125
1 "Gelecek ile Yüzleşmek" HASAN BÜLENT PAKSOY Derleyen Yusuf Oktay SOLAK 2014

Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

  • Upload
    pl-m

  • View
    248

  • Download
    0

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Bu kitabı oluşturan yazılar, 1988 ile 2014 yılları arasında, Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarında yazıldı ve basılı ya da bilgisayarlı olarak yayınlanarak, değişik aralıklarla dünya kamu oy'una sunuldu.

Citation preview

Page 1: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

1

"Gelecek ile Yüzleşmek"

HASAN BÜLENT PAKSOY

DerleyenYusuf Oktay SOLAK

2014

Page 2: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

2

Giriş

Bu kitabı oluşturan yazılar, 1988 ile 2014 yılları arasında, Asya, Avrupa veAmerika kıtalarında yazıldı ve basılı ya da bilgisayarlı olarak yayınlanarak,değişik aralıklarla dünya kamu oy'una sunuldu.

Bu türlü bir kitabın düzenlenebilmesi için, bütün yükü taşıması gerekli birDerleyici’ye gerek vardır. Derleyici, yazılarını derlediği yazar’ındüşüncelerini yazılarından anlayıp, seçme yapmak durumundadır. SayınMuhterem Yusuf Oktay Solak'ın, bu gibi seçimleri yapabilecek sayılı ve güçbulunur kişilerden biri olması da, yazar'ın sevincini katlıyor. Sağolsun. Buderleme yükünü gönüllü olarak önerip omuzlarına alması da, özgün yoğunçalışma düzeninin olmadığı anlamına gelmiyor. Eksik olmayın, SayınMuhterem.

Page 3: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

3

YAZAR HAKKINDA

Hasan Bülent PAKSOY

1948 yılında Ödemiş'te doğdu. Günümüze dek, kitaplarının on beşiyayınlandı. Bu kitapların çoğunluğu, ağ sayfalarından eksiksiz okunabilir.Ohio State; Franklin; Massachusetts-Amherst; Central ConnecticutState, Baker College Üniversitelerinde Öğretim Üyesi, Harvard ÜniversitesiOrta Doğu Araştırmaları Merkezinde Araştırmacı olarak çalıştı.

Altmışın üzerinde araştırma yazısı, son otuz yıl içinde dünyanın bütünoturulan kıtalarında yayınlanan kırkı aşkın bilimsel dergilerinde basıldı.Doktorasını, İngiltere'nin Oxford Üniversitesinde Birleşik Krallık (UnitedKingdom) Üniversiteleri Rektörler Kurulu bursu ile bitirdi. Bostwick bursuile ABD'nin Trinity Üniversitesi’nden lisans; İzmir’de Yedek Subaylık, sonrada T.C. KKK da ikinci askerlik sonrasında, ABD National ScienceFoundation araştırma programı desteği ile University of Texas at Dallas'tanYüksek Lisans diplomalarını aldı.

Page 4: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

4

DERLEMEYE ÖNSÖZ

Bu eserin yaratıcısı, gerçek emek sahibi Sayın Hasan Bülent PAKSOY’dur.Benim payıma düşen büyük onur ise bu eserdeki yazıların derlenmesi vekitap haline getirilmesinin yazar tarafından bana bağışlanmış olmasıdır.

Yazarın büyük düşünce ürünü yazıları “güçlü olana karşı gerçeklerisöyleme” düşüncesini de her daim beraberinde getirmekte idi. Yazılarıntamamını okuduğumda hissettiklerim, büyük bir gurur, coşku ve heyecanfakat aynı zamanda da bir hüznün bileşimi oldu. Yaşanan acı gerçeklerkarşısında yıllar boyu kayıtsız kalınmış olması okudukça yazarın dilegetirdiği “düşüncelerin kökenine” inme dürtüsünü kat be katarttırmaktaydı.

Eserde yer alan yazılar toplumların en büyük sorunlarından biri olan liderve adil yönetim arayışlarını çözüme ulaştıracak yordamlar da içermektedir.Doğrular ve değer yargılarının yanı sıra “özgür düşünce, özgür irade vedünya değiştirecek düşünceler” arayışı da yazıların tamamında birer kökdüşünce olarak yer almaktadır.

Elinizdeki kitap ömrünün en verimli çağını evinden uzak diyarlardaaraştırmaya adamış bir bilim adamının eseri ve O’nun şahsında yazıyadönüşen bilim ahlakının en çarpıcı örneğidir. Yazar, kendi tarihsel özkültürünün bütün zamanlarında yer alan motiflerle bezediği yazılarında,dikkatli okuyucu ile oldukça güçlü bir bağ kurmaktadır. Bu yazıların okurlariçin bir “yeniden öğrenme” deneyimi olacağına yürekten inanmaktayım.Dilerim ki bu eser içeriğinde yer alan yazılardaki düşünceler, birleşerekilerler ve gönüllerde ebedileşirler. Türk Tuğu’nun ve Türk Toplumununbuna her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğu düşüncesindeyim.

Yusuf Oktay Solak

Page 5: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

5

Gelecek ile Yüzleşmek

Tarih, geçmişin değil geleceğin bilimidir. Alış-veriş yapar iken, ceptekiparayı bilmeden sokağa ve pazara çıkmak, alınması öngörülen yiyeceklerive gerekleri sınırlar. Cepteki o para, geçmişte kazanılmıştır ancakgelecekte yenilecek yiyecekleri almak için kullanılacaktır. Eğer, ceptekipara tutarı bilinmez ise, kişi ya da ailenin karnı doymayabilecektir. Bu açlıkise, ailenin ve toplumun dağılması anlamına gelir. Her kişi, kendi başınınçaresine bakmak için ayrılır.

Gelecek ile yüzleşmek neden düşünülür? İleride daha iyi yaşayabilmekiçin. Bu yaklaşıma tam bir ad vermek gerekir ise, "Kutluk Veren Bilgi" belkide en iyi deyimdir. Baslasagunlu Yusuf’un Kutadgu Bilig kitabı ise, Kutluyaşayabilmenin özetini çıkardığı gibi, bir anayasal düzenin de altını çizer.Kuralsız yaşamak isteyen bir aile, toplum ya da kurum eninde sonundadiğer toplumların kurallarına toslayacaktır. Bu çatışma, toplumun enazından parçalanması ya da kökünden yok edilmesi sonucunu verecektir.Geçmişteki örneklerini de Kutluk Veren Bilgi sağlar. Geçmişi doğru bilmek,gelecekte iyi yaşayabilmenin temelidir; Gelecek ile Yüzleşmek demektir.

"Beyaz adamlar" Yeni Dünya'ya (Amerikan kıtasına) ilk ayak bastığında,kendi anayurtlarındaki mayasal temelleri de yanlarında getirmiş idiler. Bumayasal temeller, Amerika kıtasının yerlileri olan ilk Amerikalılarındeğerlerine nerede ise taban-tabana ters düşmekte idi.i Amerikanın osüreçteki yerlileri, doğa ile barışık, doğanın yenilenmesini temel olarak gözönünde bulundurarak geçimlerini sağlamakta idiler. Yeni gelenler ise,doğa'yi kendilerine tutsak edip, 'büyümek' ve varlıklarını sınırsız arttırmakyolunu seçtiler. Dahası, doğa'nin yıllık ve daha uzun süreli denge süreçleriile oynayarak, doğa'yi zorlayarak, insanların daha üstün olduğunakendilerini inandırdılar. En sonunda doğa, başkaldırdı. Özverileri ileoynanmış mısır, budgay, pamuk, vb kisirliklara yol açmaya başladı. Busonuç'a bilim adamlarınca istiyerek, bilerek mi varıldığı, yoksa sınırsızihtirasların getirdiği bir yan etki mi olduğu ayrıca incelenebilecek bir konu.Ancak, günümüzde Amerikan toplumu içinde gelişmekte olan bir olay da,doğa'ya geri dönmek için, ailelerin kendi yiyeceklerini arka bahçelerindeyetiştirmekte çalışmalarına başlamış olmaları. Buna karşı, büyük alış-veriş

Page 6: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

6

kuruluşlarının, bu gelişmeyi önlemek için, Amerikan Federal TemsilcilerMeclisinden yasalar çıkartıp, "yasaklamaya" çalıştıkları da bilinen birgerçek. Burada sorulması gerekli bir soru: Nasıl oluyor da, toplumcaAmerika'nin yerlilerinin "Önce Doğa" anlayışına ancak geri dönülüyor? Alış-veriş kuruluşları neden bu gelişmeyi önlemeye çalışıyor? Burada, belki dealış-veriş kuruluşları ile toplum'un istek ve çıkarları çelişiyor. Bilinçli veeğitimli toplum, kendi çıkarlarını koruma altına almak için hareket'egeçiyor, gelecek ile yüzleşmeye yön alıyor.

Beyaz adamların geldikleri ülkelerin büyük çoğunluğu, krallık idi. Bugün deolduğu gibi, bu krallıkların bir bölümünde bir meclis var idi, ve meclisüyeleri seçim ile işbaşına geliyor idi. Ancak, 17ci yüzyılda bu meclislereseçilebilmek için, genellikle ya "soylu" kökenli olmak gerekiyor idi(Almanya örneği--Junker), ya da büyük toprak, mal-mülk sahibi olmak(Örnek, İngiltere örneği). Bu arada, iki basamaklı "yasama" olduğunda(İngiltere örneği) alt basamak 'avam' dan seçim ile bir araya geliyordu.Üst basamak (Lordlar Kamarası) ise, bu işe soyunan soylulardan atanıyoridi. Amerikan yerlileri ise, Türklerde çok iyi bilinen "Kengeş" türündetoplum olarak toplantı yaparak toplum çıkarlarını koruyorlardı. Ancak,Amerikan yerlileri çok bölük-börçük yaşamakta idiler. Amerikan kıtasınıniçinde bugün bile sayıları tam olarak bilinmeyen dilleri konuşuyorlar,birbirleri ile anlaşamıyorlardı. Bir de, deniz yolu ile çıkıp-gelen BeyazAdam'ın tarih ve mayalarını bilmedikleri için, onlara çok iyi davranıyorlaridi. O kadar ki, yenilenebilir doğa'dan yararlanıp yaşamayı bilmeyen ilkBeyaz göçmenlere 17ci yüzyıl başlarındaki kış aylarında yiyecek veriponları açlıktan kırılıp gitmekten bile kurtarmışlardı.

Burada, ayrı ağızlarda konuşan toplumların birleşip bilimi öneçıkarmalarının da önemi göze çarpmalı. Toplumların doğa ile barışık yaşamisteği, uzayın bugüne dek bizden gizlediklerini bilmemek, bilmekistememek değildir. Bugün, bildiğimize göre, Mars gezegeninde insan türübir yaratık yaşamamakta. Dünyadan Mars'a inecek olan dünyalılar orayadünya üzerindeki alışkanlıklarını, kurumlarını ve mayalarını dagötürecekler. Mars'a varabilecek nitelikte bilimsel ve yapım kuruluşlarınınbugün birkaç ülkede birden var olması, bu ülkelerde yaşayanların, diğerleriile yarış içinde olmaları, Mars'a bir den çok maya ve kurumunvarabileceğini gösteriyor. Bu arada, "inançların" da Mars'taki bu çok-yönlüvarlıklara katılması kaçınılmaz. Bu konular üzerine Humans on Mars andBeyond (Create Space, 2012) başlıklı bir kitabı yazıp, torunum SamiPaksoy'a bağışladım. İnsanların Mars'a indiğini göremeyecek bir yaştaolduğumu varsayarak, Sami Paksoy'un ise gençliğinde insanlık için önemlibir adım olacak bu olayı yaşayabileceğini düşündüm. Humans on Mars

Page 7: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

7

and Beyond kitabının "Governance on Mars" bölümü bu yönde 2009yılında ayrıca yayınlandı. 17 Eylül 2010 günü, Moskova'da yapılan basıntoplantısında Uluslararası Uzay İstasyonuna gidecek 25ci takım tanıtıldı.NASA astronot Doug Wheelock, Rus kozmonotlar Oleg Skripochka veAlexander Kaleri; NASA astronotları Scott Kelly ve Shannon Walker ile Ruskozmonot Fyodor Yurchikhin hazır bulundular. Rus kozmonotlar, basıntoplantısının 17ci dakika 25ci saniyesinde, yukarıda sözü edilen"Governance on Mars" yazısında sunulan sorulara yanıt vermeyebaşladılar. (Bu yazı yazılır iken --Nisan 2014-- NASA televizyonundanizlenebiliyor idi).ii 26 Ocak 2011 günü de, gene "Governance on Mars"yazısına sessiz gönderme yaparak (gazeteci Zhang Qian'in People's DailyOnline da bildirdiğine göre), PLA Çin Hava Kuvvetleri ilk olarak pilotehliyetlerini basılı kimlik olarak pilotlara dağıtmaya başladı.iii

Bu durumda, "Mars'ta nasıl bir yönetim düzeni kurulacak" sorusunu elealmak gerekecek. Belki de bu soruya verilecek yanıtı, dünyadakiörneklerin geçmişlerinde aramak uygun olur. Her bir toplumun kendineözgü bir mayası vardır. Bu maya, bir toplumun dünyanın neresindeoturduğundan, hangi dili konuştuğundan, neler yediğinden, geçmişindeuğradığı güçlüklerden ve başarılarından oluşur ve gelişir. Her bir maya,içerikleri nedeni ile, birbirleri ile uyuşamaz. Birbirlerini yiyemeseler bile,birbirlerini öldürebilirler. Sonucunda, bir ortamda maya kalmayabilir.Mars'a insanlar yerleşmeye başlayınca, bu maya savaşları da sürecek mi?Yoksa, insanlar Mars'a inmeden önce Mars'ın yönetimi konusundaanlaşacaklar mı? Mars'ın kimliği, "Dünya Uzantısı" mı olacak, yoksa kesinbir "Marslı" mı olacak?

Tarihin de kendine özgü sınırları vardır. Tarih yazmak üzere basılmış 'yolgöstericiler,' mesleği tarihçilik olan bir kişinin bütün yaşamı boyuncaokuyarak bitiremeyecegi çokluktadır. Bütün tarihsel soruların yanıtlarının,kesin açıklamalara dayanarak bilinemeyeceğini de gösterir. Bir örnek:"günümüz Mısır toplumu, geçmişteki Mısırlılar'ın Öz Varlık Kayıtlarından(DNA), 'doğrudan torunları' olarak mı geliyor?" Bu sorunun sorulmasınaneden, Mısırlıların, dünyanın bilinen ilk mayalarından birini kurmuşolmaları. Üstelik, M.Ö. 300 lerden başlayarak, M.S. 20ci yüzyıl'a kadar,Mısırlıları Mısırlı olmayanların yönetmiş olması. Bu da, değişik yönetimtürleri altında, değişik inançların baskısı altında kalmaları ile kimlikdeğiştirip-değiştirmedikleri üzerine sorulan sorulara yanıt bulmak gereğiniortaya çıkarıyor. Bu sorulara yanıtları, yazılı kayıtlarda bulamıyoruz. Tarihyazmak yöntemleri, kitapları da yetersiz kalıyor. Bu soruların ilksorulmasına neden olan olaylardan biri de, Napolyon'un Mısır'a ordusu ilebirlikte girmesi (1798-1801) idi. Napolyon'un amacı, İngiltere'nin

Page 8: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

8

Hindistan sömürgesi ile olan bağlantısını kesmek, İngiltere'ye iktisadibakımdan baskı yapmak idi. Napolyon'un, ordusu ile birlikte Mısır'a gidenseçme Fransız bilim adamları da bu soru'yu o gün yanıtlayamadı. Özvarlıkkayıtlarının okunabilmesi, 21ci yüzyıl'a kadar bekledi. Böylece, günümüzMısırlılarının, eski Mısırlılardan doğrudan günümüze geldiği kesinlikle biliniroldu.

Daha sonra bir soru da, Napolyon'un ölümü ile ilgili olarak soruldu.Majesteleri nasıl ve neden ölmüş idi? Bu soruya yanıtı gene tarih değil,doğal bilimler verdi. Pek çok bilim, çok başarılı geçmislerinden ayrılarakoldu. Ya tam olarak ortadan kalktı, ya da daha dengeli yeni bir bilimedönüştü. Örneğin, Simya, kimya olarak karşımıza geldi. Simya, kurşunualtına çevirmek için uğraşır iken, daha geniş ve derin düşünceyöntemlerinin oluşmalarina da yordam verdi. Gökyüzü Falı’na bakanlar ise,günümüzde bilinen Gökyüzü Biliminin kurulmasına yordam verdi. Dolayısıile tarih, bu tür bir bilim midir? Ya da, Tarih, geçmişte yanlış kullanılmış,yanlış bilinmiş olup, yüzünü daha vurucu bir bilim olmak için açması mıgerekir?

İleri sürülebilir ki, Tarih biliminin ilk görevi geçmişten alınan dersleriolaylardan süzüp almaktır. Tarih'in bir yıl ve gün dizini olduğunu ilerisürenler, Fatih Sultan Mehmed'in Timur Bey'den sonra geldiğini tarih sırasıile hesaba katmayı bilmiyorlar demektir. Hristiyanlığın ikiye ayrılmasını,Hz. İsa’nın doğumundan önce ele almanın olayların gerçek nedenleriniyanlış yönlere çekebileceği ile karşılaştırılabilir.

İkinci adımda, en önemli basamaklardan birine denk gelinir: tarihtençıkarılacak kıssalar nasıl bulunur ve öğrenilir? Belki de, bir kıssanınvarlığını görmek, o kıssayı öğrenmekten kolaydır. Çünkü, insanlar neyikendi düşüncelerine uygun görürler ise, ona inanmak eğilimindedirler.Tarih de, Kutluk Veren Bilgi olabilmek için, gerçekleri görebilmek ve dersçıkarabilmek için açık düşünceli bir yaklaşım gerektirir. Yoksa, yalnızdüşüncelerde özlenen sonuçları bulmak isteği ile geçmiş olaylara bakış,belgesiz ve kayıtsız olayları var göstermeye kadar ileri gidebilecektir.Sonucunda da, yanlış kıssalar öğrenilecek, bu yanlış sonuçlar yüksek hırslıönderlerin elinde toplumu param-parça edebilecek girişimlere yolaçabilecektir. Bu tür olayları ayrıntıları ile anlatan kitaplar, günümüzdekütüphaneleri doldurmaktadır. Bu tür aksaklıklar da Gelecek ileYüzleşme’yi engelleyecektir. Tarih işlemleri, bir matematiksel denklemeindirilemeyecek bir bilimdir. Bir toplumun gelecekte nasıl işlemleregirebileceğini hiçbir denklem anlatamaz. Ancak, yetenekli ellerde geçmişolayların değerlendirilerek gelecekteki atılımlar üzerine bir düşünceüretebilir. İspanya ve Portekiz'in 15ci yüzyılda Güney Amerika'daki

Page 9: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

9

ilişkileri; Rusların 19cu yüzyılda Orta Asya'daki; İngiliz ve Fransızların 18ciyüzyılda Kuzey Amerikada girişimleri; Roma imparatorluğunun M.Ö. 2nciyüzyılda İllyricum ve Dacia'daki yöntemleri, Mars'da ileride yaşanabilecekolaylara örnek olarak ileri sürülebilir. Bu tür atılımların, uluslararasıanlaşmalar ile, belirli bir düzeye kadar sınırlar içinde tutulabileceğidüşünülebilir. Örnek olarak, “Antarktika” ve “Ay ve Ötesindeki UzayGövdeleri Üzerinde Devletlerin Hareketleri” Anlaşmaları gösterilebilir.Bu anlaşmaların, sömürge elde etmek isteklerine ne denli engel olacağı,Mars'a doğru yola çıkmadan önce ele alınmalıdır. Bu da, Gelecek ileYüzleşmektir. Tuğ Bağlamış toplumların ileride nasıl atılımlara girecekleri,bir toplumun mayası ile çok yakından ilişkilidir. Nerede ise bütüntoplumlar, yalnız kendilerine özgü mayalar geliştirmişlerdir. Bu mayalarınbir bölümü, diğer toplumları köklü olarak etkilemeyi başarmıştır.Diğerlerinin içinden, başka toplumların geliştirdiği mayay olduğu gibi iç-edenler de vardır. Bunun tam tersi de örnekleri ile gösterilebilir. Almanefsanesi Nibelungen ve Yüzük hikayesi İngilizlerin Yüzüklerin Efendisihikayesinin babasıdır. Fransızlar, Wagner'in ezgilerinden etkilendiler.Gabriel Fauré ve André Messager de, görüldüğü gibi, o türde ezgileryazmışlardır. Bu gibi, ezgi, görüntü ve oyunlar ile aktarılan "Yüksek Maya"ister istemez bir tuğ'u değişik açılardan yönetenlerce unutulamaz. Ara-sırada, bu görüntü, ezgi ve oyunlar, içerikleri nedeni ile, hicran yaralarınınyeniden işleyip irin akıtmalarına da yordam verir. Dolayısı ile bu türişlevleri, diğer ülke ve toplumların yöneticilerinin unutmaması gerekir. Eskiyaraların kapanması çok güçtür, ve hiç beklenmedik süreçlerde geneortaya çıkarlar. 20ci yüzyıl bile çok sayıda örnekleri ile doludur.

Kuramsal olarak bağımsız görülebilecek siyasi maya da, bu yönde ayrı birküme oluşturur. Bu kümenin özetinin de, kişisel özgürlükler ile tuğyönetimi arasındaki çatışmadan oluştuğu ileri sürülebilir. Bir tuğ'uyönetenlerin, diğer toplumların tuğlarının başındakiler ile sürekliyarışmada oldukları söylenebilir. Özel kişilerin kesinlikle istedikleribağımsızlık, yönetici kesiminin yönetim ilkeleri ile kolaylıkla bağdaşmaz.iv

Bu karşılıklı çekişme yalnız düşüncesel dünyada değil, sokaklarda dagörülebilir. İmparatorluk ile cumhuriyet arasındaki çekişme, Avrupakıtasında iyi bilinen bir çatışmadır. Asya'da da görülmüş olan bu çekişme,daha da eskidir; ancak üzerinde az çalışma yapılmıştır.

İktisat, ya da daha açık düzende söylendiğinde, "bir kişinin nasıl varlıkedindiği" topluluklar arasındaki çıkmazlardan biridir. Avrupa'nın 15ciyüzyılda başlayan malcılığı, Amerika'nın en başlardaki parasalcılığı ileFransa'nın devletçiliği bu yönde karşılaştırılabilir. Günümüzde, Dünyadakideğişik toplumların elinde, Mars'a yolculuk etmek için gerekli bilim ve

Page 10: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

10

yetenekli kuruluşlar var. Bu toplumlar birbirleri ile yarış ettikleri için, kendiöz mayalarını taşıyan töre ve mayalarını, kurumları ile birlikte Marsgezegenine götürmek eğiliminde olacaklar. Bu topluluklara, bilinen büyükalış-veriş kuruluşları da eklenebilir. Öncelikle, bu alış-veriş kuruluşlarının,Kızıl Gezegen'e gidecek yolculuk gereçlerini ürettikleri unutulmamalı. Buüretilen gereçler, işin başlangıcını oluşturacak. Değerli ham maddelerinbulunup, çıkarılıp, kullanılması; çevre temizliği üzerinde duranlardan uzak,yeni üretim evlerinin kurulması gibi bir dizi yeni iş, bu alış-verişkuruluşlarının yöneticilerinin düşüncelerinde yatıyor. Ne de olsa, bu alış-veriş kuruluşlarının yöneticileri de (şimdilik de olsa) insan. Alış-verişkuruluşları, her süreçte tuğ yönetimcileri ile ters düşmüşlerdir. Bir bölümütuğ yöneticilerince el üzerinde tutulur iken, diğerleri kötülenir, vetutuklanabilir. Çoğunluk ile, bu ayrıcalıklı tutumlar, dünya üzerindeki parahesaplarına bağlıdır, kimin ne kadar pay alacağı üzerinde döner. Doğalbilim ve üretim yöntemleri her süreçte ilerleyecektir, kendiniyenileyecektir. Belki, nezleyi bile iyi edebileceklerdir. Bununla birlikte,bütün bilinen yönetim türleri geliştirilmiş ve insan toplulukları üzerindedenenmiştir. Burada, tarihin ve tarihçinin görevi daha da belirginleşir:Tarihin kıssalarından hisse çıkarmak, ve en az o kadar da önemli olarak,bu dersleri topluma taşımak. Bu da, Gelecek ile Yüzleşmenin ilkbasamağıdır.

Page 11: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

11

"Düşüncenin Kökenleri" Üzerine Kısa Bir Mukaddime...

İçinde yaşadıkları olayları gelecek kuşaklara aktarmak isteği ile ilk kayıtaltına almaya başlayanlar, uğraşlarına "soru sormak" tanımını verdiler. Biryerde, kendi yaptıkları yanlışları ve sonuçlarını çocuklarına anlatmak,gelecekte yaşayacakların bu yanlışlara yeniden girmelerini önlemekistediler. Kısa süre sonra, bu soru sorma yöntemi "doğruyu aramak" isteğive o yöndeki düzenleme düşünceleri ile birleşti.

En az iki bin beş yüz ile dört bin yıl önce yer alan bu gelişmeler, günümüzolaylarını öncelikle etkilemeyi sürdürmektedir. On birinci yüzyılda yaşayandüşünce işvereni Balasagunlu Yusuf, Kutadgu Bilig başlıklı kitabındaTürkler için ölüm-kalım niteliğindeki önemli konulara parmak basar.

Dünyada bilinen ilk "tuğ bağlama sav" larından biri olan Kutadgu Biligkitabı, "soru sormak" yanında, "doğru'yu aramak" yönünde de çok önemliadımlar atar. Balasagunlu'nun Dil’e getirdiği "kut" sözü, yalnız sevinçpaylaşma kapsamında kullanılmamıştır. Bir toplumun yaşamınısürdürebilmesi için ne tür adımlar atması gerektiğini konumuna yerleştirir.

Toplumlar sürekli olarak uluslararası yarışma içindedirler. Bu Yarışma’nıntek kuralı vardır: toplum olarak bağımsız ve varlıklı Yaşam’ısürdürebilmek. Yaşam'ı sürdürebilmek de, büyük ölçüde bilgi birikiminigerektirir; uygun soruların sorulması, doğru'yu arama yöntemlerini içerir.

Bir toplumun ve dünyanın iyiliğini öngören düşünce işverenleri, olayları vesonuçlarını yalnız kayıt etmek ile kalmazlar. Olayları karşılaştırmak vesonuçları üzerinde yeni görüşleri de en geniş düzeyde topluma ve dünyayadağıtmak da sorumlulukları içindedir.

Düşünce işverenlerinin bağımsız olarak kollarını sıvadıklarını vedüşüncelerini ortaya koyduklarını unutmadan, 26 Ağustos'a giden yolunardındaki olay, düşünce ve girişimleri kısaca özetleyelim.

Bir olay ve girişim, ardında bir düşünce olmadan yer alamaz. Kişiler vetoplumlar, belirli bir sonuca ulaşmak için atılıma geçerler. Olay ya dagirişimlere başlayanların, kendilerini iten düşüncelerin kökenlerini, odüşüncelerin neden ve nasıl üretildiklerini bilip-bilmediklerinin önemiaçıktır. Bu arada, başkalarının düşüncelerini denetlemedenbenimseyenler, öz çıkarlarını da sakatlanmış olabilirler.

Page 12: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

12

Bilinen yazılı kaynaklara göre, dünyanın ilk yönetim düzeni "Tek KişilikYönetim’dir. Yönetimi ele geçiren bu kişinin dudaklarının arasındançıkacak her türlü söz, bu kişiye bağlı toplum ya da toplumları toptan başeğmeye iten yasalara dönüşür.

Yasaları kurumlaştırılmış inançlar (Musevilik, Hristiyanlık, İslam, vb.)ortaya çıktıktan, bu inançlar "kutsal el kitapları" (İncil, Kuran, vb.) içindedondurulduktan sonra, kurumlaştırılmış inançların önderleri ile Tek KişilikYönetim’i elinde tutanlar arasında çok geniş kapsamlı bir yarış başladı.Kıran-kırana süren bu yarış, günümüzde bile kesin bir sonuca bağlanmışdeğildir. En son örnekleri, dünyanın çevresinde yer alan değişikülkelerindeki "yönetim düzeni" uygulamaları içinde izlenebilir.

Diğer bütün bilinen yönetim düzenleri, Kurumlaştırılmış İnançlar ve TekKişilik Yönetim arasında kalan geniş alan içinde gözlenebilir. Dolayısı ile:Anayasal Tek Kişilik Yönetimi, Çoğulcu Yönetim, Güdümlü Bağımlı her türyönetim, Alış-Verişe dayalı türlü yönetimler bu yukarıda belirlenen iki uçdüşünce ve uygulama arasında kalır.

Bu orta kuşakta kalan yönetim düzenleri, içlerindeki toplumların nitelik veeğitim düzenleri uyarınca başarı ya da başarısızlığa uğrarlar. Örneğin:Çoğulcu Yönetim düzeni, başarılı olabilmek için yüksek oranda bağımsızbilgili yönetici, yasa koyucuları ve bağımsız düşünce işverenlerinin yoğunçalışmasını gerektirir.

Bir "yasa koyucu kurumun" bir toplum içinde var olması, o yasa koyucukurumun ne bağımsız olduğunu ne de yasallığını gösterir. Ancak toplumunçoğunluğu bağımsız eğitimli ise, yasa koyucu kurumun uygulamaları datoplumu ve toplumun çıkarlarını yansıtacaktır.

Alış-verişe dayalı yönetimler ise, öncelikle kapalı olmak niteliğini taşarlar.Ancak Yönetim’i ellerinde tutan kişilerin çocukları, bu Yönetim’e katılmaküzere ve özel eğitimden geçirilerek işbaşına gelirler. Toplumun diğerkesimlerinden bu yönetici bölümüne geçiş genellikle olanak dışıdır.

Bir toplumun eğitim düzeni değişik nedenlerle düşebilir. Savaş sırasındaçok kişi ölmüş ya da öldürülmüştür; okullar kapatılmış, öğretmenlersürülmüş olabilir. Daha da kötüsü, "öğrenim ve öğretim düzeni" adıaltında yürürlükte olan eğitim tam anlamı ile bağımsızlığını yitirmiş,güdümlü duruma düşmüş olabilir. Bilgi yerine, okullarda "yarı-bilgi, yarı-saplantılar" öğrencilerin kafalarına doldurulabilir.

Eğitim düzeni düşen toplumlar, er-geç iki uç yönetim düzeyinden birinegeri düşeceklerdir: ya Tek Kişilik yönetim, ya da Kurumsallaştırılmış İnançile yönetileceklerdir. Her iki yönetim düzeni de tam tekelcidir, diğertürlere yaşam ortamı vermez.

Page 13: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

13

Julius Caesar (ölümü M.Ö. 44) Roma'yı (belirli ilkel çoğulculuktan) TekKişilik Yönetim’e çevirdi. Bunu, Roma'nın bir yasa koyucu kurumuolmasına karşılık gerçekleştirebildi. Roma yönetimi altına Roma alaylarınıngücü ile alınmış olan bütün toplumlar, günü geldiğinde en güçlü Romaalaylarını yenmesini öğrendiler. Her toplum bağımsızlık kazandıkça, Romaöncesi öz inançlarına dönmeye de başladı.

Roma diğer toplumları yönetimi altına aldıkça, bu yeni toplumlarındüşünce ve inançları da Roma'yı kökten etkilemeye başladı. Özet olarakbu inançlar: Mısır'dan İsis; kuzey Hindistan ve güney İran’dan Mithraismve Zoroastrianism; batı Asya’dan Cybele; Filistin'den gelen "YeniDüzenlemiş Musevilik." (Ek olarak, Avrupa içinde çok sayıda yerel küçüksaplantı inançları da vardı). Romalıların kendilerine seçtikleri çok tanrılıinançlar ile bu yeni gelen inançlar kıyasıya yarışmaya girdiler. Ek olarak,Roma üst düzey yöneticileri kendilerine yönetimde "Doğru’yu aramak"yöntemleri de seçmişler idi. Bu Doğru’yu aramak yöntemleri de, genelolarak, Atinalı düşünce işverenlerinin Roma üzerindeki etkisinin göstergesiidi.

Bütün bu dengesiz ve eğitimsiz Roma içi kargaşalığına, Roma'ya karşıdışarından gelen Alman (Goth) ve Hun alayları var güçleri ile de katılınca,Roma yönetim toplumu ortadan kalktı. Yeni Düzenlenmiş Musevilik buarada yön ve kapsam eklenmeleri ile Hristiyanlık oldu; Roma'nın TekKişilik yönetimi yerine, öz Kurumlaşmış İnanç düzenini geniş orandaAvrupa'ya yerleştirmeye başladı.

M.S. 800 yılında, Charlemagne'ın Papa ile yaptığı söylenen anlaşmasonucunda, "Kutsal Roma" kurulmuş oldu. Bu anlaşma uyarınca, KutsalRoma Tek Kişilik yönetici düzenine girdi. Kutsal Roma Tek Yöneticisi,Papayı kılıcı ve orduları ile koruyacaktı. Buna karşılık, Papa da, KutsalRoma Tek Yöneticisinin "Tanrının Buyruğu ile Tek Yönetici olduğunu"yardımcıları yolu ile bütün toplumlara duyuracak, bu görüşün yerleşmesineyordam verecek idi.

Bu anlaşmadan sonra, Kurumlaşmış İnanç düzeni Avrupa’nın en öndegelen yönetim düzeni olmayı en az bin yıl sürdürdü.

Hiç kuşkusuz, bu Tek Kişilik yönetim düzeninin yönetimi elinde tutması,diğer ve ters düşüncelerin üretilmediği anlamına gelmiyordu.

Page 14: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

14

Büyük Oyuna giden Süreçte "İnanç" ve "Yönetim"...

On beşinci yüzyıldan başlayarak, Avrupa’nın belirli düşünce ağırlıklıkonumlarında, İnanç ile Düşünce yöntemlerinin birbirleri ile bağımlıolmadığını belirten kişiler görüşlerini ortaya koymaya başladılar. Bugelişmelere göre, İnanç ve Yönetim toplumların seçeneğine dekalabiliyordu. Bu düşünceler toplumlar içinde kök salmaya başlar iken,öbür yandan da toplumlar inançları dışında kişilikleri de olduğunu dayeniden anlamaya başladılar.

Genellikle, kişisel çıkarların toplamı olarak görülen toplumsal çıkarlarınöncelikle gözetlenmesinin önemli bir göstergesi olan Amerikan Devrimi debu düşüncelerin olgunlaşması sonucunda 1776 da yer aldı.

Özellikle toplumu içinde düşünceleri kavrayarak uygulamaya koyabilendüşünce işverenlerinin varlığı bu Devrim’in gerçekleşmesine önayak oldu.

Ardından, 1798 da gelen Fransız devrimi, Avrupalı düşünce işverenlerininde bu yönde düşünce birliğine vardıklarını gösterdi. Kaldı ki, bugünbilindiği gibi, 1789 Fransız devrimi, 1776 Amerikan devriminden büyükölçüde etkilenmiş idi. Amerikan devriminin gerçekleşmesine katılan enönemli kişiler sonra Fransa'da da görev yapmışlardı.

Osmanlı devleti içinde Yeniden Düzenlemenin (Tanzimat, 1839-1876) yeralması bu çerçeve içinde en açık düzende görülebilir.

Osmanlı devleti Yeniden Düzenleme sürecine, Tek Kişilik Yönetim veKurumlaşmış İnanç düzeni karması bir anlayış ile gelmiş idi.

Ancak, Avrupalı düşünce işverenlerince geliştirilen türde uygulamalaryüzyıllar önce Asya'da tuğ bağlayan diğer Türk toplumları içinde yer almışolmasına karşılık, Osmanlılar arasında fazla bir sessizlik var idi. Koçi BeyRisalesi bile göz ardı edilmiş idi. Enderun'da kullanıldığı var sayılanKutadgu Bilig ile olan bağlar da koparılmaktaydı. Kurumlaşmış İnançdüzeni her şeyin üzerinde tutulur olmuştu. Bunun nedeni olarak ta, eğitimdüzeninin ve buna bağlı olarak da, Enderun'un eğitiminin gününkoşullarına uyacak eğitimi öngörmemesi idi.

Avrupa içinde ise, kişilerin ve toplumların çıkarlarını da koruyacak yönetimdüzeni üretme çalışmaları, ortaya eskiden de bilinen ancak yeniden ivedilikkazanan bir tutumu belirliyordu:

"Nasıl Yönetilecek; Giderlerini Kim Ödeyecek?

Page 15: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

15

Soruyu bu düzende sormanın öneminin açık olduğu da ilk bakışta gözeçarpar: yönetimin adı ya da uygulaması ilk adımda çok önemli değildir.Önemli olan, yönetimin giderlerini kimin ve ne yolda ödeyeceğidir. Eğerbu ödeme çok aşırı düzeye varacak olursa, yönetim düzeyinde yenigörüşler getirmek olağandır.

Günümüzde Avrupa toplumlarının en az yarısının adlarında "Tek Kişilikyönetim" deyimi olmasına karşılık, çoğunluğunun toplumları "ödeme"türlerini ve düzeylerini yeniden elden geçirme yeteneğindedirler.

Fransız Devrimi sonrası, Avrupa içinde yeni bir yarış başladı. Avrupa'nınileri gelen Toplumları Avrupa'yı gene Roma süreci altında olduğu gibi biryönetim altında birleştirmeyi öngörüyorlardı. Bu toplumların her biri,diğerlerini yönetimi altına almak, "Yeni Roma" olmak isteğinde idi.

Fransa çoğulculuk denemesi yaparken diğerleri "Tek Kişilik" yönetimdüzeni içinde idiler. Bu da, Fransız Devrimi sonrası yer alan Çoğulculuk veTek Kişilik yönetim arasındaki yarışın birinci bölümü idi.

Yarışmanın uzantısı ise, alıveriş konumunda yer alıyordu.

Eğer bir toplum diğerlerini yönetimine alacak ise, bu ancak ordu gücü ileolacaktı. Ordu ise, çok gider gerektiriyordu. Bu giderler de toplum olarakçok satıp, az almak ile gerçekleşebilirdi ki, alım varlığı ancak bu yöndearttırılabilirdi.

Ne var ki, yarışma gereği Avrupa içinde bu tür birikim yapmakgüçleşmişti; bütün Avrupalı toplumlar bu sonuca varmak için ellerindengeleni artlarına koymuyorlardı. Üstelik kendi aralarında ikili, üçlü anlaşmave ortaklıklara da girerek bir güç dengesi oluşturmayı başarmışlardı.

Bu güç dengesi o kertede ince idi ki, eğer bir anlaşma birliği diğerinesaldıracak olursa, diğer anlaşma birliği kendini yeterince koruyabilecekti.

Bu yüzden, yarışma dünyanın diğer bölgelerine de kaymaya başladı.İsa'nın doğumundan çok önce Roma toplumu ile Çin arasında büyükoranda alış-veriş yapılıyordu. Ancak, ödemeler dengesi, kesinlikle Çin'inyararına idi.

Romalı soylu hanımlar Çin'den satın alınan ipeklileri giyiyorlar, Roma dakarşılığını som gümüş olarak Çin'e gönderiyordu. Bu da, Roma'nıngelirlerinin tam anlamı ile Çin'e sorgusuz olarak aktarılması idi. Buödemeler dengesi aktarması, Roma'nın çökmesini büyük ölçüdeetkilemişti.

Page 16: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

16

Bu olayları unutmayan Avrupalı toplumlar on yedinci yüzyıldan başlayarak"üretim devrimi" sürecine de girmiş olduklarından, ürettiklerini Asya veAfrika'da satıp birikim elde etmek çözümüne giriştiler.

Gene yarışmanın doğal kurallarınca, bir toplum bu çözüme giriştiğinde,diğer toplumlar da kendi çıkarlarını kollamaya başladılar.

Kipling'in taktığı ad ile Asya'daki Büyük Oyun böylece 1828 Türkmençayanlaşması sonucu bütün ağırlığı ile başladı. "Oyuncular" İngiltere, Rusyave Almanya idi.

Daha önce, on altıncı yüzyıldan başlayarak, Portekiz, İspanya, Hollanda,Fransa bu oyunun ilk basamaklarını deniz yolu ile açmışlardı. AmaTürkmençay sonrası, oyunun kuralları ve kapsamı da değişmişti. Amaçşimdi yalnız gelir birikimi de değildi. Bu birikimi diğer toplumların elindenalmak ve diğer toplumları küçük tutmak da vardı. Böylelikle Avrupalıtoplumlar Asya ve Afrika'da sömürgeler kurmaya da giriştiler.

Peki, bu arada Osmanlı'da neler oluyordu?

Page 17: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

17

"Büyük Oyun’da Osmanlı ve Arayışlar”...

Kipling'in taktığı ad ile Asya'da 1828 Türkmençay anlaşması sonucu bütünağırlığı ile başlayan "Büyük Oyun" ile birlikte, Batılı devletler ve RusyaAsya ve Afrika'da sömürgeler kurmaya girişirlerken; Osmanlı devleti ise,bu toplumların, özellikle Fransa, İngiltere, Almanya ve Rusya arasındaki(tam anlamı ile) yarışmaların arasında kalıyordu.

Hem Avrupa hem de Asya'daki toprakları dolayısıyla Avrupalıyarışmacıların her atılımı Osmanlıları da bu işlere karıştırıyordu. Avrupalıher bir yarışmacı, Osmanlılardan gelecek her türlü çıkarı yalnız kenditoplumları yararına yönlendirme çabasında idiler. Bu yüzden, Osmanlılarındağılmasını istemiyorlardı. Eğer Osmanlı toplumu dağılacak olursa, birbölüm Avrupalı toplum diğerlerinden daha seçme bölgeleri eline geçirecek,diğerlerinden daha çok gelir elde edebilecekti.

Osmanlı toplumu kendine özgü yönetim yöntemleri de uyguluyordu. Buyöntemler, yerine göre, Avrupalı yarışmacıların gelirlerinikısıtlayabiliyordu. Bu yüzden, Avrupalı yarışmacılar Osmanlı toplumununAvrupa kurumlarını benimsemesini öngördüler. Böylelikle, kurumlaşmalararasında uyum sağlandığında, Osmanlı Toplumu Avrupa üretimçevrelerinden daha çok alımlarda da bulunmak isteyecekti.

Avrupa kurumlarının Osmanlı toplumuna aktarılabilmesi de, Osmanlıeğitim düzeninin belirli bir yere kadar Avrupa düzeyine getirilmesi gerekliidi. İş'e Osmanlı ordusu ile başlandı. Türlü okullar kurulması sağlanarak,Osmanlı subaylarının Avrupa yöntemlerini öğrenmeleri öngörüldü. Ne varki, bilim bir bütündür. Diğer örneklerinde de görülebileceği gibi, bilimakmaya başlayınca, durdurulması güç olur.

Osmanlı ordusu bünyesinde kurulan sağlık, topçu, gemi ve savunma görevve kuruluş öğrenimi okullarındaki öğrenciler kendilerine okutulanlarındışında görüşler ve bilimlerle de tanıştılar, ilgilenmeye başladılar.Avrupalıların kullandığı türden Kutluk Veren Bilgi de bunların başındageliyordu.

Böylece, alışageldikleri yönetim ve inanç türlerinden dışındakiuygulamaların nitelikleri üzerinde görüş alış-verişine de başladılar. Busubayların bir bölümü, "çağdaş" olarak gördükleri bu uygulamalarıOsmanlı toplumuna da en iyi düşüncelerle aktarmak istiyorlardı. Osmanlı

Page 18: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

18

toplumu, atalarından gelen, atalarının yarattığı yazılı ve sözlü öz "KutlukVeren Bilgi" türünü, değişik etkilerin altında kalarak, unutmuşlardı.

Ordu bünyesindeki okullarda okuyanların bir bölümü, Osmanlı düzeninideğiştirerek, Avrupa türü düzene geçmeyi öngörüyorlardı. Bunun için gizliörgütler de kurmaya başlamışlardı. Bu subaylar arasında ordudanayrılarak (ya da, bu yöndeki girişimleri nedeni ile ayırtılarak) bir yurttaşniteliğinde çalışmaya koyulanlar oldu.

Ancak, bu noktada büyük birkaç sorun ortaya çıktı. Avrupa düzenlerigenellikle tek bir soydan gelen bir toplumun yararına görev yapmak içinoluşturulmuştu. Örneğin, Fransız devrimi (soy kökeni olarak AlmanFranklardan gelen), Fransızları daha çok Fransız yapmıştı. Almanlar, üçyüzü bulan küçük Alman şehir toplumunu "tamga vergilerini birleştirmek,"başka bir deyimle "ortak pazar kurmak" yolu ile büyük Alman toplumunadönüştürmüşlerdi. İngilizler, genel toplumlarının bünyelerinde İskoç,İrlanda ve Gal'liler (Welsh-Cymru) olmalarına karşılık, bütün bu bağımlı vegüdümlü toplulukları "Büyük Britanya Krallığı" için çalıştırabiliyorlardı.

Buna karşılık, Osmanlı toplumu ise, çok uluslu idi. Osmanlı bünyesi içinekılıç gücü ile (Roma toplumu örneği) yüzyıllar önce alınmış çok sayıdakiküçük topluluk (gene Roma örneğinde olduğu gibi) bağımsızlık aramaktaidi. Dolayısı ile ortaya bir kimlik sorunu çıkmıştı. Ordu bünyesindenayrılanların karşılaştıkları ilk büyük sorun olan bu kimlik sorusuna, ikiyönde ve kümede çözüm getirilmesi önerildi: 1) Osmanlı kimliği; 2) Türkkimliği.

Osmanlı kimliği: inanç, soy, maya ve görüş ayırımı gözetmeden Osmanlıtoplumu içinde yaşamakta olan bütün bireylerin eşit yurttaş olduğunusavunuyordu. Türk kimliği ise, Osmanlı toplumunun kuruluşuna önayakolan Türklerin kimliği üzerine Avrupa’dan getirilecek yeni kurumlarınkurulmasını öngörüyordu.

Ancak, ortada önemli bir sorun daha vardı: yüzyıllar boyunca çok uluslubir toplum durumuna gelen Osmanlı, kurucularının, Türklerin kimliğinibüyük ölçüde unutmuştu. Bu kimliği ve Türk mayasını işlememişarıtmamış, kayıtlarda ve yönetimin üst düzeylerinde günlük yaşam içindetutmamıştı. Böyle bir ortamda, Avrupa topluluklarınca Osmanlı'ya"Yeniden Düzenleme" baskısı yapılması Avrupa için çok daha kolaydı.

Özellikle on dokuzuncu yüzyıl içinde (bu akım, yirminci yüzyılda dasürdürülmüştür), Rus ve Avrupa topluluklarının yükseköğretim okul veözel kurulmuş araştırma birimlerinde görev yapan bilim adamları,Türklerin kökenleri üzerine yaptıkları çalışmaların sonuçlarını yayınlamayabaşladılar. Ek olarak, Osmanlı içindeki kişisel girişimli bireyler de (buyayınlardan da etkilenerek) kökenlerine duydukları saygı ve sevgi sonucubu konulara eğildiler. Türklük araştırmaları filizlenmeye başladı. Rustoplumundan kaçarak İstanbul'a yerleşen, Orta Asya Türk kökenli aydınlar

Page 19: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

19

da bu akımlara büyük destek verdiler. Bu ilişkiler en az on altıncıyüzyıldan başlayarak Kazan-İstanbul-Bakü-Taşkent çerçevesindeki bilimadamlarınca da sürdürülmekte idi.

Bu uyanış sonucunda elde edilmeye başlanan bilgileri yaymak için OsmanlıTürk toplumu bünyesinde değişik ocaklar ve dernekler oluşturuldu,kitaplar yayınlanmaya başladı. Bu yayınlar, daha önce Kazan ve Bakü’denİstanbul'a gelen kitaplar, dergiler, gazeteler ve diğer yayınlar dizisineeklendiler. Bu yöndeki ilgi, doğal olarak yönetim yöntemlerini dekapsamına almakta idi. Yurt dışına çıkarak yeni yönetim çözümleriarayanlar da, Osmanlı içindeki topluluklarla işbirliğine giriştiler.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu tarlaya atılan tohumlardan yeşermeyebaşladı. Özellikle, 1905-1908 arasında dünya çevresinde oldukça belirli birbağımsızlık akımı gözlenir. Kuruluşunda gizli bir dernek olan İttihat veTerakki, 1909 sonrası açığa çıkarak Osmanlı topluluğunun yönetimini kesinolarak eline aldı. Bu olayı, "praetorian guard" adı ile bilinen eski RomaTek Yöneticisini koruma birliklerinin girişimlerine (ve Arap Halifelerdevrindeki, özellikle Memlukler içindeki Hassa Alaylarının uygulamalarına)eşit tutabiliriz.

İstanbul'da bunlar yaşanırken, Londra ve Moskova'da gündem değişmeyebaşlamış, köprünün altından farklı sular akmaya başlamıştı.

Page 20: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

20

"Büyük Oyun’da Oyuna Gelmek"...

Büyük Oyun’da önemli bir aşamaya imza atan İngiltere ve Rusya'nın bukararının arka planını ve Osmanlı üzerindeki etkilerini bilmek kaçınılmazbir gerek.

Hiç kuşkusuz, bunun yolu Birinci Dünya Savaşı'na giden yolda kendisiniçok net bir şekilde gösteriyordu. Bir diğer ifadeyle, 1914 öncesi Avrupaiçinde yeni bir patlamanın yer alacağı bütün gözlemcilerce görülebiliyordu.

Bu yüzden, İngiltere ve Rusya yöneticileri 1905 ile 1908 arasında çok gizlibir anlaşma ile Asya'da 1828 den beri sürdürdükleri Büyük Oyun'udurdurmakta anlaştılar. Her iki topluluk da Almanlardan çekinmekte idi.On sekizinci yüzyılın sonlarından beri gittikçe güçlenmekte olan Almantopluluğu, her bakımdan kabına sığamayacak duruma gelmişti. Ek olarak,Avrupa'nın diğer toplumları içinde de yönetimlere karşı bir direnmegörülüyordu.

Karl Marx'ın, Engels katkısı ile yazdığı "Komünist Gündemi" de Avrupaiçinde ve dışında etki göstermeye başlamıştı. İngiltere ve Rus toplulukları,bu yeni komünist akımının nereye gideceğini pekiyi kestiremiyorlar, buakıma yalnızca "oyunbozan" gözü ile bakıyorlardı.

Ayrıca, "öç almak" isteği, daha önceki savaşlarda kaybedilen topraklarıgeri alma düşüncesi de, yeni savaşlara girme olasılığını arttırıyordu.Japonların 1905 de Rusları Asya’nın doğusunda yenmiş olmaları, Asya’dasömürge olarak yaşamakta olan toplumları da canlandırmıştı. Avrupa’nındoğusunda Osmanlı toplumu, özellikle 18ci yüzyıldan beri durmadantoprak kaybetmekte idi.

Doğu Avrupa'da, Osmanlı'dan koparılarak kurulan yeni toplumların herbirinin arkasında diğer bir Avrupa toplumu vardı. Bulgarlar Rusya'yadayanıyorlardı. İngilizler olmadan Yunanlıları düşünmek çok güç idi.Avusturya-Macaristan ise, Osmanlı gibi çok uluslu bir toplum olduğundanve bünyesindeki toplumlar (Çek, Slovak, Slovene, Bohem, Rumen, vb) dabağımsızlık istediklerinden, Alman toplumu olmadan Avusturya-Macaristan'ın dik durması kolay değildi.

Page 21: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

21

Osmanlı ordusu, Yeniçeriden on dokuzuncu yüzyılda Nizam-ı Cedid veAsakir'i Mansure-i Muhammediyye'ye; Kırım Savaşı sonrası Fransızeğitimine; İttihat ve Terakki ile de Alman-Prusya eğitim düşünce vedüzenine geçti. Alman Genelkurmayı Osmanlı ordusuna gelecekteki savaşiçin çok önem veriyordu. Çünkü Alman düşüncesine göre, Rusya'dakiAlmanlar Anadolu'ya göç ettirilerek orada bir Alman uydu toplumukurulacak idi. Ama bu, beklenen savaş bittikten sonra gerçekleştirilecekidi. Önce, Almanların gelecek savaşı kazanması gerekli idi.

Birinci Dünya Savaş'ı daha başlamadan önce, Alman Genelkurmayı ayrıntılıgirişimler başlatmış idi. En çok korktukları, Almanya'nın hem doğu vehem de batıda bir anda çarpışmalara girmesi idi. Ordularını ikiye böleceğigibi, ikiye bir, iki ayrı topluluk ile birden dövüşmesi gerekecekti. Savaşbaşladıktan sonra, Alman genelkurmayının korktuğu başına geldi.İngiltere ve Rusya, batı ve doğudan Almanya'ya karşı döğüşe başladılar.

Alman Genelkurmayı, karşılık olarak iki girişim hazırlamıştı:

1) Ruslara karşı Osmanlı ordusunu dövüştürmek;

2) İngilizlerin en değerli gördükleri yerlerde (Hindistan-İran doğrusunda)İslam ayaklanması çıkartmak.

Osmanlılar Ruslara karşı Kafkaslarda çarpışmalara girecek olursa, RuslarAlmanlara karşı çarpışan ordularına yedek, patlayıcı, vb. göndermektegüçlük çekecekler, ya da Almanlarla dövüşen ordularının bir bölümünü gerialmak durumunda kalacaklar, dolayısı ile Almanlar soluk alabilecekti.İngilizler de, Hindistan-İran doğrusunda Almanların çıkaracağı İslamayaklanması sonucu, ordularının bir bölümünü Avrupa’dan çekip, Asya'yagöndermek durumunda kalacaklardı.

Alman Genelkurmayı'nın birinci isteğini yerine getirmesi güç olmadı.Enver, Osmanlı'nın Kafkaslarda Ruslara yüklenmesini bizzat emretti. Busırada, İngiliz Akdeniz donanmasınca kovalanmakta olan iki Alman zırhlısı,boğazlardan geçerek İstanbul'a demir attı. Uluslararası anlaşmalara göre,bu iki Alman gemisinin 24 saat içinde limandan ayrılması gerekiyordu.Alman büyükelçisi bu iki geminin Osmanlılara satıldığını duyurarak,uluslararası gerekleri yerine getirdi.

Ancak, bu iki geminin komutası Alman amiralinin elinde kalmıştı. Amiral,birkaç Osmanlı gemisini de yanına katarak, Kırım sahillerini Osmanlıbayrağı altında topa tuttu. Artık, Osmanlı Birinci Dünya Savaş'ınagirmekten kaçınamayacaktı. Birinci Dünya Savaşı bitmeden önce, 1917de

Page 22: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

22

Rus orduları Erzincan'a kadar girmiş, daha ileri gitmek için yığınakyapmakta idiler. Rusları ancak 1917 Rus İhtilali durduracak idi.

Osmanlı ordusunu Ruslara karşı başarı ile Savaş'a sokan AlmanGenelkurmayı'nın Hindistan-İran'da İslam ayaklanması çıkarmak atılımıİngiliz gizli servislerine yenildi. İngilizler, böyle bir ayaklanmanınçıkarılmasını değişik düzenlerle önlediler.

İngiliz, Fransız ve İtalyan'lar, Almanlara karşı dövüşmekte olan RuslaraKaradeniz'den yardım yollamak istiyorlardı. Bunun için, donanmalarınınÇanakkale ve İstanbul boğazlarından geçmesi gerekli idi. Osmanlıbirlikleri (Alman Genelkurmayının da istediği gibi) saldırgan donanmaları1915 de Çanakkale’de durdurdu.

Almanlar bütün çabalarına karşılık, savaşı kazanamıyorlardı. AlmanGenelkurmayı, Lenin'i gizlice Rusya'ya sokmayı başardı. Biliniyordu ki,Lenin Rus Çarlığını devirecek ayaklanmaları başlatacaktı. 1917 de Rusorduları içindeki bireyler ve pek çok ordu birliği, Bolşeviklerin yaydıklarıdüşünceler sonucu savaştan çekildiler. Çarlık ordusu çöktü. AlmanGenelkurmayı, bir aşamayı daha kazanmıştı. Ancak, Amerikan birliklerininİngiltere ve yandaşlarına katılıp savaşa girmesi dengeyi değiştirdi. Almanbirlikleri püskürtüldü; Almanya yanında, yandaşı olan Avusturya-Macaristan ve Osmanlılar da yenik düşmüş sayıldılar.

Fakat gerçekte savaş daha bitmemişti. En azından Türkler açısından...

Page 23: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

23

"Bağımsız Yeni Türk Tuğunun Doğuşu..." (1)

Bilindiği üzere, Birinci Dünya Savaşı'nın sonucunda her biri öncelikle tekkişilik yönetim düzeninde olan dört topluluk dağıldı. Almanya, Avusturya-Macaristan, Rus Çarlığı ve Osmanlılar. Ancak bu çöküşler, yönetimdüzeyindeki dalgalanmaların daha başlangıcı idi. Tek kişilik yönetiminyerini ne tür bir düzen alacak idi? Bu daha açıkça belirlenmemişti.Örneğin, Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik dönen Alman ordusu, kendilerineSpartakist adını veren, Alman Marxistlerince geliştirilen, Moskova'dakiBolşeviklerce desteklenen bir düşünce akımı ile karşılaştı. Moskova,Marx'ın daha önce özlediği gibi Almanya'da bir ayaklanma ve devrimolmasını istiyordu. Ama Birinci Dünya Savaşı'ndan 1918'de yenik olarakdönen Alman subay, asker ve birlikleri, on yıl önce 1909'da Trakya'danİstanbul'a yürüyen hareket ordusu gibi, kendilerini yeniden düzenleyerekbu Spartakist akımını (kanlı olarak) boğdular.

Spartakistler, Almanya'daki Birinci Dünya Savaşı öncesi yaşanan toplumsalsıkıntılara ve güçlüklere karşı bir çözüm arayanlarca başlatılmış idi. Bugüçlük ve sıkıntılar, toplumun yaşam düzeyi ile doğrudan ilişkili idi.Avrupa'daki "Üretim Devrimi" sonucu, toplumların büyük kesimlerininyaşamları altüst olmuştu. İngiltere başta olmak üzere, yönetimi elealmaya başlayan "alış-veriş yönetim düzeni" bireylerin toplum içindedurumlarını çok güçleştirmişti. Bireylerin toplumsal ilerlemeleridondurulmuştu. Yeterince yiyecek, konut, söz özgürlüğü özlüyorlardı. Ondokuzuncu yüzyıl içinde gelişen bu sıkıntıların bir patlamaya yol açmamasıiçin Başbakan Bismark bir dizi toplumsal uygulamaya girişmiş, toplumsalgüvenlik için yeni çalışma yasaları ile, çoğulcu yönetime katılımbirimlerinin kurulmasına önayak olmuştu. Ama Bismark'ın görevdenalınması sonucu, yasalar ilk düzenlendiği gibi uygulanmıyordu.

İrlandalılar, Büyük Britanya çerçevesinde yaşamakta idiler ise de,bağımsızlığı ve güdümsüz öz yönetimi özlüyorlardı. Bunun için de BirinciDünya Savaşı'na istek ile katılmışlardı. Amaçları, kendi ordularınıkurabilmek için subay ve bireylerini yetiştirmek, deneylenmelerinisağlamaktı.

Page 24: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

24

Osmanlı içindeki durum da, düşünce ve bekleyiş olarak, Almanya veİrlanda'dan çok ayrıcalıklı değildi. Çoğulcu yönetime geçiş isteği ‘YenidenDüzenlemeden’ beri Osmanlı toplumları içinde filizlenmişti. Birinci DünyaSavaşı sonrası, Almanya ve İrlanda gibi, Osmanlı toplumu da savaşıkazanmış ordularca yönetim altına alındı. Bu da, o güne dek değişik kümeve kanatlara ayrılmış olan Osmanlı düşünce işverenlerinin kesin seçimyapmalarına yardımcı oldu. Düşünce işverenleri, bir şeyler yapılmasındadüşünce birliğinde idiler. Ancak, ne tür düşünce kökeni temel olarakkullanılacak, hangi çözüm yoluna girilecek idi?

İleri sürülen çözümler, üç ana başlık altında toplanıyordu:

1) Bolşeviklik yolu ile bağımsızlığa kavuşmak;

2) Amerikan mandası altına girmek;

3) Bağımsız yeni bir Türk Tuğu bağlamak.

Her üç önerinin yandaşları, var güçleri ile amaçlarına ulaşmak içinçalışmaya başladılar. Moskova'daki Bolşevikler, Rusya içinde Bolşevikliğiyerleştirmek için iç savaşa girmiş olmalarına karşılık, yeni kurulacak olanTürk toplumunun da Bolşevik olmasını istediklerinden, gerekli gördükleriher türlü yola başvuruyorlardı.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenler, ilk adımda, Osmanlıordusunun başarılı subayları idi. Kazım Karabekir, Mustafa Kemal, Ali Fuatve sonradan onlara katılanlar, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve diğerleri,birbirlerinin ne yaptıklarını yakından biliyorlardı. Kısa sürede bubilgileşme, işbirliğine döndü. Kimse onlara yazılı yönlendirme vermemişti.

En güçsüz durumda olanlar, Amerikan Mandası yandaşları idi. ÇünküAmerika kendisine 1919-1920 Paris Barış Konferansı'nda önerilen bumandayı alıp almamak konusunda bir adım atıp atmamayı kendi içindetartışmakta idi. Bu tartışmanın altında iki iç düşünce önde geliyordu:

1) ABD'nin ilk Başkanı George Washington, Avrupa'daki "yandaşlıklar"düzenlerini göz önünde tutarak Amerika'nın herhangi bir yandaşlıkanlaşmasına girmesine karşı olduğunu söylemiş idi. ABD senatosu da busavın etkisi ile "yandaşsızlık" akımı içinde olan Amerikan toplumununisteklerini kolaylıkla göz ardı etmek istemiyordu.

2) Osmanlı toplumu içinden ABD'ye göç etmiş Türk olmayan kişilerinkurdukları etki dernekleri, ABD dış ilişkileri yetkilileri üzerine baskıyapmakta idiler. Bu etki dernekleri, Osmanlı toprakları üzerinde özellikle

Page 25: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

25

Ön Asya üzerinde Türklerin dışındaki toplumların Tuğ bağlamasınıistiyorlardı.

Birinci Dünya Savaşı sonrası girişilen Sevr Anlaşması da daha yürürlükteidi. Bu anlaşmaya göre, Ön Asya bile parçalanacak, içinde Türkler dışındadeğişik toplumlara evlekler verilecek idi. ABD'de kurulmuş olan etkidernekleri, Sevr Anlaşması'nın yürürlüğe girebilmesi için yordamveriyorlardı. Ama bu uğraşların tümü, ABD toplumunun yandaşlıklaragirmeden kendi içine çekilme isteği karşısında atılıma geçmemedüşüncesine toslamakta idi.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenler, kendi aralarındakidüzenlemeye gene düşüncesel yönlerden giriştiler. Yeni toplum, Türkolacak idi. Ama önce Türklüğün kapsam ve kavramının niteliklerinintartışılması gerekiyordu. Çünkü yeni Türk Tuğu'nun halifeli mi halifesiz miolması gerektiği, padişahlı mı padişahsız mı yönetileceği üzerinde biledüşünce birliğine varılamamıştı. Bu ayrıntıların tartışmasını bileönlerindeki güçlüklere bakarak ister istemez erteleyen önderler, önceAvrupalı toplumların eline geçmiş Türk toprakları kurtarmayı uygunbuldular.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenler arasında, yukarıdaki türlerdedeğişik yönlerde düşünenler bulunduğunu çok iyi kavrayan Avrupatoplumlarının subayları, bu ayrıcalıkları kızıştırmak için önlemleregiriştiler. Anzavur ve Çerkez Ethem birlikleri önceleri Ankara'nınöngördüğü yönlendirmelerle küçük çarpışmalara girdiler. İlk başarılarısonucu, Anzavur ve Çerkez Ethem birlikleri İstanbul'u ele geçirmiş olanAvrupa toplumları subaylarının gündemine geldiler. Ön Asya Türktoplumları içindeki ayrıcalıkları körüklemek için İstanbul'u ele geçirmiş olanAvrupalı toplum subayları Çerkez Ethem ve Anzavur birliklerini değişikyöntemlerle donatarak TBMM'ye karşı kullanmaya giriştiler. TBMM'ye bağlıdüzenli birlikler oldukça uğraşlı girişimler sonucu bu iki çeteyi ortadankaldırmayı başardı.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenlerin baş ağrıları burada dabitmiyordu. İttihat ve Terakki Örgütü gene yönetimi ele almayı istiyordu.Birinci Dünya Savaşı öncesi yönetimi elde tutan ve Osmanlı'yı savaşasokan üçlü (Talat, Enver, Cemal), uzaktaki ülkelerin başkentlerindenİttihat ve Terakki'yi yönlendirme çabalarına girişmişlerdi. Bunun için, birde Karakol Cemiyeti adlı gizli örgüt kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştı.İttihat ve Terakki, daha önce Teşkilat-ı Mahsusa adı ile gizli bir örgütkurmuş, bu örgüt eli ile Enver'in Orta Asya'da gerçekleştirmek istediğiPan-Türkist atılımları da yüklenmiş idi. Bu örgütün üyeleri korkusuz

Page 26: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

26

ülkücü subaylar idi. Ama yönlendiricileri ve yöneticileri, dışarıdangelmekte olan düşünce akımlarının etkisi altında idiler. Bu Orta Asyaatılımları da Alman Doğu bilimleri uzmanlarınca Enver'e (Enver'in bile tambilgisi olmadan, Enver'e evlerini açan profesörlerce) sunulmuş idi.

Deneyli bireylerden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa, Birinci Dünya Savaşısonrası, önderlerinin kişisel düşünceleri gereğince Karakol Cemiyeti'nedönüştürülmüştü. Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyen Ankara'dakiTBMM ise, gizli örgütlenmeye dayanmak yerine, tam olarak temelden Türktoplumuna dayalı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri çerçevesinde dünyaya açıkbir kurtuluş savaşı vermek dileğinde idi. Bunun için, özellikle Enver vediğer İttihatçıların bu Kurtuluş Savaşı'na gizli olarak katılmasınıistemiyorlardı. Ancak, İstanbul'daki gelişmelerden de doğrudan bilgialmak ve olayları TBMM yönünde etkilemek için de bir gizli örgüte gerekolduğunu biliyorlardı. Bu doğrultuda, Karakol Cemiyeti'nin Ankara'dakiGenelkurmaya doğrudan bağlı M.M. grubuna bağlanması öngörüldü. BuM.M. (ve A.P.), çok değerli ve güç görevlerin altından başarı ile kalktılar.

Ön Asya'ya giren Avrupa toplumu birlikleri ile açık savaşlara girmedenönce, TBMM önderleri öncelikle iki girişimde bulundular: 1) Bu KurtuluşSavaşı'nın yasal düzenlenmesi için Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i HukukCemiyetleri kurdular. Bu derneklerin bir bölümü daha önce ev veçevrelerini baskıdan korumak için yerel kişilerce oluşturulmuş idi. TBMM,bunları büyük ve yurt çapında bir toplum akımı düzenine getirdi. 2) Yunanordu birlikleri, İngiltere'nin desteği ile 15 Mayıs 1919 günü İzmir'eçıktılar. Büyük Düşünce (Megali Idea) gereği, İsa'dan önceki eski Yunantoplumunu kurmak amacında idiler. Bu düşünce de Yunanlılarıngündemine İngiliz bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucugetirilmişti. İzmir ve Aydın çevresindeki Türk toplumları kendilerinikorumak için çatışmalar başlattılar. Bunların arasında Ödemiş ve AydınEfeleri vardı. TBMM, bu koruyuculara danışman subaylar da yolladı,aralarında bilgileşmelerini ve birlik olmalarını sağladı.

Doğu'da Kazım Karabekir Misak-ı Milli sınırlarını sağlam olarak, Moskovaile de, örneğin Gümrü ve Kars anlaşmaları gibi antlaşmalarla da çizdiktensonra bütün Türk güçleri batıya, ön Asya'ya girmiş olan Yunan ordusunakarşı yönetildi. Sakarya Savaşı'ndan sonra 26 Ağustos'a gelindi.

Prusya Alman Savaş Okulu Komutanlığı yapmış olan Clausewitz'ingözlemini de burada anmakta yarar olacaktır: "Savaş, konuşma ile eldeedilemeyen sonuçlara ulaşmak için yapılır; konuşmaların bir uzantısıdır."

Page 27: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

27

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse; kişiler ölür, düşünceler ve saplantılarise ölümsüzdür. Kişileri olaylara ve girişimlere başlatmaya iten dedüşüncelerdir. Bir düşüncenin her gün dillerde dolaşmaması, odüşüncenin unutulduğu anlamına gelmez. Çok uzun süre sessiz kalmışdüşüncelerin birden filizlenip çiçek açtığı, kişileri atılıma geçirdiği çokgörülmüştür. Örneğin; çoğulcu yönetim düşüncesi, ırkçılık, alışverişyönetimi bunların en önemlileri arasındadır. Bu düşüncelerin doğurduğuatılımlar, ilk başta başarısız olmuş olabilir. Buna karşılık, dünya olaylarınıngidişini iyi ya da kötü olarak temelden etkileyebilirler. Amaç bu iyi-kötüayırımını baştan yapabilmektir; aralıksız sürdürebilmektir. Kutluk VerenBilgi de, kötü sonuçlara varacak düşünceleri önceden kestirebilmek,önlerini alabilmek uğraşıdır. Kutluk Veren Bilgi edinilmez, kullanılmaz isetoplum ve toplumlar düşüncesizliğin ve yandaşı olan öngörüşsüzlüğünacısını çekeceklerdir. Günümüzdeki Türk-Avrupa ve Türk-dünya ilişkileribelirli yerlerde Roma toplumunu (tek kişilik yönetim ya da kurumlaştırılmışinanç düzeni ayırımları yapmadan, bu tartışmaları bir yerde erteleyerek)yeniden diriltmek isteyenlerin düşüncelerinden de etkilenmektedir. Budüşünceler hiç bir süreç içinde etkilerini yitirmemişlerdir. Ara sıra uzunsüreli uykuya yatmış olmalarına karşılık, ortam uygun oldukçaayaklanmışlardır. Bunun gibi, Tek Kişilik Yönetim ve YasalarıKurumlaştırılmış İnançlar da olasılık buldukça geri gelme çabalarınısürdürüyorlar. Bütün bunlar, Kutluk Veren Bilgi'ye verilmesi gerekenönemi bir kez daha vurgular. TBMM'yi kuran ve Kurtuluş Savaşı'nı başarıile yürütüp Yeni Türk Tuğu'nun bağlanmasına önderlik edenler de, sıcaksavaştan önce "ince eleyip sık dokuyarak" düşünceler savaşınagirmişlerdi. Kendilerine dışarıdan önerilen sömürge, manda, Bolşevizm,vb. gibi düşünceler yerine, Türk toplumuna dayalı, Türk düşünce vegelenekleri uyarınca yeni bir akım geliştirdiler. 26 Ağustos 1922'ye gidenen önemli adım, belki de bu Türk düşünceleridir; bu düşüncelerinbaşarısıdır. Kutluk Veren Bilgi, düşünce işverenleri tekelinde değildir.Toplumunun uluslararası yaşam yarışında ayakta kalmasını isteyen herkişinin görevidir.

Page 28: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

28

"Bağımsız Yeni Türk Tuğunun Doğuşu..." (2)

Bir Toplum yönetimsiz var olamaz. Ancak, “hak ettiği” ya da “kazandığı”yönetimi nasıl bulabilir?

Türk Toplumu büyüdükçe, ari kovanlarının oğul vermesi gibi yavrutoplulukları Asya ve Avrupa’ya salmıştır. Bu değişik yeni kovanlar dakendilerine öz bicimde oğul verisi sürdürüyorlar. Bu irili-ufaklı Türktoplumları, içinde yasadıkları koşullar gereği, pek çok yönetim düzeni iletanışmışlardır. Yönetimin değişik türleri olduğu bilinir.

Alışveriş Kuruluşları Yordamı ile yönetim ve Alışveriş Kuruluşları yordamıile bir toprağın yönetimi de bu seçeneklerden biridir. Düyun-u Umumiye(1881-1928) ve Societe de la Regie cointerese des de I'empire ottomanMemalik-i Şahane Duhanlari müsterekü'l Menfaa Reji Şirketi (aşağı-yukarıDuyun-u Umumiye yıllarına denk gelir) örnekleri üzerine yeterince belgebulunur.

Burada iki tür ‘yönetim’ den söz ediliyor:A) Adı geçen kuruluşların işlerini ne yöntemlerle yönettikleri,B) Kuruluşların iç yönetiminin türü.

Birleşik Krallık Doğu Hindistan Alışveriş Kuruluşu, British East IndiaCompany 1600 yılında, İngiliz Kraliçesi 1. Elizabeth’in buyruğu ve tuğrasıile kuruldu. Ortakları, Londra’daki tüccarlar idi. İlk ortak paylı alış-verişkuruluşlardandır. İki yıl sonra, Hollandalı Vereenigde OostindischeCompagnie, İngiliz kuruluşunu örnek alarak alışveriş çalışmalarına başladı.La Compagnie française des İndes orientales or Compagnie française pourle commerce des İndes orientales da, İngiliz ve Hollanda kuruluşları ileyarışmak için 1664 yılında 67 Fransızlarca kuruldu. Her üçünün amacı,yeni açılan deniz yolu ile “baharat adaları” ve Hindistan ile alışverişgerçekleştirmek idi.

Unutmamak gerekir ki: o sürece kadar, İpek Yolu, Çin’den Avrupa’ya, OrtaAsya üzerinden, karadan alışveriş yapılmasını sağlıyordu. Bu yol üzerindeçalışan alışverişçilerin büyük gelirlerine ek olarak, yolun geçtiği yerlerde

Page 29: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

29

tuğ bağlamış toplumlar da bu alışverişçilerden vergi geliri sağlamaktaidiler.

Portekizlilerin gemilerini Afrika’nın güneyinden dolaştırılabileceğinibulmaları sonucu, bu kara alışverişi denize kaymaya başladı. Kara yoluüzerindeki toplumların gelirleri, denizden alışveriş yapmaya başlayantoplumların kurumlarına geçmiş oldu. Sözü edilen, üç değişik ülke kökenliDoğu Hindistan Alışveriş Kuruluşları, alışverişçilerin toplu ve anayurtçıkarlarına çalışmalarını düzenlemek için oluşturulmuşlar idi. Genellikle,Hindistan ile yapılacak alışverişler için 21 yıllık tekelciliği de ellerindetutmakta idiler. Gelirleri çok büyük olduğu gibi, birbirleri ile de kıyasıyayarış etmekte idiler.

Bu süreç, büyük tuğ bağlamış Avrupa toplumlarının, dünya çevresindeyavru yerleşim alanları edinmesi ile de ölçülebilir. Bu yavru yerleşimalanları genellikle Asya ve Afrika kara parçalarında yer alıyordu. Avrupalıülkeler, kendi aralarında, Avrupa-içi geçimsizlikleri nedeni ile yaptıklarısavaşların giderlerinin çok yüksek olduğunu görmekte ve yaşamakta idiler.Bu giderleri karşılayabilmek için hem ürettikleri ürünlere Pazar hem deüretim yapabilmek için kaynak bulmaya çalışıyorlardı. Bunun bir yolu da,dünya üzerindeki diğer yerleşim bölgelerine yayılmak idi. [Bkz: H.B.Paksoy, “U.S. and Bolshevik Relations with the TBMM Government: TheFirst Contacts, 1919-1921” The Journal of Sophia Asian Studies No. 12(1994). Pp. 211- 251. İkinci baskı: H.B. Paksoy, Essays on Central Asia(Lawrence: Carrie, 1999)http://vlib.iue.it/carrie/texts/carrie_books/ındex.html ]

İngiliz, Hollanda ve Fransız kökenli Doğu Hindistan Alışverişçileri kollarısıvayıp, önlüklerini bağlayıp, alışverişe başladılar. Kristof Colomb da, 1492yılında Avrupa’dan yola çıktığında, tek amacı Hindistan’a deniz yolu ilevarmak idi.68 Hindistan yerine, önce Karayip denizindeki adaları, sonrabüyük Amerikan kara parçasını bulup, yerlilerine ‘Hintli’ adını vermiş idi.Dolayısı ile Hindistan’ın “Doğu Hintli” olması, Avrupa’da deyim bakımındangerekli görüldü. Avrupa’dan yola çıkan gemilerin Afrika’nın güneyindendolaşarak Hindistan’a varmaları altı ay bir süre gerektirebiliyordu. Bugemiler Hindistan’daki sığınaklarına yanaştıklarında, her türlü yordam vedestek verecek bir düzen kaçınılmaz olmuştu. Buyordam da, Hindistaniçindeki “fabrikalardan” alınacak idi. Türkiye’de sarrafların yalnız altın alıp-satmadığı bilinir. Bir ‘factor,’ sarraf gibi, “para” işleri ile de uğraşan kişidir.Alıp satılacak baharat ve diğer değerlileri on-ödeme ile indirimli olaraksatın aldıkları için, parasal bakımdan yüzdelikçilik de yapmakta idiler. Bufactor’un iş yaptığı yer de ‘factory’ (yüzdelikçinin bulunduğu yer) olarakbilinir. Deyim olarak, üretim işlevleri için kullanılan ‘fabrika’ ile kök olarak,uzaktan ilintilidir. Bugün de bilinen ‘bayi’ ve ‘acente’ bu ‘factor’ ve ‘factory’kavramlarına daha yekindir. Ancak, Hindistan’daki bu “fabrika,”anayurttan (İngiltere, Hollanda, Fransa) gönderilen sorumlu kişilerinyönetimi ve denetimi altında çalışıyordu. Bu alışveriş kuruluşları çokbaşarılı olduklarından, büyük birikimler elde etmekte gecikmediler. O denli

Page 30: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

30

ki, bağlı oldukları toplum yönetimlerine, günün gerekleri için çok büyüksayılacak tutarlarda para yardımı yapabiliyorlardı. Denebilir ki, bu tutarlar,savaşların giderlerini karşılayabilecek kadar yüksek idi. Bu arada, bu üçalışveriş kuruluş birbirleri ile kıran-kırana yarışmaya girmişler idi. Bu yarışsırasında, üç büyük alışverişci kuruluş, Hindistan içindeki çok sayıda (115den artık) küçük tuğlu toplumların yönetenleri ile doğrudan ilişkileregirmeye başladılar. Bu küçük toplumların başındaki yönetenlere Sultan,Maharaja, Raja, Maharao, Nawab, gibi (değişik orun kertelerinde) adlarveriliyordu. Alışveriş kuruluşları, bu yüksek kişiliklerin oturdukları yerleşimyerlerine, büyükelçi niteliğinde ancak alışveriş kuruluşunun aylık alançalışanı kişiler atamaya başladılar. Doğal olarak, bu büyükelçi niteliğindekibu kişiler, diğer büyükelçi niteliğindeki kişilere karşı tutum gösterip, yerelyarışmalara giriştiler. Bu da, alışveriş kuruluşları arasındaki69 yarısıderinleştirdiği gibi, Kuruluşlar arasındaki sürtüşmelerin artmasına vekızgınlıkların daha sıcak yanmasına neden oldu. Bu sürtüşmelerde başarılısonuç almak için, Birleşik Krallık Krallık Doğu Hindistan Alışveriş Kuruluşu,hem 200,000 kişilik kara ordusu, hem de (genellikle Portekiz donanmasınakarşı) deniz kuvvetleri kurdu. Bu güçler, Alışveriş Kuruluşunun ozbayrağını Hindistan in eninde-boyunda dalgalandırmaya başladı. Bu200,000 kişilik orduya ve ek olarak deniz kuvvetlerine alınan yerliaskerlere, gene anayurttan gönderilen subaylar komuta ediyordu. Üstelik,anayurttan gönderilen 40,000 asker, yerli askerleri destekliyordu. Bugüçler ile, Fransız alışveriş kuruluşunun güçleri ile vuruşmalar yer aldı,yukarıda sözü edilen 115 in üzerindeki Hindistan toplumlarına girildi.

Yıl 1757, Clive adlı (Birleşik Krallık Doğu Hindistan Alışveriş Kuruluşuaylıkçısı) bir başçı’nın topladığı 800 kişilik bir İngiliz serdengeçti topluluğuHindistan’ın Polashir (ya da Palası; İngilizce’de Plassey) bölgesinde elli binkişiden oluşan Bengal güçleri ile sağanak yağmur altında vuruşur, vedoğusu kazanır. Sonucunda Hindistan’ın Bengal bölümü, İngiliz DoğuHindistan Şirketinin eline geçer. Clive da İngiliz Doğu Hindistan Şirketininyönetimince bu bölgenin İltutmuş’luğuna atanır, Polashir hazinesinden çokbüyük savaş kazancı elde eder. Bu çatışmanın nedeninin, Fransız alış-verişçilerinin adı geçen bölge içinde önem kazanmaya başlaması olduğuileri sürülür. (H.B. Paksoy, Maya ilişkileri. Nisan, 2007) Bu üç alışverişkuruluşunun bağlı oldukları toplumlar da, özellikle İngiltere ve Fransabirbirleri ile savaşa girdiklerinde, alışveriş kuruluşlarına daha da büyükgörevler düşmeye ve verilmeye başlandı. İngiltere ve Fransa 18ci yüzyılınortalarından başlayarak dünyanın her yerinde sıcak vuruşlara kadar gidenbüyük uğraş içinde idiler. Bu durum dünyanın geçmişinde olmayan birgelişme idi, belki de ilk dünya savaşı olarak gösterilebilir. Timur Bey’intorunu Babür soyundan gelen, Hindistan’da tuğ bağlamış “Mughal”yönetiminin tek yöneticisi Cihangir’den de ‘destek’ (alışveriş tekeli belgesianlamında) alan Birleşik Krallık Doğu Hindistan Alışveriş 70 Kuruluşu,Fransız kuruluşuna büyük oran ile kazançlı çıkmaya başladı. Uzmanaraştırmacılara göre, Birleşik Krallık Alışveriş Kuruluşu güçleri yıldaortalama 26,000 km karelik toprağı Alışveriş Kuruluşunun yönetiminealıyor, varlığını bu yoldan da arttırıyordu.

Page 31: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

31

Ordu ve donanmanın giderlerinin yüksek olduğunu göz önünde tutarak,Birleşik Krallık Doğu Hindistan Alışveriş Kuruluşu, yönetimi altına aldığıHindistan topluluklarından vergi almaya başladı. Ödemeyenlerinvarlıklarına el koyuldu. Giderler çıkarıldıktan sonra, geri kalan tutar,Kuruluşun ortaklarına gelir payı olarak dağıtıldı. Bu gelişmeler yer alıriken, Birleşik Krallık yönetim çevreleri (Dış Yerleşme Alanları Bakanlığı,Vergi Bakanlığı, Savaş Bakanlığı vb), Birleşik Krallık Doğu HindistanAlışveriş Kuruluşunu yakından izlemekte idiler. Alışveriş Kuruluşunun içyönetiminde gördükleri aksaklıklar nedeni ile, yavaş-yavaş, AlışverişKuruluşunun yetkileri kısıtlanmaya, bu yetkiler Birleşik Krallık yönetiminineline aktarılmaya başlandı. Büyük Hindistan imparatorluğu, Birleşik Krallıktahtına bağlandı. Bu ilişkinin gösterilmesi ve dünyaya duyurulması içinözel bir taç yapıldı. 1857 yılında yer alan (yerli askerlerin de katıldığı)Büyük Hindistan Başkaldırması, ilk başkaldırma olmamakla birlikte, dahaönce kısıtlanmaya başlayan Alışveriş Kuruluşunun bağımsızlığına da biranlamda son vermiş oldu. Bu noktadan, Hindistan’ın bağımsızlığınıkazandığı 1947 yılına kadar, Birleşik Krallık yönetimi Hindistan’ı değişikbakanlıkları ve alt kuruluşları ile yönetti.

Bu Alışveriş Kuruluşun çökmesinin başında gelen nedenlerin, aylık ilekuruluşta çalışanların yasalar dışında işler yapmaları, yöneticiler arasındakiiç çekişmeler ve bağlı oldukları anayurt ile olan ilişkilerde kendi görüş veisteklerini önde tutmak gibi davranışlar gösterilmektedir.

Gücünün en üst düzeyinde olduğu süreçte, Birleşik Krallık Doğu HindistanAlışveriş Kurumunun ilgi çekici bir alt yapısı görev yapmakta idi.Üniversitesi, gemi yapım işlevleri, uzmanlık 71 okulları, Hindistan içindegörev yapacak yerlileri eğitme okulları, araştırma birimleri, vergi toplamakolluk gücü, kara ordusu, donanması, bilgi toplama ağları, DışişleriBakanlığı, ve ticari işler alt bölümleri ilk göze çarpan özelikleri arasında idi.Yukarıda sözü edilen her üç Alışveriş Kuruluşu günümüzde doğrudan varolmamakla birlikte, her üçünün de temelini attığı diğer AlışverişKuruluşları, çalışmalarını ve alışverişlerini dünyanın değişik yerlerindeyüksek güç ile sürdürmektedirler. Bu arada belirtilebilir ki, bu tur AlışverişKuruluşları’nın kardeşleri, Doğu Hindistan Alışveriş Kuruluşlarından dahaönce gerçekleştirilmiş ve daha uzun süre ile yaşamışlardı. Örneğin, “DoguAkdeniz Alışveriş Kuruluşu (Levant Company) 1581 de kurulmuş idi.Türkiye Alışveriş Kuruluşu olarak da bilinir.

Russia Company (‘marchants adventurers of England, for the discovery oflands, territories, iles, dominions, and seigniories unknowen, and notbefore that late adventure or enterprise by sea or navigation, commonlyfrequented’) de 1553 yılında çalışmalarına başlamış idi.

Konu üzerinde yazılmış çok kitap ve inceleme bulunmaktadır. Her yıl,bunlara yenileri de eklenmektedir. Küreselleşmenin öncüsü bir örnek

Page 32: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

32

olduğu için, bu kuruluşların geçmişlerinin günümüzde daha da yakındanizlenmekte olduğu, yeni yayınlanan kitaplarda ayrıca vurgulanmaktadır.72

Bir Toplum yönetimsiz var olamaz. Ancak, “hak ettiği” ya da “kazandığı”yönetimi nasıl bulabilir?

Türk Toplumu büyüdükçe, arı kovanlarının oğul vermesi gibi yavrutoplulukları Asya ve Avrupa’ya salmıştır. Bu değişik yeni kovanlar dakendilerine öz biçimde oğul verisi sürdürüyorlar. Bu irili-ufaklı Türktoplumları, içinde yaşadıkları koşullar gereği, pek çok yönetim düzeni iletanışmışlardır. Yönetimin değişik türleri olduğu bilinir. Alışveriş Kuruluşlarıyordamı ile yönetim ve Alışveriş Kuruluşları yordamı ile bir toprağınyönetimi de bu seçeneklerden biridir. Duyun-u Umumiye (1881-1928) veSociete de la Regie cointerese des de İ'empire ottoman Memalik-i ŞahaneDuhanlari müsterekü'l Menfaa Reji Şirketi (aşağı-yukarı Duyun-u Umumiyeyıllarına denk gelir) örnekleri üzerine yeterince belge bulunur.

Page 33: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

33

KUTLUK VEREN BİLGİ ve 26 AĞUSTOS’A GİDEN YOL

[Ohio State Üniversitesinde, Türk Öğrenci Birliğince düzenlenen26-30 Ağustos 1922'yi anma toplantısına 26 Ağustos 2000 de

sunulmuştur]

İçinde yaşadıkları olayları gelecek kuşaklara aktarmak isteği ile ilk kayıtaltına almaya başlayanlar, uğraşlarına "soru sormak" tanımını verdiler. Biryerde, kendi yaptıkları yanlışları ve sonuçlarını çocuklarına anlatmak,gelecekte yaşayacakların bu yanlışlara yeniden girmelerini önlemekistediler. Kısa süre sonra, bu soru sorma yöntemi "doğruyu aramak" isteğive o yöndeki düzenleme düşünceleri ile birleşti. Günümüzden en az ikibinbeşyüz ile dört bin yıl önce yer alan bu gelişmeler, günümüz olaylarınıöncelikle etkilemeyi sürdürmektedir.

Onbirinci yüzyılda yaşayan düşünce işvereni Balasagunlu Yusuf, KutadguBilig başlıklı kitabında Türkler için ölüm-kalım niteliğindeki önemli konularaparmak basar. Dünyada bilinen ilk "tuğ bağlama sav" larından biri olanKutadgu Bilig kitabı, "soru sormak" yanında, "doğruyu aramak" yönündede çok önemli adımlar atar. Balasagunlu'nun dile getirdiği "kut" sözü,yalnız sevinç paylaşma kapsamında kullanılmamıştır. Bir toplumunyaşamını sürdürebilmesi için ne tür adımlar atması gerektiğini konumunayerleştirir. Toplumlar sürekli olarak uluslararası yarışma içindedirler. Buyarışmanın tek kuralı vardır: toplum olarak bağımsız ve varlıklı yaşamısürdürebilmek. Yaşam'ı sürdürebilmek de, büyük ölçüde bilgi birikiminigerektirir; uygun soruların sorulması, doğruyu arama yöntemlerini içerir.

Bir toplumun ve dünyanın iyiliğini öngören düşünce işverenleri, olayları vesonuçlarını yalnız kayıt etmek ile kalmazlar. Olayları karşılaştırmak vesonuçları üzerinde yeni görüşleri de en geniş düzeyde topluma ve dünyayadağıtmak da sorumlulukları içindedir. Düşünce işverenlerinin bağımsızolarak kollarını sıvadıklarını ve düşüncelerini ortaya koyduklarınıunutmadan, 26 Ağustos'a giden yolun ardındaki olay, düşünce vegirişimleri kısaca özetleyelim.

Bir olay ve girişim, ardında bir düşünce olmadan yer alamaz. Kişiler vetoplumlar, belirli bir sonuca ulaşmak için atılıma geçerler. Olay ya da

Page 34: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

34

girişimlere başlayanların, kendilerini iten düşüncelerin kökenlerini, odüşüncelerin neden ve nasıl üretildiklerini bilip-bilmediklerinin önemiaçıktır. Bir düşüncenin kökenini ve ortaya atılış amaçlarını anlamadan odüşüncenin ardına düşenler, düşünceyi yaratanların almak istediklerisonuçlara körü-körüne yordam vereceklerdir. Bu arada, başkalarınındüşüncelerini denetlemeden benimseyenler, öz çıkarlarını da sakatlanmışolabilirler.

Bilinen yazılı kaynaklara göre, dünyanın ilk yönetim düzeni "Tek KişilikYönetim"dir. Yönetimi ele geçiren bu kişinin dudaklarının arasındançıkacak her türlü söz, bu kişiye bağlı toplum ya da toplumları toptan başeğmeye iten yasalara dönüşür.

Yasaları kurumlaştırılmış inançlar (Musevilik, Hristiyanlık, İslam, vb.)ortaya çıktıktan, bu inançlar "kutsal el kitapları" (İncil, Kuran, vb.) içindedondurulduktan sonra, kurumlaştırılmış inançların önderleri ile Tek KişilikYönetim’i elinde tutanlar arasında çok geniş kapsamlı bir yarış başladı.Kıran-kırana süren bu yarış, günümüzde bile kesin bir sonuca bağlanmışdeğildir. En son örnekleri, dünyanın çevresinde yer alan değişikülkelerindeki "yönetim düzeni" uygulamaları içinde izlenebilir.

Diğer bütün bilinen yönetim düzenleri, Kurumlaştırılmış İnançlar ve TekKişilik Yönetim arasında kalan geniş alan içinde gözlenebilir. Dolayısı ile:Anayasal Tek Kişilik Yönetimi, Çoğulcu Yönetim, Güdümlü Bağımlı her türyönetim, Alış-Verişe dayalı türlü yönetimler bu yukarıda belirlenen iki uçdüşünce ve uygulama arasında kalır. Bu orta kuşakta kalan yönetimdüzenleri, içlerindeki toplumların nitelik ve eğitim düzenleri uyarıncabaşarı ya da başarısızlığa uğrarlar. Örneğin: Çoğulcu Yönetim düzeni,başarılı olabilmek için yüksek oranda bağımsız bilgili yönetici, yasakoyucuları ve bağımsız düşünce işverenlerinin yoğun çalışmasınıgerektirir. Bir "yasa koyucu kurumun" bir toplum içinde var olması, oyasa koyucu kurumun ne bağımsız olduğunu ne de yasallığını gösterir.Ancak toplumun çoğunluğu bağımsız eğitimli ise, yasa koyucu kurumunuygulamaları da toplumu ve toplumun çıkarlarını yansıtacaktır.

Alış-verişe dayalı yönetimler ise, öncelikle kapalı olmak niteliğini taşırlar.Ancak yönetimi ellerinde tutan kişilerin çocukları, bu yönetime katılmaküzere ve özel eğitimden geçirilerek işbaşına gelirler. Toplumun diğerkesimlerinden bu yönetici bölümüne geçiş genellikle olanak dışıdır.

Bir toplumun eğitim düzeni değişik nedenlerle düşebilir. Savaş sırasındaçok kişi ölmüş ya da öldürülmüştür; okullar kapatılmış, öğretmenlersürülmüş olabilir. Daha da kötüsü, "öğrenim ve öğretim düzeni" adıaltında yürürlükte olan eğitim tam anlamı ile bağımsızlığını yitirmiş,güdümlü duruma düşmüş olabilir. Bilgi yerine, okullarda "yarı-bilgi, yarı-saplantılar" öğrencilerin kafalarına doldurulabilir.

Page 35: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

35

Eğitim düzeni düşen toplumlar, er-geç iki uç yönetim düzeyinden birinegeri düşeceklerdir: ya Tek Kişilik yönetim, ya da Kurumsallaştırılmış İnançile yönetileceklerdir. Her iki yönetim düzeni de tam tekelcidir, diğertürlere yaşam ortamı vermez.

Julius Caesar (ölümü M.Ö. 44) Roma'yı (belirli ilkel çoğulculuktan) TekKişilik yönetime çevirdi. Bunu, Roma'nın bir yasa koyucu kurumuolmasına karşılık gerçekleştirebildi. Roma yönetimi altına Roma alaylarınıngücü ile alınmış olan bütün toplumlar, günü geldiğinde en güçlü Romaalaylarını yenmesini öğrendiler. Her toplum bağımsızlık kazandıkça, Romaöncesi öz inançlarına dönmeye de başladı.

Roma diğer toplumları yönetimi altına aldıkça, bu yeni toplumlarındüşünce ve inançları da Roma'yı kökten etkilemeye başladı. Özet olarakbu inançlar: Mısır'dan İsis; kuzey Hindistan ve güney İran’dan Mithraismve Zoroastrianism; batı Asya’dan Cybele; Filistin'den gelen "YeniDüzenlemiş Musevilik." (Ek olarak, Avrupa içinde çok sayıda yerel küçüksaplantı inançları da vardı). Romalıların kendilerine seçtikleri çok tanrılıinançlar ile bu yeni gelen inançlar kıyasıya yarışmaya girdiler. Ek olarak,Roma üst düzey yöneticileri kendilerine yönetimde "doğruyu aramak"yöntemleri de seçmişler idi. Bu doğruyu aramak yöntemleri de, genelolarak, Atinalı düşünce işverenlerinin Roma üzerindeki etkisinin göstergesiidi.

Bütün bu dengesiz ve eğitimsiz Roma içi kargaşalığına, Roma'ya karşıdışarından gelen Alman (Goth) ve Hun alayları var güçleri ile de katılınca,Roma yönetim toplumu ortadan kalktı. Yeni Düzenlenmiş Musevilik buarada yön ve kapsam eklenmeleri ile Hristiyanlık oldu; Roma'nın TekKişilik yönetimi yerine, öz Kurumlaşmış İnanç düzenini geniş orandaAvrupa'ya yerleştirmeye başladı.

M.S. 800 yılında, Charlemagne'in Papa ile yaptığı söylenen anlaşmasonucunda, "Kutsal Roma" kurulmuş oldu. Bu anlaşma uyarınca, KutsalRoma, Tek Kişilik yönetici düzenine girdi. Kutsal Roma Tek Yöneticisi,Papayı kılıcı ve orduları ile koruyacaktı. Buna karşılık, Papa da, KutsalRoma Tek Yöneticisinin "Tanrının Buyruğu ile Tek Yönetici olduğunu"yardımcıları yolu ile bütün toplumlara duyuracak, bu görüşün yerleşmesineyordam verecek idi. Bu anlaşmadan sonra, Kurumlaşmış İnanç düzeniAvrupa’nın en önde gelen yönetim düzeni olmayı en az bin yıl sürdürdü.

Bu Tek Kişilik yönetim düzenin yönetimi elinde tutması, diğer ve tersdüşüncelerin üretilmediği anlamına gelmiyordu. Onbeşinci yüzyıldanbaşlayarak, Avrupa’nın belirli düşünce ağırlıklı konumlarında, İnanç ileDüşünce yöntemlerinin birbirleri ile bağımlı olmadığını belirten kişilergörüşlerini ortaya koymaya başladılar. Bu gelişmelere göre, İnanç veYönetim toplumların seçeneğine de kalabiliyordu. Bu düşünceler toplumlariçinde kök salmaya başlar iken, öbür yandan da toplumlar inançları dışındakişilikleri de olduğunu da yeniden anlamaya başladılar.

Page 36: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

36

Genellikle, kişisel çıkarların toplamı olarak görülen toplumsal çıkarlarınöncelikle gözetlenmesinin önemli bir göstergesi olan Amerikan Devrimi debu düşüncelerin olgunlaşması sonucunda 1776 da yer aldı. Özellikletoplumu içinde düşünceleri kavrayarak uygulamaya koyabilen düşünceişverenlerinin varlığı bu devrimin gerçekleşmesine önayak oldu. Ardından,1798 da gelen Fransız devrimi, Avrupalı düşünce işverenlerinin de buyönde düşünce birliğine vardıklarını gösterdi. Kaldı ki, bugün bilindiği gibi,1789 Fransız devrimi, 1776 Amerikan devriminden büyük ölçüdeetkilenmiş idi. Amerikan devriminin gerçekleşmesine katılan en önemlikişiler sonra Fransa'da da görev yapmışlardı.

Osmanlı devleti içinde Yeniden Düzenlemenin (Tanzimat, 1839-1876) yeralması bu çerçeve içinde en açık düzende görülebilir.

Osmanlı devleti Yeniden Düzenleme sürecine, Tek Kişilik Yönetim veKurumlaşmış İnanç düzeni karması bir anlayış ile gelmiş idi. Ancak,Avrupalı düşünce işverenlerince geliştirilen türde uygulamalar yüzyıllarönce Asya'da tuğ bağlayan diğer Türk toplumları içinde yer almış olmasınakarşılık, Osmanlılar arasında fazla bir sessizlik var idi. Koçi Bey Risalesibile göz ardı edilmiş idi. Enderun'da kullanıldığı var sayılan Kutadgu Biligile olan bağlar da koparılmaktaydı. Kurumlaşmış İnanç düzeni her şeyinüzerinde tutulur olmuştu. Bunun nedeni olarak ta, eğitim düzeninin vebuna bağlı olarak da, Enderun'un eğitiminin günün koşullarına uyacakeğitimi öngörmemesi idi.

Avrupa içinde ise, kişilerin ve toplumların çıkarlarını da koruyacak yönetimdüzeni üretme çalışmaları, ortaya eskiden de bilinen ancak yeniden ivedilikkazanan bir tutumu belirliyordu: "Nasıl Yönetilecek; Giderlerini KimÖdeyecek?

Soruyu bu düzende sormanın öneminin açık olduğu da ilk bakışta gözeçarpar: Yönetim’in adı ya da uygulaması ilk adımda çok önemli değildir.Önemli olan, yönetimin giderlerini kimin ve ne yolda ödeyeceğidir. Eğerbu ödeme çok aşırı düzeye varacak olursa, yönetim düzeyinde yenigörüşler getirmek olağandır. Günümüzde Avrupa toplumlarının en azyarısının adlarında "Tek Kişilik yönetim" deyimi olmasına karşılık,çoğunluğunun toplumları "ödeme" türlerini ve düzeylerini yeniden eldengeçirme yeteneğindedirler.

Fransız Devrimi sonrası, Avrupa içinde yeni bir yarış başladı. Avrupa'nınileri gelen Toplumları Avrupa'yı gene Roma süreci altında olduğu gibi biryönetim altında birleştirmeyi öngörüyorlardı. Bu toplumların her biri,diğerlerini yönetimi altına almak, "Yeni Roma" olmak isteğinde idi. Fransaçoğulculuk denemesi yaparken diğerleri "Tek Kişilik" yönetim düzeni içindeidiler. Bu da, Fransız Devrimi sonrası yer alan Çoğulculuk ve Tek Kişilikyönetim arasındaki yarışın birinci bölümü idi.

Page 37: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

37

Yarışmanın uzantısı ise, alıveriş konumunda yer alıyordu. Eğer bir toplumdiğerlerini yönetimine alacak ise, bu ancak ordu gücü ile olacaktı. Orduise, çok gider gerektiriyordu. Bu giderler de toplum olarak çok satıp, azalmak ile gerçekleşebilirdi ki, alım varlığı ancak bu yönde arttırılabilirdi.

Ne var ki, yarışma gereği Avrupa içinde bu tür birikim yapmakgüçleşmişti; bütün Avrupalı toplumlar bu sonuca varmak için ellerindengeleni artlarına koymuyorlardı. Üstelik kendi aralarında ikili, üçlü anlaşmave ortaklıklara da girerek bir güç dengesi oluşturmayı başarmışlardı. Bugüç dengesi o kertede ince idi ki, eğer bir anlaşma birliği diğerinesaldıracak olursa, diğer anlaşma birliği kendini yeterince koruyabilecekti.Bu yüzden, yarışma dünyanın diğer bölgelerine de kaymaya başladı.İsa'nın doğumundan çok önce Roma toplumu ile Çin arasında büyükoranda alış-veriş yapılıyordu. Ancak, ödemeler dengesi, kesinlikle Çin'inyararına idi. Romalı soylu hanımlar Çin'den satın alınan ipeklilerigiyiyorlar, Roma da karşılığını som gümüş olarak Çin'e gönderiyordu. Buda, Roma'nın gelirlerinin tam anlamı ile Çin'e sorgusuz olarak aktarılmasıidi. Bu ödemeler dengesi aktarması, Roma'nın çökmesini büyük ölçüdeetkilemişti.

Bu olayları unutmayan Avrupalı toplumlar on yedinci yüzyıldan başlayarak"üretim devrimi" sürecine de girmiş olduklarından, ürettiklerini Asya veAfrika'da satıp birikim elde etmek çözümüne giriştiler. Gene yarışmanındoğal kurallarınca, bir toplum bu çözüme giriştiğinde, diğer toplumlar dakendi çıkarlarını kollamaya başladılar. Kipling'in taktığı ad ile Asya'dakiBüyük Oyun böylece 1828 Türkmençay anlaşması sonucu bütün ağırlığı ilebaşladı. "Oyuncular" İngiltere, Rusya ve Almanya idi. Daha önce,onaltıncı yüzyıldan başlayarak, Portekiz, İspanya, Hollanda, Fransa buoyunun ilk basamaklarını deniz yolu ile açmışlardı. Ama Türkmençaysonrası, oyunun kuralları ve kapsamı da değişmişti. Amaç şimdi yalnızgelir birikimi de değildi. Bu birikimi diğer toplumların elinden almak vediğer toplumları küçük tutmak da vardı. Böylelikle Avrupalı toplumlarAsya ve Afrika'da sömürgeler kurmaya da giriştiler.

Osmanlı devleti ise, bu toplumların, özellikle Fransa, İngiltere, Almanya veRusya arasındaki (tam anlamı ile) yarışmaları arasında kalıyordu. HemAvrupa, hem de Asya'daki toprakları dolayısı ile Avrupalı yarışmacıların heratılımı Osmanlıları da bu işlere karıştırıyordu. Avrupalı her bir yarışmacı,Osmanlılardan gelecek her türlü çıkarı yalnız kendi toplumları yararınayönlendirme çabasında idiler. Bu yüzden, Osmanlıların dağılmasınıistemiyorlardı. Eğer Osmanlı toplumu dağılacak olursa, bir bölüm Avrupalıtoplum diğerlerinden daha seçme bölgeleri eline geçirecek, diğerlerindendaha çok gelir elde edebilecekti.

Osmanlı toplumu kendine özgü yönetim yöntemleri de uyguluyordu. Buyöntemler, yerine göre, Avrupalı yarışmacıların gelirlerinikısıtlayabiliyordu. Bu yüzden, Avrupalı yarışmacılar Osmanlı toplumununAvrupa kurumlarını benimsemesini öngördüler. Böylelikle, kurumlaşmalar

Page 38: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

38

arasında uyum sağlandığında, Osmanlı Toplumu Avrupa üretimçevrelerinden daha çok alımlarda da bulunmak isteyecekti.

Avrupa kurumlarının Osmanlı toplumuna aktarılabilmesi de, Osmanlıeğitim düzeninin belirli bir yere kadar Avrupa düzeyine getirilmesi gerekliidi. İş'e Osmanlı ordusu ile başlandı. Türlü okullar kurulması sağlanarak,Osmanlı subaylarının Avrupa yöntemlerini öğrenmeleri öngörüldü. Ne varki, bilim bir bütündür. Diğer örneklerinde de görülebileceği gibi, bilimakmaya başlayınca, durdurulması güç olur.

Osmanlı ordusu bünyesinde kurulan sağlık, topçu, gemi ve savunma görevve kuruluş öğrenimi okullarındaki öğrenciler kendilerine okutulanlarındışında görüşler ve bilimlerle de tanıştılar, ilgilenmeye başladılar.Avrupalıların kullandığı türden Kutluk Veren Bilgi de bunların başındageliyordu. Böylece, alışageldikleri yönetim ve inanç türlerinden dışındakiuygulamaların nitelikleri üzerinde görüş alış-verişine de başladılar. Busubayların bir bölümü, "çağdaş" olarak gördükleri bu uygulamalarıOsmanlı toplumuna da en iyi düşüncelerle aktarmak istiyorlardı. Osmanlıtoplumu, atalarından gelen, atalarının yarattığı yazılı ve sözlü öz "KutlukVeren Bilgi" türünü, değişik etkilerin altında kalarak, unutmuşlardı.

Ordu bünyesindeki okullarda okuyanların bir bölümü, Osmanlı düzeninideğiştirerek, Avrupa türü düzene geçmeyi öngörüyorlardı. Bunun için gizliörgütler de kurmaya başlamışlardı. Bu subaylar arasında ordudanayrılarak (ya da, bu yöndeki girişimleri nedeni ile ayırtılarak) bir yurttaşniteliğinde çalışmaya koyulanlar oldu. Anca, bu noktada büyük birkaçsorun ortaya çıktı. Avrupa düzenleri genellikle tek bir soy'dan gelen birtoplumun yararına görev yapmak için oluşturulmuştu. Örneğin, Fransızdevrimi (soy kökeni olarak Alman Franklardan gelen), Fransızları daha çokFransız yapmıştı. Almanlar, üç yüzü bulan küçük Alman şehir toplumunu"tamga vergilerini birleştirmek," başka bir deyimle "ortak pazar kurmak"yolu ile büyük Alman toplumuna dönüştürmüşlerdi. İngilizler, geneltoplumlarının bünyelerinde İskoç, İrlanda ve Gal'liler (Welsh-Cymru)olmalarına karşılık, bütün bu bağımlı ve güdümlü toplulukları "BüyükBritanya Krallığı" için çalıştırabiliyorlardı. Buna karşılık, Osmanlı toplumuise, çok uluslu idi. Osmanlı bünyesi içine kılıç gücü ile (Roma toplumuörneği) yüzyıllar önce alınmış çok sayıdaki küçük topluluk (gene Romaörneğinde olduğu gibi) bağımsızlık aramakta idi. Dolayısı ile ortaya birkimlik sorunu çıkmıştı. Ordu bünyesinden ayrılanların karşılaştıkları ilkbüyük sorun olan bu kimlik sorusuna, iki yönde ve kümede çözümgetirilmesi önerildi: 1) Osmanlı kimliği; 2) Türk kimliği.

Osmanlı kimliği: inanç, soy, maya ve görüş ayırımı gözetmeden Osmanlıtoplumu içinde yaşamakta olan bütün bireylerin eşit yurttaş olduğunusavunuyordu. Türk kimliği ise, Osmanlı toplumunun kuruluşuna önayakolan Türklerin kimliği üzerine Avrupa’dan getirilecek yeni kurumlarınkurulmasını öngörüyordu.

Page 39: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

39

Ancak, ortada önemli bir sorun daha vardı: yüzyıllar boyunca çok uluslubir toplum durumuna gelen Osmanlı, kurucularının, Türklerin kimliğinibüyük ölçüde unutmuştu. Bu kimliği ve Türk mayasını işlememişarıtmamış, kayıtlarda ve yönetimin üst düzeylerinde günlük yaşam içindetutmamıştı. Böyle bir ortamda, Avrupa topluluklarınca Osmanlı'ya"Yeniden Düzenleme" baskısı yapılması Avrupa için çok daha kolaydı.

Özellikle ondokuzuncu yüzyıl içinde (bu akım, yirminci yüzyılda dasürdürülmüştür), Rus ve Avrupa topluluklarının yükseköğretim okul veözel kurulmuş araştırma birimlerinde görev yapan bilim adamları,Türklerin kökenleri üzerine yaptıkları çalışmaların sonuçlarını yayınlamayabaşladılar. Ek olarak, Osmanlı içindeki kişisel girişimli bireyler de (buyayınlardan da etkilenerek) kökenlerine duydukları saygı ve sevgi sonucubu konulara eğildiler. Türklük araştırmaları filizlenmeye başladı. Rustoplumundan kaçarak İstanbul'a yerleşen, Orta Asya Türk kökenli aydınlarda bu akımlara büyük destek verdiler. Bu ilişkiler en az onaltıncı yüzyıldanbaşlayarak Kazan-İstanbul-Bakü-Taşkent çerçevesindeki bilim adamlarıncada sürdürülmekte idi.

Bu uyanış sonucunda elde edilmeye başlanan bilgileri yaymak için OsmanlıTürk toplumu bünyesinde değişik ocaklar ve dernekler oluşturuldu,kitaplar yayınlanmaya başladı. Bu yayınlar, daha önce Kazan ve Bakü’denİstanbul'a gelen kitaplar, dergiler, gazeteler ve diğer yayınlar dizisineeklendiler. Bu yöndeki ilgi, doğal olarak yönetim yöntemlerini dekapsamına almakta idi. Yurt dışına çıkarak yeni yönetim çözümleriarayanlar da, Osmanlı içindeki topluluklarla işbirliğine giriştiler.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, bu tarlaya atılan tohumlardan yeşermeyebaşladı. Özellikle, 1905-1908 arasında dünya çevresinde oldukça belirli birbağımsızlık akımı gözlenir. Kuruluşunda gizli bir dernek olan İttihat veTerakki, 1909 sonrası açığa çıkarak Osmanlı topluluğunun yönetimini kesinolarak eline aldı. İttihat ve Terakki'nin üyelerinin büyük bir bölümü,Osmanlı ordusunda görevli subaylar idi. Subay olmayanların çoğunluğu daOsmanlı toplum yönetiminde görev yapmakta idiler. 1909 da İstanbul'dayer alan ikinci İrtica hortlaması sonucu, İttihat ve Terakki'li subaylarınönayak olması ile kurulan Hareket Ordusu yalnız İrticayı söndürmeklekalmadı, Padişah'ı da değiştirdi. Bu olayı, "praetorian guard" adı ile bilineneski Roma Tek Yöneticisini koruma birliklerinin girişimlerine (ve ArapHalifeler devrindeki, özellikle Memlukler içindeki Hassa Alaylarınınuygulamalarına) eşit tutabiliriz.

1914 öncesi, Avrupa içinde yeni bir patlamanın yer alacağı, bütüngözlemcilerce görülebiliyordu. Bu yüzden, İngiltere ve Rusya toplumları,1905 ile 1908 arasında çok gizli bir anlaşma ile Asya'da 1828 den berisürdürdükleri Büyük Oyunu durdurmakta anlaştılar. Her iki toplum daAlmanlardan çekinmekte idi. Onsekizinci yüzyılın sonlarından beri gittikçegüçlenmekte olan Alman topluluğu, her bakımdan kabına sığamayacak

Page 40: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

40

duruma gelmişti. Ek olarak, Avrupa'nın diğer toplumları içinde deyönetimlere karşı bir direnme görülüyordu.

Karl Marks’ın, Engels katkısı ile yazdığı "komünist gündemi" de Avrupaiçinde ve dışında etki göstermeye başlamıştı. İngiltere ve Rus toplulukları,bu yeni komünist akımının nereye gideceğini pekiyi kestiremiyorlar, buakıma yalnızca "oyunbozan" gözü ile bakıyorlardı.

Ayrıca, "öç almak" isteği, daha önceki savaşlarda kaybedilen topraklarıgeri alma düşüncesi de, yeni savaşlara girme olasılığını arttırıyordu.Japonların 1905 de Rusları Asya’nın doğusunda yenmiş olmaları, Asya’dasömürge olarak yaşamakta olan toplumları da canlandırmıştı. Avrupa’nındoğusunda Osmanlı toplumu, özellikle 18ci yüzyıldan beri durmadantoprak kaybetmekte idi. Doğu Avrupa'da, Osmanlı'dan koparılarak kurulanyeni toplumların her birinin arkasında diğer bir Avrupa toplumu vardı.Bulgarlar Rusya'ya dayanıyorlardı. İngilizler olmadan Yunanlılarıdüşünmek çok güç idi. Avusturya-Macaristan ise, Osmanlı gibi çok uluslubir toplum olduğundan ve bünyesindeki toplumlar (Çek, Slovak, Sloven,Bohem, Rumen, vb.) da bağımsızlık istediklerinden, Alman toplumuolmadan Avusturya-Macaristan'ın dik durması kolay değildi.

Osmanlı ordusu, Yeniçeriden ondokuzuncu yüzyılda Nizam-ı Cedid veAsakir'i Mansure-i Muhammediyye'ye; Kırım savaşı sonrası Fransızeğitimine; İttihat ve Terakki ile de Alman-Prusya eğitim düşünce vedüzenine geçti. Alman Genelkurmayı Osmanlı ordusuna gelecekteki savaşiçin çok önem veriyordu. Çünkü Alman düşüncesine göre, Rusya'dakiAlmanlar Anadolu'ya göç ettirilerek orada bir Alman uydu toplumukurulacak idi. Ama bu, beklenen savaş bittikten sonra gerçekleştirilecekidi. Önce, Almanların gelecek savaşı kazanması gerekli idi.

Birinci dünya savaşı daha başlamadan önce, Alman Genelkurmay’ı ayrıntılıgirişimler başlatmış idi. En çok korktukları, Almanya'nın hem doğu vehem de batıda bir anda çarpışmalara girmesi idi. Ordularını ikiye böleceğigibi, ikiye bir, iki ayrı topluluk ile birden dövüşmesi gerekecekti. Savaşbaşladıktan sonra, Alman genelkurmayının korktuğu başına geldi.İngiltere ve Rusya, batı ve doğudan Almanya'ya karşı dövüşe başladılar.

Alman genelkurmayı, karşılık olarak iki girişim hazırlamıştı:

1) Ruslara karşı Osmanlı ordusunu dövüştürmek;

2) İngilizlerin en değerli gördükleri yerlerde (Hindistan-İran doğrusunda)İslam ayaklanması çıkartmak.

Osmanlılar Ruslara karşı Kafkaslarda çarpışmalara girecek olursa, RuslarAlmanlara karşı çarpışan ordularına yedek, patlayıcı, vb. göndermektegüçlük çekecekler, ya da Almanlarla dövüşen ordularının bir bölümünü gerialmak durumunda kalacaklar, dolayısı ile Almanlar soluk alabilecekti.

Page 41: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

41

İngilizler de, Hindistan-İran doğrusunda Almanların çıkaracağı İslamayaklanması sonucu, ordularının bir bölümünü Avrupa’dan çekip, Asya'yagöndermek durumunda kalacaklardı.

Alman genelkurmayının birinci isteğini yerine getirmesi güç olmadı.Enver, Osmanlı'nın Kafkaslarda Ruslara yüklenmesini bizzat emretti. Busırada, İngiliz Akdeniz donanmasınca kovalanmakta olan iki Alman zırhlısıboğazlardan geçerek İstanbul'a demir attı. Uluslararası anlaşmalara göre,bu iki Alman gemisinin 24 saat içinde limandan ayrılması gerekiyordu.Alman büyükelçisi bu iki geminin Osmanlılara satıldığını duyurarak,uluslararası gerekleri yerine getirdi. Ancak, bu iki geminin komutasıAlman amiralinin elinde kalmıştı. Amiral, birkaç Osmanlı gemisini de yanınkatarak, Kırım sahillerini Osmanlı bayrağı altında topa tuttu. Artık,Osmanlı Birinci Dünya Savaşına girmekten kaçınamayacaktı. Birinci dünyasavaşı bitmeden önce, 1917de Rus orduları Erzincan'a kadar girmiş, dahaileri gitmek için yığınak yapmakta idiler. Rusları ancak 1917 Rus İhtilalidurduracak idi.

Osmanlı ordusunu Ruslara karşı başarı ile savaşa sokan Almangenelkurmayının Hindistan-İran'da İslam ayaklanması çıkarmak atılımıİngiliz gizli servislerine yenildi. İngilizler, böyle bir ayaklanmanınçıkarılmasını değişik düzenlerle önlediler.

İngiliz, Fransız ve İtalyan'lar, Almanlara karşı dövüşmekte olan RuslaraKaradeniz’den yardım yollamak istiyorlardı. Bunun için, donanmalarınınÇanakkale ve İstanbul boğazlarından geçmesi gerekli idi. Osmanlıbirlikleri (Alman genelkurmayının da istediği gibi) saldırgan donanmaları1915 de Çanakkale’de durdurdu.

Almanlar bütün çabalarına karşılık, savaşı kazanamıyorlardı. Almangenelkurmayı, Lenin'i gizlice Rusya'ya sokmayı başardı. Biliniyordu ki,Lenin Rus Çarlığını devirecek ayaklanmaları başlatacaktı. 1917 de Rusorduları içindeki bireyler ve pek çok ordu birliği, Bolşeviklerin yaydıklarıdüşünceler sonucu savaştan çekildiler. Çarlık ordusu çöktü. Almangenelkurmayı, bir aşamayı daha kazanmıştı. Ancak, Amerikan birliklerininİngiltere ve yandaşlarına katılıp savaşa girmesi dengeyi değiştirdi. Almanbirlikleri püskürtüldü; Almanya yanında, yandaşı olan Avusturya-Macaristan ve Osmanlılar da yenik düşmüş sayıldılar.

Birinci dünya savaşının sonucunda her biri öncelikle Tek Kişilik Yönetimdüzeninde olan dört topluluk dağıldı. Almanya, Avusturya-Macaristan, Rusçarlığı ve Osmanlılar. Ancak, bu çöküşler, yönetim düzeyindekidalgalanmaların daha başlangıcı idi. Tek Kişilik Yönetim'in yerini ne tür birdüzen alacak idi? Bu daha açıkça belirlenmemişti. Örneğin, Birinci dünyasavaşından yenik dönen Alman ordusu, kendilerine Spartakist adını veren,Alman Marksist'lerince geliştirilen, Moskova'daki Bolşeviklerce desteklenenbir düşünce akımı ile karşılaştı. Moskova, Marx'ın daha önce özlediği gibiAlmanya'da bir ayaklanma ve devrim olmasını istiyordu. Ama Birinci

Page 42: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

42

dünya savaşından 1918 de yenik olarak dönen Alman subay, asker vebirlikleri, on yıl önce, 1909 da, Trakya'dan İstanbul'a yürüyen HareketOrdusu gibi, kendilerini yeniden düzenleyerek bu Spartakist akımını (vekanlı olarak) boğdular.

Spartakistler, Almanya’daki Birinci dünya savaşı öncesi yaşanan toplumsalsıkıntılara ve güçlüklere karşı bir çözüm arayanlarca başlatılmış idi. Bugüçlük ve sıkıntılar, toplumun yaşam düzeyi ile doğrudan ilişkili idi.Avrupa’daki "Üretim Devrimi" sonucu, toplumların büyük kesimlerininyaşamları alt-üst olmuştu. İngiltere başta olmak üzere, yönetimi elealmaya başlayan "Alış-Veriş Yönetim Düzeni" bireylerin toplum içindedurumlarını çok güçleştirmişti. Bireylerin toplumsal ilerlemeleridondurulmuştu. Yeterince yiyecek, konut, söz özgürlüğü özlüyorlardı.Ondokuzuncu yüzyıl içinde gelişen bu sıkıntıların bir patlamaya yolaçmaması için başbakan Bismark bir dizi toplumsal uygulamaya girişmiş,toplumsal güvenlik için yeni çalışma yasaları ile çoğulcu yönetim'e katılımbirimlerinin kurulmasına önayak olmuştu. Ama Bismark'ın görevdenalınması sonucu, yasalar ilk düzenlendiği gibi uygulanmıyordu.

İrlandalılar, Büyük Britanya çerçevesinde yaşamakta idiler ise de,bağımsızlığı ve güdümsüz öz yönetimi özlüyorlardı. Bunun için de Birincidünya savaşına istek ile katılmışlardı. Amaçları, kendi ordularınıkurabilmek için subay ve bireylerini yetiştirmek, deneylenmelerinisağlamaktı.

Osmanlı içindeki durum da, düşünce ve bekleyiş olarak, Almanya veİrlanda'dan çok ayrıcalıklı değildi. Çoğulcu yönetime geçiş isteği YenidenDüzenlemeden beri Osmanlı toplumları içinde filizlenmişti. Birinci dünyasavaşı sonrası, Almanya ve İrlanda gibi, Osmanlı toplumu da savaşıkazanmış ordularca yönetim altına alındı. Bu da, o güne dek değişik kümeve kanatlara ayrılmış olan Osmanlı düşünce işverenlerinin kesin seçimyapmalarına yardımcı oldu. Düşünce işverenleri, bir şeyler yapılmasındadüşünce birliğinde idiler. Ancak, ne tür düşünce kökeni temel olarakkullanılacak, hangi çözüm yoluna girilecek idi?

İleri sürülen çözümler, üç ana başlık altında toplanıyordu:

1) Bolşeviklik yolu ile bağımsızlığa kavuşmak;

2) Amerikan Mandası altına girmek;

3) Bağımsız yeni bir Türk Tuğu bağlamak.

Her üç önerinin yandaşları, var güçleri ile amaçlarına ulaşmak içinçalışmaya başladılar. Moskova'daki Bolşevikler, Rusya içinde Bolşevikliğiyerleştirmek için iç savaşa girmiş olmalarına karşılık, yeni kurulacak olanTürk toplumunun da Bolşevik olmasını istediklerinden, gerekli gördükleriher türlü yordama başvuruyorlardı.

Page 43: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

43

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenler, ilk adımda, Osmanlıordusunun başarılı subayları idi. Kazım Karabekir, Mustafa Kemal, Ali Fuatve sonradan onlara katılanlar, İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve diğerleri,birbirlerinin ne yaptıklarını yakından biliyorlardı. Kısa sürede bubilgileşme, işbirliğine döndü. Kimse onlara yazılı yönlendirme vermemişti.

En güçsüz durumda olanlar, Amerikan Mandası yandaşları idi. ÇünküAmerika kendisine 1919-1920 Paris barış toplantısında önerilen bumandayı alıp-almamak konusunda bir adım atıp-atmamayı kendi içindetartışmakta idi. Bu tartışmanın altında iki iç düşünce önde geliyordu: 1)ABD nin ilk başkanı George Washington, Avrupa’daki "yandaşlıklar"düzenlerini göz önünde tutarak Amerika'nın herhangi bir yandaşlıkanlaşmasına girmesine karşı olduğunu söylemiş idi. ABD senatosu da busav'ın etkisi ile "yandaşsızlık" akımı içinde olan Amerikan toplumununisteklerini kolaylıkla göz ardı etmek istemiyordu. 2) Osmanlı toplumuiçinden ABD'ye göç etmiş Türk olmayan kişilerin kurdukları etki dernekleri,ABD dış ilişkileri yetkilileri üzerine baskı yapmakta idiler. Bu etkidernekleri, Osmanlı toprakları üzerinde---özellikle ön Asya üzerindeTürklerin dışındaki toplumların tuğ bağlamasını istiyorlardı.

Birinci dünya savaşı sonrası girişilen Sevr anlaşması da daha yürürlükteidi. Bu anlaşmaya göre, ön Asya bile parçalanacak, içinde Türkler dışındadeğişik toplumlara evlekler verilecek idi. ABD de kurulmuş olan etkidernekleri, Sevr anlaşmasının yürürlüğe girebilmesi için yordamveriyorlardı. Ama bu uğraşların tümü, ABD toplumunun yandaşlıklaragirmeden kendi içine çekilme isteği karşısında atılıma geçmemedüşüncesine toslamakta idi.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenler, kendi aralarındakidüzenlemeye gene düşüncesel yönlerden giriştiler. Yeni toplum, Türkolacak idi. Ama önce Türklüğün kapsam ve kavramının niteliklerinintartışılması gerekiyordu. Çünkü yeni Türk Tuğu'nun halifeli mi, halifesizmi olması gerektiği, padişahlı mı, padişahsız mı yönetileceği üzerinde biledüşünce birliğine varılamamıştı. Bu ayrıntıların tartışmasını bileönlerindeki güçlüklere bakarak ister-istemez erteleyen önderler, önceAvrupalı toplumların eline geçmiş Türk toprakları kurtarmayı uygunbuldular.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenler arasında, yukarıdaki türlerdedeğişik yönlerde düşünenler bulunduğunu çok iyi kavrayan Avrupatoplumlarının subayları, bu ayrıcalıkları kızıştırmak için önlemleregiriştiler. Anzavur ve Çerkez Ethem birlikleri önceleri Ankara'nınöngördüğü yönlendirmelerle küçük çarpışmalara girdiler. İlk başarılarısonucu, Anzavur ve Çerkez Ethem birlikleri İstanbul'u ele geçirmiş olanAvrupa toplumları subaylarının gündemine geldiler. Ön Asya Türktoplumları içindeki ayrıcalıkları körüklemek için İstanbul'u ele geçirmiş olanAvrupalı toplum subayları Çerkez Ethem ve Anzavur birliklerini değişikyöntemlerle donatarak TBMM'ye karşı kullanmaya giriştiler. TBMM'ye bağlı

Page 44: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

44

düzenli birlikler oldukça uğraşlı girişimler sonucu bu iki çeteyi ortadankaldırmayı başardı.

Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyenlerin baş ağrıları burada dabitmiyordu. İttihat ve Terakki örgütü gene yönetimi ele almayı istiyordu.Birinci dünya savaşı öncesi yönetimi elde tutan ve Osmanlı'yı savaşasokan üçlü (Talat, Enver, Cemal), uzaktaki ülkelerin başkentlerindenİttihat ve Terakki'yi yönlendirme çabalarına girişmişlerdi. Bunun için, birde Karakol Cemiyeti adlı gizli örgüt kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştı.İttihat ve Terakki, daha önce Teşkilat-ı Mahsusa adı ile gizli bir örgütkurmuş, bu örgüt eli ile Enver'in Orta Asya'da gerçekleştirmek istediğiPan-Türkist atılımları da yüklenmiş idi. Bu örgütün üyeleri korkusuzülkücü subaylar idi. Ama Yönlendiricileri ve yöneticileri, dışarıdangelmekte olan düşünce akımlarının etkisi altında idiler. Bu Orta Asyaatılımları da Alman Doğubilimleri uzmanlarınca Enver'e (Enver'in bile tambilgisi olmadan, Enver'e evlerini açan profesörlerce) sunulmuş idi.

Deneyli bireylerden oluşan Teşkilat-ı Mahsusa, Birinci dünya savaşısonrası, önderlerinin kişisel düşünceleri gereğince Karakol Cemiyetinedönüştürülmüştü. Bağımsız yeni Türk Tuğu bağlamak isteyen Ankara’dakiTBMM ise, gizli örgütlemeye dayanmak yerine, tam olarak temelden Türktoplumuna dayalı, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri çerçevesinde dünyaya açıkbir kurtuluş savaşı vermek dileğinde idi. Bunun için, özellikle Enver vediğer İttihatçıların bu Kurtuluş Savaşı'na gizli olarak katılmasınıistemiyorlardı. Ancak, İstanbul’daki gelişmelerden de doğrudan bilgialmak ve olayları TBMM yönünde etkilemek için de bir gizli örgüte gerekolduğunu biliyorlardı. Bu doğruda, Karakol Cemiyetinin Ankara’dakiGenelkurmaya doğrudan bağlı M.M. gurubuna bağlanması öngörüldü. BuM.M. (ve A.P.), çok değerli ve güç görevlerin altından başarı ile kalktılar.

Ön Asya'ya giren Avrupa toplumu birlikleri ile açık savaşlara girmedenönce, TBMM önderleri öncelikle iki girişimde bulundular: 1) Bu kurtuluşsavaşının yasal düzenlenmesi için Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukukcemiyetleri kurdular. Bu derneklerin bir bölümü daha önce ev veçevrelerini baskıdan korumak için yerel kişilerce oluşturulmuş idi. TBMM,bunları büyük ve yurt çapında bir toplum akımı düzenine getirdi. 2) Yunanordu birlikleri, İngiltere’nin desteği ile 1919 15 Mayıs günü İzmir'e çıktılar.Büyük Düşünce (megali idea) gereği, İsa'dan önceki eski Yunantoplumunu kurmak amacında idiler. Bu düşünce de Yunanlılarıngündemine İngiliz bilim adamlarının yaptığı araştırmalar sonucugetirilmişti. İzmir ve Aydın çevresindeki Türk toplumları kendilerinikorumak için çatışmalar başlattılar. Bunların arasında Ödemiş ve Aydınefeleri vardı. TBMM, bu koruyuculara danışman subaylar da yolladı,aralarında bilgileşmelerini ve birlik olmalarını sağladı.

Doğu'da Kazım Karabekir Misak-ı Milli sınırlarını sağlam olarak, Moskovaile de, örneğin Gümrü ve Kars anlaşmaları gibi antlaşmalarla da, çizdikten

Page 45: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

45

sonra bütün Türk güçleri Batı’ya, ön Asya'ya girmiş olan Yunan ordusunakarşı yönetildi. Sakarya savaşından sonra 26 Ağustos'a gelindi.

Prusya Alman Savaş Okulu komutanlığı yapmış olan Clausewitz'ingözlemini de burada anmakta yarar olacaktır: "savaş, konuşma ile eldeedilemeyen sonuçlara ulaşmak için yapılır; Konuşmaların bir uzantısıdır."

Kişiler ölür, düşünceler ve saplantılar ise ölümsüzdür. Kişileri olaylara vegirişimlere başlatmaya iten de düşüncelerdir. Bir düşüncenin her gündillerde dolaşmaması, o düşüncenin unutulduğu anlamına gelmez. Çokuzun süre sessiz kalmış düşüncelerin birden filizlenip çiçek açtığı, kişileriatılıma geçirdiği çok görülmüştür. Örneğin: çoğulcu yönetim düşüncesi;ırkçılık; alış-veriş yönetimi bunların en önemlileri arasındadır. Budüşüncelerin doğurduğu atılımlar, ilk başta başarısız olmuş olabilir. Bunakarşılık, dünya olaylarının gidişini iyi ya da kötü olarak temeldenetkileyebilirler. Amaç bu iyi-kötü ayırımını baştan yapabilmektir; aralıksızsürdürebilmektir. Kutluk Veren Bilgi de, kötü sonuçlara varacakdüşünceleri önceden kestirebilmek, önlerini alabilmek uğraşıdır. KutlukVeren Bilgi edinilmez, kullanılmaz ise, toplum ve toplumlar düşüncesizliğinve yandaşı olan öngörüşsüzlüğün acısını çekeceklerdir.

Günümüzdeki Türk-Avrupa ve Türk-dünya ilişkileri belirli yerlerde Romatoplumunu (Tek Kişilik Yönetim ya da Kurumlaştırılmış İnanç Düzeniayırımları yapmadan, bu tartışmaları bir yerde erteleyerek) yenidendiriltmek isteyenlerin düşüncelerinden de etkilenmektedir. Bu düşüncelerhiç bir süreç içinde etkilerini yitirmemişlerdir. Ara-sıra uzun süreli uykuyayatmış olmalarına karşılık, ortam uygun oldukça ayaklanmışlardır. Bunungibi, Tek Kişilik Yönetim ve Yasaları Kurumlaştırılmış İnançlar da olasılıkbuldukça geri gelme çabalarını sürdürüyorlar. Bütün bunlar, Kutluk VerenBilgi'ye verilmesi gerekli önemi bir kez daha vurgular.

Burada sunulduğu gibi, TBMM'yi kuran ve Kurtuluş Savaşını başarı ileyürütüp Yeni Türk Tuğ'unun bağlanmasına önderlik edenler de, sıcaksavaştan önce "ince eleyip-sık dokuyarak" düşünceler savaşınagirmişlerdi. Kendilerine dışarıdan önerilen sömürge, manda, Bolşevizm,vb. gibi düşünceler yerine, Türk toplumuna dayalı, Türk düşünce vegelenekleri uyarınca yeni bir akım geliştirdiler. 26 Ağustos 1922'ye gidenen önemli adım, belki de bu Türk düşünceleridir; bu düşüncelerinbaşarısıdır. Kutluk Veren Bilgi, düşünce işverenleri tekelinde değildir.Toplumunun uluslararası yaşam yarışında ayakta kalmasını isteyen herkişinin görevidir.

Page 46: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

46

Türk Tarihi, Toplumların Mayası ve Uygarlık

Tarih, toplumların özerk olarak hayatta kalabilmek için birbirleri ile sürekliolarak yaptıkları yarışın özetidir. Bu yarışlar çok ciddi bir oyunniteliğindedir. Bu, bir ölüm kalım yarışıdır. Kazanan toplum yaşar,kaybeden de iz bırakmadan kaybolup gitmeye mahkûmdur. Yarışıkazanabilmek de, çoğunlukla geçmişteki olayları hatırlayıp, o olaylarsırasında yapılan yanlışların tekrarlanmamasına ve diğer yarışmacılarınoyunlarına düşmemek için tedbir almayı gerektirir.[1]

Yazılmadıkça, tarih olamaz. Yazılmayan tarih, okunamaz. Okunmayantarih, bilinemez. Tarihin bilinebilmesi için: önce yazılması, sonra bütüntoplumca okunması ve gelecek kuşaklara sürekli olarak okutulmasıgerekir. Tarihe geçmiş bütün başarılı komutanlar gibi, tarih bilmeningereklerini önemi ile kavramış bulunan, 1919–1924 Türk Kurtuluş Savaşıönderlerinden General Kazım Karabekir’ in yayınladığı hatıralarının başına:"İstiklal Harbi yaptık. Amilleri yazmazsa, tarihi masal olur"[2] öğüdünüyazmayı uygun görmüştür. Belirtilmesi gerekir ki, 1919–1924 TürkKurtuluş Savaşı üzerine Batı dillerinde yazılmış bir derli toplu kitabagünümüzde denk gelinmez.

Her meslekte olduğu gibi, tarihçi olabilmek için de belirli bir eğitimdengeçmek gerekir.

Öğrenimi sırasında, bir "tarihçi" nin en azından beş basamak tırmanmasıkaçınılmazdır:

1) Yazılmış tarihleri, yazıldıkları dillerde okuyabilmek;

2) Yazılmış tarihleri birbirleri ile karşılaştırarak, içlerinde yer alan olaylarıbütünleştirip genel konumuna koyabilmek;

3) Tarih yazımına kaynak olan temel belgeleri, bu belgeler üzerine

Page 47: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

47

antropolojiden zoolojiye kadar uzanan diğer temel bilim dallarıuzmanlarınca yayınlanmış yorumlar ışığında değerlendirebilmek;

4) Bu temel belgelere dayanılarak yazılmış tarih ve yorumları karşılaştırıp,olayların ardındaki gerçekleri gün ışığına çıkarabilmek;

5) Yazılmış tarihlerin ve bu tarihlerin üzerine yayınlanmış yorumların,insan toplulukları üzerinde yapmış olduğu etkileri anlayabilmek veanlatabilmek.

Ancak bu noktaya geldikten sonra, bir kişinin içinde yasadığı topluma vegelecekteki kuşaklara tarihi anlatabilmek için tarih yazması ve yayınlamasıgerekir. Bütün bunları yapabilen kişi, tarih bilimi ile uğraşıyor demektir.

"Gerçekler açık; görülür, anlaşılır" demekle tarih yazılamayacağı gibi, bircilt içinde derlenip yayınlanan belgeler de bir "tarih" değildir. Böyle bir cilt,ancak bir belgeler toplamı olabilir. Belgelerin dili yoktur. Kendi başlarınabir olayı anlatamazlar, ya da yalanlayamazlar. Değişik yönlerdenyorumlara açıktırlar. Bir ulus kendi tarihine, kaynaklara dayalı ve yazılıolarak yön vermeyecek olursa, o ulusun tarihi nadasa bırakılmış bir tarlayadöner. İsteyen kişiler, ya da diğer ulusların üyeleri, bu tarlaya istedikleritohumu atabilirler. Yetiştirilen de, insanları besleyici buğday yerine, ancakkeçilerin yiyebileceği ayrık otu olabilir. Tarih yerine, hurafe yazılmışolabilir. Tarla da, toplum da yozlaşır.

Bir tarihçinin tarihi belgelere konumları içinde ses vermesi gerekir.Belgelerin tarih yazımına yardımcı olabilmeleri için, diğer kaynak, tarih veyorumlarla karşılaştırılmaları, içlerindeki bilgilerin ince elekten geçirilerekdenetlenmeleri gerekir. Sonucunda ortaya çıkan yeni görüş ve bilgiler varise, kaynak gösterilerek ayrıntılı olarak anlatılır. Bu türden "denetlemesi"yapılmaz ise, tarih sakat doğmuş bir çocuğa benzer.[3]

Tarihini bilmeyen bir insan topluluğu, geleceğinden de vazgeçmişdemektir. Tarihini bilmeyen toplum, toplu hafızasını kaybetmiştir. Evinin,ailesinin nerede olduğunu bilmez. Çocuklarının adlarını hatırlayamaz.Kendi öz varlığının ne olduğunun farkında değildir. Tarihini bilmeyen birinsan topluluğunun, kiremit aktarırken damdan düşüp hafızasını kaybetmişbir kişiden farkı yoktur. Geçmişte içine düştüğü çıkmazları yenidenyasamağa mahkûmdur.

Tarih, insan toplumlarının birbirleri ile olan ilişkilerinin düzenlenmesini veaydınlıkta kalmasını sağlar. Sınırların geçtiği yerler, o bölgelerdeoturanların kimliği ve kökenleri, yurtların sahipleri üzerine sorulacaksoruların cevapları da tarih tarafından verilir. Bütün bu olaylar, tarihçilertarafından uluslararası antlaşmalar gibi belgeleriyle kayıt altına alınır.

Tarihin en büyük yardımcısı ve yol göstericisi, bir toplumun kültürü, eğitimdüzeyinin yüksekliğidir. Eğer bir toplum benliğini ve kimliğinin kökenlerini

Page 48: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

48

bilmiyor ve yaşatmıyorsa, o toplumun tarihi de dilini ve kulağını kaybetmişdemektir. Sağır, dilsiz kişinin eğitimi kadar, derdini anlatmasının da nederece güç olduğunu düşünmek yeterlidir. Sağır dilsiz, duyamadığından,örneğin, yakınından geçen bir araba tarafından çarpılıp kazara kör dekalırsa, o kişi veya toplum artık tam anlamı ile özerkliğini kaybetmiştir.Ancak komsularının günden güne değişen derecedeki himmeti ve yardımıderecesinde yaşayabilir.

Tarih ve genel bilimin önemi, tarih boyunca aydın Türkler tarafından çokiyi anlaşılmış ve yazılmıştır. 11’ inci yüzyılda yasamış olumsuz Türk aydınıBalasagunlu Yusuf, Asya’nın doğusunda yazdığı Kutadgu Bilig (Kut VerenBilgi) kitabında der ki:

192–223 numaralı beyitler:

Ey âlim hâkim, dileğim benden sonra geleceklere kalacak bir söz söylemekidi/ Anlayış geldi ve: --İyice dikkat et; sözün yanlış olursa, sana zararıdokunur-- dedi./ Halkın dili kötüdür, seni çekiştirir; insanın tabiatıkıskançtır, etini yer./ Dikkatle bakınca, yüküm hafifledi; kendi kendime:Söyle, içindekileri dök dedim./ Sebebini sorarsan, sana söyleyeyim; ermert ve yiğit, sözümü dinle./ Bu yalnguk (insan) adı insana yanıldığı(yangluk) için verildi; yanılmak (yangluk) insan (yangluk) için yaratıldı./Sen bana yanılmayan bir kimse söyleyebilir misin? ; ben sana yanılanbinlerce insan göstereyim./ Bilgi sahibi insanlar pek azdır; bilgisiz iseçoktur; bil ki, anlayışsız insanlar çok; anlayışlılar ise, nadirdir./ Bilgisizbilgiliye daima düşman olmuştur; bilgisiz bilgili ile her zaman mücadelehalindedir./ İnsandan insana çok fark vardır; bu fark bilgiden ileri gelir,sözüm buna dairdir./ Bu sözümü bilgili için söyledim, bilgisizin dilini ben debilemiyorum./ Benim bilgisiz ile hiç bir sözüm yoktur; ey bilgili, işte bensenin kulunum./ Sözümü sana söylemiş olduğum için, çekinerek, işteböyle senden özür diledim./ Sözü söyleyen yanılabilir ve şaşırır; anlayışlıisterse, bunu düzeltir./ Söz, deve burnu gibi, yularlıdır; o, dişi deveboynugibi, nereye çekilirse, oraya gider./ Sözü bilerek söyleyen çok kimse var;benim için sözü anlayan adam azizdir./ Bütün iyilikler bilginin faydasıdır;bilgi ile göğe dahi yol bulunur./ Sen her sözünü bilgi ile söyle; her kesinbilgi ile büyük olduğunu bil./ Söz kara yere mavi gökten indi; insankendisine sözü ile değer verdirdi./ İnsan gönlü dibi olmayan bir denizgibidir; bilgi onun dibinde yatan inciye benzer./ İnsan inciyi denizdençıkarmadıkça, o ister inci olsun, ister çakıl taşı, fark etmez./ Kara toprakaltındaki altın, taştan farksızdır; oradan çıkınca, beylerin başına tuğ tokasıolur./ Bilgili bilgisini dili ile meydana çıkarmazsa, yıllarca yatsa bile, onunbilgisi muhitini aydınlatmaz./ Anlayış ve bilgi çok iyi şeydir; eğer bulursan,onları kullan ve uçup göğe çık./ Anlayış ve bilginin ne olduğunu bilen, bumemleket beyi ne der, dinle./ Dünyayı elde tutmak için, insan anlayışlıolmalıdır; halka hâkim olmak için ise, hem akıl, hem cesaret gerekir./Dünyayı elinde tutan, onu anlayış ile tuttu; halka hükmeden, bu işi bilgi ileyaptı./ Âdem' in dünyaya indiğinden beri iyi nizam daima anlayışlı insanlar

Page 49: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

49

tarafından var edilegelmiştir./ Hangi çağda olursa olsun, bugüne kadardaha yüksek yer daima bilgiliye kısmet olmuştur./ İnsanların kötüsüanlayış yolu ile asılır; halk arasında çıkan fitne bilgi ile bastırılır./ İsleri buikisi ile halledemezsen, bilgiyi bırak, elini kılıca daya./ Halkı idare edenhâkim ve âlim beyler, bilgisizin isini kılıç ile halletmişlerdir./ [4]

Bu görüşler Türk dünyasında kaybolmadan yaşamayı sürdürmektedir. Onüçüncü yüzyıl Moğol istilasından sonra Orta Asya’yı yeniden birleştirenBarlas Türklerinden Timur Bey (1335?-1405) idi. Timur'un torunlarından,Hindistan’daki Türk devletlerinden birinin kurucusu olan Babür (1483–1530), yazdığı tarihi hatıratı olan Baburname de bu gibi düşünce veöğütlere de yer verir.[5] 19ci yüzyılın ilk yarısında Azerbaycan tarihiniGülistan-i İrem [6] adı ile kâğıda aktaran Abbas Kuluaga Bakuhanlı (1792–1847?), Kutadgu Bilig kitabını çocuklara anlatmak istercesine nasihatlerkitabını da yazmıştır.[7]

Örnekleri verilen bu görüşler, derin bir tarih anlayışının özetidir.[8] Ancak,Kutadgu Bilig'in yazıldığı tarih çerçevesinde ne gibi olayların yer aldığınıbilmeden Balasagunlu Yusuf'un yazdıklarının inceliklerini tam olarakanlamak zordur. Bu inceleme bugüne dek bir tarihçi tarafından bütünyönleri ile ayrıntılı olarak yapılmamıştır.[9] Eğer yapılmış olsa idi, Türklerino sure içinde olduğu kadar, sonradan oluşan diğer toplumlarla aralarındakiilişkiler de açıklığa kavuşturulmuş olurdu.

Bu tur araştırmaların önemini vurgulamak bakımından, Kutadgu Bilig ile üçtarihi olayı karşılaştırmak yeterlidir:

Magna Carta; Machiavelli'nin Prens adlı kitabı ve Amerika BirleşikDevletleri Temsilciler Meclisinin 1949 yılındaki kararı.

1. Kutadgu Bilig ve Magna Carta sözleşmesi:

Kutadgu Bilig, ilk bilinen “devlet işleri yönetim kılavuzu” dur. Selçuksultanı Alp Arslan'ın 1071’ de Bizans ordusu ile Malazgirt ovasında yaptığısavaş yılına yakın bir zamanda, Asya'nın doğusunda, bugün Çin HalkCumhuriyeti içinde kalan topraklarda tamamlanmıştır.

Bilindiği gibi, Magna Carta 1215 yılında yapılan bir İngiliz anlaşmasınınadıdır. Bu anlaşma, iki devlet veya toplum arasında değil, İngiliz kralı JohnLackland ve bu kralın tabiiyetindeki İngiliz beyleri (Barons) arasındakaleme âlinmiş ve mühürlenmişti. Bu anlaşma gereğince, İngiliz kralı John,kişisel nedenlerle beylerinin mal ve mülklerine el uzatmayacağına sözveriyordu. Bu olayın üzerinden geçen yüzyıllar boyunca, bu sözleşmegünümüzdeki İngiliz demokrasi ve özellikle "anayasa" anlayışının temeltaşı olarak görülmeye ve gösterilmeye başlandı.[10] Hatta bu görüş,bütün dünyadaki anayasalara da uzatılarak, Magna Carta’nın diğerülkelerde sonradan gelişen anayasa anlayışı üzerine yaptığı etkiler bütün

Page 50: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

50

dünyaya duyuruldu.[11]

Kutadgu Bilig'in Magna Carta üzerine bir etki yaptığı söylenemez. 1190–1192 yılları arasında İngiliz Kralı I. Richard’ın Haçlı Seferlerinekatıldığı,[12] dolayısı ile Kutadgu Bilig'in varislerinin oturduğu bölgeleregeldiği tarihte kaydedilmiş ise de, Kutadgu Bilig'in İngiliz beylerincegörüldüğünü belirleyen bir belge gün ışığına çıkmamıştır. Magna Cartasözleşmesinin yapıldığı tarihten bir buçuk yüzyıl önce yazılmış olanKutadgu Bilig, tek bir konu olan beylerin "mal güvenliği" üzerine değil,bütün yönleri ile tam anlamı ile toplumsal bir devlet yönetimininsağlanması için Karaman Türk Devleti hükümdarı Tavgac Buğra Han'a ithafedilmiştir.[13]

2. Kutadgu Bilig ve Machiavelli'nin Prens kitabı:

Prens kitabı, Kutadgu Bilig gibi "devlet işleri yönetim kılavuzu" dur. NiccoloMachiavelli (1469–1527), Prens adlı kitabını, Floransalı Medici'ler tarafındaisinden atılınca, 1512 yılında yazmaya başlamış ve "nüfuz ve devletyetkilerinin ne yollarla bir kişi tarafından ele geçirilebileceğini" anlatmakistemiştir. Machiavelli, Floransa ve Venedik devletleri arasındaki politik,ticari ve askeri yarışma sonucu ortaya çıkan durumlarda, Hıristiyanlıkahlakı ile devrin politik gerçeklerin birbirleriyle uyumsuzluk içindeolduğunu ortaya koymuştur. Machiavelli'ye göre, bir Prens (İtalyan şehir-devleti hükümdarı) daimi olarak, hem dost hem de düşmanlarına karşıentrika yapmak, hem dostlarını hem de düşmanlarını küçültmek vegüçlerini ellerinden almak çabası içinde bulunmalıdır.[14] Bu görüş, tamanlamı ile Kutadgu Bilig'in tutumuna taban tabana zıttır. ÇünküBalasagunlu Yusuf'a göre, bir hükümdar önce kendine bağlı toplumungüvenlik, sağlık ve refahını düşünmelidir. Buna karşı, bu gün bile,Machiavelli'nin Prens kitabı, bati kültür, medeniyet, politika veendüstrisinin temel taslarından biri sayılmaktadır.

Machiavelli'nin de Kutadgu Bilig'i görüp görmediği de belgelenmemiştir.Avrupalı devletlerin hükümdarları ve büyük din adamlarının, içlerinde herkonuda kitap bulunan çok geniş kitaplıkları olduğu bilinmektedir. HattaTürk destanlarından Dede Korkut'un on altıncı yüzyılda kâğıda aktarılmışbir elyazması, yirminci yüzyılda Vatikan kütüphanesinde bulunmuş veİtalyanca’ ya çevrilmişti. Dede Korkut'un başka bir elyazması da DresdenKraliyet kütüphanelerinden birinde 19’ uncu yüzyılda gün ışığınaçıkmıştı.[15] Bunun gibi, Kutadgu Bilig'in bizce bilinmeyen bir elyazması odevirlerde Avrupa kitaplıklarında bulunmuş olabilirdi. Gene de, iki yazarındevlet anlayışlarının, üzerinde durdukları genel konu dışında, bir benzerlikgöstermediğini göz önünde tutmak gerekir. Eğer Machiavelli, KutadguBilig’ i görmüşse bile, etkilendiğini söylemek zordur.

Machiavelli' nin Prens kitabını yazdığı yüzyılda Osmanlı Devleti’ nin Avrupakıtasının doğu yarısına askeri güç ile hâkim olduğu bütün tarihçilerce ve

Page 51: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

51

özel çalışmalarla canlı tutulmaktadır. Buna karşılık, diğer Türk devletlerininve hanlıklarının Asya'daki durumları ise genellikle kalın bir perde arkasındasaklı kalmıştır.

3. Kutadgu Bilig ve Amerika Birleşik Devletleri kanunlarının gelişmesi:

Kutadgu Bilig'in bilinen uç elyazması vardır. Bunlardan biri olan Erat[16]elyazması, üzerindeki kayıta Gore, 1474 yılında Tokat’san İstanbul’agetirtilmiştir:

"sekiz yüz yetmiş dokuz [1474] tarihinde, yılında[17], AbdurrezzakŞeyhzade Bahshi için, Fenerizade Kadı Ali İstanbul’dan mektupgöndererek, Tokat'tan getirttiler; mübarek olsun, devlet gelsin ve mihnetgitsin."[18]

Bu kayıt üzerine Reşit Rahmeti Arat aşağıdaki gözlemlerde bulunuyor:

"Osmanlı devlet teşkilatında Orta Asya Türk ülkeleri ile resmi muhabereyiidare eden hususi kalemler vardı. 'Bahshi' unvanını taşıyan bumemurlarının aynı zamanda bu [Orta Asya Türk] ülkelerinin siyasi ve ilmivaziyetine vakıf olan ve ekseriya oralardan gelen kimselerden seçildiğianlaşılıyor. Şeyhzade Abdurrezzak Bahshi’ de, Fatih Sultan Mehmetzamanında, böyle bir vazife ile İstanbul’da bulunanlardandır... Böylece, bunüshanın 879/1474’ de İstanbul’a gelmesinin sebep ve amilleri anlaşılmışoluyor. Eserin bundan sonraki macerasını takip etmek güçleşiyor...Nüshanın 190’ ıncı sahifesinde 'Nalbant Hamza'dan satın aldık; MollaHayreddin'in Cuma mescidi yanında, şahit Hoca Hacı Dellal kaydından birfikir edinmek müşküldür. Kayıtta adı geçen Hoca Hayreddin, Fatih SultanMehmet'in üstadı olup, 880/1475’ de vefat etmiştir."[19]

Fatih 1481 de, oğlu II. Beyazıt 1512’ de, onun oğlu Yavuz Selim 1520yılında tarihe göçtüler. Yavuz Selim'in oğlu Sultan Süleyman, 1520 ile1566 arasında Osmanlı hükümdarı idi. Süleyman’ın adına Kanuniunvanının eklenmesine neden, kazandığı savaşlar değil, devletinintemelden ve hukuk yolu ile yönetimi için yasaları düzenlemesidir.

Sultanlık baba'dan oğula geçerken, sultanları eğiten bilim düzeninin de butür belirli kurallar içinde bir kuşaktan diğerine iletildiği düşünülebilir.İstanbul Topkapı sarayındaki Enderun’da ve sarayın dışındakimedreselerdeki bilim adamları, sultanlara ek olarak, kendilerinden sonragelecek kuşakların bilim adamlarını da yetiştirmekte idiler. Dolayısı ile birsultanı yetiştiren bilim adamının kullandığı kaynakların, sonra gelen bilimadamlarınca da kullanılabileceğini düşünmek gerekir. Diğer bir deyişle,Fatih Sultan Mehmet'i yetiştiren hoca Kutadgu Bilig’ i bir ders ya dakaynak kitabı olarak kullanmış ise, Kutadgu Bilig'in adı geçen HocaHayreddin'in yetiştirdiği diğer bilim adamlarınca da kullanmış olması daakla yatkındır. Böylelikle, diğer sultanlar da Kutadgu Bilig’ den ilim almış

Page 52: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

52

olabilirler. Bu konuda da bugün elimizde açık bir belge bulunmamaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi binası 1949–1950 yıllarındatemelli bir tamirattan geçirilmiş idi. Bu tamirat sırasında, toplantısalonunun duvarlarına, Amerikan Kanunlarının gelişmesi üzerine etkili olantarihi düşünür ve hükümdarların birer portrelerinin asılmasına kararverilmişti. Üniversitelerden seçilmiş bir bilim adamları kurulu, AmerikaBirleşik Devletleri’ nin kanunlarına bu tür etkisi olan yirmi üç tarihi kişiliğiseçti. Bu kişilerin değişik heykel traslara yaptırılan büyük çaplı mermermadalyon portreleri, Temsilciler Meclisi Toplantı Salonu kubbesi etrafınaeşit aralıklarla dizildi. İçinde yasadıkları yıllar sırasına Gore yapılan budüzenleme sonucu, Kanuni Sultan Süleyman’ın portresi ToplantıSalonunun duvarında yer aldı.[20]

Bu yönden, Kutadgu Bilig'in Amerika Birleşik Devletleri kanunlarınıngelişmesini etkilediği bu gün öne sürülemez. Çünkü elde bilinen belgeyoktur. Belki bu ilişki ilerde belgelenebilir. Ancak, konunun derinlemesineele alınması gerekir. Bu da, üniversitelerde görev yapmakta olan bilimadamlarınca yapılması gerekli bir çalışmadır.

Magna Carta, Prens ve ABD Temsilciler Meclisi Toplantı salonundaportreleri asılı tarihi kişilerin neden bu derece önemli görüldükleri,tutulduklarının üzerine kafa yormak gerekir.

Toplumun Mayası

Konu, bir "Kültür" eğitimidir. Ziya Gökalp "Hars" sözcüğünü "kültür"kapsamında kullanmıştır. Gökalp, bu deyim ile Latince’ den diğer dilleregeçmiş olan "cultura" (kültür) sözüne bir karşılık bulmaya çalışmış idi.Bununla birlikte Türklerin "hars" i ile Fransız "la Culture" ya da Alman "dieKultur" kapsamlarının bir olmadığını anlatmaya çalıştığını da yazar.[21]

"Kültür," belirli bir kökten gelmiş bir toplumun "ana mayası" anlamındadır.Bir toplumun ana mayasını: o toplumun tarih, töre, dil, edebiyat ve sanatbirliğinin toplamı belirler. Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortakdeğerler, o toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve neredeayrıldığını belgeler. Bir toplumun üyesi olan her kişinin yapısında vebenliğinde, o toplumun mayasından bir parça bulunur. Fransız ve Almankültürleri arasındaki ayrılıklar, bira mayası ile şarap mayası arasındakiayrılıklardan daha da derindir. Bunun gibi, Türklerin "ana mayası" da diğertoplumların mayalarından ayrıdır. Bununla birlikte, yoğurt ve peynirmayalarının bir kökenden gelmiş olduğu da unutulmamalıdır.

Ancak, bir maya yalnız başına bırakıldığında, "kendi kendini yer." Bu bir dilsürçmesi değildir. Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: yoğurtmayası, sütü yoğurta çevirir. Şarap mayası, uzum suyunu şarap yapar.Eğer maya, içinde gelişeceği, çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise, kendikendini yemeye başlar. Sonucunda olur. Üzüm suyuna yoğurt mayası

Page 53: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

53

katılırsa, sonuç ne şaraptır, ne de yoğurt. Ne içilebilir, ne de yenilebilir.Maya’nın canlı tutulabilmesi için, sürekli olarak kullanılması gerekir. Yenimayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp maya olarak saklanır. Böyleliklemaya da kendini yenilemiş olur. Bir toplumun kültürü de bundanfarksızdır. Kullanılmayan kültür olur.

Kitaplıklar da, içlerinde toplumların mayalarının saklandığı bir hazinedir.İçindeki kitaplar, yeni kuşakların kafalarını mayalar. Bu maya tutar, yenikitaplar yazılmasına neden olur. Yeni yazılan kitaplar da kitaplığa eklenir.Maya gibi, benlikte büyür, incelir, arılaşır ve yükselir.

Dolayısı ile Kutadgu Bilig bir mayadır, kullanılmaz ise olur. Ölen yalnız birkitap ve içinde toplanmış değerli bilgiler değildir, o kitabi yaratan kişiyiyetiştiren toplumun mayasıdır, benliğidir. Maya’nın soyunun olmuş olması,mayanın evrimini ve gelişmesini de önler, durdurur. Maya da incelmek,arılaşmak ve yücelmekten geri kalır. Bir kitap, kendinden önce yazılmışolanların içindeki bilgi düzeyinden başlayarak daha yeni ve yüksekbasamaklara tırmanır, bilgiyi yükseltir. Toplumun mayasını saklayan daKutadgu Bilig gibi yazılmış, yayınlanmış ve sürekli olarak okunmakta olankitaplardır.

Uygarlık

"Uygarlık," bir toplumun kendi mayasını, benlik ve kimliğini kaybetmeden,diğer ulusların da mayalarını öğrenmek, anlamak ve kullanmakuğraşıdır.[22] Bir toplum, dünyada tek basına yasayamaz. Diğertoplumlarla alışveriş yapmak zorundadır. Bu alışveriş, yalnız ticari ve sınaialanda da kalamaz. Toplumlar dünyada bağımsız yasayabilmek için, ticaretyarışına olduğu kadar, uygarlık yarışına da katılmak zorundadırlar.[23]Dünya topluluğu içinde, bir toplumun mayasını kaybetmeden ve özerkolarak yasayabilmesi de, diğer toplumların "maya" larını öğrenmeyi vebilmeyi gerektirir.

Uygarlık, dünya toplumlarının genel malıdır. Uygarlık, mayaları değişikinsan toplumlarının uzun süre içinde edindikleri evrensel bilgilerinin düzenliyoldan ilerletilmesi, inceltilmesi ve paylaşılmasıdır. İnsan kafası, gövdeninadaleleri gibidir: Eğitimden geçmezler ise, gelişemezler. Japon örneği,benliğini kaybetmeden bir toplumun çağdaş uygarlığa yalnız ayakuydurması değil, önderlerinden biri olabilmesinin örneğini vermiş, yolunugöstermiştir.[24] İngilizler, çiçek hastalığına karsı aşıyı Türklerden 18’ inciyüzyılda öğrendiler.[25] Geliştirerek, bütün dünya uygarlığının malı halinegetirdiler. Bunun gibi, domates, hindi[26] patates, mısır gibi yiyecekmaddeleri (ve tütün), Kuzey Amerika kıtasından 1492 yılı sonrası bütündünyaya yayıldı.

Diğer toplumların mayalarını öğrenmek yolu ile bir toplum uluslararasıortamda sağlıklı yaşama ve yücelme yarışına katılır. ABD toplumu, yoğurtmayasını ve yoğurdu günümüzden ortalama yirmi yıl önce (ticari tanıtma

Page 54: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

54

yolu ile) öğrenip, severek gündelik gıda maddeleri arasına kattı.[27] Buyoldan, ABD toplumu sağlıklı ve besleyici bir yiyecek maddesine kavuştu.Ancak, bu durum, ABD toplumunu Türk’e çevirmedi. Japonya, elektronikbilimini ikinci dünya savaşı sonrası Batı Avrupa ve ABD’ den öğrendi. Busanayi dalında dünya önderi oldu. Ama kendi mayasını, benliğinikaybetmedi. Dünya uygarlığına adım uydurmakla, Japon toplumuAmerikalı ya da Avrupalı olmadı. Gene Japon mayasının gelişmesine önemverdi, benliğini korudu. Bunun nedenlerinin başında, Japon mayasınıntarih, edebiyat ve sanat yolu ile çok iyi belirlenmiş olması, Japontoplumunun bu mayayı değiştirmek istememesi de gelmektedir. ÇünküJapon mayası köklü olarak belgelenmiş, yazılmış ve Japon eğitim düzeniiçinde temelli olarak öğretilmektedir.

Bir insan yalnız bir tür yiyecek maddesi ile yaşayamaz. Ekmeğin yanına hiçolmazsa soğan, ya da yoğurt eklemek zorundadır. Bu, yalnız tat almak içinyenilen bir katık değildir. İnsanın yapısı, değişik yiyecek maddeleriniyemesini gerektirir. Ayrı mayalar yardımı ile oluşturulan yiyecekmaddelerinin insan gövdesine girmesi gereklidir. İnsan gövdesi buyiyeceklerden yararlanır, sağlıklı yasama yolunda kullanır. Bununlabirlikte, ayrı ayrı mayalar, daha maya iken, bir kap içinde birbirinekarışamaz. Her ailenin bir evi olduğu gibi, her maya da yaşamak içinkendine özgü bir kap ister. Ayrı kaplar içinde yasayan mayalar, böyleliklemayalık görevlerini yaparlar. Bu mayaların ortaya çıkardıkları maddelertoplamı uygarlığa katkıda bulunur, maddeyi yaratan topluma maddi gelirsağlarlar. Örneğin, Çin uzun sure ipek ve ipekböcekçiliğini geliştirmiş,sırlarını diğer toplumlardan saklı tutmuştu. Bu yoldan Çinliler günümüzdede uluslararası ticarette önemli oranda para kazanmayı sürdürüyorlar.[28]

Kültür mayası, insanın beyninde yaşar. İnsan beyni, insan gövdesi gibi,birçok değişik kaynaklardan mayalanmış bilimlerden yararlanarakyaşamak zorundadır. Bir beyin, yalnız matematik, ya da şiir "maya" sı ilegelişemez. Matematik mayası ile öğrendiklerini nerede, kimin yararına venasıl kullanacağını ancak tarih mayası yolu ile öğrenebilir, bilebilir. Şiir vemüzik yaratırken, ulusunun büyükleri ve basından gecen önemli olaylarıtarihten öğrendiği gibi, çalışmalarına kaynak alacaktır. Yoksa kendi mayasıyerine, başka mayalara hizmet edecektir.

Mayaların "inceltilmesi" ve "arılaştırılması" sürekli, kesiksiz eğitim yolu ileolur. Bu arılaştırma uğraşı sırasında, arılaştırmayı yapan toplum, diğertoplumların mayaları ile tanışır. Toplumlararası ilişkilerin gelişmesi sonucu,uluslararası uygarlık[29] ilerler.

İnsanların kullandığı mayalar, kendi başlarına kendilerini yenileyemezler.Çoğunluğu yalnızca insanların yararına çalışan bu mayalar, insanların özeldikkatini gerektirir. Kültür mayası da bunların basında gelir. Türk uygarlığıiçinde Kutadgu Bilig ve Bati Medeniyeti içinde Magna Carta sözleşmesi ve

Page 55: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

55

Prens kitabının önemi burada kendini göstermeye baslar.

Bu Batı Uygarlığı nasıl oluşmuştur, nasıl yaşamayı sürdürür, neden venasıl kendini yeniler? Bu sorunun bir tek karşılığı vardır: bilgi ve eğitim.

Eğitim "Mayalandırma" ve Uygarlık: Romalı tarihçi Tacitus, M. S.Birinci yüzyılda yaşamıştı. Tacitus, görgü şahidi bulunduğu dönemde Romaimparatorluğu egemenliği altında olan Britanyalılarla[30] karşı kullanılanRoma imparatorluğu politikasını açıklayıcı şunları yazmıştı:

[Britanyalılar] Bir zamanlar tek bir kral altında [topluca] yaşamakta idiler;şimdi ise, kendi aralarında ve rakip reisler altında kendi aralarındavuruşmaktan bölünmüş bulunuyorlar. Hakikaten, bizim [Romalıların]işimize en çok yarayan da, kuvvetli ulusların kendi aralarında vuruşmalarıve bize karşı işbirliği yapamamaları oluyordu. [Britanya’ nın] belirlibölümleri Kral Cogidumnus'a yönetmesi için verildi. Bu kral da sadakatlebize hizmete devam etti. Uzun süre önce yerleşmiş Romalı geleneklerince,tabi bir kral eliyle [bu krala bağlı] toplumları da esir [ve tabi etmek] etmekyolu sürdürüldü.[31] Dağınık, geniş alanlarda yaşayan (ve dolayısı ile[Romalılara karşı] başkaldırmaya her zaman yatkın) halkı hareketsizliğealıştırmak, sakin bir düzende zevk ve sefahat içinde toplu halde yaşamayayöneltmek amacı ile Agricola[32] bu toplumları tapınaklar, toplanmayerleri ve binalar yapmaya özel olarak teşvik etti. Resmi olarak ta onlaraonların bu gibi isleri tamamlamaları için yardımda bulundu. Bu teşviklerineçabuk karşılık verenleri ve yerine getirenleri derhal açıkça övdü,onurlandırdı. Ağırdan alanları sertçe eleştirdi ve kınadı. Bu yoldan, devletzoru ve eli ile değil, aralarına rekabet sokarak kişilerin toplumdatanınmaları [sivrilmeleri] yolunu açtı. Ek olarak, ileri gelen Britanyalılarınçocuklarının uygar sanatlarda [civilized arts] eğitilmelerini sağladı.Bunların doğal yeteneklerini Gaul’lulerinkilerden,[33] ne kadar iyi eğitilmişolurlarsa olsunlar, daha üstün tuttu. Sonucunda, Latince öğrenmektenuzak durmuş olanlar hemen çok iyi Latince öğrenmeye ve kullanmayabaşladılar.[34] Roma giysileri de bu toplumlar içinde yayıldı. Toplum yavaşyavaş bozulmaya yüz tuttu; toplantı salonlarına, Roma hamamlarınadevam ettiler, muhteşem partiler vermeye başladılar. Tecrübesizlikleriyüzünden, Britanyalılar bütün bu davranışlarını uygarlık saydılar. Aslındabütün bunlar esaret ve baş eğmelerinin gereklerinden başka bir şeydeğildi.[35]

Britanyalıların Roma politikasını görüşleri ise başka bir açıdandı. GeneTacitus, dil avcılarından alındığı anlaşılan ve Romalılara karşı olanBritanyalıların düşüncelerini de kitabına ekler:

Teslim olmakla, omuzlarımıza daha da ağır yükleri gönüllü olarakalmaktan başka hiç bir kazancımız olmuyor. Eskiden, her bir boyumuzunbirer başı var idi. Şimdi ise iki kral birden [biri Romalı vali, diğeri,Romalıların tahta çıkardığı yerli kral] üzerimize oturtuldu --biri canımızı

Page 56: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

56

çıkarıyor, diğeri de malımıza el koyuyor. Bu iki ağamızın birbirleri ileçatışması halinde, kulları olan bizler ise çok kötü duruma düşüyoruz.Onların çeteleri veya düzenli askerleri, bize karşı yaptıkları bütünhakaretlere şiddet de karıştırıyorlar. Malımız ve namusumuz onların ihtirasıönünde artık emniyette değil. Savaşta, yiğit olan ganimetten payınadüseni alır. Bugünkü durumumuzda ise, korkaklar ve kaçaklar evlerimizisoyuyor, çocuklarımızı kaçırıyor, erkeklerimizi emirleri altına alıyorlar. Buserserilere baş eğmekle, sanki biz onlara "yurdumuz uğruna olmaktanbaşka, bizim için herhangi bir sebeple ölmek kolay" diyoruz. Hâlbuki bizimnüfusumuz çoğunluğuna karşı, işgalciler yalnızca bir avuç adam. Almanlarbu gerçeği görüp, başlarındaki bu zalimleri kovdular. Hem de onlarıdüşmanın ana vatanından koruyan bizimki gibi bir deniz kalkanı değil,yalnızca bir nehir idi. Bizim ise uğrunda savaşmamız gerekli bir yurdumuz,karılarımız ve ana babalarımız var. Romalıların uğruna savaştıkları iseyalnızca keyifleri ve ihtirasları idi. Geldikleri gibi geri giderler. Eğer biz de,atalarımızın yaptığı kahramanlığa eş olacak olursak, bunlar da giderler.Tanrılaştırılmış Jul Sezar’ın geldiği yere gittiği gibi. Savaşta vereceğimiz biriki kayıptan korkmamalıyız. Başarımız atağımızı destekleyeceği gibi,acılarımız da dayanma gücümüzü arttıracaktır. Tanrılar su anda bizBritanyalılara acıyıp, Roma generalini başka bir adada ve uzakta tutmakta.Biz ise, en güç işe başladık. Karşı gelme ve ayaklanma hazırlığındayız. Veböyle bir durumda yakalanmakta, savaşa atılmaktan daha büyük tehlikevardır.[36]

Bu gözlem ve karşı gözlemler, M. O. 427?-347 yaşamış olan Plato'nun[Eflatun] görüşlerine ve yazılarına uymaktadır. Plato, Cumhuriyet adlıkitabında[37], bir devletin ve bu devlet tarafından yönetilecek olantoplumların görevlerini özetler:

"Devletin gerçek vazifesi, sosyal kuvvetleri uzlaştırarak politikayıcemiyetin ilerleyişine çevirmektir. Devrimler, birtakım basit sebeplerlemeydana gelmiş gibi görünürse de, bunlar birikmiş birçok kötülüklerinsonucudur. En sonunda demokrasi gelir. Demokrasinin esas prensibi,halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesiiçin, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa,demokrasi, otokrasiye geçebilir. "Halk övülmeyi sever. Onun için, güzelsözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilenherkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.[38] "Demokrasi, halk eğitimimeselesidir. Halkın eğitimi zayıf olursa, demokrasi oligarşiye geçer. Genehalkın eğitimi zayıf olursa, oligarşi lâf ebesi yaratır ve lâf ebesi, diktatörolur..."[39]

Yunanlı Plato'nun verdiği dersleri dinlemeyenler önce gene Yunanlılar oldu,Yunan cumhuriyetleri bir askeri diktatörlük ve imparatorluğa donuştu.Ardından gelen Roma cumhuriyeti, geçmiş yakın tarihten de ders almayayarak, Cumhuriyetlik niteliğini Julius Caesar [Sezar] (M. O. 100–44)elinde kaybetti. Yerine gene bir diktatörlük kuruldu. İmparator/diktatör

Page 57: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

57

Sezar, M. S. 44 yılının Mart ortasında olduruldu ise de, yaratılanimparatorluk organları dolayısı ile cumhuriyet geri gelmedi. Sonra daRoma İmparatorluğu göçtü.

Amerikan cumhuriyetinin devlet ve toplum kuruluşlarının ilk düzenleyicileriarasında bu gibi gerçekleri çok iyi bilen Benjamin Franklin (1706–1790),George Washington (1732–1799)[40] Thomas Jefferson (1743–1826)[41]gibi düşünürler, politika ile uğraştıkları gibi önem ve öncelikle eğitimüzerinde de durdular. Amerikan Kolonilerinde[42] kurulan ilk üniversiteler,Avrupa düzenini örnek aldıklarından, birinci sırada din adamlarıyetiştirmekle görevli idiler.[43] Özellikle Franklin ve Jefferson ve onlarınizinden yürüyen ileri görüşlü Amerikan düşünürleri ve politikacıları, temelbilimlerde eğitim yapacak üniversite düzenini geliştirdiler. AdıPennsylvania Üniversitesi olarak sonradan değiştirilen College ofPhiladelphia, 1753 yılında Franklin'in yardımı ile kurulmuş olup, ABD'nin ilk"laik" üniversitesi ve bu yeni düzeni ilk uygulayan kuruluş olarak bilinir. Buatılımlar sürdürülerek, 1819 yılında Jefferson’ın öncülüğünde Virginia;1876 da Johns Hopkins ve 1892 de Chicago üniversiteleri açıldı. Bukuruluşlar: ABD tarih, siyasal bilimler ve iktisat konularına yaptıklarıkatkılarla ABD laik temel bilimler eğitimini büyük ölçüde etkilediler.Amerikan Kültür ve uygarlığının temellerini attılar. Bu yeni düzen, o günekadar kurulmuş üniversitelerce de sonradan benimsendi ve kabul edildi.Bu etkiler, değişik yönleri ile günümüzde dünyanın diğer ülke veüniversitelerinde de kendini göstermektedir. Tarih ve diğer toplumbilimlerinde insanlığın bildiği ve ölçebildiği en yüksek düzeye ulaşmışbulunan bu üniversiteler, aynı zamanda doğal bilim dallarında da ABD'ninen önde gelen kuruluşlarıdır: Johns Hopkins üniversitesi, ABD FederalHükümetinin açtığı doğal bilim araştırma yarışmalarını kazananlar arasındaönde gelen bir kuruluştur. Chicago Üniversitesi ise, atom bombasınıngeliştirilmesinde ilk adımları atan laboratuvarı kurmuştur.

Bilindiği gibi, bugün ABD’ deki her üniversitede lisans düzeyinde "ihtisas"öğretimi yapılmaz. İleri gelen üniversiteler incelendiğinde, ne büyüklükteolurlarsa olsunlar, ne sayıda "mesleki okulları" olursa olsun, buüniversitelerin çekirdeğini bir "College"ın oluşturduğu görülür. Bu"College," dört yıllık bir "Temel Eğitim" (Liberal Arts) okuludur. Bu temeleğitim programlarında öğrencilerin fizik, kimya, biyoloji, astronomi gibidoğal bilimlere eş tutulan tarih, felsefe, matematik, müzik, güzel sanatlar;bunların yardımı ile Orta Doğu, Roma, Batı Avrupa, Uzak Doğu, v.b.edebiyatları; ek olarak antropoloji, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, gibitoplum bilimlerine kadar olan bütün temel bilim dallarında genel bir"taban" kazanmalarına yardımcı olunur. Bu dört yıllık temel lisansdiplomasi alındıktan sonra "Mesleki okullarda" (Professional Schools)"meslekler" ek olarak okunur.[44] Temel Eğitim, böylelikle önce eğitilmişkişi’nin kafasını mayalar. Sonra da, mesleki eğitimin "maya" sını oluşturur.Bu üniversitelerde: tıp, hukuk, kütüphanecilik, hastabakıcılık, modadesinatörlüğü, mimarlık, teoloji-din adamı yetiştirme, kamu yönetimi, iş

Page 58: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

58

idaresi gibi bütün "mesleki okullara" giriş, her şeyden önce bir dört yıllıktemel eğitim (lisans-Bachelor's degree) diplomasi gerektirir.

Karşılaştırma yapmak bakımından ele alınacak olursa, pek çoküniversitenin lisansüstü (Graduate School) tarih bölümünde lisansüstü(master) ve doktora çalışmaları yapıldığı halde, tarih bölümü (ve bağlıolduğu Graduate School) bir "mesleki okul" değildir. Çünkü mesleki okullarancak "usta teknisyen" yetiştirmek için kurulmuştur. İleri gelenüniversiteler kendilerini daha çok "düşünür kişi" yetiştirmek görevlisisayar. Tarih bölümü de bir "düşünce dalıdır." Bu görüşe göre, "düşünürkişiler" toplumun sorunları üzerinde araştırmalar yapar, çözüm arar,önerilerde bulunur. Bu "düşünür kişilerin" uğraşıları sonucunda ortayaçıkacak önerileri uygulamakta, mesleki okullarda okumuş "ustateknisyenlerin" görevidir. Buna karşılık, "tarih" büyük insan topluluklarının(örneğin devletlerin) birbirleri ile olan ilişkilerini inceler, araştırır,olaylardan kıssa çıkarır. Bu ilişkiler içinde, ulusların benliklerini ne denlikoruduklarını; ne gibi yöntemlerle aralarında barış ve savaş ileyarıştıklarını araştırır. Gelecekte toplumların birlikte nasıl ve ne düzeydeanlaşmaları, yaşamaları gerektiğini denetlenmiş belgeleri ile ortayakoymakla uğraşır.

Unutulmaması gerekir ki, günümüzün şartları her şeyden önce insanlararası ilişkileri içerir. Büyük ve küçük bütün ticari ve sinai kuruluşlar insantopluluklarınca oluşturulur, diğer insan topluluklarından mal alır, onlaramal satar. Gereği gibi geniş kapsamda eğitilmiş "insan sermayesi"olmadan para, makine ve hammadde bir iş göremez. Bu nedenle, ilerigelen üniversiteler öğrencilerinin öncelikle temel bilimler ile tanışıkolmalarını ister, temel eğitime öncelik verilir. Bu temel bilimler eğitilmişkişilerce ne kadar üst düzeyde bilinirse, üyesi oldukları toplumlar dauluslararası düzen içinde o kadar iyi geçinme ve "komşuluk" etmekyeteneği kazanırlar.

Her şeye rağmen, ABD temel bilimler eğitiminin özünü "Batı Avrupa"kültürü oluşturmaktadır. Bu " Batı Avrupa kültürü" ise, genellikle iki bin yılöncesinin Yunan ve Roma kültürlerinin temeli üzerine kurulmuştur. Birİngiliz, Avrupalı, ya da ABD'li öğrenci, önce kendi kültürünü, tarihini,edebiyatını, medeniyetini öğrenir; sonra da, ilerde birlikte iş yapacağı,geçinmek zorunda olduğu ulusların kültür, edebiyat, tarihi ile tanışır.Başka ulusların mayasından, kendi ulus yarar ve çıkarlarına ne gibi dersleralınabileceğini öğrenir. Bu tanışma ve mayalandırma da kitaplıklarda yeralır.

Ortalama olarak, bir temel bilimler üniversite kütüphanesinde bir milyoncilt kitap bulunur. nedeni açıktır.[45] Araştırma üniversiteleri kütüphaneleride en az üç-dört milyon cilt kitaptan sonra ciddiyet ve saygı kazanmayabaşlar. Geniş açılardan ve konularda kitap okumadan, yalnız sınırlı sayıda"ders kitapları" yolu ile "eğitilecek" öğrenciler, bir kalıptan çıkmışçasına

Page 59: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

59

belirli bir yöne itilmiş olacaklardır. Tek başına bir kâğıt parçasından başkabir şey olmayan bir diplomayı alabilmek için, sınav hazırlığındabulunacaklardır. Yalnızca sınav geçmek için çalışmalarda bulunmakta başlıbaşına " temel bilimler " eğitimine taban tabana zıt bir tutum ve görüştür."Temel bilimler" eğitimi, "her bir öğrencinin kendi ilgisini çekecek birkonuda kendi istek ve özen ile derinlemesine çalışma yapması" olarak datanımlanır. Bu da, özel uğraş, merak ve çalışma yolu ile kişinin üyesiolduğu kültüre ve mayaya katkıda bulunması, bu mayayı arılaştırmaçalışmasıdır. O da kütüphanesiz olamaz.

Bu mayalandırma ve temel bilim eğitimi, dünyanın ileri gelenkuruluşlarının çalışma ve gelişmelerini de etkiler. Örneğin, dünyanın enbüyük 1000 firmasının genel müdürlerinin ve yönetim kurullarıbaşkanlarının eğitimleri gözden geçirildiğinde, bu görevlerdeki kişilerinbüyük bir oranının lisans düzeyinde "temel eğitim" tahsil ettiklerianlaşılır.[46] Daha küçük bir oranı önce mühendislik ve doğal bilimlerokumuştur. Ancak temel eğitim okuduktan sonra lisansüstü mesleki eğitimgörenlerin sayısı da artmaktadır. Benzer bir karşılaştırma da politikaalanındadır. Avrupalı devletlerin politikacılarının çoğunluğu her şeydenönce tarih, ekonomi ve felsefe eğitimi görmüş kişilerdir.

Bu etkenlerden uluslararası ilişkilerde de kaçınılamaz. Günümüzde ABD’deki Türk toplumlarına dağıtılan yayınlar çoğunlukla "askeri" konularaağırlık vermektedir. Bunun karşısında, Türklerin komşusu olan toplumlarise yalnızca kültür ve sanat açısından kendilerinin üst düzeyde olduklarınıdünya kamuoyunda iddia etmektedirler. Bu tutumlarını desteklemek içinde, hem de büyük ölçüde, bütün kültür dallarında yayın ve çalışmalaryapmaktadırlar. Sonuç olarak, "medeniyetsiz Türkler, askeri güç ilemedeniyeti ezmek ister" gibi efsanevi hurafe bir görüş yaratılmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, "politika" bir "görüntüler" dünyasıdır. Askeri güç ilemedeniyetleri ezenlerin sonunda nasıl yıkıldıklarını tarih, edebiyatkitapları, ressamların eserleri ve klasik müzik parçaları uzun uzadıyaanlatır. Önemlerine rağmen, kişiler: politikacılar, general ve amiraller,tarihçiler emekli olur. Geriye kalan, bir toplumun kültür ve uygarlığınınyazılı basılı göstergeleri olan tarih, edebiyat ve müziktir. Dünyameclislerde ve diğer makamlarda karar verecek olanlar bu tarih veedebiyat kitaplarını gençliklerinde okumuşlardır, müziği dinlemiş veetkilenmişlerdir. İster istemez, o tür etkilerin altında karar vereceklerdir.Verdikleri kararların savunmasını, edebiyat kitaplarından alınan deyimlerleyapan politikacı az değildir. (Üstelik kaynakları üzerine dipnotu vermekzorunda da değildirler).

Kısacası, sürekli bir büyük savaş da, ticaret yarışına ek olarak, kültüralanında her gün yer almaktadır. Bu kültür yarışmasına katılmayantoplumlar, geleceklerinden vazgeçtikleri gibi, gündelik büyük iktisadi

Page 60: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

60

kayıplara da uğramaktadırlar.

Din

Toplumları oluşturan kişilerin özel inançları olan "din" lerin de bir toplumunmayası içine katıldığı söylenir.[47] Bu görüş üzerinde de örnekleri iledurmak gerekir:

1. İngiliz Kralı Henry VIII ve İngiliz Parlamentosu, 1532 ile 1536 yıllarıarasında, o güne dek İngiltere’ de görülmemiş bir işbirliği çevresindeçalışarak altı yasa çıkardılar. Bu yasaların hedefi, İngiltere’yi Roma'daoturan Katolik Papa’nın politik ve ekonomik etkisinden kesinlikle ayırmakolduğu söylenir. O devirden sonra, İngiliz Anglikan kilisesi İngiltere’ninresmi dini oldu. İngiltere Hıristiyan kalmakla birlikte, İngiliz hükümdarıİngiliz kilisesinin de başı sayıldı. Böylelikle, İngiltere kendi dış politikasınıda Katolik Papa’nın dış politikası etkisinden bağımsızlıkla yürütmeyebaşladı.[48]

2. Dini tutuculuğa karşı isyan daha önce Almancada başlamıştı. MartinLuther (1483–1546) 1517 yılında Papa’nın ve Katolik kilisesinin tutumlarınıeleştiren 95 tezini, rahipliğini yaptığı kilisenin kapısına çivilemişti.Papalığın, Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’in Latince okunmasında ısraredişi bu protestolardan biri idi. Luther İncil’i ana dili olan Almanya’yaçevirerek hem Alman toplumunun İncil’in içindekileri anlamalarına yârdimetti, hem de Alman dilinin telaffuz ve kullanılışının birleştirilmesine ve budüzgünleştirilmiş Almanca' nın geniş ölçüde yayılmasına yol açtı. Almanlarda dinlerini millileştirmiş oldular. Protestanlığın (protesto etmekten) butarihten sonra başladığı genellikle kabul edilir.[49]

3. Rus Prensi Vladimir, M.S. 989 yılında Hıristiyanlığı kabul etti. Kievprensliği bu tarihte Bizans (Constantinople-İstanbul) Kilisesinin bir koluoldu. 1326 yılında Kiev Metropolü (Dini Bölge Başpapazı)[50] Moskova’yıgezerken oldu. Moskova bu fırsatı kaçırmadı ve bütün Rus şehirdevletlerini birleştirip önderliğini ele geçirmek için, Kiev Metropollüğüneseçilen papazı Moskova'ya taşınmaya ikna etti. Bu durum 1453 yılınakadar sürdü. İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından 1453’ tealınmasından sonra, son Bizans İmparatoru’nun yeğeni Zom Paleolog,Moskova hükümdarı Ivan III ile evlendi. Bu olay, Moskova devletinin,Bizans geleneklerini sürdürdüğünü iddia etmesine yol açtı. 1510 yılındaMoskova'da Rus Ortodoks Kilisesi kuruldu. Moskova III. Roma ilanedildi.[51] 1700 yılında Rus Ortodoks Kilisesi Patriği[52] oldu. Deli Petrol 22yıl yeni Patriği tayin etmedi. Rus

Ortodoks Kilisesi, bu tarihten sonra kurulan özel Ruhani Komisyon'a bağlıolarak devletin bir "Bakanlığı" haline getirildi. Böylelikle, Ruslar da tamanlamı ile Hıristiyanlığı benliklerine uydurmuş, "millileştirmiş" oldular.

4. İslamiyetin M.S. 620’ lerde bir din olarak ortaya çıkmasından kısa bir

Page 61: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

61

süre sonra, İslamiyet’te "Şiilik" (ayrılık) kendini gösterdi. Bir bölümmüminin, Ali'nin ilk halifeliğe seçilmesini istemeleri, ancak isteklerininyerine gelmemesi bu "ayrılığa" neden oldu. Hatta bu istekleri, dahaPeygamber hayatta iken kendini göstermiş idi. Kısa süre içinde, İranlılarbu Şiiliği kendilerine bir bayrak yaparak, din yolu ile gelen ve artmaktaolan Arap kültür etkenlerine karşılık verme yolunu aradılar. Bu yönden,İranlılar da dinlerini millileştirmiş oldular, Arap umma (ümmet)[53]

politikasının yörüngesinden çıkmayı başardılar.[54]

5. Bütün bunlara ek olarak: Ukrayna, Gürcü, Ermeni, Yunan, Kopt,Süryani kiliselerinin de Papa’nın politik, kültürel etkisinden uzaklaşmak,kendi mayalarını korumak amaçları ile dinleri olan Hıristiyanlığımillileştirdikleri, kendilerine özgü Patrikler seçtikleri de hatırlanmalıdır.Görüldüğü gibi bu toplumlar, öz mayalarını korumak yolunda, dinin bile bumayayı bozmasına izin vermemişlerdir. Dinleri de hazmetmiş, kenditoplum törelerine ayak uydurtmuşlardır.

6. Hilafet'in 16’ıncı yüzyılda Osmanlı hanedanına geçmiş olduğu kabuledilir. Buna karşılık, Osmanlı padişahları bu sıfatı genellikle kullanmaktankaçınmışlardı. 18’ inci yüzyıldan başlayarak, Osmanlı sarayının "Hilafet"yolu ile dış politika yapma çabaları geri tepmiş, 19’uncu yüzyılda Osmanlıimparatorluğu içindeki milletlerin, aldıkları uluslararası eğitim yardımıdolayısıyla da, milliyetçiliğe dönmelerine ve Osmanlılara karşı bağımsızlıksavaşları açmalarına yol vermişti. Bu da, Atatürk’ün de ezan ve Kuran’ıTürkçeleştirmesinin, Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasının başındagelen nedenlerden biridir. Bu konularda Ömer Seyfettin'in yaptığı milliyetve din ayırımlarının, Mustafa Kemal'in düşüncelerini etkilediğisöylenebilir.[55] Kaldı ki, yukarda sözü edilen örneklerdeki ulusların birbölümünün Hıristiyanlıktan önce dünyada var olmaları gibi, Türktoplumlarının tarihi, İslamiyet'in ortaya çıkmasından çok önce başlar.[56]

7. 1787’ de, ABD Anayasasının katılıkla din ve devlet işlerini birbirindenayırması, bu anayasayı yazanların tarih bilinçlerinden ve konuları tarihiyönleri ile ele almalarından ileri gelmektedir. Bu olay da, din ile devletişlerinin tarihte ilk yer alan ayırımı değildir. Çin’ de milli devlet anlayışı,Confucius'un (M. O. 551–479) felsefesi üzerine kurulmuş idi. 12’inci-13’üncü Çin'in geniş bölümleri: Kıtanlar, sonra da Jurchen'ler tarafından işgaledildi. Bu işgaller sırasında, düşman askerlerinden çok, işgalcilerle birliktegelen Budizm[57] dininin Confucius devlet anlayışını "boğmaya" başlamasıÇinli düşünürlerce büyük bir tehlike olarak görüldü. Confucius'un, Çin'inmilli devlet anlayışının temelini oluşturan görüşleri ile Budizm diniarasındaki bu dönemdeki çekişme iki yüzyıl sürdü. Sonucunda, Çinlidüşünürlerin bütün zorluklara göğüs gererek dirilttikleri Çin gelenekseleğitim düzeni yardımı ile Confucius felsefesi bu yarışı kazandı.[58]

Böylelikle Çinli mayası korundu ve Çinli olarak kaldı. Günümüzdekikalkınmayı da Çinli felsefe ve politikası çerçevesinde yapmaktadırlar.

Page 62: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

62

Timur Bey'in de, kurduğu imparatorluk içinde, din ile devlet işlerinibirbirlerinden ayrı tuttuğu anlatılır. Z. V. Togan' ın gözlemlerine göre, Türkyöneticilerinin bu tutumları 1920’ lerde bile Asya’ da yaşamakta idi.[59]

Tarih Anlayışının Günümüzdeki Önemi

Belirli ülkelerde, tarih bilimi ile atom bombasının sırları eş düzey vedeğerde tutulur. Tarihi belgeler ve atom fiziğinin ayrıntıları çok yüksektitizlikle korunur, saklanır. Eğer "tarihi gerçekler" ortaya çıkacak ve bütüntoplumlarca bilinecek olursa, birtakım ülkelerin yıllardır yürüttüklerisiyasetleri kökünden sarsılacaktır. Ek olarak, "tarihi cehaleti yaymak" işiniyüksek bir sanat haline getirenlerin ve bu türde siyaset yürütmekte olankişilerin gelecekleri de kararacaktır. Ne var ki, gerçekleri öğrenmekisteyenlerin önünde dikilen bütün engellerin bir cam parçasından ayrıcalığıyoktur. Gerektiğinde bir pencere camından bakar gibi saklanmasınaçalışılan gerçekler görünür, ya da cam kırılarak ardındaki bilgilere ulaşılır.

Rus Carlığı, 1853–1856 yılları arasında yer alan Kırım savaşını, ortakİngiliz, Fransız ve Osmanlı kuvvetleri karşısında kaybetti.[60] Bununsonucunda, Avrupa’ daki ekonomik politik durumu çok sarsıldığından, Rusİmparatorluğu Asya'ya karşı askeri atılımlara geçti. Orta Asya'yayayıldı.[61] Birinci Dünya Savaşı’ nda yenik düşüp, bu arada 1917 Bolşevikihtilali de patlak verince, Rusların Avrupa'daki durumları ve itibarları dahada derinden sarsıldı. Bunun üzerine, 1920 yılında Bakû’de bir "DoğuKongresi" toplayıp, Bolşevizm’i Asya'ya, bu arada da yeni kurulmakta olanTürkiye Cumhuriyetine de yaymak ve böylece toprak, ekonomik çıkar veuluslararası itibar kazanma kararını aldılar.[62]

20’ inci yüzyılın sonlarındaki gelişmeler, 19’ uncu yüzyılın sonları ve 20’inci yüzyılın başlarındaki bu olayları çok yakından andırmaktadır: DoğuAvrupa’yı kaybeden Sovyet "İmparatorluğu" yöneticileri Asya’ yı eldetutmak istemekte, bu amaçlarını gazetelere verdikleri demeçlerle açıkolarak belirtmektedirler. Rusların Azerbaycan'a (1988–1990)[63],Özbeklere (1989–1990)[64], Kazaklara (1986)[65], Mesket[66] veTatarlara karşı olan girişimleri ve askeri harekâtları, 1856 Kırım yenilgilerisonucundaki tutumlarından değişik değildir. Son iki yıl içindeki hareketleri,Sovyet yöneticilerinin 1956 (Macaristan’ ın Sovyetlerce işgali-SüveyşKanalı olayları), 1968 (Çekoslovakya'nın Sovyetlerce işgali-Batı Avrupaöğrenci hareketleri) yıllarında yer alan dünya olaylarını çok iyihatırladıklarını ve bu tür olaylardan yararlanma yeteneklerinikaybetmediklerini de açıkça göstermektedir.

Yazılı tarihlerin toplumlar üzerindeki önemini çok iyi anlayıp, "yeni tarih"yazmak yolu ile "tarih" i kendi çıkarları için değiştirmeye uğraşanlarıngünümüzdeki varlıkları ve çalışmaları da belgelenmiştir. Ulusların benlik veniteliklerinin "tarih icat etmek" yolu ile değiştirilmesine çalışılmaktadır. Buuydurma tarihleri sonra da geriye, tarihin derinliklerine yansıtmak çabası

Page 63: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

63

da gösteriliyor. Yazdıkları yorumlar ile (nitelik ve benliklerini değiştirmeyihedef alınan) toplumların tutum, düşünce, ahlak ve yasam şekillerini kendiyararları için bir noktadan diğerine çekmeyi öngören kişi ve kurumlar dabulunuyor. Bu yazılan "hayali tarih" ler kısa süre içinde hedef alınantoplumların dillerine çevriliyor.[67] Eğer, bu "hedef alınan" toplumlar buoynanan oyunun ne olduğunu bilemez, oyunu oynayanların çıkarlarınıkestiremezse, toplum olarak yaşayamayacaklardır.[68]

Bu tür ulusların kimliğini değiştirmek amacı ile yazılmış olan "icat edilmişhayali tarih" lere "yalanlama" yolu ile "karşılık" vermek, hiç karşılıkvermemeye eşittir. Hatta "yalanlama" yapmak için harcanan emek vekaynaklar da boşa gideceğinden, "yalanlama" işlerine girişen taraf zararabile girecektir. Verilebilecek tek karşılık, derin ve temelden yapılıp genişölçüde yayınlanacak bilimsel araştırmalardır. Önce köklü bilimselaraştırmalar düzenli olarak yapılır, yayınlanır. Sonra, bu gibi kitaplarıniçlerindeki bilgiler, üzerlerinde yapılacak yorumlarla, gazete, radyo ve TVyolları ile toplumlara duyurulurlar. Bu yol, "yalanlama" yi gereksizbırakacağı gibi, sağlıklı ve derli-toplu bilgilerin de toplumlaraaktarılmalarını kolaylaştırır.[69]

"Hayali tarih" yazma çabalarının iki örneği kısaca verilebilir: A) Türklerindünya üzerinde hangi tarihler arasında yasadıkları; B) "Pan-Türkizm."

A) Özellikle Sovyet yazılarına bakılacak olursa, Türkler ancak M. S. altıncıve on altıncı yüzyıllar arasında yeryüzünde yaşamışlardır.[70] Ne dahaönce, ne de daha sonra. Sanki gökten zembille inip, bir bilinmez nedenlekaybolmuşlardır. Bu "hurafe" günümüzde yaşayan Türklerin "kimliği" vekökenlerini kasıtlı olarak "bulandırmakta" dır. Uluslararası ilişkilerde,uluslararası kuruluşlarca Türklerle ilgili olarak verilecek kararlar da,böylece bu "bulandırma" etkisi altında bırakılıyor. Sonucunda da, Asya’nınortasında yaşayan tarihi Türk toplumlarının soyundan gelenler de küçükparçalara bölünerek "birbirleri ile ilişkisi olmayan, ayrı milletler" olarakgösteriliyor. O kadar ki, bu gülünç iddiaya göre, bu "ayrı uluslar"birbirlerinin "dillerini bile konuşamıyorlar" ve dilmaçlara gerek görüyorlar;ya da "Rusça konuşarak birbirleri ile anlaşıyorlar."

Bütün bu "tarih hırsızlıklarının" 1924 sonrası "tarihi gerçek" halinegetirilmek iddiasına başlandığını da belirtmek gerekir.[71] Bu da, konu ileyazılmış bilimsel yazıların okunmamasından, okutulmamasından ilerigelmektedir. Örneğin Z. V. Tokan, Türk soylarının yüzyıllar boyuncayaptığı geniş kapsamlı toplumsal göçlerini nedenleri ile birlikteözetlemiştir. Togan' ın çalışmasında anlatıldığı gibi, Türk soylarınınoluşturdukları birlikler ve kurdukları siyasi topluluklar da, o günlerinortamına göre, belirli evrimlerden geçmişti. Bu evrimler sonucunda, Türksoy ve boyları çok diri ve varlıklı yeni Türk kümeleri kurmuşlardı.

Dolayısı ile günümüz Özbek, Kazak, Azerbaycan boyları, daha önce

Page 64: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

64

yaşamış Tatar, Nogay, Kırgız, Oğuz-Türkmen boylarının açılıp-kapanmaları ve gene ayni topraklarda yeniden değişik karışımlarlakaynaşmaları yolu ile ortaya çıkmışlardır.[72] Türk boyları bu açılıpkapanmaları, kümeleşmeleri ve kaynaşmaları yaparken kendi varlık vebütünlüklerini korumak yolunda çalışıyorlardı.

B) "Pan-Türkizm"[73] bir Türk icadı değildir. Eski Türk kaynaklarında,"Türklerin dünya hâkimiyetini elde tutmak ihtirası ile yanıp tutuştukları”nıbelgeleyen bir kavram yoktur. Bununla birlikte, Özellikle 19’ uncu yüzyılsonlarında ve 20’ inci yüzyıl başlarında, Türkleri bu suç ile itham edenleroldu.[74]

Bugün bilinen kaynaklara göre "Pan-Türkizm", 19’ uncu yüzyıl Avrupakuvvet dengesi uğraşmalarına yardımcı olması için Avrupa'da icat edilmişbir iddiadır.[75] İlk olarak, Çarlık Rus ordusunun Taşkent’i işgal yılı olan1865’ te basılan bir kitapta görülür.[76] Ruslar 19’ uncu yüzyılda [1552yılında Kazan hanlığını işgal etmekle başlattıkları tutumu sürdürerek]Asya'ya ekonomik sömürge bulucu yayılma hareketlerine devam ettiler.İngiliz’ler 1828 Türkmençay anlaşmasından başlayarak, Hindistan'dakiimparatorluklarını Ruslardan koruma yolları aradılar; Rus ve İngilizimparatorlukları arasında yaşayan Türkleri birleştirip, Rus yayılmasınakarşı bir engel olarak kullanmak isteği bu "Pan- Türkizm" "çözümünü"ortaya çıkardı.[77]

Ruslar da bu "Pan-Türkizm" iddialarını politikaları yararına kullandıkları dinmaskesi altına aldılar. Çünkü Ruslar, Asya'ya yayılma çalışmalarını (diğersömürgeci imparatorlukların yaptığı gibi), "Hıristiyanlığı yaymak çabası"olarak gösteriyorlardı.

Eğer bu iddiaları ile Türkleri "Batılı medeniyetlere zararlı" gösterebilirlerse,Ruslar:

a) Vambery yolu ile ortaya atılan "Pan-Türkizm" ve bu "akımın"öncülüğünde kendilerine karşı kurulmasına çalışılan "Türk kalkanı”nıkırabilecekler;

b) Avrupalı Hristiyan devletlerin Rusların Orta Asya'daki hareketlerineengel olabilecek diplomatik iddialarını yersiz bırakıp, kendi Asya'yayayılma çabalarını sürdürebileceklerdi.

Almanların iktisadi ve askeri yönlerden güçlenmeye başlaması İngiliz veRusları ürküttü. 1907 –1909 yılları arasında yaptıkları gizli anlaşmalarla,İngiliz ve Rus imparatorlukları birbirlerine karşı "Pan-Türkizm silahını"kullanmama kararı aldılar. Bunun üzerine, Ruslar tek taraflı olarak "Pan-Türkizm zararlarını önleme" ve "dünyayı Türklerden kurtarmak”çalışmalarına başladılar. Bu anlaşmalar ve ortaya çıkardıkları tutumlar,Rusların Birinci Dünya Savaşı başında Erzincan ve çevresine girmelerinin

Page 65: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

65

"gerekçelerden biri olarak gösterildi.

Orta Asya'daki Türk toplumlarının esaret altına alınması böylelikleuluslararası toplumlarca da kabul edilmiş oluyordu. Ancak, Orta Asya Türktoplumları bu tutsaklığa karşı koyma kararı verdiler. Orta Asya'da "MilliKıyam" (bağımsızlık ayaklanması) adı ile bilinen, buna karşılık, Ruslartarafından dünyaya "Basmacı" (haydutluk, sakilik) adı ile aktarılan OrtaAsya Bağımsızlık Savası 1916 yılında başladı. Kısa sürede büyük çaptaaskeri harekâta dönüştü. 1930 sonlarına kadar süreciden bu bağımsızlıksavaşının doğal sonucunun ne olacağını bugün bilemiyoruz. Çünkü İkinciDünya Savaşı’ nın başlaması Orta Asyalıların bu ülkülerinin ertelenmesineneden oldu.[78]

"Pan-Türkizm" oyunları bununla da bitmedi. Birinci Dünya Savaşıbaşlamadan önce, Alman bilim adamları ve subayları, adı gecen “Pan-Türkizm”i Almanya çıkarlarına [Rus ve İngilizlere karşı] yardımcı olmasıiçin ele almışlardı.[79] Pan Türkizm ve Pan- İslamizm'i başta Enver Paşaolmak üzere, bütün Türk subay ve politikacılarına benimsetmeye çalıştılar.Almanlar bu "özendirme, imrendirme" çalışmalarında toptan başarılıolamadılar: Mustafa Kemal, Kazım Karabekir gibi genç ve yeteneklisubaylar diğer ulusların gütmekte oldukları hedefleri görüp anladılar vekarşı cıktılar.[80] Ömer Seyfettin, Alman bilim adamlarının ve tüccarlarının"imrendirme" çalışmalarını yakından görüp, toplumu uyarmak amacı ilediğer yazdıklarına ek olarak özellikle "Fon [On] Sadrinstayn" hikâyeleriniyarattı.[81] Buna rağmen, Almanlar Turkler'i Kafkaslarda savaşa sokmayıbasardı.[82] Alman düşünürlerinin amacı, Batı cephesinde İngiliz veFransızlarla çarpışmakta olan Alman ordularına nefes aldırmak idi.

Türkler arasında bu Türk illeri dışında yaratılmış "Pan-Türkizm"düşüncesine yakınlık, İkinci Dünya Savaşı başlamadan önce gene Almandüşünürlerince, gene ayni Alman yararları yolunda filizlendirildi.[83] 1960sonrası "Pan-Türkizm" akınları, İkinci Dünya Savaşı başlamadan önceatılan tohumlardan yeşermiş ve kök salmıştır.[84] Bu ve ilgili olaylarınbelgeleri, türlü ulusların resmi devlet arşivlerinde bulunmaktadır. Bubelgelerin bir bölümünün kopyalarını açıkça satın almak mümkündür.[85]

Buna rağmen, yukarda sözü edilen diğer ulusların "yarışma kavgası"dolayısı ile Türkler kendi yaratmadıkları bir akım olan "Pan-Türkizm"iddialarıyla, uluslararası kamuoyu önünde mahkûm edilmeyeçalışılmaktadır. Çünkü bu olaylar yakın yıllara kadar yazılmamış, kamuoyuönünde belgelenmemiş, toplu olarak yayınlanmamıştır.

Bununla birlikte, bir mayadan gelmiş toplumların, maya birliklerinikorumak istemeleri doğaldır. İskandinav Birliği, İngilizce Konuşanlar Birliğigibi örnekleri de çoktur. Dolayısı ile ortak maya birliğini saklayan kitap vedüşüncelerin bu toplumlar içinde canlı tutulmak istenmesi, bu toplumlarınhakkıdır.

Page 66: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

66

Bir Azerbaycanlı düşünürün de dediği gibi "Amerikalılar da Şekspirokuyorlar. Bu olay, Amerikalıları İngilizleştirmiyor." Uygarlığı meydanagetiren mayaların gelişmesi, uygarlığın yararınadır. Eğer Orta Asyalılar daortak mayalarını korumak için işbirliği yaparlarsa, bu onların bileceği iştir.Beğenmeyenler, geçmişte olduğu gibi, kendi gündemlerini nasılsa geneaçığa vuracaklardır.

Görüş

Böylece, günümüzde Türk toplumlarının karşı karşıya kaldığı en önemlisorunlar, yukarda ana çizgileri ile özetlenen: Tarihsel kimlik savaşıdır;"Maya" korumak uğraşıdır; Tarih hırsızlığını önlemek çabasıdır; Uygarlıkiçinde özgür, bağımsız ve güdümsüz yaşama yarışıdır; Yaşamını, varlığınıkoruma kaygısıdır.

Tarihini çaldıran toplum, kimliğini ve varlığının çekirdeğini de çaldırmıştır.Mayasız, tohumsuz kalan bir toplum varlığını nasıl sürdürebilir? Kimliğinibilmeden, özgür ve bağımsız yasayabilmek için gelirini nereden ve nasılsağlayabilir? Bu geliri hangi ticaret ve sanayi dalları yolu ile hangipazarlarda kazanabilir? Komşularının himmeti ile yasasa bile, kimliğinibilmez ve koruyamaz ise, bütün bu uğraşları kimin çıkarına yapacaktır? Enönemlisi: bütün bunları nasıl ve nereden bilecektir? Gelecek kuşaklaranasıl anlatacaktır?

Son yıllarda, Türk toplumları içindeki düşünürlerin bu olayları anladıklarınıve karşı tedbir almak çalışmalarına başladıklarını gösterir dipnotluaraştırma yazıları yayınlanıyor. Sözü edilen bu yazılardan örnekler Batidillerine de çevrilmekte.[86] Ancak, bu tür çalışmalar toplumcabenimsenmez, geliştirilmez ve desteklenmez ise, yararlılıklarınısürdüremeyeceklerdir. Türk atasözleri uyarır: "Taşıma su ile değirmendönmez." "Sokma akıl dokuz adım gider." "Akılsız başın cezasını ayaklarçeker."

M. S. 732 de dikilmiş olan Orhon yazıtları[87], Türk Hakanlıklarının dahaönceki yıllarda başlarına gelen olaylar ve Türklerin o dönemlerdeki"kurtuluş savaşları" ile ilgili bilgi verir.[88] Sekizinci yüzyılda dikilen buanıtlarda sözü geçen olaylar ve üzerlerine verilen öğütler sanki 21’ inciyüzyıl için yazılmıştır.

Kaldı ki, Orhon yazıtlarının öğütleri 17, 18, 19 ve 202 inci yüzyıllar için degeçerlidir. Ancak, bu yazıtlar her nedense unutulmuş, dikildikleri yerlerdesekizinci yüzyıldan 19’ uncu yüzyıl ortalarına kadar "dilsiz" kalarak"yeniden bulunmayı" beklemişlerdir.

"Eğer bu anıtların üzerindeki öğütler unutulmasa idi."

Diyerek dövünmenin bu gün için bir anlamı yoktur. Ancak, tarihiolaylardan ders alarak ilerisini düşünmek gerekir. Toplumlar yalnız tarihte

Page 67: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

67

yaşamazlar. Eğer bir toplumun yaşamak isteği var ise, gelecekte deyaşayacaktır. O toplumun bireyleri geçmişten örnek alıp, gelecek içinçalışacaklardır.

Kutadgu Bilig’ te yaptığı algılamalardan anlaşıldığına göre, BalasagunluYusuf'un bu gerçekleri 112 inci yüzyılda kavradığı, Orhon yazıtlarında yeralan bilgilerle tanışık olduğu, bunları gelecek kuşaklara aktarmaya çalıştığıda görülüyor.[89] Orhon yazıtlarındaki Türk büyükleri Tonyukuk ve BilgeKağan, gelecek kuşak Türklere:

"Sorunlara çözüm getirmeyen kişi de sorunun bir parçasıdır"

Türünde de seslenmektedirler. Yazdıkları tarih yolu ile yedinci yüzyılTürklerinin başına gelen olayları anlattıkları gibi, gelecekte bu gibiistenmeyen olayların önlenebilmesi için yapılması gerekli işleriözetlemektedirler.

Bu arada,

"Bir toplumun yaşamı boyunca kaç defa kurtuluş savaşı yapması gerekir"

Düşünce sorusuna da karşılık verirler:

"Geçmişini her unutuşta."[90]

"Görünen köy kılavuz istemez"

Atasözü, açıklama gerektirmez. Buna karşı, görünen köyleri bile görmekistemeyenler her toplumda bulunur. Bu gibi kişilere Balasagunlu YusufKutadgu Bilig’te seslenir:

Akıllı insan için akıl kâfi bir eştir; Bilgisiz adam için hakaret tam biraddır.[91]

Balasagunlu Yusuf'un yazdıklarının anlaşılmasına yardımcı olacak bir Türkatasözü daha vardır:

"Anlayana sivisinek saz; anlamayana davul zurna az."

NOTLAR:

1. Örneğin, eski karakucak güreşçileri, er meydanında tutuşacakları kişilerin diğeryarışmacılarla yaptıkları güreşlerini büyük bir titizlikle seyrederlerdi. Bu yoldan, bilinenoyunlara düşmemeye çalışırlardı. Konu ile ilgili olarak, bak: İbrahim İnce, "TürklerdeGüreş" Kara Kuvvetleri Dergisi Sayı 4, 1971; Halim Baki Kunter, Güreş Yıllığı, 1944(İstanbul, 1945); İsmail Habib Sevuk, Türk Güresi (İstanbul, 1949).

2. Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz. (İstanbul: Türkiye Yayınevi, 1960).

Page 68: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

68

3. Önemi çok iyi bilinen "Tarih Yazmak Yöntemleri" (historiography) üzerine son bin yıldırDoğu ve Batı dillerinde ayrıntılı yorumlar yapılmış, değişik görüşler verilmiş, özel kitaplaryazılmıştır. Konuya Türkçeden girmek isteyecekler için, Tarihte Usul (İstanbul, 1950)kitabı ile Zeki Velidi Togan bu görüşlerin büyük bir bölümünün özetini vermiştir.

4. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig. Derleyen: Reşit Rahmeti Arat. (Ankara: Türk TarihKurumu, 1974). İkinci baskı. Sayfa 25–27.

5. Bak Baburname (Türkçe tıpkıbasım) Derleyen: Annette S. Beveridge (Leyden &London, 1905). The Babur-Nama in English, (Memoirs of Babur) Annette S. Beveridge(Tr.) (London, 1922). İkinci basım 1969. Hindistan’ da devlet kurmuş Türkler için bak Lt.Col. Sir Wolseley Haig & Sir Richard Burn (Eds.) The Cambridge History of India (1922-1953), Vol. III, Turks and Afghans (1928). Günümüzde, bu dizin'in içindeki görüşlerineskimiş ve İngiliz imparatorluk anlayışı çerçevesinde ele alındığı kabul edilir. Daha kısa veyeni bir görüş özeti ise Oxford History of India (1958) verilmektedir. Bak M. G. S.Hodgson, The Venture of Islam: Conscience and History in a World Civilization (1974),Cilt 3.

6. Abbas Kuluaga Bakuhanlı, (Rusça çevirisi) Giulistan-Iran (Baku: Obshchestvoobsledovaniia i izucheniia Azerbaidzhana, 1926); (Türkçesi) Gülistanı-İrem (Baku:Azerbaycan SSR İlimler Akademisi, Tarih ve Felsefe Institutu, 1951); (Farsçası)Gulustani-Irem (Baku: Azerbaycan SSR Ilimler Akademiyasi, Tarih Enstitutu, 1970).

7. Abbas Kuluaga Bakuhanlı, Nasihatler bak: A. K. Bakikhanov: Sochnieniia, zapiski,pis'ma (Baku: Elm, 1983). İngilizce çevirisi ve üzerine yapılan araştırmalar için bak:Audrey L. Altstadt, "Admonitions of Abbas Kuluaga Bakikhanli." H. B. Paksoy, EditorCentral Asian Monuments (Istanbul: Isis Press, 1992).

8. Uzun uzadıya laf ebeliği etmeden, 19’ uncu yüzyılda yaşamış olan Seyid Azim Şirvani(1835-1888), bu düşünceleri bir beyitte toplamıştır: " Bir beladır bu derd-i nadani(görgüsüz\cahil)/ Ki onun elm (bilim) olupdu dermani." I. A Huseyinof et. al. AzarbaijanTarihi (Baku, 1960) Cilt 2. Sayfa 322-3. Ek olarak, bak: Ömer Seyfettin, "Nadan," VakitGazetesi, 11 Mayıs 1334/1918. 9. Konu'ya giriş acısından, R. R. Arat'ın yorumlarına ekolarak, bak: Omeljan Pritsak, "Von den Karluk zu den Karachaniden" Zeitschrift derDeutschen Morgenlandischen Gesellschaft 101. (Wiesbaden, 1951); a. g. y. "DieKarachaniden" Der Islam 31. (Berlin, 1953-1954); a. g. y. "Karachanidische Streitfragen"1-4, Oriens II. (Leiden, 1950); R. Dankoff, "Introduction" Wisdom of Royal Glory(Kutadgu Bilig) (Chicago, 1983); Peter B. Golden, "The Karakhanids and early Islam" TheCambridge History of Early Inner Asia, Denis Sinor, Ed. (Cambridge University Press,1990).

10. Ornegin, bak: Magna Carta Commemoration Essays With a Preface by the R. Hon.Viscount Bryce, O. M., Etc. Edited by Henry Elliott Malden, M. A.; Hon. Fellow, TrinityHall, Cambridge; Hon. Secretary, Royal Historical Society. (London: Royal HistoricalSociety, 1917).

11. Magna Carta and its influence in the world today by Sir Ivor Jennings, KBE, QC, LittD,LLD. Prepared for British Information Services, by the Central Office of Information.(London, 1965). Bu arada eklenmesi de gerekir ki, bugünkü İngiliz anayasası yazılı birbelge değildir. Yorumlarla "geliştirilmiş" olan bu anayasa, konu üzerinde verilmiş özelmahkeme kararları toplamı olarak da bilinir.

12. Bak The Oxford History of Britain, Kenneth O. Morgan (Ed.) (Oxford: OxfordUniversity Press, 1984).

Page 69: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

69

13. Bak Kutadgu Bilig. I Metin. Latin harflerine çeviren: Reşit Rahmeti Arat. (İstanbul:Milli Eğitim Basımevi, 1947). Sayfa IX.

14. Bak, Niccolo Machiavelli, The Prince and the Discourses, Luigi Ricci (Tr.) (1950).

15. Bak The Book of Dede Korkut, Geoffrey L. Lewis (Tr.) (London, 1974).

16. Buğun Afganistan sınırları içinde bulunan Herat şehri, gene Timur Bey'intorunlarından olan Hüseyin Baylara (hükümdarlığı: 1469–1506) ve "nedim" i olan Ali ŞirNevai (1441–1501) yönetimindeki bir Türk devletinin başkentliğini yapmıştı. UygurTürklerinden olan Nevai, Türk-Çağatay edebiyatını doruğuna çıkaran yazar olarak tarihegecmistir. Bak: A. S. Levend, Ali Şir Nevai (Ankara, 1965-68) 4 Cilt. Türk Dil KurumuYayını. Daha önce de, Herat şehri, Gazveliler Türk devleti içinde bulunuyordu. Bak: C. E.Bosworth, The Gaznavids: Their Empire in Afghanistan and Eastern Iran, 994 – 1040.(1963).

17. Eski Türkler, kendilerine özgü bir takvim kullanıyor, yıllara hayvan adları veriyorlardı.Bak: Osman Turan, On İki Hayvanlı Türk Takvimi. (İstanbul, 1941); R. R. Arat, TürklerdeTarih Zaptı. (İstanbul, 1937).

18. Kutadgu Bilig. I Metin. Arat. Sayfa XXXIV-XXXV.

19. Bak: Kutadgu Bilig, I Metin. Arat, XXXVI.

20. Office of the Architect of the US Capitol tarafından basılmış bir kitapçıkta aşağıdakibilgiler verilmektedir:

The 23 relief portraits in marble are of men noted in history for the part they played inthe evolution of what has become American law. They were placed over the gallery doorsof the House of Representatives Chamber when it was remodelled 1949- 1950. Createdin bas relief of white Vermont marble by seven different sculptors, the plaques eachmeasure 28" in diameter. One is full face, and 22 are profile. From the full face of Moseson the north wall, 11 profiles face left and 11 face right, ending at the Webster quotationon the south wall above the speaker's chair. The subjects of the plaques were jointlychosen by a group from the University of Pennsylvania, and the Columbia HistoricalSociety of Washington D.C. in consultation with authoritative staff members of theLibrary of Congress. The selection was approved by a special committee of five Membersof the House of Representatives, the Architect of the Capitol and his associates. Theplaster models of these reliefs may be seen on the walls of the Rayburn House OfficeBuilding subway terminal. In chronological order the lawgivers are: Hammurabi (c. 2067-2025 B.C.); Moses (c. 1571-1451 B.C.); Lycurgus (c. 900 B.C.); Solon (c. 595 B.C.);Gaius (c. 110-180 A.D.); Papinian (c. 200 A.D.); Justinian (c. 483-565); Tribonian (c.500-547 A.D.); Maimonides (c. 1135-1204 A.D.); Gregory IX (c. 1147-1241 A.D.);Innocent III (1161-1216 A.D.); de Monfort (1200-1265 A.D.); St. Louis (1214-1270A.D.); Alphonso X (1221-1284 A.D.); Edward I (1239-1307 A.D.); Suleiman (1494-1566A.D.); Grotius (1583-1645 A.D.); Colbert (1619-1683 A.D.); Pothier (1699-1772 A.D.);Blackstone (1723--1780 A.D.); Mason (1726-1792 A.D.); Jefferson (1743-1826 A.D.);Napoleon (1769-1821 A.D.).

21. Bak Ziya Gökalp, Türkçüğün Esasları. (1923); İngilizcesi: The Principles of Turkism,Robert Devereux (Tr.). (Leiden: E. J. Brill, 1968). Sayfa 72, 75.

22. Atatürk’ün dediği gibi "Bir ulusun yükselmesi, müzikte olan değişikliğianlayabilmesine bağlıdır." Müzikte değişme ise, toplumun mayasının gelişmesi vearılaşması ile çok yakından ilgilidir. Müzik yolu ile bir ulusun diğer bir ulus'u içten ele

Page 70: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

70

geçirme çabaları, 20’ inci yüzyılda açıkça kullanılmış yöntemlerdir.

23. Bak, H. B. Aksoy, TICARET, TARIH VE ULUSLARARASI YARISMA. (1990).

24. ABD deniz kuvvetlerinin 1854 yılında Commodore Matthew C. Perry komutasındayolladığı bir kuvvet sonucunda Japon'lar ABD ile ticari anlaşmalara girmişlerdi. Buolaydan sonra, Japonlar dünyaya açılma kararı almış, bilinçli olarak, toplumlarınınmayasını bozmadan dünya uygarlığına girme çalışmalarına başlamışlardı.

25. Lady Mary Wortley Montagu (1689–1762), İngiltere’ nin Osmanlı imparatorluğu’ nayolladığı büyükelçisinin karısı idi. Istan bulda otururken çiçek hastalığına karşı Türklerinnasıl aşı yaptığını görmüş ve İngiltere’deki dostlarına yazmıştı. Lady Montagu bu arada,Türk hanımlarına da İngiltere’ deki kadın haklarının Osmanlı İmparatorluğu’ ndakindennasıl daha yüksek düzeyde olduğunu anlatmaya çalışıyor, kendince bu konu'da asiyapmaya çalışıyordu.

26. Zooloji sınıflandırması ile "meleagris gullopavo" ve "americana sybestris auis" olarakbilinen "hindi" nin ana yurdu 1492’ de "keşfedilen" Kuzey ve Orta Amerika kıtasıdır. 1494Tordesillas anlaşması sonrası, Roma'daki Papa tarafından Amerika ticaret imtiyazıPortekizlilere verilince, bu kuşun Atlantik ve Afrika’ nın güney burnu yoluyla Hindistan’daki Portekiz kolonisi olan Goa'ya getirildiği anlaşılıyor. Babür’ün torunu Cihangir (1615yıllarında) Tuzuk-u Jahangiri adlı hatıralarında yazdığına Gore, o süre içinde Hindistan’ ayayılmakta idi. Ancak, Hindistan’ da daha önce bilinen ve Yeni Gine'den yayılan "Guineatavuğu" na (Meleagris Numida) benzediği için, Hindistan’ da kurulan İngilizimparatorluğunda önceleri "Guinea Fowl" olarak tanımlanmıştır. (Bak: O. Caroe, "WhyTurkey" Asian Affairs October 1970). Sonra, Osmanlı İmparatorluğu vilayeti olan Mısır’ada getirildiği anlaşılan bu kuş, Türkçe' ye "Hindi" (Hintli) adı ile girmiştir. Avrupa'daOsmanlılar' a "Türk" denildiğinden, "hindi" ye "Turkey" adı verildiği ve "Turkey" adınınMısır’dan İspanya ve İngiltere'ye goturuldugu tahmin ediliyor. Sonucunda, 1620 yılındanbaşlayarak İngiltere’den Kuzey Amerika kıtasına yeni göçmen gidenler, bu kuşu "Turkey"olarak biliyorlardı. 1776 devrimi sonrası ABD bağımsızlığı ilan edilince, BenjaminFranklin'in, hindinin (Kuzey Amerika yerlisi olduğundan) ABD maskotu olmasını istediğisöylenir. Yerine, ana yurdu gene Kuzey Amerika kıtası olan "Bald Eagle" (Haliaeetusleucocephalus) [kel kartal] seçilmiştir.

27. İngiliz yazarları, Türklerin yoğurdu ile tanıştıklarını ilk kez 1625 yılındayayınlamışlardır. Ancak, yoğurt mayasının bilimsel adı da "Lactobacillus bulgaricus" ve"streptococcus thermophilus" olarak tarihe geçirildi. Bu da, Türklerin öz mayaları üzerineyeterince yazı yazmamalarından dolayı olsa gerekir.

28. Cinlilerin bu ticaret'ten çok para kazanmaları diğer ulusların dikkatini çekti.Sonucunda bu sır, tarihi yorumlara göre M.S. 6’ ıncı yüzyılda, bir kamış dolusu ipekböceğikozası çalan bir kişi tarafından dünyanın diğer köselerine dağıtıldı.

29. Gökalp’ın deyimleri ile "Civilization--medeniyet." "Civilization" da Latince köklü olup,genel yurttaşlık ve yasalara saygı anlamına kullanılmıştır.

30. Bugünkü İngilizlerin ataları sayılırlar.

31. Tacitus, The Agricola and the Germania, H. Mattigly (Tr.), Revised by S. A. Hanford(London, 1970). S. 62-64.

32. Agricola, Roma’nın o günlerde bir eyaleti olan Britanya'ya Vali olarak tayin edilmişolup, ayni zamanda tarihçi Tacitus'un da kayın babası idi.

Page 71: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

71

33. O günlerde Gaul'luler, buğun de olduğu gibi, günümüz Fransasının kuzeyindeyasıyorlardı. Britanyalılarla akraba oldukları kabul edilir.

34. Romalılar ana dilleri olan Latinceyi, yönetimleri altına aldıkları bölgelerde dekullandılar ve yaydılar.

35. Bak Peter Salway, "Roman Britain: (c.55 BC-c. AD 440)" The Oxford History ofBritain, Kenneth O. Morgan, (Ed.) (Oxford, 1984). S. 20-21.

36. Tacitus, Britain and Germany [Agricola] Ceviren, H. Mattingly. (London, 1948). S. 65-66.

37. Pek çok dillere çevrilmiştir.

38. Eflatun'un bu sözleri, S. S. Aydemir, İkinci Adam (1938- 1950). (İstanbul, 1975)İkinci Cilt. 3cu baskı. S. 431–432 den buraya aktarılmıştır.

39. Gene, Aydemir, İkinci Adam. S. 471. den aktarılmıştır.

40. ABD nin ilk Başkanı (1789–1797).

41. ABD'nin uçuncu Başkanı (1801–1809).

42. Kuzey Amerika kıtası, 1776 Amerikan Devrimi'ne kadar İngiltere’nin bir kolonisi(sömürgesi) olarak yönetilmişti.

43. Örneğin: Harvard (1636), Yale (1701), Princeton (1766 da College of New Jerseyolarak kuruldu).

44. Mühendislik okullarının eğitim çizelgeleri içinde de, gene "temel bilimler" okutulur.

45. Örnek olması bakımından: Harvard üniversitesi merkez kütüphane koleksiyonu altımilyon; ABD Kongre kütüphanesi yirmi milyon cilt'ten büyüktür.

46. Bir görüşe göre ortalama %70i. Bak: Barron's; Fortune; Business Week dergileri,yıllık değerlendirme sayıları.

47. Konu ile ilgili olarak bak: Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset. (Ankara: Türk TarihKurumu, 1976). Akçura’ nın bu yazısı ilk defa 1904 yılında, Kahire'de yayınlanan Türkgazetesinde basılmıştır.

48. A. G. Dickens, The English Reformation (London, 1974); C. S. L. Davies, Peace, Printand Protestanizm, 1450-1558 (London, 1976).

49. Bu konularda çok sayıda kitap vardır. Örneğin, bak J. Atkinson Martin Luther and theBirth of Protestanizm (1968); E. Erikson Young Man Luther: A Study in Psychoanalysisand History (1962).

50. Hıristiyanlık' ta bütün papazlar, rütbe sırası ile mezheplerinin kilise yönetiminetabidirler. Bir ülke, archbishop yönetiminde "archbishopric" adli belirli büyüklüktekibölgelere ayrılır. Her archbishopric, nüfus yoğunluğuna Gore, bishop yönetiminde"bishopric" adı verilen şehir birimlerine; şehirler de, mahalle düzeyine kadar olanküçüklükteki alt bölümlerde, monsignor yönetiminde "dioscese" adlı dini yönetimbölgelerine ayrılır. Belirli Hıristiyanlık mezheplerinde, "archbishop" yerine başka adlar da

Page 72: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

72

kullanılabilir. Genellikle, Rus Ortodoks Kilisesinin "Metropol" u, Yunan Ortodoks Kilisesinin"Başpiskopos" u ve Anglikan "Archbishop" u bir düzeyde olan ruhanilerdir.

51. Bilindiği gibi, II. Roma, Constantinople (İstanbul) idi. Roma İmparatorluğunun çökmedevrinde, M.S. 325 yılında, Nicea (Iznik) Konseyi’ nde "Doğu Ortodoks" dini resmiyetkazandı. Bu Mezhebin başında Bizans İmparator’u bulunuyordu. Bak D. Bowder, The Ageof Constantine and Julian (1978); R. MacMullen, Christianizing the Roman Empire A.D.100-400 (1984); N. V. Riasanovsky, A History of Russia (1969).

52. Günümüzde "Patriarch" genellikle Rus, Yunan, Ermeni, Gürcü, Süryani, Copt, v.b.milli kiliselerinin başlarındaki en yüksek rütbeli ve kıdemli ruhanilerdir.

53. Bir kişinin İslamiyet’i kabulü ile Müslüman olmadan önceki ulusal köken ve dininebakmaksızın "inanmışlar topluluğuna" ("umma" veya "ümmet") katılmasıdır. Kişi "umma"ya katılınca, soyundan geldiği topluma olan bağlılığına da son verir. Yalnız İslamiyetçıkarına çalışır. İslamiyet’in ortaya çıktığı yüzyıllarda, İslamiyet’i ilk kabul eden veyayanlar Bedevi Arap'lar idi. Umma yolu ile yayılan da Arap dili, mayası ve yargı değerlerioldu. Marx, Engele gibi Komünistliğin kurucuları; Lenin, Stalin gibi komünizmin yayıcılarıbu gerçekleri çok iyi biliyorlardı. 1917 sonrası "Uluslararasıcılık" (Internationalizm,Kozmopolizm) adı altinda "Sovyet Kişiliği" kavramlarını da bu yönde geliştirdiler.Sonucunda yararlananlar da Rus milliyetçiliği, dili, mayası oldu.

54. M. G. S. Hodgson, The Venture of Islam: Conscience and History in a WorldCivilization; H. A. R. Gibb, Mohammedanism, an Historical Survey (1949). BugünküAfganistan’ın Kuzey ve Batısında 10–12’ inci yüzyıllar arasında yasayan Türk Gaznevidevletinin hükümdarlarından Sultan Mahmud' un (hükümdarlığı: 998–1030) maiyetindekiFarslı şair Firdevsi, bu dönemde eski İran kökenlerinden topladığı Şahname adlı destanıyazmıştı. Bak: C. E. Bosworth, The Gaznavids ve kullandığı kaynaklar. Firdevsi, Arap dilibaskısı altında kaybolmak tehlikesinde kalan Farsçaya işaretle "Bu eserimle Acem dilinidirilttim" diye böbürlenmiştir. İki örneği verilen bu tutumları ile İranlıların kendi "maya"larını dışardan gelen etkenlerin içinde boğulmaktan ne gibi yöntemlerle kurtardıklarıgörülebilir.

55. Bak H. B. Paksoy, "Nationality and Religion: Three Observations from OmerSeyfettin." Central Asian Survey Vol. 3, No. 3 (1984). Seyfettin'in tecrubelerindençıkardığı derslere dayanarak yazdığı bu üç kısa yazının ilk basıldıkları yer ve tarihleri:"Mehdi" Türk Yurdu Yıl 3, Cilt 5, Şayi 60. 16 Kanunsani, 1329 (1914); Ashab-i Kehfimiz.İçtimai Roman. (İstanbul: Kanaat Kitaphanesi, 1918). [Bu başlık, Kur'an ın 9’ uncusuresinden alınmıştır]; "İlk Düşen Ak." [Bu son parçanın ilk yayınlandığı yer ve tarihbilinmemektedir]. Seyfettin'in yazılarının çoğunluğu 1908 ile olduğu 1920 yılları arasındakaleme alınmıştır. Bak Tahir Alangu, Omer Seyfettin. (Istanbul, 1968).

56. Örnek olarak, bak: Oğuz Destanı (Resideddin Oğuznamesi, Tercüme ve Tahlili),Derleyen Z. V. Togan (1972); İbrahim Kafesoglu, Türk Milli Kültürü (1984). 3’ üncüBaskı; Bahattin Ogel, İslamiyet’ten Önce Türk Kultur Tarihi (1962); E. ChavannesDocuments sur les Tou-kiue (Turc) occidentaux. (Petersbourg, 1903).

57. Gautama Buddha (M. O. 563?-483?), doğuştan Hintli Siddhartha Prensi olarakbiliniyor.

58. Bak: Chu Hsi, Learning to Be a Sage, Daniel K. Gardner (Tr.) (Berkeley, 1990).

59. Bak Z. V. Togan Hatirlar. (Istanbul, 1969).

Page 73: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

73

60. H. Seton-Watson, The Russian Empire 1901-1917. (Oxford, 1967).

61. Bak, H. B. Paksoy, "The 'Basmachi': Turkistan National Liberation Movement 1916-1930s." Modern Encyclopedia of Religions in Russia and the Soviet Union (AcademicPress, 1992).

62. Bak, H. B. Paksoy, "Initial Contacts between the Bolsheviks, the Turkish GrandNational Assembly Government and the US, 1919- 1921" (1989).

63. Bak: Audrey L. Altstadt, "Azerbaijan People's Front" AACAR BULLETIN (of theAssociation for the Advancement of Central Asian Research), Vol. III, No. 1 (Spring1990).

64. Emekli KGB General'i Oleg Kalugin, Bati Berlin gazetesi Tageszeitung'a 25 Haziran1990 gunu verdigi demecinde: "Dogal olarak, uluslari birbirlerine dusurmek KGB'ningorevidir" demis idi.

65. Bak: Turkestan (Supplement to AACAR BULLETIN, Vol. III, No.2 (Fall, 1990).

66. Ornegin, "Mesket"ler Ikinci Dunya Savasi sirasinda, Stalin'in 15 Kasim 1944 gunlu biremri ile, Sovyet cikarlari icin "yaratilmis" bir "ulus" tur. Bu "ulus" icine katistirilan degisikdil, din ve soy'dan olan toplumlar, Kizil ordu'nun Turkiye Cumhuriyeti'ne karsi icindenyuruyus'e gececegi topraklarda yasiyorlardi. Bak: S. Enders Wimbush and RonaldWixman, "The Meskhetian Turks: A New Voice in Soviet Central Asia" Canadian SlavonicPapers Vol. XVII, No. 1. (1975).

67. Bak: Denis Sinor, "Introduction." Radloff, Proben: "Cogu zaman, yeni yapma adlarverilerek [yeni diller] yaratildi. Bunlarin asillarini her zaman bulmak kolay degildir." SouthSiberian Oral Literature: Turkic Texts. (Bloomington, 1967), Uralic and Altaic Series, Vol.79/1, page x.

68. Bak, H. B. Paksoy, ALPAMYSH: Central Asian Identity under Russian Rule. (Hartford,Conn: AACAR Monograph Series, 1989).

69. Bu tur "tarih hirsizliklarini" ortaya koyan calismalar arasinda okunmasi gereklikitaplar: Lowell Tillett, The Great Friendship: Soviet Historians on the non-RussianNationalities. (Chapel Hill, 1969); C. E. Black, Rewriting Russian History: SovietInterpretations of Russia's Past. (NY, 1956); Russia in Asia, Wayne S. Vucinich (Ed.)(Stanford, 1972).

70. "Turklerin tarihi" ile denetlenmemis sapkin bilgileri iceren diger iddia ornekleri icinbak: D. E. Eremeev Etnogenez Turok: proiskhozhdenie i osnovnye etapy ethicheskoiistorii [Turklerin Ethnogezi: toplum tarihinin temelleri] (Moscow, 1971); A. N. BernshtamSotsial'no-ekonomicheskii stroi Orkhano-Eniseiskih Tiurok VI-VIII vekov [Orkhon-YeniseyTurklerinin Sosyo-Ekonomik Tarihi]. (Leningrad, 1946). Ek olarak, Uzbek sovetentsiklopediasi (Tashkent, 1971). SSCB deki butun "cumhuriyet"lerin "SovyetAnsiklopedileri," Moskova'da basilan Bol'shaia sovetskaia entsiklopediia sinin "yerlidillere" cevirisidir. "Cumhuriyet"ine gore, belirli maddeler uzatilmis ya da kisaltilmistir.Ara sira da, diger basimlarda bulunmayan "yerli" maddeler de eklenir.

71. Bak H. B. Paksoy, ALPAMYSH... Rus Imparatorlugunun Asyaya yayilmasinitamamladigi surede, 1873 ile 1891 yillari arasinda, Turklerle ilgili binlerce tarihi belge veyazili tarihler Orta Asya kutuphanelerden toplatilarak St. Petersburg ve Moskova'yagoturuldu. Cogunlugu her arastirmacinin giremiyecegi kutuphanelere konuldu. Bak: ShirMuhammed Mirab Munis ve Muhammed Riza Mirab Agahi, Firdaws al-Ikbal (Harzem

Page 74: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

74

Tarihi) [Cagatay Turkcesi] Yayina hazirlayan: Yuri Bregel (Leiden, 1988). Giris; ve Sayfa54, dip notu 304. Bu bilgi AACAR BULLETIN Vol. III, No. 2 (1990) de ayrica verilmistir.

72. Bak: Z. V. Togan, Turkili Turkistan. (Istanbul, 1981). Ingilizcesi icin, bak: H. B.Paksoy, "Z. V. TOGAN: THE ORIGINS OF THE KAZAKS AND THE OZBEKS", 42ND AnnualMeting, Association for Asian Studies (Chicago, 1990).

73. Bilindigi gibi, "Pan-Turanizm" "Turancilik" ve "Pan-Turkizm" Turkiye Cumhuriyetidisinda es anlamda kullanilan deyimlerdir.

74. L. Cahun Introduction a l'Histoire de l'Asie, Turcs, et Mongols, des Origines a 1405.(Paris, 1896) adli kitabinda, Mogollarin bir irk ustunlugu iddiasi ile futuhat'a basladiginiima eder. Bu kitabin yazildigi gunlerin, Fransiz-Rus "yakinlasma" tarihi (1893-1894) ileolan iliskisi de goz onunde tutulmalidir. [O yillarda, Ruslar "Orta Asya'yi isgal etmekle,uygarlik cagina gecirmek cabasinda olduklarini" ileri surmekte idiler. Bu iddia daha oncediger somurge kuran imparatorluklarca kullanilmis bir "mazeret"ten baska birsey degildi.]Bu iddia'nin varsaydigi iki zayif nokta vardir 1) Mogol ve Turk birdir. Bu dogru olsa idi,Mogollar Turkleri tutsak edip, kendi cikarlari icin kullanmak istemezlerdi. 2) Kaldi ki,Cengiz' in 1227 de olumunden sonra, 1240 yilinda derlenen Mogollarin Gizli Tarihi'ndeMogollarin "irkcilik" iddiasinda bulunduklarini gosterir bir belirti yoktur. Cengiz'in: "Tanrikapi'yi acmis ve dizginleri elimiz'e birakmisti" dediginden soz edilir. [Bak: Mogollarin GizliTarihi. (Turkcesi: A. Temir) (Ankara, 1948). Sayfa 227.] Yani, Cengiz tek basina, kisiselolarak, Tanri'nin emri ile hareket ettigini iddia ediyordu. Ek olarak belirtilmesi gerekir ki,Cengiz'in ordulari kesinlikle cok uluslu idi ki, bu da "atfedilen" "irkciliga" ters dusen birtutumdur. Bak: T. Allsen, Mongol Imperialism (Berkeley, 1987).

75. Bu "Avrupa'da kuvvet dengesi ugrasilarina" [balance of power struggles in Europe],Ingiliz yazar'i Kipling tarafindan "Asya'da Buyuk Oyun" [The Great Game in Asia] takmaadi verilmistir. Bu "oyun" un kokeni ile ilgili arastirmalar icin, bak: Edward Ingram, TheBeginnings of the Great Game in Asia 1828-1834. (Oxford, 1979); a. g. y. Commitmentto Empire: Prophecies of the Great Game in Asia 1797-1800. (Oxford, 1981); a. g. y. InDefense of British India: Great Britain in the Middle East 1775-1842. (London, 1984).Ingiliz ve Rus imparatorluklarina ek olarak, Alman ve Fransiz devletleri de zaman-zamanbu "oyun" u oynamakta idiler.

76. A. H. Vambery, Travels in Central Asia. (London, 1865). Vambery 1860-61 yillariarasinda, istihbarat toplamak maksadi ile, "cer're cikmis dervis" kiliginda Orta Asya'yigezmisti. Bu sure icinde, Turkmen boy'larindan birine esir dustugu tahmin ediliyor.Macaristan'a dondukten sonra, anilarini yazdi. Ornegin, bak: Sketches of Central Asia.(London, 1868).

77. "Pan-Turkizm" iddiasini ilk orta'ya atan Vambery, Ingiliz hukumeti yararina maas ilecalisiyordu. Vambery Macar uyruklu olmasina ragmen, emekli olduktan sonra, kendisineIngiliz emekli maasi baglandi. Bak: M. Kemal Oke, "Prof. Arminius Vambery and Anglo-Ottoman Relations 1889-1907" Bulletin of the Turkish Studies Association, Vol. 9, No. 2.1985.

78. Bak: H. B. Paksoy, "The 'Basmachi': Turkistan National Liberation Movement 1916-1930s." (1992); a. g. y. "Initial Contacts between the Bolsheviks, the Turkish GrandNational Assembly Government and the US, 1919-1921."

79. Istanbul'da "Tekin Alp," takma adi ile yazan Moiz Cohen'in Turan adli kitabi (Istanbul,1914), Alman Genel Kurmayi tarafindan Turkismus und Panturkismus olarak Almanca'yacevirtilmisti (Weimar, 1915). Bu kitap, Ingiliz Deniz Kuvvetleri [Admiralty] IstihbaratDairesince, gizli kaydi ile The Turkish and Pan-Turkish Ideal adi altinda Ingilizce'yecevrildi. (London: Admiralty War Staff, Intelligence Division, 1917). Ek olarak,

Page 75: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

75

Vambery'nin daha once yayinladigi Turkenvolk (Leipzig, 1885) kitabi, gene Ingiliz DenizKuvvetleri Istihbarat Dairesince A Manual on the Turanians and Pan-Turanianism adi ileIngilizce'ye aktarildi (H. M. Government, Naval Staff Intelligence Department: Oxford,November 1918). Z. V. Togan'in yazdigina gore, bu uygulama'yi yapan Sir Denison Rossidi. Bak, Z. V. Togan, Turkili Turkistan ve Yakin Tarihi (istanbul, 1981). J. M. Landau'nunyazdigi Pan-Turkism in Turkey: A study of Irredentism. (London, 1981) adli kitap, "Pan-Turkizm"in 20ci yuzyilda politik nedenlerle kullanilis oyunlarinin yalnizca bir bolumunuicerir.

80. Bak: Mustafa Kemal Nutuk (3 Cilt) (Ankara, 1927). Kazim Karabekir (1882-1948),Osmanli Erkan-i Harbiyesi Istihbarat Subesi Baskanligini yaptigi siralarda bu olaylarla ilgiligorup bildiklerini birkac kitapta toplamistir. K. Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik,Nasil Girdik, Nasil Idare Ettik. (Istanbul, 1937). Karabekir, Enver Pasa'nin (1881-1922)da okul ve calisma arkadasi idi. Dusunce ve gorusleri birbirine uymadigindan, Enver pasa,Birinci Dunya Savasinin basladigi gunlerde binbasi olan Karabekir'i Yarbayliga terfiettirerek Istanbul'dan uzaklastirdi. Bak: K. Karabekir Istiklal Harbinde Enver Pasa.(Istanbul, 1967).

81. Ömer Seyfettin, "Fon Sadrinştaynın Karısı" Yeni Mecmua. Sene 1, Sayi 26. 3Kanunevvel 1917; a. g. y. "Fon Sadrinstaynin Oglu" Yeni Mecmua. Cilt 2, sayi 30. 31Kanunsani 1918.

82. Karabekir'in kitaplarina ek olarak, bak: Arif Baytin, Ilk Dunya Harbinde KafkasCephesi. (Istanbul, 1946).

83. Ornegin, bak: Reiner Olzscha and Georg Cleinow, Turkestan: Die politisch-historienund wirtschaftlichen probleme zentralasiens. (Leipzig, 1942).

84. "Pan-Turkizm"in Avrupa kokenlerinden gelmis ve Avrupa cikarlari icin yaratilmisolmasina ragmen, yurdunu Ruslardan kurtarmak isteyen, ozellikle 1920 sonrasindaAvrupa baskentlerinde yerlesmis olan Orta Asya aydinlarinca uygun bir akim olarakgorulmustu.

85. Ornegin bak: M. Kemal Oke, "Prof. Arminius Vambery and Anglo-Ottoman Relations1889-1907," TSAB; Bilal N. Simsir, Ingiliz Belgeleri ile Sakarya'dan Izmir'e (1921-1922).(Istanbul, 1972).

86. Bu tur basilmakta olan yazilar ve kitaplarin nitelikleri ile ilgili ornekler icin bak: H. B.Paksoy "Central Asia's New Dastans." Central Asian Survey Vol. 6, N. 1, (1987).; a. g. y."M. Ali--Let us Learn our Inheritance: Get to Know Yourself." Cahiers d'Etudes sur la M–diterran–e orientale et le monde turco- iranien Vol. 11, No. 1 (1991); Bahtiyar Nazar"Kutadgu Bilig: One of the First Written Monuments of the Turkic People" AACARBULLETIN, Vol. II, Nos. 1 & 2 (1989); Ayaz Malikov, "The Question of the Turk: The WayOut of the Crisis" AACAR BULLETIN Vol. III, No. 2 (1990).

87. Bu ad ile topluca bilinen Turk yazitlardan bu gun'e kadar incelenmesi yapilmisolanlarin sayisi 33 "kume" yi bulmustur.

88. Bak T. Tekin, A Grammar of Orkhun Turkic. (Bloomington, 1968). Indiana UniversityUralic Altaic Series Vol. 69. Bu kitapta, bilimsel yorumlar ve kaynaklari disinda [Ornegin,H. N. Orkun, Eski Turk Yazitlari. Uc Cilt. (Istanbul, 1936-1941)], bes kumenin Latinharfleri ile Turkceleri ve Ingilizce cevirileri verilmistir.

89. Bak: Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig. Derleyen: Resit Rahmeti Arat. (Ankara: Turk

Page 76: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

76

Tarih Kurumu, 1974). Ikinci baski. 276-282 sayili beyitler.

90. Orhon Yazitlarinin Turk toplumlari uzerindeki yeni yanki ornekleri icin bak: IsmailIsmailov, "Eski Yazili Abidelerde Hemcins Uzviler" Azarbaijan Filologiyasi Meseleleri Vol.2. (Baku: Elm, 1984); Suyerkul Turgunbaev, "Bayirki Kultegin Esteligi: VI - VIIIKilimdardagi Turk Poeziyasinan" Ala Too (Kirgizistan) No. 9, 1988; Qulmat Omuraliev'in(Kazakistan) yazisi uzerine yorumlar: C. Carlson and H. Oraltay "Kul Tegin: Advice on theFuture?" Central Asian Survey, Vol. 2, No. 2 (1983); "Alishir Ibadin, Kuyas Ham Alav"Gulistan (Ozbekistan) No. 9, 1980. Bu sonuncu yazinin İngilizce cevirisi ve dipnotluincelemesi icin bak: H. B. Paksoy "Sun is also Fire" (1987).

91. Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig. Derleyen: Resit Rahmeti Arat. (Ankara: Turk TarihKurumu, 1974). Ikinci baski. Sayfa 34, Beyit 320.

[Bu yazı, 1991 yılında Japon Parlamentosuna bağlı TOYO BUNKO araştırma merkezindeseminer bildirisi olarak okunmuştur.]

"Tarih mi, Yoksa Tarihçilik mi Sona Erdi? (1)"

Bir süre önce, “Tarih’in sona erdiği” ileri sürülmüş idi. Soğuk Savaşçerçevesinde ele alınan bir düşünce olup, ilgili “çarpışmanın” sona ermesiile bundan böyle karşılaştırmalı tarih yazılmasına gerek kalmadığını,kazananların görüşünün tek geçerli gerçek olduğunu vurguluyordu. Ya daöyle gösterilmesi isteniyordu.

“Türk Tarihi, Toplumların Mayası, Uygarlık (1990)” ve “Kutluk Veren BilgiVe 26 Ağustos’a Giden Yol (2000)” yazılarımda, Kutluk Veren Bilginitelikleri üzerinde görüş belirtmiş idim. Aradan gecen süre içinde deKimlikler [IDENTITIES: How Governed, Who Pays? (Carrie, 2001);Türkçesi: Etnik ve Toplumsal Kimlikler Nasıl Oluşur? (KaraM, 2005)Çeviren: Osman Karatay] kitabını yayınladım. Amaç, Kutluk VerenBilgi’nin görevini ne yöntemler ile yerine getirdiğini ele almak idi. Buarada, Kutluk Veren Bilgi ile uğraşanların ne tür yaklaşımlarla işegirişebilecekleri de ana çizgileri ile öneriliyordu. Bu yönde en önemliözelliklerden biri de, Kutluk Veren Bilgi’ye ulaşmak için bütün verileriseslendirip değerlendirmeye almak gereği olarak özetlenebilir.

Sonucunda, Tarih’in sonunun geleceğini savunmanın, güçlüklerin ötesindebir ağırlığı olduğu görüşüne vardım. Ancak, bu düşünce eşliğinde başkabir sorun seçilmeye başlandı: Tarih ile uğraşanların geleceği.

Page 77: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

77

Önce bir örneğe göz atalım. 18inci yüzyılda Napoleon ordusu ile Mısır’açıkmış idi. Amacı, Britanya İmparatorluğunun iki bölümü (Britanya adalarıve Hindistan) arasına Fransa olarak girip, Britanya İmparatorluğununbütün olarak yaşamasını güçleştirmek idi. Britanya İmparatorluğunun buiki bölümü arasındaki yol, Mısır ve Süveyş Kanalı üzerinden geçtiği için,Fransa açısından, Avrupa içi güç dengesinin ağırlığını değiştirmekbakımından oldukça gerçekçi bir yaklaşım idi. Napoleon yanında biruzmanlar topluluğunu da yanında götürmüş idi. 18. Yüzyıl’ın önemli bilimadamlarının bir bölümü bu topluluğu oluşturuyordu. Amaçları, Mısırmaya’sını derinlemesine incelemek ve bulup öğrendiklerini dizinleştirerekdünyaya sunmak idi. Napoleon’un Mısır çıkartması bu açıdan büyükölçüde başarıya ulaştı. Eski Mısırlıların kökenleri üzerine araştırmalarçoğaldı. O süreç içinde bir soru da düşünceleri kurcalamaya başladı:Günümüz Mısırlıları, Eski Mısırlıların torunları mıdır?

Bu soru doğal idi, çünkü varlığı M.Ö. 3000 ve daha öncelerine kadaruzanan Eski Mısır ortalama M.Ö. Üçüncü yüzyıldan bu yana MakedonyalıAlexander’in, sonra Romalıların, Arapların, Memlüklülerin ve Osmanlılarınyönetiminde kalmış idi. (Amiral Nelson’un İngiliz Krallık Donanması ileFransız donanmasını 1798 de Nil ağzındaki Ebubekir Körfezinde yenmesiile Mısır usulca İngiliz siyasi yönetimine geçti). Tarih ile uğraşanlar, busorunun karşılığını elyazma papirüslerden, tas yontma üzerindekiyazılardan ve çağdaş gezginler, gözlemciler ve bilirkişilerin yazdıklarındanaraştırmaya başladılar. Ortaya birkaç yönde görüşler atıldı. Her görüşünkarşı görüşleri de olduğu için, yanıtlar kolaylıkla ak ya da kara olarakanlaşılmıyordu.

Yakın yıllarda, kişisel öz varlık kayıtları (DNA) yordamı ile yapılanaraştırmalarda, günümüz Mısırlılarının, Eski Mısırlı soydan geldikleri ortayakonulmuş oldu. Başka bir deyiş ile Tarih ile uğraşanlar değil,yaşambilimciler bu önemli soruyu açıklığa kavuşturdular. Böylelikle,günümüz Mısırlıları dünya önünde atalarından kalma yapıtlar ve mayalarıile öğünebilir duruma geldiler. Dede Korkut kitabında da belirtildiği gibiboy boylandı, soy soylandı, atalarının yazdıklarının doğruluğu ortayakonulmuş oldu.

Napolyon’un yatak odasının duvarlarını kaplayan kâğıtların içindeki yeşilrengi oluşturan arsenik zehirlenmesi nedeni ile olduğu; Arapyarımadasındaki, binlerce yıl önce yok olmuş yerleşim alanlarınıngökyüzünde dolaşan yapma uydular içindeki yer altı kalıntılarınıgörebilecek aygıtlar yolu ile bulunması; Arizona eyaletindeki büyükçukur’un binlerce yıl önce gökten düşen büyük bir taşça kazılmış

Page 78: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

78

olduğunun delillendirilmesi, tarihçiler değil, doğal bilimcilerin başarısıoldu.

Yakın süreç içinde, Orta Asya’da yüzyıllardır yaşamakta olan Kazakların,kurgu bilim ürünü sayılan Amazonların torunları olup olmadığı Orta Asyadışında yasayan araştırmacılar ve bilim kuruluşlarınca incelenmekte. Buaraştırmacılar da Tarihçi değil. Bu arada, Kazakların, Z. V. Togan’ınanlattığı gibi, Orta Asya’da daha önce yaşamış boyların açılıp-kapanmalarısonucu ortaya çıkmış olduklarını da unutmayalım.

Bu durumda birkaç soru sorulması kaçınılmaz. Bu tur sorulara nedenolacak görüşler, günümüzde ortalıkta dolaşmakta:

-- Nasılsa gerçekler ileride doğal bilimlerce ortaya çıkarılacak. Nedenayrıca kaynak ayırıp tarih incelemesi yapalım?

-- Kitaplara, el yazmalarına gerek yok, kitaplıkları kapatalım.

-- İnsanlık bilimleri artık geçersiz, bütün kaynaklar doğal bilimlereaktarılsın.

Düşüncelere konu olacak sorular da, yukarıdaki görüşlere “mi?” eklenmesiile ortaya atılabilir.

Her bilim dalı öz ana konularında kalmayabilir, bırakılmayabilir. “Ana Dal”bilimleri de değişime uğrayabilir. Örneğin, coğrafya yüzyıllar boyunca (enazından 1500 ile 1900 yılları arasında) en gözde bilim dalı idi. GünümüzdeNASA’nın yaptığı çalışmalar türünde iş gören Portekiz Yön Bulucular Okulu,Keşşaf Beyzade Henry (1394-1460) tarafından kurulmuş idi. Bu okulubitiren Yön Bulucular, gemileri ile okyanusları aşıp, dünyanın yuvarlaklığınıbelgelediler. Karadan bilinen ülkelere denizden ulaşıp, yeni alışveriş yollarıaçtılar; eski alışveriş yollarının önemleri azaldı, develi kervan alışverişiyapan ülkelerin kazançları büyük ölçüde düştü. Geliri azalan bölgelerinsiyasi güçleri azaldı. 20ci yüzyılın başına gelinceye dek, bütün kıtalaraayak basıldı, dağları denizleri aşıldı.

Coğrafya bu sonuçları almış olarak en başarılı düzeyine vardığında, diğerbilimlerce yeni geliştirilen yöntemler yordamı ile harita yapımlarınageçildi. Uçak ve uydular ile alınan görüntüler, el ile çizilenlerden dahakeskin olduğundan, coğrafyacılar, mesleklerini koruyabilmek vegeçimlerini sürdürebilmek için, başka yönlerde kendilerine iş bulmaçabalarına girdiler. Seçim sonuçlarının bölgesel ayrışımlarının dökümleriniyapmak, üretim ve üreticilerinin işletmelerinin bölgesel konumlarınıbelgelemek, suç isleyenlerin yoğunlaşımlarını saptamak gibi dal-

Page 79: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

79

budaklamalar coğrafyacıların ilgi alanına girdi. Dolayısı ile bugün için, bircoğrafya bilim dalının olup-olmadığı tartışma götürebilir.

Bir başka temel dalı, İnsan Bilimleri (Antropoloji), diğer bilim dalları ileyaptığı yarışma sonucu, her yöne büyüdü. Artık yalnız ‘ilkel’ topluluklarıaraştırmıyor: doktor-hasta ilişkilerinden salgın hastalıkların dünyatoplumları üzerindeki etkilerine; iktisadi gelişmelerin askeri yeteneklerüzerindeki izlerinden, dilbiliminin insan düşünce ve duygularınınoluşumuna kadar uzanan bilgisel dilimlerde uzmanlaşıyor.

Özellikle ABD deki İngilizce bölümlerinde görev yapmaya başlayan öğretimüyeleri, en kısa sürede, İngilizce dışında bir konu seçerek araştırmayapmak ve sonuçlarını yayın yolu ile dünyaya duyurmak için kolları sıvar.Örneğin: ABD Texas Tech Üniversitesinde kurulmuş Türk Öyküleri Sandığı(ATON=Archive of Turkish Oral Narrative; http://aton.ttu.edu ) tohumunuatan Profesörler Uysal ve Walker İngilizce konusunda doktorayapmışlardı. Diğer İngilizce profesörleri günümüzde daha çok felsefikonulara eğilmektedirler, ‘teori’ geliştirmekle uğraşmaktadırlar.

Bu arada, Tarih’in Felsefe, Matematik, Fizik gibi diğer bilimlerin tarihlerininyazılmasına katkısı olduğu belirtilebilir. Coğrafya bilmeden tarihin deiçinden kolaylıkla çıkılamaz. Ancak, tarihçi bu bilim ana dallarına dolaylıolarak katkıda bulunur. Bu noktada, Olay Kayıtçısı (vakanüvistlik) ileKutluk Veren Bilgi uğraşı arasındaki ayrışmayı vurgulamak gerekir. BuKutluk Veren Bilgi uğraşı, tarihçiliğin ötesinde çalışmalar yapmaktır.

Dünyanın geçmişi, kümeler arası gerilimler ile doludur. Bu gerilimleringünü gününe kayıt alınması ile olayların derinlemesine incelenerekçıkarılacak dersler arasındaki ayrıcalıklar Olay Kayıtçısı ile Kutluk VerenBilgi uzmanı arasındaki ayrıcalıklardır. A ile B arasındaki çatışma, OlayKayıtçılarınca sıcağı-sıcağına ve günü gününe kaydedilir. Kutluk VerenBilgi Uzmanı (Kutadgu Biligci) dünyada olup bitmiş ve yer almakta olandeğişimleri, süreçleri, birikimleri konumlarına yerleştirerek toplum için yönve yöneylem acılarından araştırır. Buluşlarını topluma geniş kapsamlıolarak aktarır. Toplum da, bünyesinde tartışma açarak, gereklidenetlemeyi yapar, seçimlere giderek çözümler başlatır. Bu tür girişimdebulunmayan, bu tür Kutadgu Biligci yetiştirmeyen toplumlar, diğertoplumların etkisine ve vesayetine girer.

Kurgu Bilim içinde “geri yıllara yolculuk aracı,” sevilen ve tutulan biraygıttır. Geçmiş yüzyıllara yolculuk edip, kitaplar, elyazmalarındanöğrendiklerimizi en azından olayları içinden yaşayarak görebilmek çok içgıdıklayıcı olabilir. Varlığı, Kurgu Bilim’in başlangıcından bu yana

Page 80: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

80

özlenmiştir. Son on yıl içinde ise, fizikçiler bu tür bir aygıtın ileridegerçekleştirilebileceğinden söz etmeye başladılar. Bu gün için, başarı ileyapılıp-yapılamayacağı tartışma götürür. Geçmişte ‘kesinlikle olmayacağı’ileri sürülen olay be gereçleri bugün günlük yaşamımızda gördüğümüz vekullandığımızı unutmadan, bir düşünce uzantısına girebiliriz. Geriyeyolculuk olduğunda, olaylar değiştirilebilir mi? Bir torun gidip babasınındoğumunu önleyebilir mi? Sonucunda, olaylar ne denli değişip günümüzeakabilir? Bu tartışmalar, dünya fizikçiler toplantılarında yer almayabaşladığı gibi, iyi tanınan fizikçiler sözü edilen toplantılardan birinde “buaygıtı gerçekleştirdiğimizde, tarihi değiştirmeyeceğimize söz veriyoruz”türünde demeç vermek yeteneğini kendilerinde görebildiler.

Bilimlerin sürekli olarak birbirleri ile ‘konuşmaları,’ düşünce alışverişiyapmaları, birlikte çözümler üretmeleri söz konusudur. Bu çok önemli birnoktadır: düşünce bir başlangıçtır. Olaylar çabuk ya da yavaş olarakgerçekleşecektir. Bu olaylar, toplumların seçimlerine kalmış düzenlerdegelişir. Düşünceler, eninde-sonunda atılıma geçmeyi öngörür. Bir süreçyaratıcılığı öncüsüdürler. Düşünce ya tam olarak doğmuştur, ya dadoğduktan sonra gelişmesini sürdürecektir. Bu da, düşünceyi ele alantoplumların görgü ve yetenek birikimleri kadar, ileri görüşlülüklerininsonuçlarını kapsar. Dolayısı ile toplumca ve Kutadgu Biligcilercedenetlemesi yapılmayan düşüncelerin ardından gitmenin ne gibi sonuçlarverebileceğini düşünmek gerekir.

Gelecek yazımızda bu hususu irdelemeye devam edeceğiz.

Page 81: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

81

“Tarih mi, Yoksa Tarihçilik mi Sona Erdi? (2)”

Önce tarihçinin ne olup-ne olmadığına özet olarak bir göz atmak yararlıolabilir. İlk “yazılı tarih” in Thucydides’ çe ele alınan, M.Ö. 4. Yüzyıldayapılan Peloponez savaşları üzerine olduğu ileri sürülür. Olaylarıvakanüvistçesine anlatır. Buna karşı Halikarnaslı (Bodrum) Herodot’u(M.Ö. 5’ inci yüzyıl) Thucydides’e karşı gösterenler olabilir. Ancak, tarihyazan kişinin kimliği ve bağlantılı olduğu kümelerin tarih yazımları üzerineolan etkilerinin de düşünce ve denetleme yöntemlerince değerlendirilmesigerekir.

Aradan geçen yüzyıllar içinde, pek çok ‘tarih’ yazılmıştır. Bunların çokbüyük bir bölümünün ‘gazavatname’ ‘fetihname’ ve ‘soylama’ üzerineolabileceklerini unutmamak gerekir. Bu tür yazarların bir bölümünün,yöneticilerin ve hükümdarların verdikleri maaş ile ya da içinde yaşadıklarıtopluluk birimlerini yönetenlerinin yararına çalıştıkları gözden kaçmaz.Romalı Tacitus (M.S. 1’ inci yüzyıl), Kuzey Afrikalı İbn-i Haldun (1332 –1406) belki de tarihten ilk ders çıkarmayı başaran, ve buluşlarını dünyayasunan tarihçilerdir.

Avrupa'nın M.S. 5' inci yüzyıl sonrası ‘karanlığa gömülmesi’ sırasındayazılanların tarih olup-olamayacağı üzerine değişik görüşler ilerisürülmüştür. Ayrı konudur. 1789 Fransız İhtilali öncesi ve sonrasısürecinde Avrupa’ da yazılmaya başlanan tarihlerin, Avrupa' nıngelişmesine büyük katkıda bulunduğu ise kaçınılmaz.

Page 82: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

82

Çünkü tarih, yalnız düşüncelere değil, duygulara da ağırlığını koyar.Sonucunda, veri olarak doğru olmayan ‘bilgi’ler de doğru vegerçekmişçesine toplumların belleğine şırınga ile sızdırılmış gibi görevyapar.

Bu tür duygu temelli tarihler ‘Yanlış hesap Bağdat’ tan döner’ deyimiuyarınca ileride bir gün ortaya çıkarılırsa da, iş işten geçmiştir. Bir yapaybellek ve yapay bilim oluşturulmuştur. Atı alan Üsküdar’ı geçmiştir. Yanızbir ulus ya da toplum değil, komşuları ve insanlığı da boyunduruk altınasokabilecek tohumlar atılmıştır.

Çünkü tarihi anlayabilmek için, tarih üzerine yazılmış tarihlerin, insantoplulukları üzerindeki etkilerini gözden kaçırmamak gerekir. “Gerçek”tarihler kadar, bu tur kurgu-bilimsel tarihlerin gelecek üzerindeki etkisi çokbüyük boyutlardadır.

Leopold von Ranke (1795-1886)’ nin tarihi ‘düzenli ve yandaşsız’ olarakele aldığı ve bilimsel olarak yönlendirdiği genellikle kayıtlara geçmiş biryaklaşımdır. Bu anlayış, ortalama İkinci Dünya Savası sonrasına kadarsürmüş, sonra da “Gündeşlik Ötesi” (post-modern) gibi bir yaklaşımınvarlığından söz edilir olmuştur. Bu en yeni tutum, hiçbir şeyin temelininolmadığı ve gerçeklerin kişilere göre değiştiği varsayımı üzerine kurulmuşgörünmektedir.

Bu durumda, toplumlarca bu güne dek bilinen her tür ‘tarih’yaklaşımlarının temeline kibrit suyu döküldüğü gibi, birbirleri ileuyuşmayan bilgilerin tarih adı altında temcit pilavı gibi ortaya sürülmesikaçınılmaz olmuştur. Artık her türlü düşünce, görüş ve istek, tarih adıaltında sürüme girebiliyor; bu başlık altında içeriklerinin gerçek olduğu ilerisürülebiliyor. Dolayısı ile yukarıdaki gelişmeler ışığında ancak iki yolgörünebilir:

1. Tarihin gerçekten sonu gelmiştir, dolayısı ile tarihçilere artık gerekyoktur;

2. Ya da, 1990’ da (yukarıda adı verilen yazı) önerdiğim gibi, tarihi insanbilimlerinden, hayvan bilimlerine kadar A’ dan Z’ ye geniş bir bellek içindeele almak, tarihi verileri bu bilimlerin birikimleri yardımı ile denetlemek,alınan sonuçları karşılaştırmalı olarak topluma sunmak.

Bu noktada “tarih kesinlikle yansız ve yandaşsız olur mu?” sorusuna dakarşılık aramak gerekir. Çünkü buraya kadar, ‘yandaşlık’ aramadan,gerçeklerin araştırılması üzerinde durduk. Sorumuzun karşılığını ise,çevremize bakarak alabilecek durumdayız. Başka bir deyiş ile önce

Page 83: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

83

yazılmayan tarihin getirdiği eksikliklerin çizelgesinin çıkarılması yanıtvermeye yeterli olacaktır.

Böylece, geriye, ilk sorduğumuz soruya dönüyoruz: tarihçiliğin sonu geldimi? Yerine Kutadgu Biligcilik gelecek mi? Gelmesi gerekir değil; gelecekmi?” Bir soru daha ekleyelim: Gelmez ise, ne olur?

Bu soruya en iyi karşılıklardan birini, Benjamin Franklin vermiştir. 4Temmuz 1776 günü, Amerika’nın Bağımsızlık Bildirgesi’ni imzaladıktansonra, Franklin Filadelfiya’ da ki toplantıdan çıkar. Kapı önünde kendinibekleyen bir küme bulur. O sıralarda, bir kesim Amerikalı, BaşkomutanGeorge Washington’ın Kral olmasını istemektedir. Kral, krallığıgerektireceği için, en büyük soru “kuracağımız yönetim düzeni neolacaktır; krallık mı, cumhuriyet mi?” Franklin karşılık verir:

“Cumhuriyet, hanımefendi; eğer koruyabilirseniz.”

PAN ADLI İKİ KURGUSAL YARATIK:UYDURMA "BELGELERİN" TÜRKLER ZARARINA

KULLANILMALARI1

Günlerini kaval çalmakla geçiren, "beline kadar keçi-belinden yukarı insan"görünümünde olan eski Yunan tanrısı Pan, yalnızca insan düşüncesindeyaşayan bir yaratıktır. Bir tek'inin "Kaf" dağının ardında bile bulunmadığıgünümüzde artık anlaşılmıştır. Efsane kitaplarında anlatıldığı gibi, tanrıPan'in "bir yarışmada birinciliği alması" başka bir düşsel Yunan tanrısı olanApollo'yu kızdırır. Sonucunda, tanrı Apollo, tanrı Pan'in insan kulaklarınıeşek kulakları ile değiştirir.2 Bununla birlikte, ilkel insanlardan kalmaefsane yaratmak içgüdüsünden olagele ki, 19cu yüzyılda iki tane daha"pan" hurafesi ortaya atıldı.3

1. "Pan-Türkizm" Pan-Türanizm adı altında da pazarlanan bu "akım"Türklerce değil, Türk olmayan ancak yetenekli ve bir Avrupaüniversitesinde görevli bir Doğu Bilimleri profesör'ünce yaratılmıştır. 1860larda yer alan bu yaratıcılık, Kraliçeleri her gün çay içen birimparatorluğun yararına idi. Bu profesör, kraliçenin güvenlikgörevlilerinden aylık alıyordu. Emekli olduktan sonra da, Kraliçe'nintebasindan olmamasına karşılık, emekli aylığı almayı sürdürdü.Profesör'ün görüşünce, ortak tarih ve kökenli Türk toplulukları, Çinduvarlarından Viyana'ya kadar olan geniş bir bölge içinde yaşıyorlar veTürkçe konuşuyorlardı.4 Türklerin yaşadığı bu bölge'nin Güney'inde, çay

Page 84: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

84

içenler Kraliçe'sinin Hindistan imparatorluğu var idi. Hindistanimparatorluğunun Kuzey'inde ise, toplumu hiç olmaz ise günde bir kezborşt çorbası içen bir başka imparatorluk yer alıyordu. Kuzey'deki bu borştiçenler imparatorluğu, Güney'deki çay içenler imparatorluğununtopraklarına orduları ile yaklaşmaya çalışmaktaydı. Profesör'un düşündüğügibi, iki imparatorluk arasında ortada kalan Türkler biraraya gelip tuğbağlayacak olsalar, çay içenler imparatorluğunu borşt içenlerimparatorluğundan korumuş olacaklardı. Böylece, çay içenlerimparatorluğu daha güven içinde yaşayabilecekti. Ya da, çay içenlerimparatorluğu yöneticileri böyle düşünüyordu. 19cu yüzyıl içinde,Avrupa'da yeni bir "güç dengesi" oluştürulmasına çalışılıyordu. Bu uğraş'inamacı, tek bir Avrupa devletinin diğerlerine üstün bir duruma geçmesiniengellemek idi. Almanya, Avustürya-Macaristan, Fransa, İngiltere, veRusya, birbirlerini durmadan gözlemekte idiler. Bütün Avrupalı devletlertetik durdukları için, satranç tahtası üzerindeki atılımları andıran buolaylar, Avrupa düzeyinde bir politik-ekonomik durgunluk ve tıkanıklıkyaratmış idi. Dolayısı ile yarışı kazanmayı kendine amaç edinmiş ülkeyöneticileri, atılımları Asya'ya kaydırmaya başladılar. İngiliz şairi Kipling,bu uğraşlara "Asya'daki Büyük Oyun" adını takmıştı.5 Oyunukazanabilmek için, Avrupa ülkelerinin öncelikle ekonomik üstünlükkurmaları, komşularından varlıklı bir düzeye ulaşmaları gerekli idi. Buekonomik üstünlük ise, Asya'da kurulan sömürgelerden ucuz hammaddealıp, yerine, ana ülkelerindeki üretim evlerinde türettikleri malları dahayüksek değerlerle satmak yolu ile gerçekleşecek idi.

2. "Pan-İslam" Bu politik düşünce'nin kaynağı gene 19cu yüzyıl'a,Cemaleddin al-Afgani'ye kadar geri gider.6 Al-Afganı'nin amacı, tek ortakyanları yalnızca bir dine inanmak olan Müslüman toplumlarını, butoplumların kökenlerine, geçmişlerine ve birbirleri ile olan ilişkilerinebakmayarak, bir bayrak altında birleştirip Müslüman ülkeleri üstündesömürge kuran Avrupa devletlerinin boyunduruğundan kurtarmak idi.Toplumu Valkyrie adı ile bilinen başka bir kurgusal yaratığın söylediğiezgileri dinleyerek bira içen üçüncü bir ülke, bu arada Asya'daki BüyükOyun'a katıldı. Bu üçüncü toplumun imparatoru, Avrupa'da "Hasta Adam"olarak bilinen Osmanlı İmparatorluğunun yakın dostu olduğunu belirtmekiçin İstanbul'u ve Orta Doğu'yu gezmeye gitti. Bira içenler imparatorluğuyöneticileri, Asya ve Orta Doğu'da bir İslam İhtilali çıkmasınıkolaylaştırmak istiyorlardı.7 Bu sırada, "Bütün Savaşlara Son Verecek SonSavaş" da başlamak üzere idi.8 Bu savaşı başlatanların amacı tek idi:Avrupa'daki Güç Dengesini bozmak, önderliği ele geçirmek. Bira içenlerimparatorluğu, kahve içenler imparatorlugu9 ordu birliklerini kendi yanındabu "Bütün Savaşlara Son Verecek Son Savaş" a sokmak istiyordu. Kahveiçenler imparatorluğunun (yeryüzündeki konumu dolayısı ile) bira içenlerimparatorluğu yanında savaşa girmesi, çay ve borşt içenlerimparatorluklarının bir bölüm ordularını kahve içenler imparatorluğununDoğu yanında tutmak zorunda bırakacak idi. Bu da, Batı Avrupa yönündeçay ve borşt içenler imparatorlukları orduları ile vuruşmakta olan biraiçenler imparatorluğu ordularının soluk almasına yardımcı olacak idi. Çay

Page 85: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

85

ve borşt içenler imapartorluklarına sonradan askeri güç ile katıştırılantoplumların içindeki büyük bölümler, "din bakımından Müslüman" idiler.Kahve içenler imparatorluğu da "Pan-İslam" bayrağı altında savaşagirdiğinde, bira içenlerin düşüncesine göre, bu Müslüman topluluklatoplulukları kahve içenlerle işbirliği yapacaklardı. Bir "İslam İhtilali"çıkacak idi. Böylece, çay ve borşt içenler imparatorluklarının iç işlerigüçleşecekti. Bira içenler imparatorluğu, kahve içenler imparatorluğununordularını Doğu'da, Kafkaslarda, bu amaçla savaşa sokmayı başardı. İlkbakışta, bira içenlerin istekleri yerine gelmiş ve başarı'ya ulaşmakta idiler.Borşt içenler imparatorluğu, imparatorlarının yaşam tür ve düzeni dolayısıile bir hastalığa yakalandı. Borşt içenler imparatorluğu, ağrı ve sızılarlayatağa düştü. 1917 de iş başına geçen yeni önderleri ise, borşt içenlerimparatorluğunu sıcak savaştan çekti. Yeni borşt içenler imparatorluğununbaşçıları, yeni'den kaldırdıkları bayraklarla, bu kurgusal Pan-Türkizm vePan-İslamizm ikizleri ile, yeni bir savaş başlattılar. Orta Asya kımıziçenlerini, gene eski borşt içenler imparatorluğunun uyguladığı yöntemlerleyönetmek istiyorlardı. "Bütün Savaşlara Son Verecek Son Savaş" 1918 desona erdiğinde, "ABD Başkanı Wilson'un 14 Prensibi" olarak bilinenatılımlar çerçevesinde, Orta Asyalı kımız içenler de bağımsız olmakistediklerini dünyaya duyurdular. Bunun üzerine, çok da us'lu olmayanyeni bir savaş başladı. Yeni borşt içenler imparatorluğu, Orta Asyalı kımıziçenlerin bu doğal isteklerinin temelden "dünyayı işgal etmek" düşüncesiolduğunu çığırışlarla ileri sürdüler. Yeni borşt içenler imparatorluğunun buyaratıcılıkları Avrupa kamu oyuna tezlikle aktarıldı. Avrupa'da el altındansessizce yapılan anlaşmalarla, kurgusal ikizlerce ileri sürülen tutumların"Doğru" olduğu deme lerle dünya'ya bildirildi. 1939-1945 İkinci DünyaSavaşı sırasında ABD başkan'i F. D. Roosevelt'in dile getirdiği "DörtBağımsızlık Yasa" si (toplumların söz, din, toplanma ve yolculuk etmekistekleri sınırlanamaz) da kulak ardı edildi, Orta Asyalı kımız içenlereuygulanmadı.10 Bu gibi sağırlıkların uluslararası konumlarda yer alması deyeni bir olay değildi. Orta çağlarda yer almış olan Haçlı Seferleri, bu yoldaileri atılmış politik çözümlerin başında gelir. Kendi iç işlerindeki güçlüklereçözüm bulamayan Hristiyan dini önderler, toplumlarının iç sıkıntılarını "dışdüşmanlara" yöneltmek için "din" savaşlarına girdiler. 19cu yüzyılınbaşlarından başlayarak, Avrupa'lı yöneticiler önceki (ortaçağlardaki) HaçlıSeferlerinde kullanılan görüntü ve sözleri kullandılar. Bu evrensel "dışpolitika" yolu ile kendi buyruklarındaki yurttaşlarının dikkatlerini iç işlerdenve sıkıntılardan uzaklaştırmaya çalıştılar. Duyguları ile kendilerinden saklıoynanan mümin toplumlar, iç rahatlığı ile körü-körüne bu çağırılarauydular. Bu toplumlar kısa sürede gerçekleri öğrenmeye başladılar: savaşalanında erler ölür, özellikle olayları toplu olarak göremeyen ve cahil olantoplumların erleri. Zaman değişir. Ancak, anlaşıldığına göre, her zamandaha iyiye doğru da değil. Türkler de, Avrupa'nin ileri gelen ulusları gibi,bir imparatorluk sürecinden geçtiler. Ancak, geçirdikleri imparatorluksürecinin bütün sorumluluklarından kendilerini arınmış gören komşularınıngözünde, Türkler bu sorumluluklarından arınmış değiller. "Hesap"hanelerine yazılan aşırı "faiz" ve her türlü "ceza" yı ödemiş olmalarınarağmen, Türklerden hala ödeme yapmasını isteyenler vardır. Hiç değilse,

Page 86: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

86

yazdıkları tarih kitapları içinde Türklerden "tahsilat yapmak" isteyenlerbulunur. Unutulmamalı ki, gelecek olaylar, büyük bir çoğunlukla bu tür"eski defterler" içinde yazılı olaylara göre yönlendirilecektir. Dünya'da varolan Türklerin çoğunluğu, kendi çevrelerinde ve üzerlerinde döndürülenoyunlara bakmadan, hala hiç uzaklaşmadıkları anayurtlarındayaşamaktadır. Bu gerçeği göremeyenlerce de, nereden ve nasıl gelmişolurlarsa olsunlar, Türkler zararına kurgusal ikiz Pan suçlamalarındabulunulmakta. Türkler günümüze kadar "söz gümüş ise, sükût altın'dır"diye yanlış bir düşünce altında yaşamaktadırlar. Gerçeklerin ortayaatılmasına yarayacak her tür tartışmaya girişmeyi de, "çelebiliğe"yedirememişler ya da yakıştıramamışlardır. Ne de olsa, ataları "doğrulukyerini bulur" dememişmiydi? Bu atalar sözünün doğruluğu su götürmez.Yalnız, bu atalar sözü, doğruluğun hangi gün yerini bulacağı üzerinde birbilgi vermez. Doğruluk yerini bulmaya hazırlanadursun, bu sırada "Atı'alan da Üsküdar'ı geçmektedir." Verilecek zarar verilmiş, Ortak Pazar'agiriş dilekçe'si geri çevrilmiş ve ekonomik yaradan akan kanlar göllenmeyebaşlamış, gövde güçsüz kalmaya başlamıştır. Osmanlı Amirali BarbarosHayreddin'in (1466-1546) adının Akdeniz kıyılarında oturan Avrupalılarcasöz dinlemeyen çocukları korkutmak için "öcü" anlamında kullanıldığı, veböylece çocukların söz dinlemeye zorlandıkları iyi bilinir. Bu yoldan,Türk'ün öcü olduğu efsanesi genç beyinlere yerleştirilmekte,büyüdüklerinde devlet adamı, tüccar vb. olan bu çocuklarda yerleşenkorkunun sonucunda Türkler bugün zarar görmektedir. "Ağaç yaş ikeneğilir." Ek olarak, Barbaros Hayreddin'e atfedilen "öcülük" hurafelerininbenzerleri, yazılı olarak ta yaratılmıştır. Bunların en eskilerinden ve siyasinedenlerle yazılmış olanlardan biri 1473 yılına, II. Mehmet'in (1432-1481)Bizans imparatorluğuna son vermesinden yirmi yıl sonrasına kadar gerigider. Bu küçük eser'de, Fatih güya "....yaptığı ve yapacağı fetihlerleöğünmektedir...." Bu eserin, kişisel atılımı çok gelişmiş bir kişiceuydurulduğu günümüzde biliniyor. Üstelik, Avrupalı'ların "Türk'lere karşıkoyma yeteneğinin ne denli güçlü olduğunu göstermek için," bu"mektubun" sanki Türkçe'den "çevrilmiş" gibi gösterildiği de orta'yaçıkmıştır.11 Günümüzde bilindiğine göre, bu türden üçyüzden artık değişikmektup, Türkçe'den dilmaçlarca "çevrilmiş" gibi en az altı dil'de yazılmış,yayınlanmış ve o yüzyıllarda binlerle sayısı dağıtılmıştır.12 Bu mektuplarınamacının da Avrupalıları korkutup, bir birliğe yanaşmalarını sağlamakolduğu görülmektedir. Katolik ya da Protestan mezhepleri üyeleri olanyazarları ise, kendi yandaşlarını diğer Hristiyan mezhebine karşı savaş'açağırmaktadır. Bu yazarların ileri sürdüğüne göre, örneğin eğer Katoliklerbiraraya gelip Protestanlari vurmazlar "dinlerini birleştirmezler, Protestandenen ayırıcıların elinden kurtarmazlar" ise, "öcü" Türkler gelip herşeyiHristiyanların elinden alacaklardır. Bu da, bir dış yağı yaratmak --vetoplum'un iç sıkıntılarını dağıtmak-- yönteminden başka birşey değil idi. Buyöntem, bu gün de bütün canlılığı ile yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Bu türpropaganda'nın 15ci yüzyıl içinde bile pek yeni olmadığı biliniyor. Bizansimparator'u Leo VI (865- 911) ca yapıldığı söylenen "Türklerin Son'ununGeldiği" kehanet'i, 16ci yüzyıl Avrupa'sında yazılan dini-politik kavgayazılarına da kaynak olarak alınmıştır.13 Bu tür Avrupa iç'i düşüncesel

Page 87: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

87

çarpışmalar yeni yaratılan matbaa harfleri yolu ile Avrupa basımcılarıncageniş ölçüde yayılmakta idi.14 Bu atılım, günümüzde elektronik iletişimaraçları ile --yalnızca radyo, televizyon ve video makaraları yolu ile değil--bilgisayar iletişim ağları ve bilgisayarlı bilgi sandıkları ile karşılaştırılabilir.Nasıl ki, 15ci yüzyılda basılmaya başlanan bu tür ilk eserler önceleri kamuoyuna açık değildiler (yalnızca, sayıları az olan okur-yazarlarcabiliniyordu), 20ci yüzyılda bilgisayarlara geçirilmiş bilgisayarlı bilgisandıkları da ilk bakışta kamu oyunca gorulemezler. Bu gibi her kişi'yeaçık olmayan kapalı köşelerde beslenme ortam'i bulup filizlenen karanlıkdüşünceler, sonradan büyütülerek kamu oy'una sunuluyor. Bulaşıcıhastalık gibi bir ağızdan diğer yayın'a geçiyor ve ortalığı kırana koyuyor.Bir gözlem yapılabilir: "Bir deli kuyu'ya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış.""Ayıkla pirincin taşını." Ruslar, Avrupa'dan çok şeyler kapmış,öğrenmişlerdir. Bu propaganda uygulamaları da, Rusların Avrupa'danöğrendikleri arasındadır. 17ci yüzyıldan başlayarak, bu propagandamektupları ve kitapçıkları da Rusça'ya çevrilmiştir. Bugün bilindiği gibi,Orta çağlar'dan başlayarak, Asya bozkırlarının Batı kıyılarında kullanılmayabaşlanan ilk uluslararası anlaşma ve antlaşma dili Türkçe idi. O süre içindede, Rus yöneticilerini atayıcı ve bu yöneticilerin yasal olduğunu belirtirbelgeler de Rusça'dan çok Türkçe olarak yazılmışlardı. Moskova, Vladimirve Suzdal gibi Rus şehir devletlerinin başçıları'nın yasallıkları bile Altınordubozkır törelerince saptanmakta idi. Örneğin, Korkunç İvan (carligi 1533-1584) önceleri kendi başına Rus tahtına çıkmayarak, yerine Bekbulat adlıbir Altınordulu Türk'un çar olmasını desteklemişti.15 Türkçe'nin dil yapısı,Rus dışişleri yazıcılarının ve görevlilerinin de dillerini de etkilemekte idi.Hatta, Rus edebi yazarlarının eserlerinde bile Türkçe'nin etkileri veTürklerin türünde yazı yazma özentileri görülmeye başlamıştı.16 Kendiyaratıcılıkları bittiğinde ya da yetmediğinde de, Rus yazarları eski Türkyazılarını kendilerinin imiş gibi göstermekten de kaçınmamışlardı.17

20ci yüzyılda "Asya'daki Büyük Oyun" ve "Doğu Sorunu" konularınınAvrupa'nin önemli işler gündem'lerinin başında yer almaları, yöneticilerinitaraf tutmaya yöneltti. Kamu oyu oluşturma çabaları yoğunlaştı. BirFransız yazarı açıkça Türkleri savundu.18 Buna karşı, 1919 Versailles BarışToplantısına katılan diplomatlar Başkan Wilson'un Birinci Dünya Savaşısonrası "Yeni Dünya Düzeni" görüşü'ne olumsuz baktiklarindan, Türkleridışlayan bir karşı düzen özet'i yayınladılar.19 Yayınlanan sözlerin orantılıdeğerlerine bakmaksızın, sonuç alınmış oldu. Kuzey ve Doğu Asya'da,Sovyet devlet kuruluşları yeni kazanılmış bir güç ile atılımlara başladılar.Rus yöneticileri yalnız kurgusal ikiz olan Pan ları yeniden canlandırmaklakalmadılar, eski Türk yazılı anıtlarının içindeki gerçekleri de değiştirmeyeçalıştılar.20

Bu kapsamda, bağımsızlığını 1919-1924 yılları arasında bir kurtuluş savaşıvererek kazanmış olan genç Türkiye Cumhuriyeti de diplomatik veekonomik alanlarda tek başına bırakılmaya çalışılıyordu. Bütün bu uğraşlar--bir önceki oyunculara yenilerinin de katıldığı-- gene bir Büyük Savaş'inçıkacağı 1930larda kesinleşinceye kadar el altından sürdürüldü. İkinci

Page 88: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

88

Dünya Savaş'ı 1939 da başladığında, kurgusal ikiz Pan lar gene masalkitaplarından çıkarılıp orta'ya sürüldüler. Öte yandan da Avrupa'lıvuruşmacılar gene Türkleri kendi yanlarına, kendi yararları uğruna (vediğer vuruşmacılara karşı) kullanmak üzere çekmeye çalıştılar. BirinciDünya Savaş'i öncesi olduğu gibi Türkler üzerine baskı yapılmayabaşlandı.Kurgusal ikiz Pan lar Türklerin zararına orta'ya atılıp kullanıldıkça,Türklerin bu akımlara karşı verdikleri geleneksel karşılıklar iki'ye ayrılır: 1)derin bir sessizlik; 2) geleneksel Türk belgelerine inatla bağlı kalmak.21Bir ulus'un tarihi, kendi başına bir boşluk içinde ve diğer ulus'ların tarihleriile ilişkisiz olarak yazılamaz. Türklerin dünya üzerindeki politik konumunugene dünya olayları çerçevesi içinde ele alan (ve kurgusal ikiz Pan larakarşı ilk uyarıcı yazı örneği veren) Türklerden biri, 1904 yılında YusufAkçura olmuştur.22 Akçura'nın hemen ardından, 19 ve 20ci yüzyıllarınpolitik gerçeklerini köklü olarak kavramış olan ve açıklayıcı incelemeleri iletoplum'a anlatan Kazım Karabekir gelir. Karabekir de, kurgusal ikiz Panları bu acı'dan ele alır.23

Son yıllarda, Orta Asya'da da ilgili konuları içeren yazılar yazılmakta veyayınlanmaktadır.24 Kurgusal düşler, yalancı belgeler ve efsane yaratmakişlemleri, herşeyden önce "maya" kavram ve tanımına bağlıdır.25 EğerTürkler kendi tarih ve maya'larına kendi gözleri ile bakıp, bunları kendikavramlarına bağlı olarak yazmazlar ise, uluslararası dusuncesel ve politikalanlarda oyuncak olarak kalmaya mahkumdurlar. Örneğin, Fransıztarihçisi Fernand Braudel Fransa tarihini yazarken, İngiliz tarihçileri A. J. P.Taylor ya da Toynbee'den örnek kullanmak gereğini duymamaktadir. Butür tutumlar, tersi için de geçerlidir. Bir "genel tarih" yazılabilmesi için,önce her toplumun tarihinin ayrıntıları ile tek-tek yazılması gerekir.Kısacası: "Gök kubbe'de kalan hoş seda" sözü, oz olarak doğrudur. "Suüzerine yazı yazmaya" eşittir. Konuşulup ta kâğıda dokulmeyendüşünceler kaybolup gidecektir. Buna karşılık: iş yapacak, karar verecekkişiler, yazıları okuyarak düşünmekte ve uygulamalara geçmektedirler.

KAYNAKLAR:• 1. Bu bildiri İngilizce olarak Centre d'tudes et de Recherches İnternationales /Fondation Nationale des Sciences Politiques tarafından Ekim 1991 de Paris'tedüzenlenen "LA TURQUİE ET L'AİRE TURQUE DANS LA NOUVELLECONFİGURATİON REGİONALE ET INTERNATiONALE: MONTEE EN PUİSSANCE OUMARGİNALİSATİON" başlıklı toplantı'da okunmuş; özeti de, adı geçenkuruluşlarca yayınlanan Cahıers d'Etudes sur la Mediterrane orientale et lemonde türco-iranien dergisinin Ocak 1992 sayısında Fransızca olarakyayınlanmıştır.• 2. Herbert Spencer Robinson & Knox Wilson, Myths and Legends of All Nations(Littlefield-Adams, 1981).• 3. Bilindiği gibi, "Pan" sözcüğü İngilizce'ye geçtikten sonra değişik anlamlardakullanılmıştır. İlk ağızda, "birleştirici" kavramindadir. Örneğin, Kuzey ve GüneyAmerika'yi boydan boy'a aşan kara yolunun adı "Pan-American Highway" dir. Buyol'dan, Amerika kitalarindaki devletlerin birbirleri ile daha sıkı ilişkiler içindeyaşamasına çalışılmıştır. Bu kapsam'da "Pan," 19cu yüzyılda "Pan-Germenizm"(Alman Birliği) ile tarihte görülür. Pan-Germenizm de, "Pan-Slavizm" in

Page 89: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

89

yaratılmasına on-ayak olmuştür. Aşağıda da görüleceği gibi, "pan" Türklere deuzatılarak, "yeni" bir politik akım oluşturulmuştür.• 4. Arminius Vambery, Travels in Central Asia (London, 1865).• 5. Edward İngram, The Beginnings of the Great Game in Asia, 1828-1834(Oxford, 1979).• 6. H. A. R. Gibb, Modern Trends in İslam (Chicago, 1947); Nikki Keddie,Sayyid Jamal ad-Din "al-Afghani." A Political Biography (Berkeley, 1972).• 7. Bu tür bir İslam İhtilalinin nasıl çıkarılabileceği üzerine bu imparatorlukuzmanlarınca hazırlanmış atılım önerisi, günümüzde Yale Üniversitesi elyazmalarıkütüphanesinde saklıdır.• 8. Avrupa kamu oyunda, Birinci Dünya Savaş'ına verilen ad.• 9. Osmanlılar.• 10. Sözü edilen "Four Freedoms," ABD Anayasası'na yapılan Birinci Ek'tenesinlenmistir. Örneğin, bak: S. E. Finer, Five Constitutions (Penguin, 1979).• 11. Daniel Clarke Waugh, The Great Türkeş Defiance: On the History ofthe Apocryphal Correspondence of the Ottoman Sultan in its Muscoviteand Russian Variants (Columbus, OH: Slavica Publishers, 1978).• 12. Sözü edilen dönemde, toplumların büyüklüğü günümüz ile orantılı olarakgöz önünde tutulduğunda, bu sayılar çok büyüktür.• 13. Vaticinium Sever, et Leonis İmperatorum, in quo videtür finisTürcarum in Profetia di Severo (1596). A. Fischer'ce 1920 yılında ZDMG (47)de Arap harfleri ile yeniden yayınlanmıştır. Tarihi olaylar bakımından, 16ci yüzyılkadar, 1920 yılının da Türkler açısından öneminin unutulmaması gerekir.• 14. Philipp Lonicer, Chronicorvm Türcicorvm (Frankfurt, 1584); JohannesLeunclavius, Historiae Mvsvlmanae Tvrcorvm, De Monvmentis ipsorvmexscriptae... (1591).• 15. Edward Louis Keenan, Jr., "Muscovy and Kazan: Some İntroductoryRemarks on the Patterns of Steppe Diplomacy" Slavic Review Vol. XXVİ, No. 4(December, 1967); Omeljan Pritsak, "Moscow, Golden Horde, and the KazanKhanate from a Polycultural Point of View" Slavic Review Vol. XXVİ, No. 4(December, 1967); S. S. Aydemir, Suyu Arayan Adam (İstanbul, 1971).Dördüncü Baskı.• 16. Edward Louis Keenan, Jr., "The Jarlyk of Axmed-Xan to İvan ııı: A NewReading" International Journal of Slavic Linguistics and Poetics XII, 1967.(Mouton, The Hague).• 17. Örnek olarak, Rus Tale of İgor destanı'in Türk kökenleri üzerine OrtaAsya'li yazarlarca ileri sürülmüş görüşler için bak: H. B. Paksoy, "Chora Batır: ATatar Admonition to Future Generations." Studies in ComparativeCommunism Vol. XIX, Nos. 3 & 4, Autumn/Winter 1986.• 18. Felix Valyi, Türk's Last Stand: The Historical Tragedy on theBosphorus (London, 1913). Londra Üniversitesinde yapılmış bir konuşma olup,İngilizce'ye çevrilerek yayınlanmıştır.• 19. Joint Note of the Allied Governments in answer to President Wilson,The Murderous Tyranny of the Türks. Başyazarı: Arnold J. Toynbee (Hodder& Stoughton, 1917). Ünlü tarihçi Toynbee, Paris Barış Toplantısına katılan İngilizdiplomatlarından biri idi. Daha sonra ek yazılar da yazmıştır. Bak: Arnold J.Toynbee and Kenneth P. Kirkwood, Turkey (Charles Scribners, 1927).• 20. H. B. Paksoy, ALPAMYSH: Central Asian İdentity under Russian Rule(Hartford, 1989).• 21. Türk tarihi ile ilgili temel belgelerin kurgusal ikiz Pan lara karşı gelenekselkullanılma yatkinliklari ile ilgili olarak bak: H. B. Paksoy "Central Asia's NewDastans." Central Asian Survey Vol. 6, N. 1, (1987); Bahtiyar Nazarov

Page 90: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

90

"Kutadgu Bilig: One of the First Written Monuments of the Türkic People" H. B.Paksoy, Editor, Central Asia Reader (New York: M. E. Sharpe, 1994).• 22. Yusuf Akçura, Üç Tarz-i Siyaset (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1976). Buyazı ilk önce Kahire'de yayınlanan Türk gazetesinde 1904 yılında basılmış idi.İngilizce çevirisi için, bak: David S. Thomas, "Three Types of Policies" H. B.Paksoy, Editor, Central Asian Monuments (İstanbul: İsis Yayınevi, 1992).• 23. Kazım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, Nasıl Girdik, Nasılİdare Ettik (İstanbul, 1937); a. g. y., İstiklal Harbimizin Esasları (İstanbul,1933-1951); a. g. y., İstiklal Harbinde Enver Paşa (İstanbul, 1967).Karabekir'in yazıları, yayinlandiklari yıllardan çok önce basimevlerine verilmiş idi.Bu kitapların yayinlanmalarinin gecikme nedenleri üzerindeki düşünceler için bak:Erik Jan Zürcher, "Young Türk Memoirs as a Historical Source: Kazım Karabekir'sİstiklal Harbimiz." Middle Eastern Studies Vol. 22, No. 4, October 1986.• 24. Örnekleri için, bak: H. B. Paksoy, "M. Ali--Let us Learn our İnheritance: Getto Know Yourself." Cahıers d'Etudes sur la Mediterrane orientale et lemonde turco-iranien Vol. 11, No. 1 (1991); Ayaz Malikov, "The Question of theTürk: The Way Out of the Crisis" H. B. Paksoy, Editor, Central Asia Reader(New York: M. E. Sharpe, 1994).• 25. Bak: H. B. Paksoy, "Türk Tarihi, Toplumların Mayası, Uygarlık" Annals ofJapan Association for Middle East Studies (Tokyo) No. 7, 1992. Pp. 173-220.Bu yazı, Yeni Forum (Ankara) dergisinin Cilt 13, No. 277, Haziran 1992sayısında yeniden yayımlanmıştır. (sayfa 54-65).

Page 91: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

91

Elma’nın İki Yarısı: Yöneten ve Yönetilen ilişkileri

Yönetenler ve Yönetilenler, bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerinibütünleştirirler. Birinin istekleri ve gerek duydukları, diğerini çok yakındanetkiler. Eğer elmaya kurt düşer ise, her iki bölümünün de değeridüşecektir. Bütün olarak çok özlenen üretim ve tüketim dengesibozulacak, başkaldırmalar Toplumu oluşturan bütün bireyleri sarsacaktır.Elma’nın rengi bozulacak, tadını kaybedip çürüyecektir. Yöneten dilimi,Yönetilensiz var olamaz, yaşayamaz. Yönetilenler olmadan Toplum varolamaz. Dolayısı ile Yönetenler karaya vurmuş balina gibi açıkta kalırlar.Bu gerçek, Yönetim düzeninin adı ve türüne kulak asmaz. Yönetimdüzeninin Çoğulculuk, ya da azınlık güdümlü yönetim düzeni olup-olmaması da önemli değildir. Her iki dilimin karşılıklı, kesin bağımlılıkları,birbirlerine olan sürekli sorumlulukları sonsuzluğa doğru uzar gider.Sorumluluklarından kaçmaya kalkışan, sorumluluklarını savsaklamayaçalışan dilim, dengeyi yeniden kurulamayacak oranda bozar. İki dilimarasındaki bu denge çok önemlidir; tarihin başlangıcından bu yana geçensüre içinde, uzun uğraşlar sonucu geliştirilmiştir. Eğer iki dilimden biri budengeyi bozmaya kalkışacak olur ise, çatışmalar kaçınılmaz olur.

Dünyadaki bütün oyunların kuralları vardır. Bu kurallar bozulduklarında,oyun da bozulmuş olur. Bütün yönetim düzenleri, karşılıklı güç döğüşlerineve sıcak döğüşlere döner. Artık ‘oyun’ iki dilimin karşılıklı “al-gülüm; ver-gülüm” oynaması dışında gelişir; eksi toplamlı sonuçlara ulaşır. Her ikidilimin arasında bir üçüncü topluluk oluşmaya başlar. Bu üçüncü toplulukbundan böyle ‘yeni’ oyunun yöneticisi olacaktır. Bu üçüncü dilim, yalnızcakendini düşünür, diğer iki dilimin durumu umurunda bile değildir. Eşitliğiüstlenmez, güç dengesini yalnızca kendi çıkarları uğruna kullanmak için birgereç olarak görür. Yasal ve Yasadışı konum arasında kurulmuşlardır,yaşarlar; işlerine geldiği gibi, ilk iki dilime sıra ile yanaşıp dengeyi bir oyöne, bir bu yöne çekerek kendi gelirlerini arttırma yoluna giderler. Doğa,

Page 92: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

92

boşluğu ve dengesizliği sevmez. Dolayısı ile, bir üçüncü dilim ortayaçıktığında, kısa sürede karşısında diğer üçüncü dilimler oluşmaya başlar.Böylelikle, yöneten ve yönetilenler arasında, hiç beklenmedik bir anda,dengeyi kendi çıkarları için kullanabilen yeni bir ‘yönetici’ kesim oluşur.

Bu üçüncü kesim yönetici, kesimleri oluşur-oluşmaz, ilk iki dilimden deönemli kişileri kendi yönlerine çekmeye başlayacaktır. Bu işlem sırasında,her iki kesimden ileri gelenlerin ana inançları üzerinde de etki göstermeyebaşlayacak, değerlerin sulandırılması yönünde baskıya girilecektir. Budurum da, yolsuzlukların başgöstermesi ile açığa çıkabilecek, insanlığın vetoplumun binlerce yıllık bilgi birikimi sonucu kurulmuş olan düzenkökünden sallanacaktır.

Üçüncü kesimin tek amacı, yarışmasız ve sorunsuz varlık sahibi olmaktır.Bu yönde: ana para, emek ve diğer olağan kaynakları kullanmadan,yatırımsız ve karşılıksız gelir sağlamaya çalışmaktan kaçınmaz. İlk ikikesimden de kişilerin üçüncü kesim’ce ayartşlması sonucu, Toplum’un candamarını oluşturan kurum ve kuruluşlar da derinden aşınmaya başlar. İlkkuruluş görevlerini yerine getiremediklerinden, bütün ilgili topluluklar, herüç kesim birden büyük kayıplara uğrarlar. Dolayısı ile, bu durumlara karşıtek savunma, üçüncü kesimlerin kurulma ve olusmalarının baştanönlenmesidir. Ancak, uluslararası düzeni etkilemeyi öngören Toplumlar, veYöneticileri, yarıştıkları diğer Toplumlara karşı (gizli ya da açık) birüstünlük sağlayabilmek için, üçüncü kesimleri kurar, ya da kurulmalarınayordam verirler. Bu durumda, dilimleşmelerin tek bir Toplum ya da ulus’aözgü olmadığını kolaylıkla görebiliriz. insanların oluşturduğu bütüntopluluklar, geçmişte ve gelecekte (ilerde, Ay ve Mars gezegenindeoluşturulacak yerleşme alanlarında bile) dünyanın var oluşundan bu yanadeneylere dayalı olarak geliştirilmiş yönetim düzenlerini kullanmakdurumundayız. Bu düzenlerin dışına çıkmak için, belirli Yönetim dilimleriuğraşlara girmeye eğilimli olabilirler. Bunlar üç başlık altında toplanabilir:üretimi durdurmak; kaynakları kurutmak; kişilerin özlerine değişikaçılardan saldırılar.

Bir kesim bu üç yönde atılıma girdiğinde, karşısına aldığı kesimlerden de,adı geçen türde tepkiler alacaktır. Bu tepkilerin de, yönetim düzeyininoluşması gibi, binlerce yıllık bir geçmişten geldiğini unutmamak gerekir.Üstelik, başkaldırmalar başverdiğinde, düzenin daha da gevşemesineneden olunacağını düşüncelerimizde bulundurmak yararlıdır. Gelişmişbilimlerin, Toplumların yaşamları ve çıkarlarının tersine çalışabileceğini deunutmamak gerekir. Örneğin, bir uçak, bir kişinin yaşamınınkurtarılmasına yordam verebileceği gibi, ölümüne de yol açabilir; birhastahane, kişiyi sağlığa kavuşturmak yerine, yaşamını cehennemeçevirebilir. Önemli olarak: Toplumlar, ister-istemez öc alırlar. Toplumakarşı yapılan uygulamalar, uygulayıcılar eli ile yer alır. Toplum buuygulayıcıları eninde-sonunda bularak, onlara da kendi başlarına gelenleriuygularlar. Belki de, Toplumun toplu kalmasını sağlayacak en önemli veride, bu öc alma yeteneği ve isteğidir.

Page 93: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

93

Binlerce yıllık bilgi birikimi sonucu oluşmuş ve kullanmakta olduğumuzyönetim düzenini sürdürebilmek için, öğrenme ve öğretme yeteneklerininaksatılmadan kullanılması gerekmektedir. Ortak bilgiyi paylaştıkça, ortaksonuçları elde etmek için Toplum daha yatkın işbirliğine gidilmesigerektiğini anlayacak ve gerçekleştirmek için çalışacaklardır. Herhangi birüstünlük kurmak isteyen bireyler ya da kesimler bu isteklerini, yukarıdakinedenlerle, unutmalıdırlar. Dolayısı ile burada önerilen, ileride yeralabilecek yangınları önlenebilecek yöntemler üzerinde bir taslak atılımönergesi sunmaktır. Peki, bunca geçmiş veri ve olay el altında iken,öğretilerini bize sunarlar iken, neden bu kadar çok kan dökülüyor?“Oyuncular” gösterilen yolları görmemezlikten geldiklerinden mi, yoksakesinlikle öğrenmek istemediklerinden mi? Tarih boyunca, bireysel veToplumsal kişilikler arasındaki sürekli çekişmeyi açıkça gözleyebiliriz. BuToplum içi ikilem, Toplum ve kişilerin giriştikleri bütün ilişkilerdegözlenebilir. Ancak, günümüzdeki kadar, uygulamalı bilimlerin bu ilişkilerüzerindeki etkileri açığa çıkmamış idi. Bu etkiler, kişi ile yönetici kesiminarasındaki ayrıcalıkların artmasına da neden olmaya başladı. Uygulamalıbilimler, yönetimin yönünü, kapsamını ve nedenlerini değiştirmeyi de---kendi çıkarlarına uydurmak için---üstlenmeye soyundu. İnsanlarolamadan, uygulamalı bilimlerin kendi başlarına herhangi bir iş’ekalkışamayacaklarını unutamayacağımızı kaydedelim. Uygulamalı bilimleryolu ile yönetimi karşılıksız yürütebileceğini düşünen yöneticilere de,geçmişin derinliklerinden gelen bilgilerin kaybolmayacagini anımsatalım.

(H. B. Paksoy, "Leviathan: Identity Interactions between Society andTechnology" Entelequia. Revista İnterdisciplinar, 2006, issue 2, pages157-162 )

Herhangi bir insanın çok ateşli, istekli, atılgan olması doğaldır. Ama, bukişinin kendi çıkarları için ---hangi ad altında olursa olsun----Toplumaaykırı düşecek işlere girişmesi Toplumun topluca çıkarlarına tersdüşecektir. Bu durumda, Toplumun bu terslige karşı çıkarak, sesiniduyurması, sonra da karşı atılıma geçmesi kaçınılmaz. Topluma karşıgelen kişinin adı, kimliği, konumu ne olursa olsun, bu kural değişmez.

Bu yazı IDENTITIES: How Governed, Who Pays? (Lawrence: Carrie,2001) Kitabının ikinci baskısı (Malaga: Entelequia, 2006)http://www.eumed.net/entelequia/es.lib.php?a=b002için yazılan sunuştan Türkçe’ye uygulanmıştır.

Page 94: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

94

Evrim Düşüncesinin Devrimi

Soylu düşünceler, genellikle büyük güçlükleri yaşayanlarca ileri atılır. Busoylu düşünceler dünyayı aydınlatıp, toplumları yüceltebilir. Ancak, bütünileri sürülmüş düşünceler, Toplumsal kuşakların başından geçen düzen’deyaşam sürdürürler: “Para’yi dede kazanır; oğul saklar, torun savurur. ”Buörneğe göre, düşünceler: Bir kuşakta yaratılırlar; İkinci kuşaktakorunurlar; Üçüncü kuşakta dışlanırlar. Ama, düşünceler ölümsüzdür,kullanmakla bitmezler. Bu üçlü aşamadan geçebilen ve gene de yaşayandüşünceler, etkilerini yükselterek sürdürürler. Dördüncü kuşakta, ardındangelenlerin düşlerine girerler; Bir kesim’e güç verir, diğer bir kesim’ekarabasan gösterirler.

1530-1540 li yıllarda İngiliz kralı VIII. Henry (1491-1547) Roma (Vatikan)Katolikliğini İngiliz devlet inancı olmaktan çıkardı ve İngilteredeki RomaKatolik kilisesini kaldırdı, bu inançsal kurumun bütün kollarının, dal vebudaklarının varlığına toptan el koydu. Nedeni, bir dış güc’ün, İngiliztoplumuna uzaktan, İngiliz toplumunun çıkarlarına ters yönde etkiyapması idi. Yerine İngiliz (Anglikan) ulusal kilisesini kurdu. (Bu kiliseKatolikliğe de kol açmıştır, ama, yalnız İngiliz Katolikligine). Kral II. James(1633-1701) ile Vatikan Katolikligi İngiltere’ye geri geldi; II. James, bütünüst düzey yöneticilerini Katolikler arasından atadı. Toplum ve başındakiyönetici kesim bu geri gelmeye ilgisiz kalmadı. Toplumun katılımı ilegerçekleştirilen 1688 kansız Görkemli Devrimi (Glorious Revolution),İngilteredeki (II. James ce yerleştirilmiş) bütün yüksek görevlerdekiKatoliklerin görevlerinden alınması ve yerlerine Protestanların atanmasısonucunu verdi.

En sonunda, VIII. Henry’nin başlattığı bağımsız İngiliz kilisesi atılımıbaşarıya ulaştı. 1776 Amerikan Devrimi de, değişik olaylar ile denenmişidi. Onüç Amerikan Yerleşim Alan’i, 1776 da İngiltere’den bağımsızlıklarını

Page 95: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

95

kazanmış idiler; 1787 yılında da, Anayasa üzerinde anlaşıp, ortaklaşaAmerika Birleşik Devletlerinin temelini attılar. Bu arada, İngiltere ileFransa arasındaki, dünya çevresindeki savaş kızştığından, İngilizdonanması Amerikan alış-veriş gemilerini durdurup Amerikan denizcileriniİngiliz donanmasına Fransızlara karşı çarpışmak üzere (istek ve seçimleridışında) almaya başladı. Bu da, genç ABD nin, Fransa ile olan yüksekkertedeki yaşam alışverişini büyük ölçüde aksattığından, 1812 yılındaABD’nin İngiltere’ye savaş açmasına neden oldu. İngiltere, Fransa ve ABDile savaşırken, Fransa da, Napolyon’un başçılığında Ruslarla da savaşagirdi. ABD nin ne savaş bilen komutanları, ne de donanması vardı. İngilizdonanması ABD limanlarını kapattı; İngiliz birlikleri Washington’a girip,Beyaz Sarayı (ve diğer önemli yapıları) yaktılar. Amerikalılar da karadaçete, denizde de korsan savaşları vermeye başladılar. Amerikandonanması Büyük Göllerde de İngilizlerle vurusmalara girdi. ABD ninyedinci Başkanı olarak görev yapacak olan (1829-1837) Andrew Jackson(1767-1845) komutasındaki kara birlikleri, hiç beklenmedik düzeydegüçlükleri yenerek New Orleans’a vardı ve İngiliz birliklerini yendi. Ghentantlaşması ile 1814 yılı sonunda savaş sona erdi. Böylelikle, 1776Amerikan devrimi sınanmış ve ergenliğini kazanmış oldu.

1789 çoğulcu Fransız Devriminin, ‘çocuklarını yemeye başlaması’ ilk olarakNapolyon’un (1769-1821) başçılığında gene imparatorluğa dönüşmesi(1804), sonra krallığın Bourbon’larca yeniden kurulması (1814) ile sürer.Çoğulculuk ile elde ettiği kazançlarının büyük bir bölümünü (özellikleinançlar açısından) krallık döneminde geri vermesi ve sonra genecumhuriyet’e geri dönmesi de Fransız cumhuriyet uğraşının başındangeçenleri özetler. Üstelik, bu çekişme, Fransanın ikinci ve üçüncücumhuriyetleri arasına 1852 den 1870 yılına kadar süren II. Napolyonimparatorluğun girmesi ile daha da uzun bir sürece yayılmış bulunuyor.Osmanlı Tanzimat’inin 1839-1876 arasında yer aldığı anımsanırsa,Tanzimatçıların cumhuriyetçiliği mi, yoksa krallığı mi bu 1789 FransızDevrimi çerçevesinde ele aldığını düşünmek gerekir.[Bkz: H.B. Paksoy, “Köprülü/Veles (Yugoslavia) Ottoman Garrison'sResponse to the 1909 Recidivist Uprising in İstanbul” Essays on CentralAsia (Lawrence: Carrie, 1999) ]http://vlib.iue.it/carrie/texts/carrie_books/paksoy-6/

1917 Rus Devriminin başlangıç ilkeleri ile, vardığı ‘son’ arasındakiayrıcalıklar (uygulama açıkları) ilgi çekici bir görünüm gösterir. Lenin(1870-1924), 1917 de Alman Askeri istihbaratının yardımı ile Moskova’yadönüp (Alman Ordusunun düşündüğü ve istediği gibi), Rusimparatorluğuna son verip, Birinci Dünya savaşından çıkardı. İlk yaptığıişlerden biri de, olası bir karşı devrimi önlemek için, bir “Bilgi Toplamaörgütü” kurmak oldu. Marx’in (1818-1883) kuramlarını ‘Bolşeviklik’ olarakuygulamaya başladı. Ardından gelen Stalin (1879-1953), in uygulamalarıile Marx’in düşünceleri ile ‘uygulamalar’ arasındaki açıklık daha da büyüdü.Stalin’in ardından işbaşına gelen Sovyet Komünist Partisi Genel

Page 96: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

96

Sekreterleri Khruscev-Brezhnev-Andropov-Chernenko Sovyetler Birliğinindağılmasını değişik yöntemlerle önlemeye çalıştılar. Gorbachov, bilineniyerine getirdi ve “Sovyetliğe” son verildiğini açıkladı. 1991 de son verildiğisöylenen Marx-Lenin Sovyet Komünizmi, 1991-1993 yılları arasında gerigelmeye çalıştı ise de, Yeltsin (1931-2007) bu başkaldırmayı Rus ordusu(ve ABD’nin verdiği dolar desteği ile) ile bastırdı. Özetlenecek olursa, herbir devrim’in “karsi devrim girisimi” olduğu gözlenebilir. Bu, düşüncelerinuğraşı olarak görülmelidir, doğaldır. Karşı devrime başarı ile koyabilenDüşünce, ölümsüzlüğe aday olur. Ancak, bu “Karşı Devrim” her kişice veyer aldığı süreç içinde görülemez, anlaşılamaz. Düşünce İşverenlerinin,Toplum'un toplu yararları için, bu konuda da duyarlı olarak sesleriniduyurmaları gereklidir. [Bkz H.B. Paksoy, “Toplum Olarak Varılmakİstenen Sonuç Nedir?” Düşüncelerin Kökenleri (Floransa: Carrie, 2006)]http://vlib.iue.it/carrie/texts/carrie_books/paksoy-10/paksoy_düşüncelerin-kökenleri.pdf

Yukarıdaki örneklerin tümü özgürlük ve egemenlik düşünceleri üzerinekurulmuştur. Başlangıçları, Toplumları sürükleyen bir Düşünce’dir. HiçbirToplumsal değişim, atılım ya da yenilenme, öz düşüncesi yerleşmedenönce başarıya ulaşamaz. Bu aşamalarda, en iyi isteklerle yola çıkmış olanDüşünce İşverenlerinin, düşünce ve görüşlerinin çarpıtıldığı, uygulama yönve yöntemlerinin değiştirildiği de hiç görülmemiş bir olay değildir. Kaldı ki,diğer yerleşim alanlarında da olduğu gibi, Avrupanın düşünceselgelişmesinin ardında bir üçlü boğuşma vardır: Tanrı (Hristiyanlık ve adınakurulan kiliseler); Kral (vergi toplamak ve topluma sorulmadan yapılanyasaları uygulamak); Toplum (vergi vermek ve askerlik yapmak). Busacayağı türü üç köşeli ilişkiler var güçleri ile birbirlerine üstünlüksağlamaya çalışırlar. Bu boğuşmanın sonucunda, güç de olsa, aydınlığayaklaşılır. Bu üçlü sacayağını birlesiren ya da ayıran; savaştıran ya dabarıştıran da bir başka üçlü sacayağıdır. Bkz: H.B. Paksoy, “Bilmek,Anlamak, Yapmak” http://www.usakgundem.com/uayazar.php?id=615

Unutulmaması da gereklidir ki, devrimlerin evrimi yalnız dıştan değil, içtende yer alarak dünyayı kökünden değiştirebilir. Gözle görülür vedenetlenmiş veriler, bu bilgilerden kişisel çıkar kazanmak isteyecekleringizli ve ‘içerden’ çarpıtmasına uğrayabilir. Bu ‘içten’ yer alan devrimevrimini gözlemek ve anlamak , çok daha güçtür. Karşı koyabilmek ise, birkarşı-devrim’i bastırmaktan çok daha yüksek giderlerin kullanılmasınıgerektirir. Bu devrim evrimlerinden biri de, ‘bilgi anlayışının’ yolundançıkabilme yeteneğidir. Örneğin, Doğa’nın insanlara verdiği içgüdüleri biri,yasam’ı sürdürebilmek için, Toplum olarak birarada bulunmak, birlikte işyapmaktır. Ama, bu toplum tek bir ana-babadan mi türemiş olmalıdır?Diğer bir ana-babadan türemiş olan toplumların yaşamlarına son muverilmelidir? Bu konunun da zincirleme özeti yapılabilir. Alman bilimadamları, dünya üzerinde var olan bütün bilgileri bir düzenlemeye ve dizinaltına almak çabası ile kolları sıvadılar. Bu atılımlardan birini gerçekleştirenJohann Friedrich Blumenbach (1752-1840) en ileri gelen Almanüniversitelerini bitirmiş bir Alman tıp doktoru idi. İnsan yapısı konusunda

Page 97: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

97

öğretim üyeliğine atandı. 1775 yılında yayınlanan De generis humanivarietate nativa (insanların Türleri) başlıklı kitabında, dünya insanlığınırenklere bölüş düzenini kurdu ve adlandırdı: Sarı ırk (Moğol, Orta ve DoğuAsyalılar), Kırmızı ırk (Amerikan yerlileri), Kahverengi ırk (Malayalilar),Siyahi ırk (Habeşler) ve Beyazlar (Caucasian---Kafkaslılar). "Doğal olarak,"bütün Avrupa bu Kafkaslılar bölümüne giriyordu. Bütün kafatası ölçümleriile, o gün’e dek bu beş toplumların geçmişleri üzerine bildiklerinin vebilinenlerin toplamı bir araya getirilmişti. Bu derlemelere göre, "doğalolarak," Kafkaslı Beyaz ırk, en ileri kertede gelişmiş olan insanlarıiçeriyordu. Burada: Bu görüşleri Yirminci yüzyılda bir Türk destanı“imişcesine” Toplum’a sunmak isteyen yazarlar olduğunu da vurgulamakgerekir.

Evrim düşüncesine ün katan Charles Darwin (1809-1882), bilindiği gibi,dünya çevresinde yaşayan, ancak bilim’e kaydı geçmemiş canlı örnekleriniaramaya çıkmış olan bir gemiye (kişisel giderlerini karşılayacak öz parasıile) katılmış idi. Bu gezi sonrası 1859 da yazdığı Origin of Species(Yaşayan Canlıların Türlerinin Kökenleri) kitabının çok tartışmaya yol açtığıda iyi bilinir. Darwin’in yazılarının içeriği, İncil ile çatıştığından, ya da öylegörüldüğünden, İngiliz Anglikan kilisesi Darwin’in görüşlerini bastırmayaçalıştı. 1860 yılında, Darwin in görüşlerine katılan, Darwin’in arkadaşıThomas Huxley (1825-1895) ile Oxford Başpiskopos’u Samuel Wilberforce(1805-1873) arasında, toplum’a açık tartışma 1860 yılında yer aldı. Buaçık ortürum tartışmasının önemini vurgulamak bakımından belirtilmesigerekir ki, Başpiskopos Wilberforce, gününün en seçkin kişiliklerinden biriidi. En üst düzey İngiliz Bilimadamlarını biraraya getiren, onurlandıran,Royal Society üyesi idi. Üstelik, Lord Bishop olarak, İngiliz LordlarKamarasında Oxford’un sözcüsü idi. Bu açık otürum’u kimin ‘kazandığı’üzerine değişik düşünceler ileri sürülmüş ise de, kesin olan bir tek sonuçvar idi: katılanlar ve dinleyicilerin tümü çok eğlenmislerdi, ve otürumsonrası, eksiksiz, hep birlikte yiyip içmişlerdi. Darwin de 1853 yılındayaşam bilimlerine yaptığı katkılar nedeni ile Royal Society’den Madalyaalmış idi.

Herbert Spencer (1820-1903), Darwin’in ile evrim kuramlarının ortayakonulması sırasında çok çekişmiş idi. “Orman Kanunu” (en güçlü olanın,yaşam yarışını kazanması) görüşünü üstlendi. Darwin’in, yaşambilimlerinde öne çıkmasından sonra Spenser, Darwin’in gözlemlerini,toplumların davranışlarına uyguladı. Sonucunda, yaşamın sadeliktenkarmaşıklığa doğru geliştiğini ileri sürdü; doğal yasaların işlemesi üzerinedüşüncelerini odakladı, güçlünün, güçsüzü sürekli ezeceginden, güçlüolabilmek için de bencil davranışların gereğinden söz etti. Bu gücü eldeedebilmek için de, toplumsal yönetimin görev ve yetkilerinin azaltılmasınıngerekli olduğunu savundu. Spencer’in kitapları pekçok dil’e çevrildi.Japonya, Çin, Polonya Toplumları bu yazılardan özellikle etkilendiler. ABDAnayasa Mahkemesi Üyelerinden Oliver Wendell Holmes (1841-1935) dayönetici kesimin yetkilerinin kısıtlanmasına Spencer ‘e gönderme yaparakkarşı çıktı. Bu da “Bırakınız geçsinler; bırakınız yapsınlar” alışveriş türünün

Page 98: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

98

zorunlu olarak toplumun düşüncelerine yerleştirilmesine yardımcı olacakakımların başlamasına yardımcı oldu. ABD de bir üniversite profesörü olanWilliam Graham Sumner (1840-1910), Spencer’in topluma genel olarakuyguladığı düşünceleri ABD koşullarında ayrıntılı-uygulamalı olarakaçıklamaya başladı. Yazdığına göre: ” varlıklı kişiler sağlıklıdır, bütünistekleri yerine gelir, saygındırlar, iyi eğitilmişlerdir, dürüstdürler.” “TuğBağlamış Yönetimler varlıklı kişilerin yakasını bırakmaz, vergi alır.” “Buvergi alımı ve Tuğ Bağlamış Yönetim’in varlıklıları denetimi azaltılmalıdır”gibi kuramlar ileri sürdü. “Bırakınız geçsinler, bırakınız yapsınlar”düşüncesini yazılarının temeli yaptı. Sumner’in yazdıkları, o sıralardadörtnal giden (galloping capitalism) parasalcıların ilgisini çekti. ABDgeçmişinde “çalan/hırsız beyler” (robber barons) olarak bilinen bu dönem,çok büyük altyapıların gerçekleştiği ve görkemli para kazanımlarınınoluştürulduğu bir süreç olarak kayıtlara geçmiştir. Ancak, en üsttekiparasalcıların varlıkları ile, bu parasalcıların kazanç sağlamasına yordamveren en alt kesimdeki işçilerin gelirleri arasındaki açık çok büyümüş idi.“Hırsız Beyler” bu açıklığı belirli bir kılıkta doğal olarak göstermek,yasallaştırmak ve Toplumca uysalca ‘anlaşılmasını’ sağlamak için bir‘görüş’ ya da ‘anlatım’ istiyorlardı. Bu da “Görkemli Amerikan Güzeli”(Great American Beauty) nin ortaya çıkarılmasına neden oldu.

Adı geçen “Görkemli Amerikan Guzeli” çiçek yarışmalarında ödül almış birgül türü idi. Böyle yarışma kazanabilecek bir gül yetiştirebilmek için, nasılbu güle bakılmasının gerektiği de ayrıca yazılıp basılmış ve büyüksayılarda dağıtılmış idi. Kısaca: “Sağlıklı bir gonca görüldüğünde, diğergoncalar koparılmalı, bitkinin bütün gücünün tek bir goncayı desteklemesisağlanmalı; gübresiz ve susuz bırakılmamalı. ” Bu yazının en az iki değişikdüzeyde okunması ve anlaşılması bekleniyordu:

1) adı geçen gül'ün yetiştirilmesi için yapılması gerekli olanlar;2) Hırsız Beylerin yaptırım ve konumlarının Toplumca ‘uysalca anlaşılması.’

Diğer bir deyişle, Görkemli Amerikan Güzeli, büyük alış-veriş kuruluşları(akaryakıtçılar, demir-çelikçiler, kömürcüler, demiryolcular vb) idi. Bu gül,Tuğ Bağlamış Yönetim’ce koparılmamalı; tam tersine, büyümesidesteklenmeli idi. Çünkü, bu gül, Avrupalı alış-veriş kuruluşlarına karşı(ABD için) büyük uğraş veriyordu. Bu arada, bu Görkemli AmerikanGüzelini kuran ve yaratan Amerikan aileleri de bu Görkemli AmerikanGüzeli kapsamına girmeye başladı. Çok büyük başarılar kazanmış,Amerikanın kurulmasına yardımcı olmuş, Avrupa alış-veriş kuruluşları ileyarışmakta olan bu Görkemli Amerikan Güzellerini de, eninde-sonunda,belirli kişiler ve aileleri kurmuş idi. Dolayısı ile bu kişiler ve aileler, özgörüşlerine göre (adı geçen gül’den ve alış-veriş kuruluşlarından önce)gerçek Görkemli Amerikan Güzeli idiler. Dünya çevresinde pek çok toplum‘soylu’ katında ataları olduğunu söyleyip yazmayı severler. “Soy’lu kişilerintohumundan gelmiş olmak,” çok kişinin düşü dür, isteğidir. Ama:

a) “soylu kişinin geçmişte var olup olmadığı “

Page 99: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

99

b) bu düş’te olanın, “var olabilecek soy’lu kişinin uzantısından doğup-doğmadığı”

ne denli doğrudur, araştırmadan bilinemez. Bu tür araştırma yapmak taçok güçtür. Özellikle Kişisel Varlık Kaydı (DNA) yöntemlerigerçeklestirilmeden, bilinmeden önce. Bu tür ‘soylu’ ayırımcıılklar,düşüncelerini köpürttüklerinde, eğer parasal destek de görürler ise, tekyönlü saplantılar olmaya da başlarlar. Bu noktada, Görkemli AmerikaGüzeli ailelerinden birinin sağladığı para desteği ile özel bir araştırmabirimi kuruldu. New York kentine yakın Long Island adasındaki Cold SpringHarbor adlı deniz kıyısı köy’üne yerleştirilen bu birimin ilk amacı, Darwin’inizinden, özellikle denizde yaşan canlıların tanımını yapmak, sonra daAlmanların başlattığı bilim devrimine katkıda bulunmak, bu denizcanlılarından kişilerin öğrenilecekleri öğrenmek idi. 1898 yılında da buaraştırma biriminin başına Charles Davenport (1866-1944) getirildi. Kısasürede bu araştırma birimi, çalışmalarını Blumenbach gibi, ‘soylar ve ırklar’üzerinde yoğunlaştırdı. Zencilerin düşüncesel yetenekten uzak olduğu ilerisürülüp “zayif beyinlilerin kısırlaştırılması gerekli” olduğunu savunuldu; butür kısırlastırmalar Tuğ Bağlamış Yönetimin desteği ile onbinlerce insanüzerinde gerçekleştirildi. Bu tür yöntemlerle, ırkçılığa ‘bilimsel giysiler’giydirilmeye başlandı. Uzun uzadıya yazılıp belgelendigine göre, buaraştırma biriminde geliştirilen görüş ve uygulamalar, Nazi Partisinin veHitlerin “soy arıtımı” düşüncelerine güçlü katkıda bulundu. Günümüzde deCold Spring Harbor Laboratory, dünyanın en ileri gelen Kişisel Varlık Kaydıaraştırma birimlerinden biri olarak işlevlerini sürdürmektedir. insanlığınTemel Yapısı (Genome) çalışmalarına katkıda bulunmaktadır.

Bu noktada hem ileriye hem de geriye bakmak yararlı olabilir.

I. Düşünceler halka-halka uzun bir zincir oluşturur.II. Zincirin uzatılması için, yeni halkayı yerine yerleştirmeden önce,

halkanın içeriğinin Düşünce İşverenlerince uzun-uzadıya incelenmesive denetimden geçirilmesi gereklidir.

III. Denetimden geçmemiş halka eklenir ise, zincir o halkada kopacaktır.Toplumun ve bireylerinin başına gelecek ve çekilecek acılar, Düşünceİşverenlerin üzerlerine düşeni yapmamış olmalarındankaynaklanacaktır.

Page 100: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

100

Uzaysal Yönetim

Günümüzde, birtakım ‘gelecek uzaysal olayların’ nasıl yer alacabileceğitartışılmakta. Bir küme uzay bilimcisine göre, Güneş odaklı gezegenlerçevresinde dolaşan uzay taşlarından (kuyruklu yıldız) biri Dünya’yaçarpabilir. Ses duvarı ötesi bir hız ile yer alabilecek bu istenmeyenbuluşma, Hiroşima’ya düşen atom bombasının gücünden bir milyon kezartık bir güçte olabilecek. Bu çarpışma sonucu ortaya çıkacak doğasalveriler, insanların bildiği tür dünyanın sonu olacaktır. Çünkü, dünyayıkoruyucu (ve ciğerlere çekilen, insanlığı yaşatıcı) hava, bu çarpışmanedeni ile tutuşup yanabilecektir.

Bu çarpışma önlenebilir mi? ‘Kuşkusuz.’ Peki, kim bu çarpışmanın önünegeçebilir? Uzay’a yapma gereç ve uydular gönderebilen ulusal birimler.Önemli sorulardan biri daha bu noktada önümüze çıkar: Neden bu türyetenekleri bünyesinde barındıran ülkeler dünya’yi ve insanlığı kurtarmakiçin özverilerini ve gelirini kullansın? Bir yanıt: “cünkü, kurtaracaklarıarasında öz varlıkları da var.” Ama, bu ülkelerin vergi verenleri (yalnızcaalış-veriş kuruluşlarınca yapılamayacak kadar büyük bir iş olduğundan)özverilerini bütün dünya ile paylaşmak isteyecekler mi? Yoksa, buözverileri karşılığı, insanlıktan birşeyler istemeleri olasılık içinde mi? Uzayı’gözetleyen çok sayıda uzaybilimci kümeleri olduğu biliniyor. Bu kümelerinniteliklerine ve bilim birikimlerine göre, 2012 ile 2030 yılları arasında,dünya ile bu tür bir kuyruklu yıldız (uzay taşı) arasında bir çarpışmakaçınılmaz. Ama, bütün dünya üzerindeki yaşam’a son verebilecek bu türbir görkemli karabasan kaçınılmaz değil. Çünkü, insanlık, uzay’a bir ya da

Page 101: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

101

birkaç yapma gereç göndererek bu olası çarpışmayı önleyebilecek veri veyetenekleri bugünden işbaşına getirebilecek yetenekte. Pekiyi, nedenyapılmıyor? Yukarıda da özetlendiği gibi, giderlerini kimlerin karşılayacağı;yapabilecek ulusların, dünyayı kurtarma karşılığında, dünya üzerindeyaşayanlardan neler isteyecekleri.

Dünya’yi kurtarmak işlemi, kullanılması gerekli kaynaklar ve yetenekler,bir tek toplumun (öz iç yönetim dengesini bozmadan) tek başınakaldirabileceğinden yüksek olabilir mi? Olabilir de, olmayabilir de. Ama işiniçinde, daha önceden düşünülmüş bir dizi istek ve düşünce var ise, buistek ve düşünceler, gün ışığına çıkmak için sırada bekliyor ise, verilecekyanıtlar değişik olabilir. Örneğin, dünyayı ‘kurtarabilecek’ toplumlarınyöneticileri arasında, işin içine (değişik nedenler ile) Birleşmiş Milletlerinkarışmasını isteyenler var ise, ‘çözüm’ atılımının başına Birleşmiş Milletlerneden getirilmesin? Ne de olsa, dünya’yi bekleyen kötü sonucu ortadankaldırabilmek için bütün dünya bir araya gelip, ortak çözüm üretmiyor mu?Birleşmiş Milletler, çok uluslu olarak çözüm atılımını gerçekleştirecekyapılanmayı yönetebilir. Böylelikle ‘insanlık’ geleceğini sağlama almayı,hem de ‘işbirligi icinde’ gerçekleştirmeyi başarabilir. Doğal olarak, buçözüm, giderleri gerektireceğinden, bütün dünya küçük bir ‘vergi’yiBirleşmiş Milletlerden esirgemeyeceklerdir. Değil mi? Böylelikle,uluslarüstü bir vergi ilk olarak ‘yasallastirilmis’ olmayacak mi? Eğer DünyaAlış-Veriş Örgütü bu tür bir küresel vergiyi günümüze (kendi iç yönetimidışında hiçbir kurum’a bilgi vermeden) yürürlüğe koymadı ise?

Bu durumda, iki türlü gerçek olduğu ileri sürülebilir:

1. Açık: Örnek---Türkiye, Akdeniz ile Karadeniz arasında konuşlanmıştır.Denizlerin adları değiştirilse bile, bu gerçek değişmez.

2.Türetilmiş: Örnek---Dünya, bugünkü ulusal yönetimlerin toplamı olarakyaşatılamaz, ille de belirli bir ‘tek odak’ yönetimine gerek vardır.

Herşeyden önce, ikinci ‘gerceğin’ bütün toplumlarca olumlu görülebilmesiiçin, belirli ek ‘gerçeklere’ de gerek vardır. Bu gerçeklerin toplumlarcaolumlu görülebilmesi nasıl sağlanabilir? Çok sert bir dizi ‘kurgusalolabilirliklerin’ kamu oyuna sunulması ve çözüm beklentilerinin yaratılmasıile. Bir göktaşının dünyaya çarpma olasılığı bu tür bir türetilmiş bir gerçekolabilir mi? Bu türetilmiş gerçeğin ardında bir kat daha gerçek yatabilir mi?Örneğin, “Göktaşları ansızın karanlıklar içinden çıkıp hız ile dünyayayaklaşmaya başlayabilir” görüşü ile konuya girilebilir. “Bu tür ansızın boşyakalanmak yerine, dünya çevresinde dönecek yapma uydulara birkaç

Page 102: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

102

yüksek patlayıcı yükleyip karşılık verme zamanını kısaltabiliriz” ek konusuile ortam yaratılabilir.

“Pek iyi, olsun” olur’u alındıktan sonra, bu Göktaşı Savar Uyduların üzerinekonulan yüksek patlayıcıların, uzaya değil de dünyaya bakacak (örneğin,vergi vermeyen bir ulus’a dönük olarak) biçimde üretilip-üretilmediğinivergi verenler nasıl bilecek? Yalnızca ‘bize güvenin-inanın’ diyenlerin sözüile mi?

Bu tür, uluslarüstü bir verginin, bütün toplumlarca istekli olarak ‘uygungörülmesi’ ve uygulamaya konulması ne anlama gelebilir? Bundan sonrabu tür vergilerin, dünya üzerindeki toplumların ve ulusların toplugelirlerinin belirli bir yüzdesi olarak, bundan böyle düzenlice BirleşmişMilletlere aktarması mi?

Eş düzeyde, bütün toplumların ulusal yargı ve gelecekleriniyönlendirmekte, Birleşmiş Milletlerin öncelikle öngördüğü yönlerdeatılımlara girmelerinin ‘yaptırım’ katına çıkarılması gelişimi mi?

Bütün bu yaptırımlar, bütün Birleşmiş Milletler üyelerine eş düzeyde miuygulanacak? Yoksa, Birleşmiş Milletler içinde “yönetici ülkeler kesimi” mioluşacak; bu yönetici ülkeler kesiminin “yönetilen ülkeler” üzerinde birkonum ile, bütün bu işlemlerden çıkarları neler olabilecek? Başka bir deyişile, Eğer Birleşmiş Milletler içinde bir yönetici kesim oluşacak ise, buyönetici kesim’in elde edebileceği ‘ek gelir’ ya da ‘yönetim önceligi’ neolabilir?

Eğer Birleşmiş Milletler içinde Yöneten ve yönetilen ülkeler ayrıcalıklarıoluşabilecek ise, bu ayrıcalıklar ne gibi veriler üzerine kurulabilecek? Birulus ülkenin yıllık toplu gelirinin toplumu oluşturan bireylere bölünmesisonucu, kişisel gelirin diğer ülkelere olan oranda yüksek olması mi? Yoksa,uzay bilim ve uygulamalarında yetenekleri, birikimi sınanmış kurumlarıolması ile mi?

Eğer yalnız gelir ele alınacak olursa, uzay bilimleri gelişmemiş ama kişibaşına geliri yüksek ülkeler yöneticiler arasına girebilecek. Bu durumda ikiek soru’ya daha gerek görülebilir:

1. “Dünya Kurtarıldıktan” sonra, bu ‘olasi (günümüz için ‘kurgusal’)vergiler kaldırılacak mi? Yoksa, ilerideki başka bir “sakıncalı duruma” da elkoymak için vergi gelirleri özel bir bankada mı toplanacak?

2. Eğer bu tür uluslarüstü vergiler konulmaya (ve arttırılmaya) başlar ise,adı geçen vergi gelirleri bir uluslarüstü ordu için kullanılmaya başlanabilirmi? Böyle bir ordu, günümüz mavi tolgalı Birleşmiş Milletler görevlileri gibi

Page 103: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

103

çatışan ulus ya da toplumlar arasında barış görevi yapmayı mısürdürecekler?

İstikbal göklerdedir.

Dünya Değiştiren mi, Değer Yargısında bulunan mı?(1)

“İngilizce Konuşan Dünya’nin gelmiş-geçmiş en ileri gelen hukukcusu”olarak bilinen ABD Anayasa Mahkemesi Yargıcı (1902-1932) OliverWendell Holmes (1841-1935), öz yorum ve düşüncelerine odaklık göreviyapan görüşünü belirtir:

“Saygı ile anmak istediğim kişiler, dünya değiştiren düşünceleriyaratanlardır. Çoğunlukla yarı unutulmuşlardır, çünkü toplum: yepyenidüşünceler üretenler yerine, değer yargısında bulunanları yeğler .”

[“The men I should be tempted to commemorate would be the originatorsof transforming thought. They often are half obscure, because what theworld pays for is judgment, not the original mind”) The EssentialHolmes, Richard A. Posner, Ed. (Chicago: University of Chicago Press,1997) s 208]

‘Para Kazanan’ kişiler de dünyayı değiştirir. Bu, kaçınılmaz bir gerçektir;ama, para kazanan ile, dünya değiştiren düşünce üreten kişi arasındakiayrılık ve ayrıcalıkların yok olduğu anlamına gelmez. Her neden ise, parakazanan, ‘yargıçlık’ yapmak ‘yeteneğini’ de kendinde bulur. Bu yargıçlık,yalnız ‘yasal’ konularda da kalmaz; bütün toplumun yaşamınınayrıntılarına da uzatılır. Bu görüş’ün ‘çağdaşlık’ bir gelişme olmadığınıgörmek de güç değildir; belgeleri çok gerilere gider. İlk yazılı örneği(ATON) eski Misir’da görülebileceği gibi, Kutadgu Bilig içinde de gözdenkaçmaz. Ardından geçen yüzyıllar içinde Çinden İtalya’ya, Güney AfrikadanAmerika’ya varıncaya kadar birbirlerinden uzak maya’lar içinde bu gerçek

Page 104: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

104

durmadan yenilenir. Sun Tzu (M.O 6 yy), Galileo, (1564-1642), Hezarfen(1609-1640), Divaoğlu (1855-1933), Mitchell’e (1879-1936) varıncayakadar sayısız örnek gösterilebilir. Holmes, düşüncesinin açıklamasınıyapmaktan da geri durmamıştır: “Bir kişi, parasını genellikle kişiseldeğerlerinin üzerinde tutar “

(“A man iş usually more careful of his money than of his principles”Blackwater Tactical Weekly July 16, 2007)

Bu arada, Holmes’in (ABD deki zenci köleliğinin kaldırılması nedeni ilebaşlayan) ABD iç Savaşında (1860-1865), savaş alanında da aldığırütbeler ile Albaylığa yükseltildiğini, vuruşlar sırasında üç kez yaralandığınıunutmadan ekleyelim. Anlaşılan, Holmes bu türde düşünen tek Amerikalıileri gelen değildi. ABD nin 31ci Başkanı (1929-1933) Herbert Hoover(1874-1964) de, kayıtlara geçtiği gibi bir gözlemde bulunmuştür:

”Bu ulus’un her an gerek duyduğu en önemli varlık, olağanüstü Erkek veKadınların önderliğidir.” (“The imperative need of this nation at all times işthe leadership of Uncommon Men or Women." TİME Magazine, August10, 1954).

Şimdi: “dünya değiştiren” tanımı yapılsın mı, yapılmasın mı? Yapılsa neolur, yapılmaz ise dünyanın değişmesi durdurulabilir mi? Bu soru,“Tartışmalı Kişi” kavramını gündeme getirir. Özellikle, “İyi-kötü olmaz,‘karmaşık ve derin kişi’ olur” söylenmelerini başlatabilir. Bu tür sorular,‘ortalığı bulandırmak’ için mi söylenmiştir? Neden? Bu, bir ‘düşünceselsavaş’ mıdır? Bir kişinin yazılarını ya da kişiliğini ‘küçültmek’ için kullanılanyöntem, o yazılara karşı “tartışmalı yazı” ya da “tartışmalı kişi” deyiminiyöneltmektir. Genellikle bu tür damgalama uygulamaları, son dörtbinyıldır, değişik kaynaklı görevli yazarlarca ortaya atılır. Bu görevli yazarlar,kendilerine görev veren kurum ya da kuruluşların çıkarlarını gözlemekleyükümlüdürler. Gönüllü, ya da aylıkçı olabilirler. Bu görevi yerinegetirebilmek için de, isverenlerinin gündemindeki girdi-çıktıları yakındanbilip bu çıkarları destekleyici ve karşıtlarını yerici yazılar yazmaları gerekir.Eğer, gündemlerindeki yönlere ve çıkarlara ters düşen bir yazı olur ise, enkısa yoldan o yazı ve yazarının “tartışmaıl” olduğunun ileri sürülmesigerekir ki, ‘beğenilmeyen’ yazının içeriği çok destek görmesin.

Bütün bu uğraşlara karşılık, Dünya Değiştirici ile yargılayan arasındakiayrıcalıklar, bir yerde, yavaş da olsa anlaşılmaya başlar. “Amerikangüldürü yazarı Mark Twain (Samuel Clemens; 1835-1910) bir gözlemdebulunmuştur: "[Atılımları] başarılı oluncaya kadar, bir kişinin düşünceleri[ve yöntemleri] delilik olarak görülür" (A man iş a crank, until his ideas

Page 105: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

105

succeed). İngiltere'nin Cambridge Üniversitesi mühendislik bölümü öğrenciderneği de, 1980'lerde Mark Twain'in bu görüşünü ödünç alıp, kendilerinitanıtıcı bir deyim türetti: "Bir devrim, bir deli'nin atılımı ile başlar" (Arevolution starts with a crank). Bu iki deyimde de kullanılan, "crank"Türkçe'de "kolçak" anlamındadır: bir "aygıt"ın "dönmeye başlamasını"sağlamak için kullanılır; kullanım amacı, "çevirerek bir aygıt'ın 'devrim'('devrilmek') yolu ile dönmeye başlamasını" gerçekleştirmektir. Kahvedeğirmeninin kol'u da bu kolçak (crank) türündedir. Eskiden, içten yanmamotorlu araçların "çalıştırılmaya" başlanması da "kolçak" kullanılarak,insan gücü ile sağlanırdı. Ek olarak, "crank," deli, sınırlı, ya da "huysuz"kişi anlamına da gelir. Kolaylıkla görülebileceği gibi, İngiliz öğrenciler, birsöz oyunu yolu ile hem doğal bilimleri düşünce bilimleri ilebirleştirmekteler; hem de, düşüncelerin bir tabanda, ortak-bölendüzeyinde, ortak değerleri paylaştığını ortaya koymak istemişlerdir.

Konu ile ilgili gösterilecek örnekler diğer açılardan da sürdürülebilir. TürkDüşünce İşvereni Ömer Seyfettin (1884-1920), Osmanlı İmparatorluğunun1911- 1912 savaşı sırasında yazdığı bir yazısında, pirelerin önem vegereğinden söz eder. Seyfettin, bu yazısı ile "pireler olmaz ise, köpekleruyuşuk kalırlar. Pire ısırdıkça, köpek ayağa kalkıp pireleri üzerindenatmağa uğraşır," "böylelikle uyuşukluk gaflet ve dalaletine düşmektenkurtulur" görüşünü öne sürer. Seyfettin'in güldürü yolu ile ile yazısındaanlatmaya çalıştığı gerçek de kısaca: bir toplum, "baş'ına gelen ağrıları" iyietmek yoluyla "arılaşır." Önce varlığını, sonra da bölünmezliğini korumakyolunda adım atar. Çünkü, bir toplumun bölünmesi, o toplumun ortadankalkmasının ilk basamağıdır.” (Hasan Bülent Paksoy, “Düşünce işvereni.”Türk Tarihi, Toplumların Mayası, Uygarlık (İzmir: Mazhar ZorluHolding, 1997) kitabından)

Dünya’yı değiştiren kişiler, dusuncesel ya da eylemsel olarak “Atilgan,”“girişimci,” gözü’nü budaktan sakınmayan,” “başarıcı” nitelikleripaylaşırlar. Bunlar kısa ama çok güçlü deyimler. “Basari” deyimin kimliğinedir? Örnek almak istenir ise, Timur Bey (Ö. 1405), atılgan idi. Gün sırasıile, Atatürk de. Bu iki kişilik, birer gösterge olarak da ele alınır. Çünkü, heratılım, bir de sakinca’yi ardında getirir. Bu sakınca, başarı ile, başarısızlıkarasındaki ayrıcalıktır. Her kişi her konuda başarılı olamaz. Geçmişboyunca, sakıncaları gerekli inceleme ve bilgi ile göz önüne alanatılımcılar, karşı çözümler yordamı ile güçlükleri yenebileceklerini gördüler,öğrendiler. Kendilerinden önce yaşamış olanların başarılarının kökenlerinide, konumları içinde, anladılar. Bu çözümler, ara-sıra olağanüstüolabileceği gibi (Fatih Sultan Mehmed’in kadırgalarını karadan yürütmesigibi), genellikle eldeki verilerin iyi değerlendirilmesi sonucu elde edilmiş

Page 106: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

106

başarılar olmaları bakımından çok daha önemlidirler. Bu tür incelemeler,Tutucu ve Baskaldırıcı Kişiler ve Kurumlar arasındaki üçlü Çekişme’yiözetler. Bu tür çekişmeler, İnançlar içinde de yer alır. İsa inançlılararasında olduğu kadar (Katolik –Ortodoks--Protestan), Müslümanlar(Sünnî-Şii) arasında da görülürler. İslamiyette, “Şi’i” lik, PeygamberMuhammed (S.A.V.) yaşamda olduğu günlerinde başlamış idi. Hz. Ali’ninhem Hz. Muhammed’in damadı, hem de daha önce kan bağı akrabalığıolması nedeni ile, Hz. Ali yandaşları, Hz. Ali’nin ilk Halife olmasınıistiyorlardı. Bu gerçekleşmeyince, Hz. Ali yandaşları, Şi’i (ayrı bir toplumolarak ayrılmak anlamında) oldular. Bu ayrılık, yalnız “inanç’ olarakkalmadı. Toplumsal yönlerin değişmesine yol açtı. Bu ‘toplumsal yöndeğiştirme,’ belirli toplumların öz kökenlerini korumak için seçtikleri birçözüm idi. İran kökenliler, Araplara savaşta yenilmiş bile olsalar, öz verive varlıklarını bu ayrıcalık (Şi’i lik) yolu ile korumayı seçtiler. Başarmışoldukları söz götürmez. Bu da, Dünya Değiştiren bir düşünceninuygulanması idi. İsa inançlı Hristiyanlık ise, Hz. İsa’nin Musevilik içinde biryenilik ve temizlik yapmak istemesi ile başladı. İsa, bir Yahudi idi. Tanrınınyolunda olmadığı gerekçesi ile, en önemli Yahudi Tapınağının içinde işyapan “para bozucularin” (belki de ilk bankacılar) tezgâhlarını devirdi,Roma tuğ’u altında yaşamakta olan Yahudilerin düzenini bu açıdan altüstetti. Bu düzen bozmaciliği (Dünya Değiştiren düşüncesi) yüzünden hemYahudi Toplumunca, hem de üst Düzey Roma yöneticilerince yargılandı veçarmıha gerilerek öldürüldü. Sonucunda, başlattığı akım’a Yahudiolmayanların katılması ile, ortaya yepyeni bir inanç düzeni çıktı.

Eğer Dünya Değiştiren Düşünceler (ve Düşünceyi ortaya atan) ilgiçekmekte ise, değişim’e karşı çıkanlar, değişim’i durdurmak için başkayöntemlere de başvurabilir. Bu yöntemler, deyimlerin ve kavramlarınkimliğini değiştirmek gibi uygulamaları da içerebilir. Toplum ve kişilerinsağduyuları üzerinde bir bulut dilimi örtmek söz konusudur. Mark Twain butür yaptırımlara, bilerek uydurduğu güldürü biçimli abartma ile “Merhem-içeşm-i Hümayun “ (İmperial Optical Linement) adını vermiş idi. (Twain,güldürülü bu deyimini İngilizcedeki “Pulling the wool over eyes” deyişindentüretmistir) Kısacası, ‘göz boyamak’ denebilir.

Kennedy’ler, ABD nin “ileri gelen” ailelerinden biridir. [bu yazı yazıldığında]Günümüzde ailenin baş’ı olan, ABD Massachusetts Sanatoru TeddyKennedy, ABD içinde ‘sol görüşlü’ olarak bilinir; ABD Demokrat Partiüyesidir. Massachusetts eyaletinde yaşayan ve Demokrat Partiye oyverenlerce, onyıllardır aksamadan yeniden Senatörlüğe seçilir. Dedesi ABDnin büyük kentlerinden birinin belediye başkanı; babası ABD nin İngiltereBüyükelçisi ve işadamı; Ağabeyi Bobby, ABD nin Adalet Bakanı; diğer bir

Page 107: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

107

büyük ağabeyi de ABD başkanlığı yapan John F Kennedy idi. Her birinin,dede’den kalma büyük gelirleri ve varlıkları var. Değişik iller’de sarayyavrusu konakları, takım-takım görevlileri, yaşamlarını kolaylaştırıyor. Budurumda, ‘solcu’ ve ‘sol’ nasıl tanımlanabilir? Bilindiği gibi 'sağ' ve sol'‘deyimleri,’ 1789 Fransız devrimi sürecinde Paris yerleşkesinin iki karşılıklıyakasında toplanıp, "Fransız toplumunun sorunlarını çözücü" düşüncelerüreten kişilerin biraraya geldikleri “yön” lerden alınarak sözlüğeyerleştirildiler. Bu yerleşkelerden gelen çözümlerin Fransadan veFransızcadan gelmesine karşılık, Fransızlar gene de 'deyimlerin üzerinde'Fransız sorunları için Fransız çözümlerini üretip, kullandılar. Sağ ve Soldeyimlerine ve bu deyimlere dışarıdan biçilen 'değerlere' körü-körüne bağlıkalmadılar. Bu deyimleri de, işlerine geldiğinde kullandılar. Bu bakımdan,bu tür 'yön' verici düşüncelerin yalnızca adları nedeni ile elde tutulmalarıne denli doğru olur? Örnekler çoğaltılabilir:

Günümüz ABD deki Cumhuriyetçi Parti (Çoğulcu Yonetim’e Katılım Birimi),bir fil; Demokrat da bir eşek ile simgelidir. Seçim süreci çalışmalarında, busimgelerin çoğaltımı bütün ülkeye yayılır. ABD iç Savaşı (1860-1865)sürecinde, Abraham Lincoln Cumhuriyetçi Parti üyesi olarak Başkanlıkyapmış idi. iç Savaşın çıkmasına neden, kara derililerin tutsak kalıp-kalmama tartışması idi. Lincoln, tutsaklığı kaldıran Özgürlük Bildirgesiniimzalamış idi. iç Savaş sona erdiğinde, kara derililere özgürlük ve eşitlikverilmesine karşı çıkanlar da Demokrat Parti bayrağı altında toplandılar.Aradan kırk yıl geçtikten sonra, Cumhuriyetçi ve Demokrat Partilerin,toplum sorunlarına karşı olan tutumları incelendiğinde, birbirlerinin yerinialdıkları görülür. Demokratlar Yirminci Yüzyılın sonlarından bu yanabireysel özgürlüğü ve özellikle kara derililerin eşitliğini savunurken,Cumhuriyetçiler de parayı ve paralilari savunma yolunu seçtiler. Başka birdeyiş ile, sağ sol oldu; sol sağ oldu. Sağduyu’ya ne oldu? Yoksa,‘sağduyu,’ bu tür tartışmalar sonucu mu toplumca seçilmelidir? Komunismve Solculuk genelde birbirleri ile eş tutulur. Ama, kısa bir araştırmasonucu, örneğin Lenin’in (1870-1924), başında bulunduğu Bolşevikler(Yirminci Yüzyıl başları) içinde bile “Solculara” ateş püskürdüğü, toplantıtutanaklarında ve gazete yazılarında görülebilir. Her olay ve deneydeolduğu gibi, Çoğulcu Yönetime Katılım Birimlerinin (Ulusal Tüfek Derneği;işçi Yardımlaşma Kurumları, Bankacılar Derneği, vb gibi) başlangıçları,eskiden gelme örnekleri var. Kökenleri de ikibin-iki bin beşyüz yil’ı aşkınbir süreç içinde gelişmiştir.

M.S. 476 da sona erdiği varsayılan Roma imparatorluğu, RomaCumhuriyetinin (M.Ö. 509 - M.S. 49) temellerinin üzerine bir ‘emr-i vaki’olarak kuruldu. Bu gerçeği de, Julius Caesar (M.Ö. 44 de öldürüldü) tek

Page 108: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

108

Yönetici olarak gerçekleştirdi. Ancak, Roma Senatosu kaldırılmadı,Cumhuriyetten imparatorluğa devşirildi. Julius bir general olarak büyükün’e kavuştuğu için (büyük alanları, alaylarının başında döğüşerekaldığından), görünüşe göre, karşı gelen olmadı. Üstelik, Roma yurttaşıolanlara düşük giderli ya da gidersiz buğday dagitildigindan, günümüzdehavuç-ve-sopa adı ile bilinen “aba altından değnek göstermek” yöntemitoplumun ses çıkarmasını önledi. Senato üyeleri de genellikle hemailelerinin gösterisini azaltmamak, hem de Senatör olmanın getirdiği‘yönetim’ etkenliğini sürdürebilmek için, yutkunarak, Julius’un başageçmesine göz yumdular. Cumhuriyet öncesi ve sonrası, Romalı senatörlerkendi aralarında iki değişik küme içinde yer alıyorlar, kendi kümeleriiçinde, karşı kümenin etkisini kırmaya çalışıyorlardı. Bu kümelerin adlarıOptimates (Erkeklerin en yahşısı) ve Populares (Toplumsever) idi.Yahşılar, ‘soylu ailelerden’ geliyorlardı, çok varlıklı idiler; Senato’yaseçilebilmek için Roma yurttaşı seçmenlere, büyük giderli kişisel özelarmağanlar verebiliyorladi. Nasıl olsa, seçildikten sonra, kullandıkları,dağıttıkları para’yi geri alabilecek işler yapabiliyorlardı. Toplumseverler ise,Yahşıların Roma’da var olan bütün parayı ele geçirmelerini önlemeyeçabalıyorlardı.

Her iki kümenin uğraşları, söz’de kalmadı. Her iki kümenin önde gelenleri,öz varlıklarını kullanarak, özel ordular kurdular. Roma’nin öz imparatorlukordusunun görevi, imparatorluğu genişletmek idi. Yahşıların veToplumseverlerin özel ordularının görevi ise, birbirleri ile vuruşmak;yönetimi ellerine geçirmek ve karşı tarafı yönetimden uzak tutmak. İki türordunun var oluşu, özel orduların birbirleri ile sokaklarda vuruşları, öncecumhuriyetin, sonra da imparatorluğun gücünü yitirmesine büyük ölçüdekatkıda bulundu. Sonucunda, Roma Toplumu toptan ortadan kalktı. Doğalolarak, bu tür olaylara yol açacak olan düşüncelerin varlığı daha önemli birgerçektir. Pek iyi, bu tür düşüncelerin kökenleri nelerdir? DünyayıDeğiştiren Düşüncenin varlığı mi, yoksa değer yargısında bulunanlarınçokluğu mu? Dünya Değiştiren düşünceyi ortaya atan kişinin “Sagduyu-Solduyu” gostergesimidir? Yoksa, bağımsız ve varlıklı toplumun yaşamınısürdürmek istemesi mi; Dünya Değiştiren Düşünceyi orta’ya atan kişi’yiyetiştirmesi mi? Bir toplum’un yok olmadan, bağımsız ve tutsak kalmadanyaşayabilmesi için, öncelikle: yaşama isteğinin olması gerekir. Bu isteğindile getirilmesi gerektir. Yalnız ‘istiyorum,’ ‘istiyoruz’ sözü ile değil;yapılması gerekli işlerin, atılımların açıkça ortaya konulması veayrıntılarının tartışılarak işleme konulması ile yapılabilir. Toplumun vekişinin "'Öz” ünü savunması nerede başlar ya da biter?" Burada da'Deyimlerin Kimliği' ve sağduyu-solduyu kavramlari’na dayanan işlevlervar. Uygulamalı olarak düşünülecek olursa:

Page 109: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

109

Bir küme toplum, elerindeki varlık ile 'var' oluyor.

Bu 'varlık' olmasa, toplum da olamayacak.

Bu varlığı korumak için de, bu varlığın bir bölümünü gözden çıkararakgirişimlerde bulunmasından kaçınamayacak durum var. Toplum’un gözdençıkarması gerekli olan, toplumun elindeki para ya da toplumu oluşturanbireylerden bir bölümünün canıdır. Genellikle her ikisidir. Yukarıdaki Romave ABD örneklerinde de görüldüğü gibi, ilk küme karşısındaki ikinci kümebu tür değişikliklere karşı koymak istiyor. Hangi kümenin öz varlığınıkoruma içgüdüsü daha güçlü? İkinci küme’ler de, ellerinden gelen bütüngüçleri ile toplu bir atağa ya da savunmaya geçmek durumundalar. Bu“varlikli güç” değişmezmidir, yoksa, günden güne boyut ve kökleridalagalanabilir mi?

Bir de, orta yerde, üçüncü bir küme toplum seyirci durumunda:

onların nereye dönecekleri belirli değil. Neden?

Diğer iki kümeye inanmadıklarından mı, yoksa, üçüncü küme olarak, ilk ikikümenin birbirini ‘yiyip-bitirmesini’ beklediklerinden mi? Bu beklemesonucu, üçüncü küme üyelerinin istedikleri gercekleşebilecekmidir? Üçüncüküme’ye söz mü verilmiştir? Kimden?

Ellerinde varlık olan toplumlar ise, yalnızca eldeki varlığın bu tür biryarışmada kesin başarılı olamayacağını yavaştan anlamaya başladılar mi?Ya da, kendilerini sağlama alabilmek için Ulusçuluğu ileri sürüp kalkanolarak kullanmak isteyebilirler mi? Ulusçuluk mu, Yurtseverlik mi?

Neden düşünmek gerekli?

Hangisi Dünyayı Değiştirecek Düşünce; Hangisi değer yargısında bulunan?Toplum Olarak Varılmak istenen Sonuç Nedir?

Page 110: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

110

Dünya Değiştiren mi, Değer Yargısında bulunan mı? (2)

Günümüzde, birtakım ‘gelecek uzaysal olayların’ nasıl yer alabileceğitartışılmakta. Bir küme uzay bilimcisine göre, Güneş odaklı gezegenlerçevresinde dolaşan uzay taşlarından (kuyruklu yıldız) biri Dünya’yaçarpabilir. Ses duvarı ötesi bir hız ile yer alabilecek bu istenmeyenbuluşma, Hiroşima’ya düşen atom bombasının gücünden bir milyon kezartık bir güçte olabilecek. Bu çarpışma sonucu ortaya çıkacak doğasalveriler, insanların bildiği tür dünyanın sonu olacaktır. Çünkü, dünyayıkoruyucu (ve ciğerlere çekilen, insanlığı yaşatıcı) hava, bu çarpışmanedeni ile tutuşup yanabilecektir.

Bu çarpışma önlenebilir mi? ‘Kuşkusuz.’ Peki, kim bu çarpışmanın önünegeçebilir? Uzay’a yapma gereç ve uydular gönderebilen ulusal birimler.Önemli sorulardan biri daha bu noktada önümüze çıkar: Neden bu türyetenekleri bünyesinde barındıran ülkeler dünya’yi ve insanlığı kurtarmakiçin özverilerini ve gelirini kullansın? Bir yanıt: “cünkü, kurtaracaklarıarasında öz varlıkları da var.” Ama, bu ülkelerin vergi verenleri (yalnızcaalış-veriş kuruluşlarınca yapılamayacak kadar büyük bir iş olduğundan)özverilerini bütün dünya ile paylaşmak isteyecekler mi? Yoksa, buözverileri karşılığı, insanlıktan birşeyler istemeleri olasılık içinde mi? Uzayı’gözetleyen çok sayıda uzaybilimci kümeleri olduğu biliniyor. Bu kümelerinniteliklerine ve bilim birikimlerine göre, 2012 ile 2030 yılları arasında,dünya ile bu tür bir kuyruklu yıldız (uzay taşı) arasında bir çarpışmakaçınılmaz. Ama, bütün dünya üzerindeki yaşam’a son verebilecek bu türbir görkemli karabasan kaçınılmaz değil. Çünkü, insanlık, uzay’a bir ya dabirkaç yapma gereç göndererek bu olası çarpışmayı önleyebilecek veri veyetenekleri bugünden işbaşına getirebilecek yetenekte. Pekiyi, nedenyapılmıyor? Yukarıda da özetlendiği gibi, giderlerini kimlerin karşılayacağı;yapabilecek ulusların, dünyayı kurtarma karşılığında, dünya üzerindeyaşayanlardan neler isteyecekleri.

Page 111: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

111

Dünya’yi kurtarmak işlemi, kullanılması gerekli kaynaklar ve yetenekler,bir tek toplumun (öz iç yönetim dengesini bozmadan) tek başınakaldirabileceğinden yüksek olabilir mi? Olabilir de, olmayabilir de. Ama işiniçinde, daha önceden düşünülmüş bir dizi istek ve düşünce var ise, buistek ve düşünceler, gün ışığına çıkmak için sırada bekliyor ise, verilecekyanıtlar değişik olabilir. Örneğin, dünyayı ‘kurtarabilecek’ toplumlarınyöneticileri arasında, işin içine (değişik nedenler ile) Birleşmiş Milletlerinkarışmasını isteyenler var ise, ‘çözüm’ atılımının başına Birleşmiş Milletlerneden getirilmesin? Ne de olsa, dünya’yi bekleyen kötü sonucu ortadankaldırabilmek için bütün dünya bir araya gelip, ortak çözüm üretmiyormu?

Birleşmiş Milletler, çok uluslu olarak çözüm atılımını gerçekleştirecekyapılanmayı yönetebilir. Böylelikle ‘insanlık’ geleceğini sağlama almayı,hem de ‘işbirligi icinde’ gerçekleştirmeyi başarabilir. Doğal olarak, buçözüm, giderleri gerektireceğinden, bütün dünya küçük bir ‘vergi’yiBirleşmiş Milletlerden esirgemeyeceklerdir. Değil mi? Böylelikle,uluslarüstü bir vergi ilk olarak ‘yasallastirilmis’ olmayacak mi? Eğer DünyaAlış-Veriş Örgütü bu tür bir küresel vergiyi günümüze (kendi iç yönetimidışında hiçbir kurum’a bilgi vermeden) yürürlüğe koymadı ise?

Bu durumda, iki türlü gerçek olduğu ileri sürülebilir:1. Açık: Örnek---Türkiye, Akdeniz ile Karadeniz arasında konuşlanmıştır.Denizlerin adları değiştirilse bile, bu gerçek değişmez.

2.Türetilmiş: Örnek---Dünya, bugünkü ulusal yönetimlerin toplamı olarakyaşatılamaz, ille de belirli bir ‘tek odak’ yönetimine gerek vardır.

Herşeyden önce, ikinci ‘gerceğin’ bütün toplumlarca olumlu görülebilmesiiçin, belirli ek ‘gerçeklere’ de gerek vardır. Bu gerçeklerin toplumlarcaolumlu görülebilmesi nasıl sağlanabilir? Çok sert bir dizi ‘kurgusalolabilirliklerin’ kamu oyuna sunulması ve çözüm beklentilerinin yaratılmasıile. Bir göktaşının dünyaya çarpma olasılığı bu tür bir türetilmiş bir gerçekolabilir mi? Bu türetilmiş gerçeğin ardında bir kat daha gerçek yatabilir mi?Örneğin, “Göktaşları ansızın karanlıklar içinden çıkıp hız ile dünyayayaklaşmaya başlayabilir” görüşü ile konuya girilebilir. “Bu tür ansızın boşyakalanmak yerine, dünya çevresinde dönecek yapma uydulara birkaçyüksek patlayıcı yükleyip karşılık verme zamanını kısaltabiliriz” ek konusuile ortam yaratılabilir.

“Pek iyi, olsun” olur’u alındıktan sonra, bu Göktaşı Savar Uyduların üzerinekonulan yüksek patlayıcıların, uzaya değil de dünyaya bakacak (örneğin,vergi vermeyen bir ulus’a dönük olarak) biçimde üretilip-üretilmediğinivergi verenler nasıl bilecek? Yalnızca ‘bize güvenin-inanın’ diyenlerin sözüile mi?

Bu tür, uluslarüstü bir verginin, bütün toplumlarca istekli olarak ‘uygungörülmesi’ ve uygulamaya konulması ne anlama gelebilir? Bundan sonrabu tür vergilerin, dünya üzerindeki toplumların ve ulusların toplu

Page 112: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

112

gelirlerinin belirli bir yüzdesi olarak, bundan böyle düzenlice BirleşmişMilletlere aktarması mı?

Eş düzeyde, bütün toplumların ulusal yargı ve gelecekleriniyönlendirmekte, Birleşmiş Milletlerin öncelikle öngördüğü yönlerdeatılımlara girmelerinin ‘yaptırım’ katına çıkarılması gelişimi mi?Bütün bu yaptırımlar, bütün Birleşmiş Milletler üyelerine eş düzeyde miuygulanacak? Yoksa, Birleşmiş Milletler içinde “yönetici ülkeler kesimi” mioluşacak; bu yönetici ülkeler kesiminin “yönetilen ülkeler” üzerinde birkonum ile, bütün bu işlemlerden çıkarları neler olabilecek? Başka bir deyişile, Eğer Birleşmiş Milletler içinde bir yönetici kesim oluşacak ise, buyönetici kesim’in elde edebileceği ‘ek gelir’ ya da ‘yönetim önceligi’ neolabilir?

Eğer Birleşmiş Milletler içinde Yöneten ve yönetilen ülkeler ayrıcalıklarıoluşabilecek ise, bu ayrıcalıklar ne gibi veriler üzerine kurulabilecek? Birulus ülkenin yıllık toplu gelirinin toplumu oluşturan bireylere bölünmesisonucu, kişisel gelirin diğer ülkelere olan oranda yüksek olması mi? Yoksa,uzay bilim ve uygulamalarında yetenekleri, birikimi sınanmış kurumlarıolması ile mi?

Eğer yalnız gelir ele alınacak olursa, uzay bilimleri gelişmemiş ama kişibaşına geliri yüksek ülkeler yöneticiler arasına girebilecek. Bu durumda ikiek soru’ya daha gerek görülebilir:

1. “Dünya Kurtarıldıktan” sonra, bu ‘olasi (günümüz için ‘kurgusal’)vergiler kaldırılacak mi? Yoksa, ilerideki başka bir “sakıncalı duruma” da elkoymak için vergi gelirleri özel bir bankada mı toplanacak?

2. Eğer bu tür uluslarüstü vergiler konulmaya (ve arttırılmaya) başlar ise,adı geçen vergi gelirleri bir uluslarüstü ordu için kullanılmaya başlanabilirmi? Böyle bir ordu, günümüz mavi tolgalı Birleşmiş Milletler görevlileri gibiçatışan ulus ya da toplumlar arasında barış görevi yapmayı misürdürecekler?

İstikbal göklerdedir.

Page 113: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

113

Üniversitenin Görevi

Üniversite’nin görevi nedir? Şu tanımı yapabiliriz: düşünceleri birleştirip,ilerletmek. Düşünceleri birleştirmek ve ilerletmek neden gereklidir? Biratılıma geçmek için, yer alacak olayların önceden ve kapsamlı olarakdüşünülmesi gerekir. Düşünceler, bir atılımın başlangıcıdır ve yalnızüniversite içinde gelişmez. Düşünceler bir yönetime katılım birimi içindegelişebileceği gibi, arkadaş toplulukları içinde de yer alabilir. Ayrıca, bir tekkişice de oluşturulup bir kitap içinde dünyaya sunulabilir. Örneklerinigöstermek güç değildir.

Her ileri sürülen düşünce, ardından gidilmesi gereken iyilik ve düzendemidir? Bu değerlendirme yalnız üniversitelerde mi yapılabilir? Bir toplumiçinde değişim gerekiyor ise, neden bu değişim bir kurumun tekelindekalsın? Bir toplum, yaşamını diğer bir toplumun eline bırakamaz. Yoksa, otoplum yok olacaktır. Bir toplum içindeki alt kümeler için de bu durumgeçerlidir. O zaman, düşünmeyi neden başkalarına bıraksın? Uzun süredir,’düşünce önderliği’ adı altında yazı yazanların alışkanlıkları sürüp gidiyor.Ancak, bu 'düşünce önderlerinin' öne sürdükleri düşüncelere bireysel ya dakitlesel yanıt vermemek, gene düşünce yeteneğini 'başkalarına bırakmak’anlamına gelmiyor mu? Bir düşünceye yanıt vermek, ağzına gelenisöylemek değildir. Yanıt, düşünceye verilmelidir--kişiye değil. En uygunyanıt da, ileri sürülen düşüncelerin ardında ne gibi ve kimlerin çıkarlarınınolduğu bulunup dökümü yapılarak elde edilir. Bu tür yanıtlar da, gereğincederin bilgi gerektirir. Bu tür bilgi derinliği de, birkaç kişinin bir kitaplığıniçinde işbirliği yapmasını kaçınılmaz kılabilir. Önemli olan, toplum içinolumlu sonuçlar alınmasıdır. Ancak bu olumlu sonucun görülebilmesi için,en önce ”toplum olarak varılmak istenen sonucun” toplumca bilinmesigerekir.

Page 114: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

114

Toplum olarak varılmak istenen sonuç ise, kısa süreli olamaz. Ana çizgileriile kaleme alınır. "Yere tükürmek yasaktır" bir sonuç değildir; yalnız birsağlık ve görgü kuralıdır. Bağımsız yaşama isteği bir sonuçtur; gelecekkuşakların yaşamlarını da kapsar. Bununla birlikte, bağımsızlığın nasıl birvarlık olduğunun bilinip-anlaşılması gereklidir. Üstelik, bağımsızlık, korumagerektirir. En iyi koruma da, bağımsız yaşamak isteyen toplumun kendidir.Ek olarak, bağımsızlığı korumak ile görevli kurumlara gerek vardır. Bukurumların birbirlerini denetlemeleri gerekir ki, hiçbir kurum göreviniyapmakta aksaklığa düşmesin. Çünkü, düşünceler çok akıcıdır.

Düşünceleri korumanın tek yolu da, bütün düşünceleri sorgulamaktir. Busorgulamaya verilecek yanıtlar, düşünceleri sorgulamaya başlamak kadarönemlidir. Çünkü, verilecek yanıtlar düşünceleri değiştirebileceği gibi,yolundan da saptırabilir. Düşünceden uygulamaya geçmek ise, toplumunsecimindedir. Toplum istemez ise, hiçbir düşünce, ne denli "iyi" olaraksunulursa sunulsun, uygulanamaz. Dolayısı ile, bağımsızlığı korumak ilegörevli kurumlarında toplum ile doğrudan ve açıkça iletişime girmesigereklidir. Bu aşamada, toplumun bütün kesimlerinin bu tartışma içindeolması, alınacak sonucun sağlığı için önemlidir. Varılacak sonuçlarıntoplumu incitmemesi gerekir. Toplumların bir kaynama içinde olmaları,düşünce işlemlerine eğilmeleri durumunda sonuçların çok duygusal birdüzen alacağı üzerine ek düşünceler ileri sürülür. Doğru olabilir. Toplumiçindeki bilgili kişiler düşüncelere, örnekleri ile, yanıt vermezler ise, buduygusal engel gerçekleşebilir. inanç, kişisel bir seçimdir. İnananlar; birkişi, düşünce ya da değişmez kurama tapınabilirler. Kişinin inandığınesneye tapınmak, kişisel sorumluluklar getirir. Bu sorumluluklar, kişinininancına olduğu gibi, içinde yaşadıkları, bir parçası oldukları toplumakarşıdır. O sorumluluklar, ileri sürülen düşünce yazılarını tüm olarakokumak, sorgulamak, inanmadan önce o yazıların ardındaki gerçeklerianlamaktır. Eğer, toplum olarak varılmak istenen sonuç en üst amaç ise,toplumun bireyleri o varılmak istenen sonuca ulaşmak için yordam vermekile görevlidirler. Bu destek bedensel olduğu kadar da, düşünceseldir. YalnızKızıl Elma uğruna vuruşmak yetmez; Kızıl Elma'dan daha yüce düşünceüretmek gerektir. Bu durum, Avrupa çerçevesinde ele alınabilir.

İnanç ile bilim arasındaki ilişkiler, Avrupa'daki "yeniden doğuş" sürecindedaha kolay gözlemlenebilir. Bu yeniden doğuş deyimi, inanç tarafındankörletilemeyen bilimin geri dönmesi anlamında kullanılmıştır. Avrupa'da,Hristiyan inancı içinde, Roma tuğ'unun çöktüğü 476 ile 'yeniden doğuş' unbaşladığı 1500 lü yıllar arasında tam bir karanlık yaşandı. Roma tuğuiçinde gelişmiş bütün bilimler unutuldu. Bu karanlık, büyük ölçüde: sorusormamak, olayların nedenlerini araştırmamak ve gördükleriniyazmamaktan olageliyordu. Bir sonuç olarak, dünyanın, uzayin tamortasında olduğu, güneşin dünyanın çevresinde döndüğü görüşüsavunuldu. Bu görüş, Hristiyan kutsal kitabı içinde yazılı olduğu inancı ilede desteklendi. Bu duraklığa ve karanlığa karşı gelmelerin başlamasıkaçınılmaz idi. En büyük etkiler, üç düşünürün yordamı ile kayıtlara geçti.Copernicus (1473-1543) bir Katolik Hristiyan papazı idi. Günümüz

Page 115: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

115

gökyüzü bilimlerinin babası olarak anılır; dünyanın, uzayın tam ortasındaolmadığını, güneş'in uzayın ortası olduğunu matematik yolu ile ilerisürdüğü için saygı kazanmıştır.

Johannes Kepler (1571-1630) uzayın, Allah'ın yarattığı bir varlık olduğugörüşü ile kollarını sıvadı. Bütün çalışmalarını, Allah'ın bilinmezliğine adadı.Ancak, matematik kuramlar ile işlerini ilerlettikce, sonucunda bir fanininde uzayı anlayabilecegini gösterdi. Güneş çevresinde dolaşan gezegenlerinyörüngelerinin yamuk daire olduğunu gösterdi.

Galileo (1564-1642) kilise ile matematik arasında kalan kişilerden biridir.En büyük iki katkısı vardır: 1) uzakgörür'ün geliştirilmesine katkıdabulunmuştur; 2) dünyanın uzayın merkezi olduğunun üzerinde düşüncesinideğiştirmeyen kiliseye karşı çıkarak, güneşin uzayın tam ortasındaolduğunu savunmuştur. O yüzden, evinde göz altına alınmıştır, bildikleriniöğretmesi engellenmiştir. Buna karşılık, bildiklerini kâğıda dökerekdüşüncelerinin ölümünden sonra varlığını sürdürmesini başarmıştır.Ölümünden 350 yıl sonra, Papalık Gelileo ve ardından gidenlerden resmenözür dilemiştir. Burada görüldüğü gibi, bu kişiler üniversite içindeçalışmamışlardır. Ancak, günümüz üniversiteleri, bu kişilerin aldıklarısonuçlardan yararlanmışlardır. Bu üç bilim adamı, içinde yaşadıklarısüreçte geçerli olan dünya görüşüne karşı çıkmışlardır. O süreçteki dünyagörüşü, kilisenin önderliğindeki dondurulmuş bir düşüncesel ortam idi.Soru sormak, ve o sorulara yanıt bulmak için uğraşarak insanlığın evrenianlamasına yordam vermişlerdir. O bakımdan, toplumlarının en üstdüzeydeki amacına, insanlığın içinde yaşadığı çevreyi anlamaya varmakiçin çalışmışlardır. Doğruluğu bulmak için soru sormak ve bağımsız yanıtlarbulmak için uğraşmaları, bütün insanlık için başarıdır.

Günümüzde, Kepler’in ileri sürdüğü görüşler, uzayın konumunu anlamakiçin kullanılmakta. Dünya üzerindeki düşünce türleri genellikle üç'tür:

1) çevredeki insanları tartışmak;2) uzak-yakındaki olayları incelemek;3) düşünceleri eleştirmek.

Dedi-kodu yapmak, duyduğuna bin katarak düşünmeden konuşmak,insanları tartışmak, eleştirmektir. Olaylar üzerine ileri sürülenler ise, insantopluluklarına, bir tek insan tarafından yapılan yorumlardır. Ancak,düşünceleri eleştirmek, o düşüncelerin ardındakini görmeyi gerektirir.Yalnız dedi-kodu ile yapılabilecek bir iş değildir. Düşüncelerin vuruşması,top ile savut arasındaki yarışmayı andırır. Barutun Çinden dünyayayayılması ile toplar yapıldı ve taştan yapılmış korunaklı-savutlu duvarlarıyer ile bir etmek için kullanıldı. Karşılığında, savut yapıcılar, ördükleri taşduvarları çelik ile desteklediler. Topçular bu savutları yıkamadıklarında,daha etkin toplar yaptılar; namlu içine yiv yerleştirip hem güllenin gittiğiuzaklığı arttırdılar hem de güllenin varacağı yeri daha yakındanbelirleyebildiler. Bu dönüşüm bu gün de sürüp gidiyor. Namlulu top yerine

Page 116: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

116

ıslıklı ok; savut da çelik yerine karmaşık bileşiklerden yapılıyor. Düşüncelerise kafa gücü ile işe başlar. Bir kafanın "güreş tutabilmesi" için de,gövdenin güreş tutabilmesi yoğunluğunda eğitimi gereklidir. Üniversiteningörevi de, bu eğitimi ve düşünceleri birleştirebilme yeteneğini bireylereaktarabilmektir. Düşünceler rahat giyilebilen bir terlik gibi, düşünmedende kullanılabilir, giyilebilir. Dahası da, eskidikleri bile göze çarpmayabilir.Bu durumda, düşünceleri sorgulanmasını, yazılmasını önleyenler de, eskiterlikler ile birlikte çöpe atılabilirler. Düşünceleri, gerçekleri saklayacakdüzene koymak için, uygulayıcının düşünce yeteneğinin gelişmiş olmasıgerekir. Örneğin, bağımsızlık düşüncesini, bir başka topluma bağımlıduruma getirmek için, bir düşünür işbaşı yapabilir. Bağımlı durumagetirilmek istenen toplumun, kendi isteği ile bu sonuca vardığı yazılıp-ilerisürülebilir.

Bu yöntem, Sovyet döneminde çok kullanılmıştır; Orta Asya Toplumlarınınkendi istekleri ile Sovyetlere katıldığını desteklemek için çok kitapbasılmıştır. Sovyetler Birliği, Türkistan'ı 1920 li yıllarda "cumhuriyetlere'böldükten sonra, o 'cumhuriyetlerden' aldıkları çocukları Moskova ve St.Petersburg'da okullara ve üniversitelere götürüp eğittiler. Eğitimleri nedeniile büyüyüp yetişen o çocuklar, Türkistan'ın bağımsızlığı düşüncesiniortadan kaldırmak için uğraştılar. Bu uğurda kullandıkları 'bilimsel'yöntemlerin kökenlerinin sorgulanması gereklidir. Bu durum, işdünyasında da örnekleri olan bir 'çözüm' yoludur. Süt üretimi ile ilgiliişadamları, üniversite içinde çalışmakta olan bir bilimadamının işindenayrılmasında etkili olmuşlar idi. Belirli bir yerde, örneği verilen olay,bilimin bağımsızlığı ile, ’çoğulcu baskı’ arasındaki ilişkilerin de özetidir.Üniversitelerin içinde de, bir sıralama, dizinleme ve ayrıştırma akımıortaya çıkmıştır. Bu dizinleme, her yıl dergilere yansır. Ancak, dahayakından bakıldığında, bu tür dizinlemenin yararlarının sorgulanmasıgereği ortaya çıkar. Örneğin, ’birinci sınıf’ üniversite olabilmek için, diğer’birinci sınıf’ üniversitelerin onayı gereklidir. Bu duruma karşılık, diğer’birinci sınıf’ üniversitelerin o oran kertesine nasıl çıktığı ise hiçbir yerdeyazılı değildir. Ancak, öğrencilerden alınan ders parası dışında, öğretimüyelerinin üniversite dışındaki kurumlardan aldıkları gelirler bu orunkertesinindeki dizini belirler.

Bu tur dizinlemeler, üst sırada oturanların, alt sırada kalanlardan da iyiolduğunu gösterir mi? Yoksa, üst sırada olanların, toplum ile ilişkilerinindaha iyi olduğunu mu gösterir? Genellikle, üniversiteler ne denli yaşlı olurise, o kadar ’unlu’ olur. Neden? Çünkü, eline belge verdiği kişiler, yüksekkerte işlere çıkmış, birtakım işler geliştirmişlerdir. Özgeçmişleriniokuyanlar da, bitirdikleri üniversitenin adını görürler. Daha da yakındanbakıldığında, her bir universite’nin bilinmesini istemediği geçmişleri,mezunları da vardır. O kişilerden hiç söz edilmez. Ancak, bilgi birleştirmesisırasında, o ’istenmeyen’ kişilerin bilgilerine de başvurulabilir.

Bir üniversite, bir meslek okulu değildir. En önce, düşünmeyi öğretmesigerekir; daha önce bilinenleri öğrencilerine ezberletmek değil. “Ezberle

Page 117: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

117

kitabı, al diplomayı” düzeninde çalışan bir kurum ne denli düşüncebirleştirebilir? Meslek okulları, belirli bilgileri öğrencilerine aktarır,uzmanlık alanları içinde görevlerini yerine getirmelerini sağlarlar. Uzmanlıkalanları ise, el birliği ile denetlenerek geliştirilir. Bir üniversite ”ne”olmalıdır? Bu soruya tek bir yanıt verilemez; çünkü bir üniversite, içindeöğrenim gören ve çalışanların toplamıdır. Ancak düşünceleri birleştirerekileri çıkabilirler. Yoksa lise düzeyinde kalacaklardır. En ‘başarılı’üniversiteler, bilgi ile alış-veriş kurumları arasında köprü kurabilenlerdir.Düşünme yeteneklerini kullanarak, hem alış-veriş kurumlarının satışlarınıyükseltecek buluşları geliştirirler, hem de yurt savunmasına, yurdundünyadaki yerini almasına yordam verirler. Düşünmek nasılgerçekleştirilir? ”bir bardak çay istiyorum” düşüncesi ’düşünmek’ midir? Enkısa yoldan düşünmenin ölçüsü, uluslararası düzeyde diğer düşüncelereüstün gelmektir. Diğer düşüncelerden üstün olduğunu, diğer düşünceüretenlerce görülebilmesidir. Bu, ne üniversite yerleşkelerine bağlıdır, nede üniversite başkanının (’rektör’ ve ’dekan’ deyimleri, Hristiyan kilisesiyöneticilerine verilen iki rütbedir) bağlı oldukları kurumların yakınlığı ileölçülür. Üniversite yöneticilerinin en önemli görevi, üniversite içindebilgileri birleştirebilecek öğretim üyelerini bulmak, desteklemek ve yeni-insanlığa yararlı düşüncelerin öğrencilere aktarılmasını sağlamaktır.’Başarılı’ olduğunu ileri sürmek için, en önce dünya çapında başarılargerçekleştirmek gerekir.

Page 118: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

118

Efes

İleri gelen kentlerin dünya çevresindeki yerleşim konumlarına bakılacakolursa, ortaya ilgi çekici bir görünüm çıkar. Bu kentlerin çoğunluğu, yadeniz kenarındadır, ya da bir akarsuyun üzerinde. Bu durum, özelliklebaşkentler için daha da önemlidir.

Ancak, doğal koşullar kentlerin bir su’ya olan yakınlığını değiştirebilir.Örneğin: Efes, ilk kayıtlara geçtiğinde tam deniz üzerinde bir liman idi.M.Ö. 600 lü yıllarda kurulduğu varsayılır. Günümüzde karaya vurmuş birbalık gibi deniz kıyısından kilometrelerce içerde bulunuyor. Gemilerinyanaştığı kordon’unun eski deniz yan’inda “yilan yastigi” adı ile bilinengörkemli ve gizemli otlar bitmekte; gemilerin bağlandığı büyük dövmedemir halkaların kimi, toprağa gömülü duruyor. Ortalama iki bin yıl önce,Roma egemenliğine girdiğinde, Efes’in liman’inin iyice dolduğu söylenir.Günümüzde, İzmir’in dolmakta olduğu gibi.

Efes, gününde, neden önemli ve canlı bir şehir idi? Deniz kıyısında olduğuiçin, alış-veriş en önemli bir nedendir. Ayrıca Artemis (Diana) Tapınağı dabüyük bir gelir kaynağı idi. Başka bir deyiş ile, Efes inanç kökenli alış-verişe çok önem vermekte ve Artemis görüntülü satışlarından kazançsağlamaktaydi. Konumu dolayısı ile, Atina ve Pers imparatorluklarıarasında kaldığı için de, üzerinde Tuğ Bağlayanlar çok kez değişmiş, diğerBatı Anadolu şehirleri ile teke-tek alışveriş yarışmalarına girmiş. Buyarışmalar ara-sıra savaşlara neden olduğundan, Efes bu savaşlardan dapayına düşeni almış, varlığı eksildiği gibi, yaşamından da ödün vermekdurumunda kalmış.

Bu süreç içinde, Atina ve Ispartalılar birbirleri ile savaşırken, Atina birsavaş ve yönetim birlikteliği ve yandaşlığı kurmak üzere atılıma geçmişti.Atinalıların amacı, yerleşim alanları Atina’nin kuzeyinde olan Ispartalılarakarşı savaş açarak, Atina’nin yandaşları gibi, Ispartalıları da Atinaegemenliği altına almak idi. Bu anlaşmalara göre, Ege denizindeki bütün

Page 119: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

119

bağımsız kentler (özerk tuğluklar) bu birlikteliğe her yıl gemi, denizci vepara ile, büyüklükleri oranında katkıda bulunacaklar idi. M.Ö. 5 yüzyıldagerçekleşen bu olay sonucunda, Atina küçük tuğluklara baskı yaparakgemi ve denizci yerine yalnız para ile katkıda bulunmalarını istedi. Elli yılkadar süren bu yandaşlıklar sonucunda Atinalıların başlattığı Peloponezsavaşını Ispartalıların kazanmaları, beklenmedik bir yan sonuç da verdi.Olup bitenleri kayıt altına almak ve yer alan olayların altında yatangerçekleri öğrenmek; yanlışları ilerde yenilememek için, Kutluk Bilgisikitapları yazılmaya başlandı.

Geçmiş boyunca da, ordu ve donanmalar, savaşlar için tek gerek değil idi.Günümüzde olduğu gibi, düşünce çarpışmaları çok daha önemli olarak,sıcak vuruşmalardan önce başlıyordu. Bilmek düşüncesini yitiren, anlamave yapma yeteneklerini bulamayacak durumda kalıyor; kendinikoruyamayıp, varlıklarını da elden çıkarıyorlardı. Bu neden ile, günümüzdede, geçmişten geleceğe doğru her tür inançlar birbirleri ile çarpışır. Hemde sürekli olarak. Ancak, bu tür düşünce vuruşlarını “Kazananların,” “onlarermiş muradına, biz çıkalım kerevetine” gibi deyim ile sonsuzluğa kadarbaşarılarının gölgesinde yaşayabilecekleri anlamına gelmez. Çünkü,görünüşte vuruşu yitirmiş düşünce, bu sırada toprağa, diğer düşünceleriniçine, tohum atmış olabilir. Kazananların bakmadığı bir yerde, düşüncelerarasındaki çatlaklarda, bu tohumlar büyüyerek gene yeşerebilir. Böylelikle,ilk ağızda kazanmış olan düşüncelerin büyük bir bölümü, bir süre sonrayenik düşüp, yok olup gitmiş.

Efes, bu tür önemli bir çarpışmanın yer aldığı kent olarak da kayıtlarageçmiştir. Paul (M.Ö. 10 - M.S. 67) (Pavlus vb olarak da bilinir),Atatürk’ün çizdiği “Misak-İ Milli” içindeki Tarsus’da, İsrail köklü Bünyaminboyundan Şaul olarak doğmuş. Bir Hristiyan olarak, Yahudi olmayanlaraHristiyanlığı (genellikle Yunanca konuşarak) tanıtmakla ünlüdür. İsa ilekişisel olarak tanışmamış olmasına karşılık, İsa’nin sözlerinin veöğretilerinin yayıcısı olarak bilinir. Ondört önemli ‘inanç yazısı’ yazdığısöylenir. Bu ondördünü de yazıp-yazmadığı kesinlikle bilinmiyor. Ama,yazdığı varsayılanlar, Hristiyanlık kutsal kitabı İncil’in belirli bölümlerinioluşturur. İncil’in “Efesliler” kesimini oluşturanlar da bu kapsama girer. Bumektupların, Efesliler ve ötesindeki yerleşim alanları içinde oturanlarüzerindeki etkilerinin büyük olduğu su götürmez. Pavlus’un birMektubunun içeriği: “Bu mektup, Tanrı'nin Mesih İsa aracılığıylagerçekleştirdiği yüce tasarıyı gözler önüne seriyor (Ef.3:11). Tanrı'nin butasarısı, inanlıları, inanlılar topluluğunu ve Mesih'i kapsıyor. Pavlus'a göre,biz inanlılar bir zamanlar günah içinde ölüydük, «ama merhameti bol olanTanrı...bizi Mesih'le birlikte yaşama kavuşturdu» (Ef.2:1-10). Bizleri kendi«kutsal ve kusursuz» oğulları olmak ve «yüceliğinin övülmesi için»yaşamak üzere önceden seçmiştir (Ef.1:4,5,12). Tanrı'nın öngördüğü iyiişleri yapmamız için «Mesih İsa'da yaratılmış olarak Tanrı'nın eseriyiz»(Ef.2:10).

Page 120: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

120

İnanlılar yalnız Tanrı'ya değil, birbirlerine de yakın olmalıdırlar. Mesih,Yahudilerle diğer uluslar arasındaki düşmanlık duvarını yıkmıştır. Bunagöre her iki topluluktan inananlar da Tanrı'nin ev halkındandır (Ef.2:11-22). 3:1-10 ayetleri, Pavlus'un Müjde'yi diğer uluslara ulaştırmaklagörevlendirildiğini anlatır.” Kısacası, Pavlus daha sonraları adı geçentopraklara gelen “cerr’e çıkmış derviş” türü ve kişiliğinin öncülerindendir.

Pavlus, İsa’nin öğretilerini yaymak için Efes’e vardığında, Efes’in durumune idi? Deniz kıyısında varlıklı bir alış-veriş şehiri; büyük (gün’ü için çokbilgiyi saklayan) kitaplığı ve Tanrıça Artemis’e (Diana olarak da bilinir)adanmış büyük bir tapınağı var. Bu tapınağa gelen ‘hacı’lar, büyükyoğunlukta alışverişte bulunuyorlar. Bu alışverişçilik, Efeslilere büyükkazanç sağlıyor. Paul, Efes’te Hristiyanlık öğretilerini yaymaya başlıyor. Buöğretiler Efes’in temelindeki varlık yaratıcı Artemis ilkeleriyle doğrudançatıştığından, şehirin alışverişçilerine ve satıcılarına de ters düşüyor.İncilde yazılı olduğuna göre M.S. 57 çerçevesinde Paul hapise alınıyor,şehirde Hristiyanlığa karşı ayaklanma oluyor. İncil’in Yuhanna ve Olaylarbölümlerinde de bu konulara yer veriliyor. Paul’un, Efes’den ayrıldıktansonra Göreme’ye gittiği, yeraltı şehrinde ve kiliselerinde öğretilerinisürdürdüğü söylenir. Daha sonra, Romalılarca, “kargaşa çıkarmaktan”suçlandığı, ve yargılanmak üzere götürüldüğü Roma’da, Nero’nun (M.S.15-68) imparatorluğu sırasında, kafası’nın kesilerek öldürüldüğü varsayılır.Böylelikle, Efes, Hristiyanlığın ilk ve en kutsal “Yedi Kilise’sinin” başındagelir.

(Kilise adından sonra belirtilen, İncil’de adı geçen bölümler):Ephesus (Efes): Revelation 1:11, 2:1-7, Acts 18:19-28, 19:1-41,Ephesians; Laodicea (Pamukkale): Revelation 3:14-22, Colossians 2:1,4:13-16; PPergamum (Bergama): Revelation 2:12-17;Philadelphia (Alaşehir): Revelation 3:7-13;Sardis (Salihli): Revelation 3:1-6;Smyrna (İzmir): Revelation 2:8-11;Thyatira (Akhisar): Revelation 2:18-29, Acts 16:14.

Bu adı geçen yedi kilise birer taş-toprak yapı olmayıp, Tanrı’nın istekleriniinsanlara açıkladığı, yerleşim alanları olarak tanımlanır. Yedisi deAnadolu’nun batısındadır.

Kilisenin büyük “kural koyucu” toplantılarından birinin M.S. 431 de Efesteyer aldığı, Meryem Ana’nın “kilise kuralları” ve “inancı düzenleyicitemelleri” içindeki yerinin belirlenmesine yordam verdiği söylenir. AyrıcaM.S. 3cü Yüzyılda yaratılan “Yedi Uyuyanlar” kurgu öyküsü, Efesçevresinde yer almış, daha sonra Avrupada, 1776 Amerikan Devrimiöncesi bir Amerikalı yazar’ca el’e alınan “Rip Van Winkle” ad’lı öykününyazılmasına esin vermiş. Daha önce, Asya içinde de ayrıca yayılmış. Bukurgu bilim öyküsüne göre Hristiyanlığı yaymak için uğraşırken ölmüş olanyedi kişi, olağanüstü güç nedeni ile ölümden dönmüş. Bu öykü, günümüz

Page 121: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

121

Afganistan’ında bulunan, Herat Tuğluğunu kuran (Timur Bey’inTorunlarından) Sultan Hüseyin Baykara (Tuğluğu 1469-1506) ile essüreçte yaşamış olan Navai’nin (1441-1501) “Ashab-ı Kehfimiz “ şiirlerinekadar girmiş. Ömer Seyfettin ‘in (1884-1920) yazdığı ve 1918 de basılan“Ashab-ı Kehfimiz” başlıklı kısa öyküsü ile Anadolu’ya geri dönen buanlatım ( Bkz: H.B. Paksoy, “Nationality and Religion: Three Observationsfrom Ömer Seyfettin” Central Asian Survey (Oxford) Volume 3, No. 3;1984. Pp. 109-115), M.S. Yedinci Yüzyılda ortaya çıkan İslamiyetin kutsalkitabı Kuran’da (Yaşar Öztürk Meali) da yer alır: Kehf 9 süresi.

M.S. 6ci yüzyılda Bizans imparatoru Justinian sırasında önemini kaybedenEfes, 1090 da küçük bir yerleşim alanı olarak Selçuklular eline geçmiş.14cü yüzyılda ise unutulmuş bir şehir olmuş. Bu küçülme ve unutulmanın,ve sonunda toprak altında kalarak yok olmanın, depremlerle ilgisi olup-olmadığı çözüm bekleyen sorulardan biri. Üstü toprak ile örtülmüş Efes’inyeri, 19cu yüzyılda, Londra’daki Büyük Britanya toprakaltı sergisindeçalışan J.T. Wood tarafından bulunmuş. Yirminci yüzyılda gene adı geçentoprakaltı sergisinden gelen D.G Hogart, yeni kazılar yaparak ek temellereve eski Efes paralarına ulaşmış. Daha sonra Avusturyalılar kazılarınısürdürmüşler. Günümüzde, diğer uluslararası kuruluşlar ve yükseköğrenim kurumları da (yukarıda adı geçen diğer Yedi Kilise şehirlerindeolduğu gibi) kazılarını sürdürmekte, bu yoldan da Hristiyanlığın en önemlidoğuş ve yayılma şehirlerinden olan eski Efes’in anısı canlı tutulmaktadır.

Page 122: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

122

Son söz yerine

Bilmek, Anlamak, Yapmak

Bu başlık altında toplanabilecek pekçok atasözü bulabiliriz. Bunlarınarasında, Kazım Karabekir’in Türk Kurtuluş Savaşını anlatan bir kitabınıngirişine koyduğunu da unutmamak iyi olur: “Doğru görmek ve doğruyapabilmek için daha önce yapılanları doğru bilmek şarttır.”[i]

“Neden gerektir?” sorusunu sorabiliriz. Bir yılan elimizi ısırdı ise, zehirliolup-olmadığını bilmek istermiyiz? Bizi yatıştırmak isteyen ‘iyi niyetli” birikalkıp “yılan zehirli degil” dediğinde, hemen inanıp, yatak altta yorganüstte dinlenmeye mi yatacağız? Yılan gerçekten zehirli ise, bunu bilmeden“doğru’yu nasıl yapabilecegiz?” Yılanı hemen öldürecekmiyiz, yoksazehirini akıtıp, panzehir yapıp kullanacak mıyız?

Bir Fransız deyimi: “Gencler Bilse, Yaşlılar Yapabilse!” Peki, gençlerinbilmediği nedir? Bilmemelerinin nedeni bulunabilir mi? Bir Amerikandeyimi de “Bilen, Yapar; Yapamayan, ögretir” der. Bu deyimden neanlayabiliriz? Deyimin ilk bölümü “Bilen, Yapar” Doğru mudur? Her bilen,yapar mı? Yapabilir mi? İkinci bölümü ise, daha çapraşıktır. Yapamayan,nasıl olur da Öğretebilir? Aranır ise, örnekler burada işe yarayabilir:

Page 123: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

123

Niccolò Machiavelli (1469 - 1527) “bildiğini” ileri sürüp, Floransa’dabirtakım işleri el’e almak istedi. Ancak, “bildikleri,” Floransa şehirdevletinin yöneticisi olan Medici ailesinin düşüncelerine ters düştüğünden,“yapamadı.” Bunun üzerine Machiavelli, bildiklerini “öğretmek” içindüşünce ve bilgisini kâğıda döktü. O gün - bu gün’dür, Machiavelli,öğretmen olarak, Kutadgu Bilig (1069?) yazarı Balasagunlu Yusuf ileyarışmaktadır. Balasagunlu üzerine bilgimiz azdır; anladığımıza göre, Bilip-Anlayıp-Yapabilen az bulunur kişilerden biridir. İbn Khaldun (1332 – 1406)da, Kuzey Afrika üzerindeki birkaç toplumu (“isteği dışında”) gezerek,Bilmek-Anlamak-Yapmak üçgeni içinde Tarih biliminin bilinen ilk önemliyöntem el kitabını (Mukaddime) yazdı. Tarihten ders çıkarmanın temeltaşlarından birini yerine koydu. Bilip-Anlayıp-Yapmış olanlardanöğrenmenin bir ayrıcalığı olabilir; eğer bilip yapmış olanlar, öğretmekisterler ise. Öğretmek, her kişinin yapabileceği iş değildir. Önce, kişininkişiliğinin öğretmeye yatkın olması gereklidir.

Timur Bey'in torunlarından olan Babür (1483 - 1530), Bilip-Anlayıp-Yapabilen bir Türk İltutmuş’u idi.[ii] Anılarını yazarak, öğretmek de istedi.Türkçe’nin Çağatay ağzından en önemli örneğini de (Babürname) böyleceortaya koydu. Bağladığı Tuğ, Hindistan içinde birkaç kuşak yaşadı.Babur’un büyük dedesi Timur (O. 1405) de Asyanın en büyük bölümündeTuğ Bağladı. Bilip-Anlayıp-Yaptığı su götürmez. Ancak, öğretmeye pekdüşünce ayırıp-ayırmadığını bilemiyoruz. Kişisel olarak yazdığı, bize gelenyazısı-kitabı yoktur. Timur’un torunlarından olan Sultan Hüseyin Baykara(1469-1506) da günümüz Afganistanındaki Herat şehiri ve çevresindeİltutmuş idi.[ııı] En büyük Türk yazarlarından olan Ali şir Navai (1441 -1501) ile bir süreçte yaşadıklarından, Baykaranın yeteneklerini hemNavai’den hem de Babür’ün Hatıralarından biliyoruz. Bütün bu Bilen-Anlayan-Yapan Türk İltutmuşlar, herşeyin tek doğrusunu mu yaptı?Çoğunun yaşamlarının tümünü bilmiyoruz; içinde yoğrulduklari koşullarıancak çevrelerinde olup-bitenlerden çıkarabiliriz. 13cu yüzyılda, Asya, birucundan diğerine, Cengiz ve başında olduğu Moğolların etkisi ile tamanlamı ile karmakarışık olmuş idi. Dengeler bozulduğunda, diğer, yenidengelerin kurulması için arayışların başlaması kaçınılmaz. Timur’un 14cuyüzyılda yeniden İltutmuşluk arayışı, kuşaklar sonrası torunları Babur veBaykara’nin da yaptıklarından ayrıcalıklı değildi. Dengeler kurulmadıkça,komşuluk ilişkileri de oturmaz, kazan gibi kaynar. Yukarıda değinilenolaylar günümüzdekilerden değişik midir? Onucuncu, Ondört ve Onbeşinciyüzyıllarda yaşananlar, Ondokuzuncu, Yirminci yüzyıllarda da yenidenoynanmadı mi? İleride de gene oynanmayacak mi?

Yönetimin temel yöntemlerinin sayıları sınırlıdır. Yönetim yöntemleriyeniden, sıfırdan yaratılamazlar. Yaratılabilecek, kurulabilecek yönetimyöntemlerinin tüm’ü yaratılmış, kurulmuş ve denenmistir. Eski türyönetimlerin, yeni adlar ile ortaya atılmaları, bir halk ile ilişkileruygulamasından başka birşey olamaz. Değişen, toplumların birbirlerinidünya yüzünden kaldirabilme yeteneğinin her gün artmasıdır. Durum

Page 124: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

124

böyle olunca, Bilmek-Anlamak-Yapmak yetenekleri daha da büyük anlamve önem kazanır. Ne de olsa, önümüzde oldukça yüklü bir birikimbulunmakta. Eğer kullanmak isteyen olur ise. Kullanılmayan birikimler,bilinmediklerinden mi, yoksa bu birikimlerin bilinmesinin bir iseyaramayacağı düşüncelere yerleştiği için mi kullanılmıyor sorusuna biryanıt aramak gerekebilir. Toplum Olarak Varılmak İstenen Sonuç Nedir?Toplumlar içinde, değişik düşünceler ve çözümleri destekleyen altkumelesmeler olması doğaldır. Herşeyden önce, bütün Toplum temelkural’i bilmelidir: Toplum olarak yaşayabilmek için, sorunlara çözümbulmak, bu çözümlerin bütün Toplum üyelerinin yararına olması gerekir.Bu çerçeve içinde, bütün Bilip-Anlayıp-Yapabilenlerin uğraşlarının KutadguBilig anlamıyla kutlu olması dileği ile.

[i] General Kazım Karabekir, Cihan Harbine Neden Girdik, NasılGirdik, Nasıl İdare Ettik (İstanbul, 1937)[ii] En yeni yayınlardan biri: Gavin Hambly, Babur's Women: EliteWomen in Late Medieval Central Asia and North India (London:Palgrave MacMillan, 2005)[ııı] http://aton.ttu.edu/Risale-i_Sultan_Hüseyin_Baykara.asphttp://vlib.iue.it/carrie/çeç/Risale-i_Sultan_Hüseyin_Baykara.shtml

Page 125: Gelecek ile Yuzlesmek by h b paksoy

125

i HB Paksoy, "Maya T.A.ş." Ağ sayfalarından okunabilir. Türk Tarihi, Toplumların Mayası, Uygarlık (Izmir, 1997)kitabı içinde yayınlanmıştır.ii http://www.youtube.com/watch?v=g02meEV6hI4&feature=player_embedded#!iii http://english.people.com.cn/90001/90776/90786/7273402.htmliv HB Paksoy, IDENTITIES: How Governed, Who Pays? (Printech, 2001); also available from Entelequia, 2006(2nd Ed.) http://www.eumed.net/entelequia/pdf/b002