Upload
fanzin-karalama
View
231
Download
2
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Kalemle kağıt arasındaki sürtüşmenin meşruiyetini kavradığından beri, acemi parmakların ilk eseridir: KARALAMA
Citation preview
DÜŞÜNMEYECEKSİN simon
YALNIZLIĞA KARŞI FETVA
"Üçüncü bir yolda ilerlemek istiyorum. Sana ya da ona değil, yalnızlığa çıkan yolda..."
F. Kafka
‘Yaz’ demeliydi, ‘Oku’ yerine… Kimin adına olduğu önemli değil. Sadece ‘Yaz’.
Yoksa Adem’in merhameti bahşedilmeyecek sana. Sen, öteki, diğeri, hepiniz cennetteki yeryüzü
halifesinin seleflerisiniz. Sen, öteki, diğeri, hepiniz, hepimiz: yalnız…
O hariç. O, duvara kireçtaşı sürterek başlayan yolculuğuna. O büyük kalabalık, o yalnızlıklar
sürüsü…
Fiil yanlış…
Boşuna uğraşma insan ve onun gereksizlikleriyle. Ki zaruri olsa kovulmazdı huzurdan. Duymaz,
görmez, fark etmez, tanımazlar asla… Kim anlayabilir ki seni kağıda bıraktığın mürekkep
izlerinden daha fazla?
Minberdeki bir vaiz gibi fetvalarını versin bırak, kalemin serbestçe parşömenin üzerinde. Ve
iki aşığın sevişmesi kadar ateşli, ıslak. Bırak!
Hisset etrafından yalnızlığının rüzgarın önündeki bacalardan tüten kasvetli kömür dumanları
gibi dağılışını. Beyaz üzerindeki siyah lekelerin griyi yok edişini, Adem’e bahşedilen
merhameti hisset. Kendini çoğalttın işte onu eksiltirken. Kendini paylaştın taşla, deriyle, ipek, pamuk,
selülozla… Ki sen tarihi başlattın, böylece kovarak yalnızlığını.
Ne duruyorsun?
Kimin adına olduğu önemli değil. Onun adına oku istersen, ama kendi adına ‘Yaz’…
simon
ÖLÜYORUM
Ölmek için güzel bir gece aslında...Tenim yabancı bir tene emanet, başucumda bir kadeh şarap ve
kalbim; bu gecenin başrol oyuncuları.Korkaklığımla yüzleştiğim gece.Zamana bırak geçer dediler,
geçmedi.Geçirmeye çalıştıkça battım ve en dibe vurdum.Kendimi kaybettim.Ve herseferinde bir
şişe başında uyandım ama yine de geçmedi.Çivi çiviyi söker dediler, denedim.Sökmediği gibi her
gece ömrümün bir yılı oldu a dostlar.Gördükçe hatırladım, kokladıkça kokusunu hatırladım,
duydukça sesi kulağımda çınladı, tattıkça tuzlu dudaklarını hatırladım, dokundukça hissedemez
oldum.Ve sonunda anladım ki; ne başka biri ne de boşluk varlığının verebildiklerini
veremez.İşte bundandır ki nefes alamıyorum, çığlık atıyorum, boğuluyorum ve ölüyorum.Görüyorum,
duyuyorum, kalbim atıyor ama ölüyorum.Gel kurtar diye son nefesimi tüketmiyorum.Son nefesimde
"seni özledim" diyorum ve ölüyorum..
yeşilfare
öyle düştüm ki hayaline üstüm başım sen oldun
boğazıma kadar aşkına batıyorum;batıyorum da çıkmıyor gıkım
iliklerime kadar sarıyorsun bedenimi,yanıyorum ama önümüz kış.
mevsimler kayıp gidiyor önümden kayıp gidiyor ömrüm milim milim
ben bir senin varlığına sabitlendim,nerede nefes alsan orada biterim
dilimin pusulası seni kuzey bilir,bir seni gösterir.
içtiğim su da mı sensin! nedir bu adına,aslına,cismine hayranlık?
nedir bu bir senin varlığına gün gün artan susamışlık?
ah! etsem de yıkılsa engeller,yıkılsalar da bir sen gelsen.
ben beklerim,beklerin ki sen gel getir hasret kaldığım taze baharı
yine seni içerim bardaktan, içtikçe yudum yudumanarım seni
ben isminle de yetinirim geçer mevsim geçer de ben seni beklerim.
ekimşairi
GELECEK HABER
SonEkber gazetesinin 20.06.2023 günkü Haber manşetlerinden alıntıdır.
***YAP( Ya Allah Partisi )Genel başkanı TakuyetkinKırmızıpantolonoğlu Gezi Parkı olayları
hakkında gazetecilerin sorularını yanıtladı.Şuçluların bir an önce yargılanıp cezalarını
çekmesini gerektiğini söyleyen Kırmızıpantolonoğlu olayda ihmali olan herkesin adalete teslim
edilmesi gerektiğini fakat sanıkların yaşlı olması nedeniyle ev hapsinin de söz konusu
olabileceğini söyledi.
***Minik serçe olarak bilinen Sezen Aksu(Öldürmeyen Allah öldürmüyor) Gezi Parkında
yaşananlar ve ülkenin dört bir yanına sıçrayan eylemlerde hayatını kaybedenler anısına
tekerlekli sandalyesinden kalkıp konser vermek istediğini söylüyor. Sanatçının bu tutumu aynı
yıllarda Cunta Anayasasına karşı yapılan referandurumda ki fedakarlığını akıllara getirdi.
***Antik Yunan filozofların hayallerinin ötesinde yeniliklere bir yenisi eklendi. İlahiyat-ı
Fen Cemiyeti yönetim kurulu üyesi TomallahSarıleblebici önderliğinde yapılan araştımalarda
suyun (Haşa) yüz derece değil Allah ın doksandokuz ismi olması sebebiyle doksandokuz derecede
kaynadığını klinik deneylerle kanıtlayan ve Kelamda da bunun müjdelendiğini belirti. Buna
rağmen bir takım çevrelerin tepkisi üzerinde yapılan haksız eylemlere son vermek için konuyu
yüce halkın takdirine bırakmak üzere referanduruma taşınması gerektiğini söyledi. Ayrıca
yurtdışındaki bilim adamlarının büyük tepkisine cevaben "Sizi gidi kendini bilmezler bizleri
yıllardır kandırıyorsunuz...Bizler aydınlık geleceğin azınlık insanları olarak bu kara düzene
son vereceğiz. Tarih elbet gerçekleri yazacaktır" dedi.
***Geçtiğimiz haftaki üç günlük Reyhanlı yastındaReyhanlıyı ziyaret eden Bayan
Kırmızıpantolonoğlunun konuşması bütün ülkede bir hüzün fırtınası yarattı...Ve Reyhanlıda ölen
yurtaşlarımıza Allahtan rahmet ,sakatlananlara sabır ...Son olarak Bayan Kırmızıpontolonoğlunun
Reyhanlıdaki çocuklara oyuncak dağıtırken yürek burkan görüntüler kaydedildi ."ALLAH bize o
günleri bir daha yaşatmasın" ... ALLAH …
Ne oluyor lan bana öyle.. Dejavu mü bu?.. Hassiktir...
sanrı
YOKÜLKE NOTLARIM
...Maddeyi atom atom parçalamak değil, hayatı nefes nefes algılamak olmuş ey erenler bizim
topyekün gayemiz! Temelden kabul etmişiz ölümü ve huzur aramamışız dünyada! Afili, rahat
yuvalar bina etmemişiz...Buna karşılık biz, hep hazır görmek istemişiz kendimizi sonsuz bir
hayata...Bu orucu, bu susuzluğu, bu hasreti çekmişiz sinemize nefes nefes...ve ölüm küçülmüş
gözümüzde, küçülmüş ve yok olmuş...Dünya içinde küçük bir dünyadır olmuş ruhumuzun
tımarhanesi...ve ruh illaki tutulmuş bu beden içinde bir esir, bedenimse bir alem içinde...
Ben sonsuza uçmak istiyorum...ahh enseme yapışmış bu çamur, biraz birazcık kurur..
Ahh! Bu et, bu kemik bir tutuşsa kabir ateşiyle de...sen,ben kafesinden kurtulur...
Tek yolu çürütmekle mi mümkündür bu zilletin? Bir dem bırakmaz mı beni, bir dem! Görem ne ilen
avunur...
gaws
SEVGİLİYE
Küçük bir kiraz çekirdeği gibiydi sevgimiz. Küçük bir tohumdu sadece. Atıldı toprağa. Suyunu
buldu. Büyüdü günden güne. Günler, aylar, yıllar geçti. Büyüdü. Büyümeye devam etti. Ağaç oldu,
dal oldu; çiçek oldu, meyve oldu; yemek oldu. Sürekli üretti. Daha çok, daha çok üretti.
Sürekli üretti. İçimdeki sevgi de bir kiraz çekirdeği gibi sevgilim. Günden güne büyüyor,
günden güne üretiyor. Hayata bağlıyor beni. Ufkumu açıyor. İnsan olmanın zevkini yaşatıyor.
Delice bir huzur, çılgınca bir haz gibi tüm bedenimi kaplıyor. Güneşin batışındaki, hani o
yakıcı olmayan, hafif ısıtan, hafif göz kamaştıran altın sarısı bir ışık gibi dünyamı
aydınlatıyor.
doğa
PRANGALI RUHLAR
İnsanların, kişiyi ‘yanlış yola itmek’ ve ‘doğru yola çekmek’ kavramlarını (hele doğru
sayısının insan sayısını aştığını düşünürsek ) büyük ölçüde ayırt edemedikleri bir dönemde,
ayırt edemedikleri bir ülkede yaşıyorum ve bu (aslında var olmayan) kavramları ne kadar büyük
ölçüde bencilliğe ve önyargıya dönüştürdüklerini ve dönüştürmek zorunda bırakıldıklarını
görüyorum.
Ruhun ta derininden kopup gelen, somutlaşmak için can atan, sanat arzusunun üzerine
oturmak için büyük çaba sarfeden koca popolar görüyorum. İnsanın kendini keşfetmesi için en
güzel araç sanatken…
İçindeki derin sanat arzusunu somutlaştıramayan ve içinde bir ukde olarak yaşatan
insanların, dış görüşünüşündeki maskelere rağmen, onlar için sözde imkânsız hale getirilen
sanat arzularını, 'giz’ dedikleri yerde nasıl da ebediyete tuttuklarını görüyorum.
İşin aksi;
‘Gizli tutulmak’ için zorlananlar, her seferinde, ‘Gizli tutturmak’ için zorlayanlar
oluyor. Tıpkı tanıdığım, tiyatro aşığı, oyuncu olmak isteyen genç bir babanın kendi babasından
izin alamadığı için bu arzusunu bastırması ve kızının da sanatçı olmasına engel olması gibi…
Hissetmek, sonuna kadar algılamak varken ruhlarınıza bu hapis niye? Gören göz olmak varken,
ruhlara dokunabilmek varken, kalbin göğe yükselmesini hissetmek varken ve en güzeli bunları
ifade edebilme farkındalığı varken, sanat tüm bunlar için kollarını açmış sizi beklerken, boş
boş bakan gözler, samimiyetsiz dokunan eller niye?
Demem o ki;
Siz, sizi yaşayabildiğiniz, tanıyabildiğiniz kadar güzelsiniz gözümde…
Siz, ancak varoluşunuzun bir damlalık zaman dilimi kadar taşarsınız yüreğimde…
Siz, bizi tanıyabildiğiniz kadar özelsiniz Ve
Sen, hissedebildiğin kadar dolup, taşarsın gözlerimde…
Başka da kimseye yer yok benim.
ÖZEL DÜŞLERİMDE…
frida
ağladı senden sonra tüm o aşk şarkıları
ne güneş doğdu tepemde ne ay gecelerimi bekledi
susuz kaldım kurudu her dalım kesildi yaşam pınarım
sen ey ışığım neden yoksun artık ?
çöllerde tutsak kalmaktı hakkı filizlenen duyguların
metalik akşamlar var şimdi şehrimin başında
yağmuru bekliyorum kurumuş dudaklarımla
çorak topraklarımda fidanlar bekliyor seni
doğmamış çocuklar bekliyor eşsiz masallarını
gün batıyor artık, yarınlar bekliyor umutlar
Ey tanrıça heykeli!
artık yeni şarkılar var dilimde bestelenmeyi bekleyen
betonarme dünyamda bir saksı çiçeği var
senin yokluğunda adınla büyüyor saksıda yasemin
büyüyor ruhum dar geliyor bu etten kemikten bedenim....
ekimşairi
HASRET
Canlanırken ruhumda hatıran
İlk aşk gibi saf ve temiz
Ve çalarken o şarkı hani
beraber söylediğimiz...
Uyuklarken geçmişin gölgesinde
rüya değil hayal değil,
Ey akşam gözlü yâr !
Sanki, her pencerenin ardında gözlerin var...
şizoşems
BİLE BİLE BAŞLAMACALAR
Kendime kızgın,ona kırgındım aslında...Bile bile başlamıştım. Ama sürprizin,sürprizim
olmayacağını bilmeyecek kadar saftım.Belki de benim suçumdur; o kadar saf olmak,sorgulamadan
ona inanmak.Evet evet benim suçumdu.Bu masaldan uyanmak için işaretler vardı ama ben görmek
istemedim,kafamda soru işaretioluşmasına dahi izin vermedim.Neden mi?Ben de bilmiyorum
aslında...Hazırlıklar aylar öncesinden başlamıştı.Bana sunulan ödülleri hiç düşünmeden onun
mutluluğu için harcamıştım.Herşey mükemmel olmalı fikriyle aylarca uğraştım ve çevremdekileri
uğraştırdım.Ve sürprize bir hafta kala felaketimle yüzleştim.Bu yüzleşme bu kadar geç mi
olmalıydı diye sorup durdum kendime.Ne sormak ne de dökülen gözyaşlarım çareydi
derdime...Elimden düşüp parçalanan kaçıncı kadehten sonra kandırıldığımı kendime itiraf
ettiğimi hatırlamıyorum bile.Evet kandırılmıştım.Tüm çıplaklığımla karşısında durduğum adam
tarafından bir yalana inandırılmıştım.İnanmayı ben mi istemiştim acaba?Ya da herşey tüm
sahteliğiyle ortadayken inanmak işime mi gelmişti?Hayır hayır ben aciz değildim.Sadece
saftım.Ya da onun korkaklığını gizleyecek en iyi figürandım.Karşısına dikilip "Neden ben?" diye
sormayı çok istedim ama yapamadım.Ne mi yaptım?Sustum sadece sustum ve kendini ele vermesini
bekledim.Ne mi yaptı?Sustu sadece sustu ve oyuna devam etti.
yeşilfare
Bir Mektup: SEVGİ BİR İLAHE (1 Şubat 2012 Çarşamba, 17:08)
Tanıdım seni sevgili!.….kimselerin aşkına gıpta etmiyordum artık, sevgiye sebep o kutsi iksiri bende yudumlamıştım bir kez. İnançlıydım artık. Evet, kelimeler de sevilebilir, o soytarı şairler de, yazarlar da dürüst olabilirdi. İsa'nın ayaklarını gözyaşlarıyla yıkayan, saçlarıyla silen Santa Maria’nın da varlığı mümkün. Henüz kırkında bir Hatice, yirmi beşinde bir delikanlının aklını başından alabilir… Bir kadın, bedeni delik deşik hummalı bir Eyyub’e terennüm edebilir… Kıskandım seni sevgili,sebebini bilmeden! Asla geçemedim şüphelerden. ‛Acaba‛lar, ‛ya öyleyse‛ler… tereddüt, ilmek ilmek kemirdi ruhumu. Merhamet mi, sevgi mi? İlgi mi, cazibe mi. Bir bilmek istedim ki Ahh seni, neler vermezdim görmek için, duymak için, okuyabilmek için sendeki beni! Senin gözünden seyrettim evreni. Sevgim dedin, takar seni peşine, gururuna düşman olursun, tevazuna hayran. Benden başka bir şey düşünemez, düşleyemezsin dedin. Sanki ben hep seninleymişim gibi, olur olmaz yerlerde, kendi kendine gülen bir figuran çalımıyla söylenirsin...Beni yad ederken içtiğin her kola, her soda, her su,çay seni bana getirir dedin... Seninleyken ölümdü tek korkum, o pembecik yanaklarını bir daha görememek, o mis kokunu sineme çekememekti. O küçük parmaklarının yumuşaklığını hissedememekti kabusum. Şimdiyse… ** seni unutmak, Tek korkum! Her bakışın, her gülüşün hücrelerime isabet atılmış sayısız kementti. Minnacık bir tersyüzün, beni yakmaya, yıkmaya yeterdi. Nasıl oldu da kovdun, öylece salıverdin beni… sanma ki unuturum seni, sanma ki, aklımda tutmaya kalkışacak kadar ahmak da değilim seni. Eşyalarıma taşıdım, onlara nakşettim, geleceğime taşıdım seni….hep seni!
gaws
senden önce de böyle miydi yeşiller,
böylesine can taşır mıydı doğa.
ya o çiçeklerin cezbedici kokusu.
kelimeler böylesi dökülmüş müydü özümden...
yaratılmışlar arasında kim vardı bana böylesine sahip
nefes alan hangi varlık kesti nefesimi?
yalnız sensin doğan güneş zihnime
sensin,sensin,sensin...yalnız sen...
ekimşairi
500 DAYS OF SUMMER
Gerçek aşkın varlığını sorgulayan biriyseniz ya da bu konudan diliniz yanmışsa sarsılmaya
hazırlanın bu film tam size göre valla.Kadın erkek ilişkilerine çok farklı bir açıyla
yaklaşılmış izlerken bazı şeyleri daha iyi göreceğinize ve ilişkiler hakkında yeni şeyler fark
edeceğinize emin olabilirsiniz.İnsanlar olayların baş rolü olunca bazı şeyleri ister istemez
gözden kaçırıyor. Olayların bütününü göremiyor, olmasını istediğimiz şeylerle olanları
karıştırıyoruz.Sonrada akıp giden zamanın içinde bir yerlere takılıp kalıyoruz.Orda(ya da
burada) takılmak yerine bu filmle hayatımızın gerçek aşkıyla ilgili ipuçları bulmaya
çağırıyorum.Heyhat zaman akıp geçiyor..Bi şey yapmalı..
Filmin hikayesi genç bir adamın genç bir kızla tanışma hikayesidir daha fazlası değil ona
göre.Genç adam doğru insanı bulacağı güne kadar asla mutlu olamayacağına inanarak büyüyor.Bu
düşüncesi küçüklük çağlarında dinlediği şarkıları ve izlediği filmleri yalnış
yorumlamasında kaynaklanıyordu.Kız ise baskabaska alemlerde tabi.Neyse gibi, gibi ...Herşeyi
anlatmayım dimi ...Hımm unutmadan bu asla bir aşk hikayesi değilmiş.
"Kesinleşti galiba aşık oldum ne bileyim onun gülüşünü seviyorum, şaçlarını seviyorum
,dizlerini seviyorum, boynundaki kalp şeklindeki doğum lekesini seviyorum , uyurkenki
halini,bana hissetiklerini seviyorum." Aşkın bahanesi bu herhalde.Adamımız aşık olduğunu
anladığında aptal bir surat ifadesiyle böyle diyor.Ve dahası da var.
Filmimizdeki kız <<Summer>>ın hiç arkadaşı yokmuş gibi bir hava var.Ama aslında film bize kız
erkek ilişkilerini erkeğin tarafından anlatmak istiyor. Bu yüzdenden Summer aksine Tom 'un
üç garip arkadaşı gösteriliyor ikiside filozof gibi mübarek.Film deki mesajları da bu
karekterler veriyor.Buyrun " Bence teknik olarak hayallerimin kadınını oldukça büyük gözlere,
daha farklı saçlara muhtelemen spora düşkün olurdu ama doğrusu Robin hayallerimin kadınından
daha iyi o gerçek" Diğer bir arkadaşı "Onun senin için doğru kişi olduğunu düşündüğünü
biliyorum..ama bence değil.Bence sen sadece iyi şeyleri hatırlıyorsun.Bir daha ki sefere
geçmişe döndüğünde tekrar bakmalısın bence"
Ve dahası;Yaşamak istediklerimizle yaşadıklarımızı gerçek anlamda ayırıp geçmişe ve
geçmiştekilere tekrar bakarsak "Ondan nefret ediyorum, gülerken çıkardığı sesten, 1960 ’lardan
kalma şaç kesiminden,kemikli dizlerinden,boynundaki ezilmiş hamam böceğine benziyen lekeden
nefret ediyorum,konuşmadan önce dudaklarını yalamasından nefret ediyorum"<< Aşk >>nefrette
dönüşüyor, Tom için.
"Yılın birçok günü alen acele geçer.Başlar ve biter.Hakkında hiçbir şey hatırlanmaz. Birçok
günün hayatın akışına etkisi yoktur" inanın hayatımızda ki birçok kişi de öyle.Ama en önemlisi
hatırlanmaya değer insanlar tanımak.Hatırlanmaya değer günler yaşamaya çalışmak elimizden
gelen tek şey bu galiba.Ve gerçek aşk mı? Yok öyle şey diyenler için...
Bir garip olacak ama<< neden BEN görmedim>> belki bakmadığın içindir.
sanrı
KARIŞIK KAFA YA DA PEYGAMBER DİYE BİRİ
Zenci bir kadın öldü bugün kollarımda.
Ve sen çok güzeldin.
Baudelaire’in bir şiiri,
Bir albatros kanadı,
Ya da bir Van Gogh tablosu:
Yüzünü güneşe dönmüş,
Bir ay çiçeği kadar…
Spotların şavkıyla kamaşırken gözlerim,
Pervanelerin dansını seyrettim uzun uzun…
Biraz içtim, yalan yok.
Acıdan midem kalkacak kadar biraz…
Şamanın ruhlara kavuşması kadar…
Tamtam gürültüsü,
Ve basık atmosferi arasında
Tütsülerin.
Sonra yürüdüm biraz…
Sıcak kaldırımlarında
Bir Orta Doğu kentinin.
Belki Beyrut, Bağdat ya da Kudüs belki…
Mesih’in çarmıhına omuz vermiş gibiydi insanlar,
-Otomobil farlarıyla aydınlanırken dünya-
Çelimsiz bacaklarında evrenin yükü.
Bir titan haşmeti bile dayanamazdı bu kadarına dostum!
Treplev’in sahnesindeydi Çayka.
Yemin etmeyeceğim,
Gözlerimle gördüm.
Bir revolver patladı…
Semah sustu,
Kuşların göçü başladı, bu mevsimde.
Sahi hangi mevsimdeyiz?
Yapraklar sarı,
Güneş parlak,
Dudaklar kuru…
‚Sevmeyi bilmiyorsun!‛ diye bağırdı biri
Beynimin içinde.
Beynimin içinde, erişemeyeceğim kadar uzakta
Arsız bir şeytan…
Bünyemde lüzumsuz seremoni…
Kapanır bir kitap,
Bir defter yaprağı bükülür,
Sayfalara tecavüz eder birkaç damla mürekkep…
Bangbang!
Namus ölür.
Musa parçalar kile kazıdığı amentüsünü
Kahrolmuşluk içinde.
Sinirli bir tanrının sesi duyulur…
İsyan büyür.
Kollarımda zenci kadınlar ölür
Kahrolmuşluk içinde,
Kaybolmuşluk içinde…
‚İçinde, içinde…‛
Sayıklamaya başlar kekeme bir çocuk…
Çarkını döndürür çömlek ustası,
Çamurunu gözyaşlarımla yoğurur,
Ak ellerine yüz sürer, ağlarım…
Ben de canım ey pirim,
Ben de boynunda kementle doğarım…
simon
YALNIZLIĞA DAİR
Bir dehlizin ortasında; geri dönüşü yok, ilerlemek istiyor takatı yok, önü, arkası
kimsecikler yok…bir serzeniş bir nara doğuracak ,habersiz ,biliyorsan sus, yoksa deyiverir
şuursuz ‘’ al götüne sok!’’.
Yalnızlık; Edebiyatta bir trajedi, Felsefe de yokluk problemi,ama lügatte
kimsesizlik.Kısaca nevi bir‘–sizlik’.Şamatanın uzağında, bir inziva mağarasındaki sessizlik.
Amansızca bir içe kapanış, muallak bir tecessüsün akabindeki o deruni seziş. Yalnızlık, ya
sinsi bir naz ve aptal bir kibrin izdivacından fırlayan bir prometelik, yada kendisine
babalar yaratmaya muktedir, tanrılar öldürmeye mütehayyir olmak gibi bir piçlik.
Yalnızlık yoklukla gelen bir elem mi? Yoksa; sağır kör ve dilsiz birinin tüm sahiplikleri
mi? Bilen yok, yalnızlık bilgisizlik mi? korkumu? arayış mı? ikilik mi? Kim bilebilir belki
de,mühürlenmiş bir kalbin can çekişmesi, Kuran misali. Arles ‘teki sarı odalardır belki
timsali! Yalnızlık tüm gözyaşlarının, tüm can çekişmelerin, tüm sevişmelerin tek gerçek sebebi.
Yalnızlık, bir anda vuku bulan bir ihtirasın, bir tutkunun, bir heyecanın yokluğunda kendini
avutma mücadelesi, dövünmenin eşiğinden bitişine kadarki o muhakeme, o dur durak bilmeyen
kavga, çatışma…hicranla başlayan, göz yaşlarıyla biten bir esrime, yegane çözüm, ağlamak
yerine, vecdi bir düzüşme! İşte bu yalnızlık böyle bir şey işte! Kimi sahiplenmeye meftun bu
hayatta kimi kaçmaya! İşte Kaçanların kaderi yalnızlık! Onlar tamahkardırlar zaaflarıyla
karışık.
Dağlara, gemilere, mağaralara, sığınmaz onlar, daima araftadırlar ve en nihai mükafatları
Golgothalar’dır.
Peki ya yalnız; işte o hercai yaratık, o kibrine, hasetine yenik, şevkin ve şehvetin
peşindeki ezik, biçare aklıyla duyguların savaşını veren zavallı yenik…Karamsarlık ikliminde
hüsnü hayaller kuran o muzdarip, kaçık münzevi! gel gör ki; yalnız da böyle bir nevi!
gaws
SESLİ MASALAR
Her yerdeler. Maalesef burada da karşımıza çıktılar. Dolmuştan inmek isterken şoföre sesini
duyuramayanlar gibi her seferinde daha şiddetli ve bezdirici bir sesle aramıza sızıyorlar. En
sesliler ‘Biz buradayız, buraya bakın!’ diye bağırıyorlar. Belki de tek başlarına çekingen
insanlardan oluşan bu grup, bir araya gelince çevreyi yüksek desibelleriyle kirleten
umursamazlardan oluşuyor. Etraftaki masaların kınayan bakışlarına aldırmayan en sesliler
etraftan soyutlanmış –veya etrafa öyle görünmek isteyen-, -sözde- eğlenen tiplerdir. Daha
sonraları bu günü anlatırlarken ‘Millet dönmüş bize bakıyor, ama biz nasıl eğleniyoruz, çok
eğlenceliyiz.’ havası vereceklerdir.
Bu masaların tek cinsten oluşanlarında ise konuştuğunu etrafa duyurma isteği daha da
artmaktadır. Kızlı masalar birbirini dinlemeyenlerden, birbirinden alakasız sohbetler ve sırf
kahkaha olsun diye atılan kahkahalardan oluşurken, erkekli masalarda birbirini ezme, haklı
çıkma isteği ve övünme daha fazladır. Bir süre sonra herkes duymalı ses tonu bütün kafeye
yayılmış, bu durumdan diğer masalar da olumsuz etkilenmiştir. Çünkü onlar da sohbet etmek
yerine bu masanın büyüsüne kapılmışlardır. Kafenin çalışanları da aynı şekilde bu masayı
dinlemeyi işlerini yapmaya tercih ederler. Diğer masaların siparişleri gelmez. Yanisi,
dikkatleri çektikten sonra sigarayı dudak ucuyla içip havaya doğru üfleyen ve çevredeki
insanları göz ucuyla süzen masadan uzak durmalı. Yoksa sohbet falan yalan olur.
bezzaka
YIKIM
Savaş doğar soğuk gecelerde çocuk parkalarına
Kesilir sesi paslanmış oyuncakların
Ürker gri gökyüzü birikir şehrin ufuklarında
Korkar öyle bir korkar ki damla damla düşer kaldırımlara
Toplanır birer birer tellerle çevrili meydanlara
Öksüzlerin birikmiş yasemin kokulu umutları.
Kör olur insanların nasırlaşmış vicdanları
Sağırdır kulaklar duymaz bacalardan yükselen ağıtları.
Duruyorken kanlı botlarla üzerinde masumların
Titremez yağdırırken bombalar yağlı parmakları
Sırıtır sivri dişleriyle keskin nefsi
Bilmez ki umutlar doğdu ve gecelerde tükendi..
ekimşairi