61
Dikkat: Bu e-Kitapçığı görüntü ayarınızı %100 e ayarlayarak okumanız tavsiye edilir . Kabir Taşım* 1 Bir gövde borcum var toprağa Verdim borcumu. Ruhumun toprağa borcu yok benim. Arama toprakda beni, ben başka yerdeyim. Toprağım temizdi, temiz teslim ettim borcumu. Bu kabir ruhumla gövdemin ayrılış yeri. Burada arama, burda değilim. Azapda değil, narda değilim. 3 Nefsinle uğraşma bu savaş değildir. Kabirde azabın esası budur. Bırak nefsini kendi haline. Uğraşma onunla yakışmaz sana. Gövde, nefis, ruh başka başkadır. Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları. Nefis dünyada kalır, gövde toprakda Ruh gider aslı olan Rab'bine 2 Sıkıntım kalmadı artık, aç ve yoksul değilim. Dünyada haksızlık, sefalet, açlık, sıkıntı, dertlerle arkadaş yaşadım. Şikayet etmedim Rabb'imden, bu nedir diye Kırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim. Hızır'la buluştum, konuştum, dertleştim, dünya yüzünde... Şikayet etmedim kendi halimden. 4 Nefsinle uğraşma bu savaş değildir. Kabirde azabın esası budur. Bırak nefsini kendi haline. Uğraşma onunla yakışmaz sana. Gövde, nefis, ruh başka başkadır. Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları. Nefis dünyada kalır, gövde toprakda Ruh gider aslı olan Rab'bine

Manevi alemden-yagmur-damlalari

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Dikkat: Bu e-Kitapçığı görüntü ayarınızı %100 ’e ayarlayarak okumanız tavsiye edilir .

Kabir Taşım*1

Bir gövde borcum var toprağaVerdim borcumu.Ruhumun toprağa borcu yok benim. Arama toprakda beni, ben başka yerdeyim.Toprağım temizdi, temiz teslim ettimborcumu.Bu kabir ruhumla gövdemin ayrılış yeri.Burada arama, burda değilim.Azapda değil, narda değilim.

3Nefsinle uğraşma bu savaş değildir. Kabirde azabın esası budur.Bırak nefsini kendi haline. Uğraşma onunla yakışmaz sana. Gövde, nefis, ruh başka başkadır.Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları. Nefis dünyada kalır, gövde toprakdaRuh gider aslı olan Rab’bine

2Sıkıntım kalmadı artık, aç ve yoksul değilim.Dünyada haksızlık, sefalet, açlık, sıkıntı,dertlerle arkadaş yaşadım.Şikayet etmedim Rabb’imden, bu nedir diyeKırklar, yediler, dörtler, üçlerle arkadaş idim.Hızır’la buluştum, konuştum, dertleştim,dünya yüzünde...Şikayet etmedim kendi halimden.

4Nefsinle uğraşma bu savaş değildir. Kabirde azabın esası budur.Bırak nefsini kendi haline. Uğraşma onunla yakışmaz sana. Gövde, nefis, ruh başka başkadır.Yekdiğerine karıştırıp çengelleme onları. Nefis dünyada kalır, gövde toprakdaRuh gider aslı olan Rab’bine

Page 2: Manevi alemden-yagmur-damlalari

5Burada arama burda değilim.Azapda değil, narda değilim.

Sıkıntım kalmadı, aç ve yoksul değilim.Gövdemi verdim toprağa borçlu değilim.

Nefsimin de derdi dünyada kaldı.Üzme kendini, ben de senin gibiyim.

Rabb’imin yanında uçar gibiyim.Dr. Münir Derman

(*) Bu metin Dr. Münir Derman tarafından kabir kitabesine yazılmak üzere vasiyetedilmiş olup mezarı başındaki kitabede yer almaktadır.)

Dr. Münir Derman’ın Ardından

[ Trabzon, 1910 - Ankara, 1989 ]

Dr. Münir Derman 1910 yılında Trabzon ’da annesi Şehvar Hatun ve babası Ahmed RasimEfendi’nin ailesine doğdu, Baba tarafından büyük dedesi Kafkasya’dan Şeyh Şamil, ana tarafındanbüyük dedesi Hâcegân silsilesine mensub Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi’dir. Büyük ninesiyöresinde "evliya kadın" olarak bilinen Gül Hatun’dur.

Trabzon’da 4 yaşından itibaren Buharalı hocası Ömer İnan Efendi’nin manevi eğitimindeilerlemiş ondan feyz almış, 9 yaşında hafız olmuştur.

2

Page 3: Manevi alemden-yagmur-damlalari

İlkokulu Özel Fransız Okulu’nda bitirip liseden sonra üniversiteöğrenimiiçinDevletBursu ileFransa’ya gönderilmiş,önce Felsefe-Psikoloji tahsili yapmış; sonra Tıp Fakültesi’ni de bitirerekdoktor olmuştur.

Mısır’da El-Ezher’e de kaydolmuş ve ilahiyat tahsil etmiştir.

Askerlik yıllarında Kore Savaşı’nda bulunmuş, burada askeri doktor olarak hizmet vermiştir.Bu yıllarda bir süre Japonya’da da bulunmuştur.

Yurda dönünce A.Ü. Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi ’nde Felsefe dalında öğretim üyesi olupkısa süreli bir görev ifa etmiştir. Kısa süre sonra bu görevinden ayrılarak Tıp doktorluğu hizmetiiçin Doğu Anadolu’da görev almıştır. Daha sonra "Hükümet Tabibi" olarak Bozuyük’tegörevlendirilir. Burada Hükümet tabibi iken evlenir ve bir kız evladı olur. Halen bir kızı ve üçtorunu vardır.

Davet üzerine gittiği Almanya’da 15 yıl "anatomi" öğretim üyeliği yaptıktan sonra tekraryurda dönmüştür. Almanya’da bulunduğu sürede resmi görevi dışındaki saatlerde camilerdevaazlar vermiş, çok sevilmişlerdir.

Fransızca, Almanca, Rusça, Arabça’yı mükemmel bilir, konuşurdu. Bu dillerin kültür veedebiyatları hakkında derin bilgi sahibi idi. Yabancı dillerin yanı sıra bilhassa Fizik, KimyaMatematik gibi fen bilimlerinde, astronomide şaşılacakderecedebilgiliydi.

Daha sonra Eskişehir’de "Genel Cerrahi" uzmanı olarak doktorluğuna devam etti veburadaki görevinden emekli oldu. Eskişehir’de Akademi’de misafir öğretim üyesi olarak dersvermiş; aynı zamanda çeşitli camilerde kürsüye çıkarak halka vaazlar da yapmıştır..

3

Page 4: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Manevi ilimlerde ise, "velayet ve tasarruf sahibi", "ilm-i ledün sultanı", "arif-i billah" olaraktanınmıştır... Eserleri başka kitaplardan derleme değildir.

Yazıları önceleri "İslam" dergisinde yayınlanmıştır; bu dergideki yazılarında okurlardankendisine ulaşan ve çoğunlukla manevi incelikler dair soruları da cevaplandırdığı bilinmektedir.Daha sonra "Allah Dostu Der ki" başlığı ile yayınlanan notlarını titizlikle hazırlar; yanlışsızolması için dikkatle yazdırırlardı.

Derman hazretleri, hiç bir maddi servete sahip değildi. Almanya ’dan döndükten sonraAnkara’da bir otel odasının mütevazi şartlarında yaşadı son demlerini... Evi yoktu. Eşi ile birlikteyalnız başına, eski tanıdığı dostlarıyla yetindi.

Ömürlerini ağır riyazat ve çilelerle, büyük sıkıntılar, dertler içinde insanlardan uzak,namsız-nişansız bir kul olarak geçirdiler.

Tarikatkurmamışlardır. Tavırveanlayışolarak günümüz dergah, tekke gibi kurumlaşanörgütlenmelerine rağbet etmemişler; "talebe", "mürid", "şeyh" namları altında etrafına kalabalıkinsan yığınları toplamamışlardır. Ancak vaazlarından ve doktorluğundan kendisini tanıyan vehakiki seven sayılı kimseler O’na yanaşmışlar, ilminden istifade etmeye çalışmışlardır.

Hakk’ın heybetini taşıdığı mübarek bedeni daima güzel kokar, cezbesi tesir altına alırdıinsanı...

Rasulullah ve Ehl-i beyt- Rasulullah sevgisi hücrelerine kadar yayılmış görünür bir ahlak idiO’nda...

Nokta kadar şikayet, bıkkınlık taşımayan duru, sükun ve teslimiyetin göründüğü tertemiz bir

4

Page 5: Manevi alemden-yagmur-damlalari

sima... Ağır sıkıntılar çileler ve dertlere rağmen yüz buruşturduğu, ‘ of ’ bile dediği görülmemiştir.

Dertlilere, hastalara şifa verir; yardımlarına bıkmadan, usanmadan koşardı.

Kendisini ele vermeyen, içini göstermekten uzak duran celalli yapısının altında, derya gibisevgi, merhamet ve şevkat görünürdü... Çok celalliydiler. Bazen gürler konuşurlar, fakat aynızamanda da gözlerinden yaşlar akar; yine konuşurlardı.

Sakal bırakmamışlardır. Fakat omuzlarına sarkan yele gibi beyaz ipek saçlarına itinagösterir, onları ensesinde toplardı.

Kıyafeti; tertemiz giydiği zevkle seçilmiş bir-iki gömlek ve pantolondan ibaretti, gösterişisevmezlerdi.

Manevi emanetlerini, kendisine yakinen hizmet eden ona yanaşmış sevdiklerinden birinebırakacağını söylemiş, fakat isim açıklamamışlardır.

Son zamanlarını -ikibuçuk sene- Hastane’de geçirdi. Vasiyetlerinde "Dünyaya garib geldim,garib gitmem lazım. Garibin yeri tenhadadır" ifadesiyle sessiz bir köy kabristanına gömülmekistediler.

2 Aralık 1989 Cumartesi günü Hakk’a yürüdü. Sevenleri O’nu kar yağarken sevdiği iri kartaneleri altında Ankara’nın kuzeybatısında yaklaşık 15 kilometre mesafedeki Memlik köyüyakınında toprağa verdi. Açık bir kabir şeklinde olan türbesindeki kitabede bu e-kitapçığınbaşındaki şiiri yer almaktadır. Aynı kabristanda Eşi ve diğer bazı sevenlerinin de kabirleri mevcutolup sevenleri tarafından ziyaret edilmektedir.

5

Page 6: Manevi alemden-yagmur-damlalari

MANEVİ ALEMDEN YAĞMUR DAMLALARIDr. Münir Derman ( K. S. )

KÂBE

Dünyanın şerefli ve mukaddes, lâmekânâ bakan mekânıdır. Ruhların niyaz ve teveccühüburadan lâmekâna gider..

Lâmekânın, mekânda görünür kapısıdır, bu mübârek yer... Dualar, arzular orada kabulolunur, huzura oradan gidilir... Meleklerin, Velilerin toprakta uğrağıdır. Mirâc-ı Nebi oradanbaşlamış, nidâ-i Rasûl oradan dünyaya yayılmıştır... Kelâmullah o topraklarda kalb-i pak-iRasûle verilmeye başlanmıştır... Orada her şey sâkin gök insana çok yakındır, o yerde...Kelâm-ı İlâhinin heybetinden, her zerresi toprağın Allah’ı tesbih etmektedir, o yerde...Milyonlarca, rızaya koşanların çevrildiği makamdır orası... Hiç bir an yoktur ki o makaminsanla çevrilmemiş bulunsun. Lâmekânın mekânı Beytullah’tır o yer... Rasûlün mübarekayaklarını bastığı o topraklar, mübarek sadrlarına giren hava, o havadır. Rahmetinkaynağıdır o makam. O makama yakından yapılacak hürmette, biraz beşerî korku veyariya gizlenebilir. Uzaktan yapılacak hürmette ise, havf ve sevgi vardır... Bundan dolayıdırki, Rasûlullâh bile, ruh-u muallâlarını, uzakta, Medine’de teslim etmişlerdir.

Rasûle yapılacak hürmet ile Kâbe’ye yapılacak tâzîmin ayrılması murad olduğu içindir buayrılık.. Ravza-i Rasûl Kâbede olsaydı hürmet dağılacak, ortaya hürmette ikilik vekıskançlık çıkacak... Rasûller tarihi tetkik edilecek olursa, bütün Rasûllerin, Nil, Filistin,Hicaz, Cezire’tül-Arab mıntıkasında ilâhî vahiylerini aldıkları görülür... Nil, Kudüs, Tur-iSina, Cebel-i Hıra, Arz-ı Kenan seçkin ve mukaddes yerler olarak taayyün etmişlerdir.

9

Page 7: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Binlerce mucize, yüzlerce afat-ı ilâhîye taşkın insan kitlelerine çarpmıştır o yerlerde; adetabu mıntıkalar Kudret i İlâhîye ile mücadele eden sapkın insan kitlelerine sahne olmuştur...Lut kavimleri, Sodom ve Gomoreler, Nuh tufanları, Adem ve Havva, Firavun ve Musavakaları, Ebu-cehiller, Nemrutlar hep bu mıntıkaları, küfür ve îmânın, hakikat ve dalâletin,çarpışma sahneleri yapmıştır. Bu hâdiseler murad-ı ilâhî ile vukua gelmiş, beşerdalâletinin, hakikatı ilâhiye karşısında, mezarı olmuştur o yerler... Dalâlet ve küfürdensüzülen beşer oğlu, bu hakikatların tam yerini, bir namaz esnasında, Rasûlün birden bireKâbe’ye Medine’den teveccüh ederek dönmesi ile bütün bu mukaddes yerler birleşerekHâtem-ün-nebiyyîn asıl ve esas Kâbe’si son tecelligâh-ı ilâhîsini bulmuştur...

Mucizeler birleşmiş, Ruhlar tevhide bağlanmış, bütün Allah diyenler Kâbe’ye çevrilmiştir.Cenâb-ın Rasûl’ü, Illiyyîn’e, Mi’rac’da Cebrail kavuşturmuştur. Mekke ile Kudüs arasıMiraç’ın ilk merhalesini teşkil eder... Âbit olarak... Ötesi bizce meçhul... Bir şeysöyleyemeyiz.. Namaz, müminin Miracı olduğuna göre, cami, kulun Illiyyine çevrilerek,Mirac’a gitmesine aracılık yaptığından, Cibril-i Eminin yerini tutmaktadır... Bundan dolayı,Cibril-i Emin, Mescid’i Aksâ’da, Rasûlün Enbiya ervahına imam olduğu yerde, ilk ezanıokumuştur.. Ervaha imam olan Cenâb-ı Rasûlün hareket noktası, mekânda cesedi ileMekke’de olduğu için, bir gün, Medine’de Mescid’i Aksa’ya doğru namaz kılınırken, RasûleMekke’ye dönmek emr-i vahyi gelmiş ve hemen Mekke’ye dönmüştür. Mekke illiyyinegitmek arzusuna talip abdin hareket noktası, yâni Miraç’ın başlangıcı olduğundan,namazda Kâbe’ye dönülür...

Ruhanî Âlem kapısı, rızaya giden yol, Cemâle giden nur yolu, Melekûtun hareket noktası,ruh âleminin görünür merkezidir, Kâbe... Beşerin dalâleti o kadar katılaşmış bir halegelmişti ki, Kâbe’yi taştan ilâhlarla doldurmuştu...

10

Page 8: Manevi alemden-yagmur-damlalari

HACER ÜL ESVED

Heykel, resimden çok farklıdır. Resim iki boyutlu, heykel üç boyutludur. İnsan, iki gözlebakar, herşeyi tek görür. İki gözün mevcudiyeti, üçüncü bu’du idrak içindir. Kesret’tenvahdete işarettir. Küçük çocuklarda, henüz göz sinirlerinin tasallûbu husulegelmediğinden, üçüncü buudu çocuk idrak edemez; onun için her şeye elini uzatır.Derinlik mefhumu yoktur. Çocuk büyüdükçe tasallup husule gelir, derinlik mefhumu idrakolunmaya başlar... Kâbe’nin heykeller ile dolması bir hikmet-i ilâhiyeye matuftur. Cenâb-ıAllâh buradan kuş uçurmazdı arzu buyursa; fâkat hakikatı anlatmak için böyle muradetmiştir. Ebrehe’nin fillerini, ordusunu, Ebabil kuşlarının minicik taşları ile yok etti. Bir çokinsan kütlelerinin mukaddes saydığı ve dalâlet içinde bulunarak putlarla doldurduğu Kâbe’ye bir nur indirdi ve bu nur putları eritti ve her tarafı kapladı, kudret tecelli etti...

Üç bu’ut Mekân’da bir yer kaplar, iki buut kaplamaz, resim gibi... Resim bir gölgedir,cisimsiz olan Allah’a izafe edilerek, mekânda, bir yer verilerek cisimlendirildiğinden heykelküfürdür denir; bundan dolayı putların kırılması ile mekân kaybolmuştur. Beşer çocuklukdevrinden kurtulup, gözleri üçüncü buutu idrak ederek, onu yok etmiştir. Bu hâdise, biranda, Kâbe’de tecelli edivermiştir...

Ondan Rasûle birden bire Kâbe’ye, namazda dönmek emrolundu... Her türlü tabiî süsten,ağaçtan, çiçekten âri, mübarek toprak, taş yığınları, cehennemî sıcak dekoru içindebulunan Kâbe ; geniş, ucu bucağı olmayan masmavi bir sema altında mübarek bir arzparçasıdır. Cennet nimeti olan su, İsmail’in ayaklarının altından (Zem! Zem!) feryadı ileçocuğun bir niyazı, nezd-i ilâhide kabul buyrulmuş ve buz gibi su, cehennemi sıcak kumderyası içinde mübarek topraktan fışkırmaya başlamış, hâlâ fışkırmaktadır; o yerde,

11

Page 9: Manevi alemden-yagmur-damlalari

sıcakta, suyun cennet nimeti olduğunu, suyun kendisi haykırmaktadır... Rabb’il-maşrıkayn, bütün kâinatın, namütenahi görünür âlem-i şahadetin, Rabbi’dir. O Rabb’il-mağribeyn ise ruhanî âlemin Settar esmasının kapladığı âlem-i gaybın Rabbi’dir. ikisibirleşiyor tevhid ve teklik çıkıyor ortaya... Maşrık, Kâbe’den başlar; Mağrıp, Ravza’dan...Maşrık dünyaya geliştir ruhâni âlemden.. Mağrıp ruhâni âleme gidiştir dünyadan...

MESCİD-İ NEBEVİ /MEDİNE-İ MÜNEVVERE

Dümdüz, yeşil bir sâha içinde, bembeyaz bir taş yığını halinde, Medine ufuklardangörünür. Ortasında yemyeşil Maşrık ile Mağrib’in birleştiği, öpüştüğü yerden, semalaraRahmetenlilâlemin’in remzi olan yeşil kubbe yükselmektedir... Burası, Allah sevgilisininyeşil kubbesi, nazar-ı ilâhînin bir an bile eksik olmadığı Mustafa’nın makamıdır...Milyonlarca müminin salât u selâmının okşadığı yerdir orası... Oranın toprağında ceset bile

12

Page 10: Manevi alemden-yagmur-damlalari

kalmaz, yalnız cesed-i pak-i Rasûl bulunur... Diğer mezarlar, makamlar hep temsilenkalmışlardır... Naş-ı Mubarek-i Rasûl arzdan kaldırıldığı zaman dünyanın sonu gelecektir...

Niyazlar, dualar, arzular, ölmüşlere Kur’ân hediyeleri; hep, mekândan Lâmekân’a Rasûleuğramadan gitmez, gidemez kabul olmaz... Saray-ı ilâhiye ancak, Rasûl kanalı ilemüracaat olunur. Bu bir murad-i ilâhîdir. Bu lâmekâna hürmetin mecburî olduğundandır.(Ben ve Meleklerim Rasûle selâtu selâm götürüyoruz. Siz ne duruyorsunuz) meâlindekiÂyet bu demektir... O huzura kabul edilen, ünsiyet peyda eden, ancak namazda bir tekbirile uğramadan girebilir. Fakat şeytan aklından çıkmaz... Rasûl’den izin al, yâni, ondaeri... Ondan sonra, Allâhu Ekber diye namaza başla... Mirac’a girersin... Namaz Miraç’tır.O zaman sana yanaşmaz. Çünki sen Rasûlde eridin. Rasûlullâh’ın potasında erimiyendedaima şüphe mevcuttur. Şüphede olan gafletten kurtulamaz. Gaflette olan hiç hir şeyolamaz.

Allâh’a ibadetin devamlı oluşu, bu erimeyi temine fırsat verdiğindendir. Yoksa... Allâh’ınibadete ihtiyacı yoktur... Beşeri, düşünme muradı olduğu içindir... Nebilerin, velîlerin,mürşitlerin, gavsların, kırkların, dörtlerin, üçlerin mucize ve kerametleri gafletten,şüpheden kurtulmak kuvvetinin insanda mevcut olup onu bularak Rasûl’de erimelerineişarettir.. Erime çarelerini beşer bulsun, yardım alsın; kurtulsun diye lâmekâne doğruyoluna istikâmet versin diye Kâbe’yi görerek tanıyarak, el ile tutarak kolaylıkgöstermişlerdir...

Allâhuekber... Bunların hepsi edep içinde Hayy’i-lâyemuta kavuşmak için kurulmuşdekorlardır işte... Herşeyi önüne serdim, her şeyi burnunun ucuna kadar getirdim... Senhâlâ deli dolu; bön bön bakıp duruyorsun... Kabahat kimde... Sende, sende, sende...Seni beni at da gaip zâmiri (O) ol. O... İşte iş bundadır... Hâlâ mırıltı, dırıltı, zırıltı ile

13

Page 11: Manevi alemden-yagmur-damlalari

uğraştığın yeter... Edep, fazilet, doğruluk içinde ömrü geçenler vardır. Bir de hayvan gibiölüp gidenler.. Şüpheler, vesveseler içinde her an değişmede bir ümit vardır. Bunlarınyerinden kımıldanma ve sökülüp atılmağa hazırlanma olduğunu da unutma. Bir gün belkisana da bir el girerek hepsini söküp çıkarır... Şakk-ı sadr yapan Cebrâil olmaz da senişüpheye düşüren bir el olur bu el.. Şüphe, kuruntu, bir nev’i ruh uyuzudur. Uyuz aklındaolursa fena, ruhundakini iyi ederler belki; şüpheden bazan acı bazân zevk duyarsın, uyuzda böyledir... Uyuz hastalığının ârazı tamamiyle bir hikmettir. Yani kaşınması... Fakat senuyuzdan kurtulmağa ilâç ara... Uyuzu kireç ile kükürt iyi eder, kireç ve kükürt nasıl kireçve kükürt olmuştur, hiç düşündün mü?

Kireç ve kükürt uyuz olmaz. O hastalık onlara yanaşmaz. Bu hassaya sahip olmak için neyapmışlardır? Hiç olmazsa onu ara, bul, sor öğren... Hazıra konacağım diye çabalama,vakit az.. Güneş batmağa gidiyor her şey yarı yolda kalır... Kendini musalla taşındabulursun, iş işten geçer... Biraz aklın ile ruhunu fırçala.. Ruhunla aklına tekme vur, bumücadele çok güzel bir mücadeledir... Kendini öğrenince mesele kalmaz... İşte bunlarıhazırladıktan sonra Beytullâh’a dön Rasûlullâh’a iltica et, öylece kıpırdamadan dur. Sabıriçinde... Hiç olmazsa bir gece bu halde uyumadan, sabaha kadar sebat et... Yardımcıher zaman, her an mevcuttur, sana da uğrarlar.

İlk önce aklını iyice doyur da itiraz ve şüphe kapılarını kapa, ruhunla başbaşa kal... Haydiyolun açık olsun... Bu yazımızdaki sözlerimizden, bir son bekliyorsun. Lâflar kulağınavurdukça, içinde şüpheler artıyor.. Böylelikle bir şey öğrenemezsin; bırak bizi, git işteAllah aşkına...

14

Page 12: Manevi alemden-yagmur-damlalari

MİHRAB

Hak’kın huzuruna çıkış kapısı...

Kâbe’nin perdesidir. Kâbede mihrab yoktur.

Kâbe de Hak’kın huzurunun perdesidir. Bütün mihrablar Kâbe’ye ; Kâbe de insanıntahammülü hududuna kadar Hak’ka bakar. Netice olarak Kâbe lâmekâna bakan mekânkapısı... Bu mekânın mekânda görünür kapısıdır. Bu kapının anahtarı orada asılıdır. Elinegeçirmeye çalış...

Birisi sordu. “Hoca efendi ne tükenmez anahtar bu...” “Anahtar fabrikası orasıdır” dedim.

Alay ederek "Nerede satılır? Sizde var mı?’’ dedi.

“Var!” dedim...

“Göreyim.” dedi. Suratına bir tokat vurdum. Dudağı sola kaydı. Kaşı aşağı düştü, yüzü felçoldu. Mahkemeye düştük. Hikâyesi uzun. Beraat ettirdiler... Tansiyon varmış ondan raporverdiler.

“Allah’ı görür gibi ibadet ediniz.” (Hadis). Râsul-ü Ekrem Kâbe beldesinde doğdu. VahyiMekke’de aldı. Mirac Mekke’de iken vaki oldu. Mekke’den Kudüs’e doğru namazadönerlerdi. Mekke’den Kudüs’e kadar teşrif etti.

15

Page 13: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Mirac Kudüs’den başladı. Dönüşte doğruca Mekke ye geldiler. Kudüs’e uğramadılar.Mekke’de iken namazı niçin Kudüs’e doğru kıldı? "Mekke’de putlar vardı" sözüperdedir perde... Medine’ye teşriften sonra Kâbe’ye dönmek emrolundu. Bunlar nedemektir?... Bunları bilmeden Kâbe’nin hakikatini bilmek zordur. Kurcalama. KâbeBeytullah’tır. Oraya döneriz. Bu sana yeter, artar bile bu zamanda...

Bayezid-i Bistami ne diyor bak:

“İlk hac ettiğimde Beytullah’ı gördüm. Yani Kâbe’yi...

İkinci hac ettiğimde; Buytullah’ın sahibini gördüm.

Üçüncü hac ettiğimde; ne Beytullah’ı ne de O’nun sahibini gördüm.”

Aha bu sıralanmış lâflardan mihrab nedir, içinde pirinç ayıklar gibi bul...

MANEVİ ALEMDEN YAĞMUR DAMLALARI

Ruh vardır derler...

Ruh yoktur derler...

Her ikisi de birdir. Yok dediler varlığından şüphe ettiler ki yok demişler. Var dediler varolduğunu sezdiler. Yok olandan hiç bahsedilir mi? Ruh bir vardır ki yok görünür. Bir Allah

16

Page 14: Manevi alemden-yagmur-damlalari

dostu böyle söylemiş... Yok diyenler dışı süslemek için uğraşırlar. Dışlarını süslemekisteyenler içlerini harab etmeden bunu başaramazlar... Fakat içi süslemek çok güç ve çokzor bir iştir...

Manevi alemden gelen bu yağmur damlaları içinizi ıslattıkça, ruhunuzda bir başkalık, birhuzur duyacaksınız... Bu satırları münakâşa etmeden, sûal sormadan, gökte bir hayalseyreder gibi okumak yeter... His olarak okuyun, akıl olarak değil... His olarak takipederseniz tatlı bir rüya zevki içine dalarsınız... Akıl olarak devam ederseniz nefsin gafletzincirinden çıkamazsınız... Gülünç olursunuz...

Aklın ötesinde şûhud aleminin dışında zaman zaman manevi seyehatlere çıkan içleri aydınkimselerin seyahat notlarıdır bunlar da; ondan böyledir... İnsan özü kokan topraktayeşermeye başlayan buğday çimleri gün ve haftalar geçtikçe boy atar, toprağı kaplar...Simsiyah toprak yeşil bir derya olur. Rüzgâr bu yeşil nimet namzedi denizde, sakin ve heran değişen, muntazam ve yek diğeri içinde birden bire kaybolan dalgalar husûle getirir.Bir gün gelir nimet olma amacında bulunan yeşil deniz sararır içi aziz nimet dolu başlarınıöne eğerler, kendilerini o hale sokana adeta huşû ile rükû içindedirler... Buğdayın buhalinden kimse haberdar değildir. İşte küçük hikâyedeki hoş çile gibi satırlarımızı okuyun;içinizde kalsın kimseye söylemeyin.. Okuya okuya siz de ruhca buğday gibiolgunlaşırsınız...

Buradaki olgunlaşmada ruhen bir cehde lüzum yok... İnsan topluluğu içinde binbir renkleyoğrulup, bitkin bir hale gelen insan ruhunu yıkamak, hem de bütün şüphe ve batıldüşüncelerini, hırslarını, kötü arzu ve heveslerini silip süpürmek, maddi cesedin ve maddirefahın bir şey ifade etmeyip; ruhun manevi huzur içinde ancak rahat ve mes’ut olacağınıda en güzel, en cazip, en hakikat yoldan öğretmek manevi sevabına kavuşarak

17

Page 15: Manevi alemden-yagmur-damlalari

mukaddes ve her şeyden münezzeh varlığın rızasına bahan arıyor bu yazılar... Muhtelifkitaplardan alınmış, veyâhut bir tahsilin neticesi akıl ve mantıkla sıralanmış lâflar değildir .. .

Kalp penceresine akseden hakikatların insan özü ile ifadeleridir... Yazan yazmamıştır.Yazana kalp maverasından yazdırılmıştır da ondan bir kıymet taşıyor... Yağmur göktentoprağa düşer. Birçok hoş ve iyi işler görür. Tekrar göğe buhar halinde yükselir. Bu güzelişleri yapan bazen bulut; bazen kâr, bazen buhar, bâzen insan şeklinde bir rahmet olur.Bu değişiklikte rahmet kalıptan kalıba, şekilden şekle giriyor. İşte gayemiz budur.

Biz bunlan anlatacağız, söyleyeceğiz okuyanları da rahmet denizinde seyâhatlereçıkaracağız...

Manevi hazla dolu gönüllerin her an çevrildiği, ruhi arzuların kabul edildiği YERE doğruseyahate çıkmışlardı... Uzun maddi bir meşakkat, sabır, tahammül, kanaat hasletlerininseferber edildiği bir kafile yavaş yavaş yol alıyordu... Binbir renk ile süslü kervanı kâhrüzgâr, kâh sıcak, kâh susuzluk, kâh açlık okşuyor geçiyordu. Vücut ve ruhlarında bugüçlükler bir tesir yapmıyor.. Gönülleri dolu, akılları doymuş, vücutları pişmiş durmadanyürüyen bu kervan sabır, kanaat, tahammül, fazilet, adalet, doğruluğun sembolü yekparebir kütle halinde yoluna devam ediyordu... İçlerinde öyle gönülleri dolu, öyle ateşli, öylemanen zengin insanlar vardı ki, bunlar zaman zaman kervandan ayrılıyor, hedeflerinekervanları henüz ulaşmadan gidip gidip geri geliyorlardı . . .

Kervanın geceleri konakladığı yerlerde, yıldızlı semalarda ruhen gezenler, karanlıklarıniçinde nur bularak oraya gidip gelenler var. Bu kervan kütle halinde maddi bir varlık birihtişam arz ederken, manen yerinde durmayan ve daima dalgalanan bir nur membaı idi...

18

Page 16: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Çünki gayeleri nurun çıktığı yere varmaktı. Zaten onun için yola çıkmışlardı.. Hele içlerindebir tanesi vardı ki konuştuğu zaman etrafındakilere ümit, fazilet, doğruluk, manevi birhuzur dağıtıyordu... Bu zatın cildi şeffaflaşmış, adeta insan şeklinde bir nur yığını halinialmıştı. İşte bir gün bu kervana tesadüf ettik... Sohbetlerinde bulunduk... Onlarıdinledik... Bize birçok hakikatlar anlattılar. Biz de onları okuyucularımıza bu yazılarımızdaanlatacağız...

Mütevazi küçük bir kasabada, gayet temiz ve şirin bir evde otururdum... Gündüzlerihastalarla uğraşırdım, manevi ve ruhi tarafımı takviye için.., küçüklüğümden beri kıymetliannemin telkin ve öğretimi ile Allah emirlerini, insan olmak şükrünü harfiyen yerinegetirmek arzu ve hevesim, akademik bir ilim gözü ile taassup denecek derecede düzgünve sarsılmaz bir halde idi... Ruhiyat tahsilim ve doktor olmam, bu düşünce ve inanmakabiliyetimi sarsmak değil, manevi tarafımı takviyeye hizmet etti...

Her türlü hurafe ile karışık din bilgilerinin üstünde, bana bir inanma zevki ve kabiliyetiverdi. Bu lütuftan dolayı fevkalhad memnun ve bir huzur içindeyim...

Hayatta çok maddi sıkıntılara, aylar ve yıllarca duçar oldum. Fakat bunlar ruhiyatımüzerine tesir değil, küçük bir leke, bir toz bile konduramadılar. Bundan dolayı büyük vetatlı bir şükür tarif edilmez bir huzur, sarsılmaz bir inanış içinde dünyada iş ve gücümlemeşgulüm... Bu hasletlerin muhassalası üzüntü vermeyen, bunaltı hissettirmeden birsabır mecmuası haline getirdi beni... Bu basit görünen hasletlere insanı kavuşturanyolların, tatlı çilelerin hikâyeleridir bunlar...

Günlerden bir yaz günü idi... Kazadan ayrılmış tek başıma kırlarda dolaşıyordum... Omıntıkada çok bulunduğum için beni herkes tanır hürmet eder ve çok severdi... Ben de

19

Page 17: Manevi alemden-yagmur-damlalari

onları severdim... Çoban köpekleri bile tanırdı, kuyruklarını beni gördükleri zaman sallarlaryanıma gelirlerdi. Ben hayvanları çok severim zaten... Onlara ara sıra ekmek degötürürdüm... Çok eski devirlerde yaşamış bir olgun, en fâziletli canlının köpek olduğunusöyler. Bir dilim ekmeğe hayatı boyunca sadakat. Kolay iş değil... İnsan fazileti kedininki gibidir. Menfaatine dokundu mu elinizi tırmıklar...

Birden bire karşıma o mıntıkanın yabancısı olduğu elbisesinden, yüzünden, her türlühareketinden belli, yaşlı beyaz sakallı başında yeşil bir sarık bir adam çıktı. Bana doğrueğildi.. “Doktor bey!” diyerek selâm verdi. Sağ omuzumu öptü. Tarif edilmez güzel birkoku içinde yıkanmış gibi kokuyor... Gözleri siyah zeytin gibi parlak, insanın görmediğiyerleri gören bir bakışı ve insana huzur ve emniyet veren bir tavrı vardı...

“Oğlum doktor Bey yolumu şaşırdım. Bana (D.D) köyü yolunu gösterir misin?” dedi. Bu köybulunduğumuz yerden azami birbuçuk kilometre yokuşta idi. “Ben sizi oraya kadargötürürüm” dedim yürümeye başladık... Havanın güzelliğinden, tarlaların bereketinden,göğün temiz maviliğinden bahsediyordu... On dakika ancak yürümüştük. Etrafıma baktımbulunduğumuz mıntıka değişmişti... Belli etmeden hayret içinde kaldım... Karış karışbildiğim bu yerler, tanımadığım bambaşka bir mıntıka idi. Gök aynı, güneş aynı, ihtiyaraynı, ben aynı.. Fakat mekân ve yer o yer değildi... İçimden annemden öğrendiğim birçokyardım ve istimdat ayetlerini okumaya başladım.. Korkmuştum. Fakat bunu bellietmiyordum... Birden bire; "Oğlum doktor bey, merak etme, hayret etme, korkma... Benzaten senin bütün bu hallerini senden gidermek, korkunu kaldırmak için vazifeliyim" dedi...İsmini söyledi. Söylememe izin vermedi. Mekanı bildirdi; tarif ve isimlendirmeme müsadeetmedi...

Nereye götüreceğini anlattı, kimseye bildirmeme aman vermedi... Tepeyi aştık tatlı bir

20

Page 18: Manevi alemden-yagmur-damlalari

meyil ile yeşil bir vadiye doğru iniyorduk... Bir göl kenarına geldik... Göl uzun bir kilometrekadar dar ve suyu tatlı idi... Gölü nasıl oldu bilmiyorum yürüyerek, su üzerinde geçtikhayret içinde idim ayaklarım suya batmıyordu... Su üstünde iz bırakmıyordu... Zaten ayakizleri su kenarına kadar varır sonra o da kaybolur... Tatlı bir huzur içinde idim... Karşısahile tekrar çıktık... Biraz gittik... Kesif yemyeşil ağaçlık bir yere dahil olduk...

Orada yüzlerce kişi oturmuş beni götüren zatın aynısı gibi zatlar... İçlerinde hiçbirinebenzemeyen her tarafından nur ve emniyet veren insan içine yayıldıkça insanı hafifletenbir koku yayılıyordu... Bana ikram ettiler... Oradakileri anlatmama izin verilmedi...Gördüklerimi söylememek için yemin ettirdiler... Bana, ben sormadan birçok şeyleröğrettiler...

Öğrettiklerini değil de anlattıklarını ben de bu yazılarımla anlatacağım... Bunda hilâfyoktur. Hepsi hakikattır...

Suyu tatlı gölün öte tarafındaki meclisden ve yerden ayrıldıktan sonra gölü bana aynı zatgeçirtti... Yokuşu çıktık... Tanımadığım o mekanda, geldiğimiz yerleri aynen görerekyürüdük... İhtiyar durdu: “Oğlum artık ayrılacağız .” dedi. “Sen uzun senelerden beri mideniboş bıraktın... Buna da sebep midendeki hastalıktır... Bir de çocukluğundan beri aldığın terbiyeve teneffüs ettiğin temiz havanın şükrüne bağlı olman ve bunu hiç unutmamandır...”

“Mideyi boş bırakmak, hikmet ve manevi alem hazinelerinin kilididir. Bâtın gönül pınarları,açlık ve oruç bereketi ile fışkırır... Bununla herkesin aynada gördüklerinden daha fazlasını birtuğla parçasında görebilirsin... Biraz evvel meclislerine götürdüğüm yerlerde gördüklerin -birisimüstesna- yük çeken develer gibidirler. Ağır yükler çekmiş, çok sıkıntılı yollar çiğnemişlerdir...Sayısız konaklar ve merhaleler aşmışlar. Ağır yükün altında adım atmış, az yemiş, dar boğazlı

21

Page 19: Manevi alemden-yagmur-damlalari

olmuş zayıflamışlardır... Bugün Ramazandır. Sen oruç tutuyorsun. Gördüğün yerde sanaikram ettiler. Yemedin, verdiklerini yanına aldın. Akşam onunla iftar edersin ..” dedi.

Gözlerimi öptü. Göğsümü meshetti.. Tekrar sağ omzumdan öptü. Arkana bakmadan yürüoğlum diyerek benden ayrıldı. Ben yürümeye başladım, küçük bir yokuş çıkıyordum.Tepeye vardım. Tekrar yürüyordum. Bir aralık, yol üstünde bir karınca yığını gördüm.Merakla eğilerek onlara baktım. Yuvaları başında toplanmışlardı. Biraz o çalışkan vemübarek hayvanları seyrettim... Doğruldum... Ortalık kararıyordu... Saatime baktımakşama 45 dakika vardı. Semti meçhule doğru yürüyordum. Yalnız kasabama eskiyerimde olsaydım; şimale doğru yürümem icab ediyordu. Ben de tanımadığım mekândaşimale doğru yürümeye başladım. Tekrar saate baktım. 15 dakika iftara vardı.Yorulmuştum da. Yolun sağ tarafına oturdum. Biraz dinleneyim ve ne yapacağımı daşaşırmıştım. Bir iki dakika geçmişti ön taraftan iki kişi belirdi. “Merhaba doktor bey!”dediler. Bunlar kasaba köylülerindendi. Kendilerini tanıdım. “Yoruldunuz mu neredengeliyorsunuz?” dediler. “Aşağıya iniyorum biraz gezmiştim...” dedim... Yoluma devam ettim.İftar olmuştu. Allah’ı anarak ikram ettikleri gıdalarla iftar ettim. İçime bir ferahlık,vücuduma bir şey yayılır gibi oldu. Tarif edemiyorum... Biraz sonra tanımadığım mekândeğişmeye ve tanınmaya başladı. Kasabaya yanaşmıştım. Eve geldim. Ailem ve annem “Nerede idin?” dediler... Merak etmişler... “Biraz kırlarda dolaşıyordum.” dedim.

Annem, “Oğlum saat onbirde de evden çıktın, şimdi saat ondokuz.” dedi. “Yüzün niçinsolgun? Yine midene ağrı mı girdi...?”

Sedire uzandım. Bana dokunmadılar. Annem alnımı okşuyor ailem ayak ucumda idi...Sahur oldu dediler... Bu hakiki macerayı anneme ve aileme anlattım. Ailem hayret etti...Annem güldü...

22

Page 20: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Ve “Bak ne güzel yemekler hazırladım sahura...” diye söyleyerek “Yarın gece Kadir Gecesioğlum. Mübarek Ramazan da çıkıyor bir daha ya kısmet” dedi. Bu hadise böylece kapandı.Aradan seneler geçti... Birçok çilelere duçar olduk. Kıymetli ağabeyimi kaybettik... Şimdi omübarek ağabeyimin aziz manevi hatırasına ithaf için bu satırları hafızamda dün gibiyakın ve gündüz gibi aydın duran o hadiseyi ve orada bana anlatılanları anlatacağım... Buanlatmada sizi adeta sisli bir hava içinde gezdireceğim. Çünkü buna mecburum ve böylekapalı anlatmaya da söz vermiştim...

HIZIR

“Hızır” derler. Vardır. Kimdir?

Musa peygambere Ledün yani var olan akla zorlanmadan sokulamayan kudret alemininsırlarının ilmi...

İlim var olan bir şeyin künhüdür esasıdır, vardır demektir. Hakiki inanç alemine kavuşanlarbilirler, sezerler, inkâr edemezler, etmezler.

İmkân aleminde bunalanlara yardıma koşan mübarek bir Zat-ı şerif... “Var mıdır? Yokmudur?” sözleri inanmayanların veya inanamayanların sözleridir bunlar...

Halk gönlünde yaşıyor ya, inanıyorlar ya, bu inanana da inanmayana da yeter.

Hızır ab-ı hayat suyu içmiştir derler. Devamlı olduğunun güzel inancının delilidir bu... BizceHızır Aleyhisselâm vardır. Bunaldığımızda yardıma Hakk nasip etsin diye dua ederiz.

23

Page 21: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Bir de İlyas vardır. Onun hakkında denizlerde, Hızır karalarda imkân aleminin her yerindeHak’kın kullarına yardımının mümessilleri... Senede bir defa buluşurlarmış sözü halkarasında yaşar. Bu gönüllerde hürmete bürünmenin timsalidir.

(Hızır - İlyas)... Günü diye anarlar, dilekler yaparlar. Gün doğmadan her diyarda Hızır’arastlamak ümidi vardır.

Bir kul rastlamış Hızır’a konuşmuş. Ondan dinledim ben de. Naklediyorum güzel birmülâkat...

İster “evet”, ister “hayır” de. Efsane, hurafe menkıbe olamaz. İnananlara inanmayanlarınsaldırışlarından çıkar menkıbe, efsane, hurafe... Biz reddederiz bu lâfları. Efsaneyihurafeyi araştırın, aslına varın. “Hikâye” diyelim bunlara. Güzellikleri insana hitap eder okâfi değil midir?

Rüyada gördüğünü inkâr edebilir misin? Bu ne demektir? diye sorar durursun.

Rüya kûdret alemine ait olan ruhla imkân aleminde dolaşmaktır. Rüya bu...

“Allah kulunun biri”, günün birinde Hızır’a rastladı senelerce evvel... Sonraları da Hızır onarastladı. Hızır konuştu “o kul” dinledi.

Hızır’a sordu Hızır söyledi. Günün birinde Hızır o kulu götürdü bir yere...

O kul bu tesadüflerden utandı. Kimden utandı: Kendinden..

24

Page 22: Manevi alemden-yagmur-damlalari

“Ben kimim ki Hızır bana rastladı” diye...

Başka bir gün de “o kul” ormanda kırklarla görüştü.

Yaylalarda yedilerle buluştu. Geceleri onbirleri dinledi...

Aradan yine seneler geçti. Bu kul konuşuyordu diğer bir kul ile...

Hızır’ın kendisine söylediğini o rastladığı kula dedi... Ne dedi bilir misin?

Kul arkadaş, üçler kalmadı bugün...

Yediler iki kişi kaldı... Kırklar onbir kişiye indi...

Hamdolsun ki onbirler baki...

Hızır’ın rastladığı kula “o kul” sordu, beni bir yere götürdü dedin. Nereye götürdü?...

Hemen cevap verdi. “Beni değil. Bizi...” Ben başka, biz başkadır. Malûm ya... Sözlerimianlayamadın.

Hem bunları sualle uzatma. Anlattığımı anlarsan yeter. 1.6.1982/Salı

25

Page 23: Manevi alemden-yagmur-damlalari

MANEVİYAT BAHÇESİ

“Ruhları, cehd ve manevi terbiye ile yüksek idrake erişmiş meçhulat aleminin dışında,zaman zaman, manevi seyahatlere çıkan içleri aydın kimselere hediyedir.”

Madde âleminde dolaşan, gayp âleminin malı ruh bir (Var) dır ki, yok görünür ve kimseninmadde âleminde onu görmeğe yolu yoktur.

Bu köşede anlatılacakların hakikatı ve mânâsı akıl ile değil ilâhi zevk duygusu ileanlaşılır.... Kendini yorma, oku geç, içinde zevk duyarsan kâfidir. Bu zevk aklın şuurluzevki değildir. Şuursuz gibi görünen asıl ruhun zevkidir. Arı ile çiçek arasında gizli olan balpeteği gibi, zevk burada gizlenmiştir. İlim var, Fen var, Akademik bilgiler var deme, buhudutta bunların işi yok. Hem de bunlarla halledilemiyor... Akıl ve mantık yürümüyor. Bumalzeme ile de hallederim deme... Edep haricine çıkarsın....

Gözlerin ve beş duygunun şahitliğine dayanarak bunlar hakkında bir fikir yürütme... Aklınyetmediği yerlerde kanunlardan bahsetmek gülünç olur. Kanun, etraflı bilgi demektir.Mâneviyat bilgi âleminde yalnız tezahürleri ile vardır... Ve bu böyle kalacaktır. Bu hüküm,bu tahdit normal durum üstündeki insanlar zaviyesinden objektif ilim hakkında, Kanunmânâsındaki umumi bilgi içindir. Normal durum üstündeki insanların enfüsî müşahedeleri,marifetleri, umumi duygular mânâsındaki bilgi için değildir.

Bu öyle bir duygudur ki, onun kendine mahsus bir uzvu yoktur. Her uzuv onundur. Ruhunumumî duygusudur... Bu hal beş duygunun dışında mühim bir ruh başarısıdır ki o duyguyaerişenler bütün ruhları ile şuhud âlemini duyarlar. Bizim gördüğümüz âlem şuhud âlemi

26

Page 24: Manevi alemden-yagmur-damlalari

zahiren maddedir. Batınen mâneviyattır.

Madde âleminde mihaniki kaideler, prensipler, kanunlardan bahsederken bâtınî âlemeçevrildiğimizde o âlemde kanun değil, beşerî bilgi ile ancak ihtimal kelimesini ilerisürebiliriz...

Buranın idrâki; asıl aklın, idrâkin altında bütün ruhûn bir idrâki vardır ki oraya erişmeklemümkündür:

Bu gibi olgun kimseler maddeye akseden derin manaları şuurlarından süzerlerken, ses,söz, şekil olur. Bazen de herkesin anlayamayacağı bir dile, bir kalıba dökülürler... Bu gibiaydınlar ilâhî kanun ve emirleri kendi temiz kalp ve vicdanlarında duyarlarken meleklerletanışırlar, göklere çıkarlar, Buraklara binerler ve nihayet tamamiyle dünyevî her şeydenalâkalarını keserek perde arkasından senli benli Rabbü’l-âlemîn ile konuşurlar.

Bu güzel sözlerdeki mânâdan, aşk makamına çıkamayan, henüz madde âlemininkesafetinde yürüyenler, bir şey anlayamazlar... Zira îmansızların ve her şeye çabukinananların zannettiklerinden çok derin bir meseledir. Burada:

Renkler değişmiştir.

Kokular başkalaşmıştır...

Ruh uçar haldedir...

27

Page 25: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Bütün: Ben, sen, o mânevî morfin tesiri altındadır.

Okuyucularım bir an için cesetlerinden ruhlarının ayrıldığını farz etsinler, ruhlarlayürümeğe devam ediyoruz.

Tüy kıpırdatmayan bir sükûn... Göz almayan tatlı bir nur içinde gidiyoruz... Etrafınabakarken hayret et, geç, ileri gitme... Çünkü hakikatlar bu diyarda, toprak üstündegiderken toprak altına geçen ve sonra yine toprak üstüne çıkan su cereyanları gibidir...Hakikât nuru her tarafı kaplamıştır. Gözün kamaşır, yuvarlanırsın... Bu böyledir, münâkaşaetmeye kalkma.. Bu duygudur, histir, bir haldir ki izah edilemez, ancak yaşanır... Yüksekve temiz duygularla dolu bir rüya âlemi gibidir... Nice kimseler vardır ki gözleri açık, uyanıkiken bu halin içine dalıp çıkarlar, onlar yüzlerinden bellidirler... Onların gözlerinde hakikidoğruluk dile gelir. Konuşur.. Ben de bunlara karışayım diye arzu edersen, garip gibigörünen bir seyahat yap....

Doğruluk ayağı ile, adalet asâsı ile, temizlik libasiyle, alınteri azığı ile, ilim feneri ilevücut sahrasını aş...

Sözlerimiz müphem sözlerse, onları açıklamaya kalkışmayınız. Her şeyin başlangıcı zatenmüphemdir. Fakat sonu öyle değildir. O halde bizi bir başlangıç olarak hatırlamanızıdileriz. Her şey evvelâ bir billûr değil, bir sis olarak tasavvur olunur.

Aksini iddia edebilir misiniz? Belki billûr donmuş bir sistir?

İçinizde cılız ve bitkin görünen şey, dikkat ederseniz sizin en kuvvetli ve en sağlam

28

Page 26: Manevi alemden-yagmur-damlalari

cephenizdir. Nefsinizin mümkün olsa da bir defacık med ve cezirini görseniz başka bir şeyistemezdiniz... Yine mümkün olsa da rüyanın fısıltılarını dinleyebilseniz, başka hiç bir sesdinlemek istemezdiniz. Fakat görmüyor ve işitmiyorsunuz ve bu da hakkınızdahâyırlıdır. Gözlerinizi bulutlandıran perdeyi ancak onu dokuyan el kaldırabilir... Ozaman göreceksiniz, o zaman işiteceksiniz... Fakat bir zamanlar kör yaşadığınızdandolayı kederlenmiyecek, sağır olduğunuzdan dolayı üzülmiyeceksiniz. O gün herşeyin gizli taraflarını görecek ve karanlığın kıymetini takdir edip şükredeceksiniz....

Tatlı, nemli, insan içine hoşluk veren bir sis içindeyiz... Bu sis ihtizazlı bir sis... Aklı,düşünmeye bırakmıyor... Kapının solunda şeffaf bir maddeden yapılmış bir pınar var...Gürül, gürül billûr bir su akıyor... Pınarın oluğuna yakın bir yerinde fosfor gibi ihtizazlıışıldıyan ziyadan yapılmış gibi bir zîncire bağlı bir su tası... Susamayanın bile içeceğigeliyor.. Bakıyoruz, yanıyoruz, içleniyoruz, birşeyler oluyoruz...

Bir tas su alın. İçiniz.. Temiz tâsın içinde yay kavisli altı satır yazı var onu okuyunuz...

Artık daha konuşmayacağız, zira ırmak denize kavuştu.. Kapı göründü bahçeyegireceğiz... Tasın dibindeki yazıya bak.

Bu dünyada iken ilerdeki bahçede meclis kuranlardan birinin sözü:

Haktan gelen şerbeti içtik Elhamdülillâh

Şol kudret denizini , geçtik Elhamdülillâh

29

Page 27: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Kuru idik yaş olduk, ayak idik baş olduk

Kanatlandık kuş olduk, uçtuk Elhamdülillâh

Dirildik pınar olduk; irkildik ırmak olduk,

Artık denize dolduk taştık Elhamdülillâh

Islanan ağzınızı sağ elinizin üstü ile siliniz... Şükrediniz yürüyünüz....

Kapının tam önündesiniz... Kapıda sağ taraf üstte güzel bir yazı var :

Bu bahçeyi sessiz geziniz...

Kendi kendinize böyle bahçe mümkün mü değil mi diye fikir yürütmeyiniz ... Olduğunuzgibi, olduğu gibi seyredip çıkınız..

Yazının altında imza gibi bir yer var... Oraya kadar uzanan gül dalları arasından görünenince yazıları da gül dallarını ayırarak okuyunuz... Yalnız dikkat edin.. Gül dikenleri elinizebatmasın.

İbadet etmeyen, inânmayan kimse, ruhunun yurdunu ziyaret etmemiştir. (*)

Kapının iç tarafında uzun beyaz sakallı, geniş alınlı, nuranî, şeffaf denecek kadar temiz birİNSAN duruyor.

30

Page 28: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Gözlerinde uhrevî bir tatlılık, yüzünde ruhani gülen bir nur, gözlerine bakanlara emniyetve ferahlık veren bir parlaklık, duruşunda sessiz bir heybet var. Sesinde dinleyen, kulağımest eden bir ton, sözlerinde Kâinâtın mânâsı gizli:

Onu gören ve dinleyen cesedinden ayrılmış, seyyal bir şuur, dağlar delen bir kudrethissetmekte...

Bahçeye her girenin kulağına tatlı bir ahenk halinde fısıldıyor:

Kanaatkâr ol, sabırlı ol, şefkatli ol.

Bu kelimeleri duyan kulak, manâları şuura götürdüğünde, ruhta dağılan mânâ helezonlarıinsanı gaşyediyor. Tatlı bir sıcaklık serin bir inşirah duyulmakta.

Sedef, aza (kanaat) ettiği için Allah içini inci ile doldurdu...

Buğday tanesi (sabır) ile toprak altında bir kış geçirmeye tahammül ettiğinden enbüyük nimet oldu.

Rasûlullâh (Müşfik) olduğu için, âleme rahmet oldu.

Ey bahçeye girmek niyetiyle, temiz hislerle ve biraz da merak saikasıyla gelmiş olaninsanoğlu:

Sana küçük bir el yazması kitap vereceğim.. Onu şuracıkta otur oku ve sonra da birlikte

31

Page 29: Manevi alemden-yagmur-damlalari

bahçeyi gezelim...

Kitabın üstünde titrek sarı renkte bir yazı var :

Ey insan oğlu!

Cebel-i azamet’e; aklı koy, orada nurdan yapılmış libası giysin...

Cebel-i kibriyâya ; kalbi bağla, orada nûr-u muhabbet libası kuşansın...

Cebeli izzete; Nefsi bırak, orada ubudiyet libasına sarılsın.

Cebel-i ezele; ruhu çıkar, orada nûru’l-nur libasını alsın, sonra aşk narasiyle bağır,bunların derhal toplandığını görürsün... O zaman sende fetih başlar ve (Biz)’denolursun...

Sahifeyi çeviriyoruz!.

Sonsuz semaları masmavi bir nur ile dolduran Allah’â hamdolsun... Ruhu nur âlemininebediliği içinde aziz olan Allah’ın Rasûlüne ve ona inananlara salât-ü selâm olsun...

Bunlar boş lâf değil dikkat et... Biliyor musun?

Uykuda; ilim, akıl, şuur, evlât, mal her şey gider... Bahr-ı umman-ı ahadiyete atılır...

32

Page 30: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Hiç kimsenin malı, ilmi, aklı diğerine karışmaz... Birinin ilmi, diğerinin cehliyle, diğerinin cehliötekinin ilmi ile karışmaz... İyi düşün her uykuya daldığın zaman, vakit vâkit bunlaralınıyor... Bir günde bu (Alış veriş) verişsiz kalacak ona ecel deniliyor... Dikkat et... Hepsiyüzüstü kalır... Allah yüz açıklığı versin...

Kendisine iltifat edecek hükümdarın karşısında titreyen çobanın korkusu gibi ölümhatırınıza geldikçe, kalbinizin hopladığını hissedersiniz. Fakat ölümden korkmayınız... Sizne zaman sessizlik ırmağından su içerseniz o zâman terennüme başlarsınız... Topraksizin gövdenizi geri istediği zâmandır ki, siz hakikaten raksedersiniz...

Yekdiğerinize ekmeğinizden sununuz... Fakat ayni lokmayı yemeyiniz. Birbirinizi seviniz;fakat sevginizi zincirlemeyiniz. Sevdiğiniz, ruhunuzun kıyılarında kımıldayan bir denizolsun... Beraber terennüm ediniz... Eğleniniz, neşeleniniz, fakat tekliğinizi unutmayın...Çünkü bu udûn telleri, aynı nağme ile birlikte titrer, fakat her biri ayrı ayrı....

Caminin direkleri bir birinden uzak durur....

Meşe ile selvi birbirinin gölgesi altında yetişmez...

İbadet etmekle öğünme....

Yalnız ibadet etmek hiç fayda vermez. İhsan ve keremi ona arkadaş et. Zaten ibadettenmaksat ihsan ve kereme kavuşmaktır...

Kur’an okumak dilin ucundan çıkar... İhsan ve kerem için düşmüşe yardım, canın

33

Page 31: Manevi alemden-yagmur-damlalari

ortasından gelir...

Bu sözler içinde doğru olanlar Allah’tandır. Onun lutf ü inayetidîr.

Yanlış olanlar varsa, onlar da yazanın uydurmasıdır. Rahmet, Rasûlullâh’ın kalbi pâk veruhu muâllâlarına mütealliktir:

Onun için Cenâb-ı Hak Kitâb-ı Celîlinde, "Ben ve Melâikeler Nebiy’ye selât-u selâmgetiriyorlar, ne duruyorsunuz siz de selât-u selâm getirin, acabasız teslim olun."Buyurmuştur.

Rahmeti ilâhiye bu makamdan tevzi olunur. İlâhi Rahmet hakikat-ı Muhammediyeye nâzilolmadıkça anın parçaları olan hakâyıka vasıl olamaz. Salât u selâm getirmek herkesinnefsi için rahmet talep etmektir.

Bunu anlayan insanda basiret başlar. Basiret, Evliyaya makam-ı fuaddâ fetih buyrulanruh gözüdür.

Onun için bu işlerde yürümek isteyen Allah’a inanır ve mümin olur. Kendini Allah’a teslimeder; İslâm olur..

Hakka teslim olmak demek; kısmeti ezeliyesinden razı ve hoşnut olmaktır. Kulunteslimiyetini hâk görünce ünsiyet başlar... O vakit âdem “insan" olur... Ve derakapdâvet-i ilâhîye vâki olur... O davete namaz denir.

34

Page 32: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Hak buyuruyor; Namazın yarısı benim için yarısı kulum için... marifetullaha bu yoldansülûk başlar. Bundan, bu zevkten , mahrum olan insan, yaradılışındaki güzelliğinzevkinden mahrum, feyzi fıtrisinde de mahcup olur.

Hayâl ile değil müşahede ile çalış... Müşahede denilen tecelli-i ilâhî hayâl âlemininötesinde zevkî mânâlara delâlet eder...

Bir hâl-i nûrânîdir.. Hayâlin burada takatı kesilir. Hayal ancak akla mensup olan mânalarıhissî kalıplara indirir

Asıl hüner, gaflet anında Allah’ı bulmaktadır.

Bütün nefsanî her türlü arzulardan yok ol... Bundan sonra tekrar var olamazsın... Birdefa da o yoklukta var olursan artık yok olmanın imkânı yoktur. Kavuştun gitti...

Bu iş, en ince, namütenahî ince, incelikten en ileri derecenin bile yanında çok kabakalacağı kadar ince bir meseledir. Hak ile bâtıl o kadar iç içe ve kucak kucağa tecelliederler ki, bunları birbirinden ayırd edebilmek için insanda, hem de insan-ı kâmilde Allahvergisi basiret hiddetinin en keskini olması lazım gelir...

Mânâ helezonları esrar mıntıkasına sokuldukça "Aklın almadığı ve reddettiğimevzular" üzerinde yürünmesi ve dolaşılması çok çetin bir mahiyet alır.

Niceleri, bu helezonların dönemeç noktalarından düşüp düşüp giderler, hakikatla şeriatarasındaki büyük, ve mutlak ahengin iltisak noktalarını birden kaybediverirler... Düşer ve

35

Page 33: Manevi alemden-yagmur-damlalari

küfre yuvarlanırlar...

İbadet yapıyorum derken küfre gitmemek çok dikkatli olmak lâzımdır.

Hayvanlara merhamet et. Cenab-ı Hakk tarafından sana emanet edilmiş bir nimettir.Emanete hiyanet Cenab-ı Hakk’a hiyanettir...

Sakın kimseye hakaret gözü ile bakayım deme... Unutma ki Allah’ın dostları bin birşekil, kıyafet ve edâ içinde gizlidirler. Hakkın nîmetlerinin şükrünü ifa et. Nîmet gelir,şükrü görmezse gider, ilmi var, ameli yok, ameli var, ihsanı yok!

Allah’ın dostlarının yüzünü görmek nimetine erişmiş de, onlara bağlanmasını bilmez.Denizin dalgası bazan kabarır da sahile vururken, ben varım diye mırıldanır. Deniz deona:

Sen yoksun, ben varım, der...

Aman gururlanma gönül kırma; tepelenirsin.

Kıyamete kadar, Hakk’ın bu misafirhanesinde, Allah’ın dostu eksik değildir, unutma....

Sadaka Allah namınadır. Sadakada nefsin haz duymasın... Yuvarlanırsın aman dikkat et...

Ben şunu yaptırdım, cami yaptırdım, köprü yaptırdım, çeşme yaptırdım... Şu kadar fakirbesledim, şunu yapıyorum deme... Diyenler zaten küfre sapmışlardır. İbadetleri de

36

Page 34: Manevi alemden-yagmur-damlalari

iyilikleri de boşuna.

Bu âlemde Allah’ın muhatabı insandır zamanın merdivenidir... Namaz Allah’a yaklaşmanınmerdivenidir...

Merdivensiz, iki katlı evine bile çıkamazsın

Bu merdiveni bırakma, boşlukta, kalırsın... O merdiven çıkıldıkça nurlaşır. Nurlaştıkçatemizlenir....

Billûr gibi bir ruh, temiz kokulu bir ceset, hikmet dolu bir akıl ile Allah’a kavuşursun. Ebedîhayatta nur âlemi içinde haşr olunursun.

Kulların teâlîsini isteyen Cenâb-ı Allah bundan dolayı namazı kat’î bir emr-i ilâhî ile farzkılmıştır. Şekli de tâlim-i ilâhî ile farzdır,

Keyf yapmak istersen; “helâl” hududu keyfe kâfidir.

Haram kapısını çalayım deme.

Bâzan bir saatlik zevkin, bir ömre bedel azabı olur. Her musîbetin altında, ne büyüknîmetler gizlidir.

Musibetlere hakikat cephesinden bakılırsa, bir rahmânî ihtar olduğu anlaşılır.

37

Page 35: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Sokakta elinden düşürdüğü şekerini yerden tekrar almasını babası çocuğa meneder.Çocuk alacağım diye israr eder, babası eline vurur, çocuk şikâyet eder, ağlar, tepinir.Halbuki babanın çocuğu himaye ettiği aşikârdır.

Bu muvakkat hayat yolculuğunda, her insanın bir gayesi vardır. Kimi maddî servet veşöhrete, kimi mânevî huzura kavuşmağa çabâlar.

Kimisi beşerî perdeleri yıkıp Allah’a kavuşmağa uğraşır... İnsan kendi meyline göre yanefsinin arzularına tâbi olarak kötüye gider. Alçalır... Yahut ruhun ulviyetine tâbi olupiyiyi ihtiyar eder, yükselir. Yüksek ruha sahip insanlar vicdanlarında geniş bir tasfiyeyaparak hidayete erişmek yolunu tutmuş ve fani hayatın hudutlarını aşmak istemiştir.

Bu tekâmülü kendiliğinden sezmekle mümtaz bir insan olur.

İnsanın binlerce arzu ve emellerle yüklü nefsiyle mücadele ederek, muhtelif temayüllerini,şehevî ihtiraslarını önleyip onu kötü ve mülevves olan her şeyden ayıklamak, çok güç,bununla beraber çok ulvî ve kutsî bir feragattir.

Bu suretle elde edilen manevî varlık en yüksek bir mertebeyi ifade eder.

Mahsusa taallûk etmeyen bu gibi kıymetlerin tâyinini müsbet ilimlerden istemekimkânsızdır.

Zaten her kıymet, izafî olarak akıllı yoldan idrâk edilecek bir vasfa malik değildir.

38

Page 36: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Nitekim bazı kıymetler vardır ki olgunlaşmış ve bir nevi hidayete erişmiş insanlartarafından kabul edilir ve itikad olunabilir.

Fakat ispat edilemez. İnsanların akla uymayan şeylere karşı mukavemet edilmez birtemayülü bulunduğu da inkar edilemez bir hakikattır. Bazı inaanlar bazı kıymetler içinyaşar, hatta onun için hayatlarını feda eder, fakat uğrunda can feda edilen şeyin riyazîkatiyetle isbatını kim verebilir. Namus için, Vatan için...

Ölümü göze alabiliriz. Bunun bir belâgat olduğunu iddia etmek tamamiyle kıymettenâridir.

Bu kıymetler kudsî arzuların neticesidir. Ruhî huzur ve sükûna ermek, ebedî ve sermedîhayata ermek için şahsî menfaate arka çevirmek çok büyük bir fâzilet eseri ve çokbüyük bir ruh başarısıdır. İşte çilelerle ömür geçiren evliya mertebesine çıkan mübarekinsanlar, gönül deryasının hudutsuz derinliklerine kendilerini atmış, gıbtanın üstünde birgıbta ile aranılacak büyük ve kutsî şahsiyetlerdir. Bunlar, Kur’an âyetlerinde gördükleriledünnî mâna ve onun derin ve gizli mefhumlarına ermek hususûndaki fikri cehdkahramanlarıdır.

Müsbet ilim denilen kör ve tek gözle bakış mefhumu insani beş duygunun kuru birmakinesi halinde görüyor; ve insanın şahsiyetini hiçe sayarak onu terkip, tahlil ve tecrübemezhebine âlet etmiş oluyor.

Bu zihniyet içinde; Ey ziyaretçi! İçinden geldiğin dünya ve insanlık, madde ve kuvvetintesir ve hesabı karşısında, bilgisini, tecrübî usullerle bir asla ve bir kanuna bağlamakmecburiyetinde kalmış, tecrübe ve müşahedeye girmeyen metafizik hadise ve kuvvetlerin

39

Page 37: Manevi alemden-yagmur-damlalari

karşısında, inkâra sapmıştır.

Bu müsbet ilimler çerçevesinin ortasında mahsur kalanların, iman dünyasına hakaretlearka çevirip, maddî bir uzuv olan gözün göremediği kudreti ilâhiyeyi göremedikleri içininkârâ kalkışması, aczin üstünde bir aczin ve budalalığın ifadesidir. Müsbet ilim sancağıaltında toplanan bu sınıf calî bir gurur ile münkir daha doğrusu yalnız maddeye bağlı birdinsiz tipi çıkarmış ve bu nazariye insanı zaruri olarak ye’is ve ümitsizlik çukurunasürüklemiştir.

Onların nazarında âkıbet yok, Allah yok, saadet yok, mes’uliyet yok.. Kalp ve ruh gözü ilekâinatı gören mübarek insanlar bunlara acıyor.

İnsanlık tabiatın en korkunç taraf ve hâdisesi olan karanlığı gidermek için çok büyükemekler sarfetti. Çıra, mum, kandil ve nihayet petrolu buldu... En son, nur halindeelektriğe kavuştu, fakat o kandiller, elektrikler ancak onun dışını aydınlattı. Müsbet ilimgururlanıyor maddeyi aydınlattı insanlığın iç alemini tenvir edemedi edemez,edemiyecektir de...

Ey ziyaretçi! Canın sıkıldıysa geri dön, çünkü sen hala, bahçede ne var diyedüşünüyorsun. Daha çok laflarımız var. Seni temizliye temizliye en sonunda, bahçeyesokacağız.

İnsanoğlunun Hakk’a vasıl olması, aşk-ı Rabbânî iledir. Bu aşkın tedarîki için, pota-yıMuhammediye’de erimek şarttır.

40

Page 38: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Bu pota’ya girebilmek için, imandan feyz almak zarurîdir. Tuz gölüne düşen en pishayvanın her zerresi tuza inkılâb eder.

Memleha-i Muhammediyye’ye düşen insanın her türlü şekaveti saadete, kesafeti letâfeteinkılâb eder. Bundan dolayı dünyaya, imkân âlemi demişlerdir.

Hazret-i Rasûl’ün nazar-ı akdesiyle iltifata nail olan mücrim derhal muhterem olur. İmanaşkı tedariki din ile olur.

Din; sadece namaz kılmak, oruç tutmak değildir. Bu dinin umdeleridir. Âlemde aslınıesasını bilmek aşkına din derler. Müsbet ilimler bu âleme nereden geldiğimizisöyleyemez.

Fen, hâdiseler arasındaki münasebeti araştırır. Fen nasıl, din niçin? sualine cevabı verir.Dünyadaki büyük dinlerde vâhdaniyet yalnız İslâmiyet’te vardır. Bütün mevcudat onunazameti altında toplanmağa mahkûmdur.

Dinin muallimlerine enbiyâ derler. Bunlar Allah’ı isbata değil ilâhî kelimeleri ilânagelmişlerdir.

Allah, muhtac-ı isbat değildir. Peygamberin tanıttığı gibi Allah’ı tanımayanların Allah’aîmânları doğru olamaz.

En kalpazan şöyle anlar:

41

Page 39: Manevi alemden-yagmur-damlalari

"Ben içinizden biri gibiyim:"

Biraz akıllısı :

"Ben sizin heyet-i mecmuanız gibiyim. İçinizden biriniz gibi değilim:"

Bu ne demektir? Bu âleme gelen her ferdin diğer fert üzerine tercih olabilecek bir sıfat-ıâliyesi vardır. Bu sıfat dolayısiyle bu âleme gelmesi iktiza-yı hikmet olmuştur.

Meselâ: Ben sizden iyi görürüm. Siz de benden iyi yazarsınız. Fakat sizden daha iyiokurum. Okuyuş sıfatım size tercihimi sağlıyan sıfattır.

O halde daha iyi anlıyanlar:

Bilumûm sizdekı sıfât-ı kemaliye bende vardır.

Rasûl’ün, "Siz dünyanızı benden iyi bilirsiniz." demesi bir iltifattır.

Dünyada ümmetine serbesti vermiştir. Yoksa bilmek değildir.

"Ben ahlâkı tamamlamaya geldim." demeleri bunun delilidir.

Rasûlullâh’ı biraz daha iyi anlayanlarda:

“Yâ Muhammed! Onu sen atmadın biz attık." ayetini anlıyanlardır.

42

Page 40: Manevi alemden-yagmur-damlalari

O halde Allah’ı bulmanın yolu Bir Allah dostu bulmakla başlar. Bu yola giriş Rasûl’e hakikîbağlanışla başlar.

Ve bütün akıl çerçevesi içindeki hal ve hadiselerin bulunmadığı ve en mahrem yer olanzât-ı tecellî makamında son bulur.

Buranın ilmine vukuf vahiy ile gelir, Melek vasıtasiyledir. Peygamber’e mahsustur.

İlham ile gelen ilim, sıddîkıyet makamında başlar. Bu makamda sarhoşluk yok gibidir.Fakat burada da benlik akıl ve nefisle alâkasını kesmediği için asgarî hatâ mevcuttur.

Mânevî saffet, benlik ile başlar. Tasavvuf şeriatların mâneviyâtıdır. O halde Nübüvvet veRisâlet ile başlar diye kabul et...

Dünya ve Ahiret diye söylenen sözlerde bir şey gizlidir. O da insanda şerîatigerçekleştirmektir. Bu gerçeklesirse insanda Allâh’ın rızâsı karar kılar.

İşte dünya ve âhirette kıymet bu rızâdadır. Bu rızâ da şerîat ile elde edilebilir.

İnsan şerîata bağlandığı nisbette, nefsaniyetten uzaklaşır...

Şeriata uygun olmayan ve sözde nefsin kırılmasını gaye edinen bâzı mücâhede veriyâzatlar, nefsi kırmak yerine kuvvetlendirir.

Birçok Hintliler riyâzat ve mucâhedede hiç kusur yapmazlar, ancak nefislerini

43

Page 41: Manevi alemden-yagmur-damlalari

kuvvetlendirirler, başka bir şey elde edemezler. Bâtın-ı irfâna talip olan şeriata sıkıbağlanacaktır. Aksi hakkında söz yürütmek abestir, beyhudedir. Münakaşadan bir şeyçıkmaz. Burası münakaşa yeri değildir. Bu iş akıl işi değildir, zevk işidir. Onun içinmevzuumuzdaki sözlerimiz kitaplarda yoktur.

Bugünün gafil madde dünyasının sonu olmadığı, bin küsur senedir ortada bulunan ruhimparatorluğunun ebedîliğindeki mânâyı idrâk edenlerin azâlması, dimağlara bir fiskevurup kendilerini toplamağa sessiz bir ihtârdır...

Bu yazıyı okumak arzusunu merak hissi ile değil... eksiklerini tamamlamak maksat vehevesiyle okursan oku... Yoksa kendini yorma, çünkü insanı sıkar...

Sevmediğin bir filmi seyrederken duyduğun üzüntüyü duyarsın... Bu da senin için hayırlıdeğildir: Anlıyamıyorsan hakîkatı biz gösteririz. Vazifemizdir. Borcumuzdur... Tâ ki senanlayana kadar...

Her zaman müşkillerini sor... İnanmadığını kimya laboratuvarından tüp içinde inanacağınşekilde anlatırız.

Ateş bilmem falanı yakmıyor, nasıl olurmuş, olur. Gel sana da göstereyim, hem deöğreteyim... Yakmadığını gör, fakat aklın sarsılmasın... Sen, bütün şüunu 300 sahifelikfizik, 400 sahifelik kimya, 70 sahifelik mantık kitabının içinde mi zannediyorsun?

Kâinat orkestrasında aklın, ruhun tellerini akort edecek insani bul, akordunu yaptır danâmütenâhî ebedî konserin içinde gaşyol.

44

Page 42: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Kâinati anla... Peygamber’i bil, Allâh’ını müşahede et... Lâflarım edebiyat değil, zevkleokunsun da diye değil; ihtiyârı zahmet et gel bul, hakikî yolcu isen dermanını bul.

Bir nazarla bir yakaza içinde gör. Ondan sonra git madde âlemine haykır... Haykır obudalalara... O zavallılara...

Madde peşinden koşan kudsî âlemi bilemez. İnsan ruhu kandil gibidir. İlim onunaydınlığıdır. İlâhı hikmet, kudsî âlem onun zeytinyağıdır.

Ruh ve kalbin arzularîyle, bedenin hırçın isteklerine karşı koyup, sabretmeyi kendindehakikîleştiren insâna semâvîler hizmetçi olur.

Madde ve dünya için o kadar zahmet çekiyorsun..

Biraz da HAKK için zahmet çek.

Allah buyuruyor:

“Benim nâmıma zahmet çeken kulun günahlarını izzetim hakkı için mahvederim."

Sevinci, feragatte ara.

Başkalarının mâlik olduğu şeylere göz dikme. Kalb arzularının kapısını kapatırsan,insaniyetin en şiddetli şuuruna mâlik olursun...

45

Page 43: Manevi alemden-yagmur-damlalari

O zaman bu hâdiseler, bu tecellîler anlaşılır. Hakiki kulluk; ibadet, mücâdele ehlininişidir. İlme’l-yakîn ile başlar.

UBUDİYYET; yakınlık ehli işidir ki ayne’l- yakîn ile başlar. Rasûlullah bile bu sıfat ile kabulbuyurulmuştur.

UBÛDİYYET; müşahede ehlinin işidir ki. Hakka’l-yakîn ile başlar. Bu mertebe başlamadanevvel insanda hayâ denilen bir sıfatın belirmesi lâzımdır.

HAYÂ; hukuk-u ilâhiyeyi ve Rabbâni emirleri yerine getirmedikçe Allah’dan bir şeyistememektir.

Bu sıfat, yâni hayâ, kulun kalbi ile Allah arasındaki perdenin azalmasından sonrahusule gelir. Bunları vehleten anlamak güçtür.

Şunları evvelâ tefrik etmeğe çalış :

Sünnetu’llah nedir?

Âyetu’llah nedir?

SUNNETU’LLAH; tabiî kanunlardır.

ÂYETULLAH; kâinatta hüküm süren kanunlardır.

46

Page 44: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Bunlardan âyât-ı ilâhiyeyi düşünmek farzdır.

"Siz sünnetü’llâhı öğrenebildiğiniz kadar bilirsiniz. O bildiğiniz miktarda değişiklikbulamazsınız.” Ne tebdil ne de tahvil edildiğini göremezsiniz fakat keşfettiğiniz sünnetinzâhir eserleri de zarurî değildir. Kâinat Allah’ın ihtiyâr-i ef’alinin eserlerinden ibarettir.

Bu eserlerin bizzat tegayyür etmesine imkân yoktur. Akıl Allah’ın varlığını bildirir. Allah’ınvarlığını bilmekle Allâh’ı bilmek arasında fark çok büyüktür.

Allah, akıl ile bilinse idi, bulunsa idi kitâba, nebî’ye hacet kalmazdı. Dış âlem üzerinde eldeedilen bilgi mahzun ve mükedder anlarda duyulan ahlâkî ve mânevî boşluğu dolduramaz.

Fakat manevi ve ahlâkî bilgi dış âlem hakkındaki cehaleti daima teselli edecektir. Ve böylekalacaktır.

Başınızı semalara kaldırınız, durduğunuz yerden ötesini tasavvurdan muhayyilenizyorulacaktır, fakat tabiatın mucizeleri tükenmiyecektir. Bunlar hep sünnet-i ilâhiyedir.

Göze görülen bu âlem, kâinatın muazzam sînesinde ancak belirsiz bir izdir. Hiçbir fikiraslına yaklaşamaz. Anlayış melekeleriniz tasavvurunuzun hududunu aşsa eşyada, saklıolan hakikata kapılsa ancak ufak zerreleri meydana çıkarmış olursunuz. Bu da merkeziher yerde olan, yüzü hiçbir tarafta bulunmayan namutenahî bir küredir. Muhayyilelerinizinen nihayet bu düşünceler içinde kayboluşu Allah’ın sonsuz kudretinin hissolunan enbüyük mümeyyiz vasfıdır.

47

Page 45: Manevi alemden-yagmur-damlalari

İnsan Allâh’a, varlığı hakkındaki delil ve ispatların sayısını artırmakla değil, ruhundakiihtirasların sayısını azaltmakla, bir îman ve i’tikat sahibi olmağa çalışmakla yaklaşır. Bunubir zamanlar sizin gibi şüpheci olup her türlü dünya, saadetlerini atarak halâsa kavuşmuşolanlardan öğreniniz.

İlk defa inanmış ve i’tikat etmiş gibi görünerek hareket ediniz, dua ediniz, ibâdet ediniz,bu hal, tabii bir şekilde sizi îman ve i’tikada doğru götürecek ve aklınızı yenecektir. Ozaman hakikî değerinizin ne olduğunu birbirinizden öğreniniz. Allâh’ın sesini dinleyiniz.

Îman size, beş duygunuza aykırı bir şey göstermez. Onların sezemediği şeyleribildirir...

İman, beş duygunuza, aklınıza, zıt bir şey değildir. Onların üstünde bir inanıştır. Aklınmuhakemesine her şeyi vurmak istersek, o zaman îman saçma ve gülünç gelir sana...Allah’ı hisseden, akıl değil, kalbdir. İşte îmânın insana öğrettiği şey de budur. Birinsandır, câhildir. Muhakeme etmeden Allah’â inanmış diye hayret etmeyiniz. Allahonların kalblerine sevgisini indirmiş, onlar da kendi nefislerinden nefret duymuşlar,bu da îman ve i’tikada meyil uyandırmıştır.

Ne olurdu akıl olmasaydı; insanlar his ve zevk-i tabiî ile hayatlarını sürselerdi? Başlarınısecdeden kaldırmayacaklardı... Asıl hüner gaflet ânında Allah’ı bulmaktır.

Gaflete dalanlar için karanlık, aydınlık müsavidir. Uyuyan gece ile gündüzünfarkında, değildir.

48

Page 46: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Karanlık ile aydınlığın müsavi olmadığını anlamağa çalış, elinde fırsat varken...

Ölüm çattığında pişmanlık çok acı gelir. Dünyada iken vakit kaybetmeden; güneşlederyâyı ayırmağa çalış. Bunu ayırdığın zaman gözlerin her iki dünyayı da görmeğebaşlar...

Bir an gelir ki geçmiş, gelecek her şey rüya âlemi gibi olur.

Ölüm: Hikmet âleminden alâkası kesilip kudret âlemine dalış demektir. Bunu iyiöğren...

Küfürden kurtulamazsan, hiç olmazsa zulme gitme.. İnsan küfür ile idâme-i hayat edebilir,fakat zulüm ile, asla!..

Madde âleminde ruhu bunalmış bitkin insanoğlu ! Eğer mânen hasta olduğunuhissediyorsan:

Bu da senin için bir müjdedir. Mâneviyat hastahanesine git!

Bu hastahanenin başhekimi Rasûl-i Ekrem’dir..

Asistanları Enbiyalar, hastabakıcıları Evliyâlardır. O hastahane ücretsizdir.

Menfaatsizdir, iltimassızdır, vizitesizdir. Hastahaneye kapıdan girerken seni memur, kapıcıkarşılamaz, bizzat başhekim Rasûl-i Muhterem karşılar. Oraya girdikten sonra tedavi

49

Page 47: Manevi alemden-yagmur-damlalari

olmadan çıkamazsın. Şifayı alan saadet yolunu bulur.

“Allah yolunda tozlanan ayaklara Allah cehennem ateşini haram kılmıştır." Allah yolunda...ayakları tozlanmak nefsinin hayrını terkederek Allah’ın mahluklarına hizmetle olur.

Madde âlemi, radyo, telsiz, televizyon, atom, birçok buluşlarıyla bağırıyor, sanki kendileribunları yarattı.

Bunlar, Sünnetu’llahda gizli hâdiselerin, zekâ ve akıl ile bulunup, terkip edilmesidir.

Bunlar bulundukça Cenâb-ı Hakk’ın azameti idrâk ediliyor demektir...

Bu buluşlarınla gururlanma, inkâra gitme. Evvelâ ölümü kaldır, zevâli dünyadan zevâl et!Fakir insanı kaldır. Mezar kapısını kapa! Bunları yapabiliyorsan gel konuşalım! Çaresivarsa söyle dinleyelim...

Yoksa:

Mırıltıyı bırak... Cırcır etme!

Daha beyazlaşan saçının rengini, kırışan yüzünün buruşuğunu gideremiyorsun...

(*) İnanmanın en sağlamı imandır. İman eshabı üçtür:

1. İmani gaybî eshabı,

50

Page 48: Manevi alemden-yagmur-damlalari

2. İmanı şuhudî eshabı.

3. İmanı zevkî eshabı.

Bu imanların üçüncü mertebesine gelmiş olanlar bu bahçeye gireceklerdir. Yoksa diğerleribir şey anlayamazlar. Zira bahçede görülecek küçük gösteriler hep Hazreti Rasûlû Ekrem’e bağlıdır. O mübarek büyük insanı anlamak mutlaka lûtf-u ilâhiye bağlıdır. Bu anlamakkeyfiyeti: Akıl, Fen, Tarih, Edebiyat, Felsefe, Mantık ile olmaz. 4 Mübareğe iman ettimdiyenler bile hakiki iman edememişlerdir. Çünkü onun HALIKİ: (Onlar Bana bakıyorlar,amma göremiyorlar) buyurmuştur.

BİR RÜYA

Rüyamda Kâbe’yi tavaf ediyordum.

Sarıya meyyal beyaz sakallı cüsseli ve gayet küçük gözlü bir zat sağ omuzuma dokundu...

“Oğlum! Sana bir gün soracaklar, Kâbe nedir? Cevabın şu olsun...

Kâbe: Kevni hakikatlerle ilâhi hakikatlar arasında bir geçit... Görünenlerle görünmeyenlerarasındaki geçit... Onun için namazda ilâhi hakikatlerin zuhuruna vatan olan Kâbe’ye dönmeklâzımdır.

Böylelikle sûretler Kâbe’nin sûretinde secdeyi bulurken, bildiğimiz hakikatlar de onunbilinmeyen hakikatında secdeyi bulur... Dikkat edersen:

51

Page 49: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Namazda, ötelerin şartından bu dünyada alınan bir rayiha vardır. (Kendini Kâbe’nin içindefarzet, batıya doğru namaz kılıyorsun. Kâbe’nin duvarının dışındaki adam da Kâbe’yedoğru kılıyor; Kâbe duvarını kaldırırsan karşı karşıyasın. O halde içdeki ve dışardakiduvara mı dönüyorlar, duvarı kaldırırsan “yüz yüze” dirler).”

Sonra bana avucunun içini öptürdü. Ve dedi. “Ben Muhyiddin-i Arabi’yim...” Devam etti:

“Gölge ile vücud birbirinin aynı değildir. Bu düşünce eşiği o kadar derin ve girift bir incelikmerkezidir ki orada çoklarının ayağı kaymış ve çoklarının kalbindeki hissi selâmetbozulmuştur... Bütün akılların idrak edemediği Allah sırrının çözüm noktası ölümdür...”

“ Ölmek diye birşey yoktur. Şekilden şekile girmek vardır..”.

“ Ölümü herkes anlar. Fakat tekrar dirilmede akıl bulanır, vehim şüphe içinde kalır.”

“ Gölgesi olmayanları arayıp bulunuz, ondan sonra düşünerek gölge hakkında kanaat vemütalaaya varınız...”

Rüyada gördüğümüz şeylerde gölge yoktur. Dikkat etmediğimizden veya etmek imkânıolmadığından öyle şey olur mu demeyiniz...

Rüyada: Renk ile ses vardır, koku yoktur. Bir de gölge yoktur... Niçin bunlar yoktur?.. Meraketme !...

52

Page 50: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Bir ilahide “Gölgem kayboldu, gönlüm dolunca” diye bir söz vardır.

Ruhla beden aynı şey değildir...

Ruhla doymuş olsa beden ne acıkır, ne de yorulur. Ama su ister... İnsan bir gölgedir. Dünyayüzünde...

Nasip bitiyordu: Kâbenin cenub kapısından beni dışarı çıkardı... “Haydi oğlum yürü Arafat’açık... Yolun nurlu olsun...” Kulağıma yavaşça adeta koku gibi fısıldadı:

“Alem, sıfat-ı kemallerin zuhur mahallidir. Başka söze kulak verme...”

Büyük bir ter içinde uyandım sabah ezanı okunuyordu... (Bozüyük. 9.11.1949 gecesi)

ALLAH DOSTLARINDAN HATIRALAR

Öyle hâtıralar var ki bende, insanı yerinden sarsar...

Geçenlerde bir mektup aldım, levha halinde.. 80 lik bir îhtiyar muhteremden: Halimi meraketmiş, görmeden.. Dua ediyor bana, İslâm dilinden...

Bana hocam söylemişti, yıllarca evvel.. Seni ancak ben görebilirim... Başkası göremez...Niçin der gibi mübarek gözlerine baktım.. Gülerek bana:

53

Page 51: Manevi alemden-yagmur-damlalari

- Görünmezsin de ondan... demişti..

Hocam, görünmek istiyorum...

- Sırası gelince görün, dedi..

Yıllar geçti, dünya değişti, Hocam göç etti... Ne var, ne yok ufukta kaybolup perdelendi..

Ben öğüt tutarım.. Hocamı kırmak da hatırımdan geçmez... Onun için hocamın bir vecdhalini anlatacağım, siz okuyucularıma..

Asrımız âhir zaman asrıdır. Bu gün beşeriyet dünyaya nisbetle çok akıllı, âhirete nisbetlecâhil, deli olanlarla doludur.

Hakikî mü’minin sevinci olsa da hüznü kalpde yaşar.

Kalbin en büyük ölümü, Allâh’dan ve O’nu anmaktan gafil yaşamasıdır. Bildiği haldebilmemezlikten gelmek, bilmediği halde bilir görünmek asrımızın mümeyyiz vasfıdır...

Hakikî bilgi Hak erlerinin ağzından alınır... Defter köşelerinden değil... Her çeşit bilgininesası, bilgi sahibinin halinden alınır, sözünden değil.. Tam bilgi halktan geçen, Hak varlığıile var olandan alınır...

İnsanın bilmediği şey önünde ses çıkarmaması ilimdir. Ve ilmin yetmediği şeyde o bilginkişiye teslim olmak İslâmiyet sayılır.

54

Page 52: Manevi alemden-yagmur-damlalari

İnsanlar yalnız ekmekle değil, iyi söz ve nasihatlerle de beslenir.

Serseri diye bir tâbir vardır. Şimdiye kadar serseriyi ne bir filozof, ne bir romancı, ne biredebiyatcı, ne de bir gazeteci tarif edememiştir. Serseri kelimesi kendi mânâsınıbilmeden, her milletin ülkesinde dolaşır durur...

Bazı âmiyâne tâbirler vardır ki kaba olmakla beraber, bir sahifede ifade olunamıyacak birşeyi, bir kelime ile ihsas ve itmam ederler.

Şehirli, köylü gibi... Serseri de bunun gibi bir tâbirdir...

Ben size heybemde bulunan üç beş kelimeyi makaslayarak bu târif edilmeyen şeyi târifedeceğim.. Hoşunuza giderse defterinize yazarsınız, beğenmezseniz güler geçersiniz.

Serseri, cahil bırakılmış dinsiz çocuğun büyümüşüdür...

Yalan, gürültü eder. Hakikat sâkindir.

Yıldırım, gök güzültüsü duyulmadan evvel çoktan düşmüştür.

Güneşe arkasını dönen, gölgesinin peşinden yürür.

Gayb, görülmeyen değil... görülemiyendir. (Lütfen bu cümleyi bir kaç defa okuyupdüşünmenizi rica ederim.)

55

Page 53: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Bu âlemde, kimin başı yere konmamış ve konmıyacaktır!.. Dünyanın yarısından fazlasınasahip olan İskender de bu gün bir harabede yatıyor...

Günün adamı değil, hakikatın adamı ol... Günün adamı isimsizdir. Günün adamı, güngeçtikçe değişir. Hakikatin adamı ne ise öyle durur.

Dinsiz için vicdan ve manevi mes’uliyet yoktur, günah yoktur.

Anlaşılmayan sözü söyleyen de anlamamıştır. Çocuğun anlayamadığı dersi hocası daanlamamış ve anlatamamıştır. Anlaşılan anlatılandır. Anlatılamıyan anlaşılmamıştır.

Hocamın evine gitmiştim... Yıllarca evvel...

Dört gündür çıkmıyormuş, odasından.. Muhterem refikaları söyledi.

Mübarek insan oturmuş seccadesinin üstüne... Lâmekânâ bakan, Lâmekânın mekânıBeytullah’a çevrilmiş.

Yüzü solgun, beyaz huzurun tel danelerı, alnında incileşmiş.. Hareketsiz, diz çökmüşRabbinin önüne... Etrafı görünmeyen bir sâfiyet çemberi ile çevrili. Çember görünmüyor,hissediliyor, madde gibi...

Yavaş yavaş ayakta olduğum halde başım ruhumla secdede edeple yanına yanaştım.(Yaklaştım değil) ...

56

Page 54: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Ötelerin kokusundan koku içinde... Bütün cesedi, sessiz bir ihtizaz içinde... Sessiz, sözsüzdile gelmiş bütün vücudu zikrullah içinde... Allah sesi kulaksız duyulur.. Bu üç "içinde" niniçinde..

Gözleri kapalı, edep yaşları akıyordu mübarek yanaklarına. Vecd halinde idi hocam... Ruhukendinden geçmiş ve kendi kendisinin ötesinde bir yüceliğe erişmiş idi. (Bu hal maddî vebedenî bir hal değildir)... Pencereden gece yarısının ılık havası ile ayın nûr damlalarıgiriyor hücresine...

Ruhu bir çeşit yalnızlık içinde... Akıl hayretten vurulmuş gibi.. Sâfiyet çemberine çokyanaşmış olmalıyım ki ben de bir şeyler olmağa başladım... Bu hücreden hocam kâinatıseyrediyordu. Gördüklerini cihan seyyahları göremez...

İradem, akıl almayacak kadar sevgi içine daldı.. Ruhum sevip sevmediğini ve ne yaptığınıifadeden âciz bir halde... Hafıza yok gibi.. Duyular işlemez... İnsan şekilsiz bir şey görürgibi oluyor, o anda...

Hocam görüyor, ben de kapı aralığından aynı hali seyrediyordum... Seyrine doyumolmayacak kadar güzel, rengi yok... Fakat bütün renkler kadar câzibesi var...

Görülen ışık, güneşe benzemez, fakat çok lâtif bir aydınlıktır. Ve bütün ruhî ve bedenîışıklar ondan gelir.. Görülen şey bir yer işgal etmiyor, fakat her yerde, her şeyde vardır.Her tarafı doldurur. Görülen şey kımıldamıyor fakat her şeye tesir ediyor. Ve onu idareediyor...

57

Page 55: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Ruh gördüğü ışığın fazlalığından kamaşır... Güneşe baktıktan sonra eşyayı görmektezahmet çekenler gibi, yalnız güneşin büyük bir ışık olduğunu anlar.. Onun gibi bukaranlıkta Allah ruha büyük bir aydınlık neşreder. Ve onunla ruh hususî bir hakikat değil,fakat Allâh’ın mahiyeti bilinmeyen iyiliği hakkında umumî, belirsiz bir bilgi edinir...

İnsan bütün bencil menfaatlardan sıyrılır, fakat bu ilâhî bir dolgunluğa yer vermek içindir.Düşünceler ve arzular devam eder, fakat hepsi Allah’a yönelir...

Hocam birden bire başını döndürdü, arkasından bana baktı..

Seni hırsız, ne seyrediyorsun, dedi.

Ses çıkarmadım, O:

- Bu temâşâda ruh bütün kabiliyetlerinin üstüne çıkar ve engin bir yalnızlığa dalar, buhudutsuz hayrın saklandığı esrarlı karanlıktır. İnsan tek ve sâde olan bir şeyin, ilâhî vesonsuz huzuruna varır... Dedi...

Halk dağın eteğine kadar gelir; Oraya yalnız Musa çıkabilir oğlum...

Allah, hatıra gelen her şeyden başkadır. Gönülde ona şekil verilemez. Biz ancak buâlemde ef’âl-i ilâhîye, âyât-ı ilâhîye ve hikmet-i ilâhîyeleri bir nizam halinde, müşahadeeder, görürüz.

İnsan, Allah’ı idrâkten âciz olduğunu hissettiği dakikada onu idrak etmiştir...

58

Page 56: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Allah’ı bulamıyacağını anladığı dakikada insan Allah’ını bulmuştur... dedi..

Bugünkü dünyanın mülevves çamuru içinde kıymet bilenler kendilerini, gurup eder gibigayb edip gizlendiler.

Vaktiyle mânen dağlarda gezerken bir zenci görmüştüm. Allah diye haykırdığı zamansimsiyah yüzü bembeyaz oluyordu. Tekrar kendi rengini alıyordu... Allah’ı ananlar böyleolursa, Allah ile olanlar gayr-ı mer’î olurlar... Gizlenme budur...

Mansur’un "Hakk benim" diyen başı kadrini bilen için , vurulmuştu... Akan kan yerde şunakşı yapıyordu:

"Vurun başım kanı aksın, kadir bilene, doğru..."

Ben lisanımla ’Ene’l-Hakk’ lafzı etmem bir anHalimi canım bilsin lafz-ı üryân istemem. Münir DERMAN

KENDİMLE BERABER

Bir gün hocamı ziyarete gitmiştim. 17 yaşında idim.

Odası tavanında yalnız penceresi olan geniş yüksek tavanlı idi.

59

Page 57: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Odası çıplak. Bir post. Bir de yerde yatak... Desti. Leğen. İşte o kadar...

Çok güzel koku vardı havasında...

Kendisi oturmuş, uzun saçları yele gibi omuzlarına sarkıyordu. "Gel bakalım." dedi. Eliniöptüm. "Ben artık gidiyorum mektep bitti." dedim.

Dua etti, nasihat şeklinde emirler verdi: "Arasıra kendi kendine bir odada kal...". Bunuadet edindim, arasıra bunu yaparım... Tahsil için Fransa’ya gittim. Aradan 5-6 senegeçti...

Birgün bu nasihat ve emri yapmak için odama girdim... Odamda iki zat gördüm. Birdenbireşaşırdım. Nereden girdiler bunlar... Beni görür görmez yürüdüler,duvarın içindekayboldular. Şaşırdım kaldım. Bir kağıt bıraktılar yere, küçük... Hala saklarım o kağıdı... Vehayretim hala devam ediyor. Otuz küsur sene oldu. Son nefesime kadar bu hayret devamedecek... Halledemedim...

Bu hadiseden 1 sene sonra yurda tatile döndüm. Doğru hocama gittim... Yaşlanmış... Eliniöptüm. Bana halimi sordu... Ağabeyimi sordu. "Gelsin.." dedi. (...) Yanında oturduk...Hocam hastalanmıştı. Yanında idik... Bize nasihat etti, dua etti, bizi okşadı...

Bir aralık "O kağıt sende mi?" dedi. Birdenbire anlayamadım. "Ha..." derken başparmağını ağzıma uzattı. "Sus" dedi... "Öyle yap..." (...)

Birgün sonra hocamızdan ayrıldık, ağladık... (...)

60

Page 58: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Hâlâ hocam bizi bırakmamıştır. Bunalırsak yetişir... Yalnız 15 sene evvel ağabeyim 47yaşında hocamın yanına gitti... Nur içinde yatsın...

O kağıttaki yazı şu, size de söyleyim, böyle hareket edin:

"Vesveseyi bırak... Ne kadar işin ve arzun, dileğin varsa hepsini kaza ve kadereteslim et... Kendi nasıl dilerse öyle iş gören Allah’a bırak... Ve bekle...

Telaşı terket. Izdırabı, üzüntüyü kaldır. Murat yolu kendi kendine görünür, oyola düşersin. Aç kal, kimseye söyleme.

Dertlerini, yoksulluklarını, ızdıraplarınısözhaline geçirme. Melekler bileduymasın... Derdin olursa Hakk ile konuş, her şeye yeter. Sefalete düşersen vakur ol.Sabret. Hak’ka bile ellerini istek için kaldırma. Yalnız hamd için kaldır. Allah senisenden iyi bilir... Hakk’da erimek dünyada budur..."

RİCALULLAH: ÜÇLER-YEDİLER-KIRKLAR

(...)Gayb Ricalin gördüm selam ettiler bana... Edeb içinde divan durdular. KulağımaFethiye salâtın okudular... Kırklar sonra söylediler bana...

Üçler, Yediler sonra Dörtler buz gibi su ikram ettiler bana...

(...) Kırklar sofrasında bulundum... Bunlardan üç kişi ile halen haftada bir gecebuluşurum... "Kırklardan mısın?" diye bana sorma... Ben o üç ile dört yaparım...

61

Page 59: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Hiç ile Kırk oluruz... Üç kişi bir de ben, bir de hiç, bir taife teşkil ederiz. Gezeriz... HemKırk’ız, hem Dörd’üz hem Hiç’iz biz...

Bulunduğumuz yerde Kırk oluruz biz...

Çünki biz Kırk’larız da ondan...

Elini tutmak istediğimizde şükrün mukabili değil de Bahane ararız biz... Birinde bahanebulduğumuzda ben ile üç kişi ve Hiç görünürüz...

Elini tuttuğumuzu içimize alırız heman Kırk oluruz ve İki görünürüz... Ondan sonra istergörünür ister görünmeyiz biz...

Biz her yerdeyiz, her yer bizdedir...

Gündüz cismani, gece ruhani işlerimizle meşgulüz biz...

Bizi görürler... Bulamazlar... Zira gaflet ve şüphe bulutlarıyla örtülüyüzdür... Bin birrenkte görünmeğe mecburuz...

Vazifemiz çok ağırdır... Âfatları bahane ile biz önleriz... Biz yer yüzünde bahanearayıcısıyız... Biz bahane ile Kırk kişi olduk...

Bizi bazen Veli, bazen meczup, bazen zındık görürler... Bu hal bizim sükun vehuzurumuzu bozmamak için Allah’ın bir vergisidir...

Bu kadar çeşit içinde sebat edip şüpheyi silen elinde bahane bulunan bizden faidegörür... Bizden faide gören şükrün tadını bilir...

(...) Kendi kendine itimad eden, şüpheleri kıran bahane aramağa başlar... Bahane

62

Page 60: Manevi alemden-yagmur-damlalari

habersiz yakalanır... Saklanır, günü geldiğinde senden o bahaneyi sorarlar, o zaman eltutulur... Bizim duamız bize yaramaz başkasına yarar... Çünki Biz Allah için dua ederiznefsimiz için değil... Kıymet de buradadır...

Onüç senedir Kırklardanım... Kırkların Yedinci, en genciyim...

Türkiye’de üç kişi vardır Kırklardan... Üç Suriye, Üç Mısır, Dört Irak, Yedi Medine, AltıMekke, iki İspanya, iki Hindistan, Bir Kafkasya, Bir Salamon adaları, Bir Cava, BirÇin, Bir Güney Afrika, Bir Güney Amerika, Dört tanesinin de yeri söylenemez...Bunların yerleri icabında derhal değişir.

Hali hazıra göre söylüyoruz...

(...) Kırklar da görünür dünya ile, görünmez ruhani alemi yekdiğerine rapteden köprügibidirler... Yekdiğerleriyle Kırklar izni ilahi ile kendi telsizleriyle her an konuşabilirler...Yekdiğerlerini her an görebilirler...

Mekan, Lâmekanı setreden bir perdedir.... Perdeyi kaldırdığın zaman mesafeler yok olur...

Çok tuhaf söylüyoruz; cidden tuhaftır... Bu kelime gafletin ta kendisidir. Size tuhaftır,fakat asıl hakikat budur...

(...)Kendi kendine sual: "-Bu da Kırklardan olduğunu söylüyor doğru mu? Yok canım..."

Cevap: Kırkları sen boynuzlu, kuyruklu veya başka türlü mü zannediyorsun?... O da kul..Amma Kul...

Şüphe yolundan çıkmayana birşey vermezler...

63

Page 61: Manevi alemden-yagmur-damlalari

Şüphe; inanmanın zelzelesidir. Hepsini yıkar yerle bir eder...

Kırkları kaçırdın elinden. Allah’a ısmarladık...

(...)Hakikati herkes anlarsa dünyada kul kalmaz... Dünyada o kadar Veli’ye ihtiyaçyok...

Sen yine bildiğine devam et... Bizim sözlerimiz başka mıntıkanın lakırdılarıdır. (...)10.11.1955

ÖNEMLİ NOT : Tasavvufa yöneltilen en önemli eleştirilerden birisi tarih boyunca çeşitli tasavvufieserlerde ve sufi menkıbelerinde yer almış olan Rical-i Gayb hiyerarşisine ilişkindir. Tarihin uzaksahifelerinde kalmış rivayetlerin ötesinde son yüzyılın son çeyreğinde dünyadan göçmüş olan birveli olan Dr. Münir DERMAN’ın Ricalü’l Gayb hakkındaki bu anlatımı hiçbir yoruma izahhissettirmeyecek kadar açıklıkla bu konunun inceliklerine ışık tutmaktadır. Dr. Münir DERMAN’ınanlattıklarına inanıp inanmamak kendilerinin de "Sen yine bildiğine devam et... Bizim sözlerimizbaşka mıntıkanın lakırdılarıdır." sözlerinde belirttiği gibi okura kalmıştır.

BİTTİYayın Listemiz »» Sayfa 65…72

www.yorumsuz.net.tc

64

Satellite
Metin Kutusu