22
22 DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ BAHAR 2018, SAYI 27

DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

  • Upload
    others

  • View
    17

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

22

DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ

BAHAR 2018, SAYI 27

Page 2: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

23

Kadir Has Üniversitesi, 2018 yılını “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Yılı” ilan ederek, son yedi yılda bu konuda yapılanları, yapılması gerekenler açısından bulunduğumuz noktayı ve hedeflenenlerle ilgili aksiyon planını kamuoyu ile paylaşarak, bunu üst yönetim düzeyinde bir politika olarak benimseyip, stratejik planı içerisine dahil eden az sayıdaki akademik kurumdan birisi oldu. Uluslararası diğer paydaşlarla ortaklaşa yürütülen ve kısaca SAGE Projesi olarak adlandırılan aksiyon planı, Panorama Khas’ın 26. sayısında yayınlanmıştı. Bu sayıdaki dosyamızın ilk yazısı, üniversitemizin Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi tarafından 2014 yılından bu yana gerçekleştirilen “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı” araştırmasının sonuçlarını içeren rapor. Raporun dayandığı araştırma Türkiye’deki kentli nüfusu temsil eden bir örneklem ile gerçekleştirilmiş ve geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi kadının en önemli sorunlarının sırasıyla şiddet, işsizlik, eğitim, sokakta karşılaşılan baskı ve tacizler olarak görüldüğünü ortaya çıkarıyor. Rapora göre şiddeti sorun olarak görenlerin oranında geçen yıla göre önemli bir artış var ve bu geçtiğimiz yıl içerisinde erkek faillerce öldürülen kadın oranının son yıllardaki ortalamasının da üzerine çıkarak artmış olduğunu gösteren diğer araştırma verileriyle örtüşüyor. Ayrıca bu sonuçlar kadının kamusal ve özel alanda güven içinde olmadığı gibi, bu güveninin gelişmesine katkıda bulunacak eğitim ve ekonomik özgürlükler açısından durumuyla ilgili farkındalığı da ortaya koyuyor. Araştırmanın önemi, şiddet başta olmak üzere bu sorunlarla mücadeleler için politikalar üretilmesi yönündeki taleplerin de arttığını ortaya çıkarması. Ancak araştırma, kadın ve erkeklerin kamusal hayata eşit hak ve duruşlara sahip şekilde katılımı konusunda eşitlikçi toplumsal cinsiyet algısının güçlendiğini ortaya koymakla beraber, bunun özel hayata yansımadığı yönünde veriler de sunuyor. Başka ifadeyle, kadınların eğitiminin önemi, çalışma

DOSYAYI AÇARKENKhas Öğretim Üyesi

Dosya Editörü: Sevda ALANKUŞ

Page 3: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

24

role ilişkin. Benim yazım, ana akım medya haberciliğinin neden kadın hakları ihlali yapan bir eril tür, anlatı formu olduğunu, haberciliğin ilke ve kodları ile etiğinin tanımlanıp norm haline geldiği 18. yüzyıl sonları ile 19. yüzyıl başlarının sosyolojik, bilimsel bağlamını bize hatırlatarak, kadınların haber merkezlerinden dışlanmışlığı ile açıklıyor. Sonraları kadınların haber merkezlerinde aktif olarak yer almaya başlamaları ile birlikte kimi önemli değişiklikler olsa bile, yaygın medya gazeteciliğinin bu erkek-egemen anlatıyı yeniden-üreten niteliğinin yerinden edilemediğini ekliyor. Toplumsal cinsiyet odaklı, dolayısıyla kadın hakları, LGBTİ+ hakları ihlali yapmazken, şiddet ve çatışmaları da körüklemeyen bir haberciliğin ancak onun ABC’si sayılan bütün kuralların ve etiğin öteki odaklı bir epistemolojik temelde yeniden-tanımlanmasıyla mümkün olabileceğini söylüyor.

Dosyamızın Elif Akçalı ve İrem İnceoğlu’na ait son yazısı ise, bir diğer medya anlatı formu olan diziler üzerine gerçekleştirilen araştırma sonuçlarını özetliyor. Türkiye televizyonlarında en çok izlenen 12 dizideki kadın erkek temsillerine dair verileri bizimle paylaşırken, dosyamız yazılarının çerçevesini oluşturan araştırma sonuçları ile de örtüşecek şekilde bizi toplumsal cinsiyet eşitsizliği açısından bulunduğumuz durum ile yeniden yüzleştiriyor. Ancak araştırmanın hayata dönen önemli bir sonucu da var. Çünkü, Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu tarafından geliştirilen bir proje dahilinde gerçekleştirilen bu araştırmanın ortaya çıkardığı sonuçlar, dizi hikâyelerinin iyileştirilmesi hedefine uygun olarak dizi film senaristleri, yapımcı ve yönetmen ve oyuncuları, kanal yöneticileri ile reklam verenler ile de paylaşıldı. Böylelikle, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık ve bilinçlilik yaratmak açısından önemli roller oynayabilecek medya sektörünün paydaşlarına sorumlulukları hatırlatıldı. Sonuç olarak, dosyamızı oluşturan bu beş yazı, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından bulunduğumuz durumu verilerle tespit etmekle kalmıyor, söz konusu eşitliğin sağlanmasına yönelik politikalar konusunda önemli ipuçları veriyor.

hayatına katılımı ve ekonomik özgürlüğü savunulurken, özel alanda geleneğin kadınlara yüklediği ev ve çocuk bakımı gibi konularındaki eşitliğe olumlu bakılmıyor.

Dosyamızın diğer yazıları ise hem bu verileri tamamlayıcı, hem de kısmen de olsa açıklayıcı nitelikte. Bu çerçevedeki ilk katkıyı, Perrin Öğün Emre’nin kır kadınları üzerine gerçekleştirilmiş geniş kapsamlı bir araştırmanın odak grup görüşmelerinin sonuçlarını özetlediği yazı yapıyor. Araştırma toplumsal cinsiyet eşitliği meselesine, hızla çözülen tarım ekonomisi ve geleneksel aile ilişkilerinin, kadınlar ve erkeklerden oluşan katılımcılar tarafından nasıl yorumlandığı üzerine odaklanıyor. Tarımın modernizasyonu ile birlikte hane içi üretimle ekonomik değer yaratan kadın emeğinin, tıpkı ev işleriyle yarattığı değer gibi görünmezliğinin altını çiziyor. Ancak diğer yandan bunun erkek katılımcılarda memnuniyetsizlik yaratacak şekilde geleneksel aile ilişkilerini çözerken, Deniz Kandiyoti’nin ifadesi ile kadının ataerki ile pazarlık gücünü artırmasına yol açtığı, ancak yine de mevcut toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar tarafından da içselleştirilmiş olması nedeniyle bunun onları erkek karşısında her zaman güçlendirici bir etki yaratmadığını ortaya koyuyor. Böylelikle, tam zamanlı sigortalı bir işte çalışıyor olmanın ve kamusal alana çıkmanın toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması açısından önemini hatırlatmış oluyor. Emre’ye göre, kır kadınlarının örgütlenme kültürünün gelişmesi, kendi sorunlarının çözümünde aktif rol oynayabilmelerinin sağlanması önemli ve bu konuda devlet başta olmak üzere bütün paydaşlara önemli roller düşüyor.

Buna karşılık Ebru Nihan Celkan’ın yazısı, kentlerde toplumsal cinsiyet politikalarının hayata geçirilmesi açısından önemli paydaşlardan birisi olan üniversiteler de dahil olmak üzere kurumların yapmaları gerekenleri konu ediniyor ve bunu kendisinin söz konusu politikalara dair içerik üreticisi, danışman, eğitmen olarak yaptığı çalışmalar çerçevesinde sunuyor. Celkan öncelikle ölçülebilir olan kriterler üzerinden kurumların “toplumsal cinsiyet açısından nerede bulundukları” sorusunu kendilerine sormak durumunda olduklarını söylüyor ve bu kriterler etrafında ilerlenirken söz konusu sorunun sürecin her aşamasında cevaplanmasının önemini hatırlatıyor. Diğer yandan, toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun sadece kamusal alanın kurumlarına yönelik ya da onlar tarafından geliştirilen politikalarla hep gündemde tutulmasının yeterli olmadığını, özel alanda toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık ve değişiklik yaratılabilmesi için yeni yöntemler geliştirilmesi gerektiğini, bu arada ortak bir dil geliştirilmesinin önemli olduğunu belirtiyor. Bu açıdan en önemli bilinçlendirme kaynaklarından birisinin medya olduğuna dikkat çekiyor.

Dosyamızın son iki yazısının sorun edindiği konu ise tam da bu, yani medyanın halihazırda oynadığı ve oynaması gereken

Page 4: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

25

KADINLARIN EN BÜYÜK SORUNU ŞİDDET

Khas Öğretim Üyesi

Mary Lou O’NEIL

Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi tarafından her yıl gerçekleştirilen “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”nın 2018 sonuçları açıklandı. Araştırmaya göre 2018 yılında kadının en büyük sorunu şiddet. İkinci sırada işsizlik, üçüncü sırada ise eğitimsizlik yer alıyor. Kadının toplumda yaşadığı en büyük dördüncü sorun ise sokakta baskı ve taciz. Türkiye’de kadınlık ve erkekliğe atfedilen özelliklerin ülkedeki aile, çalışma ve siyaset dünyasındaki yansımalarını da değerlendiren araştırma birçok çarpıcı veriyi ortaya koyuyor.

Page 5: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

26

Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Algısı Araştırması”, Şubat ayında 23 ilde, 18 yaş ve üzeri Türkiye kent nüfusunu temsil eden kadın ve erkek toplam 1205 kişi ile gerçekleştirildi. 2017 Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi verilerine göre kent nüfusu, toplam nüfusun yüzde 92’sini oluşturmaktadır. Araştırmanın saha çalışması, Frekans Araştırma tarafından Ocak-Şubat 2018 tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Kadınların yüzde 48’i ilk-orta eğitim seviyesindeyken bu oranın erkeklerde yüzde 40 olduğu ortaya çıkmıştır. Kadınların genel eğitim düzeyi geçen sene yapılan araştırmaya göre yükselmiş olsa da, hâlâ erkeklere göre daha düşüktür.

En Büyük Sorun Şiddet Türkiye genelinde kadınların en büyük sorunu yüzde 61 ile “şiddet” oldu. Araştırma yapıldığından bu yana en önemli sorun olarak belirtilen şiddet, giderek daha fazla bireyin sorunlar listesinde 1 numaraya oturuyor. Oran 2016’da yüzde 53, 2017’de ise yüzde 55 idi. Bu yıl ise yüzde 61’lik bir kesim tarafından “Kadının 1 numaralı sorunu” olarak belirtildi. Toplum, özellikle kadınlar, kadına yönelik şiddetle mücadele politikaları üretilmesini talep ediyor. Şiddetten sonra sırasıyla en büyük sorunlar işsizlik ve eğitimsizlik olarak rapor edilmiş olsa da, şiddeti en büyük sorun olarak gören kişiler katılımcıların %61’i iken, işsizlik ve eğitimsizliği en büyük sorun kategorisine ekleyenler katılımcıların yalnızca %9’u.

İşsizlik ve eğitimsizliğin şiddet kadar önemli bir sorun olarak görülmüyor olması başlı başına önemli bir problemdir. Çünkü, araştırmalar gösteriyor ki istihdam sahibi ve yüksek eğitimli kadınların şiddete uğrama oranları daha düşüktür. O nedenle, bu araştırma bizlere işsizlik ve eğitimsizlik konusunda bilincin artması gerektiğini göstermektedir.

Toplumda Fikir Birliği: “Aile İçi Şiddet Boşanma Sebebi”Araştırmada ortaya çıkan bir başka çarpıcı sonuç ise boşanma ve şiddet arasındaki ilişki oldu. Katılımcıların yüzde 72’si aile içi şiddetin boşanmak için yeterli bir sebep olduğu konusunda fikir birliğine ulaştı. “Erkek, ailenin dirlik düzeni için zaman zaman şiddete başvurabilir” seçeneğine olumlu yaklaşan katılımcıların oranında ise düzenli bir düşüş sözkonusu. Oran 2016 yılında yüzde 14, geçen yıl ise yüzde 11 idi. Bu yıl bu ifadeye olumlu bakanların oranı yüzde 5’e düştü. Bunlara ek olarak, “boşanmış bir kadının iffeti eski kocasını ilgilendirmez” ifadesine katılım oranının hem kadın hem erkekler için artmakta olduğu gözlenmiştir. Kısaca “ailenin devamı için gerekirse aile içi şiddet görmezden gelinmelidir”, “evli bir çift, hiçbir şart altında boşanmamalıdır” ifadelerine katılım oranının da hem erkek hem kadınlar için zaman içerisinde düştüğü gözlemlenmiştir. Güven konusunda ise genelde kadın-erkek farkı görülmezken tek anlamlı sonuç eşlere güvende gözlendi. 2018’de kadınların %87’si “eşime güvenirim” derken erkeklerin %96’sı güvenirim demiş.

Page 6: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

27

Erkeklerin Ev İşlerine ve Çocuk Bakımına Katkısı Erkeklerin ev işlerine düzenli katkısı evin “dış işleri” diyebileceğimiz; alışveriş ve tamirat yapmak gibi faaliyetlerle sınırlanmış durumda. Temizlik yapmak, evi toplamak, yemek yapmak, bulaşık ve çamaşır yıkamak gibi evin “iç işleri” faaliyetlerine katkıları her biri için yüzde 10’u geçmiyor. Babaların çocuk bakımına düzenli katkısı da genel olarak düşük. Artış görülen alanlar; gezme, oynama, okul işleri ile ilgilenme, ders çalıştırma ve genel olarak ilgilenme alanları olarak göze çarpıyor. Ancak bu artışlar sonrası dahi “düzenli bakım” yüzde 48 oranını geçemezken, babaların yüzde 20’si çocukları ile hiç oynamadıklarını bildiriyorlar. Ayrıca babaların yüzde 37’si, “çocuğunuzun günlük bakımına bu söylediklerinizin ötesinde daha fazla dâhil olmak ister miydiniz?” sorusuna “hayır dâhil olduğum kadarı uygundur” diyor.

Kadınlar için Kadın Siyasi Lider Kadın sorunlarına yaklaşım oy verme eğilimlerini etkiliyor. Ankette geçen yıl ilk kez sorulan “Bir kadın sizin görüşlerinizi savunan bir partinin lideri olsa, o partiye oy verir misiniz?” sorusuna kadın katılımcıların yüzde 81’i “evet” demiş; erkek katılımcılarda aynı oran yüzde 73 olmuştu. Bu yıl rakamlarda artış var. Aynı soruya bu yıl kadınlar yüzde 85, erkekler yüzde 74 oranında “evet” dedi. “Diyelim ki bir seçim sezonunda çok benzer özelliklere sahip bir erkek ve bir kadın cumhurbaşkanı adayı var, hangisini tercih ederdiniz?” sorusuna geçen yıl kadın katılımcıların yüzde 63’ü, bu yıl ise yüzde 70’i “Kadın adayı tercih ederdim” dedi. Erkek katılımcıların yüzde 30’u da kadın adayı tercih edeceği yönünde cevap verdi. Geçen yıl bu oran yüzde 36 olarak gözlemlenmişti. Yerel veya genel seçimlerde oy verilecek partinin diğerlerine göre daha fazla kadın aday göstermesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele edeceğini vadetmesi oy verme eğilimlerini etkiliyor. Bir partinin seçimlerde daha fazla kadın aday göstermesi geçen yıl yüzde 30, bu yıl ise yüzde 36’lık bir kesimin desteğini alıyor. Partinin kadına yönelik şiddete karşı çalışacağını söylemesi kadınlar için büyük önem taşıyor. Kadın seçmenin yüzde 58’i bu vaadin oy verirken etkili olacağını belirtiyor. Oranda geçen yıla göre yüzde 10’luk artış gözlemleniyor.

Kadınların %28’i İş Dünyasında Aktif Kadının çalışma hayatındaki varlığının da sorgulandığı araştırmada ortaya çıkan sonuç, yüzde 28’lik bir kesimin şu anda aktif olarak çalıştığını gösterdi. Katılımcıların yüzde 35’i geçmişte çalıştığını, yüzde 46’sı ise hayatında hiç çalışmadığını ifade etti. “Kadınların iş hayatına katılımı ülkenin refahı açısından gereklidir” ifadesine katılma oranı kadınlarda yüzde 84; erkeklerde ise yüzde 73 olarak gerçekleşti.

Küçük Yaşta Evliliğe HayırResmî nikâhın imamlar veya müftüler tarafından kıyılması konusunda erkekler kararsız kalırken, kadınlar “hayır” dedi. Erkeklerin yüzde 49’u “hayır”, yüzde 52’si ise “evet” dedi. Kadınların yüzde 64’ü “hayır” diyerek bu yetkilendirmeyi onaylamadıklarını gösterdi.Kız-oğlan farkı gözetmeksizin 18 yaşından küçük çocukların evlendirilmesi %74 tarafından onaylanmazken, kalan %25 aile onayı, çocuk rızası ve mahkeme onayı gibi şartlar karşılandığı takdirde çocukların evlendirilmesini onaylıyor.

Muhafazakâr Feminizm YükselişteAraştırmanın verdiği sonuçlardan biri de eşitlikçi toplumsal cinsiyet algısının güçlenmesi. Kadın ve erkeklerin kamusal ve özel hayatta eşit hak ve duruşlara sahip olmaları konusundaki tutumların ölçüldüğü araştırmada; hem kadın hem erkekler arasında eşitlikçi toplumsal cinsiyet algısının güçlendiği gözleniyor. Ancak bu artışın genelde kadının kamusal alandaki hakları ve duruşu ile sınırlı kalıp, özel hayata yansımaların daha geride kaldığı görülüyor. Bir çeşit “muhafazakâr feminizm” yükselişinden bahsetmek mümkün. Örneğin kürtaj, ev ve çocuk bakımında eşit sorumluluk paylaşımı, evlilik dışı çocuk sahibi olmak veya birlikte yaşamak gibi konularda tutumların olumsuzlaştığı görülürken, özellikle çalışma hayatına kadınların katılımı ve ekonomik özgürlükleri konusunda eşitlikçi tutumların arttığı gözlemleniyor.

Feminizm Algısı Tırmanışta2017 yılı anket sonuçlarında erkeklerin yüzde 55’i feminizm ifadesini daha önce duyduklarını belirtmişti. 2018 yılı anket sonuçlarında bu oran yüzde 62’ye yükselmiştir. Ayrıca bu yıl, geçen yıllara oranla daha fazla kişi feminizm ifadesinin kadın-erkek eşitliğini savunduğu fikrine katılmaktadır.

Kürtaja Düşük Destek Bu sene “kürtaj yasaklanmalıdır çünkü kürtaj savunmasız bir cana kıyımdır” ifadesine katılanların oranı yüzde 55’ten yüzde 63’e, “kürtaj yasaklanmalıdır çünkü günahtır” ifadesine katılanların oranı ise yüzde 53’ten yüzde 58’e yükselmiştir. Aynı zamanda “kürtaj kadının en temel haklarındandır, yasaklanamaz” ifadesine katılımda da geçen yıla oranla anlamlı bir düşüş gözlemlenmiştir.

Avrupa Birliği Üyeliği ve Kadın HaklarıAvrupa Birliği’ne katılım sürecinin Türkiye’deki kadın hakları üzerinde etkisi konusunda kadın ve erkek katılımcıların görüşleri arasında büyük bir fark olmadığı gözlemlenmiştir. Kadınların yüzde 55’i, erkeklerin yüzde 52’si AB üyeliğinin kadın hakları yönünden faydalı olacağını düşündüklerini belirtmişlerdir. Fakat, geçen yıllara oranla incelendiğinde, yıllar içinde AB’ye katılım sürecinin Türkiye’deki kadın haklarına olumlu etki edeceği düşüncesine onayda istikrarlı bir düşüş olduğu gözlemlenmektedir.

Page 7: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

28

Fotoğraf ULAŞ TOSUN

Page 8: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

29

KIRDA KADINLIK HÂLLERİ: GÖRÜNMEYEN EMEK VE ÇÖZÜLEN İLİŞKİLER

Khas Öğretim Üyesi

Perrin ÖĞÜN EMRE

Bu yazı TÜBİTAK 1001 proje desteği ile desteklenen ve yürütücülüğünü Prof. Dr. Ferhat Kentel’in yaptığı, Doç. Dr. Murat Öztürk ile birlikte araştırmacısı olduğum “Kır Mekanının Sosyo-Ekonomik ve Kültürel Dönüşümü: Modernleşen ve Kaybolan Geleneksel Mekanlar ve Anlamlar” başlıklı proje raporunun toplumsal cinsiyet başlığından derlenmiştir. Söz konusu projenin toplumsal cinsiyet kısmını, ekip olarak gerçekleştirdiğimiz iki farklı saha çalışmasından derlenen ve farklı birçok başlık arasından seçtiğim kadın emeği ve aile içinde çözülen ilişkilere dair tespitlerin olduğu anlatılarla aktarmaya çalışacağım. Bu dergi yazısının sınırları içerisinde toplumsal cinsiyet boyutunda kadın üretimi, mobilizasyonu ve aile ile ilişkilere dair odak grup görüşmelerinden çıkan sonuçlarla, dar kapsamlı olsa da, önemli özellik ve değişimlere işaret eden bir seçki sunmayı amaçlıyorum. Ancak akademik anlamda burada paylaşabileceğim bilgilerin yanında, sahadaki

kadın bursiyer arkadaşlarımla tanık olduğumuz kırda yaşayan kadınların anlatıları ve bu vesileyle yaşadığımız duygular kuşkusuz ömür boyu hatırlayacağımız anı ve deneyimlerimiz arasında olacak.

Kış için erzak

Page 9: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

30

O zaman, birçok kategoride dezavantajlı konumda olan kır kadınlarının tanık olduğumuz hikâyelerini iki temel konu üzerinden anlatmaya başlayayım: Görünmeyen kadın emeği ve çözülen ilişkiler...

Görünmeyen Kadın Emeği...Tarım politikaları, tarım faaliyetlerinde ve kır yaşamında metalaşma nedeniyle gerçekleşen kırsal yerleşimlerdeki gerileme ya da gelişme evreleri kadınları doğrudan veya dolaylı olarak etkiliyor. Kadınların üretici konumundaki aktivite alanları refah düzeyine göre değişiklik gösterdiği gibi, ataerkilliğin getirdiği normların özellikle yeni nesilde zaman içinde aşındığı da gözlenmekte. Tarım işlerinin ağır ve güvencesiz olması, köy mekânının üretim alanlarının daralması gibi değişimler, köy ve köylülüğün cazibesini azaltıyor. Aile emeği ile sürdürülen tarım faaliyetlerinde çocuk emeğine muhtaç olunması, kız çocuklarını cinsiyetler arası eğitim fırsatlarından yararlanma konusunda dezavantajlı duruma düşürüyor. Kadınların çalışma hayatını evlendikten sonra sonlandırması ve kendini evine, evlatlarına ve eşine adaması kadınlar tarafından da destek görüyor. Görüştüğümüz bir kadın bunu “[Kadın] ilk önce eştir, sonra annedir, sonra özgürdür” (Şanlıurfa) diye ifade etmekte.Özellikle orta yaş üstü grupta, eşlerine ekonomik olarak bağımlı olmak kadınların ortak rahatsızlığı olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar, ihtiyaçları hakkında erkekten onay alma deneyimlerinde yaşadıkları sıkıntı ve aşağılanmaya çokça vurgu yapıyorlar.

Kadınların günlük rutin işleri arasında ev işleri, çocuk bakımı, yemek, temizlik, bahçe, bazen de ahır işleri bulunmakta. Ancak odak grup görüşmelerine katılan bazı erkekler, kadınların evde gerçekleştirdikleri işleri görmezden gelerek, kadınların makineleşmeyle birlikte pek çok tarım işinden el

çektiğini söylüyorlar. Buna dair bir ifade şöyle: “Makineleştikten sonra kadınlar çok modern oldu. Şu köyde diyelim 90 kadın varsa 80’i tarlasını bilmez” (Erkek, Kars). Kadınların formel işlerde çalışmasının önündeki engeller varlığını sürdürse de, araştırma sonuçları makineleşmeyle birlikte artan “boş zamanın” gıdaya dayalı hane içi üretim için kullanılmadığını gösteriyor. Kuşkusuz, hane içindeki üretim kısıtlılığında köylerdeki nüfus kaybı önemli rol oynamakta. Katılımcı bir kadın; “...Ama onlar eskideymiş şimdi ekmek yapan yok ki herkes fırından alıyor” (Şanlıurfa) şeklinde bunu ifade ediyor.

Kış için ErzakKadınların hane içi üretimlerinin satışı konusunda da toplumsal cinsiyet eksenli bir eşitsizlik görülüyor. Satış için köy dışı mobilizasyon gerekli. Oysa, kadınların köy dışı mobilizasyonunun erkeğe göre daha sınırlı olduğunu hem niteliksel, hem niceliksel göstergeler doğruluyor. Toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizlik İç Anadolu, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da diğer bölgelere göre daha derin olarak karşımıza çıkıyor. Bu bölgelerde kadının köy dışı mobilizasyonu oldukça kısıtlı. Bu mahrumiyetin nedeni, eş kaynaklı baskı olduğu kadar, köyde yapılabilecek dedikodulardan kaçınmak olduğu anlaşılıyor. Katılımcılarımızdan birisi şöyle diyor; “Yok, erkeklerimiz bizi göndermez. Alışveriş için gideriz de satış yapmak için göndermezler, mümkün değil. Çalıştırmazlar” (Malatya). Bir diğeri ise; “Biri bizi görse kınarlar. Kadın kadına, erkek yanlarında yok, çıkmışlar derler” (Konya).

Kadınların mobilizasyonunun kısıtlı olduğu kesimlerde, “tanıdıklar” aracılığıyla alınan siparişlere göre hane içindeki üretimin satışı yapılıyor. Kadınlara özgü üretim faaliyetleri arasında gıda üretimi yanında el işi üretimi ve satışına da rastlanıyor. Katılımcılar, el işinin köydeki kadınlar arasında

Kars’ın Bir Köyü...

Page 10: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

31

revaçta olduğunu, köylerde açılmış olan kurslardan öğrenilerek yapıldığını ve ailenin ihtiyaçlarını karşılamak için satıldığını da ifade ediyorlar. Ancak günümüzde hazır giyimin tercih edilmesi, kursların olmaması ve gençlerin öğrenme ve kullanma konusundaki isteksizliği el işi üretiminin sınırlı kalmasına yol açtığı görülmektedir. Bunun tersine bir durum olarak, oya gibi rağbet gören bazı otantik el işlerinin satışı ile harçlık çıkarıp, haneye kazanç sağlayan kadınlar kıyı köylerde daha yaygın. Nitekim sosyo-kültürel koşullar nedeniyle Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinin, kadınların pazar satışı yapmaları açısından daha elverişli bölgeler olduğu anlaşılıyor. Bir katılımcımızın ifadesiyle; “Bizde satış yapan kadın daha çok. Beylerimiz sabah götürüyor bizi pazara, kendileri başka işe gidiyor. Sipariş alıyoruz İstanbul’dan falan. Koliyle konserve falan gönderiyorum” (Aydın).

Aydın’ın Bir Köyünde Pazara Hazırlık...Kadınlar, her ne kadar informel üretimler aracılığıyla haneye destek olsa da, bunun ev içinde söz haklarını arttırmadığını ifade ediyorlar. Kadına söz hakkı tanınmasının, özgürce dolaşabilme imkânının, kocasından bağımsız bir hayatın ancak tam zamanlı sigortalı bir işte çalışarak mümkün olacağını düşünüyorlar. Diğer yandan kadınlarla yürütülecek eşit bir ilişkinin evliliğe zarar vereceği düşüncesi, erkeklerde yaygın olmakla birlikte kimi kadınlar tarafından da destek görüyor. Ailenin inşasında sayılmayan kadın, rahatlıkla aile çözülmelerinin baş sorumlusu sayılabiliyor. Nitekim, bir erkek katılımcı şöyle söylüyor; “Bana sorarsanız ben kadınların söz sahibi olmasından memnun değilim. Öyle bir şey olduğu zaman evladına laf söylemiyor anası. Evlat büyüyünce dengesizlik oluyor. İleriye dönük pek parlak olmuyor ama ahlâklı, aile terbiyesi almış olsalar daha iyi olur” (Amasya).Ancak katılımcı kadınlar gerek aile içi ilişkiler, gerekse toplumsal ilişkilerde konumlarının güçlenmesinde çalışma

hayatına katılımın önemine vurgu yapıyorlar. Kendileri için “artık çok geç olduğunu” düşünen kadınlar kızları için umut besliyor ve onlara destek oluyor.

Çözülen İlişkilerAraştırma alanımıza giren bölgelerde, köyün dinamiğine bağlı olarak aile yapısının zaman içinde geniş aileden çekirdek aileye doğru bir değişim gösterdiği anlaşılmakla birlikte, bunun geniş aileye özgü ilişkilerin tümüyle yok olduğu anlamına gelmediği görülüyor. İster köyde, ister il/ilçede çekirdek hale dönüşen ailede güçlü akrabalık ve hemşehrilik bağları devam ediyor. Ancak aile aynı zamanda hane bireyleri ve hanedeki kadınlar arasında güç ilişkilerinin de yaşandığı bir alan. Kırsal kesimde kadınlar arasında güç ilişkileri söz konusu olduğunda en çok vurgulanan, hatta şikâyet edilen ilişki gelin - kaynana ilişkileri. Gelin-kaynana ilişkisi daha çok güçlü bir kaynana fenomeni etrafında dönüyor ve kayınvalideler için gelinler oğullarını elinden alan bir rakip konumunda. Gelinler haneden uzaklaşmaya yönelik kararları destekleyerek konumunu güçlendirmeye çalışıyorlar. Evlilik öncesi gelin annelerinin kızlarına “ayrı ev” konusunda telkinlerde bulunması gelin - kaynana ilişkisinde özgürleşmekten başka, çözülen ataerkil tahakküme de işaret ediyor. Nitekim aileler çekirdek hale geldikçe yaşlılara hizmet etme kültürü de zayıflıyor. Gelinler il ve ilçelerde yaşamayı, köyde kalınacak ise ayrı ev kurmayı tercih ediyorlar. Bir kadın katılımcının ifadesiyle; “Önceden herkes bakardı kaynanaya şimdi kimse bakmıyor. Şimdi herkes ayrı ev istiyor, olmadan evlenmiyorlar” (Malatya). Erkek katılımcılardan birisinin ifadesine göre ise; “Genç burada çiftçilik yaptığı sürece, hayvancılık yaptığı sürece istediği kızla evlenme konusunda sorun yaşıyor. Gelin gelmiyor köye. Oğlan çocuklar evlenme konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Kızlar gelmiyorlar. Şehire gidip oturursan geleceğim diyorlar” (Balıkesir).

Page 11: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

32

Yıpratıcı köy faaliyetlerinin gençler tarafından yeterince itibar görmemesi sonucunda erkek annelerinin kaybettikleri otoritenin gelinlere geçtiği ve karar mekânizmalarında daha aktif rol oynamaya başladıkları anlaşılıyor. Yeni nesildeki çözülmeyi, farklı mekânlardaki kadınlar “kaynanalar gelin, gelinler kaynana olmuş” (Ankara) şeklinde ifade ediyorlar. Bizim gözlemlerimiz de Kandiyoti’nin Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler (2013) başlıklı kitabında vurguladığı şekilde, patriyarkal aile yapısında kadınların hep boyun eğmediğini, “patriyarki ile pazarlık” içinde oldukları görüşü ile uyumlu. Hatta bu pazarlık aşaması, genelde kadının var olan sistemi içselleştirmesine neden oluyor. Kadının otoritesini erkekten aldığı bir yapıda kadınlar güvenliklerini sağlamak için Kandiyoti’nin deyişiyle kocalarının ya da oğullarının sevgilerini manipüle ediyorlar.

Mülk sahibi olmak babayı aile içinde güçlü kılan faktörlerden birini oluşturuyor. Hanenin arazisinin az olması, az kazanması ise babanın aile içindeki otoritesini zayıflatıyor. Mesela köyden göç etmek ya da evlenmek isteyen gençler, bu kararlarını bağımsız olarak almaya başlıyorlar, bunun da kimi durumlarda aile içinde rahatsızlık yarattığı görülüyor. Buna benzer kararların alınma biçimi ve doğurduğu rahatsızlıklar gençler üzerindeki denetimin çözüldüğünü de göstermekte. Aile büyüklerinin ekonomik denetimi elinde tutamayışı, kırsal üretimin sınırlı olması ve gençlerin güvenceli iş arayışına yönelmeleri, genç erkeklerin erken bağımsızlaşmasına ve kendi çekirdek ailesini kurmasına yol açıyor. Bir erkek katılımcının ifadesiyle; “...Ama eskiden babaya bağımlılık vardı. Arazi veya ev babanındı. Babanın çatısı altında toplanılıyordu. Şimdi aile bireyleri ekonomik bağımsızlığını aldığı için sözü artık zayıflıyor. Dolayısıyla rencide oluyor” (Ankara). Yeni nesil kadınlar artık “hanım” olmak için mücadele veriyorlar. Kırdaki genç kadınların ataerki ile en büyük pazarlığının bu olduğu görülüyor ve bu çoğunlukla kız anneleri tarafından da destekleniyor.

Sonuç olarak, kırsal kesimde kadının, ekonomik eşitsizliklerin yanında toplumsal eşitsizlikler de dahil olmak üzere hak ve imkânlar bakımından dezavantajlı durumda olduklarını görüyoruz. Ancak, kadınların toplumsal cinsiyet kaynaklı mağduriyetlerinin farkına varan, ataerkil düzende çocuk, eş, gelin olarak yaşadıkları ezilmişliklerden ders çıkaran yeni nesil kadınlar, eğitim, ulaşım imkânlarının iyileşmesi ve kır hayatının sınırlılığı sayesinde kendi hayatları üzerinde karar verme inisiyatifi konusunda fırsat da yakalamış durumdalar.

Kadının iş gücü piyasasına katılımı için geleneksel baskı ve kısıtlamalarla mücadele etmek ise önemli. Kır ekonomisinin ve hayatının canlandırılması için alınacak önlemlerin yanında, dayanışma ve kolektif çalışmaya yatkın kır kadınlarının örgütlenme kültürünü geliştirmek ve kendi sorunlarının çözümünde aktif rol oynayabilecekleri konularda, ilgili bakanlıkların, sivil toplum örgütleri, meslek odaları gibi paydaşların desteği ile karar mekânizmalarında yer almalarını sağlamak, hem kır kadınlarını hem de kır toplumunu daha ileri götürecek imkânlar barındırıyor. Özellikle, kır kadınlarının emek ve özgüveni ile dengelenen, toplumsal rollerinin yeniden inşa edildiği sağlıklı işleyen bir zemine ihtiyaç var. Kuşkusuz, kadınlar mevcut koşullarda, kendi hayat alanları ve sosyal ortamları içinde, toplumsal konumlarını geliştirme gayreti gösteriyorlar. Ancak kadın haklarının evrensel haklar çerçevesinde içselleştirilmesi, sadece mikro düzeyde değil hayatın her alanında, özellikle devlet politikaları tarafından desteklenmesi gerekiyor. Bunun yanında, siyasetin dili de eril olmaktan çıkarılmalı, hiyerarşik, dikey, ayrımcı dilden uzaklaşılmalı ve kadınların kendi hayatlarına dair politikalar üretecek alanlar ve imkânlar demokratik anlayış ve yatay iletişimle teşvik edilmeli.

Kırıkkale’nin bir köyünde tanık olduğumuz kadının hayat mücadelesi hepimizin yüreğini acıtmıştı. Bu resmin altına şu notu düşmüşüm: “Bazı kadınların hayatlarındaki tek renk, evlerinin eşiğinde saklı”.

Page 12: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

33

TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ PROJELERİ VE İŞDÜNYASI: BİR DENEYİM PAYLAŞIMI

Y+O Kurucu -Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kültürel Çeşitlil ik Danışmanı ve Eğitmeni

Ebru Nihan CELKAN

Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili olarak kurumların ihtiyaçlarının belirlenmesinden bu ihtiyaçlara dair aksiyon planlarının geliştirilmesine ve uygulanmasına pek çok farklı katmanda içerik üreticisi, danışman ve eğitmen olarak çalışmalar yapıyorum. Bu yazıda amacım genel hatlarıyla bu çalışmaların başlangıç ve gelişim sürecini hangi perspektiften ele aldığımı ortaya koymak.

Page 13: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

34

Nereden Başlamalı?Toplumsal cinsiyet eşitliği konusu kurumlar için özellikle de şirketler için sadece doğru olanı yapmak anlamına gelmiyor. Son yıllarda birbiri peşi sıra açıklanan araştırma raporları bu alanda yapılan çalışmaların fark yarattığını oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor. Kadın ve erkek çalışan sayılarını eşit seviyeye taşımanın, kadın yönetici sayısını arttırmanın akıllıca bir tercih olduğunu yine bu raporlarda net olarak görmek mümkün. Herkesin erişimine açık ve internetten kolayca ulaşılan Gallup (2014), McKinsey (2015), Morgan Stenley (2016) ve McKinsey (2017) tarafından yapılan araştırmalar toplumsal cinsiyet eşitliğinin kârlılık ve değer yaratmaya pozitif etkisini sayısal olarak ortaya koyuyor. Bu raporlara göre özellikle yönetici kademesinde kadın ve erkek profesyonel sayısını eşitlemeye yaklaşan şirketler diğer şirketlere göre EBIT (Earnings Before Interest and Taxes - Faiz ve vergiden önceki gelir) gibi finansal verilerde avantajlı sonuçlar elde ediyor.

Farklı denetim ve araştırma şirketleri tarafından hazırlanan benzeri raporlar kurumları hem doğru olanı, hem de akıllıca olanı yapmak üzere harekete geçiriyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusuyla ilgili harekete geçen şirketler, üniversiteler, kamu kurumları veya sivil toplum kuruluşlarına yaptığım ilk ziyaretlerde toplantı genelde aynı soruyla açılıyor: “Nereden başlamalı?” Ben ise soruya şöyle bir soruyla yanıt veriyorum: “Şu an neredesiniz?”

Neden soruya, bir soruyla yanıt vererek başlıyorum derseniz, bunun birden fazla sebebi var. Sebeplerden en önemlisi toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun olgusal ve ölçülebilir bir içeriğe sahip olması. Konunun her adımının ölçülebilir

olduğunu vurgulamak, kurumların özellikle şirketlerin konuyu sadece bir proje olarak değil uzun soluklu ele alma yaklaşımını güçlendiriyor. Kurumun nerede olduğunun objektif şekilde tespit edilmesi, hangi alanlarda neler yapabileceğini de belirleyen başlangıç çizgisini oluşturuyor. Açılış toplantılarında aşağıdaki cümlede mutabakat sağlamak iyi ve güçlü bir başlangıç yapmayı kolaylaştırıyor.

Ölçülebilir Bir Konu: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Toplumsal cinsiyet eşitliğinin hayata geçirilmesi projesi konusunda ilk adım bunun ölçülebilir olduğu şeklindeki temel bakış açısında ortaklaşmak. Ancak bu ortaklaşmayla birlikte, olası projeyi belirleme, adımları şekillendirme ve çıktıları netleştirme konularında hızlıca harekete geçilebiliyor. Kurumun kendisini, toplumsal cinsiyet eşitliği açısından nerede gördüğüne dair sorgulamaya başlaması hem geçmişe yönelik bir analizin, hem de gerçekçi bir gelecek tahayyülü kurmanın kapılarını açıyor. Durum tespitinin tanımlanabilir olduğunu fark etmek, diğer adımları atmak için kuruma cesaret veriyor.

İkinci önemli aşama kurumun toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun neresinde olduğunun olgusal olarak ortaya konması oluyor. Farklı alanlarda ve değişik şekillerde karşımıza çıkan eşitsizliğin standart tek bir reçeteyle çözümlenmesi mümkün değil. Genel olarak üç ana başlıkta durum tespiti yapmak başlangıç için yeterli oluyor

• Temsil: Çalışan sayısı dağılımı, çalışanların hangi görevlerde olduğu, ne kadarlık bir bütçeye sahip oldukları, STEAM (Science, Technology, Engineering, Art, Math - Bilim, Teknoloji, Mühendislik, Sanat, Matematik) ile bağlantılı alanlarda kadın istihdamı vb. oranlarının ortaya konması.

• Haklar: Kadın ve erkek çalışanların şirketin sağladığı haklardan hangi oranlarda faydalandıklarının belirlenmesi.

• Uygulama: Toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik gündelik pratiklerin tespiti. Dil kullanımı, ast-üst ilişkisi v.b.

Page 14: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

35

Küresel Cinsiyet Uçurumu’nun Neresindeyiz?Bir örnek üzerinden bu ikinci aşamayı şöyle somutlaştırabiliriz: Dünya Ekonomik Forumu’nun her yıl dört ana başlıkta (kadınların ekonomiye katılımı, eğitime katılımı, sağlığa erişimi ve politikaya katılımı) hazırladığı Küresel Cinsiyet Uçurumu Raporu’nun 2017 sonuçlarında İsveç 4. sırada yer aldı. 2016 yılında da aynı sıradaydı. 144 ülkenin değerlendirildiği bu raporda Türkiye 131. sırada. Geçtiğimiz yıl, yani 2016 yılında ise 130. sıradaydı.

Türkiye’nin öncelikle kaybettiği sıraya geri dönmesi gerekirken İsveç’in takılıp kaldığı bu sıralamayı yukarı yönde değiştirecek adımları atması gerekiyor.

Ölçümlemenin yapıldığı her bir başlık için ayrıca sıralamaya bakmak ve tam o alandan yani mevcut durumdan hareketle ölçülebilir hedefler belirleme noktasına geçmek ikinci adımı şekillendiriyor.

Bu aşamada kurumun toplumsal cinsiyet eşitliği yaklaşımını ana akımlaştırması, yani bir yönetim yaklaşımı olarak merkeze alıyor olması oldukça önemli. Ana akımlaştırmayı ise basitçe şöyle tarif edebiliriz: Toplumsal cinsiyet eşitliğine dair politikaların belirlenmesi, uygulama koşullarının netleştirilmesi, hedeflerin açıkça paylaşılması ve hedeflerin ölçülerek sonuçların ortaya konması. Bütün bu aşamaların şeffaf süreçlerle yürütülüyor olması ve bu süreçlerde katılımcılığın en yüksek seviyede sağlanması da bir başka önemli konu başlığı.

Eşitlik konusu merkeze alınmadığında ortaya çıkan projeler sadece bir takım komplikasyonları ortadan kaldıran ve konuyu uzun süreçte görünmez kılan sonuçlar üretiyor. Bunun en güçlü örneklerini bir çok kurumun 8 Mart yaklaşımında gözlemlememiz mümkün. Kadınları merkeze alan reklam kampanyaları kadınların görünürlülüğünü arttırırken, sorulması gereken diğer soruları gölgede bırakmamalı. Bu nedenle konuya mümkün olan her alanda olgusal yaklaşmak uzun vadeli ve kalıcı çözümler üretmenin de garantisi oluyor. Reklam kampanyasını yapan markanın kadın çalışanlarına yaklaşımının olgusal olarak sorgulanması gerekiyor: Kaç kadın çalışanı var? Kadınlar hangi görevlerde? Kurumda kadın işi/erkek işi şeklinde bir bölünme yaşanıyor mu? Kadın ve erkek çalışanlar ücret, ek imkânlar gibi konularda haklara sahip mi? Yönetim kadrosunda kadın ve erkek yönetici dağılımı nasıl?

Benzeri soruları çoğaltmak ve yıllar içinde sormaya devam etmek eşitliği sağlamaya dönük çabaları sürekli kılmak açısından önemli. Üçüncü basamak sürekliliği de belirlememize alan açıyor.

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği için Net HedeflerEşitsizlik dikkat edilmediğinde kendini tekrar ve farklı şekillerde üretme kapasitesi olan oldukça yaygın bir sorun. Sadece tek bir projeyi hayata geçirmiş olmak tek başına eşitsizliğin ortadan kalkmasını sağlamaya yeterli değil. Süreklilik başlığı da diğer başlıklarda olduğu gibi kurumun belirleyeceği öznel hedeflerle bağlantılı.

“Kadınların istihdama katılımını arttırmak” bir hedef gibi görünse de, aslında bu haliyle kullanıldığında sadece iyi niyet temennisi olma işlevini yerine getiriyor. İyi niyetlere de ihtiyacımız var. Ancak eşitsizliği ortadan kaldıran, iyi niyetleri uygulamaya dönüştüren projeler. Aşağıdaki sorulara verilen cevaplar uygulamaya geçişi netleştirme işlevini görüyor.

• Kadınların istihdama katılımı nerede, kurumun hangi alanında arttırılması hedefleniyor?

• Katılımın ne oranda arttırılması hedefleniyor?• Bunun için hangi araçlar kullanılacak?• Katılımın sonuçları nasıl ve hangi süreçlerle ölçülecek?• İstenen sonuç elde edildiğinde bir sonraki basamak ne olacak?

Hedef belirlenirken sorulacak sorular kuşkusuz her bir kurum için farklılaşabilir ve daha da çeşitlendirilebilir. Proje başladıktan sonra değişebilir. Soruların hedefi projeye başladıktan sonra bir noktada sürecin neresinde olunduğuna dair tespitleri yapabilmek.

Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışma yapmak isteyen kurumlarla yola çıkarken başlangıç etabı çalışmalarını bu şekilde özetlemek mümkün. Bu çalışmaları masa başında tamamladıktan sonra ilk hedef saha çalışmaları oluyor. Saha çalışmalarının başında da kurum için toplumsal cinsiyet eşitliğine dair ortak dil oluşturmak geliyor.

Page 15: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

36

Olmazsa Olmaz Ortak Dil Bir takım temel kavramlara dair algıyı ortaklaştırmadan aynı hedefe doğru hareket etmek oldukça zor. Ortaklaşmaya dair yürüttüğüm çalışmaların merkezini atölyeler oluşturuyor. Atölyelerin merkezine üç temel başlığı ve içeriğini yerleştiriyorum.

• Toplumsal cinsiyet eşitliği ne demek? • Hangi kavramlar çerçevesinde şekilleniyor? • Bu kavramların temeli/kaynağı ne?

Bir taraftan konuya dair bilgimizin kaynağının nereden geldiğini anlamaya ve keşfetmeye çalışırken, diğer taraftan toplumsal cinsiyeti yeniden düşünmeyi sağlamak atölyenin asli amacını oluşturuyor. Bugüne kadar yaptığım çalışmalarda konuya dair bilginin kaynağının ağırlıklı olarak medya olduğunu gözlemlediğimi söyleyebilirim. Aile, çevre, gelenekler gibi başlıklar da rahatlıkla sayılabilir, ancak medyanın bunların çok daha ötesinde bir etkisi olduğunu gözlemlemek mümkün. Bu çalışmalarda üzerinde durduğum en önemli konulardan biri konuşulanları hayata geçirme alanlarının fark edilmesi. Kavramlara hakim olmak önemli, ancak bu kavramların hayatta nereye tekabül ettiğinin de fark edilmesi de önemli.

Sayıları azımsanmayacak birçok kurum toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda adımlar attılar ve atmaya devam ediyorlar. Bu kurumlarda çalışan insanları aileleri ve çevrelerindeki insanlarla birlikte düşündüğümüzde etki alanının ne kadar geniş olduğunu daha net fark edebiliriz. Etki alanı oldukça geniş bu adımlar sürekli olduğunda herkes için özgürlüğü ve eşitliği mümkün kılabilir. Hem kamusal hem de özel alanların toplumsal cinsiyet eşitliği ilkelerine sadık kalınarak şekillendirilmesi için bir takım metodlar geliştirmeli ve uygulama alanlarını arttırmalıyız. Global kurumlar kültürel çeşitliliği sağlamaya yönelik adımları hızla atmaya başlamışken ülkemizin kurumlarının da hızlıca öncelikle toplumsal cinsiyet eşitliğini, sonrasında da daha kapsayıcı yaklaşımları barındıran kültürel çeşitliliği ana akımlaştırmasına ihtiyacımız var. Beraber çalışırsak, konuya uygun yöntem ve metodlar geliştirirsek bizler de hızlıca değişimi başarabiliriz. Eşitliğe hepimizin ihtiyacı var.

Sonuç olarak, eşit bir gelecek için basit ve önemli şu soruyu usanmadan ve her aşamada sormalıyız: “Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunun neresindeyiz?

Page 16: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

TOPLUMSAL CİNSİYET YA DAÖTEKİ ODAKLI HABERCİLİK

Günümüz haberciliğinin temel ilkeleri ve kodları 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batı’nın özgül

siyasal, ekonomik, bilimsel/akademik koşullarında oluşmaya başladı ve 20. yüzyılın başlarından itibaren

gazeteciliğin profesyonel ideolojisine dönüştü. Örneğin, “iki tarafın da görüşleri alınırsa” hayata geçirilebileceği,

gerçeğin öznel değerlerden (duygulardan) arınarak, olduğu gibi kavranarak yansıtılabileceği üzerine

kurulan “tarafsızlık” ve “objektiflik” ilkelerinin bir gazetecilik miti haline gelmesi, entelektüel dünyada

pozitivist bilim anlayışının egemen olmasıyla ilgiliydi. Pozitivizm de zaten rasyonel, dolayısıyla eril/erkek

aklın, duygulardan arındırılmış bir yaklaşım ve bilimsel yöntemlerle “gerçeği” tarafsızca ortaya çıkarabileceği

varsayımına dayanıyordu. Dolayısıyla bilim gibi, haber de bize “gerçeği” sunmak iddiasındaydı. Ama “gerçeklik”

diye tek, yalın ve öyle de kavranabilir, aracısız olarak bize ulaşabilecek bir şey acaba var mıydı?

Ya da “gerçek” hep temsiller aracı ile bize ulaşıyorsa, haberin yaptığını, her zaman bir yeniden temsilden ibaret, dolayısıyla sadece mevcut iktidar ve güç ilişkileri içinde taraflanan kurgulardan birisi saymak gerekmez miydi? Örneğin, medyanın çıkarlarının siyasal, askerî, ekonomik iktidar ve güç merkezleriyle iç içe geçmiş olduğu bir ulusal ve küresel bağlamda, konu enerji kaynakları seçimleri ile yatırımlarına dair siyasal iktidar tasarrufları olduğunda, yaygın medya haberleri bize ideal enerji yatırımı konusunda kimin gerçeğini veriyor olabilirdi? Ya da başka bir örnek; dış politika, terör, ülke ekonomisi vb. konu edilecekse önce erkek askerî, siyasi elitler,

Khas Öğretim Üyesi

Sevda ALANKUŞ

37

Page 17: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

38

sivil uzmanlar, stratejistler vb. ilk akla gelen haber kaynağı olurken, kadınların görüşlerine neden ancak çocuk yetiştirme ve yaşlı bakımı, ev ekonomisi gibi konularda başvuruluyordu? Böyle yapıldığında kim(ler)in “gerçeği”, hakim kılınmış oluyordu? Erkek gazeteciler birinci sıralamadaki konulara dair yazarlarken, neden kadın gazetecilerin “öteki” ikincil konularda yazmaları, haber yapmaları bekleniyordu? Böylelikle diyelim, eğitim, sağlık vb. alanında gidilen bütçe kısıtlamaları pahasına artan askerî harcamalar gibi “asli” sayılan bir konuda anlama çerçevemiz “beyaz”, varsıl, elit ve aslında zaten hep yıllarca dinleye geldiğimiz hegemonik bir azınlığın eril gerçeklik çerçevesi içinde kurulurken, “öteki” bakma ve açıklama biçimleri dışlanmış, marjinalleştirilmiş olmuyor muydu? Ve bu nihayetinde iletişim özgürlüğü, bilgiye erişim anlamında bir hak ihlali değil miydi?

Bu sorulara eleştirel haber araştırmaları yapanlar tarafından verilen cevaplar, bütün o objektiflik, tarafsızlık, dengelilik, gerçeği yansıtma iddialarına rağmen haberin aslında, çıkar ortaklığı içinde olunan iktidar ve güç merkezleri lehine bir anlatı kurduğunu ortaya koydu. Zaten medya yasama, yürütme, yargı güçlerini dengeleyen bir dördüncü güç değildi, dolayısıyla haber de “sadece ve sadece gerçekleri söylüyor” dediğinde inanmamak gerekiyordu. Olsa olsa yaygın medyanın

kendi çıkarlarının peşinde bir güç olduğu iddia edilebilirdi. Bu durumda, haber de bu çıkarların korunmasının araçlarından birisiydi, ancak kabul edilmeli ki, en etkilisiydi. Etkisi de diğerlerinin aksine “gerçeği söylemek” iddiasındaki tek anlatı türü olmasından kaynaklanıyordu. Nitekim, doğruları söylediğine bizi inandırmak için haberin, yazımından, çerçevelenme ve görsel malzeme kullanımına sonra da sunulma biçimine kadar, çeşitli tedbirler geliştirilmişti. Örneğin, televizyon haberlerinde diyelim, ankor kişinin gerçeği söyleyenin tek kendisi olduğuna inanmamızı sağlamak üzere, nasıl giyineceği, nasıl doğrudan evimizin oturma odasındaymış gibi gözlerimizin içine bakarak konuşacağı, mekân düzeni içinde konuklarını nasıl bir hiyerarşi ile hangi taraflarına oturtup, ne kadar serbestiyetle konuşmalarına izin vereceği gibi yazılı ve yazılı olmayan kurallarla belirlenmişti. Ama gerçeklik etkisi yaratmak açısından bazen bu tedbirlerin de yeterli sayılmadığı oluyordu. Nitekim, Türkiye’deki televizyon kanallarından birisi yıllarca akşam haberlerinden sonra bir de “gerçekleri dinlediniz” demek ihtiyacını duyarak programı sonlandırmıştı.

Buna karşılık feminist teori ve onunla buluşan haber eleştirisinin mevcut haberin ve haberciliğin anlaşılmasına yaptığı katkı daha da önemliydi. Buna göre, yaygın medyanın ve haberciliğinin yapısal yanlılığının nedeni medyanın sermaye yapısına bakılarak ancak kısmen anlaşılabilirdi. Nitekim feminist eleştiri, psikanalizin, “ben” ve “öteki” ilişkisi

Page 18: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

39

ile bunun bilinç dışı süreçlerine dair analizlerine dayanarak, dilin ve söylemin eril/seksist niteliğine dikkatimizi çekti. Ayrıca haberin ABC’si ile etiği, 19. yüzyılın; kadınların ya dışlanmış olduğu ya da kadınlara ait ve gayriciddi sayılan konularla sınırlanan bir habercilik yapmalarına izin verilen haber merkezlerinde oluşmuş ve norm haline gelmişti. İşte bu yüzden “erkekler neye haber derse, o haberdi”, ya da “haber erkeklerin birbiriyle konuştukları veya en fazla erkekler için gazetecilik yapan kadınların, kadınlarla konuşabilmelerine izin verdiği ölçüde erkek dünyasına ait, bir anlatıydı”. Böylelikle, feminist eleştiri, haberin bütün o ağır başlı, aklı başında, kendinden emin duruşunun arkasına sakladığının, aslında bugüne dair bir diğer eril [hi(s)tory] öykü anlatma biçiminden başka bir şey olmadığını ortaya koyuyordu. Ve bu öykünün yapı taşları da, içinde kadına dair bir gösteren/imleyen içermeyen dil aracılığıyla, binlerce yıllık mücadeleyle bu dili dönüştürücü kıyılarda serpilen kadın sözleri ve anlatı formları dışlana dışlana kurulmuştu. Yani tekrarlarsam haber [erkek gibi], kesin, güvenilir, adil, akılcı, dengeli olma iddiasını bunların tersine sahip olduğu düşünülen kadın dilinin, dolayısıyla konularının, mücadelesinin, bakış açısının dışlanması pahasına kazanmıştı!

Böyle olunca da, dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar haberlerde yeterince temsil edilmiyorlardı. Şöhretler dünyasına ait değillerse, ancak bir suçun faili ya da kurbanı olduklarında ve çoğunlukla bedenleri üzerinden yürütülen bir trafikle haber konusu oluyorlardı. Haberin öznesi olmadıkları durumlarda bile, örtük olarak nesneleştirilerek eril iktidarın yeniden üretilmesine hizmet edecek bir anlatı içinde ötekileştiriliyorlardı. Hatta, “arketipik” (ilksel) bir ikili karşıtlık gibi kurulan erkek-kadın karşıtlığı içinde kadının ötekileştirilmesi yetmezmiş gibi, ötekilere de kadın(sı)laştırılarak, hadleri bildiriliyordu. Bu durumda haliyle, ötekinin bile ötekisi olmak, “öteki kadına” düşüyordu. Yani haber, bizzat ataerki, başka ifadeyle kadın aleyhine

cinsiyetçiliği, eşitsizliği, ayrımcılığı, mizojini (kadın düşmanlığı) ve onun üzerinden ötekine duyulan nefreti, şiddeti ve ırkçılığı besler, meşrulaştırır bir anlatı kılınmıştı.

Örnekler mi istersiniz? “Geleceğin otomobili görücüye çıktı” gibi bir başlık atılarak -gündelik hayatın dili ve eylemi yeniden üretilerek- kadının nesneleştirilmesi, edilginleştirilmesi. “Erkek sürücü kaza yaptı” gibi bir haberle hiç karşılaşılmazken, “kaza yapan kadın sürücü sinir krizi geçirdi” haberiyle, hem elinin hamuru ile erkek işine girişen kadına yerinin hatırlatılması hem de neden zaten iyi sürücü olamayacağının bir klişe (“sinirlilik”) ile açıklanması. Ören Bayan firmasının Musevi sahibesi katledildiğinde, eşi de kendisiyle birlikte öldürülmüş olduğu halde bunun, “Ölen Bayan” başlığıyla haberleştirilmesi, böylelikle hem kadın, hem de öteki dine dair düşmanlığın tek habere sığdırılması. Kadına veya LGBTİ+ bireylere yönelik erkek cinayetlerinin “Kıskanç koca cinayeti”, “Kadın sandığı travesti çıkınca öldürdü” gibi başlık ve içeriklerle verilerek, cinayetlere fail lehine bir gerekçe bulunması, eylemlerinin istisnai kılınması, meşrulaştırılması, şiddetin sistematik niteliği ile toplumsal nedenlerinin saklanması.

İşte tam da bu nedenlerle, haberciliğin dönüştürülmesine öncelikle hegemonik ve hetero-normatif seksist anlayışı sürekli yeniden kuran dil/söylem üzerine ince ince düşünülerek, işe başlanmalı, kullanılacak her sözcük özenle seçilmeli, çoğu zaman okuyucu/izleyici toplamak için değilse bile, kolaya kaçmak için seçilen klişe ifadelerden kaçınılmalı. Haber değeri tanımı genişletilmeli, “kan varsa, haber var” anlayışından vazgeçilerek haber yapılmalı. Kadınlar ve LGBTİ+ bireyler haber kaynağı olarak kullanılmalı, olumlu haberlerin konusu kılınmalı, farklı bakış açılarının, yaşam deneyimlerinin temsil edilmesi, suskunlaştırılmışların sesinin duyulması sağlanmalı. En önemlisi, bütün bunların, biz/ben-merkezli değil, öteki merkezli bir etik tercihte bulunularak yola çıkılması halinde mümkün olacağı unutulmamalı. Yani haberciliğin ABC’si feminist bir epistemoloji ile etiğe göre yeniden tanımlanmalı. Bu arada tabi iletişim fakültelerinde habercilik eğitimi verilirken de artık bu hak/öteki odaklı habercilik tercihiyle davranılmalı. Hem bakın Sandra Harding ne diyor; “özneler olarak zaten hep taraflı bir duruş içinde olduğumuza göre, etrafımızda olup bitenleri objektif biçimde anlamamıza ‘asıl’ yardım edecek olan marjinalize edilen grupların, baskılananların bakış açılarını bilmek, onlara kulak vermektir” (Harding’in “güçlü objektiflik” tanımı için “Rethinking Standpoint Epistemology: What is Strong Objectivity” başlıklı makalesine bakılabilir: A Mind’s of One’s Own içinde, E. Keller ve H. Longine (der.), Oxford: Oxford University Press, 1996.)

Page 19: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

40

Özellikle toplumsal cinsiyet ekseninde gelenekselleşmiş ve kalıplaşmış kadınlık ile erkeklik algılarının dizi senaryolarında nasıl yeniden üretildiğine bakıldı ve bu algıların görsel ile sözel dilde seyirciye nasıl aktarıldığına odaklanıldı. Söz konusu araştırma için 1-31 Mayıs 2017 tarihleri arasında yayınlanan ve izlenme oranlarına göre ilk 20 sırada bulunan dizilerin yer aldığı listeden 6 ulusal kanal ve toplam 12 dizi seçildi. Araştırmada belirlenen 12 dizinin 4’er haftalık bölümlerinin her birinde yer alan karakterler ana ve yardımcı olmak üzere sezon boyunca devamlılığı olan karakterlerdi. Dolayısıyla iki boyutlu, az sahnesi ve/veya diyaloğu olan, hikayede ağırlığı ve devamlılığı olmayan karakterler seçim dışında tutuldu. Seçilen – 75’i kadın ve 86’sı erkek olmak üzere – toplam 161 karakter üzerinden toplumsal cinsiyet temsillerinin incelenmesi aracılığıyla, olası eşitsizliklerin, süregiden basmakalıp yargıların, ataerkilliği yeniden üreten kalıpların ya da bunlara alternatif oluşturabilecek yeni anlatıların tespit edilmesi amaçlandı. Bakılan dizilerin hiçbirinde kendisi veya başka birisi tarafından açıkça veya dolaylı yoldan LGBTİ birey olarak tanımlanan bir karakter olmadığı için bu araştırma toplumsal cinsiyet rollerini heteroseksüel kadın ve erkek algısı dahilinde incelemiştir.

Araştırmada yöntem olarak içerik analizi kullanıldı. Seçilen diziler araştırmaya davet ettiğimiz toplam 11 lisans ve yüksek lisans öğrencisi tarafından kodlanarak incelendi. Araştırma dahilinde en önemsediğimiz

TELEVİZYON DİZİLERİNDETOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNE DOĞRUKhas Öğretim Üyeleri

Elif AKÇALI - İrem İNCEOĞLU

Geçtiğimiz yıl Türkiye Sanayici ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu desteğiyle gerçekleştirdiğimiz “Türkiye Dizilerinde Toplumsal Cinsiyet Temsilleri Araştırması”nın sonuçları 5 Mart 2018 tarihinde basın ve kamuoyu ile paylaşıldı. Araştırmanın soruları Türkiye’de ulusal televizyon kanallarında yayınlanan popüler dizilerde toplumsal cinsiyet rollerinin yer alış biçimlerini ortaya çıkarmak ve sektör paydaşlarıyla da beraber toplumsal cinsiyet eşitliği yaratabilmek üzere dizi hikâyeleri ve senaryolarındaki sorunları ve iyi örnekleri tespit etmeyi amaçlayarak oluşturuldu.

DİZ İ K A N A L

Diriliş Ertuğrul TRTArka Sokaklar Kanal DVatanım Sensin Kanal DEşkıya Dünyaya... atvKırgın Çiçekler atvAşk ve Mavi atvSavaşçı FOXKalbimdeki Deniz FOXİçerde ShowYeni Gelin ShowAnne StarSöz Star

Page 20: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

41

Fiziksel özellikleriyle ön plandalar. Fiziksel özelliklerle ilgili yorumların 3/4’ü kadınlara yapılıyor

Televizyon Dizilerinde

Araştırması

ToplumsalCinsiyet Eşitliği

Bu araştırma Türkiye’de ulusal

televizyon kanallarında yayınlanan popüler dizilerde, toplumsal

cinsiyet kalıplarının ve rollerinin yer alış

biçimlerini tespit etmek amacıyla yapılmıştır

Dizilerdeki ana ve yankarakterlerin sayısı

Dengeli En çok izlenen dizilerde toplam görünürlüğün yaklaşık 2/3’ü erkek karakterlere ait.

GörünürlükDengesiz

ARAŞTIRMA KÜNYESİ

Araştırmacılar: Doç. Dr. İrem İnceoğlu, Yrd. Doç. Dr. Elif Akçalı, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyeleri Araştırma Tarih Aralığı : 1-31 Mayıs 2017 İncelenen Dizi Sayısı : 12* Bölüm Sayısı : 48 Kanal Sayısı : 6 Ulusal Karakter Sayısı : 161 Karakter Dağılımı: 75 Kadın, 86 Erkek Karakter Konumu: Ana Roller, Yardımcı Roller**

%47 %53

Şiddet ve tehdit erkekler için Ağlama ve hüzün kadınlar için

Erkekler, agresif ve kaba Kadınlar, uysal ve hayalperest

Kadın karakterler kalıplara sıkışıyor

Her 3 kadın karakterden 2’si zayıf Yorumların

%70’i olumlu

Genç kadın karakter sayısı, genç erkek karakter sayısının 2,5 katı.

Medeni durum kadınları tanımlıyor Erkeklerin aksine kadınların %100’ünün medeni durumu biliniyor

%80 %64Kadın karakterler

DUYGUSALUYSAL

karakterler

%77HAYALPEREST

karakterler

%62AGRESİF

karakterler

%69KABA

karakterler

%73%79Ağlama ve hüzün içeren sahnelerdekadınlar

Şiddet ve tehditiçeren sahnelerde

erkekler

* Söz konusu tarih aralığı içinde en fazla reyting alan ilk 12 dizi ** Hikaye kurgusunda sürekliliği ve olay akışına etkisi olan roller

Ebeveyn rollerinin%79'u kadınların. Erkekler, babalık rolünde görünmüyor

Her 3 kadından1'i ev kadını

Ev içi sorumlulukların%92'si kadınların

“Kadın gibi” olmak…

İş içerikli söz ve eylemlerin%82'si erkeklerin.

Kadınlar için bile %62 oranında "aşağılama"

%92

Kadınların iş hayatındagörünürlüğü sınırlı

Kadınlar %80 oranındaiş dışı mekanlarda

bulunuyor.

%80%20 %82

Araştırma raporunu indirmek için karekodu

okutun

Fiziksel özellikleriyle ön plandalar. Fiziksel özelliklerle ilgili yorumların 3/4’ü kadınlara yapılıyor

Televizyon Dizilerinde

Araştırması

ToplumsalCinsiyet Eşitliği

Bu araştırma Türkiye’de ulusal

televizyon kanallarında yayınlanan popüler dizilerde, toplumsal

cinsiyet kalıplarının ve rollerinin yer alış

biçimlerini tespit etmek amacıyla yapılmıştır

Dizilerdeki ana ve yankarakterlerin sayısı

Dengeli En çok izlenen dizilerde toplam görünürlüğün yaklaşık 2/3’ü erkek karakterlere ait.

GörünürlükDengesiz

ARAŞTIRMA KÜNYESİ

Araştırmacılar: Doç. Dr. İrem İnceoğlu, Yrd. Doç. Dr. Elif Akçalı, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyeleri Araştırma Tarih Aralığı : 1-31 Mayıs 2017 İncelenen Dizi Sayısı : 12* Bölüm Sayısı : 48 Kanal Sayısı : 6 Ulusal Karakter Sayısı : 161 Karakter Dağılımı: 75 Kadın, 86 Erkek Karakter Konumu: Ana Roller, Yardımcı Roller**

%47 %53

Şiddet ve tehdit erkekler için Ağlama ve hüzün kadınlar için

Erkekler, agresif ve kaba Kadınlar, uysal ve hayalperest

Kadın karakterler kalıplara sıkışıyor

Her 3 kadın karakterden 2’si zayıf Yorumların

%70’i olumlu

Genç kadın karakter sayısı, genç erkek karakter sayısının 2,5 katı.

Medeni durum kadınları tanımlıyor Erkeklerin aksine kadınların %100’ünün medeni durumu biliniyor

%80 %64Kadın karakterler

DUYGUSALUYSAL

karakterler

%77HAYALPEREST

karakterler

%62AGRESİF

karakterler

%69KABA

karakterler

%73%79Ağlama ve hüzün içeren sahnelerdekadınlar

Şiddet ve tehditiçeren sahnelerde

erkekler

* Söz konusu tarih aralığı içinde en fazla reyting alan ilk 12 dizi ** Hikaye kurgusunda sürekliliği ve olay akışına etkisi olan roller

Ebeveyn rollerinin%79'u kadınların. Erkekler, babalık rolünde görünmüyor

Her 3 kadından1'i ev kadını

Ev içi sorumlulukların%92'si kadınların

“Kadın gibi” olmak…

İş içerikli söz ve eylemlerin%82'si erkeklerin.

Kadınlar için bile %62 oranında "aşağılama"

%92

Kadınların iş hayatındagörünürlüğü sınırlı

Kadınlar %80 oranındaiş dışı mekanlarda

bulunuyor.

%80%20 %82

Araştırma raporunu indirmek için karekodu

okutun

süreçlerden birisi de, öğrenciler ile birlikte çalışmaktı. Kodlayıcı olarak araştırmaya katılan öğrenciler, verdiğimiz kısa dönemli eğitimler sayesinde hem araştırma yöntemleri konusunda yetkinlik kazandılar hem de toplumsal cinsiyet eşitliği ve temsiliyeti konusunda bilimsel bir çalışma aracılığıyla bu konuda duyarlılıklarını artırdılar.

Araştırmanın odaklandığı başlıklar kadın ve erkek karakterlerin sayısal dağılımları, ekran görünürlükleri, yaş aralıkları, medeni durumları, fiziksel halleri, karakter özellikleri, işe ve eve dair sorumlulukları, sahne içindeki söz ve eylemleri oldu. Araştırmaya dahil ettiğimiz dizilerde ana ve yan karakterlerin kadın ve erkek olarak sayısal dağılımında bir denge bulunuyor

olmasına rağmen, erkeklerin ve kadınların dünyalarının ayrıştırılmış ve rollerin de buna göre dağılmış olduğu görüldü. Bunu en iyi açıklayacak şey, belki de en çok izlenen 12 dizinin, 7’sinin erkek odaklı hikayelere sahip olması. Şaşırtıcı olmayacak şekilde bu erkeklik hikâyelerinde savaş, çatışma ile şiddet ön planda ve erkek odaklı dizilerde toplam görünürlüğün 2/3’ü erkek karakterlere ait.

Kadın karakterler hem duygusal, hem de fiziksel özellikleri ile belli başlı kalıplara sıkıştırılmış halde. Genç diye tanımladığımız (yani 16-25 yaş aralığında görünen) kadın karakter sayısı genç erkek karakter sayısının 2,5 katı. Erkek karakterler ise çok daha geniş bir yaş aralığında (26-64) rol alabiliyor. Yetişkin (26-39) ve

Page 21: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

42

orta yaşlı (40-64) erkekler hem rol dağılımı olarak sayıca fazla, hem de baş rolde yer alabilirken, aynı şeyi kadın karakterler için söylemek mümkün değil. Kadınların büyük bir çoğunluğu (%65) “zayıf/narin” olarak tanımlanıyor, buna ek olarak cazibesi olan kadın, genç/yetişkin ve zayıf olarak tarif edilirken, orta yaş üzeri kadınlar şişman/kilolu ve dul/boşanmış stereotipinde gösteriliyor. Bu fiziksel özellikler dizi içinde geçen diyaloglarla da olumlanıyor. Fiziksel özelliğe dair yapılan yorumların 3/4’ü kadınlara yöneltiliyor. Bu yorumların %70’i kadınların “zayıf, güzel, bakımlı” olmalarıyla ilgili olumlu yorumları içerdiğinden fiziksel kalıpları güçlendiriyor.

Araştırma sonuçları bize medeni durumun da kadınları tanımlayan bir özellik olduğunu söylüyor. Erkeklerin aksine, bütün kadın karakterlerin medeni durumunu biliyoruz. Bir başka deyişle, kadınların hikâye içindeki kimlikleri medeni durumdan bağımsız yazılmamış. Çarpıcı başka bir sonuç ise, dul ve boşanmış kadın karakterlerin aynı medeni durumdaki erkek karakterlerden beş kat fazla olması. Fiziksel özellikler verileriyle yapılan çapraz okuma sonucunda dul ve boşanmış kadın karakterlerin çoğu, orta yaşlı ve kilolu kategorisinde karşımıza çıkarılıyor.

Sahne içinde geçen söz ve eylemlerden yola çıkarak incelediğimiz bir başka kategori de, “kadın gibi” benzetmesinin dolaylı veya doğrudan geçtiği sahnelerdi. Diyaloglarda kadınlık atfedilen yorumların hangi cinse yapıldığı ve niteliği bizim için önem taşıyordu. Bu tip yorumların %6’sının erkeklere ve %94’ünün kadınlara yapıldığı gözlemlendi. İlginç olan sonuç ise, diziler dünyasında “kadın gibi” olmak aşağılama niyeti ile kullanılırken, “erkek gibi” olmanın bir iltifat olarak karşımıza çıkmasıydı.

Kadın ve erkek karakterler duygusal yapıları açısından da birtakım kalıplara sıkıştırılıyordu. Araştırma sonuçlarına göre agresif ve kaba karakterlerin sırasıyla %62’si ve %69’u erkek.

Duygusal karakterlerin %80’ini ve hayalperest karakterlerin de %77’sini kadınlar oluşturuyor. Bu verileri destekler nitelikte başka bir sonuç ise sahne üzerinden incelenen birtakım eylemler. Ağlama ve hüzün içeren sahnelerin %73’ü kadınlar için yazılırken, şiddet ve tehdit içeren sahnelerin %79’u erkekler için yazılıyor.

Ebeveynlik ve bu rolde görünürlük, araştırmanın odaklandığı bir başka başlıktı. İncelenen 75 kadın ve 86 erkek karakterin sırasıyla %30 ve %21’i ebeveyn olarak tanımlanmış; neredeyse eşit sayıda anne ve baba ile karşılaşılıyor. Ancak ebeveynlik yapılan sahnelere baktığımızda %79’unun anneler için yazıldığını görüyoruz. Bir başka deyişle “baba” karakterler hikâyelerde olduğu halde, onları babalık yaparken izleyemiyoruz.

Kadınların iş hayatındaki görünürlüğü ana ve yan karakterler incelendiğinde oldukça düşündürücü. Tahmin ediyoruz ki yan roller ve figüranlar da bu incelemeye dahil edilse oranlar daha çarpıcı hale gelecek. Kadın karakterlerin sahne sayılarına baktığımızda, %80’inin hayatının keyfî (iş dışı) mekanlarda geçtiğini görüyoruz. İncelediğimiz kadınların üçte biri ev kadını; bununla bağlantılı olarak da ev işi içerikli sahnelerin %92’si kadınlara yazılmış. İş içerikli sahnelerin ise %82’si erkeklere ait. Yani kadınların daha çok evde ve keyfî mekanlarda, erkeklerin ise iş dünyasında göründüğünü söyleyebiliriz. Kadınların ekonomik hayata katılımıyla ilişkili rakamlara bakıldığında dizilerdeki temsiliyetin pek iç açıcı olmadığını söyleyebiliyoruz. Örneğin, incelenen 75 adet kadın karakterin içinde sadece bir adet iş kadını bulunuyor ve bu karakterin öne çıkan özellikleri “agresif, dışa dönük, rekabetçi, kaba” olması. Orta yaşlı ve dul olarak tanımlanmış bu kadın karakterin ebeveynlik rolü hikâye içinde öne çıkıyor ve oğlu ile ilişkisi geçimsizlik biçiminde gösteriliyor. İncelenen Mayıs ayı bölümleri içerisinde bu karakter, hiç iş yerinde gösterilmiyor. Bu veriler bize incelenen diziler içinde

Fiziksel özellikleriyle ön plandalar. Fiziksel özelliklerle ilgili yorumların 3/4’ü kadınlara yapılıyor

Televizyon Dizilerinde

Araştırması

ToplumsalCinsiyet Eşitliği

Bu araştırma Türkiye’de ulusal

televizyon kanallarında yayınlanan popüler dizilerde, toplumsal

cinsiyet kalıplarının ve rollerinin yer alış

biçimlerini tespit etmek amacıyla yapılmıştır

Dizilerdeki ana ve yankarakterlerin sayısı

Dengeli En çok izlenen dizilerde toplam görünürlüğün yaklaşık 2/3’ü erkek karakterlere ait.

GörünürlükDengesiz

ARAŞTIRMA KÜNYESİ

Araştırmacılar: Doç. Dr. İrem İnceoğlu, Yrd. Doç. Dr. Elif Akçalı, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyeleri Araştırma Tarih Aralığı : 1-31 Mayıs 2017 İncelenen Dizi Sayısı : 12* Bölüm Sayısı : 48 Kanal Sayısı : 6 Ulusal Karakter Sayısı : 161 Karakter Dağılımı: 75 Kadın, 86 Erkek Karakter Konumu: Ana Roller, Yardımcı Roller**

%47 %53

Şiddet ve tehdit erkekler için Ağlama ve hüzün kadınlar için

Erkekler, agresif ve kaba Kadınlar, uysal ve hayalperest

Kadın karakterler kalıplara sıkışıyor

Her 3 kadın karakterden 2’si zayıf Yorumların

%70’i olumlu

Genç kadın karakter sayısı, genç erkek karakter sayısının 2,5 katı.

Medeni durum kadınları tanımlıyor Erkeklerin aksine kadınların %100’ünün medeni durumu biliniyor

%80 %64Kadın karakterler

DUYGUSALUYSAL

karakterler

%77HAYALPEREST

karakterler

%62AGRESİF

karakterler

%69KABA

karakterler

%73%79Ağlama ve hüzün içeren sahnelerdekadınlar

Şiddet ve tehditiçeren sahnelerde

erkekler

* Söz konusu tarih aralığı içinde en fazla reyting alan ilk 12 dizi ** Hikaye kurgusunda sürekliliği ve olay akışına etkisi olan roller

Ebeveyn rollerinin%79'u kadınların. Erkekler, babalık rolünde görünmüyor

Her 3 kadından1'i ev kadını

Ev içi sorumlulukların%92'si kadınların

“Kadın gibi” olmak…

İş içerikli söz ve eylemlerin%82'si erkeklerin.

Kadınlar için bile %62 oranında "aşağılama"

%92

Kadınların iş hayatındagörünürlüğü sınırlı

Kadınlar %80 oranındaiş dışı mekanlarda

bulunuyor.

%80%20 %82

Araştırma raporunu indirmek için karekodu

okutun

Page 22: DOSYA: TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ · Kadir Has Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Merkezi’nin bu yıl dördüncüsünü gerçekleştirdiği “Toplumsal

43

var olan yegâne iş kadınının, olumsuz özellikleriyle öne çıkan ve hikâye içinde olumlanmayan bir karakter olduğunu göstermesi açısından önemli.

Sonuç olarak araştırmanın bulguları bize Türkiye’de ulusal kanallarda yayınlanan ve popüler olan dizilerde toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını yeniden üreten bir temsiliyet ve rol dağılımı olduğunu gösteriyor. Yani kadınların büyük bir kısmı eş ve/veya anne olarak ev işlerinden sorumlu rollerde yer alırken, erkekler karar verme mekanizmalarında, iktidar sahibi, ekonomik bağımsızlıkları olan bireyler olarak karşımıza çıkıyor. Kadınların medeni halinin her dizide doğrudan ya da dolaylı olarak bilinir kılınması, bize kadınların aile içine hapsedilmiş halde ve bir erkek ile ilişkilendirilerek temsiliyet bulabildiğini gösteriyor. Bizim araştırmamızda da, yapılan diğer benzeri araştırmalarda karşımıza çıktığı gibi, kadınların fiziksel özelliklerine ve yaşlarına dair temsiliyetin, sınırlı, belli kodlar dahilinde ve kalıp yargıları üretir biçimde olduğu gözleniyor. Dolayısıyla kadınlar görsel medyada tarihsel olarak kendilerine sürekli atfedilen iki rol olan “cazibeli ve güzel” ile “anaç ve cinsellikten arındırılmış” kalıplarının içine hapsedilerek temsil edilmeye devam ediyorlar. Benzer sonuç, temsil edildikleri mekanlar açısından da karşımıza çıkıyor. Kadınların, iç mekanlarda daha çok görüntülendikleri, bunların çoğunun özel mekan olduğu ve karakterlerin buralarda keyfî (iş dışı) bulunduklarını gözlemliyoruz.

Buna karşılık erkekler daha fazla hareket özgürlüğüne sahip karakterler olarak ortaya çıkıyor. Yine bu verilerle

desteklenen başka bir çıkarımımız da kadınların profesyonel olarak çalışmayan karakterler olarak temsiliyet bulduğu, ev kadını ve ebeveyn rollerine sıkıştırıldıkları, erkeklerin ise ekonomik olarak özgür, söz sahibi oldukları ve çeşitli işlerde temsiliyet bulabildikleri yönünde. Literatürde sıkça karşımıza çıkan kadının özel alanla ve erkeğin de kamusal alanla özdeşleştirilmesi konusu dizilerde de benzer şekilde karşılık buluyor ve bu ayrışmayı tekrarlayarak normalleştirip yeniden üretiyor. Buna ek olarak, erkeklik makbul cins olarak kodlanıyor. Dilde sıkça karşılaştığımız cinsiyetçi söz ve kalıplar dizilerde de anlatı içerisinde yer bulurken kadınlık özelliklerinin dilde hem kadınlar hem de erkekler için hakaret ve aşağılama amaçlı kullanıldığını buna karşılık erkeklik özelliklerinin her iki cins için de iltifat niteliğinde olduğu sahneleri görebiliyoruz.

Araştırmamızın yukarıda özetlenen sonuçları TÜSİAD Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Çalışma Grubu tarafından bir araya getirilen senaristler, oyuncular, yapımcılar, yönetmenler, kanal yöneticileri ve reklam verenlerden oluşan sektör paydaşlarının da destekleri ile dizi hikâyelerini iyileştirmek amaçlı kullanılmak üzere paylaşıldı. Bu yolda ilk adım birtakım ilkeler belirlenerek atıldı. Toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını kaldırmak hedefiyle kadınların ve erkeklerin fiziksel görünüm, karakter, duygu ve meslek çeşitliliğini arttırmak, hayata, işe ve eve dair sorumlulukları dengeli dağıtmak, şiddeti olağanlaştırmamak, toplumsal cinsiyet eşitliğine uygun bir dil kullanmak ve rol model karakterlerin görünürlüğünü sağlamak ve artırmak üzere çalışılmasına karar verildi.

Fiziksel özellikleriyle ön plandalar. Fiziksel özelliklerle ilgili yorumların 3/4’ü kadınlara yapılıyor

Televizyon Dizilerinde

Araştırması

ToplumsalCinsiyet Eşitliği

Bu araştırma Türkiye’de ulusal

televizyon kanallarında yayınlanan popüler dizilerde, toplumsal

cinsiyet kalıplarının ve rollerinin yer alış

biçimlerini tespit etmek amacıyla yapılmıştır

Dizilerdeki ana ve yankarakterlerin sayısı

Dengeli En çok izlenen dizilerde toplam görünürlüğün yaklaşık 2/3’ü erkek karakterlere ait.

GörünürlükDengesiz

ARAŞTIRMA KÜNYESİ

Araştırmacılar: Doç. Dr. İrem İnceoğlu, Yrd. Doç. Dr. Elif Akçalı, Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyeleri Araştırma Tarih Aralığı : 1-31 Mayıs 2017 İncelenen Dizi Sayısı : 12* Bölüm Sayısı : 48 Kanal Sayısı : 6 Ulusal Karakter Sayısı : 161 Karakter Dağılımı: 75 Kadın, 86 Erkek Karakter Konumu: Ana Roller, Yardımcı Roller**

%47 %53

Şiddet ve tehdit erkekler için Ağlama ve hüzün kadınlar için

Erkekler, agresif ve kaba Kadınlar, uysal ve hayalperest

Kadın karakterler kalıplara sıkışıyor

Her 3 kadın karakterden 2’si zayıf Yorumların

%70’i olumlu

Genç kadın karakter sayısı, genç erkek karakter sayısının 2,5 katı.

Medeni durum kadınları tanımlıyor Erkeklerin aksine kadınların %100’ünün medeni durumu biliniyor

%80 %64Kadın karakterler

DUYGUSALUYSAL

karakterler

%77HAYALPEREST

karakterler

%62AGRESİF

karakterler

%69KABA

karakterler

%73%79Ağlama ve hüzün içeren sahnelerdekadınlar

Şiddet ve tehditiçeren sahnelerde

erkekler

* Söz konusu tarih aralığı içinde en fazla reyting alan ilk 12 dizi ** Hikaye kurgusunda sürekliliği ve olay akışına etkisi olan roller

Ebeveyn rollerinin%79'u kadınların. Erkekler, babalık rolünde görünmüyor

Her 3 kadından1'i ev kadını

Ev içi sorumlulukların%92'si kadınların

“Kadın gibi” olmak…

İş içerikli söz ve eylemlerin%82'si erkeklerin.

Kadınlar için bile %62 oranında "aşağılama"

%92

Kadınların iş hayatındagörünürlüğü sınırlı

Kadınlar %80 oranındaiş dışı mekanlarda

bulunuyor.

%80%20 %82

Araştırma raporunu indirmek için karekodu

okutun