173
HATAY’DA ON SICAK GÜN EDĐTÖR YAŞAR ERGÜN MUSTAFA KEMAL ÜNĐVERSĐTESĐ YAYIN NO:19 ISBN:975-7989-25-8

HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

  • Upload
    others

  • View
    3

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

HATAY’DA ON SICAK GÜN

EDĐTÖR YAŞAR ERGÜN

MUSTAFA KEMAL ÜNĐVERSĐTESĐ YAYIN NO:19

ISBN:975-7989-25-8

Page 2: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

2

Yaşar Ergün, 1969’da Gaziantep’te doğmuştur. Aydın Ortaklar Öğretmen Lisesi ve Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi mezunudur. Doktora eğitimini Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Doğum Jinekoloji Anabilim Dalı’nda tamamlamıştır. Biyolog Dr. Nuray Ergün’le evli olup, Asiye Işılay Ergün’ün babasıdır.

Page 3: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

3

Yazarlar Ahmet Akkiprik

Ekrem Aktoklu

Mustafa Atmaca

Ali Demirsoy

Miktat Doğanlar

Nuray Ergün

Yaşar Ergün

Bülent Gözcelioğlu

Bülent Gülçubuk

Nurullah Günay

Oğuz Kılıçoğlu

Sancar Ozaner

Hasan Göksel Özdilek

Şükran Yalçın-Özdilek

Hatice Pamir

Mehmet Tekin

F. Mine Temiz

Tülin Tümay

Hüseyin Türk

Cuma Yıldırım

Hikmet Yolcu

Bu Kitap, Tubitak tarafından desteklenen Ekoloji Temelli Doğa Eğitimi projelerinden 106Y102 numaralı “Amanoslar ve Antakya Çevresinin Bilimsel Eğitim Amaçlı Kullanımı I” adlı projenin uygulanması sırasında ders veren öğretim üyelerinin ders içeriklerinden oluşmuştur.

Page 4: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

4

Doğayı anlamayı ve doğanın içinde doğanın elementleri ile birlikte kardeşçe yaşamayı bana bir yaşam tarzı olarak öğreten babaannem ASĐYE ERGÜN’ün anısına…

Page 5: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

5

ĐÇĐNDEKĐLER Amanos Dağları’nda milli park oluşumuna doğru 1

Bitki toplama, presleme ve kurutma (herbaryum teknikleri) 5

Kuş göçü ve gözlemciliği 11

Korunan alanlar ve koruma statüleri 16

Türkiye’nin biyolojik çeşitliliğinin temeli ve faunası 20

Biolojik mücadele, avantajları ve uygulama alanları 33

Ağır metallerin oluşturduğu kirliliğin bitkiler üzerine etkileri 37

Doğada yaşamın temel kuralları 44

Doğu Akdeniz sualtı biyoçeşitliliği 49

Kırsal kalkınma : Kavramlar, uygulama esasları ve dikkat noktaları 54

Đlkyardım 65

Göl’den çöl’e amik 68

Samandağ sahilinde kıyı erozyonu 76

Gölden ovaya, ovadan kente Amik havzasının değişimi, insan-tarım-yerleşke

ilişkisi ve çevreye etkisi. Sınır aşan, sınır çizen sular ve Asi örneği

81

Yaşayan fosiller: Deniz kaplumbağaları (chelonıa mydas ve caretta caretta) 92

Derin ekoloji 100

Doğu akdenizde bir liman kenti: seleukeia pieria 105

Hatay tarihi 112

Ekosistemin yerel yaşam ve geleneksel mimarideki yansımaları 123

Antakya’da yaşam 134

Antakya kültürü 143

Amanos dağlarının vejetasyonu 157

Önemli bitki alanı Amanos Dağları 162

Page 6: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

6

Önsöz Ekoloji temelli doğa eğitimi projeleri ile ilgili Sayın Şükran Yalçın Özdilek 2005 yılı eylül ayında bir gün beni arayıp Tubitak’tan Sancar Ozaner Hoca seninle Hatay bölgesinde yürütülecek bir projede yürütücü olman için görüşecek dediğinde açıkçası hem sevinci ve heyecanı hem de biraz çekinceyi bir arada hissettim. Nitekim Sancar Hoca beni aradığında ilk söylediğim şey “Hocam teveccühünüze teşekkür ederim ama ben Veteriner Fakültesi Doğum Jinekoloji Anabilim Dalında öğretim üyesiyim bu konuda sizi sıkıntıya sokmayayım” dediğimde Sancar hocam o her zamanki sakinliğiyle “merak etme illa da belli bir meslek grubu yapacak diye bir şartı yok, ben senin Amanosları bildiğin konusunda ikna oldum bu konuyu savunabilirim” dediğinde heyecanım bir kat daha artmıştı. Amanos Dağları’na olan ilgim 1993 yılında Mustafa Kemal Üniversitesi’nde Araştırma Görevlisi olarak çalışmamla başladı. O zamanlar Antakya’da vakit geçirecek pek tanıdık kimsem olmadığından da olsa gerek, hafta sonları Samandağ Çevlik sahillerine gider sahildeki toprak yolda saatlerce yürür ve Amanosların denize kavuştuğu kıyıdan kuzeye uzanan rastgele bir dereyi saatlerce takip ederdim. Tabi doğayla iç içe olma geçmişim rahmetli babaannemle onun bahçesinde geçirdiğim hayatımın ilk yedi yılı, Aydın Ortaklar Öğretmen Lisesinin devasa arazisindeki keşif amaçlı kaçamaklarımız ve üniversite yıllarımda arkadaşlarımla dağlarda kurduğumuz uzun süreli kamplara dayanır. Đkibinbir yılında Türkiye Dağcılık Federasyonu dağcılık eğitimlerine başlamam ve Biyolog olan eşimin ve tabi yanında kızımın Ankara Üniversitesinde doktora eğitimi için Ankara’ya gitmesi ve fakat Biyoloji bölümündeki araştırıcılarla enişteleri olmam hesabıyla yakın olmam bana doğa ile baş başa kalmam için adeta 6 koca yıllık bulunmaz bir fırsat sundu. Tabi ben de o fırsatı sonuna kadar değerlendirdim. Bu altı yılda yüksek lisans tezi için Kuseyr dağlarında ve Doktora tezi için Kızıldağ’da bitki toplayan Hikmet Yolcu’ya gönüllü yoldaş oldum. Amanoslar’da birileri bilimsel amaçlı rehberliğe ihtiyaç duyduğunda ilk arananlardan oldum ve elimden geldiğince de yardımcı olmaya çalıştım. Sadece dağcılık amaçlı yaptığım ve TRANSAMANOS olarak isim bulduğum faaliyetlerde artık daha dikkatli bir gözle hangi bitkiler nerede, hangi bitkileri toplamıştık gibi sorular aklıma gelmeye başladı. Kamp alanlarımızda zaman zaman izlerini görüp zaman zaman seslerini duyduğum ve çok sessiz olup özel olarak görmek istediğimizde de kendilerini gördüğüm vahşi hayvanlar ise diğer bir ilgi alanımı oluşturdu. Umarım çok yakın gelecekte Amanoslar’da yaşayan vahşi hayvanlardan karaca, dağkeçisi, ceylan, vaşak ve çizgili sırtlanı doğal yaşam alanında görüntüleme projemi de hayata geçirir ve bu değerlerlerimizi de meraklı ve ilgili gözlere sunabilirim. Amanoslar’da Hassa Payas çizgisinin güneyinde kalan kısım transamanos faaliyetleri sürecinde defalarca geçildi. Dağlara tırmanmak için gittiğim Ağrı, Süphan ve özellikle Kaçkarlardaki faaliyet beni çok etkiledi. Bu hareketlilik neden burada olmasın sorusunu akla getirdi. Çünkü, Amanoslarda sadece yaylacılık ve hafta sonu günübirlik piknikçilik faaliyetleri yapılıyordu. Gördüklerimi önceleri sadece anlatmaya, imkan olduğunda da fotoğrafladıklarımı göstermeye başladım. Đlgili insanlar merakla anlattığım yerlere gitmek için yol sormaya başladılar. Eminim ki Amanos Dağları’nı hakkıyla tanıtacak, bitki çeşitliliğini ortaya koyacak, vahşi yaşamı belgeleyecek faaliyetler olsa ekoturizm faaliyetleri açısından önemli bir potansiyeli barıdıran Amanoslar hem bitki çeşitliliği hem hayvan türleri açısından daha iyi keşfedilebilir. Đkibinaltı yılında ilki gerçekleştirilen ve Sayın Erol Eldem başkanlığında bir TRT ekibi tarafından belgesel olarak kaydedilecek bu eğitimlerin anılan amaç için sağlam bir başlangıç noktası olacağı kanaatindeyim. Amaç, Amanos Dağları’nın hak ettiği ilgiyi görmesi ve güzelliklerinin ilgi gruplarına sunulmasıdır. Antakya, 16 Temmuz 2006

Page 7: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

7

AMANOS DAĞLARINDA M ĐLL Đ PARK OLUŞUMUNA DOĞRU

Ahmet Akkiprik Orman Mühendisi

Hatay Çevre-Orman Đl Müdürlü ğü Milli Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma Şube Müdürü

TARĐHTE KORUMA FAAL ĐYETLERĐ

Tarihte bilinen ilk koruma önlemi M.Ö. 252 yılında Hint Kralı Asox'un balıkların, hayvanların ve ormanların korunması için çıkardığı fermandır.

Avrupa'da 1858 'de Bohemia prensi, ormanlarından 2000 ha. bakir orman alanını park ilan etmiştir. ABD'de 1864 yılında Yosemite Ormanları, sekoya ağaçlarını korumak amacıyla Kaliforniya Hükümeti tarafından devlet parkı olarak ayrılarak dünyada ilk örnek olmuştur ( Bayer, 1967 ).

Dünyada alansal korumanın temeli, milli parklar sayılabilir. Doğal güzelliğin korunması için halkın teklifiyle ilk olarak Amerika'da 1872 yılında Yellowstone Milli Parkı ilan edilmiştir. Milli park fikri buradan dünyaya yayılmaya başlamış, 1879'da Avusturalya'da Royal, 1885'de Kanada'da Banff, 1897'de Yeni Zelanda'da Tongariro ve 1898'de Meksika'da El Chico Milli Parkları kurulmuştur. Avrupa'da ilk milli parka bilimsel amaçla 1909 yılında Đsveç sahip olmuştur. Yellowstone Milli Parkını gezen Belçika Kralı Alberts 1925 yılında Belçika Kongosu'nda (Zaire, Virunga Milli Parkı) Afrika'nın ilk milli parkı olan Kral Alberts Milli Parkı'nı ilan etmiştir ( Yücel, 1995 ).

Milli park düşüncesi 1933 yılında Londra'da Afrika'nın flora ve faunasının korunması

kongresinde alınan kararla kabul görmüş ve milli park ; "Flora ve fauna koruması yanında, kamunun yararlanması, dinlenmesi, eğlenmesi yönünden estetik, jeolojik, prehistorik, arkeolojik ve bilimsel değer taşıyan doğal varlıkların korunması için ayrılan alandır" şeklinde tanımlanmıştır. 1958'de Atina'da Dünya Koruma Birliği'nin ilk toplantısında, Uluslar arası Milli Parklar komitesi kurulması kararı alınmış ve bu komite çalışması sonucu 1962' de ABD / Seattle' da "I. Milli Parklar Kongresi" yapılmıştır ( Ekim, 1996 ).

19. yüzyıl başlarında çeşitli ülkelerde halkın doğa varlıklarını koruma ve halkın

yararına sunma istekleri doğayı koruma ve milli park olgusunu ortaya çıkarmıştır. Doğa koruma ve milli park kavramı ülkelere göre farklı yorumlar bulmuştur. Milli park, Norveç'e göre; içinde insan ve yerleşim alanı bulunmayan, günlerce gezilebilen, sessiz bir doğa arazisidir. Đsveç'e göre; yalnızlık içinde, dinlenme olanağı veren, sınırsız ormanlardır. Almanya’ya göre; milyonlarca insanın ziyaret ettiği, dinlenme ve eğlenme olanağı bol doğa ve kültür arazileridir. Eski Sovyetler Birliği'ne göre; bilimsel çalışma amacıyla kurulmuş kültür arazisidir ve turizme kapalıdır. Tanımlardan anlaşıldığı gibi her ulusun kendi doğal ve sosyal yapısını uygun olarak belirledikleri milli park kavramı ve kamuya yarama nitelikleri farklıdır. Fakat ana düşünce doğal varlıkların korunması ve kamu yararına geliştirilmesi ilkelerine dayanmaktadır ( Tanrıverdi, 1987 ).

Yeryüzü kara parçalarının %5 'i ve Avrupa'nın %7 'si koruma alanlarına ayrılmıştır.

Yeryüzünde korunan alanların yaklaşık %2,6 'sı milli park alanıdır. Korunan Alanlar Kavramı: Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından tanımlanan “korunan alanlar”

teriminin, büyük ölçüde biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik alanlarla sınırlı olduğu ve bu yüzden deniz ve kara peyzajının yalnızca küçük bir kısmını kapsamaktadır. IUCN tarafından korunan alanların sınıflandırılması:

Page 8: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

8

1-Bilimsel amaçlı olarak yönetilen korunan alanlar. 2-Yaban hayatının korunması amacına yönelik olarak yönetilen korunan alanlar. 3-Ekosistem koruma ve rekreasyon amaçlı olarak korunan alanlar. 4-Belirli tabiat özelliklerini koruma amacına yönelik olarak korunan alanlar. 5-Yönetim müdahalesi yoluyla doğa koruma amacına yönelik olarak yönetilen

korunan alanlar. 6-Kara/Deniz peyzajlarında doğa koruma ve rekreasyon amacına yönelik olarak

yönetilen korunan alanlar. 7-Doğal ekosistemlerin sürdürülebilir kullanımı amacına yönelik olarak yönetilen

korunan alanlar. ÜLKEM ĐZDE KORUNAN ALANLAR Türkiye’de farklı mevzuatlara tabi olan ve kendilerine göre sınıflandırmaları bulunan

pek çok yönetim kurumunun bulunması nedeniyle korunan alanlarda pek çok atamanın yaşanması, korunan alanların geçmişte karşılaştırmalı analizinin gerçekleştirilmesinde güçlüklere neden olmuştur. Bu konuda karşılaşılan engeller arasında, evrensel olarak kabul görmüş bir terminolojinin bulunmayışı, mevcut terminolojinin farklı biçimlerde uygulanması ve birbirinden farklı kanunların bulunması sayılabilir.

Güncelleştirilmiş bir yönetim planının bulunmaması, korunan alanın hatalı yönetimine ve doğal kaynakların yanlış kullanımına yol açmaktadır. Bu tür hatalı yönetim ve kullanımlar arasında yol ve tesislerin yanlış yerleştirilmesi ve doğal kaynakların ve alanların yerel topluluklar tarafından yanlış kullanımına sebep olmaktadır. Birbiriyle çelişen mevzuat nedeniyle bakanlıklar arasında yetki alanlarının çakışması, yönetim amaçlarının birbiriyle çelişmesine ve kullanıcıların ve yerel halkın kafalarının karışmasına yol açarak çok önemli sorunlar oluşturmaktadır. Milli parkların amaçlarına uygunluk gösteren sistematik bir yönetim planlama süreci mevcut değildir.

Ülkemiz jeopolitik açıdan olduğu kadar biyocoğrafik açıdan da dünya üzerinde önemli bir konumda bulunmaktadır. Dünya üzerindeki önemli üçgen merkezinin temsil edildiği Türkiye 9600’den fazla bitki, 152 memeli, 459 kuş, 354 balık ve 106 sürüngen türünden oluşan çok zengin bir fauna ve floraya sahiptir. 3000 den fazla bitki türü sadece Türkiye’ye özgüdür. Avrupa, Asya ve Afrika arasında milyonlarca göçmen kuşun kullandığı üç ana göç yolundan ikisi, Türkiye’den geçmektedir. Türkiye’deki sulak alanlar, bu göçmen kuşların pek çoğu için hayati öneme sahiptir. Türkiye’nin temsil ettiği biyolojik çeşitlilik bölgedeki doğal ve hassas dengenin bir göstergesidir.

Küresel biyolojik çeşitliliğin korunması için yapılan çalışmalar, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son yıllarda büyük hız kazanmıştır. Korunan alan yönetimi konusundaki yaklaşımlarda önemli değişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirliğin öne çıkarıldığı, kısa, orta ve uzun vadeli hedef ve öngörülerin bir arada ele alındığı bir yönetim yapısı giderek daha fazla benimsenmektedir. Bu yaklaşımın etkin bir biçimde hayata geçirilmesi korunan alanlarda var olan durumun doğru olarak saptanmasına bağlıdır. Bir korunan alanın durumunun belirlenmesi, alandaki biyolojik çeşitliliğin, sosy0-ekonomik ve kültürel yapının, idari ve finansal yapılanmanın, tehdit ve fırsatların bir arada ele alınması ile mümkündür. Bu unsurların ayrıntılı olarak incelenmesi, her birisi için uzun ve kapsamlı çalışmaların yapılmasını gerektirir. Bu unsurların ayrıntılı olarak incelenmesi, her birisi için uzun ve kapsamlı çalışmaların yapılmasını gerektirir.

Ülkemizin ulusal ve uluslar arası düzeyde öneme sahip müstesna köşelerinin korunarak sürdürülebilirliğinin sağlanması ve bu sahalarımıza olan farklı kullanım taleplerinin kontrollü ve planlı bir şekilde karşılanabilmesi ile buraların koruma-kullanma dengesi gözetilerek gelecek nesillere milli bir miras olarak bırakılması, Çevre ve Orman Bakanlığı Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğünün görevleri arasındadır.

2873 Sayılı Milli Parklar Kanununda;

MĐLL Đ PARK

Page 9: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

9

Bilimsel ve estetik bakımından, milli ve milletlerarası ender bulunan tabii ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçalarıdır. ( 35 adet Milli Park tescil edilmiş olup toplam 686.631 Ha.'dır)

TAB ĐAT PARKI

Bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliğine sahip, manzara bütünlüğü içinde halkın dinlenme ve eğlenmesine uygun tabiat parçalarıdır. ( 17 adet Tabiat Parkı tescil edilmiş olup toplam 69.370 Ha.'dır) TAB ĐATI KORUMA ALANI

Bilim ve eğitim bakımından önem taşıyan nadir, tehlikeye maruz ve kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemler, türler ve tabii olayların meydana getirdiği seçkin örnekleri ihtiva eden ve mutlak korunması gerekli olup sadece bilim ve eğitim amaçlarıyla kullanılmak üzere ayrılmış tabiat parçalarıdır.

( 35 adet Tabiatı Koruma Alanı tescil edilmiş olup toplam 84.230 Ha.'dır) Hatay ilimizde Tekkoz-Kengerlidüz ve Habibineccar Dağı tabiatı koruma alanı

bulunmaktadır. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Türkiyede Artvin-Karçal Dağları, Rize Fırtına

Vadisi, Karabük-Yenice Ormanları, Antalya-Akseki Đbradı Ormanları, Muğla (Fethiye)-Babadağ ve Hatay-Amanos Dağları’nı koruma önceliği açısından “Avrupa Ormanlarının Sıcak Noktaları” arasında göstermektedir.

AMANOS DAĞLARI Konumu: Doğu Akdeniz, Osmaniye, Hatay, Gaziantep Mülkiyet: Milli Park Olarak önerilen sahanın büyük kısmı devlet ormanı ve hazine

arazisi ve yer yer tarım arazileri bulunmaktadır. Ekosistem Tipi: Önerilen alan esas olarak Orman ekosistemidir. Amanos dağlarının

bu bölümdeki yüksek basamaklarındaki güneşli bakılarda saf meşe ormanlarının oluşturduğu ekosistem yine üst rakımlardaki gölgeli bakılarda her türlü ana kaya üzerinde kayın ekosistemi ve diğer yapraklılar ve ibrelilerle de karışım yapmış karışık ve değişik yaşlı orman formu gösteren ekosistemlerde bulunmaktadır. Milli Park olarak önerilen alan yapraklı ağaç türlerinin yayılışına ve zengin bitki ve hayvan topluluğuna sahip bulunuşu ile nadir ve eşsiz bir orman ekosistemi özelliği göstermektedir.

Doğal Kaynak Değeri: Akdeniz fitocoğrafya bölgesinde yer alan Amanos Dağlarındaki ormanlar, ağaç türü karışıklığı ve zenginliğiyle öksin (nemli) iklimine benzer vejetasyonların biyolojik ve genetik bulunduğu en güney uçta yer almaktadır. Bu ormanlar çeşitlilik bakımından çok zengin ormanlardır. Geçmiş zaman dilimlerinde iklimin soğumasıyla buzulların kuzeyi kaplaması sonucu kuzeydeki orman vejetasyonlarının güneye inmesi ile oluşmuşlardır. Ancak bu ormanlar daha sonraki evrelerde iklimin tekrar ısınmasıyla oksin ağaç türlerinin kuzeye çekilmesi esnasında belirli yerlerdeki lokal alanlarda yaşama şartlarının halen devam etmesi dolayısıyla kalmış relikt orman parçalarıdır. Bu ormanlar taşıdıkları ağaç türü ve flora zenginliğiyle güney bölgemizin en zengin ve en en değerli ormanlarıdır. Bu iklim kuşağında buranın güney veya doğusunda bu yapıda başka bir orman parçası yoktur. Ve etrafı step olan bir bölgedir. Bir başka ifade ile bu ormanlar bu bölgede bir sahadır. Ve bu saha korunmalıdır. Doğal bir arboretum olan bu bölgede zengin endemik bitki türleri de bulunmaktadır. Ancak türlerin detaylandırılabilmesi ve yeni türlerin tesbiti için kapsamlı bir araştırmaya ihtiyaç vardır. Amanos Dağlarındaki zengin flora örtüsü nedeniyle birçok yaban hayvanını barındırmaktadır. Halen sahada varlığı bilinen yaban hayvanları Karaca(Capreolus capreolus), Yaban Domuzu (Sus Scrofa), Çakal (Canis auresus), Tilki (Valpes vulges), Tavşan (Lepus Eur opeaus), Porsuk (Meles meles), Gelincik (Mustela nivalis), Yaban Kedisi, Kuyruksüren, Kurt, Sincap, Oklu kirpi, Ağaç kakan, Üveyik, Ala karga, Yılan ve Kertenkele.

Peyzaj Özellikleri: Milli Park olarak önerilen alanın genelinde peyzaj değerleri yüksektir. Özellikle Deliçay ve Özerli Çayının orman içerisinden geçerken oluşturduğu

Page 10: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

10

manzaranın ayrı bir güzelliği bulunmaktadır. Ormanın bizatihi kendisi çok değişik zengin bitki örtüsü ile son derece göz alıcıdır. Orman içi açıklıklar kırık arazi yapısı ve yapraklı ağaç türlerinin ilkbahar ve sonbahar aylarında oluşturduğu renk cünbüşü muhteşem güzellikler içerisindedir. Estetik açıdan çok değerli bulunmaktadır.

Rekreasyonel Potansiyel: Amanos Dağlarının Milli Park olarak önerilen alanlarının rekreasyonel potansiyeli oldukça yüksektir. Ormanlık alanın dere yataklarının bir çok noktasında rekreatif alanlar oluşturmak mümkündür. Akdenizin en sıcak bölgesi olan bu havzada köy ve şehir halkı yazın aşırı sıcaklığından kaçarak daha yükseklerde ve özelliklede orman içleri ve kenarlarındaki serin bölgelerde yazı geçirdikleri görülmektedir. Bu ülkenin diğer bölgelerinden çok farklı bir yaylacılık anlayışıdır. Bu bölgede halkı hayvancılık için değil yazlık olarak ormandan faydalanmaktadır. Etrafı step olan Amanos Dağlarının bu bölümü bu maksada hizmet edebilecek relikt orman parçalarıdır.

Page 11: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

11

BĐTKĐ TOPLAMA, PRESLEME VE KURUTMA

(HERBARYUM TEKN ĐKLER Đ) Yrd.Doç.Dr. Ekrem Aktoklu

Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültes i Biyoloji Bölümü 1. GĐRĐŞ Canlıların önemli bir bölümünü oluşturan bitkiler, tüm ekosistemlerde birincil

üreticilerdirler. Güneşten aldıkları ışık enerjisi yardımıyla su (H2O) ve karbodioksidi (CO2) birleştirip kendileri için gerekli olan organik maddeleri sentezlerler. Bu esnada havadaki karbodioksidi temizleyip, oksijeni sağlamaları nedeniyle de insanlar ve diğer canlılar için çok önemlidirler. Örneğin insanlar ve hayvanlar tüm besinlerini genelde hazır olarak aldıkları halde, bitkiler besinlerini kendileri hazırlayabilirler. Fotosentez dediğimiz bu biyokimyasal tepkimeler zinciri ile ortaya çıkan ürünler, insan yaşamının ayrılmaz bir parçasını oluştururlar. Yani bu organik maddeler tüm hemen hemen tüm canlıların yaşamının temelidir diyebiliriz. Bu sonuçla besinlerimizin tamamının bitkisel kökenli olduğunu ve hayvansal kökenli olanların da aslında birincil tüketiciler tarafından bitkilerden elde edildiğini unutmamalıyız.

Bitkiler yalnızca besin kaynağı olarak düşünülmemelidir. Atmosferin O2 / CO2 oranı yeşil bitkiler sayesinde dengede kalmaktadır. Günümüzde hastalıkların tamamına yakını bitkisel kökenli maddeler ile tedavi edilmektedir. Giyecek, barınma, ısınma gibi amaçlar ile de bitkilerden yararlanılmaktadır. Günümüzde yaşanabilir bir çevre ancak bitkiler ile sağlanabilir.

Bütün bu saydığımız nedenler bitkilerin tanınması, bilinmesi gerekliliğini ortaya koymaktadır. Đnsanoğlu yeryüzünde bulunan yüz binlerce bitkiyi tanımak, birbirleri ile farklılık ve benzerliklerini bilmek ister. Örneğin bir bitki üzerinde çalışan genetikçi, fizyolog, eczacı, ormancı vs. gibi bilimciler, öncelikle çalıştıkları bitkinin ismini bilmek zorundadırlar. Bilindiği gibi pek çok doğal bitkinin gerek tıbbi ve gerekse de ziraat gibi uygulamalı bilimlerde sıklıkla kullanım alanları bulunmaktadır. Yani bitkiler ile ilgili araştırmalar Biyoloji, Ziraat, Ormancılık, Eczacılık, Çevre gibi birimlerde çok yönlü olarak sürdürülmektedir. Bütün bu durumlar bitkileri tanımamızı gerektirir. Dolayısıyla bir temel bilim olması nedeni ile Bitki Sistematiği doğadaki tüm bitkileri tanıyıp, sınıflandırmayı amaçlamaktadır. Đşte bu noktada Bitki Sistematiği ve Bitki Taksonomisi ortaya çıkmaktadır.

Bitki Taksonomisi bitkilerin sınıflandırılması, isimlendirilmesi ve betimlendirilmesini içeren bir bilimdir. Taksonomi kelimesi Yunanca taxis (Düzenleme, Sınıflandırma); nomos (Kural, Kaide, Kanun) sözcüklerinden oluşmuştur. Anlamı ise sınıflandırmaya kurallar, yasalar koymak demektir. Temel ilgi alanı taksonomi olan botanik dalına da Bitki Sistematiği denir. Bitki Sistematiğinin amacı, bitkiler arasındaki ortak bir atadan gelen benzer ve farklı özelliklere dayanarak isimlendirme, sınıflandırma ve betimleme yapmaktır. Yani evrim kuralları çerçevesinde en basitten en gelişmişe doğru tüm bitkileri birbirleri ile akrabalık ilişkileri içinde gruplandırmaktır.

Sınıflandırma her insanın doğal bir uğraşı ve günlük yaşamının bir parçasıdır. Çünkü çevremizde gördüğümüz her şeyi sınıflandırıyoruz. Taksonomistler ve Sistematikçiler de canlıları sınıflandırmak için çalışırlar. Ancak burada tek amaç sınıflandırmak değil, aynı zamanda farklı bilim dallarına da hizmet etmektir. Bugün taksonomistlerin elde ettiği veriler kadar yararlanılan bir başka bilim dalı yoktur. Taksonomist çok çeşitli bilim dallarından veri alır ve bu verileri sentezler. Çünkü Taksonomi bir sentez bilimidir. Taksonomistin veri aldığı ve sağladığı temel sınıflandırmayı kullanmak zorunda olan başlıca disiplinler şunlardır: Sitoloji (Hücre Bilimi), Genetik (Kalıtım), Fizyoloji, Anatomi, Morfoloji, Ekoloji, Biyocoğrafya, Fitososyoloji (Bitki Sosyolojisi), Evrim, Palinoloji (Polen Bilimi), Paleobotanik, Farmakognozi, Farmakoloji, Peyzaj Mimarisi, Çevre Bilimleri (Şekil 1). Tüm bu bilim dallarına hizmet eden taksonomi, biyolojik araştırmalarda anahtar role sahiptir. Bu kadar önemli bir bilim dalı olan taksonomi aynı zamanda bir sanattır. Çağdaş taksonomi için öne sürülen birçok amaçtan çoğunlukla kabul edilenler şunlardır;

1. Tanıma ve iletişimin uygun yöntemini sağlamak, 2. Tüm canlıları tanımlamak, 3. Organizmaların doğal akrabalıklarına dayanan bir sınıflamasını yapmak,

Page 12: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

12

4. Evrimi araştırmak, evrimin süreçlerini keşfetmek ve sonuçlarını yorumlamak. Tüm bu bilgiler ışığında, bitkiler dünyasının bilinmesi ve tanınması gerek bitkilerin

doğal denge içindeki işlevlerinin aydınlatılması ve gerekse de onlardan daha gerçekçi bir biçimde yararlanılabilmesi açısından son derece önemlidir.

2. Herbaryum Teknikleri Bugün yeryüzünde 300.000’den fazla yeşil bitki türünün bulunduğu bilinmektedir (klorofilsiz bitkiler ile birlikte yaklaşık 450.000 türdür). Bu türleri tek tek bilmek, tanımak ve öğrenmek olanaksızdır. Bu nedenle sınıflandırılmaları zorunludur. Bir ülkenin sahip olduğu biyolojik zenginliklerin, çevre yönünden taşıdığı önemin büyüklüğü bugün tüm ülkelerce kabul edilmektedir. Bugün biyolojik çeşitlilik, ülkelerin ve bütün insanlığın büyük bir hassasiyet ile üzerinde durduğu bir konu durumuna gelmiştir. Kısaca, bir yerin tüm bitkilerinin tam bir listesi anlamına gelen flora uzun yıllar yapılacak arazi çalışmaları sonucunda toplanan bitki materyallerinin değerlendirilmesi ile ortaya çıkarılabilir. Türkiye’de doğal olarak yetişen bitkiler üzerine yapılan yaygın arazi çalışmaları, daha çok tohumlu bitkiler ve eğrelti otları üzerinde yoğunlaşmıştır. Ancak son çeyrek yüzyılda algler, karayosunları ve likenlere ek olarak mantar türleri üzerinde çalışmalar daha çok yerli botanikçiler tarafından yapılmaya başlanmışsa da henüz yeterli değildir. Türkiye, yaklaşık 9.500 eğrelti otu ve tohumlu bitki türü ile dünyada bulunduğu iklim kuşağında oldukça zengin floraya sahip ülkelerden biridir. Avrupa kıta florasının 12.000’e yakın türe sahip olduğu ve kıta’nın ülkemizin yaklaşık 15 katı büyüklükte olduğu düşünülürse, ülkemizin biyolojik zenginliği daha da belirginleşir. Türkiye florasının ilginçliği, sahip olduğu tür zenginliğinin yanında, çok sayıda endemik tür de içermesinden kaynaklanır. Avrupa ülkelerindeki endemik türlerin toplamı 2.750 kadar olmasına karşın ülkemizde bu sayı 3.000 civarındadır. Đşte bu nedenle ülkemiz dünyanın en zengin ve şanslı ülkelerinden biridir. Sahip olduğumuz bu değerlerin, çevre anlayışı içinde değerlendirilmesi ve korunması, ülkemizin tartışma gündeminde mutlaka yer alması gereken bir konudur. Bu zenginliğimizin başlıca sebeplerini belirtmek istersek: Đklim farklılıkları, topoğrafik çeşitlilikleri, jeolojik ve jeomorfolojik çeşitlilikler, deniz-göl-akarsu gibi değişik su ortamı çeşitlilikleri, 0-5000 m arasında değişen yükseklik farklılıkları, üç değişik bitki coğrafyası bölgesinin birleştiği bir yerde oluşu, Anadolu’nun doğusu ve batısı arasında ekolojik farklılıkların bulunması ve bunun floristik farklılıklara yansımasıdır. 2.1. Bitki Toplamada Gerekli Olan Malzemeler

Bitkilerin, gelecekte yapılacak bilimsel çalışmalara yararlı olabilmesi için toplanması, kurutulması, etiketlenmesi ve kartona yapıştırılarak herbaryum (sıkıştırılarak kurutulmuş bitki örnekleri müzesi) materyali haline getirilmesi bitki taksonomisinin görevlerinden biridir. Araziye çıkıldığında bitki toplamak için gerekli malzemeler:

1. Arazide çalışma sırasında kullanacağımız, orta boy sağlam bir not defteri, kalem, 2. El büyüteci (2x, 4x, 6x, 8x, 10x büyütmeli, yüksek büyütmeye

sahip olanlar daha kullanışlı olduğundan tercih edilebilir, boyunda asılı olarak taşınabilir olması idealdir),

3. Altimetre, bitkilerin toplandığı yükseklikleri belirlemek için gereklidir. Araştırmaya başlamadan önce altimetre, yüksekliği bilinen bir yerde ayarlanmalıdır ve çok hassa bir cihaz olduğundan araştırma boyunca doğruluğu sık sık kontrol edilmelidir. Örneğin elimizde araziye ait bir harita var ise, haritada belirtilmiş bir nokta ya da yolumuz üzerindeki bir karayollarına ait trafik işaretlerinden (şehir merkezlerine girişte asılı olan işaretler) okuyarak kontrol edebiliriz,

Analog - Dijital - Saat

4. Günümüz teknolojisinde daha kullanışlı bir cihaz olan GPS (Global Positioning System) yaygın olarak kullanır hale gelmiştir. Bu cihaz sayesinde toplamış olduğunuz bitkinin koordinat

düzeyinde

Page 13: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

13

hem yerini hem de bulunduğu yükseklik değerlerini belirtebilirsiniz, daha önce toplanmış ve koordinatı verilmiş bir bitkiyi bulmada kolaylık sağlaması gibi daha birçok özel uygulamaları nedeniyle günümüzde özellikle bilimsel çalışmalarda tercih sebebi olmuştur,

5. Pusula, 6. Fotoğraf makinesi, 7. Büyük ve ağır olmayan ancak büyütmesi iyi olan bir dürbün bulundurmak, yamaç

ve vadilerdeki bitki örnekleri gözlemek ve tanımak için, zaman zaman da toplamada vakit kazandıracağı için oldukça kullanışlı bir gereçtir,

8. Kaya yamaçlarından, ağaçlardan ve boyumuzun erişemediği yerlerden bitki örnekleri almak için metalden yapılmış özel makaslar (a), çakı (b), bıçak ya da budama makası (c) kullanılabilir,

a b c 9. Toplanan bitkileri içerisine koymak için çeşitli ebatlarda plastik torba veya poşetler,

veya metal çantalar (taşıma problemi olabilir), 10. Bitkileri kökleri ile birlikte sökmek gerektiğinden özel olarak

yapılmış zıpkın, çapa veya kazma kullanmak gerekmektedir. Erken ilkbaharda toprak nispeten sulu ve gevşek olduğundan bu günlerde özellikler geofitler ve bir yıllık bitkiler için zıpkın tercih edilmelidir. Ancak ilerleyen zamanlarda yazın, toprak sert ve kuru bir duruma geçeceğinden zıpkın yerine çapa veya kazma hatta dağ kazması en kullanışlı bitki sökme aletleridir. Zıpkın genellikle 45 cm uzunluğunda, 4 cm çapında ve 3 mm et kalınlığı olan bir borudan yapılabilir. Bunun için boru boyuna ortadan yaklaşık 30 cm kesilir ve 15 cm el tutacak yeri bırakılır,

11. Toplanan bitkileri kurutmak için öncelikle preslemek gerekmektedir. Bitki kurutma presleri genellikle 45 x 30 cm boyutlarında tahtadan veya metalden yapılır. 2-3 cm enindeki çıtalar kafes şeklinde birleştirilir. Tahtadan yapılmış presler hafif ve ekonomik olması nedeniyle

ülkemizde daha çok tercih edilmektedirler. Presleri sıkmak için örgü kemer ya da kayışlar en kullanışlı olanıdır. Sıcak havalarda deri kemerler çatlayıp kopabildiği için kısa ömürlü olmaktadırlar. Bel kayışında kullanılan tokalar zaman zaman arazide sorun yarattığı için onarılma zorluğundan dolayı kullanışsızdırlar. Bunun yerine kayışın enine uygun iki adet

Page 14: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

14

metal halkayı uç kısımlarından kayışa dikerek çok daha kullanışlı ve uzun ömürlü tokalar elde edebiliriz.

12. Preste kurutma işlemi için bitkileri arasına koyacağımız en kullanışlı kâğıt kaba samanlı kâğıttır. Ancak gazete kâğıtları da kullanılabilmektedir. Hatta ülkemizde en yaygın olanı gazete kâğıdıdır. Kağıtların boyutları yaklaşık 40-45 x 28-30 cm boyutlarında (bir gazete sayfasının ikiye katlanmış hali) olması tercih edilmelidir. Ayrıca soğan, yumru, rizom ya da kalın kazık kök gibi organların presi kabartmaması için her 5 ya da 10 bitki de bir, araya koymak için kâğıt ile aynı boyutlarda oluklu mukavva temin edilmelidir. Bitkilerin preslenmesi sonucunda kurutma işlemi ile birlikte bitkiler su bırakacaklarından bu suyun emilmesi ve ilk günlerde çok sıkılarak kısmen havasız kalan presin içinde bitkilerin küflenmemesi için aralarına yine kâğıt boyutlarında kesilmiş kurutma kâğıtları koymak mümkün olduğunca tercih edilmelidir.

13. Toplanan tohumları koyabilmek için kâğıt zarflar veya bez torbalar, plastik şişe ve kavanozlar, 2.1. Bitki Toplamada Bilinmesi Gereken Bilgiler ve Teknikler

Bilindiği gibi doğada oldukça değişik özellikleri olan birçok bitki familyası ve bu familyalara ait değişik cinsler ve bu cinslere ait çok sayıda türler bulunmaktadır. Bitki örneklerinin tayin edilebilmesi için bitki üzerinde bulunması gerekli organlara sahip örneklerin toplanması ve ayrıca toplama esnasında bu organlara ait bazı notların alınması gerekebilmektedir. Ayrıca eksik toplanan örnek tayin edilemeyeceği için yapılan onca zahmet ve emek boşa gidebilir ve sonuçta örnekleriniz bir ot yığınından başka bir şey ifade etmeyebilirler. Bu nedenle bitki toplama işlemi sırasında hangi familyada hangi bitki kısımlarının toplanması gerektiğini bilmek önemlidir ve bitkileri bu bilgiler ışığında toplamak gerekir. Bu nedenle bitki toplayan kişinin bu bilgileri bilmesi veya bu bilgileri içeren notları yanında bulundurması önemlidir.

Toplanacak örneklerde kök, gövde, çiçek ve meyvanın olması en çok istenilen durumdur. Ancak bir bitki üzerinde aynı anda hem çiçek hem de meyva bulunmayabilir. Bu durumda çiçekli ve meyvalı örnekler ayrı ayrı zamanlarda toplanırlar. Toplayacağımız bitkinin sağlam, yaprakları tam, çiçekleri açmış ve zarar görmemiş olmalıdır, meyvalarının ve tohumlarının da olgunlaşmış olmasına dikkat edilmelidir.

Bir yıllık bitkiler zıpkın, çapa veya kazma ile kolaylıkla sökülebilirler. Hatta zaman zaman el yardımıyla dahi bunu yapabiliriz. Ancak geofit dediğimiz soğanlı, yumrulu, rizomlu gibi bitkilerin toprak altı kısımları daha derinde olacağından toplama sırasında kolaylıkla kopabilirler ve çabamız boşa çıkabilir. Bu nedenle, bu tür bitkilerde daha ziyade zıpkın yardımıyla bitkinin toprakaltı kısmı görülene kadar bir taraftan kazılır ve bitkinin gövdesi kazılmış tarafa doğru yatırılarak bitki topraktan çıkarılır. Çok yıllık otsu bitkilerde de eğer örnek büyük değilse bitki kökü ile birlikte alınır, eğer örnek büyük ise köke yakın bir yerden kesilerek örnekleme yapılır. Bitkinin büyüklüğüne ve uzunluğuna bağlı olarak, pres kağıdına sığacak büyüklükte taban kısmından, gövdenin yapraklı kısmından, çiçek durumunu gösteren kısmından kesilerek birkaç parça halinde örnekleme yapılmalıdır. Ayrıca bitkinin uzunluğu ve durumu ile ilgili bilgiler arazi defterine not edilmelidir. Ağaçlardan örnek toplamak istediğimizde ise kesici bir alet ile dal ucundan (mümkünse yaprak, çiçek ve meyva taşıyan) örnekleme yapılır. Yine ağacın dış görünümünü belirtmek için not defterine ya şekli çizilir ya da fotoğrafı çekilir. Birçok familyada çiçekler presleme esnasında renklerini kaybederler. Bu nedenle bu tip topladığımız bitkilerin çiçek renklerini de arazi defterimize not etmeliyiz.

Toplanan bitki örnekleri naylon torbaya da poşetlere düzgün bir şekilde yerleştirilir, içerisine toplanan yer ile ilgili bilgileri içeren küçük bir kâğıt bırakılır. Bu uygulama, presleme işlemine başlandığında örneklerin rasgele prese konmamasında ve toplama yerlerinin karıştırılmamasında bize yardımcı olduğunda önemlidir. Topladığımız her bitkiden mümkün olduğunca 3-5 adet alınması tayin yapılırken yararlı olmasının yanı sıra diğer herbaryum merkezleri ile bitki değişimine de yardımcı olacaktır. 2.3. Presleme ve Kurutma

Page 15: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

15

Bir bitkinin toplandıktan sonra derhal preslenmesi en arzu edilen bir durumdur. Bu durumda preslenmiş olan bitki çiçekleri bozulmadan, yaprakları buruşmadan pres yapılacağı için üzerinde çalışmayı kolaylaştıracaktır. Ancak arazide çalışma koşulları buna her zaman izin vermeyebilir ki genellikle de böyledir. Örneğin belli bir bitki grubu üzerinde çalışan araştırmacılar için arazide pres yapmak kolay olabildiği gibi, floristik çalışma yapan bir araştırmacı için aynı şeyleri söylemek pek olanaklı değildir. Çünkü floristik çalışmalarda gün boyu sürekli pek çok bitki toplandığı için bunları ancak o gün arazi çalışması bittikten sonra preslemek mümkün olabilmektedir. Bu durumda toplanan bitkiler presleme zamanına kadar ağzı kapalı bir torba ya da poşet içinde tutulmalılar ve özellikle hava sıcak ise torba içerisine bir miktar su serpilerek bitkilerin daha canlı kalmalarına yardımcı olunur. Pres yapılacak bitkinin temiz, yabancı maddelerden arınmış ve köklerinin temizlenmiş olması gerekir. Preslenecek bitkinin tüm parçaları düzgün ve kolayca görülebilecek şekilde kâğıt arasına yerleştirilmesi gerekir. Bitkinin boyu kâğıt boyutlarını aşıyor ise V, N, M şeklinde katlayıp yerleştirmek en uygun olanıdır. Bu işlem için gövdenin veya dalın kıvrılacak noktası parmak ile iyice bastırılarak ezilir ve kıvrılır. Bu işlemi yapılmadığında kıvrılan yer genellikle kopacağından örnek parça parça olacaktır. Eğer örneğimiz kalın ve uzun ise kağıt boyutlarında kesilmiş olarak birkaç parça halinde pres yapılabilir. Geofitlerde özellikle toprakaltı kısımları bir çakı yardımıyla mutlaka boyuna ikiye bölünmelidir. Bunu daha çok soğanlı bitkilere uygulamakla birlikte, yumrulu olanlara ya iğne ile birkaç yerden delmek ya da kaynar suya daldırıp nişastasının dışarı çıkmasını sağlamak bunların küflenmeden preslenmesine yardımcı olacaktır. Aksi halde kurumuş bitkilerin herbaryumunuzda bir sonraki sene yeniden filizlendiğini görebilirsiniz. Bitki preslenirken tamamı kâğıt arasında kalacak şekilde ayarlanmalı, kâğıdın kenarlarından dışarı taşmamalıdır. Presleme işlemine başlarken önce iki adet kayış belli bir aralıkta yere serilir. Bunun üzerine presin bir tanesi konur. Eğer elimizde kurutma kâğıdı varsa bu boş presin üzerine bir tane kurutma kâğıdı konur. Bunun üzerine ikiye katlanmış gazete kâğıdı açılarak konur. Gazete kâğıdının içine bitki yerleştirilerek gazete kâğıdı kapatılır. Gazete kâğıdının üzerine yeni bir kurutma kâğıdı yerleştirdikten sonra tekrar yeni bir gazete kâğıdı açılarak içine yeni bir bitki yerleştirilir. Bu işlem bir kurutma kâğıdı bir gazete kâğıdı şekilde preslenecek bitki bitene kadar tekrarlanır. Daha önce açıklandığı gibi bitkilerin daha iyi preslenmesi için eğer varsa 5-10 bitkide bir aralara oluklu mukavva koymak bitkiler arasında daha iyi hava akımının sağlanmasına da yardımcı olacağından kullanışlıdır. Eğer çok bitki toplanmışsa pres belli bir yüksekliğe eriştiğinde (bu yaklaşık 50 bitki örneğidir) presi kapatmak gerekir. Bunun için en üstte yine kurutma kağıdı olacak şekilde pres sonlandırılır. En üste bu kez presin diğer parçası yerleştirilerek kayışlar iyice sıkılarak kapatılır. Đlk presleme gününde kayışların mümkün olduğunca iyi sıkılması gerekmektedir. Bu amaçla gerekirse presin üzerinde bir kişinin çıkarak kayışların sıkılması en ideal olanıdır. Bulunduğunuz yerin iklimine göre, kurutma kâğıtlarını her gün en az bir kez değiştirmek gerekir ve bu işlem bitki tam olarak kuruyana kadar tekrarlanır. Kurutma kâğıtlarının ilk değiştirilme işlemi sırasında gazete kâğıtları açılarak preslenmiş bitkilere bakılır ve kıvrılmış, katlanmış olanlar düzeltilir. Ayrıca eğer gazete kâğıtları nemlenmiş ise bunları da değiştirmek gerekir. Presler genellikle yarı gölge ve hava akımının olduğu yerlere bırakılırsa bitkiler çok fazla gevremeden daha kolay kururlar. Yani presleri direk güneş altında bırakmamak, örneklerin daha sağlıklı kurumaları ve daha uzun ömürlü olmaları açısından önemlidir. Preslemenin ilk birkaç günü kâğıtların değişimi işleminden sonra kayışlar yine çok sıkı gerilir. Daha sonra ise kayışları biraz daha gevşek sıkarak bitkilerin aralarından hava akımını sağlamak yararlı olacaktır. Yukarıda anlatılanlar atmosferdeki nem oranının çok yüksek olmadığı yerlerde uygulandığı bir yöntemdir. Soğuk ve nemli yerlerde, ayrıca subtropik ve tropik yerlerde, suyun dışarı çıkışı daha yavaş olacağından preslenen bitkilerin özellikle bakteri ve mantarlardan etkilenmesi çok daha kolaydır. Bu nedenle örneklerimiz küflenerek çürümeleri söz konusu olabilir. Bunun için örneklerin daha hızlı kurutulmaları gerekmektedir. Presler dik olarak sehpaların üzerine yerleştirilip üzerleri bir bez ile kapatılarak altında bir ısı kaynağı ile ısıtılıp kurutulmaları örneklerin bozulmadan çabucak kurumalarına olanak verir. 2.4. Arazide Gerekli Notları Alma ve Etiketleme

Page 16: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

16

Her toplayıcının kendine ait bir arazi defteri olması gerekir. Bu defter sağlam ve kullanışlı olmalıdır. Arazide gerekli notları almak için bu defter kullanılır. Arazi defterinde olması gereken kısımlar aşağıdaki gibidir:

1. Bitki Numarası: Her bitkiye ayrı bir numara verilir. Bu numara bitki toplayıcısının kendi numarasıdır. Deftere yazılan numaranın karşısına bitki ile ilgili bilgiler (il, ilçe, köy, mezra, yayla, dağ, mevkii, yükseklik, koordinat, toplama tarihi vb.) yazılır. Bitki preslenirken aynı numara küçük bir kâğıda (yaklaşık 5 x 10 cm) yazılarak gazetenin içerisine bırakılır ya da gazetenin bir köşesine yazılır.

2. Bitki Đsmi: Eğer biliniyorsa bitkinin familya, cins veya tür adı yazılır. Bu işlemi gazetenin içine konulan numara kâğıdına ya da gazetenin bir köşesine yazılan numaranın hemen yanına yazılır.

3. Mevkii: Bitkinin toplandığı mevkiinin adı haritada yazıldığı gibi, eğer haritada yoksa haritadaki en yakın uzaklık verilerek yazılır veya o bölgede yaşayan birisine sorulur. Örneğin; Hatay, Samandağ, Meydan köyü, Arı Tepe.

4. Habitat: Bitkinin toplandığı anakaya, toprak cinsi, bulunduğu ortam (orman, makilik, bozkır, kayalık, kayalık yamaç, su kenarı, bataklık, çayırlık, taşlık vb.) dikkatlice gözlenerek yazılmalıdır.

5. Yükseklik: Bitkiyi topladığımız yerin yüksekliği altimetre ya da GPS’ten okunarak yazılmalıdır.

6. Koordinat: Son yılarda oldukça yaygınlaşan bitkinin toplandığı yerin koordinatlarını belirtme işlemi için GPS cihazından yararlanılmalıdır.

7. Önemli Notlar: Bitkiler toplanıp kurutulur kurutulmaz bazen hemen tayin edilmeyebilirler, ya da kuruduktan sonra özellikle renklerinde değişim görülebilir. Bu nedenle tayinde yardımcı olacağını düşündüğümüz bazı özellikleri (bir yıllık, çok yıllık, bitkinin duruşu, çiçek rengi, yaprak veya çiçek üzerindeki renkli benek veya süsler vb.) not etmemiz gerekir.

8. Toplama Tarihi: Bitkinin toplandığı tarih yazılır. Eğer toplayıcı ile birlikte arazi çalışmalarına katılmış başka araştırmacı ya da koleksiyoncu varsa bu kısma yazılır.

Toplanan bitkilerden uzun yıllar yararlanmak ve varlıklarının sürekliliğini sağlamak için

belirli koruma teknikleri uygulanmaktadır. Bunlardan geçmişte en yaygın olanı kimyasal maddeler (paradiklorobenzen, karbonsülfür, civa biklorid, DDT vs.) ile koruma (zehirleme) iken günümüzde şoklama tekniği (ısı şoku, soğuk şoku, kısa dalga şoku) denilen yöntemler kullanılmaktadır.

Page 17: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

17

KUŞ GÖÇÜ VE GÖZLEMCĐLĐĞĐ

Yrd. Doç. Dr. Mustafa Atmaca MKÜ Ziraat Fakültesi

Peyzaj Mimarlı ğı Bölümü Antakya Hatay Türkiye’nin Ku şlar Açısından Önemi Türkiye’nin üç kıta arasındaki coğrafi konumu, yeryüzü şekillerindeki çeşitlilik, iklimsel değişkenlik, çok farklı ana kaya türünün bir arada bulunması ve 120 bin ile 10 bin yıl öncesi arasında yaşanmış buzul dönemleri, bu topraklar üzerindeki biyoçeşitliliğin zengin olmasındaki en temel etkenlerdir. 21. yüzyıla gelindiğinde ise doğal süreçlerin milyonlarca yılda bıraktığı izlerin çok kısa bir zaman dilimi içerisinde insanlık tarafından yok edildiğini görmekteyiz. Biyolojik çeşitlilik, dünyanın doğal çehresinden hızla silinen bu izler arasında yer almaktadır. Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de yok oluşu en aza indirmek için pek çok doğa koruma projesi yürütülmektedir. Önemli doğal alanların korunması ve sürdürülebilir kullanımı, doğayı korumak için yürütülen çalışmaların ana hedefidir. Bu nedenle, dünyanın pek çok yerindeki devlet kuruluşları, üniversiteler ve sivil toplum örgütleri korunması gereken alanlar hakkında veri toplamakta ve bunları analiz etmektedir. Yurdumuz kuş faunası bakımından son derece zengin çeşitlilik gösteren bir ülkedir. Kuşlar aleminde bulunan yaklaşık 9600 ayrı kuş türünün 500'ü Avrupa'da yaşarken Türkiye'de en az 450 ayrı cinse rastlanmaktadır. Üstelik de Türkiye'nin kuşları hem Avrupa, hem de Asya'ya ait olduğu değerlendirilirse ülkemizin gerçekten bir kuş cenneti olduğu açıkça görülecektir. Uluslararası Kuşları Koruma Konseyi'nin Kuş Cennetleri'nin saptanmasına yönelik yaptığı çalışmalarda ülkemizde 70 kuş cennetinin varlığı saptanmıştır. Özellikle 15'inin acilen koruma altına alınması gereken cennetleri bekleyen en büyük tehlikeler arasında ise kontrolsüz ve usulsüz avcılık, yapılaşma, sazlık ve sulak alanların işgali, sulak bölgelerde ki aşırı su kullanımı ile ortaya çıkan kuraklık, yangınlar, kalabalık ve gürültülü ortamlar sayılabilir.

Avrupa’nın kuşları 2004 raporuna göre Türkiye AB ülkeleri içinde 450 tür ile en çok kuş türüne sahip görünmektedir. Türkiye'yi 281 tür ile Fransa, onu da 261 türle Đspanya takip etmektedir. Ancak kuş sayısındaki azalma oranında %53,6 ile Türkiye birinci sırada yer almaktadır. Yapılan araştırmalar ve sayımlar sonuçlarına göre son on yılda kuşlarımızın yarısını kaybettiğimiz söylenebilir

Her yıl yaklaşık 500 bin kuş, Türkiye üzerinden göç etmektedir. Türkiye, Doğu Avrupa'yı Afrika'ya bağlayan güzergâh üzerinde önemli bir geçiş noktasıdır. Đlkbaharda başlayan Afrika'dan Avrupa'ya süzülen kuş göçünde iki önemli noktanın bulunmaktadır. Bunlardan biri Đspanya'daki Cebalitarık Boğazı, diğeri ise Hatay bölgesidir. Leylek, pelikan, turna ve yırtıcı türdeki 'süzülen' kuşların denizi geçerken de Đstanbul Boğazı gibi en dar noktaları tercih ettikleri gözlenmektedir. Süzülen kuşlar, yüksek dağları aşarken de Artvin'in Borçka ilçesi ve Hatay'ın Belen ilçesi gibi daha alçak geçitleri kullanmaktadır.

Şekil 1. Avrupa Afrika arasındaki ana kuş göç yolları

Page 18: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

18

Đlk ve sonbaharda Boğaziçi üzerinden geçen kuşların çoğu, Türkiye’de kuluçkaya yatan türdeşleriyle birlikte, Nur Dağları’ndan geçerler. Sonbahar göçmenlerinden süzülerek uçanlar, Đskenderun Körfezi’nin etrafını dolanarak Nur Dağları’nı uygun bir noktadan aşar, sonra Rif Vadisi’ni izlerler. Buna karşılık, gözlemler kaşıkçı, ak pelikan, leylek ve küçük yırtıcı kuş türlerinin genellikle Đskenderun Körfezi’ni dolaşmadan, deniz üzerinden uçtuklarını gösterir. Nur Dağları üzerinden yapılan göçün şekli ve göçe katılan türler, Đstanbul Boğazı ile benzerlik gösterir. Đlkbahar göçü konusunda ise, elde çok az veri vardır. Sonbahar göçü ağustosun ikinci yarısıyla eylülde gerçekleşir (yırtıcı göçü büyük olasılıkla ekim ortasına dek uzar. Ancak, bu dönemde hiç sayım yapılmadığından kesin bir şey söylenememektedir). Leylek (82.887), kara leylek (3303), ak pelikan (6203) ve çoğunluğu arı şahini, yoz atmaca ve küçük orman kartalından oluşan 26.756 yırtıcı kuşun bu bölgeden göç ettiği gözlenmemiştir. 1992 ilkbaharında bir gün içerisinde Belen Geçidi’nde 9950 leylek sayılmıştır. Nur Dağları’ndaki ormanların yırtıcılar için önemli bir konaklama alanı olduğuna dair herhangi bir bilgi yoktur.

Şekil 2. Süzülerek göç eden kuşların Türkiye üzerindeki ana göç yolları

KUŞ GÖZLEMCĐLĐĞĐNDE TEMEL KR ĐTERLER

Kuş gözlemciliği doğayı kuşların dünyasından tanımayı sağlayan bir gözlem sporudur. Sağlıklı bir çevrenin en iyi göstergesi olan kuşlar her türlü yaşam ortamında bulunurlar. Kent içerisinde parkta, sulak alanda, bozkır, orman, çöl gibi hemen her yerde kuş gözlemciliği yapılabilir.

Başarılı bir kuş gözlemci olmak için ilk koşul, kuşları doğal yaşam alanlarında nasıl

gözleyebileceğinizi öğrenmek ve gördüklerinizi tanımlamaktır. Bunu yapmak için, gözlemleri doğru olarak kaydedebilmek amacıyla nasıl not alınacağını ve nasıl taslak kuş çizimi yapılabileceğini öğrenmeniz gerekir.

Tanımadığınız bir kuş gördüğünüzde, onunla ilgili notlar almak, onu bir elkitabından

bulup hemen orada tanımlamaya çalışmaktan her zaman daha iyidir. Hiçbir zaman sadece hafızanıza güvenmeyin, çünkü çoğunlukla bir kuş diğerinden yalnızca çok küçük bir ayrıntıyla ayrılır. Bu notlar (arazi notları olarak adlandırılır), daha sonra yararlı bir bilgi birikim oluşturacaktır. Bir Ku şun Vücut Bölümleri

Kuşları doğru olarak tanımlamak için onların vücut bölümlerinin adlarını öğrenmemiz gerekir. Kuşları gözlemeye giderken yanınıza, üzerinde vücut bölümleri gösterilmiş taslak kuş çizimlerinden alabilirsiniz. Bunları, yeni bir çizim yapmaya gerek kalmadan renkleri kaydetmek ve not almak için kullanabilirsiniz. Kuş Çizimleri Yapmak

Bir kuşun vücut bölümlerini öğrendikten sonra, arazideymiş gibi hızlıca kuş çizimleri yapmaya ve bunların yanlarına notlar almaya çalışın. Bütün kuş çizimlerinde ilk olarak baş ve gövde için iki oval çizin. Kuyruk, bacaklar, göz ve gagayı ekleyin. Zamanınız elverdiğince

Page 19: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

19

kanat şeklinin, tüylerin ve diğer özelliklerin ayrıntılarını kaydedin. Bu çizimler gerçeğin aynısı olmaz zorunda değildir. Onları da bir çeşit kısaltma gibi düşünün. Arazi El Kitapları

Arazi elkitaplarında bir bölgede bulunan bütün kuşların resimleri ve tanımlamaları bulunur. Đyi elkitapları, erkekleri, dişileri (birbirlerinden farklarını) ve yavrularını ayrı ayrı gösterir. Ayrıca, kuşların tüy örtüsündeki mevsimsel değişiklikleri ve uçuşlarını da gösterirler. Bazı elkitapları, sadece bir ülkenin kuşlarını, bazıları ise bir kıtanınkileri ele alır. Diğer kuş gözlemcileriyle görüşerek ve elkitaplarını inceleyerek hangisini seçebileceğinizi araştırın. Đleride birkaç elkitabına gereksinim duyabilirsiniz. Kuş Grupları

Bütün canlılar gibi, kuşlar da fiziksel özelliklerine ve davranışlarına göre gruplara ayrılmışlardır. Sistematik sınıflandırma olarak adlandırılan bu gruplandırma sistemi ilk kez, 18. yy da Đsveçli doğabilimci Linnaeus tarafından hazırlanmıştır. Bundan sonra, birkaç kez yeniden düzenlenmiştir. Bu, dünyanın her yerindeki ortinologlar tarafından anlaşılabilmesi için, Latince ve Yunanca sözcüklere dayanan bilimsel adlandırmaların kullanıldığı uluslararası bir sistemdir. Kuşların Sınıflandırılması Yaklaşık 9600 bilinen kuş türü vardır. Bu kuşların hepsi Aves olarak adlandırılan hayvan sınıfını oluştururlar. Bu sınıf, türlerin ortak ve farklı özelliklerine göre, daha küçük gruplara ayrılır. Sınıf, ilk olarak kım adı verilen 23 alt gruba ayrılır. Her takım ailelere ayrılır. Toplam 144 aile vardır. Aileler cinslere, cinsler de türlere ayrılır. KUŞLARIN GÖZLENECEĞĐ YERLER Kuşların nasıl gözleneceği ve onlar hakkında be çeşit bilgilerin not edileceği konusunda biraz bilgi sahibi olduktan sonra, kuşları gözleme ve tanımlama denemeleri yapmanız gerekecektir. Başlangıç Kuş gözlemeye pencereden dışarı bakarak başlayabilirsiniz. Nerede olursanız olun, bazı kuşları görmek için büyük olasılıkla çok uzun süre beklemek zorunda kalmayacaksınız. Pencerenin önüne, balkona veya bahçeye biraz yem koyarsanız, kuşlar kısa bir süre içinde oraya alışırlar. Parklar, özellikle de göler, kuş koruma alanları ve av kuşları (ördekler, kazlar ve kuğular) bulunanlar, yabani kuşlar ve belirli bir alanda özellikle tutulan kuşlar için barınma ortamlarıdır. Bu yerler, çok sayıda kuş türünü görmek için uygundur. Kuş gözlemeye uygun do ğal yaşam alanları Genellikle bir doğal yaşam alanı, besin ve barınak açısından ne kadar çeşitliyse orada bulunan tür sayısı o kadar çok olur. Burada çok çeşitli kuş türlerini görebileceğiniz bazı doğal yaşam alanlarını görüyorsunuz. Đki ya da daha fazla doğal yaşam alanının bir arada olduğu yerler, kuş gözlemlemek için genellikle çok daha uygundur. Orman Ve Koruluklar Orman ve korulukların farklı bitki örtüsü katmanları, pek çok kuş türü için yuva alanları, besin ve barınak sağlar. Yaprakdöken ağaçlar, iğneyapraklı ağaçlara göre daha çok kuş türünü barındırır. Göller, Göletler ve Akarsular Göller ve göletlet bir çok ördek türü için olduğu kadar, kuğular, suyelveri ve balıkçıllar gibi su kuşları için de uygun alanlardır. Derekuşları ve kuyruksallayanlar gibi kuşlar ise hızlı akan akarsularda veya kıyılarında görülebilirler. Deniz kıyıları, kayalıklar ve haliçler

Page 20: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

20

Kumlu ve çamurlu kıyılar, gelgit nedeniyle sular çekildiğinde, pek çok kuş türünü çeken çok çeşitli besinler sunar. Taşlı kayalıklar, yaşamının büyük bir bölümünü denizde geçiren kuşlara yuva alanları sağlar. Haliçler, pek çok göçmen kıyı küşü için beslenme ortamıdır. Çiftlik alanları Bazı çiftlik alanları pek çok kuş türünü çeker. Ancak, ağaçların kesildiği, çiftlik alanlarının çitlerle çevrildiği ve çok miktarda kimyasal maddenin kullanıldığı bölgelere daha az kuş gelir. HAZIRLANMA Kuş gözlemi gezisine çıkarken, bazı hazırlıklar yapmanız gerekir. Bu iş için bir sürü pahalı alet satın almanıza gerek yoktur. Fakat uygun giysiler giymeniz ve işinizi kolaylaştıracak iyi bir dürbüne sahip olmanız önemlidir. Giysiler Kuş gözlemi giysileriniz rahat, su geçirmez ve hava durumuna uygun kalınlıkta olmalıdır. Renkleri de önemlidir. Kuşlar çok ürkektir ve doğal olarak insanlardan korkarlar. Bu nedenle sizi fark ettiklerinde hemen kaçacaklardır. Gizlenmek için pastel renkli giysiler giymelisiniz. Genellikle kahverengi, gri ve soluk yeşil gibi, gideceğiniz ortama en çok uyabilecek renklerdeki giysileri tercih edin. Fotoğraf makineleri Başlangıçta yanınıza fotoğraf makinesini almamanız daha iyi olur. Güçlü teleobjektifli bir makineye sahip usta bir fotoğrafçı olmadığınız sürece, dürbünle kuş gözleyerek, not alarak ve çizim yaparak daha çok şey öğrenirsiniz. Eşyalar Ağırlık yapmaması için yanınıza olabildiğince az eşya alın. Ama çok kısa bir gezi planlıyorsanız, biraz yiyecek ve içecek almayı ihmal etmeyin. Eşyalarınızı bir leyin içinde taşımanız gerekecektir. Giysilerin büyük ceplerinde veya bel çantasında eşya taşımak kolaydır. Veya küçük bir sırt çantası alabilirsiniz. Dürbün Dürbün, havada ve suda nokta kadar görünen kuşların renklerini ve şekillerini görmenizi sağlar. Bu, türü daha tanımlama şansı verir ve davranışlarını daha ayrıntılı görmenizi sağlar. Dürbünler genellikle iki sayıyla tanımlanır. Örneğin, 8*40. ilk sayı dürbünün büyütme gücünü (*8), ikinci sayı ise merceklerin milimetre olarak çapını gösterir. Daha büyük mercekleri olan dürbünler, daha fazla ışık alırlar ve daha az ışıkta kullanmak için daha uygundurlar. Ancak bu tip dürbünler daha ağırdırlar. Dürbünü Ayarlama Dürbünü kullanmadan önce gözünüze göre ayarlamanız gerekir. Dürbünü sol gözünüze göre ayarlamak için sağ objektif merceğini kapağıyla veya elinizle kapatın. Sol gözünüzde net bir görüntü oluşana kadar netlik ayar düğmesini döndürün. Sağ gözünüze göre ayarlamak için ise aynı işlemin tersini yapın. Dürbününüzü bir kez ayarladıktan sonra, göz merceği ayar düğmesiyle oynamanıza gerek kalmayacaktır. Göz merceği ayar düğmesini aynı konumda tutun ve gerektiğinde netlik ayar düğmesini döndürün. Teleskop Teleskop, sudaki veya karadaki kuşları görmek için kullanılabilir. Yüksek büyütme çok güzel görüntüler yakalamaya yarar. Ama teleskoplar pahalı ve ağır araçlardır. Teleskoplar genellikle üç ayak adı verilen bir sehpa üzerine konulur. Büyütme gücü genellikle *20 dir. Fakat uzaklığa göre ayarlanan merceğiyle iyi ışıkta *60 ve daha fazla büyütme de sağlanabilir.

Page 21: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

21

BECERĐLERĐNĐZĐ GELĐŞTĐRME Arazide fark edilmeden kuşlara yaklaşabilmek sabır, anlayış ve beceri gerektirir. Bunu yapabilmeniz için geliştirmeniz gereken teknikler arazi becerileri olarak bilinir. Ornitolojiyi en iyi şekilde öğrenebilmek için kuş gözlemeye en uygun zamanları da bilmeniz gerekir. Çünkü dünyanın birçok yerinde, kuşların etkinlikleri yılın belirli zamanları veya günün belirli saatlerinde farklılık gösterir. Mevsimsel de ğişmeler Dünyanın bir çok yerinde kuşların yaşantısı ve türlerin çeşitliliği mevsimden mevsime değişir. Kuşlar üremek ve yavrularını büyütmek için belirli bir bölgede kalırlar. Diğer zamanlarda ise besin bulmak için yer değiştirirler veya tamamen göç ederler. Arazi elkitapları, kuşları yerli, göçmen veya başıboş olarak tanımlayarak, bir kuşu yılın hangi zamanlarında görme olasılığınız olduğunu bilmenize yardımcı olurlar.

• Yerli kuşlar, tüm yıl boyunca aynı bölgede kalan kuşlardır: mesela kuzey kardinal kuşları.

• Göçmen kuşlar, zamanlarını mevsimlere göre iki farklı bölgede geçiren kuşlardır. Mesela kara sinekkapan kuşları

• Göç sırasında bir bölgeden geçen kuşlar, o bölge için geçici göçmenlerdir. • Göç sırasında kayboldukları veya rüzgarla rotalarının dışına sürüklendikleri için

bulunmaları beklenen bölgelerin dışında görülen kuşlar başıboş olarak tanımlanır. Arazi Becerileri Yabani kuşlara, gözlem yapabilecek kadar yaklaşmanın iki yolu vardır. Ya bie avcı gibi sessizce yaklaşırsınız ya da uygun bir yer seçip yakınınıza gelecek kuşları gözlemek üzere beklersiniz. Đlk deneme için “bekle ve gör” yöntemi en iyisidir. Bu, açık bir alanda yapılabileceği gibi, gözetleme kulübesinden de yapılabilir. Kuşların gelem olasılığı olan bir yer seçin ve rahatça yerleşin. Bir şeyin arkasına saklanın veya bir çalının, ağacın ya da kayanın önüne oturarak siluetinizi gizleyin. Güneşi arkanıza alarak oturun. Böylece gözlerinizi kısarak bakmak zorunda kalmazsınız. Işık, dürbününüzde yansıma yapmaz. Sessiz ve hareketsiz durun. Sessizce Yakla şmayı Öğrenme Çiftlik alanları ve ormanlardaki patikalar, kuşları sessizce yaklaşarak gözetlemek için uygun yerlerdir. Đnsanın az bulunduğu, bol çalılıklı bitki örtüsü olan yerlerin hepsi uygundur. Uzaktan bir kuş veya kuş sürüsü seçin ve onları rahatsız etmeden çok yakından izleyebileceğiniz en uygun yeri belirleyin. Gizlenme Sessizce yaklaşırken, öncelikle gizlenmeye özen göstermelisiniz. Her durumuda tamamen saklanmak zorunda değilsiniz. Ama siluetinizi gizlemelisiniz. Ufuk çizgisini arkanıza almaktan sakının. Harekete geçmeden önce en iyi gizlenebileceğiniz yolu belirleyin. Dikkat Edilecekler Hareketlerinize dikkat edin. Yavaş ve sessiz yürüyün. Kuru bitkiler ve su birikintilerinden uzak durun. Tahtalı güvercin ve alakarga gibi, sizi fark ettiklerinde çok gürültü yaparak diğer kuşları uyarabilecek kuşlara karşı dikkatli olun. Kışın, beslenen kuşları rahatsız etmeyin. Dikkati yo ğunlaştırma Dikkati yoğunlaştırmak çok önemlidir. Kuşları gözden kaçırmadan etraftaki her şeye karşı uyanık olmanız gerek, böylece gerektiğinde hareketlerinizi veya yönünüzü ayarlayabilirsiniz. Dikkatinizin bir an dağılması, iyi planlanmış bir gözlemi bozabilir.

Page 22: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

22

KORUNAN ALANLAR VE KORUMA STATÜLER Đ Yrd. Doç. Dr. Mustafa Atmaca

MKÜ Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlı ğı Bölümü Antakya Hatay

Bir ülkenin biyolojik çeşitlilik diye ifade ettiğimiz flora ve fauna zenginliği en önemli doğal kaynaklarındandır. Bu kaynaklar, gerek sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma yönünden, gerekse yaşanabilir bir çevre yönünden büyük önem taşımaktadır. Çünkü soluduğumuz hava için oksijen, enerji için yiyecek, şifa için ilaç kaynağıdır. Ayrıca estetik bir çevre oluşturulmasında da biyolojik çeşitliliğe ihtiyacımız vardır. Doğal alanların ve biyolojik çeşitliliğin korunması sadece türler için değil, insanlık için de büyük önem taşır. Çünkü, doğal alanların yok olması veya tahrip edilmesinden etkilenecek olan yine insanlardır. Bu yüzden, konunun önemini anlayan dünya ülkeleri yeryüzündeki henüz bozulmamış veya bozulmuş ancak yeniden düzenlenebilir nitelikteki alanların korunması yarışına girmiştir. Đşte biyolojik çeşitlilik ve doğal alanları korumanın en önemli yollarından biri koruma statüleri ve koruma alanları tesis etmektir. Ancak ülkemizde halen mevcut olan koruma statülerinin temel hedefi aynı olmasına rağmen , uygulamada teknik ve idari yönden bazı karışıklıklar bulunmaktadır. Koruma alanlarının tespit ve ilanlarının farklı kriterlere dayanmasının yanında bazı temel” koruma kararı” farklılıkları vardır. I., II., ve III. Derecede doğal sit kararları bölgesel nitelikteki Tabiat ve kültür Varlıkları Koruma kurulu tarafından ilan edilen söz konusu alanlarda planlama, düzenleme ve yönlendirme yapmayan ve ancak yapılan planlar üzerinde görüş bildiren, üçüncü şahısların görüş ve itirazlarına açık olmayan kapsamdaki koruma kararlarıdır. Sadece koruma kurulları tarafından “doğrudan karar” ile uygulamaya konulan kararlar alması ve Bakanlar Kurulu Kararına dayanmaması zaman zaman değişiklikler yapılmasını gündeme getirebilmektedir. Görüldüğü gibi çevre koruma boyutuna esas alan çevre düzeni planlarının yapılması hedef alınmaktadır. TÜRKĐYE’NĐN KORUNAN ALANLARI

Ülkemizdeki önemli doğal alanlar 18 farklı koruma statüsüyle korunmaktadır. Hatta bazen tek bir alana birkaç koruma statüsü verilmektedir. Bu koruma statülerinin bir kısmı ulusal mevzuatımıza göre ilan edilirken, bir kısmı da uluslararası sözleşmelere dayanarak oluşturulmuştur. Ancak tüm bu statüleri uygulayabilmek için kısıtlı olanaklar bulunmaktadır ve bu nedenle alanlar etkili bir şekilde yönetilememektedir.

TÜRKĐYE'DEK Đ ALAN KORUMA STATÜLER Đ - ULUSAL STATÜLER Milli Parklar Kanunu

2873 sayılı, 9 Ağustos 1983 tarihli Milli Parklar Kanunu ile ülkemizin yüzde 1,07'lik bir alanına karşılık gelen toplam 839.663 hektar doğal alan korunmaktadır. Bu kanun kapsamındaki koruma statüleri olan milli park, tabiatı koruma alanı, tabiat anıtı ve tabiat parkının hangi amaçla ilan edildiği aşağıda kısaca açıklanmıştır.

Milli Parklar: Bilimsel ve estetik bakımdan ulusal ve uluslararası önemi bulunan; doğal ve kültürel kaynak değerleri ile koruma, dinlenme ve turizm alanlarına sahip alanlardır.

Page 23: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

23

Tabiatı Koruma Alanları: Bilimsel çalışmalar ve eğitim açısından önem taşıyan, nadir, tehlike altında veya kaybolmaya yüz tutmuş ekosistemleri ve türleri içeren alanlardır. Alanların mutlak korunması gerekli olup, yalnızca bilim ve eğitim amaçları için kullanımlarına olanak tanınmaktadır.

Tabiat Anıtları: Tabiat olaylarının meydana getirdiği sıra dışı özelliklere ve bilimsel değerlere sahip alanları içermektedir. Tabiat anıtlarının milli park esasları dahilinde korunmaları gerekmektedir.

Tabiat Parkları: Önemli bitki örtüsü ve yaban hayatı özelliklerine sahip, doğal manzara bütünlüğü içinde insanların dinlenme ve eğlenmelerine uygun doğal alanlar bu statü ile korunmaktadır.

Kara Avcılı ğı Kanunu

Đlk kez 3167 sayı ile 5 Mayıs 1937 tarihinde yayımlanan ve yirmi yıl önce ilk değişikliği yapılan, 4915 sayı ile 1 Temmuz 2003 tarihinde bir kez daha değiştirilen Kara Avcılığı Kanunu kapsamında iki alan koruma statüsü yer almaktadır. Yaban hayatı koruma sahaları ve yaban hayatı geliştirme sahalarının her ikisi de orman rejimine giren yerlerde Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, diğer yerlerde ise Bakanlar Kurulu'nca ilan edilmektedir. Bu sahaların ayrılması ve yönetimlerine ilişkin esas ve usuller aynı bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecektir. Bu yönetmelik Kasım 2003 itibarıyla hazırlık aşamasındadır. Yönetmeliğin hazırlanması ile birlikte bu statü sayesinde Türkiye'de türlerin yerinde korunması konusunda önemli bir mesafe alınacağı düşünülmektedir.

Yaban Hayatı Koruma Sahası: Yaban hayatı değerlerine sahip, korunması gerekli yaşam ortamlarının bitki ve hayvan türleri ile birlikte mutlak olarak korunduğu ve devamlılığının sağlandığı sahaları kapsamaktadır. Yaban Hayatı Geli ştirme Sahası: Av ve yaban hayvanlarının ve yaban hayatının korunduğu, geliştirildiği, av hayvanlarının yerleştirildiği, yaşama ortamını iyileştirici tedbirlerin alındığı ve gerektiğinde özel avlanma planı çerçevesinde avlanmanın yapılabildiği sahaları içermektedir.

Orman Kanunu

Ağustos 1956'da kabul edilen Orman Kanunu kapsamında doğanın yerinde korunmasına katkıda bulunan dört koruma statüsü vardır. Bu koruma statülerinin ana amacı doğanın korunması değil, orman kaynaklarının sürdürülebilir kullanımıdır.

Muhafaza Ormanları: Arazi kayması ve yağmurlarla yıkanma gibi tehlikelere maruz yerlerde bulunan; şose yol ve demiryollarını toz ve kum fırtınalarına karşı muhafaza eden; nehir yataklarının dolmasının önüne geçen veya ulusal savunma için korunması zorunlu görülen devlet ormanlarını, maki veya fundalarla örtülü yerleri içerebilir. Daimi olarak tahrip edilmiş veya yangın görmüş devlet ormanları da istihsal ormanı haline gelinceye kadar muhafaza ormanı statüsüne sahip olabilmektedir.

Gen Koruma Ormanları: Bir türün genetik çeşitliliğinin doğal ortamında (in-situ) korunması amacıyla seçilen ve yönetilen doğal meşcerelerdir. Gen koruma ormanları ile doğada var olan genetik zenginliğin korunması ve gelecek kuşaklara aktarılması amaçlanmaktadır.

Tohum Me şcereleri: Mevcut koşullar altında istenilen karakterler bakımından üstün özelliklere sahip ağaçların bulunduğu, belirli bir coğrafik bölgede yer alan ve tohum üretimi için özel bir yönetim ve işletmeye tabi tutulan meşcerelerdir. Tohum meşcereleri ile kaliteli ve kaynağı belli tohum elde etmek amaçlanmaktadır.

Page 24: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

24

Orman Đçi Dinlenme Yerleri: Toplumun çeşitli spor ve dinlenme ihtiyaçlarını karşılamak, turistik hareketlere imkân vermek maksadıyla oluşturulan sahalardır. Bunlar A, B ve C tipi olmak üzere üçe ayrılır. A tipi, yüksek kaynak değerleri ve ziyaretçi potansiyeline sahip, çadır, karavan ve bungalov gibi geceleme tesisleri olan ve aynı zamanda günübirlik kullanım imkânı sağlayabilen sahalardır. B tipi, kent merkezlerinin yakın çevresinde, yüksek ziyaretçi potansiyeline sahip ve günübirlik kullanım imkânı olan sahalardır. C tipi, kaynak değeri ve ziyaretçi potansiyeli oldukça sınırlı, genelde mahalli ihtiyaçları karşılamak için oluşturulan ve günübirlik piknik imkânı veren sahalardır.

Su Ürünleri Kanunu

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı yetkisindeki 23 Mart 1971 tarihli 1380 sayılı Su Ürünleri Kanunu uyarınca tanımlanan Su Ürünleri Đstihsal Sahaları da alan koruma statüleri arasında sayılabilir. Aynı kanunun 23'üncü maddesi, sucul türlerin avlanabileceği yerler, avlanma usul ve esasları ile avlanma zamanlarını düzenleyen tüzükle ilgili konuları içermektedir.

Su Ürünleri Đstihsal Sahaları: Su ürünlerini istihsale elverişli, içinde veya üzerinde herhangi bir istihsal vasıtası kurulabilen, kullanılabilen su alanlarıdır. Bu çerçevede, ülkemizin tüm kıyı ve iç sularının su ürünleri istihsal sahası olduğu varsayılarak, su ürünleri istihsalinin yapılamayacağı yerler Su Ürünleri Kanunu kapsamında çıkartılan sirkülerde belirtilmektedir. Bu konuda 2002 yılı Aralık ayında yayımlanan en son sirkülerde, birçok düzenlemenin yanı sıra bölge ve yer yasakları da tanımlanmıştır. Bu sirküler kapsamında, denizkaplumbağası üreme alanı olarak tespit edilen yerlerle ilgili olarak da birtakım koruma tedbirleri alınmakta ve ayrıca iç sularımızda belirli dönemler için avlanma yasağı uygulanmaktadır.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu

Kültür Bakanlığı'nın yetkisi kapsamında 2863 sayı ile 21 Temmuz 1983 tarihinde yayımlanarak, 3386 sayı ve 17 Haziran 1987 tarihinde birtakım değişlikler yapılan Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, sit alanları ile ilgili düzenlemeleri içermektedir. Sit Alanları: Tarihöncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari vb. özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmış doğal özellikleri ile korunması gereken alanlardır. Sit alanları kentsel sit, arkeolojik sit, tarihi sit ve doğal sit alanları olarak ayrılmıştır. Doğal güzellik ve bilimsel açıdan sıradışı, evrensel değeri olan alanlar doğal sit alanı olarak belirtilmiştir. Doğal sit alanları üç ayrı derece sınıflandırılır.

TÜRKĐYE'DEK Đ ALAN KORUMA STATÜLER Đ - ULUSLARARASI STATÜLER Dünya Kültürel ve Do ğal Mirasının Korunmasına Dair Sözle şme

Dünya Kültürel ve Doğal Mirası'nın korunması için 16 Kasım 1972 tarihinde Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO) tarafından kabul edilen sözleşmeye ülkemiz 14 Nisan 1982 tarihinde taraf olmuştur. Bu sözleşme kapsamında tanımı yapılan anıtlar, yapı toplulukları ve diğer alanlar kültürel miras olarak kabul edilmiştir. Bu sözleşme altında korunan alanlar Dünya Kültürel ve Do ğal Miras Alanı olarak tanımlanmaktadır.

Avrupa'nın Yaban Hayatı ve Ya şama Ortamlarını Koruma Sözle şmesi

Avrupa Birliği (AB) üyesi devletlerin önderliğinde hazırlanan ve AB'ye üye olmak isteyen diğer devletlerce de onaylanan bu sözleşme ile taraflar, yabani bitki ve hayvanların ve bunların yaşama ortamlarının korunmasını amaçlamışlardır. Bu çerçevede sözleşme, kesin olarak korunması gereken bitki ve hayvan türlerini, korunan hayvan türlerini, yasaklanan av

Page 25: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

25

yöntemleri ile ilgili listeleri içermektedir. Ülkemiz bu sözleşmeye 9 Ocak 1984 tarihinde 84/7601 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile taraf olmuştur. Sözleşmeye taraf olanlar ülkelerinde Zümrüt A ğı Alanları (ASCI - Areas for Special Conservation I nterest) ilan edebilmektedir. Ülkemizde bu statü için ön çalışmalar yapılmaktadır ve bu kapsamda 9 alan zümrüt ağı alanı olarak tanımlanmıştır.

Barselona Sözle şmesi ve Akdeniz'de Özel Koruma Alanlarına Đlişkin Protokol

Barselona'da 16 Şubat 1976'da kabul edilen Akdeniz'in Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi çerçevesinde, Akdeniz'deki doğal alanların ve bölgedeki kültürel mirasın yok olmaması için deniz alanlarının ve çevrelerinin özel koruma alanları olarak korunması öngörülmektedir. Bu amaçla, 88/13151 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı'yla 7 Ekim 1988 tarihinde Türkiye, Akdeniz'de Özel Koruma Alanlarına Đlişkin Protokol'ü onaylamıştır. Bu protokol çerçevesinde belirlenen alanlar özel çevre koruma bölgesi olarak tanımlanmaktadır ve Türkiye'de bu statü Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı Kurulmasına Dair 383 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile yasallaşmıştır.

Özel Çevre Koruma Bölgeleri: Tarihi, doğal, kültürel vb. değerler açısından bütünlük gösteren ve gerek ülke gerekse dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan alanlardır.

Özellikle Suku şları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak Al anlar Hakkındaki Sözle şme (Ramsar Sözle şmesi)

Ramsar Alanları: Ramsar Sözleşmesi, 3895 sayılı kanunla onaylanarak, 17 Mayıs 1994 tarihinde Resmi Gazete'de yayımlanmıştır. Bu sözleşmenin hükümlerine dayanılarak 30 Ocak 2002 tarihinde Ulusal Sulak Alanları Koruma Yönetmeliği yayımlanmıştır. Bu yönetmelik, sulak alanların korunması ve geliştirilmesini hedeflemektedir. Yönetmelik kapsamında uluslararası ölçekte korunan Ramsar alanları ilan edilebileceği gibi, ulusal düzeyde başka sulak alan koruma sahaları da ilan edilebilmektedir. Bu, yeni bir yasal düzenleme olduğundan henüz ulusal ölçekte korunan sulak alanların listesi belirlenmemiş ve sınıflandırmaları yapılmamıştır. Ancak yönetmeliğin genel hükümleri kapsamında tüm sulak alanların korunması ve akılcı kullanımı gerekmektedir.

Avrupa Birli ği Kuşları Koruma Yönetmeli ği (79/409/EEC) ve Avrupa Birli ği Habitatları ve Türleri Koruma Yönetmeli ği (92/43/EEC)

Natura 2000 Alanları: Avrupa Birliği'nin (AB) Kuşları Koruma Yönetmeliği ve AB Habitatları ve Türleri Koruma Yönetmeliği altında sırasıyla SPA'lerin ve SAC'lerin belirlenmesi gerekmektedir. SPA ve SAC'lerin bütünü Natura 2000 adı verilen uluslararası korunan alanlar ağını oluşturmaktadır. Bu yönetmelik uyarınca AB'ye üye olan her ülke toprakları üzerindeki hayvanlar, bitkiler ve habitatlar açısından uluslararası öneme sahip alanları koruma altına almakla yükümlüdür. 1998 tarihli Avrupa Mahkemesi kararıyla BirdLife International tarafından geliştirilen ÖKA kriterleri, SPA'lerin belirlenebilmesi için en geçerli yöntem olarak kabul edilmiştir. Ülkemiz AB üyesi olmamasına rağmen, AB ile bütünleşme sürecinde bu yönetmelikler ulusal mevzuatımızla uyumlulaştırılması gereken bir belge olarak ortaya çıkmıştır.

Çevre ve Orman Bakanlığı birçok resmi kurumla birlikte ve sivil toplum örgütlerinin de katkılarıyla biyolojik çeşitliliğin korunmasını tek bir yasal zemine oturtmaya çalışmaktadır. Bu kapsamda 2005 yılında resmileşmek üzere Doğa Koruma Kanunu adlı bir kanun tasarısı hazırlanmaktadır. Bu yeni yasanın yukarıda belirtilen koruma statülerini tek bir çatı altında toplaması beklenmektedir.

Page 26: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

26

TÜRK ĐYE’N ĐN BĐYOLOJ ĐK ÇEŞĐTL ĐLĐĞĐNĐN TEMEL Đ VE FAUNASI

Prof. Dr. Ali Demirsoy

Hacettepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Biyol oji Bölümü TÜRK ĐYE’N ĐN BĐYOLOJ ĐK ÇEŞĐTL ĐLĐĞĐNĐN TEMEL Đ VE FAUNASI Bundan yaklaşık 15 milyar yıl önce, sadece subatomik parçacıkların egemen olduğu bir evrenden, "kütle, zaman, hız ve enerji aktarımı"nın egemen olduğu, yani doğal yasaların ortaya çıktığı evrensel bir dönüşüm "Big-Bang" yaşandı. Ve bundan yaklaşık 10 milyar yıl önce ait olduğumuz galaksi "Samanyolu" şekillenmeye başladı.

Şekil 1. Galaksi ve Samanyolu Oluşumu

Yine günümüzden yaklaşık 6-7 milyar yıl önce Samanyolu Galaksisi'nin kollarının birinin ortasında çapı 1.500.000 km olan bir yıldız "Güneş" şekillenmeye başladı

Şekil 2. SOHO’dan alınmış iki farklı görüntünün birle ştirilmesi ile

elde edilen güneş fırtınaları Güneşin oluşumu ile

birlikte yaklaşık 5 milyar yıl önce, güneşe yaklaşık 150 milyon km uzakta, çapı 12.500 km olan bir uydu oluşmaya başladı "Dünya" “Mavi Gezegen”.

Şekil 3. Dünya-Mavi Gezegen

Page 27: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

27

Aynı dönem içinde yaklaşık 4.8 milyar yıl önce, dünyayı yıkıcı güneş ışınlarından koruyan "Allen Kuşakları" , manyetik kuşaklar ortaya çıktı.

Şekil 4. Allen Kuşakları – Manyetik Ku şaklar

Güneşin yıkıcı tanecikli ışınları kutup ışınları halinde yeryüzüne boşaltılmaya başladı. Yüksek enerjili ışınların oksijen atamlarına çarpması sonucu kutup ışınları (Arora boralis ve arora australis) oluştu. Buna müteakiben yerkürede, yanardağ işlevleri sonucu, yerküre bir çeşit terleyerek, serbest oksijeni olmayan yoğun bir atmosfer ve katı bir taş küre oluşturmaya başladı.

Şekil 5. Yerkürede Meydana Gelen Bir Yanardağ

Çok yoğun yanardağ işlevlerinin oluşmasıyla katı küre ortaya çıktı, sıcaklık 100 derecenin altına düşmediği için, su birkintileri ve dolayısıyla okyanuslar henüz oluşmamıştı. Tüm bu oluşumlar içerisinde dünya sırasıyla şu yapılanmaları gerçekleştirdi.

• Bundan yaklaşık 4.5 milyar yıl önce okyanuslar ve bizi yıkıcı ışınlardan koruyan " Đlkin Ozon Tabakası" oluştu

• Bundan yaklaşık 3.9 milyar yıl önce, kendini çoğaltabilen "Canlılar" ortaya çıktı

• Bundan yaklaşık 1.5 milyar yıl önce, ilk "Fotosentez Yapan Canlılar" ve bununla

bağlantılı olarak "Serbest Oksijen" ortaya çıktı ve bizi etkin bir şekilde koruya "Geli şmiş Ozan Tabakası" oluştu.

• Bundan yaklaşık 570 milyon yıl önce, "Geli şmiş Fotosentetik Bakteriler" ve

"Algler" evrimleşti; "Omurgasız Hayvanlar" denizlere egemen oldu (Kambriyen).

Page 28: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

28

Yaklaşık 1 milyar yıl önce mayoz bölünme evrimleşiyor. Rekombinasyon ortaya çıkınca, canlılık patlarcasına çeşitlenme olanağını buluyor “Kambriyen Patlaması” yaşanıyor ve bugünkü canlı şubelerinin tümü oluşuyor.

Şekil 6. Mayoz Bölünme

Đlk karmaşık hücre birbirinin içine giren canlılar ile oluşuyor. Mitokondri ve kloroplastlar bir zamanlar bağımsız canlılardı.

Şekil 7. Mitokondri Gücü

ĐLK ÇOK HÜCREL Đ CANLILAR ORTAYA ÇIKIYOR

Şekil 8. Cyclosmall

Şekil 9. Charniasmall

Şekil 10. Nemianasmall

Şekil 11. Dickinsoniasmall

Page 29: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

29

DAHA KARMA ŞIK ORGAN ĐZMALAR SAHNEYE ÇIKIYOR;

• Bundan yaklaşık 430 milyon önce yıl deniz algleri yaygınlaştı, ilk eklembacıklılar ortaya çıktı; likenler ve iletim demetli bazı bitkiler ile bazı eklembacaklılar birkaç koldan karaya çıkmaya başladı (Silüriyen).

• Bundan yaklaşık 400 milyon yıl önce "Đletim Demetli Bitkiler" evrimleşti; "Kemikli

Balıklar" çeşitlendi, "Đlk Amfibi" oluştu, böcekler yaygınlaştı (Devoniyen).

• Bundan yaklaşık 350 milyon yıl önce iletim demetli bitkiler yaygınlaştı, "Đlk Tohumlu Bitkiler" ortaya çıktı; amfibiler yaygınlaştı, yarıbaşkalaşımlı böcekler yaygınlaştı (Karbonifer'in başı).

• Bundan yaklaşık 300 milyon yıl önce iri yapılı ilkel iletim demetli bitkiler yaygınlaştı,

“eğreltiler ve iğneyapraklı ağaçlardan oluşan büyük ormanlar ve kömür yatakları meydana geldi” (Karbonifer'in sonu).

• Bundan yaklaşık 280 milyon yıl önce, ilkel iletim demetli bitkiler aniden azaldı,

“Sürüngenler evrimleşti”; trilobitler tümüyle ortadan kalktı (Permiyen).

Şekil 12. Hallucigenia (ilk eksteremiteli hayvan)

Şekil 13. Aysheaia-Onikofor atası

Page 30: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

30

KITALAR YER DE ĞĐŞTĐRĐYOR Orta Kambriyen

Pangea- Burgess Faunası döneminde (540-500 milyon yıl önce) Oksijen düzeyi bugünkü düzeyde Kahverengi kara kütlesi Gondwana’yı oluşturacak şekilde hareket etmektedir. Her iki kutuptan görebilmesi için kutupların yeri çarpıtılmıştır. Ordovisiyen

(500-440 milyon yıl önce). Bu dönemde kara kütlesinin büyük bir kısmı Güney Kutbu’nda toplanmıştır. Gondwana güneye doğru hareket ediyor (kahverengi karalar). Kuzeydeki kıtalar, Kambriyen’e göre birbirine daha çok yaklaşmıştır. Güney Amerika, bu dönemde, Güney Kutbun ortasında yer alıyor. Devon

(400-345 milyon yıl önce) Güney ve kuzeydeki kara parçaları birbirine yaklaşmaya başlıyor. Mercanlarda, kabuklu kafadanbacaklılarda patlarcasına evrimsel çeşitlenme görülür. Çeneli balıklar ortaya çıkmış ve çeşitlenmiştir. Karayosunları, atkuyrukları ve amfibiler karaları istilaya başlıyor. Đki kıtanın çarpışması sonucu, denizel türlerde kitle halinde yok oluş görülür. Perm

(290-250 milyon yıl önce) Bu Süper Kıta’nın orta kısmında son derece sert iklim egemen olmuştur. Dünyanın en büyük buzullaşmasının bu dönemde olduğu varsayılır. Dolayısıyla denizlerin düzeyi düşmüş; sığ denizler kurumuştur. Bu denizlerde yaşayan canlıların çoğu yok olmuştur. Günümüz böceklerinin belirli bir kısmı, örneğin Odonata örnekleri, ortaya çıkmıştır. Devrin sonuna doğru sürüngenler, amfibilere egemen olmuştur. Tatlısu balıkları büyük ölçüde çeşitlenmiştir. Memelilere giden hat bu dönemin sonuna doğru şekillenmeye başlamıştır. Bu dönemin sonunda denizel ve karasal türlerin %90’nı 10 milyon yıl içerisinde ortadan kalkmıştır. Bu ortadan kalkışın nedeni, Siberiya’daki yoğun volkanik aktiviteler olabilir. Meteor düşmesi saptanmamıştır. En büyük nedeni, iki kıtanın çarpışması olabilir. Pangea’nın iç kısmı büyük ölçüde yukarıya kalkarak, sert bir iklimin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Bundan yaklaşık 250 milyon yıl önce, “iğneyapraklı ağaçlar yaygınlaştı”. “Dinozorlar sahneye çıktı” (Triyas).

Şekil 14. Triyas

Page 31: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

31

Yeryüzüne düşen büyük çaplı meteorlar kitlesel ölümlere neden oldu. Canlı türlerinin yaklaşık %90 ortadan kalktı

Şekil 15. Meteor Çukuru

• Bundan yaklaşık 180 milyon yıl önce, “ilk ku şlar evrimleşti” ; dinazorlar çok yaygınlaştı.

Bundan yaklaşık 130 milyon yıl önce “Dinazorlar ortadan kalktı” ; Tam başkalaşımlı böcekler patlarcasına evrimleşti” (Kretase). Bundan yaklaşık 200 milyon yıl önce, iğneyapraklı bitkiler egemenliklerini sürdürdüler. “Đlk memeliler ortaya çıktı” (Jura).

Şekil 16. Jura (Đlk Memeli)

• Bundan yaklaşık 25 milyon yıl önce karalarda memeliler, kuşlar ve böcekler ile otsu bitkiler ve geniş yapraklı ağaçlar patlarcasına dallandı (Miyosen)

ĐNSANA DOĞRU EVRĐMLE ŞME (4.5 milyon yıl önce) Bundan yaklaşık 6.5 milyon yıl önce Güney Doğu Afrika'da ayağa kalkmış, merak duygusu oldukça gelişmiş, “Đnsansılar dediğimiz bir tür sahneye çıktı” (Pliyosen).

Page 32: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

32

DÜNYAYA EGEMEN OLMAYA ÇALI ŞAN TÜR: ĐNSAN SAHNEYE ÇIKIYOR

Şekil 17. Đlk Đnsan Đskeletleri

• Ortaya çıkan bu yeni canlı türü, yani insan, alet yapabiliyor, ateşi kullanabiliyor ve en önemlisi öğrendiklerini gelecek kuşaklara ve zamandaşlarına sözlü olarak öğretiyordu. Böylece canlılar dünyasında artık bilgi birikimi başlamıştı. Bireyler, atalarının deneyimlerini kullanabiliyor ve öğrendiklerini gelecek kuşaklara aktarabiliyorlardı. Elimizdeki bilgiler, bu özelliğini insanlığı en önemli özelliği olan “merak duygusu” ile başladığını göstermektedir. Çünkü, insan dediğimiz bu canlı türünden önce hiçbir canlı, merak duygusunu geliştirememişti.

ĐNSANA ve ĐNSANLIĞA GĐDEN YOL... * Evrimsel süreç içerisinde tüm canlıların kazanmış oldukları, kendini merkeze koyma duygusu, insanda da "Antroposentrik Görüş", yani ben merkezli düşünce tarzının egemen olmasını sağlamıştır. Açık açık dile getirmesek dahi, bulunduğumuz yerin en şu anda en önemli yer, konuştuğumuz konunun da en önemli konu olduğu sanısına kapılırız. Bu düşünce, insanı homojen bir obje olarak görmeye sürüklemiştir. Halbuki insanın tanımında, biraz sonra değineceğimiz "toplulukları birbirinden ayıran, yani insanı insan ayıran" en önemli üç unsurun yanısıra, güzelliğin, çirkinliğin, yalancılığın, dolandırıcılığın, ahlaksızlığın, özverinin, yardımseverliğin, egoistliğin de, bugünkü kültürümüz içerisinde iyi ya da kötü olarak tanımlanmış tüm özelliklerin insani özellikler olduğunu unutmayalım. * Yukarıda değindiğimiz özelliklerin yanısıra, üç unsur, insanlık tarihine damgasını vurmuştur ve vurmaktadır. Đnsan olmanın ikinci “birincisi meraktı” en önemli adımı sayılan "Empati" yi, yani başkalarının duygularını anlayabilme özelliğini yeterince geliştiremeyen toplum ve bireylerde bu üç unsur, çatışmaların temelini oluşturmuştur.

Page 33: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

33

ĐNSANLARI B ĐRBĐRĐNDEN AYIRAN EN ÖNEML Đ ÜÇ UNSUR 1. Irk: Đnsan soyu, oluştuğu yerden çıkıp dünyanın dört bir yanına yayılınca, yayıldığı yerlerdeki coğrafik koşullara göre yapısal değişikliklere uğrayarak insan ırklarını meydana getirdiğini biliyoruz. Her coğrafik bölgede o bölgenin kendine özgü coğrafik koşullarına uyum yapan ırkların oluşması insan soyunun evrimi ile ilgili bir süreçtir. Her ırk, geçmişin bize bıraktığı kutsal bir çeşitliliktir.

• Irkları, birbirleriyle kıyaslayıp, ait olduğumuzun dışındakileri, aşağılamak, bugün uygar insanların irkildikleri "Irkçılık" diye tanımlanmıştır.

2. Dil ve kültürel farklıla şma: Sosyal gereksinmelerinin gereği, yaşamları süresince öğrendiklerini gelecek kuşaklara ve zamandaşlarına iletebilmek için, coğrafik uzaklıklarına göre birbirleriyle akrabalık ilişkileri de kurulabilen, en önemli iletişim aracı olarak, "dilleri" geliştirmişlerdir. Buna bağlı olarak gelenek ve görenekler de çeşitlenmiştir. Bunların tümü kültürü oluşturmuştur. Bir kültürün diğerleri üzerinde baskı kurmasını öngörme, daha değerli olduğunu savunma ve onu yok etme girişimleri "Kültür Şövenizm"ini ortaya çıkarmıştır. Bu da dünya mirasının fakirleşmesi anlamına gelmektedir. 3. Din (duruma göre inanç): Bundan yaklaşık 8-10 bin yıl önce, dünyada önemli bir kuraklık başlayınca, gezici-toplayıcı olan insan toplulukları, tarihe damgasını vuran, bir anlamda daha sonra akacak akan kanların da nedeni olarak görülen din ve kültür farklılığının yeşerdiği, belli başlı 3 bölgede, su başlarına toplanmıştır. Bu bölgeler Yukarı Mezopotamya, Güneydoğu Asya ve Orta Amerika'dır. Đnsanların bir araya toplanması sonucu, hem kültürel bir etkileşim olan hem de toplumun düzenini sağladığı düşünülen, ilkeleri katı ve düzenli olan; en önemlisi merak duygusunu bastıran dinler, bu bölgelerde yeşermeye başladı.

• Bir dinin diğerinden üstün olduğunu savunmak ve yaşam tarzını, bu dogmatik akıma göre yönlendirmek de "Kökten Dincili ği" doğurmuştur. Tarih kökten dincilerin kanı ile yazılmıştır.

BEKLENEN EVRENSEL ÖZELL ĐK, SONUNDA ĐNSAN SOYUNA GĐRDĐ: BĐLĐMSEL DÜŞÜNME

• Đnsanlığın ortak dili: Irkı, dili ve dini farklı olan insanlar "ki bu özelliklerin hiçbirini, kural olarak toplumsal olarak değiştirmemiz olanaksızdır" nasıl bir ortak değerler çerçevesinde birleşebilirlerdi? Öyle bir çeşit dil geliştirmeliydi ki, kültürleri, ırkları, dilleri ve dinleri ne olursa olsun, tüm insanlar, bu dil ile anlaşabilsinler. Đşte bu dilin adı "Bilimdir" .

• Bilimsel düşünce tarzı, kişiye, ırka, dile, inanca, mezhebe, töreye, sosyal ve

ekonomik eğilimlere, idare şekillerine göre değişmeyen bir dildir, bir düşünce tarzıdır. Eğer siz, bilimsel düşünce tarzınıza, toplumunuzun içinde bulunduğu bu "bilimdışı" etkileri ya da değerleri katarak yorum yapmaya kalkışırsanız ve hedef kitleyi yönlendirmeye kalkışırsanız, bir zaman sonra toplum olarak çıkmaza girersiniz. 56 islam ülkesinin ve özellikle hıristiyanlığın bağnaz kolunu oluşturan katolikliğin en katı şeklini yaşayan Latin ülkelerinin ve bağnaz inançları yaşam tarzı olarak benimseyen diğer birçok ülkenin, başının bir türlü dertten kurtulamamasının temelinde yatan en önemli unsur budur. Bu bağnazlık, din bağnazlığı da olabilir, bu bağnazlık ırkçılık da olabilir, bu bağnazlık kültür emperyalizmi de olabilir. Bilim, ancak ve ancak bu bağnazlığa karşı çıkıldığında gelişebilir. Tarihsel bilgiler ve günümüzün gerçeği, bu

Page 34: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

34

reformu yapanların geliştiğini göstermektedir. Toplumları içten içe kemiren dogmatik düşünceyi, yönetimden uzaklaştıran ilk ve tek islam ülkesi, yüce Atatürk'ün önderliğinde, genç Türkiye Cumhuriyeti olmuştur.

• Bilimsel düşünceyi yaşam tarzı olarak kabul edenlere ne denir? Geleneksel düşünce tarzı ile çok defa zıtlaşan, "doktor, doçent, profesör unvanı taşımasa dahi", geçmişte insanlığı yön veren, tüm insanlığa değerli katkıları olan birçok insanı, "bugünkü tanımla bile bilim adamı sayılması gerekenleri", burada saygıyla anmak isterim. Çoğu, düşüncelerinden dolayı canlarından olmuşlardır ya da büyük eziyetlere uğramışlardır. Sokrat, Bruno, Galilo, ...

• Bilimsel araştırma merkezleri ve kadrolu bilim adamları ortaya çıkıyor: Tarihte,

belirli bir döneme kadar, bilimsel çalışmalar ya da yaklaşımlar, bu işe gönül vermiş kişilerle ya da egemen bir yöneticinin çevresinde toplanmış küçük bir zümreyle sınırlıydı.

• Ancak toplumsal bilgi aktarımı artınca, özellikle bilgi üretimi ticari bir nesne haline dönüşünce, bilimsel araştırmalar kurumsallaştı.

Anadolu’nun biyolojik çeşitlili ğini, 1.Tektonik hareketler, 2. Dağ dizileri, 3. Erozyon ve 4. Buzullaşma-çölleşme şekillendirmiştir. Anadolu’da bazı tektonik hareketler

• Đnsanların izlediği onlarca yanardağ

• Arazi üzerine yayılan bazalt • Faylar boyu çıkan sıcak su

kaynakları • Krater gölleri

Şekil 18. Toprak (kayaç) çeşitlili ği biyolojik çeşitlili ği güçlendiriyor-Çayırhan/Beypazarı

Anadolu’yu şekillendiren plaka tektoniği • Anadolu Diyagonali • Kuzey Anadolu sıra dağları (Pontitler) • Güney Anadolu sıra dağları (Toritler) • Oluşan çok sayıda bölme (kompartımanlar) • Yüksek dağlar

Page 35: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

35

Şekil 19. Anadolu diyagonali: Amonos-Binboğa-Munzur-Kargapazarı-Keşiş-Allahuekber Çok sayıda yüksek dağ, biyolojik çeşitlenmeye katkıda bulunuyor

• Yüksek dağlarda mutasyon hızı ışın etkinliğinden dolayı artıyor

• Değişik yaşam ortamlarını bünyesinde bulunduruyor

• Soğuğa uyum yapmışlar aşağıya inemedikleri için, genetik olarak yalıtılıyorlar

Erozyon, toprağı bölmelere ayırdığı ve hayvan-bitki topluluklarını yalıttığı için evrimsel çeşitlenmeye zemin hazırlıyor

• Kısa mesafelerde derin yarıklar oluşuyor

• Kısa mesafelerde değişik toprak çeşitleri oluşuyor

• Belirli bölgeler bir çeşit süpürülerek (kara ya da nehirlerde) iki topluluk arasında geçişler koparıyor

• Değişik bileşimli su birkintileri oluşuyor

Şekil 20. Kayseri-Kırşehir: Erozyonla bölünmüş topraklar Anadolu’nun biyolojik yapısını buzullaşmalar ve buzul arası dönemdeki göçler de etkiledi

• Birçok tür kuzeyden (Trakya’dan ve Kafkaslardan) Anadolu’ya girdi ve burayı yurt edindi.

• Buzul türleri Anadolu’nun birçok yerini sığınak (refigium) olarak kullandı-kullanmakta

Page 36: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

36

Şekil 21. Canlıların Anadolu’ya Giri ş Yolları

GÖLLER

• Göllerimiz oldukça gençtir ve yakın zamana kadar birbirleriyle (hatta bugün) bağlantılı olmaları nedeniyle, kalıtsal yalıtım tam sağlanamamıştır. Bu nedenle büyük bir çeşitlilik göstermezler.

• Sulama ve kurutma nedeniyle son 40 yılda en az 65 göl ortadan kaldırılmıştır. Kalanlar da kirletilmiştir.

• Kuşların göç yolu üzerinde olmaları nedeniyle, özellikle sucul kuşlara açısından çok önemlidirler

Şekil 22. Karamuk Gölü-tahrip edildi

Page 37: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

37

DÜNYANIN EN ÖNEML Đ GÖÇ YOLLARI ANADOLU’DADIR

• Kuşlar, batı yolu (Trakya, Batı Anadolu, Đç Anadolu, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz Kıyı boyundan Afrika’nın çeşitli yerlerine, hatta Güney Afrika’ya kadar) ve doğu yolu (Kafkaslar, Doğu Anadolu, Doğu Akdeniz Kıyi boyunca Afrika’ya kadar) üzerinden olur.

• Sulak alanların kurutulması, avcılık, yerleşim yerlerinin sıklığı (Çamlıca Tepesinde olduğu gibi) bu yolları tahrip etmektedir.

• Göç sırasında, bilimsel ve turistlik önemli gözlemler yapılmaktadır.

Şekil 23. Gala Gölü-Önemli sucul kuş ortamı ve göç yolu

Karadeniz Bölgesinin faunası

• Alçak kısımlar boreal (ağaçlı) fauna elemanları • Yüksek kısımlar birçok sibiryan ya da angora elamanı barındırır

Şekil 24. Triturus vittatus ophryticus-Şeritli taraklı semender-Çamlıhemşin/Rize

Çöl (eremiyal) faunası Güneydoğu Anadolu faunasını şekillendiriyor

Page 38: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

38

• Özellikle buzul arası dönemlerde iklim sıcaklaşıp-kuraklaşınca, güneydeki çöllerden

ve Đran’dan çöl faunası Güneydoğu Anadolu’ya ve Iğdır Ovasına girmiştir ve buzul arası dönemde olmamız nedeniyle de burada bugüne kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir. Hatta Anadolu’nun stepleşmesi-çölleşmesi nedeniyle Đç Anadolu’ya da sızmaya başlamışlardır.

Şekil 25. Capoeta capoeta umbla=karabalık ve Capoeta trutta = Fırat karabalığı(noktalı)/Urfa

Şekil 26. Leirus-Darülzeferan/Mardin Şekil 27. Crocothemis erytrea-Bozova/Urfa

Page 39: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

39

BĐOLOJ ĐK MÜCADELE, AVANTAJLARI VE UYGULAMA ALANLARI Prof. Dr. Miktat Do ğanlar

Mustafa Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi,Bitki Koruma Bölümü,Antakya

Doğa, içinde bulunan canlı ve cansız varlıklar ile bütündür. Cansız varlıklar, ekolojik koşulları oluşturan ısı, ışık ve nem kaynakları, ortamın yapısı (dağlık, yamaç, düz oluşu, toprak yapısı, denize, göle veya akarsulara yakın veya uzak oluşu, vs.) gibi varlıklardır. Bunlar, ortamı kontrol altında tutmak için etkili olamayacağımız koşullardır. Canlı varlıklar ise alınan herhangi bir ortamda bulunan bitkiler,omurgalı ve omurgasız hayvanlar, mantarlar, bakteriler, viruslar ve virus benzeri varlıklar olarak gruplayabiliriz. Doğa içinde herhangi bir dış etki olmaz ise alınan herbir ortamda bu canlı varlıkların birbirine etkileşimi sonucu oluşturdukları populasyonlar arasında bir denge oluşur. Seneden seneye az çok dalgalanmalar oluşsa da uzun yıllar göz önüne alındığında populasyonların çok fazla değişmediğini görürüz. Đşte buna doğal denge adı verilir.

Doğal dengeye çeşitli faktörler etki eder. Bu faktörlerden önemlilerini şöyle sıralayabiliriz: Çeşitli cansız ekolojik koşullara ek olarak gıda, parazitoit ve hyperparazitoitlerin birbiri ile ilişkileri, populasyonların birbirine etkisi, rekabet, çeşitli nedenlerle oluşan genetik mutasyonlar, vb. faktörler zikredilebilir. Bu faktörler doğal denge yönünden bir zincire benzer. Nasıl zincirin bir halkası kopunca işe yaramayacağı gibi yukardaki faktörlerden herangi birisi zarara uğrayacak olursa o ortamda doğal denge bozulur ve bozulan ortam burada bulunan canlılardan hangisine uygun olursa onun populasyonu üzerinden baskı kalktığı için yüksek düzeylere çıkar. Đşte bu canlı bizim gıdamızı oluşturan bitkilerde beslenen bir canlı olursa bu canlı zararlı olarak kabul edilir. Bu duruma örnek olarak;

Populasyonu şu sıralarda doğal predatörleri olarak kabuledilen keklik, bıldırcın ve diğer kanatlı hayvanların aşırı avlanmaları sonucunda sayıları artan keneler, evcil ve yabani hayvanlarda zararlar oluşturmakta ve hatta insanlara da geçerek KKKA hastalığını bulaştırmaktadır.

Diğer taraftan yanlış uygulanan bir çok böcek öldürücü ilaç uygulamaları nedeniyle doğal düşmanların ortamdan uzaklaştırılması sonucunda bir çok böcek türü önceleri zararlı olmamasına rağmen şu sırada zararlı hale gelmişlerdir.

Kıtalar arası yayılan bir çok tür yeni girdikleri yerlerde doğal düşmanları olmadığı için yüksek düzeylerde populasyonlar oluşturdukları için en önemli zararlılar haline gelmişlerdir. Örneğin; Avustralya’ya av amacıyla götürülen tarla tavşanları doğal düşmanları bulunmadığı için çok kısa zamanda kıtayı kaplayarak meralarda ve kültür bitkilerinde çok önemli bir zararlı haline gelmiştir. Yine aynı şekilde, meyvelerini yemek amacıyla Avustralya’ya götürülen kaktüsler meraları kaplayarak hayvanların otlayamayacağı bir durumu oluşturmuştur.

Göllerin kurutulması (Amik gölü, Hatay, Kazova gölü, Tokat gibi) burada yaşayan birçok fare predatörü(avcısı) kuş, yılan, tilkinin üreme ortamının ortadan kalkmasına neden olmuş ve bu ovalarda çok büyük fare salgınlarına sebep olmuştur.

Şu anda karşımızda olan bir diğer örnek Antakya ve çevresinde ortaya çıkan domuz salgınlarıdır. Bunun nedenleri olarak yöredeki kurt sürülerinin avlanarak hemen yok denilecek sevyeye indirilmesi gösterilmektedir.

Bunlara benzer verilecek bir çok örnek bulunmaktadır. Đşte yukarda verdiğimiz örnekleri göz önünde tutarak BĐYOLOJĐK MÜCADELE şu

şekilde tanımlanabilir: Bir ortamda bulunan ve doğal dengenin bozulması ile zararlı duruma geçen (yerli)

veya başka bir ülkeden bir yöreye gelen (yabancı) ve zararlı bir düzeye erişen canlıların populasyonlarını zararlı olmayacak bir seviyeye indirmek için bulundukları ortama o zararlının doğal düşmanlarını kitle halinde çoğaltarak veya ana vatanından toplayıp getirerek yeniden yerleştirme işlemidir.

Bu şekilde tanımladığımız biyolojik mücadele doğal dengesi bozulmuş birçok canlıya karşı kullanılabilir. Örneğin; çeşitli ortamlarda bulunan yabancı otlar (kültür alanlarımızdaki, meraları kirletenler, çeşitli çimenlerde bulunanlar, sulama kanallarını

Page 40: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

40

tıkayanlar vs.), kültür bitkilerimizde zararlı olan böcekler( Orman zararlıları, tarla bitkileri zararlıları, sebze ve meyve zararlıları), hayvanlara hastalık taşıyan birçok vektör ekto- veye endo-parazit omurgasız ( protozoa, yassı ve yuvarlak nematodlar, sinek, kene, akar, bit, pire, hamam böceği, vs.), birçok bitki-hastalık etmeni (mantarlar, bakteriler, viruslar ve virus benzeri canlılar) şeklinde sıralanabilir.

Biyolojik mücadelede kullanacağımız veya şu sırada kullanılabilen doğal düşmanları da şu şekilde sıralayabiliriz:

1) Parazitoitler. Yaşantılarını konukcu üstünde veya içinde geçiren gelişmesini tamamladığında konukcusundan ayrılan böcekler (birçok küçük arıcıklar, parazitoit sinekler)

2) Predatörler: Konukcularını yakalayıp yiyerek onları imha eden canlılar (Avcı böcekler (sinekler, coleopterler, sinir kanatlılar, su içinde yaşayan böcekler, örümcekler, örümcekler, Targigrat’lar, balıklar, örümcekler, eklem bacaklı deniz hayvanları, omurgalı avcılardan yılanlar, kartalgiller, tilkiler, kurtlar ve avcı bitkiler sayılabilir.

3) Parazitler: Hastalık etmeni mantarlar, bakteriler, viruslar 4) Nematod adı verilen küçük kurtçuklar 5) Çeşitli hayvan ve bitki populasyonlarını kontrol altında tutan ceşitli canlı

populasyonları Biyolojik mücadelenin uygulama yöntemleri: 1- Doğal düşmanların korunması ve desteklenmesi (Yerli bir zararlıya karşı

uygulanacak biyolojik mücadele) Bu zararlının zararlı düzeye çıkmadan önceki durumu araştırılır, onu bu

sırada doğada baskı altında tutan doğal düşmanlar araştırılır. Bulunan doğal düşmanlardan hangisinin yüksek populasyon oluşturmasına ve zararlıyı baskı altında tutmasına engel olan etmenler araştırılır. Yapılacak düzeltmelerle eski koşullar doğaya iade edilmeye çalışılır.

Bu zararlıyı baskı altında tutan doğal düşman veya düşmanlar kitle halinde üretilerek uygun zamanda doğaya iade edilerek populasyonunun zararlıyı kontrol altında tutacak düzeye çıkarılmaya çalışılır.

2- Doğal düşman Đthali (Yabancı bir ülkeden gelmiş bir zararlıya karşı uygulanacak biyolojik mücadele)

Bir zararlının başlangıçta teşhisi yapılır.Bu türün bulunduğu ülkeler araştırılır. Bu ülkelerde tesbit edilmiş doğal düşmanlarının olup olmadığına akılır. Bir yörede bir zararlının doğal düşmanı var olup ta populasyonu baskı altında tutulabiliyorsa o tür o yörenin yerli türü olarak kabul edilir. Eğer doğal düşmanı yok ise büyük bir olasılıkla o tür o yöre için yabancı tür olarak kabul edilir. Yabancı türün doğal ortamında bulunan ve onu baskı altında tutan doğal düşman veya düşmanlar kendi ana vatanlarından zarar oluşturduğu ülkeye ithal edilir. Orada kontrollu koşulurda üretimi yapılır, üzerinde doğaya salındığında yeni bir zaralı getirmeyecek şekilde değilse kitle halinde üretimi yapılarak konukcusunun uygun olduğu dönemde zararlı türün bulunduğu yere salınarak oraya yerleşmesi ve zararlıyı baskı altına alması sağlanır.

3- Biyoinsektisitlerin (Biyolojik böcek öldürücüler) zararlılara karşı kullanıması

a) Böceklerde hastalık oluşturan etmenler; Bacillus thuringiensis içeren bakteri preparatları, Bevaria bassiana içeren mantar preparatları, böcek paraziti olan çeşitli virus preparatları sayılabilir. (Bunlar zararlıyı hastalandırıp populasyonunu düşürmek amacıyla kullanılır)

b) Kitle halinde üretimi yapılarak mevsimlik olarak zararlı populasyonunu kontrol etmek üzere doğaya salınan predatörler ve parazitoidler.(Bunlar o mevsimde zararlıyı baskı altında tutar ama kışlayamadıkları için o yöreye yerleşemezler ve zararlı ortaya çıktıkca yeniden salınmaları gerekir).

Page 41: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

41

c) Zararlı bitkileri kontrol altında tutmak amacıyla bitki ile beslenen çeşitli böceklerin üretilip yabancı otların bulunduğu ortama salınması (Ancak bu böceklerin zararlı yabancı otların akrabası olan kültür bitkilerinde de beslenip zarar oluşturmaması gerekir).

d) Zararlıların ürediği ortamların biyolojik etmenler kullanılarak ortadan kaldırılması aa) Çeşitli hayvan ve insan hastalıkları taşıyan sineklerin ürediği meraya bırakılan sığır pisliklerini imha eden pislik yiyen scarabaeid böceklerin üretilerek doğaya salınması bb) Sivrisinek larvalarını öldürerek sivrisinek mücadelesi yapmak için sivrisinek larvalarının bulunduğu ortama avcı balıkların salınması, B. thuringiensis var. israilensis’in uygulanması

e) Çeşitli su ortamlarında bitkilerin yetiştirilerek içindeki zararlı sivrisineklerin, yosunların ve istenmeyen bitkilerin imhası

f) Denizlerde, göllerde ve akarsularda bulunan zehirli yosunların imhası için yosunlarla beslenen fitofak (bitki yiyen) balık ve omurgasızların belirtilen ortamlara salınması

Biyolojik Mücadelenin Ülkemizde Uygulandığı Sahalar

1- Turunçgil torbalı koşniline karşı Rodolia cardinalis’in üretilip salınması 2- Turunçgil unlubitine karşı bir gelin böceği olan avcı Cryptolaemus montrouzieri

ve küçük bir arıcık olan Leptomastix dactylopii ‘nin kullanılması 3- Turunçgil beyazsineğine karşı bir gelin böceği olan avcı Serangium

parcesetosum ve defne beyaz sineğine karşı küçük bir arıcık olan Encarsia lahorensis ‘in salınması

4- Elma pamuklu bitine karşı küçük bir arıcık olan Aphelinus mali’nin salınması 5- Buğdaylarda süne zararlısına karşı yumurta parazitoitleri olan Trissolcus

türlerinin kullanılması 6- Mısır kurduna karşı Trichogramma evanescens’in üretilip salınması 7- Kabuklu bitlerden San Jose Koşnili ve dut koşniline karşı bir arıcık olan

Prospaltella perniciosi ve P. berlesei’nin Amerikadan getirilip bu zararlıların bulunduğu ortamlara salınması çeşitli örnekler olarak verilebilir.

Page 42: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

42

Biyolojik mücadelenin kimyasal mücadeleye göre üstünlükleri* KĐMYASAL MÜCADELE BĐYOLOJ ĐK MÜCADELE

Geniş etkili ilaçlarla uzun süre ve sık sık uygulanan kimyasal mücadele doğal düşmanların da yok olmasına neden olmaktadır.

Biyolojik mücadele uygulamalarında ise toprak ve su kirli ği söz konusu olmadı ğı gibi do ğal düşmanlar da korunmaktadır.

Kimyasal mücadelede kullanılan ilaçların büyük bir çoğunluğu geniş etkilidir, uygulandıkları ortamdaki bütün canlıları öldürür.

Doğal düşmanların etkiledi ği belirli bir zararlı grubu vardır, yani daha çok seçicidir, konukçularına, üzerinde yaşadıkları zararlıya özelle şmişlerdir.

Kimyasal mücadele uygulamaları potansiyel zararlılar olarak gruplandırılan, pek çok zaman zararlı konumunda olmayan ancak doğal dengenin bozulmasıyla zararlı konumuna geçen kırmızı örümcekler başta olmak üzere bir çok organizmanın zararlı konumuna geçmesine sebep olabilir.

Biyolojik mücadele, söz edilen bu potansiyel zararlıları ba şarıyla baskı altında tutabilir.

Bitki koruma yöntemi olarak kimyasal mücadelenin tercih edilmesi halinde bu uygulamaların belli aralıklar da tekrar edilmesi gerekir.

Biyolojik mücadelede ise uygulamada kullanılacak etmenlerin pek ço ğu doğada vardır.

Kimyasal mücadelede, en ucuz ilaçlarda dahi uzun vadede düşünüldüğünde, mücadele maliyeti yüksektir.

Pek çok zaman herhangi bir maliyeti gerektirmeden biyolojik mücadele uygulanabilir. Bazı durumlarda biyolojik mücadele etmeninin üretilip salınması gerekebilir, bu durumda dahi uzun vadede maliyet dü şüktür .

Kimyasal mücadelede uygulama hataları yüzünden her zaman istenilen sonuç alınamaya bilir.

Biyolojik mücadelede ise do ğal düşmanlar etkili oldukları zararlıyı kendili ğinden bulurlar, çünkü o canlıda doğal düşmanın ya şamını sürdürebilmesi için gerekli olan besini içermektedir.

Kimyasal mücadele zararlılarda dayanıklılık yaratır. Özellikle üretim dönemi boyunca sık ve çok sayıda döl veren kırmızı örümcek, yaprakbiti veya beyazsinek gibi zararlılar sık ve yüksek dozda kullanılan ilaçlara karşı metabolizmalarında bir savunma mekanizması geliştirmektedirler. Kimyasal mücadeleden sonra canlı kalıp çoğalan bireyler bu mekanizmayı daha sonraki döle aktarmaktadır

Biyolojik mücadele etmenleri için böyle bir dayanıklılık söz konusu de ğildir.

Kimyasal mücadele uygulamaları özellikle geniş etkili ilaçlarla yapılıyorsa doğal dengeyi az veya çok bozmaktadır.

Biyolojik mücadele de ise tam aksine doğal denge yanlı ş bir uygulama ile bozulmadı ğı sürece kendi halinde geli şen bir uygulama söz konusudur.

* Akdeniz Đhracatçı Birlikleri, Araştırma serisi, no.26, 21.07.2003’den alınmıştır.

Page 43: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

43

AĞIR METALLER ĐN OLUŞTURDUĞU KĐRLĐLĐĞĐN BĐTKĐLER ÜZERĐNE ETKĐLERĐ

Dr. Nuray Ergün MKÜ Fen Edebiyat Fakültesi Biyoloji Bölümü

Giri ş Endüstrileşme ve hızlı nüfus artışına bağlı olarak şehirlerin kalabalıklaşması sonucu çevresel kirlilik her geçen gün artmaktadır. Çevresel kirlenmeyi ortamlarına göre hava, su ve toprak kirliliği olmak üzere üç grup altında incelemek mümkündür. Hava kirliliğinin başlıca kaynakları endüstrileşme, aşırı kentleşme ve taşıt araçlarıdır. Su kirliliği, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmaksızın su ortamına boşaltılmaları, tarımda üretimi artırma ve koruma amacıyla kullanılan gübre ve ilaçların sucul ortama taşınması sonucu oluşmaktadır. Toprak kirliliğinin başlıca kaynaklarını ise endüstriyel atıklar, tarımsal ilaçlar, tarım alanlarının hatalı sulanması, erozyon, hatalı gübreleme ve kentsel atıklar oluşturmaktadır (Kocataş 1997). Topraklar canlılara yaşam ortamı olarak hizmet etmekte, bitkilere köklerin tutunacağı bir ortam sağlamakta, ayrıca optimal dozlarda su, oksijen ve besin maddeleri sunmaktadır. Topraklar birçok çevresel etkilere karşı tampon görevi yapmakta ve zararlı maddeleri filtre edip daha temiz bir taban suyu oluşmasını sağlamakta ancak bu arada kendisi de kirlenmektedir. Bu fonksiyonları nedeniyle topraklar insanların en değerli ve en çok korunması gereken varlıkları arasındadır (Topbaş vd 1998). Dünyada olduğu gibi ülkemizde de hava kirliliği ve diğer önemli kirliliklerin nedenini hızlı kentleşme oluşturmaktadır. Çünkü bir şehrin günlük atığında hava, su ve toprak kirleticileri bol miktarda bulunmaktadır. Günümüzde çevre kirliliğine neden olan kirleticiler arasında şüphesiz ki ağır metal kirliliği önemli bir yer teşkil etmektedir. Ağır metallerin en önemli kaynağını endüstri oluşturmaktadır. Endüstriyel atıklardaki ağır metaller inorganik ve organik bileşikler halinde bulunabilmektedir. Bunların çözünürlüğü ve küçük partiküller halinde atmosfere karışma ihtimalleri daha yüksektir. Ağır metaller ve iz elementler, sular ve topraklar için de önemli kirletici maddelerdir (Topbaş vd 1998). Đlimizde yer alan ve Akdenizin önemli körfezlerinden bir olan Đskenderun Körfezinde Türkiyenin önemli demir-çelik endüstrisi, gübre ve çimento fabrikaları ile çok sayıda haddehane yer almaktadır. Örnektekin ve ark. (1999) bu sanayi kuruluşlarının neden olduğu hava kirliliğini partiküler maddelerdeki metal içeriğinin incelenmesi suretiyle belirlemiş ve bu bölgede kadmiyum, kurşun, alüminyum, gümüş, krom vb. ağır metal derişimlerinin yüksek olduğunu tespit etmişlerdir. Örnektekin ve ark.(1999) bu bölgede ki ağır metal derişimlerinin Karadeniz Bölgesi, Türkiye’nin ve Orta Avrupanın Orta Akdeniz bölgesi ve Tokyo gibi büyük metropolitan bölgelere göre çok yüksek olduğunu bildirmişlerdir. Ağır metaller atmosferik hareketlerle taşınmakta ve yağışlarla toprağa karışmaktadır. 1.Bitkilerde Stres Sebepleri Stres, çevresel ve biyolojik faktörlerin ayrı ayrı ya da birlikte canlının fizyolojik olaylarında belirgin değişimler meydana getirmesi olarak tanımlanmaktadır. Doğadaki çeşitli abiyotik ve biyotik etmenler bitkilerde strese neden olmaktadır. Stresin şiddeti ve süresi uzadığında bitkide zarar meydana gelebilmektedir. Zarar bir metabolizma bozukluğu sonucunda meydana geldiğinden bitkinin büyümesi ve veriminde azalmaya neden olabilmektedir. Stres etmenlerinin oluşturduğu zarar bitkinin çevreye yönelik adaptasyon derecesine bağlı olarak değişmektedir. Bu olgu, değişik bitkilerin değişik bölgelerde optimum düzeyde yetişmelerini belirleyen temel etmendir (Kacar vd 2002, Kadıoğlu 2004). Biyotik ve abiyotik stres etmenleri çeşitli bitkilerde önemli ürün kaybına neden olarak insan ve hayvanların beslenmelerini olumsuz şekilde etkilemektedir. Günümüzde sanayileşme, evsel atıklar, yoğun trafik, madencilik, tarımsal ve fabrika atıkları gibi nedenlerle ağır metallerin yarattığı kirlilik giderek önem kazanmaktadır.

Page 44: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

44

2.Ağır Metal Stresi

Ağır metal tanımı disiplinler arası farklılık göstermektedir. Örneğin X ışını ile çalışanlar atom numarası 13’den büyük elementler için ağır metal tanımını kullanmaktadırlar. Fakat, X ışını ile çalışan bilim adamlarına göre ağır metal olan demir, kobalt, bakır gibi metaller jeolog, kimyacı gibi temel bilimcilere göre ağır metal değildir. Temel bilimcilere göre ise civa, kurşun, bizmut, altın, platin gibi atom ve kütle numaraları büyük olan metaller ağır metal sınıfına girmektedir. Ancak bunlardan altın gibi kimyasal olarak pasif olan metaller biyolojik yapıda birikime sebep olmamaktadır. Uranyum atom numarası çok büyük olmasına ve radyoaktif tehlikesine rağmen dünya yüzeyinde çok yaygın olmadığı için ağır metal sınıfından sayılmamaktadır Bunun yanında kadmiyum, civa, kurşun gibi bazı metaller organizmaya girdikten sonra kolay kolay atılamazlar ve bazı fizyolojik aktiviteler üzerinde inhibitör etkisine sahiptirler. Bu metaller gerek sanayi gerekse şehirsel atıkların (pil, akü, termometre, kurşun tetraetil gibi benzinlere katılan maddeler vs.) içinde bol miktarda bulunarak çevre kirliliğine neden olmaktadırlar. Fizyologlar için ağır metaller bakır, kobalt, civa, kurşun, kadmiyum, nikel, çinko, alüminyum, gümüş gibi fizyolojik açından tehlikeli olan ve çevre kirliliğine sebep olan metallerdir. Topraktaki kirleticiler besin zinciri yoluyla doğrudan doğruya insan sağlığını etkilemektedirler. Bu yolla vücuda alınan çinko, kadmiyum, civa ve kurşun gibi ağır metaller de metil ve etil gruplarıyla bağ yapmak suretiyle yağda çözünebilir hale gelmekte ve bir çok dokuda birikmektedirler. Oysa altın, platin ve uranyumun bu türde bileşikleri çok fazla bilinmemekte ve biyolojik süreçlerde bu tür bileşikler oluşturulmamaktadır. Atık maddelerle topraklar, yer altı ve yerüstü suları (akarsular, göller ve denizler) giderek daha fazla kirlenmektedir. Özellikle ağır metal kirliliği uzun süreli sorunlara neden olmaktadır. Organizmalarda birikmek ve gıda zinciri döngüsünde yer almakla kalmayan ağır metaller, ekosistemlerde yüksek konsantrasyonları ile zararlarını yıllarca sürdürebilmektedir. Ağır metallerce zengin topraklar bitkilerde toksik etki oluşturacak düzeylerde çinko(Zn), kurşun (Pb), nikel (Ni), kobalt (Co), krom (Cr), bakır (Cu), kadmiyum (Cd) vb. metalleri içermektedir (Steffens 1990). Ağır metal bulaşması trafik yoğunluğundan, endüstri atıklarından ve atık çamurdan kaynaklanmaktadır (Öncel vd 2000, Türkan vd 1995). Metal endüstrisi emisyonları her çeşit ağır metal içeren fabrika atık sularında, özellikle Cd, Zn, demir (Fe), Cu, Cr, Ni ve civa( Hg) zehir etkisi yapacak düzeylere ulaşmaktadır. Gelişen endüstri ve yoğun trafik sonucu çok miktarda duman, zehirli gaz ve diğer kirleticiler atmosfere bırakılmaktadır. Taşıt araçlarından çevreye önemli ölçüde Pb, Zn ve Cd gibi ağır metaller verilmektedir. Günümüzde hava kirliliği, toprak ve su kirliliği ile beraber gittikçe artan bir öneme sahiptir. Havada asılı partiküller halinde bulunan ağır metallerden muhtemelen çapı 5µ’dan büyük partiküller çabucak çökelmekte daha küçük partiküller ise yükselen hava ile uzaklaşmaktadırlar. Atmosferde asılı kalan bu partiküller ancak yağışlarla çökelmektedir. Partiküler karakterli olan Pb, Zn, Cu, Cd, Co, Ni gibi ağır metaller bitkiler üzerine çökelerek etkili olmakta ve bitkiler bu metalleri kök ve yaprakları ile alıp biriktirmektedirler. Atmosfer kirliliği endüstrileşme, baca gazları, sanayi ve evsel atıklar, binlerce ton kentsel atığın yakılarak yok edilmesi vb. yollarla artmaktadır. Atmosfer kirliliğinin yanısıra madencilik, yoğun trafik, tarımsal ve fabrika atıkları doğal alanlarda çevresel kirlenmeye neden olmakta ve kurşun, kadmiyum, bakır, nikel, civa, alüminyum gibi metaller toksik seviyelerde ortaya çıkmaktadır (Öncel vd 2000). Bazı tarımsal ve doğal topraklarda bu ağır metallerin bitkiler üzerinde toksik etki gösterdiği ileri sürülmektedir (Steffens 1990). Bitkiler tarafından kolaylıkla asimile edilen ağır metaller, meydana getirdikleri zehirli etkiden dolayı bitki gelişimini engellemektedirler. Aşırı miktarda metal birikimi sonucunda bitkide ölüm görülmektedir (Clijsters ve Van Assche 1985).

3. Ağır metallerin bitki metabolizmasına etkileri

Ağır metallerden bazıları bitkiler için mikrobesinler olmasına rağmen yüksek konsantrasyonlarda canlı organizma için toksik etkilere sahiptirler (Kinnersley 1993).

Page 45: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

45

Bitkilerde ölüme sebep olmaksızın metabolik aktiviteyi önemli derecede inhibe eden ağır metal konsantrasyonları için “toksik konsantrasyon” deyimi kullanılmaktadır. Zn, Cu, Cd gibi ağır metaller bitki kökleri ile doğrudan alınırlar (Foy vd 1978). Bu bağlamda, yüksek bitkilerde toksik metaller ile temas eden ilk organ köklerdir ve genellikle üst organlara nazaran daha fazla miktarlarda metal biriktirmektedirler. Bitkiler uzun süre Pb, Cr, Al, Cu ya da Cd gibi mobil bir metale maruz kaldığında genellikle kök büyümesindeki azalma sürgün büyümesinden daha fazla olmakta ve kök/sürgün oranı azalmaktadır. Bununla birlikte metal alımı ve kök büyümesinin fazla bir şekilde engellenmesi, bitki türlerine ve büyüme koşullarına göre değişmektedir (Barcelo ve Poschenrieder 1990). Ağır metallerin bitkiler üzerinde toksik etkilerinin oluşmasında toprak özellikleri ve pH önemli rol oynamaktadır. Çevre kirliliğine neden olan ağır metalleri, kirletici yönleri bakımından iki gruba ayırmak mümkündür. Ergime noktaları düşük, uçuculuğu fazla olan gruba kurşun, kadmiyum, çinko ve ergime noktaları yüksek, uçucu olmayan gruba bakır, nikel ve kobalt dahil edilmektedir. Atmosferde kurşun, kadmiyum, çinkonun uçucu bileşiklerine rastlandığı halde uçucu olmayan bakır, nikel ve kobalt bileşiklerine rastlanmamaktadır. Uçucu olmayan metaller endüstri bacalarından çıkan toz partikülleri içerisinde kısmen bulunmaktadır ve bu metallerin çevreye yayılması uçuculardan çok daha az olmaktadır. Ayrıca kadmiyum çinko ile iç içe bulunmakta, kadmiyum kirliliğinin bulunduğu her yerde çinko kirliliği de bulunmaktadır. Kurşun, kurşun tetra etil gibi benzinlere katılan katkı maddeleri içinde, akü imalatı, boya hammaddesi üretimi gibi yollarla kirlilik yaratmaktadır. Bazı ağır metallerin genel özellik ve etki şekilleri aşağıda açıklanmıştır.

3.1. Kur şun’un genel özellikleri ve bitkiler üzerindeki fizy olojik etkileri

Pb’un ergime noktası düşüktür ve kolay şekil alabilen bir metaldir. Çevrede meydana gelen Pb kirlenmesi benzine ilave edilen alkil Pb’un yanması sonucu meydana gelmektedir. Bu yolla alkil Pb’un %70’i yanmadan hemen sonra çevreye atılmaktadır. Endüstriyel atıklar yoluyla da çevreye önemli oranda Pb atılmaktadır. Pb, boyar maddeler içinde pigment veya kurutucu madde olarak bol miktarda tüketilmesine karşın pestisitlerde kullanımı çok az düzeyde bulunmaktadır. Doğal Pb kaynakları, Pb içeren toprakların erozyonu ve yer kabuğundan çıkan gazlardır (Topbaş vd 1998) Pb çevreyi kirleten ağır metallerin başında gelir ve bitkilere olduğu kadar insanlara da zehir etkisi gösterir. Atmosferdeki toplam Pb miktarının %80 kadarının petrol ve petrol ürünlerinden kaynaklandığına inanılmaktadır. Petrol içerisinde Pb, tetra etil Pb şeklinde bulunur ve eksoz dumanları ile çevreye inorganik Pb bileşikleri şeklinde verilir. Bu nedenle trafiğin yoğun olduğu yörelerde anayola 100 metre uzaklıktaki bitkiler Pb kirlenmesinden önemli derecede etkilenir. Bu etki bitki organlarının yüzey genişliğine, trafiğin yoğunluğuna, etki süresine, ana yoldan uzaklığa, yöredeki rüzgarın şiddetine ve yönlerine göre değişir. Örneğin, ana yol kenarındaki bitkilerin Pb içerikleri 1500 ppm iken 150 metre uzaktaki bitkilerin Pb içerikleri 2-3 ppm olarak belirlenmiştir (Foy vd 1978). Pb bitkilerde çoğu enzimlerin aktivitesini ve metabolik işlevlerini olumsuz şekilde etkiler. Pb hücre çeperinde birikir. Bu olgu, Pb’un hücre çeperinde tutunarak hücre içine girmesinin önlemesi yönünden olumlu kabul edilmektedir. Topraktaki Pb’un kimyası hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Pb iki değerlikli katyon şeklinde bulunması nedeniyle toprakta yer değiştirmesi çok düşük düzeyde gerçekleşmektedir. Pb’un özellikle çözünürlüğü güç olan formlara dönüşmesi nedeniyle, toprakta alt katmanlara yıkanması önemsiz düzeydedir. Toprakta bulunan Pb’un tolere edilebilecek miktarı 100 mg/kg civarındadır. Nisbeten kolay çözünürlüğe sahip Pb tuzları toprakta zor çözünen bileşiklere dönüşmektedir. Pb kirliliği söz konusu olmayan bölgelerde, bitkilerin Pb kapsamları çoğunlukla 10 ppm düzeyindedir. Pil ve benzin katkısı olarak kullanılan tetraetil ve tetrametil önemli Pb kaynaklarıdır. Daha az düzeylerde de tarımsal alanlarda kullanılan pestisitler, Pb üretimi ve işlemleri, matbaacılık, badana, boya ve diğer bazı endüstriyel işlemler sırasında da Pb açığa çıkmaktadır. Bitkilerdeki Pb miktarı ve bitkilerin Pb alınımları insan sağlığı açısından doğrudan öneme sahiptir. Bazı bitki türlerinde

Page 46: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

46

Pb’un toksisite düzeyi oldukça yüksektir. Zehirlenme belirtileri göstermeyen ve sağlıklı görünen bu bitki türlerinin tüketilmesi durumunda insan sağlığı için tehlike yaratabileceği düşünülmektedir. Đnorganik Pb genel olarak bitkilerin dış cephesinde kaldığından yıkanma ile büyük ölçüde temizlenmektedir. Đnorganik Pb tohum ve köklerde aşırı birikme yapmaz. Oysa, organik Pb bitkiler tarafından hızla alınmakta ve bu durumda bitkilerde büyüme hızla yavaşlamakta, tohum ve köklerde Pb yoğunluğu artmaktadır. Kimi hallerde toprakta 100 ppm düzeyinde bulunan inorganik Pb’un bitki gelişmesi üzerinde hiçbir olumsuz etkisi olmazken, 10 ppm düzeyinde bir organik Pb, büyümeyi olağanüstü boyutlarda geciktirebilmektedir (Topbaş vd 1998). Pb’un iki değerlikli katyon olarak toprak kompleksinde absorbsiyonu çok düşük düzeydedir. Yüksek pH’lı topraklarda Pb, ortam asitleştikçe serbest hale geçebilmektedir (Çelik 1997).

3.2. Kadmiyum’un genel özellikleri ve bitkiler üzer indeki fizyolojik etkileri

Kadmiyum yer kabuğunda eser miktarda bulunan ve kimyasal özellikleri Zn’ya benzeyen bir elementtir. Asidik magmatik kayaçlarda çoğunlukla Zn sülfür mineralleri ile birlikte bulunur. Cd’un biyolojik olarak kullanılması toplam konsantrasyonundan çok fizikokimyasal formuna bağlıdır. Toprakta bulunan Cd’un toplam tolere edilebilir miktarı 5 mg/kg civarındadır. Aşırı kireçli topraklarda Cd miktarı düşük seviyededir. Zn’nun bitkinin Cd alınımını engellediği bilinmektedir. Endüstride kullanılan Cd’un büyük bir kısmı, bu elementin Zn cevheri içinde bulunan karbonat ve sülfür tuzlarından elde edilmektedir. Endüstride ayrıca, Cd cevherinden Cd elde edilmesi, metalleri paslanmadan koruyan kaplamaların yapımı, akümülatör, boya, Cd buharlı lamba, Cd tuzları imali ve değişik Cd alaşımlarının elde edilmesi esnasında ortaya çıkmaktadır. Topraktaki Cd birikiminde motor yağları ve taşıt lastiklerinin de katkısı büyüktür. Bitki ve topraklara bulaşan Cd’un büyük kısmı Cd içeren toz zerreciklerinin havadan çökelmesi ile olmaktadır. Kirlenmeyen alanlarda toprağın Cd kapsamı genellikle 1 ppm’in altındadır. Elektrolizle metal kaplama işlemleri, bakır ve nikel metalurjisi; fosil yakıtların yakılması, oksidasyona dayanıklı alaşımlar, elektronik malzeme, motor yağları, fotoğraf yağları, fotoğraf malzemeleri, cam, seramik, tarım ilaçları, süper fosfat gübreleri ve plastiklerin üretimi; doğal yollar dışında çevreye Cd katılımına neden olmaktadır. Pek çok bitki türü Cd’u kolayca almaktadır. Bu nedenle Cd’un insan sağlığına zararlı olarak ortaya çıkışı, sebzeler ve tarımsal ürünler tarafından alınan Cd’un yoğun bir şekilde birikimi ile ilgilidir. Cd stresine maruz kalan yüksek bitkiler değişik mekanizmalar kullanmak suretiyle çeşitli tepkiler vermektedir (Sanitá di Toppi ve Gabrielli 1999). Bitkiler hayvanlara göre daha yüksek dozda Cd’u zarar görmeden alabilirler. Sadece çok aşırı düzeyde Cd alınması halinde bitkiler olumsuz yönde etkilenmektedir (Topbaş vd 1998). Topraklarda Cd yarayışlılığı büyük ölçüde toprak pH’ına ve öteki katyonların cins ve miktarlarına bağlıdır. 3.3. Çinko’nun genel özellikleri ve bitkiler üzerin deki fizyolojik etkileri Metal kaplama ve alaşımlarda kullanılan çok önemli bir element olan Zn, yoğun endüstri alanlarından bırakılan atık sular, kanalizasyon suları ve asit yağmurlarının Zn üzerinde yapmış olduğu aşındırıcı etkisi sonucu çevrede konsantrasyonu artan ve toksik düzeylere ulaşan bir elementtir. Çoğu topraklarda toplam Zn içeriği 10-300 ppm civarında olmakla birlikte, yıkanmanın fazla olduğu bazı asit topraklar, 10-30 ppm gibi düşük düzeylerde Zn içermektedir. Zn ayrıca mürekkep, kopya kağıtları, kozmetik, boya ve lastik sanayinde de geniş ölçüde kullanılmaktadır. Maden eritme gibi özel amaçlı endüstrilerin doğrudan Zn kirleticileri olarak ortaya çıktığı şüphesizdir. Toprakta yüksek konsantrasyonlarda Zn bulunduğu takdirde Zn zehirlenmesi ortaya çıkmaktadır. Katı atıklar ve arıtma çamurları çok yüksek Zn içeriğine sahip olup, bu tür materyallerin araziye verilmesi ya da depolanması halinde topraklarda Zn birikimi toksik etkiler meydana getirmektedir. Mantovi vd (2003) hayvansal çiftlik atıklarının uygulandığı topraklarda Cu ve Zn konsantrasyonunun arttığını bildirmişlerdir

Page 47: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

47

Zn bitki metabolizması için çok az miktarda bulunması gereken bir elementtir (Bozcuk 1997, Marschner 1997). Đndolasetik asidin öncül maddesi olan triptofan’ın sentezlenmesinde rol oynamaktadır. Ayrıca Zn, aseteldehitin etil alkole dönüşmesini sağlayan alkol dehidrogenaz, karbondioksitin bikarbonata hidrasyonunu sağlayan karbonik anhidraz, bakır ile birlikte süperoksit dismutaz enzimlerinin aktivatörleri olarak görev yapmaktadır. DNA ve RNA metabolizması, hücre bölünmesi, protein sentezi, karbonhidrat metabolizması ve membran dayanıklılığında da Zn’nun önemli rolü olduğu ifade edilmiştir (Marschner 1997, Kadıoğlu 2004). Zn, hayvan sistemlerinde yaklaşık 200 enzim ve diğer proteinler için mutlak gerekli bir element olmasının yanında, nükleik asit metabolizması ve özellikle hücre bölünmesinde rol oynamasına karşın yüksek konsantrasyonlarda önemli zararlara neden olmaktadır. Zn toksisitesi bitkilerde özellikle maden depozitleri ve maden atıklarının bulunduğu bölgelerde görülmektedir. Buna karşılık bir kısım bitki türleri Zn’ye toleranslı olmakta hatta bu tür bitkiler kuru madde olarak 600-7800 ppm arasında Zn içerebilmektedir. Zn toksisitesi, kök büyümesi ve yaprak dağılımında gerilemeye yol açmakta, bunu klorozis takip etmektedir. Besin ortamında yüksek düzeyde bulunan Zn, P ve Fe alınımını sınırlamaktadır (Topbaş vd 1998). 3.4. Krom’un genel özellikleri ve bitkiler üzerinde ki fizyolojik etkileri Krom (Cr), toprak volkanik toz ve kayalarda doğal olarak bulunan bir element olup, çevrede birkaç formu bulunabilir. Bunlardan en yaygını;Cr0, Cr+3, Cr+6’dır. Çelik üretiminde, alaşım yapımında, metal endüstrisinde, krom kaplamada ve paslanmayı kontrol edici madde olarak, boya tuğla ve deri endüstrisi ile gıda koruyucu olarak kullanılmaktadır. Canlılar için bir besin elementi olan krom, insan organizmasında karbonhidrat metabolizması için önemlidir. Kolesterol, yağ ve protein sentezi için hayati bir mineral olan krom, kan şekeri düzeyinin sabit kalmasını sağlar. Kromun osteoporozla savaşta ve yaşlanmayı geciktirmede etkili olduğu, ayrıca kas oluşumunu da desteklediği bilinmektedir. Krom bileşiklerinin tümü yüksek miktarlarda alındığı zaman toksik olabilir, ancak Cr+6 , Cr+3’e göre daha toksiktir ve yüksek konsantrasyonlarda akciğer kanseri, alerjiler, astım krizleri, ülser, burun kanaması gibi rahatsızlıklara yol açabilir. Cr’un toprakta ve bitki bünyesinde hareketi oldukça sınırlıdır. Buna karşılık çok yüksek düzeylerde bulunan krom bitkilerde toksik etkide bulunabilmektedir. Krom zehirlenmesinde bitki kökleri küçük, yapraklar dar ve kahverengi kırmızı renkge dönüşmektedir.Yapraklarda küçük yanık lekeler meydana gelmektedir (Topbaş vd 1998). 3.5.Asbest’in genel özellikleri ve bitkiler üzerind eki fizyolojik etkileri Asbest lifsi kristal yapısına sahipolan magnezym silikat, kalsiyum-magnezyum silikat, demir-magnezyum silikat ve kompleks sodyum-demir silikat bileşimindeki bir grup mineralin adıdır. Bu hammadde piyasada amyant adı altında da bilinmektedir.[Si4O11]n

6n- anyonu asbest, Ca2Mg5 [Si4O11]2(OH)2 mineralinde bulunur ve uzun anyon zincirlerinin birbirine aşağı yukarı doğru uzanmasından dolayı lif yapısına sahiptir. Bu özelliğinden dolayı dolgu maddesi ve ateşe dayanıklı oluşu nedeniyle yalıtkan olarak kullanılır. Fakat asbest, kansirojen bir bileşiktir solunması ve yiyeceklerle birlikte alınması kansere neden olur. Asbestin akciğer kanserine eden olduğu bilinmektedir (Erdik ve Sarıkaya 2002). Asbest çok iyi tanınan bir kimyasal kansirojendir ancak etkisini solunum yolu ile alınırsa göstermektedir.Ağız yolu ile alındığında toksik olmadığı sayısız toksikolojik ve epidemiyolojik bilimsel araştırmalarla kanıtlanmıştır (http://www.turktox.org.tr/gida/fr.1-link.htm). Asbest içeren topraklarda yetişen bitkilerde büyümede azalma, renk kaybı seyrek gelişim gibi stres semptomları meydana gelmektedir (http://www.sante.gouv.fr/amiante/connaitre/sciences/rapportc1.htm). Bitkiler aşırı miktarda metal etkisine maruz kaldıkları zaman toksik etkinin giderilmesi amacıyla metal bağlayan peptidleri sentezlemektedirler. Bu peptidlerin sentezinin başarısızlığa uğraması bitki büyümesinin engellenmesi veya bitkinin ölümü ile sonuçlanmaktadır.

Page 48: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

48

Metale toleranslı bitki dokularında fitokelatinlerin bulunduğunun bilinmesine karşın bu durum metal toleransının oluşumu için gerekli olan temel fitokelatinlerin fazla üretilmesi gibi basit bir mekanizma ile de açıklanamamaktadır. Fitokelatinlerin peptid kompozisyonları heterojen bir yapı göstermektedir. Metal bağlayan bileşiklerin hayvanlarda metallotioneinler, bitkilerde de fitokelatinler olarak ayrılması oldukça zordur. Bitkilerde de metallotioneinler bulunmaktadır. Birçok metallotionein genleri bitkilere aktarılmak suretiyle transgenik bitkiler elde edilmiştir (Mejare ve Bülow 2001). 4.Sonuç Bitkilerin çevrelerine adaptasyon yetenekleri toksik maddelere karşı olan toleransları ile ilişkilidir. Bazı türler iyonları absorbe edip sonra immobilize ederek tutmaktadır ve bu yolla metalleri kendi kökleri ve gövdelerinde yoğunlaştırmaktadırlar. Bu toleranslı türlerin çok kirli alanlarda metalin ortamdan kaldırılması amacıyla kullanıldığı bilinmektedir (Fargosova 2001). Bitkiler ağır metallere maruz kaldıklarında çeşitli mekanizmalar ile metalleri etkisiz hale getirmeye çalışırlar .Düşük ağır metal konsantrasyonlarına maruz kalan

bitkilerde stresten korunmak amacıyla çeşitli bileşiklerin miktarı hızlı bir şekilde artmaktadır. Bununla birlikte yüksek konsantrasyonda ağır metal bitki büyümesini önemli derecede inhibe etmekte, bitkilerin fizyolojik fonksiyonları ve metabolizmasına ciddi bir şekilde zarar vermektedir.

Ağır metal kirliliğinin olduğu yerlerde bazı bitkiler ağır metallere hızlı bir şekilde tolerans geliştirebilmekte, bazıları ise geliştirememektedir. Ayrıca ağır metaller bitki bünyesinde biriktirilmekte ve bunun doğal bir sonucu olarak besin zinciri yoluyla insan sağlığını tehdit eder hale gelmektedir. Dolayısıyla, toksik metaller tarımsal üretimi de ciddi bir şekilde sınırlamaktadır. Bu konuda yapılacak çalışmalar sonucunda ağır metal direncinin moleküler temellerinin daha iyi bilinmesiyle, tarım bitkilerinin ağır metallere dayanıklı varyetelerinin seçilmesi mümkün olabilecektir. Günümüzde yüksek etkinlik ve düşük maliyetlere sahip olan biyolojik iyileştirme stratejileri ile ilgili çalışmalar metalle kirlenmiş alanların arıtımında cazip bir alternatif olmaktadır (Mejare ve Bülow 2001). Ağır metal toksisitesi bitki gelişimini, dolayısıyla da besin zinciri yolu ile hayvan ve insan sağlığını olumsuz yönde etkilediğinden ağır metallerin bitki metabolizmasına etkilerinin incelenmesi giderek artan bir öneme sahip olmaya başlamıştır.

KAYNAKLAR

Barcelo, J. and Poschenrieder, Ch. 1990. Plant water relations as affected by heavy metal

stress. Journal of Plant Nutrition, 13(1), 1-37. Bozcuk, S. (1997). Bitki Fiyolojisi, Hatipoğlu Yayınevi. Ankara. Clijters, H. and Van Assche, F. 1985. Inhibition of photosynthesis by heavy metals.

Photosynth. Res. 7:31-40. Çelik, Ü. 1997. Denizli Đl Merkezi ve Çevre Yolları Kenarında Yetişen Bitkilerde Trafik Kökenli

Ağır Metal Kirlenmesinin Araştırılması. Doktora Tezi. Fen Bilimleri Enstitüsü, Bornova, Đzmir.

Erdik, E., Sarıkaya, Y., 2002. Temel Üniversite Kimyası.Gazi Kitapevi.Ankara. Fargašová, A. 2001. Phytotoxic effects of Cd, Zn, Pb, Cu and Fe on Sinapis alba L.

seedlings and their accumulation in roots and shoots. Biologia Plantarum, 44(3): 471-473.

Foy, C.D., Chane, P.L. and White, M.C. 1978. The physiology of metal toxicity in plants. Ann. Rew. Plant Physiol. 29, 511-566.

Kacar, B., Katkat V.A. ve Öztürk, Ş. Bitki Fizyolojisi. Vipaş Đnş. Tur. Eğt. Aş., 2002 Bursa, s. 563.

Kadıoğlu, A. 2004. Bitki Fizyolojisi. Esen Ofset Matbaacılık, Trabzon, 453 s. Kinnersley, A.M. 1993. The role of phytochelates in plant growth and productivity. Plant

Growth Regul. 12:207-218.

Page 49: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

49

Kocataş, A.,1997. Ekoloji ve Çevre Biyolojisi.Ege Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Yayınları No:51 Ege Üniversitesi Basımevi, Đzmir.

Mantovi, P., Bonazzi, G., Maestri, E., Marmiroli, N. 2003. accumulation of copper and zinc from liquit manure in agricultural soilsand crop plants. Plant and Soil, 250: 249-257.

Marschner H. 1997. Mineral Nutrition of Higher Plants. Academic Press Limited. London. Mejare, M. and Bülow, L. 2001. Metal-binding proteins and peptides in bioremediation and

phytoremediation of heavy metals. TRENDS in Biotechnology Vol. 19 No.2. metallotioneins in copper tolerance of Silene cucubalus. Planta.162:174-179.

Öncel, I., Keleş, Y., Üstün, A.S. 2000. Interactive effects of temperature and heavy metal stress on the growth and some biochemical compounds in wheat seedlings. Environmental Pollution, 107, 315-320.

Örnektekin, Ş., Mıstıkoğlu, S. ve Özyılmaz, G., 1999. Đskenderun Körfezinde kurulu endüstrilerin hava kirlenmesine etkilerinin partiküler madde içeriği açısından incelenmesi. Hava Kirlenmesi ve Kontrolu Ulusal Sempozyumu.27-29 Eylül 1999,Đzmir Sanitá di Toppi L. and Gabrielli, R. 1999. Response to cadmium in higher plants. Environ.

Exp. Bot. 41: 105-130. Steffens, J.C. 1990. The heavy metal-binding peptide of plants. Ann. Rev. Plant Physiol.

Plant Mol. Biol. 41, 553-575. Topbaş, M.,T., Brohi, A., R., Karaman, M., R., 1998. T.C. Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara. Türkan, I., Henden, E., Çelik, Ü., Kıvılcım, S. 1995. Comparison of moss and bark samples

as biomonitors of heavy metals in a highly industrialised area in Izmir, Turkey. The Science of the Total Environment. 166: 61-67.

Page 50: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

50

Doğada Yaşamın Temel Kuralları

Yrd. Doç. Dr. Ya şar Ergün MKÜ Veteriner Fakültesi

Doğum Jinekoloji Anabilim Dalı B şk. Hatay Dağcılık Đl Temsilcisi

Günümüzde insanlar gündelik hayatın baskısını atmak ve rahatlamak için doğa ile baş başa kalmak için çaba gösterir hale geldiler. Ancak her konu olduğu gibi kırlara, dağlara çıkmak ya da orman içinde dere kenarında yürüyüş yapmak da temel bazı bilgileri edinmeyi gerektirir. Bu sayede faaliyetten ve doğadan zevk alır hale geliriz ve doğa ile baş başa kalmak vazgeçilmez zevkimiz olabilir. Bu temel bilgiler şu ana başlıklarda toplanabilir;

1. Önce oku 2. Eğitim al 3. Hedefini belirle 4. Hazırlık yap 5. Arkadaşını ya da grubunu bul 6. Doğaya zarar verme 7. Kırsalda karşılaştığın insanlara saygılı ol 8. Doğaya saygı etikleri

1. Önce oku Đnsanın doğa ile baş başa kalırken zevk alması için öncelikle doğayı tanıması gereklidir. Tabi ki ilk kıra ya da ormana çıktığımızda tüm bitki ve hayvan türlerini, bölgenin jeolojik yapısını bilmemiz beklenemez. Ancak bölgeye ait önemli bitki türleri, hayvan türleri ve bazı böcek türlerini bilmemiz onları her görüp tanıdığınızda kendimizi mutlu hissetmemizi sağlayacak, yol kenarında görülen bir bokböceği ailesi ile ilgili yanımızdakilere üç beş cümlecik de olsa bilgi verebilir halde olmamız gezintiyi zevke dönüştürecektir. Belki de yanımızda bize bu konuda bilgi verebilecek donanımda insanlarla çıkmak gibi bir şansımız olabilecektir. Her şeyi bir günde öğrenmeye çalışmadan, sıkmadan, arada sorulan sorularla fakat çoğunlukla dinleyerek ve izleyerek bilgilerimizi artırabiliriz. Konu ile ilgili bir çok yayınevi ve bunun yanında Tubitak bitkiler, hayvanlar, böcekler gibi seri kılavuz ve temel bilgiler kitapları çıkartıyorlar. Tubitak popüler bilim kitaplarında bu ihtiyacı makul fiyatlarla ve doğru kaynaktan karşılayacak kitaplar bulmak mümkündür. Bu tür kitaplar doğa için alfabe niteliğindeki kitaplardır ve mutlaka okunmalıdır. Bir bitki ya da hayvan türünün sadece kitapta geçen Latince adını ya da Türkçe karşılığını bilmenin yanında mümkün ise yöresel ismi de bilinmelidir. Renkli resimlerle bezenmiş bitki, hayvan ya da böcekleri ve yöre coğrafyasını, jeolojik yapısını anlatan kitapları okumak ve sonra o kitaplardaki öğrenilenleri keşfe çıkmak belki de dünyadaki en güzel ve en zevkli amatör araştırma faaliyetidir. Bu faaliyetlere devam ettikçe önceleri yol kenarındaki bir sığırkuyruğu, kekik ya da geveni tanıyıp mutlu olurken bir süre sonra tanımadığımız bitki türlerini ya da bir böceği usulüne göre örnek alıp ismini öğrenmek üzere kendimizi biyoloji bölümlerinde bulabiliriz. Doğada nereye gittiğinizi ve nerede olduğunuz bilebilecek kadar teorik bilginiz olmalıdır. Harita okumayı, pusula kullanmayı yıldızlardan ve güneşten yön tayinini, edinebiliyorsanız GPS kullanımını öğrenmelisiniz. 2.Eğitim al Eğitimin konusu tabi ki doğaya nasıl giderim, neler giyinip giderim, neler yerim, yanımda neler taşırım, temel ilkyardım bilgileri nelerdir, kaybolursam ne yapmalıyım gibi sorulara cevap verecek nitelikte olmalıdır. Bu kısımda alt başlıklar halinde bu konulara kısaca değinilecektir.

Page 51: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

51

2.1 Doğaya nasıl gitmeliyiz ? Doğaya gitme konusunda çeşitli isimlerle anılan faaliyet türleri mevcuttur. Genelde yabancı kökenli isimler kullanılan bu faaliyetlerde Türkçe isimlendirme ile günübirlik faaliyet, hafta sonu kamplı faaliyet ve çok günlük kamplı faaliyetler şeklinde sınıflandırılabilir. Hafta sonu kamplı ve çok günlük kamplı faaliyet eğitimlerini hemen her ilde faal olan Dağcılık ve izcilik kulüplerinden alabiliriz. Günübirlik faaliyetler öncelikle iyi bilenen, çok gidilen bir bölgeye yapılmalıdır. Asla insanların çokça gitmedikleri, medeniyetten uzak bir bölge ilk faaliyet alanımız olmamalıdır. Faaliyet gününün hava durumu meteoroloji genel müdürlüğünün web sayfasından kontrol edilmeli ve oradaki özellikle 3 günlük verilerin çok büyük olasılıkla doğru olduğu göz önüne alınmalıdır. 2.2 Neler giyinmeliyim ? Đlkbahar ve sonbahar ayları yeni başlayanların doğada faaliyet yapmaları için en güzel aylardır. Ayakkabı seçimi önemlidir. Spor ve bileklerin bükülmesini engelleyecek kadar bilek kısmı yüksek bir ayakkabı tercih edilmelidir. Ayakkabının tabanı ince olmamalıdır. Yeni başlayanların spor mağazalarında yüzlerce YTL fiyatla satılan profesyonel kullanım amaçlı ayakkabılara para harcamaları genellikle sadece para israfı ile sonuçlanır. O nedenle amatör kullanım amaçlı bir spor bot işinizi görecektir. Spor botun kumaşı ya da derisinin gore-tex gibi günümüzde çeşitli isimlerle üretilen nefes alabilir bir malzemeyle kaplanmış olması rahatlık açısından tercih edilebilir. Mutlaka yedek çorap taşınmalıdır. Giysileri alt ve üste giyilen giysiler olarak ayırabiliriz. Alt giysiler ıslandığında çabuk kuruyan bir kumaştan üretilmiş olmalıdır. Eşofman gibi bir giysi ile dikenli çalıların bol olduğu bir bölgede yürüyüş yapmak eziyetten başka bir şey değildir. Ya da kot pantolon ile geçilen bir dere size saatlerce kurumayan bir pantolona sahip olmanızı sağlayacaktır. Yeni başlayanlar için polar tarzı sentetik kumaşlardan üretilmiş fiyatı yüksek olmayan alt giysiler yazın çok sıcak bölgelerde kullanılmadıkça tercih edilebilir. Burada kış şartları için giyinmeden bahsedilmeyecektir. Üst giysiler en az iki katman halinde olmalıdır. Birinci katman sıcak havalarda teri emebilecek kısa kollu bir üst ya da nispeten serin havalar için uzun kollu giysilerden seçilmelidir. Uzun kollu giysi tercihi yine üst polar olarak seçilebilir fakat kısa kollu giysi tercihinizi yanınızda bir yedeğini taşımak üzere evdeki eskimiş tişörtlerinizden oluşturabilirsiniz. Đkinci katman üst giysiler sizi yağmur ve rüzgardan koruyabilecek nitelikte olmalıdır. Kalitesi çok kötü olmayan bir yağmurluk genellikle işinizi görür. Ancak ideal olan ve doğaya çıkmayı kendine alışkanlık haline getirmiş birisi için gereken üst katman giysi, gore-tex ya da benzeri maddeyle kaplanmış kumaşlarla dikilen teknik ceketler olmalıdır. Bu ceketler her türlü hava koşulunda sizi dış şartlardan korumaya yardım eder ve bol miktardaki cebi bir çok gerekli aletinizi el altında bulundurmaya yarar. Yanınızda yaz ve kış mutlaka bir bere olmalıdır. Yazın güneşli havalarda güneş siperliği genişçe bir şapka tercih edilebilir. Đlkbahar başı ve sonbahar sonundaki faaliyetlerde sürprizler için bir eldiven edinilmelidir. Güneş gözlükleri doğada vazgeçilmezlerdendir. Đyi kaliteli, morötesi ışınlardan sizi, koruyabilecek, şehir hayatında kullanılanlardan fiziki olarak biraz daha dayanıklı ve mutlaka boyun askısı ile birlikte kullanılan, yanlardan da güneş ışınlarının girmesini önleyen siperlikleri üzerine monte ya da sonradan takılabilecek bir güneş gözlüğü edinmeniz göz sağlığınız açısından gereklidir. Özellikle kışın karlı ve kapalı havalar gözlerinizin en fazla zarar görebileceği anlardır.

Page 52: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

52

2.3 Ne yemeliyim ? Doğadaki faaliyetler esnasında diyet yapamazsınız, yapmamalısınız. Yanınıza günübirlik faaliyette bir öğünlük, çok günlük faaliyetlerde bir günlük fazla yiyecek almalısınız. Evinizde hazırlayacağınız kumanyalar karbonhidrat ağırlıklı olmalıdır. Karbonhidratlar, faaliyette kaybedeceğiniz enerjiyi tekrar yerine düzenli ve sürekli olarak koymada en iyi seçenektir. Enerji kaybediyorum diyerek sürekli atıştırmak tercih edilen bir yöntem değildir. Ancak küçük birkaç şekeri cebinizde taşıyıp arada ağzınıza atabilirsiniz. Hazır yiyecekler başlangıç için size pratik ve lezzetli gelebilir ancak eminim tecrübe kazandıkça kumanyanızı mutlaka evde hazırlar hale geleceksiniz. Doğada ateş yakmak kesinlikle tavsiye edilmez ve ateş yakılan yerde bir süre bitki yetişmez. Mutlaka ateş yakmanız gerekiyor ise süpermarketlerde kolayca bulunan ucuz kartuşlu bir bütan gaz ocağı edinin ve onu kullanın. Doğadaki faaliyetlerde su her şeydir. Đnsanın günlük su tüketimi doğada şehirdekinden iki kat daha fazladır. Su alımı yiyeceğin aksine sürekli ve düzenli olmalıdır. Ufak bir pet şişeden 10-15 dakika aralıklı bir ya da bir kaç yudum sürekli su almak performansınızı artıracak ve su kaybına bağlı yorgunluğun önüne geçecektir. Yanımızda mutlaka su taşımalı, tarif edilen görmediğimiz kaynaklardan ya da derelerden, durgun sulardan su ihtiyacımızı karşılamamalı ya da karşılamayı planlayarak susuz ya da az su ile faaliyete gitmemeliyiz. Suyu çantamızda pet şişelerde taşıyabileceğimiz gibi (boş pet şişeyi şehre kesinlikle tekrar getirmek şartı ile) bu amaçla üretilen metal ya da plastik mataraları da kullanabiliriz. Çelik bir termos kaynatılmış suyu 12-15 saat çay yapabilecek sıcaklıkta tutar ve çay her hava koşulunda sizi rahatlatan bir içecektir. 2.4 Yanımda neler taşımalıyım ? Öncelikle bir şeyler taşımak için bir çanta edinmelisiniz. Önceleri sıradan bir sırt çantası işinizi görebilir ancak doğada faaliyet sıklığınız arttıkça daha profesyonel üretilmiş bir çanta edinmelisiniz. Günübirlik bir faaliyet için 15-20 litre kapasiteli bir çanta işinizi görür. Profesyonel çantalar sadece omuz askılarından değil ayrıca belden bağlanan kemerlere sahiptirler ve belden bağlanan kemer omzunuza binen yükün neredeyse tamamını alarak sizi rahatlatır. Çantaların bel ve omuz kemeri ayarlarının nasıl yapılacağını bilen birisinden öğrenmelisiniz. Çantada öncelikle giysiler kısmında bahsedilen yedek giysiler su ve yiyecek olmalıdır. Yedek giysiler mutlaka naylon bir poşete sarılmış ve ağzı bağlanmış olarak çantada durmalıdır. Cam kavanozda yanınıza asla yiyecek almamalısınız. Edinebileceğiniz kadar ayrıntılı bir bölge haritanız naylon kabında çantanızda olmalıdır. Önceleri basit ve ucuz bir pusula edinerek başlayabilirsiniz. GPS uydu alıcıları pahalı cihazlardır fakat erişilemez fiyatlarda değildirler. Özellikle kulüp ya da arkadaş gruplarında bir tane ortak alınması mümkündür. Bir çakı, manyetolu olmayan bir çakmak çantanızda olmalıdır. Cep telefonları neredeyse faaliyet alanlarının tamamına yakın yerde kapsama alanındadırlar fakat faaliyet esnasında kapalı tutulmalı ve pillerinin boş yere azalması önlenmelidir. Herkes tüm cep telefonlarından sim kartı olsun ya da olmasın tüm operatörlerden 112 acil yardım hattını aramanın bedava olduğunu bilmelidir. Basit bir ilk yardım seti ufak çantasında gruptan bir kişide olmalıdır. 2.4 Temel ilkyardım bilgileri nelerdir ? Konu ile ilgili bilgileri içeren ayrı bir bölüm kitapta bulunmaktadır. 2.5 Kaybolursam ne yapmalıyım ?

Page 53: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

53

Öncelikle yola çıkmadan önce bölgeyi bilen birisinin telefonunu yanınıza kaydedin, en az iki yakınınıza gittiğiniz bölge, izlenecek güzergah ve grubunuzda kaç kişi olduğu ile ilgili bilgi ve en az iki kişinin telefon numarasını bırakın, bilmediğiniz yere ve yalnız kesinlikle gitmeyin. Yanınıza bilinen, bölgede yaşayan ve güvenilen bir rehber almak en pratik ve en iyi çözümdür. Doğada yapılacak faaliyetler en az iki kişi ile yapılmalıdır ve yeni başlayanlar asla gece faaliyeti yapmamalıdırlar. Yola çıkılmadan önce bir grup lideri belirlenmelidir. Grup lideri tabi ki en tecrübeli olan kişidir ve kararları tartışılmaz. Bütün bunlara rağmen kaybolursanız öncelikle olduğunuz konumu koruyun ve bir süre dinlenin. Yeterince dinlendikten sonra olduğunuz yere nasıl geldiğiniz konusunda hafızanızı zorlayın. Kesinlikle gruptan kimseyi, yalnızsanız kendinizi kaybolmanız konusunda suçlamayın, ortamı germeyin az konuşun. Cep telefonunuz çekiyorsa daha az sorunla karşı karşıyasınızdır. Yakınınızda belirleyeceğiniz kullanılan aktif patikalar, stabilize yollar ve dere yatakları size rehber olabilir. Patikaları ve yolları aşağı yöne doğru takip etmeniz sizi yerleşim alanlarına ulaştırır. Dere yatakları yol ve patika olmayan yerlerde aşağı yönde takip edilmelidir. Cep telefonları gruptan bir kişinin telefonu açık tutulacak şekilde sırayla açılmalıdır. Yedek yiyecek konusunda hazırlıklı olarak yola çıkıldığından panik yapılmamalıdır. Yiyecek sorunu kaybolmada en son düşünülecek sorundur. Ancak rast gelinen kaynaklardan tüm su kapları dolu olarak taşınmalıdır. Özellikle bazı bölgelerde ani sis bastırması ile kaybolunmuş ise panik yapılmamalı ve sis geçene kadar kesinlikle olduğunuz yeri terk etmemelisiniz. Yöre halkından rehber olarak yanınıza aldıklarınız haricinde insanlara yol sormamalısınız ve mecbur kalıp sorduğunuzda kesinlikle onların yön ve mesafe ile ilgili verdikleri bilgilere güvenmemelisiniz. 3. Hedefini belirle Bütün alemi ve tüm yeryüzünü keşfedemezsin öncelikle kendine bir hedef alan belirle ve orasını ayrıntılı olarak öğren. Bir süre sonra çeşitli faaliyetler vesilesi ile başka sahalarda da sizin gibi gezen insanlarla tanışacak ve siz onların rehberliğinde onların bölgesini, onlar da sizin rehberliğinizde sizin bölgenizi öğrenecekler. Bir bölgeyi öyle iyi bil ki referans kişi sen ol. 4. Hazırlık yap Doğada yapılacak her faaliyet ciddi hazırlık gerektirir. Çantanı en az bir gün önceden hazırla faaliyetini en az bir hafta önce kararlaştır. Her faaliyetini ve faaliyet rotanı bölgedeki jandarma karakoluna ilk seferinde bizzat giderek sonrakilerde telefonla arayarak bilgi ver, telefon numaranı ve grubundakilerin isimlerini karakola telefonla bildirmeyi angarya olarak görme. 5.Arkadaşını ya da grubunu bul En eğlenceli faaliyetler grup halinde yapılanlardır. Doğa sevdalısı insanları bir araya getir ve mümkünse yasal platformlarda (dernek vakıf vs) aynı çatı altında topla ki bir gün birileri senin ilgi alanın olan doğayı tahrip etmeye kalktığında hep birlikte ve organize hareket etme şansın olsun. Mümkünse bölgende yılda bir doğa şenliği organize et ve diğer bölgelerde düzenlenenlere katılarak güç ver. 6.Doğaya zarar verme Doğaya saygı etikleri başlığında anlatılmıştır. 7.Kırsalda karşılaştığın insanlara saygılı ol Kırsalda ve faaliyet esnasında karşılaştığın insanlara selamlayarak yaklaşılmalı ve kim olduğun tanıtmalıdır. O bölgede ne amaçla bulunduğun kısaca açıklanmalıdır. Fotoğrafını çekmek istiyorsanız önce izin almalısınız. Gönderemeyeceğiniz fotoğraf için asla isim ve adres almamalısınız. Gönderemeyeceğinizi söylemek en dürüst yoldur, insanları beklenti

Page 54: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

54

içerisinde bırakmak bir doğasever için hoş bir imaj değildir. Đnsanlarla konuşurken asla onların değerlerini yargılamamalısınız onların inançları ile ilgili konularda sohbet dahi etmemelisiniz. Asla onların şivesi ile konuşmaya çalışmamalısınız. Dağda size yemek ikram eden çobanın yanındaki tek yiyeceğinin o size ikram edilen şey olduğunu unutmamalısınız. Đnsanlardan mecbur kalıp istediğiniz şeylerin parasını onlar istemese ve almamakta ısrar etseler dahi vermelisiniz. Ormandan odun kesen ya da avlanması yasak olan türü avlayan ya da yasak zamanda avlanan insanlarla tartışmak, onlara engel olmaya çalışmak, yaptıklarının doğru olmadığı ile ilgili uzun nutuklar çekmek yerine yer ve zaman bildirerek yetkili mercilere bilgi vermek en doğru yoldur. 8. Doğaya Saygı Etikleri Doğaya gösterilebilecek en yüksek saygı derecesi doğayı öğrenmek ve en ince ayrıntısına kadar doğada merak ettiklerinizin peşine düşmek, öğrenmek ve yine öğrenmektir. Doğayı bilmeyen birisinin doğaya saygı duymasını ya da doğayı korumasını bir doğa sevdalısı olmasını bekleyemezsiniz. Doğadan çantamızda sadece çöplerimiz ve fotoğraf makinesinde karelerimizle dönmeliyiz. Doğada sadece ayak izlerimiz kalmalı organik çöp olarak sayılan bir elma koçanı ya da salatalık kabuğu, yenilmemiş iki ekmek asla doğaya terk edilmemelidir. Sevdiklerimize kır çiçekleri hele hele az bulunan kır çiçekleri getirmek belki romantik olabilir fakat etik değil. Dağın başında bulduğunuz dut ağacının meyvelerini yemek belki sizin 5 kişilik grubunuz için eğlenceli olabilir ama orada o ağacın meyveleri ile beslenen binlerce böceğin belki de tek besin kaynağını tüketiyor olabilirsiniz. Sizin organik çöp olarak değerlendirip bir kaya altına bıraktığınız elma koçanı 10 gün sonra küflü bir elma koçanı olarak bir karaca ya da dağ keçisinin midesinde geri dönüşümsüz hasara yol açıp onun ölümüne sebep olabilir. Vahşi hayvanlar yesin diye kenara atılan iki ekmeği yiyen bir ceylanın midesi kısa süre sonra asidozdan dolayı çalışmayacak ve bu o canlının sonu olacaktır. Gece ay ışığında ileri teknoloji ürünü led lambanızı sağa sola doğru tutarak yürürken sizi sessizce seyreden gece kuşlarını gece avlanan onlarca tür hayvanı bir o kadar böceği rahatsız ettiğinizin farkında olmalısınız. Gece yürüyüşlerinde asla vahşi hayvanların geçiş yolu olarak kullandıkları güzergahlar , kullanılmamalı, su kaynaklarının yanında kamp yapılmamalıdır. Bir su kaynağının orada yaşayan canlılar için ne kadar hayati olduğunu ve ne kadar sık kullanıldığını öğrenmek istiyorsanız sabah erken gidip o suyun kenarındaki vahşi hayvanlara ait ayak izlerine bakmanız yeterlidir. Türkiye’de şimdiye kadar dağcılık, izcilik, doğa yürüyüşü vs faaliyetlerde kayıtlara geçmiş vahşi hayvan saldırısına uğrama olayı bilinmemektedir. Unutmayın ki en vahşi canlı insandır ve hiçbir canlı insana çok rahatsız edilmedikçe, yılansa üzerine basılmadıkça, ayı ise yavrusu yanındayken üzerine ısrarla gidilmedikçe saldırmaz ve insanlardan kaçmayı tercih eder. O nedenle kazara karşılaştığınız vahşi hayvanlara zarar vermeyin onların uzaklaşması için imkan tanıyın ve siz de onlardan uzaklaşın ama emin olun ilk onlar kaçacaktır.

Page 55: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

55

Doğu Akdeniz Sualtı Biyoçe şitlili ği

Bülent Gözcelio ğlu TÜBĐTAK Bilim ve Teknik Dergisi

Türkiye Denizleri Türkiye denizleri barındırdığı zengin canlı yapısıyla ilginç görünümdedir. Bu değişik yapının nedeni denizlerimizin farklı jeolojik, ekolojik ve iklimsel yapı göstermeleri. Güneyde sıcak, tuzlu bir yapıya sahip Akdeniz, kuzeyde soğuk ve az tuzlu yapıdaki Karadeniz ve her iki deniz arasında bağlantıyı sağlayan, her iki denizin özelliklerini taşıyan Marmara ve Ege denizi. Akdeniz’de sıcak ve tuzlu suları seven canlılar yaşar. Besin açısından fakir olan Akdeniz’de tür çeşitliliği fazladır. Akdeniz’e hem Atlantik Okyanusu’ndan hem de Kızıldeniz’den devamlı tür girişi olmaktadır. Yeni türler ortamının yapısını devamlı değiştirmektedir. Karadeniz’de soğuk ve az tuzlu suları seven canlılar yaşar. Bu denizde tür sayısı az olmasına karşın besin miktarı, dolayısıyla da populasyon fazladır. Marmara’da yüzey suları (ilk 20 m) Karadeniz kökenli, daha altındaki sularsa Akdeniz kökenlidir. Bu durum her iki denize özgü canlıların aynı denizde yaşadığı bir ortam oluşturur. Ege Denizi Akdeniz’e benzemekle birlikte, daha zengin bir besin içeriğine sahiptir. Tüm bu etkenler, şimdiye kadar yapılan bilimsel çalışmalarla, yaklaşık 6000 canlı türün denizlerimizde yaşadığını göstermektedir. Ancak tür sayısının bundan çok daha fazla olduğu da bilimadamları tarafından tahmin ediliyor.

Akdeniz Akdeniz, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının arasında kalan bir denizdir. Batıda Atlas

Okyanusu, doğuda da Kızıldeniz’le bağlantısı vardır. Akdeniz’in tür çeşitliğini, Cebelitarık Boğazı aracılığıyla Atlantik Okyanusu, boğazlarımız aracılığıyla Karadeniz ve Süveyş kanalı aracılığıyla da Kızıldeniz etkiliyor. Atlantik Okyanusu’dan tür girişi çok uzun bir zamandır devam ettiğinden Akdeniz’in batısında, Atlantik kökenli canlılar daha fazla. Doğusundaysa Kızıldeniz’den giren türlerin etkisi var. Bu etki aslında kısa diyebileceğimiz bir zaman içinde gelişmeye başladı. 1869 yılından Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla tropik bir deniz olan Kızıldeniz, dolayısıyla da Hint Okyanusu’yla Akdeniz arasında bir bağlantı sağlanmış oldu. Bağlantıdan sonra uzun bir süre tür geçişleri olmadı. Ancak 1900’lü yıllardan itibaren Kızıldeniz kökenli canlılar yavaş yavaş Akdeniz’e girmeye başladı. Özellikle son zamanlarda bu girişte çok artış var. Bilimadamlarına göre bu giderek artacak, belki de bir süre sonra Akdeniz’in büyük bir kısmı Kızıldeniz kökenli canlılardan oluşacak. Bugün Đskenderun Körfezi’inde herhangi bir trol ağında çıkan balığın % 80’ni Kızıldeniz kökenli türler oluşturuyor. Katil yosuna benzer bir tür olan ve terörist yosun olarak adlandırılan Caulerpa racemosa, kıyılarımıza Kızıldeniz’den gelmiştir. Katil yosun kadar etki yapmasa da belli bölgelerde hızla yayılan terörist yosun 2000’li yıllarda Kaş, Bodrum gibi yerlerde hızla yayılmasına karşın şimdilerde o kadar yaygın değiller. Hatta çoğu yerde görülmüyorlar. Kızıldeniz’den tür girişleri biyoloçeşitliliği artırıyor. Tür sayısının artmasına karşın bilimadamları, Kızıldeniz kökenli türlerinin yarattığı etkiyi olumlu bulmuyorlar. Çünkü Kızıldeniz kökenli türler daha mücadeleci oldukların yerli türler üzerinde baskı yaratırlar ve yerli türleri bulundukları bölgeden yavaş yavaş uzaklaşmasına neden oluyorlar. Buna karşı yapılabilecek bir şey de yok. Şimdilik yapılan yalnızca türlerin kayıt edilmesi ve yeni ortamlarındaki davranışları. Doğu Akdeniz’de herhangi bir dalışta görülme olasılığı fazla olan, Kızıldeniz kökenli bazı türler: Siganus luridus (Rüppel, 1828) Esmer Sokar Familya: Siganidae

Page 56: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

56

Biyo-ekolojik Özellikler: Oldukça değişken olan vücut renkleri zeytini yeşil ile koyu kahverengi arasında değişir. Ayrıca yan yüzgeçlerde sarımsı bir renk gözlenmesi mümkündür. Dibe yakın bölgelerde yaşarlar. Derinliği 40 metreyi geçmeyen suları tercih ederler. Alglerle kaplı bölgelerde ve erişteliklerde sıkça görülürler. Burunları yuvarlak, vücutları yüksektir. Büyüklükleri 30 cm civarındadır. Ayırıcı özellikleri arasında başlarına oranla büyük gözleri ve küçük başları sayılabilir.Ağızları küçüktür ve alt çene üst çeneden daha öne doğru çıkmıştır. Sürüler halinde dolaşırlar. Özellikle beslenirken baş aşağı durumda sürüler oluştururlar. Türkiye’nin Akdeniz ve Güney Ege kıyılarında dağılım gösterirler. Otçul balıklardır. Kırmızı algler başlıca besinleri arasındadır. Balistes carolinensis Gmelin, 1788 Çütre Balı ğı Familya Balistidae Biyo-ekolojik Özellikler: Genç bireylerde renk yeşilimsi-gri’ dir. Bu renk üstüne mavi noktalar ve bazı bireylerde enine koyu renkli bantlar görülür. Erginleştikçe renkleri daha çok mavi tonlarına yaklaşsa da daha farklı renklerde de görmek mümkündür. Genellikle kayalık zeminlere yakın bölgelerde yaşarlar. 10 metreden daha sığ sulara çok ender gelirler. Genellikle derin suları tercih ederler. Akdeniz ve ender olarak Ege’ de bu balığı görebilirsiniz. Bu balık, ilk bakışta normal görünüşünden daha fazla şişmiş balona benzer. Ovalimsi şeklinde bir vücutları, yanlardan hafifçe basık olsa da vücutlarına oranla çok küçük ağız açıklıkları ve gözleriyle ağızlarının arasının uzak olması balona benzetmemize neden olur. Büyüklükleri yaklaşık 45 cm’ dir. Genellikle tek yaşarlar ancak olan nisan-haziran aylar arasında ender de olsa gruplar halinde görebilirsiniz. Bu gruplar yine de fazla kalabalık değildir. Yumurtalar dişi tarafından kuma açılan çukurluklara bırakılır. Tehlikelere ve bazı düşmanlara karşı korumaksa erkeğin görevidir. Ana besinlerini küçük yengeçler ve bazı yumuşak hayvanlar oluşturur. Stephanolepis diasporos Fraser – Brunner, 1940 Dikenli Çütre Familya: Monacanthidae Biyo-ekolojik Özellikler: Renkleri sarımsı kahverengiyle koyu yeşil tonları arasındaki renklerde olabilirler. Ana renk üstündeyse daha koyu renkte lekeler bulunur. Taşlık ve kayalık alanlarda yaşarlar. Saklanabilecekleri taş altları ve küçük oyukların bol olduğu bölgeleri tercih ederler. Kızıldeniz göçmeni (Lesepsiyan) balıklardır ve ılıman iklimleri severler. 15 metrelik sığ sulara kadar gelebilirler. Genellikle orta derinlikteki sularda bulunurlar ve en çok 50 metre derinliğe inerler. Büyüklükleri 25 santime kadar çıkabilir. Uçları sivri ovalimsi şekilde bir vücutları vardır. Ağız açılıkları vücutlarına oranla küçüktür. Gözleriyle ağızlarının arası uzaktır. Başlarına oranla nispeten normal büyüklükteki gözlerinin hemen arkasında, sırtlarında uzunca bir diken bulunur. Bu diken erkeklerde dişilere göre daha uzun olur. Balistes carolinensis türüyle karıştırılabilirler. Dikenli çütrenin vücut şekli daha köşeli gibidir. B. Carolinensis’teyse vücut hatları daha yuvarlaktır. Küçük dip omurgasızları ve bazı diğer mikroskobik canlılarla beslenirler. Sarpa salpa (L, 1758) Salpa

Familya: Sparidae Biyo-ekolojik Özellikler: Genç bireyler koyu-gri ile gümüş renginde olurlar. Erginlerdeyse renk maviye yaklaşır. Gövdelerinde 10-16 adet turuncu ya da altın sarısı renkte çizgiler vardır. Yan yüzgeçlerinin hemen başlangıcında siyah bir leke vardır. Zemine yakın yerlerde üzeri deniz yosunlarıyla kaplı kayalıkları, kumluk alanları tercih ederler. Deniz çayırlarının

Page 57: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

57

üzerinde de yüzerken görülebilirler. Genellikle 1-20 metre arası derinliklerde yaşarlar. Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’de bulunurlar. Baş kısımları küçüktür ve vücudun beşte biri kadardır. Ağız açıklıkları küçüktür, üst çene alt çeneden bir parça daha uzundur. Gözleri vücuda oranla küçüktür. Sırt yüzgeçleri başa yakın bir bölgeden başlar ve kuyruğa kadar devam eder. Üreme dönemleri Nisan – Ağustos ayları arasındadır. Bu hayvanların cinsiyetleri büyüdükçe erkekten dişiye doğru değişir. Yaklaşık 20 cm büyüklüğe ulaştıklarında üreme yeteneği kazanabilirler. En fazla 50 cm uzunluğa erişebilir ve ortalama büyüklükleri 15-25 cm arasındadır. Genç bireyler bir yandan bazı küçük omurgasızlarla beslenirken, diğer yandan bazı bitkisel besinleri de alabilirler. Erginler ise tamamen bitkisel besinleri tercih ederler. Caulerpa cinsi deniz yosunlarıyla beslendiklerinde insanlar için, yenmesi sakıncalı zehirli bir balık olabilir. Pempheris vanicolensis Cuvier, 1831 Familya: Pempheridae

Biyo-ekolojik Özellikler: Ana renkleri turuncu-sarımsıdır. Kuyruk yüzgeçleri ve karın yüzgeçlerinin kenarı siyaha yakın bir renktedir. Kıyıya yakın bölgelerde kayalıklara ya da mercan resiflerine yakın alanlarda yaşarlar. Gündüzleri ergin bireyler büyük gruplar halinde mağaralarda ve mercan resiflerinin oluşturduğu çıkıntıların altıdaki gölge alanlarda bulunurlar. Geceleri beslenmek için derin sulara doğru giderler ve güneş doğmadan hemen önce az ışık alan eski yaşam alanlarına geri dönerler. Genç bireylerdeyse geceleri bu şekilde bir habitat değiştirme görülmez. Büyüklükleri yaklaşık 20 cm kadardır. Ovalimsi şekilde başlayan vücutları kuyruğa doğru ilerlerken aniden incelir ve kuyruğa kadar bu şekilde devam eder. Gözleri vücutlarına oranla normal boyutlardadır. Bu balıklar her zaman birlikte olacakları grupları oluştururken, genellikle grubun aynı ya da birbirine yakın yaşlardaki bireylerden oluşmasına özen gösterirler. Gece habitatlarıyla gündüz habitatlarının farklı olmasının ana nedeni, beslenme özellikleridir. Planktonları aramak için geceleri, gündüz habitatlarını terk ederler.

Apogon nigripinnis

Kardinal balıkları Familya: Apogonidae Biyo-ekolojik Özellikler: Genellikle koyu renklerde olurlar. Vücutlarında kahverengimsi, yeşil, siyah gibi renkleri görebilirsiniz. Vücutlarında enlemesine ve koyu renkte ve kalın bantlar vardır. Yan çizgileri boyunca koyu renkte yuvarlak benekleri bulunur. Bu beneklerin çevresi beyaz çizgilerle sınırlanmıştır. Karın yüzgeçleri siyahtır. Göğüs yüzgeçleri açık diğer yüzgeçleri de siyahımsı renktedir. Taşlık kayalık alanlarda yaşarlar. Genellikle mağara veya küçük oyuklara yakın yerleri seçerler. Fazla sığ suları sevmezler. Bu balıklar, lesepsian türler denilen Süveyş kanalının açılmasıyla Kızıldeniz’den Doğu Akdeniz sularına göç eden canlılar arasındadır. Boyları yaklaşık 10 santimdir. Đki sırt yüzgeçleri vardır. Öndekinin ışınları arkadakine oranla daha sert yapıdadır. Gözleri vücutlarına oranla büyüktür ve başın üst kısmına yakın bir bölgededir. Ağızları da büyüktür. Gececil yaşayan bu balıkların akvaryumda da beslenmesi mümkündür. Ilıman iklime alışık balıklardır. Özellikle üreme dönemlerine akın zamanlarda dişilerle erkekler arasında ilginç kur davranışları gözlenebilir. Tam bir plankton avcısı olarak söyleyebileceğimiz bu balıklar aynı zamanda diğer bazı mikroskobik canlılarla da beslenebilirler. Anthias anthias (L., 1758) Berber Balı ğı Familya: Serranidae

Page 58: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

58

Biyo-ekolojik Özellikler: Renkleri genellikle kırmızı, kavuniçi veya pembedir. 3. diken ışınının ve karın yüzgecinin ucu parlak sarı renklidir. Başın yanlarında yer alan 3 adet sarı çizgi zaman zaman, balığın yaşadığı ortama bağlı olarak, ayırdedilebilir. Yaşam ortamları kayalıklar ve sualtı mağaralarıdır. 200 metre derinliğe kadar dağılım gösterirler. Kış mevsimde derin suları tercih ederken, üreme dönemleri olan ilkbahar ve yaz aylarında daha sığ sularda görülürler. Küçük boylu balıklardır. Yanlardan yassılaşmış vücutları yüksektir. Gözleri büyüktür ve solungaç kapağının arka kenarında 3 adet yassılaşmış diken bulunur. Her iki çenede de küçük boylu köpek dişleri bulunur. Kuyruk yüzgeci derince çatallaşmıştır. Vücut iri pullarla kaplıdır, yanal çizgi boyunca 36-39 adet pul bulunur. Ergin bireyler 30cm boya ulaşabilir; fakat 10-12 cm boyundaki bireylere daha sık rastlanır. Ergin bireyler küçük sürüler oluştururken gençlerin sürüleri daha büyük olur. Hemen hemen bütün Anthias türleri önce dişi sonraları erkek olurlar(protojan hermafrodit).Sürüdeki tüm balıklar dişidir. En büyük boya sahip balık erkektir. Bu balık ölürse gruptaki en büyük dişi erkek olur. Gece aktif hayvanlardır. Ege ve Akdeniz’de dağılım gösterirler. Đçinde bulundukları aile genelde yırtıcı olmasına rağmen genelde zararsız hayvanlardır ve dipte bulunan küçük hayvanlarla beslenirler. Sargocentron rubrum (Forsskal, 1775) Hindistan Balı ğı, Asker Balı ğı, Sincap Balı ğı Familya: Holocentridae Biyo-ekolojik Özellikler: Vücudundaki hakim renk kırmızıdır. Sırt yüzgecinde bulunan dikenlerin kenarları siyahtır. Vücutlarının yanındaki beyaz renkteki şeritlerin sayısı 7 ile 9 arasında değişir. Mercan kayaları arasında yaşarlar. Yaşam alanları genelde 50 metreyi geçmeyen sığ sulardır. Pelajik yüzerler. Solungaç kapaklarının arka kenarında iki adet dikenleri vardır. Birinci solungaç yarığının arkasında da bu iki dikenden biraz uzun başka bir diken vardır. Gözleri kafasına oranla büyüktür. Büyük sayılabilecek bir ağzı vardır. Anal yüzgeçlerinde4 diken ışın bulunur ve bunlardan üçüncüsü en uzun olanıdır. Vücutları yanlardan basıktır. Gececil balıklardır. Gündüzleri saklanmak için yarıkları ve oyukları seçerler. Gece beslenirler ve beslenmelerinde planktonları tercih ederler. Kaynaklar: Atay D., Pulatsü S., Su Kirlenmesi ve Kontrolü., Ankara Üniv. Ziraat Fak. (2000) Bond, C. E., Biology of Fishes, Second Edition, Saunders College Pub. (1996)

Gücü A. C., Akdeniz Ekosistemi ve Bozyazı (Đçel) Deniz Koruma Sahası. Sualtı Ekolojisi. Sualtı Araştırmaları Derneği (2001)

Debelius, H., Mediterranean and Atlantic Fish Guide, Grupo M&G Difusion, S.L., Germany 1997

Demir, N., Đhtiyoloji, Đst. Üniv. Fen Fak. Basımevi, Đstanbul, (1992) Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları (Omurgalılar/ Anamniyota) Cilt 3/Kısım 1, 2. Baskı, Meteksan Yayınları, 700 sayfa, Ankara (1993)

Demirsoy, A., Yaşamın Temel Kuralları (Omurgasızlar/ Böcekler Dışında) Cilt 2/Kısım 1, 2. Baskı, Meteksan Yayınları, 1210 sayfa, Ankara (1998)

Göthel, H., Farbatlas Mittelmeerfauna Niedere Tiere und Fische, Eugen Ulmer GmbH & Co., Stuttgart (1992)

Gözcelioğlu B, Aydıncılar F., Derin Mavi Atlas., Tübitak Popüler Bilim Kitaplar 2001

John and Gillian Lythgoe, Fishes of the Sea The North Atlantic and Mediterranean, MIT Press Edition, 1992

Nelson, J. S., Fishes Of The World, 2 nd edition, Wiley ĐntersciencePub.,U.S.A. (1984)

Page 59: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

59

Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, Türkiye’nin Biyolojik Zenginlikleri, Đkinci Baskı, 320 sayfa, Ankara 1990

Wallace, R. L., Taylor, K. W., Invertebrate Zoology (A Laboratory Manual), 5 th Edition (1997)

Page 60: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

60

KIRSAL KALKINMA : Kavramlar, Uygulama Esasları ve Dikkat Noktaları

Doç. Dr. Bülent GÜLÇUBUK

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomis i Bölümü [email protected]

GĐRĐŞ “Kırsal Kalkınma” Son 15-20 yılda kavramı sıkça gündeme gelmektedir. Dünyada, tüm insanların mutlu ve refah içinde yaşadığı bir ortam dileği ve stratejisi ile, kırsal alanlarda yaşayanlara yönelik kalkınma arayışları hızlanmıştır. Artık, dünyanın herhangi bir noktasındaki kırsal alanın sorunu, sadece sorunu yaşayanların karşı karşıya kalma durumunda olduğu bir yaşam şartı olmaktan çıkmıştır. Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, Avrupa Birliği, Gönüllü Kuruluşlar ve Hükümetler karsal kalkınma olgusuna daha fazla kaynak, bilgi ve zaman ayırma durumuna gelmişlerdir. Çünkü; Afrika’nın en geri kalmış yöresindeki yaşam ve çevre koşulları ile Uzakdoğunun herhangi bir noktasındaki aynı koşullar tüm dünyayı ilgilendirmektedir. Çevre, küresel kirlenmeler, dramatik göç hareketleri; toprak kirlenmeleri, içilebilir su kaynaklarının sınırlılığı ve dezavantajlı nüfus grupları her toplumu ve bireyi doğrudan ilgilendirir hali gelmiştir. Bu sorunlar, yerel halkların ve ulusların tek başlarına çözebilecekleri boyutta da değildir. Küresel bir çalışmanın, stratejinin gerektirdiği bu sorunlar, ancak küresel yaklaşımlar ve ulusal önceliklerle çözülür hale gelmiştir. Burada da, kırsal kalkınma çabaları öncelikle devreye girmektedir. Kırsal kalkınma girişimlerinin gündemde olduğu tüm ülkelerde, köylü veya kırsal nüfusa kalkınma açısından birinci planda yer verilmiştir. Daha doğrusu kırsal kalkınma girişimleri genellikle yalnızca köylünün kalkınmasına yönelik olmuştur. Oysa, kırsal kalkınma özünde, belirli bir kırsal alan içinde yaşayan insanların bir bütün olarak tarımsal, ekonomik ve sosyal alanlarda kalkınmalarına ve çevre duyarlılığına yardımcı olacak tüm unsurların harekete geçirilmesine ve bunların optimal düzeyde yer almasına dayanmaktadır.

1. KIRSAL KALKINMADA TEMEL KAVRAMLAR Kırsal kalkınma , içerisinde çok boyutlu faaliyetleri ve kavramları barındıran bir olgudur. Kırsal kalkınmanın kapsadığı ve sıkça karşılaşılan temel kavramlar aşağıdaki gibi özetlenebilir: Kırsal alan : Başbakanlık DPT Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Kırsal Sanayi Özel Đhtisas Komisyonu raporuna göre; “ekonomik nitelikteki etkinliklerin ağırlıkla doğal kaynakların değerlendirilmesine dayandırıldığı, yüzyüze ilişkilerin göreceli olarak daha yaygın olduğu, yaşama kurallarının büyük ölçüde gelenek ve göreneklere göre biçimlendiği, teknik ve teknolojik gelişmeler ile ekonomik, toplumsal ve kültürel gelişmelerin daha yavaş ve dolayısıyla gecikmeli olarak gerçekleştiği ortamlar” kırsal alanlardır. Kalkınma : Kalkınma tüm ülkelerin ortak amacı olup, bundan dolayı da değişik biçimlerde tanımları olan bir kavramdır. Ekonomi Ansiklopedisine göre kalkınma; “bir ülkenin ekonomik, toplumsal, siyasal yapılarının değişerek insan yaşamının maddi ve manevi alanda ilerlemesi ve giderek toplumun refahının artmasıdır”. Kırsal Kalkınma : Đlk kez Birleşmiş Milletler (BM) Örgütünce tanımı yapılan “toplum kalkınması” tanımı, “kırsal kalkınma” olarak da kabul edilmektedir. Bu tanımda, toplumun niteliği kırsal olup olmadığı-belirtilmeksizin konuya genel bir açıdan yaklaşıldığı görülmektedir. Bu tanıma göre kırsal kalkınma ; “küçük toplulukların içinde bulundukları ekonomik, toplumsal ve kültürel ko şulları iyile ştirmek amacıyla giri ştikleri çabaların

Page 61: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

61

devletin bu konudaki çabalarıyla birle ştirilmesi, bu toplulukların ulusun tümüyle kaynaştırılması ve ulusal kalkınma çabalarına tam biçimde katkıda bulunmalarının sağlanması sürecidir ”. Gerek BM Örgütünce ve DPT tarafından yapılan tanımlardan, gerekse değişik bilim adamları tarafından toplum kalkınmasına yönelik görüşlerden esinlenerek, Yıldırak , kırsal kalkınmayı şu biçimde tanımlamaktadır: Kırsal kalkınma; “kırsal alanda ya şayan ve geçimini tarım sektöründen veya benzer kırsal mesleklerden sa ğlayan birey ve toplulukların, insanca yaşam koşullarına kavu şturulması için onlarda önce bu yönde bir gereksinme duygusu yaratmak, sonrada bu duygu yönünde çaba har camaları için onlara maddi ve manevi açıdan tüm yardımların yapılması ile demokra tik yoldan bu toplulukların kalkınmalarını sa ğlama sava şıdır ”. Kırsal toplum : Geleneksel anlamı ile, kırsal kesimde yerleşmiş kendilerine özgü sosyal, ekonomik, kültürel özellikleri ve eğilimleri olan, gündelik gereksinimlerini birbirine bağlı bir ilişkiler sistemi ile gidermeye çalışan ve büyük ölçüde kendi kendine yeterli insan topluluğudur. Kırsal katılım : Kırsal toplumu veya topluluğu oluşturan kişi ve grupların kendilerini ilgilendiren kalkınma program ve projelerine ilişkin karar alma ve uygulama süreçlerinde etkin bir biçimde yer almaları ve bu çalışmaların sonuçlarından yararlanmalarıdır. Katılım aynı zamanda, insanların kendi düşüncelerine göre inisiyatif aldıkları ve üzerinde etkin denetimleri bulunan araçları, kurumları ve mekanizmaları kullandıkları aktif bir süreçtir. Katılımcılık : Mevcut durumun analizi ve kalkınma faaliyetlerinin planlanması, uygulanması ve değerlendirmesinde yerel nüfusun yol gösterici olduğu, yerel nüfus ve kalkınma uzmanları arasındaki iletişim sürecidir. Katılımcı planlama : Mevcut durumu değerlendirmek ve hedeflenen geleceğe ulaşmak için kısa ve orta vadede eyleme yönelik olan tüm yeni gelişmelerin programların ilgili tarafların katılımıyla ortaklaşa yapıldığı faaliyettir. Sürdürülebilir kalkınma :

- Tüm insanlar için seçenekleri arttırmaktır. - Gelecek nesiller için yaşam olanaklarının ve tüm yaşamın dayandığı doğal sistemlerin

korunmasıdır. - Đnsan merkezli, toplam odaklı ve çevre-doğa duyarlı dinamik, kendi kendine ilerleyen

bir süreçtir. Örgütlenme: Varolan kurulu sosyal yapı içinde ortak karar alma ile ortak sorumluluk anlayış ve mekanizmaların oluşturulması, tüm insan ve fizik kaynaklarının biraraya getirilmesi ve her türlü birlikte davranma tutum ve alışkanlıklarının geliştirilmesine olanak sağlayan yapılanmadır. Kırsal toplum örgütleri : Topluluğun gereksinimlerini karşılamak üzere, toplumun kendi içinden ve kendi öz dinamiklerinin biraraya gelmesiyle oluşan işlevsel birimlerdir. Başlıca kırsal toplum örgütlenme türleri; çiftçi birlikleri, çiftçi dernekleri, kooperatif, korporasyon, küçük çalışma grupları ve ziraat odalarıdır. 2. KIRSAL KALKINMANIN TEMEL B ĐLEŞENLERĐ

Page 62: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

62

Kırsal kalkınma; tarımsal kalkınma, kırsal sanayii ve çevresel koşulları da dikkate alan, çok yönlü bir kalkınma yaklaşımıdır. Bundan hareketle; kırsal kalkınma ile ilgili temel bileşenleri şu biçimde sınıflayabiliriz: Tarımsal Kalkınma : Tarım (bahçe, tarla, hayvan yetiştiriciliği vb. faaliyetler), ormancılık, balıkçılık. Ve, bu alanlarda kalite, pazarlama, üretim artışı vb. çalışmaları kapsayan uygulamalardır. Kırsal Sanayii : tarım, orman, tıbbi bitkiler gibi yerel kaynakları (ham) yerinde değerlendirme veya talebe bağlı olarak pazarlanabilir yerel ürünlerin üretimi ve gereğinde ihracatının da sağlanabilmesi faaliyetleridir. Kırsal Kalkınma: Tarım (bahçe, tarla, hayvan yetiştiriciliği vb. faaliyetler), ormancılık, balıkçılık, sağlık, küçük girişimcilik, kırsal sanayi, ekoloji, çevre, turizm, su, konut, eğitim gibi alt ve üstyapı hizmetleri, teknoloji, kadın, çocuk, topraksızların istihdamı ve çok sayıdaki diğer programları kapsayan uğraşılardır. 3. KIRSAL KALKINMA POLĐTĐKALARININ BAŞLICA AMAÇLARI VE

ÖZELLĐKLERĐ

Kırsal alan kalkınma politikaları; kırsal alandaki toplumların ekonomik, toplumsal ve kültürel olanaklarını geliştirmek, bu toplumları ulusal yaşam düzeyine kavuşturmak, onların ulusal gelişmeye bütünüyle katılımlarını sağlamak üzere, toplum ve devletin birleşik çabaları sonucu ortaya çıkan ilerlemeyi kapsayan politikalardır. Bireyin gelirini yükseltmek, eğitim, sağlık, konut, sosyal güvenlik, insanca yaşamak için yeterli-dengeli beslenmek ve yaşanabilir ortamda nefes almak, kırsal kalkınma uygulamalarının temel hedefleridir. Kırsal kalkınma strateji ve politikalarının ana ama cı, dünyada geri kalmış toplum veya toplulukların tarımsal, ekonomik ve sosyo-kültürel alanlarda kendi kendilerine yardım ve dışarıdan destek yöntemi ile kalkınmalarını sağlamaktır. Bu amaçları daha da detaylandırmak gerekirse; Birincisi, inanın daha bol fakat sorumlu harcamada bulunması ve gereksinimlerini daha iyi karşılayabilmesini sağlayacak ekonomik yönlü amaçlardır. Đkincisi, ilişkileri daha düzenli, yaşamı daha anlamlı kılan ve doğal çevreye karşı saygılı ve duyarlı sosyal amaçlardır. Üçüncüsü ise, insanları planlı, programlı hareket ettiren ve belirgin bir davranış sergilettiren örgütsel amaçlardır. Kırsal kalkınma politikalarının en önemli özelli ği, maliyetinin kamu ve kamu dışı kurum ve kuruluşlara ait birer sosyal politika aracı olmasıdır. Bunun, eşitlik ve adalet tanımlarına bağlı olarak, kırsal alanda ulusal normlara yakın makul düzeyde bir yaşam standardı sağlaması gerekmektedir. Kırsal kalkınma politika ve programları; merkezi hükümet,mahalli idareler, üretici kuruluşları, özel sektör kuruluşları ve gönüllü kuruluşlar arasında işbirliği ile yürütülmek durumundadır. Çünkü, geniş bir yelpazede gerçekleşen kırsal kalkınma uygulaması sadece bir kurum veya kuruluşun üstesinden yalnız başına gelebileceği bir faaliyet değildir.

Page 63: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

63

4. KIRSAL KALKINMA ÇALI ŞMALARINDA D ĐKKAT NOKTALARI Kalkınmalarının gerekliliğine inanmayan ve bunun için belirli bir çabayı göze alamayan kırsal toplumun yalnızca dışarıdan yardım ve çalışmalarla kalkınmaları zordur. Bu zorun başarılması için, öncelikle kırsal kalkınma çalışmalarında işlerin belirlenen ilkelere göre yürütülmesi gereklidir. Bu ilkelerin ba şlıcaları şunlardır:

� kırsal kalkınmayı sağlayacak programlar yavaş yavaş ve aşamalı olarak geliştirilmelidir.

� kırsal kalkınmada köy veya yöre halkının yarar ve çıkarları ön planda tutulmalıdır. � kırsal kalkınma ile ilgili çalışmalarda demokratik yöntemler kullanılmalıdır. � kırsal kalkınma etkinlikleri, yaşam düzeyini yükseltmek isteyen halkı kapsamalıdır. � kırsal kalkınma etkinlikleri, yörenin kültürel yapısına ve değerlerine uygun

olmalıdır. � kırsal kalkınmada yerel önderlerden ve köydeki kurumlardan yararlanılmalıdır. � kırsal kalkınma çalışmaları çerçevesinde yapılan tüm işler toplumsal yarar

açısından değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. � dezavantajlı gruplara ayrıca yer verilmelidir; kadın, çocuk, topraksızlar vb. � kırsal kalkınmada yerel örgütlenmeye öncelik tanınmalıdır. � kırsal kalkınma sürdürülebilir olmalıdır. � kırsal kalkınma mutlaka çevre duyarlı olmalıdır. doğal kaynakları sorumsuzca

harekete geçiren bir yaklaşımda olmamalıdır. � kırsal kalkınma tüketici bir toplum yaratmaktan çok, sorumlu ve üretken bir toplum

yapısını yaratmalıdır.

5. KIRSAL KALKINMA ÇALI ŞMALARINDA YANITLANMASI GEREKEN SORULAR Kırsal kalkınma, hemen uygulamaya aktarılacak bir uğraşı alanı değildir. Çalışmaların ilerleyen aşamalarında sorun yaşanmaması, tıkanıklık oluşmaması için mutlaka başlangıçta bazı soruların yanıtları aranmalı ve ortaya konulmalıdır. Böylece, başarı şansı artacağı gibi, sürdürülebilirlik ve kalıcılık yolunda da önemli aşamalar sağlanır. Bunlardan hareketle yanıt aranması gereken sorular şunlardır:

� hedef kitle kim? � kimin ile yürütülecek ? � ne yapılacak? � nasıl yürütülecek ? � kurumsal sorumluluklar nelerdir ? � kaynak nereden bulunacak? � katılım nasıl olacak ? � nasıl sonuçlandırılacak ? � başarı ölçütü ne olacak ? � nasıl sürdürülebilir hale gelecek ? � doğal kaynak çalışmalarında nelere dikkat edilecek � çevre bilinci ve duyarlılığı nasıl arttırılacak? � geri çekilme stratejisi nasıl gerçekleştirilecek ? � hangi aşamalarda izleme-değerlendirme yapılacak?

Page 64: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

64

6. KATILIMCI KIRSAL KALKINMA VE ÖNEM Đ Katılım, artık, kalkınmayla doğrudan bağlantılı tüm program ve projelerin temel bileşenleri arasında yer almaktadır. Katılımcılık, kişisel ve kurumsal tutum ve davranışlarda köklü değişiklik yapılmasını zorunlu kılmaktadır. "Katılım" Nedir ? Đnsanların kendi düşüncelerine göre inisiyatif aldıkları ve üzerinde denetimi bulunan araçları, kurumları ve mekanizmaları kullandıkları aktif bir süreçtir.

"Katılımcılık" Nedir? Mevcut durumun analizi ve kalkınma faaliyetlerinin planlanması, uygulanması, ve değerlendirilmesinde yerel nüfusun yol gösterici olduğu, yerel nüfus ve kalkınma uzmanları arasındaki ileti şim sürecidir. "Katılımcı Kalkınma " Nedir?

Hedef kitleye (yerel kadın ve erkeğe), ■ Đhtiyaçlarının ne olduğu, ■ Nerede ve ■ Ne zaman

kalkınma programlarını uygulayacaklarını belirleme fırsatı veren kalkınma yaklaşımıdır. "Katılımcı Planlama" Nedir ?

Mevcut durumu değerlendirmek ve hedeflenen geleceğe ulaşmak için kısa ve orta vadede eyleme yönelik olan tüm yeni gelişmelerin, programların ilgili tarafların katılımıyla ortaklaşa yapıldığı faaliyettir. Katılımcılığın, kurumsallaştığı ve aktif toplumsal katılım ilişkilerinin içinde cereyan edeceği kurumsal yapılar, kaynaklara ve temel hizmetlere erişim ve insan hakları temelinde hukuki, mali, idari açılardan güçlendirilmediği sürece, kalıcılığından ve/veya sürdürülebilirliğinden de söz edilemez. Oysa, katılım proje sona erdikten sonra da sürmesi gereken niteliksel bir davranış özelliğidir. “Katılımcı kırsal kalkınma”, hedef kitleye (yerel halka); ihtiyaçlarının ne olduğu, nerede ve ne zaman kalkınma programlarını uygulayacaklarını belirleme fırsatı veren kalkınma yaklaşımıdır. Katılımcı kırsal kalkınma yakla şımdaki temel amaçlardan bazıları şunlardır:

a. Yerel düzeyde insanların katılımını teşvik etmek, b. Kendi kalkınma programlarını finanse etmek için yerel oluşumlara fon sağlamak

yolu ile merkezkaç bir yapı oluşturmak, c. Kamu sektörü için katılımcı planlama modellerini desteklemek, d. Yerel kalkınma projelerini planlamak ve yönetmek için yerel otoritelerin

kapasitelerini geliştirmek, e. Halkı kendi sorunları etrafında bütünleştirmek ve harekete geçirmek.

,

Page 65: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

65

Bunlardan hareketle katılımcılı ğın önemi ise şu biçimde özetlenebilir: Katılımcılık; � politika oluşturmada, � hedef belirlemede, � orta ve uzun vadeli yatırım planlama ve programlarında, � geliştirilen program ve politikaların uygulanmasında, � izleme ve değerlendirmede � insanların, gerçek ihtiyaçları ve önceliklerine doğrudan yatırım yapmalarını

sağlamada, � kaynakların dağıtımı ve kullanımında insanların daha fazla “ses”e sahip olmasını

olanaklı kılmada, � sunulan hizmetlerin maliyet etkin olmasını sağlamada, � kişi ve topluluğun güçlenmesine katkıda bulunmada, � topluluk üyelerinin yeni örgütsel beceriler kazanmasında, � bir proje döngüsünün farklı aşamalarındaki çıktılarının niteliğini artırmada, ve � kalkınma programlarının devamlılığını sağlayarak ve çıkar gruplarının becerilerini

geliştirerek projeden sağlanan faydayı artırmada önemlidir. Katılımcı Yakla şımdaki Temel Amaçlar Nelerdir?

� Yerel düzeyde insanların katılımını teşvik etmek, � Kendi kalkınma programlarını finanse etmek için yerel oluşumlara fon sağlamak

yolu ile merkezkaç bir yapı oluşturmak,

� Kamu sektörü için katılımcı planlama modellerini desteklemek, � Yerel kalkınma projelerini planlamak ve yönetmek için yerel otoritelerin

kapasitelerini geliştirmek.

Katılımcı Yakla şımda Sorulması Gereken Temel Sorular Nelerdi r?

� Topluluktaki önemli ekonomik, kurumsal ve toplumsal yapılar nelerdir? � Kadının konumu nasıldır ? � Hedef toplulukta daha iyiye veya daha kötüye giden nedir? � Kalkınmayı neler desteklemektedir veya neler engellemektedir? � Yerel kaynaklar nelerdir ve ulaşılabilirlik durumu nasıldır ?

7. KIRSAL KALKINMADA ĐNSAN KAYNAKLARININ HAREKETE GEÇ ĐRĐLMESĐ

Herşeyden önce tabandan gelecek olan hareketlerle yürüyecek olan kırsal kalkınma çabaları, ancak halkın katılımının sağlanması ile başarıya ulaşabilir. Temel amacı insanların mutlulu ğunu ve ya şam düzeylerini artırmaya yönelik olan kalkınma çalı şmalarının temel unsurları, ancak insan kaynaklarının geli ştirilmesi ile olasıdır. Đnsan kaynaklarının geliştirilmesi yaklaşımında öncelik, insanların kalkınma uğraşılarında toplumun bilinçli bir bireyi olarak istenilen düzeye getirilmesindedir.

Bunu gerçekleştirmenin en önemli iki aracı ise eğitim ve örgütlenmedir. Kalkınmada eğitim yoluyla insan kaynaklarının geliştirilmesi çeşitli biçimlerde gerçekleşebilir.

1 nciyol; örgün, planlı ve programlı eğitimdir. 2 nci yol; insan kaynaklarını çalıştıran kurumlarda sistematik fakat örgün olmayan

programlarla yetişkin eğitimidir.

Page 66: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

66

3 ncü yol; kişinin örgün ya da haberleşme yoluyla kursları izleyerek, okuyarak gelişmesidir.

Đnsan kaynaklarını geliştirmede diğer bir öğe olan örgütlenme, insanların kendi sorunlarını tanımlamaları, amaçları ve çözümlemeleri belirlemeleri, eylem için program tasarımlarını yapmaları ve etkilerini değerlendirmelerinde önemli bulgu olarak belirmektedir.

Kırsal alanda örgütlenme genellikle iki biçimde ele alınmaktadır:

a. Kooperatif örgütlenme Kooperatifler,küçük üreticilerin girdi ve kredi gereksinimlerinin karşılanmasını, üretilen

ürünlerin değerlendirilerek en uygun fiyatta satışının sağlanmasını, üretici-tüketici arsasında pazarlama zincirini kurarak aracı karlarının ortaklara geçmesini ve ortakların her türlü tüketim maddelerinin ucuza ve kaliteli olarak karşılanmasını amaçlarlar.

b. Kooperatif dı şı örgütlenme Türkiye'de kooperatifler dışındaki örgütlenmeler; üretici örgütleri, baskı grubu ve

ekonomik - sosyal amaçlı kuruluşlar biçimindedir. Bu kuruluşlar; TZOB,Üretici Dernekleri, Kalkınma Vakıfları, Üretici Đhracatçı Birlikleri olarak gruplandırılabilir.

Veya, örgütlenmeyi şöyle de sınıflayabiliriz; mesleki örgütler; Ziraat Odaları, Çiftçi Birlikleri ve Çiftçi Dernekleridir. Ekonomik örgütler ise; tarım kooperatifleri, sulama birlikleri, üretici birlikleri ve köylere hizmet götürme birliğidir.

8. KIRSAL KALKINMADA KADIN BOYUTU

Kadın kalkınmada neden önemlidir ? � Nüfusun Yarısını Kadınlar Oluşturuyor. � Kadınlar hayatın içinde her alanında yer alıyorlar. � Tarımsal faaliyetlerin büyük bir bölümü kadınlar tarafından yerine getiriliyor. � Ev işlerinin büyük bir bölümü kadınlar tarafından yerine getiriliyor. � Kalkınma çalışmalarında kadınlara yer vermemek nüfusun yarısını dikkate

almamak demektir .

Kalkınmada Kadın Sorunlarının Fark Ed iliş Düzeyleri Ne Tür Yakla şımları Olu şturur a. Cinsiyet yargılı yaklaşım:Kadmı dışlar, ayırımcılığı gözetir. Kadınlara hiç yer

verilmez. Bütün çalışmalar erkeklere yönelik tasarlanır. b. Cinsiyet körü yakla şım .Cinsiyeti ayırt etmez, farklılığı dikkate almaz. Önemli olan

projelerin maddi getirişidir. Çoğu durumda kadının iş yükünü artırır, sosyal statülerini olumsuz yönde etkiler.

c. Cinsiyet duyarlı yakla şım: Kadın sorunlarını fark edildiği yaklaşımlardır. Kadın ile erkek arasında iş bölümü yapılır. Kalkınmanın sosyo-ekonomik sonuçlarından herkes yararlanabilir.

Kırsal Kalkınmaya Konu Olan Kadın Sorunları nelerdi r?

� Ağır iş yükü � Ağır ev işleri � Sağlıksız çalışma koşulları � Kadın varlığının-emeğinin değersiz görülmesi � Yetersiz sağlık hizmetleri � Yetersiz beslenme

Page 67: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

67

� Yetersiz eğitim � Sık doğum � Fiziksel güç kullanımı � Kapalı toplum baskısı-önyargılar.

Cinsiyet Dengeli Kalkınmanın Felsefesi a. Kalkınmanın kadın ve çocuklar üzerinde olumsuz etkiler yaratmamasını sağlamak b. Programların erkekler kadar kadınlara da faydalı olduğundan emin olmak c. Kadınları daha fazla destek ve kaynak sağlayan programlar oluşturmak.

9. KIRSAL KALKINMADA TOPLUM DINAMIKLERI Kırsal kalkınma bünyesinde altyapı, kredi, büyüme, istihdam, finans hizmetleri, kırsal sanayi, tarım ve toprak reformu, kurumsal yapılanma, yayım-teknoloji, paydaş katilimi, yoksulluk, cinsiyet eşitliği gibi bir çok faaliyeti kapsamaktadır. Bu faaliyetler ancak tabandan-tavana ve katilimi on plana alan yaklaşımla gerçekleşebilir. Bundan hareketle faaliyetlerin 4 aşamada planlaması gerekmektedir. Bu su biçimde şematize edilebilir;

Ulusal düzeyde planlama (yatırım, hizmetler ve politikalar arasında denge olmalıdır.)

Đl düzeyinde planlama (Politik karar vericilerle yerel arasında köprü görevi de üstlenilmelidir.)

Đlçe düzeyinde planlama (Đhtiyaçlar farklı hedef gruplarla birlikte belirlenmeli, analiz edilmeli ve öneri geliştirilmelidir.)

Toplum düzeyinde planlama (Katilimi esas almalıdır. Toplum üyeleri arasındaki ilişkiyi güçlendirmek için örgütlenme

sağlanmalıdır.) Toplum düzeyinde planlama ve katilim ancak toplum dinamiklerinin harekete geçirilmesi ve tüm toplumu kavrayıcı bir yaklaşımın sağlanması ile olabilmektedir. Toplum dinamiklerinin harekete geçirilmesi ve kırsal kalkınma faaliyetlerinin amacına ulaşabilmesi için uygun stratejilerin belirlenmesi ve buna göre hareket edilmesi gerekmektedir. Bu stratejiler belirlenirken öncelikle ulusal politikalarda kırsal kalkınma anlayı şının bütüncül yaklaşımlarla benimsenmesi önem taşımaktadır (Worldbank, 2003). Ayrica;

� tarımda verimlili ği artırmak için; tarımsal üretim ve pazarlama politikası, kurumsal kapasitenin geliştirilmesi, iyi yönetişim, araştırma-yayım

� tarımsal olmayan kırsal ekonomiyi canlandırmak için ; mikro-finans, tarım dışı ekonominin güçlendirilmesi, tarım dışı istihdam alanları yaratılması, tarımsal ve kırsal sanayi.

� cinsiyet dengeli kalkınma için; kadın girişimciliğini özendirme, kadının konumunu güçlendirme ve krediye erişimini kolaylaştırma, kadının karar alama süreçlerine katılımını artırma, ve

� doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı için; havza ölçeğinde kaynak kullanım planlaması, toplum ormancılığı, balıkçılık ve biyo-çeşitlilik konularını dikkate alan ve

Page 68: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

68

bu konularda iyileşmeyi-gelişmeyi hedefleyen stratejilerin oluşturulması gerekmektedir.

Kırsal kalkınmada toplum dinamikleri açısından orta ya cikan temel parametreler özetle şunlardır;

1. Kalıcılık: kısa sureli değil canlı, dinamik bir toplumsal yapı sağlanmalıdır. 2. Sürdürülebilirlik: mevcut kaynakları en iyi biçimde kullanarak süreklilik

sağlanmalıdır. 3. Ekonomi: üretim ve kalite arttırılmalı, yeni istihdam alanları açılabilmeli, pazarlama

için örgütlenme sağlanmalı ve yaratılan katma değerden kırsal alandakilerin daha çok yararlanması sağlanmalıdır.

4. Sosyal: insan ilişkileri canlı ve dinamik hale getirilmeli ve farklı toplum nitelikleri dikkate alınmalıdır.

5. Kültürel: yasam kalitesini ve toplumsal bilinç düzeyini arttırıcı yaklaşımlar benimsenmelidir.

6. Uzun-dönemli: sadece 5-6 yılı dikkate alan yaklaşımlar değil, uzun vadeli hedefleri dikkate alan politikalar benimsenmelidir.

7. Đyileşmiş yaşam koşulları: sadece maddi varlığa dayalı kalkınma değil, sosyo-kültürel yasam kalitesini de dikkate alan yaklaşımlar benimsenmelidir.

8. Süreç: farklı faaliyetler arasında (örneğin: eğitim ile girişimcilik faaliyetleri gibi) ilişki kurulmalı ve bunların sürekliliği sağlanmalıdır.

9. Bütünsellik: kırsal kalkınma bütün yas gruplarını, cinsiyet dengeli yaklaşımı ve farklı sosyal grupları da kapsamalıdır.

10. Topluluk: kırsal alanda yaşayanların ve çalışanların çıkarları on plana alınmalıdır. Yerel düzeyde insanların karşılıklı çözüm arayışlarına giriştiği, sosyal değerlerini paylaşıldığı ve ilişkilerin güçlendirildiği bir toplum yapısının oluşturulması kırsal kalkınmada kolaylaştırıcı ve canlandırıcı bir rol oynayabilir.

10. ÇEVRE – DOĞA DOSTU KIRSAL KALKINMA ĐLKELER Đ

Nüfusun önemli bir bölümünün geçimini tarımdan sağladığı kırsal alanlar aynı zamanda doğal kaynakların çok yoğun olarak kullanıldığı yerlerdir. Bu nedenle, kırsal kalkınma çalışmalarının-politikalarının önemli ilkelerinden biris i, doğal kaynaklarını korunmasını esas alan, dengeli ve çevreye uyumlu tarımsal alt y apının olu şturularak sürdürülebilir tarımsal ve kırsal kalkınmanın sa ğlanması olmalıdır. Çünkü, kırsal alanda yaşam ortamı ve ekonomik faaliyetler, önemli ölçüde doğal üretim kaynaklarının kullanımına ve değerlendirilmesine bağlıdır.

Kırsal kalkınmanın üretim ile ilgili süreçlerinde tarımda verimliliği arttıralım derken, insan sağlığını ve toprak yapısını bozacak girdi (gübre, ilaç vd.) kullanımından ve toprakların bilinçsiz e işlenmesinden özenle sakınmak gerekir. Kırsal kalkınma, bireylerin gelirlerini salt tüketim toplumu yaratmak için artırmak anlamına gelmemektedir. Gelir ve üretim miktarını artırmak için kaynakları hovardaca kullanmak, çevre ve özellikle de toprak üzerinde baskı yaratmak ancak doğal kaynakların tahrip sürecini hızlandırır. Bunlardan hareketle, kırsal kalkınma “önce doğa, önce insan” ilkesinden hareketle yürütülmelidir. Kırsal kalkınmanın çevre, sağlık, eğitim, beslenme, kadın, çocuk ve kültürel gereksinimler karşılandıkça ve doğal kaynaklar korunup geliştirildiği sürece anlam ifade edeceği unutulmamalıdır. Çevre uyumlu tarımsal teknolojileri kullanmak, erozyona karşı koruyucu önlemler almak, amaç dışı toprak kullanımını önlemek, ekolojik üretimi yaygınlaştırmak, doğal kaynakları rasyonel kullanmak ve orman alanlarına özen göstermek kırsal kalkınmanın çevresel boyuttaki önemli ilkeleridir.

Page 69: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

69

11. KIRSAL ALANA YÖNEL ĐK HĐZMET VEREN / ÇALIŞMALAR YAPAN BAŞLICA KURUM VE KURULU ŞLAR

Merkezi Yönetim Kurulu şları

Tarım ve Köyi şleri Bakanlı ğı: Kuruluş amacı, kalkınma plan ve programları doğrultusunda köyleri kalkındırmak, bitkisel üretim ve hayvancılığı geliştirmek üzere görev alanına giren altyapı tesisleri ve tarımsal, sosyal ve ekonomik konulardaki kamu hizmetlerini yürütmektir. Bakanlık bu görevlerini kendisine bağlı olan TÜGEM, TEDGEM, KKGM, TAGEM, TRGM ve kendisine bağlı olan taşra teşkilatlan aracılığı ile yerine getirmektedir. Çevre ve Orman Bakanlı ğı : Orman varlığını korumayı ve genişletmeyi, halkın orman ürünlerine ve rekreasyonal anlamda varlığına olan gereksinimlerini karşılamayı amaçlamaktadır. Diğer yandan, orman köylerinin tarımsal faaliyetlerle birlikte değişik gelir getirici faaliyetleri OR-KÖY kredileri ile finanse etmekten de sorumludur.

- Devlet Su Đşleri Genel Müdürlü ğü : Başlıca görevleri; sulama tesisleri kurmak, bataklıkları kurutmak, drenaj yapmak, enerji tesisleri kurmak, akarsuları ıslah etmek, su ürünleri faaliyetinde bulunmak, içme suyu ve kanalizasyon projelerini incelemek, onaylamak ve denetlemek, su kirliliği konusunda ilgili kuruluşlarla işbirliği yapmak....

- Đçişleri Bakanlı ğı - Bayındırlık ve Đskan Bakanlı ğı

- Ulaştırma Bakanlı ğı - Sağlık Bakanlı ğı - Milli E ğitim Bakanlı ğı

Sanayi ve Ticaret Bakanlı ğı - TC Ziraat Bakanlı ğı - Tarım Kredi ve Tarım Satı ş Kooperatifleri.

Yerel Yönetimler - Belediyeler - Köyler - KHGB - Đl Özel Đdareleri ( Bayındırlık, Eğitim, Tarım, Ormancılık, Sağlık ve Sosyal

Yardım, Ulaştırma ile ilgili görevleri.)

Hükümet Dı şı Kurulu şlar Sulama Birlikleri Tarımsal Amaçlı Birlikler Süt Üreticileri Birli ği

- Kooperatifler (Tarımsal Kalkınma Kooperatifi, Orman Köyleri Kalkınma Kooperatifi, Sulama Kooperatifi, Köy Kalkınma Kooperatifi vb. )

- Ziraat Odaları Sosyal Yardımla şma ve Dayanı şma Vakıfları Türkiye Kalkınma Vakfı

Uluslar arası Kurulu şlar Birleşmiş Milletler ; FAO, UNDP, ILO .............. Dünya Bankası Avrupa Birliği

12. SONSÖZ - KIRSAL KALKINMANIN TEMEL FELSEFES Đ

Page 70: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

70

Buraya kadar açıklanmaya çalışılan yaklaşımlar çerçevesinde, kırsal kalkınma için aşağıda belirtilen çıkarımların yapılması mümkündür. Kırsal kalkınma;

� ekonomik, toplumsal ve kültürel boyutları bulunan bir süreçtir. � doğal çevrenin korunduğu bir uygulamadır. � eşitlik ve adalet ilkeleri ile geliştirilmiş kırsal yaşam düzeyidir. � kırsal halkın, ülke gelişmişliğinden ve refahından yerinde kalarak pay almasıdır. � kırsal emeğin üretken olduğu ve haklarını aldığı bir istihdam biçimidir. � kırsal alanda yaşayanların kredi ve tarımsal yayım hizmetlerinden en uygun

biçimde yararlanabildiği bir çalışma disiplinidir. � kırsal alanda yoksulluğun ve kötü beslenmenin yok edilmesidir. � doğal kaynakların sorumluca ve bilinçli kullanıldığı bir faaliyettir. � kırsal yaşamın modernizasyonudur. � kent/kır ayrımının azaltılmasıdır. � kadın, çocuk,topraksız üretici vb. boyutunun da dikkate alındığı bir süreçtir. � kır toplumunun kendine güven duygusunun geliştirilmesidir. � sanayileşme, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, barınma, ulaşım, çevre ve istihdam

alanlarında da gelişmeyi sağlayacak bir harekettir.

Page 71: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

71

ĐLKYARDIM

Yrd. Doç. Dr. Nurullah GÜNAY Doç. Dr. Cuma YILDIRIM

Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabi lim Dalı, Gaziantep

[email protected] ve [email protected]

Đlkyardım Yönetmeli ği (RG Tarih: 22/05/2002Sayı:24762)

Amaç: Fertlerin ve toplumun temel sağlık bilgisinin arttırılması, ilkyardım bilgi ve becerisinin toplumun her bireyine öğretilmesi, her kamu, özel kurum ve kuruluşunda personel sayılarına göre ilkyardımcı bulundurulması, bu doğrultuda eğitimci eğitmeni, ilkyardım eğitmeni ve ilkyardım eğitimi düzenleyecek kuruluş ve merkezlerin açılış, işleyiş ve denetimi ile ilgili usul ve esasları düzenlemektir.

Temel yaşam deste ği (TYD)

Đlk yardımın temeli olup, hava yolu (A), solunum (B) ve dolaşım (C) parametrelerinin sağlanmasından oluşur. Çene yukarıya kaldırılırken başın geriye çekilmesi, dilin ve gırtlak kapağının bağlı bulunduğu alt çene ile birlikte yukarıya kalkmasını sağlayarak hava yolunu açar. Solunumu durmuş kişinin akciğerlerine en hızlı ve etkili şekilde oksijen vemenin yolu ağızdan ağıza veya ağızdan buruna soluk vermektir. 4-5 saniyede bir soluk vermek şeklinde uygulanır. Solunum tekrar başlayınca veya kurtarma ekibi gelinceye kadar bu işleme devam edilir. Dolaşım nabız kontrolü (boyundaki şah damarından) yapılarak değerlendirilir ve olmaması durumunda göğüs baskısı uygulanır. Önce ağızdan 2 tam soluk verip, 15 göğüs baskısı uygulamak şeklinde yapılır. Nabız geri gelene kadar veya profesyonel kurtarma ekibi gelinceye kadar devam edilir. Solunum veya dolaşımın gelmesi durumunda hasta iyileşme pozisyonuna getirilir.

Tek kurtarıcı ile TYD (Eri şkin); Bilinç durumunu saptayın (Dokunun, seslenin). Bilinç kapalı ise: 112 merkezini arayın. Ambulans ve tıbbi destek isteyin. Hastaya pozisyon verin. Hava yolunu açın. Solunumunu kontrol edin (Bak-Dinle-Hisset). Soluk alıyor ise: (travma yoksa) Đyileşme pozisyonuna getirin. Soluk almıyor ise: Her biri 2 sn. süren 2 tam nefes verin. (Hastanın ağzının kenarlarından hava kaçmayacak şekilde ve göğsün inip kalkma hareketini izleyin) Dolaşımını kontrol edin. Nabzın olup olmadığını araştırın (Boyundan 10 saniye süreyle) Nabız var ise: Her 5 sn. de bir nefes verin ( dakikada 12-15 nefes) Nabız yok ise: Suni solunum ve kalp masajına başlayın. Göğüs kemiğinin alt yarısını bulun. Aşağıya doğru basınç yaparak masaja başlayın. Ritmik olarak göğüs kemiğini 3-5 cm çöktürecek şekilde dakikada ortalama 100 masaj yapın. 15 kalp masajı yapın sonra 2 tam nefes verin. Her 2 seans sonunda nabzı kontrol edin. Nabız yine yok ise: TYD’ ye devam edin. Nabız var ama solunum yok ise: Her 5 sn. de bir nefes verin. Nabız ve solunum başlamış ise: Đyileşme pozisyonuna getirin.

Trafik Kazaları ve Đlkyardım

Kazalardan sonra bilinçli ilkyardım ve doğru organize edilmiş Acil Tıp Sistemi sayesinde ölüm ve yaralanmalar yarı yarıya azaltılabilir. Trafik kazasından sonra, eğer olay yerinin yakınındaysanız yada bizzat kazanın içindeyseniz bazı noktalara dikkat etmeniz gerekir: Đlkyardım konusunda eğitiminiz yoksa yaralıya dokunmayın. Trafik kazasını öncelikle 112’ ye haber verin ve kaza yerine profesyonel sağlık ekibi çağırın. Yardım gelene kadar çevre ile ilgili tedbirler alın: Çalışmakta olan aracın kontağını kapatın ve anahtarını korumaya alın.

Page 72: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

72

Araçtan sızan benzin ve benzeri yanıcı-patlayıcı maddelere karşı uyanık olun. Çevrede toplanan kişilerin sigara içmesine engel olun. Aracın önüne ve arkasına uyarı işaretleri koyarak diğer araçların kazaya uğramasına engel olun. Araç içinde sıkışıp kalan yaralı varsa yardım gelmeden çıkarmaya çalışmayın. Yardım gelene kadar yaralıyı güven verici sözlerle sakinleştirmeye çalışın. Yaralıya TYD uygulayın. Travmalı bir hastanın boynunun korunması çok önemlidir. Çok basit bir kazadan sonra, yanlış taşınma nedeniyle sakat kalmasına yol açabilir. Yaralının düzensiz hareket ettirilmemesine özen gösterin ve aracın içinden çıkarırken bacaklarında, kolunda, sırtında yada boyun kemiklerinde kırık olabileceğini düşünün. Herhangi bir kanama varsa yapılacak ilkyardım, bu kanamayı durdurmak için üzerine temiz bir bez yardımıyla bastırmaktır.

Suda Bo ğulma ve Đlkyardım

Boğulmuş olan kişinin ilk müdahalesi, olay yerinde, sudan hızlı ve dikkatlice çıkarılmasıyla başlar. Sudan insan çıkarma ve kurtarma konusunda eğitimli değilseniz, boğulmakta olan bir insanı kurtarmak amacıyla suya girmeyiniz. Üzerinizdeki ceket, bir dal parçası, teknedeki can simidi, kürek, halat benzeri malzemeleri kullanarak, kişiyi sudan çıkarmaya çalışınız. Boğulmakta olan kişi, can havliyle sizi de suyun dibine çekebilir. Öncelikle 112 ‘yi arayarak olay yerine profesyonel yardım çağırmalısınız. Boğulma öncesinde hastanın suya atladığı, surf yaparken düştüğü biliniyorsa, ya da nasıl boğulduğu bilinmiyorsa boyun yaralanması olabileceği akılda tutulmalı ve boynu dikkatlice korunarak, boyunluk ile hareketsiz hale getirilmelidir. Olay yerine profesyonel yardım gelene kadar boğulmuş olan kişi, sırtüstü sert bir yere yatırılarak TYD uygulamalarına başlanır. Bunun için havayolu açıklığı sağlanmalı ve gerektiğinde solunum desteklenmelidir. Gerektiğinde göğüs masajına başlanmalıdır. Suda boğulan kişiler çok az miktarda su aspire ettiklerinden yan yatırılarak uygulanan drenaj ya da Heimlich manevrası gibi hava yolunu açmaya yarayan hareketlerin suyu akciğerlerden uzaklaştırma ve oksijenlenmeyi artırma konusundaki yararı tartışmalıdır. Drenaj için uğraşırken havayolunun kontrolü bozulacağından, solunum ve TYD’ne ara verileceğinden ve boyun travması riskini artırdığı için bu manevralar önerilmez.

Sıcağa Maruz Kalma ve Đlkyardım

Çevre ısısı çok arttığında vücut terleme ve ciltteki kan damarlarının genişlemesiyle, ısıyı dengelemeye çalışır. Daha fazla ısı telafi edilemediğinde sıcak nedeniyle hastalık oluşur. Az görülen sıcak çarpması, ciddi bir hastalıktır. Tedavi edilmezse ölümle sonuçlanabilir. Genellikle sıcak bitkinliğini izler. Sıcak bitkinliğindeki hastanın ateşi yüksekse dikkatli olunmalıdır. Tüm vücut soğutulmalıdır. Hasta sıcak ortamdan uzaklaştırılır ve bütün giysileri çıkarılır. Sonra üzerine ıslak havlu veya çarşaflar konur. Hasta hemen bir hastaneye götürülmelidir. Sıcak çarpmasında hastanın c ildi nemli, kırmızı ve kurudur, terleyemez, vücut ısısı hızla yükselir, bilinç kaybolmaya başlar ve nabzı hızlanır ve zayıflar. Hastayı sıcak ortamdan uzaklaştırın, bütün giysilerini çıkarın, vücudu soğutmak için ıslak havlu veya çarşaflar kullanın ve hastayı en kısa sürede hastaneye ulaştırın.

Yanık ve Đlkyardım

Yüksek ısı, aşırı soğuk ve kimyasal etkiler sonucu deri bütünlüğünün bozulmasına yanık denir. Ateş, alev, kaynar su, su buharı, kızgın yağ v.b. maddeler ile yanık olabilir. Yanıklar, derinliğe ve genişliğe göre sınıflandırılır. Hafif yanıklar: Ağrı duruncaya kadar yanık olan yeri musluğun altına tutun veya ılık suya batırın,(en az 10 dakika), şişme başlamadan önce yüzük, bilezik saat gibi takıları çıkarın, yanık yeri temiz bir bezle örtün. Ağır yanıklar: Hastayı yanan yer zemine değmeyecek şekilde yatırın. Yanık yerin üzerine ılık su dökün. Yaralının üzerindeki takıları çıkarın, sıkı giysileri gevşetin. Yanık haşlanma ise kaynar su ile ıslanan giysileri çıkarın. Yanık yeri, temiz bir bezle örtün. Şunları yapmayın: Đçi su dolu kabarcıkları patlatmayın, yanık deri parçalarını çıkarmayın. Yapışan giysileri çıkarmaya çalışmayın. Losyon, kolonya, merhem, yağ, diş macunu, yoğurt, salça gibi maddeler

Page 73: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

73

sürmeyin. Pudra ve benzeri sıvı emici maddeler dökmeyin. Göze kimyasal madde kaçtığında: Suyla yıkayarak almak gerekir. Etkilenen gözü yavaş akan bir musluk altında yıkayın. Elektrik Yanıkları: E lektrik akımıyla temas sonucu oluşan elektrik yanıklarında; Elektrik çarpması sonucu hastanın yere düşmesiyle kırık, çıkık ve başka yaralanmalar da olabilir. Şalteri indirin, fişi çekin, veya elektrik akımı iletmeyen bir nesneyle teli uzaklaştırın. Elektrik akımına kapılmış kişiye, akım kesilene kadar temas etmeyin. Yangından Kurtarma; Yangında duman ve ısı yukarı doğru yayılır. Bu nedenle yere eğilerek yada sürünerek hareket edin. Yangın bölgesinden uzaklaşırken kesinlikle asansörü kullanmayın. Elbiseleri tutuşmuş olan kişinin üstüne elbise, palto, battaniye veya halı örtün. Bu sırada yaralının yüzünü korumaya özen gösterin.

Kanama ve Đlkyardım

Damar içinde dolaşan kanın herhangi bir nedenle damar dışına çıkmasına kanama denir. Đç Kanama; Đç organları besleyen damarların yırtılması veya organların parçalanması sonucu kanın vücut içindeki boşluklara akmasına iç kanama denir. Baygınlık hali, yüzde soğukluk, solukluk, soğuk soğuk terleme, nabzın hızlı ancak zayıf atması, soluk alıp vermenin hızlanması ve hava açlığı, huzursuzluk, aşırı susuzluk hissi. Dış Kanama; k anın kesilen veya yırtılan damardan, vücut örtüsü olan deriden geçerek dışarı akmasına dış kanama denir. En kısa zamanda kanamanın durmasını sağlayın. Kanama geçici olarak kendiliğinden durabilir ancak yine de ilkyardım yapılmalıdır. Kanayan yer üzerine temiz bir bez veya varsa, gazlı bez koyup bastırın, bandaj yapın. Pıhtıları kaldırmayın. Kol ve bacak kanıyorsa, kanayan bölgeyi mümkün olduğu kadar kalp seviyesinden yukarı kaldırın. Kanayan yaranın içinde yabancı cisim varsa (bıçak, tahta parçası vb.) çıkarmayın. Kırık kemik uçları gözüküyorsa içeri ittirmeyin. Kanama durmuyorsa ana damar geçen yere yumruk veya parmakla basınç yapın. Yine de kanama durmuyorsa sargı yapın.

Kırık ve Đlkyardım

Doğrudan veya dolaylı darbeler ve bükülmeler sonucu kemik bütünlüğünün bozulmasına kırık denir. Belirtileri: Ağrı, hassasiyet, Şekil bozukluğu, Hareket kısıtlılığı, Şişlik, morluk, Çıtırtı sesi, Açık kırıklarda kemik uçlarını yerine getirmeye çalışmayın. Kemikler hangi pozisyonda duruyorsa, o durumda tamponlarla destek yapın. Atelleme (sabitleme) yapın.

Hayvan Isırmaları ve Đlkyardım

Kedi, köpek, tarla faresi ve vahşi hayvanların ısırması, tırmalaması ve salyalarının deriyle teması sonucunda çeşitli yaralanmalarla karşılaşabiliriz. Emme, kesme, yakma yapmayın! Yarayı bol sabunlu suyla yıkayın. Eğer arı sokmuşsa, görebiliyorsanız iğnesini çıkarın. Yaranın çevresine buz uygulayın.

Zehirlenme ve Đlkyardım

Kimyasal etkileriyle sindirildiğinde, solunduğunda veya emildiğinde vücuda küçük miktarlarda zarar veren ve fonksiyonunu bozan maddelere zehir denir. Bulantı, kusma, karın ağrısı, ishal. Gözbebeklerinin aşırı büyümesi veya küçülmesi. Terleme, aşırı tükürük salgısı, solunum zorluğu bir zehirlenmenin belirtileri olabilir. Nedeni ne olursa olsun zehirlendiği düşünülen herhangi birine yapılacak ilkyardım aynıdır. Zehirlenenleri kesinlikle kusturmaya çalışmayın. Sadece besin zehirlenmelerinde bol sulu gıda verin. Deri yoluyla zehirlenmelerde bölgeyi bol suyla yıkayın. Solunum yoluyla zehirlenmelerde, hastayı hemen temiz havaya çıkarın. Kesinlikle hiçbir madde yedirmeyin, içirmeyin. Tüm zehirlenmelerde Zehir Danışma Merkezi’nin ücretsiz 0 800 314 79 00 numaralı hattını arayın.

Page 74: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

74

GÖL’DEN ÇÖL’E AM ĐK Dr. Oğuz KILIÇOĞLU*

GĐRĐŞ Đnsan için 30 yıl, uzun ve ömrünün önemli bir parçasını kapsayan bir süredir; fakat

ülkeler ve dünyanın ömrü için çok kısa ve hatta güncel olayların hatırlanabildiği bir süredir. Çocukluk yıllarımda öncelikle kendi yaşadığım anılardan hatırladığım ve sonra eğitimimde haritalardan gördüğüm “AMĐK” Hatay’ın ortasında var olan cennetten bir parça “GÖL” idi. Sizleri götürmek istediğim tarihler günümüzden 25-30 yıl öncesidir. Bazı büyüklerimden duyduğum birkaç eski hatıraları da sizlere aktarmak istiyorum.

Günümüzde konu uzmanı bilim adamlarının söylediği gibi “… Amik Gölü’nün ortadan kaybolmasıyla inanılmaz bir çevre katliamı ortaya çıktı. Kuşlar, balıklar, böcekler her şey ortadan kalktı.”1 diyor ve Türkiye’de son 50 yıl’da insan eliyle yapılmış en önemli çevre faciası olarak nitelendirildiğini bilmenizi istiyorum. 1997 yılında dönemin Başbakanı Sayın Demirel’in Mustafa Kemal Üniversitesi’nde yaptığı konuşmasında “…. hayatınızda yaptığınız üç hatayı sayar mısınız? deseler; Birisini DSĐ genel müdürlüğüm sırasında kararını verdiğimiz Amik Gölü’nün kurutulması derim” dediğini hala canlı bir biçimde hatırlarım.

Yine 2004 yılında bölgemizde Chigaco Üniversitesi’nden Prof.Dr.Aslıhan YENER hanımefendinin başkanlığında yürütülen Hatçana höyüğü kazısına yaptığımız ziyarette, bizlere o yılki kazılardan elde ettikleri bir tableti göstermiş ve tabletteki yazıları tamamen çözemediklerini ancak tekrar eden bir kelimeyi çözdüklerini ve o kelimenin KUŞ kelimesi olduğunu söyleyerek, sözlerine devam etmiş ve tabletin kuş sayımını ve çeşitlerini kayıt atlına almak için hazırlanmış olduğunu tahmin ettiklerini belirtti. Yine tarihten bildiğimiz ilk yazılı antlaşma olan Kadeş antlaşmasının Çorum ili sınırlarında Boğazköy yakınlarındaki başkentte yapıldığını, ancak antlaşma metninin ve içeriğinin amik gölü ve çevresini de içerisine alan bölgeyi kontrol altına almak için, bölgemiz de bulunan beylik veya krallıkları birleştirme amacı güttüğünü söylediğinde üzerinde bulunduğumuz bu bölgenin değerinin ne kadar eski tarihlerde bile aynı derecede önemli olduğunu bir kez daha beynime kazıdım.

Hatırladığım diğer bir konuda bundan 15-20 yıl öncesine kadar bölgede yakacak olarak madeni kömür kullanılmadığını, bölge dağlarından kesilen sedir, çınar, palamut, dış budak ve daha değişik bir çok ağacın kesilerek kullanıldığıdır. Konuyla ilgili olarak, babamın anlattığı bir hatırasını da sizlere aktarmak isterim. Köyümüz gölden biraz uzak (Gölün Kuzey batısında Kırıkhan-Hassa arasında) ve Amanos dağlarının eteğinde besicikle geçinen bir Türkmen köyü olan Karamankaşı’dır. Bir defasında, Türkmenlik geleneği olarak yaylalara yaptıkları göçü anlatmıştı. Köylüler yaz aylarında gölün iyice çekilmesi ve köydeki otlakların kurumasına müteakip yaylalara göç ederlermiş. Çocukluk yıllarında yayla olarak Amanosların üzerinde olan Alan yaylasına (Kırıkhan-Ceylanlı Köyü Üstü) gittiklerini şöyle anlatmıştı: “Oğlum bizim köyden Saylak Köyüne yetiştikten sonra yoğun bir ormana girerdik ve ağaçların sıklığından güneş görünmezdi. Güneşi ancak Alan düzlüğüne çıktığımızda görebilirdik. Ormanda ulu ağaçlar ve altlarında da meyve ağaçları vardı. Yaban elması, aluç, armut, kiraz ve benzeri meyve ağaçlarıyla doluydu. Ben atın sırtındaki büyük sepette oturur ve önceden hazırladığım uzun çengelli sopamla meyve ağaçlarının dalları yanıma çeker ve meyveler koparırdım. Yaylaya kopardığım o meyveleri yiye yiye giderdim.” demişti. Şimdi ise o bölgelerde eskilerden eser sayılabilecek türden birkaç tane sedir ve benzeri ağaç dışında hemen hemen hiçbir ağaç bulunmamaktadır. Ancak şimdilerde insan eliyle ve devletin çabalarıyla oluşturulmaya çalışılan küçük çam orman alanları mevcuttur. Tabi ki orman arazilerinin tüketilmesi bilinçsiz kesim olabilir ama gölün kurutulması ormanların kendisini yenilemesine engel olduğuna inanmaktayım.

* KÜNĐBĐR-Kırıkhan Üniversiteliler Birliği Derneği Başkanı 1 "50 yılda üç Van gölü kayboldu", Radikal gazetesi, Đbrahim GÜNAL, http://www.sifiryokolus.org/?sayfa=29&id=120

Page 75: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

75

Son olarak, kuş göçleri sırasında, göle kuşların iniş ve kalkışları sırasında güneş ışıklarını bile kapatacak kadar çok kuşun göle indiğini ve orada uzun süre konakladığını tüm büyüklerimden işittiğim bir konudur. Hatta göl kurutulduktan yıllar sonra (1970-1977) Amik gölünün gerçek hayatta kalan tek kalıntısı ve aslında Amik gölünün başı olan Gölbaşı gölündeki kuşları çok iyi hatırlarım. Gölbaşı gölü kış aylarında Başpınar, Gölbaşı ve Kalekamberli Köyleri arasındaki alanın neredeyse tamamını kaplar ve buradaki sulak bölgelere ve sazlık alanlara tanıdık tanımadık binlerce göçer su kuşlarının inerdi. O zamanki Başpınar Köyü Muhtarı Mehmet Dönmez amcanın evinin balkonundan onları izlerdik.

1953 yılında bölgemizde zoolojik araştırmalar yapmak amacıyla gelmiş bir Alman bilim adamı olan Zoolog Dr.Hans Kumerloeve 1989 yılında bir bilimsel toplantı için geldiği Adana’dan konuyla ilgili olduğu için Eczacı Hasan Karaca’yı ziyarete gelmiş, Hasan Karaca ile eski yıllarda kaldığı köyü ve gölün yeni durumunu incelemek için yaptıkları inceleme sırasında Gölbaşı Gölünü görünce “Bu göl Amik Gölü’dür. O zamanlar ayrı bir göl değildi. Amik Gölü ile bir bütündü. Ben araştırmaları daha ziyade bu civarda yapmıştım. Bu gölün bitki örtüsü, Amik Gölü’nünki ile aynıdır. Hasan Bey, bu gölün korunma altına alınması için uğraşın. Geç kalınmasın. Böylece belki, Amik Gölü’nün kurutulması ile meydana gelen zararlardan bir kısmı geri iade edilmiş olabilir.”2 Diyerek Gölün önemine vurgu yapmıştır.

AMĐK OVASI’NIN VE AMĐK GÖLÜ’NÜN GENEL DURUMU Kendimizce Cennetten bir parça olarak nitelendirdiğimiz amik ovası ve çevresi, son

buzul çağdan günümüze kadar gelen Anadolu grabeni ile Arap grabeni arasında kalan, fayların bolca olduğu bir bölgedir. Faylardan dolayı bölgenin dört bir etrafında küçük kaynaklar, dağlardan ve daha kuzeyden Kahramanmaraş ve Gaziantep ovalarından kaynaklanan Karasu ve Afrin Çayı ile Suriye topraklarından ülkemiz topraklarına giren Asi nehrinin buluştuğu, dağların aşınması ve akarsuların taşıdığı alivyol toprakların doldurmasıyla oluşan ova, tam bir sulak alandır. Öyle ki, 1960’lı yıllarda, ovanın tabanı ve aynı zamanda gölün taban rakımı olan 77 metre sularındadır. Ovanın tüm rakımı yaklaşık olarak 77 ile 83 metre arasında olması bu bölgenin ne kadar düz ve yükseltisiz olduğunun göstergesidir. Ovadaki en yüksek yerler çok sayıdaki höyüklerdir. Bu elverişli ve sulak yapı doğal hayatı kolaylaştırmış ve yaşanabilir bir ortam ortaya çıkarmıştır. Ovaya akan Afrin, Karasu, Asi ve bölgenin dağlarından doğan küçük kaynaklar ve akıntılar ovaya yetiştiklerinde yayılarak hemen hemen ovanın ¼ ünü sular altında bırakmaktaydılar. Gölalanı 1.250.000 dönümlük ova alanının ~310.000 dönüm civarındaki alanını kapsamaktaydı. Bu alana ovadaki sazlık ve bataklık alanlarda dâhildir.

Gölde biriken sular Dalyan Köy’ündeki (Büyükdalyan ile Küçükdalyan Köyleri arasındaki) küçük asi nehri ile Antakya’dan geçerek Samandağ sahillerinde Akdeniz’le buluşur. Gölde biriken su Antakya’nın rakımı olan 80 metreye kadar yükseldiği zaman akış Akdeniz’e doğru, yaz aylarında su seviyesi düştüğünde ise Antakya’dan Göle doğru akarmış.

Amik Gölü, Akdeniz Bölgesi’nin doğusunda, Antakya-Kahramanmaraş grabeninin en güneyini oluşturan Amik Ovası tabanında yer almaktaydı. Göl, Antakya’nın yaklaşık 18 km kuzeydoğusunda, Amik Ovası’nın en çukur yerinin çevreden gelen sular tarafından dolması sonucunda oluşmuştur. Bugün ise kurutularak tamamen ortadan kaldırılmıştır.

Gölün içinde bulunduğu graben alanı, batıda kuzeydoğu-güneybatı uzanışlı Amanos Dağları (2250m) doğuda ise aynı doğrultuda uzanış gösteren Kurt Dağları ve Suriye Platosu tarafından kuşatılmış olup, güneyde Asi Nehri Vadisi ile Akdeniz’e açılır3.

Daha dar bir anlatımla, “Bir eşkenar üçgenin üç köşesi durumunda olan Antakya-Kırıkhan ve Reyhanlı şehirlerini birbirine bağlayan ortalama 40 km uzunluğundaki asfalt yollar, Nur ve Kurt dağı eteklerinden uzanarak Amik Ovası’nı adeta çevrelemiş durumdadır. Đşte bu çemberin merkezi bir yerinde ve kuşların büyük göç yolu olan Belen Geçidi’nin tam karşısında Amik Gölü bulunmaktaydı.”4

2 Ecz.Hasan Karaca, “Gölbaşı Gölü’nün Korunma Serüveni”, Güneyde Kültür Dergisi, S:xx, sf:24-25, Antakya, xxxx. 3 H.Korkmaz, “Amik Gölünün Kurutulmasının Yöre Đklimine Etkileri”, Mustafa Kemal Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu, Proje Sonuç Raporu, PN:03F0701, Antakya, 2005. 4 Ecz.Hasan Karaca, “Amik Gölü’nün Bildiğim Özellikleri”, Güneyde Kültür Dergisi, Sayı:27, Antakya, 1991.

Page 76: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

76

Amik Ovası kuzey-güney uzunluğu 80-90 km, doğu-batı genişliği ise 2-35 km arasında olan ve denizden yüksekliği yaklaşık 79-250 m olmasına karşın bizim bahsettiğimiz geniş ovalık bölgenin rakımı 79-85 m civarında olup, ova toplam ~1.250.000 dönüm civarındadır. Göl 1955 yılı öncesi büyüklüğü çeşitli kaynaklarda farklılıklar göstermekle beraber ~310.000 dönüm civarında olduğu bilinmektedir (Göl ve çevresindeki sazlık ve bataklık alanlar toplamı).

Şekil:1. 1958 öncesi Amik Gölü

Gölü Karasu, Afrin, Muratpaşa, Gölbaşı, Topboğazı, Bakras, DeliBekirli, Karaali, Bedirge, Harim, Sarısu ve Kızılark gibi akarsular ve daha küçük kaynaklar beslemektedir.Yaz aylarında, gölü besleyen akarsuların azalması ve oluşan buharlaşma nedeniyle yatağına iyice çekilen göl, üç ayrı parçaya ayrılırdı (Şekil 1). Bu parçalanmanın nedeni, dipte oluşmuş yükseklikler ve Comba Köyü ile Kurtuluş Köyü hattında oluşan kum yükseltidir. Gölün yüksekliği en çukur yer 77 m ile en yüksek seviye 83 m civarında olup su seviyesi 3-6 m arasında değişmekteydi.

Ana göl görünümündeki en derin, sazlıksız ve en büyük göle yerel halk görünümünden dolayı “Deniz” adını verirlerdi. Aslında bu ana Amik gölüdür. Suyu berrak ve temizdi. Bu göl Antakya’nın Kuzeyindeki Büyük Dalyan Köyünden daha kuzeye doğru, doğu-batı istikametinde kuzeye doğru genişleyen ve yaklaşık yüz ölçümü 130.000-157.000 dönüm (tablo 1) olan bir göl idi. Bu gölü diğer iki göl beslerdi. Gölün tahliyesi Dalyan Köyü yakınlarında küçük Asi Nehri yoluyla olurdu. Tahliye için göldeki su seviyesi Antakya’nın rakımının 80 m sularında olmasından dolayı 79-80 m üzerinde olması halinde yapılırdı. Hatta kış aylarında Antakya’dan geçen Asi nehrinin fazla sularının yatağına sığmaması sonucu, Demirköprü yakınlarında Eşrefliden taşarak gölü beslerdi.

Diğer iki gölden kum hattının kuzeybatısındaki göle Sarısu Gölü denir ve büyüklüğü yaklaşık 100.000-150.000 dönümdü. Gölü Karasu ve Gölbaşı akarsuları ile bazı küçük kaynaklar beslerdi. Gölün fazla suyu Comba Köyü yakınlarında irtibatlanarak ana göle akardı. Gölün ismi çevresindeki kamış ve sazların çürüyerek göl tabanındaki oluşturduğu renkle alakalıdır.

Göllerden sonuncusu ise kum hattının kuzeydoğusundaki en küçüğü olan Karagöl’dür. Gölün yüzeyi yaklaşık 30.000-40.000 dönüm genişliğindedir. Gölü Arfin Çayı Kumlu ilçesinden geçerek, Azgınlı Köyünün güneyinde göle dökülerek beslerdi. Reyhanlı civarında çıkan bazı kaynaklarda göle dökülürdü. Gölde biriken fazla sular ise Karabatak mevkiinde ana göl ile irtibatlıydı. Göl bol sazlıklı ve bedri denilen bir bitki ile çevrilidir. Bedri ve sazlar çürüyerek gölü siyaha çalan bir sarılığa boyamasından dolayı bu adı almıştır.

Page 77: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

77

Tablo:1. 1960-1965 Yılları Arasında Ölçülen Azami Su Seviyeleri ve Göl Alanı. Tarih Seviye(m) Göl Alanı (dönüm)

23.01.1960 81,25 136.000 19.02.1961 81,26 136.000 23.02.1962 82,12 154.000 08.03.1963 82,45 157.000 16.03.1964 81,00 129.000 15.02.1965 81,55 144.000

Amik Gölü sığ bir göl (Sulak alan) olduğu için alanın beslenme rejimine bağlı çok hızlı bir değişim göstermektedir. Gölün su seviyesi EĐE. tarafından Araphan mevkiinde 1944-1953 yılları arasında ölçülmüştür. Bu ölçümlere göre göl, 1949 yılında 79,40 metre ile minimum seviyeye inerken 1953 yılında ise 83,40 m. ile maksimum seviyeye yükselmiştir. (DSĐ. 1958, s.25). 1960-1965 yılları arasında ölçülen azami su seviyesi ve ana göl alanı arasındaki ilişki tablo 1’de belirtildiği gibi gerçekleşmiştir.

Burada verilen ölçümler ana Amik Gölünün yüz ölçümleri ve denizden yükseklik seviyesidir. Gölde biriken suyun küçük Asi denilen Büyük Dalyan ile Küçük Dalyan arasındaki 12 km’lik kısmı ile Asi Nehri yoluyla olduğunu yukarıda bahsetmiştik. Gölün tahliyesi Antakya rakımı olan 80 m ile mümkün olmaktaydı.

Yani Amik Gölü aslında tam bir göl değil Sulak Alan idi. Sulak alan tanımı eğer kurutulmadan önce şimdiki halini almış olsaydı. Göl hala yaşıyor olacaktı. Sayın Karaca’nın dediği gibi; “Ben Amik Gölü’nü, talihsiz bir göl olarak kabul ederim. Zaten bu talihsizliği onu, haritadan silinmeye kadar götürmüştür.”5 sözüne %100 katılıyorum, ancak gerçekten tahilsiz olan sadece Amik Gölü değil tüm insanlık ve gelecek nesillerdir. Artık gölü diye bir şey kalmadığı için gölün güzelliklerinden ve bizlere vereceklerinden mahrum kalınmıştır.

Tüm bunların yanı sıra 1940-1955 yılları arasında çevreden akarsular aracılığı ile (kurutulma öncesi) göle gelen yıllık su miktarı 908,5x106-1.830,4x106 m3 arasında değişmekteydi6. Adı geçen yıllar arasında su miktarları tablo 2 verilmiş olup, hiç azımsanmayacak oranlardadır.

Tablo:2. Kurutulma Öncesi Amik Gölü’ne Gelen Yıllık Su Miktarı. Yıllar Gelen Su (106

m3) Yıllar Gelen Su (106 m3)

1940 1.246,9 1948 1.578,7 1941 1.087,9 1949 995,1 1942 1.688,7 1950 1.145,4 1943 1.174,3 1951 1.354,1 1944 1.481,9 1952 1.352,9 1945 1.130,2 1953 1.449,5 1946 1.462,4 1954 1.830,4 1947 1.181,9 1955 908,5

Gölün 1940-1955 yılları arasında ortalama su kapasitesi 1.316,8x106 m3 olarak

görülür. Şimdi bu miktar hiçbir yarar sağlamadan doğrudan doğruya Asi Nehri yoluyla Samandağ sahillerinde Akdeniz’le buluşuyor. Ne yöre halkına ne de çevre olaylarına bir katkıda bulunuyor.

AMĐK GÖLÜNÜN KURUTULMA ÖYKÜSÜ Ovaya can veren, Su Kuşlarına beslenme ve barınak olan, birçok yerli ve

uluslararası göç eden balıklara (Asi Yılanbalığı) beslenme ve yetişme imkanı sağlayan Amik Gölü kurutulma cinayeti iki aşamada tamamlanmıştır. Kurutma gerekçesi için bir çok şey sayılabilir ancak, bu sebeplerin hepsi bahaneden öteye geçemez.

5 Ecz.Hasan Karaca, “Amik Gölü’nün Bildiğim Özellikleri”, Güneyde Kültür Dergisi, Sayı:27, Antakya, 1991. 6 H.Korkmaz, “Amik Gölünün Kurutulmasının Yöre Đklimine Etkileri”, Mustafa Kemal Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu, Proje Sonuç Raporu, PN:03F0701, Antakya, 2005.

Page 78: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

78

i. Birinci kurutma aşaması 1955-1958 yılları arasındadır. Yukarıda bahsettiğimiz Sarısu Gölü ve Kara Gölü kurutmayı planlayan bu çalışma, ovaya giren ana akarsuların ve bunları besleyen küçük kaynak sularının ana Amik Gölüne kadar kanallarla askıya alınmasını hedeflemiştir. Ovaya girerken belirli bir yatağı olmayan ve yayılarak merkezi göle ulaşan akarsuların belirli birer kanal açılarak kendilerine yatak yapılmasıdır. Bunlar yaz aylarında tamamen azalan ve ana gövdelerine çekilen göller ile ovaya giren akarsuları kanallarla göl yatağına birleştirmeyi akıllara getirmiş ve 1955 yılında başlanarak, Arfin Çayı Kara Gölün güneyinden açılan bir kanalla (Arfin Kanalı) Kurtuluş Köyünün kuzeyinden yüksek kum hattı aşılarak ana Amik Gölüne bağlanmış ve Kara Gölün kuruması sağlanmıştır. Yine aynı yıl Sarısu Gölünü besleyen en büyük kaynak olan Gölbaşı Gölü suyunu kaynaktan itibaren Comba köyüne kadar oluşturduğu bağlantı ve bataklıklar bir kanala alınarak etrafı yükseltilmiş ve ovadaki bataklık kurutulmuştur. Sonraki yılda Muratpaşa deresi suyu 21 km uzunluğunda bir kanala alınarak ana Amik Gölüne ulaştırmıştır. Daha sonraki yılda ise diğer önemli akarsu olan Karasu Çayı ise ovada bataklık tabanında 18 km uzunluğunda bir kanala anılmıştır. Böylece Karasu Çayının ovada oluşturduğu bataklık kurutulmuştur. Böylelikle de Sarısu Gölü ve bütün bataklıkları kurutulmuştur.

Kısaca üç yılda, ovada çok geniş bir alana yayılan sulak alan, Afrin Kanalı, Muratpaşa Kanalı, Comba Kanalı ve Karasu Kanalı ile yokedilmiş, sadece ana Amik Gölü kalmıştır. Ana Amik Gölü berrak, sazlıksız bir yapıda olmasından dolayı çok güzel bir göldü. Göle gelen su miktarı gölün havzasına sığmadığı için gölün tahliyesini hızlandırmak için 1956-1957 yıllarında küçük Asi’nin Antakya içerisinden geçen kısımlarında Asi Nehri 3-5 m derinleştirilmiştir. Bu derinleştirme daha sonraki yıllarda (1974-1975) 8-11 m’ye ulaşmıştır.

Şekil:2. 1958 sonrası Amik Gölü

Kanallardan ana Amik Gölüne taşınan sular ovada sulu tarıma geçilmesi ve diğer nedenlerden ötürü her geçen yıl azalmıştır. Hatta bazı yıllar birçok küçük kaynak göle su taşıyamaz olmuştur. Böylelikle ana Amik Gölü’nde hızla sazlık ve bataklık alanlar görülmeye başlanmıştır.

Diğer kurutulan bölgeler çeşitli şekillerde bölge halkına ve daha sonra iskan kanunu gereği birçok insana oy ve benzeri nedenlerle dağıtılmıştır. Ekim için açılmaya çalışılan

Page 79: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

79

yerlerde sazlık alanlar yakılmıştır. Bu yakılma sırasında Sarısu Gölü aynası ve çevresinde organik toprağında yanması sonucunda yer yer 2-3 metrelik çukurlar oluştuğunu büyüklerimizden müşahade ettiğimiz bilgilerdir.

ii. Đkinci kurutma aşaması 1973-1975 yılları arasındadır. 1958 yılındaki birinci kurutmadan sonra sulu tarıma ihtiyacı olmayan ve hatta bilmeyen çiftçilerde sulu tarım yapmaya kalkmaları, bölgenin bitkisi olmayan ve yaz aylarında ekilen pamuğunda çok fazla su istemesi üzerine ana Amik Gölü’de kurumaya başlamıştır. Bunun üzerine, 1970’li yılların başında ana Amik Gölü’nün de kurutulabileceği fikri ortaya çıkmıştır. 1973 yılında Arfin Kanalı, Muratpaşa Kanalı, Comba Kanalı ve Karasu Kanalı ana göl yatağında Yükseltme şeklindeki kanallarla göl aynasında askıya alınarak Büyük Dalyan Köyü yakınlarında küçük Asi Nehriyle birleştirilmiş ve faaliyetler 1975 yılında son bulmuştur. Bu kanalların yükseklikleri yer yer 5-6 m civarlarındadır. Buna karşılık kışları devam eden taşkınlar nedeniyle tahliye kapasitesini arttırmak ve hızlandırmak için Antakya içerisi Asi yatağı 8-11 m civarında derinleştirilmiştir. Antakya’nın tarihi köprüsünün kaybı da bu nedenle olmuştur.

Şekil:3. 1975 sonrası Amik Gölü ve Ovası

Page 80: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

80

SONUÇ 1975 yılında tarih ve coğrafya sayfalarından kaybolan Amik Gölü, bu tarihten

itibaren varlığını birkaç yıl daha kışları devam ettirmesine karşın gerekli drenaj ve tahliye kanalları açılması sonucu tamamen haritalardan da silinmiştir. Tabi ki, o zamanki siyasetçiler ve bazı çıkar çevreleri için istenilenden fazla verim elde edilmiş fakat bunların hepsinin “Kısa günün karı” olduğu çok geçmeden anlaşılmıştır.

Günümüze gelindiğinde, “Her şey aslına rucu eder” ilkesinin meydana gelmesini bekliyoruz. Çünkü, son 3-5 yıl içerisinde birkaç defa kısa süre için bile olsa gölün tekrar görünmesi bunun belirtileri olarak söylenebilir.

Yerel halkın gölün kurutulmasından sonra bölgenin yağış miktarlarında önemli ölçüde azalma olduğunu ve kuraklıkların meydana geldiğini söylemesine karşın, yapılan akademik çalışmalarla bu durum doğrulanamamıştır. Bununla birlikte yukarıda çok sık başvurduğumuz Korkmaz’ın 2005’de yaptığı çalışmasından da anlaşıldığı üzere yerel halkın söylediği gibi bölgede yağışlar azalmamış aksine bazı ölçüm merkezlerinde çok küçükte olsa artma görünmüştür. Ancak, gözlemlenen en önemli şeyin göl ve çevresindeki istasyonlardan alınan ölçümlerde yıllık yağış miktarının, yağışlı gün sayılarına bölünmesiyle elde edilen yıllık yağış şiddetindeki önemli farklılıktır7. Tablo 3’de Amik Gölü ve yakın çevresindeki yağış şiddeti verilmiştir.

Tablo:3. Amik Gölü ve yakın çevresinde yer alan bazı meteoroloji istasyonlarına ait günlük yağış şiddetinin aylık ve yıllık ortalamaları

Đstas. Adı

Rs.S.

O Ş Mr N My H T Ağ

E Ek. K A Y.Ort.

Antakya

KÖ.15

6,8 5,9 4,7 5,0 5,4 4,8 4,3 5,9

4,1

5,2 5,3 5,7 5,3

KS.28

12,2

12,1

11,5

10,5

16,8

6,7 16,2

3,8

8,7

11,2

12,1

12,7

11,2

Serinyol KS.10

10,2

10,0

8,9 5,4 5,7 1,6 1,6 1,5

0,4

5,4 10,8

10,9

6,0

Kırıkhan

KÖ.05

10,0

9,2 8,9 8,5 6,4 3,6 0,0 1,3

4,0

4,8 9,4 12,5

6,6

KS.22

8,6 9,7 9,0 7,1 6,3 7,8 0,0 2,5

4,5

8,0 11,2

10,0

7,1

Hassa KS.22

10,1

10,6

8,4 7,3 6,2 3,6 0,0 7,5

5,9

10,3

14,1

12,3

8,0

Đslahiye

KÖ.15

5,1 4,1 3,3 2,5 2,2 0,9 0,0 2,4

1,1

1,9 3,8 4,4 2,6

KS.28

10,5

10,2

9,5 6,8 5,2 3,7 1,0 3,3

3,5

9,0 11,3

12,1

7,2

Đskenderun

KÖ.15

3,9 3,0 2,9 3,1 3,6 2,7 0,0 2,7

3,3

5,3 4,1 3,9 3,2

KS.28

7,3 8,2 8,0 6,8 7,5 10,4

0,0 5,2

6,2

10,4

9,6 7,9 7,3

KÖ: Kurutulma Öncesi, KS: Kurutulma Sonrası, Rs.S. Rasat Sayısı Yukarıdaki bu tablo bize bölgedeki bütün istasyonlarda kurutma öncesi ile kurutma

sonrası yağışlarda yağış şiddetinin arttığını yıllık ortalamalarda görülmektedir. Bunlar yıl içerisinde düşen yağış miktarı çok daha az günde yağmakta, buda yağan yağmur sularının ovada kalmayarak çok kısa süre içerisinde denizle buluştuğunu ve hatta yağmurların ova taban suyuna karışmadan denize gittiğini anlatır. Böylelikle her geçen yıl çiftçilerin bahsettiği gibi yer altı sulama kuyularındaki su seviyesinin 200-300 m’nin altındaki derinliklere indiği savını desteklemektedir.

Taban suyunun çok derinlere inmesinden dolayı tarım yapılan topraklar yıkanamamaktır. Böylece toprakta, tuzlanma, asitlenme nedeniyle çoraklaşma ve 7 H.Korkmaz, “Amik Gölünün Kurutulmasının Yöre Đklimine Etkileri”, Mustafa Kemal Üniversitesi, Bilimsel Araştırma Projeleri Fonu, Proje Sonuç Raporu, PN:03F0701, Antakya, 2005.

Page 81: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

81

verimsizleşme hızlı bir biçimde yayılmaktadır. Çiftçilerin artık verim alamıyoruz ve ekim dahi yapamıyoruz demelerine paralel çekilen uydu fotoğraflarında bunlar açıkça görülmektedir. Susuzluktan dolayı toprakta kumul yapı rüzgârın etkisi ile yayılmakta, amik ovası artık bir çöle doğru gidişin göstergelerini içerisinde barındırmaktadır.

Gölün kurutulmasının bir de çevre yönü var, kaybolan yaban hayat ve yaban canlıları artık nesilleri bitme aşamasına gelmiş ve hatta bazıları bitmiştir. Bunlara Yılan boyunlu Sukuşu ve Arı Şahini sayılabilir. Göle özgü, karabalık ve yılan balıklarını unutmamak gerekir.

Sonsöz, insanoğlu gölün sonuyla birlikte, birçok canlı ve kendi sonunu da hazırlamış oldu. Cennetten bir köşe olan güzelim Amik Gölü’nü, Çöle çevirdi.

Bundan sonra yapılması gerekli şey; Dr. Hans Kumerloeve’in söylediği gibi: “Gölbaşı Gölü Amik Gölünden farklı bir göl değildir. Bu gölün bitki örtüsü, Amik Gölü’nünki ile aynıdır. Bu gölün geç kalınmadan koruma altına alınması gerekir. Böylece Amik Gölü’nün kurutulması ile meydana gelen zararlardan bir kısmı geri iade edilmiş olur.” sözünün gereğini yapmaktır.

Page 82: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

82

SAMANDAĞ SAHĐLĐNDE KIYI EROZYONU

Doç. Dr. F. Sancar OZANER TUBĐTAK

Kuzeyde Çevlik Limanı ile, güneyde Sabca Burnu arasında yaklaşık 14 km uzunluğa sahip olan Samandağ Sahilinin kıyı dinamiğine ilişkin çalışmalar tarafımızca izlenmektedir. Farklı yıllara göre kıyının genişleme ve daralmasına (erozyon) ilişkin verilerin elde edilmesinde aşağıdaki arşiv malzemesinden yararlanılmıştır: -1936 yılında Fransız uyruklu harita mühendislerinin yaptığı 1:2000 ölçekli kadastro paftaları(Samandağ Kaymakamlığı Kadastro Şefliği'nde mevcut) – HGK nin 1956 yılında çektiği yaklaşık 1:50.000 ölçekli hava fotoğrafları – HGK nin 1956 yılında çektiği hava fotoğraflarndan 1961 yılında ürettiği – HGK nin 1973 yılında çekilen hava fotoğraflarından 1975 yılında ürettiği 1:25.000 ölçekli

topoğrafik pafta – HGK nin 1975 yılında çektiği yaklaşık 1:20.000 ölçekli hava fotoğrafları – HGK nin 1992 yılında çektiği yaklaşık 1:20.000 ölçekli hava fotoğrafları – HGK nin 1992 yılında çektiği hava fotoğraflarından 1995 yılında ürettiği 1:25.000 ölçekli

topoğrafik pafta Kıyı çizgisinde 1993 yılına kadar meydana gelen değişiklikler yukarıda yılları verilen hava fotoğraflarının stereoskopik incelenmesi ve farklı yıllardaki haritalar üzerinde değişmeden kalan türbe, yolçatı, tarla sınırları gibi referans noktaları ile değişen kıyı çizgisi arasındaki mesafelerin ölçülmesiyle bulunmuştur. Farklı yıllarda çekilmiş hava fotoğraflarının stereoskopik olarak incelenmesiyle elde edilen bilgilerin amandağ Meteoroloji Đstasyonu'nun rüzgar rasatlarıyla karşılaştırılması sonucunda Asi Nehri'nin denize taşıdığı çökellerin büyük bir bölümünün kuzeye (Çevlik tarafına) taşındığı, bu durumun Asi Deltasının asimetrik bir şekil almasına (kuzeyi geniş, güneyi dar) yol açtığı ortaya çıkarılmıştır. 1993 yılından itibaren, Deniz kaplumbağaları Đzleme ve Değerlendirme Komitesi'nin

Samandağ'a yaptığı inceleme gezilerinde bu mesafeler bu kez bizzat arazide şeritmetre ile ölçülmeye devam edilmiş, ve bu işlem 2002 yılına dek sürdürülmüştür. 2003 yılında ise, ÖZDĐLEK Ş.Y, OZANER F.S., KASKA Y., ÖZDĐLEK H G. tarafından gerçekleştirilen “Samanda ğ kumsalındaki fiziksel ve kimyasal bazı parametrele rin yeşil kaplumba ğaların (Chelonia mydas L. 1758) yuva da ğılımı, yo ğunlu ğu ve eşey olu şumları üzerine etkilerinin belirlenmesi ve bu konud a bir eğitim programının uygulanması ” konulu TÜBĐTAK destekli proje kapsamında ölçümler yenilenmiş böylece kıyının 1956-2003 yılları arasındaki 47 yıllık periyotta ( bazı kesimlerinde 1936-2003 arasındaki 67 yıllık periyotta)değişimi ortaya çıkarılabilmiştir.

2003 yılında Samandağ sahilindeki arazi çalışması üreme sezonunun bitiminden sonra (Kasım ayı'nda) yapılmış, biyoloji ekibinin tespit ettiği yuvaların kaplumbağalar tarafından tercihinde rol aynayabilecek etmenlerin kıyı jeomorfolojine ilişkin olanları yorumlanmıştır. Bu projede kıyı çizgisinde eskiden günümüze meydana gelen değişimleri ölçmek için kullanılan referans noktaları kuzeyden güneye aşağıda verilmektedir (Harita 1) 1 Nolu referans noktası:: Çevlik Limanı'nın yaklaşık 650 m güneyindeki yol çatı. 2 Nolu referans noktası: Şeyh Rihani Türbesi 3 Nolu referans noktası: Şeyh Rihani Türbesi'nin 1950 m güneyindeki ikinci türbe. 4 Nolu referans noktası: Asi ağzı'nın yaklaşık 1250 m güneyindeki eski karakol binası 5 Nolu referans noktası: Asi ağzı'nın yaklaşık 3100 m güneyinde, Meydan mevkiinde yol çatı (Altınkum Sahil Kooperatifi binalarının 450 m kuzeyinde)

Page 83: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

83

Kıyının 1956, 1973 ve 1992 yıllarındaki durumunu gösteren 1961, 1975 ve 1995 yıllarında yapılmış haritalar üzerinde yapılan ölçüm sonuçlarına göre 1956-1973 yılları arasındaki yaklaşık 17 yıllık dönemde sahilin Asi Nehri'nin kuzeyinde kalan kesiminde kıyı çizgisi fazla değişime uğramamış(en kuzeyde 12.5 m aşınmış, onun 1350 m güneyinde 5.5 m, 3 km güneyinde ise 13 m genişlemiş, Şeyh Hızır Türbesi'nden itibaren Asi Ağzı'na kadar olan 4350 metrelik kesimde hemen hemen aynı kalmıştır), Asi'in güneyinde kalan kesimde ise 13 m kadar genişlemiş, 1973-1992 yılları arasındaki dönemde ise Asi'nin kuzeyinde kalan kesimde yer yer 35-67.5 m arasında, güneyinde kalan kesimde ise 220 metrelere varan kıyı erozyonu ortaya çıkmıştır. Samandağ Sahilinde Hakim Rüzgarların Yönü: Samandağ Meteoroloji Đstasyonu'nun Ocak 1975-Mayıs 2004 yılları arasındaki 30 yıllık rasat sonuçları, Samandağ Kıyısı'ndaki hakim rüzgarın Nisan-Ekim ayları arasında en çok WSW bazı yıllarda SW, Kasım-Mart arasında ise ENE ve NE yönlüdür. (Harita 1) Ancak, 1999-2004 yılları arasında ise hakim rüzgar kararlı bir şekilde, Nisan-Ekim arasında WSW, Kasım-Mart arasında ise ENE olmuştur Sahilde, Đlkbahar ve Yaz aylarında kararlı bir şekilde denizden karaya verev olarak (oblik) güneybatıdan esen bu hakim rüzgar kıyı boyunca KB yönünde bir kıyı akıntısının oluşmasına yol açmakta bunun sonucunda Asi'nin getirdiği çökeller kuzey yönde (Çevlik tarafına) taşınmaktadır. Samandağ sahilinde kıyı dengesinin bozulmasına neden olan olumsuz insan faaliyetleri aşağıda verilmektedir. Baraj Yapımı: Asi Nehri'nin Suriye'de kalan bölümü üzerine Suriye tarafından 3, Türkiye'de kalan bölümü üzerinde Türkiye tarafından 2 baraj yapılmıştır. Bunlar yapım tarihlerine göre şunlardır: 1935 yılında El Kasir (Katina) Barajı 1960 yılında Restan Barajı 1975 yılında Maherde Barajı 1975 yılında Tahtaköprü Barajı (Asi'nin Karasu kolu üzerinde) 1989 yılında Yarseli Barajı (Asi'nin Beyazçay kolu üzerinde) Son üç barajın devreye girmesi sonucunda Asi'nin suyunda 300 milyon m3 lük azalma olmuştur. Asi'nin üzerinde veya yan kollarında yapılan barajların yapım tarihleriyle kıyı mesafesi ölçüm değerleri birlikte yorumlandığında, Suriyenin 1935 yılında Asi üzerine yaptığı Katina Barajının kıyının daralmasına yol açmadığı, 1936-1956 arasında Şeyh Rihani Türbesi'nin bulunduğu noktada kıyının 15.5 m genişlemesinden alaşılmaktadır.Suriye'nin 1960 yılında yaptığı ikinci barajdan (Restan) sonra kıyıya gelen çökellerin azaldığı , bunun sonucunda kıyının eskiden olduğu gibi genişleyemediği (hemen hemen sabit kaldığı) görülmekte, ancak 1975 yılı ve sonrasında yapılan üç barajdan sonra kıyının önemli ölçüde aşındığı anlaşılmaktadır. Bu aşınmada, kıyının Harita 2de görülen büyük bir kesiminin 1973-1991 yılları arasında kum ocağı olarak işletilmesinin de payı vardır. Plajın ve bitişiğindek kıyı kumullarının kum ocağı olarak kullanımı Samandağ Sahili'nin farklı bölümleri Đl Özel Đdaresi'nin verdiği ruhsatlarla değişik firmalar tarafından farklı tarihlerde kum ocağı olarak kullanılmıştır. Harita 2 de işaretlenen, kum alınan bölgelerin lokaliteleri ve uzunlukları kuzeydeki Çevlik Limanı (0) alınarak, tarih sırasına göre aşağıda verilmektedir: 0-800 metre arasındaki kesim: 1968-1973 yılları arasında kum ocağı olarak çalıştırılmıştır.

Page 84: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

84

7200-9500m arasındaki kesim(Asi Ağzı'ndan başlayarak kuzeyindeki 2300 metrelik kıyı kesimi): 1973-1978 yılları arasında kum ocağı olarak kullanılmış, genişliği yer yer 160 metreye yüksekliği 5-6 metreye ulaşan kumul tepeleri taban suyu seviyesine kadar alınarak ortadan kaldırılmıştır. 5550-7200 m arasındaki kesim (Şeyhhızır Türbesi'nin 2 km güneyindeki türbe ile onun 1650m kuzeyindeki kanal arasındaki sahil kesimi): 1978-1983 yılları arasında kum ocağı olarak kullanılarak ortadan kaldırılmıştır. 5200-5550 metreler arasındaki kesim (eski lagün ağzı ile kuzeyindeki yazlık evlerin başladığı nokta arasındaki 350 m uzunluğundaki kesim): 1983-1986 yılları arasında kum ocağı olarak işletilmiştir. 9750-11750 metreler arasındaki kesim (Asi ağzından başlayarak güneyindeki 2 km lik sahil kesimi): 1986-1991 yılları arasında kum ocağı olarak çalıştırılmış ve burada genişliği yer yer 195 metreye, yüksekliği 5-6 metreye ulaşan kıyı kumulları tamamen ortadan kaldırılmıştır. Çevre Bakanlığı'nın koordinatörlüğünde oluşturulan Bakanlıklararası Deniz Kaplumbağaları Đzleme ve Değerlendirme Komitesi'nin 1991 yılında Samandağ Sahili'nde yaptığı izleme çalışması sırasında bu kum ocağı'nın varlığı fark edilerek kapatılması için Çevre Bakanlığı'na başvurulmuş, bunun üzerine Özel Đdare kum ocağı ihalesini yenilememiş, böylece buradaki kum ocağı 1991 yılının sonunda kapatılmıştır. O tarihten itibaren Samandağ Sahili'nde kum ocağı açılmasına izin verilmemiş, ancak , Şeyh Hızır Türbesi'nin bir km kuzeyi ve güneyindeki kesimlerin(buralar yazlıkcılar tarafından korunmaktadır) dışındaki kıyı kesiminin tamamından farklı zamanlarda kaçak kum alımı sürdürülmüş, bunun sonucunda kıyı gerisinde, kıyının doğal profilini bozan büyüklü küçüklü çok sayıda çukurluklar oluşmuştur. 1993 yılı le 2002 yılı arasında sahilde şeritmetre ile yapılan ölçumlerde yasal kum alımının durdurulmasından sonra erozyon değerlerinin 8-10 metrelere indiğini, daha önce büyük çapta kum alınan yerlerde ise 12-25 m arasında bariz br büyüme olduğunu ortaya koymaktadır. Son on yıllık dönemde en kuzeydeki lokalitede 18.5 m gibi normalin üzerinde bir erozyonun meydana gelmesi bu süre içerisinde bu lokaliteden büyük ölçüde kaçak kum alımının gerçekleştirildiğini göstermektedir. 1993 yılı le 2002 yılı arasında sahilde şeritmetre ile yapılan ölçumlerde yasal kum alımının durdurulmasından sonra erozyon değerlerinin 8-10 metrelere indiğini, daha önce büyük çapta kum alınan yerlerde ise 12-25 m arasında bariz br büyüme olduğunu ortaya koymaktadır. Son on yıllık dönemde en kuzeydeki lokalitede 18.5 m gibi normalin üzerinde bir erozyonun meydana gelmesi bu süre içerisinde bu lokaliteden büyük ölçüde kaçak kum alımının gerçekleştirildiğini göstermektedir.

Page 85: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

85

Harita. 1: Samanda ğ Sahilinde Hakim rüzgar ve hakim kıyı akıntısının y önünü gösteren harita.

Page 86: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

86

Harita 2: Samanda ğ Sahili'nde Özel Đdare'nin verdi ği ruhsatlarla kum oca ğı olarak kullanılmak suretiyle büyük çapta kum alınan bölgel eri ve kıyı mesafelerinin ölçüldü ğü referans noktalarını gösteren harita.

Page 87: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

87

Gölden Ovaya, Ovadan Kente Amik Havzasının De ğişimi. Đnsan-Tarım-Yerle şke Đlişkisi ve Çevreye Etkisi

ve Sınır Aşan, Sınır Çizen Sular ve Asi Örne ği

Hasan Göksel Özdilek Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Mühendislik-Mi marlık Fakültesi, Çevre Mühendisli ği Bölümü Ö ğretim Üyesi, Terzio ğlu Yerle şkesi 17020 Çanakkale

Telefon: (0 286) 2180018 (dahili 1810) Belgegeçer : (0 286) 2180541

E-posta: [email protected] URL: http://myprofile.cos.com/G_Ozdilek

Hazreti Đsa zamanında Roma Đmparatorluğu’nun en önemli üçüncü kenti olan tarihi Antakya MÖ 300 yıllarında kuruldu ve MÖ 64’e kadar Selucid Đmparatorluğu’nun başkenti idi. O yıllarda Antakya’da devasa su kemerleri, bir imparatorluk sarayı, bir sirk, bir amfitiyatro, bir forum alanı ve bir büyük koloni bulunmaktadır. Daha sonraki çağda Kudüs’ten önce Haçlı Orduları’nın son durağı olan Antakya o dönemin yazarlarından anlaşıldığı kadarı ile Akdeniz’den şehre gemilerin Asi Nehri yolu ile ulaşımı mümkün olan bir kentti. Aynı zamanda Ölü Deniz Fayından dolayı üzerinde pek çok depremin meydana geldiği ve zaman zaman kent nüfusunun büyük bölümlerinin bu depremlerde kaybedildiği de yapılan araştırmalarla kesinleşmiştir.

Tarihi belgelerde belirtildiğine göre, Hatay Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmadan önce 1938’de, 5 kazadan (Antakya, Đskenderun, Kırıkhan, Yayladağ (o zamanki adı ile Ordu) ve Reyhanlı (o zamanki adıyla Reyhaniye)) oluşuyordu ve toplam olarak 234.379 nüfusa sahipti. Akgöl olarak da isimlendirilen Amik Gölü, Reyhanlı, Kırıkhan ve Antakya ilçelerinin ortasında yer alıyordu.

1960’larda zamanın gençlerinin su kuşları avladığı, balık tuttuğu, avlanmak için gelen

turistlere rehberlik yaparak iyi gelir elde ettikleri yıllarda bu gölün üzerine yakın gelecekte bir havaalanı yapılacağı söylense herhalde çok az insan inanırdı. Oysa gerçekten 1963’e kadar çok yakında, Antakya’ya 65 km ötede, Đskenderun’da, bir havaalanı aktif olarak hizmet veriyordu. 1970’lerde artık Amik Gölü’nü besleyen can damarları (akarsu kaynaklarının) önleri kesilmiş ve göl yavaş yavaş kendini besleyen kaynaklardan mahrum bırakılmıştı. Sonunda göl ovaya dönüştürüldü. Özellikle pamuk açısından verimli olacağı düşünülüyordu. Oysa pamuk, konvansiyonel yöntemlerle yetiştirildiğinde, yetiştirilmesi süresince aşırı su isteyen bir üründür. Bu sadece üründen değil aynı zamanda toprak yapısı ve iklim koşulları nedeniyle de kaynaklanmaktadır. Öte yandan Hatay’a iki yandan komşu olan Suriye 1985’de 650.000 hektar olan sulanan tarım alanını 2002’ye kadar 1.300.000 hektara çıkarmıştır. Nüfus bakımından yıllık ortalama %3 büyüyen Suriye hem artan endüstriyel ve kentsel hem de tarımsal su ihtiyacını ana olarak iki kaynaktan sağlamaktadır: Doğu kesiminde Fırat-Dicle, batı kesiminde ise Asi Nehrinden. Suriye kullandığı suyun %87’sini tarımsal sulamada, %9’unu kentsel alanda ve %4’ünü de endüstriyel proseslerde değerlendirmektedir. Hama ve Humus şehirlerinin su ve elektrik ihtiyacını karşılamak amacıyla Rustam ve Hilfay-Mehardoh Barajlarının yapımı tamamlanıp isletmeye alınmış; Kastoun Barajının yapımı planlanmış, Zeyzun Barajı’da inşaa edildiği halde 2002 yılında bir selden sonra yıkılmıştır. Suriye topraklarında yer alan Asi Nehri Havzasında %70 oranında buğday ve pamuk yetiştirilmektedir. Bu alan Suriye’nin toplam tarımsal alanının %25’ini oluşturmaktadır ancak sulamaya duyulan keskin ihtiyaç dolayısı ile yeraltı su seviyesi 1990-2000 yılları arasında ortalama 57 m düşmüştür.

Page 88: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

88

Aşağı Asi Vadisi’nin başlangıcında kurulu olan il merkezinin denizden yüksekliği yaklaşık 85 m’dir. Alanının %46’sını dağların oluşturduğu ilde, ovalar % 34’lük bir paya sahiptir. % 97’si kültüre elverişli olan Hatay topraklarının yaklaşık yarısını ekili-dikili alanlar kaplamaktadır.

Asi Vadisi, Lübnan Dağlarının kuzeydoğu yamaçlarından başlar ve Lübnan Dağları ile

Antilübnan Dağları arasında, geniş Bekaa Vadisini oluşturur. Sonra kuzeydoğu yönünde uzanarak Suriye topraklarına girer. Hama şehrini geçtikten sonra batıya döner, Ansariye Dağları’nın doğu ucunda vadi tabanı genişler ve kuzeye döner. Yer yer geniş düzlükler ve bataklıklar oluşturan vadi tabanı, Hatay ili sınırları yakınlarında yeniden daralır. Etun yöresinden Türkiye’ye göre Asi Vadisi yaklaşık 30 km Suriye ile sınır oluşturacak şekilde uzanır. Burada vadi, Keldağı’nın doğu uzantılarını oluşturan platoların ortasından kuzeye doğru sokulan dar ve derin bir oluk biçimindedir. Asi Vadisi’nin tabanı Hatay il topraklarında kuzeybatıya dönüş noktasında birden genişler. Asi ırmağı, Amanos dağları ile Keldağı arasında bir vadi açarak Akdeniz’de sonlanmadan önce, yöre kapalı bir havzaydı. Asi ırmağı ve kollarının taşıdığı bütün maddeler, bu kapalı havza yakınında yığıldı. Böylece zamanla Asi Vadisi ve öbür vadilerin tabanları birleşti ve çok geniş düzlükler oluştu. Asi, Karasu ve Afrin vadilerinin dolması ve birleşmesi ile ortaya çıkan bu çok geniş düzlükler, önceleri Amik Gölünü, gölün kurutulmasından sonra da Amik Ovasını oluşturmuştur.

Hatay Đlinin topraklarının % 50’si (270.766 hektarı) tarım alanı olup, toprakları bereketli ovalarla kaplıdır. Dörtyol-Erzin-Payas Ovaları, Đskenderun-Arsuz ve Samandağ Ovaları Hatay’ın kıyı ovalarıdır. Hatay’ın en büyük ovası Amik Ovası olup, 119.300 hektar büyüklüğündedir. Kabaca Amik Ovası Hatay Đli toplam tarım alanının %44’ü ve Hatay Đli toplam alanının %22’sidir. Amik Ovası, Hatay Đlinin orta kesiminde Asi, Karasu ve Afrin vadi tabanlarının dolmasıyla ortaya çıkan geniş bir düzlüktür. Amik Ovası, kil, kireçli balçık ve kumdan oluşan yaklaşık 60 metre kalınlığında bir alüvyon toprak tabakasıyla örtülüdür. Ovada belli başlı yetiştirilen ürünler; pamuk, buğday ve II. ürün mısırdır. Ayrıca bir miktar arpa, yulaf, ayçiçeği gibi tarla ürünleri ile biber, soğan, bamya gibi sebzeler yetiştirilmektedir.

Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta ise Hatay’ın nüfus yoğunluğudur. Yaklaşık kilometrekareye 232 kişi olan Hatay’ın nüfus yoğunluğu Türkiye ortalamasının (85) neredeyse üç katıdır. Đlin toplam nüfusunun bayan kısmı erkek kısmına göre sayı olarak 10.000’den fazladır. Bu da ildeki aktif erkek nüfusunun iş veya diğer nedenlerden dolayı başka yerlerde bulundukları ve ortalama ömür süresinin erkeklerde daha kısa olması ile açıklanabilir. Đldeki genelde akraba evliliği kaynaklı özürlülük oranı %2’den fazladır ve bu oran Türkiye geneline (%1,8) göre yüksektir.

Yukarıda bahsedilen (1938’e ait) nüfus ile bugünkü nüfus arasında tam olarak 50 kişi/km2‘den 232 kişi/km2 arasında 4,6 katlık bir fark meydana gelmiştir. Başka bir ifadeyle, Tablo 1. Hatay ve Türkiye Nüfus Kıyaslaması Sayım Yılı Hatay

Nüfusu Nüfus Yoğunluğu, kişi/km2

Nüfus artış hızı, ‰

Türkiye nüfus artış hızı, ‰

1940 246.138 45 - 1,959 1945 254.141 47 0,640 1,059 1950 296.799 54 3,103 2,173 1955 363.631 67 4,062 2,775 1960 441.209 81 3,868 2,853 1965 506.154 93 2,746 2,462 1970 591.064 109 3,102 2,519 1975 744.113 137 4,605 2,500 1980 856.271 158 2,808 2,065 1985 1.002.252 185 3,148 2,488 1990 1,109.75 205 2,037 2,171 1997 1.205.735 223 1,066 1,508 2000 1.253.726 232 1,219 1,530

Page 89: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

89

65 yıl içerisinde nüfus 4,6 kat artmıştır ki bu da kaba (matematiksel) ortalamayla yılda

yaklaşık %7’lik bir artışa tekabül etmektedir. Türkiye'de 2003 senesinde yaklaşık 1.174.800 bebek doğmuştur. En çok sayıda

bebeğin doğduğu iller sırasıyla Şanlıurfa, Konya, Hatay, Diyarbakır ve Samsun seklinde not edilmiş olup; 1 milyon 600 bin nüfuslu Şanlıurfa'nın nüfusu yeni doğumlarla binde 26.6; 2 milyon 300 bin nüfuslu Konya binde 17.7; 1 milyon 300 bin nüfuslu Hatay binde 23.9; 1 milyon 400 bin nüfuslu Diyarbakır binde 22; ve 1 milyon 200 bin nüfuslu Samsun binde 25.4 artmıştır (Radikal, 2004). Bu veri ise doğurganlığın Hatay’da ne derece yüksek olduğunu göstermektedir. Şekil 1. Hatay ve Antakya nüfusları ve nüfus yoğunlukları

Hatay Đlinin Türkiye’nin tarımsal üretimi içindeki payına baktığımızda; pamuk (kütlü) %10, taze soğan %9, marul (göbekli) %25, maydanoz %40, erik %7, zeytin %5, portakal %18, mandalina %20 ve nar %8 oranıyla ilk sıralarda yer almaktadır. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere yetiştirilmesi boyunca sulamaya ihtiyaç duyulan maydanoz ve marul üretimi ilde oldukça yaygındır. Ancak, Amik Ovası’nı tehdit eden en önemli faktörler arasında yer alan aşırı sulama, bilinçsiz tarımsal ilaç kullanımı ve havaalanı ile benzeri medeniyet yapılarının (TIR garajları, yollar, çöplükler, depolar, atölyeler) kurulması Ovayı verimsizleştiren ve topraklarının amaç dışı kullanılması sonucu ana kullanım amacından uzaklaştıran unsurlardır. Hatay’da nadasa bırakılan alan (%0,12) Türkiye geneline (%19) göre kıyaslanamayacak derecede küçüktür. Yani il yılda en az bir kez ürün alınan tarımsal topraklara sahiptir. Ekilen-dikilen tarım arazilerinin %22,14’ü meyve bahçeleri, bağlar ve zeytinlikler, %12,7’si ise sebze ekilen topraklardır. Demek ki tahıl ve pamuk ekilen topraklar Hatay’da (%65) Türkiye ile kıyaslanabilecek düzeydedir (Türkiye ortalaması %67,5).

Hatay’da üretilen hayvansal ürünler içinde süt ilk sırayı almaktadır. Hatay’ın en önemli hayvansal ürünü olan süt, Türkiye yıllık süt üretiminin % 1,3’ne, et üretimi ise Türkiye yıllık et üretiminin % 1’ne karşılık gelmektedir. Nüfusla kıyaslandığında ildeki ne et ne de süt üretiminin Türkiye nüfusunun %1,8’ine sahip Hatay’da verimli şekilde gerçekleştirildiği söylenemez.

0

250000

500000

750000

1000000

1250000

1500000

1930 1940 1950 1960 1970 1980 1990 2000 2010

Sene

Nuf

us v

e N

ufus

Yog

unlu

gu

0

50

100

150

200

250

300Nufus Antakya NufusuNufus yogunlugu Doğrusal (Antakya Nufusu)

1938 nüfusu 234.379

Page 90: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

90

Bir yandan Hatay ili dışından ve içinden, önceden göçer olanlardan, bölgeye

yerleştirilen nüfus bir yandan da aşırı nüfus artışı Hatay nüfusunun hızlı artışıyla sonuçlandı ancak bu nüfusunun çoğu tarım ve hayvancılığa bağlı olan nüfusun tarımda mekanizasyonunu beraberinde getirmedi. Öte yandan ticaret bakımından önemli bir yol üzerinde yer almasından dolayı imkanı olan girişimciler TIR veya diğer benzer nakliye araçları edinme yolunu seçtiler. Bu yüzdendir ki ihracatçıların resmi rakamlarına göre Hatay il bazında günümüz istatistiklerine göre Türkiye’nin en geniş ikinci TIR filosuna sahiptir. Hatay’da taşıt sahibi olanların büyük bir kısmı (üçte birinden fazlası) motosikleti tercih etmektedir. Bu oran (Hatay’da %35,87) ise ülke genelinin (%13,16) üç katı civarındadır. Hatay Valiliği de (2006) Hatay’ın nakliye sektöründe Đstanbul’dan sonra en geniş filoya sahip ikinci il olduğunu belirtmektedir. Hatay’daki nakliye şirketlerine kayıtlı 4 binden fazla çekici (TIR) bulunmaktadır. Hatay’lı nakliyecilerin en çok ihraç taşımacılığı yaptığı ülkeler sırasıyla Suudi Arabistan, Romanya, Ürdün, Irak, Rusya, Suriye ve Almanya`dır.

Ülkemizin gayri safi yurtiçi hasılası içerisinde (GSYĐH) Hatay ili, en büyük katkıyı sağlayan 12. il konumundadır. Nüfus bakımından ise Hatay Türkiye içinde 13. sıradadır.

Hatay gerek Đskenderun limanı ve Cilvegözü Gümrük Kapısı’ndan yapılan ihracatla,

gerekse Akdeniz Đhracatçı Birlikleri kanalıyla ilimiz dışındaki gümrük kapılarından yapılan ihracat ile yılda 1 milyar dolardan fazla ihracat gerçekleştiren iller arasındadır. Kaba bir hesapla, Hatay’da kişi başına ihracatın yıllık bazda yaklaşık 800 dolar olduğu ortaya çıkarılabilir. Bu ihracatın önemli bir oranının tarımsal ürünlerden oluştuğundan hareketle ildeki mevcut tarım arazilerinin korunması ve amaç dışı kullanımının engellenmesi yönünde adımlar atılmasının önemi bir kez daha ortaya çıkar.

Eski veya yeni, temiz veya kirleten, modern veya baştan savma pek çok TIR bu ilin sınırlarında ve Ortadoğu’dan Rusya’ya ve Avrupa’ya kadar seferlerini gerçekleştirme bu da yanında TIR park yerlerinin, geniş ve pürüzsüz yolların, TIR bakım ve onarım atölyelerinin olmasını gerektirmektedir. Bu da iki alternatifi beraberinde sunmaktadır. Bunlardan ilki taşımacılığın deniz yoluyla yapılması ikincisi ise havayolu ile taşımacılıktır. Hatay’da denizcilik, Đskenderun limanı merkez olmak kaydıyla belirli alanlarda önem arz ederse de bunun dışında yüksek kapasiteli bir liman bulunmamaktadır. Đkinci seçenek olan havaalanı zaten Đskenderun’da ta 1960’larda mevcuttu ancak günümüz koşullarına göre yetersizdir ve Đskenderun’un zamanla gelişmesi ve genişlemesi ile şehir içinde kalmıştı. Artık bu havaalanı, ildeki üniversitenin Sivil Havacılık Yüksek Okulu’na ait olduğu belirtilse de, genellikle yürüyüş ve spor yapanların gözde yerlerinden biri niteliğindedir. Bu sırada plancıların aklına Amik Ovası geldi: Gölden bozma ova. Öyle ya, artık Ova da tarım arazisi olma niteliğini (1) tarlaların yavaş yavaş küçülmesi (paylaştırılması); (2) aşırı sulama ve bilinçsiz tarımsal ilaç kullanımı yüzünden verimsizleşme ve (3) çevre yolu ve diğer bağlantı yollarının inşası yüzünden verimli toprakları kaybetme sorunları ile yüz yüze kalıyordu. Bunların üstüne 2001’de yaşanan sel felaketi ve müteakiben 2003 baharında Amik Ovası’nda verimli bahar yağışlarından sonra göl aynasının yeniden suyla dolması yüzünden Amik Gölü kısa süreli de olsa kendini tekrar göstermişti.

Türkiye’nin bir tarım ülkesi ve Hatay’da Türkiye’nin en önemli tarım topraklarından bir kısmına sahip olduğu halde Türkiye’deki toplam traktörlerin sayısının toplam motorlu araç sayısına oranı %11 civarındadır. Ancak Hatay’da aynı oran %6,8’dir. Bir başka deyimle, Hatay tarımda mekanizasyon bakımından Türkiye’nin gerisindedir. Oysa bir yandan barajlar ve göletler inşa eden bir taraftan da mevcut sulak alanları kurutup tarım arazisi elde etmek yolunda çabalayan dönemin Türkiye’si tarımda sanayileşmeye de çalışıyordu. Acaba en başından Amik Gölü’nün kurutulmasından kısa bir süre sonra (yaklaşık 30 yıl) buranın hızla betonlaşacağı öngörülmüş müydü?

Page 91: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

91

Güncel olarak Ova üzerinde bulunan köyler arasında yapılan bir araştırmaya göre komşu köyler açısından bile çevre ve çevre duyarlılığı arasından çok bariz farkların olduğu saptanmıştır. Örneğin, aralarında 3 kilometre uzaklık bulunan iki köyden birisi çıkan evsel katı atıklarını poşetlere doldurup hemen kenarındaki, sadece yağışlı mevsimde bariz şekilde su taşıyan, tahliye kanalına boşaltırken ve bunun normal ve uygulanabilir bir çözüm olduğunu dile getirirken; diğer komşu köy köyün uygun bir yerine evsel katı atıkları depolayacak, etrafı fiziki engellerle çevrili ve kireçlenen bir alanın ihtiyacını fazlasıyla hissettiğini belirtmektedir. Her ne kadar ikinci çözüm kabul edilebilir bir yolsa da geri dönüştürülen 1 ton cam için 100 litre petrol ve 1 ton kullanılmış kağıt için 17 iri ağaç kurtarılmaktadır. Plastiğin ise doğadaki parçalanma suresi 2000 YILDIR. Denize atılan plastik ambalaj malzemeleri 450 yılda (dalgalar ve fiziki aşınmanın da yardımıyla) parçalanırlar. Alüminyum kutuların sudaki parçalanma süresi ortalama 400 yıl civarındadır. Sulak alanların kurutulması ve hidrolojik çevrime başka türden dışarıdan yapılan etkiler (örneğin yer yüzeyine düşen suyun topraktaki infiltrasyonunu azaltan etmenler, kısaca betonlaşma) mikro ve makroklimayı etkilemektedir. Devlet Meteoroloji Đşleri Genel Müdürlüğü 2004-2005 tarım yılı verilerine göre Hatay Đlinin tamamı uzun yıllar ortalamasından daha düşük yağış almıştır. Bu da doğal olarak tarımsal ürünlerden çiftçinin daha yüksek verim alması için su girdisine olan ihtiyacını artırmıştır. Kişisel bir görüşmemde Kumlu Belediye Başkanı Sayın Rıfat Akkuyu, 10 yıl önce 57 m’de buldukları yeraltı suyunu son yıllarda 140 m’de bulabildiklerini belirtmiştir. Hatay’da incelenen 59 kuyu arasından özellikle Asi Nehri çevresinde Antakya’dan sonraki kuyulardaki su kalitesi sulama suyu bakımından kalitesiz bulunmuştur (Sangün ve arkadaşları, 2007).

Hatay'daki 75 bin metrekarelik gölün suyu, 1968'de açılan dört drenaj kanalıyla Asi Nehri'ne boşaltılmasıyla altı yılda kurutulan alanın, çevreye göre altı metre aşağıda kaldığı not edilmiştir (Radikal Gazetesi, 2005). Drenaj kanallarının tıkanması sonucu da –ki bunun en büyük sebeplerinden birisi katı atıklardır- en küçük yağmurda dolmakta, hemen hemen her yıl ekili alanlar su altında kalmaktadır. Gölün kurutulmasıyla Hatay ikliminin de değiştiği kaydediliyor (Devlet Meteoroloji Đşleri): yağışlar düzensizleşmesi ve sellerin artması şeklinde.

Çeşitli iklim modellerine göre, Türkiye üzerindeki yıllık ortalama hava sıcaklıklarının, 2050 yılına kadar, yalnız sera gazlarındaki artışlar dikkate alındığında, 2-3 °C arasında; sera gazlarındaki ve sülfat parçacıklarındaki değişiklikler birlikte dikkate alındığında ise 1-2 °C arasında artacağı öngörülmektedir. Uzun yıllardır ilkbahar ve yaz gece hava sıcaklıklarında gözlenen ısınma eğilimleri ve kış yağışlarındaki azalma eğilimleri ile özellikle son yıllarda yaşanan ekstrem sıcaklıklar, yağış yetersizliğine bağlı yaygın ve şiddetli meteorolojik kuraklıklar ve sıklıklarında giderek artış gözlenen taşkınlar ve seller gibi öteki doğal afetler de dikkate alındığında, Türkiye'nin küresel iklim değişikliğine ve onun olası etkilerine karşı çok duyarlı olduğu söylenebilir.

2004-2005 tarım yılı kuraklık durumu uzun yıllar ortalaması ile kıyaslandığında Hatay Đli, Amik Ovası’nın kuzeyinden başlayarak daha kurak, güneyi ise uzun yıllar ortalaması ile benzer bulunmuştur. Amik Ovası’nın güneyinin kuraklık durumunun uzun yıllar ortalamasına göre benzer durumda olmasının bir nedeni yaz aylarında denizden karaya doğru esen rüzgarların beraberinde nemi de içermesi, rüzgarların serinletici etkisi ve kısmen Yarseli Barajı’nın çevresine mikro ölçekteki etkisi olabilir.

Bir yandan hızlı nüfus artışının getirdiği hızla artan konut ihtiyacı, bir yandan gelir düzeyindeki artışla kalabalık yerleşim merkezlerinden uzaklara taşınma ihtiyacı, bir diğer yandan artan trafiğe cevap vermek için tarımsal alanların yola dönüştürülmesi ve eskiden göl olan bölgeye bir havaalanının yapılması, tarımsal alanların kaybına yol açmakla beraber, Hatay’ın tarımsal üretiminde yüksek oranda bir düşmenin söz konusu olmadığı bir gerçektir. Bunun ana nedenleri artan tarımsal sulama, artan seralar, üretim tekniklerindeki gelişmeler,

Page 92: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

92

artan ve genellikle kontrolsüzce yapılan insektisid ve pestisid uygulamaları şeklinde sıralanabilir. Aslında Hatay’ın ortasından geçen Asi Nehri sadece fiziksel bir kaynak olarak değerlendirilmemelidir. Çünkü insan ve çevre sağlığı su ile sıkı sıkıya ilişkilidir. Nitekim 2000-2004 Sağlık Bakanlığı verilerine dayanarak ishal oranının Hatay Đl genelinde Türkiye ile kıyaslandığında daha yüksek gerçekleştiği saptanmıştır. Sadece, 2002-2004 döneminde Hatay’da teşhis edilen ishal vakasının Türkiye’deki toplam ishal vakasına oranı ortalama 0,0283 olarak hesaplanmıştır. Oysa Hatay’ın Türkiye nüfusu içindeki payı 0,018 (başka bir ifadeyle %1,8) civarındadır.

Basilli dizanteri vakaları da Hatay’da yüksektir. Örneğin 2000, 2001, 2002 ve 2003 yıllarında Hatay’daki basilli dizanteri morbidite oranları (yüzbinde olmak kaydıyla) sırası ile 1,7; 12,9; 2,4 ve 3,8 olarak bildirilmiş (T.C. Sağlık Bakanlığı, 2005) bu rakamlarda aynı yılların basilli dizanteri Türkiye ortalaması olan 1,6; 1,95; 1,5 ve 0,63 morbidite değerlerinden yüksek bulunmuştur. Özellikle 2001 yılındaki durum dikkat çekicidir. Ayni yıl Mayıs ayı içinde Antakya’da sel olduğunu belirtmekte fayda vardır. Yani Hatay su ile bulaşan hastalıklar, özellikle ishal ve basilli dizanteri yönünden problemli olan bir ilimizdir.

Hatay il çapında kaydedilen ishallerin Türkiye’deki tüm ishal vakalarına oranı 2001-

2004 arasında %2,6; %2,55; %3 ve %2,8 olarak gerçekleşmiştir. Bu da ildeki içme ve kullanma sularındaki olumsuz durumu belirtmektedir.

Gerek Amik Ovasının ortasından geçen Asi Nehri’nin Haziran-Eylül ayları boyunca tarımsal sulama amacıyla yoğun kullanımı ve yer yer su birikintileri dışında akışa izin vermeyecek derecede setlerle üzerine gem vurulması gerekse tarım yoğun periyot boyunca tarımsal ilaç ve gübrelemenin aşırılığı uzun geçen kurak mevsim (yaklaşık 90-100 gün) sonunda meydana gelen ilk yağış (genellikle her yılın Eylül ayının birinci veya ikinci haftası içinde meydana gelmektedir) beraberinde aşırı bir kirliliği de taşımaktadır. Đşte tatlı su balıklarının ya aniden gelen akıntıya dayanamayıp ya da (ilk yağışla meydana gelen akışla) suda çözünmüş olarak veya katı tanecikler üzerinde taşınan kimyasalların bünyeleri üzerinde meydana getirdiği toksik etkiye dayanamayıp veya her iki etkenin beraberce etkileri sonucu canlılar ve doğal çevrenin dengesi açısından hazin sonuçlarla noktalanmaktadır. Her ne kadar Asi Nehri tarımsal sulama için aşırı derecede kullanılıyorsa da bu su yeterli olamamaktadır. Gerek sulama kanallarına uzak gerekse Asi Nehri kıyısında yer alsa da Asi Nehri üzerinde Amik Ovası’nın alt havzasında (bölgelerinde) kalan tarımsal alanlarda yeraltı su kuyuları olmazsa olmazlardandır. Ancak bu kuyularda her sene su seviyesi biraz daha düşmektedir. Bu da ilk yatırım ve enerji maliyetlerini gün geçtikçe artırmaktadır. Akılcı olan ise tarımsal sulamanın, evaporasyonun minimum düzeylerde olduğu serin saatlerde (gece veya sabaha karşı) yapılması, tasarruflu sulama sistemlerinin kullanımına başlanması ve etkin bir şekilde uygulanması ve aşırı sulamadan (toprak su doygunluğuna kavuşuncaya kadar değil) kaçınılmasının çiftçilere öğretilmesidir.

Bakteriyolojik, kimyasal ve fiziksel bakımdan incelenen içme ve kullanma sularında Hatay’da problemler olduğunu söylemek mümkündür. Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı analizlerin sonuçlarına göre 2000-2004 döneminde, kimyasal bakımdan kullanmaya uygun olan sular Hatay’da yıllara göre sırasıyla %57; %57; %62; 71% ve 62% olarak tespit edilmiştir. Bu değerlerin hepsi aynı dönemi kapsayan Türkiye ortalamasından düşüktür. Türkiye’de kimyasal bakımdan kullanıma uygun olmayan sular aynı dönemde %76; %74; %79; 78% ve %78 olarak saptanmıştır. Mikrobiyolojik bakımdan kullanılması uygun olan sular ise Hatay’da 2000-2004 döneminde sırasıyla %78; %73; %70; %62 ve %81 olarak saptanmış; bu rakamların bazıları Türkiye ortalamasından yüksek bulunmuştur. Türkiye’de aynı dönemde mikrobiyolojik açıdan kullanıma uygun olan sular %77; %76; %78; %85 ve %79 olarak rapor edilmiştir.

Page 93: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

93

Yani 2001, 2001 ve 2003 Hatay su durumu, Türkiye’ye göre kullanımda mikrobiyolojik açıdan daha vahim durumdadır.

Hatay’da halk sağlığı açısından önem kazanan bir diğer sorun da gıda maddeleri (özellikle gıda maddelerindeki kimyasal bakımdan) kirliliğidir. Hatay il çapında 2000-2004 yılları arasında analizi yapılan gıda maddelerinin sırasıyla %81; %81; %35; %89 ve %21’i kimyasal olarak tüketime uygun bulunmuştur. Bu oranlar Türkiye için %88; %87; %86; %92 ve %86 oranında gerçekleşmiştir. Yani rapor edilen son 5 yıl içinde Hatay’da güvenli gıda oranı Türkiye’ye göre daha düşüktür. Bu da halk sağlığı konusunda daha sıkı denetimlerin yapılması sonucunu doğurmaktadır.

Sorun sadece su ve gıda güvenliğinden kaynaklanmamaktadır. Türkiye Đstatistik

Kurumu 2000 rakamlarına göre Hatay’da ev içinde tuvalet, banyo, mutfak ve borulu su bulunma oranları sırası ile %79; %90; %92 ve %86 civarındadır. Oysa aynı rakamlar Türkiye geneli için %82; %94; %95 ve %89’dur. Bu da yaşam yeri ve kalitesi açısından Hatay’ın Türkiye geneline nazaran daha dezavantajlı olduğunun bir göstergesidir.

Zaman zaman çevre sağlığı konusunda ne derece duyarsız olduğumuzu gözler önüne seren pek çok örnek mevcuttur. Ocak 2006’da Asi Nehri boyunca yapmış olduğum örneklemede nehre gelişigüzel kurban edilen hayvan üyelerinin atıldıklarına şahit oldum. Oysa bu olaydan daha bir kaç hafta önce ‘Kurban Atıklarının Yönetmeliği’ yürürlüğe girmişti. Bu ise kuralın olduğu ancak işletilemediği bir durumu belirtmektedir. Asi Nehri piranhalara ev sahipliği yapan bir su kaynağı olsaydı, sanırım piranhalar için oldukça hoş bir bayram geçecekti. Asi Nehri üzerinde Antakya şehir merkezinin yaklaşık 10 km kuzeyindeki Narlıca Köprüsü’nde gerçekleşen kurban atıklarının gelişigüzel nehir kenarına atılması duyarsızlığımızı gözler önüne sermektedir. Bu bakımdan en azından gelecek senelerde kurban atıklarının bir çukur açılarak ve bu çukurun olabildiğince geçirimsiz ve bozunmaya imkan verecek şekilde dizayn edilmiş olmasına özen gösterilerek buraya gömülmesi herkese salık verilmesi gereken bir noktadır. Akut üst solunum yolları enfeksiyonları, akut faranjit, akut tonsilit ve akut bronşitte de Hatay’daki vakalar Türkiye ortalamasına göre yüksektir. Sırasıyla 2001-2004 döneminde akut üst solunum yolları hastalıklarının Hatay’daki vaka sayısının tüm Türkiye’deki vaka sayısına oranı %2,3; %2,1; %2,4 ve %2,3 olarak gerçekleşmiştir. Akut farenjitte oran %3,1; %2,7; %3 ve %2,5 olarak saptanmış olup tüm bu rakamlar Hatay’ın Türkiye nüfusuna oranı olan %1,8’den yüksektir. Akut tonsilitte oran %2,5; %2,4; %2,7 ve %2,5 olarak hesaplanmış olup tüm bu rakamlar Hatay’ın Türkiye nüfusuna oranından yüksektir. Akut bronşitte oran %2,7; %2,3; %3,2 ve %2,7 olarak saptanmıştır. Uyuzda da durum aynıdır. Hatay’da uyuz oldukça yüksektir. 2001-2004 arasında ildeki uyuz vakalarının tüm Türkiye’deki uyuz vakalarına oranı %4,2; %3,1; %4,6 ve %4,7 olarak gerçekleşmiş olup genel olarak uyuz vakalarında bir artış olduğu söylenebilir.

Asi Nehri havzasının Türkiye’nin toplam alanına oranı yaklaşık olarak %1’dir. Yani havza olarak %1’lik alana sahip Nehir nüfus olarak %1,8’lik bir oranın habitatıdır. Diğer nehirlerle kıyaslandığında ise su verimi düşüktür: Türkiye’nin toplam suyunun ‰6’sı. Bu da daha kurak olan bir bölgeden doğarak daha çok suya ihtiyacı olan alanları sulamasından kaynaklanmaktadır. Bu noktadan hareketle havza bazında bir değerlendirmenin yapılması gerekmektedir. Bu ise sınıraşan sularda suyun tek bir elden yönetilemeyeceğini, ortak anlaşmaların sürdürülebilir su kullanımı bakımından elzem olduğunun gerekliliğinden ortaya çıkar. Bu bölümden çıkarılacak sonuç, Asi Nehri havzasının Türkiye kısmında mevcut bulunan sorunların suyun tarımsal sulama amacıyla aşırı tüketimi, su kalitesinde bozulmalar, nehrin ve nehir kollarının katı atık deponi sahası olarak görülmesi ve havzadaki değerli tarım arazileri üzerindeki kontrolsüz yapılaşmadır. Bu sorunlara ilave olarak düşük orandaki

Page 94: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

94

sanayileşmeden ve trafik kaynaklı kirlenme de havzayı negatif yönde etkileyen faktörler olarak sayılabilir. Deniz kirliliği de ele alınması gerekli bir konudur. Denizler yalnızca karasal kaynaklardan değil birtakım yerlerde denizel kaynaklardan da kirletilmektedir. Daha etkin bir deniz kirliliği kontrolü mekanizmasının kurulması ve işletilmesi gerekmektedir. Đskenderun Limanı ve Asi Nehri’nin ağzında kirlenmeler daim barizdir. Üstüne üstlük 2004’de Ulla Gemisi Đskenderun Körfezi’nde batmıştır. Her ne kadar bu batığın bölgede kimyasal ciddi bir kirlenme tespit edilmemişse de (Sangün ve Özdilek, 2007) artan körfez trafiği, körfezde ciddi sorunlar oluşturabilecek potansiyeldedir. Özdilek ve arkadaşları (2006) Asi Nehri ağzının, ölçümü yapılan kumsallar arasında dünyada katı atıklar bakımından en kirli ikinci kumsal olduğunu göstermişlerdir. Bu ise Asi Nehri’nin bir kirlilik kaynağı olarak ne derece önem kazandığının altını çizmektedir. Nehir dostu insanların yetiştirilmesi gerekmektedir. Nehre atılan her atık sonunda gene deniz aracılığı ile kumsala ve insanlara kusulmaktadır. Yani atıklar sadece yer değiştirmekte ancak yok olmamaktadır. Su Sorununa Uluslararası Bir Bakış: Sınıraşan-Sınırçizen sulardan Asi örneği Aşağıdaki tabloda Asi Nehri Havzası üzerinde yer alan Lübnan, Suriye ve Türkiye’nin nehir havza alanları, nehrin kaç kilometresinin topraklarından geçtiği ve genel özellikleri verilmektedir. Aslında sınır aşan sular açısından en basit yöntemle ya nehir uzunluğu veya nehir havza alanı baz alınarak nehir suyunun nehri paylasan ülkeler arasında nasıl paylaşılacağı hesaplanabilir. Burada nehir uzunluğuna göre, halihazırda Lübnan ile Suriye arasında ikili bir anlaşma olmasına rağmen, Lübnan Asi Nehri’nde hakkına düşenden daha az su kullanmaktadır. Ancak söz konusu olan rakam kaba hesaba göre kendisine düşenden çok da farklı değildir. Tablo 4’de ülkelere göre hesaplanan su hakları özetlenmiştir. Asi Nehri yanında verilebilecek başka bir örnek Afrin’dir. Afrin, Türkiye’den doğar, Suriye’de yol kat ettikten sonra Reyhanlı’nın hemen kuzeyinden tekrar Türkiye’ye girerek Asi Nehri’ne akar. Afrin’in Türkiye’den Suriye’ye girdiğinde akıttığı ortalama debi 0,19 m3/s olup Suriye’den tekrar Türkiye’ye girdiğinde ortalama debisi 0,25 m3/s’dir. Yani Afrin debisi bu yolculuğunda debisini yaklaşık %32 arttırmıştır. Aynı rakam Asi Nehri için de uygulanabilir. Tablo 2. Asi Nehri Paydaş Ülkelerine ait bazı hidrolojik veriler Ülke Havza alanı,

km2 Nehir uzunluğu, km

Ortalama yağış, mm/yıl

Ortalama debi, m3/s

Lübnan 1.600 46 200-400 16,4 Suriye 9.700 250 250 ~ 17 Türkiye 2.000 90 700 18,5 (14,3 Demirköprü

son 10 yılın ortalaması)

Page 95: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

95

0

5

10

15

20

25

30

35

Ocak

Mart

Nisan

Hazira

n

Temm

uzEylü

l

Ekim

Aylar

Asi

Neh

ri D

ebis

i, m

3 /sLübnan

Türkiye

Şekil 2. Asi Nehri Lübnan çıkış ve Türkiye’ye giriş aylık debileri

Lübnan ve Türkiye’de Asi Nehri debisinin aylara göre değişimi Şekil 2’de verilmektedir. Lübnan’da aylık ortalama akışın daha homojen olmasına rağmen Türkiye’de ne derece heterojen olduğunun altı çizilmelidir. Lübnan’da aylık maksimum debinin minimum debiye oranı 1,82 iken Türkiye’de (Demirköprü) bu oran 15,43’dür. Bir diğer önemli husus ise Lübnan’da Asi Nehri debisi en çok yaz aylarında (Nisan, Mayıs, Haziran ve Temmuz) gözlemlenmekte iken Temmuz ayında Demirköprü’de debi yıllık minimumdadır. Şekil 2’de kırmızı renkle gösterilen gereken debi Haziran-Kasım aylarında yaklaşık 15 m3/s olacak şekilde tutturulabilirse Asi Nehri’nin üzerindeki Demirköprü’den yıllık 596 milyon m3 su geçmesi gerekir. Oysa gerçekte son 10 yılın ortalamasına göre 450 milyon m3 geçmektedir. Bu iki rakam arasındaki fark %32 civarındadır. Aşağıda tartışıldığı üzere bu sağlanabilecek bir hedeftir.

Asi Nehri’nde Lübnan ve Türkiye (Demirköprü) aylık debiler ve karsılaştırmalar bir tablo halinde Tablo 3’de verilmektedir. Temmuz ayı başta olmak üzere Haziran-Eylül (bu aylar dahildir) ayları arası Asi Nehri debisinin Türkiye’de ne derece düştüğü barizdir. Bu da ana olarak bu aylardaki yağış düşüklüğünden ve Suriye’de aşırı su kullanımından kaynaklanmaktadır. Tablo 3. Asi Nehri’nin Lübnan’da ve Türkiye’de (Demirköprü) aylık ortalama debisi. Yer Aylık ortalama debi, m3/s O S M N M H T A E E K A Lübnan 12,1 13,2 16,4 20,2 20,8 20,9 19,8 17,1 17,3 13,8 13,0 11,5 Türkiye 27,1 32,5 24,6 22,2 16,5 8,61 2,11 3,50 4,12 7,13 8,52 14,8 Fark 15,0 19,3 8,20 2,0 4,3 12,3 17,7 13,6 13,2 6,67 4,48 3,30 Kalın rakamlarla belirtilen değerler negatif farkı belirtmektedir. Tablo 4. Havza alanına ve nehir uzunluğuna göre ülkelere düşen su hakları Ülke Havza alanı,

km2 (ve % si) Yıllık düşen su hakkı, milyon m3

Nehir uzunluğu, km (ve %)

Yıllık düşen su hakkı, milyon m3

Lübnan 1.600 (%12) 58 46 (%12) 58 Suriye 9.700 (%68) 350 250 (%65) 312 Türkiye 2.000 (%15) 72 90 (23%) 110 Toplam 13.300 480 386 480

Gereken debi

Ocak Şubat Mart Nisan Mayıs Haziran Temmuz Ağustos Eylül Ekim Kasım Aralık

AYLAR

Page 96: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

96

Bir başka yaklaşım da Asi Nehri yıllık akışının toplam uzunluğuna bölünerek verimin hesaplanmasıdır. Yıllık 480 milyon metreküp su akıtan Asi Nehri, kilometre uzunluğu başına 1,2435 milyon metreküp verime sahiptir. Burada açıklanması gereken bir durum paydaş ülkeler bakımından su veriminin sabit kabul edilmiş olduğudur. Aslında durum böyle değildir. Türkiye’de Asi Nehri verimi Suriye’ye göre Afrin ve Karasu’dan ve diğer dağ derelerinden (Büyük Karaçay, Küçük Karaçay ve Harbiye Suları ile diğer akarsu kaynakları) dolayı daha yüksektir. Ancak sadece Asi Nehri ana kolunu hesaba katarak bu verim kullanılabilir. Bu değerden yola çıkarak, Türkiye’nin yıllık (1.2435×90) 112 milyon metreküp su alması gerektiği sonucuna varılır. Bu rakam Suriye’nin Türkiye’ye Asi Nehri’nden vermeyi planladığı yıllık 25 milyon metreküp su hakkından yaklaşık 4,5 kez fazladır. Yani hem havza alanı ve nehir uzunluğu, hem de nehir su verimi açısından Türkiye’nin hak ettiği su miktarı Suriye’nin Türkiye’ye salmayı planladığı su miktarından 2,9 ila 4,4 kat fazladır. Yukarıda da bahsedildiği üzere Afrin için geçerli olan durum Asi Nehri için de uygulanabilirse Suriye’nin Türkiye’ye vermesi gereken ortalama debi yaklaşık 18,6 m3/s olarak hesaplanır ki bu da yıllık bazda Asi’nin Türkiye’ye girdiğinde 590 milyon metreküp su akıtmasını gerektirir. Yani Suriye su haliyle Asi’den Türkiye’ye verdiği suyu 451 milyon m3’den 590 milyon m3’e çıkarmalıdır. Bu da yaklaşık %30’luk bir artışa tekabül etmektedir. Bu nehrin ekolojik dengesi için gereklidir. Peki bunun sağlanması neye bağlıdır? Ana faktörler olarak tarımda daha az ve verimli sulama ile yaklaşık %40 su tasarrufu sağlanması ve evaporasyonu azaltan alternatif sulama yöntemleridir (Greven ve arkadaşları, 2005). Bu yolla hem Suriye hem de Türk çiftçisi kazanacak ve Asi Nehri’nin ekosistemi daha az etkilenecektir.

Suriye inşaa etmekte olduğu barajlarla Türkiye’ye yılda sadece 25 milyon metreküp su vermeyi planlamakta olduğu yukarıda belirtilmişti. Ancak, Türkiye Asi Nehri’nde hem nehir uzunluğu hem de havza alanı bakımından ikinci büyük paydaştır. En azından Suriye’nin Haziran-Kasım ayları boyunca Asi Nehri’nden Türkiye’ye saldığı debiyi ekosistem koruması açısından artırması gerekmektedir. Yukarıda Şekil’de gösterilen nehirde en azından 15 m3/s’lik ortalama debiyi korumak açısından aylara göre Suriye’nin Haziran, Ekim ve Kasım aylarında yaklaşık 7 m3/s’lik fazla debiyi ve Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında yaklaşık 11 m3/s fazla debiyi salması gerekmektedir. Bu ise Suriye’nin gerektiğinden fazla suladığına inandığım Asi Nehri Havzası’nda yer alan tarımsal alanların daha etkin ve verimli sulama araçları kullanılarak sulanması ile mümkün olacaktır. SON SÖZ: Ekolojinin 4 prensibini hatırlatmakta fayda vardır:

1. Her şey diğer şeylerle bağlantılıdır (Zincir gibi), 2. Her şey bir yere gitmek zorundadır (Başka yerlerde çalışan Hataylılar örneği), 3. Doğa en iyisini bilir (nehir kendi yolunu çizer), 4. Hiçten hiçbir şey gelmez (‘doing nothing’ yani hiçbir şey yapmadan beklemek burada

bir opsiyon olamaz) . Kaynakça

1. Hatay Valiliği Resmi Đnternet Sitesi www.hatay.gov.tr 2. Türkiye Đstatistik Kurumu Resmi Đnternet Sitesi www.tuik.gov.tr 3. UNESCO 27234307 TUR kodlu proje raporu (hazırlanma aşamasındadır). Hasan

Göksel Özdilek ve Yakup Bulut (Proje Yürütücüleri) (2006). 4. Yoffe, S. Wolf, A.T., Giordano, M. “Conflict and Cooperation of International

Freshwater Resources: Indicators of Basins at Risk”. Journal of the American Water Works Association, October 2003 , 1109-1126 (2003).

5. Hatay Đli Tarımsal Master Planı, Temmuz 2004. Hatay Tarım Đl Müdürlüğü, 243 sayfa (2004).

Page 97: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

97

6. Hatay Đl Çevre ve Orman Müdürlüğü, Hatay Çevre Durum Raporu, (2003). 7. Radikal Gazetesi haberi (29 Ağustos 2004 tarihli) Internette mevcut

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=126348 8. Radikal Gazetesi haberi (9 Ekim 2005 tarihli) Internette mevcut

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=166347 9. Özdilek, H.G., Yalçın-Özdilek, S., Ozaner, S., Sönmez, B. “Impact of accumulated

beach litter on Chelonia mydas L. 1758 (green turtle) hatchlings of the Samandag Coast, Hatay, Turkey” Fresenius Environmental Bulletin, 15 (2): 95-103 (2006).

10. Sangün, M.K. ve Özdilek, H.G. “Assessment of Sea Water Quality Around Sunken MV Ulla Ship on Iskenderun Bay, Hatay, Turkey”. Asian Journal of Chemistry, 19, 1 (in press in 2007).

11. Sangün, M.K., Özdilek, H.G., Ödemiş, B. “Determination of Groundwater Quality in Hatay Province, Turkey”. Asian Journal of Chemistry, 19, 1 (in press in 2007).

12. Greven, M., Green, S., Neal, S., Clothier, B., Neal, M., Dryden, G., Davidson, P. “Regulated Deficit Irrigation (RDI) to save water and improve Sauvignon Blanc quality”. Water Science and Technology, 51 (1): 9-17 (2005).

Page 98: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

98

YAŞAYAN FOS ĐLLER DENĐZ KAPLUMBA ĞALARI ( CHELONIA MYDAS VE CARETTA CARETTA )

Yard. Doç. Dr. Şükran Yalçın-Özdilek

Çanakkale Üniversitesi, E ğitim Fakültesi, Anafartalar Yerle şkesi, 17100 Çanakkale yalcin.ö[email protected]

Bundan yaklaşık 142-65,5 milyon yıl önce Mesozoik zamanın Kretase döneminde ilk fosillerine rastlıyoruz günümüz deniz kaplumbağaları familyasına ait bireylerin. Bu dönemde 31 cinsle (Nicholls, 1997) en fazla tür çeşitliliğine sahip olan Chelonioid deniz kaplumbağaları kretase yok oluşundan sonra günümüzde sadece iki familya ve sekiz tür ile temsil edilmektedir (Lutz & Musick 1997). Bunlar Caretta caretta, Chelonia mydas, Chelonia agassizii, Eretmochelys imbricata, Dermochelys coriacea, Lepidochelys kempi, Lepidochelys olivacea, Natator depressus türleridir.

Deniz kaplumbağaları sürüngenler sınıfında yer alırlar ve yaşamlarının büyük çoğunluğunu denizlerde geçirirler. Akciğer solunumu yaptıklarından soluk almak üzere su yüzüne çıkar, sonra beslenmek için dalışa geçerler. Sekiz deniz kaplumbağası farklı besinlerle beslenmeye adapte olmuştur. Mesela Ch. mydas deniz çayırları, C. caretta balık, kabuklu vs. ile beslenir. Hepsinin ortak özelliği ise genellikle çok iri olmaları yaklaşık (35-500 kg) ve yumurta bırakmak için kumsalların gelgit düzeyinin üst kısımlarında kum içinde açtıkları yuva çukuruna yaklaşık 100 kadar yumurta bırakmalarıdır. Genel olarak tropik ve subtropik sularda yaygın olan deniz kaplumbağalarından sadece C. caretta ve Ch. mydas türüne ait bireyler Akdeniz kumsallarında yuva yaparlar. C. caretta bireyleri özellikle Türkiye’den başka Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, Mısır, Đsrail, Libya, Lübnan, Tunus ve Đtalya sahillerine de yumurtalarını bırakırlar (Geldiay vd. 1982, Baran ve Kasparek 1989, Broderick ve Godley, 1996, Yerli ve Canbolat 1998a,b, Margaritoulis 1998, Canbolat, 2004, Türkozan vd. 2003). Türkiye’de C. caretta bireyleri yumurta bırakmak üzere daha çok Batı Akdeniz, C. mydas bireyleri ise daha çok Doğu Akdeniz kumsallarını tercih ederler (Yerli ve Canbolat 1998a,b).

Hatay Kumsalları C. caretta yuvalama alanı olarak Türkiye’nin batısındaki kumsallara göre öncelikli bir alan olmasa da C. mydas türünün tüm Akdeniz’deki en önemli üç yuvalama alanlarından birini oluşturur (Baran ve Kasparek 1989, Kasparek vd. 2001). Hatay ili içinde yer alan Amanos dağlarının batı ve kuzey batı eteklerinin Akdeniz ile buluştuğu kesimlerde yer alan kumullar deniz kaplumbağaları için iyi birer yuvalama alanı oluştururlar.

Hatay kumsallarında belirlenen ba şlıca yuvalama alanları ve özellikleri

1. Çevlik, Samanda ğ: Yaklaşık 5,5 km uzunluğunda olan bir sahildir. Yerli ve ark. (1997) tarafından plaj ve hareketli kumul zonunun genişliğinin 70-90 m arasında değiştiği bildirilmektedir. Bu bölgede hareketli kumulların bittiği sınır boyunca kıyıya paralel bir karayolu bulunmaktadır. Bölgenin kuzeydeki yaklaşık 2 kilometrelik bölümünde bol miktarda yerleşim birimi ve Çevlik Limanı ile Bizans döneminde kullanılan antik liman kalıntıları bulunmaktadır. Böylece turizm diğer sahillere göre bu bölgede daha gelişmiştir. Geriye kalan yaklaşık 3,5 kilometrelik bölüm üzerinde fazla bir yapılaşma yoktur ve bu bölgedeki kumsalın arkası daha çok tarım arazisi olarak kullanılmaktadır (Yerli vd., 1997). Şeyh Hızır Kumsalı’na göre kaplumbağalar tarafından yuva yapmak üzere daha az tercih edilen kumsaldır.

2. Şeyh Hızır, Samanda ğ: Yaklaşık 4,1 km uzunluğunda, Şeyhızır Türbesi ile Asi nehir ağzı arasında kalan bölgedir. Erol (1963) yaptığı çalışmasında bu bölgenin 50-150 m genişlikte olduğunu bildirmektedir. Ozaner (1993a,b), Asi Nehri’nin kuzeyinde kalan kesimin, 1939-1956 arasındaki 17 yılda 15 m kadar genişlediğini fakat 1956-1973 yılları arasındaki ikinci 17 yıllık dönemde kıyının aynı kesiminde yaklaşık 30 m kadar ve 1973-1992 yılları arasında da 15-20 metrelik yeni bir erozyon görüldüğünü bildirmektedir. Yerli vd. (1997) Şeyh Hızır Türbesi’nden Çevlik Balıkçı Barınağı’na kadar uzanan bu kumsalın genişliğini kuzeyde 105 m ve güneye inildikçe 60 - 80 metre olarak kaydetmişlerdir. Kumsalın bugünkü genişliği verilen bu değerlerden

Page 99: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

99

daha düşük görünmektedir. Ozaner (1996) kumsalın Deniz Mahallesi’nden Çevlik Balıkçı Barınağı’na kadar uzanan yarıdan fazla bölümünün yoğun bir şekilde yapılaştığını, kumsalda eğimin bozulmuş olması nedeniyle yer yer ıslak zeminlerden oluşan sert zonlar görüldüğünü, bu kısımlarda deniz kaplumbağası yuva denemelerinin nadir olduğunu ve Samandağ Kumsalları’nda erozyonun 3 ile 14 m arasında değişmekte olduğunu bildirmektedir. Bu bölgede 1988 Temmuz ayında yapılan ilk sistematik araştırmada 52 Ch. mydas izi bulunmuş bunlardan 13’ünün yuva olduğu saptanmıştır (Baran & Kasparek, 1989). 1994 araştırmasında ise Asi Nehri Güneyi’nden Şeyh Hızır Türbesine kadar uzanan 5 km’lik kumsalda Haziran Eylül ayları arasında yapılan çalışmada 319 Ch. mydas çıkışı tespit edilmiş olup bunlarda 113 çıkışın yuvalama ile sonuçlandığı ve yuva yoğunluğunun 23 yuva/km olduğu saptanmıştır. (Yerli & Demirayak, 1996). Bu kumsalda 2001 ve 2002 yıllarında yapılan izleme çalışmalarında sırasıyla 84 iz – 20 yuva ve 164 iz – 92 yuva kaydedilmiştir (Yalçın, 2003). Sadece Şeyh Hızır Türbesi yakınlarında yerleşim birimleri yoğun olarak bulunmakta, türbeden nehir ağzına gidildikçe kumsalın arkasındaki yerleri geniş tarlalar işgal etmektedir. Diğer kumsallarla karşılaştırıldığında kaplumbağaların yuva yapmak üzere en çok tercih ettikleri bir bölgedir.

3. Meydan, Samanda ğ: Yaklaşık 4,4 km uzunluğunda, Asi nehir ağzı ile Sabca Burnu arasında kalan bir bölgedir. Bu bölgede bir tatil sitesi olup, Şeyh Hızır Sahili’ne nazaran turizm açısından daha kalabalık bir bölgedir. Yerli vd. (1997) tarafından deniz tarafından esen şiddetli rüzgarların oluşturduğu kum fırtınaları nedeniyle bu

alanın yazlık konut için uygun olmadığı bildirilmektedir.

4. Çevlik (Samanda ğ) - Arsuz (Đskenderun) Bölgesi: Bu bölgede Samandağ’da olduğu gibi uzun tek parça bir sahil yerine küçük kumsallar dizisi bulunmaktadır. Yalçın Özdilek & Sönmez (2006) 2003 üreme sezonunda bu alanda çeşitli büyüklüklerde altı kumsal belirlemiş, bunlardan özellikle Tr-H-1, Tr-H-3 ve Kale kumsallarının diğerlerine göre daha önemli olduğunu belirlemişlerdir.

5. Đskenderun Körfezi Kıyıları: Yumurtalık sahillerine kadar olan bölgedir. Bu bölgede küçük kumsallar dizisi bulunmaktadır ve bu bölgeler de muhtemelen yuvalama alanları olabilir. Arsuz ve Đskenderun bölgesi kıyıları ile ilgili bölge sakinlerinden zaman zaman ölü ve/veya canlı kaplumbağalara rastlanıldığına dair veriler alınmaktadır. Ancak bu bölgede bugüne kadar herhangi bir araştırma yapılmamıştır.

Şekil 1. Amanos Dağlarının batı ve güneybatı

etekleri deniz kaplumbağalarının önemli yuvalama alanlarından biridir. Deniz Kaplumba ğalarının Ya şam Döngüleri Deniz kaplumbağaları her üreme sezonu (Nisan ve Mayıs) çiftleşirler. Erkekler

kumsala yakın yerlerde dolaşırken, dişi bireyler yaklaşık 15 gün aralıklarla bir sezonda (Mayıs-Ağustos) birkaç kez yuva yaparlar. Her karaya çıkış yuva ile sonuçlanmayabilir.

Amanoslar

Akdeniz

Page 100: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

100

Hangi kaplumbağaların karaya çıktıkları ve yuva yapıp yapmadıkları kumsalda bıraktıkları izlerden anlaşılır. C. mydas türü bireylerinin kumda bıraktığı izler ön üyelerini birlikte öne attıkları için simetrik, C. caretta türü bireylerinin kumda bıraktığı izler ise ön üyelerini eş zamanlı kullanmadıklarından dolayı asimetriktir (Pritchard & Mortimer, 1999). Kaplumbağalar uygun yuva yeri bulunca ön ve arka üyelerini kullanarak önce bir gövde çukuru oluşturur, sonra arka üyeleri yardımıyla C. caretta bireyleri yaklaşık 30-60 cm, Ch. mydas türü bireyleri ise 80-100 cm derinlikteki yuva çukuru kazarlar. Her bir yuvaya yaklaşık 10-130 yumurta bırakılır, yuva çukur gene arka üyeler kullanılarak özenle kapatılır. Ch. mydas bireyleri C. caretta bireylerine göre gövde çukurunun üzerini daha fazla kum ile örter. Yaklaşık 2-4 saat sürebilen yuva yapma işlemi bitince anaçlar denize döner.

Yaklaşık 2 ay sonra yavrular yumurtadan çıkarak yuvayı terk etmeye başlarlar. Bu kuluçka süresince yumurtalar değişik tehditler altındadır. bu yuvalardan çıkan yavrular (Temmuz-Ekim) ay ışığı veya denizin parıltısı sayesinde denize doğru giderler. Ancak daha kuvvetli başka ışık bulurlarsa yanlış yöne gidebilirler. Yumurtadan çıkan yavruların plastron kısmında embriyo kesesi henüz absorbe olmamıştır. Yavru kumsalda hareket ederken kesenin kuma sürtünmesi ile kese yavaş yavaş absorbe olur, bu esnada hayvanın bağışıklık sistemi güçlendiği gibi, denize ulaştığında predatörler için cezp edici kan kokusunu taşımaktan da kurtulmuş olur. Bir varsayıma göre; bu aşamada kumdan aldıkları kimyasal bilgileri hafızalarına kaydeden yavrular yaklaşık 15-20 yıl sonra ergin hale geldiklerinde hafızalarındaki bilgilere göre üremek için dünyaya geldikleri kumsala tekrar dönüyorlar. Bu yüzden her ne kadar yumurtadan çıkan yavrular çeşitli yoldan çıkarıcı faktörlerin etkisiyle yapay ışık vs. denize doğru yönelemeseler dahi deniz kaplumbağalarını elle toplayıp doğrudan denize göndermek doğru değildir. Yengeç, kuş, köpek, tilki, insan vs. gibi tehditler yuvayı terk eden yavruların denize ulaşmalarına engel olabilir. Hele bir de yolları üzerinde katı atıklar varsa onlara engel olarak predatörlere yem olma olasılıklarını arttırır.

Denize ulaşan yavru, karın (abdomen) kısmında besin maddesi (vitellüs) olarak kullanmak üzere depoladığı yağ nedeniyle dalamaz ve iki hafta kadar yüzeyde dolaşır. Bu nedenle bu esnada kuş ve balık gibi parçalayıcıların (predatörlerin) yemi olurlar.

Page 101: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

101

Hayatta kalanları başka maceralar beklemektedir. Erginleşene kadar geçecek olan bu dönem kayıp yıllar olarak bilinir, çünkü 25-30 yıl süren bu süre boyunca genç safhada ve gerekse ergin safhada balıkçılık, trol avcılığı, hastalık, kirlilik ve sürat motorları gibi değişik tehlikeler her zaman kaplumbağalar için birer tehlike olmaktadır.

Şekil 2. Deniz kaplumbağalarının yaşam döngüleri (http://tofino.ex.ac.uk/euroturtle/biology/lifec.htm’den değiştirilerek)

Đribaş deniz kaplumba ğaları (Caretta caretta ) C. caretta bireylerinin evciğinin üst kısmı karapaks olarak adlandırılır ve kırmızımsı

kahverengi, evciğin karın kısmı ise plastron olarak adlandırılır ve koyu kahveden sarımsı renge değişiklik gösterir. Karapaks kalın ve iyi kemikleşmiştir. Beş çift costal, ve beş vertebral plaka içerir. Ağırlıkları 100-180 kg kadar olabilir. Asimetrik iz bırakarak hareket eder. Etçildir.

Yeşil Deniz Kaplumba ğaları (Chelonia mydas ) Sert kabuklu deniz kaplumbağalarının en irisidir. Florida’da eğri karapaks boyu 101,5

cm ve ağırlığı 136,2 kg olan bir birey kaydedilmiştir (Witherington ve Erhard 1989). Dört çift kostal ve beş vertebral plaka içerir. Karapaks geniş ve oval şeklindedir. Karapaks rengi, yavrularda siyah, genç bireylerde kahverengi, yetişkinlerde yeşil renktedir. Plastron rengi, yavrularda beyaz, yetişkinlerde yeşilimsidir. Bu yüzden yeşil kaplumbağa olarak adlandırılır. Kum üzerinde simetrik iz bırakarak hareket ederler. Otçuldurlar.

Page 102: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

102

Şekil 3. C. caretta ve Ch. mydas deniz kaplumbağaları (Kaska 2001’den

değiştirilerek) Hatay Kumsalları’nda 2001-2005 yıllarında sayılan y uvalı ve yuvasız çıkı şlar Samandağ kumsallarında Ch. mydas ve C. caretta türlerine ait yuvalı ve yuvasız çıkış

sayıları Tablo 1’de gösterilmiştir (Yalçın 2003, Yalçın Özdilek & Sönmez 2003, Yalçın vd., 2005, Yalçın Özdilek & Yerli 2006, Yalçın Özdilek & Sönmez 2006) . Buna göre Hatay kumsalları C. caretta türünden ziyade Ch. mydas türünün yuvalama alanı olması bakımından önemlidir. Yuva ve yavru sayılarında yıllık dalgalanmalar olduğu görülmekte ve kumsalın öneminin ve tehditlerinin türün yuvalaması üzerine nasıl bir etkisinin olduğunun anlaşılabilmesi için kumsalda uzun yıllar izleme çalışmaları ile yuvalı ve yuvasız çıkışlara ait verilerin toplanması zorunludur.

Uzun yıllardır deniz kaplumbağaları insanlar tarafından gerek besin olarak tüketilmesi, gerekse deri, vs. ile kullanılmaları nedeniyle ilgi çekici olmuş, özellikle son on yılda habitatlarının bozulması yanında insanlar tarafından da zarar görmesi nedeniyle sayıları azalmış ve nesilleri tehlike altına girmiştir (IUCN 1988). Yaşayan fosiller artık fosil olmaya çok yakın. Dünyanın ve Türkiye’nin çeşitli yerlerinde gerek deniz yaşamlarını gerekse karadaki yaşamlarını olumsuz etkileyen birçok faktör bilinmektedir. Denizlerdeki başlıca tehditleri; balıkçıların ağlarına takılma, kirlilik, turizm ve insan aktiviteleri sonucunda zarar görme gibi insan ağırlıklı tehditler yanında, denizdeki kuşlar, balıklar vs. doğal predatörleri de özellikle yavru aşamasında deniz kaplumbağalarına zarar verebilmektedir. Oruç vd. (1997) Doğu Akdeniz’de balıkçılığın deniz kaplumbağalarını olumsuz yönde etkilediklerini bildirmiştir. Benzer şekilde Yalçın Özdilek ve Aureggi (2006) çoğu balıkçılık sebepli olarak Samandağ kumsallarında birçok deniz kaplumbağalarının genç dönemlerinde hayatlarını kaybettiklerini bildirmişlerdir. Aynı çalışmada Doğu Akdeniz kıyılarının yeşil kaplumbağaların beslenme habitatlarından biri olabileceğini de belirtmişlerdir. Yaşamlarının üreme gibi en önemli kısmını gerçekleştirmek için geldikleri kumsallarda ise; en büyük sorun yuva yapacak kumsalların kalmamasıdır. Kıyı erozyonu, kumsaldan yasal olmayan kum alımları, insanların kıyı kumullarını turizm veya endüstri amaçlı işgal etmeleri yuvalama habitatlarının yok olmasına sebep oluştururlar. Ozaner (1995 a, b) bildirdiğine göre, son yirmi yılda Samandağ kumsallarında önemli derecede bir kıyı küçülmesi olmuştur. Kıyı küçülmesinin en büyük sebebi kıyı erozyonu olarak belirtilmiş, Samandağ kumulları kaynağının Asi Nehri üzerinde inşa edilen barajlar nedeniyle kesildiği ve küresel ısınmayı takiben yükselen deniz seviyesinin erozyonu arttırdığı irdelenmiştir (Ozaner ve Yalçın- Özdilek, 2005). Kumsalların insanlar tarafından işgal edilmesi sadece yuvalama habitatlarının yok olması şeklinde değil, aynı zamanda yuvalama habitatlarının özelliklerinin yok edilmesi yoluyla da kaplumbağaları olumsuz etkilemektedir. Đnsan işgali ile kumsalda oluşan ses ve ışık kirliliği yanında katı, evsel, endüstriyel atıkların oluşturduğu kirlilik kumsalın fiziksel ve kimyasal yapısını bozmakta, dolayısı ile yuvalama habitatının özelliklerini de değiştirebildiğinden kumsalın yuva yapılabilme özelliğini yitirmesine sebep olmaktadır. Özdilek vd. (2006) Samandağ kumsallarının dünyanın en kirli ikinci kumsal olduğunu ve kumsaldaki katı atıkların denize yönelen yavruları olumsuz yönde etkilediklerini bildirmişlerdir.

Vertebral plak

Costal plak

Page 103: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

103

Tablo 1. Beş yıl boyunca Samandağ kumsallarında kaydedilen yuvalı ve yuvasız çıkış sayıları (Parantez içindeki değerler Caretta caretta bireylerine aittir. Ş: Şeyhızır, Ç: Çevlik, M: Meydan kumsalı)

Yıl Dönem Bölge Kumsal uzunluğu (km)

Yuvasız çıkış sayısı

Yuva sayısı

2001 3 Temmuz – 15 Eylül

Ş 4.5 76 (3) 20

4.5 76 (3) 20

2002 28 Haziran – 15 Eylül

Ç 5,5 20 (1) 14 (4)

2002 28 Haziran – 15 Eylül Ş 4,1 164 92 (3)

2002 28Haziran -1Ağustos M 4,4 16 (1) 12

14 200 (2) 118 (7)

2003 11 Haziran -22 Eylül Kale 1,5 2 (24) 2 (27)

2003 11 Haziran -22 Eylül TR-H-3 0,3 - - (2)

2003 11 Haziran -22 Eylül TR-H-1 0,6 1 (14) 2 (3)

2003 8 Haziran -30 Eylül

Ç 5,5 10 (14) 1 (14)

2003 8 Haziran -30 Eylül

Ş 4,1 199 (2) 92 (5)

2003 8 Haziran -1 Eylül M 4,4 92 33 (1)

16,4 304 (54) 130 (52)

2004 3 Haziran -30 Eylül

Ç 5,5 - 13 (6)

2004 3 Haziran -30 Eylül

Ş 4,1 373 (18) 264 (5)

2004 25 Temmuz M 4,4 - 48

14 373 (18) 325 (11)

2005 1 Haziran - 4 Eylül Ç 5,5 1 (2) 0 (1)

2005 2 Haziran -4 Eylül Ş 4,1 30 (14) 14 (14)

2005 19 Temmuz & 26 Temmuz

M 4,4 5 2

14 36 (16) 16 (15)

Hatay kumsallarında yapılan be ş yıllık izleme ve koruma çalı şmaları tamamen

ekip çalı şması olup her bir ekip üyesinin özverili çalı şmaları ile tamamlanabilmi ştir. Bu ekip ba şlıca Uzman Bekta ş Sönmez olmak üzere ço ğunlu ğu Biyoloji Bölümü olmak üzere Mustafa Kemal Üniversitesi ö ğrencilerinden olu şmuştur (MKÜ ADAT CHELONIA). Her yıl yenilenen bu ekibe te şekkür eder, do ğanın korunmasına verdikleri katkının ya şamlarının her kademesinde devam etmesini dilerim. KAYNAKLAR

Page 104: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

104

Baran, Đ. & Kasperek, M., (1989). Marine Turtles Turkey, Status Survey 1988 and Recommendation for Conservation and Management, Prepared by WWF, 128pp. Broderick, C. A. & Godley, B. (1996). Population and nesting ecology of the Green Turtle, Chelonia mydas, and the Loggerhead Turtle, Caretta caretta, in Northern Cyprus. Zoology in the Middle East 13, 27- 46. Canbolat, A.F. (2004). A review of sea turtle nesting activity along the Mediterranean coast of

Turkey. Biol. Conserv., 116, 81-91 Erol O., (1963). Asi Nehri Deltası’nın Jeomorfolojisi ve Dördüncü Zaman Deniz-Akarsu Şekilleri. Dil ve Tarih Coğrafya Fak. Yay. 148, pp. 110. Geldiay, R., Koray, T. & Balik, S. (1982). Status of the sea turtle population (Caretta caretta and Chelonia mydas) in the northern Mediterranean sea, Turkey. 425-434. In K. A. Bjorndal (Eds). Biology and Conservation of Sea turtles, 583 pp. Washington. IUCN 1988. IUCN on sea turtle conservation. Amphibia- Reptilia, 9; 325-327. Kaska Y. (2001). Deniz Kaplumbağaları http://caretta.pamukkale.edu.tr/deniz.htm Kasparek M., B.J. Goodley & Broderick A.C. (2001). Nesting of the green turtle, Chelonia

mydas, in the Mediterranean: a review of status and conservation needs. Zool. in the Middle East, 24, 45-74,

Lutz, P.L. ve Musick, J.A. (1997). The Biology of Sea Turtles, CRC Press, New York..432pp. Margaritoulis, D. (1998). An estimation of the overall nesting activity of the loggerhead turtle in Greece. In Proceeding of the 18th International Symposium on Sea Turtle Biology and Conservation, 3-7 March 1998, Mazatlan, Mexico. Nicholls, E.L. (1997). Introduction: Part III: Testudines. In Ancient Marine Reptiles, Callaway, J.M. and E.L. Nicholls, eds. Academic Press, San Diego, California. Pp. 219-223. Oruç, A., Demirayak, F., and Sat, G. (1997). Trawl fisheries in the eastern Mediterranean and it’s impact on Sea Turtles. WWF & DHKD report.

Ozaner, F.S., (1993a). Anamur-Kazanlı (Mersin) ve Samandağ (Antakya) Kıyıları’nda Kıyı (Plaj) Erozyonunun Araştırılması. Tubitak Pr. No: DEBAG-62. 50 s. Ozaner,F.S., (1993b). Vespasianus-Titus Tüneli ve yol açtığı çevre degişiklikleri. 15.Uluslararası Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyumu. 24-28 Mayıs 1993 Ankara. XI. Araştırma Sonuçları Toplantısı Bildiri Kitabı, 205-226. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü Yayın No. 1676, Ankara.

Ozaner, F. S., (1996). Accelerated coastal erosion in the east Mediterranean of Turkey. Coastal Management and Habitat Conservation. Eds. AHPM Salman, MJ.Langeveld and M.Bonozountas, 443-451,EUCC, Leiden

Ozaner F.S., ve Yalçın-Özdilek Ş., (2005) Relatıonshıp Between Green Turtle Nests and Morphologıcal Characterıstıcs Of Nestıng Sand In The Samandağ (Antakya) Coast, Turkey. Second Mediterranean Conferance of Marine Turtles, Turkey 4-7 May 2005. Özdilek H.G., Yalçın-Özdilek Ş., Ozaner F.S, Sönmez B. (2006). Impact of accumulated beach litter on Chelonia mydas L. 1758 (green turtle) hatchlings of the Samandağ Coast, Hatay, Turkey. Fresenius Environmental Bulletin 15 (2):95-103. Pritchard, P.C.H. & Mortimer, J.A (1999). Taxonomy, External Morphology, and Species

Identification. Eckert, K. L., et al., (Editors). (1999). Research and Management Techniques for the Conservation of Marine turtles. IUCN/SSC M.T.S.G. No. 4:179- 183.

Türkozan O., Taskavak E., Ilgaz Ç. (2003) A Review of The Biology of The Loggerhead Turtle, Caretta caretta, at Five Major Nesting Beaches on The South-Western Mediterranean Coast of Turkey. Herpetologıcal Journal 13: 27-33. Witherington B.E & Erhard L.M. 1989. Status and reproductive characteristics of green turtles (Chelonia mydas) nesting in Florida. Pp. 351-352. In proceedings of second estern Atlantic sea turtle symposium 12-16 October 1987 in Mayagues Puerto Rico L. Ogren, ed. NOAA. –TM-NMSF-SEFC-226. Panama City Fla. Panama City Laboratory National Marine Fisheries Service. Available from NTIS as Pb 90-127648.

Page 105: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

105

Yalçın, Ş., (2003). Evaluation of conservation program for Chelonia mydas in Samandağ coast: a two-year study of monitoring on green sea turtles 1st International Conference on Environmental Research and Assessment. Bucharest, March 23-27, 2003 p. 5-12. Yalçın Özdilek Ş. & Sönmez B., 2003. Samandağ Kumsalları’nda 2000-2003 Yıllarında Yapılan Yeşil Kaplumbağaları (Chelonıa mydas) Koruma Çalışmaları Sonuçlarının Değerlendirilmesi. I. Ulusal Deniz Kaplumbağaları Sempozyumu, 4-5 Aralık 2003, Đstanbul. Yalçın Özdilek Ş., Sönmez B., Özdilek H.G., Kaska Y., Ozaner S., Sangün M.K., (2005). Samandağ kumsalındaki fiziksel ve kimyasal bazı parametrelerin yeşil kaplumbağaların (Chelonia mydas L., 1758) yuva dağılımı, yoğunluğu ve eşey oluşumları üzerine etkilerinin belirlenmesi ve bu konuda bir eğitim programının uygulanması TÜBĐTAK YDABAG 103Y058 nolu proje raporu 138 s. Yalçın-Özdilek Ş., Aureggi M., (2006). Strandings of Juvenile Green Turtles at Samandağ, Turkey. Chelonian Conservation Biology 5 (1): 152-154. Yalçın Özdilek Ş., & Sönmez B. (2006). Some properties of new nesting areas of sea turtles in northeastern Mediterranean situated on the extension of the Samandag Beach, Turkey. Journal of Environmental Biology 27 (3/4) (baskıda) Yalçın-Ozdilek Ş., and Yerli S., (2006). The fluctuations of the green turtle, Chelonia mydas nesting activity on the Samandağ Beach, Eastern Mediterranean, Turkey Chelonian Conservation Biology 5 (2) (Baskıda).

Yerli, S. V. & Demirayak, F., (1996). An overview on the sea turtles in Turkey and their nesting beaches in 1995. DHKD. Rapor No:96/4 129 pp.

Yerli S.V., A.F. Canbolat ve Ozaner F.S. (1997). Deniz Kaplumbağalarının Koruma Amaçlı Yönetim Planının Hazırlanması. Çevre Bakanlığı Çevre Koruma Genel Müdürlüğü Ankara.

Yerli, S. V. & Canbolat, A. F. (1998a). Batı Akdeniz bölgesindeki Deniz Kaplumbağalarının korunmasına yönelik yönetim plan ilkeleri, Çevre Bakanlığı Ç.K.G.M yayını Ankara. 88 pp. Yerli, S. V. & Canbolat, A. F. (1998b). Doğu Akdeniz bölgesindeki Deniz Kaplumbağalarının korunmasına yönelik yönetim plan ilkeleri, Çevre Bakanlığı Ç.K.G.M yayını Ankara. 88 pp.

Page 106: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

106

DERĐN EKOLOJ Đ

Yard. Doç. Dr. Şükran YALÇIN-ÖZD ĐLEK Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Anafartalar Yerleşkesi 17100

Çanakkale Tel: 90 286 2171303/3012 Fax: 90 286 2120751

E-mails: [email protected] [email protected]

Benzin almak için durduğumuz bir istasyonda arabanın içinden dışarıyı gözlüyorum.

Đstasyonun önünde yeşil alan bırakılmış, çimlendirilmiş. Ama arada yabancı ot denen aslında oraların belki de gerçek sahiplerinden en arsız olanları tutunmayı başarabilmiş, yapay olarak ekilmiş çimlerin arasına, hatta telaşla çiçek bile açmışlar sarı sarı. Bir an önce döllenebilmek ve nesillerini devam ettirebilmek için. Azıcık toprak yetmiş onlara hayat bulabilmek için. Yeşil alanı çevreleyen beton bloklar arasında buldukları toprak kırıntılarına sımsıkı tutunmuş ve ivedilikle çiçeklenmişler karahindibalar. Bilirsiniz bu bitkilerin yaprakları da yenir, lezzetlidir. Çiçekleri de tohum haline dönüşünce uçuşarak dağılan lolipop şeker topçukları gibidir. Çocukken ne çok toplardık onları ve dilek dileyerek üflerdik olanca gücümüzle; kalmasın topçukta dağılsın her bir tohum en uzaklara ve dileğimiz gerçekleşsin diye. Bilmezdik o zamanlar tabi ki o uçuşan tüycüklerin birer yeni karahindiba bitkisinin tohumları olduğunu, bilmezdik o tohumların bir parça toprak bulduklarında nesillerini devam ettirebilmek için ne kadar sevindiklerini. Şimdi gördüğüm bu karahindiba tohumları kim bilir kimin ne dileğini alıp uçup geldi buralara tutundu ve hayat buldu bir parça toprak üzerinde. Ne de güzel yayılmışlar çimlere sunulan yapay gübre ve su ile uzanmışlar betonlaştırılmış yerlere tutmuşlar arabaların getirdiği tozları katmışlar topraklarına. Ama sınırı aşmışlar. Đnsanoğlunun koyduğu sınır beton bloklara kadar. Ve gözlerimin önünde üzerinde çiçekleri olduğu halde yeni dileklere şans bile vermeden hoyratça kopartılıyorlar. Artık onlar çöp. Toplanıyor ve ilginçtir o güzelim görüntü poşet içinde sıkıştırılıp iğrenç bir atığa dönüştürülüyor. Gözü takılıyor adamın çimler arasındaki karahindibalara. Onların orada olmaması gerekiyor. Orada sadece çimler olmalı. Yelteniyor onları da kökünden sökmeye. Sanki gizlenmek için elinden geleni yapıyor karahindiba rengi çimlerin rengi ile aynı ama adam onu gördü bir kere. Çapalı elini kaldırıyor… Gözlerimi kapatıyorum bu cinayeti görmemek için. Derken adamın adı çağrılıyor ve adam çağrıya gidiyor. Karahindiba kim bilir kimin dileğini tutmak, dağıtmak için yaşam şansı buluyor diyorum kendime. Karahindibaların, gelinciklerin, sütleğenlerin, daha birçok doğal türlerin, onların üzerinde yaşama şansı bulan bilumum omurgasız hayvanın, onlarla beslenecek omurgalı hayvanların ve hepsi ile barışık yaşayacak insanların olmasını diliyorum tutup üfleyemeyeceğim karahindibadan.

Doğa içinde insanın da olduğu bir bütündür. Olanca muhteşemliğiyle doğayı tam olarak algılamak kolay değildir. Çoğumuz doğanın eşsiz güzelliğini sadece beş duyu organımız ile tanıyarak ona aşık oluruz. Bir kelebeğin kanatlarındaki desen, bir kartalın havada süzülüşü, minik bir karıncanın kendisinden iki kat büyüklükteki bir yemi taşıması, bir ağacın sayılamayacak kadar çok olan özverisi, bir gelincik tarlasının göz alıcı kırmızısı, sarp kayalıklardan dökülen suyun sesi, yaprakların rüzgarda dans edişi, saksıdaki mor menekşe çiçeklerinin sarı polenleri birçok insana ilham vermiş, ahenkli dizelerle, melodilerle oya gibi işlenerek gene insanlara sunulmuştur. Neden kimi insanlar doğaya aşık olurken kimileri o denli duyarsızdır? Kim bilir, yaşamının erken dönemlerinde doğanın herhangi bir acımasız yanına yakından tanık olmuşlardır ve bu yüzden doğaya karşı tedbirli ve uzaktırlar. Öyle ilginçtir ki birçok doğa seven kişi doğaya aşık olduğu halde onu hoyratça kullanmaktan ve yok etmek için uğraşmaktan da geri kalmaz. Bunların sevgileri sahte değildir. Gerçekten de bir kuzuyu, bir karıncayı, yolun kenarında hayat bulup yeşermeyi başaran ve üstelik çiçek açan sarı karahindibaları sever gerçekten. Hatta okşar kuzuyu sevgi dolu sözcüklerle elleriyle, akvaryumdaki balığı gözleriyle. Ama pişirilip de önüne geldiğinde afiyetle yer! Doğada hangi yırtıcı hayvan avını yiyecek olma düşüncesi olmaksızın sever?

Bazılarımızın doğayı tanımadıkları için pozitif yada negatif bir yansımaları yoktur. Onlar evrimsel süreçte başarılı bir şekilde gelişimlerini yaparak doğal seçilimle kendi türü

Page 107: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

107

içinde evrimleşerek hayatta kalmayı başarabilmiş, biyogenetik bakımdan mükemmel birer bireydirler. Genellikle zeki, çalışkan ve hatta işini bilir gibi sıfatlarla adlandırılan, ben duyguları çok iyi gelişmiş bireylerdir ve nesillerini devam ettirmek için gereken ne varsa yaparlar. Bunun için gerekirse kendi türünün diğer bireylerini de kullanırlar. Toplumsallık bu bireyler için önemsiz kavramlardır. Toplum, kendisi dışındaki diğer şeylerdendir. Daha çok şeye sahip olma duygusu öyle gelişmiştir ki böylece nesillerinin sürekliliğini garanti altına almış olurlar. Böyle bireylerin toplumda evrilerek çoğalması ve baskın hale gelmesi doğal seçilimin bir sonucudur. Kedine yaşama alanı bulmuş bir karahindiba elinden geldiğince yayılmaya bakar. Yanında kendi türünden dahi olsa başka bitkilere yer açmaz. Bir serçe bulabileceği en güzel yere yuvasını yapar. Diğer serçelere yer ayırmaz. Bir kaplumbağa yuva yaparken aman burada başka birinin yuvası var en iyisi ben biraz öteye yapayım yuvamı diye düşünmez. Gerekirse kendisi yuva yaparken önce yapılmış yuva dağılabilir. Yumurtalarını bırakmak için yüzlerce kilometre kat ederek bin bir zorlukla akarsuların üst kısımlarına gelen alabalıklar oradaki çakıllar arasına kendisinden az önce gelmiş aynı zorluklarla yapılmış yuvayı gözetmez. Böylece tür içi rekabet ile türün en başarılı üyeleri nesillerini devam ettirebilme şansını yakalamış olur. Tür içi rekabetle ayakta kalmayı ve yayılmayı en iyi şekilde başarabilen türlerin yayılma derecesini çevresel faktörler dışında diğer türlerle rekabeti belirleyecektir. Biyosferde yaşayan tüm canlılar benzer evrimleşme süreçlerinden geçtikleri için aralarındaki rekabet de her zaman var olacaktır. Bu rekabet ekosistem dengesinin devamını sağlayacaktır. Bitki ve hayvanların doğasında olan neslini devam ettirmeye ait genetik kodun bir yansıması olan ego duygusun insanda kendisini göstermesi bizi şaşırtmamalı. Peki insanoğlundaki bu doğal evrim hızı ile diğer yaratıkların evrim hızı aynı olmazsa? Đnsan türü diğer canlılarla rekabette hep başarılı olursa? Nitekim milyonlarca yıldır insanın ayak bastığı topraklarda çeşitliliğin süratli bir şekilde azaldığı bilinmektedir. Evliya Çelebi’nin Anadolu’yu tasvir eden cümleleri ile günümüz Anadolu arasında büyük farklılıklar vardır. Nerde Anadolu aslanları, parsları vs…. Marsh (1864) Küçük Asya, Kuzey Afrika, Yunanistan ve hatta Alpler Avrupa’sında insan eyleminin neden olduğu işlemler sonucunda tam olarak, ay yüzeyi kadar ıssızlaşmış bölgelerin olduğunu, bu bölgelerin kısa zaman aralığı öncesinde, bol ağaçlarla, yeşil otlarla ve verimli otlaklarla kaplı olduğu halde insanlar tarafından eski haline getirilemeyecek kadar çok bozulduğunu bildirmiştir (Foster, 2002). Ondokuzuncu yüzyılın son on yılında Çevre tarihçisi William Cronon, Amerika’da bizonların kökünün insan faaliyetleri ile hemen hemen kazındığını bildirmiştir. Bunun yanında gene 19. yüzyılda başlayan ekonomik türler doğal yerlerinden dünyanın değişik bölgelerine taşınmış ve 20. yüzyılda genetik erozyonla çeşitliliğin kaybı hız kazanmıştır. Foster (2002) insanların tarihte 3000’den fazla bitki türünü ekip biçtiğini, bugün ise sadece 15 türün insanlara ihtiyaç duydukları enerjinin yüzde 85-90’ını sağladığını belirtmektedir. Đnsanların daha fazla kâr ve güç elde etmek üzere yeni genetik türler oluşturduğu ve bunların kontrolsüz yayılması ile özellikle az gelişmiş ülkelerde dağılış gösteren doğal türlerinin melezlenerek ortadan kalktığı ve gene ticari amaçla son 20 yılda sayıları 1000 civarında olan geleneksel tohum şirketlerinin, kaybolmakta olan genler konusunda piyasada tekel oluşturmaya çalıştıkları bilinmektedir (Foster, 2002).

Đlginç olan şu ki yeryüzünde yaşayan tüm canlılar arasında gene bunu bir sorun olarak gören bildiğimiz kadarıyla insandan başka bir yaratık yoktur. (En azından insan olarak biz öyle düşünüyoruz). Çünkü geometrik olarak artan sanayileşme ve egocu insan faaliyetleri, güçlü olanların sahiplenme ve genişleme tutkusu ekosistemleri yok ederken, birçok insanın da az gelişmiş, yoksulluk ve sefalet içinde olmasına sebep oldu. Üstelik yeşil devrim adı da verilen tarımla (yapay gübrelerin, böcek öldürücülerin, petrolle çalışan makinelerin, mucizevi tohum çeşitlerinin kullanımı vs.) hem çeşitlilik kaybı artmış hem de insanlar doğrudan zarar görmeye başlamıştır.

Đnsanın hedef olarak zarar görmesi çevre ile ilgili bir takım çalışmaların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. 1908-1913 yıllarında Amerika’da Pinchot ve Roosevelt gibi salt parasal terimlerle yani doğal kaynakların akıllıca kullanılması çerçevesinde ve Muir ve Leopold gibi doğayı korumanın kardan önce gelmesi yönünde ısrar edenlerin çatışmaları vardı.

1990’da Gorbaçov döneminde ünlü biyolog Alexei Yablokov, kirlenmenin sağlık üzerinde yaptığı feci etkiyi gösteren bir olayı şu şekilde aktarıyordu:

Page 108: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

108

“Bakır ergitme kombinasının bacalarından çıkan zararlı salınımların kişi başına yılda 9 tona ulaştığı (Urallardaki Chelyainsk bölgesindeki) Karabash Kenti’nde, askere alınma yaşındaki gençler, sağlık durumları dolayısıyla askerlik hizmeti için silah altına alınamıyor.”

Ceritli 2001 (s. 224), Arnold Toynbee’nin çevre sorunları ile ilgili olarak tespitini şu şekilde aktarıyor:

“Đnsanın çevresi üzerindeki gücünün -şayet bu güç, hırsına hizmet etmeye devam ederse- kendi kendini yok etmeye götürecek düzeye şimdiden eriştiği tartışılmaz görünmektedir. Đnsanlar, “Benden sonra tufan” görüşünü savunan hırsların müptelası oldular. Eğer hırslarını dizginlemezlerse, kendi çocuklarını yokluğa mahkum edeceklerini bilmelidirler (Porritt, 1989:200).”

Egocu insanların yeryüzüne hakimiyetini ve kontrol gücünü bir sorun olarak görenler aslında tür içi rekabette yenik düşen ya da düşecek olan diğer insanlar mıdır? Çevreci hareketler, akımlar, yeşiller, yeşil barışçılar, gönüllü çevre kuruluşları, bu rekabette yer alan insan türünün diğer bireylerinin gerçek amaçları gerçekten doğadaki dengelerin devam etmesini sağlamak mı yoksa baskın olan egosu gelişmiş güçlü insan bireylerinin yayılmasına engel olarak kendi nesillerine yaşama şansı bulmak istemeleri mi? Son yıllarda artan çevre kirliliği, su kaynaklarının azalması, olanların kullanılabilirliğinin azalması, hava, su ve toprak kirliliği, biyoçeşitliliğin azalması, mevcut türlerin genetik yapılarının insan müdahalesi ile değiştirilmesi egoları aşırı gelişmiş olanlar dışındaki insanları rekabette hareketli duruma getirmiş ve özellikle batılı gelişmiş ülkelerde olmak üzere sivil toplum kitlelerinin çabaları ile çevre sorunlarının giderilmesine yada en azından yeni çevre sorunlarının oluşmasına engel olacak böylece egocu insanların yayılmasına bir nebze olsun engel olunmak istenmiştir. Önceleri hümanizm adı altında tür içi haksızlıklara (cinsiyet, renk, ırk farklılığı) baş kaldıran anti egocu ya da egolarını ortaya koymada diğerleri kadar başarılı olamayan ya da olmak istemeyen insanlar (bu tür insanların neden böyle olduğu ayrıca tartışılabilir) dengeleri kurmak için çeşitli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Önceleri insan merkezli, yeşiller olarak ortaya çıkan ekolojistler, görünür çevre sorunları ve topluma olan olumsuz etkilerini gidermek için çeşitli işlevlerde bulunmuşlardır. Đnsanın evrimleşmesi bu kanatta da hızla devam ettiğinden bu tip insanlar en azından tür içi haksızlıkları bir takım yasalarla dengeye ulaştırdıktan sonra hızlı gelişen egocu insan faaliyetlerinin ortak yaşama alanı olan biyosferi hoyratça kullandıklarını anlamış ve gene derin bir kendi neslini devam ettirme kaygısı onu daha küresel düşünmeye, insanın doğaya üstün olmasına karşı çıkarak insanın diğer insanlar arasında değil tüm doğa elemanları arasında eşit haklara sahip olduğundan yola çıkarak doğaya arka çıkmışlardır. Bunların ilk kurucusu Norveç’li Arne Naess 1972 yılında Bükreş’teki Üçüncü Dünyanın Geleceği Konferansında sığ ve derin ekoloji kavramlarını tanımlamış, 1973’de “The Shallow and the Deep, Long-Range Ecology Movements: A Summary” ve 1986’da “The Deep Ecologica Movement: Some Philosophical Aspects” adlı eserleri ile derin ve sığ ekoloji arasındaki farklılıkları ortaya koymuştur. Bunun yanında B. Dewall ve G. Sessions, 1985 yılında yazdıkları kitap (Deep Ecology: Living as if Nature Mattered) ile derin ekoloji kavramını daha kapsamlı bir çerçeveye oturtmuşlardır (Ökmen 2004: 351).

Arne Naess’in ‘derin ekoloji’ olarak adlandırılan düşüncesi 8 temel ilke üzerine kurulmuştur: 1. Yeryüzünde, insan ve insan dışı varlıkların yaşamının refahı ve gelişimi, özde, içsel değerlerdir. Bu değerler insan dışı dünyanın insanın amaçları için taşıdığı yararlıktan bağımsızdırlar. Yani insan dışındaki canlıların değeri, onların insanlar tarafından kullanılması ya da insanların amaçlarına hizmet etmesi ile ilişkilendirilemez. 2. Yaşam biçimlerinin zenginliği ve çeşitliliği bu değerlerin gerçekleşmesine katkıda bulunur ve dolayısıyla bunlar da kendinde değerlerdir. 3 Đnsanların yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak dışında, bu zenginliği ve bu çeşitliliği azaltmaya hiçbir hakları yoktur. 4. Đnsan yaşam ve kültürünün gelişmesi, insan nüfusunun özlü bir şekilde azalmasıyla bağdaşır türdendir. Đnsan dışı yaşamın gelişmesi böylesi bir azalmayı gerektirmektedir. 5. Đnsan dışı dünya üzerindeki insan müdahalesi halihazırda aşırı ölçüdedir ve durum hızla bozulmaktadır.

Page 109: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

109

6. Dolayısıyla siyasal yönelimlerimizi ekonomik, teknolojik ve ideolojik yapılar düzleminde köklü bir şekilde değiştirmek gerekmektedir. Böyle bir işlemin getireceği sonuç, şimdiki durumdan derinlemesine farklı olacaktır. 7. Đdeolojik değişiklik, durmaksızın daha yüksek bir yaşam düzeyini hedeflemek yerine, öncelikle yaşamın niteliğini değerli kılma (içsel değerler taşıyan konumlanışlarda yer alma) olgusundan ibarettir. Büyük (big) ve yüce (great) arasındaki farklılığa ilişkin derin bir bilincin oluşması gerekir. 8. Đfade edilen hususlara katılanlar, bu zorunlu değişiklikler için çalışmaya doğrudan ya da dolaşlı olarak yükümlüdür (Ferry 2000: 107-108)

Naess, kirlenme ve kaynak tüketimi gibi çevreyi sömüren bir takım faaliyetlerin önlenmesine yönelik çevrecilik hareketlerini sığ ekoloji akımı olarak nitelemiştir. Naess’e göre bu çevreciliğin esas amacı gelişmiş ülkelerdeki insanların sağlığı ve refahı olup korumacı-çevreci hareket tarzındadır. Sığ ekoloji, insan merkezci bir doğa görüşüne sahip olduğu için ileri sanayi toplumlarının doğayı hoyratça kullanışlarına başkaldırıda başarısız olmuştur. Bunun yanında derin ekoloji olarak adlandırdığı yaklaşımında ise varlıklar arasında ekolojik bütünlüğü yeniden kavratma çabası ile bir felsefi ve bilimsel temeli gerekli kılacak çevrecilik faaliyetlerini ele almaktadır. Sığ çevrecilik akımında kirlenme ve bunu azaltmak için teknik gelişme de önemlidir, bu akımda temel sorunlar önemli değildir. Derin ekolojide ise kirlilik sadece insan sağlığı üzerindeki etkileri açısından değil, biyosferik açıdan, yaşamın bütünü ve türlerin – sistemlerin yaşama koşulları açısından değerlendirilir, temel varsayım toplumların yaşam felsefeleri ve günlük yaşamları ile ilgili kararlarını kapsayan bütünsel bir görüş ileri sürmektir (Ökmen, 2004:352; Tamkoç, 1994: 13). Derin ekoloji bütün yaşam formlarının gereksinimlerini dikkate alır, hiçbir nesneye sadece kaynak olarak bakmaz. Sanayileşmemiş toplumların kültürlerini sanayileşmiş toplumların istilasından korumaya çalışır. Derin ekologlara göre yeryüzü insanlara ait değildir ve devam eden ekolojik yıkım teknolojik saplantı ile çözülemeyecektir (Ökmen, 2004: 352).

Naess’e göre insanın dünyaya müdahalesi aşırıdır ve durum hızla kötüleşmektedir. Bu yüzden temel ekonomik, teknolojik ve ideolojik politikaların değişmesi gereklidir. Đdeolojik değişiklik gittikçe yükselen bir yaşam standardına bağlanmaktan çok, temelde yaşam kalitesini taktir etme yönünde olacaktır (Ökmen 2004: 351). Bu akımda; insanların gönüllü olarak sade bir yaşam biçimi tercihleri vardır. Karşılıklı yardımlaşma ve şiddete karşı çıkış vardır. Göç olayı fazla gözlenmez, çünkü insanları bulundukları yerde ihtiyaçlarını karşılayabilecek imkanlara sahiptir. Çalışma yerleri ile yerleşim yerleri arasında fazla mesafe yoktur ve ulaşımda daha çok kamusal araçlar hakimdir. Yeşil bir toplum olarak adlandırılan böyle bir toplumda toplumsal hiyerarşi de ortadan kalkmıştır. Naess’e göre yeşil bir toplum yerelleşmiş olmalı ve taban demokrasisine dayalı bir yapı içinde yönetilmelidir. Böyle bir toplum sosyal sorumluluktan yana, şiddete karşı bir toplumdur (Tamkoç, 1994:10). Commoner (1980: 11) dünyada varlığını sürdürmek isteyen herhangi bir canlının ekosferle uyum içerisinde olmadığı taktirde yok olacağını, bir canlı ile diğeri arasında ve canlılarla çevreleri arasındaki bağlantıların çözülmeye başlamasıyla, bütünün sürdürülmesini sağlayan dinamik etkileşimlerin sendeleyeceğini ve kimi yerlerde ortadan kalkacağını bildirmektedir (Ceritli, 2001:224).

Bu şekilde derin ekoloji kavramı insan ve değerlerine insan merkezli düşüncenin ötesinde yeni bir bakış açısı getirmiştir. Đnsan merkezli düşünce insan milliyetçiliği olarak kabul edilmiş ve doğru olanın bio-merkezcil, eko-merkezcil ya da ekosistem elemanlarına eşit olarak bakmak gerektiğini savunmuştur. Derin ekolojistler, son üç yüz yıldır hakim olan mekanistik paradigmanın yerine yeni ekolojik paradigmayı savunmaktadırlar. Yeni paradigma epitemolojik, metafizik, dini, psikolojik, sosyo-politik ve etik düzeylerde yeni ilkeler getirir, insan ve insan olmayan doğa arasındaki ilişkilere temel ve köklü değişimi zorlar (Ökmen, 2004: 352-353).

Derin ekolojiye getirilen en önemli eleştirilerden birisi, siyasal eleştirilerden kaçınıyor olmasıdır. Derin ekologlar kapitalist demokrasiyi veri olarak kabul edip onu eleştirmemektedir. Doğadaki tüm canlıların eşit olduğu iddiası, insani sosyo-politik kategorilerin doğaya yansıtılmasıdır ve insanmerkezciliktir. Açlık dünyada kötü gelişmenin sonucu olup sadece dünyanın taşıma kapasitesinin aşıldığı şeklinde yorumlanmamalıdır. Bu yüzden derin ekolojik değil, sosyal bir dönüşüm gereklidir (Ökmen, 2004:353). Önder

Page 110: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

110

(2003:166), derin ekoloji hareketinin insan ve doğal dünya arasındaki ilişkilere yeni ve kapsamlı bir bakış getirme yönünde ciddi bir yol kat ettiğini ancak henüz Kuhn’cu anlamda normal bilimin yerini alacak bir çerçeve sunamadığını bildirmiştir (Ökmen, 2004:353).

Derin ekoloji kavramı gelişmekte olan bir kavramdır. Yeryüzündeki gelişmelere ayak uydurabilmesi için yeniliklere açık olmalı, ilkelerini de yenileyebilmeli, görmediği, ele alamadığı sorunları görebilmeli, bunlara etkin çözümler önerebilmelidir. Bunun için de ihtiyaç duyduğu aslında doğanın kendisidir. Doğadaki karmaşık ekolojik ilişkiler çözüldükçe kendini geliştirmek için yeni kaynaklar bulacaktır. Doğada “Alturizm” denilen “başkalarını düşünme” kavramı da evrimleşerek sonraki nesillere aktarılmaktadır. Đnsanda da tür içi rekabet insanlığın evrimleşmesine hizmet etmektedir. Bu yüzden Foster (2002)’ın dediği gibi dünya savunmasız bir gezegen değildir. Dünya barındırdığı insan da dahil olmak üzere tür içi ve türler arası rekabet ile dengelerini oluşturan dinamik bir sistem olmaya devam edecektir. Onun savunma mekanizması gene onun içindedir. Doğayı korumak için gelişen pozitif bilimleri suçlamamak gerekir. Çünkü bu bilimsel çalışmalar aynı zamanda doğanın çözümlenmesi tanımlanması yönünde de bilgilerin toplanmasına olanak sağlayacak ve durdurulamaz diye düşünülen egocu insanların karşısında gene pozitif bilimlerle mücadele edilebilecektir. Nitekim bir pozitif bilimci ve biyolog olan Ernst Heacle 1876 da Ekoloji bilimini kurarak bilimsel çevrecilik hareketini başlatmıştır (Ceritli 2001: 214). Doğa evrimine devam etmektedir. KAYNAKLAR Ceritli Đ. 2001. Çevreci hareketlerin siyasallaşma süreci. Ç. Ü. Sosyal Bilimler Dergisi 25 (2):

213-226. Commoner, B. 1980. The Closing Circle, New York:Alfred A. Knopf,Inc. Ferry L. 2000. Ekolojik Yeni Düzen (Çev. Turhan Ilgaz). Đstanbul: Şefik Matbaası. Foster J.B., 2002. Savunmasız Gezegen, (Çev. Hasan Ünder). Epos Yayınları ss. 100-122. Marsh G.P. 1864. Man and Nature, ss. 42-43; Woster ed., Ends of the Earth, ss. 7-8; Foster

J.B., 2002. Savunmasız Gezegen, Epos Yayınları Önder, T. 2003. Ekoloji, Toplum ve Siyaset, Ankara: Odak yayını. Ökmen, M. 2004. Politika ve Çevre, Çevre Sorunlarına Çağdaş Yaklaşımlar (Editörler: Marın M.C. ve Yıldırım U.) Đstanbul: Beta Yayınları Tamkoç, G. 1994. Derin Ekoloji, Đzmir:Ege Yayınları.

Page 111: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

111

DOĞU AKDEN ĐZDE BĐR LĐMAN KENT Đ: SELEUKE ĐA PĐERĐA Yrd. Doç. Dr. Hatice PAM ĐR

Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı Ba şkanı Asi Deltası Arkeolojik Yüzey Ara ştırması Ba şkanı

Giri ş:

Türkiye’ nin güneyinde, Hatay ili Samandağ Đlçesi sınırları içinde yer alan Seleukeia Pieria, ülkemizin Akdeniz sahillerinin sonlandığı bir coğrafyada, Samandağ Körfezinin kuzey ucunda uzanmaktadır. Lübnan’ dan doğan Asi Nehri’ nin Samandağ körfezini sularını boşalttığı yerde oluşan Asi Nehri Deltası Samandağ körfezini sınırlandırmaktadır. Asi Deltasının güneyindeki 1750 m. yüksekliğindeki Keldağ, doğu Akdeniz’i kıyıya dik ve paralel uzanan El Ansariye dağlarının son ucunda yer almaktadır. Doğu Akdeniz’ in kuzey kıyılarını bir perde gibi kapatan ve kıyı bölgesi ile iç kesimi ayıran bu sıradağların bir kaç noktası iç kesimlere geçişe uygun coğrafyaya sahiptir. Asi Deltası, yaklaşık 15 km uzunluğa sahip kumsalı ve Asi Nehir Yatağı ile Doğu Akdeniz’ deki liman olma özelliğine sahip yerlerden birisidir.

Doğu Akdeniz kıyılarının yani Levantın kuzey başlangıcında, Asi Deltasının güney

ucunda yükselen eski dünyada kutsal dağ olarak kabul edilen Hitit belgelerinde Huzzi, eski yunan ve roma belgelerinde Cassius olarak adlandırılan Kel Dağ, eski dünyanın denizcileri için bir kerteriz noktası işlevi görmüştür. Birçok ticari ürün taşıyan ticaret gemileri ve tüccarlar, Asi Deltası’ ndaki liman şehirleri ve Asi Nehri vadisiyolu ile , Amik Ovası , Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya şehir devletleri ile Doğu Akdeniz kıyılarında yer alan Ugarit gibi büyük şehir devletleri Mısır, Kıbrıs ve Ege Adalarındaki şehir devletleri arasındaki ticari ve kültürel ilişkiler kurulmasını sağlamıştır. Yapılan arkeolojik kazı ve yüzey araştırmaları, Orta Tunç Çağından itibaren (günümüzden 3500 yıl öncesinden) Delta’ da liman yerleşimlerinin varlığını açığa çıkarmıştır. Bu araştırmalara göre , Asi Nehri Deltası’ nın doğu ucunda, Asi Nehri yatağına 700 m. mesafede, denize ca. 6km mesafedeki Sabuniye Höyük yerleşimi ile yine Asi Nehrinin batı kenarında, denize ca. 1.8km mesafedeki Al Mina höyüğü ve Asi Deltası’ nın kuzey ucunda, Musa dağının etekleri üzerinde uzanan Seleukeia Pieria antik kenti, yaklaşık 2000 yıllık bir süreç içinde Doğu Akdeniz ticaretini yöneten ve yönlendiren merkezler olarak, uygarlık tarihinde malların olduğu kadar kültürlerin de taşınmasında önemli rol oynamışlardır.

Asi Deltasındaki Liman Şehirleri Sabuniye, Asi Deltası’ nın güneydoğu ucunda bugünkü Sutaşı beldesi sınırları içinde,

Asi Vadisi’ nin başlangıcında uzanan doğal bir tepe üzerinde yer almaktadır. Yerleşim, günümüzden 3500 yıl öncesinde, Amik Ovası’ nda yerleşim tarihi günümüzden 4000 yıl öncesine uzanan bugün Tel Aççana harabeleri olarak anılan yerde bulunan yazılı belgelerde Alalakh olarak adlandırılan şehir devletinin limanı olarak orataya çıkmaktadır. Özellikle günümüzden 3300 yıl öncesinde Kıbrıs ile yoğun ilişkilerin Sabuniye üzerinden yürütüldüğü arkeolojik verilerden anlaşılmaktadır. Asi Nehrinin biriktirdiği alüvyon ve yaşanan tektonik hareketler deltanın jeomorfolojik yapısında değişim yaratmıştır. Deniz çekilnmesi tespit edilen deltadaki yerleşimler denizden uzaklaşması Sabuniye nin de liman şehri özelliklerini yitirmesine yol açmış olmalıdır ki Đ.Ö. 750 yıllarında yani günümüzden 2750 yıl önce bir diğer liman şehri olan Al Mina nın kuruluşuna tanık olmaktayız.

Al Mina Asi Deltası’ nda bugün Liman Mahallesi sınırları içinde yer almaktadır. Asi nehrinin hemen kuzey yanında teras üzerinde biçimlenen Al Mina bugün kıyı çizgisine nehir yolu ile yaklaşık 1.8 km mesafede yer almaktadır. Yaklaşık 500 yıllık bir yerleşim tarihi gösteren Al Mina da ele geçen arkeolojik malzemelerdeki ürün çeşitliliği hayrete düşürecek zenginliktedir. Ege Adaları, Yunanistan, Doğu Akdeniz, Mısır ve Kıbrıs ın yanısıra Kuzey Suriye ve iç bölgelerden büyük kargo gemileri denizden ya da karayolu ile iç bölgelerden

Page 112: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

112

getirilen malların Doğu Akdeniz in bu büyük limanında depolandığı veya dağıtımının yapıldığı anlaşılmaktadır.

Al Mina 1936-1937 yıllarında ingiliz arkeolog L. Woolley tarafından kazılmış ve bilim dünyasına tanıtılmıştır. Al Mina kazı sonuçları büyük yankı uyandırmış, yunanlı tüccarların doğu akdeniz uygarlıkları ile burada yaşadıkları ticari ve kültürel ilişkiler, ve bu etkileşimin yunan anakarasını taşınması ve etkileşim süreci sonucunda, yunan uygarlığının parlak dönemini yaşamasına büyyol açtığı büyük ölçüde kabul görmüştür. Hatta bugün kullandığımız alfabenin özü olan alfabenin, Yunanlı tüccarları ilk önce Fenikeli Tüccarlardan Al Mina da öğrendikleri, daha sonra bu harf sistemini kendi harf sistemine dönüştürdükleri Woolley tarafından ileri sürülmektedir. Son derece tartışmaya açık bir konu olarak gözükse de yadsınamayacak olan şey Al Mina yerleşik yunanlıların doğunun kültürel zenginliklerini batıya taşımasında ve batı kültürünün oluşmasında Al Mina nın oynadığı roldür. Al Mina’ daki liman faaliyetlerinin Đ.Ö. 333 de Đskender’ in doğuya fetihleri ve ardından Seleukosların bölge üzerindeki siyasi egemenliği ile durduğu arkeolojik verilerden anlaşılır.

Deltanın kuzey ucunda yer alan Seleukeia Pieria Đ.Ö. 301/300 yani günümüzden 2306 yıl önce Seleukos I Nikator tarafından kurulmuştur. Büyük Đskender’ in tüm dünyayı Hellen Đmparatorluğu altında toplamak amacıyla Makedonyadan birlikte çıktığı generallerinden birisi olan Seleukos I, Đskender’ in ölümünün ardından fethedilen toprakların doğuda kalan büyük kısmının kontrolünü eline geçirerek kendi adını verdiği Seleukos Krallığını kurmuştur. Seleukeia Pieria, Seleukos I in kendi hanedanlığını kurduğu krallığın başkenti olarak kurulmuştur.

Delta’ nın kuzeyindeki delta düzlüğü ve Musa Dağının alçak yamaçları üzerinde uzanan Seleukeia Pieria’ da tıpkı Sabuniye ve Al Mina gibi bir liman şehri olarak varlığını yaklaşık bin yıl kadar sürdürmüş, Doğu Akdeniz’ de Hellenistik ve Roma dönemlerinde oldukça önemli bir liman olarak kabul görmüştür. Bugüne ulaşan ve kısmen görülebilen kalıntılarının tanıklığında Seleukeia Pieria, Antiocheia (bugünkü Antakya) ile birlikte Doğu Akdeniz ticaretinin yönlendirildiği ve yönetildiği bir liman olarak zengin ve müreffeh bir şehir olmuştur. 1937-1939 yılları arasında yapılan kısa süreli Louvre Müzesi, Baltimore Müzesi, Worcester Müzesi, Princeton Üniversitesi Sanat Müzesi adına yapılan kısa süreli kazılarda çıkarılan ve Hatay Arkeoloji Müzesi başta olmak üzere bu müzelere götürülen ve bazı özel koleksiyonlarda yer alan zengin mozaik eser ve diğer kazı buluntuları kolleksiyonu kentin görkemini ve zenginliğini yansıtmaktadır.

Seleukeia Pieria’ nın Tarihsel Geçmi şi

Seleukos I Nikator (yani Fatih) Đ.Ö. 300 yılında sınırları batıda Manisa’ ya doğuda

Sardes’ e kadar uzanan ve Seleukos Krallığı olarak tanımlanan krallığına başkent olmak üzere kendi adını verdiği Seleukeia Pieria’ yı kurar. Helenistik dönemde Krallığın Kutsal kalbi olarak anılan Amik Ovası ve Asi Deltası’ nı içine alan bölge Seleukis bölgesi olarak anılmış, Roma dönemi boyunca da önemini ve bu özelliğini yitirmemiştir.

Seleukeia Pieria Mısır’ da kurulan bir diğer Helenistik krallık olan Ptolemaioslar’ ın Đ.Ö. 246’ da işgali üzerine yönetim merkezi Antiocheia’ ya taşınmıştır. Bu durum kentin siyasi karakterini kaybetmesine yol açmış, ancak buna karşın kentin kuruluşundan öncesine uzanan Delta’ nın ticari potansiyeli, Seleukeia Pieria’ yı Helenistik dönem ve ardından Roma Dönemi boyunca bir liman şehri olarak öne çıkarmıştır. Roma Đmparatorluk döneminde Doğu Akdeniz’ de özellikle Đ.S.II. yy da önemli bir ticaret üssü, Đskenderiye’ den sonra 2. büyük limanı olduğu ve yine Doğu Akdeniz’ deki Roma Deniz Filosu’ nun Seleukeia Pieria’ da konuşlandığı antik kayıtlarda geçmektedir. Roma ile doğrudan deniz seferlerinin yapıldığını kargo taşımacılığının yanı sıra yolcu taşımacılığının yapıldığını ve bu yolculuğun yaklaşık 21 gün sürdüğünü antik kaynaklardan öğrenmekteyiz.

Antik kayıtlar kentin Đ.S.526 ve 528 de yaşanan deprem felaketlerinden büyük zarar gördüğünü, bu tarihlerden sonra antik kente dair bilgi veren kayıt olmaması da kentin özelliğini yitirdiği ve zamanla terk edildiğini göstermektedir. Nitekim, Seleukeia Pieria’ da yapılan arkeolojik araştırmalarda ele geçen VII. Yy dan sonraya tarihlendirilen arkeolojik buluntu azlığı bu bilgileri desteklemektedir. Kent kuruluşundan kent karakterini yitirdiği döneme kadar klasik şehir anlayışında varlığını sürdürmüş, kendi darphanesine kendi para

Page 113: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

113

basma yetkisine sahip olmuş, Antiocheia ile birlikte Doğu Akdeniz ticaretini yönlendirmiş büyük bir yerleşim merkezi olmuştur. Seleukeia Pieria Kuzey Mezopotamya ve Kuzey Suriye’ nin bir anlamda Ortadoğu’nun denize açılan kapısı olarak doğu uygarlıkları ile batı uygarlıklarını ticari ve kültürel zenginliklerini birbirine aktaran bir kapı görevi görmüştür. Tıpkı kendisinden önce var olan Sabuniye ve Al Mina liman yerleşimleri gibi Seleukeia Pieria’ da iç kesimde yer alan Antiocheia’ ile birlikte büyümüş, zenginleşmiş önem kazanmış ve yine birlikte gözden düşmüşlerdir. Seleukeia Pieria ova düzlüğü üzerindeki doğal bir lagünde oluşan doğal liman ve etrafında biçimlenen Aşağı Şehir ve lagünün bulunduğu alanın hemen kuzeyinde yükselen yamaçlar ve tepelik alan üzerinde kurulan Yukarı Şehir olmak üzere Hellenistik dönem şehir anlayışı ile kurulmuştur. Antik kentin yayılım alanı yaklaşık olarak 300 hektardır. Bu yayılımın büyük kısmı tepelik alanda yer almakta iken delta düzlüğü üzerinde uzanan aşağı şehir barındırdığı limanı, agorası ve yamaç yerleşimleri ile kentin ticari hayatının merkezi olmuştur.

Seleukeia Pieria’ nın Mimari Kalıntıları

1737 yılında Seleukeia Pieria’ yı gezen ve antik kalıntılarının tanımını yapan R. Pococke kentin muhteşem boyutlarda, doğal korunaklılığa sahip büyük bir antik kenti olduğundan bahsetmektedir. Antik kentin, dağların güneyine doğru, güneybatı köşesinde, güneyindeki ovanın üzerinde yüksek kayalık bir zemin üzerinde uzandığını, bu kayalık zeminin kuzeyinde konik tepeleri ile oldukça dik yükseldiğini söyler. Şehrin güney bölümünün oldukça etkileyici bir konuma sahip olduğunu, buradan Kel Dağ, Liman ve güneyde uzanan Delta Ovasının ve Asi Nehri’nin ovadan akışının rahatça görülebildiğini ve kralların sarayının şehrin bu kesiminde olması gerektiğini belirtir. Doğal korunaklılığa sahip olan şehrin doğu ve batı yanlarında, derin vadilere sahip küçük akarsular ile çevrelendiğini, şehrin tamamının kuvvetli surlarla kuşatıldığını ve görebildiği kadarı ile limanı, mezar odalarını, Tüneli, su yolu kalıntılarını, şehir surları ve kapısını, tanımlayamadığı bazı mimari kalıntıları ve kayaya işlenmiş merdivenlerden bahseder.

Günümüzdeki konumu itibarıyla antik şehir, Musa Dağı’nın güney yamaçları üzerinde, en yüksek 420m. noktasından itibaren kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda kademeli teraslar halinde güneye, denize doğru 70m. koduna kadar inmektedir. Kuzey, doğu ve batı yanlarda kayaç tepe, dik yamaçlara sahip doğal sel yatakları olan derin vadilerle çevrelenmekte, güneyde ise 70 m. yüksekliğe sahip dik yükselen kayaç yüzey ile ova düzlüğünden keskin bir şekilde ayrılmaktadır. Teraslar halindeki bu tepelik alan güneydoğuda Liman Kapısı (Bab el-Mina) ile ovaya açılmaktadır. Güneyinde ise dik yükselen kayalık yüzeye işlenmiş merdivenler, düzlük alanda kurulmuş aşağı bölüm ile teraslar üzerindeki yukarı bölümü birbirine bağlamaktadır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda dar bir şekilde uzanan tepelik alan ile düzlük alanı kesen çıplak kayaç yüzeye sahip bu dik yükselti, yukarı bölüm/yerleşim ile bazı yerlerde yamaçlar halinde düzlük kesime karışmaktadır.

Seleukeia Pieria’ da 1937-1939 yılları arasında yapılan kısa süreli kazı raporları ve 1998 yılından bu yana uygulanan arkeolojik yüzey araştırması sonuçlarına göre tespit edilen belli başlı mimari kalıntılar şunlardır:

• Evler Seleukeia Pieria’da 1937 , 1938 ve 1939 yılları arasında yapılan deneme amaçlı

sondaj kazıları, şehrin batı tarafındaki yamaçlarda, Yukarı Şehirde ve Aşağı Şehirde evlerin varlığını açığa çıkarmıştır. 1937 yılında kazı ekibi, Vespasianus-Titus Tüneli’nin doğusundan limana doğru hafif teraslar yaparak inen yamaçlar üzerinde, Antakya Körfezi’ ne, limana ve Kel Dağ’ ın manzarasına hakim bir konumdaki Aşağı Şehrin batı tarafındaki yamaçlarda kazılarda toplam 6 mekanda kazı yapılmıştır. Seleukeia Pieria’da yapılan bu kazılar sonucunda ortaya çıkarılan evler ve mekanlar, şehrin ikamet alanlarının tek bir merkezde toplanmadığını, Aşağı Şehir’de ve Yukarı Şehir’de yerleşimin oluştuğunu göstermektedir ve inşa dönemi olarak Đ.S.II-III yy arasında yerleştirilmektedir. Bu evlere ait mozaik tabanlar Hatay arkeoloji Müzesi, Princeton Sanat Müzesi’ nde sergilenmektedir. Son

Page 114: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

114

derece ince ve kaliteli işçilik gösteren mozaikleri kentin kültür ve sanat anlayışının yanı sıra refahını da yansıtan birer tanıktırlar.

• Dor Tapına ğı Antik kentten günümüze kalıntıları ulaşan ve tanımlanabilen Dor Tapınağı, Yukarı

Şehrin batısında, körfeze, denize, ovaya ve Kel Dağ’a hakim bir konumda, adeta Kel Dağ ile karşı karşıya bakan bir noktada bulunmaktadır. Tapınağın yerleştiği alanın batısı dik bir yamaçla inmektedir ve deniz seviyesinden yaklaşık 200m. yüksektedir. Tapınak, doğu-batı aksı üzerinde uzanmakta, güneyi 10 m.lik bir yamaçla, hafif eğimli olarak zeminden yükselmekte, kuzeyi üstten gelen yamacın teraslandırılması ile sınırlandırılmış, doğusu ise girişe uygun olarak düz bir şekildedir.. Üst yapı ve duvarları tamamen tahrip olmuş sadece temelleri korunmuş, sadece 24 sütun tamburu mevcuttur. Tapınağın genel görünümü ve boyutlarındaki oranlamadan yola çıkılarak, peripteros planlı olabileceği ve tahminen 6x12 sütun dizili, doğu yandaki girişte cellanın önünde distyle in antis olarak düzenlenmiş derin bir pronaosa sahip olabileceği söylenebilir. Merkezdeki cella, doğuda cella ve batı yanda adyton olmak üzere iki bölümlü planlanmış ve inşa edilmiştir. Adyton olarak adlandırılan alanın iç kısmının tabanı yoktur ve tabanın altında, kuzeybatı köşeden 8 merdivenle inilen yer altı odası Kryptus vardır Kazıda ele geçen küçük bir Đsis-Afrodit figürini ve kryptoportikusundan ötürü tapınağın Đsis-Afrodite tapınımına ait olduğu , Đ.Ö. 4. yy sonu veya 3. yy başında inşa edildiği arkeolojik verilerle anlaşılmaktadır.

• Đç ve Dış Liman Antik kentin bugün biri karalaşmış halde bulunan limanı Đç Liman ve sahilde

kumsal üzerinde iki ayağı halen görülen dış limanı olmak üzere 2 limanın kalıntıları günümüze ulaşmıştır. Đç Liman, kentin ilk limanı olarak doğal bir lagünün denize bağlanan kısmının liman ayakları ile kapatılarak çevrelenmesi ile inşa edilmiştir. Liman ayakları aynı zamanda şehir surlarına da bağlantılandırılarak şehrin savunmasının da bir parçası olarak kullanılmıştır. Đç Limanın inşası kentin inşası ile yanı zamanda başlamış olmalıdır ancak liman surları üzerinde farklı zamanlarda restorasyon ve/veya yenileme çalışmaları yapılmış, özellikle Roma döneminde şehrin genişletilmesi sonucunda bazı kısımları tamamen yenilenmiştir. Kentin bütününde olduğu gibi kentin refah seviyesinin en üst noktası olan Roma Dönemi kentin inşa faaliyetlerinin arttığı dönemdir. Doğal lagüne bağlı ve iç limana akan Değirmendere Çayının zaman içinde taşıdığı alüvyonların iç limanı dolma noktasına getirmesi ile birlikte, bu sorunun önüne geçmek için bir çok çözüm önerilmiştir. Önce Liman ağzının derinleştirme çalışmalarının yapıldığını ve bu işler 500 Romalı asker ve işçinin çalıştığını roma belgelerinden öğrenmekteyiz. Ancak bu çözümün kalıcı olmadığını limanın karalaşma probleminin devam ettiği yine belgelerden anlaşılmaktadır. Nitekim Değirmendere Suyu’ nun limana akmasını önlemek amacıyla, nehir yatağının akış yönü bir perde ile saptırılarak, suyun bir tünel ve kanal içinden liman dışına akıtılması amacıyla, Đ.S. 62 de bir tünel baraj projesi uygulanmıştır. Üzerindeki ithaf yazırından dolayı Titus Tüneli olarak adlandırılan bu tünel-kanal şeklindeki yapay su yolu Değirmendere Suyu’ nun limana akmasını önlemek ani taşkın ve silt ile limanın dolması ve karalaşmasının önüne geçmek üzere uygulanmıştır. Uzun bir süreç alan bu tünel inşası, zamanı için son derece masraflı ve zahmetli bir proje olarak uygulanmıştır. Ancak yine de limanın faaliyetlerini tam olarak sürdüremediğini tam kıyı şeridi üzerinde 2. bir liman inşa edilmesi açıklamaktadır. Dış Liman olarak tanımlana bu liman Đ.S. 4. yy da Doğu Roma Đmparatoru Constantius tarafından yaptırılmış, iç limanın iskeleleri ve liman yapıları ile kullanılmaya devam etmiştir. Dış limanın Đç Liman’ a bir kanal ile bağlantılandırıldığı, Titus Tünelinden gelen Değirmendere Suyunun bu kanalı beslemesi sağlanarak Dış Liman ile bağlantı kurulduğu anlaşılmaktadır. Bugün her iki limanın ayakları ve mimari kalıntıları görülebilmekte, kentin büyüklüğünü yansıtan eserler olarak hayranlık uyandırmaktadır.

Page 115: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

115

• Vespasianus-Titus Tüneli Antik kentin kuzeybatısında, kuzey – güney doğrultusunda akan Değirmendere’nin

(Kapısuyu veya Musapınarı olarak da isimlendirilmektedir) dere yatağı, denize 930m. uzaklıkta, doğal yatağından 90º saptırılarak, tünel ve kanal şeklinde düzenlenmiş yapay bir yataktan geçerek, Çevlik Mevki’inde kayalık yamacın bittiği yerde, zeminden yaklaşık 13m. yüksekte sonlanmaktadır. Toplam uzunluğu 830m. olan tünel-kanal şeklinde inşa edilmiş olan bu yapay yatak, kuzey yönünde tünelin girişinde bulunan ithaf yazıtından dolayı, Vespasianus-Titus Tüneli veya yörede yaşayanların söylediği gibi daha genel ve kısa adıyla Titus Tüneli olarak isimlendirilmektedir.

Seyahatnamelerde Tünel, Seleukeia Pieria’dan kalan antik kalıntılar içinde, büyüklüğü ve diğer kalıntılara göre nispeten bütünlüğünü korumuş olması sebebiyle, ayrıntılı olarak tanıtılmıştır. Vespasianus-Titus Tüneli, saptırma perdesi ile akış yönü değiştirilen akarsuyun kontrol edilerek akıtılması amacıyla üç bölümlü tasarlanmış ve uygulanmıştır. Çağına göre oldukça büyük masraflı ve büyük bir işgücüne ihtiyaç duyulmuş bir uygulamadır.

Tünelin inşaatına Vespasianus döneminde başlanmış, mali kaynak yetersizliği ve imparatorluğun genel huzur ortamına bağlı olarak inşası kesilmelere uğrayarak II.yy boyunca devam etmiştir. Tünelin inşasında Roma lejyoner birlikleri ve köleler çalıştırılmıştır. Tünel üzerinde su depolama birimleri inşa edilmiş, burada depolanan su kentin belki de limana demirleyen gemilerin su ihtiyaçlarını karşılamak üzere kullanılmış olmalıdır. Aşağı kentte tespit edilen çok sayıda sulama kanalının Tünele bağlanan kayaya oyulmuş büyük depolara bağlanması, tünelin kendisinin de bir anlamda su deposu yani bir tür baraj gibi kullanılmış olabileceğini açıklamaktadır. Tünelden saptırılan su Đ.S.4. yy da Dış Limanın inşa edilmesi ile iç ve dış limanı bağlayan kanala aktarılarak kanalı beslemiştir. Bugün görülen kurumuş su yatağındaki aşınma izleri suyun debisinin yüksek olduğunu göstermektedir. Tünel bugün tamamen karalaşmış durumdadır. Değirmendere suyunun yaz aylarında azalan suyu kış aylarında artmakta ve tünelin içi kısmen dere yatağına dönüşmektedir.

• Şehir Surları ve Kapılar

Seleukeia Pieria antik kentini çevreleyen surlar, antik kentin topografik yapısına bağlı olarak biçimlenmiş, arazinin topografik yapısına bağlı olarak kuzey-güney yönünde kuzeye doğru daralan güneyde daha geniş, dörtgen şeklinde bir hat çizmektedir. Surlar, Yukarı Şehrin yerleştiği akropolis ve Aşağı Şehrin yerleştiği düzlük alanda iki farklı topografik özelliğe sahip alanı çevrelemektedir.

1998-2000 yılları arasında yüzey araştırmalarında yapılan ölçüm çalışmaları sonucunda, şehir surlarının, devam eden doğa ve insan tahribatı sonucunda izlenebilen ve ölçülebilen toplam uzunluğu 4 km.’dir. Đzlenebilen duvarların çoğu, sadece toprak yüzeyinde tek sıra halinde mevcuttur ve arazinin yapısından dolayı etrafa dağılmış bloklar bazen derin vadi tabanlarına kadar inmektedir. Surların batı yanında hemen hemen hiç bir duvar kalıntısı tespit edilmemiştir. Antik kentin yerleştiği tepenin özellikle kuzey ve batısında Kapısuyu Köyünün yerleştiği kısımlarda, sur duvarlarına ait kalıntı bulunamayışının nedenleri arasında, surların taş ocağı gibi kullanılarak, köydeki evlerde ve modern teras duvarlarında kullanılmış olması da vardır.

Şehri surları üzerinde dört ana kapı ve dört küçük geçit/kapı tespit edilmiştir. Aşağı Şehir’de Pazar/Liman Kapısı (Bab el March), Yukarı Şehrin güneybatı köşesinde Kils Kapısı (Bab el Kils), Liman Kapısı (Bab el Mina), ve Kapısuyu-Hıdırbey yolunun yakınlarında Hava Kapısı(Bab el Hawa) şehrin ana kapılarıdır. Ayrıca Aşağı Şehir ile Yukarı Şehri birleştiren ve taşa oyulmuş anıtsal merdivenlerin çıktığı yamacın Yukarı Şehre birleştiği noktada oldukça kötü durumda tespit edilen duvar kalıntılarından, burada da bir kapının var olduğu düşünülmektedir. Liman Kapıs, diğer kapılara göre kalıntıları daha iyi durumda korunagelmiş ancak halihazırda kaçak yapılaşma ve modern insan tahribatına daha fazla maruz kalabilecek durumdadır.

Page 116: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

116

• Agora

Seleukeia Pieria antik kenti sınırları içinde Aşağı Şehirde ve Yukarı Şehirde yapılan yüzey araştırması sonucunda Aşağı Şehir’de agoraya ait olabilecek alan tanımlanabilmiştir. Seleukeia Pieria agorası şehrin ana giriş kapısının açıldığı aks liman yönünde takip edildiğinde ana kapı ile iç liman arasında düzlük alanda bulunmaktadır. Pazar alanın şu anki görünümü bakımından geç bir döneme ait düzenlemeyi içermektedir. Ancak alanın içinde ve çevreleyen duvarlarda tespit edilen kireçtaşı kaide, tavan kasetleri ve arşitrav blokları ile portaller ve alanın konumu burasının bir pazar alanı veya bir agora olabileceğinin ipuçlarını taşımaktadır (Resim 12 – 13). Doğusunda düzenlenmiş olan en geç Đ.S.IV. yüzyıla tarihlendirilen insitu portallerin alana doğru bakmış olması bu portallerin alanın doğu yanını sınırlandırmakta olduğunu, alanın kuzeyde yamaçlara bitişen duvarı ve batı yandaki liman yapısı granariuma bitişen batı duvarı alanın en azından doğu, kuzey ve batı yandaki sınırlarını belirlemektedir. Güney yanda ise duvarlar tam belirleyici değildir.

Kentin kurulduğundan beri kullanılmış olan emporion olarak tanımlanmış bu alan, Aşağı Şehrin konumlanışına uygun olarak limana bitişik konumda uzanmaktadır. Doğal olarak şehrin uğradığı deprem felaketleri ve sonrasında yeniden inşa faaliyetlerinin etkisi ile üst tabakalar yani Roma ve Bizans dönemlerindeki görünümü ve arkeolojik verileri ile karşılaşmaktayız. Bu alanda tespit edilen kaideler, arşitrav parçaları ve tavan kasetleri kentin en refah dönemi olan Roma döneminde bir Agora olarak biçimlendirildiğini söylememize olanak tanımaktadır.

• Su Yolları Kentin geniş ve farklı zeminlerde uzanması nedeniyle birden çok su kaynağının ve

buna bağlı olarak inşa edilen su yollarının kullanılmasını gerekli kılmıştır. Deniz seviyesinden başlayan ve 400m. seviyesine kadar yükselen bir alana dağılmış olan şehirde arazinin yapısına ve su kaynaklarının bulunduğu noktalara bağlı olarak temelde kentin batısında, kentin güneydoğusundaki yukarı şehirde ve akropol alanında olmak üzere, 3 farklı kaynaktan beslenen su yolları vardır. Su yolları kayaya oyulmuş su kanalları içinde şehre taşınmıştır. Bir mühendislik harikası olarak nitelenebilecek su yolların ait kanallar halen mevcuttur.

• Basamaklar

Ana kayaya oyulmuş basamaklar içeren merdivenler Aşağı Kenti Yukarı Kente bağlamakta ve şehrin yol sisteminin önemli kısmını oluşturmaktadır. Polybios (V.59), Seleukeia Pieria’nın denize bakan tarafında kayaya oyulmuş basamakların sık dönemeçler yaparak yukarı çıktığını yazar. Şehrin aşağı kesimi ile yukarı kesimini birbirine bağlayan bu merdivenler, kenti gezen gezginlerin seyahatnamelerinde hayranlıkla bahsedilmektedir Günümüzde halen kullanılan bu basamaklar, şehrin bir kaç noktasında görülmekteyse de kalıntıları ve boyutları bakımından şehrin doğu tarafındaki basamaklar daha çarpıcıdır. Yekpare olarak kayaya oyulmuş bu 62 basamaklı merdiven anıtsal görünüme sahip bu basamaklar turistler tarafından ziyaret edilmeyi beklemektedir.

• Nekropol Alanları Nekropol alanı, antik kentin şehir surları içinde ve çevresinde olmak üzere 3 farklı

yerde bulunmaktadır. Bunlar, şehrin doğusundaki Liman Kapısı’nın kuzey ve güney yanlarında, şehir surlarının dışındaki kayalık yamaçlarda Doğu Nekropol, kentin batısında, şehir surlarının içinde ve şehir surlarının dışında olmak üzere iki noktada Batı Nekropol, kentin kuzeyinden gelerek doğu yanından akan Limonsuyu Deresinin oluşturduğu vadinin Mağaracık Beldesine kadar uzanan batı ve güney yamaçları boyunca uzanan Mağaracık Nekropolü’ dür. Tek başına duran, grup oluşturmayan mezarlar ise Vespasianus – Titus

Page 117: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

117

tünelinin düzgün duvar yüzeylerinde, Yukarı Şehrin güney yamaçlarında, uygun kayalık yüzeylerde ve antik şehrin kuzeyinde şehri surlarının dışında ve çevresinde tespit edilmiştir. Seleukeia Pieria’da toplam 219 tek mekanlı, 4 adet birden fazla mekanlı mezar odası, 41 adet yarı bağımlı lahit, 10 adet bağımsız podyum üzerinde duran lahit sayılmıştır (Resim 7- 8). Bu miktarın en yoğun olduğu bölge, şehrin doğusundaki Limonsuyu Deresi’nin iki yanındaki yamaçlarda sıralanmıştır. Her iki nekropol de tarihlendirilebilir girland ve bukranyonlu ve tabula ansatalı lahitler Đ.S.II. yüzyıl ortalarına yerleştirilmektedir. Doğu nekropol deki figürlü lahitin tarihi Đ.S.140-180 tarihleri arasına yerleştirilmektedir. Batı nekropol deki Beşikli Mağara ve alınlıklı mezar odası Erken Bizans dönemine yerleştirilmektedir.

Seleukeia Pieria’ nın, en göz alıcı ve anıtlarından birisi olan Beşikli Mağara Mezar Anıtı, 5 bölümden oluşan büyük mezar odasıdır. Yöre halkı tarafından içindeki yan yana düzenlenmiş ve kayadan biçimlendirilmiş mezarlardan dolayı Beşikli Ma ğara, gezginler tarafından Krallar Mezarı olarak adlandırılmıştır. Tamamı kayalık olan ve oyularak biçimlendirilmiş mezar odasının girişine batı yandan geçişi sağlayan kayaya işlenmiş merdivenlerle ulaşıldığı anlaşılmaktadır. Mezar odasının cephesi ortada iki sütun ve yanlarda duvara bitişik plaster/yarım paye sütunlarla biçimlendirilmiş 3 girişli cephe düzenlemesine sahiptir. Beşik tonoz kemerlerle birbirine bağlana kayaya oyulmuş sütunlu bir cephe düzenlemesi içermektedir. Mezar odasının girişinde üç tavan kaseti ile süslenmiş, tavan kasetlerinin köşelerinde küçük istiridye motifleri ve uzayan bitki filizi şeklinde kabartma süslemeler içeren bir ön giriş mekanı yer almaktadır. Bu mekan doğuda ve kuzeyde bulunan iki ayrı odaya açılmaktadır.

Doğu oda, içte kayaya oyulmuş dört sütun , duvarlarda nişler içinde ve tabanda açılmış mezar sandukaları içermektedir. Yan duvarlardaki nişlerin tavanlarında kabartma bitki ve hayvan figürleri vardır. Oldukça tahrip olmuş olan figürler zorlukla seçilmektedir. Doğu odanın kuzeybatı köşesinde yan duvarlarında iki niş bulunan daha küçük bir mekan bulunmaktadır.

Girişin kuzeyinde kalan odada hiç bezeme yoktur. Mezar yatakları yan duvarlarda ve tabanda açılmıştır. Odanın merkezinde yanyana duran simetrik iki mezar kayaya oyularak işlenmiştir. Bu mezarlar tabandan 1.30m. yüksekliğe kadar baldahin biçiminde lahit sandukası/teknesi gibi işlenmiş, bu görünümünden dolayı yöre insanları tarafından bu mezar odası Beşikli Mağara olarak adlandırılmıştır. Beşikli Mağara’da toplam 91 adet mezar yatağı loculi tespit edilmiştir. Mezar anıtının ilk kullanımı ile ilgili veriler yoktur ancak mezar anıtının son kullanım tarihini stilistik özelliklerinden ötürü Đ.S. 5. yy olarak kabul edilmelidir. Sonsöz

Seleukeia Pieria, antikçağın bilim, kültür ve uygarlık merkezlerinden olan Doğu Akdeniz’ de yaklaşık 1000 yıllık tarihsel süreçte önemli olmuş bir liman şehridir. Bütün liman şehirlerinde olduğu gibi sadece ticari mallar değil insanlar ve dolayısıyla kültürler de Akdeniz’ in bir ucundan diğer ucuna taşınmış, Roma döneminde Đskenderiye ile birlikte Doğu Akdeniz’ deki bu hareketliliği taşıyan merkez olmuştur. Bu öneminden dolayı Roma döneminde kentin limanının yaşatılabilmesi için büyük masrafların harcanması göze alınmış, liman ağzının derinleştirme çalışmalarının yanı sıra, inşası uzun bir süreç alan dünyanın ilk tünel-baraj projelerinden birisi olarak kabul edilen Vespasianus-Titus tüneli inşa edilmiştir. Liman şehri olması nedeniyle Đsa Mesih’in tebliğini yaymak amacıyla uzak memleketlere gidecek olan Müjdecilerin uğrak yerlerinden olmuş, Hıristiyanlığın oluşum aşamasında önemli görevler üstlenmiştir. Seleukeia Pieria tıpkı Sabuniye ve Al Mina gibi siyasi faktörler kadar çevresel faktörlerden etkilenmiş, yine bir felaketin yıkıcı etkilerine maruz kalarak görevini tamamlamıştır. Yaklaşık 2000 yıllık bir tarihsel süreç içinde Delta Doğu Akdeniz’ in önemli liman merkezlerini yaşatmıştır. En erken liman şehri olan Sabuniye Amik Ovası’ ndaki Alalakh’ ın, Al Mina yine Amik Ovası’ nda ki bir diğer şehir Kunulua (Bugünkü Tayinat Höyüğü)’ nın , Seleukeia Pieria ise Antiocheia’ nın liman şehri olarak birlikte yaşamışlar ve birlikte görevlerini tamamlayarak tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

Page 118: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

118

Hatay Tarih i Mehmet Tekin

Hatay Türkiye’nin en eski yerleşim yerlerinden biridir. Araştırmacılar, eldeki bilgilere göre yörenin iskan tarihinin M.Ö. yüzbinli yıllara rastlayan orta paleolitik döneme kadar uzandığını ifade etmekte, bunun 2,5 milyon yıl öncesine kadar uzanabileceğini belirtmektedirler. Yayladağı-Kışlak civarında ve Çevlik-Kanal mağarasında, M.Ö. 40000-11000 yılları arasında tarihlenen üst paleolitik döneme ait araçlar ve insan kalıntılarında Homo Sapiens Çevlikensis’ten kalma kemikler bulunmuştur. Bu mağaralarda insan yaşayışının Milattan sonraki yıllara kadar sürdüğü tahmin edilmektedir. Bölgede Cüdeyde, Hamam Vadisi, Çatalhöyük, Atçana, Tainat gibi höyüklerde değişik zamanlarda yapılan kazı ve araştırmalarda elde edilen buluntulardan (çanak-çömlek, kadın figürleri, ağırşak, boncuk, süs eşyaları, dörtgen planlı büyük kerpiç ev duvarları -taş temel üzerinde kerpiç duvar-, maden gereçler, orak, bıçaklar, taş mühürler, iğneler, deliciler, baltalar, mızrak uçlar ve Kırıkhan sınırları içinde bulunan dolmenler...gibi) Hatay yöresinin neolitik, kalkolitik dönemlerde ve Tunç Çağında yaygın ve hareketli bir yerleşim yeri olduğu anlaşılmaktadır. Đlk Tunç Çağı sonunda Amik ovasındaki beylikler Mezopotomya’dan gelen Akadların egemenliği altına girmiş, fakat bu egemenlik kısa sürmüştür. Bundan sonraki. M.Ö. 1800-1600 yılları arasında yöre, merkezi Halpa (Halep) olan Yamhad Krallığı’na bağlı bir beyliğin toprakları içinde yer almıştır. Başkenti Alalah (Atçana) olan bu beylik iç işlerinde bağımsız, dış işlerinde Yamhad Krallığı’na bağlıydı. Bir ara Yamhad Krallığı’nın merkezi Atçana’ya taşınmış ve Kral Hammurabi burada M.Ö. 1780-1750 dönemine tarihlenen ve kalıntıları bu günde görülen surlarla çevrili bir saray yaptırmıştır. M.Ö. 1600’lü yıllarda Hitit Kralı Murşil, Yamhad Krallığı üzerine düzenlediği bir seferde Atçana ve çevresindeki yerleşim yerleri ile Halpa şehrini ele geçirdi, şehri yakıp yıktı. Antakya ve çevresi Murşil’in ölümüne kadar Hitit egemenliği altında kaldı. Onun ölümünden sonra yöredeki prenslikler Hitit egemenliğine baş kaldırdılar. Atçana Beyliği ile bütün Suriye şehirleri M.Ö. 1490’larda Mısır egemenliğini kabul ederek Firavun Tutmasis III’e bağlandılar. M.Ö. 15. yüzyıl ortalarında Yamhad Krallığı Hitit egemenliği altına girdi. Bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etti. 13. M.Ö. 1200’lü yıllarda Hitit devleti zayıflayınca Güney Anadolu’da Fırat kıyıları ile Konya arasındaki bölgede çok sayıda devletçik ortaya çıktı. Bu devletçikler uzun süre siyasi bir birlik kuramadılar. Sadece Amik Ovası ve çevresinde birleşme sağlanabildi ve merkezi Kanula (Kırıkhan yakınlarındaki Çatalhöyük) olan Hattena Krallığı kuruldu. M.Ö. 9. yüzyılda Kral II. Salmanassar döneminde Hattena ülkesi bütünüyle Asur denetimi altına,, bir süre sonra bu defa Van yöresinde yaşayan Urartuların egemenliği altına girdiler. M.Ö. 680’li yıllarda Karadeniz’in doğusunda ve Kafkasların kuzeyindeki Kimmerleri kovalayıp Kafkas geçitlerini aşan Sakaların, Türkmen / Oğuzların ataları ve Saka başbuğu Partatuca’nın torunu Madova’nın da destan kahramanı Afrasyab, ya da diğer adıyla Oğuz Han olduğu kabul edilir. Bir Türk kavmi olan Saka’lar Çin’den Karpatlara, Filistin’den Urallara kadar olan bölgenin hakimi ve Oğuz Han, bir cihangir hükümdar idi. Oğuz Han M.Ö. 654 yılında Filistin yöresine geldi. 10 yıl kadar sonra da Türklerin “Batak Şehir” adını verdikleri 306 kapılı Antakya şehrini bir yıllık bir kuşatmadan sonra zaptetti. Şehre oğulları, kadınları, çocuklar ve 90.000 askeriyle giren Oğuz Han, altın bir taht üzerinde oturdu. Burada 18 yıl kaldıktan sonra 626 yılında ayrıldı. M.Ö. 6. yüzyıl ortalarında Đran’da kurulan ve kısa sürede egemenlik alanını genişleten Pers Đmparatorluğu döneminde Antakya ve çevresi, merkezi Tars (Tarsus) kenti olan Kilikya satraplığı sınırları içinde bulunuyor, Pers imparatorluğuna vergi ödüyordu.

Page 119: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

119

M.Ö. 334-333 yıllarında Anadolu’yu baştan başa aşıp, Gülek Boğazından Çukurova’ya geçen Büyük Đskender Akdeniz’in kuzeydoğu ucunda, bir sahil kasabası olan Myriandros’ta (bugünkü Đskenderun) kamp kurdu. Bu sırada bölgede bulunan Pers Đmparatoru III. Dareios da Amanos dağlarını aşıp bu günkü Dörtyol’un bulunduğu ovaya indi, Pinaros çayı (Deliçay) kıyısında savaş düzeni aldı. Bunun üzerine Đskender Dörtyol ovasına geri döndü. Đki ordu, körfezin ucunda bulunan Đssos’ta 333 yılı sonlarında savaşa tutuştu ve Đskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğrattı. Daha sonra zafer anısına Myriandros’ın adını “Alexandria” olarak değiştiren Đskender Amanos dağlarını aşarak Amik ovasından geçip yoluna devam etti. Đskenderun, Antakya ve Seleukeia Pieria’nın Kuruluşu : Đskender’in M.Ö. 323 yılında ölmesi üzerinde komutanları arasında nüfuz mücadelesi ortaya çıktı. Nihayet M.Ö. 312 yılında I. Antigonos’u yenen Seleukos, Asur ülkesi ile Đran’daki satrapları kendisine bağladı. Dicle kıyısındaki Seleukeia kentini merkez yaptı. Antigonos, M.Ö. 307 yılında bugünkü Antakya’nın biraz kuzeyinde Akdeniz sahilinden doğuya, içerilere giden yol üzerinde Asi nehri kenarında bir şehir kurdu ve bu şehre “Antigonia” adını verdi. Ancak 301 yılında I. Seleukos Nikator’la yaptığı savaşta öldü. I. Seleukos Nikator M.Ö. 23 Nisan 300 tarihinde Akdeniz kıyısında Seleukia (bugünkü Samandağ-Çevlik) kentini kurdu ve başkenti buraya taşıdı. Seleukeia’da şehir surları içinde bir de liman inşa edildi. Daha sonra I. Seleukos Antigonia’yı yıktırıp, daha güneyde, dağ eteğinde (yani Antakya’nın bugünkü yerinde) yeni bir şehir yapılmasını emretti. Şehrin temeli M.Ö. 22 Mayıs 300 tarihinde atıldı ve inşası tamamlanınca devlet merkezi buraya nakledildi. Seleukos şehre babasının (ya da oğlunun) adına izafeten “Antiokheia” adını verdi (Bu isim zamanla “Antakya” şeklini almıştır.) Başkent Antakya hızla gelişip o günün dünyasında önemli bir merkez olarak ün kazandı. I.Seleukos döneminde su kanalları yapılarak Defne (Harbiye) çağlayanlarından Antakya’ya su getirildi. Şehirde su deposu ve dağıtım şebekesi yapıldı. Bu çalışmalar sonraki krallar zamanında da devam etti. Şehir, M.Ö. 246-244 yılları arasında Mısırlıların işgaline uğradı. Antakya, aynı zamanda bir olimpiyatlar şehriydi. Bilindiği kadarıyla Antakya’da ilki M.Ö. 195 yılında olmak üzere M.S. 6. yüzyıla kadar muhteşem olimpiyatlar düzenlenmiştir. Önce “festival” ya da “şenlik” adıyla başlayan olimpiyatlar, ilk defa Claudius zamanında olimpiyat adıyla kurumlaştı. Antakya, M.Ö. 64 yılında Antakya Roma Đmparatorluğuna katıldı ve Đmparatorluğun Suriye eyaletinin başkenti oldu. M.S. 1. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıkan Hristiyanlık , Kudüs dışında , 30’lu yılların oartalarında ilk defa Antakya’da yayıldı, Hz. Đsa’ya inananlara ilk defa burada “Hristiyan ” adı verildi ve Hristiyanlığın ilk kilisesi Antakya’da kuruldu. M.S. 1. yüzyılda Antakya nüfus bakımından Roma Đmparatorluğu’nun, Roma ve Đskenderiye’den sonra üçüncü büyük şehriydi. Asi nehri ağzında bulunan ve eski çağlardan beri kullanılan El Mina limanı Antakya ve dolayısıyla buraya ticaret yollarıyla bağlı şehirler için çok önemliydi. 4. Yüzyıla kadar küçük gemiler nehir yoluyla Antakya’ya kadar gelebiliyorlardı. Antakya Asi nehri ile Silpiyus dağı arasındaki meyilli arazide kurulmuştu. 360 burçlu yüksek, sağlam surları, tepede birde iç kalesi vardı. Önemli anayollarının kavşak noktasında ve El Mina-Seleukeia-Đskenderun gibi limanlara sahip olması nedeniyle hem maddi hemde kültürel yönden zengin bir şehirdi. Şehir içinde ve çevresinde birçok sanat yapıları, anıtlar, mabetler, tiyatro, hipodrom, hamamlar, agora, geniş ve muntazam caddeler vardı. Zenginlerin, önemli kişilerin evlerinin zeminleri eşsiz sanat eserleri olan mozayiklerle süsleniyordu. Antakya, tarih boyunca depremlerle en çok yıkılmış şehirlerden biridir. Bilinen önemli depremler M.Ö.148, 130, 83-90 arası, M.S. 35,37 ve 41-45 arası, 115, 341, 365, 396, 458, 526, 528 ve 531-534 arası, 532, 551, 557, 588, 589 yıllarında meydana gelmiştir. Bunlardan en şiddetli ve en çok can kaybına yol açanı, 29 Mayıs 526 akşamı meydana gelen

Page 120: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

120

depremdir. Bu depremde 250.000 kişi ölmüş ve Antakya ile birlikte Defne ve Seleukia Pieria de yerle bir olmuştur. 528 yılında meydana gelen deprem de en az önceki kadar şiddetliydi, ama can kaybı daha az oldu. 611-628 yılları arasında Đran işgali altında kalan Antakya Doğu Roma için önemli ve uğradığı bunca tahribata rağmen, hala komşu devletlerin ilgisini çeken bir şehirdi. Nitekim 638 yılında Suriye’de fetihler yapan Ebu Ubeyde Đbn-ül Cerrah komutasındaki Đslam ordusu Antakya’ya yöneldi ve şehir kuşatıldı. Şehir anlaşma ile teslim alındı. Halkın bir kısmına eman verildi, bir kısmı şehirden uzaklaştırıldı. Antakya Abbasiler döneminde sakin bir devir yaşadı, hatta halife Harun Reşid Antakya’yı ziyaret etti. 877’de Tolunoğullarının, daha sonra Ihşitlerin egemenliği altına giren Antakya, 944 yılında Hamdanoğullarının Halep koluna bağlandı. 968 yılında Bizans ordusunun kuşattığı şehir 969 yılında teslim oldu. Böylece 631 yıl süren Đslam dönemi sona ermiş oldu. Mart 1054’de Antakya’da meydana gelen depremde 10.000 kişi öldü. 11. Yüzyılda Batı Anadolu’da birçok fetihler yapan Kutalmışoğlu Süleyman Şah, idarecilerin zulmünden bıkan halkın daveti üzerine 300 atlı ile 12 günde Đznik’ten Antakya’ya ulaşarak 12 Aralık 1084 günü Antakya’ya girdi. Şehirde kimseye kötülük yapılmadı. Süleyman Şah halkı bağışlayacağına dair söz verdi. Alınan bütün esirleri serbest bıraktırdı. Bu durumu gören iç kaledekiler de direnmekten vazgeçip 12 Ocak 1085’te teslim oldular. 1090’lı yıllarda Avrupa’da Haçlı ordularının tarih sahnesine çıktığı ve Doğuya doğru sefere çıktıkları görüldü. 1097 yılında Anadolu’dan Çukurova’ya geçerek Đskenderun Körfezi’ne ulaşan Haçlı orduları Đskenderun’u aldıktan sonra Belen geçidi üzerinden Antakya önlerine gelerek, şehri kuşattı (21 Ekim 1097. Antakya kuşatmaya uzun süre direndi, nihayet 3 Haziran 1098’de Haçlılar tarafından zaptedildi. Bu dönemde Antakya’da Ceyhan Irmağından Lazkiye’ye kadar olan bölgeyi kapsayan ve Kudüs’e bağlı olan bir dükalık (Antakya Prensliği veya Antakya Kontluğu) kuruldu. Bu dönemde Asi nehri ile Silpiyus dağı arasında 1,5 km genişliğinde 5 km uzunluğunda bir alan üzerine yayılmış olan Antakya şehrinin nüfusu 100 000 olarak tahmin ediliyordu . Eyyubi Sultanı Selahaddin Eyyubi Eylül 1188’de Haçlıların elinde bulunan Bakras ve Darbsâk kalelerini zaptetti ve Antakya’nın Anadolu ile bağlantısını kesti. Antakya halkı büyük sıkıntı içine düştü. Şehir sadece El Mina ve Seleukiea Pieria limanları vasıtasıyla yardım alabiliyorlardı. Bu arada Antakya Prensliğinin talebi üzerine kısa süreli barış andlaşması yapıldı. Selahaddin, bölgedeki bütün kaleleri zaptetmek için sefer hazırlığı içinde olmasına rağmen, III. Haçlı Seferi’nin başlaması üzerine bu sefer gerçekleşmedi. Eyyubi orduları 1191 yılında bölgeden tümüyle çekildi. 13. yüzyılda Mısır’a hakim olan Memlûk Devleti’nin orduları Amik ovasına kadar ulaşmış, 1261 ve 1262 yıllarında Antakya’yı iki defa kuşatmışlardı. 1268 yılında tekrar yöreye gelen Baybars komutasındaki Memlûk ordusu Koz kalesini zaptettikten sonra Antakya’yı kuşattı. 18 Mayıs 1268 tarihinde şiddetli bir savaş sonucunda Antakya’da zaptedildi. Şehir yağmalandı, ateşe verildi, surlar tahrip edildi, iç kale yıktırıldı. Şehre denizden gıda maddesi taşıyan Seleukeia Pieria (Çevlik) limanını da tahrip ettiren Baybars, Bakras ve Darb-ı sâk kalelerini zaptetti. Bundan sonra Antakya’da ve Bakras’ta birer cami yaptırdı. Antakya’da imar faaliyetlerine girişildi. Memlûklerin gelişi ile Antakya’da 171 yıl hüküm süren Antakya Haçlı Prensliği sona ermiş oluyordu. Baybars’ın hükümdarlığı zamanında bölgeye gelen 40 000 evden fazla Türkmen Gazze’den itibaren Antakya ve Sis (Kozan) sınırına kadar, Haçlılardan alınan sahil bölgelerine yerleştirildi. 15. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı toprakları güneye doğru genişleyip Memlûk sınırlarına ulaşınca iki devlet arasında savaşlar da başladı. 1487 yılında Çukurova’da Memlûk ordusu

Page 121: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

121

Osmanlı ordusunu yendi, komutanı Hersekzade Ahmet Paşa’yı esir etti. 1488 yılındaki seferde de Osmanlı ordusu Memlûk ordusuna karşı başarı sağlayamadı. Nihayet 1490 yılında barış anlaşması yapıldı. Bu yıllarda Ümit Burnu yolunun keşfedilmesi ticaret yolunu değiştirdi. Avrupa-Đskenderun arasında işleyen gemilerin sayısında azalma oldu. Đskenderun ve çevresi bundan çok etkilendi. 1516 yılında Osmanlı ordusu ile Memlük ordusu arasında Mercidabık’ta cereyan eden savaşı Osmanlı ordusu kazandı. Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı oardusunun başında Halep’e girmesiyle Antakya, Đskenderun ve çevresi de 1516 yılının Ağustos ayında Osmanlı hakimiyeti altına girmiş oldu. Şehre ilk vali olarak Bıyıklı Mehmet Paşa tayin edildi. Bundan sonraki yıllarda yöre için en önemli olay, Kanuni Sultan Süleyman’nın buradan geçişidir. Kanuni, Tebriz seferi dönüşünde Aralık 1535 başlarında Antakya-Đskenderun üzerinden Adana’ya geçmiştir.1552 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla Belen’e cami, han, hamam, imaret ve ziyaret yapımına başlandı. Belen’e 250 nefer derbentçi yerleştirildi. Birkaç yıl sonra 65 hane daha yerleştirilerek burası köy haline getirildi. Bundan sonra yine yol güvenliğini sağlamak için Payas’taki eski kale ve hendeği sökülüp tümüyle yeniden yapıldı (1567-1571). Yine Payas’ta kalenin karşısında Sokullu Mehmet Paşa’nın 1568 yılında yapımına başlattığı cami, han, hamam, arasta, imaret 1574 yılında tamamlandı. Ayrıca bir iskele ile bir tersane yapıldı, limanı korumak için 1577 yılında limanın üst tarafına küçük bir kale (Cin kulesi) inşa edildi. Derbentçi olarak buraya 541 aile yerleştirildi. Sokullu aynı dönemde Antakya’da da han, hamam, bedesten, değirmen gibi çoğu günümüze kadar ayakta kalan yapılar yaptırdı. 17. yüzyılda yörede Süveydiye, Payas, Đskenderun iskeleleri faal durumdaydı. 1648 yılında Hatay yöresinden geçen Evliya Çelebi, seyahatnamesinde özellikle Payas, Đskenderun, Belen, Bakras ve Antakya hakkındaki gözlemlerini ayrıntılı olarak anlatmıştır. Bu dönemde Karamurt’ta (Bakras civarı) Kanuni’nin yaptırdığı han da harap, iş görmez haldeydi. Đskân çalışmalarının devamı olarak 1703-1704 yıllarında Vezir Hasan Paşa aynı yerde büyük bir han ile cami ve imaret yapılmasını emretti, yapım 1706 yılında tamamlandı. Burada aynı zamanda mustahkem bir kasaba inşa edildi ve yol güvenliği için derbent teşkilatı kuruldu. Böylece bölgede güvenlik sağlanmış oldu. 1769 yılında Abdurrahman Paşa’nın çabalarıyla Belen’e yeniden etraftan ahali getirilip iskân olundu. Kışları Amik ovasında, yazları Anadolu yaylalarında geçiren 3.000 atlı, 3.000 yaya çıkaracak büyüklükte konar göçer bir aşiret olan Reyhaniye aşireti 19. yüzyıl başlarında kısmen iskânı kabul etti. Yine aynı dönemde Payas ve çevresinde hakimiyeti ele geçiren Küçükalioğulları ailesi devlete başkaldırdı. Hacı kafilelerinden bile haraç alacak kadar ileri gittiler. Bu durum 19. yüzyıl ortalarına kadar devam etti. 1822 yılında meydana gelen deprem Đskenderun ve çevresinde büyük yıkıma yol açtı. Seleukeia Pieria’nın son kalıntıları da yıkıldı, Antakya’da birçok ev hasar gördü. Osmanlı döneminde Antakya’da Ahilik ilkelerine göre çalışan, lonca halinde örgütlenmiş bir esnaf teşkilatı, hanlar etrafında organize olmuş ve her biri bir mesleğin mensuplarına tahsis edilmiş sokakların oluşturduğu işlek bir çarşı vardı. Asi nehri üzerinde değirmenler ve sulama için gerekli suyu nehirden sağlayan su dolapları vardı. 1832 yılında Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın oğlu Đbrahim Paşa Osmanlı ordusunu yenerek Suriye’yi zaptetti. Halep’e kabul edilmeyen Ağa Hüseyin Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Beylan (Belen) Boğazı’na çekilerek burada savunma düzeni aldı. Antakya’ya gelen ve ordusunu dinlendiren Đbrahim Paşa Osmanlı ordusunun savunmada bıraktığı boşluklardan yararlanarak 28 Temmuz 1832 günü yapılan savaşı iki saat içinde kazandı. Osmanlı ordusu ağır kayıplar verdi. Đbrahim Paşa ordusu buradan iskenderun’a geçerek

Page 122: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

122

yoluna devam etti, Anadolu içlerine kadar ilerledi. Antakya ve çevresinnde 1839 yılına kadar Đbrahim Paşa’nın kurduğu düzen devam etti. Tanzimat’ın ilanıyla tüm Osmanlı ülkesi gibi Antakya ve çevresinin idari teşkilatında da yeni düzenleme yapıldı. 19. yüzyılda Gâvurdağı yöresinde asayiş bozulmuş, huzur kalmamış, Sivas vilayeti sınırlarından Đskenderun iskelesi, Beylan ve Antakya kazaları sınırına kadar olan geniş bölgede isyan hareketleri baş göstermişti. Devlet bu bölgeyi ıslah etmek ve düzeni yeniden kurmak için bir fırka (tümen) oluşturdu. ”Fırkai Islahiye” adı verilen bu ordunun komutanı Müşir Derviş Paşa, mülki konulardaki yetkilisi Ahmet Cevdet Paşa idi. Ordu 1865 yılı ortalarında Đskenderun’a geldi. Belen yoluyla Amanos dağları geçilerek harekâta başlandı, isyancı aşiretler itaat altına alındı, bölgede huzur sağlandı. Ordunun konakladığı yerde bir kışla yapıldı. Hacılar, Tiyek ve Akbez nahiyeleri birleştirilerek bir kaza oluşturuldu ve kaza merkezi olmak üzere kışla yanında birkaç yüz hanelik bir kasaba inşa edildi. Buraya ilk önce Hassa taburları ayak bastığı için kasabaya “HASSA” adı verildi. 1869 yılında Süveyş Kanalının açılışı Đskenderun iskelesini, dolayısıyla yöre ekonomisini olumsuz etkiledi. Đskenderun’un ticari yoğunluğu ve buna paralel olarak önemi azaldı. 16 Nisan 1872 tarihinde Antakya’da meydana gelen şiddetli deprem Antakya ve köylerinde büyük tahribat yaptı. Depremde 1500 kişi öldü, çok sayıda insan yaralı olarak kurtuldu. Süveyş Kanalı’nın ortaya çıkardığı zararları gidermek üzere Đskenderun-Halep arasında yapımına başlanan şose 1886 yılında tamamlandı. 1904 yılında yapımına başlanan Đskenderun-Toprakkale demiryolu hattı ise 1 Kasım 1913 tarihinde tamamlanarak işletmeye açıldı. 1. Dünya Savaşının son günlerinde Suriye cephesindeki Türk ordusu Halep’i terkedip kuzeye çekilmiş, bu çekilme sırasında orduya komuta eden Mustafa Kemal Paşa Halep’te sokak muharebelerini bizzat idare etmişti. 28 Ekim’de 1918’de Mustafa Kemal Paşa emrindeki birliklere bugünkü sınırlara uyan bir hattın korunmasını emretmiş, yani bir anlamda yeni Türk Devletinin sınırlarını belirlemiş oluyordu 30 Ekim 1918’de Osmanlı Devleti ile Đtilaf Devletleri arasında Mondros mütarekesi imzalandı. Ertesi gün mütareke hükümleri ordulara ve vilayetlere tebliğ edildi. Bunun ardından, Yıldırım Orduları Grubu Kumandanlığına tayin edilen Mustafa Kemal Paşa 3 Kasım 1918 günü birliklerine verdiği emirde “Đskenderun, Antakya, Cebelsam’an, Katma, Kilis havalisi halkının dörtte üç çoğunlukla Arapça konuşan Türk olduğunun her işlemde gözönünde bulundurulmasını” ve mütareke şartları açıklığa kavuşturuluncaya kadar asker çıkartılmasına engel olunmasını emretti. 4 Kasım 1918 günü, Đstanbul Hükümetinin de onayıyla 5 Fransız torpidosu Đskenderun Körfezi’ndeki mayınları temizledi. Mustafa Kemal Paşa Sadaret makamından gönderilen ve Suriye’deki Đngiliz Ordu Komutanına Đskenderun limanından faydalanabileceklerinin bildirilmesini isteyen telgrafa olumsuz cevap verdi. Ertesi gün de “Đskenderun’a çıkacak Đngilizlere ateş edilmesi emrini verdiğini” bildirdi ve 6 Kasım günü Đskenderun’a çıkarma girişiminde bulunan Đngiliz gemilerine sahilden top atışıyla karşılık verildi. Đstanbul’dan gelen emirleri uygulanmasını sakıncalı gördüğünden, bunları ayrıntılı gerekçelerle bildirmiş ve yerine bir komutan atanmasını istemişti.Nihayet Yıldırım Orduları Grubu lağvedildi ve Mustafa Kemal Paşa komutayı devrederek 10 Kasım 1918 günü Đstanbul’a gitti. Đşgal, Halkın Mücadelesi ve Đlk Kurşun : 12 Kasım 1918 günü Fransızlar Đskenderun’a asker çıkardı. Anlaşmaya göre yörede Osmanlı mülki idaresinin devam etmesi , dolayısıyla idarecilerin yerlerinde kalıp göreve devam etmeleri gerekiyordu. Ama devletin emirlerine uyarak burada kalmak isteyen Kaymakam ve Liman Reisi hakaret ve eziyetler edildikten, hapsedildikten sonra şehirden çıkarıldılar ve bir kayıkla Payas’a gönderildiler. 14 Kasım 1918 günü Fransızlar karaya yeni birlikler çıkararak önce Đskenderun’u, 15 Kasım 1918 günüde Belen’i işgal ettiler. 27 Kasım 1918 tarihinde, merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliği bir kararname yayınlayarak, Antakya,

Page 123: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

123

Đskenderun ve Harim’i içine alan ve “Đskenderun Sancağı” adı verilen bir idari birim oluşturdu. Sancak bir askeri vali tarafından yönetilecekti. 7 Aralık 1918 günü Đskenderun’dan gelen bir Fransız birliği Antakya’yı işgal etti ve “Arap Hükümeti” adıyla sürdürülmekte olan Faysalcı yönetime son verdi. 11 Aralık 1918 günü 400 Ermeniden oluşan bir Fransız taburu Dörtyol’u işgal etti. I. Dünya Savaşı sırasında başka bölgelere göçettirilen Ermenilerden geri dönenler aynı tarihlerde Dörtyol çevresinde toplanarak bu civardaki Ermeni nüfusu 10 000’i aşmış, bu arada Ermeni çeteleri ortaya çıkmıştı. Đşgalden kısa süre sonra Fransız taburundaki Ermenilerle Ermeni çeteleri taşkın ve saldırgan davranışlarıyla yöredeki Türkleri taciz etmeye başladılar. Soygun, saldırı, işkence ve intikam gayesiyle adam öldürme olayları günden güne arttı. Türklerin idari makamlara yaptıkları başvurular sonuçsuz kaldı. Bu arada baskı ve zulüm yüzünden kaçıp dağlara sığınan Türklerin kurdukları çeteler olaylara müdahale etmeye başladılar. Nihayet ilk olay 19 Aralık 1918 günü meydana geldi. O gün Karakese köyüne bir saldırı düzenleyen Ermeni askerlerden oluşan Fransız müfrezesi silahlı direnişle karşılaştı. Köy girişindeki barikatta meydana gelen çatışmada Fransızlar 15 ölü bırakarak çekildiler. Bu çatışma Türk Milli Mücadele tarihinin başlangıç noktası ve Kurtulu ş Savaşının ilk kur şunudur. O günlerde Dörtyol çevresinde zulümden bıkan, ama sığınacak bir merci bulamayan Türklerden çoğu birer silah temin edip dağa çıkarak mevcut çetelere katıldılar. Daha sonra Kuva-yı Milliye’ye katılan bu çeteler Ermeni çetelerine ve Fransız birliklerine karşı büyük başarılar kazandı. Aynı şekilde Antakya, Reyhanlı ve Kuseyr (Altınözü) bölgelerinde kurulan çeteler de Fransız birlikleriyle mücadele ettiler, baskınlar düzenleyip çatışmalara girdiler ve işgal kuvvetlerine, rahat nefes aldırmadılar. Nisan 1920’de Reyhanlı mücahitlerinden Tayfur Mürsel (Sökmen)’in Ankara’ya bir telgraf çekerek “Antakya-Đskenderun ve havalisinin Misak-ı Millî’ye dahil olup olmadığını” sorması üzerine Mustafa Kemal Paşa cevabında yörenin Misak-ı Millî’ye dahil olduğunu, Maraş’taki Kolordu ile irtibat kurmaları gerektiğini bildirdi. Eylül 1920’de Kırıkhan-Hassa arasında, düzenli ve takviyeli Fransız birlikleri ile asker takviyeli Türk çeteleri arasında meydana gelen Boklukaya Savaşı çetelerin zaferiyle sonuçlandı. 1921 yılı ilkbaharında Kuseyr’de ve Yayladağı civarında çeteler duruma hakim iken buraya Antakya’dan ve Lazkiye’den takviye Fransız birlikleri gönderildi. Bunlara karşı çeteler cephe oluşturmuş, mücadeleye başlamışlardı. Ancak Ankara’da Türk Hükümeti ile Fransız temsilci Franklin Bouillon arasında devam etmekte olan görüşmeler nedeniyle mücadelenin durdurulması ve çetelerin çekilmesi emri geldi. Temmuz 1921’de çeteler mücadeleyi bırakarak Anadolu’ya çekildiler. 8 Ağustos 1921 tarihinde Fransız Yüksek Komiserliği Đskenderun Sancağı’nın yönetim şeklini belirleyen yeni bir kararname yayınladı. Bu kararnameye göre Đskenderun Sancağı Fransız işgal bölgesi içinde tam özerkliğe ve özel bir idare sistemine sahip oluyordu. Sancağı bir “Mutasarrıf” yönetecek ve mutasarrıf, Halep Hükümet Reisinin yetkilerine sahip olacaktı. Sancakta, Türkçe de Arapça gibi resmi dil kabul edilecek, Sancak’ın kendine mahsus bütçesi olacaktı. 12 Eylül 1921’de yeni bir kararla Harim (Reyhaniye hariç) Sancak’tan ayrılıp Halep’e, büyük bir Türkmen nüfusunun yaşadığı Bayır-Bucak bölgesi ise Lazkiye’ye bağlandı. Ankara Đtilafnamesi ve sonrası (Đskenderun Sancağı Dönemi) : Ankara’da Fransız Temsilci Franklin Bouillon’la Haziran 1921’de başlayan veiki devlet arasında savaşı durdurmayı amaçlayan görüşmelerin sonunda 20 Ekim 1921 günü Türkiye ile Fransa arasında Ankara Đtilafnamesi imzalandı. Savaş hali sona erdi, Türkiye ile Fransız işgal bölgesi olan Suriye arasında, Payas’tan başlayan, düz bir hat halinde Kilis’e ve oradan Fırat’a doğru uzanan bir sınır çizildi. Đtilafnamede belirlenen ye sınıra göre Đskenderun Sancağı sınırlarımız dışında kalıyordu. Fakat Đtilafnamenin 7. Maddesine göre, Đskenderun mıntıkası için özel bir idare şekli kurulacak, mıntıkanın Türk ırkından olan sakinleri kültürlerini geliştirmek için her türlü kolaylıktan ve imkanlardan yararlanacak, Türk dili orada resmi dil niteliğine sahip olacaktı.

Page 124: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

124

Bu yeni dönemde Antakya, Đskenderun ve havalisi Türkleri Anayurttan ayrı yaşamaya alışamamışlar, her fırsatta Türkiye’den, memleketlerinin işgalden kurtarılması talebinde bulunmuşlardır. Nitekim Gazi Mustafa Kemal Paşa Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı ve Çukurova’da bir Ermeni Yurdu kurdurma konusunda baskıların yoğunlaştığı sıkıntılı bir dönemde, 15 Mart 1923’te Adana’ya geldiğinde Antakyalılar kendisini coşkun sevgi gösterileriyle karşıladılar. Bu sırada Gazi’yi karşılayan kalabalığın önüne Antakyalı bir kız (Ayşe Fitnat Hanım) dokunaklı bir nutuk söyledi ve “Ey Ulu Gazi bizi kurtar” diye yalvardı. Çok duygulanan ve gözleri nemlenen Gazi Paşa kıza, tarihe malolan, kurtuluş vaadeden ve dünyaya mesaj veren bir cevap verdi: “Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz !” Bu söz o günden itibaren bütün Sancak Türkleri tarafından kurtuluş için bir senet olarak kabul edildi, ümit kaynağı oldu. Bundan sonra 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Andlaşmasında ,Türkiye ve Fransa tarafından Ankara Đtilafnamesi ile belirlenmiş olan Türkiye-Suriye sınırı aynen kabul edildi. 1926 yılında Đskenderun Sancağı’nda Türklerin girişimleri sonucunda doğrudan Yüksek Komiserliğe bağlı, Suriye ile eşit haklara sahip ve merkezi Đskenderun olan bir hükümet kuruldu. Hükümet Reisliğine Delege (Yüksek Komiser temsilcisi) Pierre Durieux getirildi. Ama Suriye’nin talep ve baskıları sonucunda bağımsızlık ilanı geri alındı, eskisi gibi özerk yönetim devam etti. Fransız Yüksek Komiserliği’nin 14 Mayıs 1930 tarihinde yayınladığı 1312 sayılı kararname aslında Sancak’ın Anayasası niteliğindeki “Nizamname” idi. Sancak’ın teşkilatı ve yönetimi buna göre düzenlenmişti. Bu yıllarda Sancak’ta yaşayan Türklerin gözü, kulağı Türkiye’deydi ve bütün gelişmeler yakından izleniyor, kurtuluş günü bekleniyordu. O dönemde Suriye Fransa’nın mandası altında olduğundan, ülkenin kaderi Fransa’nın vereceği kararlara bağlıydı. Lübnan’da bulunan Fransız Yüksek Komiseri’nin kararları Suriye Meclisinin de üstündeydi. Suriye’nin bu durumdan kurtulması ve bağımsızlığına kavuşması için uzun süre görüşmeler yapıldı. Nihayet 9 Eylül 1936 da Suriye-Fransa andlaşması imzalandı ancak bu andlaşma ile bağımsızlık verilirken özel statüye tabi olan Đskenderun Sancağı’nın durumu göz ardı ediliyor, bundan sonraki dönemde aynı sınırlarla da olsa kayıtsız şartsız Suriye’ye bırakıldığı ve Ankara Đtilafnamesi’nin geçersiz hale getirildiği anlamı çıkıyordu. Türkiye gelişmeleri yakından takip ediyordu. Bu konuda Fransızlarla görüşmeler yapıldı, fakat olumlu bir gelişme sağlanamadı. Konuyu titizlikle takip eden Atatürk 1 Kasım 1936’da T.B.M.M.’ni açış nutkunda Sancak konusunda devletin tavrını açıkça ortaya koydu. Nutkun Hatay’la ilgili bölümü şöyleydi: “Bu sırada milletimizi gece gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, hakiki sahibi öz Türk olan Đskenderun ve Antakya havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz” Böylece Sancak konusu resmi ağızdan ilk defa gündeme gelmiş oldu. Ertesi gün Atatürk, Sancak’a “Hatay” adını verdi. Mücadeleyi sürdürecek olan görevlileri belirledi ve Hatay sınırına yakın yerlerde Hatay Erkinlik Cemiyeti’ nin şubeleri açılarak mücadelenin buradan sürdürülmesini emretti. Bundan sonra ilk eylem olarak Sancak Türkleri Suriye genel seçimlerini boykot etti. Bunun ardından Türkiye ile Fransa arasında alınıp verilen notalar sonucunda varılan mutabakata göre konu Milletler Cemiyeti’ne götürüldü ve Cemiyet gündemine alındı. Milletler Cemiyeti 14-16 Aralık 1936 tarihlerinde yaptığı toplantıda durumu yerinde görmek için üç gözlemcinin Sancak’a (Hatay) gönderilmesini kararlaştırdı.

Page 125: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

125

Aralık 1936’da Atatürk, şeklini bizzat belirlediği Hatay Bayrağını Hataylılara armağan etti. Bayrak Türk Bayrağının aynısı idi. Fark olarak yıldızın içinde küçük ve kırmızı bir yıldız vardı. Hatay’la ilgili faaliyetler Dörtyol sınırında yoğunlaştırıldı. 1 Ocak 1937 günü Hatay’a gelen M.C. gözlemcileri inclelemelere başladı. Atatürk, bu konudaki gelişmelerin yetersiz ve çok yavaş olduğu kanaatiyle, 5 Ocak 1937’de davayı bizzat takip etmek için güneye doğru yola çıktı. Ancak 6 Ocak’ta Eskişehir’de yapılan toplantı sonucunda konunun çözüleceği konusunda kendisine teminat verilerek Ankara’ya dönmeye ikna edildi. Atatürk Ulukışla üzerinden Ankara’ya döndü. 12 Ocak 1937 günü Antakya’da 60 000 ( yabancı radyolara göre 80 000) Türk’ün katıldığı muazzam bir miting ve yürüyüş yapıldı ve Milletler Cemiyeti gözlemcileri mitingi baştan sona izledi. Bu vakur ve disiplinli yürüyüşte halk “Đstiklal isteriz ! ” diye haykırdı. Nihayet Milletler Cemiyeti Konseyi 27 Ocak 1937 toplantısında Đskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilmesini kabul etti. Sancak içişlerinde tam bağımsız dış işleri, maliye ve gümrük konularında Suriye’ye bağlı olacaktı. Bu karar Hatay Türkleri arasında coşkun gösterilerle kutlandı. Araplar ise protesto gösterileri yaparak durumu pretosto ettiler. Seçilen Uzmanlar Komitesinin hazırladığı “Sancak Statü ve Anayasası” 29 Mayıs’ta Milletler Cemiyeti’nde kabul edildi ve 29 Kasım 1937’de yürürlüğe girdi. Bundan sonra Milletler Cemiyeti nezaretinde Sancak nüfusunun cemaatlere göre belirlenip kaydedilmesinden sonra seçimler yapılacaktı. Bunun için seçmen yazımı yapılması gerekiyordu. Ancak işgal başlangıcından beri çok sayıda Türk, Sancak’ı terkedip Türkiye’ye gitmek zorunda kalmıştı. Türkiye’de hükümet Hataylılarla, Hatay’da doğmuş olanların 29 Kasımdan itibaren Hatay’a gidebileceklerini ilan etti. Hataylılar trenlerle akın akın Hatay’a geldiler. Milletler Cemiyeti kararına göre seçimler 28 Mart ve 12 Nisan’da (1938) yapılacaktı. Seçim zamanı yaklaştığında Suriye yanlıları gibi Fransız işgal idaresinin de Türkler aleyhine bir tavır takındığı ve taraflı davranmaya başladığı görüldü. Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne başvurusuyla bu durum engellendi. Seçimlerden önce seçmenler cemaatlerine göre kaydedilecek, bunun ardından Milletvekillerini seçmek üzere ikinci seçmenler seçilecek, üçüncü kademede ise Milletvekili seçimi yapılacaktı. Ama olaylar bir türlü bitmek bilmiyordu. Bu sırada Atatürk’ün hasta olduğu haberleri duyulmuş, yabancı ajanslar bu haberi dünyaya yaymışlardı. Bu haberleri yaymanın amacı, Hatay meselesinin çözümlenmesini önlemek ve mücadeleyi yarım bıraktırmaktı. Bunu sezen Atatürk, hastalığına rağmen 19 Mayıs 1938 günü törenlerden sonra güneye doğru yola çıktı. Ertesi gün Mersin’e ulaştı ve burada muhteşem bir geçit resmi düzenlendi. Bundan sonra Atatürk Hatay meselesi çözümleninceye kadar Mersin’de kalacağını söyledi. 24 Mayıs’ta Fransız ve Đngiliz elçilerinin “Türkiye’nin bütün şartlarının kabul edildiğine” dair mesajlarının kendisine ulaştırılması üzerine Adana’ya geçti. Burada düzenlenen geçit resmini izledikten sonra trenle Adana’dan Ankara’ya hareket etti. Hatay’da idarenin yanlı davranması konusuna çözüm bulma çabaları, Dr. Abdurrahman Melek’in “Sancak Umumi Valiliği” görevine getirilip Delege Roger Garreau’nun görevden alınmasıyla sonuçlandı. Delegeliğe aynı zamanda askeri birliklerin kumandanı olan Kolonel Collet getirildi. Abdurrahman Melek 5 Haziran’da göreve başladı ve ilk işi , Antakya’nın eski Belediye Başkanı Süreyya Halef’i Antakya Kaymakamlığına, Vedi Münir Karabay’ı Antakya Belediye Reisliğine tayin etmek oldu.

Page 126: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

126

Seçimin güvenli bir ortamda yapılabilmesi için Türkiye ile Fransa arasında anlaşma sağlanmış, bir de askeri anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşmanın uygulanma esaslarını belirlemek için Orgeneral Asım Gündüz başkanlığındaki askeri heyet 12 Haziran 1938 günü Antakya’ya geldi. Burada Fransa’nın Suriye Orduları Kumandanı Orgeneral Huntzinger başkanlığındaki heyetle 13 Haziran 1938 başlanan müzakereler 3 Temmuz 1938 günü sonuçlandı ve bir anlaşma imzalandı. Asım Gündüz aynı gün Hatay’dan ayrıldı. Varılan anlaşmaya göre Hatay’da asayişi 6 000 kişilik bir güç sağlayacak; bunun 2 500’ü Türkiye’den, 2 500’ü Fransa’dan 1 000’i Hatay’dan karşılanacaktı. Anlaşma gereği 2 500 kişilik Türk birliği (48. Takviyeli Dağ Alayı) 5 Temmuz 1938 günü Hassa tarafından (Aktepe) ve Payas’tan iki kol halinde Hatay’a girdi. Kuvvetlerin komutanı Kurmay Albay Şükrü Kanatlı’ydı. Birlikler 6 Temmuz günü Kırıkhan’a, 7 Temmuz günü Antakya’ya girdiler, bir kol da Belen’e gitti. 8 Temmuz günü bir müfreze de Reyhanlı’ya girdi. Askerin girişiyle Türkiye için hayati önemi haiz olan Đskenderun Körfezi fiilen kontrolümüz altına girmiş, Misak-ı Milli’nin deniz coğrafyası tamamlanmış oluyordu. Bundan 10 gün sonra Türkiye’nin Hatay Fevkalade Murahhaslığına atanan Cevat Açıkalın Antakya’ya geldi. Yapılan çalışma ve görüşmelerden sonra yeni bir seçim komisyonu kuruldu. Komisyon Abdulgani Türkmen başkanlığında, Abdurrahman Melek ve Kolonel Collet’den oluşuyordu. Seçim çalışmaları 22 Temmuz 1938’de başladı. Cemaatlere göre tescil işlemi 1 Ağustos’ta sona erdi. Türklerin % 63,5 oranla nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu belirlenmişti. Đkinci seçmenlik kayıtları da 8 Ağustos 1938’de bitti. 19 Ağustos’ta adayların isimleri ve sayıları belirlenecekti. Meclisi oluşturacak 40 mebusun 31 Türk (9’u Alevi cemaatinden), 2’si Arap, 5’i Ermeni, 2’si Rum Ortodoks cemaatinden olacaktı. Sürenin bitiminde her cemaatten aday sayısının seçilecek milletvekili sayısına denk olduğu görüldüğünden, seçim yapılmadan adayların milletvekillikleri onaylandı. Hatay Devleti 2 Eylül 1938 günü Hatay Devleti Millet Meclisi Antakya’da, Gündüz Sineması’nda toplandı. Meclis Başkanlığına Abdulgani Türkmen, Devlet Reisliğine Tayfur Sökmen seçildi. Devletin adı “Hatay” olarak kabul edildi. 5 Eylül 1938 günü Devlet Reisi Tayfur Sökmen Dr. Abdurrahman Melek’i başvekil olarak görevlendirdi. Dr. Abdurrahman Melek’in kurduğu hükümette Başvekil Dahiliye, Hariciye ve Müdafaa Vekilliğini Dr. Abdurrahman Melek, Adliye Vekilliğini Cemil Yurtman, Maliye Vekilliğini Cemal Bakı, Nafia ve Ziraat Vekilliğini Kemal Alpar, Maarif ve Sıhhat Vekiliğini A.Faik Türkmen üstlenmişti. Hükümet, Meclisin 6 Eylül 1938 günkü oturumunda güvenoyu aldı. Aynı gün Sancak Anayasası “Hatay Anayasası” olarak kabul edildi. Anayasada Devletin adı, Atatürk’ün verdiği ad olan “HATAY DEVLETĐ” olarak kabul edilmişti. Devlet Türk çoğunluğuna dayanıyordu ve idare şekli Cumhuriyet, merkezi Antakya idi. Yine aynı gün Hatay Bayrağı Kanunu kabul edildi (Bayrak, Atatürk’ün çizdiği bayraktı) ve Hatay Bayrağı bando eşliğinde törenle Meclis binasına çekildi, 11 pare top atıldı. 7 Eylül günü Türk Đstiklal Marşı, Hatay Devleti’nin de milli marşı olarak kabul edildi, Meclis hükümete geniş yetkiler verdi. Hükümet, Kanun Hükmünde Kararnameler çıkarıp uygulayabilecekti. Aynı gün Meclis tatile girdi. 20 Ekim günü Suriye’ye bağlı olarak yönetilen Đskenderun gümrüklerine el konuldu ve Hatay Devletine devri için işlemler başlatıldı. Buna karşılık aynı gün gece yarısı Fransızlar ve Suriyeliler Hatay’ın Suriye sınırını kapattılar. Türkiye sınırı da kapalı olduğundan Hatay ortada adeta hapsolmuştu. Ekonomik hayatın felç olması tehlikesi ortaya çıktı. Aynı gece Tayfur Sökmen’in emriyle, sınırdaki Suriye karakollarına karşılık olarak karakollar kuruldu. Ertesi gün Hatay Devleti de Suriye sınırını kapattı. Gümrüklerin devri 21 Ekim günü tamamlandı. Aynı gün Tayfur Sökmen Kolonel Collet’nin sınırı açma teklifini reddetti. Đki gün sonra Türkiye Hatay sınırını açtı. Ticari ilişkiler başladı. 1 Kasım günü Türkiye’den gelecek mallar gümrük resminden muaf tutuldu.

Page 127: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

127

Hatay Meclisi 1. devre 2. içtima döneminde 1 Kasım 1938’de Meclis binası olarak düzenlenen Hükümet Konağında başladı. Çalışmalar devam ederken Hatay 10 Kasım günü Atatürk’ün ölüm haberiyle sarsıldı. Bayraklar yarıya indi., çarşılar kapandı. Okullar tatil edildi. Minarelerde selalar verildi, kiliseler çanlarını çaldı. Bir ay milli matem ilan edildi. Atatürk’ün cenaze töreni için 10 milletvekilinden oluşan bir heyet Türkiye’ye gitti 1 Aralık’ta Hatay ürünlerinin Türkiye’ye gümrüksüz girmesi kabul edildi. Bunun ardından Türkiye’den Hatay’a pasaportsuz, sadece nüfus hüviyet cüzdanı ile girilmesi kabul edildi. 16 Şubat 1939’da Hatay Millet Meclisi “Anavatan kanunlarının Hatay Kanunu olarak aynen kabul edilmesi” teklifini kabul etti. Şubat ayı maaşları ilk defa Türk parası ile ödendi. 13 Mart’ta Türk parası Hatay’ın da resmi parası olarak kabul edildi. 16 Haziran 1939 günü T.B.M.M.’inde “Türkiye ile Hatay arasındaki bütün mali, iktisadi ve idari hükümlerin kaldırılması” kabul edildi. Böylece Meydanıekbez - Payas arasındaki sınır geçersiz oluyordu. 23 Haziran 1939 günü Fransa ile Türkiye arasında Hatay mıntıkasının Türkiye’ye iadesine dair Hatay anlaşması (TÜRKĐYE ĐLE SURĐYE ARASINDA TOPRAK MESELESĐNĐN KESĐNLĐKLE ÇÖZÜMÜNE ĐLĐŞKĐN ANLAŞMA) imzalandı. Hiç bir gizli maddesi olmayan ve geleceğe yönelik hiç bir hüküm ve taahhüt içermeyen bu anlaşmaya göre Fransa, işgalle ele geçirdiği ve Milletler Cemiyeti kararıyla mandater tayin edildiği bölge üzerinde kendisine tanınmış olan yetkileri hukuki yoldan ve kayıtsız şartsız Türkiye’ye devrediyordu. Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının önünde hiç bir engel kalmamıştı. Anlaşmanın imzalandığı haberi Hatay’a ulaşınca resmi dairelerden Hatay bayrakları indirildi, yerine Türk Bayrağı çekildi. Şehir Türk Bayrakları ile süslendi. 28 Haziran 1939 günü Hatay Hükümetinin bakanlıkları lağvedildi. Bakanların görevi sona erdi. Türkiye Başkonsolosluğu da faaliyetine son verdi. Bütün yetkiler Cevat Açıkalın’da toplandı. Hatay Devleti’nin sona ermesi ve Türkiye’ye Katılış : Hatay Millet Meclisi başkanlığı Meclisi olağanüstü toplantıya çağırdı. 29 Haziran 1939 günü günü saat 16:00’da toplanan Mecliste “Türk camiasının ayrılmaz bir parçası olan Hatay’ın anavatana kavuştuğunu bir kararla tespitini” isteyen 39 imzalı önerge üzerinde konuşmalar yapıldı. Sonuçta, önerge ve Abdulgani Türkmen’in “Hatay Millet Meclisinin dağılmasına” dair teklifi oybirliği ve alkışlarla kabul edildi. Hatay Devleti sona ermiş, Meclisin kendi arzu ve iradesiyle Türkiye’ye katılma kararı almasıyla hukuki sürecin ikinci kademesi de tamamlanmıştı. Tayfur Sökmen ve Abdurrahman Melek 2 Temmuz 1939 günü Hatay’dan ayrıldı. Kışladaki Fransız askerleri Hatay’dan taşınmaya başladılar. Taşınma işlemi 23 Temmuz 1939’a kadar tamamlanacaktı. T.C. Hükümeti Fransızların Suriye ve Lübnan Bankası, Reji Đdaresi, Elektrik Şirketi, Đskenderun Liman Şirketi gibi kuruluşlarını bütün mal varlıklarıyla satın aldı. Hatay Devleti uyruklu olanlara Türkiye veya Suriye uyruklarından birini seçmeleri için süre tanındı. Suriye uyruğunu geçenler göç ettiler. Suriye ve Türkiye temsilcilerinden oluşan ortak sınır komisyonu bugünkü sınırı belirledi. 7 Temmuz 1939 tarih ve 3711 sayılı Kanunla Hatay Vilayeti kuruldu ve Seyhan’dan Dörtyol kazası, G.Antep’ten Islahiye’ye bağlı Hassa nahiyesi (kaza olarak) alınarak Hatay’a bağlandı. Emniyet Genel Müdürü iken Hatay Valiliğine atanan Şükrü Sökmensüer 18 Temmuz 1939 günü Hatay’a geldi. 19 Temmuz günü Fevkalade Murahhas, Ortaelçi Cevat Açıkalın Hatay’dan ayrıldı. Kışlada yapılacak tören için gerekli hazırlıklar tamamlandı.

Page 128: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

128

23 Temmuz 1939 sabahı Hatay’da kalan son Fransız kıtası kışladan saat 07:30’da çıktı. Türk ve Fransız birliklerinin birlikte katıldıkları törende 07:45’de Kışladaki Fransız bayrağı indirildi ve hemen yerine Đstiklal Marşı eşliğinde Türk Bayrağı çekildi. Bu sonuç, töreni izleyen mahşeri kalabalık tarafından coşkunca alkışlandı. Hatay’ın anayurda katılma işlemleri tamamlanmıştı. Bu mutlu olay şenliklerle kutlandı. Hatay’ın kurtuluşu Atatürk’ün izlediği barışçı dış politikanın bir zaferiydi. O, 1921 yılında T.B.M.M.’ ye, Türk Milletine ve Hataylılara bu toprakları er geç kurtaracağını vaad etmiş, bunu çeşitli vesilelerle tekrarlamıştı. Bu amaçla uygun şartları sabırla bekledi, uluslar arası durumu da çok iyi değerlendirerek Hatay’a çok parlak ve sağlam bir gelecek hazırladı. Atatürk Hatay’ın Anavatana katıldığını göremedi, ama Hatay O’nun milletine son armağanı oldu.

Page 129: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

129

EKOSĐSTEMĐN YEREL YAŞAM VE GELENEKSEL M ĐMARĐDEKĐ YANSIMALARI

Yrd. Doç. Dr. F. Mine TEM ĐZ

Mustafa Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi S anat Tarihi Bölümü Ö ğretim Üyesi

Bir alandaki canlı organizmalar ve cansız varlıkların hepsinin birden oluşturduğu sisteme “ekosistem” denir. Organizmalarla cansız çevre elementleri birbiriyle sıkı sıkıya bağlıdır. Karşılıklı olarak madde alışverişi yapacak biçimde birbirlerine etki yapan organizmalarla, cansız maddelerin bulunduğu herhangi bir doğa parçası bir ekosistemdir.

Ekosistem yaklaşımı, bireysel organizmalar ya da topluluklardan çok tüm alanın işlevlerinin nasıl olduğuyla ilgilenir. Bir alandaki organizmalar ve cansız çevreleriyle olan ilişkilerine bakar. Cansız doğal çevre ile bu çevre içinde yaşamlarını sürdüren canlılar arasındaki ilişkileri ve etkileşimleri inceleyen bilim dalına ekoloji - çevre bilimi - adı verilir.

Doğal çevre ve içinde oluşturulan yapay çevreler, canlıların en gelişmişi olan insanoğlunun varlığını sürdürdüğü alanlardır. O nedenle “çevre, canlıların yaşayıp gelişmesini sağlayan ve onları sürekli olarak etkileri altında bulunduran fiziksel, kimyasal ve biyolojik faktörlerin bütünlüğüdür” diye tanımlanabilir8. Başka bir deyişle çevre, yaşam içinde yer alan ilişkiler ve yaşamın oluşturduğu ortamlar bütünüdür.

Mimari yapılar ile yerleşimleri ve kentleri oluşturan diğer öğeler, kullanıcının

gereksinimlerini gidermek üzere tasarlanmış ve üretilmiş bir yapma çevredir. Đnsanoğlu bu yapay çevreyi oluştururken parçası olduğu ekosistemden ihtiyaçları doğrultusunda en uygun biçimde yararlanma çabasında olmuştur.

Önceleri mağaralarda ve kaya oyuklarında barınan, avcılık ve toplayıcılıkla hayatını

sürdüren ve göçebe olarak yaşayan insan, hayvanı evcilleştirmesi ve üretime geçmesiyle birlikte yerleşik hayata da geçiş yapmıştır. Doğal çevreden yararlanarak yaşam alanlarını ve mekânlarını oluşturma çabası, insanlar arasında işbirliğini zorunlu kılmış, bu işbirliği, yerleşmelerin, kentlerin ortaya çıkmasını sağlamış ve giderek daha geniş çaplı örgütlenmeleri zorunlu kılmıştır.

Hayatın sürdürülebilmesi ve üretimin gerçekleştirilebilmesi için gerek köy gerekse

kent ölçeğindeki yerleşimlerde su kaynaklarının bulunduğu alanların tercih edilmesi zorunlu olmuştur. Đnsan, yakın çevresinde bulduğu kaynakları beslenme ihtiyacı için olduğu kadar yapay çevresini, barınaklarını ve diğer sosyo-kültürel ve ekonomik işlevlerin gerektirdiği mekânları oluşturmak için kullanmıştır. Bu doğrultuda en uygun koşulların bulunduğu bir çevre arayışında olan insan zaman zaman da yaşamsal ya da siyasi zorunluluklar sonucunda bulabildiği ile yetinmek ve onu kendi gereksinimleri için en iyi biçimde değerlendirmeye çalışmak durumunda kalmıştır. Bulunduğu çevredeki iklim ve arazi koşullarına göre toprak, ağaç, taş vb. malzemeyi işleyerek yapısal ürünlerini elde etmiş ve bunları geliştirdiği çeşitli yöntemlerle işleyerek kendi yapay çevresini, oluşturmuştur. Bu süreçte farklı coğrafi koşullarda bazı ortak özelliklerin yanında kimi farklılıklar gösteren kendine özgü yerel yaşam biçimleri, yerel mekânsal oluşumlar, sosyal ve ekonomik sistemler ortaya çıkmıştır.

Günlük hayatın, farklı kişisel ve toplumsal özelliklerin, faklı sosyal ve siyasi ilişkilerle

yoğrulduğu kültürel birikimler farklı uygarlıkları doğurmuştur. Zaman içinde, ticaretin

8 Nilüfer Akıncı Türk, Ekomimari Ölçekte Yapı Elemanları ve Malzeme Olgusunun Sürdürülebilir Kentleşmeye Yansıması, BAÜ Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 1999, 1-1, s.117.

Page 130: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

130

gelişmesi, ulaşım ve taşıma koşullarının iyileşmesi ile ekosistemden daha geniş bir çerçevede yararlanmak mümkün olmuş, değişik uygarlıkların kültürel birikimleri ile etkileşim sonucu yerel mimari ve yaşam biçiminde de farklılıklar görülmeye başlamıştır.

Bu derste ekosistemin yerel yaşam ve mimarisine yansımaları, Antakya ve yakın

çevresinde örneklenerek incelenecektir. Öncelikle Antakya’nın coğrafi konumuna kısaca bir göz atalım:

Antakya, Anadolu’nun güneyinde, Akdeniz Bölgesi’nin doğu ucunda yer alır. Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı Hatay Đli’nin sınırları içinde, 36o 10’ kuzey enlemi ile 36o 06’ doğu boylamı arasında bulunmaktadır9. Kıyıdan 22 km içerde kalır ve denizden yüksekliği 80 m.dir. Amanos (Nur) Dağları’nın güneyinde, Amik Ovası’nın güneybatıda denize açıldığı Aşağı Asi Nehri Vadisi’nin kuzeydoğu ağzındadır. Güneyden kuzeye doğru denize paralel uzanan Ensariye Dağlarının uzantısı olan Keldağ’ın (Arab.Cebel-i Akra, Yunan.Cassius) kuzey ucundaki Habib Neccar (Yunan. Silpius) Dağı’nın (440 m.) eteklerinden Asi Nehri’nin kıyılarına kadar yayılmıştır. Aşağı Asi boyunca uzanan 8-10 km. genişliğindeki vadi tabanı, verimli ve geniş düzlüklere sahiptir. Antakya, doğuda Habib Neccar Dağı eteklerinde, batıda ise ova düzlüğü üzerinde olmak üzere nehrin iki kıyısına paralel olarak uzanmaktadır.

Kaynağı Lübnan Dağları olan Asi Nehri, Hatay Đli’ne bağlı Samandağ’ın güneyinde bir delta oluşturarak Akdeniz’e dökülür. Toplam uzunluğu 380 km. olan nehrin büyük bölümü Suriye toprakları içinde kalmaktadır. Antik çağda küçük tonajlı nehir gemilerinin seyredebildiği Asi (Orontes) Nehri, yüzyıllar boyunca Antakya’yı Akdeniz’e bağlayan bir suyolu olmuştur10. Nehrin yatağı, günümüzde, Antakya içinden geçen, 2 km uzunluğunda ve 30-35 m. genişliğinde bir kanal haline getirilmiştir. Kentin kuzeydoğusunda, bir sel yatağı niteliğinde olan Hacı Kürüş Deresi ile güneybatıdaki Hamşen Deresi, Habib Neccar Dağı’ndan doğarak Asi’ye doğru akan iki önemli su yatağıdır11.

Antakya’nın, Akdeniz’le bağlantısı, kuzeyde, Belen Geçidi üzerinden Đskenderun Körfezi ile, güneybatıda, Asi Nehri’nin denize döküldüğü yerde, Samandağı Körfezi ile sağlanır.

Bölgenin bitki örtüsünü Amanoslar ve Keldağ’daki ardıç, meşe, kayın, kızılcık, kavak, çınar ormanları yanında mersin, defne, kekik ve lavanta kaplı makilikler oluşturmaktadır. Keldağ’daki orman alanları, Halep çamı, meşe ve kayın ağaçlarından meydana gelmektedir12.

Antakya’da Akdeniz Đklimi egemendir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve bol yağışlı geçer. Yıllık sıcaklık ortalaması, 18,2 C, yıllık yağış ortalaması ise 1.1734 mm.dir. Hâkim rüzgar güneybatıdan eser. Yazın en sıcak ayları rüzgarın en hızlı ve en fazla estiği aylardır13.

Yerleşimlerde su kaynaklarının önemine değinmiştik. Asi Nehri, Antakya kentinin kurulmasında ve varlığını sürdürmesinde en önemli etmenlerden birini oluşturmuştur. 9 Streck, “Antakya”, Đslam Ansiklopedisi, I, Đstanbul, 1993, 456. 10 Glanville Downey, A History Of Antioch in Syria From Seleucus To The Arab Conquest, 2. Baskı, Princeton, 1966, 18, 63. 11 “Hatay”, Yurt Ansiklopedisi, Đstanbul, 1981, 3371; Asi Nehri, Amanos Dağları ile Keldağ arasında bir vadi açarak Akdeniz’e akmadan önce, yöre kapalı bir havzadır. Asi Nehri ve kollarının taşıdığı bütün maddeler, bu kapalı havza yakınında yığılmıştır. Böylece zamanla Asi Vadisi ile diğer vadilerin tabanları birleşmiş ve çok geniş düzlükler oluşmuştur a.g.m., 3372-3374. 12 Hatay Đl Yıllığı, 1973, 44. 13 Ümran Çölaşan, Türkiye Đklim Kılavuzu, Ankara, 1970, 70-76.

Page 131: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

131

Yalnızca kara ve deniz savaşlarının mümkün olduğu dönemlerde koruyucu bir rol oynayan Silpius (Habib Neccar) Dağı’na sırtını yaslamak amacıyla yerleşim için nehrin doğu yakası tercih edilmiştir. Asi Nehri, tarımsal sulamanın yanı sıra nehir taşıtları yoluyla deniz ulaşımını da mümkün kılmıştır. Aynı zamanda kentin batı yakasının savunmasını güçlendiren bir etmen oluşturmuştur. Nehir üzerinde inşa edilen köprülerle iki yaka birbirine bağlanmıştır. Kentin dış saldırılara karşı korunması, doğudaki tepeler boyunca uzanarak bu tepelerin eteklerine kadar inen ve nehir boyunca devam ederek kenti çepeçevre kuşatan surlarla güçlendirilmiştir. Silpius (Habib Neccar) Dağı üzerindeki kale ve surlar ile kentteki yapıların inşasında civardaki taş ocaklarından elde edilen taştan bolca yararlanılmıştır. Önceleri sarnıçlarda biriktirilen yağmur sularından daha sonraları da özellikle Roma döneminden itibaren (belki daha öncesinden) Harbiye’den su kemerleri vasıtasıyla taşınan içme suyundan yararlanılmıştır. Amik Ovası ve Asi Vadisi tarımsal açıdan kenti besleyen önemli verimli kaynaklardır. Çevrede bulunan kil yatakları, dağlık alanlarda bulunan ormanlar, gerek kap kacak yapımında gerekse ahşap, kiremit gibi yapı malzemelerinin elde edilmesine olanak sağlamaktadır. Kentin ilk kuruluşunda, ızgara plan uygulanmış, hâkim rüzgârdan yararlanacak biçimde, güneybatı kuzeydoğu doğrultusunda ana caddeler ve bunlara dik sokaklar arasında yapı adaları oluşturulmuştur.

Buna göre Antakya (Antiocheia) ilk kurulduğunda kent, batıda Asi Nehri ile sınırlanmış, doğuda bugünkü Kurtuluş Caddesi’ne kadar yayılmış, kuzeyde Hacı Kürüş (Parnenius) Deresi’ne yaklaşmış, güney sınırı ise Hamşen (Phyrminus) Deresi’nin kuzeyinde, köprüye yakın mesafede yer almıştır.

O dönemde, Asi Nehri üzerinde bir ada bulunmaktadır. Orta Çağda, nehrin asıl kent ile ada arasında kalan kolunun doldurulmasıyla “ada” niteliğini kaybeden bölge Hacı Kürüş Deresi’nin kuzeyindedir; günümüzde Küçük Dalyan ve Maşuklu beldelerinin sınırları içinde kalmaktadır. Bu kolun hatları, yüzeyde kendisini sınırlayan şehir duvarlarının ve köprülerin kalıntılarından izlenebilmektedir. Fransız askeri otoritelerinin çekmiş olduğu bir hava fotoğrafı, birçok yerde eski caddelere ve hatta binaların dış hatlarına işaret eden açık izler göstermektedir. Selevkos Krallığı döneminde Antakya’da agoranın varlığı bilinmektedir. Downey’e göre o dönemdeki ticaret merkezi nehir kenarında, bugünkü merkez (suklar: çarşı) ile aynı yerde (köprüden başlayıp nehirden itibaren kuzeye ve kuzeydoğuya doğru) uzanmaktadır14.

Görüldüğü gibi kentin planlanmasında, ekosisteme uyum ve ondan en verimli biçimde yararlanma söz konusudur. Ne var ki bu kadar elverişli koşullara sahip olan yörede, o günkü şartlarda hesaba katılamayan depremsellik tarih boyunca kente büyük zararlar vermiş, büyük yıkımlara neden olmuştur. Ancak olumlu koşulların çokluğu, içinde bulunduğu bölgenin ılıman iklimi ve verimli topraklarının yanı sıra Anadolu’yu doğuya ve güneye bağlayan önemli yolların kavşağındaki konumu ile kent, varlığını günümüze kadar korumuştur. Antakya ve çevresi tarih sürecinde cazip bir yerleşim alanı olarak çeşitli devletlerin ve uygarlıkların ilgi odağı olmuş, gerek doğal afetler gerekse de savaşlar sonucunda büyük tahribata uğramıştır. Bu süreçte kent merkezi ve nüfus zaman zaman büyümüş ya da küçülmüşse de çevresel verilerin belirlediği ana yerleşim ilkeleri varlığını hep korumuştur. Kente hâkim olan devletler ve uygarlıklar farklı kentsel donatılar inşa etmiş ve onlara kendilerinden bir şeyler katmışsa da geleneksel malzeme ve yapım sistemleri küçük faklılıklarla süreklilik gösterirler.

14 Glanville Downey, Ancient Antioch, 32; Downey, bu düşüncesini nehirle bağlantılı ticari faaliyetin sürekliliğine, Dura, Halep, Şam’da da nehir kenarındaki modern çarşıların ( ya da sukların) bu tür kullanımından Selevkos’un Antakya’da kurduğu şehirde de aynı işlevi gördüğü fikrine bağlamaktadır., Downey, A History of…, 69, 78.

Page 132: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

132

M.Ö. 300’de Selevkoslar tarafından kurulan Antakya daha sonra Roma, Bizans, Arap, tekrar Bizans, Selçuklu, Haçlı, Memluk ve Osmanlı egemenliklerinde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar tarafından işgal edilmiş, 1938’e kadar Fransız askeri yönetiminde kalmış, bir yıl Hatay Cumhuriyeti’nin başkentliğini yaptıktan sonra Hatay Đli bütününde Türkiye Cumhuriyeti’ne katılmıştır. Osmanlı egemenliği sırasında, XIX. yüzyılda, güneyde surların dışına ve Asi Nehri’nin batı yakasına doğru gelişmeye başlamıştır. Günümüzde modern kent, batı yakada gelişmeye devam etmektedir. Asi Nehri’nin doğusunda yer alan tarihi kent merkezi, yukarda bahsedilen savaşlar ve doğal afetler sonucunda defalarca yerle bir olarak yeniden inşa edildiğinden büyük bir höyük görünümündedir. Modern yapılaşmanın tehdidine rağmen bu büyük höyüğün en üst tabakasında, Osmanlı dönemi kentsel donatıları ve mimari yapıları büyük ölçüde varlığını korumaktadır. Kent içinde, önceki dönemlere ait kalıntılar ve veriler oldukça azdır.

Bu dersin devamında, tarihi kent merkezindeki Osmanlı dönemi yerleşim dokusu ve mimari yapıları üzerine tespitlerimizle ekosistemin yerel yaşam ve geleneksel mimariye yansımalarını inceleyeceğiz.

Antakya, Osmanlı egemenliğinde kaldığı sürece, Selevkoslar zamanında yapılan, Roma ve Bizans dönemlerinde zaman zaman genişletilmiş olan kale ve surlar varlığını korumuştur15. Kale ve sur duvarları, en son Osmanlı zamanında olmak üzere farklı dönemlerde, farklı ölçü ve biçimlerde taş ve tuğla malzeme ile onarılmış ve yenilenmişlerdir. Surlar, Bizans dönemi ve sonrasındaki sınırlarını korumuşlardır.

Bu dönemde, aşağı kentin alanı küçülmüş, kent merkezi güneye doğru çekilmiştir.

Geriye kalan alan, kuzeydeki surlara kadar bahçelerle kaplanmıştır. Hamşen Deresi, Osmanlı egemenliğindeki Antakya’nın da güney sınırını oluşturmaktadır16. Kent, batıda, Asi Nehri kıyısındaki surlara dayanmakta, doğuda, Habib Neccar Dağı yamaçlarına kadar uzanmaktadır. Kuzeye doğru gidildikçe, doğu-batı yönündeki genişliği önce giderek artmakta, daha kuzeyde ise yeniden azalmaktadır. Güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda ortasından geçen Eski Sütunlu Cadde aksının iki tarafında, neredeyse simetrik biçimde yerleşmiş olan kent merkezi, kuzey ve kuzeydoğuda, Hacı Kürüş Deresi’nin 1,8 km. güneyinde, bugünkü Ataker ilkokulunun kuzeydoğusunda sonlanmaktadır. Buradan itibaren, kuzeye doğru, sebze ve meyve bahçeleri ile bunlar arasında yer alan tarlalar, adeta Antakya’nın kenar mahalleleri gibi olan köylerini oluşturmaktadır17.

Bu noktada, Osmanlı döneminde, tarım, hayvancılık ve yapı hammaddeleri yönünden yakın çevresinde bulunan ve Antakya’yı besleyen bölgeler ile bunların biçimlendirdiği yerel yaşamı genel çerçevede belirleyen sosyo- ekonomik yapıyı, inceleyeceğiz.

Antakya’yı besleyen ve yöredeki sosyo-ekonomik yapıyı belirleyen bölgeler dört kısımdan ibarettir:

1- Asi Vadidi

15 Bir tanesinin zirvesinde kalenin yer aldığı azametli ve yüksek dört dağ ile surlardan ibaret olan şehir, bu dağlardan birinin yamacına kurulmuştur.; Chesnau, 1549’da geldiği Antakya’da görülmeye değer en önemli şeyin çok iyi bir işçilikle ve hemen hemen tamamı mermerden yapılmış olan surlar olduğunu anlatır. Jean Chesnau, Le Voyage De Monsieur D’Aramon Ambassadeur Pour Le Roy En Levant, Paris, 1887, 144. 16Hamşen Deresi kışlanın kuzeydoğusunda yer almaktadır. Dere bugün ıslah edilmiş ve güneybatısında, ona paralel olarak 2001 yılına kadar kullanılmış olan eski hastaneye giden cadde yapılmıştır. Doldurulmuş olan dere yatağının üzerinde bugün yapılar yükselmektedir. 17Ali Faik Türkmen, Mufassal Hatay Tarihi, Đstanbul, 1937.51.

Page 133: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

133

2- Kuseyr Yaylası

3- Amik Ovası

4- Dağ Mıntıkası

1-Asi Vadisi: Antakya’nın ekonomisinde önemli bir yer tutan Asi Vadisi, Asi Nehri’nin Antakya Ovası’ndan denize kadar uzanan yatağını kaplar. Doğudan Kuseyr Yaylası, Batıdan Kızıldağ’ın etekleri ile çevrilmiş olan bu alan sekiz-on kilometre genişliğinde bir vadidir. Dut, meyve ve sebze yetiştirilen bahçe köyleri buradadır. Asi Vadisi, Antakya’nın olduğu kadar Hatay’ın ve Halep’in meyve deposudur. Dut bahçeleri kentin güneyinden başlayarak Harbiye Nahiyesi ile bütün su kenarlarını kaplamakta, ipekçiliğin hemen tamamı bu alandan sağlanmaktadır. Kentin ekonomisi büyük ölçüde ipekçiliğe dayanmaktadır.

Birinci dünya savaşından sonra yapay ipeğin yaygınlaşması üzerine dut bahçeleri azalmış, yerini daha çok meyve bahçelerine bırakmıştır. Savaş sonrası buğdayın pahalılaşması, ipek kozasının değer kaybetmesi servetleri ipekçiliğe dayalı olan eşraf ailelerini fakir düşürürken, biraz buğdayı olan hali vakti yerinde esnaf ise birdenbire zengin olmuştur. Değişen ekonomik dengeler sonrasında, Antakya’nın adeta varoşları görünümünde olan yakın bahçe köylüleri de toprak sahibi olmaya ve kentlileşmeye başlamış, bahçe köyleri kentin kuzeyine yeni mahalleler olarak eklenmişlerdir. Köylülerden zanaat sahibi olan ve ekonomik yönden güçlenenler, kentin güneyindeki mahallelere yerleşmeye başlamışlardır.

Sebze bahçeleri, Asi nehrinin iki tarafına sıralanmış ve Antakya şehrine en yakın mahalleri işgal etmiştir. Sulama, “zikir” denilen ağaç setlerde toplanan, nehir suyunun döndürdüğü dolaplar ve “oluk” ya da ‘arık’ denilen tahta cetvellerle yapılmıştır18. Büyük tahta dolapların suyu 15-20 evli bahçıvan köyünü idare eder. Dolap ve zikir köyün ortak malıdır. Asi Vadisi’ndeki tarlalar da küçük parçalar halinde bölünmüştür ve her biri bir bahçeye aittir. Akarsular etrafını köyler ve su kenarlarına uzak kalan düzlükleri de tarlalar kaplamıştır. Geniş düzlükler arasındaki tepeciklerde zeytinliklere rastlanır.

Asi Vadisi'nin hemen tamamında mülk sahibi Antakya eşrafıdır. Eşraf Antakya’da oturur, yılın belli günlerinde ipek kozalarının toplanmasına nezaret etmek üzere bahçelerinin başında bulunurlar19. Kozalar toplandıktan sonra hayvanların sırtında şehre getirilir. Bunlar, Antakya’daki imalathanelerde boğularak Avrupa’daki fabrikalara sevk edecek hale getirilir.

Bahçe köyleri aynı zamanda eşrafın sayfiye yeridir ve çoğunluğu yaz mevsimini buradaki köşklerinde geçirirler. Köylerdeki her amele ailesi, bir mülk sahibinin bahçesinde ortakçı durumundadır20. Bütün aile fertleri bahçe işlerine katılırlar. Asi Vadisi’ne dışardan geçici amele gelmez. Bahçıvanlar uzun yıllar içerisinde çalıştıkları bahçeleri terk etmezler ve bahçıvanlık babadan oğla geçer21.

2- Kuseyr Yaylası: Asi Vadisi’nin doğusunda sıralanan 250-300 metre yüksekliğindeki tepelerin doğu yüzeyi düşük bir eğimle giderek yükselen bir yayla oluşturur. Doğuda Asi Nehri’nin kıvrımı, kuzeyde Amik Ovası, güneyde de Ordu (Yayladağı) bölgesine kadar uzanır. Asi Vadisi’nin doğusundaki sıra tepelerin batı yamaçları fundalık ve zeytinliklerle

18 Bkz., Türkmen, a.g.e., 49-52. 19 a.g.e., 53. 20 a.g.e., 53. 21 b.k.z. a.g.e., 49-54

Page 134: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

134

örtülüdür. Yayla kısmında fundalıklar, yerlerini tarlalara, üzüm bağlarına ve zeytinliklere terk eder. Tarlalar ve bağlar arasında köyler birer vahayı andırır. Kuseyr Yaylası’nda akarsular yok gibidir. Yalnız Kuseyr Çayı adındaki küçük bir ırmak bulunur. Bu da yazın kurur ve su birikintileri haline geldiğinden burada Asi Vadisi’ndeki gibi bir sulama faaliyeti yoktur.

Kuseyr Yaylası ormansız ve meyvesiz bir düzlüktür ve tek tük rastlanan kaynaklar birer çeşme haline getirilmiş ve her çeşme etrafında bir köy kurulmuştur. Burada 200 kadar köy vardır. En önemli gelir kaynağı zeytin, buğday, arpa ve biraz da darıdır. Bağlarda suya ihtiyacı olmayan meyveler yetişir. Üzümlerinden önemli miktarda pekmez yapılarak Hatay’ın ihtiyacını karşılar. Đncir ve üzüm dışarıya sevk edilecek kadar çok değildir. Meyanköküne de rastlanır. Burada Amik’e göre daha yoğun bir insan topluluğu bulunur. Burada Amik’teki gibi geniş arazi sahibi beyler yoktur. Toprağın büyük bir kısmı Antakya eşrafının, zengin orta halli ailelerin ve hatta esnafın tasarrufu altındadır. Köylerde oturan ve köy ağası olan Kuseyr eşrafının da oldukça geniş arazileri vardır. Burada farklı tiplerde çalışma yöntemleri vardır. Bunlardan kesimcilikte (maktu icar), mal sahibi tarlasını belli bir miktar buğday veya para karşılığında bir çiftçiye kiralar. Ortakçılık burada da geçerlidir. Marabalıkta köylüler, mal sahibinin tarlasını sürer ve çeşitli işlerini yapar, zeytin çırpmada, zeytinyağını şehre indirmekte, incir, üzüm, badem ve ceviz ameleliklerinde ve mengenelerde çalışırlar. Azab yönteminde, mal sahibi çiftçiyi belli bir ücret karşılığında elinin altında bulundurur. Çiftçi, ailesiyle birlikte mal sahibinin gösterdiği evde oturur. Đhtiyaçları mal sahibi tarafından giderilir. Bu yöntemde ürünün tamamı mal sahibine aittir, çiftçi sadece ücret karşılığı çalışır. Her yıl bu anlaşma yenilenir. Kuseyr’de küçük toprak sahibi orta halli aileler de vardır22.

3. Amik Ovası: Doğu Anadolu’ya kadar kuzey-güney yönünde uzanan büyük çöküntünün Halep’e doğru genişleyen kısmında, güneyden Kuseyr Yaylası, batıdan Kızıldağ ve Asi Vadisi ile kuzeyde Kürt Dağı ile çevrili Amik Ovası, ortasındaki göle izafeten bu adı almıştır. Çöküntünün ortasında büyük bir alan kaplayan Amik Gölü kışın taşarak etrafını bataklık haline sokar.

Ova genel olarak Hatay’ın zahire ambarıdır. Buğday, arpa, darı başta olmak üzere bol miktarda hububat ve pamuk yetişir. Hasat zamanı çok sayıda ameleye ihtiyaç olur. Buradaki sürekli ve geçici ameleye yazın işsiz kalan, Kuseyr Yaylası’ndan ve Asi Vadisi’nden hatta Halep’ten göç buraya amele gelir.

Burada geniş arazi sahipleri Türkmen beyleridir. Burada tarlalar ortakçılık, maraba ve azab yöntemleriyle işletilir. Amik Ovası’ndaki akarsu kenarlarında, yazın bir süreliğine buraya gelen bahçıvanlar tarafından bostanlar ekilir. Burada önemli miktarda kavun, karpuz ve mısır yetiştirilir ve mal sahibine belli ölçülerde pay verilir. Amik’in geniş arazisinin bir kısmı her yıl dinlenmeye bırakılır ve bu arazide çayırlar oluşur. Mal sahipleri bunlardan da otçuluk ve meracılık olarak yararlanırlar. Buraya çevreden ve hatta Musul civarından hayvan sürüleri gelir. Boş bırakılan alanlardaki yeşil otları hayvanlar yer ve ekin kaldırıldıktan sonraki saplar (firezler) mevsim sonunda Đskenderun yoluyla ihraç edilir. Bu çayırların bir kısmı da her yıl müteahhitlere satılır, onlar da ot balyalarını taahhüt ettikleri kurumlara teslim ederler23.

4. Dağ Mıntıkası: Dağlık alan, kuzeybatıdaki Kızıldağ bölgesi ile Kuseyr’in güneyindeki dağlık kısımdan, kuzey ve kuzeydoğuya uzanan dağlık bölgeden ibarettir. Orman ürünleri mıntıkanın en önemli gelir kaynağıdır. Dağlık alanın en önemlisi Kızıldağ’ın kuzeyindeki Belen Geçidi bölgesidir. Hatay’ın dış ticareti ve denizle ilişkisi buradan sağlanır. Hatay’ın ekonomisinde en önemli rolü oynayan Đskenderun yolu buradan geçmektedir. Ormanlar

22 b.k.z. a.g.e., 54-57 23 b.k.z. a.g.e., 57-62

Page 135: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

135

arasında küçük topluluklar halinde seyrek köyler bulunur. Hatay’ın güneydoğusundaki Ordu (Yayladağı) bölgesi de bu mıntıkada önemli bir yere sahiptir. Arazi, kayalık, küçük düzlüklerin tekdüzeliğini bozan dağlar, çamlar ve fundalıklarla örtülüdür. Bölgede inşaat hammaddesi olarak kullanılan taşın çıkarıldığı, Demirkapı, Topboğazı, Şenköy taş ocakları bulunmaktadır. Bugün Suriye sınırları içinde kalan Salkın Ocağı da yöreye taş sağlayan önemli bir kaynaktır.

Dağlık bölgede, Asi’ye kavuşmadan kuruyan derelerin ve kaynakların suları birleştirilerek köy değirmenleri oluşturulmuştur. Güçlükle açılan tarlalar çok değerlidir. Seyrek olan köylerde evler arasında geniş boş alanlar vardır. Köylerde evler toplu halde bulunur ve etrafları bağlık bahçelik olduğundan uzak yerlerden kolayca göze çarparlar. Koyun, inek ve sığır az görülür, daha çok siyah keçiye rastlanır.

Burada, büyük arazi sahipleri ve emlak sahibi Antakya eşrafı olmadığından her köylünün kendine göre az çok küçük bir bahçe veya tarlası ve birkaç keçisi bulunduğundan köylüler Asi Vadisi’ndeki gibi amele konumunda değildirler. Köylünün geliri hayvancılık, kerestecilik, odunculuk, kömürcülük ve tütüncülüktür. Mülk sahibi çoğunlukla köylüler arasında sivrilmiş orta halli ailelerdir. Köylerinde oturur ve işlerini kendileri görürler. Ortakçı ve maraba tutmazlar yalnız bir iki azab ile yetinirler. Bunların bazılarına köy ağası denir ama köylü üzerinde büyük bir nüfuzları yoktur. Nüfusu seyrel olan dağ köylerinde en fakir ailenin bile küçük bir evi, birkaç keçisi vardır. Bunların sütünden yağ ve peynir yapar, şehre indirirler24.

Görüldüğü gibi Hatay ekonomisi büyük ölçüde ziraata dayanmaktadır. Küçük ölçekte ve basit tezgâhlarda yapılan üretimde, pamuk, tütün, şekerkamışı, susam, dut, zeytin ve orman ürünlerinden yararlanılır. Başlıca üretim, ahşap, deri, maden, konut, sabun, koza işleri ile gıda üzerinedir. Antakya, sabunculuğu ve sabunhaneleri ile ünlüdür. Gıda sanayisinde değirmeler önemli bir yer tutar. Bunların başında su değirmeleri gelir. Bunlar çoğunlukla Asi Nehri Vadisi’nde ve küçük akarsuların dağdan ovaya indikleri alanlarda görülür. Antakya’da toplanan Asi Vadisi ipek ürününün burada ancak telleri çıkarılmakta ve ipeğin de ham durumda bir kısmının basit tezgâhlarda işlenmesi ile yetinilmektedir.

Asi Vadisi’ndeki ve kilce zengin alanlarda çamur sanayinin ocaklarına çokça rastlanır. Burada tıpkı Anadolu’da olduğu gibi çanak çömlek vb. ile inşa malzemeleri olan tuğla ve kiremit yapılır. Antakya kenti içinde ve Asi’nin batı yakasında dokuz adet kiremit ve tuğla atölyesi vardır.

Çevresel verilerin Antakya’da ve onu besleyen kırsal alanlarda, insan faktörü ile birlikte nasıl değerlendirildiğini ve nasıl bir ekonomik ve toplumsal düzen ortaya konduğunu inceledikten sonra mimariye ağırlık vererek konuya devam edeceğiz25.

Yapay çevre oluşturulurken çevrenin sunduğu inşaat hammaddelerinin kullanımı ve işlevlere göre yapıların ve yerleşmelerin tasarımı, ekonomik ve sosyal yapı ile yerel yaşamın da etkisiyle farklı biçimlenişler göstermişlerdir. Bir yörede çevresel veriler, yerel yaşamı ve sosyo-ekonomik yapıyı belirlerken insan faktörü ve toplum yapısının oluşmasındaki geleneksel, siyasi, kültürel vb. etmenler de bu verilerin farklı değerlendirilmesini getirmiştir. Böylelikle insan faktörü benzer ekosistemler içinde daha değişken yapılanmaların belirleyicisi

24 bkz. a.g.e., 62-66. 25 bkz. a.g.e., 89-77

Page 136: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

136

olmuştur denebilir. Ekosistemin insan dışındaki bileşenleri ise bu yapılanmadaki ortak noktalarda daha hâkim etkenler durumundadır.

Öncelikle yapay çevrenin en temel ve vazgeçilmez ögesi olan konutlardan söz edelim. Antakya ve Asi Vadisi’nde toplu iskân görülürken Amik Ovası Kuseyr Yaylası ve Dağlık Bölgede dağınık iskâna rastlanır. Bu bağlamda, yörede görülen konut tipleri, şehir evleri, köy evleri, geçici kulübeler ve dağ evleri olarak gruplandırılabilir. Köylerde, zenginlere ait şehir tipi evlerin dışında çoğunlukla taş ve tuğladan, damları toprak ve sazla örtülü evlere rastlanır. Sonradan kiremit örtü yaygınlaşmıştır. Göçebe ameleler geçici kulübelerde yaşar. Buradaki konutlar genellikle Amik Gölü’nün kamış ve sazlarından yaralanılarak yapılmış, üzerleri çamurla sıvanmıştır. Bunlara “perdi ev” denir.

Asi Vadisi’nde köy evleri çoğunlukla toplu biçimdedir. Birkaç köy evinin ortak birer damı ile birer samanlık ve ambarları vardır. Vadide, nehre dökülen akarsuların geniş yataklarındaki siyah ve yuvarlak taşlardan yapılmış tek katlı müstakil evlerin üstleri kiremit ve kamış örtüyle kaplanmıştır. Bunlarda ilkbaharda ipekböceği beslendiği için Amik’tekilere göre daha özenli inşa edilmişlerdir. Dağlardakiler ormanlardan elde edilen ahşaptan yapılmışlardır. Bunlar çoğunlukla kiremitle örtülüdür.

Antakya kent merkezinde görülen geleneksel evleri daha ayrıntılı anlatacağız:

. Günümüzde kentte mevcut olan en eski ev örnekleri XIX. yüzyıldan kalmadır. Ancak bunların gerek kentteki yaygın kullanımları gerekse Antakya’ya ait belgeler ve kaynaklardaki ev tasvirlerine uygunlukları Antakya’nın daha önceki yüzyıllardan beri süregelen geleneksel ev karakterini yansıtmakta oldukları anlaşılmaktadır26.

Antakya’nın XVIII. yüzyıla ait Şer’iyye Sicillerinde bulunan, evlerin çeşitli hukuki

işlemleriyle ilgili kayıtlar, bu dönem evlerinin ortak özelliklerini ana hatlarıyla ortaya koymaktadır: Belgelere göre, Antakya evleri, ‘tahtanî’ veya ‘fevkani’ (tek ya da iki katlı) yapılmış, avlulu, içte, büyüklüğüne göre değişen sayıda odaları, mutfak, kiler gibi mekânları bulunan, avluda su kuyusu ve kenefi (hela, tuvalet), uygun yerlerde ‘sâyegâh’ ya da ‘çardak’ denen yazlık kısımları, meyve ve diğer cins ağaçları olan, cepheleri sütunlu ve kemerli (üst katların galerilerinde yer alan ve çatıyı taşıyan ahşap dikmeler ve onları birbirine bağlayan kemerler kastedilmiş olmalıdır), üstleri kiremit örtülü yapılardır27. Belgeler ve seyyahların verdiği bilgiler XIX. yüzyılda da sonra da evlerin mimari özelliklerinin aynı olduğunu göstermektedir28.

1831’de kente gelen Michaud, evlerin avlularındaki ağaçların meydana getirdiği yeşil

dokuyu şöyle anlatır: “Ağaçlarla içiçe girmiş küçük evlerden oluşan modern Antakya, dağın tepesinden hem bir koru hem de bir kent görünümündedir. Her evde dut, incir ve çınar ağaçları vardır...29”

26 Ataman Demir 1973’den itibaren sürdürdüğü çalışmaları sonucunda, geleneksel avlulu Antakya evlerini doçentlik tezi olarak ele almış, Çağlar Boyunca Antakya adlı kitabında da bunlara yer vermiştir. Ataman Demir, Antakya Eski Konut Dokusu Üzerine Bir Đnceleme, (ĐDGSA. FBE. Basılmamış Doçentlik Tezi), Đstanbul, 1974; Demir, Çağlar Boyunca Antakya, Đstanbul, 1996; Şeriyye Sicilleri Rıfat Özdemir tarafından incelenmiş ve değerlendirilmiştir. Rıfat Özdemir, "Osmanlı Döneminde Antakya'nın Fiziki ve Demografik Yapısı - 1709-1860", Belleten, LVII, 1994, s. 119-157. 27 Özdemir, a.g.e., 151-152. 28 Özdemir, a.g.y. 29 M. Mıchaud, M. Poujolat, Correspondance d'Orient (1830-1831), Brüksel, 1841 , 244-253.

Page 137: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

137

1835’te Antakya’ya gelen Chesney ise evleri daha ayrıntılı tanımlar: “Evlerin planları Türk evleri gibidir. Genellikle taş olan bu yapıların, ahşap karkas olan kısımlarının içleri güneşte kurutulmuş tuğla ile doldurulmuştur. Çatıları kiremitle kaplı beşik çatılardır. Portakal ve nar ağaçları ile gölgelenen avlulardan çıkan merdivenler, üst katlardaki koridorlara ve balkonlara ulaşır. Yaz mevsiminde batıdan esen serin rüzgârı alabilmesi için kapı ve pencereler genellikle bu yöne bakarlar30. 1836 öncesinde kente gelen Bartlett de evlerin taştan yapıldığını ve eğimli çatılarının kiremitle kaplandığını tekrarlar31.

Bütün bu verilerden yola çıkarak Antakya evinin genel özelliklerini şöyle sıralayabiliriz: Antakya evinde, avluya bakan, sokaktan algılanmayan bir cephe düzeni görülür. Buna

karşın, bazı evlerde, yaşama birimlerinin üst katındaki bir veya daha fazla odanın, avlu duvarından sokağa taşan ve diğer yörelerdeki Türk evlerine benzeyen çıkmaları bulunur.

Antakya evindeki işlevlerin genel olarak yaşama ve servis birimleri olarak ikiye

ayrıldığını söyleyebiliriz. Yaşama birimleri, oturma, yeme, yatma gibi eylemlerin gerçekleştirildiği ‘odalar’; servis birimleri, mutfak, kiler, tuvalet gibi mekânlardır. Avlu (havuş) ise bunlar arasında hem bağlayıcı rolü oynamakta hem de her iki grubun işlevlerinin ortak olarak görüldüğü bir açık mekân olarak karşımıza çıkmaktadır. Tek ya da iki katlı olan yaşama ve servis birimleri genelde kendi içlerinde bütün olarak düzenlenmiş, avlunun, bir ya da birden fazla kenarına yerleştirilerek evin sokakla ve komşu evle sınırını belirlemişlerdir. Avlunun bazen hiçbir birim yer almayan kenarlarını belirleyen duvarlar da dış mekânla ilişkiyi kesmişlerdir. Komşu evler, bitişik düzende yapılmışlardır.

Evin sokakla ilişkisi, avluya açılan ve aksı sokaktan içerisinin görünmesini engelleyecek

biçimde şaşırtılmış bir geçitle sağlanır. Odaların ve servis mekânlarının her biri ayrı ayrı avluya açılırlar. Aralarında çoğunlukla bağlantı yoktur. Kimi zaman iki oda arasında, ahşap bölme duvarı ya da dolaplar arasına gizlenmiş bir geçit yer alır. Benzer durum iki katı birbirine bağlayan gizli bir merdiven şeklinde de karşımıza çıkabilmektedir. Kimi zaman iki oda arasında yer alan bir eyvan bunlara geçit verir. Yaşam birimleri ile avlu duvarının kesiştiği bir köşede, daha çok iki tarafı açık, zemini avlu seviyesinden yükseltilmiş, üzeri açık veya örtülü, kimi zaman iki katlı bir öğe olan sâyegâh (çardak, livan, eğlencelik) yer alır. Avluda genellikle bir su kuyusu ve bazen de süs havuzu (bürke) bulunur. Bir bölümü meyve ağaçları ve çiçekler için ayrılmış olan avlu zemininin kalan kısmı mermer ya da düzgün kesme taşlarla kaplanmıştır.

Avludan yüksekte yapılan odaların girişinde, en az kapının taradığı kadar bir alan eşik

olarak ayrılmış, odanın asıl zemini yerden yükseltilmiştir. Eşik ve yüksek zemin, mermer ya da kesme taşla kaplanmışlardır. Odaya girerken ayakkabılar eşikte çıkarılmaktadır. Burada yıkanma eylemi de gerçekleştirilir. Duvarlar içten ahşapla kaplanmıştır. Duvarların içinde yüklük (mahfel), kapı girişine en yakın duvarda çeşitli eşyaların konabileceği bölmeli nişlerden oluşan ‘mihrabiye’ gibi elemanlar bulunur. Ahşap kaplamaların kalitesi, işçiliği ve bezemesi ev sahibinin ekonomik durumuna göre değişmektedir. Aynı şey döşemeler için de geçerlidir.

Antakya evlerinde ana inşaat malzemesi, yörede bolca bulunan taştır. Zemin katların dış duvarları büyük çoğunlukla taştan inşa edilmiş, dış cepheleri düzgün kesme taşla kaplanmıştır. Đç mekânda, odalar ahşap karkas duvarlarla ayrılmıştır. Đki katlı evlerde, çıkma bulunmaması durumunda üst kat taştan, çıkma varsa ahşap karkas sistemde yapılmıştır. Ahşap karkasta tuğla ya da çeşitli dolgu malzemesine yer verilmiştir.

30 R.A. Chesney,The Expedition for The Survey Of The Rivers Euphrates and Tigris, Londra, 1850, 424-428. 31 W.H. Bartlett, Asi Kenarlarında, (Çev. Saffet Kızıldağlı), Ankara,1961, 8-12.

Page 138: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

138

Đki katlı evlerde, üst kata, avlunun bir kenarında yer alan merdivenle çıkılır. Merdiven, iki katın da kagir olması durumunda pencereleri avluya bakan bir koridora ulaşır. Đkinci kat, kısmen ya da herhangi bir bölme olmadan, tamamen açık bırakılabilmektedir. Bu katta yer alan odalar kimi zaman sokak cephesine doğru çıkma yapar. Parselin biçiminden dolayı yamuk bir alana sahip olan odalar, çıkmalar vasıtasıyla dörtgenlere dönüştürülmüştür. Đkinci kat, bazen çatı arası olarak değerlendirilmekte, kiler, sebze kurutma alanı, odunluk v.b. işlevlerle kullanılabilmektedir.

Đkinci katın ahşap karkas sistemde inşa edilmiş olması durumunda bu kattaki odalar, konsollar üzerinde duran bir galeriye açılırlar. Avluyu üst kata bağlayan merdiven bu galeriye ulaşır. Galerinin üzerini örten çatı, ahşap dikmelerle taşınmıştır ve dikmeler birbirlerine dilimli kemerlerle bağlanmışlardır. Dikmelerin arası çoğunlukla açık bırakılmış, daha sonraki dönemlerde ise bazıları camlı ve ahşap doğramalı kanatlarla kapatılmışlardır. Đkinci durumda, kemer aynalarında ahşap kayıtlarla bölünmüş sabit camlara yer verilmiştir.

Avluya bakan kâgir duvarlarda, ritmik bir düzende doluluk ve boşluk oluşturan, iki ya da daha çok sayıda, basık kemerli pencereler (taka) açılmıştır. Pencerelerin iç yüzüne ahşap kapaklar, dışına ikişer kanatlı, camlı ahşap doğramalar takılmıştır. Avluya açılan oda kapıları da basık kemerlidir ve aynı ritmik düzenin devamı biçimindedir. Asıl pencere dizilerinin üst seviyelerinde, daha küçük boyutta pencereler (kuş takaları) yer alır. Bu pencereler, duvarı hafifletme ve havalandırma sağlamaya yararlar. Aynı zamanda, gece alt sıradaki asıl pencerelerin ahşap kapakları kapatıldığında sabahın ilk ışıkları bu pencerelerden içeri girebilmektedir. “Kuş takası” (penceresi) halk tarafından kullanılan bir terimdir. Kapı ve pencere dizileri arasında yer alan diğer bir cephe elemanı, taş duvar içindeki nişlerdir. Bunlara yörede fanus takası” denmektedir. Fanus takaları, gaz lambası vb. aydınlatma gereçlerinin konması için kullanılır. Hıristiyan evlerinde buraya ikonlar da konabilmektedir.

Tavanlar üç tipte; a- düz ahşap kaplamalı, b-kenarları düz veya ahşap oymalı ahşap, iç kısımları badanalı, tekne tavan, c- çıtalarla çeşitli desenler verilerek ve kalemişleri ya da yağlıboya ile bezenerek yapılmışlardır. (R.12-18) Bazı örneklerde, duvarların ya da pencere içlerinin ahşap kaplamaları ile dolap kapakları üzerinde de kalemişi bezemelere rastlanmaktadır.

Antakya evleri ahşap beşik çatılarla örtülmüş ve alaturka kiremitlerle kaplanmışlardır. Çıkma konsolları ve galeriler, taş konsol üzerine oturan ahşap kirişlerle taşınmıştır. Her ikisi de profilli olan taş konsol ve ahşap döşeme kirişi, son derece ustalıkla biraraya getirilmiştir ve adeta tek bir malzemeden oluşmuş, tek parça bir eleman gibi algılanmaktadırlar.

Sayegahlar da üstleri örtülü ya da iki katlı yapıldıklarında burada, birbirlerine kaş kemerler ya da daha geniş tek açıklıklarda Bursa kemeri ile bağlanan ahşap dikmelere yer verilmiştir. Evlerin avlu cephesinde yer alan en önemli bezeme öğesi fanus takaları ve kuş takalarını taçlandıran geometrik ya da bitkisel desenli taş oyma düzenlemelerdir. Merdivenlerin ve kimi zaman galerilerin soğuk demir işçiliği ile yapılmış, desenli korkulukları da süsleme öğeleri arasında sayılabilir.

Geleneksel Antakya evlerinde hayat büyük ölçüde avluda geçer. Narenciye ve diğer meyve ağaçlarının sağladığı gölgesi, kuyuları ve küçük havuzları ve ile avlular sıcak iklimde konforlu, serin ve gözlerden uzak bir açık mekân oluştururlar. Kışlık zahirenin hazırlanması, yemeklerin hazırlanması ve yenmesi, çamaşırların yıkanması ve asılması burada aile fertlerince ortak olarak gerçekleştirilen eylemlerdir. Avluyu çevreleyen her oda geniş aileleri

Page 139: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

139

oluşturan çekirdek ailelerden her birine aittir. Bunlara halk arasında “ev” denmesi de bu yüzden olmalıdır. Yemeklerin pişirildiği mutfak bazen yıkanma işinin de gerçekleştirildiği bir yerdir. Kışın, mutfakla odalar arasında yağmurlu havalarda gidiş geliş bu düzenlemenin biraz zorlaştırıcı yönünü oluşturmaktadır. Yazın odalardaki halılar kaldırılarak zeminleri yıkanmakta ve eşikteki bir giderden su avluya akıtılmaktadır. Odaların zeminlerini kaplayan mermer ve karo mozaiklerin desenleri bir halının işlenişini aratmayacak niteliktedir. Avlular da sık sık yıkanarak temizlik ve serinlik sağlanmaktadır.

Sık sık depremlerin yaşandığı kentte, içten ahşapla kaplanan kapalı mekânların duvarlarını oluşturan taşlar bir tahribat sırasında dışa, avluya dökülmektedir. Böylelikle insanlar, içerde olduklarında korunmakta veya avlunun duvarlardan uzak kısımlarına kaçabilmektedirler. Depremde zarar görebilecek ahşap duvarların yeniden yapımı ise kolay olmaktadır.

Antakya’da evlerin ve diğer yapıların beden duvarları ile avlu duvarlarının sınırladığı dar ve gölgeli sokaklar kendine özgü bir yapı gösterirler. Sokaklar arazinin yapısına ve eğimine göre biçimlenmiştir. Dere taşları ile kaplanan sokakların ortasında, yolu genişliğine ve eğimine göre değişen ölçülerde, daha düşük kotta, yine taşla kaplanmış olan arıklar bulunur. Dağlardan birikerek gelen yağmur suları bu arıklar vasıtasıyla nehre kadar ulaşır. Arıkların iki yanındaki yüksek kottaki kısımlar yayaların yürümesi içindir. Osmanlı döneminde, kentteki yol dokusunun ızgara düzeni değişmiş, bütün Osmanlı kentlerinde olduğu gibi kendiliğinden oluşmuş, girift bir sokak düzeni hâkim olmuştur.

Antakya’da evlerin dışındaki yapılarda da kâgir inşaat uygulanmıştır. Örtü sistemi ya kâgir tonoz ve kubbe ya da ahşap çatı ve kiremit kaplama ile oluşturulmuştur. Osmanlı döneminde Helenistik ve Roma dönemi ne oranla küçülmüş ve daha önce açıkladığımız nedenlerle engebeli bir hal almış olan kent merkezinde, geniş meydanlarda büyük programlı, anıtsal yapılara rastlanmaz. Dini yapılar da içe dönük ve avlulu sistemde yapılmışlardır ve cephe biçimlenişleri evlerinki ile büyük benzerlik gösterirler.

XIX. yüzyılda, Avrupa’da yapı endüstrisinin bir parçası olan beton, birçok Osmanlı kentinde olduğu gibi Antakya’da da kullanılmaya başlanmıştır. Özellikle Fransız işgali döneminde yapıların geleneksel yapım sistemlerine döşeme malzemesi olarak katılan beton ve I profilli demir kirişlerin kullanımı yaygınlaşmıştır. Kentte 1930 yılında bir çimento plak atölyesi açılmıştır. Bu atölyenin aletleri ve desenleri Fransa’dan, çimentosu Çekoslovakya’dan getirilmektedir. XIX. yüzyıldan sonra Asi Nehri’nin batısında da yerleşim başlamış, yerel mimariye batı kökenli üslupların eklendiği eklektik bir üslup ortaya çıkmıştır.

Günümüzde küçük ölçüde da avlu yapımı ve yerel yaşam biçimi sürdürülmeye çalışılsa da betonarme inşaat ve apartman daireleri biçimindeki konutların yaygın kullanımı geleneksel yaşamı sürdürmeyi güçleştirmektedir. Tarihi kent merkezindeki evler köylerden göç eden dar gelirli ailelere kiralanmaktadır. Bu evler çoğu kez bölünerek birkaç aile tarafından kullanılmaktadır. Geleneksel kent dokusu, çok katlı ve eskisi ile uyumsuz modern yapılaşmanın ve bakımsızlığın tehdidi altındadır.

Page 140: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

140

ANTAKYA’DA YA ŞAM

Tülin Tümay

Uzman Arkeolog MKÜ Arkeoloji ve Sanat Tarihi Ara ştırma Merkezi

Hatay coğrafi konumu nedeniyle tarihi boyunca bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmış

ve bu sayede de çok zengin bir kültürel mirasa sahip olmuştur. Hatay, Anadolu ile Ortadoğu dolayısıyla Mezopotamya arasında bir köprü konumundadır. Doğu ile batı kültürünün kesiştiği bir noktada yer alması nedeniyle sürekli kültürel bir alışveriş söz konusudur. Hatay bir tek kuzeyden güneye-güneyden kuzeye giden anayolların geçtiği bir yer konumunda olarak kalmamış, doğudan gelen ve tarihte Đpek Yolu diye adlandırılan önemli ticaret yolunun da önemli bir kavşağı ve bir ticaret merkezi de olmuştur.

Hatay’da günümüzde, geçmişte olduğu gibi bir çok dinden ve inançtan insanlar bir arada yaşamaktadır. Cami, Kilise ve Havra yan yana varlıklarını ve görevlerini sürdürmektedir. Çeşitli din ve inançtan insanların yüzyıllardan beri beraber yaşaması kültürel bir zenginlikle beraber büyük bir hoşgörüyü de beraberinde getirmiştir. Bu kültürel zenginlik ve hoşgörü toplumsal yaşama, sanata, örf, adet ve geleneklere de yansımıştır.

Çoğu zaman dinsel öğeler ve gelenekler birbirine girmiş özde var olanla karışıp yeni bir kültür olarak ortaya çıkmıştır. Ama her zaman, bir dayanışma ve özveri, birbirlerinin hakkına saygılı güzel komşuluk ilişkileri içinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Farklı etnik gruptan olan komşular birbirlerinin bayramlarını kutlar dini inanışına göre yapmaması gerekli şeyi komşusu onun adına yapar ya da kolaylaştırır. Örneğin cumartesi günü ateş yakmaması gereken Musevi komşusunun sobasını yakar veya yemeğini pişirir. O da oruç tutan Müslüman komşusuna iftarda yemek verir. Ya da bayramını kutlamak için ziyaret eder. Bunlar toplumsal dayanışma ve hoşgörünün en güzel örnekleridir.

Hatay’da etnik grup Suni Türkler ve Nusayriler ( Arap Aleviler) nüfus yoğunluğu açısından birbirine eşit gibidirler. Arap suniler ve Arap Hıristiyanlar ise azımsanmayacak sayıdadır. Antakya’da geçmişte de bir çok değişik kültürel, dinsel ve etnik gruplara bağlı topluluklar yaşamışlardır. Günümüzde Hatay’da Arap Alevi (Nusayri),Arap Hıristiyan, Türk Suni, Arap Suni, Ermeni, Yahudi, Çerkez ve Afganlar bulunmaktadır. Kentte Arapça ve Türkçe konuşulmaktadır. Ancak okur- yazar oranının artması ve eğitim seviyesinin yükselmesi ile meydana gelen değişimler sonucu Arapça bilenlerin ve konuşanların sayısı geçmişe oranla azalmıştır. Özellikle kırsal bölgelerdeki köyler ve kentteki yaşlılar arasında Arapça daha yoğun olarak kullanılmaktadır. Türk suniler, Hıristiyanların bir kısmı ile Yahudilerin ana dili Türkçedir. Arap Sünni, Arap Alevi, Arap Hıristiyanların ana dili Arapçadır. Ermeniler aralarında Ermenice konuşmaktadırlar. Ancak tüm grupların ortak kullandıkları dil Türkçedir.

ANTAKYA GELENEKSEL YEMEK KÜLTÜRÜ

Bir toplumda yemek kültürü, yemeğin üretilmesinden tüketilmesine kadar izlediği serüvene bağlı olarak ortaya çıkan maddi-manevi kültür öğelerinin oluşturduğu önemli bir kültürel dizgedir. Görünüşte içgüdüsel ve önemsiz bir olay gibi görünse de günlük yaşantının önemli bir bölümü yemek için, yiyecek üretme, üretilenleri satın alma için gerekli ekonomik gelir ve yemeği ortaya çıkarmak için çabayla geçer.

Page 141: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

141

Yemek yeme temelde fizyolojik bir olay olmakla birlikte, toplumdan topluma bölgeden bölgeye değişiklik gösterir. Bu nedenle yemek kültürü, toplumlar arası farklılıklardan birini oluşturur.

Yemek kültürünün çeşitlenip özelleşmesinde ana etken; ekolojik çevre, dinsel inanç, kültürel birikim, sosyal ve etnik gruplar, eğitim düzeyi ve kültürel mirasın toplamının damak zevkleri ile bütünleşmesidir. Bu bütünleşme Antakya yemek kültüründe çok güzel bir şekilde izlenmektedir. Antakya’nın bulunduğu ekolojik çevre, farklı dinsel grupların bulunması, renkli bir tarihsel geçmiş ve buna bağlı oluşan zengin bir mutfak kültürü oluşmuştur.

Her toplumun ve her kültürün damak zevki ve beslenme alışkanlıkları farklıdır. Çeşitli araştırmacılar kendilerine göre bu faktörleri sınıflandırmışlardır. Beslenme kültürünü oluşturan çeşitli faktörler vardır. Bunlar;

Ekolojik Faktörler: Đklimsel koşullar ve bunun getirdiği etkiler, arazi, su ve buna bağlı uygun ürün ve buna bağlı beslenme alışkanlıkları. Antakya’nın geleneksel yemek kültürü oldukça çeşitlidir. Buna rağmen iklimsel değişiklikler gösterir. Yaz aylarının çok sıcak olması nedeniyle çok baharatlı ve yağlı olan ağır yemekler yerini sebze ve zeytinyağlılara bırakır. Ancak yaz kış değişmeyen ve sürekli olarak tercih edilen mangal alışkanlığı ve buna bağlı olarak yoğun olarak kırmızı et tüketimi bu kültürün kendine has özelliğidir. Yaz ve kış ne zaman olursa olsun evlerin balkonlarında veya piknik alanlarında sıklıkla mangalların yandığı gözlenebilir.Kuru yiyeceklerin çok az tüketildiği yaz mevsiminde kışın olduğu gibi bulgurdan yapılan yiyecekler ve yoğurtlu yiyecekler bolca tüketilir. Özellikle “sarma içi” denen başka yörelerde “kısır” adıyla bilinen yiyecek yeşilliklerin çoğaldığı bahar ve yaz mevsiminde oldukça bol tüketilir.

Kış mevsiminde ise sıcak yemekler tercih edilir. Bu mevsimde Antakya’nın özellikle geleneksel yemekleri baş köşede yer alır. Đklim şartları nedeniyle yaz kış yeşillik ve sebze bulmak mümkündür. Sofrada dunlar eksik olmaz.

Ekonomik Faktörler : Aile ve bireylerin ekonomik düzeyi, buna bağlı satın alma gücü ve yine buna bağlı beslenme seçimini doğurur. Bir sebze ya da meyvenin bulunulan yerde yetişmesi hem ucuz olmasını hem de kolay ulaşılmasını sağlar. Bir bölge de hangi ürün çok bulunuyorsa o ürüne yönelik yemek çeşitliliği artar. Örneğin bereketli Amik ovasında bol miktarda buğday yetiştirilmesi, buğdayla yapılan yemek çeşitliliğini getirmiştir.

Aynı zamanda ekonomik düzeyin iyi ya da kötü olması yemek yeme biçimlerini de etkiler. Ev yerine dışarıda yemek yemek veya sipariş vererek eve hazır gıdalar getirtmek yemek kültürünün gelişmesine neden olmaktadır. Dışarıda yemeğe giden ailenin oluşturduğu toplulukla beraber bir eğlence anlayışı ortaya çıkar. Antakya’da piknik ve sayfiye yerlerinden olan Harbiye’ye, Yenişehir Gölü’ne, Samandağ gibi yerlere yemeğe yada pikniğe gitmek bir eğlence anlayışına dönüşmüştür.

Kültürel Faktörler: Bireylerin yaşadığı toplumsal ve kültürel çevre, göç, kültürel değişmeler, tarihsel zenginlik, eğitim, iletişim ve bunların etkileşimiyle oluşan beslenme çeşitliliği.

Antakya’da yemek kültürü kendine has özellikler gösterir.Đnsanlar çok küçük yaşlardan itibaren çok acılı ve çok baharatlı yiyecekler yemeye başlarlar. Bebek daha yemek aşamasına gelir gelmez öncelikle bir köftenin tadını öğrenir. Sarma içi, içli köfte yedirilir. Sabah kahvaltısı başta olmak üzere her öğünde yeşil ya da kırmızı biber sofrada yerini alır.

Antakya’da her öğün çok önemlidir. Đnsanlar sofradayken diğer öğünde ne yemek yapılacağı konuşulur. Antakya yemek kültüründe en önemli özelliği zengin mezeleridir. Türkiye’nin hiçbir yerinde bu kadar zengin meze çeşidini bir arada göremezsiniz. Meze, ev restoran ya da meyhane kültüründe en önemli yerdedir. Mezeler; yanında üzeri bol susamlı iyice uzatılmış pide ekmeklerle sunulur. Yemekler son derece büyük porsiyonlu ,acılı, baharatlı ve çok renklidir.

Page 142: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

142

Hatay, Anadolu ile Ortadoğu dolayısıyla Mezopotamya arasında bir köprü konumunda olması nedeniyle yemek kültürü çok çeşitli hatta eklektiktir. Burada yapılan bir çok yemeğin benzerlerini Suriye’de ya da Mısırda bulamak mümkündür. Güneydoğu ve güney yemekleriyle de benzerlikler ve farklılıklar gösterir.

Dinsel Faktörler: Dinlerde yenmesi ve içilmesi tabu sayılan ya da kutsallık kazanan yiyecek ve içecekler, dini bayram, adak, kurban gibi dinsel ritüellerde kullanılan yiyecekler beslenme çeşitliliğini farklılaştırır.

Örneğin Đslamiyet’te at ve domuz eti yenmez. Şarap içimi günah sayılır. Domuz eti yemek, Musevilikte de Đslam dininde olduğu gibi günah sayılır. Bunun yanında Hıristiyanlar domuz eti yer ve şarabı da kutsal sayarlar. Antakya’da da domuz Hıristiyan ailelerce tüketilir, diğer dinsel gruplarca tüketimi yoktur. Antakya’da yaşayan Alevilerde inek dişi bir hayvan olduğu için kesmezler. Hindistan’da olduğu gibi inek kutsal sayılmasa da, insanlara sunduğu et dışındaki ürünler ve doğurganlık özelliği nedeniyle Alevi toplumu tarafından yenmesi günah sayılmaktadır.

Yemek Kültürü Ve Sosyal Ya şam:

Bir aile gündelik besin ihtiyacının karşılanmasının yanında, damak zevkine verdiği önem derecesine göre gündelik yaşamın büyük bir bölümünü yemeğe ayırmaktadır. Eğlence, dost sohbetleri, misafir ağırlama, düğün, nişan, adak, bayram, gibi sosyal olgular yemek kültürünün fenomenlerinden olup, insanların birbirleriyle iyi ve kötü günlerde iletişimlerini sağlar.

Đnsanları birbirine yaklaştıran davetlerin hemen hepsinin ana çatısını yeme-içme ile ilgili yapılan hazırlıkların, misafirlere sunulması oluşturmaktadır. Bir misafire verilen değer, bir davette yer alan yemeğin türüne, harcanan emek ve zamana göre belirlenir. Đşte bu insanların birbirine verdiği değerin ifadesidir. Genellikle tüm dünya toplumlarında yemek birleştirici bir öğe olarak karşımıza çıkar. Yemek ve yeme kültürüyle ilgili her türlü öğe geçmişten günümüze insanların zevkine, ruhsal doyuma yönelik gelişmeler gösterir. Yemek kültürü bir toplumda var olan sınıf farklılaşması ve sınıfsal ayrımları yansıtır. Kentsel ve kırsal bölgelerde aile boyu yemek yeme insanlar için özel bir anlam taşır. Kentsel yaşamın insanlara getirdiği ekonomik şartların ağırlığı, sosyal ilişkilerin kopukluğu dolayısıyla misafir ağırlama yemek davetinden çok, yine yemek kültürünün bir parçası olan içecekler ve unlu mamuller ile gerçekleştirilir. Kırsal kesimde ise o öğünde sofrasında ne varsa misafiriyle onu paylaşma şeklindedir.

Yemek kültürü dinsel törenler, evlilik, ölüm, askere gönderme, adak, festivaller, konuk ağırlamak gibi birçok sosyal olgu ile iç içedir. Tabu olan yiyeceklerin yanı sıra yapılması kutsal olan yemekler ve yenilmesi kutsal yiyecekler halkın dinsel inanışını uygulamada önemli işleve sahiptir. Ölüm yaşamın sona ermesi gibi üzücü bir olay olsa da cenaze evine gelen insanlar bile yemekle ağırlanırlar. Antakya’da ölü evinde yemek pişmez. Komşu ve akrabalar 3 gün cenaze evine yemek getirirler. Sonra 7. ve 40. gün yemekleri yapılır.

Antakya E ğlence Hayatında Yemek Kültürünün Yeri:

Yemek kültürü ve eğlence hayatı arasında sıkı bir bağ vardır. Bu toplumdan topluma

kişiden kişiye değişen bir olaydır. Geçmiş ve bugün arasında önemli bir fark olmasına rağmen insanlar bir rahatlama şekli olan eğlenceden hiç vazgeçmezler. Yazılı kaynaklara göre Antakya’da eğlence hayatı Antik çağlardan günümüze kadar her dönemde çok önemli bir olgudur.

Page 143: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

143

1950’li yıllarda çok canlı bir sosyal yaşamı olan Antakya’da, aile gazinoları, kapalı ve açık hava sinemaları, mesire yerleri, hafta sonu baloları, ev toplantıları, davetler, düğünler, bayramlar ve tabi bunun uzantısı olarak zengin sofralar ve yemek çeşitleri gelmektedir. Dönemin ünlü sanatçılarının hepsi gelmiş geçmiş Antakya’dan ve hepsi de belleklerde izler bırakmış. Yemekli gazinolar olduğu gibi evde yemek hazırlanılarak götürülen mekanlarda yer almış. Geçmişte Antakya ile ilgili hatıralarımda en önemli yer tutan şey büyük parkta çeşitli gruplardan yükselen darbuka sesleridir. Hatta Antakya için bir deyiş vardır “kapı gıcırtısına bile oynarlar” Đşte Antakya böyle yaşamayı, eğlenceyi ve yemeği seven, ilginç bir toplumdur. Her yemek bir seremonidir Antakya’da. .

Antakya ve eğlence hayatı denildiği zaman akla ilk gelen yer Harbiye’dir. Harbiye geçmişte bugün sahip olduğu ünden çok daha fazlasına sahiptir. Antakya’nın kuruluş efsanelerinde bir söylenceye göre Antakya şehrinin harcı yoğrulurken biraz uyku tozu, birkaç damla zevki sefa, bir kadeh gözyaşı ve bir şişe hıyanet şarabı dökülmüş. Harbiye Roma döneminde çok önemli bir sayfiye yeridir ve çok güzel mozaik eserlerle süslü villalar yer alır. Eğlence hayatı çok gelişmiştir, bölge insanı için yemek içmek o dönem için de çok önemlidir. Hatta Pompeililerle benzerlik kurulur. Harbiye günümüzde lokantaları ile ün yapmıştır. Mezeleri, taze pişmiş susamlı pideleri ve ızgara tavuğuyla hoş damak zevkleri sunar.

Hafta sonları pikniğe gitmek bir gelenek gibidir. Antakyalılar kalabalık yaşamayı sevdikleri için kalabalık gruplar halinde pikniğe gidilir. Piknikte mangal yakmak, etleri şişler takmak genelde erkeklerin görevidir ve bu yemek işlemi zevkle ve seremonisel bir şekilde gerçekleştirilir. Bol yeşillikli zerzevatlar yapılır. Yemek üzerine mangal ateşinde pişmiş Türk kahvesi içilir ve yine mangal ateşinde pişmiş künefe yenir. Künefe yapmakta genelde erkeklerin görevidir. Antakya mutfağının yemekleri genelde zahmetli olsa da hanımların işini kolaylaştıracak pratik yemekleri de vardır. Kasap ve fırıncılar arasında hazırlanıp pişirilen yemekler Antakya hanımlarının çoğu zaman hayatlarını kolaylaştırır. Bu yemekler; sini kebabı, kağıt kebabı, lahmacun, ıspanaklı ekmek( katıklı ekmek), biberli ekmek gibi yiyeceklerdir.

Geleneksel Antakya Yemeklerinden Örnekler:

Antakya’nın kendine özgü birçok geleneksel yemekleri yapılış ve içeriklerinde tarihsel etkiler, farklı kültürlerin etkileşimi, ekolojik çevredeki zenginliğin yanı sıra, kuşaktan kuşağa aktarılan benimsetilmiş ve öğretilmiş damak zevkinin oluşturduğu alışkanlıklar yer alır. Antakya Akdeniz bölgesi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi illeri ile ortak bir geleneği paylaşmakta hem de onlardan oldukça farklı ve kendine özgü bir geleneği korumaktadır. Bu farklı geleneğin Arap kültürünün etkisinden kaynaklanır. Hem güney illerinin mutfağından hem de Suriye özellikle de Halep’ten etkileşmiştir. Bol baharat katılması, köfte türleri ve meze çeşitleri Suriye’nin yanı sıra Irak’la da benzerlikler gösterir.

Yemek konusu görünüşte çoğu insana yaşamı sürdürmek için gerekli basit bir konu gibi görünse de, Antakya için basit bir olay değildir. Kentte günün her saatinde bir yemek hareketliliği hakimdir. Günün erken saatlerinde başlayan hazırlıklar, alışveriş, ekonomik gelir için verilen çabalar öncelikle güzel bir damak zevki içindir.

Antakya’nın geçmişten bu güne kuşaktan kuşağa aktarılan yemek çeşitlerine biraz değinelim:

Tuzlu Yo ğurt: Yoğurt hafif eksimsi tadı olan koyu kıvamlı sütten mayalanarak elde edilen bir süt ürünüdür. Koyun, keçi, inek ve manda sütünden yapılabilir. Antakya’da tuzlanıp pişirilerek kahvaltıda yenmek ve bazı geleneksel yemeklerde kullanılmak üzere hazırlanır. Tuzlu yoğurt Antakya ve çevresine özgü bir yiyecek türüdür. Buzdolabında saklamadan uzun süre dayanabilen bir yiyecektir. Tuzlu yoğurt kullanılarak yapılan geleneksel yemekler: yoğurt aşı, tuzlu yoğurt çorbası, kabak ve ıspanak boranisi, Kumbursiye, analı

Page 144: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

144

kızlı, şiş börek vb. yiyeceklerdir. Ayrıca kahvaltıda, içine ince doğranmış ve pişirilmiş soğan katılarak ya da domatesle karıştırılarak, biraz domates salçası ile pişirilerek ya da sadece zeytinyağı ve pul biberle süslenerek kullanılabilir.

Tuzlu Yo ğurt Çorbası: Biraz pirinç yıkanır suda haşlanır pirinç pişince içine tuzlu yoğurt eklenir. Çorba kıvamına gelince ateşten alınıp üzerine tereyağı, pul biber ve nane tavlandırılarak dökülür.

Yoğurt A şı Çorbası: Islatılmış bulgur, soğan , biber ve baharatlarla makinede çekilip çiğ köfte yapılır. Ceviz büyüklüğünde köfteler alınıp içleri açılarak dövülüp biber ve nane eklenmiş içyağı parçacıkları koyulup kapatılır. Daha önce hazırlanmış olan yoğur çorbası içine atılıp pişirilir.

Ekşi Aşı Çorbası: Zeytinyağı, az şeker, soğan, havuç ve domates kavrulur, üzerine su eklenerek kaynatılır. Başka bir yerde unla yağ kavrulur kıvam verici olarak pişen çorbaya eklenir, biraz nar ekşisi ve nane eklenir. Hazırlanan çorbaya yoğurt aşında kullanılan içyağlı köfteler atılıp pişirilir.

Analı Kızlı Çorbası: Yoğurt aşı çorbasının içine şapka şeklinde yapılmış mantı parçacıkları eklenerek pişirilir.

Aya Köfteli Çorba: Köftelik et alınıp içine tuz ve karabiber eklenerek karıştırılır. Fındık büyüklüğünde küçük parçacıklar biraz nar ekşisi eşliğinde avuç içinde yuvarlanır. Biraz tereyağında pişirilir. Pirinçle pişirilip hazırlanmış domates çorbasına katılıp pişirilir. Çorba üzerine kıyılmış maydanoz eklenerek servis yapılır.

Mutebli: Haşlanıp pişirilmiş buğdayların yoğurt ve tuz ile karıştırılarak yapılan ve yemek yanında soğuk yenen bir ek yemektir. Yaz aylarında daha çok tercih edilir.

Oruk ( Đçli Köfte): Antakya yemek kültüründe çok önemli bir yer tutar. Çevre illerle içli köfte olarak benzerlik göstersede lezzet, çeşit ve pişirim şekli açısından farklılık gösterir. Atta apayrı lezzetlerdedir. Şam oruğu, Tappuş oruk, sac oruğu, tepsi oruğu, kümbülfişfi gibi farklı şekil ve tatları vardır. Genelde üzerine bol zeytinyağı sürülerek fırında pişirilir ya da yağda kızartılır. Yapımı yorucu ve oldukça emeklidir. Yapıldığında çok miktarda yaptıkları için oldukça uzun sürer. Bulgur, soğan, biber, ıslanıp çekilir içine köftelik et eklenerek çiğ köfte yapılır. Đçi için kıyma, soğan, ceviz maydanoz tuz karabiberle pişirilir. Yuvarlak top köfteler içleri parmakla ya da makinede oyularak içleri daha önce hazırlanmış içle doldurulup ağızları kapanır. Mekik şeklinde olun oruklar tepsiye dizilip üzerlerine bol zeytinyağı sürülüp, fırında pişirilir. Buna “Şam Oruğu” adı verilir. Tappuş Oruk iki parça köfte avuçta yassılaştırılıp, içine kuyruk yağı tuz, karabiber ve cevizden hazırlanmış iç koyulur, iki parça kapatılır. Üzeri elle sıvazlanarak düzgünleştirilir. Tepsi Oruğu için tepsi yağlanır ince köfte hamurlar tepsiyi kaplayacak şekilde basılır arasına kıyma ile hazırlanan iç döşenir, üzeri yine köfte hamurlarla ince bir şekilde kapatılır. Üzeri zeytinyağı ile yağlanır baklava şeklinde kesilip fırında pişirilir. Kümbülfi şfi ise köfte hamurlarının içine içyağı, biber, nane ve cevizden hazırlanan iç konulup üçgen şeklinde kapatılır, yağda pişirilir. Saç oruğu Tappuş Oruk gibi yapılır ama yağlı kağıt ya da naylon poşetle martabanı adı verilen yöresel bir kabın arkasında incecik halde açılır ve yağlanmış sacda pişirilir. Şam oruğunun bir benzeri Adana’da çok farklı şekilde ve tat da karşımıza çıkar. Yuvarlak yapılır, haşlanır ve üzerine limon sıkılarak yenir.

Aşur: Tavuk, dana veya koyun etine, buğday, nohut, soğan, biber, parça ete tuz kimyon ve karabiber eklenerek birlikte iyice ezilene kadar pişirilir. Sonra büyük bir kaşık (çömçe) ya da tokmakla etler lif lif olana kadar dövülür, üzerine tereyağında kavrulmuş ceviz ve kimyonla süslenerek servis yapılır. Aşur bibersiz de yapılabilir o zaman adına Hıreysi denir ve Alevilerin adak yemeğidir. Dini bayramlarda ve adak yemeklerinin vazgeçilmezidir. Anadolu’da da benzeri “keşkek” adıyla karşımıza çıkar, bibersiz olarak yapılır. Keşkek genelde düğün yemeğidir.

Kumbursiye: Đsteğe göre tavuk, dana veya koyun eti kullanılabilir.Et pişene kadar haşlanır. Çok bol miktarda küçük soğanlar ve biraz sarımsak başka yerde pembeleşene

Page 145: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

145

kadar yağda pişirilir, etin üzerine eklenir, birlikte pişirilir sonra tuzlu yoğurt ilave edilir. Üzerine yağda kızartılmış kırmızı biberler eklenerek servis yapılır.

Tuzda Tavuk: Tüm tavuk iyice yıkanır, zeytinyağı ve baharatla ovulur. Ayar tuzu dolu bir tencere içine gömülür. Ekmek fırınında 1,5 saat kadar pişirilir. Çıktıktan sonra tencereden çıkartılan kalıp tuz içindeki tavuk seremonisel şekilde kırılarak tavuk çıkarılır ve servis yapılır. Bu Reyhanlı yöresinde yapılan bir yemek türüdür.

Öcce (Mücver): Soğan, sarımsak, maydanoz, nane, istenirse kabak rendesi üzerine yumurta ve un eklenir, özel öcce tavaları içinde zeytinyağında kızartılır.

Şeyhülmak şi (Dolmaların şeyhi) : Arap etkili bir yemektir. Küçük kabaklar oyulup, kızartılır. Đçine kıyma ve soğan kavrulur haşlanmış nohutla pişirilir, kıyılmış maydanoz eklenir. Bu hazırlanan iç, kızartılmış kabak dolmaların içine doldurulur az salçalı ve az su

Đle pişirilir. Üzerine sarımsaklı yoğurt dökülerek servis yapılır.

Şeyh Mualla: Zeytinyağlı bir yemek türüdür. Patlıcan, yeşil mercimek, soğan, biber, domates ve nane ile yapılır. Patlıcan doğranır kat kat arasına diğer malzemelerden oluşan harç yerleştirilerek pişirilir. Pişmesine yakın nar ekşisi eklenir. Hafif bir yemek olduğu için yaz aylarında tercih edilir.

Arap kebabı: Kıyma ile yapılır. Kıyma kavrulur bol miktarda hafif irice doğranmış soğan, damarları ayıklanmış biber ve yine bol miktarda domatesle suyu çekinceye kadar pişirilir. Piştikten sonra üzerine kıyılmış maydanoz ilave edilerek servis yapılır. Yanında çiğ köfte ve patatesli köfte tercih edilir.

Tepsi Kebabı (Sini Kebabı): Genelde et kasapta bu iş için özel olarak hazırlatılır. Kıyma içine yeşil ya da kırmızı taze biber, biraz sarımsak ya da soğan ve maydanoz kıyılarak iyice yoğrulur. Bu evde tepsiye ince bir şekilde basılır, üzerine salça sürülüp, istenirse kenarlarına ince patates halkaları yerleştirilir. Üzeri domates halkaları ve tüm biberlerle süslenir. Az su ile fırında pişirilir.

Kağıt Kebabı (lahmara varka): Et yine kasapta Tepsi kebabının eti gibi hazırlatılır. Bu adından anlaşıldığı gibi yağlı kâğıt üzerine yaklaşık 20 cm çapında ince bir şekilde basılır ve çarşı fırınında pişirtilir. Đnce ekmekle servis yapılır.

Mortadella: Fıstık haşlanıp kabukları soyulur. Dövülmüş sarımsak, baharat, yağ (eritmeden), galeta unu kıyma içine karıştırılıp yoğrulur. Rulo yapılıp dış yüzey el ıslatılarak düzeltilir. Kızgın yağda kızartılır çıkınca sirkeli suya atılıp haşlanır. Pişince dilimler halinde doğranıp servis yapılır.

Kabak Boranisi içinde kuru kabak dolması: Parça etler haşlanır, içine küp küp doğranmış kış kabakları eklenir, biraz pişirilir. Dolmalık kuru kabaklar ıslatılır, içleri dolma içi ile doldurulur. Bir tencereye dolmalar dizilir aralarına daha önce hazırlanan yarı pişmiş kabaklar yerleştirilir. Su eklenir, biraz piştikten sonra tuzlu yoğurt eklenerek kapak açık olarak pişirilir.

Etli Taze Fasulye içinde Taze Kabak Dolması: Et pişirilir, ayıklanmış doğranmış taze fasulyeler eklenir. Sararınca daha önceden oyulup doldurulmuş dolmalar aralarına yerleştirilir üzerine bol miktarda domates, tuz ve su eklenerek birlikte pişirilir.

Ispanak boranisi: Kıyma ve soğan kavrulur, sarımsak ve haşlanmış nohut eklenir, daha önce yıkanmış doğranmış ıspanakta katılarak pişirilir. Pişmeye yakın tuzlu yoğurt eklenir, tencerenin kapağı kapatılmadan pişirilir. Üzerine nane serpilir biraz daha kaynatılır ve servis yapılır. Ispanak yerine Kış kabağı ile yapılırsa kabak borani adını alır.

Abugannü ş (Patlıcan Salatası): Patlıcan, biber, domates, közlenerek pişirilir. Kabukları soyulup, ince ince kıyılır ya da dövülür. Đçine sarımsak tuz eklenir. Servis tabağına yayıldıktan sonra üzerine zeytinyağı ve nar ekşisi koyularak servis yapılır.

Alinazik (Patlıcan yo ğurtlama): Patlıcan közlenir, kabukları soyulur, ezilir. Đçine sarımsak tuz ve taze yoğurt katılarak karıştırılır. Üzerine kavrulmuş kıyma dökülerek servis yapılır.

Page 146: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

146

Kemmünlü Biberli A ş (Kimyonlu Bulgur Pilavı): Đnce doğranmış bol miktarda soğan ve biber zeytinyağında kavrulur, içine su eklenir. Su kaynayınca iri bulgur ilave edilir. Su çekene kadar pişirilir.

Firikli A ş: Firik, buğday başak haline geldiğinde sararmadan yakılarak taneleri çıkartılır. Nohutlu olarak yapılabildiği gibi şehriye ile de pişirilebilir. Nohut önceden pişirilir, içine tavuk ya da et suyu, tuz, karabiber, firik ve biraz iri bulgur eklenerek pişirilir. Yağ olarak tereyağı tercih edilir.

Kömeçli A ş: Kömeçler temizlenerek doğranır. Đnce doğranmış soğan zeytinyağı ile kavrulur, üzerine kömeç eklenir ve pişirilir. Üzerine biber salçası, tuz ve su eklenerek pişirilir.

Semirsek: Kuşbaşı etler haşlanıp dövülür, içine soğan, tuz, karabiber eklenerek kavrulur. Baklava yufkası 5-6 kat yağlanır, karelere bölünüp içlerine hazırlanmış harç koyularak, üçgen olarak kapatılır. Üzerleri yağlanan börekler fırında pişirilir.

Kaytaz Böre ği: normal mayalı ekmek hamuru hazırlanır. Küçük bezeler halinde ayrılır, zeytinyağı ve eritilmiş tereyağı ile açılarak katlanır. Üzerine kıyma, soğan, biber salçası, tuz, karabiber, biraz nar ekşisi eklenerek hazırlanan harç eklenir. Üzerine zeytinyağı sürülerek fırında pişirilir. Genellikle Ramazanda ve bayramlarda yapılır.

Şiş börek: Bir çeşit mantıdır. Đçi kıyma kavrularak yapılır, içine soğan, bazen ceviz eklenir. Hamur açılır ve mantı hazırlanır. Dövme yada pirinçle yoğurt çorbası pişirilir. Đçine mantılar atılır bir süre kaynatılır. Mantılar yüzeye çıkmaya başlayınca ateşten alınır. Nane, yağ, pul biber tavlanarak üzerine dökülür.

Humus: Nohut önceden ıslanıp pişirilir. Kabukları soyulup püre yapılır. Đçine limon suyu, dövülmüş sarımsak, tahin, kimyon, tuz eklenerek karıştırılır. Servis tabağına açılıp üzerine pul biber, kimyon, turşu ile süslenir. Ya zeytinyağı ya da tereyağında pembeleşmiş çam fıstıkları dökülerek servise hazırlanır.

Cevizli Biber: Kurutulmuş baş biberler suda ıslatılıp çekilir. Đçine galeta unu, bol ceviz, biraz soğan, tuz ve kimyon eklenir ve iyice ezilir.Servis tabağına açıldıktan sonra üzerine zeytinyağı ve az nar ekşisi koyulur.

Bakla Ezmesi : Kuru bakla içi ıslatılır, haşlanır, dış kabukları çıkartılır, ezilir. Đçine tahin, limon suyu,dövülmüş sarımsak, tuz eklenerek karıştırılır. Servis tabağına alınıp üzerine maydanoz, kimyon ve zeytinyağı eklenir.

Zahter Salatası: Temizlenmiş ve ince doğranmış taze zahtere, taze veya kuru soğan, maydanoz, domates, tuz ve zeytinyağı eklenir. Servis tabağında üzerinde biraz nar ekşisi gezdirilir.

Zeytin Salatası: Çekirdeği çıkmış kırık yeşil zeytinler kıyılır. Đçine kabuksuz domates, ince kıyılmış maydanoz, yeşil ya da kuru soğan, bol zeytinyağı, nar ekşisi, biraz biber salçası ve hafif nar ekşisi ile karıştırılarak servis tabağına açılır.

Küflü çökelek: Suyu alınmış taze çökelek içine kimyon, karabiber, pul biber, zahter, Hint cevizi eklenerek iyice yoğrulur. Yuvarlak bezeler yapılıp birkaç gün kâğıt üzerinde güneşte kurutulur. Kuruduktan sonra kâğıtlara sarılarak bir kavanoza yerleştirilir ve küflenmeye bırakılır. Küflendikten sonra buzdolabında muhafaza edilir. Yerken kâğıttan çıkartılıp yıkanarak yenir. Yağda kavrularak veya zeytinyağı ile kahvaltıda yenilebildiği gibi çoban salatası ile karıştırılarak salata olarak yenilebilir.

Künefe: Tel kadayıf bir tepside tereyağıyla yağlanarak elle kopartılarak ufalanır.Đnce bir tabaka halinde yağlanmış tepsiye basılır. Üzerine taze peynir ufalanarak serilir. Onun üzerine tekrar künefe serpilir ve bastırılarak düzlenir. Önce alt kısmı ocakta pişirilir. Sonra yerinden oynatılıp havaya atılarak ters çevrilir. Diğer tarafı da pişirildikten sonra daha önceden hazırlanmış ve ılımaya bırakılmış şire üzerine dökülür kesilerek servis yapılır. Sıcak yenilmesi gereken bir tatlıdır.

Page 147: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

147

Peynirli Đrmik Helvası: 1 ölçü irmik, 2 ölçü şeker, 3 ölçü su, tereyağı ve taze tuzsuz peynirle yapılır. Đrmik tereyağı ile hafif kavrulur. Đçine şeker ve su eklenir. Hafif katılaşınca ateşten alınıp üzerine dilimlenmiş taze peynir eklenir, kapağı kapatılır. 5 dakika sonra peynir ip ip oluncaya kadar dairesel hareketlerle karıştırılır ve servis yapılır.

Ağızlı Kadayıf: Taş kadayıflarının düz yüzeyi içeri gelecek şekilde içlerine 1’er tatlı kaşığı ağız koyularak kapatılır. Üzerine sıcak şire dökülerek servis yapılır.

Ceviz Reçeli: Genellikle 20-30 Mayıs arası cevizler taze iken sertleşmeden toplanır. Kabuğu incecik soyulur. 3 gün boyunca tatlı suda bekletilir, sonra 7 gün boyunca her gün suyu değiştirilir. Daha sonra 1 gün kireçli suda bekletilir ve bolca tatlı suda yıkanır. Hafifçe haşlandıktan sonra soğuk suya atılır. Ceviz taneleri şiş ile delinir, içindeki suyun çıkması sağlanır. Katı bir şıra hazırlanır ve soğutulur, cevizler içine atılır. Bir gün bekler, ikinci gün çıkartılıp süzgece konur. Şıra tekrar kaynatılır, soğuyunca cevizler içine atılır. Bu işlem en az 5-6 kez tekrarlanır. Şıra kaynarken içine karanfil atılır. Böylece ceviz reçeli hazırlanmış olur. Genelde Hıristiyanlar tarafından yapılır.

Haytalı: Nişasta soğuk suda eritilir, süt ilave edilerek hafif ateşte karıştırılarak pişirilir. Muhallebi kıvamına gelince 30 cm çapında bir tepsiye dökülerek donması beklenir, küçük küpler şeklinde kesilir. Şeker ılık suda eritilir ve içine gül suyu, biraz kırmızı şeker boyası atılır, soğutulur. Küp küp kesilmiş pelte kaselere konur, üzerine ince buzlar kırılıp yerleştirilir. Sonra soğutulmuş şerbet üzerine dökülür.

Kete: Mayalı hamur hazırlanır. Katı yağ, şumra, çörek otu, susam eklenir, yumuşak bir hamur yapılır. Hamur mayalanmaya bırakılır. Đçi için buğday yumuşayana kadar haşlanır, içine şeker, ceviz ve tarçın eklenir. Mayalanan hamur içine bu buğdaydan yapılan içten koyularak iri puaçalar yapılır ve fırında pembeleşene kadar pişirilir.

Kahke: Tereyağı eritilir, içine mezeki sakızı, şeker ve bira su eklenir.Üzerine yavaş yavaş un eklenir, kulak memesi kıvamına gelince, küçük simitler yapılıp susama batırılır ve pişirilir. Genellikle bayramlarda yapılır.

Kömbe: Bu da yine Kahke gibi bayramlarda yapılır. Süt ve yağın içine şeker eklenir, erimesi sağlanır. Đçine un ve kömbe baharatı, kabartma tozu katılıp hamur yapılır. Ceviz büyüklüğünde koparılır, bol susama batırılıp, kömbe kalıbı içine basılır ve çıkartılarak şekil verilir. Fırında pembeleşene kadar pişirilir.

Burada zengin Antakya mutfağının yemeklerinden sadece bazılarına değinebildik. Bu değişik tat ve lezzetlerin yanı sıra daha bir çok yemek çeşidi olan Antakya’da, yeme, içme, eğlenme çok önemli bir yer tutar ve gerçekten Antakya’da yemek için yaşanır, yaşamak için yenmez.

KAYNAKÇA:

BAYSAL,A.,1990, Beslenme, Türk Mutfağından Örnekler, T.C. Kültür Bakanlığı yayınları, Ankara

BAYSAL,A., YÜCECAN, S., 1982, Yöresel Yemeklerimiz, Geleneksel Türk Yemekleri ve Beslenme, Geleneksel Türk Mutfağı Sempozyumu Bildirileri, Turizm Derneği Yayınları, Konya.

BURÇ, H., 1994, Hatay’dan Bir yudum, Zirem basımevi, Antakya

CHĐLDE, G., 1980, Tarihte neler Oldu, Alan yayıncılık, Đstanbul.

COUNĐHAN, C., 1997, Food and Culture, New York.

DALBY, A., GRAĐNGER, S., 2001, Antik Çağ Yemekleri ve Yemek Kültürü, Homer Kitabevi, Đstanbul.

Page 148: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

148

DEĐGHTON, H., 1999, Eski Roma Yaşantısında Bir Gün, Homer Kitabevi, Đstanbul

DELEMEN, Đ., 2001, Antik Dönemde Beslenme, Eskiçağ Bilimleri Enstitüsü Yayınları, Đstanbul.

DEMĐR, A., Çağlar Boyunca Antakya, Akbank Yayınları, Đstanbul.

DOĞRUER, Ş., 1993, “Antakya Mutfağının temel yemekleri” Hatay Folklor Araştırmaları derneği,Hatay Mutfağı Sempozyumu, Ofset Basımevi, Antakya.

FRAGNER, B., 2000, “Toplumsal Gerçeklik ve Kurmaca Mutfak: Đran ve Orta Asya Yemek Kitaplarına Bir Bakış” Ortadoğu Mutfak Kültürleri,Tarih Vakfı Yayınları, Đstanbul.

GÜVENÇ, B., 1996, “Yemek, Kültür ve Yemek Kültürü”, Eskimeyen Tatlar,Türk Mutfak Kültürü, Đstanbul.

GÜVENÇ, B., 1999, Đnsan ve Kültür, Remzi Kitapevi, Đstanbul.

HALICI, N., Akdeniz Bölgesi Yemekleri, Arı basımevi, Konya.

KIZILDAĞLI, E., 1964, Antakya Kapılarında, Đstanbul

KALAYCIOĞLU, M., 2001, Hatay Halk Bilimi II, Đhsan Ofset, Hatay.

SAHĐLLĐOĞLU, H., 1991, “Antakya” Đslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı yayınları, s.230-232, Đstanbul

ŞAHĐN,K., 2003, “Antakya geleneksel yemek Kültürünün Beslenme Antropolojisi Açısından Đncelenmesi, MKÜ.Sosyal Bilimler Yüksek Lisans tezi, Hatay.

ŞAVKAY,T., “Medeniyet ve Coğrafya Değişmeleri Çerçevesinde Türk Mutfağı, Eskimeyen tatlar,Türk Mutfak Kültürü,Đstanbul.

TÜRK, H., 2002, Nusayrilik (Arap Aleviliği) ve Nusayrilerde Hızır Đnancı, Ütopya Yayınevi, Ankara.

TÜRK, H., “Nusayrilik: Đnanç sistemi ve Kültürel Özellikleri”, Folklor/ Edebiyat Dergisi, 28 (2001/4).

ZUBAĐDA,S., 2000, “Ortadoğu yemek Kültürünün Ulusal, Yerel ve Küresel Boyutları”, Ortadoğu Mutfak Kültürleri, Tarih Vakfı yayınları,Đstanbul.

Page 149: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

149

ANTAKYA KÜLTÜRÜ

Doç. Dr. Hüseyin Türk MKÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü

Đnsan kültürünü zaman ve mekan sınırlaması olmaksızın araştırmayı amaçlayan

Kültürel Antropolojinin konusunun genel anlamda kültür olduğunu söyleyebiliriz. Tylor’a göre (Bkz. Güvenç,1984: 102); “kültür (ya da uygarlık), toplumun bir üyesi olarak insanoğlunun öğrendiği (kazandığı) bilgi, sanat, gelenek-görenek, ve benzeri yetenek, beceri ve alışkanlıkları içine alan karmaşık bir bütün’dür”. Daha genel anlamıyla “kültür, toplumun bir üyesi olarak insanın evrim sürecinde kazandığı biyolojik donanımlar temelinde ortaya çıkan, toplumsal etkileşim yoluyla sonraki kuşaklara aktarılan maddi-manevi yaşam tarzı ve dünya görüşünün bileşiminden oluşan evrimsel bir adaptasyon aracıdır.” Yukarıdaki tanımlarda açıkça görüldüğü gibi kültür her toplumun kendine özgü yaşam biçimidir.

Kültürel antropolojiyi dar anlamda “ötekinin bilimi” olarak da tanımlayabiliriz. Bu nedenle, çeşitli dini ve etnik toplulukların yüzyıllardır birlikte ve hoşgörü içinde yaşadığı Anadolu’da bu ortamın sürekliliğini sağlamanın en iyi yolu, elbette ki, farklı kültürel kimlikleri iyi tanımaktan geçer. Farklı gelenek, görenek, inanç ve uygulamaları sergileyen insanları tanımak amacıyla yapılacak bilimsel nitelikli araştırmaların yapılması bu bakımdan gereklidir. Halkı siyasal, ekonomik ve sosyal alanlarda geliştirmek, onun davranış, inanç ve uygulamalarının temelinde yatan nedenleri bilmekle mümkündür. Bu konuda en önemli görev ise kültürel antropolojiye düşmektedir. Kültürel antropoloji farklı kültürleri inceleyerek kültürel çeşitliliği tanıtmaya çalışır. Toplumların birbirlerini anlamalarına ve aralarındaki önemli benzerlikleri görmelerine katkıda bulunur. Bu nedenle hoşgörü kültürünün oluşmasında ve sürdürülmesinde kültürel çeşitliliği tanımak oldukça önemlidir. Bu anlamda antropoloji aynı zamanda bir “hoşgörü bilimi”dir. Antropoloji eğitimi insanların birbirlerini anlamalarında ve hoşgörü kültürünün yerleşmesinde önemli görevler üstlenmektedir. Antropoloji kendimizinkinden farklı olduğu için başka toplumların yaşam biçimlerini hor görmenin yanlış bir tutum olduğunu öğretir.

Kültürün kendine özgülüğü, toplumsal biçimlenmedeki farklılıklar ile birlikte tarihsel süreçte yaşanan farklı olaylar ve kuşaktan kuşağa aktarılan kültürel mirasın özgünlüğünden kaynaklanmaktadır. Kültürün üzerinde bulunduğu coğrafi mekânın benzerliğinden kaynaklanan bazı paralellikler olmakla birlikte, her toplumun kendine özel olan tarihsel ve kültürel mirası kültürel ve toplumsal farklılıklara yol açmaktadır. Yani aynı coğrafyada bulunan iki kültürün bile aynı tarihsel sürece sahip olma şansı bulunmadığından dolayı kültürler birbirlerine tam olarak benzemezler. Antakya’nın kültürel özellikleri, onun tarihsel evrimi ile çevresel koşullarının eşsiz bir ürünüdür ve ancak bu bağlam içerisinde açıklanabilir. Doğunun Kraliçesi Antakya

Coğrafi konumu nedeniyle Asya, Afrika ve Avrupa arasında bir köprü konumunda olmasından dolayı Hatay, insanın hem biyolojik hem de kültürel evriminde rol oynayan önemli merkezlerden biri olmuştur. Bu önemli merkez çok uzun bir tarihi geçmişe sahip olması ile birlikte, çok farklı uygarlıklara da beşiklik etmiştir. Bölgede yapılan araştırmalar, yerleşimlerin tarihinin Orta Paleolitik döneme kadar uzandığını, Üst Paleolitik, Neolitik, Kalkolitik ve Bronz çağlarında da yerleşmelerin sürdüğünü göstermektedir. Bölgedeki bir çok mağara yerleşmesi, kazı yerleri ve çok sayıdaki höyük1 bu sürekliliği sergilemektedir.

Tarih boyunca çeşitli topluluklara yurtluk etmiş olan Hatay’ın yerleşmek için tercih edilen yerlerden biri olduğu gerçektir. Bunda Hatay’ın ve özellikle de Amik ovasının sulak ve verimli topraklarının etkisi büyüktür. Ortadoğu’yu Batı’ya bağlayan stratejik konumu, limanları, verimli toprakları, zengin su kaynakları ile her çağda önemli kent olmuştur. Bu nedenle de, sık sık istilalara uğrayarak el değiştirmiş, bir çok kez yakılıp yıkılmış ve yeniden imar edilmiştir. Depremlerle ve yangınlarla yerle bir olmasına karşın yine de varlığını korumuş ve zamanla yeniden önemli bir kent olmuştur.

1 Amik ovasında toplam 237 höyük belirlenmiştir.

Page 150: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

150

Kentin tarihinde bir durağanlık, süreklilik görülmez. Değişken ve çok hareketli bir tarihi vardır Antakya’nın. M.Ö. 1800’ lü yıllardan itibaren Antakya sırasıyla aşağıdaki uygarlıklar tarafından el değiştirmiş ve çeşitli uygarlıklara beşiklik etmiştir: Akadlılar, Hititlar, Huri-Mitanni, Hititliler, Asurlular, Sami-Aramiler, Urartular, Oğuzlar, Persler, Makedonlar, Fenikeliler, Ermeniler, Romalılar, Arap Müslümanlar, Alevi Hamdaniler, Bizanslılar, Fatimiler, Selçuklu Türkleri, Haçlı orduları, Memlükler, Osmanlılar ve en son da Fransızlar ve Türkiye Cumhuriyeti.

Kentin kurulmasının Seleukoslar döneminde olduğu yaygın olarak kabul edilmektedir. Mekodanya kralı Đskender’Đn Persleri yenerek bölgeyi ele geçirmesinden sonra kente adının verildiği bilinmektedir. Đskender’in ölümünden sonra komutanları arasında yaşanan eğemenlik mücadelesinden Antigonos mağlup ayrıldı ve Suriye ile Mezopotamya Seleukos yönetimine geçti. Krallığın merkezi Samandağ Çevlik bölgesinde bulunan Seleukeia Pieria’ya taşındı (Demir, 1996: 23). Bu şehir Antakya’nın iskelesi oldu ve bölgede etkisini hissettirdi. I. Seleukos M.Ö.301’de Ipsos savaşında Antigonos’u yenerek Kuzeybatı Suriye’deki “Seleucus” diye bilinen yerde dört “kardeş şehir”kurdu: Antioch, Seleucia Pieria, Apamea ve Laodicea. Seleucia Pieria, Kuzeybatı Suriye’nin başkenti oldu (Downey, 1963: 27).

Antakya kentinin kuruluşuyla ilgili anlatılan efsaneye göre; Antigonia’yı yeniden imar ederek ismini değiştirmek arasında karar veremeyen I. Seleucus, Zeus’tan kendisine yardım etmesini dilemiş ve Zeus için bir kurban kesmiş. Ancak kartal kurban etini kaparak Antigoni’dan başka bir yere konmuş. Bu olay sonrasında Zeus’un yeni kurulmasını istediği kentin yerinin burası olduğuna inanılmış ve M.Ö. 300 yılının 22 Mayısında, Iopolis’in karşısında Silpius eteğinde yeni kentin temelleri atılmış ve kente Seleucus’un babası Antiochus’un adı verilmiş: Antiochia. Kentin planı belirli bir disiplin halinde birbirne dik paralel cadde ve sokaklardan oluşan ızgara planıdır (A’dan Z’ye Hatay Rehberi, 2004:6). Seleucus Nikator, daha önce kurulmuş olan Dafne’de (Harbiye) yeni caddeler, tiyatro ve tapınak kurmuş, caddeleri heykellerle süslemiştir. M.Ö. 195 yılında III. Antiochus zamanında kent; sanat, eğlence, ticaret ve din merkezi olarak geliştirilmiştir. Kentte şölenler ve olimpiyatlar düzenlenmiştir. Defne ise villalarıyla, caddeleriyle, tiyatro, han, hamam, tapınaklar ve çeşitli eğlencelerle tam bir mesire yeri olmuştur (Tekin, 1999: 23). Defne, mabedleri, eğlence yerleri ile şehrin bir sayfiyesi olmuştu. Yolcular, yol kavşaklarında flüt çalan, dans eden , işlemeli elbiseler giymiş kızları seyretmek için beklerlerdi. Silpiyus dağının eteklerine bahçeli villalar kurulmuştu. (Kızıldağlı, 1964: 8) Nikator tarafından kente dikilen anıtların en ünlüsü Antakya Tyche’sidir. Antakya Tyche’si bugün de kentin simgesi olarak kullanılmaktadır. Özveren’e göre (2006: 23); kimi kaynaklar Antakya’nın kuruluşunu Büyük Đskender’e bağlasa da insanların bu bölgede yerleşik yaşamı eskiden beri sürdürdüklerini gösterir izler vardır. Daha yaygın bir görüşe göre M.Ö. 300 yılında Antakya’nın kurulduğu kabul edilir.

Kent M.Ö. 64 yılında Roma Đmparatorluğuna katılmış ve Suriye eyaletinin de başkenti olmuştur. Tarihteki en parlak günlerini bu dönemde yaşamıştır. Dünyada ilk defa sokak aydınlatmasının Antakya’nın ortasından geçen iki tarafı mermer sütunlu muhteşem cadde de uygulandığı kaynaklarda geçmektedir. Bu cadde Herod Caddesi olarak bilinen bugün Kurtuluş caddesinin bulunduğu yerdedir (Bkz. Demir 1996: 114-195). Büyük Đskender ve onu izleyen Helenistik dönemde Doğu Akdeniz’de Đskenderiye, Antakya, Rodos üçgeni özellikle iktisadi bir çekim alanı olarak öne çıktı. Akdeniz dünyasındaki önemi açısından Antakya’nın altın çağı işte bu üçgenin köşesi olageldiği, özellikle Roma ve Doğu Roma yüzyıllarına rastlamaktadır (Özveren, 2006: 20, 24)

Hıristiyanlığın M.S. 34-36 yıllarında ilk defa Antakya’dan yayıldığı söylenmektedir. St. Paul, St. Barnabas ve St. Pierre Hıristiyanlığı yaymak için Antakya’da yerleşmişler ve “Hıristiyan” adını ilk defa burada kullanmışlardır (Tekin, 1999: 23). Hıristiyanlık Kudüs’ten sonra ilk kez burada yayılmaya başlamıştır. Antakya’nın Kudüs’e yakın büyük ve zengin yerleşim merkezi olması; Anadolu ve Yunanistan’a ulaşan yolların kavşağında bulunması nedeniyle Kudüs’ten gönderilen havariler burada toplanmışlardır. Antakya, Kudüs’ün tahribinden sonra Hıristiyanlık’ın merkezi olmuştur. Bu nedenle, en ihtişamlı dönemini Romalılar zamanında yaşamıştır. M.S. 395 yılında Roma imparatorluğunun Doğu ve Batı

Page 151: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

151

olmak üzere ikiye ayrılmasına kadar görkemli çağını yaşamaya devam etmiştir. Bizans dönemi ve sonrasında Đran seferleri için üs olarak kullanılmıştır (Temiz 2002: 11).

Đmparator Septimus Severus (M.Ö. 193-211), imparatorluk mücadelesinde rakibi Niger’i desteklediği için Antakya’yı cezalandırmış, özellikle tiyatrolar ve diğer toplumsal yapıları yerle bir ederek kenti harabe haline getirmiş, kentin unvanlarını geri almış, yönetimini Suriye’nin metropolisi haline getirdiği Laodiceia’ya bağlamıştır. Bir süre sonra tekrar Đmparatorun sevgisini kazanan kentte, Severianum ve Livianum zamanında, üzerinde Antakya ilahesi bulunan paralar basılmıştır. Ayrıca Đmparator Caracalla (M.Ö. 211-217) döneminde olimpiyat oyunlarının tekrar Antakya’da yapılması sağlanmıştır. Antakya, Antik Çağ’da “Doğunun Kraliçesi” lakabıyla anılmıştır (A’dan Z’ye Hatay Rehberi, 2004:7).

Aynı dönemle ilgili olarak Kızıldağlı’nın naklettikleri oldukça farklı bir bakış açısını sergilemektedir (1964: 11); “Antakya esir ticaretinin yaygınlaştığı, serbest kadınların kaynaştığı bir kent oldu. Bu kadınlar akşam olunca ipekli uzun entariler giyerek Asi kenarında tembel tembel dolaşırlardı. Ahlak çok düşüktü. Uzun sefahat alemlerine sıkça rastlanırdı. Halk önceleri putperstti. Yahudilerin Dafne’de büyük bir sinagogları vardı.Ordu vazifeden ziyade zevke düşkündü, ne talim nede nöbet kalmamıştı”. Romalılar zamanında Defne de Antakya’nın önemli bir eğlence mekanı ve sayfiye yeriydi. Kızıldağlı’nın Ben Hür hikayesinden naklettiğine göre (1964:16, 17); “Dafne yolu o zamanlar 60 metre eninde ve her yüz metrede yol kenarı heykellerle, mabet ve güzel villalarla süslüydü. Bu yol Herkül heykelinin yanından başlar ve cennet misali ağaçların gölgeleri altından güneş yeryüzünü yakmadan billur sesli çeşmeler, kuş cıvıltıları, renkli ve kokulu çiçekler arasından devam eder giderdi…Ziyaretçiler beyaz bir öküzü süslemişler, boynuzuna çiçek sepetleri takmışlar, sırtına adaklı bir çocuğu bindirmişler Zeus ilahına kurban etmeye götürüyorlar. Đki yavru keçiyi de Apollon’a kurban edecekler…Önlerinde flüt çalan rakseden ve ziyarete hediyeler taşıyan bir sürü ilerliyor. Her taraf meyve ve çiçek bahçeleriyle kaplı ve insandan korkmayan binlerce kuş dallarda uçuşuyordu. Çağlayanlar üzerinde her biri bir başka süslü köprüler gördü… Bir alay çiçeklerle örtülü genç kız önünden geçti, sonra gene çiçeklerle örtülü bir alay genç erkek onları takip etti. Hep beraber oyuna başladılar. Lyr ve flütler çalıyor, şiirler okunuyordu ”

Kentin Arap hakimiyetine girmesi de Antakya tarihi açısından önemlidir. Antakya M.S. 638 yılında Halep’i fetheden Đslam orduları komutanı Ebu Übeyde tarafından alınmış ve kent daha sonra M.S. 944-969 yılları arasında Halep’te kurulan Alevi Hamdaniler devletinin egemenliğine girmiştir (Karasu, 1997: 8). Araplar Antakya kapılarında göründükleri zaman kavgalardan, isyanlardan yorgun düşen bir şehir, kıtlıktan depremlerden bıkmış bir halk kitlesi ile karşılaştı ve Antakya kapıları Araplara ardına kadar açıldı (Kızıldağlı, 1964: 12). Arap egemenliği ile birlikte 9 asırdır devam eden ve Roma Đmparatorluğu döneminde “Doğunun Kraliçesi” olarak anılan ve önemli bir üs, bir kültür ve ticaret merkezi olan Antakya’nın tarihinde bir dönem kapanmış, asırlar boyu Roma ve Bizans kültürü yanında Hıristiyanlık ile de yoğrulmuş yerel özelliklerin, Đslam medeniyeti ile karışmasından oluşan, bugünkü “Đslam Kenti” karakterinin oluşmasına neden olan yeni bir dönem açılmıştır (A’dan Z’ye Hatay Rehberi, 2004:8).

1526 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi sonunda Hatay ve Antakya, Osmanlı egemenliği altına girmiştir (Tekin,1999: 42-55). Antakya dört asır Osmanlı Đmparatorluğunun hakimiyeti altında kalmıştır;.ancak tarih kitaplarında “Osmanlı Antakyası” hakkında geniş ve ayrıntılı bilgiye rastlanmaz (A’dan Z’ye Hatay Rehberi, 2004:10). Bugün kente gelen bir ziyaretçi Osmanlı Đmparatorluğunun uzun tarihinin izlerini bulmakta güçlük çeker. Özellikle çok eski olan Roma döneminin ve çok kısa olan Fransız yönetiminin izleri her yerde karşınıza çıkar. Kentin bir bölümünde hala kullanılan ara sokaklar bile Romalılar tarafından planlanıp yapılmıştır. Payas’taki Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaptırılan kervansaray ve çarşı dışında , Osmanlıların önemli ölçüde imarından bahsetmek zordur. Kentte bir çok cami, hamam ve türbeler olmasına karşın, bunların çoğunun mimarisi Arap sitiline daha yakındır. Antakya’da Ermeni, Bizans, Selçuklu ve hatta Moğol gibi uygarlıklar Osmanlıdan çok daha derin ve etkileyici izler bırakmıştır (Kasaba, 2006: 203). Bunun nedeni Antakya’nın eski dönemlerdeki ihtişamını yitirerek büyük bir kentten küçük bir kasaba haline dönüşmüş olmasıdır.

Page 152: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

152

Antakya altın çağında Akdeniz’in en önemli yerleşimlerinden biri olmasına karşın, hiçbir zaman bir liman kenti olmamıştır. 19. yüzyıl sonlarında Đskenderun’un bir liman olmasından sonra ise Antakya denizle dolaylı bağlantısını da kaybedip Akdeniz’den iyice uzaklaşmıştır. Buna karşılık Đskenderun-Halep ticaret ve hac yolunda önemli bir uğrak yeri olma özelliğini uzun süre korumuştur. Bu nedenle kıyıda olmamasına karşın, liman kentini andırır bir yapıya sahip olmuştur (Özveren, 2006: 24).

Antakya tarihine genel olarak bakıldığında; dünya tarihinde önemli bir yer tuttuğu 1000 yıla yakın bir dönem vardır. M.S. 64’te Roma Đmparatorluğuna dahil olduktan sonra Antakya’nın nüfusunun yarım milyonu aşmış olduğu ve o zamanın imkanlarına göre büyük kent özelliklerine sahip olduğu belirtilmektedir. Kentin anfisi, banyoları, su yolları, kanalizasyon sistemi, tahıl depoları, silah yapım atölyeleri ve okulları dünyaca ünlüydü. Antakya’nın ortasından geçen kolonlu yol eşsiz büyüklükte ve güzellikteydi. Antakya o dönemde “şanslı insanların şanslı hayatlar yaşadığı” bir kent olarak tarif edilmekteydi (Bkz. Kasaba, 2006: 199)

Roma Đmparatorluğunun çöküşünden sonra Antakya Arapların, Haçlıların ve Orta Asya’dan gelen Türk kavimlerinin saldırısına uğradıktan sonra önemini giderek yitirdi. Kasaba’ya göre bazı tarihçiler32 bu süreci Antakya’nın giderek “çamura batması” ve kimsenin bilmediği bir kent haline gelmesi olarak özetlemektedir. 1940’lı yıllarda ise “yoksul bir taşra kentine” dönüşen Antakya’nın ortasından geçen Asi nehri “isteksiz akan bir çamur sızıntısı” olarak tasvir edilmektedir. Bu gün de Türklerin çoğu tarafından hatırlanmayan ve çoğu kere Antalya ile karıştırılan Antakya, dünyadan kopuk, unutulmuş bir yer haline gelmiştir (Bkz. Kasaba, 2006: 200). ABD’nin Worcester kentinde düzenlenen bir sergi Antakya’nın bu kötü durumuna iyi bir örnek oluşturmaktadır. Antakya’ya ait olup dünyanın çeşitli müzelerine dağılmış olan mozaiklerin bir araya getirilip topluca sunulmasını amaçlayan “Antakya: Kayıp Şehir” adlı sergiyi tanıtan kitapta; Antakya kronolojisi 637-638’deki Arap istilalarıyla kesilmiş görünmektedir. Ayrıca kitapta o kadar çok kaybolmuşluktan ve yok olmuşluktan söz ediliyor ki dikkatsiz bir okuyucu kolayca bugünkü Antakya’nın harabeler yığınından ibaret antik bir kent olduğunu düşünebilir (Kasaba, 2006: 201).

Hoşgörü kültürü

Hiç kuşku yok ki bugünkü Antakya ile klasik dönemin Antakya’sı arasında dünyadaki veya bölgedeki önemleri açısından hiçbir benzerlik veya yakınlık yoktur. Aradaki fark o kadar çarpıcıdır ki günümüzün önde gelen kentlerinin silik ve önemsiz bir kent olmamak için Antakya tarihinden ibret almaları gerektiği bile söylenmektedir (Kasaba, 2006: 200). Ancak “karanlık“ olarak nitelenen dönemde de Antakya klasik dönemdeki özelliklerinin bir çoğunu koruyabilmiştir. Bu özelliklerin en önemlilerinden biri de çok-dinli ve çok-kültürlü toplumsal yapının varlığı ve hoşgörü ortamının sürdürülmesidir.

Antakya geçmişte olduğu gibi bugün de çok-kültürlü ve çok-kimlikli yapısını korumaktadır. Günümüz Antakya’sında da çok sayıda etnik ve dini grup engin bir hoşgörü ortamında bir arada yaşamını sürdürmektedir. Antakya’da nüfusça en kalabalık etnik grup Türk Sünnilerdir. Nusayriler (Arap Aleviler) ise nüfus oranı itibariyle ikinci etnik grubu oluştururlar. Arap Sünniler ve Arap Hıristiyanlar ise nüfusça azımsanmayacak sayıdadırlar. Antakya’da nüfus esas itibariyle bu dört etnik gruptan oluşur. Bunların dışında bir köy veya mahallede toplanmış durumda yaşamakta olan Çerkezler, Süryaniler, Ermeniler, Afganlılar ve Özbekler, Gurbatlar (Çingeneler) gibi küçük azınlık gruplar da vardır.

Türk Sünnilerin ana dilleri Türkçe’dir. Bu grubun dışında kalan Arap Alevi, Arap Sünni ve Arap Hıristiyanların ana dilleri Arapça’dır. Yaşlı kuşak arasında Arapça’yı okuma ve yazma dili olarak kullananların sayısı daha fazladır. Günümüzde Arapça, çoğunlukla konuşma dili olarak kullanılmaktadır. Ancak son yıllarda gençler arasında Arapça konuşma bilenlerin sayısı giderek azalmaktadır. Bugün bölgede konuşulan Arapça, bozuk bir diyalekt olup, içerisinde Türkçe sözcükler de kullanılmaktadır. Türkçe genellikle Hatay’ın Türkiye’ye katılmasından (1939) sonra doğmuş olan daha genç nesil tarafından konuşulur. Halk içinde Türkçe’yi birinci dil konumuna yükseltme yönünde bir eğilim gözlenmektedir. 32 Bkz. Peter Brown, “Charmed Lives”, The New York Review of Boks, 2001, s. 43.

Page 153: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

153

Antakya ve çevresi yüzyıllardır bir arada yaşayan farklı etnik ve dinsel toplulukları barındıran, bu toplulukların bir arada çatışmadan yaşayabildiği, birbirini etkileyebildiği, birbirinin dönüşümüne ve değişimine katkıda bulunabildiği çok kültürlü ve çok kimlikli bir yapıya sahiptir. Kültürel çeşitliliğe tarihten gelen bir aşinalık vardır. Antakya’da farklı toplulukların tarihte çeşitli anlaşmazlıklar yaşamalarına karşın, bunu çatışmaya dönüştürmedikleri, aralarındaki birlik ve uyumu korumak için çaba harcadıkları görülür.

Antakya’nın nasıl başka kentlerde yaşanan iç savaş veya etnik çatışmalara sahne olmadığı hala merak edilen bir konudur. 20. yüzyılın ikinci yarısında Antakya hala ezan yanında çan seslerinin de duyulduğu, sokaklarında Türkçe kadar Arapça da konuşulan canlı bir kent olarak kalmıştır. Her nasılsa, yaşanan yüzyılda gittikçe monotonlaşan ve homojenleşen toplumlar arasında Antakya kendisine özel bir yer edinmiş ve bu yeri uzunca bir süre koruyabilmiştir (Kasaba, 2006: 202).

Antakya’da böyle açık ve hoşgörülü bir ortamın gelişmesi ve korunmasına yol açan faktörlerin bir kısmı kentin coğrafi konumuyla ilgilidir. Evliya Çelebi’ye göre Antakya Rum ve Arap dünyaları arasındaki sınırı belirler. Ancak bu sınır bu iki dünyayı ayıran bir engel olmaktan çok geçişleri kolaylaştıran bir köprü görevini görmüştür. Önemli ticaret ve hac yollarının kesişme noktasında olan Antakya, farklı dinlerden ve kimliklerden gelen insanları kendine çeken bir yer olarak gelişmiştir. Kasaba’ya göre (2006: 202-203); bu yoğun trafiğin bir sonucu olarak Antakya ve çevresinde Dürzi, Şii, Nusayri, Yezidi vb. gibi eklektik ve Heterodoks diye tanımlanan inanç biçimleri yoğun bir biçimde gelişmiştir. Bu inanç biçimlerinin ortak özelliği farklı dinlerden değişik öğeleri alıp birleştirmeleri ve böylece özgün ve dışa açık bir dünya görüşüne sahip olmalarıdır. Bu inanç sistemleri bölgenin dışa açık kalmasına yardımcı oldukları gibi katı ve Ortadoks görüşlerin bölgede hakimiyet sağlamasını da önlemişlerdir.

Uzun bir tarihi geçmişe sahip olan Antakya’da aynı çevreyi paylaşan insanlar arasındaki ilişkilerde hoşgörünün bu denli fazla olmasında ekonomik ilişkilerin önemli bir etkisinin olduğu söylenebilir. Antakya, gelir düzeyi yüksek olan yada geliri giderlerinden daha fazla olan az sayıdaki illerimizden biridir. Bu durum geçim sıkıntısının ve ekonomik sıkıntıların daha az yaşanmasını beraberinde getirmektedir. Antakya, iklimsel koşulları ve toprağın verimliliği bakımından da öteki bölgelere göre oldukça avantajlı bir konumdadır. Özellikle Amik ovasının geniş ve zengin tarım arazileri Antakya’daki gelir paylaşımında etkili olmaktadır. Antakya kültüründeki hoşgörü ve uzlaşmanın korunmasında bir başka önemli faktör de, bölgenin coğrafi konumuyla bağlantılı olarak, kendine yeten bir ekonomiye sahip olması ve topluluklar arasındaki ticari işbölümüdür. Doğruel’e göre (2005:70-90, 276) Antakya’da yaşayan toplulukların kendilerine has meslekleri ve aralarında mesleki bir işbölümü vardır. Mesleki işbölümü toplulukların bir diğerine ihtiyaç duymasına neden olmakta bu da topluluklar arasındaki uyuma katkıda bulunmaktadır. Rekabete dayalı olmayan ticaret anlayışı ve meslek yapılarının topluluk-içi kuşaklar arasında aktarılması, mesleklerin devamlılığını sağlamasının yanı sıra küçük toplulukların da ezilmesine engel olan bir sosyal ve ekonomik konum kazanmalarına yol açmaktadır. Topluluklar arasında bazı iş kollarında zanaat geçişi de olduğu görülmektedir. Neredeyse bir iş bölümünü düşündürecek biçimde farklı iş kollarında uzmanlaşma onları ticaret yoluyla birbirlerine daha çok yakınlaştırmakta, iletişimin artmasını sağlamakta, birbirlerine bağımlı kılmakta ve sınırlı kaynakların paylaşımı için rekabet etmelerini engellemektedir. Başlangıçta sadece ticari ve ekonomik olan ilişkilerin de süreç içinde sosyal ve kültürel ilişkilere yansıması beklenmektedir Antakya’da yaşayan etnik ve dini topluluklar arasındaki uyumlu ve hoşgörülü sosyal ilişkilerin varolmasında; Antakya’nın tarihinden gelen çok kültürlülük bilinci ve uyumlu ortamın varlığı ise en önemli faktör olarak dikkat çekmektedir. Bugün olduğu gibi geçmişte de Antakya’da dini ve etnik gruplar arasındaki sosyal ilişkiler kente özgü bir hoşgörülü bir niteliğe sahipti.

Hoşgörünün korunmasında ve sürdürülmesinde etnik olarak azınlık konumunda olan Ermeniler, Arap Hıristiyanlar ve Nusayriler arasındaki ilişkiler önemli bir rol oynamıştır. Doğruel’e göre (2005: 15); bu üç topluluk, evlilik konusunda aralarında belli kopuşlar yaşansa da, yerli olmanın, azınlık olmanın, ortak bir bölgesel kültürü ve kaderi paylaşmanın, ekonomik ve sosyal ilişkilere sahip olmanın etkisiyle bir ortak yaşama paydasında kaynaşmıştır ve dayanışma halindedirler.

Page 154: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

154

Antakya çok kültürlü ve çok kimlikli yapısı bakımından etnisite tartışmaları ve çalışmaları için de uygun bir ortam hazırlamakla birlikte; bütün bu etnik gruplar arasında iyi bir iletişim, sosyal ve kültürel bir etkileşim bulunmaktadır. Đnsanların farklılıklarının bilincine vararak bir arada yaşamaya alışkın olmalarında Antakya’nın tarihten gelen çok kültürlülük ve çok kimliklilik bilincinin payı önemlidir. Antakya, etnik ve dini gruplar arası bazı gerilimleri ve anlaşmazlıkları yaşamış olsa da, bunların kavgaya ve çatışmaya dönüşmediği bir bölgedir. Etnisite tartışmaları ve özellikle de etnik-dini çatışmaların ortaya çıkmaması bakımından dikkate değer bir örnek oluşturmaktadır. Antakya’daki bu durum etnisite kuramları açısından da kendine özgüdür. Çünkü Çok kültürlülük ve çok kimliklilik bir devlet politikası olarak işlerlik kazanmamış olsa da burada yaşayan topluluklar tarafından benimsenmiş ve sürdürülmektedir. Antakya’da yaşayan farklı toplulukların etnik ve dinsel özellikleri, tarihsel ve toplumsal olarak farklılıkları içselleştiren, etkileşime ve değişime açık ortak bir bölgesel kültür oluşturacak şekilde evrimleşmiştir. Antakya’daki Alevi-Sünni ilişkileri hiçbir zaman Türkiye’nin başka bölgelerinde yaşanmış olan kanlı çatışmalara dönüşmemiştir. Müslümanlarla gayri Müslimler arasındaki sosyal ilişkiler katı ve muhafazakâr bir niteliğe bürünmemiştir. Sosyal ilişkiler sevgi, saygı ve hoşgörü sınırları çerçevesinde sürdürülmüştür. Daha da önemlisi Antakya’da farklı etnik grupların varlığı ve farklı dilleri konuşan insanların bir arada yaşaması, Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki gibi, bölücü hareketlere ve çatışmalara yol açmamış, aksine kültürel zenginliğe dönüşmüştür.

Kültürel çeşitliliğe tarihi aşinalık Antakya’da yaşayan farklı toplulukların yaşam biçimlerinin önemli bir parçasıdır. Bu bakımdan, Antakya ve çevresi, karşılıklı etkileşim içinde birbirlerinin varlıklarına saygı gösteren farklı kültürlerin senteze uğradığı bir bölgedir. Antakya’da grup kimliğinin belirgin olduğu; ama her Antakyalının da kendisinden olmayana karşı saygılı ve hoşgörülü olduğu bir etnik yapıdan söz edilebilir. Farklı etnik gruplar ve farklı dinlere karşı hoşgörülü olmaları, geleneklerinde ve inançlarında tutucu olmamaları, gruplar arasında yakın ilişkiler geliştirilmesine olanak sağlamış ve bu yakınlık süreç içerisinde benzer gelenek, inanç ve ritüellerin doğmasını sağlamıştır.

Antakya kültürü, çok sayıdaki farklı toplumu kaynaştıran kendine özgü bir bakış açısı ve yaşam biçimini ifade etmektedir. Bu bakımdan, genel veya bir üst kimlik ve üst kültür olarak Antakya kültüründen bahsedilebilir. Aynı coğrafyada eskiden beri birlikte yaşayan insanların yeme-içme, üreme ve barınma gibi temel ve birincil ihtiyaçların karşılanması için geliştirdikleri geleneksel çözüm yollarının benzer olması kaçınılmazdır. Bu nedenle yemek kültüründe, mimaride ve özellikle konut mimarisinde ve evlenme geleneklerinde, tarihten getirilen bazı ayrıntıdaki farklılıkların yanı sıra, çok fazla benzerlikler bulunmaktadır. Đkincil ihtiyaçların karşılanmasında ise oldukça farklı çözüm yolları söz konusudur. Kültürün oluşmasında ve sürdürülmesinde önemli iki etken olan dil ve din veya inanç sistemlerinin farklı olması ise farklılıkların oluşmasında ve sürdürülmesinde etkili olabilmektedir. Buna karşın, geçmişten bugüne yaşanan etkileşim süreci topluluklar arasında önemli ölçüde benzerliklerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ayrıca, Antakya kültüründe Türk kültürünün yanı sıra Arap kültürünün de önemli bir etkisi olduğu görülmektedir. Yemeklerde, müziklerde, mimaride ve akrabalık ilişkilerinde önemli ölçüde Arap kültürünün etkili olduğu söylenebilir.

Antakya Kültürü Đnsanları birbirine yaklaştıran beş temel değişken bulunur: Aynı soydan olmak, aynı

dili konuşmak, aynı coğrafyayı paylaşmak, aynı inançtan olmak ve tarih birliği. Etnik köken, dil ve din Antakya’da yaşayan toplulukların kimlik oluşumlarında önemli bir yer tutar. Evlilik konusunda belirgin kopuşlar yaşansa da farklı topluluklar ortak coğrafyayı ve kaderi paylaşmanın, uyumlu bir ekonomik ve sosyal ilişkiler geliştirmelerinin etkisiyle bir ortak yaşama paydasında kaynaşmışlar ve dayanışma içindedirler. Antakya’da yaşayan insanlar farklı etnik kökenden ve farklı dinlerden olmalarına, farklı dilleri konuşmalarına karşın, tarihten gelen Antakya’lı olma bilinciyle ve aynı toprak parçasında ortak bir yaşam biçimini paylaşmayı başarabilmişlerdir.

“Antakya kültürü” olarak isimlendirilen bu ortak yaşama biçimiyle Antakya’nın dünyaca ünlü mozaikleri arasında da bir özdeşlik olabileceği hemen dikkati çekmektedir.

Page 155: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

155

Antakya kültürü, tıpkı mozaiklerdeki gibi sınırları belirgin mozaik parçalarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bir bütün olarak görülebilir. Mozaik resminde her küçük mozaik parçası arasında onları birbirinden ayıran çimento vardır ama bu küçük taşlar birleşerek bir deseni bir motifi veya bir resmi oluştururlar. Tıpkı mozaiklerdeki parçaların birleşmesiyle mozaiğin konusunu oluşturan bütün bir resmin oluşması gibi, farklı etnik ve dini grupların yaşam biçimlerinin etkileşime uğrayarak bir sentez kültür oluşturması sonucunda da “Antakya kültürü” ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda bir mozaik kültür, aynı zamanda da bir sentez kültür olan, Antakya kültüründe, farklı grupların bir arada olmasını sağlayan da tarihten gelen hoşgörü bilinci ve karşılıklı saygıdır. Mozaiğin parçalarını ayıran çimento olarak ise dil, din ve içevlilik görev yapmaktadır.

Gerçekte etnisite oluşumunda farklı gruplar arasındaki kültürel yada sosyal sınırları belirginleştirenin dil ve din olduğu herkesçe kabul edilmesine karşın, Antakya kültüründe bu iki öğenin ayırt ediciliği yada gruplar arasındaki sınırları belirginleştirme işlevi, Antakyalıların dil ve din bakımından tutucu olmaması nedeniyle, hafiflemiş gibi görünmektedir. Hoşgörünün oluşmasında farklı etnik grupların yaşam biçimleri arasındaki sürekli bir etkileşimin ve zamanla oluşan benzerliklerin önemli bir katkısı olduğu söylenebilir. Bu etkileşimin “etnisite” oluşumunda iki temel öğe olan dinde ve konuşma dilinde bile görülmesi oldukça şaşırtıcıdır.

Konu şma Dili Antakya Türkçe ve Arapça’nın yaygın olarak konuşulduğu iki dilli bir toplumdur. Her

ne kadar geçmişte resmi otorite tarafından Arapça bazı şarkılar yasaklanmış olsa da, Antakya insanı genel olarak dilde tutucu değildir. Bu anlamda dil, her ne kadar topluluklar arasındaki sınırları ve ilişkileri netleştirse de, Antakya’da sadece ayırt edici değil aynı zamanda birleştirici ve bütünleştirici bir etki de yapmaktadır. Bunda tarihten gelen hoşgörü bilincinin etkili olduğu söylenebilir. Ana dili Arapça olanlar çoğunlukla Türkçe’yi de iyi derecede konuşabilmektedirler. Yine ana dili Türkçe olanlar da Arapça’yı biraz da olsa anlayabilecek derecede öğrenmişlerdir. Bir dialekt olarak Hatay’da konuşulan Arapça sözcük hazinesinde çok sayıda Türkçe kelime kullanılmaktadır. Bu durum sıkı gündelik ilişkilerin ve etkileşimin var olduğunu göstermektedir.

Dini Đnanç ve Gelenekler Aynı etkileşimi, bu etkileşimden doğan benzeşmeyi ve hoşgörüyü yine inanç

sistemlerinde görmek mümkündür. Habib-i Neccar Camii, Yahudi havrası, Ermeni, Ortadoks, Katolik ve Protestan kiliseleri, Hz. Hızır ve Bayezid bestami türbeleri bugün de her dinden insanların uğradıkları tarihi ve kutsal mekanlar olarak varlığını korumaktadır. Müslümanlar ve Hıristiyanlar aynı azizlere saygı duyabilmekte ve aynı dinsel mekanlarda bir araya gelebilmektedirler.

Aleviler kendileri için en önemli bayram olan Gadir bayramında çalışmazlar ve dükkanların kepenklerini kapatırlar. O gün cehennem ateşinin bile yanmadığına inanırlar. Bu bayramda bazı Hıristiyan ve Sünni esnafın da saygı gereği olarak kepenk kapattığına tanık olunmaktadır.

Hıristiyanların ve Vakıflı köyündeki Ermenilerin önemli bayramlarında kiliselere çok sayıda Müslüman giderek ritüeli izlemektedir. Bunlardan en dikkati çekeni her yıl 29 haziran günü dünyanın tek mağara kilisesi olan Silpiyus dağının eteklerindeki St. Pierre kilisesinde kutlanan St. Pierre (Aziz Piyer) bayramıdır. Bu bayramda Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gelen Hıristiyanlar Antakya’da buluşurlar. 28 haziranda başlayan kutlamaların ilk etkinliği olan barış yürüyüşüne isteyen herkes katılır. Ancak Sünni, Alevi, Ortadoks, Katolik, Protestan, ermeni ve Yahudi cemaatine mensup birer temsilci bu yürüyüşte mutlaka bulunmaktadır. Daha sonra ise Antakya’da yaşayan farklı dinlerin temsilcileri birbirlerinin kutsal mekanlarını ziyaret ederek buralarda dua ederler. Sırayla, Katolik Kilisesi, Ortadoks Kilisesi, Yahudi Havrası, Habib-i Neccar Camii ziyeret edilir. Bu ziyaretin sürdürülen hoşgörü ve saygıyı pekiştirdiğine inanılmaktadır. Daha sonra isteyenler barış yemeğine ve St. Piyer kilisesinin bahçesinde yapılan dinletiye katılırlar. Dinleti sonrasında katılanlara zeytin dalı dağıtılarak bu günün aynı zamanda “barış günü” olarak kutlandığı vurgulanır. Dinletiden sonra ise Alevi, Sünni, Yahudi, Katolik ve Protestan cemaatine mensup birer temsilci konuşma yaparak barış mesajları verir.

Farklı dinler arasındaki hoşgörü ve etkileşimin en iyi örneğini ise bayramlar oluşturmaktadır. Nusayrilerin kutladığı bayramların büyük çoğunluğu, önceki dinlerden ve

Page 156: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

156

güncel başka inanç biçimlerinden köken almaktadır. Đslamiyet öncesindeki bütün Peygamberlerin önemli günleri ve onlarla ilgili önemli olayların gerçekleştiği günler bayram olarak kutlanır. Çünkü Aleviler için her din kutsal olarak kabul edilmektedir ve her dinin peygamberine inanılmaktadır. Aslında Nusayriler üç semavi dinin bayramlarını kutlarlar. Ancak bunların içinde Hıristiyanlara ait bayramlar daha fazladır. Hıristiyanlığın hemen hemen bütün önemli bayramlarını kutlarlar. Tarihi ve politik koşullar Nusayrilerin Hıristiyanlardan daha fazla etkilenmelerine neden olmuştur. Nusayriler kendilerine özgü çok sayıdaki bayramlardaki hırisi ziyafetine farklı inançtaki insanları da davet ederler.

Nusayriler ve Hıristiyanlar’ın ortak kutladıkları bir çok bayram bulunmaktadır. Đsa’nın doğum günü, Noel Bayramı, Paskalya Bayramı, Meryem Ana’nın gökyüzüne yükselişi, Haç bayramı, St. Georges günü, Barbara bayramı ve başka bir çok Hıristiyan bayramları Nusayriler tarafından de kutlanmaktadır. Nevruz ve Mihrican Bayramları gibi Đran etkisi taşıyan bayramlar da kutlanmaktadır. Bunun nedeni baskı ve katliamlarla karşı karşıya kaldıkları dönemlerde Hıristiyanlar ile Nusayriler arasında büyük bir yardımlaşma ve koruma-kollama geleneğinin oluşması olarak açıklanmaktadır.

Bu etkileşimin en ilginç yanı Hıristiyanların basit bir Pazar ayiniyle andıkları günleri, Nusayrilerin bayram şeklinde kutlamalarıdır. Bayram ve kutsal günlerde kilise ve türbelerde bahur ve mum yakılması hem Müslümanlarda hem de Hıristiyanlarda görülen en yaygın uygulamadır. Nusayriler ve Ortadoks Hıristiyanlarda bu pratik daha yaygın görülmesine karşın, Sünni Katoliklerde de bu pratiğe rastlanmaktadır. Hıristiyan inancında kurban kesme ritüeli yoktur. Çünkü onların inancına göre; tanrı en sevdiği varlığı olan oğlu Đsa’yı insanlığın ilk günahına karşılık olarak kurban etmiştir. Ancak Hatay’da yaşayan Hıristiyanlar arasında bayramlarda kurban kesme ritüeli olduğu belirlenmiştir. Vakıflı köyünde ve Altınözü’nün Tokaçlı köyünde kurban etiyle hırisi yapılarak komşulara ve fakirlere dağıtılmaktadır. Hıristiyan inancının dayandığı temeller göz önüne alındığında; bölgede yaşayan Hıristiyanların kurban ve törensel yemek (hırisi) konusunda öteki inanç gruplarından özellikle de Nusayrilerden etkilendikleri söylenebilir (Boran 2003: 96-97). Alevilerin bazılarının cenazelerini camiden kaldırmaları veya mevlit yapmaları, bazı camilerde imamlık yapmaları ve bu camilere alevi cemaatten insanların gelerek namaz kılmaları, ramazan bayramında oruç tutmaları, ortak bayramlar kutlamaları ve aynı türbeleri ziyaret etmeleri bu değişim ve dönüşümün örnekleri olarak görülebilir.

Antakya ve genel olarak Hatay aynı zamanda “evliyalar diyarı” olarak da isimlendirilir. Anadolu’da Hatay kadar çok sayıda ve tanınmış evliya bulunan bir şehir bulmak olanaksızdır. Aynı hoşgörü ve etkileşim ortamı genel olarak türbe inancı için de geçerlidir. Nusayrilere ait olan Harbiye’deki Yusuf el-Hekim türbesi, çoğunlukla Türk Sünnilerin ziyaretçi akınına uğrayan Hatay’daki Habib-i Neccar ve Kırıkhan’daki Beyazıt Bestami Türbesi ve Hıristiyanlara ait olan Đskenderun’daki St. Georges kilisesi Hatay’da yaşayan her inanç grubundan insanlar tarafından ziyaret edilerek dilek dilenmektedir. Mızraklı köyündeki Cosmanus–Dimyanus isimli Hıristiyan azizleri adına yapılan ziyarete hem Hıristiyanlar hem de Nusayriler sahip çıkmakta ve her iki kesimden insanlar burayı sıkça ziyaret etmektedirler. Farklı inançlardan insanlar bu türbelerde kendi inanç sistemlerinin gereği olan çoğunlukla benzer pratikleri yerine getirebilmektedirler. Bu türbelerde mum yakmak, dilek ağacına paçavra bağlamak ve adak adamak ortak ve yaygın olarak yapılan inanç ve uygulamalardır. Ayrıca Hatay’daki kutsal mekanlarda taş-kaya, su, dağ ve ağacın kutsal olduğuna inanılmasından kaynaklanan doğa kültlerine de sıkça rastlanmaktadır.

Antakya’da tarihi bir miras olan türbe inancının güçlülüğü ve türbe sayısının çokluğuyla bağlantılı olarak fal ve büyüye olan güçlü inanç arasında da bir paralellik kurulabilir. Günümüz Antakya’sında yaklaşık 500’ün üzerinde türbe ve ziyaretgah bulunmaktadır. Türbe bakıcılığı bir tür geçim sağlama yolu olarak babadan oğla aktarılmaktadır. Aynı şekilde, fal ve büyüden geçimini sağlayan çok sayıda aile bulunmaktadır. Her mahallede her köyde de bir yada birkaç tane falcı ve büyücülük yapan şeyh (Şıh) veya hoca bulunmaktadır. Evliyalar “keramet sahibi” olma özelliğine sahip olan ermiş kişiler olarak tanınırlar. Halk, keramet sahibi olduğuna inandıkları evliya türbelerine gitmenin yanı sıra sıkça falcılara ve büyücülere de gitmektedirler. Bu bakımdan Antakya kadar çok sayıda falcı ve büyücü bulunan ve fal ve büyüye bu denli inanılan bir kent bulmak olanaksızdır. Falcılar ve büyücülerin de, tıpkı evliyalar gibi, “keramet sahibi” olduklarına

Page 157: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

157

inanılmaktadır. Kendilerini ziyaret edenlere bereket sağlama, çocuk sahibi olmalarını sağlama, hastalıkları iyileştirme, kaybolan kişi ve eşyayı bulma, gelecekten haber verme, ayrılanları birleştirme, uzaktaki birini yakına getirme vb. gibi kerametlere sahip olduklarını inandırarak hizmetlerinin karşılığında da para almaktadırlar. Bu bakımdan, fal ve büyü yapanların geçmişteki evliyaların günümüzdeki sahte temsilcileri oldukları söylenebilir.

Akrabalık ve Evlilik Hatay’da yaşayan farklı etnik ve dini gruplar arsında aile ve akrabalık ilişkileri

konusunda da kimi farklılıklara karşın bir çok benzerliğin de bulunduğu bir gerçektir. (Bkz. Özkaya, 2003: 94). Farklı etnik ve dini grupların yerleşim tipine uygun olarak genellikle bir arada kümelenmiş şekilde ikamet ettikleri, eski yerleşmelerde aynı avluya bakan evlerde veya aynı sokakta oturdukları bilinmektedir. Tek yanlı soy sisteminin tercih edildiği Hatay’da patrilineal (baba yanlı) soy sistemi, evliliklerde patrilocal (babayanı) yerleşme ve patriarchal (baba otoritesi) söz konusudur. Aile tipi kırsal kesimde genellikle ataerkil geniş aile olup son dönemlerde çekirdek aile yaygınlaşmaktadır. Çekirdek ailede baba evinden uzakta bağımsız bir evde yerleşme (neolocal) söz konusudur. Đç evlilik ve buna bağlı olarak akraba evliliği yaygındır. Akrabalık terminolojisi ise Sudan sistemine benzerlik göstermektedir. Miras dağılımında ise resmi hukuk sisteminin yanı sıra geleneksel olarak Đslam hukuku yaygın olarak uygulanmaktadır (Özkaya, 2003: 94-96).

Düğünlerdeki oyun müzikleri ve halay müzikleri oldukça benzerdir. Düğünlerde Arapça hareketli şarkılar eşliğinde oynanan oyunlar ve halaylar da oldukça benzerdir. Kız bakma, kız isteme, söz kesme, nişan, gelin hamamı, çeyiz çıkartma, kına gecesi, düğün töreni ve düğün sonrası kutlamalar Hatay genelindeki ortak ve benzer evlenme gelenekleridir. Kına gecesinde genelde Türkçe okunan kına türkülerinin yanı sıra, çoğunlukla Arapça okunan “haha” denilen kinayeli atışma manileri de evlenme geleneklerinde ilginç bir etkileşim örneği oluşturmaktadır. Ayrıca gelinin eve gelişini kutsamak ve evin bereketini, gelinin doğurganlığını artırmak için yapılan “saçı geleneği” ile düğün yapan aileye ve yeni evlenen çifte davetlilerin ve akrabaların para, altın yada farklı hediyeler vermesi şeklindeki “şaba geleneği” Hatay ve çevresindeki bütün etnik gruplarda rastlanmakta olan ilginç iki gelenektir. Evlenme ritüellerinde buhur yakılması ve zılgıt çekilmesi de yaygın uygulamalardandır. Düğün müziklerinde ise genellikle Türkçe ve Arapça türkülerin birlikte söylenmesi de düğün geleneklerindeki benzer uygulamalar arasında sayılabilir.

Antakya’da farklı gruplar arasındaki biyolojik yada etnik sınırları asıl belirginleştiren ise akraba evliğidir. Antakya’da genel olarak evlilik tercihlerinde farklı eğilimler söz konusu olsa bile ilk tercih çoğunlukla grup içi evliliktir. Hatay’da yaşayan etnik gruplar evlilik tercihlerini daha çok amca kızı teyze kızı gibi çapraz yada paralel kuzen evliliklerinden yana kullanmaktadırlar. Kuzen evliliği dışındaki evlilik tercihinde evlenilecek kişinin aynı inanç grubundan olmasına dikkat edilmektedir. Evlilik tercihinin çoğunlukla akraba evliliğinden yana kullanılması “etnisite” oluşumunu desteklemekte, güçlendirmekte ve sürdürülmesine katkı sağlamaktadır. Bölgede akraba evliliğinden kaynaklanan çeşitli hastalıklar (Akdeniz anemisi, fiziksel bozukluklar, zeka geriliği vb.) yaygın olmasına karşın, yine de akraba evliliği tercihi oldukça yüksektir (Bkz. Özkaya: 63, 93). Ancak akraba evliliğinin nedenlerini sadece etnisitenin korunması açısından değil çok yönlü değerlendirmek gerekmektedir. Akraba evliliği etnik ve dini yapının korunması dışında toplumsal bütünlüğün sağlanması, dayanışmayı pekiştirmesi açısından da önemli işlevleri yerine getirmektedir. Özellikle çocuğunun boşanmaması, ekonomik olarak güvence altına alınması, politik örgütlenmeyi desteklemesi ve toprağın soy içinde kalması da akraba evliliğinin nedenleri arasında sayılabilir. Aslında Hatay’da yaşayan farklı gruplarda akraba evliliğinin nedenleri de neredeyse aynıdır (Özkaya, 2003: 51). Böylece topluluklar arası ilişkiler veya etnisitenin sınırları evlilik tercihiyle belirginleşmektedir. Yine de farklı etnik ve dini gruplar arasındaki istenmeyen evliliklerde (ötekiyle yapılan evliliklerde) bile topluluklar arasında küskünlükler uzun sürmemekte, çatışma ve kavga boyutuna gelmemektedir.

Ölüm Gelenekleri Evlilikler konusunda gözlemlenen katı tutumlara gündelik yaşamda

rastlanmamaktadır. Gündelik ilişkiler daha dostça ve daha samimidir. Bunu en iyi komşuluk ilişkisinde gözlemek olasıdır. Farklı etnik gruptan ve inanç grubundan ailelerin komşuluk ilişkileri oldukça samimidir. Evde yapılan farklı yemeklerden komşuya götürülür. Bayramlarda

Page 158: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

158

komşular mutlaka ziyaret edilir ve sıkıcı akşamlarda komşuya oturmaya gidilir. Komşular düğün ve özellikle de cenazede birbirlerine destek olurlar.

Ölümde dayanışma ve yardımlaşma komşuluk ilişkilerinde kesinlikle ihmal edilmemesi gereken geleneklerdendir. Etnik kimliği ve dini inancı ne olursa olsun komşuların ve arkadaşların hepsi ölüm olayını yaşayan aileye ziyarete giderler, onlara destek olmaya çalışırlar. Đlk üç gün cenaze olan evde yemek yapılmaz. Komşular yemek pişirerek aileye ve misafirlere sunarlar.Ölüm geleneklerinde Hatay genelinde bir benzeşme ve etkileşim söz konusudur. Cenazenin toprağa verilmesinden dini mekanda yapılan ritüele kadar bir çok gelenekte benzerlikler bulunmaktadır. Cenazenin toprağa verilmesinin 7. ve 40. gününde ölü aşı verilmesi istisnasız olarak bütün inanç gruplarında görülen bir uygulamadır.

Yemek Kültürü Topluluklar arasındaki etkileşim ve benzerliğe en çok yemek kültüründe görebiliriz.

Hatay kendine özgü yemekleri ile Akdeniz bölgesinde farklı bir yere sahiptir. Hatay’ın Akdeniz bölgesinden farklı olarak en dikkati çeken yiyecekleri özellikle salata ve mezelerdir. Bunun yanı sıra tuzlu yoğurtla yapılan kendine özgü yemekleri ile bazı et yemekleri, tatlıları ve doğadan elde edilen bitkilerden yapılan bazı yemekler bakımından da farklı bir zenginliğe sahiptir (Şahin. 2003:152). Sosyal yaşamda yemeğin önemli bir işlevi vardır. Sosyal yaşamda yemek yaşamın her alanı ile doğrudan ilişkilidir. Doğum, evlenme, festivaller, ölüm, eğlence yaşamı, aile içi ilişkiler, komşuluk, akrabalık ilişkileri ve dini ritüellerde yemek önemli bir yer tutmaktadır. Güzel yemeklerden oluşan ziyafet sofraları sosyal ilişkinin odak noktasında yer almaktadır. Sosyal yaşamın önemli bir parçası olan eğlence hayatı ve yemek kültürü Hatay’da birbirinden ayrılmaz iki öğedir. Bu ikisinin birbirinden ayrılmaz iki parça olduğu Harbiye’de yer alan çok sayıdaki yemekli ve içkili lokantalardan anlamaktayız. Roma döneminde de tanınmış bir mesire yeri ve eğlence merkezi olan (Bkz. Karasu,1997) Harbiye’nin günümüzde de bu özelliğini koruduğu söylenebilir.

Yemek kültüründeki farklılıklar daha çok inançlardan kaynaklanmaktadır. Gerek dini inanışlar gerekse geleneksel kalıplar bazı yiyeceklerin kutsal bazılarının ise tabu sayılmasına yol açmıştır. Ancak Hatay genelinde yapılan yemekler hemen hemen aynı olmakla birlikte isim, yapılış biçimi ve içine koyulan malzemeler bakımından bazı farklılıklar göstermektedir. Dini inanışlar bazı yiyeceklerin tabu sayılmasına yol açarken bazılarının da kutsal görülmesine neden olmaktadır. Ekmek, zeytin ve su bütün inanç biçimlerinde kutsal olarak kabul edilmektedir. Hırisi sadece Alevi Nusayrilere özgü dinsel törenlerde pişirilen kutsal bir yemek olmakla birlikte, Sünnilerde aşur ismiyle, Hıristiyanlarda ise keşkek ismiyle günlük olarak tüketilen bir yemektir (Şahin, 2003:153). Yumurta, Hıristiyanlarda kutsal bir yiyecektir ve paskalya bayramında yumurtanın özel bir yeri vardır. Alevi Nusayrilerde bu bayram yumurta bayramı olarak kutlanmaktadır. Ancak Nusayrilerin bu bayramı Hıristiyanlardan etkileşim sonucunda kazandıkları bilinen bir gerçektir. Nusayriler bu bayramda Hıristiyanlar gibi yumurta boyayıp birbirleriyle yumurta tokuştururlar (Bkz. Türk, 2002). Tabu sayılan yiyecekler konusunda bile bir benzerlik söz konusudur. Dişi hayvanın kurban edilmesi, mundar hayvanın etinin yenmesi, leş yiyen hayvanların etinin yenmesi yaygın olarak tabu sayılan yiyeceklerdir. Ancak bu konuda Musevilerle Nusayriler arasındaki benzerlik diğer inanç gruplarından daha fazladır. Bu da bu iki toplum arasında tabu sayılan yiyecekler konusunda bir etkileşim olabileceğini düşündürmektedir (Bkz. Şahin, 2003: 121, 124). Müslüman ve Hıristiyanların bayramlarında yapılan yemekler de benzerlik göstermektedir. Her iki dini grup arasında da oruk (içli köfte), tepsi kebabı, kağıt kebabı ve katıklı ekmek bayramlarda gelen konuklara sunulan başlıca yiyeceklerdir. (Boran, 2003: 97). Hızır Đnancı ve Hıdrellez

Hatay’da yaşayan Nusayrilerin (Arap Alevisi) ana dilleri olan Arapça’da Hızır’ın karşılığı Hıdır’dır. Nusayrilere ait toplam 283 türbeden 51’inin33 Hızır’ın adına yapılmış olması Nusayrilerde Hızır inancının çok güçlü olduğunu açıkca göstermektedir. Hatay Hızır türbeleri kutsallaştırılmış birer tapınma mekânı olarak kullanılmaktadır. Bu türbelerde

33 51 Hızır türbesi sadece Hızır’ın adına yapılanlara ek olarak Hızır’ın da isminin bulunduğu çok makamlı nebi veya embiya türbelerini de kapsamaktadır.

Page 159: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

159

Şıhlar (Şeyh) yönetiminde bir takım ritüeller yapılmaktadır. Bu bakımdan Hatay’da Hızır’a olan inanç bir kült niteliği taşımaktadır. Böylece inanç, belirli zaman dilimlerinde, kurbanı ve belli ritüelleri içeren bir tapınma niteliğine bürünmüştür. Bayram ve adaklar töreni yapan kişinin evinde türbelerde ve özellikle de Hızır Türbelerinde yapılmaktadır. Nusayriler arasında Hızır inancı çok güçlüdür. Çok sayıda Hızır türbesinin34 varlığı, bu mekanlarda çeşitli ritüeller eşliğinde törenlerin yapılması ve Hızır hakkında çok sayıda söylencenin anlatılması Hızır inancının bir külte dönüştüğünü de göstermektedir (Bkz. Türk, 2002).

Hızır kültünün çok güçlü olduğu Hatay’da da çok sayıda Hızır söylencesi anlatılmaktadır. Bunlardan en yaygın olanı Kuran-ı Kerim’ deki Hz. Musa-Hz. Hızır öyküsünün Hatay versiyonudur : “Günün birinde Musa peygamber Tanrıya evrenin en akıllı adamı kimdir? Diye sormuş. Tanrı “Hıdır Bey’ dir” demiş. Bunun üzerine Hz. Musa onu nasıl bulabileceğini sormuş. Tanrı “değneğini sapladığında büyür, ağaç olur, torbandaki ölü balıklar canlanır, gökyüzü açıkken birden yağmur yağarsa, bulunduğu yer iki denizi kavuşturuyorsa işte orası Hızır’ın ülkesidir” demiş.

Hz. Musa istenenleri yapar; torbasına balıklar doldurur, değneğini alır ve yola çıkar. Aradığı yeri bulmak için çok dolaşırsa da bir türlü bulamamış. Sonunda Samandağ açıklarında bir kayaya oturmuş, yorgunluktan uyuya kalmış. Uyandığında yere sapladığı değneğin ulu bir ağaç olduğunu, torbasındaki balıkların canlanarak denize kaçtığını görmüş. Hatta gökte bulut olmadığı halde sağanak yağmurda sırılsıklam olmuştur. Hz. Musa aradığı ülkeyi bulduğuna çok sevinmiş, bu arada yanına ihtiyar bir balıkçı gelmiş. Hz. Musa ile hizmetlisi balıkçının yanına oturup sohbet etmişler. Bu arada bir kuş görmüşler. Kuş denizin sularına başını daldırıp gövdesine ve kanatlarına serpip duruyormuş. Uçmadan öncede gagasını suya daldırıp bir damla su almış. Balıkçı Hz. Musa’ya Allah tarafından gönderilen bu kuşun “sizin bildiklerinizin bu büyük denizden alınmış bir su damlası kadar az olduğunu” anlatmak istediğini söylemiş. Bunun üzerine Hz. Musa balıkçıya Hıdır Beyi nasıl bulacağını sormuş. Balıkçı da işine karışmamak koşuluyla onu Hıdır Beye götüreceğine söz vermiş. Birlikte yola koyulmuşlar. Biraz yol alınca balıkçı kıyıdaki kayıkları delmeye başlamış. Hz. Musa bunu neden yaptığını sormuş. Balıkçı yanıtlamamış. Bir süre denizde yol aldıktan sonra sahilde oynayan çocukları görmüşler. Balıkçı hemen onlardan birini öldürmüş. Hz. Musa, karşı çıkıp nedenini öğrenmek istemişse de balıkçı anlatmamış. Asi ırmağını izleyerek yollarına devam ederken konakladıkları her yere bir ziyaret yapmışlar. Sonunda Karye (Harbiye) köyünde konaklamaya karar vermişler. Tandırda ekmek pişiren kadınlara rastlamışlar. Karınlarını doyurmak için ekmek istemişler, kadınlar ekmek vermemiş. Bütün köyü dolaşmışlar, kimse onlara yiyecek vermemiş. Sonra yıkılmış bir duvarın üzerine oturmuşlar. Balıkçı bu duvarı onarmış. Musa gene dayanamamış ve bunun nedenini sormuş. Balıkçı sinirlenmiş ve anlaşmanın bozulduğunu bildirerek yaptıklarını açıklamış: “Kayıkları deldim,çünkü hükümdar bütün sağlam kayıklara el koyuyordu, çocuğu öldürdüm büyüyünce çok kötü bir insan olacaktı. Bu duvarı ise iki yetim çocuğun ölmeden önce anne ve babaları çocuklarımız büyüyünce bulsunlar diye ölmeden önce bu duvarın altına bir küp altın saklamışlar. Duvar yıkılırsa altınlar görünür ve başkaları gelip alırlar. Bütün bunları sana anlattım ama artık beni göremeyeceksin. Aradığın Hıdır bey bendim” (Yusuf Günay, 37 Yaşında, Ortaokul Mezunu, Antakya). Bu söylenceye uygun olarak Hz. Musa ile Hızır’ın buluştuğu yer olduğuna inanılan Samandağ’da ve duvarı yıktıklarına inanılan Karye (Harbiye)’de önemli iki Hızır makamı

34 Hızır türbeleri, içinde gerçek anlamda mezar olmaması ve makamın Hızır’ı temsil etmesi

nedeniyle, türbenin bütünü “Hızır Makamı” olarak isimlendirilmektedir. Ancak bu çalışmada

makam ve türbe ayrımında bir kavram kargaşasına yol açmamak için, “Hızır Türbesi” ismi

tercih edilmiştir.

Page 160: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

160

vardır. Ayrıca, bu iki makamın dışında Hatay’ın çeşitli ilçelerinde çok sayıda Hızır makamı bulunmaktadır.

Samandağ’ın Hıdır A.S. adıyla anılan Hıdırbey köyünde bulunan asırlık Hıdırbey çınarı Hatay’ın en ünlü ağacıdır. Bu çınar ağacının köylüler tarafından 2000 yaşında olduğu söylense de araştırmacılar 800-900 yaşında olduğunu belirtmektedirler. Ağacın içinde bulunan boşluk bir zamanlar berber dükkanı olarak kullanılmıştır. Şimdi altındaki alanda şirin bir köy kahvesi bulunmaktadır. Hıdırbey köyündeki bu ulu çınarla ilgili bir söylence de anlatılmaktadır: “Hz. Musa ile Hıdır Samandağ’da buluşup dolaştıktan sonra, yorgunluklarını gidermek için Hıdır bey köyüne gelip konaklamışlar. Yemek yemiş ve namaz kılmışlar. Bu arada Hıdır asasını yere saplamış ve unutmuş, yollarına devam etmişler. Asayı orada unuttukları akıllarına gelince asayı almak için geri döndüklerinde asanın yeşillenmiş olduğunu görmişler. Sonra Hıdır “Bu asa burada kalsın ve bir ağaç olsun” demiş. Hz. Musa kendi adıyla anılan Musa dağına, Hıdır da Antakya’ya doğru yola çıkmış ve birbirlerinden ayrılmışlar (Mehmet Kuş, 60 yaşında, Đlkokul Mezunu, Hıdırbey Köyü; Abdullah Aşkar, 61 yaşında, Đlkokul , Hıdırbey Köyü).

Hatay’da “Ejderhanın Öldürülmesi”35 söylencesi Hıdır Bey’e mal edilerek anlatıldığı gibi Hıdır’la aynı kişi olduğuna inanılan St. Georges’e mal edilerek ve mekanda değişiklik yapılarak da anlatılmaktadır. St. Georges çoğu zaman at üstünde, bazen yaya, mızrağı ve kılıcıyla bir ejderha öldürürken betimlenmiştir. Avrupa’da, Türkiye’nin çeşitli müzelerinde ve Hatay’da bu sahneyle ilgili resimlere rastlanmaktadır (Ocak, 1991: 665). Bu nedenle ejderha söylencesinin asıl St. Georges’e ait olduğu bilinmektedir. Ocak(1991: 666), St.Georges ile ilgili söylencelerin IX. yy.’ dan önce Müslüman halk inançlarını etkilediğini söylemektedir. Aşağıdaki söylence bu etkileşime iyi bir örnektir.

“Hz. Musa ile Hızır haftanın belirli günlerinde Samandağ Hızır Aleyhisselam makamında buluşup sohbet eder, toplumsal ve dinsel sorunları tartışırlarmış. Buluştukları günlerden birinde önlerinden bir konvoy geçmiş. Konvoyda ağlayan insanlar varmış. Konvoyun önünde bakire, güzel bir kız, arkasında da köy halkı varmış. Hızır ve Musa yaklaşıp sormuşlar "Neden ağlıyorsunuz?".Köylüler "Aman işimize karışmayın, biz senede bir defa köyümüzün en güzel kızını denizden çıkan ejderhaya kurban olarak veriyoruz ve ejderha bu kurban karşılığında bir yıl bize dokunmuyor, böylece rahat ediyoruz" demişler. Hızır "olmaz öyle şey, sakın böyle bir şey yapmayın, ben de sizinle beraber geleceğim" demiş. Birlikte deniz kenarına gitmişler. Deniz yükselmiş ve bir süre sonra bekledikleri ejderha gelmiş. Ejderha kızı almak üzereyken, Hızır kılıcıyla ejderhanın bir kolunu vücudundan kopartmış. Kol o hızla Lübnan'ın Bahalbek dağlarına kadar uçmuş, dağlara vurunca o dağlardan su fışkırmış. Đşte o su Asi adı verilen nehri oluşturmuş. Bu sefer, canavar, Hızır Aleyhüsselam’a yalvarmış, "bir daha vur ki öleyim" demiş. Aslında, Hızır bir kez daha canavara vursa, canavarın kolu yerine gelecek ve daha da güçlenip saldırganlaşacakmış. Hızır bunu bildiği için canavara tekrar vurmamış. Böylece canavar olduğu yere yığılmış ve ölmüş. Bu su (Asi’nin suyu) o dönemlerde Ab-ı Hayat suyuymuş.

35 "Ejderha öldürme" motifi her halkın ve her devrin söylencelerinde bulunmaktadır. Özellikle Yunanlılarda bu

motif çok kullanılmaktadır. Yunanlıların en çok tanınmış "ejderha öldürenleri" Herakles ile Perseus'dur.

Hıristiyanlığın başlaması ile ejderha öldürme görevi Saint'lere ve kutsal şahıslara geçti. St.Georges ve ejderha

söylencesi farklı isimler ve ayrıntılardaki bazı farklılıklarla birlikte günümüze kadar anlatılagelmiştir. Ancak bu

motifin ilk kaynağı Đ.Ö. üçüncü binde Sümerlilere kadar uzanmaktadır. Çığ'a göre(1998:147,152,161). Bugün

Sümerlilere ait en az üç tür "ejderha öldürmeyle" ilgili söylence vardır. Bunlardan ikisinin kahramanları, su

tanrısı Enki ile Güney Rüzgarı tanrısı Ninurta'dır. Üçüncüsü ise St.Georges'un aslı olduğu düşünülen kahraman

Gılgamış'a aittir. Bu söylencede “Gılgamış ünlü birisi olmak için uzaklardaki yaşam ülkesine gitmeyi ve oradaki

sedir ağaçlarını kesip Uruk'a gitmeyi amaçlıyor. Ancak sedir ormanlarının koruyucusu korkunç canavar ejderha

Huvava'dır. Gılgamış uzun mücadelelerden sonra canavarı öldürerek, ülkesine geri döner.”

Page 161: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

161

Hızır o sudan içmiş ve ölümsüzleşmiş. O günden sonra da Allah tarafından dara düşenlere, zor durumda olanlara yardım için görevlendirilmiş…(Zübeyir Amberli, 52 yaşında, Üniversite , Antakya)

Antakya’nın mozaik kültürünün etkisi dinsel ritüellere ve simgelere de yansımıştır. Kimliği konusunda farklı algılamalar olmasına karşın, Hızır inancına Hatay’da yaşayan bütün etnik gruplarda rastlanmaktadır. Türk Sünnilerdeki Hızır, Nusayrilerde Hıdır, Hıristiyanlarda ise St. Georges yada Mar Corcis olarak isimlendirilmektedir. St. Georges, Büyük Đskender, Hz. Musa’nın isminin birlikte kullanıldığı bir çok Hızır söylencesi anlatılmaktadır (Bkz. Türk, 2002).

Hz. Musa ile Hızır Aleyhüsselamın buluştuğuna inanılan Samandağ’daki Nusayrilere ait Hızır türbesini ve Đskanderun’daki St. Georges kilisesini bütün dinlerden ve etnik gruplardan insanlar ziyaret ederek dilek dilemektedirler. Arsuz’daki Akçalı beldesinde yaşayan Alevi Nusayriler, yumurta bayramını şenlik yaparak kutlarlar.Hıdırellez günü olan 6 mayısta yapılan St. Georges günü kutlamalarında kiliseler sadece Hıristiyanların değil Sünni ve alevi Müslümanların da akınına uğramaktadır. Özellikle Đskenderun’daki St. Georges kilisesi aynı gün ziyaretçi akınına uğrar. Her inançtan insan aynı inanç ve uygulamaları yerine getirerek dilekler dilerler adaklar adarlar (Bkz. Türk, 2002). El Zanaatları

Kentleşme ve sanayileşmeyle birlikte Antakya’da el zanaatı ustaları azalmış el zanaatı ürünlerine olan ilgi de gitgide kaybolmaya yüz tutmuştur. Günümüzde turizme yönelik olarak küçük çapta sürdürülen el zanaatları, ipek dokumacılığı, ağaç oymacılığı, hasır örmeciliği ve defne yağı kullanılarak yapılan defne (gar) sabunu yapımıdır. Đpek dokumacılığı, Samandağ ve Harbiye’de aile işletmeciliği şeklinde sürdürülmekte ve büyük ilgi çekmektedir. 1900’lü yıllardan bu yana Antakya ‘da koza yetiştiriciliği ve koza ipeği üretimi yapılmaktadır. Dokumacılığı daha sonra Ermeni ustalardan öğrenen bugünkü ustalar aile işletmelerinde ürettikleri ham ipeklerle Antakya’yı yurt içi ve yurt dışında tanıtmaktadırlar. Dut ağacını bölgede bol miktarda yetişmesi, ipekçiliği olumlu yönde etkilemektedir. Geçmişte halkın büyük bölümünün geçim kaynağını oluşturan ipekçilik, son yıllarda unutulmaya yüz tutmuş el zanaatlarından biridir.

Saf defne yağı (gar) ve saf zeytinyağından yapılan defne sabunu içine renk, koku ve köpük için hiçbir kimyasal madde katılmadan atadan kalma geleneksel usullerle üretilmektedir. Antakya’da bolca yetişen Defne bitkisinin tohumunun belirli aşamalardan geçirilmesinden sonra elde edilen yağla zeytin yağının bileşimi ve köstük denilen katkı maddesinin karışımıyla elde edilmektedir. Akdeniz kıyılarında yüzyıllardır yetişen defne, sabun yapımı dışında yemeklere katılarak, şifalı çay olarak ve kapalı mekanlarda kötü kokuyu kırmak için de kullanılmaktadır. Ortaçağ’da şairlere, sanatçılara ve bilginlere giydirilen defne tacı güzeller güzeli Daphne’den (defne) gelmektedir. Bir su perisi (nympha) olan Daphne, kendisini ana tanrıça olan Gaia’ya adadığı için erkeklerden kaçarmış. Tanrı Apollon ona gönül vermiş, peşine düşmüş. Apollon kovalar Daphne kaçarmış. Apollon Daphne’yi yakalayacağı zaman Daphne ırmak tanrısı olan babası Penesius’a kendisini krtarması için yalvarmış. Babası Daphne’yi bulunduğu yerde Defne ağacı şekline sokmuş. Bundan böyle Apollon defne ağacını kendi kutsal ağacı olarak benimsemiş. Apollon sazını çalarken, korosunu yönetirken, defne dallarından yaptığı taçları başından eksik etmezmiş.

Harbiye’de eski uygarlıklara ait antik eserlerin taklitleri taş üzerine işlenerek pazarlanmaktadır. Bugün Özalp ailesi tarafından sürdürülen bu zanaat, çok eski yıllardan günümüze gelmiştir. Şeyh Ali Özalp, taşı işleme sanatını kendiliğinden öğrenmiş ve Fransız işgali sırasında becerisinin beğeni ve talep toplaması üzerine zanaat boyutuna dönüşmüştür. Bir zanaat haline gelen heykeltıraşlık, sonraki yıllarda babadan oğula usta çırak ilişkisiyle aktarılarak bir aile mesleği haline gelmiştir. Heykel ve motif yapımı için en uygun malzeme olarak Şenköy’den getirilen kalker, Kayseri’nin alabastar taşı ve Antakya’nın siyah mermer taşı olarak bilinen seyatit kullanılmaktadır. Bu taşlardan heykel ve çeşitli antik dönem motiflerinin dışında, çeşitli süs eşyaları, kolyeler, ve üzerinde dua yazan muskalar (amulet) de yapılmaktadır.

Ağaç işlemeciliği de Antakya’daki köklü zanaatlardandır ve özellikle mobilyacılığa bağlı olarak gelişmiştir. Eski Antakya evlerinde kullanılan ahşap işçiliği artık evlerde

Page 162: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

162

kullanılmamaktadır. Ancak ahşap yanında başka hammaddelerinde kullanılmasıyla yapılan arabacılık, bıçakcılık, tekne yapımı biçiminde ağaç işleme zanaatı sürdürülmektedir. Özellikle Arsuz ve Samandağ’da sürdürülen tekne yapımı sürdürülmektedir.

Metal işçiliği ise demircilik ve bakırcılık olarak sınırlı sayıda olmasına karşın varlığını sürdüren zanaatlardır. Antakya’da babadan oğula geçen mesleklerden biridir. Demircilik. Çok eskiye dayanan demircilik zaman, sabır, emek ve güç isteyen bir meslektir. Antakya Uzun Çarşı’da bulunan “Demirciler Çarşısı”nın geçmişinin 200-300 yıllık olduğuna bakılırsa mesleğin ne kadar eski ve köklü olduğu anlaşılır. Günümüzde demir işleyen ustalar bu çarşıyı terk ederek Đskenderun çıkışındaki Küçük sanayi sitesine taşınmak zorunda kalmışlardır. Aynı şekilde Bakırcılar Çarşısında da sadece iki işyeri bulunmaktadır. Bakırcılık da Antakya’da yok olmakta olan bir meslek ve el zanaatıdır. Đlk bakır ustaları Ermenilerdir. Bakırcılık Ermenilerden öğrenilerek bugüne aktarılmıştır. Bugün var olan iki işyerinde bakır işlemesi yapılmamakta, Maraş ve Gaziantep’ten hazır olarak getirilen ürünler satılmaktadır.

Altınözü’nün Paslıkaya ve Antakya’ya bağlı Sofular köylerinde üretilen sap ve hasır örme işleri turisler tarafından çok ilgi çekmektedir. Hasır tabak ve tepsiler Antakya’nın simgesi haline gelmiştir. Bunların dışında Antakya’da varlığını, zor da olsa, sürdüren başka el zanaatları da bulunmaktadır. Tenekecilik, kalaycılık, semercilik, kilim dokuma, bıçakçılık, ayakkabıcılık, tandır ve toprak kap üretimi ve işleme cam işçiliği bunlar arasında sayılabilir.

Page 163: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

163

Amanos Da ğlarının Vejetasyonu

Dr. Hikmet Yolcu

Giri ş Günümüzde hızla gelişen sanayileşme ve artan insan nüfusu pek çok doğal alanı yok etmiş, belli noktalarda varlığını koruyabilmiş alanları da tehdit altında tutmaktadır. Bilim ve teknolojinin amacı ne olursa olsun mutlak bir tüketime ve bozulmaya neden olmaktadır. Đnsan yararı söz konusu olduğunda kaynak tüketimi kaçınılmaz olmaktadır. Geleceğin güvence altına alınabilmesi ve mevcut kaynakların uzun sureli kullanımının sağlanabilmesi modern toplumların karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardandır. Bu gibi problemlerin çözümü için gerek uluslar arası düzeyde ve gerekse toplumsal açıdan birtakım çabaların harcandığı bir gerçektir. Koruma söz konusu olunca kısa vadeli yararlardan vazgeçmek gerekir ki buda yerel yönetimler ve yöre halkı açısından endişe verici bir durum olarak algılanmaktadır. Bu durumda korunacak doğal alanların doğru olarak saptanması ve öncelikli olan alanlarda hızlı hareket edilmesi pek çok türün hızla yok olduğu bu süreçte yaşamsal önem taşımaktadır. Doğu Akdeniz bitki örtüsü içerisinde değerlendirilen kurakçıl meşe ormanları, kızıl çam ve dağlık alanlardaki sedir ormanları zaman içinde bölgede yaşamış tüm uygarlıkların tahribine az çok uğramıştır. Amanos da ğlarının toprak yapısı Amanoslar Đskenderun körfezi kıyısında Türkiye sınırlarının en güney ucunda yer alan kel dağın kuzeyinden başlayarak güneybatı-kuzeydoğu yönünde uzanan Amanos dağları, amik ovası ile aşağı asi havzasının kuzeybatı kenarını kesintisiz olarak sınırlayan düzgün bir dağ sırasıdır. Amanoslar üçüncü jeolojik zamanın ikinci yarısında oluşmuştur. Bu dağ sırasının temelini paleozoike ait peridotit, serpantin ve gabro gibi yeşil kütleler oluşturmaktadır. Üst örtüde ise aynı zamanda oluşmuş kalker bulunmaktadır. Özellikle doğu yamaçlarda üst örtüde paleozoik kökenli kum taşı bulunmaktadır.

Amanos dağlarında beş tip toprak tanımlanmıştır: (Akman 1973)

1- 400 metreye kadarki yükseltilerde marndan oluşmuş ve erozyona uğramış toprak tipi dağlık alanların alçak bölgeleri için tipiktir.

2- Kırmızı Akdeniz toprakları kireçtaşı üzerinde yüksek yağış ve ışık alan güney ve batı bakılarında bulunan bu toprak orta derecede humus içerir.

3- Kahverengi kalkerli topraklar: humusça zengin bu toprak kızılçam ormanları altında kireçtaşı ya da marn üzerinde oluşmuştur.

4- Kahverengi orman toprağı: serpantinit ofiolit veya kum taşından oluşmuş bu topraklar dağların orta veya yüksek alanlarında kızılçam ve Qcervis ormanları altında bulunmaktadır.toprak humusça zengin bir üst tabakaya sahiptir.

5- Yıkanmış kahverengi topraklar: kil içeriği daha yüksek olan bu topraklar kayın ormanları altında 1200 metreden daha yüksek kuzey bakılarda ve yağışın 1500 mm’den yüksek olduğu alanlarda bulunmaktadır. Amanos da ğlarının iklimsel özellikleri Akdeniz iklimine sahip bölgeler yazın serin ve nemli hava akımını büyük ölçüde bloke eden yüksek basınçlı subtropik bölgenin etkisi altına girer. Kışın batıda hüküm süren bir alçak basınç zonu ekvatora doğru hareket eder ve sıklıkla gereğinden fazla yağış ile ılık sıcaklıklar getirir. Bu yüzden doğu Akdeniz bölgesinde yağışların çoğu Ekim- Mart arasında görülmektedir. Amanos dağları iklimi yıl içindeki kurak dönemin kırk günden az olduğu sub-mediteran iklim tipi olarak tanımlanmıştır. (Atlan, 1976, Unesco-Fao, 1962)

Page 164: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

164

Amanos da ğlarının vejetasyonu

Amanoslarda toprak, iklim ve bitki ilişkilerine bağlı olarak deniz seviyesinden itibaren dağların en yüksek kısımlarına kadar oluşan Akdeniz vejetasyon katları ve içerdikleri vejetasyon tipleri yükselti basamaklarına göre aşağıda verilmiştir: 1-Sıcak Akdeniz Vejetasyon Katı : 0-500m arasında gelişmiş olan bu katta genellikle Ceratonia siliqua (keçiboynuzu), Olea europaea (zeytin), Pistacia lentiscus (sakız) Arbutus andrachne (sandal) Qercus coccifera (kermes meşesi) Myrtus communis (mersin) Euforbia dendroides (sütleğen) Pinus brutia ( kızıl cam) Pinus halapensis ( Halep çamı) vejetasyon serileri ile karakterize edilir. 2- Asıl Akdeniz Vejetasyon Katı : 500–1000 m arasında çok iyi gelişen bu kat ülkemizde başlıca Pinus brutia ( kızıl cam), Laurus nobilis (defne), Quercus ilex , ve Quercus infectoria gibi vejetasyon serileri ile temsil edilir. 3- Üst Akdeniz Vejetasyon Katı: 1000–1500 m arasında gelişen bu kat bölgede genellikle. Quercus cerris , Qercus infectoria ve Carpinus orientalis gibi yaprak döken meşe türleri ve gürgen ormanları ile temsil edilir 4- Akdeniz Da ğ Vejetasyon Katı : 1500–2000 m yükseklikler arasında gelişen bu vejetasyon katı amanoslarda Pinus nigra (karaçam), Cedrus libani (sedir), Abies cilicica (göknar) gibi vejetasyon serileri ile temsil edilir.

6- yüksek dağ Akdeniz vejetasyon katı: 2000 m’den sonra daimi kar sınırına kadar gelişen tüm vejetasyonları kapsar.

Vejetasyon herhangi bir coğrafik bölgenin bir kesimi üzerinde yaşama koşulları birbirine benzeyen bitkilerin, bir arada toplanma şeklidir.bir bölgede yaşama koşulları ne kadar değişik olursa vejetasyon tipleri de o kadar farklı olur.

Amanoslardaki vejetasyon çalışmaları ilk olarak Akman (1973) tarafından başlatılmıştır. Akman Đskenderun hassa Dörtyol ve ıslahiye civarındaki Pinus brutia, Pinus nigra, Quercus cerris, Carpinus orientalis ve Fagus orientalis ten oluşan farklı orman gruplarının ekolojik özelliklerini ortaya koymuştur. Daha sonra ise Türkmen (1994) amanos dağlarının kuzeyindeki Dörtyol-Erzin kesiminde yangın sonrası vejetasyon dinamiği ile ilgili bir çalışma yapmıştır. Çakan (1997) Hatay ili sınırları içerisinde bulunan musa dağı ile kel dağlarının ekolojisi üzerine detaylı bir çalışma yapmıştır. Bölgedeki en son vejetasyon çalışması Yolcu (2005) tarafından yapılmıştır. Yolcu Belen ile musa dağı arasında bulunan Kızıl dağın ekolojisini ve bitki sistematiğini ortaya koymuştur. Amanos dağlarında yapılan floristik çalışmalar sonucunda 91 familya 419 cins 880 tür ve türaltı takson tanımlanmıştır. Türkiye florasında 850 cinsin olduğu göz önüne alınacak olursa amanosların Türkiyede bulunan bitki cinslerinin yarısını içerdiği görülür. Amanos dağlarındaki yükselti, bakı ve topoğrafik özelliklerden dolayı pek çok mikroklima bölgesi ve farklı habitatlar bulunur. Amanoslardaki habitatlarda yaşamını sürdüren bitkilerin coğrafya bölgelerine göre dağılışı aşağıda verilmiştir. Akman (1973) Mediteran %57 Avrupa_sibirya %12 Submediteran %4.5 Avrupa %5 Endemik %3

Page 165: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

165

Đran_turan %2.5 Kozmopolit %2 Diğer %14 Avrupa Sibirya kökenli bitkilerin oranının doğu Akdaniz’de oldukça yüksek çıkması Akdeniz bölgesinin bolkar dağları ve amanoslar arasında uzanan Anadolu diagonali olarak adlandırılan bir göç yolu ile açıklanmıştır. Bu teoriye göre Avrupa-sibirya kökenli bazı bitki türleri Pleistosenin buzul safhasında bu yolla güneye göç ederek amanos dağlarına ulaşmışlardır. Günümüzde asıl yayılış alanı doğu Karadeniz ve orta Avrupa olan yaprak döken bu türler amanos dağlarında yayılışlarının en güney noktasında bulunmaktadırlar. Amanosların başlıca bitki toplulukları Bölgede araştırma yapan tüm araştırıcılar, farklı ekolojik yapı gösteren her bir birimde Braun-Blanquet (1964)'in sosyolojik ilişkilere dayandırdığı en küçük örneklik alan’ metodu kullanılarak arazi çalışması yapmışlardır. Örnek alanlardan yapılan vejetasyon alımları sonucunda araştırma sahasındaki mevcut bitki birlikleri ortaya çıkarılmıştır. Birlik; bitki sosyolojisi sistematiğinde temel birimdir. Aynı sistematikteki gibi soyut bir kavramdır. Bitki birliğini pek çok şekilde tanımlanmıştır. Braun-Blanquet’ e göre birlik bazı ayırt edici ve karakteristik türlerle floristik yapısı tayin edilmiş ve yaşadığı çevre ile denge halinde olan az çok değişmeyen bir bitki grubudur. Laurus nobilis (defne) bitki toplulukları QUERCETALIA ILICIS ordosunda bulunan bu bu formasyonlar OLEO-CERATONION alyansına dahil edilirler. Bu bitki topluluğu Akdeniz kıyı şeridi boyunca bulunmasına rağmen en iyi gelişimini Samandağ’da bulunan Musa dağındaki sert kalker kayalar üzerinde yapar. Burada defne çalı formundan ağaç formuna geçmiştir. Pinus brutia (kızılçam) bitki toplulukları deniz seviyesinden başlar ve güneşli yamaçlarda 1100-1200m lere kadar çıkar. Buna karşın güneşlenmenin az olduğu kuzey yamaçlarda 700-800m lerde son bulur. Bu kızıl çamlar QUERCETEA ILICIS sınıfının QUERCETALIA ILICIS ordosuna bağlanır. Buradaki tüm kızıl çam toplulukları PTOSIMOPAPPO-QUERCĐON ve GONOCITISO-PINION alyansları içerisinde değerlendirilirler. Amanosların alt seviyelerinde kalker kayalar üzerinde gelişen kızıl çamlarla en iyi uyum sağlamış olan tür Myrtus communis (mersin)tir. Bu türün yanında Gonocitisus pterocladus ve Cytisopsis doricnifolia gibi çalıların eşlik ettiği görülür. Myrtus communis ’ in kaybolması ile üst seviyelere geçişin göstergesidir. Burada kızılçama eşlik eden ve QUERCETEA PUBESCENT ĐS sınıfına ait Quercus cerris var cerris , Cotinus coggyria, styrax officinalis, cercis siliqu astrum, tanacetum cilicicum gibi iştirakçilerin varlıgıyla kendilerini açıkça belli eder. Bu türler gölgeli yamaçlarda 600 güneşli yamaçlarda ise 900m ye kadar çıkmaktadır. Bu noktada birlik ikiye ayrılır. Birinci birlik Pinus brutia-Glycyrrhiza flavescens birliğidir. Bu birliğe arsuz, kiseciğin üst tarafları, ile serinyolun 600m üstündeki yüksetilerde rastlanır. Đkinci bilik endemik bir birlik olarak kabul edilen Ptosimopappo -Quercetum boissieri birliğidir. Floristik yapısı daha zengin olan bu birliğe eşlik eden iştirakçiler Centaurea ptosimopappa, Quercus infectoria, centaur ea cataonica ve Euphorbia macrostegia dır. Ostrya carpinifolia (kayacık ağacı) bitki toplulukları

Page 166: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

166

Amanos dağlarındaki üst Akdeniz katında yer alan ver yaprak döken ormanlara ait olan OSTRIO-QUERCION alyansında bulunur. Bu alyans QUERCO-CEDRETAL ĐA ordosu ve QUERCETEA PUBESCENTIS sınıfında yer alır. bu ağaç türünün oluşturduğu birlikler Amanosların 600-1400 metreleri arasında devamlı olmayan bir vejetasyon katı oluşturur. Genellikle az yaygın fakat sık görünüşlüdür. Yerel olarak talveglerde va zor girilebilir yarıkların içerisinde Pinus brutianın kaybolduğu yerlerde görülür. Birliğe iştirak eden türlerin başında Fraxinus ornus subsp cilicica, Quercus cerris var cerris ve Cornus sanguinea gelir. Birlik dağların kuzey yamaçlarında iyi gelişmektedir. Fagus orientalis (kayın) bitki toplulukları OSTRIO-QUERCION alyansına dahil edilen bu birlik QUERCO-CEDRETAL ĐA ordosu ve QUERCETEA PUBESCENTIS sınıfında yer alır. Karışık ormanlar oluşturan kayın 40 m ye kadar boylanabilen bir ağaçtır. Amanos dağlarının üst Akdeniz vejetasyon katında bulunan bu birliğin 1000-1400m ler arasında orman toplulukları oluşturduğu görülür. Ancak Çakan (1997) tarafından Batıayaz’daki kayın ormanlarının 500m ye kadar indiği rapor edilmiştir. Buradaki ağaç boyunun 9-10 metreye ulaşması serin ve nemli özelliğe sahip mikroklima bölgelerinin varlığı ile açıklanmıştır. Birliğe iştirak eden türlerin başında Viola cilicica, Verbascum discolor ve Carex digitata sayılabilir. Birlik feldispat ve gabrodan oluşan ofiolit kayaç toplulukları üzerinde iyi gelişir.

Quercus cerris var cerris (saçlı meşe) bitki toplulukları Saçlı meşe Amanos dağlarındaki üst Akdeniz katında yer alan ver yaprak döken

ormanlara ait olan OSTRIO-QUERCION alyansında bulunur. Bu alyans QUERCO-CEDRETAL ĐA ordosu ve QUERCETEA PUBESCENTIS sınıfında yer alır. Quercus cerris var cerris 25m ye kadar boylanabilen bir ağaç türü olup diğer meşe türleri ile karışık yaprak döken ormanları oluşturur. kısmen ılıman ve nemli olan Akdeniz katından Akdeniz dağ katına kadar geniş bir yayılış sergilemektedir. Amanoslarda orman görünümü egemendir. Ayrıca Pinus brutia içerisinde buketler şeklinde gelişebilmektedir. Bölgede tahribat fazla olduğu için karakteristik türlerinin sayısı fazla değildir. Ekolojik açıdan gelişimini kalker kayalar üzerinde özellikle batı ve güney yamaçlarda iyi yapar. Toprak derinliği ortadır organik madde bakımından zengindir ve erozyondan neredeyse hiç etkilenmemiştir. Birlğin karakteristik türleri Primula vulgaris subsp sibthorpii , Asperula stricta subsp monticola ve Trifolium davisi olarak sayılabilir. Pinus nigra subsp nigra var caramanica bitki toplulukları

Kara çam Amanos dağlarındaki üst Akdeniz katında yer alan OSTRIO-QUERCION alyansında bulunur. Bu alyans QUERCO-CEDRETAL ĐA ordosu ve QUERCETEA PUBESCENTIS sınıfında yer alır. Gri yada siyahımsı gövdeli olan kara çam 30m ye kadar boylanabilen bir ağaç türüdür. Bölgenin ekolojik koşullarına göre 500-1800m arasında yayılış gösterir. Amanoslarda iklim daha yağışlı ve nemli olduğu için 900m kadar inebilmektedir. Pinus nigra subsp nigra var caramanica nın oluşturdğu bitki birlikleri peridotit, gabro ve serpantinden oluşmuş ofiolit anakayalar üzerinde ve derin topraklarda iyi gelişim gösterir. Kara çamın bölgedeki baskınlığı hemen dikkat çeker bununla beraber Amanos’larda kara çama Amanos’larda pek çok yerde kodominant tür olarak Q. Cerris var. cerris ’ in eşilk ettiği görülür. Ayrıca kızıl dağda ve Musa dağındaki karaçamların altında endemik olan Centaurea ptosimopappa çok yaygın olarak bulunmaktadır. Çok sayıda endemik ve nadir bulunan taksonlarla karakterize edilen kara çam ormanlarının Amanos’lardaki iştirakçilerinden bazıları Centaurea ptosimopappa , Asperula stricta subsp stricta, Genista lydia var antiochia, Pilosella hoppeana subsp testimonialis, Alyssum constellanum, fumana oligosp erma ve Ferulago cassia dır.

Page 167: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

167

Abies cilicica (göknar) bitki toplulukları Göknar QUERCETEA PUBESCENTIS sınıfı içerisinde bulunan QUERCO-CEDRETALIA LIBANI ordosu içerisinde dağerlendirilmektedir. Abies cilicica Amanos dağlarının dağ katında özellikle Dumanlı dağ, Koyun meleten dağı ve karagöz yaylalarında bulunmaktadır. Ancak buralarda göknar saf ormanlar oluşturmaz daha çok buket şeklinde topluluklar meydana getirir. Bölgede yalnızca iskenderunda karlık tepe ve arnavutoglu mıntıkalarında 1200m ye kadar inmekle beraber asıl yayılışını 1600-2100m ler arasında yapmaktadır. Göknar Amanos’larda değişik ana kayalar üzerinde; sert kalker, grovak ve serpantin gelişebilmektedir. Toprak tipi kahverengi yıkanmış orman toprağıdır. Toprak derinliği 15-25cm arasında değişebilmektedir. Bitki sosyolojisi bakımından bunların yorumlanması çok tahrip edilmiş olmaları ve aralıklı bulunmaları nedeniyle zordur. Genellikle Fagus orientalis , Pinus nigra ve bezende Ostrya carpinifolia ile karışık olarak görülebilmektedir.

Page 168: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

168

Amanos (Nur) Da ğları Önemli Bitki Alanları (ÖBA) No: 79 C5/6 Adana/ Hatay / Kahramanmaraş 36°38'K 36°17'D BA 6055 411.031 ha Kıyı bataklık, nemli gürgen, kayın, kayacık, meşe ormanları; alçak arazi zengin bitki türleri içeren maki ve kızılcam ormanları; dağlık Akdeniz göknar, sedir ve karaçam ormanları; alçak ve yüksek kesimlerdeki sarp kayalık bitki toplulukları; dağ step meraları Deniz seviyesi - 2268 m Toplam endemik takson: 251 Tehlike altında bulunan takson: 163 (161 endemik) TABĐATI KORUMA ALANI YABAN HAYATI KORUMA SAHASI Önemli Kuş Alanı (OKA No. 81) Bitkisel Çeşitlilik Merkezi (SWA No. 17)

• Al: 14 Küresel Ölçekte Tehlike Altındaki Tür (l Bern Sözleşmesi Ek Liste I türü dahil) • A2:149 Avrupa Ölçeğinde Tehlike Altındaki Tür (2 Bern Sözleşmesi Ek Liste I türü

dahil) • B: Zengin Tür Çeşitliliği Đçeren Genel Habitatlar-18, 32, 33, 36, 41, 42, 43, 62 • C2: Tehlike Altındaki Doğal Habitatlar - 41.7531, 41.7532, 41.7B2, 41.812, 41.881,

42.1952, 42.6643, 42.850,42.B12

Özet Amanos (Nur) Dağları Önemli Bitki Alanı (OBA), Akdeniz Bölgesi'nin doğu ucunda, kuzey-güney yönünde 175 km uzanan bir dağ silsilesidir. Jeolojik yapısında kireçtaşı, ultrabazik serpantin ve perdodit bulunan dağ silsilesi, Akdeniz kıyısından 2268 m'ye kadar yükselir. Alanın olağanüstü zengin bitki örtüsü büyük bir çeşitlilik gösterin Maki ve alçak arazi kızılcam (Pinus brutia) ormanları; doğu gürgeni (Carpinus orientab's), Avrupa kayını (Fagus sylvatica), gürgen yapraklı kayacık (Ostıya carpinifob'a) ve saçlı meşe (Ouercus cerıis) ağırlıklı nemli geniş yapraklı ormanlar; yüksek kesimlerde Toros göknarı (Abies cib'cica spp. alıcıca), sedir (Cedrus ilhanı) ve karaçam (Pinus nigra ssp. pallasiana) ormanları. Dağların yüksek kesimlerinde ve daha kurak doğu taraflarında açık çalı ve step mera toplulukları çok geniş alanlar kaplar. Denize bakan yamaçların olağanüstü yağış alması, geniş kireçtaşı ve ultrabazik kayalardan oluşan jeolojik yapısı ve Doğu Toroslar ile güneydeki Levantin Dağlan'nın birleştiği noktada önemli bir konumda bulunması nedeniyle, OBA Türkiye'de benzeri olmayan bir bitki örtüsü içerir. Bitki örtüsünde, Akdeniz Bölgesi'ne özgü tipik maki, çam, sedir ve göknar ormanlanna, nemli geniş yapraklı ormanlara (Avrupa-Sibirya floristik ele-manlarıyla birlikte) ek olarak; tür bakımından zengin serpantin frigana ve sarp kayalık bitki topluluktan ve yine serpantin kayalar üzerinde gelişmiş çok önemli Centaurea ptosimopappa-Pinus brutia ormanları yer alır. OBA florasında, aralannda yaklaşık 251'i Türkiye'ye endemik olmak üzere yaklaşık 1580 takson kayıtlıdır. Alanda büyük çoğunluğunu endemik bitkilerin oluşturduğu tehlike altında yaklaşık 163 takson bulunur. Endemik olmayan taksonlann da hesaba katılmasıyla ÖBA'nın nadir bitki sayısı çok daha yükselir. Bir bölümü Tabiatı Koruma Alanı ve Yaban Hayatı Koruma Sahası içinde yer alan ÖBA'nın büyük çoğunluğu koruma altında değildir. Amanos Dağları, turizm amaçlı yatırımlar, yerleşim alanlarının genişlemesi ve Adana-Gaziantep otoyol inşaatı gibi çeşitli nedenlerle, yer yer tahrip edilmiştir. Yüksek kesimlerdeki meralarda görülen aşın otlatma da, alanın bitki örtüsü için bir tehdit oluşturmaktadır. Alanın Tanıtımı

Amanos (Nur) Dağlan ÖBA'sı, Akdeniz kıyısına paralel olarak, kuzeyde Kahramanmaraş'tan

Page 169: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

169

güneyde Suriye sınırına kadar 175 km uzanan bir dağ silsilesidir. Bu dağ silsilesi aslında Suriye ve Lübnan'a kadar uzanan Levantin Dağları silsilesinin kuzey ucunu oluşturur. Levantin Dağlan ile Amanos Dağlan birbirinden küçük Asi (tarihi adıyla "Orontes") Ovası ile aynlır. Amanos Dağlan'nın doğu-batı yönünde genişliği 15-30 km arasında değişir. Denizden yüksekliği ortalama 1500-2000 m olan dağ silsilesinin en önemli zirvesi, kuzey ucunda yer alan Düldül Dağı'dır (2268 m). Diğer zirveler arasında, kuzeyden güneye doğru Çimen Dağı (2259 m), Yağlıpınardazı (2168 m), Boz Dağ (2240 m), Karlık Tepe (1382 m) ve Kızıl Dağ (Susuz Tepe, 1702 m) sayılabilir.

Amanos Dağları, çok çeşitli jeolojik formasyonlar içerir. Dağ silsilesi, iki önemli çöküntü kuşağıyla sınırlanmıştır. Batıda Haruniye, Osmaniye, Dörtyol ve Đskenderun çöküntüsü uzanır. Doğuda uzanan Hatay, Amik Gölü ve Gölbaşı graben formları ise, Doğu Afrika'daki Rfit Vadisi-Kızıl Deniz-Ölü Deniz çöküntülerinin en kuzey ucunu oluşturur ve yeryüzündeki en büyük tektonik çıkıntılardan biridir. Amanos Dağlan'nın orta ve kuzey bölümleri, kalınlığı 1000 m'yi bulan kireçtaşlarıyla kaplıdır. Kuzey-güney yönündeki derin ve geniş faylanma bu kireçtaşı kayalarını birbirinden uzaklaştırmış ve değişik bölümlere ayırmıştır. Bu nedenle alan, derin vadiler ve yüksek sarp kayalıklarla kesilmiş dik, çorak, ulaşılmaz ve izole olmuş bir morfolojiye sahiptir. Geniş (gabro, dunit, peridodit, olivin, çoğunlukla serpantinleşmiş) ultrabazik kayalar, silsilenin güney ucunda, büyük ölçüde Kızıldağ çevresinde yaklaşık 1000 km ve kuzeyde Dörtyol, Osmaniye ve Haruniye arasında aralıklı olarak uzanır. Daha küçük bazalt, konglomera, grovak, fillit, kuvarsit, kumtaşı, şist ve şeyi açıklıklar alanın jeolojik yapısına ve dolayısıyla bitki örtüsüne daha fazla çeşitlilik katar.

Alanda Doğu Akdeniz'e özgü iklim özellikleriyle birlikte bazı önemli farklılıklar da görülür. Đskenderun Körfezi'nden dik bir şekilde yükselen Amanos Dağları, Akdeniz'den gelen nemli havayı bloke eder. Bu nedenle dağların batı yamaçları, Türkiye'nin Akdeniz sahillerinde en fazla yağış alan bölümlerinden biridir. Yıllık yağış miktarı yüksekliğin 1750 m'yi aştığı yerlerde 1700 mm'yi bulur. Aynı şekilde yaz aylarında da alana düşen yağış miktarı oldukça yüksektir (Dörtyol'da yazın üç ay boyunca düşen yağış miktarı maksimum 111 mm'yi bulur). Buna karşın, dağların rüzgar alan tarafında pek yağış olmaz ve kuzey yamaçlarda, Suriye çölleriyle Güneydoğu Anadolu'da görülen iklimler arasında bir geçiş iklimi hakimdir (yıllık yağış miktarı Kırıkhan'da 582 mm, Hassa'da 804 mm ve islahiye'de 757 mm'dir)

Büyük yükseklik farkları, özgün jeolojik yapı, çeşitli iklimsel özellikleri ve eşsiz fitocoğrafik konumu gibi unsurların bir araya gelmesiyle, Amanos Dağları'nda nadir ve/veya endemik türlerin yer aldığı benzersiz bitki örtüsü tipleri ortaya gkmıştır. Dağ silsilesinin bitki örtüsü maki, orman ve dağ stebi olmak üzere üç ana kategoride incelenebilir. Maki bitki örtüsü 600 m yüksekliğe kadar büyük ölçüde herdem yeşil, çalı topluluklarından oluşur. Bu bitki örtüsü değişik topografik ve toprak özelliklerine bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Çoğunlukla Arbutus andrachne, Calytome villosa, Cistus creticus, Coti-nus coggygria, Erica manipuliflora, Myrtus communis ssp. communis, Laurus nobilis, Phillyrea latifolia ssp. orientalis, Pistada lentiscus, Pterebinthus ssp. pa-laestina, duercus cocdfera, Rhamnus punctatus var. angustifolius ve Styrax offidnalis gibi türlerden bir ya da daha fazlasının hakim olduğu topluluklar halinde bulunur.

Orman bitki örtüsü tipik bir şekilde, 350 m'den başlar ve 1900 m'ye kadar çıkar. Benzer şekilde jeoloji, topografya, yükseklik farkları ve iklimsel özelliklere bağlı olarak, orman kuşağı içinde hakim olan ağaç türleri de değişiklik gösterir. Alçak arazi kızılcam (Pinus brutia) ormanları 200-700 m arasında ağırlık kazanır. Dağ silsilesinin güney ucundaki Hunzur Burnu'nda olduğu gibi, bazı yerlerde deniz seviyesine kadar da inen kızılcam ormanları, 1000-1200 m yüksekliğe kadar gkar. Serpantin kayalar üzerinde gelişmiş kızılcam ormanları

Page 170: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

170

özellikle önem taşır. Centaurea ptosimopappa-Pinus brutia serpantin ormanı, nem oranının çok yüksek olduğu koşullarda yetişir. Bu ormanlar, başta Arbutus andrachne, Cotinus coggygria, Gonocytisus pterodadus, Erica manipuliflora, Myrtus communis ve Pistada terebinthus olmak üzere, tipik maki türleri bakımından zengindir. Genellikle yükseklerde görülen kurak ortamlarda ise daha agk mazı meşesi-kızılçam (duercus injectoria ssp. boissieri-Pinus brutia) kuru serpantin ormanları yer alır. Buna ek olarak Hedysarum varium ve Glycyrrhiza falvescens-duercus cerris ile karışık kızılcam ormanlarına da rastlanır. Serpantinler üzerinde gelişmiş kızılcam ormanları genellikle zengin bir flora içerir: Buralarda Centaurea antiochia, C.spi-cata, Ferulago cassia, Isatis amam, I.davisii ve Onosma cassium gibi diğer nadir ve endemik türlerle birlikte Centaurea ptosimopappa da yer alır. Saçlı meşe (duercus cerris var. cerris) yüksek ormanı 600-900 m'de ve nadiren de 1800 m'ye kadar yaygındır. Türkiye'de, bu tip, baltalık olarak işletilmeyen ormanlara pek rastlanmadığından, bu habitatlar ekolojik bakımdan oldukça önemlidir.

Amanos Dağlan'nda bir dizi nemli, yaprağını döken orman tipi gelişmiştir. Bu ormanların karakteristik türleri doğu gürgeni (Carpinus orientalis), doğu kayını (Fagus orientalis), gürgen yapraklı kayacık (Ostrya carpinifolia) ve saçlı meşedir (duercus cer-ris). Nehir ve vadi yatakları gibi daha nemli bölümlerde bu ormanlara, doğu kızılağaç (Alnus orientalis) ve çınar (Platanus orientalis) da karışır. Sık doğu kayını (F.orientalis) ormanlarına, dağların kuzey yamaçları üzerinde 1000-1800 m arasında rastlanır. Buralarda yer alan orman tiplerinden bazıları; Ostrya-duercus cerris ormanı, Cornus sanguinea ssp. australis-Ostrya ormanı (altbirlik olarak Carpinus orientalis ile birlikte) ve Fagus orientalis-Vidca crocea ormanı şeklinde tanımlanabilir. Bu orman tipleri, çok daha nemli koşullarda (örneğin Dörtyol'un doğusundaki kireçtaşı vadilerinde) balta girmemiş karakterde nemli ormanlar oluşturmuştur. Bu ormanlar, Avrupa-Sibirya floristik elemanlarının genel yayılış merkezlerinden yüzlerce kilometre uzakta bulunan, relikt popülasyonlarını içermesi nedeniyle önem taşır. Baskın olan doğu kayını (F. orientalis) ve gürgen yapraklı kayacık (0.carpinifolia) dışında bu türlerin en önemlileri arasmda; Acerplatanoides, Alnus incana, Atropa belladonna, Corylus avellana ssp. avellana, Cyclamen coum, Galium odoratum, Gentiana asdepiadea, Ilex colchica, Inula vulgaris (I.conyza), Juglans regia, Lathraea sguamaria, La-urocerasus offidnalis (Prunus laurocerasus), Primula vulgaris (hem ssp. sibthorpii ve hem vulgaris), Rhododendron ponticum, Staphylea pinnata, Tilia argen-tea ve Ulmus glabra sayılabilir. OBA, bu türlerin çoğunun yayılış merkezlerinin doğu ucunu oluşturur. Bitki türleri bakımından zengin olan bu nemli orman topluluklanndaki nadir türler arasında; Ajuga postii, Cyclamen pseudibericum (birkaç istisna dışında yalnız Amanos Dağlan'nda sınırlı olarak bulunur), Danae racemosa (Amanos silsilesinin yanı sıra komşu Lazkiye ve Kuzey Đran'da çok ilginç kopuk bir yayılış gösterir), Paeonia kesrouanensis, Trifolium davisii ve Wuljenia orientalis sayılabilir. Karaçam (Pinus nigra ssp. pallasiana) ormanı 1000-1500 m arasında yaygındır ve çoğunlukla yaprağını döken çeşitli ağaç türleriyle birlikte bulunur. Bazı karaçam ormanlarında altbirlik olarak Asperula cymulosa, Thlaspi oxeras ve çok lokal Trifolium davisii yer alır. Lokal olarak bulunan Toros göknan (Abies dlidca spp. dlidca) ve sedir (Cedrus libani) toplulukları yüksek kesimlerde yaygındır. Sedir-Doğu Anadolu sapsız meşesi (Cedrus libani-duercus petraea ssp. pinnatiloba) ormanı 1400-1800 m arasındaki yamaçlarda, ince bir kireçtaşı katmanı üzerinde yer alır. Akdeniz Abies cilidca-Vida crocea ormanı ise 1600-2100 m arasında, daha çok gölge yamaçlar üzerinde ve genellikle doğu kayını (F.orientalis), gürgen yapraklı kayacık (O.carpiniolia) ve karaçam (P.nigra ssp. pallasiana) ile birlikte bulunur. Ağaç sınırının (1900 m) yukarısında bitki örtüsü, bodur çalılar ve otsu bitkiler bakımından zengin bir flora içeren dağ step topluluklarına dönüşür. Bu bitki örtüsünde baskın olarak bulunan taksonlar arasında; Acantholimon libanoticum, Alyssum con-densatum ssp. flexi'bile, Astragalus macrourus, Cerasus prostrata var. prostrata, Ferula elaeochytris, Galatella amani, Juniperus oxycedrus ssp. oxycedrus, Marrubium globosum ssp. globosum, Sedum albüm, Thymus kotschyanus var. glabrescens ve Verbascum amanum sayılabilir.

Page 171: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

171

Amanos Dağları Türkiye'de ve belki de Avrupa'da benzeri görülmeyen son derece zengin bir flora içerir. ÖBA'da yaklaşık 251'i Türkiye'ye endemik olmak üzere 1580 kadar takson kayıtlıdır. Üzerinde uzun yıllar botanik araştırmalar sürdürülen Amanos Dağ-lan'ndan 98'den fazla taksonun tip örneği toplanmıştır. Çoğu ÖBA'ya özgü olmak üzere alanda, ülke çapında nadir, yaklaşık 163 takson bulunur. Buna karşın, bu taksonlardan bazılarına son yıllarda yeniden rastlanamamıştır. Doğal yayılma alanlanndaki mevcut durumlarının belirlenmesi gereken bu taksonlar arasında; Alkanna amana, Alyssum syriacum; Aristolochia brevilabris, Draba haradjianii, Erodium absinthoides ssp. haradjianii, Knautia shephardii, Origanum brevidens, Prangos scabrifolia, Pterocephalus shephardii, Rhyncocorys elephas ssp. boissieri, Saponaria syriaca, Silene amana, Tanacetum depauperatum, Thlaspi syriacum ve Verbascum postianum sayılabilir.

Amanos Dağlan fitocoğrafik ağdan olağanüstü özelliklere sahiptir. Dağ silsilesi Doğu Karadeniz Dağlan'nın güney ucundan başlayarak, Munzur Dağlan ve Antitoroslar'a uzanan ilginç floristik çapraz, Anadolu Diyagonali'nin güney ucunda yer alır. Bu diyagonalin yalnız doğu ya da yalnız batı tarafında yer alan ya da, diagonal üzerinde sınırlı olarak bulunan taksonların oranı oldukça yüksektir. Amanos Dağları aynı zamanda Levantin Dağları, Toros Dağlan ya da Güneydoğu Anadolu Dağları'na özgü türlere de ev sahipliği yapar. OBA bitki örtüsünün en önemli karakteristik özelliklerinden biri de, silsilenin batı taraflarındaki nemli ormanlarda yer alan Öksin ve Avrupa-Sibirya floristik elemanları anklavlarını içermesidir. NadirTürler KÜRESEL ÖLÇEKTE TEHL ĐKE ALTINDAK Đ TÜRLER [14 TAKSON] Acer monspessulanum ssp. oksalianum [END, V], Alkanna amana [END, I], Alyssum dubertretii [END, I], Anthemis halophila [END, V], Aristolochia brevilabris [END, I], Cyclamen pseudibericum [END, V], iris xanthospuria [END, V], Isatis davisiana [END, E], I pinnatiloba [END, V], Lamium purpureum var. aznavourii [END, E], Myosotis ramosissima ssp. uncata [END, I], Rhamnus punctatus var. punctatus [END, Ex], Saponaria syriaca [END, I], Thlaspi dolichocar. AVRUPA ÖLÇEĞĐNDE TEHLĐKE ALTINDAK Đ TÜRLER [149 TAKSON] Acanthus dioscoridis var. perringii [END, R], Achillea spinulifolia [END, R], Aethionema capitatum [END, R], Ajuga postii [END, R], Alchemilla buseriana [END, R], A sdadipophylla [END, K\,Allium brevicaule [END, R], Aflavum ssp. tauricum var. pilosum [END, R], Agayi [END, R], A phanerantherum ssp. dedduum [END, R], Afobertianum [END, K], Alnus glutinosa ssp. antitaurica [END, R], A orientalis var. pubescens [END, R], Alyssum dlidcum [END, R], Agiosnanum [END, K], A syriacum [END, K], A trapeziforme [END, R], Ankyropetalum arsusianum [END, K], Anthemis arenicola var. arenicola [END, R], Atinctoria var. virescens [END, R], Atiicornis [END, R], Asperula woronowii [END, R], Astragalus angustiflorus ssp. amanus [END, R], A antiochianus [END, R], AJbarbeyanus [END, R], AJbombycalyx [END, R], Acephalotes var. brevicalyx [END, R], A jcommagenicus [END, R], A cuspistipulatus [END, R], A jdelbesii [END, R], A jdistinctissimus [END, R], A. plumosus var. akardaghicus [END, R], AMebautii [END, R], Asyneuma linifolium ssp. eximium [END, R], Ballota saxatilis ssp. brachyodonta [END, R], Bupleurum paudradiatum [END, R], B.polyactis [END, R], B zonanı [END, R], Carduus amanus [END, K], Centaurea amanicola [END, R], C.antitauri [END, R], Carifolia [END, R], Ctataonica [END, R], Cjdoddsii [END, K], Cfoliosa [END, K], CJıaradjianii [END, R], Clycopifolia [END, R], Cptosimopappa [END, R], Cephalaria amana [END, R], Ctaurica [END, R], Chamaecytisus cassius [END, R], Cdrephanolobus [END, R], Cochlearia amana [END, R], Comperia comperiana [n/l], Corydalissolida ssp. taurico-la [END, R], Crepis amanica [END, R], Crocus ada-nensis [END, R], Ccancellatus ssp. cancellatus [END, R], Crudata mixta [END, R], Cymbocarpum amanum [END, R], Dorycnium amani [END, R], Draba haradjianii [END, K], Eremopoa attalica [END, R], Erodium absinthoides ssp. haradjianii [END, K], E. cedrorum ssp. cedrorum [END, R], Euphorbia rhytidosperma [END, R], Fritillaria alfredae ssp. glaucoviridis [END, R], Galatella amani [END, R], Galium canum ssp. antalyense [END, R], Gparvulum [END, R], Gsetuliferum [END, R], G. tolosianum [END, R], Glycyrrhiza flavescens [END, R], Gypsophila

Page 172: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

172

sphaerocephala var. syriaca [END, R], Hesperis aintabica [END, R], Hiera-dum autranii [END, R], H harbeyi [END, R], H stri-gulosum [n/l], Hypericum monodenum [END, R], Isatis amani [END, K], Ilockmanniana [[£ND, R], Johrenia dichotoma ssp. sintenisii [END, K], Knautia shepardii [END, K], Lamium garganicum ssp. nepetifolium [END, R], Lathyrus laxiflorus ssp. angustifoli-us [END, R], Leucocyclus Jbrmosus ssp. amanicus [END, R], Micromeria cremnophila ssp. amana [END, R], Onobrychis sulphurea var. pallida [END, R], Onosma lycaonicum [END, R], Opulchrum [END, R], Ophrys transhyrcana ssp. amanensis [END, R], Origanum amanum [END, R], OJ}revidens [END, K], Para-caryum amani [END, R], Pjacemosum var. scabri-dum [END, K], Pshepardii [END, R], Paronychia amani [END, K], Phlomis amanica [END, K], Plongi folia var. bailanica [END, R], Phryna ortegioides [END, R], Pimpinella isaurica [END, R], Pterocepha-lus shepardii [END, K], Rhyncocorys elephas ssp. bo-issieri [END, K], Rumex amanus [END, R], Salvia aucheri var. aucheri [END, R], Skronenburgi [END, R], Ssericeo-tomentosa [END, R], Stigrina [END, R], Satureja amam [END, K], Scabiosa kurdica [END, R], Scaligera capillifolia [END, R], Scorzonera lacera [END, R], Slasiocarpa [END, R], Scrophularia amana [END, R], Scutellaria glaphyrostachys [END, R], Senecio farfarifolius [END, R], Sideritis condensata [END, R], S;7ene amana [END, K], Sjcaramanica [END, R], S Jıaradjianii [END, R], SJndinata [END, R], Ssguamigera ssp. vesiculifera [END, R], Stachys amanica [END, R],S/)etrotosmos [END, K], Spumi-la [END, R], Symphytum aintabicum [END, R], Tono-cetı/m depauperatum [END, K], TJıaradjianii [END, R], Teucrium lamiifolium ssp. lamiifolium [n/l], Thlaspi densiflorum [END, R], Tjeigiissp. eigii [END, R], Tslegans [END, R], Tsyriacum [END, K], capitata [END, R], Trifolium davisii [END, R], saeanum [END, R], Verbascum amanum [END, R], Vharbeyii [END, K], Vdiscolor [END, R], l/, e/eono-rae [END, R], VJnfidelium [END, R], Vlinearilobum [END, R], l/, meincheanum [END, R], Vjpinetorum [END, R], Vpostianum [END, K], l/, scaposum [END, R], l/.toon [END, R], l/;b/o o7;öco [END, R], l/. isaurica [END, R]

ULUSAL ÖLÇEKTE NAD ĐR DĐĞER TÜRLER [O TAKSON]

Doğa Koruma

• ÖBA'nın bir bölümü 29.05.1987 tarihinde ilanedilen Tekkoz-Kengerlidüz Tabiatı Koruma Alanı veKale Yaban Hayatı Koruma Sahası (120.000 ha)içinde yer alır Alan, leylek, kara leylek, ak pelikan ve çeşitli yırtıcı (an şahini, yoz atmaca ve küçük orman kartalıvb.) popülasyonlarının, uluslararası öneme sahipgöç yolu üzerinde olması nedeniyle, Nur DağlanÖnemli Kuş Alanı (OKA No. 81) olarak belirlenmiştir.

• OBA, Levantin Bölgesi Yüksek Arazi Bitkisel Çeşitlilik Merkezi (SWA No. 17) olarak tanımlanan bölgede yer alır.

• Alanda Bern Sözleşmesi Ek Liste I'de yer alan üçtür bulunur: Anthemis halophila, Comperia comperiana ve Teucrium lamiifolium.

• Alanda bulunan Bern Sözleşmesi'ne göre TehlikeAltındaki Habitatlar: 42.7532 - Toros Dağlan Akdeniz Bölgesi'nin alt kesimleri duercus pseudocerrisorman topluluktan, 41.7532 -Akdeniz Bölgesi'nin altkesimleri duercus boissieri orman topluluklan,41.7B2 - Toros Dağlan duercus brantii, Q. boissierive Q. libani step ormanlan, 41.812 - Akdeniz Bölgesi'nin yukan kesimleri şerbetçi oto-Ostrya car-pinifolia orman topluluklan, 41.881 -Akdeniz Bölgesi'nin alt kesimleri kanşık orman toplulukları, 42.1952 - Doğu Toroslar Abies cilicica ormanları, 42.6643 - Toros Dağları karaçam ormanları, 42.85D

• Doğu Akdeniz kızılcam ormanları, 42.B12 – Orta Toroslar sedir ormanları.

Page 173: HATAY’DA ON SICAK GÜNyasarergun.tripod.com/HATAY.pdfKorunan alan yönetimi konusundaki yakla şımlarda önemli de ğişiklikler olmakta, katılımcılığın özendirildiği, sürdürülebilirli

173

Tehditler ve Di ğer Koruma Konuları

• Adana-Gaziantep otoyolu inşaatı Bahçe veKömürler yakınlannda oldukça büyük bir tahribata neden olmuştur.

• ÖBA'da yer alan Đskenderun kıyısı ve Samandağı, TurizmBakanlığı tarafından Turizm Merkezi ilan edilmiştir.

• Dağ silsilesinin 1500 m yukarısında, merakuşağında yer yer yoğun otlatma zararları görülmektedir.

• Başta Đskenderun çevresi olmak üzere, dağ silsilesinin batı eteklerinde bozulmadan kalabilmiş birkaç bataklık habitatı yer alır. Doldurma, kirlenme ve kurutma gibi tehlikelerle karşı karşıya olan buçok önemli ve hassas sulakalan ekosistemleri koruma altına alınmalıdır. Bu bataklıklar özellikle, içerdikleri kopuk iris xanthospuria popülasyonları nedeniyle önemlidir.

Kaynaklar Akman (1973); Akman (1995); Altan (1984); Atalay (1987); Çakan (1997); Düzenli ve Çakan (1996); Mayer ve Aksoy (1998); Mili (1994); Türkmen ve Düzenli (1998). Halil Çakan, Andrem Byfield

Bu kısım WWF Türkiye Web sayfası http://www.wwf.org.tr/tr/alan.asp?alang=tr&atype=2&Error! No bookmark name given. aid=79 adresinden alınmıştır.