80
Editörden Yıl: 6, Sayı: 26, Temmuz - Eylül 2015 Yayın türü: Yerel süreli ( 3 ayda bir yayınlanır ) Prof. Dr. Yakup Çelik Değerli okuyucularımız merhaba, E YLÜL ’dür hüznün adı. Öyle bilir, öyle okurduk edebî metinlerde. Ha- zan ve hüzün pek bir yakıştırılırdı birbirlerine. Bir burukluk tadı taşırdı yüreklerimize, bahar neş’esinin geride kalmasından, yaprakların sararıp dalların kurumasından mıdır bilinmez... Bu yıl yaz başında kavurucu sıcaklar indi hânelerimize. Yüreklerimiz dağ- landı. Ocaklarımıza acı, gözlerimize yaşlar oturdu. Körpecik vatan evlat- larını yeniden toprağa vermeye başladık. Fitne tohumları çarçabuk boy attı topraklarımızda. Asker, polis, sivil onlarca insanımız bölücülerin hain saldırısına maruz kaldı. Kimi şehit düştü, kimi yaralandı. Biz daha Doğu Türkistan’da soydaşlarımıza yapılan zulmün yürek burkan acısını yaşarken, yanıbaşımızdaki Suriye’de oluk oluk kardeş kanının akmasına içlenirken, ihaneti yeniden içimizde bulduk. Pervasız, arlanmaz, vicdan yoksunu bölücü terör örgütü tekrar silaha sarıldı... Allah encamımızı hayr eyleye... Öylesi zor, öylesi sıkıntılı günlerden ge- çiyoruz. İnsan böyle anlarda bir dost omuzu ister, başını koyup derdini dökeceği. Sıkıntılarını aktaracağı bir gönül adamı... İşte tam da böyle bir tasvirin içini dolduran, başkalarının derdiyle dertlenen bir gönül adamı, Doğu Türkistan Türklerinin çile yoldaşı Servet Kabaklı’yı ebediyete uğurladık. Türk Edebiyatı Vakfı başkanı, gazeteci Kabaklı, millî meselelerin her anında en ağır yükü omuzlamaktan geri dur- mamış bir Anadolu yiğidiydi. Mustafa Öztürk hocamız için düzenle- diğimiz saygı gecesinde hoş sohbeti ve Öztürk ile geçen yılları anlatırken salondakileri gülmekten kırıp geçirmiş- ti. Kim bilebilirdi ki o törenden kısa bir süre sonra aramızdan ayrılacak... Ruhu şad, mekânı cennet olsun diyoruz.... “Kanatsız Kuşlar Şehri”yle edebiyat severlerin gönlünde yer eden bir başka kültür adamı yazar Emir Kalkan’ı da hüzün hanemize yazdık geçtiğimiz dönem. Kendine özgü üslubu ve özenli yazıla- rıyla bize bir yandan ufuk açma, bir yandan kendimizle yüzleşme çabası içinde oldu merhum Kalkan. O çabalarına naçizane bir katkı, bir takdir olarak, geçtiğimiz yıl Türk Kültürüne hizmeti geçenler seçkimizde kendisini unutmamış ve ödüllen- dirmiştik Emir hocamızı. Yazının girişinde de ifade ettiğimiz gibi yürek burkan bir yaz, hüznün katmerlendiği günlerden geçiyoruz. Tesellimiz bu zorlu ama kutlu yolcu- lukta yolumuzun herbiri birbirinden değerli kültür, sanat, edebiyat adam- ları ve bu memleket için kalbi çarpanlarla kesişmiş olması. Ebediyete uğurladığımız dostlarımıza, şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz. 10 yılı aşkın süredir sapmadan yol aldığımız doğrultuda kaleme alınmış, araştırma, makale ve denemelerle 26. sayımızı da sizlere sunmuş bulun- maktayız. Ülkemizi daha iyi ve daha güzel günlerin beklemesi umut ve duasıyla hepinize saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz. Esen kalınız... YENİ UFUKLAR DERNEĞİ adına imtiyaz sahibi: Prof. Dr. Mustafa Argunşah Genel Yayın Müdürü: Prof. Dr. Yakup Çelik Yayın Koordinatörü: Doç. Dr. Mustafa Aksoy Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Zekeriya Muhiddin Arık Yayın Kurulu Prof. Dr. Mustafa Argunşah, Prof. Dr. Yakup Çelik, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Zekeriya Kökrek Tasarım A.Kadir Karataş Reklam Türkiye Yeni Ufuklar Reklam Rezervasyon 0212 230 86 59 Baskı Has Matbaacılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. 100. Yıl Mah. Mas-Sit Matbaacılar Sitesi 3. Cadde 199 -A Bağcılar / İST. Tel: 0212 629 02 49 Yönetim Yeri Merkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad. Yonca Apt. 148 Kat: 3 Daire: 8 Şişli - İstanbul 0212 230 86 59 - 230 94 43 [email protected] Kayseri İletişim Cumhuriyet Mah. Tennuri Sok. (Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşler İşhanı No: 20/3 Melikgazi - Kayseri Tel: 0352 221 30 60 (3 hat) [email protected] Türkiye Yeni Ufuklar, T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

EditördenYıl: 6, Sayı: 26, Temmuz - Eylül 2015Yayın türü: Yerel süreli ( 3 ayda bir yayınlanır )

Prof. Dr. Yakup Çelik

Değerli okuyucularımız merhaba,

EYLÜL’dür hüznün adı. Öyle bilir, öyle okurduk edebî metinlerde. Ha-zan ve hüzün pek bir yakıştırılırdı birbirlerine. Bir burukluk tadı taşırdı

yüreklerimize, bahar neş’esinin geride kalmasından, yaprakların sararıp dalların kurumasından mıdır bilinmez...

Bu yıl yaz başında kavurucu sıcaklar indi hânelerimize. Yüreklerimiz dağ-landı. Ocaklarımıza acı, gözlerimize yaşlar oturdu. Körpecik vatan evlat-larını yeniden toprağa vermeye başladık. Fitne tohumları çarçabuk boy attı topraklarımızda. Asker, polis, sivil onlarca insanımız bölücülerin hain saldırısına maruz kaldı. Kimi şehit düştü, kimi yaralandı.

Biz daha Doğu Türkistan’da soydaşlarımıza yapılan zulmün yürek burkan acısını yaşarken, yanıbaşımızdaki Suriye’de oluk oluk kardeş kanının akmasına içlenirken, ihaneti yeniden içimizde bulduk. Pervasız, arlanmaz, vicdan yoksunu bölücü terör örgütü tekrar silaha sarıldı...

Allah encamımızı hayr eyleye... Öylesi zor, öylesi sıkıntılı günlerden ge-çiyoruz.

İnsan böyle anlarda bir dost omuzu ister, başını koyup derdini dökeceği. Sıkıntılarını aktaracağı bir gönül adamı... İşte tam da böyle bir tasvirin içini dolduran, başkalarının derdiyle dertlenen bir gönül adamı, Doğu Türkistan Türklerinin çile yoldaşı Servet Kabaklı’yı ebediyete uğurladık.

Türk Edebiyatı Vakfı başkanı, gazeteci Kabaklı, millî meselelerin her anında en ağır yükü omuzlamaktan geri dur-mamış bir Anadolu yiğidiydi. Mustafa Öztürk hocamız için düzenle-diğimiz saygı gecesinde hoş sohbeti ve Öztürk ile geçen yılları anlatırken salondakileri gülmekten kırıp geçirmiş-ti. Kim bilebilirdi ki o törenden kısa bir süre sonra aramızdan ayrılacak... Ruhu şad, mekânı cennet olsun diyoruz....

“Kanatsız Kuşlar Şehri”yle edebiyat severlerin gönlünde yer eden bir başka kültür adamı yazar Emir Kalkan’ı da hüzün hanemize yazdık geçtiğimiz dönem.

Kendine özgü üslubu ve özenli yazıla-rıyla bize bir yandan ufuk açma, bir yandan kendimizle yüzleşme çabası içinde oldu merhum Kalkan. O çabalarına naçizane bir katkı, bir takdir olarak, geçtiğimiz yıl Türk Kültürüne hizmeti geçenler seçkimizde kendisini unutmamış ve ödüllen-dirmiştik Emir hocamızı.

Yazının girişinde de ifade ettiğimiz gibi yürek burkan bir yaz, hüznün katmerlendiği günlerden geçiyoruz. Tesellimiz bu zorlu ama kutlu yolcu-lukta yolumuzun herbiri birbirinden değerli kültür, sanat, edebiyat adam-ları ve bu memleket için kalbi çarpanlarla kesişmiş olması.

Ebediyete uğurladığımız dostlarımıza, şehitlerimize bir kez daha Allah’tan rahmet, sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz.

10 yılı aşkın süredir sapmadan yol aldığımız doğrultuda kaleme alınmış, araştırma, makale ve denemelerle 26. sayımızı da sizlere sunmuş bulun-maktayız.

Ülkemizi daha iyi ve daha güzel günlerin beklemesi umut ve duasıyla hepinize saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.

Esen kalınız...

YENİ UFUKLAR DERNEĞİadına imtiyaz sahibi:Prof. Dr. Mustafa Argunşah

Genel Yayın Müdürü:Prof. Dr. Yakup Çelik

Yayın Koordinatörü:Doç. Dr. Mustafa Aksoy

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:Zekeriya Muhiddin Arık

Yayın KuruluProf. Dr. Mustafa Argunşah, Prof. Dr. Yakup Çelik, Prof. Dr. Gökhan Antalya, Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Dr. Zekeriya KökrekTasarımA.Kadir Karataş

ReklamTürkiye Yeni Ufuklar Reklam Rezervasyon0212 230 86 59

BaskıHas Matbaacılık Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.100. Yıl Mah. Mas-Sit Matbaacılar Sitesi3. Cadde 199 -A Bağcılar / İST.Tel: 0212 629 02 49

Yönetim YeriMerkez Mah. Abide-i Hürriyet Cad.Yonca Apt. 148 Kat: 3 Daire: 8Şişli - İstanbul0212 230 86 59 - 230 94 [email protected]

Kayseri İletişimCumhuriyet Mah. Tennuri Sok.(Tennuri Geçidi) Hüsrevoğlu Kardeşler İşhanı No: 20/3 Melikgazi - Kayseri Tel: 0352 221 30 60 (3 hat)[email protected]

Türkiye Yeni Ufuklar,T.C. yasalarına uygun olarak yayınlanmaktadır. Dergide yayınlanan yazı, fotoğraf ve haberlerin her hakkı saklıdır. İzinsiz kullanılamaz. İmzalı yazılardaki ifadeler yazarlarına aittir.

Page 2: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

KAPAK4 Mustafa Öztürk’e Saygı Gecesi Prof. Dr. Mustafa Argunşah

GÜNDEM9 Vali Düzgün’den Yeni Ufuklar Derneği’ne Ziyaret 10 Emir Kalkan: Rahmet O Mamureyi Aziz Kılan Erlere Cem Sökmen12 Bir Türkistan Sevdalısı: Servet Kabaklı Bayram Akcan 20 Son Gelişmeler Işığında Doğu Türkistan’da Yaşananlar Dr. Ömer Kul

MAKALE15 Dün Dünde Kaldı Cancağızım! Erdem Umudum

16 Asla Yenilmeyeceksin Recep Şükrü Apuhan38 Eski ve Yeni Kelimelerin Semantik Bağlamda Tasnifi ve İzdivacı Arş. Gör. Ekrem Sakar42 Alevi Sorunu Nereye Gidiyor Yrd. Doç. Dr. Abdulkadir Sezgin

TÜRK DÜNYASI 58 Süyüm Bike’nin gözyaşları Ahmet Tüzün

SANAT 31 Özdemir ve Beşer’in eserleri göz kamaştırdı 62 Gün akşam oldu A. Kadir Karataş

STRATEJİ32 Özbekistan’ın Bugünü: Göç Dağılımı ve Merkezin Değişmesi Aslan Yaman

31

24

sayfa

sayfa

İçİNDEKİlER

Halkbilim

Sergi

Page 3: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

hAlKbİlİm24 Toroslar Yörükler Kültür ve Sanat Evinin Açılışı Dr. Halil Atılgan

bİlİm48 Amerika’nın Keşfi Tartışmalarında Piri Reis’in Görüşü ve Dünya Haritası Hakkında Hurafeler Emre Taş

EğİTİm66 Okul Öncesi Dönem Çocuklarında Tehlike Algısı Arş. Gör. H. İlknur Tunçeli

çEvRE52 Enerji Arz Güvenliği ve Tehdit Altındaki Ağırlık Merkezlerimiz Dursun Yıldız / Ediz Ekinci

54 Kuraklık ve Yakın Gelecekte Yaşayacağımız Zorluklar Prof. Dr. İbrahim Ortaş

DENEME57 Üç “Adam” Yrd. Doç. Dr. Ahmet Isparta

KİTAp28 Yalnız Seni Arıyorum H. Neşe Koçak68 İslam Sanatı: Dil ve Anlam, İnsan ve Herkes S. Orhun Altıparmak70 Modern Dünyanın Bunalımı Hakkında Bir Değerlendirme Denemesi Hasan Turunçkapı

SpoR74 Kayseri’nin Destan Yazan Kızları

ANI76 Viyana’nın Batısı’ndaki Son Türk S. Orhun Altıparmak

58

74

sayfa

sayfa

Spor

Türk Dünyası

TEmmUZ-AğUSToS-EYlÜl 2015

Page 4: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

4

ETKİNLİK

MUSTAFA ÖZTÜRK’ESAYGI GECESİ

Türk insanı vefalıdır, kendisine hizmet edenleri unutmaz, onlara olan gö-nül borcunu er veya geç öder. kayserili, Türk milletine hizmet eden dava

ve gönül erleriyle mümkün olduğunca sağlıklarında helalleşmeyi sever. Bu yüzden son yıllarda eli kalem tutan, gönül ehli, bilim ve düşünce adamlarına karşı vefa borcunu ödemeyi geleneksel hâle getirmiş ve hınca hınç dolduru-lan salonlarda gönülleri birleştirmiştir. Şehrimizde 60. sanat yılı dolayısıyla 29 Aralık 2012’de yazar, şair, araştırmacı Abdullah SATOĞLU’na, 14 Şubat 2014’te Erciyes üniversitesi İlahiyat Fakültesinden emekli öğretim üyesi, İslâm tarih-çisi, yazar Dr. Ahmet Vehbi ECEr’e, 29 kasım 2014’te 35 yıldır kayseri’nin ve Türk millî kültürünün sesi olmuş Erciyes dergisinin sahibi, gönül adamı, avukat Nevzat TürkTEN ağabeye, birer vefa gecesi düzenlenmiştir. Bu toplantılarda her üç aydınımızın sevenleri, dostları ve öğrencileri büyüklerinin hizmetleri-ni takdirle yâd etmişler, onlara bağlılık, muhabbet ve saygılarını göstermiş-lerdir. Bunlardan A. Vehbi Ecer, vefa gecesinden aylar sonra, 7 Aralık 2014’te Tanrı’nın rahmetine kavuştu.

Son vefa gecesi 16 Mayıs 2015 tarihinde İl kültür ve Turizm Müdürlüğü Salo-nunda kayseri’nin Dede korkut’u Mustafa ÖZTürk için yapıldı. Genel Başkan-lığını yaptığım Yeni Ufuklar Derneği ile paydaşlarımız Türk Ocakları kayseri Şubesi ve kültür ve Turizm Bakanlığı İl kültür Müdürlüğü ortaklaşa, Türk mil-liyetçiliği yolunda yarım asırdan fazla ömür tüketmiş, her daim inandıklarını yaşamış ve yaşatmış; milliyetçi düşüncenin büyümesi ve yaygınlaşması için gecesini gündüzüne katmış ve yaşı 70’i aşmasına rağmen hâlâ katmaya de-vam eden ülkü devi, emekli öğretmen Mustafa Öztürk için bir saygı gecesi düzenledi.

Mustafa Öztürk kiMdir?Mustafa Öztürk... Türk kültürünü ve Türk milliyetçiliğini kendisine rehber edinmiş, 71 yıllık ömrünü Türk milletinin sonsuza kadar yaşaması ülküsüne adamış, Türkçeyi coşkun akan ırmaklar kadar saf ve güzel konuşan, Orhun’un

kaynağından ruhunu kandırmış bir bilge insan... Oğuz’un bilicisi, Dedem korkut... hepimizin “Öztürk Hoca”sı 1 kasım 1944 yılında kayseri’nin kı-

zık köyünde dünyaya geldi. İlkokulu doğduğu köyde, Türklük âşığı Hasan Çimen öğretmende okudu, daha bu yıllarda millî duygular-

la ve millî şairlerle tanıştı.

1956 yılında kayseri Lisesi’nin orta kısmına, üç yıl sonra da li-seye başladı. Lisede de çok iyi öğretmenlerden eğitim aldı. Bu yıllarda çocukluk arkadaşı Ahmet kaplan’la Türk Kültür Derneği’ne gitmeye başladı. Burada hayatına yön veren bir fikir hareketiyle tanıştı. Hasan Sami Bolak, Muzaffer Tok, Zeynel Timur, Hüdaverdi Özyalçın, Mehmet keleş, Mustafa Şerbetçioğlu, Zafer Yalçın, Süleyman kürkçü en çok buluşup görüştüğü arkadaşlarıydı. Bu yıllarda Öztürk ve arkadaşla-rı milliyetçi yayınları takip eder, ellerinden Türk Kültürü, Ötüken, Toprak gibi dergileri düşürmezlerdi.

Öztürk, 1965 yılında konya Selçuk Eğitim Enstitüsü’nün “ede-biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci olarak

okudu. konya’da öğrenciyken Cemil Meriç, Osman Yüksel Ser-dengeçti, Mustafa kemal Erkovanlı, Mehmet Altınsoy gibi kültür

ve fikir adamlarıyla Muzaffer Özdağ ve Numan Esin gibi ihtilalci ko-

Yakın dostu Galip Ayata

Öztürk Hoca için şunları

söyler: “Yanından ayırmadığı

düşleri, fikirleri ve kalemi

vardı. Yazdığı her satır,

kurduğu her cümle dost

kalplere serinlik, düşman

yüreklere tedirginlik verirdi.”

Prof. Dr. Mustafa ARGUNŞAH

Page 5: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

5

ETKİNLİK

Yeni Ufuklar, sayı 26

mutanlarla tanıştı ve sohbetlerinden istifade etti. 1967 Haziranında konya Selçuk Eğitim Enstitüsü’nü bitirerek öğretmen oldu. Mustafa Öztürk artık “Öztürk Hoca” idi.

İlk görev yeri Van Atatürk Lisesi›dir. Burada milliyetçi fikirleri sebebiyle öğretim yılını tamamlayamadan Mayıs 1968›de Elazığ›ın Maden ilçesine sürgün edildi. Maden›de Cumhuriyet Bayramı konuşmasında “Atatürk ve Türk milliyetçiliğini” anlatması bazı çevrelerde rahatsızlık yaratınca 1969-1970 Eğitim-Öğretim yılı başında Elazığ il merkezine tayin edildi. Elazığ’daki yıllarını çok verimli geçiren Öztürk Hoca, burada milli-yetçi-ülkücü derneklerin açılmasına öncülük etmiş, çok sayıda ve gerçek anlamda Türk milliyetçisinin yetişme-sine vesile olmuştur.

19 Eylül 1971’de evlenen Öztürk Hoca, 1972-1973 Eğitim Öğretim Yılında kayseri’ye tayin edilir. Bu dö-nemde Türk kültür Derneği ve ülkü-Bir başkanlığı, ardından ülkü-Bir’in bölge başkanlığı görevlerini üstenir. Daha birçok dernekte çalışır, döne-min milliyetçi neşriyatında yazılar yazar. 1975-1976 Eğitim Öğretim Yılı’ndan itibaren iki dönem kayseri Eğitim Enstitüsü ve kız İlköğretmen okulunda görev yapar.

70’li yıllar komünistlerin “devrimler kanla yazılır”, “yaşasın Türkiye halkla-rının özgürlük savaşı” deyip millî olan her şeye savaş açtıkları yıllardı. Türk milliyetçileri hedefteydi. Her gün şehit veriliyor, ülkücüler biraz daha kavganın içine çekiliyordu. Alpaslan Türkeş bu kötü gidişi durdurmak, ül-kücülerin kavganın tarafı olmalarını engellemek amacıyla bir eğitimciler

Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah, Öztürk Hoca’ya bir armağan kitap hazırlama fikrini ortaya atmış ve bu görevi kendi-si üstlenmişti. 416 sayfalık kitap programdan hemen önce İstanbul’da kesit Yayınları tarafından basıldı ve 16 Mayıs’taki programa katılan herkese birer adet hediye edildi. kitap bir giriş ile iki bölümden oluşuyor. Giriş’te önce “kendi kaleminden Mustafa Öztürk’ün hayat hikâyesi” yer alıyor. “1944’te kızık’ta Doğdum” başlıklı bu bölümde Hoca, hayat hikâyesini oldukça te-ferruatlı bir biçimde okuyuculara yansıtıyor. Hoca’nın hayatı için önemli bir belgesel niteliğindeki bu yazıda zaman zaman onun fikir dünyasından damlalar da bulmak mümkün. Daha sonra Hoca’nın yazdığı makalelerin bir listesi yer alıyor. Bu listeye bakınca, en çok da siyasi bildiri yazdığını ve bun-ları maalesef biriktirme imkânı bulamadığını söyleyen Hoca’nın yazılarından ancak bir bölümünün kayda geçtiğini söyleyebiliriz. Dr. Mustafa Aslan’ın Öz-türk Hoca için düşürmüş olduğu tarih metni de kitaba farklı bir hava katıyor. Bu kitapta en çok sevdiğim ve her okuyuşumda heyecanlandığım bölüm, Hoca’nın 50 yıllık arkadaşı, Almanya’da öğretmen olan Hamza Eravşar’a Nisan 1977 ila 18 Ocak 1988 yılları arasında yaz-mış olduğu 16 mektuptur. Bu mektupların her birisi yazıldığı dönemde ülkücü hareketi en iyi anlatan birer belgedir. Bir tarafta Öztürk Hoca’nın duyguları, diğer tarafta mücadelenin iç yüzü... Zaman zaman eleştiriler... Ne iyi etmiş de saklamış bunları Hamza Hoca. Giriş niteliğindeki bu yazıların ardından I. Bölüm başlıyor. Burada Öztürk Hoca’nın dostları, arka-daşları ve öğrencileri onunla ilgili duygularını, yer yer de hatıralarını aktarıyorlar. “Mustafa Öztürk’e İthaf Edilenler” başlığını verdiğimiz bu bölümde 16 yazı var. Galip Ayata, Bilgehan Ayata, İsmail Bozkurt, Mehmet Çayırdağ, İsmail Daşgeldi, Cihan Dura, Hakkı Duran, İbrahim Güngör, Himmet kayhan, Mustafa kılıçkaya, Mehmet kılınç, Fahrettin kuşçu, kadir Özdamarlar, Nevzat Özkan, Osman Sel, Hasan Tülkay... Tülkay, Hoca’nın çocukluk arkadaşı Ahmet kaplan’ın Mamak’a yazdığı mektupları kısa bir girişle yayıma hazırlamış. Burada ya-yımlanan mektuplar 1980’lerin başında edebî bir üslupla yazılmış. II. Bölüm ise “Makaleler”den oluşuyor. Çoğunluğu çeşitli üniversitelerdeki akademisyenlerin kaleminden çıkmış, Türk kültürü, tarihi, dili ve edebiyatı ile ilgili akademik yazılar... Makale yazarlarının isimleri şöyle: Ercan Alkaya, Hülya Argunşah, Semra Canan, Mustafa Cengiz, Muhammed Doruk, Cihan Dura, Hamza Eravşar, Bilgehan Atsız Gökdağ, Tuncer Gülensoy, Galip Güner, Harun Güngör, Zehra kaplan, Mehmet kılınç, H. Neşe koçak, F.Gülay Mir-zaoğlu, Duygu Oylubaş, Ahmet Şükrü Somuncu, Abdullah Şengül, İsmail Tanrıöven, Melike Uçar, Mustafa ünal, Süleyman kaan Yalçın ve Sevinç Yakut Yeşilyurt.Armağan kitabın sonunda, Öztürk Hoca’nın 1957’de ortaokula kaydolmak için geldiği kayseri’de ailesiyle çektirdiği siyah beyaz ilk resminden son günlerdeki resimlerine kadar kronolojik olarak dizilmiş çeşitli resimlerden oluşan bir albüm yer alıyor.

MUSTAFA ÖZTürk’E ArMAĞAN

Page 6: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

6

ETKİNLİK

kadrosu oluşturdu. Bu kadroda Öztürk Hoca da vardı. Hakkı Duran Beyle kayseri, Niğde, kırşehir, Nevşehir ve Yozgat’ta milliyetçilik, ülkücülük, ülke sorunları, Türk ta-rihi, İslami değerler gibi konularda eğitici konuşmalar yapıp insanlarımızı bilinçlendirmeye çalıştı. Bu görev 12 Eylül 1980’e kadar devam etti.

12 Eylül 1980’i takip eden günlerde “MHP ve ülkücü ku-ruluşlar Davası” açıldı. Öztürk Hoca, 14 Ekim 1980’den 15 Nisan 1983’e kadar kayseri ve Mamak’ta 30 ay tutuklu kal-dı ve Türkeş’in oluşturduğu örgütün üst düzey mensubu olmakla suçlandı. TCk’nin 146/1 maddesiyle yargılanıp, somut bir suç bulunamadığı için 15 Nisan 1983’te tahliye edildi, dava sonunda da beratına karar verildi.

Mamak’tan çıktıktan sonra ekmek kavgası başlar. Artık devlet memuru değildir, herhangi bir geliri de yoktur. Bu yıllarda bir mobilya mağazasıyla mermer atölyesinde ça-lışarak evine ekmek götürür. 1991 yılında Atatürk Sağlık Meslek Lisesi’nde yeniden öğretmenliğe başlayan Öztürk Hoca, 1998’de kendi isteğiyle emekli olur.

kültürel faaliyetlere ağırlık veren Hoca, Türk kültür Derne-ği ve Türk Ocakları kayseri Şubesinde başkanlık görevle-rini yürütür. Başta Türk Ocağı gazetesi ve dergisiyle Bilgi Yurdu olmak üzere birçok yerde fikrî, siyasi ve edebî yazı-

lar yazar. Sevda Pınarı adlı şiir kitabı yayımlanır.

2006 yılında Bilgiyurdu Gençlik Eğitim ve kültür Derneği’ni kurar. Halen bu derneğin başkanlığını yap-makta, milliyetçi kadroların yetişmesi için mücadelesine devam etmektedir.

İnandığı ülkü ve mensubu bulunduğu hareket nedeniyle fırtınaların içinden geçen Öztürk Hoca’ya “Hep yazıyor-sunuz, bu kadar yıl boyunca ne yazdınız?” diye soruldu-ğunda şu cevabı vermiştir: “İhtiyacımız ne ise onu yazdım. Bazen makale, bazen deneme, bazen manzume, ama en çok bildiri yazdım. 1968’den bu yana yazdığım bildirilerin haddi hesabı yoktur. Onları saklamayı, biriktirmeyi hesap edememişim. Arşiv oluşturmayı akıl edebilseydim ülkücü hareketin tarihini yazanlara esaslı bir kaynak olurdu.”

Yakın dostu Galip Ayata Öztürk Hoca için şunları söyler: “Yanından ayırmadığı düşleri, fikirleri ve kalemi vardı. Yazdığı her satır, kurduğu her cümle dost kalplere serin-lik, düşman yüreklere tedirginlik verirdi. Atı, pusatı belki yoktu Öztürk’ün, ama yurda savaş açanların, Türk’e kefen biçmeye kalkışanların karşısına çıkan kuşağın en gözü pek savaşçısı hatta komutanlarından biriydi... O Türk des-tanlarındaki soylu kahramanların devamı “alp” tipidir. Hiç-bir beklenti gütmeyen, geriye bir kez dönüp bakmadan

Page 7: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

7

ETKİNLİK

Yeni Ufuklar, sayı 26

yürüyen, gençliğimizi ruh yönünden yeni bir dirilişe gö-türen Öztürk’ü anlamak için onun kalıbına girmek gerek. Gençlere âdeta mücadele aşısı enjekte eden, sarsıp ken-dine getiren bir iradenin gücüdür o.”

Öztürk Hoca’nın kısa hayat hikâyesi işte böyle... Onun ha-yatı bir destan kahramanının hayatından farksızdır. Yaz-mak için ciltler, anlatmak için saatler gerekir.

16 Mayıs’ta MuhteşeM gece...Yeni Ufuklar Derneği onursal başkanı sayın İbrahim Sungur’un da gayretleri ve maddi desteğiyle Öztürk Hoca’nın 50 yıllık mücadele arkadaşlarının bir bölümünü kayseri’de toplayıp 40-50 yıllık hatıraları tazeleme, acıları paylaşma, zaman zaman da neşelenme fırsatı buluyoruz. Böyle, ateş çemberinden geçmiş onlarca insanın bir sa-londa, bir amaç uğrunda bir araya geldiği kaç toplantı yapılmıştır, bilmiyorum. Türk insanı vefalıdır, büyükleri-

ni sayar ve onların mücadelesini asla unutmaz. Öztürk Hoca’nın dostları da onu unutmadılar ve birçoğu uzaklar-dan bu güzel gecede bir arada olmak için koştular. Hepsi-ni sayma imkânım yok, sadece kayseri dışından 70’e yakın kişi teşrif etti bu programı. İşte ilk akla gelenler: Hocala-rın hocası Prof. Dr. Mustafa kafalı, Millî Düşünce Merke-zi Başkanı Sadi Somuncuoğlu, 12 Eylül 1980 öncesinde Mustafa Öztürk ile birlikte “eğitimciler” ad altında MHP fikriyatının halka yayılması için oluşturulmuş kadrodan Yılma Durak, Himmet kayhan, Sami Bal, Mehmet Sakarya, Hakkı Duran, Nurettin Taşar, Faik İçmeli, Orhan Çakıroğlu, Muammer Cindilli, Suat Telatar... Sonra Esat kabaklı, Ser-vet kabaklı... İbrahim Sungur, Hazım Babat, kemal Ökke, Yakup Çelik, Aydın Çetiner, rüstem Dirican, reşat Altay, Yavuz Selim Demirağ, Zekeriya kökrek, Başbuğ Pınarbaşı, Sinan Aslan, Ömer Tekoğulları, Hayrettin kotamgil, Meh-met Biçer, Murat Özkan, Metin Ergün, Behiç Çelik, Şaban Efe, Fahri Yüksel, Galip Ayata, Ömer Ay, Abdullah Şengül, Mahmut korkmaz, Fethi Namlıoğlu, Ahmet Buran, Ercan

Page 8: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

8

MAKALE

8

Alkaya, Bilgehan Atsız Gökdağ, Süleyman kaan Yalçın, Gülay Mirzaoğlu, Tuncer Gülensoy... Adını sayamadığım onlarca kişi kusuruma bakmasınlar...

16 Mayıs akşamı kayseri kültür ve Turizm Müdürlüğü salonu tıklım tıklım dolu. Onlarca kişi ayakta programın başlamasını heyecanla bekliyor. Programı şair, öğret-men Fazıl Ahmet Bahadır sunuyor. Bahadır, Atsız’dan okuduğu şiirlerle programı renklendiriyor. Paydaşlar kayseri İl kültür ve Turizm Müdürü İsmet Taymuş, Türk Ocakları kayseri Şubesi Başkanı Prof. Dr. Mustafa ünal ve Yeni Ufuklar Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah’ın kısa açış konuşmalarından sonra Hoca›nın hayat hikâyesinin anlatıldığı bir film izliyoruz. Ardından dostlar kısa konuşmalarıyla salonu yıllar öncesine götürüyor, heyecanlandırıyor. Salon kâh hüzünleniyor, kâh neşeleniyor. Özellikle Hoca’nın Elazığ’dan öğrencisi Fethi Namlıoğlu’nun hatıralarıyla salondaki hüzünlü hava birden değişiyor. Öztürk Hoca gözleri nemli, ağlamamak için kendisini zor tutarak kısa bir teşekkür konuşması yapıyor. kimsenin bitmesini istemediği program Esat kabaklı’nın türküleriyle nihayete eriyor.

Bütün dostlar ertesi sabah yeniden kahvaltıda buluşuyor-lar. Bu defa mikrofon Öztürk Hoca’nın elinde... Neredeyse herkes konuşma fırsatı buluyor, Hoca’nın ruh ve fikir dün-yasını anlatıyor.

Öztürk Hoca, bu gece ile ilgili Bilgi Yurdu dergisinde yaz-dığı yazısını şu teşekkür cümleleriyle bitirir:

“Doğal olarak kayseri’den de yüzlerce ülküdaş, dost, hı-sım-akraba hatırımı sayıp gecemize gelerek beni bahtiyar ettiler. Uzaklardaki bazı dostlar telefon edip tebriklerini ilettiler, acil işleri olup gelemeyenler de çiçek göndererek gönlümüzü aldılar.

Bu vefakârlıklar karşısında, teşekkürden de öte, bir şey-ler söylemek istiyorum, ama duygularımı yansıtacak söz bulamıyorum. Fakat herkesin bilmesini isterim ki nâçîz şahsıma gösterilen takdir ve sevgiyi hak etmeye çalışa-cağım. Sevgi yolunda yürüyerek daha güzel bir Türkiye’yi beraber inşa edeceğiz. Saygılar sunar, teşekkürlerimin ka-bulünü dilerim.”

Page 9: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

9

Yeni Ufuklar, sayı 26

9

Vali Düzgün’den Yeni Ufuklar’a ziyaret...

kAYSErİ  Valisi  Orhan Düzgün, 10 Haziran 2015 tarihinde Yeni Ufuklar Derneği Genel Merkezini ziyaret etti. Düzgün’ü, Dernek

Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah ve kayseri Şube Başkanı Orhan köksal karşıladı.

Vali Düzgün, ziyarette yaptığı konuşmada, kayseri’de göreve baş-ladığında ilk ziyarete gelenlerden birisinin Yeni Ufuklar Derneği başkanı ve üyeleri olduğunu söyledi.

Özellikle son 10-15 yıldır Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının öneminin ve etkinliklerinin giderek arttığını ifade eden Düzgün, şunları kaydetti:

“kayseri’de yüzlerce dernek var ama Yeni Ufuklar Derneği bunlar arasında çok ayrıcalıklı bir yere sahip. Aslında dernekler geçmişte birçok kamu hizmetini yürütmüş. Yani devletin, kamunun boş bıraktığı alanlarda sivil top-lum kuruluşları eksikliği gidermeye çalışmış. Son yıllarda da İçişleri Bakanlığı aracılığıyla derneklerin bazı güzel projelerine yardım yapılıyor, gerek hükümet kaynaklarıyla gerekse bazı uluslararası kaynaklar aracılığıyla. Ama Yeni Ufuklar Derneği bizden çok fazla şey talep etmeden gerçekten dolu dolu etkinliklerini yürütüyor. Hem bir düşünce hem kültür kuruluşu olarak faaliyetlerine devam ediyor. kamuya da yardımcı oluyorlar. Çıkardıkları dergi de gerçekten dolu dolu. Mümkün olduğu kadar takip ediyorum. Hem basımı hem muhtevasıyla çok kaliteli bir dergi. Derneğin kuruluşundan bugüne kadar emeği geçen tüm üyelerine teşekkür ediyorum.”

Dernek Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Argunşah da valinin derneklerini ziyaret etmesinden büyük memnuniyet duyduklarını söyleyerek kendilerine teşekkür etti. Argunşah, gerek kültürel gerekse sosyal içerikli faaliyetlerle topluma hizmet etmeye çalıştıklarını söyledi. Burs veren bir dernek olduklarını ve 500’e yakın öğrenciye aylık 100 lira burs verdiklerini belirten Argunşah konuşmasını “Çeşitli kültürel etkinlikler, kongreler, konferanslar düzenli-yoruz. Her ay derneğimizde kültürel sohbetler yapıyoruz.” diyerek sürdürdü.

Yapılan ziyaret sonrası Vali Düzgün, Argunşah’a bir tablo ile kitap hediye etti.

Bir saate yakın süren ziyarette ülkenin ve kayseri’nin meseleleri üzerine hararetli sohbetler yapıldı. Sohbetin önemli bölümünü Suriyeli göçmenlerin durumu oluşturdu.

Vali Yardımcısı Mustafa Masatlı da Yeni Ufuklar’ı Ziyaret Etti

kayseri’ye yeni atanan vali yardımcısı Mustafa Masatlı da Yeni Ufuklar Derneği yöneticilerinin kendisine yaptıkları hayırlı olsun ziyaretine “iade-i ziyaret” ile karşılık verdi. Dernekte samimi bir ortamda yapılan sohbette genelde

ülkemizin, özelde ise kayseri’nin sorunları ve gündem konuşuldu.

Page 10: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

10

MAKALE

Emir Kalkan, Türk Halk

Kültürünün son yüzyıllık kesitine sekiz hikâye ve

iki araştırma kitabıyla katkıda bulundu. Kendi

üslubunu inşa etti, zengin bir kelime kadrosu kullandı,

yazdıklarındaki konu çeşitliliğiyle nadir rastlanan

bir “gözlem kabiliyetine”

sahip olduğunu gösterdi.

Emir Kalkan’ı pek çok okuyucusu gibi “Kanatsız Kuşlar Şehri”yle tanıdım. “Emir Kalkan olmasaydı Cemil Emmi’yi nasıl tanıyacaktım” diye diye kitabı bi-tirmiştim. Daha sonra 2009’da Ötüken Neşriyat’ta çalışmaya başlayınca yayıncısı olarak daha yakından tanıma imkânı buldum. Emir Kalkan’ın 2002’de “Ka-natsız Kuşlar Şehri” ile başlayan Ötüken yazarlığı “Gül Ayinleri” (2003), “Hoşçakal Şehir” (2005), “Ha Bu Diyar” (2007), “Bu Taraf Anadolu” (2008), “Türk Düğünü” (2010), “Kayıp Yüzler (2010) ile devam etmişti.

Bu eserleri ile tanınmış ve -2000’li yıl-ların yazar/kitap/ekran/görsellik enflas-yonuna rağmen- tatminkâr bir okuyucu tabakasını kendine bağlamışken hem “Afşar Ağıtları” hem de “20. Yüzyıl Türk Halk Şairleri” adlı çalışmalarının yayım-lanması konusunda tereddüt gösteriyordu. Biz kitapların yayını için ısrar ederken o kendisini yayıncının yerine koyuyor ve “Yayınevine zararımız olmasın, bu kitap-ların satışından endişeliyim” diyordu. Bir süre sonra razı ettik ve bu eserler de son 3 yılın içinde yayımlanarak Emir Kalkan’ın külliyatına dâhil oldu.Rahmetli Nevzat Kösoğlu, “Büyük sözler söylemek ve büyük işlerle uğraşmak hevesi içinde, hayatımızın esasını, milli kültürümüzün güzelliklerini çiğneyip geçiyoruz. Milli kültür deyip, fethe çıkmış cengâverler edasıyla nutuk çekerken yahut yazarken, bizim olan, milli hayatımızı yapan o incelikler, güzellikler mahvolup gidiyor ve biz farkına bile varamıyor yahut umursamıyoruz.” diyordu. İşte Temmuz ayının son günlerinde kaybettiğimiz Emir Kalkan, Nevzat Kösoğlu’nun işaret ettiği inceliklerin, güzelliklerin peşinde bir ömür boyunca yürümüş bir isimdi. 1948’de Kayseri’de doğan Emir Kalkan, çoğu Kayseri ve yakın çevresinde geçen ama isimler ve şiveler değişince Türklerin yaşadığı bütün yerleri kapsayan hikâyeler yazdı, gündelik hayatımızın tarihine dair kayıtlar düştü.

Kemal Karpat’ın 1920’lerde Dobruca’da büyüdüğü evde okunan kitaplarla Emir Kalkan’ın büyüdüğü 1950’lerin Kayseri’sindeki köy evinde okunan/dinlenen kitaplar aynıydı, Mehmed Niyazi’nin “Daha Dün Yaşadılar” romanında anlattığı 1950’lerin Akyazı’sı da benzer özellikleri taşıyordu. Demek ki Dündar Taşer boşuna demiyordu “Millet birbirinden haberi yokken de birbiri gibi olan varlıktır” diye… Emir Kalkan, Türk Halk Kültürünün son yüzyıllık kesitine sekiz hikâye ve iki araştırma kitabıyla katkıda bulundu. Kendi üslubunu inşa etti, zengin bir kelime kadrosu kullandı, yazdıklarındaki konu çeşitliliğiyle nadir rastlanan bir “gözlem kabiliyetine” sahip olduğunu gösterdi. Emir Kalkan “dinlemeyi” ve “anlamayı” şiar edinmiş müstesna bir zihni terkipti. Kahvehanelerde, çay bahçelerinde, köy odalarında dinleyerek, demleyerek sundu hikâyelerini… O çileli yüze yansıyan “duyarlılık” Türkiye’nin sıradan insanlarının sergilediği güzellikleri kaydetti.

Okuyucuya hissettiriyorduHemen her kitabında yoksulların yollarını çizen ayrıntılarla ne denli meşgul olduğu-nu gösteren örnekler vardı. “Onlarda ken-dimi görür, kendi geçmişimi bulur, onları izlerken çocukluğumun o çetin şartlar altındaki yoksulluklarla dolu günlerini yeniden yaşarım. Her biri aynı kaderi paylaştığımız ikiz kardeşlerimmiş gibi ge-lir bana” diyordu, onlardan birini; “Rüzgâr Hasan”ı anlatırken “Ha Bu Diyar”da… Garson Halil’in kızı Gülbahar’ın intikamı alan mahallenin köpeği Başkan’ı, Roman kızı Yeşimsu ve Aslan’ın mücadelesini ve ayrılığını, bileti olmayınca çekingen-liğinden otobüse binemeyip soğukta yürüyen ve donarak ölen Muhammed’i, “Bayazıtoğlu”nda köyden Kayseri’ye elde avuçta hiçbir şey yokken göçen, bulduğu ilk işte kazandığıyla çocukları doydu mu

EMİR KALKAN: “Rahmet o mamureyi

aziz kılan erlere”

CemSÖKMEN*

*Kırklareli Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu, öğretim görevlisi.

Page 11: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

11

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

gözlerin dolan babanın şahsında bu toprağın babalarının hikâyesini, Savaşın da düğünün de hakkını ve-ren “Yalınayak Takımı”nı anlatırken ıstırabını, isyanını, itirazını hissetti-riyordu okuyucusuna. Emir Kalkan ve onun gibilerin farklılığını ifade edebilmek için burada hemşehrisi ve birkaç yaş küçüğü Yağmur Tunalı’nın “Kavga Günleri”ndeki satırlarına

başvuracağım:

“Sözünü esirgemezler çıkardı.  Onlar köylerin, mahallelerin, kasaba-ların, şehirlerin vicdanı gibiydiler.  Yan gelip yatmaktan, devlet malına el sürmekten tutun da yapılmış, yanlış yapılmış, yapılmamış-edilmemiş, ek-sik kalmış her şeyi en vurucu sözlerle söylemek onların adetiydi.  Çekinmezlerdi.  Hakîkat namına konuşurlardı. Şimdi öylesi insanları çok azalan bir taşramız var maalesef.” Bugünün “Düzleşen Türkiye” manzarasında böyle insanları arıyoruz.

Sahicilik ve yalınlıkYazının başında Cemil Emmi’den bahsetmiştim. Sadece Cemil Emmi’yi değil, özellikle 1950-1980 arasındaki Kayseri’nin ilginç insanlarını Emir Kalkan’ın kalemiyle tanıdık. “Gesi

Bağları” türküsünün hikâyesiyle başlayan “Kanatsız Kuşlar Şehri” bir yandan Kıbrıs olaylarına tepkiyle yapılan mitingleriyle, yazlık sine-malarıyla, yerel gazetelerin fantastik yayınlarıyla 1960’lı yılların ortak gündemlerini işlerken bir yandan da, Sinema anonsu yapan Tellak Abidin’i, dertlere deva(!) ürünler satan Cilet Ali’yi, sadeliğin timsali Dokuz Ömer Emmi’yi, Kale esnafını, namaz ara-larında kahvehanelerde sohbet eden “Güney Müftileri”ni anlatır bize. “Şimdi yerinde yeller esen” diye başla-yan cümleleriyle, neredeyse tamamen kaybolmuş, çocukluğunun Kayseri’si-ne ait mekanları, sokakları, manzara-ları yazıya döker. “Gün Batımı Kay-seri” başlıklı yazısında “Bayazıtoğlu, Kamer Hatun, Ebe Hatun, Yeşim Su, Deli Gıyas, Deli Yusuf, Cemil Emmi, Ağa Dayı, Langırt Hayri, Bodos Ali, Kara Kemal, Üflek Ahmet… Bir zamanlar kente ruh veren, can veren, şimdi mazinin karanlığında unutul-muş namsız nişansız ölüler dikiliverir önünüze.

Ve bu ışık selinin içinde kaybolup gitmiş bahtsız sevdalar, hüsran dolu aşklar, hor görülmüş yaşamlar, heba olmuş ömürler bir bir hücum ederler yüreğinize.

Ve Anadolu’nun kalbine nakş ettikle-ri ağıtlarıyla, her biri bir kente bedel dağ yürekli kızlar; tek tek dirilip, tek tek dile gelip yeniden canlanır karşı-nızda.

Ve nefesleri yeniden gezinir şehrin semalarında.” cümleleriyle anar gö-çenleri…

Emir Kalkan eserleriyle sahicilik ve yalınlıkla kendine has üslubu oluştu-rabildi. Meraklarının peşinde yılma-dan devam ederek sözlü kültürün ve toplumsal hafızanın yeni bir yorum-cusu oldu.

O artık “Vatandaş Vakfı”ndan müstesna dostlarının yanında. Belki Emir Kalkan’la beraber sohbet mec-lisini orada da kurdular. Bize kalansa onun yazıya geçirdiği, unutulmasına izin vermediği insanlar, meseleler ve yaşanmışlıklar üzerine tekrar tekrar düşünmek…

Emir Kalkan eserleriyle sahicilik ve yalınlıkla kendine has üslubu

oluşturabildi. Meraklarının peşinde

yılmadan devam ederek sözlü kültürün ve toplumsal hafızanın

yeni bir yorumcusu oldu.

Page 12: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

12

MAKALE

Bir kültür, bir inanç, bir dâvâ adamı olan, Türk Edebiyatı Vakfı başkanı gazeteci- yazar Servet Kabaklı’yı geçtiğimiz günlerde tedavi gördüğü hastanede kaybettik. Sultanahmet Camii avlusunu hınca hınç dolduran siyasetçisinden edebiyatçısına, Doğu Türkistanlısından Kırımlısına kadar büyük bir kalabalık, Türk kültür hayatında derin izler bırakmış, usta bir gazeteciyi son yolculuğuna uğurlamak için oradaydı. Türk Milleti, kendisine deli gibi aşık bir derviş gönüllü aydınını daha kaybetmişti. Musalla taşında yatan Kabaklı’nın naaşı üzerinde 2 bayrak dikkati çekiyordu: Biri Türk bayrağı diğeri ise Doğu Türkistan bayrağıydı. Sanırım bu Kabaklı’nın kimliğini, ülküsünü, samimiyetini ortaya koyması açısından eşsiz bir görüntüdür. Yıllarca Tercüman’da gazetecilik yapan

Kabaklı, gençlik yıllarından beri ömrünü Türk Dünyası’na adamıştı. Tıpkı ondan birkaç yıl önce vefat eden, Tercüman Gazetesi’nde uzun yıllar birlikte çalıştığı Kemal Çapraz gibi. Türk Edebiyatı Vakfı’nda çalıştığım 5 yıl boyunca çok yakından tanıma fırsatı bulduğum Servet Kabaklı ağabey ile hayatımda müstesna yeri olan, uzun yıllar teşrik-i mesai yaptığım abim Kemal Çapraz’ın en büyük ortak yanı Türk Dünyası’na aşık olmaları ve Türklüğün derdiyle dertlenmeleridir. Servet Kabaklı’nın yaptığı haberler, röportajların hemen hemen hepsi Türk Dünyası üzerineydi. Amcası büyük mütefekkir Ahmet Kabaklı’nın vefatından sonra Türk Edebiyatı Vakfı’nın başkanlığını yürütmeye başladı. Kabaklı’nın omzuna bir büyük ağırlık daha yüklenmişti fakat sinesinde taşıdığı

Ölüm döşeğinde bile Doğu Türkistan diyen adam:

SERVET KABAKLI

Bayram AKCAN

Page 13: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

13

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

yüreğinde yanan ülkü ateşi onun bu görevi de yüz akı ile başarmasına neden olmuştu.

kabaklı ve türk dünyasıServet Kabaklı’nın hayatında Türk Dünyası’nın ayrı bir yeri vardır. Fakat bu dünyanın başköşesinde Doğu Türkistan Türklüğünün, Doğu Türkistan davasının yattığını yakından tanıyan herkes bilir. Onun için Doğu Türkistan denilince akan sular dururdu. Sultanahmet Meydanı’nındaki Türkistan Aşevi, onun tabiriyle “Doğu Türkistan bayrağını beklediği” yerdi. Türkistan Aşevi’nin açılışını rahmetli İsa Yusuf Alptekin ile dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan görkemli bir törenle gerçekleştirmişti. Aşevi’nin bahçesinde Türkiye ve Doğu Türkistan bayrakları da yoldan gelen geçenlerin dikkatini çekiyordu.Doğu Türkistan bayrağının yasak olduğu yıllarda bile sahibi olduğu aşevinin bahçesindeki Doğu Türkistan bayrağını onca baskıya karşı indirtmemişti. Aşevinin yan bölümünde temsili olarak yaptırdığı köşklere Türk dünyasının önemli şahsiyetlerinin ismini vermişti: İsa Yusuf Alptekin, Mustafa Cemiloğlu, Kemal Çapraz…Başkanlığını yürüttüğü Türk Edebiyatı Vakfı ise yıllardır kültür hizmeti yürütürken, Doğu Türkistan davasının Türkiye’de hayat bulmasında çok önemli ev sahipliğinde bulunmuştur. Doğu Türkistan Türklüğünün lideri Yusuf Alptekin burada konferanslar vermiş, Doğu Türkistan davasını bu vesileyle Türkiye kamuoyuna anlatma imkânı bulmuştur.

gökbayrak BuluşmasıVefatından kısa bir süre önce Kültür Ocağı Vakfı’nın Kemal Çapraz’ı Anma toplantısına konuşmacı olarak katılmıştı. Çapraz’ı anlatırken gözleri dolu dolu olan Kabaklı, onunla ilgili anılarını anlatırken o günleri

yeniden yaşar gibiydi. Özelikle Çapraz ile birlikte düzenledikleri “Boğazda Gökbayrak Buluşması” hatırasını heyecanla anlatırken,

dinleyenler ise pür dikkat onu dinliyordu, tıpkı ötelerden haber getiren bir ulağı dinler gibi. Doğu Türkistan Türklüğünün efsanevi lideri İsa Yusuf Alptekin ile Kırım Türklüğünün büyük önderi Mustafa Cemiloğlu, Servet Kabaklı’nın teknesinde bir ara gelmişler, bu iki büyük önder boğazın mavi sularında hasret gidermişlerdi. İki gök bayrağın sahibinin bu buluşması görülmeye değerdi. Oradaki herkes gibi Kabaklı ve Çapraz da gözyaşlarına hakim olamamışlar, Türklüğün iki çileli yolbaşçısının bu kucaklaşması karşısında eşsiz bir mutluluk yaşamışlardı.Kabaklı, sadece İsa Yusuf Alptekin’i Cemiloğlu ile buluşturmakla kalmamış birçok siyasi şahsiyetle de buluşmasına vesile olmuştu. Alparslan Türkeş, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan, Mesut Yılmaz ve Recep Tayyip Erdoğan gibi Türk siyasi hayatının önemli isimleriyle Doğu Türkistan lideri Alptekin’i bir araya

1956'da Elazığ'da doğan Servet Kabaklı, gazeteciliğe 1976'da

Tercüman Gazetesinin Elazığ Muhabiri olarak

başladı. Üniversite eğitiminin ardından

İstanbul'da gazeteciliğe devam eden Kabaklı,

Türk dünyası, özellikle de Doğu

Türkistan konusundaki çalışmalarıyla

kamuoyuna ışık tutmuştu.

Page 14: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

14

MAKALE

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Dergimiz yazarlarından, değerli kültür adamı ve yazar

EMİR KALKAN30. 07. 2015 tarihinde vefat etmiştir.

kayseri’de defnedilen merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine

başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

VEFAT VE BAŞSAĞLIĞI

Türk Edebiyatı Vakfı Başkanı, Gazeteci Yazar, değerli gönül adamıSERvEt KABAKLI

28. 08. 2015 tarihinde vefat etmiştir. Eyüpsultan kabristanı’na defnedilen

merhuma Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

getirmişti. Bu yaptığı hizmetler o güne kadar Türkiye’de pek bilinmeyen Doğu Türkistan davasının Türk kamuoyunda tanınmasına önemli bir etken olmuştur.

Ölüm döşeğinde Bile...Servet Kabaklı, dev gibi görünen cüssesine rağmen son derece hassas bir gönle, hemen duygulanan bir hissiyata, bir anda nemlenen gözlere sahipti. Uzun yıllar şeker hastalığı ile boğuştu. Geçtiğimiz aylarda fenalaşarak hastanede

yoğun bakıma alınmıştı. Hepinizin bildiği gibi Ramazan ayında Doğu Türkistan’da yaşanan katliamlar yeniden Türkiye’nin gündemine gelmişti. Kimi gruplar, ideolojik bir bağla bağlı oldukları işgalci komünist Çin devletini aklamak için olmadık iftiralar atıyor, kendilerini paralıyorlardı. Bir gün gecenin ilerleyen saatlerinde televizyondan haberleri takip ederken, TGRT Haber’de Doğu Türkistan meselesinin konuşulduğunu gördüm ve yayını takip etmeye başladım. Bir süre sonra hastanede yoğun bakımda olan Servet Kabaklı canlı yayına telefonla bağlandı ve Doğu Türkistan ile ilgili duygu ve düşüncelerini anlattı. Sesi

çok derinden geliyordu, konuşurken zorlandığı belliydi. Ama hasta yatağında, hatta yoğun bakımda bile Doğu Türkistan davasına kayıtsız kalmayan, bu da yetmezmiş gibi telefon açma ihtiyacı hisseden Servet Kabaklı’nın bu davranışı kimde vardır? Bu telefon görüşmesinden bir ay sonra da vefat etti. Vefatında Doğu Türkistan davasına üzülmesinin etkisi var mıdır, bilemem ama ölüm döşeğinde bile Doğu Türkistan’ı anlatan bir adam, kendini canını hiçe sayan, Doğu Türkistan kara sevdalısı değil de nedir?Allah rahmet eylesin, Doğu Türkistan için yaşadı, Doğu Türkistan diye diye vefat etti.

Dev gibi görünen cüssesine rağmen son derece hassas bir gönle, bir anda nemlenen gözlere sahipti Servet Kabaklı... Onu son yolculuğuna uğurlamak için Sultanahmet Camii’nin avlusunda toplanan sevenleri onun hassas yapısını anmadan edemediler....

Page 15: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

15

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

15

Yeni Ufuklar, sayı 25

15 15

Dün Dünde Kaldı Cancağızım!

1. Osmanlı Son Döneminde Çareyi Geçmişte Arayan İki Tarz-ı Siyaset: İslamcılık ve Osmanlıcılık

Osmanlı’nın dağılma döneminde ortaya çıkan İslamcılık tezi dağılmanın engellenmesi için İslamiyet’in ilk devirlerine vurgu ya-parken; Osmanlıcılık tezi Kanuni Devri’ni vurgulamıştır. [“Üç Tarz-ı Siyaset”ten üçüncüsü olan Türkçülük ise geçmişte emsali olmayan bir çözüm önerisi sunan idealist bir fikir hareketi olduğu için burada zikredilmeyecektir.] Bu vurgulamanın yanında; kaynaklarını, meşru-iyetlerini ve referanslarını da geçmişten alırlar. Maalesef her iki tezin de iflas ettiğini tarih bize göstermiştir.

Fert olarak insan da kabul edemediği bir durumla kar-şılaştığı zaman problemlerinin olmadığı eski günlere özlem duymaktadır(regresyon). Hatta bu geriye gidiş, ta doğum anına kadar sürebilmektedir. Bu hâlin bir uzantısı olarak “Gelen gideni aratır.” atasözü de hatıra gelebilir. Gelen yani mevcut hâl, gideni yani maziyi ne olursa olsun aratacaktır. Zira şöyle veya böyle geçmiş geçmiştir ve bugüne gelinebilmiştir. Bütün problemlerine ve sıkıntılarına rağmen geçmiş artık bilinebilir bir hâl almıştır.

2. “Bir Yanılsama” Olarak ZamanZaman nedir? Zaman, tam olarak fehmedemediğimiz, kapsa-

yamadığımız, fiziğin ışığında bildiğimiz kadarıyla insan algısından bağımsız olarak genleşme, eğilme ve bükülme yetisine sahip bir mef-humdur. İnsan idrakinin bu mefhumu kabullenmesi veya kullanması ise ancak “kronoloji” ile mümkündür. Yani birtakım oluşlar silsilesi ile anlayabiliriz zamanı. Bir fiil ile [dinî okumaya göre tanrının bu yönde-ki iradesini açıklaması ile seküler okumaya göre big bang ile (ikisinin beraber cereyan etme ihtimalini hesaba katmaksızın)] başlattığımız “zaman”ı yine birtakım fiiller marifeti ile böleriz. Dünya’nın kendi et-rafında bir kere dönmesine gün, günün yirmi dörde bölünmesine saat, saatin altmışa bölünmesine dakika ilh. ismini veriyoruz. Peki bizim bu tasnifimiz zamanın zatını bizatihi kendisini nasıl etkiliyor? Daha doğru sorma ile etkiliyor mu? Mesela hicrî takvim ve miladî takvim arasındaki farklılık zamanın zatına tesir ediyor mu? El-cevap: Hayır. Sadece bizim isimlendirmemizde bir değişiklik olmuş olur. Galiba esas olan Herakleitos’un belirttiği gibi “süreç”tir. Süreçte meydana gelenleri algılayabiliriz. Bu sürecin isimlendirilmesi, işlenmesi ve anlamlandırılması durumunda zaman mefhumundan bahsetmek müm-kün olmaktadır.

Zamanı bu şekilde kabataslak tarif ettikten(!) sonra kronolojiye ilişkin vurgumuzla karşımıza üç tarz-ı zaman çıkmaktadır. Geçmiş, şimdi ve gelecek. Zaten insanoğlunun mücadelesi geleceği bilinebilir, şekillendirilebilir kılmaya çalışmaktır. Yani geleceği inşaa etmektir. Bunu yapmak için zaman ekseninde kaideten geçmişi referans alır. “Şimdi” sürekli değişmektedir zira. İnsan aklının kapsayamayaca-ğı kadar hareketli, değişken bir yapıya sahiptir. Yani denilebilir ki, “şimdi”nin geleceği şekillendirme de fiilî zemin oluşturması inkâr olunamamakla beraber fikri bir zemin oluşturması için geçmesi gere-kir. [“Şimdi” veya “an” mefhumu geçen mi geçilen mi bir mefhumdur

bilinmemekle birlikte, zann-ı galibimize göre o kendi zatı ile eşyanın üzerinden geçerken, eşya da ondan geçmektedir. Yani hem etken hem edilgen bir yapıya sahiptir.]

Halbuki zaman hakkında biraz düşünenler ve okuyanlar bi-lirler ki geçmiş geçmiştir yani artık müdahaleye kapalıdır [Yine Herakleitos’un: “Bir nehirde iki defa yıkanılmaz.” sözü bu cüz-dendir.] ve gelecek henüz mevcut değildir yani yoklukla maluldür. Gelecek diye isimlendirdiğimiz zaman dilimi vücuda gelmeyebilir veya gelir de insanoğlu ona müdahale edemez hale gelebilir. Dolayısı ile zaman mefhumunun somut olarak elimizde olan kısmı “şimdi”dir veya “an”dır.

Zamanın yekûnunu “an” olarak isimlendirilebildiği de malum olmakla beraber [Galileo’nun: “Uzun çizgi kısa olandan daha fazla noktaya sahip değildir.” şeklinde matematiksel olarak ifade ettiği gerçekliğin “zaman”a uygulanması ile bu mümkün olur.]; zaman ve an lafızlarına bugün yüklediğimiz mefhumlar ile diyebiliriz ki zaman anlardan müteşekkildir. Ve zaman nehrinin kullanıma elverişli olan çünkü aslında “gerçek olan” tek kısmı “an”dır.

3. Geçmiş Zaman Kipinde “Bin Atlı Akınlarda Çocuklar Gibi Şen” Olmak:

Şimdinin gerçekliğine göz yumarak geçmiş üzerine ve geçmişi şimdinin yerine ikame etmeye çalışarak bir dünya inşa etmeye kalkış-mak patolojik bir hadisedir. [Şimdi gerçekliğinden kopuk bir gelecek “hayali” yaşamanın da bu hâlden arta kalır bir yanı olmamakla bera-ber yazımızın konusu olmadığı için bahsedilmeyecektir.]

“Batı ulusları kendileriyle gurur duymak için çok geride kalmış yüzyıllara bakmak durumunda değiller. Kendilerinin tıb-ba, matematiğe ya da gökbilime olan katkılarını sabah okuduk-ları gazetelerde bulabiliyorlar, İbni Sina’nın çağdaşlarını ileri sürmeye ya da durmaksızın “sıfır”ın, “zenit”in, “cebir”in ve “algoritma”nın kökenini anımsatmaya ihtiyaç duymuyorlar. En son askeri zaferleri 2003, 2001 ve 1999 tarihli; Selahaddin Ey-yubi, Hannibal ya da Asurbanipal dönemlerine kadar gitmeleri-ne gerek yok. Batılılar, bu nedenle, sürekli geçmişlerine dönme gereksinimi duymuyorlar. Geçmişlerini biraz olsun inceliyor-larsa, bu izledikleri yolu daha iyi görebilmek, eğilimleri ortaya çıkarmak, anlamak, düşünmek ya da genel sonuçlara varmak istemelerinden kaynaklanıyor. Ama bu ne hayati bir ihtiyaç ne de kimlikten kaynaklanan bir gereklilik. Kendilerine saygı duy-maları için şimdiki zaman yetiyor.”1

Aslında bu geçmişe yönelme ve geçmişi arzulama eğilimini bu şekilde ifade etmek mümkün: “kendisine saygı duymak için şimdiki zaman[la] yet[ine]meyen”ler bu hâl üzeredirler desek hata yapmış olmayız.

İfade etmeye çalıştığımız zinhar geçmişle bütün bağların koparıl-ması teklifi değildir. Geçmişten intikal eden miras tevarüs edilerek ya-pılacaktır her ne yapılacaksa. “Bizim sorunumuz, geçmişimizle değil geleceğimizle ilgilidir. Gelecek sorunumuzu çözmeden, geçmiş bize sağırdır; geleceğe ilişkin bir derdi olmayanın, geçmişle uğraşması, boşa vakit harcamaktır.”2

4. Hatm-i Kelâm: “Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam.”

Peki “şimdi” ile kendisine olan saygısını tesis edemeyenler, geç-mişe saplanma hastalığına da sığınmayacaklar ise ne yapacaklar?

“Şimdi” gerçekliğini ihmâl etmeksizin, “geçmiş”i doğrusu ve yanlışı, güzeli ve çirkini, iyisi ve kötüsüyle kabul ederek, “tarihinde olup bitmiş vakalar ve kurulmuş hukuk, zanaat, sanat ve devlet gibi geniş kuşatımlı teşkilatlar üstünde düşünüp bunlardan geleceğe yöne-lik projectionlar”3 yapmak galiba isabetli bir iş olacaktır.

1 MAALOUF, Amin, Çivisi Çıkmış Dünya, Çev: Orçun Türkay, YkY Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Mayıs 2009, s. 173

2 http://www.ihsanfazlioglu.net/yayinlar/makaleler/1.php?id=2473 DUrALI, Ş. Teoman, Omurgasızlaştırılmış Türklük, Dergâh Yayınları,

4. Baskı, kasım 2014, İstanbul, s.81

ErdemUMUDUM*

Kimbilir nerdesiniz, Geçen dakikalarım

Kimbilir nerdesiniz?Necip Fazıl KISAKÜREK

Yaşıyor sihrini geçmiş zamanınHâlâ bu taşlarda gülen rüyanın.Güvercin bakışlı sessizlik bileÇınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle.Ahmet Hamdi TANPINAR

*Hukukçu

Page 16: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

16

MAKALE

16

GÜNDEM

16

Selçuklular, “Afrika dışında bütün İslam dünyası” denebilecek büyüklükte bir coğrafyaya egemen oldular. Çağrı Bey Anadolu’ya akarken (1015),Oğuzların Kınık boyundan Selçuk Bey’in Müslüman oluşunun üzerinden yarım asır bile geçmemişti. Sultan Alparslan, hurdahaş olmuş Anadolu kilidini kılıcının ucuyla Malazgirt ova-sına fırlattığında, yıl 1071’di. Bu zaferden sonra Anadolu’da kurulan Türk devletle-rinden biri de Anadolu Selçuklu Devleti’dir.

Anadolu Selçuklu Devleti, Moğol istilası yüzünden yıkılmaya yüz tuttuğunda, fatih ve bilgin Türkmen Beylerinin çevresinde oluşmuş Anadolu Beylikleri, çok can-lı ve gürbüz birer egemenlik merkezi olarak ortaya çıktılar.

Anadolu Beyliklerinde hayat, o çağların çok ötesinde bir insan anlayışı ile çev-riliydi. Germiyanoğlu Yakup Bey’in, külliyesi için düzenlediği Türkçe vakfiyede, ”Misafir gelir de uzun süre kalırsa, asla küçük düşürülmeyecek, onlara surat asılma-yacaktır.” deniyordu. Candaroğlu İsmail Bey de, Türkçe vakfiyesinde, imarete yemek dağıtımından sonra gelenlerin aç bırakılmamasını, onlara ceviz, bal ve peynir gibi yiyecekler hazırlanmasını ister.

Batı Anadolu’daki Türkmen beylerinden biri de Oğuzların Kayı boyundan, Gündüz Alp’in torunu, Ertuğrul Bey’in oğlu, Osman Bey’dir. Onun beyliğinin top-rakları, Namık Kemal’in ifadesiyle, “Gözün gördüğü bir yer” di. Osman Bey, bir Bizans kuvvetini, bir cam bardağı taşa çalar gibi dağıtıp beyliğini dosta düşmana kabul ettirdiğinde yıl 1302’dir. Osmanlı topraklarını anlatmak için artık göz değil, hayal gerekecektir.

Kanuni Sultan Süleyman,1538’de Bender kalesi üzerine çivilediği kitabede di-

Osmanlı’nın, çapraz ateş altında geçen son 45 yılı, akıl almaz çilelerin, akıl almaz bir vahşetin, akıl almaz düşmanlıkların, akıl almaz ihanetlerin ve bütün bunlara cevap vermeye çalışan akıl almaz fedakârlıkların ve yiğitliklerin öyküsüdür.

Recep ŞükrüAPUHAN*

Asla Yenilmeyeceksin

*Eğitimci, yazar

O son 45 yılı bilmek hayattır, bilmemek ölüm...

Page 17: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

17

GÜNDEM

Yeni Ufuklar, sayı 26

17 17

Trabzon – Erzincan hattını içine alan Rus işgali sırasında 1,5 milyon Müslüman batıya doğru aktı. Bunların 700 bini yollarda veya ulaşabildikleri yerlerde açlık, hastalık ve sefalet yüzünden öldü.

yordu ki: “Ben Allah’ın kuluyum ve bu cihan mülkünde Sul-tanım. Allah’ın lutfuyla Muhammed ümmetinin başındayım. Ben Mekke ve Medine’de adına hutbe okutan Süleyman’ım. Avrupa denizlerinde, Mağrib’te ve Hind’de donanmalar yü-rüten ben; Bağdat’a Şah, Bizans ülkelerine Kayser ve Mısır’a Sultanım. Ben, Macar Kralı’nın taç ve tahtını alıp bir müteva-zı kuluna bağışlamış bir Sultanım. Petru Voyvoda başkaldırdı ama atımın nalı onu toza kattı ve ben Boğdan ülkelerini fet-hettim.”

işgal altındaki üç başkent Bu muhteşem devlet, kendisini koruyacak tedbirleri güç-

lü kurumlar haline getiremedi. Kendisini, yönettiği halklara tanıdığı hürriyetlerin dış mihraklar tarafından kendi aleyhine kullanılacağı zamanlara hazırlayamadı. Ve içerden- dışardan bitmez tükenmez saldırılarla dolu iki buçuk asırlık bir süre-cin sonunda gücünü yitirdi. Fakat sonuç yalnızca bir devletin gücünü yitirmesinden ibaret değildi. İmparatorluğun doğal merkezini teşkil ettiklerinden bütün saldırıları göğüslemek mecburiyetinde olan, fakat böyle bir merkeze sağlanması ge-reken kuvvetten mahrum oldukları için özellikle İmparatorlu-ğun gayrimüslim unsurları karşısında gittikçe zayıflamış bu-lunan Türkler; sırtlarında hançer, yüzlerinde pençe yaraları ile tükenişi yakından gördüler. 1920’de Osmanlı’nın üç başkenti; Bursa, Edirne ve İstanbul işgal altındaydı. İşgalciler, Osman Gazi’nin sandukasını tekmeliyor, o sandukanın başında fotoğ-raf çektiriyordu. Üç kıtadan felaketlerle süren çekiliş, yine bir felaketle sonuçlanmıştı.

Osmanlı’nın, çapraz ateş altında geçen son 45 yılı, akıl almaz çilelerin, akıl almaz bir vahşetin, akıl almaz düşmanlık-ların, akıl almaz ihanetlerin ve bütün bunlara cevap vermeye çalışan akıl almaz fedakârlıkların ve yiğitliklerin öyküsüdür. O 45 yıl ki 45 asra yetecek derslerle doludur.

1877- 1878 Osmanlı – Rus Savaşı sırasında, Balkanlar’da 300 bin Müslüman görülmemiş bir vahşetle katledildi. 1 mil-yon Müslüman da perişan kafilelerle Rumeli ve Anadolu yol-larını doldurdu. Savaşın sonunda elde kalan, yalnızca Rumeli; yani Selanik, Kosova ve Manastır Vilayetleri idi. Sonrası, Ber-lin Konferansı denen “Tiyatro”nun geziye çıkmasıdır. Doğu’da Ermeni çeteleri, Rumeli’de Sırp, Rum ve Bulgar çeteleri, Av-rupa ve Rusya’nın elinde birer muşta olarak Osmanlı’nın git-tikçe sararan yüzüne yıllarca indi durdu ve o yüzü paramparça etti.

Anadolu’yu kavuran rüzgârlardan biri de Yemen’den esi-yordu. Yemen isyanları on binlerin canını aldı. Çeşme gençleri askerliklerini orada yaparlardı ve 1908’de Çeşme’de 20- 30 yaş arasında tek bir Türk erkeği kalmıştı. O da bir cüceydi.

halkın yarısı sıtmalıydı Çağın en büyük devletlerinin adeta sıraya koydukları

baskılar ve saldırılar, mali bunalım, terör ve isyanlar, birkaç asrın birike birike artık birer zehir olmuş ihmalleri, devletin yapısındaki ve idaresindeki türlü zaaflar ve devletin iliklerine kadar işlemiş, koparılıp atılamaz bir köke sahip olan ihanet, birbirlerini besleyip güçlendirerek her tedbiri anında yutan bir girdap oluşturmuştu.

On yıl sürecek savaş, devleti o girdabın içinde yakaladı. Osmanlı, Libya’yı işgal eden İtalya ile uğraşırken, Yunanistan,

Page 18: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

18

GÜNDEM

1818

Sırbistan, Karadağ ve Bulgaristan birleşerek 1912’de saldırıya geçti. O ilk fethedilen topraklar, o mübarek Rumeli de elden gitti. Savaş sırasında Balkanlar’da 400 bin Müslüman yine vahşetle öldürüldü. 450 bin Müslüman Anadolu’ya göç etti.

Balkan Savaşı gazilerinin yaraları kapanmadan, 1914’de 1. Dünya Savaşı başladı. Suriye ve Irak cephelerinde Arap is-yancılarla İngilizlerin ateşi arasında kalan Osmanlı kuvvetleri, Doğu (Kafkas) cephesinde de Ermeni isyancılarla Rusların ateşi arasında kaldı. Savaşın daha başında, yalnız Sarıkamış’ta ve Çanakkale’de on binler toprağa düştü. İngilizler ve Fransız-lar Çanakkale’den henüz kaçmıştı ki Ruslar Erzurum’u işgal etti.

Trabzon – Erzincan hattını içine alan Rus işgali sırasında 1,5 milyon Müslüman batıya doğru aktı. Bunların 700 bini yollarda veya ulaşabildikleri yerlerde açlık, hastalık ve sefalet yüzünden öldü. Sağ kalanlar, Balkan Savaşı sırasında gelmiş göçmenlerle karıştı. Savaştan az önce ve savaş sırasında, 500 bin Müslüman da Ermeni çeteleri tarafından katledildi. Savaş boyunca cephelerde 710 bin asker şehit oldu, 303 bini ağır olmak üzere 763 bin asker yaralandı, 202 bin asker esir düştü.

Savaş bittiğinde Anadolu da bitmişti. Bazı ailelerde hiç erkek kalmamış, liseliler, üniversiteliler âdeta yok olmuştu. Rus işgali altındaki vilayetlerde 15 bin köy yakılıp yıkılmış, Erzurum’un merkezinde nüfus 80 binden 5- 6 bine düşmüştü. Anadolu’da halkın yarısı sıtmalıydı. Birkaç aileden birinde ve-rem, trahom, kolera, tifüs veya tifo vardı. On binlerce sahipsiz çocuk ortada dolaşıyordu. Birçok yerde taş üstünde taş kalma-mıştı, halk ot yiyordu.

karanlık bir propaganda 1919’da Türkler artık Anadolu’ya çekilmişti. Fakat anla-

şılıyordu ki onlar şimdi Anadolu’da da kuşatılacak, hesaplar tutarsa orada tamamen yok edileceklerdi. İngiliz Dışişleri Bakanı Balfour, “İslam dünyasının, Türklerin tamamen ye-nildiğini anlamalarını, özellikle istiyoruz.” derken, İngiliz Başbakanı Lloyd George da “Turkey (Hindi)den geriye belki birkaç kemik kalır.” diyordu. İngilizler, Fransızlar ve İtalyanlar Anadolu’yu işgal etti. Fransa, Ermeni çetelerini Çukurova’ya yığdı. Ayrıca Kıbrıs’ta yalnızca Türklere saldırmak üzere eğitilmiş Ermeni Lejyonu da bölgeye getirildi. Hep birlikte Türklerin üzerine çullandılar. Güney illerinde hayat artık bir çığlıktan ibaretti. Fakat Batı Anadolu için de bir katliam aleti gerekiyordu. O da zaten hazırdı.

İngiltere, Fransa ve ABD yönetimlerinin ortak kararı ve İngilizlerin emriyle İzmir’e çıkan Yunanlılar, yerli Rumlardan oluşan gönüllü birliklerin de yardımı ile Batı Anadolu’dan içerlere ilerleyerek 3 milyon insanın yaşadığı 100 bin kilo-metrekare toprağı işgal etti. Trakya da Yunan işgaline uğradı. Öyle bir mezalim yaşanıyordu ki olup bitenleri eksiksiz an-latmaya hiç kimse cesaret edemez. Yunan işgalinden kaçıp yollara düşen 1,2 milyon Müslümanın 400 bini sefalet yüzün-den hayatını kaybetti. İşgal ve savaşa bağlı sebeplerden dolayı 640 bin Müslüman öldü. Balkan Savaşı ile 1.Dünya Savaşı sırasında göç edenlerle, Yunan-Fransız-İngiliz işgali sırasın-

da göç edenler birbirlerine karıştı. Kasabaların bir kenarında Doğu göçmenleri, bir kenarında Balkan ve Aydın göçmenleri hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Ve nihayet Sevr Anlaşmasıyla Anadolu bölüşüldü. Türklere, akibeti çok açık bir şekilde ölüm olan, küçücük bir sömürge sultanlığı bırakıldı.

Bir ölüm kalım savaşı başlamıştı Anadolu’da. Önce bir-kaç Hatay, Çukurova ve Mersin türküsü Fransızlarla, Aydın’ın birkaç zeybek havası Yunanlılarla boğaz boğaza geldi. Sayıları azdı ama anlamları büyüktü. Bir müddet, işgalcilerle, Kuva-yı Milliye uğraştı. Sonra, fedakârlık kelimesine gerçek ihtişamı-nı kazandıran fedakârlıklarla, yeniden düzenli ordu kuruldu.

Şehir merkezi

İstanbul’un 1918’den itibaren nasıl işgal edildiğini ve işgal altındaki İstanbul’da yaşanan o müthiş mezalimi bilmeyenlerin, İstanbul’un nasıl fethedildiğine dair bilgilerinin zerre kadar önemi yoktur.

Page 19: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

19

GÜNDEM

Yeni Ufuklar, sayı 26

19

Son askerlerle son savaştı bu. Sakat gaziler, ihtiyarlar, hamile kadınlar, cephane taşıyan kağnılarının başına geçti. 26 Ağustos 1922’de başlayan ve asırların hıncını taşıyan büyük taarruzun sonunda işgalciler imha edildi. Türk askerleri, taarruz sırasında Yunanlıların dikenli tellerini elleriyle parçaladılar.

Bu 45 yıl boyunca çekilen çilelerin derinliği, gökyüzünü ürkütür. Yaşanan zorluklar, kelimelere sığmaz; o zorluklar, on-ları sığdırmaya kalktığınız her kelimeyi patlatır. Düşman or-dularının, on binlerce işbirlikçinin ve onların yanı sıra yürüyen yokluk ve yalnızlık taburlarının açtığı yaralarla dolu bu 45 yıl, aynı zamanda uzun bir kahramanlık, sabır ve tahammül desta-nıdır. Osmanlı tarihinin en büyük kahramanları bu dönemde yaşamışlardır.

Bu 45 yılın, hafızalarda ancak bölük pörçük yer bulabilme-si, Türkiye’nin önünde büyük bir tuzaktır. Çünkü bu eksiklik, Türkiye üzerindeki sorumluluk duygularını tehlikeli bir şekil-de ve giderek daha çok örselemektedir. Bu 45 yılın uyarılarını işitmeyen nesillerle, güvenli bir ileri yürüyüş mümkün değildir. Öte yandan, karanlık bir propaganda, yeni nesilleri, her tarihi olayın haksız tarafı olduğumuza inandırarak onları tehlikeler ve düşmanlıklar karşısında dikkatsiz ve savunmasız bırakmaya çalışırken, hafızalardaki boşluklardan alabildiğine faydalanıyor.

Bugünün tarihi, dünün tarihinin daha derinden yürü-mesinden başka bir şey değildir. Bundan dolayıdır ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti, zayıf düşmemek için, kendisini doğuran sürece ilişkin bilinç ve o bilinci bir davranış biçimi haline geti-recek namus ve haysiyet istiyor.

“kâbe toprağı gibi kutsal” Büyük bir devlet kaybetmiş olanlar için, yarınları koru-

yacak en güçlü tahkimat, o kayıp sırasında yaşananlardan alınacak derslerdir. İstanbul’un 1918’den itibaren nasıl işgal edildiğini ve işgal altındaki İstanbul’da yaşanan o müthiş me-zalimi bilmeyenlerin, İstanbul’un nasıl fethedildiğine dair bil-gilerinin zerre kadar önemi yoktur. Fatih Sultan Mehmet’in Rum Patrikhanesi’ne verdiği özgürlükle övünen, ama o Patrikhane’nin 1920’de Yunan bayrağı çektiğinden, Yunan or-dusunu yerli Rumlarla güçlendirdiğinden hiç bahsetmeyen bir uyku hali, tahkimatı zaafa uğratacaktır. Buna göz yumulamaz. Başına gelenleri unutan, ıstıraplarını anıtsız bırakan, üzerinde yaşadığı toprağa ödenmiş bedelden habersiz kalan bir millet, bu korkunç hatayı yapmayan milletler tarafından şirketleşti-rilir.

Osmanlı’da, her devleti yıkabilecek şiddetteki o korkunç azınlık ihaneti, son 45 yılın doğal bir parçasıdır. Ancak, yıkım sürecinde devletin ve Müslüman komşularının yanında yer almış birçok Ermeni ve Rum da vardır. Özellikle 1. Dünya Savaşı’nda ve Millî Mücadele’de, gerek ordu içinde, gerekse sivil örgütlerde üstün hizmetler görmüş, o hizmetler esnasın-da hayatını kaybetmiş Ermeni ve Rumları, burada gerçek ve yetersiz kalma korkusuyla çırpınan bir sevgiyle anmak isteriz. 1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordularında savaşırken şehit olan, yaralanan veya esir düşen, başta Araplar olmak üzere Türkler dışındaki birçok ırktan binlerce Müslüman da tarih

bilincimizde ve vicdanlarımızda daima yaşayacaktır.

İnanıyorum ki Osmanlı’nın son 45 yılı üzerinde bilgi-lenen, bilinçlenen her Türk, Balkan göçmeni ihtiyarların bir asır önce “Kâbe toprağı gibi kutsal” saydıkları Anadolu’ya ve onun üzerinde kanımızın son damlaları ile kurduğumuz Tür-kiye Cumhuriyeti Devleti’ne daha çok bağlanacak, artık her-kesten Türkiye üzerinde daha yüksek bir sorumluluk duygusu bekleyecektir.

Mudurnu’nun Köseler köyünden Koca Ayşe, sekiz oğlu-nu 1.Dünya Savaşı’nda yitirdi. Elinde yalnızca en küçük oğlu Mustafa kaldı. Kanının son damlası. O da Sakarya’da aktı gitti. Koca Ayşe’ye, onun çilelerine, onun hatırasına; onun, düşmanının üzerine o dokuz atılışına saygısı olmayanlar, Koca Ayşe’nin dünyasına ait değillerdir. Osmanlı’nın son 45 yılı bi-raz da Koca Ayşe’nin ve onun dünyasına ait olanların öykü-südür.

Tarih, Türklere sesleniyor: Asla yenilmeyeceksin! Yenilir-sen sana acımayacaklardır. Yenilirsen sana merhamet yok. Ye-nilirsen seni yaşatmazlar.

İnönü, Sakarya ve Dumlupınar şehitlerimizi minnetle anı-yoruz. Selam size ey tarihimizin en yalnız şehitleri!

Page 20: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

20

TÜRK DÜNYASI

20

2009’u takip eden yıllarda, 5 Tem-muz olaylarını protesto etmek, Doğu Türkistan teşkilatları ve konuya ilgi du-yan Sivil Toplum Kuruluşları tarafından geleneksel hale getirilmiştir. Lakin 2015 yılı protestoları önceki yıllara göre daha çok katılımlı olmuş, bununla birlikte yazılı ve görsel basın ile sosyal medyada konu gündem oluşturmuştur. Yayınla-nan çeşitli haberlerin içeriği ve ortaya koydukları ise geçen beş seneden farklı Doğu Türkistan tablosu ortaya çıkarmış-tır. Muhtemelen bu durum meselenin ülkemizde Ramazan ayına denk gelmesi, lehte ve aleyhte konu hakkında kaleme alınan yazıların sosyal medyada fazlaca yankı bulmasından kaynaklanmıştır.

Doğu Türkistan meselesini tarih, siyaset, iktisat, sosyoloji, uluslarara-sı ilişkiler ve insan hakları bağlamında değerlendirmeyecek her çalışma nakıs kalacaktır. Ayrıca konunun Çin, Türki-ye, Rusya, ABD, Japonya, AB ülkeleri ve Uygur Türkleri açısından da ayrı ayrı ele alınması gerekmektedir. Çin, Uygurlar ve Türkiye, tarihî ve sosyolojik nokta-i na-

bkz. Erkin Emet, 5 Temmuz Urumçi Olayı ve Doğu Türkistan, Grafiker yay., Ankara 2009; Ömer kul, “Terör Üzerinden Global Savaş Ve Sözde Uygur Terör Tehdidi (1990-2011)”, Türkiyat Mecmuası, C. 23/Güz, 2013, s. 65-98.

zarından değerlendirildiğinde, meselenin esas aktörleri durumundadır.

Tarih, kültür, soy, din ve dil bağımızın olduğu Doğu Türkistan ile ilgilenirken, duygusallıktan tamamen uzak durmak pek mümkün olmasa da, meselenin çö-zümünün tamamen duygusal tepkilerle gerçekleşemeyeceğinin de bilinmesi ge-rekmektedir. Bu yüzden gerek Türki-ye ve Türk dünyası, gerek Çin, gerekse de dünya kamuoyuna yönelik gerçekçi çalışmalar mutlaka hayata geçirilmelidir. Bu noktada duygusallığın etkisi ile uygulanabilecek yanlış propaganda yöntemlerinden, meselenin sebeplerinin Türkiye ve dünya kamuoyuna yanlış aksettirilmesinden şiddetle kaçınılmalı ve çeşitli yanlışların olumsuz etkiler oluş-turarak Doğu Türkistan davasına zarar vermesinin önü alınmalıdır.

doğu türkistan’da son yaşananların değerlendirilmesi

Doğu Türkistan’ın kadim tarihi ismi 18 Kasım 1884 tarihinde Çin devleti tarafından Xin-jiang/Sinkiang/Sincan olarak değiştirilmiş4, en son 1949 yılında savaş yapılmaksızın Komünist Çin yöne-timi tarafından işgal edilmiştir5. Akabin-de ise, 1 Ekim 1955’te, Doğu Türkistan, “Xin-jiang Uygur Özerk Bölgesi” ilan edil-miştir6. Doğu Türkistan’da 1955 sonrası yaşanan olaylar Uygurları, Çinlilerden zaten var olan soy, dil, din, kültür ve tarih anlamında tamamen ayrıştırmıştır. Bu durum bizlere tam bir etnik ayrışma ol-duğunu göstermektedir7.

4 Morris rossabi, “Xin-jiang”, Encyclopedia of Asian History, C. IV, New York 1988, s. 250; Erkin Alptekin, “Doğu Türkistan’a Şingcang ismi verilişinin 95. yıldönümü”, Bayrak Gazetesi, 14 kasım 1979, s. 2; İdil Nilay Demir, “Xin-jiang’da Çin Politikası”, A. ü. Sinoloji Anabilim Dalı Basılmamış Lisans Tezi, Ankara 1988, s. 1; Hacı Yakup Anat, “Safsatalara Cevap”, Doğu Türkis-tan, DTGD Yay., No: 183-184, İstanbul 1999, s. 21, not 1.

5 Ömer kul, “Osman Batur ve Doğu Türkis-tan Milli Mücadelesi”, İ.ü. Sos. Bil. Enst., Ba-sılmamış Doktora Tezi, İstanbul 2009, s. 29, 230;

6 Morris rossabi, “Xinjiang”, s. 250; Erkin Alp-tekin, “Eastern Turkestan: An Overview”, Journal Institute of Muslim Minority Affairs, C. VI, No: 1, (1985), s. 129; Duygu Gözlek, “Asya’nın kalbi Doğu Türkistan (1)”, Gökbayrak, No: 71, kayseri 2006, s. 21.

7 Geniş bilgi için bkz. kul, “Terör üzerinden Global Savaş”, s. 65-98.

Son Gelişmeler Işığında Doğu Türkistan’da Yaşananlar22 Haziran 2015 tarihinde patlak veren olayların asıl sebebi de bölgede Ramazan ayında memur, işçi ve öğrencilerin oruç tutmaları, namaz kılmaları veya herhangi bir dinî faaliyette bulunmalarının yasaklanmasıyla had safhaya ulaşmıştır.

Dr. Ömer KUL*

*Genel Türk Tarihçisi, Doğu Türkistan uzmanı. İstanbul Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü.

Çin Halk Cumhuriyeti sınırları içerisinde yer alan ve Çin’in “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” şeklinde adlandırdığı Doğu Türkistan, 5 Temmuz 2009’da meydana gelen, Çin devlet yet-kililerinin ifadesiyle 1971, gerçekte ise 2.000’in üzerinde insanın hayatını kay-bettiği2 Urumçi olaylarının yıldönümü olması sebebiyle, geçtiğimiz günlerin en çok konuşulan konularından biri oldu3.

1 Yan Hao, Geng Ruibin ve Yuan Ye (18 July 2009), “Xinjiang riot hits regional anti-terror nerve”, Chinaview.cn. Xinhua (20.07.2009).

2 “Ölü sayısı 1000’in üzerinde”, Sabah Gazetesi, 10 Temmuz 2009, (11 Temmuz 2009)

3 Urumçi Olayları hakkında geniş bilgi için

Page 21: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

21

TÜRK DÜNYASI

Yeni Ufuklar, sayı 26

21

Zengin yeraltı ve yer üstü kaynakla-rına sahip olan Doğu Türkistan bölgesi, Çin tarafından ciddi hammadde kay-nağı olarak değerlendirilmektedir. Çin, bölgeden elde ettiği gelirin çok cüzi bir kısmını Doğu Türkistan için harcamak-tadır8. Bölgeye çok sayıda Çinli göçmen getirilerek nüfus dengesi Çinliler lehine değiştirilmiştir. Bugün bölgedeki Çinli nüfusun genel nüfusa oranla en az % 50.1 olarak tahmin edilmektedir9. Bu durum hem demografik yapıyı bozmuş, hem de göçmen Çinliler bölgedeki işsizliği art-tırmıştır10.

22 Haziran 2015 tarihinde patlak ve-ren olayların asıl sebebi de bölgede Ra-mazan ayında memur, işçi ve öğrencilerin oruç tutmaları, namaz kılmaları veya her-hangi bir dinî faaliyette bulunmalarının yasaklanmasıyla had safhaya ulaşmıştır. Çin resmî makamları tarafından da ilan edilen bu türden yasaklar bölgede halkın barut fıçısına dönmesine neden olmuştur. Çıkarılan ve uygulanması istenen yasak-çı kurallar, bölgede neredeyse yaşlılar dışında hiç kimsenin ibadet edememesi anlamına gelmektedir. Bununla birlikte bölgeden aldığımız haberlerde mahalli görevlilerin de halka gayrı resmî baskı-lar yaptığını ortaya koymuştur. Uygur Türkleri Ramazan ayı dışında da keyfi suçlamalarla suçlanmakta, tutuklanabil-mekte ve ölüme kadar varan cezalar ala-bilmektedir. Belirlenen şekiller dışında başörtüsü takanların veya sakal bırakan-ların toplu taşıma araçlarına alınmaması, taksilere binememesi, devlet dairelerine girememesi veya kütüphanelerden fay-dalanamaması gibi ayrımcı davranışlarla, “hırsız veya terörist” suçlamasına maruz bırakılması günlük hayatın parçası hali-ne gelmiştir. Doğu Türkistan’da kadınlar yapılan zorunlu kürtaj, kota dışında do-ğanların kimlik sahibi olamaması veya bir şehirden diğerine giderken bile yerel kurumlardan izin alınması yaşanan diğer

8 İlyar Şemsettin, “Doğu Türkistan Ekonomi-sinin Yapısal Analizi”, 21. Asra Girerken Doğu Türkistan, haz., Yücel Hacaloğlu, Ankara 1995, s. 24.

9 Bu hususta tarafımızdan bir doktora tezi yaptırma çalışmasına başlanmıştır.

10 Doğu Türkistan’daki nüfus hareketleriyle ilgili olarak bkz. Sultan Mahmut kâşgarlı, Modern Uygur Türkçesi’nin Grameri, Orkun Yayınevi, İstanbul, t.y., s. 1; Muzaffer Özdağ, Türk Dünyası ve Doğu Türkis-tan Jeopolitiği Üzerine, DTV Yay., İstan-bul 2000, s. 195; Arslan Alptekin, “Eastern Turkistan reality, Chinese Migrant Flow and Self-Determination”, Human Rights Violations Eastern Turkistan, haz. Timur kocaoğlu ve diğ., İstanbul 2000, s. 47.

Page 22: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

22

TÜRK DÜNYASI

22

problemlerden sayılabilir11.

Çin halk cumhuriyeti’nin doğu türkistan’a Bakışı

ÇHC için Doğu Türkistan, Sincan Uygur Özerk Bölgesi olarak adlandı-rılmakta ve Çin’in ayrılmaz bir parçası olarak görülmektedir. Çin’e göre bölgede herhangi bir sorun ve baskı söz konusu değildir. Ülkemizde de Çin’in iddiaları-nın doğruluğunu savunan kalemşörler ve sanal medya kullanıcıları çıkmıştır. ÇHC, Uygurları IŞID veya El-Kaide gibi örgütlerle ilişkilendirerek terö-rist muamelesi yapmaktadır. Temel sav, Uygurların Radikal İslamcı Teröristler olduğu yönündedir. Bu bağlamda Çin, Türkiye üzerinden Suriye’de devam et-mekte olan savaşa katılan Uygurlar baha-ne edilerek Türkiye’nin de teröre destek veren bir devlet olduğu iddiasındadır.

Çin, başta Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir ve diğer Uygur di-asporasını CIA’nın dolayısıyla ABD’nin ajanı olarak suçlamaktadır. Çin ayrıca Türkiye ve dünya çapında faaliyette bulu-nan Doğu Türkistan ile alakalı STK’ları da ayrılıkçı faaliyetler güden ve terörle ilintili teşkilatlar olarak lanse etmektedir. Özetle denilebilir ki ABD, Doğu Türkis-tan meselesinde, küresel anlamda bir ra-kip olarak gördüğü Çin’in karşısında yer almaktadır. ABD, Çin’e özellikle insan hakları ihlalleri konusunda büyük baskı yapmakta, Doğu Türkistan ile Tibet’i de kapsayan geniş çaplı insan hakları rapor-ları ile Çin’e karşı mücadele etmektedir. ABD, Dünya Uygur Kurultayı’nı bu an-lamda desteklemekte, ancak bu destek bağımsız bir Doğu Türkistan Devleti isteğini kapsamamaktadır.

türkiye’nin doğu türkistan’a Bakışı

Türkiye’nin Doğu Türkistan me-selesine bakışını tarih, kültür, dil, din ve soy bağları şekillendirmektedir. Türkiye, Uygurlara baskıların yoğun-laştığı dönemlerde durumdan kaygı

11 Ekler kısmında bu hususta alınan kararlara dair bilgiler sunulmuştur.

duyduğunu belirtmektedir. Türk makam-ları Doğu Türkistan’dan kaçan Uygurla-rın Türkiye’ye getirilmesi ve kabulünde olumlu bir tavır içinde görünmektedir. Özetle denilebilir ki Türkiye’de hükü-metler, Doğu Türkistan ile bölgede bü-yük katliam ve olayların çıktığı veya STK’ların oluşturduğu toplumsal tepki-lerin arttığı dönemlerde ilgilenmektedir. Fakat bu ilgi bir devlet politikası haline getirilip üzerinde stratejiler geliştiril-memiştir. Türkiye’de Doğu Türkistan’da yaşanan sorunlar, öncelikle Doğu Tür-kistanlıların kurduğu dernek ve vakıflar olmak üzere, çeşitli STK’lar tarafından, devlete nazaran daha yoğun bir şekilde gündeme getirilmektedir.

uygur türkleri açısından doğu türkistan

Gerçek olan şudur ki Uygur Türkleri, Doğu Türkistan’da öncelikle herhangi bir etnik, dinî, kültürel, ekonomik ve siyasi baskı olmadan hayatta kalma mücade-lesi vermektedir. Doğu Türkistan davası güden Uygurlar, Çin’in asıl amacının asi-milasyon veya Uygurların tamamen yok edilmesi olduğu iddiasındadır ki, tarihî süreç etraflıca incelendiğinde bu yönde bir kanaat sahibi olmak hiç de zor değil-dir.

Çin dışında yaşayan Uygurların ta-mamına yakını, dünyanın çeşitli ülkele-rinde teşkilatlanmış ve Doğu Türkistan hakkında dünya kamuoyunu bilgilendir-meye çalışmaktadır. DUK başta olmak üzere çeşitli STK’lar vasıtasıyla Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerinin ve dinî baskıların sona erdirilmesi yönün-de çalışmalar yürütülmektedir. Uygurlar, Doğu Türkistan meselesinde Türkiye’den daha fazla yardım görmek istediklerini belirtmektedir. Onlar şartların her geçen gün daha da kötüye gittiğinin farkında olsalar da nihai hedef olarak Bağımsız Doğu Türkistan’ı görmek arzusunda ol-duklarını her fırsatta dile getirmektedir.

Bu şartlar altında türkiye Neler yapmalıdır?

İlk olarak Türkiye Cumhuriyeti, dış politikasında Doğu Türkistan me-selesinin önem derecesini üst sıralar-da konumlandırmalıdır. Bu sıralamada Türkiye’nin Doğu Türkistan konusun-daki tavrı, Uygur Türkleri lehine olacak şekilde belirlenmelidir. Dünya Uygur Kurultayı Başkanı Rabia Kadir’e ve diğer Türkiye’ye giriş yasağı olanlara izni veril-meli, teşkilat temsilcileriyle üst seviyede görüşmeler yapılmalıdır.

Doğu Türkistan meselesinin Türk halkı tarafından doğru bilinmesi ve sa-hiplenilmesinin sağlanabilmesi için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de meseleyi sahiplendiği gösterilmeli, halkta kamuoyu oluşturacak çalışmalar yapılmalı, ders kitapları ve müfredatta kısaca da olsa konuya yer verilmelidir. Doğu Türkistan’dan kaçarak çeşitli ül-kelere sığınan Uygurlardan isteyenlerin Türkiye’ye yerleşmesi için gerekli diplo-matik ilişkiler sağlanmalıdır. Türkiye’ye gelmeyi başarmış olanlara ise ilk etapta sağlık, barınma ve yiyecek, ilerleyen dö-nemde ise iş imkânı sağlayacak düzenle-meler yapılmalıdır.

Ülkede satışına izin verilir durum-daki ürünlerde Çin malı ithalatının azaltılmasına yönelik çeşitli tedbirler alınmalıdır. Çin’in Uygurlara uyguladığı baskı ve zulüm, devletlerarası kurum ve toplantılarda dile getirilmeli, soy, dil ve tarih bağları sebebiyle Türkiye’nin konu-ya müdahil olduğu belirtilmelidir.

Page 23: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

23

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

23

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 24

Page 24: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

24

HALK BİLİM

Oğuz Adem Selçuk ([email protected])

İncirgediği köyünde (Mahalle adını kullanmak içimden gelmiyor. Bu uygula-ma, sosyal hayatımızda ve kültürel belleğimizde onulmaz hatalara yer açmaktadır.) Çukurova’nın bağrından yetişmiş Halil ATILGAN’ın baba evini restore ederek Türk kül-tür ve Sanatına müze olarak armağan etmesi nedeniyle 14 Mayıs 2015 günü düzenle-nen açılış etkinliğine gurur duyarak katıldım.

Baba evinin restore edilmesi ve çevre düzenlenmesinde katkı sağlayan Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Tarsus Belediye Başkanlığına ve karaisalı Belediye Başkanlığına ve emeği geçenlere buradan Halil Atılgan’ın bir hemşehrisi olarak te-şekkürlerimi sunmak istiyorum. Sayın Halil Atılgan’ın fedakârlığı ve emeği geçenlerin gayretiyle kültür coğrafyamıza burada tarihî bir not düşülmüş, Yörük-Türkmen yaşam sayfasına, bir mühür daha vurulmuştur.

İncirgediği köyü, mülki ve idari taksimatta Tarsus İlçesine bağlı bir yerleşim yeridir ama Halil Atılgan, biz karaisalıların da müşterek hemşehrisidir. Bu köyümüz, 1993/94 yıllarında karaisalı’dan ayrılarak Tarsus’a bağlanmıştır. Zira köyün coğrafi özelliği, iş ve ticaret ilişkilerindeki yönü, Tarsus’a dönüktür. O, nüfus kaydı itibariyle Tarsusludur ama Tarsus ve karaisalı’nın ötesinde tüm Çukurova’nın gurur kaynağıdır. Yaptığı müzikal ve kültürel çalışmalar, derlemeler, araştırmalar ve kitaplarıyla da Türk kültür iklimine katkılar sunan bir değerimizdir.

14 Mayıs 2015 Perşembe günü, saat 12.00 itibariyle Mehmet Demirel Babacanoğ-lu ile birlikte İncirgediği köyüne geldim. Halil Atılgan Bey, tatlı bir telaş ve heyecan içerisinde bizi karşıladı, kucakladı ve sarılıp öpüştük. Ayaküstü, tebriklerimizi sunduk. Çok güzel bir çevre düzenlemesi yapılmıştı. Her yer Türk bayraklarıyla süslenmişti. Evin duvarına tunçtan dikdörtgen şeklinde bir levha çakılmıştı: HALİL ATILGAN TOROS-LAR YÖRÜK KÜLTÜR VE SANAT EVİ.

Baba evi, köyün en güneyinde ve yüksekçe bir yerde. Biz, böyle konumda olan yerlere “kaş” demekteyiz. Halil Beyin evi, kaşın başında. Aşağılarda makilikler ve bah-çeler var. Evin çevresi parke kilit taşlarıyla döşenmiş, bir sundurmanın altına bugüne kadar tarımda kullana geldiğimiz ama artık tarım envanterimizden çıkardığımız, her yerde de eşine rastlayamayacağımız ve tatlı hatıralar olarak sakladığımız tarım aletleri sergilenmektedir. kalkerli topraktan oluşan bir tepe oyularak raflar yapılmış ve buraya da çeşitli taş ve maden parçaları yerleştirilmiştir.

Kültür evinin alt katında üç oda bulunmaktadır.

Büyük olan odaya Yörük Türkmen

köylülerimizin geçmişte kullandıkları

etnografik alet ve malzemeler, yer darlığı sebebiyle biraz “tıkış tıkış”

yerleştirilmiş, (bu ifade kendisine

aittir) Halil Atılgan’a çeşitli kurum ve

kuruluşlar tarafından verilen plaket ve

onur belgeleri sergilenmektedir.

Dr. HALİL ATILGAN

TOROSLAR YÖRÜKLER KÜLTÜR VE SANAT EVİNİN AÇILIŞI

Page 25: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

25

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

Ev, iki katlıdır. Özgün yapısı korunarak sıvanmış, boyanmış ve küçük eklerle yeniden kullanıma sunulmuştur. Alt kat duvarı-nın sol tarafına Tarsus ve karaisalı yöresi kuvayı Milliye önderle-rinin resimleri asılmış, kapının sağındaki duvara da Gazi Mustafa kemal Atatürk’ün resmi yerleştirilmiş ve altına da Türkiye Cum-huriyetinin değişmez altı ilkesi yazılmıştır.

kültür evinin alt katında üç oda bulunmaktadır. Büyük olan odaya Yörük Türkmen köylülerimizin geçmişte kullandıkları etnografik alet ve malzemeler, yer darlığı sebebiyle biraz “tıkış tıkış” yerleştirilmiş, (bu ifade kendisine aittir) Halil Atılgan’a çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından verilen plaket ve onur belgeleri sergilenmektedir. Odalardan birinde geçmişten günü-müze kadar kullanılan çok sayıda musiki enstrümanı, duvarları süslemektedir. Türk kültürüne kazandırdığı el emeği, göz nuru çok değerli kitapları ve plak, kaset gibi ses taşıyıcı eserleri de burada sergilenmektedir. Diğer oda ise, mutfaktır. Burada yö-resel kıyafetler içinde köylü kadınlarının yufka ekmek yapma ritüeli heykellerle canlandırılmıştır. Ocağa kurulan ekmek sacı-

nın altındaki kırmız ışık, kor haline gelen közleri çok güzel bir şekilde canlandırmaktadır.

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin kocamaz, Tarsus Belediye Başkanı Şevket Can, Sanatçılar Gülşen kutlu, Yıl-dız Çam, Gökhan Tepe ve Halil Atılgan, açılış kordelasını, yoğun bir kalabalığın alkışları içerisinde birlikte kestiler ve odaları tek tek protokol olarak gezdiler.

Açılış Programı, protokol konuşmalarının ardından Tarsus Çamalan köyü Mengi Grubunun “Mengi Oyunu” ile başladı ve Mersin Büyükşehir Belediyesi Halk Oyunları Ekibinin gösterisiyle devam etti.

Muhteşem bir kalabalık vardı. Bu tür kalabalıklardaki katı-lımcı sayısını birebir tespit etmek zordur ama 4000 kişi civarın-da bir duyarlı insan kitlesinden söz etmek olasıdır. İncirgediği köylülerinin, Halil Atılgan’ı sevenlerin, kültürümüze gönül verenlerin alkışları eşliğinde Doktor Halil Atılgan, çok duygusal bir teşekkür konuşması yaptı. konuşmasında “insanın bazen hiç

Geçmişle günümüz arasında kültür köprü-sü oluşturmak amacıyla Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat Evi 14 Mayıs 2015 tarihi itibariyle Tarsus’un İncirgediği köyünün Kaşobası mezrasın-da hizmete girmiştir. Kültür ve Sanat Evinde: 1- Geçmişte kullanılan tarım aletleri 2- Mutfak araç ve gereçleri3- Yöresel el sanatları 4- Tespih çeşitleri5- Orijinal taşlar6- Yöresel yazma çeşitleri7- Halk çalgıları8- Müzik aletleri, gramofon, radyo, pikap ve plak çeşitleri9- Ekmek yapma animasyonu10- Yöresel kıyafetler 11- Toros Yörüklerinin kullandığı av aletleri ser-gilenmektedir. Pazartesi günü dışında her gün mesai saatleri içinde hizmet veren Kültür Sanat Evimiz unutulun

kültür değerlerimizin tanıtımı ve geçmişi günümüze taşıması bakımından son derece önemli bir görevi yerine getirmektedir. Kültürümüzün tanıtımı için yapılan bu çalışmayı halkımıza, öğrencilerimize, yerli ve yabancı turistlere duyurarak yardımcı olabilir, konuya ilgi duyan kurum ve kuruluşları, turist kafilelerini Halil Atılgan Toroslar Kültür ve Sanat Evine yönlendirerek tanıtımı konusunda katkı sağlayabilirsiniz. Halil Atılgan Toroslar Kültür Sanat Evine özel araçlarla gidileceği gibi trenle de ulaşmak müm-kündür. Adana’dan gelecekler Tren Garından, Tarsus’tan gelenler Yenice İstasyonundan trene binecek, Durak İstasyonu’nda inecektir. Sanat evi ile Durak İstasyonu arası yürüyerek 25-30 daki-kadır. Tabiatla baş başa olan bir mekânda kurul-muş olan sanat evi, piknik yapmanın tüm özellik-lerine sahip bir konumdadır. Toroslar’da bir ilk olan “Halil Atılgan Kültür ve Sanat Evi’nin ge-lecek kuşaklara örnek olması temennisiyle, ilgili kurum ve kuruluşlara duyurulması hususunu saygılarımla arz ederim.

HALİL ATILGAN KÜLTÜR VE SANAT EVİmÜzESİHAKKINDA

Page 26: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

26

TÜRK DÜNYASI

bitmesini istemediği mutluluk anları var-dır.” dedi ve bir anısını dostlarıyla paylaştı:

Gençliğinde av meraklısı olduğunu, bir gün avlanma alanında arkadaşlarını kaybettiğini, kendisinin nerde olduğunu belirtmek için ateş yakıp çıkan dumanı arkadaşlarının görerek kendisinin bu-lunduğu yere geleceklerini düşünerek kibrit kutusundan bir çöp çıkarıp önce bir sigara yaktığını, bu arada sönmüş kibrit çöplerini doğayı kirletmemek adına alış-kanlık halinde tekrar kutuya koyduğunu anlattı. Topladığı çalı-çırpıyı tutuşturmak için kibrit kutusundan çıkardığı her kibrit çöpünün daha önceden yakılmış çöpler olduğunu, sağlam kalan tek çöp ile de sigarasını yaktığının farkına vardığını anlayınca sigara ile ateş yakmaya çalıştı-ğını ama bütün sigaraları tükettiği halde ateşi yakamadığından telaşa kapıldığını söyledi. Ölümle yaşamak arasındaki ince çizgide olduğunu düşündüğü esnada aklına geldi. üzerinde çok sayıda içi barut dolu fişek vardı. Hemen birisini kesip içindeki barutu yanmayan tütsünün

üzerine boşalttığını ve ateşin alev aldığını ve böylece kurtulduğunu anlattı. 

Ve sözü şöyle bağladı: “O an, ha-yatımda hiç bitmesini istemediğim bir mutluluk anıydı. Ölüm çizgisinden dö-nüp yaşama sevincine boğulmuştum. Şu anda sizleri burada görmekten, sizlerle birlikte bu anı yaşamaktan duyduğum mutluluk, dağda kaybolduktan sonra yaşadığım mutluluk anının aynısıdır. Sizlere çok teşekkür ediyorum.” dedi ama kelimeler boğazında düğümlendi, gözleri doldu, konuşmayı zar zor tamamladı. Hepimizi duygu yoğunluğuna boğdu. Dostlarının uzun süren alkışları altında kürsüden indi.

Ankara’dan gelen Türk Halk Müziği-mizin muhteşem yorumcusu ve ( Neşet Ertaş, nasıl Bozkırın Tezenesi ise) Bozlak-ların Ecesi Gülşen kutlu, yetişmelerinde büyük emeği geçen Yıldız Çam ve Hasan Özel gibi vefalı öğrencileri birer birer sahne aldılar. Çok değerli saz ekibinin eş-liğinde Halil Atılgan tarafından derlenen türkülerden ve farklı yörelerden değişik

türküler çalıp çığırdılar.Yeri gelmişken Halil Atılgan Hoca-

dan aldığım bir bilgiyi de paylaşmak istiyorum: Sordum kendilerine. “Abi!” dedim. Bu değerli sanatçılar ve saz ekibi Ankara’dan kalkıp geldiler. Mutlaka bir maddi ödemede bulunmuşsunuzdur. Bu etkinlik size kaça mal oldu?” Halil Hocamın gözleri doldu, bir süre sessizlik sonunda “Onlara müteşekkirim. Davet ettim ve koşarak geldiler. Vefa ve dost-luklarını gösterdiler. Ne kadar teşekkür etsem borçlarını ödeyemem.” dedi.

Bu arada Hasan Özel, sahneye çıktı-ğında, Halil Atılgan Hoca ile aralarında geçen bir diyalogdan söz etti: “Halil Abi derdi ki, yahu Hasancığım bizi kim anlar?” Hasan Özel, elleriyle kalabalığı gösterdi ve “Halil Abi! İşte sizi anlayanlar!” Bu sözleriyle müthiş bir alkış fırtınası koptu Hasan Özel ve Halil Atılgan adına.

Evet, Halil Atılgan Hocayı anlayan ve dolayısıyla kültürümüzü sahiplenen müthiş kalabalığı ben de kendi adıma alkışlıyorum ve tebrik ediyorum.

1946 yılında Adana’nın karaisalı ilçesinin İncirgediği köyün-de doğdu. (İncirgediği 1993 yılında Mersin ilinin Tarsus ilçesine bağlandı.) İlkokulu köyünde bitirdikten sonra Düziçi İlköğret-men Okuluna girdi. 1964–1965 öğretim yılında Düziçi İlköğ-retmen Okulundan mezun oldu. Çeşitli illerde öğretmenlik, Halk Eğitimi Merkezi Müdür, Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulundu. 1973–1975 yıllarında Çukurova radyosunun açmış olduğu saz sanatçılığı sınavlarını kazandı. 1984’te Çukurova üniversitesine Müzik Uzmanı olarak atandı. Çukurova üniversi-tesi Güzel Sanatlar Bölümünde Halk Müziği ve Bağlama Dersleri Öğretim Görevlisi, kültür Sanat Merkezi Müdürlüğü yaptı. 1990 yılında kültür Bakanlığı Şanlı Urfa Devlet Türk Halk Müziği ko-rosuna kurucu Şef olarak atandı. 1993 yılında Ankara’ya alınan Dr. Atılgan koro şefliğinin yanında kültür Bakanlığı Halk kültür-lerini Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğünde (HAGEM) müzik danışmanlığı, repertuvar kurulu başkanlığı görevlerinde bulundu. Zaman içinde Eğitim Enstitüsünün Müzik Bölümünü, Anadolu üniversitesi AÖF’nin İktisat Bölümünü bitirdi.

Adana Valiliği adına yaptığı Geçmişten Günümüze Çukuro-va Türküleri kaset setinde yörenin özellikli türkülerini beş kaset-te toplayarak Türk kültür tarihinde bir ilki gerçekleştirdi. Değişik illerde çeşitli görevlerde bulunan Dr. Atılgan; İçel, Yozgat, Adana, Gaziantep, kıbrıs, Hatay, Muğla, Niğde, Tarsus, Şanlıurfa, Osmaniye, Mersin illerinde folklor derlemeleri yaptı. Derlediği türküleri TrT, TV programlarında ve kitaplarında yayımladı. Folklorla ilgili araştırmalarını ise; Sivas Folkloru, Türk Folkloru, Anadolu Folkloru, Erciyes, karaisalı, Güneyde kültür, İçel kül-türü, Ozan, Türkiye İş Bankası kültür Sanat, Tarla, Güney Su, Folklor Edebiyat, Ana Yurttan Ata Yurda Türk Dünyası, Ceyhan, Çağrı, Maki, Harran, TürkSOY, Çukurova Lobisi, Size ve Yörtürk, Turunç, Ardıç kuşu, Türksözü dergilerinde, karaisalı, Sonsöz, Yeniçağ, Adana Ekpres, gazetelerinde yayımladı. Atılgan’ın Mart 2014 tarihi itibarıyla yayımlanmış 174 makalesi bulunmaktadır.

TrT Çukurova radyosunda yapımı gerçekleşen Dilde Telde Çukurova, Dadaloğlu Karacaoğlan Yurdundan, Yöremiz Folklo-rundan programlarının yapılmasında çeşitli katkılar sağlayarak, folklor ve halk müziği konularında konuşmalar yaptı. üniversi-

telerde müzikle ilgili konferanslar verdi. TrT, özel televizyon ve radyolara Dilde Telde Anadolu, Ezgi Kervanı, Sanatçı Politikacılar, Kültür Kürsüsü, Anadolu’nun Dili programlarını hazırlayıp sundu. Yaklaşık 300’e yakın Türk halk ezgisini derleyen, notaya alan Atılgan, bu ezgi-leri TrT, TV’nin çeşitli programlarında çaldı okudu. Çoğunluğunu Çukurova türkülerinin oluşturduğu yaklaşık 100’e yakın halk ezgisini de TrT repertuvarına kazandırdı. Şefliğini yaptığı halk müziği korolarıyla yurdun çeşitli bölgelerinde konserler veren Halil Atılgan millî ve mil-letler arası folklor, müzik, halk edebiyatı ve halk oyunları dalında kongre, bilgi şö-leni ve seminerlere katılarak Mart 2014 tarihi itibariyle 48 tebliğ sundu. Türk kültürüne hizmetlerinden ötürü 3 Ocak 2004 yılında Azerbaycan Vektör İlimler Merkezinden doktora aldı. MESAM, İLESAM, Türk Folklor Araştırmaları kurumu ve Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan Dr. Halil Atılgan şiirlerden ve türkülerden ha-reket ederek sahneye koyduğu Kurtuluş Savaşı Destanı, Tür-külerin Dili, Türkülerde Ana, Sevelim Sevilelim, Urfa Kurtuluş Savaşı Destanı müzikal programlarıyla halk müziğine değişik bir sunum kazandırdı. Halen Milli Eğitim Bakanlığınca düzen-lenen halk müziği yarışmalarının danışma kurulu üyeliğini de yapan Atılgan, kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğünden Mart 2010 tarihinde Devlet Türk Halk Müziği korosu Şefi olarak emekliye ayrıldı. Dr. Atılgan Türk kültürüne hizmetlerinden dolayı çeşitli kurum ve kuruluşlarca şimdiye kadar 14 kez (Ocak 2015 tarihi itibarıyla) ödüle layık görüldü, geçmişten günümüze 28 kitabı yayımlandı.

ALMIŞ OLDUĞU ÖDüLLEr1– Türk Folklor Araştırmaları kurumu Türk Folkloruna Hizmet Ödülü 87. 2–Mut Halk Eğitimi Merkezince düzenlenen Türkülerin Hikâyeleri

Dr. HALİL ATILGAN kİMDİr?

Page 27: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

27

TÜRK DÜNYASI

Yeni Ufuklar, sayı 26

adlı derleme yarışmasında Türk Folklor Araştırmaları kurumu 1. Mansiyon 1985.3–Milli Eğitim Bakanlığının Halk Eğitimi Merkezleri arasında açmış olduğu Türk Halk Müziği koro yarışmalarında çalıştırdığı Mersin Halk Eğitimi Merkezi Türk Halk Müziği korosuyla Türkiye Birinciliği. 19844–kültür Bakanlığının Türkiye üniversiteler arası düzenlemiş olduğu Türk Halk Müziği koro yarışmasında çalıştırdığı Çukurova üniver-sitesi Güzel Sanatlar Bölümü Türk Halk Müziği korosuyla Türkiye İkinciliği. ( 1985 )5–Milli Eğitim Bakanlığının düzenlemiş olduğu Türkiye üniversiteler Arası Türk Halk Müziği koro yarışmasında çalıştırdığı Çukurova üni-versitesi Güzel Sanatlar Bölümü Türk Halk Müziği korosuyla Türkiye Birinciliği. ( 1987 – 88 )6–Anadolu Folklor Vakfınca Türk kültürüne Hizmet Ödülü 1994. 7–Adana’da yayınlanan Ozan Dergisi’nin Türk kültürüne Hizmet Ödülü 1994. 8-İçel’de İçel kültürü Dergisinin Türk kültürüne Hizmet Ödülü. (3 Ocak 1996)9-Adana Valiliği adına Geçmişten Günümüze Çukurova Türküleri kaset seti çalışmasını gerçekleştirmesinden dolayı Adana Valiliğince Türk kültürüne Hizmet Ödülü. 13. 11. 1999. 10- Osmaniye Valiliği kristal Fıstık Türk kültürüne Hizmet Ödülü. 17. 6. 2000.11- Türk Dil kurumunun Orhan Şaik Gökyay Araştırma Ödülü, 12. 11. 2002.12- Tarsus Belediyesinin Çukurova kültürüne Hizmet Ödülü 25. 9. 2004.13- Çukurova Lobisi Dergisinin Yılın En İyi Araştırmacısı Altın Turaç Ödülü 2009.14- MESAM’dan (Müzik Eserleri Sahipleri Meslek Birliği) 20. Yıl Onur Ödülü.25. 03. 2012.15- TADEr – Tarsuslular Derneğinin Türk kültürüne Hizmet Ödülü. 07. 12. 2014. YAYIMLANMIŞ kİTAPLArI 1-Burası Mersin: Mersin Halk Eğitimi Merkezi Yayınları Mersin 1983.2-Âşık Ferrahî Hayatı, Şiirleri, Türküleri: Çukurova üni. Yay. Adana 1987.3-İskenderun: İskenderun Belediyesi Yay. Ç.ü. Basım Evi, Adana 1988.4-Âşık Dertli kazım ( 1 ) : Metin Ofset, Adana 1990.5-kısaslı Âşıklar : Özdal Basım Yayın Tic. Ltd. Ş. şanlı Urfa 1992.6-Neden Arabesk: Antakya kültür Eğitim Tesisleri Yayınları, Antakya 1993.7-Âşık Dertli kazım ( 2 ) : Adana Valiliği Yayınları, Metin Ofset, Adana 1995.8-Ceyhanlı Âşık Ferrahi : kültür Bakanlığı HAGEM Yayınları, Ankara 1999.9- Çukurova’dan Sesler : Burcu Ofset Ankara 1999,10-Âşık Dertli kazı (3) :Adana Valiliği, Fersa Matbaacılık Ltd. Şti.

Ank.199811-Çukurova Türküleri ( 1) : Adana Valiliği Yayınları, Burcu Ofset, Ankara1998.12-Malatya Musiki Folkloru : Malatya Belediyesi,Cem Veb Ofset Ankara 1999.13-Abdülvahap kocaman Hayatı Sanatı Şiirleri: Adana Valiliği Yayın-ları, Adana Ofset, Adana 1999.14-Adana Valiliği : Geçmişten Günümüze Çukurova Türküleri kaset Seti(5 kaset )1999.15-Harran’da Bir Türkmen köyü kısas: kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı Yayınları Ankara 2001.16-Âşık Dertli kazım ( 4 ) : BrC Basım Limitet Şirketi Ankara 2002.17-Geçmişten Günümüze Niğde Halk Müziği: kültür Bakanlığı Ya-yımlar Dairesi Başkanlığı Ankara 2003. 18-kurtuluş Savaşında kahraman Çukurovalılar: kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığı Yayınları Ankara 2002.19-Murtçu Folkloru : karaisalı kaymakamlığı Yayınları, Ankara 2002. 20-Türkülerin İsyanı : Akçağ Yayınları Ankara 2003. 21- Adana Valiliği Adına : Çukurova Türküleri kaset Seti ve kitapçığı ( 5 kaset) 1998.22- Adana Valiliği Adına : Çukurova Türküleri CD Seti ve kitabı ( 5 CD ) 2004. 23-Âşık Dertli kazım –V : Ulusoy Limitet Şirketi Ankara 2006.24- İşte O Pehlivan İsmet Atlı’dır: Adana Valiliği İl kültür Müdürlüğü Yayınları II Cilt, Hassoy Matbaacılık Ankara 2007. 25- Geçmişten Günümüze Tarsus‘ta Halk Müziği: Tarsus Belediyesi kültür Yayınları – 21 (2007 / 2) Hassoy Matbaacılık Ankara 2007 26 -Geçmişten Günümüze Tarsus Türküleri CD Seti ve kitabı. Tarsus Belediyesi kültür Yayınları 2008.27- Ana Beni Eversene ve Ceyhanlı Hasan Turan. Ceyhan Belediyesi kültür Yayınları No: 15. Hassoy Matbaacılık Ankara 2009.28- rüzgâr Özür Dilese de Dal kırıldı Bir kere: İsim Yayınları Ankara 2011.

YAYIMA HAZIr kİTAPLArI 1-Bodrum Türküleri. 2-Adana’nın Yolları Taştan, 3 Cilt. 3-Gel Vur Dağlarından Gâvur Dağlarına Düziçi.4- Bu Gözler Neler Gördü. 5-Türkülerle Gönlümüze Düşenler6- Adanalı İboş Ali Ağa7- Tarsuslu Âşık kerim

vEFAt vE BAŞSAĞLIĞIüyelerimizinden sayın Ali Demiröz beyin

ağabeyi ÖMER FARUK DEMİRÖZ

18 Mayıs 2015 tarihinde vefat etmiştir. Merhuma Allah'tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı

dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

vEFAt vE BAŞSAĞLIĞIDergimiz üyelerinden Mehmet Akyel’in

annesiNİMEt AKYEL

02. 08. 2015 tarihinde vefat etmiştir. Merhumeye Allah’tan rahmet, ailesi, yakınları ve sevenlerine başsağlığı

dileriz.

YENİ UFUKLAR DERNEĞİ

Page 28: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

28

KİTAP

28

Bir de sevgilim vardı pek muteber; İsmini söyleyemem, Edebiyat tarihçisi bulsun.

HERKES benim kadar sevmez bilirim. Söylesem, gü-lerler, hemen orada yaşamanın zorluklarından bah-sederler. Bir aşk-ı memnu gibi içimdeki sırdır esasen.

Oysa İstanbul benim için, eski zamanlardan biraz romandır, yumuşak fırça darbeleriyle, yıpranmış bir tuvalde, yarım kal-mış resimdir kimi zaman. Allı pullu bir şiirdir en çok.

Bulunduğum semte göre değişir bu durum. Rumeli Hisarı,

Sarıyer, Aşiyan, çığırtkan martılar, Boğaziçi, Orhan Veli’den rengârenk şiirler fısırdarlar kulağıma.

“Acele etmeyin” derim.

“Sırayla okuyalım hepsini. Hiçbirinin hatırı kalmasın.”

Öyle yaparız. Dolup boşalan kadehler gibi, biri biter, ötekisi başlar şiirin. İstanbul bizi dinler. Sonra; ayaklarımızda bembe-yaz köpüklerle deniz, bir kuş çırpınır eteklerimizde, İstanbul’u dinleriz gözlerimiz kapalı.

Orhan Veli’dir bu. Gün olur, başına kadar mavidir, gün olur başına kadar güneş; gün olur, deli gibi...

Çocukluk yıllarımın uçarı şairidir o. Gökyüzünü boyadığına, denizi diktiğine yürekten inandığım, güzel havaları sevmeme sebep, bir garip şair, bir fakir Orhan Veli...

Hangi şiirini hatırlasam, bir çocuk yüreği çarpar yüreğimde, içim yaşama sevinciyle kıpır kıpırken, “gönlüm şen olmalı değil mi? nerdeee!” dediğini duyarım, üzülürüm sefilliğine, kimse-sizliğine, tarifsiz kederine.

Orhan Veli’den bir şiir, hiç olmazsa bir dize, hemen her-kesin hafızasında vardır. “Anlatamıyorum”u, “İstanbul’u Dinliyorum”u, “Delikli Şiir”i, “Dalgacı Mahmut”u, duymayan yoktur. Bizim mahallenin, başı her dem sevdalı, romantik

H. Neşe KOÇAKYazı ve fotoğraflar:

“yalnız seni arıyorum (Nahit hanım’a Mektuplar)”, yapı kredi yayınları tarafından, Orhan Veli’nin doğumunun yüzüncü yıldönümünde, 2014 yılında yayımlandı. hem de Orhan Veli’nin Osmanlıca el yazısıyla birlikte. 1947 yılından, öldüğü 1950 yılına kadar olan kısa bir zamanı kapsayan atmış iki mektup, Orhan Veli öldükten sonra, elli iki yıl boyunca, Nahit hanım’da kaldı.

Yalnız seni

arıyorum

Page 29: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

29

KİTAP

Yeni Ufuklar, sayı 26

29

delikanlısıdır çünkü. O, anlaşılması kolay, nükteli ve neşeli üs-lubuyla, hüzünlü şiirlerini bile tekerleme gibi dillerde gezdir-meyi başarmıştır. Ama ne yazık ki öldükten sonra. Puşkin’in dediği gibi; bizde şairler “öldükçe ve üzüldükçe yaşıyor.”

Şiirlerinde, onun değişken ruh hallerini görmek, satır aralarını okumak, mümkün olsa da, o asıl mektuplarında tüm yüreğini serer gözler önüne. Kaleminden mürekkep değil gözyaşı olup dökülür sevdası, parasızlığı ve çaresizliği.

Orhan Veli mektuplarıyla, önce Nahit Hanım’a, atmış dört yıl sonra da, okuyucusuna kapalı kapılarını ardına kadar açmıştır.

“Yalnız Seni Arıyorum (Nahit Hanım’a Mektuplar)”, Yapı Kredi Yayınları tarafından, Orhan Veli’nin doğumunun yüzüncü yıldönümünde, 2014 yılında yayımlandı. Hem de Orhan Veli’nin Osmanlıca el yazısıyla birlikte. 1947 yılından, öldüğü 1950 yılına kadar olan kısa bir zamanı kapsayan atmış iki mektup, Orhan Veli öldükten sonra, elli iki yıl boyunca, Nahit Hanım’da kaldı. Nahit Hanım, bütün ısrarlara rağmen, -birkaç mektubu dergilerde yayımlamıştı- bu değerli hazine-nin kimseye açılmasını istemedi. Ölümüne yakın, mektuplar Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Yolyapan’a geçti.

“Ben ki her nisan bir yaş daha genç,Her bahar biraz daha âşığım” demişti.

Otuz altı yıllık kısacık ömründe, aşk resmi geçitlerine imkân verecek kadar çok kadın sevmişse de, son birkaç nisanında, Nahit Gelenbevi vardı şiirlerinin ve mektuplarının unutulmaz kahramanı.

Böyle bir kadın sevilmez miydi?

Nahit Hanım, Samet Ağaoğlu’nun deyimiyle; “Rönesans gibi kadındı” ne de olsa. Hakkında ne şiirler, ne yazılar yazılmıştı. Kimleri peşinden sürüklemişti. 1930’lardan 1990’lara kadar, herkese açık olan evi, bir sanat müzesi, edebiyat ve sanat ortamı olarak kullanılmıştı. Peyami Safa, Hasan Âli Yücel, Can Yücel, Sabahattin Ali, Oktay Rifat, Melih Cevdet, Edip Cansever, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı Tarancı, Ahmet Muhip Dranas, Ece Ayhan, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi isimler de Nahit Hanım’ın sofrasındaki edebiyat sohbetlerin-de yerini almıştı bir zamanlar.

1947 yılına kadar o tadına doyulmaz edebiyat ortamında Or-han Veli de vardır. Fakat, Ankara’da 1945’te çalışmaya başla-dığı Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’ndan, 1947’de ayrılıp mecburiyetler yüzünden İstanbul’a yerleşir. Bundan sonrasında, nadir yapılan telefon konuşmalarını saymazsak tek iletişim aracı olan mektuplar devreye girer. Nahit Hanım toplar mı bilinmez ama, mektuplarında içini tamamen ona döker.

“Aklımda fikrimde hep sensin. Fakat bu körolası acz. Sensiz yaşa-mak bana cidden zor geliyor. “Bir çare düşün” diyorsun. Düşün-mez olur muyum? Yalnız onu düşünüyorum.”

İstanbul’dan Ankara’ya mektuplar gider, mektuplarla beraber

hasret gider, umut gider, ama Orhan Veli gidemez parasızlık-tan. Orda burda yaptığı çeviriler de pek işe yaramaz. Kendi tabiriyle pek sefil bir para verir çalıştığı yerler. Varlık, Tanin, Zincirli Hürriyet bunlardan bazılarıdır. Tercüme mecmua-sındaki bibliyografyaları, muzır neşriyat olarak kabul edilir. “Hasılı, fena halde canım sıkılıyor” der, bu durumlara. Mektup-ları postaya verecek parası bile olmaz kimi zaman. Hal böyle olunca sevgiliyi görmek için lazım gelen bir gidiş biletini bile alamaz birçok kez.

“Ama vaziyetimi bir düşün. İki günden beri yağan yağmura ve soğuğa rağmen üstümde beyaz bir ceket var. Pabucum yok, göm-leğim yok, kravatım yok, pardösüm yok. Bu kıyafetle Ankara’ya gelebilir miyim? Gerçi senin yanında olmadığım zamanlar soka-ğa çıkmam. Fakat hiç kimseye görünmeden Ankara’ya kadar gidip gelebilecek miyim?”

Ne yapıp etmeli, şiirlerinin ilk okuyucusu ve eleştirmeni Nahit Hanım’ı görmelidir. Gidemiyorsa, sevgili gelir belki. Yalvarır, serzenişte bulunur, mütemadiyen gel der sevdiğine.

“Yaz geçiyor, sen gelmiyorsun. Belki bir gün geleceksin ama, o kadar geç gelmiş olacaksın ki, seni gördüm mü, görmedim mi doğru dürüst anlayamadan kalkıp geri gideceksin. Benim için tahammül edilmez bir devir daha başlayacak. Üstelik o devir, kim bilir ne kadar uzun sürecek. Hayatımızın, hiç düşünmeden feda edebileceğimiz seneleri o kadar çok mu? Ömrümüzü hep böyle birbirimizden uzak mı geçireceğiz. Sen belki yine, bu kadere de boyun eğmenin güzel bir şey olduğunu söyleyeceksin...”

Hayatında, hiç düşünmeden feda edebileceği senelerin kal-madığı içine doğmuştur belki şairin.

Ömürleri ise, söylediği gibi birbirlerinden ayrı geçer. Her ikisi de, mecburiyetlerden kaderlerine boyun eğerler. Orhan Veli;

“Bırakmıyor son gördüğüm, bırakmıyor geçim derdi” dediği, yoksulluğun yüzünden katlanır yoksunluğa. Yoksun olmanın, gözden uzak olmanın getirdiği kıskançlık duyguları rahat bırakmaz en çok da Nahit Hanım’ı. Orhan Veli, İstanbul’da nereye, kiminle gitse, edebiyat camiası tarafından haber konu-su olur ve Nahit Hanım da bu camianın içinde olduğundan

Page 30: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

30

KİTAP

30

kıskançlık için rahatlıkla malzeme bulur.

“Anadolu Hisarı’nı sevdiğim hususundaki imanı, yersiz buldum. Yukarıda ropörtaj muharrirlerinin edebiyatından bahsetmiştim. O da Sait’in edebiyatı. Herhalde, “İstanbul Türküsü” şiirindeki Rumeli Hisarı, onun aklında öyle kalmış olacak. Yoksa Anadolu Hisarı’na ne gittiğim var ne de sevdiğim. Esasen o yazıdaki her şey uydurma. Ne rakı içtik ne de şişesini atıp kırdık. Her vakit söylediğim gibi, bana ait öğrenmek istediğin şeyleri yalnız benden öğren.”

Bir ara, her ikisinin de yakın dostu Sabahattin Ali, Nahit Hanım’a âşık olsa da, Nahit Hanım itibar etmez.

“Sabahattin burada çok kalacak mı imiş? Herhalde geldiği vakit görürüm. Aşk bahsindeki düşünceleriyle beni senin elinden alması bahsine gelince; hiç de öyle olduğunu sanmıyorum. Beni hiç kimse senden uzaklaştıramaz.”

İnkâr etseler de hep başkaları olur hayatlarında. Belki hasretin boşluğunu doldurmaya yarayan oyalanmalar, oyunlardır bun-lar. İçinde bulundukları çıkmazda, bir sınanmadır aşk. Mek-tupları, daima sınava tabi tutulan aşklarının ispatı.

“Soruyorsun: “Hep benim yanımda yaşamak imkânın olsa yaşar mısın?” diye. Bu suali yersiz buldum. Mesela şöyle sorsaydın daha doğru olurdu: Benim yanımda yaşamaktan başka bir istediğin var mı?”cevabım da böylelikle sualin içine girmiş olurdu.”

Onunla aynı şehirde bile yaşayamamaktadır oysa.

“İstanbul’da tek zevkim senden mektup almak. Bunu da bana çok görme.”der. Sıkıcı, zevksiz bir şehirdir İstanbul mektuplarında anlattığına göre. Yaşadığı şehri sevmediğini yazsa da, şiirleri bunun aksini söyler. Orhan Veli’nin İstanbul’a kızgınlığı, orada pek muteber sevdiğinin olmayışındandır. Aslında, allı pullu gemiler geçer rüyalarından. Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında, gün doğmadan, güneş daha bembeyazken çıkar yollara. Ellerine pul pul deniz gelir...

Yüreği böylesine umut doluyken gelecekten, İstanbul’u, denizi, hisarı, at yarışlarını, içkiyi, Nahit Hanım’ı, en çok da şiiri bu kadar çok severken, ellerine pul pul ölüm gelir bu sefer. Ya da o, ölüme gider...

Orhan Veli, bilinen son mektubunu, Mösyö Lambo’nun mey-hanesinde, 12 Ekim 1950 tarihinde yazmıştır.

Son mektuba tanıklık eden bu meyhane, Beyoğlu Balık Paza-rı, Nevizade Sokağı, 13 numaradaki “Alaylılar Akademisi”dir. Meyhanenin en büyük müdavimi ise, elbette Orhan Veli’dir. Burası, zaman zaman şiirlerini, yazılarını, mektuplarını yazdı-ğı, Nahit Hanım’la buluştuğu özel bir mekândır.

Mektubun içine nüfus cüzdanını koymuş, Nahit Hanım’dan, askerlik yoklamasını yaptırmasını rica etmektedir. Ayrıca, “birkaç günlüğüne, Ankara’ya gelip, seninle konuşmak istiyo-rum... mektupla rahat rahat konuşamıyoruz” der.

Bu onun, Ankara’ya son gidişi, Nahit Hanım’ı son görüşü olacaktır. Ankara’ya hangi tarihte gitti, orada ne kadar kaldı bilinmez ama son mektupla İstanbul’a döndüğü tarihe bakı-lırsa, epey uzun kalmış gibidir.

Kül rengi sulara, kirli bir gün ışığı dökülür. 10 Kasım günü Ankara’da, belediyenin açtığı bir çukura düşer ve başından yaralanır. İki gün sonra İstanbul’a döner. 14 Kasım günü, bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalaşır ve beyin kanamasından ölür.

Öldüğünde, cebinden diş fırçasına sarılı halde, yer yer silinmiş bir kâğıtta, “Aşk Resmi Geçidi Şiiri” çıkar. Son bölümü, Nahit Hanım içindir:

...............................

Gelelim sonuncuya. Hiçbirine bağlanmadım Ona bağlandığım kadar. Sade kadın değil, insan. Ne kibarlık budalası, Ne malda mülkte gözü var. Hür olsak der, Eşit olsak der. İnsanları sevmesini bilir Yaşamayı sevdiği kadar.

Page 31: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

31

SERGİ

Yeni Ufuklar, sayı 26

31

kUrULUŞ amaçları arasında kültür sanat etkinliklerinin desteklen-mesi, özendirilmesi ve sanatkârlara gerekli katkıların sağlanması da

yer alan Türkiye Yeni Ufuklar Derneği, önemli bir etkinliğe daha imza attı. Derneğimiz İstanbul Şubesi’nin katkılarıyla açılan sergide üyemiz ressam Özlem Özdemir ile ressam Iryna Beşer’in eserleri sergilendi. Dernek üyeleri, davetli ve sanatseverlerin katıldığı sergi 11-29 Mayıs tarihleri arasında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Müzesi’nde açıldı. Onursal Başkanımız İbrahim Sungur’un kurdeleyi kesmesinin ardından sergiyi gezen ziyaretçiler her iki sanatçının eserlerinden etkilendikleri-ni ve çalışmaları oldukça başarılı bulduklarını ifade ettiler. Büyük beğeni gören ve tamamı satılan tabloların satışından elde edilen gelir, ihtiyaç sahipleri yararına kullanılmak üzere Yeni Ufuklar Derneği’ne bırakıldı.

Özdemir ve Beşer’ineserleri göz kamaştırdı...

Özlem Özdemir

Iryna Beşer

Page 32: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

32

STRATEJİ

3232

Dr. Aslan YAMAN

ÖZBEKLERİN HİKÂYESİ:Özbekistan’ın Bugünü:

Özet

Özbek Başkan İslam Kerimov yönetim-de kaldığı 20 yıldan fazla bir süredir ülkeyi bir arada tutmayı başarmış ol-makla beraber, coğrafi ve etnik hatlar boyunca yarılan kabileler arasındaki derin fay kırıklarına son verememiş-tir. Bu fay kırıkları; siyaseti, ekonomiyi güvenliği ve sosyal güçlerin dengesini belirleyen en önemli unsurdur. Sonuçta

Kerimov’un yerine başkan olarak kimin geçeceğini dikkate almaksızın, kabileler arasındaki çekişmelerde “büyük arabu-lucu” olarak görev yapan liderin yoklu-ğunda, Özbek milletine ait olmaktan çok kendilerini kabileleri ile tanımlayan halkın kısa bir sure içinde ayaklana-rak ülkeyi bir karmaşaya sürüklemesi mümkün ve çok kolay görünüyor.

AN

ALİ

Z

Sorunların tamamını kapsayan soru yeni liderin gerçekten

Kerimov’un yerini doldurup doldurmayacağı ve onun

yaptığı gibi Özbekistan’ı 25 yıl yöneterek Kabileler arasında

bir denge oluşturmayı başarıp başaramayacağıdır.

Günümüzdeki Özbekistan’ı 7 kabile yönetmektedir. Bu 7 kabile 13 vilayete bölünmüş olup; bunun pratikteki anlamı ilk 7’nin dışındaki 6 kabilenin ilk

yedi ile ya, ilişkili veya bunların buyruğu altında olması demektir. Rus İmpa-ratorluğu ve Sovyetler dönemlerinden beri Semerkant, Taşkent ve Fergana kabileleri iş başındadır. Diğer 4 kabileyi oluşturan Cizzak, Kaşkaderya, Harezm ve Karakalpak kabileleri şartlara gore bu üç kabile ile ittfak eder veya mütte-fiklerini değiştirerek seçkinler arasındaki kavgalara katılmaksızın ülke genelin-deki politikalar yerine yerel yönetimlerin belirlenmesi ve kendi bölgelerindeki mahalli işlerle daha çok ilgilenirler.

Kabilelerin Bölgeleri

Kabilelerin Nüfusları Kabile Nüfusu 2013 Yüzdesi Nüfus 1989 Yüzdesi Semerkant 6.0 Milyon %20 3.8 Milyon %19Taşkent 5.0 Milyon %17 4.1 Milyon %21Fergana 8.6 Milyon %17 5.3 Milyon %27Cizzak 1.9 Milyon % 6 1.3 Milyon %7Kaşkadarya 5.1 Milyon % 17 2.8 Milyon %14Harezm 1.7 Milyon % 5 1.0 Milyon %5Karakalpak 1.7 Milyon %5 1.2 Milyon %6

1983-2005

Kabileler ve bu Kabilelerin seçkinleri arasındaki ayrışma; 1980’lerde Semer-kant kabilesinin güçlü lideri ve Özbekistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Şeref Raşidov’un ölümü ile görülmeye başlamıştır. Semerkant Kabilesi güç ve kabilelerin dengelenmesindeki becerisini “Soyuz” içinde ıspatlamış olmasına ragmen, Moskova bu Semerkant’ın gereğinden fazla güçlenmesinin önüne geçebilmek amacıyla başa bir başka birinci sınıf kabileden lider tayin etmiştir.

1983 yılında başlayarak, Semerkant kabilesinin lideri İsmail Yürekbekov kendisinin Kremlin tarafından gereğinden fazla güçlü görüldüğünü bildiğinden

Güç Dağılımı ve merkezin Değişmesi

-2-

Page 33: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

33

STRATEJİ

Yeni Ufuklar, sayı 26

33 33

Özbekistan’ı gelecekte yönetecek Semerkant kabilesinin lideri olarak Kerimov’u öne ve yukarı doğru ittirmeye baş-lamıştır. Kerimov’un yukarı doğru tırmanabilmesinin bir diğer nedenini de Kerimov’un Fergana ve Taşkent Kabile-lerinin dikkatini çekerek harcamak için çalışacakları kadar güçlü olmaması oluşturuyorudu. Böyle böyle atılan düşük profilli adımların sonucunda Genel Sekreterlik koltuğuna Kerimov’un oturmasından kısa bir sure sonra 991 yılında Sovyetlerin çökmesi ile Özbekistan bağımsızlığını ilan edince, mevcut koltuğunun adını Başkanlık’a dönüştürdü.

Başa geçmesinden itibaren kendisinin de mensup ol-duğu Semerkant kabilesine tümü ile sadık kalmak yerine, devlette düzenini sağlamayı öne alarak diğer üç kabilenin dengelenmesi için kendi gücünün bir kısmını bu kabilelere devretmiştir. Siyasal gücün ötesinde bir yaklaşımla hem Fergana ve hemde Taşkent kabileleri ile bağlar oluşturma-ya başladığında, Semerkant kabilesinin çok taraflı bağlılık-ları olduğunu görmüştü. Bu gördüklerine ilaveten ken-disinin yukarı tırmanabilmesi için büyük gayret gösteren Yürekbekov ve onun yanında yer alan İçişleri Bakanı Zakir Almatov’un (İçişleri Bakanlığı’na bağlı tüm silahlı güçleri kontrol ediyordu) Semerkant Kabilesinden daha güçlü bir lideri işbaşına yerleştirmek üzere darbe planladıklarından da endişe ediyordu.

1995 yılında, Taşkent Kabilesinin desteği ile o zaman-lar İçişleri Bakanlığı ve güçleri ile mukayese edildiğinde zayıf yapıda bir kurum olan Sovyetlerdeki KGB’nin Özbe-kistan kolu Milli Güvenlik Hizmetleri’nin (MGH) başına Rüstem İnayetov’u atadı. MGH, Kerimov’un desteğindeki İnayetov’un Teşkilatı geliştirme ve yeniden yapılandırma çabaları ile geçen on yıllar içinde eski gücüne ve etkinliği-ne kavuşmuştur. Son raporlara göre, MGH’da çalışan insan sayısı İçişleri Bakanlığı’nın toplam kadrosu olan 10.000’e eşittir. Bu sayılara ülkenin kabileler arasında kadroları pay edilmiş 67.000 kişiden oluşan ordusunun dahil omadığını da belirtmeliyiz.

Fergana kabilesi ile yeni bağlar oluşturmak için – An-dican, Namangan ve Fergana birbirlerinden ayrıldığından beri, diğer kabilelerin birbirleriyle olan bağları kadar

sağlam bağlar kurulamamaktadır- Kerimov kendi aile üyelerini bölgedeki işlerin başına tayin etmiştir. Mesela Kerimov’un baldızı, Tamara Sabirova ve oğlu Ekberali Abdullahev burada çalışmaktadır ve Fergana bölgesindeki işlerin % 70’ini kontrol etmektedirler.

Fergana Vadisi; Orta Asya’daki Islamın en tutucu olarak yaşandığı bölge olması hasebiyle, kabile içi çatışmalar bölgedeki İslamcı faaliyetlerin yükselmesinde önemli bir faktör olmaktadır. Orta Asya’da militan İslamcı gruplar-dan biri olan Özbekistan İslami Hareketi’nin kurucusu Cuma Kasımov’un esas memleketi de Fergana Vadisindeki Namangan şehridir. Belki de bu bölge ülkenin en fakir böl-gelerinden biri olması nedeniyle 1990’larda Kasımov tara-fından herhangi bir kabile liderinden daha ciddi bir şekilde Kerimov’a kafa tutabilecek genç erkeklerden oluşan bir grubun ortaya çıkmasına liderlik edilebilmiştir. Bu hareket-ten sonra, Fergana’dan başlayacak ve hem kabile gençleri-nin hem de İslamcı militanların iştirak edeceği muhtemel bir ayaklanmadan endişe duyulmaya başlanmıştır.

Aşağı yukarı 1999 başlarında, Semerkant; kendi Kabi-lesine sadık kalmaması nedeniyle Kerimov’u büyük ölçüde terk etmiş, ilaveten Taşkent ve Semerkat Kabileleri ara-sında açık bir çatışma patlak verince, Yürekbekov Başba-kan Yardımcılığından istifaya zorlanmıştır. Şubat 1999’da Taşkent’te 90 dakika içinde hükümet binalarını hedef alan 6 bombalı araç patlatılınca, hem Taşkent ve hem de Semerkant kabilelerine mensup liderler diğer kabileyi bu komploda Özbekistan İslamcı Hereketini desteklemekle itham etseler de, hükümet resmi olarak Fergana bölge-sindeki İslamcı militanların artışını ve Özbekistan İslami Hareketini suçlamıştır.

Bombaların patlamasını takiben Taşkent’in gücü- ki bu güç MGH tarafından kontrol edilmektedir- herhangi birini herhangi bir nedenle tutuklamak da dahil olmak üzere genişletilmiştir. İlaveten, Semerkant’lı Yürekbekov’a Başkanlık Danışmanı ünvanı ile en yukarıda bir paye tahsis edilmiştir. Böylece kabileler arasındaki denge kısa bir sure için yeniden tesis edilmiştir.

2004’de Semerkant’lı Yürekbekov ile Almatov’un bir-leşerek Kerimov’a karşı bir hükümet darbesi planladıkları dedikodusu yeniden dolaşmaya başlayınca, Mart 2004’de de Yürekbekov 1999’da tayin edildiği Başkanlık Danışman-lığı görevinden bir kez daha uzaklaştırılmıştır. Mart’tan Temmuz’a kadar bir seri bombalama dalgası yeniden ger-çekleştirilmiş, Mart ve Nisan aylarında Taşkent’te patlayan bombalar polisi hedeflerken, Temmuz’da, Birleşik Dev-letler ve İsrail’in Taşkent Büyükelçiliklerinde patlamalar meydana gelmiştir. Yetkililer bu patlamalardan Özbekistan İslami Hareketi, İslami Cihad Birliği ve Hizb-üt Tahrir örgüt-lerini sorumlu tutarak suçlamıştır. Tekrar etmek gerekirse, hiçbir kanıt ortada olmamasına ragmen, çeşitli kabileler İslamcı militanlara destek vermekle itham edilmektedir.

2004 yılındaki saldırılardan ve Yürekbekov’un görev-den tekrar uzaklaştırılmasından sonra, Taşkent Kabilesi etkisini ciddi bir şekilde artırınca İnayetov MGH’yı yeniden yapılandırarak bu teşkilata bağlı kuvvetlerin sayısını İçişleri Bakanlığına bağlı kuvvetlere karşı bir denge oluşturabil-

Page 34: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

3434

STRATEJİ

BİRİNCİL KABİLELER

KABİLE SEMERKANT TAŞKENT FERGANA

AÇIKLAMA Liberal ve tutucu değerler arasında oldukça bölünmüştür Oldukça Liberaldirler Oldukça Tutucudurlar

Varlıkları *Başkan Kerimov esas olarak * Özbek Güvenlik Hizmeti (MGH) * Nüfüsları diğerlerinden

bu kabiledendir. (Özbek Eski KGB'si) fazladır.

* İçişleri Bakanlığı * Özbekistan'ın Başkenti * Tarım Sektörü

* İçişleri Güvenlik Kuvvetleri (Ülkenin Siyasal Merkezi) * Metal Sanayi

* Pamuk Sanayi * Enerji Sektörü * Sağlam İslam İnancına sahip

* İmalat Sanayi * Sınır ve Gümrük Hizmetleri Kabile üyeleri

* Etnik Tacikler * Bakanlar Kurulunda *Geniş Bir Organize Suç Teşkilatı

* Afganistan'dan yapılan Ticaret, Bölgesel Kalkınma, (İşanlar Organizasyonu)

Uyuşturucu Ticareti Maliye Bakanlıkları * Rusya ile bağlar

* Ençok Eğitimli Nüfus * Hükümet-dışı Medya Varlığı

* Hakim Denilen Organize Suçlar * Geniş bir daspora ile bağları

Liderleri * Başbakan Şevket Mirzayev * Rüstem İnayetov * Gafur Rahimov : Eski Lider

* Eski Lider İsmail Yürekbekov (Milli Güvenlik Hizmetleri (iş adamı, Dubai'ya kaçtı)

(Başkan'ın Eski Danışmanı) Teşkilatının Başkanı) * Salim Abduvaliyev : Eski Lider

* İçişleri Eski Bakanı Zakir * Rüstem Azimov : Başbakan Birinci

Almatov (Yardımcısi, Maliye Bakanı, Cum-hur

Kalkınma Fonu Başkanı)

Önemli * Galina Saidova : Ekonomi Bak * Abdülaziz Kamilov : Dışişleri * Alişer Osmanov: Özbek-Rus

Şahıslar * Bahadır Mutluyev : İçişleri Bakanı Oligark 18 Milyar Dolar Serveti

Eski Bakanı * Batır Zakirov : Başbakan Yard. Metal, Medya, Telekom Firmaları

(Sanayi Şirketlerinden Sorumlu) var

* Gulamcan İbrahimov: Başb. Yard. * Babür Osmanov: Mayıs 2013'de

( Enerji Şirketlerinden Sorumlu) öldü. Alişer Osmonov'un Yiğeni

* Nimetullah Yoldaşev Semerkant Kabilesi'nin başı

( Adalet Bakanı) Mirzayev'in damadı idi.

* Kabil Berdiyev : Savunma Bakanı * Tamara Sabirova : Kerimov'un

* Lola Kerimova : Başkanın Kızı ve baldızı, Fergana'daki tüm işlerin

Başkan danışmanı Timur Tilyev'in % 70'ini kontrol etmektedir.

Karısı * Ekberali Abdullahev: Tutuklu iş adamı

* Kadir Gülyamov: Savunma Eski Bakanı. adamı. Kerimmov'un Karısının

* Sadık Safayev : Dışişleri Eski Bakanı.

akrabası *Gülnara Kerimova: Başanın Kızı (Joker)

İKİNCİL KABİLELER

KABİLE Açıklamalar Bağlantıları

CİZZAK * Hem ılımlı liberal hemde ılımlı dindardırlar * Daha evvel Fergana Kabilesine bağlı idiler.

* Tacikistandaki Özbek diasporası ile İlişkilidirler * Şimdi Semerkant Kabilesine bağ-lılar

KAŞKADERYA * Çok tutucu değerlere sahiptirler * Son zamanlarda Taşkent Kabilesine

* İlk 7 Kabile arasında en zayıf olan Kabiledir. Bağlıdırlar. Kerimov tarafından desteklenirler

HAREZM * Liberal değerlere sahiptirler. Diğer Kabileler ile bir Bağları yoktur.

* Türkmenistan'daki Özbek diasporası ile İlişikilidir

* Liderleri: Senato Başkanı İlgizar Sabırov'dur. Teknik

olarak Keriomov'un yerine geçmesi gerekir.

* Varlıkları : Su ve balıkçılık sektörüdür.

KARAKALPAK * Liberal Değerlere Sahiptirler

* Kazakistan'daki Özbek diasporası ile ilişikilidirler * Daha önce Taşkent kabilesine bağlı idiler

* Varlıkları : Su ve Balıkçılık Sektörüdür. * Şimdi bir bağlılıkları bulunmamak-tadır.

Page 35: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

35

STRATEJİ

mek üzere aynı sayıya çıkarmıştır. Bu sayı artışının yanında Milli Güvenlik Hizmetleri Teşkilatına alınanlar Birleşik Devletler tarafından Afganistandaki Karşı-Hanabad lojistik üstünde kullanılmak üzere oluşturularak eğitilen Kobra Gücü Birliklerindaki gibi seçkin askerlerden teşekkül ettirilmiş, Orta Asya’da geleneksel olarak sağlam kuvvet-lerden oluşan Milli Sınır Muhafizları üzerinde de yetkili kılınmıştır.

Kabileler arasındaki rekabet ve gerilim 2005 Andican Katliamı olarak isimlendirilen çatışmalarda en üst düze-yine çıkmış, Fergana Vadisinde hükümete bağlı kuvvetler protestocuların üzerine yürüyerek onları ezmişti. Hükü-met tarafından, 2004 sonları ile 2005 başlarında arala-rında kabile lideri ve uzun süredir Andican Valiliği yapan Kabilcan Abidov’un da bulunduğu seçkinler üzerinde bir ayıklama çalışması başlatılmış, Fergana Kabilesine mensup düzinelerce önde gelen iş adamı ve seçkin tutuklanmış-tır. Fergana Kabilesinin parçalanması için atılan tüm bu adımlara Taşkent’te İnayetov başkanlık ediyordu, çünkü gösteriler İçişleri Bakanlığının “süküneti (!)” sağladığı bir zamanda başlamıştı. 2005’te İnayetov Milli Sınır Muha-fızlarının kontrolünü de ele aldığında Taşkent ve Semer-kant’taki kuvvetlerle beraber Fergana’daki portestoları bastırmak üzere Sınır Muhafızlarını da devreye sokmuştu.

Protestolar 12 Mayıs ile 15 Mayıs arasında en üst sevi-yesine ulaşınca, protestocular bir hapishaneye saldırarak 500-700 arasında mahkumu serbest bırakmıştı. İçişleri ve Sınır Muhafızları gelip protestocuları dağıtmadan hemen önce binlerce insan sokaklarda gösteriler yapmaktaydı. Andican Katliamı denilen bu olaylar sırasında Ferganadaki güçsüzleştirme operasyonları ve kabile rekabetinde; resmi rakamlara göre 187 bağımsız sayımlara göre ise 1.500 kişi ölmüştür. Binlerce Özbek mülteci sınırın ötesine geçerek canlarını kurtarmaya çalışırken Kırgızistan sınırlarını kapa-tarak mültecilerin belli bir yerde tutulmasını sağlamaya çalışmıştır.

Tüm bu olanlardan sonra Kerimov gösterilerden aşırı uçları sorumlu tutarak ülke içindeki derin mücadeleyi önemsiz bir gelişmeymiş gibi gösterme çabasına girişmiş, kriz çok yoğun bir uluslararası kınama ve pekçok batılı ülkeden Özbekistan hükümetine müeyyide uygulanmasını da beraberinde getirince Özbekistan da Karşı-Hanabad’da-ki Amerikan askeri üssü nedeniyle Amerika’ya yaklaşmış-tır.

Andican’daki katliamdan sonra Kerimov, Semerkant kabilesinden Zakir Almatov’u İçişleri Bakanlığına bağlı kuv-vetlerin başından azlederek, Başbakan Şevket Mirzayev (şimdilerde Semerkant kabilesinin lideridir) her şeyi kont-rol altına alıncaya kadar Semerkant kabilesini kötürüm bırakmıştır. Andican katliamı Taşkent kabilesini bu zamana kadar gerçek bir rakipten mahrum bırakmıştır.

2005’den Bugüne

Geçtiğimiz üç yılda kabile mücadeleleri yeniden kıpır-danmaya başlamış ve son aylarda geniş ölçüde ve çeşitli kereler değişimler olmuştur. Önce, Semerkant ve Fergana Kabileleri yeniden bir araya gelmeye başlamış, Fergana kabilesinden Ozbek-Rus oligark Alişar Osmanov’un yeğeni Babür Kabile ittifakının şekillenmesinde önemli bir unsur

olan Semerkant kabilesinin lideri Mirzayev’in kızı ile evlenmişir. Osmanov Fergana kabilesinin lideri olmama-sına rağmen, sahip olduğu olağanüstü zenginlik ve Özbek ve Rus seçkinleri (Putin dahil) ile olan bağları nedeniyle Kabilenin önde gelenlerini bir araya getirebilecek güce sahiptir.

Bu ittifaktan sonra, Taşkent, Başkan Semerkant Kabilesine dahil ve Başkanlık bu Kabilenin elinde olduğu sürece çok zor bir hedef olacağı için yeniden Fergana’ya dikkat kesilmeye başlamışır. 2010’da Fergana Kabilesinin liderlerinden biri olan Gafur Rahimov MGH tarafından bir suç araştırması üzerinden soruşturulmaya başlanınca Dubai’ye kaçmış, 2012 yazında ise Fergana’da 40 önde gelen işadamı tutuklanmıştır. Tüm bu adımların kendisi de Ekim 2013’te tutuklanan Fergana’daki işlerin % 70’ini kontrol eden Ekberali Abdullahev ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir.

Taşkent’in bu gazabını tetikleyen şeyin muhaliflere ait web sitesinde Kerimov’un bir kalp problemi olduğu-nun açığa çıkarılması olduğu görülüyor. Mayıs ayında ise; Osmanov’un yeğeni (ve Mirzayev’in damadı) şüpheli bir araba kazasında öldürülüp, Fergana kabilesinin diğer lideri Salim Abdüvaliyev MGH’nın bir suç soruşturması baş-latarak kendisine uzanmaya başlaması üzerine İtalya’ya kaçınca Fergana kabilesi başsız kalmıştır.

Kendisi Fergana Kabilesine dahil olmamasına rağmen Başkan’ın kızı Gülnara Kerimova’nın Fergana Kabilesi ile iş bağlantıları bulunmakta, Semerkant ve Taşkent Kabileleri Kerimova’dan nefret etmektedir. (uzak durduğu annesi ve kızkardeşi Taşkent Kabilesine bağlıdırlar) Kerimova siyasette bir jokerdir, ve Taşkent Kabilesi özellikle onun varlığından oldukça rahatsızdır.

Geçtiğimiz bir kaç ay içinde Kerimova’nın televizyon istasyonları (TV Markaz, NTT, Forum ve SoFTS) kapatılarak MGH tarafından soruşturulmakta olan medya holding şirketi Terra Grup’la birleştirilmiştir. Kerimova da sos-yal medyada açık bir şekilde İnayetov’u kendisini hedef almaktan vazgeçmeye çağırarak, İnayetov’u irtikap ile suçlamış, MGH’yı kendi güvenlik görevlilerini tutuklayıp onlara işkence etmekle itham etmiştir.

Bölgedeki Stratfor kaynaklarına gore, Fergana Kabile-sinin hedef alınması ve Kerimova’ya yapılanların Başkanın ve Taşkent Kabilesinin izinlerinin alınmasından sonra atılan adımlar olduğuna hiç kuşku yok. İnayetov’un çok güçlendiği ve Başkanı görevde tutanın İnayetov olduğu senaryosu hariç Başkanın kendi kızını hedef alan bir adıma neden izin verdiği henüz netlik kazanmadı. Açık olan şudur ki, Fergana kabilesi, ve Kerimova’nın sahip oldu-ğu herhangi bir destek, sistematik bir şekilde devre dışı bırakılmaktadır. Son seferinde Fergana kabilesi ilk defa bu kadar geniş ölçüde hedef alınmış ve bu da Andican krizine giden istikrarsızlık yollarına taşlar döşemesine benzer adımlar atılmıştır.

İnayetov’un gücünün Kerimov için çok fazla olduğu-nun bir diğer işareti’de MGH Şefinin Semerkant Kabilesini de hedef aldığına dair görüntülerdir. Aralık başlarında, Semerkant Kabilesinin en önemli kişilerinden biri olan İçişleri Bakanı Bahadır Matlubov’un peşinde İnayetov’un olduğuna dair bir rapor elde edildi ve Taşkent Kabile-

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 36: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

sine mensup Akdam Ahmetbayev’in İçişleri Bakanlığı koltuğunu doldurduğu söylendi. Aynı şekilde Semerkant kabilesine mensup olanların İçişleri Bakanlığında tecrit ve denetim altına alındığı söyleniyor.

Taşkent Kabilesi’nin Fergana ve Semerkant’ı hedef alma dozunu artırması Taşkent’in Başkan’ın koltuğuna varis belirleme hazırlıklarının işareti olarak da görülebilir.

Gelecek Başkan Kim Olacak ?

Kerimov’un ölmesi veya Başkanlık koltuğunu bırakması durumunda yerini kimin dolduracağı henüz belli değil, an-cak, şu anda Semerkant ve Taşkent Kabilelerinden iki aday bu koltuk için açık veya gizli bir şekilde yarışıyor. Semer-kant Kabilesi kendi varlıkları arasında olan İçişleri Bakan-lığı güçlerini elinde bulundurarak sahip olduğu siyasal zemini tutmaya devam ediyor ve eski lideri Yürekbekov’un sahne gerisinden desteklediği Mirzayoyev çok muhteme-len gelecek başkan olacak.

Taşkent Kabilesinden 70 yaşındaki İnayetov da Başkan-lık postuna göz dikmiş durumda, ancak yaşından dolayı Başkan olsa bile süresinin uzun olması çok muhtemel değil. İnayetov’un yakınlarında duran Taşkent Kabilesinin üyesi, Başbakan Birinci Yardımcısı Rüstem Azimov çok muhtemelen Taşkent Kabilesinin adayı olarak Başkanlık yarışına sokulacak. Azimov ve İnayetov’un geçineme-dikleri ve hatta İnayetov’un gücü gün be gün artarken Azimov’u dışarı ittirmeye çalıştığı da söyleniyor, özetle Semerkant ile oluşturulacak ittifak süreci halen işlemeye devam ediyor. Yine de Azimov’un mali piyasalarda sahip olduğu zemini ve Kerimov’un desteğini gözden kaçırma-yalım.

Fergana Kabilesi bu günlerde lidersiz ve darmadağınık durumda. Yine de mevcut kabile üyelerinin sağlam Rusya bağları, zengin oligark Osmanov’un varlığı ve kendi öz va-tanındaki Kabilesine ilgisi Fergana Kabilesini önemli hale getiriyor ki, Kabilenin zayıflığı daha uzun sureli olmayacak gibi. Osmanov yeğeni Babür’ü destekliyor ve onu Kabi-le lideri yaparak Semerkant Kabilesi ile ittifak kurmaya yönlendiriyordu. Fakat Babür’ün Mayıs ayında şüpheli bir şekilde ölümü Osmanov’u bir miktar çaresiz bırakmış görünüyor. Bundan sonra Osmanov’un desteğini kimin alacağı belli değil şimdilik.

Sorunların tamamını kapsayan soru yeni liderin gerçekten Kerimov’un yerini doldurup doldurmayacağı ve onun yaptığı gibi Özbekistan’ı 25 yıl yöneterek Ka-bileler arasında bir denge oluşturmayı başarıp başara-mayacağıdır. Benzer bir şekilde ülkeyi uzun sure yönet-tikten sonra vefat eden Türkmenbaşı’nın yerine gelen Berdimuhammedov’un Türkmenistan’da işbaşına gelişi, kabileler arasındaki mücadele Özbekistan’daki gibi keskin olmadığından, nispeten yumuşak bir süreçle gerçekleş-mişti. Ancak diğer Orta Asya ülkelerinde -özellikle Kırgı-zistan ve Tacikistan gibi- Başkan’ın değişmesi, şiddet ve iç savaşlar yolu ile olmuştur. Kazakistan ise şu anda Özbekis-tan ile benzer bir konumda ve uzun sure görevde kalacak bir liderin işbaşına gelmesini ummaktadır. Özbekistan Baş-kanlığı için çok sayıda güçlü adayın yarışması ile Kabileler arasındaki mücadele de seçim sonrasına sarkarak daha uzun sure devam edecekmiş gibi görünüyor, özellikle de

Kabilelerin Özbekistan’da güç dağılımının nasıl olacağını belirlemeye devam ettiği sürece. Kerimov’un Kabileleri dengelemesinin yan ürünü olarak ortaya çıkan Kabileler arası rekabet, son 5 yıl içinde ülkenin iç istikararını tehdit eder hale gelmiştir. Özbekistan’da Kabileler arasındaki gerilimin veri olduğu bu durumda, Andican’da olduğu gibi bir başka yerde ve daha şiddetli olarak bölgesel bir baş-kaldırı ve şiddet olaylarının patlak vermesi çok muhtemel görünüyor.

STRATEJİ

Page 37: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

37 37 37 37

Ara Bul

Yeseviliğin yedi ilkesi vardı. İlki Allah›a aşkla yöneliş. Yesevi bunu “Aşkı olmayanın ne dini vardır ne de imanı” sözleriyle anlatıyor. İkinci ilke ihlas. Yani, içtenlikli Müs-lümanlık. Riya’dan, gösterişten uzak, sadece Allah için olan Müslümanlık. Yeseviliğin üçüncü ilkesi ise insan sevgisi. Dördüncüsü insanların din, dil, renk, cinsiyet farklılığından ötürü horlanmaması, farklılıkların kavga konusu yapılma-ması, yani hoşgörü. Beşincisi; kadın ve erkeğin eşitliği. Al-tıncısı kişinin geçimini öz emeğiyle sağlaması ve çalışması esası, yedincisi ise bilim...

Hoca Ahmet Yesevî Ocağı’nda, felsefeden fen bilimleri-ne kadar eğitim alan Horasan erenleri, Anadolu’nun kültür bütünlüğünün oluşmasında, etkili olmuşlardı. Anadolu’da dağ başlarında, kimsenin olmadığı ücra köşelerde ve yol kavşaklarında yerleşmiş, buralarda zaviyeler açmışlardı. Boş topraklar üzerine kurdukları kurumlar, zamanla kültür, eği-tim, inanç ve moral merkezleri olmuştu.

Bu merkezlerde; ahlak, edep, davranış, inanış biçimleri, belli kurallara bağlanmıştı. Günün olanakları içerisinde bu merkezlerde bilgi ve bilim üretilmiş, buralarda yetişenlerin, başka yerlere gönderilmesiyle de yayılmıştı.

1300’lü yılların ikinci yarısında, Anadolu’da, Horasan erenlerinin ikinci kuşağı yaşamaktadır. Onlardan önce ge-lenlerin gayretiyle açılan zaviyelerde verilen eğitimle, kül-türel doku belli bir düzeye ulaşmıştı. Anadolu’da bir yandan Moğol istilası, bir yandan da büyük bir siyasi ve ekonomik buhranla birlikte taht kavgaları yaşanmaktaydı.

Her şeye rağmen, Anadolu’daki Horasan erenlerinin ikinci kuşağı, örneğin, Hacı Bektaş Veli’nin hoşgörü ve in-

san sevgisi üzerine yaydığı şu görüşlerin mirasçısıydı:

“Özünü bilirsen, özürden kurtulursun.Aşk meydanı erenlerin ve bilenlerindir.Dinine dizlerinle değil, kalbinle bağlan.Göze nur, gönülden gelir.İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır,Kadınları okutunuz.Eline, beline, diline sâhip ol!Okunacak en büyük kitap insandır.Doğruluk dost kapısıdır.Mürşitlik, alıcılık değil vericiliktir.Alem Adem, Adem de Alem içindedir.İlim, hakikate giden yolları aydınlatan ışıktır.İlimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurul-

muştur.Oturduğun yeri pak et, kazandığın parayı hak et.İncinsen de incitme.Nefsine ağır geleni kimseye tatbik etme.Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız.Düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu.Ara bul.İnsanın cemâli sözünün güzelliğidir.İnsanoğlunun en büyük düşmanları: Yalancılık, boğazı-

na düşkünlük, mal ve mevki hırsı, koyu gıybet, edepsizlik, hıyanet ve hakkı inkardır.

En büyük keramet çalışmaktır.Erkek, dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde,Hak’ın yarattığı, her şey yerli yerinde. Bizim nazarımızda, kadın erkek farkı yok. Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde.Hararet nardadır, sacda değildirKeramet hırkada, tacda değildir Her ne ararsan kendinde ara Kudüs’te, Mekke’de. Hac’da değildir.Sevgi varken nefret niyeKardeşlik varken didişmek niyeDostluk varken düşmanlık niyeHoşgörü varken bağnazlık niyeÖzgürlük varken tutsaklık niyeAdalet varken haksızlık niye?”

Bu görüşler, aradan geçen yedi yüz yıl sonra da geçerli-liğini korumakta, laik, demokratik, insan haklarına saygılı, Türkiye Cumhuriyeti’nin de temel düşüncesidir.

Anadolu’da kültür birliği oluşmasında etkili olan bir ku-rum da, Yesevî dervişleriyle birlikte gelen âhilikti.

13. yüzyılda büyük bilge Ahi Evran tarafından temel-leri atılan Ahilik felsefesi, Anadolu`da yüzyıllardır birlik, beraberlik, yardımlaşma ve dayanışmanın ruhunu oluştu-ruyordu.

Ahmet ÖZDEMİR*

* Gazeteci, yazar

Hoca Ahmet Yesevî Ocağı’nda, felsefeden fen bilimlerine kadar

eğitim alan Horasan erenleri, Anadolu’nun kültür bütünlüğünün

oluşmasında, etkili olmuşlardı. Anadolu’da dağ başlarında,

kimsenin olmadığı ücra köşelerde ve yol kavşaklarında yerleşmiş, buralarda zaviyeler açmışlardı.

Page 38: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

38

DİL / EDEBİYAT

Düşünmek, basitten karmaşığa doğrudur. Bir lâhzada hâsıl olan düzayak düşünce, etkiye verilen ilk zihin tepkisiyle gerçekleşir. İlk tepkinin üzerine dü-şünmek, uzun vadeli düşünmektir ve bu düşünme biçimi mefhumlara dayanır. Kavramlar, mana verme aletimiz olup başlı başına varlık bütünleridir. Söz ise, akılda olan mefhumun varlıkla uyumudur. Diğer bir tabirle, düşünce ile var ola-nın izdivacıdır. Sözler, kelimelerden müteşekkil bütünlerdir. Kelimeler ise mü-cerred, mahallî ve hakikat ötesidirler. Binaenaleyh düşünme dediğimiz meleke ile birebir irtibatlıdırlar. Bir dilin kelimeleri, yalnızca lûgat manalarından ibaret varlıklar değillerdir; kullanıldıkları yere göre pek çok manaya gelebilirler. Bir kelime yeri gelir, birçok kavramı karşılar. Bilhassa bu sözcükler, mensup oldukları dilin kuvvetini artıran yapı taşlarıdır. Çünkü bir milletin fertlerinin zihinlerinde ne kadar çok mefhum varsa, o cemiyetin tefekkürü de o nispette güçlü olur. Ke-lime sayısının çok olması, mutlak manada kavram sayısının fazla olması demek değildir. Bilhassa somut anlam taşıyan sözcüklerde, aynı kelimeler aynı kavram-ları karşılayabilirler. Aynı manada görünen ama farklı manalara işaret eden, yani aralarında nüans olan kelimeler genellikle soyut kelimelerdir. Fakat yeri gelir, bahsettiğimizin tam aksine birkaç kelime bir tek mefhumu ifade edebilir. Bu durum da tefekkürden ziyade sanatsal ve estetik açıdan bir zenginliktir.

Türk dili ile ilgili Cumhuriyetten sonra gerçekleşen ve gündemde kalmayı başaran vaka harf devrimi olsa da, kelimelere yönelik girişilen icraatların, yani Arapça ve Farsça başta olmak üzere Türkçe kökenli olmayan kelimelerin dilden atılma çabaları ile kelime uydurma faaliyetlerinin masaya yatırılması, bizce daha elzemdir. Baştan söyleyelim ki, devrin hâkim ideolojisinin rüzgârına kapılarak eski kelimelere adavet beslenmesini ve dilin saflaştırma kisvesi altında fukara-laştırmasını konu edinmeyeceğiz. Bunun yanı sıra birtakım hassasiyetlerle uy-durulmuş kelimelere ve “sal/sel” gibi eklere savaş açanların nasıl bir sonuç elde ettiğinden de bahsetmeyeceğiz. Biz yazımızda pragmatist bir zaviyeden bakarak elimizdeki kelime malzemesiyle “bugün Türkçe için ne yapabiliriz?”in cevabını arayacağız.

eski ve yeni kelimeler arasında Beş Maddelik Bir tasnif denemesi

Kelimeleri kullanırken ifade ettikleri manayı çok iyi bilmek gerekir. Keli-menin tam olarak ne anlama geldiği ya da gelmediği konusunda başvurulacak kaynaklar sözlüklerdir. Fakat hiçbir sözlük, dildeki tüm kelimelerin bütün an-lamlarını muhtevî olduğunu iddia edemez. Binaenaleyh işin bir de tecrübî tarafı vardır. İşin bu deneyime dayanan yönü, edebî eserler başta olmak üzere ciddi, üslubu sağlam ve derinden konuşan kitaplar okumakla ikmal edilebilir. Ayrıca toplumun kelimeleri hangi doğrultuda kullandığına, kitle iletişim araçlarının yardımıyla dikkat edilmesinde fayda olduğunu da söyleyebiliriz.

Geçmişten beri kullandığımız (eski) ve yerine kullanılmak gayesiyle uydu-rulan (yeni) kelimelerin bugün nasıl bir anlam dünyası kurduklarını tayin ede-bilmemiz için evvelâ bu eski ve yeni sözcüklerin nasıl bir ilişki içerisinde oldu-

Bir kelime yeri gelir, birçok kavramı karşı-lar. Bilhassa bu söz-

cükler, mensup ol-dukları dilin kuvvetini artıran yapı taşları-

dır. Çünkü bir milletin fertlerinin zihinlerinde

ne kadar çok mef-hum varsa, o cemi-yetin tefekkürü de o nispette güçlü olur.

EkremSAKAR*

* Marmara Üniversitesi, Araştırma Görevlisi

Eski ve Yeni KelimelerinSemantik Bağlamda Tasnifi

ve İzdivacı

Page 39: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

39

DİL / EDEBİYAT

Yeni Ufuklar, sayı 26

ğuna dair bir sınıflandırma gayretinde bulunduk. Böylece elimizdeki kelime malzemesinin kendi içinde nasıl bir an-lam ilişkisine sahip olduğuna dair genel bir çerçeve çizmek istiyoruz.

a) yeni kelimenin eski sözcüğü birebir karşılayarak eski kelimeyi unutturması

Dil devriminin - gayesine binaen - başarılı olduğu ke-limeler bu grupta incelenebilir. Ahali, gazeteden okuyarak, okul sıralarında ezberleyerek veya başka bir yoldan duya duya yeni kelimeleri benimsemiş ve eskiden kullandığı sözcükleri unutmuştur. Aslında bu faaliyetin, nesiller ilerle-dikçe tedricen başarı ile neticelendiği söylenebilir. Bundan ötürü halâ dede, baba ve çocuk konuşurken kelime kadro-larında ufak da olsa farklılıklar gözlemlenebilir. Sonuçta eski sözcükler, tarih boyunca ihtiva ettiği manalarla birlikte silinerek yerini yeni kelimelere bırakmıştır. Yeni kelimeler, yüzyılların imbiğinden geçmedikleri için eski sözcükler gibi geniş kullanım kapasitesine sahip değillerdir. Kim bilir, bel-ki bundan asırlar sonra bu yeni kelimeler de eskileri gibi zenginlik ihtiva etmeye başlarlar. Tabii ki o zaman da bir devrim olup onlar da tedavülden kaldırılırsa her şeye tekrar sıfırdan başlamak gerekecektir.

Yeni kelimelerin eski kelimelerin yerini birebir tutup eskisini unutturduğu pek çok örnek verilebilir ve bunların emsali gün geçtikçe artmaktadır. Bunlardan bazıları (yeni-eski sırasıyla) şunlardır:

Öyküleme – tahkiye etme, belirli – muayyen, birey – fert, ilerleme – terakki, yozlaşmak - tereddi etmek, özne - fail, somut - müşahhas, soyut - mücerret, önsezi - hissikab-lelvuku, yatıştırıcı - müsekkin, onaylı - musaddak, eşitlik - müsavaat, coşturucu - müheyyiç, içindekiler - münderecat, ilkel - iptidai, denge - muvazene, üçgen – müselles, seçkin – mümtaz, boşaltaç – muhalliye.

b) yeni kelimenin benimsenmeyerek eski kelime karşısında tutunamaması

Dil devriminin düpedüz başarısız olduğu sözcükler bu gruba girer. Tüm çabalara ve dayatmalara rağmen cemiyet-te kabul görmeyen, sevilmeyen, özümsenmeyen kelimeler Türkçede kendine yer bulamamıştır. Bundan dolayı halk, kullanımdan kaldırılmak istenen eski sözcüğü kullanmaya devam etmiştir. Şüphesiz bu durum şuurlu bir tepki nite-liğinde değildir. Yeni bulunan sözcüğün, ahalinin beğeni-lerine ve zevklerine hitap etmemesi buna en büyük sebep olarak gösterilebilir.

Bugün halkın tercihlerini hiçe sayarak, toplumda ka-bul görmemiş bu kelimeleri ısrarla kullanmaya devam eden ve olayın trajikomik tarafı, kendisini dil konusunda hassas bir “Türkçe sevdalısı” gören yazarlar olagelmekte-dir. Bu sözümona Türkçe sevdalıları, kelime hususundaki inatları yüzünden esasında Türkçeye faydaları değil zarar-ları olduğunun farkına varmamaktadırlar. Zira kullanmak

istemedikleri sözcüğü atarak tefekkür açısından bir kısırlık meydana getirdikleri gibi estetik açıdan da sıkıntılı metin-ler ortaya koymaktadırlar. Yazarken kendilerini hiç yoktan sıkıntıya duçar etmektedirler.

Yaygınlaşması istenen ama bir türlü tutunamayarak sa-dece birkaç yazarın kaleminde kısa süreli yaşamış olan ve bugün bazı kişiler tarafından inatla kullanılan kelimelerden bazıları şunlardır:

Bilisiz (cahil), büke (pehlivan), yasavul (polis), söydeşi (yani), anlak (zekâ), dibelik (zaten), sağınlık (tıp), ağdık (kusur), ıştın (lamba), tın (can), orun (makam), köğük (mıs-ra), dıka (nokta), ermegülük (tembellik), bulum (vicdan), uzyönüm (hidayet), tutsu (vasiyet), ogan (mabud), müflis (batkın), dirim (hayat), dilmaç (tercüman).

c) yeni kelimenin, eski kelimeyi birebir karşılaması ama eski sözcüğün aynı anlamda yaşamaya devam etmesi

Bu grupta bulunan sözcükler, dile eşanlamlı kelime ka-zandırdığı için dil devriminin - ankasdin olmayarak - Türk diline katkısı şeklinde değerlendirilebilir. Halkın eski keli-meyi unutmaması, yeni sözcüğü de benimsemesi neticesin-de gerçekleşen bu durum, aynı kavramı farklı kelimelerle ifade etme hürriyetini de beraberinde getirmiştir. Böylece Türkçenin kelime ve kavram sayısında artış olmuş, haliyle dil zenginleşmiştir.

Kelimeleri seçerek kullananlar umumiyetle eski ve yeni arasında tercih yaptıklarından, farklı sözcükleri kullanma fırsatına sahipken aynı kelimeyi tekrarlamak hatasına düş-mektedirler. Evet, bu bir hatadır, çünkü bütün dillerde aynı kelimeyi defalarca kullanmak fesahat açısından bir kusur olarak kabul edilir. Meselâ bir metin inşa ederken mütema-diyen “gereksinim – gereksinim – gereksinim” yazmaktan-sa arada sırada “ihtiyaç” kelimesinin de kullanılması metni daha estetik bir hale getirir. Hatta ne kadar alternatif varsa hepsinin kullanılması aliyyülalâ olur. Örneğin “amaç” söz-cüğünü tekrarlamamak için “maksat” ve “gaye” kelimeleri-nin de devreye konulması gibi.

Aşağıda verilen örneklerde ilk kelime eskisi, ikincisi ise onunla birlikte yer edinen yenisidir:

Kademe – aşama, tabii – doğal, tercüme – çeviri, zıt – karşıt, müddet – süre, mahzur – sakınca, hüküm – yargı, mana – anlam, cihaz – aygıt, müracaat – başvuru, mesuliyet – sorumluluk, sual – soru, netice – sonuç, sembol – simge, merasim – tören, miktar – tutar, esir – tutsak, meşguliyet – uğraşı, ahenk – uyum, şehir – kent, tasvir etme – betimleme, hudut – sınır, şuur – bilinç, ehemmiyet – önem, mesuliyet – sorumluluk.

d) eski kelime ile yeni sözcüğün, farklı kullanımlar sonucunda ayrı manalar kazanmaları.

Page 40: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

40

DİL / EDEBİYAT

Kimi zaman yeni kelimenin eski sözcüğü karşıladığı, müteradifi olduğu düşünülebilir; filhakika enine boyu-na tetkik edildiğinde aynı manaya gelmediklerini anla-mak mümkündür. Misal olarak bilgi- malûmat, ulusalcı – milliyetçi kelimelerini verebiliriz. Kabaca izah edersek, “malûmat” oradan burada edinilen, özümsenmeyen veriler-den meydana gelirken (information), “bilgi” dediğimiz şey hazmedilmiş ve işlenmiştir (knowledge). Aynı şekilde siyasî sebeplerden dolayı “ulus” ve “millet” kelimeleri de farklı kitlelerin değişik anlamlar yükledikleri kavramlar haline gelmiştir. Vakıa ulus ve millet sözlükte aynı anlama gel-mektedir; ancak bugün ulusalcı ve milliyetçi dediğimizde birbirinden farklı iki zümre kastedilmektedir. Yani önceleri eski kelime ve onunla birebir aynı manaya gelen yeni kelime arasında zamanla anlam farklılaşması oluşabilir ki bu son derece doğaldır. Hatta anlam zenginliği oluşturması bakı-mından dilimiz için faydalıdır da diyebiliriz.

Bazen eski kelimenin yerine getirilmek istenen yeni kelime, daha baştan eski kelimeyi karşılamak yerine bam-başka bir mana kazanmıştır. Bu, bazen herkesin anlayabi-leceği açıklıktadır. Örnek olarak şunlar (yeni-eski sırasıyla) gösterilebilir: Giysi – elbise, değer biçmek – takdir etmek, egemen – hâkim, eğitim – terbiye, atılgan – cüretkâr, çılgın-lık – cinnet, uçak – tayyare meydanı, müzik – beste, kişilik – mürüvvet, enerjik – iradeli, algı – ganimet, kent – kasaba. Tekrar belirtelim; ilk sözcükler, ikinci kelimelerin yerine getirilmek istenmiş fakat başka anlamlara gelmiştir.

Yeni kelimenin zamanla eski sözcüğü dar anlamda kar-şılaması durumunda da anlam farklılaşması gözlemlenebi-lir. Bu tip durumlarda, yeni kelime eski kelimeyi ortadan kaldırmamakla birlikte, onun sadece bir manasına dalalet eder; başka bir tabirle onu anlamsal açıdan spesifik olarak karşılar. Söz gelimi “imtihan” yerine getirilen “sınav” keli-mesi, ‘imtihan’ın kullanım genişliğine sahip olmadığı için “sadece eğitim ve öğretim kurumlarında tatbik edilen imti-han” minvalinde bir mana kazanmıştır. Tutup da birisine “şu çocukla imtihanım ne kadar zor Allah’ım!” diyebilirsiniz, lâkin cümleye “şu çocukla sınavım” diye başlarsanız olmaz. “Vazife” ve “ödev” arasında da aynı rabıta kurulabilir. Yani ödev, vazife sözcüğünü dar anlamda karşılar.

Bunların yanı sıra eşanlamlı iki kelimenin farklı anlam-lar ifade ettiği iddiasında olan yazarlar vardır. Söz gelimi “uygarlık” ile “medeniyet”in, “hikâye” ile “öykü”nün ayrı manalara geldiğini düşünen yazarlar, birtakım yazılarında bu ayrımı cemiyete beyan etmişlerdir. Mamafih eşanlamlı kelimeleri farklı manalarıyla üç-beş kişi tarafından kulla-nılması, Türkçe adına ciddiye alınacak bir hamle değildir.

e) yeni bir kelimenin farklı anlamlardaki birden çok eski kelimenin yerini alması sonucunda meydana gelen mana daralması

Dil devriminin maksadına müteallik başarılı sayılabile-ceği ve dilimizin en fazla zarar görmesine sebep olan durum budur. Bu gruptaki sözcükler, eski kelimeleri karşılayamadı-

ğı gibi, aralarında büyük anlam farklılıkları yahut nüanslar olan birçok sözcüğü karşıladıkları için düşüncede müthiş bir kısırlık doğmasına sebep olmuştur. Burada Türkçenin ihtişamını söndüren ve zenginliğini söndüren şey, bilinçsiz-ce ve gelişigüzel kullanılan yeni kelimeler değil, yeni uğruna feda edilen eski sözcüklerdir.

Birbirinden az veya çok farklı manalar içeren kelimele-rin ortadan kalkması ve kaybolan anlamları yeni sözcüğün karşılayamaması, hem fikir hem de sanat alanında derin-leşmenin önünü tıkamıştır. Günlük konuşma dilinde de iletişim problemlerine ve yüzeyselleşmeye neden olan bu talihsizlik hassaten yeni nesiller için maalesef telâfisi zor bir mesele haline gelmiştir. Dedesi zamanında yazılan bir met-ni okuduğunda anlayamayan zavallı bir gencin en büyük sorunu, kelimeyi bilmemesinden öte, sözcüğün anlamını sözlükten okuduğu hâlde kafasında o kavram olmadığı için yeni öğrendiği kelimeyi bir türlü bir yere koyamamasıdır.

Anlam daralmasına sebebiyet veren yeni kelimelerle, yerine geçtikleri ve farklı manalar taşıyan eski kelimeleri birlikte zikrederek örnekler verelim:

“Tartışma” kelimesinin “münazara”, “münakaşa” ve “müzakere” anlamlarında kullanılması; “yetenek” sözcüğü-nün “meleke”, “hüner”, “kabiliyet”, “mevhibe”, “haslet” ve “istidat” manalarında kullanılması; “uygun” sözcüğünün “münasip”, “muvafık”, “müsait”, “mutabık”, “mütenasip” ve “makbul” anlamlarında kullanılıp aynı zamanda “elveriş-li” anlamına gelmesi; “uyarı” sözcüğünün “ikaz”, “ihtar” ve “tembih” yerine kullanılması; “açıklamak” fiilinin “izah et-mek”, “beyan etmek”, ilân etmek”, “şerh etmek” ve “tafsilât vermek” eylemleri yerine kullanılması; “düşünce”nin “te-fekkür”, “teemmül”, “mütalâa” ve “mülâhaza” anlamlarında kullanılması; “özel” sözcüğünün “has”, “hususi”, “mahsus”, “mahrem” yerine kullanılması.

kelimelerin izdivacıEski olsun, yeni olsun, kelimeleri bilinçli bir şekilde

kullanmanın ilk şartı, arasındaki nüanslara dikkat edil-mektir. Örnek verecek olursak; “öneri” ve “teklif ” kelime-leri eşanlamlı zannedilmekte ve sözlüklerde de bu şekilde yer almaktadır; hâlbuki bunlar iki farklı kavramdır. Öneri ile teklifi ayırması hem anlamsal açısından hem de yapısal açıdan kolaydır. Öneri; soru şeklinde olmaz; teklif ise da-ima soru biçimindedir. Meselâ “madem kitap okumaktan sıkıldın, biraz da televizyon seyredebilirsin” dediğimizde televizyon izlemesini önermiş oluruz. Bu cümleyi şöyle kurarsak: “Kitap okumak seni sıktı madem, televizyon izlemek ister misin?” teklif olur. Aslında “öneri” ile yakın anlamlı olan sözcük teklif değil, “tavsiye”dir. Yapısal yön-den benzedikleri için öneri daha ziyade tavsiye ile karış-tırılabilir. Lâkin yukarıda öneriye olarak verdiğimiz cüm-le incelendiğinde, tavsiye manası olmadığı görülecektir. Aynı cümleyi tavsiye manasında kursak şöyle olurdu: “Ki-tap okumak seni yormuş, biraz da televizyon seyretsen iyi olur.” Görüldüğü üzere ‘teklif ’in yerine ikamet ettirilmek istenen ‘öneri’ ondan bambaşka bir anlam, ‘tavsiye’ye ya-kın bir mana kazanmış; lâkin hakikatte ikisinden de ayrı, üçüncü bir anlama haiz olmuştur. “Bunu dikkate almazsak ne olur?” diye bir sual akla gelebilir. Cevabı, Türkçeyi iyi bilenlerin maruz kalacağı bir rahatsızlıktır. Meselâ Anna Karenina romanının Ergin Altay tarafından yapılan ve

Page 41: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

41

DİL / EDEBİYAT

Yeni Ufuklar, sayı 26

İletişim yayınları tarafından basılan çevirisini okuduğu-muzda “evlenme önerileri”nin çokluğu rahatsızlık verecek derecededir. Birisine evlenmek önerilebilir ama “evlenme teklif etmek” anlamında kullanılamaz. İllâki birlikte kul-lanılacaksa ancak “evlenme teklifi önerisi” şeklinde kul-lanılabilir. Yok, biz bu tip şeylere dikkat etmeyip de gam, gussa, keder, hasret, melâl, inkisar, ızdırap, hüzün, kahır, yeis, mihnet, tasa, efkâr, kasvet, elem vs gibi farklı manalar içeren niteliklere sahip bir insanı sadece “üzgün” diye tav-sif edersek, tefekkürümüz felce uğramış demektir.

Bir dilde kullanılan kelimelerin kökenlerinin nereden geldiği, fikriyat ortaya koymak bağlamında hiç ama hiç önemli değildir. Meselâ İngilizce gibi büyük, zengin ve kompleks sahibi olmayan bir dil, bünyesinde orijinal İn-gilizce olmayan kelimelerin çoğunlukta olmasına rağmen onları sahiplenme basiretini gösterirken; bizde, telâffuz olarak tamamen Türkçeleştirdiğimiz ve kimi zaman manalarını da kendimize göre belirlediğimiz Arapça ve Farsça kökenli kelimelere dilde yer vermeme uğraşısı içe-risinde olanlar var. Bu zihniyeti taşıyanlar, kelime hazne-lerini daraltarak, hazneyi adeta sözcük birikintisi haline getirdikleri dil anlayışları çerçevesinde okuyanları sıkan, ne anlattığı belirsiz, sanatsal açıdan yavan ve tarih içinde muhtelif anlamlar yüklenmiş kelimeler yer almadığı için sathî kalmaya mahkûm metinler üretmektedirler. Üstelik kitap, kalem, kâğıt, sanat, okul, şey vb. yabancı kökenli ke-limeleri kullanmak mecburiyetinde oldukları için ne ka-dar öztürkçe sözcük kullanma gayreti içinde olsalar dahi çelişkiye düşmekten kurtulamıyorlar. İçinde bulundukları beyhude çaba, onlara sıkıntı vermekten başka bir işe ya-ramıyor.

Söz ettiğimiz durumun tam tersine, yeni kelime kul-lanmama gayreti içerisinde olanlar da, benzer sıkıntılara dûçar kalıyorlar. Uydurma olsa da ahalinin benimsedi-ği, toplumda kullanıldıkça yeni manalar kazanan, edebî metinlerde kendisine yer bulacak ölçüde özümsenen sözcüklere düşmanlık beslemek, mihaniki surette bir muhafazakârlık timsali olup aynı eski kelimelere cephe alanların yaptığı gibi tenakuza düşmekle neticelenmekte-dir. Elbette ait yerine “değgin” hizmetkâr yerine “yumuş-çu”, makale yerine “betke”, musıkî yerine “komuğ”, beyit yerine “üycük”, bülbül yerine “sanduvaç” demeyeceğiz. Fakat gökdelen, bilgisayar, baskı, danışma, bölüm, yerçe-kimi vs. kulak tırmalamayan ve kullanılması makul pek çok sözcüğe uydurma diye karşı durmak hiç de mantıklı bir davranış değildir. Bazıları “belge, çoğunluk, azınlık, ilginç, özel, önem” gibi sözcüklerin kullanım yaygınlığı kazanmalarına karşın Türkçenin dilbilgisi kaidelerine ay-kırı olduğunu iddia edebilirler. Ancak dil dediğimiz vasıta gramer kurallarına birebir uyumlu olacak diye bir kural da

yoktur. Bu hususta dilbilgisi değil “dilbilim” zaviyesinden bakmak daha sağlıklıdır. Dolayısıyla bu anlayışta olanlar, söz gelimi “bugün ’yakıt’ yerine ‘mahrukat’ demenin âlemi nedir?” diye kendilerine sormalılar.

Bugün eski ve yeni kelimelerin her ikisi de yaşıyorsa (c ve d maddeleri), eskiliğine veya yeniliğine bakılmaksızın dilimizden ihraç edilmemesi gerekir. Bunun yanında, yeni bir kelimenin farklı anlamlardaki birden çok eski kelime-nin yerini alması sonucunda meydana gelen mana daral-ması (f maddesi) durumlarında düşünce kısırlığı husule gelmemesi için kullanımdan henüz tam düşmemiş olan eski kelimeleri kullanma şuurunda olmalıyız ki bu sayede kavramlar inşa edebiliriz. Hatta zamanla unutulmuş eski kelimeler (a maddesi) yeni kelimeye eşanlamlı olarak tek-rar dilimize getirilse ne kadar güzel olur. Kelimeler ara-sında semantik açıdan nüanslar olsun yahut olmasın, mal-zemenin çok olduğu mutfakta leziz yemek pişirebilmenin mümkün olması gibi, kelimelerin sayıca çok olması dile her halükârda zenginlik katar. Örneğin bir metinde bir-kaç defa peş peşe bağlaç kullanmak iktiza ettiğinde, “ama, ama, ama, ama” demek yerine “ama, fakat, lâkin, ancak” demek estetik açıdan çok daha muvafıktır. Misal verecek olan kişi devamlı “örneğin, örneğin, örneğin” demektense “örneğin, meselâ, söz gelimi” gibi aynı manaya gelen farklı sözcüklerden veya kelime gruplarından istifade ettiği va-kit, yazdığı metni okunabilirlik bakımından daha keyifli hale getirir.

Amacımızın, kelimelerin eski-yeni olduğuna bakıl-maksızın kucaklanması olduğunun altını bir kez daha çizelim. Bundan dolayı, her kelimenin her metinde mu-hakkak müteradifiyle kullanılması gerektiği biçiminde bir hüküm çıkarılmamalıdır. Bir kişi bir kavramı karşılamak için kelime tercih edebilir. Kelime tercih ederken son derece hissî davranmak sanatkârın işidir. Cemiyetin di-ğer fertleri ise metin inşa ederken semantiği göz önünde tutarak ihsastan ziyade idrake seslenen bilinçli tercihler yapmalıdır. Eski ve yeni kelimeden birisi köhneleşmiş, se-vimsiz ya da hitap edilen kitleye hitap etmeyen nitelikte olabilir. Ayrıca kelime metin içinde mensup olduğu cüm-leye, metne ve bağlama göre ehemmiyet arz eder. Meselâ bilimsel bir metinde “uzay” ile birlikte “feza” kelimesini kullanmak garip karşılanacağı gibi bir şiirde “sema”, “asu-man” veya “feza” yerine “uzay” sözcüğünü kullanmak aynı oranda tuhaf karşılanabilir. Kelime seçimi tamamen ya-zarın inisiyatifindedir. Bu tip durumlarda elbette birisini yeğlemek oldukça normaldir. Asıl mesele yazarın, keli-melerin eski veya yeni oluşuna bakmadan, metne uyumlu olmalarını göz önünde bulundurarak, mümkün mertebe farklı kelimeler kullanma bilincidir.

Bahsettiğimiz konu bir izdivaç gibi düşünülebilir. Eski ve yeni kelimeden birinin diğerinden daha hoş, iyi, üstün vs olması, diğerinin bizim olmadığı anlamına gelmez. Eski ve yeni olan kelimeleri, evlilik kurumuyla birbirini tamamlayan eşler gibi iyisiyle ve kötüsüyle kabul edip bir uyum içinde kullanmalıyız. Bu yüzden amaçladığımız bu fiile izdivaç adını verdik. Bu izdivacın gerçekleşmesi için ilk koşul, hayatın her alanında düşündüğümüz gibi dilde de siyasî düşünmeyi bırakmak ve kelimelerimizi külliyen kucaklamaktır.

Amacımızın, kelimelerin eski-yeni olduğuna bakılmaksızın kucak-

lanması olduğunun altını bir kez daha çizelim. Bundan dolayı, her kelimenin her metinde muhakkak müteradifiyle kullanılması gerekti-ği biçiminde bir hüküm çıkarılma-malıdır. Bir kişi bir kavramı karşı-lamak için kelime tercih edebilir.

Page 42: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

42

MAKALE

Ülkemizin ana sorunlarının başında “aydın sorunu” ile kültürel sorunların bu-lunması sebebiyle konuyla ilgili olarak “doğru” zannedilen bazı yanlışlara işaret etmek istiyorum.

Din; Arapça olan bu kelime, sözlük anlamı olarak, itaat, ibadet, ceza ve hesap gibi anlamları ifade eder.

Din, terim olarak ise, aklı başında insanların, kendi hür ve özgür iradeleri ile kabul ettikleri, kendilerini saadete ulaştıran ilahi bir kanun olarak izah edilir.

Bu kapsam içinde yer alan semâvi din/ İlahi din olarak kabul edilen dinler aklın, neslin, canın, dinin ve malın muhafazası gibi ortak bir amaç güderler.

Mezhep; Arapça olan bu kelime sözlük anlamı itibarı ile gidecek yol, benimse-nen inanç ve doktrin anlamındadır.

Dinî anlamda kullanıldığında din ve inanç yolu anlamındadır.İslam mezhepleri arasında temel konularda herhangi bir ayrılıktan bahsedile-

mez. Ancak açık ve kesin nass (Ayet veya Hadis) bulunmayan konularda bilginler içti-hat etmiş, görüş bildirmişlerdir.

İçtihatlar arasındaki farklılıkların ana sebepleri arasında, içtihat yapmış bulunan bilginlerin yaşadıkları bölge ve hitap ettikleri toplulukların sosyo-kültürel coğraf-yaların farklı olmasının etkisi olduğu da kabul edilmektedir.

Bu içtihatlar, dinin ana konuları dışında kalan konularla ilgili oldukları unutul-mamalıdır.

İslam dünyasında biri itikadi (inanç esaslarıyla ilgili) diğeri “muamelat” denilen günlük uygulamalarla (amel ile) ilgili olmak üzere iki çeşit mezhep bulunmaktadır:

A-İtikadi Mezhepler:1.Maturidi Mezhebi 2.Eş’arı MezhebiDiyanet İşleri Başkanlığı’nca neşredilmiş “Diyanet ilmihali” adlı kitapta “Selefi-

lik” için “Hz. Peygamber ve Ashab-ı Kiram‘ın görüşlerini benimsemişlerin mezhebi” gibi yer almışsa da İslam dünyasında böyle bir mezhep bulunmamaktadır1.

Diyanet‘in bu yazdıklarını doğru kabul ettiğimizde diğer mezhepler kimin mez-hebi? Bu mezheplerin Hz. Peygamber, Ashab-ı Kiram ile ilgisi yok mu, sorularını sormamız gerekmiyor mu?

Kaldı ki, Suudi Arabistan’da yaşayan ve kendisini Selefi kabul insanlar Maliki veya Hanbeli mezhebine mensup olduklarını açıkça beyan etmektedirler.

Günümüzde kendilerine Selefi diyenler, daha çok Arabistan’da siyasi ve ideolojik bir yapıya sahip hareket olduğu; Elkaide, Nusra, İşid gibi oluşumları doğuran ana yoldur.

B-Ameli Mezhepler: 1.Hanefi Mezhebi,2.Maliki Mezhebi,3.Şafii Mezhebi4.Hanbeli MezhebiC-Şia’ya Mensup Mezhepler: Bu guruba dâhil mezhepler itikadi ve ameli mezhep olarak kabul edilir.1.Caferi Mezhebi,2.İsmaili Mezhebi,3.ZeydilikAlevi - Alevilik

1 Diyanet İlmihali, Ankara, 1998, s.19.

Evet, tarikatlar 31 Aralık 1925 tarihi itibariyle 677 sayı-

lı kanunla kapatılmış ve tarikatçılık da ya-

saklanmıştı. Peki, bu kapatmadan önce, Osmanlı Devletinin

kuruluş ve yükselme döneminden başlaya-

rak tarikatlar ne iş yaparlardı?

Abdulkadir SEZGİN*

Alevi Sorunu Nereye Gidiyor?

* Yrd. Doç. Dr., 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Teostrateji Araştırmaları Merkezi Başkanı

Page 43: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

43

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

Alevi, kelimesi bütün İslam dünyasında, “Evlad-ı Ali” yani Hz. Ali ve Hz. Fatıma soyundan gelen kimse demektir. Os-manlı Arşiv belgelerinde de aynı anlamda geçmektedir.

Günümüzde kullanılan Alevi kelimesini kullanan pek çok aydın, akademisyen, siyasetçi ve TV’lerin kadrolu tartışmacıları “Alevi Mezhebi” şeklinde kullanmaktadırlar. Bu kullanım kül-liyen yanlıştır. Böyle bir mezhep söz konusu değildir.

Alevilik, yakın geçmişe kadar “Kızılbaş” olarak ifade edilen “Köy Bektaşileri” anlamında kullanılırdı.

Bunlar mahalli olarak, Kızılbaş, Tahtacı, Çepni, Sıraç, Türkmen, Barak, Abdal... adlarıyla da anılan Oğuz boyuna mensup Müslüman Türkler’dir; dilleri Türkçe’dir. İnançta Ma-turidi, muamelatta (amel) Hanefi mezhebine mensuptur.

Çocukları doğanların isim koymalarından, evlenen çiftlerin “Dede” tarafından okunan nikâh duasına ve abdest alıp namaz kılanların ve bütün ibadetlerin yapılışına kadar her şey ve ölen-lerin yıkanıp kefenlenmesi ve cenaze namazlarının kılınmasına kadar bütün yapılanlar Alevi olan ve olmayanlar arasındaki bu yapılanların birbirinin aynısı olduğudur. Yani Aleviler neyi, nasıl yapıyor veya yaşıyorsa, Alevi olmayanlar da onun aynısını, aynı şekilde yapmaktadırlar.

Günümüz Alevileri, hangi isimle anılırlarsa anılsınlar, XIII. yüzyılın sonlarında, yıkılmakta olan Selçuklu Devleti yerine yeni bir Türk Devleti kurma gayesi ile Ahmet Yesevi Dergâhı tarafından gönderilmiş Sûfi‘lerdir.

Yesevi Dergâhı’ndan Anadolu’ya gönderilmiş sûfilerin ön-

deri, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir.Bugün hem köylü (Kızılbaşlar) arasında, hem de şehirli

“Bektaşi”ler arasında uygulanan “Yol ve Erkân” Ahmet Yesevi tarafından kurulan “Yol ve Erkân”dır.

Ahmet Yesevi’nin “Yol ve Erkân”ı “Fakirname” adlı risa-lesinde yer almıştır. Bu risale Kemal Eraslan tarafından 1977 yılında Türkiye Türkçesine çevrilmiş ve yayımlanmıştır2.

“4 Kapı 40 Makam” adı ile bilinen bu yol ve erkân üzerinde ilk küçük değişiklik A. Yesevi’nin III. Halifesi Süleyman Ha-kim ATA tarafından yapılmış, günümüzde uygulanan son şekil ise, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin “Makalât” adlı eserinde yer almış olan “4 Kapı 40 Makam”dır.

Küçük bir not: Süleyman Hakim ATA, şeyhi Ahmet YESEVİ’nin vefatı sonrasındaki III. Halifesi olduğu gibi, tür-besi, Tokat il sınırları içinde olan, “Sırac” olarak adlandırılan Kızılbaşların bağlı olduğu, “Hubyar” köyünde, aynı adla bili-nen zâtın da babasıdır.

İşte bu “yol ve erkân”la anlatılan uygulamanın terim olarak adı TARİKAT’tır.

Tarikatların bilimsel alanını ifade eden din biliminin adı da TASAVVUF‘tur. Tasavvuf bilimsel ve gerçek anlamıyla da bu uygulamaların düşünsel ve felsefi boyutudur.

Tasavvufi derinliği olmayan tarikatlar, kurulduğu zaman ve mekânda kalarak kaybolup gitmişlerdir.

tarikatlar kapatılmadan Önce ne iş yaparlardı?

Evet, tarikatlar 31 Aralık 1925 tarihi itibariyle 677 sayılı kanunla kapatılmış ve tarikatçılık da yasaklanmıştı. Peki, bu kapatmadan önce, Osmanlı Devletinin kuruluş ve yükselme döneminden başlayarak tarikatlar ne iş yaparlardı?

Tarikatlar, Osmanlı’nın kuruluş döneminde son derece et-kili ve önemli görevler yapmışlardır. Bunların başında halkın moralinin yüksek tutulması, kurucu beylerin etrafında bir ve beraber olmaları yanında insanların kişisel olarak üstün ahlaki meziyetlerle donatılması, haksızlık, yolsuzluk gibi yanlışlardan uzak kalmaları; düşmanların da insan oldukları ve ona göre davranmaları tarzında ciddi katkılar sağlamışlardır.

Bu çalışmalar dergâhların yerleşik hale gelmesiyle birlikte, kurumsallaşmalarla ülke genelinde teşkilatlanmışlardır.

Bu teşkilatlanmalarla birlikte tarikatlar “yaygın halk eğiti-mi kurumu” olmuştur.

XVI. yüzyıla gelindiğinde dünyanın en büyük ve tek gücü olduğu dönemlerde, “bundan daha büyüğü yok, olamaz da” şeklinde ortaya çıkan birtakım anlayışlar, “Medrese”lerde (üni-versite) fen bilimleri (özellikle de geometri) okumaya gerek yok, diyenler olmuştur.

Kâtip Çelebi gibi aydınların, bu tür görüşlere karşı aklı ve bilimi savunarak, padişahlara yazdıkları uyarı kitapları günü-müzü de aydınlatmaya devam ediyor3.

Osmanlı Devletinin Meşrutiyet idaresine geçmesinden sonra tarikatlarla ilgili düzenlemeler içinde, her tarikatın, ta-rikata mensup olanlar içindeki işsizlere iş ve meslek öğretme sorumluluğu getirmesi, düzenli hukuki bir düzen kurmuş ol-2 Kemal Eraslan, Ahmet Yesevi’nin Fakirnamesi, İstanbul Üniv. Ede-

biyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi (s.45-120)

3 Örnek bir metin olarak bakınız: Kâtip Çelebi Mizan-ül Hak Fi İhtiyari’l Ehakk, farklı tercüme ve baskıları mevcuttur.

Page 44: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

44

MAKALE

ması; 1 tüzük ve 8 yönetmelikle kurduğu düzen iki yıl süre ile de Cumhuriyet dönemi mevzuatı içinde yer almıştır.

günümüzde tarikatlar ve sorunlarının Çözümüne Örnek Bir Model

Unutulmamalıdır ki, tarikatlar tamamen siyaset dışı ku-rumlardır. Tarikatların siyaset içinde yel almalarının tarihi, çok partili siyasi hayata geçtiğimiz 1950 yılıdır.

Bunun da gerekçesi, halen uygulamaya devam ettiği-miz parlamenter sistem’in oluşması için “eğitimli ve örgütlü toplum”la kurulabilmesi idi.

1950 yılında sivil, örgütlü ve eğitimli toplumumuz da yoktu. Yasaktan bunalmış halkın siyasete koşar adım giden yapısı için-de, yasaklanmış tarikatların sivil ve örgütlü toplum misyonunu üslendiği söylenebilir.

Ne yazıktır ki, siyasetle akrabalık ilişkilerinin bile ileri-sinde ilişkiler kurmuş tarikatların tamamına yakını, kendi-sini kaybetmiş ve bulmak için de arama ihtiyacı duymamak-tadır.

Ne yazıktır ki, bundan rahatsızlık duyan herhangi bir tari-kat veya liderinden bahsetme imkânımız da yoktur.

“Laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti” (anayasa madde:2)nin tam istediği de dinle ilgili her şeyin siyaset dışın-da kalması değil midir?

O zaman sadece tarikatları değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nı da siyaset alanından çıkarmamız gerek miyor mu?

Ülkemizde din, mezhep, tarikat gibi konuları gerçekten siyasi alanı dışına çıkarmalıyız. Bunun için yapılacaklar gayet açıktır:

Siyasi iktidara bağlı olan Diyanet’in bu bağını keserek, yeni bir “YÜKSEK DİN KURUMU” kurarak, Diyanet‘i bu kuruma bağlı millî din kurumu haline getirmek.

Uluslararası dinî meseleler ve uluslararası ilişkiler yüksek kurum tarafından düzenlenmeli; bunun dışında da Başbakan-lık ve siyaset eliyle yapılan bürokratik bütün iş ve işlemler Yük-sek Kurum tarafından yerine getirilmelidir.

Ülke içinde kimlerin elinde olduğu belli olmayan din hiz-metlerini kurtarmanın başkaca yolu da kalmamıştır.

Yüksek Din Kurumu başkan ve üyelerinin seçim veya atan-ması TBMM tarafından (nitelikli çoğunlukla) yapılmalı; Di-yanet İşleri Başkanı, yüksek kurumun önerisi üzerine Bakanlar Kurulu tarafından ataması yapılmakla beraber, alt görevlerde-kilerin önemli bir kısmı yüksek kurum tarafından gerçekleşti-rilmelidir.

Merkez ve taşradaki görevliler Diyanet İşleri Başkanlığı‘nca atanmalıdır.

Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in de ilk mevzuatlarından olan “Meclis-i Meşayih Tüzüğü ve 8 yönetmelik” örneğin-de olduğu gibi, Din İşleri Yüksek Kurulu gibi, bir de yedi ayrı tarikatın önemli şahıslarından oluşacak bir “TARİKATLAR KURULU” oluşturularak, 677 sayılı kanunda değişiklik yapıl-malı ve tarikatlar özyönetim ağırlıklı bir yönetimle siyaset dışı kurumlar olarak serbest bırakılmalıdır.

Teftiş Kurulu da Yüksek Kurum bünyesine alınarak daha geniş yetkilerle çalışma imkânına kavuşturulmalıdır.

Ancak geçen zaman içindeki bozulmalar ve yozlaşmalar göz önüne alınarak bu düzenleme, iki yıllık bir geçiş dönemi uygulaması sonrasında gerçekleştirilmelidir.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı Merhum Çelebisi Feyzullah Ulusoy’un Görüşleri

1991 yılı sonbaharında, Hacıbektaş ilçesindeki Çelebi Konağı’nda, Diyanet Dini Yayınlar Dairesi Başkanı Orhan Balcı ile o tarihte Amasya Milletvekili olan merhum Kazım Ulusoy ve şimdiki Çelebi Veliyettin Ulusoy’un hazır bulundu-ğu sırada, tarikatların açılmasını nasıl karşılayacağı sorusuna merhum Çelebi Feyzullah ULUSOY’un verdiği cevabı aynen nakletmek istiyorum:

“- Devlet büyüktür, isterse kapattığı gibi, tarikatları ye-niden açabilir. Eğer devlet tarikatları yeniden açarsa, biz bu posta talip olmayız”.

- Çelebi Hazretleri, Post sizin altınızda, nasıl talip olmaz-sınız, diyorum.

Cevap veriyor:-“Ben 1940‘lı yıllarda Hukuk fakültesini bitirdim. O ta-

rihte Kur’an, Tefsir, Tasavvuf gibi şeyleri okumak yasaktı. Benden şeyh olmaz da onun için bu posta talip olmam de-dim. Doğrusu da budur.

Siz Devleti ve Diyanet’i daha yakından tanıyorsunuz, eğer devlet tarikatları serbest bırakacak olursa, aman dik-kat edin, “Ben şeyhim, dedeyim, babayım falanım..” diyenleri hemencecik tayin etmeyin. Belgelerini alın, bir mülakattan geçirin.

Azami iki yıllık bir geçiş süreci koyun. Bahsettiğim; Kur’an, Tefsir, Hadis ve Tasavvuf okutun; yani önceden şeyhleri yetiştirin, peşinden görev yerlerine gönderin. Bunu yapmazsanız mevcut bozulmuş yapıyı meşrulaştırmış olur-sunuz. Buna da kimsenin hakkı yoktur”.

İtiraf etmeliyim ki, bu çapta olgunluğu, tanıdığım pek çok şeyh efendide görmedim. Hatta kendilerine sahte silsileler bulan ve bunu gerçek gibi tebliğ ve telkin eden nice şeyhler görmüşüzdür.

siyaset, tarikat ve şeriat Meselesi

Siyasetle yakın işbirliği içinde olan tarikatlar kendi görüş ve düşüncelerini hiçbir endişe ve olumsuz bir tepkiye şahit olma-dıkları için çalıştıkları partilerin propagandası ile yarış halinde devam ediyorlar. Tek doğru, onların bildikleri, anladıkları ve anlattıklarıdır. Bunu yayıp herkesi etkilediklerinde, akıllarınca şeriat düzeni gelecek sanıyorlar.

Herkesin iyi bilmesi gerekiyor ki, başında dört yüz yıl “Halife-i Müslimîn” sıfatı da bulunan Osmanlı Devleti “Şe-riat devleti” olmadığı gibi, Selçuklu Devleti de “Şeriat devleti” değildi. Bu devletler, Türk örf, gelenek ve törelerine göre, akılla yönetilen devletlerdi.

“Şeriat devleti” tabiri de zaten 19. yüzyılda İbni Teymiye tarafından yazılmış olan “Essiyastü’ş-Şer’iye” (Şeriat Siyaseti) adlı kitapla ortaya çıkmıştı4.

Bu noktadan Kur’an incelendiğinde, su bulunmadığı zaman

4 İbni Teymiye tarafından yazılmış olan Essiyasetü’ş-Şer’iye adlı Arapça kitap, farklı mütercimler tarafından Türkçeye tercüme edil-mişse de, tercümeler arasındaki farklar, bazı bölümlerin mütercimler tarafından atlandığı ve tam tercüme edilmediğini göstermektedir. Bu sebeple de tercümelerinin metin ve bilgilerinin verilmesine ihtiyaç duyulmamıştır.

Page 45: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

45

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

nasıl abdest alınacağına ait ayetler mevcut olduğu halde, “Dev-let” modeli veya idaresi hakkında herhangi bir hüküm olmadığı açıkça görülür.

Bu durum, Kur’an’ın kıyamete kadar devam edecek ilahi “Kelam” olma özelliğinin de ispatıdır. Eğer Kur’an’da devlet modeli veya yönetim tarzına dair ayetler olsaydı, zamanın de-ğişmesi ve gelişmeler karşısında 7. yüzyılının devlet modeline takılıp kalmış olacaktık.

Kur’an sadece yöneticiler için üç öneride bulunur:1. İşlerinizi yaparken (kendi başınıza değil) danışmalar ya-

pacak kimselere danışarak yapınız.2. İşe adam alırken, o işi yapacak kabiliyet ve beceri sahip-

lerini işe alınız.3. Adaleti yaşatmaya dikkat ediniz; âdil olunuz.Bu noktada söylenebilecek şey, laiklik ilkesinin kabulü bir

yenilik değil; devlet geleneğinin yenilenip, tarih ve kültürümüz-le yeniden buluşması sayılmalıdır.

türkiye din kaynaklı sorunları geçiştiremez

Ülkemizdeki din kaynaklı en önemli sorun, hiç şüphesiz Alevilik meselesidir.

Bu sorunun en önemli kısmını da Alevi olmayan vatandaş-lar oluşturmaktadır. Bu kesimdeki algı son derece olumsuzdur.

“Alevinin kestiği yenmez” sözü bile başlı başına son derece önemli ve bir yanlış önermedir. Bu cümle Alevileri İslam dairesi dışına çıkarmış oluyor.

“Kelime-i Şehadet”e inanan ve söyleyen herkes Müslüman olduğu hatırlanarak, ayrımcılık yaparak günaha girmenin kime ne faydası oluyor?

Ülke içinde, sosyal yapılar arasında ahengi ve birliği sağla-madan ne kalkınma, ne sosyal, kültürel ve teknik gelişme, ne de büyük devlet olma imkânının olmadığını hem kendi geçmişi-mize, hem de dünyada bu işi başaranlara bakarak anlamamız mümkündür.

Mehmet Akif‘in deyimi ile: “Allâh’a güven, sa’ye sarıl, hikmete râm olYol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”Bu anlatılanlar yapılmayacak olursa, meydana gelecek sos-

yal tartışmalar gittikçe artacaktır. Riskin artması sosyal çatışma riskini de artıracak ve mevcut sosyal yapı sosyal çatışma ile sonu belli olmayan bir akıbete sürüklenecektir.

Batılıların yaptıkları Çalışmalar

ABD ve kıta Avrupası ülkelerinin yaptıkları bazı faaliyetle-re atıflarda bulunmak istiyorum.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra, darbecilerle ABD ara-sında yapılan antlaşmalarla “Barış Gönüllüleri” 1962-1970 yıl-ları arasında Türkiye’de bulunmuşlardır. Resmî rakamlara göre ülkemize gelen gönüllü sayısı 1201’dir.

Barış gönüllülerinin %40’ı eğitim alanında, köy okullarında, orta öğretimde, çok az kısmı da üniversitelerde İngilizce öğret-mişler.

ABD’de 1961 yılında kurulmuş olan Barış Gönüllülerinin

amacı “diğer milletleri yakından tanımak, Amerikalılara di-ğer milletleri tanıtmak ve gelişmekte olan ülkelere kalkın-maları hususunda becerili işgücü ile yardımcı olmak” olarak tanımlanmıştır.

Bu amacı da dikkate alanlar aşağıdaki ana konularda ciddi eleştirilerde bulunmuşlardır:

1. Çoğunluğu genç olan ve yeterli beceriye sahip olmayan bu bireylerin az gelişmiş ülkelere nasıl bir fayda sağladığı,

2. Barış Gönüllülerinin Amerikan ırkçılığı yaptıkları,3. CIA’nın soğuk savaş döneminde gazetecileri, din adamla-

rını ve Barış Gönüllülerini istihbarat amacıyla kullandığı,4. Barış Gönüllülerinin yeni bir misyoner ordusu olduğu

iddiaları bütün dünyada hâlâ tartışılmaktadır.Ülkemize gelmiş Barış Gönüllülerinin önemli bir kısmının

Doğu ve Güneydoğu illerimizin köylerinde öğretmenlik yapar-ken aşırı ideolojik görüşleri telkin ettikleri, bölücü Kürtçülüğü geliştirdikleri, Alevi yerleşim yerlerinde de sosyalizm tebliğle-rini bazen komünizme kadar götürdükleri iddiaları bulunmak-tadır.

“Barış Gönüllüleri” türü çalışmalar eleştiriler almış olmala-rına rağmen birçok ülke benzeri organizasyonlar kurmuşlardır.

Avrupa Birliği 1995 yılında aldığı bir kararla Avrupa Gö-nüllüler Servisi adlı organizasyonu kurmuştur5.

“Erasmus” olarak bilinen üniversitelerin karşılıklı olarak uluslararası öğrenci değişim programı da barış gönüllüleri ör-gütünden yararlanılarak kurulmuştur.

AB’nin yanı sıra Japonya, Kanada, İrlanda, Yeni Zelanda, Avustralya ve İngiltere de bu tür gönüllü organizasyonlar kur-muşlardır.

Bu çerçevede yapılan Erasmus (karşılıklı öğrenci değişimi) Programının amacı, “Avrupa’da yükseköğretimin kalitesini ar-tırmak ve Avrupa boyutunu güçlendirmek” olarak görünüyor.

Kalkınan ülkeler “Avrupa’da yükseköğretimin kalitesini ar-tırmak ve Avrupa boyutunu güçlendirmek” için neler yapıyor olabilirler?

Unutmayalım ki, kalkınmasını tamamlamış ülkeler, kalkın-makta olan ülkeleri doğrudan veya dolaylı yollardan kullan-makta ve kendi istekleri doğrultusunda, kendi gelişmelerine (?) destek olmaktadırlar.

İleride bunun da aleyhimize nasıl sonuçlar üreteceğini bu-günden bildiğimiz söylenemez.

Bizde ise benzer çalışmalar Sovyetler Birliği’nin dağılma-sı üzerine, öncelikle Türk Cumhuriyetlerinde ve çevre ülkelere yayılarak artan Türk Okulları modeli ise “din veya kan kardeş-liği” sebebiyle gönüllü Cemaat ve Tarikatlar tarafından kurul-muş sivil girişimler olarak gelişmiş görünmektedir.

L. Melikoff ’un “Kızılbaş Sorunu”6 adlı kitabı ile Almanya’da başlayan ve P. Andrews, Ethnic Groups in the Re-puplic of Turkey7, (Ed. Dr. Ludwig Reichert Verlag, Wiesba-den 1989) kitabı ile devam eden Alevilik çalışmaları, Sovyetler Birliği’nin dağılması süreci ile ortaya çıkan çalışmalar, Alevilik ve Aleviler konusundaki yozlaşmayı tetiklemiş görünmektedir.

Özellikle P. Andrews ve Dr. Ludwig Reichert Verlag bir-likte Türkiye’nin etnik yapısı üzerine çalışmışlar ve bütün Türk

5 Komisyonun resmi adı, Comission of the Europeon Communities, 1995.

6 Kitabın orijinal ismi: “Le Probleme Kızılbaş”dır. İlk yayını 1975 yılında yapılmıştır.

7 Bu kitap Türkçeye tercüme edilmemiştir. Ancak köy ve aşiret isimleri Türkçe olarak yazılmış olduğundan ülkemizde de kolaylıkla okunma imkânı olan bir yayındır.

Page 46: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

46

MAKALE

boylarına mensup olanları “Alevi - Sünni” olduklarına göre, yerleşim yerlerini dakika, saniye hesabıyla enlem ve boylam-larını da vererek, siyasetçilerin zaman zaman kullandıkları Türkiye’de “36 etnik gurup var” safsatasını ortaya koymuşlardır.

Tamamı Türk ve Müslüman olan insanımızı; Sünni Tatar, Alevi Tatar, Sünni Türkmen, Alevi Türkmen, Sünni Yörük, Alevi Yörük, Sünni Çepni, Alevi Çepni… gibi tamamen kötü niyetle ve ayrımcı bir bakışla sözde bilimsel çalışmalarla ayır-mışlardır.

Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte emperyal arzular merakı uyanan Almanya, ailesi Alevi olan eski sosyalist – komünist kö-kenli Türkleri bir araya getirerek birtakım örgütler kurdurmuş ve bu örgütlerle Almanya, Aleviyolojinin merkez üssü konu-muna gelmiştir.

İşte bu çalışmalarla Aleviler Müslüman değilmiş gibi tavır, telkin ve sahte bilimsel çalışmalar giderek artmıştır.

Bu çalışmalar sebebiyle uzaktan merkeze doğru olmak üze-re, Alevilerin İslam’dan uzaklaşarak, öncelikle “kendine özgü bir din” olarak Müslümanlık’tan ayrılması hedef olarak seçil-miş görünmektedir.

Bu konuda Avrupa ülkelerinde koordineli çalışmalar da göze çarpmaktadır. Baltık ülkeleri dâhil pek çok üniversitede “Alevilik Dersleri” ve akademik çalışmalar yapıldığı bilinmek-tedir.

Biz burada sadece bir örnekten bahsetmek istiyoruz.Almanya’nın Baden-Württemberg eyaleti Tübingen Üni-

versitesinde arkeoloji çalışmaları yapan bir ekip, yıllardır Ege bölgemize gelerek kazı çalışmaları yürütmektedirler. Çalışma konuları da Anadolu topraklarında çok eskiden yaşamış “Luvi halkı ve medeniyeti”ni araştırmak…

Ekibin başkanı olan Prof. bu kazı çalışmalarından bir Alevi projesi oluşturuyor, makaleler yazıp, Almanya’da konferanslar veriyor.

Bu zata göre “İlyada” destanında adı geçen “Paris” Luwi dilinde bir kelime imiş, Homeros Luvi dili konuşuyor olabi-lirmiş…

Luvi kelimesinin başına bir (A) harfi eklenerek Aluvi sonra da Almanca yazılışına göre Alawi oluvermiş…

Türk Kültür Tarihi’nin en önemli şahsiyetlerinden olan Pir Sultan Türk değil, 610 yılında Tunceli Pülümür’de doğan Bizans’lı Silvanus’muş…

Bu arkeoloğa göre:1.cAleviler Anadolu’nun ilk yerli halkıdır, Türklerle ilgisi

yoktur.2.cAlevilik Hititlere dayanmaktadır. Aleviliği en iyi yaşa-

tanlar Lidyalılar ve Asurlulardır.3. Bazı Aleviler Hititlerin ve Asurluların torunlarıyız, der-

lermiş…4. Türkler Anadolu’ya gelince uygarlığın “içine etmişler”.5.Türklerin Anadolu’ya gelmesiyle birlikte Aleviliğin geli-

şimi engellenmiş8…

alevi Örgütlerinin tepkileriTübingen üniversitesi profesörünün konferansları sonrasın-

da, Almanya’da bulunan Alevi Vakıf Dernek ve federasyonla-

8 Daha fazla bilgi için bakınız: İbrahim Okur, Boyasını Kazıyınca, (Kü-resel Güç Odaklarının Egemenlik Felsefesi) İstanbul, 2014, s. 601-620.

rından, konudan haberdar olanların tamamı bu zata karşı, kendi internet sitelerinde, son derece mantıklı, tutarlı ve doğru açıkla-malarda bulunmuşlardır.

Bu tavır herkes tarafından alkışlanacak türden olup, gelecek bakımından da umut vericidir.

İşin garip tarafı, ülkemizde “ateist” veya “Ali’siz Aleviliği savunduğu”nu sandığımız insanların da bir Türk ve Müslüman olarak bu tepkilere katılmış olmalarıdır.

Demek ki, zorla, baskıyla karşılaşan Türk kendi kültür ve kimliği ile ortaya çıkmaktadır.

Bunun başkaca izahı da yoktur.

alevilik kendine Özgü din mi?Bu faaliyetler sebebiyle, “25 Ekim 2007 tarihinde Dani-

marka, arkasından Hollanda ve İsveç Aleviliği kendine özgü bir inanç” yani “din olarak” tanıdı.

Avusturya da, 22 Mayıs 2013 tarihinde yayımlanan bir ka-rarname ile Alevilik’i “kendine özgü bir din” olduğunu kabul etti.

Aleviliği din olarak tanıyan ülkelerdeki federasyon veya dernekler de din kurumu statüsü kazandı.

Aleviliği din olarak tanıyan ülke veya kantonların devlet okullarında “Alevilik Din Dersi” adı ile bir ders okutulmaya başlandı.

Alevilikle ilgili çalışmalarda merkez işlevi gören Almanya’nın Berlin, Baden Württemberg, Kuzey Ren Vesfalya, Bavyera, Hessen Eyaletleri ile İsviçre’nin Basel Kantonu “ken-dine özgü bir inanç” adı ile “din olarak” tanıyor.

Cemevi konusundaki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı yukarıdaki anlayışa iyice yaklaşmış görünüyor.

Almanya ve Fransa devlet olarak Aleviliği “Kendine özgü Din” olarak tanımayı gerçekleştirdiğinde, herhalde Türkiye de “Aleviliği bağımsız din” olarak tanımak durumuyla karşı kar-şıya kalacaktır.

Unutmayalım ki, bir dinden ayrılarak yeni din kuranlar eski dinlerinin en büyük düşmanı olurlar. İran vatandaşlarından önce mezhep adıyla Bahailiği kuranlar, Bahailiği din haline getirdikten sonra birbirlerini “kâfir” olarak görmeye başladılar.

Bahailiğin merkezi Kanada’ya taşındı. İran’da kalanlar, Me-cusilerden daha kötü duruma düştü veya düşürüldüler.

Ne yapmak Lazım?Alevilik meselesinin en temel meselesi Cemevleri’nin iba-

dethane olması veya elektrik su parası olamaz.Devlet ve kurumları konunun uzmanlarıyla konuşarak daha

fazla zaman kaybetmeden Alevilik ve türdeşleri olan bütün ta-rikatlarla ilgili sorunları birlikte ele almalıdır.

Düne kadar tamamı köylü olan ve köylerde yaşayan Alevi (Kızılbaş) halkın yaklaşık %75 i artık şehirlerde yaşamaktadır.

Bu sosyal gelişme ve sosyal yapı değişikliği göz ardı edile-mez.

Alevi Çalıştayları gibi, gelecek seçimlerde oy kaygısı ile ya-pılmış gayri ciddi yaklaşımlar bir daha yaşanmamalıdır.

Alevi olmayan çoğunluk Diyanet İşleri Başkanlığında, doğ-ru bilgilerle aydınlatılmalı; çoğunluk yanlış ve hurafe cinsi bil-gilerinden kurtarılmalıdır.

Bu başarılmadan konuya sağlıklı çözüm bulma imkânı gö-zükmemektedir.

Page 47: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

47

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

Yapılacak ilk iş, M. Nuri Yılmaz zamanında ilk defa ya-pılmış olan güvenlik ve istihbarat birimleri, o toplantı notları incelenerek, sağlıklı bir değerlendirme ve hazırlıkla yeniden Diyanet İşleri Başkanı Başkanlığında toplantılar yaparak, takip edilecek yol ve metodu belirlemelidir.

Bu makalenin baş tarafında söylediğimiz yapısal değişiklik-ler yapılarak sevgide, kardeşlikte ve medeniyette buluşmamız sağlanmalıdır.

Bu yazıyı Ahmet Yesevi ve Hacı Bektaş Veli yolunun yol ve erkânına mensup olanların baş tacı bildikleri Yunus Emre, Pir Sultan, Şah İsmail ve Kaygusuz Abdal’dan birer damak tadı şeklinde şiir örnekleriyle tamamlamak istiyoruz.

Gerçeğe Hüüü!..

“Şeriat, Tarikat yoldur varana Hakikat, Marifet andan içerü” Yunus Emre “4 Kapı” olarak anılan “Yol” Evvel kapı şeriat, geçse andan tarikatGönül evi marifet, aşk hakikat içindeŞeriat şirin olur, işidene hoş gelirNe kim dilerse kılar ol şeriat içinde.Tarikat can yoldaşı, cân ile olur işi;Tarikata giren kişi dün gün ibret içinde,Marifet gönül ile dün ü gün zârıyılaSöylesem gelmez dile sırrı sıfat içinde. Hakikat aşkdır ayan görsün ol şebih beyan, Hakikat donun giyen ağır hil ’at içinde. Her kim şeriat bile hem okuya hem kıla, Ol gerek kim er ola dün gün taat içinde. Ger taat kılmazısa üstâda varmazısa,

Şer’iden olmazısa, adı lanet içinde.Bu dört menzildir utan ledün makamın tutan Ol dört menzile yeten tamam murad içinde. Yunus Emre “Muhammed dinidir bizim dinimiz, Tarikat altında geçer yolumuz, Hem Cibril-i Emin’dir rehberimiz Biz müminiz, mürşidimiz Ali’dir.” Pir Sultan Abdal**************Şeriat öğrendim bin bir ad içinHakikat öğrendim, aynı zat içinMarifet öğrendim bu sıfat içinTarikata hizmet ettim ezelden Şah İsmail Hatai************* “Can olanı can bilir İnsanı insan bilir Her sırrı Sultan bilir Lailahe illallah Cümle âlem zât imiş Derya-yı hikmet imiş Hak ile vuslat imiş Lailahe illallah Tesbih ü zikreylegil Allah’a şükreylegil Bu sözü fikreylegil Lailahe illallah” Kaygusuz Abdal

Page 48: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

48

BİLİM

Piri Reis’in 1513 tarihli dünya haritasını birçoğumuz bildiğimiz halde, onun neler anlattığı hakkında pek az fikir sahibi olduğumuz saklanamaz bir gerçek ar-tık. Ülkemizdeki tarih eğitiminin didaktik düzeyde kalmasının ve kanıt temelli öğretim yöntemlerinin çoğu kez es geçilmesinin bu durumdaki etkisi hiç de kü-çümsenemez. Çünkü maalesef tarihî belge ve kanıt yorumlamada, orta düzeyde eğitim görmüş sokaktaki vatandaş bir yana, kendisine “araştırmacı-yazar-tarihçi” sıfatlarını yakıştıranlar ve çoğunlukla medya tarafından verilen bu unvanı övüne-rek yakasına ilikleyenler bile bu yetenekten ve tarihsel araştırmalarda elzem olan metot bilgisinden yoksunlar. Piri Reis haritasının bu tabloda özel bir yeri var; her gördüğümüz tarihî belgeye bir meteor taşı bilinmezliğiyle yaklaşmamızı, bir fırsat bilicinin bu bilinmeyen cisim hakkında ürettiği efsaneleri piyasaya sürmesi izle-mekte ve ne yazık ki Piri Reis’in muhteşem dünya haritası bu haksızlığa maruz kalan nadide eserlerden birisi olmaktadır.

Çok uzak olmayan bir tarihte, Amerika’yı kimlerin keşfettiği konusu gerek siyasi mahfillerce ve gerekse tarihçiler tarafından hararetle tartışılmıştı. Bu tartış-mada ülkemizdeki gelmiş geçmiş en büyük denizcilik otoritelerinden birinin, Piri Reis’in görüşünü soran ne yazık ki olmadı. Piri Reis haritasının hikâyesini anla-tırken ciddi bir âlim titizliğiyle kaynaklarını aktarıyor ve bakın Amerika’yı kimin keşfettiği meselesine nasıl yaklaşıyor:

[Harita görselinde “A” etiketiyle işaretlenen kısım, günümüz Türkçe-siyle:]

“İşbu kenarlara Antilya (Amerika) kıyıları derler. 1491 yılında bulunmuş-tur. Ama şöyle rivayet ederler ki Cenevizlerden bir kâfir, adına Kolonbo der-ler imiş, bu yerleri o bulmuştur. Kolonbo’nun eline bir kitap geçmiş ki Mağrip Denizi’nin (Atlantik Okyanusu) sonunda kıyılar ve adalar ve türlü türlü ma-denler ve de elmas dağı vardır diye bu kitapta yazar. Kolonbo kitabın tamamını okuyup, Cenevizli devlet adamlarına bu okuduklarını anlatıp, “gelin bana iki tane gemi verin, varayım o yerleri bulayım” der. Bunlar “Mağrip Deryasının sonu olur mu? Havası kötüdür” derler. Kolonbo görür Cenevizlilerden çare yok, gider İspanya Beyi›ne varır, hikayesini bir bir arz eder. Onlar da Cenevizli gibi cevap verirler. Ancak Kolonbo bunlara bıktıracak kadar ısrar eder. Sonunda İs-panya Beyi iki gemi verip, baştan aşağı silahla donatıp ‘Ey Kolonbo, eğer senin dediğin gibi olursa, seni o bölgeye kapudan edeyim’ deyip, Kolonbo’yu Bahr-i Mağrib’e gönderir.

“Merhum amcam Gazi Kemal’in İspanyalı bir kulu vardı. Bu köle üç defa Kolonbo ile o diyarlara vardım deyip, hikayelerini şöyle anlatmıştı: ‘Önce Septe Boğazına (Cebelitarık) vardık, oradan da batıya doğru dört bin mil gittik-ten sonra karşımızda bir ada gördük, ama gittikçe deniz sakinleşmiş ve Kuzey Yıldızı görünmez olmuştu’. Karşılarında gördükleri adaya demir atarlar. Ada-nın halkı gelip, onları ok yağmuruna tutar. Dışarı çıkamazlar ki haber soralar. Adalıların erkeği dişisi ok atar. Hepsi çıplakmış. Karaya çıkamayınca gemile-rini adanın öbür tarafına geçirirler. Bir sandal görürler. Sandaldaki adalılar gemileri görünce karaya kaçarlar. Kolonbo’nun adamları sandalı almaya varır, görürler ki içinde adam eti var. Meğer bunlar adadan adaya gidip, adam av-layıp yerlermiş. Kolonbo bir ada daha görüp ona varırlar. Görürer ki, adada büyük yılanlar var. Oraya çıkmayıp, başka adaya varırlar. Bu adanın halkı gö-rürler ki gemilerden kendilerine bir zarar yok, varırlar, balık avlayıp filikala-rıyla bunlara getirirler. Bunlar da hoş görüp onlara sırça boncuk verirler. Meğer Kolonbo o bölgede sırça boncuğun muteber olduğunu bulduğu kitapta okumuş imiş. Onlar boncuğu görüp daha fazla balık getirirler. Bunlar daima onlara sır-ça boncuk verirler. Bir gün bir kadının kolunda altın görürler, altını alıp bon-

Dünya Haritası Hakkında Hurafeler

Olgun bir bilim insanı

olduğu anlaşılan Piri

Reis, “Cenevizliler-

den bir kâfir” dediği

Kolomb’un adını zik-

redip kendisine atıfta

bulunarak, modern

bilim etiğinin bile gü-

nümüzde yerleştir-

meyi henüz tam ma-

nasıyla başaramadığı

bir hassasiyete sahip

olduğunu gösteriyor.

EmreTAŞ*

Amerika’nın Keşfi Tartışmalarında Piri Reis’in Görüşü ve

*M. Ü. Atatürk Eğitim Fakültesi, Tarih Eğitimi Anabilim Dalı, son sınıf öğrencisi.

Page 49: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

49

BİLİM

Yeni Ufuklar, sayı 26

Dünya Haritası Hakkında Hurafeler

Page 50: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

50

BİLİM

cuk verirler. Kolonbo’nun adamları derler ki, ‘varın altın getirin, sizde daha fazla boncuk verelim’ derler. Onlar varıp daha fazla altın getirirler. Meğer bunların dağla-rında altın madeni var imiş (...) Ada halkından ikisini alıp İspanya Beyi’ne getirirler. Amma Kolonbo bunların dillerini bilmeyip işaretlerle anlaşır imiş. Bundan sonra İspanya Beyi papaz ve arpa gönderip ekin biçmeyi öğ-retmiş. Şimdi o diyarlar tamam açılıp meşhur olmuştur. Kıyıdaki yer isimlerini Kolnbo vermiştir. Kolomb büyük bir yıldız bilimci imiş. Bu haritadaki kıyılar ve ada-lar Kolonbo’nun haritasından yazılmıştır” (Akçura, 1935/1999).

[Harita görselinde “B” başlığıyla işaretlenen kı-sım, günümüz Türkçesiyle:]

“Bu harita benzeri bir harita bu asırda kimsede yok-tur. Bu fakirin çizimi itibarıyla bir temel oluştu. Yirmi harita ve Büyük İskender zamanında çizilen harita-ların sekizinden -ki dünyanın insan yerleşimli bölge-lerini gösterir ve Araplar onlara Caferiye der- Arap-ların bir Hindistan haritasından ve Portekizlilerin zamanımızda çizdikleri dört Asya haritasından ve Kolonbo’nun batıda çizdiği haritadan faydalandım. Bunları karşılaştırmalı olarak inceleyip çıkarımlar-da bulunarak bu haritayı ortaya çıkardım” (Akçura, 1935/1999).Görüldüğü üzere Piri Reis, Kristof Kolomb’un da bir ha-

ritasını içeren, 1513 tarihli dünya haritasının kaynakları ara-sında toplam 34 haritadan bahsetmektedir. Tabii bunların bir kısmı, haritasının bugün elde olmayan parçalarının kaynak-larını da teşkil ediyor, ancak eldeki haritada Amerika’ya dair bilgilerin ana çekirdeğini Kolomb’un bilgileri ve Piri Reis’in duyumları oluşturuyor. Fakat Piri Reis bir ilim insanı dür-tüsüyle “kaynağın kaynağı”nı da bahis konusu etmiş ve “bu yerleri o bulmuştur” dedikten hemen sonra, “Kolonbo’nun eline bir kitap geçmiş ki Mağrip Denizi’nin sonunda kıyı-lar ve adalar ve türlü türlü madenler ve de elmas dağı var-dır diye bu kitapta yazar” diyerek devam etmiştir. Bu kayıt Kolomb’a “Amerika’nın –yaptığı keşfin farkında olmayan- kâşifi”, “kıtanın varlığını dünyanın geri kalanına haber veren cesur denizci” unvanlarını verebileceği gibi, aynı zamanda “Kolomb Amerika’nın ilk kâşifi değildi” şerhini de düşüyor. Kolomb’dan önce Amerika’ya kimlerin gittiği tartışmaların-da Müslüman Araplar, Vikingler ve Çinliler de zikrediliyor ancak konu hakkında yeterli bir belgeye henüz ulaşılabilmiş değil. Bu durumda Amerika’nın keşfi hadisesinin, bilimle-rin insanlığın ortak gayretleriyle yükselmesine bir örnek teşkil ettiği söylenebilir: Kolomb’dan önce -her kimler ise- Amerika’ya veya civarlarına gitmiş ve bilgi haznesini damla damla doldurmuş, en nihayet Kolomb taşıran damlayı ekle-yerek bayrağı Vespuçi’ye teslim etmiştir.

Olgun bir bilim insanı olduğu anlaşılan Piri Reis, “Cene-vizlilerden bir kâfir” dediği Kolomb’un adını zikredip kendi-sine atıfta bulunarak, modern bilim etiğinin bile günümüzde yerleştirmeyi henüz tam manasıyla başaramadığı bir hassa-siyete sahip olduğunu gösteriyor. Gel gelelim bu haritanın birçoğumuz için “yabancı bir madde” konumunda olmasını fırsat bilen bazı “tarihçi-yazar”ların 462 yıl önce vefat eden bir kartograf kadar bilimsel hassasiyete sahip olmadıkları ve bunun aksine hayli popüler olmaları ülkemizdeki tarih-bilir-lik açısından düşündürücüdür.

Konu hakkında kitabı da bulunan bir “tarihçi-yazar”,

Amerika’yı Kolomb’un keşfetmediğini -orayı Hindistan sanmasını işaret ederek- ileri sürdükten sonra, Piri Reis’in Kolomb’a asla atıf yapmadığını, -yukarıda yer alan- Piri Reis’in Kolomb’dan bahsettiği ifadelerin 1987’de Ameri-ka’daki bir sergiye yollandıktan sonra birileri tarafından ha-ritaya eklendiğini, bir de “bilirkişi” raporu tutturarak iddia etmiştir. Yine aynı iddiaya göre; şu an Topkapı Sarayı depo-larında korunan Piri Reis Haritası, Amerika’daki meçhul ki-şilerin asıl metni tahrif ederek ürettikleri bir kopya olmalıdır, yani haritanın aslı alınarak Türkiye’ye sahtesi iade edilmiştir. Ancak “tarihçi-yazar”ın kurgusunu oluştururken atladığı önemli bir nokta var: Tarihçi ve siyaset adamı Yusuf Akçura (1876-1935), Topkapı Sarayı depolarında 1929’da bulunma-sının ardından haritayı etraflıca okumuş, metinlerini yeni harflere çevirerek hazırladığı “Piri Reis Haritası Hakkında İzahnâme” adlı eseri de 1935’te yayımlanmıştır. Akçura’nın eserindeki metin aktarımlarında Piri Reis’in Kolomb’dan bahseden ifadeleri, haritanın bugün sarayda korunan haliyle harfi harfine aynıdır. Yani, Yusuf Akçura’nın 1935’te okudu-ğu haritada ne yazıyorsa, 1987’de Amerika’da sergilenip geri dönen haritanın üzerinde de o yazıyor ve “tarihçi-yazar”ın kurgusu bu noktada temelinden çöküyor1.

Harita son olarak 2013’te “Piri Reis Dünya Haritası’nın 500.Yılı” etkinlikleri kapsamında Topkapı Sarayı’nda kısa bir süreliğine de olsa sergilendi ve az-biraz Osmanlı Türk-çesi okuyabilenler harita üzerinde Yusuf Akçura’nın 1935’te okuduklarıyla aynı metni okudular. Fakat “tarihçi-yazar”a göre, daha önce Topkapı Sarayı’na giderek haritayı görmek istemesi üzerine verilen cevapta belgenin hassaslığından bahsedilmiş, fiziki müdahaleden korunması amacıyla sergi-lenemediği belirtilmiş, o da bunu “bir skandalın başlangıcı” diye yorumlayarak durumu depodaki haritanın sahteliğine yormuştur. Şüphelerin kanıt olarak gösterildiği bir mecrada, tarih metodolojisinin hiçbir imkânından faydalanmayan ve bundan haberdar olduğu da şüphe götürür olan bir “tarihçi-yazar”ın arşivcilik ve belge yönetimi konusunda da çok fazla malumat sahibi olması beklenemezdi2.

Bu noktada üzücü olan, bu dayanaksız iddialara medya-nın fazlasıyla revaç buldurarak meydan vermesidir. Ve daha üzücü olanı ise “meteor taşı” muamelesi yaptığımız tarih-sel kaynaklarımızdan yalnızca birisi olan Piri Reis Haritası hakkındaki algılarımızın bu gibi hurafelerle şekillendiriliyor olmasıdır. Ülkemizde tarihsel doğruluğu tarihsel yanlışlık-tan ve hurafelerden ayırt edemeyen algılarımız kadar, bazı beyanlarında resmî kurumlardan destek aldığını belirten “tarihçi-yazar”ın, sonu tutarlı bir önermeye varamayan araş-tırmaları sürecinde harcadığı emekler ve maddî sarfiyatı da ülke tarihçiliğimiz için üzüntü ve ümitsizlik sebebi oluyor.1 Yusuf Akçura, Piri Reis Haritası Hakkında İzahnâme, TTK Yayınları,

Ankara 1999. Türk Tarih Kurumu’nun web sitesinden de tam metne ve basım bilgilerine ulaşılabiliyor.

2 İddialar için bakınız: Hürriyet Gazetesi, “Piri Reis Haritası İçin Kritik Soru”, 11 Kasım 2013 ve Posta Gazetesi, “Piri Reis’in Haritası Nere-de?”, 6 Nisan 2013.

Kaynakça:-Yusuf Akçura, Piri Reis Haritası Hakkında İzahnâme, TTK Yayınları,

Ankara 1999.-İdris Bostan, “Piri Reis”, DİA, C.XXXIV, s.283-285.-Emine Sonnur Özcan, “İlk ve Orta Çağlardan Piri Reis’e Haritacılık”,

Bilim ve Teknik Dergisi, Sayı 547, Haziran 2013.-Zeynep Dramalı, Tarihi Tersten Okumak, Yeditepe Yayınları, İstanbul

2010, s.77-95.-Hürriyet, “Piri Reis Haritası İçin Kritik Soru”, 11 Kasım 2013.-Posta, “Piri Reis’in Haritası Nerede?”, 6 Nisan 2013.

Page 51: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

51

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 52: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

52

MAKALE

52

EĞİTİM

Türkiye’nin tümünde 31 Mart 2015 saat 10.36 itibariyle başlayan elektrik kesintisi, ülkemizin elektrik sisteminin arz güvenliği konusunda hazırlık seviye-sinin yeterli olmadığını ortaya koyması açısından çok önemli bir deneyim yaşattı.

Daha önceki toplu kesinti 2012 yılında 6 ilde gerçekleşmiş ve arz talep den-gesizliği nedeniyle oluştuğu açıklanmıştı. Bu son dönemde yaşadığımız en yoğun elektrik kesintisiydi.

31 Mart’ta saat 10.36 da tüm Türkiye çapında başlayan bu kesinti saatler 12.36 olduğunda TEİAŞ’ın resmî açıklamasında İstanbul ve Ankara’nın sadece %15’ine elektrik verilebildiği şeklindeydi. Kentlerdeki yaşamı tüm sektörlerde etkileyen bu kesinti Türkiye sanayisinin enerjisinin %35’ini elektrik enerjisinden sağlaması nedeniyle bu sektörü de büyük oranda etkiledi.

elektrik üretiminde değil iletimde sıkıntı OlduTürkiye’nin elektrik üretiminin yaklaşık %26’sı hidroelektrik sistemlerden,

%44’ü doğalgaz santrallerinden, %25’i linyit santrallerinden,%3’ü rüzgâr, %2’si de diğer santrallerde üretiliyor. Bu santrallerin enerji kaynağı temininde sorun olmadığı biliniyor. Bu durum enerji kesintisi sorununun enerji kaynağı sebepli üretim sorunu değil üretilen elektriğin iletilememesi sorunu olduğunu ortaya koyuyor.

Bu yaklaşımımızı elektriğin saatler içinde kentlere yeniden verilmeye başlan-ması da doğruluyor. Ancak hemen yeni bir soru gündeme geliyor. Bu sorunun nedeni ne?

Bu sorunun nakil hatlarından kaynaklandığı yorumlarını doğru kabul ede-bilmek şimdilik zor. Çünkü elektriğin iletim ve dağıtım sistemlerinde elektrik iletimini toplu halde engelleyebilecek sorunun sadece iletim hatlarında oluşma-yacağı biliniyor.

Sorunun oluşma şekli elektrik iletiminin“elektronik beyni”nin yani komu-ta-kontrol sisteminin bir sorun ve/veya saldırı ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor. Bu beynin, iletim fonksiyonunu düzenleyememesi şeklinde bir sorunla karşı karşıya geldiği açık.

Bu durum, Türkiye’nin enerji arz güvenliğinde sadece üretim güvenliğinin yeterli olmadığı, bunun yanı sıra iletim ve dağıtım güvenliğinin de çok önemli olduğunu ortaya koymuştur.

Elektrik iletimi ve dağıtımı için kullanılan stratejik önemi haiz komuta-

Stratejik unsurları içerisinde bilgi ve ka-rar destek sistem-leri, elektrik enerjisi

üretim ve dağıtım sistemleri, ticari/ban-kacılık sistemleri yer

alır.

Dursun YILDIZ*Ediz EKİNCİ**

*Su Politikaları Uzmanı, HPA Başkanı * * HPA Bölgesel Güvenlik Bölümü Başkanı

Enerji Arz Güvenliği ve Tehdit Altındaki Ağırlık Merkezlerimiz

Page 53: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

53

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

53

kontrol sisteminin siber/fiziki bir saldırı ya da müdahaleye maruz kalmış olması kuvvetle muhtemel.

yeni yüzyılda sorunların Çözümü20’nci yüzyılın son çeyreğinden itibaren devletler veya

devlet dışı yapılar arasındaki sorunların çözüm şekli esaslı olarak değişmiş ve değişmeye devam etmektedir. O halde, tehdidin doğası ve değişen yapısının iyi anlaşılması gerek-mektedir. Artık sorunların çözümü için silahlı/ateşli çatış-ma neredeyse son çare olarak başvurulan ya da diğer harp vasıtalarını destekleyen bir yöntem olarak kullanılmaktadır.

Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü harekâtı Rusya Ge-nelkurmay Başkanı ve Savunma Bakanı Birinci Yardımcısı Orgeneral Gerasimov “Hibrid Harp” veya “Doğrusal Ol-mayan Harp” kavramıyla açıklamaktadır. Bu harp türünde savaş ve barış arasındaki sınırların giderek bulanıklaştığı ifade edilmektedir. Sadece sınırların değil aynı zamanda harp alanının da tüm yerküreyi ve üzerinde yaşayan tüm varlıkları kapsadığı ve bulanıklaştığı bu dönemde devletler stratejik hedeflerinin ele geçirilmesinde sadece askerî vası-taları değil millî gücün diğer unsurlarını da yoğun olarak kullanmaktadırlar. Stratejik iletişim yöntemleriyle psiko-lojik harp/harekât ile düşman kabul edilen devlet ve onun halkının düşünme ve muhakeme yeteneği topyekûn bula-nıklaştırılmakta, karar verici makamlar üzerinde yoğun etki sağlanmak istenmektedir. Yeni harp dönemi askerî olmayan kaynaklarla bütünleşik askerî gücün kullanımı ile karakteri-ze edilmektedir ve hayatın tüm alanlarını içine almaktadır.

ağırlık Merkezleri tehdit altında - doğrusal Olmayan harp

Çatışmaların seviyesini tanımlayan düşük, orta ve yüksek yoğunluk seviyeleri içerisinden düşük yoğun-

luk tercih edilmektedir. Konvansiyonel ve nükleer sa-vaşı da kapsayan orta ve yüksek yoğunluklu çatışma-ların insani, siyasi ve ekonomik maliyetini karşılamak pek çok devlet için mümkün olamamaktadır. Düşük yoğunluklu çatışmada, siyasi, ekonomik ve psikolojik baskıdan istihbarat operasyonları ve terörizme uzanan bir yelpazede tüm araçlar kullanıma sokulmaktadır. Devletler veya ulus ötesi yapılar isteklerini karşı tarafa kabul ettirmek ve hedeflerine ulaşabilmek maksadıyla en az maliyetli ancak karşı tarafa en fazla hasarı vere-cek yöntemlere başvurmaktadırlar. Bu kısıtlar içinde hedeflerini ele geçirmek için karşı tarafın ağırlık mer-kezlerine saldırıda bulunmaktadırlar. Ağırlık merkezi, bir ülkenin veya bir teşkilin kapasitesini, yeteneklerini, hayatta kalma becerisini aldığı özellikleridir. Etkisiz hale getirilmesi durumunda karşı tarafın dengesini bozacak, zayıflatacak, hayatta kalma olasılığını azal-tacak fiziki ve manevi tüm kaynak, kapasite ve yete-nekleri kapsar. Nedir bu ağırlık merkezleri? Ağırlık merkezleri; bir ulusun ordusu olabileceği gibi stra-tejik, ekonomik, politik varlıkları veya değer atfettiği psikolojik etkisi büyük unsurları da olabilir.

Stratejik unsurları içerisinde bilgi ve karar destek sistemleri, elektrik enerjisi üretim ve dağıtım sistem-leri, ticari/bankacılık sistemleri yer alır. Ağırlık mer-kezine saldırı düşman olarak tanımlanan tarafın sü-ratli ve geniş kapsamlı olarak şekillendirilmesine veya felç edilmesine olanak sağlar. Ulusal ve devlet olarak yaşamsal tehdit anlamına gelen ağırlık merkezlerimi-ze saldırıların, müdahalelerin ya da benzer sonuçlar doğuracak arızaların önüne geçmek için bu merkezle-rimizin korunması, gerektiğinde savunulması ve eski fonksiyonuna hızla geri dönebilmesine olanak sağla-yan önlem ve yeteneklere sahip olunması giderek daha da önem kazanmaktadır.

Page 54: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

54

MAKALE

54

ÇEVRE

Yanlış yolda ilerliyorsan hızının hiçbir önemi yoktur. Ghandi

Türkiye bugüne kadar hiç karşı-

laşmadığımız şekilde kurak bir dö-nem geçirmektedir. Yağışın beklenen normal seyrinde ilerlememesi sonucu son baharda ekilen buğday tohumları ya çimlenmedi, ya da çimlenenler de toprak neminin yetersiz olması ne-deniyle kurudu. Ocak ayının ortası, halen Konya ovası ve Güneydoğuda geniş miktarda çimlenmemiş buğday ekili alanların olması, var olanların da yetersiz büyümesi nedeniyle bu yıl buğday veriminde ciddi düşüşler yaşanacaktır. Ayrıca diğer bitkilerde de gerek yetersiz toprak nemi ve ge-rekse sulama suyunun yetersiz olacağı öngörüsü ile ciddi bir verim düşüşüne neden olacaktır. Yağışların beklenenin altında % 40 düzeylerinde gerçekleş-mesi baraj ve göletlerin kapasitelerinin altında dolması önümüzdeki birkaç yıl ciddi su sorunu yaşayacağımızı şimdi-den gösteriyor. Yalnız bitkilerde değil, hayvancılık, balıkçılık hepsi temiz su tüketimine dayalı geliştiği için verim ve kalite düşüşleri yaşanacaktır. Bu da

gıdaların fiyatlarının ciddi biçimde ar-tacağını gösteriyor.

Pekâlâ, neden yağışlar azaldı?Yağışların düzensiz olmasının ne-

deni nedir?Kuraklığın pratik karşılığı ve anla-

mı nedir?Verim düşüşüne neden olacak do-

ğal olaylara karşı ne tür önlemler alı-nabilir?

İklim değişimleri ile yağış düzen-sizliği arasında bir ilişki var mı?

İklim bilimcisi değilim ancak top-rak bilimcisi olarak iklim değişimleri-nin önemli nedenlerinden biri toprak yönetimine bağlı geliştiği için sür-dürülebilir tarım ve karbon yönetimi ekseninde soruna bütünsel bakabiliriz.

‘iklim değişikliği Önlenmezse felaketler gelir’

Son yıllarda çoğumuzun ilgisini çeken sıra dışı şiddetli yağış, fırtına ve diğer atmosferik etkilerin sayısının ar-tığı görülüyor. Kasım 2013 yılı içinde

Suudi Arabistan’da aşırı yağışla kent içindeki tünel ve alt geçitlerin su bas-ması nedeniyle trafik durdu. Çok sayı-da ölü olduğu belirtildi. Birçok evin alt katlarını su bastı. İtalya’nın Sardunya Adası’nı vuran “Kleopatra” kasırgasın-dan dolayı en az 16 kişi yaşamını yi-tirirken bölgede nehir yataklarındaki yapılaşma ayrıca çok sayıda ev, işyeri ve arabanın da zarar görmesine neden oldu. 1 Kasım 2013’te Haiyan tayfu-nunun saate 310 km hızla Filipinler’i vurması ile 20 binden fazla kişinin ölmesi ve kaybolması, bir milyondan fazla insanın evsiz kalması gerçeği bir kez daha iklim değişimlerinin insan ve doğa üzerinde ciddi etki yaratığını hissettirdi.

Dünyada sıcaklığın arttığı, deniz-ler üzerindeki sıcaklığın daha fazla olduğu, atmosferde daha fazla su bu-harının bulunduğu, bunun sonucu ani yağışların ve sellerin artığı istatistiksel tespit ediliyor. Uzmanlar okyanuslar ve denizler üzerinde yaşanan sıcaklık farkının fırtınalara neden olduğu ve gittikçe de sık sık fırtınaların yaşana-cağını belirtiyorlar.

En azından Afrika kaynaklı yük-sek basınç etkili iklim değişimleri Türkiye’de sellere, hortuma neden oluyor, buna bağlı erozyon ve çölleş-

Kuraklık ve Yakın Gelecekte Yaşayacağımız Zorluklar

İbrahimORTAŞ*

*Prof. Dr., Çukurova Ünv. Ziraat Fakültesi, Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü

Page 55: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

55

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

55

MAKALE

me riski artıyor. Kuraklığa, erozyona ve çölleşme tehlikesine açık bir ülke olarak Türkiye’nin bu konudaki me-kanizmaları temel bilimler ekseninde çalışması gerekiyor. Bu konuda daha çok bilimsel araştırmanın yapılması kaçınılmaz.

iklim değişimlerinden en Çok etkilenen ülkemizde konuya Önem Verilmiyor

Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. yıl etkinlikleri kapsamında Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (In-tergovernmental Panel on Clima-te Change, IPCC) Başkanı ve Teri Üniversitesi Rektörü 2007 yılında Nobel Barış ödülünün sahibi olan Dr. Rajendra Kumar Pachuari, İklim Değişikliği, Enerji-Çevre adlı panele katılarak açıklamalarda bulundu. Dr. Pachuari, iklim değişiklikleri hakkın-da açıklamalarda bulundu. Dr. Pac-huari, iklim değişikliği önlenemezse, birçok felaketin gelecekte dünyayı

olumsuz etkileyeceğini ifade etti. Dr. Pachauri, konuşmasının ana temasını Ghandi’nin “Yanlış yolda ilerliyor-san hızının hiçbir önemi yoktur” sözü oluşturuyor. Bu söz, “Doğru yolda iler-liyorsan, hızın önemlidir” diyebiliriz. Günümüzün en önemli sorunu iklim değişikliği ve doğanın insan eliyle so-nunun hazırlanması. Dr. Pachuari, ik-lim değişiklilerinin olumsuz etkilerin-de insan faktörlerinin fazla olduğunu söyledi. Pachuari, “İklim değişikliğiyle karbondioksit artacak ve bu fotosen-tez için çok önemlidir. Tarım üzerine olumsuz etkisi olacaktır. Afrika’nın bir takım ülkelerinde tarımsal verimlilikte yüzde 20 oranında bir düşüş yaşana-cak. Tarımsal etkinlik azalırsa insanlar gerekli gıdayı bulamayacaklar. Diğer bir etkisi de gıda güvenliğidir. Gıda güvenliği tehdit altına girebilir. Dünya nüfusu bugün 7 milyar en kötü pro-jeksiyonla 2050 yılında 9.5-10 milyar olacağı ve bu durumda bugün ki gıda üretiminin %70 daha fazla üretilmesi gerekecektir. Milyonlarca insan sel fe-laketleriyle karşı karşıya kalacaktır. Bir takım sektörler iklim değişikliğinden etkilenecek. Nem ve fırtınalar özellikle turizm sektörünü etkileyecektir. İklim değişiklilerinin olumsuz etkilerinde insan faktörlerinin etkisi fazla.” şeklin-

de konuştu.İklim değişikliğinin olumsuz özel-

liklerini azaltma hakkında da bilgi veren Pachuari, “Yenilenebilir enerji bizi kurtarabilir. Yenilenebilir enerji ile çalışan araba üretmek içi yatırım yap-mamız lazım. Alt yapımızı geliştirme-miz lazım. Bunun için de politikalar üretmeliyiz.

Neden Bu kadar Çok ithalat yapıyoruz?

Türkcell’in davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Eski ABD Başkan yardımcısı Al Gore toplantıda yap-tığı konuşmasında global ekonomi ile ilgili değerlendirmelerde bulundu. Gore’e göre “Türkiye ekonomisi çok iyi durumda ama cari açık sizin için ciddi bir tehlike. Neden bu kadar çok ithalat yapıyorsunuz, anlamıyorum” diyor. Türkiye’nin enerjiye çok para harcadığını ve bunun cari açık olarak geri döndüğünü belirten Gore, “Gü-neş enerjisini değerlendirmek açısın-dan eşsiz nimetlere sahipsiniz. Rüzgâr enerjisi potansiyeliniz bazı bölgelerde çok yüksek” diyor. Günümüzde deniz suyunun ısınıyor olması, kuzey yarım kürede buzulların erimesi, okyanusla-rın su seviyesinin yükselmesi, sıcaklık derecelerinin yükselmesi artık an be an ölçülmektedir. 27 Eylül 2013 ta-rihli basına yansıyan bilgiler Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 2013 raporuna göre küresel ısınmanın te-mel nedeninin, “insan” faktörü olduğu belirtilmiş, küresel ısınmanın «tar-tışmasız” varlığına dikkat çekilmiştir. İsveç’in başkenti Stockholm’de bir hafta süren ve bilim insanları yanında 195 ülkeden hükümet temsilcilerinin de katıldığı konferansta 1950’den bu yana küresel ısınmanın temel nedeni olarak “% 95 kesinlikle” insan faaliyet-lerinin etkisinin özellikle altı çiziliyor.

2013 IPCC raporunda, sera gazı salınımının devam etmesinin daha fazla küresel ısınmaya ve iklim siste-minde çok yönlü değişime yol açaca-ğına dikkat çekiliyor. ICPP 2013 özet raporunda deniz seviyesinde görülecek yükselmenin son 40 yılda kaydedilen-den daha fazla olacağına dikkat çeki-yor.

Sera gazı emisyonları artışı son yıl-

Fotoğraflar: Abdulkadir Karataş

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 56: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

56

MAKALE

56

ÇEVRE

larda gelişmiş aletler ile an be an öl-çülüyor ve görülüyor ki atmosferdeki karbondioksit miktarı artıyor. Bu de-ğişimin insan ve doğa üzerinde ciddi bir etkisi var. IPCC raporu, 1950’ler-den bu yana iklimde gözlenen deği-şikliklerin birçoğunun “görülmemiş seviyede” olduğu, son 30 yılda dünya yüzeyindeki sıcaklığın giderek arttığı ve 1850’den bu yana -hatta muhte-melen son 1400 yılda- kaydedilenden daha yüksek olduğu belirtiliyor. Scien-tific Amerikan dergisinden edinilen bilgiye göre son 200 yıldan bu yana atmosfer sıcaklığı 0.8 ̊C artmıştır.

Artan iklim değişimleri ani ve ağır yağışların yaşanmasına, sellerin aniden oluşması da sosyal ve ekonomik sorun-lara yol açmaktadır. Bu durumda küre-sel anlamda gıda güvenliği ve sürdü-rülebilirliği tehlikeye girecektir. Ekim 2013 başında Hollanda’da yapılan gıda güvenliği toplantısında bilim insanları nüfus artışı ve iklim değişikliğinin ya-rattığı baskı sonucu gıda güvenliğinde belirsizliğin artığını ve gelecek ile ilgili daha çok kaygılı olduklarını belirtmiş-lerdir.

Tarımsal etkinliklerin doğru yö-netilmesi son yıllarda bir kez daha öne çıkmıştır. Tarımın önemi daha da önemli olmaya başladı. Hatta tarımsal üretim sisteminin yeniden şekillenme-sinin tartışmaya açılması gerekir. Tarı-mın iklim değişimlerinden etkilenme-siyle tarımsal üretimin azalması, hem geçim hem hayatın devamlılığı açısın-dan sakıncalı ve ciddi sosyo-ekonomik etkiler yaratacaktır. İklim değişimi yer yer karasal iklim, kuraklık ve erozyo-nu tetikleyecektir. Sık sık belirtildiği üzere doğada kar örtüsünün azaldığı ve bununla su eksikliği yaşanacağı dü-şünülüyor. Önümüzdeki yıllarda bu-gün oluşturduğumuz ortamın olumsuz meyvelerini topluyor olacağız. Sera gazının kullanılmasının da azalma-sı lazım. İklim değişimlerine neden olan etkenlerin azaltılması için geniş çaplı bir farkındalık yaratılmalıdır. Dr. Pachuari, özellikle kuzey ülkelerinde fırtınaların artacağını ve su kaynak-larımızın azalacağına işaret ediyor Su kaynaklarının azalması insan sağlı-ğını derinden etkileyecektir. Dünya-da 1 milyardan fazla insanın açlık ve yetersiz beslenme sorunu yaşaması, 2 milyar insanın sağlıklı olmayan su tü-ketmesi nedeniyle gıda ve su güvenliği sorununu yeniden gündemde tutacak ve daha fazla sorunlar yaşanacaktır.

Deniz seviyesinin artmasıyla de-niz kıyılarında (nüfusun %70 kadarı kıyılarda yaşıyor) yaşayan milyonlarca insan sel felaketiyle karşı karşıya kala-cağı ve yeni göçlerin başlayacağı me-sajını da oluşturuyor. Güney Avrupa gerçekten de tarımsal ürünlerde çok büyük sorunlarla karşılaşacak. Bugün yaşadığımız kuraklık ve önümüzdeki dönemde yaşayacağımız gıda güven-liği sorunu bugün de sinyal vermeye başladı. Patates, pirinç, mercimek ve sebzelerin şimdiden fiyatları katlanmış gözüküyor.

hepimiz Bu durumdan sorumluyuz

İklim değişimleri ile ölüm oranları da artacak. Çünkü insanlar felaketler-le karşılaşacak. Dünyada iklim deği-şimleri son 150 yılda etkinliğini iyice hissettirmeye başladı. Kuraklık, sel, yangınlar, hepsi iklim değişimlerinin doğrudan ve dolaylı etkileri olabilir. Ancak iklim değişimlerinin etkileri ar-tık durdurulamayacak boyutlara ulaştı. Bazı önlemler ile bu etki azaltılabilir. Etkinin devam etmesi durumunda ile-ride geniş insan kitlelerinin hareketli-liği yaşanabilir.

Yaşanan bütün gelişmeler ve do-ğanın bozunumu hepimizi sorumlu-luğa davet etmektedir. Yaşananlardan ICPP 2013 raporunda belirttiği gibi, % 95 oranından insan sorumludur. Dünyayı daha fazla kirletme hakkımız olmadığını düşünüyorum. Bilim dün-yasının sık sık tekrarladığı gibi üretim ilişkilerini, tarımsal yönetimi ve üre-tim yanında yaşam alışkanlığımız ve tavırlarımızı tekrar gözden geçirmeniz gerekiyor. Dr. Pachauri iklim deği-şimlerindeki kırılma noktasına yavaş yavaş gelindiğini belirterek «İklim de-ğişikliği geleceğin değil şimdinin so-runu» olduğunu belirtiyor ve diyor ki, «Bunun tek sorumlusu da insan.» Yani hepimiz sorumluyuz bu durumdan di-yor. Dr. Pachauri’ye göre atmosferdeki karbondioksit emisyonu 1970-2004 yılları arasında yüzde 80 seviyelerinde arttı. Yapılması gereken fosil yakıtların kullanımının sınırlandırılması, yeşil alanlarının genişletilmesi, Yenilenebi-lir enerji kaynaklarının kullanılması-dır. Ne yazık ki Tüketici ve İklim Ko-

ruma Derneği başkan yarımcısı Önder Algedik’in basına yansıyan demecinde bilimsel olarak kişi başına atmosfer salınması gereken sera gazının 1990- 2011 yılları arasında 2 tondan 5.65 tona çıktığı, bunun da kömür, doğal-gaz ve petrole dayalı enerji politikasın-dan kaynaklandığı belirtiliyor.

Norveçli bilim insanı Jorgen Ran-ders küresel anlamda sürdürülebilirlik konularını uzun zamandır Dünya ça-pında yazarak anlatıyor. En son yaz-dığı “Gelecek 40 yıl için küresel bir öngörü” adlı kitabında geleceğe yöne-lik olarak küresel anlamda ekonomi ve zenginliği değil, insanının mutluluğu-nu gündeme alan bir sürdürülebilir ya-şamı önermektedir. Sanırım artık para pula dayalı kalkınma rakamlarından çok insan ve doğa eksenli bir yaşamı öngörmemiz daha geçekçi olacaktır. İnsanlığın ve dünyanın sürdürülebilir sağlığı için doğal kaynakları korumak ve doğru yönetmek, geleceği kaybet-memek için çevre ve iklim değişim-lerine daha fazla bütçe ayırmak zo-rundayız. Hatta askerî harcamalardan önce hepimizin geleceğini düşünmek zorundayız. Yoksa her şeyimizi kaybe-debiliriz.

Sonuç olarak ülkemizde her şey çok ciddi bir süreçten geçiyor. Kurak-lık, su sorunu bir bütün olarak canlı-ları zorluyor. Bu değişim, önümüzdeki dönemlerin beklenenden daha zor ge-çeceğini gösteriyor. Gelişmiş ülkelerde bu konular bilimin en sıcak tartışma ve araştırma konuları. Çok yoğun olarak çiftçilerden konuya ilişkin açıklama beklenmektedir. Açıkçası söylenecek tek konu devletin, tarım bakanlığının şimdiden ciddi bir planlamaya gitme-sidir. Ancak öyle gözüküyor ki şimdi-lik ülkemizde siyasetin ısısı doğanın ısınmasından daha etkili görülüyor.

Page 57: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

57

Yeni Ufuklar, sayı 26

DENEME

57

Yeni Ufuklar, sayı 24

İSIMLErINI bilmiyorduk, yine de bilmiyoruz... Olsun, medya bilmemiz gereken (!) yüzlerce ismi bildiriyor ya zaten, onlarınkini bilmeye lüzum yok.

Nasıl hatırlıyoruz onları?Oğlunu maden “kaza”sında (?) kaybeden, “Bir ihtiya-

cın var mı?” diye soranlara hicâbından bir şey diyemeyip susan, lastik ayakkabısı delik amca diye hatırlıyoruz...

Yedi kat yerin dibinden çıktığı halde “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin..” diyen genç diye hatır-lıyoruz.

Tecavüze yeltenilen kuzusu bu saldırıya direndiği için parçalanıp yakılan kızının ardından “İdamla ilgilenmiyo-rum. Bizi ancak sevgi kurtaracak.” diyebilen baba diye hatırlıyoruz.

Varmak istediğim, konuyu bağlayacağım yer başka...Şimdi her kanalın maaşlı onlarca din hocası; holdingi,

önünde cevşenler okuttuğu bankası, yatı, katına ilave olarak bir de “tek ceketi” olan bir o kadar şeyh, hoca, ila-hiyat profesörü taifesi var ya...

Onların sözlerinin bu üç “adam”ın ruh kıvamına hiç değilse yaklaştıracak herhangi bir tesiri olmuş mudur? Olabilmekte midir acaba?

Benim, artık, “görünen” ve “görünmeye direnmeyen” hocalara karşı bir itimadım bulunmamaktadır.

“Eğitimsiz, câhil, cühelâ, sıradan” (!), isimleri ve başla-rına trajik bir kaza-belâ gelmedikçe cisimleri de bilinme-yen halkımız, edep, ahlâk, insanlık ve adamlık öğrenmek için yeterli nasihati, üstelik fazladan hiçbir şey söyleme-den, yalnız oldukları gibi olarak, vermektedirler.

(Başkasına değil) Bu halka(ya) “mensup” olduğum için mesudum...

Üç «AdAm»...

Ahmet Isparta*Ambulansa kaldırılırken çizmeleriyle sedyeyi kirletmek istemeyen maden işçisi. (Üstte) Tarsus’da öldürülen üniversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın babası. (Sağda) Soma’da maden kazasında oğlu ölen baba. (Altta)

Page 58: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

58

MAKALE

58

ETKİNLİK

Süyüm Bike’ningözyaşları...

Yıllardır hasretini çektiğim Kazan’a nihayet gidebildim.Kadim yurdumuz Tataristan’ın her köşesi bizde derin izler bıraktı.Bolgar’ı gördüğümde tarihten gelen bağlarımı hissettim. Atalarımın çok uzaklardan

seslerini duyumsadım.Muhteşem Altınordu, görkemli Bolgar; siz benim can evime su akıttınız asırlarca.

Atalarımın asil kanı kılcallarımda daha hızlı dolaştı orada. Geçmişimle bir kere daha if-tihar ettim. Muhteşem Bolgar tabiatı; atalarımın ne kadar zeki, estetik sahibi ve strateji dehası olduğunu anlattı bana. Belki inanmayacaksınız ama, duydum onları…

Hey dostlar, işitin: Ahir ömrünüzde bir kere de olsa gidin ve mutlaka görün Bolgar’ı. Pişman olmayacaksınız.

Sonra Süyümbike… Tatar tarihinin bahtsız kadını. Savaşçı ruhun kraliçesi, sükutlu is-yanın asil ecesi… Saygıdeğer Süyümbike… Çektiğin acıların bir âbidesi gibi duran anıtın önünde saygıyla eğildim. Eminim ki Tatar kadınları sarsılmaz iradelerini, güçlü dirençle-rini, büyük tarihi kimliklerini senin ruh ateşinden almıştır. Senin gözyaşların Kazansu’yu, İdil’i, Kama’yı besledi asırlarca… Gözyaşlarınızı silmeye geldim efendim… Suları tersine akıtmaya bir kere daha azmettim…

Kul Şerif Camii: Gökyüzüne yükselen mağrur minareleri; başımızın asla eğilmeyece-ğinin şehadet ifadeleri… İçinde Kur’anlar okunur her dem… Gün doğar gün batar onlar susmaz.. Korkunç İvanlar mezarında rahat durmaz. Biz Ezanlarımızı, Kur’anlarımızı kı-yamete kadar okuyacağız. Böyle biline…

Kazan’da kadim dostları görmek güzeldi. Başkurt, Çuvaş, Özbek, Kırgız, Türkmen, Kazak ve Balkan diyarlarının erdemli dostları ile yeniden birarada olmak keyifliydi. Bu uğurda harcadıklarımız, helâl-i hoş olsun.

Ahmet TÜZÜNYazı ve fotoğraflar:

tataristan ulusal haber ajansı

tatMedıa, tataristan gazeteciler Birliği ile

dünya gazeteciler federasyonu’nun

ortaklaşa düzenlediği, türk cumhuriyetleri ve

türk akraba toplulukları ile avrupa’dan gelen

toplam 20 ülkeden 100 gazetecinin katılımıyla

düzenlenen 2.türk dünyası gazeteciler şûrası

yapıldı

Page 59: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

59

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

59

ETKİNLİK

Bazı yerlere davetle gideriz. Bazı yerlere davetsiz gideriz. Pembe İncili Kaftan’ı bilirsiniz siz.. Aynen öyle dostlar.. Kul Ahmet’in iradesi çözer her düğümü, er ya da geç.. Allah’ın izni ve dostların dualarıyla… Orada bulunmamız gerekiyordu ve biz de bulunduk.

Gündem ise şöyleydi:

gazeteciler şûrasıTataristan Cumhuriyeti’nin Başkenti Kazan’da, Tataristan

Ulusal haber ajansı TATMEDIA, Tataristan Gazeteciler Bir-liği ile Dünya Gazeteciler Federasyonu’nun ortaklaşa düzen-lediği, Türk Cumhuriyetleri ve Türk Akraba Toplulukları ile Avrupa’dan gelen toplam 20 ülkeden 100 gazetecinin katılı-mıyla düzenlenen 2.Türk Dünyası Gazeteciler Şûrası yapıldı ve oy oy birliği ile kabul edilen ortak deklarasyon ile sona erdi.

Şuraya, AA’nın yanı sıra, TİKA, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Uluslararası Türk Kültür ve Sanatları Ortak Yönetimi (TÜRKSOY), Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM) ve TRT AVAZ gibi devlet kurumları destek verdi.

tecrübe PaylaşımıŞuranın açılışında konuşan Tataristan Parlamento Başkan

Yardımcısı Rinma Ratnikova, “Milli meclis adına sizi selam-lıyorum. Türk dünyasının birleşmesine büyük katkı sağlayan İsmail Bey Gaspıralı’yı unutmamak gerekir. Bu fikirler bugün hepimizin hemfikir olduğumuz düşüncelerdir. Yusuf Akçura da aynı şekilde Türk dünyasına önemli katkılar sunan bir isimdir. Bu sene Türk-Tatar gazeteciliğinin 110. yılını kutluyoruz. Bi-zim için bu tarih çok önemli, çünkü Tatar basın-yayın tarihinin oluşumu açısından büyük önem arz ediyor. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra herkes kendi devletini kurma imkanı buldu. Bugün şartlar çok farklı. Basın yayın alanında tabiî ki sorun-lar var. Özellikle Tatar dilinin kullanımına büyük ehemmiyet veriliyor. Cumhuriyetimizde dil, din koruması adına değişik kanunlar bulunmakta olup, bu konulara büyük önem verilmek-tedir. Bunun gibi faaliyetler iki cumhuriyet arasındaki dostluğu güçlendirecektir” dedi.

tataristan’ın önemi artıyorTürkiye Cumhuriyeti Kazan Başkonsolosu Turhan Dilmaç da, “Bin yılı aşkın tarihi bulunan güzel Tataristan’a, Kazan’a hoş geldiniz. Ev sahipliği yaptığı organizasyonlar ile Tataristan. Hem Rusya’da hem de dünyada daha da tanınan bir ülke ha-line geldi. Tataristan, Türk dünyası içerisinde de özel bir ko-

numa geliyor, zira bunun için tarihi, kültürü ve birikimleri var. Dilleri bir olan Türk gazetecilerin işlerinde ve fikirlerinde de bir olması için burada güzel adımların atılacağına inanıyorum” şeklinde konuştu.

Türk Dünyası Gazetecileri şuranın 2. Gününde Rusya Federasyonu ve Tataristan Cumhuriyeti’nin 210 yıllık en eski üniversitelerinden olan Tataristan Federal Üniversitesini ziyaret eden heyet, Rektör Volga Region’un Üniversiteyle ilgili sunu-munu dinledi.

Ortak dil türkçeTürk Dünyası gençlerini ve akraba topluluklarını kaynaş-

tıracak bilgi ve belgelerin paylaşılması için sosyal medya pro-jesinin desteklenmesi önerilen deklarasyonda, Türk Devlet ve Toplulukları arasında ortak iletişim dili olarak “Türkiye Türk-çesi” kullanılması kararlaştırıldı. Kazan deklarasyonunda ayrı-ca, Türk dünyasının tarih ve kültür merkezlerinden biri olan Kazan’ın güzelliğinden ilham alarak, Türk Dünyası medya mensuplarının bulundukları ülkelerde; evrensel insan hakları-nın savunulması, bölge ve dünya barışına katkı sunulması, so-runlu bölgelerde huzur ve istikrarın sağlanması, terörün önlen-mesi; medyada nefret ve düşmanlık söylemlerine son verilerek, İdil’in suyu gibi berrak, temiz ve saf duygularla halklar arasında sevgi ve barış dilinin teşvik edilmesi arzusuyla “Kazan Dekla-rasyonu” imzalanarak tüm dünya kamuoyuna duyurulmasına oy birliği ile karar verildi.

türk dünyası haber portalıKazan deklarasyonda yer alan, “Türk Dünyası Haber Portalı”nın kurulması bağlamında: Türk Dünyasını ilgilendi-ren çeşitli konularda projelerin hazırlandığı, görüntülü, sesli ve yazılı araştırmalardan oluşan dokümantasyon merkezinde top-lanan ve üretilen bilgilerin, programların, belgesellerin, haber, dizi yazı ve araştırmaların Türk Devletleri ve Özerk Cumhu-riyetleri’ndeki ilgili kişi ve kurumlara, yazılı, sesli ve görüntülü basın kurumlarına servis edilmesi hedefleniyor.

kazan deklarasyonuTataristan’ın Türk Dünyasında Jeopolitik Yapısı, Türk

Dünyasında İletişim Gelişmeleri ve Türk Dünyası Gazeteci-ler Çalıştayı gibi konuların tartışıldığı şuranın sonunda, “Türk Dünyası Gazeteciler Kazan Deklarasyonu” açıklandı. Toplam 13 maddeden oluşan deklarasyona göre, kültürel değerleri yayma, edebi dili koruma ve milli aydınları bilgilendirme ile görevli olan milli yayın organlarının devletler tarafından des-

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 60: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

60

MAKALE

60

MAKALE

teklenmesi için çalışılacak. Ayrıca, AA tarafından hazırlanan “Türk Dünyası Haber Paketi”nin geliştirilmesine ve ha-ber üretimi ve dağıtımı gibi konularda Türk Dünyası Gazeteciler Federasyo-nunun aktif rol alması için girişimlerde bulunulacak. Deklarasyonda ayrıca TRT AVAZ öncelikli olmak üzere TRT1, TRT Çocuk ve TRT Müzik kanalları-nın Tataristan’da kablo yayın ağına dahil edilmesi için TATMEDIA ve TNV Te-levizyonu ile görüşmesine karar verildi.

AYRINTILAR ŞÖYLE: Kültürel değerleri yayma, edebi dili

koruma ve milli aydınları bilgilendirme ile görevli olan milli yayın organlarının devletler tarafından desteklenmesi ve desteklerin sürdürülmesi; Milli konular-da yayın yapan basın yayın organları ile gazetecilerin etik değerlere saygı göster-mesi; Sadece bayram ve benzeri festival ve etkinliklerde değil genel olarak tüm milli sorunların yansıtılması için gaze-tecilere, basın kurumlarına teklifte bulu-nulması.

19-22 Mart 2014 yılı “Eskişehir Deklarasyonu’nda kabul edilen; Türk dünyası ile ilgili ekonomik, kültürel, sos-yal, siyasi tüm resmi ve özel etkinlikleri, faaliyetleri sürekli izleyecek, karşılıklı bil-gi paylaşımında bulunacak ve toplanan haberler içinden seçilecek önemli etkin-likleri tüm dünyaya duyuracak; “Türk Dünyasını ilgilendiren çeşitli konularda projelerin hazırlandığı, görüntülü, sesli ve yazılı araştırmalardan oluşan doküman-tasyon merkezinde toplanan ve üretilen bilgilerin, programların, belgesellerin, haber, dizi yazı ve araştırmaların Türk Devletleri ve Özerk Cumhuriyetleri’nde-ki ilgili kişi ve kurumlara, yazılı, sesli ve görüntülü medya kurumlarına servis edi-leceği, “Türk Dünyası Haber Portalı”nın kurulması için ilgili kurumlar nezdinde girişimde bulunulmasına, somut adım-lar atılmasına; Anadolu Ajansı ve T.C Başbakanlık Basın Yayın ve Enformas-yon Genel Müdürlüğü ile TİKA ve T.C Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’ndan kuruluş aşamasında destek olmalarının talep edilmesine; bu çerçevede yurtiçi ve yurt-dışında Türk Dünyası’na yönelik çalışma yapan resmi ve özel kurumlar, STK’lar ve Strateji Merkezlerini bir platform et-rafında bir araya gelmelerini sağlayarak düzeni `İstişare Toplantıları’nın yapıl-masına; bu ve benzeri çalışmalarda, kay-nakların verimli kullanılması noktasında tavsiyede bulunulması önerilmiştir.

Anadolu Ajansı’nın inisiyatifi ile ha-

zırlanmakta olan `Türk Dünyası Haber Paketi`nin gerek geliştirme, gerekse da-ğıtım surecinde desteklenmesi, bu pakete bağlı eğitim, haber üretimi, haber abone-liği gibi konularda Türk Dünyası Gaze-teciler Federasyonu’nun aktif rol alması için girişimlerde bulunulması önerilmiş-tir.

TRT kanallarından TRT AVAZ öncelikli olmak üzere TRT1, TRT ÇOCUK, TRT MÜZİK kanallarının Tataristan’da kablo yayın ağına dahil edilmesi için Tat Medya ve TNV Tele-vizyonu ile görüşmeler yapması tavsiye edilecektir.

Tat Media ve TNV Televizyonu ile daha önce yapılmış olan karşılıklı pro-tokollerin yenilenerek işbirliği çalışma-larının artırılması, ülkelerarası dizi, çizgi film, film, belgesel, müzik programla-

rının değişimi ve bunların başta TRT AVAZ kanalı olmak üzere diğer TRT kanallarında yayınlanması ve ayni şe-kilde TRT’den verilen programların da basta R.F. Tataristan Cumhuriyeti olmak üzere Rusya Federasyonu kanallarında yayınlanması noktasında yapılacak tüm girişimler izlenecek ve desteklenecektir.

Başta Moskova olmak üzere R.F. Ta-taristan Cumhuriyeti başkenti Kazan’da TRT temsilcilik bürolarının açılması talebinin yetkililere iletilmesi kararlaştı-rılmıştır.

T.C Başbakanlık Basın İlan Kurumu ve Başbakanlık Tanıtma Fonu tarafından Türkiye sınırları içinde verilen basın\ya-yın desteğinin eşit olarak yurt dışında ya-yın yapan kuruluşlara da verilmesi nok-tasında girişimlerde bulunulması; T.C Başbakanlık Tanıtma Fonu’ndan yurtdışı

Page 61: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

61

Yeni Ufuklar, sayı 26

ETKİNLİK

ihale duyurularının yurt dışındaki standart ve kriterlere uygun basın-yayın kuruluşlarına da reklam olarak verilmesi: Basın İlan Kurumu içerisinde `Dış Türkler ve Akraba Topluluklar` birimi kurularak ek maddi ilan desteğinden faydalandırılması ve Basın İlan Kurumu’nun mevcut yönetmenliğinin de bu çerçevede de-ğiştirilmesi noktasında ilgili resmi kurumlarla temasa geçilmesi önerilmiştir.

Türk Cumhuriyetleri ve Akraba Toplulukları bünyesindeki üniversitelerin İletişim Fakülteleri’nde okuyan öğrencilere Türk halklarına yönelik haber ve bilgilerin paylaşılması noktasında çeşitli kurslar düzenlenmesi için girişimlerde bulunulmasına; medya ile ilgili STK’lar arasında karşılıklı işbirliklerinin ve bilgi alışverişinin artırılmasına; kültür, turizm, ekonomi ve folklorik değerlerin tanıtımına yönelik etkinliklerin yapılmasının teşvik edilmesi önerilmiştir.

Türk dünyasında medyaya yönelik sansürün son bulması, medya mensuplarının haber yapma hak ve mahremiyeti ve ifa-de özgürlüğünün korunması için tüm kamuoyunun her türlü iletişim vasıtalarıyla bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine yönelik çabaların desteklenmesi önerilmiştir.

Çeşitli ülke ve bölgelerde kayıp, ya da haber alınamayan veya tutuklu bulunan meslektaşlarımızın yasal durumları, ya-şam koşulları ve diğer sorunlarının tespiti ve çözüm bulunması

ve ilgili kurumlarla görüşülmesi için “Şura Sekretaryası” bün-yesinde bir “Türk Dünyası Basın Araştırma Komisyonu’nun kurulması önerilmiştir.

Türk Dünyası gençlerini ve akraba topluluklarını kaynaş-tıracak bilgi ve belgelerin paylaşılması için sosyal medya pro-jesinin desteklenmesi önerilmiştir.Türk Devlet ve Toplulukları arasında ortak iletişim dili olarak “Türkiye Türkçesi” kullanıl-ması önerilmiştir.

Türk dünyasının tarih ve kültür merkezlerinden biri olan Kazan’ın güzelliğinden ilham alarak, Türk Dünyası medya mensuplarının bulundukları ülkelerde; evrensel insan hakla-rının savunulması, bölge ve dünya barışına katkı sunulması, sorunlu bölgelerde huzur ve istikrarın sağlanması, terörün ön-lenmesi; medyada nefret ve düşmanlık söylemlerine son verile-rek, Volga’nın suyu gibi berrak, temiz ve saf duygularla halklar arasında sevgi ve barış dilinin teşvik edilmesi arzusuyla işbu “Kazan Deklarasyonu” imzalanarak tüm dünya kamuoyuna du-yurulmasına oy birliği ile karar verilmiştir.

…Karar bu karar…Gidelim sonuna kadar…Yeni bir cephede buluşmak dileğiyle dostlar…

Page 62: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

62

MAKALE

62

GEZİ

Boğaz’ın semâları tutuşmuş bir kıyısından Kul Himmet’in sesi yükselir,

Belki beklemekten çok, toparlanmak, hazırlanmak vaktidir akşam. Daha bir telaşlı vurur yüreğiniz. Kendinizle söyleşmeniz, yüzleşmeniz için en uygun zaman mıdır nedir, beklersiniz akşamı.

...Gün akşam oldu

A. Kadir KARATAŞYazı ve fotoğraflar:

Page 63: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

63

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

GEZİ

Yeni Ufuklar, sayı 25

ErTELENMİŞ, hep ‘daha sonra’ya bırakılmış hevesleri vardır insanın. Bir türlü vakit bulup da üstüne düşemediği, yerine getiremediği

işleri… Günler günleri kovalar, aylar, mevsimler,

seneler geçip gider. Ama o sıra gelmeyen işler boynu bükük birer gölge gibi peşimiz sıra sökün eder. Muzip bir çocuktur adeta, karşımıza geçip gülümser: Hani sıra gelmedi mi?

Page 64: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

64

MAKALE

64

GEZİ

Son kuşların çekilmesiyle, artık hayaller kanat çırpar dalgaların mistik tınıları arasında. Gölgenin hükmü ağır basar, ışık sahnedeki yerini anılara bırakarak uzaklaşırken.

Page 65: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

65

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

65

GEZİ

İşte İstanbul akşamları o ertelenmiş hevesleri çağrıştırır bana. Yarım bırakılmış, başlanıp bitirilememiş hüznün umutla, sevincin kederle yumak olduğu karışık ruh hâlini.

Bir kıyıdan kul Himmet’in sesi yükselir o alev almış Bo-ğaz akşamlarında “Seyyah oldum, şu âlemi gezerim / Bir dost bulamadım gün akşam oldu.” Camlarına ateş düşmüş cumbalar o derin yalnızlığa karşılık verir sanki. Son kuşların çekilmesiyle, artık hayaller kanat çırpar dalgaların mistik tınıları arasında. Gölgenin hükmü ağır basar, ışık sahnedeki yerini anılara bırakarak uzaklaşır-ken. Enlem ve boylamların yalınlığını içli bir martı çığlığı derinleştirir sadece. O da yoksa dümdüz, yufka inceli-ğinde gri, sarı, turuncu ve siyah tonların ağırlığında boş, naylon bir dünya yansır gözbebeklerimize. üşenmeyip bir yokuşa vursanız kendinizi, yalnız servilerin arasında meçhul dudaklardan dökülen o şarkı karşılayacak gibidir sizi: “Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun…”

Belki beklemekten çok, toparlanmak, hazırlanmak vak-tidir akşam. Daha bir telaşlı vurur yüreğiniz. kendinizle söyleşmeniz, yüzleşmeniz için en uygun zaman mıdır nedir, beklersiniz akşamı. Bakır/tunç alaşımı bulutların ağır kederlerle denize düşmesi ürpertir çoğu insanı. kimi o koyu kızıllığın içinde hayatın cevval tonlarını yakalar.

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 66: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

66

MAKALE

66

EĞİTİM

Okul öncesi dönem, çocukların bedensel, zihinsel ve sosyal gelişimlerinin en hızlı olduğu dönemlerden biridir. Bireyin doğuştan getirdiği potansiyelin en üst sınırlarına dek gerçekleşebilmesi için erken yaşta sağlanacak imkânların zen-gin olması gerekmektedir. Bu nedenle yaşamın ilk yıllarında çocuğun içerisinde bulunduğu fiziksel ve sosyal çevre oldukça önemlidir. Yine bu yıllarda çocuğa verilenler kadar verilmeyenler de onun geleceğini belirler (Oktay, 2007).

Zembat (2012) okul öncesi dönem çocuğunun ihtiyaçlarını; aile ihtiyacı, sosyal ve duygusal ihtiyaçlar (akran ilişkileri, güven, benlik, sağlık ihtiyacı), aka-demik ihtiyaçları (hareket ve oyun, yaratıcılık ve estetik algısının geliştirilme-si, merak duygusunun giderilmesi) olarak sınıflandırmıştır. Bu bağlamda okul öncesi eğitim kurumunun nitelikleri bakımından; çocuk için yararlı, güvenli, ihtiyaçlarına cevap verebilen; hareket, oyun, sosyal etkileşim, müzik ve sanatla birlikte olma imkânı sağlayan bir yer olması çok önemlidir. Bu nedenle okul ön-cesi eğitim kurumlarında uygulanan program kadar fiziksel ortam da çocukların sağlıklı yetiştirilmelerinde etkilidir (Oktay, 2007).

Okul öncesi eğitim kurumlarında fiziksel ortamlar temelde iç ve dış mekânlar olarak incelenebilir. İç mekânlar sınıflar, koridorlar, tuvalet-lavabolar, mutfak, merdivenler, atölyeler gibi bina içerisinde yer alan alanları kapsamaktadır. Dış mekânlar da benzer şekilde binanın dışında yer alan bahçe ve oyun alanlarını kapsamaktadır.

Okul öncesi dönem çocuğunun merak duygusu yüksektir. Bu merak doğrul-tusunda sorular soracak, araştırmak, incelemek ve merak ettiği şeylere dokunmak isteyecektir. Ancak bu merak iyi düzenlenmemiş bir ortamda çocuklar için teh-like oluşturacak durumlara yol açabilir. Bu sebeple kaza riski yaratacak durum-lara karşı önceden önlem alınması gereklidir (Tok, 2011). Çocuk okul binasının kapısından girdiği andan itibaren kendi ilgi ve ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş, kendini güvende hissetmesini sağlayan bir ortamla karşılaşmalıdır.

Okul öncesi eğitim kurumlarında alanlar düzenlenirken; giysi ve ayakka-bı değişimleri ve her çocuğun kişisel eşyaları için ayrılmış bir vestiyer, çocuk sayısının gereksinimine ve sağlık koşullarına uygun; yiyecek hazırlama, bula-şık yıkama ve gıda koruma bölümlerinden oluşan bir mutfak, bir hasta çocuk odası, araçlı veya araçsız spor yapabilecekleri bir spor salonu, idari ve hizmetli odaları, ısıtma ve diğer tesisat odaları, sanat atölyeleri, çocuk alanlarından ayrı olarak yetişkinler için çalışma ve dinlenme ortamı, oyun odası, yetişkin lavabo ve tuvaletleri ve kuruma ait tüm araç-gereç ve malzemelerin konulacağı bir depo düzenlemesi yapılmalıdır (Baran, Yılmaz ve Yıldırım, 2007; Demiriz, Karadağ ve Ulutaş, 2003; Kıldan, 2007; MEB, 2013; NAEYC, 2007; Ramazan, 2005).

Oyun malzemeleriBinaların bahçe içerisinde, gürültüden uzak, trafikten arındırılmış olması, ön

girişte ise çocukların binaya girmeleri ve evlere dağıtım için üstü kapalı ve koru-malı bir kapı bulunması eğitim kurumlarının güvenlik ve sağlık koşullarının de-netimini kolaylaştıracaktır. Eğitim kurumuna giriş ve çıkışların yapıldığı dolaşım alanları, velilerin rahatça giriş çıkışlarına imkân sağlayacak genişlikte olmalıdır. Döşeme kaplamaları kokusuz, bakımı ve temizliği kolay, hijyenik, anti-statik, anti-bakteriyel, ses emici, yanmaz ve uzun ömürlü olmalıdır. Eğitim ortamların-dan tuvalete ve dış mekâna kolayca çıkılabilmelidir. Her sınıfın kendine ait bir tuvaleti olması gerekmektedir. Tuvaletlerde her altı çocuğa bir lavabo ve dört-beş çocuğa bir klozet düşmelidir. Klozetler ve lavabolar çocuk boyuna uygun olmalı, klozetler birbirinden bölümlerle ayrılmalı ve kapısı olmalıdır (Acer, 2007; Ka-lemci, 1998).

Okul öncesi eğitim kurumunun nitelikle-ri bakımından; çocuk için yararlı, güvenli, ihtiyaçlarına cevap verebilen; hareket, oyun, sosyal etkile-

şim, müzik ve sanat-la birlikte olma imkânı

sağlayan bir yer ol-ması çok önemlidir.

Hilal İlknurTUNÇELİ*

*Araş. Gör., Marmara üniversitesi

Okul Öncesi Dönem ÇocuklarındaTehlike Algısı

Page 67: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

67

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

67

EĞİTİM

Okulun dış mekânları yani bahçesi, okula giriş kapısı, açık/kapalı oyun alanları da çocuğa uygun olarak dü-zenlenmeli ve güvenlikli olmalıdır. Okul öncesi eğitim ortamlarında dış mekân düzenlemelerinde; farklı hava koşulları için önlemler, giriş-çıkışlar-daki güvenlik önlemleri, kaba motor becerileri destekleyecek materyalle-rin varlığı, zemin yüzeyindeki farklı malzemelerin kullanımı göz önünde bulundurulmalıdır. Oyun malzemeleri döşeme ve onarım konusunda kalite standartlarına uygun olmalıdır. Mal-zemelerde ahşap kullanılmasına özen gösterilmelidir. Oyun malzemeleri dengeleme, tırmanma, itme, sallama çalışmalarına imkân vermelidir. Mal-zemeler, çocuklarda gereksiz rekabete, çok sıra beklemeye neden olmayacak şekilde düzenlenmelidir. Çocukların seçim yapmalarına imkân tanınma-lıdır (MEB, 2013). Oyun araçlarının sağlamlığı sık sık kontrol edilmeli ve kaza riski yaratacak durumlar ortadan kaldırılmaya çalışılmalıdır. Düzenli aralıklarla bakım ve onarım çalışma-larının yapılması önemlidir (Demiriz, Karadağ ve Ulutaş, 2003).

yüksek riskOkul öncesi dönem, çocukların

kazaya ve tehlikeye en fazla maruz kaldıkları ve risklerin yüksek oldu-ğu bir dönemdir. Bu nedenle tehlike durumlarında yapılması gerekenler ile güvenli bir hayat için gerekli bilgi ve becerilerin kazandırılması gerek-mektedir (MEB Okul Öncesi Eğitim Rehberlik Programı, 2012). Bu bilgi ve becerilerin kazandırılması için eğitim programlarının da bu duruma uygun düzenlenmesi gerekmektedir.

Bu amaçla MEB Okul Öncesi eğitim Programlarında öz bakım be-cerileri altında ele alınan kazanım ve göstergeler yoluyla çocukların bilgi-lendirilmeleri, farkındalıklarının art-tırılması hedeflenmiştir. MEB Okul Öncesi Eğitim Programı’nda (2013) aşağıdaki şekilde yer almaktadır:

Kazanım 7. Kendini tehlikelerden ve kazalardan korur. (Göstergeleri: Tehlikeli olan durumları söyler. Kendi-ni tehlikelerden ve kazalardan korumak için yapılması gerekenleri söyler. Temel güvenlik kurallarını bilir. Tehlikeli olan durumlardan, kişilerden, alışkanlıklar-dan uzak durur. Herhangi bir tehlike ve kaza anında yardım ister.

Açıklamaları: Eğitim etkinlikle-

rinde temel güvenlik kurallarının yanı sıra gerekli durumlarda ihtiyaç duyulan güvenlik kuralları da ele alınmalıdır. Örneğin, çocukların arabanın ön kol-tuğunda oturmaması gerekir. Arabada emniyet kemeri takılmalıdır. Arabanın camından ve pencereden sarkmamak gerekir. Kibritle oynamamak gerekir. Ya-nan ocak, soba ve ütüden; bıçak gibi kesi-ci aletlerden uzak durmak gerekir. Küçük nesneleri ağza, buruna, kulağa sokmak tehlikelidir. Tanımadığı kişilerin yanına gitmek, tanımadığı kişilerden yiyecek/içecek almak doğru değildir. Uzun süre TV/bilgisayar başında zaman geçirmek doğru değildir. Bilinmesi gerekli telefon numaraları şunlardır; Anne babasının veya acil durumlarda ulaşabileceği bir büyüğünün telefon numarası, Polis (155) ve Jandarma (156), Acil yardım (112), Yangın (110), Orman yangını (177). Ayrıca bu numaraların sadece ihtiyaç duyulduğunda aranması gerektiği vur-gulanmalıdır.

Yukarıda verilen kazanım ve gös-tergeler yoluyla etkinlikler planlanarak çocukların sadece fiziksel tehlikelere maruz kalmadığı sosyal, psikolojik, cinsel bir takım tehlikelere maruz kalabileceği ve bu durumlarda neler yapmaları gerektiği konusunda hem çocukların hem de aile katılım etkin-likleri yoluyla ailelerin bilgilendirilme-si amaçlanmalıdır.

Tehlike kavramı farklı çalışma-larda farklı yönleri ile ele alınmıştır. Okullardaki tehlike ile ilgili olarak öğrencilerin görüşlerinin alındığı bir çalışmada fiziksel faktörlerin, doğal ve çevresel faktörlerin, öğretmen-öğret-men etkileşiminin, öğrenci-öğretmen, öğretmen-öğrenci etkileşiminin ve çocuklar arası etkileşimin farklı teh-likeli durumlar içerebileceği belirtil-miştir (Potts, 2006). Çocukların oyun oynarken karşılaşabilecekleri tehlikeli olan durumları inceleyen bir başka

çalışmada ise çocuklar oyunları sıra-sında yükseklik, yüksek hız, tehlikeli araçlar, tehlikeli maddeler, itiş-kakış ve kaybolma kategorilerinde yer alan cevaplar vermişlerdir (Sandseter ve Kennair, 2011). Pitner ve Astor (2008) tarafından yapılan bir başka çalışmada ise çocukların tehlikeli olarak gördük-leri durumlara ilişkin kategoriler; çev-re, kişiler, fiziksel, psikolojik ve ihmal olarak belirlenmiştir.

Kaynaklar1. Oktay, A. (2007). Yaşamın sihirli yılları:

Okul öncesi dönem. (6. Baskı). İstanbul: Epsilon Yayıncılık.

2. Zembat, R. (2012). Okul Öncesi Dönemde Temel İhtiyaçlar ve Alışkanlıklar. 3. Bö-lüm. Ed. R. Zembat. Okul Öncesi Eğitime Giriş. Hedef CS Yayıncılık, Ankara.

3. Tok, E. (2011). Okul Öncesi Eğitimde Eği-tim Ortamları. Ed. G. Uyanık-Balat. Okul Öncesi Eğitime Giriş. 6. Bölüm. Pegem Akademi Yayınları, Ankara.

4. Baran, M., Yılmaz, A. ve Yıldırım, M. (2007). Okul Öncesi Eğitimin Önemi ve Okul Öncesi Eğitim Yapılarındaki Kullanı-cı Gereksinmeleri, Diyarbakır Huzurevleri Anaokulu Örneği. D. Ü. Ziya Gökalp Eği-tim Fakültesi Dergisi 8, 27-44.

5. Demiriz, S., Karadağ, A. ve Ulutaş, İ. (2003). Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında Eğitim Ortamı ve Donanım. Ankara: Anı.

6. Kıldan, O. (2007). Okul Öncesi Eğitim Ortamları. Kastamonu Eğitim Dergisi, 15(2), 501-510. http://www.kefdergi.com/pdf/15_2/okildan.pdf. Adresinden elde edildi.

7. MEB. (2012). Okul Öncesi Eğitim Rehber-lik Programı. http://ttkb.meb.gov.tr/dosya-lar/programlar/ilkogretim/rehberlik_oku-loncesi.pdf. Adresinden elde edildi.

MEB. (2013). Milli Eğitim Bakanlığı Genel Müdürlüğü Okul Öncesi Eğitim Programı

Desteği için Arş. Gör. Ezgi Akşin’e teşekkür ederim.

EĞİTİM

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 68: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

68

MAKALE

68

KİTAP

1908 Floransa doğumlu, aslen Baselli bir aristokrat aileye mensup olan Titus Burckhardt, heykeltıraş Carl Burckhardt’ın oğlu, meşhur sanat tarihçisi Jacop Burckhardt’ın yeğenidir. Sanat ile ilişkisi daha çocukluk dönemlerinde başlarken, ilerleyen yaşlarında bu ilgiyi Doğu’ya kaydıracak şekilde geliştirmiştir. Doğu’nun özellikle eski zamanlarda ortaya çıkarmış olduğu eserlerin ne denli yoğun bir içeriğe sahip olduğunu anlamasıyla da çalışmalarını bu alanda devam ettirmiştir. Bunlarla yetinmeyip, kendi yaşamını da burada, ciddi görevler ile idame ettirerek kendi Batı’sının, Doğu’da neler bulabileceğini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmıştır. Bu da kendi kültüründe oluşmuş oryantalizm perspektifini aşmasını sağlamıştır.

Düşünce ve duygu dünyasının tamamını çalıştığı eserler üzerinde tüketen Titus Burckhardt’ın tanıtacağımız eseri onun en son yazdığı; “İslam Sanatı: Dil ve Anlam”dır. 1976 yılında kitabın ilk baskısı yapılıyor ve 1984 yılında yazarımız yeni bir dünyaya göç ediyor. Bu eserin içeriğinde en çok katkısı geçen durum; yazarımızın hayatının en önemli çalışmalarını, sadece fikir değil aynı zamanda bir aksiyon adamı olarak da Fas’ta gerçekleştirmesi ve bu esnada da Fez şehrinin restorasyonunun kendisinin sorumluluğuna yüklenmesidir.

restorasyon süreci içerisinde (1972-1974) makale ve kitap da yazmaya çalışmıştır ve “İslam Sanatı: Dil ve Anlam” eseri de bunların büyük sentezi olarak nitelendirilebilir.

İslam’ın ayırt edici özelliklerini yazmış olduğu bu eserinde Titus, sadece Batı dünyasına bir malumat vermenin dışında, içinde Müslümanların da olduğu bir evrene seslenir gibi eserini ortaya çıkarmış. Vermiş olduğu bilgileri sadece nakletmekle kalmayıp, onların her birini yaşadığını konuya yabancı bir okuyucu olarak çok rahat sezebiliyorsunuz. Anlattığı hemen her yapıyı ve motifi gözümüzde canlanması için tercih edilen resimler de, İslam’ın bir din olmanın üstünde bir yaşam biçimi olduğunu somut haliyle gösteriyor. Etik, estetik ve bilimi ayırt etmeksizin kullanılabilen her vasıf bir hamur gibi nasıl da harmanlanarak yoğruluyormuş, anlamak çok da zor değil. Bu konuda eserin tercümanı Turan koç da, yazmış olduğu önsözde; “İslam hayır

derken aynı zamanda hasen der” diyerek çok daha geniş bir bakış açısından durumu özetler.Eser 8 bölümden oluşuyor. İlk bölümde, başlangıç olarak kâbe tercih edilmiş. Tarihsel özellikleri ve değeri açıklanarak, İslam sonrası dönemde yaratılan eserlerde ne gibi bir manaya sahip olduğu belirtilmiş. İkinci Bölüm “İslam Sanatının Doğuşu”, yine başlıktan anlaşılacağı üzere dönemin yaşananlarını açıklayarak, ara ara siyasi tarihten aktarmalar yaparak devam edilmiş. Tabii bu dönemde ortaya çıkan eserlerin de coğrafya ayırt etmeksizin planı, mantığı ve matematiği irdelenmiş. İslam’ın yayıldığı o dönemlerde birçok farklı coğrafya, bulunduğu kültüre has, henüz İslam’ın tam olarak özgünleşemediği dönemde ne gibi eserlerin çıktığını görebiliyoruz. üçüncü Bölüm’de “resim ve ikon” konusunda İslam’ın buyurdukları ve ortaya çıkan eserler açıklanıyor. Dördüncü Bölüm’de İslam Sanatı’nda ortak dilin, Arapçanın dışında başka ne gibi simgelerle oluştuğu gösteriliyor. Beşinci Bölüm’de “Âyin ve Sanat” kısmı ele alınmış. Buradaki âyinden kasıt, camide görülen mihrap, minber gibi şeylerin aslında ne gibi özellikleri olduğu ve birbirlerinden hangi özellikleriyle ayırt edildiği anlatılıyor. Altıncı Bölüm’de hem Orta Asya’da hem Arap coğrafyasında görülen göçebeler ve yerleşiklerin sanatlarının farklılığı belirtiliyor. Yedinci Bölüm’de “Birlikte Çeşitlilik” alt başlığı altında, anlaşılacağı üzere tek bir anlayışın ne denli farklı yansımaları olabileceği, İslam’ın kendi anlayışının kendi sanat eserlerine nasıl yansıdığı farklı cami ve diğer yapılar üzerinden gösteriliyor. Son bölümde ise İslam şehir planlamacılığı, “Sanat ve Temâşâ” konusu ele alınıyor. İyi okumalar dileriz...

S. OrhunALTIPARMAK

İslam Sanatı: Dil ve Anlam (Titus Burckhardt / Tercüme: Turan Koç)

Page 69: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

69

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

69

KİTAP

1883, Madrid (İspanya) doğum-lu Gasset, ülkesindeki iç savaşın yaşandığı yıllarda (1930-40’lı yıllar) İspanya’dan ayrılır, önce Fransa’da, ar-dından Arjantin’de yaşar. Daha sonra ülkesine geri döner ve burada vefat eder. Bu sayıda tanıtacağımız eserler-den birisi de Gasset’in -İnsan ve “Her-kes”- isimli kitabıdır. İşin doğrusu, bu kitabı Gasset’in kendisi yazmamıştır. Onun vermiş olduğu seminer ve derslerin bir derlenmesidir. Ancak bunlar rastgele yapılmış konuşmalar değil, kendisi tarafından düzenlenmiş ve hatta başlığı da kendisi tarafından seçilmiştir. Ölümünün ardından bası-lan ilk eserdir.

Öncelikle kitabın başlığını irdele-yerek daha doğrusu, çevirmen Neyire Gül Işık’ın Sunuş Bölümü’ndeki, baş-lıkla ilgili tercihinin gerekçesini açık-ladığı bölümü aktararak başlayalım. Eserin orijinal ismi El hombre y la gente. ‘Hombre’ “insan, adam” anla-mına gelirken, ‘gente’ “insanlar, ahali, halk” demektir. Diğer dillere olan çevirilere ve yazarın konuları ele alış biçimine dikkat edildiğinde ise; İnsan ve “Herkes” son karar haline geliyor. kitap okunduğunda pekala ne denli doğru bir karar verildiği teyit ediliyor.

İnsanın bir toplum içerisinde ya-şadığı, hayatını idame ettirdiği söyle-nir ve bu toplum denilen “şey” olmasa insanın da olmayacağı, daha doğrusu insanın “insan” olmayacağına inanılır. Peki durum tam olarak böyle midir? Susamadan su içebilen, kendi iradesi ve tercihleri doğrultusunda uykusuz kalabilen bu “hayvan”, diğer hayvan-lardan daha başka ne denli özellikle-riyle kendisini ayırt eder/edebilir?

kişi bir aile içinde doğar, büyür ve yüksek ihtimalle kendi ailesini kurup, bu zincirin devamını sağladıktan son-ra ölür. Bu süreç esnasında, ilk ailesin-den son ailesine kadarki süreçte, aile fertleri başta olmak üzere insanlarla

iletişim halinde olur. Bu iletişim aslın-da bizim toplum diye adlandırdığımız şeydir. Peki bu toplum ilişkileri robot-ların 0 ve 1 arasındaki tercihleri gibi midir, yoksa bunları etkileyen ve yön-lendiren başka faktörler de var mıdır? Zannediyoruz ki Gasset bu noktada “görenek” denilen şeyi öne sürüyor. Görenek dediğimiz şey bizleri belirli bir boyuttan çıkarırken bir başka boyuta sokuyor, tıpkı bir yılanın deri değiştirmesi gibi. Görenek faktörleri altında ikiden daha fazla seçeneğin oluyor, ancak sadece bir tanesini seçmek zorundasın. Bu da ne yazık ki insanı robotlaşmaya doğru götüren bir sebep. robotların ruhu yoktur, bu durumda toplumun da mı ruhu yoktur?

Toplumun ruhunun, göreneğinin, ve insanlığının irdelenebilmesi için öncelikle toplum denilen şeyin en temel faktörü olan insanın özüne ve kendiliğine inmeliyiz. Yani merdiven-den aşağı çıkıp tekrar yukarı ineceğiz. Birey, doğduğu andan itibaren belirli sorumluluklar üstleniyor ve bunları yerine getirmek zorunda hissediyor. Bu esnada hemen videoyu durdurup

şu soruyu soruyoruz; kişi bunu ya-parken eylemin kaynağı mıdır yoksa uygulayıcısı mıdır? Napoleon’un askerleri pekala uygulayıcıydılar. Ancak Napoleon’u hangi kategoriye sığdırabiliriz? Varsayalım ki, eylemin kaynağına ulaştık. Eylemin kaynağı, nesne değil öznedir. Ancak gördüğü her bir madde kendisi gibi özne vas-fını haiz değildir. Zannediyoruz ki bu noktadan sonra kendisini rüyada gibi görmeye başlar, bulunduğu ortamın içinde ama çok uzağındadır. Gasset de bu nokta araya giriyor ve şu sözleri mırıldanıyor: “Yaşamak bir ortamın çaresiz tutsağı olmaktır. İnsan ancak burada ve şimdi yaşar”. Devamında da “yaşayanı” çölde haykıran sese benzetiyor.

Başlangıç kısmında değinmiş olduğumuz yere dönmek gerekirse; birey bazındaki eylemlerimiz ve far-kındalıklarımız bireyler arası ilişkiler dünyasında kayboluyor. İnsan, “insan-lıktan” çok “insanlık dışı ortam” içinde bulunuyor. Dolayısıyla yine başlangıç noktasında belirtmiş olduğumuz “hayvan” konusu aklımıza geliyor. Ancak bu noktada da tekrar başa döndürecek bir tespite daha maruz kalıyoruz; Hayvan da tıpkı insan gibi ötekileşmektir. (Netice itibarıyla rüya gören eylem kaynağımız olan X şahsı; ben ve “öteki/ler” diyebilir.) Ancak devamında da şunu duyuyo-ruz: Hayvan, salt ötekileşmedir, kendi benliğine dalamaz. Yani kendi ben-liğine dalındığı zaman fark edilen/yaşanılan ötekileşme, kendi benliğine dalmadan da yaşanabilir. Dolayısıyla “herkes” diye adlandırılan şey aslında tam olarak “hiç kimse”dir ve kişilikten yoksundur.

Ben ve “öteki/ler” temelinden yola çıkarak, İnsan ve “Herkes/Hiç kimse” kalıbına girilmiş, ötekilerin girebilme-si için de yol gösteren bu nadide eseri huzurlarınıza sunmayı görev sayarız. İyi okumalar...

İnsan ve “Herkes” (José Ortega y Gasset)

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 70: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

70

MAKALE

70

MAKALE

Rene Guenon, Modern Dünyanın Bu-nalımı adlı eserinde içinde yaşadığımız bu za-man dilimini Kali Yuga olarak adlandırmış ve bu çağın insanlığa vadedecek bir şeyi kalmadı-ğını ve bu açılan onlarca yaranın kadim gele-nek ile tamir edilebileceği tezini savunmuştur. Kitabını dokuz bölüme ayıran yazar ilk sekiz bölümde bu düşüncesini temellendirmeye ça-lışmış, son bölümde ise bu durumun çeşitli so-nuçlarından bahsetmiştir. Yazar her ne kadar akıcı bir dil kullanma gayretine sahip olsa da “karanlık çağa” dair yaptığı tasvirler nedeni ile çizdiği karamsar tablo okumayı güçleştirmek-tedir. Bir de bazı noktalarda düştüğü çelişkiler birtakım tuhaflıklar yaratmaktadır. Bu değer-lendirmede öncelikle yazarın tezleri sunula-cak, sonra bu hususlarda şahsi fikirlerim ifade edilecektir. Yazının kelime sınırı gözetilece-ğinden yazarın tezleri de seçilecektir. Dolayısı ile tüm kitaba dair bir özetten kaçınılacak, bi-lakis kitabın ana fikrini çevreleyen çeşitli hu-suslar üzerinden gidilecektir.

Rene Guenon eserine Karanlık Çağ’dan neyi anlamamız gerektiğini tasvirle başlar. Ona göre Karanlık Çağ Hint kültüründe-ki “kastların birbirine girdiği dönem”dir. Yani “Kali Yuga”. Yazar bu dönemi tanımlarken hikmet ile bilgi, hareket ile ilkenin birbirinden uzaklaştığı devirde olduğumuzdan yakınır. Onu rahatsız eden temel mesele budur. Ancak ifade buyurduğu tüm bu rahatsızlığa rağmen yazar bu çağın da insanlığın atlattığı diğer çağlar gibi sıradan bir zaman dilimi olduğunu ve ele alınırken karamsarlığa kapınılmaması gerektiğini vurgular. Bana kalırsa yazar her ne kadar aksini istese de kendisi bunu başara-mamıştır. Kani olduğum bu sıkıntının nedeni ileride ele alınacaktır.

Daha sonra Doğu-Batı karşıtlığı bölü-münde bu karşıtlığın yapay olduğunu dile ge-tirmiştir. Fakat daha sonra aynı karşıtlığı ken-disi geleneksel ve gelenek karşıtı olarak bizzat ortaya koymuştur. Doğuyu daha geleneklerine bağlı Batıyı ise geleneklerini reddeden bir uygarlık olarak tanımlamıştır. Re-naisance yani Batı geleneğinin yeniden diriltilmesi ol-gusunu da Batı’nın gelenekselcileşmesi olarak yorumlar. Ona göre Batı geleneğine dönme-miş, gelenekselci olmuştur. Gelenekselcilik de içi boşaltılmış bir geleneği putlaştırma olarak tanımlanmıştır. Yazara göre eğer bu süreç ter-

sine döner de Batı kadim geleneği ile uzlaşırsa ortada karşıtlık falan kalmayacaktır. Fikrimce yazar burada yaptığı bu hamle ile kadim bilgi-deki ortaklığı vurgularken modernleşme süre-ci ile yaşanan farklılaşmaya gönderme yapmak istemiştir. Lakin buradaki sıkıntı Doğu’nun da Batı’nın ayak izlerini takip etmekte olduğunu görememesi olarak görülebilir. Zira daha önce okuduğumuz “Yaralı Bilinç” adlı eser Batı’yı takip etme yolundaki Doğu’nun çektiği eziye-ti gözler önüne sermekteydi. Fakat bu kitapta ne yazıktır ki bunu görememekteyiz. İkinci bir önemli husus da Doğu’ya düşen şeyin yalnızca ufak bir reform olduğu iddiasıdır. Bu da ciddi bir sıkıntıyı ifade etmektedir. Zira Doğu’nun yapması gereken şeyi bir reform olarak ha-fifletmek kanaatimce yanlıştır. Doğu bundan fazlasına muhtaç olmasa bugünkü halinde olur muydu?

Bilgi ve Eylem bölümünde ise yazar Kali Yuga’nın en belirgin özelliği olarak aceleden bahseder. Eylemin artık bilginin önüne geçti-ği ve bunun hakikat olgusu değersiz kıldığını anlatır. Aslında bu bölümle Kutsanmış Bilim ve Dindışı Bilim bölümlerini aynı doğrultuda giden bölümler olarak alabilir, orda da tıp-kı burada yaptığı gibi antik bilimin esasında şimdiki bilimden daha çok hakikat davasını güttüğünü ve daha ari olduğunu savunur. Yal-nız hakikat tanımı yapmaz. Fizik ve metafi-zik olgularına antikitede Aristo’nun getirdiği yorumun tersine döndüğünü yani metafiziğin Batı için önemini yitirdiğini düşünür. Burada da ilkesizlikten ve bu gibi değerlerin içinin boşaltılmasından söz etmeyi ihmal etmez. Düşüncesini sürdürür. Oysa yazarın ilkesizlik dediği durum başka bir ilkeler sistemini ihti-va edebilir mi? Ya da aslında böyle bir bakışa yazarın hiç mi gözü değmedi? Sorularımız ya-nıtsız kalmaktadır.

Guenon Bireyselcilik bölümünde hüma-nizmden ve hümanizmin modernizmle olan ilişkisinden ötürü hümanizmi eleştirmektedir. Bireyciliğe yaklaşırken entelektüel erdemlerin bunu mümkün kılamayacağından dem vurur. Tam burada şunu ilk kez görürüz. Yazar onca kelimesinden sonra entelektüel gibi modern zamanda kullanılan bir kelime ile bir gelenek-sel durumu bağdaştırmıştır. Zira entelektüel kavramsal tarihi itibari ile aydınlanma çağının ürünüdür. Bu bir çevirmen hatası olarak gö-

Modern Dünyanın Bunalımı Hakkında Bir Değerlendirme Denemesi

HasanTURUNÇKAPI*

*Galatasaray Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü öğrencisi.

Page 71: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

71

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

71

MAKALE

rülebilecek bir durum da olabilir zira bu kelimenin karşılığına dair bir not mev-cut değildir. Ama eğer yazarın kullandığı kelime bu ise burada ciddi bir çelişkiden söz etmemiz mümkündür.1 Buradaki bir diğer mesele de hakikatin pragmatist-lerin elinde anlamını yitirmesidir. Bunu savunan yazar niçin Batı’daki yalnızca “pragatizm”i görmektedir? Oysa bugü-nün Batı’sında idealizm ve materyalizmin kavgası dahi henüz nihayete ermemiştir. Bu bölümün devamında ise yazar Protes-tanlık mezhebinin inşası hakkında sadece Kilise’nin otoritesinde değil geleneğin kendisinde de bir tahrip olduğu tezini öne sürer ve dinin bireyselleşmesinin de bu modern paradigmaya sunduğu katkıyı anlatır. Sonrasında din bilimi yapmanın dinin sekülerleşme sürecinde bir nokta olduğunu ve bunun hakikati alçaltma ol-duğunu iddia eder.

Toplumsal Karmaşa bölümü ise modern dünyanın sosyal hayattaki tu-tarsızlıklarını işler. Demokrasinin cahil çoğunluğun diktası olduğunu, eğitim sisteminin zorunlu olmasının ve yapılan tüm bu propagandanın yegâne işlevinin “tek tipleştirme” amacını güden bir süre-cin parçası olduğunu söyler. Yalnız bunu söylerken Doğu’nun bu sürece katılımını işlemez. Onun yerine Doğu ve Batı ara-sında yeni bir karşıtlık oluşturur. Elitler Batı’da yok olmuştur. Daha doğrusu ha-kikati ve ilmi arayan elitleri eritmiştir. Rene Guenon’un elitleri entelektüellik-ten güçlerini alırlar. Tabiri caizse Batı’da-ki mevcut mahalle böyle elitlere müsaade etmez. Oysa Doğu’da elitler tam olarak görünür olmasa da elitin inşasına izin verecek şartlar mevcuttur. Yani yazarımız toplumsal mühendisliğin yıkıcı etkilerini yok etmek için yapıcı bir toplumsal mü-hendisliği gerekli görmektedir.

Maddi Bir Uygarlık bölümü de Batı-lı Modern bilimin yalnızca bir kalkınma aracı olmasından yakınarak bilim hu-susundaki tezlerine bir yenisi ekleyerek başlamıştır. Niceliksel bilimin nitelikselin önüne geçtiğini de vurgulayarak bunun işlemesinin de ancak ölçülebilir unsurları bilimin konusu yaparak mümkün olabile-ceğini söylemiştir. Sanayinin, bilimin bir sonucu olmaktan çok bilimin varlık ne-deni olduğunu öne sürmüştür. Bu söyle-

1 Bu söylediğimin bir kaşık suda fırtına ko-partmak ya da fırsatçılık olarak nitelen-dirilebilirliğinin farkındayım. Bu duruma düşmemek için bu notu düşmek istedim. Bu bir çevirmen hatası ise bunu tespit için bunu yazmam yazarın anısına saygımdandır. Ancak eğer bu yazarın sözü ise de yazarın zihinsel dünyasına dair bu notu düşmem de tarihe ve hakikate saygımdandır.

diği şeyin yeni olduğunu düşünmüyorum. Zira insanın üretim araçlarını yenileme arzusunun bilim için bir motivasyon ol-masının bizim içinde bulunduğumuz yani “ modern” çağa özgü bir durum ol-madığını düşünüyorum. Teknoloji ve bi-lim insanın daha iyi yaşaması arzusuna hizmet etmeye dün başlamadı. Bu, en ba-şından beri var olan bir durumdu. Dola-yısı ile bu durum, bugünkü imkânlarımızı yarattı. Kalkınma hırsı da eskiden gayet güçlüydü. Öyle olmasa bunca insanlık ta-rihi neyin üstüne kurulabilirdi?

Batı İstilası bölümü ise nihayet ya-zarın defaatle ihmal ettiği Doğu’nun Batı’dan etkilenmesi meselesini işler. Daha doğrusu bu sürece nasıl maruz bı-rakıldığını ve bunun ne kadar hazin ve yıkıcı olduğunu anlatır.

Son bölümde ise yazar bazı sonuçlar başlığı altında Batı’nın sürdüğü işgalin Doğu’lu elitleri azalttığını vurgular. An-cak buna rağmen bu elitlerin devamının ne kadar önemli olduğunu dile getirir. Batı’nın da bir şekilde bu elitleri inşa etti-ğinde bu oluşacak elitlerin bir köprü inşa edeceğini söyler. Bu şekilde tekrar uzlaşı sağlayacak ve bu uzlaşı sonunda aranılan kadim geleneğin inşası ile sonuçlanacak-tır. Bunu başarabilecek entelektüel sezgi-ye sahip olan insanlar azdır. Fakat onlar kararlı bir şekilde mücadele ederlerse ba-şarılı olacaklardır.

Kitapta çizilen çağ çeşitli eksiklere sa-hiptir. Yukarıda bahsettiğim çeşitli eksik bakışlar ve görüşler kitabın anlatımı için-de kendilerini hemen belli ederek gözü ve zihni rahatsız eden noktalardır. Bunun yanı sıra üstüne fikir ifade etmediğim hususlar da yazarla hemfikir olduğum noktalara işaret eder. Lakin sonuç kısmı-na çok katılmadığımı burada belirtmek istedim. Zira sonuçta ifade edilen mutlu son gereğinden fazla ütopiktir. Doğu ve Batı’nın sezgisel bir orta noktada bu-luşması tezi mümkün olsa idi Batı’nın geleneği koruduğunu düşündüğü çağ-da bir çatışmanın olmaması gerekirdi ki dünyanın henüz böyle bir devri görme-miş olduğu ayan beyan ortadadır. Ayrı-ca Doğu’yu sezgi ile, Batı’yı da salt ma-teryalizm ile özdeşleştirmek de yazarın eserin içinde çeşitli vesileler ile eleştirdiği “oryantalizm”in oryantalizm ve oksiden-talizmle karışmış versiyonu değil midir? Benim anlayamadığım nokta da tam bu-dur. Bu da benim noktayı nazarımda bir sorunu ifade etmektedir. Son olarak kita-bın temelinde bu düşünce bu üslupta iş-lendiği için de yazarla hemfikir olduğum pek çok noktaya rağmen kitaptan tat ala-madığımı da söylemem gerekiyor.

Teknik Bilgileri

Kitap Adı: Modern

Dünyanın Bunalımı

Yazar: Rene

GUENON

Çeviren: Mahmut

KANIK

Baskı Yılı ve Sayısı:

Kasım 2014, 4.

Baskı

Sayfa Sayısı: 184

ISBN :

9789758988174

Page 72: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

72

MAKALE

Page 73: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

73

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

Page 74: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

74

MAKALE

SON yıllarda göz kamaştıran bir performans gösteren AGü Spor Bayan Basketbol Takımı, bu sezon 1. ligde Galatasaray’a karşı Play-Off finali

oynayıp başarısını taçlandırdı. kadrosunda A Milli Takım’dan 3, ümit Milli Takım’dan da 1 isim bulunan AGü Spor Bayan Basketbol Takımı 9 sezon 1. Lig’de mücadele etti. Son beş sezon GS ve FB ile birlikte hep ilk 3’te yer aldı. Bu sezon ise Fenerbahçe’yi de geride bırakarak Türkiye finali oynamaya hak kazandı. Yıldızı giderek parlayan ve sporda Anadolu kulüplerinin iddiasına örnek olacak biçimde ivme gösteren AGü Spor Basketbol Takımı yöneticileri ve oyuncuları ile İstanbul’daki Galatasaray karşılaması öncesi görüştük.

İşadamı ve aynı zamanda AGü Spor kulübü 2. Başkanı Zafer Gönen’e ait Yenibosna’daki Gönen Otel’de ağırlanan AGü Spor yönetici ve oyuncuları, Türk basketbolunun geleceği için umut veren ifadelerde bulundular. Son 3 sezonda Türkiye’yi Avrupa kupalarından temsil eden takımın başarı koşusu aslında yıllar süren bir çabaya dayanıyor. Takımdaki kimi oyuncuların yıllara dayanan dostlukları var. Elbette başarı sadece bu birlikteliğe dayanmıyor. kayserililerin basketbolu ve AGü Spor’u kabullenmeleri, destek olmaları da başarıdaki en büyük etkenlerden biri. kulüp Başkanı Ömer Yağmur, 2. Başkanlar Zafer Gönen, Celal Toprak, Başantrenör Ayhan Avcı, Yardımcı Antrenörler Müge Berkalp, Mustafa Göçer,

yıldızı giderek parlayan ve sporda anadolu kulüplerinin iddiasına örnek olacak biçimde ivme gösteren agü spor Basketbol takımı yöneticileri ve oyuncuları ile istanbul’daki galatasaray karşılaması öncesi görüştük.

KAYSErİ’nin destan yazan kızları…

Page 75: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

75

MAKALE

Yeni Ufuklar, sayı 26

Fizyoterapist Atalay Özen, İdareci Adil Çakmak, Menejer Meerim Moldobaeva, Malzemeci Türkan Özdemir ve isimsiz birçok kahraman kulübün bugün geldiği noktada pay sahibi. Antrenöründen malzemecisine kadar tüm ekip gelecek günlerin AGü Spor adına daha iyi sonuçlar getireceği inancını taşıyor. Basketbolun artık ülkemizde hak ettiği yere gelmeye başladığı görüşü hayli yaygın. Hatta dünya ölçeğinde önemli bir nokta olduğumuz görüşü daha da ağır basıyor. AGü Spor kaptanı Esra Ural başarının sırrını birlik ruhuna bağlarken bu gerçeğe dikkat çekiyor: “AGü Spor 10 yıldır ligde olan bir takım. Çok uzun bir yoldan geliyoruz. İlk defa sezonu ikinci bitirdik. Bu başarıda elbette bizim yıllardır aynı ekip içinde yer almamızın etkisi var. 8

yıldır birlikteyiz, birbirimizi tanıdığımız için başarı geldi. Ama tek neden bu değil. Yöneticilerimizin madde ve manevi anlamda tam desteği var. kayseri bizi sahipleniyor, alıştı ve kabullendi. İki Fener maçından taraftarlar son beş dakikayı ayakta izledi.”Milli basketçilerimizden Pınar Demirok da ayrı görüşte. Demirok, başarı geldikçe ilginin de arttığını ifade ediyor. Türk basketbolunun dünyadaki yeri için ise hayli ilginç şöyler söylüyor Pınar Demirok: “Türkiye Basketbol Ligi şu anda Avrupa’nın en iyi ligi. ABD’li sporcular bile bizim ülkemizde bir takıma gelmek istiyorlar. Hem ekonomik anlamda hem de çok çekişmeli bir lig. Ligin son haftasına kadar kimin alt sıralara düşeceği belli olmuyor. Çok hareketli bir lig. Bütün takımlar iddialı herkes yatırım yapıyor. “

Pınar Demirok Esra Ural

Sinem Ataş Cansu Aslan

Lindsay Marie Whalen Tanasha

Lovely Wright Gabriela Marginean

Mirna Mazic Aleksandra

khomenchuk Özge Bilgin

OYUNCULAr:

Page 76: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

76

MAKALE

“When in Rome, do as the Romans do”“Romadayken, Romalıların yaptığını yap!” İngiliz Atasözü

10 hafta önce İngiltere’nin Brighton şehrine, Sussex Üniversite’sinin yüksek lisans öncesi dil eğitim programı için geldim. Dolayısıyla, buraya geliş

amacım “gezi” olmamakla birlikte yapmaya çalışmış oldu-ğum gözlemler gezi yazısının yanında sosyal ve kültürel hayata dair izlenimlerde barındırmakta. Buraya dair bir ba-kış açımın oluşmasında oldukça yardımcı anılarım olmuşsa da, beni yanlış yönlendirebilecek önyargılarım da meydana gelmiş olabilir. Dolayısıyla vaktinizi ayırıp, okuyacağınız bu yazı boyunca söylemek istediğim her fikir bana aittir, kısa veya uzun vadede değişkenlik gösterebilir. Bu sebeple siz değerli okuyucularda önyargısı oluşmaması için yazma sü-recimde kendimle bir çatışma halinde olacağım.

Bir cemiyet hakkında fikir sahibi olabilmek için o ce-miyetin bütün faktörleri dikkatle incelenmelidir. Devlet, entellektüeller, üniversitenin o cemiyetteki rolü, politikacı-lar ve onların tercih ettikleri yönetim ve propaganda usülü, medya ve nihayetinde gündelik yaşam ve onun ortaya çıkardığı toplum veya kitle. Yeni bir cemiyete göç ettiği-nizde elinizde olmadan kendi cemiyetinizle yeni vatanınızı karşılaştırma ihtiyacı duyuyorsunuz (Burada ki “vatan” ifa-desini kullanma sebebim Avrupalılar’ın bakış açısını ifade etmektir bu yüzden onların kullandığı kontekste kullan-dım). Bu karşılaştırma sonrası herhangi birini daha tercih edilir bulmak yada herhangi bir tanesini daha doğru bulma ihtiyacı hissetmek “herkes”in kendi kişiliğine kalmış birşey. Çünkü kabul etsek de etmesek de her kültür belli kalıplar içerisinde kalıyor ve o kalıpların her birinin olumlu olduğu kadar olumsuz etkisi de oluyor. Bu kalıpların hangilerine,

Buraya geldiğimde beni daha da ürküten bir tablo ile karşılaştım. 2. dünya savaşında alman ablukasında kalan ingilizlerin hayatlarının hemen her alanında bu mesele hala hatırlatılıyor (özellikle güney illerinde gerçekleştirilen uçaklarla yapılan gösteri bile ona ithafendir).

vİYAnA’nın batısındaki son Türk

S. OrhunALTIPARMAK

Sherlock, Baker Street’de...

Page 77: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

77

Yeni Ufuklar, sayı 26

ANI

ne kuvvetle, ne zamana kadar sarılacağını belirlemek ise “birey”in kendi meselesidir.

Cemiyetin içinde ki bireyi tespit edebilmek için önce-likle cemiyetin yönlendirici faktörlerine odaklanmak ge-rekiyor. Entelektüeller bu konuda ön saflardan birinde yer alır. Şimdi ki bahsedeceğim şey belki bir devlet politikası, belki bir pazarlama stratejisi belki de sadece bir uygulama, orasını bilemeyeceğim ancak cemiyete yön vermiş, başka bir tabirle cemiyetin fikirlerini entelektüel bir faaliyet çer-çeve de toparlayabilmiş bir şahsiyete ciddi derecede sahip çıkılıyor. Newton, Darwin, Shakespeare(doğum ve ölüm yıl dönümü ulusal bir gün niteliği taşıyor) ve Churchill bunla-rın başında geliyor. Her biri kendi alanında dünya çapında etki yaratılmış şahsiyetler ve diğer milletlerden gelen turist ve öğrencilere de bu isimlerin ne kadar önemli olduğu gös-teriliyor.

ulusal değerlere sahip çıkmakHemen her şeyi karşılaştırma isteği barındıran bir düşünce ile de peki bu konuda biz ne yapıyoruz diye düşünmeye başlıyorum. Belki bizim ülkemize bu kadar sayıda yabancı turist ya da yabancı öğrenci gelmiyor ama gelenlere ya da hiç olmazsa kendi milletimize yönelik bu konuda ne gibi faaliyetler yürütüldüğünü düşünüyorum. Bir kesim, geçmişini tamamıyla yok sayarken bir diğer kesim ise geçmişe sorgulanmaz bir biçimde sarılırken, sarıldıkları kişilerde tarihin sadece siyasi yönüne etki edebilmiş insanlar. Kaldı ki siyasi tarih denilen şey bütün tarihi faktörlerin içerisinde, denizin içindeki bir damlaya benzer. Üzerine vurgulamış olduğum üzere, bunların da sorgulanmadan kabul edilmesi de cabası. Yani; Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırları içerisinde -benim gözlemdiklerim içersinde- hiçbir siyasi parti, dernek, vakıf veya kurum geçmişi, anı ve geleceği toptan bir şekilde benimseyip bunu alimleriyle anlatabilecek istekte değildir. Şimdi diğer merdivene tekrar atlayalım.

Demokrasi ile yönetilen bir rejimde, siyasi görüşünüz ya da tercihiniz her ne olursa olsun bu tercihin sizin kendi öz değerlerinize sahip çıkmanıza engel hiç bir yanı yoktur. Bu gerçeği buraya gelmeden önce biliyordum ve düşünü-yordum. Ancak hayatım boyunca ilk defa muhafazakârlara karşı duran kesimden vatandaşlarında ulusal değerlerine sahip çıktığını gördüm. Bir şeyi düşünmek ile o şeyi ya-şamak arasında ki farkı öğrendiğim an, çukura düşer gibi hissettim kendimi.

2.dünya savaşı’nın önemiGeçtiğimiz yıl (2014) bildiğiniz üzere 1. Dünya

Savaşı’nın 100. yıl dönümü idi. Bu kültür nereden, ne şe-kilde doğmuş herhangi bir fikrim yok ancak önemli bir hadisenin üzerinden geçen 25, 50, 75 ve 100 yıl önemli kabul edilir. İngiliz basın-yayın organlarında da 1. Dünya Savaşı’na çok ciddi derece de yer veriliyordu ve 1. Dünya Savaşından en çok etkilenen devletlerden (kimi uzmanlara göre en çok etkilenen) Osmanlı Devleti’nin devamı olarak gösterilen Türkiye Cumhuriyetinde ise basın-yayın organ-larının, devlet politikalarının ve sivil toplum örgütlerinin hepsinde bu mesele arka planda idi. Benim bu alanda ki

ilk tespitim geçtiğimiz sene bu tespit ile başlamıştı. Buraya geldiğimde beni daha da ürküten bir tablo ile karşılaştım. 2. Dünya Savaşında Alman ablukasında kalan İngilizlerin hayatlarının hemen her alanında bu mesele hala hatırla-tılıyor (özellikle güney illerinde gerçekleştirilen uçaklarla yapılan gösteri bile ona ithafendir). İspanyolların 16 YY. da saldırı yaptıkları ve o saldırıları, o zaman güçsüz olmalarına rağmen İngiliz donanmasının püskürtmesinin şu an İngi-lizlerin bu kadar güçlü olmasında ne kadar etkili olduğu yabancı öğrencilere anlatılıyor. Kendi öğrencileri ise böyle birşeyle ilgilenmese de biliyor.

Gelinen noktada, ülkemizde önemli şahsiyetler tara-fından bir İngiliz-Yahudi medeniyeti çağında yaşadığımız anlatılıyor. Şu ana kadar civilization(medeniyet) kelime-sini hiç bir akademik kitapta, basın-yayın organında, sivil toplum kuruluşlarının çalışmasında ya da politikacının söylemlerinde rastlamadım (rastlamamam bu kelimenin kullanılmamasından yada benden kaynaklanan birşeyden

Yaşlı kurt Churcill ile...

Page 78: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci

78

ANI

değil, sadece ve sadece kullanıma gereksinim duyulup du-yulmamasındandır). O zaman birazcık geriye gittiğimizde yada tepeye çıktığımızda gördüğümüz tablo da İngilizler bir coğrafya üzerinde duruyorlar (durmak:stand). Durduk-ları yerden de bütün hayatı/gündelik yaşamı kuşatıcı fikirler oluşturup, oluşturdukları kümeye dahil edebildikleri kadar insanı dahil etmeye çalışıyorlar (bakış açısı:standpoint). Bu özelliğin olumsuz manada eleştirilecek ve bu özellikle karşılaştırılabilecek başka medeniyetler illa ki bulunabilir. Önemli olan o farklı medeniyetlerin kendilerine has özel-liklerinin bulunup ortaya çıkarılmasıdır. Çünkü görünen o ki, insanlık tarihinde ortaya çıkan son medeniyet türü, öncekilerinden çok daha farklı bir bakıç açısı ve özelliklere sahip. Dolayısıyla ortaya çıkarabileceği etkiler, öncekile-rinden çok daha yıkıcı etkilere sahip olabilir. Yani; şu an Türkiye’de ve dünyada hala bu olumsuz etkilerin tam ma-nasıyla göründüğüne şüphe ile yaklaşıyorum ve cemiyetin içinde ki bir damla olarak geleceğe dair kaygılarım daha da artmış bulunmaktadır.

fetihlerin fethedilebilmesi..Yazıma başlarken vatan ve onun üzerinden toprak

vurgum bazı okuyucuları rahatsız etmiş olabilir. Benim inancıma göre bir yerde durma (stand) ve daha sonra söz söyleme/eylem yapma isteği Avrupalıların kültüründe olan birşey. Coğrafyanın ve vatanın gerekliliği bu yüzden onlar için çok önemli (Bu yüzden harita üzerinde cetvelle ülke sınırı belirlemek sadece emperyal bir bakış açısından kaynaklanmıyor). Milli duyguları ağır basan Türkler içinde vatan tartışması ister istemez burada ortaya çıkıyor ancak

Türkiye’de ki öğrenim hayatım boyunca bir gözlemimi iletmem gerekirse, sınıfımızda özel öğrencilerin dışında hiç kimsenin coğrafi yeteneği yeterli değildi (buradaki yeter-lilik tanımım not sistemine göre ölçülmemiştir). Türklerin coğrafi yeteneğinin olmadığı ve kronolojik düşünemediği de zaten bu alanın uzmanlarınca net bir şekilde ortaya ko-nulmakta.

Velhasıl, cemiyet olarak belli alanlarda yeteneklerimiz sınırlı olsa da, öncelikle bu durumun bütün alanlarda geçer-li olmadığını bilmeliyiz ve yeteneğimizin hangi alanlarda olduğunu öğrenmeliyiz. Orta Asya’dan bu yana gittiğimiz her bir toprak parçasını kendimize aitmiş gibi sahipleniyor-sak bunun sebebini ölçmeli sınırlarını tayin edebilmeliyiz. Diğer türlü “fetihlerin fethedilmesi” kavramının baş aktörü olup yokluğa sürükleniriz. Benim kanımca, Fatih Sultan Mehmet’in döneminde başarılan şey İstanbul’u fethetmek değil, fethettikten sonra kendisini -tamamıyla- fethet-tirmeyecek bir tarihi birikime sahip olmaktır. Diğer bir ifadeyle, Viyana’nın ötesine geçememiş olmak, orada ol-mamak yada oradan olmamak anlamına gelmez. O zaman yazımızın girişine koymuş olduğumuz İngiliz Atasözünü tekrardan düşünmek gerecek; Romadayız ama kendimizi Türk hissediyoruz. Roma’nın da bize çok uzak olmadığını gözlemiyoruz, kendimizinde bize -aslında- çokta yakın olmadığını öğreniyoruz. Her yeni bilgi de, bu naciz yaratığa yeni sorular çıkarıyor; vatan denilen yer neresi? Biz nerede-niz? Sonumuz neresi? Cânıma bir merhaba sundu ezelde çeşm-i yâr Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim (Fatih’in veziri şair Ahmet Paşa)

Tower Bridge’e farklı bir bakış...

Page 79: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci
Page 80: Değerli okuyucularımız merhaba, - yeniufuklar.org.tryeniufuklar.org.tr/wp-content/uploads/sayı26internet.pdf · biyat grubu”na girdi, iki yıllık bu okulu yatılı öğrenci