171
495 BİZ VE TARİH (Kur’an: 25 / 20) 1. Sığ sularda yüzmüyoruz , Bizim sularımız derin ! Yanlış yolda gitmiyoruz , Bizim yollarımız emîn ! 2. Biz bilmeyiz kavga niye , Hep çabamız barış için ! Yönelmişiz Hakk’a işte , Hak yoldayız yarış için ! 3. Gönül verdik gerçek din’e , Muhammed(*) tek rehberimiz ! Şükür , erdik rahmetine ; Hak şehâdet dileğimiz ! 4. Vatan nimet-i Hak diye , Şu yurt ecdâd’tan hediye ! Türk Milleti tarihinde , Hükmetti adâletiyle ! 5. İşimiz zor ruhta sefer , Gâyemiz sonuçta zafer ! Sezgimiz şuur emreder , Bilgimiz Kur’an-ca kader ! 6. Gider ruh-u ceyş mahşerîn , Ha gayret tek teşci’-dil’sin ! Mahşer yolumuz (“…yevm-id’Dîn”) Oku-tam Fatiha “âmin !” 7. (“Vâ’tesimû …”) sırrıyla cemaat zaten imam ; Kök-Millet’in bağrında “kavmiyet” dînen haram ! 8. Tarih öncüsü Hak ordusu iken bu Millet ; Grek harsı Frenk modası dehşetli zillet ! 9. Zaman mı var , aramazsın selâmetin yolunu ; Kafan mı dar , anlamazsın felâketin sonunu ! 10. Tarih neden susuyor , konuşmuyor gerçekler ; Üç yüzyıllık “çan sesi” başımızdaki dertler ! Tanzîmat ve Islâhat(*) ardından daha neler ; İçten dıştan Devlet’i yok-etti ihânetler ! 11. Biz , Hak Din’e bağlıyız ; Ehl-i küfre karşıyız !

BİZ VE TARİH - yasamakca.files.wordpress.com · Dağlarca’nın tek bir bütün saydığı gözalıcı “yapıt”/ Büyük air olduğu konusunda , “İç dil” lâhza , uzlamaz

  • Upload
    dangnga

  • View
    222

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

495

BİZ VE TARİH

(Kur’an: 25 / 20)

1.

Sığ sularda yüzmüyoruz ,

Bizim sularımız derin !

Yanlış yolda gitmiyoruz ,

Bizim yollarımız emîn !

2.

Biz bilmeyiz kavga niye ,

Hep çabamız barış için !

Yönelmişiz Hakk’a işte ,

Hak yoldayız yarış için !

3.

Gönül verdik gerçek din’e ,

Muhammed(*) tek rehberimiz !

Şükür , erdik rahmetine ;

Hak şehâdet dileğimiz !

4.

Vatan nimet-i Hak diye ,

Şu yurt ecdâd’tan hediye !

Türk Milleti tarihinde ,

Hükmetti adâletiyle !

5.

İşimiz zor ruhta sefer ,

Gâyemiz sonuçta zafer !

Sezgimiz şuur emreder ,

Bilgimiz Kur’an-ca kader !

6.

Gider ruh-u ceyş mahşerîn ,

Ha gayret tek teşci’-dil’sin !

Mahşer yolumuz (“…yevm-id’Dîn”)

Oku-tam Fatiha “âmin !”

7.

(“Vâ’tesimû …”) sırrıyla cemaat zaten imam ;

Kök-Millet’in bağrında “kavmiyet” dînen haram !

8.

Tarih öncüsü Hak ordusu iken bu Millet ;

Grek harsı Frenk modası dehşetli zillet !

9.

Zaman mı var , aramazsın selâmetin yolunu ;

Kafan mı dar , anlamazsın felâketin sonunu !

10.

Tarih neden susuyor , konuşmuyor gerçekler ;

Üç yüzyıllık “çan sesi” başımızdaki dertler !

Tanzîmat ve Islâhat(*) ardından daha neler ;

İçten dıştan Devlet’i yok-etti ihânetler !

11.

Biz , Hak Din’e bağlıyız ;

Ehl-i küfre karşıyız !

496

“Hakkı ikame” için ,

Şer zûlme isyancıyız !

12.

İslâm’sız yaşamayız ,

Küffâra hiç kanmayız !

Karşıyız , sor : “-ya niçin ?”

Zor da âciz kalmayız !

13.

Bu îmandaki isyan

Bu isyandaki iykan

Bu iykandaki ilham

Dedi ki: “Artık yeter !

14.

(Kan dökmeyen ter döksün vatan topraklarına ,

Ecdâdın vasiyeti “şuur” evlâtlarına !

Allah yolunda vatan uğrunda

Kan-ter içinde çalışmak soylu ,

Küffâra karşı savaşmak kutsal !

Zulüm-zillet “dört bir yanı” sarmışsa ;

Cihadınla vatanı , hatta dünyayı kurtar !)

15.

Birlik dirlik-düzenlik , … Tam barış (“silm-i kâffe”)

Birliktelik esenlik ! … Mesaj (“…bi’habl-i’llâh”) hem;

Ordu-Millet elele , … (“Cemî’an* // “İzâ-câe …”)

Zaferle gelir şenlik ! … (“Nasr-ullâhi ve-l’feth !”)

…………………………………………………………

(Men lem-yezuk lem-yedri) meseli :

(Tadmayan bilmez) ne ki , değeri ?!

16.

Yiğitlere kan kokusu , can korkusu vermez ;

Kefeni kanlı bayrak olan (“şehit-ler ölmez !”)

Elhâk (“fî-sebîli-llâhi emvâtün bel-ahyâ”)

İşte “gönül seferberliği” Allah yolunda !

(*) Türk-İslâm âleminin tarihsel geçmişinden miras “savunma mekanizması : ordu-millet” dinamizmi

geleneksel “dil-din-kültür-vatan ve devlet” değerlerine bütünüyle bağlı inanç şuurumuzun çağdaş anlamda

siyaset teşkilâtını ve emperyalizme karşı direnecek gücümüzün kadrolarını temsil eden “Milliyetçi Hareket”

çığırının bayrak(-laşmış) lideri (merhum) Alparslan Türkeş’in eserlerinden biri de böyle bir çağrıyı dillendir

mek için ,“Gönül Seferberliği” işte !

Bkz. Yeni Lügat / sh. 406: “Men lem-yezûk lem-yedri(*)” Tadmayan anlamadı (*) hakikat değerini !

(Zevk-i irfan’ın tadı: / “Men lem-yezuk lem-yedri ” // Tadmayan anlamadı ; / Hakikat*-değerini !) HK.*

Bkz. Osmanlı Devleti Tarihi , “Zaman G. / Abone hediyesi” – İst.1999, Cilt 1 / sh. 93-96: Tanzimat Fermanı

(3 Kasım 1839); Islahat Fermanı (18 Şubat 1856)* “… II. Mahmud ölünce tahta çıkan genç oğlu Abdülmecid

(01 Temmuz 1839), ordunun Nizip’te bu hayatî yenilgisi sonucunda , … / Böylece Mısır meselesi , âsi vali ile

metbû devleti arasındaki bir anlaşmazlık olmaktan çıkarılmakta ve bütün devletlerin ilgilendiği bir mesele

hâline getirilmekteydi.” (Tıpkı günümüzdeki PKK terörü gibi !) … / “Tanzimat Fermanı , genelde bu krizin

olumlu bir şekilde çözülmesinde amil olması beklentisini de bünyesinde taşımaktaydı.”

“Bununla Osmanlı İmparatorluğu’nda yeni bir devrin açıldığında şüphe olmamakla beraber , ( … ) modern

497

anlamda vatandaşlık haklarının teminat altına alınması , kötü idareye bir son verilmesi , müslim ve gayri

müslim tebea arasındaki şahsî haklar açısından eşitlik sağlayacak bir cemiyet düzeni kurulmasını amaçlamak

taydı.” (Tıpkı günümüzdeki ideolojik sol bakış ve bazı çarpık anlayışların sözde çağdaş demokrasi adına evren

sel insan hakları açısından sırf “kürt halkı”(!) ayrımcılığından yana işbirlikçi hıyanet probagandasının T.C.

devletimiz’in üniter yapısına karşı yıkıcı “bölücülük” amacı gibi !) … / “Ferman , bu hâliyle, İslâmî temellerin

den ötürü böyle bir eşitliğe dayanmayan devletin ana nizamına ve ilk dönemlerinden beri süregelen ve zaman

içinde gelişerek nihaî şeklini almış olan cemiyet yapısına yıkıcı bir darbe vurmaktaydı.”(Tıpkı günümüzde AB*

ve ABD* ortak “Batı kulübü” sömürgeci süper güçler ve bunlara uydu-peyk konumda “konuşlanma alanı”

Ortadoğu’nun geniş çevresi Türkeli Balkanlar ve Kafkaslar , hatta Avrasya boyutları dışında “Türk’e Türk-ten

başka dost yok !”dedirten ihanetleri tescilli bazı komşularımızla birlikte bugün yine“Yurtta sulh ,cihanda barış!”

isteyen Atatürk’ten emanet devletimizin temelinde “üniter” ve özünde“laik” cumhuriyet Türkiyemiz’in rejimine

yani içte ve dışta asil milletimize düşman , adımızı ve varlığımızı yaşatan Türklük ruhumuza kalleşçe hasım

“mâhut tezgâh: ayrımcı-bölücülük” etnik alt-kimlik kışkırtması yapan ve geçmişlerden beri süregelen hain

plan-probagandalar , şantajcı yardakçı kundakçı “terör-ist” baskılarla sanki “gayrimüslim teb’a(*)” yerine

konarak kullanılmak istenen bir kısım “alevi-kürt” halkımızın anadil ve din-mezhep ayrımcılığına dayalı

“bölücülük terörü” anarşik kıyam ve başkaldırma provaları , uluslararası platformda abartarak iç ve dış kamu

oyunda siyasallaştırıp meşrûlaştırmaya dönük çabaların yıkıcılığı gibi!(*)

Nitekim Tanzimat’ın bu eşitlik iddiâsına ,gayrimüslim tebeaya siyasi haklarının da tanınmasıyla yeni bir kuvvet

(taze kan / destek güç) vermek üzere ilân edilen “Islahat Fermanı” (ilân-ı Islahat / ve bu süreçleri tamamlayan

Cumhuriyet Türkiye yurttaşlarının T.C. devleti ,anayasa değişikliklerine rağmen etnik ya da dinsel hiçbir ayrım

cılık gözetmeyen yasalar önünde eşitlik(*) ilkesine dayanır.) uygulamaları esnâsında karşılaşılan zorluklar hep

bu noktada yoğunluk kazanmışlardı.” / Bu noktada devr-i Özal ve türlü sakametleri gitgide anlaşılan o devrin

meş’ûm siyaseti (*) geliyor aklımıza. (Bkz. Gözcü G. 14 Ocak 2000 / sh. 3: Seçmeler Saçmalar , Cemil Tosun:

Mehmet haklı! “Bunların topubirden bir Turgut Özal etmez”-Mehmet Barlas / Yeni Şafak G.Yazarı. Valla Meh

met çok haklı ! … Bunların topubirden , Özal’ın bir yılda yaptığını 100 yılda yapamaz !.. Ne onun kadar değer

yargılarını değiştirebilirler , ne onun kadar devlet idaresini gayri-ciddi hâle getirebilirler , ne de onun gibi “kır

şişeyi , dön köşeyi !” felsefesini yerleştirebilirler !..) Özal hk. en dürüst tahlil: (Bkz. Defterimde Kırk Suret*)

Müslim ve gayrimüslim tebaa arasında meydana gelen kanlı çatışmalar , bu devrin iç olaylarındaki hakim motifi

oluşturdu ve yabancı devletlerin yalnızca kışkırtmalarına değil ,müdahalelerine de yol açtı. (…) Rumeli’de (özel

likle Bosna-Hersek , Bulgaristan) gelişen huzursuzluklar ve yer yer başgösteren çatışmalar yaygınlaştı. ( … )”

“Tarih tekerrürdür (*)” demişler amma ;

İşbu tekerrür (*) gör , ders almayan-a !

(Bkz. Düşüncenin Gökkuşağı / sh. 87: İbn-i Haldun … “yorgun savaşçı” –Kale bir halvetgâhdı , inziva bir

sesli itikaf (“la soledad sonora”). Önce şuuruyla altetmesi lâzımdı hâdiseleri. Konuşturmak istiyordu tarihi ,

mutlaka konuşturmak istiyordu. Bir kütüphane adamının aylak tecessüsü değildi bu ; bir kavga adamının

çağıyla hesaplaşmasıydı , çağıyla ve bütün çağlarla !)

Yaşamakça “anı-not” tarih her yanda kavga ; // Anlat , çağdaş “sosyolog” gerçek söz: hesaplaşma !

Anlam hakça oku-tam şu mahşer dünya var-ya ; // Özgün mesaj “diyalog” demek öz: tek Kur’an-ca !

ANI-NOT / ANEKDOT

“İmam-Hatip” Neslimiz’e !

Sus dinle , sonuç nükte :

“Suç kimde ?” ilginç nokta !

498

Şu küçücük “anekdot”

Net büyücek anı-not !

……………………

“Kıbrıs çıkartması’nda:

Ayşe tatile çıktı !”

Zafer için parola ,

Turan Güneş’in kızı

O gün işte orada !

Bornova / Özkanlar’da

Seçim konuşmasında

Baktım ki , aramızda

Prof. Eşi de vardı ;

Normal probaganda !

Yer: “Eğit-Sen” Derneği ,

Söz başlamıştı yeni !

Hemen kalktı birisi ,

Aşırı “solcu” belli !

Soru sormak istedi ,

Hep verdi-veriştirdi !

Beyimiz(!)’in tek derdi ,

İmam-Hatip’li nesli !

Ardından ben söz aldım ,

Kısa-“s’avunma” yaptım !

Meslekte son yıllarım ,

O semtte tamamladım !

Çoğunluk dinleyenler ,

Yakın dost öğretmenler !

Yüzüme bakışlar net ,

Sözüme hak verdiler !

Tasvip selam-tebessüm ,

Memnuniyet net gördüm !

Konuşmacı’nın tavrı ,

Yüzünde ve sözünde

Açıkça dalgalandı ,

Şok hüzün gözlerinde

Sert-îmâ konuşması ,

Gayet tatlı özünde

Tam özgün akışınca

Üzgünce farklılaştı ,

Gözgöze bakışınca

Nihayet tamamlandı !

O an açık kanımca ,

Ruhu fırtınalaştı !

Şuuru bastırınca ,

Dıştan bir başkalaştı !

Önce eşi ayakta ,

Elimi tuttu dostça

Dedi ki: -Hocam ! Sizler ,

Belli nitekim “ilk-ler !”

“Politize düşünce ,

499

Sonraki dönüşüm-de !”

…………………….

İlk-ler (*) iyi yetişmiş ,

İş sonradan değişmiş !

Dostlarım var sizlerden ,

O ilk yetişkinler’den !

Size hiç sözümüz yok ,

Bizce “sol düşünce” yol !

Farkımız bu görüşte ,

Problem yok sizlerle !

Tam pozitif bilimce ,

Kavramlar net bilinçte !

Tam müdrik öncekiler ,

Fakat şu sonrakiler :

“Arka bahçe’de” nefer !

Belli ki bir partiye ,

Genelde pek angaje !

İşte gayet “dar açı”

Gitgide yol daraldı !

Hepimiz için “acı”

Ham yobaz safsatacı !

Hem millete yalancı ,

Hem tarihe yabancı !

Bağnaz kafa karanlık ,

Dindarlık öz aydınlık !

Aydın bile yoz-yobaz ,

Atatürk’çe anlamaz !

Ülkenin geleceği ,

Herkesin tek emeli !

Din’in rolü çok büyük ,

Dinimizle büyüdük !

Aydınların görevi ,

Gelişmeye öncülük !

Kitapların özeti ,

Gerçeklere sözcülük !

Bilimsel ilkeleri ,

Öncelikle övmeli !

Evrensel değerleri ,

Gerçek Din’le görmeli !

Birlik-te “din ve bilim”

İşte düşüncelerim !

…………………

Bu meâl doğru mantık

Şiirim tam yansıttı !

Tarz-ı kelâm kısacık

Kalemim uzun yazdı !

E , böyle eni-konu ,

Nice okul kapandı !

Sor-soruştur durumu ,

Artık kapı daraldı !

500

………………………..

Sonuç merâmım minvâl

Yarım yüzyıllık yolum !

Mücmel mesaj ihtimâl ,

Ömrüme bedel yorum !

(Bkz.İslâm Düşüncesinde Yeni Arayışlar-II / sh.7 -73 “İlâhiyat Fakülteleri” Ve, Sh. 51: “Türkiye’de Din Eği

timi ve İmam-Hatip Liseleri” // Bkz. Beşir Ayvazoğlu , Defterimde Kırk Suret : “İsmail Kara” ve daha başka

biyografiler münasebetiyle (İ-H. Okulları hk.) bazı eleştirel düşünceler ve değerlendirici mülâhazalar ! // …

M.Ali Birand’ın tv-D*kanal’daki “32. Gün” programında: Öteki-ler diye nitelendirilen entel İmam-Hatip’liler

adına birkaç konuk konuşmacılardan gazeteci-yazar Ahmet Hakan , gerçekten enteresan görüşler açıkladı ve

kısacası : “İ-H.’ler artık kapatılmalı. Zira toplum bu okullara havale edip din eğitimi konusunda sorumluluktan

uzaklaştı.” -meâlinde eleştirilerini dinlerken kendi düşüncelerimi dillendirmiş gibi içtenlik hissettim sanki ! )

SON UYKU

1.

İlk “Var ! O Var !”

O, tek eşsiz !

İdrâk kadar ,

Allah şeksiz !

2. ( “Uzun yaşamışsın derler bana // Bilmezler seni uzun beklediğimi.” / …

A-ha , başım Bkz. Zaman G. 16 Ekim 2008 / sh. 15: Dağlarca* öldü , dünya ıssız kaldı /

Şuur ruh O ! … 26 Ağustos 1914’te İstanbul’da doğdu. 1933’te Kuleli Askeri Lisesi’nden ,

Anla , canım 1935’te de Harp Okulu’ndan mezun oldu. 15 yıl orduda görev yaptı. 1967’de

Tam sonsuz O ! ABD’deki -Milletlerarası Şiir Forumu* tarafından “En iyi Türk Şairi” seçildi.

3. “Türkçe’m -benim ses bayrağım” diyen Dağlarca* için … / Can Bahadır Yüce:

Emr-i (“Kün: Ol !”) O, yüz yaşına basınca yüz şairle beraber (-ce) evinin bulunduğu “Fazıl Hüsnü

O, ilk kavram ! Dağlarca” –Sokak’a gitmeyi planlıyorduk. Yüz yaşında bir Türk şairi … / Ne

Belli gün-yol , yazık ki , hiçbiri olmayacak. / … Dağlarca’yı dün kaybettik. / Onun Türk şiiri

Benlik kapsam ! içindeki yerini düşününce akla ilk gelen elbette Doğan Hızlan’ın ünlü ve geçerli

4. tanımlaması oluyor: “Tek başına bir okul.” Dağlarca gerçekten öyleydi , çağdaş

Ya nice kök , Türk şiirindeki bütün dönüşümlere tanıklık etmesine rağmen hep kendi çizgisinde

(“… fe-yekûn”) hep ! durdu. Askerî okul öğrencisiyken yazdığı şiirleri 1933 yılında Peyami Safa’nın

Bak ki , yer-gök masasına bırakan genç Dağlarca’yla bugünün Dağlarca’sı arasında o bakımdan

Gör , renk-âhenk ! pek fark yoktu. İlk kitabı* Havaya Çizilen Dünya , Necip Fazıl’dan ve Fransız

5. şiirinden etkilenmiş dönemin öteki şairlerinden açık etkiler taşır. Büyük patlama

İlk “Be” – son “Sin” ise ikinci kitabı* Çocuk ve Allah ile gerçekleşir. Dağlarca’nın henüz 26 yaşında

Kitap açık ! (çoğunu kışla’da*)yazdığı bu şiirler,70 yıldır Türkçe’nin anıtlarından. Cahit Sıtkı’

Gönlüm-de’sin , nın kelimeleriyle söylersek “bütün hayatın tecelli ettiği” bu şiirlerde edebiyatımız

Kanıt tanık ! için yepyeni bir söyleyiş ve duyarlık görülür. Aslında Dağlarca’nın yaptığı şey,

6. bir anlamda ,aynı yıllarda Avrupa’da fütürist-ler’in yaptığı şeyleri anımsatıyordu.

Anlık korkum , Oysa Dağlarca yabancı dil bilmiyordu; “içimdeki şiir hayvanı” dediği o olağanüstü

Son nefesim ! sezgisiyle geleceğin şiirine dair imgeleri “Toroslar’ın üstündeki bulutlar gibi” uzak

Can ilk duygum , tan uzağa görüp hissediyordu , her büyük şair gibi./ Dağlarca şiiri , 50’li yıllardan

Yol bedenim ! itibaren radikal bir kopuşla yön değiştirdi. Bu sürecin yaklaşık kırk yıl , Uzaklarla

7. Giyinmek (1990)kitabına kadar sürdüğü söylenebilir. Sonrası,geçen yıl yayımlanan

Yaşamakça , taptaze bir Türkçenin yer aldığı kitaplarına kadar olan süreç…(*) 94 yılın dökümü:

Şiirimsi ! Dağlarca’nın tek bir bütün saydığı gözalıcı “yapıt”/ Büyük şair olduğu konusunda ,

“İç dil” lâhza , uzlaşmaz edebiyat dünyamız’ın uzlaştığı belki de tek ismi kaybettik. “Tek başına

“Öz” zikrim mi ? bir okul”-du ama ondan hepimiz çok şey öğrendik. Artık Kadıköy’den iskeleye

501

8. yürürken gözümüz evinin penceresinde onu aramayacak. Dağlarca’sız hayata

Poetika , alışmaya çalışacağız. // Musa Güner : Şair ölür, şiiri kalır dağ gibi … / Adı

Doğaç nefes ! Dağlarca’ydı ya , şiirlerinde de dağlar, ovalar, güneşler, aylar, çocuklar ve kuşlar

Söz Kur’an-ca , vardı. 100’ü aşan kitabı ve binlerce şiiriyle bir şiir kâinatıydı. Bundan on yıl önce

Anlam mahreç ! si … 94 kitabı vardı o zaman. Üzerine tez (akademik çalışma) yapılacak yaşayan

9. bir şair için ne çok kitaptı bu. Bu şiirlerin hepsini , özüne nüfuz-ederek okumak

Şiir öz ses , ilginç bir iş olacaktı. 94 kitaptan epeycesini elde etmiştim , birkaçı eksik kalmıştı.

İç dil’ce sez ! Kitapları bulamayınca şairi aramaya başladım. Buldum da , Kadıköy’de bir kahve

Değilse: -Kes , hanenin yeşil çuhalı masasında otururken … Önce yayıncısına uğramıştım , onun

Dış göz görmez ! el yazısıyla yazdığı şiir defterlerini göstermişti , ‘Çok kıymetli bunlar çoook’ -de

10. mişti. ‘Huysuz ihtiyarın tekidir, seninle de görüşmez zaten.’ diye de eklemişti.

Kalem-meşk’im , Ancak ben ne huysuz bir ihtiyar gördüm ne de kırıcı bir yüz.Uzun uzun anlattım ,

Kelâm meram ! o dinledi. Şiirlerindeki edebi sanatları araştırdığımı söyledim. ‘Keşke şiirlerimde

Selâm verdim , ki Anadolu motiflerini inceleseydin.’ dedi. Ona göre kelimelerdeki sanat onların

Sözüm tamam ! içindeki ruh kadar önemli değildi. Sanatları bulmak yerine, şiirine sinmiş Anado

11. lu’nun fark edilmesini istiyordu. O, Anadolu toprağından kelimeler süzen , şiir

Emr-i (“İkra’ !”) damıtan bir şairdi. Kitabının sayısı yaşından fazla olan şair , görüşmemek bir ya

Hemen “Oku !” na ,kendisiyle ilgili çalışmalara katkıda bulunuyordu. O gün ,bulamadığım bir-iki

(“… bi-l’kalem”) yaz , kitabını verdi , kendisiyle ilgili yapılan çalışmalardan , yazılan kitaplardan söz et

Yaz , en zor’u ! mişti. Bugün 138 kitabın şairi , yaşından fazla kitaba sahip şair öldü. Başka bir

12. şairin dediği gibi , ‘Her ölüm erken ölümdür.’ Yaşasaydı , 100 yaşını görseydi bu

Sezgi duygu , toprağın şairi , bu toprağın çocukları sevinçle el çırpacaklardı karşısında. Öldü ,

İçten anlam ! bugün bize hatırası ve dağ gibi şiiri kaldı. // Kendi dilinden … (Kitap Zamanı ,

Ruh şuuru , 05 Şubat 2007, Murat Tokay’ın söyleşisinden*) “Annemin ilahileriyle büyüdüm.

Işık kafam ! Annemin ev içindeki namazları , üzerimde etkili olmuştur. Annemin yüzü namaz

13. süresince değişirdi sanki. Bizden uzak olurdu. Bu uzaklık ,bana bütün kardeşlerim

Güçsüz sezgim , den daha çok dokunurdu. Belki de şiirimin oluşum sesleriydi bu. / Ben , Allah’a

Oku-yorum ! inanan bir adamım. Nasıl inanırım ama ? Şu masa gibi … Hayalî değil. Ben şimdi

Bütün bilgim , ye kadar Allah’tan ne istemişsem , Allah bana vermiştir. Şunu iftiharla söyleyebi

Tek şu sorum ! lirim; Türk edebiyatında 94 yaşına gelmiş, hâlâ eser veren tek insan benim. /

14. Benim bugün 138 kitabım varsa , bu evvelâ doğa’nın bana verdiği büyük bir bağış

Anlatamam , tan ötürüdür. Yaşama bağışından ötürüdür. / Ben bir nevi şiirin bakıcısı gibiyim.

Tam ruhumu ! Şiir hayvanı acıktıkça iki-üç günde bir şiir yazıyorum./ Beni toz yapsalar, herkese

Anla ! –Tamam ; verseler, sayısız kişiye yeterim şiir yazmak için. O tozu parmaklarına sürseler

Şuur “ruh” mu ? yazarlar. / Türk şiirinde bir Dağlarca* daha bulamazsınız. Bu kadar (cins*) bir

15. budala bulamazsınız!” // Türkçe’nin ses bayrağı’ydı / Ahmet Soysal: Türk şiiri ,

Varım-yoğum , tarihinin en büyük şairlerinden birini kaybetti. Bütün sevenlerinin ve okurlarının

Anlık ömrüm ! başı sağ olsun. / Enis Batur: … 20. yüzyıl dünya şiirinin önde gelen bir iki ismin

Şuur ruhum , den birisiydi. Umarım yapıtları kaybolmaz. ( … ) Haydar Ergülen: … Son büyük

Canım gönlüm ! şairimizi kaybettik. ( … ) Hiçbir şair ve yazarın onun kadar Türkçe’yi zenginleş

16. tirdiğini düşünmüyorum. Yepyeni sözcüklerin dışında yepyeni anlamlar kazandır

Ruh şiirim , dı şiire. Yaşaması da şiir olan şairlerdendi. / Bejan Matur: Türkçe’nin en büyük

İçten mesaj ! şairiydi. Şiirinde yansıttığı kozmik şiirsel algı ,Türkçe şiire yapılmış en büyük kat

Duy “yakîn” kim ; kıydı. Geçen yıl ziyaretine gittiğimde “Daha yazacağım 12 kitap var.” demişti.

Rabbim , mehaz ! Şiirinin sayısının bile farkındaydı. O kadar zihni berraktı. Dördünü yazabildi ,

17. sekiz kitabı eksik kaldı. Ama sadece sekiz kitabın değil , Türkçe şiirin çok eksik

Yeter-ince , kalacağını düşünüyorum Dağlarca’nın kaybıyla. / Doğan Hızlan: … Benim birçok

Özüm-ser’im ! şiirini ezberimde tuttuğum bir şair. Dağlarca gibi şairler ne yazarlarsa yazsınlar

Kaderimce , şiir olur. Seyrek yazdığı düzyazılar vardır, ama bence o bile şiirdir. Her iyi şair

Çözümsedim ! gibi artık şiirlerde ve benim için yakından tanıyanların anılarında yaşayacaktır. /

502

18. İhsan Deniz: … Türk şiirinin yetiştirdiği son büyük ustalardan biriydi. Şiirine

Öngörü(*)-ce , hâkim olan mistik unsurlar dikkatimi çekmişti en çok. Bunlardan ‘Çocuk ve

Bütün-de’yim ! Allah’ ve ‘Asu’-yu sayabilirim. ( … ) Bir insan ne kadar yaşarsa yaşasın , ömrü

Öz sözümce , ne Dağlarca kadar şiir sığdırabilmesi oldukça zor. / Beşir Ayvazoğlu: … büyük

Düşün-dil(*)’im ! ( İç dil: lisan-ı tefekkür ! ) …………………………………………………………..

19. başlangıcın hakkını vermiş, gelip geçici modalara pek iltifat etmeyen , sonuna

O yolumuz , kadar kendi şiirine sâdık , ama bu şiiri sürekli bir biçimde kendi içinde yenileyip

Var yönümüz ! çeşitlendirerek bugüne kadar ‘canlı’ kalabilmiş velut bir şairdi. Şiiriyle hayatımızı

Ruh uykusuz , zenginleştirdi ve zenginleştirmeye devam edecek. / Enver Ercan: Şiirimizin toplu

Yol ölümsüz ! ma mâl-olmuş büyük ustasıydı. Uzun yıllar boyunca her kuşağın ilgisini çekti ,

20. usta olduğunu hissettirdi. Gözlerinin görmediği son yıllarda okuyarak yazdırıyor

Var özümüz , du. Bu halini gördüğümde onu Homeros’a benzetmiştim. Cumhuriyet şiirinin

Yok sözümüz ! kurucularındandı. / Metin Celal: Türkiye’nin yaşayan en büyük şairiydi. Onun

Dar gözümüz , verimliliğinde bir şair Türk edebiyatına bir daha gelmez. // Eserlerinden … /

Zor gönlümüz ! Dağlarca’nın 138 eserinden bazıları şunlardır : Havaya Çizilen Dünya (1935),

21. Çocuk ve Allah (1940), Daha (1943), Çakırın Destanı (1945), Taş Devri (1945),

Uyar-uymaz , Üç Şehitler Destanı (1949), Toprak Ana (1950), İstanbul Fetih Destanı (1953),

Uyak yazmaz ! Asu (1955), Delice Böcek (1957), Özgürlük Alanı (1960), Cezayir Türküsü (961),

Duyar-duymaz , Çanakkale Destanı (1965), Haydi (1968), 19 Mayıs Destanı (1969), Hiroşima(70),

Kulak asmaz ! Malazgirt Ululaması: 26 Ağustos 1071-1971* (1971), Gazi Mustafa Kemal Ata

22. türk (1973), Horoz (1977), Çukurova Koçaklaması (1979), Yunus Emre’de Ol

Kelâm diye , mak (1981), Dildeki Bilgisayar (1992), İçimdeki Şiir Hayvanı (2007), Orada

Kalem niye ? Karanlık Olurum (2007), İçeri Sait Faik (2008) vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv //

Selâm dil-e ,

Meram din-le ! TENHA

23.

Zorluğa alış , Ben öleceğim , kimse seyretmesin ,

Alime danış ! Güneş ve düşünceler içinde.

Ruhunla barış , Soyunacağım elbiselerden ve hatıralardan ,

Özüne varış ! Bir semalar sessizliğinde.

24.

Hayat bir yarış , Asude ve mahzun ellerimle ,

Pısırıklaşma ! Nasibimi bir kenara bırakıp.

Dünya aldanış , Eski şarkılar söylerken ,

Karmaşık sanma ! Dağlarda ateşler yakıp.

25.

Objektif bakış , Kimse seyretmesin , aşk ve sonsuzluk ,

Emreder akıl ! Garip mezarlıklar -arasından gideceğim.-

Boğazını kıs , Kokulu sularla yıkanarak ,

Namazını kıl ! Karanlıklarda zevk edeceğim.

…………… wwwwwwwwwwwwwwwww F. H. Dağlarca*)

Sıkı tut dili ,

Kökü yüreğin !

Allah’ın emri ,

Öğüt dinleyin !

26.

Projeksiyon ,

Işık Kur’an-ca !

Gerçek söz misyon ,

Tek kitap anla !

503

27.

Aklınca insan ,

Durmaz yorumlar !

Can sızım vicdan ,

Susmaz soluklar !

28.

Toprakta yeşeren dalında kuruyan tohum ,

Uykuda ölsem bile rüyada yaşıyorum !

29.

Sanki dünya başka rüya ,

Uyanmak var son uykuda !

Ölümsüzlük var-ya ruhta ,

Yokluk korkusu boşuna !

ŞİİR SANATI

Şiirsiz her an ne acı hüsran !

1.

Fikirsiz insan şaştı Lügat’tan ,

“İnnî ve lümmî-” isbatlı “Bürhan”

“Kaatı’ sâtı’an”(*) en tatlı Beyan ,

Misilsiz Kur’an ne farklı Fürkan !

2.

İnsan duygu-da canlı

Yaşamak heyecanlı ,

Ölmek’le eş-anlamlı !

3.

Aklımın insiyâkı

Hak ilhâmın isbâtı !

İnsanın hissiyâtı

Tek Hakk’ın beyyinâtı !

4.

Gerçek şiir vicdanlı

Vicdanıyla iz’anlı ,

İz’ânıyla mîzanlı !

…………………

Mîzanıyla îmanlı

İmanıyla “iykan”-lı ,

İykanıyla irfanlı !

5.

İrfanıyla vatanlı

Vatanıyla Kur’an-lı !

Ayyıldız’lı al-bayrak ,

Türk kanıyla boyandı !

6.

Türküler Türk’ün dili

Güzel Türkçe şiiri !

Erenler’in nefesi ,

Gönlümce her hecesi !

7.

504

Gönlüm aşk andelibi

Mûsikî meşk nağmesi !

Mızrap’taki ıstırap ,

Beste’nin canı sanki !

8.

Aşk mecazından şarap

Güftenin kanı yani !

Türabî her an harap ,

Rind’in îmanı kalbî !

9.

Hayyam’cası rubaî

Kalb’in mecazı kadeh !

Hayvancası “humârî(*)”

Sekr’in cezası kötek !

…………………….

Hayyam suyu(*) demlenmek ,

Sahv’in hebâsı işret !

Hayvan huyu(*) zevklenmek ,

Kalb’in belâsı gaflet !

10.

Duygu varsa nay ve saz

Asla coşkusuz kalmaz !

Gönülde bahar yoksa ,

Bülbül ötmez, Gül açmaz !

11.

Gönlüm-de saf insiyak bu şiir sanatı aşk ,

Ruhum ne hoş iştiyak ölümsüzce yaşamak !

(Bkz.Yeni Lügat: “şiir, sanat ve bürhan”)

ŞAİRİN MİZACI

1.

Saçmalamak gibi yazmak ,

Baştan ne zor yoğunlaşmak !

Kurcalamak söz aramak ,

Yorum yolum yorgunlaşmak !

2.

Neler geçtiyse aklından

Hani-ya “insanlık hali”

Bezmiş de tatlı canından

Nitekim “herkesin derdi”

Ak kâğıt kara yazıdan

Kirlenmiş tek ihtimâl ki ,

Fikren zihin bulandıran

Nice yoz hissiyat var ki ,

Hepten safsata hezeyan

Şiir şuura uymaz ki !

Güzel Leylâ’nın nazından

Hangi Mecnûn usanmaz ki ?!

3.

505

Dillenmiş temiz ruhundan

Demiş ki “muharrir” biri :

-Bıktım , anlatamamaktan ;

Az dert mi lâf ebeliği ?!

Ömrüm kadar “canlı roman”

Ölüm ölmez kader belli !

Ölmeyen nedir ruh-u can ,

Ölüm mü oysa kader mi ?

Şu ömrüm nasıl zor dert ki ,

Gönlüm dert yoksa kader mi ?

Ölümüm neden ölmez ki ,

Ömrüm kadar kader dert mi ?

Gözüm kör “püf nokta”-sı’ndan

Gönlüm “göz” noktacık zindan

Özüm “öz söz”-nükte tamam ;

Gönlüm için niçin dert ki ?!

İç dil(*)-şiir , şuur ilham ;

Nokta nükte bakımından

Bıraktım nankör şiiri !

4.

Benlik kim ruh hayatından

Bezdim beden dünyasından

Sezgim ilham mayasından

Bilgim melek kıvamı tam ,

Baktım Kur’an aynasından

O an gördüm benliğimi !

İlham vahyin kaynağından

Öz nükte söz “ışık” kalbî !

Fena dünya libasından

Arınabilseydim bari !

5.

Dil lügat muhtevâsından

Ancak Rabbim’in nimeti !

Şiir ilham lügatından ,

Güya ayrı dünya sanki !

Rüya “giz” şuur-altı’ndan ,

Dünya aynı anlamdan ki !

Feyzi’miz can lisanından

Dünya eşit tam rüya ki !

Misâl-mahşer sıratı’ndan

Müsâvat-tarz imtihan ki !

İşte benzer âlem-misâl ,

Tıpkı gayb’ın şehâdeti !

Anlık şuur ruh hazzından

Demek ayn-ı rüya gibi !

6.

Doğrudan “nazm” meşk-et, şu an

Haydi duy, “yakîn”-gör rengi !

Duy da tam kalbin nabzından ,

Gör , ne mükemmel âhengi !

506

Tek emr-i (“Kün: -ol !” lâfz-ı tam ,

Hep O “meşîet” –tek anlam !

(“Allâh-ü nûr-üs’semâvat…”)

Hem (“…ve-l’Arz”) sonsuz âyeti !

“İç dil”-de ki şu şuûnat ,

Dış göz meşhûd gönlüm-de mi ?!

Derk-i (“Gûl Hüve-llâh” / -De ki:)

Oku , Kur’an ; anlar ruh-can ,

Lâkin meâl-lügat bil ki ;

Nice “ıstılah” Hak ilmi !

7.

Ders-i hakikat pek “ilmî(*)”

Akademik “ledünniyat”

(“Lâ-ilâhe …” / başka yok) ki !

Nitekim kim ilk yaratan ,

(“İllâ-llâh”) Tek O değil mi ?

Derhal tasdik etsin vicdan ,

Ha şunu bileyim bari !

8.

Uzaksama , yakınsa ya ;

Ya yoksa’ya “var-yok” kanma !

Tuzaksama , öz dilemma ;

Savsaklama , söz Kur’an-ca !

9.

Tek yol var ya ruh hiç durmaz ,

O can söz tüm çok da özgün !

Ömrüm dünya soy-sop sormaz ,

Hâmûş gönlüm “şok” ya ölüm !

10.

Sıkıldım artık yazmaktan

Yani hep aczimden nâşî !

Utandım cedel tarzından

Tam bilmez değilim hani !

Usandım suskun kalmaktan

Biraz konuşayım yani !

İç cehlimi açıklasam ,

Yetmez cesâretim bilgi !

Tüm derdimi açık yazsam

Halt-ederim ihtimâl ki !

İlk korku kötü yazmaktan

Mes’ûl aklın irâdesi !

Nefsâniyet tutkulardan

Nice fısk-ı fücûr meyli !

Dünyacı aldanışlardan

Nifak ricz-i rics(*)’in riski !

Ancak Rabbim korur her an ,

Şiir-sanat gönlün dili !

11.

Kim anlarsa bu sanattan

Okusun , Din-“Edeb” Dersi !

507

Hoşlanmazsa lügatlardan

Nasıl anlayacak Ben(*)’i ?!

Sözde şâir mizâcımdan

Öyle bîzârım billâhi !

Hoş, kafiye(*) aramaktan

İçim açıldı temelli !

Hep şiirle uğraşmaktan

Kendimi unuttum belki !

Unutmasın unutturan ,

Rabbim bu bir beliyye mi ?!

Yoğunlaşıp yoğrulmaktan

Yoruldum ! Son tesellim ki ,

Hakk’ın vahyi “dil , bi-l’ilham”

Yeter “zevk-i selîm” meşk ki ,

Aşk kalbin iştiyâkından

İç dil lisanım besbelli ,

İsteyince konuşturan

Ruhumun mülhem gizemi !

Artık ölsem de bırakmam ,

Zira Rabbim’in keremi !

12.

Beyan ilk vahyin sırrından

Okudum , tuttum kalemi !

Hep gönlümün tasasından

Yazdım cümle gâilemi !

“Yorulmadım dersem , yalan” ;

Oku , anlarsın çilemi !

Her hoş mesajın ardından

Açtım a-ha yüreğimi !

Demek şâir mizâcından

“Yüreği ağzında” he-mi !

“Deliyim deliyim … deli-

doluyum doluyum … dolu”

Türkçesi “Çağlar (*) üslûbu”

Çağlar Türkçesi üslûp bu :

Anadolu’nun bağrından ,

Şiir “sessiz çığlık” gibi !

13.

Sessiz Çığlık’ca sır (*)ruhu ,

Meşk’eder Türkçe aruz*-u !

Hatta evc-i bâlâsından

Tam şiir ruhun soluğu !

14.

Tapduk Emre dergâhı’ndan

Yûnus’a “nefes himmeti !”

Verdi “vird”-vâridatı’ndan

Vird-i verd(: Gül) aşkına erdi !

Gül Muhammed(*)’in râhından

Nice şâir feyizlendi !

Hak-hakikat’e aşkından

508

Tarz-ı şi’r-e heveslendi !

(“Ve mâ-allemnâ…”) zımnından

(“Ve mâ-yenbegıy-leh”) hepsi !

15.

Hak vahyin dili tek Kur’an ,

Şiir de “sihr-i halâl” mi ?

Şayet korkarsa “haram”-dan ,

İşte bu İslâm şiiri !(*)

Bkz. Sessiz Çığlık -Şiirler, Abdullah (Hacıtahiroğlu) Öztemiz. / Vaktiyle (Gemlik’te özel doktor iken*)

bizzat tanışıp görüştüğümde kendisi bilgilendirmişti beni , Aruz’un Türkçe’ye uyarlanmasındaki üstün şair

ustalığı hakkında bir üniversitemizde “tez” çalışması* yaptırıldığını belgeleriyle göstererek. (HK.)

Doğaç Poetika(*) çalışmalarımın akışına uyarlanmış öz-özet bilgi veren değinmeler arasında , (Bkz.

Sahih-i Buhari Muhtasarı “Tecrid-i Sarih tercemesi” Cilt 8 / sh. 224 -235 / Hadis No. 1172 : “Yedi mühlik”

konusunun izahlarından) “alıntı” olarak kısaca açıklanıyor , bakınız “sihr-i halâl” hakkında ve ayrıca “İslâm

şiiri” deyince de –ne geliyorsa aklınıza- açıkça bulacaksınız umarım bütün bu tür şiirsel edebiyat tarzı çalışma

lar alanında bazı kaynak “müdevvenat” muhtevalar meyanında “silm”-enîn(*) yani , İslâm adına-anlamında

“Barış (-için …) inileyen” barış diye dillenen ses ve yazı heyecanlarında.

ÖZGÜN DİL

1.

Kim dilini severse ,

Sever milletini de !

2.

Akça gökçe dilsizce

Gönlümde öz bilmece !

Ölmekçe başka şiir ,

Yaşamakça başka dil !

3.

Şiirin tam “serbest” vezni

Daha güzel daha yeni !

Hem “modern”-deneme hepsi

İç dil-ce “yol” serüveni !

4.

Tıpış adımlı yürüyüşleri

Ve sert zikzakları hiç sevmedim !

Deniz dalgaları üstündeki

Kaygan yumuşacık uçuşlar gibi

Çevik görünüşte “sehl-i mümtenî(*)

Sörf’ün benzeri “sanat-üt’tedellî (*)

Şiir ruh hâleti içrek özlemim !

İç dil(*) tarz-ı lügat tek yöntemim :

Dıştan vakûr içten mütevâzi

Nice “etik estet” – gözlemlerim !

5.

Islak dilli kalem ucundaki

Göz damlacık mavi mürekkebim !

…………………………………

Kaypak lâfzın “kuru lâf” zemîni ,

509

Hiç hilâfsız görsem de içimi ;

Hızla yükselip yavaş inmeli ,

Toprağın bağrında dinlenmeli !

………………………………

“Kuru tohum” gibi yere düşmeli ,

Düşmeli… düşmeli… düşmeliyim !

6.

“Ölü tohum” göğerip çimlenir ,

Dillenir tek solukta !

(Cümlenin ma’ni-si bir “nokta”

Bu tekrar ne-dir ?)

7.

“O Var !”-ki , hem her ruhta

Tek gerçek “Hak” yalnızca ,

Güzel Türkçe özgün dil ;

“Düzmece söz” öz değil !

8.

Bir “halk-ı cedîd” tekrar

Bildim “yeniden” ikrar :

(“Yok başka , ancak O Var !”)

Hem “en ideal şiir (*)”

O tek “eşsiz” Müteâl !

9.

Hakikat adıyla Hak ,

Mecnûn gönlüm-de ki aşk :

Leylâ’nın hayâli mi ;

İlle de şiir ne ki ?!

SOYUT KAVRAM

(Bkz. Elmalılı Tefsiri , cilt 9 / sh. 6293 : “… bu mesele , ilm-i Akaid’de “sıfat Zat’ın aynı mı , gayrı mı ?”

diye meşhur olan bir bahsin mevzuudur. Hukema ve Sofiye ve bir kısım Mütekellimîn “hüve hüve’si-ne

aynı” … demişler diye meşhurdur , lâkin …”)

Ne diyor “Terkîb-i / Tercî-i Bend” dilince şiiriyle Ziya Paşa :

(“İdrâk-i meâli bu küçük akla gerekmez ;

Zira bu terazi bu kadar sıkleti çekmez !”)

1. (Zat-sıfat-esmâ-ef’âl) ilmen (“Amâ(*)’da” / kaaim)

2. Bilinç(-de: Hiç !)’leşen “hâl” sonsuz Tek “ân-ı dâim !”

3. Tek “O Var !” hem “yok başka” hem Eşsiz nice Mutlak(*)

4. Hakk’a bağlı her kavram zihnimiz-de “hakikat !”

5. “Var ! O Var !” Tek Müteâl ! Çoğalırken “söz”-misâl

6. Hem aklen “zıdd-ı muhâl” şeksiz Zat-en Tek O Var !

7. Her harf “zarf gibi icmâl” içte kitaplaşan edâ ,

8. Hemhâl “söz”-dil’im minvâl işte hitaplaşan duâ :

9. ( “Rabbenâ lâ-tüziğ gulûbenâ …”) tut-kaydırma !

10. (“Ba’de iz-hedeytenâ …”) okut-doğrult, saptırma !

11. (“Ve heb le-nâ min-ledünke rahmeh*) Bağışla da ,

12. (“İnne-ke ente-l’Vehhâb”) esmâ’nı unutturma !

510

13. Her nefes sırr-ı beden canhavli hem ihtilâc ,

14. Hem herkes mâdem “ruh-ten” can kalb-i dem ihticâc !

15. Kan kalbim tam can “kim-yâ” baş “şok basınç” kol-ayak ,

16. Ruh’um , her an “yeni”-dem ! Bil ki(-M*) hep O’na muhtaç !

17. O bilir “bikr-i mazmûn” zuûm’su hâlât-“şuûn”

18. Ben diyen şu şuûr’un derûnu da hep O - “nûn !”

…………………………………………………..

19. Hem (“muhâlefet-en”) tam (“li-l’havâdis”) zan değil ;

20. Zatî-“Ben !” soyut kavram , Bârî(*) Sıfâtı’nı bil !

(Bkz. Yeni Lügat / sh. 329: “Mecaz ilmin elinden cehlin eline düşerse ,

hakikate inkılâb eder , hurâfâta kapı açar.” – Sözler (*)

Sh. 67: “Bikr-i mazmûn : İlk kez söylenmiş mazmûn.”

Sh. 389: “Mazmun: meâl , mâna , mefhûm ; nükteli sanatlı ince söz.”)

(Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / sh. 188: “Mecaz: Bir sözün , asıl anlamından başka bir anlamda

kullanılması.” // “Mazmûn: Bazı kavramları anlatmak için kullanılan klişe’leşmiş söz. / Boy yerine

servi , ağız yerine konca , diş yerine inci , kaş yerine yay , göz yerine nergis v.b. / Divan ve halk ede

biyatlarımız böyle klişeleşmiş mazmunlarla örülmüştür. Herkes tarafından söylenmemiş , yeni bulun

muş mazmûna “bikr-i mazmûn” denir.

Sh. 263: “Sühan (Farsça: söz): Osmanlıca’da ve divan edebiyatı’nda pek çok tamlaması vardır. Sühan:

Söz , şiir. // Sühan-âra: Güzel söz söyleyen , değerli şair. (…) Sühan-rân: Güzel söyleyen. Sühan-senç:

Ölçülü konuşan. Sühan-şinas: Sözün değerini bilen kimse. Sühan-ver: Düzgün konuşan kimse , şair. //

Sünbülzade Vehbî (*) :

“Sühan-ı bîhûdeden hoş gelir âvâz-ı horoz

Bari manâsını bilmezse de hengâmı bilir !”

…………………………………………

(Horoz- “müezzin” sesi , boş sözden daha hoş gelir ;

Anlamını bilmezse de bari vaktini bilir ! – H. K. )

(Bkz. Elmalılı Tefsiri , Cilt 6 / sh. 4511: “İşte bir mümin için zaruri olan tevhid* budur. Sıfat, Zatı’nın

aynı değildir. Lâ Hüve ve lâ gayrühü’dür. Fiil de fâil’in aynı olamaz. Hâlik ile mahlûk hüve-hüve(*)

müttehid olamaz. Allah’ın olmayan hiç birşey yoktur, hepsi Allah’ındır , lâkin Allah’ın olmak , Allah

olmak değildir.” // Cilt 1 / sh. 279-280 : “Ben” kavramı hk.)

(Bkz. Hak Dini Kur’an Dili / Sadeleştirilmiş Türkçe Tefsir , Azim Dağıtım / Zaman – İst. ( … ) Cilt 1 /

Sh. 263: “Bir de maddesiz soyut kuvvet (kuvvet-i mücerrede) düşüncesi , bizzat İlahî kudreti düşünme

demektir. Allah’dan başka bizzat mücerred yoktur. Madde tasavvurdan silindiği zaman , tasavvur olu

nan halis kuvvet ve kudret , İlâhî Kudret’in kendinden ibaret kalır.”

Sh. 302: “… Böyle, maddeden başka bir şey tanımayan , gözlerine batmayan şeye inanmayanlar /inan

mak istemeyenler , sopasız yürüyemeyen körlere benzerler, tapacakları mabutlarını da elleriyle tutmak

yoklamak isterler. Bunların gözünde maneviyat, mâkulat, mücerredat yani maddî olmayan her türlü

soyut değerler, evham cinsinden sayılır. Tapmak için , cisim cinsinden şeylerden putlar ararlar ; bula

mazlarsa yaparlar ve ona taparlar , ondan imdat umarlar; çünkü insanlarda ibadet ihtiyacı doğuştan ,

yaratılıştan gelen bir ihtiyaçtır. Bundan kurtulamazlar. Fakat hakiki mabudu göremeyince; kalblerin

den , akıllarından kuvvet alamayınca; gözlerinin tuttuğu , ellerinin eriştiği bir şeyden kuvvet dilenirler,

hiç olmazsa bir öküz veya öküzün altın’da(n) bir buzağı ararlar.”

Sh. 303: “Bütün gördükleri nimetler ve o hârikalar, akıl yürütmelerine kâfi gelmemiş, böyle nankörce

bir tutumla , olmayacak hayâllere saplanıp kalmışlar. / … görmeden inanmanın büyük önemini … /

511

Gerçekten de Cenab-ı Allah görülmez ve görülemez değildir; O, kendisini görebilecek gözler yaratma

ya da kadirdir. Lâkin ona bu (dünyalık kafaya şâyeste*) gözler dayanmaz ve görülürse ihâta olunamaz.

Bizim dünyada yararımız O’na gıyabında iman etmek , aklî ve kalbî şehâdetle inanmaktır.”)

(Bkz. AnaBiritannica / Genel Kültür Ansiklopedisi , Ana Yayıncılık-1993 (Hürriyet’in Okurlarına Ar

mağanı-dır.) Cilt 1 / sh. 404: “Allah , İslâm’da Tanrı’nın özel adı. Allah , …” / Sh. 405: “… Bazı bil

ginler “Vücûd” sıfatını , Allah’ın özüyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle tenzihî sıfatlardan ayırarak ,

tek başına “sıfat-ı nefsiyye” başlığı altında anarlar. Allah’ın özü gereği ne olduğunu belirten sübûtî

sıfatlar ise …” / Tamam okuyunuz ! // “İslâm bilginleri , Allah(*) adının hiçbir kökten türemediği ,

bir sözlük anlamı taşımadığı , dolaysıyla başka hiçbir dilde karşılığı olmadığı görüşünde genellikle

birleşir. Ama dilbilimciler arasında en yaygın görüş …”)

(Bkz. Meydan Larousse / Büyük Lügat ve Ansiklopedi , Sabah G. 1992 ; Cilt 1 / sh. 333: “Allah”

Sh. 334: “Allah-ü Teâlâ: … / Kelimenin anlamı … / Terimler … / Allah’ın varlığı … / Allah’ın sıfat

ları … / Allah’ın adları (Kur’an-ı Kerîm’de: 7*179; 17*110; 8*20; 24*59) Ebû Hureyre’den nakledi

len hadis ve bu konuda bellibaşlı İslâm bilginlerinin görüşleri !)

(Bkz. Görsel / Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi , Görsel Yayınlar-1984 , Dağıtım: Hürriyet Holding

Cilt 2 / sh. 353-354 : “Allah , …/ Bir Hadis’e göre, Allah’a özgü “doksandokuz ad (*)” vardır. Bu ad

lara “Esmâ-i Hüsnâ (Güzel Adlar)” denir. Kur’an-ın kimi âyetlerinde de yer alan bu adlar: 1. Allah ;

2.Rahmân (Kullarına çok acıyan ve kullarına nimetler veren); 3. Rahıym (Kullarına çok acıyıcı ve ver

diği nimetleri iyi kullananlara daha büyük nimetler veren) … 58. Muhsî (Sonsuzluğun bile sayısını bi

len , hesapcı) … 99. Sabûr (Çok sabırlı , acele etmeyen , herşeyi takdîr ettiği zamana kadar bekletip

yapan). Bu adları anma yoluyla Allah’a ulaşılacağına inanan tarikatların yoluna “esmâ yolu” denir. /

… Melâmetîlik* ve ondan doğan tarikatlerdeyse Allah’a ulaşmak için “O’na (o adlara sahip olan’a)

duydukları aşkla “kendinden geçme”(cezbe) yolu seçilmiştir. Bu yola “müsemmâ yolu” denir. Allah’a

yakıştırılan nitelikler ve bu niteliklerin kavranması ve yorumu üzerine yapılan tartışmalar , Kur’an ve

Sünnet dışındaki felsefe ve siyasî görüşlerinde ayrılıklar doğurdu. Temel görüş ayrılığı , Allah’ın (Zat)

özü ile (sıfat) nitelikleri’nin birbirinden ayrılıp ayrılamayacağı konusundaydı. Allah’ın zatı ile sıfatının

birbirinden ayrılmayacağı , Allah’ın varlığında bu ikisinin birliğe ulaştığı , ayrılmaz bir bütünlük oluş

turduğu görüşünü savunanlar “ehl-i sünnet” adını alırlar : Selefi , Eş’arî , Maturidiyye; Hanefi , Malikî

Şafiî , Hanbelî mezhepleri. // Allah’ın özü ile nitelikleri’nin ayrılığına , niteliğin öz’den bağımsızlığına

inananlar “mûtezile ya da akliyyûn” (rasyonalist kaderci-ler ) diye anılırlar : Vasıliye, Cahiziye, Niza

miye, Caferiye vb. gibi 20’ye yakın felsefe görüşünü kapsayan bu görüş, alınyazısı’nı da kabul etmez.

Eylemin Allah’ın değil , insanın elinde / irâdesinde olduğuna inanır. Mûtezile, akıl yoluyla en yüksek

gerçeği kavrayıp Allah’a varılabileceğine ; Ehl-i Sünnet ise çoğunlukla Allah(zat-ullah)’ın özünün akılla

kavranamayacağına inanır. Ehl-i Sünnet’e göre insanlar yalnız Allah’ın öğrettiği şeyleri kabul

edip onlara inanmakla yükümlüdür. Bu iki felsefe görüşü yanında “tasavvuf (*)” denilen üçüncü akım ,

Allah’la ilgili öz bilgimiz için doğa-üstü bir temel (vahy-in’nâss) olması gerektiğine inanır. Bunun için

zikir , vecd (*) gibi yollarla Allah’a ulaşılabileceğine ve O’nunla bütünleşilebileceğine inanırlar.

Bu üç görüş , Gazalî’nin felsefesiyle Bir’leşmiştir. Gazalî “Allah’ın , Âdem’i kendi sûretinde yaratma

sı”-ndan yola çıkarak , dünyada insan özü’nün bütünü olan Allah’a özlem duyduğunu ve O’nu aradığı

nı söyler. Ayrıca insan kendi bedeni’ne, Allah da evren’e egemen-dir.” // Rabbim mutlak güç ve İrâde*)

Halbuki insan olarak gücümüz ve irâdemiz zaten sınırlayıcı kader riskinin nice sürpriz fıtratınca her

lâhza ancak Rabbimiz Allah’ın lütf-u takdîriyle elimizdeki imkânlar ölçüsünde sanki “irâde-i cüz’iy

ye” denen bir “şart-ı âdî(*)” olmaktan öte nedir ki , işte esbâb-ı âdiyat tıpkı “tenteneli perde” hükmün

de dış görüntü gibi içyüzünü de tekmil gizlemekte ve biz sırr-ı kaderi idrâk edip bilemediğimize göre ,

şu şuur ruh-u beden ve evren egemenliğini birbirinden nasıl ve hangi ilmin kıstasıyla aslına tam vukû

fiyet tarz-ı ictihadımızca Tek Kudret-i Mutlaka’dan bağımsız zannedip de kendi benliğimizi ayrı bir

512

varlık gücüne sahipmişiz sanmakla akl-ı selîm rağmına felsefeci mantık kafasına aldanarak “kökten

ayrık”-kavrayışta yorumlamak gerçekten doğru olmaz ve inandırıcı da değil !

Gerçek öz sanki “iç dil” / Düşünmeyen ne bilir ? // Hikmet söz zevk-i şiir / Öz “iç-ten ürperti” dil !

SÖZÜN ÖZÜ

(“Ârif isen âkil ol divâne bilsün el seni

Rind-i hüşyâr ol velî mestâne bilsün el seni !” - Riyazî)

1.

Tam öz söz’ce “yakîn” nice

İç hem-ân tam men’ce özü !

Tek “tin” ten’ce ya kim ilk’ce

Dil-“hamd” Tek Rabbim’e özgü !

2.

Şeffaf örtü her görüntü ,

Kim’in gözü şu gökyüzü ;

Ve yeryüzü günler günü ,

Hep ölüm mü sözün özü ?

…………………………

(“Ben zaten ölüyüm ölü !”)

3.

“Sıddîk(*)-söz” tam hüşyar gönlü

Her rind dıştan yumuk gözlü !

Hiç-bîn gördü içkin özü (Bkz.“K*/ haftalık dergi” içerik konularıyla agnostik popülaritesi ilginç!)

Yahya Kemal Bey’in sözü :

(“Her rind bu bezmin nedir encâmı bilir ;

Dünyamızı nâgâh zalâl örtebilir !

Bir bitmeyecek zevk verirken beste ;

Bir tel kopar âhenk ebediyyen kesilir !”)

4.

Nefes sesim “iç dil” tek Gül lâfz-ı vahy’en öz sözcü ;

Dil hevesim şiir*-bülbül tarz-ı “hamd” tam söz övgü !

5.

Kur’an-misâl edeb(*)’in iç dil-ince derk-i dil ;

Hocam Kemal Edib(*)’in şiiriyse ders verir : (… Bkz. sh. 385*)

I.

(“Kur’an-da neler var ?” deme, Kur’an-da neler var ;

Esrârına âgâh olan insanda neler var !

Enginde kulaç sallamadan inci bulunmaz ;

Bilmez kıyı sâkinleri ummânda neler var !

II.

Ten perdesi kalkınca görür gerçeği insan ;

Anlar o zaman bunda neler , an-da neler var !

Var sandığın eşya , özü yok gölge bu yanda ;

Kur’an sana öğretsin , öbür yanda neler var !

III.

Kâfi mi değil , devlet-i dîdar-ı İlâhî ;

Âşık ne sorar , Ravza-i Rıdvan’da neler var !

513

Allah anılır binbir ağızdan gece-gündüz ;

Gir meclise gör halka-i irfanda neler var !

IV.

Bir ehl-i kemâlin bana ihtârı şu oldu :

“Kur’an-da neler var ?” deme, Kur’an-da neler var !

Enginde kulaç sallamadan inci bulunmaz ;

Bilmez kıyı sâkinleri ummanda neler var !”)

6.

Artık kim anlamış sor “mâ-verâ” aklın gözü ;

Nitekim kavramış zor yâ –“illâ” aşkın sözü !

Hem Yûnus ses sanmış (“aşk bir uzun hece imiş”)

Bencileyin yaz kış yol “içkin ya aşkın” gönlü !

7.

Hem “içkin”-öz aklım yazgım ;

Hep “iç dil”-söz mâsum ömrüm !

Tam “aşkın”-nabzım , niyâzım ;

Tek şiir-naz “manzûm” gönlüm !

(Bkz. Kendi Gökkubbemiz , Yahya Kemal “Beyatlı” (1000 Temel Eser) Sh. 100-101: “DÜŞÜNÜŞ

……………………………………………

Her yerde var hayatı birer türlü nakleden ,

Lâkin derin görenler usanmış hikâyeden !

Derler : -bilir hakikati yüzlerce feylosof ;

Bir kısmı şek ve şüphede, bir kısmı hayli kof !

Aksetmiyor çoğunda fikirler ayan-beyan ,

Hayyam* imiş hakikati az-çok fısıldayan !)

MEDDAH ŞAİR

Aman neler duyduk kocaman söz zürefâdan

Kalenderân-ı ızâm “mev’ıza”-cı papağan ,

Eyvallah hödük kelb-i meyhaneci ve sâir ;

Yaman şîve bozuk koskoca şu şüyehâdan

Kaç çenebaz sırsıklam meddah-hacı şarlatan ,

Ham-ervah gördük kimi bilmem neci ve şâir !

Ey-vallah*hödük kelb-i meyhaneci ve sâir ; // Ham-ervah gördük kimi bilmem neci ve şâir !

HAYYAM’CA RUBAİ

A-ham yoz softa ! Saf-“külçe altın” mısın yoksa ,

Sûfi’ce “kan-damla’sın” som aklın gözünde mi ?

Şu söz tam Hayyam’ca lâf : “define”-sandığın oysa ,

Öz işte “can” salt Tanrım , toprağın gönlünde mi ?

( “Ölümlü bedeninle define misin , neden ;

Toprağa gömsünler de çıkarsınlar yeniden ?!”) Not: Demek işbu beytim “mahv-ı tam” can-hitam mâdem ,

Rubâi “Bedenim”-ruh(*) Hayyam’dan “iyhâm”- mübhem !

514

…………………………………………………………..

DİLEĞİM (Hayyam* hk. açtığım büyük parentez, sanki bir “tez”(*)

1. iktibas sözler muhtevasınca câlib-i dikkat Doğaç Poetika’da!)

Toprak altında kaldı yüzyıllarca köklerim ……………………………………………………………….

Dal uçlarında tomurcuklandı çiçeklerim !

Türk adıyla büyüyen şanlı bir millet iken , ( “Uzun yaşamışsın derler bana /

Neden çürüdü neslim ne oldu emeklerim ?! Bilmezler seni uzun beklediğimi.”

2. - Fazıl Hüsnü Dağlarca*)

Bu ölmeyen mâtemi öldürse de melâlim …………………………………

Özleştikçe kökleri derinleşse mecâlim !

Gönlünü tam İslâm’a döndürse de öz neslim ,

Yeniden güçlense de şiirleşse dileğim !

******************************

BENCE ŞİİR / Derûnî Hasbihâl !

(Bkz. Elmalılı Tefsiri , Cilt 5 / sh. 3648-50:

“el-mâ’na fî batn-iş’şâir !”)

………………………..

Şiir ruhiyatımız sanki “ilham perisi”

Şu derûnî hasbî-hâl Rabbim’in mevhibesi !

…………………………………………..

Yalnızca şiiri inşâ eden şâirin değil ,onu inşâd eden okuyucu ve hatta yanındaki dinleyicinin de ruhen iştiyak

ve fikren istiğrakla cezbelendiği “derûnî hasbihâl” halindeki bir iç hesaplaşma yani “nefis muhasebesi” olarak

algıladığım ŞİİR hakkında derli-toplu bir şeyler konuşabilmek için , hemen daha ilk adımda onun aşırı duygu

sallığa itici ve düşünce disiplinini gevşetici etkisinden sakınarak ,konuyu daha rasyonel bir yaklaşımla ele almak

gerektiğini düşünüyorum.Çünkü aklın süzgecinden geçmeyen duygular çoğu kez şiirin erken doğum sancılarıdır.

Her gönülde yankılanan türlü-çeşit tutkuların ve ille de bu tutkulardan kaynaklanan ruh çalkantısı nice panik

korkular (Bkz. Pfizer , STL 9956 / Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden Dr. Şeref Özer tarafından

hazırlanmış / Broşür: “Panik Bozukluğu Temel Bilgileri”) boyutunda çağlayan coşkuların gizemli iç diliyle ko

nuşmak isteyen ŞİİR , kendince şâirâne duygu ve düşüncenin ruh ikliminde çırpınarak ansızın hayâl ufuklarına

kanatlanmak ve ötelerce sonsuzluğa açılmak ya da bunun korkusuyla ansızın iç dünyasına sığınıp panik anlamda

acziyet telâşına benzer ruhsal-lık karakterine müncer rikkat-i kalbiyye gereği “içine kapanmak” ve irâde-dışı

“refleks” savunma mekanizmalarına başvurmak yahut “tutunacak bir dal aramak” insiyâkını ifâde eder. İşte bu

derece“kapalı devre” refleks sinir sistemi “irâde” içgüdüsüyle işleyen“şuur (*)” ruhunda derinleştikçe en yakın

nükte(*)noktacık kavrayış “şifre-kavram”sırr-ı “yakîn(*)”nazm-ı nabzınca aklın aslını algılamaya yatkın “iç dil”

-insiyâkın anlık “iç ürpertisi (haşyet)” ilcaâtıyla imtizac eden iştiyak , kimilerine göre “panik perisi” –ŞİİR’in

can damarıdır.

Daha sözün başında öncelikle değinmek ve açıkça vurgulamak isteriz ki , sosyal hayata yansıyan inanç, ahlâk

ve kültür buhranlarımız(*)’ın asıl kaynağını oluşturan “hızlı değişim” süreçlerinde “yenileşerek gelişme” amacı

mıza uygun iç dinamikler (*)’in temelindeki “DİL geleneğimiz” bakımından“eski Türkçe ve yeni lisan(!)” gibi

türedi tâbirler arkasında saklanan (Necip Fazıl* deyimi :)“o kafa!” hep o sakîm – mâhut zihniyet (!) elinde /

insiyatifinde tekelleştirilen dil ve kalemler güdümünde yozlaştırılıp kısırlaştırılan hatta bugün eldeki Türkçe Söz

lük-ler’de bile “Osmanlıca” diye yadırganıp (işte o “müstemleke kafa / zihniyet” ağzıyla “langue parlée”) konu

şulan dil’den kovarcası pek çok kelimeler atıp da Türkçe lügatlarımızı hoyratça ayıklamaya yatkın hovardalıkla

aydınları halkımızdan ayrıştırıp büsbütün anlaşılmaz bir dil kaosu oluşturan ve ideolojik kavramlar yanında tek

nolojik terimleri de hep Batı dillerinden alıntılayan gayet yoz-yobaz solculuk furyası (!) tutumlar sonucunda

tamamen dışlanan öz be-öz Türkçe’leşmiş(*) şimdiki dilimiz’in mevcut Türkçe sözlüklerimiz çapında ve daha

sı folklorik “halk kültürü” kaynaklarımızdaki kelime zenginliğine rağmen ve de üstelik bütünüyle söz ve yazı

dan ibaret “edebiyat dünyamız” alanında sanatların yansıttığı yaşam tarzındaki içsel değişimlere yol açan farklı

515

algılamalar biçimine dönüştürücü çağdaş sosyo-kültürel yozlaşmalar anaforu şu “Batı’cı / kopya sistem ve tak

lid düzen” akımlar (*)etkisinde yaşanan her cins sıkıntıları da dikkate alarak hemen belirtmek gerekirse,en derin

anlamda ve en derûnî hissiyatımı anlatmak konusunda bilhassa sanat diliyle önce kendi iç dünyamı dikkate alıp

benliğimin öz-eleştirisi’yle şuur ruhumu bu bungunluktan arındırmak için metodik kavrayışımı tanımlamak

gerekçesi itibariyle şiir mantığımın özünü açıklayan şu söz zaten bunun temel formülünü ifâdeye yeter sanırım ,

nitekim “diğer sanat dallarında olduğu gibi,ŞİİR’de de asıl çalışma alanı beyazdır./ ŞAİR sufî olsun olmasın … /

önce kendi ben’iyle varlıkların objektif görünüşlerini parenteze almak zorundadır.”(1) İşte bu husus , sanatın

ruhunu yoğuran şiir-i şuur rikkatiyle hayata bakış ve şu âlemin hâdisatını kavrayışta hakikaten en temel kuraldır.

Demekki ŞAİR her şeyden önce kendi benliğini şiirinde eriterek özgün üslûp ustalığının incelikleriyle bunu

(benlik kaynaklı bungunluğu) gizlemek ya da bununla (Allah’a sığınmanın bir yolunu arayıp bulmak ve gön

lünü gerçek huzura kavuşturmak için her nefes sırrını içten duymak , kalbin nazm-ı nabzına uygun “zikr-i

dâim” meşk-i aşkıyla akl-ı ruh harman olup benliksiz söz özünde edeb-i İslâm’ca idrâk tadıyla duyarlı ve

sanatıyla tutarlı yaşamak / gösteriş ve abartıdan sakınan samimiyet tevâzuuyla) gizlenmek zorunda. Ayrıca

bu hususun dikkatinden ne kendisi uzaklaşmak , ne de eserini uzaklaştırmaksızın , hatta “tam içinden geldiği

gibi” doğaçlama üslûpta yoğunlaşsa da. Gösterişçi benliğin yapmacık oyunlarından sakınarak ,karmaşık dış

ilişkilerin her türlü çekici ve itici yanlarına yahut da olumlu ya da olumsuz baskılarına karşı korkusuz , hatta

aldırmasızca yoğunlaştıkça ruhunun iç dilini ve şiirini de arayıp bulmakta. Üstelik bu “derunî hasbihal / içrek

söyleşi” heyecanlarıyla sarsılıp savrularak arınıp yoğrulmaktan da olağanüstü mutluluk duymakta.

SİSTEM

1.

Ruh kim (“… min emr-i Rabbî-*)

Tek irâde “… Rabbim’den !”

Öz-ne ilk kudret var ki ,

Söz “ilk şifre” iç dil’den !

2.

Şuur “iç komut” sanki ,

Tam “motor güç” öz elfâz !

Şiir hecesiz harf ki ,

Söz ruhsal mesaj duy-yaz !

3.

Yaz tam özünce elfâz ,

Dil -teknik bilgisayar !

Anlam öz kavram mesaj ,

Üstelik “program dar !”

4.

Sistem “dijital” hassas ,

Tuş’la şuur ruhunca !

İstem yoksa konuşmaz ,

Aklınca söz komut’la !

Hem cümle âlem bilir ki , “mihneti zevk edinmek” çabasıyla yoğrulan olgun ruh hep bu müstesna çile’nin

ateşinde yanmaktan mutlanan (Hayyam mütercimi üstad Rüştü Şardağ ağzından apartıp severek kullandığım

bir güzel lâf ya da sözcük*) gerçek sanatçıya göre “hayatın tadı” aşkın ıstırabından “nükte-i irfan” niyâzımız!

(Bkz.Sadeleştirilmiş Elmalılı / Türkçe Tefsir, Cilt 1 / sh. 54 -159 : “Bazı tefsirlerde de buna işaret edilerek

Rahmân’ın rahmeti yüce nimetler , Rahıym’in rahmeti ise nimetlerin incelikleri ile ilgilidir derler.

Rahman’ın kullanılışı özel , ilgi alanı ise geneldir. Rahıym’in kullanılış alanı genel , ilgi alanı ise özeldir ve

işte yüce Allah böyle katmerlenmiş bir rahmet sıfatı ile vasıflanmıştır ve bunlar , insanlardan ümitsizlik duygu

516

sunu silmek ve onun yerine sonsuz bir iyimserlik duygusunu kurmak için yeterlidir. Genel bir şekilde istenen

“iman ve güven duygusunun ruhu” da budur. Rahmân-Rahıym olan Allah’ı inkâr eden kâfir (*) istediği kadar

ümitsiz olsun , fakat mümin(*)’in ümitsiz olması için hiçbir (ve bu anlamda mücbir) sebep yoktur. (28 / 83:

“Ve-l’âkıbetü li-l’müttekıyn” / Sonuç, günahlardan sakınan müttakiler’in olacaktır.) Ve besmele’den alınacak

ilk İlâhî feyz(*) bu sevinç’tir. / … cümlenin son kısmında gelmesi gereken tamamlayıcı unsurları cümlenin baş

tarafına getirmek bir önem ve özellik ifâde eder. Gerçekten (96 / 1. âyet)’deki emir aslında okumaya yönelik

olduğu için , cümledeki en önemli unsur “okumak” iken , (1 / 1. âyet:) “Bismillâhirrahmânirrahıym”-de

en önemli olan husus , Allah’ın ismini okumak v.s. gibi hususları , girişilecek işten önce zikretmektir. Ve işte

bu öne alma ,yardımın yalnızca Allah’tan dileneceğini belirtmek ve mânâyı yalnızca “O’na ait” kılmak içindir.

Çünkü bilindiği gibi … / özellikle açılış törenlerinde ve özel programlarda “falancanın adına , falanın şerefine”

gibi … / İşte Besmele’de fiil’in cümlenin sonuna bırakılmasıyla Allah’ın ismi-nin öne alınması bütün bunları

reddetmekle, başlama’yı yalnız Allah’ın ismi-ne tahsis etmek içindir ki , …/ Bu açıklamadan sonra da Besmele’

nin dilimize göre mümkün farz edilebilecek tercemesi şu şekillerden biri olması gerekir : (…) Sh. 57: … başlıba

şına mükemmel ve eşsiz olan ve bununla beraber her müslümanın ve her Türk’ün çok iyi bildiği ve az-çok anla

dığı bir vecize anlamı bulunan Besmele’yi bir “ile” veya “adıyla” ifâde tarzı hatırı için terceme etmeye kalkışma

yıp , her zaman aslına göre söylemek ve bu gibi açıklamalar ve tefsirler’le de mânâsını düşünmeye çalışmak

kaçınılmaz bir iştir.

Bundan dolayı her işin anahtarı ve bir tevhid (Allah’ı birleme’nin) âyeti olan (*) kıymetli ve âhenkli sözünü ,

Allah’ın birliğine inanan kimseyi … / … Efendimiz’in Hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurulmuştur : “Besmele

her kitabın anahtarıdır.” / “Besmele ile başlanmayan her mühim iş sonuçsuz kalır.” Mutlaka Allah Teâlâ’nın

ismi ile başlanmayan herhangi bir iş , O’nun yüce huzuruna sunulamaz , sunulamayınca da sonuçsuz , tamamlan

mamış kalır. / Demek ki , bize (*) Besmele ile Allah kitabı’nın öyle bir anahtarı verilmiştir ki ,biz bunda Kur’an

ilmi’nin kısaca konusunu , gayesini bulacağız ve önce Fatiha’da , ikinci olarak birbirinin ardı sıra Kur’an-ın

bütün sûreler’inde bunun Sidre-i müntehâ’yı geçen manevi sırları’nın ortaya çıkmasını etraflıca göreceğiz. / …

Kur’an-daki uyum ve âhengi bütün yönleriyle bir cetvel çizer gibi düşünce yoluyla ölçemiyor isek de , o fıtratı

yaşarken (evet; yaşarken …) onun yüce zevkini vecd ile (evet; vecd-i vicdan’la / akl-ı ruh hayret-i şuur rikkat-i

kalbî “idrâk” gönlümüzün mülhem hissiyat-ı haşyet tarz-ı huşûunda anlık kavrayışımızca anlayıp bulmak gibi

bir “iç ürperti”) duyabiliriz.Kur’an da ,bu zevki ,okuyanlardan ziyade yaşayanlarına ihsan etmek için (* 2 / 1.)

diye (âyet diliyle) hitap edecektir. Bundan dolayı … / … Bir gelecek yolcusu için bu yaratılışın büyük bir

uyarıcı önemi vardır. Demek ki , ( … )

Sh. 78: … özetle yer ve zaman içinde nefesten nefese sayılamayacak kadar şuur yükleri ile yürüyen ve her an

şekilden şekle değişerek varacağı yere varan ve bütün bu değişmelerde hiç değişmemiş gibi (ille de) “Ben(!)

- ben !” deyip giden insanlar , akıp -akıp gidiyorlar. Öyle ki , … / “Küllü mâ hatara bi-bâlike fe-llâhü verâ-e

zâlik(e): Kalbine her ne (sûret)doğarsa , Allah onun üstünde ve ötesindedir.” Diğer bir ifâde ile onun arkasında

Allah vardır. Bundan dolayı kâinat , Allah’tan başka bütün varlıklar demektir. Ve , Allah ise kâinat’ın ötesidir.

Ve biz , bu kâinat vasıtası ile onun ötesindeki Allah Teâlâ’yı , haklılık dediğimiz bir idrâk ilişkisi ile kabul ve

tasdik ederiz.

Sh. 83: … Daha ilk görmede, birdenbire kısa bir alâmet parlıyor ki -bu özet, zincirleme idrâkler ile uzun uzadı

ya açıklanır ve pekiştirilmiş olur. Bunların zihindeki geçmişlerini ve gelecekteki nümûne ve misâllerini meyda

na getiren içten hâtıralarından , doğru hayâllerinden , yansımalarından da yine kısa veya detaylı olarak akıl

yoluyla bir delâlet okunur ve bu da bir idrâk ilişkisi ile kendini gösterir. /… Bu idrâk olmadığı zaman , kendi

mizden bile haberimiz olmaz. / … özellikler ile tanımaya niçin ve nasıl mecbur oluyoruz ? Sonra bunların yan

lışını doğrusunu nasıl seçiyoruz ? Böyle eşyanın gerçekleri dediğimiz bütün a’yân-ı sâbite(: Allah’ın ilminde

eşyanın ezelden beri sabit olan şekil ve gerçekleri)’nin değeri ve arada bulunması ancak bizim idrâkimizdeki

nesnel (objektif) ve zihinle ilgili (öznel / subjektif) değerler ve şekiller iken , neden ben onları benim dışımda

bir gerçek olarak tanıyorum ? / … niçin ve nasıl gerçek olarak kabul ediyorum ? Bunları yapıyorsam , demek

ben … Allah Teâlâ’ya bir bağlılık taşıyorum. / … Eğer bunu yapan yalnız benim ruhum ise , … / Kısacası

517

kendi kendime “Ben benim , ben şimdi varım !” dediğim zaman “Ben , kendimi (varlığımı) hissediyorum

ve bu duygum doğru bir hak duygusudur , bundan dolayı “Ben varım ve Ben benim !” demiş bulunuyorum.

Gerçekten ben kendi varlığımı hissederken , … / Kin , hırs , iştiha kalbi ve aklı sislendirir ,basiret gözünü şaşı

yapar. Ya hiç göstermez veya çatal gösterir. Bunun için Din ilmi’nde iştiha’dan sakınmak ve uzak kalmak

en büyük şarttır.(“Men fessera-l’Kur’ân-e bi-re’yi-hi fe-kad kefera”: Kim Kur’ân-ı şahsî görüşüne göre tefsir

ederse kâfir olur.) hadîs-i şerîfi de bunu ifâde ediyor. Vahy ise … / Ve ilimde olduğu gibi bunda da Keşif (bir

sırrı öğrenme , ilham) teori’den öncedir.Yalnız aralarında şu fark vardır: (sh. 96) … / 97: Bilgi gibi Din’in de

sürüklemesi zorla değildir. Çünkü aklın gereği fiilen gerekli olanın sebebi değildir.Onun sebebi irâde ve kuvvet

tir. Fakat hak din’e sevk-etmek aslında tam bir iyilik’tir. /

Sh. 102: Meselâ , Allah’ı tanımak için düşünmek bir itaattir. Fakat kendisine yaklaşmak istenilen yüce Allah ,

düşünce durumunda henüz tanınmış olmadığından bu düşünce bir yaklaşma değildir. Ve niyete bağlı olmadığın

dan ibadet de değildir. / … ve benzeri şeyler , niyete bağlı olmayan ameller hem yakınlık , hem itaattir ; ibadet

değildir. Fakat namaz , oruç , zekat , hacc ve cihad gibi yapılmasında niyet şart olan ameller hem ibadet , hem

yakınlık ve hem itâattırlar. / Demek ki , … niyet de niyet edilen şeyi bilmek’le beraber onu yapma’ya bitişik

olur. Hem bilgi ve hem isteği kapsayan bu tam şuur , ruh ve kalbin bir işidir. / Sh. 103: … Bunun içindir ki ,

ibadetlerin başı olan iman’da , sadece kalb ile doğrulamak yetmez de bunun hiç olmazsa dil ile ikrâr edilerek

kalbden dışarı çıkarılması da gerekir. /

… Niyetsiz yatıp kalkmak Namaz değil , niyetsiz aç durmak Oruç değil , … seyahat edip dolaşmak Hacc değil ,

niyetsiz düşmanla savaşmak , şehid veya gazi yapan Cihad değildir. v.s. / … O hâlde kötü niyetle, yani Allah’a

itâat ve yakınlık maksadından başka bir maksadla yapılan ameller hiçbir şekilde ibâdet olamaz. Görülüyor ki ,

dilimizdeki kullanılışlarına göre Tapı , tapmak , tapınmak kelimeleri ibâdet’in değil ,genel olarak itâat’ın mânâsı

olabilecektir. Hatta tapmak ve tapınmak kelimelerinde … / … bunların arasında bir ortak mânâ vardır ki ibâdet

denildiği zaman önce onu düşünmek ve Fâtiha’da da bundan başlamak gerekir. Şu hâlde o nedir ?

Sh. 104: İbâdet Allah’ın razı olduğu şeyi yapmak , ubûdiyet (kulluk görevi) de Allah’ın yaptığına razı olmak

diye de tefsir edilmiştir. Çünkü şeriat dilinde … / … hiçbir kişi kendi kendine bu acz’in sahasından çıkamaz.

Aklı olanlar da ümid ile korku’nun bu çekicilik ve iticiliğinden ayrılamazlar. / Gerçekten geleceğe göre insan

ruhunda ne ümidin sonu vardır , ne de korkunun. /

Sh. 107: (…) Beceriksizliğini hissetmeyen kibirliler , hiçbir korku yokmuş gibi görünen gaflet içindeki

iyimserler , hiçbir ümit beslemeyen ümitsiz kötümserler bu şereften mahrumdurlar. Bu gerçekleri özetlemek

için müfessirlerin en büyükleri (“İyyâke na’büdü”)-nün meâlini şöyle anlatırlar: Ey Rab! Biz…/

Sh. 112: Biz bu âyetteki belâğat ve hikmetin zevkine doyulmak ihtimâlini göremiyoruz. Nerede bir hayat görür

seniz orada mutlaka bu kanunun bir hükmünü görürsünüz. Şu kadar var ki , kâfirler bunun ardından şuursuz

olarak gövdeleriyle sürüklenir. Müminler de bunu gövdelerinden başka akıl ve duygularıyla da yaşarlar. / Ne

güzeldir ki , Fatiha’nın tam ortasında “konuşma hakkı” bizim sosyal vicdanımızla kulluk dilimize verilmiş ve

sözleşme(*) bizim kulluk dilimizden ve sosyal vicdanımızdan dile getirilmiştir. / … Anlayınız ki , sizin kendi

varlığınız gibi , konuşmanızın da başlangıcı yüce Allah’tadır. Siz mânâ ve maksadınızı başkalarına tebliğ eder

ken ve anlatırken Allah Teâlâ’yı bu kuvvetten yoksun zannetmeyiniz. Bundan dolayı yüce Allah’ın indirdiği

Kur’an-ı (*) bütün sosyal vicdanınızla dinleyip anlamaya ve tatbik etmeye çalışınız. /

Sh. 113: Allah ile kullar arasında karşılıklı şartlara dayanan bir andlaşma şeklinde “yazılı sözleşme”(*) akdi ile

ne büyük bir Rahmanî ahlâk (*) olduğunu iyi düşünmek gerekir. / Demek ki , vazife istemek hakdan öncedir.

Ve halbuki Hakk’ın rahmeti ve hakkın oluşması daha öncedir. Ve bu şekilde vazife ve hak arasında tam bir ilişki

(connoter) vardır. Şüphe yok ki , böyle bir muamele Peygamber (s.a.v)Efendimiz’in: (“Tehallakû bi-ahlâkillâhi”

/ Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanınız.)* hadis-i şerifinde işaret ettiği Allah’ın ahlâkının en şayan-ı hayret tecellilerin

den biridir. /

518

Sh. 114: … o vicdanda sosyal ruh oluşmaya başlamış olur. İnsan kelimesinin bir aslı olan “üns (alışkanlık)” ve

müvâneset denilen karşılıklı samimiyet’in başlangıcı budur. / … ve işte bu toplayıcı duygu , kardeşlik hissinin

başlangıç noktasıdır. Bu his fiilen yaşandıkça , o topluluk kuvvet bulur ; bu his ,bu topluluk ne kadar genişlerse

ve ne kadar kuvvet bulursa , kibir o oranda azalır ve sosyalleşme ve medeniyet de o oranda genişler ve kuvvetle

nir. Bu sosyal ruhun kurulabilmesi (yani , kurumlaşıp kökleşmesi) öncelikle fıtrî bir “Allah vergisi / mevhibesi”

ve ikinci derecede çevrenin bir yansımasıdır. Ve her iki görüş açısı ile yaratılıştan var olan terbiye ile sonradan

elde edilen terbiyeden etkilenir. İşte vicdanında böyle bir sosyal ruh(*) yerleşmiş olan kişi , vicdanının genişliği

ve kuvveti oranında bir sosyal toplumun oluşmasında başlangıç noktası olur./…Bunun için toplumu büyülten

veya küçülten en önemli sebebin , sosyal ruhundaki genişlik derecesinde ve vicdan kuvvetinde aranması gere

kir. Toplumda genişleme var da , vicdanda kuvvet yoksa , o toplum idare edilemez. Dağılmaya , parçalanmaya

ve küçülmeye mahkûm olur. (Dikkat !) Vicdanda kuvvet var , fakat toplumda genişleme yoksa , o toplum büyü

yemez. Sonunda büyük bir toplum tarafından yutulur. /

Sh. 116: İşte İslâm bu büyük ve benzersiz sosyal ruh’un kendisidir ve onun gerçek anlamıyla barındırdığı

“toplum ve medeniyet” kavramının üstünde hiçbir toplum düşünülemez. Bunu ise pek küçük ve dar vicdanlar

yaşıyamazlar (yahut taşıyamazlar), küçük küçük ilâhlar ararlar ve kardeşlik çerçeveleri ne kadar küçülürse o ka

dar rahatlık duyacağız zannederler , fakat duyamazlar. Bir müslümanın kalbindeki güven , metânet ve sükûnete

bir türlü eremezler. / Bu şekilde İslam cemaati’nin kuvveti , kişilerin çokluğu ve islamî vicdanlarının kuvveti ile

doğru orantılıdır. Ve toplum yapısı var olup kuvvetli iken şahsın bu sosyal ruhu duyması ve taşıması kolay olur.

Fakat … / zayıf olduğu zaman …/ ve hele henüz gerçekten cemaat yokken böyle Sonsuz’a eren kuvvetli bir

vicdana sahip olmak , … çok zor bir şeydir. Ve bu makam , peygamberlerin ve özellikle son peygamber

Hz. Muhammed (s.a.v)’in makamıdır. /

Sh. 218: Bu şekilde İslâm’da , hem kişinin ve hem toplumun vicdanlarının bir noktada birleşme’si söz konusu

dur. Ve bunlar , karşılıklı olarak biribirinin kefilidir. / … işte(*) böyle etraflıca açıklamayı içine alan katıksız bir

tevhid’dir. // Bkz.Özgün nüsha ,cilt-1/sh.118: “… ve nihayet din-i İslam ile tevhid-i hakikiyi kemaliyle bulmuş

ve toplanmıştır. “İyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn” İşte bütün bu efkâr-ı şirki yıkan bir hüccet-i Rahmaniye

olmuştur. Bunun içindir ki insanlar İslâm’a koştukça toplanır , âkıbet İslâm’dan kaçdıkça dağılır , nihayet

zelil ve perişan olurlar. Bu sade nazarî değil aynı zamanda bir hakikat-i tecribiyedir ve İslam böyle bir

din-i umumî’dir.”

Sh. 122: Cadde manasına “sırat” kelimesi Türkçe’de kullanılmaz. Ancak … / Sh. 124: Tefsirlere baktığımız

zaman “Sırat-el’müstakim”-den maksadın ne olduğu hakkında şu rivayetleri görürüz: … / Sh.125: … Acaba

genel manasıyla “hak yol” içinde kötü olanlar yok mudur ? Doğrusu vardır. Çünkü … /

Sh.127:Yani nice nimet sahibi vardır ki ,nimet ve bolluk içinde yaşaması yoktur. Meselâ ekmeği vardır yiye

mez,yerse tadını bulamaz. Allah’ın nimet vermesi esas tadını bulmadadır. Allah Teâlâ’nın nimetleri ise sayıla

maz.(Bkz. 14 / 35) Fakat başlıca dünya ve ahiret’le ilgili olmak üzere iki kaynak-da düşünülebilir. Dünyaya ait

nimetler iki kısımdır. Vehbî ve çalışarak (kesbî-) elde edilenler. /

Sh. 133: Ve kendilerine nimet verilmiş olanlar (*) demek , mutlak nimet ile öfke ve sapıtma’dan kurtulmayı

birarada elde edenler (*) demek olur ki İslâm da budur. Ve gerçekten İslam’daki “takva” budur ve Ebu’s-suûd

tamamen haklıdır. / … Yani “öfke” mutlak surette rahmet’in zıddı değildir. Meselâ ; zâlime öfkelenmek ,

mazlûma rahmetin gereğidir. /

Sh. 135: Bunlardan anlaşılır ki , kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlar, gazab ve sapıklıkta diğer müşriklerden ,

dinsizlerden ve diğer batıl din sahiplerinden daha ehven-dir ve bunlar ,İslâm’ın yakın zıddıdır-lar. // Bu konuda

ayrıca , -Bkz. Batı Sömürgeciliği ve İslam Dünyası , Öztürk / sh. 95-101: “İslâm’a şiddet tuzağı” / sh. 100:

“Takva …” (*)

Sh. 140: Demekki istemek ve dindar-lık bizden ; din , şeriat ve doğru yolu göstermek (hidayet) Allah’tandır.

519

Ve bu hidayet iki çeşittir. Biri ilmî olan irşad , diğeri fiilî (pratik) olan / Cenab-ı Hakk’ın kuluna yardım etmesi

dir. Yüce Kur’an , ilmî irşâdı istemenin cevabıdır. Fiilî olarak başarılı kılmayı istemenin cevabı da bu irşadı

kabul etmekle etraflıca dindarlıkta her an ve her lahza meydana gelecektir. / İşte İslam dini , böyle bir Allah

kanunu’dur. FATİHA bunu tanımlarken manasını isbatlamak için başlangıçtaki aklî ve kalbî irşadlardan sonra

gözlem ve tarihin şehadet ettiği tecrübe’yi gösterivermiş ve başka delil ve vesikaya bile ihtiyaç bırakmamıştır. /

Sh. 141: İnsanlar kendilerini Hakk’ın kanunu’na uydurmakla yükümlü iken , o hak kanununu kendilerine

uydurmaya çalışırlarsa kusur o kanunun değil , o insanın olur ve zararına katlanan da insandır.Allah’ın gazabı

ilk önce bunu bilerek yapanlar içindir. Bilmeyerek yapanlar da sapıklardır. Bunlar da sonunda o âkıbete mah

kûmdurlar. Ne yazık ki asrımız insanlarında özellikle Din hususunda Hakk’ın kanunu’nu kendilerine uydurmak

sevdâsı üstün gelmiş görünmektedir. İlim , fen ve sanayideki bu kadar ilerlemelere rağmen bütün dünyada insan

lığın sıkıntılarının genel bir şekilde gittikçe artmasının sebebi de budur.Bu sıkıntıları ,ancak doğru yolda (sırat-ı

müstakim) yürümek kesebilir. / *Âmin ! *Âmin ,“kabul et !” manasına gelen bir ism-i fiil (fiil manasına gelen

isim)’dir. Âmin demeye de “te’min” (emniyet hissi vermek) denilir. Bu , Kur’an nazmının bir parçası değildir.

Bunun için Mushaf’a yazılmaz. Fakat … // Tefsîr-i Fâtiha:1*7. “… ğayr-il’mağdûbi aleyhim ve lâ-d’dâlliyn”

Sh. 142: Hazret-i Peygamber (s.a.v) Efendimiz buyurmuştur ki ; “İmam -veleddâlliyn* dediği zaman hepiniz

- âmin* deyiniz. Çünkü melekler –âmin derler. Âmin demesi , meleklerin âmini’ne rastgelenin geçmiş günahları

affedilir.” / … Bundan dolayı “âmin” sünnet(*)ile sabittir. Hem imam ve hem cemaat tarafından gizlice yapılma

lıdır. İmam gibi ,yalnız başına namaz kılan da gizlice söyler. /

Sh. 143: Resulullah Efendimiz’e bir gün bir melek geldiği sırada “Müjde, sana iki nur* verildi ki , senden önce

hiçbir peygambere verilmemişti. Fatiha’t-ül’Kitab (Hak Kur’an kitabı’nın ilk sûresi Fâtiha) ve Bakara sûresi’nin

son âyetleri (Ayet-el’Kürsî)” … (*)

Sh.145: İşte yüce Allah ,Bakara sûresi’nin başında ilk önce Resûlü’ne hitap etmekle bu irşad şartını öğretmiştir.

Ve ilk olarak ilim araştırma açısından bizzat Resulüne teminat verdikten sonra , umumun asıl yaratılıştan var-

olan hitap kabiliyetini coşturan ve iman şartlarını içeren bir aydınlatma ile söze başlamıştır.

Kur’an-ın önsözü(*) yerinde bulunan bu sınıflamadan sonra , (2 / 21. âyet) başlangıçta (…) âyetinden itibaren

(1 / 4. “iyyâke-na’büdü”) kulluk anlaşması’nın teklif ve gereğini açıkça ifâde ederek “Rabb-il’âlemiyn” (Alem

lerin Rabbi) kısaltması’ndaki ulûhiyet ve rubûbiyet delillerini en geniş hikmetleri özetleyen bir üslûp ile özetler

ve ondan sonra peygamberliği inkâr edenleri susmaya mecbur eden “i’câz” delilini serdeder. /

Sh. 146: … ve nihayet Hazret-i Peygamber’in mirac gecesindeki iman şekli ve anlaşması ile İslâm dini’nin iman

gerçeklerini ve sorumluluklarını özetleyen bir son söz(*) ile bitirilmiştir. /

Sh. 148: Yazılışta bir kelime gibi yazıldığı halde okunuşta birer birer söyleme şekli ile “Elif-lâm-mim” diye

üç kelime olarak okunuyor. Bu üç kelime mânâlı birer isimdir-ler. Delâlet ettikleri manaları da müsemmâ

(adlandırılmış)’ları olan basit harflerdir. Bu harfler , kelimelerin maddesi olan ve “huruf-i mu’cem” (noktalı

harfler), huruf-i mebanî (sözün esasını teşkil eden harfler) ve heca (hece) harfleri diye adlandırılan tek ses-ler’

dir ki , “E-B-T …” gibi nakışlar bunların hat (yazı) denilen alâmetleridir.O isimler , aslında bu seslerin olduğu

halde, bu nakışlara da denilir. Her isim , başındaki ilk ses’in veya nakş(-ı hatt)’ın adı , her nakış da bizzat o ses

lerin bir çeşit resmi’dir. /

Sh. 149: … anlaşılır ki , burada biri görünen ,biri gizli iki anlam düşünülmüştür. Acaba asıl istenen hangisidir ?

İşte büyük tefsirciler bu iki görüş açısından hareket ederek bir kısmı sûrelerin başında bulunan ve kesik kesik

okunan harfler’in kasdedilen manasının belli olabileceğini , bir kısmı da olamayacağını söylemişlerdir. /

Sh. 150: … yazıdaki örneği de mesela “Ahmed” yerinde bir “A”(elif) yazılması bu türdendir. Ve bu şekilde

520

“Elif-bâ” (Alfabe) harflerinin her biri başından , sonundan ve ortasından bir veya birkaç isme sembol olabilir.

Gerçekten (“Elif-lâm-râ” / “Hâ-mîm” / “Nûn”) bir araya getirildiği zaman (“er-Rahmân”) isminin meydana

geldiği görülüyor.Diğerlerinde halledilememekle beraber böyle Allah’ın isimleri’ne veya diğer şeylere tahlilî

(çözümsel /analiz) veya terkibî (bileşimli / sentez) semboller mümkün bulunuyor. / “Elif-lâm-mim”(*) sanki

“el-ma’lûm-ül’mechûl”(bilinmeyen Bilinen)*terkibi gibi bir anlam ifâde eder.Ve bu mânâ ,hakikat ve Allah’ın

isimlerine kadar gider. Ve bu TEFSİR’in ÖZETİ “Allahü A’lem” (Allah hakikat tam bilir de her elçisine vahyin

dilince ve dilediğince bildirir !) manası ile biter ki , bu da bize insan ilmi’nin başında daima mahiyetine erilmez

bir başlangıç varlık (“vâcib-ül’vücûd” doğru mantık kuralınca önşart hakikat)’ını öğretir. /

Sh.151:İşte müteşabih-ler* denilen sûrelerin başındaki “mukattaât” (kesik kesik okunan-lar) harfleri* ile hitabın

faydası ,din bilgisi çok geniş olan âlimlerin imtihanı da bu sonsuz manada meydana çıkıp görünüyor. / İnsanlı

ğın gerçeği ,idrâk ve anladığını tebliğ etmek-te’dir ki ,biz buna mantık ve dil diyoruz. İdrâk bizzat manalarla ,

anladığını bildirmek de kelimeler ile , kelimeler ise ses-ler ile meydana gelir.Demek ki sesler, kelimeler ve mânâ

lar DİL’in esaslarıdır.Yazmak ise dilin dili* demektir.Ve bu sebeple dil ve yazı* insanlıkta ilmî ve pratik(amelî)

ilerlemeler’in esas dayanağıdır.Ve herkes bilir ki ,elif-bâ (yerine, Latin harflerinden ibaret yeni Alfabe*sözcüğü

müz Yunanca’nın ilk harflerinden kopya değilse Atatürk’ün “Nutuk” çapında tarih tahlillerinden özet “Devrim

lerimiz” adına açık konuşmak ve bazı konuları yeniden tartışmak bakımından “netâme mesele” nice ürkek aydın

larımızca sanki irdelenmek istenmeyen gizli bir sulta’nın ilk adı-mı ilginç boyut bu işte teğet geçilen nokta! / *)

harfleri de denilen tek ve basit sesler bütün dillerin maddesi , bunların hat (yazı) şekilleri de YAZI’nın hakiki ,

sağlam temelidir. Bunun için … /

Sh. 152: … başka bir deyişle Allah’ın varlığından ruh ve cisim* ikiliğini bir bakışta fark ettiren (Elif-lâm-mim”)

yazılış şekli ile Allah ve kâinat ilgisini açıktan ilham etmesi ve bundan başka Yahudiliğin “ismi söylenmez”

diye tanıdığı en büyük Mabûd’un ism-i a’zam-ı’na da işaret etmiş olması ve daha söylerken kalbin en derin

kısmından dudağın ucuna kadar bütün harflerin tüm mahreçlerine uygun üç mahreç’ten özel tertib ile çıkarak

insana kendini tarttırıp tanıtacak olan (“elif-lâm-mim”) harflerini düşündüre düşündüre okutması ve bu arada

Ruvâkiye (Revakiyyûn) felsefecilerinin “elifba*delili” olarak ifâde edilen Allah’ı isbatlama delili’ne de işaret

etmiş bulunması ve bu delâlat (kılavuzluk-lar) ve îmâlardan sonra da insanın akıl ve fikrini; dil sırrı içinde ses

lerden kelimelere, kelimelerden mânâlara ,mânâlardan eşya’ya (şey-ler), eşyâ’dan yaratma sırrına ve varlığın

başlangıcı’na ve Allah’ın ilmi’ne kadar götürmesi , bu yüce Kitab’ın başlangıçtan sonuç’a kadar insanlığa yol

göstermeyi üzerine aldığını büyük bir belağatle ifâde etmektedir. / Ey düşünür ! …” ) Daha devam edecek bu

konumuz sonuna dek! Gerçek Şair’den başlayıp Rağbet’in sonuna varınca hemen sadede dönmek için gel , işte

buradan başla okumaya ! H. K. // “… Ey düşünür ! (Elif-lâm-mim) sembolüne bak ve harflerin çıkış yerlerine

riayet ederek “elif-lâm-mîm” diye oku , okurken kendini bir tart; ruhundan bedenine, içinden dışına ,göğsünden

dudaklarına doğru “yokken var olarak” çıkıp gelen o sesleri de iyice bir dinle, bu sırada … bir elif-bâ (alfabe),

ebced okurcasına bütün elifba harflerini şekilleriyle hayâlinden geçir ve düşün ! Aslında hiçbir manası olmayan

bu tek ve basit seslerden , sayılmayacak kadar manayı taşıyan kelimelerin ve bu kelimelerden sözlerin ve bu söz

lerden kâinatı anlatan yüce Kitap-lar’ın meydana gelme şekillerinde (Evet,tam bu hususta parentez açmak gereği

hissettim.Geçtiğimiz şehr-i ramazan Star TV’deki sahur programında Doç. Nihat Hatipoğlu’nu sürekli dinleyip

izledim. Mısır’daki ilk öğrencilik yıllarında meşhur bir zat / Şarabi’nin vaaz konuları içinde “Elif-lâm-mim”gibi

gayet basit ses-harf isminin nakş-ı hattından ibaret teressümüyle nice büyük kitaplar meydana getirildiğini ve

bunun nazm-ı Kur’an için de delil gösterildiğini belirten tefsir örneklemesinden çok etkilendiğini söylediği hal

de, niye bizim Müfessirimiz’i zikretmedi diye, merak işte!) nasıl bir “Kudret” ve nasıl bir “yaratılış sırrı” gizli

olduğunu düşün! O zaman anlarsın ki kâinatta her mânâ ,her feyiz (nimet), her ilerleme, her olgunluk ,her ümit

bir sosyal düzene, hem de layık olduğu konumu ile bir sosyal düzene borçludur. Kendi kendine hiçbir manası

(anlamı), hiçbir kuvveti (gücü), hiçbir belirtisi olmayan basit maddelerin tek tek parçaları , layık oldukları bir

sosyal düzeni buldukları zaman onlardan kimyalar, hikmetler, şekiller, hayatlar fışkırarak şu gözümüzün önünde

ki görülen kâinat meydana geliyor. / Aynı şekilde … (Sh. 152-153:) bütün bunlar üzerinde ezelden ebede kadar

hakim ve her şeyi kuşatan bir Kudret-i Vahdaniye’nin delili ve tanığı olduğunda tereddüt edebilir misin ? Hayır,

521

edemezsin ve etmek için kendinde hiçbir hak göremezsin.O halde sen başka şeye bakmamalısın. O(…)cömertlik

kaynağından kendin için de sağlam ve doğru bir sosyal düzen aramalısın. İçin ve dışınla O’na teslim olmalısın

ki , istediğin hidayet ve mutluluğu bulasın. Düşün yalnız o düzeni ve o düzenin olaylarının hareketini düşün !

Ve bütün bunları , her şeyi kuşatan O tek Allah’ın cömertlik kaynağına ermek için düşün ! Fakat sakın O’nun

hakikatına (mahiyeti-ne) ereceğim , O’nu ve O’nun ilim ve kudretini kuşatacağım diye uğraşma. O “nokta”-ya

geldiğin zaman (noktanın nüktesini idrâk keşfiyle) âcizlik ve bilgisizliğini itiraf et ! İtiraf et de (2*1. âyet) oku ,

“Allah daha iyi bilir.” de! (“Mâ arafnâ-ke hakka ma’rifeti-ke” / yâ Rahman , yâ Allah! Seni , sana yakışır (şânı

na yaraşır) bir şekilde -hakkınca anlayış şuuruna yetecek “kavrayış” bilgisiyle- tanıyamadık.) diye O’na yalvar /

yakar ! O zaman sende ne şüphe kalır , ne sıkıntı ne buhran (ruhsal bunalım) kalır , ne kuşku !

Bu açıklamalardan sonra anlaşılır ki , bu konuda … (Dikkat! Şu dev eser ruhunda âbide şaheser: Rahmetli

M. Hamdi Yazır *hakikaten râsih ve dâhi ,“ictihad ve dirâyet ehli” büyük Türk müfessir ! Dil ve üslûbuyla

eşsiz çağdaş şu “Türkçe Tefsir / eseri (*)” bilcümle ilim-irfan ehlince ve ilâhiyat mahfillerince baştan sona

(“Doğrudan doğruya Kur’an-dan alıp ilhâmı // Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı !” -M. Âkif / Safahat)

mesajına göre, Cumhuriyet Türkiyesi’ne en nâdide bir armağan nüktesi değerinde enteresan tarih ve talih

hususiyetini haizken , neden yeterince etkinlik kazanmadığını bilerek kemâl-i edeble ele alınması ve bilhassa

genç aydınlar arasında akademik kafalara mahsus soruları ve sorunları aydınlatıcı ışık kaynaklarımızın en başın

da tanıtılması ve entelektüel düzeyde okunmasını sağlamayı görev sayanlara da ayrıca saygı ve katkı amacına

bağlı ruh şuurunda alıntılarımla yeni neslimize içten hizmet tutkusunun sosyal açılım boyutunu kültür milliyet

çiliğimizin temellendirilmesi açısından önemseyerek vurgulamak için açtım Kur’an-ca düşünmeye ve onun

nur-efşan boy aynasında öz benliğimizle yüzleşmeye çağrılamak isteyen şu uzun sözler arasına sıkıştırılmış

şiirimsi izah tarzı garip parantezimi. İnşa-Allah , okuyucu bununla onu tanır da şuurla okuyup ruhunu uyandırır,

füyûzatından faydalanır. )

Sh.153: Abdullah b. Abbas hazretlerinden rivayet edilen haberler içinde (“Elif-lâm-mim” : Ene-llâhü a’lemü /

Ben –Allah’ım (mutlak Kayyûm) –Bilirim.) demektir şeklindeki te’vil (yorum) veya tefsir (açıklama) yalnız

sembolik mânâ olarak değil , aynı zamanda hitâbın faydasının özeti olmak itibariyle de ne güzeldir. Şu kadar ki ,

bu mânâ ; başlangıcında değil , düşüncenin sonunda verilmelidir. (“Her kitapta Allah’ın bir sırrı vardır.

Kur’an-daki sırrı da sûrelerin başıdır.”) meâlinde Hazret-i Ebû Bekir’den rivayet edilen ve (“Her kitabın bir

özeti vardır. Bu kitabın özeti de hecâ harfleridir.”) diye Hazret-i Ali’den rivayet edilen ünlü açıklaması da meâl

bakımından öbüründen başka değildir. Hatta Hazret-i Ali’den rivayet edilen (“Kâf-hâ-yâ-ayn-sâd //

Hâ-mîm-ayn-sîn-gâf : Allah’ın isimlerindendir.”) sözü de bu cümlelerden ayrı bir mana değildir. Ve hepsini

kapsadığı için sûrelerin başındaki “mukattaa harfleri” müteşâbihat’tandır. / Müteşabihat denildiği zaman

manasız tam bir kapalılık iddia edildiğini zannetmek büyük bir yanlış meydana getirir. Müteşâbihler

manasız ve boş söz değil , manalarının çokluğundan dolayı belirli bir maksad tayini mümkün görünmeyen

ve daha doğrusu ifade ettiği kapsamlı hakikatleri insan zihninin yüklenemeyeceğinden dolayı kapalı görünen

bir anlatıştır. Bu öyle bir beyandır ki ; hakikat , mecaz , sarih , kinaye,temsil , tahkik , zahir , hafî gibi beyanın

bütün şekillerini içine alır. Bunun için yukarıda buna (“el-ma’lûm-ül’mechûl” / bilinmeyen Bilinen ) tabirini

arzetmiştik. Zaten “söz’de kapalılık”, yerine göre en büyük belâğat şekillerinden birini meydana getirir.

Her şahıs her manaya muhatap olamıyacağı gibi , Allah’ın bütün ilminin anlatma ve bildirmesine umumiyetle

insanlığın kudreti de dayanamaz. Peygamberlerin ilimleri bile Allah’ın ilmine eşit olamaz. (20*114. “Ve gul(-r)

Rabbi zidnî ilmen” / Rabbim , ilmimi artır ; de !) Bu gerçek de fasl-ı hitab (güzel konuşma) olarak ancak (2*1.

“Elif-lâm-mim”) gibi bir ifade ile anlatılabilir. En bilgili insanların bilmedikleri ve bilemeyecekleri neler vardır.

(Bkz. Prof. Suat Yıldırım / “ … açıklamalı Meali: “2*1. Elif-lâm-mim” / Kur’an-ı Kerim’in 29 suresi “huruf-i

mukattaa” denilen bu münferit harfler ile başlar. Müfessirler , bunların manasız veya tesadüfi olmadığını vurgu

lar , onlar hakkında öne sürülen muhtemel çeşitli izahları nakleder , bununla beraber Allah ile Resûlü (a.s)

arasındaki bu şifrelerin kesin manalarını Allaha havale ederler. Allah Teala bu tonlu seslerle sinyaller verip

beşeriyetin dikkatlerini çekmekte, bir an için her işi bırakıp gelecek muazzam gerçekleri dinlemelerini temin

etmektedir. Keza Kur’an-ın da böyle harflerden ibaret olduğunu , yapabileceklerse bu harfleri kullanarak insan

522

ların da benzerini yapma çabaları hususunda meydan okuduğunu (tehaddi-i Kur’an) hatırlatmaktadır. //

el-Kitab: “yazılı şey” demektir. Böylece kitap adı verilerek zımnen Kur’an vahiylerinin yazı ile tesbit edilmesi

emredilmektedir. Kur’an o kitaptır ki kitap*denilince hatıra onun geldiği en mükemmel kitaptır ve diğer bütün

kitaplar onun manasını açıklamak görevindedirler. // Takvâ: Korunma , sakınma demektir. İnsanın , başta küfür

ve şirk olarak kendisine zarar veren her türlü kötülükten , haram ve isyandan korunarak ta nihayette cehennem

azabından da korunmasını sağlayan değer sistemidir. Muttakî ise, takva sıfatını taşıyan kimsedir. // Gayb, söz

lükte: “görünmeyen , gözden gizli kalan şey” demektir. Sözlük anlamı ,“Gözden gizli kalan şey”. Terim olarak

“Duyulardan ve insanın ilminden gizli kalan” şeye denilmiştir. Bir şeyin gayb* olması , insanlar yönündendir ;

yoksa Allah için gayb yoktur. Allah Teala da bize göre gaybdır , fakat O’nun hakkında “gâib” denilemez. //

2*2. İşte Kitab ! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere.*)

Bilginler derler ki , “İlmin başı hayret’tir.” Bu itibarla da Kur’an-ın başında irşad ve hidayet’in başlangıcında

böyle hayret veren bir tebliğ’in yeterli bir büyüleyici gücü vardır. / Kur’an âyetleri başlangıçta indikçe Hazret-i

Peygamber (sav) Efendimiz bunları insanlara okur, tebliğ ederdi. Fakat buna karşı koymaktan aciz kalan kâfirler

(41*26: “Sakın bu Kur’an-ı dinlemeyiniz, okundukça onun hakkında gürültü ediniz. Belki böylece O’na galip

gelirsiniz.” ) derlerdi ki halâ etkili ve ciddî sözler karşısında böyle yapmak kâfirlerin huyudur.

Sh.154: Başta hayreti celbetmek önemli fayda sağlayacağı için Fatiha’nın başında bulunması gerekmez miydi ?

diye bir soru akla gelir. Fakat şunu bilmek gerekir ki , ilk anlayış, hayret’ten önce gelir. Ve Kur’an-ın gayesi de

ilk önce ve bizzat ilim ve hidayet’e yöneliktir. / … sûre başlarındaki bu mukattaa harfleri’nin bulundukları sûre

ye de bir isim gibi delalet etmelerine hiçbir engelin düşünülmemesi gerekir. Nitekim (“el’hamdü-lillâh”)’ın

muhkem manası , sûrenin de ismi (*) olmasına engel olmamıştır. /

Sh. 155: … ve bir de Vahy’in inme şekli ile ilgili hadisler (*) göz önünde bulundurulunca diyebileceğiz ki ,bu

sesler Kur’an inerken Hz. Muhammed’in kulağında bir özellik ile çınlayan ,şekillerini ve manalarını Hz.Muham

med’in kalbinde yerleştiren ve tesbit eden vahiy sesleri’dir. Harfler ve kelimeler’in alışılmış (mûtad) olan ortaya

çıkma şekillerinden büsbütün başka bir olağanüstü özellik ile tecelli eden o ilâhi sesler , yalnız Resûlüllah’ın

duyması ve hissetmesi olduğundan , hissedilen’in durumları ve ayrıntıları da ancak onun tarafından bilinir. /

Sh. 156: … o halde manayı dinleyelim : (“Elif-lâm-mim”) Allah daha iyi bilir ey Muhammed ! * … senin

derhal anlıyacağın o olağanüstü sesler , zaman zaman “çan sesi” gibi o (“lam” – “mim”) gunneleri ile kulak

larında çınlayan vahiy sesleri , belirmeleri , insanlar arasında ancak sende görünmeye başlayan ve fakat diğer

insanlarca da “elif-ba ve ebced” gibi cinsleriyle düşünülebilen o harfler ve kelimeler ve onların manaları ,

özetle o isim veya isimler yok mu ? (“Zâlike”)* İşte … o Kur’an-dır ancak (“el-Kitabü”) tam kitap, …(73*5)

âyeti ile vaad edilen (“Doğrusu biz sana , sorumluluğu ağır bir söz vahyedeceğiz.”)* o ağır ve büyük Allah

kelâmı ki , ondan sonra “el-Kitâb”(*) denilince Allah’ın yalnız bu kitabı anlaşılacak ve bunun yanında diğer

lerine (diğerleri ne ki , içerik değerleri bakımından nasıl kıyaslanabilir ? H.K) kitap denilmesi caiz olmaya

caktır. Bunun içindir ki müslümanlar arasında Kitap* denilince ancak Kur’an anlaşılır. Hatta Peygamber’in

hadislerine bile kitap denilmez de Sünnet* denilir. Şu halde burada Kitab’ın (tanımı) tanıtılması şu olur :

Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v) Efendimiz’e indirilmiş olup her bir sûresi i’câz* ifade eden ve

O’ndan bize tevatür yoluyla nakledilmiş ve o şekilde Mushaflarda yazılı bulunan beliğ (düzgün sanatlı ve

açık anlatımlı*) nazım ki hem tamamına , hem bir kısmına denilir. Yani bütünü ve hepsi arasında ortaktır.

Şeriata göre bu şekilde tarif edilmiş olan Kitap*, asıl lügatte … / Kitabet (yazmak) ve kitap aslında yazıya

ait (nazm-ı celil) nazımdadır. Bununla beraber “ibare” dediğimiz lafza ait (lafza-i celal) nazm’a da denilir.

Birincisinde kitap, bir yere yazılmış olan yazının tamamı; ikinci(sin)de ise yazılan yazı ile anlatılan ibare

(-metni) demektir. / … şüphe yok ki bunların hepsinin altında “manaya delalet” önemlidir. Ve her kitaptan

kasd edilen o mananın anlaşılması’dır. Fakat sadece manaya –kelâm (söz) denilebilirse de – kitap denilmesi

herkesçe bilinmiyor. / Bundan dolayı bu indirilmiş kelâm’a “kırâet / okuma” açısından Kur’an , tasarıda

veya gerçekte “yazılması” açısından (sh. 157:) kitap denildiği zaman , nazm ve mana* beraber kasdedilmek

ve daha doğrusu manaya delalet eden söz’lü veya hattı(yazı)’yla ilgili nazmı tasarlamak zorunlu bulunduğun

523

dan , yalnız manaya Kur’an veya Kitap denilemeyeceği kolaylıkla anlaşılır. Çünkü mana (anlam) ne okunur ,

ne yazılır ! Okunan sözlü nazm , yazılan da hat’la ilgili nazm’dır. Sırf mefhum olan mana (kavram mahiye

tindeki anlam) ile zihinde kasdolunan lâfızlar’ın şekillerini , kelâm-ı nefsî’yi (içte bulunan “iç dil” sözü !)

birbirinden ayıramayanlar , Kitab’ı sadece manadan ibaret imiş gibi sanabilirler. Fakat mesele ilim ve fen ve

özellikle psikoloji gözüyle etraflıca incelendiği zaman mükemmel , güzel , sağlam denilebilen fikir ve mana

ların , lâfız şekilleri ile öyle derin bir kenetlenmesi ve bağlanması görülür ki , “dil / lisan” dediğimiz o lâfzî

şekilleri alıverecek (yok-sayıverecek*) olursanız fikirde, manada hiçbir sağlamlık ve mükemmellik bulamaz

sınız. O yüksek mana ve fikirlerden bir iz (eser) göremezsin-iz ! Yani nazm , yalnız başkasına* değil , düşü

nür’ün kendi kendisine* bile (Not: Demek şahsen bu duygu ve düşünce zevkiyle yazıyorum işte ben de! HK)

manayı anlatma ve birbirinden ayırmada (tefrik / temyiz) önemli bir vasıtadır. Zaten böyle olmasa idi , dil ve

yazı’nın düşünce ile ilgili manevî ilerlemelerde büyük bir önemi kalmazdı ! / … Yine bunun içindir ki yüce

Allah , meleklere karşı Adem’e verdiği ayrıcalığı , sade manaları öğretmek ile değil , belki isimleri öğretmek

(2*31-33) ile vermiştir. / Peygamberimiz’e indirilmiş olan da Kur’an-ın yalnız manası değil ,hem nazmı(-lâf

zı) ve hem (anlam-)manasıdır. / Bunda şüphe etmemeli ve asla kötü zanna düşmemelidir. Çünkü bu (“lâ-ray

be fîh” 2*2)’dir. Aslında her türlü şüpheden uzak ve her töhmetten (masun-)uzak kılınmıştır. / … Bunun ne

vahyi’nin niteliği ve inmesi(nüzûl / Allah’dan inzâli)’nde bir şüphe, ne de tebliği(-bildirilmesi)’nde bir töh

met vardır. Ey yüce Peygamber ! (Gerekli bir ihtar ! Ruh-u Nebî Aleyhissalâtü vesselâm* adına , o Gül*-te

bessüm aşkına ve yüzüsuyu hürmetine bir anımsatma : Ne yazık ki ya da yazıklar olsun ki , bir yakın geçmiş

zaman netamesi ifsatçı solcuların idol-kalemşörlerinden bir herif-i nâşerif ‘in iffetsiz sloganlar arasına kattığı

“cüce Muhammed” diye düpedüz sataşmacı bir yakıştırmaya benzer “herze-i Fakir (*)” romansı öykünmeyi

sevdirici cins “solcu köycülük” türünde “öyküler ” bile yazdı da (ayıktırıcı bir soru: bu kitapçıkta derlenmiş

çeşitli hikâyeler arasından niye “cüce Muhammed” başlığını seçip bununla besbelli “istihfaf istiskal ve gizli

istihza” gibi sinsice çağrışımlar uyandırsın diye mi işte böylesi garabet örneği bir kitap adı / kapağı yaptı ?)

sanki ilkel halk komünizmi şivesiyle kendi oğluna “Memet (!)” diyen yâve-Nazım* mürted-teres terânesi gi

bi kimi istiskal-lehçesi sinsi inkârcılıktan hoşlanan ağızlar arsızca aleyhtar probaganda malzemesi olarak kul

landı inanç-ahlak yıkıcılığını “devrim” savaşçılığına uyarlayıp bohem-mizaç çalım sattı “Yahu ! Din-ahlak*

niye, neyime gerek; karnımı doyuracak değil ya ?!” diye-diye bu ülkede eğitim sistemini içinden çökertmedi

mi ? İşte bu uğursuz zihniyet ortamlarından ne eziyetler çekerek kurtulmayı başaran bazı aydınlar hakkında

yakıştırdıkları ortak künye*tek sözcük : “kalleş-dönek !” Gerçekte Kur’an dilince “eleddü-l’hısam” onlar !)

… ve herkesçe bilinir. Sonra bu Kitab’ın -i’câzına da söz yoktur. / Bundan dolayı …(sh.158:) Rayb (şüphe),

aslında nefse bir ıstırab (ızdırap), bir kuşku vermek manasına masdar iken , lügat örfünde bu ızdıraba başlıca

bir sebep olan şek ve şüphe manasında … / Tek bir kişinin bütün insanlık âlemi ile ve özellikle bozuk niyet

lerle dolu , çok zalim ve cahil olan bir insanlık âlemi ile mücadelesi* demek olan peygamberlik vazifesi açı

sından yüce Peygamber : “Ey Rabbim ! Şüphe ve şirk içinde yüzen şu insan yığını benim karşıma çıkıp da :

Bu Kitab’ın Allah’ın gerçek sözü olduğu ve sana Allah tarafından vahiy yoluyla indirildiği ne malum ? Bu

senin sözün ; şairler , yazarlar , müellifler gibi sen de bunu kendin tasarlıyorsun ve fazladan olarak bir de Al

lah’a isnad ve iftira ediyorsun diye iftira yapmaya kalkışacak olurlarsa ben ne yaparım ? ” diyebilirdi. İşte

yüce Allah böyle bir soruya meydan bırakmamak için: “Bu konuda hiçbir şekilde şüphelenmeye yer yoktur.”

diye açık olarak mutlak güvence bağışlamıştır ki bunda Resulullah’ın ruhunun , vahyi gerek kabul etmede ve

gerek tebliğ etmede “sözünde duran” emin (güvenilen) bir kişi olduğunu kaydetmek ve ilân etmek vardır. Ve

bu şekilde Kitab’ın kendisinde hiçbir şüphe olmadığını kaydetmek , Kitabı tebliğ eden Muhammed el-Emin’

in kendisinde de hiçbir şüphe bulunmadığının tescili’dir.” (sh. 159 :) Bakınız / okuyunuz , “(2*23 ve 6*93)

gibi / benzeri âyetler ile Kur’an bu noktaları tafsilâtıyle savunacak ve isbat edecektir.” // … )

Demekki şu benlik-beden , ruh hakikatinin özüne ermiş ve Hakk’ın “Kelâm-ı Kadim” manalar muhtevasınca

“öz söz” anlamında “nefs-i emmâre” ruh ham-benlik de “Lâle-Gül” aşk közünde erimiş ki , işbu hâlet-i şuur

rüyası da âyet-i ibret dünyası gibi hikmet-i inâyet tam mülhem-meşk gaye-i idrâkince ehl-i aşk / aklı ışık ve

gönlü açık gerçek mümin kullarının kalbine (2*38. “Fe-immâ ye’tiyenne-küm minnî hüden fe-men tebia

hüdâye fe-lâ havfün aleyhim ve lâ-hüm yahzenûn”) ne korku ne de hüzün taddırmayıp benlik kuruntusunu

unutturan yüce Rabbimiz’in nur-u Kur’an nimet-i hidâyet “takvâ”-zevki ihsân-i “yakîn” mârifet televvünlü

524

muhabbet teslimiyet-i istirca’ can-neşvesi “sekînet” dinginlik koyup belâya sabır ve tehammül gücünü lûtfe

derek koruyor ruhen cennet-asâ bedensel yaşantı içinde tedirgin nice cehennem-misâl lahza-i ızdırap “bu’d-u

baîd” dereke (“el-mağdûbi aleyhim”) ve de (“ed-dâlliyn”) zümreler sefihliğince kefere-mizac çağdaş şuûma ,

modern zuûma ve gaflet-i umûma münhasır rezilliklere de düşürmez sekerât-ı mevte dek dünya-perest peres

tij-heves “zevk” ve aşağılık “kapris” istekler duyurmaz inşâ-Allah !

……………………………………………………………………..

Kur’an-ca yalın nice doğal içtenlik güzel anlamlar ! Güzel anlamlarla örgülenmiş de bezenmiş / boyanmış şu

televvünatta açık gökmavisi bir ruh dünyası yaratamayan / oluşturamayan insan ne acınacak akılsız-zavallı !

Aslında aklını Kur’an nuruyla aydınlatmamış ve ruhunu Muhammed muhabbetine gül-şen eylememiş şuur-u

vicdan ne anlar ruh hayatından ? Ancak kültürlenmeye yatkınlık kazanmaktan başka yol yok Kur’an-ca canlı

kavramları içimizde duymadıkça –haşa Allah’a inançla yakın sırrını içten hissettirecek kestirme yol aramak

da boşuna ! Anlamak ancak Kur’an nuruyla aydınlanmak , akl-ı vicdan “can-nefes” sırrınca ayıkmak ya-hû!

(Bkz. Yeni Lügat / Diyelim ki , ilk örnek kelime “şuur ya da vicdan” anlamlarına bakalım , okuyup öğrenme

ye çalışalım haydi şimdi / işte en güzel uğraş ! // Şuur : Anlayış, idrâk , vicdan. Hiss-i zâhirle duymak*

Nefsin ma’nâya ilk vusûl mertebeleridir. (Elmalılı Tefsiri)* Kendi varlığından haberi olmak. Bir şeyi hoşça

tanımak , inceliklerini iyice idrâk etmek. / Şuurdarâne : Haberli ve iyice tanıyarak. Kendinden haberi olarak.

Bilerek , bilir gibi. (Hayat olmazsa vücûd , vücûd değildir ; ademden farkı olmaz. Hayat , ruhun ziyasıdır.

Şuur , hayatın nûrudur. Madem ki hayat ve şuur bu kadar ehemmiyetlidirler. Ve madem şu âlemde bilmüşa

hede bir intizam-ı kâmil-i ekmel vardır. Ve şu kâinatta bir itkan-ı muhkem , bir insicâm-ı ahkem görünüyor.

Madem şu bîçâre perîşan küremiz , sergerdan zemînimiz , bu kadar hadd-ü hesâba gelmez zevilhayat ile ve

zevilervah ile ve zevilidrâk ile dolmuştur. Elbette sâdık bir hads* ile ve kat’î bir yakîn ile hükmolunur ki , şu

küsûr-u semâviye ve şu bürûc-u sâmiyenin dahi kendilerine münasib zîhayat , zîşuur sekeneleri vardır. Balık

suda yaşadığı gibi ; Güneşin ateşinde dahi , nuranî sekeneler bulunur. Nar nuru yakmaz. Belki ateş, ışığa

meded verir. /Sözler*) Vicdan: İnsanın içindeki iyiyi kötüden ayırabilen , ve iyilik etmekten lezzet duyan ve

kötülükten elem alan manevî his, inanç. Şuur. Bâtın ile Hakkı tanımak. Din. (Vicdanın dört unsuru ve ruhun

dört havassı olan irade, zihin , his, lâtife-i Rabbaniye; her birinin bir gâyet-ül’gâyâtı var. İrâde’nin ibadetul

lah’dır. Zihnin Ma’rifetullah’dır. Hissin muhabbetullah’dır. Lâtife’nin müşâhedetullah’dır. Takvâ* denilen

ibadet-i kâmile dördünü tazammun eder. Şeriat şunları hem tenmiye, hem tehzib, hem bu gayet-ül’gayâta

sevkeder. / Mektûbat*)

Tamamen nur-u Kur’an nushuyla akl-ı vicdan yoluna yatkın iştiyak ruhiyatını aşk saymış şu cansoluğu naz

mınca nabzını dinlerken içten (Gül*-iç dil!)gönlüme mülhem “öz söz”-zevk ettiren’in farkına varmış da etik-

estetik güzel anlamlara tam uyanmamışsa insan anlasın ki , işbu ruh-u şuurdan yoksun “bu’d-u baîd” duygu

suz ve anlamsızca yaşamaktan yakınmak da , hâşâ kaderine kahredip böylesi bir cür’et-i yeisle gelecek kaza-

belâya meydan okumak da ve hatta hayra da şerre de yol açık diye her ikisini de eşit değerde tercih hakkım

var sanan nice ebleh haytalar arasında aklın zaafıyla bunu “özgür yaşam” felsefesi irade insiyatifi gibi ilkel

telakkiyatına göre keyfe-mâyeşâ bir fırsat ve avantaj saymak kadar saçma “abzürt” tutarsızlık garâbet-i gabâ

vet demek olduğundan dolayı bihakkın “hakkını aramak” hakkından bile mahrum kalınca acaip bocalar şaş

kın ! Nitekim tam Kur’an-ca Fatiha anlamıyla “Rahman-Rahıym” Allah’a yakarıştan başka çâre var mı ?!

Misal şu an gözüme bir zerrecik toz kaçtı da acıyla oğunup ıstırapla oğuştururken nasıl da anladım meğer ne

nazik , ne hassasmış şu gözler ! Ya gönlüme kaçırdığım “gubar-ı gaflet” türlü evham “mahzûrat” tozlarından

nasıl korunacağım ? Masiyetlerimden nasıl arınıp kurtulacağım ? Takdirine mütevekkilim misâl-i hayat tam

meleke-i hafazalarınca hıfz-ı emânın da olmasa “Allahü Ekber!” acz-i nefsim bakımından nâtüvan-hâl ve hâ

letim nice olur Rabbim ?! Şimdi iç dil lügatınca yakarıştan nasipsiz insan nasıl ya da nasıl olur da tek Rabbi’

nin salt takdirinden ibaret tali’(-h) ve tarih hakikatına bağlı yani içten ve dıştan tam münkad “ruh ve beden”

bütünlüğünden nisbet Dünya-hayat değişmez son akıbet ölüm’den kinaye Ahirete müteveccih Berzah yolla

rında Mahşere sürüklenen “metafizik kosmos” sürpriz seyahat tıpkı Efendimiz Aleyhisselâm mesel-i teşbih’

ince /meâlen: (Sanki bir ağaç gölgesinde azıcık bir süre dinlendikten sonra yoluna devam ederek geçip giden

süvari*) benzeri , şimdiye dek geçmiş Ezel’den ille de gelecek Ebed’e (“sümme ileynâ türceûn” / sonra bize

döndürüleceksiniz !) sırr-ı âyet gayet zevkli ve de meşakkatli yolculuğun farkında olmak. Akl-ı şuurumuzca

Allah’a tam münkad olduğumuza göre elbet tam mütevekkil “likaullah” hakikat-i iman nuruna müştak gönül

525

lisanımızla huzur-u İlahî’de Kader yükünden yakınmak ya da aksine kulluk yükümlülüğünden mutlanmak ve

kutlanmak karizması insan ruhiyatı ,tıpkı idrâk “kıyas-ı mantık” kavrayış ya “şekvâ” ya da Allah’a sığınmak

tan ibaret derin bir dünya başlıbaşına! Allah’tan ne güzel mesaj şu emr-i âyet:(“hüden li-l’müttekıyn”) nur-u

hidâyet delillerine uygun anlamda diliyle ikrâra (mesned) dayanak kalbiyle (içten ve dıştan doğrulayıp keli

me-i şehâdet’le onaylamak) tasdik gerçek “kabul” lâfz-ı manasında daima açık konuşmak kabiliyetimize rağ

men ne diye ekser-i nâs sözümona hayvandan farksız yaşamakta ve âyetler ahkâmınca aklını işletmekten bile

yoksun zavallı pozisyonunda ?! Anlamak kadar anlatmak da hakikaten ne müşkil bilgisiz zihinlere bakınca !

İşte Kur’an nur-u irşâdından nasipsiz zihn-i beşer ruh-u şuuru hep böyle saçma-lar ! Bak-gör , göklerce âyet

-âyet Kur’an nasıl açıklıyor ?! O, i’câzlı inciler misâli yıldız-yıldız âyetlerce gayet parlak Kur’an semâvatın

da hiçbir tutarsızlık , lâfz-ı nazmında ve mânâ insicâmında Hakka münâfi zerrecik kusur ya da noksan nev’-i

inhiraf ve / ve de evrensel âhenkle bağdaşmaz “za’f-ı lisan” insan nâtıkasına hiç kıyaslanamaz “sonsuz sanat /

tam mûciz söz” vahy-i İlahî iken , nice bir remz-i zerrecik zevksiz ses ve harf, renksiz hece, âhenksiz kelime,

velhâsıl anlamsız söz ve gayr-i mutabık “galât-üslûp” tarzda , hatta hatâ arayan nice edebsiz üdebâ ve sâir

muârızlara “tehaddî(*)”-ile meydan okuyan nazm-ı mânâsına nazaran baştan nihâyete be-tekrar hatm’ettik

çe tilâvet tadını artıran , anlamak kasd-ı tefehhüm meşk-i iştiyakla okurken telâffuzun kolaylaştığı ve zihn-i

hafızanın hıfzına yatkınlaştığı içten hissolunan nice letâif-i sibak ve siyakınca bütün noktaları bütünleyici ilk

ve son nükte-i harfeyn “Bes / yeter !” derken , cem’an (toplam): 326.048 harften müşekkel ve 77.934 kelime,

esasen “orijinal”-aslı değişmez ve değiştirilemez bir bütünlük gösteren (6236) âyetten ibaret tamamı : 605

sayfa mücelled-deffeteyn “Mushaf / Kitab” bütünleyici cilt kapakları arasında akla gelebilecek küçücük bir

sürçe lisan nakise-işmâm (noksanlık kokusu) “serrişte / ipucu” uyumsuzluk kabilinden “nim-nukta / yarım

nokta”-cık kusur ve ihtilâf var mı içinde ? (Bkz. 2*2. “… lâ-raybe fih” / Hiç yok kuşku !) Bu mûcize kitabın

noktacık hiçbir yerinde -ne lâfzında ne manasında- hiç çelişki bulamazsınız zaten belli iç bütünlüğünde !

İlk baştaki cümlenin devamı şöyle: … ve hakikati arayarak yaşamanın acılarından başka ne olabilir ? Ancak

kabuğuyla acı görünen nice gerçekler vardır ki , içyüzü bakımından şayet özü kadar içtense sözü de gayet

tatlıdır. / Şiirdeki zorluk işte bu özün tadını algılayabilmek ve bunu içtenlikle dillendirebilmek çabasıyla iç

dili güçlendirmek ve de hayâli zenginleştirmek , ayrıca bunun özgün ifâde gücünü üslûplaştırmaya yeterli

sözcükler yardımıyla dış dile yansıtabilmekten ibaret arayışlarda !

ANCAK KİTAP CEVAPLAR !

1.

Hep tek ağzına doğru bakar ruh şu insanlar ,

Can dost tek cümle âlem okumuş ulemâ-ya ;

Herkes aklına uydu sor-bak kim salt cevaplar ?!

2.

Malum zaman nihayet dem tutmuş şiir-hayâl ,

Kur’an nassınca zor yol lisan-ı süâl lâhza ;

Aklınca can yorumu ancak kitap cevaplar !

3.

Mâdem misâl hak beyan nazm-ı Kur’an açıklar ,

Meâl-tefsir ruh şuur nur-u vicdan saf ayna ;

Ayet hem Hadis söz bu günah-sevap cevaplar !

Anlamak ve anlatmak konusunda başarı da sürekli kendini sorgulayarak kendisini aşmak yolundaki çırpınış

larda. Sıradan insan bunu bir sanatçı kadar başaramaz. Oysa şair kendi şiirinde yoğunlaşırken , sıradan insan

larla aynı düzlemde kalmayı ve hayatın gizemini umursamazca heyecansız yaşamayı içine sindiremediğinden

dolayı , tıpkı bir ressamın fırça izlerindeki kalın çizgileri daha ince ve hatta derinlik perspektifi gereği birazcık

daha silik daha renksiz soluk ve uçuksu görüntüye dönüştüren daha belirsizce çizgilerle rötüşleyerek örtmek

için sanki daha açık ve uçuk renkleri arayan sayısız fırça darbesi denemelerine benzetilebilecek hem çok orijinal

ve hem de çok farklı hassasiyetlerle çalışmalı. Üstelik bütün bu titiz duyarlılık gerilimi içinde değişik kriz nöbet

526

leri hissettiren çalışmalarıyla şair ya da muharrir , sonuçta elde edeceği başarısının da yine ancak karizmatik

“ışık-gölge oyunu” gibi bir yeni örnek , kendi yeteneğini belirleyen sınırlı değerde herhangi bir kompozisyon

ortaya koymaktan ibaret olacağını unutmamalı. Daha iyisini ve daha ötesini yani bir bakıma daha çok güzelini

aramaktan usanmasa da kendince başarısıyla yetinmek ve hele kendini içtenlik kadar derinden ifâde edecek öl

çüde eserini noksansız sanarak beğenmek , hatta böbürlenmek kusuru gurur günahına yahut bundan farksız an

lamda olumsuz hiçbir duyguya da kapılmamalı.

Olanca titizlik ve tatminsizlikle çırpınan her (amatör) şiir-de az veya çok dozda ya da (profesyonel usta sanatçı)

kimine göre tam kıvamında açıkça kendi şairini ele veren “ben-için’cilik” (Bkz.Türkçe Sözlük / “ben-için’cilik:

Her şeyi ben’de merkezliyen , dünyada bireyin benliğini merkez sayan felsefe görüşü”) kokusu vardır. Hatta

şair ona bu subjektif rölativizmi ölçüsünde psişik orijinalitesinin tadını ve esrarengiz karizmasının grimtrak göl

gemsi iç dil rengini de katmıştır. Bu açıdan hiçbir şiirin bütünüyle objektif ve salt-soyut ya da somut saflıkta

yansız / tarafsız olması istenemez. Esasen bilimsel ya da akademik disiplinle sınırlı anlamda rasyonel objektivi

te, her yönden aklın kurallarını aşmak ve ledünnî ilhâmın rüzgârında hep daha ötelere kanat açmak heyecanıyla

çırpınan şiirin doğrudan Hakk-ı hakikata bağımlılık anlayışına zıd olduğu kadar , her türlü olumsuzluklara baş

kaldıran özgürlükçü karakterine de aykırıdır. Onun gerçek hürriyeti , kendi tabiatında serâzat (tam aylak) kala

bilmek bakımından şairin fıtratındaki derûniyette saklıdır.O halde tamamen subjektif (iç dil öznelliğince özgeci)

mahiyet arzeden şiirin “öz ve biçim” bütünlüğü sâyesinde sevimli ve canayakın olabilmesi de zaten bu derûni

yet hassasiyeti (-“iç dil” derinliğince duyarlılık inceliği-)’ni hissettiren karakterine bağlıdır. Buna “üslûb-u mi

zâc” diyebiliriz. Demekki şiir için ana kaynak bir başka olsa da asıl tema* şairin mizaç üslûbuna aynadır , ru

huyla aynen şairini yansıtır her şiir. Bu yüzden “(el-ma’nâ fi-batn-iş’şâir*)” sözü özüne uygun nükte-i mizacın

net gerçek derinlik ifadesidir. Nitekim eleştirinin konusu şiir olarak görünse de esasen gerçek karakterine bakın

ca bu durum tesbitine en uygun hedef yine şiirini imzalayan şairden başkası değil. Şiiri şairinin ruh aynasındaki

mizacın derinliğine göre değerlendirmek gerekir. İşte bu yönden bakınca anlıyoruz zaten ne çok mâlûmat-dar

ruhta “akl-ı meâş” şarlatan nice erbab-ı sanat ve edebiyat ya da akademik kafalar var ki , “iç dil”-lügatınca açıp

da “akl-ı meâd” da neymiş şüphe-i merak kuşkulu korkudan uzak kavrayışta âhiret-endîş şuur remz-i ruh haki

kat-ince kavram , meselâ (Bkz. Yeni Lügat / sh. 17: Akl (akıl), insanın hayrı ve şerri ve ilimleri anlayan , sebep

lerden neticeleri çıkaran ve eserden eser sahibine intikal eden / düşünme ve anlama hassası. Hûş, us, zihin , ze

kâ , tefehhüm , fehim , irade, anlayış, kuvve-i hâfıza , mülâhaza , re’y (aklınca ve ilmince serd-i idrâk / kavra

yışça açıklanan görüş), yaptığını bilme, ilim , zihinde hâsıl olan sûret. İnsan zihninin sıfatı. Kalbde Hak / gerçek

ve gerçek-dışı / bâtılı ayırt edebilen bir nur. // Akl-ı meâş: Aklın en alt tabakası. Dünyada geçim işini düşünen

akıl. // Akl-ı meâd: İrfan ve ilimle terbiye olan , âhiretini düşünen / geleceğini kavrayan akıl. // sh. 549: Nur … /

sh. 663: Şuur … / sh. 588 “Ruh: Can , nefes , canlılık. Öz , hülâsa , en mühim nokta (meselâ: “asıl meselenin

ruhu / asl-ı masdar : ruh / öz !) His, vicdan , Kur’an , İsa (a.s), Cebrail (a.s), Korkmak : “ … Ruh , bir kanun-u

zî-vücûd-i haricî’dir. Bir namus-u zî-şuurdur. Sabit ve daim fıtrî kanunlar gibi , gelmiş ; Kudret ona vücûd-u

hissî giydirmiştir , bir seyyâle-i lâtîfeyi o cevhere sedef etmiştir. Mevcut ruh , mâkul kanunun kardeşidir. İkisi

hem dâimî , hem âlem-i emir (Bkz. Kur’an: 17*85)’den gelmişlerdir. Şayet , nevilerdeki kanunlara (Allah :)

Kudret-i ezeliye (-siyle) bir vücûd-u haricî giydirseydi , ruh olurdu. Eğer ruh şuuru başından indirse yine lâye

mût (ölümsüz) bir kanun olurdu.”- Sözler* // Kavram / meselâ: “Mefhar-i kâinat” yahut “Mefhar-i mevcûdat*

Hazret-i Fahr-i âlem Muhammed Mustafa-râ / ya salevat ! / sh. 395: Kâinatın kendisiyle iftihar ettiği (övünç ve

sevinç sebebi: “Vesile-tün’necât” / tabir-ince necah !) Zat , manasına Hz. Muhammed (Aleyhisselâtü vesselâm)

Efendimiz’e alem (sembol , simge) olmuş bir tabirdir. / Bu ta’birin kavranabilmesi için nuranî bir bahsi nakle

diyoruz: Bak , … (Mesnevi-i Nuriyye’den) nice tabirat tam oku ! Külliyat-ı Nur* ruhuyla tam okul diye,

niye sorup-soruşturup peki-ya , asl-ı kelâm (malum nükte:)“el-ma’lûm-ül’mechûl” lafz-ı (“elif-lâm-mim”)

mefhum-u mu’cem-meâl letâif-i Ruh-ül’Beyan nazm-ı Kur’an-ca âyât-ül’beyyinat televvünât-ı ta’birat

membaı “el-Kitâb” ve-l’hitâb-ı “Rahman-Rahıym Allah / Rabb-il’âlemin / Mâlik-i yevm-id’din” nefs-i nefes

sayısından nabz-ı kalbin namus-u kanun nur-u melekûtunca atar ve toplar renk-âhenk kılcal damarlara dek

kan ve can nur-u ruh “hayat-ı beden” neden nasıl niçin “iç dil : benlik / bilinç” çeşm-i istikbâl-i bînî (ileriyi

görüp geleceği düşünüp bilen kuvve-i kudsiye firaset ve basiretli göz) ve dîde-i (dil-dâr-ı) ekvân” (mükevve

natın / kalbi hükmü altında tutan Sevgili’nin / gözü , göz ucu , göz bebeği , en değerli sevgisi) Nazdar (sh.533),

527

nazlı … / “İşte ubudiyetin esası olan acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı Ulûhiyete

karşı secde etmeye bedel (secde yerine güya) naz ve fahr suretinde gidenler ; zerrecik kalbini arşa müsavi tutar ,

katre gibi makamını deniz gibi evliyanın makamatı ile iltibas eder; kendini o büyük makamata yakıştırmak ve

o makamda kendini muhafaza etmek için tasannuata , tekellüfata , manasız hodfüruşluğa ve birçok müşkilâta

düşer.” / Lem’a-lar ) Ruh halet-i hayret duymaz , başvurmaz ve okumaz ! Zaten nice eşksiz ve şevksiz kim-se,

(işte o kimesnecik kör nefs-i emmâre rezil nesnas sahiden “nesne !”) eline kitap almaz , okumaz ve kalem tut

maz zaten zahmet mi yoksa rahmet mi idrâkinde değil , anlamaz zavallı yazmaz da ! Ancak konuşmaya gelince,

gayet rahat tavr-ı tarzınca “… taht-el’lisan” nasıl da “âlâ-yi vâlâ” kasıntısıyla (Allahü a’lem ; meleke-i intak ki ,

insan ) hakikat “dilinin altında” ve o da ağzında ! Ağız ve hemen üstünde burun niye ? En nazik göz , zahmet

edip pekala azıcık gönlüne eğilip bakmaz da aymaz uyanmaz ! Zahir ruh hakikatini iç dilinden niye sormaz ?

Sormaz zira “âlem-i zevâhir-” revnak kalbin in’ikâs-ı ikaz-ı “traka” kas kanallarından kulaklara ve oradan daha

yukarıya çıkmaz. Sanki insana emanet verilmiş şu evrensel beden ülkesinin yönetim merkezi beynimizin sırrı

nedir ruh-u şuur santralı kafatasında nasıl korunmakta ? Daha aşağıya doğru bakınca canlı hüceyrat dûn-u de

runî / iç yollar ve kanallar dolusu “duru su / serum-vari ” ifrâzat (Bkz. Marifetname, Erzurum-Hasankale’li

İbrahim Hakkı Hz. (Büyük Türk-İslâm Mütefekkiri / 1703 – 1780) Sadeleştiren: Turgut Ulusoy / İst. İmam-Ha

tip Okulu Felsefe Öğretmeni (Emekli) , Cild: 1-2-3-4 “Yedinci Baskı” / Hasankale … Hz.’nin Camii ve Külliye

sini Yaptırma ve Yaşatma Derneği / Elif Ofset Tesisleri –İst. 1980 “Tamamı toplam: 780 sayfa” / Önsöz: Büyük

velî Erzurum’lu İbrahim Hakkı Hazretlerinin çok veciz ve hikmetli sözlerle dolu “Marifetnâme” adındaki önem

li eserinin fikre ve kalbe hitap eden kıymetli bahislerini , bugünkü okuyucuların anlıyabileceği sade bir ifade ile

yazmak işi , Cenab-ı Hakk’ın yardımı ve o büyük velînin ruhaniyetinin feyziyle sona ermiştir. / Bu değerli eser

in , okuyucularına , maddî ve manevî yönden büyük kazançlar sağlıyacağına inanıyoruz. / Bu zor ve hayırlı işi

başarıyla sonuçlandırdığımızdan dolayı Allah’a sonsuz hamd ve senalar eder , eserde görülecek hata ve eksiklik

lerin okuyucularımız tarafından bağışlanmasını dileriz. – İ. Turgut Ulusoy // Cümle sözlerimden özet diye değer

lendirip bu eser hakkında kanaatimi belirtmek istiyorum. İnsan hayatının ruh ve beden kâinatını kapsayan nice

esrarengiz sırlarını İslâm-ı Kur’an-ca bakış ve anlayışta tam Türkçesi “ifâde kerâmet-i velâyetince” ilginç çizim

ler ve çözümlerle açıklayan bir başka kitap bilmiyorum var mı misal dünya çapında acaba ? Baştan sona öyle

değerli “ilimler hazinesi” bir âbide eser ki , diğer bütün beğendiklerim bunun yanında okyanusa kıyasla göl gibi

bir “katre-i derya” misal görünüyor bana. Okumaya doyamıyor ruh hakikat tadına varıp da farkını anlayınca ! Şu

yazdıklarım ne çapsız ve ne kadar liyakatsızmış şimdi işte tekrar anlamakta ve yenibaştan algılamaktayım Mari

fetnâme’ye baktıkça ! Daha baştan prototip / öncü örnek bakış olarak görüşlerimi şiirimsi ifadelerle dillendirme

ye yeltenmişsem muhtemelen böyle eserler etkisinde derinleşen düşüncelere yelken açmaya heveslenmekten baş

ka sebep bulamadığımdan nihayet duygusal algılamalardan ibaret dünyamı mizacıma göre edebiyat dünyasında

Arifler kervanına “dil-beste”gönül bağlayıp da Hakk’ın yoluna adanmış şu câhil nefsin bir kâhil-Kıtmir gibi ke

hildeyen her nefesiyle te’dib ve terbiye edebilmek gayesine müheyya “Yaşamakça” çalışmalarım muhtevasına

uygun tarz “söz-sohbet” tadınca canlı irşad kaynağına ulaştıracak Kur’an nurlarıyla arınmanın metodunu arayan

sanat-duyarlılık konusunda şevk-i meşk gönlümce “cennet-asâ” sünûhatımla anlayıp anlatarak güzelleştirmek !)

temizlik anlamında tam banyo “gusül” ve abdest alarak yıkanmak (ahkâm-ı taharet) dışında akıntılarla ilgili bil

gilere pek aldırmaz da alışık-yılışık kulak-burun kurcalar , aksırır-öksürür , tükürür-sümkürür de eline mendil

almaz. Zoraki işlere yatkın aklın nuru rûy-i zemin ve âsuman namus-u kanunu uzun-ince bir yol ki , iç menfez

lerin “merkez karakolu” uçsuz-bucaksız zâhir-bâtın ne varsa Allah bilir ruh “hava-ateş” ve beden “toprak-su”

misal “çehar anâsır” mürekkebiyle yazılmış şu ummân-ı kâinat tam müşahedat-ı hakikat değilse sebeb-i iştiyak

gözüm mesâfelere yetmez “zevk-i ibret” iken neden “nükte-i süveydâ” gönlüm mir’at-i mücellâ aşk-ı Hakk’ın

nur-u aklından kinâye mülhem “meşk-i hikmet” diliyle ideal şiiriyet derinliklerine erişemez ? Sebep belli işte:

(Bkz. Marifetnâme / Cild-1, sh. 87-88 “Madde-17: İnsan ruhunun alçalış ve yükseliş hallerini bildirir. / Ehlullah

demişlerdir ki : İnsan ruhu , kötü huylardan arınmadıkça hayvan mertebesinde kalır. İnsan mertebesine yüksele

mez. Kendinden fanî olmadıkça izâfi ruhla bâki olamaz. Allah’ı bilip murad alamaz. İnsanda iki türlü RUH var

dır : 1- Hayvanî ruh , yeri yürektir. Öfke ve şehvet ve bunlardan doğan kötü vasıflar bunundur. / 2- İnsanî ruh ,

yeri yürekteki siyah noktadır. Eğer hayvanî ruh , insanî ruhu yenerse öfke ve şehvetin esiri olur. O kimsenin nef

si diri , kalbi ölmüştür. Eğer insan ruhu , hayvan ruhunu yenerse nefsi ölü , kalbi diridir. (Mesnevî’nin Özü / sh.

90: “İmdadullah” Hatırlayınız !) O ruhanîdir. / Bu mertebeye belki çok , belki az zamanda varılır. Fakat, varan

528

kişinin ruhu , izâfi ruha varmış ve her muradına ermiştir. Bir insan hangi mertebede olduğunu , kendini incele

mekle anlayabilir. Eğer yeme, içme, uyuma ve şehvetini tatminden başka birşey yapmıyorsan , hayvan ; eğer

bunlarla birlikte sövme-sayma , döğüşme ve döğme ile halkı incitirsen , yılan ; eğer yeme, uyuma ve şehvetini

tatminle birlikte yalan söyler , hile ve düzenbazlıkla halkı aldatıp birbirine düşürürsen , şeytan mertebesindesin.

Eğer az yiyip içer , az uyur ve şehvet arzusundan uzaklaşırsan , kimseyi incitmez , hile yapmaz , aldatmaz ve

yalan söylemezsen ve halka olan muamelelerinde yumuşak , güleryüzlü ve doğru davranır ve onların rıza ve dua

larını kazanırsan , melekler mertebesindesin. Eğer itidalle yiyip içip uyursan , Allah’ı bilme ve sevme yoluna

gönülden bağlanırsan , hayvanî sıfatlardan uzak , kendini bilirsen , ârif (*)’sin ; güzel ahlâk sendedir , Allah’ın

ilim hazinesinden ve hakikatten haberdar / farkındasın ve insan mertebesinde kâmil (olgun) insansın; yüksek

makama ermişsin , iyiler (sülehâ) meclisine girmiş, Hakkın rızasını kazanmış, muradına ermişsin.”) İnşaallâhü

Teâlâ /Yüce Rabbim dilerse sebepler de değişir ve her kişinin işi niyet-i hicret dileğine göre emeline eriştirilir !

Ezelden ebede en derin anlam okyanusu “su-hava ve ateş-toprak” ya da ateş ve hava olarak “karışık-karşılık kı

yas” sıralayacak kadar “ruh ve beden” neden noksan “nükte-i idrâk” aklımız zaten net yorumlayamaz-ya yoksan

şayet duygusal düşünce esasen“nâtıka-i beşer ”rıhlet-i serîüzzevâl lâfzında mânâ ve manasız söz değil ki “iç dil”

lâfz-ı hurûf farksız zamir-i ihsâs sadâsız da olsa anlarız zira varlık ve yokluk , kader ve sonsuzluk kavramlarının

da tam farkında mısın ne demek kavrayışımızca açık ya da kapalı iddiâ aslında ancak “kabza-i Kudret” tek O ki ,

(“… illâ-llah”) hakikat tam mânidar kavram kargaşalarından ve bu konuların tartışmalarından netice-i kelâm :

“el-ma’lûm-el’mechûl” (bilinmeyen bilinen*) nihâyetsiz zuûm-u umûm malûmat-furûş şuur-u vicdan anlık kav

rayış şümûlü özüm-sözüm misâl-i lisan ne güzel örnek “korkunç yol” bu uç-uçuk kuruntu , uçarı mizâc üslûbu

“usanmaz ozan” Yûnus sözünce (“Aşk bir uzun hece imiş”) şimdi içten hissiyat tutarsız ve uslanmaz zavallı bir

garib benlik kim oysa sanal hayâletten korkmaz zor cansoluğu fanûsuna sığmaz zaman yolcusu muyum ? Mah

şer ruhumca canlı mizâcım misal “huyum-suyum” korkum niye ? Elbette gönlümüzü ürperten “nükte” demekki

“iç dil”-şiirince “an be-an” düşünsen-e ! Ne ebleh hamâkat-timsal lisan-ı ruh hayat-ı şuur âlemler Rabbimiz’e

emr-i âyet diller ve deliller gözönünde “değişmez söz” zaten en açık “kesin gerçek” hep böyle elzem-mübrem

muhtaç , açıp bakmaz sanki “idealsiz sürü” görünüşte özünü çözümsemek konusunda aklına güvenir ruhunu

bilmez üstelik kitap benzeri bilgi-haber öğrenmek ister de devamlı medya gündemlerini izlerken ne hikmetse

esas mesaj ve temel kaynak Kur’an-ı Kerim meâl-lügat tefsir açıklamalı anlam-kavramlarından niye habersiz

ve neden en gerekli bilgiye merak hissetmeksizin nefs-i emmâre / bohem yaşamak gafletini yeğlemekte düpe

düz ? Sorular ve cevaplar o kadar çok ki , kitapsız sözler boş yere çene çalmak ya da aklınca lügat parçalamak ,

karizmatik aforizmalar uydurup profesyonelce deformasyon “nümûne-i ucûbe” eser-reviş “şathiyye” harf-hece

entelektüel cümle çatmak , ibret-âmiz zekâvet “mel’abe-i mel’anet” tarz zor-zoruna anlamsız sünûhat mâdem

“melâmet-meşreb” böyle densiz samimiyet taslamak karakteristik kelâm-ı mûtad tumturak-kalem “meşk-i tulû

at” yapmak ; kanâat-i âcizâneme göre edebiyat adına âdeta tam tersine “ders-i edeb” bakımından ne olur-olmaz,

zor-kolay ya da az-çok uyar-uymaz “merâm-ı muğlâk” kafa-karıştıracak ve kavram kargaşasına yol açacak bu

biçim “biçimsiz söz” zannedersem “meşk-i temrinat” diye fantastik “kasd-ı mahsûs” sânihat tasarlayıp pespâye

bazı ıstılahlar arasında birkaç çeşit tâbir-i edebiyat tâlim-i lügatınca “azm-i irşâd” derken ne büyük günah hele

bir düşün bakalım “mes’ûliyet” duygusuna nazaran ne acip beliyye “elfâz-perest” tutum mâlum öyle şenî bir ku

sur ve denî üslûp-kabahat ki işte pek çok kimselerin nefs-i hayvan hâlleri gizli ifsâda medar arsız sözlerin özün

de zevk-i teselli gibi bilinçsiz “savruk kelâme” mest-eder rindâne-meşreb boşboğaz zevzek-gevezelik! (Bkz.

Yeni Lügat / sh. 585 “Rind: Kalender; aldırışsız , dünya işlerini hoş gören. Lâübâli meşreb feylesof. Bâtını irfan

ile müzeyyen olduğu halde zâhiri sâde görünen hakîm.”) Kalender-rind feylesof-vâri kimi mizâc-ı şair ve edip

benlikler var ki , işte eser-i riyâ yazılar , romanlar ortada toplumun ruhunu bozacak “garib-garîze” zehir kusan

nice usta kalemşör “ruh hastası” akıl hocalarına daha yakından bakınca anlıyoruz , sorun neyse ve ne-dense de

hepimizce belli içimizde “yürek” ve dışımızda sosyal (ulusal ve evrensel-) “gerçek” karşısında tam müşterek

mes’ûliyet taşıyarak kaderimiz sınırlarına aldırmaksızın nefsimizi içten eğitmek gayesinden uzaklaştırıcı fak

törler emrinde nereye sürüklenmekte olduğumuzun farkında olamıyorsak kalem nasıl yazacak ve kitap bu ruh

sal bunalımı hangi ortak akılla bakış açısına uygun nasıl lisan-ı üslûpta anlatacak kapasite enteresan sanat-ı insi

yak ak-sayfalar karalamak , müsvedde temrin-i tahrir ruhlara hitap bilinç irkiltmeci cinnet-“tahşiye” yeni dene

melere yeltenip parlak kelâm ve şatata “şaz söz”-parlatmak , sonuçta aklın “nakz-ı nakîsa” insiyak kusurlarına

rağmen ironik üslûpta sorular açıp beşerî fıtrat dış-dil yuvasında ağzın ve dimağın yapısına kıyaslayarak kalbe

529

eşdeğer her türlü özellikleri “iyi ve kötü” sözün namus-u iffet tek kriter “ruh-ül’beyan” âyetler ile tekrar kalbin

ve beynin merkez sisteminde filtre edip (bazı müzahrefet düşünceleri “ver nâra , nûr olsun!”) beden atlasının

her noktasına zerk-etmek (“Örnek olay mı bilmem bırakıp gidivermek // Gerçek kolay mı görsem ayrılık gibi

ölmek !”) açık kanıt “öz söz” semantik kavram alanlarının “nükte”-âyet tamamına ve bunun dışında her özlü

anlatım vurgularından sonsuz başka ve sınırsız da olsa aşkın dıştan dış ve içkin içten iç çerçeve “levh-ı mahfuz”

kaynaklı bütün yönleri biribirine bağlı “halogramik entegrasyon” bağlantılı etkileşim orantısında total liyazon

“kozalite” en lokal-detay açılım “sebep ve netice” evrensel bütünlük kapsamına duyarlı fıtrat-ı garîza anlamlar

muhteviyat düşünmek gayet doğal olarak kirlenmekten sakınmak ve sürekli içten-dıştan “arınmak” gereği içe

rik “kült”-temizlik kriterince ezelle ebed arasında âlem-i ervahtan nihayet tam mahşere dek kâinatın prespektü

sü / tarifnâmesi İlahî vahyin son mûcizesi “ışık Kitap” bilgisiyle nefsini sorgulamak her şuurlu kulun görevi ilk

öncelik öz benliğiyle sorgulanmak kavrayışınca canlı dil*kökünün kaşıntısıyla konuşmak isterken kendimize

sormak gerek!(“Gerçek kolay mı hayat-dünyamızı nice evrensel kaynak kitap boyutta okuyup bitirivermek ?!”)

Kalabalık ağız yapısında dil , diş , dudak , damak ve gırtlak kümesinde dilin önemi ve kökeni tek başına değilse

servis-görevi nedir ve esas kökü nerede ? Ağzımızda görünse de daha iç derinlik kalbim ! Kalbimden de öte eze

lî takdîrat “temel kitap” bütün olmuş ve olacak her şey yazılmış şeksiz zaten belli ki ilm-i (“… illâ-llah”)Hakk-ı

Teâlâ (Azze ve Cell*) Ayine-i “Esmâ-ül’Hüsnâ / Cümle esrâr-ı hilkat “tek plan” net tecelliyat-ı Cemâl ve Celâl*

Rahman-Rahıym Allah’ın nezdinde korunan Levh-ı mahfûz’da dilimin özü O’na ve kökü de oraya bağlı; mistik

ve metafizik fonksiyonuyla! Öz ruhun şuuru cansoluğu “ses” ve söz sorumluluğu ancak Kur’an nususunca “can

nefes” sentaksı lâfz-ı hurûfat tam hece “ebced” mevaddıyla anlamlı yazılan ve konuşulan her “öz söz” Hakk’ın

mevhibesi , içten kalbin niyeti ve merâm-ı insan ağzınca / aklınca “mûcize lisan” vurgusu! Şu halde aklın ağzını

ve dilin kalbini hiç kirletmemek , kirlenirse arındırmak ve titizce temiz tutmak (Bkz. Kur’an: 14*24 -27) kulluk

şuurunun nur ruhunca cansoluğunu duymak kadar mânidar akl-ı vicdan emr-i irâde veya hakk-ı lisan lisans’lı

edeb-i dil / kalbin için ilk ölçü , işte bu muammâ aklın başında ve“boşboğaz”-ağzın nazmında acaip büyük bir

sorumluluk !

Sözü baştan alırsak nitekim malûmat-dar ruhta “akl-ı maaş” şarlatan nice erbab-ı sanat ve edebiyat ya da akade

mik kafa “enteljansiya”-mız var ki , söz-misal lâkin nazm-ı nabzını duymaz; zamir-i nefsin naz-niyaz zevk-i se

lîmine hiç aldırmaz ve şöyle bir (ilk bakış: “son nefes” güzel !) nükte-i “BeS : yeter !” nitekim ilk (“Bismillâh”)

hemen noktacık Kur’an-ca “âyet” tek kelâme okumaz. Zaten ne mânidar ki , iç dil’ce ve öz söz’ce meymenetsiz

“meş’eme” (Bkz. 56*9 ve 90*19) eli belli (meâl-ince) kalem tutmaz. Hatta yazı ya hiç uymaz ya da tam uygun

Nazm-ı Celil* lâfz-ı hurûfat “Elifbâ : Alfabe” bile okuyup yazamaz da ! Ancak kavram kargaşası ve beyin fırtı

nası tartışmaların curcuna ortamında aklınca ahkâm traş’lamak ve yaşam yorumsamak konusunda acaip “psikoz-

salvo” onursuz saldırganlık ve savunmacı “cedel : diyalektik” gevezelikte epey yaman usta !

Aslında iş konuşmaya gelince gayet rahat tam entelektüel! Entel-tarz sert tavrınca diplomatvari bir gıcık kasıntı

yahut dil kökünden sayrı-kaşıntı! Ablak surat ortasında iki kısık göz , bir üçgen burun ve “top-sakal” çene ara

sında açılınca tek tömek kapanınca yok-demek gibi de gülüp genişledikçe muhteşem murabbâ kâh kart kurbağa

kadar vıraklamaya müsait kâh hortumunu uzatmaya hazır mamut yavrusu ufacık kafada muazzam kulaklar ara

sından ne mâsumane bakış ve terbiyeli maymun edâsı sırıtıp büzüştürünce dudaklarını sanki hım-hım mühür

ağız, zahir dıştan dış ve içten iç çok kaba surat kalın kaş şişman yanak , gör-göbek davlumbaz zont-tip Prof.

fevkalâde “devrimci”-cins siyaset yorumcusu solcu ukalâlar ! Artık geleceğe dönük konuşmalar rantçı dönekle

rin ağzıyla AB politikamız zımnında ABD’nin BOP projeksiyonundan yana “din-iman ve türban” (Bkz.Kur’ân-ı

Kerîm Açıklamalı Meâli , T.Diyanet Vakfı Y. / 86-F; “Heyet”: İndeks: “Aile Düzeni” / Tesettür (örtünme):

A’raf,7*26 ve 31-32; Nahl ,16*5 ve 81; Nur, 24*31 ve 60; Ahzâb, 33*35 ve 59. âyet meâlleri ve dipnot-izahlar)

bakımından toplum mühendisliği içerik gündem senaryo “Ortadoğu’da oynanan oyunlar ” hakkında sözümona

ahkâmcı aydın-kafalar ! Bakınız sokak kalabalık amma feryâdını duyan yok. Kulaklar bile dışta görünse de

enteresan nasıl yollar var ki , kimi doğrudan kimi dolaylı iç kanallarla ağzın geniz boşluğuna bağlantılı burun

gibi iç kulak yoluyla tam merkez beyine / beynimize bağlı direkt ! Tam tafsilat detaylarını inceleyerek görse de

herkes sırrını bilemez öğrenmedikçe çift “eşit denge” eller ve ayaklar aşağıda iken neden en üst konumda

530

en nazik kafa ? Kara deliklere benzer organlar toplamı baş ve ilginç hareketli boyundan aşağısı bütünüyle gövde

yi oluşturuyor ; ruh ve beden hakkında Marifetnâme’yi kaynak gösterdim , biraz okuyup da düşünsek-ya !

İnsan ne mevzûn- sağlam yapı ve ne muazzam hep beden yapısında bütünleşen her organı ; iyice düşünmeli

insan ! Ne yok ki işte görüyor herkes son nefesine dek kalabalık kafanın önyüzünde en önemli bir organ ağzına

bakınca aklındaki “iç dil” kalbin nabzınca anında ya da ansızın ne varsa aç-bak , konuş ve sus, sabrın yetiyorsa

yaz ! Söz oku , bütün organlarla ortak gönül lügatından; gönlümüz sözlükten farksız sanki kitap !

Poetik ve retorik kavramlardan ibaret yığınla şematik kurallara ve karmaşa kuramlara âşina da olsa ne yazar ;

zira az-buçuk kalbini itmi’nâna kavuşturacak Kur’an nazmınca âyet dinlemez , hadis okumaz ve öğrenmek için

birkaç kelâme ders-i diyânet târif-i tabîrat da yazmaz zaten “namaza gönlü olmayanın ezanda kulağı olmaz” ve

İslâm-ca “din bilgisi” yoksa , yüce dinimizin kültür ve yaşantısından yoksunsa , say artık karizmayı tadsız-tuz

suz , renksiz-zevksiz kendine benzeştiren nice echel ifrat ve tefrit tohumlayan nâdan aymazlar “ruhuna fatiha”

asılsız zanlar , nakîsa vasıfsız sıfatlar ve hurâfe hezeyanlar !

EKMEL LÜGAT

1.

İnsan niye hizmete nice yol arar koşar ,

Kur’an-ca ilimler var eser yapanlar yazar !

İslâm diye irşâd var ders-sohbet vaaz yapar ,

Medya arsız senaryo filmi hazırlar sunar !

2.

Gönlüm rindce öz hikmet “din-ahlâk” sanatlar var ,

İçten nazm-ı nabzımca can şiir veznim uyar !

Ömrünce “iç dil” herkes “son nefes” anlar sayar ,

Ekmel lügat tarzınca doğaç bilinç ilhamlar !

Desem mi , demesem mi ; içten hiç kimsenin gönlünü incitmeye kasdım yok ! Yok amma mahut zihniyete

çok gecikmiş şu uzun –uzadı ya !- anormal lisan-ı lügat tarz-ı kadîme de uymaz zor-belâ anlatım arasıra da

aşağılamak kasdıyla değilse sözümona hayvan nesnası “iğneleyici ironi” yoluyla ayıktırmak bakımından

azıcık daha açık kavram “mesaj’la masaj-lamak” konulu üsûl-ü üslûbumca caiz cevap-hakkım var !

MARİFETNAME-DİL !

Dünya-hayat “derin yol” Yaşamakça* özgün not :

“Bu tarakta bezin yok” o taraf - vah hüzün çok !

Hak tarikat tek din sor, ruh Kur’an-ca gönlün hoş;

“Marifetnâme”-dil zor , hakikat -tam sözün tok !

(Bkz. Marifetname, cilt- 4 / sh. 152-3: “Marifetname’nin muhtelif bahislerinin

altında yazılmış olan nazımlar bu bölüme alınmıştır. / Nazım :

Dildedir dildar daim sanma bir dem dûr olur ,

Gerçi dil gafletle ondan dem be-dem mehcûr olur !

Hâb-ı gafletten uyansa dil bulur dildârını ,

Can olur hâzır huzur eyler gönül mesrûr olur !

Cennet erbab-ı dil canan cemâlin seyreder ,

Hûri gılman olmaz ol cennette nur hep nur olur !

İste sen dîdâr-ı dildârı nazar kıl gönlüne ,

Hazret-i Mûsa gibi can âşık ve dil Tûr olur !

Sen kitabullahsın ey can sendedir cümle ulûm ,

531

Her ne var iki cihanda sende hem mestûr olur !

Nasır ve Mansur idi derdi ene-l’hakka-l’mübîn ,

Söyleyen Nasırdır andan terceman Mansur olur !

Arif oldur kim görür nefsin bilir Hakkı hemen ,

Ol ki nefsin bilmedi bunda hem anda kör olur !

Sh. 153 / Nazım : ………………………….

Bu gönül bende iken arz ve semâya düştüm ,

Bilmedim kendimi evhâm-ı sivâya düştüm !

Hayli etrafa seğirdüp aradım dildârı , (-Bkz. TGRT yapımı (?) … film*)

Ayn-ı vuslatta iken gayrı belâya düştüm !

Gerçi dost oldu bana hemreh nezd-i yek veli ,

Ah kim gaflet ve cehlimle andan cüdâya düştüm !

Benliğimden ki gönül beste ve can hasta idi ,

Ben beni aşka verip bahr-i safâya düştüm !

Nefsi düşmen bilüp Allah’ı sıddîkım buldum ,

Fikr-i nefsini unutup zikr-i Hudâ’ya düştüm !

Tâ ki dil halvet olup dost ile tenhâ kaldım ,

Hep duâ gitti hemân medh-ü senâya düştüm !

Asıl nağme çü Hakk’ın nefes-i rahmetidir ,

Hakkı bu nağmeden ol zevk-ı nevâya düştüm !

Cilt-3 / sh. 146-153: “Madde-6 : İnsanın vücudunu idare eden dört nefsin sonuncusu olan insanî nefsi ve ona

hizmet edenleri bildirir. / Ey aziz, Hikmet ehli demişlerdir ki : İnsanî nefis ki bu , insanî ruhtur ve Allah’ın

emridir. O, bir cevherdir ki kendi zatında her maddeden arınmışken , aşkla bağlandığı bedenin işlerini idare

etmek için hayvanî nefsin yeri olan ve yüreğin ortasında bulunan kara sevda (süveydâ) noktasında , hayvanî

nefse yakın ve bitişik olmuş ve onun vasıtasiyle bütün cüz’iyatını idare etme imkânını bulmuştur. Çünkü aslı

toprak olan beden çok yoğun , temiz ruh ise gayet lâtif, hayvanî ruh da kısma ile şereflilik arasında orta bir

durumdadır. Yoğun bedene eğilimli olan lâtif ruh , bununla münasebet kurmuştur ve hayvanî ruhla olan yakın

lığından bu yüksek ruhun ismi , gönül olmuştur. Bu şerefli ruhun bir tarafını , hayvanî nefsin yoğunluğu ,

karanlık yapmıştır. Bunun için iç güzelliğin aynası ve Allah’ın görünüş yeri olmuştur. Bu mertebede değeri

artmış, aziz ve şerefli olmuştur. Fakat bu ayna , hayvanî vasıfları taşır ve benlik , egoistlik perdesiyle örtülürse,

o zaman da bu ruh , kendini bilmez ve mevlâsını bulamaz olur. Kendi âlemine dalmış, hayvanî nefsin hükmü

altına girmiş, ondan ayrılmaz olmuş ve kendisine hizmet edenin hizmetinde esir olmuştur. Halbuki anlattığı

mız üç nefis, ( … ) … ve bütün organlar, onunla , o ışıkla hayat bulur ve yaşarlar ve o duvarın görünen dış tara

fındaki beş açık penceresi , ruhun beş duyu organıdır. Bu beden aynasının (gönül) yüzüne toz duman konmuş

ve her tarafını sarmışsa o zaman ona , yerinmiş ahlâktan keder acı gelir ve kendi örtüsü altında kapalı kalır ki ,

bu gibilerin ruhu , benlik , egoistlik perdesiyle örtülü şaşkın bir hal içindedir. Bunun için kızgınlık ve şehvet

kuvvetlerine yenilenler ve benlikleri içinde örtülü ve kapalı olan gönüller, câhildir bilgisizdir , Mevlâsından

uzaktır. Kendilerini eğlendiren yalnız bâtıl (gerçeksiz) hayallerdir. Bunlar, ancak dışa açık beş pencereden görü

nenlere eğilimlidir. Dış âlem ve dış haller ise daimî bir uyku ve yokluğa mahkûm bir karanlıktır. Bu beş duyu

organıyle görünen âleme yönelenler yalnız oraya iltifat etmekte ve ona bağlanmaktadır. Çünkü bu durum içinde

olan gönül , bu fanî hayatı asıl , bu ayrılışa kavuşma , bu bulanıklığı saf (duru – tertemiz), bu besini kâfi (yeter),

bu yabancı yeri vatan , bu mezbeleyi (çöplük-döküntüyü) mesken (ev), bu şanssızlığı şans, bu eksikliği kemâl ,

bu yokluğu ni’met , bu hapishaneyi cennet sanır ve gururlu dünya ile mağrur olur, böbürlenir, öğünür ve böyle

ce hayvanî nefsin esiri olup ruhu / içi , yerilmiş ahlâkla dolar. Bu özellikte olan , hayvan suretinde insan olup

her iki âlemde de kör kalmış, benlik perdesi altında , bilgisizlik karanlığında başı dönmüş ve Allah’ı anmaktan

uzak nefsin kuruntuları içinde belâsını bulmuştur ve topluluk ni’metinden mahrum –yoksun olup yalnızlık azâbı

içine düşmüştür. Sonra Allah’ın huzurundan uzaklaşmış, dünya işine, dert ve düşüncelerine dalmıştır. Böylece

ömrünün zamanlarını boşuna geçirmiş, ziyan etmiş ve kendini yükseklerden aşağılara salıvermiştir. Çünkü Al

lah’ın huzurundan ayrılmış, düşmanların kucağına düşmüştür ve asıl ebedî-sonsuz lezzeti bırakıp, dünyanın fanî

532

-geçici nimetlerine dalmıştır.Böylelerinin işi , kurtuluşu Allah’ın lütûf ve hidâyetine kalmıştır. Fakat öfkesini ve

nefsinin şehvetlerini yenen , dünyanın fani nimetlerinden sıyrılıp kendi iç âlemine dalan ve yalnız Allah’ın bilgi

ve sevgisini isteyen gönül , benlik perdesini yırtar , nefsini ve Allah’ını görür tanır, bu hususta bilgiç olur ve

bütün halleri bilir. Görünmeyen âlemdeki o ayna (*) ile birleşir ve o zaman kendisi , Allah’ın güneşi karşısında

bir ay (“kameran münîrâ”) olur ve küllî aklın ışığını –nurunu kendinde bulur ki bu , bütün âleme yaygındır. Kül

lî akıl (*), ruhların vatanı , cesetlerin kavşağıdır ki onu bulan âriftir, bilgiçtir, kavuşmuş ve her muradı / dileği

onunla var olmuştur.Bu devlete erişen gönül; o duvarı , o kandil ve aynayı geçmiş, tam bir bedir (ayın ondördü /

dolunay) olmuştur.

Sh. 149: Bölüm 17 / Beden organlarının şekil ve biçimlerinin hikmetini ve organların ayrıntıları sebebiyle deği

şen ruhî vasıflarla insan organlarının seğirmelerinin sebep ve hikmetini sekiz maddede bildirir. / Madde-1: Baş

organlarının şekillerinin hikmetini bildirir. / Ey aziz, Hikmet ehli demişlerdir ki : Cenab-ı Hak , insan ve vücu

dunu en mükemmel ve en güzel şekilde yaratmıştır. Organlarının tenasübü , uygunluğu , nezaketin ve güzelliğin

örneği olmuştur. Bedenin güzelliğini , (nitelik-) vasıflarını dil , bildirmek ve anlatmaktan acizdir. Onun temiz

ruhu ,idrâkle ilimle öyle dolmuştur ki , sonsuz bir deniz olmuştur. Yüzünün güzelliği , içinin temizliği ve kemali

huyunun yumuşaklığı , tabiatının iyiliği , konuşmasının pürüzsüzlüğü ile dünyada benzersiz bir yaratıktır. Hoş

yürüyüşü , tatlı söyleyişi , güzel hareketi ve sevimli sesiyle âlemin aklını (başından-) almıştır. Güzelliğinin çeki

ciliği , canının tatlılığıyle dünyanın sevgilisi , irfan ehlinin beğendikleri olmuştur ve âşıklara ondan , nice hâller

gelmiştir. Cenab-ı Hak , şekil ve biçim verdiği insan bedenindeki dört karışım’ın (kan , balgam , safra , sevda*)

dumanından , kıymetli “saç” ihsan etmiş ; iki yumurtanın dumanından da erkeklerin göğüs ve yüzlerinde “kıl”

yeşertmiştir. Tâ ki saçla kadınlar süslü , bıyık ve sakalla erkekler belli (*) ve kaşlarla herkes belirmiş ve tanın

mış olsun. / Saçın siyahlığı fazlalığından , sarı oluşu balgamın çokluğundan , beyaz olması garizî-tabiî hararetin

zayıflamasındandır. Hararetin zayıflığı da fazla nezleli olmaktan , çok cima (seksüel ilişki) yapmaktan ve fazla

üzüntü ve acı duymaktan ileri gelir. Fakat alnın nuru , gönüllerin başıdır. İki kaş, iki gözün gölgeliği ve nurlu

yüzün hilâli (yeni doğmuş ay) olmuştur. Gözlerin , burunla iki kaş arasında olmaları çarpmalardan korunmaları

ve başın ön tarafında yaratılmış olmaları da vücudun bütün işlerinde ona yol gösterici olmaları içindir. Göz ka

pakları , göz yuvarlağının örtüsü ve onun kötü nazardan koruyucu olmuştur. Göz kapakları , gözü türlü etkiler

den koruduğu gibi , uyku zamanında da göz yuvarlaklarına bir örtü vazifesini görür ve gözü süsleyen kirpiklerle

birlikte gözü , toz duman gibi zararlı şeylerden korur. Göz bebeğinin siyah , etrafının beyaz oluşu süs ve güzel

lik içindir. Göz nurunun siyah noktasında bulunması , ona organların en değerlisi sıfatını vermektedir. Göz bebe

ğinin , yuvarlağın ortasında oluşu , tabakalarının gereklerindendir. Göz yuvarlağının yumru yüzlü olmasının se

bebi : Göz nurunun etrafa yayılmasını kolaylaştırmak içindir.

İnsan kafasının yuvarlak oluşu , çarpmalardan sakınılması ve beyin organlarına daha geniş bir yer olması içindir.

Büyüklüğünün bu kadar olması en uygun şekildir. İnsan yüzünün yuvarlak oluşu , güzelliğiyle güneş ve ay’a

benzemesi içindir. Dudakların kırmızı , dişlerin lü’lü’(-inci) gibi olmaları süs ve güzellik içindir. Burnun iki de

likli olması , biri nefes almak biri sümkürmek içindir. Burun’un kıkırdak oluşu hafif olması ve çarpmalardan za

rar görmemesi içindir. Burun deliklerinin geniş olması kokuyu fazlaca ve çabucak alması ve sümüğün kolayca

akabilmesi içindir. Dişlerin keskinleri , kesmek ve kırmak ; enlileri , öğütmek ve çiğnemek ; dizilişlerinin düzen

li oluşu , konuşma zamanlarında harflerin sesin düzgün çıkması içindir. Dilin kemiksiz oluşu , lokmayı ağızda

hareket ettirmek , harfleri söyleyebilmek ve kelimeleri kolayca ifade edip bildirmek içindir. Dilin dudaklarla

dişler tarafından hapsedilmiş olması , az konuşması içindir. Dil , bir olduğu halde; göz ve kulakların iki oluşu ,

fazla görmek ve kolayca işitmek içindir. Kulakların , başın iki tarafında oluşu , her taraftan gelen sesleri almak

ve daha uyanık olmak içindir. Kulakların kıkırdak oluşları , hafif ve latif olmaları ve de çarpmalardan zarar gör

memesi içindir. Boynun enlilik ve uzunluğunun bu şekilde bu büyüklük ve biçimde oluşu , baş ile kolayca müna

sebet ve bağlantı kurması ve de onun ağırlığına dayanabilmesi içindir. Başın bir tek kemik olmayıp yedi omur

dan meydana gelmiş olması , vücudun her tarafıyle kolaylıkla bağlantı kurması içindir. İnsan başının , bütün

organların üstünde ve yüksekte oluşu , şânının büyüklüğü ile ululuğunu duyurmak ve kendisinde bulunan AKIL

cevherinin kıymetini takdir ettirmek içindir. BAŞ’ın , on duyu organının başlangıç yeri olması , onun şeref ve

değerini arttırmaktadır. Bu kadar organ ve kuvvetlerin böyle bir yerde (baş’ta) toplanmış olması ,Cenab-ı Hakk’

ın kudretinin kemâlini göstermek ve sanatının ululuğunu belirtmek içindir. // Madde-2: İnsan bedeninin , diğer

organlarının şekil ve biçimlerinin sebep ve hikmetini bildirir. / Ey aziz, Hikmet ehli demişlerdir ki: İNSAN türü

533

nün ayakta duran ve iki ayağı üzerinde sallanarak edâ ile yürüyen bir yaratık olması , onun şerefli ve diğer yara

tıklardan üstün oluşunun delilidir. Sonra insanın iki kol ve … / Yemek iştihası cima iştihasını uyarmak , şehvet

uyanışı da çocuk yapmak , yani insan soyunu devam ettirmek içindir. Eğer Cenab-ı Hak , çocuk olmasını bu lez

zetlere bağlamasa idi ve bu lezzetlerin sonucu çocuk doğurmak olmasa idi , hiç kimse kendi istek ve iradesiyle

bu fitne ve belâlı işe girişmez ve de bu dert ve üzüntülere katlanmazdı. Bunun sonucunda da insan nesli (soyu)

kesilir , dünyada insan kalmazdı. / …” ) Tam anlam “mâlûmu i’lâm” malûmat-ı müktesebattan ibaret görünüyor

olsa da bazı konuları insanlara daha yakın nazara alsınlar diye yeniden duyurmak gerekiyor. Zorla güzellik ol

maz, biliyoruz da acaba bazı zihniyetler her gün güneşin niye yeniden gelip doğduğunu ve gecenin nereye gidip

kaybolduğunu umursamazca “cazgırlık gır-gır’larıyla” âleme medeniyet dersi ve erdemli iç-demokrasi siyaseti

insan hakları evrensel beyannamesi’nden dem vurmak kadar ruhiyat-ı beşeriyetten nasipsiz sekülarite-edebiyat

ve de enternasyonel lügatler parçalayıp bütün milleti diliyle efsunluyorsa acaba bu zangoçlara karşı çıkmak ,

kenîselerindeki gizem metodlarının nasıl lanse edilerek kamuoyu oluşturmaya yardımlar sağlayan medya-finans

sektörlerinin içyüzünü de deşifre etmek , kısaca “çanına ot tıkamak” suç mu , bu anlayışta çalışmak kimlerin na

sırına basmak ya da asabını bozmak oluyor ? Yoğun gündemlerden iktibas seçkilemelerle değinmek istediğim

moral değerlerimizin noktacık nüktelerinde bile lezzet duyacak kadar ruh-u şuuru uyanık kim-se, sözün değerini

işte derin düşünerek kavrayacak güzel insan olmayı hedefleyip bunun yollarını araştıracak gerçek okuyucu !

Soru-yorum şimdi içten nazdar ruhu umursamadıkça anlatmak kolay mı? Kolay mı , ıkına-sıkına alelacele esas

sorunları bir bir ele-alıp bunlara toptan çözüm üretmek ? Kimilerince “edebiyat”-yapmak , kafaya göre “felsefe”

(Gurur-sükse!/ Kat-kat gurur süksen ne; // Yap-yap otur üstüne!) benzeri ironik “kafa-bulmak” gibi ince zekâ(*)

alaycı istihzaya tam müsait Türkçemizin nice güzel lügat cangıllarını ve kelime iştikaklarını imâ-yı tedâiyata

mahsus söz-uyarlamak gayet basit ! Doğrusu şu umumî itiraf sanki yenibaştan yolumuzu doğrultmaya yönelik

kararlı sabrımızı iman-ı tahkikî (*)irâde hamlesine dönüştürecek gönül cenneti veya cehennemi “iç dünyamız”

gibi gizli niyetlerimizi içten ikrâr ! Rabbimize niyaz ile özdeş şiir ruhumca alışkanlık kanıksamalar rahatlığın

dan taşra an be-an can nabzından anımsamayla daima daha başka duygusal düşünceler akışında aynen Nevevî’

nin “Kitab-ül ezkâr / Zikirler ” eserine benzer Resul-ü Ekrem Efendimiz Aleyhissalâtü vesselâm’ın Gül “fem-i

muhsin” dilinden duâlar dercedip bu espriyi içeren nice eserlerden mülhem hemhâl lisan-ı hâlet “tazarruat”(*)

tevbe-i istiğfar ruh-u şuurumla yakarışlara muhtâcım her dem !

YUNUS’CA COŞKULANMAK

(“Gelün tanışuk idelüm işin kolayın tutalum ;

Sevelüm sevilelüm dünya kimseye kalmaz !”)

1.

Dedi ki Tapduk Emre :

“-Söyle, Yûnus’um söyle !”

Şair oldu Yûnus bu …

Nefes bereketiyle !

(“Ben dünyadan gider oldum gelsün benim yârenlerim ;

Bu dünya-ya gelen gider bilsün benim yârenlerim !” )

2.

Yeni doğuşlar arayan çağ ufkundayız

Ve bitmezine gecelerin son ucunda ,

Gözler gönüller hemence uyansın n’ola !

Her lâhza bozulup da yine düzülen dünya

(“Şöyle garib bencileyin / Aceb var m’ola ?”)

Bizim Yûnus’leyin dil-aşk* coşkusundayız !

3.

Nice günler gündüzledik sevgisiyle

Nicesi geceler geceledik ardınca

534

Ve şiirler heceledik Yûnus diliyle

Tanyeri yenice ağarırken her sabah

İlk solukta doğduk dirildik çağrısıyla

Uyandıkça cansoluğu (“elhamdülillah !”)

4.

Hemdem gönlümüzce mevsimler değiştikçe

Sevgiler çimlendi çiçeklendi yâdıyla

Nice yaz-kış ne anlar yaşadık güniçi

Canlar bahara erdi ilkinde sonunda

(“Kendüzinden eğitmez / Miskin Yûnus bu sözi ,

Hak Çalap viribidi sabak lisânumuza !” )

5.

“Ömrümce soruyorum şu soruyu kendime:

Bilmem ki bu dünya-ya ben niye geldim ?”

İşte yorumlu-yorum : “sonuç” belli kendimce,

Diyemem ne boşuna ne de gönlümce sevdim !

6.

Hoş-dem cûşa geldik-de “Yûnus’um !” diye diye,

İşte heceli-yorum içten içe sevdikçe ;

Nice doğaç şiirler heceledik dilince ,

Ne desem tek başına içimizde sezdikçe !

7.

Gelin , birlik olalım ;

Bilişip tanışalım !

İçten sevinç duyalım ;

İslâm’ca yaşıyalım !

Tek Kitab’a uyalım ;

İnsanca yarışalım !

8.

Hep Hakk’ı arayalım ,

Deryâsına dalalım !

Salt tadına varalım ,

Farkınca anlayalım !

Kardaşça paylaşalım ,

Hiç ayrı kalmayalım !

9.

Yûnus’leyin kucak açmak hep ötelerce

Hep gönül aydınlığınca O’nu aramak !

(“Yûnus dili söyledügi”) hoş dillerince

Ne güzel sevgi “-barış” yolunca yaşamak !

Şiir-ce dillenmek Anadil Türkçesi’yle ,

Uçmaklara müştak gönülde Yûnus’laşmak !

10.

Her lâhza (“cûşa-cûşa …

Gel , Dost’a gidelüm”) gel !

Hak aşkıyla Yûnus’ca …

Coşkulanmak ne güzel !

………………………

Her lâhza ( “cûşa-cûşa …

Gel , Dost’a gidelüm”) gel !

535

GÜNBOYU HAYAT !

Merhûme Annem :

Hacı Fatma (Münevver) ruhuna !

1.

Has mânâ batnında ilkin

Kan rahm’etti ruhuna !

Hülâsa “enîn-i cenîn”

Rabbim “can” verdi kuluna !

2.

Emr-i “likaullah”-hikmet

Takdîrince verdi-aldı !

Nefha-i can ömrüm özet ,

Rabbim nice sevgi-saygı !

…………………………

Hani karnında ilkin

Şefkatti beklediğim ;

Kanın canıyla verdin

Rahmetli Anneciğim !

3.

Ana , -rahminde ilkin

Hak emrince eğittin !

O “ruh” verdi , dirildim ;

Rabbim’e döneceğim !

4.

Vird edindikçe dilime,

Gönlümdeki duâları !

Vecd’in gizem büyüsüyle,

Şiirleşti yankıları !

5.

Ana neler bellettin

İlk hece’yi söylettin !

Bana diller öğrettin

Türkçesi en öz dil’im !

6.

Ana-dil’im şiirim ,

“Bes”-belli idealim !

“Allah keriym” bilirim ,

Sevgili Anneciğim !

7.

Semâlar-da haşyet cûşuyla* döne-dursun dünya ;

Doyasıya kucaklamak isterken sonsuzluğu !

Gönlün gözüyle “şiir ! Bir an-lık” uykusuz rüya ;

Nabzın atışlarında ölüm’ün yorgun soluğu !

8.

Nabzın atışlarında ölüm’ün yorgun soluğu

Gönlün gözüyle şiir bir anlık uykusuz rüya !

Doyasıya kucaklamak ister kul sonsuzluğu

Haşyet cûşuyla döner durmaz tek yol ikiz dünya !

9.

536

İlk adımda yorgunluk (“İhdina-s’sırat …”) kulluk

Hayat tuzak önünde ! Şu hayat göz önünde !

Ki tek yol da sonsuzluk (“el-müstakim”) sonsuzluk

Ufuksuz bak gönlünde ! Ufuklarca gönlünde !

Son soluk tam suskunluk (“En’amte …”) benlik korkunç

Tam ölüm ötesinde ! Kalb-en “yakîn” nabz-öte !

Zor-sandık kolay bulduk Yol’ca yazdık okuduk

Yol ömrün bestesinde ! Nazm-ı Kur’an nur-söz’ce !

11.

Bir an ruh okyanusunda fırtına

Başka an gönül ikliminde bahar !

Mâvera’nın her köşesi mâcera

Şiir sonsuzlukta kendini arar !

12.

Zaman ötesine hamle

Gerçek şiirin hülyâsı !

Şairin coşkun gönlünde

Şiirin gerçek dünyası !

……………………..

Dünya içkin zaman aşkın

Rüya hülyâ ilham verdin !

Rahman-Rahîm Rabbim “yakîn”

Sezgim ruh-ya özümsettin !

14.

Ben-de ben diyen kalbim

Varsa neden benliğim ?!

Gerçekten bilen derdim

Yoksa benilleten kim ?!

15.

Nereler-den neler’e ; İşte “tam Bilen” hâlim ;

Erdirdin Yüce Rabbim ! Yoksa benilleten kim ?

Ders-i hikmet: “hamdele” Ben-de “ben!” diyen kalbim ;

Bellettin İlm-ü hâl’im ! Var-ya “iç dil” benliğim !

17. ********************

Tam idrâk iç sezgi-de

Uzaklar nice yakın !

İçten net hissedince

Yakınlar ne de uzak !

(“Yakîn”-en varta tuzak ;

Yakın O var-yok uzak !)

Anlamak coşkusuna

Anlatmak tutkusuna

Hangi şiir yabancı ?!

18.

Bir an mı “sor !” yaşanan ; İyi de akıl kim’den ;

Hep aynı hakikat mı ? Oysa “deli” değilim !

Yalan mı algılanan ; Hepsi de nasıl biz’den ;

Aldatıcı vuslat mı ?! Onca “veli” bilirim !

20.

Bu çılgın bestenin notalarında

537

Hecesiz konuşan sesler nerede ?

(Gizli feryatlar var tam suskunlukta !)

Gizli çığlıklardan suskunlaşınca

Dil şiir heceler her nefes zevkle !

……………………………….

Dil şiirsel hece her nefes zinde !

21.

Sayıların ilk hecesinde “tek-bir (*)”

Bir-bir birleşse de her gönül sesi !

Şu an bir “yeni dil” arayan şiir ,

Tekbir coşkusuyla “inanç sevinci !”

22.

Öz “sohbet” kaynağı menkıbe değil;

Dil “lezzet” bal-yağı mezc’etse şiir !

Söz “irşad” kaymağı gönlümce sebil;

Bil-“ikram” sofrası zevk net DİN-“lettir !”(*)

(*) Türkçesi “dinleti” ve Fransızca-İngilizce: “letter *(mektup , harf ,

edebiyat anlamlı sözcük / ses ve anlam”) çağrışımlı açılım var bence.

23.

Çılgın tutkulara tuzak mı tuzak

Garip duygulara tutsak mı tutsak

Zaman sularınca akışta heyhât ;

Alacakaranlık sularda(*) bırak ,

Kalsın ruhun olanca derinliği !

24.

Akıl kuşkuların gölgesinde

Gönül coşkuların gecesinde

Ölüm korkuların ötesinde

Ötesi aklın dip-köşesinde !

25.

Her iç dil-de tümce şiirsel ezgi

Gölgeler gecenin derin denizi !

Yeryüzünde benliğin ayak izi

Ve benlik düpedüz iblis çömezi !

26.

Gördüğüm gökyüzü ilk uyanışta ,

Ne gece yeryüzü ne gündüz sonra !

Ana-rahminde can verdikte Rabbim ,

Ölümüm mukadder ruh mu öz-dünya ?!

27.

Korkular kuşkunun baskın coşkusu

Kuşkular korkunun azgın suçlusu ;

Coşkular bozgun kaçkın ordusu ,

Bilmem dış yollarda her kim ne buldu ?

……………………………………….

Gönül aydınlığı bilmez nicesi

Nice ham-ervah’ın hoyrat izleri

Sığlıkta sarsaklık tüm işkilleri !

Yılgınlıktan donuklaşan gözleri

538

Taş yürekli yalan bezgin sözleri

Mutsuzca hırçınlık belirtileri !

28.

Engin gölgelerin serin gecesi

Gergin duyguların derin hecesi

Gülistan arayan bülbül çilesi

Saz-da söz-de yoksa gönül hilesi

Bülbülü incitmez gülün dikeni !

………………………………

Gül diken derd-i andelib bilmez mi ?

Yeter ki Hak versin inâyetini !

29.

Gül diken bilir ruh-u andelibi

Gül seven bülbül bilir ruh çilesi

Öz neden “iç dil” gönlüm “Bes” diyesi !

Özüm içten şiir hep “Gül” sevgisi

Öz zevk verir sözüm bülbül neşvesi !

30.

Şiirli mûcizeler ışığında ,

Şeytan sığınağı nefsin gafleti !

Benliğimi öldüren her solukta

Dünyamı yeniden yaratmak gibi ;

Her gün güneşi aramaktansa ,

(“Âfitab-ı âsuman dâred zevâl ;

Âfitab-ı mârifet şûd lâ-yezâl !”)

O batmayan güneşi keşfetmeli !

31.

Demekki gerçek şiir bir an içinmiş şimdi ,

Şimşek hızıyla çarpar kalbin nabzında gerçek !

Mahşeri görmek nedir şu can niçinmiş belli ,

Gerçek sarstıkça sarsar Rabb’in kabzında demek !

32.

Öz kardaş “gerçek şiir , vicdan için”-miş şu an ,

Tam mahşer “görmek nedir ; şu can niçin”-miş , uyan ?!

Nice mâsum hissiyat tefekkürüme benzer ,

Anlamdaş şimşek-misâl “hemen” demekmiş zaman*

Mâsumâne duygular , zâlimce düşünceler !

Ancak kendi dünyamın güneşinde parlayan ,

Gönlümdeki mehtâbın şiiriymiş heceler !

33.

Şiirler yıldız yıldız gülümseyen öteler

Öteler yalnız yalnız melekleşen kutsi’ler !

Gündüzdeki serâbın gölgesinden geceler

Gönlümdeki mehtâbın gizeminden sezgiler !

34.

Ruhuyla Allah’a yüceltmek isterken insanı ,

Demek şu ibret-şimşek şeksiz söz şok mu dehşet ?!

Anlık şiir güya hissetmek iç gerginlik aklı ,

Akl-ı ruhum şuurumun yorgun kanatları

Hikmet-i haşyet demek kalbin huşû-u cinnet !

539

Re’yin kusûru “dehşet” tam uyumsuz zihniyet ,

Te’vil-i zuûm “mühlet” dar beynimdeki illet !

Daracık kafa “gaflet” düşünmez sonsuz ânı ,

Yorumlu-yorum gayret-dar ruhun uykusu hem-mevt !

35.

Korkuyla “Hakk’a uyandırmak” isterken aklımı ,

Gönül-dil’li her sanat yine kendi ikliminde !

Bir anlık şiirin gergin ve yorgun kanatları ,

Muttarid çırpınacak “ölüm meleği” önünde !

36.

Uyandırabilseydim en güzel şiirimle

Ne olur haykırabilseydim tüm insanlığa !

İnandırabilseydim gerçek şiir gücüyle

Anlaşılan her -“bir an” kıyamet bekliyor dünya !

37.

Ansızın bitti artık son ölüm saatinde

Sonsuzlukta çırpınan zincirleme sayılar !

(“Kaab-ı kavseyn / ev ednâ”) mi’rac*mûcizesinde

Katlanan boyutlanan sayısız basamaklar !

38.

Ansızın bitmez oysa son ölüm saatinde

Ötelerce kodlanan mütevâli adetler !

Zaman “namaz”-ruhuyla mi’rac mûcizesinde

Katlanan “tayy-ı mekân” derûni irtifa’âlar !

39.

Rabbim (“serîu-l’hisâb”) Rahıym*mahşer vaktinde

Ötelerce kodlayan (“Mâlik-i yevm-id’Din”)* Tek !

Nitekim (“E-leyse’llâh”) zaten kudret elinde ,

O; iç-içe katlayan “cem’an toplayan” Gerçek !

40.

Kur’an nass-ı nazmınca İslâm , başında saç çok kısa sofu-tarz “sarık-kavuk” ya da eğninde “cübbe-şal-şalvar ”

ve vech-i sûretin suratında yoksa “sakal-bıyık” kıl-yün; ne eski kisve ne de görünüş şeklinden mi ibaret ?

Değilse “zevk-i selîm”-ince ve zaten öncelik “kalb-i selîm”-ihlâs* ile ruh ve beden dengesi , bunun nezâhet-i

nezâfet ve nezâket derecesi işte belli nitekim mümin için “iç ve dış estetik”-güzellik*görüntüden ziyade kariz

matik kişilik derinliği inceliklere yaraşan edeb-i “ahlâk-ı hamîde”(*) miheng-i âhenkle bağdaşan neyse, selim

mantıkla “akl-ı vicdan” nâmus-u kaamûs sîretine uygun düşün de esas seciyenin niyeti neyi gerektiriyorsa

öyle ol ; ister yozca yol , ister yobazca bırak ! Oysa sakın yoz-yobaz “aymaz” olma da , aslında tam mümince

aç-bak gönlün gözüyle âlem-i İslâm’dan maâda beşeriyet hâdisat-ı ahvâline de hele (“E-leyse’llâhü bi-kâfin

abdeh”) hikmet-i ibret tarz-ı nazarıyla ayık-uyanık kavrayışta anlayıp böyle ermiş şuur ruhunca davranışlara

yatkınlık kazanabilmek için (“İttekû firâset’el-mü’mini li-ennehû yenzuru bi-nûrillâh”) huzurullah’da bulun

duğunu unutmadan nur-u Kur’an irşadından nasiplenip be-tekrar bak ! Karalar giyinip bürünerek çarşaf filan

sarınma ; “mahalle-muhit / tarikat-cemaat tandansı” baskısıyla aklın nurunu karartmadan ne kendine ne de

eş-dost muhîtine neş’esiz-sevimsiz salakça kapatmadan dünyanı; evet, (“Hayrü-n’nâsi men yenfeu-n’nâs”) sırr-ı

fehvâsını hiç unutmaksızın nâs “sosyal hayat” içinde ve kendi başına yalnızken de “kemâl-i edeb” beyan-ı şahsi

yet tarz-ı tavrınca “âlâyişten âri tebdil-i libas” sâde-temiz , tertemiz zevk-i “iffet / takvâ”-libası(*)’yla örtün !

Açık-“üryan” çıplak kalma , maddi-manevi “iç-dış” şu dünya-hayat nihayet değer mi riyakârlığa ya da arsızca

can sıkmaya ve çalım satmaya ?!

41.

Her dilin virdi her an bir susmayan terâne

Her bir sözcük dillerde yine aynı nakarat !

540

Ve bir anlık şiir’miş pepe-çocuk diliyle ,

Işık-gölge oyunu işte günboyu hayat !

42.

Darmadağınık kafa şaşkın “asr-ı hâzıra”

Sormayın nice echel şu devr-i deccâliyet !

Sapık uygarlık hasta Garb’ın bakış tarzınca

Korkmayın spritüel espri* işte Mehdiyet !

43.

O gelecek gelecek (*) sağ eli yanağında ,

Parmağı şakağında telâffuz zorlaşınca !

Şöyle hiffet değecek “şifre” sol baldırında ,

Sırları anlamında teyakkuz zor lâfzınca !

…………………………………………

Neler gördük günlerce işte yaşam zor-belâ !

44.

Hem şiir iç âhenk’miş hiç susmayan terâne

Hep bir sözcük dillerde hitaplaşan nakarat !

İç dil âyet tek renk’miş sığmaz akla hayâle

Neler gördük günlerce işte yaşanan hayat !

…………………………………………..

Hem-dil’in virdi* imiş şu susmayan terâne

Aşk özüyle duy O’nu , bil (“illâ-Hû”) nakarat !

O bir anlık şiir’miş dil-i hâmûş rindâne ,

Işık-gölge oyun mu nedir günboyu hayat ?!

(Bkz. Yeni Lügat / sh. 22-3: “Âlem” // Sh. 207-8: “Hayat” // Sh. 381-2: “Ma’nâ” v.b. kelimelerin

örnek metinler ışığında anlam ve açıklamaları.)

(*) O “gelecek” kim ? Mehdi’yi işaret tıpkı böyle “hâtem-i velâyet” tevsikatında ! (Bkz. Hakikat yayınları !)

……………………

Şiirin ruhunda zamanlaşan beden ve onun da ötesindeki boyutlarda sisli hayâllere bürünen bulutumsu ufuk

görüntüler. Hele nedir ve her nasılsa alışageldiğimiz için ne değildir ki şu mutantan hayatın gözünde sanki

mûtadca kanıksadığımız ışık ?! Onu bütün gerçekliğiyle, ah bir-anlayabilsek !

Ve işte her nedense ya da her ne dense de önündeki her bedensel benliğin gölge-leş’tikçe secde’leştiği O ışık

yine insan düşüncesinde girdaplaştıkça artık topraktaki gece ve suların yüzünde gülümseyen gökyüzü mavi

liğince gündüz’ün elvân-ı serâbı da yahut bir-var * bir-yok’muş görünen yer ve zaman değişimlerine uygun

nesîm-i revnâkı da iklim-mevsim dönüşümü ilkyaz ve sonbahar’ın da biri-birinden farksız. Her iki bahar ara

sındaki yaz da kış da , aslında yazın ve kışın gecesi ve gündüzü de biri ötekinden ayrıcalı güzellikte hem bo

şuna-sız ve ayrıca-sız anlamlar sergilemekte. Her ikisi de yaşanası hayat ve bunun her gündönümü kadar an

lamlı ölüm’ün soğuk yüzündeki ilk sarartı sonrası “tatlı pembe-lik” kaybolurken mor-gölge’leşmenin karam

sı derinliğine benzer ürpertici izler’i de aydınlatarak ve de bellekten hiç silinmeyecek korkusu uyandıran can

acısı izlenimleri anımsatarak , bütün bunların nasırlaşan kahır kumkuması* sıcak-soğuk arası ılıman nesîm-i

nevbahar ruh hâleti insiyak iştiyâkınca akl’ın nasılsa unutmam derken unutuverdiği “iç dil” izdüşümü yanıl

samalara rağmen sıcacık bedenimizdeki ruhun derinliklerini yansıtan ışınımsı gölgeler ; her bakışta tek renk

kan ve can ısınımsı gerçekler !

(Bkz. Zaman G. 15 Aralık 2001 / sh. 17 “Kültür ve Sanat” / Ali Çolak: “Kış , şiirsel bir mevsim midir ? …bi

zi hep eve davet ettiğini düşünürsek kendiliğinden bir içtenlik doğurduğunu , Baudelaire’in deyişiyle … söy

leyebiliriz.” / … Gaston Bachelard , o gerçekten eşsiz eseri “Mekânın Poetikası”-nda der ki: “Evde, her şey

541

farklılaşır , çoğalır.”/ … Baharda , yazda dış dünya alabildiğine kuşatır insanı ; evden ve kendinden alıp gö

türür. İçine bakmayı düşündürtmez. Kışınsa , …” dönüşür. / “… yol açar.” İçtenliğin , insanda bir şiir hâli do

ğurduğunu ya da bizzat şiirin kendisi olduğunu söylemeye ise gerek yoktur. / Yaz ve bahar ne kadar gelecek

düşleri-ne açık’sa , kış da o kadar geçmiş’e çağırır insanı. / … Görünen yüzüyle onlara baktığımızda , … gö

rünmez. / … dramatik bir hâl … / İnsan , … bir mekânı özlemez; aczini hissedip bir korunak aramaz. Bir ev’

in; yani aslında dinginliğin ve içtenliğin değeri , en şiddetli olarak ancak böyle bir zamanda ortaya çıkar. /…

bayramlar İÇE YOLCULUK ve dinginliğin hemen herkesçe hissedildiği … / Tabiatıyla bir şiirselliğin de

kendiliğinden geldiği zamanlar … Kış günleri , bu şiiri bütünleyip çoğaltmak için bulunmaz fırsatların boh

çasını açar önünüze.” // Sh.19: Hekimoğlu İsmail , “Bayram” münasebetiyle şu yazısında tam canalıcı nokta

lara açık vurgular koymakta aklın gözüne uygun İslâm görüşü bakımından ışık tutmakta önümüze! / H.K.)

ERHAN’A MEKTUP

Bartın İl Jandarma Komutanlığı emrinde “kısa dönem” Askerlik görevini yapmakta !

17 Şubat 2008 Bornova-İzmir

………………………………

Canım Oğlum Sevgili İsmail Erhancığım ,

Dün bugün derken üç ay geçip gitti , ilk mektubumu yazıyorum daha şimdi. İletişim çağındayız zaten isteyince

hemen görsel olarak görüşüyoruz. Ancak kapalı bir zarfın içinde gelen mektubu merakla açıp heyecanla okuma

nın da ayrı bir tadı var. Tıpkı internet* teknolojisine rağmen kimi güncel yazılar ve sevdiğimiz kitaplar okurken

ne güzel duygular ve farklı algılamalar yaşamaktayız-misal !

Canım Erhan’ım , inan ki şimdi içimi yakan özlem hislerimi ikicik sözcükle nasıl anlatayım , sanki içten bir şiir

gibi hangi gizemli dil ve üslupta yazayım da tam açık konuşurcası sıcacık kalbimin kanından farksız sözlerin

“nükte-i can” sırrını açayım ; meramım merak , gönlümüzün kitabını birlikte okuyalım , ister misin ?

İşte böylesi içten ve derin hissiyatını yazarsın kitap benzeri mektubuna ; amma yüzyüze konuşurken açıklaya

mazsın ne hikmet tam fırsat tanımıyorsa “sahte samimiyet / diyalog ustası”-muhatap buna. Aile içinde bile ger

çek iletişim ya da bilişim sağlamak kolay mı ? Bu konuyu irdeleyen ve özünü dillendiren nice edebiyatçı yazar

var. Artık “geçmişe değil de hep geleceğimize yönelik” kültürel perspektif , fantastik kavramların sanal-hayâl

dünyasına hapsediyor ruhumuzu. Oysa bütün zamanların “doğal gerçek” gündemi , işte “Yaşamakça” algıladığı

mız süreçler içinde geçmişten günümüze dek “kültürel kimlik” kavramlarımızı oluşturan “ortak akıl” değil mi ,

bilinç-benliğimizi yoğuran nükte-i hakikat ? Daha derin değerlendirip bütünüyle millet ve beşeriyet dünyamızı

iyi tanımak , kültür ve tarih felsefemizi doğru kavramak , kısaca aklın özgün nuru şu “ruh-u vicdan” noktacık

kavrayış “şuur ”-mefhûmunu sağlıklı tanımlamak konusunda olgun ve yetkin düşünebiliyor , ruhsal hayat tarzı

mızı “ışık kitap”- Kur’an anlamlarınca düzenleyip yürütebiliyorsak ne mutlu bize ! Her gün gönlünce olsun ve

her dem mutlu uyanış “şems-i mârifet / doğru bilgi güneşi” doğdursun inançlı yüreklere , Rabbim !

Erhancığım , sanırım mektup hasbihâlimiz gönül muhabbetine benzedi. Dilerim şu şiirsel sohbet tadınca canlı

izlenim uyandırmışsa “samimi diyalog” gerçekleşmiş ve gönlümüzde muhabbet tazelenmiş olacak. Kavuşturur

Rabbim tez günde inşaallah hava biraz düzelsin hemen gelmek istiyoruz ziyaretine. Zaten ne zaman istersek

görüşüyoruz. Şimdilik gönül okşasın diye işte üç-beş kelâme mektup yazdık , gönderiyoruz. Sahiden sevindire

cek mi acaba zarfını açıp bir sürecik konuşuyor gibi bizimle başbaşa sanki bir köşeye çekilip birkaç dakika ses

sizce okurken ?! Tadına varırsan anlarsın internet’ten farkını işte böyle bir dostluk belgesi değerinde mektupla

rın. Haydi canım , Allah’a emanet olasın; öpüyor , kucaklıyoruz hayâlini hasretle.Yakın arkadaşlarına ve değer

li komutanlarına da selâm saygılarımızla.// Annen , Baban ve Ağabeyin ve deEmir Berke’den …/ “imza / H.K.”

Derkenar: “Bir ilâhiyatçı(Baban)’dan öğüt-tavsiye kısaca: (Maksadım ,merak uyandırmak; okuyup bilgilenmek

konusunda ! (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları / 86-F “cep-boy metin

siz sırf anlam” Hazırlayanlar: (İlahiyatçı Prof.lar Heyeti*) Ank.-2005 “Yedinci Baskı” / Sh. 241-246: “İbrahim

542

sûresi -14 / Toplam: 52 âyet (Meâl ve dipnot-Açıklamalar) Özünü anlamak istersen nitekim bu sûre bile yeter!)

……………………………………………………….

Bursevî İsmail Hakkı’nın dilinden ayıkalım yeniden :

(“Yeter! sâhil-nîşin-i âlem-i sûret’sin ey gafil ;

Mücerred lâfızla kalma , eriş deryâ-yı mânâ’ya !

Sûr-i İsrâfil’e benzer evliyânın nefhası ,

Bir nefeste nice yüzbin mürde-dil’ler can bulur !”)

ŞİİR ŞİİR DUYGULAR

(36*69. “Şiir öğretmedik ona

ve yaraşmaz / gerekmez de!”)

1.

Bazen gömgök kıskançlık

Bazan da mosmor hiddet !

Benlik-de ki tutsaklık ,

Ne anlaşılmaz cinnet !

2.

Aklımı saran hayret

Ruhu sarsan kıyamet !

Ancak Hak’tan inâyet

Kalbim-de ki sekînet !

……………………

Can kuşu ten’de gizli

Zaman labirent kafes !

Tek kurtuluş şifresi :

(“Allah bes, baki heves!”)

4.

Her sonuç önceden belli

Köklerden dallara kadar !

Hangisi daha değerli ,

Tohum meyvesini arar ?!

………………………

Her öküzün boynuzunda

Aklımı donduran hikmet !

Gökyüzünün omuzunda

Fıtratı yoğuran Kudret !

6.

İlk doğuş göklerden önce … göklerden önce

Emr-i Hak (“Kün!”) boyutundan …(“Kün!”) boyutundan

Hacimsiz “nokta” ilk “nükte” … “nokta” ilk “nükte”

Boyutsuz-“sonsuz” Yaratan* … “sonsuz” Yaratan*

Derken (“fe-yekûn”) bilcümle … (“fe-yekûn”) bilcümle

Ol “Var!” ilk güç tek İrâde ! … ilk güç Tek İrâde !

İlk kez uyanırken evren … uyanırken evren

Zamana hükmetti Rahman ! … hükmetti Rahman !

Daha oluşurken beden … oluşurken beden

“Nefh’etti kendi ruhundan !” … kendi ruhundan !”

Her ufuk gözlerden öte … gözlerden öte

543

Son dem gülümserken insan … gülümserken insan

Ölüm soluklarken bile … soluklarken bile

Vahy’etti en içten ilham … en içten ilham

En içsel gerçek hâlette … gerçek hâlette

İşte aranan ideal ! … aranan ideal !

Yakından hissetti vicdan … hissetti vicdan

İç dil* saf şiir bilinçte … saf şiir bilinçte

Mûciz beyan nazm-ı Kur’an ! … beyan nazm-ı Kur’an !

7.

Boş-boşuna tedirginlik hırçınlık

Her lâhza yaşanan çılgın duygular

Derûnumda çekingenlik yılgınlık

Rahman’a yaslanan yorgun dünyalar !

8.

Gönlümce hissiyat … hissiyat

Aklımca düşünce … düşünce

Şiirce dil tuzak … dil tuzak

Güzelcik ten pembe … ten pembe

İkicik gül dudak … gül dudak

Kiraz yanak … kiraz yanak

Badem göz … badem göz

Özüne yaraşan söz … söz

Süzgün bakışların büyüsünde … büyüsünde

Sevi dilli güzel konuşacak ! … güzel konuşacak !

9.

Güzel Rabbim’den güzel söz: … güzel söz:

“Bakire Meryem iffeti …” … Bakire* iffeti

El değmemiş kır çiçekleri … kır çiçekleri

Suskunken en güzel dil ! … en güzel dil !

……………………….

Şebnemli tomurcuk güller … tomurcuk güller

Demet demet güzellikler … güzellikler

Kara toprağın bağrında … bağrında

Buram buram cennet ! … cennet !

Gürleşen dal uçlarında … dal uçlarında

Burcu burcu bereket … bereket

Tütsüyen vatan kokusu … vatan kokusu

Kanında Türklük coşkusu … Türklük coşkusu

Bak , tarih haritasında … tarih haritasında

Tüm dünya coğrafyasında … dünya coğrafyasında

En güzel yurt Anadolu ! … En güzel yurt Anadolu !

10.

Gece gizli gündüz açık ne varsa

Kimi toy şımarık nazlı ve hırçın

Kimisi çekingen pek canayakın

Artakalan doyumsuz istekler

Vitrin vitrin zenginlikler

Yeryüzü gökyüzü bütün dünya

Sanki hiç uykusuz rüya

Tüm görüntü yorumsuzca

544

Gönül aldatan hayâller

Ufuklar ötesi değişen yönler

Uzayan yollar akan sular esen yeller

Uzak-yakın nice ürpertici gerçekler !

11.

Nice gözalıcı mûcizeler ışığında

Her sabah açarken yeniden penceremi

Gördüm duydum ve kokladım doyasıya

Gönlümde kanıksamazlık ürpertisi

İri-gri bir gölgenin ardında

Bedensiz ruh topraksız tohum gibi

Haşrin gizemince nice devâsâ-heyûlâ

Titrek endamıyla cambazlık mesâbesi

İç dil belirsiz sâhillerde efkârlı âvâre

Çırpınırken her şiir “ümit-korku arasında”

Avcılık hevesiyle gaddarlık efsânesi:

Câhilce zâlimce körleştirmesin (*)

Kanıyla canıyla kör-körpecik “tarla kuşu”

Tutsak kalmasın da yaban ellerde

Ne güzel (“E-ve lem-yerav …”) derken ,

(“ille-r’Rahman”) âyetince uçuşu !

Ne muhteşem mûcize gayet mûtad vâkıa

Gözler görsün de hayret gönüller uyanmasın !

İnsanlık huylarından zarar görmüş de olsa

Hiç kimse ille hayvanlık yolunu tutmasın !

Örselenmesin kanıyla kirli avuçlarda

Ve hırslı dillerde hırpalanmasın !

Hele balçık salyalı kurbağa ağızlarda

Kaypak sözcüklerle parçalanmasın diye

Sek-sek kelebek avcısı rikkatiyle

Tek tek hepsini de yüreğimde topladım !

12.

Son kez utançla gizlenerek gökler karşısında

Ah şu berbat dünyadan ne yapsam da kurtulsam ?!

Gönül burcundaki (“iki yay ucunda en yakın nokta”)

Ve hatta tam o an-da “sırr-ı mi’râc” can nurunca

Arş-ı Âlâ’da “bayram” tam namaz huzuru duysam

Duysam da tam o an-da işte tam orada olsam !

Ne olur hafifçe öperek koklayarak dokunsam

Sonsuzlukta bir an dursam ve zamanı unutsam

Unutsam da hayret haşyet hasret acılarında

Yadırgamasızca hoşlanmaktan yoksunlaşsam !

En dingin hâl son nabız atışları da kalmayınca

İç dil* hiç bitmez şiir ötelerce vuslat’laşsam !

Bilinç şiir öter hep bu minvâl-hâl sonunda

Bitmez mi işbu şuur son-uç’ta vuslatlaşsam ?!

Biter-bitmez son şiir öter-ötmez kavuşsam ,

Ötesiz ruhum misâl en mahrem hâlet duy-yaz ;

Zira aklım kavramaz sonsuz zamansal lügaz !

Mahrem-i esrâr ruhum müştak kim bilir -“illâ”

545

Ancak bu iştiyakla aşk’a da cevaz varsa ,

Son kez ürperir mi bilmem incinir mi yoksa ;

Dıştan sınırsızlaşsam ve içten sonsuzlaşsam !

Rabbim sonsuz zaten nur (“Nurun alâ-Nur”)ruhta ,

Allah “sonsuz zat” tek O, ruh da sınırsız kavram !

Kavram aklımca zor-ya ancak Kur’an-ca yol-da ,

O’nu kavrayamaz söz suçumu bağışlatsam !

Yol tam nabzımca canım hak kavram saf efkârım

Gücenir mi iç dil-ce Gül’üm sert duygularım ?

Gücenmez inşaallah gülümser duygu tarzım

Gücenmesin şiir şiir gülümseyen hissiyatım ,

Tükenmesin tevbem meşkim mecazen işte yazgım ;

Aşk hâletim “meşk-i şiir” içten duydum da yazdım !

(Bkz. Zaman G. 26 Kasım 1999 / sh.12: Kültür Atlası , M. Armağan: “Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi ,

isabet kaydettiğinde bile “Kalem’in utanacağı anlar” vardır. ( … ) tarihli yazım da bu utanılacak yazılar

listesine geçti ne yazık ki !”) Bilmiyorum , şu “aküstik nakarat” tarz-ı “tecânüs” zevk-i âhenk mi ? Şiir-i

niyâzım: meşk-i (“tecâvez an-nâ / yâ Rabbî (*): Bizi afv-eyle / Rabbim !” (meâlinde duâ)Yeni Lügat,695*)

İKİ YABANCI

1.

İlk önceki “söz” değişmez ki ,

Sonra “iç öz” hiç bilinmez ne ?

Ikına-sıkına zoraki ,

Hep yazdım “bilinç yetmez” diye !

2.

Nükte-“nokta” canıma yetti ;

Özümü yansıttım dilime !

İçten damıtmaya niyetli ;

Tek “Bes” yazdırttım kalem işte !

3.

Neden “iki yabancı” gibi ;

Kim ışık önündeki gölge ?

Ayna’daki “hayâl” hangisi ;

Ben miyim öteki gözlerde ?

4.

Kim ? Ben miyim neden öteki ;

Öteki “kim”- yabancı gölge ?

Gölge -“hayâlim” aynadaki ;

Aynadaki kim önündeki ?!

Önündeki iki gözler-de ,

Gözlerdeki “ışık”-önünde-ki ;

Önünde ki “yabancı”-gölge !

(Bkz. Zaman G. 21 Ocak 2000 / sh.15: Zaman Yazıları , Hilmi Yavuz: “Kitab’ın sözü”)*

MECZUBÂNE !

(“Dövene elsiz gerek

Sövene dilsiz gerek !

546

Ben nideyin neyleyin

Bana Allah’ım gerek !”)

1.

Bil-cümle kardeşiz mâdem

Hem-dert dost olalım hemen

Gönlümce tam benimsesem

Dertlerinizle dertlensem

Arasıra hiddetlensem

Hemhâl olmaya yeltensem

Közümü külüme gömsem

Ateşimi söğündürsem

Elimi yüzüme gersem

Öz-gerçek söz öğütlesem

Arada durup düşünsem

Akıllı“-us’lu”görünsem

Sözümü gönlüme döksem

Gönlümü gözümle örtsem

Gözümü önüme eğsem

Ahlâklı-ud’lu “edeb” hem

Tam müslümanca terbiyem !

……………………………

Müstehziyâne övdünüz ,

(“Libas-üt’Takvâ”) bürünsem ;

Hem (“fi-vücûhi’him …”) Gül’sem ,

Gül-vech örtüm’e sövdünüz !

Tek Kur’an-ca cevap versem ,

Bahâne edip dövdünüz !

2.

Sevginizle sevinçlensem

Çok-gördü üzgün gönlünüz !

Üzdünüz yüz-göz isem ,

Gün görmez düzgün yüzünüz ;

Gül görmez süzgün gözünüz ,

İşte içten içgörü’müz !

Gül fem-i muhsin* sözümüz

Hak diye “öz söz” gönlümüz !

Gül diye de inilesem

Sizlere de ünülesem ,

İyileri günülesem*

Güceneni gönüllesem

Tek Rabbim’e gönül versem ;

Vermeyene gönüllensem

Hep çile-çile dillensem ,

Cezbelenip cinnetlensem

Beni pek meczup gördünüz !

3.

Her ne yapsam , dil de döksem

Ne türlü aman dilesem ,

“El’aman” ne ince sitem ;

Acımasızca güldünüz !

547

Ah kahrımdan can üzmezsem ,

“Yok yok ! O var !” üzülmezsem ;

Başka yola düzülmezsem

Mahşere dek süzülmezsem

Arınıp özümsemezsem ,

Şimdi özümce bilmezsem

Durul-dingin düşünmezsem

Zaman-mekân dürülmezsem ;

“Tayy-ı hâlet” en iç ülkem ,

Daha değişik dil* -görkem !

…………………………..

Ne desem , Rabbim ne etsem ;

Nükte-Gül*nokta-virgül’sem ,

(İlk’ce hem“aşk”-kim*meşk-i dem ?)

Söze göre göstermezsem ;

Göz-göre gülümsemezsem ,

Söve-döve öldürdünüz !

Ne de zâlim’miş gücünüz ,

Görev değil’miş sözümüz ;

Ev-ocak “kültür*-özümüz”

Can odum’u söndürdünüz !

4.

Nasıl olsa öldüm diye ,

“Yol üstüne gömün!” desem ;

“Mezartaşı da istemem”;

Bana bunu çok-gördünüz !

…………………………

Ayaklar altında işte ,

Yol ortasına gömdünüz !

5.

Gariplik mi suçum bilmem ,

Hep meczubâne güldünüz ;

Pek zâlimce öldürdünüz ,

Zor ilenti* söyleyemem ;

Yol-ortası’na gömdünüz !

(Bkz. Zaman G. 28 Şubat 2000 / sh.14: Not Defteri , Beşir Ayvazoğlu / “Kafası karışıklar : … Bana sorarsanız

son zamanlarda kafalar bir hayli karışık ; insanlar bilgiye ve farklı fikirlere ihtiyaç duyuyor , görüşlerine önem

verdikleri insanları yakından takip ediyorlar.” // Sh. 12: Değişimin analizi / Alâmet-i fârikalarımız hızla tükeni

yor , Abdurrahman Dilipak : “… ayırt edici özelliklerimizden hızla uzaklaşarak , kendi tezimiz’in paradigmaları

dışındaki kavram ve kurumlardan medet umarak yol almaya çalışıyoruz. / … Biraz da oportünistçe , …”)

ÇELİŞKİLER

1.

Severken korkmak … Ölürken yaşamak

Korkarken sevmek … Yaşarken ölmek

Korkmak ve sevmek … Yaşamak ölmek

Özde benzeşmek ! … Salt özgünleşmek !

3.

Gülerken ağlamak … Çözerken bağlamak

548

Ağlarken gülmek … Bağlarken çözmek

Ağlamak gülmek … Bağlamak çözmek

Özünü bilmek ! … Tam özgürleşmek !

5.

Biterken başlamak … Sevgi ve korku

Başlarken bitmek … Sevinç ve keder

Başlamak bitmek … Özdeşçe duygu

Son-uç’a gitmek ! … Ve daha neler !

7.

Vah fesat-tiynet

Kara-ruh zulmet !

İğrenç cehâlet ,

Hasta şuur dert !

8.

Tadmayan bilmez*

Öz zevk-i idrâk !

Düşünmek yetmez

Çâre aramak !

9.

Pes savaşsız hezimet … Gözler aynada uzak

Zevksiz barışsız zafer … Anlamsız çelişkiler !

Zaten emsalsiz zillet … Sosyal hayatta tuzak

Nice nice örnekler ! … Hep yakın ilişkiler !

11.

Yaşarken daha güzel

İnanınca pek candan

Gözyaşlarında insan ,

Yenibaştan varolmak

Ölümsüzleşmek ister !

ŞEYTANCA

(“Aşkın gizi ruhta serpilir ,

oysa bedendir kitabı !”

John Donne / Esrime’den)

1.

Çirkin şiirler gibi şûh efsunkâr diliyle

Sanki ifrit bir yalan aldatmak ister beni !

Gündüzleri dünya derdiyle kızgın çöllerde

Aşkın vecdiyle sarp dağlardayım geceleri !

2.

Âsûde cennet ararken yorgun hayâlimde

Ne denli korkunç ibret “mel’ûn iblis” zilleti !

Dedi ki: -unuttun mu ölümlü yeryüzünde

Bu vesvese seninle hangi iklimden geldi ?

3.

Ne hikmetse akıllar ermez ki öncesi-ne (?)

Zaten sonrasına da bu ömürler yetmez ki !

“Sonsuz-luk”-tâ ezelden beri hep ayn-ı “şifre”

Yine ayn-ı “muammâ”-nihayet*bilinmez ki !

(İlk âyet: 96*1.“Yaratan Rabbin’in adıyla Oku !”)

549

4.

Birbirine kenetli ufukların önünde

Yol kavşakları gibi şuur*ruhun hedefi !

Kapı dıştan kilitli hani anahtar kim*-de ;

Akıl mı ruha bekçi , yol gösteren hangisi ?

5.

Derin-imân ararken sathî-inkâr*da niye ,

Şaşkınlığın özünde aklın aczi*-mi gizli ?

Mecaz’laşan şiirden mülhem “çapraz kafiye”

Taşkınlığın sözünde ikrâr* -mı “çintemani” ?

6.

İyisi mi şu anda sen bak dünya keyfi-ne (?)

Cennet zevk-i şehvet’le başından at , cinneti !

Zehirli yılan gibi sarılsa bedeni-ne (?)

Yasak meyva’ya benzer her Havva’nın iffeti !

7.

Şu boş dünya cennet olsa bu cehennem sen’de

(Gel-geç “âcile”-hayat / “dünya” ateş için-de)

Adem toprağında yandıkça “şeytan ateşi (?!)”

Rahmet’ten merdût*-hasta “inkâr mantığı(!)”sahte,

Akıl sonsuz-luk karşısında kör şeytan* gibi !

8.

Allah düşürmesin de beterin beteri-ne (?)

(Gurbet çilesi’nden de beter sıla özlemi)

Gurbet çilesine benzer ruhta sıla hasreti !

Tevekkül’süz tefekkür her dem zaten gam yine ,

Kan sızar can sızılar tam küfür* hasâreti !

9.

İnkâr’a mecâl var mı “göz görmez niye(?!)” diye,

Sıcak duygulardaki soğuk ürpertileri !

Vecd’in lâhutî sırrı söylenmez hiç kimseye ,

Dünyalık akıl dahi vehim’den başka ne ki !

10.

Yükselsin ruhta imân* düşmesin şirk-i şû’m-e;

Vermesin akla ziyan , reddetsin mezelleti !

Şeytanca fısıldayan inançsız şiir’ler-e;

Yeter , dünya-da “zaman” kör akl’ın cehennemi !

11.

Hiç yoktun-ya bir zaman nasıl doğdun bir düşün ,

Ah şimdilik kalıp-kıyafet tekmil pek güzel !

Vücûdunla aslından hâsıl oldun göründün ,

Ne yorgun sanki illet-dert hepsi evrensel ;

Yol tuttun gidiyorsun işte açık görüntün ,

Islak kerpiç gibi âkıbet dağılıp gider !

(Son 11. bölüm: 08 Aralık 2007 Cuma-ertesi / saat tam 24.00 Bornova-İZMİR)

(Bkz. Kur’an-ı Kerim / Türkçe Tefsir-Meâl : 15*42 ve 20*115-123)

(Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / sh. 57: “Çintemani*: Budist Türk metinlerinde adı geçen sihirli taş ,

550

dilek mücevheri. Üstünde taşıyan insana , doğru ve sağlam düşünüş yolu gösterdiğine inanılırdı.(-yine

dilek mücevher-cik !) Hint folklorundan Türk kültürüne geçmiştir. İdeal* anlamında da kullanılmıştır.”)

…………………….

İdeal-dilek*niyâzım: “Rabbim , öldürme ruhumu duygumu düşüncemi saptırma yaşarken nass-ı Kur’an-ca

ayn-ı Hamd*din-i İslâm mârifet-i (“İnne-d’diyne ınde-llâhi-l’islâm”) tam beyan (47*24. “E-fe lâ-yetedebbe

rûne-l’Kur’ân-e em alâ-kulûbin akfâlü’hâ”)*emr-i “tedebbürat” âyetlerinle akl-ı vicdanımı muhabbet-i Mu

hammed aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz’in yoluna nazm-ı nabzımca yakarışım (“İhdina-s’sırat-el’müsta

kıym”) aşkına meşk-i dil gönlümü uyandır rızâ-i İlâhiyene ve edeb-i sekînet tavr-ı temkin neşvesine erdir de

Efendimiz’in şefâat-i uzmâsı sırr-ı (“Men zellezî yeşfeu’ ınde-hû illâ bi-iznih”) hakkına dünya hayatımız

sonrası en ideal gaye-i vicdan nimet-i Cennet olarak gerçeğin özü ve vahyin sözüne muhtaç şu müştak kulu

nu huzur ruh-u şuurun cennet-i Cemâline eriştir , dilimi gül ve gönlümü bülbül eyle de bizi böyle eğiterek

Kitab’ın ışığında bitmez-tükenmez mutluluk / kurtuluşun yol şuuruna kavuştur Rabbim ! (Meâl-i âyete dik

kat: “Sûre-i Muhammed” 47*22. Demek ki ey münafıklar ! Siz işbaşına geçecek olursanız , ülkede fesat çıka

racak , nizamı bozacak , akrabalık bağlarını parçalayacaksınız ! (Allah’a verdiği söze bile sadık kalmayan

lardan , böylesi hakları gözetmesi de beklenemez.)

23. İşte bunlar , Allah’ın lânet edip kulaklarını sağırlaştırdığı , gözlerini kör ettiği kimselerdir.

24. Öyle olmasa , Kur’ân-ı düşünmezler mi ? Yoksa kalblerinin üzerinde üst üste kilitler mi var ?)

KAR YAĞIYOR İSTANBUL’A !

2001 İlk bayram’ın ilk günü ,

İlk kar sabah kefenledi gönlümü !

1.

Ne lapa-lapa ne ince sepelek

Kar yağıyor baktım ne sık ne seyrek !

Burası İstanbul , düşünmek gerek

Kış başlıyor Tanrım ne şık üşümek !

2.

Gelecek kışa “ne erek ne görek”

Bilinmez zaman nice değişecek !

Tek kümes şu doğa ! Ah gerçek görsek

Gerçek doğal hikmet tam özümsesek

Kader tez devran içten değişmez pek !

3.

Hayat “toz pembe” gerçek hayâl görmek

İşte bembeyaz “ölüm” kefenlenmek !

Geceler kış gündüzler yaz hep dönmek

İçten uyan-yaz özümce denenmek !

4.

Bedensiz ruh şuurum mâdem “ermek”

Uykusuz ruhu buldum mahrem görmek !

Düzensiz katoloğ’um mahzen-bellek

Kusursuz yol yorumsuz rüyam gerçek !

5.

Kar yağıyor rüya-ebyaz renk-âhenk

İstanbul’da İslâm-bol(*)’u düşünmek !

Anlamak kader*-anlamlı “erişmek”

Anlatmak kadar kapsamlı düşlemek !

6.

Kar yağıyor (“Elif-lâm-mîm”)-ce örnek

551

Sayısız söz-melek (“Elif : Ben”) demek !

Lapa (“lâm-mim: Allahım; bilirim!”)tek

Kar tanecik-ibret , incecik sert tek tek !

7.

Melek-kar inecek , gönlüm görecek ;

(“Tenezzelü-l’melâiketü …”)gerçek !

(“ve-r’Ruhu fiy-hâ…”/ “Leyle-tül’Kadri”)tek ;

(“bi-izni Rabbi’him …”/ “Selâm”) diyecek !

8.

(“min küll-i emrin …”) inecek-inecek ,

Göklerden rahmet hep kabûl görecek ;

Göklerden rahmet , yer gülümseyecek !

………………………………………

Ayet doğal dil “tek Din’ce bil !” desek ,

Kimi bilgin , bilmezsek bildirecek ;

Gayet duyarsız diyecek : “elbet , tek !”

……………………………………

İşte saf-yürek , bilmesek küsecek ;

Gerek “kulaktan suvarmak” kök-gerçek :

Rabbim’den hikmet (fe-yekûn”)renk-âhenk !

9.

Kar yağar ruhuma iner sekînet*

Zor-mecâl “mecaz söz” öz zevk-i niyet !

Hikmet duygum şu şuurumdan özet

Nazm-ı “nabza şerbet” şiire rağbet !

10.

İstanbul’da ramazan-bayram kar-renk

Ancak Hak Kur’an-ca ilham hissetmek !

Kar ne güzel ihtişam akşam mor-renk

Yağacak gece-gündüz tam hisset tek !

11.

Lapa-lapa yumuşacık kar-melek ;

Ne hızlı ne yavaş şiirce gerçek !

Allah bilir usulcacık inecek ;

Kar nazlı yağacak gönlümce tek tek !

12.

Ne güzel “kar-renk” şiir esinlemek

Kıssa’lamak gizli “iç dil” dinletmek !

Evrensel âhenk kar-kış rengince tek

Şiir tek gönlümce mûsiki’leşmek !

13.

Kar yağarken İstanbul böyle demek

Gece yığacak gündüz eriyecek !

Doğal kültür eşsiz tarih mesaj zevk

Gerçek dil bilinçle şiirleşecek !

Gerektiğince, Yeni Lügat ve Kur’an-ı Kerim Meali’ne başvurmalıyız. Sözün öz kültür zevkini tadmalıyız.

Zevk-i irfan ne diye, / Bildim meşk-i şiirce; / Belli “iç dil” düşünce, / Rabbim meylim gönlümce ;

Cevab-ı can “beyyine”, / Sezgim “meâl” bil-cümle; / Hepsi sinn-i ömrümce, / Sevdim misal-menkıbe ;

552

Bil ki kitap diliyle, / İlk kim emr-i hükmünce; / Şems “salt-delil” gözümce, / Sanat zevkim sözümce !

ÖZ “ibret-söz” HİKMET

Emek-şiir söyle gerçek ,

Öz her renk “ibret” içimde !

Demek “iç dil” böyle örnek ,

Söz-âhenk “hikmet” dilimce !

NEYLEYİM

(“Ben bir usanmaz ozanım ;

Derdim vardır inilerim !”)

1.

İlk doğuşuyla “illet”-ilham melekçe tamam

Şiir demek “kafayı yemek”-le eşit anlam !

Lâfzıyla “şedde-lemek” ki tam gerçek ihtiram

Çeken bilir cefâyı “Ah min-el’Aşk” oy anam !

(“Yûnus Emre derdün katı

Hayra geçmez bir tâati !

Olmazsa Hak inâyeti

Ben n’ideyin n’eyleyeyin !”)

2.

Gözler kararsa bile zirvelerde çık-ara ,

Gökler aydınlansa da yine perde ışık-da !

Ruhumda yoğunlaşan hissiyat dalga-dalga ,

Yalnızlıkta inşirah ötesiz yakınlıkta !

3. SEKÜLER ZIRVA

Ötelerin özlemi içten iç çağrısında 1.

Şiirlerin diliyle “zırvalamak” için mi ? Hayat tarzın nice düzgün de olsa ,

Ararken benliğimi ilginç bilinç dışında Aldırmaz hem umursamaz hiç kimse!

Hem nasıl arasam da bulsam yine kendimi ?! Ağzından çıkmaya ufacık zırva ,

4. Bak-gör hele herkes biner tepene!

Soruversem “ne var ne yok” hayretle 2.

Ağlasam inlesem hep ünlesem de , Artık günümüzde hep zırva moda ,

Demek gerçek şimdi can nefesim mi ? Çılgın heves bohem yönelişlere!

Dipsizlikte boyutlaşan derinlik Sapık eylem mübah hem sözler saçma ,

Tam arayıp bulmak kaybolmak sanki , Sosyal rağbet yoz popüler kültüre!

Issızlıkta soyutlaşan her benlik 3.

İdrâk-i vicdan nur Rabbim’den ışık ! Güncel edebiyat seküler medya ,

Karanlıkta soluklaşan yalnızlık İnternet televizyon ve gazete!

Aydınlıkta somutlaşan her varlık Ne anlamsız zırva hayat tek dünya ,

Bilmem ki duyar mı gönül sesimi ? Ancak Kur’an gösterir yol mahşere!

5. *****************************

Bilmem ki duyar mı gönlüm tiz sesi ,

Fuzûli sayar mı şimdi nefes mi ?

Gerçeksi anlar mı can nabz-ı kalbî ,

Derûni hasbi-hâl “aşk” kör heves mi ;

İç dilsi yazar mı elin kalem mi ?

553

6.

Ve şu elim-de ki kimin kalemi ,

Bu kalem yazar mı “iç dil”-şiiri ;

Şiir mi ideal şuur iklimi ?

Mâdem duyar “vecd-i salât”-dil zevkli ,

Zor iş mi aşamaz “iç dil” engel mi ?

Üşenerek kılmak kabahat belli ;

İçten hiss-et , “tembel” her beşer nefsi ;

Ayet sarih , sehven nifak* “kesel”-mi ?

7.

Derken şaşırdım kaldım ufuklarcası hazin

Cevab-ı süâl aynen şuurum “benlik” oysa ,

İçten kozmik akvaryum dıştan tam canlı vitrin

Zoom*-yakınlığa rağmen “zuûm”-derinlik dünya !

8.

Uygar dünya tam “medyatik kamera”

Kameraman nasıl “zoom”-zuûm’larsa ,

Daralır ruh-yürek genişler sonra ;

Ne yana döndürse “görüntü” başka !

Güçlü medya*-güdümlü “üç boyut”-da ;

Son “çağdaş düşünce: kuruntu” başta !

Tutsak gözüm gönlüm mü güç çokluk-da ;

Tek yoldaş şu günce uygunsu yaşta !

Allah Hak Kur’an-ca âyet ilk nokta ,

Anlam mâlum meçhûl nükte ne varsa !

Saklansa suç hep ölüm mü yokluk-da ;

Pek korkmaz ömrünce duygusuzlaşsa !

Sanat tek kamera “sanal arena”

Gerçek Kudret “doğal fıtrat” mâdema ,

Anlatım tam İrâde-i mutlaka !

8.

Ancak “Hak adına hakikat” dünya ;

Kabza-i “Kudretullah” hüküm-fermâ !

Fıtrat “âyan-ı sâbite” aklımca ,

Kavânin-i müsbete* dip-doruk yâ !

Araştır-soruştur , ruhunu oku ;

İlm-i ledünnî*-yol , şu cansoluğu !

İlk “künh-ü küllî* İrâde” açıkça ,

O’nun elinde dönüyor şu dünya !

9.

Acib dünya işte televizatör (*)

Garip teknoloji “renkli cam” bak-gör !

Görsel medya programcısı güya ,

Akıl hocası güdük kimi kütük

Karaktersiz hödük köşe tutmuş da ,

Aklınca “hükkâm” elit tabaka-ya !

Ahkâm traşlıyor “keyfe mâ-yeşâ’…”

Tam sülük köse düdük kültürsüz zat ,

Doğrudan ya da dolaylı “şov” mûtad ;

İzahsız ilzâm maksatlı sormuş da ,

554

Açık cevaplıyor ahmak maskara !

Kur’an-ca tek harf bile bilemez hem ;

Tam “meâl”-okumaya yeltenir hem !

Mat-surat asık çehre “medyatik fors”

Son durum: fos-forum’da ille defrost !

İt desem “kelb”-anlar “yed” desem hem el ;

At desem “nal”-çakar mecaz* pek güzel !

Tam “monla”-nüktedan gül desem de gel ;

Ebced “okur-yazar” hem gerçek echel !

Açık oturum “tartışma”-curcuna , TARTIŞMA*

Seçkin kafa filozofça konuşma ;

Echel kelle lâfazanca kumkuma , … Erbab-ı lügat bilir “ruh-u belâgat” cedel*

Enteljansiyamızca politika ! … Tartışmayı becerir “usûl ve âdâb” bilmez !

“Mâ-nahnü fih”-lügatımız boşuna ,

“Ebced-hân” sıbyanlar hiç hoşlanmazsa !

10.

Bir garip dünya var işte karşımda

Ruhuyla tam içimde bedeniyle dışımda

Hem tek-tek hem de toptan kuşatan gizemiyle

Hem ferden hem de cem’an Muhit*tam sırriyetle

İçten dıştan sarmallaşan benlikte ;

(“Ene akrabü min habl-il’verîd”) beyanınca ,

Bana benden de yakın “O Var!”-şahdamarınca ;

Nice “yakîn”-ken her ruh âyetler uyarınca

Anlar günler geceler ve mevsimler boyunca

Bir “uzun hece” iken Yûnus’ça aşk hakkında

O tek “hecesiz gerçek” kesret*değil aslında

Mutlak “Vahdet-i Vücûd” şuûnat kucağında

(“Ahad-Samed”) İrâde*müstağni varlığında

(“Rahman-Rahim”) ifâde vahy-i Kur’an nurunca ;

Her iç dil’in özüyle sünûhat üslûbun-da ,

Hüşyâr kalbin gözüyle kâinat kitabı’nca ;

Her âyetin sözüyle okuyan şuurun-da ,

Sezgilerle elele düşünceler duygular

Boşluk yokluk*kinâye “çokluk” boyutlarında

Uzak yakın*her yönde aradılar sordular

Yaşadıkça zamanın mûtad soluklarında !

11.

(“Güllü dîba giydin ammâ korkarım âzar-eder //

Ola ki , / “Nâzenin sâye-i hâr-ı gül-i zîba!”)

Fuzûli saymaz nazm-ı nefes can nabzım meşk meğer ;

Olmaz söz “mecaz” sâye-hâr aşk “gül-güzel” renk urba !

12.

Nicesi anılara karıştı nice acılar

Dikenli güllere benzer bellek-de ki anılar !

“Dikenine katlanır gülü seven”

Kimi ölümlere kucak açarken

Kim-in’ce ne diye ölümlü*beden ?

Kader-in’ce köşe-bucak kaçarken

Birden ölümsüzlüğe kanatlandılar !

555

Fıtrat temsili : “Gül bahçesinde serüven” (-İng. Adventure*)

Daha nice sürecek nasıl sonuçlanacak (-Akıbet kim ne olur ?)

Ancak Hak Mizanı’yla hesabı sorulacak ,

Levh-ı Mahfûz’daki nice ayrıntıların

Ah ne güzel “gizemi-ne (?)” erişilse hayatın !

Hayatın sahnesi* kulis(*)’ten habersiz mâcera ,

Göz mesafesi her şey ! Uzaklaşırken , meselâ ;

Dekor-laştıkça görünen tek o müthiş manzara ,

Gönül mesabesi zaten kâh rüya kâh mâli-hülyâ !

Şöyle baktım da ruh-u “mâ(*)”-en yakın bir ucundan (-Nedir “mâ” ? Aklınca nasıl anlarsan anla!)

Ve sordum sorguladım âyet-âyet “nedir dünya ?”

Beni bunca şaşırtan mûcize görkemiyle

Şu göklerce evrenler dürülmüş de içimde

Gönlümde her ne varsa bakıyorum dışımda !

Işık-gölge oyunu işte günboyu hayat ,

Doğduğum gündenberi içimde bu ıstırap !

Gönlümü doldururken gözlerimde ufuklar

Karanlıkta aydınlık güneş ay ve yıldızlar ,

Kaç kez yeniden doğmuşken battılar yine

Yine aldatmak isteyen “sürekli avuntular !”

“Dostlar , yetmiyor ; bitmiyor ömür çilesi …”

Dostlar ! Yetmiyor-bitmiyor ömrün çilesi ,

Dil-de ki ne (?) karıştı kitaptaki yazılar ;

Dildeki’ne karıştı kitap bu tarz yazı-lar !

Yalan-yanlış da olsa susmaz şiir-in sesi ,

Zaten şiir*dediğin ne-“hoş sadâ” şu ses mi ?

Bir başka “iç dil”-şiir , ruhumdaki acılar

Bir başka dil konuşmaz ruhum da iç sancılar ,

Tek ; başka dil konuşmaz ! Ruhum-da ilk tadı ,Var !

Bir başka dil konuşmaz ruhumdaki acılar ,

Anıların onulmaz çilesini taddıkça !

Tapduk Emre,Tabduk’ca* / Yûnus Emre,Yûnus’ca*

İçten içe duy yoksa o kul (“men lem …”/ yazık)-ha !

Kalbden dile, duy! Yoksa “men lem-yezûk” kulsun-yâ ,

Dinle hem-dil “O Var-ya ! // Gerisi hep angarya (*)”

Kimi yol “bilmez / yazık” kimi söz dinlemez a-ha ,

Hüseyin’ce duysam da anlasam hem taddıkça ;

(“Elhamdülillah”) he-yâ! Oku (“Rabbik…”) duy-yaz da ,

Dil kendince okursa duyar ruh hamd-ü senâ !

13.

Kimbilir daha nice şiirler var benden öte

Daha nice doğuşlar* gönül aydınlığınca !

Kimi içten iç bilse kimi de hiç bilmese ,

Daha nice ölümler* akıl karanlığında !

………………………………………

Daha nice doğuşlar dilin aydınlığında

Daha nice ölüm var aklın karanlığında

Yuvalanan korkular* ruhu uyandırdıkça

Cin doğurgan noktalar aklın istib’âdınca !

Korku tek Kudretullah*şuur yozlaşmadıkça

556

Cinnet kudurganlaşır ruh huysuklaşır illâ !

Düşünce derinleşir , duygu tedirginleşir ;

Ruh hakikat tek Hakk’a bağlı şuur aşk-şiir ! ŞİİR-İ ŞUUR RUH-U AŞK !

İçten tadınca bilir ruh-u şuur özümser ,

Yaşanan acıların ötesinde ölüm’ler ! Ölüm var hiç unutma , şu fani hayat biter ;

Bilinmezlik mânidar , Rabbim “sonsuz”-mâvera Neyleyim öz muammâ söz son tashihat bitmez !

Birliktelik kimine yalnızlıktan da beter ! ………………………………………………..

Kader’den korkusuyla kederden kahrolmakta

Birlikte yaşandıkça kutsallaşan hey-canlar , Özgün öğüt tadınca anlar ruh vicdan duyar ,

Akl-ı vicdan nabzınca “kutsal aşk” kan tadı var ! Ritmik kalbin nabzınca aşk kutsal his can hüşyâr !

Künh-ü küllî “var-oluş” şu yol ne düz ne yokuş ; ………………………………………………….

Şimdi işbu “hoş duyuş”-şuur*ruhta kayboluş !

Hoş-hâlet “gündüz-gece” emr-i (“Kün !”) nükte-rumûz ,

Hem-meânî “dil”-hâmûş şu zor remz-i ruh: şuur*

Şiir kükrer “hoş mu hoş”-hâcet düşler ruhumuz ,

Sanki içten duyuşla ancak gönlümüz sonsuz !

Sığındıkça Allah’a akl-ı vicdan nur-yorum* O ancak gönlüm misâl lisan-ı şuur ruhum ,

Öz inanç söz hakkınca canlı Kur’an*okurum ! Mahzâ “Kelâm-ı Kadîm” meşk-i can vicdan nurum !

Türkçesi ilk eğitim meşk-i “ebced” metodum , …………………………………………………….

Ruh aşkım son öğretim belli işte tek konum !

Mevzû-bahis sözlerim hep “eğitim-öğretim”

Söz tarzım içten sezgim demek istediklerim !

Lâkin “lirik-didaktik” kolay yöntem meşrebim , İçten öz sevgim “mesaj” gönlümce cezbelendim ,

Nesr-i şiir*dileğim tek Kur’an-ca mesleğim ! Mülhem söz zevk-i sanat duygulandım dillendim !

İnanmazsınız belki şu an bikr-i idrâkim , ……………………………………………………

Ketûm “iç dil” değilim “cehr-i / mehmûse” Aşr’im !

…………………………………………………….

Tam bilgelik ararken inanç son yücelikte ;

İlk yücelik var zaten Din’ce son bilgelikte !

Tek hecelik “Hak” varken , insan bu nicelikte ;

Şu an kendini bilse , “nice-lik” incelikte !

Can öyle incelik ki “ilk kim ?”-bilinmezlikte ;

Her nice “ol kande can” an-da yoksa kan’da mı ;

Sözün özünde “irfan” kelâm-ı Furkan(*)’da mı ?

Her bir harfiyle Kur’an tam mârifet ummânı ,

Gözün önünde her an tek hakikat kaynağı !

Renk-âhenk elvânıyla canım-da kan kırmızı*

Hâl-hâlet her anı-yla* derûnum-da iç sızı !

Sanki beynim’de “kıymık” yürek-de zağlı hançer *

Can yürek çarpıntısı beynin felci’nden beter !

Donuklaşan yüzlerde pörsüdükçe “cild maskı”

Bak her çizgi apaçık işte alınyazısı !

……………………………………

Demekki insan nesli kendini bildiği an ,

Anlar Rabb’in keremi*içten idrâk-i vicdan !

Ezilip üzülmeli “iğ-ce” dürülmeli vicdan

Feleğin yüz-çeperi*nice düşünmeli insan !

Ezilip üzülmeli iy(-i)ce süzülmeli vicdan

Feleğin dil-çemberi*ince düşünmeli insan !

Ezilip gönülcesi “çile”-büküm meşk-i can

557

Feleğin “gül bahçesi” içgörüm mevt-i insan !

İnceltip ip-incecik iğ’le örülmeli ipek ,

Felek en dip gergef-cik ille görülmeli ilmek !

Ak-ipek “edeb-vicdan” en sık ilmek “iffet-i can”

Gerçek “ten-tin” güzelcik*-dil’le çözülmeli lisan !

Hak ilk tek bilmek irfan en şık dil tam mârifet ,

Erdik (“elhamdülillah”) açık söz: “Gül*-muhabbet !”

Haydi şiir-dil “irşad” gönlünce ol dem “dil-şâd”

Artık gel-git “öz söz” tad , gün Gül’ce “yol” şefaat !

Anı-laşan acıyla nasıl ilgim yok benim ,

Yaşanan her anıyla monoloğ hâletteyim !

Şu “iç dil” lügatıyla “asl-ı fikrim” halvetim ,

Can mahbesi bedenim , volkan zirvesi beynim !

Düşünceler beynimde fırtına kopardıkça

Can-ruh heyecanıyla gerilim içindeyim !

Zaman okyanusunda dalgalar kabardıkça

O an illâ sallanan sandal biçimindeyim !

Meçhul âkıbet dehşet tedâiyat sarstıkça

Anlık hiss-i hafakan yarımcanlı belleğim !

Ölmeden ölmek*tek dert dil-ledünniyatımca

Benlikte oyuklaşan bilinç işte tek “O Var !”

O son mûcize-mevt* ki “ruh”-en yakın’laştıkça ,

Yakın en yakınlardan “yakîn” anca o kadar !

Bak daha yakın zira kafa*-kalbin nazarınca ;

Sakın O’nu unutma , mahvolur unutanlar !

O an öyle bir hâl ki , ne ben ne de değilim ;

O “yakîn”-sezgi*de ki “ben” en derin dip-de’yim !

Her ânı anı-laşan öz ilgi*de ki “bilgi”

Yaradan’ı yadsıyan söz özdeki değil ki !

Yılların yollarında zaman yorgunlaştıkça

Çilenin kıskacında insan olgunlaştıkça

Hayatın sularında vicdan dolgunlaştıkça

Kâinat deryasında aramak kaybolmaksa ,

Son kez dönülmez derken yine döner mi bilmem ;

Mi’râc müntehâsı’na yol varsa da gidemem !

Kıyamet yakıncacık ölümlerin ardında ,

Başımdaki dünyacık mihverinden çıkınca

Hem açılır hem örtülür zaman ötesi kapılar ;

Kim ölmeden ölse görür önünde-ardında ne var ?!

İnançla aydınlanan ruhta ölümsüz mahşer

Bir gizli yol ararken herkes zoraki gider !

Bir gönül kapısı da bana açılsa şimdi ,

Tüm beden evreninde yok mu bir gönül evi ?

Konuk odası’ndaki “dil-küşâ”-ihsan yeter ;

Yeter tüm sevgilerle tertemiz saf gönüller !

Yalnızca “Allah için”-yüce aşk’ı kutsamak ;

Sonuna dek “tek sevgi” ille Hakk’ı aramak !

Anladık kalbimizin nüktesi “sevgi-barış”

Şu ölümlü dünyada “sanat O’nu arayış !”

………………………………………..

558

Şu dem meşk-i “şiir-dil” lügat-ı elfâz “zevk-i meâni” diye aşk-nümâ ARAYIŞ , şevk-i şiir ruhunca akıldan

belâ gönlün mâverasına dalmak ve evrensel derûniyet derinliklerinde kaybolmaktan farksız san’at-ı hayat /

dünya anlayışına uygun niyet-tabiatına göre saf fıtratta“aşk-ı lâhuti (İlâhi , hakiki ,mânevi ve eflâtuni)”-ilham

la değil de (13*42.“ya’lemü-mâ teksibü küll-ü nefs” / Her benliğin ne kazandığını // herkesin ne kazanacağı

nı , O bilir.) evhamsız zihin çabasıyla yorumsamak bakımından “aşk-bâzi” ve de “mecâzi” hissiyatta ise “eb

ced-hân” heveskârca muabbir-i (“edğas-u ahlâm”/ karmakarışık rüyalar) insiyâkına nazaran hem “maâriz-ül’

kelâm”: sözün asıl manasından başka manayı istemek / vurgulamak kasdıyla kapalı anlamlar*/ arasında ayrı

ca , ibtilâ-i “ibhâm” : sözün kolayca anlaşılmayacak kadar remizli , belirsiz ve kapalı olması* / gibi fart-ı me

râmla AŞK “iklim-i tâlim” meşkine çağrılamak için merak uyandırmak kasdıyla da olsa (Bkz. Ömer Öngüt ,

Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’dır / Sh. 94 -5: “Biz şöyle niyaz etmişizdir : “Allah’ım !// Not: Her şey Allah’

ın olduğundan “lâfzatullah” muzaf olmaz da muzafün ileyh* olur. Burada asıl mana : Benim “Allah’ım” der

ken “ilâh ve mâbûd’um” demek olur. // Şu ümmet-i Muhammed’e bir hediye gönder! Bu er kişi(*) bu sırları

çözsün , bu incileri toplasın.” Fakat size kırıntısını açmaz. Çünkü bu* fil’in lokmasıdır , karınca yutamaz. /

Ve bunları okuduğu zaman şöyle diyecek : “Neler açmış , nasıl da bu İlâhi sırları saçmış ! Kör pazarında

ayna satılır mı ?” Kalben böyle söyleyeceğini biliyorum. Bu açık ifâdelerden , bu kitaplar (*)’ın Hazret-i

Mehdi* için hazırlandığı anlaşılmış oluyor.”) bırak-kalsın aşk-ı “dil-sûz : gönül yakan” nazm-ı “bî-hemtâ”

anlam-söz demek istesem de diyemem Rabbim ! Mâdem meâl “lügat-ı meâni” ki , (işte: bî-payan , bî-rayb ,

bî-nazir , bî-müdâni , bî-kerân , bî-iştibah … ve lâ-yu’lâ ve lâ-tuhsâ ve hatta lâ-yebğıyân : birbirine karışmaz

ve özelliğini bozamaz”) Nazm-ı Celil* âyâtından mülhem-mükteseb söz “zevk-i derk” Kur’an ve Sünnet’e

mütedair âsâra âşina akl-ı vicdan ve hiss-i “iykan /ihsan” koydun da gönlüme sabr-ı tevekkülle sekînet-tehan

nünâne inâyet taddırdın. Nasıl yazarım (“alleme bi-l’kalem”) yazdırmasan ; nasıl tadarım meâl-i âyet / din ve

dil zevkini idrâk ettirip taddırmasan ?!

…………………………………………

Neyleyim acılara sabırla katlanmakmış ;

Baştan sona çile yüklü şiirlerde yaşamak !

Özünde hep kul gönüllü mahviyette kalmakmış ;

Sözünde mâkul görüşlü kalbin gözüyle bakmak

Ölüm’üm lâhut , ölümlü yahut ölümsüz tad’mış ;

(“İnnellâhe maassâbirîn”) aşk özüyle duymak

Vahy’in ruhuyla Hak sözü hakkıyle kavramakmış !

Ne hayâl ne illizyon her anlam aklen kavram

Dil’de kaçbin versiyon meğer çok tâbir varmış !

Ne hâl halüsinasyon her kavram kalben ilhâm ;

Ne ifâde ne merak merâm-ı Kaamûs’larca ,

Kelimeler yazmak hep lügat parçalamak’mış ;

Künhünce algılamak benlikten arınmak’mış !

Türkçe Sözlük’te en son “baştan yukarı” kalmış ;

Şiircesi “baş komak” secde’deki anlarda !

Zikrullah* kalbi oyar , içine “ilhâm” koyar ;

Nazm-ı nabz zevk-i “Hû” var , iç dil’ce bil ; tam O “yâr !”

Hû-Allah* kalbim duyar , ruh-hâlet duyuran var ;

O Mutlak ! Kur’an-ca yaz , sebil-ledün “silm”-i tam !

14.

Gönlün mevsimi şu an uzadıkça âkıbet ;

Ömrün merdiveni “can”-esnan sıkça basamak !

Tufûliyet sabâvet şebâbet-i kühûlet ;

Kalmayınca ilk dişler sinn-i “şeyhûhet” hayat !

Yol meyl-i makber / mahşer , işte en son nihayet ;

Belli ki “gelen gider gerçekten zor seyahat !”

Kim demiş “şeb-i yeldâ” bak gündüz-yaşam var-yâ ;

559

Aklın özünce demiş : “şeb-i ârûs” Mevlânâ ,

Yol-beden zaten “yol-da” (*) dönüyor ruh Mevlâ’ya !

15.

Her sevginin bedeli varmış ezelden beri ;

Hepsinden de değerli yüce Allah sevgisi !

Hepsinin üstündeki (“Ve-l’asri”) mazmûnunca

(“İnne-l’insâne le-fî husrin illellezîne …”)

(“âmenû ve amilu-s’sâlihati …”) ruhunda

(ve tevâsav bi-l’hakkı ve tevâsav bi-s’sabri”)*

Hayatı üç âyetle edivermiş formüle !

Rabbim nice mûcize göstermiş de gönlüme

(“İttekû firâset’el-mü’mini …”) uyarınca

(“Li enne-hû yenzuru bi-nurillâh”) demekki ,

“Hakikat-i Muhammediyye” (*) hilkatin şerhi !

Bu “Nur-i mücessem” ruh* kelime-i menhûte

Hikmet-i aşk-ı Hak “Hû !” tek hecâ-i memdûde

İnsan mizâc-ı Helû’(*) hem gurur-u beyhûde , (Bkz.Yeni Lügat / sh.214: “Helû’/ Sabrı az, hırsı çok …”)

Haddizâtında illâ haddini öğrenmeli !

…………………………………….

Demek ne acılarla ödenirmiş her “bir an”

Görünüşte ucuzken “zaman” havadan sudan ;

Allah için coşmak koşmak kanatlanmak ölüme ,

Candan ayrılmak gerek kavuşmak için özü-ne !

Elbette katlanmak pahasına tüm isteklerim ;

Derviş sabrıyla ermiş de murâdına nitekim ,

Mutluluk sırrını bulmuş ömür boyunca

Bencileyin bu sırrın sorusu da cevabı da ,

Şiirleşen gönül dilinde suskunlaştıkça

Dünya kendi diliyle konuşuyor açıkça ;

Yine kıt anlamış da sığ anlatmış şiirlerim !

Öz şiir ki , kolayca anlaşılmaz gözucuyla

Özüm ne ki kısaca anlatılmaz dil ucuyla !

Baştan başa dönerken “kader ruleti” dünya ;

Her an onu kendimce anlasam anlatsam da ,

Kederli şiirimle ağlasam ağlatsam da ;

Rahman’a yaslanmayan her teemmül boşuna ,

Neyleyim dostlar , benliği tam anlamadıkça !

16.

Neyleyim dostlar şu post-bedenim dar dünyada

Gizlice sızlanmak hem sığınmak’ken Hak dost’a ;

Neye yarar oğunmak-dövünmek yâd-ellerde ,

İçerleyip gücenmek-küskünleşmek çâre mi ?

Hem gün-gün demetleşen gül-gül gönül bahçemde,

Takvimlerle aradım topladım günlerimi ;

Şöyle bir-bir saydım aynen sıraladım güllerimi ,

Derviş-dili tesbih’leşen bir dem tatlı hüzün gibi ;

Hem şiir-şiir okudum hem yazdım duygulandıkça !

17.

Anladım ki “hayat” önce bir şeylere katlanmak

Utançla gökler önünde bir yerlere saklanmak ,

560

Bencil isteklere aldanmak’mış doyumsuzca ;

Deryâlar geçse de ruhuyla yanmış susuzca ,

Tuzlu sularla “çile” yahut “kırk gün: erbaîn” tuzsuzca ;

Zor mu bunlar (niye ?) diye sor , nefse latife tarzda !

Duygusal bilinçle aradım-sordum yıllarca ,

Nedir ruh-benlik ki dünya rüyasında

Anlamadım-anlatamadım asla “ben kim’im ?”

Ya da anladığım gibi anlatamadım mertçe ,

Beyan-ı hâl diliyle üslûbundan âciz’im !

Hani benim öz kimliğim

Dilim dinim tarihim

Sanat zevkim şiirim

Devlet-millet geleneğim

Dünyalara değişilmez değerlerim ?!

İnsanca müslümanca ideallerim karşısında

Dediler ki soysuz şiirlerin diliyle :

“-Beğenmiyorsan dünyamızı ; bizden öte …

Biliyorsun , işimiz yok ; hem veresiye …

Hemen çek-git ; gölge etme, peşin cennetimize !

Bâri dervişliğinle al-başını git ;

Git , gidebildiğince ötelere !”

Bir başka dünya aramak için ,

Düştüm dönülmez yollara !

18.

Jaspers’a göre, “Felsefe :

Yolda olmak”-tan ibaret !

Hak Dini Kur’an Dili’nce :

(“İnnâ lillâh…”) tam nihayet !

19.

Ufukların gözünde uzayıp giden yollar ,

Daralan geçit gibi gözden uzaklaştıkça ;

Ben miyim-ya neyim nerdeyim dostlar ,

Neyleyim “can dost”-şiir’im yaşadıkça !

Anladım ki “hayat” önce bir şeylere katlanmak // Gökler önünde utançla bir yerlere saklanmak … /

ÖMRÜN HASADI

(“ed’Dünya mezraat-ül’Ahirati” – *)

1.

Gün gün yaklaşırken yolun sonuna ,

Yaşıyorum artık anılarımla !

Mevsim değişirken yol günboyunca ,

Ömrüm-yolum “anlık ölüm” karşımda !

2.

Ömrüm gidiyor neden geliyor ölüm

Mevsimler değişirken her geçen gün

Gördüm eriyor beden seziyor gözüm

Sevdim de “öz içten söz” hem-dil’ce gönlüm !

561

3.

Mevsimler değişirken tam yol günboyunca

Ömrüm korkunç yol anlık gün-ölüm başımda !

Sezgim Gül’ce şiir-renk (“… yevm-id’Din”) yolunca

Gönlüm ruh “koç kurbancık” gün-ömrüm yaşımda !

4.

Mevsimler değiştikçe her tez-geçen gün ,

Ömrüm gidiyor diye geliyor ölüm !

Günler mevsimleştikçe has-adı Gül’ün ,

Ölüm “Gül !” diyor işte gülüyor gönlüm !

5.

Ömrüm “Gül !” diyor işte gülüyor ölüm ;

Ölüm “Gül !” diyor içten gülüyor Gül’üm !

Özüm “Gül”-gün yol işte gidiyor yolum ;

Sözüm “Gül”-yol zor içten “Gül’lü- yol” gönlüm !

6.

Yol-sözüm diyor Din’le “Din’li- yol” gönlüm !

7.

Derûn-lügat cevfi-ne (?) dalıp çıkmak ledünn’üm ;

Kolay mı harf hafriyle “cümle çatmak” kolay mı ?

…………………………………………………..

Derin lisan “iç dil”-de kalıp çakmak içgörü’m ;

Zor ayn-ı tarf * tarhıyle “cevf’e dalmak” yol nazmı !

8.

Derin lisan iç dil’ce kalıp bakmak içgörüm ;

Derin lisan şiir’ce bakıp yazmak öz sözüm !

Güncel lisan fevkinde söz konuşmak ki yönüm ;

Güncel lisan bilgimce Türkçe matrak kördüğüm !

9.

Derin lisan ilmince “Türk’çe idrâk” net ölçüm ;

Güncel lisan için-de Türkçe intak kök görgüm !

10.

Çocukluğum hayâllerim gençliğim ;

Yaş kırk* derken neden birden değiştim ?!

Yâ-Rabbim , daha çok çekecek miyim ;

Ya hemen “höcceten” (füc’e*) ölecek miyim ?!

11.

İnâyet lûtf-et de kemter kul’un-a ;

Vicdan rikkatiyle yol’un-a dönsün !

Kimbilir ne “giz”-ce isyanı varsa ;

Nedâmet hissiyle tevbe-kâr ölsün !

12.

Ah ne hazin hayat’ın mâcerası ;

Alt-üst oldu aklım’ın mâverası !

Fena-(“dünya Ahiret’in tarlası”)*

Yolcu-ruh şu mâtem “ömrüm” hasadı !

13.

Ruh hep yolcu mâdem aşkın has-adı !

14.

İçten iç yakınç’ım gözyaşlarımla ;

562

“Korku ile ümit arasında”-yım !

İşte baş-başayım günahlarımla ;

Yeter ki iman’la haşr’et, Allah’ım !

15.

Gün mevsimleştikçe hemen her anı ;

Ölüm “Gül !” diyorsa gülüyor dil’im !

Söz şiirleştikçe içten ilhâmı ;

Gönlüm istiyorsa veriyor Rabbim !

16.

Ölüm “Gül” diyorsa “Gül”-yorum dilim ;

Gönlüm istiyorsa “Yol”-buldum , Rabbim !

(*) Rahmetli ( büyük baba ) dedem*Hacı Hüseyin efendi , niye -niçin “höcceten” derdi ? İkicik kelam edip

onu anlatmalı ve unutulmaz anlardan / anılardan geriye kalan “büyük miras : Atasözü”-özgün nice anılarıyla

gönlümü uyandırmalıyım. Müthiş nasihatçı adamdı ; tadını bilirdi işin de dilin de ! Eh birazcık da uzun uza

dıya (söz uzadı ya , o misal !) anlatırdı. Israrlı ve iştahlıydı “emek-iş , yemek-diş ve geviş , söz-sohbet ve iba

det de aşk-“sevi” ister !” - dercesi , ince fikir * beyanına hasseten en çok kaynak olarak tam hörmetle (emek

li vaiz , zamanında “dersiâm / müderris-i sâbık) Gerede müftüsü el-Hacc Kemaleddin Üstün “rahimehullah”

Hocaefendi* diye huzurunda “süâl-cevap / isticvab” edebince zikrederdi ismini ilk an “namaz-niyaz” ve hele

“seyr-i sülûk / tarîk-ı tasavvuf ” konularında. Adam kayırmaz ; kadın-erkek , yaşlı-genç , çoluk-çocuk ayır

maz ; servet ve zenginlik konusunda aklı , imanı , ilim ve edeb gibi “iffet” ve de “beden-ruh sağlığı” sıhhati

de emtia / mal , akçe (eski para / yenisi oldu “pul”; buna da gücün varsa bul !)değeri üstün tutar , her meclis

te sorgu-süâl , “bal-bol söz”-sohbet açar ruhuyla konuşur , hiç mi hiç edebden sapmaz , mertliği bozmaz , sö

zünden caymaz , sünnet-i seniyye’den ayrılmaz ; amma mâsum muhatap bir kimseyi ikaz sebebi incitirce ve

yadırgatıcı biçimde sert tavrıyla sarsarak kim olursa olsun nitekim mutlaka bir “eûzü-besmele” çektirip bazı

harf ve tecvid-telâffuz hatalarını titizlikle düzeltmek Kur’an nassınca ve elfâz-ı tilâvet tarzında uyarmak için

nasihat heyecanı hiddetlice edâ “bak-hele!” diye-diye elini ikide-bir uzatıp böğrüne döşüne dizine kaktırır da

doğrudan ona hitap böyle enteresan anlamda duyurur ve buyrukçu sohbet dinletirdi illâ lâfını.Hele din ve tarih

hakkında canlı hatıralarıyla konuşurken kesinlikle ağlar / şapır-şapır gözyaşları akar ve coştuğunda derhal

ayağa kalkıp (tabir caizse, sahnede rolünü yaşarcası başaran usta aktör gibi) canlı-heyecanlı tavırlarını , nasıl

görmüş-geçirmiş ve neler yaşamışsa aynen canlandırıp bazı mimik “kafa-kol” taklid hareketler yaptığını , bil

hassa düşmana karşı “süngü tak !” komutu alınca nasıl düello yapıldığını ondan görüp dinleyince unutmam

mümkün değil ! Onunla birlik-geçen nice yıllarım değil ,hatta bazı anlar-günler ; akşam-sabah , gece-gündüz

kış-yaz, kar-yağmur , yağış-çamur , soğuk-sıcak demeden , yolda-belde yürürken de hiç sessiz kalmaz sanki

beni işleyip beynimi-yüreğimi iyice eğitmek isteyen ne tatlı sohbetler / öğütler ve bunca yıllar sonra halen de

değerini hiç küçümsemediğim ve hep benimsediğim bilgiler ruhumun yoğrulmasında daima faydalandığım

bir irfan membaı / feyiz kaynağı olduğundan asla unutulmaz ve aslında anısı-konusu da hatırladığım kadar

bile olsa saymak-anlatmakla bitmez. Anılarım-da kaldılar artık. Babaannem Hacı Fadim-ana’m da ! Annem

Münevver Fatma ve babam İsmail de ! Ve daha adlarını anacağım , ardınca Fatiha okuyacağım mahal-zaman

yettiğince. Demekki onlar ruhuyla yakın ve bedenleriyle uzak bize. Bedenler yerde ve ruhlar göklerde görü

nüyor. Kimi inançsız zavallı-divane dürbine tersinden bakar gibi “uzak”-bakıyor ruha ,ahirete, ecele, ölüme,

ölüye ve kabrine ! Aklınca “an-gün” ne ? Saat-takvim nedir ? Nefes “ses-söz” sanki içten nabz-ı “ruh-can”

ne demek “gönül-yürek” kan-kalbim ? Mülhem duygu ve düşünce, sezgi ve bilgi niçin ? Neye yarar baş ve

ayaklar , gözler ve kulaklar , eller ve parmaklar kâh ağzına dek kalkar yukarıya ya da aşağıya iner ne diye ?

Ne diye huzur-dem müştak gözlem nur-u şuurunca arar ruh hem niye özlem duyar gönlüm ? İç ve dış şu be

den organları ve her birinin fonksiyonları (bilimsel detayları irdelenip beynimizin yapısına göre değerlendiri

lirse) hep bütünüyle canlı ibret veya başlıbaşına da anlamlı hikmet ! Tam anlamınca araştırılsa saymakla bi

ter mi ? Allah-Allah “Allahü Ekber !” Her insan nasıl “Ben !” diyor ya da “ortak kimlik” kendince “Biz !”

Sözümona ancak kendi-ne (?) insan; nereden bulmuş şuur* ruh nurunu da aklınca canlı beden nazm-ı nabzın

dan bile habersiz ! Sorgu-süâl etmeyince cevap boşuna ! Anlaşılan O ki , işte tek “Kudret-ullah” Hakk-ı Te

563

âlâ* ancak Kudret tam manasınca Allah ! Hakikat tek güvence, eşsiz “Zat-ı Bâri” (*) ille de (“… illâ-llâh”)

hep bütün “nizam-ı âlem” muhtelif fıtrat-ı mahlûkat tarz-ı sanat “tabiat-ı hayat” dünyalar var-eden , nice mû

cize-âyetler gösteren , ne hadd-i hesabı bilinmez semâvat dolusu “rahmet” tecelliyat-ı takdiratınca canlar ya

ratıp tıpkı “iç dil” lügat-tefekkürümüze benzer örnekler sergileyen nitekim “Mabûd-u bi’l-Hak” (*) kim ola

bilir Rabbimiz’den başka “Tanrı-ilâh” –hâşâ / olamaz zinhar ! Ruh-u beden ne güzel misâl , lâkin niye düşün

mez zihn-i beşer renk-âhenk göklerce derinlik gibi içten nice cevab-ı vicdan nasihat dinlerken nazm-ı nabzı

na nasıl lâkaydî hissiyat dünyasındaki insiyak kitabına an be-an yazılan nağme-i mülhemat tarz-ı sünûhatta

“aşk” ya da “iştiyak” kadarcık kader ruh-u şuur rumuzatından ibaret “duygusal düşünce” edeb-i iz’ân nükte-i

irfan nokta-i (“Bismillâh…”) hikmet ,Tek (“el-Kitâb”) bilgisini içselleştirici istek “gönülden niyet” dil-beste

ders-i edebiyat’tan nasiplenmek gayesine önem vermez ve hiç değilse “zevk-i meşk” kalbin nabzına uygun

hiss-i idrâk taddıracak kıssacık bir “şiir-dil” öğüt-söz de mi dinlemez ? Sormak-sorgulamak gereksiz mi , siz

ne dersiniz; zevk-i şiir rikkat-i kalbin inbisâtını niyaz değil mi ? Misâl şu işte, et-kemik , kan-kalb , beyin-si

nir vesâir “akıl kutusu” kafayı getirip beden yapısının en üst noktasına tam canlı ve oynak kıvamda bütüncül

biçim ve uyumla oturtmuş kim ; Kim’in sanatı tıpkı insan-beden de evren nitekim ?! Müdrike-i beşer her ne

hikmet ve ne güzel fıtrat ; ne muhteşem san’at sayısız-sınırsız tabiat ve şu uçsuz-bucaksız şuûnat , şu görkem

li yerler-gökler , nice-nice âlemler ! Herkes sevdiğince sezinleyip bütün nizam-ı âlem kanunlarını bilir ve ge

ce-gündüz zevk-i ibret değişen mevsimler içinde hem-beden gönül gezdirip biteviye gözlemlerken neş’elenir

de yine yeterince dikkat göstermez sanki kitapların içindeki resimlere bakarken neler anlattığından habersiz

söz-yazılarıyla hiç ilgilenmeyen sabi-çocuk gibi ! İnsan düşünmez mi hiç ; çok kişiler , ister tanıyalım-tanı

mayalım misal-aynen ben ve biz gibiydi , kimi bizden-içimizden biri yahut tam yabancı idi belki , işte onlar

“ruh-beden” nerede şimdi ? Evet; dilim dolaşıyor ruhum uçacak da dudaklarım uçuklayacak gibi iştiyak-ı

idrâk kafam bedenimden kopacak sanki işte elem-i mevt derinlikte teheyyücatım misâl ! Aldatmayalım ken

dimizi şimdi içimizden ebediyen ayrılıp bu berbat dünyayı bizlere bırakmak istercesi sinemizden koparak

gidenler nereye gitti ve dönmedi hiçbiri ?! İşte bu soruyu cevaplayan tek kaynak kitap bakınız ancak Kur’an!

Nur yüzlüydü Büyükbabam-Fadimanam’lar ardınca Münevver anam ve İsmail babam da artık geçip gitti her

biri. İmanıyla Kur’an-lı , irfanıyla iz’anlı ve “selim”-vicdanlı insanlardı hepsi de. Esasen nur-güleç yüzlü ve

pek hoş tatlı sözlü; lekesiz iffette eli-ayağı tertemiz zira abdestli-namazlı hanım kadınlar ve mert erkeklerdi.

Birarada yaşadık yıllarca. Canlı ibret düşündükçe gerçek görüp bildiğimiz son netice, emsal-timsâl alıp başı

nı çekip gitmiş şu dünya-hayattan belli ki , İlâhi huzur “Rabb-il’âlemin” emr-i ilticagâhına ! Akl-ı vicdan his

siyatımca algılamaktayım ki her birinin hâl-i kabri içimde canlandı , hayâl ötesine benzer ruhta yakınım onla

ra. Anam , babam , amcam , teyzem , dayım , halam ve eşleri enişteler , yengeler ya da özkardeşten farksız

yakınlarımız nazlı can-bedenler neredeler şimdi , idrâk kolay mı ? Daha hangi birisinin adını ve anılarını ya

şatmak için hayırla yâd-etmek görevimiz. Zaten yaşatmazsam adı-sanı unutulup gidecek diye endişelendiğim

bilcümle eş-dost ve akraba taallukatımı , anam ve babam tarafından gelmiş-geçmiş “ana-ata” ecdadımdan bi

lip anımsadıklarımı ve hiç bilmeyip de dâr-ı bekada tanımaya arzu-merak duyduklarımı da katmak ; Adem’

den kıyamete / -dek ehl-i iman ruhlarına Fatiha / aşr-i Kur’an okumakla gıyaben selâmlaşmaya yatkın niyet

dileklerimi ifâde için yine hemen nazm-ı Kur’an beyyinatından başka kaynak kitap mı var ruhumun nefesini

dillendirecek ? Maksad-ı mahsus sözümce yeni neslime de ecdad ruhunun tarih ve töre sevgisini aşılamak is

tiyorum. Mevta-i mezkûre ecdadım misal hepsinin de “ehl-i sünnet ve-l’cemaat (*)” dosdoğru yolda yaşadık

larına bihakkın Allah ve ayrıca yakın tanıyanlar arasında biz de şahidiz. Ruhları şad-olsun , kabri nur-u cen

netle dolsun. Amin ! Rabbim , şahitsin nitekim bizleri de emr-i ilhamınla şahit tutup cümle ecdad ve hele üs

tadlarımızın ruhani nur yani nurani ruh yoluna ve şefaatlarına kavuştur. Rabbim , bizleri ve evlâd-ı iyâlimizi

de erdir ruh-u Nebiy-yi Mustafa Aleyhisselâm’ın “mahşer-şümûl” şefâat-i uzmâsına ! (“İhdina-s’sırât-el’ müs

takim”) ve de (“Men etâ…”) sırrınca Gül-Muhammed* gönül-muhabbetimiz “sohbet-i irşâd” yoluyla aşk-ı

Hakk’ın inâyeti işbu hakikat tarz-ı şiir ruhta tam mütevekkil lisan-ı niyazım acz-i ifâdeme rağmen en “yakîn”

nazm-ı nabzımca hem-dem içten nefes-i “Hamd’im” meşk-i “iykan” neşve-i “likaullah” hep bu düstûr Rızâ-i

Bâri’ne ! Erdir Rabbim meşk-i irfan nur-u Kur’an ancak kalbî idrâkimize hitab-ı kitâbınla vehb-i hidâyetine !

Sözüme bahane “höcceten” (Bkz. Yeni Lügat / “füc’e: Ansızın , birdenbire.”) iken niyaz-ı “hüsn-ü hâtime”

meramımca açıp bu dil-beste gönlümü “Üveysî-mizâc” cümle Gül Muhammed* muhabbetine müştak gönül

564

lere pişdar ehl-i irfan edeb-i iştiyakla ağzıma lâf verdin de kelâm-ı merâma azmettirip yazdırttın dil-i kalemi

me! / Ve derdi ki iki-de bir Dedem: “-Oğul , ahir-şer zamanda âniden ölümler artacak. Son nefeste “şeytan /

aleyhi-l’lâne” ecelle me’yûs son an can gırtlakta tam “hâlet-i yeis” soluklayacak anda yaklaşıp insana evham

verecek gönlünden imanını söküp almak için. Aslında ölüm ve âhiret hakkında gayet açık kanaat-i itmi’nân

ne güzel kelime-i şehâdet sözü “üç yakîn / mertebe” şeksiz emel “likaullah (*)” yani , illâ Allah’a kavuşmak

varken , bu konuda şüphe-vesvese verip kalbinden imanını çalmak , maâzallah* son nefeste imansız gitmesi

için musallat olur ; Rabbim muhafaza buyursun ! Allah korusun , şu son nefes o son anda kâmil imân’dan

ayırmasın kulunu ! İşte böyle âniden “höcceten” yani hiç beklenmedik anda âdeta tamamen nefsin hevesâtı

na kaptırmış şuursuzlukla âhiret hayatını ve el’an hadsiz semâvatı yed-i kudretinde tuttuğu âşikâr Rabb-il’âle

min Allah’ı bile “hâlet-i gaflet” tam unutmuş da dalıp gitmiş dünya-hayatın nice cazip belâ* aldanışından do

layı hep ayık bulunmak gerektiği halde bilakis son solukta azrail’e “hazırlıksız” yakalanıp ölmekten pek kay

gı duyardı. Ne hikmet bilinmez sonrası işte böyle bir ibret nitekim merhum babam , kendi babasının ölüm gü

nünü şöyle anlatmıştı : O gün son yatsı namazını camide cemaatle kılmış, sonra babamla da görüşüp konuş

muşlar. Gidip evine yatmış, o yatış ! Yanıbaşında sonraki hanımı da anlamamış, duymamış hiç ! Sabahleyin

“ölüm raporu” için gelen doktor bakmış ki “kriz” sebebi “sekte-i kalb” belli ! Bir başka ders-i ibret de şu hu

sus ki , rahmetli “ben hiç doktor-hastane neymiş bilmem , sadece seferberlikte tedavi gördüm İstanbul’da. O

olayın da asıl sebebi …” diye enteresan sağlık konusunda Allah’a tevekkülünün özünde hayat felsefesini id

dialı biçimde belirtmeyi de severdi , zira nasihat tarzında anlattıklarından özet: “çalışan demir ışılar / pas tut

maz !” Gerçekten “baş-beden sağlığı” dilemek , kendi büyüklerimizin dilinden hiç eksiltmediği bir duâ idi.

Yine şu uyarı da babamdan nasihat tam mükemmel dikkat-tesbit ! Derdi ki : “Hayvanca hayvan bile ilk kim

den ya da nasıl neden ve nereden kâm-almış / zevk tadmışsa anımsatıcı her yakınlık anında ona doğru ayruk

sağı kulak kabartır.” Bu sözün özü şu demektir : Sanki insan nefsinin netâme zaâfı seks’te olduğu gibi başka

hiss-i hassasiyet konusunda “ilk intibâ” çok önemli ! Demekki ilk izlenim (intibâ*) ancak bu kadar rakik kıyas

la açıklanıp pek kurnaz “şeytanca” dedikleri ma’nâ-yı mantık* kavramında “analiz”- tahlil edilirken üstelik

örneklenen zevk sanki ille seks’miş gibi ilkel bohem mizacımızla zevzekleşmeden en ince nükte de kanaatimce

tam nokta’layıp böylece vurgulanabilir vesselâm ! Rahmetli babam benliğimin gizemine misâl lisan-ı derûni

yet tam manasınca anlaşılması gayet zor rutûbetten sayfaları birbirine yapışık kapalı kalmış da bazısı hiç açıl

mamış formalar kadar ruhunu saklayan nitekim muammâ bir kitaba benziyordu sanki iç dilini bilmeyen

hiç kimse severek okuyamaz. Son zamanlarında âdeta hayatı boyunca açıklamadığı bazı sırlarını “birazcık

güvenecek bir dost bulsam da ona daha açık konuşsam ,bilmiyorum anlar mı; ya da ne kadar anlar beni ?”

diyormuş gibi bir hiss-i intibâ uyandırıyordu dimağımda. Başbaşa sohbet esnasında anlıyordum bunu ama

maalesef bana yani kendi evlâdına ya da sırdaş birkaç dostlarına , onların anlayışlarına da değer vermiyor ,

hatta tarikat şeyhinden başkasına güvenmiyor fakat tam doğrusunu aklınca anladığından da şüphe etmiyordu.

Velhasıl tam “hayat adamı” olarak kimseye minnet duyup boynunu eğmedi de ömrünün sonuna dek başını

dik tutmayı başarmak için hep aklı başında atardı her adımını. Allah şu fani hayatında ona uzun ömür bereke

ti ihsan ettiği gibi inşallah hayat-ı âhiretini de temiz yaşayışına karşılık mağfiretiyle cennet-mekân eylesin !

Vefiyat: 01 Mart 2008 C.tesi , Yazıköy mezarlığında baştan nihayete dek “kabir ziyareti” yaparken not aldım

mezarların baş taşlarında yazılan doğum-ölüm tarihlerini işte: Babaannem hacı Fatma (Fadim-ana) 1312 -1961;

Dedem hacı Hüseyin: 1896 – 06.06.1970; Annem hacı (Münevver-) Fatma : 1.felç 20.10.1996 // 2.felç 20.01.

1997 ve vefatı: 1336 / 05.03.1997; Amcam hacı Ahmet Kurt: 19.07.1997 ve küçük oğlu Muharrem: 24.07.1997;

Halam hacı Ayşe Kader : 10.04.2000; Dedem’in 2.eşi Fadim: 02.08.2000; Babam’ın 2.eşi Fatma: 27.05.2004 ;

Babam hacı İsmail: 1335 (1919) – 09.03.2007 ve yaşamayan ilk çocuğu: “sabi Mehmet”-1940* Ayrıca , dedem’

in ağabeysi: “şehit Mehmet”-1334* // İzmir-Kaynaklar mezarlığında medfun kayınvalidem Nazmiye Gül :

13.04.2004 // Daha pek çok kaydetmek istediklerim var amma mahal müsait değil. Bilgi için birkaç örnek yeter!

Rabbim ,mukadderatına baş eğmek*kadere rıza göstermek kanun-u hayat tek Kur’an anlamlarınca açık gerçek!

Şu fani ibret-dünya ömr-ü hayatımda daha baştan buna açık fırsat da varken nasıl yorumlamam gerektiğini

içten hissederek kavramaya ve bu tarzda kalem meşkimle yazarak anlatmaya çalıştığım mülhem mükteseba

tımdan “Özet Divan / Yaşamakça” asıl konu şu noktacık nükte-i idrâkimce esas hülâsa “üslûb-u arîza” zaten

565

ne demek “kader değişmez” sırrınca anlamak gerek ki , işte ömrüm “müddet-i mühlet” örnek : kendime göre

sebep bilmeyerek “kısa adım atmak” yüzünden nasibine eremediğim ve tatminine erişemediğim meram-ı me

râkım iki : İlki “hıfz-ı Kur’an” ve öteki de “akademik kariyer ” ; her ikisinin de hikâyesi sanki içimde derin

bir “ukde”-misâl pek mânidar. Artık geçmiş şunca zaman nüktesi işte “iç dil” lügat-ı şiir yazmaya yatkın şu

kalem , bu iki tür yoksunluk arasında âdeta sıra-dışı olmak için çırpınan nahif-yürek kendi hâlince cezbe-i

ihsas sanat-ı ifâde “edebiyat” mübtelâsı sıradan ne çok kimselere benzer garip bir “Allah kulu” da sayılmazsa

sahiden bundan başka hiçbir şey değil nitekim.

Madem hîn-i (hal) hâcet böyle, o halde emr-i iman ve islamca sözü de net söyle! Esah hakk-ı hukuk kavl-i

edeb-i Risâletpenah Efendimiz’ce elzem mana-yi mefhûmuna göre esas “sünnet-i seniyye” sîret-i Nebevî(*)

imtisal lisan-ı ruh hayatımıza düstûr olmalı insanlar arasında daima “hakkı ve sabrı tavsiye” emr-i Kur’an

ahkâmıyla ahlâklanmak bakımından “nice ezâ-cefalara karşı tehevvüren açık bedduâ etmektense tevekkülen

gizli duâ etmek , Cenab-ı Mevlâ’dan naz-ı niyaz ile ümmetin hayrını dilemek daha evlâ olsa gerek” diyerek

gerçek barışa yönelik iyi-niyet davranışlarımızda sabır ve “sırat-ı müstakıym” metoduna sebattan sapmamalı.

Bilhassa Allah’ın hak buyrukları “ışık kitap” beyan-ı Kur’an nur-u şuur ruhiyatımızca “canlı irşâd” dil-i meâl

lügat-ı lisan nazm-ı âyet tâbiratından anlıyoruz zira açıklayarak kullarına daima afvı ve hayr-ı Hakka davette

sevgi , saygı , hoşgörü ve bağışlamayı tavsiye tarzında emreder. Yani der ki , işte “tebliğ metodu” konusunda:

(Bkz. 16*125. “Üd’u ilâ sebîl-i Rabbike …” / Rabbi’nin yoluna davet et, çağır !) Nasıl; hangi yol , tertib-i usûl

ve en uygun metodla ?! / “… bi’l-hikmeti ve’l-mev’ızati’l-haseneti ve câdil-hüm bi’lletî hiye ahsen” / hikmet

ve güzel öğütle, en güzel yöntemle cedel (tartışma) yap onlara !) Onlar kim ve ilk yöntem “hikmet” ne demek ?

Gerçek konumuz zaten bu âyet çerçevesinde değerlendirilmeli. Nitekim meâl-i “hikmet” teriminin nükte-i lâfzı

ve mefhûmatı üzerinde derinleşip biraz açmak / açıklamak ; ardından âyetin devamı ve siyâk-ı mütebaki ikazâtı

na mütedair hususatı yukarıdan aşağıya yani işbu çağrıya muhatap hikmet ehlinden halk / avâm-ı nâsa kadar ve

daha sonrasına doğru tederrücâtını anlatmak gerekir. / Bkz. “Sebil” lafzı hk. (…Müfehres / sh. 341-4: Ayetlerde

geçen bu semantik-kavramsal “yol” lisan-ı Kur’an-ca apaçık gösteriliyor, ruhen merak duyan okuyucuya cevap!

// Bkz. İslam’da Emir ve Yasakların Hikmeti , Prof. S. Uludağ / sh. 7-56: “Hikmet” sözcüğünün anlamı hk. //

Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli , T.Diyanet V. “Heyet” / sh. 265: Sûre-i Nahl , 16*125. (Resûlüm!)Sen ,

Rabbinin yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et! Rabbin , kendi yolundan

sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete erenleri de çok iyi bilir. / Dipnot-1 Açıklaması: Hakk’a dâvet açısından

insanlar üç sınıfa ayrılabilir. Bu âyet-i kerime bu üç sınıfa yapılacak dâvet şeklinin bir özeti sayılmalıdır :

(1) Aklı selîm sahibi ve eşyanın hakikatini öğrenen araştırıcı âlimler. Dâvette “hikmet” ile davranma bunlar için

dir. Zira hikmet , kesin olan delillerdir. (2) Halkın çoğunluğunu teşkil eden ve henüz sağlam fıtratını koruyan

orta sınıf. Güzel öğüt bunlar içindir. (3) Mücadeleci , inatçı ve düşman kimseler. Mücadele yolunun en güzeliy

le dâvet edilmesi istenenler de bunlardır. Zira unutmamak gerekir ki , Allah Hz. Musa’nın Firavun’a bile yumu

şak sözle dâvette bulunmasını emretmiştir. // 126.âyet ve dipnot-2 “açıklaması” 127-8 siyâkan ne diyor acaba ?)

Hakikaten ne diyor Kur’an , ne buyurup duyuruyor “ruh” hakkında: “Ve yes’elûne-ke ani’r-rûh…” / Hemen

şöyle deyip bu soruyu cevapla , diye buyurur Rabbimiz Allah Teâlâ : “Gul-ir’rûh…” / De-söyle, ruhu açıkla !

“… min emr-i Rabbî –* / Rabbim’in işi ve emri (cümlesi-)’nden-dir.” // Şimdi işbu “ruh , hayatın özü ; özgün

yorumu” iken , niye bir “ilk sayfa”- Fatiha* sûrecik Kur’an okumaz da şu “hikmet” sözcüğünün özüne uygun

“nur-ruh” hayat telakkiyâtının nice espri incelikler-ince “nükte-i ruh” hakikat-en özgün özü var ki , (işte / Ziya

Paşa: “Halletmediler bu lüğâzın sırrını kimse” / niye ? // “Kimler gelmiş-geçmiş hükemâdan fuzalâdan !” ) illâ

anlamaya âmâde edeb-dil gönlünde duymazca ?! Allah-bilir, rahat tarz-ı tavrıyla aslında acınacak kadar ruhsuz

sûretâ adam ya da kadın , hatta tabiaten ne gûnâ “adam kadın” veya “kadın adam” (!) maal’esef “falan-filan”

ne cins sosyete dedikoducusu süfehâ-ayyaşlar arasında lâf-endâzca “canlı medya-magazin” programlar reytingi

filan falanca’ya yakışır-yakışmaz sataşmalar furyasına bakılırsa , asıl lâf-ı güzaf : “fiyaka / caka satmak !” Kaç

türlü tuhaf fantezi sinerjisi sinir-bozucu curcuna yarışmalarda adaylardan hangisi ilkel hayvanca daha arsız ve

daha azgın nesnas-surat tam maymun-meşreb botaslama “mahluk-kafa”ayıdan dönme domuz sıfat-ı sûret danga

lak keloş, aman ne hoş şaklaban-zıplak ; konu: “konuk adaylar içinde en karizmatik güzel kim ?” Malum ,ne bu

devşirme jüride ne de şu “ipiyle kuyuya inilmez” seyirci halk gürûhda yok insaf ; “fos-fiyasko!” Sormayın hele

566

meyhaneden bozma aman ne kasvet “tuzak cafe” köşelerinde esrarengiz “sofistika âlem-ler!” Renkli işret-iğrenç

duman-altı ortamlar! Arkadaşlık diye hep böyle loş-mekân neon ışıklarla karartılmışsa orada kız-erkek , gerçek

“kâbus sorunlar ”ruh-en sınırsız; sabaha dek kafa-gurup*sohbet temiz, sırf skandal! Lâkin ne enteresan nasıl da

“acîb’ül-garib” bu dünya-hayat ! Düşünmek gerek , kafayı doğru-ya kullanmak ve gövdesiyle birlik kıblegâha

yön doğrultmak kolay mı ? İşte bu din ındellah “Hak adına hakikat” tam muhkem mesaj: (Bkz.3*19. “İnn e-d’

dîne ındellâhi-l’islâm” / Gerçek tek-kök “Din , Allah katında ancak İslâm”) Mahzâ sanat-ı lügat tekmil lâfza-i

Celâl ve Cemâlüllah’a münkat tamamen nazm-ı Kur’an nass-ı âyet ince meâl-i mefhum mânâ-yi mehaz sağlam

meram mâdem Adem’den kıyâmete dek tek kavram , memba-ı vahy’in nüktesi işte: (1*1 ve 2*2. “Zâlike-l’Ki

tâbü lâ-raybe fih* Hüden li-l’müttegıyn”) nedir ruh-u ulûm medeniyet-i beşeriyet tek kaynak kitap belirtiyor !

Ruh hayatımızca canlı kavram misâl lügat-ı şuur, Rabbimiz’den mülhem müdrikât. Demekki insan da anlamak

ve anlatmak istiyor. Zor da olsa sanat tutkusuyla anlatım metodlarını “bilişim ve iletişim teknolojisi” olarak ge

liştirip bütün evrensel detay yollara açılmak ve zamansal boyutlara ulaştırmak için insanoğlu dur-durak bilme

den çılgınca çalışmayı niye ölümüne seviyor ve hep böyle eziyetler rağmına üstün meziyetler kazanmaya koşu

yor ? Sorması gerekiyor ruhuna , acaba neden ? Nitekim muvafık ya da muhalif faaliyetler , herkese göre yap

mak veya yıkmak gibi çelişik görüntüde değişik devinmeler nereden kaynaklanıyor ? Yorum mâlum müteârife:

“üslûb-ü beyan aynıyle insan !” Anlamak da kitapsız olmaz , anlatmak da ! Tam merkez-i hayat tek kaynaktan

ancak kitap. Bu “şecere-i Tûba” aslında kökü gökyüzü cennetlerinden bize “lezzet-i cennet” tadınca “mutluluk”

meyvalarını yeryüzüne bezleden“bilgi ağacı”yani“ışık kitap” bir rahmet-i Rabbanî “habl-i metîn” nükte-i vahye

teşbihen nur-u Kur’an anlamıyla da yorumlanamaz mı ? // Bkz.Yeni Lügat / Tûbâ: Ne hoş, ne iyi (meâlinde söy

lenir.) Her şeyin iyisi ve efdali. İyilik , güzellik. Baht. / Cennette bulunan ve kökü göklerde dalları aşağıda olan

ağaç ismi. Çok berrak ve saf olan. Saadet , hayır , devlet. / Tûbâ le-ke : Ne mutlu sana , devlet ve saadet sana ,

Tûbâ sana ! / Şecere-i Tûbâ: ( … ) / Tûbâ-i hilkat: Hilkat ağacı , hilkat tûbâsı. Burada kâinat , teşbih yapılarak

tûba ağacına benzetilmiştir. / (“Tûbâ-i hilkatten semâvat şıkkına hep kehkeşân ağsânı (… dallar. /mc. Mânânın

kısımları)’na … // Bir Cemîl-i zül’Celâl’-in dest-i hikmetiyle takılmış, … // Pek güzel meyveleriz biz.” / Mek.)

Tam merkez-i hayat demekki kitap // Bak gerçek izahat tam belli hitap !

İNSAN (-CIK*) LAR !

Ruh hayat-ı beden envanterini iyi bilen nefsini içten eğitmek kabiliyetince cesaretli işler başarmaya azimkâr

davranışlar sergileyen herkes sevilir-beğenilir bir kişilik kazanır rahat yaşamayı toplum yararına uygun nizama

ayak uydurmakla sağlarken , nedense serâzat tavırlarıyla başına-buyruk kafada bazı cins sanat adamları da

güya yadırganıp pek kolay yabancılanarak garib (!) bakışlarla azarlanırcası sıradan nesnas zümerâ rağmına ga

yet basit detay yani bilhassa hiçbir çıkar hesabına filan aldırmaz zaten normal de sayılmaz sanki itilip dışlanır !

Bütün sosyal olgular aslında en temel unsur olması bakımından ille insan varlığına varıp dayanıyor ve de hep

ondan kaynaklanıyor da işte bu yüzden tüm yeryüzündeki düzen / nizam tartışmalarının arka planında Allah’ın

“nükte-i kader / ruh-u hakikat” din ve dil*hikmetinin içyüzünü örtüp gizleyen nankör kefere ehl-i isyâna yandaş

ve yoldaş şeytanca zekâlarla tezgâhlanan “iktidar oyunu” düzenbazlık ve entrikalardan ibaret dünya tarihindeki

“iç çatlak yahut dış şikak” karmaşık çıkar-“rant” tartışması sınırsız sonuç çatışmalarının bir türlü sonu gelmiyor

“zor belâ” haklılık yetmiyor zorba haksızlıklar sürüp gidiyorken bunca kanlı zulüm mutlaka bir mahşer günü*

gerektiğini içtenlikle düşündürüp Allah adâletini istetiyor ruhumuz zorunlu korku ve umut duygusunu şu anlık

“kök bilinç” çapında algılayıp betimlemeyi ille de derinden hissetmek için noktacık gizem nüktesi bile olsa sahi

den seviyorsa demekki “iç dil” lügatınca bu beynelmilel duyarlılık gereksinimi insan doğasının sırrını gizleyen

“natıka-i vicdan” anlamına rağmen nice haksızlık / olumsuzluk kaynaklı nizamsızlıktaki temel faktör “ruhsal

behimiyet” tamamen beşer egoizmidir. Böyle olduğuna göre,esas sâik kendi iç benliğimizi bihakkın neşter gibi

ilginç bilinçle irdeleyip pekâlâ akl-ı selim mantığınca kavranmasını sağlamak , etik yönden sanat ve şiirin de

görevidir. Nitekim etik anlamda didaktik şiir diliyle işte bu temel gerçeğin daha içten “hiss-i derk” kavranması

için daha esnek ifadelendirmek bakımından düzyazının disiplini dışındaki şiirsel üslûpta anlatım yolunu seçtim.

567

İnsan egoizmini hicvetmek ve “öz-eleştiri” anlamındaki “levvâme” nefsin mertebesi gözüyle şu mâhut insan

benliğine musallat “emmâre” nefse hakimiyet disiplini irâde-i aklımızca kendi içinden yaklaşıp daha derin

bakarak korkunç ihtiraslarını ve bundan kaynaklanan isyan infiâllerinin komplikasyonlarını görmek gerçek

ten nefsimizin her hâlükârda en kalleş yardakçısı ins ve cin şeytanlarının karakteristik iblis çömezliği belâsı

özündeki cibiliyet tavırlarına göre gerçek zavallılık yanını göstermek istedim.

Ayrıca bu konuda okuyucuları düşündürebilmekten öte başkaca hiçbir maksadım veya bununla bağdaştırılama

yacak çağrışımlara yol açmak gibi gizli herhangi bir rencide edici kasdım veya ard-niyet hesabım da olmadığın

dan dolayı hemen her “kaabil-i hitap” benliğe şöyle seslenmek istiyorum : “Haydi , ya olduğun gibi görünmek

ya da göründüğün gibi olmak için ne menem riyâsız, maskesiz ve tam çıplak kral* misâli irkilmesiz hiç çekin

meden çık ortaya da öyle konuş bu konularda boy aynası kadar yalansız ve açık gerçeklerle yüzleşmekten

korkmaksızın !”

1.

Anasından doğmuş her kim-se,

Hem nesine güvenirse güvensin !

İsterse ben şuyum buyum diye

Kendince böbürlensin !

Üst tarafı her ne ise,

Alt tarafı insan işte !

2.

Kimi âlimken zâlim

Kimi yoksunken ergin

Kimi yoksulken zengin

Kimi güzelken çirkin

“Olmak-olmamak” çelişkisi

Hayatın temel dengesi !

Yeter , haddini bilse

Alt tarafı insan işte !

3.

Hastalanmayınca sağlığın

Yoksullaşmayınca varlığın

Yoksunlaşmayınca maneviyatın

Değerini bilmez nedense

Ne dense özüne aldırmaz lâfın

Şu bencil insancıklar ,

Böylesine bilinçsizce

Üstünlük taslar birbirine !

Yok ben şöyleyim böyleyim diye

Budalaca övünmelerle

Büyüklenerek avunurken

Kendini aldatarak küçülten

Sözde daha üstün bir ötekinden

Görünüşte değilse bile gerçekten

En zavallı yine kendini bilse !

Oysa birbirinin gözünde

Görünse de olduğundan başka

Herkes aynı organizma

Alt tarafı insan işte !

4.

Kimi dıştan sanki gayet dostâne

568

Saygılı görünerek sinsi zorba

Sert tavrıyla zaten tahakkümâne

İçten içe tam sinsice

Dıştan sahte gülücükle

Ezmek ister dostunu da hasmâne

Sözde yücelterek küçümsemekle

Fark etmez iş işten geçtikten sonra

Hayâsızca sırıtarak gülümser zorla

Üstelik gülüp geçer tükürsen yüzüne

Alt tarafı insan işte !

5.

Kimi zaman nice basit konular

Nice yersiz ve önemsiz duygular

Çoğu kez bencil mi bencil tutkular

Ruhun mahzeninde sefil korkular

Kıskançlıkla göz koysa herhangi biri

Düşmanca gözünü oysa öteki

Ne çocukça sevinçler üzüntüler

Ne çılgınca ağlayışlar gülüşler !

Nice karmaşık hâlleriyle

Nice aşağılık hayâlleriyle

Alt tarafı insan işte !

6.

Tüm canlılar gibi hiç bitmez zevklerin tadınca

Yaşamak güzel dert doyunmak için ne zor zahmet !

Telaşından et-ot hemen her bulduğuyla

Sürekli yemek-içmek beslenmek zorunda

Kan gördü kurban sandı kedi gibi yalandı

Av diye iştahlandı miyav-miyav yalvardı

Bütün gücüyle rızkını ararken günler günü

Anlasa da umursamaz yavaş yavaş öldüğünü

Unutmak istercesine hırslarıyla didinecek

Yalnızca yarı-ölüm uykularda dinlenecek

Çoktan çoğu ilenti hisleriyle dillenecek

Dillenirken bir yandan kurnazca dilenecek

İşte ancak bu minval yaşamak tek onuru

Kendince el-emeği , alınteri , göz-nuru

Kendine güvense de bazı üstün yönleriyle

Kendi hâline göre eşsiz yetenekleriyle

Şöyle soylu böyle boylu neticede

Herkes sırf kendi aklını beğense de

Alt tarafı insan işte !

7.

Hep daha fazla olsun diye

Daha çok kazanmak ümidiyle

Severek bütün varlığını da verse

Sonuçta her ne kadarsa rızkı yine

Mal-mülk kalacaksa artık kendine

Ne demek bunca uğraşlara rağmen

Gönlünce her istediği olmazken

569

Ömrünce didinse de yine tam değilken

Dünyanın hiçbir işi tekmillenmezken

Bu bitmeyen devinmeler neye yarar

Verimsizse zaten ömrüne zarar !

Ölünceye dek çalışmak uğraşmak gerek

En doğrusuyla en büyük başarı

Ele-güne muhtaç olmadan geçinmek !

Ne ki oturup hazırdan yemeye kalktı mı

Hele başkasının eline avucuna baktı mı

Yazık bu denli aylak asalak ise,

İster tam açgözlü sayılsın

İsterse açıkgöz uyanık sanılsın

Gözlerindeki açlık gönlündeki kıskançlık

En bayağı alçaklık yılışık utanmazlık

Ne farkı var kurnazlık olsa bile

Onurlu insan boyun eğmez zillete !

En güzeli emeğiyle geçinmek

Daima helâl yoldan kazanıp yemek

Üstelik yakın yoksulları gözetmek !

…………………………………..

Şayet böyle değilse bir insan

Utansın böbürlenmekle gülünç olmaktan !

Ne yazık , gösteriş budalası niceleri

Takıp takıştırıyor olanca süslerini

Güya yatıştırıyor ruhsal kaprislerini

Her ayrıcalık bir başka üstünlük diye

Olmadık süsler yakıştırıyor kendine

Dahası sitemkâr kıskançlara karşı

Hoşlanarak kendini vitrinlemekte

Gösteriş-çalım satıyor çevresine

Bak-gör ben neyim bendeki sende var mı ?

Edepsizce aykırılık sergilemekte

Meziyet sayarak kusursuz makyajı

Ayıpları örten para mı türban mı ?

Her kim olursa olsun kime ne

Erkek kadın farksız bence

Alt tarafı insan işte !

8.

İnsan ne kadar zavallı ,

Gerçekte ne acınacak varlık

Kurnazlığı da ayrı bir aptallık !

Hayatta anlamazken fasit paradoks’ları ,

Basit mantığıyla yorumlarken kavramları

Yol nereden nereye düşünmez hiç zamanı !

(“Min eyne ilâ eyne li-me hâzâ”) bu yol ne,

Emr-i âyet “düşünmek” kolay yol mu “felsefe”

Ruh-u beden ne demek Kur’an evren mûcize,

Sözün değeri belli insanlar uyur-gezer !

Hatta kimi şaşkın kimi taşkın

Kimi insanlık dışı huylara alışkın

570

Kimi insan-üstü görünmek ister ,

Kimi de baş olup ayaklar üstünde gezer !

Ne mutlu gerçekten kendini bilene,

Yalnızca insanlık şerefi yeter !

Bunu anlatamadım kimilerine,

Diyorum ki ; baş eğmeyin zâlime !

Baksanız-a altındaki pisliğe,

Alt tarafı insan işte !

9.

Dış yüzüyle yalan-yanlış bildiğin

İç yüzüyle tanımadan beğendiğin

Şatafatına tantanasına büyülendiğin

Kerizlerin yücelttiği her bayağı benlikte

Hatta gösterilse de oldukça seçkin kimlikte

İyice bak , aynı pisliği göreceksin kesinlikle !

Kimbilir altında daha neler var neler ,

Ne kurnazca hileler ne zâlim desiseler !

Her türlü zındıkların ayrıldığı çizgide,

Oysa gerçek anlamıyla insanlık bu mu ;

Yoksa gerçekten “insan insanın kurdu”(*) mu ?

Birbirini aldatacak avlayacak hâince,

Alt tarafı insan işte !

10.

Şu işe bak nasıl çiğ-çiğ birbirini yiyecek ,

Bu yamyamlık daha nice böyle sürüp gidecek

Gücü yeten yetene diş bileyip dişleyecek şişleyecek ,

Yetmeyince zorbalaşıp kökünden iğdişleyecek !

Bu gidişe hangi yetkin yönetim “dur !” diyecek ,

A-ha ! Cumhuriyet alanında üç katlı hükûmet konağı ;

Neden unutmuşlar bilmem en üstteki Allah’ı ?!

Değil mi zaten “Baş, Baş’a ; baş , padişah’a bağlı !”

Üstte monarşi , ortada oligarşi bürokratları

Altta ise halk adına demokrasi kurmayları ;

Kurallara uymayanı atın kapı dışarı !

Toprak kölesi avam şu halk maraba gürûh

Sözde kanun adına feodal düzenbazlığa yuh !

Kasıntı aydınlardan her biri ruhsuz zorba

Onlar değil mi tutan bozuk düzeni ayakta ?

“Küfürle olunsa da zulümle olunmaz pâyidar ”

Ağaların sümsük kâhyası alçak domuzlar !

Batı’nın dangalak çömezi tam “sahte havari ”

“Din-ü devlet mülk-ü millet” iken Türk’ün tarihi

İşte bugün ortada yürekler acısı ülkenin hâli !

Batı’nın hümanizmi ne getirdi insanlığa

“Özgürlük eşitlik kardeşlik” ilkeleri adına

İçi boş sloganlar düpedüz aldatmaca

“Putunu kendi yapar kendi tapar (*)” hergele,

Alt tarafı insan işte !

11.

İşin doğrusu şu yeryüzünde

571

Yaşamak insanlık onuru içinse,

İnsan kâh alçak kâh yüksek düşüncesiyle

İdealsiz yaşamaktan hoşlandığı sürece

Emeğini ekmeğini paylaşamaz dostlarıyla ;

Hiç kimseye yük olmayacak güçte değilse,

İster-istemez kalır acılarıyla başbaşa !

Ayrıca savaş ve barış vergileri dışında

Günlük geçim dert-borç ödeyecek servet yoksa ,

Dövüşecek güç ve üleştirecek birikim olmazsa

Yâveci “ağzıyla kuş tutsa boşuna !”

Bunca gaddar yamyamlık karşısında

Kendini savunmak için her ne yapsa

İlle de sömürücü güçlere av olacak ,

İnsanlık onurundan zaten yoksunlaşacak !

Ne ki insanda güçlü ise kol ve kafa ,

Kafa-kola alır adamı en zayıf anda

Kurnazlıkla dörtbir yandan çaprazlama !

Paylaşırken koparır tuttuğunca büyük parça ,

Anladık “ayılar yer armudun iyisini ” o-ha !

İşini “kitabına uydurmak (!)” hüneriyle,

Elinden ne geliyorsa koymaz ardına ;

Alt tarafı insan işte !

12.

Oysa İslâm’ın temel doğruları* uyarınca

Mâbed merkezli sosyal güven ortamında

İmanından mülhem merhameti varsa ,

“Bu nimetleri veren ancak Rabbim” diyecek

Allah’tan başkasına asla baş eğmeyecek !

…………………………………………

Ne alış-veriş kazançlarına

Ne de her türlü yardımlaşmaya

İlgisiz kalmayacak hiçbir fırsatta !

Yoksa başkalarına el-avuç açarsa

İnsan aşağılanır yoksullaşırsa ,

Düşkünleştikçe kalır ayak altında !

Elbette (“Veren el , alan elden üstün”)

Onursuz yaşayacak sünepe düşkün !

Bu yüzden (“Yoksulluk küfre yakın”)

Ne olursa olsun altta kalmayın ,

Var gücünüzle hep üste çıkmaya bakın !

Şu sözü çerçeveleyip duvara asın :

(Kula kul olmak zilleti en rezil onursuzluk ,

Hakk’ı unutmak gafleti en sefil uğursuzluk !)

“Herşey bilinir zıddıyla”

İnsan yükselir ahlâkıyla !

………………………..

Toplumun yapısı piramit gibi

Altta kalıp ezilirken tabandaki

Boyun eğerse üsttekilerin baskılarına

Başıyla bağrıyla sırtında omuzlarında

572

Onların yükünü taşımak zorunda !

Altta ezilen şu insancıklar arasında

Baştakilerin baskılarıyla horlanmaktan

Kurtulmak istiyorsan aşağılanmaktan

Ölümü göze alıver gitsin !

Aldırma ne kadar yiğitleşse de

Alt tarafı insan işte !

13.

Akıl ve iman öncülüğündeki hak dâvâ*

İhlâsla Hak katına yücelmek uğruna ,

Göklerde kanat çırparak uçmak

Yüceltici değerleri savunmak

Haksızlıklara karşı savaşmak

Onurlu ruhların saflarına katılmak

En yüce mutluluk en doğru kurtuluş yolu

Anlamak böyle olur insanlık onurunu !

Yoksa acımaz üsttekiler alttakilere,

Hepsi de aşağıdan yukarıya küme küme

Sıradan omuzlara basarak yükselse de

Alt tarafı insan işte !

14.

Ne var ki üst tarafı başka ,

Herkes kendi beylik aklınca

Ve bencil keyfine göre,

Sözde insanlık değerlerine

Olumsuz yorumlar katarsa ;

Sırf kendi mantığına güvenerek

Kolektif akıl’dan uzaklaşır da

Bencil şaşkın ve yalnız kalır da

Sayısız yanlış yollara saparsa ;

Üstelik küstahça böbürlenerek

Herkesin başına koyduğu şapka

Yalnızca kendi kafasına uygunsa ;

Demekki “kel başa şimşir tarak !”

Az gelir “enseye tokat”

Çok gelir “tek söz” bile,

Altı-üstü insan işte !

İNSAN KÜÇÜK GÜNAHLAR BÜYÜK !

Bkz. Zaman G. 24 Şubat 2000 / sh. 21: Tefekkür , Hekimoğlu İsmail : “Farklılık / … Kâinat çok büyük ,

insan çok küçük. Küçük insanın günahları o kadar büyük ki , dünya yaşanmaz hâle geldi veya gelecek.

İnsan için yaratılan bu âlem , insaniyetini yitirenler yüzünden yıkılıp gidecek.”

(Bkz. Bediuzzaman Said Nursi Olayı / Modern Türkiye’de din ve Toplumsal değişim , Şerif Mardin / sh.

271: “İyi toplum , Kur’an-dan çıkarsanan bu roller piramidinin oluştuğu toplumdur. / … sözkonusu rolle

rin isimleri Cumhuriyet Türkiyesi’nde yapıldığı gibi toplumsal sözlükten çıkarılırsa …” )

(Kur’an: 2*77. “Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini de bilir , açıkladıklarını da ?!

78. Onların bir kısmı da ümmî(*)dir. Kitap nedir bilmezler. / Bütün bildikleri , kendilerine anlatılan

birtakım kuruntu ve uydurmalardır. / Onlar sadece bir zan (-sanı) içindedirler.”)

573

SIRÇA BEDEN

Söz ilk uyanışımda o an derhal bereket

O an ki sezgilerim gonca güllerden demet !

Mülheme ruh aklımda uçuşan hayâl hikmet

İşte sırça bedenim ince tülden ibaret !

Diyelim ki , içten nabz-ı kalbin ne bin-belâ*-ya! Açıp bakalım mı ? (Bkz. Yeni Lügat / sh. 68: “Bîn” ve / sh.57:

“Belâ ”-) Anladın mı ,“ıstılah-ı lügat” Türkçemiz ses-sözüne benziyor amma anlam başka ? Anadil lisanımızca

adeden “kesretten kinaye” ve yani yine “yedi belâ …” lâfına benziyor hani ! Dinlerken ve konuşurken nitekim

meramımızca yazarken ne çok kelimelere dikkat edip bilgimizin noksanlığından nasıl “lâfın nereye gittiğinden

habersizce”cehalet tuzağına düşmek ,gece ile gündüzü ayıramayacak “kör ruh” hatâsıyla yanılıvermek tehlikesi

illet-“dil belâsı” sarsak-sallapati “tipik komik” gülünç olmaktan sakınmak gerektiğini idrâkten yoksun kalmak

istemiyorsak , kitap bilgisine ne kadar muhtaç olduğumuz söz götürmez zaten bilmeyen mi var ? Artık “kelime

-mefhum” malûmat-ı müktesebâtımızı sınırlamaksızın neyi bilmeye ve öğrenmeye gereksinim hissediyorsak ,

kitaplara ya da aydınlatacak kaynaklara yönelmek , kendi dilimizi bile güzel lügatlarımıza uygun olarak kavraya

bilmek gerçekten en temel görev ve sorumluluk değil mi ? İşte enfes “ses-söz-anlam” meram-ı merak , kitap

bilgisine endekslenmiş-“şuur, ruh-u şiir”gerçekçiliğini de belirlemiş olacak ki ,kitabın dünyasında yaşıyor ruh-u

şair ! Renk-âhenk kelimelerin “nüans ses” frekansına ayarlı bir “şiir dili”-anlatım mûsikî’leşirken “nükte-i nok

ta” toplam meâl lâfz-ı harf olmak isteyen hatt-ı imlâ nazm-edip “bünyân-ı mersûs” sağlam sözün “öz ve biçim”

kâinatını kurabilmek gönlümüzce en ideal işimiz, zevk-ı şühûd tadınca “can nefesi” dillenir dirilir ruh yeniden.

Türkçesiyle toplam üç harf ve tek hece,“dûr-bîn”gibi biliyoruz sanıp da araştırmadığımız sözler yok mu hiç ?

Bazen yüzeysel biraz “sörf-yapmak” gibi , kimi fırsat derinleşerek “gavvas”-dalgıç cesareti ille “hikmet”-değerli

bilgi* dercetmek için bakınız Sözlük-kitap bir de deryâ-yı mânâ’ya dalınız “zevk-i irfan” ne has ve cins sözler !

Çok kelimeler var ki , işte hepsi birlik geleneksel lisanımız olarak kökeni Türkçe-Arapça-Farsça ve daha başka

da olsa ağzımıza uydurmuşsak kendi malımız olmuş yani bize ait “Türkçeleştirilmiş” demektir. Ruhuyla açılım

çağrışımlar bakımından , “-Evet! / Bkz. Belâ (Nefiyden sonra isbat için söylenir. Meselâ: Kur’an-ı Kerim’de

mezkûr ; Cenab-ı Hakkın ruhlara karşı , “Ben Azîm-üş’Şan ! Sizin Rabbiniz değil miyim ?..” diye sorduğunda

ruhlar, “Gaalû : -belâ !” dediler. Yani (iyice açıklamak / “tefsir ” için): “Evet , Sen bizim Rabbimiz’sin !..” )

Farsça’da “Belî ” diye söylenir. / Sözlük konuşuyor : (Bkz. “Bezm-i Elest”) Konusu zor ! –Afet , sıkıntı , tasa ,

kaygı , musibet , nikmet , mücâzat (Bkz. /sh. 546: “Nikmet: Şiddetli ceza , hoş olmayan muamelelerle olan mü

câzat , ukûbetle ceza.”), İmtihan , dâhiye (sh.94: Harikulâde zekâ ve fetânet sahibi. Afet, belâ , musîbet , kazâ. /

Kurban-lık hayvan.”) Evet, tek şu “ummân-ı mârifet(-illâh)” hakikat deryâ-deniz zevk-i tâlim meşk-ettirecek

Kitab bilgilerine yüzeysel bakınız ya da dalınız sanki bir dalgıç cesaretiyle derinliklerine ! Neler duyacak da aca

ba nasıl lügat dilince cevaplar arayıp bulmanın ne doyulmaz zevk kimyâsı sınırsız sevinçler yaşayacaksınız sahi

işte: Bkz. “şayân-ı tavsiye” Yeni Lügat / sh.109: “Dûr-bîn (Farsça): Uzak gören. Uzağı gösteren âlet.” Diyelim ,

merak-ı mûcib bir konu. Bunu bizim medya “yakın plan” ne hassas “sıcak gündem” magazin-show programlar

reytinginde pek güzel “temcid pilavı” yaparak kullanıyor-ya ! Oysa sağlam malûmat dışında “avara kasnak” ko

nuşmalar arasına aman ne yâve lâf-ı güzaf fosfoslayan nağmeler ve din-imanla yani ilim-mantıkla bağdaşmaz

safsata-hurâfeler sokuşturuluyor. Zor mu bu konuyu doğru-dürüst tanımlayıp bilhassa sapık konuşan şarlatan

“sahte hoca” medyum muskacı ve her derde şifacı (!) çıfıtları ilzam edici iki-çift doğru cevaba muktedir bir Al

lah kulu yok mu kamuoyunu da uyarsın ve aydınlatsın ? Nitekim mümasil pek çok konu var ki , insanlar arasın

da anlaşmazlıklara sebebiyet tartışmalar da sonuç-çözüm olmuyor. Doğru beyan ancak Kur’an ! Anlamak ve

araştırmak gereği ilk kaynak kitap (Bkz. Kur’ân-ı Kerîm Açıklamalı Meâli ,T.Diyanet V.Yayınları / 86-F(cep

kitabı / sâde meâl) “Heyet” / Tam baştan İndeks’e göre her konuda aradığınız âyet meâlleri ve dipnot-açıklama

larla aydınlanacaksınız. / sh.XXIX: “Falcılık , büyücülük ve sihirbazlık , Bakara 2*102; Mâide 5*3,90; Felak

113*1-4” ) Ayrıca “kısacık kolay yoldan bilgi için” / Bkz.Yeni Lügat, sh.631: Sihr (sihir ): Büyü , gözbağıcılık ,

büyücülük , cadılık , hilekârlık. Aldatmak. Haktan uzaklaşmak. Batıl şeyi hak diye göstermek. / Lâtif ve dakik

olan şey. Büyü kadar tesiri olan şey. Şiir ve güzel söz söyleme gibi , insanı meftûn eden hüner ; (Buna “sihr-i

574

helâl” da denir ). / Sebebi gizli olan ince şey. Örf-i şer’î-de sihir , sebebi gizli olmakla hakikatın hilâfına tahay

yül olunan , yaldızcılık şarlatanlık hilekârlık yolunda cereyan eden herhangi bir şey. Bunda esrarengiz bir suret

te bâtılı hak , hakkı bâtıl göstermek vardır. Mukayyed olarak memduhu olan ve hakkı izhar için kullanılan lâtif

husûsattaki istimali vardır. Buna “sihr-i helâl” denir. Sebebi herkes için bilinmediğinden hârika telâkki olunur.)

Budur işte “helâl sihr-i şiir!” Nedir şiir ruhuna teşne “edebiyat” dedikleri ilm-i belâğat ? Dikkatlice söz sanatı :

(Bkz.sh.57-8: “Belâgat: Hitâb-ettiği kimselere göre, uygun ve tam yerinde düzgün ve hakikatlı güzel söz söyle

me san’atı. Muktezâ-yı hâle mutâbık söz söylemek. / İlm-i belâgat: Güzel söz söyleme veya yazmayı öğreten

ilim. Edebiyatın bir şûbesi. (Belagat, hem düzgün hem yerinde söz söylemeyi öğreten ilmin de adı olur.Ve Meâ

ni ,beyan ,bedi’, diye üç kısma ayrılır. Bugün Edebiyat denilen bilgiye ilm-i belâgat denilir. (Edb. L.)” / Bkz:

Fasahat. // “… O Sâni-i Zül-Celâl işbaşında işlerini , hem göze hem kulağa göstermek için Ayât-ı Kur’âniye ile

bir çekici zerreye vuruyor, aynı âyetin diğer bir kelimesi ile o çekici şemse vuruyor. Merkezine çakar gibi ulvî

üslûb ile vahdaniyeti aynı ehadiyyet içinde ve nihayet celâli nihayet cemâl içinde ve nihayet azameti , nihayet

hafâ içinde ve nihayet vüs’atı , nihayet dikkat içinde ve nihayet haşmeti , nihâyet bu’diyyeti , nihayet kurbiyyet

içinde gösterir. Muhâl telâkki edilen cemi’-ezdâdın en uzak mertebesini , vâcib derecesindeki bir sûretini ifâde

eder. İsbât edip gösterir. İşte bu tarz-ı ifâdesi ve üslûbudur ki , en hârika edibleri belâğatına secde ettiriyor. / S.”)

Yaşadıkça canlı kavramlar okyanusundayız sanki. Bilgi “iç dil”-lügatımız zaten ne hoş güzel lâtif parlak kelime

ler revnakdâr söz ve yazı sanatıyla aklın ışığında ruhumuzun aradığı huzura erdirecek gerçek , gözlerimizden

gönlümüze ve göklerden yeryüzüne bereket yağdıran Rahman’ın rahmetinden nasiplenmeye vesile müdevvenat.

Dil olmasa hayatın içinde kendini bilemez, zihninde evrensel varlıkları belirleyen sembol imajlar resmedemez,

sanat duygusundaki iç çalkantıları dışına yansıtacak gücünü düşünce olarak kimseye iletemez zavallı insan. Ne

demek konuşmak kendiliğinden ve hiç örneksiz sezmek kavrayıvermek kitapsızca olacak iş mi ? İşte tekrar Bkz.

sözgelişi bir kıynak-kırıntı bilgi binlerce sözcüklerden oluşan nice eserler , / sh.473: “Müdevven (Divan’dan)

Tedvin olunmuş. Kitap hâline getirilmiş. Birarada toplanıp tanzim edilmiş.” / Düzenlenmiş şiirsel lügat ve divan

lara sığmaz; sığmaz zannetme- / sh.781: “Zannetmek : şüphe, sanmak , sezme. / Zann-ı galib: (A uzun okunur)

Kuvvetli , hakikate en yakın olan zann* / Hakikate en yakın sezgi.: “yakîn”-nükte, en üstün görüş. / Şeriat ahkâ

mına âşina. Aşkın re’y.” // Zann-ı kabûl-ü cumhur : Bir hükmün doğruluğunu ekseri müctehidlerin ve ehl-i rey

(İmam Azam metodu : us’çu ekol)’lerin zann derecesinde yani kuvvetli ihtimal ile kabul etmeleri. (“Ümmeti

davetle teşri’ edemez, fehmi şeraitten olur ; lâkin Şeriat olamaz. Müctehid olabilir , fakat müşerri’ (yasa koyan)

olamaz. / İcma’ ile cumhurdur , sikke-i şer’i görür. Bir fikre dâvet etmek “zann-ı kabûl-ü cumhur, şart-ı evvel

oluyor. / …” Yoksa davet bid’attır ; reddedilir, ağzına (takılır-) tıkılır ; onda daha çıkamaz…” / Lemeât*) ki ,

“iç dil” lügat-ı beyan / -“nümûn (sh.552): Gösteren , benzer , müşâbih” nükte-i nokta “akl-ı hafıza” almaz ! Al

maz sanma ki , iğne ucundan ince en derin noktacık “katalog”-bibliyografya ya da anlık keramet-diyalog gibi

bilimsel lafz-ı “monolog”-biyografi içerikte ender-rikkat tek “hâfıza-i idrâk” kemiyet ve keyfiyet dolusu şu sünû

hat-ı kelâm (“alleme bi-l’kalem”) mâlûmat (bilgiler) dercedip beynimizle gönlümüz beyninde müşterek kalb-i

vicdan nazm-ı nabzınca canlı yollar çöller vahalar ovalar dağlar ve ufuklardan uzak konuşan boyutsu şuur ruhu

muz sanki idrâkten nükte tek “kıvam-merkez” belli işte / içte en iğreti (sh.290) “İstiâre: … Bir mânâyı anlatmak

için o şeye benzeyen başka bir şeyin adını iğreti olarak kullanmak.” / … mekniye, musarraha , mutlaka*gibi bir

çok kelimelerle ilgili açıklamalara aynı sayfadan açıp bak! Kavramlara münasip dip-köşe ve zirve-doruk gerçek

lere göre emsâlsiz “bikr-i mazmûn” nice eşsiz zevk-i elfâz sözlerdeki “i’câz” zaten ne güzel lügat-ı belâğat tek

“Kelâm-ı Kadîm” mûcize “el-Kitâb” bütün nazm-ı meânii içinde mündemicen –“mündericât: içindekiler-” muh

teviyat tam muvakkit takvim-i “ebced” dilimize mahsus söz herşey yani idrâk-i insiyak “gece-gündüz” zaman-ı

şems ve kamer “remz-i kaderimiz” sırrına açık kanıt tek güneş ve ay misâl hâlden hâle ve tek ihtimâl “likaullah”

hikmetiyle dünyadan ahirete dönüş şu dem mahşere müncer her şehr-i mübâreke gerçek günler adedince senelik

hesap şöyle: (“365 gün , 12 ay, 52 hafta , 8.760 saat , 525.600 dakika ve 31.536.000 saniye …”) geçen süreler

içinde değerini bilmek için nükte-i âyet düşünmek gerektiğine göre (“eyyâmen ma’dûdat”) demekki (Bkz. Sade

leştirilmiş “şöhret” Türkçe Tefsir / Elmalılı*) “ibret toplam: 29 ve 30 (Kamerî) veya 31’e bâliğ (Şemsî) Ay gün

lerinin sayısınca anlamlı (hece-) harfler (Cilt-1 / sh. 148-151: Arapça’da gerçek mahreç / harfin çıkış yeri’ne da

yalı esas olarak (28) harf ve bunların yirmisekiz de ismi ve basit nakşı vardır. Bunlardan başka bir de mukadder

mahrece dayalı olup bizzat okunamayan tebaî (diğer harflere tâbi / uyan) bir harf daha vardır ki , buna da “lâm-

elif / lâm ve elif-” denilir. Ve çoğunlukla “Elif ” ismi buna verildiğinden diğerine “Hemze” denilir. “Lâm-elif ”

575

uymak (tebaiyyet tarz)’la okunan bir med (sesi-“uzatma”) harfidir. Kendinden önceki harfin üç harekesi(*)’ne

uymasından dolayı üç durum (Not: Münasebeti yoksa da anlık çağrışımla “Turgot’nun üç hâl kanunu(*)”-safsa

ta faraziye, sosyolojik gerçek (!) kabul edilip benimsenen “nazariye-i ilmiye” değerinde önemseniyor “ulemâ-i

rüsûm”mahfillerince; lise yılları ilk felsefe-merak kafama çivilenmiş ‘şuur uyansın’diyenlere de tepki-teessüfat

doğdu usumda!) bulunduğundan med harfleri “vav, yâ , elif ”-müsteâr (eğreti) isimleri ile üç olarak gösterilir.

Bundan dolayı “esas ve tâbi’(öncesine uyar)” olmakla harflerin adlandırılanları , gerçekten (29) ve hükmen (31)

olarak itibar edilir. Yirmidokuzuncusu ancak terkipte okunabildiğinden “lâm-elif ” ile gösterilir ki ,otuzbir sayı

sını da gösterir. / … insanlığın gerçeği , idrâk ve anladığını tebliğ etmektedir ki biz buna Mantık ve Dil* diyo

ruz.” ) ruhunda “anlam” mefhûm-u mülhem*mûcize, hem “tek nokta” hem de “tam nükte” esasen “Ben-Sen-O”

zarf-ı zamîr-i “Hû” / Hüve-sin’ce mazrûf-u nefs-i “nefha” Allah’tan “nur-u ruh” hayat-ı can “nefes” ses’li ya da

ses’siz “öz söz” zaten nazm-ı Kur’ân-ca âyet-i emr-i (“Kün fe-yekûn”) nabz-ı kalbimizi içten nazm-eden ve dış

tan nakş-eden kim “mütekellim-muhatap” başlıbaşına “ancak O” bil-cümle eser-i sanat ve esrarengiz zevk-i ede

biyat tek konu şu şuûn-u âlem mevzu-u şuur ruhsal oluşlar bunca amîk-ummân (Bkz.Yeni Lügat /sh.27 ve 743:

“Amîk (amîka): Dibi çok aşağıda ,derin. /-mecâzen: İnceden inceye pek ziyâde araştırma ve düşünce’den sonra

anlaşılabilen derin ve ince mesele* Tetkikat-ı amîka: Çok inceden ve derinden yapılan tetkik. // Ummân: Büyük

deniz.Okyanus.”) ve A’mâk-ı Hayâl*(Bkz.Şehbenderzade-Filibe’li Ahmed Hilmi’nin “ruhanî çalkantı”-feryâdı

nı dillendiren nesri yani seslendiren eseri !) âmâl-i a’mâr … // sh.26: “A’mâk: Derinlikler./-Amâl: Emeller, arzu

lar, gayeler, dilekler, istekler. / Amâl-i sermedî : Sermediyyete ait arzu ve emeller. Cennet’e ve ebediyete dâir

dilekler./A’mâr: ömürler, yaşayışlar. Mes’ut hayat. Hoşa gidecek garîb ve tuhaf şeyler.Sinn(-yaş,ömür,yıllar !”)

mebâhis-i mebâdi-i zarûriye* / sh. 390: Bahisler, mebhaslar. Araştırma yerleri. / Mebde’ler, başlangıçlar, ilk un

surlar. Çekirdekler, prensibler. / Mebâdi-i zarûriye: Bir hakikat tam bilinmeden önceki isbat-edici zarurî emâre

ler, başlangıç-ilkeler, hazırlıklar. // Hads (sh.184): Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl-olan ilim (bil

gi), sür’at-i intikal. Ani ve doğru idrâk: Delil’den neticeye çabuk varmak. (Anlık “kıvrak zekâ” madem mevhi

be-i Rabbanî iken niye evhâma dûçar ruh-u beşer, Rabbi’ne doğru yol “sırât-ı müstakim” (mübin Kitap) varken

nasıl okumaz-anlamaz, söz-nasihat tutmaz da ahmak kafaya aykırı fıtrat-ı sâfiye emr-i İslâm’a uygun yaşamazsa

şaşar bu ruh-u şuurun nur-u Muhammediyye hakikatına !) Nazm-ı Kur’an nurunca “anlamak ve anlatmak” konu

sunda akl-ı vicdana yaraşan nasihat tarz-ı hitabına da dikkat-i nazarla bak-gör işte: (“… Hem hiç mümkün mü /

göz-gönül kör müdür ki , O hads-i kat’î , o yakîn-i şuhudî hadsiz emârelerden ve o emâreler, hadsiz müşâhedat

vakı’aları , şeksiz ve şüphesiz mebâdi-i zarûriye’ye istinad etmesin. Öyle ise, şu ehl-i edyan’daki bu itikadât-ı

umûmiye’nin sebeb ve senedi , tevâtür-ü ma’nevî kuvvetini ifâde eden pek çok kerrat ile melâike müşâhedelerin

den ve ruhanîlerin rü’yetlerinden hâsıl olan mebâdi-i zaruriye’dir. Esâsat-ı kat’iyye-dir. / Sözler*) Hads-i sâdık:

tam , doğru ve şüphesiz idrâk etme, yani şeksiz anlayıp bilme. / Hadsen : sezmekle ; sür’atle intikal ve idrâk et

mekle.” // ez-cümle kesben vehbî “ledünniyat”/ sh. 359: Allah Teâlâ Cenâb-ı Mevlâ Azîm-üş’şân* tarafından

hususî vecih üzere bâtınen (içten sezgi) ihsan olunanlar. / İlm-i Ledün: Garîb bir ilim ismidir. Ona vâkıf olan ,

mestûrat ve hafayâ’yı (gizlilikleri) münkeşif bir hâlde göreceği gibi , esrar-ı İlâhiyye’ye de ıttıla’ kesb-eder. Bu

ilm-i şerîf ’in hocası ve sultanı Fahr-i kâinat Aleyhi ekmel-üt’tahiyyat ve-s’selâvat* Efendimiz Hz.leri olup ,

ehli ise, enbiyâ-i ızâm aleyhim-üs’selâm ve ehlüllâh-i kirâm efendilerimiz hazretleridir.”) Bil ki , / sh. 172:

“Gayb-âşina: Gaybı bilen , gayb’den haberi olan. Gelecekten veya Ahiret’ten haberi olan.” // Gavs-ı gavsiyyet:

suya dalmak , dalgıçlık. / -mecazen: Bir mes’elenin derinliğine ve hakikatine muttali’-olup bilmek ,iyi anlamak ,

maslahata gayret ile girmek. / Evliyâullah’ın başı olmak. Velâyet mertebelerinden yüksek bir makam sahibi ol

mak. // keşf-i hikmet /sh.221 ve 335: “Keşf : Açmak. Olacak bir şeyi evvelden anlamak. Gizli kalmış bir şeyi

meydana çıkarmak. Gizli bir şeyin Cenab-ı Hak tarafından birisine ilham olunması ile o gizli şeyin meydana

çıkarılması. / Keşf-i râz: Gizli bir şeyi meydana çıkarmak , açıklamak.” / “Hikmet: İnsanın ,mevcûdatın hakikat

lerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîm-lik. Eşyanın ahval ve haricî-batınî keyfiyetlerinden bahseden ilim.

(Buna “ilm-i hikmet” deniyor.) Herkesin bilmediği gizli sebeb. Kâinattaki ve yaradılıştaki ilâhi gaye. Ahlâka ve

hakikata faydalı kısa söz. / Sır. Bilinmeyen nokta. İlim , adâlet ve hilm’in birleşmesinden doğan değerli sıfat.

(“Kuvve-i akliye’nin vasat mertebesidir ; Hakkı hak bilip imtisal etmek , bâtılı bâtıl bilip ictinab etmektir.” –

İşarât’ül-i’câz fî- mîzân’il-îcâz*) Allah’a tâat ve Resûlü’ne itâat. / İtâat: Fıkıh ve Sâlih amel … Allah’tan haş

yet ve takvâ. Verâ’-akıl , söz ve hareketteki uygunluk. Hak emre uymak. Allah’ın yarattıkları hk.da tefekkür. /

Hikemiyyât: Hikmet ve felsefe’ye ait söz ve düşünceler. Yeni yeni bilgiler veren kıssalar, ibret verici hadiseler

576

bildiren yazılar, sözler. (Bunlara örnek kabilinden bazı yazıları sırf başlıklarıyla gelişigüzel sıralamasız göster

sem “Medya harmanı” bir şeyler ifade eder mi ? İşte ne lügat ve kitaplardan , ne de güncel magazin konulardan

kopuk kalmak ve kör-kütük karamsar ruhlar arasında hakikatten habersiz cühelâ gürûhun nâdanca akışında yu

varlanmak istemiyorum. Ruh-u şuurumun aynası işte şu “Yaşamakça”-şiirler, aslında “tarz-ı kadim” hikemiyat

denemesi; zira akl-ı vicdan nurundan yansımalarla okuyorum ve okudukça yazıyorum. Umarım meşk-i zevk

kalbim durmaz ve zevk-i meşk gönlüm susmaz da tamamlarım mesâimi inşaallah! / H.K.) Hikmet-i Kur’âniye:

Kur’ân-a mahsus hikmet. (“Amma hikmet-i Kur’âniye ise; nokta-i istinadı , kuvvet yerine Hakk’ı kabul eder.

Gâye-de menfeat yerine fazilet ve rızâ-i ilâhi’yi kabul eder. Hayatta düstûr-u cidal yerine düstûr-u teâvünü esas

tutar. Cemaatlerin rabıtalarında , unsûriyet ve milliyet(*) yerine “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî (*)” kabul eder.

Gayâtı ,hevesât-ı nefsâniye’nin nâmeşrû tecâvüzatına sed-çekip ruhu maâliyât(meâliâ-yâni / boş oyalanmalar)’a

teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemalât-ı insaniye’ye sevk-edip insan etmektir. Hakkın

şe’ni ise, ittifaktır. Faziletin şe’ni tesanüddür. Teâvün’ün şe’ni , birbirinin imdâdına yetişmektir. Din’in şe’ni ,

uhuvvettir, incizabdır, nefs-i emmâreyi gemlemekle bağlamak ,ruhu kemalâta kamçılamakla serbest bırakmanın

şe’ni saâdet-i dâreyn’dir. İşte medeniyet-i hâzıra , edyân-ı sâbıka-i semâviye’den , bâhusus Kur’ân-ın irşadâtın

dan aldığı mehâsinle beraber Kur’an-a karşı böyle hakikat nazarında mağlûp düşmüştür.” / Sözler*) bahşeden

en yüce ve eşsiz Müteâl Allah-ü Teâlâ , âlemlerin Rabbi ; işte en “yakîn” nabz-ı kalbin nur-u ruh hakikatınca ,

(“Ellâhü nûr-üs’semâvati ve-l’arz”) ve (“Ene akrabü min habl-il’verîd”) diyen nazm-ı Kur’ân vahy-i beyanıyla

an be-an nâmütenâhi ilm-i irâdesinin nüktesi “idrâk-i hadsî ” ilhamsı meleke “kavram”-mefhûmat taddıran adıy

la mazmûn-i “müteşâbihat”-tan nisbet tek kök ve dal (“Allahümme salli … / ve bârik …”)-misal “lehçe-i lisan”

ne ekmel lügat dilimize örnek kelime “enmûzec”-cins “sözün özü” (“ümmü-l’kitâb…”) belli ilk ilke “Ebu-l’be

şer: Hz. Adem” ve eşi Hz. Havva’dan itibaren nice nesiller gelmiş-geçmiş şu fenâ-âlemde derken “Seyyid-il’

mürseliyn” Nebiy-yi Hâtem-i Risâlet-penâh Efendimiz’e dek gerçek “tarih-i edyan” nitekim (“inne-d’dîne ınde-

llâhi-l’İslâm”) tam “özet ders” ve hiç bitmez söz (“…el’kevser fe salli li-Rabbike …” / 1. Hiç kuşkusuz biz ver

dik sana Kevser’i : iyilik bereket mutluluk güzellik ve aydınlığın tükenmezini. / 2. O hâlde sen de Rabbin için

namaz kıl ve kurban kes. / 3. Kuşkun olmasın ki ,“ebter : soyu-kökü kesik ” ; seni kötüleyen’in ta kendisidir.*)

Kök-ceddi İbrahim Aleyhisselâm ve son neseb “budanmış gül dalı” kanlı Kerbelâ’dan nihayet Seyyidler Sultanı

“Zeyn-ül’Abidin*/ sh.790: (Zeyn-el’abidin / Lügat manası: İbadet edenlerin ziyneti.*Hicrî : 38-97; Oniki İmam’

ın dördüncüsü olan Zat (r.a.) Peygamber (a.s.) Efendimiz’in torunu Hz. Hüseyin’in ortanca oğlu. Asıl adı: Ali’

dir. Tâbiîn’in büyüklerindendir. Medine-i Münevvere’de vefat etmiştir.” / Rahmetüllâhi aleyh*) hemen içten -

dıştan artık buyuran Kur’an ve duyuran vicdan anlık bakış ve sağlıklı kavrayış kadarcık güzel hakikat noktasın

da Hak nüktesince ezelden ebede yol “son nefes” sonsuzluğa müheyyâ hâlet tek gönlüm “öz söz” gözlerden de

“yakîn”-likaullah’a aydırıp uyandıran mahşere erdirecek tek Rabbimiz’den uyarı : işbu görkem yerler-gökler,

diller-gönüller her dem mevsimleşerek gece-gündüz değişerek gidiyor rahmet-i Rahman okyanusunda yüzerken

nefs-i beden nasıl anlamaz insan ?

RAHMET (55*46 ve 79*40-1)

1.

Hızla inerken bahtım helezonik tünelde

Arzın derûnu “mağma” altta küçük cehennem !

Nazla çıkarken baktım incecik merdivende

Semânın nuru “güneş” üstte büyük cehennem !

2.

Hak cemâl’in aşkıyla tadlanan nice nimet

Rabbim’e sığınırken ruh hâlim küçük cennet !

Vahy-i Kur’an sırrıyla basiret kalben rahmet

Öteleri ararken özlemim büyük cennet !

(Bkz. Feyizlerden Damlalar , Sh. 57 / No. 246 : “Celâl tecellisi olursa kalbde bir inkıbaz (daralma) olur.

Cemâl tecellisi olursa kalb genişler (inbisat). Rabbisinden bir nur üzere olur , basiret ihsan olunur. Basiret ,

manaya taalluk eden kalb gözüdür.”)

577

ÖNCÜ AYDINLAR

1.

Nemli topraklarda yeşil yapraklar EVRENSEL MESAJ

Rüyada renklenen hayâl ötesi ! Şiir mısra’larına geçmeden önce belirtmek isterim ki ,

Sisli ufuklarda gizil tuzaklar kitap sayfalarında arardık gerçek bilgilerin ışık yolunu

Ruhta derinleşen süâllerde mi ? ruhumuzda derinleşen nice cevapsız sorular ardınca

2. canhavli. Bilginin değerini içtenlikle benimsediğimiz

Densiz yorumlarda rezil amaçlar için her zerresi sanki gözlerimizi kamaştıran güneşten

Ahmakça söylenen ihtimâller ki ! farksız sözler ve yazılar karşısında büyülenerek geçti

Şiirsiz sularda bencil kulaçlar nice yıllarımız. Zaman içinde değişerek gelişti nihayet

Hayata boşveren şu hâllerde mi ? dünyamız. Artık kafamıza takılan her konuda sorulara

3. cevap aramak kolaylaştı bilhassa son yıllardaki hızlı

Belirsiz yollarda hızlı adımlar teknoloji imkânlarıyla. Mesela bugün (07 Aralık 2009)

Ardınca yürüyen ihtilâl nesli ! sabahleyin TV’de D-kanal (6.30-9.30: “Doktorum”)

Verimsiz çağlarda öncü aydınlar sağlık programını izledim ve bilimsel gelişmelerden

Vatana baş veren erler değil mi ? bahseden üniversite hocalarımıza da ayrıca hayranlık

duydum. Daha sonra , TV-art / Avrasya kanalına geçtim

ÖĞRETMEN ve saat: 10.30’dan 11.15’e dek “Saygı Öztürk ile

1. Manşet” programında gayet aydınlatıcı konuşmalar

Yanan bir mum gibi için-için erirken dinledim. Üstelik konuya yakın ilgi duymam da gayet

Çevresine ışık saçan öğretmen ! doğal. Konuk konuşmacı sayın Tansu Çölaşan (Gazeteci

Önce millet değerlerini en içten yazar Emin Çölaşan’ın eşi // Danıştay Önceki Başsavcısı)

Öğretmeli ders almak yolunu tarihten ! kırkbir yıllık meslek tecrübesiyle gerçekten gündemdeki

Var gücüyle ruhları yoğururken belli konuların tartışmalarına yasal yorumsamalarıyla

Bilgi inanç ve erdemle yücelten aydınlatıcı açıklamalar yaparken günümüz siyasetini de

Uygarlığa çığır açan öğretmen ! değerlendirmeyi önemseyip bazı uyarılar sıraladı açıkça.

2. Zaten elimde son günler “Yaşayan Dünya Dinleri” diye

Genç yetenekler temiz yürekler enteresan bir kitap var ki , ille de okumalı aydınlarımız.

Birbirinden güzel çiçekler senin ; Akşam TRT-2 kanalında “Önce Şiir Vardı” programını

Yetişen nesiller senin eserin ! da beğenerek izlediğim için yine kendimce esin kaynağı

İnsanlık değerlerini kavratırken belki de sözkonusu etkilerden doğdu şu son mısra’lar :

Nasıl bilinmez senin değerin ?!

Seni annem-babam gibi severim ; Allah’tan mülhem mesaj şiirsel “iç dil” örnek ,

Onları da sen yetiştirdin öğretmenim ! Evrensel ışık kitap* emr-i “İkra’ …” kök gerçek !

3.

“Tanrı mesleği” derler öğretmenlik için ; Kaynak : “Yaşayan Dünya Dinleri” ilm-i vicdan ,

Eğitim için en uygun tanım “Tanrı sanatı ” Gerçek kavrayış yoksa ruh-u hakikat nedir ?

Yine de gözetmezler öğretmenin hakkını ; Rabbim işte tek kitap* evrensel mesaj Kur’an ,

Biliyorum bu vebâl senin ve benim değil , Allah’tan vahy-i hitap* bak güzel elfâz delil !

Eğitime yeterince önem vermeyenlerin *****

Öğretmenlerine saygı göstermeyenlerin Dünden öncesi gece yine TV kanal-D’de “Genç Bakış”

Başöğretmen Atatürk’ten utanması gerekir ! ve dün akşam da TV-Star’da “Kurtlar Vadisi / Pusu”

4. sonrası ayrıca TV-Flash’ın “Gece Hattı” haber programı

Gereğince ilgilenmiyorsa yetkili büyüklerim ; güncel siyaset tartışmalarının gündemdeki iç boyutlarını

Elbette en temel görevim olacak ! deşifre edici içerikte ilginç çözümsemeler düşündürmek

Hep elele Büyük Ülkü’ye koşmak konusunda geç saatlere dek izlenmeye ve uykumuzdan

Demokrasi adına toplumu uyandırmak vazgeçmeye değer sanırım. Sabah namazından sonra da

Vatan uğrunda canla başla çalışmak Dost-tv’nin programlarıyla baş başayım yine bugün.

Ne güzel topyekûn ülküdaşız öğretmenim ! Takvim: 11 Aralık 2009 Cuma. Namaz vaktini bilmek

578

5. için bakınca takvim yaprağının ön ve de arka yüzünde

Çağdaş Türk toplumunda öğretmenin yeri , okunan güzel sözler gerçekten anlamlarınca uyarıcı !

Ne eğitimin gerçek değerince seçkin Bkz.(mezkûr takvim*) ön sayfada âyet meâli: “(Hz. Hûd*

Ne önemine uygun oranda saygın der ki ); Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı

Ne de onuruna yaraşır durumda değilse ; ediniyorsunuz ?” (Şuarâ-129) Ve arka sayfada: (Râmûz-

Önce büyükler görevini bilmeli ! ül’ehâdis* kaynağından ) şu başlık konu: “Şeytanın Yar

Küçük-büyük herkesin gözünde dımcıları / …” Ayrıca meâlen ne kadar veciz söz işte şu

Okul ve öğretmen yüceltilmeli ! (Hadis-i şerîf ): “Din kardeşini güler yüzle karşılamak

gibi (tabiî-doğal*) bir iyiliği bile

Bilgi inanç ve erdemle yücelten / Uygarlığa çığır açan öğretmen ! sakın küçük görme!” ))))))))))))

******************

OKULUMUZ MARŞI

İzmir-Bornova

Yahya Kemal Beyatlı İlköğretim Okulu’na !

1.

Okulumuz adını

Türk büyüğünden aldı

Çevreye ışık saçtı

Yahya Kemal Beyatlı !

2.

Genç eğitim yuvası

Hepsi Türk çocukları

“Şimşek gibi kanatlı”

Yahya Kemal Beyatlı !

3.

Ülkenin temel taşı

Okul bilgi ocağı

Öğretir çağdaşlığı

Yahya Kemal Beyatlı !

4.

Devlete içten bağlı

Öğretmene saygılı

Sever çalışkanlığı

Yahya Kemal Beyatlı !

5.

İnanç ve bilgi çağı

Aydınlatsın vatanı

Yaşatsın Türk Andı’nı

Yahya Kemal Beyatlı !

Hüseyin Kurt İlçede “yılın öğretmeni” seçildim ve mûtad törenlerde kendimi “baş rol”-oyuncusu

(Md. Yard.) gibi hissettim amma onurlandırılmak dışında zırnık çıkar gözetmedim üstelik o yıl

Bornova - 1990 emeklilik isteyenlere ayrıca “yarım maaş” ve bendenize de “plkt” verdiler, efendim!

………………

Not: Daha görevde iken yazmıştım. Fakat “şiirimle ortaya çıkmak” istemediğim için hiç kimselere de

duyurmadım. 1980 sonrası süre-gelen işbu “Yaşamakça” çalışmalar arasında daha anlamlı , umarım !

YOZLAŞMA !

1.

579

Geceyi dinliyorum gözlerim açık

Sokaklar ıssız bomboş ortalık !

Bu kentte köpekler bile uyanık

İnsanlar nasıl da derin uykuda !

2.

Bu kent bombok zaten pislik her yanda

Her saat evlerde şenlik şamata !

Sefalet kolgezerken ortalıkta

Sokakların hâli dizboyu kepâzelik !

Herkesler gergin öfkeli canı burnunda

Boğucu ortam gırtlağına kadar rezillik !

Sözümona balkon keyfi barbeküde ızgara

Piknik dedikleri de haftasonu yârenlik !

3.

Köyümün bağları bahçeleri evleri geliyor aklıma ;

Etrafta ne asfalt yol , ne betonarme binalar !

Dağ yamaç çayır çimen her tarafta ;

Hangi yola sapsan ne yana dönsen

Her rastladığın can-dost , yakın akraba !

4.

Yerinde kalsın bu kentin çimli parkları

Köyümün yeşilliği en doğal desen !

Dip köşe saksılarda değil çiçekler

Şehirde var mı böyle; söyle, ne gezer !

En doğal ortamlardaki güzellikler

İster dekor diye konsun orta masaya ;

İnsan ruhunu nasıl okşar sahtelikler ?!

Değilken elaltında nane maydonoz tere

Renkler kokular bezeli duvar dipleri ;

Gözönünde bolluk bereket her mevsim

Yeşil asmalar sarmaş-dolaş gül fidanlarıyla !

5.

Misk gibi kekik kokusu günyeli rüzgârında

Mezarlıktan köye doğru uhrevi huzur oysa ;

O kadar yakın ve ıssız ki , tam annacında

Korkma ölmek de kolay köyde yaşamak da !

6.

Gel-gelelim kentte hayat çok zor aslında

Ölümü çoktan unutan ruhsuzlar arasında !

Yaşamak ölmekten beter soysuz ortamda

Evler de üst-üste mezarlar da insanlar da !

7.

Ne gecenin uğrunda ne günyüzü sabahında

Hayır yok artık bu kentin hayatında !

Tası-tarağı toplayıp gideceğim sonunda

Gideceğim buralardan birgün kısmet olursa !

8.

Hani ölmez de sağ kalırsam , var-ya ;

İnşaAllah “sağ-selâmet” emekli olunca

Gözüm açık kalmasın ölsem de kalsam da ;

580

Ne gam-kasâvet ne dert-tasa kalır insanda

Hele bir köyün yolunu tutunca !

9.

Hiç hayır kalmadı artık ortalıkta baksan-a ,

Hiç tad-yok buraların havasında suyunda !

Ne bed-bereket var , ne hak-hörmet; sorsan-a ,

Ne kalmış insanlık adına bu kentin insanlarında ?!

10.

Kopup giderim durmam bu yoz ortamda ;

Köyüme dönmek için bir yolunu bulunca !

Sessizliği dinlerken kafa dinlendirmek güzel ;

Ne güzel köydeki ıssızlık kırda bayırda !

11.

Hiç hayır-hasenat yok kentin insanlarında ;

İnşaAllah ölüm bile kalmasın buralarda !

Ne toprak kalmış zaten ne kabristanda mezar ;

Dünya bitmiş de “ahiret arsası” satıyorlar ,

Artık ne ruh ne beden huzuru var bu topraklarda !

12.

Demek nerde çokluksa , orda her gûnâ mel’anet ;

Ortam bozuk pislikse nice bunluk bungunluk !

İt-uğursuz , hasba-yosma , daha ne çeşit illet ;

Her tip yozluk yobazlık , her haksızlık orada !

13.

Artık modern yozlaşma köylere dek ulaştı ;

Demokrasi adına her günah helâl sanki !

Baktık ki yıllar sonra kentler içten uyandı ;

Bak-gör şimdi köy mezra keyfe daldı ahâli !

14.

Geleneksel kültür bu mu ülkenin hayatında ;

Millet gitti elden gitgide yozlaştıkça !

Besbelli her dert bu yozlaşmanın anaforunda ;

Haydi dön özüne özgürlüğüne köyüne yol varsa !

Dön-git mâdem rezil-sefil yaşamaktan bıktınsa ,

Hele itler kadar rahat ve itibarlı olamadıkça !

15.

Ne musibetse tükür-git ağzının ortasına ;

Ağzında ciklet , gözünde gözlük , eğninde kot-mont !

Ne söz-sohbet , ne yanık türkü ; ille de Mozart*

Dön-git kurtul , bir dönüş yolu kaldıysa ;

Şayet kent-soylu değilsen haydi git durma !

Uygarlaşmayan (“köy, aklın mezarı” ) da olsa ;

Kurtar , neslinin itibarını; sakın-ha , yozlaşma !

KÖY “yeşil düş” - şu KENT “çağdaş gerçek !”

(Bkz. Mesnevi’nin Özü / sh. 286-7: “Köy, aklın mezarıdır.”-Hadis*) Demek: köy yaşamı ille kent’leştirilmeli!

Köye medeniyet taşıyan projeler gerçekleştirilir ve sosyo-ekonomik kültür hayatıyla tam kentleştirilirse, başka!

(Bkz. Zaman G. 27 Şubat 2000 / Pazar (61); Peki yaşadığı kentte mutlu olamayanlar düşlerinde nasıl şehirler

görürler ? Aslolan oturup düş kurmak mıdır ; yoksa , şehri tüm canlılığı ve keşmekeşiyle yaşamak mı ?.. /

581

Sh. 16-7: Ne şehirler sevdim // Orhan Kural : “Yeşili olmayan kentler için çağdaşlıktan söz edilemez.” //

Mustafa Armağan : “ Şehrin yaşayan katmanları her zaman heyecan vericidir görmek isteyenlere.”) Dinamik -

“kentleşme” medeniyet terakkiyatına yol açıp bağlanarak geçim refahını çağdaş şartlara göre geliştirmek mi ?

EBYAZ “en beyaz” ŞİİR (84*6-25)

1.

Arapça “kalem” ile Farsça “dil” diye yazsam ,

Sanki sürçe lisan’dan başka sözcük arandım !

İslâmca “selâm” ile kardeşçe “kelâm” ursam ,

Hangi Türkçe lügattan taşra sözlük kullandım ?!

2.

Nazımla çağırınca çoşkularda her bir an ,

Acılarla yarışan isyanlarda hızlandım !

Karınca adımıyla kıyılarda dolaşan ,

Anılarla karışan nisyanlarda kıvrandım !

3.

Her sabahın ardından gün yüzünü ağartan ,

Karanlığın koynunda seherlerle uyandım !

Yüzkızartan günahtan gökyüzünü sarartan ,

Akşamların ufkunda renkten renge boyandım !

4.

Gaflet cenâbetliği nefsimin gayyâsından ,

Gücüm tükendiği an usancımla utandım !

Rabbim’in kerâmeti vuslat iştiyâkından ,

İçim ürperdiği an sanki bir rüya sandım !

5.

Yeryüzünü karartan karayüzlü her yalan ,

Beyaz sayfalardaki el ve ayak izleri !

Gönlümü arındıran inançla aydınlatan ,

Rabbim’e niyaz gibi sevdim ebyaz şiiri !

6.

Gözlerimi yumunca dünyamı unutturan ,

Ötelere açılan bir başka dünyadayım !

Kalben “yakîn” duyunca lisanımı susturan ,

Aşkla kanatlandıran Allah huzurundayım !

7.

İçi dışa boşaltan zaman-mekân kaydından ,

Nirvana*-sırrı’ndaki “fenâ-fillâh” menzili !

İç dili arındıran “râbıta”(*) merâmından ,

Rabbim’e niyaz gibi sevdim ebyaz şiiri !

( “Kader , beyaz kağıda sütle yazılan yazı. Sil silebilirsen haydi , oku okuyabilirsen!” ) *

MAVİ ÖZLEMLERE ÇAĞRI

1.

Yarınlara yakın olsa da bugünlere uzak

Yine tüm yeryüzüne bir “yeni çağ” açacak

Ruhumu yansıtacak gönlümü donatacak

Mavi çağlar boyunca gökkuşağı renkler

Doyasıya yenibaştan

582

Türk mavisi özlemler !

2.

Haydi artık çiçeklensin dal yaprak

Göktomurcuk gözelerin ucunda

Öz belli yeniden söz uyanacak

Anlam açılsın baharın kucağında !

3.

Öz belli artık yeni söz uyansın

Anlam açılsın Ülkü Ocağı’nda !

İslâm’laştıkça Turan’laşacaksın

“Kızıl elma” gönül ufuklarında !

4.

Kökleri göklere bağlayan hamle

Öz kanıyla boyansın Türk rengine

Uyansın yeni doğuşlar ruhunda

Hemen ardınca beklenen mûcize !

5.

Yeni gençlik hülyâları uyansa da

Henüz tam olgunlaşmadı yeni nesiller

Sabah rüyasından tam uyanmadı daha

Daha yaşanmadı doyasıya mevsimler

Uzun kış uykularında yaşanan rüya

Daha tam yorumlanmadı en doğrusuyla

Ay-yıldızlı mavi destanların uğrunda !

6.

Daha yeşermedi yüreklerde sevinçler

Günlerin ardında bekleyen nice günler

Bahar kuzuları kır çiçekleri çiğdemler

Daha dik yamaçlara yaslanacak Anadolu*

Daha sert ayaklanacak Türklüğün ruhu ,

Gök-gürlemesi’ni andıran çığlığıyla

İşte gök-çağrısı minareler !

…………………………

Ve boynu eğik al-gelincikler

Genç Ülkücü*-şehitler’e benzer

Henüz iffet* tül-beyaz’ken

O tertemiz endâmıyla

Ah gencecik gelinlikler

Ve ölüm örtüsü kefen

Daha ıslanmadı he-ya ,

Hızlı nisan yağmurlarıyla

Çağdaş robotların koynunda

Daha uyanmadı dünya !

7.

Nasıl da kayboldu zaman sularda

Kara-toprak Türkçesiyle uyandı mavi gökler

Sanki dillendi biçimlendi ansızın

Çağlar dolusu masallarda

İçime sığmayan hayâller

Alacanlı gölgeler ,

583

Dar çıkmazlarında unutuldu sokakların

Karanlık geceler !

………………..

Coşkun duygulara gülümsedi yalnızlığım

Titreyen kuş kanatlarınca

Öteleri fısıldayan gizli sitemler

Belli-belirsiz büyüdüler erkekçe

Daha gününe ermedi bil ki ana karnında

Nicesi var ki daha doğmak için bekler

Elbette birgün onlar da gelecekler !

Daha görmedi uzaklar yakınları

Yarı nemli dudakların ucunda

Sessizce çoğalacak heceler !

Önümüzde küçük adamların büyük adımları

Daha çağdaşlaşacak çağ-hızı mavi boşlukta ,

Ayetler ışığında bakmadıkça

Bizi anlayamaz dünya !

8.

Anladınız,“Türk-İslâm’a dost; düşman kim” bakın ,

Tarih boyunca “Türk’e dost var mı Türk’ten başka ?!”

Sorun kendinize önce kendiniz cevaplayın !

……………………………………………

Destan destan çoğaldınız hilâllerin koynunda ,

Son sayfasında şöyle yazdınız kanınızla : “Bütün

Türkler bir ordu , katılmayan kaçaktır !” oysa ;

Ülkü yolunda ne bedenler düştü toprağa bir düşün ,

Hem niye ne diye kaykıldınız acımasız avcılara ?!

Gördünüz ki , elbette Türklük yaşayamaz İslâm’sız ;

Diye yiğitçe kaykıldınız millet-devlet düşmanlarına ,

Hain pusular karşısında pusatsız

Bile-bile kalkıştınız vatan müdafaasına !

Emperyalist ideolojilerin ajan medyası ,

“Devlet güçlerinin görevi size mi kaldı ?”

Derken ; “Nerede bu devlet ?” kışkırtması ,

Devrim darbecilerine yol-zemin probaganda !

Demekki “akacak kan damarda durmaz”

Destanlaşmayan vatanda bayrak dalgalanmaz

Demokrasi yolunda savaşmadan barış sağlanmaz

Yaşatmak ülküsüne bağlanmadan onurlu yaşanmaz !

Hani-ya saklanırken tedirgin korkuların ardında

Yiğitçe şahlanan akıncı Türk ruhuyla

Yüzyılların yüreğine sığındınız yıllarca

Kızılca kıyametlere kanatlandınız

Ve cennetlere uçtunuz da akın-akın

Sessizce dağıldınız sonsuzluğa

Sanki kuş sürüsü arayışlarla

Uzunca zamanlar gerildiniz sarsıldınız

Korkular üreten belâlardan kaçtınız

Nihayet alıştınız korkularla bir arada

Korkusuzca kucaklaşarak yaşamaya !

584

Neden sonra özendiniz masal çocuklarına

Nitekim aç-açık kaldınız da yaz-kış aldırmadan

Issız gece yalnız gündüz zor mevsim şartlarından

Hiç yılmadınız çıvgın kar çisenti yağmur altında

İçin-için sızlanıp ağladınız İslâm ve Türklük için ,

Günboyu göklerle kucaklaştınız doyasıya !

Ve dostça gülümsediniz de güneş ay yıldızlara

Hep iç-içe birlikte saklandınız heyecanla

Ararken kovalamaca oynar gibi köşe-bucak

Korkularla kaçtınız kaynaştınız hep birlik

Kaderin gizemini gönlünüzde hissettiniz !

Ölümden ötesi ölümsüzlük aradınız ,

Masalları andıran savaş oyunlarında

Kaderden kaçmak isterken yine yakalandınız !

Rüyalarınız ters yorumlandı yabancı duygularla

Soğuk ölümler çimlendi sıcak yüreğinizde

Solgun benizli öfkeler ,

Kara bulutlar kadar sert ağır katı

Yıldırımlarınız sivri uçlara takıldı;

Sonu gelmeyen aldanışlarla ,

Bu ihanet durmaz ve unutulmaz asla !

İçten dıştan nice düşmanlık karşısında

Yeni binyıldaki “cihan devleti” imajıyla

Yine er-geç bizi tanıyacak dünya !

9.

Daha gencecik “çiçeği burnunda” denecek yaşta

Altıbin şehit kanıyla bir yeni destan yazıldı ;

Adı “millî devlet – güçlü iktidar” oldukça

Yeni şafaklarda sorulacak ihânetin hesabı !

Nice hadsiz zorba tehditler karşısında

Yılgınlık nedir bilmeyen yiğitlikle,

Ve susmakla da bitmeyen şiirsellikte

Cümle ihânetlere Bozkurtça göğüs gerdiniz

Zaten kan-kızıl anarşi* işte terör’e müncer !

…………………………………………..

Canayakın şiirlerde toplandınız yeniden

Yeniden derlenip toparlandınız bir araya

Beyaz bulutlar kadar yumuşak ,

Ülkücülük aşkının çevik adımlarıyla

İkinci binyıl* başında ,

Nice netame varken başımızda dahası

Yeniden bir yeni “Türk çağı” ararken

“Hazret-i Horasan” ruhuyla yoğruldukça

Temkinli adımlarla yaklaştınız sabrınızca

Hem de Devlet* adıyla geldiniz iktidara ,

Ancak Kur’an irşadıyla Ak kadro*-onurumuzca

Bize şaşıracak dünya !

10.

Hiç dert değil geri-gelmez kayıplar olmasa ,

Günler mevsimler değişse de dert değil;

585

Büyük zamanları beklemek için ,

Yeter elele gözgöze sevgileriniz !

Ne güzel , yeniden doğuşlar dirilişler ;

Allah’a hamdolsun ki , Allah’a yöneldiniz !

Fıtratınız melekler kadar temiz ,

Ah ne olur sonradan kirlenmeseniz ;

Hızlanan adımlarla koşsanız tek ülküye,

Bir daha yüreklenip yüklenseniz üstüne !

…………………………………………

Yengeç yavrusu çağanoz*-sürülerine inat

Diz urup tez sıçrayacak atik-çevik zeybekleyin

Uyanacak Anadolu türküleriyle sanat ,

Yenibaştan bir mavi çağ açmak için !

Ürkek sevgileriyle yağız aşılar dölleyen

Nice uzak çığlıkları getirecek yakınımıza

Genç kızlar kızanlar körpecik hevesleriyle

Sabahlarken dolunay mehtaplarda

Bizi kıskanacak dünya !

11.

Yorgun bir bekleyişte başladı bu rüya

Daha gür filizlenecek kuşkuların gözaltında

İçten içe daha derin daha iyimser yorumlandıkça

Gelecekler yine aynen geçmiştekilerin ruhuyla

Daha içten nice mini-minnacık sevgiler

Birbirinin topuğunda ikiz bebecikler gibi

Yeni bir Türk çağı’nın muştusuyla her biri ,

İnsanlık uğruna ağlayacak gülecek

Canlarım kardaşlarım yine hep bir arada

Kucaklarda günden güne bir millet büyüyecek ;

Başucunda ağzı-duâlı* hâmi-nineler ,

Yeşil seccâdelerde yürekler ürperecek

Günahsız bedenlerden kundaklar çözülecek

Bir bir birleşecek eller ve gönüller

Dillerde ninnilerle nağmeleşen tekbirler ,

Ayaklanıp gelecekler hep birden aramıza ;

Bizimle uyanacak dünya !

12.

Mavi özlemlerde yaşadıkça

Kara büyüler bozulacak ak-yüreklerde

Gökler dolusu turkuaz*-mavilikler ,

Derinleşen öteleri çağıracak yeryüzüne

Yaşlı gözlerimiz ,

Tatlı sözlerimiz …

Ve en büyük eserimiz ,

Bu yolda en derin izlerimiz*;

Sizlersiniz , ey özlenen nesiller !

Aldırmayın yar görünen ağyâra ,

Aldanmayın dost görünen düşmana !

…………………………………………

Milliyetçi Hareket* öncülüğünde gençler ,

586

Tarihten ışık alacak tarihe hız katacak

Ülkücü bozkurtlar yeniden şahlanacak

Marşlarla çoşkulanıp bayrak aşkıyla

Dalgalanan coşku seli bayraklaşan çağrılar !

Atatürk’çe yeni başbuğ ideali*doğdukça

Yeni bozkurt özlemi ruhlarda uyandıkça

Bizimle yaşayacak dünya !

(Bkz. Yeni Düşünce* dergisi ,yıl -3, sayı : 77 “25 Mart 1983” sh. 30: “ …” )

(Bkz. Kur’an Gölgesinde ve Tarih Önünde TÜRK , Mehmet Doğan ,Türk Kültür Yayını-İst.1978 /sh. 307-8)

(Bkz. Zaman G. 02 Mart 2000 / sh.21: Tefekkür , Hekimoğlu İsmail ; “Devletlerin Ölümü : Devletleri insana

benzetip; “doğar , büyür , ölür.” derler. İnsanın biyolojik değişikliği kendi elinde değildir ; devletleri ise dev

let adamları kurar , büyütür ve öldürür. Misal … // Yine, 03 Mart 2000 / sh. 21:“Sosyal hayatta din”/ Ayrıca ,

Bkz. Bahar Berkman : “Teknolojinin gençleri … stratejist Erol Mütercimler*… ülke ve kendi gelecekleri

hakkında söz sahibi olmayı talep ettiklerini söylüyor.” )

ŞİİR ÜLKESİ* TÜRKİYE

1.

Büyük doğu’nun batı ufkunda

Haçlı Bizans’a karşı

Türklüğün mızrak ucunda

İslâm’ın şehâdet parmağı

Hilâl sancağı Türkiye !

2.

Doğudan batıya Türk yurdu

Kur’an muştusuyla “Hakk’ın ordusu”

Hanlar hakanlar buyruğunda

Akıncı gaziler şehitler soyu

Alpaslan’lar yürüdü yüzyıllarca

Malazgirt Ovası’ndan Viyana’ya

Alperenler ocağı

Kutsal devlet otağı

Dünyayı kıskandıran Anadolu ,

Akıl-almaz bir Mûcize’nin parmak ucunda*

Sanki “Ay parçası” bu eşsiz ülke,

Yedi iklim Türkiye !

3.

Türklük tarihinin ufuklaşan son yurdu

Bu topraklar şühedâ kanlarıyla yoğruldu

Rumeli dilberinin ezelden yavuklusu

Adsız yiğitler barındıran Anadolu ,

Anadolum ne yiğitler doğuran analar dolu !

Türkmen kızı anaların en güzeli ,

Anadolu yurtların en gözdesi

Sevdalı gönüllerde

Ağıt olmuş dillerde

Ve yanık türkülerde

Türk aşkı yeniden destanlaştıkça

Boğazlar’da kucaklaşırken doğu ve batı

587

İki yandan üç deniz öpüşüyor Marmara’da ,

Arada tek Karadeniz sanki Asya-Avrupa ;

Büyük Asya uzantısı tam adıyla “Avrasya”

Ege’nin mavi suları yosun kokusuyla baygın

Dalgaların işveli raksında sitemkâr Adalar’ın

Unutulmaz sevdası bekliyor Çeşme iskelesi’nde

Türk gölü* Akdeniz’in en güzel hâtırası

Tozlu sayfalardaki tarihin ihtişâmı

Yaşarken ağıtların tuzlu dudaklarında

Efeler diyarının “sarı zeybek” havası :

“İzmir’in ufak-tefek taşları

Keman olmuş o yârimin kaşları”

Tarihin mehtabı gibi hüzünlü İzmir akşamları

Berrak hayâl aynasında hasretin gözyaşları

Şiir gibi güzel ve tarih kadar canlı !

Ondokuz Mayıs’tan Dokuz Eylûl’e

Yedi düvel’e karşı “Kurtuluş Destanı”

Sıradağlarla surlaşan kıyılarda

Gümüş rengiyle hilâller parladıkça

Tekbirlerin yankısında Başkomutan’ın emri:

“Ordular , ilk hedefiniz Akdeniz’dir ; ileri !”

Bu emir tam bağımsızlık uğrunda son hamle

Atılgan gazilerin ruhunda yankılandıkça

Uygarlık yolunda hep ilerleyen Türkiye !

4.

Tarihteki “büyük fetih” yüzyıllar öncesinde

Ortaçağ’ın son mezarı köhne Konstantiniye*

Yeniçağ’ın ilk kapısı genç Fatih’in elinde,

Doyumsuz bûseye şâyeste billûr Boğaziçi’nde

Zümrüt gerdanlık gibi vakûr İstanbul !

……………………………………..

İsa ile Muhammed(sav) buluşur Ayasofya’da

Kur’an nuruyla insanlık kavuşur Büyük Uyanış’a !

İşte benim yurdum böyle bir ülke

Tüm dünyanın gözbebeği Türkiye !

5.

Tarih öncesi bir “ışık” iniyor gökten yere,

Tevhid nuru yayılıp büyüyor çoğalıyor !

Kol-kol , boy-boy ve soy-soy nesillerle

Binlerce ışık olup belli zaman içinde

Yüzyıllarca her yönde dağılıp yeryüzüne

“Bir Türk cihana bedel” tarih hayâli bile

Nice coşkun ırmaklar İslâm coğrafyasında

Zemzem* tadıyla aynı kaynakta birleşiyor ;

Doğuda Çin seddi’ni aşıyor taşıyor da

Batıda Bizans ve daha sonrası yol ,

Viyana surları’na ulaşıyor Hak aşkıyla

Doğudan Batıya uygarlık taşıyan akışıyla

Fetih ruhunu bayraklaştıran iman yolunda

Ulubatlı Hasan’lar boyanırken Kürşad’ın kanıyla

588

Fetihlerin ardından yeni fetihler geliyor ;

Tarihin burcunda ihtişamla(-r) yükseliyor ,

Muhteşem Feth’in ruhu ruhları yüceltiyor !

…………………………………………..

Yükseldikçe yükseliyor Türk-lük İslâm’laştıkça ,

Medeniyet gelişiyor insanlık uyandıkça !

İşte bu irfan aydınlığında “ümran”

Kubbe-kubbe âbideler inşâ’ederken Sinan ,

Barbaros geçiyor Donanma-yı Hümayun’la ;

Yanıbaşında sıralanmış “leventler (*)”

Hilâl gözlerinde alev-alev zaferler …

Başeğdiler Akdeniz rüzgârları ,

Ölümsüz yüreklere selâm-selâm !

Dünyaya sığmayan başların aşkına

Karanlığa gülümsedi yıldızlar

Büyük soluklu gönüllerin mehtâbında

Zaman ötesi içten dışa ve dıştan içe

Hicret yolu seyahat değil , hasret dolu vuslat ;

Vuslat ruhunun aşkıyla arayışlar arayışlar …

Aydınlık yollarda nice öncü güneşleriyle ,

Nice güzellikler ülkesi Türkiye !

6.

Artık gönül aydınlığı yok güneş yollarında

Nasıl da gölgeler gibi birbirine yabancı

Günboyu bin-türlü mâsiyete mübtelâ ,

Felâh arayan elleri dilleri yürekleriyle

Neden hiç tanışmadı yâren-dostça yurttaşça ,

Hiç selâmlaşmadı kucaklaşmadı yalnızlıklar

Ruhsal karamsarlığa mı mahkûm insancıklar ?!

Başsız beyinsizce hoyrat serseri aylaklıkla ,

Ah her yanda sergerde kötümser zavallılar !

Gaddarca ayaklanmaya hazır “ayak takımı”

Yığınla başıbozuk kafası karışık umarsız

Uğursuz tutarsızlıklara yatkın gürûh ,

Hem de meymenetsiz davranışlara heveskâr

Kimi arsız ve hırsız çoğu öfkeli kararsız

Yalancı riyakâr ruhuyla aşk-ı imandan yoksun

Ne acı ne korkunç sonuç ahlâksız toplum !

Karşı takımlar arası futbol maçından farksız

Genç çığlıklardaki acımasız çılgınlıklar

Her yerde itiş-kakış ne çok gençler ,

Ne çok şamatacı ne pis saygısız !

Kız-erkek , genç-yaşlı , ne çok kozmopolit

Dış mihraklı ideolojik kültürlere şartlı aydınlar

Yarınları arayan yollarda kayboldular !

Ne çok gençler emperyalist yalanlarla ,

Yitik cennetlerin eşiğinde şaşkın ;

Kendi öz benliğindeki kilitli kapıları ,

Bir yolunu bulup da açamadılar üstelik

Aşk-ı iman şifresiyle çözüm aramadılar ;

589

Ve kendi çıngıraklarından korktular da

Cehennem zebanilerine açtılar ruh hisarını ,

Karayüzlü karanlık korkularla yüzyüze

Dinsiz dilsiz Türkçesiz kaldılar daha acısı

Elde değil heyhât , dilde gönülde

Bu acılar bu ayrılık yalnızlık !

Şayet duysaydık Âkif’in feryâdını ,

Zillete boğulmazdık “garplılaşmak” uğruna

Bunca kötü gidişatta tek sebep vicdansızlık !

Hele bir baksan-a , halkımızın hâli-ne (?)

Serâzat tabiatta hep hürriyet diye-diye

Demokrasi yâvesiyle ötesine aldırmazken

Gulyabanice “-laik” hâline lâyık yaşarken

Özgürlük terânesi “ideolojik kölelik”

Kapitalizm’in kulu her ilkel benlik !

Aşksız imansız irfansız bu nasıl insanlıksa ,

Fâsıkça günahlardan hoşlanıp hayvanlaştıkça

Dillerde dolaşıp durur , sözde ahlâk* sıkça ;

İşte hayat felsefesi “art”-arsız aşksız hoyratça

Dinsiz-densiz donsuz-soysuz düpedüz hayâsızca

Artık kumar açık rüşvet içki ve zinâ ,

Heyhât “nâmus sözü kaldı fukarâda”(*)

Neden bu denli zebûn olduk haçlı Batı’ya ?!

Hani-ya İslâm’ın öğrettiği insanlık edebi ,

Bilen dillendiren nerede ehl-i irfan hani-ya

Asırlardan beri cihanı titreten ecdâdın vasiyeti ;

Tekbir seslerinde yankılanan insanlık şerefi ,

Tarih hakikat masal mı devlerin efsâne heybeti

Demekki din de tarih de artık kültürel nostalji !

……………………………………………….

Ah ne yazık kalmadı artık ne dil ne damak zevki

Geleneksel miras sanat ruhunun derûni ulviyeti !

Hele insan sevgisinden uzak şu ters-sol mantıkla ,

Sözde “hayvan sevmeyen zaten insan sevmez ki !”

Böylesine saçma sözler tadsız-tuzsuz ağızlarda ,

Sanki uykulu masalların rüya destanları !

Bağrındaki onulmaz acıların şuuraltı

Suskun çığlıkların içedönük yankısı

Korkak salyangoz kulağından farksız ;

Çağrılı şiirlere rağmen umarsızca

Hımâri humâri tutarsızlıkla ,

Nasıl da eşşekçe şarapçı oldular !

Gizliden yeni doğuşlar bekleyen Doğu’da

Şiirsiz dilleriyle aradılar sordular ,

Yeniden diriliş gizemiyle doğacak zamanları !

Nasıl olsa “zamanla unutulur her acı”

Oysa nasırlaşan kahrıyla unutulmaz bu sancı !

Hepsi de en içten özlenen yeni günler

Hasretle aranan nice yeni düşünceler

Ve beklenen yeni gelecekler içinse,

590

Gerçekten beklenen günler gelecekse

Milletin özündeki “iman” gücüyle,

Hammadde yığını* değil Türk halkı !

Hani-ya bir zamanlar mâhut “mozaik kafalar”

Solculuk belâsı mel’anet “altmışsekiz kuşağı”

Çağdaş büyülerle aldatıldı fosil çağanozlar !

Toprak uyanırken baharın diriliş müjdesinden

Hiç ümit kesilir mi Rabbimiz’in rahmetinden ?

Genç aydınların ülküsü İslâm öncülüğünde

Bu toprakların kültürü Türk halkının yüreğinde

Ve en güzel şiir dili özlü Atasözleri’nde,

Şiir cenneti Türkiye !

7.

Ömrü bilinmez bundan böyle saatlerin

Günlerden haftalara aylarca nice yıllar

Hep tatlı yalanlarla peşpeşe geldiler de

Nasıl da uçup gittiler ardı ardına hazin

Nice acı ıstıraplar canyakıcı gerçeklerle !

Yine de gecelere bıraktık yarısını ,

Öbür yarısından ne kaldı zaten

Yarı uykulu sehersiz gündüzlere ?!

İşte aymazca geldik haylazca gittik derken

Düşünmedik nur-u aynım aynı ayna ilk sırrı

Düşünmedik ne zaman aydınlansa şu semâ ,

Dışyüzü nurlu sîma içyüzünün kanıtı

Bizimle gelip geçen mevsimler boyunca

Bilinmez her neyse ömrümüzden artakalan

Sanki yaşamakla bitmeyen şu dünyalardan

Ne kadar erken başlayıp geç bitse de,

İşte o gün o saat o vakitten itibaren

Şekvâsız sessizce bırakıp giderken

Bilmem ki başka ne kalır bize;

Yaşadığımız günlerin ötesinde

Gerçek bize yeter bu “köprü vatan”

Dünyanın Deli Dumrul* kavşağında

Haçlı Batı’ya karşı göğsünü gerdikçe,

Türk adıyla dimdik ayakta iken

Uzay savaşı’nın kıyâmetine dek

Bu hengâme böyle sürüp gidecek !

Ve mahşere kadar yol çilesi bitmese de;

Gözlerimdeki dünya yüreğimdeki evren

Şiirimin has bahçesi cennetten köşe,

Şiir ülkesi Türkiye !

(Bkz. Halkın sesi / halkım “Tarafsız Siyasi Aktüel Bölgesel Gazete” 01-14 Şubat 2008 / sh.4: Sancar Maruflu ,

“Kırkbirkere maşallah” / İzmir niçin önemli ? / Kim ne derse desin , İzmir ; Atatürk Cumhuriyeti’nin başkenti

dir. Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı “Atatürk (*)” olmadan önce en çok etkilemiş kenttir, İzmir. Çanakkale Savaş

larından önce, genç bir Osmanlı zabiti’yken Trablusgarp Gemisi’ne binmek için gelip kaldığı İzmir’in bir Os

manlı-Türk kenti olması gerekirken , yabancıların yönetiminde olduğunu görmesi Atatürk’ü kahretmiştir. 1912

yılında Emperyalizm(*)’e olan ilk tepkisini İzmir’de dile getirmiştir. / “Gavur İzmir *denilen bu kenti bir gün

591

gelecek , Türk İzmir yapacağız.”- demiştir. Atatürk , Millî Mücadeleye başlama kararını 15 Mayıs 1919 akşamı

İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edilmesi haberini alır-almaz, 3.5 yıl süren Milli Mücadele günlerinde tek

hedefi İzmir’e varmak ve İzmir’i Türk yapmak olmuştur.09 Eylül 1922 sabahı bu hedefine vardığında (Ara-not:

Dedem merhum el-Hacc Hüseyin Efendi , işte Millî Mücadelenin zaferiyle sonuçlanan o zor dönemlerde toplam

“dokuz yıl” askerlik yapmış. Sonuçta Atatürk’ün : “Ordular ! İlk hedefiniz, Akdeniz’dir ; ileri !” komutuyla Af

yonkarahisar civarı cephelerden akıp gelen ve Menemen üzerinden İzmir’e giren şanlı ordumuzun neferlerinden.

Neden “istiklal madalyası” yok ? Bu konuda babam’ın araştırmasıyla anlaşılmış ki , bir süre “firar-” çıkmış ka

yıtlarda. Aile / çoluk-çocuk “geçim sıkıntısı” yüzünden firar etmiş de “değirmen”-kiralayıp çalıştırmış saklana

rak. Askerlik sonrası işbu firar süresince kendini gizleyen değirmen sahibi’ne küçük oğlu İsmail’i “evlatlık”-ver

mek istemiş sözünü yerine getirmek için dedem. Maalesef ben bu konuyu babamdan ancak köyden tedavi için

İzmir’e geldiğinde geçmişlerden söz-sohbet diye kendi ilk çocukluk günlerinden bahis açınca duydum ve şaşır

dım. Acıdım ve teessüre kapıldım babamın hayat hikayesini dinlerken. Ne acı zor günler ve sıkıntı yoksulluktan

yani geçim darlığından halk köylü bütün milletin kıvrandığı yıllar yaşadık; kendime ait dertlerimi dile getirmek

ten ne çok utanç duymakta ve hayatımın acılarını unutmaktayım sadece annem-babam ve hele babannem ve de

büyükbaba-dedem’in hayatlarına dair hatırladıklarımı düşünürken. Ne dayanılmaz zorluklara ve yoksulluklara

katlanmış şu iki-üç göbek kök-atamız saydığımız ve örnek aldığımız önceki nesiller ! Her şey yani mirasımız

sadece ecdadımız zimmetince “emanet” değil mi bize ? Ecdadımıza lâyık ve mirasımıza sahip nesiller yetiştir

mek görevlerimizin ilk başında “sorumluluk” öncelikle. Gelenek-görenek geçmiş tarih mirasımızla yaşamakta

yız zira onları hiç unutmayalım!/ H.K.) Yeni Türkiye’yi kurma kararını da ilk kez İzmirde almıştır.Hayata vedâ

etmek üzere olan yaşlı ve hasta Anneciğini İzmir’e getirtmiş ve İzmir’lilere emanet etmiştir. Zübeyde Ana , Kar

şıyaka’da gömülüdür. Yaşamının ilk ve tek evliliğini İzmir’de İzmir’li bir genç hanım olan Latife Hanım’la yap

mıştır. İlk Nüfus Cüzdanını İzmir’de çıkartmıştır. Kuracağı yeni Cumhuriyetin hedeflerini belirlemek amacıyla

dünya çapında bir olay olan; “1923 İzmir İktisat Kongresi”-ni İzmir’de toplamıştır. Avrupa’nın ilk fuarlarından

biri olan İzmir Fuarı’nın başlangıcını ulusal bir anlayışla ilk kez İzmir’de bu kongrenin perelelinde gerçekleştir

miştir. Devrim yasalarının tamama yakınını İzmir’de planlamıştır. Yaşamının en önemli kararlarını İzmir’de

almıştır. Cumhuriyeti ilan edeceği tarihi bile İzmir’de belirlemiş, yakın dostlarının kulağına ilk kez İzmir’de

fısıldamıştır. Türk kadınını ilk kez sahneye İzmir’de çıkartmıştır. “Cumhurbaşkanı , Başbakan , her şey olabilir

siniz; ama sanatçı olamazsınız.”-sözünü ilk kez İzmir’de söylemiştir. / “Ben sporcunun akıllı , zeki ve çevik

olanını severim.”-sözlerini ilk kez 1926 yılında KSK’ye yaptığı ziyarette İzmir Karşıyaka’da söylemiştir. 1934

yılında Ege Manevralarından dönüşünde son kez geldiği İzmir’de Kültürpark’ı görmüş, çok beğenmiştir. / …

Bütün bunları İzmir’in , Atatürk’ün yarattığı bir kent olduğunu anlatmak için yazdım. 1922’den sonraki İzmir ,

Atatürk’ün İzmir’i-dir. İzmir ve İzmirli-lik*, “Atatürk’ün aydınlanma değerleri” anlamında önemlidir. İzmir’e,

Atatürk Cumhuriyetçileri* sahip çıkmalıdır. ( … ) Bu çok doğrudur. Tekrar ediyorum ; İzmir , Atatürk’ün kur

duğu parti olan CHP için önemli bir kaledir. Asla kaybedilmemelidir. İzmir Atatürk Cumhuriyetçilerinin asla

vazgeçemeyecekleri bir Atatürk şehridir. ( … ) Bundan sonrasının da öyle olmasını istiyoruz. Unutmayalım.

Atatürk İzmir’dir ; İzmir Atatürk’tür. / … Sevgi ve saygılar …”) CHP hk. “23 Mayıs 2008” gazetelere bakınız.

ANADOLU’M: “MİLLET-DEVLET !”

(Bkz. Tarihe Hükmeden Millet Türkler , Cemal Anadol , cilt-2 , sh. 143- 4 : “Ünlü İtalyan filozof

Campanella* şöyle diyor : ( … ) ” // Cilt-1, sh. 192 : Dipnot*)

(Bkz. Hak Dini Kur’an Dili , cilt-3 , sh. 1720 ve, cilt-5 , sh. 3292)

(Bkz. Tarikatlar , Dr. Hasan Küçük , sh. 104 :

“Bir kapıda Akça-koca padişah

Elinde burçak sakalı nur-nur

Bir kapıda Yûnus Emre’m oturur

Bilesiz bu benim Anadolu’m-dur !

592

………………………………….

Dediler kim gelecektir iki er ,

( … ) Biri millet , biri devlet ” )

(Bkz. Onüçüncü Yüzyıldan Günümüze kadar “Şiirde ve Halk Dilinde” Atasözleri ve Deyimler ,

E. Kemâl Eyüboğlu , Doğan Kardeş Matbaacılık - İst. 1973 / Tamamı : 2 Cilt ve 840 sayfa*)

(Bkz. Zaman G. 14 Ekim 1996 / sh. 2 : Yansımalar , İsmail Kıllıoğlu : “Evrensel bir Bakış ve Türkiye”)

ADIMIZ

Biz ne yunanlı ne tûranlı ne de iranlı’yız ,

Hümâyun otağı İstanbul’da Türk-Osmanlı’yız !

Tarihimiz medeniyet aşkının ihtişâmı ,

Adımızla bu vatanda “ebed-müddet” şanlıyız !

(Anekdot: Bu dörtlük şiiri beğendi de değerli dostum Beşir Ayvaz-oğlu*gönlümü şiire uyandırdı vaktiyle.)

(Bkz.Tarihe Hükmeden Millet Türkler ,Cemal Anadol ,Millî Kültür Yayınları-İst.1977; cilt-2 , sh. 133-8*)

NASIL YAŞASIN ?

1.

Görkemli gerçeklerin gölgesindeki şüphe

Renkli ışıklardaki makyajlar gibi sahte !

Aşksız inanç riyâda mutsuzca gizlense de

Sevgi nasıl yaşasın böyle soğuk yürekte ?!

2.

Ölüler bekliyor mezarların başucunda

Duâsız ağıtlarla mermerleşen anıtlar !

Boş dilek son armağan bir demet köksüz çiçek

Saygı nasıl yaşasın böyle soğuk çelenkte ?!

3.

Kızıl dudakların çılgın özgürlük şarkısı

Noel karnavalı “yılbaşı” çıplak göbek dansı !

Magazin sosyetenin gizli perde arkası ,

Gençlik nasıl yaşasın böyle soğuk işrette ?!

4.

Ölüm kadar sessizce bir bekleyiş bu her gün

Sanki yokluk korkusunun son uykusu her an !

Her sabah soluğuyla yeniden ve her akşam

Aydın nasıl yaşasın böyle soğuk zulmette ?!

5.

Sonsuzluğa kapalı zevkleri putlaştıran

Estetik zindanlardan farksız apartmanlar !

Betonlaşan “taş devri” bu makinalaşan çağ ,

Sanat nasıl yaşasın böyle soğuk hirfette ?!

6.

Necaset kokan vahşet varken bu uygarlıkta

Petrol alkol kapital ve çu-çu’lardan başka ;

Kadehler avuturken sarhoş günahkârlıkla

Töre nasıl yaşasın böyle soğuk zillette ?!

593

7.

Demagoji kültürü lâtincesi her neyse,

Hümanizm’den Komünizm’e her ne yol ise;

Anarşi fitnesi hangi kahbenin dölüyse,

Millet nasıl yaşasın böyle soğuk dehşette ?!

8.

Bu hırçın debdebe sürdükçe zâlim ihtişam

Yolların kavşağında entrikalı izdiham !

Ruhsuz sokakları dolduran lânetli yalan ,

Gerçek nasıl yaşasın böyle soğuk töhmette ?!

9.

Dünya giderek tersine mi dönüyor yoksa ,

Ağlayan Türk yurdu’nda yabancı kahkahalar !

Yüzkarası vebâl kahrolsun haçlı festival*

Tarih nasıl yaşasın böyle soğuk gaflette ?!

(Bkz. Sonsuza Yürüyüş, Hekimoğlu İsmail; Sh. 33-39: “Tahsil çağı / Böyle başlar ” ve ardından “Devlerle

savaş: (son cümle) Haydi yavrum , bozulan herşey için bayram edelim.” )

……………………………………………………………………………

Nasıl anlamaz insan ? Yaratıcı bilmez mi içini dışını; niye “edeb-i din” ne demek kavramaz zevk-i vicdan ?

Ancak gerçeği idrâk Kitab’a uymak , Kur’an irşâdıyla “tâlim-i ahkâm” meşk-i meram mehâsin-i ahlâk güzellik

leriyle bezenip donanmak gerek. Kimi iyi kullarına âyet-i hitap “beşîran” ancak kimi de pek kötü olduğundan

“nezîran” nüktesiyle hitap buyuruyor Rabbimiz. Bizi “iç dil” lisan-ı tefekkürümüze örnek konuşturan kim ?

Meşk-i “şiirimsi nefes” zevk-i selîm mahsus sünûhat taddırıp böylesi irtical-lügat duyuran ve nesnas gürûha

rağmen nice hâlet derekâtından niyet-i hâcet derecâtına kavuşturan Rabbimiz Allah’a hamd ve sonsuz senâlar ,

Resûlullah Habib-i Edîbi’ne salât ve selâm , muhibbân-ı mârifetullah Hak dostlarına bâhusus saygı-ihtiram*

olsun ! Nass-ı Kur’ân uyarılarına aldırmazlık gafletine dûçar ruhlara daha açık konuşmak için diyorum ki :

A-salak , gabî-idrâk , kafasız-aptal , lügatsız sersem ve mantıksız zavallı , (“summün bukmün , umyün …”)

nesnas-sıfat , adamakıllı “nanay”-yoz kafa , yobaz budala-ahmak ! Avanak-gerzek , kaç türlü üslûp-“papağan”

ne illet dil-lisan nâhoş “şiir-i şeâmet” tarz-ı “godoş” şom ağızlar var ki , iblis-zekâ “kör-şuur ” konuşur. Bunlar

için ne diyor Rabbimiz , siyâk-ı âyet tam meâl: (Bkz. Kur’an: 2*18. “… fe-hüm lâ-yerciûn” / Sağırdırlar , dilsiz

dirler , kördürler. Onlar artık dönmezler.*) Ruh hayatımız hakkında “ahkâm”-keserek: “Gerçekler acıdır (Ruh ,

hakikate ermez ve Hakk’a yönelmezse beden de marazlanır / acıtır-incitir benliği de !) veya yalnızca bu acının

sözünü ederken bile ağzımızda kekremsi bir tad bırakır.”-diyenler’in üstünkörü mantığına acımalıyız.

SAKINCA

Öz sağır-can sırrınca yazık ebkem-dilsizsin ,

Söz ağızdan çıkınca artık kahr-ol , ey esir !

Kök kahırdan bıkkınca yazdık madem bil-vezin ,

Göz akıldan yılgınca açtık hâl-yol ne denir ?!

Öz tarzından sakınca anlık gönlüm bilinsin ,

Söz ağızdan nısfınca artık tevbem meşk-şiir !

Bence Hak aşkının iç duyarlılık çilesiyle yoğrulmak ve onun ateşinde yanarak ruh cevherini beden cürûfundan

ayrıştırmak anlamında “arınmak” gerektiğini anlamadan nasıl anlarız hayatın özündeki iç ve dış yüzünün şiirsel

gerçekliğini ?! İdeal şiir veya şiirin ideali , her acının özündeki gerçek tadını arayıp bulmak , algılayıp duymak

ve müştaklarına da duyurabilmek çabası-çırpınışıdır.

Her an aklımdan geçen yahut tam o sırada içime doğduktan sonra aynen yazmak isterken hemen unutulup giden

ve bu yüzden anında kaydetmekten âciz kaldığım öyle enteresan ilham ya da sâniha hâlinde düşünce ve duygu

594

larım var ki , anlatamam. Mahzâ ayık kalbî-“iykan” nazarımca aşk-ı mülhem muhassala-i “ânî / ilk keşf-i dem”

misal “lâhza-i sâniha” asl-ı Aşk* gönlümdeki “işrak” kaynakça asıl şiir , her an içimizde duyarak yaşanmasına

rağmen doğrudan ifâdeye koyamadığımız kavramlar dolusu soyut anlamlar var somutsu ufuklardan beklenti iş

tiyakımıza karşın , ancak daha sonra ve dolaylı tarzda anlatmaya uğraşıp da bir türlü başaramadığımız veya içi

mizden dışımıza aynen ayna gibi yansıtmaya muktedir olamadığımız her noktada fıtrî acziyet ve yetenek sınırla

rımızın açık resmidir. Hele her türlü berbat saçmalık kumkuması insiyak karanlıklarına tutsak karamsarlıktan ve

hoyrat lâfazanlıktan sakınarak az ve öz konuşmayı “edeb-i hikmet” yahut “hikmet-i edeb” bilip bu düstûr-i ribât

tasavvuf umdelerine riâyetten dolayı suskun-hâl ve durgun hâlet-i halvet’te yalnızlığı yeğleyen mizâcının içten

liğinden kaynaklanan“çekingenlik” ve kimi zaman da bu “derunî hassâsiyet” ibtilâsından nâşi “aşırı tedirginlik”

hissettirici bazı gizli duyguların iç dil’de yoğunlaşan “duyarlılık” ölçülerini âhenkleştiren öyle incelikler yaşama

ya yatkın ruhiyatta iken ne komik gündem “medya pazarı”(!)çıkıyor karşımıza! (Bkz.Zaman G. 09 Aralık 2001/

sh.13: Yorum / Tamer Korkmaz: “İşte size bir pazar maçı ! Hakem düdüğünü çalıyor , ben de başlama vuruşunu

muzip bir öneriyle yapı-yorum : … yok öyle şey ? Bak , kızdırmayın beni ; maçı durdururum , ha … / Lâf etme

mizi gerektirmiyor ! Eh , zaten hakem golü verdikten sonra da , elden bir şey gelmiyor.” // Etyen Mahçupyan :

“Kanayan yara : Başörtüsü … / Eğitimi , ideolojik biçimlendirme* sanan kafalar … / kalıcı paranoyalar üreten

bir kimlik … Tek kelimeyle utanç !..” // M.Nedim Hazar :Üçüncü “A” Bir Salkım Hanım’ın Taneleri* polemiği

dir aldı-başını gidiyor. Komik olan … / Dünyada bunlar olurken , biz tıpkı Şeytanın Avukatı* filmi’ndeki final

repliğinde fonda hareket eden fresk’in izinsiz kullanılmasından dolayı mahkemeye başvuran National Kathetral*

yetkilileri gibi sineklerle uğraşıyoruz. Tabii bu esnada sinema (genel anlamda “sanat”) yapacağını yapıp, tarihe

damgasını vurup (Yazar mâzur görürse … lâf pelesengi “… dir ”-olup*) gidiyor. // Cem Behar : “Kolay müzik

- zor müzik ! Ne müziğin kendisi ne de herhangi bir çalgının icrâsı kolay öğreniliyor. Ustalık derecesine ulaşma

nın en zor olduğu sanatlardan biri müzik. / … Yetenek şart ama sıkı bir çalışmayla pekişmeyen yetenek hebâ

olur gider. / Mûsikî öğrenimi anlamındaki “meşk” ile, zorluk ve zahmet anlamına gelen “meşakkat”-in aynı kök

ten kelimeler olması tesadüf değil. Örneğin , tek nüshası İngiltere’de British Library’de bulunan onyedinci yüz

yıla ait yazarı bilinmeyen bir Türkçe mûsikî risâlesi’nde şunları okuyoruz : “Bir üstâda hizmet kılasın ki kendi

görmüştür ve sana dahi göstere. İki dizin üstüne gelesin. (not: namaz oturuşu / üstad-muallim’e hürmet tarzı*)

Tâlim edesin.” / … Gerçek yaratıcılık ancak sağlam bir müzik eğitimi üzerine bina edilebilirdi. Yüzyıllar boyun

ca Osmanlı-Türk mûsiki dünyasının temel ahlâkî prensibleri arasına girmişti bu anlayış. / … Bazı aceleci genç

ler hakkında şunları yazar *Süleyman Faik Efendi : “… bu devirde eski usûle rağbet olmadığından heveskârlar

… Usûl-i dairesinde üstadlardan emek sarf edip meşk-etmediklerinden hemen beş-on şarkı öğrendikleri gibi

cümle mûsikiyi tahsil eyledim zannedip öylece kalıyor …” Bu cümle’nin içerdiği nostaljiyi , hüzünlü şikâyeti ,

kaliteli müzik ve müzisyene duyulan özlemi bugün de hissetmemek mümkün değil.” // Beşir Ayvazoğlu: “Yah

ya Kemal , Celile Hanım’ı niçin terk etti ? / … “Cânân dediği lâşe”-yi (lâ-şey*çağrışımı: “hiçbir şey değil; leş !)

boynundan nasıl silkip attığını anlattığı Deniz şiiri … / Bu yazıyı ,Nâzım Hikmet’i yargılamak için yazmadığımı

özellikle belirtmek istiyorum. Niyetim iki büyük şairin biyografilerine küçük bir katkı …” // En nihayet; Ahmet

Selim : “Kavramların incelikleri … Tavırlar iki esasa istinad eder. Bir : Saygısızlık etmemek. Saygı duymasam

bile, … / İki: Saygı duyabilirim; ama , iştirak etmem. Her “muhterem” görülen düşünce “muteber ”-bulunuyor

değildir. / … Birinci tavrın gerektirdiği diyalog , objektif-tir ve çok zor değildir. Fakat ben asıl derunî diyalogla

rın hasretini duyuyorum …” (- Mühim : muhtevâ-yı tefekkürâtımızın nirengi noktasındaki ilginç-“nükte” elhak

Kur’an nazmınca âyetler ruhundan mülhem “Derunî Hasbihal (diyalog)”… // … lâfzın mânâya hamlini yahut

delâletini idrâk konusunda aynen nasıl da muvafık kafa-kökünü gönlümüzde derinleştirmekten yana yakınmak

tayız. Zira bizde (el’an “o kafa!”) okul , lâfa dayanır ; Batı’da ekol (l’école) – kafa’ya ! // Değil mi üstadım ?!

Müsaadenizle ender ruh şuuru şu “düşünce sıhhati” ile elindeki kalem gibi incelik kavramlarla yüklü başını da

dik tutmayı beceren nice “ehl-i dil ve temkin” Türk-İslâm entelektüelimizi de bütün samimiyetimle “ekol adam

larımız” saymak (-ki , zamanımızda : “müceddit” Said Nursi’den tut; teeddüben her birini isimlendirmeye ve

bildiklerimin hepsini de zikretmeye dilim ve bilgim yetmediğinden , nitekim - misal: “müfessir ” Elmalılı M.

Hamdi Yazır, “şairler sultanı” Necib Fazıl , Dergâh –“Hareket” ve “isyan ahlâkı” mütefekkiri Nurettin Topçu ,

“Safahat”- bülbülü “örnek karakter ” M.Âkif, ve Seyit Ahmet Arvasi*

gibi daha hatırlanması gereken ne güzîde zevat-ı merhûme ve muhtereme seçkin fikir dehâlarımız*) arasına ya

raştırmak istediklerim var. / H.K.) … sanki sırlı bir soru soruyormuş gibi eğilerek yavaş bir sesle: “Nedir o derin

595

diyalog ?” dedi. Hassasiyetini anlıyordum. / … bir başka gün , konuşmak gereği doğdu. / … Daha da ilerisi; işte

o (derunî diyalog*) dediğim şeydir. Çok zordur , belki biraz muhâtaralıdır. (Akılla olmaz) denilir. Akılla olabile

cek önemli şeyler vardır yine de. Akıl ,vahy’in mümkünlüğü üzerinde düşünebilir ve bu bahis bilinir. / … (Öyle

olmasaydı tutarsızlık bulurdunuz) denilir meselâ. İşte burada derunî diyalog devreye girer. Bu çok zordur. / …

Zordur ; ama temelli vazgeçilebilecek bir imkân da değildir derunî diyalog. “İnançları bir tarafa bırak , (-gel ,

o takdirde bilimsel görüşler (!) ışığında rahat düşünür ve açık konuşabiliriz” diyenler , ah bu deruniyet dilinin

gizemini bir çözümleyebilseler ! / HK) inanç hâline getirilmiş bazı düşüncelerle ve bağlılıklarla da derunî diya

loglar kurmak zordur.” / Farklılıklar çeşitlidir. / … ayrıca faydalıdır ve korunmalıdır. Lakin bazı farklılıklar ,

“farklılaşmalar ” diyelim , hakikatin tam olarak bilinmesini engeller; … / Onlar, ortak noktalar alanını sınırlar. /

… Ve tabii ki , zahirî diyaloglar derunî diyalog idealine yardımcıdır. / … Kezâ inkâr hürriyetinin varlığı da yan

lış anlaşılıyor. Öyle bir hürriyet iradî olarak vardır; ama o türlü bir tercih kullanımında Allah’ın rızâsı yoktur. /

… Esasen manevî müeyyide, müeyyidelerin en büyüğüdür. Cennet ve cehennem dahi “İlahî rızâ”-ya nâil olup

olmamanın keyfiyetine göre mâhiyet kazanır. Şuurlu müslüman’ın murâd-ettiği , İlahî rızâ’ya nâil olmak; kork

tuğu da , ondan mahrûm edilme hasretinin (not: nedâmet-i hasâret*) ateşiyle yanmaktır. Kavramların incelikleri

ni görmek , “temyiz edebilmek”; düşünce sıhhati’nin vazgeçilmez şartı.”) Anlaşılıyor ki , insan ruhunda doğru

dan ya da dolaylıca hem onun içinde hem de dışında yaşanan dünya-hayat’ın özünü ancak gönlümüzce aramaya

yöneliş uyandırmakta. İşte buna tutkunluk duygusuyla yaşamakça yazarken , “dehâ’nın eli titrek olur.”- da , dili

nasıl olmaz ki ?! gibi ilcâat tereddütleri şiirimsi ifâdenin insicâmını bozacak , gücünü zayıflatacak ve uygun söz

cük bulmayı ya da alternatif fikir ve müterâdif elfaz cangıllarından ayırıp ayıklamayı zorlaştırıcı insiyak karma

şasında şaşırıp boğulmak endişesiyle iç dil lügatını derin deryâ hatta “kamus-u okyanus”-sûret derûniyette ruha

nîleştiren duygusal titreşimler , her ne kadar rikkat dekaik-i muhakematına âşina “akılcılık” dengesini sarsıcı

belâğat-perest “tarz-ı tecnis” sanat-ı şiir ruhunda barınıyorsa da , onun müzikal ritmini içten oluşturan periyodik

“akıcılık”-ta kolay tarz “sehl-i mümteni’/ irticâl-lisan” yani Yûnus’leyin nefes-i can nağmesi “ifâde edâsı” bir

özgün üslûp arayışına da yol açmaktadır. Her değişik tarz-ı edâ “üslûp” bakış açısına göre ruhta ayrı bir etki ve

ya tepki uyandırır. Bu yüzden çok beğendiğimiz ve hoşlandığımız bir güzellik karşısında hayranlığımızı belirt

mek için “şiir gibi ! ” demekten kendimizi alamayız. Fakat daha doğrusu salt güzellik gibi biçimsel özgünlük

görünce hissedilen şiirsel duyarlılığa bağlı şairâne tavırların özündeki iç denge ve dış uyum “mizan-ı idrâk”

kriteri bakımından nazm-ı ifâde tarzımız zaten en ideal şiir-i sanat tam mükemmel değilse de ortalama değerde

sağlıklı ve anlamlı “vezn-i sahih” her ruhsal dinginlik benzeri içten ayık , kimi zaman bunun aksine sekr-i vec

dince sayrı-hasta , marazî ve patolojik hâlet-taşkınlık krizi yine aynen şiirin dış yüzündeki biçimsel görüntüsü

ne de “aynadaki gölge”-misal , ya açıkça “bilgelik” ya da şarlatanca “çığırtkanlık” olarak yansımakta. Acaba

can özüne uyar da insan sözüne uymaz mı ?

CAN GÖĞERMİŞ DAL !

Öz uyanmış yazayım … söz yazgım* mesaj şu can ,

Ruh adanmış râzıyım mülhem meşk hem tek Kur’an !

Dil dadanmış lâfzıyım mahzâ-dil pek konuşmaz ,

Aşk boyanmış kanıyım meşk kalbim damlacık kan !

Can göğermiş dal aklım misâl-lisan canlıysam ,

Gül* budanmış “şok”-aşk’ım mecaz zevk Gül-dal Tûba’m !

Dil sulanmış şaşkınım ağzım müştak kurumaz ,

Tam ıslakmış “şevk”-taddım meşk-i zevk konuştursam !

Öz suvarmış söz tarzım gerçek kulak kısamam ,

Yaz, uslanmışsa canım … söz tek “ışık”-Kitap’tan !

Anlamak’mış şiârım “hak şuur ” ancak ilhâm ,

Dal göğermiş anladım “Göğeren”(*) sanki ilkyaz !

Bugün 21 Şubat: İzmir’den ne yollar var ,

Niyet tek öz ihtimâl gönlüm Yazıköy (*) yazar !

596

(Not-tasrih: Halk-ağzı Türkçemize göre,“ihtimal … yazar !” demek ; gidebilirim ya da gitmem gerekir * anla

mına gelir.Belirtmeliyim mısra’daki iç anlam vurgusunu; yoksa okuyucu bu şive-espri* ifadeyi bilemeyebilir.)

Sabah pek erken derken yol 03 Mart takvim mecaz , Belde hakkında ilk kanaat notu :

Artık İzmir’e döndük , baktık “gün-güneş” bahar ! İnsan huyu “miyar ”-havası suyu!

********************************************* ****************************

Artık gerçek öz zevk-i irfan tadınca canlı iken nasıl uymaz sözüme diye yeterince cevaplar araştırmak gündemi

içeriğinde derin düşünmek gerek ! Bu nedenle hemen her şiirin özünde gizlenen “sözün değeri” kesinkes herke

sin kendi iç dilindeki “üslûbuyla mütenâsip bir muhtevâ” yani niyet-i ifâde özünden ibaret “tema” (Bkz. Edebi

yat Terimleri Sözlüğü / sh. 282 : Tema (Fr.Theme): Söz konusu , ama asıl konu değil de onun bir ayrıntısı; açık

lanan , belirtilen , anlatılan olay ; bir tasvir’in tek bir yönü ve bölümü ; özel anlamda , bir yazının konusunu belli

eden adı , başlığı. (Bence, tema ; üslûbun candamarı. // İşte irticâl-i “iktibas” sözkonusu “tema”-olay , yalnızca

âyetler belirtmek mi , içerik konu âyetlerin vurguladığı bir kutsal ay ve gecenin fazileti mi ve yoksa bayram gü

nüne erişmek mi ; nedir “beş âyet” ve onun müjdesi ? Nitekim ; 2001-Aralık , 11-12 : Salı’dan Çarşamba’ya

“leyle-i Kadr-i*Ramazan -27: Kadir Gecesi” müjdesinden mülhem : TAM BEŞ AYET BEŞARET !

(“Nesteıynü / Bismillah…”) Hayy-Hakk ;

Kim okur tam o an nur yağar !

Rabbimiz zaten hep buyuran :

(1.“İnnâ enzelnâ-hü …”) Kitap, bak ;

(“fiy leylet-il’Kadr*-i”) tamamlar !

(2. “Ve mâ-edrâke …”) ne ki idrâk ;

(“Mâ leyle-tül’Kadr*-i”)’nce sorar !

(3. “Leyle-tül’Kadri hayrun …”) izah ;

(“min elf-i şehr ”) şehr-i Ramazan !

(4. “Tenezzelü-l’melâike-t…”) envâr ;

(“Ve-r’Rûhu fiy-hâ …”) Ruh-u nur var !

(“bi-izn-i Rabb-i him …”) bi-iznillâh ;

(5. “min küll-i emrin* selâm”) –inzâl !

(“Hiye hattâ meatle’-ıl’fecr ”) sabah ;

Tan vaktine dek “selâm” ber-devam !

İşte özel duâmız “niyâz-ı Nebî(*)” belli:

(“Ellâhümme inne-ke afüvv…”)

(“Tühıbbü-l’afve f-a’fü annî !”)

Meâl’ce oku , “beş âyet” tam !

Tam müjde-“beşâret” Kur’an ki ,

O nur ay ; yok kadrine küfüv ;

Bin aydan yeğ ki , ne ihtişam !

Can göğermiş dal lisan-ı tam ;

Leyle-i Kadr’in nice geçti hitam !

Aç-bak , sûre dokuz (9*39) âyet itmâm ;

Kırk “Tevbe” (9*40. “süflâ … hiye-l’ulyâ”)

Oku : (“… alâ küll-i şey’in kadîr ”) ;

Pek tez geçti , inşallah erdirir !

Rabbim “ilk niyet , dokuz tek-bir (*)” ;

Iyd-i Fıtr (*) adıyla geldi bayram !)

………………………………….

Eleştirmeci Dahistrom’un sınıflamasına göre Tema çeşitleri : 1. Fiziksel , 2. Organik , 3. Sosyal , 4. Kişisel ,

5. Kutsal. / Birincisi insan-ı “molekül”, ikincisi “protoplazma” , üçüncüsü “toplum üyesi” , dördüncüsü “bağım

sız varlık”, beşincisi de “yalnız ruh” sayıyorlar. Bu sözün asıl konu ve ana-fikir’le hiç karıştırılmaması gerekir.”)

597

veya açık ve güçlü tema’nın her türlüsüne ya da açıklayıcı ve uzun anlatımlı tema’ya yatkın yollardan saydığım

terza-rima* (sh. 284: “Terza-rima. Çoklukla İtalyan şiirinde kullanılan bir nazım şekli. Üç mısra’lı kıt’a-lardan

meydana gelir , uzunluğuna sınır yoktur , tek bir mısra’ ile biter. Kafiye sıralanışı şu düzendedir : ( … ) İtalyan

şairi Dante’nin İlahî Komedya’sı (*) terza-rima* düzenindedir.”) ve yahut terzina* (sh. 285: “Terzina. Terza-

rima’nın , kıt’a-lara bölünmemiş bir türü. Kafiye dizilişi , terza-rima* gibi olur.”) tarzının lengüistik (sh. 181:

“Lengüistik (Fr. Linguistique*). Dil bilimi -Lisaniyyât. Bölümleri : 1. Fonoloji: ses bilgisi; 2. Morfoloji: kelime

bilgisi; 3. Etimoloji: Türev / türeme-gelişimi bilgisi.”) biçimiyle ortaya çıkmakta. Her ne kadar (sh. 267: “ …

dilin , şiirin belkemiği de olsa , kendisi olmadığı belli oldu. / Şiirin büründüğü “biçim”-yönü , asıl çekirdek olan

“öz” kadar önemli değildir.”) deniliyorsa da. (2)

…………………………………………………

Bkz.(1) İslam Estetiği ve İnsan , Beşir Ayvazoğlu , Çağ Yayınları-İst.1989 / sh.127*// (Ben parentezi / sh. 515)

Bkz.(2) Edebiyat Terimleri Sözlüğü , Dr. L. Sami Akalın ,Varlık Yayınları-İst.1980 /sh.267* (Bence şiir bitti !)

TEK DİL YOLUM MAHŞERE !

1.

Yaz, içerik “iklim-i tâlim”

Yol sonsuz “Gönlümce Günce-ler !”

Şiirimsi değinme* aczim ,

Yorumsuz “İç dil’den Nefes-ler !”

2.

Rüya-tarz “Dağarcık Birikim” (-Nitekim bütün bunları yazmak , kafamda sanki mürekkep lekesi*

Dünya “Yaşamakça” hikmet-ler ! ve yürek dağarcığımdaki yılların birikimi ! // İyi de, densiz sözler

Doğaç Poetika* - nitekim , gevişlemek gerekli mi ? Niye yerli-yersiz saçmalayıp bazı hezeyan

Tam misâl Kur’an-ca tesbit-ler ! “nükte-şathiye” ve şiirimsi deneme üslûpta “Doğaç Poetika” adına

3. aklına gelen ne varsa sarsak-kalem yazıvermek kolay yol sanki ?!

Çokluk “kesrette vahdet” tekil , Kim ne diyen desin , işte espritüel lisan-ı irticâl lügat-ı tefekkürat

Değil “bir-iki-üç …” çetele ! tarz-ı kariha haddimce gönlüme “mülhem mesaj” diye yazdığım mev

Güç-irâde ne demek kibir , hibe-ledünniyat telakki-i sânihattan ibaret tümden şu müdevvenat !

İç dil*-şiir pek güç deneme ! Tashihatını bile bihakkın başaramadığıma göre, elbet tek çâre ancak

4. dikkatli kaariûn nazarında daha farkına varamadığım pek çok kusur

Gönlüm Bir’den geçmez dil; ların niyet-i hâlisane düzeltmelerle telâfiini rica ve de bunun kabûlüne

Dil-şiir tek kelime ! dair belirttiğim şu dostça ümidim de peşinen şöyle bir “Arz-ı hâl ”.*

Gördüm mâdem “göz, kefil” Yaşamakça insiyak kalbim tedirgin sanki ,

İlk “öz gerçek” tek hece; Özgün söz sırrım demek yazsaydım şiir gibi !

Özgün renk “kök” göklerce ! Rabbim “arz-ı hâl” yazmak istediğim çok belli ,

5. Tek gönlüm mahrem gerçek gizledim dertlerimi !

Dil iki’de durmaz, çift ; ………………………………………………… (-Bkz. / sh. 423*)

Bil , lâkin “ilk” iç dil’ce !

Ne, iyi de sormaz (“Zist ;

zişt-nist !”) tencik tin* ilke ! (Farsça: “Zist zişt nist : Hayat kötü değildir !”)

6.

Üç-tarz seyrân eyledim ; Kimi dostlar hakkımda acep neler vehmetti ,

Dil hiç dönmez geriye ! Okuyunca ihtimâl “kafayı kırmış” dedi ! / … ne diyen desin , fakat;

Var-yok hey can nefesim ; “Lâfımın dostusunuz , çilemin yabancısı ;

Bilinç çözmez, “giz”-diye ! Yok mudur sizin köyde çeken fikir sancısı ?!”

………………………… Bkz. Kitap Medeniyeti / sh. 6: “… Dertlenmek , işte asıl sorun bu …

İlginç “ölmez tin”-niye ?! Necip Fazıl Kısakürek , çilesi çekilmemiş, bedeli ödenmemiş, derinlik

7. ten yoksun olarak sloganlaşmış her türlü yaklaşıma şu beyitleriyle karşı

Sor “yakîn” pek öte “giz” çıkmaktadır : “ …” / İnsanın ve toplumun , içinde yaşanılan zamanın

Cevap vermez echel’e ! sıkıntılarıyla dertlenmesi ve çözüm yolları için çareler düşünmesi ve

598

Zor, Rabbim tek öte’siz ; geleceğe yönelik beklentilerin yüce bir ideale dönüşebilmesi , kısacası

Hicab* der-dest tentene ! (*) fikir sancılarının çekilebilmesi , bir medeniyet problemidir. Hem bedeni

8. nizle hem de ruhunuzla içerisinde yaşadığınız medeniyet havzasının

(“Allah bes, gayri …”) iç dil ; geçmişi , bugünü ve geleceğiyle ilgili fikrî planda gayretleriniz yoksa

Tek (“heves”) -zevk şiir’ce ! günübirlik yaşıyorsunuz demektir. (…) Unutmayalım ki , tarihî derinliği

(“Kalb-i Kur’an”)-dil: (“Yâ-sîn”); olan kültür ve medeniyetimizin gelişmesi , kitaplarda ve zihinlerde bulu

(“Kab…”) belli de (“kavseyn”) ne ? nan fikirlerin işlerlik kazanması ile mümkündür. / …” -vesselâm * )))))

……………………….. vvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvvv

Tek gerçek “iki uç” – ne;

Dil demek ikicik de ,

Tek yürek “kan-can” niye ?!

9.

(“Kaab-ı kavseyni ev …”) – dil;

Gönlüm “Gül” bülbül-lerze !

(“ednâ”) tam yakın nedir ;

Enhâ-dünya söz herze ,

Benlik hitâm meşk-şiir

Hüseyin ! Sus, geveze ;

Sencileyin “hiç”-değil ,

Sözlerin yavan nükte !

10.

Nükte Kur’an-ca “BeS”-(“Silm”);

İlk harf nokta*-son (“… ve-n’nâs”)

Semantik kavram : “ders”-ilm ;

(“min şerri-l’vesvâs…hannâs”)

11.

Yol için-de* “iç dil” -bil ;

Bir iki üç … nereye ?

(“Kün”) emr-ince “dil , delil” ;

(“Ol !”)-yol , son-uç: Mahşer’e !

(Bkz. Yeni Lügat / sh. 61: “Allah bes , gayri heves …” / sh. 311: “Kaab: (A , uzun okunur) Çok eski devrin

silahlarından “yay ”-ın kabzası “tutacak yeri” ile köşesi arasındaki mesafe, her yay’da “iki kab” olan miktar. //

Gül dalında can nabzında kök-“kader ”; / Şiir tarzım dil niyazım öz sözler ! // Can nabzım böyle söyler ! HK*

Kaab-ı kavseyn : imkân ve vücûb ortasında bir makam … / Sözler * İki yay uzaklığı mesafesi. (“… İşte mevcu

datın en eşrefi olan zîhayat içinde en eşref olan hakikî insan ve hakiki insan için de geçmiş vezâifi en âzamî bir

derecede en ekmel bir sûrette îfa-eden Zât* elbette o mi’râc-ı âzam ile “kab-ı kavseyn”-e çıkacak , saâdet-i ebe

diyye kapısını çalacak , hazîne-i Rahmetini açacak , îman’ın hakâik-i gaybiyesini görecek yine O olacaktır.”/ S.)

Sh.715: (“… Âlem-i şehâdet, Avâlim-ül’Guyûb (bilinmez âlemler) üstünde tenteneli bir perdedir.” / Mektûbat*)

YAZGI

1.

Tek yaz ki bilsin okuyan ,

Hak yazgı ne kara ne ak !

“O Var !”-nitekim koruyan ,

Gel tam Kur’an gözüyle bak !

2.

Nasıl ilgisiz kalayım ,

Yaşadığım bu acı-ya ?!

Gönlüme bir yol sorayım ,

599

Yol göstersin yabancı-ya !

3.

Kim’den “şifa” soracağım ,

Yok mu derdimin tabîbi ?!

Daha nice susacağım ,

Kurtuluşum ölüm-de mi ?!

………………………..

Daha nice kalacağım ,

Rabbim can şu nefes-de mi ?!

Başka âlem bulacağım ,

Haddim “an”-bu son ders-de mi ?!

4.

Hak hakikat ölüm ne ki ,

Gün gelecek öleceğim !

Son kıyamet gördüm belli ,

Mahşere dek göreceğim !

5.

Günler günleri kovalar ,

Ne de çabuk geçti ömür !

Baştan son-A* aldanışlar ,

Dünya hep serap görünür !

6.

Bilmek istersin bilinmez ,

Görmek istersin görünmez !

Ölmek istersin ölünmez ,

Neden giz-sır dil çözülmez ?!

…………………………..

Neden gizi-ne (?) erilmez ,

Temel dibi-ne (?) inilmez !

Zaten ne ki netice tez ,

Dil belli de “din” irkiltmez !

7.

Zaman can nısfeyn-i nefes ,

Tünel-yol hiç geri dönmez !

Aldanış şu güneş sönmez ,

Güncel bilinç sanki ölmez !

8.

Çoğu gitti , azı kaldı;

Ozan öldü , sazı kaldı !

Çile* bitti , sözü kaldı ;

Ateş söndü , közü kaldı !

9.

Gönül-de ki yangı imiş,

Benlik-de ki yankı imiş !

Gölge hep ışığa karşı ,

Demek “şimdi” yazgı imiş !

Şu an “yolda olmak ” konusunu okuyucu da daha açık kavrayabilsin diye yüreğimi içten sarsıcı şiirsel mesaj

büyüsü “ümit ve korku” gücünü özgünce hissettirmek için , … nitekim mükemmel “hamele-i hıfz-ı Kur’an”

ve ender “akademik kariyer ” sahib-i kalem velhâsıl kelâm : “Işığa Çağrı ”-içerikte eser / kitaplar , makale /

600

yazılar ve görsel programlar, sohbet ve konferanslar (-artık , HYP “Halkın Yükselişi Partisi”-Genel Başkanı)

“yeni boyut”-yayınlar ve medyatik imajıyla (Bkz. Çıplak Uyarıcı …) veya “aydın uyarıcı” Prof.Dr. Yaşar Nuri

Öztürk’ün mesajlarına dikkat uyandırmak bakımından … / hasseten Bkz. Star G.“Günün Yazısı” şu üç makale:

Sonsuzluğa Doğuş // Akif’i keşfetmeliyiz ! // Ümit ve Korku (2) İşte bu yazıların perspektifiyle bakınız baştan

sona anlatmak istediğim mesaj-şiir ya da nazm-ı nabzımca aslen nesir “referans seçkilemeler …” kısacık

değinmeler … rikkat tarzında vurgulamalarla yetinmekten ibaret tam maksadıma muvafık kalbime terceman

çırpınışlar ruhundaki “iç dil”-lügat-ı niyaz yazdıklarıma !

SIRR-I “SIFIR”

(BİR’den-ON’a*ADED dokuz!)

O;

I . İlk

II . Allah !

III . Tek Zat-ı Hak

IV. O hakikat Var !

V. O, bir’den on’a dek

VI . Tek ve çift sayılar !

VII . Önce ilk “sıfır-”sonsuz

VIII . Sonra bitmez “aded-ma’dûd”

IX . Nitekim “kod” tam tek dokuz !

………………………………

Ne ön ne son net tek sonsuz tamam

İlk “Zat” tek O “sıfır-kod” dokuz rakam !

O;

İlk kim ?

(“Amâ’da kaim …”)

Ezelî ilk Zat Allah !

Ebediyen dâim “Ben”

Nitekim kim ilk gerçek ?

Sonsuz “Kaaim bizzat” Tek ;

Eşsiz Kudret tek O demek !

O kim “mütekellim-i vahdet”

Demek “Kıyam bi-nefsihi” Zâtullah !

…………………………………… (Bkz. Bilim ve Teknik “Tübitak” Sayı-487 / ilk eki “yıldız

Ezel-ebed “tevhid” tek O’na mahsûs takımı” Sayı-1 / sh. 18-19: Matemanya / Sonsuz(a) Sevgi

Sayılarla konuş-yaz sırr-ı sıfır net dokuz lerle “Az gittim uz gittim , dere tepe düz gittim ; 6 ay yaz ,

Sonsuz salt tek güç çok düşün anla da sus ! 6 ay güz gittim. Bir de döndüm arkama baktım; bir arpa

boyu yol gitmişim. / … İşte size sonsuz. / …”)

KARŞIT AYNA

1.

Dış göz iç gönlüm bahtım

Göz yumdum gördüm aklım

Evren şuur ruh-ayn’ım !

2.

Öz içten dışa aktım

Söz dıştan içe baktım

Beden ruh kâinat’ım !

3.

Baktım semâvat Tanrım ,

Aklım ruh ayna sandım

601

Güneş ay yıldızlar’ım !

4.

Şu an beden yok başım

Zaman neden var saydım

Arz içten semâvat’ım !

5.

Yok başım şu an beden

Var saydım zaman neden

Semâvatım arz iç-ten !

6.

İç-dış karşıt ayna’yım

Dış evren iç kaynağım

Ayn-ayna ruh hayat’ım !

7.

Öz iç-ten dışa aktım

Söz dış “ben”-için baktım

Tek “karşıt ayna” yazdım !

TEZAT TAKTİK

1.

Şıh*-baba ocağında

Maraba mendebur ruh !

Mütref-yan*kucağında

Ukalâ Prof.-çocuk !

2.

Saç-sakal suratında

Nice dinsiz solcu yuh !

Baş “sanal ortam” medya

İşte ikiz tosuncuk !

3.

Ahkâm “hukuk” adına

Tezat “din-iman” duyduk !

Allah “son-uç” aklınca

İfrat tarzından sustuk !

4.

Kaç çakal saygın hoca*

Bak ne üstad yorumcu !

İhtimal “Aydın*-loca”

Taktik mûtad durum bu !

5.

Aman ne özgür kafa*

Hep “BOP-proje” buyruk !

Yaman özgün safsata

Tam “mûtedil İslâm”-ruh !

6.

Biliriz “zor oyun”-bu ,

Dinci saltanat kurduk (!)

Kimimiz çok yoruldu ,

Belli son saat durduk !

…………………….

602

(Kafa yorma bu işlere hele bak günlük keyfine! // Bkz. kipa* “Kültür Günleri / Şubat 2008: Ayın Konusu /

Seni Seviyordum

Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde

seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi …

Onca zamanın üstünde eskimeyen bir düşüncesin şimdi

İnsan hergün anımsar mı aynı gözleri

Seviyordum ve senin haberin yoktu

Saçlarını izliyordum uzaktan , kulağının arkasına düşüşü

ve burnun , herkesten başkaydı işte …

Güldüğü zaman yukarıya bakardı ;

Yukarı kalkan başın ve gülen gözlerin vardı …

Ne güzeldiler sen bilmiyordun …

Ben seni seviyordum …

Kalbime sığmıyordu aklımdan geçenler

Duvarlara , vitrin camlarına , kaldırımlara çarpıyordu

Geri dönüyordu , çoğalarak

Senin sesini duyduğum masalarda erteliyordum herşeyi ,

herşeyi erteleyişim oluyordun

Kalp ağrısı oluyordun ,

Birlikte soluduğumuz sokak isimleri oluyordun ,

Mevsimler değişiyor ve büyüyorduk ,

Dönemeçler geçiyor , köprüler göze alıyorduk

ve bazen tekin olmayan suların üzerinden atlıyorduk

Cesurduk … / İclal Aydın*

………………………….

Peki sizin; cesaretiniz var mı aşka ?/ Evet diyorsanız gelin ve Sevgilinize Sevgililer Günü’nde güzel bir hediye

verin.Bu film’de“cesaretin var mı aşka? ”siz de kendinizden birşeyler bulacaksınız …”) İşte bu süper reklam!

KAR DANSI

1.

Bak göz nurumun tam özünde ;

Kor florans sokak lambası !

Kar ruh yolumun mat gözünde ;

Hak aşk ruhumun salt sözünce ,

Ak beyaz nur parlak kar dansı !

2.

Baş şiir uyandı gönlümde ;

Rol değil hakikat kar dansı !

Böyle kar yağmadı ömrümde ;

Böyle dans yapmadı gözümde ,

Kök gerçek kâinat uyandı !

3.

Böyle kar yağmadı ömrümde ;

Böyle dans yapmadı gözümde ,

İlk gerçek kâinat canlandı !

Baş şiir uyandı gönlümde ;

Rol değil hakikat kar dansı !

4.

Son nefes şimdi iç görü’m-de ;

Yol referans Kur’an söz hakkı !

603

İç heves sanki dış sözüm-de ;

İçsel dil dans şu an gözümde ,

Göç usanmaz bakış can dansı !

5.

Çok kolay belli ilk ölüm-de ;

Yaşa-başa bakmaz sır yazgı ,

O hiç başa kakmaz zor an mı ?

Sonra aşk konuşmaz son cümle ;

Mahşer ruha kapanmaz kapı !

6.

Tek kolay yol salt dönüşüm-de ;

Akl-ı can dayanmaz zor raksı !

Kar beyaz saf şiir ancak ölüm-de ;

Öz zaman söz susmaz yol tümce ,

Mahşer-misâl “mesaj” kar dansı !

SANATIN DOĞASI

Demekki “sanat : sünûhat” ;

(“Kalbi kalıba denk tutmak !”)

1.

Renk biçim ses her ne varsa ,

Sanat’ın doğası; belli !

Duâ’laşan has duygunsa ,

Ruh’un yaşamsı sevinci !

2.

Tuval-de ki “ölü doğa” (*)

Aşk kör ressam fırça izi !

Mermer-de ki “donuk duâ”

Heykel-traş çekiç sesi !

3.

Ses verse gönül kulağa ,

İnleyen şiir nefesi !

Tek mızrap tel-dil ucuna ,

Dizelenen aşk bestesi !

4.

Nefesi can kulağına ,

Dinleten net dil-şiir ruh !

Nağme-i zaman rağmına ,

Tek “ritm”-inleten şevk-i şûh !

5.

Nefesi can kulağına ,

Dinleten gönül şiiri !

Ritmiyle zaman rağmına ,

İnleten tek Kudret belli !

6.

Nefes-i can nabzında ,

Duyuran naz m-ı şiir’im ?!

Sır ritmik “an” nazmınca ,

Sızlanmaz mı iç dil’im ?!

604

7.

Mûsikî’nin coşkusunda ,

Bestekâr’ın ezgileri !

Saf şiir’in üslûbunca ,

Sanatkâr’ın sezgileri !

8.

Yaz şiircik vurgusunca ,

Şiircilik ilk korkum tek !

Yoz müzikcik kurgusunca ,

Besteci ilk “kim” yorum meşk ?!

………………………………

Şiir-i aşk “tutkum” demek !

9.

Tam soyutlaşan duyguda ,

Zamanın doğası ezgi !

Can boyutlaşan kayguda ,

Hak aşk’ın duâsı sezgi !

10.

Sanat tek Kudret’ten -“doğa”

Dış benlik kim “iç dil”-lügat ?!

Bak (“Lâ-ilâhe illâ’llah”)*

Hep “Ben” ilk kök delil bizzat !

11.

O tekil net doğaç fıtrat ,

Ben-de ki öz bilinç anlam !

Ruh-beden zaten muhtaç tam ,

Şiir “poem”-misal sanat ,

Nesr-i lisan en dip bağlam !

Hakikat nitekim mecaz ,

Söz gerçek kalb-i can niyaz ;

Şiir bitmez yaz Allah yaz !

O tek Kudret (“… ilâllah”) Hak ,

O ki “Ehad-Samed” Allah ;

Ancak O “poetik” kavram !

12.

Duâ’laşan doğasında ,

Ezgi ezgi sezgi dili !

Doğallaşan duâsında ,

Sezgi sezgi sevgi dili !

13.

Yetmez soyut an duygu-da ,

Yol gösteren sezgi dili !

Bitmez boyut can kaygu-da ,

İnileyen nefes dil mi ?

14.

Mesaj içkin duâsınca ,

İlham-ı Hak ki iç dil mi ?

Sanat aşkın doğasında ,

Giz “sünûhat” tipik hiç mi ?!

15.

605

Nihilist*-derinlik kafa ,

Değilim kalbim-de ki mi ?

Hiç’çi cinnet “sofistika”

A-gnostik* kim deli mi ?!

16.

Sanat öz fıtrat tüm doğa ,

(“Ne ilmüm var ne tâat/-t’üm !”)

Hayat tam muhtaç tek yol-da ,

Rabbim müştak kulum zira ;

Aç özüm hayli dar sözüm ,

Aç gözüm tâ c-i dar gönlüm !

17.

Oku-yaz sağdan gir yola ,

Tam mecaz şiirim misâl !

Doğru tarz “yöntem” Kur’an-ca ,

Yol niyaz iç dil’im minvâl !

18.

(Ya) “onsekiz-yirmiyedi (18*27)” ;

Kim “dokuz-on (9*10)” remz-i meâl !

(Sin) “otuzaltı (36*-) hem hepsi ;

Oku “onyedi-yüzyedi (17*107)” ,

İlk Fatiha’yı bilmeli !

“İki-ikiyüzsekiz (2*208)” ki ,

Göz iki tek gör nicesi ;

Net tek yol şeksiz “Silm”-emri !

19.

Say “tek-çift” toplam “dokuz” ;

Salt tam asal : “ondokuz !(9*19)”

Son hitam yok tam Sonsuz (19*9) ;

Anlam: “yetmişdört-otuz !(74*30)”

20.

Sarsar rikkat-i kalbim tek ,

Meâl-tefsir okur gerçek !

Anlar rikkatsiz söz zevzek ,

Misâl (“Rabbi yessir …”) dilcek !

21.

Anlarmış (!) Arapça bilse ,

Bizim aydın* böyle gerzek !

Mecaz yoz kafaya girse ,

Gerçek saygın söz değilse ;

Lâf-“izm” saydın kör engerek !

22.

Vahy-i Kur’an nasıl gerçek ;

Kıyas “beyan-nâme” bilmez !

Derk-i vicdan hâsıl “ebced” (*)

Haylaz “sıbyân” ders-dinlemez !

23.

Zevk-i selîm mahz-ı irfan ,

Okumaz yazmaz kavram-az !

Bil , nitekim hatt-ı Kur’an ;

606

Okunmaz kitap* konuşmaz !

24.

Bil ,“Muhammed* sözü”-değil ;

Kelâm-“Kadîm” (*) özü nedir ?

Ruh-ül’Beyan “mûcize dil” ;

Din “tehaddî (*)”-Hak*öğretir !

25.

Okunur bikr-i zihnince ,

Yazılır sezgi iç dil’ce !

Dokunur fikr-i nesrince ,

Tadılır sevgi şiirce !

26.

Erkek kadınla sevişir ;

Kadın nazıyla çekinir !

Sevmek nabzınca değişir ;

Tadınca nazmıyla şiir ,

Tek Rabbim ruh hissettirir !

27.

Ah hayvan nefs-i “nesnâs” (*)

Aşk kim için yoz bohem ?!

Vah vicdan sorgulamaz ,

Sanki “çağanoz”-sersem !

28.

Mukallid maymun vah haylaz ,

Ruh hem şuur ortak gündem !

Sorumsuz mutlu yaşanmaz ,

Vicdan O-nur ruhsal çârem !

29.

Bil vicdan canlı imtihan ,

Yaz nazm-ı nabzınca niyaz !

Dil her an tam mekr-i “iykan”,

Söz zann-ı aklınca îkaz !

30.

Sezgi nefes mi “iç dil” mi ;

Ne ki heves mi değil mi ?

Sevgi iç ses mi şiir mi ;

İçten nükte-i “mehil” mi ?

31.

Baktım misâl-i dem sanat ;

Aşkın nice öz hissiyat !

Yazdım hem mülhem iştiyak ;

Taşkın işte söz sânihat !

32.

Ruh hâlet sırr-ı nâşitat ;

Can alem-i ervah hayat !

Şehâdet tarz-ı insiyak ,

Hak gâye-i “irşâd”-üstâd !

33.

Bak edeb mi “baş kaldırmak” ;

Eğ-başını mağrur sanat !

607

Can “baş komak”-secde*ancak ;

Koy alnını edebiyat !

34.

Kelâm-misâl nazm-ı nabzım ,

Kur’an vecîz hak mûcize !

Öz söz : “iktibas”-sanatım ,

(“Zâlik-el’kitâb…” / bu işte !)

35.

Tam soyutlaşan sanatta ,

Hak sünûhat zat-en belli !

Can somutlaşan hayatta ,

Aşk hissiyat içten giz mi ?

36.

Gel soyut bak uçsuz semâ ,

Hayâl sanatın gizemi !

Öz boyut ruh sonsuz amma ,

Muhâl zamanın kilidi !

37.

İlham mücerred düşünce ;

Yol ufukların gizemi !

İhsas müşahhas sözümce ;

Öz-ne* rüyaların dili ?!

38.

Tam soyut bak uykusuzca ,

Rüya hayatın gizemi !

Öz boyut ruh uç sonsuzca ,

Sanat sünûhatın dili !

SON-EK / DİP-NOT:

Renk biçim ses her ne varsa ,

Yaşamakçası sevinç mi ?

Ruh hep özgün algılarsa ,

Sanat doğaçsı bilinç mi ?

……………………….

Natur-mort: tam “ölü doğa” // O’ysa “sanat” canlı fıtrat !

İÇ DÜNYA

-Babam’a !

1.

Avrupaî aklın ötesindeyim ;

Asya tarzına tam yatkın metodu !

(“Beni bende demen bende değilim ;

Bir ben vardır bende benden içerû !”)

2.

Yalnızlık duygusu sardı içimi ;

Korkuyorum dışımdaki dünyadan !

Kaybettim ararken yine kendimi ;

Neden böyle hep kendi içimdeyim ?!

3.

608

Bitti artık sayılardaki ilgi ;

Gitti yazık saygılardaki sevgi ,

Korkulara bölünen bu dünyada !

Bunca çokluk sonsuzlukta tek’leşti ;

İçimdeki dünyanın içindeyim !

4.

İç içe hep ötelerin ötesi ;

Birdenbire sevgiler bütünleşti !

Böyle buldum içimdeki şiiri ;

Tam yakınlık duygusu içindeyim !

5.

İçimde benliği gömdüm ölüme ;

Ölüm bile dışta ben içindeyim !

Böylece eriştim ölümsüzlüğe ;

Artık yokluğun da ötesindeyim !

6.

Dıştan da dıştayım dışın dışında ;

İçten de içteyim iç-in içi’yim !

Nasıl anlatayım akl-ın kışrı’nda ;

Hiç, ben de nitekim içkin öz-ne’yim !

7.

Yokluktan kurtuluş zamanda oluş ;

Çokluk tüm yoklukmuş tam zan da yanlış !

Tek Allah’ı “buluş” içte “kayboluş” ;

O evrensel beden ruhundaki kim ,

Var ruh hiç çürümez toprak kök sanmış !

Öz anlam maddesiz söz sanat “doğuş”

Mutlak İrâde’nin rahmetindenim !

8.

Zihnimde teşevvüş yok iltibâsım ; (-teşevvüş : karışıklık. // -iltibas : karıştırma.)

Fikrimde telebbüs çok iltifâfım ! (-telebbüs : giyinme. // -iltifâf : bürünme.)

Dilimde teleclüc yok ihtiyârım ; (-teleclüc : geveleme. // -ihtiyâr : irâde.)

Şi’rim-de teveddüd çok iltifâtım ! (-teveddüd : dostluk. // -iltifat : gönül alma.)

9.

Çokluk’tan kurtuluş şuur-ruh oluş ;

Adem-i tam yok’muş “şok”-yoksa konuş !

Beden niye çürür ruhundaki kim ;

Var ruh hep tek oluş “şuûn-u gayb” sus !

Tek Allah’ı “buluş” iç-dış “kayboluş” ;

Salt tek Kudret Rabbim , “meşîet”-deyim !

(Bkz.Yeni Lügat / Türkçe Sözlük’te yer verildiği hâlde “Osmanlıca (!)” diye değer ve anlamı (anlam değeri*)

bilinmeyen (önemsenmeyen*) nice kelime eskimez söz-sözcük : deyim / deyiş “tâbir ” ve terim “ıstılah” vs.

Sh. VI-VII “Takdim”)

NEDİR ÖZ ?

Tâbir-i ıstılah hep lügat dip-köşe sözcük

Çok kullanılmayınca canlı kalamaz zira !

Nedir öz yaşam-hayat bayat söz kökten çürük

Kul yoldan çıkmayınca Allah suçlamaz asla !

609

Merhum* M.Feyzi Efendi’nin feyizlendiren sözlerince belirtmek gerekirse “sözün özü” şöyle:

“İş nerede bozuksa orada düzeltilir ; // İp nereden kopmuşsa oradan düğümlenir !” // Benzeri deyişlerden :

Demek ki ; “Yiğit, düştüğü yerden kalkar.” / da ayaklanır hemen !

BİRLİK *******************************************

-Eşim (Gül-)Fatma

ve iki oğlumuz’a !

1.

Korkuların kucağında

İçten sevgi demetiyiz !

Aşkın cezbesi sardıkça

Nice bilinmezlikteyiz !

2.

Çokluk yokluk korkusunda

Biz varlık muhabbet-deniz;

Yol zaman tünel boyunca ,

Biz varlık sevgisindeyiz !

Hayat dünyamız döndükçe

Hep birlik’te dönmekteyiz !

3.

Fıtrat kaderin yolunda

Asla kadersiz değiliz !

İç içe’yiz madde-mânâ

İç-dış aynı birlik-te’yiz !

4.

Aklın irâde ruhunda

Tedbîr’in takdîrindeyiz !

Hep ibâdet şuurunda

Tek Rabb’in Hak Dini’ndeyiz !

5.

Net takdîr hak tek Rabbimiz ,

Dem-mahşer eşiğindeyiz !

Gül* “iklim-i tâlim” meşk’iz;

Giz-vahy’in bilincindeyiz !

………………………….

Tek meşk-kim Gül* iç dil’ce giz;

Hem-dem meşk-i aşk mülhem’iz !

Hem “kem ve bîş” şiir-ce biz ,

Tevhid-dil has sevgi-den’iz !

(Bkz. Osmanlıca-Türkçe Sözlük , M.Nihat Özön , İnkılap ve Aka Kitabevi-İst. (1952)-1965 / sh. 91:

“Bîş: Fazla , artık. / Kem ü bîş: Eksik ve artık.” / Türkçesi : “az-çok !” // Ruhi :

“Dâima ola hem sohbet-i rindân-ı kadeh nûş // Varın koya meydana eger bîş ü eger kem ! ”)

YORUM “HERMENÖTİK” SANMA !

1.

Sanma ki , dil lügat parçalar ra’nâ , (-Bkz. / Ra’nâ : İyi güzel hoş lâtif. Pür ve revnak olan.)

Aklınca can nükte değerli kafa !

Kanma kim muabbir yorumlar rüya ,

610

Aslında zannetmek kıyas-ı dünya !

2.

Bakınca an-hayâl lügat-i sanat ,

Tam mükemmel lisan arz-ı semâvat !

Yakınca anlamak kolay yol ancak ,

Görmek güzel “irfan”-tarzım zor hayat !

3.

İlk “hermenötik”-dil meram zor ruhca ,

Gül*-sembol kavram “Tâ-hâ” hemdem “Yâ-sîn !”

Etik-estet dilcik gönlüm iç dünya ,

Öz söz yol kelâm “Muhammed-ül’Emîn !”

………………………………………….

Gül*-sembol öz kavram mahşer (“…yevm-id’din”)

4.

Âyet (20*90. “… yâ kavmi inne-mâ …”)

(“… fütintüm bih”) ilk biz kim-iz ?!

Gül*-gönlüm “dil-” lügat değil ,

(“Ve inne Rabbe-küm …”) kim-yâ ;

Gör (“…ür ’Rahman”) bizzat (109*-) tek giz !

5.

Yol var kork-git tam mantıkca ,

İlk sevgi dil demek biz giz !

Aşk “iç dil”-cesi sarstıkça ,

Nice bencil “bilinç”-den’iz !

6.

Vahdet tek kesret rağmına ,

Hem-dem mecaz adem’den iz !

Medet tam mâdem mevt-dünya ,

Rahman-Rahıym’e döner giz !

7.

Kader bizzat dip yol can-da ,

Var ya kedersiz değiliz !

İç dil’ce “giz” ilk Kur’an-ca ,

Ruh hem-beden nefesimiz !

8.

Akl’ettirir Rabbim mahzâ ,

Tedbîr emr-i takdîr tefvîz !

Tevfik nedir kalbim duysa ,

Tek yol belli tam müdrikiz !

9.

Tek yâ Rabbim kim (“bi-s’silm-”)’iz ;

Kul (“… kâffe”) biz (“…yevm-id’din”)-iz !

(“… yûhâ ileyye”) biliriz ;

Kitap bilgimiz haddimiz !

………………………….

İklim-eğitim güncemiz ,

Tek “Gül”-dil sevgimiz pek giz !

10.

Can ne aziz zor yol dünya ,

Şu beden ne güzel temiz !

611

Bak kim benlik hayâl-rüya ,

Ruh içten şiirsel feyiz !

11.

Kevser-ruh’um meşk-“ibâdet”

Dil-vicdan duygum melce’-iz !

Ruh şuurum aşk-“işâret”

Bil-Kur’an “yorum” pek veciz !

12.

Aşk şiir ruh şuur âyet ,

Kur’an-ca öz yorumsuz giz !

Salt “iç dil” yol bulur gayet ,

Duy ancak söz sonsuz remiz !

13.

Muhkem-müteşâbihat’ca ;

Canlı mecaz hakikat giz !

Gündem “medyatik ifsad”-da ;

Âyet : (17*85. “… min emr-i Rabbî-*) biz !

14.

Tek Kur’an-ca paradigma ;

Tek-“Kitâb” perspektifimiz !

Bak “-beyan” anlamlarınca ,

Net mesaj-söz* din dili’miz !

İÇ YORUM

(*İçten duyan okur-a ! *)

1.

Hak âyet gayet açık ;

Ne geçmiş ne gelecek !

Kader sırrı net varlık ;

O “sonsuz” hiç bitmez “Tek”

Sonsuz* bilinmez gerçek !

2.

Sanat fıtrat-şuûnat

Her nice bakarsan bak !

Renk-âhenk gör kâinat

Derk-“in’ce ayar ”-revnak !

3.

Benlik’siz gönül-de ki :

Kaynağı buldum öz-de !

Varlık’ta Bir-lik* giz-li ;

Nasıl anlatsam söz-de ?!

4.

Açtım gönül “lügat’çe”

Liste-“Biz” çetele-“Siz !”

(“Da-i Dalton”-galat’çe*)

(Biz-de “zehiy zel-zehl”)’iz ! (Aferin , (!) -ihmalkâr !)

5.

İç içe ayn-ı dünya

Sanki uykusuz rüya !

612

İçinde yoksa zaman

Kalmaz dışında mekân !

6.

İç içe başka dünya

İçinde yoksa mekân !

Sanki uykusuz rüya

Dışında kalmaz zaman !

7.

Çokluk-da şirk kokusu

Yokluk benlik korkusu !

Yaşamak-ölmek “eş-zıt”

Ölmek yaşam tek “gel-git”

Son-uç “cedid”-başlangıç !

8.

Ben-ce ne varsa şimdi :

Şu an ne yoğun-ruh’um !

Yalnızca iç’im-de ki ;

Can soluk-da “iç yorum !”

Bkz. Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük , M.Nihat Özön / sh. 93: “Bîz” (*) Zannımca aziz-üstad , her ne kadar /

“… kelimelerin (bi) edatıyle birleştiği zamanki hâli olup kelimeyi (-e , -ile) haline koyar. Bizzat …” / tam açık

lama yapıyorsa da Arapça’daki ön takı (Bi-) harf-i cerrini kimi kelimelerle birleşince dilleşen ses ve okunuşuna

göre sanki başlıbaşına böyle ve bu anlamda bir hece-söz ve lügat meraklısı(*)’na ayrıca (Bi-z) olarak yazılıp da

(Bi-)’den ibaret özelliğini iyice kavratmak düşüncesiyle enikonu bu biçim söz-dizin* arasına alıvermiş olmasına

adeta şaşırdım. Daha doğru deyişle epeyce yadırgadım. Misal , ilk bakışta ansızın yanılma ve yanlış algılama

marazı var-ya Ademoğlunda. Aklın kusurları ve yanılsamaları da çok zaman böyle entepüften nazar-ı kasir / kısa

ve kısır bakışta anlayış şeklinden mi ibaret yoksa ; apaçık ! Bizzat tek (Bi-)* nasıl oluvermiş “Biz” (?!)

İşte bu münasebetle şiirin dördüncü kıtasında geçen lügat tabiratından (sh. 219-20): galat* (da-i Dalton: galat-

ruyet-i elvan “dyschromatopsie” / “renkleri başka renkte görme”-yanlışı !), zel*, zehl , zehiy … gibi ilginç

kelime anlamlarına da bakınız ki , şiirin özünde ve sözündeki ince espri-ironik nükteyi anlamak ve yorumlamak

kolay olsun içten duyan okur-a! Ayrıca , (Bkz. / “Bîz : Eyliyen , tarıyan ; bitiren.” anlamlarıyle kelimeye katılır.

Fitne-bîz: dalavere yapan; Gül-bîz: gül yetiştiren.*) Dil “gül-bîz” servet; // Sevmez mi millet ?

Dilini öz Sözlük’ten öğrenmeyen ne bilir ? // Kişiyi söz başlarken kültür zaten sevdirir !

DİLSİZ ŞİİR

O içten duyar-ruh her Okur’a !

1.

Rabbi’ne müştak vicdan namaz ve niyazıyla

Râm-oldu (“tazarruan ve hufyeten”) sırrıyla !

Dıştan mırıldanmayan dilsiz şiir nazmıyla ,

Tam içten ve içinden oku kalbin nabzıyla !

………………………………………….

Dıştan işitilmeyen dilsiz şiir ruh O’ysa ,

Tam içten ve içinden oku gizlice duy da !

2.

Ne yüreğimde yalan uydurmanın tutkusu

Ne de şu saçmalayan dildeki söz hevesi !

Büyüleyen güzel can gerçek şiir duygusu

Yüreğim dilim o an müşterek bileşkesi !

613

………………………………………..

Büyüleyen güzellik gerçek şiirin ruhu ,

Yüreğim “iç dil”-ce ilk O tek kalbimin nuru !

3.

Şu görünen dağ deniz ova ufuk ne varsa ,

Gece gündüz değişen mevsimlerin gölgesi !

Ne biçim renk ötesi her nereye kadarsa ,

İç dünyamı kuşatan dilsiz şiir’in sesi !

İntihal’ci Batı (!) ve Sinestezik Terapi : Mûsikî ! / Bkz. Zaman G. 01 Mart 2000 ; sh.14: Müzik okyanusunda

sörf, Abdullah Kılıç; Kompozitör-piyanist Anjelika Akbar’la röportaj : “Siz müzisyenlikten öte renklerin derin

liklerine inmişsiniz ! / Benim için renklerin de bir felsefesi var , psikolojisi var , her şeyden önemlisi … // Ara-

not: ilk iki-“si” / Bkz. “ CCIE Prep.com Study Guide Volum 1”-den ; en son öteki-“si” de: “üç (is-is-is) yaşam

stilim !” diyen küçük oğlum İsmail Erhan’dan (-Bence, üçü bir stil !) alıntı: “Knowledge is power (1) Power is

independence (2) Empowering knowledge is my lifestyle (3): Bilgi güçtür ; güç özgürlüktür. Bilgiyi güçlendir

mek , yaşam stilim’dir.” // Pardon ! İngilizce bilmemekten de ezik-eksik kaygılanacak değilim-ya ! Yararına

gereksinim duyan kim-se severek gidip öğrensin nereden öğrenecekse! Benim derdim başka. Kur’an-ca sağdan

sola okumaya yatkın göz zaviyemin karşıt ters simetrisinden asıl metnin içinde geçen “is”-ler bana biraz sisli

gibi görünseler de esasen ne demek isteniyorsa derhal anladığım anda birden Firdevsî’yi çağrıştırdı hafızamda:

(“Tüvânâ büved her ki dânâ büved // Zi-dâniş dil-i pîr bürnâ büved : Bilgin olan güçlü olur. // Bilgi’den , yaşlı

nın gönlü genç olur.”) Doğu anlayışı bilgi gücüyle gönlüne “gençlik”-zindelik isterken ; Batı’nın ruh yapısı ille

de “özgürlük” istiyor reel ve rasyonel anlamda özgün düşünce temeli ve bütüncül yaşam felsefesi oluşturmak

adına. // Ayrıca bu konuda şunu da açıklamak gereği hissediyorum : Batı intihal’ci-dir , yani “bilgi hırsızı” ;

yeryüzü medeniyetlerinin insanlık değerleri içinde “tarih mirası” olarak aklınıza ne gelirse hepsini de emperyal

yollardan almış-çalmış yağmalamış ve üstelik kaynak göstermeksizin kendine mal-etmiştir. Doğu ise genel an

lamda “Taberî metodu” olarak adlandırılan hak-tanır ve kadirşinas sorumluluk karakteri bakımından bu hususta

daha duyarlıdır. Ben de kendimce bunu örnek aldım ve alıntıların hepsini de belirttim mehazlarıyla! // renklerin

bir bilimi var. Mesela … / Evet, S i n e s t e z i* denen bir kavram var. Farklı duyguları iç içe algılamak .

Mesela … / Su okyanusunda iç yolculuğa götüren bir müzik . / … Evet bu zamanda müziğin bu yönü unutul

du. Bir anlamda terapi* yapıyorum. / … Müzik eğlence değil , ruh için bir gıdadır.” // Türkçesi incelik kazandır

mak ve böylece eğiterek eksra zevk kuantumlarını fark etmenin nice evrensel gerçekler boyutunda argüman

larıyla aklımızı başımızdan alacak kadar renk-âhenk kozmik yansımalar büyüsündeki içselleşme ölçüsü özgün

“nur-u şuur” ruh hassasiyetince afif ve nahif “füyûzat-ı mülheme”-mecazında gayet hafif “farkında-lık” kıvam-ı

maneviyat “tâat-kâr idrâk” gıda-i ruhaniye “zevk-ı hissiyat” duygu hazzını taddırmak ve bunun mutluluğunu da

tam o anda yaşattırmak ister ruhu besleyici ihsas-ı sanat “duygulandırıcı sânihat”-değerde / değeri makbul ve de

müsellem müzik. Lâhûtî’leşmeye kanat açarak “gökler ve gönüller âlem-i melekûtundan*misal-i nâşitat” takyon

lar âlemine erişmek ve takyonik’leşmek için çırpınan müzik , klasik anlamda tarz-ı asl’olan evrensel Türk-İslâm

meşreb-i melâmet* tasavvuf ufkunun nice yollarına girip dergâh’laşmaya yöneldikçe mûsikî’leşir ruhuyla./ HK)

1.

Ruh-u bedenim;

Sormayın bu kim ?!

Bû-yi nefesim ,

Öz zevk-i derd’im !

2.

Söz irticâlim ;

Meşk-i şiirim !

Gör hiss-i hâlim ,

Reng-i melâlim !

3.

Tarz-ı tasvîrim ,

614

Bak cansız cismim !

Vezn-i âhengim ,

Anlamsız resmim !

4.

Mecaz-ı ilmim ,

Hakikat ders’im !

Birazcık bilgim ,

İstiğrak vecd’im !

5.

Güzelcik* ismim ,

Ben-de Hüseyn’im !

Gül-dil ilk sevgim ,

Mecaz nitekim !

6.

İşte sözlerim ,

İçten gözlerim !

Gerçek tek Rabbim ,

Gönlüm-de ki kim ?

7.

Can dil-beste’yim ,

Ses nağmelerim !

Tam müzik sezgim ;

Mûsikî’leştim !

KORKU

1.

Bizim Yûnus* diliyle,

Ve Mevlânâ’ya göre :

Korku hayâl değil de …

Hak kaynak hakikatte !

(“İy yâranlar iy kardaşlar korkaram ben ölem diyu ,

Öldüğümi kayırmazam itdüğümi bulam diyu !”-Y.Emre*)

(Bkz. Mesnevî’nin Özü / sh. 860 : “… en büyük acı , Hakk’dan uzak kalmakta’dır.” / sh. 872-75 : Gözler ,

korkunun aslını görmediğinden türlü hayâllerden korkar. / Korku ve titreme mutlaka başkasından gelir. Hiç

bir kimse kendisinden (-ve de, kendiliğinden*) korkmaz. / O zavallı filozof , korku’ya vehim* diyor. O bu

dersi yanlış anlamıştır. / Hakikati olmayan vehim (yani , sığ filozofik kafa-ağzı tabiriyle: “boş vehim / boşuna

korku !”-HK*) tasavvur edilemez. Kalb, sahih olmayan yere nasıl gider. (Korkunun mutlak bir hakikati ve aslı

vardır.) // Doğru olmazsa yalan nasıl kıymet alabilir. Her iki âlemde de yalan , doğru’dan meydana gelmiştir. /

Doğru’nun revâcını görür de yalancı* o ümid üzere yalan söyler.”)

2.

Her şey nasılsa öyle,

Ne gerek fanteziye ?!

Gerçek bilinmez diye,

İnanılmaz hayâle !

3.

Benden önce nasılsa ,

Sonra böyle kalırsa ;

Öncesi sonrasıyla ,

615

Dünya uykuda rüya !

4.

İflâh-olmaz bir dert bu ,

Her an ölüm korkusu !

Bedenin son uykusu ,

Rüya’sız mı toprak-ta ?!

5.

Akıbet uyanmak’sa ,

Ve yeniden doğmak’sa ;

Ahiret hak oldukça ,

Ölüm değmez korku-ya !

CANSOLUĞU

-Şair N.Çalıkuşu’na !

1.

Beden yeryüzünce toprak

Ruh göklerce sis-bulut !

Can bir sağanak yağmur

Kan damla-damla umut !

2.

Ne yer ne gök arasında

Mavera’da dolaşacak !

İnsan var-yok dünyasında

Sonsuz-luk’la buluşacak !

3.

Ölümlü korku’dan uzak

Bulut-bulut rahmet suyu !

Vuslat’a susayan toprak

Umut-umut cansoluğu !

DİN’CE ÖZ

- (……….)’a !

Dil şiir sanat diye

Aldatamaz sahte söz !

Bil-“iç dil” lügat din’ce ,

Saçmalamaz zaten öz !

Sözümüz “zaten öz!”-sanat-ı hitap bazen biraz “sörf-yapar gibi” şiir denemesi , kimi zaman da dalgıç-“gavvas”

cesâretiyle hikmet dercetmek için … / Bakınız , Sözlük-kitap deryâsında “âyet-i kelâm” mârifetullah’a medâr

ruh-u şuurumuzu uyandıran ne mûcize hakikat “dil-lisan” neler var ?!

SALTANAT

Ne hünkâr ne hükümdârım

Ne de bir salak kralım !

Tek Rabbim’e minnettârım ,

İşte kulluk saltanatım !

“Herkes kendi dünyasında hükümdar !”

Tek kim sahib-i aklınca söz-misâl !

616

RUH

(……………….)’na !

1.

Baktım can-lügat nâmûs ,

Gördüm ki dıştan yetmez !

İçten konuşmak kaamûs ,

Sözüm giz cidden bitmez !

2.

Evrensel boyutuyla

Her benliği kuşatan ,

Tam bir bütün aynada

Sûret değil yalnızca ,

Ruh’u gösterin dedim ;

Gösteremediler !

3.

Önce bir çerçeve bulun adına ,

Ölçüsünü sorun Yaradanı’na !

(“Amme yetesâelûn”) anlamınca ,

A-gnostik* felsefe üstadları’na :

“-Eğilin de âyetin kaynağına ,

Haydi artık bir karar verin !”-dedim;

Veremediler !

4.

Belli ki , Allah’a inanmadıkça ;

Kur’an ışığında aramadıkça …

(“Ve yes’elûne-ke an’ir-rûhi*

Gul-ir’rûhu min emr-i Rabbî *-”)

Ayet tefsîrini söyleyin ! dedim ;

Bilemediler !

…………..

(“Ve mâ-ûtîtüm min-el’ılmi illâ galîlâ*-”)

Diyemediler !

(Bkz. Kur’an-ı Kerîm : 17*85. “Ve sana ruh (hk.)’tan sorarlar. De ki : Ruh , Rabbim’in emrinden (-emrindeki

iş-ler’inden)’dir. Ve size, ilim (-ruh hakkında bilgi-)’den sadece az bir şey (ancak kavrayışınız kadarcık bilgi)

verilmiştir.” // Sahih-i Buhari Muhtasarı , Cilt-1 / sh. 125-6 “Hadis-104 / dipnot” // Mektûbat (-ı Rabbanî ),

H.Hilmi Işık* / sh. 67-69 “34. Mektub”)

ZEVK KERAMET

Dil-yârenim (...)’a !

1.

Sor ruh hem kim ;

“Nefs-i İns* mi ,

Cin*-İblis mi ?”

Yani nefsim ;

Yol şiirim ,

Sanki kalbim !

2. ÖZ MESAJ

Canlı ayna ,

617

O kim bak-sor ! Zihinsel kavramlar ruh şuurum mu ;

Cevap O’ysa , Evrensel öz mesaj şuur ruh nur mu ?

Değil yol zor !

3. Yenibaştan cevap belirsiz soru ,

Gizli derdim , Zihinsel kavramlar ruhun yorumu !

Şirk cehâlet ! Öz ( “zâlik-el’kitâb…” ) hiç şeksiz oku ,

İç-hâletim , Evrensel söz “mesaj” şuurun yolu !

Zevk kerâmet !

4. 16 Mart 2009

İçten rengim , *****************************

Aşk riyâsız ! Ve 20 Mart’ta yine Antalya’da idim. Kent içini gezdim epeyce.

Dış âhengim , Cuma namazına yetişecek vakitte Muratpaşa Camii yakınından

Meşk yalansız ! yola çıktım ve yürüyerek İmam-Hatip Lisesi’ne ulaştım. Orada

5. sürpriz bir karşılaşma beni içten duygulandırdı , çok mutlu oldum.

Şiir mîzan , Değerli meslekdaşım muhterem Şakir Egeli beyefendi ile tanıştım.

Nice sözüm ! Gayet dostça sohbetleştik. Karabük ve Safranbolu , hatta Bartın

İç dil*-vicdan , İ-H. Liselerinin kuruluşunda yönetici olarak unutulmaz hizmetler

Din’ce gönlüm ! yaptığını biliyordum önceden. Ancak yıllar sonrasında tanışmak

6. ve yakın görüşmek kısmet oldu. İkindiye doğru beraberce şehir

Taze duygu , merkezine dönünce vedalaştık. Namaz sonrası Muratpaşa Camii

Bak aşk hem-meşk ! parkında elindeki kitabın muhtevası hakkında konuşup tanıştığım

Sâde korku , derviş gönüllü zat hem bir kitap hem de bir internet site’yi ısrarla

Hak tek gerçek ! tavsiye etti. İşte kitap: Feth-u Rabbani , Abdülkadir Geylani ,

7. Uyanış Yayınevi ; site’nin adresini de şöyle yazıp belirtti kendince:

Öznel sezgim “www.wwitv.com Guatemala:1 gualan sierralar minas kec-hi Pamuk

Hiss-i vicdan ! coban” ve de “ziyaretçimiz Ali Cin-Akcaabajans’da oku”, diyerek

Şiir zevkim notlayıp verdi elime. Emekli yarbay A. İzgi’yi dinlemeye vaktim

Meşk-i lisan ! olsaydı daha neler söyleyecekti ama vedalaşıp ayrılmak zorundayım.

8. Hemen İzmir’e dönmek için yola çıkmamız gerekiyordu zaten.

Öz şiir’im , **************************************************

Tekmil sanat !

Söz bilir kim , Halk , 29 Mart: Yerel seçimler’in sonuçlarını bekliyor merakla.

Hep bir lügat ! Aslında vahim minval hâlimiz “sosyal tablo” apaçık ortada !

9. Sonuç beklediğim mezkûr ev davamın nihayet son karar tarihi de

Her ruh sorsa da , merak konusu benim için. İnşallah hayırla sonuçlanacağını ümit

Nabz-ı can misâl ! ve niyaz ediyorum Rabbim’den. Ne gösterecek acaba 01 Nisan ?!

Şuur ortak-yâ , Ortak şuur yine demokrasinin seçim sandıklarıyla konuşacak ve

Nazm-ı irticâl ! herkes kendince merak duyduğu sonuç hakkında cevap bulacak

10. hemen bir zaman sonra zaten bu meraktan da kurtulacak velhasıl.

Herkes söz-şinas , ……………………………………………………………………

Anlar mı şiir ? 25 Mart’ta tapu işlemini tamamladık nihayet sattığımız bahçenin.

Ruh hep öz-niyaz ; Ve 26 Mart 2009 ülkemizin matem yaşadığı bir gün. BBP- lideri

Anlamlı iç dil ! M. Yazıcıoğlu , beraberindeki beş arkadaşıyla çok elim bir kazada

11. “rahmet-i Rahman’a kavuştu.” Bütün ömrünü ülkücü hareket için

Herkes yolcu da , nasıl yiğitçe harcadığını bilen sevenlerine ve dava arkadaşlarına

An mı yol misâl ? hayatı gibi şehadetiyle de ders verdiği işte televizyon haberlerinde

Her şey ortada , özel programlarla da açıklanmakta. Olaydan derin üzüntü duyanlar

Canlı irticâl ! inşallah bu büyük davanın birlik ve beraberlik ruhunu yaşatacaktır.

12. Nihayet 29 Mart “yerel seçim” günündeyiz. Sabah erkenden namaz

İlk başta zor da , sonrası hemen ilk başta tavsiye ettiğim “Batı Sömürgeciliği ve İslam

618

Kolay mı sonra ? Dünyası , Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk , Yeni Boyut-2003 // İsteme

Ya sor ya sorma , adresi : PK. 35 Erenköy-İstanbul ” bence çok önemli bu (351 sayfa)

Yâ-hû O başka ! kitabı tekrar gözden geçirdim ve işte bunun neticesi hissiyatım

13. ve vicdanî kanaatime göre oy kullanmaya gittim. Bu konuda daha

O var ilk başta , açık anlamıyla başka ne diyebilirim ?! Merak duyan herkes ve hele

O zat-en başta ! aydınlarımız bu eseri dikkatle okusun da açık kavrayışa kavuşsun

Sorar ilk anda , ülkemizin bugünü ve de geleceği hakkında sağlam görüş ve yorum

Lügat Kur’an-ca ! larımızın temel paradigmasını da anlamış olsun temennisindeyim.

14. İşbu “ http://hk.yasamakca.net ” toplam muhteviyatını yine sayfa

Kur’an Arapça , tevafukuna uygun tarz sûrelerin âyet meâlleriyle noktalamaktayım:

Anlam-lar Rab’ca ! (Bkz. 6*17 ve 18. ya da ; 61*7 ve 8. ayetler : En’âm sûresi – 17.

Tam baştan başla , “Eğer Allah seni bir zarara uğratırsa , onu kendisinden başka gide

Oku- Var ; anla ! recek yoktur. Ve eğer sana bir hayır verirse , ( bunu da geri alacak

15. yoktur.) Şüphesiz O herşeye kaadirdir.” (Dipnot-2: … / Diyanet V.)

Nükte ilk nokta : 18. “ O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O ;

(“Allah* adıyla …”) hüküm ve hikmet sahibidir , her şeyden haberdardır.” // Saff sûresi ,

Var (“… ve-n’nâs”)’a da ; 7. “İslâm’a çağırıldığı halde Allah’a karşı yalan uydurandan daha

Ruh hep “BeS” sır-yâ ! zalim kim olabilir ! Allah , zalimler topluluğunu doğru yola erdir

16. mez.” (Dipnot-3: … D.V.) 8. “ Onlar ağızlarıyla Allah’ın nûrunu

Mücmel beş “şer ”-tarz ; söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler istemeseler de Allah nûrunu

“Nas”-beşer * anla ! tamamlayacaktır.” (Dipnot-4: Kâfirler Allah’ın dinine , kitabına ve

Son harf-i “sin” yaz , delillerine sihir , şiir ve kehânet … diyerek iftirâlar uydursalar da

Nükte / şifre her ruhta ! Allah’ın dini yücelecektir.) Hülâsa-i kelâm bundan ibaret vesselâm!

17. ******************************************************

Türkçe lisanca , Ruhumda zevk-i irfan

Eh -hem hoş şaka ! Ne hoş şuur ruh hikmet !

He -olmaz sanma , Hep başka mecaz zaman

Olur hep başka ! İçten duymak keramet !

18. …………………………

İlk can-baş şaka , Farkındayım her şu an ,

Sor şaklabanca ! Nedir ruh hem idrâk et !

Kim anlamazsa , Yaşamakça anlık can ,

Aşk-olsun O’na ! Şiir “iştiyak” ibret !

19. ………………….

Türkçe lisanla , Ruha terceman lisan

Mizah hoş şaka ! Niyet “iç dil” beyan net !

Öz zevk kim olsa , Tek gerçek kaynak Kur’an

İzah hep başka ! Vahy-i Hak’tan ibaret !

20. ……………………..

Kavram “baş”-şaka : Düşün hep yenibaştan

“Baş olmak ” başka , Mülhem mantıkca şerh et !

“Başa çıkmak ”-da ; Özgün söz ancak Kur’an

Baş -“kelle” sorma , Aklınca tam kıyas et !

“Kafa bulmak ”-da ; ……………………...

“Baş etmek ” zor-ha , Tam oku içten uyan ,

Say-dur kolay ya ! Alem muamma dehşet !

21. Dünya hayat tek şu an ,

Bil-kıyas zannımızca , Yol “likaullah” hikmet ! ( 29 Mart / Bayraklı-İzmir ) www.

Anladık hem anlattık ! Sözkonusu “yerel yönetim seçimleri” öncesi çok acı ve sarsıcı

Dil mizah değil amma , bir olay : Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Bşk. Muhsin Yazıcı

619

Can sağlık sakın artık ! oğlu , beraberindeki beş kişi ile Kahraman Maraş’tan Yozgat’a

22. gitmek için yola çıktığında olumsuz hava şartları sebebiyle elîm

İnsan özünü bilmezse , bir kaza neticesi sis ve tipi yüzünden Keş dağlarının yamacına

Anlayamaz iç gizemi ! çarpan helikopterde şehit düştükleri bildirildi televizyonlarda.

Lisan sözünü gizlerse , Ancak kaza mahalline hemen ulaşılamadığından ancak 48 saat

Anlatamaz dış gözlemi ! sonra naaşları dağdan alınıp indirildi. Ve 31 Mart’ta Ankara’da

23. ki resmî-dinî törenleri müteakip “ M.Akif ’in İstiklal Marşı’nı

Uçuk-şaka yazıverdim , yazdığı” Tacettin Dergâhı avlusuna gömülecektir. Ancak adı ,

Sanki “iç dil” meşk-kalemim ! anısı ve davası sevenlerin sinesinde devamıyla yaşatılacaktır.

Savruk kelâm-ı tarz zevkim , Allah hepsinin ruhunu şâd ve kabrini cennet-mekân eylesin !

Öz -“bilinç” işlek söz çeşnim ! ………………………………………………………………

24. Netice-i kelam bir de en son şu özel konuyu notlamak isterim.

Başka tarz-ı kelâm olmaz , Malum “saklı pay” davamız da sonuçlandı nihayet. 01 Nisan

“Baştan savma” namaz-niyaz ! mahkeme kararını Avukat’tan telefonla öğrendim. Karar gereği

Aşk gönlümüzce tam doğmaz , istenen parayı hemen gönderip bilahare Yazıköy’deki “ata ocağı”

Bak-“can darda” zaman kıyas ! evimin tapu işlemini de tamamlayınca yasal hakkım da tahakkuk

25. etmiş olacak Cenab-ı Mevla’nın nasib-i takdir izn-i keremiyle.

Tasvîrinden âciz lisan , Rabbim ne verirse ömr-ü hayatımızca hayırlara vesile eylesin.

Ne muhteşem net mûcize ! Amin bi-hurmeti Seyyid-il’mürselîn velhamdülillâhi Rabbil-

Kur’an âyet-âyet beyan , âlemîn! //

Ne hâcet hep başka söze ?! …………

26.

Hitabet tek baş’ca düşün ,

Eşsiz işlek Türkçem-iz’le !

İş gayet hep başka özgün ,

Sonsuz dil-ek* “kök”-deniz’ce !

27.

Gözler-de ruh hicâbından ,

Gönül aydınlatan ışık !

Özü-ne (?) iştiyâkından ,

(Özüm meşk “ılm-el’yakîn” can*)

Söz güzel anlam karışık !

28.

Benlik ketûm mûterif kim ;

Münkir-münafık*-değilim !

Müdrik özüm söz iffetim ,

Gül-gîz* açık kerâmetim !

29.

Dön-bak “harikulâde” kim ;

Mûcize “istidrac”-değil !

Eyvah hem-misal hâletim ;

Söz zevk-i “keramet” şiir !

30.

Dünya-hayat dolu sandım boş hem hoş ;

Bozulmaz sanki dil tarz-ı ezberim !

(“Hayatı sayfa-sayfa okuduğum boş ;

Sonundaki imtihanı kaybettim !” –Bekir Sıtkı Erdoğan*)

Dünya-hayat dolu sandım boş hem hoş ; // Şiir sanki “iç dil” tarz-ı ezberim !

620

ÇIPLAK İTİRAF

1.

Bil-beden çıplak ifâde ;

Her ruh itirâfa muhtaç !

Şiir alenen söylense ;

Ne yüz kızartıcı utanç !

2.

İlk zevk son heyecan gibi ;

Güneş bile sabah-akşam …

Gecenin koynunda gizli ;

Her gün ışığına selâm !

3.

Şiirleştikçe her sözcük ;

Pepe’leşen çocuk dili !

Gülümsedikçe öpücük ;

Sanki yabancıl ürperti !

4.

Gizlense de gece-gündüz ;

Ruh’ta ki gerçek itikâf !

Çıplak renk-te gördüğümüz ;

Giz’li âhenk-te itiraf !

VEBÂL

- (……………………….)’ne !

1.

Şiirimde rekâket pür-melâl nefsin hâli ,

Yüreğimde merâret hep neslimin vebâli !

2.

Her şiirimde melâl nefsimin nedâmeti ,

Yüreğimde infiâl neslimin ihâneti !

3.

Her şiirimde rikkat nefsin mes’ûliyeti ,

Yüreğimde hissiyat neslin me’yûsiyeti !

4.

Tecnîs* şi’r-i şifa-yâb pek dertliyim “ed-Dâi (*)”

Yüreğimde ıstırap hep neslimin vebâli !

Mûtad teklif-i lâtif ” fikr-i âcizanem mahsus sırasıyla “canlı anlam”-misâl : 1*1; 2*2 ve 3*3 … gibi ,

bi-l’intibâh hepsi istisnâsız siyâk-ı intihâb benzeri âyet meâllerine tefe’ülen de olsa asl-ı tetebbuat tarz

tıpkı niyet-i mârifet tâlim-i tefeyyüzat teberrüken yani feyz-i bereketinden nasiplenmek için bakınız !

NAZM-I ŞİİR NABZ-I NEFES !

-Tek dert nabz-ı nefesim şiir hissim ;

1.

Öz yazdı Hak zevk-i vecd’im ;

İlk naz’m-ı nabzım derdim ?!

Söz “yazgı”-aşk “terk-i terk” kim ;

Son nabz-ı nazmım derk’im !

2.

Allah için sorsa her kim : “-merak ettim ;

621

Nedir derd’in , neyi anlatmak istedin ?”

Cevap : “-ben ! Her nefes derdim tek gizemim ;

O tek Rabb’in nimeti ancak kul için !”

3.

İşte ömür kıssacık “yol tavîl” lâkin ;

Niçin sözü uzattım “dolaşık”-verdim ?!

Nice gönül lisancık öz “iç dil”-hâlin ;

Bil-“din , özü” kavrattım “sor artık”-derdim !

4.

Emr-i (“Kün fe-yekûn”) giz “hiç ender-hiç”-im ;

İlk kim Sonsuz Nur belli (“… bi-l’kalem”) mevt’im !

Tek-bir günce özgün giz “zic-cevher ” remz’im ;

(“Levh-ı mahfuz”) şuur-riz (“… lem ya’lem”) meşk’im !

5.

Ben ne yazdım-yazmadım nasıl bilirim ;

Sen hem meşk-“iykan” vecdim nice erdirdin ?!

O sırf vicdanım sandım delil “iç dil”-kim ;

Tek “-ben” derk-i can nükteyim verd-dil vird-din’sin !

6.

Duymasam yazamazdım dönmezdi dilim ;

Şimdi içten okurken ne bildin de hissettin ?!

Yol dâim kaçamazdım “dön !” derd-i kalbim ;

Yol okul “likaaullah” kul-keyfince ebleh’sin !

7.

Mahşer-misâl nitekim meşk-pervâ ney’im ;

Vahdet-i ruh hak nefha “hayye-l’kayyûm”

Kudret-timsâl “lâ-şey” kim hiç sorma ders’im ;

Rahmet-i Nur aşk-“illâ” güncel ruhum !

8.

Rabbim “eşk-riz” sezgimce “Mim”-kalem’im ;

Meşk-i eşk zevk-ettirdin nice “yakîn”-nimetin !

Kalbim “aşk-riz” sevgimce tek gün-dem’im ;

Sezgim Gül*-levn (“… yevm-id’din”) inâyetin !

9.

Tek dert nabz-ı nefesim şiir hissim ;

Şiir nazm’ettiren kim “tek-bir” Rabbim !

Türkçe “Allah-ü Ekber-” her şiirim ;

İçten dillendiren kim “iç dil”-sahv’im ?!

Bkz. Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük , M.Nihat Özön / Ne özel zevk gönül gezdirmek kitab-ı lügat tam açıp

bakın ve sayfalar karıştırıp boyut kazandırın gerçekten ne güzel meşk güncel literatür türlü-çeşit “dip-kök dil”

lehçe-i lisan ancak Güzel Türkçe*-kültürünüze !

GAYEMİZ

Siz : (“homo-ekonomik” hayvanız !) diye-diye ,

Hınzır’laşan “pis meret” işte hâliniz nice !

Biz : (“eşref-i mahlûkat” insanız !) önce bil de ,

İslâm-Kur’an-Muhammed* gâyemiz ılliyyîn’e !

622

SOYLU NESLİMİZ

(……………………) gençlerimiz’e !

1.

Kent dertleşmez amansız kucağında

Yığınlaştıkça sevdâsız yürekler !

Çorba pişmez ataşsız ocağında

Demli çaylarla geçip gider günler !

2.

Kent dertleşmez zamansız sularında

Yığınlaştıkça imansız yürekler !

Selâm bilmez fermansız sokağında

Acılarla kasvet tüter tünek-ler !

3.

Sohbet bükmez namazsız sıvarınca

Sığınlaştıkça dermansız öğüt-ler !

Ocak tütmez dumansız sıcağında

Tadıyla yemek özler “metres”-çift’ler !

4.

Aşk şavkı yok sokak ışıklarında

Gayesizce büyütülmüş bebekler !

Besmele’siz kuşak* genç yaşlarında

Çoktan ölmüş hâlâ ölümü bekler !

5.

Aylak şımarıkça hayat bedâva

Zamana aldırmaz insan ne-dense !

Zevksiz yaşadıkça ne berbat dünya

Acımaz inanmaz Kur’an bilmezse !

6.

Şımarmaz zamâne sübyan var mı-ya ;

İnsansa aldanmaz zaman ne ders-e !

İrşâdsız sıvarmaz iz’an da yoksa ;

İrfan nur aldatmaz vicdan sezmişse !

7.

Neden “iç dil” lügat naz-niyaz tarz-da ;

İçten nazm-ı Kur’an dil-ince bilmez !

Nabz-ı “şiir ” fıtrat tam kıyas söz-ha ;

Zaten canlı şu an bil nice dil sez !

8.

Daha ilk (“Bismillah…”) tek ağız zira ;

Bilmez zî-ruh* hak Kur’an “nur ” diyemez !

Daha dil “hükm-ür’râ (*)” telâffuz zor da ;

Müşedded-râ* (“-er’Rahmân…”) hecelemez !

9.

Zira zecr-i “zîr-i zîn” niçin güyâ ; (Bkz. Sözlük ,Özön / sh. 809: “zir-i zîn : eyer vurma.”)

Bakmaz zor râ-i Rahmân’ı geveler !

Tekrar belli dil “tâlim”-için oysa ;

Takmaz zoraki “ebced-hân” bebeler !

10.

Mesaj çeker “e-mail”-atar ruh (!) hâzâ ;

Zarf gerekmez zeyl-i harf* tek “tuş”-yeter !

623

Beyaz-sever * de meyl artar şuh hazza ;

Harf-söz yetmez lâf-güzaf* bol hoş şeyler !

11.

Dünya yıkılsa da kıyamet kopsa ;

Otlar inek eşşek çayırda beygir !

Yoz gençler havasız ahır-disko’da ;

Ülkü Ocağı’nda soylu neslimiz !

Bkz. / Sanki içten merak ve ihtiyaç duyulan konuda anlam ve kavramlar arasındaki ilginç cümle çözümlemeleri

için nasıl bir yol-yöntem “metod / usûl” gerekiyorsa açıp Büyük Osmanlıca-Türkçe Sözlük’ten nice emsâl söz

ve kelimeye evvelemirde edebiyat tarihimizden ne güzel özgün şiir-renk örneklemelerdeki ince espri (nükte /

ruh*) içeren noktacık kelâm-misâl lâfz-ı savt değişik “kök harf-ler’den oluşum: madde-i asliye” elfâz-ı hecâiye’

den nükte-i cümle enmûzec-i “zevk-i selîm” meşk-âhenk gerçek gelenek “gönül sesimiz” sanat-ı lisan ne ekmel

lügat Türkçemiz’in inceliklerine eğilip bakınız.Ve anlayınız ki “iç dil” lehçe-i tefekkür “ruh” hikmet-i şuur’dan

ibaret tek “el’Kitâb-ı muhkem / mükerrem”-mesaj “canlı mûcize” edeb-i Kur’an “anlam-yoğun” nazm-ı Celîl*-

ince en ilk “köken”-nokta : (“Allah adıyla … / Bismillâh’ir-rahmân’ir-rahıym”) miftah-ı siftah / hep bu tarz-ı

zarf “Fatiha-i ibtidâ âyet” tam ilk başlamanın anahtarı / ilk açılış* şu ilk “dudak harf-i hecesi ” – simge !

12.

Işık*-ocağı’nda soylu neslimiz ,

Kur’an kucağında nurlu gencimiz !

İŞTE SONUÇ !

Hiç geride kalmadan ileri bakmalıyız ,

Mâzi’ye takılmadan âti’ye akmalıyız !

Yol mahşere her şu an hazırlık yapmalıyız ,

Gör işte sakınmazsan sonuç aldanışımız !

ÖRNEK YAZGIM

İnsan tip hayatınca kendimi örnek saydım ,

Nefsim iç çile ney’miş şiirsel dilce yazdım !

Vicdan hissiyâtınca köktenci gerçek yazgım ,

Neslim niye dert-çekmiş bildiğimce anlattım !

RUH GİZ-SIRDAŞ ŞUUR

1.

Kendim misâl lâfz-ı tarzım ,

Örnek gördüm mecaz yazdım !

Neslim minval “arz”-yaşantım ,

Gerçek gönlüm meşk-söz aşk’ım !

2.

Sevgim “istirşâd”-niyâzım ,

Öz tek sözüm* özet divan !

Sezgim “iştiyak”-Kitâb’ım ,

Söz zevk ömrüm hikmet-i can !

3.

O kim “mukadder ”-mizâcım ,

Kalb-i hâlim* ruhiyât’ım !

Rabbim , “mülhem”-sânihâtım ;

624

Naz’m-ı nabzım şuur-can’ım !

4.

Anlayıp tam yazamadım ,

Ney’miş şiir-can söz sazım !

Prototip bakış* -şahsım ,

Kim’miş “iç dil” sorguladım !

5.

Tek Kur’an-ca canlı beyan ,

Kitap “bilgi”-iktibâs’ım !

Hep sorsan da var mı mehaz*,

Cevap (Bkz.) -iş’ârım ! (-Şiirlere açılım olsun diye “Bkz.” tekrarlarıyla birkaç kaynak göstermek …?!)

6.

İşte şöyle garib-baht’ım ,

Demek ben de dert-sızlandım !

İçten böyle “nasip”-baktım ,

Gerçek öz-ne* şartsız zannım !

7.

(el-mâlum’el-mechûl*) sandım ,

Ruh giz sırdaş şuur yazgım !

Okudum hem mecbur yazdım ,

Şu “Yaşamakça”-lisan’ım !

MUHAL

1.

Her âyet ayna gibi ibretle “ölüm!”-derken ,

Ne müthiş telepati ruh-ta öz iletişim !

Ve ötelerce bilgi hikmetle gülümserken ,

Lâyemut Nur gölgesi şuur-da özgün biçim !

2.

Şuurdaki her kavram maddenin ruhu mânâ ,

O kadar âcizim ki “seyyâle idrâk”-misâl !

Beden’de her-şey tamam ruhunu yoğursan-a ;

Zaten o anlamdaki idrâk-te Hak* müteâl !

3.

Var her şeyin bir ilki özünde tek ıstılah ,

Her sıfat Zat’ın şe’ni* ne aynı ne de ayrı !

Beş hadarât’ın kevni her tecelli-de Allah*,

Öz hakikat belli ki “ruh”-modelinde saklı !

4.

Öz hakikat derûni kompütöründe mahfuz ,

“Bana bir redaksiyon ve mizampaj ustası …

Buluver ustacığım ! Söz mü özünde mahsus ;

Yoksa saklı “iç dil”-mi , haklı mesaj “us-tası”

O’ysa ayn-ı “iç dil”-mi , öz cihaz “-kafatası ”

Şu gözler kör mü canım , söz-mecaz hakikat mı ?

5.

Kafa-tası “us-tası”-m , kim böyle aklım muhkem ;

Korunaklı yapı-da âhenkle düzenler bak !

Sanat tarz-ı üstâd’ım , ilk önce var mı bilsem ;

Tek bütün tabiat-ta ancak “Kudretullah”-Hak !

625

6.

“Marifet-ullah” ilmi hâlim-de ki her makam ;

O kadar âcizim ki , hem-hâlim biraz misâl !

Hem gayretullah* var ki , son sınırında tamam ;

İşte “hayat denizi” hayâle sığmaz muhâl !

NANKÖR BENLİK

1.

Da-da’cı (*) değil de daha da aştım

Daha’cı şiir (*)-le uçarı’laştım !

Daha-da* sevinç hem hep başka’laştım

Da-da’laşan nice daha* umudu !

2.

“Heme z’ost” deyince sahvımdan şaştım

“Heme Ost” sekrince şatahat’laştım !

“Cem’u-l’cem” meşkince makamsızlaştım

Ebrû’laşan her renk hayâl bulutu !

3.

Benliğimde nice şaşkın kaygular

Hakk’ın aşkından bil çılgın duygular !

Her sözün özünde tek hakikat var

Şiirleşen “iç dil” gönül coşkusu !

4.

Şiir’in Da-da’sı ya da Daha’sı

Hem hepsi başımın tatlı belâsı !

Nazm-ı Kur’an-ca’sı “iç dil”-lügatı

Kaamûs’laşan “nâmus” saf cansoluğu !

5.

Şiir ne yetenek ne de beceri

Her nefes “Hû” diyen ruhumun sesi !

Ne tam akıllıyım ne de tam deli

Her tedbir* takdîr’in şaşmaz sonucu !

6.

Dünya gündüz-gece gülümseyince

Bülbül aşka gelir Gül’ü görünce !

Ölüm her sözcükte gizli bir hece

Dil’lenir Gül’lenir şiirin yolu !

7.

Dil söyler sözünü bilmez özünü

Beden uyuklarken yumar gözünü !

Hayâller süsleyen şu yeryüzünü

Gökyüzünde arar zamanın ruhu !

8.

Ufuklaşan her dem seraplaştıkça

Yakınlaştım derken uzaklaştıkça

Somutlaşan beden soyutlaştıkça ,

Hâlden hâle dönen semâ “illâ-Hû !”

9.

Gözlerdeki ayna göklerin sırrı

Rüya’laşan hülyâ ruhun sevdası !

626

Zamansızca feza daha sonrası

Kur’an beyanınca son cennet yurdu !

10.

Aklınca her insan sayıklamakta

Doğruyu yanlıştan ayıklamakta !

Nefsi arındıran ayıplamakta ,

Hesaplaşan vicdan Allah korkusu !

11.

Akıllı irâde her işin başı ,

Rahman’dan gaflette her aklın suçu !

Başın gömelese dışarıda kıçı ,

Nice nankör benlik tam devekuşu !

(*) Son kıtanın üçüncü mısra’ı şu tarz alternatif kelimelerle değiştirilerek de okunabilir. Bir örnek olarak “kafa

sını kuma gömmüş devekuşu gibi kıçı dışarıda !” halk ağzıyla açık ve çıplak ifâde olduğundan nâşi şiir açıktan

seslendirileceği kimi ortamda abes ve müstehcen karşılanabilir. Bu nedenle onun yerine nitekim meselâ: ardı ,

sağrı vb. başka bir sözcük kullanılabilir. Benim tercihim aynen açık okunmasıdır. Çünkü halk arasında aynen

söylenmektedir. Buna benzer pek çok deyiş deyim terim müstehcen atasözü de vardır ve olduğu gibi kullanılır.

13-14 Mart 2008 Show TV’de Ali Kırca’nın sunduğu “Siyaset Meydanı” tartışma programı’ndaki görsel konu:

“Söz Engellilerde” beni içten etkiledi. Zira her türlü özürlü ve engelli insanlarımız (Türkiyemizde 8.5 milyon

engelli var. Bunların 1.5 milyonu çocuk. Görmez, işitmez ve bedensel / zihinsel engelleri bulunan özürlü vatan

daşlarımız*) sair sağlıklı insanlar karşısında bazen daha sağlıklı ibretler ve iyimser örnekler gösterebiliyorlar.

Şahsen nankör ruh hissiyatımızdan utanç duydum. Meğer her fırsat tek Rabbimiz’in huzurunda ve toplumsal

ortamlarda çok zaman unutuyor ve de hiç umursamıyoruz sağlığımızın değerini , nitekim işte “engelli (*)” diye

gözardına atılanların nice üstün yanları ve örnek başarıları yokmuş gibi ilgisizlikle unutulanların problemleri de

hepimizi içten enterese edici ibret değil mi ? İlle de derinden düşünmeliyiz.

(Bkz. Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır / sh. 409-429; Ömer Öngüt / sh. 412: “Şimdi size Vahdet-i Vücud(*)’u

(öyle) izah edeceğiz ki … (şöyle) izah edeceğiz ki , âyet-i kerîme’lerle tasdik edeceğiz ve artık hiçbir şüpheniz

kalmayacak. / O’nu bilmek ise manevi tahsillerle mümkün olur. Zahirde ilk , orta , yüksek tahsiller olduğu gibi

manevi ilimler ve tahsiller de mevcuttur. Bu manevi tahsil üç merhaledir : 1. İlm-el’yakîn “bilmek”-tir. 2. Ayn-

el’yakîn “bulmak”-tır. 3. Hakk-el’yakîn ise “olmak”-tır. İlki “zâhid”-ler ; arada “ârif-ler”; olup-ulaşanlar da “vâ

kıf-lar”dır. (Zâhid-ârif-vâkıf*) Bir ilim diğerine erişemediği için hakikat da anlaşılamıyor. Merhaleler arasında

çok farklar vardır. / Göz üç türlüdür : 1. Kör göz, 2. Şaşı göz, 3. Görür göz: … / Çözülmeyen ve bilinmeyen Vah

det-i Vücûd’un sırrı budur. Hakkel’yakîne vâsıl olanların bilebileceği bir mevzûdur. Bilinmeyerek münakaşa

edilmiştir. Yapan O’dur , perdede başkası görülür. Şeyh-ül’Ekber (Bkz. İslam Düşüncesinde Yeni Arayışlar-1:

“Düşünce Tarihinde Ulûhiyet üzerine Tartışmalar*-Prof.Dr. Necip Taylan” / sh. 240: “Tasavvufu ne yapacağız ?

İbn Arabi’ye hem Şeyh-i Ekber hem de Şeyh-i Ekfer denir. İki şöhreti de vardır. Hadi Şeyh-i Ekber’i anladık da

Şeyh-i Ekfer ne oluyor ? Ama kesin ve açık kelâmî ölçülere vurulduğunda İbn Arabi’ye çok rahat Şeyh-i Ekfer

diyebilirsiniz. Onu tekfir edenler kendi ölçülerine göre haklıdırlar. (Hak kudreti sonsuz Zat-ı mutlak Allah’ın

adı olduğundan Onun tecelliyatını istisnasız zaman-mekân boyutlarındaki bilcümle her şeyde görüyoruz zaten

nükte-i hak / hukuk bakımından herkesin kendince haklı olduğuna kanaat duygusu da ancak “kendi idrâk-i vic

danınca anlayış / şuur ölçülerine göre” hak-hakikat’tan nisbî bir hisse yani pay sahibi olması da gayet normal

bundan dolayı işte yüce Rabbimiz Hak adının tecellisiyle haklılık paylaşımından nasipsiz bırakmamış şu hukuk

kurallarınca aciz suçlu kullarını bile demekki ! HK.) Şimdi tasavvufu ne yapacağız ? Sünnî tasavvufun içinde

bulunanların hepsi bu akideye uygun değil. Bir sürü uçan , kaçan , tabiata müdahele eden , Allah adamları bulun

maktadır. Kısaca tasavvufta garip garip uygulamalar var. Hal-i hazırda da bunları görüyoruz. / …”) … “Her şey

O’dur.” İmam-ı Rabbani … “Her şey O’ndan-dır.” buyurmuşlar. Tecelliyatları ayrı ayrı olduğu için , … ayrı be

yanlarda bulunmakla İslâm’da büyük bir çelişme husûle gelmiştir. Ve bu çelişme şimdiye kadar devam etmekte

627

dir. Biiznillâhi-Teâlâ* bu çelişmeyi izâle ediyoruz, kaldırıyoruz ve bunu size âyet-i kerîme ile isbat edeceğiz. /

Her iki söz de doğru. Fakir* her ikisinin beyanlarını bir cümlede birleştiriyor ve diyoruz ki : “Her şeyi Hazret-i

Allah var etti , her şey O’nun Varlığı ile kaimdir.” / Böylece bu ihtilâfı ortadan kaldırıyoruz, elhamdülillah. /

Binaenaleyh: Hem O’dur , hem O’ndan-dır. Her zerrede O’nun Varlığı mevcuttur. (O’nun varlığını ispatlamak

konusunda yani “isbât-ı Vâcib-il’vücûd” tam mânâ-yi mâhiyet / tek gerçek hüviyet “Hakk-ı hakikat” tâbiratınca

“anahtar kavram / miftah-ı mefhûmat” doğru üslûpta uygun kelimelerle ifâde edilmezse semantik kavrayış alanı

da acaip bozulur. Nitekim “mevcut” tabiriyle “Vücûd-i Bârî Rabb-i Teâlâ” acaba uygun nükte-i ifâde edebine

muvafık kabul olunur mu ? O halde “mevcud” doğru üslûbca “can-varlık verilmiş” şuûnat-ı mükevvenata mah

sus söz zaten ne demek “kelime ve ıstılah” hem nasıl lügat tâbir-i ifâde derin nükte-i idrâkimizce cevaben bildi

ğimize göre diyoruz-ya ; “Var’dır ” ruh-u kelâm mefhûmunca daha doğru ! Bu tarz-ı ifâde panteizm’e yani bize

“vahdet-i mevcûd” dilini işmâm edip bu türlü düşüncelere benzerlik gösteriyor. Oysa “vahdet-i Vücûd” yorumu

nu bununla karıştırmamak gerekir. HK) Her şey cesed , O ise ruh’tur.” / sh. 413*)

İŞTE “VE-L’ASRİ” HÜSRAN !

1.

Dikkat tam emr-i âyet demek gerçek uyarı

Lügat mı meşk-insiyak göz gönül can kulak mı ?

2.

Hem her tâlim-i hikmet doğru-ya açık gayet

Tek kalbin kulağına ayarlı net duyarlı !

3.

Rabbim’in dili âyet düşünmez echel yobaz

Şiirce dillendirsem merak duyar anlar mı ?

4.

Bil-cümle ferd-i beşer renk-âhenk görse de tek

Dil güncel düşünceler öz gerçek söz uyarlı !

5.

Lügat-ı fıtrat demek kök sanat-ı kâinat

Tam mûcize düşünmek gönlümce iştiyak mı ?

6.

Ruh-u şuur hakikat tek O kim mülhem mesaj

Okursa anlayacak kitapsız yorum var mı ?

7.

Yol ancak emr-i Rabbim sevkeder mahşere dek

İşte Kur’ân-ı Kerîm meâl-i elfâz canlı !

8.

Nur ruh öz hâlet-i can nabz-ı “iykan” söz naz-mı ;

Net tek yol sonsuz zaman şu an Kur’an îkaz mı ?

9.

Bilimsel izah “big-bang” emr-i (“Kün fe-yekûn”) tarz ;

Salt “rahmet” tecelliyat dünya “kevn ü fesat”-mı ?

10.

Tam “iç dil” şiir Rabbim içten taddım da yazdım ;

Levh-ı mahfuz zor süâl lügat tam cevaplar mı ?

11.

Nevm-i mevt terk-i dünya rüya-misâl “âhiret” ;

Demek “yevm-id’din” pek tez zaten “serîu-l’hisab”

……………………………………………………

Başlarken ilk (“Bismillâh…”) hem “miftah” hatm-i Kur’an ;

Hitam-en son inşirah minhâc-ı kalb-i insan !

628

12.

(2*7-10. “Hateme-llâhü alâ…”/ “Fî gulûbi-him maraz…”)

Söz gerçek “kör ruh hasta” tam mecaz sorgulamaz !

13.

Ruh hem meâl-i melâl lisan hem mecaz-i hâl

Aslen ne mazi ne hâl hakikaten istikbâl !

14.

Rahmet’in gökkuşağı ruhumun fezâsında

Şu bedensel gözyaşı şuûrun verâsında !

15.

Ne akıl ne irâde tedbîr-i müvâzene

Her nefes “istiâze” temkîn-i müâheze !

16.

(“Eyne-l’mefer ”) her kaçış (“lealle-küm türhamûn”)

(“İnnâ lillâh…”) arayış (ve … ileyhi türceûn”)

17.

Burnunu sürte sürte sevk’eder âkıbete;

Meftûn-u Hak her “secde” cezb’eder âhirete !

18.

Mehabbet mârifet’siz ve ünsiyet ülfet’siz ;

Kerâmet firâset’siz olmaz nîmet külfetsiz !

19.

Her an başka hâldeyim nice her “iki âlem”

Zinhar beyan ne haddim hisseder Ben’i-Âdem !

20.

Cehd-i şuur felsefe* hezeyan vehm-i halâs ;

Mekr-i gurur vesvese* (114*6.“min-el’cinneti ve-n’nâs !”)

21.

(“el-Hamd…”) Rahman’a minnet tek (55*13. “fe bi-eyyi …”) beyan ;

Bezm-i Elest(*)’ten gaflet işte (103*1-3. “Ve-l’Asri …”) hüsran !

22.

(110*1-3. “İzâ-câe nasrullâhi ve-l’feth”) hemen niyaz ;

(“Fe-sebbih bi-hamd-i Rabbi-ke ve-s’tağfir-hü”) yaz !

23.

Okur içten sever ruh “esteğfirullah” her dem ;

O’dur zaten okutur Rabbim hem mutlak gündem !

24.

Mâdem mukadder ruhum “uyanık bakış” şimdi ,

Gerçek kanıt şuurum “açık görüş” şiir mi ?

İç dil’den şiirimsi nefes “sözün özü” O ki , işte (“estağfirullah* el-Azîm* er-Rahman* er-Rahıym* el-Keriym*

el-Vedûd*… ve etûbü ileyh”)hemen her dem mahşere müheyyâ gündem “mülhem mesaj”-Yaşamakça “yâ-Hû!”

Diyor ki büyük Türk Müfessirimiz* -rahmetullahi aleyh (Bkz. Hak Dini Kur’an Dili / Türkçe Tefsir , “Elmalılı

Küçük Hamdi” Muhammed Hamdi Yazır, Cilt-3 (tamamı: 9) Sh. 1743: “Kazımıreski tercemesi esas ittihaz edi

lerek … (Fr. “Coran analizé / tahlil edilmiş Kur’an”) namında bir eser // Ayrıca , Bkz. Kur’an Tarihi ve Kur’an

hakkında Ansiklopedik Bilgiler , Osman Keskioğlu , Nebioğlu Yayınevi-İst. / sh. 22* // vardır ki sûreler , âyet

ler muhtelif ve müteaddit mevzû’lara göre tahlil ve taksim olunup parçalanmış …”) Nitekim daha yeni yayınlar

ve buna benzer başka çalışmalar varsa da güzel ve çok faydalı bir örnek olması bakımından yine ayrıca , (Bkz.

Kur’an-ı Kerîm’in Konularına göre Ayrılmış Türkçe Anlamı / Hazırlayan: Ahmet Okutan , Arif Bolat Kitabevi

-İst.1967 /sh.371-434: “Kıyamet ve Ahiret Hayatı” hakkında sırasıyla ilgili sûreler tertibinde âyetlerin doğrudan

629

meâlleri. // Bkz. 15*91. “Onlar ki Kur’an-ı* parça parça / bölük bölük yaptılar. / 92. Rabbine yemin olsun ki ,

biz onları toplu halde sorgu-süâle çekeceğiz / hepsinden mutlaka hesap soracağız; / 93. yapıp ettiklerinden …”)

Hemen içim ürperiyor ruhumu yakan korku ve sorumluluk duygusundan. Ne ki hiss-i vicdan gibi içten içe ciğe

rim sızlıyor ve kalbim yanıp tutuşuyor âyetlerle yüzleştiğim anda yaşamakça algılayıp baştan sona pür-dikkat

tam meâlen okurken ve içten duyarak yazarken. (Lâkin …*)Niyetim bir uç-köşe ve bir serrişte-misâl “nükte-i

iktibas(*)” ile iktifâ-i meram / muvafık maksat tam meâl-i âyet değinmelerle yetinmek.* Kur’an-ca meâl alıntı

layıp pek çok konuda okuyucunun ruhunu uyandırmak için “öz söz” ve nükte-i “Bes” slogan sözcükler gibi bir

kaç çeşit tâbirat tıpkı “Silm-enîn” nüktesine benzer mecaz’dan kinaye “tecnis san’at-ı tedellî(*)” vesâir zarûret-i

vezin nazm-ı şiir “irtical-“ tedâiyatınca kaari’in zihninde meâl-i âyet doğmasına ve gayet tabii iştiyak uyanması

na vasıta anlamlar ışığıyla açıp gözünü öz nur-u şuura müştak gönlünü de derinden sözün değerini kavratmaya

yönelik kısaca akl-ı vicdana hitaben nice benlik gizemini içten aydınlatmak amacıyla âyetin tamamını okuması

na tedâi-davet ve tedavi-i hasârete vesile-i delâletten ibaret. Devam edelim misal-i mahsus Sûre-i Hicr’in müte

baki âyet meâllerine. (Bkz.15*94. “Emrolunduğun şeyi , kafalarını çatlatırcasına …/ Uyarı: Ara-sıra tam meâl

metnine ya da anlayabiliyorsak Kur’an nahv-i nazmına yani ibârenin aslına daha dikkatle bakmak gerek ! Bkz.

Kur’an-ı Kerim Meâl ve Kelime Meâli , Hazırlayan: Medine Balcı , Ebrar Yayınları-İst.(1991) Cilt-1 / sh. 497:

“Fesdağ bi-mâ tü’meru ve …” / Meâl aynen* Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meâli , Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk ,

Yeni Boyut-İst.1998 / sh. 268: “… tebliğ et ; şirk’e bulaşmışlara aldırma / yüz çevir müşriklerden. // 95. Alay

edip eğlenenlere karşı biz sana yeteriz. // 96. Allah ile beraber başka tanrılar (*) “Ellezîne yec’alûne mea-llâhi

ilâhen âhar (*)” benimseyenler yakında “fe sevfe-ya’lemûn” bilecekler. // 97. Andolsun ki , onların söyledikleri

yüzünden senin göğsünün daraldığını biliyoruz. // 98. Şimdi sen , Rabbine hamd ile tesbih et ve secde edenler

den ol ! // 99. Sana şaşmaz ve kesin bilgi “yakîn” gelinceye kadar Rabbine ibadet et !”)

Dikkatle bakınca anlıyor ve çeşit tercüme-meâlleri birbiriyle karşılaştırıyorum misâl: Asr sûresi’nin meâli işte

Medine Balcı üslûb-u Meâli’nce gayet düzgün ve sâde gerçekten beğendim. (Bkz. 103*1. Andolsun asra ki , /

2. İnsan gerçekten ziyandadır. / 3. Ancak inanıp, yararlı iş işleyenler , birbirlerine hakkı (gerçeği) tavsiye eden

ler ve birbirine sabrı tavsiye edenler böyle değil.) Demekki her bir meâlin kendince değeri ve özellikleri var.

(Bkz. 103*1-3 “Asr-” 1. “Asr’a yemin olsun. / 2. İnsan herhâlde zarardadır.” // Öztürk Meâli’ne bakınız :

1. “Andolsun zamana / çağ’a / gündüzün iki ucu’na / sabah namazı’na / ikindi vakti’ne / Asr-ı Saadet’e ki , //

2. İnsan , gerçekten tam bir hüsran içindedir. // 3. İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar , birbirlerine

hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır.” / Bir benzeri meâl ise şöyle: 3. “Ancak iman edip

iyi-yararlı amellerde bulunanlar , birbirine Hakk’ı tavsiye edenler , birbirine sabrı tavsiye edenler müstesna.” /

Kur’an-ı Kerim Meâl ve Tefsiri , Celâl Yıldırım , Tercüman G. “Hediyesi”-1982 / sh. 603 (Dipnot): 1. Birinci

âyetle Asr’a yemin edildiği için sûreye bu ad verilmiştir. İlim adamlarının çoğuna göre Mekke’de, bir kısmına

göre Medine’de inmiştir. Asr * kelimesi üzerinde hayli durulmuş, farklı yorumlar yapılmıştır. İbn-i Abbas’a gö

re, içinde çok dikkat çekici olaylar geçtiğinden yüzyıl’a* yemin edilmiştir. (Yüzyıl ya da altmış yıl’a muâdil

Asr’ın başka anlam ve yorumları hakkında ayrıca aslına yahut sadeleştirilmiş Türkçe Tefsir / Elmalılı’ya Bkz.)

Kimine göre, gece-gündüz ; kimine göre, ikindi vakti ve o vakitteki namaz demektir. / 2. Kur’an ,insanoğlunun

“ömür ” denilen en kıymetli sermayesini boşuna harcadığına işaret ederek onun her zaman zararda ve noksanlık

içinde bulunduğunu haber veriyor. İslâm’a göre zaman , son derece kıymetlidir. Değerlendirilmeyen zaman acı

masızdır ; yıpratıp yok eder ve geri döndürülmesi mümkün değildir. Ancak , ömür sermayesini yeterince değer

lendirebilenler vardır. Kur’an , bunların dört ayrı özelliğini belirterek bizlere ölçü veriyor : 1. Dosdoğru iman ,

2. İyi-yararlı amel , 3. Hakk’ı her yerde savunmak ve Onu birbirine tavsiye etmek , 4. Sabırlı olmak (Bkz. Ger

çek Mürşid Hazret-i Allah’tır / Sh. 412: “… 3. Hakk-el’yakîn ise “olmak”-tır.) ve onu her zaman birbirine tav

siye etmek. Bu dört sıfat ve özelliğini incelediğimiz zaman , hayatımızın her bölümünü kapsadığını rahatlıkla

görebiliriz. İman , ruhumuzun tek dayanağıdır , bizi dengede tutar. İyi-yararlı amel , niçin yaratıldığımızı (hayat

tarz-ı telakiyat olarak kanıtlamamızı , Allah’ın hoşnutluğunu uygun davranışlarla ahkâm-ı şer’iyye edeb-i esasa

tınca uyumlu ve barışcıl anlamda “Silm-i Kur’an” anlayışına muvafık gerçek İslâm’a yatkın aramamızı*), insan

ları sevmemizi , Allah ile aramızdaki yolu işlek (daha açık kullanılır rahat) duruma getirmemizi sağlar ve bizi

her iki hayata (dünya-âhiret) hazırlar. Hakkı savunmak ve tavsiye etmek , mülk’ün temeli (“adalet” ilkesi)’ni

630

oluşturur. Sabır , hayat mücadelesinde, ibadet ve tâatte dayanıklı olmamıza yardımcı olur.”)

(Bkz. Zaman G. 29 Ocak 2000 / sh. 13-15: Milenyum başa belâ oldu / Aslında kıyamet öncesi bir dönemi işaret

lediğini , dolaysıyla … çok ilginç tartışmalara sebeb(-iyet) verdi Milenyum* kelimesi.” -Yazılar / “Her şeye

rağmen / …” ; Ekrem Dumanlı: “… Takvimler, 01 Ocak 2000 sabahını işaretlediği günün sabahında derin bir

oh çekti müslümanlar Amerika’da; çünkü bir ay boyunca milenyum gecesini sabote edecek dinci teröristlerden

bahsetti medya. İnsanlar tutuklandı , polis tutuklananlar için net bir açıklama yapmayınca medya , kuşkular üze

rinden terör merkezli kehanetlere başladı. Meselâ Boston’da … / Tarihî bir dönüm noktasında bulunuyoruz as

lında. Kabul etmek lâzım ki , bugün pek çok Müslüman ülkede bilgisizliğin , yenilmişliğin , fakirliğin koynunda

büyüyen büyük bir öfke var ve bu kin , her türlü sûistimâle açıktır. Yıllar önce İran; bu öfkeyi hesaplayarak …/

… İslâm’ın zaten yanlış temellendirilen imajına yeni yanlış* eklemiş oldu. Bir çırpıda sayabileceğimiz o kadar

çok olay var ki yeryüzünde müminleri mahçup etmiş, onların bağlı bulunduğu değerleri yanlış tanıtmıştır.

İslâm’ın doğru anlaşılması , güzel yaşanması , hakkıyle temsil edilmesi hem “islami terör (*)”-ün sonudur ; baş

ka türlü Kur’an-ı tersinden anlayan (!) ruh hastalarıyla başa çıkmak mümkün değildir.” // Bu yazının asıl mesajı

ise, şu ilk paragrafının vurgusunda açıkça şöyle belirtiliyor : “İslâm ve terör , gece ile gündüz kadar birbirine zıt,

şeytanla melek kadar birbirine yabancı. Heyhat , bugün sadece Türkiye’de değil , dünya kamuoyunda “İslamî te

rör (!)” adında bir heyula’dan bahsediliyor. Gerçekten de kendilerine İslamî isim , kutsal sembol bulan ve bir ta

kım hüccetlerle eylemlerine meşrûiyet kazandırmaya çalışan gruplar var dünyanın değişik yerlerinde. İnsanlar

tedirgin , devletler endişeli ; ya müminler ? İslâm’ın sevgiye dayandığını yüreğinde duyup da bunu bir türlü mu

hataplarına anlatma imkânı bulamayan Müslümanlar ne yapsın , nasıl izah etsinler masumiyetlerini ve nasıl açık

lasınlar İslâm’ın muhabbet mesajlarını ?”)

Zaman’ı okumak gerçekten “farklı” olduğundan zevkle devam ettiriyoruz zaten usta kalem makalelerinden “nük

te-özet” değinmeler biçiminde seçkilenmiş şu güzel alıntılar ruhuyla da üslûbuyla da “aktüel / güncel” literatürü

müze de kültürümüze de ehemmiyet taşıyan nazik katkılar sağlayıcı ısrarlı vurgularıyla açıkladıkça aynen saygı

ihtiram-ı iltizam hissettiriyor ruhumuza fesahet-i fetanet tarzınca. Ayn-ı “ruznâme” medyatik günlük Zaman say

falarındayız işte hemen yanıbaşında “Arka Plan / Şiddetin sebepleri” yazısına şu cümlelerle başlayarak Kur’an

perspektifinde “Asr-ı Saadet’ten günümüze” kadar tarih süreçlerinin sosyolojik (Ara-not: Farklı kültürümüz adı

na Batı’daki “sosyoloji” bilimine karşılık İslâm Fıkhı’nın alternatif fonksiyonundan bahsediyor Prof. Hayrettin

Karaman* hocamız) tahlillerini “bedevî ve medenî-” kitlelerin ruhsal ve siyasal yahut kültürel ve ekonomik çe

lişkilerinden kaynaklanan çatışmalarına bazı örneklemeler açısından bakarak şöyle yazıyor Ali Bulaç : “Bizim

tarihimizde ve üzerinde yaşadığımız topraklarda şiddetin ve nefretin derin kökleri var. Nefret güçlü beşerî bir

duygu , şiddet bu duygunun farklılaşan sosyal formlar şeklinde tezahür eden hâlidir. Bu açıdan kültürlere göre

şiddet’in şekil ve yöntem değiştirmesi olayını büyük ölçüde sosyal ve tarihî şartların mahiyetinde aramak lâzım.

/ İlk zuhurundan itibaren İslâm önemli bir sorunla karşılaştı. Bu da binlerce sene oluşmuş ve değişik törelerin

yönlendirmesiyle kültürde kemikleşmiş göçebe hayatının bir tür transformasyona uğrarken karşılaşılan zorluktu.

Kur’an açık bir şekilde göçer-konar bedevî hayatın belli kurallar dahilinde işleyen yerleşik düzenle uyumsuzlu

ğuna vurgu yapar : (Bkz. 9*97) Kur’ân-ın tercihi şehir hayatının gelişmesinden yanadır.”

Bu alıntılar medya gündemlerindeki karmaşayı örneklemek için ; yoksa konumuza uygun yorumsamalara kay

nak referans olarak değerlendirmek gereksiz. Nitekim maksat değişik konularda dağınık görünse de etraflıca ba

kıp başka açılardan görüşler geliştirmek ve düşünceyi derinleştirmek. Ancak “gazete kültürü” bu konuda yeter

li değilse elbette kitaplara yönelmek gerekmez mi ? Düşüncemizi belirtmek isteyince hemen anımsayalım diye,

(Bkz. Zaman G. 21 Aralık 2001 / sh.17: “Gereksiz kelime kullanmak , parayı boşuna harcamak gibidir.”-A. Er

dem Sözeri*) Aslında her kelimenin önemine binaen altını çizerek ve üzerinde düşünerek derin bir teemmül ve

sosyal vicdan muhasebesi rikkatiyle okunması gereken bu ve benzeri tahlillerin özünde hem doğru kavranması

hem de iyice kökten ve temelinden , ayrıca din ve tarih gerçeklerine (-gerçekleri ne ?) bütünüyle vukuf kazanma

nın kültürel çabalarına uygun boyutlarda gayet etraflıca algılanması lüzumunu vurgulamak bakımından kendi

bilgilerimin nice eksik yönlerini , zihinsel ilkelerimin kimi zayıf noktalardaki idrâk yetersizliğini ve iç bilinç gü

631

cünün çürük mantık kurallarından etkilenen ruhsal çelişkilerini fark ettiğim anda bana özbenliğimdeki canlı ha

kikati hissettiren ve doğrudan Hakk’ın inâyetini düşündüren her türlü söz ve yazılara hayranlık duyarak kalbimi

ve kafamı uyandıracak güzellik ve nitelikte değerli iktibas / söz alıntılamak’tan hoşlanmaktayım yani işte bu ne

denle etkilenmeye meyyal (ruh hâlimin nedeni “izm”-sel terim olarak “etkilenmecilik” kavramının karşılığı var

mı felsefe literatüründe ?) her çeşit teferruat-malûmat düşkünü olmak gibi bir garib tutku sebebiyle hemen nük

te-i idrâk güzel ve doğru sözün câzibesine kapılmaktayım. Anlayabildiğim ölçüde şiir de işte bu duyarlılıktan

doğmakta ve kafamızdaki kavrayış açmazlarında algılanan nice ruhsal zaaflara terceman olmakta bir bakıma.

Anlaşılan can nüktesi “iç dil”-gizemi hiç çözümsüz zorlamalara rağmen noktacık karanlık kalbin nur-ruhunda

ayna-misâl durdukça bu “sırr-ı süveydâ” akl-ı vicdan namusunca “Arayış-lar ”artıyor da artıyor her boyutta.

Aslında herkes sırr-ı ruh hakikatinin idrâkine medar beyanlara kulak kabartıyor amma tam manasınca algılamak

bakımından farklılaşıyor başkalarından. Anlayışını geliştirmek konusunda sorumluluk duymaz mı içten vicdan

hassasiyetince her insan ? Can nefesinin öz değerini bilmez ve düşünmezse sözün değerini idrâk edemez zaten.

LÜGATÇE-DİL !

1.

Hem her şeyden bahsetmek gerçek olası değil ;

Herşey için herkesi konuşturmak gerekir !

Hem hep içten hissetmek keramet değil , delil ;

Tek Rabbim’in keremi “iç dil”-lügatçe şiir !

2.

Vahy-i mutlak Kur’an-ca canlı âyetler nedir ;

Allah hitâb-ı Kitap bak gayet açık delil !

Akl-ı idrâk kavransa ne gerek şerh-i şiir ;

Ruh hicâb-ı hakikat tek kalbim lügatçe dil !

(Bkz. Karanlık bir dünyada / Bilimin mum ışığı ,Carl Sagan (1995), Çeviri : Miyase Göktepeli , Tübitak (Türki

ye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu) Popüler Bilim Yayınları- Yapı Kredi Yayınları , 1.Basım : 1998 “Ta

mamı: 372 sayfa” (http: / www.ykykultur.com.tr ) Sh. 353 / Notlar (Ek okuma için öneriler*) 363-72: “Dizin”

Dış / arka kapak: “Çocukların kör karanlıkta her şeyden korkup titremeleri gibi , biz de aydınlıkta korkarız , ço

cukların karanlıkta dehşetle beklediklerinden daha korkunç olmayan şeylerden …”-Lukterius*)

(Bkz. Oktay Sinanoğlu / Ne yapmalı ? “Yeniden diriliş ve kurtuluş için …” ( [email protected] )

İst.2003 / sh. 193: “Diyelim ki , daha önce Batı karşıtı olan zevat , AB’ye girilirse fırkaları kapatılmaz , dinî

özgürlükleri olur diye hevesleniyorlardı. Ee, ama şimdi tekbaşına iktidar oldular ; yasaları , hatta Anayasa’yı

değiştirecek gücü kendilerinde buluyorlar ; o yoldalar , o zaman AB’ye ihtiyaçları kalmadı demektir. Peki hâlâ

niye “AB de AB” ? (Tabii bir de, niye “IMF de IMF” ? / …Bu muhabbetin arkasında ne yatıyor ? Halk bir gün

bunu sormayacak mı sanıyorsunuz ? / … kaç kere yazdık , defalarca … söyledik. Sağır sultan bile duydu: Avru

pa’da AB’den memnun olan kimseyi bulamazsınız. / …” Adres: ( [email protected] )*

MUKADDER AKIBET

1.

“Yüzdük-yüzdük kuyruğuna dek geldik ,

Dananın kuyruğu koptu-kopacak !”

Öldük-öldük her solukta dirildik ,

Hayatın yolcusu sorgulanacak !

2.

Gel-geç dünya yol mahşere meylettik ,

Sanki ilk sır âfet boğdu-boğacak !

Yaşamakça “özet divan” zannettik ,

Bak ki son kıyâmet koptu-kopacak !

632

3.

Önce ham-hayâlken sonra tam piştik ,

Yol -belâ* canımıza okuyacak !

Mecaz zor sınavken kolay yol seçtik ,

Hâl hakikat vakt-i saat dolacak !

4.

Mukadder âkıbet şaşmaz gerçeklik ,

Yaşamakça herkes bu yolda ancak !

Öldük her solukta öldük dirildik ,

Allah’ın her kulu sorgulanacak !

Aradan bir ay geçti-geçmedi derken yine yollara düştüm 16 Mart’ta. İzmir’den yola çıktım ve Ankara , Bartın ,

İstanbul , Gemlik ve Bursa’yı gezip dolaşarak 07 Nisan 2008’de döndüm İzmir’e. Bu kez Bartın hariç her gitti

ğimiz yerde birkaç gün konakladık hanımla birlikte. Seyahatim süresince nice eş-dost değişik kişilerle görüştüm

ve ayrıca anılarım tazelendi yeniden. Güncel konularda sohbetleştiğim dostlardan yeni intibalar ve muhtelif fikir

ler aldım. Anladım ki insanlar arasında tamamen farklı hayat şartlarına rağmen nihayet tam müşterek gerçekler

çerçevesinde bütünleşen dünyalarımız zaten ne kadar yakın ve o denli uzak görünüyor ruhsal anlamda bakınca

ansızın acaip başkalaşıveriyor birbirine benzerken de değişik kafa / zihniyet yapısıyla açık konuşmalar bile esa

sen nice yetersiz zihin fonksiyonlarına örnek görüntüler sergilediği işte her yerde ve her zaman gözlemlediğimiz

sayısız tezahürleri gibi iyice ortada. Daha hakikat-i idrâk konusunda doğru-dürüst düşünmekten âciz zavallı her

biri. Birileri çıksın ortaya da akıllıca bir şeyler söylesin veya yazsın da topluca kamuoyu sürüsü gündem medya

sından alıntı fısıltılardan ibaret demagojik yorumsamalara benzer düşünceleri hemen içselleştirip bari bizim de

kendimize göre birkaç cümlecik sözümüz olsun diye hazır-lop bekliyor sanki günebir değişip duran netame gün

demler güdümünde gerçekten nâdan anlayışlara tutsak kanılar veriyor ruh-u şuura sahip hepsi bir başka gaflet

dünyası içinde. Demekki insan neslinin “kader rüyası” işte gerçek kanıt içten nükte !

DOĞAÇ DİL

1.

Işık kitâb-ı ruh’ta ,

İrfan akl-ı vicdanca !

Anlık can son solukta ,

Tam meâl oku-anla !

2.

Gerçek içten duymakta ,

Anlamak tek Kur’an-ca !

Gün yeniden doğmakta ,

Vahy-i Hak yol şu an ya !

3.

Doğaç dil Yaşamakça ,

Şiirimsi çalışma !

Yeni Arayışlar’a ,

Önerimsi katışma !

4.

Hissiyat duyumsama ,

Öz subjektif farkınca !

Fikriyat yorumsama ,

Söz subjektif tartışma !

5.

Zihinsel yoğunlaşma ,

Dil lügat-ı şuur’ca !

633

Şiirsel sorun başta ,

Ruh-u beden muammâ !

6.

Bak “kara kutu” kafa ,

Spekülatif sanma !

Hak var da yok mu mânâ ,

Tek nükte lâtif nokta ?!

7.

Gerçek görüntü dünya ,

Işık güneş şuurca !

Demek özgün öz rüya ,

Varlık özdeş yorumca ;

İçten sez söz yorumla !

8.

Nedir ruh hakikat ya ,

Ayna’ya bak da anla !

Şiir “şok” sânihatca ,

Anlam mutlak kök-yasa !

9.

Emr-i fıtrat tam mânâ ,

Ruh-u beden muammâ !

Var ki irşad Kur’an-ca ,

Yol bu zaten Allah’a !

10.

Yol lâfz-ı beyan zor ha ,

Harf-i meâl lisanca !

Sor ruhum mecaz susma ,

Rabbim hayâl mi zan’ca ?!

11.

Mülhem müdrikat O’ysa ,

Zannım mecaz sonsuz’ca !

Gündem gönlüm salt ayna ,

Tarzım mesaj arz-semâ !

Gemlik-Küçükkumla’da kaldığım bir hafta süresince tekraren “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e / İslâm Düşüncesin

de Arayışlar, Rağbet Yayınları-19 ve /Yeni Arayışlar (-1,2,3)10-22-57 İst.1998-99 ve 2000 (www.ragbet.com )

ciltlerinden okudum. Muhterem dost Prof. Halis Ayhan Beyefendinin bizzat tavassutuyla birkaç yıl önce Mar

mara Ü. İlahiyat Fak.’den hediye olarak Vakfın yayın md. Hüseyin Kader (çok yakınım ve medar-ı iftiharım*)

eliyle teminime karşılık medyûn-u şükran duygularımla fevkalâde yararlandığım müşterek çalışmaların ve bilim

sel tartışmaların tecemmuundan oluşan bu kaynak eserlerin beher cildini cidden zevkle okurken haddim olmaya

rak kendimi de değerli bilim adamlarımız arasında hissettim. İşte bana bunu hissettiren şu üslûp bazı beyanlara

müsteniden sanki şiirsel özeleştiri içerik kendi çalışmalarıma da açıklık ve haklılık kazandıracak gerekçe olarak

kabullendiğim birkaç cümlecik değinmeler çapında alıntılamak istediğim o kadar çok konular var ki , bilhassa

dikkatimi çeken enteresan birkaç örnek tesbit: (Bkz. İslâm Düşüncesinde Yeni Arayışlar-I / sh. 60- 4: “Prof.Dr.

Saim Yeprem: ( … / Bizim inanç sistemimizde bu konu nasıl sunulmalıdır derseniz, metodu arz etmiş oluyorum.

/… bu konudaki fikrimi biliyorsunuz- agnostisizm’in bugün için en geçerli seçenek olduğu görüşündeyim. “Bu

konuyu biz bilmiyoruz.” Bu noktada çözümüne de ulaşamayız. Bu konu çözümsüz. İnsanın yapısı itibarı ile çö

zümü idraki mümkün olmayan bir konudur. Açıklaması , problemin zihinde tereddüt bırakmayacak şekilde orta

ya konması mümkün değildir. Bu konuda bu bir gerçektir. Tekrar vurguluyorum: Bu nokta gerçektir. Bu gerçeği

anlatacak örnekler verebiliriz. Niçin çözümsüzdür ? Benim “İrade Hürriyeti” kitabında yaptığım budur. Yani çö

634

zümsüzlüğü ortaya koymaktır./ … Kader konusu zaman problemine dayanıyor. Problem zaman problemidir.Bi

zim zihnimizde açmaz, zaman problemidir. Zaman probleminin çözümü mümkün değil. İbn Rüşd açıkça söylü

yor. Muhatabın kültür yapısına , zihin yapısına uygun örnekler verilerek konunun imkânsızlığı anlatılacak. Bu

da değişkenlik taşıyor : Muhatabın kültür yapısına , muhatabın anlayışına , muhatabın o andaki telakkilerine uy

gun yapıyı nazar-ı itibare alarak çözümsüzlüğün anlatılması yönünde faaliyet gösterilirse reel bir davranış içeri

sinde olacağımızı sanıyorum. Kader konusunda tartışmaya girersek orada söyleyeceğimiz çok şey var. Fakat ba

na konu gündem dışında gibi geliyor. Bir hususu arz edeyim. İmam Eş’ariye göre, ağırlıklı olarak bu konu psiko

lojik nitelik taşır. Ferdin sorumluluğu açısından ele alınırsa , kişiye kendi yaptığını niye yapmadım , keşke şöyle

yapsaydım diye, fiilinin sonunda kendisine bir pişmanlık duygusu geliyorsa , kendi fiilini kendine nisbet ediyor;

kendi yaptığına inanıyor demektir. Bu psikoloji içinde ise, -sorumuz bu zaten- bunu üstlenmiş demektir. Agnos

tisizm’den , biz bu konuyu bilmiyoruz’dan sonra psikolojik yaklaşımların , psikolojik açıklamaların , o bizim

klasik açıklamalara nazaran çok daha geçerli , çok daha ikna edici ve çok daha doyurucu sonuçlara ulaştıracağı

nı sanıyorum. Bu konuda ben hazırlanmış bitirilmiş çalışmalar olduğu kanaatinde değilim.

Doç.Dr. İlyas Çelebi: Bir taraftan İslamî ilimlerin materyalist olduğunu söylüyorsunuz, bir taraftan da agnostik

bir alandan söz ediyorsunuz, bana göre bu tutarsızlık oluyor.

( … ) Yani probleme materyalist açıdan baktığınızda meselâ konuya David Hume’un Tanrı âlem ilişkisini açık

layan esasları açısından baktığınız zaman ortada ne agnostisizm ne de kader kalıyor.

Prof.Dr. Saim Yeprem: Şimdi imanın gaybi vasfı var. Bu bizim inanç sistemimizde, sem’iyyât (işitilerek öğrenil

miş bilgiler) dediğimiz bir konu. /… Sem’iyyât* alanında Materyalizm* olur mu ? Ben günlük hayatta problem

çözümü ile ilgili yaklaşımdan bahsetmekteyim. Ayağı yere bassın diye söylüyorum. Sonunda …/ Kasden bilerek

kaydımı koydum. ( … )” (Not: Sh.71’e dek kitaptan bu karşılıklı soru-cevap bilimsel tartışmaların aynen ve tam

ifâdeleriyle okunması gerekir. Yoksa aradaki kelime noksanlıkları bile fahiş hatâya / yanlış anlamalara yol açabi

lir. Şimdi burada konuşmaların tamamını aktarmaya imkân yok. Aralardan bazı alıntılarla yetinmek istiyoruz.*)

Prof.Dr. Bayraktar Bayraklı: “Biz geçmişin bilgilerini geleceğe taşımalıyız. Bu güne yarıyorsa alacağız , yanlış

lık varsa sorgulayacağız. ( … ) Kur’an-la … / Din’le kültürü ayırmadık. Yani âlimlerin geçmişte serdettikleri bü

tün bilgiler İslâm kültürünü oluşturur. Dini oluşturmaz. Dini Allah koymuştur. Dolayısıyla din ile kültürü karış

tırırsak bunun altından çıkamayız ve dini anlayamayız.” / … / “… Bizde Kur’an bilgisi yok. İşin realitesi bu. Bü

tün ilim dallarının ilahiyat fakültesinde Kur’an-a gitmesi gerekir. Kur’an-ı deşmesi , onu anlaması gerekir. Onu

deşifre edemezsek İslamî ilimleri çağa taşıyamayız. Realite bu. Bunu kabul etmek gerekiyor , ben öyle görüyo

rum. Allah Teâlâ 7.cüz’ün 6. sayfasında “Dini alaya aldılar , oyuna aldılar (Bkz. 6*5.)” diyor. Sen onlara Kur’an

anlat , Kur’an anlat , Kur’an-ı tanıyacak bu insan. Tanımadan olmaz. Allah bunu benim peygamberime diyor. /

Şimdi Kur’an-ı tanımıyor ! Kur’an-ı tanımayan bir insan dini nasıl anlayacak , nasıl anlatacak ? … soruyorum

ve dolayısıyla bana din hakkında bir soru sorulduğunda ben kalkar da birinin ictihadını din olarak anlatırsam ,

kültürü din yerine koymuş olurum. İşte böylece kültür ile dini ayırmamız gerektiğine inanıyor ve bizde Kur’an

bilgisi eksikliği olduğunu düşünüyorum. ( … ) … kaza kaderi niye izah etmeyelim . Niye … / Ben şöyle anlıyo

rum : (… ) … soruyu belki biz şu anda cevaplayamayabiliriz. Kader konusunu ele alamayabiliriz , anlatamayabi

liriz ama bu böyle kalmamalı. Açıklanmalı , …” //

Prof.Dr. Saim Yeprem: “İşte hocam ben onu arz ettim. Yani problem haline geldiği zaman , insanın kafasında

problem olarak teşekkül ettiği zaman , o andaki muhatabın kültürüne göre, farklı yapısına göre çözüm üretilme

lidir.Ancak bugün konumuz bu değil. O konuda çok şeyler söylemek mümkün. Şu anda bu konuyu açmak gerek

miyor, ben yaklaşım tarzı olarak söyledim. Problem olarak çıkarsa , -o da hemen o problemin boyutuyla sınırlı

olarak- bu adamın yapısı. Ve benim şu âna kadar vardığım kanaat budur ki , bu konudaki psikolojik yaklaşımlar

çok daha randımanlı netice veriyor. Psikolojik ağırlıklı açıklamalar daha randımanlı oluyor.” // (Nitekim bu nok

tada şu Yaşamakça “subjektif ve psikolojik” tarz-ı mizac çalışmaların asıl gerekçesi de “kader ” konusundaki

bilimsel tartışmaları özetleyen ve sonuçlandıran sözlerle hem açıklanmış hem de kanıtlanmış olmuyor mu ? Ay

rıca , daha değişik konulardan birkaç örnek: Bkz. “yeni arayışlar / sh. 107” ve esasen en başta “Önsöz” ile başla

yıp bütün ayrıntılarıyla konuların nasıl tartışılması gerektiğini incelikleri irdeleyici üslûp bakımından doğru ba

kış ve kavrayış yöntemlerine göre değerlendirmek için bence her sayfa ve satır aralarının , hatta en son 326.say

fanın da dikkatle okunması gerekir. / Sh. 111-119 ve (dipnot: 96-114) ; 119-120 (115-119) ; 163 (120-129 ve

131-181) ; 116-152 “… ölçüt teklifi” ; 119-121 “İlahî dinlerde değişmeyen temel amaçlar ” ; 60-61 “Kader ve

635

zaman” hk. agnostik bakış” ; 130-131 “hassas denge” ; 132-136 “abdest-namaz” ; 150 “yorum merdiveni’ni

formülleştirme” ve 151-152: “İçkinin yasaklanması / âyetler-örnek !” gibi fıkıh , kelâm , hadis ve felsefe …* /

Yaşamakça’nın daha başlangıç bölümündeki bir şiirde “prototip* / öncül örnek” derken kasdettiğim mecaz hk.

Bkz.Yeni Arayışlar-1 / sh. 24: “… Şeriatın getirdiği hükümlerin ümmîlik* düzeyini esas alarak anlaşılması gere

kiyor.” / Sh. 40: Celal Yeniçeri: “… o saf anlayış* nasıl anlıyordu âyeti veya hadisi. Daha sonra felsefe karışmış

tır işin içine. O ilk anlayış neydi bu önem taşıyor fakat …” / Sh. 41: “… ama şimdi bilim çok ilerledi.Dolaysıyla

biz Kur’an-ı okuyunca o anlayışla yetinemeyiz. İster-istemez daha derin ve boyutları olan bir düşünceye gitmek

ten kendimizi alıkoyamayız. Ama bu düşünceye giderken ilk anlayışı yakalamamız lâzım ki o bize ölçü olsun.

Üç boyutlu resimler gibi. Şimdi âyete bakınca , iyice yoğunlaşınca orada bir şeyler görüyorsak ne olacak ? Tabii

ki , onların görülmeye çalışılması lâzım. Sonra Kur’an-ın bütünlüğü önemli. (5*3) Şimdi orada bir bütünlük ola

yı var , Kur’an-ın bütünlüğü ile bir konunun bütünlüğünün bence birbirinden ayrılması lâzım.” / “… ben de ça

lışmalarım sırasında gördüm ki , …” / Sh. 73-172 “Kur’an-ı Kerîm’deki fıkhî hükümlerin evrensellik ve tarihsel

liğini tespit konusunda bir deneme”-Doç.Dr. Ferhat Koca (sh.171): “… / Bu temel prensipleri ortaya koyduktan

sonra , yukarıda açıkladığım görüşlere, uzun ve yorucu çalışmalardan sonra ulaştığımı ve bu sebeple de kalbimin

mutmain olduğunu belirtmek isterim.”)

ANLAMAZ ANLATAMAZ !

Kur’an-ca okumadan “ahkâm” yorumlanamaz !

Soruyu anlamayan doğru cevaplayamaz ,

Hasmını tanımayan asla başa çıkamaz !

Savaşı başarmayan zafere ulaşamaz ,

Zafere ulaşmayan barışı sağlayamaz !

Özünü anlamayan sözünü anlatamaz ,

İçten duyup bulmayan dışında hiç bulamaz !

Yaşamakça tadmayan anlamaz anlatamaz ,

Kur’an-ca okumayan anlam yorumlayamaz !

Hangi kaynaktan not aldım hiç belirtmediğim için hatırlayamadım ama sözün sahibi belli; Doç. Ali İhsan Hitil:

“Azor Adası ilk haçlı seferlerinin kararının alındığı yer. / Yuhanna’nın talebesi … mezarı Efes Oteli yanında. /

Cemaatler toplam 1500-2000 / Türkiye’de 110 bin Hristiyan / … 5 milyon iddia edilen , 500 bin olabilir. / Lüb

nan , Afganistan , Cezair vb. kültür ve ekonomileri tahrif oldu. / Grinkart için dil öğrenecek. / Ortak kültürün

temeli dil ve din. / Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerinden millî kültür zarar görmektedir. / Batı Avrupa , Ame

rika gibi gelişmiş ülkeler hristiyan ; Arap acem kürt türk gibi geri kalmış ülkeler Müslüman. / Latin Amerika’da

600 milyon hristiyan. / Afrika’da Ruanda* % 90 katolik nüfus. / Din İslam adına otokritik : “İman nedir , hangi

amel Cennete götürür ?” sorularına 18 kadar çeşitli cevaplar vermiştir Peygamberimiz. / Gelişme, refah dine ça

ğırıcı ve inandırıcı olmaktadır.” // Sanırım bunun aksini de açıklamıştır yazısında. Bu kısacık notlarımla yetinip

bilhassa kaynak gösteremediğim ve daha etraflıca bilgilendiremediğim için yazar ve okuyucudan özür dilerim.

(Bkz. Akşam G. 30 Mart 2008 / en son sh. “Tarikat mağaradan çıktı / Rusya’da geçen ekim ayından beri mağara

ya kapanan tarikatın 7 kadın üyesi dışarı çıktı. Kıyamet gününden saklanan ‘Gerçek Rus Ortodoks Kilisesi’ adlı

tarikatın 28 üyesi hâlâ mağarada bulunuyor. Tüm çalışmalara rağmen mağaradan çıkmayan tarikat üyeleri , poli

se ateş de açmıştı.” // Hatırladınız mı bu “Kıyamet tarikatı” hk. daha ilk sayfalarda medya gündemlerinin karma

şasını örnekleyen bir haber vardı./ Bkz.Cumhuriyet G. 22 Kasım 2007 / sh.11*) Kendi gündemlerimize dönelim.

(Bkz. Vakit G. 23 Mart 2008 / sh. 3:

(akarakoç@vakit.com.tr ) Abdurrahim Karakoç :

“Aynı minval üzere seyretmez koca dünya

Tavuk katili tilki bir gün tuzağa düşer.

636

Sonsuza yol alırken bir anda biter rüya

Attığın taş başına , yakın uzağa düşer …”

…………………………………………

Tasvip etmiyorum amma ??? / Olmadı amma , oldu kabul buyurulsun … / Klasik ve tipik bir solcu mazereti

beni de büyüledi … / Ergenekon Çetesi mensubu sayılarak gözaltına alınan saltanat nümunelerine yapılanları

onaylamıyorum , fakat savcı demekki dikişi sökülmüş beyin hücrelerini buldu ve gözaltı emri verdi …/ Hepi

miz hukuka saygılı olmalıyız … / İnsaf sömürücülüğü yaparak ; “ … ” diye feryat edenlere ben katılmıyorum. /

Hani siz, yani sizin aşiret ileri gelenleri sağ görüşlülere (…)türü gerekçe göstererek , kanunda yeri bulunmayan

keyfilikleri kabullenmemiz istenirdi … / Ee, şimdi niye yan kırıyorsunuz ?.. / Damarınıza mı dokundu bu sefer

bağımsız hukuk ? ( … ) Şartlanmış sol kafalar bilmese de Türk halkı biliyor … / Niyetler de deşifre olmuştur. /

Eğer bir darbe yoluyla iktidara gelirlerse, İslâma ait ne varsa hepsini ortadan kaldıracakları gün gibi âşikâr … /

Ee, bekleyelim mi karanlığın etrafımızı sarmasını ? ( … ) Hukuk tek yöne yürüyen bir mankurt arabası değil

dir… / Hukuk darbecileri de, darbe severleri de yargılamalı … Aksi halde taraf tutmuş olur ki , öyle hukuk olsa

olsa hormonlu hukuk olur … / Yani , feryat etmenize, sabahtan akşamlara kadar TV kanallarında şov yapmanıza

hiç gerek yoktur … / Bir malum mezhepçi , dede müsveddesi yazar , Perinçek ve Selçuk’a saygılar sunarken ,

yıllarca önce vefat etmiş Said-i Nursi’ye

ateş püskürüyor … / Utanmaz yüze bereket …/ Tarikatçılık şikâyeti yapıyor , kendi tarikatçılığını saklıyor … /

… Maksat malum … Yöneticiyi halkın seçmesine tehammülleri bile yok. (…) Demezler mi : / Sen kimsin ?.. /

Eğer masonik çevrelerden kuvvet alıyorsanız , başınıza gelecek kanuni engelleri taşımakta sebat göstermeniz

icabeder …”

İLENÇ

Pis “sadist-narsist” musibet !

1.

Ay-sen tam anlat-yaz yalnız ,

İğrenç çirkin sekretersin !

Sevimsiz hem de saygısız ,

Sevmeyince sevilmezsin !

2.

Mor makyaj hastası kart-kız ,

Zaten güzelleşemezsin !

Mort-surat “psikopat” arsız ,

İllet beter şer-şirret’sin !

3.

Kıskanç mendebur suratsız ,

Açık söyle nedir derdin ?

İlenç cevap bedduâmız :

“Allah müstâkını versin !”

(*) Halk ağzıyla “müstâk” kelimesinin doğrusu “müstehak / hak edilen” demektir.

BİZİM YAYLA

1.

Efsane dolu yol ağıt her yanı

Anadolu Türk türkü’nün vatanı !

İlk Sultan Alparslan Selçuklu Hanı

Son Kutalmış Beg oğlu Şah otağı !

2.

Malazgirt ovası ilk Türk yaylası

Emirdağ Sultandağ Bozdağ masalı !

637

Hoş şiir o dağlar Türkmen diyarı

Toprak kan kıraç karlı dağları !

3.

Vatan namus son söz sınırsız Turan

Oğuz soylu sonsuz barış çağrısı !

Ağıt ezan nice yayladan selâm

Selâm olsun yeni Turan dünyası !

4.

Ağrı’dan Erciyes’e Toroslar’dan

Ağıt saldım şu karşıki dağlara !

Güzel yurt Türk bayrağım ay-yıldız kan

Selâm olsun ey yeni Turan dünya !

5.

Dağlara hükmeder Emirdağ aşkı

Bağrı yanık Türkmen ağzın ağıtı !

Bizim yayla Anadolumun bağrı

Türkü bozlak karlı dağların nabzı !

6.

“Bizim yaylamız da bir serin yayla

Aman Aman Sunam aman nazlı yar !”

Ağıt saldım şu karşıki dağlara :

“Aman aman yandım karlı yaylalar !”

7.

Ağıt saldım şu karşıki dağlara :

“Yayladan yar gözler gözlerim ağlar !

Selâm olsun kardan beyaz Sunam’a ;

Kışın kar yazın yar bağrım kan ağlar !”

Medyatik güncel gündemler dillendiren yazılardan birkaç alıntı daha. Bakalım şiirsel içeriğine, ne hissiyat tad

dıracak gönlüme ?! İşte “Gül Saati / Kenarı yaldızlı günler ” yazısında son paragraflara bakılırsa bunun temel

gerekçesine değinmekte (temel gerekçesi ne ? ) kendi üslûbunca Ali Çolak : “Hayır , hayır ! Ne olursa olsun.

(“Yıllar yârlardan , yârlar yıllardan vefâsız”) demeyeceğim. Geçen yılların mutluluk verici , umut dolu pek çok

kalıcı güzelliği de bağrında yeşerttiğine inanıyorum. O güzelliklerden biri , belki en çok umut verici olanı , ulus

lararası bir toplantıda , ülkenin Başbakanı’nın ağzından seslendiriliyor bugün (“Türkiye’nin dünya ülkelerinde

yüzlerce okulu var ve bunlar, bulundukları yerlerde en kaliteli eğitimi veriyorlar …”) Bu okulları açanlar, onlara

destek verenler hâlâ kimilerince horlansa ve silinmeye çalışılsa da ,ortada tartışmasız bir başarı; göz kamaştırıcı ,

apaydınlık bir gerçek duruyor. Gelecek yıllar, kimilerini utandıracak bu yüzden ve birçok insana da hayâllerini

gerçek olmuş görmenin mutluluğunu yaşatacak …” // Sözkonusu okullar modern Türkiyemizin yüzakı ve övünç

kaynağı. Çağdaş İslâm-Türk’ün öz misyonu ve gelecek / müstakbel dünyanın barış soluğu zamanla daha açık

kavranacak. / “Küfür tek merkez(*)’den (nasıl ?) idare ediliyorsa …” aynen netleşmeli ve kurumsallaşmak anla

mında merkezleşmeli “iman / İslâm”-ümrânımız da ! Ayetler gayet açık ! (Bkz. Kur’an / sûre-i Tekvir: 81*7-28.

“Ruhlar bedenlerle; iyiler iyilerle, kötüler de kötülerle birleştiğinde, … / 28. Âlemlerin Rabbı dilemedikçe siz

dileyemezsiniz.”) Zannetmeyin ki irâde-i cüz’iyye hüküm-fermâ! Ayet tam manasıyla açık kavram-meâl “lâfz-ı

metlûv (*)” vurgulamakta. Allah hakikat tek Kudret , tek İrâde-i mutlaka* Kadîr-Rahmân ! Nitekim mülhem

müdrikat tam meâl lâfz-ı vahyin nice emsâl lügatınca anlamaya yatkınlaşıp baştan sona nâz-ı niyazla okudukça ,

câlib-i dikkat tam meşk’eder ruh-u vicdan “nur-u şuur ”-revnak Kur’an nazm-ı Rabb’in inâyet “tezevvukat-ı ke

râmet”-tarz nabz-ı kalbince sünûhat-ı irfan ! Anlarsınız zira ancak Kur’an-ca açık kavram-meâl lütfen neşve-i

meşk kerâmet-i inâyet tam o an ! Nasıl okur ruh “hâlet-i vicdan” anlar da “o an” nice “epistemolojik”-kavram*

meşk-i mülhem hem-nefes “semantik” kıvâm-ı sânihat “tecelliyat”-tarz zevk-i insiyak kendi “iç dil” lehçe-i is

ti’dât “tefekkürat”-misal “lügat-perdaz” zâhir-en bâtın “nur-u şuur ” remz-i kalem mutlak Kudret tek İrâde dile

638

medikçe ? Ne mümkün nükte-i idrâk keyfiyette emr-i iştiyak kadar renk-âhenk “kader-i irtical” lügat-derûn

(“üslûb-u beyan”) nasıl yazar (“… aynıyla insan”) nitekim ?! Misal-i mûtad takvim-i tarih hakikat-i zaman

ancak (“kaderen makdûren”) ne demek kayd-ı hayat ömrüm ve “ecel-i müsemmâ” ölüm ? Mâdem mâlum iken

niye yeterince cevaplayamaz zihinsel lügat-ı lügaz sanki “iç dil” ilcâat-i ilhamâtından nüktecik gönlüm ?

Milat tarafıyla ayrılmış şu yarım takvim yaprağından anlaşılıyor ki , Hicri 1385 Şevval 2 ve Rumi 1381 Ocak

11 / referans sayılar hesabıyla âşikâr “remz-i eyyâm” malum ! Mühim olan takvim yapraklarından okunan nice

güzel sözler : (“Yıldızlara bakan adam , yoldaki çamur birikintilerinin içine girmeğe mahkûmdur.”-Hz. Muham

med*) Doğru amma “asl-ı lâfzınca sahih yahut mevzû mu ?” bunu kaynaklardan araştırıp bilmek gerekir. Hadis

Usûlü ilminin süzgecinden geçirmeden ve kaynak belirtmeden hem referans sayılamaz , sahih hükm-ü zannımız

ca kullanılamaz ve hem de “söz / hadis” diye hiçbir enteresan anlam mehazsız yazılamaz. Zaten sözün özü de

özgün düşünmeden nüktesine uygun vurgusuyla anlaşılamaz. (“Başkalarını sık sık affedin , kendinizi asla !” –

Syrus*) Oysa “af / afv ” kavramı da ancak Kur’an nazmınca açıklanmadan net doğru tarz “sırat-ı müstakıym”

meâl-i mücmel lâfzına uygun anlamıyla kavranılamaz. (Bkz. Prof. Bayraklı / Kur’an Tefsiri , Cilt-1 / sh. 104 ,

118 ve 419-26*) Sayıların dili de derin düşünce gerektiren nice “hesap-kitap” (Bkz. Yeni Arayışlar-1 / sh. 24:

“Biz ümmî bir ümmetiz, hesap-kitap bilmeyiz”-Hadis*) pek çok kemiyetten nisbet tek nükte-i “Bes”-belli “iç

dil” lehçe-i keyfiyet “derk-i hâlet” içerikli işte enteresan anlam-meknûz süâl : (“9 Niçin çok garip bir rakamdır ?

Bir (1)’den dokuz(9)’a kadar ki sayılar toplandığı takdirde toplam (45) olur ; 4+5 ise (9) eder. // 9’un çarpım

tablosunun bütün yekûnları , 9 kere 9 dahil , yan yana yazılır ve böylece hâsıl olan rakam ise 9’a bölünürse şu

garip sayı elde edilir : (102034056070809) // Herhangi bir sayı 9’la çarpılırsa yekûnü teşkil eden rakamların top

lamı daima (9) yahut çarpımlarından biridir. Meselâ: (2x 9 = 18 , 1+8 = 9; 7x 9 = 63 , 6+3 = 9; 15x 9 = 135, 1+

3+5 = 9; 3.498 x 9 = 31.482 , 3+1+ 4 +8+2 = 18; 1+8 = 9) // Yapısındaki rakamların toplamı (9) olan her sayı

dokuz (9)’a bölünür. Diğer taraftan (8991) sayısının rakamlarının toplamı (27)’dir ; 2+7 = 9’dur. (8991), dokuz

(9)’a bölünürse netice (999) olur.”)

TEK KİMLİK

1. 2.

Üst başlık HAK* yeter cevap Hakk “el-Kitab” konuşacak ,

Türk* gerçek birlik kuracak ! Toplumsal ruh* uyanacak !

Alt başlık HALK* “teferruat” Tarih “hakikat-i hayat”

Millet* tek kimlik * kalacak ! Doğru yol tek Kur’an ancak !

Hakkınca cevap belli işte tek gerçek ! Konuşan diller ve yazan kalemler ruh-u şuurun nükte-i fıtratınca canlı

kavramları idrâk ve ifâde konusunda mantık karihasını bilimsel kıyaslamalarla açıklamak isterken gerçekten

temel kavrayışa mikyas bazı sözler farklı bakışta anlamlı ve aslında gayet mânidar ki , birkaç misal arz edeyim.

(Bkz. Mehmed Feyzi Efendi’den Feyizli Sözler / sh. 201: “Her harf-i Kur’an-da Kur’an yazılıdır.” Biliyoruz ki ,

ilk harf-i “bâ” ve en son harf-i “sin” nüktesinden oluşan “BeS: yeter !” sözü gayet lâtif ve tam özlü bir anlamdır.

Nitekim “Allah bes, baki heves” deyince artık Kur’an dışında “hâcet-i meram” medâr-ı hakikat terceme-i hâlet

daha fazladan söylenecek söz mü kalır ?!

Rabbimiz Allah Tâlâ (celle celâlüh*) Kur’an-ı Kerîm’de: (Bkz. 2*31.Ve alleme Âdem-el’esmâe külle-hâ …*)

buyurmuş da (… sümme araza-hüm ale-l’melâiketi*) âyetince bunu melâike-i kirâm’a da duyurmuş. Melekler

ise, (32. Gâlû sübhâne-ke lâ-ılme lenâ illâ mâ-allemte-nâ inne-ke ente-l’alîm-ül’hakîm*) demişlerdi. İşte bu

mükâlemeden sonra artık kavrayışınca akl-ı mantık karihasını geliştirmek için her insanoğlu şuurun iç diliyle

düşünmeye başladı ve düşündükçe sürekli söz üretmek ihtiyacı hissetti de çeşitli dillerle konuşmayı pek sevdi.

Yüce Allah açık buyuruyor ve biz düşünen kullarına duyuruyor ki , (2*21. “Ey insanlar ! Sizi de, sizden önceki

leri de yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki korunup sakınanlardan olabilesiniz.”) Müteâkip âyetler (2*23-24)’de

Kur’an hasımlarına meydan okuyor ve bir sûresine yahut birkaç âyetine benzer söz getiremeyeceklerini haber

veriyor. Demekki ilk harfinden en son harfine kadar her harf, kelime, âyet ve sûre-i Kur’an nazm-ı celîli’nin

“nur-mücellâ” baştan sona bütünüyle yüzleşmedikçe insanoğlu zahiren maddeden ibaret görünen mânâlar âlemi

639

nin boy aynası mesâbesi “iç dil” nefsini âyetler ışığında baştan aşağı bedensel benlik yapısının içi ve dışıyla açık

gönül basiretince gözden geçirmedikçe ne kendisini anlayabilir Rabbin inâyetini içinden hissetmedikçe ne de

O’nun hakikatini. İç ve dış dünyaların hatta doğum öncesinden ölüm sonrasına boyutlanan zamansal varlık kav

ramlarını kuşatıcı sonsuz yaratılış şuûnatının bütün anlamını Kur’an nurunda bütünleştiren mutlak Kudret tek

“kök gerçek” Hakk-ı hakikat Allah’a ve âhirete iman bakımından gaflette kalırsa insan , doğrudan kendi özüne

de yabancılaşır sözüne de! (Merhum-)Mehmed Feyzi Efendi / diyor ki : (Bkz. Feyizli Sözler / sh.191: “Kur’an

-ın irşâdı olmazsa , insan ne meleği fark eder ne şeytanı. // Kur’an zikirdir ; her şeyi hatırlatıyor. Bürhandır ; hüc

cet oluyor. Nur’dur. Ruh’dur. // Cesedin hayatı ruhtur. Kur’an-ın irşâdı olmazsa kalb de yaşamaz. Kalbin hayatı

dahi Kur’an-ın hakâiki iledir. İşte bu hakaik-i Kur’aniyye’den mahrum olan kalbler , hakikati fehimden mahrum

dur-lar.” // Sh.181: “Kalbde nur-u zikir bulunursa , kan istihâle olur; uyanıklık olur. Kanın içindeki habis madde

ler istihâle olur.” // Sh.180: “İman , çok bilgiyle, çok malûmatla değildir. Teslimiyetle, Rasûlüllah Efendimiz’e

muhabbetle-dir.” // Sh.177: “İnsanlarla akılları mikdarınca konuşmalı.” (“Kellimü-n’nâse alâ kadr-i ukûlihim”)

Sh.153: “Okunan kitaplar ve konuşulan zatlar , insana yakîn , muhabbetullah veriyorlarsa onlarla görüşülebilir.

Okunan kitaplar ve konuşulan zatlar , şek (şüphe) veriyorlarsa o kitapları kapatmak , o zatlardan da uzaklaşmak

lâzımdır.” // Sh.181: “İnsî şeytan , açıktan temessül ediyor ; cinnî şeytan yalnız vesvese verir , iğvâ eder. İnsî

şeytan temessül etmek , teşvik etmek , tahrik etmek bakımından daha tehlikelidir.”)

İnsan hayatının en püf-noktası “acıların kaynağı” ve yeryüzünün kıyamete dek sürecek kavgası içyüzüyle gözler

den gizlenerek gönülleri iğfâl edici “cin ve insan” şeytanların tehlike tuzaklarından ve aldatıcı yaklaşımlarından

başka nasıl yorumlanabilir ? Bu nedenle (7*55: “tazarruan ve hufyeten”) duâ’laşan nice emsâl “Yaşamakça / İç

dil’den şiirimsi nefesler ” ruhundaki “itiraf-ı zünûb” benzeri istiğfar-en mahrem merâm’ın ilk özü ve son sözü*

demek olan nice anlar hep böyle “beyn-el’havfi ve-r’recâ” hâlet-minvâl “bencesi poetika”-ya göre, her “şimdi”

müddet-i mühlet dem-i lâhzacık (“ke lemhın bi-l’basar ”) kıyâmet* netleştikçe daha bir özgünleşen ayn-ı kalbim

gerçek benlik gönül gözümde: herkes benden üstün ve herşey benden güzel ! Herkes herşey her yer ve her an ne

mânidar ibret , ne üstün-mükemmel haslet ve ne güzel hikmetler göstermekte eşsiz-sonsuz Rabbim ! Kim “Ben”

diyen-de hemen göster Rabbim , tek varlık gerçek vücûd da mevcûd da sırr-ı vahdet deryâsından başka mı ,var

mı bir başka sultan ? (“Lâ-ilâhe illâ-llah” / Lâ-havle ve lâ-kuvvete illâ billâh”) hep tek ! O hâlde hem meşreb-i

Üveys’im mürşid-i merhûm Efendim’ce, “hubbî , cubbî (sükûtî) ve türabî-” olmak gerek ! Gerçek görünenden

ibaret değil , lisan nice mânâlar manzûmesi iken ; içten ve yakînen bilesin ki , (Bkz. / sh.106: “Akıl , nuru kalb

den alır ; ona göre vaziyet takınır.” / Ayrıca , helâl lokma ve “konuşma âdâbı” hakkında : “Ağızdan girene de

dikkat etmeli , çıkana da.” ( … ) “Çok konuşmak da hatâya sebep olur.” ( … ) “Hayrın onda dokuzu susmakta

dır. Allah’a ve âhiret (mahşer-)günü’ne inanan , ya hayır söylesin veya sussun !” ( … ) “Çok düşünüp, az konu

şacağız. Boş konuşmayacağız.” // Sh.107: “Kalb, kötü hâtıraları düşünmek için yaratılmamıştır. / Kalb, devamlı

sûrette hâtıralarla meşguldür. Üç çeşit hâtıra vardır : Rahmanî , şeytanî , nefsanî. / Daima uyanık olmalı , kalbi

mizde Rahmanî hatıralara , düşüncelere yer vermeli. (…) Uyanmak , tevbe etmek , zikrullah’a sarılmak lâzım

dır.” / “Şeytana karşı uyanık olmak !” (sh.108) “Biz , şeytanı daima yanıltacağız. Yoksa nefis, şeytanla bir olup,

daima bizleri yoldan çıkarmak için çalışır.” )

Ne yazık ki , işbu emsâl uyarılara rağmen muhtelif mizaçta insanlarla daima ihtilât ve karmaşa ihtilaf hallerinde

bulunmak zorunda kaldıkça mâneviyatımız bakımından fevkalâde hırpalanıyor , ruhsal yaralar alıyoruz hatta.

Kozmopolit toplum hayatında kokuşmuş şeâmet ve hıyanetin kol gezdiği ifsad ortamlarında (Sh.180: “Fitne

zamanlarında ne yapmalı ?”) Kanaatimce “Feyizli Sözler-” benzeri örnek kitaplar, güzel insanlar ve temiz ortam

lar aramalıyız. Niyet-i hâlisane arayışlar, ruhumuzda anlık sezgi ve bilgi yoluyla açılacak uyanışlara bağlı oldu

ğuna göre, özellikle şiirin büyüleyici etkisinden ve şiir sanatının didaktik gücünden yararlanmak gerektiğini dü

şünüyorum. Nitekim bunun önemini belirtmesi bakımından şu birkaç özlü söz bile yeterli olacaktır. Hani derler

ya : “Sen söyleyene değil , söyletene bak !” Konuşmak da tıpkı soluk alıp-vermek ve yiyip-içmek gibi doğal ,

hatta bu anlamda zorunlu bir ihtiyaç. Dolaysıyla yazmak da. Doğal ihtiyaçlarımız ise hem mutlak (“Allah-üs’

Samed”) Rabbimize muhtaçlık hem de buna bağlı acziyet anlamında. Bunun farkında değilsek gerçekten yazık !

Yalnızca insan mı konuşan varlık ? Aslında Kur’an beyanı (17*44 vb.) âyetler sırrınca her şey ve bütün kelimat

tesbih ediyor Rabbimiz Allah Teâlâ’yı ; her mevcud (varlık) hâl diliyle “lisan-ı hâl” konuşurken , insan natıka-i

640

mantık kabiliyet-i lisan karihasınca açık kelimelerle konuşmakta.Her şu an nice acz-i ihtiyaç hâlette debelenerek

kıvranan insan nasıl olur da her türlü ihtiyaç hâline hemen imdat edip tam vaktinde en uygun nimetler , evet; ne

tek tek ne de toptan sayamayacağımız sayısız nimetler bahşeden Rabbi’ne minnet duymaz, hayret ?! Rabbi’ne

minnet duymazsa şayet tam açık kâfir olmasa da gayet kör-nankör gâfil değil de ne ? Daha doğrusu akl-ı selim

gereği hiç mümkün mü şu zavallı insan bunca acziyetine rağmen her nevi ihtiyaç hâletine hemen imdat eyleyen

Rahman-Rahıym Rabbi’ne minnettar olmasın ; hangi mantık kabul etsin nankör kulun suçunu , bunu onaylar mı

akl-ı vicdan ? Minnet medyûniyet (borçluluk duymak) demektir. İnsan hep alıyor rahmet-i Rahman hazinesin

den ve sürekli borçlanıyor Rabbi’ne ! Ne gerekir bunun karşılığında; açıkçası Allah ne istiyor kulundan ve daha

doğru ifadesiyle ne emrediyor ? İşte bu temel konuyu yani Rabbimiz Allah-ü Teâlâ’ya kulluk (ubudiyet ve iba

det) borcumuzu Kur’an bütünlüğünün özüne uygun anlamda kavramak gerekir. Öncelikle bunu kavratmak için

nazm-ı Kur’an ilk âyet “miftah-ul’Kitab” (-“Bismillâhirrahmânirrahıym”) ile (“el-Hamdü lillâhi rabb-il’âlemîn”)

diye en temel gerçek: “kulluk görevimiz” için şifre-gerekçe’yi ilk kelime-i Fatiha “açılış sözü” özgün “şükür /

teşekkür (el-hamd*)” deyimince her türlü övgü ve bütün minnet duygularını Allah’a özgüleyerek vurgulamakta.

Ruh ve beden bütünlüğü bakımından insan varlığının gerçek anlamı da zaten Allah ile kullar arasında bu bağla

yıcı fark noktasında düğümlenip bir “vahdet” tek-lik nüktesi içerik kazanıyor. Kur’an irşâdıyla anlıyoruz ki ,

“eşref-i mahlûkat” olarak yaratılan insan , kendi ilahî fıtrat sanatının âyeti beşerî letâfetini geliştirebildiği ölçüde

bunun idrâkine erdirici inâyet tecelliyâtına âşina “sağduyu / akl-ı selim” mertebe-i makamâtına yükseltilen nice

“ehlullah”-kullardan naklen meşhur rivayet ders-i menâkib benzeri içsel hâlet-i iykan’a ulaşabilir. Rabbimiz’in:

(89*27. “Ey sükûna kavuşmuş benlik ! / 28. Dön Rabbine, razı etmiş ve razı edilmiş olarak. / 29. Gir kullarımın

arasına. / 30. Gir cennetime.”) müjdesini içten “aşk / gönül cenneti” inâyetince duyurup buldurduğu “mârifetul

lah” yoluyla muhabbetullah (Hakka mârifet tadını dimağda duymadan nur-u muhabbet doğmaz zaten nükte-i

“süveyda” ayna-misâl lübb-ü kalbin derûnunda !) huzur-u “hakk-el’yakîn” nice meâl-i Kur’an anlayışla doldur

duğu “ulül-elbab” bahtiyar kulları arasına katıverdiklerinden oluruz inşaallah !

Hakikat-en son âyet-i Kur’an nazmınca da vurgulanan (114*6.“min-el’cinneti ve-n’nâs”) zî-ruh ve zî-şuur varlık

ların yaradılış hikmetini belirtici meâl-i âyet tam anlamınca şu beyyinattan ibaret: (51*55. Hatırlat / öğüt ver ;

çünkü hatırlatıp öğüt vermek müminlere yarar sağlar. / 56. Ben , cinleri ve insanları sadece bana ibadet / kulluk

etsinler diye yarattım. / 57. Ben onlardan rızık istemiyorum. Beni yedirip doyurmalarını da istemiyorum. / 58.

Hiç kuşkusuz Allah Rezzak’tır , bol bol rızık verir. Kuvvet sahibidir , Metîn’dir , güçlü ve dayanıklıdır. / 59. Şu

bir gerçek ki , zulmedenlerin , tıpkı arkadaşlarının günahları gibi günahları vardır. O hâlde acele etmesinler. / 60.

O vaat edildikleri günlerinden dolayı vay kâfirlerin hâline !”) Her insan bu beyan-ı âyet gereği idrâk-i fıtratınca

anlayıp bilmeli ve içten inanmalı ki , “Kitabullah / Kur’an , Kelâmullah”-dır yani ancak vahy-i mutlak “Allah

sözü” olup, Peygamber’in diline uygun nüzûl ve tebliğ sırr-ı hikmetine Kur’an perspektifiyle bakınca onun bu

mûcize vasfını şeksiz onaylamak gerekir. (1*1. “Bismillâh…”) ile başlayıp (114*6. “min-el’cinneti ve-n’nâs”)

diye tamamlanmıştır. // Diyor ki , Feyizli Sözler / sh.201: “Kelâmullah’ı (doğrudan) Mütekellim-i Ezelî (*)’den

işitir gibi (ve) Hadis-i şerifleri (de bizzat) Femm-i Saadet(*)’ten işitir gibi okuyup dinlemelidir. / Tilâvet-i Kur’

an* olan yere sekînet nâzil olur. Melekler nâzil olur , nur nazil olur. / Kur’an hüzünle nazil oldu ; hüzünle oku

yun. / Kur’an-a tâ’zim Allah’a tâzimdir. Kur’ân-a hürmetsizlik , Hakk’a hürmetsizliktir. / Her harf-i Kur’an-da

Kur’an yazılıdır. / Her harf-i Kur’an-ı* hayatdâr (canlı) bilmeyen âlim değildir. Müctehidlere bu sır zahir oldu.”)

Ve ayrıca mükerreren de olsa bazı konuların hatırlatılmasında fayda var.(Bkz.Kur’an Tarihi ve Kur’an hakkında

Ansiklopedik Bilgiler / sh. 79-80: “Kur’an-ı Kerîm’den Bedîalar ” // Bkz.Hak Dini Kur’an Dili ,cilt-8 /sh.6430)

“Neden Kur’ân-ın başına (B) ve sonuna (S) harfi geldi ? Yani , Din yolunda sana rehber olarak Kur’an kâfi !”

İşte bu “BeS” kelimesi öyle mânidar ve lâtif bir nükte ki , Türkçesi “pes!” dercesine özlü bir anlam taşımakta ;

anlaşılan “Allah bes, baki heves” (*) tâbir-i meşhur iken , artık bundan öte söylenecek söz mü kalır ?!

Cenab-ı Hakk (azze ve celle) Kur’an-ı Kerîm’de, (2*31 ve 32. âyetlerin siyâkında ; 2*33. (Allah:) “Ey Adem !

bunlara onların isimlerini haber ver !” buyurdu.) İşte bu üstün yaradılışına uygun ilahî buyruk gereğince şuur ve

nâtıkasıyla konuşmaya başlayan insan , bilhassa söz yeteneği bakımından diğer bütün varlıklardan , hatta melâi

ke-i kirâmdan da farklı üstünlük yönünü göstermiş ve ortaya koymuş oldu. // Bkz. Feyizli Sözler / sh.32: “Her

şeyde hayat olduğu için , Allah’ın izniyle konuşurlar. / Konuşulan hiç bir şey zâyi olmaz. Hepsi havada teşekkül

641

eder. / Kur’an (17*44) âyetinin sırrınca , bütün kelimât, Allah’ı tesbih eder. Hatta (35*10. “O’na ancak güzel

sözler yükselir. Onları da Allah’a amel-i sâlih ulaştırır.”) âyetinin sırrıyla da ,“kelime-i tayyibe / iyi söz” Allah’a

yükselir , “kelime-i habîse / kötü söz” ise boşlukta kalır.” / Sh.31: “(41*21) âyeti sırrınca , bir zaman gelecek bir

âlet çıkacak , o âleti bir yere batırınca , orada konuşulanları söyleyecek.”) Kabil-i hitap anlayışta düşünen bir var

lık olarak Kelâmullah’a ve onun kitabına da muhatap yaratıldığı için mi nedir ruh-u şuuruyla akl-ı nâtıka gerçek

ten yeni sözler üretmek ister sürekli insiyak-ı sünûhatınca buna fevkalâde ihtiyaç hisseder ve yakın çevresinden

başlayarak gitgide genişleyen iletişim gereksinimiyle de çok çeşit dillerle konuşmaktan hoşlanıp benliğinde dü

ğümlenmiş şu evrensel oluşların gizemini zihinsel çabasıyla çözümlemek yolunda bilim ve sanat dallarına yöne

lir hemen her tip insan nev-i beşer fıtratınca canlı bir model “prototip / öncü örnek” mi yoksa ? Böylece potansi

yel “dimağ-ı kalbin duyarlılık melekesi” aklın özdeğeri* yanında yaradılış hikmetini de araştırıp bulgularını bi

limsel-teknolojik gelişim amaçlarına uygun biçimde yorumlayıcı idrâk gücünü de bilhassa söz sanatıyla ifâde

edebildiği ve irâdeli davranış-eylemleri hâline getirebildiği mikyasta ortaya çıkmış oluyor elbette.Yeni düşünce

ve bilgi birikimiyle güçlenen yaratıcı eylemler arasında “dil ve kültür ” yeryüzündeki üstün uygarlık kanıtımız.

Söz ve anlam örgüsünün inceliklerindeki mûcize bütünlük bakımından Kur’an âyetleri şayet aralardan seçilmiş

parçalar hâlinde ele alınırsa her kısmı daima öncesine ve sonrasına bağlantısı (sibak ve siyak) nedeniyle onu ken

di akışına uygun doğrulukta kavramak ve kavratmak da zorlaşır. Hâlbuki bir önceki ve bir sonraki derken zincir

leşen âyetler arasındaki bağlantılara göre sûrelerin de bütünleşmesiyle Kur’an kendi mûcizesinin özelliklerini

kavratıcı boyutlarda giderek kolaylaştığını da hissettirir hem okumak hem de anlamak bakımından. Nitekim açık

ça anlarız ki , aklın ve ruhun irşâdı yalnız ona bağlıdır ; O ki , “gerçek mürşid” Allah-ü Teâlâ’nın nur-u kelâm

mûcizesidir. / Ha işte bunu anlamak istemeyenlere daha sonrasını zikrettik , şimdi ise daha öncesiyle ilgili âyet

ler ne diyor bakalım : (51*52. İşte böyle ! Onlardan önce herhangi bir resul geldiğinde, mutlaka şöyle dediler :

“ya büyücüdür ya deli.” / Bunun gibi onlardan öncekilere de ne kadar bir peygamber gönderdikse, mutlaka “bu

bir sihirbazdır veya delinin biridir.” demişlerdi. / 53. Onlar bu hususta aralarında birbirlerine böyle mi vasiyette

bulundular ? Hayır, bunlar azgınlığı huy ve sanat edinen bir millettir./ Bunu aralarında vasiyetleştiler mi ?Hayır,

azıp sapmış bir topluluk bunlar. / 54. Onlardan yüzçevir ; bu yüzden kınanacak değilsin. / Artık onlardan yüz çe

vir. Sen bu yüzden kınanmayacaksın.”) Ne çâre; merhum Elmalılı’nın tabirince, “vahyin sesine kulak kısan …”

nice nâdan var ki , iknâı gayr-i kabil ! Dolaysıyla İlahî çağrıya ve Kur’an irşâdına kayıtsız kalan bu bedbahtlara

azarlayıcı emir ve ihtarıyla Allah-ü Aziymüşşan neler buyuruyor da her nefsi yani hepimizi uyarıcı âyetleriyle

nasıl da tam içten nabz-ı kalbin sarsıcı trakasınca duyuruyor : (2*21. “Ey insanlar ! Sizi de, sizden öncekileri de

yaratan Rabbiniz’e ibâdet ediniz ki , korunup sakınanlardan olabilesiniz.”) Ancak ; (Feyiz Sözler / sh.42: “İnsa

nın , ibadetleri isteyerek yapabilmesi için , kalbinde ibâdet duygusu olması lâzım.”) Müteâkip âyetlere bakınız

(2*23-24) Kur’an , hasımlarına meydan okuyor ve bir sûresine veya on âyet kadarcık bir kısmına bile benzer

söz (nazîre) getiremeyeceklerini ihtar ediyor. Oysa âyetler arasında sanki içimizden geçen her çeşit duygu ve

düşüncemizi dillendiren ne yalın ifâde ve sehl-i mümteni’ ibâreler varken ne haddine hiç kimse “tehaddi-i Kur’

an” mûcizesi önünde eğilmekten başka bir şey yapamaz. Zaten sırr-ı hikmet tam “mahfuz”-korunmakta olduğu

da açık beyan-ı âyet: (Bkz. Sûre-i Hicr / 15*9. “Kur’ân-ı kesinlikle biz indirdik ; elbette onu yine biz koruyaca

ğız.” / Dipnot-açıklama: Bu âyet açıkça göstermektedir ki , Kur’an-ı Kerîm Allah’ın koruması altındadır ve kay

bolmaksızın , en ufak bir tahrîfe uğramaksızın kıyamete kadar aslını muhafaza edecektir.) Yeryüzünde tek kut

sal asl-ı metin âyetler aynasında hayat ve ölümün nefsaniyet-i beşeriyette yansıyan gerçek yüzünü keşfetmek ve

ıslâh-ı nefs etmek görevinin zorunlu yolunu fark etmek , hatta Rabbimiz Allah’ı da “mârifetullah” hakk-ı haki

katınca tanımak , Kur’an irşâdıyla akl-ı vicdana aydınlık kazandıran bilimler ışığında gerçekleşir ancak.

Evren ve benlik ikileminden “nur-u tevhid” derûniyet-i idrâk konusunda arınarak kurtuldukça ruh-u şuur Rabbi

mize tevekkülle tam teslimiyet sahv-ı hâlette “evrensel benlik” olarak algılanan “vahdet-i vücûd” hakkında yığın

la referans söz kaynaklarından ibaret türlü eserler var kitaplıklar dolusu ! Şu soru çok gereksiz / saçma ve anlam

sız : (Bkz. K / sh.10: “Tanrı var mı ? ” / …*) İnanmıyorsan bak , gökler böyle bir soruya nasıl cevap veriyor ?

Şu poetik çalışmaların felsefesi bakımından ilk kaynak Kur’an ve ilk emr-i vahyi de (“İkra’ / Oku !”) olduğuna

göre, (Bkz.Feyiz Sözler / sh.126: “Ruhsuz ceset yaşar mı ? Ruhu beslemek için gıda vermek lâzım. Ruhun gıda

sı da : ilim , tilâvet-i Kur’an , kulluk , zikrullahtır. Hep maddiyat üzerinde durmamalı.” / “Maddîleşen insanlar

642

mâneviyatın inceliklerini anlayamaz ; maddiyatta şiddet peydâ etmiş gabî ve kaba-saba kimselere maneviyatın

inceliklerinden bahsetmek , mâneviyata hürmetsizlik olur.” // Sh.109: “Farzdan evvel farz, ilim’dir. / Farz içinde

farz, ihlâs’dır. / İlim öğrenmeye çalışmalı. Dün , yitik gündür ; gitmiştir , geri gelmez. Yarına çıkmaya da fermâ

nımız yoktur. Öyleyse, … / İlim öğrenirken … / öğretilir ve derecesi yükseltilir. ( … ) İmam-ı Gazali hazretleri ,

elinde “Buharî (*)” forması olduğu hâlde ruhunu teslim etmiştir. (…) Demekki ilme ve ilmin kaynaklarına ölene

dek sarılmak , sabır ve sebatla sadâkat gerekir.” // “Müsbet düşünüp, müsbet hareket edip, müsbet konuşmak

lâzımdır. Huzur bozucu hareketlerden kaçınmak lâzımdır.” / Sh.108: “(…) Allah râzı olduğu şeylerde muvaffak

kılsın ; râzı olmadığından da koruyup, muhafaza etsin. / Basiret ihsân eylesin. İstikametten ayırmasın.” / -âmin!)

Dedik ki , insan için konuşmak neyse yazmak da öyle mühim ve mecburi ihtiyaç. Allah ile kul (insan) arasında

bağlayıcı fark. Ruh ve beden bütünlüğü bakımından insan varlığının gerçek anlamı , emr-i (“kün fe-yekûn”)

nazm-ı vahyin nur ruhunda meknûz ! Kelamî beyana ihtiyacını idrâk noktasında “mutlak hakikat” tek gerçek

kaynak Kudretullah’a meclûp “baştan sona / kader ”-izimizin net mahşere eğimli her çizgisini birleştirici ve ay

rımsız kesişmelerde düğümleyen nükte her ne hikmetse öz ile söz arasında paradoks oluşturan çelişmelerde çö

zümlenmek isteniyor. Bu nedenle beşer ruh-u şuur yani insan nâtıka-i idrâk “kavrayış”-özünde tekilleştikçe her

türlü çelişkiden arınan benlik hâllerini içten kavramak isteyen bilinç ne yazık ki kendi gizemini gerçek boyutla

rıyla dışına yansıtmayı amaçlayan sözler-de çoğullaştıkça iç yörüngesinden sapmalar ve çelişkili kaymalar gös

teriyor. Ruhunu içten hissettiğince anlık kavrayışlara tam uygun anlamda anlamak gibi insiyâk-ı sânihasıyla an

latmak ve doğaçlama açıklamak kolay mı ? Buna rağmen neden ve neler yazmak istedim de sanki bir başka yol

yokmuş gibi ille de temel gerekçeye en elverişli yeni ve eski dil karmaşasına bağlı sosyo-kültürel yozlaşmalara

tepki-direniş ve serzeniş içeren “Yaşamakça / iç dil’den şiirimsi nefesler ” yöntemli ikiz-zıt “tarz-ı kadim” me

caz-en zor karşıt yahut dilimizce pek kolay yoldan nasıl bir üslûp bulurum meşkiyle espri-iştiyak gönlüme hitap

pek çok kitaplar okudum amma ancak Kur’an aynasında buldum aynıyla yüzleşmeye yatkın nefsin nice hâlet

“derunî hasbihâl”-lügatperdaz zevk-i lisan “anlam-mülhem” mahz-ı hakikat traka-i nabz-ı kalbin nüktesince duy

gusal düşüncemi içten dinginleştiren en derin hikmet-i fıtrattan kinaye her ne varsa ontolojik ve epistomolojik

kavramlar ışığında anlamak ve etik-didaktik konuşmalar üslûbunca yazarak anlatmak konusunda “poetik dene

me”-metodunu seçtim. / Her söz zaten ilk “emr-i kün” özünde meknûz ve de sonuç “fe-yekûn” başlangıcında

gizli. “İntihâ ibtidâ’da (meknûz)” Sanki içten duymak gibi “ilham” meşk-i idrâkince demek “Kudsi Hadis” söz

lerin özünden özet: (“Küntü kenzen mahfiyyen …” / Gizli bir hazine idim , bilinmekliğimi istedim.*) meâl-i

hikmet diliyle gerçekten nükte-i vicdan noktacık kavrayışta anlayıp anlatarak yaşadığımız şu âlemde bir sırriyet

ve elbette derin şiiriyet var. Sağlıklı akl-ı ruh “Hakk’ın adıyla hakikat” tek gerçek kavrayış özünde bunun gize

mini irdeleyip bütünüyle çözümlemek “kavrayışınca anlamak” isteyen cezbe-hâlet duygu ve hamleci irâdeyi

yönlendiren düşünce açık görüş şuurunca alenen görüyor ve gösteriyor ki , insan benliğinde odaklaşan nice ev

rensel çekim alanlarını bütünleştirici bir gizli kaynak “Kudret-i mutlaka”Allah-Hû / O! Sonsuz sırriyet değil mi ,

işte renk-âhenk güzellik gösteriyor arz ve semâvat tâbir-i mûtadınca canlı tabiat tamamen ber-hayat değişimler

sergileyen âlem-i şehâdet tıpkı dışımızdan içimize yansıyan anlık görüntüsüyle şems-i mükevvenata benzer ruh

sal korku uyandırıcı sırr-ı hayat karşısında aklın gözünü kamaştıran ışık kadar açık gönlümüzdeki hiss-i iykan

nabz-ı kalbin zihinsel mevecâtından ibaret dehşet-i mevt dimağ-ı bedeni içten ürpertici insiyak “vehm-i adem”

ile resm-i Adem’i özdeşleştiren şiiriyet için net tek kaynak ! Gönlün gözüyle evrensel beden kitabını oku ve

özündeki “iç dil” lügat-ı şiiriyete delil lisan-ı insan anlayışına açık kanıt tam meâl-i idrâk gönlün özünce sezgile

şen “iç spiker / ruhiyat-ı vicdan” âyet-i hitabı dinle! İçten sezinleyerek bil-işte bu ruh-u şuur “bilinç” öyle bir ki

tab-ı hitap ki , insan O’nu “illâ-Hû / ancak O !” diye irşâd-ı Kur’an-ca canevinde tek gönlüne mülhem mesaj ola

rak “kanaat-i vicdaniye” ergin nefs-i mutmainne* sırr-ı teslimiyetle içinde duymadıkça asla dışından anlayamaz.

Gönül gözüyle oku ve can kulağıyla dinle ki , insan diliyle evrensel lügat-ı kâinatın her zerre-misâl harf-i fıtrat

tarz-ı tabiatını konuşturan tek “el-Kitab” bu mûciz söz ve mûcize beyan neler açıklıyor baştan sona akl-ı beşere

nasıl da “tâlim-i mârifetullah” hakikat tarz-ı irşâdıyla sesleniyor! Bu Kur’an ki , gizemine âgâh ve esrârına âşina

oldukça daha açık kavrayışa yollar açarak gönlümüze nur-u hidayet bahşeden şu Rab’ca “hitab-ı beyan” nur-u

şuur ruh-u ezel (“lem-yelid ve lem-yûled”) ve ebed (“… hüve-llâhü ehad* Allahü-s’samed”) tek “lâ-yezâl”-Hak

adına “hakikat” tam eşsiz “Kelâm-ı Kadîm” ve vahy-i mutlak ! O ki , içtenlik duyarak okumak gerçek gizemini

643

anlamak isteyen ruhlar için ! Neden her şu an sanki yeniden vahyolunuyormuşçasına bir turfandalık çeşnisi var

“ruh-ül’Beyan” nazm-ı Kerîm Kelâm-ı Kadîm’in her bir harfinde ?! Demekki işbu noktayı bihakkın kavramak

gerek! (Bkz. Mehmed Feyzi Efendi’den Feyizli Sözler , Rafet Küllüoğlu , Cihan Yayınları / Türdav-İst. ( … )

Sh. 201: “Her harf-i Kur’an-da Kur’an !”)

İnsan kendi cehlini fark ettiği nisbette benliğindeki gizem / mevcûdat sırlarını keşfetmenin irfanına erişir. İrfan

mârifet-i Hakk’a bağlı “hakikat” tarzınca Allah’ı tanıyıp bilgilenmek ve bilinçlenmek bakımından yararlanabile

ceğimiz çok çeşit temel kaynaklar arasında fazla ayrıntılara dalmak ve teferruatta boğulup kalmak istemiyorsak

kendimize göre bazı seçmeler yaparak bellibaşlı anakonuları belirlemek ve onları da akademik kriter disipliniyle

irdelemek gerekir. Yoksa üstünkörü bilgi ve kavrayışla hakikatin özüne ve özün tadına varılamaz. Önce kıyılar

da yüzmeyi öğrenmeden derin sulara dalmak ve enginlere açılmak elbette tehlikeli olur. Önceden kendini bilim

sel anlamda buna hazırlamak şart ! Fakat ne yazık ki , çokları gelişigüzel eline geçen bazı kitaplar okuyarak san

ki ilgi hissettiği bir takım konuları tam anladığını ve genel görüş kazanarak aydınlandığını sanıyor. Oysa kitap

lar da eczanedeki ilaçlara benzer. Kimine şifa verir, kiminin derdini debreştirir ruhen irşâda muhtaçken. Nitekim

her paradoks söz ve düşünce zaten görünüşte bir ayrı izlenim uyandırıyor insan beyninde. Yoksa özünde hiçbir

çelişki yok. Bu nedenle düşünce özünde tekilleştikçe çelişkiden arınmaya yüztutan benlik-bilinç çok çeşit hâl ve

hâlet derûnunda tek gerçek hikmet diliyle ne dense ve her nasıl ifâde edilse de yine sözler çoğullaştıkça anlayış

boyutlarınca farklı yorum ve paradoks sapmalar gösteriyor.“Aşırı abartıcılık gerçek mantık dilini saçmalaştırır.”

Öz ve söz arasında kıvılcımlaşır şiir ,

Bilinç çılgınlaşınca dil yılgınlaşıverir !

(Bkz. İslâm Estetiği ve İnsan / sh.355: “Öyle görünüyor ki , hakiki sanat , hayattan ziyade çocukluk ve rüyaya

yakındır.”) Rabbim , meşk-i teheyyüç “çocukça rüya”-mı sanatçı duyarlılıkta âyetlere meclûp gönlümce elfâz-ı

meâl “lisan-ı derunî/ iç dil” lügat-ı tefekkür ruh-i insiyakım mevecâtından nükte-i iştiyak ? Kimbilir ne güzel

renk-âhenk gözler önünde sırasıyla açılıveren şu sayfalarca canlı âyetler ruh-u şuura acaba anlam boyutlarıyla

nasıl ufuk açacak , kalbimize ne hoş mârifet telezzüzâtı taddıracak ? (Bkz. 3*8 ve 51 ve 70 ve 114 -115 ve 147

ve 186; devam ediyor : 4*1, 36, 49, 64 -65, 79, 140, 170-171; 5*8, 30, 41, 49; 6*100-101, 130-131, 151; 7*22,

51, 66, 94 -95, 158, 187, 203-206; 8*15 ve 45; 9*36 ve 111; 10*5, 19, 30-33, 70; 11*116; 12*42-46; 13*9-13,

41; 14*24 -27; 15*15; 16*13, 33, 52, 116; 17*25 ve 84; 18*14 ve 109; 19*9-22; 20*98; 21*10, 30-35, 41, 55-

56; 22*5 ve 37; 23*73 ve (12-16, 41, 73-74); 24*35; 25*33 ve 53; 26*224 -227; 27*88 ve 30*40 ve de 36*68)

Ve sonrası da bu tarz-ı tetebbuat devam ederken , kendimce cezbelenip bakıyorum da hakikat “dünya (-hayat )

gerçek rüya” ya! (“İnsanlar uykuda , ancak ölünce uyanacaklar !” –Hadis*)

(Bkz. Rüya Dünyamız, H.Şinasi Çoruh / sh.63: Rüya hakkında Peygamber Hz. Muhammed (s.a)’in sözleri (Hz.

Ebû Hureyre’den): “Nübüvvet bende sona erdi. Artık bundan sonra doğru rüyalar yoluyla Allah’ın müjdeleri ve

ihtarları vâki’ olacaktır.”) Ayrıca , (Bkz. Kaside-i Bürde / el-Bûsirî , Tercümesi ve şerhi : Abidin Paşa , Gençlik

Basımevi-İst.1977 / sh. 85-89: “Beyit: 80-83”) Ve hatırlayınız. (Feyizli Sözler / sh. 85: “Dünya =(eşittir) rüya!”)

Ve ayrıca , (Bkz. Hadis Ansiklopedisi “Zaman G.” Dr. İbrahim Canan , Cilt-3 / sh. 405-450: “Rüya Bölümü”)

Özel not: Kur’an ve Hadisler ışığında velâyet nuruna müştak gönüller uyandıran (Bkz. Feyizli Sözler / sh.31-32:

“Cansız zannedilen varlıklarda da bir çeşit hayat var.”/ Rabbimiz’in hikmet-i Kudret dilince,“Her şey konuşur.”)

nice içerik kitaplar ve binlerce müellefat arasından hani yalnızca bir tek güzel eser seçmek ve onunla yetinmek

zorunda kalsam herhalde hiç tereddüt duymaksızın , nush-u edeb ve timsâl-i velâyet sözlerinden örnekler alıntı

ladığım , Merhum M.Feyzi Efendi’nin sohbetlerinden devşirilmiş “Feyizli Sözler Sohbetler (*)” tarzında bazı

hâtırat-ı ilmî mirâs-ı mâneviyesini derleyen neşriyatı gönül rahatlığıyla tercih ederim. Zira hâl-i vakar itibariyle

Merhum Üstad Bediuzzaman’a mâkes (Bkz. Feyizler ve Feyizlerden Damlalar / Musa Özdağ tarafından devam

ettirilen “Feyizler / serisi (1-8)” çalışmalar !) vakar-ı velâyet düstûr-u istikamet timsâli nice şahsiyetler arasında

ilmi bâhir ve velâyeti bâriz derecede müstesnâ irşâd dirâyetindeki ihlâs sahvına ve sünûhat-ı idrâk karihasına biz

zat sağlığında muttali oldum kalben râbıta hâl-i hissiyatımca alenen velâyet tasarrufuna âşinayım elhamdülillah!

644

(Bkz. Hürriyet G. 11 Şubat 1992 / sh. 22: “Amerikan Üniversiteleri ile Araştırma kurumlarının istatistikleri ve

raporlarını kitap haline getiren Marc Mc Cutcheon* adlı yazara göre; ortalama 74 yıl yaşayan bir insan , bunun

24,5 yılını uykuda geçiriyor. 74 yıl boyunca yaya olarak ortalama 115 bin kilometre yol katettiği ileri sürülen

insanların , okulda ve iş’te 13,5 yıl , sosyal ilişkilerde 4,5 yıl harcadıkları belirlenmiş ; / Banyo yapmaya ve vü

cut bakımına 1 yıl 9 ay ayıran insanın , 3 yılı yemek yerken geçiyor. / Bir o kadar süre de okumaya ayrılıyor.

Buna karşılık tuvalette harcanan süre 9,5 ayı buluyor. Modern yaşantının vazgeçilmez unsurları arasında yer

alan televizyon seyretmeye ayrılan süre tam 12 yılı buluyor. Telefon başında ise ömrümüzün tam 1 yılını geçiri

yoruz. Geriye kalan 9,5 yılı ise ev işi yapmak , alış-veriş’e çıkmak , gezmek , istirahat etmek , otomobil kullan

mak ve bir iş yapmadan zaman geçirmekle dolduruyoruz.” Zaten yazının başlık kısmı da gayet tuhaf: “Ömrümü

zün 5 ayı seks’le geçiyor.” Ve başlık altı paragraf: “Amerikalı bilim adamlarının raporlarına göre, insanoğlu ya

şamının üçte birini “yaşayan ölü” durumunda bulunduğu uykuda geçirirken (Doğaç poetika ya da Yaşamakça*

mündericatta ağırlık konu bu uykuya benzer ruhsal gafletten ayıkmak hakkında akl-ı şuurumuzu uyandırmak

için nasıl yaşamak gerektiğini içten duyurmak ve poetik üslûpta düşündürmek değil mi ? / HK*), üzerinde en

çok çene çalıp dedikodu ürettiği seks’in uygulamasına ise topu topu 5 ay ayırıyor.” Velhasıl , ilimler ışığında

bakınca ömrümüzün ne olup olmadığını da anlamak bakımından düşünerek kendimize sormalıyız: “Neye, ne

kadar zaman ayırıyoruz ?”)

EYVALLAH !

1.

Boş iştah hayâli kirleten vebâl ,

Hoş küstah muhâli inleten melâl !

Ah-vah arzuhâli dinleten meâl ,

Eyvallah su hâli serinleten hâl !

2.

Hizmet pâyelendi elinden ikbâl ,

Sohbet mâyelendi ehlinden misâl !

Kalenderî-fendi cehlinden kemâl ,

Eyvallah süâli gevişleten bal !

Anekdot: Daha öğrenci olarak Konya’da iken Mayıs-1964’te “(Ölüm)Dirim Sonu” diye başlıklanmış şiir, o gün

lerin popüler sanat dergisi Çağrı’da yayımlanınca bir de baktım ki birden ne göreyim; şiirdeki “her an” sözü “ha

ram” olarak kelimenin mısra’ anlamını da bozacak biçimde değişmiş. İlk bakışta kasden yapıldığını düşündüm

ve tepkisel öfke hissettim de gerçekten üzüldüm. Hemen derginin sahibi Avukat Mehdi beye değil de derdimi

içtenlikle dinleyecek diye güvendiğim ağabeyi Şair Feyzi Halıcı’ya gidip bir güzel serzenişte bulundum. Bu ara

da şükranla anmak istediğim Rahmetli babası gibi iyiliksever ruhuna âşina saygımdan onun da yakın ilgi ve yar

dımlarını hiç unutmadım ve unutamam. Mağazasındaki yazıhanede delice şiir ritminin dudak kıpırtısı fısıltılarıy

la adeta kendinden geçmiş ve mırıldandığı mısra’larla büyülenmiş hâllerine çok zaman yakından şahit olduğum

ve de sanat duyarlılığına hayranlık duyduğumdan nezaket gösterip beni dostça ve şikâyetimi anlayışla karşıladı ,

üzüntüm sebebiyle beni teselli için kendi öğrencilik yıllarından bir anekdot / anısını anlattı. Hatırımda kaldığına

göre, İstanbul’daki üniversite yıllarında “Akbaba / mizah dergisi” ile ilgili bir olay üstüne, patron / başyazar*

Yusuf Ziya Ortaç’ın güya onu teselleme kabilinden anlattığı da aynen buna benzer ve hatta daha rezalet bir “mü

rettip hatâsı” (!) imiş meğer. Şöyle ki: “Ilık bir rüzgâr eser damların üzerinden” diyen bir mısra’da , her ne ve na

sıl olmuşsa yine mürettip hatasıyla (d) harfi yerinden düşüvermiş de “damların” sözcüğünden ve tam öylece çıkı

vermiş şiir , hani-ya Fuzûli’nin meşhur : “Ol kâtib-i bed-tahrir …” nüktesi biçiminde demek “göz” söz yazarken

harfin noktasını unutan kötü yazar yani dikkatsiz kâtip, “Bir nokta sukûtuyla gözü kör eyler !” gerçek kör dil-i

kalem meşksiz ve cehd-i hünersiz belli işbu cehlinde! Eski hatt-ı hurûfat tek Kur’an sayesinde “eskimez”-gerçek

göz önünde hep böylece hiç değişmeyecek kıyamete dek “yeniden”-yeni ! İşte gerçekten bilse “eski-yeni” nice

ehl-i kitab bilir ki , içten ne hissiyat duyar ruh-u şuurumuz zaten nur-u hakikat dıştan zâhir-en bâtın* neler varsa

anlamak kasdıyla okur-yazar ! Okur ruh herkes sözde derin nükte-i hikmet tam anlamak için “subjektif mes’ûli

yet” tarz-ı aklınca canlı idrâk-i vicdan niçin anlatmak “objektif sorumluluk” kasdıyla açık gerçek kolay yol arar

645

yazar ?! Artık kolay ya da zor yol “likaullah” hakikat, değilse “evrensel düzen” ne demek kim mukadderat-ı

âlemlere hükmeden emr-i mutlak “kanun-u fıtrat” tam mukadder meçhûlat “tarih-i zaman” nereye ? Ömrün ne

ticesi işte değişmez akıbet “tek yol” ölüm mâlum mahşer eşiği anlamınca “yakîn”-en âni’dir. (Bkz. Feyizli Söz

ler / sh. 49: “Ölümün siyah peçesinin arkasındaki hakikî yüzü , nuranî’dir.”) Nihilist-septik’çe fobi’nin etkisiyle

irkilmek boşuna! Açık görüş şu nur ruh-u şuurca aydınlık gerçek yol ! Işıksız zulûmat-ı zuûm “meş’ûm me’yû

siyet / uğursuz zann-ı aklınca umutsuzluk” boğuyor ruh-u şuuru bulandırıyor da aslında karanlık kalbin insiyak

kuruntusundan ibaret tutarsız ve umarsız karamsarlık korkutuyor. Bugün iki ayrı gazete okudum da altüst oldu

ruhum. (Bkz. Zaman G. 29 Nisan 2008 / İlk baş sayfanın en üst sağ köşesi: “Türkiye’nin önemini Lordlar Kama

rası’nda anlatacak / İngiltere Parlementosu’nun daveti üzerine bugün Londra’ya gidecek olan Muhsin Yazıcıoğ

lu , Lordlar Kamarası’nda konuşacak. Türkiye’nin önemini ve İslam’ın barış mesajlarını anlatmayı planlayan

BBP lideri , ardından da Londra Üniversitesi’nde soruları cevaplayacak.”/Sür-manşet:“Gündem MSP formülü /

… nedir ? CHP, Milli Selamet Partisi’nin kapatılmasını engellemek için 1978’de yasa değişikliğine imza attı.

‘Suç isnatları , kesinleşmiş mahkeme kararlarından oluşmalı’ –hükmü , dava sürerken Siyasi Partiler Kanunu’na

eklendi. MSP hakkındaki kapatma davasını düşüren bu düzenlemeye MHP ve Adalet Partisi de destek verdi. Dö

nemin CHP hükumeti , sözkonusu değişikliği hayata geçirmek için Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’le bile rest

leşti.” / Şevket Kazan: “Ecevit , demokrasiye saygılıydı / …” // Kemal Anadol: “Hatırlıyorum ama çok eski /…”

// Nihat Ergün: “CHP, 30 yıl öncesinin gerisinde / Bugünkü CHP yönetimi kendisiyle çelişiyor. 30 yıl öncesinin

bile gerisindeler. Avrupalı sosyal demokratlardan da tepki alıyorlar. Çünkü CHP’nin demokratlığı kalmadı.” //

Alt sağ köşe: “BM Barış gücü askerleri silah tüccarlığı yapmış / …” // Hemen üstünde: “Yine sivil katliamı / Fi

listinli anne ve dört çocuğuna İsrail bombası / Lübnan’ın işgali sırasındaki çocuk katliamı sebebiyle dünyanın

tepkisini çeken İsrail , dün yine Filistinli sivilleri vurdu. ( … )” // Sh. 2: “Türk misafirperverliği , akademik araş

tırma konusu oluyor. / …” // Sh. 3: “Hükümet, kiralık okul dönemini başlatıyor / Hükümet, okul açığını kapat

mak için ‘kiralık okul’ formülünü hayata geçiriyor. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek , … dedi. Bakan Çiçek , …

belirtti.” / Sh. 4: “Gasp şebekesi son işinde yakayı ele verdi / Eskişehir’de, aralarında Bursa Emniyet Müdürlü

ğü’nde görevli bir polis memurunun da bulunduğu 5 kişilik gasp çetesi …” / Sh. 6: “Açıkça söylüyorum , terö

ristler cezasını mutlaka bulacak / …” Sh. 9: Kadir Dikbaş: “Gıda krizine GAP’tan bakınca / … Umarız , terör

belası bir an evvel son bulur , bölgenin bütün illeri bu gelişmeden payını alır.” ( [email protected] )*

Sh. 12: “1 Mayıs gerginliği / Taksim’de gösteriye neden izin verilmiyor ? ( … ) Marjinal gruplar silahlı eylem

yapacak , gösteriye izin yok / …” Sh. 14: Haber Analiz / Habib Güler: “Delege ‘Ak Parti kapatılamaz’ diyen

Elekdağ’ın üstünü çizdi / CHP’nin hafta sonu gerçekleştirdiği kurultay, partide herhangi bir yenileşme sağlama

dı ancak partililerin ruh haline ilişkin önemli ipuçları verdi. ( … )” Sh. 16: “Türk insanı ,yüksek tansiyonu önem

semiyor / …” Sh. 18: “Türkiye, Orta Avrupa insiyatifine katılıyor / …” Sh. 19: “Fransa , Cezayir’de yaptıkları

için ilk kez ‘korkunç bir katliam’ dedi / …” // “Almanya’da sol partiler dinle uyumlu olmanın yollarını arıyor /

Almanya’da Federal Meclis’te temsil edilen beş partinin din ve kilise politikaları sözcüleri ‘Milletvekilleri ve

İnançları’ başlıklı bir broşür yayınladı. ( … )” Sh. 21: “Sözlerin en güzelleri , O’nun için söylenmiş / “Hazret-i

Hak olunca meddahın // Nice medh eyleye seni Yahyâ” Böyle söylüyor Şeyhülislâm Yahya Efendi bir Naat-ı

Şerif ‘inde; seni medh eden Hazreti Hak olunca , Yahyâ seni nasıl medh etsin ? İki Cihanın Öğüncü’nü (sas)

medh etmekte diller aciz kalsa da , Hassân İbn-i Sâbit’in : “Ben sözlerimle Cenab-ı Muhammed’i övemem; an

cak onu senâ etmekle sözlerimi kıymetlendiririm.” buyurduğu sebepten olsa gerek , şairler en güzel mısra’larını

O’nun vasfında kaleme almış. Asırlar boyu Hazreti Peygamber’e hitaben gönüllerden dillere dökülen mısralar ,

“Türk Edebiyatı’nda Naatler ” başlığı altında bir araya geldi. Ahmet Özer tarafından hazırlanan naat antolojisi

nin Kaynak Yayınları’nca …” // Tavan arası / İskender Pala ( … ) Berceste / “Bârgâh-ı adli vîrân eyleyenler

âlemin // Başına zindan eder dünyayı âbâd etse de” / Adalet yapısını viran edenler , dünyayı da mamur etseler ,

âlemi herkesin başına zindan ederler. –Kemal* // Elif Şafak: “Mevlânâ okuyanlar Rumî okuyanlar / … İnsan ne

vakit samimi bir merakla ele alır bir konuyu ? Bir çocuk gibi saf bir merakla ilgi duyduğunda. Belki de biz o ço

cuk meraklığını yitirdik yolda bir yerlerde. Zira Türkiye’de kime sorsanız, … / Halbuki bir Batılı okur daha ilk

adımı atarken bu konuda merakla yaklaşıyor elindeki kitaba. Bir anlamda çocuksu bir merakla … Bu arada biz

ler “aman nasıl olsa bildiğimiz şeyler ” diye geçiştire geçiştire samimi bir Mevlânâ okumasından yoksun kalıyo

ruz. Bildiğimizi zannede zannede cahil kalıyoruz. Cehaletin en yanıltıcı olanı bu boyut olsa gerek. Bilmediğini

bilmeyen , kendi eksikliğini göremeyen bir hâl. / Mevlânâ’nın eserlerini yeterince bilmiyor , okumuyor , araştır

646

mıyoruz. Bu arada Batı almış başını gidiyor. “Mevlânâ ” okuyanlar sınırlı kalırken , Batı’da bilinen adıyla “Ru

mî ” okuyanlar artıyor. Oradaki kitapçılarda muazzam bir Rumi literatürü genişliyor.” // Sh. 22: Yorum / Bejan

Matur ( [email protected] )* “Kürt siyasetinde kim kimden rol çalıyor ? / …” (Dikkat ! Bütünüyle farklı

ve yanlı bir bakışla sanki stratejik kürt kimliğini savunucu cür’etin dikâlâsı üslûpta ayrımcı anlayışa yol açmak

isteyen bu yorum yazının satır aralarına girip bazı alıntı örnekler de doğru değerlendirmek için yeterli olmaz di

ye tamamına bakılması gerektiğini düşünüyorum. / HK*) // Okur Editörü:“Hüseyin Üzmez haberleri üzerine…/

… soğukkanlı tavrımızı muhafaza ettik. Onlarca örnek sıralanabilir. Yanlış anlaşılmasın; “yanlışlar gizlensin”

demiyoruz; tam aksine “kanun üzerine gitsin”ancak genellemeler yapılarak kitleler üzerinde linç kampanyası da

yapılmamalıdır.Sonuçta gazetelerimizi çocuklar da aileler de okuyor. Kim tarafından işlenirse işlensin yüz kızar

tıcı bir konuyu tasvir ederken toplum psikolojisini de gözardı etmemek , sorumlu yayıncılıktan vazgeçmemek ge

rekiyor. Önemli olan , herkese eşit mesafede durup yayın yapabilmek. “Bizimkiler iyidir, sizinkiler kötüdür ” an

lamına gelecek her türlü yayın insan haysiyetini hiçe saymak olduğu gibi toplumsal barışı da tehlikeye atan bir

tutumdur. Bu tavrı herkese göstermek çok mu zor ?” / Ekrem Dumanlı ( e.dumanlı@zaman.com.tr ) “Sağcı bü

rokratlar neden daha korkak olur ? / … Söylediği sözleri yazın bir kâğıda , altına Tayyip Erdoğan ya da Devlet

Bahçeli imzasını atın; seyredin gümbürtüyü o zaman. Baykal bunu neden yapıyor ? Demek istiyor ki “Ben ayet

de okurum , hadis de. Tefsir de yaparım , fıkhî yorum da; ama sen aynı şeyi ya-pa-maz-sın !” / Sözgelimi hukuk

dünyasına bakın … Tarafsızlığın çok önemli olduğu hukuk alanında , bir tanecik “sağcı , milliyetçi , muhafaza

kâr ” diye tanınan insan var mı şu saydığım isimlere denk ? Yok ! Çünkü “sağcılar ” devletin aslî sahibi gibi gör

müyor kendini. Tamam; devletini seviyor, hatta uğruna ölümü kutsal bir vazife gibi görüyor. Ancak geldiği ma

kamı “liyakat”-le özümseyemiyor ve kendini hep iğreti olarak görüyor.Bir makama gelir gelmez “medyaya şirin

görüneyim” diye göbeği çatlıyor. Asker-sivil bürokrasiden azar yememek için adeta tek ayak üstünde bekleyen

ler var. Halbuki devlet herkesin devleti , ne “solcu”-nun babasının malı ne “sağcı”-nın. Hiç kimse kendini rejim

in bekçisi gösterip terör estiremez. Hiç kimse de geldiği makama emanetçi ürkekliği ile yaklaşıp oturduğu koltu

ğun altında ezilmemeli. Bu ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan sağcılar pısırıklığı bir kenara itip katılımcı de

mokrasinin özgüven basamaklarını tırmanmadıkça bu ülke eşitlikçi bir demokrasiye ulaşamayacak. Makamlar ,

mevkiler bugün var, yarın yok; adınız tarihe “ödlek” diye de geçebilir , “cesur yürek” diye de. Yeter ki kalbiniz

ülke sevgisi , millet saygısıyla dopdolu olsun !..” (Not: Tekrar daha baştan birkaç cümle alıntılamak gerekiyor

doğru ve açık anlaşılsın diye. Neler yaşadık gördük geçen bunca yıllar solculuk furyası ideolojik kavgaya zorlan

dık kültür ve siyaset dünyamızda. Yetmiş yıllık kahırlarla ah neler yazmak ve hep bu baskıları anlatmak istedim

ama toplumsal barış adına ancak şu Yaşamakça* tarz-ı ifade üslûbuyla hafif değinmelerden ibaret şiirimsi sitem

ve serzenişlerle yetinmeyi seçtim “özet divan” diyerek. Gerçek gönlümüzdeki “iç sızı” ve beynimizdeki “sancı”

gibi derin ve gizemli. İşte tepkimizin gerekçesini dillendiriyor bu tip yorumlar ! / HK*) “… Doğrudur. Bizdeki

sağ dünyadaki sola benzer; bizdeki sol da dünyadaki sağa. / Neyse konumuza dönelim: Acı tecrübeler sonunda

görünen o ki … / Pısırık solcu devlet görevlisi yok mudur ? Vardır elbet; ancak bu kişilerde “devletin / rejimin

aslî sahibi olmak” gibi derin bir iddia vardır.Bu ,cesaret pompalayan bir duygudur. Hele adam “eski tüfek solcu”

ise, valla , katar karıştırır; “militan demokrasi”-den bahseder , “jakoben olmak zorundayız” der , “habis ur , vam

pirler ” gibi tabirlerle bir dünya insanı suçlar , mahkum eder … / Sandıktan zaferle mi çıktınız; bunun hiçbir öne

mi yoktur sol için. “Yüzde 97 oy bile alsanız” adamın umurunda değildir. Kanun ,nizam ,adalet ,fazilet… “Geç

bunları” dercesine çifte standartın ar damarını çatlatır ve “çoğunluğun zorbalığı”ndan dem vurur. Aslında yapı

lan basbayağı “azınlığın zorbalığı”-dır. ( … )” Sh. 23: Şahin Alpay : “Hanioğlu , Osmanlı’nın son dönemini yaz

dı / …” // Mümtaz’er Türköne: “30 yıl önceki CHP ve parti kapatma / …” // İhsan Dağı: “Tam demokrasiye ka

dar CHP iktidarda kalacak / …”//Leyla İpekçi: “Adaleti hangi dil ile talep edebiliriz? ([email protected])*

Sh. 24: Yorum / Yard. Doç. Dr. Gökhan Bacık (Fatih Üniversitesi ): “Bizim işimize neden karışıyorlar ? / Müda

hale kavramını sömürgecilik bağlamında topluma açıklayanlar unutmamalıdır ki günümüz uluslararası sistemi*

bağımsızlık ilkesi üzerine değil karşılıklı bağımlılık üzerine cereyan etmektedir. / … Nihayet , “ülkeye dışarı

dan müdahale”- var * söylemi heyecanlı bir retorikle siyasal söylem haline getirilmekte ve topluma sunulmakta

dır. Ancak “dış müdahale var söylemi” pek çok açıdan sorunlu olmasının yanında Türkiye’de yaşayan insanlara

yanlış bir dünya ve siyaset resmi sunmaktadır. / Günümüz dış politikasını kavrayamamak* Bir kere altı özellikle

çizilmelidir ki Avrupa Birliği süreci ulus-ötesi bir entegrasyonu hedefleyen yeni bir yapılanma demektir.Avrupa

Birliği sürecinde ortak para biriminden ortak bir anayasaya kadar şimdiye dek görülmemiş çapta bir entegrasyon

647

amaçlanmaktadır. ( … ) Suçlayanların çelişkisi* Siyasete yön veren aktörlerin en temel görevlerinden birisi de

siyaset alanını olabildiğince rasyonel bir çerçeveye dönüştürmektir. Gelişen şartlara göre olağan hale gelmiş hat

ta Türkiye’nin bile sistematik biçimde yapageldiği bazı durumları “dış müdahalecilik egemenliği yok ediyor ”

gibi hamasi formüllerle topluma aksettirmek ,en başta Türkiye’nin ulusal çıkarlarına zarar vermektedir. Öte yan

dan siyasal aktörler , muhakkak dünyadaki değişimin doğasını anlamak zorundadır. Günümüz devletler arası iliş

kileri belirleyen kurallar ve şartlar geçmişten sözgelimi 19. yüzyılın şartlarından tamamen farklıdır. / Son olarak

siyasal aktörler söylemlerini geliştirirken tutarlı olmak zorundadır. Milliyetçilik tamamen dışarıdan gelmiş Avru

palı bir ideolojidir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında temel rolü oynayan ideolojinin milliyetçilik olduğuna şüp

he yoktur. Aynı biçimde sosyal demokrasi de Batılı ve Türkiye kökenli olmayan bir ideolojidir. Bugün belirli bir

kesim dış müdahaleciliğe yol vermekle suçlamadan önce bunu yapanların Batı kökenli yabancı ideolojilerle Tür

kiye’yi kurtarmaya çalıştıklarını hatırlamalarında yarar bulunmaktadır.” / Yeniden içerik konuyu özetleyen şu

cümlenin altını çizmek gerekiyor : “Avrupa Birliği Türkiye’ye neden karışıyor ?” diye sormak modern uluslar

arası sistemi anlamamaktan öte günümüz dış politikasının nasıl oluştuğunu kavrayamamak anlamına da gelmek

tedir. Avrupa Birliği’nin adayı olarak müzakere yapan Türkiye’ye birliğin hemen her konuda müdahil olması

kaçınılmazdır. ( … )” Sh. 28: Ahmet Şahin: “Hizmette Yeşeren Düşler / … Demek ki bugün sınırlar ötesinde

ilim , irfan bayraklarınız dalgalanıyorsa durup düşünmek gerek. / O bayrakları oralara ansızın esen bir rüzgâr

götürmemiş, kendiliğinden sınırlar ötesi burçlara dikilmemiş; hayatını ortaya koyan hizmet erleri , dava erenleri

görev almış, sorumluluklar yüklenmişler… Bunlar yardan , yarandan vazgeçmişler , ya şehit ya gazi aşk ve az

miyle gidiyorlar sınırlar ötesi hizmet ülkelerine. İşte size şahidi olduğum örneklerden …” Sh. 34 (son): “Kızıl

Gezegen’de kurumuş sıcak su kaynağı bulundu / Mars’ta yaşamın izlerini aramayı sürdüren bilim adamları , Kı

zıl Gezegen’in yörüngesinde iki yıldır dolaşan uzay aracı Mars Yörünge Fatihi’nin gönderdiği son fotoğraflarda

tespit ettikleri iki kurumuş sıcak su kaynağıyla umutlandı. / …”) Ve yine, Bkz. Sözcü G. 01 Ekim 2008 / sh.8:

“Bir mûcize gerçekleşti – Mars’ta kar yağıyor / …” (!)

Bindiği dalı keser kimi sağcı budala , wwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwwww

Dipden gemiyi deler hain solcu çok kafa !

(Bkz. Vatan G. 29 Nisan 2008 / Bilal Çetin yazıyor : “AKP’de 4 farklı ses / Kapatma davasına karşı izlenecek

strateji için parti içinde yaşanan tartışmalar, dört temel eğilim ortaya çıkardı… / Giyotin lobisi / Sağduyu lobisi /

Yeni oluşumcular … / Biat ekibi ( … )” Sh. 3: Vatan diyor ki / Güngör Mengi ( [email protected] ):

“Sağduyu neredesin ? ( … ) Eleştiri kuşatması / Başbakan gerçeklerle yüzleşmek mi , yoksa üstlerini örtmek mi

istiyor ? ( … ) Gaziantep’e giden bir bakanına da Mustafa Yılmaz adlı köylü şu hesabı sormuştur : “AKP ülkeyi

neden kaosa sokuyor ? Atatürk ilkeleriyle, Cumhuriyet’le niçin uğraşıyor ?” / Buyrun , dinliyoruz. / Söz savun

manın !” // Sh. 5: Zülfü Livaneli “Hayata dair ” / “Muhafazakârlık bu mu ? ( … ) Bunlar ne köylü , ne kentli. /

Dünya malına düşkün , acaip derecede hırslı , ikbale doymayan yeni bir zümre. / Ve ne yazık ki Türkiye’yi sö

mürmek isteyen yabancı şirketlerin elinde oyuncak olmuş durumdalar.” / Sh. 6: Reha Muhtar : “Medyada fırtına

lı günler… ( … ) Türkiye’de artık sistemler çatışmaya başlamıştır… O çatışmanın en önemli sahnelerinden biri

“Medya’dır…” / Sh. 7: “Uzanlar’ın yalısını Sabah’ın ortağı Katar Emiri istiyor / Uzanlar’ın İmar Bankası bor

cundan dolayı el konulduktan sonra iki kez satışa çıkarılan ancak alıcı bulamayan Yeniköy’deki 95 yıllık Ahmet

Afif Paşa Yalısı , İstanbul Boğazı’nda uygun bir yer arayan Katar Emiri Şeyh Hamid bin Halife el-Tani’nin olu

yor / …” // Aydın Ayaydın: (…) Bakan Bebecan çok sevimlisiniz. Ne olur bizi merakta bırakmayın ,sürpriz de

olmasın; açıklayın “ay em ef ” ile gelecekteki ilişkimizi. Biz de rahatlayalım , dünya da rahatlasın. Kolay mı ,

özelde 158, genelde 247 milyar dolar dış borç var.Bir o kadar da iç borç.Bunlar size bir şeyi ifade etmiyor mu ?”

Sh. 13: “Dünyanın kanını donduran sapık / … Avusturya şokta … gelişmeler karşısında şoke oldu. Ülkenin tüm

büyük gazeteleri “Bize neler oluyor ” ya da “Bu ülkede bir sorun var. Şimdi bunu nasıl çözeceğimizi düşünmeli

yiz” yorumlarını yaptı. İçişleri Bakanı Guenter Platter de“Tarif edilemeyecek kadar korkunç bir olay yaşıyoruz”

dedi. / …” Sh. 14: İclâl Aydın “Hayat güzeldir ” / … Elektronik aletlerle kavga edenler vardır hani.Seyretmelere

doyamazsınız karşıdan.Kendimi onlardan biri olarak düşünmek garip geliyor ama korkarım öyle oldum sonunda.

Elektronik ve dijital aletlere müthiş bir zaafım var. “Hemen ben de alayım” görgüsüzleri vardır bilirsiniz. Onlar

dan biri benim işte. / Bayılarak , âşık olarak alıyorum ancak bir yerden sonra bu çok akıllı cihazlarla baş edemi

yorum. Zaten fonksiyonlarının büyük çoğunluğu da işime yaramıyor. Varlıklarından haberim dahi olmuyor.

648

Amaaaaa… / Görünümü , adı , tarzı , rengi yetiyor bana. / Şimdi yazarken fark ediyorum ki ben artık kötü bir

tüketiciyim. Tüketiciyim ben. Allah’ım beni affet. Ben ne zaman böyle oldum ? … Yahu ne zaman bu kadar

geleceği düşünmeden , hep yaşayacakmışım gibi rahat davranmaya başladım ben ? Ne zaman karşısında durdu

ğumu sandığım kalabalığa karıştım ? / Aynaya bakarken zamana meydan okuma derdindeyim bir taraftan da.

Gözkapağım sarkmasın , yüzüm kırışmasın , bedenim yirmili yaşlarımdaki gibi olsun istiyorum. Şimdi ölsem

bir parça çikolataya özlem içinde giderim , o kadar aç, kontrollü yaşıyorum. Giydiklerim hoş, az bulunur, elegan

olsun; takılarım özel yapım olsun , şu olsun bu olsunnn… Ohooo, sonu yok , sonu yok bunun. Ölmeyeceğimizi

sanıyoruz şapşallar gibi !!! / Yahu nereden biliyoruz yarın ne olacağını ? Bak bilgisayarımın yeni yazılımından

nerelere geldim. Her şeyin yenisi , her şeyin daha iyisi var elbette ama kişisel tatmin noktasında kendimizi terbi

yeye çekme vakti geldi galiba.Kendi adıma öyle olduğunu itiraf etmeliyim…/ Bak yazımın“ana”-fikri bu olsun./

Geçenlerde dünyaca ünlü bir moda dergisinin dünyaca ünlü moda editörünün bir yazısını okudum. Bugüne dek

dünya kadınlarını daha çok , daha farklı , daha pahalı giyinmeye teşvik eden ünlü modacı “Artık dünya bu hal

deyken ve fiatlar çıldırmışken 20 bin dolara (20 bin dolar diyor kadın. Ayol bir araba , mütevazı bir yazlık devre

mülk parası bu*) bir elbise almak delilik. Ya da 600 dolara bir sandalet almak. Kadınlar moda yatırımı yapmalı.

Bir adet çok kullanımlı ve klasik olmaya aday parçayı daha ucuz parçalarla kombinlemeliler. Daha az, daha bi

linçli tüketmeliler ” diyordu… O bile öyle diyordu !!! / İşverenle işçisi aynı lüks restoranda yemek yiyebiliyor

sa , ayda 2 bin lira kazananla dolar bazında maaş alan aynı Gucci ayakkabıyı , aynı Burberys trençkotu giyiyor

sa eğer, bunda bir saçmalık yok mu sizce de ?/ Kredi kartlarının taksitli lüks yaşam vaatlerine ve öldürücü sonuç

larına “astala vista beybiii ” deme vakti geldi mi acaba ? / O dünyaca ünlü moda gurusunun dediği gibi acaba

lüksle tevazuyu harmanlayarak da bir kimlik edinemez mi yeni nesil ? Yani o saatler, o ayakkabılar, o çantalar

olmadan “kim olduğunu anlatamaz mı insan ?” // Mine G. Kırıkkanat ([email protected] ): “Kırk yıl

önce bugünlerde…/ 1968 yılında gençler, birbirinden binlerce kilometre uzakta ve hatta habersiz ülkelerde, aynı

anda dünyayı değiştirebileceklerini düşündü ve tarihin akışını durduramasalar bile, yönünü değiştirdi. / Hiçbir

devrim , hiçbir savaş 1968 yılında yerküreyi , birbirine bağlanmış barut fıçıları patlar gibi saran isyan dalgasına

yol açmadı ve bu isyan dalgasının fitilini , her ülkede gençler ateşledi. / Başka bir deyişle 1968, delikanlı bir yıl

dı. / Ülkeden ülkeye ideolojik öncelikleri değişiyordu , ama ne internet, ne de cep telefonunun henüz olmadığı

bir dünyada , tüm gençler âdeta telepatiyle aynı temel isteme kilitlenmişlerdi: Özgürlük. / Sevişmekte özgürlük ,

konuşmakta özgürlük , tüm din-ahlak toplum-devlet, dolayısıyla düzen kurallarından azade, tam ve mutlak öz

gürlük , kısaca yaşamak özgürlüğü istiyorlardı. / Böyle bir özgürlük , elbette din , devlet ve toplum düzenini yı

karak gerçekleştirilebilirdi. / Oyunun kurallarını değiştirmek , ancak “tabula rasa”, yani masayı sıyırıp baştan

kurmaktan geçiyordu. Eğer üstündeki örtüyü çekmek oyun taşlarını düşürmeye yetmezse, masayı devirmek de

opsiyonlar arasındaydı. / Çekoslovakya’da komünizm ,Meksika’da faşizm bunaltıyordu gençleri. Fransa ,İtalya ,

Almanya’da tüketim toplumu , Türkiye’de ise geri kalmışlık … Birileri diktatörlükten kurtulmak isterken , öteki

ler demokrasiyi sallıyor, taban tabana zıt gerçeklerle ayaklanıyor, ama isyanlar domino taşları gibi birbirini te

tikliyordu , çünkü amacı içinde taşıyan değişim ve özgürlük özlemi aynıydı! / … 22 Mart’ta , Paris Nanterre Üni

versitesi’nin kulesi , Daniel Cohn Bendit önderliğindeki anarşist öğrenciler tarafından işgal edildi. Grup, hem

ABD’nin Vietnam Savaşı’nı protesto ediyor, hem de üniversitenin kızlar yatakhanesine erkeklerin serbestçe gir

mesini talep ediyorlardı.Madem doğum kontrol hapı vardı ,cinsel özgürlük de olmalıydı! / 4 Nisan’da Memphis’

te Barış Nobel’li papaz Martin Luther King’in bir beyaz tarafından öldürülmesi , Washington dahil ABD eyalet

lerinde zencilerin kanlı ayaklanmasına yol açtı. / 1 Mayıs 1968’de Paris’te işçi sendikaları , Komünist Parti ve

Sosyalist Parti üyeleri 14 yıllık bir aradan sonra İşçi Bayramı’nı birlikte kutladı. (…)Bir milyon kişinin katıldığı

yürüyüş, genelinde sakin geçerken , gösteriye siyah bayraklarla katılmak isteyen anarşist öğrenci gruplarıyla kı

zıl bayrakla yürüyen komünist işçiler arasında arbede yaşandı. ( … ) Genç tiyatro yazarı Vaclav Havel , o gün

lerde Prag ile Paris arasındaki farkı , “Biz komünizmden çıkmak , onlar girmek istiyordu ,” diye açıklayacaktı. /

Saptaması kısmen doğruydu , kısmen yanlış. Çünkü Fransa’daki gençlik hareketi , hiç komünist olmayıp komü

nist işçi sendikaları tarafından torpillendi. Ayaklanmaların başladığı üniversitelerde, öğrencilerin çoğu özgürlük

ten başka hiçbir istem içinde değildi , anarşist liderleri vardı , ama onlar zaten her düzeneğe karşıydı. / Şenlik ,

3 Mayıs’ta başladı. / Devamı yarına.(*)” // Sh. 16: Okay Gönensin : “Kıyım provası / … AKP hükümetinin bu

olayın ciddiyetini kavramamış olması dikkat çekicidir. (…) Türk-Kürt savaşı provalarına izin verilmesi her bir

siyasi için çok büyük aymazlıktır.Adapazarı olayının ciddiyetinin görülmemiş olması da Ankara’da bu aymazlık

649

ihtimalinin güçlü olduğunun açık bir işaretidir.” / Sh. 17: Selahattin Duman ([email protected] ): “Bir

külah bulun.. Ben ona anlatayım / Hükümet adamlarının başında dikilen seyrek bıyıklı asabi şahsiyetin külahı

bu konuda başarılı olduğundan böyle başladım lafa.. Diyeceklerim aykırı gelecekse külahınızı şimdiden tedarik

edin diye uyardım.. / … Ürgüp bu sene durgun.. İki yıl önce de bu zamanlarda gelmiştim.. Her yer turist kaynı

yordu.. Özellikle yerli turist yok gibi.. / Esnafa sorarsan yerli turistin olmaması pahalılıktan.. / Hükümet adamla

rının başına dikilen seyrek bıyıklı asabi bey böyle lafları duyunca daha da asabileşip “Külahıma anlatın..” diyor.

“Ekonomimiz iyi yolda..” diye bastırıyor.. Daha da inanmadın mı sana bir Mehmet Akif şiiri okuyor.. Külahsız

esnaf da itiraz ediyor.. / Yeni bir boyut / Ben Ampul Partisi’nin taşrada ilk kez böyle eleştirildiğine şahit oluyo

rum.. İlk kez homurdanma başlamış.. Buna mukabil muhalefetin başı “Altı Kazık Partisi” başka boyutta. ( … )

Huzur burada / Taşranın bir iyi tarafı da Ankara’nın , İstanbul’un birer numaralı gündem maddelerinin buralarda

para etmediğine tanık olmak.. / İstanbul insanı Fener-Galatasaray derbisiyle yatıp kalkıyor olabilir.. Burada çok

da önemli bir hadise değil.. Nitekim ak sakallı Hasip dayı ile onbeş yaşındaki başı bağlı kızı , tam derbinin baş

lamasına üç beş dakika kala bir koyunu ite-kaka gezdiriyorlardı.. Koyun da koyundu hani.. Kadro bulsa “tosun”

diye gezinir. O kadar şişman.. / … Bunu niye mi söyledim ? Hasip Dayı’nın koyunundaki heybeti tarif için.. /

Dayanamayıp “Koyunu nereye götürüyon ?” diye sordum. Dünyanın en normal şeyini açıklar gibi cevap verdi..

“Gezmeye çıkardık..” / Cannes’da , Monte Carlo’da yaşı geçkin rantiyeler köpek gezdirir hani.. Hasip Dayı da

koyun gezdiriyor.. / Maçı izlemeye giderken karşılaştığımız Veteriner Kazım Bey uyarmasa inanacaktım.. Dö

nüp baktım.. Hasip Dayı gözüne kestirdiği yeşillikleri koyununa yediriyor.. Gidişatından belli ki belediye parkı

da o koyunun mönüsü içinde.. / Yarın da taşrada derbiyi anlatırım size..” / Sh. 18: Ruşen Çakır : “AKP için kıya

met alametleri / Son günlerde üst üste yaşanan bazı gelişmeler AKP’nin , kapatma davasıyla içine girilen kriz

den çıkış için formül geliştiremediğinin , dolayısıyla iktidar partisi için geri sayımın başladığının işaretleri olarak

yorumlanabilir. Bunları sıralayacak olursak: 1) Hâlâ net bir strateji belirlenemedi (…) 2. Haşim Kılıç AKP’yi

ciddi olarak uyardı (…) 3. Vahit Erdem parti içi rahatsızlıkları dile getirdi (…) 4. Şener alenen yeni parti arayışı

na girdi (…) 5. Erdoğan durup dururken işçileri karşısına aldı (… / Başbakan’ın bu ısrarı gerekçelendirmek için

sarf ettiği “ayaklar baş olursa…” sözleriyse o kadar yoğun bir tepkiye yol açtı ki “Ananı al da git” cümlesinden

daha fazla etkili olacağını varsayabiliriz. Öyle ki her ama her konuda kayıtsız şartsız AKP’ye biat etmeleriyle

dikkat çeken bazı köşe yazarları bile Erdoğan’ı eleştirmek zorunda kaldılar. Sonuçta İstanbul Valisi Muammer

Güler, dünkü basın toplantısında AB yolunda iyice demokratikleştiği söylenen bir ülkenin değil kendi vatandaşı

na güvenmeyen , ondan korkan ve alenen ona gözdağı vermekten çekinmeyen otoriter bir rejimin hakim olduğu

bir ülkenin bürokratı gibiydi.” ( [email protected] )*// Mine Şenocaklı ( [email protected] ):

Gündem / “Abdüllatif Şener, ülkenin menfaati için herkesin fedakarlık yapması gerektiğini söylüyor : “İlk adımı

ben değil , öbürü atsın demeye başladığınız zaman , bu ülke adına hassasiyet taşımak olmaz. Kendi konumunla

ilgili hesaplar yapmak olur. Ortada bir olay var. Siz ülkenin önceliklerine mi öncelik tanıyacaksınız, yoksa ülke

ye zarar verse bile kendi önceliklerinize mi ? Bu bir tercih meselesidir!”/ AKP, 2002’de büyük bir başarı kazan

dı , 2007’de bunu daha da ileri götürdü. Halkta gelecek için iyi şeyler yapılacağına dair bir umut vardı. Pek çok

aydın ve liberal demokrat da AKP’ye destek verdi. Ama son dönemde onlar da gidişatı eleştirmeye başladılar.

Niye bu noktaya gelindi ? (Ben olayı şöyle görüyorum; bu ülkenin çözüm üretme yeteneğini artırmak lazım. Çö

züm üretme yeteneğinin artması demek , …) Marks da , “Toplumsal varlık toplumsal bilinci etkiler” diyor.Yani

oturduğunuz koltuk , makam sizi değiştirebilir demek istiyor. Başbakan Erdoğan için de böyle mi oldu acaba ?

( … ) “Türkiye önümüzdeki dönemde kritik dönemeçlerden geçecek” diyorsunuz. Açar mısınız ? (… ) Böyle

giderse ne olur ? (…) Başbakan Erdoğan da , “Ben yanlış yapmadım ki geri adım atayım” demişti … (…) Peki

ilk kime görev düşer ? ( … ) Nuray Mert , kutuplaşmayla ilgili olarak , “Vazo cumhurbaşkanlığı seçimlerinde

kırıldı. Gül’ün cumhurbaşkanlığı konusunda ısrar edilmeyecekti. Kutuplaşma iyice keskinleşti ” diyor. Sizin için

vazo ne zaman kırıldı ? Neden siyasete ara verdiniz ? (…)AKP, soğuk savaş dönemi üslubuyla siyaset yapıyor /

Ama bir şeylerin birikimi var galiba ? ( … ) Yarın: Erdoğan’ın yerini kim doldurur ? / Şener , … nasıl değerlen

diriyor ? // Sh. 19: Mehmet Tezkan / Aslında ne oldu ? “Tecavüzcü yazar dindar mı dinci mi ? / …” // Mustafa

Kutlu: “( … ) Alçaklık ! Vakit Gazetesi Yazarı Hüseyin Üzmez, …” // Gündem: “AKP’nin Kürt kozu ! ( … )”

Sh. 21: Süleyman Ateş ( www.suleyman-ates.com )* ([email protected] ): “Onların aralarında

adaletle hüküm ver ” / Soru: “Yüce Allah , kimsenin en ufak hakkını bir başkasında hiçbir şekilde bırakmayacak

tır ” diyoruz. O zaman neden bu dünyada mahkemeler kurup adaleti arıyoruz ? Nasıl olsa öbür tarafta hakkımızı

650

almayacak mıyız ? (H.K.B.)Cevap: Kardeşim o zaman sen bekle, öbür dünyada hakkını almaya razıysan kumaş

parçası gibi hareketsiz dur. Dünyada nizam , düzen arama; her şeyini Allah’a havale et. Allah’ın yasası uyarınca

çalışan kazanır, çalışmayan sefalet içinde kalır. Peygamber niçin mahkeme kurdu , hüküm verdi ? Kur’ân , “On

ların aralarında adaletle hüküm ver ” diyor. Demek onların uygulamasında hata var, siz düzeltirsiniz. Ne güzel

(!) Akif ’in şu dizelerini düşünmek yerinde olur :

“Çalış” dedikçe şeriat, çalışmadın durdun ,

Onun hesabına birçok hurafe uydurdun ,

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya ,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya ;

Bırak çalışmayı , emret oturduğun yerden ,

Yorulma , öyle ya , Mevla ecîr-i hâsın iken.

…………………

Demek ki: Her şeyin Allah. Yanaşman , ırgadın O,

Çoluk çocuk O’na ait; lalan , bacın , dadın O.

………………….

Ya sen nesin ? Mütevekkil. Yutulmaz artık bu ,

Biraz da saygı gerektir, ne saygısızlık bu !

Huda’yı kendine kul yaptı , kendi oldu Huda ,

Utanmadan da tevekkül diyor bu cür’ete… Ha ?

Hz. Peygamber’in kaç çocuğu vardı ? / Soru: Bir yazınızda Hz. Osman’ın ardı ardına Hz. Peygamberimiz’in iki

kızıyla evlendiğini yazmıştınız. Şimdiye kadar Peygamberimizin sadece bir kızı olduğunu biliyordum. Ancak

sizin yazınızdan üç kızı olduğu anlaşılıyor.Bu konuda beni bilgilendirir misiniz ?(Halit Emsiz) Cevap: Hz. Pey

gamber’in yedi çocuğu olmuştur.Bunların altısını ilk eşi Hz.Hatice, sonuncusunu da Mariye isimli Mısırlı cariye

doğurmuştur. Peygamberimizin Hz. Hatice’den Kasım , Abdullah adlı iki oğlu ve Zeynep, Rukayye, Ümmü Gul

süm ve Fatıma* adlı dört kızı olmuştur. Fatıma*dışındakiler kendisinden önce vefat etmiştir. Hz. Fatıma da baba

sının vefatından altı ay sonra ölmüştür. Hz. Osman , önce Peygamberimizin kızı Rukayye ile onun vefatı üzerine

de Ümmü Kulsüm ile evlenmiştir. Zeynep ise teyzesinin oğlu Ebu’l-Âs ile evliydi ama babasından önce vefat et

miştir. Mısırlı Cariye’den olan İbrahim ise 1 veya 1,5 yaşlarındayken vefat etmiştir.” // Rifat Sarıcaoğlu: “Sınav,

sınav, sınav … /Şu çocukların çektikleri yetmiyormuş gibi eğitim sistemimiz her gün yeni bir sınav sistemi üreti

yor. Nerede ise her 3-4 yılda bir ÖSS sistemi değiştiriliyor. İşin enteresan tarafı artık yeter diyen de çıkmıyor.

Sistem bundan besleniyor. Bu kafayla Türkiye’de dershanecilik* daha yıllarca ciddi bir sektör olarak devam ede

cek , bu yıl 2 milyar dolarlık büyüklüğü olan sektör birkaç yıl içinde 3 milyar doları zorlayacak. ÖSYM Başkanı

artık bu sistemle bir 10 yıl daha bir yere varamayız diye itiraf ediyor. Ama o da ne ? ÖSS için şimdi de İngiliz

sistemi* ortaya atılıyor. / Tabii ki işin temelinde arz-talep dengesizliği var. ( … ) YÖK’ün bu sınav sistemine ge

çişte nihai kararı vermeden önce dikkatle izlemesi gereken bir husus, 2005 yılından itibaren İngiltere hükümeti

tarafından 50 bin öğrenci üzerinde denenen ve denenmeye devam edilen sistem değişikliği : İngiliz öğrencilere

A-level’lar yerine Amerikan SAT sınavının uygulanması. Şu ana kadar elde edilen sonuçlar, SAT sınavının daha

doğru ölçümler çıkarttığını gösteriyor. ( … ) Umarız YÖK , nihai kararını vermeden önce İngiltere’deki bu geliş

meleri göz önünde bulundurur.” // Rasgele gündemlerden örnekseme şu iki gazeteden alıntı özetlemeler de gös

teriyor ki , işte buna benzer bir kısım medya-yayınlar arasıra bakış ufkumuza bazen aydınlık yollar da açıyor ni

tekim. (Bkz. Sabah G. 11 Mart 1991 / sh. 18: “Maziyi Bilmeyen Genç Bunalıyor ” / Çocuk Esirgeme Kurumu’

nun araştırmasına göre, “ 7 Neden” gençleri bunalıma itiyor. / 1. Kendine güven duymamak , 2. Ailedeki kültür

yetersizliği , 3. Millî duygulardan kaçmak , 4. Gelir dağılımı dengesizliği , 5. Demokrasilerdeki tartışma ortamı

nın sağlıklı yapıya kavuşturulmamış olması. (Sızlanmalarımız zaten açık gösteriyor bu konulardaki psiko-sosyal

yozlaşmaların nice olumsuz sonuçlarını. İnsan sağlığının nelerden etkilendiği ve nasıl korunması gerektiği hak

kında aziz hemşehrim Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu ve emsali saygın bilim adamlarımızın bazı TV programların

da canlı sohbet / tartışma ve konuşmalarını dinlemek ya da doğrudan kitaplarını okumak gerekiyor zira. HK*)

6. Maziyi / geçmiş kültür tarihimizi ve, 7. (İslam-) İnançlarını bilmemeleri , -birçok başka sebepler arasında*-

651

başta geliyor.”) Bu tespitler ışığında açıklanacak konular ve de söylenecek sözler o kadar çok ki ,nitekim medya

gündemlerindeki içerik karmaşanın ayrıntılarından anlaşılıyor. Buna örnek günlük gazeteler, her tür periyodik

görsel medya ya da yazılı basın dergi kitap broşür pek çok konuda CD, DVD yayınlarla başa çıkmak ne müm

kün ?! Bazılarından faydalanabiliyorsak ne âlâ! Son “1 Mayıs” bahânesi “68 Kuşağı” hakkında iki tartışma prog

ramını izleyenler kimbilir nasıl tepkiler hissettiler acaba ? Önce Show TV’de Ali Kırca’nın “Siyaset Meydanı”

ve ertesi gün Kanal Türk’te Hulki Cevizoğlu’nun “Ceviz Kabuğu” mukayese edilirse seneler sonra olayların na

sıl yansıtılmak istendiği ve 40 yıl öncesi siyasal geçmişimizdeki ideolojik kavganın nasıl değerlendirildiği içyü

züyle daha belirgin anlaşılıyor. İlk programda soru soran üniversiteli gençler karşısında “eski tüfek solcular (!)”

nasıl da sus-pus kaldılar ! Deniz Gezmiş’i simgeleştiren cenah hele bir de ağabeysi ve babasının sözlerine dikkat

gösterseler-ya ! Öteki programda Atila Sarp (eski Dev-Genç Bşk.) kendi özeleştirisini içtenlikle yaptı. Eski Ülkü

Ocakları Bşk.’nın Adana Kongresindeki ayrışmayı değerlendirici sözleri bilhassa çok dikkat çekici oldu. Çünkü

şahsen “Türk-İslam Sentezi” olarak geliştirilen Milliyetçi Ülkücülük kavramına muhteva kazandırmak yolunda

çalışmalara ve teşkilatlanmaya katılmış olmaktan mutluluk duymaktayım. Hayatımın en büyük parentezidir bu

konu ama ayrıntılarıyla açmadım Yaşamakça çalışmalar muhtevasında. Ancak sohbet tarzında samimi soruları

cevaplamak gerektiğini hissettiğim müstesna ortamlarda hayat muhassalamızın nüktelerinden bahsetmek görev

sayılır bizce. / Bir de son zamanlar sürekli “İmam-Hatip” karşıtlığı biçiminde “Köy Enstitüleri” gündemleştiril

mekte, ancak bu okullar sanki alternatif olarak değerlendirilmekte. Temelde doğruluk payı varsa da adeta bu iki

si “zihniyet” temsilcisi sayılmakta sağ ve sol ideolojiler bakımından. Ne derece doğrulanabilir bilmiyorum ama

şunun altını iyice çizmek gerekir : İmam-Hatipler’in sayıca bu kadar çoğalması ve hızla yaygınlaşması aslında

üniversite kapısına öğrenci yığınlamaktan başka amaç taşımayan “düz lise” karşısında mukaddesat değerlerine

bağlı nesiller yetiştirmek kaygısından kaynaklanmıştır. Yoksa toplam 20 Köy Enstitülerine alternatif olsun diye

600’den fazla İmam-Hatip Liseleri’nin hızla çoğalması ve değişik meslek alanlarına yaygınlaşması başka nasıl

açıklanabilir ? // Allah şahidim , manidar olsun diye hemen niyet-i tefekkürüm meşk-i iştiyak “keşf-i ilham ve

meram-ı istirşâd” duâ ve niyazımla tefe’ülen açtım ve şu sözlerle karşılaştım: (Bkz.Gerçek Mürşid Hazret-i Al

lah’tır / sh. 342: “Bu Allah’ın fazl-ü ikrâmıdır , kime dilerse ona verir (Sure-i Cuma , 62*4.)” Bu tecelliyât-ı İla

hî işidir, lâf işi değil ! Allah-u Teâlâ Âyet-i kerime’sinde: (Tevbe, 9*119. “Sâdıklarla beraber olunuz.”) buyuru

yor. / Mürşid-i hakiki Hazret-i Allah’tır. Bunlar Hazret-i Allah’ın talebesi olduğu için Hazret-i Allah’ı bunlar bi

lir ve görür, o esrârı ancak onlar çözer ve çözdürmeye çalışır. Onlar Hazret-i Allah’a ulaştırır, başkasına şâmil

değil. / Ayet-i kerime’de: (Bakara , 2*282. “Allah’tan korkar, takvâ sahibi olursanız, mualliminiz Allah olur.”)

buyuruluyor. / Bunlar Hazret-i Allah’ın tayin ettiği Mürşid-i kâmil’lerdir. Ezelde nasibdar olanlara nasibini ve

rirler. / Nasıl verirler ? (“Mümin kulun kalbi , Rahman olan Allah’ın arşıdır.”) buyuruyor Resulullah –sallallahü

aleyhi ve selem- Efendimiz. / O, Allah-u Teâlâ’nın manevî arşı olduğu için , manevî arşa ne tevdi etmişse nasib

dar olanlara nasibini verir.Diğerleri ise bu kuvvete haiz değildir./ Nasıl ki tasavvufta … olmadan … olmuyorsa ,

“fenâ-firrasûl” olmadan “fenâ-fillah” olmuyorsa , “fenâ-fillah” olmadan da “Vahdet-i Vücud” (şuhûd)’a geçilmi

yor. Fenâ-fillah’ta hiç olur, hiç olduğunu bilir. / Burada insan asliyeti olan âyân-ı sâbitesini görür. Bu bir zerre

dir. Bir atomdur. Bu zerrenin ne hükmü var ? Hiç. / Var olan da , var eden de Hazret-i Allah’tır. Vahdet-i vücud

bundan sonra başlar. Bu hiçlikten sonra Allah-ü Teâlâ dilerse kendi varlığından onu kendi dilediği kadar haber

dar eder. / Bu da ancak Allah-u Teâlâ’dan başka bir mevcud (Dikkat ! Var edilmiş değil de “Var / Olan”anlamın

da. / HK*) olmadığını gören ve bilenin işidir. / Bir Hadis-i kudsi’de şöyle buyuruluyor : (“Sonra ben yüzümle

onlara yönelirim. Yüzümle yöneldiğim bir kimseye neyi vermek istediğimi , herhangi bir kimsenin bileceğini mi

sanırsınız ?”) Allah-u Teâlâ devamla şöyle buyurdu: (“Onlara ilk vereceğim şey, nuru kalblerine akıtmaktır. İşte

o zaman ben onlardan haber verdiğim gibi , onlar da benden haber verirler.”) / (62*4. “Zâlike fazlullâhi yü’tîhi

men yeşâü …”) Buradan da anlaşılıyor ki tasavvufun en son basamağı Vahdet-i Vücud’un ilk basamağı dır.

İlk merhale bu olduğuna göre daha birçok tecelliyat-lar ve merhaleler mevcuttur. Bu merhalelerin her birinin

Ayet-i kerimesi mevcuttur. Bu Ayet-i kerimelerle anlaşılır ve bilinir.”)

(Bkz. Türkiye Gazetesi Takvimi / 10 Şubat 1996 “21 Ramezan 1416 ”: (“İlim bir hazinedir. Anahtarı ise sorup

öğrenmektir.” Hadis-i şerif / Sohbet … Kur’ân Tercümesi / Diyânet İşleri Başkanlığı tarafından hazırlanan tercü

menin önsözünde diyor ki: “Kur’ân-ı kerîm , Türkçeye değil , hiçbir dile hakkıyle çevrilemez. “Kur’an-ı kerim’

de muhtelif mânâlara gelen lafızlar vardır. Böyle bir lafzı tercüme etmek , çeşitli manalarını bire indir (-ge)mek

652

olur ki , verilen tek mânânın murâd-ı İlâhi* olduğu bilinemez.” / Kur’ân-ı kerîm , hiçbir dile, hatta Arapçaya

bile tercüme edilemez. Herhangi bir şiirin bile, tam tercümesine imkân yoktur. Ancak izah edilebilir. Kur’an-ı

kerim’in manası , tercümeden anlaşılmaz. Bir âyetin manasını anlamak demek , Allahü Teâlâ’nın bu âyetten ne

demek istediğini anlamak demektir. Bu âyetin herhangi bir tercümesini okuyan kimse, murad-ı ilâhi’yi öğrene

mez.Tercüme edenin ,bilgi derecesine göre anlamış olduğunu öğrenir. / Kur’ân-ı kerîmi ancak , Resûlullah Efen

dimiz anlamış, hadis-i şeriflerle açıklamıştır. Bu hadis-i şerifleri de, ancak , Eshâb-ı kiram ve müctehid imamlar

anlayabilmiş, müslümanlar da bu âlimlerin anladıklarına tâbi olmuşlardır. Şu halde; Kur’ân-dan ve Hadis’den

ve bunların tercümelerinden din öğrenmek mümkün olmaz. Her müslüman , dinini Ehl-i sünnet âlimleri’nin

kitaplarından hazırlanan ilmihâl-ler’den öğrenmelidir.*)

Bu uzun iktibasların en başındaki yazının sonunu tam anlamak ve doğru algılamak için yine en başına dönmek

ve baştan sona yeniden düşünmek istiyorum. (Bkz. Zaman G. / Gül Saati … / Ali Çolak :) “Erenlerin Bağından’

ın o ilk parçasını , (“Yıllar yârlardan , yârlar yıllardan vefâsız …”) cümlesiyle başlayan mensur şiir’i her defa

sında vecd içinde okumuşumdur. Bambaşka bir Yakup Kadri’dir orada konuşan , onun kişiliğinin örtük bir yanı

dır. Bunca karamsarlığa prim vermek istemesem de o metni okuyup biraz uzunca sürecek tefekkür dakikalarının

içinde bulmuşumdur kendimi.” (“Bize aşk için kadın , vecd için bâde lâzım mıydı ? Biz ki Elest bezmi’nde sev

mişler, Elest bezminde mest olmuşlarız. Bu zevâhir âlemindeki her fiilimiz, o ulvî sarhoşluğu bozmadan başka

bir şeye yaramadı. Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var ; tatsız bir sar

hoşluk içindeyiz.”)

Ve devam ediyor her birimizin kaderi kadarcık hayatı da aynen yazıdaki iç sorgulamanın tıpkısı sızlanışlarla :

“Erenlerin Bağından*, beni yine her seferinde olduğu gibi hüzünle mutluluk , pişmanlıkla umut gel-git’leri ara

sında bırakıp raflardaki yerini alıyor. Sırayı başka yaşam öykülerine, başka dünyalıların gündökümlerine bırakı

yor. / Ben de yazsam diyorum bu günleri , benim de yaşadığıma dair kayıtlarım olsa … Belki bir 30 (veya şu

kadar) yıl sonra bugüne dönüp baktığımda daha kolay olur “olup biteni” değerlendirmek. Ama nerede bende o

cesaret. Günleri kayda geçirmek hünerini bulamıyorum kendimde. Ataç* öyle diyor Günlerin Getirdiği’nde :

(“Benden de bir şey kalsın istiyorum. Bir umut …”) Ataç’ınkileri ,Salah Birsel’i , İlhan Berk’i , Andre Maurois’

nın yazdıklarını ,Stefan Zweig’i karıştırıyorum gün gün. Kendimi bir türlü razı edemiyorum günlerin dökümünü

çıkarmaya. Maurois, (“Biz göçtükten sonraki sermaye kalıntısı !”) diyor yazdıklarına. Anlaşılan , benden bir ser

maye kalmayacak geriye. / Yılları düşünmekten vazgeçiyorum. Günlükleri de bırakıyorum bir yana. Hermann

Hesse* davet ediyor çünkü. Fülütlerin Düşü … (“ Geriye dönüş diye bir şey yoktur. Dünyayı tanımak istiyorsan

hep ileri gideceksin …”) Nükte-i hayat tam Yaşamakça anlayışta an be-an , Sultan-ül’ulemâ Bahâddin Veled (*)

dilince: “lâ-mekân’dan lâ-mekân’a …” göçmek , gönlün niyetince “hicret” yani isteğine yönelmek ,gerçek kesin

bilgi ve mahşer eşiği mevt-i fenâ dünya-hayat’tan geçip beka billâh ve yani “likaullah” huzur-u Hakk’a gitmek

değil mi , işte ebedi hayat tam manevi sermediyet ,tek gerçek boyutta Allah’a müncer ruh hakikatinin ölümsüz

yol sezgisinden ibaret tarz-ı müfekkiremiz zamirindeki içerik gizem mi zihinsel lügat-ı lügaz zaten yorumsuz ?

Bunun hemen yanıbaşında “Not Defteri / Zayıf akıl” yazısına şöyle başlıyor (kadim dostum)Beşir Ayvaz-oğlu:

“Prof.Dr. Mehmet Aydın , İslâm’ı akıl merkezli bir din olarak görür; ama her şeyin akılla izah edilebileceğini

iddia edenlerden de değildir. İslâm’ın başta felsef î , kelamî ve tasavvuf î olmak üzere, çeşitli bakış açılarından

yorumlanabileceğini , dolayısıyla , hiç kimsenin farklı bir açıdan baktığı için İslâm’ın dışına çıkmakla suçlana

mayacağını söyler. Bütün bakış açıları tartışılabilir, tartışılmalıdır da. Tartışmalar, düşünce hayatına zenginlik

getirir. Aslında İslâm tarihinde, onüçüncü yüzyıla kadar, bugünkü düşünce hayatımızla kıyaslanamayacak kadar

cesurca tartışmalar yapılmıştı; kimse birbirini küfürle suçlamazdı.Kavgayla ve tarafların birbirini dinden çıkmak

la suçladıkları tartışmalar esasında , bugün olduğu gibi , dün de dinin özüyle ilgili olmaktan çok siyasî veya eko

nomik sebeplere bağlıydı. / Mehmet Aydın , bu düşüncelerini … “Din , Felsefe, Laiklik” alt başlıklı “İçe Kritik

Bakış” adlı eserinde dile getiriyor. ( … ) Mehmet Aydın’a göre, Avrupa’da felsefe farklı bir yol takip etti: … /

Şaşırtıcı olan , bu gelişmede en önemli etkenin Farabî –İbni Sina* geleneği olmasıdır. Dinî hakikatle felsefî ha

kikati özdeş sayan bu gelenek , faal akılla vahiy meleğini bir sayıyor ve ilk sebebi salt akıl olarak görüyordu. /…

İslâm düşünce tarihinde Farabi-İbni Sina geleneğinin belli bir tarihten sonra kendine akacak bir kanal bulamama

653

sı ve tasavvuf geleneğinde aklın adamakıllı küçümsenmesi ,bizi zayıf akılla yetinmek zorunda bırakmış ve zayıf

akıl , yani tahlilî tenkidî ve terkibî felsefenin yokluğu , yeni yollar aramak ve yeni yorumlar denemekten çok ,

mevcutla yetinip bilinen yolda ısrarla ilerleme sonucunu doğurmuştur. Nass’lara tek ve mutlak bir anlam yüklen

mesi ve (“Mevrid-i nass’da ictihâda mesağ var mıdır ? ”) sorusuna peşinen (“Yoktur !”) cevabının verilmesi ,

Müslümanların zaman içinde karşılaştıkları son derece ciddî problemleri çözümsüz hâle getirmiştir. / …” İşte

tam bu noktada istemeyerek es geçtiğim ve kasrettiğim bir uzunca paragraf var ki aslında mutlaka okunması ve

üzerinde durulması gerekirdi. Önemi şu ki ,“En kötüsü , konuşanların çoğu bilmiyor, bilenlerin çoğu konuşmu

yor. / Dinî düşüncenin bu cenderede gelişip serpilmesi mümkün değil. Ve zayıf akıl , fırsattan istifade, hükmünü

istediği gibi yürütüyor.” // Nitekim bu yazıda sözkonusu eserden örnek kısa bir alıntı bölümünün de şöyle başlık

lanmış olması çok anlamlı göründü bana: “Altı çizili satırlar / Düşünmüyoruz !” yine de.

Yine de anlaşılan ne kadarcık peki “iç dil” lügatınca anlaşılmayan nedir yaz zayıf aklınca bütün bunlara rağmen.

(Bkz. İslâm Düşüncesinde Yeni Arayışlar-1 / sh. 274 -281: “… konuşmacımız sayın Ali Bardakoğlu. Sözü ona

bırakıyorum. //Ali Bardakoğlu: Panelde yer alan “İslam düşüncesinde yeni arayışlar ” başlığı ilk planda burada

bazı somut çözüm önerilerinin gündeme geleceği intibaını vermekte ise de, ben şahsen çözümü çözümsüzlükte

gören birisiyim. Bu itibarla söyleyeceklerimin çözüm önerisinde değil de çözümün nasıl bulunacağı ve çözüm

arayışında usul noktasında katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. / İslam düşüncesinin tartışıldığı bir platformda

niçin fıkıh ilim dalının problemlerinin ve çözüm yollarının ele alındığı merak edilebilir. Ancak fıkhın düşünme

ve kavrama ile başladığını burada hatırlamak yeterli olur. Peki , İslâm hukukunda problem var mı ? Fıkıh kitap

larını okuduğumuzda … / İslam hukuku deyince ne anlamalıyız ? Birinci nokta bu. Aynı soruyu diğer disiplin

ler için de sorabiliriz. ( … ) Zaten İslam hukukunun anlaşılmasında çağımızın müslüman aydınları arasında da

ciddi problemler vardır. ( … ) … fıkıh , bilgiyi ve hayatı tabiîleştiren bir yol ve süreç olarak da tanıtılabilir.

Bu arada klasik adlandırma olan fıkhın İslam hukuku tabirinden daha anlamlı olduğunu da belirtmek gerekir.

Anlama ve kavrama anlamına gelen fıkıh ,bilgiyi gökten yere indirmenin ,kutsal ve erişilmez olmaktan çıkarma ,

yani Allah’ın kelâmı ve iradesi , Peygamber’in dokunulmazlık alanı olmaktan çıkarma ve tabiî sürecine sokma

işinin adıdır. / Aynı yaklaşımın bir devamı olarak , İslam düşüncesi ile de Kur’an ve sünnette şekillendirilen bir

düşünce değil de, müslümanların Kur’an ve sünneti de göz önünde bulundurarak ve önemseyerek ürettiği fikir

ler ve sahip olduğu tefekkür zenginliği kasdedilir. Fıkhî düşüncede de, İslâm düşüncesinde de merkezde,Kur’an

ve sünnet değil insan vardır. (Pof.Aydın ,“akl”-ı merkez sayarken; Prof.Bayraklı ,“kitab” ve Prof. Bardakoğlu

da “insan” olarak belirtiyor. / HK*) Birey, müslüman olması hasebiyle yapıp ettiklerini , yaşayış ve düşüncesini

Kur’an ve Sünnet’le test etme ihtiyacı hisseder. Daha doğrusu insanın Müslüman olması* düşüncesine ve haya

tına ayrı bir renk verir. Bireysel açıdan bu renk ve ton farkı fazla bir anlam taşımayabilirse de toplandığında din

ler arası veya din içi medeniyet ve kültür farklılıklarını oluşturur. Ancak bu ton farklılıkları ön plana çıkarılır ,

onun arkasında yatan geniş bir mutabakat zemini gözardı edilirse müslümanın hayat bilgisi ve geleneği anla

mındaki fıkıh da , müslümanın tabiî tefekkür ürünleri olan İslâm düşüncesi de dinî ve dokunulmaz bir ortama

mahkum edilir, gelişimine imkân verilmez. O zaman da problemleri çözücü birer ilmî disiplin olma özelliğini

yitirip kendisi başlıbaşına bir problem haline gelebilir. (Dikkat! Alıntıyı kısaltmak için noktalarla geçiverdiğim

parentez arası izahat da bunu vurgulamakta: “Biz İslam hukuku deyince İslâm’ın hukukunu ,Kur’an ve sünnette

yer alan dinî hükümleri değil , müslüman toplumlarda Kur’an ve Sünnet ışığında gelişen ve şekillenen geleneği ,

bilgi ve tecrübe birikimini , bireysel ve toplumsal yaşayış biçimini , daha doğrusu Müslüman toplumların huku

kunu anlamalıyız. Böyle yapmaz da İslam hukuku tabirine İslâm’ın ahkâmı , Kur’an-ın hukuku gibi manalar

yüklersek İslam hukuku kendisi problem haline gelir.” ) Fıkıh bilgisi bize hayatı tabiî bir şekilde anlama ve ka

bullenme imkânını verir. Hayatın gereklerini , sosyal ve kültürel şartları , bilgi ve tecrübe birikimini bütün farklı

lıklarıyla birlikte birer vâkıa olarak kabul etmeyi ve bunlara Kur’an ve Sünnet’in ışığında anlam kazandırmayı

öğretir ; akılla geleneğin ,dinle hayatın uzlaşmasını sağlar. Bu anlayış aynı zamanda hayatın tabiî akışı içinde

Tanrı’nın emrine, toplumun örfüne ve geleneğine uygun yaşamayı öğretir. Müslümanın her zaman için Kur’ân-

ın ilke ve hükümlerine, Hz. Peygamber’in örnek hayat tarzına ve öğütlerine uygun davranmak isteyeceği , bunu

her zaman başaramasa bile böyle bir arzu ve özlem içinde olacağı açıktır. Kur’an ve Sünnet’in insanlığın sağdu

yuya ve akl-ı selîme dayanan ana çizgisini teyit ettiği ve ona bu yönde hatırlatmada bulunduğu düşünülürse, din

le hayat arasında bir çelişkiden ve zorlamadan değil belki parelellikten ve tabiî bir uyumdan söz edilebilir. An

654

cak böyle bir tabii oluşum ve birliktelik , akl-ı selimin ve toplumsal sağduyunun korunmasıyla fıkhın da yukarı

da işaret ettiğimiz tabiî sürece çekilmesiyle, dinin şu veya bu yorumunun veya bir döneme ait geleneğin din adı

na Müslüman toplumlara empoze edilmemesiyle mümkün olabilir. / Biraz önce söylenenlere ilave olarak belirt

mek gerekirse, hukuk’ta biçimsellik , kural koyma ve emretme, hatta tahakküm ön planda iken fıkıh’ta anlama ,

şekil ve içeriği , biçim ve özü birlikte bir bütün olarak kavrama ve hayata geçirme önem taşır. Onun için de ben

şahsen İslâm toplumunun yaşayış biçimini ve onun arkasındaki dünya görüşünü , İslam hukuku tabirinden çok ,

fıkıh tabirinin daha iyi ifade ettiği kanaatindeyim. / Günümüz problemlerine gelince, öncelikli olarak müslüman

ların , Kur’an-ı , Peygamber’in sünnetini , İslâm bilginlerinin düşünce tarzlarını nasıl anladıkları ve etrafında

olup-bitenlerle Kur’an arasında nasıl bir uyum gördükleri çok önemlidir. Biz buna meşruiyet sorunu diyebiliriz.

Son zamanlarda birçok düşünür ve aydın çeşitli açılardan bu mesele üzerinde durmaktadırlar. Konu çok taze ol

duğu için ben de bu konuda bazı mülahazalarımı arzetmek isterim. Meşruiyetin iki temel değerlendirme yönü

vardır. Birincisi , teorik ve bilimsel boyutu , ikincisi pratik ve maddi boyut. / Müslüman haliyle her hangi bir de

ğer hükmünü , karşılaştığı bir hadiseyi Kur’ân-a , sünnete ve İslam geleneğine bağlamak ister. Onlardaki ilke ve

belirlemelerle uyum içinde olmasını ister. Bu değer yargılarına ve ulaşacağı sonuca göre de meşruiyet çizgisini

belirler. Ancak burada meşruiyeti belirleyen Kur’an ve sünnetin veya İslam geleneğinin kendisi değildir.Burada

uyumu , uzlaşmayı veya uygunsuzluğu gören ve belirleyen ferdin kendisidir. Kur’an* konuşan bir kitap değildir.

(Kitap bizzat okuyup ya da başkasından naklen dinleyerek kavrayışınca mesajı algılayanlara konuşur ancak ! *)

HAK BEYAN

1.

Elhak “Allah’ın adıyla”

Hak deyince yer-gök titrer !

Her kulun hakkı kayrılsa ,

Hakk-ı tam mizân-ı mahşer !

2.

Gönlüm ürperir huşûyla

Bu şiir ruhu titretir !

Ölüm dillenir korkuyla ,

Hû-zikir coşku getirir !

3.

Yönelir nicesi Dost’a

Her kim olsa bilmez değil !

Her dil O’na müştak oysa ,

İçten duyarak sezilir !

4.

Gidilir nice üslûpta

Akılca ruha inilir !

Girilir Kur’an yoluna ,

İmanca nura erilir !

5.

Yol “yakîn” seyr-i sülûkca

Nice makam seyredilir !

Perdelenir Zat sıfatca ,

Zaman-mekân tayyedilir !

6.

Geçilir sınır (İsrâ)’da*

(Sidre-i müntehâ*)denir !

Gerilir yay (ev-ednâ)’da*

Gökler (Mi’râc*)’la delinir !

7.

655

Elverir hasret vuslatta

Nur zulûmatta belirir !

Birleşir huzûrullah’ta ,

Dünya-ukbâ eşitlenir !

8.

Seçilir gece gündüzce

“Her şey zıddıyla bilinir !”

Sevilir Gül* gönlümüzce,

Hak beyan tam şâhitlenir !

Kişi bir yanlış yaptığında veya Kur’ân-a aykırı düştüğünde, Kur’an “yanlış yaptın ,bana aykırı düştün” diye bir

uyarıda bulunmaz. Kur’an-ı Kerîm’de bir takım belirlemeler, ilkeler ve gözetilen gayeler vardır. Bunlarla yaşa

dığı hayatın ve karşılaştığı olayın bağlantısını kuracak olan yine kişinin kendisidir.Yani Kur’an ve Sünnet metni

ni anlayacak , güncelleştirecek , aradaki bağları kuracak , neticede de uyumu veya aykırılığı görecek olan birey

dir. Her insanın Kur’an-la ,sünnetle bağlantı kurma girişimi mutlaka farklıdır.Yani meşruiyetin zihinsel boyutu ,

müslümanın bilgisine, birikimine, hayat anlayışına , olayı algılama biçimine, iç dünyasına meselâ sevincine, nef

retine, dış dünyadan gelen etkilere ve toplumsal şartlara göre değişebilir.Böyle olduğu için de herhangi bir fikrin

Kur’an ve sünnete uygun veya aykırı olduğunu ileri süren ve bu düşüncesini teorik bir çerçeveye oturtan kimse

farklı , hatta zıt görüşlerin de ileri sürülebileceğini kabul etmiş olur. Bu konudaki inkâr ve karşı çıkış, bir görüşü

savunma stratejisi olarak anlaşılmalıdır. Ancak teorik ve zihnî düzlemdeki bu değişkenliğin bir ortak paydası da

vardır, bunu kabul ediyorum. (Not: Demekki işbu yaşamakça çalışmanın nüktesi de bu “ortak payda” anlayışına

uygun noktada düğümlendiği için hiçbir kişi ve cemaati incitmek istemediğimden netame ayrıntı ve değerlendir

melerden kaçınmaya dikkat gösterip benlik gizemini irdelemekten ibaret tamamen şiirimsi düşünce biçimini

yeğlemek ve “tarz-ı kadim” meşkiyle geçmişin değerlerini şimdikilerle bütünleyici bir yol izlemekle yetindim.*)

Ancak ortak paydalar, üzerinde fazla durulmayan tartışmasız konulardır. Problemler ortak paydalarda değil ,

onun dışında kalan farklılıklarda ortaya çıkmaktadır. İslam toplumunun ilk yüzyılındaki çekişme ve farklılaşım

“icmâ” adıyla bu ortak paydayı genişletme ve biraz da koruma altına alma projesine hız kazandırmış ise de başa

rılı olamamıştır. / Meşruiyetin bir de pratik ve maddî boyutu vardır. O da katlanmadır. Başkalarının da farklı dü

şünebileceğini , farklı sonuçlara varabileceğini önceden kabul etmek ve bunların arasında doğru’nun hangisinin

olduğu konusundaki belirsizliğin –kendisi açısından bir belirsizlik bulunmasa bile- kaçınılmaz olduğunu kabul

lenmektir. Bunun İslâmdaki içtihad* anlayışı ile çok yakından ilgisi vardır. Çoktan seçmeli testlerle yetişmiş ve

cevaplar arasından tek doğruyu bulmaya (alışmış yahut daha doğrusu bu yönteme alıştırılmış / şartlandırılmış!*)

çalışmış insanlar sosyal bilimlerin her alanında , (evet; çağımızda artık korkunç boyutlarda bilimsel teknolojik

kavramsal ayrıntılarıyla hızlı gelişmeler yaşanırken sanal ortam “internet” deryası da açık gösteriyor ki ,“ bilgi

kirliliği ” denilen zihinsel karmaşaya ve ruhsal karamsarlığa yol açan nedenler, sosyal olayların içyüzünü doğru

değerlendirmeyi bilim disiplinleri içinden bakışlara rağmen demagojik kuramlar ve farklı anlayışlar bakımından

gayet zorlaştırmakta ! / HK*) bu arada fıkhî meselelerde de tek doğrunun olması noktasında ısrar eder, tabir ye

rinde ise tek bir değeri , tek bir doğruyu yakalamanın krizine girer. (Nitekim TV kanallarında “canlı tartışma”

programlarına dikkat gösterin ,niye karşıt düşüncelerin bir “ortak payda” aramak için yine kendi görüşünü üstün

tutmayı ısrarla savunarak karşısındakine tek doğru olarak kabul ettirmek istemesine sebep de hep bu ruh halini

deşifre eden gerekçe “epistemolojik kriz” değil mi?) Halbuki doğrunun tek olması her zaman kaçınılmaz değil

dir. Konu Hz. Nuh’un yaşı ise veya bir kitap veya görüşün bir müellife nisbet edilmesi ise tek doğrudan söz edi

lebilir. Ancak konu günümüzdeki bir problemin çözümü ise bunun birden fazla sonucunun olabileceğini baştan

kabul etmek zorundayız. Peki neye göre hangi doğru daha uygundur veya çözümü daha uygundur. Fakihler’in

tercihleri doğru mücadelesi değil , en uygun anlamlı ve yararlı doğruyu bulma (“pragmatik çözüm” mü doğru?)

mücadelesidir, en iyi çözümü üretme mücadelesidir. Bunun için de onlar görüşlerini takdim ederken veya başka

ları onların görüşlerini tercih ederken daha uygun , daha yararlı , daha doğru gibi anlamlara gelen tabirler kul

lanmış ve bunu da amelî (pratik) değer düzleminde söylemişlerdir. Böyle olunca fıkıh alanında zihinsel meşrû’

iyetten ve doğru’dan pratik olana inmek zorundayız. Bunun için de fakihler ve hukuk ekolleri her ne kadar

kendi tercihlerinin teorik mücadelesinde amansız davransalar da pratikte, diğerlerinin de Kur’an ve sünnete bağ

656

lılık kaygısı içinde en uygun ve iyi çözümleri üretmeye çalıştığını kabul etmek zorunda kalmış ve öyle davran

mışlardır./ Bir görüşü çoğunluğun veya azınlığın benimsemesi pratik değerdir; zihnî değer, teorik değer taşımaz.

Böyle olunca da günümüz toplumunda çok sesliliğe, farklı yorumlara haliyle hoşgörü ile bakmak , bunlar arasın

dan pratik çözümleri benimsemek veya onlara katlanmak durumundayız. Bu ikilem bir çatışma değildir.

Bunu İbn Hazm örneğinde şöyle açıklayabiliriz: Meselâ İbn Hazm’a göre, bir meselede İslâm bilginleri yüzde

doksansekiz yanlış düşünüyor olabilir. Çoğunluğun görüşü kendi söylediklerine göre tutarsızdır. Ancak İbn-i

Hazm* kendi bireysel hayatında kendi doğrularını uygulasa bile günlük hayatta toplumun genel kabul görmüş

norm’larına uymak gibi bir zorunlulukla karşı-karşıyadır. Kendi düşünceleri ve tercihleri toplumda belli bir ta

raftar kitlesince benimseninceye ve toplumsal kabule ulaşıncaya , yani pratik bir değer taşıyıncaya kadar sürecek

tir.Aksi takdirde fıkıh’ta kendimizi bir tek doğruya , bir tek çözüme kilitlemek gibi fevkalade yanlış bir mecraya

sürüklemiş oluruz. / Bu itibarla bırakınız insanlar farklı şekillerde düşünsünler, farklı çözümler üretsinler. (zihin

sel liberalizm*) Siz dini kollamak ve korumak gibi bir görevle kendinizi yükümlü hissetmeyin. Allah Teâlâ* bu

dinin sahibidir. İslâm ümmeti iyiyi-kötüyü , doğruyu-yanlışı , sahih-i , gayr-i sahih’i birbirinden ayıracak , “su”

mecrâsında akacaktır. / Fıkh’ın , bilgiyi tabiî’leştirme süreci olduğu , bilgiyi kutsallaştırma ve ona değişmezlik

kazandırma gibi bir gaye ve işleve sahip bulunmadığı doğrudur.Ancak İslâm toplumunun geleneği ve onu temsil

eden fıkıh bilgisi önemli bir özellik taşır. O da , müslümanların daima Kur’an-la Tanrı’yla , sünnetle bağlılık

kaygısı taşıması , tabiî bilgi’nin de bu zeminde oluşmasıdır. Bu bağlılık kaygısı içinde üretilen bilgilere dinî ter

minolojide içtihad denir. Bu bağlılık kaygısı olduğu sürece görüşlerden birinin diğerine değer değil ancak amelî

yarar yönüyle üstünlüğü olabilir.Farklı ictihadlar arasında tercih’te bulunmanın kişisel planda ölçüsü genelde

kişiseldir ve o şahsı bağlar; bu alanda bir ölçü getirmeye çalışmak da genelde anlamsızdır. Toplumsal alanda ise

tercih’in tek bir ölçüsü olur, o da toplumsal yarara , insanların şart ve ihtiyaçlarına daha uygun olmalıdır.Böy

le olunca yapılan tercihler, görüş sahiplerinin dindarlık sıralaması değil , görüşlerin amelî değer sıralaması ni

teliğindedir. Çünkü bir insanın diğer insandan daha fazla dindar olma hakkını kabul etmek mümkün değildir.

Hiç kimse diğerine karşı daha fazla dindar olma ve daha fazla bu kaygıyı taşıma hakkına sahip sayılamaz. Sayıla

bilir derseniz o zaman dinî bilgiyi , dinî bilgiyi üretme sürecini iyice kutsal bir mecrâda , dogmatik ve dokunul

maz bir mecrâda / çizgide üretiyorsunuz ve takdim ediyorsunuz demektir. Bu anlayışın İslamî öğreti’de yeri yok

tur.(Sanki siyasal İslam anlayışı da bunu uygulamış ve iktidar kadrosu kriterince din devletine tek başkan seçimi

ibret Emevî siyaset tarihin her döneminde dindar-sulta ve sultan yönetiminin baskısıyla istenen sonuçları gerçek

leştirmiştir./ HK*)Başlangıçta fıkhî problemlerin çözümü diyerek söze başladık ama belirgin bir çözüm üreteme

dik. Aslında en güzel çözüm çözümsüzlüktür. Bu çözüme ulaşmadaki aczin sığınağı veya çekimserliğin kaçışı

değil belki bu sürecin tabiî sonucudur. Bırakın toplum kendi çözümünü kendi üretsin. (Toplumun akıl hocası ve

önderler kim olursa olsun mu yani ?! İşte sonuç “cemaat-tarikat” toplumsal yaşamı içten nasıl etkileyip bağnaz

ca değiştiriyor ve halkımız din adına aldatılıyor düpedüz! Zira asıl doğru savunulmazsa sahte-yalan revaç bulur;

tarihler boyunca dünyanın her yanı yalan ve zulmün acılarına katlanmanın örnekleriyle dolu tıpkı çağımız gibi!)

Biz de kendi aklımızla , insiyatifimizle, dinden anladıklarımızla bu topluma katkıda bulunalım.İnsanlara yol gös

terelim , öğüt verelim , toplumun daha ileriye gitmesine yardımcı olalım , ümit verelim. (misyonumuz bu çerçe

vede derinleşmek , gerçekleri dillendirmek!*) İnsanların aklına , seçme kabiliyetine güvenelim. Eğer bize göre

güzel değil çirkin , doğru değil yanlış bir seçim yaparlarsa katlanalım. (çirkin ve yanlış tercih hakkında yahut da

türlü haksızlıklar karşısında suskun kalmak mı “sabır-” katlanmak ? / HK*) Bu katlanmamız birgün gelir bizi

görüşlerimizin , önerilerimizin , tercihlerimizin alternatif bir çözüm önerisi olarak gündeme gelmesine zemin

hazırlar. Biz sağlam olursak , biz kendi ürettiklerimizi tepkiyle değil hoşgörüyle tartışabilir ve en yararlıyı bul

maya çalışırsak , kendi içerimizde tutarlılığımızı koruyabilirsek (gerçek görev adına en güzel çözüm!*) bu süreç

hızlanır. Hatta bu sürecin hızlanması ve görüşlerimizin genel kabul görmesi bile –şâyet kendimize güvenimiz

tam da sağlama yapmaya ihtiyaç duymuyorsak- fazla önemli değildir. Ama prensip sahibi olma , ayakları yere

sağlam basma ve kendi içerisinde tutarlılığı koruma önemlidir. Böyle olunca çözümsüzlük tabiî ve sevimli bir

sonuçtur.” / Not: Bu konuşmayı baştan sona gayet tutarlı gördüğümden özetlemek yerine tamamını alıntılamayı

ve okuyucunun bu “çözümsüzlük” esprisini iyi kavrayıp doğru değerlendirmesine katkı sağlamayı yeğledim!*)

Zaman içinden farklı alıntılara devam: Not Defteri’nin “Güldeste” köşesinden Beşir Ayvazoğlu yol gösteriyor

bize şöyle sesleniyor Yunus Emre: (“Adımız miskindir bizim düşmanımız kindir bizim // Biz kimseye kin tut

657

mayız kamu âlem birdir bize !”) Eyvallah !

Hemen bir sonraki sayfada “Denizaşırı Notlar / Retorik krizi” derken güncel bir olayı felsefe boyutunda irdele

yen üslûbuna açıktan yargılamayı yumuşatmak ister gibi hafiften bir ironik espri katmak ve bu yoldan bazı man

tıksızca konuşmaların özündeki yanıltıcı duygusallığı kınamak ya da bunun densizliğini vurgulamak için ne ka

dar ustaca yazıyor ve kalem gücünü de kanıtlıyor Eyüp Can : “Başlangıçta hitabet sanatının kuramsal temelle

riyle ilgili sistemli bir inceleme dalı olan Retorik*, eski Yunan ve Roma’da mahkemelerde savunma yapacak

ya da halk önünde konuşacak hatiplerin eğitiminde kullanılırdı. Britannica’ya göre Aristo, retoriği “iknâ etme

sanatı” olarak tanımlar ve üçe ayırır : (1.) Siyasal toplantılarda önceden hazırlanarak yapılan konuşmalar, (2.)

mahkeme önündeki savunmalar ve, (3.) törenlerde günlük olaylarla ilgili olarak birini övmek ya da yermek için

yapılan konuşmalar. ( …) Yani Kutan*, yaptığı konuşma metninin büyüsüne kapılmış, bir retorik kurbanıydı !

Peki o halde buram buram retorik (Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü / sh. 231: “Retorik (Fr. Rhétorique).Temel

anlamı , konuşmada ve yazmada sözlerle bir yapı kurma ; bir kompozisyon yapabilme sanatı. Söz sanatı. Ona

yakın değişik anlamı var : 1. Etkili söylev ; 2. Başarılı söylevci ; 3. Nesirde sanatçı tekniği ; 4. Artistik nesir ;

5. Nesirde ve nazımda sisteme dayanan sanatçı tutumu.” ) kokan o kolaj metni bugüne kadar mûtedil kişiliği ile

tebarüz etmiş olan FP Genel Başkanı Recai Kutan parti grup toplantısında neden yaptı ? ( … ) Aslında bu olay

Türkiye’de özellikle 28 Şubat* sürecinde doruk noktasına ulaşan popülizme dayalı retorik krizinin yeniden nük

setmesinden başka bir şey değil. Birbirine karşı güven duygularını yitirmiş toplumsal grup, kurum ve kuruluşla

rın anlamaktan çok yargılamaya , hatta suçlamaya dayalı büyük ölçüde savunma psikolojisinin ürünü tepkiselci

tavırlarından kaynaklanıyor ! ( … ) 28 Şubat 1997’de yaşananlar henüz sıcaklığını yitirmediği için böylesi bir

yüzleşmenin , özeleştiri sürecinin başlamasını erken bulanlar olabilir ; fakat bu sürecin ertelenmesinin daha bü

yük travmalara ve toplumsal gerilimlere sebep olabileceğini de gözden uzak bulundurmamak gerekiyor ; çünkü

Türkiye’de retorik* hiç de Aristotelyen anlamda iknâ edici bir sanat gibi icrâ edilmiyor. Daha çok 16. yüzyıla

gelindiğinde Fransız retorik ustası Petrus Ramus’un etkisiyle giderek bir üslûp sorunu haline gelerek benzetme,

eğretilme, kişileştirme gibi söz sanatlarını yan yana getirme ustalığına indirgenen ve bu gelişmeye bağlı olarak

her türlü özden yoksun gösterişçi bir süslemecilik halini alan , sığ bir ajitasyon ve kişisel tatmin’e dönüşüyor. /

Bir de buna dil aracılığı ile yapılan bütün iletişim biçimlerinin aynı zamanda bir tez* içerdiğini düşünen çağdaş

retorik uzmanlarının , söylemlerin toplumsal bağlamları ve dinleyicinin tepkisini temel alacak biçimde çözüm

lenmesi gerektiğini ifade ettiklerini düşündüğümüzde “ağzımızdan çıkanı kulağımızın duyması” yetmiyor, aynı

zamanda bireysel ve toplumsal vicdanımızın sesine kulak vermemiz gerekiyor. / Aksi takdirde bu yolda daha

çok “mutedil” kurbanlar verip, kapanmaz yaralar açarız !”

Bunun altında “Basın Harmanı” köşesindeki iktibas yazının şu başlığı içeriğini de açıklıyor : “Bir süre topluca

sussak !” / Yine bu noktada çok hasbî ve isabetli bir uyarı* / Politika-haber yazısındaki bir ara-başlık altında

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin konuşmasından (şöyle vurgulanıyor): “FP düşünmeli / … Yazık. Anla

mıyorum , neden bunlar tekrarlanıyor ? Böyle şeylerin yaşanmasını arzu etmeyiz.Türkiye, bunları aşmalı artık.”

Artık geçen yıllar sonrasında bu siyasal zihniyet kökeninden ne ucûbe değişim ve sosyal oluşumlar uç verdi ,

dal-budak saldı da her yanda ayrıkotu gibi nice “cemaat-tarikat” toplumsal ayrışmalar çoğalıp bugünün netame

meselelerini getirdi önümüze, medya gündemlerini altüst ederek. Kendiliğinden düzelir mi bu gidişat ?

(Bkz.Ege-Telgraf G. 06 Mayıs 2008 / sh. 11: Akşamüstü “Telgrafın telleri” ( [email protected] ): Edebiyatçı

lar emperyalizme ve faşizme karşıdırlar / Söz Sabahattin Eyüboğlu’na ait: “Bütün çağlarda yazarın soylusu ezi

lenden yana , soysuzu ezenden yana olagelmiştir.” // “Neden mi olmuştur olan ve neden mi olmaktadır / Korkak

ve dönek olunca ozan kısmı -dönmese daha iyi-” dizeleri de adı şiir antolojilerinde ve şiir söyleşilerinde hemen

hemen hiç geçmeyen Nüzhet Erman’a … / Bunları neden mi yazıyorum ? / Son zamanlarda ipe tespih dizer gibi

edebiyat dünyasına da peşpeşe yeni bir yazar-şair ‘tip’-i salınmaya başlandı. Ortak özellikleri “AB süreci”-ni

“demokratlaşma süreci” olarak görüp değerlendirmeleri … / Ve elbet bunun doğal uzanımı olarak , politik tercih

lerini bugünkü iktidardan yana koymaları … / Yani işçi sınıfına “ayak takımı” diyen ,Taksim’i 5 gün önce savaş

alanına çeviren emek ve emekçi düşmanı bir iktidardan yana … / Sevsinler! Bunlar bu ülkenin yazarı , şairiymiş

658

ler ! / Hayır hayır, bunlar olsa olsa “mütareke yazarları” olabilirler. / Emperyalizme ilk kurşunu atan tepeden tır

nağa yürek gazeteci Hasan Tahsin’in karşısında , zamanın İzmir valisi İzzet’in , Kolordu Komutanı Ali Nadir

Paşa’nın yanında … / Lafı eveleyip gevelemenin hiç âlemi yok , artık saflar netleşmeye başlamış, hatta yolun

ortalarına gelinmiştir : Bir edebiyat ve kültür adamı olarak ya ulusal kültür ve sanattan yana olacaksın , ya da

(Not: “… kafanı koparırım !” diyecek tehdit tarzıyla sahib-i üslûp bu nasıl kafa ve nasıl ağız sözümona soylu

kalem; sevsinler ! / HK*) Soroz vakıflarından aylıklı odaklar’ın yazıcı-çizicisi olacaksın. (Geçmişte sosyalist

iken artık kapitalist’leşenlerden kimler var acaba bu soysuzlar arasında ?) … bu iktidara 22 Temmuz’da destek

ve oy verdiğini açık açık söyleyen sözümona yazarların , şairlerin , bazı gazetelerde köşe tutmuş köşecilerin bu

halkın türküleriyle, kültürüyle, yazdıkları çizdikleriyle işi olabilir mi ? Artık keçiyle koyunun ayrılma zamanı

gelmiştir ; hiç lâmı-cimi yok !” / Akşamüstünün şiiri : Sevgili dostlar, bu akşamüstünün konuğu ,tepeden tırnağa

yürek kesmiş gerçek bir şair, Can Yücel …/…yazdığı bir şiirle biz de ülkemizin bağımsızlığı ve özgürlüğü için

canını vermiş “bizim yiğitler ”-i anıyoruz. / “Mare Nostrum (Bizim Deniz)*

En uzun koşuysa elbet

Türkiye’de de devrim

O, onun en güzel yüz metresini koştu

En sekmez luverin namlusundan fırlayarak …

En hızlısıydı hepimizin

En önce göğüsledi ipi …

Acıyorsam sana anam avradım olsun

Ama aşk olsun sana çocuk ,

aşk olsun !”)

Not: Ne demezsin , ne soylu çocuklardı “bizim yiğitler ”; sevsinler ! (Bkz.Cumhuriyet G.12 Mayıs 2008 / sh.5:

Parlamento Kulisi / “Bizim Deniz’i Anarken … ( [email protected] ) … 36. yıldönümünde …)*

(Bkz. Zaman G. 25 Ocak 2000 / sh. 14: “Çepeçevre / Dini tartışmak” konusunu tahlil ederken belli bir tesbite

dayandırıyor sıkıntının temel nedenini açıklayan yazısında Mustafa Armağan: “Türkiye’nin bugün - son olay

ları da işin içine katarak- geldiği noktadaki sorunlarının , konuşamamaktan kaynaklandığını düşünüyorum.

Konuşamamak , tartışamamak , devletin de, fertlerin de içindekini olduğu gibi kelimelere dökememesi yani.

Bir bakıma hafızası kazınmış, dili unutmuş, kekeleyerek konuşan ve tartışan bir toplum halindeyiz bugün. (…)

Türkiye gerçekte 1980’lerden itibaren dinî meseleleri yeniden tartışmaya ve konuşmaya başlamıştır. Uzun bir

suskunluk döneminden sonra konuşmaya başladığı için de bazı dil sürçmeleri , hatalı anlamalar olmaktadır ; bu

da normaldir. ( … ) Türkiye’yi yeniden konuşmayan , tartışmayan bir ülke haline getirmek isteyenler en büyük

kötülüğü Türkiye’ye etmektedirler.”)

(Bkz. Hürriyet G. 05 Mayıs 2008 / sh.2: Pakize Suda : “Yabancılaştım / Yine yabancılaştım. Olan bitene … Ya

zılan çizilene … Zaman zaman oluyorum böyle … Yine bakıyorum gazetelere … “Ergenekon paşası” diyor me

sela … A , kimdi o ? Ya da “AKP’nin kapatılması” meselesi … Sahi böyle bir şey vardı di mi ? Yahut , fay fo

kurduyormuş, depremin eli kulağındaymış … Amaan , n’apiim! Veya “301’in son şekli ” / …! Bu durumdayım.

Hapladılar sanki beni. Görüyorum , duyuyorum ama / umursamıyorum. Umursayamıyorum daha doğrusu. Bir

adamsende’cilik … Bir aymazlık … Galiba fazlaca yoğunlaşma döneminin ardından geliyor bu hal. Sahiden de

bir ara öyle kaptırıyorum ki kendimi olaylara … Gören Ergenekon soruşturmasını ben yürütüyorum zanneder.

Aynı zamanda AKP’nin kapatılması davasında savcıyım ! Yahut savunmayı ben yapacağım ! / Gazetelerden

okuduklarım kesmiyor , yetkililerden dosya isteyeceğim neredeyse. Veya yarın üniversitede deprem üstüne kon

ferans vereceğim ! / Böyle bir yoğunlaşma hali. / Sonra … Sonrası dediğim gibi işte. / Yer yerinden oynasa ,

can havliyle bile olsa kapıya seğirtesim yok. Manik-depresif miyim’dir nedir … Hani bir dışa , bir içe dönerler

ya … / Ya da zamcı padişahın tebaası gibi … Hani padişah dayamış zammı tınmamışlar , dayamış zammı tınma

mışlar , en sonunda zil takıp oynamaya başlamışlar … Benimkisi de zil takıp oynamanın bir başka şekli. Yahut

üşür, üşür, üşür de insan , donma noktasına gelince bir şey hissetmez artık … Onun gibi.”)

659

(Bkz. Zaman G. 31 Ocak 2000 / sh. 3: “Kalemle” köşesinde şöyle yazıyor A. Turan Alkan : “Şiddet içimizde! /

… Mârifet eğriyi doğrudan ayırmakta. Cinayetlerin akabindeki sıcak günlerde değil daha evvelki sâkin zaman

larda doğruyu tavsiye etmekte ve yanlıştan kaçınmayı öğütlemekte; asıl tavır da bu , asıl “cihad” da bu.” //

(Sh.14: Not Defteri’ne bakıyoruz ve zevkle okuyoruz yeniden : “Din ve ideoloji / … İnandığı fikrin veya nassın

tek ve değişmez gerçek olduğuna , dolaysıyla bütün insanların bu gerçeği kabul etmesi gerektiğine inanarak ken

di içine kapanan adam , hedefe kilitlenmiş bir silah gibidir ve birileri tarafından kitle hareketlerinde rahatlıkla

kullanılabilir.” / Güldeste’den seslenen bu kez Şeyhülislam Yahya : “Ders-i aşk’ın müşkilin Yahya nice halleyle

sin // Söyleyenler kendisin bilmez bilenler söylemez ”)

(Sh.15: Yazılar / “Kur’ân-dan İdrâke Yansıyanlar ”) ne kadar hoş ve berrak kaynaktan nükte-i revnak güzel !

(Bkz. Kur’an-ı Kerim Tefsiri / Elmalı’lı Hamdi Yazır , “mucahid dizayn : [email protected] ” / Bakara suresi ,

2*269. âyet tefsirinden özet (alıntı): ( “… Hikmet ne demektir ? Bu kelime hüküm , hükûmet ve sağlamlaştır

mak demek olan “ihkâm” (tahkim etmek) manalarıyla ilişkili olarak masdar ve isim olur. Bundan dolayı manevî

ya da lafzî alanda anlam ilişkileriyle birçok manalarda kullanıldığından yerine göre tefsir edilmesi gerekir.(…)

Bütün bunlardan dolayı hikmet kelimesi , aşağıda görüldüğü çeşitli anlamlarla tefsir edilmiştir : ( … ) Hasılı ha

yat gerek dışta , gerek içte Hak ile böyle sürekli bir alış-veriş içindedir. İnkıbaz hâlinin sürüp gitmesi bir hasta

lık (melankoli*) demek olduğu gibi inbisat hâlinin de sürüp gitmesi yine bir hastalıktır. İnkıbâz-ı küllî de, inbi

sât-ı küllî de ölüm demektir. Biri boğar, biri çatlatır. Sağlıklı hayat kalbdeki inkıbaz ve inbisatın nöbetleşe ola

rak sürüp gitmesinde; kâh elem , kâh haz* şeklinde durmadan değişmesindedir. Geleceğe göre hikmet , ümitsiz

lik ile ümidin dengede durmasında , ümitle korku arasında (beyn’el-havfi ve’r-recâ*) kurulan uyumdadır ve bu

uyumun sağlamlığındadır. / … toplamı 29 çeşit tefsire ulaşır. Bunların bir kısmı masdar , bir kısmı hâsıl-ı mas

dar , bir kısmı da isim cinsinden kelimelerdir. Tariflerin bir kısmı ilm’e, bir kısmı amel’e, bir kısmı da her ikisi

ne birden râci olduğundan … / Bir başka deyişle, söz’de ve iş’te isabet veya ilim ve fıkıh mânâlarıdır. Bu mana

lar birbirlerinin yakını ve gerekçeleri durumundadırlar, hikmeti bunlardan birine mahsus kılmaya hiçbir ipucu

yoktur.( … )Her çeşit hikmet Allah’ın ihsânıdır, fakat “çok hayır ” kâmil hikmettedir.Ekmel hikmet de “hayr-ı

küll”-dür. / …” )

TEK ÇÂRE

1.

Kimi bomboş hevesle köleyken kör nefsine,

Kimi de loş halvette “erbaîn” çilesinde !

Kur’an aynasında kim nefsiyle yüzleşirse,

Anlayacak elbette en “yakîn” kim içinde !

2.

Nice desîse fitne cümle âlemde servet ,

Tam mefsedet nefiste iblisâne ibâhe !

Mâsumâne bahâne nifak dölleyen şehvet ,

Saf iffete sinsice göz diker sefihâne !

3.

Gafletteki son secde her an yaklaşan ölüm ,

Her gizemli köşede âyinleşen vesvese !

İnsanlık tarihinde hükümranlaşan zulüm ,

Şımarık benliklerde hâinleşen debdebe !

4.

Behimâne hevesle yularsız akla gâye,

Kader çözülmedikçe ne anlamsız ifâde !

Şart-ı âdi* “irâde” arsız nefs-i emmâre,

Hakk’a yönelmedikçe tam tutarsız emâre !

5.

660

Aklın gözünde şifre idrâke mahsus iman ,

İlimlerin diliyle rüyasız istihâre !

Âzâdeyken irâde bedende mahpus insan ,

Hâlisâne tek çâre riyâsız istiâze !

NAMAZ GÖNÜLDE BAHAR

(“Namazın dindeki yeri ,

başın vücuttaki yeri gibidir.” / Taberanî *)

1.

Mesnevî ârifane her rubai rindâne,

Gül Muhammed (sa) aşkına hasret gönül divâne !

2.

Gerçek şiir namazda secde üstüne secde,

Gece gelir kıyamda vitr-i tekbirle vecde;

Erdi aşk baharına gönlüm Gül hasretinde !

3.

Her namaz birkaç beyit seci’li dizildikçe,

Her rek’at şiirleşti tek tek tekbir sesinde !

Her söz iman nefesi can-da ölüm veclesi ,

Yürekten her niyazla ruh can bulur dörtlük’te !

4.

Her yeni gün beş vakit bahar gibi geçtikçe,

Her bahar çiçeklendi renk renk yeşil seccâde !

Her güz hazan mevsimi bitmez Gül’ün hasreti ,

Yeniden her namazla bahar olur gönülde !

5.

Her namaz birkaç beyit seci’nin ötesinde,

Her rek’at şiirleşsin tek tek tekbir sesinde !

Her yeni gün beş vakit baharla bir*leşsin de,

Gönlünce güzelleşsin Gül devşir şiirinde !

6.

Her namaz secdeleşsin zamanın sinesinde,

Her zaman sîne’leşsin namazın secdesinde !

Vakit tam mevsimleşsin baharla birleşsin de,

Gönlünce günce(-l)leşsin Gül devşir şiirinde !

(Bkz. Kur’an: 70*22-23 ve 34 -35. âyetler misâl-i meâl !)

(Bkz. Sadeleştirilmiş Elmalı’lı Tefsiri , cilt-1 / sh.175: “İşte bu âyette …” //

Sh.290: “Evet, ama bu sabır , bu namaz … kolay mı ? / … Katıksız zevk”)

(Bkz. Ayet-i Kerîme ve Hadis-i Şerîflerin Işığında / İman ve Namaz , Hazırlayan: Süleyman Güzel (İmam-Ha

tip / İzmir) İslamî Neşriyat Basım Yayım Dağıtım – Konya “2. Baskı”, 2004 (Tamamı 350 sayfa*) “Bu eserin

hiçbir hakkı mahfuz değildir. Dileyen kişi ve kuruluşlar insanlara faydalı olmak maksadıyla , yazarı ile görüşe

rek dilediği kadar çoğaltıp, ücretsiz dağıtabilir.” Not: Gayet detaylı ve pek güzel gerçekten faydalı bir eser !

Sh.7: İbadet insanlara Allah katında değer kazandırır. İbadet görevini yerine getirmeyenler bu nimetten mahrum

kalır. Bu hususta Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor. ( “… / Furkan , 25*77. Ey Muhammed de ki: İbadetiniz olmasa

Rabbim size ne diye değer versin ”) İbadet , kıyamet günü yüzünün akı , gözünün nuru , gönlünün sürûru olacak

tır. Sıhhat gibi bir nimet, vakit gibi bir fırsat varken , ibadetten mahrum yaşayan insanımız acaba neyi bekliyor ?

Ayet-i kerimede şöyle buyuruluyor : Kıyamet, 76*36; Ankebut, 29*2; ve önceki sayfalarda “Giriş” olarak hatır

661

latılan şu âyet meâllerine de bakınız. / Zariyat, 51*56 ve 58; Bakara , 2*153; Nuh , 71*10-12; Rum , 30*39 ve

41; Nahl , 16*97; Talak , 65*3; Ra’d , 13*28; İbrahim , 14*7; Tîn , 95*4. // Bkz. Sh.4 / Dipnot: “Sübhanallah:

Cenabı Hakkın bütün kusurlardan uzak oluşunu ifade eder. Allah’ın eserleri karşısında duyulan hayreti ifade et

mek için söylenir.”)

(Bkz. Edebiyat Terimleri Sözlüğü , sh. 79: “Muhammed* Peygamber / … şiirde sembolü Gül’dür.”)

(Bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı , Ahmet Naim , Diyanet-1966 , Cilt-3 / sh. 207-248: “Vitir * bahsi ”)

“Evet , buna rağmen O muallâ zâtı anlatmaya niyetlendim. / O, apayrı

buutların insanıdır. / Belki bazılarına bu dediklerimiz objektif gelmeyebilir. Ne gam; hergün üç-beş dırahşân

çehreli genç, mâ’nen Rasûlullah’tan bir kısım beşâretler aldıktan sonra ! / O ruhâniyatıyla ve bazılarına göre de

nûranîleşen cismaniyetiyle daima aramızdadır. İmam Süyûtî yetmişten fazla bizzat Allah Resûlü’yle açıktan

görüştüğünü söyler. Evet; O, bizim anladığımız ma’nâda ölmemiş; sadece buud değiştirmiştir. O’nun ölümünü

herhangi bir insanın ölmesi gibi anlamak yanlış olur. Zira Kur’an , peygamberlik makamının … / Evet; O’nun ,

sadece ayrı bir buud(-boyut)’a geçtiğini söyleyebiliriz. Onun içindir ki , bakışı o buûdlara ulaşabilen insanlar ,

O’nu orada bizzat görüp müşâhede edebilmektedirler. / Beden ve cismaniyetin zindanından kurtulup, kalb ve

ruhun hayat derecesine erenler , mazi ve istikbâli aynı anda yaşayabilirler. İşte o buudun insanları , şu anda hem

sizinle yan-yana oturur , hem de asr-ı saadet’te Allah Resûlü’yle diz-dize bulunurlar. Ehlullah’dan “ebdâl” deni

len kimseler , aynı anda birçok yerde bulunabilmektedirler. Ya , O Sultan-ür’Rusûl , niçin hem âhirette, hem

dünyada , hem bizim önümüzde, hem de meleklerin ve nebîlerin önünde bulunmasın ? Bulunuyor ve bulunacak

tır da ! / … Bütün bu söylenenleri , bundan böyle anlatacaklarıma bir temel yapmak niyetindeyim. Peygamber

lere ve Peygamberimize bakarken , bakış zâviyesi ve niyet çok önemlidir. / Hele bakılıp anlaşılmak istenen Hz.

Muhammed Aleyhisselâm’ın şahsiyeti ise, bu dikkat birkaç kere daha artırılmalıdır. Ne var ki , yine de herkes

kendi kalb gözünün bakış gücüne göre, bir şeyler görüp sezecek … ve O’nu bütünüyle hiç kimse tam ma’nâsıy

la kavrayamayacaktır. Evet: (“Ömürlerini rüyâlarla teselli olmakla geçiren uykudaki insanlar - O’nun hakikatı

nı nasıl idrâk edebilirler ki ?!” / Busayrî )

VİCDAN İDRÂKİM

Dönerek gidiyor dünya

Acaba nereye dek ?

Küheylanca dolu-dizgin

Süvariyiz sırtında !

Şimşek hızıyla geçiyor mâdem

Hem “dem be-dem” gidiş’in

Neresinden tutsam nâfile

Elimde değil ki dizginlesem !

Mahşere yolculuk gerçek

Kim beden evreninde

Ruhuma hükmeden Kudret ?

Hissetmek içten mülhem

Düşünmek neden niçin ,

Hep O’nu aramak için

Daha ne yapmalı bilmem ?!

Nasıl tutunsam da anlık kavrayış

Şimdi iç-dinginlik gönlümce bakış

Nedir Rabbim müvâzene mi irfan

İçten dıştan beni kucaklayan kim ?

Demek ruh-u şuur şu akl-ı vicdan

Hissiyatım kadar “kader ” nitekim

Ben miyim kurcalayan sorgulayan

662

Ancak Rahman’dan inayet nefesim

Tek derdim mûcize fıtrat şiirim !

Bilinç mi iç dil lügatınca candan

Ne ilginç cehlin zulmetine rağmen

Nur-u aşk mı hak yoluna erdiren ,

Saf aklın sahvınca anlam mı yorum

Anlatsam da zaten anlamıyorum ,

Acaba başka var mı düşündüren ?

Ne mümkün tam idrâk görece bilgim ,

Kim ne sorsa derim ki: (“… ille’r-Rahman !”)

Rabbim mutlak Kudret tam belli iken ,

Meşk-i şiir ruh-u vicdan idrâkim !

(Bkz.Kur’an Tarihi , O. Keskioğlu , sh.339 / dipnot: Bodley, vahiy nazil olduğu sırada Hz. Muhammed’in garip

rüyalar gördüğünü , bunları olanca canlılıklarıyla hatırladığını ,bazen kendini kaybettiğini ve bir ölü gibi yattığı

nı , bazen ihtilâçlar içinde çırpındığını söylüyor : “… / Hz. Muhammed bu nöbetleri geçirmiş olduğunu iyice bi

liyor ve onlar (-ın çok sarsıcı “şok kriz” nöbetleri ) esnasında şuurunu kaybetmiyordu. O anları tamamiyle aklı

başında olarak geçiriyordu. (…) Kur’an-ın her kelimesi vahiyler nazil olduktan sonra tamamiyle berrak bir zihin

ve düşünce ile yazdırılmıştır. / … “Görülüyor ki Bodley, Hz. Muhammed* hakkındaki bu (mevzuda serdedilen)

saçma iddiâları susturucu cevabı ile çürütmektedir.”)

Evet; Allah , göklerin ve yerin nurudur ; (“Evvel-ü mâ halekallahü nurî ” / Allah önce benim nurumu yarattı.) ufkundan

başlayarak bütün eşyâ-da o nurun değişik dalga boyundaki tecellisi ve haricî vücud nokta-i nazarından da zuhûrudur. /

… Öyle ise nuru anlamak için nurun kaynağına yaklaşmak lâzım. Nurun kaynağı Allah’tır. Allah ise zamandan

ve mekândan münezzehtir. O halde O’nun nuru da kısmen bu hususiyetler içinde değerlendirilmelidir. Evet; nur

ve nuranî şeyler bir anda , milyon yerde bulunabilir ve bir ân-ı seyyâle’de oradan oraya intikal edebilir.Nitekim

Efendimiz (sas)’in cism-i mübarekleri , tamamen nuranîleşmiş bulunan ruhuna refakat edecek hale geldiğinden

dolayı , Mi’rac*yolculuğunu birkaç dakikada tamamlayıp geriye döndü. Normal şartlar altında , trilyon defa tril

yon seneye ihtiyaç olan böyle bir yolculuk için , Efendimiz (sas)’in , sahih rivayetlere göre “gitti-geldi , yatağı

(bile soğumamıştı) hâlâ sımsıcaktı” (*) gibi ifadeler göstermektedir ki , sanki zaman bütünüyle aşılmış da , bu

seyahat öyle gerçekleşmiş. / Yalnız, bu ifadelerimizden , nurun mahluk olduğu kanaatine de varılmamalıdır.

Böyle bir yanlış anlamayı önlemek için , “sanki” tabirini bilhassa kullandım. Evet , nur mahluktur. O’nun hâlıkı

Münevvirun’nûr *olan Allah’tır. Bu cümleden olarak Efendimiz (sas) de buyururlar ki ; “Evvelü mâ halekallahü

nurî : Allah’ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur.” Yani , varlığın bağrına bir tohum gibi atılan ilk nüve Hz. Mu

hammed (sas)’in nurudur. / Hülasa ; nur ile ışığı birbirine karıştırmamalı. Belki ışığın kaynağı nur’dur ve ışık

nur’un yeryüzündeki tezahürlerinden ibarettir. O da daha önce de geçtiği üzere, serâ’dan süreyyâ’ya geniş bir

tecellî alanına sahiptir. / Allahümme yâ nûr-en’nûri , yâ münevvir-en’nûri , yâ musavvir-en’nûri , yâ mukaddir

-en’nûr ! Nevvir gulûbenâ ve havâssenâ bi’nûr-i ma’rifetike ve eyyidnâ bi’rûhin min ındike ve sallellâhümme

alâ-seyyidinâ Muhammedin-illezî cealtehû kameran münîran ve alâ-âlihî ve eshâbih’i-ktedev bi-hî şibran ve

şibrâ !”/ Ey nur’un nuru Rabbimiz-Allah , ey nur’un münevviri , ey nur’un musavviri , ey nuru takdir kılan! Nur

landır kalblerimizi ve hassalarımızı mârifetinin nuruyla , nezdinden bir ruh ile müeyyed kıl bizi , bilcümle salâtü

selamlar Efendimiz Muhammed’e ki O’nu parlak bir ay yaptın ve de karış-karış O’na uymuş âline ve eshâbına!)

AŞK

1.

Yandım Allah aşk elinden “el-aman”

Ne yaman aşkın cefası ne yaman !

Çâre var mı içten sonsuz sızı-ya ,

Kurtulmaya ne zaman var ne mekân !

2.

663

Öyle bir ateşe saldı ki ben*-i ,

Yanıyorum sanki cehennem gibi !

Cefa çekmedikçe bilinmez sefa ,

Bu mihnet Aşk Cenneti’nin nimeti !

3.

Bütün benliğimi sardıkça her an ,

Ne beden ruh kaldı ne küfür iman !

Ne varlık yokluk ne akıl idrâk ,

Allah aşkı varken başka aşk yalan !

(Bkz. Gerçek Mürşid Hazret-i Allah’tır / sh. 126: “Biz bunu gönül cenneti* diye vasıflandırıyoruz, bu hayat

her şeyin fevkindedir.”)

(Bkz.Üstün İnsanlığın Kitabı , Hakim Ahmet Kazancıoğlu , Kazancı Yayınları ve Matbaacılık Sanayi-İst.1980 /

Sh. 74: “… Bu konular felsefe ile pek anlaşılmaz. / Bunun için Mevlânâ’ya göre, aşkı aşk ile anlamak gerekir ;

akıl , aşk’ın yorumundan âcizdir.”)

(Bkz. Zaman G. 10 Şubat 2000 / sh.14: “Ayine , İskender Pala : Aşk’a Medhiye / … “Yalnızca bir türlü aşk var

dır ; ama görüntüleri binlerce türlüdür ” der bir bilge. / Gönül ki Allah’ın evidir , aşkın her çeşidine itibar eder. /

Âlem bir aşk için yaratılmış ve “Aşk imiş her ne var âlemde !..”

“Muhabbetten Muhammed* oldu hâsıl ,

Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl !” / Aşk şiir’dir , “şiir gibi”-ye çıkar yolu. / …”)

Bkz. Zaman G. 13 Şubat 2000 / sh.15: Röportaj (Pazar Sohbeti , M. Mehmet Gündem): “Ah min-el’Aşk”

İskender Pala’ya sorular ve cevaplardan ibaret tam sayfa ve beş sütun dolduran bu röportajın tek kelimesini

ve hatta harfini bile dışlamaksızın nice yılların birikimini anlatmak istediğim ve özünde en ideal şiiri arayış

olarak nitelendirdiğim kendi çalışmalarım için bütünüyle tam bir şiir gerekçesi ve sanat ya da poetika anlayışı

mın savunması değerinde gördüğümü ve aynen dercetmesem de sanki şerhetmeye uğraştığımı düşünüyorum.

ŞEKVA

(Acılarım düğüm düğüm içimde!)

1.

Ateş olmayan yerde duman tüter mi ,

Cefanın sonu sefa* demek yeter mi ?

Dağların ardı gurbet sıla hasreti ,

Dert çok derman yoksa şekva biter mi ?

2.

Her derdin dermanı Hak’tan inayet ,

Sancının şifası pek acı ilaç !

Sen verdin her canı yoktan nihayet ,

Ruhun inşirahı sabr-ı ihtilaç !

3.

Biliyorum artık her ıstırabı ,

Her acımız günahların meyvası !

Ağzımızda haram lokmanın tadı ,

Vicdanımız duymuyor bu azabı !

4.

Niye hasta bu illetin hekimi ,

Neden mahkum bu milletin hakimi ?

664

Kime şekva edeyim bu hâlimi ,

Bilmem bu dertlere sabır yeter mi ?

5.

Acılarım şiir şiir dilimce ,

Dertli gönül ağıt ağıt zâr’eder !

Zillete katlanmak kaderimizse ,

Kader bile bize intizar eder !

6.

Artık bizi kadir Mevlâm kayırsın ,

Divanında haklı haksız ayırsın !

Mâsum gönüllerin mazlum feryâdı ,

Beş vakit Hak rızasına ulaşsın !

7.

Mahkûm müminlerin mahzun feryâdı ,

Beş vakit Hak rızâsına kavuşsun !

Kim nasıl bilirse bilsin Mevlâ’yı ,

Sor nefsine ya sen kimin kulusun ?!

8.

Şu ezan Kur’an hürmetine Rabbim ,

İslâm ümmetine basiret versin !

Âmin (“bi-hürmeti Seyyid-il’mürselîn ,

Ve-l’hamdü lillâhi Rabb-il’âlemîn !”)

(Bkz. Zaman G. 17 Şubat 2000 / sh.14: Ayine , İskender Pala : “Dağların alnında gurbet yazılı / … Gurbet

bir garip kelime. Gariplerin gönül aynasında bekleşen sisli rüya … / İçindeki gurbete kaçışın hazzını duyup

münâcaatlara nakış yaparak gurbette tükenmeye gönüllü yazılanlar bilir niceliğini.”)

(Bkz. Kur’an : 10*107. “Allah sana bir zarar dokundurursa , onu kaldıracak olan başkası değil yine O’dur.

O sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu reddedecek yoktur. Kullarından dilediğini lütfuyla nasiplendirir.

Gafur’dur O, Rahîm’dir. / 108. De ki : Ey insanlar ! Şu bir gerçek ki hak size Rabbiniz’den gelmiştir. Artık

doğruya yönelen kendi benliği için yönelir ; sapan da kendi benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinize vekil

değilim. / 109. Sana vahyedilene uy ve Allah hüküm verinceye kadar sabret. O, hâkimlerin en hayırlısıdır.”)

RABBİM !

1.

Ancak sensin tek Rabbim ,

Yalnız sevginle varım !

İçimdesin bilirim ;

Gönlümdesin duyarım !

2.

Bir dünya verdin bana ,

Ben hep seni ararım !

Yere göğe bakar da ,

Sahibini sorarım !

3.

Dünyamı sevdirdin oysa ,

Candan hep seni isterim !

Rüya mı gösterdin yoksa ,

Her an tek seni severim !

4.

665

Her an sevkettiğin yolda ,

Ahiret “yakîn” ereyim !

İman bahşettiğin tarzda ,

Cennet Cemâlin göreyim !

5.

Zaman asıl bak aynada ,

Böyle iz’ân fark’edeyim !

Kur’an nasıl hak beyan-sa ,

Öyle ayan derk’edeyim !

6.

Kalbin saat ayarı ,

Her ecelin vakti dar !

Rabbim bilir zamanı ,

Ölümün verâsı var !

7.

Ömrüm saat kadranı ,

Şuurum bilgisayar !

Beden ruhun ekranı ,

Canım kaderim kadar !

8.

Hem insan candan uyansa ,

Var idrâk-i kalb duyarsa !

Ben ve zaman ne kadarsa ,

Rabbim belli gözetiyor !

9.

Herşey seni biliyor ,

Hep seni gösteriyor !

Bunu anlamak için ,

Arayıp sormak niçin ?

10.

Göz görür gönül duyar ,

Her organ tam hârika !

Müthiş laboratuar ,

Hem iç içe fabrika !

11.

Sınırsızken öteler ,

Kendime bakmak yeter !

İç dil ruhen sezgiler ,

Şüphe inançta biter !

12.

Ancak seninle varım ,

Gönlümdesin duyarım !

Bir dünya verdin bana ,

Ben hep seni anarım !

Rabbim bu niyazımla ,

Ancak sana taparım !

( 4.Bölüm: sh. 495-665 )