Upload
aydemir-aydemir
View
70
Download
65
Embed Size (px)
Citation preview
Imam- Gazali
(LCÂMÜ'L AVAM AN LM'L KELÂM)
SAR YAYINE
NANÇTAHASSAS ÖLÇÜLER
YazanMAMI GAZÂLÎ
NANÇTAHASSAS ÖLÇÜLER(lcâmü'l Avam An Jmi'l-Kelam)
Nedim Ylmazstaabul lâhiyat Fakültesi Öretim Görevlisi
hisar YAYINEVBüyük Reit Paa cad. No: 22/4
Eminönü / stanbul
ÖNSÖZ
Allah katndan haJc âân olarakslâm'dr. Kur*ânri
^âm'dan. evvel ImM ' edilmi olan semânMMplann bee-r müdahalesine maruz kald^ bi-
linen bir husus olduu kadar, bu, Kur*an- Ke-rimdin de luhber verdii bir hakikattir. Gerekhristiyanlar olsun, geteikm yendiler olsun birtakm dünyevi menfaatler karü Allah'n âyet,-
lerini tahrif etmi, deitirmilerdir. Kur'an-Ke-rinpL m* Mbi v«ad ile* her türlü tataiften korun-mt» v^e kymete kacfer.
V^er semâvî d4aMuzm m peygamberleri tarafmdan kendileri-ne mecâzi tarzda söylenen baz sözleri yanl yo-
nmüayarak bir takm sapkJüJdarai dümü; ii,
îm (a;&'^a ilahhlc vermfi^» U^yr Ca.s.)'e AkIK^ ^Im ûmm& îouiar götürmülerdir.
Ata sSi^Sm, Kurban;-! Kete, ve hadis-i e-killerde, kalplerinde erilik büunanlar tarafm-dan tevilini çallan, pek az sayda lafzlar var-dr. Mâoâlan tam olarak yahuz Allah tftpim-dan. bilinen ve daha zîyâMe AUaJ'm zâk ve mrfMta topusunda olan bü lafzlara «müteâbih»
5
ismi verilmektedir. Mâaâlan gâyet açk olan ve
k&ndilerie ^csmhkenu ismi verüdn ikfBÜ&ci bra-
kp da/Aûteâbih âyetlerin tevÜ üe uraanlar,u âyet-i kerime ile kmanmlardu* : Sana Kur*-
an' Inîdiren O^dr. Bunu bir ktsua âyaUeri açkV» ke6|baçUr. Bunlar Kr*aiL-uL easdr. Djger bir
imim ief^îiear vsrcbr kî l<Q^artn mS^c^m skm Btk-
laümaz) müteâbihtirler. îte, kalplerinde üphebuluzanlar. fitne aramak ve teviline gitmek içia
Kur*axL'm müt^^lUifil â^jneüjeülne uyaiar. üalbuki,
m mMBU^Saioa. tmSMJû f^ahm A^a biSr. llimle
k8!k|^»n|L^ ve mletin ölmü kimseler ise t «Biz ona(mtoâs anlalamayan müteâbihe) insandk;
açk V0 kapaji bütün ftytetier RbbuiKiafi l^urafnjdan-
ü^ ^nenftnr. l^migm maüiL aUOan imci otalriyice dûOnûr. Âl-i tmrân^ 3/7).
Ifte bu â^t^i krardo^fi^daya^led mûteâbâi &y^6re> mâM. vOTinekten çîekM-
milerdir. Böylece Allah, ve peygamberler hak-
knda, hristiyan ve yahudilerin dütükl'eri hata-
rdan balk korumaya çalmlardr. Onlarmynadk^ ve kdlbM huzur ve sükûn ile dolu ol-
duu asrdan sonra, her tarafta fitne ve fesadnartmas ve müteâbih âyetlere yanl mânâlarvererek fik^leri iyice bulandran baz bâtl mez-heplerin orMya ç^asi nedeM^rle, sm âstvir îs-
lâm âlimleri, slâm inancmm özüne sadk kala-
rak bu âyetlere ba^ mânâlar verilebileceini ka-
bul etmi§]l»rdir.
Asl mânâlar bizce büiameyen müteâbih
6
âyet ve hadislerin says çok azdu\ BunlamKur'an- Kerim ye had^-i eriflerde bulummsi'*Mi 3irçok sebep ve hizmetleri vardr.. Bunlararasnda ujlar sayabiliriz:
a. Allah Teâlâ. bütün sfatlar ve zât ile
insana tecelli etseydi, btma tahammül edilemez-di. Nitekim Rabbn gönnek isteye Musa (a.s.)*
O'nun ûa^^ tiscelli etmesiyle^^ft ^iâ^'^^m^iMuunn görmü, kendisi d& baygm olarak yereylmt. te, mûteâbih âyetlerin esasn te-kil eden Allah'n zât ve sfatlan ile ilgili âyet-
ler, Im hikmete binâm mânâlar açk bir eklideolmamtr*
' 1' 1'
1^ Bu ftf^ 1%Jiadislerden m^^t, beer için
bir imtihandr. Acaba insanlk, kendileri gibi bir
beer olan peygamberin verdii habere dayana-rak gayba inanacak zm, yoksa inkâr nu edecek?
c. nsan, Allah'm kendisine izin verdiin-
âm Im^caam bilemem. ^ b^ün vaarlkUu^Utede ve asttaimaMd g^lim l^reiyiibilir. Onlar ise. Allah'm diledii kaJianndan ba-ka. ilâM ilimden hJçlur ey kavrayamazlar» (Ba-
kara, ^225) . jtuma bunu anlamal, her eyi hi-
lemeyecepni Wml et&^dl^.
d^ Avâm^ AUal'm asâi m ^aüaa a^kç^anlaifaîsayd, meselâ: *Allah bir cisim deildir,bir yer kaplamaz, fakat ö her yerde vardr»» gi-
bi, daha sonraki devirlerde kelamolarm yapteküde, kelâmi delillerle AU^'n v^l^ isbt
çaJlsayd, buaolan akllan kavraya-
maz. Allah'a daha çok inanma gerine inkâra kal-
kabilirlerdi. '
Terceme «etmeye çaltunz, mam Gazali -
nin «ssri» mCtte&bih ye hadisler karsn-da Selefin tuttuu yolun doru olduunu de^*leri ile göstermektedir. Eserin orjinal ismi *lcâ-
mul-avâm an ilmi'I-kelâm» (Avâm llm-i kelâm-men etmki aiçpmna^ m^m, ü^ürm
m ^mmwu mz ia^mû^ Mtttearak» «Mmtesâ-toih Âyet ve Hadisler» ad altmda Türkçejre çe-
virmeye çaltk.
Bir beer olarak yaptmz hatalarn, hâii-
eâne niyetimizin göz önünde bulundmlmas sû-
retiyle balaaw»m umanz.
Çalmak bizdez^ muvaÇÇak^et Allah'tandr,
i^ond 1^ sen& Ö'nai salM ve sel&m Basûlû Mu-ammed (a.s.}'e olsun.
-_^
Nedim YhnazOmraaiTe, 23 Ausi^
Allah Teâlâ.*ya^ hamd ve Onun Resulü Mu-bamzdecL (a.sJ '& $alât ve selâm olsun.
£y kardeimi Allah sent.hak yolu irat bu-yursun. Beudeo! mûteâbih haberleri açklama-m istedin. «Âdii, câhil ve sapk kiiler bu haber-lere dayanarak, Allah ve sfatlan hakknda. O'-
na yakmayan eylere inanyorlar; sûret, yed,
kadem. nûzû. intikâl. Ar ^â»trinde cûlûs, istüc*
rar ve bunlara benzer lafzlar ihtivu eden mt-
'
teâbih haberlerin zâhirlerine tutunarak, Allah'-
ta, O'nun münezzeh ve -uzak plduj^ baz vasf
-
lann bulundu£:unu zarmediyorlar ve bu inanç-larnn, Selefh de inanc olduunu söylüyorlar»
d-edin. Selefin bu konudaki itikadnn ne oldu-
unu erh etmemi* bu haberler hakknda hal-
km nasl bir inancaaahip olmas gerektiui açk-lamam ve bâsedOmesi gerekto il& bahsedilme^mesi gerekenleri birbirinden ayrmam istedin.
Senin bu isteini, hiçbir tarafa meyletme-den, hiçbir ekilde mezheb taassubuna kaplma-dan, suf .doruyu açklamak suretiyle, Allah'mnzâsm talep «ederek yerine getkiyorum. Çünkühakka sarlmak herhangi bir vola meyletmekten
9
» -i. , '
'
cUIlâ ^A^/doruIuk ve Imsâ da; mazhçb taas-
subu altnda hareket etmekten daha iyidü*.
ABah doruluktan aynhasm vb beni, seninistediklerini yerine getirmeye muvaffak küsm.O. kendisine duâ edenlere icabet edicidir.
^ I
tte. istein üzerine yazdm kitab üç bör.lüm halinde takdim ediyorum.
10
I:
eRNC BÖLÜM
Nj^Oin^ÂMH HABERL£R HAIOCINDASELEFN TKADININ HAKKAT
M^m 1^120 kî, basiret o£mlftr& gör®kesinlikle hak olan mezheD, selefin yani ashâb've tâbiîn (r. aahüm) 'in me^ebi^ir.
kndi bunu delilleri ile a,çklayalm.
Biz ki ehl-i sünnet ve'l cemaatz, bize göresrf bak olan selef mezh^bljcin hakikati udur
:
Müteâbih haber ve hadislerden herhangi bi-
rini duyan .avam. üzerine u yedi ey vâcip olur.
1. Takdis. All^h l^âlâ'y dsmlyye^en V0 <^^.
simlerde bulman özelliklerden tenzih etmek,
2. Tasdik. Hz. Peygamber (s:a.v.)*in buyu^duklarmm hak ve kendisinin de o sözde sâdkolduuna, o eyin, tamamen onun haber verdi^gibi oMatuna kesin olarak nanmak.
3. Aczini itiraf. Müteâbih hadiderle H?.
P&ygamb^ m^jre^bm ne odugunu bil-
menin kendi iktidar dahilinde olmadn ve
11
onunla ilgilenmenin kendi ii olmadn ikrar
etmek..^
4. Sükût. Mûteâbih haberlerin mânâsriisarmamak ve o konulara dalmamak. Avam, bun-lann mânâsm sormaun bid'at. oldu|;um, o ko-nulara dalmaam dini ijÇin büydk tehük^l^ do-uracan ve farkma varmadan, belki de kâfirolma ihtimalinin bulunacam bilmBidir.
5. îmsâk. Mûteâbih lafzlar üzerinde ka-tiyyen bir tasarrufta bulunmamak. Yani tasrif,
baka bir lügate çevirme eksiltme ve ziyâdele-tirme^^^mk .ohmlan bir araya getüm^ ve t)ir
arada bulunanlar datma gibi deiiklikler yap.mamak, nasl vârit olmularsa aynen o ekildeve o lafzla konumak.
e. Keff. Kalbini, mûteâbih J^vö&rm lafzve mânâlanodan Imhsetnal^en menetmek veBunlt^z^rieâe düünmemek.
7. TesÜm Mûteâbih lafzlflurm mânâlar.^^hmtm loEuîar ac^den dolay kendisine gizli ise
de. Resûlullah (as.) 'a. dier nebilere, sddîklereve AUah'm. veli kullarna gizli olmadna inan-
Bu yedi vazifenin, her bir avam üzerine va-cip olduuna bütün selef itikat etmitir. Jtod^r*dan herhangi birinde selefin muhalefet ettiini
:mm ve talmto atoek kesinlikle doru de^üdir.,
-
imdi hn va^elerjl birer birer a^lâftlm.j
, I
12
1. TAKldS
Takdis, Allah' clsmiyjretten tenzih, etmek de-
mektir.
lah(a..s.):'
.
•cAMb, Mem (a&Vla 1aht«imft iâiât fldtol kemüeliyle mayalad» (^) buyurmutur. Bir baka ha-
de: «w'cr-H*>;9*-t^-^-9i1»^^^rifte
«Mûmindn kalbi. Aj]al*m parmalldannjdfu ilcV
parmak arasmis((}r» (^) buyurmutur.
inudO, ikvâm bu hadüderde ge^e C^^iad) CeUF
ve iparmsû) kelimelerini iîttâ^ sâuaaaa,
bilmelidir ki (yed) kelimesi iki ayr mânâya ge-
lir. BktM, asd yaz' edildifti mânâ. Yazü, et, kemik,
sidr ve dâmardan meydana gel&n maltkm uzur.
m I^mUs <J«g9ik lanzlarda Mûslün. Îtfi4
Müslim'di laûz :•
' /
«dîiM«dir.
13',
Bu et» j&töiik ve Enirler, belli özelUlcleri olan bi-
rer <^imdir. Burada cisizndea 3auk8at, ^Xi% ho-
yu ve derinlii olan ve bulunduu yerde bir ba -
kasmrn bulunmasma engel olan, yani bulundu-
|;u yerden ayrlmadkça bakasnn orada mev-cudiyetine mâni olan miktardr.
(Yed) lafa. bazan istiare yoluyla baka birmââyar nünE^r. aâna kesinlikle cisim de
Ifüdir, ^«tekim; j4»^1 jüjV -Ülke. devlet
reisinin eli^dir» de^. Bu bir mefhûmdur.Dövlet reisi, eli kesik birisi de olsa böyle denir.Hal böyle olunca, yukardaki hadiste geçen *el»
kelimesi ite Hz* Peyfamber .(a.sJin et, kemik, si-
nir ve deri gibi eylerden mûrekkeb bir cisimplan uzvu murat etmediini, zikrolunan cisminAllah Teâlâ'nm
. ulûhiyyetl hakknda mhai ve^lah'n ondiu ^^p#sszeh oîdugunu yakln^ ^kesinMkle bilmek nvik^ v% hm^m fts^nevacip^» .
- . ' .'-0 r. .
'
'
HaberMtle ve hadislerde vârid olan müte-âbih lafzlarm sadece zahirlerin© bakarak, bir
kimse: «AllaJh Tedlâ uzuvlardan mûrekkeb bir
cisimdir^ cU^ kalbine bir e^ jselip öyle inansaputpor^ olur. Zira, her cfsfan mahlûktur^ Mah-lûka ibâdet küfürdür. Mahlûk olduu için. putaibâdet de küfü^dür. Bir cisme ibâdet eden kimse,
seM ve hsâ^f bfttm âlinü^^ ^cana ile k^^&d^.Bu c^im Met daflu: gibi k@e^ ve met ^sun. -
14
tex- su gibi latîf ve renksiz olsun, ister ari -gy»karanlk ojun. ister güne, Ay ve yiMEBar gtMaîrdnlk rnn, ister hava gibi effaf ve renksizolsun, ister ar, kûrsi ve benzerleri gibi büyükolsun, ister zerre, ve toz gibi küçük olsun, mtmtft| gibi cansz, imm mnh olsun, hasîlî M-tûa cisiinto mutlak ela^k puttur. Ona küçük-lük, büyüklük, güzellik, sertlik, yumuaklk vebâkililc takdir olunmakla putluktan çkmaz.
Allab TeâJâ'dan ve onun için kullaralan (y^d
)
, 4
' '(
' -. #
A^l, kelin^erinde cismiyyeti nefyeden
kimse, ondan uzviyyeti nefyetmi ve hudûsü ge-rektiren eyden onu tenzih etmi olur. Bundansonra o kimse, bu ik& hadiste $(^n el ve ]^mam^kelimelerindei kajstedüeo; tel^âw n»» c^âuuhuher ne kadar bilmese ve fcünhünü ve hakikatinianlamasa da, onlann cisim ve cismin özelliMe-
nuden olmadirma. ancak AM»h Tem^m i^k^^toâter ta^db^nft itikat ^t6in. Toks» & Mm-
ae, kastedilen mânây! bilmekle asla mükellef de-ildir. Anlamaya çalmas da gerekmez. Onunüzerine vâcib olan, bu meseleietien. bahsetoe-tM^ ve bu konudaki mesele^ler denizlik âaîm#*maktr.
Bu l^uda ilerde daha fazla bilgi verüecek^tir.
•.
- ^
15
b«r AAl t^
«Allah. Â^m (a.d.lY maasA «Û?eftln& ^rioM^
buyurmust\r. Yiae bir baka hadi'i erifte de
.
«Rabbimi en ^zel
l/J. J Ji^^i;i 'isurette gördüm,obuyurmutur.
Bu hadîslerde geçen lafzuu duyul
Mlmesl gemJsM €toa ey udur : Bumüterek isimlerdendir. Bazan bunmla göz, ku-
lak, burun, az ve yüz gibi cisimlerden hasü
ola. jS^kîl mumt edilir kî bmlar et, kemik, da-
ma;!^ ve tem gîM ^imlerd^ Ge^ bir i»rkip
telif ile mejrdan^ getirilmitir.
Bazan da onunla cisim olmayaû bîr mâMtmur$.t olunur. Meselâ: «Bu meselenin veya buolayn sûretini bikUm», «Filann Vezareti veyaünâret^ güzel bir sûrette tanzim edikn^ür» ve
bunlara benzer sözlerde^ geçen i^O^' lkfz gi-
(1) Buhar, Müslim, Ahmed b. Hanbdi. •
<2) Hadis, A. Han- , ^> .cî'fu .C*bel. (L/ 368 ve *Jr^<r^^ üf .
V/378I'de:^dinde rivayet edilmitir.
16
bi. Bu cümlelerB geçen «sûret» lofzmm göz,- ku-lak, yanak» burun gibi cisimlerdezL meydana ge^tirilml bir cisim olmad açkça' bilindii gibi,
her mümin muhakkak olarak bilsin ki, bu iki •
hadiste gsçen «sûret» lafz. Allah Teâlâ'nu;! ulû-
biyyeti hakknda ag% ytUs, ^ozm gibi cisimler-.
âM toreldEûp eden ekil mânâsnda zikredilme-
mitir. Zîra bu mAnâ, yani az, yüz, bunm cis-
mi sûretin cüzleridir. Dolaysyla o cüzlerin ter-
MbMe^ Msd cte f^ül» o^mlerden hâsl ol^biâr eMffir. Csmlerîn ekillerin yarat-
cs, onlara ve onlarm sfatlarma benzemektenelbette münezzehtir.
£er bir kimsenin akhnA: «BesûluUah (a.s.),
ha iki hadistciki «sûret* lâfza le, ilk mânây mu-rat etmemitir. Bunu biliyor ve inanyorum. Fa^
kat, acaba onlarla Allah hakknda nasl bir mâr1^ mur^t e^er« 4^ bir e? l^Jta^iyir
li, > Mstedilen m^i^y bfhnekie» mtâ^Het deil-dir. Aksine o konulana daimamakla mükellef ve
'
memurdur. Zira, kastedilen mânây bilmeye gü-
€û yetmez. Onm üzerine gen^kli olan ey^ o la-
fzla ci^m olmayan ve Allal"m ^^unetine lâykolan bir mânânn kastedildiine inanmaktr.
Baka bir mMl :
Hz. Peygamber (a.s.) bir hadis-i eriflerizide
:
"j -
her gece dûzüyu. aemânm iner^ (O buyirnnslur^
V 17
Bu hadiste geçen ^ «iirrek» lafzn duyan
her avâm kümelidir ki, bu da müterek lafzlar-
dandr. Yani iki anlam vardr. Bir mânâs, bir
çismin yüksek yerden alçak yere doru intikal
etaesidir. £er cisima^l^n yukan doru naki
olursa, buntt «m;Eûd». «mlltö* -m ^^ruky» taMr. edi-
lir. - . /"
-
Nüzul kelimesi, snk^da zikredîtad^ %a-ka bir mânâ çin de kullanlr. Bunda, ilk mâ-
nâda olduu gibip çjsmin hareket ve intikali-
ne ihtiyaç yoktur. JU l;,^ ^^\1:^'i A^\ iAllah Teûlâ'nm: &y%^tr''^'^r^'>«isin için bBjyvaniardan sekiz çift indirdie-)
. âyetinde s&^mt (enzdle) «indirdi» laj^ gibi. Çün-
kü deve ve srlarn seznaâan yeryüzüne nakle-
dildikleri görülmemitir. Aksine onlar, rahimlerde
yaratlmlardr. Bu nedenle, hiç üphe yoktur ki
onkur% ^^^Hind^ maksat bakadr. Aym ekil-
de, mam m^i -'^'"«»G^ * ^ '
«M^a giMM; Halk benîm sözl^tecbaki is
lkleri anlamad. Bunun üzerine^ to
indim» sözündeki (nüzûl) lafzlar da bu kabil-
dendir. Böyle demekle onun. kendi ahs ve vü-
cudunun yulmncU^ Jfeaya doru intikalini
kastetaedii açktr.
18
Aym ekilde, Allah Te&l& hakkm^ olan ntt-
zûûn, «ahs, vücut ve cismin yüksek yerden,
aadaki yere intikali» mânâsna gelen ilk mâ.nâda olmadn her .mümia yakînen ve kesin-
likle bdimelidîr. Zira ahs, ve vücut cisimiz j&itr
ür. Halbuki Allah Teftlâ cisim deildir.
Eer, bü hadisi duyaHm çkima, *Hz. Föy-
^mber (a.s.), Allah hakkmda. nüzûl kelimesi-
nin birinci mânâsn kastetm«mitir. Buna ina-
myorum. Fakat, acaba na^ bir aoatoâ murat et^
miitü^ merak. ecüyiKrui» eklâc^e^ Mr di^^çegelir de bunun izahm sorarsa öyle deriz
:
Madem ki sen, deve ve srlarn selvadan
nüzûlü keyfiyetini anlamaktan âcizsin, artk Al-
lah Teâlâ'nm nüzûlünden ne kastedildiini an-
laniakta daha ziyûdB âcis olduun açktr. Bi-
nâenaleyh, bu konuda kafa yormak ve soru sar"
mak senin vazifen deildir. Sen sâdece ibâdetin-
le ve iinle megul ol. Bu gibi esrâr, derin ve in-
ce m^ete^rî sormaktan vageç. Zjra sen pnu an-
ibumkt^ âciz ok4h>^ için, kasto^to mântomhakikat ve keyfiyetini bilemezsin. Kasacas unubil : Buradaki nüzûl lafz ile, arap dilinde muratedilmesi €&i^ ve Aüfikh'an azftmöt ve celMine lâ-
yk olan bh- aâûâ ka^tedilii^. unu öyle bil.
* . -,
Bakam bir misâl
:
Allah TeâlA: t^U.^J^^^^> 'O* ^"^^
19
nun üstünde g&iiptir» (^) buyurmutur. Bu Âyet-
te geçea ^ lafzm duyan avâm bilsin kl,
bu lafz da müterek bir isimdir. îki mânâda kul-
lanlr. Birisi, üstte bulunann, alttakinin b#$ tar
K^mda bulmmas yolusda^ bîr ^^nin dir cis-
me nîsbeti mânâsmadr. Yukarda bulunana
«O. onm M ^a^âmâsMc^
ta bulinana da '•»»> «Bu da onuntarafmdadr» denir. Bazan da rütbe üstünlüümtoâsmai kulianUr, tte bu ikinci mân<Eby% bi-
nâen ^\^ ^\iaLA\ ^ ^^^^^
life sultanm fevkinde, sultan da vezirin fevkin-
dedîr», â»L^I^ a^ClâlT «Boyaüük eteri
lamaJctaa üstündür»,j^l j^^^ -Ûim amel-
den üstündür», ^ds^i^ iJ^y^* . .
MaiiE künse, devl#t reisini It^ss^ruaâa g^l vmfilandan deha üst bir mevkiye otu'du» denir
Buna göre (fevka) afzmm ilk manâs, bir
Cîî Ba'âm, 6/X8
20
d^n^ aibet olmna di&er bir <âamm varlguuge^rektütr. Ikînci znÂn& bunu gerektirmez. Binâ-
enaleyh, mümin olan inansn ki, yukardaki âyet-
te geçen (fevka) lafzndan, bu I^Umenin ilk mâ-nâs kastedilmenitir. ilk mAnAnni Ailah Te&l&'-
ya nisbet edltaesi muhaldir. Çûnkû bu mânâ,birisi aada dieri yukarda bulunan iki cis-
min, birbirine nisbetini ifade eder. yâni iki cis-
mîa varlm gerektirir.I
Bu kelimedeki ilk mânânn Allah Teâlâ'ya
nisbetoin mubal oiduuau w nuhaün AMaii'a
nistsetiâl nefyetmenin zarûri oldumu bildikten
sonra, ayrca onun ne mânâ kastedilerek söy-
lendiini, bilmesi gerekmez. Alla!}, ondan bu kül-
feti kaldumtr.'t
.•
'
'
Burayk kadar yus^' açdd4dmus& misaller
üzerine, zi3a?etmedî|finlz ü$eitei V0 IdûzLan k-yas et.
2. tasdik
Tasdik: Mût^l^ lafizLann biri üe, Al-
lah Teâlâ*nm azâmet ve celâline lâyk btr mâ-nâ kastedildiini. Uz. Peygamber (a.s.)'in Allah'
o mânâ üe vasfetmekte fiâoUk olduunu kesin-
hkte bilip öylece iman e-toek; «JlesûluUa^^^ (^^^^^^
m geti^ii ey sahihtir ve JbabeiL.YenJii..h^
to, katiyyen ek ve üphe yoktur» diye bütün
babiyle^^aa ve diliyle 4©= «Ben .her ne kadar
21
laüt^Mh lafzlarn gerçek mânâsna ve keyfiy-
yetine vâkf deilsem dei Allah TeâJâ anlaxl^ zâr
tn nasl vasfetmise Veya resûlû (a.sJ vahy ve- ilham süratiyle onu nasl nitelemise, o ancak
öyledir. Hepsi onlarn murat ettikleri mânâdarmeSk mUMmi v0 do::udur, inan-
tük. tasdik dHfflB&to^ ^E^r sen hvam ü^mm ederek
:
«Ta^k caicak iki tamf tasavvur ve iman
da ayn ekilde iM taraâ anladktan halolur. Hal böyle olunca, kul ad geçen lafzlarm
mânâsn anlamadan, o lafz söyleyenin, o mâ-
nâda dorululnmu nasl tasdik ve iman eder»
d&mkstk öyle c^^^ veririz
:
Aslnda ua^etel iOTâle^ ¥toek ve icmâ-
li bir bilgi ile tasdik etaâtek muh«û degüdir. 2^o lafzlarla elbette bir mânâ murat edilmi oldu-
mu ve her ismin bir miisemmâs olup bir top-
lukla Mt^ etmek i&lefm Mposenia o isimle
hitap ettiinde, hiç üphesiz onun iMsenunâ^
,
kasdettiini her akll kii bilir ve anlar. •
Dinleyenin, o sözü söyleyen kiinin yalanc
olduuna ve verdii haberin gerçek olmadmatottimas mümkün olduu gibi, onm doru ol-
dtl^m ve ölayi oldu£u gibi haber v^râ|n# i|Laa-
mas da mümklndür. Kiinin, bu lafdön müc-
mel olarak tasdik etmesi imkân dahilindedir. Ni-
tekim. bir ktosa: »Evde bir canU var» dese,, o
öaninn bir imafi r6x, yoksa bir at m, v^a fe^^
ka bir ey mi olduu bilinmeden, söyleyejîa tâ^
22
4ik edilmesi mümküadür. Hatta, «eyde bir .^yvâi*» deer 1^;û|il mhatabm, evde bulu-nan eyin ne olduunu bllineden söyleyeni tas-
dik etmesi mümkündür.
Ayn ekilde, «Allah ar istiva etti>^ âyetini
iten de, bununla ara özel^'Bîr 'riisbeln mürâd'SIîHîgini milcmel lolarak 4ular, Bu nöbetin ar
.
ûzi^Mg istikrar nM:®^^ ^omk yânelme nisbe^
ti mi, onu yaratma ve icad etm-e nisbeti mi, yok-
sa ar istilâ nisbeti mi veya baka bir nisbet miolduunu bümeden tasdik etmesi müukûndür.te bu anlayp bu tûr sS ve haberler tasdik
edilebilir,,
^
.E^ seu:
«Asanlara, mâms^mm^^ioaiL^^ iieküde hit^p
etmenin n^ yaran var?» dersen, cevap olat^driz ki :
O sözü söyleyen, kastedilen mânây ehli olan
kiilere anlatmak istemitir. Onlan anlamaya
eUI 4a *Mlalt'm veU kullan ve derin ilim
mMpl^â^.JC^^ bu leîzlaria kastedilm mâ^nâlan anlarlar. Âkü-bâi| olanlara bir ey an-
latmak isteyen kimsenin, çocuklarn da anlaya-
ca Mr aOdü» bitap etmesi art deildir. Ârlfle-
îzâfeüe avâm, yetikMere ismetle çoosüdar
gibidir. Lâkin çocuklar, anlamadklan eyleri ye-
tikinlere sorarlar, onlar da : «Bu sizin iiniz de-
il, jz bu «e^leleria ehli plmadmz» derler,
Çûnkîa çocuklar, böyle yapmakla bakedaruam
iine karnu olurlar.
23
«cahilleri ; c*^' V'^oJ^Il iiî ^LV
«Eer bilmlyorsazuz» zikir ehline sorun» (*) denil-
mitir. CâhiUer tarafndan jcendilffline soru eor
K^okui âlimler, e^r vereceklei cevab anlamayakudretleri bulunulma, onlarn sorulanm cevaplan:
drrlard. Aksi halde : %^ %^^kç *• ^- ' '
.'
' '
'^^m ^^m^m mm^ m lir ey v^ümitlr»n ,
«aman» slbEn çül kötü olacak e^ieri sorma-yn» (^) ve «bu sual sizin neyinize?» derlerdi
Bunlarn mânâs: «Onlara iman etmek vacip*
tir. Ke^Ay%tleri sisin meçhûkiür, cmlardansmü j^mak bid'al^ demektir. Nitekim, ken-disine istivânm ne oldu^nu soranlara : «stiva
malûmdur. Keyfiyeti meçhuldür, ona îman vâ-
âpür» ondan sual sormak ise bid'attir» demitir
Bütün bu anlatdanlardan anlaldna gö-,
VB, dizles^cinin zH^oll^^ l^eyflyeti msCafisal ola*
rak anlalmayan mânâlara mücmel olarak mânetmek mümkündür. Ancak Allah'n zât ve sfat-
t) Nahl. 16/43(2) îsrâ, 17/85
(3) Mâide. 5/iOl
24
ta3ZiâlizL muhali ntf^TRbn^ <^[aa tak^n, nü-flâsisâ iûmns gerekir. AUah'm zât ve sfatlaniçin muhal olan ey cismiyyettir. Bun4an mak-sadm ne ol<lu|;u yukarda anlatld.
3. AÇTtHt TBAF
Mûteabih lafzlarn n^toâlannm Içünhâine
y0 hakft^m vâkf o^msc^m ve . onlarla kast-mlOm iFiân&ttn ûe olduunu anlayamayan, on-lan tevil edemeyen kimsenin, aczini itiraf etme-si vâciptir. Ancak keyfiyetini tafsilatyla anla-maktan ctoakla beraber, o lafzlarn mânâ-larm mticmel olarak tasdik etmesi gerekir. Âc-zini itiraf etme yerine, onlan anladn iddiaederse yalan söylemi olur. mam Mâlik'in *key-
fiyyeti nj^lûUiü]^. iöisa^un mli^ote b*iWtYmî^ miemta nmradm ne oldüga Mfsîîatyltbilinmez. Hatta derin ilim sahibi velîler ve arif-
1er, ilim ve marifet yolmda avam geçip irfan
meydannda dg^ytggak noterce mesafe ka^ et*
Bei&r, önlerindik kalp da tdaamadklan mesifd^
daha çoktur. Çünkü onlara açklananlar, gizli
olanlara nisbetle çok daha azdr. Gizlenen ey-lerin çokluuna izâfetle Hz. Peygamber (a.s.) -
cUi; J»^i Lîc-U <J> «li: ^\ ^ «San^^
nâjy blti^mem. Sen keanidiKii nasü smA ederse
öylecesin» (^) bujrurmutur. Açklananlara izafet-
le de: «Ben sizin, Allah* en çok tamyammz yeO'nAan m çok korhanmzn» buyurnu^tur.
Netice itiban jUe acz ve kusur zarûri oldu-
jrunâan.. sddklazm efendisi Hz. Ebûbekür ItmJ :
«îâcâîtten â^^^ anlatt^^_^i(tok^ de-
mitir. Bundan dolay, avâma nisbetle bu mânâ-larn evveli, âlimlere nisbeüe sonu gibidir. Ya-tl, ÂMmlerl de saaun^ y^p^^ aczlminî iti-
raf; O ââlâ0 av&sa» Ikoi^^lMlea^ UârafEneyip,de ne yapsmlarl!.., ^
i
4. SÜKÛT
Bu vazife de bûtO avâm t29S!rine vâciptir.
Çünkü soru sormaklia, tâkât getiremeyecekleri
eyi talep edip peine dümü ve ehil olmadk-lar Jcondam dalm olu^la^. Eer, kc^^fi^ §sih.
lÂ. ^Ml bMsIne âc^mtrarsa, (Mim vettl oevapcehaletlerini artrr. Hatta çou kere onlar kü-für bataklma atar. Eer bir ârife sorarlarssc.
^mlaylann noks.nl|Findm dola^ ârü me«e-leyi kendîlettete anlia^saktaa âdz kalîr. Btz, bir
babanm; evinde yapmas uygun olan eyleri o-lma anlatmaktan ve okula gittii zamaa eldeedecei ya^Ian açklamaktan âciz kalmaconabenzer. Bmm, 1^ ki^imcüniûi, saaatmm özel-
lik ve inceliklerini br marangoza anlatmaktanti
.26 . .
•
4ciz kalmssna da benzet^âHrtâ Çtokü maran^iroz 3t0 kadar kuyumcunun sanatn görse de,kuyumculuun inceliklerini anlamaktan âcizdir.O, bütüA öxnrüaü mara^goduk ^p^mm^^ §^çirdigi ve hmla uj^ra^ için sadece maran^gözlüün inceliklerim bilir. Ayn ekilde kuyum-culuk da, ömrü o uurda harcamakla ve ura-makla örenilir. Bu uurda çaba sarfetm-^^en•eyvel ter ikisi de sematlanm biMezlerdiU
te» bir sanatla v^mt^S^k^s^^ onu anlaratoa âcte öMuMart ibi. dünyada marifetul-iah kabilinden olmayan ilimlerle megul olan-lar ilâhî ilen anlamaktan âciz kalrlar.
Arifin avâma bu meseleyi anlatmaktan âciz
kalmas, emzikü ^xnun et ve eJuoek üe lam-
lemaemeslne bmz^. Onu bunlarla besl^ek*ten âciz kalmak, et ve ekmek yoklumdan de-
il de çocuun ftratmda bulunan kusurdan do-
laydr. Çünkü buîte" JkuyvetliJlert gdâ olur. Za-yf büny^iler on^n yemek ve cmlarla b^^^îS^kten âd[« öIurM". Kim zayf bîr çocua 0t veekmek yedirmeye çalsa ve mümkün olsa da ye-
dirse. ölümüne sebep olabilir. Ayn ekilde, bumânâi€^ sormak isteyince âvamm mea edil-
meleri, eer vazgeçmezlerse kamç ile dövülme-leri gerekir. Nitekim Hz. Ömer (r,a.), müte^â-
bih haberlere dâir soru soran herkese böyle ya^
pard. Hzw Bmygamt^ IC.) de, kad-er mee-sine daldklarn gördüü bir topluluu bundanmen etai» kendileriner soru sorduklar zaman,
27
Siz bununla m emHedjldinJZ? Sizden evvelkilBr,
ancak çok çoru sanualr momaiyle^ Jeiâk olmu-^
ta»C^) buyurmutu.*
Bundan dolay begg diyorum ti, kürsü ve vûn:
h&r^râm. ha&a vWBd ve nasihatta bulmanlarm,bu sorulara, tevil ve tafsilata dmMse^ tsm&îp ver-
meleri haramdr. Bizim ve selefin zikrettii ey-lerle yetinmeleri, gerekir. O da takdis, tenzih ve
Aülah' b^z^z^a^^te mûb£ü£^ t^a§l^-
ridîr. Bunlarda, istedffî^si l^ar âtbalaa ede-
bilirler. Hatta öj^le diyebilirler:
Akimza gelen, içinizden geçön ve hafeiöifc-
da ekillenen her eyin yaratcs Allah'tr. O,
hatn^pz^ gelenlerden ve onlara' benzemekten
mteezzeh^. Bu haberlerde, cmlan. ^^Mâ^^ m-man hatrmza gelenlerden hiç biri murad edil-
memitir. Murad edilen, ' aklnza gelen deildir.
Sîz onu anlamaya v© ondan sual etmeye ehil de-
' sDdz. Siz takv& Ue megul olun. Allal^îs^^ ^.emrettiyse onu y«tpm. ö%UBt nehyettikl^ijsâeft
(1) Hadis-i erif Bdiarî, Nlûslhn, NesiM Hsft tiöt^ M«'^ ce'de: *
seklinde rivayel; edilnUör.
28
€m l^^smL Mûteâbih lafzlaa mânûanm m^.laif&eiil için soru sormak ve o konulara dalmakda nehyedildiiniz eylerdendir. Binâenaleyh on-
larla ilgili soru sorznaym. Bu konuda ne zamanbir e^ iitseniz sasm. «inandk, tasdik ettik. Bi-
ze ilimden az bir ey verildi. Bu, bize verilenler
cümlesinden deildir» deyin.
5. MSÂK
tedâk, mûteâbih haber ve hadisler üzerin-
de tasarrufta bulunmaktan el çekmek demek-tir. Bunlann lafzlarm. aynen olduklar gibi b-rakmak, câhil ve âlim h^kes üzerine v&ciptir.
Müteâbih lafzUu: üz^lnde tasarruf alt e-kilde fÂvT i Tes^f UMl, tttsztf^ teM, ve iei-
rfk.
7- A. Terfsîr
Teîs>Ur,t müteâbih laî}2sac, Btjm dilde ken-
dilcSr^âûln yerîm koilanüa^ bir lügate yo-
yu o lafzlann mânâsn farsça. türkçe ve ben-
zel dillerin lügatine jçeyj4:Tnektirt te müteâ-,bih lâfzlar üzerinde bu ejkUde tasarrufta bu-
lunmak câiz âcildir- Oi&r, olduklar 6i-
kilden bakasyla söylenmez. Arapçada baz Ia>
fizlar vardr ki. onlann farsça karlklar Bulun-
maz. Yi^e baz lafzlar vardr ki» farsçada onr
lani karhg okgü kelimeler ^wdr, fakat ran-
farsçada iki aypn mânâda kullamlmazlan
Birinciye nüsâl, «istivâ» lafzdr. Bu lafz ile
ifâde olunan mânây içine alacak ekilde fars-
çada kuUamlan bir lafz yoktur. Çünkü bu lafz.
tedir. Halbuki bunlar iki lafzdr. Birincisi, ken-
dismde meyü ta^Tvir ctoniM^ ejd^ <b^p:;u^tfm hil»eHr "mdr, ikincisi im la^ket v^^lanltasavvur olunabilen eyde sükûn ve sebattan ha-
ber verir. Bu iki lafzn, farsçada yukarda zikre-
dilen mân^ftlan göstemtösi, istivâ* 6 mâ-nâlar axapçada göstern^£Kid0n daha açktr.
Yani, istiva lafznn mânâs, farsçada onun ye-
rine kdlanlan kelimelerin ifâde ettii mânâ ka-
d^ açûi {fiildir. Bu «pMamadan soura, iki Isii-
ialm ölâu. Bu kelimelerin delâlet ettikleri mâ-nâlar farkl pluüca. ikincisi birincisinin yerini
tutZMum olur. Bir las^ her ie ekilde olursa
iilkmû, muhalifi ot^myamk bîr benzeri ile
de|:itirmek câiz olur. Aralarnda en küçük, en
in ince ve en gizli bir farkllk bulunan iki lafz-
dam bîri di^€al jerin^' teallamlmaz.
kinciye misal (parmak) li^zidr.
farsçaya jS£^ Co^C üe ter
30
Ar^ dilide bu lafz. istiâre olarak «nimet» m&rI
nâsmda kullamlr. Bu nedenle ^^^^^ .^^yjj
*Fûiazun fülan katnda bir nimeti vardr* d^lr.
Farsçada bu kelime yerine ^^i" keüme&i
kullanlr. Fakat, nîmet mânâsna gelmem Ar^pdilinin mmim j^t^;^ konusunda o kad^ ge-ni fc^ kalltmiim kt Iraallar'in hakîkimteâda kullandklar lügâtten daha çoktur. Belkinisbet dahi kabul etmez. Bir lafz bir dilde isti-
âre olarak k;Uamn8J£ tabii bate g^ksmm m o^'..
iafzm G^gm* mi9 o mânâda kullanhnas tabiîdeilse, elbette nefis tabiî olana meyledip die-rinden nefret eder ve onu kuUaomk istemez.
Bu nedenle lafzm, ^-^l" lafz üe te
sir edip açklamak tebdil bi'l misil (ayn ile de- -
itirmek olmayp tebdîl bi'l hlâf (muhaiîfi ile'
deitirme) olur. Halbuki tebdîl, aacak misli
üeI
ÜgEöacûye miaâi lafzKtar* Butof^ bir-
kaç ndâMya geldii için. ömi t^sir eden kii enaçk mânâs üe tefsir eder ve farsçaya (çem)(göz) diye çevirir. Halbuki hp. lafz arapçada göz.
su kaya^ fU3^ mAjMimm da gedir. ?a<kat
fmmmdsm C^ml I^Einâa bu mütereklik yok*^
tur. Cenb ve vech kelimeleri de ayn kelimesineyakmdr.
^te bu anlattoladiBa d<da|t. p£^^Ub& a^^
31
fzlan tebdiMen men etme^i ^ varid' ^Ituklanara>ça lafzlan ile kUanmay gerekli v© zorun-lu görüyonz.
Eer: '
«Bu farkllk bütün lafzlarda vardr diye id-
dia ederseniz, bu doru olmaz. Çünkü huhz veHto (ekmek) ^eUmetei ile lahm ve got (et) ke-limeleri mmmSi^ hîç fk% yoktur. Eer bu fa-k*lln baz lafzlarda bulunduu itiraf edilirse,
farkllk olanlarda tebdilden men lâzm ise de,
aym oiaato tebdiyân mm gerekmesa» denilir-
se $5yie cevi^ irrâtrt&
^orus^ l».farkllk bütün lafzlarda yok-tuTr l^eoe bazüarmda vanir. Herhalde arapçayed ve farsça dest (el) lafzlar» birkaç mânâyakullanlma hususunda, istiâre ve dier baz ko-n:aarda eittir. Lâkin konu, «tebdil câiz ^ur ve-
ya olmaz» cihetlerine nakledilince, iki lafz bir-
birinden iyice ayu-mak ve bütün incelikleri ile
aralanndaki farklara vâkf olmak herkes için
Iiçk ye kolay olmaz. Aksint bu çok zc»r bir itir^
L^^stem mym tânâya kullanldklar yerler ile
farkl kullanldklar yerler kolayca ayrt edile-
mez. Biz imdi, iki ayr durumla kar karya-fiz.. Bir ihtiyaç ve »rûret yok ikm^ ihMyftfeaBhMk^m kapa^te M? Yoksa mutlak ola-
rak o kapy açp da hâlkm tehlike çukuruna dü-mesine sebep mi olalm? Bu iM çihetten hangi-si daha ihtiyatU hir dAyrsamt^$^ di^y^ölsüBm WSmm^^ mtm hmmmm^ Â3Mix Teâlâ^ zât
32
vö sfatlan olvtnca, durumuu önemi daha iyi an-
iaüu-. Brace. hu kapmrn mutlak olarak açümA-sm tehlikeli görm-eyen hiçbir akH dindar yok-
tur. Zira, Allah'n sfatlar konusunda tehlike-
ye dümek, tehlikelerin en büyüüdür. Bu ba-
kmdan son derece sakuümak gerekir.
Dinimiz, rahmin beraeti ve neseplerin ka-
nmasndm Bakmmak için, velâyet, v^âset ve
neseple ilgili hükümlerde bir ihtiyat olarak, ken-
disiyle cinsî münasebette bulunulan kadm üze-
rine iddeti vâclp klmtr. Bununla beraber, k-sr olan veya ay hâli (hayz)nden kesilmi o£mkadm ile küçük kz üzerine de iddet vâciptir.
Hatta azil yaplsa dahi iddetin vacip olduunusöyleyenler vardr. Zira, rahimlerde olanlar sar
'
dece Allah Teâlâ bilir. Eer biz bu kapy biraz
daha açar da ksr, hayzdan kesilmi kadn ve
küçük kz hâmile kalmaz, azl halinde de hâmi-
le kalnmaz dersek, dolaysyla bu gibi hallerde
iddet g^eknez gö^^ü savunursak teiüike ge-
misine binmi oluruz. htiyata riâyet ed^:*^k on^
lara iddeti vâcip klmak, tehlikelere dalmaktan
daha kolay ve daha iyidir. Onlarn iddet bekle-
mesi nasa er'I bir lükûmse, böyle arapça bîr
lafzm tebdilîün haram olmas da içtihatla sâbit
olan erl bir hükümdür. Bunu tercih etmek en
iyi yoldur. Gâyet açktr ki^ Allah'n zât ve s-
fe^iafindan haber Y&drkmh Kur'an ve hacüste
bulunan bu lafzlarla Allah ve resûltoûn mu-râdnn ne olduu anlatlrken ihtiyatl davran-
mak, yukazda anlatüanlarc benzer konularda
33
iMM^bU davramnaktan daha önemli ve dahauygundur* '
.
l B. Te'vü
Te'vil. bir lafz, zahirî mânâsn yok ettikten
sonra te^lu etmektir. Te'vü ya avam tarato-
rum fttipâr. veya' avam ile âif arasmda oIuî". ya-
hut ârif ile Rabbi arasmda olur. imdi bunîMaçklayalm.I
-
-.1..: .- * ^
'
1. Avftmn te'vüi
Bu» «v&mm kendi nefsi ile babaar kalarak,
^di bana . yapt te'vüdir ki baramdr. yiyüzemeyen kimsenin derin denizlere dalmasna
benzer. üphesiz, böyle kimselerin derin deniz-
lere dalmajil bara^ur^ Mârifetullah denizi ise
1^ de^lzînd^ â^Sk^ onda bulunan teh^
likeler su deryâsmdaki tehlikelerden daha kor-
kunç ve daha dehetlidir. Zira su deryâsmda bö-
^jOan fâni bayatm. mâdfetullah ummanmdaboulan ise e%e€U toyalanî kayb^ifflf. Bu neden-
le, iki deniz arasmda çok fark vardr.
2. Avâm Üe ârif arasndaki te*vîi
Bu da bir önceki gibi yasaktr. Bu, kendi ken-
.
dim (tai^ dAp yü^tdlen bûr kimsenin^ yüz-
mekten âciz; kalbi ve beâ^i rahatsz olan Mrkimseyi denize götürmesine benzer. Bu da ha-
ramdr. Çünkü bu. yüzmek bümeyen bir kimse-
yi teblikej^e atmaklar. Yüzme bilen kiinin, yüz-
3i
me bilmeyeni sâhile yakn yerde korumaya gûrcü yetso dahi, denizin dalgalan atasnda koru-maya gücü yetmez. Sâhile yaJnn yerde durma-sm emretse dahi, o kimse bu emri yerine geti-recek gücü kendisinde bulamaz. Dalgalar v© kor-kunç deniz hayvanlar üzerine gelirkeh ^Mndumasm iste^, kriM ve bedeni zayf olduun-dan istenilen ekilde duramaz ve itaatte kusureder. -
üphe y^ M. avâm kaimesinin ifâde ettiimânâya edîb. nahivci, muhaddis, müfessir, fa-kih, kelâmc, mâri|et denizinde yüzmeyi öre-nen, ömürlerini bu yolda haârç&jan, dünyâdanve dünya zevklerinden yüzünü çeviren; mal, ma-kam ve âir lezzetlere aldr etmeyen, iJim veamelde Allah için ihiasl olan. itaati emredilenher eyi yapmak ve ranUdaaanlfirdan çekinaaefcsteetiyle hûi^tmlmi yerine getiren ve Al-lah sevgisi yannda dünyay, hatta âhireti ve fi*-
devs-i a'Iây hakir görenlerden baka herkes dâ-hildir, îte bunlar, marifetullah daoMe^ dalankiilerdir. Bma; ramen oümn da hBpsI büyüktehlikelerle kar karyadr. Dürr-ü meknûn ve
.
sn-- mahzuna varncaya kadar, onlarn da on-da dokuzu helâk olur. Ancak biri gâyesine ula-
mûm, kendilerine Allah'tan saad^ cap.etmi olanlardr, kurtulua erenler onlardr.üphe yok ki Allah, kalplerin gizlediklerim veaçkladkiaruu en iyi bilendir.
lafzlarn zââM ^l^lan hilâfmaI avâma açan ârifin misâlidir.
35
'
3. Arif ile. Rabbi arasndaki teVîl
Bu te*v41 de ûç ekilde olur. Meselâ, fe:ifin
içlxe, «istiVâ re fevk laûzlarmdan ketedil^ mâ-nâ udur» diye bir ey doar. Bü kalbe dou ya
kesin, veya üpheli, veya zann- gâllp ile olur.
Kein olwsa ona inanmal, üpheli olursa sakn-,
jn^d:^. Allal Teâlâ'ma ve 3iL^ûW^to muracU-
nn ne oîdu&una dâir zra ile MMm ^PBâ^^a«-
lidir. Zîra onlarn, onun zannettiine benzer bir
baka mânâya gelme ihtimâli avrdr. Bir konu-
da ü^i^ düenip yamas gereken i durak-
lamaktr.
Eer âxiî'm kalbine do&an bilgi, zann^. dar
yanyorsa iki ey düûnühnelidir. Birisi : «A«ft-
ba onun içine doan mânâ Allah hakknda câiz
midir? Voksa imkâns, nuc^r?* kincisi: Arif,
onun AllfiO hakknda cmva^pm .fc^inWld© bilifOT-
sa, acaba ondan murad e^b^ latoâ # lEirf»*
yoksa deil midir? . .
Birinciye misal : ^t^S* Qf ftV*>P^ «Üstle-
'hsÜ^ Munan Rableiiüüden korkarlar» C) âyetin-
cleki ^ lafznm teVîlidir. Acaba bununla
mâaevi bir srükseklik mi murad edildi, yoksa Al-
lah için ia^hal olan. ciimlerd© bulunan mekân
(D Nahl. 16/50 O
yükseldii dnda^ O'mn a^Am^ ve coM^ Ayk ^kâ. bir mârtm mor&d edildi?
Üüpciye misâl : jlJJj J^^^I ^^m^istivâ ettt.(*) âyetittdeki g^l. lafzmn te'-
vîîidir, Allah'n bunmla ara has bir nisbeti mu-rad ettiini kesinlikle bitlikten mmm msm ^vl-toi ¥4fm^. â^m nisbet^ eM#e oltm^ ABah.bütiö âlemler üzerindeki tasarrufunu, semâdanarza bütün ileri tedbir etmeyi ar vastas ile y^-par. Hiçbir sureti, arta ihdas el^âd^âa^mde farratum. Bu^ bir ressam re kâtibin, MçMr sÛirGtve kelimeyi dimamda ekillendirmeden, zeminüzerinde ekillendirmemesine benzer. Mimarlarda, yapacaklar binalarn planlann ^nce dima-Imnd^ çilerler. Ksacaâ, kalb de, kendi âlemi
I
öUm nsan bedeni üzerinde, ilerim zihin ve di-' ma vastas ile düzenler îte Allah da, bütün,âlem üzerindeki tas€WTOfunu ar vastas ile ya*par. JF^kal ba»n, arn bu eMde Allal^a ni^batU eâiz olup olmamâs hususunda tereddütvâki olur. öyle ki:
nsan kalbi, kendi âlemi olan bedeninde, zi-
hia v^ dima vâstas c^madiua ^tsaaruft^ bulu-namyor Acaba Allah« tmm. kâlMne^ tMm. mdima kullanmadan tasarrufta büunma imkâ-m veremez mijrdi? Veya Allah, niçin ar vasta-
(1) ila'd. 13/2
37
syla âlem üzeriod^ t^Msarrufta bulunuyor dabaka ekilde tasarrufta; bulumyor? Allah,
fhnA ii«r 53^^bilmi ve öyle istemitir. Eeristeseydi, zihin ve dimagr vastas olmakszn in-
hana tedbir ve tasarrufta bulunma imkân ve-
riiKL Çünkü bu da Q'jaua kudre^ dâliiidedi]:*
Fakat nsanm smcBk âîma vemtmfiei i^mr-rufta bulunabileceine dâir ezelî irade bulun-duu için, bunun dmda bir eyle tasarrufta bu-lmmas muhal ya imkd^oste^ Mm Jmkil^smUk,hâa, Allah'm ssteaia Mr k^ür câdu|:uj»tet
il. ezelî iradenin aksinin olmas mümkün ol-
mad içindir. tt&. bu mânâ. için, Allah Teâlâ
.
• ^ ^ ' V ii'O
gitirmeyie iasla imkân bulamazsn» (M buyur-mutur. Âdetullah, vâcîlt oldiu^^ âeg^pi^.MdtUlahm vâcib <dmas e^lf h^eâ^ ol^
dugu içindir. Ezeli râde vâcib olduundan onunneticesi de elbette vâcib olur. Bunun zdd mu-haldir. Her ne kadar, zâtndan dolay muhal de-ilse 4e» muh^EÜ, ^yihklir. Yâpî, AUak Teftlâ'-
nm, âdetullahn aksini yapmas 'da kudreti da-hilindedir. Ancak bu. ilm-i ezelînin cehle dönül-mesine sebep olduu için muhaldir. te. bu âye-
ti ln'vll ederken, bu açiklamâlar dorultusundateVîlde bulunmak mümkün olur.-i '
. . - . -
üphesiz, &:!ifi2î-1driM^ iki çeit
Cl) Ahzab. 33/62; Fâtir. 35/^ Feth. 4B/m
38
zanna dayanan bilgi arasnda fark vatU:. Y#ai,kalbe âogaa MM^AlUâ hakknda cââz. olanveya olmayan bir matiâ tamasyla, Allah hak-knda c^iz, fakat ne murad edildii kesin belli
olmayan bir mÂn& tamas aym deildir. Fakatbu iki &3iâm ^ biri ânlden nefiste zuhuredince, ^mnu içimizden atmak elimizde deildir.
Zanda bulmmamak da mümkün olmaz. Zira
zannm bir talam gizli ve zaruri sebepleri var-dr ki, <mton defetmek mümkün deildir. AUah 2
' ^ '~ '
^
'îl 1^ ÜluÎJ^ 'i«Allah, bir kimseye an-
cak gücttMto yeniini teklif ediM> (^) buyurmu-mttur. A^cak, bu duruma düm kimsenin iki
ey yapmad gerekmektedir:
'
Bû^lncisi, o zannelt^ uMüâ^ranarak, uursuz bir ekilde kmâiM tmtMsmmshUdxr. Çünkü, hatâ etmi olma imkân vardr. Bunedenle, zannm gereince, kendi, kendine kesinhüküm vermek câiz olmass.
kincisi, zannettii mânây bakalarna söy-
lediinde, kesin^ ifâdelerle söylememelidir. Me-selâ: «Istivâdan murad udm-, fevk'tm mak-sat budur» diye mutlaJc bir söz sSy^lein^e-lidtr. Zira. o ekilde bir ifadede bulunmak, ke-
sin olarak bilnedii bir ey hakknda zan ile
(X) Bakara,
39
büküm vermek demektir.^Halbuki AUah Teâlâr
obmiM^ eyin a]îxlmca gitme» (M buyurmu-ta. Fakat, <bea böyle ^azmediyorum» demli-dir. Böyle yaparsa, içinden ve gönlünden geçeni
doru olarak haber vermi olur. Ayn zamanda,
AHab'm sfatlar ve o keismdaa muradmn neöldt^ hakkmda hüküm vermemi, ke^i n^sibakkmda hüküm vermi olur.
«Arifin, ^iz^ meydana gelei ssam herke-
se söylemesi, gönlünden geçtii ekilde anlatma-
s ve ayn ekilde gönlünde kati olarak bildii
eyleri söylemesi câiz , olur mu?» diye sorulursa,
§öyle cevap veririz
:
Jycifi% gtolünden geçenleri konu^s^as dört
1. Ya kendisiyle konuur,
2. Ya ba^ret ve irfanda kemüsiyle aynâdreced0 «da^n bir zât ü& kozdur.
3. Ya zekâs v& narifetullah talebi ile me-gul olmas sebebiyle, ba^t ^dl ltesyu istidat-
l olan bir kimse ile konuur,
4. Veya avâm ile konuvr.
m mm 17/3Ö
k
40 ,
Eger ârif, mânây nefsinde kati olarak bili-
yoz!sa^ Icendi^yl veya teiMÜslyle i^Fm derecede
GdaxL birisiyle, veya mârifet laldblnâen b^ka bir
düüncesi olmayan ve bu ie istidatl olan, dün-
yâya, dünyâ zevklerine ve mezheb taassubuna
balfi c^ayan, bildikleri le övünerek onlar ava-
ma aâlatoG^tan zevk almayan kimselere söy-
leyebilir. çinden geçenleri, bu sfatlara sâhip
olan kiilere anlatmasmda bir beis yoktur, lmi,
.
01;üi olmayan aUatinak zulüm olduu gibi, eb-
M.0 mÛAmam^ da zaiûxxulür. Bu nedenle ^vâr
ma anlatmak lâyk olmaz. Buradaki avâm ke^
limesinin mânâsma. yukarda zikredilen sfatlar-
muttasf olmayaa herkes dâhildir. Avâma böy-
le »Eiânftlari; onlatanak. daha önc^ de zikretti£i-
miz gibi süt çocuuna, takât getiremeyecei kuv-
vetli yemekleri yedirmeye^ benzer..
Müteâbih haber ve lafzlarm mânâlarna
dâir Içindle meydana gelen zann. kendi
n€EM^ kon^m^ zaruridir. Çünkü akla &e^en
ve zan, ek veya kesinlik ifâde eden lafzlar ne-
fis mutlaka konuur. Bundan kurtulmann im-
kân yoktur, aslâ önün© geçümez. Fakat, bunla-
r avâma antetmasmn ya^ okluunda üpheyoktur. Bu ekildeki mânâlar avftma anlatma*
mak, kesin mânâlar- anlatmaktan daha evlâdr.
Mârifetteki dereceleri kendisi gibi olan zâtlara
veya mârifete kabiliyetli olanlara bu zanlan an-
latmasma gelince, bunda iki ihtimal vanir. Bun*
lan anlatmanm câiz olduu söylenebilir. Ancak
bu dununda, hiçbir ilâvede bulunmadan, sâde-
41.
ki ifâdBSindâ dogrt «âstm. inikat, buzitl^ ^alrmann yasak olma ihtimali de vardr. Çünkü ko-
xu§]»amay^ n^uktedir olduu bir konudst konu§-
makkL, Allah'n sfc^ito^ o sözden mnradthakknda zan ile tasarrufta bulmmu olur. Hal-
buki, böyle devranmakta tehlike vardr. Bir ko-
nud£^. tasarrufta bulunmann mübahl ya nass
ü^, v3r# icm% ile, v^^ nass üzerine kyasla bi*
Mnir. Pn Monmda îw&! ey vâdd dtea^
mtr. Aksine, böyle konularda tasarrufta bu-
lumnanm y;asaklandma dâir, Allah Teâlâ'nn;
At^âjj4l U^V^ «Hakknda |>ilgl s&lûbi
olnmdgu bir ^yin ardnca gitme» O) âyeti vâ-
rid olmutur.
Eer:
«Oç ey, zem i}@ kenumaysm cemmm €^Ws>''
let eder ; -.
1. Sdkm mûbah3:m gösteren delil. Ar^bunlar anlatmasmda sâdktr. Çünkü zannetti-
inden bakasm haber, vermiror. Kendisi de o
mânây öy;6! zamediyor.
2: Müfessirli^En» Kur'an- Kerim'i tefsir
eteieen mm. vm iMisnn ile ^^rû beyan etmele-
ri. Çünkü, onlarm her söylec^ Hz. Peygamber
(i) Jsra^i^
42 .
Ca«%) 'den iitilmi deildin Aksine, bir ic-
tRathu mteyc^ konmu görülerdir. Bundan do-
laydr ki. bir âyetin tefsirinde birçok kaviller
ve birbirine zt görüler olabilmektedir,
3. TAbiinin, sahabeden Âhâd tarikle gelip
de tevâtür derecesine ulamayan, müteâ.bihatadâir ha-berlerin nakli konusunda icmâ etmesi. Bu
3abih h^difi kitaptennd^ büusiMU^ 4^M3t lEilr^k yine k^EidM gibt û6ü bh* ^'^m zf^
vâyet etmi olduu haberler vardr. Böyle bir
haberin rivayetine tâbiin cevaz vermitir. Hal-
buki, M? &düin kavU ile sâdece mn^ h&sü olur»
deüUz:^» boalaz^ öyle c^ap v^rktst
, 1
Birinciye cevap:
Evet, söylenildii takdirde bir fitne ve zarar
vuku bulmasmdan korkulmayan doruyu söy-
ImeA^ jnâbsybta. I^buki, mûteâbih iJb^im nm-t^lad^ zan ile söz söylm^ s^imrdân hM deSMr.Zira, ariften o zann iiten kimse, onu doru bu-
lur ve inanr. Böylece, Allah Teâlâ'mn sfatlar
lu^Ekmdc^ bUneden büküm vezln^ ^ur. Bu ise
çok büyük bir tehlikedü*. Beer nefsi, a^iliizi mâ-nâlarn mükilliinden kaçar. Bu nedenle, zan
jile de olsa, kendisini rahatlatacak bir mânâ bu-
lunca ^STLsââi?' ve ks^Jikle inanr. Halbuki bu
inand bazan yanl olur. Böylece Allahm s-
fatlan konusunda bâtl bir eye inanm ve O'-
aun kelâmnda murad etmedii eyle hüküm^-ermi olur.
43
Itta^îy^ cevap: .
Bu, mûfessirlerlh Kur'ân âyetlerini zannadayanarak tefsir etmeleri idi. Biz istivâ, fevk vebunlar gibi Allah'n sfatiar üe ügüi olan ko-
nularda,' m<i3$ûrlez:;U3i mn, üe sö2 söylemi ol-
sifiüarm teslim i^eneyiz. Belki bu, fkhî hükûn-lerde, nebilerin ve kâfirlerin hallerini hikâye-de, mev'iza ve mesellerde, büyük hata tehlikesi
oimayaja konularda olabilir.
Üçüncüye cevap:
Baaatetema ü&vap cftarak : «Mûteâbih âyet-ler konusunda, ancak Kur'an'da vârid olan ve-
ya Hz. Peygamber (a.s.)'den kesin ilim ifâde edenbir tevâtürle gelen durus^av^ itimat câi2xiir.
Mûte^al^l^te ilgili âhâd haberlere timat edil-
mez. Te'vile meyleden kimselere göre, âhadn, ha-berini tevil ile itigal edilmez. Rivâyetten ba-kasm kabul eteûsâ^enlere gör^ ûe, böj^e jhaber-
lerin Fivâ3i^l As ^^gal ^üm^i Ç^^^ m, ' zwti^-
la hüküm vermek ve zanna dayanmak demek -
tir» demilerdir. Onlann bu sözleri de, yakan-daki görüe cevap olmaktan uzak 4&i^ûw. Fö-kat selefin yaptgmm z&hirine miâhalîftir. Çün-kü onlar âdil kiilerin yapt bu rivâyetleri ka-bul ettiler ve; onlan s^ahih görerek rivâyette bu-lundular,
Onlarm kidialanna biz iki ekilde cevap ve-rebiliriz:
44
a. Tâbii». ulemâs, özelliU© Aüah'K^ sfat-lan kcmusmâa, âdü bir rAvinin"^l^ûMm *haa edilmesinin câiz olmadn er'î delillerdenbiliyorlard. Meselâ, Hz. Ebûbekir (r.a.) : «Resû-lllah (a.s.} öyle buyurduunu iittim» d^- '
gi z^nan. onun bu liv^etiM reddetmenin. ken-dili tekzip etmek mânâsna geldiini ve onuhadis uydurmaya veya yanlmaya nisbet etmekdemek olduunu biliyorlar ve o rlvâyeU tobirt
'
ediyorlard. Bu rivâyettoi Hz. EMbekir (r.y.EesûMî^' 4â;.8.)*m öyle buyurduunu, Enes(r.a.}«Hz. Peygamber (a.s.)'in böyle buyurduu-nu söyledi» diyerek naklediyorlard. Tebe-i tâ-biiiiL de böyle yapyordu. imdim sahabe-î Mpm-dan bîr âdilin menfilikle ithamna bir yol olma*d er*i delille sâbit olunca, bundan âhadm zan-larn itham etmemek gerekir mânâs çkmaz'-Ayrca âdilini naklinin dser^sinl 2an dm^sl-ne indirmek d# ^ge^kmeas. Bununla berabet. ba-z zan günahtr. mdi, âri' : Adil bir râvi size nehaber vermise onu tasdik edin, kabul edin vönakledin» deyince, bundan : «Nefislerinizin
ledîi zanlar kabul v& ts^^ edin, mlmt açavurarak rivayet edin» demek gerekmez. Zira nâs-sn mânâsnda bu yoktur, ite bunun için b;z de^
riz ki : cAdü cdmayan Wr Mvlaü rivâyet ettii
bu chs f^€M#v lâyk dan tandan yüz çevlzm^kve rivâyet etmemek; bu konularda, mev'iza vebenzeri konularda gösterilmesi gereken ihtiyat:^^
tan d^^ fazla ihtiyat göstermektir,'
b. Sahabe-i Kirto. bu müteâbil haberle-
45
ri, yakînen iittikleri için rivayet etmilerdir. On-lar, yakînen bilmedikleri haberleri kesinlikle ri-
1^1^ etmecUl^^ l%biîn-i kirto d» onlarm buhaberlerini kabul buyurup rlvâyet iBtmilerdir.
Tâbiîn, bu rivâyeti yapa^rken : *Hz. Peygamber(a.s.) oyl^ byurdu» demeyip : «Fülan aababUHz. Peygamber (avsJ'in ^yle buyurdufum iröy-
ledi» demilerdir. Onlar, bu beyanlarnda sâdkidiler. /
Her hadis-i erif, müteâbih laîzm dndanice hüküm ve fâideleri de içine aldgL için, sa-
habe ve tâbiîn böyle hadisleri rivayet etmeyi ih-
lûal etmemlle^iUr. Mü.tia&bih lafzn, hakiki
nâsm, fâide ve hikmetini ârif olan anlayabilir.
6u anlattklarmn ntl^lî, sahabe-i kirâ-
mm Hz. Peygamber (a.s.) 'den u hadisi rivayet
etmeleridir:.
• ••• iJ^^U^^MO.^ JÂ*v^:^**I
«Allah Teâiâ her gece dünyâ semâsna in,er ve
:
«Duâ e4en ^ok mu, duâfiua icabet edeyim. Ba-
llanmasn ixSm^ eten nrn^ onu bag^lifeim-
ym» buyurur». (*) Netice itibâr ile bu hadis, ge-
ce namaz klmaya' tevik için vârid olmutur.
Bu hadU4 eridin, enJ^asU^tli bâdet olan tehec-
cûk iL^azn klmaya sevketaîBkte büyük bir
(1) B^rl. Müslim.
<îe: l^übâedlyo^ diy^ rivâyet edilmeseydi, bu bü-yük fâide yok olurdu. Hftibuki bu fâidenin ih~
znalme asUt yol yoktur.
Hadis-i erifte, sâbiye ve sâbi dunmundaolan avAma müphem gelen (yenzüü) ilxm) laf-
z vardr. lAkin, Allah Teâlâ'y ^âMs M%mtenzih fikrini avâmm kalbine yerletirmek sonderece kolaydr. Basiretli bir kii avâma öylediyerek, buradaki «ini»ten maksadu zâhir iniolmacbm anh^tn*
:
«Eer Allah Teâlâ. nida ve kelâmm bize iit-
tirmek için dünya semâ'sma inseydi, sesini bi^e
iittirhrdi. HaJbüEi O, ar üzerede fk&Oi veya enyüksek semada iken de ayn ekilde bize kelâ--
mm iittirebilir. öyleyse inmesinde ne faydavar? Demek ki bu initen maksat zâhirî bir inidf^» Bu.lacteaxak l^^fiGldeb üm mi^f bundansdtt^ iniin llms^tedbnedigini, böyle IMr teMcMbâtl oldumu anlar.
Bunun 'misâli, arkta bulunan bir $ahsm.garpta bulunan birisine «esini iittirnek için gar-
ba dorut blrl^ adm atantk seslenmi bala-maldr. O, öyle yapmakla sesini iittiremeyecfe-
ini bilir. Bu nedenle garba doru birkaç admatmas abes ve fâidesizdir. Delilerin ii gibi bir
itir. Hal böyle iken, ârif ve akU bir kiinin alrIn^ nasl böyle Mr düünce gelebilir? Akll bir
kii bunu nasl kabul- edebilir? 1' *
Bu kadaz: bir ^i^MBamâm saara arim^
bir nüzûlû nefye«ekte yatök tosü eâîiK^î^ k«r
dar zorlanr. Nasl zorl-anmasm. Zira Allah Te-
âlâ'da ci^miyeti mufea) olduu gibi, cisim ol-
mayanlarn bir yerden dierind intikalleri demuhaldir. Bunlar bilinen eylerdir. Aynca, in-
tikal vaki olmadan nüzulün gerçeklemeyecei
de malûmdur. Yani, Allah için cismiyyet muhal.
<mM «teayam ^m&^ h&jsB, fme »tikaîi
muhal, intikali de n&^l muhaldik ^l^i^ üeAllak'm. zâhiri mânâda nüzulü muhaldir.
Bu haberlerin nakil ve rivâyetlerinde fayda
büyük ve zarar gayet az olunca, birçok fayday
iJbLtiva eden böyle haberleri naki nerde, kalplere
ve nefislere anâzin*geliver^ zanlan bakasnaanlatmak nerdel.. Bunlar nasl bir tutulur?!..
Arif, kendisine soru soranm ve dinleyenle-
rin durumuna bakarak cevap vermelidir. Eer,
zanna day^an te'viliU ^^l^rc^ttigl zaman, soru
somnn yanuna olacam a^tüam aç^ar; m-rar göreceini anlarsa terkeder. Hangisinin fay-
dal veya zararh olacan anlayamazsa, zann-
gâlibi ile hareket eder. Nice insan vardr ki, için-
â& mûte^âbihlerin mânâsn anUan^ dMr bir
heves olmaz. Mûteâbih âyetlerin zâhiri mânâ-larnda bir mükillik olduunu akimdan geçir-
mez JSöyMerüie^ tevili beyan etmek, ateHannmkc^masna sebe^ olur. Nicelleri 4e vardr, buâyetlerin zâhirlerindeki mükillik kendilerine o
kadar tesir eder ki, neredeyse Hz. Peygamber
48
SisJ 'eJ^r k^tü bir inanç besleyecek ve O'nunbu çeit sözlerini inkâra varacak duruma iir-ler. Böylelerine bu lafzlarn zanna ve iltimale
dayal te'vîüeri söylenirse faydal olabilir. Bunedenle onlara bunu alatmakta bir beis yok-tur. Çünkü bu, l»kalanna derd olsa da^ onla-
rn derdine deva olur. Lâkin bunu kürsüden hal-
ka anlatmak doru olmaz. Zîra bu, birçok din-
leyicinin ilgilenmedii sebep ve belâlar tahrik
eder. ÇC^tl ballan çci;u mût^bih âyeUe^ budurumundan habersizdir, onlarn mükilliinidüünmezler. Selef asr, kalplerin sükûn buldu-
u bir asr olduu halde, onlar zihinieri kar-trmaktan kcn'ktuklan için te'vilden son derece
sakmr. uzak dururlard. Eer o zaanan Mr kim-
se selefe mhalefet ederek müteâbihlerin te'vîl
kapsn açsayd, o vakit böyle bir eye ihtiyaç
dinuMib^ için fitnieyi uyandum. kalplere #k ve
üphe vermi ve böylece günaha sebep öitnuolurdu. Ama imdi bu fitne baz bölgelere ya-
yld/. Bu nedenle, bâtl vehimleri kalplerden te-
mizleme ümâdiyleg ârifia?^ mûteâbila. lafs^rn te-
vlMe âkk MSbn^, dti#Em bilimleri izhar etmesi
konusunda mazur olaca ve daha az knana-ca açktr.
Eer : «Bütün bu âçâdamaiaru^a zanna da-
yanan ve kesin olan te'vîli birbirinden ayrmoldunuz. Fakat, te'vîlin sahih olduuna dâir ke-
sinlik nasl haal olur?- depilirse öyle cevap ve-
ririz :
49
îki ekilde olur
:
a. l^vîl edUen mânton. Allah Teââ için
sübutuDua kesin olmas ile. Bütbe üstünlüü gi-
bi...
..
b. Te'vü edilen lafzn iki ayn mânâyatgttai-^. fakat birinin AUak JaJldamla $übû-temn ciâl olnuunas nedesiy^ d^erînin (^izcâdjgrtmun ortaya çkmas ile. Bunun, misâli,
-^Uâj^j*M i* i «O. kullaruun üstünde ^Hpt^rt âyetidir. Bu^^^rettiW ^ lafz, lü-
gatte ancak mekân ve rütbe yükseklii inânâ-
Itün. için y|^' «dilti^> Allah'n zoskAndap mü-mmf^ tiÛEi^ bilindii için, O'nun hakkndakân yükseklii bâtl olur. Geriye rütje yük-
aeklil . kahr. Nitekim. ^ «.Efen^
di köleden üstündür», î^l^^g^pf *2evc.
^vceden üstündür». ^ jjjjî'^^^^^^
'I
vezirden üstündür* denir. Allah da. bu mânâyagöre kullarnn fevkindedir. te (fevka) lafz-
nn t0vilind3 bu inânâ kesin gibidir. Zira bu lafz,
amp dpâsde ^ece bu mânâda kullamlr. Fa-
a) En'âu^ 1^18
50
kat :CJ^I ^ji^kelâmlarnda g&çen ^[ Jötoun, arap dlliû.
deki ablam, (fevka) laftamn iki mânâya olaninhisan deildir.
Bir de, eer bir lafz üç ayn mânâya geliyorve bu mânâlardan ikisi AJi^ bidonda ^îiss. ^-geri t^tü olûyar^, AlBh mm ^te & iki mâ-nayi düürmek ancak zan ve ihtimal ileolur.
îte. te'vllden men 'e dâir fikirler bundan iba-rettir.
; C. Tösrtf
Müteâbih lafzlar tasrif etmemek gerekir.
Meselâ, *-r^' jp' tetftt
ötti-O âSMlMe geçen (istilâ etti)
lafzm. ^ (istilâ ed^n), istilâ
eder) eklinde kalplara sokmak doru ol-maz. Zira lafzm d-^i^esi ile, mânânn der
-iy X-.-.-
*1> ' f/% Yunus. 10/3; Ra'd, 13/2; Furkan. 25/m ^e, m4; Hadîd. 57/4." 1 - »
51
imesi de c&iz olur. ÇiLokû
(Ar' stilâ eden) lafznn istikrara delâleti,
lah, gökl^ gördüünüz ekilde, direksiz olarakyükseltti, sonra Ar* istUâ etti-(^) â-yetindekî
(^^jd^ü^M, lafzam istikrara devletin-
den daha açktr. Belki ^^^^^l J^xl^'~^ lafznn
«Yerd© ne var^ hepsini sizin çin yaratt. Sonra
M li^kt^ «tefe is^M !»^, iâd ^bire yönelik bir Istivâdr. Kalplar deitikçe, ia-ret ve ihtimaller de deiir. Bu nedenle, bir keli-
me #l#â0 ^^ms^t^ kaçuuncüt g^e^p^sa. koteeyi çeitli kalplam w^ksmMs^ #âayn ekilde çekinmek gerekir. Zira tasrif keli-
mesinin ifade ettii mânânm içinde ziyâde venoksanlUc mânâs vardr.
(1) Ra'd, 13/2(2> Bakara, 2/29
62
t, D. TeM*_ •
TefrîVde câiz deildir. Meselâ. Allah hakki-da (yed) (el) kelimesi vârid olduu için. ei'in le-,
vâzunatndandr diye, Allah için. kol, bilek, avuç
isbat etmek çâiz deildir, (parmak)
la£s varid oldu d^e (parm^ tcu, pa^
mak bouam) sha^ ^yz G^mm. Mitekim,A&âi l^teörta vârid dan bu fcelimelerdea do-lay, O'nun hakknda et, damar ve sinir isbâtda câiz olmaz. Her ne kadar, mehûr c^n «el»
lafz buzü^daa nyn düûaûlme^ 4b durum böy-ledir.
.Bu eküdeki bir ilâveden daha kötüsü gör-
me lafz virid olunca «göz», gülme lafz v^dis^mm «^f^ "TO iitme lafz vârid olunca «ku-lak» isbatdr. Bütün bu ilâveler muhaldir. Bun-lara Müebbihe taifesinden baz ahmaklar cesâ-
ret edr. Onun için bunlan da zikrettik.
f E. Cem'
Dalpk o£UQ :^üteâbih lafzlan bir arayatoplmamak gerekir.
Ûzeljükle bu nevi haberleri bir araya topla-^
mak hususunda bir Mtap yazmak isteyen feruzuv için bir bap ayrarak : «Bu re'sin îsbat bâ-
b, bu ayn*m isbat bâb, bu el'in isbat bab v.s."
diyen ve yazaca bu kitaba «Kitâbû's-sfat» di-
53
ye isim vermek isteyen kimseyi Allal muvaffakotoesîp. Çûnkii myJ;^bih laüzLar çeitli ^mtn-arda, birbirlerinin arasnda bir irtibat bulun-
madan, dinleyenlerin sahih mânâlar anlayabil-
mesi için çeitli nedenlere binâen Rasûluilah
(aJsJ 'tan sâdr olmutur. Bu lafzlar, insam ya^
raM^ t^r^ üzerine toplu olarak ^kredüseydi,hepsinin bir anda iitilmesi zâhirî mânâlarntekit etme ve tebihi akla getirme konusunda bü-
yük bir kanne oLur ve «Bi^^UuU^ (a.sJ niçin
böyle hilâf- hakki' d^lûndûrecek sâsder söyledi»
diye nefiste büyük tereddütlerin husûHîne sebep
olurdu. Hatta, sebepsiz söylenen bir tek kelime
day.,bQX^ bir ihtimâli akla ^etirir. Bir cinsten
Ifisl^r I^Cbk^i, ddrdânçû, bet^Kîi... kelimâler ard-
arda gelip birleince, hepsine birden izâfetle mü-killik de kat«4cat artar. Bunun için, birçok haber-
c^iün söy^dii sözdeki zan derecesi il% bir tek
habercinin sözündeki ziul derecesi aym ohmz.Ayn ekilde, tevâtür d€?recesine çkan bir haber
le hâsl olan kesin ilim, âhâd haberlerle hâsl ol-
maz* Biüüa baüar, toplanp bir araya gelmenin
neticâsMîr. Çünkü apt ayn nakledil^ h&n âdi-
lin sözünde bh- ihtimal akla gelir, Aatta nakfe^-
ien sözler bir araya getirilince ihtimal ya kalkar
veya zayflar. Bundan dolaîrv damk müteâbihlafzlar bir omyB, toplam.^ cAlz deildir.
F. Tefrik
Damk eldldb.zilu^dil^ mâf^bib lafzla
^ araya toplanmad gibi, ^lu ol^Ejlar da da-
54
^lUoâz. Çüakü, bir Icelûneden önce re^a sozmi
geleil her kelimenin, o kelimenin mân&âmn an^
lalmasmda tesiri vardr. Ayrca, o kelimeler se-
bebi ile, kelimenin mânâsmdaki zayf ihtimâli
ömkarak tovveldÛaiîaJI tercih . etmek mümkünoltm.Eer kel^^^ birbirleriz^m ayn hale ge*
tirilirlerse, mânâya delâletleri sâkt olur. Bunun
misâli: ««îUi^^UJlJ^ j külarum vistü^
de galiptir» (^) âyetidir. Bir kimsenin (el-kâhru)
ve (ibâdihî) kelimelerini kaldrarak: (hüve fev-
ka) «O, üsttedir» demesi câiz olmaz. Çünkü, âyet
tam olaak zikredilince Cfev^a) kelimesinin, ga^
lip olanm malûp olana kar üstünlüüne delâ-
leti zâhir olur. Bu da rütbe üstünlüüdür. Bu mâ-n&y i^-kâhru) kelimesidir. Ayu eMbie
:
0/^ jyT^UJ yi^" *0» bakîdarmm üstünde gst-
llptir» dteaz. ^ demek
rekh*^ Oünkü Allah'm vasf olan (kâhiru) kelime-
sinden sonra kulluun zikri; bu ûsti^lüün ^en^dilik konusunda olma ihtimalini kuvvetlendirir.
2^ jumSI 41» -Efendi, köleden üstün-
En*am. 6/18
56
dür» demek güzel olur da; efendilik, kölelik, üs*tûnlûk, saltançtf kocalk ve^ babalk ko-nulam^ atkiM olma gibi. iki kiinin â^rasnda-ki farkllk ve üstünlük cihetleri açklanmadan :
^i^'^. j:^ .Zeyd. Amr'n fevkindedi^ ^mek güzel olmaz. Bunlar, brakn avânu, âlim^lerin dahi gafil olduu baz incelikl^îr.
Bütün bu -anlattklarmzdan spiî^, pM^â-bih kfzlar ü^rinde tefA, teNÖ, MMt vedier deiiklikleri yapmak suretiyle tasarruftabulunmaya avam nasl cüret edebilir. Selef, böy-le» lafzlar vârid oldukter |9küd# dondurup b-mikm^k^ son derece mttMlâa dtel^âidt Hakve doru olan onlarn söz ve görüleridir. En çokihtiyat gösterilecek konular, Allah'n zât- ve s-fatlarma dâir konulardr. DiU tutup susturmayam lâyk olan konular, kendisinde tehlike olankonulardr. Küfürden büjrûk hangi tehlike var-
dr?..
6. KEFF
Bandan maksat, mûteâbih konularda dü-ünmekten bâtmm men etmektir. Bu konular-
da soru sormaktan dilini tutmak ve tasarrufta
Mlumsmak vâ<sLp okluu gibi bu da vftci^tir.
Bu. avâma düen vazifelerin en ar ve en id-detlisidir.^ Zira yüzmekten âciz, müzmin hastaolan bir kimsenin. tafymU ve huyu» onu ûerüm
m .
ddp inci ya cevhidrl^:izi çkarm^a seyketse
dahi, denizin derinliklerine dalmamas gerekti-
i gibi avâmm da bu konulan düünmemesi ge-
rekir. Böyle kimseler, âcizlikierini bilerek deniz-
de bulunm eeirherlerjj nefisüine aldanmama-ldir. CMlâzu lâyk olaâa bir ftcizliklerine 1:^ dedenizde bulunan tehlikelerin çokluuna bakmakve denizdeki nefîs e:^iere nail olamazlars"^, bu-
nun sâdece mal ye yaantüannda ziyâdelik ve
^Ü^p^a ^Mfr edilememek demek oMugmu, hal-
buki kendilerinin böyle bir ziyadelie ihtiyaçla-
r bulmmadm, fakat denizde boulur veya
tiis^l«ra yem olurlarsa asl hayatlarm kaybe-
dec^kîffltini düünmeleridir.
«Avâm, müteâbihat düûnm^tea kalbini
ç^vlremezse ne yapmal?» diye» aorursan öyle
cevap veririm :,
Bmum -fcM, mMsbA. Allah^ ibâdet» nanle^,
Kur'an kraati ve ziîM© megul etmektir. Bu-
nunla kalbindeki düünceleri yok etmeye muk-
tedir damazsa mûteâbihat cinsinden olmayan
Kgat, nafa^, hat, tib ve llkh gibi Mr baka ilim-
le nefsini megul etmeli, bunlarla da o düünce-
lerin önüne geçmesi mümkün olmazsa, velev zi-
raat veya dokumaclk olsm bir sanat ile ura-mial, bum ragnen o düünceler yine de kalbin-
den gitmezse oyun ve elence ile megul olma-
ldr. Bütün bunlar, onun büyük tehlike ve za-
rar^la dolu olan d^rin marifet deizine dalma-
57
su^Hi daha hayrMr, ayâm bedeiü ma-siyetlerle megul olsa dabl bu, çovi a&amctn ömmböyle konulara dalmasndan kendisi için dahaiyi olur. Çünkü bedeni mâsiyetlerin sonu fâsk-
Uk, bu kcmulara dalmann âkbeü ise irktir. Hal-
buki:
«Ajttalu kediie es kosuliDiiiBUBa iffljhftl-<iwia«g^- On-â«i» Kakaisn. âlkdil kimse için baklar wmafiret buyurur».
Eer:
*Ar&mm nefsi, delilsiz olarak âfni tikatla-
ra snmazsa, ona delil hatrlatmak câiz olur mu?Ona delil hatrlatmamn câiz olduunu söytersen,
tefekkür JEcmuemiGk mtmm ruhsai veraü olur*
sim. Onun tifekkürâi üe bakalannm tefekkürüarasnda ne fark vardr? Eer, «böyle ey olmaz»diye onu men etmeye kalkarsan, delilsiz imankemâle ermedi|;i baMe^ mol men edersin?» der-sen öyle cevap vmirizo.:
Ben onun «marifetullab», »vahdaniyet», «Hz.
Peygamber C&s.) 'in skUo^ fkylOaat güoûaünyukuu»na dâir deliU^ori dialraaüBsini iBâiz görü-rüm. Lâkin bunun da iki art vardr.
Birinci art : Sadece KurVm'daki d^er 8<^-l^pDdeli, bunlara bir ey ilâve edilmemelidir.
(1) Nisa, 4/«
58
kinci art: B^ülleiû zâhirl mûuücaLjSim. yapmal, konu üzerce derinlemesine düünce^
lere dalmadan basit bir tefekkür yürütmelidir.
Avama delilleri söylenebileçek dört konununKur*an- Kerim'deki delilleri unlardr
:
a. Mârifetullaha dâir deliller :
t
«I^ ki I gdkten ve yerden kim nzk.veriyoir?
O knlakjlam vi» gözlen Mm mUik lHltaiqrovf
Ölüden dirjyi, dînden de ölüyü kim çkartyor?
Bütün ileri kim idâr^ ediyor? Heuen diyecekler
ki, ALMu De ki « O hakle AU^Ot'tamknmaz nu-
(1) Yunm, 10/31
«(öldükten sonra dirilmeyi inkâr edeû O kâfir-
ler,) üstlerindeki semâ^ra tofttanadlay u ki, biz
onu bînâ etmiiz ve (yldzlarla) donatmz dahiçbir gedi^ yok? Arz da bir döek yapmz ve
^oraya sabit dalar yerletirmiiz; oraida manza-
m^ S^msl her çeit bîtkîiden çîfler bitirmiiz» Bü-
tünH^&» hâMtis,m MSâkmgt.Mmu hmr^l IçIr
(Allah'n kudretim görüp anlamaya) bir ihtar
ve bir ibret c^rsi oiâun diye yaptk. Gökten de be-
li^te^M Imç '^B^smt indirJte ^»mla babçeler ve
biçile^% MMa^cti^^ Bir 1^ taturcük-
lan birbiri üzerine dizilmi (göe don) uzayan
hurma a^açlan.. Bunlar kullara nzk içindir. Oyamurla da (bitkilezi kprum^) ölü bir mem-leketo Imyat vmrmAlOeyîm i&iûûk^ sonra
dirilip kabirlerden) çk da böyledir». CM
*Bh" de hsan (yedii) yemeine bak3m$ CChu m-zk olarak kendisine nasl verdik?) : Gerçekten
biz, yamun bol bol yadrchk. Sonra (nebat bit-
sin diye) tpsmi bir yan yAtânk, Böylece bitir-
dik onda dâneler, üzümler, yon^lar, zeytbOcI^,
hurmalklar, aaçlan göe d|Oru yükselmi bah-
fl) Kâf. 50/6-l
60
çeler, meyveler ve nice çayrlar,. (Bütün bunlar)
tB davariaruuzm nuenfaati için yarattk.»
^ . .^jcj ; . »-c;^j^^i^ ?j
. ût^j0\ üX«:/ . LÛ Lif l . p4 ûkr
«BZ, yapmadk nu ara hbc '<&s^ dalaç^ lt'^
fiNT karakf SMboA de Ceork^-âii) çiH €^ yttratt-
tk. Uykunuzu ise bir dinlenme yaptk. Geceyi Wrörtü yaptk. Gündüzü ise geçim vakti kldk. Üs-
tûnûa», yedi satan IMna ettik. çimine parlpaatû çtldayan llr kanda (güne) astk. RüsGg^tarm sktrp yomlatmi bulutlardan aniani bir su indinlik; onunla çkaralm diye, dâ-
neler, otlar, fiiarma dola ba|^, bahçeler...»
D
Bunlara benzer âyetlerin says 500*e yakn-dr. Biz bu âyetloa^ Cevâhü'l-Kur'ân adl eseri-
mizde topladk. ABah^ ceiâl ve azametini bun-larla halka tantmak uygun olur. (*)
Kelamclann: «A'râz h&distir. Cevherler de
hâdis olan a'râzdan hâli deildir, öyleyse cev-
herler de hâdistir. Sonra her hâdisin bir muhdi-
H) Abese, 80/24-32
(2) Nebe, 78/6/16(*) Bu eeerl yaynevimiz nesretmltir.
61
se ihtiyac vardr..» sözleriyle Allah' avama ta-
ntmak uj^gjun olmaz. Eer bu taksimât ve mu-
kaddimeler ^kredili]: t» buzlarm kelâmî «delil-
lerle isbatna giriilirse, bunlar avâmm ekhmkartrr. Halbuki Kur'an'da bulunan ve avâmm \
anlayabilecei z4hirî. deliller onlan ikna eder.
K^^rin^ 9ûkûnet verir» ksâp ve nefis bahçele-;
rine salam inanç tohumlan eker.
b. Uah^m vahdtoiyyetine dair, delillerden
baa^darî:
«E©r yer ile gökte Allah'tan baka ilahlar olsay-
d, bunlarn ikisi de muhakkak fesiada ura-, yok
olurdu.» (') Çünkü, iki yöneticinin bir araya gel-
mesi yönetünin boulmasma ^^s^^ <iiipr.
«Ey Rasûlüm, (mürikler hakinnda) de ki: AI-
lahla beraber, dedikîeri gibi ilahlar olsayd, o
taktditde bu dlahlar Ar'm sahibine (Allah*a üs-
tün telmek mthaklteak ki bir yol arajiard
(O'nunla çarprlard) ».(*)
<23 tsrft; t
62
«Allal« liç «r^ât ^lâbö^ ber^bei-inde bir
ilah da yoktur. Eer müriklerin dedii gibi, Al-
lahla bera^^er bir tajtom ilahlar o&yd, o takdir-
im h^r lUb kezüdi ywii;tiaiju götürür, 1^ bala-imm MtoM ^liy^amia ayrdM^ap 'ba gdisteir
VQ bir ksm dierlerine üstün gelirdi. (Bu çeki-m4. ve savalar olmadna göre Allah'm ei veorta .-Stoktu:)».O
c. Hz. Peygamber (a.s.)in sdkna dâir de-
liller: •
"
I J
Bi^üm, de ki: Ymnin cdsun, eer insanlarve cinler bu Kur'an'n benzerini getirmek üzere
1^ap]an^alar, birbirlerine yardmc da olsalar, yi-
ne onm benzerki getixmtB7îlear»A^}
«tOnm gU>i bir sûre yapm, getirin». (°)
(1) Müminûn. 23/91(2) îsrâ. 17/88(3) Yunxs» 10/36
t
..Oluu gibi uiydurma on sûâne g«tirlh»;0)
mlar ve benzeri âsTette-, Hz. Peygamber
tâ.s.)Î2i pey^amlmilk iddiasncU^ dogrululpanm
delilleridir. -1
i- -
d. JU?^ gûaûnûm vii^y^ ile £^ deüUar */
«DeUU.M Bul Jieaikli»4 1^ ^dltir, onlar çürü-
yûp demiken. (E7 Ea^ûlter) ele ki t Qnl«n ükdefa yaratan diriltir».
H
^. • ^^^^^^^^
«Sanr im üssUn. ta lo$ ta«Baafiaîk? D<H(1llra
meniden bir nutfe de:ü iniydi? Sonra menMübir kan phts olmu da. Allah onu yaratt^ der-
ken (insan) biçintbue koydu. Nihâ.y0t o maniden .
erkel ve dii iki e yaratt. Bunlan y;ar»taa. 51ü-
(1) Hûd, 11/13
C2) YâSn. 36/78-79
64
M dMLtmie^ kâdlr deü mi? (üphesiz ki bu-mda kadirdir) ».O
- '1 I
' '1
' ' '
«Ey insanlar! Eer öldükten sonra dirilme iindeüphede iseniz (ilk yaratlnz düüaûnl, mu-hakkak ki biz, sizi (Âdem'den, Âdemi de) top-^an yBrattks sonra bir nutfeden (meniden)
,
sonra phtlam bir kandan, sonra yaratl bel-
li belirsiz bîr et parçasmdan k^ sm. Jm^t ve^timizi beyan e#^ü^ Hem Mzl dlIedlilmtEMr VaMe kadar ^^blmlerde durduruyoruz
da, sizi bir bebek olarak çkanyoruz. Sonra sîzi,
kemal ve kuvvet çama erimeniz için brakrz.Budunla bevab«rr» iM»^agden kimi piûrûlüyor, ki-
mi de önceki ilgisinden sonra, hiçbir ey bilme-mek üzere, kuvvetten düürülüp kocalma hâlineçevriliyor»
Bir de ftrz görürsün, ölmü (kurumu); fa-
(1) Kyâme, 75/36-40
65
kut biz onun üzerine suyu indirdiimiz zaman,
MVttkfite geçer, kabanr ve her gOael çiftten ne-
baâar lttisrir. te bunlar (insann muhtelif ta-
vrla yaratl ve ölü arzn ihyâ edilii) isbat
eidlyjor ki, hakikaten Allah vardr. O, ölüleri di-
lüt^for ye gerçekten o hereye kâdirdir>.(')
' ' '
Kur'an- Kerim'de bunlara benzer birçok
âyet vardr. Kur'an*daki bu delillere baz ilave-
lerde buluzpaak don olmaz.
Eert
«Kelamclar, bu konularda gösterdikleri de-
lillere itimat etmiler ve onlann delâlet yönle-
rini «^klinlardr. BunUûm avârna azUatlma-
s yasaklanyor da niçin Rttî^ttn*ddö©r y^ak-
lanmyor? Gerek onlann delilleri, gerekse Kur"-
an'daki deliller akl ve t^ekkürte idrak edilebi-
jUr. Avtou^ tefekkt^ kapm a^ç^liTsa muttek ola-
rak açlsn veya bu kap ona tamiffîe^ k^^an-
sui ve delilsiz taklid ile mükellef olsun», denirse
öyte cevap veririz:
Deliller, «avâmm gücünün yetmeyecei e-
kilde trfekkür ve- tetkike muhtaç olanlar» ve
«f^k, bak^ bakmaz büt& ha^sdil^m kola^yGa
anlayabilecei, kendisinde bir tehfke biöEUîimâ-
yan ve tetkike muhtaç olmayan» deliller diye
iki tosmsa ajrnhr. Birinci gruptaki deliller, avâ-
mm aalanut fcâjfisitösi d^da kadrlar.
(t) Hacc. 22/5-6
66
Fakat Kur'oa'daM deliller gcLa^ lebidir. On-dan süt çocuu da faydalikmr» gûcû Itvmmti ya^
rinde olanlar da faydalanr. Kelamclann delil-
leri ise» kuvvetli kiilerin bazan faydaland, ba-
zm mmt gî^dûjpa yimeklere benzer. Çocuklar
asla onlardan istifade edmess. Bonda^ dolay
biz deriz ki
:
Kaan'daki deliller de, avâm tarafndan de-
nulan derin derin düünmeye nefsini zorlama-
maldr.* unlar, hiçbir izaha muhtaç olmayacak
derecede açktr:
Yoktan var edebilen, tekrar yaratmaya da-
ha çok kâdirdir. Nitekim AUah:
; > ^.
'.
«Möhlûkat ilkin yaratp s<mra (kyamette) «ma
diriltecek olan O'dur. Ki bu. (öldükten sonra di-
riltme, ilk yarattan) O'na daha kolaydu:».(')
Bir evde iki reisin bulunmasyla ^rada ni-
zam ve intizamdan eser kalmaynca, bu bütün
âlemde nasü olur? ^
Bîr $031^ yamtm, onû elbette bilin Bmm
(1) Rûm. 30/28
67
için ABah r ^ l^'J^^ * (Bütün varlMa-,
.• . î ^.'^
'' '
.
r} yaratan bilmez ml?» (\) b^trmatur.
Bu deliller, avâm için, Allah'n kendisiyle
her eye hayat verdii suya benzer. Kelamçla^
1^ ^Etair^ pfcardklan deliller ise bunun ârka^emûm k^r. OBtem ctöiltorî yatrma, 0mma, bir mükilin îzahm isteme, sonra onlan çöz
meye çalma gibi durumlar ihtivâ eder. Bun-lar bid'attir. Bunlair;^ bizçok immia zssmn ol-
duu açktm Bu Mbeple, lâyk c^am te>-
runmaktr. Kelamcüann delilleri ile halkn za-
rar gördüünün delili, tecrübe ile sabit olan ve^
bizzat möâhede «dilea ballardir. Onlann bu i*Mre baladklar V9 k^lasû aonatiMi yaydiMaxgünden bu yana zuhur eden fitneler bunun açkdeiiilerindendir. Halbuki ilk asrda yani sahabe
devrinde bu gibi eyler FOkt\x* Oalan®. m&taUa-mm^ m'^âm f^^^h tÂwmA^îmi Affl€rldanbiri de, Hz. Peygamber (a.s.)'in ve bütün ashab-
kiramn, delillerin taksim ve tetkikinde, daha
sonra kelamch^z ginsJt oMuklar yola girme-
mi dteateîdm Hiç üphesiz bu, onlann âc^-
liklerind^ ileri gelen bir ey deildi. Eer bu-
nun faydal olacan bilselerdi, o konuda geni
açklmalarda buUum* m tmcâm meselelerine
daldklar gibi, bu konââa Mib rfffi^ yazmayagiriirlerdi. •
Ü) Mülk, 67/14
Eer
;
f
«Onlarn bu meselelere girimemeleri ancakihtiyaç azhmdan idi. Bid*atlar onlardan sonra
2uh.ur ettll^i için, im sahada çalma yapmak, da-
ha sonraki Âlimler için büyük bir ihtiyaç oldu.
Bir de kelâm ilmi. bid'at hastalm ted&viye ya-
rayan bir ilme benzer. Sahabe devrinde bid'at
ho^tah az oklu|^ için, poiann, bu gibi tedavi
matlarna îtinâlan da o züsbette bz c^m^^denirse, buna iki ekilde cevap verebiIidbKi:
Mîüi^ cdyap
:
Sahabe-i kirâm, imcûM mes^^^rinde, yalloz
vukû bulan olaylann hükümlerini beyan etmek-
le yetinmediler. Aksine, ferâiz meselelerini vaz
V© tesis ettiler ve yultû bulmam fakat zaman-
la vukû büacak oian olaylann hükmünü açk-ladlar. Olaylann vukûundan evvel ferftiz ihni-
ni tasnif ve tertip ettiler. Çünkü, bu meselelere
dalmann ve bir olaym, vukuundan evvel hük-
münü açklamanîn l»r zarar olmadm biliye»*-
lard.
Bid'at y^ etmek ve onu n^islerden aimaik,
itinâ edilmesi gereken çok önemli bir konu oldu-
u halde, sahabe-i kirâm bunu bir sanat ittihaz
edinmediler. onlar, bu konulara dalndwfmm hasl olacak olan zararn, faydadan da-
ha çok olduunu bilmemi olsalard öyle yap-
mazlard. Bunu bildikleri için o yola girmekten
^kya^ljp^ ye ona dalmann, haram olduunu an-
ladlar.•
- . . 69
kiaci cevap:
Ashab- kiram, Hz.. Peygamber (a^.) 'in nü-
büvvetinin i8b4U Umusunda Yahudiler re .lbis*
tiyanlar ile, ulûhiyyetin: isbât kmm^a mi-perestlerle ve öldükten sonra dirilme konusun-
da kâfirlerle delil münâkaalar yapmaya muh-taç idiler. Fakat, akidel^^izUh esâsüu tekU ed^)m }mmâ$aûM^ Kur'an deim^icdto baka d^eba vurmadlar. Bunlarla iknâ edilenler îsiâma
kabul,edilir, iknâ olmayanlarla savalrd. ön-
GGi Kur'anl'cîaUl bu delilleri açkiariar, scaa^ ge-
rek düsrulursa ii kbç Ve mzraa havâle eder-
lerdi. Akl kyaslar vaz etmek, bir takm mücâ-dele metotlar tertip etmek v© bakalannm me-
totlanu zayf 4ûûrmek gibi mücâde^le yoluna
g^e^efdi Bûtûa bunlarn bir fiüe Q»jâa ve
akü kartumanm menbâr ol<iuunu çok iyi bil-
dikleri için böyle yaparlard. Kü?ân delillerinin
11034 edemedii kimseyi ancak klç ve mzrakiknâ ederdi. Zira; Alk^'m h^âamâm mm-O^ 3m-ka beyâna ihtiyaç yoktu. Ancak biz, hastalk art-
tkça tedâviye olan ihtiyacm da artacam in-
kto eûaaiyor, kabul ediyoruz. Çünkü asr- saadet-
ten bü y&na uzun zaman geçmi dUnasmm, mü-kiUerin artmasmda. bir tesirî vardr.
Anc&k, tedftvi için ûâ ycâ, van^.
Birinci, yol:
'
Beyân ve burhan yoludur. Bu yol ile bir sa-
lah ve necât hasl olursa, iki de vehâmet ve fe-
1 , h
70
mi MsU olur. Bu m^^olU salâb^^^s^yilere nöbet-le olur. f^t da, ahhcüdora is^^e baM olur.
Zeki olanlar ne kadar az, ahmaklar ise ne ka-
dar çoktur!.. Tedâvi için, ekseriyet göz önündebulundunüarak onlara itina göstermek daha ev-
lâdr. ' J
kinci yol:
mak, inat hâlinde kamç ve klca bavurmakhususunda selefin takip ettii yoldur. Bu metot,
her ne ka4ax: as sa^a baza, iciilere fayda ver-
mezse de» îEî^F0 verir.
Bunun, iknâ edici bir yol olduunun delili
udur: Biz görüyoruz ki, kâfirlerden köle ve câ-
tiy^ olarak esir almanlar ft&oe khçicrfl^ 0Sm'sinde mûslüman oluyorlar. Sonra, sllMa o de-
rece sarlyorlar ki, önceleri kerhen sahip olduk-
lar îZMifc. daha somu kendi istek ve ihtiyarlan
île sagEamlayorw dato önce lu^adjUeriade. bu^
lunan ek ve üphe kesin inmm fiVftüûyor. Bu-
nun sebebi, dîn ehlini görüp onlarla yakmikkurmalar, Allah kelâmm iitip dinlemeleri ve
sâlih kiü^le hair neir otaalandr. Bu, misir
rm mîzBç ve tabîatlanna, yukanda zikreditea ân.-
rumlanii cedel ve delil gösterme yolundan da-
ha uygun olduunu göstermektedir.
Bvîk nî^l^nje, iki ilaçtan her biri bdr toplulu-
^ t^iun olup dierine olmadna göre^ ^g^-^
71
luk îç^ en faydals hfiuagtsi ise onu tercih et-
mek vAcip olur.
O halde, Bûhu'I4£u^ Ue teyit edilen, kul-
larn srlarm ve kltlperindekileri bilen Allah'-
tan vahy gelen ilk tabibe muâsr olanlar, yani
ashab- kirâm, en uygun ve doru olanuu daha
ziyâde bildikleri için« onlana takip ettikleri yo*
Im girmek üphe^ daba «v^bdur.
7. TESLM
Teslim, avâmn ilim ehline teslim olmas de-
mektir.
Av&mm» mûleâbih lafzlarm zâhiri mânâ-l^fizkUm m mAeûtmdaa kendi^ne ifisûi: dan e^lerin, Rasûlullah (a.s.)'a Sddîk' Cr.aJ'a, sahabe-
nin büyüklerine, velilere ve derin âlimlere gizli
oto^jbEms^ inanmas gerekir. Zira^ top lafzlar-
mânâ srlarm kendisice <âmmms>ancak onm aczinden ve ilimdeki kusurundâ^
dolaydr. Bakasn, kendisine kyas etmesi uy-
gun olmaz. Çünkü melekler demircilere kyasedilmi. Mes^ garij^rin ev sandklannâa bir
ey bulunmamasmdan, hükümdarlarn hazinele-
rinde do bulunmamas gerekmez. Altm ve gû-
. mü§ madenjri ve dier ceyj^ir gibi. msafnia^^
^b^Öbirlernden farkl o€tt^denlerin ekil, renk.: saflk ve nefasette nasl bir-
72
ayu ekilde kalpler de bilgi casiterlerinin mâ-,denleridir. Bâ^ nübüvvet. velUilç^ llim ve "mâ-
"
nfetuüa^ ar^
ssular ve eytani ahl&k mâdenleridir. Hattâ n-samana meslek ve sanatta da farkl oldukhmgörülür. Birisi, sanatndaki mahâret ve el hafif-
lii ile öyle eyler yapabilir ki, bir bakas, deilomm mesleinia Bast zamanlarnda yapU ey-
ilk zna^ârâa yaptm ûsM bttlto öm*rünce örenmek için urasa da yapamaz. Mâ-rifetuUah da böyledir/
Baz insan vardr ki korkak ve âcizdir. Sa-
hilde dahi bulunsa, art arda gelen büyük denizdalgalarma bal^maz. Baz insan vcurdr, bunuyapabilir, fakat yüzmeye güvenip de ayam yer-
den kaldramaz. Bâzs vardr, sâhile yakn yer-
de yüzebilir, fakat denizin, altma, derin ve teh-
lik^ yerlere dalamag. j^^sm cUk vürjir Jki* bû-tüt bttilân yapabilir, fal^t nefis ^M4ei^ ttn*-
lunduu derinliklere gidemez.
ite, mârifet denizi de buna Imzer. Bu de-
nize dalma konusmda da insanlar ayn ekilde
birbirlerinden farkldr. Hiç farksz, ayn misal
burada da geçerlidir.
Eer:,,
«Arifler, nârifetullah denizini tamamen ku-
atrlar, onlardaa gizli hiçbir ey kalmaz» deûr-se, öyle dedz î v
73
Nerde!.. Ne kadar uza^k bir i.. Biz, «ei-Mak-
atdu'l-aksâ fl metol'l- Mmâi^JtrhusnÂ*^ «cU kita-
bmzda kesin .delillerle aç^ââ^' M. Allal* ken-
disinden baka hiç kimse tam mânâsyla tan-
yamaz. Mahlûkatn ilmi ne kadar derin ve ge-
^bs% 4m, bu, Allah'n ilmine nisbet t^ilinc^e,
«onlam üimâ^ bir ey verilmi» oMufu an-
lalr. Allah'm, var olan her eyi kuatc oldu-
u bilinmelidir. Çiinkü varlk âleminde, Allah
v O'MUm fiiliermdto baka hakîki bir ey yok-
f». fifer ey A&Oil^dr. Nitekim, s^^tî komu-tanlardan muhafz ve bekçilere vartncaya kadar
hepsi askerdir. Hepsi de Sultan'a aittir. Sen ulû-
îüyy»tt, ancak dünyevî saltanata temsil ile an-
layabilirsin.
BÜ ki. var olan mt ey Allah'fcaaate. lAkin
u tebihet bak.
Hükümdarm ülkesinde bir saray bulmm*.
Saraym etrafmda geni bir meydan olur. Bu mey-
damn bir amin vaordr ki, bütün halk orada top-
fakat sz:^ l^ip mm^^ giremezle.
Sonra, ülkenin ileri gelenlerine izin vOTfiör y©
smn geçerek meydana girerler. Mevkilerine gö-
re, farkl uzaklk ve yaknlkta oturmalanna mü-
saade edilir. . Fakat özel makaüa sadece v&z^
girebilir. Sonra Sultan, nmnleketin idaresi le
ilgili srlardan, diledii kadann vezh*© bildirir.
Bazüarm da kendisine saknarak, vezirini on-
lar^bp haberdar, ctmez.
da Allah'a zakhk ve yai
74
m gc^re, meydaam sonu olaa bütün mâ^-mm dwcdwnxLûua ve geri çevildil^i ye^. On-larn buradan, öteye geçmelerine izin yoktur.Eer birisi söz dinlemeyip de geçmek isterse, en-gellenip cezs^cmdulmas gerekir.
Fakat arifler o snn geçer ve meydan^ ya-^rj^Iar. Derecelerine i^m» ^itli tzaklk ve ya-knüîkta dokniar. Onlar, her ne kadar snrgeçmekte müterek olup, kapda durdurulanavamdan önde bulunsalar da, aralarnda Allah'ayaknlk, uzaklk, öz^ ^mBax olv^ ve tümIsn bilme KHmkoi'^af büjrûk derecede farkl-lklan vardr. -
S^tan'n saray mesabesindeki Haziratu'l-kuds, meydann ortasmdadr. ite oras, ârifle-
rin ayaklarnn basamayaca derecede yüce» berI^tJ^iMMnp ^^M.^mmm»SL derecede 3^l^k>-tir. O yüce- makama, büyük küçük kim bakarsadehet ve hayretten gözünü kapatr, Nihâyet ogöz, zelil ve hakîr olarak kendisine ûmc. Artko âci2 kalmtr^
.
Buraya kadar anlatUManmz,, h&F ne kad«^rtafsilat ile bilemese de, avâmn mücn^ cdankinanmas gereken eylerdir, Müfeâbih haberlerkonusunda, avâmm bu yedi vazifeyi yerine ge-tirmesi vâciptir, te, bu konuda Selef mezhebi-nin hakikati budur.
ûc^ dt» §elef mezhebinin hak olduûunadâir d^Uerl anlatalm. ^
-T
> 75
tKNCt BÖLÜMi -
-
SmJEj? MEZHEBNN HAK CLPUUNÜN
Bu bölümde, Selef mezhebinin hak olduu-
na dair delilleri göstereciagîa Sel^ Ai^^bimhak olduuna gösteren, biri akil dieri s»'I dl-
mak üzere iki delil vardr. ,, , :
A. AKLÎ DELL
Akli delil iki ksma eyrlu:._ - *
b. tafsüî
imdi, bu delilleri izah «delim.
; II. Km delil: Bütün akül kiilerce kabul
0mi &M kabul etmekle zâhir olur.
Birinci asü e
Kullarn, bu dünyâdaki hangi hallerinin uh-
revî saadete daha ujrgun olacam bilen ki§i, hiç
70
üphesiz, B&member (a.s.râir. Ç^lnkû, âbl^
^fda V0 zarûr verecek eylwi, tbbn bi-
lindii gibi, tecrübe ile bilmeye imkân yoktur.
Zira tecrübe ile lim elde etmenin, tekrar tekrarmüâhededen Imka yolü yoktur. Halbuki, ûhi-
ret âlemine gidip de geri dönen ve orada fayda' ve zarar veren eylerin neler olduunu müahe-de yoluyla anlayp habfer veren hiç kimse yok-tUTv Ayu ekilde, âhiret âlemmdeki JiaU!^« lAt^
Im y^p^^ to, Myas ile âe anlalmaz. Akllaronu anlamaktan âcizdir. Akl bamda olan her-kes, akln ölümden sonrasma bir yol bula;maya-cam;; mâslyeU^IH smmr, i^â^m^ m-,ladinini ancak erîftlin beyan ettii açklamala-*nn ile anlayabileceini îtiraf ve bunun nü-büvvet nûru ile idrak edilebileceini ikrar et-
mjtiei'dîr. Çünkü, nübüvvet nûru. akl JtevveM-nin ötesi^ââ^ Imv^m^. ^^1^^ ilgili
bulmu ve bulacak olan birçok ey nübüvvet nu-ru ile bilinir. Bunlar, aklî sebeplere tevessül, ile
bilimnez, Nazarlarau jpûbûvvet örunf^m ikti-
baslar y^mayâM^^â^ isns Kmts^gladi^ kmv^\'etten baka her kuvvetin kusurlu olduunu ikr
rar etmiç cîan derin âlimler, veliler, faziletli ki-
iler ve hakînlerin hejisi bunun böyle olduun--da ittifak ;^tmilerdir.
;
•. '
. . . •. .
ikinci asl:
Nebî (a.sJ, her konuda olduu gibi, kul-larn dünyâ, ve âhiretlennin konusuniakendîâine x^hfedileii ter eyi hsalkat tebli et-
77
nlt4r, hiçbir eyi giziememitir. Çüku o. luU-larm. yatBnm ve zararna olan eylerf tie^^izbildirmek için gönderilmitir. ^te o, bundan do-lay âlemlere rahmet olmutur. O, asla vahyigizlemekle itham edilmedi. Buî <mun ha^m is-
lâhma c^an. hm vevo^^arm dünyâ ve âhiret ha-yatlarnda saadete kavumalar için gösterdiiihtimamdan dolay zarurî bir ilimle bilinir. O(a.s.),^hAlk cennete ve Allah'n r^i^ma yakia-toan ne vcom hepsini onlara göâtersnl^ yapma- '
larm emretmi ve tevik etmitir. Onlân cehen-neme ve Allah'm gazâbma yaklatran ne var-
sa hepsinden sakndun ve yapmaktan nehyet-
Hz. Peygamber (a.s.)'in kelâmmm mânâsmen iyi bilen, onun künhüne vâkf olmaya v& m^-lanm 4dr^ etmeye en lâyk dlank^, Mg #phe-&m vâlh^^ müahede edenlerdir. Bmlar. o (a.sJV
nunia ayn asurda yaayarak kendisine sahabeolma erefine nail olan kimselerdir. Sahabe-i m-rân^ ük mm^^mt mimi edip emretU^terini ^p-mak, sc^m âa I^M$:nnden sonrakilere naklet-
mek ve yaymak sûretiyle Allah'a yaklamak için,
ellerinden gelen ihtimam göstererek onun söz-
leri3:ti dinlemi, iyice Allam, ezberlemi ve yay-lîölardîr, Ge^j^ncfo kendisinden hiç ayrlma-mlardr. Çünkü Hz. Peygamber (a.s.) onlar,
kendi sözlerini dinlemeye, anlamaya, ezberleme-
3^ ve yaymaya tevik ederek:
mitir,
,
Üçüncü asl:
78
,4 m <
«Benim söylediklerimi dinleyip ezberleyen ve it-tii gibi nakleden JpjniBinin, AlIaJ Jöztoft a^pü-lalsn».(^) buy^^ofhH*. Bu meyanda iken. ar-tÛL Hz. Peygamber (a.s.) vahyi insanlanian giz-
leyip saklamakla itham olunur mu? Hââ. Nü-büvvet makam bu ithamdan beridir. Ayn e-kilde, Ashab-x Kirâm da, onun s^ünu anlunakve p^Mm l^vrkinak konusunda âcîzlüd^^ya anladktan Semra onu gizlemekle, veya onla-r yapmamakla, veya. o sözün ifâde ettii mânâ-y ve yükledii sarumlulum mUndklan })aMekibirlilik göster^k ona mulmlefet etmekle it-
ham olunur mu? Hiçbir akllmm buna cevaz ver-
meyecei açktr.
Sahal^4 Kirâm, bükün dmûrleri boyund^^hal^ bu #M &f^Mm b^Mtmeye, inc^^tne-1er yapmaya, tefsir ve tevillerde bulunmaya aa-
lâ dâvet etmemi; aksine bu konulara dalan, ko-nujrla ilgili sm sûrtEua. ve kaauibUudm men et-
me jcoau8un<fa mübalaa göst^nâtilettür. tlerde^
konuyla ilgili olarak vukua gelen olaylan, on-lardan nakil ve hikâye edeceiz.
Cl) Hadis, deiik lafzlarla Tirmizî. Ebû Dâvud ve .
bn-i Mâce tarafmdan. rivâyet edilmiti^. .
70
Eer müteâbihattan bahsetmek, dinin rü-
künlerinden bir rukûn veya hükümleri ve din
ilmini anlama yollanndan biri olsayd, gece-gûn-
düz bu ie yönelirler ve çoluk çocuklarn bunadâv«r ederJerdL Ferâiz ve miras konusunda gös-
terdikleri ge^rret ve itinadan daha Mrtetle onun. asllarn tesia w me^ ^^^toütt.
*
Bu emhH^^i3am^ dürt asldan mrûrî olarak
anlalr ki, gerçek. Selef mezhebinin dedikleri,
doru olan da onlarn reyleridir. Bilhassa Hz.
Peygamber (a.a)*in onlan övmesi de bunu gös-
termektedir.
Hz. Peygamber (a.s.) onliar luikkmda
:
«b^tanlarmm hayrhs benim ammda ya^n-lazâr. Sonra mtan takip edenler; scmn c^ântakip edenlerdir..» O ) buyurmutur.
Bir baka te^öateBte iei
«Ünunetim ^etnifî küstür furkaya aynlac^ On^
^ il) Hadîs, deiik lafzlarla Tirmizi. bn-^i Mâce ve
Dârimî tarafmdan riv^et edilmitir.
80
lardan: yalnz bâr brM kunUlupi ere^kttr# D#-nildi ki : ^Onlar kimlerdir? Yâ I^sûIaJMf»sünnet Te*l-<«maattir» buyurdular. «Ehl-i sünnetye'l-cemaat kimlerdir?» diye sorulunca: «Bejoimve ashabmn yolunda ola4ardi]> buyurmu-tur.H
b. Tafsilî dem
«
%I , -
Wm J£<muda hak m^^eltt» âÛ^s^ mez-Mbi olduunu ve onlarn, müteâbih haberlerinzâhirleri konusunda halkn ayâmma yedi vazi-
fe yüklediini iddia ederek bmlar deiüleri ile
beraber daha önce beyMi ettik. Bütün bu a^k-lamalardan sonra bizim sözlerimize kim, naslmuhalefet eder bilemem. Biz dedik ki, <cbu ha-l>erleri dyran avâmm ilk yala ey, AUah* ,
c^me^ l^^Bi^^tm toozih ve takdistir». Bunam muhalefet edilir? Yoksa, «-avârnin. Hz. Pey-gamber (a.s.)*in söylediklerini, onun mrat et-
tii mânâ île tasdik etmesi giî^te» zümûzm .
mi mub^^fet edilir? Yoksa, m'^mm, o sözlerin
mânâsm anlamaktan itjciz olduunu itiraf et-
mesi gerekir», «gücünün yetmeyecei konularadalmaktan ve soru sormaktan sükût etmelidir»,
«ziyâde, n^csan, dem ve t^rik ile, mûte&bîh la-
\fi^toa zia^ni deitirmekten düini tutmahdn».Vâciz oldumu kabul ederek, müteâbih âyetle-
ri düünmekten kalbini alkojmaldr. Çünkü on-
to Büharî, Tirmlsî. tbn-i Mâce. A. Hanbel.
I
8i
meyiniz» di^unilf^, «nebilerde, velilerden ve
derin âlimlerden meydana gelen marifet ehline
teslim olmalar gerekir» sözlerimize mi muhale-
fet edüir?
Biz. bu yedi vazifeyi, delillerini açklayarak
zikrettik. Bunlar ister âto, ster akll, kim olur
sa olsun nkâr edemez.
^e bu zikredil^ deliller «üdî delillerdir.
B. SEM DELL1 h_ -
Selef Mezhebi'nîn hak oldpaâiu|i delili urdur: % , .
Selefin takip ettii y^tm s£iMm yâfmakbid'attir. Bid'at ise zemmedilen bir itir. Bu ne-
denle gerek avâm. gerekse âlimler tarafmdan
te'vl^ta dalEBak, onlarn yapmad §eyi yap-
^Σ#Melcyâ bi^ai sayhr; Bmm s^d ola«keff» övülen bir sünnettir. .
- ,
Yaptmz bu açklatiâcîa^ mm^ mMw^çkmaktadr:
a. Müteâbih haberlerden bahsetmek, onla^
r incelemek ve onlarla ilgüi sorular sormak bid -
attir.
b. Her bid'at zemmedihnitir,* - I-
't
82
c. ^*at ^oejauntdiioi olunca, onun zddolan «sünnete sanima» ii övUznü olur.
Bu üç esas üzerinde tartma mümkün ola-
msfcz. Bunlar ^«bbul edilince, doru yolun, selefin
yolu <^uu (Ht^pa çkar.
Eer, «Bid'atin zemmedilen bir ey olduu-
nla Jabul «,tmeyerek, veya müteâbih haberler-
did bahsetm^idn bid'at olmadmt iddia edr$k,
üçüncü esasta kar çkmasa dahi, bu kisinde
münakaaya giren kimseyi nasl susturursu-
nuz?» denilirse» öyle cevap veririz
:
. Bid'atin zemmedildiine dâir bütün ümme-tin icmâ vardr. Hatta, bid'atle megul olanlar
^3âT edilir. JBu husus, Hz, Peyg«OEiber (a.s.)'den
aa kontdhi' haberl^ja msmam.^ i^^tür
derecesinde ilim hasl olmasmdan ^fed»** ^ilim Hatem'in cömertlii, Hz. Ali (r.a.)*nin cesâ-;
reti, Hz. Peygamber (a.s.)'in Hz. Aie (î-.a.)'ye
olan sevgisi ye buüara. benzer konüardaki il-
mimize benzer. Zira Uz. Peygamber {a.s.)'in Md-ati zemmi, o kadar çok haberle kati olarak bili-
nir ki. bu haberlerin her biri her ne kadar mü-tmmr degilsflh^* oaaitem ^dûu$. r^vüerinin
yalanc olma ihtimâlini kaldmt^ Ur ûmmmm^ulamtr.
,'
I
83
Bu hadislerden b&zûaTi:
«Benim ve benden sonra da Eâid halifelerin sün-
netine smsk sanim. ffoTirarian ihdas edilen i-
eiatoMi^îInn. Çünkü, sonradan ihdas «dilen h&rey [blr bid*iwt, bM^ dialM^
düen die ceiennenuiedir». i})
«Sünnete Wai olun, bid*at çkar^^. Çünkü
peyg^anrberlerinjn sünnetielüi terkettikleri vekendi reisleriyle söz söyledikleri için helak oldu-
jjgC- îC^Ptdiiearl d^aleie ölütüler, hakalanm da^âkte dûfirdüJeri,
(i) 'Ebü Dâvud, Tirmizi. bn-i Mâce, Dârimî (deiik
lafzlarla).
84
.BM>tç|J^,4â«^ bir fe-
«EUn, Alim içÜL kex#sîne konraJc bir bîd*atçi-
den yüz çevmr^, AJ^^ onun kalbiû emniyet veîman ile dolidunif. KimJ>ir fcid'atçiyi kiova*^ Al-
lah onu ym denece yûksjeitir. Kte Ibir lkî'atGiye
selâm ^mm^ reya «mu g^r yû^d» lElânsi]^^ ve-
ya onu ^sevindirecek elylerle karlarsa Ai-
Iah*m Mulamnijed i(a)sJe mdirdiini lafife alm
«Allah, bid'at sahibi birisinin orucunu, namaz-n, zekâtn, haccn, umresini, cihad^ny tevbe ve
fidyesini kabul etmez^ O kîmisei l^r@^afHidan klçkar gibi, felâmdai çkar.» (')
m(â) îbn-i yâce
etmitir.
85
Bunlar ve saylamayacak kadar çok sayda
bmteri hsdMm bid'atin raezmûm oldulfima dâir
kesin bilgi tfâd# ©derler.
Soru:
«Bid'atin nezmûn olduunu kabul ettik. Lâ-
kih, müteâbih haberlerden bahsetmenin ve on-
to aratrmann. bkl'at oldul^u kAbvl etmiyo-
ruz. Bid'at sonradffiö iMas ^Ûm «riwten iba-
rettir. Jtmam a^iî : «Teravihi cemâatle klmak
bid'attir. fakat bid'^fci haefedir» demitir. Ay-
n ^Üde fakihlerû, -fiMbm çeitli dallarna dal-
malar t^bh^ok mHeâd^ yoUan üklf^ €di3:^k
münazaralarda bulunmalar da bid'attir^ Saha'be-
4m» bUAarm zemmine dâir bir ey nakledilme-
aitlr. gösteriyor ki, ^çgmmedilen bid at.
sünneM kaldran IM'âttir. BE, mtUeâbih h-berlerden bahsetmenin, sünneti kaldrdn Ifeâ-
bul etmiyoruz. Lâkin o, evvelkilerin ilgüenme-
dSderi lt»r itir. Evveljd âlimler ya ondan daha
önemli bir meguliyetleri bulunduu için, yahut
kalpleri ek ve tereddütlerden sâlim bulundufu
için buna lüzum görmemilerdir. Daha sonraki-
l&ti bM^'nt ve hevânn ^ç^ûru sebebiyle, ihtiyaç
hissefctMerl. Iç^ bu lamtlara daIoM§lftrdnr» de-
nirse öyle ceyap viBriiz
:
Çvet* «zenunedilen bid'at, sünneti kal-
dran bltfi#Ö^ sözünüz dorudur, lâkin, mûte-
âbih haberlerden bahsetmek de sto^ E^d-
ran bir bid'attir. Bu konulara dalmaktan men et-
80
md,mm mmûam^oogalandmna ve bunlâatla sa:^^
b&Iiiga etmek sahabenin sünneti olunca, bu ko-
nularda sual kapsn açmak ve: av&m bu mü-kilât denizinin derinliklerine daldrmak, sahabe-
den tevâtürle gelen haberlerin hilâfna bir hare-
kettir. Sahabemi Kir&m'm ferftiz meselelerine dal-
dklar ve fkh vakalarda istiâre ettikleri tevâ-
türle sâbit dbd^u gibi, mûteâbih haberler ko-
muna 4abn3aa\men ettikleri^ tâblîadeh gelen
naMflerîe, akla hiçbir üphe gelmeyecek ekil-
de sâbit ve buna ^âir kesin ilim hâsl olmutur.Nitekim Hz. Ömer (r.a.)*den nakledildiin© gö-
re, MM kend^âme iki mûteâbih âyetten sor-
mu, o da bmu soran adâka denek vurdur^
mutur. Yine rivayet edildiine göre, birisi ona*
<Kux;*aA Tpahluk .mudur, yoksa deil midir?» dX~
eonmuitu Bu tâay; El3^ Hdre^ t^ «öy-
le anlatur
:
«Adam, Hz. Ömer (ra^J'e tacu esrarken b^de tm^a bulmuyordtûoa; î& ö^^tüt tma.î o mi^
man emîrulmûminin idi. Adamm böyle soru sor-
masma hayret etti. Elinden tutarak Hz. Ali (r.a.)
'
yp götüniH: «Ya Ebe'l-Haseni Bu adam ne diyor
bîr dinle» dedi. Hb. Ali it. B3Ûl) : «Ne diyor, yaemirelmüminîn?* dedi. Adam : «Ona, Kur'an
mahluk mu, yoksa deil mi?» diye sordum dedi.
Hz. Ali (r.a;) bu cevaba sinirl^erek bam önü-
ne edi ve : «Bu s^en dolay, âhh* zunanda ba-
z olaylar zuhur edecek. Senin üzerine aldn gö-
reviben üz€fl±OQe alm olsaydm, mutlaka bu ada-
mm boynmn vurdururdnm» d^. Bu söz, Hz. Ali
87
(r.a.y i^atmdaja Hz. Ö ve Ebu Hüreyre (r. an-
Hz. Ali (r.a.), eer bu sualin dinî bir mesele -
fi {^n?enm«k, kelâxn\ülah'm hûkmüzui anlamak vebir muciza olan Kur*ân'm sfatm bilmek maksa-d ile somimu bir sual olduunu bilseydi, bun-
lar örenmek isteyen kimseye böyle bir muame-leyi gerekil görmezdi.
Hz. Ali (r.a.l'nin I^Brasatinem bu sofikün fîtne
kapsn açacama, Rasûlullah (a.s.)'n va'di ile,
fitne asn olan âhir zamanda bu söz;ün yaylarak
filtreler ^lçaça^iEinadâir keskin{;öra^i|£paj^ bak.
Ö soruyu soran için : ^Eg&r emîruhüü'snisin
saydm, boynunu vurdururdum» diyerek iddet
göstermesine bak.
Vfiihyi mûâhede eden, dînin esrar ve l^kat^larma. muttali olan ve birincisi hakkmda Hz, Pey-
gamber (a.â.)'in, 'ji*^^4-il l» «Ben pey-
gamber gönderilmesetyjüm, Ömer göul^rOiJidi» (M
,
"Benden sonra nebi gelseydi, Ömer b. el-Hattab
nebî olutlu» hadisi vardr.
88
ikincisi hakknda da % 1^44 ^V^lIt;^
«Ben^iümre^hirin. Ali de o ehrin kapsdr» (M
buyurduu boy;le büyük kiiler, bu çeit sual so-
ranlan men edâpeki^.de, sonradan gelerek ken-
dilerini kelâm ve cedele kaptiran ve «Uhud ûb^kadar altm infftk etseler de, onlardan birisinin
derecesine, hatta yan derecesine ulaamayacakolan kimseler, böyle suali kabul ederek cevaplan-
drmaya ^rimenin ve bu kapy agmanm hakve doru olduunu zan edecekler, sonra da ke-dilerinin hakl, Hz. Ömer ve Hz. Ali (r. anhü-
ma)'nin haksz olduma inanacaklar!. Heyhat,
gerçekten ne kadar uzak bir tul^m. Bu, bak üebâtl aymnaktan ne kadar ussalc bir sdz ve gö-
rütür. Melekleri demircilere kyas eden ve ce-
ctelcüeri râid halîfelere tmâh eden kii, dinden
ne kadar uzak ve âridir.
Büt^ bu ftçklamatordcm anlaüdma göre,
Mtas^^tdb laberl^nlen bahsetmek selefii 6ûn-^
netine muhalif bir bid'attir. Bu, fakihîeln fik-
hm dallarma ve tafsilatna dalmalarna benze-
mez. Çünkü^ fakihlerin böyle konulara dalmaia-
rmm yasaMandigna d&ir onlardan,bir haber £^1^
memitir. Aksine, fkhî meselelere ve ferâize d^-
(1) Tinnizide : l^t^^^ Cl«Ben hik^
met yurduyum. Ali de kapadr* hadisi vardr.
m
dklan naklc^dilcLil^ için buzlar yapmann caiz,
daha sonra ortaya ckai mûcftdsle feüeiii ise,
ilim ehli olanlara göre, zenunedilen bîr bid'at ol-
duunu anladk.
Münazaraya gelince; eer bundan maksat,
dinin bükümlerinin almd yerleri aratrmayaymm. ise, bu, selefin sünnetidir. Selef« f^hl m&-seleleMd istiâre ve müniE^^ra yaparlard. Mis-kim dedenin ve koca ve babasyla bulunan an-
nenin miras meselesinde ve dier meselelerde
mî^v^ vft mûnazaraJan nakledüzaj^tir. Evet,
ÎMtÛBr kfflidi nuâEse^arma dikkat çekmek ii^bir takm fkh lafz ve ibâreler ihdas ederlerse^
bunda bir mahzûr yoktur. Bilakis, onlar kulla-
nanlar için mûbahtr.
Eer, münazâradan maksat, bir ey öret-
meden k^rsmdakini susturmak: j^, bu zemme-dibnitir. Çühkû sûm^^to m^kmâiT,
90
> 1 •
* ' -
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
FAYDALI RAZI FASILLAR
BRNC FASIL
MÜTEÂBH LAJIZLARI KULLANMANINSEBEP VE itElMETLERt
Soru:
Birisi : «Bu müteâbih lafzlar söyieaaye
pim ^^gte«^ düütü hu çeit lafzlar söyleme-ye sevked^n ey nedir? Onlarn, halka tebihvehmini verdiini ve Allah*m zât ve sfatlanlnd^pda }3M]i ^^tlkada sevkettiâfini bilmiyor muy.duf "Bb^, m^Mwet makamnda bulman kii-nin bunlar bilmemesi düünülemez. Yoksa, adgeçen lafzlann halka vesvese vereceini^ l^ryoMu da, insanim dalâlete dümesine alcbiv
myor muydu? Bunu da onun için söylemek müm-kün deildir. Çünkü o âri' ve ârih olarak gön-derildi. Yoksa^ mânâs anlalmayacak sözler
söylemek için -gönderümedL Fakat onun bu tür1 - . ,
91
özlerinia imn kalplere verdii mükülik,. bir h-sm înâcin (mun hakknda kötü. iûmm evket-
;
mitir. Bu inancn tesiri ile: «Eer peygamber
olsayd, elbette Allah' tanrd. Ve eer O'nu ta-
lusayd, O'nu, zât ve sfatlar hakknda muhal
olan vasflarla vas^mâ:xmm^ demikrdir.
Bir baka tâ}fe de, mtft«^b!l laftzlarm zâhîr^e
itikat ederek: «Eer bu ekildç söylemek hak
olmasayd, Hz. Peygamber (a.s.) onlan öyle mut-
.to P»k my^m^ ba^tealanna söyler, veya
öftîan, tefidöeMödm mûpl^colît.gtt^ la-
fzlarla beraber söylerdi» dediler. Buna göre, biî
büyük müküin haili nasl olur?» derse öyle ce-
vap veririz
:
Basiret ehli olanlara göre, bu mükil bir komx idildir.
öyle ki:
Resûlullah (a.s.) bu lafzlan, bir defâda ve
toplu olarak zikir ve ifâde buyurmamtr. O la-
lar, Müebbihe bir araya getirmitir. Biz. da-
lla ^Nr^C^tTmüN^bih lafzlar bir a^f^a ^tâ^"^:
menin kiiye vehim vermekte büyük te^M öl-
düünü açkladk. Halbuki damk ve teker te-
kei'..^lendiklerind.e o kadar vehim ye tereddüt
hâs4 etmez.
Müt»4bih lafzlar ^k^^J kelyn^dm i^aret^
tir. Hz. Peygamber CEt.s.) az sayd». olan bu la-
fzlar, bütün ömrü boyunca farkl zamanlarda
spjrlenitir. Ad geçen kelimeler, Kur;ân- Ke-
92
rim vet mûtev^r hadislerdeki kelineldrd hasre-
dilirse, pek az sayda oldt&lan iemlaür. . Bunla-ra sahih haberlerdeki kelimeleri de ekl-ersek, yi-
ne az olduu görülür. Bu çeit kelimeler, kendi-
lerine itimat câiz olmayan âz ve zayf rivâyet-
ierde çok bultmmaMa^. Âdil bir r&vid^ nakli
sahih olup da mütevâtir derecesine çkan lafz-
lar birkaç adetten ibârettir. Resûlullah (a,s.),
onlar, tebih vehmini gideren karine ve lafz-iEurla beraber s&ylemi^» O kârine ve iâretlesl,
onun huzurunda bulunup da bu konumalara,âhit olanlar anlarlard. Lafzlar, bu karineler-
den sojotlanarak nakiediJtoce vehim ortaya ç-kar. Böyle bir vehim ve zann giderecek en bü^
yük karine, kiileri vehme düüren bu lafzla^
na zahiri mânâlarndan Alîah'limünezzeh oldu-
una dâir, önceden, bir bilgiye sâhip olmaktr.
Allafei ^lret, ayak, nüzul ve islikrwr gibi, ci-
simden ve cismin sfatlanndan münezzeh oldu-
unu daha önce örenmi olan bir kimse için bu
bilgisi, içine ilemi bir sermaye gibidir. Her iit-,
t^ini ona ta^ik eder. Böylece kedisini v^medüüren mânâlar oa^an fcftter. &yduu la-
fz hakknda hiçbir ek ve üpheye kaplmaz.
Bu konu, birkaç misd ile daha iyi anlala-
caktr.\ I
^rinci misâl i
- * -
Hz. Peygamber (a.s.) Kâ'be*yi, Beytullah (Al-
lah'm evü diye? isimlendirdL Kâ'be'ye bu ismi
'93
vermek, çocuklara ve onlarn . derecesine yaknolulara göre,, Kâi>e'î»in Allah'n vatan ve s-nan olduu vetaalni uyândru\: lAk^^ Ar, fe^
,
rinde istikrar ettii için Allah*n semâda olduu-
na inanan avâma göre durum böyle deildir, On-
^.teftyle Sür yehme. asla kapümazlar.'Eer on-
tera : «Dinleyenlere. Kâ'be'nin Allah'n evi oldu-
unu hayal ve vehmettirecek nitelikteki bu laf-
' z söylemeye Resûlullah (a.s.)' sevkeden ey ne-
dir?» diye sorulsa: *Bu, sabilerde ve ahmaklar-
da ts^le bir v^îm dourur» derler. Allah'n ArûiMlnde istikrar ettiini bikm kimse, bu ktoiittii zaman, mak&adm «AUah'm mesken»! ol-
madndan üphe etmez. Aksine gayet bedihi
Olarak bilir ki, bu izâfeitern maksat, beytin ere-
fini, veya bu lafzn, s&hibîne ve sâkiniî» zafe
edilmek üzere yaz' edildii mânâdan baka bir
mân&7a geldii^ göstermektir. Böylece avâmm,
Al]ah*m Ar'ta olduuna dâir itikacb, m'Mkullanlan Beytullah (Allah'n evü late flö* «bar
rmak ve ev» mânâsmm murad edilmediini gös-
t^en. kati ilim ifâde eden bir karine olmakta-
dr. Bu lafz, ^ha önce bu itikada sÂhip olma-
yan kimselere bû vehnü verir.
îte bu misalde olduu gibi. R^ûluUah k.a.l^
.Allah'n nolcsan sfatlardan mûnehhez olduu-
nu, tebihtw uzak bulmduunu, cismiyyetten
ve ctaniyye^ anzaîarmdan tenzih edildiini bi-
len bir toplulua bu lafzlarla hitap etmitir. Ki-
ilerin önceden sâhip olduu bu bilgiler, her ne
kadar bazUun için bu kelimenin tevüi ve aslI
94
mânâsnn ne olduu konu^uuia baz tereddüt-ler bâki kals« hiç üphe kaînayttcak ekildevehmi gideren bir karinedir.
kinci misâl :
.
I
Bir faM. bir sabî veya avâmm önünde ko-nuurken sözleri arasnda, -(Sûret" lafz geçseve faküi: «Bu meselenin ûreti öyledir», *b*tvak'anua. m^^M öyledir** *mm^^ '-gûmlsûrette tasvir #l1^im» dese. bu sözler, «mesele^nin
,mânâsn bilmeyen sabî veya avamda, bu sure-tin, kendisince malûm olduu gibi burun. az.ve gözden müteekkil bir sûret olduu vete^iuyandu^. Fakat, meselenin hakikatim bilen ârifbir kiinin, meselede, cisimlerdeki sûret gibi göz.burun ve az bulunduu anlamn çkarmas ta-
aavvur edilebüir nü? HtyM** bu imkluamas#dü:. Onun, mesNsieifîn cfgmîyyet ve cismiyyetözelliklerinden münezzeh oldumu daha önce-den örenmi oinms, sûret lafzmdan . böyle bir
nâjoâ çkannama^ için yeterlidir.
te bunun gibi. Allah Teâlâ'xun . cismiyyet-ten ve cîsmiyyet ârKcalanndan münezzeh ve mu-kaMes oü^^mm ^^ta önceden örenmi olmak.
«Allah. Âdem (a.s.}'i >'^i ÖI
kendi sûrfünde. fma^^ t'^ hadis-i erifini duyan
(l) Buhar, Müslim, Ahmed'b: Hanbel.
95
herkesin klbinde, sûret lafznn doru olarak
mb^tof^m bir karine, olur. Mesel'nîn«
^^meM terlip edilmi ilimlerden ilsm?&t olduu-nu bilen -bir kii, mesele ve vakada bir sûret bu-
lunduunu zanneden kimseye at gibi, Al-
l&h'm noksra sfatlardan münezzeh, oM^unu bi-
len kii de, Allah '^â^nm cismâüWr sûreü bu-
lunduunu zanneden kiiye aar.*
Üçüncü misal X
Eer birisi bir sabinin yanmda : «Badu ha-
lifenin elindedir^» dese. Badat'n ne olduunubilmeyeja o sabi, onun halifenia avucu, ve par-
maklan arasmda bulundul^nu zaomeder. SmMavuç içinde ta ve çamur varm gibL Badatlafzndan ne kastedildiini bilmeyen her avâmda ayn vehme kaplr. Fakat Badat'n büyük
b^ ehirden ibâret okiu^runu bilen bir kimsainaklna böyle bir ey gelebileceini veya öyle bir
vehme kaplabileceini tasavvur etmek mümkünmüdür? Yahut, bu sözü söyleyene : *Sen^ niçin
Badat halîfepj eJ^pdedir dedü^ Bu sös^ .din-
leyem hfO^a^n ak^ vehmMMrh-; ve Baâat-m halîfenin parmaklar arasnda olduu itika-
dn verecek kadar cehle götürür» diye itiraz edi-
lebitocelci temrmr olunabilir mi? iUc^ae böyle
bir itirazda %ulunana: «£y hs&â bÛgMea yaâc-
sim kii! Badat'm hakikatini bilmeyen kii öy-
le zanneder. Fakat Badat' bilen zarûri olarak
ânlar ki, buradaki «el» il% mw^ m ^mmâMJiniçine alm s^v ^(is^ ^^^ffiM^Ei^p^. ÛWm m-
96 .
.
k&. bü: mto&s vardr. Kiinin ni «ei»d«a .maL-sadm» bildiimiz isuY ^Dhnadgm «aüazd'as içix,
Badat hakknda önceden bir bilgiye sahip ol-
PAktaa baka^ karineye ihtiy;ac yoktur.» der.
te, müteâbil haberlerde bulunan ve kii-
yi vehme düüren bu tür lafzlarn hepsinde, buvtimii gidermek için bbr tek kajne k4£i iB^Ür.
O ûu Allah Te&lÂ'y tanmak vû 0*mt!i iâaîmym^ya cisim cinsinden bir ey olmadm daha. ön-
ceden anlam olmaktr. Hz. Peygamber (a.s.),
bi'^ünin ilk yUar^ula^ bu i^af»:^
bnm, Alkfch'm cksmiyye^ea münep^ ^uunubeyan buyrmutur,
Dömtincû mi$&l
Hz. Peygomb^ SksJ zevceleri hakkmdmI .
«Sizin el bakmn-, ^^C^^^l c^J'ist gaiTnmgL bASba katlna bcJamiiicUy &x
aâa^ââl>€M^ buyurmutij^. ZeveM^rin-
den bazlan, uzunluktan maksadn mesafe ba-
kmndan uzunluk olduunu zannederek, elleri-
ni birbirlerinin elleri userine koyarak û^erliMiHi.
Bundan mdcsadnt, uzvun tzunluu deil de, d5-
mertlik olduu kendilerine hatrlatüncaya kar
- .
il) Hadîsi deiik laflzkurla Buharî. Müslim Ve Ne-sâi rivayet etmitir^
^7
bâyle yaptüar, ÜMiUulkü («^.) bu Mz^ km^diMmâm t^mertlik mâ&â^ anlatlacak bir harî-
ne ile beraber söylemiti. Lafz, bu karineden so-
yuliarak rivayet edilip de vehim hasl olursa, «ba-
zdanm mÂz&sm bilmedîlri bir lafz «lyledl» di-
ye Hz. Peygan&ber (a.s.re kim itiraz edebilir?
Çünkü Resûlullah (a.s.) bu lafz, cömertlikten
bahsederken, hazr bulunanlar hakkmda zikret-
m%tir. akai ba^a râvi, l^s^ ipttj^i gibi najde*^
âip kat^jri neJÛ^âez. Çûokü 3^ karine^ Bâk-11 mümkün olmaz, veya râvi karinenin nakline
ihtiyaç yok zanneder, yahut onu iitenin, kendi-
sizin Hz. Peygamber (a.s.) 'den iitti zamm an-lad gib! aalayacanu zanneder, fsimt da ken-
disinin o lafz, karine sebebi ile anladnn far-
kma varmaz. îte bu ne^Jenlerle, karinesiz, sâde-
ce lafz rivâyet etaek^ yetinir* Böylece müteâ-4iWar. d^Tu olaiyc ialala^alama yar-
dmc olan karinelerden yoksun kalr, tam oîa^
rak a^aümazlar.
le, Allah'm böyle vasfian^ua m-ücerred ve
münezzeh oldui^unu bilmek, tek bana vehmi gi-
dermeye yeterli bir delildir. Bu lafzlardan mu-radm ne olduunu bilmeye her ne kadar yeterli
olmasa da, Allah hakkmdaki bu bilgimiz sâye-
sinde, onlardan maksadm z&hiri mânâlar olma-dn anlam.
Bu anlatlan incelikleri her zaman mutlakahatrlamal ve. hatrlatmaldr.
98
Beinci miski s
I
Bir iusm, bir çoc|[Ua veya meclis ve Im-zeri yerlerdik resanî usulleri ve protokolü bil-
medii için bu konuda çocuk duruminda olan
bir avâmm yannda.: «Filan adam filan meclise,
geldi ve filan adamn üstüne oturdu* de^, b^uduyan^dc^ eâM M^, o atkusa^ 0 k^oînba üstüne veya bann üst tarafnda bulunanbir yere oturduu vehmine kaplr. Fakat mec-lislerde>L âdet ve protok^û bilen Inr kimseninymiada bu söz s6ylenmi$ oleo^ omm, meclis ba^kanma daha yakm ve önceki kiiden daha üstün
bir mevkiye oturmu olduunu, buradaki »üst»
ten maksadm yücelik oldul^mu. cM3üiar..Bu sözü
söyleyen ki^ye. Adet ve merftslnsleri 'bilen kim-seler : «Çocuklar ve câhiller bunu mânâsm an-
lamaz, bu sözü onlara söyleme» diye itiraz etse-
ler, bu itiraz bâtl ve botur.
Bu konuda misaller çoktur. Anlattmz mi-
^aUerle tati ^ie^^ aa^Ladm ki. bu Ui&ühj^i Vmsedilmi okh&Nn sarih mdiiâ ve mefhumlarâazt.
bâz karinelerle baka mânâ ve mefhumlara dö-
nümülerdir. Bu karinelerden biri. daha önce
^BXÜx»^t!t^tmm gU9» öEkçde eld« edilen bilgilerdir,
»i Mgüenko 1^ 4e, k^idü^^üün ^Hl^yr» ibâ^
detle emredilmemi olduklarn, bir cisme ibâ-
det edenin, o çsim ister küçük^ister büyük ol-
sun, ister güzel «ister çirkin olsm. ister ea^âsk
ûl^. ster jrukanda olsun, puta ibâdet etmigibi 0ldugxmu bilmeleridir. Onlar Allah Teâlâ'-nm cismiyyetten ve cismiyyetin ârzalarmd^nmüneasseh olduunu biliyorlart. Bu* Hz* Pey-l^ber (a.$.) 'ü kendilerim tebli buyustoSus
ler lEBm^ymm^ i^} ve benz^ birçok âyatk^rin
kesin, karineleri iie bütün ashabca mttlum idi.
Bu âyetler, onlann Allah' tanunalanna ve onuniçin. et ve kemikten mürekkep bir uzuv olan elmmthal oklumm bilmelerine^ yetiyordu.
mûteâbih lafzlar da böyledir. Çünkü bu lafz^
1ar, bir cisim için söylenirlerse cismiyyete ve cis-
miyyetin âjnzianna delâlet- eder» Cisim olmayanbü- ^ için söylendikleri âsamaû^ zâhirî mânâ-larmm kaetedfflmedii. aksine Alaî i^in söylen-
mesi câiz olan bir ba^ka mânânn kastedildii
zarûri olarak bilinir. Ancak u var ki, bu mânâ-mh ne olduu busan anlaylr, bazan anla.^lm€t2.
Bu .açkladklannuz. mûteâbih lafzlar ko-
nusundaki ^^^e ve tereddütleri gideacm eyler^
dendir. '
• «i£^j4J «o nun misli gibi (0*na ben-
Ci) ûrâ.^ 42/U4^ Baka^^t/^S
100
> Sorut
*Resûlullah (a.s.) o sözleri, niçin avâmm veçocuklarn anlayabilecekleri ve zahirlerine ba-karak ha}m pkâ^iara gelcUklerini dü^im&snhmkheti f^Me. ^il- »üMâarm ifâd& edecek la-
fzlarla zikretmedi?» denilirse öyle cevap veri-
Hz. Peygamber (a.s.), insanlara arap dili velügati ile tûfeap etmi ve. teblide bulunmutur.Halbuki arap^id^â^ bassatezi a mâasâkn ifâde €tt-
mek ûsme^ edilmi lafzlar yoktur. Çünkü lü-
gati vaz eden kii. kastedilen mânâlar bilmiyor-
du ki, o mânâya gelen lafzlar va? edebilsin. ÛmâuâlaTr mssBdk nübüvvet aûra ile vey^a tmmaratrmalardan sonra akü nünr ile idrak edilir.
Akl nûru ile de her ey bilinmeyip sadece bâzeyler bilinebilir. Murad edilen mefhûm ve mâ-Mte. daha 5nce vaz edilmi îbâre ve lü|^^ler bulunniaymca, o mânâlar ifâde etmek için,
arap lügatinde bulunan ve o mânâya uygun dü-
en €^zlar, bu lügatle konuan ve ona muha-ta ^©liy^^ herkesin, istiâre olarak kullaamm zar
rûreti ortaya çkar.
Nitekim Mi : «Ba meskenin sûreti b5yIe«Ur».
«Bu, dier meselenin sûretine benzemez» lafz-
larn kullanmaya mecbur oluruz. Burada kul-
lankUL«^et» la£z^ cismâni sûretten istJ^r edU-^
mif^« C^i^ü Ifi^ vaz eden MM, m^^^în i^k-
101
U olarak bU* keyiûfie ve sim vaz etm#-miatta Evmm sebebi udur: Ya meseleyi anla-mamtr, veya anlamtr da lügati vaz ve ter-
tip ederken hatnna gelmemitir. Yahut Jlatn-m gelmitir de, istiâre otoak kuUaulabilir diye,
ö mesele için aynca lügat vaz etmemitir. Ya-hut, her mânâ için ayn bîi' lafz vaz etmektenâciz oldumu bildii içija y;apamamtu:. Çün-kü jpaânâ mefhûzu^ onsuzduri edileiî
hkfî^mn imt m^rûi c^tomk %îp sAu 0taas ge-
rekir. Bu durumda, vaz edilen lafzlarn dn-da kalan sonsuz mânâlar için istiâre zarûrî olur.
Lâ^t vc^ edeaW biktil^ îçm^ bâz mâ-nâlar için lügat- vaz eteekle yetinmi olabilir,
gier dillerin noksanUklan ve kusurlar, arapdilinden daha çoktur.
^
îte açkladmz bu ve benzeri sebepler,
bir kavmin dili ile konuanlan itiârey^ mmhreâ^* .ÇûnJçû bir kavmin ^^o^ lulmt^ onlarmdÖîyfe IMuaûlann, kullanlan lügatin dnaçkmalar mümkün olmaz. Nasl mümkün olsun!..
O zaman -anl^ma salanamaz. Hatta, a»rûretolmacüt zamaA büd. kabinelere itimat ederek
isttâreye cevap veririz de: < f^^^
«Zeyd, Amr'n üstüne oturdu» sözü ile:
«Bakana ondan daN* jj^^
yalan bir yerde oturdu» sözü arasmda ve
:
102
Ü^i^% j^^J «Badat, halifenin ida-. : -' - - ^ .
'
resi altndadr» sözü üe : U^ih}^ J ^^A^^i
«BagdU» halîfenin elindedir» s5zû arasnda bir
fark gözetmeyiz. Aklllar ile konuurken, lafz-I
lan, çocuk ve câhillerin yanl anlamalarndankorumak imkânszdr. Bundan saknmayar çah§-
mak kel^mcto bir tutuklufa^ lafzm arlamas-na V0 kmuanm aklnm dalmasna seb6p olr.
Scru 1
«liesâltillah (as.), Allah lafzndan müninne olduunu iyica açklayarak ondaki kapall-
niçin gidermedi? Niçin, kelamclann yaptgibi î »^ü^jgjSi^cIsln pöyM'^dir, ârâz deildir, âJeffîn ne içi|jdejiö de dm-dadr. Aleme bitiik de deildi\_jBir^ melcânda ve
bir cihette bulunmaz, fakat âlem ve cihetler on-.
dan hâli deildir» detoedi. Halbuki, kelunclfir
nn yapt glM, Innu fa^ \ât eküâe ^^ötaa^s mümkündü. Zîra O (a.sJ'nn anlatmmda bir
kusur, hakk açklama arzu ve hevesinde bir
geveklik v€» hakk tanunada bir noksanl yok-
tu^ 4mWtni& öyle cevap veririz
:
Eer O C-a^.} bunlar haUc^ anlatsa idi, cm*
1ar bunu anlayamazlar ve inkâra koarlar, *Bu
imkânsz bir ey» derlerdi. Pek az kiinin istis-
103
ms ile bütün halk, Allah'n sfatlarn inkâra
fötûrtu bir tenzihte hayr yoktur. HalboM O^Svl, bütün ineanb fthiret saadetine ça^cve âlemlere rahmet olarak gönderilmitir. Ço-
unluu helake sevkeden eyleri nasl konuur?Bilakis O (a.s.) insanlarla, onla^nn akülanomalabilecei ^lde konuulmamn egut«toi ve
:
'. j^.'r "jl îli.; - k >/' >^ i" > . t ^ ' '?!! IH^ • >
* " -; .
«tnstanlarla, oaniiHrm «olaymnayaca blr^h^lde
konuan kimse, bâzlarmn fitneye dümesine se-
bep olur» buyurmütiir.
Soru
:
«Tenzihte mübalaa etmenin, bâzlaruu AI^
lal»*m sfaüann inJc&ra sevketme korkusu VGrr
du*. nsan vehme düüren müte&bih lafîu^aa
kullanmanm da, bâzlarm tebihe, yâni Allah'
bir cisme benzetmeye, götürme korkusu vardr»
denilirse öyle cevap veririz
:
Bu ikisi arasnda ilü yönden büyük fark var^
cUr,
Birincisi t
Tenzihte mübalâa yapmak, çouâu^ Al-
lah'm sfatiarm inkâra sevkeder. Müteâbih la-
104
fzlan kullanmak ise, aznbm tebih velumuekaplmasna sebep olur. ki zarardan, daha az
.olann tercih ve dierini terk evlâdr.
tkinclal
Tebih vehminin tedavisi, insanlar Allah'n
sfatlarn inkâra götüren hostahm tedavisin-
den daim kc^^dr. i^lnk^« ;üanlara tebih veh-
ye sevkeden bu lafzlarn zâhirleri ile beraber.
zer) hiçbir ey yoktur» (*) ve «O, asla bir cisim
deildir. Cisimlere d-e benzemez» demek kâfidir.
Zikrettiimiz ekilde t^uüht^ mübalâa yaparakMkib^ i9«rln i0^ etmeik cok #b@tûr. Belki
binde bir kii kabul eder. özellikle, ümmî olan
Arap milleti için, bu çok. güç bir itir.
«Çou insann, kastedilen mânây anlamak-
tan âciz kald anlald. Bu durumda peygam-
berler, ulûiiyyetin asimi oolarm itikadna yer-
letirmek için, mûteâbih laflzlârla. hak&atbirçok eyi söylemi, meselâ onlara: «Allah
Ar'ta oturmaktadr. Allah semâdadr. Allah, me-
m ûra, 42/11
kâa baknnda onlarn fevkindedir» veluaini
Vemi oIma,zlar im? dezülirse öyle cevap vexi-
riz:
Hââ, böyle zannedilmekten ve bîr peygam-berin Allah Teâlâ'y, muttasf olduu sfatlar-
da bakasyla vafetmi ve balka. îtikadma
bunu yerl^ürml vehminin u^mmasmds^ Al-
lah'a snrz. Ancak u var kî, bu konuda ço-
u halkn kusurunun etkisi vardr. Yâni, müte-
âbih lafzlarn mânâlarm anlamaya avâmm ve
^sonm gmcü fetsom. AiK?ak bu kuso*, ki^
iyi vehme düüren lafzlar söyleiaemeye bir se-
bep olmayp, onlarn mâ-nâlarm aratrmak ve
o konuda sual sormak s^hi ilere dalmaktan menedilmelerine sebep olnuüctadr. Bu sedmle» mü-te&bih kelimeler, (mlatm mââku!im idrak ed^ve buna gücü yetenlere söylenilmelidir. Böyle
yaplrsa, halkn acz ve kusuruna pek güzel ça-
re bu}«M^ olur. AyÂmfi^ haigülcaia jhilÂfm,dzellîlûe AUah'm ^tlan kciuum«la, lodaimak-
ta bir zaruret yoktur. Evet, kastedilen mânâkaanlatmak için vaz edilmi lügatler bulunmad-
mdeaii. müetear Jafzlrm loUamvlmada zaru-
ret vairdr. Fe^t^ dilam ittlahâiumda. câhil
kiiler çou kez hatâya düerler. Bu hatâ, lügat-
lerin noksan ye kusurlarmdan kaynaklanr.''
' ~r '
'
Fakat, ster kendis^ade maslahat var kabul
edilsin, ister edilmesm. kiiyi cehle götürecek e-
kilde, kasten hakikatin aksini anlatmak, pey-
gamberler hakkmd£fa muhaldir.
06
Soru:. ;
^ '. •
.
a
«Müebbihe'nin Allah Teâlâ'ya uzuv ve me-kân isnad etmekle cehalet çukuruna dümeleri.mûtelüsiM lafzlar yûzüD^^miir. Bundan, mûte-âbîh laf^lann zâhiri mânâlannn onlar cehâ-^
lete götürdüü anlalmaktadr. Mâdem ki Al-'
lah. in&anlar tebihe sevkedecek böyle lafzlarinzâl etti, bundan t^j^bihe rzâs vib- idmektû'.Bu halde, mûtdâbîh ^^^sâem [ l»t l»iâu8t^^,onlan c«hle düürmeyi kast edip*etmediine ba-
klmaz. O lafzlar yüzünden .Müebbihe cehle
dütüüne göre, Allah bunu dah» önceden bilir
yor demektir. £^^, cehlin hâsl olmasmdan râ*z olmasayd, o lafzlar irat buyurmazd» deni-
lirse, ö^ie cevap veririz : ,
-
Biz, «Mûebbihe'nin Allah' tam tanmama-lar, bu lafzlardan dolaydr» görüünü kabuledemeyiz. Aks^ bu cehal^ onlann bü Isszla-
tm sâMtîm ^âikteadâSL evroi, «ûMis bUgisini ka-zanmaktaki kusurlarmdandr. Eer onlar, evve-la takdis ve tenzih bilgisini tahsil etmi olsalar-
d, onlan anlamakta cçhil ve; dalalete dümez-lerdi.
Meselâ, takdisin* ne demek olduunu dre-B&n kimse, «Kâ'be Allah'n evidir» sözünü, veyameselenin hakikatm bilen kimse» ^Meselenin su-
reti udur;» sözünü duyunca, bunlardan muradn
107
ne» oldugmu .anlar. Bu ned^a Müebbihe'zLinyc^mas gereken ey, evvela bu takdia ve ten-
zih ilmini örenm-ek, sonra bu konüda üpheyedütükleri zaman âlimiere müracaat etmek^, ken-di nefsini tefsir ve tevilden men etmek ve onutakdise ikm etmektir. Bunhn yaî)maymca, ^•feette cehle kaplrlar.
neanlaa^m taMatu^ tenbellîk, kusur vekendilerini ilgilendirmeyen eylere dalmak gibi,
fuzûlî i yapma vasflarmm bulunduunu Al-
lah'm bilmi olmas, oüardan r&z olmas mânâ-sma gelm»:. Allah-ut o lafizim irat buyurmas,insanlarn cehâJete dümeleri için bir sebep de-
ildir. AncaJt insan, yukarda anlatlan ihmal ve
tembelliinden dolay AUah'm kaz&sma ve Um-dî ksmetinin takdirüie rto (tettur. Mît^^mAllah
:
«Ve Rabbinin : «Andolsun, cehennemi tamâmeninsanlartian ve cinlertden dolduracam» sözü tar
matara yerine eldi»0)» .
.- - * *
£|er Rabi^ dUeâs^ yer yû^taide,M var-
l) Hûd, 11/119
108
sft bjBpA topiaxk îman edorlezdi O hal^ mü-min olsunlar dS^^ kmmism sen ml zorluj^caksm?» C) ve t
«Eer^iaMât mbstsfâi Mtûn insanlar tek bir
dîne ba^l kdad. Halbuki onlar, çeitli dinlere
uyarak ihtilaf edip duracaklardur» (O buyurmu-tur.
te halkn yaratüuda bu ilâhi taki^m bu^Iunm«ktadr, .A^Jih'm sûnnetüi tc^îdü ve lagyl-
re hiçbir nebinin gücü yetmez.
Cl) YunilS, 10/99"
C2> ULd» 11/118
109
KNC FASIL'
•' ~
' _' *
IklÜTEÂBtH LÂflM^IN MÂNÂSISOBÜLDUUNDA VERLECEK)
CEVAPLAR
«Soü zam«3ilarâ& ^tmr tsmha, mûteâbih ha-berlerden bahsedilmeye baland. Bu koiuda bir-
çok ihtilâfiar ortaya çUct. Bu dunjnda, taa3v-b9. sarlarc^ imoJm sora sprmaikt^a et»
mek ve onlam <^vap vermemek yetmez. Hal böy-le olunca, bu meseleler bize sorulduunda naslcevap verelim?» diyerek bizden cevap bekleye-
BZ deriz ki
:
£^ hw^ mûtelibil lafzlar hakknda bir
sorulursa» j^;iA^:M «istivâ» Iconusm'da Söyledikleri ile cevap venriz, O. bu konudaöyle demiti : «tstivâ malûmdur» keyfiyyeti mec-l^ûldM^ Oaia iBiUUL v4c|p. ,onj^^ual bid*attir*.
te, îitm kapsmm ka|»tlmas için, n,vâr
mm bu konu^ sorduu her meselede, bu cev&p
hatrlatlr. -j.
*Fevk, el ve dier mûte&bih lafzlar soru-
lunca ne ile cevap verirsin?» denilirse deriz ki
:
& koaiftda Allah. . Teâlâ'mn m- îtesülü
imM^Mn söyledikleri hakir itogrudur. iUlah
Jf^^ Rahmân. Ar' isti-
Jâ etti»(') buyurmutur. Bundan kaUyetle bilinir
ki. maksat bizim bildiimiz otuma de^
gildir. Ancak Allah'n bundan ne murad ettii
bilinmez. Zaten biz onu bilmekle mükellef de-
iliz. Yine Allah . Teâlâ;j jl^» ^^'jlçUJI^
«€K Ml^mm ününde galîytir»(^} buyumutr.Allah için mekân yükseklii muhaldir. Bunun-
la n© murad ettiim bilmiyoruz. Ey soru soran
MiK Bunu bizim ve senin bilmen gerekmez. Ay-
n 0Mld0 ^ m pmmak kelimelerinin de Allah
için isbat caiz deildir. Fakat bu lafzlar Hz.
Peygamber (a.s.) nasü konumusa ayn ekil-
dje,, hiçMr ^â4e ve fifkütme, cem ve tefrik» tef-
sir ve ^*vüâ# bdmmdan konumak clizdir.
Nitekim bunun tafsilât daha önce geçti;
(l) Tâhâ. 20/5m En'to. e/18
111
;m Peygamber (a^J'in «jyila^ Âdem ^^^(^^^^^
in tabiatn kendi eli ile mayalad» .-to :— .......
«Müminin kalbi, Allah'm parffli^lanndaa Ud
parmak afasmdadr» (^) sözlerini iitince: «O
böyle söylemekle doruyu konumutur»der ve öyle^ îDm0iZ' Hiçbir ilâve ve eksilîji^
yapmayz. Masl rivây^ ^il<ü ise biz de w^Qmöyle naklederiz. Allah'n et. sinir, kan ve dier
cisimlerden mürekkep olan «el»den m^ezzeh ol-
d^^unu belirterek sözû. keseriz.
Eer : .
'
«Kurban kadîm. Döidir, yoksa mahluk mudur?»
diye soruTim. «Kof^mahipk deildir. O kadîm-
dir. ÇünküResûluüal Ca^,) : ^^'j^ k^cil^^
«iC^'ââ kadtolig» mahluk deUdir» byurmu-tur» deriz.
Eer, MKm^'m hesr&Kci kadîm xnidir. yok-
sa deil midir?» diye sorulursa : «Ashab- Kirâm
bu meseleden bahsetmemitir. Onm için bu ko-
nuya dalmak bid'attir. Bu konuda soa sormayn»
deriz.
(1) Hadis daha önce geçmitir.
112
Fakat bir kis^, câMlâJo^ taassubun ve fu-
zûli konumaUun çok c^ûi^ ve Kur^an^n harf-
lerinin kadîm oîdu^nu söylemeyenlerin tekfir
edildii bir beldede bulunsa ve cevap vermeyemecbur kalsa öyle demelidir
:
«Ey, bana bu soruyu soran kii! Eer sanin
harSMe]^ m^^sadm. Kur'an'm keufUsi^ ise« bü!d Kur^n loultaidir^ l^^er bununla, A^al'm ke^
lâm olan Knr'an ve dier sfatlarndan ba^ka-
sm murad ediyorsan, Allah ve sfatlan dndaolan im ey scaaracten yan^nutr.» Bma ba-ka ü&veler yapmamaldm
Eer:
«Kim, Kur*an'dan bir harf okursa, onm için öy-le sevt^ VBeda^i^} \mpmm}ÜA, Kur'an- Ke-
ttot'n nleri «kh^^nu ve onun bu haMl^^den
meydana geldiini isbat etmitir. Bir baka hadi-
sinde de Kur'an'm mahluk olmadm söylemi-
tir. Bundan, harflerin de kadim olmas gerekir»
dilerse, öyle cevap vwtrjz
:
Biz Hz. Peyiam,bw (a^J.'in söylediklerine l»r
lâvede bulunamayz. SaâeoQ onun buyu^ttuft
gfbl, «Kur'an mahluk deildir» deriz. Kur'an'm
snahluk olup olmama meselesi baka, onun harf-
1X3
I^tel olzna meselesi bakadr.Harflerin Icadîîn öltp olmamas üçüncü bir me-seledir. Binâenaleyh, biz O (a.s.)'nun söyledii
Helam ye ibâredez fazla bir ey söyleyemeyiz.
Eer : «Bu iki meseleden, yani Hz. Peygam-ber (a.s.>'in. Kur'aa't jm^bl^ olmadm bey&-
m ve Kur'an'm harfleri bulunlu^H'u a^îama-smdan, harflerin kadîm olup olnama meselesi,
üçüncü bir meseîe olarak ortaya çkmaz. Zîra,
bu ikisinden, zaten Kur'aj harflerinin kadîm ol-
ÛTi^u anlalr» kanaatine sahip olunarakderiz ki : - '.
Bu iki meseleden, harflerin kadim olduuanlalmaz. Böyle yapmak bir tefrî' iidir. Hal-
buki, müteâbih lafzlar üzerinde, tefrî' yolu ile
bir ta&^.del^iklikler yasmann mümkün c^ma-dm ve eldii^lait ^dl île yetiniMi^ ge-
rektiini daha evvel delilleri ile açklamtk.il
[ Aym eMlda: •^ü#te*m arapça almasda kadîmdir. Çünkü Hz. Peygamber ta. s.) :
«Kur*an k^imdir»^ buyurmu;. Allah Teâiâ da,
4> GlKur'^^ arapça >ir
Kur*an olarak indirdik» buyurmutur. Bunagöre» Kur'an'm arapça olmas da kadimdir» de-
nilirse öyle i^vap veririz t
(1) Yusuf, 12/2
114
Kur'an'n arapça olma meselesi, bizzat Kur*-
aa'da açkça belirtildii için haktr. Kur'an'nkatlim c^lms da baktr. Çûnkû Hz. Peygamber(a.s.) bunu sarâhaten belirtmitir. «Kur'an-m -
arapça olmasmn kadîmlii» se üçüncü bir me-seledir.. Onun kadim olmas hakknda herhangibîr ey vârid olmamtr. Bundan dol^y^ «Kur'^
an'm arapça olmas da kadîmdir>» demek gerek-
mez.;
îte bu ekilde cevap vererek avâmm ve bukonuda ileri geri konuaniarm azlarna gemvurur, onlar kyastan vie kendi zanlarnm gere-
ince k^ûüffîâktan men ederiz. Ma;tta daha da. ileri giderek öyle deriz:
Hz. Peygamber (a.s.) : «Kar*aia AJlah^ia ke-
lamdr, mahluk deildir» buyurmutur. Eer bir
ba$ka hadiste «Kur*an kadimdir» lafz vârid ol-
mâsayd, bu ilk hadisteki laCzlam day«yara}£ t
«Kur'an kaidîmdir» dememize veriMi ol-
mazd. Çünkü «mahluk deildir» sözü île «ka-
dimdir» sözü orasnda fark vardr. Hatta konu-
urken: t^^i**» Jp^t j^^'pSf »Filann sözü mah-,
luk d^Udir» mz* Bu, «catun sözü uydurma d0r
ildir» demektirr Zira. mahluk lafz, uydunna ve
yalan mânâlarna da kullanlr. Bu nedenle,
«mahluk deildir» sözünün, vaz edildii asl mâ-
n&nn dm^ bdyla bir loân&s da. akla gelebi-
lir. Kadîm lafzmde ise. böyle bbr mânâ akla gel-
mez. Bu iki lafz arasnda fark vardr. Binâena-
115
^h,^ bl«im «Kur'an'm kdim okhgufaa dâir
ziEix»Q% sadece Beyf^m^m mJ'îa : «Kur'-
aH Allah*i&' M^imaâsr^ o yaratlnanütr» buyur-masndan deildir. Zira, yukarda açkladmzgibi lafz tahrif, tebdü, tasrif ve ta|a^ do|pnx de-
|:jldir. BUOd^ «o lafg, Hs. Peyganib^ (a.8J'in
mmmA etö^ tnânâ ile hi^ktt» eklinde inanmakgerekir. Kim, bir nassa dayanmadan bu konu-larda söz söylerse. Selef mezhebinden çjk«qnak
bî4'ate âa^m^ olur.
116
I
ÜÇÜNCÜ FASL
EYANIN VAMJK MERTEBELER
El^s
«IzDâa k^adimdir» ic^yyesi mehur meselalerdendir. Bi2e bu tonud» som sosül^em mmlcevap verelim?» denilirse, öyle deriz
;
Bu sc»ya muhatap olduumuz belde, bizim
idâj^miz altnda ise ve soru sorana kar bir üs-
tünj-ftgftoa^ varsa, o-au hiç önemi olmayan bu
IteE^^iEm l^i^azi mm. ederiz. Kendisine: «-Bu,
bir Mdhs^iir» d^^z.
Ea: biz, bu soruyû. scNTimlann beldesinde
malûp isek, soruya çevap verir ve
:
«Senin, man'^ia maksadm nedir? Eer,sanlann bilgi ve sfatlarmdan bir eyi kastedi-
yorsan, bil ki mahiukatm bütün sfatlar da ken-
diler gibi u^Mktur^ «iman» sözü üe» Kr'-m*Ûân veya Âlalt^iâ sCklanndan bîr eyi kast-
ediyorsan, Allah'm bütün sfatlan kadîmdir. Eer,ne halkm^ne de Hâlik'm sfat olmayan bir eyi
117
murad ediyorsan, bu tasavvuru ve aûiajjnasmümkün olmayan bir efdir. Zât tasavvut*^ eM-n^ren ve anlale^nayan bîr eyin kadîm mi^yok-sa hâdis mi olduuna dâir hüküm nasl verilir?»
jieriz.
Fakat burada asl, sorana mâni olmak vecevap vermemektir. te Selef mezhebini^ özel-
imi bj*dw. Zaruret olmadkça bu yol terfcedil^
mez. Cevap vermi rieatmr kalan kiinin yapa-ca i. yukarda anlattklarmzdr.
Eer, smii somil zekî. hakikatleri örenmekisteyen ve örenmeye yetenekli bulursak, mese-leden örtüyü kaldrr ve onu Kur'an hakknda-ki üphelerinden kurtannz. DefM ki : v
BU kî. her ^yia meveâdiyeii dört mertebe-de olur: Gözle görülen varl, zihinlerdeki var-l. diUerdeki varl, kât ve benzerleri üzeri-
ne yazl oto v;^iigu;M^sejâ* ate gibt
gözle görülen bir varhg va.Mw. Mmyml wlerde bir varh vardr. Yani onun hakîkatnadâir zihnimizde bir bilgi vardr. Dillerde bir var-l vardr. Bu, atee delâlet eden kelhM yani«nâr»* lafzdr. Bir dt kât üzerine yazlm bir
varM vardr.
Âte*in vadîmn ilk mertebesi, W- bu gözle
görülen bizzat kendi varl idi, yakc olan itebu varlktr. Yakma sfat, bu mertebedeki ate'e
mahsustur, K^em sfatmm MMfan% ve AUh'aâlt öWmu gibi. Atein m^v üç
118
hinda. yâdi zihinlerde, dilime v% ^üfeîe^^-ki varlnda bu özellik yoktur. «Ate yakcdr»deseler. ^evet, hariçte mevcut olan atein, ken-
disi ^akcd> : âdr^. «Ate lafz yakcdr» de&e-
Ipt, «bayr» deziz. «Zihinde bulunan ate yakc-dr» deseler, «hayr, yakc deildir» deriz. Aynekilde, ate kelimesi de yakc deildir. «Atek^teâl ^jJm^S^^ imMl^â^ ey yakcdr.^* de-
âeleiK «Evet :mlctödr» de:^ Çünkü bu keüj^ie
söylenince hatrlanan, frn, soba v.b. fm^mâ^^ ]
bulunan ve yakc özellii olan varhktr.
Ayn ekilde kdem de Allah kelâmnn s-
fatdr.
Kendisine Kur'an ismi verilen eyin mevcu-
diyeti de dört mertebede olun
îlk mertebe: Asl olan budur. Bu varhk Al-
IO'n zâU ile kâimdir. Atein frmdaki varh-îm }mmmP^ ti^ iadem, bu varla bir d:^l-
liktir.
mi^i^ Km^m*m, zihMerimizdeki
ilmî varh. Örenirken, dilimizle söylemeden ev-
vel zihnimizde hasl olur.
Üçüncü mertebe : Lafzî varh. Dilimizle te-
lafliiz^ etnvek sûretiyle hâsl olur.
Dördüncü mertebe: Yfitzilmak suretiyle kâ-
tlardaki varl*
«Dilimizle konumadan evvel, örenmek sû-
retiyle zihinlerimizde hâsl olan Kur'to sureti.
yani K^r'an't bilinemiz loKüm nüdi?» soru-lursa dyle cevap verir^t
«Büâak, bizim sfatunzdr. Biz nasl tn^M^luk isek. Mgimiz de mahluktur. Lakin bu bilgi
ile büinen Kur'an'm kendisi kadîmdir. Nitekim,bizim atei bilmemiz» yani pnun ufeninajzdekivaz'jU^ ftaa^;^ onun malumû olan a^in &^^^si yakcdr.»
IWai'm lai^ varlmdan, yani diHfift^
ie telaffuz etmemizden sorulursa, öyle deriz:
Bu telaffuz etme ii lismmuzn sfatdr Di-
limiz mahluk olduu gibi, o yaratldktan sonrameydana gelen sfat da mahluk ve hadistir, Zl-
m hMite MomB. meycUoia gel^ hm- ey, zarü-
Ti ^mtak îiâdfe olur. Lâkin bizim hâdis olan di-
limiz ve sesimizle telaffuz ettiimiz, konutuu-muz, zikrettiimiz ve okuduumuz ey kadîn-
OmkH 0^ JJ^'m z^j^ ile Isââm cto '^safm''-
MlMm. ate îk&lMesiün harflerini dilimiz-
le zikrettiimiz zaman, bu harflerle anlatlan eyyakcdr. Halbuki bizim sesimiz ve telaffusumuz
yakc deildir.
Eer birisi, «Ate kelimesinin harfleri bizzat
atein kendisidir» ^dârs^ biz de: «Madem ki «01,
ate kelimesinin harfleri, bizzat atein kendisin-
den ibârettir diyorsun, o halde atein harfleri de
yakocadur» deriz. Ayn ekilde «Kur'u*x harfleri.
Eer;
120
rems^ û^mn, o zaman •Kur'an'm hafleri de ka-dîmdir» deriz. Bu durumda Kur'an harflerininkadim olmas gibi, «ate kelimesinin barflej:! biz-
zat al^üL kendisidir» dedig^izde, onlar Ih» ya-Ism olur,
varlüüarda bulamn bu dârt mertebeevâma tebih yolu ile anlatlr. Onlann, bu mer-tebeleri tafsüat üe ve her birinin özellikleri ile
"
anlamalar mümkün deildir* Bu nedenle onlanbd^le koaulam dakürmaao^doriz. Dolam bumûstim dalmamalanm tavsiye etmemiz; bu ile-
rin hakikatini bilmediimizden deildir. .
Bu tafsUatm hakikati udur:
Atet ocak ve fnn gibi mahallerde bulun-
mm imeMfU p^kua^ ^nûk ve alevli diye mm-lehir. Dilde bulunmas hasebiyle farsça, türkçe.
arapça, arz harfli, çok harfli diye nitelenir. F-^
nnda bulunan ktm* arapça, farsça, türkçe diye
ksuiEim js^mîmad^ dildeki at^ de sönükveya alevli diye nitelenemez. Kât üzerine
züd zaman krmz, yeil, siyah veya yaz çe-'
|itlerinden sülüs, rik'a. nesih veya muhakkak ile
yazlm dly nitelenir. Lakin dilimizle telalfuz
ettiimiz atein bu ekilde/ nitelenmesi mümkündeildir. ,
Frnda, zihinde, dilde ve kât üzerinde bu-
lman eye ate ismi verilir. Ate ismi, bunlar
arasmda müterektir. Lakin furm ve benzeri yer-
121
lerdeki atee «hakikaten ate>» denir. Zihindeki
atee ise* laMtoten deil de ilmen ate denir.
Zihindeki bu ate. gerçek at^i anlatan bûr sû-
ret mânâsnadr. Nitekim aynada görülen îns^ve atein suretine de insan ve ate ismi verilir.
Lakin bu, haWW iasaa ve atei anlatan bir su-
ret mânâsmadr. Atein, lisartedaki varlaa.atedenilmesinin sebebi, onun zihnî ve hakikî mtoâ*
sma delâlet etmesidir. Atein hakîkî ve zihnî mâ-
^^m<ian sonra, dillerde bulunan bu üçüncü mâ-
îite,' stüahlftim d^:j^me8i ile d^iir. Fakat ilk
iki mânâda hiçbir deiiklik ^mm: "S^i^ tm^.
rinde yazh olan dördüncü mânâs ise, bu keli-
menin dildeki varlna delalet eder.
, Kur'an*m varh da, ate kelimesi gibi dört
mertebede olw. Qnun.için,,açklamal olarak yer-
diimiz bu mirîler Kur'ra keMs^ için de
ndu-. Buna göre bir haberde : «Kur'an kulu» laA-
jamdedir*, *Kur'an kulun dilindedir*, «Kur'an
.mu^xaffcato?*V fKur'Sfe ^ah'm zâtmm sfatdr*
dîy^ bir söz vârid olsa, bu steLerin hepsi zeki ki-
ilerce tasdik edUir, hepsinin inânto ^ birbhfi-
ni nakzetmedikleri anlahr. Akll kiiler, bun-
larla mum4 edüçn eyin hakîkatm ihata ede-
rek hepsini ta^ik^ter. Çünkü bu meseleler, on-
lara göre gâyet açk seçiktir. Fakat câhil ve ah-
maklara göre, bu meselelerden daha ince ve da-
ha derin mesele, yoktur. Bu nedenle, câhillere
lâyk oîön, bu Içonular» dahnaJsiMi mm 0^me-
leridir. Onlara: «Kur*an mahluk deildir»
ve susun. Buna bir ilâve ve eksiltmede bulun-
122
maym. Bu meseleleri ara^tay? ûc^ezn;^ix^» de-
,
nir. FaHat bu, zeki kiilere anlatlr. Zira onlar,. m-ûkil olafâ bu ii hemen kavrarlar. Onlara da,bu meseleleri avama anlatmamalar tavsiye edi-lir. Ta ki, avâma güçlerinin yetmeyecei eyiyüklemesinler. .
îte bu faslda anlatlan ve' zâhirinde mü-kilM buBEaan btitün yerlerde! Im^r^fr kiil^©a^lfc M^-^e îîfitkîkatler vardr ki, bunlar avâmave baö-eti olmayan âmâlara son derece gizlidir.
«Selefin bûyükleri»nin, bu hakikati bilmek-ten âciz olduklarm zannetmek lâyk olmaz. Çün-kü onlar, her ne ksMr bu lafzlarn hakîki mâ-lâAmil s^ii^uau ûk olsalar, onlan biliyor-lard. Lâkhî, avâmm bu konulan anlamaktanâciz olduklarm bildikleri için onlara bir ey söy-lemedüeir ve susturduk. Oolan». Mip ettlkie-Ti bu usul, en ölan. bir usuhnî".
«Selefin bü^ükl^^nd^o wmkm^i^u o^aMmevki ve öhretçe M^p^ staalari deUdir. Be-nim bu sözden muradm, hakîkaten derin mânâ-lara vâkf ve bir takm su-lara muttali olan bü-yüklerdir. Zîra. «büyükler» tabirinden, avâmolanlar, çc# s^^nan^hret kazanm zâtlan an-larlar ve en mehurun en büyük olduuna ina-
nrlar. Dalâlete düme, sebeplerinden biri de bu-dur.
123
t
DÖRDÜNCÜ FASO.
T
KESN TASDN MERTEBELERV
Eer birisi:
«Âvte, aratUMa yapmüctan. mm «dük8#»
istenilen eyin delilini bilemez. Delili bilmeyen
de, delil ile ulalacak eyi bilemez. Halbuki Al-
lah Teâl^â,, bütün külanna, evvela Jkndisini tOr
mmften, yani kedisine iman etmelerini y6varln tasdik etmelerini, ikinci olarak sonra-
dan olanlarn özelliklerinden ve bakasna ben-
ze^tten kendisini tenzih etmelerini, üçüncü
cteilk S^disini birlemelerini. d^^Lûncû olarak
ilim. kudret v.b. sfatlarm bilip tasdik etmele-
'
rini emretmitir. Bu saylanlar bilmek ve tas-
dik etmek her kula vacipti: va ondan istenmek-
'mâM, î^nilen bir iloi elde etmek de ancak de-
lillerle mümkün olur. Aynca deliller üzerinde
düünmek ve onlarn, istenilen eylere nasl de-
lâlet atüklerini anlamak gerekir. J^.da ancakdeMerin aartiaruu, ^^mel^in tert^ eklini ve
neticeye varma usullerini bOmekle tapûcam. olur.
124
Bütün bmlar, tam; bir aifatoZKU^ >iiM^rak kelâmlmini tahsil etme sonucunu do|piirur.
Aym ekilde av&^nm, Hz. Peygamb^ i^ûkibütün getirdikleri ile birlikte tasdik etmesi ge-rekir. Allah'a iman gibi bu da ondan istenir. Fa-
k^t bu konuda cb .^ygOiie ihUw^ vardr. ÇünküO Ca.s.) bizim gM 1^ bsandr. Y^ânc peygam-berlik iddiasnda bulunabilir. Onu yalanclardanayracak bir delile ihtiyaç vardr. Bu ise, onungösterecei mucizeyi tetkik etmek ve o mûçize-dJüh mkikatmi V^e arüarm bilmekle mtty^C^olur. Bütün buhlan yapabilmek demek, kelamilmini bilmek demektir.
Ksacas, tasdiki gereken ilerin hepsini tas-
dik, ancak •arattrma ve inceleme ile mümkünolacandan, avtoa tel. :^ea mea etiq^ loan-mskrx ire tmâik etmeleri gereken eylei MLiâe*melerine sebep olur» derse öyle cevap veririz
:
Üftllnn, y^byr^ sa^^^ Ismttlsmr Manmuavaciptir. îman ise kesin tasdikten ibârettir. îman-da tereddüt olmaz. !man sâhibi. inancmda ha-
ta vuku bulacsa^ma imkân ire ihtimâl vermez;
îte bu kesin tasdik aXi mertebede olur. .
Birinci mertebet
Bu, îman mertebelerinin en üstünüdür. Bud^ecedeki îman, bütü:^ n:u3^UUe^ tetkik eâü^
m
dr, îmanciLa. ©n bayuk gâi^^, de budur, ger aç-lli bu dermede bir îmmm uiaabîl&n ^mk Mr-veya iki kii bilünabihr. Bazan. bunlardan hiç
kimsçnir bulunmad asrlar da olur. Eer, kur-tulua ermek için mutlaka böyle bir imanahip olmak r^rekseydi, kurtulua ©renler çok ezolurdu.
kinci mertebe 1
Kelâm delillerle hasl olan îmandr. Bu de-
recedeki îfiani Eâsi eden kelâm deliller, büyük• âlimler arasnda ^hret bulan ve ijp^kâr edenle^rin zemmedildii deüll<ötiir>a delîher, fea-
z i ve insanlar hakknda, sahibinin asla aksini
düünemeyecei ve aksine ihtimal veremeyece-i derecede kesin tasdiki ifâde eder.
Üçüncü mertebe î
. Bu. hitâld dsWfM:le hâsl olan iman ve ts^diktir. Bu tür deliller, âdetlerde câri okui ve ko-
nuaniar arasnda doruluu kabul edilen de-
lillerdir. ]Bu yolda olan deliller, gönlü t«ut$sbla
dolu c^eki^i^» delil neyi g«relt^rîyörsa ona ka-
bul eden. mücâdele ve sorumluluk altma girmekistemeyen, akâidle ilgili konularda, mücadele
ecknlerl ilgilenme meyli tamayan ve konu-la ire'^^^zda bunlarm k^Oiamldl^ bil^ kim-
seler için, ilk anda tasdik ifade eder.
Er*ân'dâki deMterS^ ^gü bu rtats^teifidir.
m
eiâ î 4kK yönetici ite^ bir eyia yönetimi dtogün0lme.2» ^e^, Ök anda ta^k ifade eden ^ ko-
nuanlar arasnda doruluu kabul edilen bir de-
lildir. Bu nedenle. ' IsJlJS lU SJ^j ^\S^
«Eer yer ile gökte Allah'tan baka ilahlar olsay-
^dv bunlann ikisi de muhakkak fesada u^ar, yok,
idPltt^^) liPe^lJA iiten ve aslî f^ üzerine
teU. ^^M^ kanp cmMn #Memek süra-
tiyle karmakark olmam her kalp, bu delil-
den derhal Allah'n birliinin kesin olarak tas-
dik edllecel^lll anlar. Fakat bir cedelci : «Bu âle-
min, tedbir ve tasarrufta birbirleri ile aüaarakihtilafa dümeyen ve birbirlerine yardm eden
iki ilâhm elinde bulunmas olmayacak ey de-
ildir» dese, bu kadar eyi duînpa^ onun ziJni-
n! teiBâa^ank edi^. û/^Ü ta^^u an yapttasdik bozulur. Hatta bu durumda çou kere az
aklllar halledilmesi güç bir üpheye kaplrlar
da. bu üpheyi onlarda^ defetan^ imkânsz oUÇt
Ayn ekilde, «tik batan yaratmaya kâ-
dir olann, sonradan tekrar yaratmaya daha
çok muktedir olduu» açk ilerdendir. Nite-,
kim Allah Teâlâ. \- uU'l 4* jJl ji'
«C£y Easûlüm.) de ki t Oolan ilk defa yaratan di-. -
- ' •
l-^.T i.n IIP >»- im 11 .I.I1' - ,'
.
Cl) Snbiyi. 21/231 ^
127
liltir» (^) brunnuür. tster zeki olsun, ifiter ah-
mak olsun, bu kjBti duyan ûv^^odaa birisi, ilk
anda hemen tasdik' eder ve : «Evet» tekrar yarat-
ma ilk defa yaratmadan daha zor deildir. Aksi-
ne çpk daha kolaydr» der. Bjrada da bir sual
ile onu zihnini kantirmak mümkündür. Bu zi-
hin kanklm ondan gidermek çou zamanzor olur. Çünkü, bu üpheden sonra o kimsenin,
hiçbir tereddüte yer kalmayacak ekUde, kesin
tasdiki ifade edm ye^ü d^iU «alâ^g«i8i imkâ^szdu*. Halbuki, cedelckte s^fci^nâ iitmedöâ öâ-
ce, sadece, âyçti duymakla tasdik hasl olmutu.
DiMAncû mertebe t
^ Bir kimsenin, halkm kendisini çok övmeisebebi ile kendisine itimat edilen birisinden duy-
bir s^ü ta^ elmesL Babas hocas ve-
ya mehu? bûyükterâen l^rM hs^toüia güzel
bir itikada sâhip olan bir kimseye, bunlardan
birisi bir haber verse, mesela: «Filan adam öl-.
dû, burada bul&untyan âUtp. adam geldi» de^veya bunlara brazer bir haber v^e^ q Mmeduyduu bu haberi o derece kesin tasdik eder
ki, asla aksini düünmez. Onun bu tasdiinin da-
yana, baberl Veren kii mkkndaki güzel iti-.,
kaldr. Baka de&li ydi^. Hz. Ebübekir (r.a.)
gibi doruluu ve takvâs tecrübe ile bilinen bir
kimse: «Hasûlullah (a.s.) öyle buyurdu» dedii
(1) Yââto.
128
zaman ,o söz hemen kesin olarak tasdik ve mut-lak olarak kabul edilir. Bu k^bul ve tasdi|m da-yms^ ^ 8ÖZÛ 4u3^ 'Mmsenln îiz, £Mbeklr(r.a.) mkkmdaki güzel îtikâdndan baka birey deildir. te böyle birisi, avâma bir itikat
telkin etse ve : «Bü U âlemin .yaratua»! tektir. O,ter eyi hihm W her eye gûcû Setendir. M^-hammed (a.sJ'i Rasûl olarak O göndermitir»dese. hemen onu tasdike koar. Onun bu sözün-den hiçbir ek ve üph^e kaplmaz. Çocuklarnt^y^alan ye hocaBsc hakkud-aki iükatim! dah^^iM. üphem vsûar, baba ve hocaüanndanitikatla ilgili eyler iitirler ve iittiklerini hiçbir
'
delile ihtiyaç duymadan kabul ve tasdik edip, otasdikte» devam ederler.
jBaz karinelerle birlikte bir ey iitilince kal-
te,gfl^ tasdS^ Bâ J^ft^fiHrrîâMdfc irîte
zarnda kes3n liîm Mde etmese de/ avâmm kal-bine kesin inanç verir.
Meselâ.: Bir beldenin reisinin hasta olduutevatürle iitilse, sonra onun kctnalrmda feryatr
1ar yükselse, daha sönra da hizmetçilerinden bi-
;linin <Miun öldüünü söyledii iitilse, avâmdanolan kimse o zâtm öldüüne kesinlikle inanr.Tedbirini o habere dayanarak alr. Hizmetçinin,
0 h^2^i« ii^lgi bir fsihm$k dayanarak sâ^lsfi^bHecetiM, kiö^an .yükselen feryaüarm hasta-
Beinci nertebet
129
mu ba^^ilnasmdan veya h^stahnm iddeîien-
mesiBden» ir^ya bir baka sebepten dolay olabi-
leceini hatrna dahi getirmez. Bunlar» avâmmhatrna gelmeyecek eyler olduundan, kalple-
rinde o z&tn öldülfûne dâir kesin inanç M31I
cdur.
.t
Nice bedeviler vardr ki. Hz. Peygamber
(a.s.}'in gûli^ yüzüne, güzel ve latif kelâmma,
pinâiline -m eMâkum bato^nüc çe^^U;^^ îman
ve kesin tasdik Efe tasdik ^tei; peygamlj^îti-
ni isbat etmesi için bir mûcize ve delil getirme-
sini istememitir. Onlarn bu imam. ydcarda ve-
rilen misaldi avtan inanana ben^ser.
I
Altnc Jttdttisibe 1
j^ilüaj^di ve huyuna gelen.
bir dzü iitip tt^d£^^^Ene^d^. o sözün
sadece kendi tatbiatma uygun olmasdr. Y^m.söyleyeni hakkmda sahip olduu güzel bir itikat
.Veya göxdü|fü bür karine deüdir. Meselâ ; Dü-.mftTi^niT^ Ölmesini, veya Öldürülmesini, veya az-
ledilmesini arzulayan bir kimse, bunu en basit
uydurma bir haberle duysa hemen tasdik eder
ye kesin olarak bu inancm sürdürür. Kendi ar-
l^i^a hakkmda bö^le bir baber dufa» veya
tek ve arzularna muhalif bir hab^ duysa der-
bal tasdik etmeyip duraklar. Belki de reddeder.
130
îte, bir karineye ve haber veren hakkndaiyi itikada htiyaç duyulmadan» bir haberin sâ-
dece kendi hu^^ V9 tabiatum uygun olmasndanhasl olan itâcat ve tasdik, bu anlatlan mertebe-lerin en zayf ve derece bakmndan en aa-dUr. Çünkü evvelki be mertebe, her ne kadarbazilan zayf olsa da. hir karineye^ veya haberveren hakkmda güzel itikada, veya bunlara ben-
zer bir delile dayanmaktadr. Bunlar, avama gö-
re delil saylan iaretlerdir. Yani avâm^ onlara
dayanarak tasdik ve iman eder.
Bütün bu anlattklanmzdan tasdik merte*
belerini anlam oldun. Avamn îmanna sebep,
oiaa deiyiierin en .üstünü, ise, Kur'âa d^iUerl vekalbin! tasdik yoluna sevked^ dier eylerdir.
Binaenaleyh, avâm tâlim ve telkinde, Kur'andelillerinin ve kalbinde tasdik ve itminan hasl
Eur'an delilim mtehindeki açk delil-
leri Oei^e geçmek doru deildh^. Zira bun-larm ötesindeki delilleri anlamaya avûmn gü-
cü yetmez. •
tn^inlann çou, çocuk ik^ iman etmi^lr.
Bunlarn tasdik ve iman sebepleri, sâdece baba^
larm ve hocalarn taklit ve onlar hakknda bes^
ledikleri hüsn-û zaodr. Babalanma ve hocala-
nnm kendi kendilerini övmeleri, veya bakala-mm onlar övmesi, veya kendi inançlarnda ol-
mayanlar çocuklannm yanlarmda iddetle kö-
tülemeleri ve onlarm baJ^Mina gelen çeitli be-
lalar anlatmalm, me$el&: «Filan yahudî, kab-
131
rinde köpek ekline çevrildi», «Filan rafizi do-
muz oldu» demeleri, rüya ve dier hallere dâir
hikâyeler :anlatmalar... ite bütün bunlar, ço-
cökton îiefîs ve ruhlarnda o mezhep ve gö-
rülere kar tam' bir nefret, baba ve hocalan-
nm tâlim ve telkin ettikleri eylere kar bir me-
yil hâsü eder. Sonuncu ai^nn doruluuna dâir
kalplerinde hiç üphe kalmaz. Küçüklükte ilüB
örenmek, taa nak ilemek gibidir. Bu bilgi
ve inançla büyüyen çocuklar, bülua erdikten
Semra itikatirorafe o iarece tostsân sanlr ve de-
vam M^M M, mU. bîr üphe ve ter^dütleri
kalmaz. Ayn ekilde bütün yahudi, hristiyan,
râfizî, mecûsî ve müslüman çocuklar babalan-
,W itttel?tttan üwrSn© yetiir ve bulûa ererler,
îler bhînM fiildi, ister hak olsun ist^ faâül ol-
sun o derece kesindir ki, parça parça kesilseler
itikatlarndan dönmezler. Halbuki bu mana sâ-
hip olmak içîn. b©M w hocalarmm sözlerinden
v-m cmlpl Mttteituen baka hiçbir delüleri yok-
tu. ^ \ - '
'
Çoouklann baba ve hocalarm taklit ederek
ima»^ saMp ovalan gibi, saraia €slr lüuo^köle ve cariyeler de, mûslümanlarla bir müddet
beraber bulmarak onlarn slama olan meyil ve
dükünlüklerini gcrdülderide onlara yaknlkdupnulm^,. itikatlar ile itikatlanm, ahlaklar
ile de ahiaklanmiardr. Bütün bunlar. ta3d^ -ve
benzems isteinden dolaydr. Bakasn taklit ve
bakasna benzemeye çalmak insan tabia^mda
132
vardr, özellikle çocuklarn ve gençlerin tabiat
taklide dftha palandr.
Bu yaptmz açklamalardan, tasdik ve ima-
nn sadece, aratrma ve delile bal olnad|:3 an-
la^m^ oldu.
133
BENC FASIL
MUKALLDN ÎMANI MESELfâî_ •
imdi sen
:
«Yukarda arlatlan sebeplerle avamn kal-
binde kesin tasdikin hasl olmas mümkündür.Fakat ö sebeplerle hâsd olan tasdik, bir eyi bil-
mek saylmaz. Halbuki insan, hakikî bilgi ile mü-kellef tutulmutur. Yoksa, cehle dayanan bir iti-
ImM mük&M d€^iMir. Zira, mücerred ititoOa
hak le bâtl M^irindeü ayrt eKS^mM^ diyebi-
lirsin. Buna öyle cevap veririz:
Böyle düünmek büyük hatadr. Zîra i£^n-
lann saadeti, bir eye o ey naslsa asmen oldu-
u gibi inanmalarndadr. Bdy;le bir îman ile,
lolplerlne hakkm hakikatma uygun bir sûret
nakedilir. Nihâ^yet öldükleri zaman, kytoet gü-
nünde örtü açlp inandklar eyleri müahedeettiklermde rezil olmazlar vq önce rezillik atei,
$amu da ceiennem at^ ile yamaa^slar. Çltokü
hakîkatm sûreti kalbe nakedilince, o sûreti ve^
ren sebebe baklmaz. îster hakikî delil olsun, is-
ter resnü delil olsun, gerek iknâî delil olsun, ge-
134
rekse sebepsiz ol^ak srf sahibi hakkmda gü-
zel bir lUkacU dayatian bir delU olsun, kalbe hm-
klkatm sûretili ileyen delil ve sebeplere bakl-
maz. stenen delil deil, fâidedir. O da hakika-
tin, olduu gibi kalbe nakdr. Kim: «Allah*a,
sfatUuruu^ Jj^iitorma» p^ygaab^leine ve &fa^
ret gününü, btudâr gerçektm n9tBÛ se o ekMieinandm* derse, o saîd yani saadete eren kiidir.
Eti itikadm, kelâoî t>ir delil ile olmas art deil-
B3X ^^^^mjmm^ da, bu înan^ sâhip
olan kii saîddir. -^ÎIâ.h teüteön atnmk hakîkat-
lere îman ve tasdikle mükellef kld. Bu durum,
Hz. Peygamber (a.s.)'den geien birçok mütevâ-.
tir haber üe. kesin alar#k bilinmektedir. Bedevi-
ler Hz. Peygamber (a.s.re g^r, O (a.s.) kedi-
lerine îman arzeder, onlar da bunu kabul edip
tekrar deve ve koyuniarm gütmeye koyulurlar-
4^. Ifc Fmjm^^m eolan, mûcize ve mû-d^în peygambeolige delâleti üzerinde, Meminhâdîs oluu, yaratcmm isbat^, vahdaniyyetin de-
lilleri ve dier sfatlar üzerinde düünmekle mü-
kellef ftifcmazd. Neviler bo^le bir i ile mükel-
lef ttMbtn:^ ^salard^ uzun müddet dhur ^mlar
yamazlard. Onlarn.' kendilerinden deüîe
bal olmadan sadece iman ve tasdik istendii-
lOn demleri çoktur. Meselâ, birisi Hz, Peygam-
b^ taaJ'e gelu: ve: «Vallahi, Allah seni hakpeygamber olarak göndeidi» der, O (a.s,) da î
«VaUahi, Allah beni peygîiaber gönderdi» diye-
rek, onun yemini ile onu tasdik eder, adam da
döner ^rdi. Bir bakas 4a O (a.sJ 'nun imm-runa gelip yüzüne kar : *VaüaM. bu yüz y^J^T
135
c bir yüz deildir» derdi. Hz. Peygamber (a.s.)
de aym söz iie onun toamm tasdik ederdi. BuekiMç Imman m^^erî saylamayacak kadarçoktur. Hatta O (a.s.)'nun ve ashabnn asrndabir tek savata binlerce kii müslüman olurdu,f akat bunlarn pek ^ogu kelâmî delilleri bilmez-di. Çünkü keiânü delilleri .anlamsk için, ii gü-cü brakmak ve uzun müddet bir muallime git-
mek ihtiyac vardr. Halbuki onlarn, ilerini güç-lerini brakarak bir mmüîme gitUklert ti-
vâyet olunmamtr.
AsrUk- kesinlikle anlald ki AUah insanlan*âncak ^yBdikle^ne kesin man ve tasdikle mü-kellef tutmutur. Aslolan. ne vesile ile olursa ol-
sun tasdiktir. Evet» ârifin mukallidden üstün ol-
duu inkâr edüemez. lâkin âri£ nasl mû3xin ise,
mücallid de aym ekilde m^tup^ir.
Eer
:
«Bu durumda, müslüman mukallid kendisini
yahudi mukallidden nasl ayrr? Zira her ikisi-
nin îOffiEU dfidüe dayah ^ma]pp, taklide d^^alir
dr. haMe. UrM Tmnm taklidini dîgrerînin tak-
lidinden ne ile ayrr dersen, öyle cevap .veri-
rim:
Mukallid, îman ve tasdiinde taklid yapt-m bilmez. Kendisinin bir mukallid olduunudüünmes. Aksine k^nadini arif bilerek» nand-mda üphe etmez. Hasmmm bâtl, kendisinin
da hak üzere olduuna kesin olarak inand için,
136
r
faJiudi ile. kendisi «ura^sn ayrma ihtiyacm duy-maz. Kendi Mancma göre hâsl eyledii baz kmrrîneleri kendisine mahsus görüp onl^la kendi-ni hasmndan üstün sayar. Bu nedenle, kendini
arif gören mukallide» yahudinin inanc zarar
vemez«: onun nan sebebiylt ^iytoi kar-,
arak kendi Maîffîid^ b<^kîuk hâBil oln^ts:.
Nitekim arif olan kii de kendisini yahudiden*
üstün görür. Yahudi kelamcmn iddialar da onun,aMm kM^i^^lc^ t|îe kesin iaa^^ olmmukaMâ âe Mfe btesser. Batl yolda oltt Mi*nin itikadmm kendisine zarar vermemesi ve üp-heye düürmemesi, imsm için ona yeter. Zira
îmandan makiK^ liMfenlacftk 0y» kemi ola*rak
immtp is^m ^^&km. ite Mç, kendi taklidi^ leyahudinin taklidini ayrmak kendisine zor gel-
dii için üzülen bir avâm gördün mü? Böyle eyonun akhna^ bile gelmez, ^er kendilerine böyle
bir ey hatriatilsa, bu sözü'sâyley^t^ gülerleve : «Bu saçmalktan baka bir ey deildir. Hâk .
ile bâtl bir mi ki, onlarla bizim aramz ayra-cak' bir farka ihtiyaç olsun. O bâtl bön ise haky^^yâ. Ben buna kesin olozuk inaâiF^'^^hiç üphem yok. Aramzdaki fark, bS* «ra^t^maya ihtiyaç olmadan kesin olarak belli iken^
ben niçin fark arayaym?» der;
îte, inanlacak eylere kesin olarak inanan
muk^Udiû: lmi budur. olan görülerine ke-
sin G^amk ^^£mw yahudinin hali de böyledir.
Hal böyle iken, inand ey Allah katnda hakolan müslüman mukalhde nasl üphe gelir?..
137
Bu açklamalardan sonra iyice anlald ki.
mukallidleru îmanlai'i kesindir. eriat da onla-r, sadece böyle l;>ir imanla mükellef tutmutur.
Eer:*
,' '
'
•Farzedelim ki hem câhil, hem oedelci vehem de inatç birisi var. Ne taklide yanayor,ne de gerek Kür'an delilleri ve gerekse kolaycazilme 03^mejsi söz ve delilim kabul Wiwr. Bun-imm M Wâ^âM yapmaya Mmsekro n0 yap-mal?» denilirse, cevap olarak deriz ki
:
Böyle kiiler hasta kiilerdir. Yakalandkla-r hastalktan dolay, aslî yaratllarnda bulu-
nan shhat ve selâmet, tabii özelliini kaybet-mitir. Böylelerinin, 0kil ve emâiline bakhr.Eer inat ve oedelioi tabiatma gâlip gehni vemizacn bozulmu görürsek onunla mücadele et-
meyiz, îmanm esaslanndan birini inkâr etmek
çardmz zaman, yüzünde kabul emarelerisezersek, elimizden geldii kadar kendisine ilaç
vmi^t oedel ve apE d^iller]«» kcmdiini teMviederiz. Onuaîa, Âlkk'^ ©mrettigi gibi, en gûz^yol hangisi ise o ekilde mücâdele etmeye çal-rz. Bizim, delil ve cedel yoluyla onu tedavi et-
meye bu kadar ruhsat vermemiz, herkese kelâmkapsm â^namiE mânâca gelmez. Çünkü ilaç-
lar hastalara verilir. Hastalarn says ise, sh-hatlilere göre azdr. Hastaya o ilac vermek zo-
runludur. Shhatlileri ondan korumak gerekir.
^tkike
138
Slüîmtî ola aslî ftrat, mücâdele ve delillerin
açklanmasna ihtiyaç duyulmadan îman kabu-ie istidatldr. Shhatlilere ilaç vermenin zarar,
hasteilai'ft yaplmas gereken tedâviyi ihmalm^Bît douraca zaraMaa daM mm deâdîr. Hereyi yerine koyalm. Nitekim Allah Teâlâ pey-
gamberine :
«£y Rasûlüm, in^anlftr Kur'aa'i^ g)Pz^I söz ve na-
siha^a Baibblslia i^luna dâ.veî ^ OaÛBJta, km^en güzel olan bîr mücâdele ile mücâdele yap» (')
diye emretmitir. Hakka hikmet yoluyla davet
edilecek olaüar baka, mev/iza-i basene ile da-
vet edilecek olanlar l^^l^ ^ g^el mücadele
yolu ile davet edilecek olanlar ise yine baka-dr. Biz bu davet çeitlerini «eî-Kstâsu'l-müsta-
Mm* adl esîtoizde açkladk. Onlan tekrarla-
yamfc uzatmak istemiyoruz. Doruyu en iyi
bilen Allah'».
ABah't hamd, Msûlûne salât ve sel&m olsun.
SON
(1) Nahi, 16/125
130
ÇNDEKLER
Oösöz " " 5
Müellifin Ohh^JzÜ 9
Birinci BölümMüteabih Haberler Hakknda Selefin tikadnn
Hakikati : -.^^ H1. Takdis - : 13
2. Tasdik 21
3. Aczini tiraf .«« 25
4. Mkut ; ........1...» 26
5. msak • ^9
A. Tefsir ^ 29
B. Te'vif ^w 34
1. yVvîuifin Tc vifi v-<---#^*'**>'***»*»4******#****»***-**"**»-- 3^
2. Avam ile Arif Arasndaki Te'vif 34
3. Arif ile Rabbi Arasndaki TcVif ; 36
C. Tasrif ;
'
> 51
D. Tefn 53
E. Cem S3
F. Tefrik 54
7. Teslim .......™;.. 72
ikinci Bölüm -
Selef Mezhebinin Hak Olduunun Delilleri ......... 76A. AküDelü 76
a. Külli Delil 76b. Tafsili Delil 81
B. Sem'i Delil 82Üçüncü BölümFaydal Baz Fasllar 91Birinci FâslMüteabih Lafzlan Kullanmann Sebep veHilmefci „..,, 91kinci FaslMüteabih Lafzlann Manas SorulduundaVeüecek CevaplîU' 110
Üf^neü FaslEyann Varlk Mertebeleri 117Dördüncü FasüKesmXasdj|m Mertebeleri 124
1. Mertebe 1252. Mertebe , 126
3. Mertebe „ 126
4. ^te^ebe »...., 1285. Mfertel» 129
6. Mertebe , 130Beinci Fasl . .
Muhîdlid'in mam Meselesi
' Süfyan b.Abdullah es-Sakafî diyor ki;
Resûlüllah (s.a.v.)'a dedim ki:
"Ey Allah'n Resulü, slam hakkndabana öyle bir söz söyle ki, senden bakaonu hiçbir kimseye sorma ihtiyacn
hissetmeyeyim."Bunun üzerine Resûllüllah (s.a.v.)
buyurdu ki:
"Allah'a iman ettim" de ve doru ol.
"(Doru yolda devam et) Tevhidinancndan ve Allah'a itaatten ayrlma."
Müslim, El'man bab 62. Hadîs No:38
HSAR YAYINEV
/