16
ONLAR SAVAŞ İSTİYOR BİZ BARIŞA SAHİP ÇIKMALIYIZ Bugün, nasıl burjuvazi, hükümetin savaş politikalarının arkasında saf tutmuşsa, işçi sınıfı ve emekçiler tam da bunun tersini yapmalı ve barış politikalarına sahip çıkmalıdır. Savaş, egemen sınıfların çıkarlarını yansıtmaktadır. İşçi ve emekçilerin çıkarı ise barış ve halkların kardeşliği politikasını, stratejik bir hedef olarak, önlerine koymaktan geçmektedir. Sayı: 6 Eylül 2012 ISSN: 2147-1568 1.5 TL İKTİDARIN SAVAŞ POLİTİKASINA KARŞI BARIŞI SAVUNALIM.......................................2 ANTEP ZİRVESİ, PATLAYAN BOMBA İLE SINIRLI DEĞİL ..............................................3 OKMEYDANI’NDA KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN İKİ YÜZÜ...................................................4 TÜRK METAL’DEN PATRONLARA YENİ BİR HİZMET DAHA: NİTELİKLİ İŞGÜCÜNÜ BİRLİKTE YETİŞTİRELİM! ...........................................................4 KÜRT SORUNUNA ASKERİ ÇÖZÜM YOK! ...................................................................5 TOPLU TECAVÜZ SANIĞI BİR POLİS! .........................................................................6 SURİYE’YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE SON VERİLSİN! ...........................................7 DİLENENLER DEĞİL, DİRENENLER KAZANACAK! ...................................................8-9 GÜNEY AFRİKA DEVLETİ MADEN İŞÇİLERİNİ KATLETTİ! ...........................................10 UYEK, YENİ MODEL OLABİLİR ................................................................................11 YASALAR PATRONA KARŞI LAL OLMUŞ DURUMDA ................................................12 SENDİKA BÜROKRASİSİ NEDEN ŞİKÂYETÇİ? ...........................................................14 6-7 EYLÜL VAHŞETİ DERİN DEVLETİN SIĞ YÜZÜ .....................................................16

İşçilerin Sesi Eylül 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

ONLAR SAVAŞ İSTİYOR BİZBARIŞA SAHİP ÇIKMALIYIZ

Bugün, nasıl burjuvazi, hükümetinsavaş politikalarının arkasında saf tutmuşsa, işçi sınıfı ve emekçiler tamda bunun tersini yapmalı ve barış politikalarına sahip çıkmalıdır.

Savaş, egemen sınıfların çıkarlarınıyansıtmaktadır. İşçi ve emekçilerinçıkarı ise barış ve halkların kardeşliğipolitikasını, stratejik bir hedef olarak,önlerine koymaktan geçmektedir.

Sayı: 6 Eylül 2012 ISSN: 2147-1568 1.5 TL

İKTİDARIN SAVAŞ POLİTİKASINA KARŞI BARIŞI SAVUNALIM.......................................2

ANTEP ZİRVESİ, PATLAYAN BOMBA İLE SINIRLI DEĞİL ..............................................3

OKMEYDANI’NDA KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN İKİ YÜZÜ...................................................4

TÜRK METAL’DEN PATRONLARA YENİ BİR HİZMET DAHA:

NİTELİKLİ İŞGÜCÜNÜ BİRLİKTE YETİŞTİRELİM!...........................................................4

KÜRT SORUNUNA ASKERİ ÇÖZÜM YOK! ...................................................................5

TOPLU TECAVÜZ SANIĞI BİR POLİS!.........................................................................6

SURİYE’YE EMPERYALİST MÜDAHALEYE SON VERİLSİN! ...........................................7

DİLENENLER DEĞİL, DİRENENLER KAZANACAK! ...................................................8-9

GÜNEY AFRİKA DEVLETİ MADEN İŞÇİLERİNİ KATLETTİ! ...........................................10

UYEK, YENİ MODEL OLABİLİR ................................................................................11

YASALAR PATRONA KARŞI LAL OLMUŞ DURUMDA ................................................12

SENDİKA BÜROKRASİSİ NEDEN ŞİKÂYETÇİ? ...........................................................14

6-7 EYLÜL VAHŞETİ DERİN DEVLETİN SIĞ YÜZÜ .....................................................16

2011 seçimlerinin ardından kurulanAKP hükümetinin bir savaş hükü-meti olduğunu daha önce de belirt-miştik. Hükümetin, Suriye’de rejimdeğişikliğini hedefleyen çatışma or-tamına doğrudan müdahil olması ileKürt sorununda “askeri çözüm” po-litikasına odaklanması ve bu iki “sa-vaşı”, bütünsel ve birleşik bir siyasiproje olarak sürdürmesi, bu tespitintemel gerekçesiydi. AKP hükümeti,Suriye’deki mevcut rejimin yıkılma-sında öncü rol üstlenerek, Esad reji-minin taşeronu olarak lanse ettiğiPKK’ye karşı mücadelesinde em-peryalistlerden artan ölçüde destekalacağını umuyordu. Bu sayede,Esad rejiminin, Libya örneğine ben-zer şekilde, kısa sürede devrilmesi vePKK’nin askeri olarak bozguna uğ-ratılmasını başararak, iktidarını pe-kiştireceğini hesaplıyordu.

SİYASİ İKTİDAR, SAVAŞPOLİTİKASINDA BATAĞASAPLANMAK ÜZERE Ancak evdeki hesap çarşıya uy-

madı. Esad rejiminin kısa sürededevrilmeyeceği anlaşıldığı gibi, özel-likle Şemdinli’de haftalarca sürenyoğun çatışmalar ve PKK’nin yolkesme, milletvekili kaçırma gibieylemlerinin yoğunlaşması, bu alan-da da işlerin yolunda gitmediğinigösteriyor.

Esad rejiminin yıkılmasında, em-peryalistler adına öncü rol üstlenenTürkiye, Suudi Arabistan ve Ka-tar’ın siyasi tercihlerinin de sonucuolarak, çatışmanın Sünni-Şii ekseni-ne oturması, Suriye’deki iç mücade-leyi daha da karmaşıklaştırdığı gibi,bölge ülkeleri ve siyasi güçlerinin Şii-Sünni ekseninde saflaşmasını bera-berinde getiriyor. Bu durum iki olum-suz sonuca yol açıyor: Birinci olarak,sorunu, Suriye rejiminin devrilmesiboyutundan çıkarıp, bölgesel ve hat-ta uluslar arası bir mesele haline ge-tiriyor. Bu da tüm bölgeyi içine ala-cak bir sıcak savaş riskini doğuruyor.İkinci olarak, Suriye’de iç savaş yö-nünde gelişen çatışmaların Sünni-Şii eksenine oturması, El Kaide, Se-lefiler gibi radikal unsurların giderekartan ölçüde sürece müdahil olma-larını ve etkinliklerini arttırmalarınıgetiriyor. Esad sonrasını siyasi açıdanbelirsiz hale getiren bu gelişme, em-peryalistleri de tedirgin ediyor ve

“frene basmalarına” yol açıyor. Bu-nun sonucu olarak, Türkiye’nin kısasürede zafer umudu gerçekleşmez-ken, süreç, emperyalistlerin de is-tekleri doğrultusunda, savaşan tümtarafların birlikte yıprandığı ve za-yıfladığı, uzayan çatışmalar şeklindegelişiyor.

Clinton’un Türkiye ziyaretiyle,siyasi iktidarın Suriye politikasınaayar çekiliyor. ABD yetkilileri, Suri-ye’deki gelişmeler değerlendirilir-ken, her iki ülkenin ortak bir fotoğ-raf üzerinde anlaşmalarına vurguyapıyor. Hükümet, Suriye’de özerkKürt bölgelerinin oluşmasından duy-duğu kaygıyla, sınırda bir PKK yo-ğunlaşması riskini öne çıkarırken,ABD, PKK’nin yanına El Kaide ve si-yasi İslamcıları da ekleyerek, Türki-ye hükümetine uyarıda bulunuyor.Emperyalistlerin bu yaklaşımı, Tür-kiye’nin bugün kucak açıp destekle-diği Suriyeli muhaliflerle, gelecektekarşı karşıya gelmesi, ülke toprakla-rının onlarla çatışma alanına dönüş-mesi riskini ortaya çıkarıyor. Kısacası,Suriye’deki siyasi kriz bağlamında,“davul Türkiye’nin sırtında iken,tokmağın emperyalistlerin elinde ol-ması”, bu siyasi krizin, potansiyel ola-rak, ülkeyi istikrarsızlaştırma riski ta-şıdığını gösteriyor.

G.ANTEP’TE PATLAYANBOMBA HÜKÜMETE YARADIİşte tam da bu noktada, Rama-

zan Bayramında, Gaziantep’te pat-latılan ve on sivilin ölümüne, on-larcasının yaralanmasına yol açanbomba, önemli siyasi sonuçlar ya-rattı. Gerek hükümet ve resmi oto-riteler gerekse kamuoyu oluşturu-cuları tarafından PKK’ye mal edilen,ancak PKK’nin üstlenmediği bubombalama, siyasi iktidara yaradı.Patlayan bombalar, AKP hüküme-tinin, gerek Kürt sorununda gerek-se Suriye’ye karşı yürüttüğü savaşpolitikalarına kan verdi.

Gaziantep, Türkiye’nin, Suriyesınırındaki en gelişmiş ekonomikmerkezidir. Bu özelliğiyle, Suriye ta-rafındaki Halep’in bir benzeridir.Halep’te, Türkiye’nin de destekledi-ği, muhaliflerle rejim yanlıları ara-sında şiddetli silahlı çatışmalar sürerve kentin önemli bir bölümü tahripolurken, Gaziantep’te patlayan bom-

balar, kimi çevrelerce, Suriye rejimi-nin, karşı saldırısı, misillemesi olarakyorumlandı. Kamuoyunda yaratıl-maya çalışılan algı, bu kentin Esad re-jimi ve “onun taşeronu” PKK tara-fından kana bulandığıydı. O nedenle,bu iki güce karşı askeri mücadele ver-mek meşru bir tutumdu! Yine bu algıyaratılarak, halkın büyük çoğunlu-ğunun onaylamadığı, hükümetinSuriye politikasına destek sağlan-ması amaçlanıyordu. Ölenlerin ce-naze töreninde bir araya gelen ve ulu-sal birlik görüntüsü veren burjuva si-yasi partilerin liderleri ile devlet er-kânı, bu algının oluşmasına katkı sağ-lıyordu. Yine TOBB, TÜSİAD veMÜSİAD gibi burjuvazinin örgütle-ri ile onların ve devletin kuyruğun-dan ayrılmayan işçi örgütlerinin li-derlerinin Gaziantep ziyareti, sade-ce “teröre karşı milli mutabakat”gösterisi özelliği taşımıyor; onun daötesinde, hükümetin Suriye politi-kasının burjuvazinin ekonomik çı-karlarını yansıttığını ve o nedenle pat-ronların tam desteğini aldığını gös-teriyordu.

BUGÜN, BARIŞ STRATEJİK BİR HEDEFTİRBugün, nasıl burjuvazi, hükü-

metin savaş politikalarının arkasın-da saf tutmuşsa, işçi sınıfı ve emek-çiler tam da bunun tersini yapmalı vebarış politikalarına sahip çıkmalı-dır. Yurtta ve bölgede savaş, egemensınıfların çıkarlarını yansıtmaktadır.Buna karşı, işçi ve emekçilerin çıka-rı, barış ve halkların kardeşliği poli-tikasını, stratejik bir hedef olarak, ön-lerine koymaktan geçmektedir. Savaş,halkları birbirine düşman edecek,emekçi çocuklarının cephelerde ya dadağlarda ölmesine yol açacak, emek-çi kitlelerin yoksullaşmasına nedenolacak; buna karşın burjuvazininkârlarını arttıracaktır. “Arap Baharı”ile birlikte, ABD’li silah tüccarlarınınbölgeye yönelik silah satışlarının, üçkat artış göstermesi bunun en önem-li kanıtıdır. O nedenle işçi sınıfı veemekçiler, burjuvazinin temsilcisi veemperyalistlerin taşeronu AKP hü-kümetinin savaş politkasına karşıçıkmalıdır. Gerek Kürt sorununa ge-rekse Suriye’deki anlaşmazlığa, mü-zakereler yoluyla barışçı ve demo-kratik çözüm bulunması için müca-dele etmelidirler.

Bugün dünyaya egemen olan an-layış sömürücü, ırkçı, gerici, baskı-cı ve cinsiyetçi zorbalığa dayanıyor.Kapitalizm insanlık için son çıkışyolu olamaz. İnsanlığın kurtuluşu,sömürü ve baskıdan; ayrımcılıktanuzak yeni bir toplum olmalı, bu da ko-münizmdir. Rusya’da, Doğu Avru-pa’da, Çin veya Küba’da “komünizm”adına yaşananlar çarpıtılmış, büro-kratik ve yozlaşmış deneyimleridir. Buuygulamalarla komünizmin ortak biryönü yoktur. Komünizmin işçi sınıfı ta-rafından uluslararası düzeyde inşaedilebilir.

İşçilerin Sesi Gazetesi, insan-lığın kurtuluşu olan komünizmi, kadınve erkeklerin her türlü sömürü, ezme-ezilme ilişkisinden; ayrımcı uygula-madan, yabancılaşmadan kurtuluşuolarak anlıyor. Kürt ulusunun kendi ka-derini tayin hakkını savunuyor.

İşçilerin Sesi Gazetesi, kapita-listlerin kârı uğruna işçilerin sömürül-mesine hizmet eden tüm kurumlara;burjuva devlete, meclise, mahkeme-lere, orduya ve polise karşı tutum alır.

İşçilerin Sesi Gazetesi, sendi-kaların devletten ve sermayedenbağımsız, demokratik, şeffaf olmasınısavunur. İşçilere ihanet eden sendi-ka bürokratlarına karşı mücadeleeder. Sendikaların yeniden ve ta-bandan gelişecek işçi hareketi eliy-le, işçilerin birer öz örgütü haline gel-mesi için çalışır.

İşçilerin Sesi Gazetesi, işçi sı-nıfının ekonomik ve demokratik hak-ları gibi, siyasi hakları ve iktidarı için demücadeleyi zorunlu sayar. Bütün iş-çilerin, emekçilerin, yoksulların öz çı-karlarını savunacak Enternasyona-list Komünist bir işçi partisinin inşası-nı amaçlar. Bu aynı zamanda ulus-lararası işçi sınıfının partisi olacakolan yeni bir Komünist Enternasyo-nalin inşası demektir.

İşçilerin Sesi Gazetesi’nin sa-vunduğu görüşler bunlardır. Bu ama-cı paylaşan tek tek işçi ve aydınlar-la; devrimci örgütlerle birlikten yanadır.Bu gazeteyi savunanlar Marks, En-gels, Lenin, Rosa ve Troçki’nin ge-leneğine bağlıdır; EnternasyonalistKomünisttir.

İKTİDARIN SAVAŞ POLİTİKASINA KARŞIBARIŞI SAVUNALIM

BİZ KİMİZ? NE İSTİYORUZ?

NE İÇİN MÜCADELEEDİYORUZ?

İşçilerin Sesi

2

İşçilerin Sesi

3

N. CEMAL

İş alemi Antep’te buluştu. Çok sa-yıda kişinin yaşamını yitirdiği ve ya-ralandığı patlamanın ardından top-lanan Antep Zirvesi’ne katılanlararasında kimler yoktu ki? TOBBbaşkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, TÜSİ-AD başkanı Ümit Boyner, MÜSİADbaşkanı Nail Olpak, TÜMSİAD baş-kanı Hasan Sert, TESK başkanıBendevi Palandöken gibi iş alemininbilinen birçok isminin yanı sıra,Türk-İş başkanı Mustafa Kumlu,Hak-İş başkanı Mahmut Aslan, Me-mur-Sen başkanı Ahmet Gündoğdugibi emek cephesinin malum tem-silcileri de Antep Zirvesi’ne katıldı.Hani, Başbakan Erdoğan’ın kıdemtazminatı sorununu çözmek için biraraya gelemediklerini ve anlaşama-dıklarını söylediği işveren ve işçitemsilcileri vardı ya, neredeyse ta-mamı Antep Zirvesi’nde yer aldı.Meramlarını ise, “bir olalım, iri ola-lım, diri olalım” diye açıkladılar.Kime karşı? Patlayan bombalara vesavaşa karşı mı?

Başbakan Erdoğan tarafından sık-ça tekrarlanmış bir söylem olan “birolalım, iri olalım, diri olalım” açık-lamasının Antep Zirvesi’nin resmiaçıklaması ve sloganı olması neyi ifa-de ediyor? Başbakan’ın diliyle AntepZirvesi’nde yapılan bu açıklama ileAKP Hükümeti’nin Suriye cephe-sinde açmış olduğu savaşa resmendestek veriliyor. Meselenin Antep’tepatlayan bombayla sınırlı olmadığı veAntep’te canlar alan bombanın Suriyeve Ortadoğu cephesinde uygulanan

emperyalist savaş politikalarının sa-dece bir sonucu olduğu tüm çıplak-lığı ile ortada. “İri ve diri” olmaktankastedilen ise, AKP Hükümeti’nin sa-vaş politikalarına taraf olmaktan baş-ka bir şey değildir. Bu durumda da,“Antep vahşeti bir daha yaşanmasın”demenin maalesef hiçbir gerçekliği vesamimiyeti yoktur. Ortaya çıkan acıve boş temenni, “komşuda savaşbizde barış olsun” demekten öte birşey değildir. Antep Zirvesi’nin yaldızıve ajitatif parlak söylemleri kazındı-

ğında ortaya çıkacak olan, yapılanınbir barış değil savaş zirvesi olduğu-dur. Para babalarının örgütleriyle iş-birlikçi emek örgütleri, AKP’nin sa-vaş politikalarının karşısında resmigeçit selamına durmuşlardır. Elbetteki kendilerine getirilerini de hesap-layarak.

Fakir Fukaraya KarşıBir olalım, Diri OlalımBaşbakan Erdoğan’ın kıdem taz-

minatı sorununu çözmek için biraraya gelmiyor ve anlaşamıyorlardiye şikâyet ettiği bu işveren ve işçitemsilcilerinin Antep Zirvesi’nde kı-dem tazminatı fonunu da konuşupkarara bağladığını bir düşünsenize?Antep’te patlatılan bombanın kat bekat fazlasını işçi sınıfının bağrında on-lar patlatırdı. Üstüne üstlük bir deutanmadan ortaya çıkıp kendi sebepoldukları savaş koşullarını göstererek,“şimdi fedakârlık yapma zamanı”bile derlerdi. Tıpkı AKP Hükümetigibi, bunların da “bir olalım, iri ola-lım, diri olalım” deyişleri fakir fuka-raya, işçi ve emekçilere karşıdır.

ANTEP ZİRVESİ, PATLAYANBOMBA ILE SINIRLI DEĞIL

Antep zirvesinin yaldızı ve ajitatif parlak söylemleri kazındığında ortaya çıkacak olanyapılanın bir barış değil savaş zirvesi olduğudur

AKP-MHP YAKINLAŞMASI ALEVİLERİ TEHDİT EDİYORSon bir yıl içinde belirgin biçimde Al-evi toplumuna yönelik farklı düzey-lerde saldırılara tanık oluyoruz. Busaldırılar eğitimin dinselleştirilmesi,dindar gençlik yetiştirilmesi, İmamHatip Okullarının yaygınlaştırılması,Ramazan ayı nedeniyle TRT dahil tümtelevizyon kanallarında İslami filmle-rin, dini sohbetlerin artması gibi, fiilisaldırılar da arttı.

Alevilere yönelik klasik saldırı mer-kezleri olan İç Anadolu bölgesi (Sivas,Çorum, Malatya) veya Alevilerin azın-lıkta kaldığı (Adıyaman gibi) kentler-de değil, İstanbul Kartal’da karşımızaçıktı. Kartal’da Alevi evlerinin işaret-lemesi ve ardından Kartal Cemevi’ninkundaklanma girişimi, siyasal atmos-ferin ne kadar zehirlendiğini gösteriyor.

Bu zehir bir yandan AKP-MHP ya-kınlaşmasıyla diğer yandan hüküme-tin Suriye politikasını dayandırdığıAlevi-Sünni ekseni eliyle yayılıyor. İş-siz kitlelerin oluşturduğu zemin ise, fii-

li düşmanlığın militanlarını yaratıyor.Alevi örgütleri giderek artan sal-

dırılar karşısında her yıl bir büyük mi-ting düzenlemekle yetiniyorlar. 30Eylül’de Ankara’da böyle bir mitingdüzenlenecek.

En ilerici, aydın Alevi kitleleriniçinde yer aldığı Pir Sultan Abdal Kül-tür Derneği (PSAKD) Ataşehir Şubesi26 Ağustos Pazar günü saat 18.00′deyürüyüş ve basın açıklaması yaparakson saldırıları protesto etti. Şube Baş-kanı Metin Arslan yaptığı açıklamada“İnancımıza, Haklarımıza Sahip Çıka-cağız! AKP hükümetine teslim olma-yacağız!” dedi.

Açıklamada: “Alevi toplumu, hergün yeni ama olumsuz bir olaylauyanıyor. Yarın hangi olaylarla, sal-dırılarla, aşağılanmayla karşılaşaca-ğımızı bilmiyoruz. Geçmişte yaşa-dıklarımızı biliyoruz ve bunların ara-sında, ibadethanelerimiz olan Ce-mevleri, Alevi inancımız ve haklarımız

konusunda pek az iyi muamele var.Alevi olmak, Cemevinde ibadet et-mek, haklarını arayan onurlu bir yurt-taş olmak neden bir suç sayılıyor? (…)Bizim tarihimizde farklı mezheplerekaşı katliam yoktur.

Bizim tarihimizde farklı mezheplereinanların ibadethanelerine saldırı yok-tur, evlerini işaretlemek yoktur. Biz in-sanı severiz, yaratandan ötürü. İnsanıen yüce varlıklar arasında sayarız veonu yaşatmak inancımızdır”.

“İçerde ve dışarıda Alevi toplu-munu hedef alan, aşağılayan, itibar-sızlaştıran söz ve eylemlerinize son ve-rin! Suriye üzerindeki emperyalist po-litikaları Alevi düşmanlığı üzerindenkurarak, Türkiye’de faşist-ırkçı çevre-lerin harekete geçmesine zemin hazır-lamaya son verin! İnanç ve kültürler-le; farklı ulus ve kimliklerle oynayarakTürkiye’yi Ortadoğu’da istenmeyenülke haline getirmenize izin vermeye-ceğiz!” denildi. İşçilerin Sesi/Haber

Şube�BaşkanıMetin�Arslan�

yaptığı�açıklamada

“İnancımıza,�haklarımıza

sahip�çıkacağız!�AKP�

hükümetine�teslim�

olmayacağız!”dedi.

Aysun KOCA

Hemen hemen tamamı boşaltılan Tar-labaşı’dan, proje çalışmaları devameden Dolapdere’den sonra kentsel dö-nüşümde sıra Okmeydanı’na geldi.

Anıtlar Yüksek Kurulu 2010 yılın-da, 14 bölge ve mezarlık alanlarını Ok-meydanı Tarihi Sit Alanı olarak ilan etti.Bunun üzerine bu bölgeleri içine alanmahalleler için kentsel dönüşüm pro-jesi hazırlandı. Kurul kararına göre bu14 bölgenin yapılardan arındırılması,yani bu alanda yaşayan yaklaşık 25 binkişinin evlerinden taşınması gerekiyor.

Fakat yıkım planı yalnızca bu 14bölgeyi değil, tüm Okmeydanı’nı ilgi-lendiriyor çünkü kararda, Okmeyda-nı’nın büyük deprem riski altında ol-duğu, en kısa zamanda sağlıklı veplanlı bir bölgeye dönüştürülmesi ge-rektiği belirtiliyor. Kararda, mevcut ya-pıların güçlendirilmesinin imar mev-zuatı açısından mümkün olmadığı davurgulanıyor. Bu da, binaların yıkılıpyeniden yapılacağı anlamına geliyor.

İstanbul’un emekçi mahallelerin-

den olan Okmeydanı’nda neredeysehiçbir evin tapusu yok. Okmeydanı,Osmanlı'dan bu yana "vakıf tipi arazi"konumunda. Bu nedenle, yaklaşık 100bin insan ve 4.500 ev ve işyeri "işgalci"konumunda. Bu araziler özellikle son15 yılda çok katlı apartmanlara dön-üştü, bölgeye dönemin iktidarları ta-rafından devlet hizmeti götürülerek vetapu tahsis belgesi verilerek bölgemeşrulaştırıldı. Bugün Okmeydanı’ndakentsel dönüşüm projesi ile tapu ko-nusu en önemli gündem halinde.

Okmeydanı’ndaki Kentsel Dönüşümde Tapu SorunuYıkım bu mahallede yaşayanlar

için sürekli bir tehdit oluşturuyor. Be-yoğlu Belediyesi Okmeydanı’nda dü-zenlediği mahalle toplantılarında, uy-gulayacakları kentsel dönüşüm proje-sinin ne kadar iyi bir proje olduğunuanlatıyor, yapılacak kentsel dönüşümprojesinden önce imara açılan bölgenintapularını dağıtacağını söyleyerek ya-şayanlardan belgeler toplamaya çalı-şıyor. Belediye başkanı hazırladıkları

kentsel dönüşüm projesini meşrulaş-tırmak için “Mülkiyet sorunu olmayan,yeşili, otoparkı olan, yaşam kalitesiyüksek, deprem riski azalmış bir evdeoturmak istemez misiniz?” şeklinde ifa-deler kullanıyor. Bu soruya ‘hayır’ di-yecek mahalle sakini azdır, ancak pro-jeye göre semt sakinlerinin tapu ala-bilmeleri için gerekli evrakları ta-mamlayıp başvuru yapmaları gereki-yor. Başvuru esnasında yöneltilen,“Okmeydanı’nda olmazsa ikinci yer-leşim yeri olarak nerede yaşamak is-tersiniz?” gibi bir soru ise, burada ya-şayanların kazanılmış haklarının ko-runmama riskini olduğunu gösteriyor.

Yıllardır Burada YaşayanlarınKazanılmış Haklarını KorumakYıllardır Okmeydanı’nda yaşa-

yanlar yaşadıkları konutların bedeliniher seçim döneminde zaten ödemiş du-rumdalar. Bununla birlikte kazanıl-mış imar afları var ve evlerinin elektrik,su gibi temel ihtiyaçlarını sağlamışlar.

Dolayısıyla, bu evlerde yaşayanla-rın tapu sahibi olmak için belediyeye

yeniden bedel ödemeleri gerekmiyor.Okmeydanı’nda tapuların hak sahip-lerine bedelsiz verilmesi gerekiyor.

Belediyenin duyurduğu toplantı-larda, projelerde kiracılara ne olacağıhakkında herhangi bir bilgi yer almı-yor. Bu tür kentsel dönüşüm projele-rinde en mağdur durumda olanlarkiracılar oluyor.

Yakın geçmişte ve günümüzde tanıkolduğumuz hatta çeşitli meslek odala-rınca yargıya da taşınmış olan bu türkentsel dönüşüm projeleri, mahalledeyaşayan ve kullananları göz önünde bu-lundurmuyor. Deprem odaklı afet ya-sası ile beraber yoksul gecekondu sa-kinlerini yeni bir "dönem" veya “yeni birgöç” bekliyor. Çünkü İstanbul’a ilkgöç ettikleri zamandaki mahalleleri ar-tık İstanbul’un merkezi konumunda vesermaye sahiplerinin gözünü diktiğimekânlar arasında bulunuyor.

Yoksul kentliyi şehrin başka uzaksemtlerinde TOKİ tarafından bir örnekyapılmış, üstüne borç ödeyecekleri vedeprem güvencesi olmayan “toplukonutlar” bekliyor.

OKMEYDANI’NDA KENTSELDÖNÜŞÜMÜN İKİ YÜZÜ

Okmeydanı'nda yaşayanlar, bir yandan yıkımlara direnmeye çalışıyor, bir yandan da yitirecekleri evlerin yerine bir ev sahibi olabilmek için tapu mücadelesini sürdürüyor.

İşçilerin Sesi

4

TÜRK�METAL’DEN�PATRONLARA�YENİ�BİR�HİZMET�DAHA:�

NİTELİKLİ İŞGÜCÜNÜ BİRLİKTE YETİŞTİRELİM!Ufuk DEMİRCİ

Türkiye işçi hareketinin tarihini bilenler içinTürk Metal’in bir işçi sendikası olarak nite-liği ve yöneticilerinin “zihniyetinin” ne olduğubellidir. Türk Metal, sarı sendikadır diyerekgeçiştirilebilecek bir sendika değildir. Bur-juvazi için çok önemli olan metal işkolundayetkili sendikadır ve grup toplu sözleşme-lerinde diğer sendikalar olan Birleşik Metalİş (DİSK) ve Çelik İş’ten (Hak İş) her dönembağımsız hareket ederek, metal işçisinibirliğini bozmayı başarmıştır. Türk Metal im-zaladığı satış sözleşmelerinin ardından,tepki göstererek sendikadan ayrılmak veDİSK geçmek isteyen işçilere, gangsteryöntemleriyle saldırmasıyla tanınır. Emlak vearsa zengini Türk Metal yönetici kadroları-nın MHP’li olmasını, özellikle de Kürt halkı-na karşı ırkçı ve düşmanca söylemlerini deunutmamak gerekiyor.

Türk metal bürokratlarının sınıf işbirlik-çi siyasetlerinin nereye varacağını gösteren

son örnek geçenlerde bir gazete haberiylegündeme geldi. Türk Metal ve sektördeki pat-ronların örgütü MESS, toplu sözleşme gö-rüşmeleri öncesinde “Mesleki Yeterlilik”sertifikası verecek ortak bir şirket kurdular.Şirketin yönetim kurulu üyeleri işveren ve işçikuruluşlarının yöneticilerinden oluştu. Ücretliolacak kurslardan belge alan işçiler iş sahi-bi olurken, “ortak” şirket de kazanç sağla-yacak. Hükümet birçok işkolunu kapsayan

bir uygulamayı dayatıyor: işçilerin çalışabil-meleri için artık “mesleki yeterlilik” belgesinesahip olmaları gerekiyor. Bu belgesi olma-yan işçileri çalıştırmamak yükümlülüğü al-tına giren şirketler bu uygulamadan para ka-zanmanın yolarını buldu bile: İnşaat sektö-ründe çok yaygın olan taşeron firmalar işçileriiçin, bu yeterlilik belgelerini veren kurumlarlapazarlık yapıyorlar. İşçilerin ücretlerinden ke-silen “belge parası”, şirket ile eğitim kuru-

mu arasında paylaşılıyor!Türk metal ve MESS, bu ortaklığın Dün-

ya tarihinde bir ilk olduğunu gururla açıkla-dılar. Üyelerinin hakların korumakla yü-kümlü olan Türk Metal’in, patron örgütüyleişbirliği halinde hareket ederek, işçi üzerin-den para kazanmasından daha iğrenç bir sı-nıf işbirliği örneği olabilir mi?

Esas maksadın metal sektöründeki işçiprofilini belirlemek niyeti olduğu görülüyor.Birleşik Metal İş’in yürüttüğü kısmi müca-dele ve grevler, hem MESS patronlarını hemde Türk Metal’i rahatsız etmiş görünüyor. İs-tifa eden ve sendika değiştiren işçilerin sa-yısı da dikkate alınırsa, Türk Metal, sektör-deki gücünü korumak, MESS patronları daüretim sürecini sekteye uğratan grev ve di-renişlerden kurtulmak için, işbirliği halindehareket edecekleri anlaşılıyor. Amaç sektörenitelikli işçi yetiştirmek olsaydı, MESS bunutek başına da yapabilirdi. Türk Metal’in iş-birliği bundan fazlasının amaçlandığını açık-ca gösteriyor.

İşçilerin Sesi

5

Aykut ÖZER

PKK ile devlet güçleri arasındaki si-lahlı mücadelenin ulaştığı boyut, siyasiiktidarın Kürt sorununu askeri yoldançözme politikasının işlemediğini gös-teriyor. PKK’nin, silahlı saldırı, yol kes-me, aralarında bir milletvekilinin debulunduğu çeşitli kişilerin kaçırılma-sı gibi eylemlerinin tırmanması, silahlımücadelede inisiyatifin PKK’nin elinegeçtiği görüntüsü veriyor. ÖzellikleŞemdinli’de bir ayı aşkın süre devameden çatışmaların ardından, PKK’nin,Şemdinli-Çukurca hattında 300 kilo-metrelik bir alanı denetimi altındabulundurduğu yönündeki iddialar,siyasi iktidarın Kürt politikası bakı-mından durumun vahametini ortayakoyuyor.

Haftalar süren Şemdinli’deki çatış-malarının gerçek boyutunun kamuo-yuna yansımasının uzunca süre en-gellenmeye çalışılmasına karşın, çe-şitli karakol baskınları sonucu ortaya çı-kan asker ölümlerinin gizlenememe-sinin ardından gelinen nokta, kamuo-yunda ciddi olarak tartışılmaya baş-landı. Bunun üzerine hükümet, başa-rısızlığını örtmek ve oluşan tepkiyiyatıştırmak için, çatışmalarda PKK’ninyüzlerce kayıp verdiği yönünde açık-lama yaptı. Ancak bu bilgi yerel ve ba-ğımsız kaynaklarca doğrulanmadığıgibi, bunu kanıtlayan objektif veriler deortada yok. Dolayısıyla, hükümetinaçıklamaları, geniş çevrelerce, inandı-rıcı bulunmadı.

AKP hükümeti, Suriye krizini birmanivela olarak kullanıp, emperya-listlerin de desteğini alarak, PKK’yi et-kisiz hale getirme politikasını temel aldı.Ancak, Suriye krizi tam tersi bir etki ya-rattı. Bir yandan hükümetin, Suriye po-litikası yüzünden, bölgede yalnızlaş-ması, diğer yandan Suriye’de oluşan si-

yasi boşluktan yararlanan bu ülkede-ki Kürtlerin, çeşitli kentlerde fiili özerkyönetimler yaratması, Kürt mücadele-sini motive eden bir rol oynadı. Bununyanı sıra, Kürtler, bölgenin siyasal açı-dan yeniden düzenlendiği koşullarda,şimdiye kadar reddedilen taleplerinielde etmeleri için uygun bir ortamoluştuğuna inandılar. Buna bağlı olaraksiyasi bir atağa geçtiler. PKK’nin ey-lemlerinin artmasını da bu koşullarınürünü olarak değerlendirmek gerekir.

BİR YANDA SİLAHLI EYLEM DİĞER YANDA BARIŞ SÖYLEMİYoğunlaşan son çatışmalar, “sa-

vaşın, siyasetin silahlarla sürdürül-mesi” anlamı taşıdığı tespitini doğru-luyor. Siyasi iktidar, askeri çözüm po-litikasıyla, PKK’yi ezerek, Kürtlerin,devletin kendilerine verdiği haklarlayetinmeye razı olmalarını sağlamayaçalışırken, PKK de, silahlı eylemleriniarttırarak, “yenilmedim, ayaktayım”mesajını, başta siyasi iktidar olmaküzere, ülke kamuoyuna vermeye ça-lışıyor. Böylece siyasi taleplerini gö-rüşmek üzere, kendisiyle yenidenmüzakereye oturulmasını hedefliyor.Örgütün çeşitli açıklamalarının öte-sinde, gerek milletvekili Hüseyin Ay-gün’ün serbest bırakıldıktan sonrakianlatımları gerekse Şemdinli civarın-da BDP konvoyunun önünü kesenPKK militanlarının yaptıkları propa-ganda, bunu doğruluyor. Her iki olay-da da, militanlar, milletvekillerini, ba-rış için daha fazla çaba harcamaları, ba-

sın mensuplarını ise, bölgede yaşa-nanları doğru biçimde kamuoyunayansıtmaları yönünde uyarıyor.

SALDIRI BDP ÜZERİNDE Mİ YOĞUNLAŞACAK?Bir yandan BDP’li milletvekillerinin,

Şemdinli’de, PKK’lilerle aynı fotoğrafkaresi içinde yer almalarının yol açtığıtepki, diğer yandan PKK’ye mal edilenGaziantep’teki bombalı katliamın ya-rattığı infial, siyasi iktidar tarafından,BDP’yi tasfiye etmekte kullanılmaya ça-lışılıyor. Bu partinin binalarına yapılansaldırıların yanı sıra, milletvekillerinindokunulmazlıklarının kaldırılmasınınyoğun olarak tartışılması, Yargıtay Baş-savcısının BDP hakkında inceleme baş-latması, 1994 yılında DEP ve bu parti-ye mensup milletvekillerinin başına ge-lenleri hatırlatıyor. Gaziantep bomba-lamasının ardından, burjuva siyasipartilerden meslek kuruluşlarına uza-nan bir boyutta yaşanan “teröre karşımilli birlik gösterileri”, Meclis Başka-nının, büyük tantanayla kamuoyunaaçıkladığı “teröre karşı milli mutabakatmetni” ile birleştiğinde, siyasi iktidarınKürt sorununa askeri çözüm politika-sının desteklendiği ve bu çerçevede engeniş mutabakatın sağlanmaya çalışıl-dığı görülüyor. Buradan, söz konusumutabakata taraf olmayanların berta-raf edileceği anlamı çıkıyor. DEP ope-rasyonunun, 1994 yerel seçimlerinehaftalar kala gerçekleştirildiği ve bupartinin seçimlerde aday bile çıkar-masının engellendiği hatırlandığında,2013 sonu ya da 2014 başında gerçek-

leşmesi öngörülen yerel seçimler öncesi,“BDP de mi aynı akıbete uğrayacak?”sorusu akla geliyor.

TARİH TEKERRÜR ETMEYECEKTİRBugünkü ülke ve bölge koşulların-

da, 1990 lı yıllara dönmek, siyasi ikti-dar ve tüm ülke için intihar anlamınagelecektir. Askeri çözümde ısrar ve si-lahlı çatışmaların karşılıklı olarak tır-mandırılması, halkların boğazlaşmasınave birbirinden kesin kopuşuna yolaçabilecektir. O nedenle öncelikle si-lahlar karşılıklı olarak susturulmalı;saldırı ve askeri operasyonlar durdu-rulmalıdır. Ardından soruna barışçısiyasi çözüm bulmayı amaçlayan gö-rüşmelere yeniden başlanmalıdır. Geç-mişte yapılan görüşmelerin başarısız ol-masının nedeni, müzakerelerinPKK’nin silah bırakmasına endeks-lenmesidir; siyasi iktidar bu amaçla gö-rüşmelere oturmuştur. “Siz önce silahbırakın, sonra biz bir şeyler yaparız” tu-tumu takınmıştır. O nedenle süreç tı-kanmış ve müzakereler başarısızlıklasonuçlanmıştır. Bugün geçmişte yaşa-nan başarısız süreç tekrarlanmamalı,doğrudan sorunun çözümüne dönükgörüşmeler gerçekleştirilmeli; silahla-rın gömülmesi bu sürecin bir parçasıolarak ele alınmalıdır. Bunun için ön-celikle siyasi yaşamın demokratikleş-mesi yönünde ciddi adımlar atılıp ya-sal düzenlemeler yapılmalı, BDP ile sağ-lıklı bir diyalog geliştirilmelidir. Çatış-malarla geçen her gün ciddi bir kayıp-tır. Yarın, herkes için çok geç olabilir.

KÜRT SORUNUNA ASKERİÇÖZÜM YOK!

Barış için önceliklesiyasi yaşamındemokratikleşmesiyönünde ciddi adımlar atılıp yasal düzenlemeleryapılmalı, BDP ilesağlıklı bir diyaloggeliştirilmelidir

1 Eylül dünya barış gününde binlerce kişi barış taleplerini haykırmak için bir araya geldiler. İstanbul, Diyarbakır, Ankara veVan’da kitlesel mitinglergerçekleştirildi; çeşitli illerde basınaçıklamaları yapıldı. İstanbulKadıköy’de yapılan mitinge, BDP EşGenel Başkanı Selahattin Demirtaş,BDP İstanbul Milletvekilleri SırrıSüreyya Önder, Sebahat Tuncel veBDP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplankatıldı. Mitingde; "Ölüm değilçözüm, çatışma değil müzakere","Ölüm değil yaşam, savaş değilbarış", "Halepçe'den Roboski'yekatledenler kaybedecek","Suriye'deki emperyalistmüdahaleye hayır" yazılı pankartlarve dövizler taşındı.

Banu PAKER

Sakarya'da geçtiğimiz haziran ayın-da 14 yaşındaki Ö.C, 34 kişinin cinselistismar ve tecavüzüne uğradığı ge-rekçesiyle koruma altına alındı. Sa-karya’da 14 yaşındaki Ö.C’nin başınagelen bu saldırı; toplu tecavüz olayı birilk değil, hatırlayacaksınız. Daha önceMardin, Fethiye’de yaşanan tecavüzolayında da onlarca erkek yargılanmışve suçlular ya serbest bırakılmış ya daaz cezayla kurtulmuşlardı. Ayrıcayargılama süreci boyunca sanıklarınçoğu tutuksuz yargılanmışlardı. Biryandan da bu davalarda yargılanan te-cavüz suçluları, polisten ilköğretimmüfettişine, öğretmenden köy koru-cularına, kamu görevlilerine kadaruzuyordu.

Sanık Polis KayıpSakarya davasında da yaşları 14

ile 19 arasında değişen 20 sanık tu-tuklu, 14 sanık ise tutuksuz yargı-landı. Tutuksuz sanıklar arasındaSakarya Emniyeti'nde görevli iki po-lis de vardı. Polislerden emniyetşube müdürü olan mekân bulmaktan,diğeri ise küçük kızla “cinsel ilişkikurmak”tan gözaltına alınmıştı. An-cak ifadeleri alındıktan sonra serbestbırakılan polislerden N.Ş. yurtdışınakaçtı. Sakarya davası da, mevcut hu-kuk sisteminin bile işletilmediği bir bi-çimde yani tecavüzden yargılanan19 sanığın tahliyesiyle sonuçlandı.Kadına yönelik taciz ve tecavüzün art-masında hem yasaların yetersizliğinihem de tecavüzü koruyan yapısınınne kadar etkisi olduğunu bir kez

daha görmüş olduk. Son durumagöre, 34 kişilik toplu davanın bir son-raki duruşması 22 Kasımda görülecek.

Son yıllarda yaşanan tecavüz da-vaları arasında, diğer benzer bir nok-ta da baro başkanlarının sanık avu-katlığına soyunması. Sakarya dava-sında, Sakarya Baro Başkanı NihatNalbantoğlu sanık avukatları ara-sında yer aldı. Fethiye'de görülen top-lu tecavüz davasında da Muğla BaroBaşkanı Mustafa İlker Gürkan teca-vüz sanıklarının avukatlığını üst-lenmiş, dava sekiz sanığın beraatiy-le sonuçlanmıştı. Mustafa İlker Gür-kan feminist avukatlara sözlü saldı-rıda bulunmuş, Barolar Birliği’ne şi-kayet etmişti. Feminist platformların,kadın örgütlerinin kadın cinayetlerinekarşı yürüttükleri mücadelenin ya-

nısıra, erkek şiddetinin bir veçhesiolan tecavüz davalarını gündemleş-tirme çabaları, davalara feminist avu-katların sahip çıkması, bu davalardacinsiyetçi sistemi, hukuku eleştiriyetabi tutmalarının yanısıra dayanışmave mücadele fikrini yaygınlaştırmaçabaları çeşitli engellere çarpıyor neyazık ki. Bir yandan da kadın örgüt-lenmeleri, kadın avukatlar kadınlarınhedef olduğu davalara “müdahil” ol-mak için uğraşıyor. Ancak yasalaragöre, davadan doğrudan zarar gör-medikleri gerekçesiyle müdahil olmadilekçeleri reddediliyor. Oysa sonolarak Sakarya davasında gördüğü-müz gibi, sadece hukuk sistemi de-ğil, bazen sanıklar, sanık yakınlarıdoğrudan kadın örgütlerini hedefalıyor ve tehdit edebiliyor.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevini yapsın!Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı

Fatma Şahin, yaptığı bir açıklamada,hukuki ihmal ve istismara karşı ba-kanlık olarak müdahil olarak yeralacaklarını söylemişti. Kadınlarayönelik muhafazakar politikalarıngiderek arttığını; mevcut yasaların,şiddet, tecavüz mağduru kadınlarıkorumadığı ve hatta kadınların de-falarca talep ettikleri koruma tedbir-lerinin yerine getirilmediği görüyo-ruz. Polisin, savcının görevini yap-madığı, “kadının beyanı”nın yeterlidelil sayılmadığı tecavüz davaların-da, bir de üstelik kadının “rızası” ol-duğu gibi gerekçeler ileri sürüldüğüdurumlarla da çok sık karşılaşıyoruz.Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlı-ğı’nın “müdahil” olması gereken du-rumlar, siyasi şov yapma yerine bun-lar olmalı! Aile ve Sosyal PolitikalarBakanlığı, “kadının” adını bile geç-mediği bakanlık görevlerini önce ye-rine getirmeli, sonra “müdahil” ol-maya girişmeli.

Sakarya davasında olumlu sayı-labilecek bir gelişme ise, Çağdaş Hu-kukçular Derneği’nin (ÇHD) davayamüdahil olması ve sanıklar arasındapolislerin de olduğu belirterek so-ruşturmanın genişletilip derinleşti-rilmesini talep etmesidir.

Kadına yönelik taciz ve tecavüzün artmasındahem yasaların yetersizliğini hem de tecavüzü koruyan yapısının ne kadar etkisi olduğunu birkez daha görmüş olduk

İşçilerin Sesi

6

4+4+4 BAKANI BUYURDU: EŞİ�ASKER,�POLİS�OLANA�TAYİN�HAKKI�VAR

Ömer YILDIZ

Başbakan kaç çocuk yapmamızgerektiğini emrettikten sonra 4+4+4bakanı da öğretmenlerin kimlerleevlenebileceğini açıkladı. Son yap-tığı özür grubu atamalarla ilgiliaçıklamada eş durumundan ata-malarda asker, polis, hâkim, kay-makam gibi meslek grupları ileevli olanlara göre düzenleme ya-pılacağını ve daha da ilginci! Eski-den devlet bankası olan bankalar-da eşleri çalışanların da kamu ça-lışanı ile evli gibi düşünüleceğinilütfetti. Yani öğretmenlerin özelsektörde çalışanlarla evlenmesitavsiye edilmiyor.

Öyle ise öğretmen olduğunuz-da bakanlık “öğretmenlere eş bul-ma genel müdürlüğü” aracılığı ilesize uygun bir eş bulacaktır. Ba-kanlığın bulduğu bu eş 4+4+4 ba-kanı tarafından uygun görülürseevleneceksiniz ki atamanız istedi-ğiniz yere yapılsın. Sonra canhıraş

mesleğiniz yerine başbakanın üç ço-cuk vazifesini yerine getirin.

Yılda elli bin öğretmen özürgrubundan yer değiştiriyor bu-yurmuş 4+4+4 bakanı. Derler ya“sen ya hesap bilmiyorsun ya da ..”

İller arasında sınıf öğretmenle-rine sadece 7 il ve 160 okul açtınızbakan bey. Özür grubunda müra-caat ettiği halde eşinin bulunduğuilde branşı açılmayan öğretmenlervar farkında mısınız? Doğru sizesormadan evlendiler, çocuk yaptı-lar. Size sormadan iş yapan mutlakacezalandırılmalı. 4+4+4 bakanınıneğitime bakışının özelleştirme üze-rine olduğunu zaten biliyordukama öğrencilere “adet” diyecekkadar insanı “meta” göreceğinitahmin etmemiştim. Zaman gaze-tesi düzeltmeye çalışmış ama diğergazeteler tüm çıplaklığıyla bakanın“Yaklaşık 600 bin ADET 60-66 ay-lık çocuğumuz var.” Cümlesiniyazmışlar. Keşke hepsi zaman gibidurumdan vazife çıkarıp düzelt-

seydi de bakanımızın öğretmen-lerden, velilerden sonra öğrencile-ri de “meta” olarak gördüğünüanlamasaydık. Benden size tavsiye;5 yaşından itibaren istediğiniz nes-li yetiştirmek için dolaylı çabalar ye-rine doğar doğmaz “her üç çocu-ğun” kafasına birer çip yerleştirin.Sizin istediklerinizi yapsın, iste-mediklerinizden uzak dursun.

Unutmayın ki tarihte istediğiırkı, şekli, tipi oluşturmak için çabasarf eden “yöneticiler” olmuştur.Hiçbiri başarılı olamamıştır. Ar-kalarında büyük felaketler bırak-mışlardır. Felaketlerinde yok ol-muşlardır.

Emrinizdekileri “korku” ile birmüddet yönetebilirsiniz. Hakları-nı gasp edebilirsiniz. Sonuçta hepdoğrular kazanmıştır. Sizin “adet”diye bahsettiğiniz çocuklardakiyürek, sevgi dünyayı değiştirecek.O çocukları eşlerinden ayırdığı-nız, hakir gördüğünüz öğretmen-ler yetiştirecek.

TOPLU TECAVÜZSANIĞI BİR POLİS!

İşçilerin Sesi

7

Mustafa EKER

Suriye’de örtülü bir emperyalist mü-dahale yaşanıyor. Bu savaş, daha önceAfganistan’da, Irak ve Libya’da yaşa-nan, dünya enerji kaynaklarının de-netimini ele geçirme üzerinden süren,emperyalist rekabet ve hegemonyasavaşının bir devamıdır. Yarın İran iledevam etmesi olası emperyalist sava-şın bir nevi ön muharebesidir.

Ortadoğu’da, ABD’ye dayanarakbölgesel güç olmaya çalışan AKP, Tür-kiye’yi, Suriye’ye yapılan emperyalistmüdahalenin bir aracı haline getiriyor.AKP, Libya’ya düzenlenen “Haçlı Se-ferine” rötarlı katılmanın etkisi ile olsagerek, Suriye’de ön almaya çalışıyor. Busayede hem Ortadoğu’da nüfuz edin-meyi, yeni hegemonya alanları oluş-turmayı hem de muhalif Kürt siyasi ha-reketini denetim altına almayı planlı-yordu. Ne var ki, her iki hedefi de boşaçıktı. Suriye rejiminin direnci ve AKPpolitikalarının boşa düşürülmüş olmasınedeni ile Türkiye’nin bölgede tekbaşına oynayabileceği bir rolün ola-mayacağının açığa çıkmış olması,AKP’yi kırılganlaştırıyor. Başarısızlığınıörtmek için savaşı daha da derinleş-tirmeye çalışıyor.

Hatay, Suriye’ye Saldırının Üssü OlduSuriye’ye müdahalede taşeron ola-

rak kullanılan Özgür Suriye Ordusu-nun (ÖSO) silahlarının ABD’den, pa-rasının Suudilerden sağlandığı Tür-kiye’nin ise güzergâh ve karargâholarak kullanıldığı söyleniyor. Suri-ye’de, ABD’nin geçmişte Nikaragua’daparalı askerler aracılığıyla sürdürdü-ğü kontra savaşına benzer bir savaşsürdürülüyor. Dünyanın çeşitli ülke-lerinden cihatçı-radikal İslamcı gu-ruplar, El Kaide militanları ve paralı as-kerler bölgeye akın ediyor, Hatay’a ge-liyor. ÖSO’nun internet sitesinde Ha-tay açıkça “ana üs” olarak belirtiliyor.Türkiye hatlı telefon ve iletişim adre-si veriliyor. Hatay’a mülteci kampla-rına yerleştirilen El Kaideci selefigruplar, buradan Suriye’ye rahatçagirip çıkıyorlar. Mülteci kamplarınınbir kısmının, ÖSO tarafından, askeri üsolarak kullanıldığı söyleniyor.

Zaman gazetesinde yazan AB oto-ritelerinden Jost Lagendijk, Amerika-

lı gazeteci Deborah Amos’a atfen, Tür-kiye’nin Suriye sınırındaki bir mülte-ci kampı ile ilgili geçtiği haberde, bir is-yancının şu sözlerini aktarıyor: “As-lında artık bir tampon bölgemiz var.Tabi Türkiye hükümeti tarafından res-men ilan edilmedi. Özgürce silah nak-liyatı yapabiliyoruz, Türkler buna gözyumuyor. Yaralılarımızı buraya geti-riyoruz. Kendimiz de gidip geliyoruz.Kimse bir şey sormuyor”. Mültecikamplarında inceleme yapmak isteyenCHP heyeti, Apaydın kampına alın-madı. Bu durum da, bu kampın aske-ri kamp olarak kullanıldığına dairşüpheleri kuvvetlendiriyor. CHP heyetioradayken, kamptan çıkan ve 50 kişi-lik bir birliğin komutanı olduğunusöyleyen Ebu Hüseyin, tercümanı ara-cılığıyla, neden burada olduklarınıanlatıyor. Sabahları çatışma alanlarınagittiklerini, Suriye ordusu ile çatışıp ak-şamüzeri de kampa geri döndükleri-ni; ihtiyaçlarının Türkiye tarafındankarşılandığını söylüyor.

Savaştan kaçan sivillere kucakaçılması anlaşılır ve olması gerekenbir durum. Ne var ki mültecilere in-sani nedenlerle kucak açma adı al-tında, ülke topraklarının ve olanak-larının, bir başka ülkeye saldırı üssüolarak kullandırılması, kabul edile-mez. BM’den, ısrarla, Suriye’ye mü-dahale etmesini isteyen AKP, önce-likle kendisi BM’nin mülteciler ile il-gili koyduğu kurallara uymalı; bu as-keri kampları kapatmalı ve silahlı un-surları silahsızlandırmalıdır.

Tampon Bölge, İşgal DemektirMültecilik sorunu sadece Suriye

ordusunun yaptığı saldırılardan kay-naklanmıyor. ÖSO’nun yaptıkları-nın, bu konuda, Esad’ın askerlerininve rejime bağlı milislerin yaptıkla-rından aşağı kalır yanı yok. ÖSO’nungirdiği kentlerde tam bir vahşet ya-şanıyor. Bunu BM bile tespit ve teyitediyor. ÖSO’yu, işlediği cinayetlerdengerçekleştirdiği katliamlardan dola-yı kınıyor.

New York Times, muhalifler tara-fından, Mart ayında sadece Humus’taevlerinden sürülen Hıristiyanların sa-yısının 80.000’i bulduğunu, Halep’tebinlerce Ermeni’nin ÖSO’nun saldırı-ları yüzünden kenti terk ettiğini belir-tiyor. Savaştan kaçan ve Türkiye’ye sı-ğınan mülteci sayısının da 80.000 ci-varında olduğu söyleniyor. Dışişleri Ba-kanı Davutoğlu, yüz binin eşik oldu-ğunu, daha fazlasını Türkiye’nin kal-dıramayacağını, Suriye içinde mülte-ci kampları, güvenli bölgeler oluştu-rulması, bunun riskleri ve masrafları-nın paylaşılması gerektiğini söylüyor.Davutoğlu, mülteci sorunu gibi insa-ni bir sorunun arkasına saklanarak, gü-venli bölge oluşturma bahanesini önesürerek, Suriye topraklarının hiç de-ğilse bir kısmının işgal edilmesini öne-riyor.

Güvenli bölgelerin, tampon bölge-lerin oluşturulması, hangi gerekçeler-le olursa olsun, o ülkenin topraklarınınen azından bir bölümünün işgal edil-mesi, egemenlik haklarının ihlali an-

lamına gelir. Bu proje bugün güvenlibölgeler şeklinde savunulurken, bununyarın tüm Suriye’nin “güvenli bölge-ye dönüştürülmesi” adına, işgal edil-mesi şeklinde işleyeceğinden kuşkuyok. Emperyalistlerin ve AKP’nin, ba-şından beri istediği de bu zaten.

Suriye’de mülteci sorununun or-taya çıkmasının sorumlusu emperya-listler ve işbirlikçileridir. Taşeron ola-rak kullandıkları, silahlandırıp cepheyeyani Suriye’ye yolladıkları ÖSO’dur.ÖSO geri çekilir, emperyalist müdahaleson ererse, mülteci sorunu da en azın-dan geleceğe dönük, kendiliğinden, or-tadan kalkar.

ABD Dışişleri Bakanı Clinton’unTürkiye ziyaretinde güvenli bölge so-rununun da masaya yatırıldığı,ÖSO’ya desteğin arttırılmasındansavaşın daha koordineli götürülme-sine kadar, bir dizi siyasi-askeri ted-birin alındığı; bu amaca dönük ola-rak, Ortak Operasyonel Merkez oluş-turulduğu anlaşılıyor. Bu, Suriye’dekisavaşın bundan sonra, daha da şid-detlenerek devam edeceği anlamınageliyor. Ne var ki AKP’nin güvenlibölge, tampon bölge vb. adlar altın-da Suriye’ye asker çıkarılması içinABD’den, en azından Başkanlık se-çimlerine kadar, destek bulamadığı,Türkiye’ye, ABD’nin çizdiği sınırla-rı aşmaya yöneldiği her noktada,ayar verildiği anlaşılıyor. Bu da, Su-riye’de yaşanan fiili müdahale du-rumunun derinleşerek devam ede-ceği anlamına geliyor.

SURİYE’YE EMPERYALİSTMÜDAHALEYE SON VERİLSİN!Tampon bölgelerin oluşturulması, hangi gerekçelerle olursa olsun, o ülkenin topraklarının

en azından bir bölümünün işgal edilmesi, egemenlik haklarının ihlali anlamına gelir.

Suriye’dekisavaş emperyalistrekabet ve hegemonyamücadelesininbir devamıdır

Emine ERMİŞ

13 Mart 2012’de İstanbul ÜniversitesiÇapa Hastanesi’nde işten atılacağıaçıklanan sağlık işçilerinden biriyim. Ta-şİşDer sürecine de işten atıldıktan son-ra direniş çadırında dahil oldum. Hergün 8-10 saatimi çadırda geçirdim. Azsayıda dernek üyesinin sahip olabile-ceği deneyimlere sahip oldum. 20 gün-lük “Bilgilendirme ve Uyanış Çadı-rı”nın ardından, bizlerin işten atılma-sıyla birlikte “Direniş Çadırı”na dö-nüşen ve polis operasyonuyla kaldı-rıldığı sürece kadar da taşeron işçileri-nin iradesi ve gücü olan bir mücade-leden geliyorum. Mücadelenin ortak-laştırıldığı ve örgütlendiği tek yer di-reniş çadırıydı. Hastane yönetiminin ençok uğraştığı yer de direniş çadırı oldu.Çadır, rektörlüğün aldığı işçi düşmanıtüm kararların duyurulduğu ve tartı-şıldığı yer oldu. İşçi düşmanı kararla-rın önüne nasıl geçilebileceği buradadeğerlendirildi, tespitler üzerinden deeylem ve etkinlikler hayata geçirildi. İşçidemokrasisinin hayata geçirildiği öğ-

retici bir süreç yaşadık. İşçilerin, iştenatılanların, destek veren sınıf dostukurumların, mücadelede elini taşın al-tına koyan herkesin görüş ve düşün-celeri alındı. İşçiler, katıldıkları eylem-ler sırasında dahi fikirlerini söyleyip oykullanmak suretiyle, karar alma süre-cine dahil oldular. Mücadeleye sahipçıktılar. Bu sayede, Rektörlük tarafından400 olarak açıklanan atılacak işçi sayı-sını 196’ya kadar geri çekebildik. Atı-lanların büyük kısmına da, direniş ça-dırımızın saldığı korku nedeniyle iş bul-mak zorunda kaldılar. Çadır sayesindetaşeron sisteminin İstanbul Üniversi-tesindeki uygulamalarını tüm Türki-ye’ye duyurduk. 11 Mart’ta Türkiye Bü-yük Sağlık Hakkı Meclisi’nin Ankaratoplantısındaydık ve sonuç bildirgesi-ne damgamızı vurduk. 13 Mart’taTBMM’deydik; siyasi partilerle görüş-tük ve basın açıklaması yaptık. 22 Ni-san’da yine Ankara’da Dev Sağlık-İş’le birlikte “İnsan İhale İle Çalıştırı-lamaz” ve “Sağlıkta Taşeron Olmaz”şiarını yükselttik. Sağlık Bakanlığı’nınönünde kurulan kürsüye çıktık: “Ya-

şasın Çapa Direnişimiz” dedik. 1 Ma-yıs günü İstanbul Taksim Meydanı’ndakurulan işçi kürsüsünden binlerce işçiyeseslendik. “TaşİşDer içinde örgütle-nen ve Çapa’da direnen işçiler olarakburadayız,” dedik. 15-16 Haziran 1970büyük işçi direnişinin yıl dönümündeTaksim’deki yürüyüşe katıldık. 6 Tem-muz’da başlayan iş bırakma veGrev’imiz dört gün sürdü. Üniversiteyönetimi de, hastane idarecileri de gü-cümüzü gördüler. 1 Ağustos tarihinekadar her gün düzenli olarak açılan, herhafta Çarşamba günleri basın açıkla-maları ve bilgilendirme yürüyüşlerininmerkezi olan Direniş Çadırımızın 163.gününde ve sabaha karşı saat 05:00’teEmniyet güçleri, zabıta ve hastane gü-venliğinin ortak operasyonuyla kaldı-rılarak kaçırılması ve boş bir binanın ze-min katında hapsedilmesinin nedenleri

bundandır.Genel kurulda, “greve katılan der-

nek yöneticileri elini kaldırsın” de-sem, acaba kaç kişi çıkar? Dernek yö-netiminden, greve katıldığı gerekçesiylehakkında tutanak tutulan ve soruştur-maya uğrayan tek bir kişi var mı? Ta-şeron işçileri her gün yönetim tarafın-dan çağırılarak tehdit edilirken, so-ruşturma tutanaklarıyla karşılaşırken,sürgün edilirken, iş yerlerinde gözaltınatabi tutulurken, bugünkü dernek yö-neticilerine dokunulmaması sizce degarip değil mi? Derneğimiz hiç kim-senin ve hiçbir çıkar grubunun malı de-ğildir. Şeffaf, açık ve her an denetlene-bilir olmalıdır. Bunlar ise, genel kurul-da bile mali rapor vermekten kaçıyor-lar. Genel kurula kadar sakladıkları üyelistesini son anda ortaya çıkartıyorlar vebirçok işçi arkadaşımıza -hatta bizimyönetim listemizden aday olanlaradahi- “sen üye değilsin” diyerek seçmeve seçilme hakkını gasp ediyorlar. “Ay-lardır düzenli olarak aidat ödüyorum”diye itiraz eden işçilere genel kuruldadernek başkanı tarafından verilen ce-vap ise, “ben senden o paraları aidatolarak değil, bağış olarak alıyordum”oluyor. Dernek yönetimi listemizdekadrolu tek bir işçi yok. Yarın yeni birgreve çıkılacak olursa, “ben kadrolu-yum ve taşeron işçilerinin grevine çı-kamam” diyen bir başkanımız ve yö-netim kurulu üyemiz olmayacak. Ta-şeron İşçilerinin Sesi listesi, rica minnetetmeden fiili mücadeleye devam eden-lerin listesidir. Hepsi de, sendikamızolan Dev Sağlık-İş’in üyesidirler. Sen-dika ve sendikalılaşma düşmanlarınalistemizde yer yok. Dilenenler değil, di-renenler kazanacak!

DİLENENLERDEĞİL,DİRENENLERKAZANACAK!Direniş çadırımız sayesinde taşeron sisteminin İstanbul Üniversitesindeki uygulamalarını tüm Türkiye’ye duyurduk.

İşçilerin Sesi

8

İşçilerin Sesi

9

Kadir AĞSU

Olağanüstü genel kurul topladık.Demek ki olağan gitmeyen bir şeylervar. Mali durumun şeffaf olmaması veisrafa varan harcamalar için hesap ve-rilmekten kaçınılması, işverenle işçi-lerin bilgisi dışında görüşmeler ve pa-zarlıklar, yönetim kurulu toplantılarıyerine 2-3 kişilik dar toplantılarla“aile içi” kararların alınması, üye sa-yısından mali bilançoya kadar; ki-min üye olduğu, kimin aidat verdiği,kimden aidat adı altında aylık ve dü-zenli “bağış” alındığı keyfi ve büro-kratik bir süreç, bizleri zorunlu olarakolağanüstü genel kurula ve hesapsorma noktasına kadar getirdi.

Mücadele anlayışı konusundafarklılaşmalarımız oldu. “Dilekçeleryoluyla hak arayalım, Dekanla veBaşhekimle görüşelim ve iyi ilişkilerkuralım, siyaset yapmayalım ki sayınyöneticilerimiz bize kızmasın,” an-

layışlarıyla, “sayın rektörüm, sevgi-li dekanım, başhekimim ve hocam;Allah rızası için hakkımızı verin!” dü-zeyinde, merhamet dileyen bir der-nek yönetimi ve mücadele anlayışı or-taya çıktı. Oysa biz; Adalet İstiyoruz,Muvazaa ve Mahkeme KararlarınıHemen Uygulayın, Taşeron İşçisiDeğil Sağlık İşçisiyiz, Kadrolu Ça-lışmak İstiyoruz, diyerek aktif ve fii-li bir mücadelenin önünü açtık. 163gün boyunca, polis ve hastane yö-netiminin ortak operasyonuyla yıkı-lıp dağıtılana kadar, direniş çadırı-mızla fiili mücadelenin gücünü gös-terip sesini duyurduk. İşçi arkadaş-larımıza, 180 günlük direnişimiz bo-yunca; Uyanmak İçin Uyarmalı,Uyarmak İçin Uyanmalıyız, de-dik.Fiili mücadele içinde ise, işçiye te-peden bakan ve “ben başkanım be-nim dediğim olur, yönetim de benimkarar verecek olanda” diyen, red-dettiğimiz hiyerarşi anlayışlarıyla

ve bürokratik dayatmalarıyla karşı-mıza çıkan bir dernek yönetimleyüzleştik. “Siyaset yapmayalım veyöneticilerimizi kızdırmayalım” diyebize akıl vermeye kalkan dernekbaşkanımız ve bazı destekçilerinin,işçi sınıfına ve halka zulmeden AKPHükümeti’nin dümen suyundakiHAS Parti’ye ve politikalarına fiilendestek verdiğini gördük. Sonrası ma-lumunuzdur; Has Partileri de AKP’yekatıldı. Direniş çadırımızı saldırılar-dan korumaya çalışırken, işten atılanarkadaşlarımızın geri alınması veatılacak işçilerin de atılmalarının en-gellenmesi için mücadele ederken,mücadelemizi hiçlemek ve etkisiz-leştirmek isteyen çabalar içinde ol-dular; “belediyede, İSKİ’de üye ça-lışmaları yapalım” diyerek, eylemibölünmeye çalıştılar. Sağlık ve te-mizlik işçileri arasındaki ayrımı bi-linçlice körüklendiler. Yönetimin is-tediği ve dayattığı hattı izlediler. Ta-

şeron işçilerinin dernek başkanı veyöneticisi olan bu arkadaşlarımız,taşeron işçilerinin 4 günlük iş bırak-ma eylemine “işten atılırım” korku-suyla katılmadılar. Çadır mücadele-mizi desteklemediler. Ama boy gös-terme ve fotoğraf karelerine girmemerakıyla, direniş komitesince dü-zenlenen haftalık basın açıklamala-rımızı 6 ay boyunca neredeyse hiç ka-çırmadılar.

TaşİşDer’in olağanüstü -yenidenyapılandırılması- kongresine bu ko-şullar altında geldik. İki liste var: 1-“Alayına İsyan” diyen ve fiili müca-deleden yana olanların; Taşeron İşçi-lerinin Sesi listesi. 2- Başhekimliğin de-netimine giren eski Dernek yöneti-minin ricacı ve merhamet dileyen lis-tesi. Mücadele, inanç ve dava birliği-ne ihtiyacımız var. Bu temelde tüm ta-şeron işçilerini birleşmeye Taşeronİşçilerinin Sesi listesine oy vermeye ça-ğırıyoruz.

ALAYINA İSYAN:BİZ, FİİLİ MÜCADELEDEN YANA OLAN TAŞERON İŞÇİLERİNİN SESİYİZ163 gün sonra polis ve hastane yönetimininoperasyonuyla dağıtılana kadar, direniş çadırıile fiili mücadelenin gücünü gösterdik.

ŞEFFAF VE DENETİME AÇIK OLMANIN SİGORTASIFevzi GERÇEK

Sendika ve dernek gibi işçi örgütlerinin, ön-celikle işçiler tarafından talep ve tercih edilirolması gerekiyor. Bunun yolu da, işçi sendi-kaları ve derneklerinin işçiler tarafından her andenetlenebilir olabilmesinin sağlam ve güve-nilir örgüt mekanizmalarıyla tesis edilmesin-den geçiyor. İşçiler, sözde değil özde ve bü-tün açıklığıyla; Söz, Yetki ve Karar sahibi ol-duğunu görmelidir. Bu durum çekim merke-zi olmak ve işçiler tarafından talep ve tercihedilmek için sağlam bir gerekçedir. Bunları sa-vunuyor iddiasında olmak, bazı sendikalarcabunların dillendiriliyor olması ve sanki aynı şey-leri söylüyormuşuz gibi görünmesi bazen al-datıcı olabilir. Mesele, kişisel ve duygusal açı-dan, iyi niyet çerçevesinde ele alınamaz.Sağlam ve tutarlı bir örgüt anlayışıyla sağlammekanizmalar üzerine oturtulmalıdır.

Tıpkı insanlar gibi, işçi örgütleri de zamanlayaşlanabilir ve bazı organları iflas edebilir. Bu

durum ise işçi sınıfı pusulasından sapmala-rına yol açabilir. Her daim denetlenebilir olmasıve seçtiğini geri çağırabilmesi tesis edilir vegaranti altına alınırsa, bozulan pusulayı da pu-sulayı şaşıranları da düzeltmek zor olmaz. Ta-şİşDer’in yaşadığı sürece ve OlağanüstüKongre’ye gitme ihtiyacı duyulmasına da buanlayışla bakmak ve değerlendirmek gerekir-ki yeni yönetim de yarın aynı hatalara düş-mesin. Çapa direnişçisi TaşİşDer’li arkadaş-ların Dev Sağlık-İş Sendikasında örgütlenmekararları doğru ve isabetlidir. Kelimenin ger-çek anlamıyla sendikada örgütlenmek ve osendikanın gerçekten de kendi örgütleri ol-masını istiyorlarsa, kendi işyerlerinden baş-layarak gerçek ve sağlam örgütsel mekaniz-maları yaratmaları gerekiyor. Çapa’dan baş-layarak İstanbul Üniversitesi genelinde işye-ri meclislerini oluşturmalılar. Kendi temsilci-lerini bizzat kendileri seçmeliler. Diğer has-tanelerdeki işçi arkadaşlarıyla da bu temeldetemasa geçmeliler. Çapa direnişçisi arka-

daşlarımız elbette ki birtakım deneyimlere sa-hip oldular. Dernek olarak yaşadıkları sorunve açmazları, daha üst bir örgütsel norm olansendikada da yaşamak istemeyeceklerdir. Bu-nun için iyi örgütlenmeleri ve tek tek işyerle-rindeki bölümlerden başlamak suretiyle, bü-tün hastaneyi kapsayacak bir örgütlenme ağıoluşturmaları gerekiyor. İşyeri meclislerinin ger-

çek zemini de oluşturdukları bu örgütlenmeağı olacaktır.

TaşİşDer’in Olağanüstü Genel Kurulu’ndayaşananlara bakarak, böylesi bir yerde ger-çek bir işçi örgütlenmesinden ve kurumlaş-masından söz edebilmenin mümkün olmadı-ğını rahatlıkla söyleyebiliriz. TaşİşDer’le işçi-ler söz ve karar sahibi olamamışlardır. Res-mi üyelerin %10’unun bile Genel Kurul’a ge-tirilememiş olması bunun göstergesi değim-li? Bir örgütü işçilerin kurmuş olması yetmez;işçilerin bizzat seçtiği işçilerce yönetilmeli veyönetenler her an işçilerce denetlenebilmeli,bir yanlışı görüldüğünde de seçtiği o yöneti-ciyi oradan indirebilmelidir. Şeffaf ve deneti-me açık olmanın sigortası budur. Sendikalardada bu olguya dikkat etmemiz gerekir. 1991-1996 arasında Başkanı olduğum Tüm Sağ-lık Çalışanları Sendikası’nda da bu temeller-de örgütlenmiş ve mücadele etmiştik. DevrimciSağlık-İş Sendikası içindeki arkadaşlarımızdabu mücadele sürecini bilirler.

Oya

Güney Afrika’da Lonmin PLC firma-sına ait Marikana madeni işçileri, üc-ret zammı için 10 Ağustos’ta greve çık-tılar. Lonmin patronunun çağrısı üze-rine, ulusal hükümetin emrindeki po-lis gücü grevci işçilere saldırdı ve 9 kişikatledildi. İşçiler, saldırı ve katliamarağmen greve ve eylemlerine devam et-tiler. 17 Ağustos günü madenin karşı-sında bulunan bir tepede 3 bin madencitoplandı. Zırhlı polis aracının içindenkendilerine konuşma yapmaya çalışanişbirlikçi Ulusal Maden İşçileri Sendi-kası başkanını kovdular. Ardından,dağılmalarını isteyen Maden İşçileriBirliği ve İnşaat Sendikası başkanınınçağrısına da, “mevcut koşullar altındaişe dönmektense ölmeyi tercih ederiz”diyerek karşı çıktılar.

İşçilerin protesto yürüyüşüne sal-dıran polis, atlı birliklerle ve zırhlıaraçlarla işçileri dağıtmaya çalıştı.Bir grup işçi ise otomatik silahlarlabekleyen polis hattının içine doğru sü-rüldü. Polisin ateş hattına sürüklenenişçilere ateş açıldı ve vahşi bir katliamgerçekleştirildi. Resmi açıklamayagöre 34 işçi polis kurşunlarıyla öldü-

rüldü. Gerçek sayının ise 50 olduğubelirtiliyor. Güney Afrika platin ve al-tın madenlerinin zenginliği ile bilini-yor. Marikana madeni de dünyanın enzengin platin madeni. İngiltere’nin“apartheid” adı verilen ırkçı yöneti-minin ardından sömürü koşulları ar-tarak devam ediyor. İngiliz beyaz azın-lık yönetimi yaklaşık 18 yıl önce sonaerdi, ancak yerini Güney Afrikalı yenizenginlerin yönetimine bıraktı. Öz-gürlük mücadelesinin önderi olarak ka-bul edilen Afrika Ulusal Kongresi’nin

(ANC) kimi üyeleri, sermaye sahiple-riyle birlikte yeni/yerli bir burjuvazi-nin doğuşunu başlattılar. Örneğin şim-diki devlet başkanının yeğeni Khulu-buse Zuma, eski başkanın torunuZondwa Mandela gibi isimler bir ge-cede madenciliğin büyük sermaye-darları arasına giriverdiler.

Güney Afrika’nın maden yatakla-rı uluslararası sermaye için önemlimerkezlerden. Son olarak “sosyalist”Çin de bu sömürü ve talana katıldı. Budurum ANC’nin işçiler üzerindeki de-

netimi artırmasını ve grevi kanla bas-tırmasını beraberinde getirdi. ANC’niniktidarını perçinlemek için kurulanüçlü ittifak içinde ise stalinist GüneyAfrika Komünist Partisi de var.

Tanıdık Bir Yüz: İşbirlikçi Bürokratik SendikaBurjuvazi için, işçiler üzerindeki de-

netimi artırmanın en “ekonomik” ve“akılcıl” yolu; işbirlikçi sendika bü-rokrasisi. Ulusal Maden İşçileri Sen-dikası (NUM), 300 bin üyesi bulunanve hükümet ile siyasi ittifak halindeolan bir sendika. Sendikanın öncekibaşkanı Cyril Ramaphosa, artık Lon-min maden şirketinin yönetim kuru-lunda yer alıyor ve Güney Afrika’nınen zenginlerinden biri. Şimdiki BaşkanFrans Baleni ise, maden işçisinin aylıkücreti 4 bin rand iken, ayda 105 binrand kazanıyor. İşçiler, bir kez daha bü-rokratik ve işbirlikçi sendikanın iha-netinin bedelini canlarıyla ödediler.

Hükümetin ekonomik kriz baha-nesiyle uyguladığı kemer sıkma poli-tikaları yoksulluğu perçinliyor. Bu du-rum işçiler üzerindeki baskısının sü-receğini, işçi sınıfının grev ve direniş-lerinin artacağını ortaya koyuyor.

GÜNEY AFRİKA DEVLETİMADEN İŞÇİLERİNİ KATLETTİ!

Burjuvazi için, işçiler üzerindeki denetimi artırmanın ve sömürü çarkının sürmesini sağlamanın en “ekonomik” ve “akılcıl” yolu; işbirlikçi sendika bürokrasisi.

İşçilerin Sesi

10

FUTBOL ARSADA GÜZELDİR, BORSADA DEĞİL!

N. CEMAL

Galatasaray’ın 1970’li yıllarına olduğu ka-dar futbola da önemli katkılar sunan sporemekçisi Metin Kurt’u kaybettik. Metin Kurtsadece iyi bir futbolcu olmasıyla değil, fut-bol emekçilerinin örgütlenmesiyle ilgili üst-lendiği misyonuyla da futbol tarihimizdeönemli ve haklı bir yere sahip oldu. Endüs-triyel futbolun sömürücü ahtapot kollarıylasımsıkı sarmalandığımız ve futbol yıldızlığı yo-lunun paranın padişahlığından geçmek zo-runda bırakıldığı günümüzde, tek yumruk mi-sali tek tük başkaldırı denemelerine şahit ol-sak bile, bu isyanın Spartaküs’ünün MetinKurt olduğunu kabul etmek zorundayız;“Futbol arsada güzeldir, borsada değil.”

Sosyalist kimliği ve futbol emekçileri-

nin örgütlenme mücadelesi ile tanınanMetin Kurt, endüstriyel futbolun en önem-li köşe taşlarından birini oluşturan Galata-saray takımından da bu nedenden dolayıuzaklaştırıldı. Futbol hayatının sona erme-sinin ardından örgütlenmeye ağırlık verenMetin Kurt, Devrimci Spor Emekçileri Sen-dikalarının kuruluşunda da yer aldı. Spar-tak Moskova - Galatasaray maçıyla ilgili biranısını anlatırken, siyasi kimliğiyle oynadı-ğı futbol arasında espri yapmaktan da geridurmayan Metin Kurt şöyle der; “KalecimizAydın, Spartak Moskovalılara, ‘siz sosya-list, biz sosyalist” deyince adamlar 3-0’damaçı bıraktı, daha fazla atmadı.”

“Beşiktaş’tan Etiler’e kadar belediye oto-büsüyle yarışarak antrenman yapardım”diyen Metin Kurt’un futbola dair bazı itiraf-

ları da vardır; “Çok doping yaptım. Her önem-li maç öncesinde doping yapılırdı. Yapma-san takıma ihanetle suçlanırdın.”

Metin Kurt sahada kendine belirlediğioyun mevkiini de sosyalist kimliğiyle açık-lar; “Futbol oynarken bile halka yakın olmakisterdim. Bu nedenle şeref tribününün bu-lunduğu yerde değil, ters taraftaki çizgideoynardım. İkinci yarı kaleler değişince yineşeref tribünü önünde oynamamak için, birdevre sağ açık, bir devre sol açık olurdum.”Sol açık Metin Kurt, 2011 genel seçimle-rinde TKP listesinden İstanbul milletvekiliadayı da olmuştur.

“Öğrendikçe acı çekiyordum, acı çek-tikçe daha çok sosyalist oldum” diyen Me-tin Kurt’un yüreği daha fazla dayanamadı vegeçirdiği bir ameliyat sırasında kalp yetmezliği

nedeniyle aramızdan ayrıldı. Geride ise,mücadele dolu tarihini ve “Gladyatör” adlı anıkitabını bizler için bıraktı.

Futbol hayatının sona ermesinin ardından örgütlenmeye ağırlık veren MetinKurt, Devrimci Spor Emekçileri Sendikalarının kuruluşunda da yer aldı.

İşçilerin Sesi

11

Seyfi ADALI

İşçi hareketi yeni bir çıkışın doğumsancılarını yaşıyor. “Yeni bir işçi ha-reketi” talebi çeşitli düzeylerde vebirbiriyle bağımsız işkollarındakimücadeleci işçiler tarafından ifadeediliyor.

Haziran ayında THY işçileri, Tem-muz’da Çapa taşeron sağlık işçileri,Ağustos’ta Antep tekstil işçilerinindeneyimlerini, “yeni bir işçi hareke-ti” arayışı perspektifiyle ele alıp de-ğerlendirmek gerekli.

Antep Tekstil İşçilerinin 11 Günlük GreviGaziantep Başpınar Sanayi Böl-

gesinde Ağustos ayının ilk haftasın-da başlayıp yaklaşık 11 gün süren veyedi tekstil fabrikasında yaklaşık 5bin işçiyi kapsayan grev gerçekleşti.Bu grev, üç konfederasyona bağlıtekstil işçileri sendikalarından, TEK-SİF, Tekstil, Öz İplik-İş’ten bağımsızgerçekleşti. İşçiler, bu üç sendikaya dagüvensizlik belirttiler ve oluştur-dukları işçi komiteleri aracılığıylamücadelelerini sürdürdüler.

Kuşkusuz ifade ettiğimiz gibi ku-sursuz bir işleyiş ve süreç yaşanma-dı. İşçiler yaptıkları değerlendirme-de samimi bir açıklıkla bu durumuşöyle ifade ediyorlar: “Oluşturulankomiteler yeterince işletilemedi, iş-çiler tarafından denetlenmedi. Her iş-çiye görev verilmedi. Kamuoyu oluş-turmada eksik kalındı. İşçi ailelerininyeterince greve katılması sağlanma-dı. Eylem öncesi hazırlık yapılmadı.Tek tek fabrikalarda yaşanan sorun-lar birlikte hareket etmenin önünegeçti. Polisin ve patronun baskısını kı-racak tedbirler almada sıkıntılar ya-şandı. İşçilerin güvenebilecekleri bir

sendika yoktu.”Ancak eksikliklere rağmen ana

eğilim mevcut sendikal yapılara gü-vensizliktir. Antep tekstil işçileri çe-şitli defalar başvurdukları işçi sen-dikalarından her zaman aleyhlerinesonuçlarla geri dönmenin verdiğideneyimle hareket ettiler. Örneğin1996 yılında Ünaldı’da yaşanan di-reniş de “dernek” eliyle yürütülm-üştü. Ünaldı direnişinde İşçi Yar-dımlaşma ve Dayanışma Derneği iş-çilerin birleşmesinde önemli bir roloynamıştı.

Bütün bu mücadelelere rağmen iş-çilerin sorunları kesin bir çözüme ka-vuşmamış olsa da, Antep tekstil iş-çileri “yeni bir işçi hareketi” ihtiyacınısomut olarak gündeme getiren sonişçi hareketi oldu.

Mevcut sendikalara güvensizli-ğini ifade eden işçiler “benim iradembu” diyebilecek, “yumruğunu ma-saya vuracak” bir sendikaya ihtiyaçvar, demekte.

Çapa Taşeron İşçilerinin4 Günlük GreviTemmuz ayı başında İstanbul

Üniversitesi taşeron işçileri, Rektör-lüğün “yüzde 20 oranında işçi çı-kartma, yol ücretini kesme ve yüzde5’ten başlayarak ücretleri eksiltme”kararına boyun eğmeyeceklerini, hakkaybına yol açacak yeni iş sözleş-melerini imzalamayacaklarını ifadeettiler. Kararlılıklarını göstermek üze-re dört gün süren ve yaklaşık bin iş-çinin katıldığı grev gerçekleştirdi-ler. Grevlerini sendikasız olarak, Ta-şeron İşçileri Derneği çatısı altında veDireniş Çadır Komitesinin önderli-ğinde başardılar. Kuşkusuz sorunlarbir çırpıda düzelmedi. Ancak, işverende işçi çıkartmayı ertelemek zorun-

da kaldı. Ücret kesintisini en aza in-dirgemekle yetindi.

İşçiler ise, taşeron sistemine kar-şı kadro talebiyle mücadeleleriniDİSK Devrimci Sağlık-İş Sendika-sında örgütlenerek bir ileri seviyeyetaşıdılar.

İşçilerin sendikaya üye olmaları-na karşı Dernek içinde yaşanan di-renme, olağanüstü genel kurul ileaşıldı. İşçiler 177 günlük çadır dire-nişi ve bir o kadar deneyimle birlik-te dernek yönetimini alarak derneğisürdürme kararı aldılar. Ancak sen-dikanın mevcut yapısının “grup sen-dikası” hüviyetini aşarak, mücadeleciişçileri bünyesine alıp almayacağı;bunu kaldırıp kaldıramayacağı birsoru olarak durmaktadır.

Çapa taşeron işçileri fiili eylem vedirenişleriyle ve sendikaya üye ola-rak, işyeri temsilciler meclislerine, işçikomitelerine dayalı aşağıdan bir işçihareketinin nüveleri olarak, bugünitibariyle geleneksel sendikal yapı-lardan farklı davranmayan Dev Sağ-lık-İş bünyesinde yeni bir sendikaldeneyim yaşayacaklar.

THY İşçilerinin 29 Mayıs EylemiTHY işçilerinin uçucu personeli-

ne dayanan ve yaklaşık 3 bin işçininkatıldığı 29 Mayıs eylemi de bir baş-ka açıdan yeni bir işçi hareketinin or-taya çıkmasını aşağıdan zorlayanbir deneyim olmuştur. Hava-İş sen-dikası işçi ve sendikal kamuoyunda;sosyalist hareketin nezdinde (belki sa-dece İşçilerin Sesi hariç) “ilerici-dev-rimci” sayılmaktadır. Ancak bu sen-dikanın yönetimi 29 Mayıs eylemininsorumluluğunu almayarak, işçileriyalnız bırakmış ve ardından da hu-kuk sürecinde avukatlık ücreti talepetmiş, itiraz eden işçileri işverenci ol-

makla suçlayarak, THY Dış Hatlar ka-pısında parayla direniş örgütlemeseviyesine düşmüştür.

Aynı zamanda Sendikal Güç Bir-liği’nin en popüler sendikalarındanolan Hava-İş yönetimi, atılan işçile-ri birleştiremeyen, çalışan işçilerimücadeleye katamayan konuma düş-mesi, işçilerle arasındaki güven so-rununun en temel göstergesi sayılır.

29 Mayıs Birliği adıyla bir grup iş-ten atılan işçinin sendikadan bağım-sız bir arayışa girişmesi ve işe iade da-valarını ücretsiz savunulmasını sağ-laması da gösteriyor ki, yeni bir işçihareketine ihtiyaç vardır.

Umut Çürüyende Değil YeşerendedirAntep tekstil işçileri, Çapa taşeron

sağlık işçileri, THY işçileri gösteriyorki, işçiler örgütlüyse mücadele ede-bilir, işçilerin sorunları ulusal çaptagündeme getirilebilir ve tüm bunlarmevcut sendikal yapılara rağmengerçekleştirilebilir. Yeni bir işçi hare-keti, işte bu aşağıdan gelme hare-ketlerle, sendika bürokrasisini aşançaba ve girişimlerle ve işçi mücade-lelerini birleştirip merkezileştirecekgirişimlerle mümkün olabilir.

Nitekim Umut Yeşerende EmekKolektifi (UYEK) girişimi ve çabası,mütevazı olsa da Antep, Çapa veTHY işçilerinin duygularını ve ta-leplerini ifade eden, sendikal bürok-rasiye karşı aşağıdan gelen işçi ha-reketini, umudu örgütlemek gerek-tiğini ifade ediyor. Yeni bir işçi hare-ketini inşa etmeyi önüne hedef koyanbu girişim henüz çok cılız olsa da, hergeçen gün kıymetini artırıyor. Yeterki, bu çaba ve girişim işçi sınıfının saf-larına taşınabilsin, kökleşip yeşermeolanağı bulabilsin.

Antep,�Çapa,�THY�Mücadelelerinden�çıkarılması�gerek�dersler

UYEK, YENİ MODEL OLABİLİRYeni bir işçi hareketi, işte bu aşağıdan gelme hareketlerle, sendika bürokrasisini aşan çaba vegirişimlerle ve işçi mücadelelerini birleştirip merkezileştirecek girişimlerle mümkün olabilir.

B. UMUTCAN

Direnişteki Hey Tekstil işçilerinmücadelesi maddi ve manevi zor-luklara rağmen devam ediyor. 420işçi, 9 şubat’ta 3 aylık ücretlerini ala-madıklarını, patronun işçilerin kı-dem ve ihbar tazminatlarını ver-memek için fabrikanın içini boşal-tarak kaçtığını, o günden bu güne di-renişlerini sürdürmekte kararlı ol-duklarını vurguluyorlar.

İşçiler patron karşısında1-0 geride başladılarHer direnişte olduğu gibi, Hey

Tekstil direnişinde de yaşadığımızbir gerçekliğimiz var. O da direnişebaşlayan işçi sayısıyla direnişi ko-rumanın zor olduğu. Bu yüzdenişçi hareketi için sınıf dayanışmasıvurgusu önemli ve anlamlıdır.

Hükümetin ve yasaların pat-ronlara her türlü esnekliği tanıdığıbir süreçte, Hey Tekstil patronugibi patronlar işçilerin haklarınıvermeyerek hayatlarına devam ede-biliyor. Yasalar patrona karşı lal ol-muş durumda. Bu rahatlıkla dav-ranan patronların sayısı artarak de-vam edecektir.

Örneğin Rosa tekstilde de benzerbir süreç yaşanıyor.

Hey Tekstil’de İşçiler direnişezamanında başlayamadıkları için,patron karşısında bir sıfır geridebaşlamış durumdalar. 3 aydır ma-aşlarını eve götüremeyen işçiler busüreç içinde yaşamlarını ya eş-dost-tan borç alarak ya da kredi kartla-rından çektikleri paralarla devam et-

tirmek zorunda kaldılar. Direnişecepte parasız-pulsuz başlamak, sü-reç içinde mücadelenin zayıflama-sına, işçilerin süreçten teker tekerdüşmesine neden oluyor. Bizler ya-şanan deneyimlerden dersler çıkar-masını bildiğimiz oranda büyümeşansımızın olduğuna inanıyoruz.

Hey Tekstil direnişini ele aldığı-mızda fabrikayı terk eden ve işçile-rin alacaklarını vermeyen bir pat-ronla karşı karşıyayız. Parası olma-dığından vermemezlik yapmıyor.Hükümetin desteğine ve yasalarınkendisinden yana olmasına güve-nerek, pervazsızca davranıyor. Bu-nun yanında yıllardır bu fabrikadaçalışmış işçilerin, patrona karşı ör-gütlenmeyi bir seçenek olarak ön-lerine almamalarını bir eksiklik ola-rak hanemize yazmalıyız. Sosyalisthareket, Hey Tekstil ve Rosa’dakigibi sorunlarla karşılaşmamak içinsınıf içinde örgütlenmeyi önlerinekoymalıdır. Kadrolarını sınıf içindeçalışmaya yöneltmelidir.

Mücadeleden ÇıkaracağımızDersler VarHey Tekstil işçileri, işbaşı için git-

tikleri fabrikaya alınmadıkları içinfabrika dışında direnişe başladılar.Olması gereken de budur. Ama bu-nunla yetinmemek gerekir. Bu işçi-ler örgütsüz olduklarından dolayı, 3ay maaşlarını almadıkları halde iş-verene karşı tepki geliştirememiş-lerdir. Ne yapacağını, nasıl davra-nacağını bilemeyen işçiler, dışarıdangelen desteklere ihtiyaç duymuş-lardır. Hey Tekstil direnişinde kar-

şılaştıklarımızı başka direnişlerdeyaşamamak için, kendimize derslerçıkarmamız gerekir.

İşçilerin söylediklerine göreEmek Partisi direnişi başından beridestekliyor. Bu destek yükü tabii kisadece Emek Partisi’nin sırtına yük-lenmemeli. Mücadeleyi birleştir-mek, yaygınlaştırmak, direnişin çe-perini büyütmek hepimizin görevi.Bu konuda ön açıcı olmak başta iş-çilere ve Emek Partisi’ne düşen birgörevdir. Direnişler dışarıdan gele-cek her türlü maddi dayanışmayaaçık olduğu gibi, fikirsel dayanış-maya da açık olmalı.

Direnişi sahiplenmekten kastı-mız ona hükmetmek değil, direnişinkazanılması için büyümesini sağla-maktır. Bırakın sol siyasi hareketle-ri, kasaları dolu olan sendikalarınbile tek kaldıklarında güçsüzleştiğini(THY işçileri) görüyoruz. Hey Teks-

til’de işçilerin sınırları ortada. Dire-nişe siyasi olarak destek veren an-layış bu direnişte nasıl bir tutum ta-kındı, bakmak lazım.

Direniş komitesi olabildiğincegeniş tutulmalıDirenişlerde mümkün olduğu

kadarıyla direniş komitesini geniştutulmasında yarar var. Bu hem so-rumluluk alanların süreci sahiplen-mesini hem iş bölümünü kolaylaş-tıran bir işlev görür. İşyeri örgüt-lenmesinde dar komiteler yararlıve gereklidir. Ama direniş sürecin-deki dar komitelerde birkaç kişininkarar sürecine dahil olması sağlıklıolmayacağı gibi “dükkancı”lığınaçığa çıktığının bir göstergesi olur.

Direnişlerin bir başka sorunluolan yanı toplanan maddi dayanış-madır. Basit olmasına karşı sıkıntı-ların yaşandığı bir alan da budur. Bu

YASALAR PATRONA KARŞILAL OLMUŞ DURUMDA

Hükümetin ve yasaların patronlara her türlü esnekliği tanıdığı bir süreçte, Hey Tekstil patronu gibi patronlar işçilerin haklarını vermeyerek hayatlarına devam edebiliyor

İşçilerin Sesi

12

TEXİM TRİKO İŞÇİLERİTEKSİF’TE ÖRGÜTLENİYOR

Triko işçilerinin sendikalaşma ve iş sa-atlerini düşürme mücadelesi yeni değil. Üçyıla yayılan mücadeleleri bir dizi kazanımlasonuçlandı. En somut kazanım, 12 saat olangünlük vardiya çalışma saati, Texim işçile-rinin direnişiyle 8 saate düşürüldü ve ücretlerdüşürülmesi bir yana zamlandı.

İş saatlerinin düşürülmesi kısa zaman-da triko sektöründe ses getirdi ve birer bi-rer fabrikalarda iş saatleri 8 saate çekildi. Bumücadele Texim’de başladı, Narin Triko iledevam etti ve tüm triko işçilerinin gündemineyer etti.

Texim işçileri bu mücadelenin bedelinide işçi arkadaşlarının işten atılmasıyla öde-diler. Ardından sendikalaşmaya karar ver-diler. Türk-İş’i bağlı TEKSİF sendikasının Ye-dikule Şubesinde örgütlenme çalışmalarınabaşladılar. Sendikalaşma konusunda ısrar-lı olmalarına rağmen, örneğin Texim’de kon-feksiyon bölümünde yeterli üye sayısına ula-şamadıkları için işyeri yetkisini (yüzde 51 iş-çinin üyeliğini) tamamlayamadılar.

Triko patronları “kayıplarını” telafi etmeküzere 5 Ağustos günü 8 saatin kazanıldığıfabrikadan neredeyse tüm triko bölümünüişten çıkarttılar. 12’şer kişilik makineci

ekipleri 3 vardiyadan 36 işçiyi işten çıkart-tılar. Texim patronu işçilere şunu dayattı: Bak-makla yükümlü olduğunuz makine sayısınıyüzde 50 artıracağız, isteyen çalışır istemeyençıkar, dedi. Her işçinin baktığı makine sa-yısı 4′ten 6′ya çıkartılmak istendi. Patron-lar 4 saat daha az çalıştırıp aynı ücreti ver-mekten pişman olarak, işçilere 6 makine da-yattılar. İşçiler bunu kabul etmediler.

İşçilerin örgütlü ve sendikalı olmasıhalinde 8 saatlik vardiya kazanımını daha dailerleteceğinden korkan triko patronları, el bir-liğiyle Texim işçilerine saldırdı. Bu yazı ya-zıldığında işçilerin direnişi 23. gününü ta-mamlamıştı. Bu süre içinde Narin Triko, Ce-bebici Triko gibi işyerlerinden de sendika üye-si işçilerin çıkışları yaşandı ve Texim işçile-ri direnişin simgesi olarak bu işyerlerininönünde eylemler yaptılar.

Patronun teklifi ise, tazminatsız çıkar-dığı işçilere kıdem ve ihbar tazminatının yanısıra bayram ikramiyesi de vererek direnişibitirmek yönünde. İşçiler ise sendikalı ça-lışmak istiyor. Güngören-Merter gibi teks-til sektörünün yoğun olduğu bölgede devameden çadır direnişi, sendikal örgütlenmeyeilgiyi artırıyor. İşçilerin Sesi/Haber

İşçilerin Sesi

13

Zerrin AYNAOĞLU*

(…)

90’larda Özal döneminin en büyük işçi eylemiTürk Hava Yolları grevi olmuştu. Grev sonrası 900kadar işçinin iş akdi fesh edildi. Bu işçi önderle-ri, baskı içinde geçen on yıla rağmen sağlam kal-mış devrimcilerdi. Siyasi bilinci pekişmiş, sınıfsaldeneyimleri efsanevi 900 örgütçü, bilinçli, aydın işçi.Bu insanları kaybetmek ordunuzu kaybetmekle eş-değerdir. Ne kadar 68’lere öykünürsek öyküne-lim, bırak sınıf mücadelesinin el kitaplarını, herhangibir romanı bile güçlükle okuyan işçilerimiz, sen-dikacılarımız var. Bu toplu bilinç kıyımı Hava-İş sen-dikasının can damarını kesmişti ama iktidarı da de-ğiştirmişlerdi.

DYP-SHP iktidarı çok daha gaddardı. Moğul-tay elbette bu insanların işe iadesini destekleme-di. Sendika çok iyi bir toplu sözleşme imzalamış,işçilerin cebi dolmuş, grevin karanlığı geride kalmışama kitlenin beşte biri işten atılmış. Hava-İş işçile-rinin “işçi kalmama ihtimali” çoğalmış, topluca birsınıf atlama moduna girilmiş. Ee, kimin umurundaonlara bu olanakları veren kahramanları kollamak.

Sınıf atlama moduna geçildikçe, atlanılan sınıfgitgide sizden uzaklaşıyor. Miktarlar yetmiyor. 70’liyıllarda bir arabası ve bir evi olmak bir başka sı-nıfa delalet ederdi. İki iş hanınız, bir iki eviniz, birfabrika ya da dükkânınız varsa burjuvaydınız. Kürkgiydiniz, mücevher taktınız, burjuvaydınız. Şimdi-lerde iki, üç milyon dolar servetle siz ancak yeniyetme bir vahşi burjuvasınız. Sermaye birikimininseyri, havucu öyle bir göğe erdirdi ki Türk Hava Yol-larının sendikacıları işçi-küçük burjuva-burjuvatanımlarını nasıl gözden geçiriyorlardır bilmiyorum.Ancak bildiğim 90’lı yıların grevinde kaybedilen 900

önderinin bizi bu günlere getirdiği. Hava-İş bu ka-yıpları kesilen sakal olarak değerlendirdi. Yeni işçiönderleri eskisinden daha gür yerine gelecekler-di. Genel Müdür Tezcan Yaramancı bu aymazlıkkarşısında çıtasını daha da yükseltti. Kabin me-murlarında ve pilotlarda toplu kıyımlara girişti. İş-ten atılanların rakamları büyüdükçe sendika kü-çülüyordu. Bugünün Hava-İş iktidarı, 23 yıllık yö-netimi süresince tek yetkili organ olduğu sektör-de gücünü yitirdi. Sivil Havacılığın kaçta kaçını tem-sil ediyor? İktidara geldiğinde tümünü temsil edi-yordu. 90’ların icadı olan toplu işçi kıyımı karşısındaeli kolu bağlı kalan Hava-İş bugün 305 üyesini gerialdırmaya çalışıyor. 90’dan beri grev yapmadı.90’larda ilk toplu kıyım olduğunda grev silahını kul-lanmadı. 23 koca yıl geçmiş. Türk Kapitalizmininartık Allah katında da güç kazanmasını, fenafillâhmertebesine ermesini beslemişsiniz. Heyhat, ilkdefa bir kitlenin arkasına geçip işe döndürmek içingrev silahını kullanacaksınız. Grevi yasaklatmayı dabaşarıyorsunuz. Siz iktidara geldiğinizde sıkıyö-netim kuralları halen daha geçerliydi. Türk HavaYollarının her organına MHP’liler hâkimdi. THY ça-lışanları öyle sinmişti ki, baskı öyle yoğundu ki kuşuçuramazdınız. O kitle ne koşullarda örgütlendi vekoca bir grev başarıldı. Demek ki örgütlenme kad-roların eseriymiş. Ne oldu? Sakal tutmadı mı? İşi-ne son verilenlerin röportajlarını izlerken eylemdenerdeyse tesadüfen bulundukları izlenimini edini-yor insan. Bilmeden sendikanın maşası olmuşlar.Yirmi üç koca yılda sizler bu kabin memurlarını bi-linçlendiremediniz mi? Yoksa bilinçlenmiş herüyeye kuşkuyla mı bakıyorsunuz ve bu seviye si-zin için yeterli mi oluyor.

“Sarı sendika” derdik işverenin kurduğu sen-dikalara. Sararmanın bu modelini görmemiştik he-nüz. Yani yaprak gibi kendiliğinden sararanını…

Hep keten perede kalırız. Bak Tayyip bey onu ye-dirmem, bunu yedirmem, örgütüne mutlak sahipçıkma taktiğiyle gücü eline geçirdi. Eleştiri yapıpHava-İş’i yıpratmayalım. İyi de ya bu sendika biriç eleştiri mekanizmasına sahip değilse. İşveren-ce davranıp kendisini eleştirenleri uzaklaştırıyorsa.Tasfiye ediyor, uzlaşmıyorsa. Gökkuşağı gibikendi içinden çıkmış bir grupla bile konsensüs ku-ramıyorsa. Eleştirileri düşman yaratıp provoke ede-rek savuruyorsa. Kendine yeni bir benlik yaratıp70’lerin Atilay Ayçin’ini hiç hatırlamıyorsa?

Sendikasızlaştırılan uçuş ekiplerinin sendika-ya üye edilmeleri, o işyeri temsilcilik odaları biz-zat dişe diş mücadeleyle sağlandı. Türkiye’nin gel-miş geçmiş en büyük sendika lideri İsmet Demir,sendikacılık adına bahşedilenler ancak bir araç-tır derdi. ‘Yapı İş Sendikası günü geldiğinde bi-nalara sığmaz. Günü geldiğinde bir klasöre girer.Olanaklar sonuna kadar kullanılmak içindir. Güçyürektedir’ derdi.

Hava- İş Sendikası iktidarın meydan okuma-sını görüp, mal varlığını ve tüm olanaklarını dişe dişbir mücadeleye hazırlanıyor mu? Topyekun si-perden başlayabilecek mi? Yoksa gittiği yere ka-dar. Bu iktidarda bir gün gider. Ben neler gördümdeyip kuluçkaya mı yatacak? İşe iade konusun-da ciddi bir harekâta girişmeyi, gözü kesmiyorsa,yani geçmişte yaptığı hataları yineleyip zaman ka-zanıyorsa, ‘elimden geleni yaptım’larla ömür boyuda iktidar olur.

Sakın ağaca bu sarı yaprağı yapıştıran bizzatkapitalizmin eli olmasın?

Düştüğünde kaçacağı bir rögar bile olmayacak.

(*)1974'de girdiği THY'den, 1990’ların Hava-İş grevindensonra iş yeri temsilcisi ve uluslararası ilişkiler sorumlusu ikenilk sırada atıldı. Sol Defter’de yayınlanan yazısını kısaltarak ak-tarıyoruz.

konuda işçilerin seçtiği, iki kişidenaz olmamak kaydıyla bir ekip oluş-turulmalı ve bu ekibin görevi dire-niş için gelen dayanışmaları kayıt al-tına almak olmalı. Şeffaf olmak bu-radan başlar. Toplanan dayanışma,direnişi sürdüren işçilerin kullana-bileceği bir imkandır.

İşçi hareketinin hafızasının oluş-ması adına bu deneyimlerin iyi an-laşılması, doğru derslerin çıkarıl-ması gerekir. Örneğin bir direnişbelli bir süreçte onu sürdürenlerinkararıyla bitirilebilir. Peki, topla-nan dayanışmayı ne yapacağız? Ara-mızda mı bölüşeceğiz? Eğer direni-şi sürdürmeye kararlı işçiler varsaonlara, yoksa direnmeye devameden herhangi bir işyerine bırakıl-malıdır.

Hey Tekstil işçilerinin bir kısmıdirenişi artık sürdüremeyeceğininkararını verdiğinde yapması gereken

toplanan dayanışmaları kendileriarasında pay etmek değildir; buyanlış bir karardır. Tabii ki kararı iş-çiler verecekler. Ama o hareketedestek verenlerin de söz hakkı ol-malı. Bu konuda Emek Partisi’nin al-dığı tutumun siyasi olarak bir kar-şılığı vardır.

Direnişte bir başka sorun dahukuki sürecin takibiDirenişlerde bir başka sorun ise

hukuki sürecin takibi. Eğer atılan iş-çilerin sayıları çok ise, bu sürece mü-dahil olan avukat bunu kendisine birgelir kapısı olarak görebilir. THY’deatılan 305 işçi için davalarına bak-makta olan sendikanın avukatı işçi-lerden yüzde 10 avukatlık ücreti ta-lep etti.

İşçiler zaten işten atılmışlar. Nezaman iş bulacakları belli değil, birde sendikanın avukatı yüzde 10 is-

tiyor. Sendika neden sürecin başın-da avukatlık ücretlerini karşılamadı,bu soruyu sormak gerekir. Sendi-kasız bir işyerinde elbette mahkememasraflarını işçiler karşılayacaklar-dır. Bu tür durumlarda dayanışmaile işçilere fazla yük bindirmeden na-sıl mücadele etmek gerekir, bunutartışmak gerekir. İşçilere patron birtekme vurmuş, bir de onların haklarıiçin mücadele ettiğini söyleyen hu-kukçular vurursa vay halimize!

İşçilerin hukukidayanışmaya ihtiyacı varYine THY’de örnek vereceğim.

Sendika avukatı yüzde 10 avukat-lık ücreti istediğinde buna karşı 29Mayıs Birliği’nin davalarına ÇHDbir ekip oluşturarak atılan işçilerindavalarına bakacaklarını ilan ettiler.Davayı kazanmaları halinde işçile-rin cebinden beş kuruş çıkmayacak.

Bu tutum üzerine sendika da bellibir süre sonra “dava ücretlerinisendika karşılayacak” demek zo-runda kaldı. Hey Tekstil işçilerin na-sıl ki direnişi sürdürmek için da-yanışmaya ihtiyacı var ise, hukuk-sal olarak da dayanışmaya ihtiyacıvardır.

Hey Tekstil işçilerinin avukatıaynı zamanda Emek Partisi’nden. Bukonulara daha duyarlı olması bek-lenir. Avukatlık ücreti için sözleşmeyapması değil. Avukat dava açmakiçin 500 TL alıyor. Kendi avukatlıkücreti için ise işçilere bir sözleşmeimzalatıyor. Bu sözleşme neden ya-pılıyor? Varsayalım işçiler davayı ka-zandılar, alacaklarının tahsili konu-sunda bir muhatap bulamadılar. Budurumda Hey Tekstli direnişçile-rinden alacağını tahsil etmek için miyapıldı? Buna neden gerek duyuldu,merak konusu.

Nasıl ‘Sararır’sınız?

TekGıda-İş Sendikası Genel BaşkanıMustafa Türkel ile Yönetim Kuruluüyeleri Mecit Amaç, Mehmet Karataş,Recep Ali Çelik, Mustafa Akyürek ta-rafından, gazetemiz eski sorumlu mü-dürü Canan Mengüloğul hakkında“suç duyurusu”nda bulunulmuştu. İs-tanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ise03.08.2012 tarihinde “kovuşturmayayer olmadığına” karar verdi.

TekGıda-İş Sendikası’nın kastlaşmışbürokrasisinin 14.10.2011 ve 21.11.2011tarihli şikâyetlerinde, “Sendikanın 10-11 Eylül 2011 tarihli 14. Olağan GenelKurulu’nu gerçekleştirdiği, bu genel ku-ruldan önce 8 sayfalık bir metnin sen-dikanın Adana, Ankara, Balıkesir, Bur-sa, Diyarbakır, Eskişehir, İstanbul, İzmir,Samsun, Ordu, Rize ve Trabzon’dafaaliyet gösteren tüm şubeleri ile Ga-ziantep, Nevşehir, Antalya, Çanakka-le il temsilciliklerine kargo yolu ilegönderildiğini, gönderilen 8 sayfalıkmetinde Genel Merkez yönetimi vemüştekilere yönelik asılsız ithamlarlasuçlamalarda bulunulduğu, yazılan-ların iftira ve hakaret kapsamında ol-duğu” belirtilmişti.

Sendika Bürokrasisinin İcraatları:Asılsız olduğunu ve hakaret içerdiğiniiddia ettikleri metinde, daha önce altısendika üyesi tarafından TekGıda-İşSendikası yönetimi hakkında suç du-yurusunda bulunulan ve yargıya taşı-nan konular yer alıyordu. Bu konular,kovuşturmaya yer olmadığına dairkararda şöyle özetleniyor: “Genel Baş-kan Mustafa Türkel ve Genel MerkezYönetim Kurulu’nun gizli bir gün-demle ortak hareket ettikleri ve amaç-larının rant ve saltanat olduğu, bu sis-temi hayata geçirmek için sahtekarlıkve hile yapıldığı, şubelerin üye sayıla-rı ve şube yöneticilerinin sarflarınınusulsüz olarak onaylandığı, bölge yö-netimlerinin kapatılması süreçlerindehile yapıldığı, içki sofralarında sendi-kaya danışmanlar atandığı, genel mer-kez yöneticilerinin sendikayı ailesine veyakınlarına iş kapısı yaptığı, ÇAY-KUR, TEKEL ve YÖRSAN örgütlen-melerinde hibe adı altında harcamalaryapıldığı, bu harcamaların usulsüz fa-turalarla kapatılmaya çalışıldığı, 10trilyon liranın ÇAYKUR, TEKEL, YÖR-SAN ve diğer örgütlenmelerde kulla-

nılmış gibi gösterildiği, genel merkezyönetiminin hileli tüzük değişikliklerive usulsüz harcamalar ile kendi salta-natını kurduğu, bu saltanata göz yu-mulursa pastadan pay almaya devamedileceği…” Yine hatırlanılacağı üzere,bu konuların büyük bir bölümü Tek-Gıda-İş Sendikası 14. Olağan Genel Ku-rulu’nda yönetime aday olan İstanbulAvrupa Yakası Şube Başkanı MuzafferDilek tarafından dile getirilmiş ve Mu-zaffer Dilek bu nedenle “kara liste”yealınarak aforoz edilmişti.

Demokratik Ve Şeffaf Bir Sendika:Gazetemiz eski sorumlu müdürü Ca-nan arkadaşımızın, çağırıldığı savcılıktadile getirdikleri ise kararda şu şekildeözetlenmiş; “Sendikal mücadelenindoğru, demokratik ve şeffaf bir şekildeyapılmadığını düşündüğünü, kendisigibi düşünen arkadaşları ile demo-kratik sendika isimli bir platform oluş-turduklarını, bu platform vasıtasıylasendikaları, sendikal faaliyetleri takipettiklerini, TekGıda-İş Sendikası’nınkongresinin bulunması nedeniyle busendikaya yönelik eleştirilerini içerensöz konusu metni gönderdiğini, 8 say-

falık metin olarak incelendiğinde de-mokratik eleştiri hakkını kapsadığını,kimseye hakaret etme kastıyla hareketetmediğini, bu sebeple atılı suçlamayıkabul etmediğini savunmuştur...”

Netice olarak; “Şikayete konu ve suçoluşturduğu iddia olunan, şüpheli ta-rafından gönderilen metin incelendi-ğinde; zaman zaman sert ve zorlayıcı it-hamları da kapsıyor ise de, bütün ola-rak hakaret ve iftira suçlarının unsur-larını taşımadığı, bu sebeple şüphelininüzerine atılı suçun yasal unsurlarınınoluşmadığı anlaşılmıştır” denilen ka-rarda, TekGıda-İş Sendikası yöneticile-rine yönelik bir uyarı notu da dikkat çe-kiyor; “Kendilerine yönelik kabulle-nilmesi zor dahi olsa aleyhlerine olandüşünce ve açıklamalara, eleştiri ve it-hamlara da gerekli hoş görüyü göster-me zorunlulukları bulunmaktadır…”

Sendika bürokrasisinin, kurulu dü-zenlerine karşı çıkılmasından şikâyet-çi olduklarını biliyoruz. Onlar da bizimdemokratik ve şeffaf bir sendika içinmücadele ettiğimizi biliyor ve saldırı-yorlar. Yaşasın işçilerin alın aklığı kar-deşliği! İşçilerin Sesi/Haber

Tutanak neyehizmet ediyor?İşçilere gözdağı vermek isteyen

idare, bir işçiye geç kaldığı bahane-siyle tutanak tuttu. Bunu ilk defa yap-mıyorlar. Tutanak tutulmasının ge-rekçesi olarak “işe geç kalmanın di-ğer işçilere kötü örnek olması” gös-terildi. Böylece 5-10 dakikalık ge-cikmeler bile kasıtlı davranış olarakgösteriliyor. Tutanak yiyen işçininmorali bozuluyor, çıkış tehlikesi al-tında olduğunu düşünüyor. Diğer iş-çiler de bundan etkileniyorlar. Tuta-nak işte buna hizmet ediyor.

Patron üretimin kolayını buldu,Çin’den hazır mal getiriyor. Gelenürünler fabrikada paketleniyor ve eti-ketleniyor. Ardından da burada üre-tilmiş gibi piyasaya sürülüyor. Çinmallarının kalitesiz olduğu bilindi-ğinden tüketicilere piyasanın altındabir fiyatla satmak mümkün oluyor.Patron bu ambalaj dümeniyle, kali-tesiz ürünleri daha yüksek fiyatla pi-yasaya vermiş oluyor. Üretimden de

kaçtığı için, işçilik maliyetinden, ima-latın zorluklarından kurtulmuş olu-yor. Daha birkaç ay önce, işyerine ge-len yerel politikacılarla birlikte yap-tığı toplantıda, yaptıkları üretim ile“ekonomiyi büyütüyoruz” diye övü-nüyordu. Yaptıkları ithalatı büyüt-mek! Buna karşılık işçilerin ücretle-ri yerinde sayıyor. (L. Demir)

Taşeron üretime de girmişMetal işkolunda faaliyet gösteren

300 kişilik bir işyerinde yeni işe baş-ladım. Fabrikanın asıl işçilerinin yanısıra taşeron olarak çalıştırılan işçilerde var. Bu iki grup işçi arasında üc-ret ve sosyal haklar bakımından fark-lar var. Kadrolu olmanın bir güven-cesi olmadığı gibi, idarenin dayat-maları karşısında da bir karşılığıyok. Zorunlu mesai karşısında “ha-yır” diyen işçi, “gözden düşersin,zam alamazsın” diye korkutulmayaçalışılıyor. Tehlikeli işkollarına girenbir alanda üretim yapılmasına karşın,iş güvenliği ve işçi sağlığı kurallarıuygulanmıyor. İş kazaları için küçükbir sağlık çantası bulunduruluyor, işe

başlatırken doktor kontrolünden ge-çiliyor ama bir daha doktoru görenolmuyor. Yaşanan haksızlıklar karşı-sında genç bir işçi olarak isyan et-memek mümkün değil. Neler yapı-labileceğine dair bilgi almak için,bölgede faaliyet yürüten bir işçi der-neği ile temasa geçtim, deneyimli iş-çilerle görüştüm. Durumu değerlen-dirdik, önümüzdeki dönemde neleryapılması gerektiğine dair konuş-tuk. Bilinçli hareket etmek için ha-zırlık ve eğitimin şart olduğunu gör-düm. (Bir işçiyle görüşme)

Karar almak kolayuygulamak zor!Aylardır cumartesi mesaileri kalk-

mıştı. Ücretlerin düşük olmasındandolayı mesailerin kalkması işçilerarasında tepki çekmişti. Bir grup işçi(kalifiye olmalarına dayanarak) iş-yerindeki çalışma düzenini (12 saat-lik vardiyalı) değiştirecek kadar ida-reye tavır almışlardı. İdare birdenbi-re cumartesi mesailerini yeniden baş-lattı. Bazı işçiler bu zorunlu mesaiyi

karşı direniş gösterdi. Şefler de tuta-nak silahına başvurdular. Tutanaklar,“Habersiz ve izinsiz bir şekilde iş-yerine gelinmedi” gerekçesiyle tu-tuluyor. Tutanaklarda cumartesigünü gelindiği belirtilmiyor, böyleceişçi iş günü işe gelmemiş gibi göste-rilmek isteniyor. Bu işçiler, “Haftalıkçalışma saatinin 45 saat olarak idaretarafından daha önce açıklandığı” ge-rekçesini öne çıkartarak ve cumarte-si günü gelip gelmemenin kişiseltercihleri oldukların söyleyerek ken-dilerini savunuyorlar. Bu karşı koyuşnedeniyle idare cumartesi zorunlumesailerinden beklediği üretimi ger-çekleştiremiyor. Karar almak ile uy-gulamak arasında fark vardır, işçi sonsözünü söylemeden konuşmak, pat-ron için hayal kırıklığı oldu.

Zorunlu mesai dayatmasını yanısıra, işçiler bir de farklı bölümlerdeçalışmaya zorlanıyorlar. İşçiler budeğişikliği istemedikleri için verilen“geçici görev” kağıtlarını da imzala-mıyorlar. İdarecilerin baskıları so-nucunda farklı bölümlerde çalışmakzorunda kalan işçiler böylece, “benimzalamıyorum, sen zorla gönderi-yorsun” diyerek idarecileri zor du-

SENDİKA BÜROKRASİSİNEDEN ŞİKÂYETÇİ?

İşçilerin Sesi

14

FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...

METAL

PLASTİK

İşçilerin Sesi

15

rumda bırakıyorlar. Hakkını aramakiçin tavır almaktan başka bir yol iş-çiler için gözükmüyor. (L.Ogün)

İzin hakkını almasını bildik!İşyerinde senelik izinler zaten sı-

kıntılı alınmış, listeler asılmış, herkeskendini izne göre ayarlamıştı. İzin-lerin başlamasına iki gün kala di-kimhane şefi panodan listeleri kal-dırdı. İzinler iptal edilmiş. İşçiler buolaya çok tepki gösterdiler. Paydos bi-timde bu duruma ilişkin açıklama ya-pılmasını istediler. Şef, ''Önümüz-deki hafta ağır modeller var, dışarı-da dikilemez, patron böyle uygungördü, izinlere bayramdan sonraaynı şekilde listeye uyularak çıkıla-cak, izine çıkarmamak patronun ya-sal hakkıdır” dedi.

İşçiler servislerde “bu izinler mut-laka düzeltilmeli, gerekirse tazmi-natları yakarız ama izine çıkarız”dediler. Bazı işçiler ise “artık biz demesaiye kalmayız bu da bizim yasalhakkımız” diyerek tepki gösterdi-

ler. Cumartesi mesaiye kalmamayı or-ganize etmek için cuma günü işçilerlekonuşma kararı alındı. Cuma gününamaza giden işçiler o gün gitmedi-ler, acil izine çıkması gereken işçileryeniden tespit edilip 50 kişilik liste-yi 25 kişiye indirip, patronla bu ar-kadaşların izine çıkmasını konuş-mak istediler.

Patron görüşmek istememiş,“izinlerin iptal emri kesinmiş”. İşçi-ler öğlen paydosunda işbaşı yap-madan şefle son bir kere daha ko-nuşmak istediler. Şef ''fabrika dışın-dayım siz işbaşı yapın, biraz geç ge-leceğim” demiş. Tabi kimse işbaşıyapmayınca yalakalar hemen haberuçurdu. Şef beş dakikaya geldi. Ge-lişinde barut gibiydi, “neden işbaşıyapmadınız?” diye bol bol fırça attı.İşçiler “izne çıkmakta kararlı olduk-larını, yeni liste hazırladıklarını, bu iş-ten dönüş yok” mesajını verince, şefonaylamak zorunda kaldı.

İşçi temsilcisini odasına çağırdı,konuşma sonrası 25 kişilik liste 40 ki-şiye çıktı. İlk grup 14 gün izin kulla-nacak, ikinci grup 10 gün kullanacak.Bayram tatili ile 14 gün olacak. Dörtgünlük ücretleri ödenecek açıkla-

ması yapıldı. İşçi kararlı oldu mu is-tediğini alabiliyormuş. İşçiler bununfarkına vardılar, yeter ki örgütlü ola-lım. (M. Araslı)

Ücretsiz izinyasadışıdır!Yıllık izinlerimizi kışın zorunlu

olarak kullanmak zorunda bırakıl-mıştık. Yazın ise ücretsiz izine çıkar-dılar. Her sene işler bayramlardaçok yoğun oluyordu. Bu yıl da olacakdiye patron önlemini kıştan aldı.Ama istediği gibi satış olmayınca, se-zon durgun geçti. Bu sefer de yine işi-ne geldiği gibi davranıp, bayram ta-tiliyle beraber üç günde ücretsiz izi-ne çıkardı. İçerde izin hakkı olan iş-çiler ses çıkarmadı. Sadece bir kaç işçimüdürle “ücretlerimizin kesilmesiniistemiyoruz” diye konuştu, o da “işyok daha iyi tatil yaparsınız” diye ge-çiştirdi. Müdür de biliyor parasıztatilin olmayacağını ama işine geldi-ği gibi davranıyor.

Bayram tatiline girmeden birgün önce üç işçi işten çıkartıldı. İki

işçinin bir yıllık kıdemi vardı, biri deaskerden öncede burada çalışmıştı.İşten çıkartılma bahanesi olarak ikiişçinin mesaiye kalmaması, diğer iş-çinin ise paydos saatine 10 dakikakala dışarıda sigara içerken görül-müş olması gösterildi. Patronungerçek amacı ne bilmiyoruz amayılbaşında mesaiye kalmak için ka-ğıt imzalattılar. Dört kadın işçi im-zalamamıştı, bu işçiler mesaiye kal-mamaya devam ediyorlardı. Mesaigerekçesi doğru olsa bu işçilerin çı-kartılması beklenirdi. Bu çıkışlara iş-çiler bir anlam veremediler.

Patron kafasına koyduğunu ya-pıyor. Panoya yazı asmışlar Eylülayından itibaren ihtar alana ikrami-ye verilmeyecekmiş. Bayramlardayarım maaş ikramiye veriliyorduonu da kaldıracaklar. Bahane arı-yorlar, en ufak sorunda ihtar veripikramiyeyi iç edecekler. Patron işçi-ye para vermemek için aklında 40 til-ki dolandırdığı belli. Yapılan buhaksızlıklara işçiler bireysel tepki ve-riyor. Bireysel tepki patrona geriadım attırmaz, birlikte hareket eder-sek o zaman hakkımızı alırız. (G. Ke-merli)

FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...

B. UMUTCAN

Elit çikolata fabrikası, çikolata üre-terek insanların ağzını tatlandırıyor.Ama aynı şeyleri çalıştırdığı işçileriçin söyleyemeyiz. İşyerinde Tekgıda-İş Sendikası örgütlü. Sendika toplusözleşme imzalayacak kadar işçiyisendikalı bırakılıyor. Diğer işçilerhem sendikasız hem de asgari ücretile çalıştırılıyor. İşçiler, sendikacılarınhiçbir zaman işyerine gelmedikleri-ni, sorunlarını dinlemek için çaba har-camadıklarını dile getiriyorlar. Buişyeri, işçilerin yarısının sendikalıyarısının sendikasız olduğu nadiryerlerden. Acaba neden?

İşçilere sendikanın, sendikasız iş-çileri örgütleme gibi bir niyetininolup olmadığını sorduğumuzda ise,“işyerine geldikleri mi var ki işçileriörgütlesinler. Hatta işyerinde kiminsendikalı olacağına sendika değil, iş-

yeri yönetimi karar veriyor,” diyorlar.Patron- sendikacı ilişkisi bu işyerindeiyice ayyuka çıkmış durumda.

Elit işçisi yıllardır patron ve sen-dika genel merkezi tarafından hakgaspına uğradı. Yukarıda da belirtti-ğimiz gibi sözleşmede fazla mesai üc-retleri yüzde 100 olarak bağıtlanma-sına rağmen patron yıllardır işçilereyüzde 50 üzerinden ödeme yapıyor.Atılan işçilerden birinin bu hak gas-pını mahkemeye taşıması, diğer iş-çilere de cesaret vermesi açısından birilk adım oldu. Bunun üzerine işçilersessiz kalmanın patron-sendika iş-birliğine yaradığını anlayan, artıksessiz kalmamak gerektiğine kararveren işçiler hem Kasımpaşa hem deEsenyurt fabrikasında örgütlenmeyebaşladılar. Bu süreçte tekrar sendikagenel merkezine giden işçiler birdefa daha sorunlarını anlatmak ve ge-riye dönük fazla mesai ücretlerinin

ödenmesi konusunda baskı yaptı-lar. İşçiler işyerine gittiklerinde he-men yönetime çağrıldılar. Sendika-dan umduklarını bulamayan işçilerkendi aralarındaki örgütlülüğü hergeçen gün daha da büyüttüklerini vehaklarını alana kadar hem hukuksalhem de yasalardan doğan haklarınıkullanmaktan çekinmeyeceklerinibelirtiyorlar.

Atılan işçinin dava açması hempatronu hem de sendikayı paniklet-ti. Bunun üzerine patron ve sendikayaşanan hukuksuzluğu ve ihanetigizlemek adına geriye dönük evrakhazırladılar. Hazırlanan protokolle-ri şube başkanı imzalamayınca bu-nun üzerine çaresiz kalan genel mer-kez yöneticileri, patronu işçilerinalacağından kurtarmak adına sahtebelgeler imzalayarak kurtarmaya ça-lıştılar. İşçilerin toplantı yaptığınıduyan patron, işçilerin toplantılarına

bir süre ara vermelerini istedi. PatronElit fabrikasının Genel Merkeze bağ-lı olduğunu unutmuş olmalı ki Mus-tafa Türkel’i arayacağına Avrupa Ya-kası Şube Başkanını aramış! Elit iş-çisinin sendikalı olmasının kendisi-ne bir iş güvencesi sağlamadığı or-tada. İşçi hareketinin sözcülüğüne so-yunan, bugünün ihanetçi sendikal an-layışını yıkacak olan güç, işçilerin ta-bandan gelen örgütlü gücüyle açığaçıkacak. Bunun başka bir yolu yok.

Yarın mahkemede patron-sendi-ka işbirliğiyle hazırlanmış protokol-lerin sahte olduğu ortaya çıkarsa, budurumda sendika bürokrasisinin piş-kinlik yapacağını biliyoruz. Ama busendikal anlayışları destekleyenler,sendikal bürokrasi gibi pişkinlik miyapacaklar, yoksa özeleştiri mi vere-cekler? İşçi hareketinin filizlenmesi buyapılacak tercihlere bağlı. Herkesinsafını netleştirme zamanı.

Hem�PATRONA�HEM�SENDİKA�BÜROKRASİSİNE�KARŞI�

ELİT İŞÇİLERİ ACI ÇİKOLATAYI YEMEYECEK

Elit işçisi yıllardır patron ve sendika genel merkezi tarafından hak gaspına uğradı

TEKSTİLGIDA

Murat NAZIM

6 Eylül 1955’te radyodan Atatürk’ün Selanik’teki evi-ne bomba atıldığı haberi duyuruldu. İstanbul Eks-pres gazetesinin iki ayrı baskısıyla haber tüm şeh-re kısa sürede yayıldı. Günlerdir bu haberi bekleyenKıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) olayın duyulmasıylaberaber Taksim’de bir miting düzenledi. Mitinginardından ise, ellerinde gayrimüslimlere ait ev ve iş-yerlerinin listeleri bulunan KTC militanlarının ön-derliğindeki kalabalık, İstiklal caddesinden başla-yarak gayrimüslimlere ait işyerlerine saldırdı. Dük-kânların camları kırılarak içerdeki eşyalar talan edil-meye başlandı. Zorla girilen evlerde eşyalar yağ-malandı. Kadınlara tecavüz edildi. Devlet ise ya-şanan vahşeti görmezden geliyordu. Başbakan vecumhurbaşkanını taşıyan konvoy olaylar sırasındayağma altındaki Taksim’den geçti. Fakat devletin enüstünde yer alan iki yönetici Ankara’ya dönmektebir sakınca görmedi.

Resmi rakamlar İstanbul ve İzmir’de 4214 ev,1004 işyeri, 73 kilise, 2 manastır, 1 sinagog, 26 oku-lun saldırıya uğradığını belirtse de gerçek sayınınbundan çok daha fazla olduğu aşikardı. Ayrıca ara-larında din görevlilerin bulunduğu ondan fazla in-san yaşamından oldu. Balıklı hastanesi başheki-minin ifadesine göre 60 kadın tecavüz nedeniyletedavi görmüştü. Planlı ve organize ekiplerin li-derleri yağmacı güruhu insanların canına zarar ver-memeleri konusunda uyarsa da olaylar tertiple-yenlerin kontrolünden çıkmıştı. İki gün boyuncaaralıksız devam eden vahşetin ardından sıkıyö-netim ilan edildi.

Atatürk’ün Selanik’teki evi Türkiye konsolos-luğu ile aynı binada bulunuyordu. Sadece camla-rın kırılmasına yol açan bomba, binanın dışındandeğil içinden atılmıştı. Olayı tertipleyen Oktay En-gin isimli şahıs dönemin istihbarat örgütü olanMAH üyesiydi. Kısa süre hapis yattıktan sonradevletin iyi çocukları arasında yerini alacak, vali-lik gibi görevlerle devlete hizmetlerini sunmaya de-vam edecekti. Olayları örgütleyen KTC ise henüzbir yılını doldurmuş bir dernekti. Ancak derneğinkurucularının hükümetle sıkı ilişkileri bulunuyor,dernek yöneticileri başbakan Adnan Menderes ta-rafından bizzat ağırlanıyordu. 6-7 Eylül olayları-

nın üzerinden yıllar geçtikten sonra eski Özel HarpDairesi başkanı Sabri Yirmibeşoğlu yaşanan vah-şetin “mükemmel bir özel harp operasyonu” ol-duğunu kendisiyle yapılan bir röportajda övünçleitiraf edecekti. Uluslararası kamuoyunun tepkisiDemokrat Parti hükümetini yaşananlar karşısındaçaresiz bırakmış, çareyi komünistleri suçlamaktabulmuştu. Yaşananların “komünist komplosu”olduğu dışında başka yayınlar yapmak yasaklan-mış ve ülkedeki tescilli komünistlerin neredeysehepsi tutuklanmıştı.

TC ve GAYRİMÜSLİM AZINLIKBirçok farklı etnisitenin meydana getirdiği Os-

manlı’nın mirası üzerine oturan İttihatçılar ha-yallerinde ki ulus devleti kurmak için epey geç kal-mıştı. Bu sorunu da burada yaşayan halklarıTürkleştirerek, katlederek ya da sürerek gidermekniyetindeydiler. Daha 1. Dünya Savaşı sırasındaAnadolu’nun kadim halklarından olan Ermenilertehcirle karşı karşıya kaldı. Birçok kaynağa göre birmilyonun üzerinde insan hayatını kaybetti. Cum-huriyet ise azınlık yurttaşlara uluslararası temi-natlara rağmen elinden gelen zorbalığı gösterme-ye devam etti. Varlık vergisi, iskan kanunu, mü-badele gibi yasalarla canlarından bezdirilen gay-rimüslimler nihayet 6-7 Eylül şiddetinin yarattığıtravmayla hızlı bir şekilde göçe zorlandı.

Kıbrıs’ta yaşanılan kriz 6-7 Eylül olaylarının baş-lamasına vesile olsa da gayrimüslimlerin yaşa-dıkları şiddetin nedenleri daha eskilerde, on yıl-lardır devletin sürdürdüğü politikada yatmakta-dır. Homojen bir ulus devlet yaratma amacıyla pa-lazlandırılan Türk- Müslüman burjuvazisi, gayri-müslimleri ekonomik alandan tasfiye etmek iste-

mektedir. Bunun için ise yoksul kitleleri kışkırt-maktan geri durmayacaktır. Gayrimüslim azın-lıklar çeyrek asır süren CHP’nin tek parti dikta-törlüğünde yaşadıkları baskılardan sonra Demo-krat Parti iktidarına umutla bakmaktaydılar. İkti-darının ilk yıllarında gayrimüslim yurttaşlaraCHP’ye nazaran olumlu yaklaşan DP, karşısına çı-kan ilk sorunda aynı devlet geleneğini sürdür-mekten çekinmemiş, 6-7 Eylül tarihini TürkiyeCumhuriyeti’nin kara sayfalarına eklemiştir.

Bugün AKP hükümeti de emperyalist taşeron-luk için komşu Suriye ile savaşmaya oldukça he-veslidir. İktidara geldiğinde komşularla sıfır sorunsloganıyla Suriye diktatörü Esad’la sıkı dostluk ku-ran başbakan, şimdilerde ABD emperyalizminin söz-cülüğünü yaparak Esad’ın kellesini istemektedir.Aynı ortak kaderi paylaştığımız, akrabalıklar kur-duğumuz Suriye halkıyla düşmanlık geliştirebilmekadına Alevi- Sünni ayırımı gündeme getirilmiştir. Su-riye’de ki Sünni çoğunluğun Alevilerin boyundu-ruğu altında yaşadığına dair yayınlar yapılmıştır. Buyayınların ardından önce Malatya’da ramazan da-vulcusuyla Alevi ailenin kavgasıyla başlayan olay-lar Alevi yurttaşları tehditle devam etmiştir. Geçti-ğimiz günlerde ise Kartal’da 15 Alevi ailenin evle-rinin işaretlenmesi ve Pir Sultan Abdal Kültür Der-neği’nin kundaklanmaya çalışılması, Cumhuriyettarihi boyunca tertiplenen Alevi katliamlarınınyanı sıra akıllara yeniden 6-7 Eylül vahşetini getir-mektedir. Emperyalist savaş karşılığında alacakla-rı kırıntılardan Türkiye egemenlerinin iştahı ka-barmaktadır. Halkları birbirine kırdırtmaya çalışanişbirlikçilere karşı kanlı tarihten dersler alınarak halk-ların kardeş olduğu ve barış istediği bugün dahayüksek sesle haykırılmalıdır.

6-7 EYLÜL VAHŞETİDERİN DEVLETİN SIĞ YÜZÜ

Halkları birbirine kırdırtmayaçalışan işbirlikçilere karşıkanlı tarihter dersler alınarak halkların barış istediği bugün daha yükseksesle haykırılmalıdır

İşçi Sınıfının Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın - Tarih: Eylül 2012 Sayı: 6Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı - İstanbul Tel: 0212 544 66 34

Sahibi: KCS Yayınevi Kemal C. Sarıoğlu Sorumlu Müdür: Songül Yarar DedeAdres: Söğütlüçeşme Cad. Tulumbacı Asım Sok. Korular İş Hanı No: 48 Kadıköy - İstanbul

Web: iscilerinsesi.org e-mail: [email protected]