42
Samuel Beckett DÜNYA VE PANTOLON Fransızcadan çeviren: Cem İleri

Dunya ve Pantolon

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Samuel Beckett

Citation preview

Page 1: Dunya ve Pantolon

Samuel Beckett

DÜNYA VE PANTOLON

Fransızcadan çeviren: Cem İleri

Page 2: Dunya ve Pantolon

*SEL YAYINCILIK

Babıali Caddesi, 20/1 , Cağaloğlu - İstanbul

Tel. / Faks: (0212) 511 10 05 http://www.selyayincilik.com

E-mail: [email protected]

ISBN 975-570-106-0

© Sel Yayıncılık 2000

Sel Yayıncılık 110

Geceyarısı: 02

Dünya ve PantolonSamuel Beckett

Fransızcadan çeviren: Cem ileri

Kapak Tasarım: Nahide Dikel Birinci Baskı: Haziran 2000

Baskı: Kitap Matbaacılık Cilt: Fatih Mücellit

Page 3: Dunya ve Pantolon
Page 4: Dunya ve Pantolon
Page 5: Dunya ve Pantolon

MÜŞTERİ: Tanrı dünyayı altı günde yarattı, ama siz, altı ayda bana bir pantolon dikmeyi beceremediniz.

TERZİ: Ama, bayım, bir şu dünyanın haline bakın, bir de pantolonunuza.

Başlamak için, başka bir şeyden bahsedelim , u n u ­

tuluşa sürüklenm iş ya da başyapıtlar, sıradan yapıtlar

ve övgüye değer yapıtlar olarak adlandırılan şeylere

kulak asmayan yeğlemeler tarafından yok edilmiş eski

şüphelerden bahsedelim.

Hiç şüphesiz, heveslinin şüphelerinden, şu tam da

ressamların düşlediği türden, elini kolunu sallaya sal­

laya gelen ve elini kolunu sallaya sallaya giden, hayal

meyal gördüğünü sandığı şey yüzünden kafası kazan

gibi olmuş, uslu, sessiz hevesliden. Kafası bizim üç ku ­

ruşluk resimbilimimizin tarihleri, dönem leri, okulları

ve etkileşimleri ile tıka basa dolup taşan; tam bir bilge­

lik içinde bir guvaşla b ir suluboyayı birbirinden ayırt

edebilen ve zaman zam an da tüm açık yürekliliğiyle,

5

Page 6: Dunya ve Pantolon

beğenisine hitap eden, şeyi keşfettiğini zanneden he­

veslinin bunaltıları yanında, uygulayıcının şüphelerin­

den bahsetmek amma da matrak olurdu. Çünkü gari­

bim, resimle uzaktan yakından ilgili olan her şeye son

derece hâkim olduğunu düşünüyor.

Gerçek anlamıyla eleştiriden bahsetmeyelim. Bir

From entin’in, bir G rohm ann’m, b ir Mc Greevy’nin,

bir Sauerlandt’m kinden de iyisi Amiel’inkidir. Mala

marifetiyle dölyatağı ameliyatları. Peki başka türlü

olabilir miydi ki? Alıntılamaktan başka b ir şey yapabi­

liyorlar mı? Grohm ann, Kandinski’deki moğol yazı sa­

natı etkilerini açığa çıkarttığında; Mc Greevy, çok da

yerinde b ir tutum la, Yeats ile W atteau arasındaki ya­

kınlıktan bahsettiğinde, ne değişiyor? Sauerlandt şu

tanınm ayan büyük ressamdan, Bellmer’den, incelikle

ve -d ü rü s t o lalım - pintilikle bahsettiği zaman, bu ki­

me ulaşıyor? Herr Heidegger’in yazıları karşısında

korkunç bir şekilde acı çeken Bellmer, Das geht mich

nicht an diyor. Bunu son derece alçakgönüllü bir şe­

kilde söylüyor.

Ya da, öyleyse, Lessing gibi genel estetikle uğraşa­

lım. Bu sevimli bir oyundur.

Ya da, öyleyse, Vasari ve H arper’s Magazine’in yap­

tığı gibi küçük öykücüklere yer verelim.

6

Page 7: Dunya ve Pantolon

Ya da, öyleyse, Smith gibi açıklamalı kataloglar ha­

zırlayalım.

Ya da, öyleyse, burada yapıldığı gibi içtenlikle, tat­

sız ve karmakarışık b ir gevezeliğe girişelim.

I Sözcükleri yalnızca kendim izi anlatmak için kulla­

nıyoruz. Sözlük yazarları bile düşündükleri her şeyi'

Hemen dile getiriveriyorlar. Daha günah bile çıkarta-

m adan kendimizi ele veriyoruz.

Ama, hemen her zaman seviyle, çoğunlukla da

özenle boyanan ve aslında kendileri de birer itiraf olan

bu yüzeyler dışında, sokaktaki edepliliğimize başkal-

dırabiliyor muyuz? G öründüğü kadarıyla, hayır. Doğa

karşıtı çiftleşmeler yalnızca kıyıda köşede, güzel ve en­

der olanın heveslileri arasında görülüyor. Geriye de,

genel ahlâk kuralları karşısında saygıyla eğilmekten

başka yapacak bir şey kalm ıyor.;

Tamamlanmış ve bütünüyle yepyeni olan tablo

karşımızdadır, b ir anlam sızlık olarak. Ç ünkü o henüz

bir tablodan başka bir şey değildir; çizgilerin ve renk­

lerin yaşamı dışında bir yaşamı, yaratıcısı dışında bir

izleyicisi yoktur. Buluşma, bu konum undan dolayı

çok önem lidir. Tablo buradan çıkartılmayı bekler ve o

bakışları, sürüp giden tek hayatın, tüysüz ayaklıların

hayatının içinde, yüzyıllar boyu, çünkü bu geleceği

7

Page 8: Dunya ve Pantolon

olan bir tablodur, kendisini anlam landıracak, karala­

yacak olan bakışları bekler. Ve yine orada yok olacak­

tır. Önemli değil. ÎÖstünkörü onarılacaktır. Meremet-

lenecektir. Cinsel organlarını örtüp gerdanını uzata­

caklardır. Tıpkı Dresden’de, Giorgione’nin Venüs’üne

yaptıkları gibi, baldırlarının yerine b ir at kabası yer­

leştireceklerdir. M ahzenlerden ve tavan aralarından

kurtulam ayacaktır. Tıpkı Dublin’de Lurçat’ya yaptık­

ları gibi, ona da şemsiyeler ve tükürüklerle saldıracak­

lardır. Eğer söz konusu olan beş metreye yirmi beş

m etre büyüklüğünde bir freskoysa, renklerini önce­

den azotik asit ile canlandırm ayı ihmal etm eden onu

bir dom ates serasına kapatacaklardır, tıpkı H am pton

C ourt’da, M antegna’nın Triomphe ie Cesar'ma yaptık­

ları gibi. Ne zaman Almanların onu nakletm ek için

vakitleri kalmasa, kendisini terkedilm iş bir garajda

m antarlaşırken bulm uştur. Eğer bu bir Jud ith Leyster

ise, Hals’a verilecektir. Eğer bu b ir Giorgione ise ve

onun Titien’e verilmesi için de artık çok geç ise, Dos-

so Dossi’ye (Hanover) verilecektir. Bay Berenson ko­

n unun içyüzünü aydınlatacaktır. Yaşamış ve zevk saç­

mıştır.

Tüm bunlar, tabloların müzelerde neden özel ko­

leksiyonlardan daha iyi göründüğünü açıklıyor.

Page 9: Dunya ve Pantolon

Ve Balzac’m Bilinmeyen Başyapıt’inin neden bunca

filiz verdiği de anlaşılmış oluyor. İnsanların değerlen­

dirm elerinden m ahrum bırakılmış yapıt, sonunda kor­

kunç acılar çekerek yok olmaya m ahkûm dur. Saf yara­

tım olarak tanım lanan ve yaradılışla birlikte işlevsiz

hale gelen yapıt, hiçliğe adanmıştır.

Tek b ir (eğitimli) hevesli bile, onu kurtarabilir.

Güvencesi olmayan vecd anlarından dolayı avurtları

çökm üş, sayısız duraklam alardan ayakları yassılaşmış,

elli franklık katalogları karıştırm aktan parm akları yıp-'

ranm ış olan; gelip önce uzaktan, daha sonra yakından

bakan, içinden çıkılması pek kolay olm ayan özel du ­

rum larda rölyefin yüzeyini hafifçe sıvazlayarak incele­

yen şu baylardan yalnızca bir tanesi bile. Ç ünkü bu­

rada, tıpkı öğretm en okulu öğrencilerinin odalarına

yerleşmiş olan “özel ders almak isteyen öğrenci haya­

leti” gibi, atölyelerde sık sık görünen grotesk ve iğrenç

bir hayvan imgesi değil, ve fakat, doyum a ulaşma

um uduyla galerilerde, m üzelerde ve kiliselerde dola­

şıp duran (kim ilerinin sinem adan çıkm am ası gibi) sa­

vunm asız bir deli imgesi söz konusudur. U tanm az re­

zilin amacı ne kendini yetiştirm ek ne de daha iyiye

gitmek; kendi zevkinden başka bir şey düşündüğü

yok.

Page 10: Dunya ve Pantolon

Resmin, kamusal bir şey olarak varlığını meşrulaş­

tıran da odur aslında.

Başlangıçta ona yer verdim ki, konum u daha da

bulanık bir hale gelsin.

Gerçekte doyuma ulaşm aktan başka b ir niyeti yok,

ama onu bu amacından uzaklaştırmak için en olmaya­

cak şeyler yapılıyor.

M odern resmin onun için tümüyle bir tabuya dö­

nüşmesi amacıyla özellikle en olmayacak şeyler yapılı­

yor.

Nedenini bilmeksizin yalnızca hoşlanabileceği ya

da berbat bulacağı bir şey karşısında, bir seçim yapm a­

sı, taraf tutması, a priori kabul etmesi, a priori dışla­

ması, bakmaya bir son vermesi, varolmaya bir son ver­

mesi için en olmayacak şeyler yapılıyor.

Ona şöyle diyorlar:

“Soyut sanata yaklaşmayın. Bu sanat bir dolandı­

rıcılar ve yeteneksizler çetesi tarafından uyduru lm uş­

tur. O nlar başka b ir şey yapmayı bilmezler. Desen

yapmayı bilmezler. Oysa Ingres, “desen sanatın na­

m usudur” demişti. Boyamayı bilmezler. Oysa Delac­

roix, “renk sanatın nam usudur” demişti. O nlardan

uzak durun. Bir çocuk bile bu resim lerin aynılarını

yapabilir. ”

10

Page 11: Dunya ve Pantolon

O bu resimlerden hoşlandıysa, onları yapanlar do ­

landırıcı olsun olmasın, ne fark eder? Desen yapmayı

bilmiyorlarsa bile, bu onu ilgilendirir mi?

Cimabue desen yapmayı biliyor muydu? Hem, ne

demeye geliyor: Desen yapmayı bilmek? Çocukların

da aynılarını yapabilecek olmaları neyi değiştirir? Keş­

ke çocuklar aynılarını yapabilselerdi. Bu harika o lur­

du. Peki neden yapmıyorlar? Onlara kim engel oluyor?

Anababaları belki de. Belki de bu iş için ayıracak vakit­

leri yoktur?

Ona şöyle diyorlar:

“Zamanınızı gerçekçilerle, gerçeküstücülerle, kü-

bistlerle, fovlarla, yabanıllarla, izlenimcilerle, dışavu­

rum cularla vb. harcam ayın.” Ve her seferinde de ona

m ükem m el gerekçeler sıralıyorlar. Az kalsın ona, res­

m in Cézanne öncesinde kalan berbat çağlarıyla ilgilen­

m ekten vazgeçmesini bile söyleyeceklerdi.

Ona şöyle diyorlar:

“Resimde iyi olan, kalıcı olan, endişe duym adan

hayran olabileceğiniz her şey, Eyzies mağaralarından

Galerie de France’a dek uzanan bir çizgi üzerinde yer

alır.”

Fakat bunun en başından düzenlenm iş bir çizgi

mi, yoksa süm üklüböceğin salyaları gibi zamanla olu­

11

Page 12: Dunya ve Pantolon

şan bir iz mi olduğu konusunda kesin bir şey söylemi­

yorlar. Herhangi bir tablonun hangi belirtiler doğrul­

tusunda söz konusu çizgiye bağlanabileceğini belirt­

miyorlar. Bu görünmez bir çizgi. Acaba çizgileri bir ta­

sarıma dayanıyor m udur?

Ona şöyle diyorlar:

“Doğrudan ifadelendirmeye yüz çevirme hakkına,

yalnızca bu konuda yetenekli olanlar sahiptirler. Re­

simde biçimsizleştirme anlayışı, yeteneksizlerin sığma­

ğından başka bir şey değildir.”

Hak! Ne zamandan beri sanatçı, haklarının tüm ü-/

ne sahip durum da değil? Belki de pek yakın bir za­

m anda, uzun akademi yıllarım kanıtlayamadığı du­

rum larda, sergi düzenlemesine, hatta çalışmasına bile

izin verilmeyecektir.

Yüz elli yıl önce aynı ağlayıp sızlanmalar, serbest

vezni ve tonal gam lan da selamlıyordu.

Ona şöyle diyorlar:

“Picasso, iyidir. Ona güvenebilirsiniz.”

Ama ardı sıra yükselen hom urtulardan hiç haberi

olmuyor.

Büyük bir iyi yüreklilikle, ona şöyle diyorlar:

“Ruh halleri, düşler ve hatta karabasanlar da da­

hil olm ak üzere, her şey resm in nesnesidir; trans­

12

Page 13: Dunya ve Pantolon

kripsiyonun plastik araçlarla yapılm ış olması şartıy­

la .”

Acaba herhangi bir tablonun söz konusu çizgi üze­

rindeki varlığı ya da yokluğu, bu araçları kullanmış

o lup olmamasına göre m i belirleniyor?

Her ne olursa olsun, plastik araçlar ifadesiyle tam

olarak ne kastedildiğini öğrenm ek faydalı ve hatta il­

ginç olacaktır. Belki de b u konuda hiç kimse b ir şey

bilmiyordur; bu yalnızca, bu işin ehli kişilerin sezinle­

yebileceği bir şeydir.

Fakat b ir an için tanım ın, herhangi b ir çapaklının,

üzerinde tartışılan resmin karşısına geçerek şu şekilde

haykırabileceği kadar kesin, genel-geçer bir kabul

gördüğünü varsayalım: “Evet, güzel, araçlar plastik”;

ve aynı zamanda, yalnızca tüketilebilen resmin iyi ol­

duğu kanısının da yaygın b ir şekilde kabul gördüğü­

nü varsayalım. Bu durum da, söz konusu genel-geçer

ortam a sırtını dönm üş olan sanatçı hakkında ne dü­

şünmeli?

Böyle bir durum, pratik estetik bağlamında derin

ve karmaşık sorunların doğmasına neden olacaktır;

gösteriş budalalığıyla ,x hiper-gösterişçilikle, bile bile

yapılan şatafatçılıkla, bunların karşılıklı ilişkileri ve kı­

rılma bölgeleriyle, ve genel anlamda, arzu edilen yara­

13

Page 14: Dunya ve Pantolon

tıcı kusurun meşruiyetiyle, pardon, uygunluğuyla ilin­

tili sorunlardan bahsediyorum.

Ona şöyle diyorlar:

“Dali? Gösterişçinin tekidir o. Başka bir şey yap­

mayı bilmez."

İşte, rastlantıya hiçbir şans tanım am ak diye buna

denir. Önce boğazlıyorlar, sonra da karnım deşiyor­

lar.

İkiye katlanmış yargılar da böyle anlarda çoğalma­

ya başlar. Yargıçlar hakkında söyleyecek çok şeyleri

vardır.

Aşağıdaki örneği türün modeli olarak öneriyorum.

Kısa, açık, iyi dengelenmiş (önce olumlama, sonra

yadsıma), incelikle aşkın, Anglo-sakson’ların kolaylık­

la telaffuz edebilecekleri türden ve kopyasız. Yani as­

lında kopya üretmeye (répliqué) 'en geç on beş yaşına

doğru başlamak gerekir.

Uzunca bir süredir, ressamlar arasındaki, hevesli­

ler arasındaki, ressamlarla hevesliler arasındaki ilişki­

leri fikir düzeyinde zehirlemeye devam eden korkunç

ve kurnaz anlaşmazlığı oradan söküp atabilmeyi, on

cilt rezilce inceleme bile başaramaz.

Çünkü Dali olmazsa bir başkası vardır; şatafatçı

değilse, mutlaka başka bir şeydir.

14

Page 15: Dunya ve Pantolon

Gösteriş budalalığının ortaya çıkmasının b ir anla­

m ının olduğunu ve Dali’nin de, isteyerek ya da isteme­

yerek, bu tanım içinde değerlendirilebilecek olan yüz

karası sanatçıların b ir temsilcisi olduğunu kabul ettiği­

mizde akla gelebilecek olan sorulardan yalnızca birkaç

tanesini inceleyelim.

Eğer bu Dali’nin işine geliyorsa, neden açık açık

gösterişçilik yapmıyor?

Gösterişçi olan ve olmayan Dali’yi, biri diğerinin

hizm etinde olmak şartıyla, yek vücut olarak tasarlaya-

maz mıyız? La Princesse d’Elide nesri, dizelerden m ah­

rum kalsaydı bu denli güzel olabilir miydi? Alçılama­

nın, Claude’un manzara resimlerine gerçekten hiçbir

katkısı olmamış mıdır?

Başka bir şey yapmayı bilmediğini nereden biliyo­

ruz? Bu konuda b ir tutanak mı imzalamış? Asla başka

bir şey yapmadığına dair? Ve eğer bu işine geliyorsa,

neden çocukluğundan bu yana yalnızca gösterişçilik

yapmakla yetinmemiş?

Ve neden, gösterişçilikten başka bir şey yapmayı

bilmediği halde, bu konuda ortaya hayranlık uyandırı­

cı herhangi bir şey koymayı becerememiş? Ç ünkü hay­

ranlık uyandırıcı şatafatçılık bir contradictio in adjec-

to’dur.

15

Page 16: Dunya ve Pantolon

Ve bu böyle sürer gider.

İşte, heveslilere söylenegelen şeylerden sadece b ir­

kaçı.

Ona asla şöyle bir şey söylemezler:

“Resim diye bir şey yoktur. Yalnızca tablolar var­

dır. Bunlar da b irer sosis olm adığına göre, iyi ya da

kö tü değildir. Söylenebilecek tek şey, tabloların saç­

ma ve gizemli patlamaları az ya da çok kayıp ile gö­

rüntüye çevirdiği, ve karanlık, içsel yönelimlere oran­

la az çok tam am lanm ış olduğudur. Tam am lanm ışlık

derecesi hakkında kendi kendinize karar vermeye ge­

lince, gerilmiş olanın derisi olmadığınıza göre, bu bir

sorun oluşturm ayacaktır. O bile, çoğunlukla b u ko­

nuda hiçbir fikre sahip değildir. Zaten önem siz bir

katsayıdan başka b ir şey de değildir. Çünkü kayıplar

ve kazançlar, sen’in söylenen’i, tüm varlığın da tüm

yokluğu aydınlattığı sanat ekonom isinde geçerlidir

yalnızca. Bir tablodan asla öğrenemeyeceğiniz şey,

onu ne kadar sevdiğinizdir ( ve gerektiğinde, onu ne­

den bu kadar sevdiğiniz; tabi bu sizi ilgilendiriyorsa).

Ama sağır olmadıkça ve harflerinizi unutm adıkça,

bunu da büyük bir ihtimalle asla öğrenemeyeceksi­

niz. Ve en sonunda sizin için, Louvre ziyaretleriniz­

den geriye, çünkü artık Louvre dışında hiçbir yere

16

Page 17: Dunya ve Pantolon

gitm iyorsunuzdur, süre anılarından başka h içbir şe­

yin kalmadığı bir dönem gelecek: “Profesör Pater’m

gülüşü önünde tam üç dakika kalmıştım , ona bak­

m ak için”.

işte bir hevesliye asla anlatılmayacak olan gerçek­

lerin son derece önemsiz b ir bölüm ü. Anlatılmayan kı­

sım lardan daha gerçek olmadığı apaçık ortada. Ama

yine de geriye kalanlan değiştirebilir.

Abraham ve Gerardus van Velde’nin yapıtı, (böyle

bir yapıt var olmadığına göre) Paris’te pek az tanınıyor,

yani pek az tanınıyor. Bununla birlikte onlar Paris’te

yirmi yıldan beri, on altı yıldan beri çalışmaktalar.

A. van Velde’nin yapıtı özellikle çok az tanınıyor.

Bağımsızlar’da karm akarışık b ir halde gerçekleştiri­

len yıllık havalandırm ayı saymazsak, tabloların a tö l­

yeden dışarıya asla çıkm adıklarını söyleyebiliriz. Bu

u zun içe kapanm anın ard ından , yapıtlar bugün, san­

ki ilk ortaya çıkışlarından bu yana hayranlık uyand ır­

ma, hoş görülm e ve aşağılanma süreci hiç kesintiye

uğramam ışçasm a, yepyeni b ir şekilde su yüzüne çıkı­

yor.

Daha önce önemli ya da önemsiz hiçbir sergi, biri­

nin ya da diğerinin tuvallerini Paris’te bir araya getir­

memişti.

17

Page 18: Dunya ve Pantolon

Buna karşılık, G. van Velde, 1938 yılında, L ond­

ra’da, Genç Guggenheim Galerisinde önem li bir ser­

gi gerçekleştirm işti. Sayısız tuvali İngiltere’de kal­

m ıştır.

Çoğunlukla Paris’te ve yakın çevresinde çalıştılar.

Bununla birlikte, A. van Velde bir dönem Korsika’da

(1929-1931) ve Majorka’da (1932-1936) da b u lu n ­

m uştur.

En önemli şeyi söylemeyi unuttum . A. van Velde,

Lahey’de, 1895’in ekim ayında doğmuştur. Sis, pus

mevsimi. G. van Velde, Leyde yakınlarında, 1897’nin

nisanında doğm uştur. Lâle mevsimi.

Bundan sonrası, benden başkasını ilgilendirmeye­

ceğini çok iyi bildiğim duyarlıkların sözsel bir biçim-

sizleştirilmesinden, hatta bir tür sözsel kıyımdan baş­

ka bir şey olmayacak. Yani, açıkçası, duygusal b ir ger­

çekliğin biçimsizleştirilmesinden çok, onun tuhaf be­

yinsel izinin biçimsizleştirilmesi. Çünkü beni sayısız

çöküntüden kurtardıklarını duyum sam am için, A.

van Velde’nin tablolarının bana vermiş olduğu, verdi­

ği tüm hazları ve G. van Velde’nin tablolarının bana

vermiş olduğu, verdiği tüm hazları düşünm em yeter-

lidir. .

Öyleyse, bir çifte kıyım.

18

Page 19: Dunya ve Pantolon

Biçime gelince, ister istemez bir dizi zorunlu öner­

m enin işleyişi doğrultusunda ortaya çıkacaktır. Bu,

kendini öne sürm em enin tek yoludur.

Her şeyden önce, bu iki yapıtı birbiriyle karıştır­

m am ak gerekiyor. Burada, birbirinden kesinlikle fark­

lı iki ayrı şey, iki ayrı şeyler dizisi vardır. Gitgide, bir­

birlerinden ayrılıyorlar. Gitgide, birbirlerinden ayrıla­

caklardır. Tıpkı, Chatillon kapısından çıkıp, çok iyi ta­

nım adıkları bir güzergâhta, sık sık kendilerini cesaret­

lendirm ek için mola vererek, biri Champ-de-l’Alouet-

te sokağına, diğeri ile des Cygnes’e doğru yönelen iki

adam gibi.

Daha sonra da, bu iki yapıtın ilişkilerini çok iyi

kavram ak gerekiyor. Bir arada yaşayan, yatan, oturan,

gezinen sayısız insanın ortasında, aynı ufka doğru yü­

rüyen bu iki adamın birbirlerine ne kadar benzedikle­

rini.

Önce, yaşça daha büyük olandan bahsedelim. Öz­

günlüğü, bu ikisi içinde, çok uzaktan bile kolaylıkla

kavranabilen ve daha çarpıcı bir yapıt üretm iş olma­

sından ileri gelmektedir. G. Van Velde’nin resmi, aşın

derecede içine kapalıdır; korunm a amaçlı olduğu his­

si uyandıran balkımalarla devinir; astronom ların (yan­

lış hatırlamıyorsam) büyük bir kaçış hızı dedikleri şey

19

Page 20: Dunya ve Pantolon

konusunda çok yeteneklidir. Oysa A. van Velde’nin

resmi, değirmi bir boşlukta donm uş kalmış gibidir.

Hava çekip gitmiştir oradan.

Abartıyorum.

Özellikle son tuvalleri; G. van Velde’nin Midi’den

geri getirdiklerini ve A. van Velde’nin 1940-1941 yıl­

larında yaptıklarını (o tarihten bu yana hiçbir şey yap­

madı) düşünüyorum . Son on yıldır, aradaki fark çok

daha az hissedilir oldu. Ama önceden açıkça belli olu­

yordu.

Hiç kimse, rollerin bu şekilde dağıtılmasını bekle­

miyordu. Herkes tam tersini öngörmekteydi. Ve en

büyük korkum da, tutarlığa pek düşkün zihinlerin, as­

lında onların tersine çevrilmeleri gerektiğini savunan

gözlemleriyle aynı kanıyı paylaşmaktır.

Bu boşluk içindeki nesne etkisi nereden kaynakla­

nıyor? Biçimden mi? Bu, mavi etkisinin gökyüzünden

kaynaklandığını söylemek gibi bir şey. Daha geniş bir

alan bulmaya çalışalım.

Abraham van Velde’de, düşünceleri tamamen bir

uğultuya dönüşm üş olan bizlerin güçlükle ve ancak

bir tür sözdizimsel denetime başvurarak, zaman içine

yerleştirerek kavrayabileceği, özellikle ve şiddetle re-

simsel olan bir kavrayış gücüne gereksinim vardır.

20

Page 21: Dunya ve Pantolon

(Parantez içinde, en azından birkaç kez tanık oldu­

ğum b ir olaya, tabloların iyi niyetli izleyiciler üzerinde

yarattığı tuhaf etkiye işaret etmek istiyorum. Bu tablo­

lar, kendilerini yorum lam ak için sabırsızlananlar da

dahil olmak üzere, tüm iyi niyetlileri konuşma alışkan­

lığından yoksun bırakır. Bu hiç de, resmi en sonunda

yok olup gidecek uzdilli çürütmelerle değerlendirecek

olan allak bullak olm uş izleyicinin sessizliğine benze­

miyor. Bu, nedenini bilmeksizin bir dilsizin karşısına

zorla oturtulm uş olan birinin sessizliği, hatta neredey­

se uyuşum udur.)

Katıksız b ir kavrayışı betim lem ek, anlamsız bir

cüm le yazmak dem ektir. Hiç kuşkusuz. Ç ünkü ne

zam an sözcüklere gerçek b ir aktarm a işlevi gördürü l­

m ek istense, ne zam an onlardan, kendilerinden baş­

ka b ir şeyi ifade etm eleri istense, kendi kendilerini

karşılıklı olarak geçersiz kılacak b ir şekilde hizaya gi­

rerler. Bu, hiç şüphesiz, hayata tüm büyüsünü veren

şeydir.

Ç ünkü burada, bir bilinçlenme değil, kısacık bir

görme, bir görüş söz konusudur. Kısacık! Ve bazen da­

ha fazlasına bile değil, yalnızca görmeye olanak tanı­

yan, yanlış tanınm ak için her zaman ısrar etmeyen, gö­

rünüm olmayan tüm şeyleri hiçe sayma konusunda sa-

21

Page 22: Dunya ve Pantolon

dik olanlarla zaman zaman uyum içinde olan b ir ala­

nın; iç alanın görüm üdür bu.

Sona ermiş, değiştirilemez, zaman fabrikasında za­

m ana karşı korunaklı olan zaman yapıcı tarafından za­

m andan söküp alınmış (Ve tüm gününü, Sacre-Co-

eur’ü görmek zorunda kalmamak için orada geçiren)

gövdeler ve uzam; işte Barbizon’a ve Perouse’un gök­

yüzüne layık olan. Zaten bir anlamda, orada ortaya çı­

kan sonuç da budur.

Kuşlar can verdi, Manto sessizliğe büründü, Tire-

sias bilemedi.

Bilgisizlik, sessizlik ve devinimsiz, mavi engin gök­

yüzü; işte bulm acanın cevabı, en son cevap.

Kimileri için.

Temsilci sanatlar neye, oldum olası, sıkı sıkıya sa­

rılmıştır? Bir yandan temsil ederken, öte yandan du r­

durm ak istediği zaman’a mı?

Ne kadar çok uçuş, ne kadar çok akıntı, akış ve

ok. Ne kadar çok düşüş ve yükseliş. Ne kadar çok du ­

m an. En çok da saatlerin geçip gidişini simgeleyen,

idrar boşaltm a’ya (kutsal Potter’m m üm ini) kadar gel­

dik.

Bu konuda, hiçbir zaman yeterince m innettar ola­

mayacağız.

22

Page 23: Dunya ve Pantolon

Ama belki de nesnenin, görünür diye adlandırılan

dünyadan, oraya buraya doğru, el ayak çekmesinin za­

m anı gelmiştir.

Çağlayanın karşısında canı çıkan, bulutlara verip

veriştiren “gerçekçi”, bizi büyülemeye devam ediyor.

Ama artık şu nesnellik ve görülebilen şeyler hikayele­

riyle canım ızı sıkm aktan da vazgeçti. Hiç kimsenin

görmemiş olduğu şeyler içinde en korkuncu, kesinlik­

le onun çağlayanlarıdır. Ye bundan böyle nesnelliğin

lafının bile edilmemesi gereken bir yer varsa, orası ke­

sinlikle gerçekçinin, güneşlikli şapkasıyla üzerinde do­

laşıp durduğu topraklardır.

Öyleyse A. van Velde’nin resmi, her şeyden önce,

kararsızlık içinde olan, ertelenmiş nesnenin resmidir;

can sıkıcı çağnşımlarla yüklü olmasaydı seve seve, ölü

nesnenin, eşsiz şekilde ölü nesnenin resmi derdim.

Ç ünkü, resimde görülen şey artık yalnızca ertelenmiş

olarak temsil edilmiyor, ve fakat tam da öyle olduğu

için, gerçekten askıda bırakılıyor. Bu, yalnızca görme

isteğiyle, yalnızca kendisini görme isteğiyle yalıtılmış

b ir nesnedir. Boşluktaki devinimsiz nesne, ve işte ni­

hayet görünür şey, saf nesne. Burada başka bir şey gör­

m üyorum .

Kafatası, bu m etnin temelinde yer almaktadır.

23

Page 24: Dunya ve Pantolon

Tıpkı, son am pul de söndüğünde sayacın çarkları­

nın ağır ağır yavaşlaması gibi, zam an da arada sırada

yatışır burada.

Ve en sonunda, karanlıkta görmeye başladığımız

yerdir burası. Hiçbir tansö küm ünden çekinmeyen ka­

ranlıkta. Boş b ir gökyüzünün, değişmez dünyanın tan-

söküm ü ve öğle vakti, akşamı ve gecesi olan karanlık­

ta. Zihni aydınlatan karanlıkta.

Burası, ressamın dingin b ir şekilde göz kırpabile­

ceği yerdir.

Ressamın şu m eşhur, kendi nesnelerini yaratma

“hakkı”nın çok uzağındayız. Bu cesur eylemi doğuran,

açık havadır.

Aynı şekilde, gerçeküstünün sululuklanndan da

uzakta.

Hâlâ Sienalılarınm görkeminden bahsedip durdu­

ğumuz, eleştirel -nesnelerinin eleştirisi, araçlarının

eleştirisi, amaçlarının eleştirisi, eleştirisinin eleştirisi -

resmin büyük okuluyla alet edevat konusundaki ben­

zeşmelerden de uzakta.

Bir zamanlar, büyük Thomas denilen bir adam

vardı... Abraham van Velde’nin özgünlüğünü, olağa­

nüstü nesnelliği dışında başka bir yerde aram ak fayda­

sızdır, çünkü geriye kalan her şey oraya bağlanır; hiç

24

Page 25: Dunya ve Pantolon

şüphesiz ki, bu bir sonuç ya da b ir etki değildir ve fa­

kat aynı neden, geriye kalan her şeyi ortaya çıkarm ak­

tadır. Bu resmin düşüncesizce, safça, düzenlem eden

ve özensizce ortaya koyduğu her şeyden bahsediyo­

rum.

Tek olan üzerinde düşünm ek olanaksızdır. Eni ko­

n u düşünülm üş resim, her fırça izinin bir sentez, her

çizginin bir simge olduğu; her tonun, binlercesi ara­

sından seçilerek bulunduğu ve örtük tasım’m kırılıp

bükülm eleri ile son bulan resimdir. Hercai b ir ölüdo-

ğadır. Ameliyat m asasındaki dikiş makinesidir. Aynı

anda hem cepheden hem de yandan görülebilen figür­

dür. Bu aynı zamanda hiç şüphesiz ki - kesinkes doğ­

ru olmasa da, memeleri sırtında olan bir hanım efendi­

dir. Böyle bir resim kendi tarzında başyapıtlar üretir.

En sonunda bulunm uş olan, merkezi her yerde

olan ve çevresi hiçbir yerde olmayan bilinmeyen’den

başka bir bilinmeyen istem ek olanaksızdır; ne onu

durdurabilecek bir etkenin var olduğunu öne sürm ek

olanaklıdır, ne de onu durdurm a amacının var oldu­

ğunu. İşte tam da bu yüzden, bu hayranlık ve heyecan

uyandıran şeyi bundan böyle görmemekten; zamanın,

körlüğün içine girmekten; hiçbir zaman ölmemiş olan

gövde burgaçları önünde sıkılıyor olmaktan ve kavak­

25

Page 26: Dunya ve Pantolon

ların altında titreşm ekten bahsedilebilir. O halde onu,

m üm kün olan tek biçim aracılığıyla göstermekten baş­

ka bir şey yapılamaz.

Basit olanı düzene sokm ak olanaksızdır.

Ya gösterilir, ya gösterilmez.

Görünüşe dayanan resim, ona araçları sunm uştu.

Etkisi pek fazla sürmedi. O zamandan bu yana, A. van

Velde bu araçta bir hayli değişiklikler yarattı. Ama res­

min kökenine ulaşm ak hâlâ m üm kündür. Bu aracı,

görünüşçü resimle en ufak bir ilgisi dahi bulunmayan

kendi çalışmasının gereksinimlerine uyarladı.

Braquein, kullandığı araçlar üzerine plastik bir

meditasyon gerçekleştirirmişçesine yaratmış olduğu

resimleri vardır. Onlardaki tuhaf hipotez izlenimi de

buradan kaynaklanmaktadır. Son, her zaman yarma

ertelenir. Bu yaklaşım, yaşayan m odem resmin büyük

bir bölüm ü için de -yoksa, en küçük bölüm ü için fa­

lan değil- tutarlı bir gözlem gibi gözüküyor.

Abraham van Velde’de buna benzer hiçbir şey yok­

tur. O ileri sürer. Ortaya koyar. Araçlan, bir spekü-

lom ’un özgüllüğüne sahiptir. Varlıkları işlevleriyle düz

orantılıdır, van Velde, araçlarıyla onlardan şüphelene­

cek kadar yeterli b ir süre ilgilenmez. O yalnızca araç­

ların yansıttıklarıyla ilgilenir.

26

Page 27: Dunya ve Pantolon

Tam da bu noktada, kökten bir önem taşıyan ve

Cézanne’dan bu yana resim sanatının, kendisinden ön­

ce gelenlerle ilişkisinin neyin gereği olarak kesilmiş ol­

duğunu (bu bağlantıları yeniden sağlamak isterken o

kadar çok zaman harcanm ıştır ki) ve neyin gereği ola­

rak, A. van Velde’nin, sırası geldiğinde kendisini bu an­

layıştan tümüyle sıyırmış olduğunu anlamamıza olanak

tanıyabilecek bir noktaya parm ak basmış oluyoruz.

Sanat, sıçramalara bayılır.

Bu, gerçeğe katı bir şekilde uygun yaklaşım dan G.

van Velde’nin resmine geçmek, Tolgalı Adam ’dan, Delft

Manzarası'na; Sixtine'den, Loggia’lara geçmeye benzi­

yor (oranları karşılaştırıyorum).

Zorlu bir geçiş olacak.

Bu kayıp giden düzlemler, titreşen çevre çizgileri,

karanlıkta yontulm uşa benzeyen bedenler, kendisine

bakıldıkça, bir hiç tarafından bile yerinden edilebile­

cek olan, kendi kendisini bozan ve yeniden biçimle­

nen bu dengeler hakkında ne anlatmalı? Nefes alıp ve­

ren, soluk soluğa kalan renklerden nasıl bahsetmeli?

Uğuldayan, kaynaşan birikmeden? Bu ağırlıksız, yo­

ğunluksuz, gölgesiz dünyadan?

Burada her şey harekete geçer, yüzer, sızar, geri

gelir, çözülür, birleşir. Her şey durm aksızın durur.

27

Page 28: Dunya ve Pantolon

Tıpkı bir kayanın, dağılmasından saniyenin binde biri

kadar bir süre önceki iç yapısı; m oleküllerin başkaldı­

rısı gibi.

işte edebiyat, budur.

Bu iki görme ve resmetme biçimiyle, aynı gün için­

de bir ilişkiye girmemek en iyisidir. En azından ilk za­

manlarda.

Kabaca b ir ayrım yapalım, işi, gülünç olmaya ka­

dar vardıralım.

Abraham van Velde, uzamı resmediyor.

Gerardus van Velde, art arda gelişi resmediyor.

Uzamı görebilm ekten önce, ve betimleyebilmek-

ten haydi haydi önce, onu devinimsizleştirmek gerek­

tiği için, A. van Velde, güneşin kırbacı altında topaç gi­

bi dönen doğal uzama sırtını dönüyor. O nu ülküsel­

leştiriyor, ondan bir bilinç yaratıyor. Çünkü onu, eşi

benzeri görülmemiş bir açıklık ve nesnellik ile gerçek­

leştirebilmesi için, ülküselleştirmesi gerektiğini bili­

yor. O nun keşfi, işte budur. A. van Velde bu keşfini,

en uç noktasına ulaşmış olan açık ve duru görme ge­

reksinimine borçludur.

G. van Velde ise tam tersine, bütünüyle dışarıya,

nesnelerin ışık altındaki hayhuyuna, zamana dönm üş­

28

Page 29: Dunya ve Pantolon

tü r yüzünü. Çünkü zam an algısına ancak, kurcaladığı,

görüm üne engel olduğu nesneler aracılığıyla ulaşabil­

mektedir. Bütünüyle dışarıya açılarak, zam anın ürper­

tisiyle sarsılan m akrokozm osu göstererek; kendi ken­

disini, sarsılmazlığmdan, ne huzura ne de dinginliğe

sahip olan kendi gerçekliğinden hareketle var ediyor.

Bu, Heraklitos’un basit hesaplamasına göre, hiç kimse­

nin içinde ikinci kez yıkanmayı başaramayacağı nehrin

betimlemesidir.

G. van Velde’nin ışıklı resmi, tuhaf b ir memento

mori’âir. Bunu ilk elde, hem en belirtm ek istiyorum.

Bu resmin; nilüferlere, dinsel ezginin sonsuzluğu

boyunca günde yalnızca iki dakika ayırabilmek için,

aşağıdaki yıldızların can sıkıcı debelenm elerini akima

getirm eden, yeryüzünün dönme devinimini d u rd u r­

duğunu sanan kurm alı saat resmi ile hiçbir ilişkisi

yoktur. G. van Velde’de zaman dörtnala gider; o, za­

m anı b ir tü r ters-Faust sayıklamasıyla m ahm uzlam ak­

tadır.

Bu tuvaller, “işte, biz buyuz” diyorlar. Ve ekliyor­

lar: “Bu bir şanstır”.

Tüm bunların yanı sıra, önüm üzdeki, olağanüstü

bir sakinliğin ve dinginliğin resmidir. Kuşkusuz, on­

dan hiçbir şey anlamıyorum. Hiç gürültü yapmıyor. A.

29

Page 30: Dunya ve Pantolon

van Velde’nin resmi çok belirgin bir ses çıkarırdı;

uzaklarda çarpan bir kapının sesi, duvardan söküp al­

m ak için çarpıp durdukları kapının önemsiz, donuk

yankısı.

Sonuç olarak, birbirini çürütüyorm uş gibi gözü­

ken ama gerçekte, plastik sanatları da kapsayan şu iki­

lemin tam ortasında yeniden bir araya gelen iki yapıt:

Değişim nasıl betimlenebilir?

Her ikisi de, kendi tarzlarında, dolambaçlı çarele­

re karşı çıktılar. Onlar ne müzisyendi, ne edebiyatçı,

ne de kuaför. Bir ressam için, nesne olanaksızdır. Za­

ten, m odem resmin en iyi yapıtlarının önemli bir bö­

lüm ü de, b u olanaksızlığın betimlenmesi çabası sonu­

cunda ortaya çıkmıştır.

Fakat her ikisi de, çözümsüz bir plastik durum un,

plastik bir çare üreterek nasıl çözümlenebileceğini bil­

miyordu.

Aslında resim onları fazla ilgilendirmiyordu. O nla­

rı asıl ilgilendiren şey, insanlık durum uydu. Bu konu­

ya daha sonra yeniden döneceğiz.

Değişimi betim lem ekten vazgeçtilerse, o halde, be­

timlenebilir olandan geriye ne kalmıştır onlara? Deği­

şim in dışında, betimlenebilecek başka bir şey var mı­

dır?

30

Page 31: Dunya ve Pantolon

Geriye: Birine, boyun eğen, değiştirilen nesne; di­

ğerine, gücünü kabul ettiren, değiştiren nesne kalmış­

tır.

Kendilerini en sonunda temsil edilebilir kılan ko­

puşları -b irin in cellattan, diğerinin kurbandan kopu­

ş u - içinde, yaratılmayı bekleyen iki nesne. Bunlar da­

ha henüz nesne değildir. O nun da zamanı gelecek.

Gerçekten.

Burada, birbirinden son derece farklı olan; ve ace­

leyle bir antitez haline getirilmiş olan ilkeleri, uzun za­

m andan, ta dyskoloi ve euboîoi’lerden beri psikolojinin

zevkleri arasında yer alan iki tutum söz konusudur.

İkisinin kökleri de aynı deneyim den türemiştir. Ne ka­

dar hoş. Değil mi?

Bu ayrımın incelenmesi hiçbir şeyi açıklığa kavuş­

turm ayacak olsa bile, en azından bu iki yapıtı birbirle­

rine oranla yerlerine yerleştirmemize yardım edebilir.

Özellikle de, söz konusu yapıtlarda üslup farklılığı

şeklinde ortaya çıkan ve tam am en yüzeysel b ir karşı­

laştırma yapmaktan uzak durm ak istiyorsak, derin an­

lamını kavramak zorunda olduğum uz ayrım konusun­

da bizi aydınlatabilir. Bu konu üzerinde daha fazla

durmayalım. Bu türden bir kategorik özensizlik, mağ­

rur savrukluk; egemen araçların böyle kendini beğen­

31

Page 32: Dunya ve Pantolon

miş bir şekilde kullanımı, yaşça büyük olanda içsel ba­

kışın ivediliğini ve baskınlığını ortaya koyarken, diğe­

rinde onarılamaz hatalara dönüşür. Çünkü berikinin,

kendisini, basit bir dibi boylama örneklemesi haline

getirenlere bağlayan tüm palamarları koparıp atmış

olan, adeta kendisiyle arasındaki tüm palamarları sö­

küp atmış olan, ve yeniden yüzdürülm esi için kesin­

likle bu ustalık ve usanç karışımına gereksinim duyan

basit bir nesneye değil, çok daha karmaşık bir nesne­

ye gereksinimi vardır. Doğrusunu söylemek gerekirse,

bir nesneden çok bir sürece, sann ve esrime sağlamlı­

ğı kazandırdığı bir tü r yoğunluk ile hissedilebilecek

bir sürece gereksinimi vardır. O nun işi her zaman, bi­

leşiklerledir. Söz konusu olan artık, gündelik, iç karar­

tıcı ışıldamaları arasında büzüşüp kalmış doğal bileş­

keler değildir, ama aynı öğelerin karşı karşıya getiril­

mesidir. Bu geçit vermez kitleyle yüz yüze gelen A. van

Velde, ihtiyacı olan şeyi özgürlüğüne kavuşturm ak

için bu engeli yok etm ek zorundadır. Diğeri için ise,

bu çözüm, daha en başından bir kenara atılmış du ­

rumdadır.

İki şeyin bir araya getirilmesi gerekm ektedir.

Ç ünkü art arda geliş, ancak birbirini izleyen du ru m ­

lar aracılığıyla ve söz konusu durum ların , en so n u n ­

32

Page 33: Dunya ve Pantolon

da eriyip birbirleriyle kaynaşabilmelerini sağlayacak

ölçüde hızlı b ir kaydırm a işlemine, dem em o ki, ne­

redeyse art arda gelişin kendi görüntüsünde yer ala­

cak b ir devinim sizleştirme işlemine tabi tutulm ası

yoluyla betim lenebilir. Dışsal şeylerin başlıca görün-

mezliklerini, bu görünm ezliğin kendisi de bir şeye;

basit b ir sınır bilincine değil de, görülebilen, gösteri­

lebilen ve yalnızca kafada değil (ressamların kafaları

yoktur, kafa söz konusu olduğunda onları gülünç

durum da bırakan uzuvlardan bahsedildiği hatırlan­

malı) tuval üzerinde de gerçekleştirilebilen bir şeye

dönüşene kadar, zorlam ak; işte, en uç noktada b ir es­

neklik ve hafiflik ustalığını; ileri sürdüğünden çok

daha fazlasını barındıran , yalnızca büyük pozitifin ,

biricik pozitifin, her şeyi önüne katıp sürükleyen za-

m an ’ın kaçıcı ve ikincil apaçıklığı ile olum lu olabilen

b ir ustalığı gerektiren şeytansı b ir karmaşıklık çalış­

ması.

Bu kargacık burgacık yapıtın ardında, göz yanılsa­

ması yaratan hilelerden, inceliklerden oluşan sağlam

bir temel var mıdır? Pergel kullanmaksızm gökkuşağı

çizmeyi becerebilirler mi? Ya, yağmur altında gemi azı­

ya almış b ir atın kabasının girinti çıkıntılarını verebil­

meyi? Bu soruları onlara hiçbir zaman sormadım.

33

Page 34: Dunya ve Pantolon

van Velde’lerin yapıtının, az önce söylediklerimin

yardımıyla kolaylıkla (yetersizliğe) indirgenebilecek

daha başka gizleri de vardır. Aftıa her şeyi kaybetm ek

niyetinde değilim.

Bu tür açıklamaların ne kadar keyfî, şematik ve; b i­

rer vesile ve besin kaynağı olarak algıladığı görüntüler­

le, görüntülerin görüntüleriyle ne kadar uzlaşmaz ol­

duğunu bilmezlikten geliyor değilim. Onlara, birçok

kısıtlamanın ve nüansın yardımıyla son derece uygun,

ikna edici bir hava vermek, hiç şüphesiz ki olanaksız

değildir. Ama gereği de yok.

Üstelik, bu ressamların ne yaptıklarıyla, ya da ne

yapmak istedikleriyle, ya da ne düşündükleriyle hiçbir

zaman ilgilenmedim; söz konusu olan yalnızca, yap­

tıklarını yaparken benim, gördüklerimdi.

Yinelemek istiyorum, çünkü sözlerimden, entelek­

tüel domuzların tarafını tuttuğum yolunda bir anlam

çıkartılmasından çekiniyorum.

Oysa, kendini entelektüel olmaktan bu kadar sa­

kınmış bir başka yapıt daha tasarlanamaz.

Özellikle A. van Velde’nin, yaptıklarının ayırdma

tam olarak varabilmesi için, on yıl geçmesi gerekmişti.

Demek istiyoruz. Doğru yolda ilerlediğini, her seferin­

de, bir okyanus balığının uygun derinliği bulmasına

34

Page 35: Dunya ve Pantolon

benzer b ir yöntemle, bilirdi, ama nedenler ondan da­

ima esirgenmiş olurdu.

Bu, son derece farklı olan saldınsmın gerektirdiği

sınırlandırmaları göz önüne aldığımızda, G. van Velde

için de geçerli gibi görünüyor.

Bana Cervantes’in, “Neyi resmediyorsunuz?” soru­

suna, “Fırçadan çıkan şeyi” cevabını veren ressamını

hatırlatıyorlar.

35

Page 36: Dunya ve Pantolon
Page 37: Dunya ve Pantolon

Bitirmek için, başka b ir şeyden bahsedelim , “in-

san”dan bahsedelim.

Burada bu bir sözcük, ama aym zamanda, büyük

katliam dönemleri için saklı tutulan bir kavram, hiç

kuşkusuz. İnsanların birbirlerini sevmeyi düşünm ele­

ri, yan taraftaki bahçıvanı rahat bırakmaları, basit ve

yalın olabilmeleri için, veba, Lizbon ve büyük b ir din­

sel kıyım gerekiyor.

Bugün bu sözcük, daha önce asla bu düzeye eriş­

memiş olan bir büyük öfke ile kullanılıyor. Tıpkı, dom

dom kurşunu gibi.

Bu yaklaşım, sanat çevrelerinin üstüne çok özel bir

bolluk içinde yağıyor. Ne yazık. Çünkü sanatın, üre­

tim yapabilm ek için kıyametlere gereksinimi yokmuş

gibi görünüyor.

Daha şimdiden, hatırı sayılır ölçüde zarar, ziyan.

“Bu insanca değil” ile, her şey söylenmiş oluyor.

Çöpe.

Yarın dom uz kasabından insan gibi olması istene­

cek.

37

Page 38: Dunya ve Pantolon

Bu, hiçbir şey demek değil. Yine de b ir alışkanlık

şöz konusu.

Sözcüğün tam anlamıyla tüyler ürpertici olan ise,

sanatçının bu bakışı benimsemiş olması.

“Ben bir insan değilim, sadece b ir şairim” diyen şa­

ir. “Aşk” ile “yıllık izinler”e uygun birer kafiye, hemen.

“Surdinli trompetlerle siren sesi etkisi yarataca­

ğım” diyen müzisyen. Evet, bu çok daha insanca ola­

caktır.

“Bütün insanlar kardeştir. Haydi, küçük bir kadav­

ra.” diyen ressam.

“Protagoras haklıydı.” diyen filozof.

Elli yıl boyunca bizi şiirden, m üzikten ve düşünce­

den soğutmayı becerdiler.

Özellikle itiraz etmeyelim.

Yaşayan, uygun bir varlık mı istiyorsunuz? Ona bi­

raz mavi ekleyin. Bir ıslık sesi verin.

Uzam sizi ilgilendiriyor mu? Hep birlikte yıkalım

onu.

Zaman sizi tedirgin mi ediyor? O nu hep birlikte

öldürelim.

Güzellik? Bir araya getirilmiş insanoğlu.

İyilik? Boğazlayın.

Gerçeklik? Büyük yığınların yellenmesi.

38

Page 39: Dunya ve Pantolon

Bu panayırın ortasında, bu münzevi resmin, bu

zihni kuşatan ve bizi kucaklayan yalnızlığın münzevi­

si resmin akıbeti ne olacaktır?

O resim ki, en ufak parçası bile, kutsal koyunun

m utluluğuna yönelmiş tüm ayin alaylarından çok da­

ha gerçek bir insanlığa sahiptir.

Taşa tutularak yok edileceğini düşünüyorum .

Yaşamın sayısız koşulu ve bedeli vardır. Bunları

ayırt edecek olanların vay haline.

En sonunda belki de yuhalamakla yetinm ek zo­

runda kalacağız.

Ne olursa olsun, aynı yere geri döneceğiz.

Çünkü, van Velde kardeşler üzerine saçma sapan

sözler söylemeye başlamaktan başka bir şey yap­

mıyoruz.

Seriyi başlatıyorum.

Bu bir şereftir.

39

Page 40: Dunya ve Pantolon

Sel Yaymlan’nın Geceyarısı Kitapları dizisinin ikinci kitabı, Samuel Beckett’in “Dünya ve Pantolon”u Nahide Dikel’in

tasarımıyla gerçekleştirilmiş, 11 punto BerkeleyBook dizilen metin, 80 gr. Enzo Krem kâğıdına 1000 nüsha Kitap Matbaacılık’ta, 2000 yılının Haziran ayında basılmıştır.

Page 41: Dunya ve Pantolon
Page 42: Dunya ve Pantolon

Samuel Beckett,

neden iyi dikilmiş

bir pantolonu

kötü tasarlanmış

bir evrene yeğliyor?

*SEL Y A Y I N C I L I K