamber Efendimiz ile birtutuyor! Başvezir:

- Peki ya medresede müzikçalıp sema etmek? Bu,dinimizce uygun mu?

Bir diğer molla söz alıncaşeyh oturdu. Molla kibir dolu birtavırla,

- Ben bir devenintaşıyabileceği kadar çok kitapokudum ve bu kitaplardanhiçbirinde müziğe dini kanunlartarafından izin verildiğine dair birtek satıra bile rastlamadım.

Mollaya dönüp yumuşak birses tonu ile:

- O halde dostum, bütün bu

kitapları, onları taşıyan deve gibiokumuşsun.

Oradaki herkestengülüşmeler yükseldi ama en çokgülen Şems'ti. Yine yumuşak birtavırla konuşmama devam ettim:

- Musikiyi anlamak için, onukulaklarınla değil, ruhunladinlemelisin. Musikinin ritmindenelde edilecek, hayal bileedemeyeceğiniz kadar çok şeyvar.

- Sazlar çalmayabaşladığında ben kapıgıcırdama sesinden başka birşey duymuyorum.

- Ben de öyle dostum ama birfarkla: Sana neyin kapılarıaçılıyor orasını bilmem amabana cennetin kapılarınınaçıldığını duyuyorum. Allahmusikişinaslan korusun vekollarına, soluklarına dermanversin. Onların müzikleri birçokezik kalbe şifa verdi. Onlaraminnettar olmalıyız.

Konya'nın büyük müftüsüŞeyh Sadreddin Konevî ayağakalktı. Müzik hakkında ileri gerikonuşan adama baktı, sonrakalabalığa seslendi:

- Cehaletle süslenip bunutahsil olarak adlandıran darkafaları dinlemeyin! Hz.Peygamberi gerçekten seveninsanların ortaya attıklarıyeniliklerin Hz. Peygambertarafından yapılmış yeniliklerolduğunu söyleyen bir hadisvardır.

Sadreddin Konevî'ninkonuşması oradakileri dondurdu.İçlerinden biri hemen karşılıkvermek için atıldı:

- Peki Mevlâna Celaleddin butür bir yenilik yapma salahiyetinesahip, gerçek bir Hz.Peygamber âşığı mı? Bir âşıkolduğuna hiçbir şüphe yok amaacaba kime âşık? Muhabbetiçinde olduğu insana bir bakın!Bir meczup ve her tür kuralakarşı çıkan bir asi!

- Kullandığınız'muhabbet'kelimesi yalnızca bir kâse,dedim. Ben Şems-i Tebrizi'yekarşı bir duygu okyanusunasahibim; benim daha büyük birkaba ihtiyacım var.

- Peki, hangi kelimeyikullanmalıyız? Çılgınca tutkunolmayı mı? Başka bir şeyh sözekarıştı:

- Zehirlenmeyi mi? Aldanmayımı?

Sultan Veled artık kendisinedaha fazla hâkim olamıyordu:

- Babam Şems'i seviyor.Bırakın doğru kelime'Aşk'olsun!

Gözlerimden bir damla yaşsüzüldü ve bakışımı oğlumaçevirdim. Bir anda ne yapılmasıgerektiğini anlamıştım. Hiçbirşey söylemeden ayağa kalktım.Arka tarafa doğru ilerledim.Oradakiler meclisi terk edipgideceğimi düşündüler.Başvezir'in yanında oturan Seyh

Şerafeddin, bağırdı:

- Bir toplantıda şeref yerikürsünün merkezi değil midir?Olduğum yerde durdum. Sesimiyükselttim:

- Şeref yeri dostun, âşığınyeri mâşuğunun yanıdır!Diyerek, Şems'in yanınaoturdum.

Konya anladı ki Mevlâna'yıda, Şems'i de sözle mağlupetmek imkânsız. Her tartışma

Şems'in lehine gelişiyor.Mevlâna'yı Şems'ten soğutmakiçin kurdukları tezgâhlar tersinetersine işliyor. Kerra Hatun bileartık ona sempati duyuyor.Mevlâna ailesi ona hayran.Üstelik Kimyâ Hatun bile Şems'edüpedüz âşık olup çıkmış.Sultan Veled dersen,babasından kalır yanı yok,Şems'e duyduğu saygıdan yana.Umut kala kala Alaeddin'de.Alaeddin yaşının verdiğibıçkınlıkla hırçın. Çocukluktan

bu yana, kavgacı bir kişiliğesahip. Dergâhtan kaçmak içinfırsat kollayan, uçuk bir firari.Tasavvufla yakından uzaktanalakası yok. Dini hayatı"med~cezir"lerie dolu. Dolduruşamüsait bir sel yatağı. Hasetçilerona;

- Bu adam babanınmahvolmasına neden olacak.Aynı zamanda sahip olduğuitibarı da yok edecek! diyorlardı.

Küçük oğlum Alaeddin'in

kalbinde iki duygu birbiriylemücadele ediyordu: Banaduyduğu sevgi ve Şems'e karşıduyduğu kızgınlık. Alaeddin'egöre, Şems, hayatımagirdiğinden bu yana yaklaşıkolarak iki yıl geçmişti ama buzaman, yüksek seviyelereulaşmış o üç kuşağınkazandırdığı saygıyı yerle biretmeye yetmişti.

Alaeddin ateşli, genç biradamdı. Aklına geleni konuşurduama diğerleri Şems'e açık açık

sövüp sayarken dilini tutmuştu.Babasına zarar verebilecekhiçbir söylentiye alet olamazdı.Kararını vermişti. Şems'inkarşısına çıkacak, insanısindiren bakışlarına karşıkoyacak, öfkesinin yanan ateşiüzerine su boşaltacaktı. Konya,bu meczuptan kurtulmalıydı.

Şems, onu yalnızca hatırabinaen huzuruna kabul etmişti:O, Mevlâna oğluydu. Odasınageldiğinde, karşısında durangence,

- Her şeyin iki yüzü vardır,oğulların da iki yüzü vardır, iyievlat ve kötü evlat. Sultan Velediyi bir evlat; sen ise kötü olansın!der.

Alaeddin, sanki tokat yemişgibi gerginleşti. Yere, ayaklarınabakarken, önceden ezberlemişolduğu kelimeleri söyledi:

- Babam bana büyüklereduyulan saygının Allah'a duyulansaygıdan sonra geldiğini söyledi.İlk olarak Allah'a saygı

duyduğum için bu kelimeleri sarfediyorum.

Şems, sert bir ses tonu ile:

- İçindeki niyetiokuyabiliyorum. Basitihtiraslarının ve çocukça öfkeninfarkındayım. Burada aslaanlamayacağın şeyler oluyor.Azrail'den başka hiçbir güçbabanın yanından ayrılmamısağlayamaz! diye cevaplar onu.

Alaeddin öfkelenmeye

başlayarak,

- Seni burada istemiyoruz!der.

Başını kaldırmaya ve Şems'ebakmaya cesaret ederek:

- Sen babamı mahvediyorsun!

Şems bağırır:

- Sen beni yargılamaya mıkalkışıyorsun. Baban içingetirdiğim armağanı göremiyormusun? Yalnızca üstümdeki

çulları görecek kadar aptalmısın? Baksana bir etrafına,ailene bir bak. Bir zamanlarihtirasla tutulduğun Kimyâ bilebana sahiplenir, hürmetgösterirken, hiç gönüllü olmamarağmen benim eşim olmayıteveccüh ederken sen neyaptığının farkında mısın? Onlargafil de bir sen mi uyanıksın?Babandan hiç mi nasiplenmedinbe evladım, ağabeyine hiç mihuyun benzeşmedi delikanlım?Yazık!.. Yazık!.. Daha ne olsun

sana, yazıklar olsun! Diyebağırır.

Alaeddin geldiğinegeleceğine, söylediğinesöyleyeceğine bin pişmanolmuşçasına usulca kapıyadoğru çekilir. Çıkarken odanınkapısını sertçe çarpar. Kapınınçarpılışına avludaki dervişlerşahit olmuşlardır. Durumu banailettiler.

Tavırlarından hoşnutolmadığım oğlum Alaeddin'i

çağırıp Şems'ten özür dilemesiniistedim. Alaeddin hayatında ilkkez olarak bana karşı çıkıyordu:

- Sana neler olduğununfarkında değil misin? Halkınönüne her çıkışında kendiniküçük düşürüyorsun. İnsanlarsana gülüyorlar.

- Her birimiz kendi yolumuzuizlemeliyiz ve bu da benim yolumoğlum. Şems'i sana zorlasevdirecek değilim. Gençsin vebir o kadar da toysun. Tıpkı

ismini taşıdığın rahmetli amcangibisin. Kanın seni kavuruyor.Duygularını dudağında köpürtenbir dalgasın, o kadar. Evlat senbilirsin. Evlatlar babalarını yababa olunca anlayabiliyor yahutda babalarını mezarayollayınca.

- Şehirde pis dedikodularyayılmış durumda. Benimzoruma giden, budedikoduculara fırsat vermeniz.Ben bu yalanı uyduranlarınbahanesini anlamakta

zorlanıyorum. Baba ne olurkendine gel.

- "Allah seni mübarek kılsın."diye dua eden bir adamın eliniöpmüştür baban. Şems iletensel temasımız sadece buolmuştur. Gel, sana meseleninaslını anlatayım.

Şeyh Siraceddin, sarayın benibaş imam tayin etmesini bir türlühazmedememişti. Talipolmadığım halde bu görev banaverilmişti. Şems gelince bu

vazifeden feragat ettim, amaseneler öncesinin kinini hâla tazetutuyordu Siraceddin. Onundervişleri önceleri sayıca çoktu.Zamanla yanında birkaç dervişikaldı. Herkes ondan uzakduruyordu. Mal düşkünü, altınbiriktirme hastasıydı. Paraalmadan fetva vermiyordu.Fakirleri kapısından kovuyordu.Halkın gözünden ve gönlündeniyice düşmüştü. Konya'da ençok beni çekemeyenlerinbaşında o geliyordu. Gözü hâla

Sultan'ül Ulemâ unvanındaydı.Bu makama ulaşmakta tek engelolarak beni görüyordu. Oysaben makamları mevkiler elimintersi ile itmiş bir adamdım.Şems'li senelerimde elimieteğimi dışarıdan çektiğimdegeçmişin intikamını almayaçalışıyordu kendince. Bir günbaş dervişi ile aralarında şukonuşmalar geçmişti.

- Mevlâna hak etmediği birşöhreti taşıyor.

- Anlamadım efendim.

- Dağın olmadığı yerde tepedağ gibi görünür.

- Mevlâna olmasaydı, şimdisiz mi dağın zirvesi olacaktınız?

- Elbette.

- O halde onun ışığınıgölgeleyelim efendim.

- Şems varken bu iş zor.

- Onunda icabına bakarız.

- Nasıl? Katledecek miyiz?

- Hayır. Şems'in bilinmeyenefsunlu bir yanı var, onun yanınakötü niyetle yaklaşanın olduğuyerde kaskatı taş kesilmesiihtimaldir. Hele bakışı yok mu, obakış, demiri eritir. Gerçektengüneşten yakıcı bakışları var.

- Peki söyle be adam,Şems'in icabına nasılbakacaksınız? Üstelik benimderdim Mevlâna ile... Şems iledeğil.

- Açıklamamı dinlediğinizdebana hak vereceksiniz. Halkdedikoduyu çok seviyor. Öyle ki,filanın başı ağrıyor diye lafetseniz, iki sokak sonra, filanınbaşı kesilmiş olarak yayılıyor.Öyle bir fısıltı yayacağız ki,dedikodu yayıldıkça Şems içinKonya kabirden dahadarlaşacak, sokağa çıkamazolacaklar, ardından Şems,Mevlâna yıpranmasın diyeburadan kaçmak zorundakalacak. Halkı yanımıza

alacağız. Dedikodu kazanındaikisini de kaynatacağız, birisibuhar olacak, diğeri köz. Enazından Şems, Mevlânayıpranmasın diye buralardançekip gider, sır olup kaybolur.Mevlâna da Şems'siz kalıncazayıflaşır, halkın gözündeküçülür, size de gün doğaryeniden.

- Bu nasıl bir dedikoduolacak? İçki içiyor dediler,meğerse adam abdestsizyerebasmıyor. İçki imtihanında onlar

kazandı, düşmanlar olarak bizkaybettik. Şarap testisindençıka çıka süt döküldü yere.Şimdi de fısıltılar bizim elimizeyüzümüze bulaşırsa ne yaparız.Ne çeşit bir fısıltıdüşünüyorsun?

- Şems oğlancı deriz. Hiçevlenmemiş, bunu koz olarakkullanırız.

- Olmaz. Tutmaz. Hiçevlenmemiş çok arif vardır.Evlenmemek onun livata

düşkünü olduğunu göstermez.Bu fısıltı pek tutmaz. Baksanaben de yetmişime dayandım vehiç evlenmedim. Konyada benimgibi hiç evlenmemişlerin sayısıaz değil. Şimdi hepimiz oğlancımıyız?

- O vakit, Şems'in Kalenderiekolünden geldiğini, hattaCavlakilerden olduğunu yayalım.Cavlakilerde livata(erkek erkeğeilişki) çok yaygındır. Halk bunubiliyor.

- Saçmalama! Cavlakilerkafaların kazıtıp, sakal ve bıyıkbırakmayan kel insanlardır. Aslasaçı bir mercimek boyu dahiuzatmazlar. Oysa Şems'in saçıIsfahan gecesi gibi neredeysebeline kadar gelecek şekildeuzundur, üstelik sakalı vebıyığını ne yapacağız?

- Ben yine de bu husustafısıltı çıkarayım, halk bu, konucinsellik oldu mu abartmayı,yaymayı sever. Bir bakarsınız,belki tutar.

- Tamam. Mevlâna'yı halkıngözünde zayıf düşür de nasılyaparsan yap. Başarırsan sanada ödül olarak kadılık makamıvar, bilesin.

- Teşekkür ederim efendimben şimdiden başlıyorum fısıltıyıyaymaya, Mevlâna ailesindençarşı Pazar dolaşan küçükoğludur ve aşırı hararetli birgençtir, onun kulağına karsuyunu kaçırdık mı işimiz dahada kolaylaşır. Şems'ten en çoknefret edenlerin başında o

geliyor.

İşte dedikodu çıkaranların,çıkarları, hesapları ortada. Pekioğlum madem Şems için böyledüşünüyorlar, Şems gerçektenböyle birisi olsaydı üvey bacınKimyâ ile nikahlanmayı kabuleder miydi?

- Kimyâ kardeşimin Şems'egizliden gizliye aşık olduğu doğrumu?

- Evet. Emin olmasam evlilik

için ısrar etmezdim.

- Şems evlenmeyeyanaşmamış ama.

- Evet, ikna edene kadar neçektim.

- Mecbur muydun iknaetmeye?

- Sen anlamazsın evlat.

Kerra Hatun da Alaeddin ileŞems arasındaki tartışmayıduyar. Bu tartışmanın ardından

oğîum ile buna dairgörüştüğümü öğrenir.

Alaeddin ile bir de benkonuşup öfkesini dindireyimdüşüncesi ile onu yanınaçağırtır. Alaeddin gözleri yaşlıve kalbi öfke ile dolu bir haldeyanına gelir ve ona her şeyianlatır. Kerra Hatun, üveyoğlunun yumruklarını bir sıkıp biraçarak odada ileri geriyürüyüşünü seyrederken onu birçocuğun sızlanmaları değil, birerkeğin hiddeti olarak

görüyordur. Hatta üvey oğlunatatlı nasihatlerde bulunarak:

- Başlangıçta Şems hakkındaben de senin gibidüşünüyordum. Zamanlaöğrendim ki Şems meczup değilmürşid, deli değil veli ve düşmandeğil dostmuş. Oğlum etrafınlaflarına kulak asma. Unutma,sen şimdilerde Konya'nın hayranduyduğu, gelecekte bütüncihanın hayranlık duyacağı birbabanın ciğerparesisin. Onagöre davran. Dışarıdakiler seni

kullanmaya çalışıyor.

Kim ne derse desin, Alaeddinbildiğini okumaya devamedecekti. Kaderimizde hayırsızbir evlat sahibi olmak davarmış... Evladımdı, ne kadarda asi olursa olsun, ciğerparçamdı.

Evladıma kızmak bileistemiyorum. Onu üzmemek içinne acılar çekiyorum. Ne kadarzor ve acı bir durum. Nelerçektiğimi hiçbir kimse bilmez.

Acılarım ve dertlerim bilekendime özgüdür. Evlat bu,ciğerparemdir. Asiliği benimsabır imtihanımdır. Hz. Âdem veHz. Nuh babamızın nelerçektiğini şimdi yaşayarakanlıyorum. Beni hiç görmedenseven, sayan ele karşı, eviminiçinde gönlümü ağrıtan evladane diyeyim ben?Tahammületmeliyim. Soluğumla nicemanevi hastaya şifa vesilesioldum, gel gör ki ciğerimdamarımı çürütüyor. Kader bu

neylersin! Benim çilem deevladım ve uğruna ömrümüharcadığım halkım oldu. Benimbu yaştaki yaşadığım sıkıntımbambaşka. Yeryüzündeki bütünacılı ve üzüntülü insanlarınçektiği zorluk sadece sıkıntılaratahammül etmektir. Acılara veüzüntülere katlanmanınzorluğundandır bu.

Ömrümün Miladı:Sevdam Şemsi'mdir!

Kulluğunu Allah katında öyleyücelt ki,

Allah, sana sorsun: Kaderinene yazayım?

Ömrümün miladı Şems'ti.

Hayatımı ikiye böldüm:Şems'ten önce, Şems'ten sonra.Ömrümü üç kelime ileözetledim: Hamdım, piştim,yandım. Benim için Şems, sırlarâleminin elçisidir. Yolcusuolmayan uzun yolların birelçisidir. Ruhlar âlemininhabercisi, samimi ve berrakduyguların maverai aşklarınsesidir. Benim için Şems, efsaneve şiirin kokulu, renkli ve yeşilbağlarına açılan bir kapıdır.Benim için Şems, sır dolu bir

dildir. Söylenemeyecek sözlerin,her dile yabancı sözlerin, herkelimeye tevessülden hayâ edenkelimelerin dalgalandığı, sessizdurduğu, kalplerde saklıcakonuşan bir dildir. Öylesine gizli,yumuşak ve naif bir konuşma kiben bile onu anlamakta acizim.Benim için Şems, ilginçliklerdiyarının elçisidir. Hiçbir duygukuşunun uçmadığı en uzakufuklara hayalimi taşıyan veefsanevi sırlar dolu iklimlerindegezdiren bir elçidir.

Başında nur bulunan vesürekli yanaklarına gözyaşlarıdökülen Şems'e benim baktığımgibi kim bakabilir? Şems,benden başkası mıdır? İşinedir? Niye geldi sanıyorsunuz?Yakmak, alevlemek, ağlamak,erimek, konuşmamak, durmak,yok olmak, körler meclisini kendiateşi ile aydınlatmak, gözyaşlarıve yakıcı alevler yağmurualtında varlığının derinliklerindencahillerin yüzüne bir tebessümkondurmak, kalabalık yığınların

arasında yalnız kalmak, hermeclisin ışığı olmak; ama hiçkimseye alışamamak gözyaşıtırnağı ile varlığını tırmalamak,damla damla erimek... Âhhh!Benimle Şems arasındakiaynileşmeyi göremeyenlere artıkgücenmiyorum. Gönül gözleriinadına körleşenlere nediyebilirim ki?

Onun bana, benim onaverdiğimiz sohbet tadlarınıözlemenin bambaşka bir hasletivardı. Bir gün hasbıhalimizde

söz nefs ve benlikten açıldı.Şems bana sordu;

- Pîrim nefs ile benlik ayrı ayrışeyler midir?

-Tasavvufta en yaygınkavramlardan birisi de sizinbenlik dediğiniz nefistir. Bu terimbazen "ruh"olarak da tercümeedilir. Ancak Arapçada nefs, ençok benlik olarak kullanılır. Nefstıpkı bir alev, içinde hem çekicigüzelliği hem de yakıcılığıbarındırır. Her ne kadar rengi

çok çekici de olsa, yakıcıdır. Birhikâye anlatayım:

Bir derviş uzun bir yolculuğaçıkmıştı. Bineği yoktu, yayaolarak yol alıyordu. Günlerceyürüdükten sonra önüne dik birtepe geldi. Ellerini kaldırdı veşöyle dua etti:

"Ey Rabb'im! Biliyorsun, seninaşkına seyahat etmekteyim. Herşeyin ve herkesin dizgini seninelindedir. Lütfen bana bu tepeyiaşmama yardım edecek bir

eşek gönder."

Az sonra derviş, bir anırmaduydu ve önüne çalılıklarınarasından bir eşek çıktı. Allah'aşükretti ve eşeğin sırtına atlayıptepeye tırmanmaya başladı.Tamtırmandığı tepeden aşağıyainerken bu kez önüne bir haydutçıktı. Haydut bir Arap atınabinmiş, belinde bir kılıç, kaşlarıçatık, suratı asık bir şekildeydi.Olup biten karşısında hayreteden bizim dervişin karşısındadikildi.

- İşte bir derviş. Dervişlerisevmem. Daima nasihat ederler,tevazudan, başkalarına yardımetmekten ve dürüstlüktenbahsederler. Siz kimoluyorsunuz da benim yaşamtarzımı eleştirmeye cüretediyorsunuz? Utanmadan şukoca, iri yapılı hâlinle küçücükbir eşeğe biniyorsun. Hayvanaeziyet ediyorsun. Şimdi in veeşeği sırtlan bakalım!

- Eşeği sırtıma mı alayım?

- Sana eşekten in ve sırtındaonu taşı dedim!

- Ama efendim bu yorgunhalimle onu nasıl sırtımaalayım?

- Bırak soru sormayı. Nediyorsam onu yap, haydi! Üsteliktepeye kadar da geri taşıbakalım.

-Tepenin başına kadar mı?

- Evet!

Derviş sırtında eşek az evvelindiği tepeye tırmanmayabaşladı. Her geriye bakışında,haydudun eli kılıcında beklediğinigördü. Sonunda, harap bitapdüşen derviş, tepenin zirvesineulaştı. Eşeği sırtından yereindirdi. Ellerini semaya açarak

- Yâ Rabb! Biliyorum sen herşeyi görüyorsun ve biliyorsun!dedi.

Çoğu insan, sırtında eşeğinitaşıyor. Onu, kendimiz için

çalıştırmak yerine, nefsimiz için,benliğimiz için çalışıyoruz.

Şemsin bütün yaratılmışlarakarşı bir merhametivardı."Merhamet için adaletlazım."derdi. Benim gözümle onugöremeyenler, onun bir taşyürekli olduğunu sanırlardı.Oysa nerede ağlayan bir çocukgörse dayanamaz, yanınaçöker, o da ağlardı. Hayvanlaraapayrı bir sevgisi vardı.

Konya'ya yaz gelmişti. Şems

ile Meram bağlarına doğru gidipkuş sesleri dinlemeye kararvermiştik. Meram bağlarınadoğru giderken bir adameşeğine vuruyordu. Şemsadamın elinden sopayı aldı vebir kez onun sırtına vurdu.Adam:

- Ne yapıyorsun be adam,canımı yaktın!

- Onun da bir canı var. Şimdianladın mı?

- Ama o bir hayvan ve benimmalım! Keyfim ne isterseyaparım. İster binerim, isterdöverim!

- Kimse kimsenin malıdeğildir, hayvanlar da bizlerinmalı değildir. Herkes Allah'ınemanetidir. Şu sünnet adınabıraktığın sakalın sahibindenutan! Köpek yavruları ezilir diye,ordunun yolunu değiştirmedi mi?

- Özür dilerim. Haklısınız,gaddarlık yaptım.

-Bizden özür dileme, canınıyaktığın hayvancağızdan dile!

-Ama nasıl? O bizi aniamazki.

- Git, taze otlar koy önüne vebaşını okşa, yeter.

Yolumuza devam ederken:

Şems'im! insanlar hayvanlarınankörlükle suçluyorlar. Kendinankörlüklerini onlara havaleediyorlar.

- Hayvanın nankörü, vefasızıolmaz. Hayvan fıtratı üzerineyaşar. İnsan, hayırsızlığınıhayvanlara yükleyerek,kurtulduğunu sanır. İnsan,yaratılışı üzerine yaşasa, sıkıntıyok. Bak hayvanlara, fıtratınındışına çıkıyor mu? Sen hiçmiyavlamaya çalışan köpekgördün mü?

- Haklısın. Hiçbir hayvan, zevkalayım diye canlı öldürmez.Zorunlu olmadıkça, acıkmadıkçave tehlikede kalmadıkça başka

canlıya zarar vermez.

Kul Nazarında PulOlalım da Aşk

Pazarında Yol Bulalım

Hallaç, “Ene’l Hak!” derken,cennetini dilinde taşıyordu.

Halk onun cinnetine hükmetti

Ah dilşâd olamayan ağızlar

ne anlar cennetin tadından!

Kaç elekten geçtik,dağılmadık, kaç nehirden geçtikazgın sulara kapılmadık. Şems

ile yürek yüreğeydik. Ulemakıskanmasın da ne yapsın?

Konya'daki bütünmedreselerin hocalarınıtoplamayı düşünen CaferNasıreddin bu fikrini MirHüsrev'e açar:

- Bu toplantının maksadı

nedir?

- Şems'i Mevlâna'nıngözünden düşürmek.

- Şems bu hitabeti, gizliilimlerdeki marifeti ile hocalarınhepsini sus pus eder.

- Gevhertaş, Nizamiye,Hatuniye, Altunapa başta olmaküzere bütün medreselerdeki enderin hocaları çağırttım. Şemsonlarla zor baş eder.

-Toplantıya saray erkânı da

katılacak mı?

-Vezirler geleceklerinibildirdiler.

-Ya Sadreddin Konevî?

- O, Konya dışında seyahateçıkmış.

- Eh bakalım hayırlısı...Yatsıdan sonra görüşmeküzere...

Yatsı namazından sonraŞems ile davete icabet üzere

yola çıktık. Yeni inşa edilmişolan Sırçalı Medrese'yegeldiğimizde, davetlilerin hemenhemen hepsi bizden öncegelmiş, yerlerine oturmuşlardı.Selam vererek ilerledik. Büyükodanın duvarlarındaki çinilerŞems'in dikkatini çekmişti.Kulağıma fısıldayarak "Bumedrese bana, Tebriz'deki ilkmedresemi hatırlattı."Ebruli ışıkhuzmelerinin aydınlattığı sedirekurulmuş olan hocalar, hürmetile ayağa kalkıp, yer gösterdiler.

Şems, önce benim oturmamıbekledi. Ben ise kolundantutarak, birlikte oturmayı teklifettim. Aynı anda oturup, sağelimizi sol omzumuza koyarak,odadakilerin merhabalarınıaldık. Hâl hatır sualinden sonra,sohbete Nasireddin başladı.Hamdele, Salvele'den sonra,Konya'daki medreselerinproblemlerini anlattı. İlimmeclislerine eskisi kadar itibaredilmediğini, buna mukabilBağdat, Halep, Kayseri başta

olmak üzere birçok ilimmemleketinde, alimlerin itibargördüğünü, manevi ilimlere artıkrağbet gösterilmediğindenyakındı. Oradakilerin kimibaşlarını eğip, yukarı kaldırarakmeseleyi tasdik ettiklerini,kimileri de "Haklısın" diyerek onutasdik ettiler. Bir kaç kişi dahabu meselede söz alarakkonuştu. Biz susmuş onlarıdinliyorduk. Nasireddin, Şems'eyönelerek:

- Görüyorum ki, sohbete hiç

iştirak etmiyorsunuz. Bu husustazatınızın fikirlerini meraketmekteyiz.

Şems, herkesin üzerindegözlerini gezdirdikten sonra,elindeki teşbihi minderin üzerinebırakarak:

- Ben âlimler meclisi mensubudeğilim. Davete icabet sünnettir,desturunca gelmiş bir misafirim.Dinleyici kalmaktan hoşnudum.

- Şems Efendi, aramızda

muhabbet hasıl olmuşken, derinbilgilerinizden bizleri defaydalandırsanız, bizlerikramınızdan nasiplenmeyidileriz. Dışarıdan gelen biriolarak bize ışık tutup, aynaolmanızı istemekle zahmet mivermiş oluruz?

- Nedir öğrenmek istediğiniz?

- Ulemânın temel sıkıntılarıneler olabilir? Hatta bizlerineksik ve kusurlarımız nelerdir?Söyleseniz de kendimize

çekidüzen versek...

- Benim usulümdür, sözü pekuzatmam. Size bir hikâye ilecevap vereyim: Adamın biriberbere gitmiş vedemiş:"Sakalımdaki aklarıayıklar mısın?" Berber, adamınsakalındaki akların siyahkıllarından daha çok olduğunugörünce, makasla bütün sakalıkesmiş ve adamın önünesakalındaki kılları dökmüş.Adama: "Benim çok işim var,akını siyahını kendin ayıkla."

diye cevap vermiş

Şems'in verdiği misal,salondakilere soğuk bir havaestirdi. Böylesine bir usule alışıkdeğillerdi. Homurdandılar. Sağasola bakıp, Şems'e haddinibildirecek kişi aradılar.Nasireddin kıs kıs gülüyordu.Onun amacı da herkesingözünde Şems'i sivri dilli,kimseye hürmeti olmayan birisiolarak göstermekti. Sanki hiçüzerine alınmamıştı. Şems'inmesajı oradakilere söylenilmiş

gibi davranarak:

- Bu meclisteki âlimkardeşlerime haksız bir ithamdabulunmak ilmi saygıya âlimlikahlakına yakışıyor mu? Bizsenin ne kadar ulvi bir bilgeolduğuna inandığımız içingörüşüne başvurduk. Sen ise, filmisali fincanları tepeledin. Kırıp,yıktın.

Şems tam cevap verecekti ki,elinden tutup, "Müsaade et! Benmukabil edeyim." diye söze

karıştım:

- Madem filden misal verdin,ben de filden devam edeyim.Şehrin birine Hindistan'dan bir filgetirmişler. İlk kez fil göreninsanlar şaşırmışlar. Karanlıkodada tuttukları odaya dörtmeraklı adam girmiş gizlice.Oda karanlık, göz gözügörmüyor. Birinci adam filinkulağını tutmuş," Bu bir yelpaze,fil nerede yahu?" demiş. İkinciadam filin bacağına sarılmış,"Şimdi sütunlara gelmişiz, ortada

fil falan yok." demiş. Üçüncüsü,filin hortumunu tutmuş, "Bu biroluk, oluğun odada ne işi var?"demiş. Dördüncüsü filin ayağınabasmış, "Koca kaya parçasınıodaya kim koydu?" demiş. Buböyle devam etmiş gitmiş.Sizlerin az önce ortaya sürdüğüfikirler de karanlık odadaki bumeraklı adamların durumunabenziyor. Belki az çok hepsindegerçek payı vardır. Ancak,problem dediğiniz hususlarıçözmüyor. Dostum Şems'in

işaret etmek istediği husus dabudur işte. Üstelik ona siz "İllacevap ver" diye ısrarcı oldunuz.Gelen cevap hoşunuzagitmeyince, ayıp eden Şems mioldu? Şems dostum ısmarlamacevap vermez. Duymakistediğiniz neyse buyurun,buradayım! Ağzınızdaki saklıifadeyi ortaya söyleyin! Derdinizüzüm yemek mi, bağcıyıdövmek mi?

- Oh ne alâ! Şems, seni dehırçınlaştırmaya başlamış. Biz

burada, şahısların değil, avamınsıkıntılarını çözmek içintoplandık. Siz, meseleyi neredennereye getirdiniz. Bizimamacımız, bu konuda, dışarıdangelen, diyar diyar dolaşıp fikiredinen Şems'in görüşlerindenfaydalanmaktı.

- O vakit testinin nakşınıbırakıp, içindeki suya bakın."Avamın meselelerini konuşmakiçin geldik bir araya" dediniz.Buna mukabil ben, hiç avammeselesinin tartışıldığına şahit

olmadım. Hep kendinizden,azalan gelirinizden, mahsulambarınızın daraldığındankonuştunuz. Ulemanın sıkıntılarıderken, ulufelerini mikastediyordunuz. ? Daha dünekadar medreselerinize gelendervişleri, ilim isteyen insanlarıseçerken, tahsil durumu vebilhassa zenginlik derecesinegöre, getireceği altın akçeyegöre değerlendirmiyormuydunuz? Bugün medreselerinboşaldığından şikâyet

ediyorsunuz. Benim böyle birsıkıntım yok! Hamdolsun, talebesayımız azalmıyor, artıyor.

Köşede tespihini hızlı hızlıçeken Şeyh Siraceddin sakalınısıvazlayarak bana cevapvermeye kalkıştı:

- Evet, haklısın. Nerede ayaktakımı, çapulcu, işsiz güçsüzvarsa maşallah hepsi de seninmedresende toplanmış. Hiçokuma yazma bilmeyen, cahil vegeçmişi suçlarla kabarmış

dervişleri etrafında toplamışsın.Onlardan ne sûfi olur, ne talebe.Bu yetmezmiş gibi ne dediğianlaşılmayan, dili sivri dostun damedresene renk katmış!

Tam o esnada Şems, birhışımla ayağa kalktı. Odanıniçinde elleri, arka belindedolandı durdu. Herkes şaşırmış,ne yapmak istediğini merakediyordu. Genç âlimlerinoturduğu yerin önünde durdu.Sağ elini havaya kaldırarak:

- Kimin iyi, kimin kötüolduğunu Allah tayin eder, dışgörünüşe bakan şüphesizaldanır. İnsanları fakir, zengin,köylü, bedevi, yok şu meslekten,yok şu meşrepten diye ayırtetmek, İlâhi kitabın hangiayetinde yazılıdır? Ey dürüstlükarayıcıları! Niyetiniz samimi ise,Allah "İşinizi kolay kılarım"buyurmuyor mu? Rahmânsuresi'ndeki, "O her an yeni birbuluş ve iş peşindedir."ayetinihangi kafa ile okudunuz? İnsan,

nereden geldi ve nereye gidiyor,sorusunun cevaplarını bulmakiçin tahsil ve terbiye görmelidir.Bazı insanlar dil öğrenmek veyadaha iyi mekteplere geçmek içineğitim görür. Meclislerde,meydanlarda, kürsülerde,minberlerde ün kazanmakisterler, insanların kendisi için"Ne kadar güzeikonuşuyor."demeleri,alkışlamaları ve meşhur olupzengin çevrelerde itibar görmekiçin dil döker, tatlı konuşmak

ister. Söz cambazlığı, lafkalabalığı, tatlı hitabet biryerden sonra para etmez. Bütünbedeni dil olup konuşsa, İlâhiâlemden uzaksa rezilliğeyürümüş olur.

Siz gençler bu medreselereilim için koşmuyorsunuz! Tıpkıüstadlarınız gibi şöhretpeşindesiniz. Dünyalık hevesler,şöhret, şehvet, süslü elbiseler,mücevherler, alkışlar, el eteköptürmeler, itibar ve ihtişam...Bunların hepsi ne kadar tatlı

değil mi? Ancak ilim bunlar içinyapılmaz. Derdiniz olmalı. Evetgençler bir derdiniz olmalı. Öylebir dert ki size sizi getirmeli. Aşkderdiniz olmalı. Aşk, dermanıönünüze sermeli. Banaçocukluğumda sordular: "Derdinnedir? Elbise ise alalım, gümüşpara ise verelim. Dedim ki"Keşke bütün üstümdekileri dealsalar ve bana ait olanı teslimetseler!"

Şems hızını alamamıştı.Gençlerin oturduğu yerden,

mollaların oturduğu sedire doğruyaklaştı. Sesini daha dagürleştirerek:

- Sizin medreselerinize koşangençler, ilme koşmuyor! Sizinşaşaalı hayatınıza koşuyor.Sizin makamlarınıza hayranonlar, tasavvufun kabuğunatakılıp kalıyorlar, özündenmahrum kalıyorlar. Elma kabuğuveriyorsunuz, onlar da elmayediklerini sanıyorlar. Onlaranereden gelip nereye gittiklerinigöstermiyorsunuz. Gençlerin

içinde nasıl bir cevherbulunduğunu ve aslının neolduğunu öğretmeniz gerekir!

Şems coşkun akan bir ırmakgibiydi, önüne gelen ne varsaalıp süpüren bir ırmak...Gençlerin tarafına tekrardönerek bu kez sesi kısık birşekilde sözüne devam etti:

- Hayatta en güzel şey ilimöğrenmek, öğrendiğini yaşamakve yaşatmaktır. Allah rızası içinöğrenmeye gayret edin. Bütün

canlılara hizmet edecek birahlak kazanın. Birkaç dirhem balalacağız diye, deryalarızehirlemeyin. Bakara Suresi'nin216. ayetini iyi düşünün: "Olur kihoşunuza gitmeyen bir şey siziniçin hayırlıdır ve olur ki,sevdiğiniz şey de sizin için birşerdir. Allah bilir de sizbilmezsiniz."

- Ey Şems! En başta"Konuşmam, misafirim." dedin,şimdi kalkmış vaaz veriyorsun!diye kenardan müdahale eden

Nasireddin'e dönerek sözlerinedevam etti:

- Hayret! Gençlere yolgöstermemden rahatsız mıoldunuz?

- Sen yol göstermiyor,düpedüz onları kışkırtıyorsun.İlim için çabalamış da ömrüboşa geçmiş olan varmış gibionların iştahını kapatıyorsun!

- Allah, "Kitap yüklümerkepler" derken kimleri kast

ediyor dersin?

- Anlaşıldı, önce fil olduk,şimdi de merkep. Bakalımsohbetin sonunda daha nelerebenzeteceksin?

- Ben benzetmiyorum, teşbihiyapan Yüce Rabb'imiz. İç huzuruve mutmain olmuş bir nefsinferahlığını vermeyen şeyler, ilimolamaz. Bunca gayretleöğrendikleri ilimleri boşaharcayanlar, yanlış yöndekullananlar da vardır.

Salona ıhlamur ikramıbaşladı. Bunu fırsat bilip Şems'iyanıma davet ettim. Ayaktadolaşıp konuşmaktan hemyorulmuş, hem de boğazıkurumuştu. Elimle ıhlamurunuikram etmeme salondakilerşaşkınca bakıyorlardı. Şems'eyönelerek:

-Yorgunsun, biraz dinlen.Onların şişkinliğini epeyiğneledin.

Şems sözüme tebessüm etti.

Nüktem hoşuna gitmişti.Ihlamurlar içildikten sonrasohbet yeniden başladı. LalaSahip Ata bana doğru yüzünüçevirerek:

- Duyduğuma göre tefsiryazmaya niyetliymişsiniz.

- Hayır, yanlış duymuşsunuz,öyle bir çalışmam yoktur.

- Hüsamettin Çelebi'ninkaleme aldığı nedir o vakit?

- Kendince, bize ait kelamları

kağıda aktarıyor, o kadar...

-Ama bir sohbetinizde,"Kur'an'ın gerçek anlamını Allahâşıkları bilir." demişsiniz.

- Doğru söylemişim. Ne varbunda şaşıracak? Her ayet, birmesaj yahut bir çağrımektubudur. Çağrı, aşkaçağrıdır. Mesaj, kullaragönderilmiştir. Aşıklar, ayetinkuru manasını değil, özün özünütadarlar. Aşk, Hz. Hamza'yıhidayete getiren tılsımdı. Yoksa

onun dinlediklerini Ebu Leheb dedinlemişti, eksiksiz noksansız.Üstelik Ebu Leheb herkestendaha çok dinlemişti. Ancak,aşkyoktu onda.Taha suresi, Hz.Ömer'i çarpıyor da aynı ayetleriokuyan Kisralar niyeçarpılmıyor? Ayet aynı ayet,sure aynı sure. Değişen ne?Değişen aşk var mı, yok mu?

- Hallaç da senin tabirinle âşıko halde.''Enel Hak" sözü ileküfür işlemedi mi?

- Ne kadar kolay değil miinsanları küfürle günahla ithametmek. Âlimlik kolaydır, âşıklıkkısmet işidir. Âşık olan, Hallac'ınmaksadını anlar.

- Neymiş Hallac'ın matlubu?İzah et de anlayalım.

- "Enel Hak" kelamınınmanası, Allah'ı tanımaktır.Hallaç, bu sözü söylerken, şunudiyordu anlayanlara: 'BenAllah'ın tefsiriyim.' Rahmansuresi birinci ayeti anlattı bize.

"Rahîm olan Allah Kur'an'ıöğretti, açıkladı, tefsir etti."Tefsiri Allah'tan dinleyeceğiz.Dünyalık tefsirler, insanlarınkendi içtihatlarıdır. Kur'an'ınaçıklaması değildir. Kelimekelime tercüme etmek, Kur'an'ınbütünlüğünü ifade etmez.Kur'an'ı anlamanın yolu, tefsiriyudumlamanın usulü aşkyolunda olmaktır. Hallaç" Ene-IHakk"dedi fakat halk, gerçeğianlayamadığı için onudarağacına çekti. Eğer Hallaç

şimdi sağ olsaydı, benimsözlerimin ve sırlarımınazametinden Hallaç, benidarağacına çekerdi.

İlim meclisindekiler,duydukları karşısında dudakısırıyorlardı. Genç talebeler isebize hayranlıkla tebessümlebakıyorlardı. Şems bir arakulağıma eğilerek,"Eğer senitanımamış olsam,düşündüklerimi şımarırsın diyesöylemekten sakınırdım. Senibiliyorum, ondan söylüyorum,

ağzından bal akıyor, senin ilminkarşısında Bağdat yıkılır, Basraharap olur. Öyle feyiz dolukonuşuyorsun ki, ben seninyanında ancak bir çömezkalırım." dedi. Mahcubiyettenalnım terledi. Gençlerden birisimüsaade isteyerek bana şusoruyu sordu:

- Allah'a giden yolun tasdikikimdedir?

-Yüreklerimizi elinde tutanAllah'a and olsun ki, kıyamet

gününde hükmünü verecek olanAllah'ın yolunu tasdik selahiyetihiçbir kimseye verilmemiştir. Buyolun rehberleri vardır, yöngösterirler.Tebliğ edicidirler,hidayet ve tasdik Allah'ıninayetindedir. Aşk yolundaarayış olur, arayana Allahyardım eder. Kimse aşk yolundaşu az iyi, şu çok kötü, falanyaramaz, filan hayırlı dememührüne sahip değildir.

Vakit epey ilerlemişti. Akşamyemeğinde tiridi fazla kaçıran

mollaların bir kısmı oturduklarıyerde uyuya kalmışlardı. Şems,"Karınlarını Firavun gibi doyurup,kuzu gibi uyumaya yeltenenleriadam etmek çok zordur" diyerekgülümsedi. Ben de, "Artıkmüsaade alıp kalkalım mı, dahadergâhta hadis mukabelemiz varbiliyorsun, "dedim. Müsaade alıpayrılmak için ayağa kalktık.Kapıya doğru yaklaştığımızda,genç talebeler önümüze geçip,her biri tek tek, Şems ve benimelimizi öpmeye başladılar.

İçlerinden en zayıf olanı "Eğermünasip buyurursanızarkadaşlarımızla sizindergâhınıza katılmayı arzularız,"dedi.

Dışarı çıktığımızda Şemsgülüyordu. Niçin güldüğünüsorduğumda,

- Adamlar iyice kuduracak,medreselerini tamtakır boşalttın.Bu gidişle o mollalar da seninmedresene katılırlarsaşaşırmam.

Beraber gülüşerek, birliktedergâha doğru yürüdük. Havadabahar havası vardı ve benŞems'in gülüşüne bu kadaryakından şahit olmuştum.Gülüşü de yüreği gibi gülşendi.

Şems'in ŞehadetineDoğru

İnsanlar günahları ile övünüpsevaplarla alay ediyorlarsa,

şeytan yüreklerinde tavafediyor demektir. Şems’e sırtını

dönenler şeytanın kucağına

düşmüştür.

Ve 5 Aralık gecesi. Dışarısısoğuk ve sisli hain gece. İçimikanatırcasına yakan gece...Şehrin Şems'e vefasızlığınaiçerleyen kuşların matemmakamında ötüştüğü gece..Şems'imin şehadete yürüdüğügece... Hüznüme eşlik etmekiçin yıldızların tek tek söndüğügece... Saçımın ve sakalımhepten ağardığı gece...Sevdâ'm, Perende'm, ömrümünvarı Şemsimin helalleşmek ve

vedalaşmak için geldiğinde "Geletme, gel gitme" diyeyalvarmama, yakarmama,gözyaşları döküp önüne kendimiatmama rağmen, "Allah'averilmiş bir sözüm var. Âşıklarkefaret sözüne sadık kalmalı"diyerek, bir gölge gibi karanlığınarasından süzülüp sevgiliyekavuşmak için çırpındığı gece...Hafızamdan silmeye çalıştığımtek gece. Kıyamet öncesikıyametimi kopartan o bitmezgece. Şemsim artık şehittir. Kan

rengine boyanmış siyahferacesini ve hainlerin banayolladığı zümrüt yeşili mendilinikoklayıp koklayıp ağlamakmıydı bana düşen? Şemsiminbaşı beton zemine bir ağacınkökünden sökülüp de devrildiğigibi düşerken, ben dualarokuyordum.

"Merhametli Allah'ım, acıçekenleri acılarından kurtar,korkanlara cesaret ver.Ayaklarımızın altındaki tekzemin, hayal mahsulü bir

zeminden ibaret. Düşüyoruz;bunun farkında olsak daolmasak da. Yüce Allah'ım, neolur düşüşümüzü senyönlendir."

Ey Şems! Üzerine yüzününkazılı olduğu bir inci tanesi olanve adını anmak için tespiholarak çektiğim gözyaşları mıdökmeliyim? Seni geriyeçağırmanın birçok yolu var.Evet, hatta bir düş olsan bile.Sana söylemeye fırsatbulamadıklarım vardı ey

güneşim, sana yazmaya dermanbulamadıklarım vardı. Şimdişehadetinin ardı sırasesleniyorum güneşime:

Bir seni bildim yüreğime enyakın olan, ne garip ki sendeyalnızlığımı buldum. İnsanlargördüm etrafımda, sözleri tatlı,iltifatla süslü bakışlarlayaklaşıyorlardı. Sen gönülgözümü açtın insanların kendikendisinin kuluna dönüştüğünügördüm.

Şimdi, sensiz tek başımaruhumun sarp ve kayalıkyollarından tırmanacağım.Varsın aç kalayım, yüreğimkavrulsun susuzluktan ve ölüpyok olayım; yeter ki sensizuzanmasın ruhum makam-ımahşere.

Ağlayın dostlar! Ağlamaktangöz pınarlarım kurudu. Varsabirkaç damla gözyaşınız, ödünçverin bana. Ne olur bir damlacık,sadece bir damlacık gözyaşısunun bana.

Bizi, birbirimize aratan, bizibizde arıtan aşktı. İnsanlaraşktan uzaklaştıkçaazgınlaşıyordu. İnsanlarazgınlaştıkça biz arayıştaydık.Aşk, bizi birleştirebilmişken, kimbizi ayırabilir ki Şems'im?Şehadet aldı seni benden, şimdibeni kim geri getirebilir ki? Beniyanına al Şems! Al benimakamına! Hayat hoyrat, insandersen kendine yalancı veyabancı. Oysa cennetin kapısısenin kalbinden geçiyor ey

Şems!

Varlığımızın öncesi de aşk,sonrası da. insan aşksızlıklaiftihar eder mi? Şeytan gururkabuğunu cilalaya dursun,insana ne oluyor?

Hangi göklerin, hangiköşesinde bu dünyaya damladıney gözyaşını? Bugün susmakistiyorum. Bana"söyle"deme!Kelimeleri kalbimin kınınasakladım. Kanatma aşkınparmaklarını. Hallaç karşımda

"Sus, ifşa etme sırrı. Aşksırrında, mahremdir. Ben bumahremi bir kez yırttım, astılar;yetmedi yaktılar, o da yetmedi,küllerimi Dicle'ye savurdular.Sırrım sularda aktı. Sularbulutlara gözyaşı oldu.. ."diyor.

Aşkta yandığınızı mısanıyorsunuz? Siz birbirinizehâia ayaklarınızla mıgidiyorsunuz? Aşk için baştan,ayaktan vazgeçmedinizse, bubağrış, çağrış ne diye?

Gözlerindeki aydınlığı bırakıpgitmek çok zor, ama gitmektenbaşka çare yok bil! Sanayüreğimi bırakıyorum, emanetimolsun. Aşka doğduğum günegüzel hatıralar sığdırmakvarken, şimdi uzak diyarlaragidiyorum. Bir kere dahagörmek ümidi ile tekrargeleceğim. Her şey nasipkaleminin elinde. Aşk için uzunseneler bekledim, seni aramaklageçen zamanlara pişmandeğilim, beklemekten

usanmadım, yorulmadım. Senibulmak düşüncesinin ateşi iledüşmanlarıma inat biraz dahafazla yaşadım. Biraz daha fazlayaşamak için güzel bir sebeptin.Şimdi hayata karşı daha fâzladirenme sebebim, seninlevuslata ereceğim o anıbeklemek olacak, bilesin!Mahşere ne kaldı şununşurasında?

Bir gün çarşıya yürüyüşeçıktım. Şems'in konakladığıŞekerciler Hanı'nın önüne

geldiğimde birden aşka gelipsemâ yapmaya başladım.Herkes etrafıma doluşup beniseyre dalar. Saatlerce sürensemâdan sonra olduğum yereyığılmışım. Oğlum gelmiş vebeni sırtlayarak dergâhagötürmeye çalışıyordu. Oğlum,babasının acıyla kıvrandığınıgörmeye daha fazladayanamamıştı. Çevredekilerduymasın diye kulağımafısıldayarak:

- Artık Şems'in öldüğünü

kabul etmelisin baba, asla gerigelmeyecek.

- Nerede? Söyle bana, onunnerede olduğunu biliyor musun?

- Babacığım ellerinle dergahadefnettin ya, sır olaraksaklıyoruz ya, kurbanın olayımbabam ne olur kendine gel. Baketraf dedikoducularla doluptaşıyor. Haydi seni Şems'inyanına götüreyim.

- Allah'a şükürler olsun!

Çabuk gidelim sevgilinintoprağına yüz sürelim. Beni buçarşıya kim getirdi?

Sultan Veled, koluma giripbeni dergâha doğru götürürkenhalk baba ve oğulun halineşaşkınlıkla bakıp olup biteneanlam veremiyorlardı. Yoldagiderken oğlum:

- Hz. Ömer'i hatırlıyor musun?

- İkinci halifeyi mi? Evet,hatırlıyorum. Çabuk anlat.

Sultan Veled, gözlerindenboşalan yaşlarla konuştu.

- O da senin gibi yâr dostununölümünü kabul edememişti.

- Kim bana Hz. Muhammed'inöldüğünü söylerse onun kollarınıve bacaklarını koparırım, diyemırıldandı.

Şimdi, Peygamberindostunun, onun ölümününardından neler hissettiğinihissedebiliyordum. Oğluma

ağlayarak cevap verdim:

- Eğer Hz. Muhammed'etapıyor idiysen, O öldü amaeğer Allah'a tapıyorsan, ozaman bil ki Allah... Sesimçatallaştı, ellerimle yüzümükapadım.

- Bil ki Allah yaşıyor ve aslaölmez.

Dergâha yaklaşmıştık. Büyükkapıdan girer girmez, başımıkaldırıp çevreye baktım ve

bakışlarım elindeki kova vefırçayla matbahın duvarlarınıkireçle badana yapan birdervişin üzerinde durakladı.Oraya doğru yürüdüm vedervişin elinden fırçayı kapıp,matbahın hemen yanındakihücrenin kapısı üzerine Şems'inadını yazmaya başladım. Sonra:

Perende'min odasına bendenbaşka kimse katiyen ayakbasmayacak. Kapıya bir kilittakın ve anahtarını bana getirin.Odanın içinden hiçbir şey yer

değiştirilmeyecek, temizlemeyedahi girilmeyecek. Tozu,toprağı, kokusu ve soluğutaptaze kalsın! dedim.

Şems'in odasına besmeleçekerek girdim. İçeriye adımatar atmaz derin bir ah çekerek,sedire oturdum. Ağlayarak,mazideki hatıralarıcanlandırdım. Şam'dapazaryerinde ilkkarşılaştıklarında kendisininkolundan tutup "beni bul"sözünü; medrese önünde katırın

önüne geçip, "Hz. Muhammedmi yoksa Bâyezîd-i Bistâmî midaha büyük?"diye sorması;Şems'in dergâhta kitaplarımısuya atıp sonra sudan kupkuruçıkarmasını. Ona, dostunaduyduğu sevgiyi ve Konyahalkının öfkesini, Şems'in nasılŞam'a gittiğini, Sultan Veled'inonu geri getirmesini ve... Vehunharca şehit edilişini. Kanlıferacesini, gözyaşı dökerek onutoprağa emanet edişimi. Sonakşamı. Şehadete yürürkenki

tevekkülünü, kahramancaendamlı yürüyüşünü hatırladım.

Ben kavga değil, sevgi adamıoldum. Beni sevenler, vefamı dabilirler. Hayatımda bana emeğigeçen çok oldu. Babam,hocalarım, kitabını okuduğumgüzel insanlar. Çok dostum oldu,eşim, oğlum, babam, Seydâ'm,Hüsameddinlm, Selahaddin'im,Sadreddin'im, niceleri yarenimoldu. Ancak sevdam diyeceğimtek dostum Şems'tir. O,hayatımın bütünüdür. Bugün

herkesi seven bir sevgi adamıolmuşsam, önce Rabb'iminsonra Rabbimin gönderdiğidostum Şems sayesindeolmuştur. Şimdi kalkıp vefasızlıkmı yapayım? Şems... Şemsdemeyeyim de ne diyeyim?Ömrünü beni bulmaklaharcayan, benim için başını aşkile feda eden garip Şemsimianmayayım da ne yapayım. Suçmu? Suçsa böyle suça benkurban olayım!

Şems'ten SonrakiSığınağım: Zerkubi

Söz vardır baldan tatlı duyanimana gelir

Gönül aşka düşer de, herdem ilana gelir,

Gönül gözüyle gören, aşkın

şiirini yazan;

Şems ile söyleşirken bezm’eMevlâna gelir.

Kimse Şemsimin yerinitutamazdı. Ben, alemlerin içindedivane şekilde dolanıpduruyordum. Bir gün kuyumcularçarşısından geçerken, birkuyumcu dükkânından gelençekiç seslerinden çoketkilendim. Her çekiç

vuruluşunda çıkanseslerin:"Allah, Allah" dediğiniişittim. Bu sesler, eşi bulunmazbir haz ve dükkânın sahibinekarşı kalbinde büyük birmuhabbet hâsıl etti. Dükkânsahibi Selahaddin Feridun'du.Önceleri hocam SeyyidBurhaneddin Hazretleri'nintalebesi idi. Kuyumculukyapmakta idi. Kapının önündengeçerken Kuyumcu Selahaddinve çırakları, beni hürmetleselamladılar.

- Lütfen az önceki şekildeçekiçlerinizi vurmaya devamediniz.

Selahattin, benim, çekiçseslerinin ritmine uyarak semaettiğini görünce altının zâyiolmasını düşünmedençıraklarına:

- Mevlâna semâdançekilinceye kadar varaklar limelime olsa da çekiç vurun, sesikesmeyin! dedi ve dışarıyafırlayarak ayaklarıma kapandı.

O gün semâya öğle vaktindenikindiye kadar devam ettim. Buhalimi hayret içerisinde seyredenSelahaddin, dükkânındaki bütünmalzemeyi, aletleri, çıraklarınave fakirlere dağıtıp, peşimdendergâha geldi. Müridim olmayıdünya servetlerinden üstüngördü.

Selahaddin Zerkûbî, o gündensonra aralıksız on yıl boyuncabana yarenlik etti. Oğlum SultanVeled'e, Selahaddin'in kızınınikahlamak suretiyle, onunla

akrabalık bağım oldu. Onu,kendimden sonra yerime vekilolacak şekilde yetiştirdim.Ancak, yakalandığı hastalıktandolayı ömrü yetmedi.Selahaddin Zerkûb bir günoğlum Sultan Veled'e:

- Gönlümde bulunan nurçeşmeleri, bende gizli ve örtülüolduğu halde, hocam MevlânaHazretleri'nin vücutlarına,nurların nehir gibi aktığınıgördüm.

Kayınpederinden bu sözleriduyan oğlum, bana gelerek:

- Efendim, SelahaddinHazretleri'ni sevmeniz, ona aşırımuhabbet beslemeniz, nurunuzumüşahede ettiği için midir?" diyesordu.

- Evladım! Mıknatısın demiriçektiği gibi, insanoğlu dakendisini sevene karşı muhabbetetmektedir. Çocuğun annesineolan muhabbeti, dünyazevklerinden, onu yedirip

içirmesinden, giydiripkuşatmasından dolayı değildir.Aralarındaki bu bağ, Allah'ınkalbe yerleştirdiği akrabalık,annelik, muhabbetindendolayıdır, diyerek, Selahaddin'inderecesini açıkladım.

Bir mecliste bana:

- Arif kimdir? diye sordular.

- Daha bir şey sormadan,onun sonundan haber verendir.O da bizim Selahaddin'e

mahsustur. Tekrar sordular:

- Selahaddin önceleri,hocamızın nurunu şöyle şöylegördüm diye anlatırdı. Şimdi bugibi hallerini hiç anlatmıyor.Acaba kalp gözlerine bir perdemi çekildi de söylemiyor?

- Selahaddin şimdi nurderyasına batıştır. Nurun içindeolduğu için, dışarıdaki nur onagörünmez. Hatta kendisi nurolmuştur, dedim.

Şems'in nurunu Selahattin'deaz çok görüyordum.Selahattin'de de aynı ruh halinibuldum. Bu yüzden müridlerineğitimiyle bizzat meşgul olmasıiçin onu halife tayin ettim.Sohbetlerimi sever, süreklibenden öğüt isterdi. Özellikle deŞems'e dair hatıralarımızıdinlemekten çok hoşlanırdı...Halk için yanar tutuşurdu. Birsohbetimizde:

- Efendim halkın belalarınelerdir?

- Bir halk maneviyatderyasından uzaklaşıp,maddiyatın çamurundaoynaşıyorsa belalardansıyrılamaz.

- Peki, halkın hayatındabereketsizliğin sebebi nedir?

- Bir halk zekatını ayarında vezamanında vermezse, giyindiğiniörmez, yediğini ekmez, içtiğineşükretmez, bazılarının çöpeattığı, diğerlerinin sofrasındabile yoksa bereketsizlikten

kurtulamaz.

- Böyle bir halk nasıi iflaholur?

- Bu halk, yaraları ilerüyasında bocalıyor, hatalarınauyanıkken övgüler düzüyorsaiflah olmaz.

- Bu yüzden mi huzur bizdenuzak kalıyor?

- Bir halkın eğlencesihokkabazlık, işi gücü dedikoduolursa, huzursuzluk yakasına

yapışır, gitmez.

- Halkın birliği, dirliği nasılolacak şimdi?

- Bir milletin, her bir aşiretikendini bir millet kabul edersebirlik hayal olur, birliğin olmadığıyerde dirliği sağlamak mümküngözükmez.

- İşimiz duaya mı kaldı?

- Kur'an'ı nasıl okuduğumuzabağlı.

- Nasıl yani, biz okumuyormuyuz?

- Okumaktan kasıt şudur: Senne kadar Kur'an-ı Kerim'iokumazsan okuma, okunmayankitap seni daima okuyor. Sen oyolda Kur'an ol! Hayvan ağızdanbeslenir, insan kulaktan beslenir.Sapla samanla beslenen kurbanolur, Sen Kur'an ile beslen,Kur'an ol!

Selahaddin-i Zerkûbi, beniçok seviyordu. Şems'ten sonra

içimde oluşan boşluğa teselli içingelmiş gibiydi. Onu, kendiyerime halife, şeyh olarakseçtim. Dostlarımı, müridlerimiona tâbi olmağa çağırdım.

Şeyh Selahaddin çok sakin,temkinli bir insandı. Aşırıderecede ibadete düşkün,riyazetle kendisini ezen, zayıfdüşüren bir kişi oiarak bilinir. Birgece vakti Selahaddin Zerkûbiile sohbet ediyorduk. Sohbetsırasında ateşlendi, coştu."Benbir dışarı çıkayım"dedi,

medresenin dışına çıktı.Dışarısı kar, buz. Gitti gelmez,uçtu konmaz; bekledim bekledimgelmedi. Kapıyı araladım,baktım namaz kılıyor. Tekrariçeri girdim. Bekledim, yinegelmiyor. Gittim baktım hâlâsecdede. Eyvah, bir hâl oldudiye korktum. Yanına yaklaştım,hâlâ secdede, nefes alıyor.Ağlamış, gözünden akan yaşlarbuz tutmuş, tahtayla yanağıarasında buzdan bir sütun var.Kendinde değil; kaldırıp

kucaklarsam olur ki buz yanağınıacıtır diye hohlaya hohlayayanağındaki buzu erittim,kucağıma aldım, içeri götürdüm.

Selahaddin ile aramızdakiyakınlığı çekemeyen,anlayamayan,hazmedemeyenler de oldu.Onun tahsili olmadığını, ilimmeclislerinde bulunmayı haketmediğini söyleyenler olduOysa onun kısa bir zamandaasırlara bedel ilim, irfandannasiplendiğini göremiyorlardı...

Kimsenin lafı umurumda değildi.Aşk adamının hal ilminimürekkep yalamışların göreceğiyoktu. Şeyh Selahattin on yılınsonunda ebedî aleme göçtü.Selahattin Zerkûbi, cenazesininağlanarak değil, neyler üflenerekve kudümler çalınarak sevinçiçinde kaldırılmasını vasiyetetmişti. Çünkü o, istediği yere,uğruna dünya malındanvazgeçtiği mertebeye erişiyorduve ben yine büyük acılara,büyük bir yalnızlığa doğru

yeniden yol alıyordum...

Ben Bende DeğilimYa Siz?

Ne geceyim ne geceperestimki uykudan bahsedeyim.

Güneşin kölesiyim, buyüzden hep ‘Şems’ derim.

Öyle harfler vardır ki, ateş

alır ve kül olur. Bu ateşinaydınlığında, ben, bütün okelimeleri tek tek görüyorum.Ben ateşin alevlerini yüreğiminderinliklerinde hissettim. Hiç birdilin anlatmaya cesaret bileedemediği alevler kuşananyüreğimi susamışlığıma alevalev deniz bildim. Bir alevi yüzalev, bir yalımı dev alev, devalevi ateş, ateşi de yangınkılmalıydım ki buzullarda donaninsanlığın ısınması baharlarıngelmesi için çöllere, dağlara

taşımalıydım. İnsanlık gururbuzulunda üşüyor. Dünyabencillik ayazında titriyor. Benyüreğimdeki özü köz edip alemeateş taşıyorum kelimelerimle.Yakan ateş değil, nura taşıyanateş." Nâr olmadan nurolunmaz." demişti babamBahaeddinVeled.SeyyidBurhaneddin hocam:"Nârınıbekle, nârın yârindir demişti."Bekliyordum. "Ey dünya sarrafı,beni bul I" diye yankılanan sesinsahibini.

Asla dünyanın kölesiolmadım, özgür kaldım. İman ilekulluk yoluma devam ettim,ihanet etmedim. Esen herrüzgara kapılmamak aşkımınözüdür. Şems'in banadostluğunu, benim ona olanbağlılığımı, aşkımızı, ilahi aşkınyolunda gösterilen gayretimiyanlış anlatanlar, biziolduğumuzun dışındadeğerlendirenler, ilahi aşkgayretimizi görmeyenler imanderyasından bir damla bile

yutmamış nasipsizlerdir. Halkınçoğu gündüzleri dedikoducu,eyyamcı, geceleri dindardır. Aşkyolunda şerefle yürüyenleriaşksızlar ne anlasın! CüneydiBağdadî, bir gün müridleri ilebirlikte Bağdat meydanındageziyordu. O anda meydanda,valiye kılıcı ile zorluk çıkarmışünlü bir eşkiyayı asmak içingetirmişlerdi. Vali, eğer özürdiler ve elini öperse bu eşkiyayıaffedeceğini söylüyordu. Eşkiyaise," Onurlu idam adamlığın

şanıdır."demiş ve el eteköpmeyi reddetmişti. Cüneyd,darağacındaki eşkiyanın yanınavardı. Eğilip onun ayaklarındanöptü. Yanındakiler itirazettiklerinde:"İnandığı yolundaburaya kadar gelebilen birinsanın ayakları öpülür, "der.Allah'a hamd ediyorum. Busözlerin, benim duruşumdabüyük tesiri olmuştur. Şemsbenim sadece derttaşım,gönüldaşım değil canımın özüiken kimsenin onu hafife

almasına gönlüm razı gelmez.Aşk samimiyet ve sadakattir.İnsanlar aşkı, sadece kırıkdökük konuşuyorlar. Biz aşkıyaşayanlardanız.

Halvet, inziva, yalnızlık vegam iliklerime kadar işledi ve birdaha da ayrılmadı benden. Ciddibir sorusu ve meselesi olanherkes benim yanıma geliyordu.İçini dökmek, zamandan,idareden, din tacirlerinden veyabaşka şeylerden şikayeti olanyahut dünya ve ahiret arasında

kalan herkes bana geliyordu.Ömrüm insanların iki alemarasında açtıkları uçurumlarıdoldurmakla geçti. Sonundaadeta sual sorulmak ve cevapvermek için yaratıldığımainanmaya başladım. KimseMevlâna ne istiyor diye aklınabile getirmiyordu, gerçi hoş benbile bilmiyordum, ne istediğimi,kimi beklediğimi. Herkes benibütün dertleri çözmek ve hertürlü soruların cevabını vermek,bilmek ve her zaman ilim,

ilahiyat, edebiyat, halk vesiyaset hakkındaki tüm itirazlaracevap vermekle yükümlübiliyorlardı. Âlimdim, âriftimonların gözünde. Ancak içimdekoftum, boştum ben bu dünyayaalimlik için gelmemiştim. Aşktıderdim, maşukluktu mertebem.Ama hani nerede? Tâ kiŞems'im gelene dek.

Otuz dokuz yaşındayım.Kalbimde büyük bir boşluk varadı konmamış. Bir terennüm vardilimde makamı yazılmamış.

Arayıştayım. Binlerce kitapokudum. Yüzlerce hasbihaleşahit oldum. Tadı tarif edilmemişbir burukluk var. Boşluğumunasıl dolduracağım? Netamamlayacak içimdeki eksikleribilmiyorum. Bilemiyorum. Yüreğiçileli, ruhu yorgun, düşüncesiufuklarda biriydim. Halbuki 25yaşlarındayken şiir, araştırma,sohbetlerde coşma, riyazetlerdegezme, saatlerce kâh oturarakkâh ayakta ayın ışığındakitapları okuma, mana âleminin

etrafında nelerin olup olmadığınımerak dolu bir dünyam vardı.Şimdi bekleme halindeyim. Neyi,kimi beklediğimi ben debilmiyorum. Sadece bekliyorum.Her arkadaşım bağ bahçepeşinde, köşklerde saraylardamakam kapma derdindeyken,ben sevinç, şükür ve şevkderyasında yürüyordum. Kimileriisimlerini pula sattılar, ben adımısuya verdim. Hızırdan daha tez,İskender'den daha önce hedefevarmak istiyordum. Onlar lezzet

ve zevk aldılar, bense gam vekeder. Onlar paraperest oldular,ben aşkperest. Onlar altın vegümüş sergilediler, ben Şems'eserdim ruhumu. Gönül sofrasınıaçtım bütün insanlar doysundiye. Onlar kapılarını geriçevirdiler, ben uçurumadüşecekleri bahçeye çağırdım.Kandan şerbetler içtim. Onlarpara babası oldular, ben dertbabası. Onlar hasta ve zayıfkoyunlarını, gönüllerinizorlayarak, saray kapılarında

kurban ederken, ben Şems'imiaşk yolunda kurban verdim.Onların şen gülenleri varsa,benim de yanan ve ağlayanlarımvar. Onlar kalabalıklardabirbirine yabancı iken, Şems ilebiz yalnızlıkta birbirimizi tanırız.Onların altını varsa, benim deaşkım var. Onların konaklarıvarsa, benim de mihrabım var.Onlar yeryüzünde sürünürken,ben göklerde uçuyorum. Onlarbiterken, ben daha yenibaşlıyorum. Onlar ihtiyarlayıp

ölüme karşı ayakları titrerken,ben gençleşip ölüme tebessümyolluyorum. Bu yürekte Şemsvardır. Bu yürekte imandan veaşktan başka bir şey yoktur. Buyürek, hayatın fakir kesesineasla boyun eğmemiştir.

Ey Şems'im! Ey ruhum! Eykendim! Seni gördüğüm an,üzerinde gurur kılıfı bulunançelikten "ben"liğimi kırdım. Buöyle bir gururdu ki, zamanınvurduğu hadiseler ve darbelernedeniyle daha da güçlenmiş,

sertleşmişti. Bu yaptığım, talepyolunun ilk adımıydı. Zîra, gururyoldaki ilk engeldir. Derlerki:"Nâmerd insan, gururunusatar, mert insan ise onu kırar."Elbette dost için kırılmalıydı,dostta "biz"leşilmeliydi. Nasıl ki,gururlar isyan ile sulanırsa,dostluk ise teslimiyetle sulanırdı.Aşk yolunda kurbanlıklardanbahsetmek ne kadar çirkindir.Ben kurbanlığımdan bahsetmekzorunda kaldıysam, alçaklıktandeğildir. Herkes biliyor ki, ne

tüccarım ben, ne de aç gözlü.Şemsimi anlamayanların, aşktannasip almayanların yüreklerineyazık etmesinler diye zikrettimadını.

Berıim hâlim, bakkalınhikayesine benziyor. Siz sufiler,hepimiz birbirimizin yakınlarıyızve aynı medresenin talebeleriyiz.Moğollar saldırıp, insanlarıöldürüp, her tarafıyağmaladıklarında, bir bakkalıda esir almışlar. Moğol'un biri,bakkalın boynuna ip bağlamış

pazar pazar dolaştırıp satmayaçalışır. Bir alıcı gelip kaçasattığını sorduğunda, Moğol"Sen kaça alırsın?" diye sorar.Alıcı bin dinar vereceğinisöyleyince, bizim bakkal"Satma, ben daha fazla ede rim."der. Moğol da satmaz. Başkabir pazarda bir başkası bakkaliçin bir dinar teklif edince,bakkal" Sat, bundan daha ucuzaederim." der. Moğoi bu durumakızar ve bakkalın boynunu kılıçlakeser. Evet bu hayat pazarının

apayrı bir alışveriş metoduvardır. Sessiz komşunun cinnetiile telaşlı delinin, anlayacağı birticarettir bu. Aşk ve iman, nekadar da heyecan verici vebüyüktür. Ne yazık ki azlara,alçaklıklara ve düşüklüklerealışmış anlayışlar, onu, kadına,hevese, şehvet düşkünlüğüne,paraya-pula ve nihayet dünyanındedikodu kazanınabulaştırmışlardır. Yazık! Yazıkki, bu dünyada, şu hayatta bizimiçimize düşen aşkın nasıl bir aşk

olduğunu anlamak istemeyeninsanlar çok. Bizim içimizedüşen, nihayet insanlarınbildikleri aşk değildir. İnsanlarınbildikleri kadın, erkek, güç,makam tutkusuna benzemez.

Ben aşkı, heves ve iradedenayırıyorum. Ama aşk ile hevesibirbirinden ayırt etmek oldukçazordur. Çünkü heves, çoğuzaman aşk perdesine bürünür.Bu yüzden insan bazen şüpheyedüşer. Fakat ben, bu ikisinikolaylıkla ayırt etmeyi öğrettim.

Şöyle ki, yakınlaştıkça köklü,ağır, derin ve azametli gözükenaşktır.

Aşk, marifet ile dert ortaklığıve gönüldaşlığın meyvesidir.Yakınlaştıkça küçülen,değersizleşen, adileşen vedüşen ise şehvettir. Bir kadınveya erkek yüreğe ulaşılmazgözüktüğünde kıymetleşiyor,sonra ulaşınca heyecanınıkaybediyor, o kişi size sıradangeliyor. İnsanoğlu erişincemaksûda, mutlaka yüzünü döner

mahbûba. İnsanlar ihtiras doluşehvetli arzularına aşk isminiveriyorlar. Sevgiyi sahiplenmekgörüyorlar. Kendilerine köleararken köleleştirildiklerininfarkına kafesin içine girdiklerindevarıyorlar. O halde sevgili kim?Sevgiliyi sevenleri sevmişsen,sevgiliyi tanımışsın demektir.Bunun adı aşktır işte.

Aşkta kadimkeş bir dostluk,heves de kuru kör bir bencillikvardır. Şems'i benim gördüğümgibi göremeyen ile aramızdaki

fark işte budur. Ben dostluğutercih ettim, onlar menfaatiseçtiler. Ben, gülü görünce ondasevgilinin kokusunu içine çekenve sevgiliye hediye edenim,onlar ise daha çok gül olaydı,gül suyu satsaydık da zenginolsaydık diye bakarlar güle. Bizaşk ehliyiz, biz tasavvuferenleriyiz. Biz Rabb'imizeBezm-i Elest'te verdiğimiz sözesadığız, biz Kur'an'ın özünüiçenleriz. Dünya kabuğunu sokakköpeklerinin önüne atıp, "Hû,

Hû!" zikri ile ahireti teşbihedenleriz. Biz Hz. Muhammed'inMedine sokağında ayak bastığıbir toz zerresi olmayı şeref bilip"Elhamdülillah" diyenlerdeniz.Hangi kem göz ve hangi şaşısöz Şemsimi ve beni, Allahaşkımızın dışında görür veanlatırsa, mahşerde iki elimizyakalarında olacaktır.

Bütün ömrümü, kalemimi,gençliği ve duygularımı,insanlığa vakfetmişim. Amabazılarınca kendi felsefi

eyyamlarına kapılmış bir sufîolmakla suçlanıyorum. Aşkaolan aşkım, insanlığa vevatanıma olan bağlılığım, okadar şiddetlidir ki, aşığıolduğum bu ümmetin çehresindeyeni bir dalga meydana getirmekiçin, ailemi, evlatlarım,yemeğimi, uykumu unutur oldum.Size yüreğimden başka sunacakneyim var ki?

Gülün fiziği; gülü alan,işleyerek güisuyuna dönüştürenve onu satan tüccarın malıdır.

Ama gülün metafiziği; gülebakan, hisseden, koklayan,düşünen okuyan, anlayan vegülleşen maşuka aittir. Hz.Muhammed'in fiziği ümmettir,metafiziği ashabıdır. Benim demetafiziğim Şems'tir. Siz onuanlamadan kokumu sinenizesüremezsiniz.

"Canımıncanı....Gel...Beklediğim yollankısalt da çabucak gel..Bakmaarkanda bıraktığın ekmekkırıklarına....Gel...Kaybetmeyeceksin

bülbülieryese bileizlerini....Gel...Ne kadar çabukgelirsen, o kadar çoğalarakgeL.Ama kör ama dilsiz kalsanama bitsen ama...”

Eğer dolaştığınız diyarlardabir kör kuyu görüp de duaokumadan geçerseniz vah olsunsize.

Gözümün Nuru:Sultan Veled

Yandık, yakıldık, amahüzünden yana asla

yakınmadık.

Ne de olsa biz mahzun birPeygamberin ümmeti

değil miyiz? Hüzün taze tutaraşk yarasını.

Yaramdan da hoşumyârimden de...

Oğlum ile bir baba-oğulolduğum gibi, bir hoca talebeolduğumuz gibi aynı zamandaağabey kardeş gibiydik. Konyadışından gelen misafirziyaretçiler dergâhta bizi yanyana görünce, iki arkadaş,ağabey kardeş sandıklarıoluyordu. Oğlum olduğunu

öğrendiklerinde şaşırıyorlardı.

O kadar seviyorum kiyavrularımı...

Bir gün bana oğlum SultanVeled:

- Çoksan benizlisiniz, nedir bu,hasta gibisiniz? diye sorunca,

- Ne yapalım, Allah'ı sevenleröyle olur... dedim. Sultan Veledsuratını asıp kendince üzüldü.Ertesi gün onu asık suratladolaşırken gördüm:

- Oğlum, ne oldu, kaç gündürsuratın asık geziyorsun?

- Babacığım dün, Allah'ısevenlerin yüzü benzi sararırdiye söylediniz. Ben ise kırmızıyanaklıyım, deyince, gülerekona sarıldım, yanağındanöperek,

- Allah'ı sevenler sarı benizliolur. Allah'ın sevdikleri isekırmızı yanaklı olur, dediğimdemutlu oldu.

Bir gün Sultan Veled bana:

- Babacığım sana bütün halk"Mevlâna" diyor. İlk isminle hitapetmiyor. "Mevlâna" ismininhikayesi nedir?

- Oğlum aşıkların iki ismi olur.Birisi ailesinden gelir diğeriaşkından. Deden ilk ismimiverdi. Mevlâna ismini maşuğumŞems verdi. Şems bir gün banadedi ki: "Sen yokluksun. İsmindeyokluk olsun. Herkes Mevlânaismini Efendi manasında anlıyor.

Oysa Farsçada Mev: Yokluk,Arapçada Lâ: Yokluk veTürkçede Na: Yokluk demektir.

Sevdiklerim çok oldu, sevenimde çok oldu. Sadece Şemsdeğil, Çelebi Hüsamettin,Selahaddin Zerkûbi, SadreddinKonevî, Seyyid Burhaneddinhocam ve babam BahaeddinVeled dostlarımdı benim, oğlumbile dostumdu. Ancak Şems'inyeri bambaşkaydı. Oğlumsordu:

- Aşkta karşılık beklemek olurmu?

- Buna düpedüz aşkıylaalışveriş yapmak denir. İnsanidiye bahsedilen bir muhabbettebile "Ben onu seviyorum ama oda beni sevsin."diyorsan onaaşk demezler. Sen onuntarafından sevilmeyi seviyorsun."O bana ne verir?" diye değil,"Ben ona ne verebilirim?'' diyedüşündüğün zaman aşk olur.

- İlahi aşk için de mi bu husus

geçerlidir?

- Elbette! Allah ve Resulullahaşkı da böyledir. Onların hatırınıincitmemek için davranmayaAllah aşkı denir. Sen namazkılmazsan Allah üzülür;" Benimemrimi dinlememek suretiylenefsine zulmediyor. . ."diye.Resulullah da üzülür. Yasaksavmak ve borç ödemek içinnamaz kılınmaz, bu kulu bir yereyükseltmez. Emirler diye tabiredilen haller böyle telakkiedilmelidir."Yârim istedi"diye

yaparsan samimiyetin seni ilahiaşk basamaklarından makam-ıaşka çıkarır. Aşkın, namazın,niyazın birlikte yol alacak. Dinmuhabbettir, mükellefiyetdeğildir. Ama mükellefiyetleryerine getirilmeden muhabbetolmaz.

- Allah'ın 'Kahhar' sıfatınıinsanlara yanlış anlatıyorlar.'Kahhar', Allah bizim kötühuylarımızı, niyetlerimizi,kahretsin, ortadan kaldırsındemektir. Bazıları bunu

beddualaştırıyor, "Allah senikahretsin diyor."Oysa" Allahşendeki kötü huylan kahretsin,seni ıslah edip aşka getirsin"demelidir.

Sultan Veled'im Şems'ten vebenden manevi ziyafetlerdengıdalanmak için çaba sarf edenbir pınardı. Benimle baş başakaldığımızda sürekli sorularsorarak manevi açlığınıdoyururdu. Tasavvufa ve helesemâ'ya aşırı düşkünlüğü vardı.

- Babacığım, ne oiur söyle!Allah'a ulaşmanın yolu nedir?

- İnsanın Allah'a ulaşması içiniki yol vardır. Biri zahiri yoldur,diğeri de batini yoldur, insanbatini yolla Allah'a ulaşabilir vezahiri yolla da Allah'ı tanıyabilir.Zira menzilin olduğunu bilmeyenmenzil istemez.

- Hikmetin adımları nelerdir?

- Hikmetin ilk adımımaddiyattan yüz çevirmek, ikinci

adımı ilahi nurları müşadeetmek ve son adımı dasonsuzluktur." Ben yeryüzününve gökyüzünün Nuruyum." NurSuresi35. ayetinde geçen Nurkelimesi mutlak kullandığı içinNur'un kendisi de mutlaktır.Resulullah buyuruyor ki: "Allahveli kullarının kalplerine ışıkverir" Yine "Allah kendi işrakındatecellide bulunup Nurbağışlayandır. "" Allah'ınyarattığı ilk şey Nurdur."

- İlahi aşkta da insani aşk

misali hüzün var mıdır?

- Güzellik, aşk ve hüzün herzaman biriikte yaşayan üçkardeştir. Yusuf yaratıldığızaman güzellikYusuf'la birleşirve diğer iki kardeşini yanınakabul etmez. Bunun üzerinehüzün Kenan'a gidip oradaYakup'la birlikte kalır, aşk daMısır'a doğru yol alır veZüleyha'nın yanına yerleşir.Yusuf Mısır'a geldiğinde aşkZüleyha'yla birlikte Yusuf'ugörmeye gider. Züleyha Yusuf'u

gördüğünde kınama elini uzatıpiffet perdelerini yırtar. Yusuf'unMısır'a geldiğini işiten hüzün veYakup da, onu görmek içinMısır'a gider ve Yusuf'a secdeederler. Bu, kulun Hakk'a olansevgisinin isbatıdır.

Hakikat ehli olan sufiler Allahile kul arasındaki muhabbet velezzeti isbatlayıp aşkta aynıcinsten olmanın şart olmadığınıaçıklamışlardır. İnsan bazenkendi cinsinden olmayan renklerive şekilleri de sever. Hakk'a

olan sevgisinin cismaniorganlarla bir irtibatı yoktur. BuHakkin sırlarının merkezi olanRabbani mahal ve zevklebağlantılıdır.

- Sufiler semâ halindeykenfarklı bir halet-i rûhiyeye sahipoluyorlar, bunun sebebi nedirbabacığım?

- Sesi güzel olanın şiiri; def,kaval ve buna benzer bazı güzelsesli müzik aletleriyle birliktehüzünlü bir yerde, aynı makam

ve ritimde okunursa, hal sahibigerçek suretini görür ve bunucânu gönülden dinler. O âlemdekulak işitmez, can işitir. Kulağadenilir ki:"Sen bunu dinlemeyelayık değilsin. Zira bu âlemdeişitmek kulağın işi değildir."

- Ha! ehli neden semâ yapar?

- Gözümün nuru SultanVeled'im, can, kafesinden dışarıçıkmak isteyen bir kuş gibi,bedenden çıkmak ister amabeden kafesi buna engel olur.

Ve kuş bütün gücüyle kafesikırmaya çalışır. Eğer çok güçlüolursa kafesi kırıp çıkar amabuna gücü yetmiyorsa, neyapacağını bilmeden kafesikendisiyle birlikte döndürür veyine uçmaya heves eder. Kafesikıramadığı için bu sefer kafeside kendisiyle birlikte götürmekister ama kafesi fazla yukarıçıkaramadan yere düşer."

- Eli yukarı kaldırmak nedemektir?

- Her neyim varsa ondan elçektim, anlamına gelir. Yani, oâlemde öyle bir şey buldum kibu âlemde her neyim varsa terkedip tecrit olundum, demektir.

- Pîrim, semâda hırkayıuzağa atmak ne demektir?

-Yani oradan bir şeyler işittik,buradan da bir şeyler atalım,demektir.

- Neden biri kalkıp cezbeyetutulmuş kişinin semâ raksına

eşlik eder?

- Cezbe hâletine sahipolduğunu iddia edenle yoldaş vehemdem olmak için."

- Neden cezbe hâletindensonra, cezbeye gelen kişiyerinden kalkıp ellerini birbirininüstüne koyar ve sessiz kalır?

- Konuşmayan beden dilidir.Zira beden dilinin beyan etmeyekadir olmadığını hal dili beyaneder. Orada bulunan insanların

bunu anlaması gerekir. Semâyakalkan herkes cezbeye gelemez.Semâ cezbeye göredir, yoksacezbe semaya göre değildir.Kalplerde mücadele vermekyiğitlerin işidir. Elbise kolunuyukarı çekmek gerçek sufilerinişidir. Yoksa mor keçe elbisesigiyen herkes sufi değildir.

- Babacığım Şems sanaaşkın sırrını söyledi. Beni busırdan mahrum mu edeceksin?Nedir aşkın sırrı?

Aşkın sırrı, cehennemdenkorkmamak ve cennetiarzulamamaktır. Aşkın sırrı,rahmani nefesin parçasıolmaktır.

Aşkın sırrı, asıl vatanadönmektir.

Aşkın sırrı, saf tevazuhâzinesidir.

Aşkın sırrı, âlemlere rahmetolan Sultanımız Efendimizin(s.a.v.) güzelliğini görmek ve

hissetmektir.

Aşkın sırrı, aşkı Cenab-ıHakkin cemali vasıtasıyla

öğrenmektir.

Aşkın sırrı, su yerinesusuzluğu aramaktır.

Aşkın sırrı, açlığın gıdamızhaline gelmesidir.

Aşkın sırrı, Allah'tan Allah'ayakınlığı satın almaktır.

Aşkın sırrı, kusurlarımızın

farkına varmaktır.

Aşkın sırrı, Rabb'imizin bizeduyduğu sevgiden dolayı var

olduğumuzu bilmektir.

Aşkın sırrı, her şeyi O'nunnuruyla görmektir.

Aşkın sırrı, hem âşık hemmaşuk olmaktır.

- Babacığım, vesveseilletinden nasıl kurtulacağız?Vesvesede çırpınanlara nedersiniz?

-Vesvese imanın ta kendisidir.Hırsız dolu eve mi girer, boş evemi? Şeytan imanı olana gelir.Dürter onu. Vesvese verir. Birkişi de vesvese varsakorkmasın. Vesvese günahişlenen yerde değil sevapişlediğin yerde gelir. Hiçbir kişimeyhanede vesveseye düşmez.Ancak, camide, hayırda vehasenatta şeytan ona gelir,imanını çalmaya çalışır.Vesvese varsa rahatsın. Bırakşeytan boşuna yorulsun. Sana

Allah'ın yeter. Fussilet Suresi:"Eğer şeytandan gelen kötü birdüşünce seni dürtecek olursa,hemen Allah'a sığın. Çünkü O,hakkıyla işitendir, hakkıylabilendir."

Uzaklardan Elif ElifBir Derviş Gelir

Söz vardır hançer gibi, duyanimdâde gelir,

Gönül derde düşer de, herdem feıyâde gelir,

Derviş bağrı yanarken,

meclis aşka doyarken

Yunus ’la söyleşirken bezm’e Mevlâna gelir.

Dervişlerle dergahbahçesinde sohbet esnasında,bir derviş uzaklardan gelen gençbirisinin beni ısrarla görmekistediğini haber verdi.

- Buyursun, diye icazetverdim.

İçeriye orta boylu, cübbesiz,külahsız ve sakalsız, çok sade

giyimli bir delikanlı girdi. Selamverdikten sonra kendisini tanıttı:

- Efendim ismim YunusEmre'dir. Hünkârım HacıBektaş-ı Veli Hazretlerinin selamve hatırını getirdim.

- Hoş geldin derviş Yunus,hoşnutluklar getirdin. Ayaktakalma, şöyle otur. Aç mısınsusuz musun hele bir söylebakalım?

- Hamdolsun, tokum efendim,

manevi açlığımı doyurmak içinde diyar diyar dolaşırım.

- Dergahın, yerin yurdun yokmudur?

- Yazgım henüz kalacağımdergahı göstermedi. Hünkarımınyanında kalayım dedim, nasipolmadı.Tapduk Babam"Hristiyanı bol bir memleketyurdun olacak" dedi, o gündürbugündür dolanırım memleketmemleket.

- Demek ki Konya da sanamesken olmayacak dervişim,üzüldüm şimdi. Senin gibicivanın dervişim olmasındanmesrur olurdum.

-Allah razı olsun efendim.Sizin dervişiniz olmak şerefverirdi bana.

- Pirimiz Bektaş-ı Velimiznasıldır, ne haldedir, sağlık veafiyette midir?

- Hamdenlillah sağlıcakladır,

size uğramamı ve sizden kısasüreli de olsa nasiplenmemitembihledi. Şu kendi ei yazmasıKur'an-ı Kerim'i size hediyeetmemi ve onun adına bol bolsarılmamı istedi.

"Gel pirimin kokusunu getirendervişim!''diyerek ayağa kalktımve doyasıya sarıldık. Allah aşkıile tutuşmuş, Rasulullah'ınyolundan asla sapmamış ve rumdiyarını Müslümanlaştırmak içinter akıtmış Hacı Bektaş pirimleyüz yüze gelmek hiç nasip

olmamış birbirimize dervişleryollayarak hasret ve muhabbetbeslemiştik. Odadaki dervişlerbu samimi sarılmaya bir anlamverememişti, ama havadamanevi yükün ağırlaştığınıanlamakta zorlanmadılar.

Daha sonra Yunus Emre ilekarşılıklı şiirler okuduk, tasavvufüzerine sohbet ettik. Bir bensöylüyorum, bir Yunus Emresöylüyor. Dervişlerde bizihayranlıkla dinliyordu.

- Efendim, Mesnevi'nizde şusözünüz beni mest etti" On sekizbin alem içinde,'Onlar O'nusever, ahdine sahip olan kâseyiinsanlar dışında kimseleryudumlamaya yanaşmadı."Kâseden kast nedir pirim?

- Kâseden maksat"emanet"tir,Hz. Âdem'i büyük kılan şey,emanetin yükünütaşımasındandır. Emanet Allahsevgisidir. Aşkın esrârını yalnızÂdem biliyordu, çünkü onunyaratılışının altında yatan sebep

aşktı. Âdem, ayrılık acısının dane olduğunu biliyordu bu yüzdenyasak meyveyi yedi. Aşka güçkazandırmak ayrılık ileuslandırmakla olur.

- Çok güzel söyledinizMevlâna'm. Yüce Allah Bezm-iElest'te hitap eder: "Ey Rıdvan,cennet sizindir, ey Mâlik,cehennem sizindir! Ey melekler,arş sizindir, kürsi sizindir. Ey sizyanık kalpli ve benim mührümütaşıyanlar! Siz bana aitsiniz, Bende size aidim."

- İnsanın hakiki haii; Tek veYegâne'ye şiddetle ihtiyaçduyması ve O'nu aramasıdır.Rabbimiz bizim böyle olmamızıistiyor. O halde iblis'in yoluhangisiydi ey Mevlâna'm?

- İblis'in yoluna bak, iddialardabulunmaktan başka bir şeygörmeyeceksin. Sonra Âdem'inyoluna bak. İhtiyaçtan başkahiçbir şey görmeyeceksin. Eyİblis! Ne diyorsun?'Ben ondanhayırlıyım'(Araf/12) Ey Âdem!Ne diyorsun? Rabbimiz!

Nefsimize zulmettik'(Araf/23)

Netice olarak her şey O'nuarayışımızdaki samimiyetlemana kazanır. Üstelik ihtiyaçsahibi bir mahlûk, samimi birmümin, diğer insanların açlığı vesusuzluğuna karşı nihayetsizderecede duyarlıdır. Her türlüacil ihtiyaca hazır olmayı ister.Bu yüzden kendi ihtiyaçlarınıunutur. Nerede bir ihtiyaç çığlığıduysa, anında cevap vermedenedemez. Çünkü yardım etmekiçin dayanılmaz bir cazibe

hisseder. Bu onun yaşamtarzıdır. Kulluk buna denir.Gerçek ihtiyaç, Allah'ı aramayaolan ihtiyaçtır!

- Peki bu dünyadaki en büyüksır nedir efendim?

- Bu dünyadaki en büyük sırinsandır Yunus Emre'm. insanınvar oluş sırrını aşikâr etmek içinaşk ateşine ihtiyaç vardır. İnsantabiatının gizliliklerini ortayaçıkarmak için derin muhabbet veyoğun özlem gereklidir, yani

hayatın sırrını açıklamak içinaşk gereklidir. Arayışımızınsıcaklığında hakikat bulabiliriz ki,bütünlüğünde gizli hazine odur.Allah'ı dilemek tevhidi dilemektir.Kendi içinde Allah'ı bulmak,tevhide varmak demektir.Tevhid, insan hayatındavarılabilecek en yüksekmakamdır.

- O halde Tevhid, sevgiliyaratıcımıza yakınlık demektir.İnsanların arasındaki tek gerçekfark, kimisinin hakikate

diğerlerinden daha yakın veyauzak olmasıdır. İnsanların büyükbir kısmı tamamen bedensel birhayat yaşarken, çok büyük birbölümü de kalplerinin içindekiözü keşfetmiş olarak yaşarlar.

Çok güzel açıkladın, helalolsun Yunus'um! İslâm diniayrıca hayranlık dini demektir.Ahiretin güzel kokusu hayranolanlara ayrılmıştır. Veli, her andaimi bir hayranlık, azamet veşaşkınlık halindedir. Hayranlığıen ulvi seviyede olan Efendimiz

(s.a.v.) 'di. Efendimiz, o kalperiten duasında şöyle niyaz etti:

"Ya Rabbi, sana olanhayranlığımı arttır!"

- Hünkar'ımın size uğramamıistemesinin sebebini anlıyorumSiz bir deryasınız efendim.Müsaadeniz olursa yarın sabahKaraman'a yolculuk yapmayımurat etmekteyim.

- Keşke vaktin çok olsa daseni daha çok misafir etsek,

madem yol görünüyor müsadeRahman'dandır. Karamandediğinde içim bambaşkaduygularla doldu taştı. Gençlikve ilk yuva kurma dönemim ogüzel topraklarda geçti. Güzelve iyi halkı var. Çok ekmekleriniyedim, sularını içtim. Yedi yılboyunca hiç incitmediler bizleri.Moğollardan epey eziyetçekmişler ve Haçlı savaşlarınınacı hatıraları hala taze duruyor.Duam odur ki, Karaman'ın sanaihtiyacı var. Yurdun olsun

Karaman. Karaman halkınaselam ve muhabbetlerimi iletiniz.Ayrıca sizden bir istirhamımolacak kabul ederseniz bu kulumutlu edersiniz.

- Efendim ne demekbuyurunuz, gönlüm ruhumüzerine...

- Karaman'da muhteremannem ve ağabeyim medfurıdur,kabirlerine uğrayıp selamımıileterek duacı olur musunuz ?

- Allah'ın rahmeti üzerlerineolsun, memnuniyetle selamınıziletir ve dua okurum efendim.

Yunus Emre'ye bir müddetdaha dergâhta kalmasında ısraretsem de teşekkür ederek,yolunun uzun olduğunu bildirdi.Hüsameddin Çelebi'yi çağırarakyazdığı Mesnevi nüshasındangetirmesini tembihledim. YunusEmre dervişe yeşil hırkamı veMesnevi nüshasını hediyeettim.

Doğunun AzapAtlıları: Moğollar

Dini vazif elerini yapmadan,iyi, yararlı bir insan olmadan

Cennet’i isteme! Hakk’a layıkbir kul olmadan, onun

lütfuna, ihsanına nail

olmadan Süleyman mülkünütalep

etme. Mademki, işin sonundaecel vardır, ölüm bir gün

gelip yakana yapışacaktır,hiçbir insanın

kalbinin incinmesini arzuetme!

Alâeddin Keykûbatzamanında Selçukluotoritesinden çekinen Moğollar,onun ölümünden sonra cesaret

buldular. Baycu Noyankumandasındaki Moğolaskerleri, Anadolu için tehlikearz etmeye başladı. Busıralarda AnadoluSelçuklularının başında çocukyaşlarında hükümdar olan il.Keyhüsrev ve II. Keykavus gibikimseler bulunmaktaydı. Bunlaroldukça zayıf şahsiyetliidarecilerdi. Bâbâi isyanı ileiçtimâi bünye hayli zayıflamıştı.Bütün bunları fırsat bilen Baycu,önce Erzurum'u kuşattı ve şehri

yağmaladı. Aradan bir yılgeçmeden Sivas, Kayseri veErzincan'ı yakıp yıktı. Sonrakisenelerde Selçuklular tamamenMoğol hâkimiyeti altına girdi.

Moğollar, Selçuklu ordusunudağıtıp Konya'nın üzerineyürümek istediler. Babamınuyarısını dikkate almayanHarzemşah'ın hatasının bedeliniBelh halk ödemişti. Belh'inbaşına gelenlerin, Konya'nınbaşına da gelmesiniistemediğimden saraya çıktım.

İdarecilerle toplantı üzerinetoplantı yaptım. Savaşın çözümolmadığını, aklıselim ile hareketetmenin halkın yararına olacağıhususunda ikna ettim.Çocukluğumdan kalan acıhatıralarım şunu öğretti ki,savaş barış için, hak için, adaletadına yapılmazsa bir yıkımdır.Kan dökülmesinin engellenmesimümkünse topluma hizmetadına kendinizi öne sürmekzorundasınız. Herkes evineçekilmiş, korkularından titrerken,

camilere doluşup duaya sığınanhalka ümit olmalıydım. Konya'yıve civar şehirleri kurtarmanınmutlaka bir yolu olmalıydı. Bu datarafları müzakere ettirerek ortabir yolun bulunmasıydı. Selçuklusultanı isteğim üzerine Moğolkomutan Baycu'ya mektupyazarak barış teklifinde bulundu.Moğollar Sultanın barışmektubunu olumlu karşıladılar,her sene büyük miktarda haraçalmakla yetinip yağmalama,tahrip ve öldürme işine

girişmediler. Ancak Moğolkomutan Baycu, Konya'yı yakıpyıkmaya önceden yeminliolduğundan sözünün yerinibulması için kale burçlarındanbir kaçının yıktırılması ileyetindi.

Böylece tahrip ve zulümdenkurtulan Konya'ya "Evliyâ Şehri"lakabı verildi. Moğolkasırgasından şehri ve halkıkurtarmada gösterdiğimuzlaşmacı tavırdan dolayı bütünşehrin bana duydukları sevgisi

daha da arttı.

Moğol zulmü karşısında halkaümit vermeye çabaladım. Birisibana sordu:

- Moğollar mallarımızıalıyorlar, ara sıra da bizemallarını bağışlıyorlar. Acababunun hükmü nasıl olur?

- Moğolun aldığı her şey tıpkıtestideki suyun denizedökülmesine benzer. Su testidedurduğu müddet başkasının onu

kullanması doğru olmaz, aksinedavranış gasp olur. Ama aynı sudenize dökülünce, herkes içinhelal hale gelir. Bu bakımdanbizim malımız Moğollar'a haram,fakat onların verdikleri bize helalolur.

- Moğollar ilk önce burayageldiklerinde çulsuzdular. Binekhayvanları öküzdü. Silahlarıodundandı. Şimdi haşmet veazamet sahibi oldular, karınlarıdoydu. En güzel Arap atları veen iyi silahlar onların elinde

bulunuyor?

- Onların gönülleri kırık ikenve kuvvetleri yokken, Allah,yalvarmalarını kabul ve onlarayardım etti. Şimdi ise bu kadarmuhteşem ve kuvvetli olduklarışu anda halkın fakirliği, zayıflığıvasıtasıyla Yüce Allah onlarıyok edecektir.

- Tatarlar kıyameteinanıyorlar "Elbette bir sorgusual günü olacak." diyorlar.

-Yalan söylüyorlar, kendileriniMüslümanlarla bir göstermekistiyorlar, yani biz de biliyoruz veinanıyoruz demek istiyorlar.Deveye "Neredengeliyorsun?”diye sormuşlar."Hamamdan geliyorum"karşılığını vermiş. "Ökçendenbelli" demişler. Eğer onlarkıyamet gününe inanıyorlarsabunun delili hani? Bu günahlar,zulümler ve kötülükler üst üstebirikmiş karlar gibi kat katyığılmıştır. Tövbe ve pişmanlık

güneşi ile bu zulüm yığınlarınıeritmedikleri müddetçe, sözdenibaret bir imanın değeri yoktur.

Moğol işgali Anadolu'da yarımasır kadar sürdü. Moğollar bumüddet zarfında Anadoluhalkına tatbik ettikleri zulüm,haksızlık ve baskılarla, buülkede hafızalardan silinmeyenacı hatıralar bıraktılar.

Moğol zulmünün bir zamangelip son bulacağını, hattaonların Müslüman olup din

savunucuları hâline geleceğinisöyleyerek moralsiz halka umutışıkları verdim.

Hüsameddin Çelebi

Işık renk için varsa, aşık dadenk için vardır. Denklik nedir?

Korkana müjde olmak,sevene sadık olmaktır denklik

Hüsameddin yârenimin aslenUrumiyeli olan ailesi Konya'ya

muhacir olarak gelmişler ve buşehre yerleşmişlerdi. ÇelebiHüsameddin de Konya'dadoğmuştu. Oğlum Sultan Veledile yaşıttır. Onu oğlumdan ayrıtutmadım. Manevi oğlumgördüm. Hatta çoğu onuailemden sanıyordu, o sebebleneslimden gelenleri Çelebiadıyla anar oldular.Hüsameddin'in, "Çelebi"lakabından başka "Ahi Türkoğlu''ünvanı da vardır. Hüsameddin'inbabası Konya ve havalisinde

yurt edinmiş olan Ahi'lerin başıolduğundan kendisini " AhiTürkoğlu" diye çağırırlardı.

Çelebi Hüsameddin'in babasıvefat edince, onu, babasınınyerine reis yapmak istediler.Fakat şöhretin, zenginliğin,mevkiin insana bir şeykazandırmadığını idrak eden budelikanlı, bütün mal varlığınıfakire, gariplere dağıtıp sufilikhasleti ile ve dergâhıma gelipbana tabi oldu. O günden sonrayanımdan hiç ayrılmadı.

Dergâhta kendisine odavermeme rağmen dervişkardeşlerimle kalmak istiyorumdiyecek kadar mütevâzı birgönlü vardı. Nezâketle konuşan,istişâreye kıymet veren yanıhoşuma gitmişti. Elinde süreklidivit, kağıt taşır, ağzımdan neçıkmışsa yazardı. Sonrayazdıklarını bana okur, eksikyanlış yazıp yazmadığınıhassasiyetle kontrol ederdi.Gittiğim her sohbette ÇelebiHüsameddin bulunmazsa,

neşelenmemin imkanı yoktu.Sultan Veled ile birlikteyanımdan ayrılmazlardı. İkizkardeş gibiydiler. Dergâha nehediye gelirse, hepsini Çelebi'yegönderirdim, o da herkesinistihkakına göre onları dağıtırdı.

Mana Deryası KağıdaAkıyor

Dervişlikle âşıklık bir aradaolursa sultanlıktır. Aşkın gamı,

gam değil çok kıymetli birhazinedir. Fakat bu hazine

gizlidir. Ben gönül evini kendi

elimle yıktım, viran ettim.

Çünkü definenin viranedesaklı olduğunu bildim.

bir gün birlikte sohbetederlerken Çelebi bir istekte

bulundu ve:

- Müritler, tasavvuf yolundabir şeyler öğrenmek için yaHakim Senai'nin Hadika (Bahçe)adlı kitabını okuyorlar ya Attar'ınilahiname'sini, Mantık-ut-Tayr'ını(Kuş Dili) okuyorlar. Oysa bizim

de eğitici bir kitabımız olsaydıherkes bunu okuyacak ve ilahigerçekleri ilk elden öğrenecek.

Hüsamettin Çelebi sözünübitirirken, ben sarığımın katlarıarasından bükülmüş bir kâğıtuzattım genç dostuma;Mesnevi'nin ilk on sekiz beytiyazılmıştı:

- Ben başladım, gerisini senyazarsan ben söylerim.

1. Dinle bu neyden ki şikâyet

ediyor, ayrılıklardan bahsediyor.

2. Beni kamışlıktankopardıklarından bu yana,kadın, erkek (herkes) sesimdenağlamakta.

3. Benim gibi delik deşikolmuş bir sine gerek, ki ayrılıkarzu ve acıyı ona anlatabileyim.

4. Kim ki aslından uzakdüşerse, Ona tekrar ulaşmafırsatını kollar.

5. Ben her türlü mecliste

ağlar oldum, iyi halli ve kötühallilerin dostu oldum.

6. Herkes kendi zannıncadostum oldu, içimdeki esrarı hiçmi hiç aramaz oldu.

7. Oysaki sırrım feryadımdangizli değil, fakat ne kulakta, nede gözde o nur mevcut değil.

8. Ruh bedenden, bedenruhtan gizli değil, ancak, herkesbunu görme meziyetine sahipdeğil.

9. Neyin sesi aslında ateştir,hava değil, bu ateşe sahipolmayan yok olsa da kaygıdeğil.

10. Neye düşen aşkınateşidir, yalnızca nefes değil,şaraptaki coşku da aşktandolayıdır, başka bir şeydendeğil.

11. Ney, dostundan uzakkalmış kimsenin yoldaşıdır, onunperdeleri bizim de perdelerimiziyırt mıştır.

12. Ney gibi hem zehir hemde panzehir az bulunur, ney gibisırdaş ve özlem duyan dostbulunmaz.

13. Ney kanlı yollardanbahsediyor,

14. Bu sırların sırdaşı ancakkendinden geçmiş kişidir, dilegereken ise onu anlayan kulaksahibi bir kişidir.

15. Gam ve hüzün içindegeçip gidiyor günlerimiz,

gamlarla yoldaş olup akıpgidiyor günlerimiz.

16. Günler geçip gidiyorsa,korku yok, de ki "Gidin!" Fakatey tertemiz dostum! Sen kal,sen bana yetersin.

17. Balıktan başka her şeysuya doyar, rızıksızın günüuzar, bir türlü geçmez.

18. Ham olan kimse olgununhalinden ne anlar? Öyle ise sözükısa kesmek gerek vesselam...

Hüsamettin okurken ağladı vesarığın ucuyla gözyaşlarınısilerek şöyle dedi:

-Efendimiz koca denizi onsekiz beyte sığdırdınız. Derinanlamlı rumuzlar kullandınız.Birinci beyitte "bu neyden"kastınız ne?

Gizli sırlarını söyleme decihanın; o yanık ney, o yanıkney, o yanık ney... O busesigüzel cananın; öptüğü şey,öptüğü şey, öptüğü şey...

Bir gün, PeygamberEfendimiz (s. a. v.) Hz. Ali'ye birsır verir... Öyle derin bîr sırdır kibu, kor gibi yüreğine çöker Hz.Alî'nin. Ama ondan da kötüsü busırrı kimseyle paylaşamaz. Öylebüyük ve derîn bir sırdır ki;yüreği daha fazla taşıyamazbunu. Hz. A!i bu sırra tahammüledemeyerek nihayet içi boş birkuyuya varıp sırrını onasöylemek mecburiyetinde kalır.Nefesi yettiğince kuyunun içine"Huuuu" diye haykırır. Kuyu bu

sırra dayanamayıp, suçıkarmaya başlar. .. Sulartaşar.. Kuyunun etrafındasazlıklar fışkırır.. Derken..Günün birinde aşığın biri busazlıktan bir kamış koparır...Ona şekil verir. .. Ve aşklaüfler... Kamıştan yaniney'den"Huuuu"diye bir sesçıkar... Ses.. Hz. Ali'ninsırrıdır... Ney sesini duyan Hz.Peygamber:"Ya Ali niçin sırlarıifşa ettin ?"diye sorar. Hz. Ali'de"Ya Resulallah, halktan hiç

kimseye ağzımıaçmadım."cevabını verir.Resulullah:"Ya bu sır nedir, o sırdeğil midir?" buyurur. Hz. Alîdinler, görür ki o sırdır. Hemenözür dileyip "Ya Resulallah dahafazla tahammül edemediğim içinkırda boş bir kuyudasöylemiştim." der. Bunun üzerineAllah Resulü:"İşte bu ney busırları kıyamete kadar söyler."buyurur.

İşte böyle.. Bu sırrı dasadece âşıklar anlar, sadece

aşıklar...

- Beyitte sır, asıl yurt değil miüstadım?

- Aynen öyledir. Ney'in buinleyişini anlamak için onun gibidelik deşik olmuş bir sine gerek.Yani önce Allah varlığınıkendimizde Keşfetmek ve dahasonra O yaratanı arzulayıp O'naâşık olmak gerek. Böylecegöğüs delik deşik olur. Yanmayave feryat etmeye başlar. Hz.Şems bana böyle bir aşkı

aşılamıştı. Ben de ney misaliinlemeye ve feryat etmeyebaşladım.

- Beyitteki "iyi halli" ve "kötühalliler" kimdir?

- Kadın olsun erkek olsun, ikitürlü insan vardır: İç âleminikeşfedip onu arayanlar ve içâlemden hiç haberleri olmayıpsadece maddeye âşık olupdünyalık zevklerine dalıpgidenler. Bu iki zümre de ney'inferyadını dinler ama ondan

anladıkları farklı olur.Maddeciler neyi nefsanîduygularını tatmin etmek içindinlerler. Âşıklara ise ney'in sesimâşuklarından ayrılma gününühatırlatıp ayrılık ıstırabına sevkeder. Şems Hazretleri benim bugibi duygularımı anlamıştı. Onuniçin sırdaşım oldu. Eğer birisininyüzü güneş gibi parlak değilse oyüzünü saklamak için gecekaranlığını tercih eder.

- Efendim, dizginlenemeyendünyalık arzuların çemberi nasıl

dara İti la bil ir?

- Nasıl ki ağzı kapalı oiantesti kirli su üzerinden akıpgiderse dervişliği arzulayan dabu dünyaya fazla dağılmadanöylece akıp gider. Diğer birdeyişle, su gemiye girerse onufelakete sürekler ama gemininaltına verilirse onu yüzdürür vevaracağı yere götürür.

- Efendim bugün bir kişisokakta kin davası güderekkavga çıkardı, kin beslemek

öfkenin esiri olmak mıdır?

- Kin besleyen kişi kin dolukimselerin mezarları yanınagömülür. Kinin asıl kaynağıcehennemdir ve insanın kini iseonun bir parçası olup dinindüşmanıdır. Eğer insan nefret,öfke ve kin üretiyorsa Allah'tanuzaklaşır ve korkarım, dininikaybeder. Allah'ın gazabındankurtulmanın çaresi kendi öfkeniyok etmektir.

- Çoğu insanda geçim derdi,

rızık korkusu var. Bunu nasılgiderebiliriz?

- Bu âlemdeki sıkıntılarıperde olarak gör ve her anrızkın kaynağının Allah olduğunubil. Ahmet'ten, Mehmet'ten rızıkisteme, Allah'tan iste.Sarhoşluğu bile şaraptan veyaesrardan isteme, Allah'tan iste.Bir şey ekeceksen gerçektoprağa (mana âlemine) ek kiorada binlerce ekin meydanagelsin.

- Tasavvufta nefsi terbiyeetmek için nasıl bir yol takipetmeliyiz?

- Nefsini terbiye etmek içinkendi yükünü başkalarınayüklemek doğru değildir. Başolmaya da heves etmemeli, ziradünya tuzaklarla doludur veistekler ise o tuzağayerleştirilmiş tanelerdir.Onlardan sakın. Suçu kendindeara, gölgede değil. Kötüişlerinden dolayı kötü neticelerortaya çıktığında kederine

yüklenme. Şehvet kontrol altınaalınınca akıl daha da genişler.Tıpkı ağacın dallarını kesinceyeni ve caniı dallarını çıkmasıgibi.

İnsanı alçaltan onun doymakbilmeyen benliğidir. Her an biryakınını kırmaya ve bu hoşdünyada hem Allah hem deinsanlara kafa tutmaya hazırdır.Benliğini yok edince ne düşmanıkalır ne de özür dilemekten belibükülür.

-Aziz Sultan'ım! Azgın nefsikontrol altına almak için insan neyapmalıdır?

- Her şeyden önce Allah'ayürekten inanmalıdır. Dilenci deAllah'ı anar ama ekmek için;fakat iman sahibi O'nu yürektenanar. Merkep ot gibi sırtındaKuran'ı taşır fakat onun özündenbir şey bilmez. Eğer birisiyürekten'Allah'derse kalbiparçalanır ve nefsi aradankalkar. Manevî gerçekler senidünyalık şekillerinden kurtarıp

hür yapar. Aşırı dünya istekleriham meyveler gibidir. Hammeyveleri yememek gerekir.Mideyi bozar, insanın asıl gıdasıAllah'ın nurudur ama bazıkimseler toprak hastası olup onugıda sanırlar ve onun vücudagüç vereceğine inanırlar..Yediğimiz her şey neticeitibariyle topraktır.Toprak buvücudu ağırlaştırır; Allah'ayöneliş ise ruhu besler.

- Aşkta ağlamak caiz midir?

-İster bu âlemde olsun, isteröteki âlemde, sevgilisinden uzakdüşene ağlamakyaraşır. Ben degünün geceden ayrıldığı gibiağladım. Sevgilimin gün gibiparlayan yüzünü anarak hepgözyaşlarımı döktüm. Aslındaağlamak sevgilimin hoşunagidiyor, yani O'nun rahmetiniokşuyor. Ben dertlerime vehüzünlerime âşık oldum.Dostumun mutlu olması içinneden bu fedakârlığıyapmayayım ki?

Aslında ağlamak Allah'ınrahmetini coşturur. Hele buağlamak yürekten İse... Yürekağladı mı çocuk misali ağlamalı.Bak buna dair bir hikayeanlatayım:

Belh'te borçla geçinen vevarlığını fakirler için harcayanŞeyh Ahmet Hızrevlihtiyarlayınca ölümünyaklaştığını hissetmiş. Şeyhinöleceğini öğrenen alacaklılarbirer birer onun etrafınatoplanmışlar, Alacaklılar para

derdinde ve çaresiz, şeyh iseutancından mum gibi eriyiptükeniyorrnuş.Tam o sıradadışarıdan çocuk sesi gelmiş,"Helva var, taze helva". Bu helvasesi şeyhi umutlandırmış, "Tezçağırın helvacı çocuğu"demiş.Çocuk içeriye girip helvatepsisini şeyhin önüne koymuş.Şeyh,"Helvayı herkesedağıt"demiş.Tepsi boşalıncaçocuk parasını istemiş. Şeyh,"Evladım bak bütün bu insanlarparayı bekliyor. Param oîsa

onları bekletmem" deyinceçocuk feryat ederek ağlamayabaşlamış. Tepsiyi yere atıp"Keşke bacaklarım kırılsaydı daburadan geçmeseydim" diyebağırmış. Şeyh sesçıkarmayınca alacaklılar daşeyhin bu hareketinibeğenmemişler. Zavallı çocukgeç vakte kadar ağlamış.Allah'ın rahmeti harekete gelinceşeyhin halini bilen zengin birisişeyhe 400 dinar ve ayrıcakâğıda sarılmış yarım dinar

hayrat olarak göndermiş. 8ukerameti gören alacaklılarşeyhin hikmetine hayrankalmışlar ve daha öncekidavranışlarından ötürü özürdilemişler. Şeyh,"Ben Allah'ayalvarmıştım. O bana bir vesilegönderdi. Çocuk ağlayıncaAllah'ın rahmeti coştu. Siz deduanızın kabul olmasınıistiyorsanız çocuk gibi içtenağlayın" demiş.

- Benliğin eline esir olmamakiçin ne yapılmalı?

- Benliğini azaltmak ve içâlemini keşfetmek için şu dörtkuşu yok etmelisin: Ördek,horoz, tavus kuşu ve karga.Ördek hırsı, horoz şehveti, tavuskuşu gösterişi ve karga ise çirkinnefsi temsil eder. Yemek insanımaddeye bağladığı için onu azyemeli. Ey can dostum! Budünyadaki vatandan fazla bahisaçmak da doğru değildir ziraası! vatanımız öteki âlemdir.

"Rızkınız göklerdedir" sözünühatırlayın. O halde neden yere

yapışıp kalıyor insan? Siziyukarıya çağıran her ses, siziyukarıya yükselten sestir amahırslara davet eden ses isevahşi kurdun sesidir. Siziparçalayacaktır. Eğer öncebelalar gözünüzü şaşırtıyorsasonunda yücelikler göze aydınlıkbağışlar. Sonu görebilen göznura ulaşmıştır demektir amaşehvet içinde olan gözlermezardaki gözler gibidir.

Şekillere takılmayın ve manaâlemine yönelin zira mana

şekiller için kanat vazifesinigörür. Mana âlemini bilenlerlesohbet edin, çünkü böylece hemmükâfat hem de dirilik eldeetmiş olursunuz.

- Efendim, dikkatimi bir hususçekti sorabilir miyim?

- Elbette...

- Biraz da "günahlar"meselesine temas etsek nasılolur üstadını? Bir hadis-i şeriftePeygamberimiz şöyle buyuruyor:

" Eğer siz günah işlemeseydiniz,Allah sizi yok eder ve yerinizegünah işleyip, tevbe eden birkavim getirirdi." Burada günahateşvik var diyenlere karşı bircevap mı vardır?

- İlk günahtan bu yanainsanların aklından çıkarmadığı,ancak yüreğinesığdıramadığıdır günah. Hadis-işerifte ümitsizlik içerisindeolanlara müjde vardır. Bu müjdetevbe kapısıdır. Günahsızlık çokistisnadır. Peygamberlerin

haricinde hangimiz günahsızdeğiliz ki? Günah kulluksınavında ayağımızın düştüğüçukurdur. Tevbe bizi buçukurdan çıkaran yardım elidir.Her günah bir tevbe fırsatıdır.İnsanlar geçmişte işlediklerisuçların ezikliğinde acı duyarakyaşıyorlar, bu onlarda buhranhaline gelmiş. Peygamberimiz,korkutan değil müjdeleyendir,zorlaştıran değilkolaylaştırandır. İnsanlarıferahlatması onun görevidir.

Karamsar ruhlara, daralanyüreklere su serpiyor. İştealemlerin efendisi, Rahmet-iMuhammed, cennet-i muhabbetO'dur.

- Evet efendim, gerçek birpişmanlık ceza vekorkutmalardan daha tesirlidir.Cezaların da bir yere kadargücü var, ancak asıl güçtevbede değil mi?

- Mü'minûn Suresi'ndeki şuayet ne kadar güzel anlatıyor

soruyu: "Biz, sizi boşunayaratmadık" Bazıları bu ayetisertlik, kahır mesajı olarakyorumladı. Yanlış yaptılar. Buayette aşk var, sevgi var, lütufkokusu var. Allah diyor ki;"Benim için değerlisin. Ama senbunun farkında değilsin, ben seniboşu boşuna yaratmadım."Hüsameddin yârenim, insanlaralutufla yaklaş, hatalı olan var,suç işleyen var, ayıbı olan var,günahı olan var. Onları müjde ilecezb et. İnsanın fitratı gönlünü

çeken müjdeye meyillidir.Dergahtaki dervişleri ihmaletsem, gaddarca davransam,siz günahkarsınız diye onlarıazarlasam şu anda karıncayıbile incitmekten sakınan budervişler birer şiddet hastası,etrafa zarar veren kendilerinikaybeden birer cani olurlar değilmi? Benim onlardan bir farkımyok ki.

Günahkar hatasını bilendir,hepimiz günahkarız. İçimizde ilktaşı atacak kimse yoktur. Cahil,

adı üzerinde, ilgi ve terbiyedengeri kalmış, mahrum edilmiştir.Onlarla ilgilenmemiz, onlara eluzatmak farzdır. Ahmak olan,bağnazdır ve bağnazlardan uzakdurmak lazım gelir. Bağnaz okadar hastalıklıdır ki toprak bileonu tedavi edemez. Ahmakkimdir? Ahmak, aciz halinealdırmadan güya aklı sıraAllah'a akıl vermeye çalışanküstahtır. Ne var ki ahmak veham olan kimse ilâhi aşkaerişemez. Ona laf anlatmak

mümkün değildir. Bir kıssaanlatayım da bu mesele daha iyianlaşılsın:

Bir gün Meryem'in oğlu İsahızla dağa kaçıyordu. Sanki biraslan onu parçalamak içinkovalıyordu. Birisi İsa'ya sordu:

- Seni kim kovalıyor da senkuş misali uçarcasınakaçıyorsun? Seni ne aslan ne debir düşman takip ediyor. Öyieise bu kaçış kimden?

- Cahillerden (ahmaklardan)kaçıyorum. Lütfen bana engelolma.

- Körlere ve sağırlara şifaveren İsa sen değil misin?Sihirlerden koruyan, çamurdanolan kuşa can veren İsa da sendeğil misin?

- Evet o benim. Kayadanoluşan dağa üfledim çatladı,parçalandı ve dağıldı. Ölüyeüfledim, canlandı. Yoktan birşeyler var ettim ama ahmağın

gönlüne sevgiyle üflediğim haldenetice alamadım. Sert kaya olduveya kum oidu da hiçbir tohumbitmedi. Şeklinde açıkladı.Adam tatmin olmayıp:

- Peki Allah'ın adı her şeyietkiliyordu ahmaklığı nedenetkilemiyor?

- Ahmaklık Allah'ın kahrıdır,ani körlük, sağırlık gibi birhastalık değildir. İnsan bu türhastalıklara acır ama ahmaklıkinsanı yaralar, zira o Allah'ın

programladığı vasıftır. Çaresiyok diye açıkladı.

- Efendim, cennetin kokularıdudağınıza sinmiş gibikonuşuyorsunuz.

- Eyvallah! O iltifat söyleyeneşamildir.

- Efendim, insanların çoğuölümden korkar. Bunun sebebinedir?

- Ölümün yüzü herkesin kendirengine göre şekil alır. Düşmana

göre düşman gibi olur. Dostagöre dost gibi gelir. Yusuf'ugören herkes canını feda ederfakat kurdu gören ise doğruyoldan sapar. O halde ölümdendeğil, kendinden kork. Aslındatövbesiz bir hayat varlığına zararverir ve bu şekilde ölmekAllah'tan uzaklaşmaktır. Hayatve ölüm Allah'la birlikte hoştur.Bilal-i Habeşi öleceğine yakınzayıflıktan hilal gibi incelmiş veölümün rengi yüzüne vurmuştu.Karısı bu halini görünce "Eyvah,

mahvolduk!" deyince Bilal"Hayır, mutlu ve şen olduk."dedi."Yaşarken heptenmahvolmuştum ama sen ölümünasıl hayat olduğunu bilmediğiniçin kaygılanıyorsun." Bunusöylediğinde Bilal'in yüzü lâleler,nergisler ve gül yaprakları gibicanlanmıştı birden.

- Efendim biraz da aşkbahsine girsek...

- Aşkı açıklamak ancak aşklamümkündür, çünkü aşkı

açıklamada akıl çamurasaplanmış bir merkep misaliçaresizdir. Her ikisi dünyalık vemecazî aşk Allah'a yönlendirdiğiiçin değerlidir. Güneş kendivarlığının delili sayılır ve sanaeğer delil gerekiyorsa ondanyüzünü çevirme. Gerçek aşkdaima canlıdır ve insanıgoncadan daha taze tutar.

Mecazî veya İlahî aşkıanlatmak veya anlamak sonderece zordur. Ney gibi içimizibenlikten boşaltmak ve onun gibi

göğsümüzün delik deşik olmasıgerekir. Tabii ki ilk olarak bizialdatan bu hilekâr nefistenkurtulmamız lazım. Bir an içindahi bu nefsimiz hapis edilirsebütün peygamberlerin ilmi zahirolur ve herkesin talip olduğu osurat bizim idrak aynamızdabelirginleşir. Bir kere insan O'naâşık oldu mu artık O'nun içinağlar ve O'nun yüzünü görmekiçin çırpınır. Ben her iki âlemdeağlarım, zira sevgilim ağlamamadayanamıyor. Neden gecenin

güne erişmek istediği gibi O'nakavuşmak için ağlamayayım?Aslında O'nu mutlu etmek içinacılarıma ve dertlerime deaşığım. Her şey, aslında,ölüdür. Diri (Hayy) olan isesevilendir, Allah'tır.

Nerede olursak olalım daimaAllah'ı sevmeye yönelmeli veO'na âşık olmalıyız. Âşık oiuncamezarda, mahşer gününde vehatta cennette aşk hep seninleolur. Allah'ın aşkından başka herşey, şeker gibi tatlı da olsa,

cana ıstırap vericidir. Canaıstırap vermek veya ölümeulaşmak de ne? Aslında hayatsuyuna el atmamaktır. Aşkhayra veya şerre de vesile olsaondaki amaç ve gayretönemlidir. Gayret ulu amaçlariçin olmalıdır. Atmaca bembeyazve değerli de olsa fareleriavlarsa değeri on para olur amabaykuş olduğu halde amacıŞah'a ulaşmaksa o atmacalarınkralı demektir.

Allah âşıklarına gelen gamlar

ve kederler kem gözlerdenkorumak içindir. Her an ona aitolana ve akıl ile can O'nunhâzinesinin bir tek incisine canverene âşık ol. Kimin sırtınıgüneş ısıtıyorsa onun yüzü hiçdeğişmez ve o ne kimsedenkorkar ne de çekinir. Ruhunuzdaaşk ateşini yakarak sözleri vesatırları alevleyip, küle çevirin.Âşıklar her an yanar ve viranolan köylerden vergi alınmadığıgibi onlara sorgu sual dasorulmaz. Kabe'de secde

resmiyeti yoktur. Eğer dalgıcınayakkabısı yoksa ne çıkar (oyine de suya dalar).Sarhoşlardan yol sorulmaz vekendi elbisesi yırtılmış olanlarayama için elbise götürülmez.

- Efendimiz, bazen Allahyalvarışlara hemen cevapvermez. Bunun sebebi nedir?

- Birisi "Allah" deyince onundudağı tatlanırdı. Şeytan ona,"Ey çok konuşan herif! Bu kadarAllah demene karşı O'ndan

hiç'buyur kulum' diye bir cevapduydun mu? Zavallı adamŞeytanın bu sözlerine çoküzüldü ve ağladı. RüyasındaHızır göründü ve ona, "NedenAllah demeyi bıraktın?" diyesorunca adam, "Bana O'ndanhiç cevap gelmiyor. Neyapayım? Sonra O'nunkapısından kovulmaktankorkuyorum, "dedi. Hızır,"Senin'Allah'demen zaten O'nun"Kulum ben buradayım"demesidir. Senin niyazların,

yakarışların ve dertlerin hepsiO'na haberci olarak ulaşır."deyip adamı teselli etti. Allah heran hazır ve nazır olduğu içinO'nun cevap vermesi gerekmez.Kelimesiz ve sessiz duygularhep O'na ulaşır.

- Gönüller sultanı efendim!Veli ile normal insan arasındabaşlıca ne fark vardır?

Sahte sufiler ve dervişleritanımak gerekir. Gerçek sufimaddeden arınmak ister,

gösterişli cübbelere (kıyafetlere)gönül vermez. Onun amacıarılıktır. Oysaki sahte sufigösteriş ve güzel (pamuktanyapılmış) cübbelere düşkün olupterzilere gider. Sahte şeyhiereitibar etmeyin. Aslan postugiyinmiş çakallar gibidir onlar.Aslanlar (gerçek erenler)ortayaçıkıp onları test edince neoldukları ortaya çıkar. Bizimgibi, şehvet sarhoşluğundankurtulun ve devenin geçicisarhoşluğundan ders alın ve

kalıcı sarhoşluğu seçin. Göktengelen bir tek kadeh canışaraptan ve dünyalık dostlardankoparır atar. Tatls suyutatmadıkça bu bulanık acı su,tatlı ve gözün nuru kadar hoşgörünür.

İçinde mehtap (Allah nuru)parlayan gönül, arifler içinAllah'a açılan kapı gibidir. Onlariçin kapı iken bazıları için duvarveya kimi için taş, dostlar için isecevher olabilir. Senin aynadagördüğün nesneleri erenler

tuğlada seyrederler. Erenlerinvarlığı bu âleminyaratılmasından da eskidir vevar olmadan önce Allah'ıncömertlik denizindebulunmaktaydı.

Hüsamettin dostum! Hersakallı ve nurani görünüşlü kişiyide ermiş sanmak doğru değildir.Dünyada beyaz sakallı, yaşlıkimseler çok vardır ama bunlararasında sakalı beyaz ve gönlükara insanlar da mevcuttur.Dikkat etmek gerekir. Akıl ne

sakalda ne de ağarmışsaçlardadır. Akıl piri (yaşlı veermiş kişi) aranmalıdır. Dargörüşlü ve gözleri bağlı olan içino ak saçlar olgunluğun ifadesiolabilir. Taklitçi, aksakallının tekdelili görüntüdür fakat taklitperdesini terk etmiş eren ise herşeyi Allah'ın nuruyla görür.

Kur'an'ın anlamını Kur'an'danve nefsini yok edenden sor.Heveslerini ve nefsini yok edenkimse Kur'an'da yok olup ruhuda Kur'an olmuştur.

- Pîrim tasavvufbereketinizden nasiplensek,tasavvufu nasıl anlamalıyız?

- Tasavvuf kelimesindeki herbir harf ilahi aşk yolunun birdurağıdır. Tasavvuf, Tevbe,Safâ,Velâyet, Fenâdır.Tevbekapısını Hz. Âdem araladı, Safâçölünü Hz. Hacer adımladı,Velâyet Hırkası'nı Hz. Aii taşıdıve Fenâ'nın tadını Miraç'ta Hz.Muhammed Efendimiz yaşadı.

Tasavvuf sekiz temel üzerine

kurulmuştur. Birincisi;cömertliktir. Bu İbrahim (a.s)'ınsıfatıdır. İkincisi; rızadır ki, buİshak (a.s)'ın sıfatıdır.Üçüncüsü; sabır'dır ve Eyyüb(a.s)'ın sıfatıdır. Dördüncüsü;işarettir ki (Allah'ın herhadisedeki rolünü bilmek),Zekeriyya (a.s)'ın sıfatıdır.Beşincisi; kurbettir ki (yakınlık),Yahya (a.s)'ın sıfatıdır.AStıncısı; tasavvuftur ki (manayolculuğu), Musa (a.s)'ınsıfatıdır. Yedincisi; fakirliktir

(kulluğu bilmek) ki İsa (a.s)'ınsıfatıdır. Sekizincisi; aşktır ki, buda Efendimiz Hz. Muhammed(s.a.v)'in sıfatıdır.

Tasavvuf Cenab-ı Hakk'ın birkulunu nefsinden öldürüpkendisiyle diri kılmasıdır.Tasavvuf dedikodu ve laflaolmaz, maddî alışkanlıklara veaşırı isteklere açlık ve sevilenşeylerin terk edilmesi ile olur.

- Efendimiz verdiğinizbilgilerden hem yararlanıyorum,

hem de onları dikkatlice kalemealıyorum.

- Sizin himmetiniz ve teşvikinizolmasaydı Mesnevi yazılamazdı.Bu kutsal görevi canla başlaüstlendiğiniz için sizeminnettarım.

- Estağfurullah, efendim.Burada bulunan dostlar ve bensohbetinizden çok yararlanıyoruzve aynı şekilde gelecek neslinde istifade edeceğinden şüphemyoktur. Müsaadenizle aldığım

notlan temize çekmek istiyorum,size nüshaları getireceğim.

Hüsameddin ertesi günnüshaları alıp geldi:

- Efendim, dervişleriniz sizdenöğütler istemektedir.Müsaadeniz olursa çağırayımgelsinler, tavsiyelerinizdennasiplensinler.

- Buyursunlar, banamemnuniyet verir dervişleriminhasbıhali. Dervişler gelip

etrafımda oturdular, önce onlaraöğütler verdim:

- Yârenlerim öğütlerime kulakdeğil yürek verin: Siz aşkyolunda yürüyen yo!kardeşlerisiniz. Aşk yolundaolanlar başkaların haklarınariayet etmede son derecehassas olmalıdır.

Hz. Ali ortalığın sıcaktankavrulduğu bir gündearkadaşları ile birlikteyürüyorlardı. Yakın dostlardan

birinin bağının yanındangeçerken, yanındakilerden birisiağaçların altında gölgede birazoturup dinlenmeyi teklif etti. Hz.Ali "yapamam"diye cevap verdi.Arkasından sözüne şöyle devametti:"Bu bağın sahibi daha öncebenden bir miktar para ödünçaldı. Onun, bana borçluolmasından dolayı mihnetaltında kalmasını ve onunbağında gölgelenme hakkımolduğunu sanmasını istemem."

Birbirinizin hatırını gözetin.

Birbirinize hürmet gösterin.Saygı, sevginin emzirdiğibebektir. Birbirinize karşıgösterişten sakının. Riya büyükbeladır.

Vaktiyle bir derviş, birRamazan akşamı iftaradavetliydi. Derviş, yatsıya yakınevine döndü ve karısındanmümkünse kendisi için sofrahazırlamasını istedi. Karısı:

- Sen davette değil miydin?Ne yemeği?

- Sorma! Çok yersemarkamdan 'Halis derviş değilmiş'diye konuşmalarından korktum,pek bir şey yiyemedim.

- Tamam. Sen şu akşamnamazını kıl da ben o aradasofrayı hazırlayayım.

- Ama, ben akşam namazınıorada kılmıştım.

- Sen arkamdan kötükonuşurlar diye pek yemekyiyemediğine göre, arkamdan iyi

konuşsunlar diye namazı dauzatmışsındır. Hadi, akşamnamazını bir daha kıl iver de oarada sofrayı hazır edeyim.

Rivayet edilir ki hanımının buikazından sonra dervişin aklıbaşına gelmiş ve riya derdindenkurtulup halis bir derviş olmuş.

Beklentisi olmayanın hayalkırıklığı olmaz. Aşkın kapısınavarmayanın yarası asla olmaz.

Durduk yerde sürekli:

"Afiyet, afiyet... " deyipdurmasıyla meşhur bir sufivardı. Günlerden bir günkendisine:

"Neden hep böyie deyipduruyorsun?" diye sorduiar.Adam:

"Ben eskiden hamaldım"diyerek anlatmaya başladı: "Birkeresinde çok ağır bir unçuvalını yüklenmiştim, istirahatetmek için çuvalı bir yerekoydum. O sırada:

'Yâ Rabbii Her gün banaçalışmadan iki ekmek versenonunla yetinirdim'dedim.

Tam bu esnada kavgayatutuşmuş iki adam gördüm.Aralarını bulayım diye koştum,yanlarına vardım. Kavgaedenlerden biri diğerine vurmakiçin eline aldığı şeyi benimbaşıma vurdu, yüzümü kanattı.

Bu sırada zaptiyeler geldilerve bu iki kişiyi yakaladılar. Kanabulanmış bir vaziyette görünce,

bu da kavgacılardan diye benide yakalayıp zindana attılar.

Zindandayken bir gecerüyamda bir adamın bana şöyleseslendiğini duydum:

'Yorulmadan her gün ikiekmek bana yeter demiş, fakatafiyet istememiştin. A! işte, Allahistediğini verdi.'

Bu sırada uykudan uyandımve:

'Afiyet isterim, afiyet!'

demeye başladım. Derkenzindanın kapısının çalındığınıve:

'Hamal Ömer nerede?'diyebağırıldığını duydum. Birazsonra beni zindandan dışarıçıkarıp serbest bıraktılar. İşte ogünden beridir, Rabb'imden hepafiyet istemekteyim..."

Ruhundan iki şeyi sök at:bencillik ve imansızlık. Cömertliksadece verdiklerinizle değilverdiğinizin değeri ile anlaşılır.

Çöpe atacağını vermekcömertlik sayılmaz. Verdiğikıymetinden anlaşılmalı.Verdiğinden pişmanlık duyma,yeterince dağıtmadığındanpişman ol.

"İnsanın aşkını artırarak, onuHakk'a ulaştırmayan bilgidenbeter işkence yoktur! "İyi,kötü'diye insanları ayıranları aşkıslah etsin!"

Horasan sufilerinden Şakîk-iBelhî, tevekkülüyle meşhur bir

zattı.

Şakîk'in zühd hayatınaatılışının sebebi olarak şuhadiseden bahsedilirdi:

Bir kıtlık senesi, Şakîkoynayıp eğlenen, şen ve şakrakbir köle gördü. Bütün halk geçimderdinde iken, kölenin böyleneşeli olması Şakîk'in garibinegitmişti.

Köleye:

"Bu neşe ne

böyle?"dedi."Halkın kuraklıktanve kıtlıktan çektiği sıkıntıyıgörmüyor musun?”

Köle:

"Bundan bana ne?" diyecevap verdi. "Efendimin hususîbir çiftliği var, ambarı da geniş.Muhtaç olduğumuz her şeyiburadan tedarik ediyorum."

Bunun üzerine Şakîk intibahageîdi ve:

"Şu işe bakın ki efendi fakir

bir mahlûk iken köle onagüvenerek rızık kaygısıçekmiyor. Ya Mevlâsı zenginolan bir Müsiümanın rızıkkaygısı çekmesi ne dereceuygun olur?"

İşte o günden sonra insanlar,Şakîk'i diilere destan birtevekkül hâlinde bulacaklardı.

Şakîk, tevekkülden sözaçılınca:

"Bir insanı tanımak isterseniz,

bir Hakk'ın, bir de halkın onavâdettiği şeye bakın. Adam buiki şeyden hangisine kalbendaha fazla güveniyor?" diyesormasıyla meşhurdu.

Vefanın YürüyenTimsali: Konevî

Biz cümle dertlerin devası,çaresizlerin çaresiyiz.

Savaşta Hz. Ali’ninZülfikâr’ıyız. Biz Hz. Ahmed’ın

tevhid müjdesini vermedeyiz.

Hz. İsâ gibi

çocukken beşikte konuşmayabaşlamışız.

Asıl ismi, Muhammed b. İshakb. Muhammed b. Yusuf b. Aliolan Sadreddin Konevî, benimleaynı yıllarda doğmuştur. Üveybabası Muhyiddin İbnü'l-Arabî'dir. Doğum tarihimiz gibiyaşadığımız şehir de aynı olanSadreddin Konevî, Tasavvufîilimlere vâkıf olup, bilhassahadis ilmindeki derinliği ile

tanınmıştır. BaşlangıçtaSadreddin ile aramız iyi değildi.Kendisi, beni beğenmeyenlerinsözlerinin tesirinde kalmıştı.Üvey babası Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin düşüncelerini benimserbaşka görüşlere pek önemvermezdi. Şehirdeki moüalar'da,benimle Muhiddin Arabî'yiyarıştırmaya kalkışırlardı. HattaArabi'nin yaşadığı zamanıdikkate almadan sanki kendisi ilegörüşmüşüm gibi "Mevlânaondan etkilenmiştir." derlerdi.

Bense bu zannı çürüttüğümden,beni Konevî île karşı karşıyagetirmeye çalışıyorlardı. Birkeresinde onları ikaz ettim "Hakâşıkları hayırda yarışırlar,Konevî benim kardeşimdir vebenden daima ilerdedir." Busözümü duyan Konevî mahcupolmuş ve gördüğü rüyalarınsonucunda beni ziyarete gelerekhelallik almıştır. Sadreddin, birrüyasında kendisini benimayağımı ovarken görür. Budurum hayretine giderse de

rüyasında devam ile benim,kendisine şöyle dediğimi deişitir:"Canın sıkılmasın, bu işlerböyledir, bazen siz bizimayağımızı bazen de biz sizinayağınızı ovarız. Bizim aramızdabirlik vardır, yabancılık yoktur."

Medreselerdeki hocalarsemânın haram olduğunu,yasaklanması gerektiğinisöyleyip ısrar ile ondanfetvalarına destek beklerler.Sadreddin'in cevabı şöyledir:

"Bana inanıyorsanız,Mevlâna'ya birazcık saygınızvarsa bu işe müdahale etmeyin,velîlerden yüz çevirmekuğursuzluk getirir. Velilerin butürlü hâlleri peygamberlerinsünnetleri mesabesindedir.Allah'ın işareti olmadan onlardanbir şey sâdır olmaz."

Sadece caiz görmeklekalmayıp, başka bazımutasavvıflar gibi, SadreddinKonevî'nin de semâ ettiğihakikattir. Hatta bizzat kendi

zaviyesinde semâ toplantılarıyapmıştır.

Bir gün Sadreddin ve bir grupileri gelen mollalar ile Merambağlarında gezintiye çıkmıştık.Ben topluluktan ayrılıp birdeğirmene gittim. Geridönmeyince beni aramayakoyulurlar. Nihayet benideğirmen taşı üzerinde semâederken buldular. Onlaradöndüm ve değirmen taşınıkastederek: "Allah hakkı içinSübbûh, Kuddûs diyor." dedim.

Sadreddin tasdik edercesine:"Ben ve Kadı Sırâceddin o andahissedilir bir şekilde değirmentaşından 'Sübbûh, Kuddûs'sesinin kulağımıza geldiğiniduyduk." dedi.

Konevî ile hadis sohbetleriyapardık. Bir defasındasohbetimizin derinliğinden vaktinnasıl geçtiğini anlamamıştık.Bana sordu:

-Beni nasıl görüyorsun?

-Mümin müminin aynasıdır.Bir gün Peygamber Efendimizarkadaşlarıyla otururken EbuLeheb meclise giriyor veEfendimize:

-Yâ Muhammed birçok yerlerigezdim, senden daha çirkininerastlamadım.

-Doğru söylüyorsun EbüLeheb.

-Herhalde dünyanın en çirkinisensin.

-Haklısın Ebû Leheb.

Biraz sonra Hz. Ali içeri girerve tevafuk bu ya, o da:

- Yâ Muhammed bu dünyadasenden güzelini görmedim.

- Doğrusun, Ali.

- Sana baktıkça içime huzurdoluyor.

- Doğrusun Ali. deyince, bukonuşmalara şahit olan oradabulunan sahabe:

-Yâ Resulaliâh, biraz önceEbû Leheb geldi "Ne kadarçirkinsin." dedi. "Doğrusöylüyorsun." dediniz; şimdi Aligeldi "Ne kadar güzelsiniz." dedi.Ona da "Doğrusun." dediniz.Hikmeti nedir? Diye sorunca,Efendimiz de:“insan insanınaynasıdır. Kişi kendisi nasılsa,karşısındaki insanı da öylegörür" buyurarak, birbirimizehangi gözle bakmamızgerektiğini açıklamıştır.

- Haklısın, doğrusun Mevlâna

dostum. Biz Kalpleri kırılmış,gamlara düşmüş kişilere dostolmaya, onların gamlarını,kederlerini paylaşmaya gelmişiz.

- Biz altın gibi birkaç kimseninöz malı değiliz. Biz ummanlargibiyiz madenler gibiyiz; biz buâlemde herkesin malıyız. Horgörülenleri, toprağa düşenleriayaklar altında ezilenleri, gülbahçesine getirelim, onlaraneşeler bahşedelim diye budünyaya gelmişiz.

5 Aralık 1273

İstersen beni ateşlere at, ateşbana ne yapabilir?

Ben değil gönüllere, göklerebile aşk ateşi attım,

onları tutuşturdum, yaktım,yandırdım.

Konya soğuk. Kar kaplamışher yanı. Benimse içimde hiçsönmeyen bir ateş. Yalımlarıdev alevler. Şu anki hayatım,saatlerce sessiz kalmak vehatıraların geçişini seyretmek.Yavaş hareket eden bir selinyolunda yuvarlanan ağır birkayanın göğsüme düşüp benisürüklemesi gibi bir şey...Hatıralar birbirinin tekrarı, hiçbirinin yeni bir mesajı yok.Şems'imin kokusu kokanhatıralara sarılıp uyumaya

çalışıyorum her gece. AklımdaŞems, fikrimde Şems.

Şems'in ardından yirmi dörtsene geçti. Yirmi dört sürgünçölünde Şems'siz kalmışım.Mazimde sessiz ve hasret doluyirmi dört çöl var. Gitmeliyim.Şemsimi özlemişim. Ölümgecem gelmeli. Bir an biledurmamalıyım. Zamandır bu,zamanın merhameti olmaz. Yirmidört çölü kat ediyorum, ayağımkan revan. Günler kum, kumlartuz dolu. Yürüyorum nefes

nefese, ayaklarım şişmiş,dudaklarım susuzluktançatlamış, ağlamaktan gözlerimkızarmış. Artık adım atacakhâlim kalmamış. Üşüyorum,dizlerimin bağı çözüldü. Neyapacağımı bilmiyorum.Bilemiyorum. Güneşim bekle,sana geliyorum.

Gecedir. Soğuk ayazçatılardaki kiremitleri çatlatacakkadar buz kesmiş havadır. Yatsınamazını kıldıktan sonra YâsînSuresi'ni her gece olduğu üzere

okur Mevlâna. Şems'ten yadigarkalan kehribar tesbihi avucunaalır. Şemsin o teşbihi hediyeettiği ânı düşünür. Derin bir âhçeker. Oracıkta uyuya kalır.Gördüğü rüya ile uyanır:

Duvarı tuğla mozaik yazılarınsüslediği bir bahçede Şemselleri göğsünde bekliyordu.Mahzun bir şekilde bahçedekirengârenk çiçeklere bakıyordu.Duvarın üzerinden bahçeye birsarı ışık süzüldü, ışığın çimleredeğdiği yerde kırmızı güller

açıyordu. Bahçe neredeysekırmızı gülerle dolmuş, taşmıştı.Bir ayak sesi duyuldu. Şemssesin geldiği yöne doğru baktı.Gelen Kimya'ydı. Süt beyaz birelbise içerisinde tebessümederek yaklaşıyordu. Şems hiçde oralı değildi. Kimya yereeğildi, bir kırmızı gül kopardı.Şems'e uzattı. Şems kafasınıkaldırarak, Kimya'ya şöyleseslendi: "Mevlâna'm kokmayangülü neyleyeyim".

Kan ter içerisindedir.

Yatağından yavaşça kalkar.Mumu arar, bulamaz; kandiliarar, kandil her zamanki yerindeyoktur. Elleri titreyerek taşduvarlara tutuna tutuna Şemsindergâhta yaşadığı odaya gelir.Dermanı kalmamıştır. Son birgayretle "Bismillah" çekerekkapının kilidini açar. İçerigirdiğinde odanın taş duvarları,acem kilimi, tahta sedir ne varsaŞems kokmaktadır. Parmaklarıile yattığı döşeği okşar,oturduğu minderi sıvazlar.

Rahlenin üzerindeki Kur'an-ıKerim'i alıp koklar. Diz çökerkilime Kur'an-ı Kerimi açar:"ize'ş-şemsü küvvirat...""Güneşdürüldüğü zaman, Yıldızlarkararıp döküldüğü zaman,Dağlar yürütüldüğü zaman, onaylık gebe develer başıboşsalıverildiği zaman, vahşihayvanlar bir araya toplandığızaman, denizler tutuşturulduğuzaman, canlar birleştirildiğizaman... (Tekvîr 1-7)Avucundaki teşbihi rahlenin

ucuna asar ve doğrulmayaçalışır.Tam o esnada duvaraasılmış bir levha gözüne çarpar.Daha önce olmayan bir levhadır.Yirmi dört yıldır sayısız kere buodaya girmiştir ancak bu levhayoktur. Sanki bir gece önceasılmış gibi. Yaklaşır levhaya.Titrer dil. Terler alın. Kısılır göz.Levhada yazılanları okur, feryatkopar, figan çatlar. Ağlamaktançatlamış damarlardan yaşlarboşalır. Levhadaki yazıyıgözyaşları ile tekrar ederek

odadan dışarı zar zor çıkar.Okuduğu yazıyı mırıldanarakkarla kaplı taş zeminesendeleyerek yüz üstü baygındüşer.

Sabah ezanını okumak içinyatağından kalkan Bilal Derviş,avludaki çeşmenin donduğunugörünce, matbahtan abdestalmayı düşündü. Matbahın girişkapısına yaklaşırken sağ tarafagayri ihtiyarî baktığında Şems,odasının kapı önünde zemindebirisinin yattığını gördü. Koşarak

yatanı kaldırmaya çalışırken negörsün, beyaz sakalı buz tutmuşsoğuktan çenesi kilitlenmişMevlâna Pîr'idir yatan. Sesiçıktığı kadar bağırarakdergâhta uyuyan herkesikaldırdı. Dervişler SultanVeled'in odasına koşup kapıyıyumruklayarak uyandırdılar.Sultan Veled destur çekipolanları öğrendiğinde apar toparbabasının yanma koştu. İkiderviş kucaklarına baygın vesoğuktan donmuş babasını

odasına doğru taşıyorlardı.Ağlayarak babasını kucağınaaldı, sakalını öpüp soluğu ileyüzünü ısıtmaya çalışıyordu.Kerra Hatun yalın ayak yetişti,efendisinin hâlini görünce kendinikaybederek üstünü başınıyırtmaya çalıştı. Mevlâna'nınvefat ettiğini sanmıştı. Elleri iledizlerine vurarak "Meded YaAllah," diye feryat ediyordu.Sultan Veled ne yapacağınışaşırmıştı, kucağında babası,avluda dizini döven annesi. Eşi

Fatma Hatun'a annesinisakinleştirmesini tembihleyerekbabasını yatağına taşıdı.Mevlâna zangır zangır titriyor vezar zor olarak dudağın açıp"levha, levha.. ."diyordu. SultanVeled, babasının ne demekistediğini anlayamamış, hayretile babasının üzerine kat katyorgan örtülmesini ve AbdullahHekimin acilen çağırılmasınıistedi. Dervişler hekimiçağırmaya giderken, KerraHatun içeri girdi. Döşeğin

kenarına oturup eşinin alnınaelini koyarak ayetler okumayabaşladığında, Sultan Veled BilalDerviş'ten vaziyeti öğrendi veŞems'in odasına girdi. Odadabir tuhaflık yoktu. Şems'inşehadete yürüdüğü akşamdanbu yana içeriye kimseningirmesine izin vermeyen babası,bazı geceler bu odaya giriyor vesabaha kadar çıkmıyordu.Sultan Veled babasını birkaçkez takip etmiş ve odanınpenceresine çömelmiş, içeriden

babasının ağlama sesine kendisiduvar kenarından dışarıdansessizce eşlik etmişti. Odanınkıble duvarındaki levhayı farketti. Okumaya başladı.Babasının neden "levha,levha..."diye sayıklamayaçalıştığını anlıyordu.Hıçkırıklarla yazıyı okudu:"İstemem! Bilinmesin mezaryerim. Dikilmesin mezar taşım!Bu topraklarda aşk soluğu ilecehennemleri söndürmek içinyaşamış bir garip Şems yatıyor

desinler yeter!"

Levhayı dikkatice yerindenalıp, babasının odasındakisandığa yerleştirdi, Şems'inkanlı feracesinin yanına koydu.

Şeb-i Arûs'a Doğru

Zulmün ateşle dansıydıçıldırtan

Sabır gecelerine sığınansuskunluğumu...

Hangi büyük fırtınauyandırabilir sarhoşluğumdan

Başka hangi mahşersarsabilir

Aşkın gözyaşlarındansırılsıklam ruhumu?..

Şimdi benim işim yolculuktur.Yalnız başıma ağır yükten ikibüklüm, kemiklerim ağrıyarakgidiyorum. Bu dünyada hiçkimse bir senenin kaç bin asırolduğunu bilmiyor. Öyle senelervardır ki ebedidirler. Benimiçinse sanki hep vardı buseneler. Şems'im şehit olup

aşkın makamına yürüdü yürüyelitam yirmi dört sene, yirmi dörtbin asır geçti sanki. Şems'sizliğenasıl dayandığımı kimsebilmiyor. Gitme vakti geldi oğul.

Bu gece ne kadar yorgunum,iliklerim bedenimden tel telsökülüyor. Soğuk bir terlemealnıma yapıştı. Şu anda yataktayatan cesedimdir. Siz bir cesetlekonuşuyorsunuz. Şu dışarıdakikadınlara seslenin, ağıt yakmayıbıraksınlar. Bana kudüm sesiverin. Kudüm kıyametin

mûsikîsidir. Kıyametimyaklaşıyor. Ölüme sevinçleyürüyorum. Gelen benim Şeb-iArus'umdur. Düğün geceme ağıtdeğil mûsikî yakışır.

Evladım, Sultanım, sana adveren dedenin dediği gibi,"Allah'ın işleri insanların işinebenzemez. "Beni seven, benimiyiliğimden değil, Allah içinsevmiştir. Allah'ıma kavuşmayıferyat figan ile kirletmeyin.Benim ölümüme değil, doğumgünüme gözyaşları dökün. Günü

gelir, ağlamadığınız güneağlarsınız."

Kızı Kimya Hatun'un vefatındagözyaşlarını sildiği işlemelibeyaz mendili avucunda yumaketmiş şekilde ağlayarak oturanKerra Hatun;

- Ey eşim, ömür arkadaşım.Duam odur ki Rabb'im benimkalan ömrümü sana versin, senyaşa ben öleyim.

-Âh... Beni anlamamışsın,

yanarım da buna yanarım.Gerçekten ve içten budüşüncede olduğunainanıyorum. İncesin veletafetlisin ey sürmeli çiçeğim.Bil ki benim hoşnutluğumudiliyorsan, sevgiliye kavuşmamıgeciktirecek dualar okuma.Ömür dediğimiz bir rüyadanibaret değil mi? Kimi rüyalarsene sene geçiyor, bazıları fasılfasıl... Bazı rüyaları ay ay,kimilerini de hafta haftayaşıyoruz. Sene sene geçen ile

an an geçenin arasındagörünüşte fark var gibi amaömrün takvimi olmuyor. Aşkınhakikatine eren için vuslatmiladıdır. Müsaade edin,ömrümün rüyası sona ersin,hakikate uyanayım.

Sultan Veled içeri müsaadealarak girdi:

- Babacığım, müsaadebuyursanız, Konya ulemasıgeçmiş olun ziyaretine geldiler.

- Oğlum, gelen hoşnutlukgetirmiştir, buyursunlar.

İçeriye tek tek giren âlimlerselam verip sedire oturdular.Kısa bir sessizlik sonrası,Sadreddîn Konevî:

- Üstadım, Efendimiz,biliyorum ki ölümden korkmuyor,ölüme aşkın makamına şevklekoşuyorsunuz. Ancak bizsevdiğimiz Pir'imiz için camilerdecemaati duaya davet etmeyidüşündük.

- Seni yetiştirenlerden Allahrazı olsun dostum, güzeltemennilerinize teşekkür ederim.Ölüm bana hazır mıdırbilemiyorum, ancak ben onahazırım. Aşk, benim en azizvarlığımdır. Aşk karşısında hertehlike küçüktür. Aşk ile her dertkolaydır. Aşkın dermanı eceldir.Aşk varsa her cihad mutlulukturve her ölüm hayattır. Beni böyleyetiştirdiler, ben böyleyim. Genişyeryüzü oldukça dardır. Benyeryüzünü ateşle yaktım yakalı,

mavera yuvasına akan suyum,bırakın yatağımı bulayım.

"Allah 'ım, sanaşükrediyorum, bütün ömrümüsenin zikrinle, isminle ve seninyolunda geçirmeme izin verdiğiniçin şükrediyorum. Beni ömrüharap olanlardan eylemediğiniçin sonsuz teşekkürler! Allah'ım,bana ikramından dolayışükrediyorum, senin aşkına visalolmamın sebebi olan TebrizliŞems kulunu bana gönderdiğiniçin teşekkür ediyorum. Dilim

sana hakkıyla şükretmektenaciz. Azametin karşısında secdeediyorum. Gözyaşlarım veşükrüm sana olsun ey büyük vemerhametli Allah'ım!Rahman'sın, aşlamsın;Rahim'sin, muradımsın.

Sadrettin Konevî, HüsamettinÇelebi, Sultan Veled ve eşiKerra Hatun, Mevlâna'nın sonnefesini verdiği ana kadar onuyalnız bırakmamayaçalışıyorlardı. SadreddinKonevî:

- Pir'im siz âlimler kutbu birbabanın evladı olarak babanızınemanetini layıkı ile taşıdınız,hatta babanızı İlmîmertebelerde aştınız. Şimdioğlunuzu arif ve âlim kıldınız.Sizden sonra hizmetin kaldığıyerden mihmandarlığını oğlunuzyapsa uygun mudur, icazetinizvar mıdır?

- Benim güçlü ve yaşlıomuzlarımı bile inciten veyaralayan ağır yükü oğlum gibizarif, mütevazı, mülayim ve

mahcup bir yiğidin omzuna nasılyükleyeyim? Sen devam etdiyeceğim, senin yükün fazla veben gibi ölümü gözlemektesin.En layığı, Hüsamettin Çelebi'mhizmete devam etsin, SultanVeledim onun yanındatecrübesini artırsın, sonraemaneti o yüklenir.

- Doğru söylediniz.

- Azizim, sizden bir istirhamımolacak, mümkün müdür?

- Buyurunuz pirim.

-Yüce Sevgili'ye seninimametinde uğurlanmayı murâdederim.

Gözleri buğulanan SadreddinKonevî'nin yanaklarına birkaçdamla düştü. Sesi titreyerek:

- Ayrılığınızın acısınakatlanabilirsem, kalırsa takatim,cenaze namazınıza imamlıketmekten şeref duyarım.

- Şimdi müsaade ederseniz

oğlumla baş başa kalmakisterim.

Odayı dua okuyarak terkedenlerden sonra köşede dizçökmüş, ağlamaklı Sultan Veledbabasına doğru geldi. Elinibabasının yanağındagezdirdikten sonra:

- Babam, canım, candanım!Beni sensiz bırakma. Nasıldayanırım yokluğuna.Sevdiklerini tek tek toprağateslim ederken o yüreğin nasıl

dayandı babam? Ne olur banada öğret, senin kadar güçlüdeğilim. Dedemi, babaannemi,amcamı, bacım Kimya'yı,kardeşim Alaeddin'i ve Hakdostun Şems'i ellerinledefnederken hangi görünmezderman üflendi de katlanabildinbunca acıya? Bana da üflensin oderman. Dayanamam.Dayanamam. Babadan öteaşkım, pirim olansın. Sen biroğula tadacak en güzel anlarıyaşatan ulvi bir ışıksın.

Sönersen karanlıklar beni boğarbaba.

- Bir baba can verdiği o sonanda bile yanı başına dizçökmüş, ağlayan ve üzülençocuğunun yanında inlememeli,ne çektiğini söylememeli, cançekişmenin derdindenbahsetmemen, çocuklarından,sevdiklerinden ayrı kalmanınacılığını hissettirmemen. Sessizkalmak, sabretmek vekıvranmamakla yetinmeliyim canoğium. Bana teselli vermeyin,

ben sizi teskin etmeliyim. Birbaba, matemini, yetimlik derdinisevdiklerine miras bırakmamalı.Kederlerimi yuttum, size neşebırakmalıyım. Mutlu bir şekildecan vereceğim aklında kalmalı.Feryat etmek bir babayayakışmaz, hele hele bana hiçyakışmaz. Allah aşkı ile yanmış,yakılmış bir ömrü size armağanbırakıyorum. Sana, dayanmayıtembih ediyorum. Seni en güzeişekilde yetiştirdiğimeinanıyorum. Hayırlı, salih ve

vefalı bir oğlum var, böyleolduğun için teşekkür ediyorum.Bir baba teşekkür etmesini debecerebilmeli. Ben eğer böylebir baba değilsem, utanmamgerekir.

Son vedasını yapan bir babaolarak hatırlama beni.Sözlerimde ördüğüm bendeğildim. Ben gurur olarak kabuledilir, hayatım buyunca gururdenen illetten kaçındım. "Ben"imi kendi demir kafesinde esiretmişim. Evladım, kendimi ölüm

döşeğinde gördüğüm ve vedavaktimin yaklaştığın hissettiğimşu anda sadece yanımda oturançocuğumun gamlı ve yaşlıgözlerini görüyorum. Gamlıbakışlarını içime süzülen hediyeolarak sunma. Gülmeniistiyorum. Baban bayram sevinciyaşarken o tatlı gülüşünle banaeşlik etmek istemez misin? Benyerin altına değil, semanın altınadefnedileceğim.

- Baba ne olur, içimirahatlat!..

- Dağlara bir bak, ne büyükbir asaletle kıyam etmişler...Çöllere bir bak, büyük bir tevazuile yayılmışlar. Allah'ın türlülezzetlerle doldurduğu âleme birbak. İnsanlarda gör güzelliği,manayı. Yaşayan insanlara ümitol evladım. Allah'ın iki mucizesiolan hayatı ve âlemi insanlaramüjdele oğlum. Şu anda yolunhenüz başındasın, birçoknimetler sana kavuşmak içinsabırsızlanıyor. Nimetleriinsanlarla paylaş, kimseyi ayrı

tutma, Âdem'de âlemi yaşa.Artık sen babasını kaybeden birçocuk gibi olmamalısın, senartık babanın çocuğu değilsin,kendinin çocuğusun, senkendinin çocuğu olmak, yenidendoğmak, başlamak, bağsızolmak, hiçbir hatıranın altındakalmamak ve insanlara umuttaşıyan bir aşk olmakzorundasın. Lekesiz ayna olmaknedir, bilir misin? Bilmiyorsun,ama ol!..

Ailene değer ver,

babalığımdan misaller al, benBaha Veled'in layık evladıoldum, sen de Mevlâna oğlusun,hatırından çıkarma. Evladım,öyle bir eş ol ki hanımın senielindeki su ile iftarı bekleyenoruçlu gibi beklesin. Allah'ınmuradını kazanmak içinetrafındaki hanımların duasınıal. Anne bir hanımdır, eş birhanımdır, kız kardeş birhanımdır, kız evladı birhanımdır, cümle kadın birerhanımdır. Ben bazı anlar ailemi

ihmal ettim, hakkınızı helaledin!..

- Olur mu babacığım, senbizim başımızın sertacı bir babaoldun!..

- Bir babanın evladıyım, bende bir babayım. Ben hepsindenöte bir kulum, bana sığınmakisteyen acizlere kucağımı açmakzorundayım.

- Geçen gece sırrımızı sakladiye sayıklamıştın, sonra da

kendinden geçmiş uyumuştun.Nedir saklayacağım sırbabacığım?

- Âh benim sultanım, sendensaklaman! istediğim sır,Şemsimin kabri asla bilinmesin.Yeryüzü mezar kazıcılar, kanemicilerle dolu. Bizi toprağınüstünde çok gördüler, bari yerinatanda vuslatımıza maniolmasınlar. Şemsimizin kabrinibir sen bir de ben biliyoruz.Öldüğümde beni sevgilimin yanıbaşına defnederken, Şemsin

orada medfun olduğuanlaşılmasın. İtina gösterevladım. Ayrıca her KadirGecesi kabrimizde ŞemsSuresî'ni okumanı istiyorum.

- Beş üstüne babacığım!,.

- Bana Şems ile Şam'dandönüşünüzdeki hatıralarınızıtekrar anlatmanı istiyorum.

- Elbette babacığım.

- Hüsameddin gelsin. Yanındadivit kalem getirsin.

- Hüsameddin gelir.Ağlamaktan gözleri şişmiştir.Titrer eileri. ilk defa, yazarkenzorlanacaktır. Mesnevi'yi yazanparmakların damarı kurumuşturadeta. Yatağın ucuna otururkentitreyen dizlerini beili etmemeyeçalışır.

- Pîrim, geidim, beniemretmişsiniz.

- Estağfirullah! Emir deği!istirham yârenim, istirham...Söyleyeceklerimi kağıda aktar.

Ha, bir de Kerra Hatun'asöyleyin. Beni Şems'inodasındaki döşeğe yatırsınlar.Orada karşılamak isterimkardeşimi.

- Kardeşiniz?

- Hz. Azrail...

Ben Sevgili'ye gidiyorum.O'nunla beraber olan kimsedindir, konuşan diri odur, mestolmuştur, ebedî hoş olacaktır.Hak'tan başkası ile diri olan

kimse, binlerce akla ve binlercebilgiye sahip olsa bile, yine desen onu bütünüyle yok say, ölüolarak bil! Çünkü varlığındangeçmedikçe, O'nun varlığınabürünmedikçe, O'nakavuşamazsın! bir gerçektir tamolarak ortaya çıkan ki, hervarlığın gerçek canı Hak'tır.Candan öte ne varsa fâni, yokolup gidecek...

"Ölüm günümde tabutumgiderken görürsen, Bu dünyaderdiyle dertlendiğimi sanma.

Şeytanın tuzağını düşersen,hayıflanma... Yazık, yazıkdemek o zamandır. Onun içinbana yazık yazık demeyekalkışma. Cenazemi görünce'elfirâk elfirâk' deme. Benimbuluşmam, görüşmem ozamandır. Beni mezara koyunca'elveda elveda' deme. Çünkümezar cennetler topluluğununperdesidir. Dolunayı gördün ya;doğmayı da seyret! Güneşleaya, batmadan ne ziyan gelir ki?Sana kaybolmak görünür ama

doğmadır o. Mezar hapishanegibi görünür ama ruhunkurtuluşudur o..

"Ey aşk Kerbelâsı çölününbelâsını candan arayanlar. EyAllah yolunda şehit olan azizvarlıklar, neredesiniz? Ey tezcanlı âşıklar, ey havadakikuşlardan daha hızlı uçanlar,neredesiniz? Ey gökyüzününpadişahları, ey gök kapılarınıaçmasını bilenler; neredesiniz?Geliniz; bize, gökyüzününkapılarını açınız, bizi ötelere

gönderiniz! Ey benlik zindanınınkapısını kıranlar! Ey nefsinesaretinden kurtaranlar,neredesiniz? Ey gizli hâzinenin,gönül hâzinesinin kapısınıaçanlar! Ey mânâ yoksullarınınvarı yoğu olanlar; neredesiniz?Ey neredesiniz, neredesiniz?..diye sorduklarım, aradıklarım!Siz, öyle bir denizdesiniz ki şuâlem, o denizin köpükleridir! EyTebrizli Şems! Doğudan doğ;çık, görün! Çünkü her ışığınaslının aslı sensin!"

"Âh bana bir kere daha aşkateşi düştü. Bu deli gönül yineyüzünü ovalara doğru çevirdi.Âh, aşk denizi bir kere dahadalgalandı. Sanki, gönlümdenher tarafa kan çeşmeleriakmaya başladı. Âh bir ateşsıçradı, gönül evini sardı. Yanangönül evinin dumanı göklerikapladı. Benim ateşim de orüzgarla alevlendi. Gönül ateşikolay değildir. Hiç kınama!"

17 Aralık; KonyaMahşerî Kalabalık

İnsan dilini bıraktım,meleklerin dili ile yalvarıyorum

sana.

Gel artık, güzel ölüm, ruhumseni çok özledi

Aşk dolu göğsüme kon da,dünyanın zincirlerini çöz.

Çok yoruldum pas tutanzincirleri sürüklemekten.

Konya mahşeri kalabalığı ilkkez görmektedir. Sis ve soğukhüküm mü sürer yüreklerinpirine sel olup akan kalabalığıdurdurmaya? Hastalığınınağırlaştığı bütün şehreyayıldıktan sonra... Kadınlarağıtlarda, çocuklar dualarda...Şehrin bütün halkı dergâhı

çepeçevre sarmış. Şehirde birtane sokak boş değil. Biryandan şifa duaları... Diğeryandan Mekke'den getirilenzemzemler sunulmaktaMevlâna'ya vefa borcu adına.Hristiyan, Yahudi, Rum, Ermenikaç çeşit millet ve inanç varsahepsi bir meydanda toplanmış.Üzüntü aynı...Temenni aynı...Niyazlar aynı... Civar şehirlerdengelenlerin yolda olduğusöyleniyor. Saray, kapılarınıonları misafir etmeye açmış.

Aşlar kaynatılmış kazan kazan.Kudüm sesleri yankılanıyordergahtan bütün Konya'ya.Rebab eşlik ediyor kudüme,ardından yanık ney sesi geliyor.Şems'in Sultan Veled'e hediyeettiği tek dünya malı olan neyüfleniyor. Nağmeleri bulutlaradeğe değe... Gök eşlik ettiedecek yerdeki insanlarınhüznüne.

Dışarıda feryat figan, içeridesessizliği donduracak derinsükût. Dergâhın bir odasında

kadınlar toplaşmış ağlarkenMevlâna duymuş ve düğünevinde ağlanmaz! Söyleyinsussunlar diye haber yollar.Şems'in odasındaki döşeğeyatırıldığında vasiyetiniyazdırmış ve oğlu SultanVeled'e:

-Dergahta yaşayan herkestenteker teker benim için helallik al.Sonra her bir dervişi şehre yolla,kapı kapı dolaşıp bana helallikistesinler. Hüsameddin ile sende matbahtan ekmek alıp sokak

sokak nerede hayvan görürsenizdağıtın. Cami ve çeşmekurnalarına su doldurun, kuşlariçsin. Vasiyetimi unutma oğlum,sırrımızı da. Dediğim gibi, beniHüsameddin yıkasın, kefenlesin.Bilal Derviş salâmı versin.Salâda söyleyeceği şudur:"Burada bir âşık vardı,mâşuğuna kanatlandı."Namazımı Sadreddin Konevîkıldıracak ve toprağa seninelinden defnedileceğim.

Mevlâna, son iki gündür bir

kelime dahi konuşmadansuskunca tavana baktı durdu.İçinden ayetler okuyor, masmavigözleri ile kerpiç tavanısüzüyordu. Son zamanlardaateşi iyice yükselmiş, alnındanterler akıyordu. Başınakoydukları ıslak bez az sonrakupkuru oluyordu. Ağrıları,sayıklamaları yoktu ama aradaciğerleri sökercesine öksürüğütutuyordu. Kerra Hatun baştaolmak üzere kadınlar avludatoplanmış, Kur'an tilavet

ediyorlardı. Dervişler, hafızlarhatim indiriyorlardı.

Takvimden bir yaprak dahadüşüyordu. 17 Aralıkakşamıydı... İki gündür sus pusolan Mevlâna'nın hâline kimsemana veremiyordu. Sultan Veledbabasını sırtından tutup yatağıniçerisinde doğrultuyor,Hüsamettin elindeki ıslak bez ileMevlâna'nın terini siliyordu. Biryandan da abdest için yüzünü,kolunu, ayaklarını yıkıyorlardı.Hastalandığından bu yana

namazlarını yattığı yerden imaile kılmak zorunda kalmıştı.Başını kaldıracak, oturacakdermanı kalmamıştı.

O akşam da namazını yattığıyerde gözleri ile kıldı. Yinesustu... Parmağı ile duvardaasılı duran Kur'an-ı Kerim'iişaret etti. Sultan Veled aldı, bezkılıfından çıkartacaktı ki"Çıkartma!" der gibi başınısalladı. Göğsünü gösterdi.Sultan Veled ne demek istediğinianlamıştı. Kur'an-ı Kerim'i

babasının göğsünün üzerineyavaşça bıraktı. Mevlâna kerpiçtavana bakmaya devam etti.

Biraz zaman geçmişti.Odadakiler kendi aralarındakonuşuyorlardı. Mevlâna birdenbağırdı:

- Susun! Ezanı dinleyin!

Sultan Veled:

- Baba ne ezanı, dahayatsıya çok var.

- Duymuyor musunuz ezanı,tanımadınız mı sesi? Ezanıokuyan Şems... Şems beniçağırıyor. Mâşuğum aşkın sonyolculuğunda yolcusunu yalnızbırakmıyor.

Sultan Veled babasınıkucaklar,

- Oğlum duydun değil mi?Şems ezanımızı okuyor...

Mevlâna, Ezan-ıMuhammedi'nin son cümlelerini

okur ve başı oğlunun omzunadüşer.

-Allahu Ekber, Allahu Ekber.Lâ ilâhe illallah..!'

KİTÂBİYÂT

ANBARCIOĞLU, M. Ülker,Sultan Veled, Maarif.

ARAZ Nezihe, Mevlânâ'nırıYetişmesinde Hocası TebrizliŞems. ARESTAH, Ali Rıza,Aşkta ve Yaratılışta YenidenDoğuş.

BEKİROGLU, Nazan, YolHali, Timaş Yay.

CAN, Şefik, Divan-ı Kebir,Ötüken Yay.

CAN, Şefik, Mevlânâ, Hayatı-ŞahsiyethFikirleri, Ötüken Yay.

CAN, Şefik, Konularına GöreAçıklamalı Mesnevi Tere,Ötüken Yay. CİBRAN, Halil,Kalbin Sırları, Neden Kitap Yay.

ÇELEBİ, B. Celaleddin, Hz.Mevlânâ Okyanusundan.

DEVLETŞAH, DevletşahTezkiresi, Çev: Necati Lügal.

EFLAKİ, Ahmet, AriflerinMenkibeleri, Çev: Tahsin Yazıcı.

FARGER, Robert, Kalp,Nefes Ve Ruh, Gelenek Yay.

FERÜZANFER; Kitab-ı FîhiMâ fîh, Meclis Matbaası,Tahran, Iran.CENÇOSMAN, M.Nuri, Makalat.

GEYLANİ Abdülkadir, Sırru'l-

Esrâr, Gelenek Yay.

GÖLPINARU, Abdülbaki,Mevlânâ Celaleddin.

HANZÂDE Hicran, CanSuyum, Saniye Güler Ekik.

MESNEVİ'Yİ MANEVİ;Nicholson baskısı.

MEYEROVİTCH Eva deVitray, Islâmın Güleryüzü.

NESEFİ Azizüddin, insan-ıKamil, Gelenek yay.

MERİÇ, Cemil, Jurnal 1-2

ULUDAĞ Süleyman,Tasavvufun Dili, Mavi Yay.

PALA, İskender, Mevlânâ,Kapı Yay.

PALA, İskender, EdebiÇehreleriyle Mevlevihâneler.

ŞİMŞEKLER, Nuri,Mesneviden Nasihatlar ve ÖzlüSözler.

TAHİRÜL-Mevlevi, Şerh-i

Mesnevi

TOPTAŞ, Mahmut,Mevlânâ'nın Diliyle Kur'anTefsiri.

TÜRKMEN, Erkan; MevlânâMesnevisi'nin Evrenselliği, NKM.VVATSS Nigel, Sevgi Yolu,Samsara Yay.

YAĞMUR, Sinan, Tennure veAteş, Karatay yay.

YAĞMUR, Sinan, AşkınGözyaşları Tebrizli Şems,

Karatay Yay.YAYLALI, M.Kamil, Mevlânâ'nın Hayatı-Eserleri-Fikirleri.

YİĞİTLER, H. Zekai,Mevlâna'da İnsan Olmak.

ZEMANÎ, Kerim, Minager'iAşk, Tahran.