80
KöklüDeğişim takdim [email protected] köklüdeğişim kasım 2009 1 ﺒﺴﻡ ﺍﷲ ﺍﻝﺭﺤﻤﻥ ﺍﻝﺭﺤﻴﻡKasım Ayı Takdim’i Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını Đslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır. 02.10.1187 Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü zapt ederek 88 yıllık Frank işgaline son verdi. 17.10.1448 II. Kosova Savaşı; Hunyadi Yanos komutasında ve çoğunluğu Macarlardan olu- şan ordu, II. Murat'ın komutasındaki Osmanlı ordusuyla karşı karşıya geldi. 19.10.1448 Os- manlı Sultanı II. Murat, Kosova Zaferi'ni kazandı. 26.10.1461 Trabzon Rum Đmparatorluğu, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı güçlerine teslim oldu. 28.10.1516 Sadrazam Si- nan Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu, Memlukları Gazze yakınlarında yendi. 12.10.1579 22.10.1600 Osmanlı ordusu, Macaristan'ın Kanije Kalesi'ni fethetti. 06.10.1605 Lala Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Estergon Kalesi'ne girdi. 09.10.1690 Belgrad yeniden Osmanlı egemenliğine girdi. Geçmişte Ekim ayı içerisinde Đslam Devletinin gerçekleştirdiği bazı zaferleri sıraladık. Gü- nümüzün, sınırları cetvelle çizilmiş karton devletçiklerine bir kıyaslama olsun diye… Oysaki Đslam Devleti hayat sahasından kalkalı 86 yıl bitti. Ve bazı zavallılar Đslam Devleti- nin hayat sahasından ilgasını ve yerine kurulan Laiklik esasına dayalı cumhuriyetin ilanını neye sevindiklerinin idrakinde olmadan istemeyerek veya isteyerek büyük bir sevinçle kut- ladı. Oysa iki devlet karşılaştırıldığında aradaki bariz fark hemen ortaya çıkmaktadır. Binaenaleyh TC’nin 86 yıllık ömründe Müslümanların istifadesine yönelik hiçbir icraatının olmadığını, bilakis tebaasına zulmetmek, baskı altında tutmak, kendisine ilk düşman olarak tebaasını seçtiğini biliyoruz, görüyoruz ve hissediyoruz. Ayrıca bırakın Müslümanların men- faatlerini gözetmeyi, tam aksine iş başına getirilmiş hain ve uşak idareciler vasıtasıyla bu ümmetin tüm değerlerinin heder edildiğini biliyoruz, görüyoruz, hissediyoruz. Çünkü Müs- lümanların hem akidelerine ters, hem de insan fıtratına aykırı olan laik bir sistem ancak ken- disini bu şekilde ayakta tutabilirdi. Diğer türlü toplum kendi haline bırakılacak olsa bu sis- tem çoktan yıkılıp gitmiş olacaktı. TC’nin aveneleri de bunu biliyorlar, görüyorlar ve hisse- diyorlar. Oysa yukarıda da birkaç örneğini verdiğimiz Đslam tarihi, TC ve benzerlerinin aksine bun- lar gibi daha nice zaferlerle doludur. Yine gelişen olaylardan, yaşanan hadiselerden ve bu ikisinden de önemli, Allah’ın vaadi ve O’nun Rasulü Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Đslam Hila- fet Devletinin tekrar hayat sahasına geri döneceğini biliyoruz, görüyoruz ve hissediyoruz. Bununla yetinmiyor, Rabbimizin emri doğrultusunda bunun için gayret sarf ediyoruz. Bekasını devem ettirmek isteyen zalim sistem bizi yolumuzdan alıkoymak için tüm ola- naklarını seferber etse de bizler nefes alıp verdiğimiz sürece onlar kendi saflarında biz kendi saflarımızda olmaya devam edeceğiz. Allah bizleri söylediği sözde duranlardan eylesin. Elhamdulillah bir dergimizi daha sizlerle buluşturmayı başardık. Bu ayki gündemimizde, Ulus Devlet’i, AKP’nin açılımlarını, Tuzun TC’de nasıl koktuğunu, Türkiye-Ermenistan pro- tokolünü, ABD-Rusya yakınlaşmasını, Hilafetin Başkenti Đstanbul’da yapılan ekonomi konfe- ransını, Đlker Başbuğ’un Mardin konuşmasını sizler için analiz ettik. Yine ABD’nin yeni yüzü Obama’nın gerçek yüzünü, Türkiye’de alkol tüketiminin geldiği safhayı, Siyasi çalışmanın önemini aydın bir bakış açısı ile sizlere sunuyoruz. Son olarak sizlere Nereden Başlamalıyız? diye bir soru yöneltiyoruz. Gündemi bu konularla yorumlarken, Allah, Müminleri Đçinde Bulunduğumuz Şu Durum- da bırakacak değildir diyerek sizleri Tefekkür etmeye çağırıyoruz. Ümmet Hilafet Đstiyor, Ferdiyetçilik ve Egoizm yazıları ile bizleri yalnız bırakmayan oku- yucularım sağ olsunlar. Hizb-ut Tahrir’in Danimarka’da düzenlediği 5. Senelik konferansının Röportajını ve Med- rese çalışması olan iki yazı; Kürt Açılımı, Demokratik Açılım Milli Birlik ve Güneşi Gördüm Filmine Eleştiri yazılarını bu ayki dergimizde bulacaksınız. Mefhumlar, Aile Kaledir, Fıkıh ve Tefsir yazılarımız ile KöklüDeğişim yine dopdolu. Suskunluğun Kırıldığını, Değişimim Đse An Meselesi Olduğunu Biliyoruz, Görüyoruz, Hissediyoruz. Ya Siz? Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırın… 5. s e n e 2 0 0 4 KÖKLÜDEĞĐŞĐM Đslâmî Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsî Dergi Zilkade 1430 • Kasım 2009 Sahibi ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı 31/12 Kızılay/ANKARA Đletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91 Faks: 0.312.229.77.92 www.kokludegisim.net [email protected] Temsilcilikler Bursa Mesut ŞAHĐN 0.532.627.35.89 [email protected] ŞanlıUrfa Mustafa KÜÇÜK 0.542.274.19.43 [email protected] Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro PTT Posta Çeki Hes. 191 18 03 Euro Hesabı Ziraat Bankası Başkent Şb. TR93000100 1683-47475782- 5001 TCZBTR2A YTL Hesabı Ziraat Bankası Başkent Şb. 47475782-5002 Baskı: 01.11.2009 Rulo Ofset Matbaacılık Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274

KöklüDeğişim 62

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Köklü Değişim Dergisi 62. sayısı

Citation preview

Page 1: KöklüDeğişim 62

KöklüDeğişim takdim [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 1

بسم اهللا الرحمن الرحيم

Kasım Ayı Takdim’i

Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını Đslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve

dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen

yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

02.10.1187 Selahaddin Eyyubi, Kudüs'ü zapt ederek 88 yıllık Frank işgaline son verdi. 17.10.1448 II. Kosova Savaşı; Hunyadi Yanos komutasında ve çoğunluğu Macarlardan olu-

şan ordu, II. Murat'ın komutasındaki Osmanlı ordusuyla karşı karşıya geldi. 19.10.1448 Os-manlı Sultanı II. Murat, Kosova Zaferi'ni kazandı. 26.10.1461 Trabzon Rum Đmparatorluğu, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Osmanlı güçlerine teslim oldu. 28.10.1516 Sadrazam Si-nan Paşa yönetimindeki Osmanlı ordusu, Memlukları Gazze yakınlarında yendi. 12.10.1579 22.10.1600 Osmanlı ordusu, Macaristan'ın Kanije Kalesi'ni fethetti. 06.10.1605 Lala Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, Estergon Kalesi'ne girdi. 09.10.1690 Belgrad yeniden Osmanlı egemenliğine girdi.

Geçmişte Ekim ayı içerisinde Đslam Devletinin gerçekleştirdiği bazı zaferleri sıraladık. Gü-nümüzün, sınırları cetvelle çizilmiş karton devletçiklerine bir kıyaslama olsun diye…

Oysaki Đslam Devleti hayat sahasından kalkalı 86 yıl bitti. Ve bazı zavallılar Đslam Devleti-nin hayat sahasından ilgasını ve yerine kurulan Laiklik esasına dayalı cumhuriyetin ilanını neye sevindiklerinin idrakinde olmadan istemeyerek veya isteyerek büyük bir sevinçle kut-ladı. Oysa iki devlet karşılaştırıldığında aradaki bariz fark hemen ortaya çıkmaktadır.

Binaenaleyh TC’nin 86 yıllık ömründe Müslümanların istifadesine yönelik hiçbir icraatının olmadığını, bilakis tebaasına zulmetmek, baskı altında tutmak, kendisine ilk düşman olarak tebaasını seçtiğini biliyoruz, görüyoruz ve hissediyoruz. Ayrıca bırakın Müslümanların men-faatlerini gözetmeyi, tam aksine iş başına getirilmiş hain ve uşak idareciler vasıtasıyla bu ümmetin tüm değerlerinin heder edildiğini biliyoruz, görüyoruz, hissediyoruz. Çünkü Müs-lümanların hem akidelerine ters, hem de insan fıtratına aykırı olan laik bir sistem ancak ken-disini bu şekilde ayakta tutabilirdi. Diğer türlü toplum kendi haline bırakılacak olsa bu sis-tem çoktan yıkılıp gitmiş olacaktı. TC’nin aveneleri de bunu biliyorlar, görüyorlar ve hisse-diyorlar.

Oysa yukarıda da birkaç örneğini verdiğimiz Đslam tarihi, TC ve benzerlerinin aksine bun-lar gibi daha nice zaferlerle doludur.

Yine gelişen olaylardan, yaşanan hadiselerden ve bu ikisinden de önemli, Allah’ın vaadi ve O’nun Rasulü Muhammed Mustafa SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesi olan Đslam Hila-fet Devletinin tekrar hayat sahasına geri döneceğini biliyoruz, görüyoruz ve hissediyoruz. Bununla yetinmiyor, Rabbimizin emri doğrultusunda bunun için gayret sarf ediyoruz.

Bekasını devem ettirmek isteyen zalim sistem bizi yolumuzdan alıkoymak için tüm ola-naklarını seferber etse de bizler nefes alıp verdiğimiz sürece onlar kendi saflarında biz kendi saflarımızda olmaya devam edeceğiz. Allah bizleri söylediği sözde duranlardan eylesin.

Elhamdulillah bir dergimizi daha sizlerle buluşturmayı başardık. Bu ayki gündemimizde, Ulus Devlet’i, AKP’nin açılımlarını, Tuzun TC’de nasıl koktuğunu, Türkiye-Ermenistan pro-tokolünü, ABD-Rusya yakınlaşmasını, Hilafetin Başkenti Đstanbul’da yapılan ekonomi konfe-ransını, Đlker Başbuğ’un Mardin konuşmasını sizler için analiz ettik. Yine ABD’nin yeni yüzü Obama’nın gerçek yüzünü, Türkiye’de alkol tüketiminin geldiği safhayı, Siyasi çalışmanın önemini aydın bir bakış açısı ile sizlere sunuyoruz. Son olarak sizlere Nereden Başlamalıyız? diye bir soru yöneltiyoruz.

Gündemi bu konularla yorumlarken, Allah, Müminleri Đçinde Bulunduğumuz Şu Durum-da bırakacak değildir diyerek sizleri Tefekkür etmeye çağırıyoruz.

Ümmet Hilafet Đstiyor, Ferdiyetçilik ve Egoizm yazıları ile bizleri yalnız bırakmayan oku-yucularım sağ olsunlar.

Hizb-ut Tahrir’in Danimarka’da düzenlediği 5. Senelik konferansının Röportajını ve Med-rese çalışması olan iki yazı; Kürt Açılımı, Demokratik Açılım Milli Birlik ve Güneşi Gördüm Filmine Eleştiri yazılarını bu ayki dergimizde bulacaksınız.

Mefhumlar, Aile Kaledir, Fıkıh ve Tefsir yazılarımız ile KöklüDeğişim yine dopdolu. Suskunluğun Kırıldığını, Değişimim Đse An Meselesi Olduğunu Biliyoruz, Görüyoruz,

Hissediyoruz. Ya Siz?

Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırın…

5. s e n e

2

0

0

4

KÖKLÜDEĞĐŞĐM Đslâmî Fikirlere Dayalı Aylık

Siyâsî Dergi Zilkade 1430 • Kasım 2009

Sahibi ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü

Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı

Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren

Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim

Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı 31/12 Kızılay/ANKARA

Đletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91 Faks: 0.312.229.77.92

www.kokludegisim.net [email protected]

Temsilcilikler

Bursa Mesut ŞAHĐN 0.532.627.35.89

[email protected] ŞanlıUrfa

Mustafa KÜÇÜK 0.542.274.19.43

[email protected]

Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro

Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro

PTT Posta Çeki Hes. 191 18 03

Euro Hesabı Ziraat Bankası

Başkent Şb. TR93000100

1683-47475782-5001

TCZBTR2A

YTL Hesabı Ziraat Bankası

Başkent Şb. 47475782-5002

Baskı:

01.11.2009 Rulo Ofset Matbaacılık

Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274

Page 2: KöklüDeğişim 62

KöklüDeğişim içindekiler [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 2

KöklüDeğişim’de Kasım 2009

Takdim

1 ....... Ekim Ayı Takdimi ........................................................ ...KöklüDeğişim Đçindekiler

2 ....... KöklüDeğişim’de Ekim 2009 ........................................... KöklüDeğişim Gündem

3 ....... Ulus Devlet ..................................................................... KöklüDeğişim

7 ....... Tuz’un Koktuğu Yer. ................................................. Yiğit Serdengeçti 11 ..... Đhanetin Yeni Açılımı. Demokrasi ve Milli Birlik ........... Erhan Akkaya 15 ..... ABD ve Rusya Đlişkilerine Bir Bakış ................................. Mesut Şahin 18 ..... Türkiye-Ermenistan Protokolü. ........................................ Murat Savaş 20 ..... Kapitalizmin Çıbanbaşları Hilafetin Başkentinde ........ Galip Kandemir 23 ..... Sömürgeci, Kâfir ABD’nin Yeni Yüzü ........................... Mahmud Esed 26 ..... Đlker Başbuğ’un Mardin Konuşması ve ............... Selahaddin Karakılıç 30 ..... Bağımlılığın Gölgesinde Alkolizm ................................. Halime Aydın 33 ..... AKP’nin Yaptığı Đki Yüzlülük ..................................... Hüseyin Sivren 38 ..... Mirim .............................................................................. Asım Cingitaş 40 ..... Siyasi Çalışmanın Gereklilikleri ...................................... KöklüDeğişim 45 ..... Nereden Başlamalıyız? .................................................... KöklüDeğişim Tefekkür

48 ..... Allah, Müminleri Đçinde Bulunduğumuz Şu ............ Nusret Karayağız Röportaj

55 ..... Hizb-ut Tahrir Danimarka Beşinci, Senelik Konferansı . Sümeyye Avcı Okuyucudan Gelen

59 ..... Ümmet Hilafet Đstiyor .................................................. Abdullah Aydın 60 ..... Ferdiyetçilik ve Egoizm ...................................................... Esma Sıddık Medrese-i Yusufiye’den

64 ..... Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Milli Birlik ............. Metin Aydoğan 67 ..... Güneşi Gördüm Filmine Eleştiri ...................................... Üzeyir Yıldız Mefhumlar

69 ..... Siyasi Mefhumlar (2) ..................................... Takiyyuddîn en-Nebhânî Aile Kaledir

73 ..... Çocuk Terbiyesinin Esasları (12) ................................ Necahu’s Sabatin Fıkıh

73 ..... Bidat ................................................................................. KöklüDeğişim Tefsir

76 ..... Bakara Suresi 234-235. ayetler ......................................... Esad Mansur

Page 3: KöklüDeğişim 62

KöklüDeğişim gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 3

Ulus Devlet. Tüm dünyaya nam salmış bir ümmetin

parçalanıp, dağılması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti -bu gerçeği gizlemek için olsa gerek- kurulduğu günden bu yana birlik, beraberlik, tek devlet, tek millet, üniter devlet gibi içi boş kavramları dillendirip durmaktadır. Birçok konuda zaten bölünmüş olan T.C. hükümeti zaman zaman bölünme tehdidi ile karşı karşıya kaldığını dile getirip, ardından da bu kavramlar üzerinden kamu-oyu oluşturmaya çalışmaktadır. Özellikle üniter devlet kavramı, Kürt Açılımı sürecine destek vermeyen, karşı çıkanların dile getir-diği bir kavramdır son günlerde.

Vahyi devre dışı bırakıp, insan aklının aciz çabası ile hazırlanan T.C. anayasasının de-ğiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edile-mez maddelerinden olan 3’üncü madde de, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölün-mez bir bütündür” denilmiş ve üniter devlet kavramına vurgu yapılmıştır. Buna göre üniter devlet kavramı, ülke ve millet olarak bölünmezlik/bölünememezlik(!) olarak be-lirtilmiştir. Zaten devlet kavramı genel olarak iki şekilde ele alınır. Bunlardan birisi, karma devlet yani birden fazla küçük devletçikler-den oluşan federal yapılardır. Đkincisi ise, üniter devlet yani tek bir devletin olduğu hem iç işlerini, hem de dış işlerini kendisi yü-rüten tek bir otoritenin, tek egemenliğin ol-duğu devletlerdir. Yine üniter devlette ege-menliğin kaynağı da tektir. O da halktır. Yani bir yerde birileri, egemenliği halka değil de Allah'a ait kılan bir yönetim oluşturmak is-tese, bu üniter devlet ilkesine bir saldırı ola-rak algılanır. Yine bu egemenliği halktan alan, hâkim kılan tek bir merkez vardır. Đşte yıllardır etnik temelli, ayrı bir devlet kurma mücadelesi veren Kürtlere karşı bu tür ifa-

deler kullanılarak savunmaya geçilmiştir. Türkiye’nin üniter bir devlet olduğu, asla bö-lünemeyeceği, bir karış toprağının dahi tes-lim edilemeyeceği ifade edilir. Yıllarca uy-guladığı politikalar ile halkını tek tipleştir-mek gayesi gütmüş T.C. hükümeti, kendisi için bir tehdit algıladığı bu tür durumlarda bu kavramı bir kırmızıçizgi olarak dile ge-tirmektedir.

Aslında Türkiye’nin dillendirdiği üniter devlet kavramı, başka ülkelerde, Türkiye’de ki kadar katı bir mana içermez. Örneğin; ABD ve Almanya eyaletlere idari anlamda geniş özerklik tanıyan iki ülkedir. Rusya, Ka-nada, Belçika, Đsviçre gibi ülkeler ise etnik ve dinsel temelli özerk bölgeleri bulunan dev-letlerdir. Eyaletlerine içişlerinde geniş özerk-lik tanıyan federal devletler, ABD ve Al-manya örneklerinde olduğu gibi idari an-lamda da olabiliyor; Hindistan, Rusya, Ka-nada, Belçika, Đsviçre gibi örneklerde olduğu gibi etnik-dinsel temelli de olabiliyor. Bu ko-nuda Türkiye Fransa’yı model olarak almış-tır. Fakat bugün Fransa bile 1982'de her biri kendi meclisine sahip 26 bölgeye ayrılmıştır. Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde, üniter devlet ve buna bağlı kavramlar, farklı maksatlarla yahut menfi çıkarlar gözetilerek kullanılabiliyor. Tıpkı adalet kavramı gibi menfaatlere göre farklılaşabiliyor.

O halde Türkiye Cumhuriyeti Devleti ha-kikatte de üniter bir devlet midir veya bu topraklar gerçekten üzerinde yaşadığı bu halka mı aittir? Her anlamda söz sahibi olan gerçekten bu halk mıdır? Eğer bu topraklar bu halka ait ise, bu halk bu bereketli toprak-larda ki zenginlikleri kullanabilecek güce sa-hip midir?

Page 4: KöklüDeğişim 62

ulus devlet …

köklüdeğişim kasım 2009 4

Bu sorulara bazı örneklerle cevap verelim inşAllah;

Türkiye aslında birlik ve beraberlik gibi kavramları halk bazında mefhumlaştırmış bir ülke değildir. Zaten bu ülkeye hâkim olan beşeri düzen, insanlar arasında birlik ve be-raberliği sağlayabilecek bir potansiyele sahip değildir. Bu sistemlerin bu konuda en ufak bir gücü olsaydı, bunu dünyanın hiç değilse bir ülkesinde gerçekleştirebilirdi. Fakat dün-ya ülkelerine baktığımızda -ister süper güçler olsun, isterse üçüncü dünya ülkeleri olsun- hiç bir ülkede tam anlamı ile birlik sağlana-mamıştır. Hemen hemen her bölge de etnik çatışmalar, farklı dinsel inanışlara sahip in-sanların kavgaları, savaşları, isyanlar, pro-testolar hâkimdir. Yakın zamanda yaşanan Hindu tamillerin etnik bir devlet kurmak adına verdikleri savaşlar, tahribatlar, kanı bozuk yahudilerin Filistinli Müslümanlara ettikleri zulümler, Afrika’da, Almanya’da, Kafkasya’da yaşanan savaşlar ve Türkiye’de yıllardır var olan Kürt-Türk çatışması… Ör-neklerini daha da sayabileceğimiz bu husus-lar dünyada birlik ve beraberlik adına hiçbir şeyin olmadığını bizlere göstermektedir. Türkiye’de de yıllardır bu ayrılıklar ve bun-dan kaynaklanan vakıalar yaşanmaktadır. Çünkü ülkeye egemen dış güçler vardır. Bu çatışmalar kimi zaman bu dış güçlerin çe-kişmesinin bir tezahürü olarak insanlar üze-rine yansır. Yani yönetim bakımından da Türkiye’de söz sahibi olanlar bu ülke insan-ları değillerdir. Çünkü söz sahibi olmaya ye-tebilecek ne maddi bir güç vardır, ne de ma-nevi bir güç… Türkiye görünüşte üniter bir devlet olabilir. Merkezi bir yönetime sahip olabilir. Fakat baskı ile zorlama ile bu ilkeyi korumaya çalışsa da, içeride kendisine karşı yükselen sesleri engelleyememiştir. Şeklen üniter bir yapıya sahip olmak, insanları tek tipleştirmek adına sürekli zulmetmeyi do-

ğurmuştur. Zalim ve zorba yönetimlere se-bebiyet vermiştir.

Bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar, bu yönetimler sayesinde bencilleşmiş, kar-deşlerini kendilerine tercih ederlerken, sade-ce kendi menfaatlerini düşünen insanlar ha-line gelmişlerdir. Buna rağmen ortak duygu-lar yaşadıkları bir zamanda bir araya gele-bilmektedirler. Filistin’de yaşanan zulümlere karşı halkın sergilediği ortak tavırlar gibi… Bu tip olaylar bu insanlarda hala beraber ha-reket etmek adına kalıntıların bulunduğuna delalettir. Ancak bu kalıntılar Đslam’ın hayata tatbik edildiği dönemlerden kalan kalıntılar-dır. Üniter devlet ilkesinin bir getirisi değil-dir. Türkiye’de bu ve bunun gibi kuralların getirisinden çok götürüsü olmuştur her daim.

“Egemenlik kayıtsız şartsız halkındır” denir ısrarla, ama pratikte egemenliğin halka ait olduğu falan yoktur. Zarar vermek, şikâ-yet etmek için değil, sadece derdini dile ge-tirmek, yardım istemek için de olsa, liderine, başbakanına ulaşmak isteyen bir garibin, ya-ka paça uzaklaştırıldığı bir ülkede söz sahibi olmaktan kim bahsedebilir? Her ne kadar üniter devlet gibi tanımlamalarla idari an-lamda bir birlik kastedilse de bu meseleyi farklı açılardan inceleyebiliriz. Örneğin, hü-kümetler birlik ve beraberlikten bahsetseler de, yıllardır “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” anlayışını empoze etmiş olsalar da, sahibi olduğumuz bu toprakları adım adım satmaya gitmektedirler. Đşte bu topraklar ve insanların gelir elde ettikleri bütün kaynaklar açıktan veya gizli yürütülen faaliyetlerle, Müslümanların olmaktan çıkmaktadır. Örne-ğin; 19 Temmuz 2003 tarihinden 24 Ağustos 2004 tarihine kadar ortalama bir yıllık bir sü-re içerisinde yine ortalama 45 trilyon lira kar-şılığında toprak satıldığı açıklanmıştır. Tür-kiye`de mülk edinmeyi kolaylaştıran 4916

Page 5: KöklüDeğişim 62

ulus devlet …

köklüdeğişim kasım 2009 5

sayılı kanunun yürürlüğe girdiği 19 Temmuz 2003`ten itibaren, yabancıların Türkiye’de toprak satın alma ve gayrimenkul edinmeye olan taleplerinin arttığı, bizzat Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü`nün verileri ile ortaya çıkmıştır. Hatta Avrupa ülkelerinde bankala-rın kampanya açarak Türkiye"den toprak sa-tın almak isteyenlere, istedikleri kadar kredi verdikleri de ortaya çıkmıştır. Bu verilerle be-raber özellikle yahudilerin kendileri için vaat edilmiş topraklar olarak gördükleri GAP bölgesinde toprak satın alan “Đsrail'li” Firma sayısının 63 olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Türkiye`de gayrimenkule yatırım yapan ya-bancı sayısının 44 bin 740 olduğu açıklanmış-tır. Türkiye’de satılan sadece GAP bölgesi toprakları değil, kıyı kesimlerinde de gayri-menkuller parsel parsel satılmaktadır. Gay-rimenkul satın alan yabancılarda ilk sırayı Yunanlılar ve Almanlar almıştır. Bunları Đngi-lizler, “Đsrailliler” takip etmiştir. Đrlanda, Danimarka, Finlandiya, Belçika, Norveç gibi ülkelerin de 1 yılda gözle görülür bir biçimde Türkiye’de mülk edindikleri belirlenmiştir. Fransızlar Uçhisar Đlçesi’ndeki bir mahallede satın aldıkları binalarla burayı, adeta bir “Fransız Köyü” haline getirmişlerdir.

Bu konuya binaen ülke bütünlüğünü sa-vunanların, bölüp, parçalamakta ne denli ça-ba sarf ettiklerini, kendi sözleri ile açıklaya-lım; Eski maliye bakanı Unakıtan’ın, Sümer-bank’ın satışı ile ilgili söylediği şu sözü, "Ne banka bırakacağız, ne fabrika, Ne de işletme. Li-man da bırakmayacağız. Hepsini satacağız!", Te-kelin satışı ile alakalı sarf ettiği şu sözü, “Ba-balar gibi satarız!", aynı şekilde TÜPRAŞ için söylediği şu sözü, "Parayı veren düdüğü ça-lar.”, “TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın, diyorlar. Satarım arkadaş"… Đşte bu sözler, bu insanla-rın sahte sloganlar ile içi boş kavramlar ile in-sanları ne derece aldattıklarını beyan etmek-tedir. Bu sözler sarf edilirken, demir çelik iş-

letmeleri, su kaynakları, limanlar bir bir gayri Müslimlere satılmıştır. Müslümanlar kendi topraklarında kendi kaynaklarını işletemez olmuşlardır. Toprakları Müslüman olmayan-ların eline geçen, kaynaklarını yabancıların kullandığı bir ülke de birlikten, beraberlikten, bütünlük gibi sözleri dile getirmenin ne ma-nası olabilir? Dış güçlerin yani Müslüman olamayanların, yönetime müdahale ettiği, ik-tidarı da muhalefeti de yönlendirdiği bir ül-kede, halkın egemenliğinden kim bahsedebi-lir?

Daha önceki yazılarımızda da ifade etti-ğimiz gibi, gerçek anlamda birlik ve beraber-liği sağlayan ancak ve ancak, vahyi esas alan Đslam Nizamı olmuştur. Đnsanlar arasında her daim var olan Đslami Akide’den kaynaklanan bağı Đslam Nizamı oluşturmuştur. Đnsanlar Đslam’ın bir getirisi olarak, Đslami atmosferi solumuşlardır. Đslam Nizamı’nda da tek bir yönetim anlayışı mevcuttur. Rasulullah (Aleyhi’s Selam)’ın, tek bir Halifenin olması ve itaatin önemini anlatan hadisi şerifleri vardır. Ancak Đslam Nizamı’nı tatbik edecek olan bu yönetim, ne doğudan ne batıdan emir alır. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın em-rine göre hareket eder. Bu emirleri uygular-ken, insanların statüsüne, makamına, öğre-nim durumuna göre bir ayrım yapmaz. Allahu Teâlâ Kuran-ı Kerim’de şöyle buyur-muştur;

ت اللهمعوا ناذكرقوا وال تفرا ويعمج ل اللهبوا بحمتصاعو كمليعإذ كنتم أعداء فألف بين قلوبكم فأصبحتم بنعمته إخوانا وكنتم على شفا

ونتدته لكملع هاتآي لكم الله نيبي ا كذلكنهالنار فأنقذكم م نم ةفرح

“Hep birlikte Allah'ın ipine (Đslâm'a) sımsıkı yapışın, parçalanmayın. Allah'ın si-ze olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbi-rinize düşman kişilerdiniz de O, gönülleri-nizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesin-de kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan

Page 6: KöklüDeğişim 62

ulus devlet …

köklüdeğişim kasım 2009 6

da sizi O kurtarmıştı. Đşte Allah size ayetle-rini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Ali Đmran 103)

Đşte her şeyi kullarına açıklayan Rabbimiz, birliğin nasıl gerçekleşeceğini de bizlere açık-lamıştır. Đslam ümmetinin bugün kaybettiği birlik, Allah Subhanehu’nun ipine sarılmak-la, O’nun emirlerine göre hareket etmekle sağlanabilmiştir. Ne zaman ki insan, haddini aşıp, Allah (Celle Celâluhu)’ya rağmen hü-kümler koymaya kalkışmış, işte o zamandan bu güne birlikten eser kalmamıştır. Đnsanlar dağılıp, gitmişlerdir. Onların varlığı, selin üzerinde ki çer-çöpün varlığına benzemiştir.

O halde sürekli birlik ve beraberlik narala-rı atan idareciler; birlik Müslüman toprağını kâfire satınca mı gerçekleşecektir? Neden üniter devlet ilkesi üzerinde bu kadar du-rulmasına rağmen, her dönemde yönetimi devirmek isteyenler olmuş ve bunlar neden engellenememiştir? Bu insanları hoşnut et-mediğinizin, sizin onlardan nefret etmeniz ve onların da sizlerden nefret etmesinin bir so-nucu değil midir?

Đşte ısrarla ümmet anlayışının yıkılıp, üniter devlet, ulusçuluk gibi anlayışların oluşturulma çabasının neticeleri bunlardır. Yaşadığımız kara günlerdir. Parçalanmadır, bölünmedir. Umarız dünya üzerinde ki yöne-timler, vahdeti gerçekleştirmek için çalışan Müslümanlara zulmedecekleri yerde, insan olmaları hasebi ile azıcık ta olsa düşünürler. Müslümanlar zulüm görürler, işkencelere ta-bii tutulurlar ama Allah’ın izni ile kurtuluşa ereler. Bu yönetimler böyle devam ettikleri sürece ise, hem dünyada, hem ahirette rezil olurlar.

ل ذلكفعن ياء مزا جض فمعبب ونتكفرتاب وض الكعبب نونأفتؤممنكم إال خزي في الحياة الدنيا ويوم القيامة يردون إلى أشد العذاب وما

الله بغافل عما تعملون

“Yoksa siz kitabın bir kısmına inanıp, br kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden öyle davrananların cezası hem dünya hayatında ancak rüsvaylık, kıyamet gününde ise şid-detli azaba itilmektir. Allah sizin yaptıkla-rınızdan asla gafil değildir.” (el-Bakara 85)

Page 7: KöklüDeğişim 62

Yiğit Serdengeçti gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 7

Tuz’un Koktuğu Yer. Yaratılmışların en şereflisi, en mükemmeli

olan insanın hiç kuşkusuz ki bu sıfatı alması-nı sağlayan özelliği akıldır. Akıl, onu diğer mahlûkattan ayıran en bariz özelliktir. Fakat insan fıtraten içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarla do-natılmış ve yaşamsal fonksiyonunu devam ettirebilmesi ya da sağlıklı devam ettirebil-mesi için, bu ihtiyaçlarını doğru doyumlarla karşılaması gerekir. Đnsan ancak o zaman mutlu ve kendine yaraşır bir yaşam sürebile-cektir.

Bu fıtri özellikler, insanın hayatı tek başına yaşamasının zor olacağını ve toplumsal bir yaşama karşı meyilli olduğunu da gösterir. Bundan dolayıdır ki, tarihin her devresinde, hangi iklim koşulları olursa olsun insan, her zaman sosyal bir yaşamı gerçekleştirmiş ve eşyanın gelişmesiyle bu sosyal yaşamı daha zengin hale getirmiştir. Fakat tüm sosyal ya-şamlarda olduğu gibi sorunlar ve farklı ya-şam tarzı isteği kaos ve anarşiyi de berabe-rinde getirmiştir. Đnsanın fıtri olan ihtiyaçla-rını belli bir nizama koyamaz ve sınırlaya-maz iseniz, elbette kaos ortamı kaçınılmaz olacaktır. Mesela; bir grup insan açlığını gi-dermek için hayvan eti yerken, bir diğer grup hayır biz insan eti yemek istiyoruz derse, o toplumda huzur sağlanabilir mi? Veya bir grup insan gelir elde etmek için tarımla uğra-şırken, diğer bir grup biz güçlüyüz ve zayıf-lardan çalarız derse, o toplumda refah oluşa-bilir mi? Đşte çok farklı karakter ve fikirlere sahip olması muhtemel olan insan için, yaşa-dığı toplumda zorunlu, uymak kaydıyla bir takım kurallar, kanunlar ve nizamlar belir-lemek kaçınılmazdır.

Toplumlarda kendi düzenlerini sağlamak, kaosu önlemek ve daha huzurlu bir yaşam sürebilmek için ya vahiy kaynaklı ya da beşer kaynaklı kurallar manzumesine tabi olurlar. Bunlardan beşer kaynaklı olanlarda ortak payda tüm sorunlara insanın kendisinin çö-

züm koyması ve ilah olarak kendisini belir-lemesidir. Vahiy kaynaklı olanlarda ise, insan acizliğini, eksikliğini ve muhtaçlığını kabul ederek, kendisine her şeyi veren ilahi yaratı-cının hükümleri belirleme yetkisine de sahip olduğu gerçeğidir. Yani burada ilah, insanı yoktan var eden ve onun üzerinde külli bir iradeye sahip olan düzen sahibi yaratıcıdır. Fakat burada bu iki otoriteyi değil, bu otori-telerde olması kaçınılmaz olan önemli bir kavramı, önemli bir olguyu ve olmazsa ola-maz bir sistemi irdeleyeceğiz ki bu “Ada-let”tir.

Zira insanların aralarında sosyal yaşam-dan kaynaklanacak, birbirleri ile ilişkilerin-den doğacak olan sorunlar, eğer adil bir şe-kilde düzenlenmez veya bu düzene karşı ge-lenler adaletli bir şekilde yargılanmazlarsa orada düzen ve huzur asla olmaz. Bu ister vahiy kaynaklı isterse de beşer kaynaklı ni-zamlarda olsun fark etmeyecektir. Yani kısa-cası, insanların aralarında bir nizamın varlığı kadar, o nizamın adil bir şekilde uygulanıp uygulanmadığı ve adaletli bir nizam olup olmadığı da önemlidir. Salt olarak bir nizam olması huzur ve refahı beraberinde getirme-yecektir. Eğer var olan nizam adaletli olmaz ise, işte o zaman insanlar kendileri başka yol-lardan adalet bulmaya girişeceklerdir. Maf-yalar, çeteler ve gayri resmi kurumlar böylesi ortamlarda neşet edecek ve suça meyil daha da artacaktır.

O yüzden insanın sulhu ve mutluluğu için, bir; adil olarak belirlenmiş bir nizam, iki; bu nizamın adaletli bir şekilde uygulanması gereklidir. Fakat sosyal yaşamda ister eko-nomik, ister siyasi isterse de fiziki olarak güç-lü olan zümreler kendi aleyhinde olduğu zaman bu düzeni değiştirmek isteyecek ve yapmış oldukları suçun karşılığında ceza görmeye direneceklerdir. Bu beşer kaynaklı nizamlarda oldukça yaygın görülen bir uy-

Page 8: KöklüDeğişim 62

tuzun koktuğu yer …

köklüdeğişim kasım 2009 8

gulamadır. O yüzden vakıa gerektirdiği za-man, konjonktürel sıkışmalar yaşandığı za-man, zenginler istediği zaman kural ve ka-nunları şartlara göre hemen değiştirilebilir. Ama Đslam dini gibi vahiy kaynaklı düzen ve nizamlarda bu tür değişiklikler olamaz. Çün-kü Đslam’da hükümleri belirleyen sadece Al-lah Azze ve Celle’dir. Yani Allah’ın Kuran’ı Kerimde belirlediği hükümler ve edille-i şer’iye’nin diğer unsurları buna imkân ver-meyecektir. Allah Azze ve Celle’nin haramla-rı kıyamete kadar haram, helalleri de kıyame-te kadar helaldir. Bütün insanlar bir araya gelse de bu olguyu asla değiştiremezler. Me-sela; zina kıyamete kadar haram kalacağı gibi hiçbir şart, konjonktür ve vakıa onu helal kı-lamaz. Yani hüküm koyma yetkisi olan Şari yalnız Allah Subhanehu ve Teâlâ’dır.

أسماء سميتموها أنتم وآبآؤكم ما تعبدون من دونه إال ما أنزل الله بها من سلطان إن الحكم إال لله أمر أال تعبدوا

إال إياه ذلك الدين القيم ولـكن أكثر الناس ال يعلمون

"Sizin Allah'ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah'a aittir: O, si-ze, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. Đşte dosdoğru din budur. Fakat in-sanların çoğu bunu bilmezler." (Yusuf 40)

Hükümler ne kadar doğru olursa olsun, onu uygulayacak olanın insan olması muh-temel bir sapmayı gündeme getirmez mi? di-ye sorulabilir. Đşte bundan dolayı da her şe-yin mükemmel üstü bir düzene koyulduğu Đslam dininde bu tehlike görülmüş ve hü-kümlerin uygulayıcısı insana dair bir takım önlemler alınarak muhtemel olabilecek hata-lar önlenmeye çalışılmıştır. Mesela; Đslam Şe-riatına göre “kadı açken hüküm veremez” zi-ra açlık anında insan asabi ve aceleci olabilir. Buradaki “açlık” kavramını insanı zaafa uğ-ratabilecek diğer insani özelliklerine de kıyas edebiliriz.

Ayrıca Đslam yargılamaya yönelik gerek beyyinat hükümlerinde olsun, gerekte ukubat nizamında olsun herhangi bir boşluk bırakmadan adaleti eksiksiz olarak uygula-mıştır. 14 asırlık Đslam tarihi buna dair birçok örnekle dolu olduğu gibi, Đslam Nizamının uygulandığı beldelerde gayri müslim tebaa bu adalete hayran olmuş ve Đslam dinini ka-bul etmişlerdir.

Bu din ve onun hükümleri o kadar sahih-tir ki; insanların hiddetinden tir tir titrediği, çok sert olduğu belirtilen Raşid Halife Ömer RadiyAllahu Anha dünyaya adaleti ile nam salacak ve adalet deyince akla gelen ilk isim olacaktır.

Đslam dininin bu mükemmel adalet ve yö-netim sistemi hayat sahasından uzaklaşınca, insanlık için zulüm ve kaos baş göstermiştir. Đşte bu nedenden ötürü de haklılar haksız, haksızlar haklı olarak görülmüş ve yeryüzü tuğyan ve talan yerine dönmüştür. Yazımın başında belirttiğim gibi adalet güçlülerden yana ve onların elinde, ceza ise zayıflara uy-gulanır bir hale gelmiştir. Mesela; Irak ve Af-ganistan’da binlerce Müslüman sivili katle-den ABD ve işbirlikçi devletler maalesef her-hangi bir yargılamaya, herhangi bir cezaya tabi olmadıkları gibi ciddi anlamda bir boy-kot bile uygulanmamıştır.

-Nükleer silahlara kâfirler sahip olduğun-da bir sorun olmazken, Müslüman ülkelerin çalışmaları durdurulmak istenmektedir.

-Filistin topraklarında zulmüne zulüm ka-tan “Đsrail” BM tarafından hiçbir şekilde dur-durulamamış ve mevcut kurallara aykırı ha-reket ettiğinden dolayı bir ceza-i müeyyideye çarptırılamamıştır.

Oysaki Đslam Devleti hayat sahnesinde iken bırakın başka bir devlet yâda tebaaya zulüm yapmayı, kendi aralarında çatışmalar yaşayan devletlerin husumetlerini çözüme kavuşturmada, adaletine güvenildiğinden dolayı başvurulan etkin bir merci haline gel-

Page 9: KöklüDeğişim 62

tuzun koktuğu yer …

köklüdeğişim kasım 2009 9

miştir. Yine tarih bunun birçok örnekliği ile doludur.

Adaletin devletlerarası alanda yok olduğu gibi, fertler arasında da işlevini kaybettiğini görüyoruz. Adalete güven duymayan insan-larında kendi adalet sistemini oluşturduğu-nu, suç oluşumlarına başvurduğunu görüyo-ruz. Güçlülerin yargılamalardan uzak tutul-duklarına şahit oluyoruz. Buna birçok örnek vermek mümkündür. Mesela;

-Ergenekon davasında üst düzey yönetici-lerin çeşitli bahaneler ile tutuklu bulunma-maları.

-Devleti milyarlarca lira dolandıran Emek-li Paşa Đlhami Erdil’in sadece 2,5 yıl ceza al-ması ve infaz yasası gereği 1 yıl cezaevinde kaldıktan sonra çıkmış olması.

-Nesim Malki cinayeti davasında, azmet-tirici olarak yargılanan ünlü mafya babası Erol Evcil’in ömür boyu hapis cezası kararı-nın, Yargıtay tarafından yeni TCK uyarınca ikinci kez bozularak tahliye edilmesi.

-“Karargâh Evleri Soruşturması”nı sürdü-ren askeri savcı Ahmet Zeki Üçok’un askerlik yapmak istemeyenlere sahte çürük raporu hazırlamaktan tutuklanması.

- Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan, Emniyet Müdürleri Murat Nemutlu ile Mustafa Aral’ın uyuşturucu tacirlerine yardımda bulunduğu gerekçesiyle tutuklan-mış olmaları.

-Şemdinli olaylarında hazırladığı iddia-namede Kara Kuvvetleri Komutanı’nı suçla-yan Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın Hâkim-ler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten ihraç edilmesi. Daha önce de "Hır-sız evin içinde, savcı işini biliyor" diyen Em-niyet Đstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un görev yerinin değiştirilmiş olması.

Đşte yazımın başlığından anlaşılacağı üze-re Tuz’un koktuğu yer sözde bağımsız oldu-ğu söylenen, adalet mülkün temeli yazılı olan, fakat Paşa eşlerinin onlar bizdenmiş, bu

onlardanmış diyebildiği mahkemelerdir. Eğer adalet dağıtması gereken, suçu önlemesi gereken kurumlar suça iştirak eder ve taraf-sızlıklarını yitirirler ise işte orası Tuz’un kok-tuğu yerdir. Hâlbuki deriyi kokmasın diye tuzlarlar. Ama tuzda bozuk ise, işte o zaman o deri çok daha kötü kokar. Maalesef bu gün itibari ile Tuz’un koktuğu yerde bulunmak-tayız. Ve etrafa o kadar kötü bir koku yayılı-yor ki, artık buna hiçbirimizin dayanacak gü-cü kalmamıştır. Tüm bunlar böyleyken Müs-lümanlar da iftiralar ve komplolar ile zindan-lara doldurulmak istenmekte ve Müslüman ümmetin Đslam’ın miskleri ile buluşması en-gellenmek istenmektedir. Fakat burnumuzun direğini kıran bu kötü kokular, günümüzde olduğu gibi geçmişimizde de olmuş ve bakın adalet nasıl sağlanmıştır.

Đslam dinine dönersek bu tür yaklaşımla-rın her zaman güçlüler tarafından talep edil-diğini ama Đslam hükümlerini uygulayan ka-dı ve yöneticilerin buna fırsat vermediğini görüyoruz. Bakın bu konuda güzel bir örnek ile devam edelim;

إنما هلك من كان قبلكم بأنه إذا سرق فيهم الشريف تركوه وإذا يهمق فرسوهيف قطععالض

“Bir gün Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’e bir kadının hırsızlık yaptığı haberi ve onun soylu, zengin bir kabileye müntesip olduğu ve had cezasının ona uygulanmama-sını talep ederek gelen yine bir takım güçlü insanlara Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in cevabı şu şekilde olmuştur: “Siz-den öncekiler, aralarında şerefli ve itibarlı bi-ri hırsızlık yaptığı zaman onu bıraktıkları, zayıf biri hırsızlık yaptığında ise elini kestik-leri için helak oldular.” (Ahmed ibn-i Hanbel, Baki

Müs. Ensar, 24134) Ve yine başka bir hadis-i şerifte Allah Rasulü (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur;

كانت امرأة مخزومية تستعير المتاع وتجحده فأمر النبي صلى الله أتى أهلها أسامة بن زيد فكلموه فكلم أسامة عليه وسلم بقطع يدها ف

النبي صلى الله عليه وسلم فقال له النبي صلى الله عليه وسلم يا أسامة ثم قام النبي صلى الله ال أراك تكلمني في حد من حدود الله عز وجل

Page 10: KöklüDeğişim 62

tuzun koktuğu yer …

köklüdeğişim kasım 2009 10

يهمق فرإذا س بأنه لكمقب كان نم لكا ها فقال إنميبخط لمسو هليع لو هدي بيي نفسالذو وهيف قطععالض يهمق فرإذا سو كوهالشريف تر

بنت محمد لقطعت يدها فقطع يد المخزومية كانت فاطمة

“Mahzum kabilesinden bir kadın insanlardan ödünç mal aldı sonra da onu kendi mülkiyetine geçirerek inkâr etti. Vaziyet Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e bildirilince elinin kesilmesini emretti. Bunun üzerine kadının akrabaları Usame ibn-i Zeyd’e gelerek şefaatçilik yapması için ko-nuştular. Usame bu konuda Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile konuşunca Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem: “Ey Usame, Alla-hın hadlerinden birisi hakkında şefaatçilik yapmanı uygun görmüyorum.” dedi sonra aya-ğı kalktı ve şu konuşmayı yaptı: “Sizden önceki-leri helak eden şey şudur. Đçlerinden şerefli birisi hırsızlık ettiği zaman onu (ukûbatlandırmayıp) serbest bırakırlardı. An-cak aralarında kuvvetsiz, kimsesiz bir kimse hırsızlık yaptığı zaman ise hemen elini keser-lerdi. Canımı elinde bulundurana yemin ol-sun ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keser-dim.” dedi ve Mahzumlu kadının elini kesti.”

(Muslim K. Hudud, 3197) Bu şekilde Rasulullah, adaletin ne kadar önemli olduğunu dile ge-tirmiştir.

Đşte beşer kaynaklı nizamların adalet anla-yışı ile vahiy kaynaklı nizamın adalet anlayışı bu kadar kesin bir şekilde ortadadır.

Rabbimizden tekrar Đslam’ın adaleti ile hükmedilmeyi ve gerçek bir adalet ile bizleri en yakın bir zamanda buluşturmasını diliyo-rum.

خالدا نارا يدخله حدوده ويتعد ورسوله الله يعص ومن مهين عذاب وله فيها

“Her kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan eder, Allah’ın hududuna tecavüz ederse, Al-lah onu ateşe dâhil edecektir. Orada o kalı-cıdır. Ve onun için aşağılayıcı bir azap var-dır.” (Nisa 14)

Medrese-i Yusufiye - Sincan Zindanları

Page 11: KöklüDeğişim 62

Erkan Akkaya gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 11

Đhanetin Yeni Açılımı: Demokrasi ve Milli Birlik. Kişiler yahut milletler istemeden sahip ol-

dukları hasletlerle övünemeyeceği gibi ken-dilerine doğuştan nakşedilen zaaflarla da ye-rilmez, eleştirilemezler. Đnsanlar ve ümmetler ancak yaptıklarıyla değerlendirilir ve mu-hayyer olduğu alanlardan hesaba çekilirler. Irklar ise ne lütuf mesabesindedir, ne de ek-siklik ile addedilir.

يا أيها الناس إنا خلقناكم من ذكر وأنثى وجعلناكم شعوبا وقبائل لتعارفوا إن أكرمكم عند الله أتقاكم إن الله عليم خبير

“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir er-kek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah ka-tında sizin en üstün (kerim) olanınız, takva-ca en ileride olanınızdır. Hiç şüphe yok Al-lah, bilendir, haber alandır.” (el-Hucurat 13) ayetinde buyrulduğu gibi hiç kimse soy-sop ile değil yalnızca Allah'tan korku oranınca üstünlüğe sahip olacaktır.

Günümüz kapitalist dünyası ise bu mef-humu yerle bir etmiş ve üstünlüğü maddi gücü elinde bulunduranlara vermiştir. Bu maddi gücün içinde siyasi otorite olabileceği gibi iktisadi otoritelerde yerini almıştır. Böy-lesi bir hengâmede kimi milletler büyük güç-lerin elinde oyuncak olmuşlar, kimileride sat-ranç taşı görevi görmüşlerdir. Đşe yaramayan-ların çöpe atıldığı bir nizamda herkese işe ya-rarlığı kadar değer verilmiş, menfaati bitince de atılıp gitmiştir. Muharref Türkiye Cumhu-riyeti'nin buna en kadim örneği Kürt halkı-dır. Zira Kürtler yıllarca ezilmişlik, itilmişlik ve hor görülmüşlük rolüne bürünüp tiyatro sergilemekte değillerdir. Bu misal hayatın re-alitesi olup zulmün ta kendisidir. Bilinmeli-dir ki Kürt nüfusu dünyada 30 milyona yak-laşırken bunun en yoğunlaştığı ülke Türkiye olmaktadır. Türkiye'yi Irak, Đran, Suriye takip etmekte Avrupa'da da Almanya, Fransa, Hol-landa, Belçika gibi ülkelerde Kürt nüfusu yo-ğun halde bulunmaktadır. Sayıları birçok ül-ke nüfusundan fazla olmasına karşın kendi-lerini temsil eden bir devletleri ve yönetimle-ri bulunmamaktadır. Đslam'ın hüküm sürdü-

ğü yıllarda bu mesele çok önemli değildi, hatta sadece Kürtler değil birçok milletten in-san kardeşçe yaşıyor ve ırkları adil yönetil-melerine asla engel teşkil etmiyordu. Fakat Đslam devleti yıkılıp toprakları elli küsur par-çaya bölündüğünde farklı kökenlerden gelen insanlar hatta Arap olduğu halde kendi soy-daşı olanlarla rezilce mücadelelere girilmiş, milliyetçilik fikri ümmetin bütün fertlerini zillete sürüklemiştir. Bu bağlamda her millet kendi devletini istemiş, doymamış kendi ka-bilesinin yönetici olması için çalışmış ve par-çalanma had safhaya ulaşmıştır. Bu yıkımda Kürtler taraf olmamış ve Hilâfet topraklarına razı olduğunu, bağlı kaldığını belirterek bu parçalanmaya rıza göstermemişlerdir. Hatta öyle ki Kürt halkının bölünmesini isteyen müfteriler Hilâfetin muhafazası için şehit olan Kürt lider Şeyh Said’i Kürtlere öncülük yapmasını gaye edinerek tarih kitaplarına Kürt isyanı diye geçirmiş yetmemiş vatan ha-ini-Đngiliz ajanı diye etiketlendirmiştir. Ça-nakkale’de dini ve şerefi için savaşanlar ara-sında Kürtleri görmemek, onları devletin sır-tında kambur olarak tahayyül etmek Kürt halkını asimile etmekten başka ne ifade ede-bilir ki? Yine bu ülkede müstekbir-elit tabaka kendi menfur emellerine ulaşma pahasına kardeşi kardeşe kışkırtma, Kürdü Türk’e düşman etme projelerini hayata indirmiş ve 70’li yılların sonuna gelindiğinde ayrışma ve kopuş olabildiğince baş göstermiştir. Hainler emellerinde o kadar ileriye gitmiş ki; Diyar-bakır Kürtlere zulmetme yeri seçilmiş, ceza-evleri eziyet gören Kürtlerle dolup taşmıştır. Cezaevi müdürü olan subay Esat Oktay Yıl-dıran’ın sistematik işkenceleri ve aşağılayan tavırları, Kürt mahkûmlar için kin tohumları ekmekten başka bir amaç taşımıyordu. 50 ya-şına gelen Kürt bir mahkûmun tahliye sonra-sı gözü önünde oğluna yapılan zulümleri an-latarak ‘oğlum yaşasaydı dağa çıkar bu as-kerlerle savaşırdı’ sözü ne kadar da mani-dar.

Yıllar önce Amerika’daki yerli ama zenci halka yapılanla, Afrika halkının yüz karası

Page 12: KöklüDeğişim 62

ihanetin yeni açılımı …

köklüdeğişim kasım 2009 12

haline gelen etnik kökenleri asimile etme zulmü çağdaş Türkiye için daha yeni bir şey olmasına karşın uzun süre de yüzü karası olmaya devam edecek gibi görünüyor.

Türkiye’deki derin güçlerin ülkeyi yerinde saydırıp, uğraş yaratma arzusu 70’li yılların sonlarına geldiğinde adı PKK olacak bir ör-gütle neticeleniyordu. Doğu ve Güney doğu bölgelerindeki yaşam koşullarının elverişsiz-liği, istihdamın dibe vurduğu, temel ihtiyaç-ların lüks sayıldığı, her türlü envanterin en son ulaştığı bir bölgede umursamazlığın baş-ka neticesi olabilir miydi? Evet, belki başka alternatifler sunulabilir; Đslam akın akın te-cessüm edebilirdi de, ama bilinen bir şey vardı ki; Đslam en büyük tehlikeydi ve T.C. laik bir devlet olup en son Đslam diyenleri or-taçağ karanlığına gömmüştü. PKK her geçen gün TSK’nin baskı ve tehditlerinden kaçanla-ra kucak açıyor, ağına düşenlere de kardeşle-rini nasıl öldüreceğini öğretiyordu. Dönemin genelkurmay başkanı Kenan Evren Kürtlere olan nefretini o boyutlara taşımıştı ki; yakın zamanda bile bunu dillendirmekten imtina etmiyordu. Şöyle ki;’ Kürt diye bir şey yok-tur. Kürt karda yürürken çıkan kart kurt se-sinden türemiştir’ sözüyle ülkesinin vatan-daşını dışlamış, yok saymıştır. Ve Türkiye bu siyasetiyle 30 yıldır durmadan geriye gitmek-te, kendi iç işlerinde bile boğulup kalmakta-dır. Sonucunda ölen-öldürülen kim olursa ol-sun aynı akidenin inananları masa başı gö-rüşmelerin kim vurdusuna gitmektedir.

Tabi burada PKK’nın kurulması ve ona ta-şeronluk yapacak birimlerin ortaya çıkarıl-ması öyle doğaçlama olmayacaktır. Dünya siyasetinde çeşmenin başını tutan Amerika ve Đngiltere’nin II. dünya savaşı sonrasında birçok yerde olduğu gibi Türkiye’de nüfuz mücadelesi olmuştur. Her ne kadar ABD-Đngiltere müttefik iki ülke görüntüsü verse de söz konusu ülkelerin ideolojik ülkeler olması ve ellerinde sömürüden kalan ülkelerin ol-ması pastadan pay kapma savaşını kızıştıra-caktır. Gittiği her yere demokrasi, liberal ekonomi, şeffaf devlet, açık toplum fikirlerini sokuşturan ABD, istikrarı ve refahı bozmak isteyecek bir gücü muhakkak bulacaktır. Bu minvalde Kürt açılımı aslında neyi ifade edi-

yor? Bu açılıma hangi fikirler destek veriyor? Kimler karşı duruyor? Bu vaatler ne kadar gerçekçi? Ve neden açılımın ismi değiştirildi? Gibi birbirini bütünleyen sorulara cevap bulmak meseleyi netleştirmemize yardımcı olacaktır.

Kürt açılımı mevzusu cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün sarf ettiği ‘güzel şeyler ola-cak’ sözleriyle gündeme girdi. Daha sonra ‘tarihi fırsat’ vurgusu yaparak meseleyi özele çekti. Bugüne değin Kürt sorunu yoktur diyen, tek dil, tek renk, tek millet teraneleri atan hü-kümet bir anda büyük bir geri dönüş yapa-rak tarihi diye nitelendirdikleri bir adım at-maya kalktı. Bunu öncelikle TRT de başlattık-ları çok dilli açılımla başlattı ve Kürtçe yayın yapan TRT 6’yı yayın hayatına soktu. Ardın-dan Mardin Artuklu üniversitesinden başla-yarak Kürtçe eğitim için düğmeye basıldı. Daha sonra gündem af haberleriyle çalkalan-dı vs… dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var ki; başbakan bir adım attı atmasına ama bu adımların hangi yola götürdüğü bir türlü açıklanmadı. Özellikle bu açılım pake-tinin içinde ne olduğunu başbakanın bile bilmediği ortaya çıktı. Söylemlerinde içeriği halka sindire sindire vereceğini hazmedilme-si gerektiğini ifade etti. Sanki balın içine zehir karıştırmış ve çaktırmadan içtirmeye sonra da zehirlemeye çalışıyor havası hâkim. Bu paketin içi o kadar kapalı tutuluyor ki, baş-bakan ana muhalefet lideri Deniz Baykal’a bi-le şifahen aktarmak yerine mektup gönderme yolunu seçiyor. Sanatçılarla görüşülüyor, ka-naat önderlerinden teyit alınıyor hatta açılı-mın koordinatörlüğünü yapan içişleri bakanı Beşir Atalay güney doğuya ziyaretlerde bu-lunuyor, seçimlerde destek alamadığı şehir-lerde nabız yokluyor. Ama gerçek bu ya bas-tığı her yerde esnaf kepenklerini kapatıyor, bakan da 3-5 kişiyle konuşup geri gelmek zo-runda kalıyor. Mutabakat için sıvanan kollar büyük tepkilerle geri kapanıyor. MHP baş-kanı Bahçeli ağza alınmayacak ithamlarda bulunurken başbakan Erdoğan karşılık ver-miyor ve gerekirse ayağına gider destek iste-riz diye karşılık veriyor. Kısacası başbakan bu misyonu layıkıyla gerçekleştirmek için harıl harıl çalışıyor. Daha önceki fikirleriyle

Page 13: KöklüDeğişim 62

ihanetin yeni açılımı …

köklüdeğişim kasım 2009 13

tam bir tenakuza düşüyor ama ‘bu yoldan dönmeyiz‘ diyor. Yine bir ülke ve başbakanı bütün acziyetiyle; devletine fiilen ihanet et-miş, terörün lideri haline ge(tiri)lmiş, binlerce insanın (gerek asker gerek vatandaş) ölümü-ne sebep olmuş bir katilden yol haritası iste-me gafletine düşmüştür. Ve bunu yaparken de sözde demokrasi istekleri dillendirilmiştir.

Başbakan Erdoğan bu açılımla ilgili 6 nok-taya vurgu yaptı;

1- Temel şart PKK’nın silah bırakması.

2-TCK’nin 220. maddesine işlerlik kazan-dırılması ile dağdakilerin indirilmesi ve top-luma kazandırılması.

3- Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırıl-ması.

4- Yurt dışındaki Kürtlere vatandaşlık ve-rilmesi.

5- Bölgedeki vatandaşlara şefkat adı altın-da polise taş atan çocukların yargılanmaması.

6-Eğitim ya da kamu hizmeti gibi önemli alanlarda Kürtçe engelin kaldırılması,

Öncelikle bilinmelidir ki; PKK Kürtlerin belli başlı haklara sahip olması için kurulmuş bir örgüt değildir. Aksine PKK’nın Kürtleri düşündüğü ve onlar için dağda çatıştığını söylemek büyük bir hatadır ki, bu onu kuran ideolojik güçlerin asıl gayelerini göz ardı et-mek demektir. T.C.’ni kuran derin Đngiliz ya-pılanması 80’li yıllara gelindiğinde ülkedeki gücü ABD ile paylaşmak zorunda kalmış ve hegemonyası doğrusal bir azalma ile seyret-miştir. Dolayısıyla dağda çatışan ve ülkenin refahını bozan örgütün silahlı kesimi Ameri-ka yanlısı hükümetler için hep problem ol-muştur. Gerek darbelerle, gerek sistematik saldırılarla gerekse de tehditlerle Amerikancı hükümetlerin koltuğunu sarsmıştır. Böylece görülecektir ki, PKK’nın silahlı güçleri gerek silahlarını, gerek mühimmat ve gereksinim-lerini Avrupalı devletlerce karşılamaktadır. Bu konu geçtiğimiz yıllarda istenmeyerek deşifre edilmiştir. Avrupa (ki lider konumda olan Đngiltere’dir) ABD’nin gücünü bu şekil-de paylaşmaktadır. Dolayısıyla PKK bu açı-lımla tamamen silah bırakacak ve dağdan çe-

kilecek değildir. Çoğunluğu bunu yapsa da çıbanbaşları kalacak ve AKP hükümetini bu süreçte zora sokacaktır. Burada zaten daha önce darbe planlarını kamuoyuna sunması ile ordunun gücünü kırmış olan ABD bu açı-lımla elindeki kozlarını oynayıp neticeyi bek-lemeye koyulacaktır. Eğer bu açılım gerçekle-şirse zaten varlığını hissettiren PKK yeni açı-lımlar isteyecek ve bu güney doğuyu içine alan bir özerk devlet sonucunu doğurabile-cektir. Bu süreçte AKP iktidarına büyük des-tek veren DTP ise bugüne değin dillendire-medikleri isteklerini pervasızca dillendirme-ye başlamış Abdullah Öcalan’a rutin bir şe-kilde ‘sayın’ denilmiş, ayrıca genel af istekle-ri, anayasanın değişmesi hatta değişmez de-nilen ilk 3 maddenin değiştirilmesi istekleri gündemi doldurmuştur. Bu süreçte hiçbir parti ve lideri bu söylemleri eleştirmemiş, herkes bu süreçten nasıl en fazla menfaatle kalkarım düşüncesiyle hareket etmiştir. Ayrı-ca yerel seçimlerde hükümetin büyük yara aldığı doğu ve güney doğu bölgelerine Beşir Atalay’ın geziler düzenlemesi ve oralardaki Kürtlere vaatler vermesi adeta seçim havsını yansıtıyordu. Fakat tolumla mutabakat der-dine düşen başbakan aradığı mutabakatı Kürtlerden bulamıyor gidilen bölgelerde es-nafların kepenkleri kapatılıyor ve protesto havası hâkim oluyordu.

Hülasa, AKP bu açılımla yeni bir anayasa oluşturmayı olmazsa bazı yasaları değiştir-meyi planlamaktadır. Hem eski askeri yasa-ların illetinden kurtulmayı, hem demokrasi, liberal ekonomi gibi Amerika’ca yerleştirilen mefhumları Türkiye’ye yerleştirmeyi hem Avrupa Birliği teraneleriyle gündemi istediği gibi şekillendirmeyi, hem de IMF’nin ülkenin iktisadını istediği gibi dönüşüme uğratmayı planlamaktadır. Ayrıca ABD’nin sömürge üs-luplarından olan böl-parçala-yut projesinin temelinin atıldığı Kürt açılımı, Kürtlerin dağda silahlanarak değil, mecliste demokra-tik yollarla hak talep etmelerini sağlayacaktır. Bu vesileyle DTP’ nin içindeki şahin kanadı (ki Đngiliz fikirleri hâkim) muhalefet yapmak yerine bu sürece dâhil edilerek PKK’nın tas-fiyesine önayak olmak zorunda kalacaklar-dır. Ayrıca diyebiliriz ki; güney doğuda Kürt

Page 14: KöklüDeğişim 62

ihanetin yeni açılımı …

köklüdeğişim kasım 2009 14

devleti arzusu taşımayan ama Đslam devleti arzusuyla yaşayan ve bu uğurda gayret sarf eden muhlis Müslümanların bu sürece dâhil edilmesi ve böylece demokratik platforma sokulması tasarlanmaktadır. TRT 6 ile Kürt halkını kalıplara sokamayan hükümet bu açı-lımla arzu ettiği kalıba sokmaya çalışacaktır. Yapılan bunca mutabakat çalışmaları ise sa-dece AKP’nin bu açılım sonucunda alacağı desteğin ya da göreceği kösteğin ölçülerini belirleyecek başbakanın da belirttiği gibi ‘nabza göre şerbet’ verecek ve iktidarını riske atmayacaktır.

Netice de diyebiliriz ki, Kürt açılımı yıllar önce ABD tarafından tasarlanmış bir proje olarak görülmesine karşın, ortam ve koşulla-rın elvermesiyle beraber AKP hükümetine emrivaki bir şekilde servis edilmiştir. Keza başbakan daha önce yaptığı milliyetçi söy-lemlerini rafa kaldırmış kardeşlikten bahse-der olmuştur. Hükümet 8 yıllık süresi bo-yunca ilk defa kardeşlik türküleri söylemeye başlamış ve somut adımlar atmıştır. Parti kongresinde üyelere konuşan Recep Erdoğan Ahmet Kaya’dan Sabahat Akkiraz’a, Said-i Nursi’den Mevlana’ya birçok isim sayarak farklı görüşteki birçok temsilcinin bu sürece dâhlini gerçekleştirmeye çalışmış, içine Ale-vileri de alan bir değişim sürecine girmiştir.

Kendi iktidarından olma pahasına verdiği bu mücadele Kürt halkı için büyük ihanet olma yolunda gitmektedir. Madem Kürtleri düşündüğünü ve kardeş olarak sevdiğini söylemektedir. O halde neden yıllardır bitiri-lemeyen GAP projesine ağırlık vermemekte, güney doğu’ya istihdamı götürecek çalışma-lar yapmamaktadır. Silahların durması için neden büyük çaplı operasyon yapmak yerine siyasi manevralar atmaktadır? Seçim zama-nında verdiği beyaz eşyaların çalışması için elektrik ve su ihtiyacını ayrıca diğer temel

gereksinimleri karşılama yoluna gitmemek-tedir? Kürt halkının sorunu okulsuzluk ve kötü yaşam koşulları iken, eğitim ihtiyaçları had safhadayken neden Kürtçe eğitim gibi sorun teşkil etmeyen siyasi hamleler yap-maktadır? Çitçiliği, hayvancılığı geliştirmek yerine neden Öcalan’ın tecridi düşünülmek-tedir. Kürtlerin bütün problemleri bitti mi ki hiç düşünülmeyen sorunlar üzerine gidil-mektedir?

Evet, bu proje kalkınmak için atılmış bir proje değildir, bu proje Kürt halkının yıllarca uğradı asimilasyon ve etnisiteyi ortadan kal-dırmayacaktır. Etnik ayrımcılık bu şekilde bitmeyecek aksine körükleyecektir. Zira ar-dından alevi, Arap, Laz, Çerkez gibi diğer et-nik kökenlere de haklar verilmesi gündeme gelecek aksi takdirde ayrımcılık sesleri yük-selecektir. Bu açılım ABD tarafından servis edildiği aşikâr olan siyasi bir açılımdır ki; farklı yerlere çekilmesin diye, genel mutaba-kat sağlasın diye ismi değiştirilerek demokra-tik açılım halini almıştır.

Kürt halkının bu noktada yapması gere-ken tek şey kendilerini hiçbir ortam ve ko-şulda ayırmayan, kökenine göre muamele etmeyen, insana insan olması vasfıyla bakan, adil bir yönetimi istemeleri ve bu doğrultuda çalışmalarıdır. Kürt halkının nice liderleri Đs-lam’ı ve devletini korumak için çalışmış baş-ka bir yönetimin boyunduruğu altına girme-yi asla kabul etmemiştir. Bebek misali ağızla-ra çalınan bir kaşık bala yahut ağlayınca veri-len bir damla süte Kürtler asla razı olmaya-caklardır.

Allah’ın kuşatıcılığı pek yakında bütün Đs-lam ümmetini tek çatı altında toplayacak ve yönetimi batıl nizamlardan temizleyecektir Bi-iznillahi Teâlâ…

Page 15: KöklüDeğişim 62

Mesut Şahin gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 15

Amerika ve Rusya Đlişkilerine Bir Bakış. George W Bush döneminde gerilen Ame-

rika - Rusya ilişkileri, Obama göreve geldiğin-den beri yumuşak bir seyir takip ediyor. Bush döneminde Amerika devletlerarası hukuku takmaz tavırlarıyla (hoş, takması da pek bek-lenmiyor ya) önleyici savaş doktrini çerçeve-sinde, 11 Eylül olaylarını bahane ederek baş-lattığı Afganistan savaşıyla, kitle imha silahla-rına sahip olduğunu iddia ederek işgal ettiği Iraktaki, hayvanlara dahi yakıştırılamayacak tarzdaki fiilleriyle, genelde dünya halklarının özelde de Müslüman Ümmetin nefretini ka-zandı. Hemen arkasından yaşadığı ve bütün dünyayı da içine çektiği ekonomik kriz ge-nelde Amerika' ya ve özelde de kapitalizme olan nefreti tam anlamıyla körükledi. Bununla beraber Amerika-Rusya ilişkileri de soğuk sa-vaşı hatırlatacak tarzda gerilimler yaşadı. Amerika’nın, bir taraftan NATO’yu geniş-letme planları çerçevesinde Rusya’nın ön sa-vunma hattına sızma girişimleri, başka bir ta-raftan, Đran ve Kuzey Kore’den Avrupa’ya ge-lecek bir saldırı ihtimali gerekçesiyle Polonya ve çek cumhuriyetine konuşlandırmayı plan-ladığı füze savunma sistemleri, diğer bir taraf-tan da ve hâlihazırda sürdürdüğü Orta Asya enerji kaynaklarını Rus tekelinden kurtarma girişimleri, Rusya tarafını güvenlik açısından endişeye sevk etti ve Sovyet sonrası dönem-de Amerika-Rusya ilişkileri en gergin zaman-larını yaşadı. Obama’nın göreve gelmesi ile beraber Amerika ve Rusya arasındaki gergin-lik yerini yumuşak havalara ve problemlerin çözümünü de diplomatik görüşmelere terk et-ti. Gerçekte ise devletlerarası ilişkilerin üzeri-ne yaşamakta olduğumuz kapitalist ekonomik krizin gölgesi düşmüştür.

Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üye-liklerinin ertelenmesi, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya konuşlandırılacak füze kalkanı projesinin iptal edilmesi, ekonomik krizle bir-likte G20 çerçevesinde Rusya'ya ekonomi yö-

netiminde daha geniş yetkiler verilmesine dair süreç, Rusya-Gürcistan savaşı sonra-sında Avrupa'dan gelen ve Gürcistan’ın sa-vaşta haksız olduğu yönünde ortaya koyulan rapor, Afganistan ile savaşta Rusya'nın ABD-'ye hava sahasını sınırlı da olsa açması, Rus-ya'nın NATO ile görüşmelere yeniden baş-laması, yine Rusya'nın Amerika ve Avrupa ile beraber Ermeni protokolleri imza tö-reninde hazır bulunması ( ki bu protokol ile hedeflenen Türkiye-Ermenistan sınırının açılması ile hazar kaynaklarına bir adım daha yaklaşmak ve hazar şişesinin ucundaki Azer-baycan mantarını patlatarak şişedeki yağı Türkiye tabağına akıtıp Avrupa’daki dostla-rını çağırarak ekmeklerini ona bandırtmaktır) ve nihayet Đran meselesinde Rusya’nın tutum değiştirmesi vb gelişmeler Amerika Avrupa ve Rusya’nın aralarında gizli bir anlaşma yapmış olabileceği ihtimalini ortaya koyuyor. Anlaşma olmasa bile devletlerarası ilişkilerde bir yumuşak havanın esmeye başladığı kesin gibi. Öyle olmasa bile taraflar iki adım birden ileri atlamak üzere birer adım geriye çekilmiş vaziyetteler. Ermeni protokollerinde Rusya, Đran nükleer meselesinde Amerika, Gürcistan meselesinde Avrupa geri adım attı. Önceleri Azerbaycan-Ermenistan arasındaki soruna Türkiye’nin müdahil olması halinde 3. Dün-ya savaşı çıkar şeklinde tehdit savuran Rus-ya, Türkiye - Ermenistan arasındaki pro-tokollerin imzalanması töreninde çıkan ve neredeyse protokollerin iptaline yol açacak krizde Nalbandyan'a "protokolleri imzala ve çık" emr-i âlî'sini gönderiyor. Đran ile ilgili 5+1 görüşmelerinde Amerika, Đran'a daha sert yaptırımlar uygulanması talebinden, Rusya'nın çekincelerine binaen vazgeçiyor. Bununla birlikte Avrupa Gürcistan-Rusya savaşında haklılık payını Rusya'ya veren bir rapor yayımlıyor. Ve yine Bush zamanında ortaya konulan ve Rusya'nın kendisine karşı bir tehdit olarak algılaya geldiği, Polonya ve

Page 16: KöklüDeğişim 62

abd-rusya ilişkileri…

köklüdeğişim kasım 2009 16

Çek Cumhuriyeti'ne konuşlandırılması plan-lanan füze kalkanı projesinden vazgeçiliyor.

Aslında gelişmelerin tamamı Rusya'nın lehine gibi görünüyor. Protokollerin imza-lanması sürecinde ortaya çıkan krizde, Nalbandyan'a verdiği "imzala ve çık" emriyle Rusya; sürece tamamen hâkim ve Ermenis-tan'ın avuçlarının içinde olduğunu, dilediği zaman da süreci baltalatabileceği mesajını vermiş oldu. Ayrıca Rusya bu sürecin so-nunda Azerbaycan'ı tamamen yanına çeke-bilmeyi planlamaktadır. Süreç işlediği sürece Azerbaycan filikasını Rus filosunda görebili-riz. Peki, o zaman Azerbaycansız bir Erme-nistan’ı nereye koyacaksınız? Satsanız kaç para eder? Her tarafına boru döşeseniz bile o boruların içini dolduramadıktan sonra hiçbir kıymeti olmaz.

Đran meselesinde de Rusya baskın ve ka-zançlı taraf gibi. Sonuçta Rusya, tutum de-ğiştirdiği haberlerine rağmen, Amerika'yı Đran'a karşı daha sert ambargo uygulanması talebinden vazgeçirdi. Bununla beraber Đran, uranyum zenginleştirme işini Rusya'ya tevdi etti. Bu görüşmelerden Amerika’nın da kârlı çıktığı söylenebilir. Zira Amerika uzun za-mandır arzuladığı Đran’la diplomatik ilişki kurulması amacına bu süreç sonunda ulaşa-bilir.

Rusya, Sovyetlerin dağılmasından sonra, geçmişte hâkim olduğu bölgelerde ortaya çı-kan boşluğu doldurmaya yönelik Jeopolitika temeline dayalı bir strateji takip etmektedir. O’na göre Rusya bir imparatorluktan aşağısı olamaz. Bu Rusya’nın ölümü demektir. Buna binaen Rusya tekrardan Ukrayna’yı toprakla-rına katmalıdır. Orta Asya da ve Güney Kaf-kasya’da hâkimiyeti tekrar ele geçirmelidir. Bundan sonra Đran, Almanya ve Japonya’ya vereceği imparatorluğa bağlı prensliklerle Kartaca diye adlandırdığı Amerika ile gerçek savaşını verecektir. Fakat bu savaştan galip çıkması, önümüzdeki kısa süreçte şimdilik çok zor görünmektedir.

Bu Jeopolitika heveslisi heyecanlı tipler Türkiye’de de mevcut. Davutoğlu ve tayfası gibi. Tayfası dedim diye alınmasınlar, Kartaca’nın gemilerinden birini yönettikleri için söylüyorum. Bu tayfa da, Kafkaslarda, Balkanlarda ve Orta doğuda balık avlamakla meşgul. Diyorlar ki; bu bölgelerle tarihi ve kültürel derin bağları varmış. Bilmiyorlar mı ki o tarihi ve o kültürü bizler Kur'an ve Sün-netle yazdık. Bilmiyorlar mı ki o tarih Hali-felerin tarihidir. Bilmiyorlar mı ki o tarih Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in Medine de kurduğu Đslam Devletin tarihidir. O tarih Ömer RadiyAllahu Anh’ın Pers Đm-paratorluğunu yıktığı tarihtir. O tarih Ebu Bekr RadiyAllahu Anh’ın girdiği ve Osman RadiyAllahu Anh’ın fethettiği Kıbrıs’ın tari-hidir. Elinize bir harita alında şehir devleti dediğiniz devletin 10-20 yıl içersinde nereden nereye ve hangi şartlarda genişlediğini bir tahayyül ve tefekkür edin. Bu da size ve tay-fanıza Jeopolitika’dan çıkış ve Đslâmi ideolo-jik siyasete giriş dersi olsun.

Jeopolitika'nın kara ve deniz düalizmine (karşıtlığına) dayalı olduğu ve dış siyasetin bu temele dayandırılması gerekliliği tezi ha-talıdır. Dış siyasetin dayandırılması gereken temel, hayata bakış açısını diğer toplum-lara taşıma ve bu hayata bakış açısından do-ğan çözümlerin bu toplumlarda da tatbik edilmesi gerekliliğidir. Zira Đnsanın, insan olması hasebiyle yaşadığı sorunlar, ancak ve ancak hayata bakış açısından doğan çözüm-lerle çözüme kavuşturulabilir. Jeopolitika ise bu problemlere çözüm getirmez daha doğ-rusu jeopolitik düşüncenin doğasında, insa-nın içgüdü ve uzvi ihtiyaçlarının tatminine yönelik bir nizam yoktur. Jeopolitika ancak bir devletin diğer bir devlete coğrafi gerek-çelerle bağlı olması gerekliliğine dayalı bir temel oluşturabilir. Hadi bunun yanına tarihi ve kültürel gerekçeleri de ekleyelim ne olacak canım Davutoğlu’nu mu kıracağız. Fakat ne derseniz deyin sonuç değişmez çünkü jeopolitikada aslolan coğrafyadır.

Page 17: KöklüDeğişim 62

abd-rusya ilişkileri…

köklüdeğişim kasım 2009 17

Bugün savaş Batı ile Doğu yâda Güney ile Kuzey arasında değil, bilakis Batı ile Müslü-manlar arasındadır. Bu gün için batıyı temsil eden taraf bütün devletlerdir. Bütün devletler bu gün kapitalist demokrasinin yörüngesin-dedir. Yâda en azından bu gün için kapitalist demokrasiyi tehdit edecek bir devlet yoktur. Amerika ve Rusya arasındaki mücadele ise jeopolitik argümanlara dayalı nüfuz müca-delesidir. Aynı şekilde Ortadoğu ve Af-rika’da ise mücadele yine jeopolitik argü-manlara dayalı olarak Amerika ve Avrupa (Fransa Đngiltere) arasında sürmektedir. Keza Uzakdoğu’daki mücadele de Amerika, Đn-giltere, Rusya ve Çin arasında devam et-mektedir. Fakat bu mücadele kesin olarak gerçek bir savaş değildir. Bir ailenin içinde cereyan eden miras kavgası gibi yâda bir şir-kette yaşanan mevki savaşı gibidir. Gerçek savaş ancak ve ancak ideolojilerin savaşıdır. Bu savaş da batı ile Müslümanlar arasında başka bir ifade ile kapitalist demokrasi ile Đs-lâm arasındadır. Komünizm ideolojisi ise ke-sin olarak bitmiştir. Bir devlet halinde varlığa

çıkma ihtimali kesinlikle yoktur. Her ne ka-dar O'na inanan ve bayrağını taşıyan fertler olsa da. Zira Sovyet döneminde dahi komü-nizm yâda sosyalizm kendisini halklara be-nimsetemedi. O’nu uygulayanlar dahi O'na inanmadı. Bu sebeple komünizmin tekrar bir devlet olarak sahneye çıkması beklenmez. O parça-pinçik haliyle kapitalist terziler tara-fından, ayıp yerleri görünmesin diye yırtık donlara eğreti bir şekilde iliştirilen kumaş misalidir. Đslâm ise her ne kadar devlet olarak var değilse de O'na inanan halkların varlı-ğıyla, O'nu taşıyan siyasi kitlelerin varlığıyla ve O'na sahip olan Rabbul Âlemîn'in kudre-tiyle varlık sahasına çıkacağı günü bekle-mektedir. Đşte o gün insanlık Hilâfetin gemi-lerinin Sivastapol'da nasıl demirlediğini gö-recektir. Đşte o gün Davutoğlu zihniyetli adamlar da Fas’tan Endonezya’ya kadar Müslümanları birbirine bağlayan bağın ne olduğunu yakinen göreceklerdir. Şimdi an-latsak anlarlar mı? Đhtimal vermiyorum ama gene de Rabbul Âlemîn daha iyi bilir.

Page 18: KöklüDeğişim 62

Murat Savaş gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 18

Es Selamu Aleykum ve Rahmatullahi ve Berakatuhu;

“Merhaba sevgili KöklüDeğişim yönetici, yazar ve çalışanları. Üç aya yakın bir süredir ceza evinde-yim. Allah için hak davetini taşırken başıma gelen bu musibet, Nebi’lerin ve bizden önceki davet taşıyıcı-larının başlarına gelen büyük imtihanların yanında henüz kısa ve küçük bir imtihan olsa da sizlere ve ay-nı fikirleri paylaştığım kardeşlerime özlem açısından çok uzun bir süreymiş gibi gelmektedir. Đşte hem bu özlemi dile getirmek hem de bu zaman zarfında bazı hususlardaki fikirlerimi sizinle paylaşmak için bu mektubu kaleme alıyorum. Tabi bu mektup Mekke müşriklerinin helvadan put yapıp daha sonra yedikleri gibi fikir özgürlüğü naraları atanların memurların gazabına uğramazsa.”

Türkiye-Ermenistan Protokolü. Geçtiğimiz aylarda cereyan eden Erme-

nistan-Türkiye yakınlaşmasını ele almış ve bu yakınlaşmanın Nabucco projesi kapsa-mında ABD’den alınan talimatlarla olduğunu söylemiştik. Bu günlerde yaşanan yeni ge-lişmeler bu görüşümüzü teyit etmektedir. Şöyle ki, Ermenistan-Türkiye maçı ile başla-yan yakınlaşma yine bir Türkiye-Ermenistan maçı arefesinde yeni bir boyut kazanmıştır. 10 Ekim tarihinde üç saatlik bir krizin ardın-dan ABD ve Đsviçre dışişleri bakanlarının yo-ğun çabaları neticesinde Türkiye-Ermenistan arasında bir protokol imzalanmıştır. Ardın-dan 14 Ekimdeki maça Sarkisyan’ın gelip gelmeyeceği konuşulurken (12.10.2009) Sarkisyan’ın maça geleceğini açıklaması üze-rine yoğun bir hazırlık başlamıştır. Öyle ki bugün gelen Ermenistan kafilesi çiçeklerle karşılanmıştır.

Zürih’te imzalanan bu protokol ABD yan-daşı medya tarafından Türkiye’nin büyük bir zaferiymiş gibi gösterilmiştir. Peki, bu proto-kolün içeriği nedir? Nasıl yürürlüğe girecek-tir? Ve neleri kapsamaktadır? Önce şunu söy-leyelim ki, bakalım Erdoğan girilen bu süre-cin başından beri “Ermenistan işgal ettiği topraklardan çekilmedikçe sınırları açmayız” şeklindeki açıklamayı sürekli yinelemektedir. Fakat imzalanan bu protokolde soykırım id-dialarını imzalamak üzere tarihçilerden olu-şan ortak bir komisyon kurulması iki ay için-de sınır kapılarının açılması bazı siyasi ve ik-tisadi işlerde karşılıklı istişare yapılması gibi

maddelerin olmasına rağmen işgal altındaki topraklardan Ermenistan’ın çekilmesiyle ilgi-li somut bir madde yoktur.

Karşılıklı imzalanan protokol ise geçerlilik kazanabilmesi için her iki ülkenin de parla-mentosundan onay almak zorundadır. Baş-bakan Erdoğan milletvekillerinin onay verir-ken Ermenistan’ın atacağı adımlara göre ha-reket edeceklerini de vurgulamıştır. Lakin Cemil Çiçek’in “protokoller gelecek hafta meclise gönderilecek” (HaberTürk) şeklinde bir açıklama yaptı. Acaba Ermenistan Azerbay-can’la on yıllardır çözemediği sorunları çöz-mek adına ne gibi bir adım atacak. Tabii ki bir hafta içerisinde böyle adımların atılması beklenemez. O halde önce protokoller onay-lanacak sınırlar açılacakta ondan sonramı Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çe-kilmesi beklenecek. Peki, çekilmez ise ne ola-cak? Başbakanın Azerbaycan’a verdiği ve her fırsatta yinelediği söz ne olacak. Tüm bu so-ruların cevabını ileriki günlerde hep birlikte göreceğiz. Ama şimdiden bile bu konuda ba-zı tespitler yapmak mümkündür.

Şöyle ki, Türkiye ile Ermenistan karşılıklı tavizler vermeye devam edecek. Fakat ka-muoyuna Ermenistan taviz veriyormuş gibi gösterilecek. Tarihindeki en büyük ekonomik sıkıntıyı çeken Ermenistan, Türkiye sınırlanın açılmasıyla bir nebze olsun rahatlayacak. Bu zaman zarfında Azerbaycan’ında tavizler vermesi istenecek. Türkiye bölgede kendisine verilmiş rol gereği ağabey ülke ve dünya si-

Page 19: KöklüDeğişim 62

türkiye-ermenistan protokolü…

köklüdeğişim kasım 2009 19

yasetinde sözü geçen bir ülke konumuna ge-tirilecek. Bu şekilde Türkiye’nin “komşularla sıfır problem” sloganıyla Nabucco projesinin alt yapısı hazırlanmış olacak. Her ne kadar bu süreçte kazançlı taraf Türkiye’ymiş gibi gösterilse de, esas kazançlı taraf dünyanın süper gücü ABD ve kaybedenler ise her za-manki gibi Müslümanlar olacaktır. Türkiye ise aslandan arta kalan bir sırtlan olacaktır. Tabi bu papa ile papaz ve hahamlar ile bu-nunda ötesinde küfrün başı ABD ile görüş-meyi, el sıkışmayı bir şeref bilirken Müslü-manlara elçiliklerinin kapılarını kapatan AKP iktidarda kalırsa veya ABD’yi Müslümanla-rın beldelerinden kovacak Đslami Hilafet Devleti kurulmazsa böyle olacaktır.

Zaten meselenin çözümü, Allah’ın indir-diği Kuran ve Rasulü’nün sünneti ile hük-medecek bir Đslam Hilafet Devletinden baş-kası değildir. Zira sorun yalnızca Dağlık Ka-rabağ değil, neredeyse tüm Đslami beldelerde bu tür sorunlar vardır. Bu sorunlar ise ideo-lojik sorunlardır. Đdeolojik sorunlar ise ideo-lojik bir devletle çözülür. Türkiye gibi bir

uydu devletle değil. Tek doğru ideoloji ise Đs-lam ideolojisidir. Yapılması gereken şey Đs-lam ideolojisinin fikri liderliğini daha önce 1400 yıl taşıdığı gibi taşıyacak bir Đslam Hila-fet Devletinin kurulmasıdır. Gayemiz, çalış-mamız ve davamız budur.

ونريدؤوا أن يطفي نور الله هماهى بأفوأبيو أن إال الله متي هنور لوو كره ونرالكاف هي ول الذسأر ولهسى ردباله

المشركون كره ولو كله الدين على ليظهره الحق ودين

“Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kâfirler istemese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır. O (Allah), müş-rikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bü-tün dinlere üstün kılmak için Rasûlü’nü hi-dayet ve Hak Din ile gönderendir.” (Tevbe 32-33)

Allah’ın yardımı ve bereketi bu uğurda ça-lışanlara olsun. Çalışmak bizden zafer Al-lah’tandır. Allah’a emanet olun.

Murat Savaş

E tipi kapalı cezaevi B/3 Koğuşu Karatay-Konya

Page 20: KöklüDeğişim 62

Galip Karademir gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 20

Kapitalizmin Çıbanbaşları Hilafetin Başkentinde. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dengelerin

büyük oranda değiştiği dünya siyasetinde; Amerika Birleşik Devletleri hem askeri hem de siyasi olarak başarılı çıkmış, büyük kaza-nımlar edinmiştir. Rakip devletlerin iktisadi güçleri büyük yaralar alırken ABD en fazla kâr eden ülke olmuştur. Kapitalizmi dünyaya yayma adına üstlendiği bu misyonla ABD yeni kazanımlar elde etmeyi ve dünyada ra-kipsiz hale gelmeyi istiyor, yeni sömürgeler ve yeni uydu devletler tasarlıyordu. Sovyet Rusya ile verdiği soğuk savaş döneminde yeni sömürge üslupları kullanıp, düşmanın açıklarını arama yoluna gidiyordu. Sosya-lizmle mücadelede yanına diğer Avrupalı devletlerin de desteğini çekmek amacıyla NATO, BM gibi savunma birimleri oluştur-muş, uluslar üstü yapılanmalarla gücünü art-tırmıştı. Ayrıca Sovyet Rusya’nın zulmüne uğramış, diktasına boyun eğmiş ülkeleri kendi yanına çekmek isteyen ABD, onların mali zaaflarını iyi kullanmak için en etkili si-lahını kullanmıştı ki; bu borç verme suretiyle ülkeleri kendisine bağımlı hale getirme siya-setiydi. Bu menfur siyasetini meşrulaştırmak adına kurduğu IMF (uluslararası para fonu) kurulduğu günden (1945) bugüne değin güt-tüğü borçlandırma yoluyla ülkeleri kontrol etme stratejisini sürdürmektedir. Aynı amaç-la kurulan Dünya Bankası da BM teşkilatının taşeronluğunu yapmak suretiyle kalkınma planları hazırlayan ve bütçelerde iyileşmeyi hedefleyen bir uluslar üstü kuruluş olmasına karşın sömürgeci maskenin arka yüzünden başka bir şey ifade etmemiştir.

Bu minvalde Ekim ayının ilk haftası Đstan-bul’da toplanan IMF ve Dünya Bankası’nın tarifi ve kısa bir özgeçmişi yapıldığında as-lında bu sömürgeci teşkilatların ve çıbanbaş-larının Đstanbul’a gelme sebeplerini ve menfi emellerini daha iyi tespit etmiş olacağız.

-IMF devletlere kredi veren, daha sonra bu krediyi faiziyle uzun vadede alan, 20. yüzyılın yeni sömürgeleştirme tekniğidir.

- Herhangi bir ülke mutlaka hem Milletle-rarası Para Fonuna (IMF) ve hem de Dünya Bankasına (WB) bir arada üye olmak duru-mundadır.

- Fona üye devletlerin hisselerine kota den-mektedir. Kotaların % 25'i altın ile kalan%

75'i milli para ile ödenmiş veya taahhüt edilmiştir.

- Başlangıçta 8 milyar dolar olan serma-yesi diğer yıllarda çok artmıştır. Bunun ya-nında serbest dövizli ülkelerde tahvil satmak suretiyle fon ve kaynaklarını artırma imkânı da mevcuttur.

- Fonun verdiği kredilerde vade 5 yılı ge-çemez.

- Dünya Bankasının teşkilatı, IMF'nin teş-kilatı gibidir. Başlangıçta 8 milyar dolar ser-maye ile kurulan banka 1959 yılında bu ser-mayesini 20 milyar dolara yükseltmiş, daha sonraki senelerde bu miktar çok artmıştır.

Banka, kredi açarken aşağıdaki şartları göz önünde bulundurmaktadır:

-Borç almak isteyen ülkenin, özel piyasa-dan ve makul şartlarla kredi alamayacağı bel-li olmalıdır.

-Banka tarafından verilen kredinin kulla-nılacağı projenin bankaya sunulması ve ka-bul edilmesi gerekmektedir.

- Borçlanan doğrudan üye devlet değil de, üye ülkedeki özel teşebbüs ise, Banka proje-leri tetkik etmekle beraber krediyi doğrudan teşebbüse açmaz; mutlaka üye devletin kefa-leti ile merkez bankası veya başka bir resmi yahut yarı resmi teşekkülün tavassutunu alır.

IMF verilerine göre (2006) fonun borç verme kaynağı 174 milyar dolar. Alacakları ise 75 ülkeden 34 milyar dolardır. Türkiye, 13,1 milyar dolarla IMF'ye en borçlu ülke ko-numundadır ve bu borçları 2010 yılında biti-rip gelişmeyi planlamaktadır. Yine IMF'nin kasıtlı olarak Amerika ve Avrupa menşeli şirketlerle iyi ilişkiler kuran askeri diktatör-lükleri desteklediği iddia edilmektedir. Buna en bariz örnek askeri diktatörlükle yönetil-diği sıralarda Arjantin, Bolivya, Şili, Brezilya, El Salvador, Haiti, Etiyopya, Kenya, Liberya, Nijerya, Sudan gibi ülkelere sıkça verdiği borç ve uyguladığı vade oranlarıdır ki; bu ülkeler hala bellerini doğrultabilmiş değildir. Bazı eleştirmenler IMF'nin demokrasi, insan hakları, işçi hakları konularına olumsuz hatta saldırgan bir tutum sergilediğini iddia et-mektedirler. Bu düşünceler dünyadaki küre-sellik karşıtı harekete ivme kazandırmıştır. Đşte böylece Amerika fakir ve gelişmek iste-yen ülkeleri sömürgeci ağına takarak kendine

Page 21: KöklüDeğişim 62

kapitalizmin çıbanbaşları…

köklüdeğişim kasım 2009 21

bağımlı kılmakta borçlu ülkeleri BM’in yaptı-rım gücüyle korkutmaktadır.

Böylesine acımasız ve fırsatçı bir siyaset güden IMF ve Dünya Bankası; menfi ve sinsi emellerini Đslam beldeleri de dâhil tüm fakir ülkeleri içine alan sömürge çemberini oluş-turma çalışmalarını Đstanbul’da yapmıştır. Bu çalışmasını sağlıklı ve güvenli bir şekilde ta-mamlaması için Türk yetkililer büyük ön-lemler almış, yoğun çalışmalar neticesinde tüm kapitalist simsarları kazasız belasız evle-rine göndermişlerdir. Đktidardan aldıkları emri başarıyla yerine getirmenin dayanılmaz hafifliği bütün güvenlik güçlerini oldukça memnun etmiştir. Toplantıların yapıldığı Kongre merkezi için 330-335 milyon TL’ye mal olduğunu belirten Babacan, Kongre merkezinin içine alınan demirbaşlar, mobil-yalar dâhil olmak üzere yapılan harcamaların 30-35 milyon TL civarında olduğunu vurgu-ladı. Toplamda 370 milyon TL’yi bulan bu gideri Türkiye’nin karşılaması aslında Tür-kiye’nin IMF’ye değil IMF’nin Türkiye’ye olan ihtiyacının bir yansımasıdır. Toplantıda alınan Đstanbul Kararları ve önemine işaret eden Babacan, “Bu kararların Türkiye açısın-dan en önemlilerinden bir tanesi, IMF’nin yönetim yapısının reformu kapsamında ko-taların artırılmasıdır. Dağılımın daha adil sağlanmasıyla ilgili karardır. 2011 yılı Ocak ayına kadar, gereğinden fazla temsil edilen ülkelerden, Türkiye gibi ekonomisinin yapı-sına karşın daha az oranda temsil edilen ül-kelere en az 5 puanlık kota artırımı söz konu-sudur” dedi (milliyet). Bu açıklamadan da anlaşılıyor ki, Türkiye içeride ve dışarıda ekonomik verilerini IMF’nin yönlendirdiği ve bütçe kullanımını dışa bağımlı yapması ge-rektiğini kabul etmiştir. Öyle ki bu acziyetin bir yansıması olarak sahip olduğu kotanın arttırılmasına bile sevinmektedir. IMF ve Dünya Bankası toplantılarına 186 ülkeden ekonomi ve maliye bakanları başta olmak üzere küresel ekonomiye yön veren kim var-sa, Đstanbul’da olduğunu bildiren Babacan, küresel ekonomik krizin ana temayı oluştur-duğu IMF ve Dünya Bankası toplantıları çer-çevesinde, 180 toplantı gerçekleştirildiğini vurguladı. IMF’yle ilgili sorular üzerine Dev-let Bakanı Ali Babacan’ın “Biz IMF’yle gö-rüşmelerde önemli bir gelişme olduğunu açıklıyoruz. Bunun dışında soru sormanızın faydası olmuyor.’’(milliyet) sözleri kafalar-daki şüpheleri arttırıyor. Bu kadar çok otu-

rum ve görüşmenin olduğu bir toplantıdan çıkan sonuçların kamuoyuyla payla-şılmaması ‘madem önemli ve güzel gelişmeler yaşanıyor, neden halkla paylaşılmayıp sak-lanıyor?’ sorusunu da beraberinde getiriyor. Dikkat çeken başka bir durum ise geçen se-neki hükümet politikalarının bu senekiyle te-nakuz halinde olmasıdır. Zira başbakan Er-doğan ve maliye bakanı Mehmet Şimşek Türkiye`nin artık IMF`siz yola devam edece-ğini söylüyorlardı.

Başbakan Erdoğan ısrarla, “Bu kez ümü-ğümüzü sıktırmayız” diyordu... Ama Türkiye düşmüştü artık simsarların eline, büyük laf-lar sadece kısa vadeli kaçışlar için söylenir oldu. Türkiye yeni bir IMF anlaşmasıyla, 2001 krizindeki ezberi yeniden uygulamaya başlayacak. Ancak bu kez yurt dışındaki bol paradan eskisi kadar rahat yararlanamaya-cak.

Zira 2001 krizinde, IMF anlaşması sonra-sında Türkiye’yi adeta paraya boğan finans kurumları, bu kez paraya muhtaç durumda. Kısacası gemisini kurtaramayan kaptan lafla yürütmeye çalışıyor. IMF’nin dayattığı sınır-larla bu dayatmalara maruz kalan IMF zede-lerin çelişki dolu ilişkisini ekonomist yazar DR. Ali Nail Kubalı şöyle açıklıyor: ‘‘Peki bu gün ne oluyor da göz göre göre o hiçbir işe yara-mayan boyunduruğa kendimiz uzatıyoruz boy-numuzu. Görüyoruz ki krize giren ülkelerin ta-mamı; IMF reçetelerinin taban tabana tersini ya-pıyor. IMF reçetesi, ‘Para musluklarını kıs!’ di-yor. Tüm merkez bankaları ‘Krize girmiş, çarkları gıcırdayarak yavaşlayan bir ekonomide enflasyon önemini yitirmiştir. Önemli olan piyasaya güven vermektir’ diyorlar ve piyasalarına trilyonlarca dolar pompalıyorlar! IMF reçetesi, `Devlet har-camalarını kıs’ diyor. Tüm maliye bakanları hep bir ağızdan devlet harcamalarını arttıracaklarını söylüyorlar. Parlamentolarından yüz milyarlarca Dolar tutarında ek bütçe ödeneği alıyorlar. IMF reçetesi, `Faizleri yükselt’ diyor. Tüm merkez bankaları bir araya geliyorlar hep birlikte faizleri aşağı çekiyorlar. IMF reçetesi, `Şirket kurtarmak, banka kurtarmak yok’ diyor. Tüm devletler batan bankaları tek tek kurtarıyorlar. Politikacı şunu an-lamak zorundadır. IMF reçeteleri öldü, mezara girdi, üzerine toprak örttüler! Kimse uygulamı-yor, çünkü biliyorlar ki talep durduğu dönemlerde o reçeteler zehirdir. Bugün o reçetelere uymaya kalkanlara deli gözüyle bakılıyor. Uysanız da, `Aferin size kredi verelim` diyecek uluslararası

Page 22: KöklüDeğişim 62

kapitalizmin çıbanbaşları…

köklüdeğişim kasım 2009 22

banka yok. Herkes kendi paçasını kurtarmaya ça-lışıyor. (medya)

Son IMF toplantılarına ev sahipliği yapan T.C. IMF’ye 11 Mart 1947 yılında üye oldu. 50 yılda toplam 18 stand-by düzenlemesi ya-pıldı. 1998 yılında enflasyon oranlarını dü-şürmek için düzenlemeler yapıldıysa da 1999 yılına gelindiğinde oranlar eskisinden daha fazla arttı. 2000 yılına gelindiğinde 4 milyar dolarlık finansman desteğiyle 3 yıllık stand-by yapıldı. Şubat 2001 krizinin ardından stand-by düzenlemesinin kapsamı 6 milyar 362 milyon $ tutarında ilave kaynakla geniş-letildi. 4 Şubat 2002’de 16,5 milyar dolar tuta-rında üç yıllık yeni bir stand-by programı or-taya konuldu. 4 Şubat 2005’de 18. stand-by başarıyla sonuçlandırılınca yaklaşık 10 mil-yar dolarlık 3 yıllık yeni bir program uygu-lanmasına karar verildi. Ve Türkiye gelinen noktada yaptığı stand-by anlaşmalarının va-delerini geciktirdiği gerekçesiyle hâlâ 2001 Krizi’nde aldığı borçların faizlerini ödemeye çalışmaktadır. Bir yandan bu faiz borçlarını öderken diğer taraftan daha sonra aldığı borçların faizleri yakasına yapışacaktır. Đkti-sadında bağımlılığı kabullendiği sürece de bu borçları mütemadiyen ödemek zorunda kala-caktır.

IMF çeşitli vesilelerle kredi bataklığına çektiği ülkelerin enflasyon oranlarında dal-galanma oluşturma, döviz oranlarında aşırı kırılma ve para akışında güvensizlik mey-dana getirme suretiyle varlığını sık sık hatır-latmaktadır. Dünya kamuoyunda sömürge-ciliklerinin aşikâr olduğu IMF ve Dünya Bankası bir yandan pervasızca toplantılar yapmakta, diğer yandan pembe vaatler sun-maktadır. Toplantıların Đstanbul’da yapılması bile bu emperyalist varlıkların meşrulaştırıl-masına yetmemiştir.

Zira son zamanlarda Ortadoğu’da liderlik konumuna yükselmeye çalışan, Davos’ta sah-te kahramanlıklarla yıldızını parlatmaya çalı-şan hükümet IMF, Dünya Bankası ve diğer küresel şirketlerin ağababalarını Đstanbul’da ağırlaması karanlık gerçeği gün yüzüne çı-karmaya yetmiştir.

Halkın her kesiminden insanın tepkisiyle karşılaşan hükümet meydanlardaki eylemle-re makul cevap veremezken ‘sokaklara dökü-lenlerin talepleri de dikkate alınmalı’ demekten de kendini alamamıştır. Yani sömürgeci ban-kalar halkıyla başbakanını karşı karşıya ge-tirmeyi başarmıştır.

Neticede sömürge çarkı dönmeye devam etmekte, bu çarkın hizmetçileri de dönmesine yardım etmektedir. Eğer bir yerde sömürge-den bahsediliyorsa orada bu gayrimeşru var-lık için çalışacak, menfaatleri için mücadele verecek birileri muhakkak olmalıdır. Yoksa ümmetin evlatları kendilerini dirhem dirhem kemiren bu zalimlere pabuç bırakmayacak, onları alaşağı edebilecektir. 13 asırlık Đslam Hilafeti hiçbir sömürgeci güce boyun eğme-miş, borç alma gafletinde bulunmamış, ak-sine bu küresel simsarların mazlum halkları ezmesine izin vermemiştir. Đslam’a göre dev-letin uluslar üstü kurum ve kuruluşlardan borç alması, onlarla stand-by da dâhil olmak üzere herhangi bir müzakerede bulunması, kapitalist devletlerin güdümünde bulunan bu çarklara üye olması kesinlikle caiz değil-dir. Zaten Đslam ideolojisi; bu menfur odakla-rı, küresel çıkarcıları, tefeci taifeleri, kapitalist ve hırsız şirketleri ortadan kaldırmaya, yeri-ne Đslami iktisat nizamını inşa etmeye muk-tedirdir. Ki bu nizamla enflasyonun dibe vurduğu, gelir dağılımının adil yapıldığı, te-kelciliğin olmadığı, fert fert herkesin temel ihtiyaçlarının karşılandığı muhakkaktır. Ümmete lazım olan şey ise kendisini izzetli ve şerefli bir hayattan zilletli ve köhne bir ni-zama mahkûm eden hain yönetici taifesini yerle yeksan etmektir. Ümmet buna mukte-dir olmakla beraber başka bir alternatifi de yoktur.

العاملون فليعمل هذا لمثل“Çalışanlar ancak böylesi bir iş için çalış-

sınlar.” (es-Saffat 61)

Page 23: KöklüDeğişim 62

Mahmud Esed gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 23

Sömürgeci Kâfir ABD, nin Yeni Yüzü. Obama, Yerli Ajanları ile Müslümanlara Karşı.

Đslam ümmeti sömürgeci kâfirlerin kendi-lerine karşı işledikleri cürümleri, zulüm ve işkenceleri I. Dünya Savaşı sırasında tecrübe etti. Bu savaştan sonra sistemli hale gelen ve kapsamı genişleyen sömürü halen biz Müs-lümanların kanlarını emmeye devam ediyor. Savaş sonrası Đngilizlerin başını çektiği sö-mürgeci kâfirler Đslam topraklarını paylaştı-lar ve sömürecekleri beldeler için projeler çizmeye başladılar. Örneğin; Fransa, Fas, Ce-zayir ve Tunus’ta; Đtalyanlar Libya’da; Đngil-tere, Türkiye dâhil olmak üzere özellikle Or-tadoğu ve Hint coğrafyasında projelerini tat-bik etmeye başladılar. Elbette bunu yüzyıllar boyu Müslümanlara bariz bir şekilde “biz si-zi sömürüyoruz, siz bizim kulumuz, köle-mizsiniz” diyerek yapamazlardı. Hal böyle olsaydı işgaller sömürüye bu kadar rahat bir şekilde dönüşemezdi. Müslümanları gerek fikri, gerek siyasi narkozlarla uyutarak, kan-dırarak sinsice komplolarla hareket etmeleri gerekecekti. Bunun için kendilerine yerli ajanlar-kuklalar keşfetmeye yöneldiler ve Müslümanların içinden bu iş için münasip kimseleri tespit etmeye başladılar. Pohpoh-lanmaya müsait, enaniyeti (benliği) zirve yapmış, dünya sevgisi için tavize meyilli kimseler onlar için ilk etapta kullanılmaya müsait kimselerdi. Bu gibi özelliklerin, sö-mürgeci emellerini gerçekleştirmek için edi-necekleri ajanda var olması bir zorunluluktu. Meşhur Đngiliz Misyoner (Ajan) Hempher’in hatıratında anlattıklarına göre; “bir kimse eğer dünyaya düşkün ise ve Đslam hakkında bazı tevil-lere, yeni açılımlara yanaşıyorsa, hatta sahabeye, kadim Đslami kavram ve mefhumlara dil uzatılma-sına ses çıkarmıyorsa bu kişi arananın ta kendi-siydi.” Böylelikle emellerine ulaşmaya muk-tedir oldular ve uyanan ve karşı çıkanları da hapsetmeye veyahut darağaçlarında sallan-dırmaya azmettiler. Bu durum Müslüman

Anadolu topraklarında böyle olduğu gibi di-ğer Đslam beldelerinde de aynen veya değişik versiyonlarla işlemeye devam etti. Günümü-ze kadar Dünya Düzeni el değiştirse yahut bir sömürgeci kâfir devlet zayıflayıp diğeri sömürüden pay kapma hırsıyla sahneye atı-lıp bayrağı alsa da, sömürü üslupları değişse de Müslümanlar açısından durum değişme-di. Đşgal sonrası edindikleri ajanları ve kukla-larına sözde bağımsızlıklar ilan ettirip ajanla-rı eliyle siyasi manevralar ve manipülasyon-lar yaptırarak topraklarımızı doğrudan ve dolaylı olarak yerli kuklaları eliyle yönetme-ye başladılar.

2000’li yıllara gelindiğinde sömürgeci kâ-firlerin başını çeken ABD yenidünya düzeni için yeni planları uygulamaya başladı. 11 Ey-lül 2001’de ikiz kuleler vuruldu ve bunu “Hedefimiz Đslam ve Müslümanlardır” diye-bilmek için bir bahane edindi. Hem kendi halkını Müslümanlara karşı kışkırtmaya hem de başını çektiği aslında sömürgeci küresel askeri güç olan NATO üyesi ülkeleri ikna etmek için Müslümanları ve Đslam coğrafya-sını terörist hedefler olarak göstermeye baş-ladı. Bu amaç için üretilen “terörizm” mef-humunu her koşul ve zamanda pak Müslü-manlarla ve yüce Đslam diniyle birlikte an-maya başladılar. Öyle ki Müslüman deyince “terörist”, Đslam deyince “terörizm” dini an-laşılsın. Böylece Đslam’ın tüm insanlığa zarar-lı, yok edilmesi gereken bir toplumun dini ve hadaratı-kültürü olduğu ortaya çıksın. Bu saldırılardan Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in karikatürize edilmesi ve necis Papa’nın, Efendimiz Muhammed Mustafa (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) hakkında sarf ettiği sözleri bunu örnekleyen hadiselerdir. Haçlı kâfirlerin Đslam ve Müslümanlar hak-kında neler düşündüklerini Hollandalı Đslam

Page 24: KöklüDeğişim 62

abd’nin yeni yüzü Obama…

köklüdeğişim kasım 2009 24

düşmanı kâfir parlamenter Wilders FOX TV’deki konuşmasında bakınız nasıl dile ge-tiriyor:

“Benim Đslam’la büyük problemlerim var. Be-nim bu ideoloji ile, bu dinle büyük problemlerim var. Ben, bizim kültürümüzün geri kalmış ve köhnemiş(!) Đslam kültüründen fazlasıyla üstün olduğunu düşünüyorum.”

Đşte bu kâfirlerin sadece açığa vurdukları sözleridir. Đçlerinde gizledikleri kini ise Rab-bimiz Subhanehu bize bildiriyor;

خباال يألونكم ال دونكم من بطانة تتخذوا ال آمنوا الذين أيها يا أكبر صدورهم تخفي وما أفواههم من البغضاء بدت قد عنتم ما ودوانا قديب لكم اتإن اآلي لون كنتمقتع

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düş-manlıkları ağızlarından (dökülen sözlerin-den) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladık-ları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Ali Đmran 118)

Bu uzun girişte kısmen ortaya koyduğu-muz bakışla Sömürgeci kâfir ABD’nin yeni siyasetini ve bu siyasetin feraset sahibi oku-yucularımızın gözünden kaçmayan arka pla-nını değerlendirmek, bu gibi durumlara karşı bazı Müslüman yazarların ve siyasetçi geçi-nen izzet ve şeref, basiret ve feraset yoksunu yöneticilerin süreç içindeki hezeyandan iba-ret olan konuşmalarını ve tutumlarını siz kıymetli okuyucularımızın değerlendirmesi-ne sunmak, ayrıca bu gibi durumlarda takı-nılması gereken izzetli ve şerefli Đslami tavrı ortaya koymak istiyorum.

Yukarıda ifade ettiğim gibi sömürgeci kâ-fir batı, asırlardır süregelen Đslam’a karşı sa-vaşını “terörizme karşı savaş” “War on terror” yalanı altında sürdürmektedir. Bu sa-vaşını gerek Afganistan, Irak ve şu an Pakis-tan’da olduğu gibi askeri, gerekse fikri olarak sürdürmektedir. Savaşın bu iki yönü de hiç-bir zaman kesintiye uğramamıştır. Fiili sava-

şın yeri ve konumu değişerek devam etse de fikri saldırının yeri, zamanı ve konumu de-ğişmemiştir. Elbette bu saldırıların her biri birbirinden acıdır, bir diğerine kıyaslanamaz. Yani Đslam’a yapılan saldırı ile kolu kırılan kardeşimizin, evlerine bombalar yağdırılan Müslümanların acısı aynı acıdır. Zira ikisi de Đslam’a karşı yapılmış saldırılardır.

Đşte sömürgeci kâfir devletlerin başı olan ABD de, “Barack Obama” adındaki “barış güvercini(!)” ile yenidünya düzenini idare etmeye, planlanan yeni siyasetiyle Đslam’ın ve Müslümanların üstesinden gelmeye ça-lışmaktadır. Kendilerince bir Müslüman ta-nımı yaparak bu tanıma uygun Müslümanlar olmamızı istemektedirler. Đleride detaylarını vereceğim bu Müslüman tanımı onların bü-yük gayretle ortaya çıkarmak istedikleri Müslüman tipidir ve bütün bu “yumruğunuzu açın”, “ABD Müslümanlarla kucaklaşmak isti-yor”, “ABD barışın temsilcisidir” yalanları bu projenin ürünüdürler.

Hatırladığınız gibi “Đsrail” terör örgütü her ne hikmetse tam ABD başkanlık seçimleri sırasında Gazze saldırılarına başladı. Bunun-la bir taraftan ABD başkanlık seçimleri sıra-sında kapitalizmin boğuşmakta olduğu küre-sel ekonomik kriz unutturulmaya çalışıldı. Diğer taraftan kurtarıcı gibi başa gelen Oba-ma’nın tam işbaşına geldiği gün saldırıya son verildi. Bazıları tarafından bu kutlu(!) ateşkes Obama’nın yönetime gelmesine yorumlandı. Hâlbuki saldırı sadece bir süreliğine durmuş-tu. Dün Müslümanları hunharca katleden la-netli Yahudi varlığı(!), keyfi gelince devam etmek üzere katliamı durdurmuştu. Bu katli-ama Müslümanların beldelerindeki yönetici-ler sadece seyretmekle kalmamış, Müslüman-ları aldatacak şekilde “one minute, one second, one hour” gibi pratik hiçbir anlamı olmayan saçma-sapan sözlerle seçim malze-mesi çıkarmaktan, timsah gözyaşları dök-mekten de utanmamışlardı. Ne Müslümanla-rın orduları harekete geçmiş, ne de Filistin lanetli Yahudilerden temizlenmişti. Hâlâ 1,5

Page 25: KöklüDeğişim 62

abd’nin yeni yüzü Obama…

köklüdeğişim kasım 2009 25

milyardan fazla Müslüman’ın, tören malze-mesi olarak kullanılan milyonlarca Müslü-man askere sahip Arap, Türk, Pakistan ve Đran ordularının ortasında Filistin hala 3,5 yahudinin işgali altındaydı. O halde “mal bulmuş Mağribî” gibi sevinmenin lüzumu yoktu. Zira hâlâ ordular kışlalarda felçli hal-de kalmaya devam etmekte, Müslümanların çığlıklarına kulak vermek yerine; efendileri Obama’nın emrettiği gibi “ABD ile barış, müttefiklik, dostluk” adı altında Afganis-tan’da ve Pakistan’da Müslümanlara karşı savaşmak için koşmaktadırlar. Hâlâ Müslü-manların akan pak kanlarını hiçe sayarak Yahudi varlığı ile hain Filistin yönetimi ara-sında barışa(!) aracı olmak için koşuşturmak-tadırlar. Đşte Filistin ve diğer Đslam beldele-rindeki Müslümanların katili bu hain-kukla yöneticilerdir. Her biri milyonlara varan as-kerlere ve yeterli teknik donanımı olan ordu-lara sahip olduğu halde Müslümanların kan-larına karşılık, “moderatöre kızmakla” ye-tinmektedirler. Bu hain yöneticiler ancak BM’den yardım dilenmekte ve NATO’dan, ABD’den, Obama’dan medet ummaktadırlar.

Bu sadece Obama’nın ve uşaklarının tu-tumunun Gazze saldırısı ile ilgili kısmı idi. Ardından Swat Vadisi’ne yapılan saldırıyı ele almadan önce Obama’nın iki ayrı yerde yap-tığı konuşmaya bakalım.

1-TBMM’de yaptığı konuşmada; ”ABD hiçbir zaman Đslam`la savaş içinde olmadı, olma-yacak” diyerek geçmişe dair yalan söylediği gibi, “olmayacak” dediği halde Swat vadisi bombalanarak katledilen yüzlerce Müslü-man’ın yanı sıra 3 milyon Müslüman da ev-siz, aç, susuz bir halde göç etmek zorunda bı-rakıldı ve halen mülteci olarak yaşamaktadır-lar. Ayrıca Meclis'teki konuşmasında “Ata-türk'ün en büyük eseri laik düzendir” demeyi de ihmal etmedi. Bu sözü ise yazının başından beri ortaya koymuş olduğumuz sömürü dü-zeninin bütün çarklarıyla nasıl işlediğini or-taya koyuyor.

2-Yine Kahire Üniversitesi’nde âlimlik ye-rine belamlık yapan bir kısım el-Ezher ule-ma(!)sının önünde; “Ezan sesleriyle uyandım” vs. gibi sözlerle sempati toplamaya çalışmış-tır. Ancak “ezan sesiyle uyanan” ABD asker-leri bu konuşmanın hemen ardından Pakis-tan devlet başkanı hain-kukla Zerdari ile iş-birliği içinde Müslüman Pakistan askerini de Amerikan menfaatleri için kullanarak Swat operasyonunu düzenlemiştir.

Aynı şekilde Kitabımız Kur’an-ı Ke-rim’den kirli diliyle şöyle alıntı yaptı; “Kur`anda "Bir cana kıyan bütün canlara kıymış sayılır" diyor. Kur`an’da aynı zamanda "Bir canı kurtaran bütün insanlığı kurtarmak demektir" deniyor” Bu sözlerin öncesinde Afganis-tan’dan ve Irak’tan bahsetmişti ve Amerikan askerlerinin öldürülmesine atıfta bulunarak bu ayetleri okumuştu. Fakat ayetleri Ameri-kan menfaatlerine göre yorumlamasına ora-da bulunan âlim etiketli bir kimse ses çıkar-madığı gibi konuşmasını da alkışladılar. Bu bel’amların kendisini alkışlaması ise yorum-larının onaylanması demekti.

Burada sorgulanması gereken durum bazı Müslümanlar tarafından itibar edilen kimse-lerin “Obama, amelleriyle değiştiğini göstermeli-dir” gibi ferasetten ve basiretten yoksun söz-leridir. Zira onlar siyasetçi olduklarını iddia ettikleri halde siyasetin ne olduğundan bîha-berdirler.

Obama’nın bu konuşmalarına kargalar dahi gülerken siyasetçi olduğu iddia edilen Müslüman bir temsilciden feraset ve basiret-ten yoksun bazı açıklamalar geldi. Hamas’ın siyasi büro şefi Halid Meşal 08.11.2008 tari-hinde Sky News’e yaptığı açıklamada "Afrika kökenli bir Amerikan başkanının seçilmesi bağla-mında Amerikan seçiminin büyük bir değişim gösterdiğine şüphe yok. Bu, siyasi ve psikolojik, büyük bir değişim, dikkate değer. Başkan Obama'yı kutluyorum" dedi. Yine 25.06.2009 tarihinde “Filistin devletinin kurulmasından bahsediliyor. Bu güzel bir şey ama tek başına ye-terli değil. Biz Obama`dan söylemini siyasi olarak

Page 26: KöklüDeğişim 62

abd’nin yeni yüzü Obama…

köklüdeğişim kasım 2009 26

desteklemesini bekliyoruz.” şeklindeki açıkla-masıyla ferasetli ve siyasi uyanıklığa sahip bir Müslüman’a yakışmayan açıklamalarda bulundu. Ancak bazı Müslüman yetkililer ve yazarlar tarafından yapılan bu ve bunun gibi yaklaşımların doğru olmadığı Đslam ümmeti tarafından bizzat gözlemlendi. Hepimiz Pa-kistan ordusundaki Müslüman evlatlarımızın hain Pakistan yönetimi tarafından Amerikan menfaatleri uğruna nasıl yakıt olarak kulla-nıldığını, Müslümanlarla Müslümanların na-sıl birbirine kırdırıldığını, üzerlerine havadan bombalar yağdırılarak evleri başlarına yıkı-lan 3 milyon Müslüman’ın aç susuz bir halde nasıl göçe maruz bırakıldığını gözlerimizle gördük. Dahası bu yazının yazıldığı saatlerde “Barış Güvercini(!)” kisvesine bürünen necis kâfirler ve onların hain uşakları katliamlarına yenilerini eklemek için harekete geçtiler ve Pakistan’daki Veziristan bölgesine asker sev-kiyatı başlattılar. Nihayet Halid Meşal de 12.10.2009 tarihindeki açıklamasında şöyle söyledi; "Obama yönetimi farklı bir söylem dile getirmişti ama icraatları bir önceki Bush yöneti-minkinden farklı değil.”

Elbette değişmeyecekti, başka ne beklenir ki! Đşte böylece ABD ve diğer sömürgeci kâfir devletlerin Müslümanların hayrını istediğini zannetmenin nasıl fiyaskoyla sonuçlandığını bir kez daha görmüş olduk. Esasında kapita-lizm ideolojisiyle hareket eden, aynı zaman-da Müslümanlara kan kusturmayı düstur edinmiş bir devletin yöneticisinin değişme-siyle değişikliklerin olacağını sanmak yüzey-

selliktir. Buna ek olarak Rabbimiz Subhânehu ve Teâlâ düşmanlarımızı bize tarif etmektedir ki aldanmayalım;

خباال يألونكم ال كمدون من بطانة تتخذوا ال آمنوا الذين أيها يا أكبر صدورهم تخفي وما أفواههم من البغضاء بدت قد عنتم ما ودوانا قديب لكم اتإن اآلي لون كنتمقتع

“Ey iman edenler! Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık etmekten asla geri durmazlar, hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düş-manlıkları ağızlarından (dökülen sözlerin-den) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladık-ları (düşmanlıkları) ise daha büyüktür. Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.” (Ali Đmran 118)

Đşte Rabbimizin emrine kulak verdiğimiz-de O (Subhânehu ve Teâlâ) bize nasıl hareket etmemiz gerektiğini, neye inanıp neye inan-mamamız gerektiğini beyan ettiğini görürüz. Ki böylece Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in “Müminin ferasetinden korkunuz. O, Allah'ın nuruyla bakar”. (Tirmizî, Tefsir, 16) ta-rifindeki gibi ferasetli ve basiretli müminler olalım. Obama kâfirinin bizi tarif ettiği, ya da kalıbına sokmak istediği şekilde birer Müs-lüman olmayalım. Rabbimiz şöyle buyuru-yor;

�� أ���اء ��� ا�����ر ر ��ء ������ ��'&��� ر�$#ل ا���� وا�� �

“Muhammed, Allah'ın Rasulü’dür. Ve O’nunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidir-ler.” (Fetih 29)

Page 27: KöklüDeğişim 62

Selahaddin Karakılıç gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 27

Đlker Başbuğ’un Mardin Konuşması ve Düşündürdükleri.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Đlker Başbuğ, bayramın ikinci günü Irak sınırına sürpriz bir ziyarette bulundu. Son ana kadar nereye gideceği açıklanmayan Org. Başbuğ, Mardin'in Nusaybin ilçesinin Sınırtepe'deki bir karakoluna ziyarette bulundu. Askerlerle tek tek bayramlaşan komutan hatırlarını sor-du. (21 Eylül 2009 basından)

21 Eylül günü Mardin’deki askeri kara-kolda yaptığı konuşmayı incelediğimizde as-kerin siyasetindeki değişimleri takip etmemiz çok kolay olacaktır. Çünkü Başbuğ bu ko-nuşmasında değişen ulusalcı siyasete dair pek çok noktayı gözler önüne sermektedir. Konuşmayı satır başlarını incelemek sure-tinde ele aldığımızda şunların beyan edildi-ğini görürüz.

1. “Ülke ve millet bütünlüğünün korunması-nın elbette bir bedeli vardır.” “Asker için onur ve vazife her şeyin üstündedir. TSK, bölücü terör örgütü ile mücadelede kendisine düşen görev ve sorumluluklarının bilinci içindedir.”

Son günlerde gündemden düşmeyen an-cak kimsenin neyi içerdiğini ya da nasıl uy-gulanacağını kesinlikle bilmediği “Kürt açı-lımı” nam-ı diğer “demokratik açılım” önceki MGK toplantısında çıkan kararlar neticesinde asker tarafından desteklenmişti. Başbuğ bu açılımın arkasındayız şeklinde bir beyanatta bulunmuştu.

Mardin’de yaptığı konuşmadaki bu alıntı ise askerin her ne kadar açılım adı altında Müslüman Kürt kardeşlerimizi Amerikan li-beral demokrasisi potasında eritme çalışma-sına destek veriyorsa da buradaki desteğinin tam bir teslimiyet içerisinde olmadığını gös-termiştir. Başbuğ, silahlı mücadelenin devam edeceğini beyan ederek TSK’nin elindeki bu kozu bırakmayacağını beyan etmiştir.

Bugün Türkiye’deki ordu kâfirlerle cihad eden “peygamber ocağı” olan ordu değildir. Hal böyle olunca Türk Ordusu cumhuriyetin kuruluşundan beri aktif olarak savaş içeri-sinde yer almamış ve hantallaşmıştır. AKP hükümetinin yaklaşık yedi yıllık iktidarı sü-resince kamuoyunu ele geçiren Amerika’dan ithal liberalizm ve demokrasi havası ordunun şu andaki konumunu ve yetkilerini kamuo-yunda sorgulanır hale getirmiştir.

Özellikle Ergenekon davası adı altında li-beralizm yanlısı Amerikancı kanat büyük güç kazanmış ve ordu üzerinde istediği an kulla-nabileceği bir koz elde etmiştir. Bu sebepten dolayı ordu elindeki kaleleri birer birer yi-tirmiştir. Şu anda orduyu ayakta tutan çok az kozdan birisi de PKK’nın varlığıdır.

Geçmişte PKK’yı destekleyen Amerika bugün silahlı grupları tasfiye etme siyasetine gitmiştir. Çünkü artık Amerika yapacağı sö-mürüyü çatışma yoluyla değil iktidarları, özellikle de kurumları ele geçirerek yapmayı istemektedir. Bugün Türkiye’deki ve dünya-nın Amerika’ya bağlı diğer ülkelerindeki du-rum budur. Mevcut iktidar ile birlikte Ame-rika’nın istediği yasalar tereyağından kıl çe-ker gibi meclisten geçmektedir.

Buradaki sözlerinde Başbuğ, ordunun gü-cünü meşru kılan çok az unsurdan biri olan PKK ile mücadeleye devam edeceklerini be-lirterek ellerindeki bu fırsata sıkıca sarıldıkla-rını göstermiştir. Bu fırsat da ellerinden gitti-ğinde ordunun iyiden iyiye azalan gücü sı-fıra inecek ve ordu bir Hollanda ordusu ka-dar dahi güce sahip olamayacaktır.

2. “Silahla, kanla bir yere varılamaz. Tek çıkar yol bölücü terör örgütünün silahlarını bırakması-dır.” “Büyük devletler, güçlü uluslar adildir, şef-katlidir”

Page 28: KöklüDeğişim 62

başbuğ’un mardin konuşması…

köklüdeğişim kasım 2009 28

“Adalet Bakanlığı’ndan aldığımız bilgilere gö-re 2005-2008 yılları arasında bölücü terör ör-gütünden 221. maddeden faydalanmak üzere mü-racaat eden kişi sayısı 870’dir” “Yine bakanlığın verdiği bilgilere göre, 638’ine ceza verilmemiştir, serbest bırakılmıştır.” “Tek çıkar yol silahlarınızı bırakmaktan geçiyor. Bu ülke çok büyük bir ülke. Bu ülke bütün vatandaşlarına yeter.”

Başbuğ’un bu beyanatı “demokratik açı-lım” içerisinde var olduğu rivayet edilen ve kapsamının oldukça geniş olduğu söylenen genel affa bir işaret olabilir. Ancak buradaki konuşmada askerin bir tuzağının olduğu ka-nısındayım.

Hatırlanacağı gibi üniversitelerde türba-nın serbest olmasını getiren bir yasa çıkarıl-dığında MHP buna destek vermişti ki, zaten bu yasa MHP’nin milletvekillerinin destek vermesi sonucu meclisten geçebilmişti. Daha sonra iktidarın halen mevcut statükocu Đngi-liz kanadı karşısında “muktedir” olamaması sonucu uygulama yürürlükten kalkmış ve tekrar üniversitelerde türban yasaklanmıştı.

Bu olayda en büyük kazanımı da MHP el-de etmişti. Hem türbana destek vererek Müs-lüman Türk halkının teveccühünü kazanmış hem de yasa uygulamadan kaldırılınca çeki-lince suç üzerine değil iktidara kalmıştı. Hat-ta MHP milletvekillerinden Deniz Bölükbaşı bir açıklamasında bunun kendileri tarafından planlanmış bir tuzak olduğunu beyan etmiş-ti. Çünkü destek vererek türbanın yasadan geçmesini sağladılar ancak AKP’nin bunu yürürlüğe koyamamasıyla da AKP’nin imajı-nı sarstılar.

Aynı siyaseti bugün ordu da izliyor olabi-lir diye düşünüyorum. Çünkü ordu bugün geçmişteki gibi yönetim üzerinde aktif bir güce sahip değil. Sivil otorite tarafından, da-ha doğrusu Amerikan siyaseti ile sindirilmiş durumda bu da orduyu daha sinsi üsluplar kullanmaya ve yeraltına inmeye zorluyor. Burada da Başbuğ açılımı destekliyorum deyip bunun kamuoyuna inmesini sağ-

ladıktan sonra halktan iktidara tepkilerin gelmesini de istiyor olabilir.

4. “Bu orduyu burada görüyorsunuz. Bazıları bu orduyu karıştırıyorlar. Bu ordu hiçbir grubun ordusu değildir. Bu ordu milletin ordusudur. Bu-nu bozdurmayız. Bizim gücümüz bu. Türk or-dusunun arkasında millet var.”

Ordu sarsılan gücünü yeniden toparlamak için zaman zaman böyle söylemlere başvu-ruyor. Daha evvel de “güçlü ordu güçlü Tür-kiye” sloganı pek çok reklam panosunda gün-lerce sergilenmişti. Başbuğ yıllarca halk üze-rinde korku uyandıran ordu imajını yıkmak için harekete geçti. Çünkü sert imaja sahip bir ordu artık toplum üzerinde istediği etkiyi uyandıramıyor. Çünkü Amerika demokrasi düşüncesiyle toplumda mevcut statükoya karşı bir savaş açtı. Bu savaşın içerisine pek çok yayın organını, aydını! ve sivil toplum kuruluşunu katarak kendi isteklerini halkın istekleriymiş gibi kamuoyunda güç-lendirmeye çalıştı ve büyük oranda da başa-rılı oldu.

Bu durum karşısında ise Başbuğ sahaya indi ve halkla kucaklaşma çabaları içerisine girdi. Kâh Türkçe bilmeyen bir kadınla ter-cüman aracılığı ile konuştu, kâh mezun ol-duğu ilkokul arkadaşlarıyla buluştu, kâh Güneydoğu’da bir eve misafir oldu. Bunların tümünü yapması ordu için biz zorunluluk haline gelmişti, çünkü mevcut Amerikancı iktidarın başbakanı Erdoğan da gecekondu-lara misafir olup iftar açıyor ve her fırsatta oyuncak dağıtıyordu. Amerika’nın kullan-dığı yumuşak üsluba ordu da aynı şekilde karşılık vermeliydi.

Öte yandan bu ordu hiçbir grubun ordusu değildir sözü yıllardır Müslüman halkın nef-retini kazanmış ordunun kendisinin laik taife ile olan organik bağını inkârdan başka bir şey değildir. Bir önceki paragrafta da zikredildiği gibi ordunun kendini benimsetme çabası Amerikancı anlayış karşısında tutunmaya ça-

Page 29: KöklüDeğişim 62

başbuğ’un mardin konuşması…

köklüdeğişim kasım 2009 29

lışan ordunun üslup değişikliğinden başka bir şey değildir.

Đlker Başbuğ sene başından beri yoğun-luklu olarak ekranlarda boy gösteriyor, gün-demdeki meselelerle ilgili fikir beyan ediyor ve yorumlar yapıyordu. Bu son açıklamalar da bu halkanın bir parçasıdır. Bu açıklama-larda önemli olan husus ordunun da bir sivil toplum kuruluşu gibi hareket ediyor olması-dır. Geçmişte darbeler yapan, sözü kanun olan ordu, şu andaki güçsüzlüğünden dolayı sadece fikrini beyan eden bir sivil toplum ku-ruluşu konumuna düşmüştür.

Buna ek olarak esasen ordu pasif bir mu-halefet de izlemektedir. Gündeme ilişkin yo-rumlarla kısmen de olsa iktidara yönelik üstü kapalı eleştiriler yöneltilmektedir.

“Bölge insanının ihtiyaçlarını tespit edip, bu-nu karşılamak devletin asli görevi.”

“Bu bölge halkının öncelikli iki temel ihtiyacı nedir diye bana sorsanız derim ki: 1 – “Đşsizlik, geçim sıkıntısı, ekonomik sıkıntı.” 2 – “Eğitim sistemi. Eğitim sistemimiz yetersiz. Eğitim yalnız buranın sorunu mu değil. Değil ama buradaki problem diğer bölgelerden daha büyük. Bu bölge-deki eksiklikler diğer bölgelerden fazla.”

“Devlet fırsat eşitliğinden daha fazla yararla-nabilmeyi tüm vatandaşlarına sağlayabilmeli.”

Bu sözlerde görüldüğü üzere tavsiye nite-liği taşıyan ancak içten içe eleştiren bir yakla-şım vardır. Ordu burada hükümetin eksikle-rini beyan edip nasılsa biz müdahale edemi-yoruz, bakalım siz bu bataktan nasıl çıkacak-sınız anlayışı ile orduya pasif bir muhalefet yapmaktadır kanaatindeyim. Esasen ordu ak-tif müdahaleyi ister ancak mevcut durum or-dunun aktif müdahalesini mümkün kıl-mamaktadır.

Bugün Türkiye’de yaşanan klasik güçler çatışmasıdır. Ne var ki rüzgâr bugün Ameri-kancı demokrasi ve liberalizm lehine estiril-mektedir. Burada eli zayıflayan ordu da pasifize bir muhalefet ve yer altı siyasetiyle eski günlerine kavuşacağı günü özlemle bek-lemektedir.

Đslam’ın ordusu yönetime karışmayan sü-rekli cihad eden ve Đslam’ın nurunu tüm ka-vimlere nur ve hidayet kaynağı olarak cihad ile taşıyacak olan ordudur. O ordu ise Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın vaat ettiği Rasulü’nün müjdelediği Đkinci Raşid-i Hilafet Devletinin ordusudur.

Page 30: KöklüDeğişim 62

Halime Aydın gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 30

Bağımlılığın Gölgesinde Alkolizm. Menfaatçilik mefhumunu kendisinde ba-

rizleştiren kapitalizm, olabildiğince doyum-suz, dünya hayatına aşırı derece de bağımlı, sınır tanımayan bir insan tipi oluşturmuştur ne yazık ki. Kapitalist nizamın etkisi ile in-sanlarda var olan helal-haram ölçüsü kar-za-rar ölçüsüne dönüşmüştür. Sonuçta ise “tü-ketim çılgınlığı” meydana gelmiş ve her ge-çen gün etkisini daha şiddetli göstermiştir. Bu bağlamda tüketim ile alakalı araştırmalar yapılmış, raporlar yayınlanmıştır. Zaten Tür-kiye’de çeşitli başlıklar altında, durumu izah etmekten öte geçemeyen raporlar birbiri ar-dınca yayınlanır. Bu raporlardan biri de Tü-tün ve Alkol Denetleme Kurumu’nun ya-yınladığı rapordu. Rapora göre Türkiye’de alkol piyasası %35 büyüme kaydetmiştir. Ya-ni Türkiye’de Müslüman halkın alkole rağbe-ti %19 oranında artış göstermiştir. Bu rapor-dan hareketle bir takım noktalara deği-neceğiz inşallah.

Đnsan, yaratılışı itibari ile içgüdü ve uzvi ihtiyaçlara sahiptir. Diğer varlıklardan farklı olarak ise akledendir. Đnsan için bu ihtiyaçları tatmin etmek tabi ki kaçınılmazdır. Yaratıcı da bizden bu ihtiyaçları tatmin etmemizi ta-lep eder. Fakat burada önemli olan husus, ih-tiyaçların tatmininde ki metottur, yani in-sanın seçtiği yaşam tarzıdır. Yaratıcı bizden ihtiyaçlarımızı tatmin etmemizi ister ama kendi belirlediği ilkeler ve ölçüler dairesinde. Đnsan ihtiyaçlarını hırsızlık yaparak da tat-min eder, gücü nispetinde çalışarak da… Bu insanın kendi seçimidir ve burada söz ko-nusu olan insanın iradesidir.

Allahu Teâlâ insana olan rahmeti ile Đs-lam’ı göndermiş ve ihtiyaçların tatmininde ki organizeyi sunmuştur. Kur’an’ın hemen he-men bütün emir ve yasakları bu organizeyi bizlere öğretir. Đnsanlar Đslam’a kavuşunca, aklı geri plana atarak sadece ihtiyaçlarını gi-

dermek adına yaşamaktan kurtulmuşlar, ha-yatta ki varoluş gayelerini öğrenmişler, ya-şamın kastını algılama keyfiyetini edinmiş-lerdir. Đnsanlar arasında ki alakaların Đslami alakalar haline geldiği bir toplum oluştur-muşlardır. Böyle bir toplumda eğitimden ka-sıt, Đslami şahsiyete sahip bireyler yetiştir-mekti. Nitekim küçük yaşta Đslami şahsiyeti oluşturmak adına eğitim görenler, ya Đslami konularda bir âlim ya da kendi alanlarında işin ehli uzmanlar oluveriyorlardı. Her halü-karda bu kişilerde Allah korkusu temerküz eder, gayelerinin ilk sırasına Allah’ın rızasını kazanmak girerdi.

Ne yazık ki hayat sahasından Đslam’ın kaldırıldığı günden bu yana insanların -cahi-liye devrinde olduğu gibi- sadece ihtiyaçla-rını tatmin etmeleri için yaşamaları adına, binbir türlü planlar sahneye konulmuştur. Yani tekrar bir geriye dönüş yaşanmıştır. -Đr-tica- edilmiştir. “Đhtimal ki bazı kafalar ko-pacaktır” tehditleri altında bir oldubitti ile ilan edilen cumhuriyet, dinsiz bir hayatı ve orman kanunların hüküm sürdüğü bu ha-yatta, insan fıtratına tamamen aykırı bir or-ganizeyi sunmuştur insana. Çeşitli hainlik-lerle kandırılan, zihinleri boşaltılan aileler, 9.senfoniyi dinlemekle çağdaşlaştıklarını, muasır medeniyetler mertebesine ulaştıkla-rını zannetmişlerdir. Bu aileler bale eğitimi vererek, özel hocalar(!) eşliğinde piyano ders-leri vererek yetiştirdikleri evlatlarının, nasıl olurda bir alkolik veya uyuşturucu bağımlısı olduklarını; nasıl olurda bunca emeğe rağ-men (!) kendilerine sahip çıkmadıklarını algı-layamamışlardır. Doğru ya mahalle bas-kısından, irticadan -Đslam’dan- uzak, özgür yaşayan çağdaş gençler, nasıl olurda bu ka-dar doyumsuz olabilirlerdi.

Demokratik rejim, git gide doyumsuzla-şan, tembelleşen, ahlaksızlaşan, yozlaşan in-sanlara, her zaman Đslam’ı ilk düşman olarak

Page 31: KöklüDeğişim 62

bağımlılığın gölgesinde alkol…

köklüdeğişim kasım 2009 31

göstermiştir. Ancak önceleri Đslam’ın her çe-şidine -nasıl anlaşılırsa anlaşılsın- her anlam-da cephe alan bu sistem, son yıllarda Đslam’a bakışını değiştirmiş gibi görünmektedir. Yü-zeysel baktığımızda böyle görebiliyoruz. An-cak biraz derine indiğimizde Đslam’a olan düşmanlığın halen devam ettiğini bu düş-manlık üzere yol almaya devam ederken araçların değiştiğini anlamaktayız. Meşhur “ılımlı Đslam” söylemi ile Đslam’ın ılımlı ola-nına karşı(!) bir hoşgörünün var olduğu ka-bul ettirilmeye çalışılmaktadır. Hâlbuki bu rejim, Đslam’a göre haram sınırları içerisinde olan her şeyi, mübah gibi göstermiş hatta dikte etmiştir. Haram mefhumu ve bu ölçü-nün Müslüman’ın kırmızıçizgileri olduğunu zihinlerden kazımıştır adeta. Haram olan şeyler Đslam’ın belirlediklerinden değil de, toplumun örflerinden çıkarılır olmuştur.

Sarhoşluk veren -Đçki gibi- maddeleri kul-lanma meselesi de böyledir. Allah’ın kati ola-rak haram kıldığı bir meseledir. Bu konuda Đslam hiçbir ruhsat da vermemiştir. Sarhoş-luk veren maddeler şu ayetle haram kılınmış-tır;

رجس واألزالم واألنصاب والميسر الخمر إنما آمنوا الذين أيها يانل ممطان عو الشيبتنفاجه لكملع ونحا تفلإنم ريدي طانأن الشي عوقي

نكمية باوداء العغضالبي ور فر الخمسيالمو كمدصين وكر عذ ن اللهعو الةل الصون أنتم فهنتهم

“Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal ve şans okları birer şeytan işi pis-liktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan, içki ve kumar yoluyla an-cak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” (el-Maide 90-91)

Ebu Said’in Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’den rivayet ettiği bir hadiste Allah’ın Rasulü şöyle buyurmuştur;

“Rasul (Aleyhi’s Selam) şöyle buyurdu; “Şüphesiz ki Allah içkiyi haram kılmıştır. Kime bu ayet ulaşırsa ve yanında içki namı-na bir şey varsa artık o içilmez ve satılmaz.”

Bunun üzerine insanlar yanlarında ve evle-rinde ne varsa Medine sokaklarına döktüler.”

Buhari Enes b. Malik’den şöyle dediğini rivayet etti;

لجراح وأبي كنت أسقي أبا طلحة األنصاري وأبا عبيدة بن ا رالخم فقال إن آت مهاءفج رتم وهيخ وفض نا مابب شركع نبقد حرمت فقال أبو طلحة يا أنس قم إلى هذه الجرار فاكسرها

تهبراس لنا فضرهت إلى مفقم تقال أنسرتى انكسح هفلا بأس

“Ben Eba Talha el-Ensari’ye, Eba Ubeyde ibn-ul Cerrah’a Ubeyy ibn-u Kab’a hurmadan yapıl-mış bir şarap içiriyordum ki ansızın biri çıkageldi ve şöyle dedi; “Şüphesiz hamr (içki) haram kı-lınmıştır.” Ardından Eba Talha şöyle dedi; “Ey Enes! Kalk şu küplere git ve hemen onları kır!” Enes; ”ben havanımıza doğru ilerlemek üzere kalktım ve onun tepesinden aşağı öyle bir vurdum ki nihayet o paramparça oldu.” dedi.

Đşte bu deliller ile içkinin haram kılındığı sabittir. Zaten mesele içkinin haram olup ol-madığı meselesi değil, haram olduğu halde Müslümanların içkiye olan rağbetinin art-ması meselesidir. Bildiğimiz gibi Türkiye Müslüman nüfus ile beraber genç nüfusun da çoğunlukta olduğu bir ülkedir. Bu özelliği ve sahip olduğu bir sürü nimetiyle beraber, sö-mürgecilerin ilgi odağı haline gelmiştir. Tür-kiye halkı ise batıya hayran hayran bakarken, batı da Türkiye’ye -menfaatleri icabı- hayran hayran bakmaktadır. Türkiye halkının yar-dımseverliğinden, misafirperverliğinden de-ğil elbette! Bu genç nüfusa sahip Türkiye’nin, birçok âlimler yetiştirmesi, bilim adamlarına sahip olması beklenir doğal olarak. Dini ha-yat sahasından kaldırmasından dolayı müç-tehitler yetiştirmese de, hiç değilse bilim ve fen alanında dinamik olması beklenebilir. Ne yazık ki Türk gençliği ne damarlarında ki asil kanın hala farkına varmıştır ne de herhangi bir alanda bir ilerleme kaydetmiştir. Ahlaken ve ruhen bozuk bir gençlik türemiştir zaman-la. Hatta bu gençlikten ebeveynlerini katle-denler bile çıkmıştır. Çünkü bu gençliğe dizi-lerle, sinemalarla ahlaksızlık öğretilmiş, içki

Page 32: KöklüDeğişim 62

bağımlılığın gölgesinde alkol…

köklüdeğişim kasım 2009 32

içmek delikanlılığın göstergesi olarak lanse edilmiştir. Her çeşidiyle kitlesel iletişim araç-ları kullanılarak, içki içmek gibi haram olan bütün şeyler süslü gösterilip özendirilmiştir. Babalar erkek evlatlarına içki sofralarında örnek olmuşlardır. Böyle bir toplumun içki içmek gibi haram olan her şeye rağbet etme-sinden daha doğal ne olabilir ki?

Şuna da dikkat etmek gerekir; faturalarla, vergilerle sömürülen, varlık içinde yokluk yaşayan bu halka göre içki içerek kafayı da-ğıtmak(!) normaldir. Zaten halkın elinden amellerinde ki haram-helal ölçüsü alınmıştır. Dolayısıyla içki tüketiminin artması anormal değildir. Son yıllarda TV dizilerinde ki içki sahneleri artış göstermiştir. Neredeyse içki içilen sahnelerin olmadığı dizilere veya film-lere rastlamak imkânsızdır. Halkın içkiye olan rağbetinin %19 oranında artış gösterme-sinde ki en önemli faktörlerden biri de, her hafta merakla takip edilen bu TV dizileridir. Ve bu diziler ile beraber kaybolan Đslami mefhumlardır.

Sonuçta ise, ekonomik krizlerle bunaltılan, ahlakı elinden alınmış, dinleri hayattan kal-dırılmış bu halka, alkol ile beyni uyuşturmak layık görülmüştür. Bu amaçla çeşitli üsluplar kullanılmış, halkın alkol içeren, uyuşturan maddelere rağbeti artmıştır. Nedense devlet sigara ile savaşmak için çeşitli kampanyalar üretirken, bazı alanlarda sigara içmeyi ya-saklarken; daha kötüsü olan alkol hakkında aynı özeni göstermemektedir. Çünkü devlet

ekonomisinde alkol piyasasının yeri önemli-dir. Bu bağlamda muhafazakârlaşma ve ma-halle baskısı korkusu ile irkilen laik çevreler de rahat edebilirler. Görülüyor ki Türkiye’de muhafazakârlaşma korkutucu(!) boyutlara ulaşmamıştır. Statükonun Đslam ile hük-metme yahut Đslami değerleri topluma yeni-den kazandırmak gibi bir gayesi de yoktur. Nizamın gayesi de bu nizam ile hükmedenle-rin gayesi de bu değildir.

Đslam nizamı ise haram olan şeylere karşı cezai yaptırımlar koymuştur. Çünkü Đslam hayatın her alanına etki eden bir dindir. Đçki içene uygulanacak ukubatı, celd (kırbaç vurmak, sopa cezası) olarak belirlemiştir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur; “Kim içki içerse onu kırbaçla-yınız.”

Đslam’ın toplumda uygulanmayışının -kalplerde ne kadar mevcut olursa olsun- in-sanı nasıl bir zillete sürüklediği ortadadır. Đs-lam yeryüzüne hâkim olmadan bu zilletin bitmesi de imkânsızdır. Çünkü izzet Đs-lam’dadır ve onun hayata tahakkümü ile geri gelecektir. Bizler o zaman ne içki tüketiminin artması hakkında ne de başka rezillikler hak-kında konuşacağız. Bizler o zaman Đslam’ın nasıl tağutları yerle bir ettiğini ve nasıl dalga dalga yeniden dünyaya yayıldığını konuşa-cağız inşallah. Đnsanlığı rezil bir hayattan na-sıl kurtardığına şahit olacağız inşallah. Umu-lur ki o günler çok yakındır…

Page 33: KöklüDeğişim 62

Hüseyin Sivren gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 33

AKP’nin Yaptığı Đki Yüzlülük. 26.07.2009 Pazar günü Đstanbul-Esenler

Hakkı Başar spor kompleksinde “Müslüman Alemin Đçinde Bulunduğu Hal ve Çözümü” başlıklı konferansımız Đstanbul Valiliğinin kararıyla! iptal edilmişti. Gerekçe olarak da “2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunun 17. Maddesindeki bölge valisi veya kaymakam milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve ge-nel ahlakın veya başkalarının hak ve özgür-lüklerinin korunması amacıyla belirli bir top-lantıyı bir ayı aşmamak üzere erteleyebilir veya suç işleneceğine dair açık ve yakın teh-like mevcut olması halinde yasaklayabilir.” kanun maddesine dayandırıldı.

Bu iptal kararının konferans heyetine ile-tilmesi için bazı polis memurlarına görevleri tevdi edilirken, ikibine yakın aynı statüye sahip başka memurlara da dergimizin çalı-şanları başta olmak üzere 200 civarında Müs-lüman’ın tutuklanması emri tevdi edilmiş ve memurlar kendilerine verilen görevi harfiyen yerine getirmek sureti ile Müslümanları tu-tuklamışlardır.

Bu tutuklamaların nedeni valiliğin ifade ettiği gibi “suçun önlenmesine yönelik” ol-madığı ilerleyen süreçte bakan ama kör ol-mayan gözlerden kaçmamıştır. Burada me-selenin iç yüzüne değinmeden önce suç işle-yeceği var sayılarak operasyon yapılan Hizb-ut Tahrir’in kendini nasıl bir kitle olarak ifa-de ettiğine web sitesinden bir bakalım. “Hizb-ut Tahrir Đdeolojisi Đslâm olan siyasî bir partidir. Siyaset onun ameli ve Đslâm onun ideolojisidir. Ümmet arasında ve ümmetle birlikte, ümmetin Đs-lâm'ı kendisine dava edinmesi için, Hilâfet'i ve Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyi/yönetmeyi tek-rar varlık sahasına geri getirmesi maksadı ile ümmete önderlik etmek için çalışır. Bugün bizim içinde yaşadığımız Dâr (ülke), Dâr-ül Küfür'dür. Çünkü küfür hükümleri uygulanmaktadır ve Rasulullah'ın Mekke'deki Peygamberlikle gönde-rildiği günlere benzemektedir. Dâr-ül Küfür'de davayı yüklenmek; davetle, siyasî çalışmalarla olur, maddî çalışmalarla değil. Rasulullah'ın Mekke'de daveti yüklendiği gibi.. Zira o, yalnızca

davetle yetindi, maddî güç-kuvvet kullanmadı.” (www.turkiyevilayeti.org)

Hizb kendini bu şekilde tarif etmesi ile birlikte bu tarifi destekleyen bilgi ve belge var mı? ona da bakalım.

“Hizb-ut Tahrir’in ÖĐH (Özbek Đslam Hare-keti) ile benzer amaçlar taşımasına rağmen, stra-teji, metod ve yaklaşımlar açısından oldukça farklı bir yapılanma olduğu gözlenmektedir. ÖĐH gibi HT’de Özbek yönetimini yıkmayı yerine radikal bir Đslam devleti kurmayı amaçlamaktadır. Fakat iki noktada ÖĐH’den ayrılmaktadır. Örgüt şiddete karşı stratejisini kendi ifadeleriyle “barışçıl cihad” olarak tanımladıkları bir çerçevede ideolojilerini savaşla değil “sözlü tebliğ” ile yaymaya dayan-dırmaktadır.” (http://www.usak.org.tr)

“Şanlıurfa'da Hizb-ut Tahrir örgütünün in-ternet sitesine girerek üye olan ve üç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılan 24 yaşındaki Mehmet Nazif Yıldırım'ın yargılandığı davada ilginç bir gelişme oldu. Davanın görüldüğü Di-yarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi'ne Emniyet Genel Müdürlüğü'nden gelen raporda, Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü olmadığı belirtildi. Savcı ise, örgütün amacının tüm Müslümanları bir ha-life etrafında toplayarak hilafet devleti kurmak ol-duğunu belirtti. Savcı Hizb-ut Tahrir'in amacına ulaşmak için 'kültürlenme', 'halkla bütünleşme' ve 'Şer'i esaslara göre Đslam devleti kurma' stra-tejilerini benimseyerek, Ürdün, Suriye, Lübnan, Sudan, Kuveyt, Kudüs, Malezya, Özbekistan ve Türkiye'de faaliyet gösterdiğini, Avusturya, Al-manya ve Đngiltere gibi Avrupa ülkelerinde de ör-gütlendiğini vurguladı. Mahkeme, sanık Yıldı-rım'ı üç yıl hapis cezasına çarptırdı.” (radikal)

“Moskova merkezli Orta Asya Đnsan Hakları Arşiv Merkezi, Memorial’in 1999 yılında yayın-ladığı “Kerimov Hizb-ut Tahrir’e Karşı” başlıklı raporda şöyle denilmektedir: “Partinin temel il-kelerinden biri de Hilâfet Devleti’ni kurmakla uğ-raşırken, maddi güç kullanmayı reddetmesidir. Fergana, Kokand, Andican ve Namingan gibi kentlerden gelen bilgiler bu kanaati doğrulamak-tadır Bu bilgiler ise, partinin otoriteyi ele geçir-menin yolunun; bazı ülkelerdeki gibi maddi güç kullanmakla değil, aksine hiçbir taraftan destek-

Page 34: KöklüDeğişim 62

akp’nin iki yüzlülüğü…

köklüdeğişim kasım 2009 34

lenmeksizin sadece fikir ve aynı türden bir metod ile hareket edildiğini göstermektedir.”

“Merkezi Brüksel’de bulunan dünya çapında saygın Uluslararası Kriz Grubu’nun 30 Ocak 2002’de yayınladığı “IMU (Özbekistan Đslami Hareketi) ve Hizb-ut Tahrir: Afganistan Sa-vaşı’nın Đşaretleri”başlıklı raporunda şöyle de-nilmektedir: “Hizb-ut Tahrir, aşırılar olarak ta-nımlandıkları için özellikle Batılı politika üretici-lerine sert bir şekilde meydan okumaktadır. Yani sadece barışçıl, şiddet-dışı bir yol benimsediklerini açıkça ve ısrarla vurgulamaktadır. Orta Asya’daki yönetimler ise, onların siyasi sistem açısından çok ciddi bir tehdit olduğuna inanarak buna, düşün-celerini şiddet-dışı bir ifadeyle dile getiren insan-ları tutuklayarak cevap vermektedir.”

“Türkiye’de 2003 yılında Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 2003/2291 nolu kararında şöyle de-nilmiştir: “Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bilgi yazılarından, mahkememize intikal eden olaylar-dan ve dosya içeriğinden Hizb-ut Tahrir adındaki yapılanmanın cebir ve şiddet eylemlerinde bulun-duğu, bu yönteme başvurduğu hususu tespit edi-lememiştir. Yapılanmanın bu haliyle terör örgütü olarak kabul edilmesi yeni yasal düzenleme karşı-sında mümkün görülmemektedir…”

“Yine Uluslararası Kriz Grubu’nun 30 Hazi-ran 2003’te yayınladığı “Orta Asya’da Radikal Đslam: Hizb-ut Tahrir’e Tepki” başlıklı raporunda ise şöyle denilmektedir: “Hizb-ut Tahrir, dinî bir organizasyon değildir. Tam aksine Đslam üzerine kurulu bir ideolojiye sahip siyasî bir partidir. Tüm Müslümanları Đslamî yönetim altında biraraya getirmek ve Batı’ya karşı koyabilme ka-pasitesine sahip bir devlet kurmak için tarihsel Hilafeti yeniden kurmayı amaçlar… Hizb-ut Tah-rir, siyasî bir mücadele biçimi olarak “şiddeti” reddetmeye sahip çıkar ve faaliyetlerinin çoğu ba-rışçıldır, şiddet dışıdır. Teoride grup, Đslamî hük-me muhalif olan, masumların öldürülmesi olarak değerlendirdiği terörizmi reddeder… Yöne-timlerin iddialarına rağmen, Orta Asya’da veya bir başka yerde terörist faaliyetlere karıştığına ilişkin hiçbir delil bulunmamaktadır.”

“Yine Đngiliz Göçmen Bürosu’nun 19 Ağustos 2003 tarihli bir belgesinde şöyle denilmektedir: “Hizb-ut Tahrir, dünya çapında birçok ülkede ak-tif olan bağımsız bir siyâsî partidir. Hizb-ut Tah-rir’in faaliyetleri düşünsel gerekçeler, mantıksal argümanlar ve siyâsî kaynaşma üzerinde odak-

lanmaktadır. Parti, çalışmasının tüm boyutla-rında Đslâmî Şeraite bağlılık göstermekte ve Đslâmî Devleti yeniden kurmanın bir metodu olarak re-jimlere karşı şiddet veya silahlı mücâdeleye baş-vurmayı, Đslâmî Şeriatın bir ihlâli olarak değer-lendirmektedir.”

“Yine Danimarka’da 15 Ocak 2004’te Dani-marka Adalet Bakanlığı, Genel Savcının partinin Danimarka Anayasasına göre yasaklanma olası-lığı hakkındaki raporundan sonra, Hizb-ut Tah-rir’in yasaklanmasının mümkün olmadığını belir-ten bir karar yayınladı. Genel Savcının raporu, dahili ve harici araştırmalar dahil yaklaşık bir bu-çuk yıl süren kapsamlı ve uzun bir çalışma ve so-ruşturmalardan sonra anayasanın 78. maddesi uyarınca partinin yasaklanmasının mümkün ol-madığına yönelik bir tavsiye ile birlikte sunuldu. Raporun 3. sayfasında şöyle denildi: “Partinin iz-lediği ve uyguladığı bu yol; fikrî, kültürel ve si-yasî çalışma üzerine kuruludur. Parti, hayırsever ve silahlı eylemlerle uğraşmamakta ve bunun se-bebi Đslamî Şeriat’ın kaynaklarıyla açıklanmakta-dır.” 6. sayfasında da şöyle denildi: “Yapılan araştırmaya binaen, Hizb-ut Tahrir’in yasa-dışı bir amaç taşıdığı hakkında gerekli deliller sunmak mümkün değildir.” 8. sayfasında ise şöyle denildi: “Bunun içindir ki, Hizb-ut Tahrir’in çalışmasının doğal bir parçası olarak, yasadışı anlamına gelen veya yasa-dışı olan faaliyetler yaptığını kanıtla-yan hiçbir delil yoktur... Yine işaret edilenlere bi-naen, Hizb-ut Tahrir’in yasa-dışı anlamına gelen veya yasa-dışı olan faaliyetlerde bulunduğuna da-ir gerekli ve yeterli kanıtlar vermek imkânsızdır.”

“Geçen yıl Amerikan Kongresi’nde bir terör örgütü olup olmadığı hakkında yapılan tartışma-lar sonrasında Hizb-ut Tahrir’in terörist bir örgüt olmadığı sonucuna varılarak terörist örgütler lis-tesine dâhil edilmemiştir. Aynı şekilde Al-manya’da ve Đngiltere’de faaliyetlerinin yasak-lanmasına rağmen Avrupa ülkelerinin hiçbirinde Hizb-ut Tahrir terörist örgütler listesine alınma-mıştır. Üstelik sınır-dışı etmek, okuldan uzaklaş-tırmak ve faaliyetleri engellemek dışında hiçbir hukuki ceza da verilmemiştir. Avustralya, Hol-landa ve Danimarka’da özellikle Yahudilerin yo-ğun çabalarına rağmen Hizb-ut Tahrir henüz ya-saklanamamıştır.”

“Yine Mart 2005’te Pakistan’daki Lahor Yük-sek Mahkemesi, Hizb-ut Tahrir üyeleri hakkında açılan dava kararında şöyle denilmiştir: “Hizb-ut

Page 35: KöklüDeğişim 62

akp’nin iki yüzlülüğü…

köklüdeğişim kasım 2009 35

Tahrir, Pakistan Hükümeti’nin politikalarından duyduğu rahatsızlığı açığa vurmaktadır ve bu, her bir vatandaşın hakkıdır. Dolayısıyla kamuo-yuna dağıtılan bu bildirilerin nasıl terörizm veya bölücülük olarak değerlendirildiği anlaşılamamış-tır.”

3.Uluslararası Kriz Grubu’nun 2 Mart 2005 tarihli bir diğer raporunda da şöyle denilmektedir: “…Hizb-ut Tahrir kendisini Đslâmî Hilâfet’i ye-niden kurmaya adamıştır. Bu bakımdan amacına ulaşırken şiddet eylemlerinden kaçınmada, Cihâdî gruplardan tamamen farklılık arzetmektedir.”

“Ankara’da Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Amerikan Nixon Center ile birlikte ortaklaşa düzenlediği, aralarında bulunduğu çok sayıda diplomat, araştırmacı ve akademisyenin katılımıyla gerçekleştirilen ve konuşma metinleri Eylül 2004’te yayınlanan “Hizb-ut Tahrir’in Meydan Okuması: Radikal Đslâmî Đdeolojinin De-şifresi ve Mücadelesi” başlıklı konferansta gaze-teci Ruşen Çakır, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, Dı-şişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Murat Bilhan ve eski ASAM Başkanı Ümit Özdağ da konuşmalar yaparak Hizb-ut Tahrir’in geçmişinden, yapısından, hedeflerinden ve izlediği yöntemlerden bahsettikleri halde Hizb-ut Tahrir’in bir terör örgütü olduğuna dair hiçbir iddiada bulunmamışlardır.”

“Yine Nixon Center tarafından Aralık 2004’te yayınlanan “Hizb-ut Tahrir: Đslam’ın Siyâsî Đs-yanı” başlıklı kitapta Hizb-ut Tahrir’in kurul-duğu günden beri hiçbir şiddet eylemine başvur-madığı açıkça ifade edilmiştir. Yine Heritage Foundation ve CIA’ya bağlı Amerikan Ulusal Đstihbârat Konseyi’nin raporları da bu kapsamda-dır.”

Evet, görüldüğü üzere Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olmadığına dair birçok bilgi-belge mevcuttur, hatta T.C.’nin emniyeti ve mahkemesi dahi bunu resmi olarak belge-lendirmiştir.

Bu kadar bilgi-belgeye rağmen despot yö-netim yapacağından asla geri kalmamış, za-man zaman Hizbin üyelerine yönelik tutuk-lamalara devam etmiştir. Çünkü Hizb T.C.’nin terör örgütleri listesindedir ve bu ül-kede irtica (Đslam) her zaman birinci tehdit olarak algılanmıştır. Bu anlamda hizbin yüz-

lerce üyesi halen cezaevlerinde tutuklu veya hükümlü olarak hapsedilmiş durumdadır.

Fakat temmuz ayında gerçekleştirilen ope-rasyonun daha önceki operasyonlardan bir farkı var bilmem fark ettiniz mi?

Bu farklılıkla alakalı olarak önce şu haberi iyi okumamız lazım. Hatırlarsanız Ergenekon iddianamesinde “irtica ile mücadele” adı al-tında “AKP hükümetini ve Gülen cemaatini bi-tirme planı”na yer verildi. Bu plan dâhilinde;

- “Elde ettikleri TSK'yı yıpratıcı bilgi ve bel-geleri kendilerine müzahir (arka çıkan) medya or-ganları kanalıyla yayınlamakta.” Bu maddenin bir benzerini AKP, hizb için uygulamaya koymuştur. Birçok basın ve medyada hizbi yıpratıcı yalan-yanlış haberler kasıtlı olarak yayınlanmıştır veya yayınlanması emredil-miştir!

- “Üst düzey komutanlar hakkında Yahudi, Ermeni, Sabetaycı vb. oldukları şeklinde asılsız haberler yapılmakta” Bu maddeye ilişkin ben-zerlik gösteren, Hizb’in Ergenekon örgütü ile veya “Đsrail”den yönlendirildiğine ilişkin ya-lan-yanlış haberler yapılmıştır. Oysa hizb dünya genelinde 60’a yakın devlette faaliyet göstermektedir.

- “…kamuoyunun desteğini kırmak ve faali-yetlerine son vermek üzere bilgi destek faaliyetleri icra edilecektir.” Hizb ile alakalı yapılan ha-berlere bakıldığında bu madde ile bire bir ör-tüşmektedir. Ayrıca çok sayıda Hizb’in üye-sinin tutuklanması da bu minvaldedir.

- “Đhbara dayalı ev baskınları yaptırılarak, bu-ralarda silah ve mühimmatın yanı sıra, FG'ciler ile irtibat kurulması istenen oluşumlara (Yahudi-lik, CIA, MOSSAD, Moon Tarikatı, Humeyni vb.) ait objelerin aynı ortamda bulunması sağla-nacaktır.” Bu madde ile alakalı olarak Süley-man Uğurlu’nun evinde silah bulunduğu id-dia edilen silah meselenin iç yüzünü açıkla-maktadır.

Oysa yukarıda da değindiğimiz üzere Hizb-ut Tahrir kurulduğu günden günü-müze kadar maddi bir eyleme karışmadığı kesindir. O kendisinin metodunu yapmış ol-duğu birçok konferans, yürüyüş ve basın açıklamalarında ispatlamıştır.

Page 36: KöklüDeğişim 62

akp’nin iki yüzlülüğü…

köklüdeğişim kasım 2009 36

Đngilizci erkin kendine rakip olarak gör-düğü Amerikancı erki saf dışı edebilmek için hazırladığı planı, Amerikancı AKP ve yan-daşları Đslami hayatı başlatmak için kendini bu işe adamış Müslümanları saf dışı bırak-mak için kullandığı açıktır. Bu anlamda Đslam hem Đngilizcilerin hem de Amerikancıların birinci düşmanları olduğunun kesinliği tek-rar teyit edilmiştir. Buradan çıkan bir başka sonuç ise Hizb-ut Tahrir’in sistem tarafından korkulması gereken, biran önce önünün ke-silmesi gereken bir güç olarak algılandığıdır.

Son Temmuz ayında yapılan operasyonun diğer operasyonlardan farkına gelince; emni-yet Temmuz ayında yapılan operasyonlarda örgütsel doküman olarak sadece kitap, be-yan, dergi vs. gibi yazınsal materyalleri haber etmiştir. Oysa bu son operasyonda yazınsal dokümanların yanı sıra işin içerisine birde si-lahlar dâhil etmiştir. Yine bu operasyona yö-nelik olarak açılan davanın iddianamesinde, “sanıklarda Anıtkabir ve civarının uydu görüntü-lerinin bulunduğu ve altında da “Size kim gelir de toplanmış saflarınızı dağıtmayı ve cemaatinizi ayırmayı emrederse onu öldürün” yazdığı belir-tildi. “Yapılan aramada el yazısıyla yazılmış ka-lemle çizilmiş bir kroki bulundu. Kroki Đzmir Sel-çuk'taki Meryem Ana Kilisesi'ne ait. Bu kroki neden hazırlandı? Đddialara göre Hizb-ut Tahrir örgütü Meryem Ana kilisesine silahlı saldırı dü-zenleyecekti. Đçeride çok sayıda yabancı turistin bulunduğu anda içeri silahlarla girilecek ve rehin alma eylemi gerçekleştirilecekti.” (basından) haber-leri çıkmıştır. Bu işe yeltenmesinin nedeni ise, yeni çıkacak anayasada özgürlükler fikrine verilecek geniş kapsamdır. Bu anlamda dü-şünce özgürlüğü AB’nin dayatmalarından, olmazsa olmazlarındandır. Ayrıca değiştiri-len Terörle Mücadele Yasasında Terör’ün ta-nımı değiştirilmemiştir. Hizb-ut Tahrir’in faaliyetleri terör kılıfına sığmayınca, düşünce özgürlüğüne verilmiş küresel tanımı da de-ğiştiremeyeceklerine göre, Hizb-ut Tahrir’e yeni bir kılıf uydurmaları gerekli olmuştur ki, bunun için hazırladıkları tiyatro senaryo-sunu sahnede oynamaya başlamışlardır.

Đşte bu oyunun ana teması şimdiye kadar sadece fikri ve siyasi bir mücadele yürüten Hizb-ut Tahrir’e, silahlı terör örgütü yaftasını vurmaya çalışmalarıdır. Kendi akıllarından koydukları kanunlarına yine kendi akıllarına

göre verdikleri zıt kararlarla artık sadece kendilerini kandırabileceklerini, asıl gayeleri olan hizbin toplumun nazariyesinden düşü-rülmesini, onları toplumdan soyutlamayı ba-şaramayacaklardı. Bu nedenledir ki sistem hizbe yönelik “silahlı terör örgütü” iftirasını atma gayreti içerisine girilmiştir. Bu yapılan operasyonun analizine yönelik açıklama-mızdı. Birde bu konu ile alakalı olarak bir meselede daha var.

Liberal, özgürlükçü AKP hükümeti öz-gürlükler fikrinde oldukça samimi davran-maktadır. Bu minvalde, silahlı bir eyleme ka-rışmamış PKK’lıları velev ki, dağdan da gel-seler, velev ki, silahlı eğitimlerin yapıldığı kamplardan da gelseler, velev ki üzerlerinde kendilerine özgü gerilla elbiseleri içinde de gelseler… onları terörist olarak nitelendirme-yip salıvermektedir. Diğer taraftan Đslam için mücadele yapan Müslümanlar için reva gör-düğüne bakın! Bu noktada AKP ikiyüzlü davranmaktadır. Toplumu kandırmak içinde iki ayrı maske kullanmaktadır.

Abdullah Gül ve Recep Erdoğan ağız bir-liği etmişçesine, “düşüncesinden dolayı kim-se hapiste değildir, düşüncesinden dolayı kimse yargılanmamalı” mahiyetinde demeç-ler vermektedirler. Belki bu konuda en çok muzdarip olan Başbakan Erdoğan’dır. Za-manında bir şiir okudu diye etmediklerini bı-rakmamışlardı adamcağıza. Şimdi bu yan-lışla vermiş olduğu mücadele içerisinde “ne olursan ol yine gel” ama Hilafet istiyorsan “Hooop dur bakalım nereye hemşerim” derce-sine, “elinde silah varsa bırak gel anlaşırız”, la-kin “Đslam mı? dedin orada dur bakalım. Kon-jonktür uygun değil. O nedenle sizinle anlaşama-yız” der gibi bir tavır seziyorum. Haksız mı-yım?

Evet, hükümet düşünce özgürlüğü adı al-tında, demokratikleşme adı altında silahlı bir eyleme karışıp karışmadığından asla emin olamayacağı, bir sözüne istinaden serbest bı-raktığı, bekli bir askerin katilini, belki bir Müslüman’ın katili Marksist bir düşünceyi savunan eli kanlı terör örgütünün mensupla-rını serbest bırakmaktadır. Fakat ellerinde onlarca delil olmasına rağmen ve hem sözleri ile hem de şimdiye kadar ki fiilleri ile bunu ispatlamalarına rağmen, Đslam davasını gü-

Page 37: KöklüDeğişim 62

akp’nin iki yüzlülüğü…

köklüdeğişim kasım 2009 37

denlere aynı zaviyeden bakamamakta, ön yargılı davranmakta hatta kendini haklı çı-karmak adına iftiralar atmaktan da imtina etmemektedir.

Fikir hürriyeti; insanın serbest şekilde bil-giye ve düşünceye ulaşabilmesini, düşünce ve kanaatlerinden dolayı suçlanmamasını, düşünce ve kanaatlerini serbest şekilde açık-layabilmesini, savunabilmesini ve başkala-rına ulaştırabilmesini ifade eder. Bu manada mevcut siyasi otoritenin ve ona bağlı kurum-ların, kendi kanunlarına dahi riayet edeme-dikleri veyahut kanunlarını diledikleri kişile-re ve gruplara göre istedikleri şekilde yorum-ladıkları ve uyguladıkları ortaya çıkmaktadır ki, insan aklından çıkan kanun ve nizamların kaçınılmaz sonu budur.

Bugünkü vakası ile liberal AKP’nin sa-vunduğu fikir hürriyeti tamamen Müslüman toplumları ifsada yönelik büyük kapitalist saldırının sadece bir parçasıdır. Her ne kadar Türkiye’de söylem ile eylem çelişse de, ka-pitalistlere göre fikir hürriyeti; yöneticileri muhasebe etmek, siyasîlerin ve başkalarının davranışlarını eleştirmekle sınırlı değildir. Fikir hürriyeti bunlarla birlikte; açık küfrü, Allah’ın varlığını inkâr etmeyi, faiz, kumar, içki, zina, eşcinsellik vb. Đslâm’ın muhafaza-sını ve sımsıkı bağlı kalınmasını emrettiği Al-lah’ın emirlerini ve Đslâmî değerleri yok et-meyi hedefleyen Đslâm Akidesi ile çelişen ve-ya Đslâm Akidesi’nden çıkan hükümlere ters düşen herhangi bir fikre davet etmeyi de içermektedir ki Đslam kapitalistlerin çağrıda bulunduğu bu türden bir fikir hürriyetini ya-saklamıştır. Binaenaleyh bir Müslüman’ın bu türden fikirlere davet etmesi haramdır.

Ayrıca Đslâm’ın, Müslüman’a her konuda ve her işte görüşünü açıklamasına izin ver-diği doğrudur. Ancak Đslâm bunun; Đslâm Akidesi’nden kaynaklanan veya Đslâm Aki-desi’ne dayalı olması ve Đslâm’ın mubah kıl-

dığı sınırlar çerçevesinde kalması şartıyla serbest bırakmıştır. Fikri, Şer’î delile dayan-ması veya Şeriat’ın çizdiği sınırlar çerçeve-sinde kalması şartıyla; Halife’nin benimse-diği görüşlerin veya Müslümanların büyük bir çoğunluğunun tersine fikirler olsa bile ki-şinin dilediği görüşü açıklama hakkı vardır. Buradan da açıkça belli olmaktadır ki, öz-gürlükler noktasında ve diğer tüm husus-larda Đslam’dan daha güzel bir yönetim şekli yoktur.

Son olarak toplum üzerinde her türlü za-fiyeti (ekonomide, sağlıkta, emniyette, hu-kukta, eğitimde vs.) gösteren fasid sistem, nesli ve ekini ifsaf eden bekasını devam etti-rebilmek adına kendine alternatif olarak top-luma sunulan Đslami Nizamın engellenmesi için asla zafiyete düşmediği, aksine bu iş için bütün olanaklarını seferber ettiğini bir kez daha gördük. Kurulduğu günden bu yana kendine alternatif olan Đslam Nizamının tek-rar vücuda gelmemesi için her türlü zor-balığı, zulmü işlemekten asla geri kalmayan bu sistem, işledikleri bu son cürümle ne ka-dar da aciz olduğunu göstermiştir. Nitekim Đslam Davasını yüklenmiş Müslümanlara yö-nelik yaptığı her operasyonun ardından “bu mesele bitmiştir” mahiyetinde açıklamalar yapmasına rağmen Rabbimizin yardımı ile Đslam Davasının bu zulümlerin ardından da-ha da güçlenerek çıktığını, hak davasından ve yolundan asla taviz vermeden, sapmadan yürüdüğünü gördük. Bilakis küfür sistemi dayandığı esaslar itibari ile ne kadar zayıf ve çürük ise, Đslam Davasını taşıyanların da-yandıkları esaslar tam aksine çok güçlü ve sağlamdır. Bu nedenle küfür Đslam’ın karşı-sında her zaman hezimete uğramaya mah-kûmdur. Yeter ki, dava erleri dayandıkları esasları hayatlarından koparmadan bu yolda yürümeye devam etsinler. Muhakkak ki zafer Đslam’ındır.

Page 38: KöklüDeğişim 62

Asım Cingitaş gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 38

Mirim. Kendisinden üç senedir herhangi bir haber

almamıştık. Ne yapıyordu, neredeydi? Sonra dediler ki, Muhammed zalimlerin elinde. Bir anda zihnimde fırtınalar esmeye başladı. Bir taraftan O’ndan haber almanın burukluğu, diğer taraftan gelen haberin vahameti.

Kendisi kibar, ince ruhlu bir beyefendidir. Her işinde tertiplidir. Söz verdiğinde yerine getirir. “Karıncayı bile incitmez” denir ya, iş-te öyle bir şahsiyeti vardır.

Yıllar önce, Muhammed ve diğer bazı dostlarımla Đslam ve Müslümanların durumu hakkında tartışmalarımız olurdu. Tartışmala-rın en hararetli olduğu zamanlarda dahi O sakinliğini korurdu. Amacı tartışmayı ka-zanmak olmazdı. O muhatabını kazanmayı isterdi. Tartışmalarımıza şahit olan muhte-rem validem ‘Hepsi bağırıyor fakat Muhammed inci gibi konuşuyor’ derdi.

Şimdi, o ince ruh terörist olmakla itham ediliyor. Hırsızlar, bebek katilleri affediliyor, serbest bırakılıyor, hayır sahipleri mahkûm ediliyor. “Baba katiliyle baban bir safta” derdi merhum Necip Fazıl, şimdi yaşasa nasıl ifade ederdi, baba katillerinin miras yediğini, ceza-evlerinin de mümin erlerin ömrünü yediğini. Bu nasıl bir ölçü, bu nasıl bir anlayış. Yıkılası zulüm, yıkılası zulüm.

Allah Rasulü şöyle demişti:

ويكذب الكاذب فيها يصدق خداعات اتسنو الناس على سيأتي فيها وينطق األمين فيها ويخون الخائن فيها ويؤتمن الصادق فيها

العامة أمر في التافه الرجل قال الرويبضة وما قيل الرويبضة

"Đnsanlara öyle aldatıcı seneler gelecek ki, o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaktır. O zaman hain-lere güvenilecek, güvenilir olanlar da iha-netle suçlanacaklardır. Đşte o zaman Ruveybida konuşacaktır." Dediler ki; "Ruveybida nedir?" Buyurdu ki; "Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) aşağılık

adamdır!" (Đbn-u Mâce ve Ahmed, Ebî Hureyra yoluyla

tahriç etti, lafız Đbn-u Mâce'ye aittir)

Ruveybida konuşuyor, hayır sahipleri ya-lanlanıyor. Ruveybida konuşuyor, Đslam’a ve Đslam ümmetine ihanet edenler güvenilir ilanlar ediliyor, emin müminler terörist ol-makla itham ediliyor. Hâlbuki Muhammed-ler kendisine iftira edenler için, zulmedenler için dahi hayırdan başkasını murad etmezler. Onların örneği Allah Rasulü Muhammed’dir. Muzaffer bir komutan olarak Mekke’ye geri döndüğünde, Mekke müşrikleri O’na “sen bi-zim kerim kardeşimizsin, senden hayırdan başka bir şey görmedik, yine hayır umuyoruz” demiş-lerdi. Bu devrin zalimleri de, zulmettikleri Muhammedlerden hayır umacaklar. Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni! Sabredin, gelecek-tir, solmaz, pörsümez Yeni!

Başbakan Erdoğan, “Fikrinden, düşüncesin-den dolayı bunu altını özellikle çiziyorum hiçbir insanın yargılanmasından yana değiliz. Bu ister parlamenter olsun ister parlamenter olmasın.” diyor. Yargılanan DTP’liler için anayasa de-ğişikliğine gidebileceklerinden bahsediyor. Kandil’den gelen teröristler yargılanmaya dahi gerek duyulmadan serbest bırakılıyor. Yirmi senedir dağda, örgüt kampında ve “Suça karışmamışlar” imiş. Diğer taraftan muhlis Müslümanlar “silahsız terör örgütü!” kurmaktan takibata uğruyor, cezaları kat-merleşiyor. Bu Müslümanlar hangi suça, hangi şiddet olayına karışmışlar. Anlaşılan, fikir özgürlüğü dedikleri şey, sadece kendi efendilerinin belirledikleri zümreleri kapsı-yor.!

Zalimler ve onların emir erleri bilsinler ki, Muhammed ve O’nun gibiler zulmün, tuğ-yanın köküne kibrit suyu dökmüşlerdir. Ar-tık bu topraklar yılanın, çıyanın, haşeratın ci-rit attığı bir alan olmaktan çıkmaktadır.

Page 39: KöklüDeğişim 62

mirim…

köklüdeğişim kasım 2009 39

VASĐYET

Đmansız askerin, korkak paşanın

Bir boyuna bir de enine tükür.

Kaçarken vurulup yere düşenin

Bir leşine bir de kanına tükür.

Ölürsen de hak yedirme, hak yeme;

Aka kara, karaya da ak deme.

Adaletten ayrılırsa mahkeme,

Bir hakime bir de kanuna tükür.

Đlaç olsa içme düşman tasından

Sakın taş attırma dost arkasından

Kim ikiyüzlüyse tut yakasından

Bir yüzüne bir de canına tükür.

Millet parasından verdirme parsa;

Edirne'den Van'a, Muğla'dan Kars'a

Nerede sahte bir kahraman varsa

Bir resmine bir de şanına tükür.

Kesmekle kısalmaz cömerdin eli

Yiğidin adına eklerler deli.

Baban olsa bile Allahsız ölü

Bir ruhuna bir de sinine tükür.

Bırak hesabını ölüm kalımın

Đnanmışa zulmü ne ki zalimin

Manayı reddeden sözde âlimin

Bir ilmine bir de fenine tükür.

Muhammed, “olur da bir gün Medrese-i Yusufiye’ye düşersem, orada hafızlığımı yapaca-ğım” derdi. Rabbim kendisine hafızlığı nasip etsin. Kerim abime ve tüm kardeşlerime Al-lah’tan kolaylık ve sabır istiyoruz. Çektikleri

çilelerin günahlarına kefaret olmasını diliyo-ruz.

Abdurrahim Karakoç Beyefendi’nin Vasi-yet isimli şiiri ile hepinizi selamlıyoruz.

Page 40: KöklüDeğişim 62

KöklüDeğişim gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 40

Siyasi Çalışmanın Gereklilikleri. Müslümanların hayatlarında kendisine is-

tinat ettikleri Đslami akideden başka bir siyasi akidesi olmamıştır. Zira o, teşrii, işlerin ida-resi ve gözetilmesi gibi hayatlarına ilişkin tüm hususlarda kendisine istinat ettikleri si-yasi fikirdir. Keza o, kendisiyle dünyaya açı-larak olaylar icat ettikleri veya akidelerinden kaynaklanan yada onun üzerine bina edilen şeyler vasıtasıyla bu olaylara yaklaştıkları fi-kirdir. Dolayısıyla o, onların etkin ve dina-mik siyasi akidesidir. Ancak işler değişti, adamlar uzaklaştırıldı veya geri adım attı. Böylece siyasi Đslam, Müslümanların siyasi hayatının esası olmaktan uzaklaştırıldı.

Müslümanlar, akılları istila eden ve işlere egemen olan küfür fikirleri dışında siyasetle iştigal etmez oldular. Ta ki Allahuteala, bu ümmet içinde fikre göre Đslami siyasi çalış-mayla iştigal etmeyi yeniden başlatan ve dev-let yoluyla bilfiil bunu üstlenmek için çalışan kimseleri onun için ortaya çıkarana kadar.

Fikrî-siyasi çalışmanın gerçekleşmesi, siyasi bir Müslüman’ın bazı hususları yap-masını gerektirir ki bunlardan bazıları şun-lardır:

Birincisi: Siyasi Çalışma ile Akademik veya Entelektüel Çalışmayı Ayırt Etmek:

Kendi fikrini mevcut vakıalara indirge-mek için çalışmaksızın veya kendine fikir edinmesi amacıyla ümmeti bu fikirle kültür-lendirmeksizin ve kendi fikrini ilişkilerde somutlaştırarak bunların yürütücüsü olması için mücadele etmeksizin tarihi ve siyasi tari-hi araştıran veya farklı konularda fikrî ve fıkhî araştırmalar ortaya koyup çalışmasını bunlarla sınırlandıran her kimse sadece bir araştırmacıdır. Aynı şekilde fikirlerini olayla-rı kuşatır bir hale getirmek için vakıaya mey-dan okuyucu bir mücadeleye girişmeksizin ümmetine yeni bir bakış açısı sunan veya terk ettiği fikrini ihya eden bir aydın da sade-

ce bir aydın veya âlim olup siyasi bir kimse değildir. Ancak fikrini olayları kuşatan bir hale getirme uğrunda mücadele eder veya kendi fikrî esasına göre eleştirmek üzere olayları takip ederse o zaman siyasi bir kimse olur. Ve onun bunun üzerinde sabretmesi ka-çınılmazdır. Çünkü cemaatlerdeki fikri değiş-tirmek, uzun vadeli zor bir iştir. Eğer siyasi fikir, sahih bir akideye dayalı sahih bir fikir olursa, yavaş da olsa sonuç vermesi kaçınıl-mazdır. Mademki siyaset, hayata tatbik edilir hale getirilmesi için mücadeleci çalışmadan ayrılmaz o halde siyasi çalışma, ümmete sırf araştırmalar ve fikirler sunmakla gerçekleş-mez. Ancak aydın bir kimse, mücadele eder ve kendi fikrinin hayat ile ilişkilere egemen olması için sebat ederse işte o zaman siyasi aydın birisi olur.

Đkincisi: Siyasi Çalışma ile Gazetecilik Çalışmasını Ayırt Etmenin Gerekliliği:

Siyaset, dâhilî ve haricî olmak üzere işle-rin güdülmesi ve gözetilmesidir. Yoksa gaze-teleri okumak ve haberleri dinlemek hatta haberleri yorumlamak değildir. Her ne kadar bunlar ve benzerleri, siyasetin gerekliklerin-den olsa da siyaset, mevcut amellere veya fi-kirlere ilişkin bir gözetimdir. Ancak bunlar, genellikle insanlara ve şahıslara, haberler yo-luyla ulaşır ve bunların anlaşılması haberler yoluyla gerçekleşir. Siyasi bir kimse, herhan-gi siyasi bir kimse, haberleri takip etmedikçe siyasi bir kimse olması imkânsızdır. Aynı şe-kilde dâhilî yada haricî bir haber olsun habe-rin konusuna ilişkin malumatlara sahip ol-ması kaçınılmazdır. Bu nedenle insanlar içe-risinde siyasi işlerle iştigal eden siyasiler bu-lunduğu gibi haberleri aktaran gazeteciler de bulunmakta ve insanlar içerisinde siyasi kim-seler bulunduğu gibi gazeteci kimseler de bu-lunmaktadır. Bunlardan her biri diğerinden tamamen farklıdır. Bazen gazeteci bir kimse-nin yaptığı haber işlerin gözetilmesi için ol-

Page 41: KöklüDeğişim 62

siyasi çalışmanın…

köklüdeğişim kasım 2009 41

duğunda siyasi bir seviyeye yükseleceği gibi bazen de siyasi bir kimsenin tek derdi, haber aktarmak olduğunda gazeteci veya gazeteci-yorumcu seviyesine düşebilir.

Bilakis onlar, pratik siyasi kimseler sayılır-lar. Zira her ne kadar haberlerin takibatı ve kuşatılması hususunda onların son derece çaba harcaması kaçınılmaz olsa onlara göre haberler, hattı zatında bir gaye olmak yerine ümmetlerinin işlerini gözetmenin birer vesi-lesi olmalıdır. Çünkü onlar, bizzat meslekleri gazetecilik dahi olsa gazeteci değil, siyasi kimselerdir. Bunun da ötesinde onlar, davet taşıyıcısı ve fikir sahibi kimselerdir. Bu ne-denle insanların işlerinin gözetilmesi husu-sunda fikre ve davetin taşınmasına göre ha-reket edegelmeleri kaçınılmazdır ki böylece siyasi haberler ile malumatları, insanlara amelleri veya fikirleri nakleden birer araç ha-line getirsinler. O halde bu haberlerin onlar nezdindeki değerinin, bunun ötesine geçmesi doğru değildir. Dolayısıyla bir davet taşıyıcı-sına göre haberlerin takip edilmesi, gazeteci-de olduğu gibi sırf bir hobi veya macera ola-maz. Zira siyasi çalışmanın başarısı, haberle-rin takip edilmesini gerektirir. Ancak takibat; haberleri aktarmak ve onlar üzerinde yorum yapmak için olmamalıdır. Bilakis bunlarla iş-lerin gözetilmesi amaçlanmalıdır.

Ancak bu haberler ve habersel malumatlar değerlenip kıymetlenince bunların ehemmi-yeti ortaya çıktı ve dördüncü güç olarak isim-lendirecek derecede devletler bunlara son de-rece önem vermeye başladılar. Zira bu dör-düncü güç, fikirlerin veya projelerin veya devletlerin veya partilerin veya şahısların propaganda araçlarından büyük bir araç ha-line geldi. Bunun da ötesinde saptırma husu-sunda kalıtsal bir rolü vardır. Đşte tüm bun-lar, bu dördüncü güce özel ve bariz bir önem kazandırdı. Hatta bizler, medya için Hilafet Devleti'nde özel bir organ kıldık. Ancak bu ehemmiyet, bir gazeteci olarak gazetecinin çalışmasında yatmaktadır ve o, başkası için bir araç olarak baki kalan ehemmiyettir. Oysa

siyasi bir kimseye göre, medya organlarının hepsini vesilelerinden bir vesile olarak baki kalır.

Üçüncüsü: Siyasete Dair Pratik Mananın Daimi Netliği:

Bu, söylendiği gibi bir nevi at dizginidir. Mademki siyaset, işlerin gözetilmesidir ve iş-ler de durumların farklılaşmasıyla farklılaşır ve şartların değişmesiyle yenilenir, o halde siyasi çalışmanın başarısı, siyasi bir kimsenin fikirleri, duyguları, adetleri ve ondaki kamu-oyu olmak üzere özü bakımından topluma dair derin bir idrake sahip olmasını gerekti-rir. Dolayısıyla topluma arız olan inhitatı ve-ya yükselişi ve toplumun fikri ile duygula-rında meydana gelen değişimi idrak eder. Dolayısıyla da siyasi çalışma, çözülmüş veya bundan daha dakik yada daha büyük var olan insanların işlerinden bir işi çözmek üze-re kalmamalıdır. Zira olaylar, bazen birbirine benzer, bazen de benzemez. Ancak toplum-lar, değişir. Dolayısıyla siyasi bir kimse, ola-ya vakıf olmalı ve kendisiyle ümmetin işleri-ni gözeteceği fikri bilmelidir. Mesela insanla-rın kendisine olan güvenine dönük komplo-lar düzenleyecek ajan bir şahsın Müslüman-ların beldelerinden birinde iktidar koltuğuna oturması, Đslami Devlet ikame ettiği şeklinde bir devrim olduğu iddiasının ortaya atılması, düşmanın Müslümanların beldelerine onları katledeceği bir savaş açması, diğer taraftan Güvenlik Konseyi'nin ümmetin düşmanları-na kazanımlar sağlama çabasıyla bir karar çı-karması ve yöneticilerin de bunu kabullen-mesi, daha sonra konferansların ve zirvelerin düzenlenmesi hususunda yöneticilerin bir-birleriyle rekabet emesi; işte bunların her biri insanların umurlarından ve işlerindendir. Olaylar, siyasi bir kimsenin karşısında işte bu şekilde çeşitlenmektedir. Bunun karşısında siyasi bir kimseye düşen, ümmetinin işlerini takip etmek ve onun işlerini gütmektir ki et-rafında neler olup bittiğini keşfedici bir gözle anlasın. Dolayısıyla da gözetilmesi ve çözüm beyan edilmesi amacıyla üzerinde durulması

Page 42: KöklüDeğişim 62

siyasi çalışmanın…

köklüdeğişim kasım 2009 42

gereken odak noktasını tahdit edebilsin. Đşte bu gözetim, onda değişmez sabit tek bir şekil almamalıdır. Zira işlerin gözetilmesi, gözeti-min anlamını tahakkuk ettirecekse bazen aja-nın deşifre edilmesini gerektirir. Hatta insan-ların duyguları bu siyasi kimseye karşı koysa bile o, cesaretiyle bu ajanı deşifre eder ve halkına yalan söylemez. Bilakis buna sabre-der ve elinden gelen her şeyi yapar. Çünkü burada ajanın şahsı, kafirlerin planlarını infaz etmede odak noktasıdır. Dolayısıyla onun in-sanlara deşifre edilmesi kaçınılmazdır. Ya-lancı devrim örneğinde de durum böyledir. Bazen de gözetim, ajan biliniyor ve plan bi-linmiyorsa bizzat planı deşifre etmeyi gerek-tirir. Dolayısıyla siyasi kimseye elzem olan insanlara bunun analizini yapmak ve ondaki tehlike noktasını beyan etmektir. Ta ki insan-ları ondan uzaklaştırma girişiminde bulun-muş olsun. Bazen de gözetim, hakkındaki şer'î hükmün beyan edilmesiyle ümmet için bir maslahatı benimsemeyi veya ümmeti kendisi için çalışılan bir hedefe yada tahdit edilmiş bir fikre yönlendirmeyi gerektirir. Mesela ümmetin kalkındırılması ve ordunun ümmet içerisinde katliama maruz kalanlara yardım etme görevini yerine getirmesi gibi. Đşte ortaya koyulan bu fikirler, ümmetin ha-reketi zayıf ve sembollerinin siyasi hitabı Đs-lam'ın vacip kıldığı çözümden uzak vakıacı ve düşük olduğunda ateşleyici bir barut ola-caktır. Đşte burada siyasi kimse, bizzat kendi hitabının içeriğine odaklanmalıdır. Bazen de böylesi bir durumda siyasi çalışmanın başarı-sı, insanlar için siyasi analizin detaylarına girmeyi gerektirmez. Çünkü bu, kalkınma sürecine zarar verebilir veya onu baltalayabi-lir. Dolayısıyla ümmete yönelik hitabında, ideoloji çerçevesinde mümkün olan vesileleri ve üslupları kullanarak onu Đslam'ın vacip kıldığı köklü çözüme doğru harekete geçire-cek hususlara odaklanmalıdır. Bu da neşri-yatlar yayınlamak veya temaslar kurmak ve-ya heyetler göndermek veya fısıltı kampan-yaları yürütmek veya sloganlarını belirleye-rek kendisinin önderlik ettiği yürüyüşler dü-

zenlemek veya işlerin güdülmesini amaçla-yan fikirlerin tahakküm edegelmesi şartıyla somut sonuçlara götürecek benzeri üsluplar ve vesileler benimsemekle olur. Hakeza siya-si bir kimse, “Düşüncede adet ve amelde adet” denilen şeylere veya diğer bir ifadeyle donukluğa sahip olamaz. Çünkü hedef, ister bir ajanın yada planın deşifre edilmesi ister ümmetin maslahatlarının benimsenmesi ve çalışması için onu harekete geçirmek olsun ideoloji yoluyla ümmetin işlerini gütmek ve gözetmektir.

Ancak bu donuksuzluk, siyasi Müslüman kimseyi, Batılılarda olduğu şekliyle siyasetin manasına sürüklememelidir. Çünkü Müslü-man, Đslam ile mukayyettir. Zira Batılılar nezdinde siyaset, mümkünatlar sanatıdır. Yani vakıa sanatıdır. Yani herhangi bir sabit fikirle mukayyet kalmaksızın vakıanın yama-lanması veya güzelleştirilmesidir. Dünyada siyasetle iştigal eden herkesin yanı sıra Müs-lümanların beldelerindeki siyasilerden, diya-loglarında ve toplantılarında Đslami cemaat-lerin evlatlarından onları taklit edenlere egemen olan şey, işte siyasetin manasına yö-nelik bu anlayıştır. Dolayısıyla siyasi Müs-lüman bir kimsenin, vakıa karşısında donuk-laşması doğru olmayacağı gibi, vakıayla etki-leşime girerek onun bir parçası olması da doğru değildir.

Dördüncüsü: Siyasi Uyanıklığın Hakika-tini Đdrak Etmek:

Siyasete ilişkin pratik manaya değinilmesi bizleri, siyasi çalışmayı üstlenmek için gerek-li olan siyasi uyanıklığın manasının tahdit edilmesine götürür. Zira Müslüman’a göre siyasi uyanıklık, yerel veya devletlerarası si-yasi durumlara yönelik uyanıklık veya dev-letlerarası konjonktüre yönelik uyanıklık ve-ya siyasi olaylara yönelik uyanıklık veya devletlerarası siyasi haberleri yada siyasi ça-lışmaları takip etmeye yönelik uyanıklık de-mek değildir. Her ne kadar bunlar elde edil-mesi veya tamamlanması gerekli olan husus-lar olsa da siyasi uyanıklık, siyasi bir kimse-

Page 43: KöklüDeğişim 62

siyasi çalışmanın…

köklüdeğişim kasım 2009 43

nin uydu kanallarında yada yürüyüşlerde veya zirve ve konferans katılımlarında ustaca konuşması değildir. Zira bunlar, sırf kürsü-den başka bir şey değildir. Bilakis siyasi uya-nıklık, dünyaya ve olaylara özel bir açıdan bakmaktır. Müslümanlar olarak bizler için bu açı, [ ال اهللا محمد رسول اهللاإال اله ] açısı olan Đslami akide açısıdır. Dolayısıyla dünyaya, özel bir açı dışından bakmak, siyasi bir uyanıklık de-ğil yüzeysellik sayılır. Siyasi uyanıklık ise an-cak şu iki faktör bulunduğunda gerçekleşir: Bu bakış, tüm dünyaya yönelik olmalı ve sı-nırlandırılmış özel bir açıdan hareket etmeli-dir. Tabii ki Müslüman için bu, Đslami akide ve şeri hüküm açısından olmalıdır. Đşte bu si-yasi uyanıklık ve siyasi uyanıklığın manasına ilişkin bu anlayış, doğal olarak siyasi bir kim-senin kendi ideolojisi uğrunda mücadeleye girmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Ta ki yer-yüzüne sadece bu ideoloji egemen olsun.

Đşte burada buna dair canlı bir örnek var-dır. Zira Gazze'de meydana gelen ve gelmek-te olan olayları, meselenin taraflarına tahak-küm eden bölgesel ve devletlerarası vakıa-dan ve taraflardan her birinin hedefini bil-mekten soyutlanarak takip etmek doğru de-ğildir. Tüm bu tarafların başında da Yahudi-lerin güvenliğini himaye etmeyi garanti altı-na almak ve mesele sona erdirilerek Yahudi varlığının himayesini gerçekleştirmek üzere herkesin iştirak ettiği cılız bir Filistin devleti kurma lehine Filistin halkının tüm temsilcile-rini müzakereler oyununa sokmak için bü-yük tuzaklar kuran mücrim Amerika gel-mektedir. Dolayısıyla bu Amerikan tuzağının bilinmesi önemli olduğu gibi katliam sırasın-daki ve sonrasındaki Amerikan ajanlarının hareketlerini, konferanslarını ve zirvelerini ve bu hareketlerin hedefleri ile sonuçlarını bilmek de önemlidir. Ancak siyasi uyanıklık, sırf bunları veya hatta bunların detaylarını bilmekle gerçekleşmez. Bilakis siyasi uyanık-lık, olayları şeri hüküm kaidesine göre anla-manın sürekliliği ile gerçekleşir. Allahuteala şöyle buyurmuştur:

نم ون اللهن دا لكم ممو النار كمسوا فتمظلم ينكنوا إلى الذال تروونرال تنص اء ثمليأو “Sakın zulmedenlere meylet-meyin! Yoksa size ateş dokunur. Sizin Al-lah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra mu-zaffer de olamazsınız.” [Hûd 113]

Beşincisi: Müslüman’ın Đştirak Edeceği Siyasi Ortamı Tahdit Etmek:

Siyasi ortam, yönetimi üstlenmek yoluyla pratik olarak insanların işlerini gözetmeyi üstlenen şahısların ortamıdır. Aynı şekilde siyasi haberler, siyasi işler ve siyasi olaylar hakkında görüşlerini ortaya koymak için bunları takip eden ve taşıdıkları görüşle in-sanların işlerini gözeten şahısların ortamıdır. Yani siyasi ortam, yönetici olsun-olmasın si-yasilerin ortamıdır. Đçerisinde yaşadıkları ve yaşamları ile doğrudan temas halinde olduk-ları bu ortama “Siyasi Ortam” denir. Hilafet Devleti'nin yok olmasından bu yana Đslami siyasi ortam tamamen sona ermiştir. Zira Müslümanların beldelerini işgal eden kâfir-ler, fikirlerini ve şahıslarını ifsat ederek bo-zuk/fasit siyasi bir ortam oluşturdular. Bu da kâfir onları hazırladıktan sonra kendi fikrini onların fikri ve emellerini kıytırık enaniyetçi emeller haline getirdi. Halen bu kâfir, siyaseti kendi mikyaslarına göre anlayan ajanlar tü-retmeye muktedir durumdadır. Bu nedenle siyasi bir Müslüman, bu ortamdan uzak durmalı, dahası fikrinde ve hedeflerinde al-ternatif bir ortam oluşturmak için çalışmalı-dır. Binaenaleyh kâfirlerin bakanlıklarına or-tak olmak veya mevcut anayasalar esasına binaen yöneticileri muhasebe etmek amacıyla Đslami olmayan vatancı ve milliyetçi partiler-le ittifak kurarak siyasi çalışmayı üstlenmeyi kendisine ve partisine reva gören herkes, bu davranışıyla bu fasit/kokuşmuş nizamların ömrünü uzatan mevcut siyasi ortamın bir parçası olacağını idrak etmelidir. Dolayısıyla gerçekten siyasi bir Müslüman, Đslam'ın mut-lak egemenliğinden başkasını kabullenmeye-ceğinden dolayı bu ortama bulaşmayı kabul-lenmeyen ideolojik siyasi bir kimsedir.

تغونبأي يننؤمون المن داء مليأو رينالكاف ذونتخي ينالذ

Page 44: KöklüDeğişim 62

siyasi çalışmanın…

köklüdeğişim kasım 2009 44

زالع مهنداعيعمج ة للهزالع ة فإن

“Onlar ki müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinirler. (Bunu yaparak) onların ya-nında izzet mi arıyorlar? Muhakkak ki izze-tin tamamı Allah’a aittir.” [en-Nisâ 139]

Altıncısı: Siyasi Müslüman’ın Azim Đs-lami Nefsiyetle Karakterize Olması:

Ümmetinin işlerini gözetmeye dikkat eden, onun durumu hakkında tefekkür eden ve bunları da akidesini karşılaştığı her şeyin esası edinerek, yani aklının ve kalbinin esası-nı iman kılarak ideolojisi yoluyla gören siyasi bir kimse, Đslami şahsiyete sahip bir kimsedir. Çünkü o, Kur’an’ı ile akidesinin en kısır ve en basit işlerle muhasara edilmesini kabul-lenmeyerek onları canlı ve diri tutar. Dahası o, bu suretle yeryüzünün tamamına Đslam tohumları ekmek üzere onu değiştirmeyi amaçlar. Allahuteala, el-Hacc suresinde şöyle buyurmuştur:

الزكاة وأمروا وآتوا الذين إن مكناهم في األرض أقاموا الصالة ولله عاقبة األمور بالمعروف ونهوا عن المنكر

“Eğer Biz onları yeryüzünde yerleştirir-sek (hâkim kılarsak), salâtı ikame ederler, zekâtı verirler, marufu emrederler ve münkerden nehyederler. Đşlerin akıbeti şüphesiz Allah’a aittir.” [el-Hacc 40-41]

Đşte bu Đslami şahsiyet ve bu siyasi Müs-lüman, bu kapsamlı anlayışıyla insanların en sadığıdır, onların en muhlisidir, üstünlük ve ruhaniyet olarak onlarını en azimidir. Zira o, Đslam’ı sayesinde etrafında ne olup bittiğini fark eder ki insanlar üzgün olduğu halde ümmet için en hayırlı olanlardan dolayı onun sevindiğini ve insanlar sevindiği halde üm-mete zarar vermelerinden dolayı onun üzül-düğünü görürsün. Onun duyguları, ne rica minnet etmek, ne laf üretmek, ne de ahkâm kesmek için harekete geçer. Çünkü onun duyguları, şeriata göre hareket edip onun ürünü olan fokur fokur kaynayan sadık bir duygudur. Dünyaya, olaylara ve şahıslara [ ال akidesi yoluyla tahakküm [إله إال اهللا محمد رسول اهللاetmesi onun seçkinliği için yeter de artar.

Page 45: KöklüDeğişim 62

KöklüDeğişim gündem [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 45

Nereden Başlamalıyız? “Ferdin ıslahı, toplumu ıslah etmez” der-

ken toplumun ıslahı için sadece bunun yeterli olmayacağını kastetmekteyiz. Yoksa toplu-mun ıslahında ferdin ıslahının hiçbir ehem-miyeti ve kıymeti olmadığını kastetmiyoruz. Çünkü toplumun ıslahı, toplumda uygula-nan nizamın, topluma hâkim fikirlerin ve topluma egemen insanların duygularının de-ğiştirilmesini gerektirir.

Bu değişim ise ancak insanlardan oluşan güçlü bir kitlenin çalışması ile gerçekleşir. Bu kitle fertlerden oluşur ve bu fertlerin ıslah edilmesi kaçınılmazdır. Salih fertlere daya-nan bu kitle, bünyesi üzerine oturttuğu fert-lerin ıslahına yönelik çalışmasında başarı el-de edemez. Bilakis onun asli ve temel ça-lışması, toplumu değiştirmek olmalıdır. Bu da insanların fikirlerini ve duygularını ha-zırlamak, yani küfür nizamlarıyla hükmeden devleti yıkmaya ve Đslam şeriatıyla hükme-den bir devleti kurmaya dönük bir kamuoyu hazırlamak yoluyla olur.

Tüm siyasi ve ekonomik durumların ve değişikliklerin Müslümanlar olarak bizlerin aleyhine işlediği noktasında Müslümanlar arasında ihtilaf yoktur. Doğrusu bu vakıaya ilişkin pek çok araştırma ve açıklayıcı eği-limler vardır… Burada bu açıklayıcı eğilimler arasından iki türü mülahaza etmemiz kayda değerdir.

Bazı aydınlar, hastalığı teşhis etmeden ön-ce ilaç yazamayacak bir doktor gibi çözümün ancak sorunun vakıasını anlamakla olacağı inancından hareket ederek bu yorumlar yo-luyla sorunları ortaya koymayı hedefle-mektedirler.

Ancak diğer bazı aydınlar, bir tarafta di-ğer milletlerin yükselmesi ile öteki tarafta tüm alanlardaki içler acısı vakıamızı ortaya koyarak Müslümanların hadarat kafilesinden geri kalması arasında bir denge kurmak yo-luyla Müslümanlarda bir tür ümitsizlik oluş-turmayı hedeflemektedirler. Ardından da hiçbir köklü çözüm veya kesinlikle herhangi bir çözüm sunulmayan bir illet ortaya koy-maktalar. Sanki onlar Müslümanlara şöyle demekteler: Đşte vakıanız budur ve asla de-ğişmeyecektir!! Aslında: Müslümanların so-

runlarına yönelik bu tür bir yorumdan sa-kınmak gerekir.

Bu nedenle Müslümanların kalkınmasını isteyen bir kimse, sadece onların sorunlarını ortaya koymakla yetinmemelidir. Aksi tak-dirde o, yeni bir şey ortaya koyamaz. Ancak Müslümanları içinde bulundukları çıkmaz-dan kurtarmak ve onları yeniden dünyaya yönlendirmek için uygun projeler belirle-meye girişmelidir ki böylece Allah'ın istediği gibi insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmet olsunlar.

Burada aynı soru ön plana çıkmaktadır: Nereden başlamalıyız? Cevapların özüne döndüğümüzde cevabın, şu iki eğilim altında toplandığını görürüz:

Birinci Eğilim: Toplumun ıslahı gerçek-leştiğinde Müslümanlar daha önceki izzetle-rine dönecek olmaları itibarıyla toplumdaki alt yapıyı, yani halkçı kaideyi önemseyerek her Müslüman’ın ayrı ayrı ıslah edilmesini düşünmektedir.

-Savaşta müminlere Al“ وكفى الله المؤمنين القتالlah yeter." [Ahzab 25]

Đkinci Eğilim: En sağlam yolun, Đslami da-veti taşımanın yükünü ve Müslümanların hastalıklarına karşı korunmasını üstlenecek bir devletin oluşturulması olduğunu düşün-mektedir… Her ne kadar gaye -ki o, Müslü-manların izzetini oluşturmaktır- aynı olsa da metot bakımından bu iki eğilim arasında fark vardır. Madem bu gaye, bu kadar hayati bir taleptir o halde “Doğru nerede?” sorusunun cevabını öğrenmek üzere ciddi bir araştırma içerisine girmeliyiz.

Son soruya cevap vermeden önce temel bir husus üzerinde müttefik olmamız kaçı-nılmazdır ki o, bizleri doğrunun belirlenme-sine irşat edecek olan Đslam'dır. Zira Đslam'ın temel öğretilerinden biri, Kur'an'da varit olan şu ayettir:

-Eğer her“ فإن تنازعتم في شيء فردوه إلى الله والرسولhangi bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah’a ve resulüne döndürün.” [en-Nisa 59]

O halde dünyayı fethetmek üzere evlatla-rının kıyama kalktığı Arap Yarımadası top-

Page 46: KöklüDeğişim 62

nereden başlamalıyız?…

köklüdeğişim kasım 2009 46

lumunu, toplumsal ve siyasi dağınıklıktan kurtarmak için Rasulün yoluna nasıl başladı-ğına bakmalıyız.

Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, di-ne giren herkeste sahih bir akide oluşturmayı amaçlayarak bu fertlerin ıslah edilmesine ça-ba harcadığı doğrudur. Ancak o, Đslami bir toplumu -sadece- bununla oluşturmayı ümit ettiğini hiçbir gün ifade etmemiştir. Hepimiz biliyoruz ki SallAllahu Aleyhi ve Sellem, hac mevsimlerinde sürekli olarak Mekke'nin ma-hallelerindeki ve dağlarındaki kabile heyetle-rine çıkarak onları Đslam'a davet ederdi. Peki, daha Kureyş iman etmemişken diğer kabile-leri ne diye Đslam'a davet ediyordu! Nitekim onun, “Çabalarımı Mekke toplumuna ve ıs-lah olmaları için fertlerine yoğunlaştırmam gerekir ki bu suretle Đslam kalkınsın” diye bir söz ettiğini hiç gördük mü? O halde bunu na-sıl açıklamak gerekir?

Bunun doğru açıklaması şudur ki Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], askeri gücün kaçınılmaz olduğunu görmüş ve bu husus hiçbir zaman zihninden çıkmamıştır. Hatta o, her ferdi ateşten kurtarmak için çalıştığı bi-reysel davet yolunu benimsemiştir. Evet, onun hedefi daha büyüktü, tüm insanlığı ateşten kurtarmayı hedeflemekteydi ve sesi bastırıldığı zaman fikirlerini insanlığa taşı-ması asla kolay olmayacaktır.

Bundan dolayı akidevi hazırlık merhale-sinin peşi sıra nusret talep etme merhalesi gelmiştir. Ancak Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], belirttiğimiz ıslahatçı eğilimin sa-hiplerinin hedeflediği boyutta bir halkçı kai-deye veya alt yapıya sahip oluncaya kadar beklemiş midir? Tarihi vakıa göstermektedir ki SallAllahu Aleyhi ve Selem, Taif halkından nusret talep ettiğinde tek başına gitmiş ve onun ayak takımı kendisini taşlarla kovala-mıştır. Oysa o zaman davet ilk aşamasın-daydı ve buna rağmen Muhammed [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], projesinin ön-celikleri içerisine kuvvet talebini de koy-muştu. Kuvvet mefhumu ise devlettir.

Ayrıca SallAllahu Aleyhi ve Sellem, hic-retten önce sahabesine, “Henüz savaşla emrolunmadık” dememiş midir? O halde söz konusu bu devletin kurulmasından sonra Đs-lam'ın nusretinde savaşın bir önemi olaca-ğına dair bir işaret yok mudur!

Bazıları, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'e gelerek Evs ve Hazreç arasındaki anlaşmazlığı bitirmesi için Medine'ye gelme-sini talep edenlerin bizzat Medine halkı ol-duğunu anlamamızı istiyor. Böylesi bir anla-yış, bizleri Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in Medine'de devlet kurulmasını kendisinin talep etmeyip ancak bunun ondan talep edildiğini kabul etmeye götürür. Yani mesele, bir ön proje olmaksızın gelişi güzel meydana gelmiştir! Oysa siretin vakıası bu-nun aksini göstermektedir. Nitekim Đslami tarihimizdeki bu dönüm noktası anlarına da-ir Đbn-u Hişam'ın rivayetini okumamız ve metnin tamamından ziyade sadece Ensarın şu sözünü zikretmemiz yeterlidir: “Biz, kav-mimizi geride bıraktık. Artık onların arasında düşmanlık ve şerrin olduğu bir kavim yoktur. Umulur ki Allah, onları seninle bir araya toplar da onları senin emrine davet eder ve bu dinden sana icabet ettiğimiz şeyi onlara da arzederiz.”

Ensarın, “Sana icabet ettiğimiz” sözü, Re-sul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in onlardan nusret “istemiş” olmasını gerektirir. Aksi takdirde lügat kitaplarında bunun aksi ifade edilmiş olmalıdır!

Şuna da dikkat çekmemiz gerekir ki Ömer Đbn-ul Hattab [Radıyallahu Anh], Đslami bir takvim belirlemek istediğinde onun ilk sene-sini hicret yılı olarak belirlemiştir. O halde bu, hicretin Đslami Devlet'in ve ilk Đslami top-lumun doğuşu olmasından başka bir şey için olabilir mi? Kaldı ki herhangi bir araş-tırmacının, Medine toplumu öncesinde Đslami bir toplumdan söz etmesi mümkün müdür? Allah aşkına söyleyiniz, Mekke'deki on üç yıllık davetten sonra -Allah'ın nusreti ile des-teklendiği halde Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bunu yol edinmemiş olsaydı- devlet olmaksızın Đslami bir toplumu nasıl inşa ede-bilirdi. Ayrıca –oryantalistlerin de itiraf ettiği üzere- Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], tehlikeli bir dinsel inançla karşı karşıya kal-mamıştır. O halde laik, materyalist fikirler, askeri kuvvet ve yabancı istihbarat bi-rimlerince desteklenen Batılı “hadaratsal” akınla karşı karşıya iken bugün bizler nasıl yapacağız. Tüm bunlara tecrit edilmiş bir halde mi karşı koyacağız?

Ortaya koyduğumuz açık delillere rağmen bazıları, iki dönemin birbirinden farklılığı ve Resul’ün bazı hususiyetlere sahip olduğu ve-

Page 47: KöklüDeğişim 62

nereden başlamalıyız?…

köklüdeğişim kasım 2009 47

ya bu kıyasın bizleri hayale sürükleyerek va-kıadan uzaklaştırdığı gerekçesiyle şu anın geçmişe kıyas edilmesine karşı çıkmaktadır!! Temel iddialarında bu kimseleri onaylama-makla birlikte mevcut vakıamıza bakacağız ve -Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in siretinden ve tedavi edici üslubundan uzak-laşılması halinde- şeriatın yanı sıra aklın da bizleri aynı çizgiye götüreceğini görürüz…

Materyalist partiler ile laik eğilimlerin ya-nı sıra, mesela Nasranîliğin de olduğu öteki dinlerin çatışması gibi hevaların ve meşreple-rin birbiriyle çekiştiği, nüfusu Müslüman olan bir ülkeyi ele alalım. Böylesi bir top-lumda Đslam'dan uzaklaşmanın artması, dini vaazların azalması ve Đslami akidenin Müs-lümanların nefislerinde karışıklığa uğraması doğal bir durumdur. Böylece zihnimizde model olarak aldığımız toplumun genel ola-rak, şu anki toplumlarımızın genelinin -veya en azından hep birlikte ıslah etmeye çalışıp da ıslah yönünde aramızda ihtilaf ettiğimiz şu toplumun- benzeri bir görüntüsü olduğu-na dair doğru bir intiba oluşur.

Burada materyalist partilerin dünyadaki en büyük siyasi ve askeri kitleleşmelerin biri tarafından desteklendiğini ve laik akımların da Batılı ve Doğulu devletlerin yanı sıra, ne üzücüdür ki Đslami âlemdeki mevcut devlet-ler tarafından eşit olarak finanse edildiğini mülahaza etmemiz kaçınılmazdır!

Misyonerlik olarak isimlendirilen Hıristi-yanlaştırma faaliyetlerine gelince; -Avrupa ülkeleri- özellikle de Fransa ve Vatikan tara-fından desteklenmektedir. Yoksa mesela Lübnan'daki misyonerlik okullarının Lüb-nan'daki Nasranîlerin çabalarıyla kuruldu-ğunu ve sadece onların sayesinde varlıklarını sürdürdüklerini tahayyül etmemiz imkân-sızdır.

Đslam ile çatışan fikri akımlar, askeri ve si-yasi güçler ile bölgesel devletlere dayandık-larına göre bizler kime dayanacağız? Đslami âlemdeki, ajanlık ve zavallılık arasında kalan devletlere mi? Bu hususta Müslümanların Bulgaristan'dan tehcir edilmesi karşısında -Đslam'ın filizlendiği Hicaz arzı olan- Suudi Arabistan'ın tutumuna bakmamız yeterlidir. Daha doğrusu şöyle sorarız: Müslümanların izzetini koruyan ve onurları için harekete ge-

çen bir devletleri olsaydı bu tehcir yaşanır mıydı? Oysa -geçmişte- Abbasi Halifesi Mutasım, bir Rum askeri tarafından onuruna hakaret edilen Müslüman bir kadının, “Ey Mutasım!” nidasına icabet ederek bir Rum şehrini yakmış ve doksan bin kişiyi öldür-müştür. Daha da geçmişte, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], Yahudi bir kişi tarafından avreti açılan bir kadın için Medine'deki Ya-hudilere savaş açmıştır… Peki, bugün Filis-tin, Afganistan ve başka yerlerdeki Müslü-manların intikamını kim alacak? Okunan hutbeler mi, yoksa yapılan toplantılar mı, yoksa verilen vaazlar mı onların intikamını alacak!

!ولكن السيف يكسر المخرز.. إن العين ال تقاوم مخرزاGözler, tığa direnemez… Ama kılıç, tığı kırıp

geçirir!

Bütün bunlardan sonra şu sonuca ulaşırız: Müslümanların kalkınmasını hedefleyen her düşünür, imkân dâhilinde her Müslüman’ı ıslah etmeye ve toplumun sorunlarını çöz-meye çalışmakla birlikte fertlerde uyanıklığı ihdas etmeli, Đslami akideyi yaymalı ve Batılı hadaratın sahteliğini ortaya koymalıdır… Ancak... Müslümanların kalkınmasına yöne-lik mükemmel ve kusursuz bir yol ortaya koymalıdır ki o, daveti mütekâmil taşıyacak yegâne devlet olan Hilafet Devleti'nin rayesi altında siyasi ve iktisadi birliklerinin gerçek-leşmesinde yatmaktadır. Keza bu devleti or-taya çıkarmak için büyük bir çabayla çalış-mayı benimsemelidir.

Đnandığımız ıslahatçı eğilim işte budur. Çünkü bu, Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in içerisinde seyrettiği yöndür. Asla ondan sapmayız ve orta çözümleri kabul et-meyiz.

أو القبر.. لنا الصدر دون العالمين. ونحن أناس ال توسط بيننا

Bizler, ölüm yada izzetten başka hezimeti ve zilleti kabul etmeyen bir toplumuz.

ينالمالع بر لله دمأن الح ماهوعد رآخو Ve Âhir-u Da’vâhum En-il Hamd-u Li’llahi

Rabb-il ‘Âlemîn

Onların duâlarının sonu alemlerin Rabbi olan Allah’a hamddir. [Yûnus 10]

Page 48: KöklüDeğişim 62

Nusret Karayağız tefekkür [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 48

Allah Müminleri Đçinde Bulunduğumuz Şu Durumda Bırakacak Değildir.

Đslam Ümmeti 18.yüzyıldan itibaren layık olduğu mevkiden hızla düşmeye, kendisinde bulunan “insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet” vasfını yitirmeye başladı. Zira Müs-lümanların amellerini dayandırdıkları aki-deleri zayıflamış, hayata bakışlarında Đslami fikirlerden uzaklaşıp batı fikirlerine yakın-laşma hâsıl olmuştur. O zamana kadar dün-yanın tek lideri olarak insanlara hayrı ve hi-dayeti götürürlerken, bugünden sonra kendi sorunlarını bile çözemez hale gelmişlerdir. Çok geçmeden Balkanlardan başlayarak Đs-lam Beldeleri sömürgeci kâfirler tarafından parçalanmaya başladı. Nihayet Osmanlı Hi-lafet Devleti 03 Mart 1924 yılında resmen yı-kıldı ve Đslam toprakları küfür devletleri tara-fından paylaşıldı. Osmanlı Hilafet Devleti sömürgeci kâfirler tarafından yıkılırken, Đs-lam Ümmet içersinde yüzlerce âlim(!), cami-lerinde hatme yapan binlerce tasavvuf ehli Müslüman, şeyhler, hocalar ve devlet adam-ları vardı. Ancak bunlar Hilafet Devletinin yıkılışına mani olamadılar. Rahmetli II Abdülhamid Han’ın söylediği gibi o gün “kâhtı rical” sorunu vardı. Yani adam kıtlığı vardı. Adam çoktu, ancak adam gibi adam bulmak zordu. Dünya, Hilafet Devletinin yı-kılmasından sonra kaosa sürüklendi, bugüne kadarda yıkılan Osmanlı Hilafet devletinin boşluğu doldurulamadı. Bundan sonra dün-ya her yönden bir çıkmaza girdi.

Müslümanlar 03 Mart 1924’ten sonra ken-dilerini koruyan kalkanlarının parçalandı-ğını, başsız ve savunmasız kaldıklarını acı bir şekilde daha yakından hissetmeye başladılar. O günden sonra zaten etkisi bitirilmiş olan Halife ve ailesi, yakınları sürgün edilmiş, sömürgeci kâfirlerin işbaşına getirdikleri yö-neticilerin yanında olmayan, onların kâfirler adına yaptıkları icraatları kabul etmeyenler

çeşitli yerlere sürülmüş, halk sindirilmiş, iş-kence ve katliam dönemi başlamıştı.

Geçmişte orduları Çin sınırlarına dayanan, süvarileri Avrupa ortalarına ayak basan, bir tek fermanla kâfirlerin fesatlarını engelleyen, Halifesinin buluta; ”dilediğin yere git, muhak-kak ki senin (sulayacağın topraktan gelen) haracın bana geri dönecektir” diyen bir devlet 1924 yı-lından sonra elliden fazla parçaya bölündü.

Peki, böylesi bir devlet nasıl yıkıldı? Çok kısa bir zamanda lokmalara bölünüp küfür milletlerinin tahakkümü altına nasıl girdi?

Bu sorunun cevabını Rasulullah Aleyhi’s Selam’ın hadis-i şerifinde buluyoruz; Sevban rivayet ediyor. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

كوشي ماالم ى أناعتد كمليا عى كماعإلى االكلة تد اقصهتع ولكنكم كثير يومئذ أنتم بل قال يومئذ نحن قلة ومن قائل فقالغثاء ل كغثاءيالس نعنزليو الله نور مدص كمودة عابهالم نكمم

فنقذليو ي اللهف قلوبكم نها قائل فقال الوول يسر ا اللهمو نهالو الموت وكراهية الدنيا حب قال

“Sizin üzerinize milletler (Müslüman ol-mayanlar), adeta bir yiyeceğe üşüşür (vahşi hayvanlar) gibi üşüşecekler.” Orada bulunan-lardan birisi şöyle dedi: “Bu vaziyet bizim azlığı-mızdan mı olacak?” (Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem;) Dedi ki: “Hayır! Bilakis siz çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz su-yun üzerindeki çer çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu sökecek de, sizin kalbinize vehn bırakacak.” Orada bulunanlardan birisi, “Vehn nedir, ey Al-lah Rasulü?” Dedi ki: “Vehn, dünyayı sevmek ve ölümden hoşlanmamaktır.”

Đşte hadis-i şerifte geçtiği gibi, o gün Hila-fet Devleti yıkılırken Müslümanların durumu bu idi. Yani Allah ve Rasulü’nün sevgisi ve bu sevgi uğrunda cihad etme arzusunun ye-

Page 49: KöklüDeğişim 62

Allah müminleri içinde …

köklüdeğişim kasım 2009 49

rini dünya ve içindekilere karşı olan sevgi almış ve Müslümanların Allah yolunda her şeyini feda etme isteği zaafa uğramış idi.

Bugünde maalesef Müslümanların du-rumu hadisin tasvir ettiğinden ve o günler-den daha iyi değildir. Hatta daha kötü bir hal almıştır. Zira düşüncelerini akla dayalı bir esasa dayandırmayan toplumlar başka mil-letlerin tahakkümü altına girmekten kurtu-lamazlar. Amellerini şer-i hükümlere dayan-dırmayanlarda başkalarının davranışlarını taklit etmekten kaçamazlar. Zira her fikrin dayandığı bir ideoloji, bir esas olduğu gibi, her davranışın da temelinde bir fikir vardır. Eğer bir fikir Đslam akidesine dayanıyorsa o fikir insanı mutmain eder ve kurtuluşa götü-rür. Diğer yandan bir fikir Đslam akidesine dayanmıyorsa o fikir insanı dünya ve ahirette bedbaht eder. Đslami fikirlere dayanan amel-ler de, insanı huzurlu kılar ve Allah’a yak-laştırır. Şer’i hükümlere dayanmayan davra-nışlarda insanı hayvanlardan daha aşağı se-viyeye düşürür.

Çöküş döneminde Đslam Ümmetinin te-fekkürü zayıflamış, fikirlerinin kaynağı olan akidelerinde de çözülme meydana gelmişti. Bu durumdayken sömürgeci kâfirler Đslam akidesine, Đslami fikir ve hükümlere ve Đs-lami mefhumlara tüm güçleriyle hücum etti-ler. Müslümanların geri kalış sebeplerinin din olduğu, dinin siyasetten ve devletten ayrı olması gerektiği, cihadın sadece savunma şeklinde olabileceği, Hilafetin papalık gibi sadece ruhani bir makam olması gerektiği, dinler arası diyalog gibi saptırıcı fikirlerle saldırıya geçtiler.

Đşte batının zehir kusan bu fikirleri Müs-lümanlar arasında yayılmaya başladı. Bu fi-kirleri ümmet arasında yayabilmek için Jöntürk ve Jönarapları önlerine katıp onlara her türlü imkânı vermek suretiyle Avrupa’da yetiştirdiler ve eğittiler. Onlar memleketle-rine döndüğünde ise efendilerinin yerine bu fikirleri yaymaya başladılar. Bu seçilmiş ke-simlerin öncülüğünde Đslam ümmeti ara-

sında bağımsızlık, hürriyet, vatancılık, milli-yetçilik, laiklik fikirleri yayılmaya başladı. Böylece bu fikirler Müslümanlara tahakküm edebildi.

Osmanlı Hilafet Devleti işte böylece yıkı-lıp gitti. O gün sömürgeci kâfirler bayram ilan ettiler. Dünya tarihinin en uzun süreli devleti Rasulullah’tan Osmanlıya kadar ge-çen 14 asır dünyaya hükmeden bir devlet, kâ-firlerin bile yıkılamaz olarak kalplerinde yer eden bir devlet! yıkılıp gitti ki, sebeplerinin bir kısmını yukarda zikrettik. Bu bir Sünnetullahtır ki; bir toplum kendi halini de-ğiştirmeden Allah o toplumun halini değiş-tirmez. Onlar kendilerinde bulunan fikirleri, ölçüleri, mefhum ve hükümleri değiştirdiler, Allah’ta onların bu halini değiştirdi. Yeryü-zünün efendileri olanlar, bundan sonra köle haline getirildiler ve diğer milletlerin lokması haline geldiler. Ne var ki; elden giden şey için üzülmek, hayıflanmak, Osmanlı ve ön-ceki Müslümanların yaptıkları hata, yanlış ve cürümleri gündeme getirmek bizi içinde bu-lunduğumuz şu durumdan kurtaracak ve ya-ralarımıza merhem olacak değildir! Ancak onların içine düştükleri hatalardan ve uygu-lamalardan ders çıkarmak gerekir. Nerede hata ve yanlışlık yaptılar, hangi konuları ih-mal ettiler diye düşünüp onların düştükleri duruma düşmemek için araştırma yapmak gerekir. Allahu Teâlâ’da bu konuda şöyle buyurmaktadır;

ما كسبت ولكم ما كسبتم وال تسألون عما تلك أمة قد خلت لها كانوا يعملون

“Onlar bir ümmetti, gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerine, sizin kazandıkla-rınız ise size aittir. Siz onların yaptıkların-dan sorulmayacaksınız.” (el-Bakara 134)

O halde bizler kendi kazanacaklarımıza bakmamız gerekir. Kendi sorumlulukları-mıza bakmamız gerekir.

Bugün yaşadığımız bu Đslam dışı hayatın çirkefliklerini, haramlarını, cürümlerini ve zulümlerini her gün teneffüs ederken, Asha-

Page 50: KöklüDeğişim 62

Allah müminleri içinde …

köklüdeğişim kasım 2009 50

bın yaşadığı o tertemiz hayatı göz önüne ge-tiriyoruz her gün. O günlere geri dönmek is-tiyoruz. Yiyecek bir lokma, giyecek bir urba bulamayan ancak Allahın kendilerinden razı, kendilerinin de Allah’tan razı olduklarını bi-len, o güzide ve örnek topluluğun duruşla-rını ve yaşayışlarını özlüyoruz hep. Bizlerde Rabbimizin bize vaad ettiği o devleti bekliyo-ruz, O hayatı istiyoruz. O dünyaya hayrı gö-türen topluluk gibi olmak istiyoruz. Zira 80 küsür yıldır Đslami hükümlerden uzak bir halde Allahın razı olmadığı bir hayatı yaşıyo-ruz. Müslüman’ın boynunda beyat halkası olmadan üç günden fazla yaşamasının caiz olmadığını bildiğimiz halde! Hadisi şerifte şöyle geçmektedir.

ومن. له حجة ال القيامة يوم اهللا لقي طاعة من يدا خلع من جاهلية ميتة مات بيعة عنقه في وليس مات

“Her kim itaatten elini çekerse, Kıyamet Günü’nde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâlâ’nın karşısına çıkar. Her kim de boynunda bey’at olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölmüş olur.” (Müslim Rivayet Etti)

Peki, Đslami ümmetin bu menfi hali böy-lemi devam edecektir? Servetlerimiz sömür-geci kâfirlerin yağması olmaya devam mı edecektir? Irak’ta, Filistin’de, Keşmir’de, Öz-bekistan’da, doğu Türkistan’da, Afganis-tan’da, Pakistan’da, Çeçenistan’da Müslü-manların kanı akmaya devam mı edecektir? Müslüman bacılarımızın bedenleri kâfirlere peşkeş çekilmeye devam mı edecektir? Ço-cuklarımızın beyinleri onların pis, habis fi-kirleriyle dolmaya devam mı edecektir? Irak’ta Özbekistan’da hapisteki bacılarımızın feryatları gökleri kaplayıp yırtmaya devam mı edecektir? Batılı kâfirler ve onların ajan-ları karınlarını tıka basa doldururken Af-rika’daki kardeşlerimiz bir lokma ekmeğe ve bir damla suya muhtaç kalmaya devam mı edecektir? Asla ve kat’a! Rabbimizin emrine “işittik ve itaat ettik” diyen davet taşıyıcıları olarak şunu idrak ettik ki; Allah müminleri içinde bulundukları şu durumda asla bıraka-cak değildir.

Peki, bizler (özelde tüm ümmet, genelde insanlık) bu durumdan nasıl kurtulacağız? Ne yapacağız da Allahın yardımını ve nusretini yanımıza alacağız ve Allah Subhanehu bizim tutan elimiz, gören gözü-müz, yürüyen ayağımız olacaktır? Tıpkı as-habı kirama yardım ve nusret ettiği gibi.

Müslümanların şunu hiçbir zaman unut-maması lazımdır ki, Đslam ümmetinin ba-şında bulunan ve onu her gün kötürüm bir hastalığa duçar bırakan açlık, sefalet, zillet onların kaderi değildir. Bilakis bütün bu kötü durum hayatlarını Đslam’a ve onun hükümle-rine boyun eğmemeleri ve cahili, küfür ni-zamlarına boyun eğdiklerinden dolayıdır.

Evet, bugün Müslümanların içinde bu-lunduğu durum çok vahimdir ve ümmet ekonomik, siyasi, sosyal açıdan kuşatılmıştır ve ümmetin bedenini birçok hastalıklar kap-lamıştır. Bugün ümmetin bir kısmı bu du-rumdan çıkış yolunu bulamaz olmuş ve uz-lete çekilmiş, bir kısmı hâşâ ümidini kaybet-miş, bir kısmı da bu durumu kanıksamış ve vurdumduymaz hale gelmiştir. Bir kısmı bu hastalıkların tespitini yaparken, yanlış reçe-teler uygulamış, buda ya hastalığı artırmış ya da başka hastalıklara neden olmuştur.

Đşte 1953 yılına kadar bu hal böyle devam ederken Takiyyudin en-Nebhâni Rahme-tullahi Aleyh, Rasulullah efendimizin kaybo-lan sünnetini (metodunu) ortaya çıkarmış ve ümmetin kırılan ve yıkılan ümidini tekrar in-şa eder hale gelmiştir. Hastalığı teşhis etmiş, sebeplerini ve sonuçlarını açıklayarak net bir fikir ve net bir metod ile ümmeti tekrar tek bir hedefe kitlemiştir. Đslam’ın fikir ve hü-kümlerinin hayata geçirilmesinin onun me-todu ile birlikte olması gerektiğini, yani Rasulullah Nübüvvet Devletini kurarken hangi metodu takip etmiştir, bu metodu şer’i bir metod olarak ortaya çıkarmıştır. Bu Đslami fikir ve metod ile kitlesini kurmuş, 1953 yı-lından beri bu kitle Đslami hayatı başlatmak ve Raşid-i Hilafeti tesis etmek için çalışmak-tadır.

Page 51: KöklüDeğişim 62

Allah müminleri içinde …

köklüdeğişim kasım 2009 51

Bizler aciz, sınırlı ve muhtaç olan insani vasıflarımızla aciz olmayan, Celle ve Teâlâ’ya kulluk edebilmek için bir yol göstericiye muhtacız.

Kendilerini Allaha adamış muhlis âlimler her zaman insanlara hakkı ve hidayeti eğip bükmeden anlatmış, önce kendi nefislerinde ve hayatlarında tatbik ile diğer insanlara ön-derlik etmişlerdir. Onlar şer’i delillerden çı-kardıkları hüküm, fikir ve görüşleri Allah’a ve Rasulü’ne itaat ile ortaya koymuşlar bu şekilde ümmetin gören gözleri olmuşlardır.

نالخبيث م يزمي تىح هليع ا أنتملى مع يننؤمالم ذرلي الله ا كانمكان الله ليطلعكم على الغيب ولكن الله يجتبي من رسله الطيب وما

من يشاء فآمنوا بالله ورسله وإن تؤمنوا وتتقوا فلكم أجر عظيم

“Allah müminleri, sizin üzerinde bulun-duğunuz halde bırakacak değildir. Nihayet pisi temizden ayıracaktır. Allah size gaybıda bildirecek değildir. Bunun için siz Allah’a ve peygamberlerine inanın. Đnanır ve sakınırsanız size çok büyük bir mükâfat vardır.” (Al-i Đmran 179)

Đşte bu muhlis âlimlerden bir diğeri olan rahmetli Seyid Kutup yukarıda zikrettiğimiz ayeti kerimenin tefsirinin devamında şunları anlatıyor;

“Şüphe yok ki, bu din bir nizamdır; hayat ni-zamıdır. Bu nizamın beşer hayatında tahakkuk edebilmesi, beşeri takatin imkânı dâhilinde göste-rilecek olan gayretlere bağlıdır. Đslam, bu gayeyi tahakkuk ettirmek için, önce beşerin bilfiil üze-rinde bulunduğu noktadan ve maddi vakaların-dan başlar, sonra onları, beşeri ceht ve takatleri nispetinde nihai gayeye doğru yürütmeye devam eder. Neticede onları, gayret ve takatlerinin vara-bildiği noktaya kadar ulaştırmayı bizzat taahhüt eder. Đslam’ın temsil etmiş olduğu bu ilahi niza-mın, sadece Allah tarafından gönderilmek keyfiye-tiyle yeryüzünde tahakkuku mümkün değildir. Mücerret olarak insanlara tebliğ ve beyan etmekle de bu dava gerçekleşmez. Yıldızların akışı ve fele-ğin deveranı müddetince kanunu ilahinin nice de-falar tecelli ettiği gibi kahrı ilahi ile de tahakkuk etmez. Çünkü neticeler, tabii sebeplere dayanır.

Ancak, beşeri bir cemaatin, ona sahip çıkması ve tatbikatını devam ettirmesiyle bu dava tahakkuk edebilir. Bu cemiyet ona kâmilen ve samimiyetle iman eder. Gücü yettiği kadar onun dosdoğru yo-luna süluk eder. Onu varlığının en ulvi gayesi ve hayatın en büyük vazifesi olarak kabul eder. Diğer insanların ameli hayatlarına ve kalplerine aynı duyguları yerleştirmek için gayret sarfeder. Gü-cünün, kudretinin son haddine kadar bu gaye için çalışır, faaliyet gösterir. Gerek kendi bünyelerinde ve gerek diğer insanların nefislerinde tezahür eden beşeri zaaflarla, beşeri heveslerle ve cehaletle mücadele eder. Bu yüce nizama cehaleti, süfli ar-zuları ve beşeri zaafları sokmak isteyen hıyanet şebekesiyle mücadele eder. Bütün bunlardan sonra da; ilahi nizamın gerçekleştiğine ve beşer fıtratına tamamen mutabık hale geldiğine şahid olur. Öyle bir tetabuk ki; beşeri, bilfiil bulunduğu noktadan alıyor ve bu nizamın tabii seyrinde, beşeri vaka-lardan ve bu vakaların icabetinden asla gaflet et-miyor.”

Şüphesiz ki dünya hayatı, kendinde bir fi-kir bulunan insanlar için bir mücadeledir. Ta ki fikrini diğer insanlara ulaştırsın, hayatı o fikirlerle şekillendirsin. Allah’a ve Rasulü’ne onun getirdiği tüm vahye iman eden bir Müslüman içinse bu dünya hayatı, Allah’ın rızasını kazanmak ve bu gaye içinde Sünnetullahı gereği ölüm kalım mücadelesi-dir ki, Rasulullah efendimizin “Ben, insanlar Lailahe illAllah Muhammed’un Rasulullah deyinceye kadar onlarla cihad etmekle emrolundum” hadisi şerifi gereği hareket ve durum içinde hayatını yönlendirir. Bugün ümmetin içinde bulunduğu durumdan kur-tulmanın tek bir yolu vardır! Rasulullah’ın metoduna uygun olarak hayatın her alanında şer’i hükümlere boyun eğerek amel etmektir. Bu şer’i hükümlerin vakıamız açısından en önde gelenlerinden birisi “sizden bir toplu-luk bulunsun. Đslam’a davet etsin. Đyiliği emretsin. Kötülükten nehyetsin. Đşte kurtu-luşa erenler onlardır.” (Ali Đmran 104) ayeti celilesi gereği bu toplulukla (kitle) birlikte Đs-lami hayatı başlatmak için bütün farzların kendisine bağlı olduğu ve kendisiyle tatbik

Page 52: KöklüDeğişim 62

Allah müminleri içinde …

köklüdeğişim kasım 2009 52

edileceği, münkerin ortadan kaldırılacağı, ci-hadın başlatılacağı, Hilafet Devletini kurmak için çalışmaktır. Đşte böyle olunca Allah bizim içinde bulunduğumuz bu durumdan bizleri kurtaracak ve bize işimizde nusret ve yardım edecektir. Zira Allah Azze ve Celle, iman eden ve Salih amel işleyenlere; “kendilerin-den öncekileri yeryüzünde halife kıldığı gibi sizleri de halife kılacağını, seçtiği dini (Đslam’ı)hâkim kılacağını, korkularından sonra onları güvenliğe ulaştıracağını, vaad etti. Onlar ancak bana kulluk ederler. Hiç-bir şeyi bana ortak koşmazlar. Kimde bun-dan sonra inkâr ederse onlar fasıkların ta kendileridir.” (en-Nur 55) buyurmaktadır.

Şu bir hakikattir ki; Allah’u Teâlâ insanı her türlü zorlukların, sıkıntının, felaketlerin, sosyal ve fiziki ağır şartların altından kalka-bilecek, üstesinden gelebilecek şekilde ya-ratmış, bu söz konusu durumlar için insan, hayat ve kâinata ölçü ve nizamlar yerleştir-miştir. Tarihi hakikatler bize, geçmiş üm-metlerin ve toplulukların, altından kalkılması zor şartlardan nasıl kalkabildiklerini göster-mektedir.

Şüphe yok ki bu dünya hayatı hak ile batıl arasında bir mücadeledir. Bu mücadele kı-yamete kadar devam edecektir. Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır;

ويتخذ منكم وتلك األيام نداولها بين الناس وليعلم الله الذين آمنوا ينالظالم بحال ي اللهاء ودق شهحمينوا وآم ينالذ الله صحمليو

أم حسبتم أن تدخلوا الجنة ولما يعلم الله الذين جاهدوا منكم الكافرين ويعلم الصابرين

“Đşte (iyi veya kötü) günleri insanlar ara-sında (böyle) döndürür dururuz. (Bazen bir topluma iyi ya da kötü günler gösteririz, ba-zen öbürüne.) Allah, sizden iman edenleri ayırt etmek, sizden şahitler edinmek için böyle yapar. Allah, zalimleri sevmez. Bir de Allah, iman edenleri arındırmak ve küfre sapanları mahvetmek için böyle yapar. Yok-sa siz; Allah, içinizden cihad edenleri (sına-yıp) ayırt etmeden ve yine sabredenleri (sı-

nayıp) ayırt etmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?” (Ali Đmran 140-142)

Đnsanın kendi hükmü (iradesi) altındaki dairede yapması gereken ameller (farzlar), emirler ve sakınması gereken haramlar ve yasaklardan kaçınması (ki insan bu daireden hesaba çekilecektir) ve bunları destekleyecek nafileleri işlemesi muhakkak ki mümini Al-lah indinde ve insanlar arasında ön saflara taşıyacaktır. Bunlar insanın zorlanmadan yapabileceği en tabii işlerdendir. Fıtratta bu-na yatkındır ve bu ölçüye göre dizayn edil-miştir. Allah’ın hükmü altındaki dairede meydana gelen işlerden ise insan sorumlu değildir. Đşte bugün müminlerin her birinin hükmü (iradesi) altında bulunan ve farz ola-rak mükellef kılınan ve üzerlerine aldıkları toplumu Đslam’a (Allahın hükmüne) göre değiştirme, toplumu Đslami toplum haline dönüştürme işini (ki bu bir ölüm kalım mü-cadelesidir) gevşemeden, bıkkınlık göster-meden, sömürgeci kâfirlerin kurdukları tu-zaklardan yılmadan bu yola sabırla ve se-

batla devam edilmelidir ki; ا إالنفس كلف اللهال ي Allah hiç kimseye gücünün üstünde“ وسعهاbir şey yüklememiştir...” (el-Bakara 286)

Bütün hayırların kendisinde toplandığı amel; Đslam davetini yüklenmek işidir. Rab-bimiz Ali Đmran suresinin 139. ayeti kerime-sinde şöyle buyurmaktadır. أنتمنوا وزال تحال تهنوا وو ,gevşemeyin, üzülmeyin“ األعلون إن كنتم مؤمنينeğer (gerçekten) inanıyorsanız, mutlaka siz üstün geleceksiniz.” Ve hac suresinde de şöyle buyurmaktadır; واض أقامي الأرف مكناهإن م ينالذ

ه عاقبة الصلاة وآتوا الزكاة وأمروا بالمعروف ونهوا عن المنكر ولل Onlar o kimselerdir ki, kendilerine“ الأمورyeryüzünde iktidar verdiğimiz zaman na-mazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emre-der, kötülükten men ederler. Bütün işlerin sonu Allah’a aittir.” (el-Hac 41)

Bu ayeti kerime bu işin ne kadar önemli ve büyük bir iş olduğunu ve ne derece hayırlı olduğunu göstermektedir. XIV asır insanlığa

Page 53: KöklüDeğişim 62

Allah müminleri içinde …

köklüdeğişim kasım 2009 53

hayırdan başka bir şey götürmeyen ve in-sanları yangın azabına düşmekten koruyan bir yönetim ve devlet için mücadele etmek elbette hayırların kendisinden fışkırdığı bir iş olacaktır.

Müminler şunun idraki ile hareket etmeli-dir ki; Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e dayandırdıkları fikir ve metodları ile yaptıkları kitlesel çalışma ve bağlı kaldıkları şeri hükümler ile ümmetin kırılan onuru, ge-leceğin ümidi, insanlığın garantisidir. Sos-yalist ve kapitalist ideolojilerin yıkılıp gittiği şu günlerde, Đslam’ın emin bekçileridirler. Đs-lam’ın yönetim şekli olan Raşid-i Hilafetin müjdeleyicisidirler. Kâfirlerin ve zalimlerin korkulu rüyası, kâfirlerin hasmıdırlar. Bu Ümmet işte böyle güvenilir Müslümanları beklemektedir. Diğer insanlarda bu muhlis ve adaletli zümreyi beklemektedirler. Tıpkı Ömer RadiyAllahu Anh’ın ortaya koyduğu adaleti bekledikleri gibi… Tıpkı kendi zalim ve küfür yönetimlerin zulmümden kaçıp da, geçmiş Halifelerden yardım isteyen gayri Müslimler gibi. Ve ülkeler bu mücahitlerin kokusunu almaktadırlar… Ta ki o ülkelere Allahın nuru ve Đslam’ın hükümleri ulaşsın.

Müminler şunu da hiçbir zaman unut-mamalılar ki; her amelinde ve her anında in-san imtihan olunduğu gibi, üzerine aldığı bu davette de Rabbimiz Müminleri de imtihan etmektedir. Ve kendi işini ehil insanlara ve-recektir. Bir işte, hele hele davet taşımada ehil olmak ise belli bir eğitim kültürünü al-mayı gerektirir. Allah Subhanehu Rasulü ile Sahabe-i Kiramı Đslam ile yetiştirip, Đslam kültürü ile onları kültürlendiği gibi, mümin-lerinde bu kültürle teçhiz olunması gerek-mektedir. Zira davet taşıyıcısı toplumu de-ğiştirmek, insanlara ve topluluklara yol gös-termek ve çözümler ortaya koymak için Đs-lami fikir, ölçü ve kanaatleri ortaya koyması gerekir ki, toplumu kuşatabilsin. Đşte bunlar o kültür içersinde alınması gereken husus-lardan bazılarıdır. Davet taşıyıcısı sabrı ve sebatı o kültürle öğrenir. Cesareti o kültür

sayesinde pekiştirir veya edinir. Kısacası Rasulullah’ın yetiştirdiği Sahabe-i Kiramın yolunda ve çizgisinde adım adım yürür. Đşte o zaman toplumun vakıasını dakik bir şe-kilde tahlil edebilir, küfrün tuzaklarına karşı dirençli bir şekilde durulabilir. Ve böylece bu sınavda başarılı olunabilir. Bu davet üzerinde yürümek bir Müslüman için tabii bir iş olma-sına rağmen, bu uğurda başına gelebilecek kaza ve belalara da sabretmek ve ecrini Allah Subhanehu ve Teâlâ’dan beklemek gerekir ki, azimler ve gayretler bir kat daha artsın.

Đmtihanın gerçekleştiği (rabbimizin ve in-sanların şahit olacağı) anda Đslami duruş çok önemlidir. Birçok Müslüman musibetin ba-şına geldiği anda söylemlerini değiştirip, fi-kirlerinden vazgeçip geri adım atıyor, za-limlerin zulümlerine boyun eğiyor. Đşte bu gibi durumlar geçmişte ve bugün oldukça sık karşılaşılan durumlardır. Bunun birçok ne-deni olmasına rağmen özellikle Müslümanla-rın günümüzde kendilerine örnek teşkil ede-cek ve metod ortaya koyacak önderlerin bu-lunmamasından kaynaklanmaktadır. Đşte bu durumdan kurtulmak sağlam iman ve sağ-lam bir fikir etrafında birleşerek Rasulullah’ın metoduna uygun, şer’i hü-kümler çerçevesinde hareket ederek, bu-günkü vakıanın da çok dakik bir şekilde tah-lilini yaparak, meşru ve en uygun üslupların kullanılması ile en önemlisi de fikir ve me-toda bağlı dik bir duruş ile mümkündür. Çünkü Đslam dışı küfür yönetimlerinin im-kânları ve adamları ne kadar çok olursa ol-sun ve Müslümanları daveti taşımaktan en-gellemek için (cezaevine atmak, öldürmek, korkutmak, aşağılamak, daveti küçük gös-termek, işten atmak vb. gibi.) hangi üslupları kullanırlarsa kullansınlar, onların gücü Al-laha iman etmiş ve Rasulullah’ın metoduna uygun olarak hayatını tanzim eden Müslü-manlardan daha fazla değildir. Ancak buna Müslümanların inanması ve Rabbinin daima kendisiyle birlikte olduğunun farkına var-ması gerekir… Böyle olunca bu zulüm yöne-timleri Müslümanlara hiçbir zarar veremez-

Page 54: KöklüDeğişim 62

Allah müminleri içinde …

köklüdeğişim kasım 2009 54

ler. Zarar verseler bile Müslüman bunun bir imtihan olduğu ve sabrettiğinde ecrini alaca-ğını bilerek zevkle ve şevkle davetini taşı-mayı sürdürecektir.

Bu işin sonuçlandırılması ise, Allahın hükmü altındaki dairedendir. Yani Rabbimi-zin katındadır. Davet taşıyıcısına düşen ken-di hükmü altındaki dairede işlerini, görev ve sorumluluklarını en güzel şekilde, en uygun üsluplarla yerine getirmektir. Bunları takva ile yerine getirdiği zaman artık ona ölüm gel-se de, hak olarak vaat edilen Rabbi’nin rıza-sını ve cennetini kazanmış olarak bu dünya imtihanını geçer ĐnşAllah…

Rabbimiz Ali Đmran 133. ayeti kerimede şöyle buyurmaktadır; نةجو كمبن رم ةرغفوا إلى مارعسوينتقت للمدأع ضاألرات واوما السهضرع ”Rabbinizin mağfiretine ve genişliği göklerle yer kadar olan ve Allahtan korkanlar için hazırlanmış bulunan cennete koşun…”

Fecr suresi 27-30. ayetlerde de şöyle bu-yurmaktadır;

فادخلي ارجعي إلى ربك راضية مرضية يا أيتها النفس المطمئنة

وادخلي جنتي في عبادي

“Ey huzur içinde olan nefis! Sen Rabbin-den razı, Rabbinde senden razı olarak O’na dön! Salih kullarımın içine karış! Cenne-time gir!”

Yarabbi! Đman ettikten sonra, ökçelerimizi gerisin geriye döndürme… Rabbimiz, biz inandık, bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru… Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma… Rabbi-miz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yük-leme… Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen bizim sahibimizsin. Bizim Mevla’mızsın. Kâfirler, fasıklar ve za-limler topluluğuna karşı bize yardım et Ya Rabbi, Ey Allah’ım, bizi azıp sapmışların el-lerine, yönetimlerine bırakma Ya Rabbi! Bizi içinde bulunduğumuz (gayr-i Đslami hayat) şu durumda bırakma, ya Rabbi bize katından bir nusret gönder. Rasulü’ne verdiğin devleti bize de ihsan et. Raşid-i Hilafeti bize göster yarabbi! Âmin. Âmin. Âmin.

Page 55: KöklüDeğişim 62

Sümeyye Avcı röportaj [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 55

Hizb-ut Tahrir – Danimarka Beşinci, Senelik Konferansı.

Her sene konferans düzenleyen Hizb-ut Tahrir, 27 Eylülde Danimarka’da beşinci se-nelik konferansını düzenledi. Konferansın konusu “Hilafet Devletinde Ekonomik Đstik-rar” idi. Finans krizlerin ve ekonomik istik-rarsızlıkların sadece Hilafet Devletinde (Đs-lam nizamları tarafından) engellenebileceği vurgulandığı gibi huzur ve adaletin yalnızca Đslam nizamıyla sağlanabileceği üzerinde du-ruldu.

Konferans her zamanki gibi organizesi, di-siplini ve profesyonel sunumuyla insanları kendisine bir kez daha hayran bıraktı. Dani-marka dışında ikamet eden Müslüman kar-deşlerimizin konferansa katılamamalarından, o anı onlara yaşatmak için konferansa katılan iki kardeşimizle (Kazım TEKĐNOĞLU ve Selman KOÇ) röportaj yaptık. Şimdi sizleri röportajla başbaşa bırakıyoruz.

Sümeyye AVCI: As-Salamu Alaikum wa Rahmatullah. Hizb-ut Tahrir 27 Eylül Pazar günü Danimarka’da senelik konferansını gerçekleştirdi. Sizlerde bu konferansta bu-lunanlar arasındasınız. Konferansın konusu ve içeriğinden biraz bahseder misiniz?

Kazım TEKĐNOĞLU: Ve aleykum selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu. Öncelikle bana röportaj imkânını sağlayan Köklü Deği-şim çalışanlarına teşekkür ederim. Ayrıca Al-lah, Konferansı düzenleyen Hizb-ut Tah-rir’den razı olsun.

Gelelim sorunuza. Genel itibarıyla konfe-ransın konusu Đslam Devletinde ekonomik is-tikrar idi. Đçerik açısından ise şu anki hemen hemen bütün dünyayı yakından ilgilendiren ve etkileyen finans kriziydi. Yani bildiğiniz gibi maalesef bugün hâkim olan kapitalist la-ik ekonomik sisteminin doğal sonuçların içerdiği ve tabandaki insanlardan zenginlere

kadar kapsayan fakirleşme ve kriz meselesi. Aslında bu fakirleşme süreci zaten var olan bir süreçti. Burada ancak beşer icadı olan (tağut) ekonomik sistemin doğal sonucu olan bir hızlanma mertebesi olduğunu içermekte. Ayrıca bu sistem insanoğluna hiçbir şekilde ekonomik adalet ve refah sağlayamadığının delilleriyle, güzel bir çalışmayla hazırlanmış bir belgeselle sunuldu.

Selman KOÇ: Wa alaikum Salam wa Rahmatullah. Konferansın ana maddesi Đslam’ın iktisat nizamı ve onun mevcut küresel ekonomik krize çözümü. Konuların içeriği esas olarak krizin gerçek nedenleri arandı, bir avuç gözü dönmüş elit tabakının benciliği değil de kapitalist ideojinin temelde bozuk ve onun ekonomik sistemi olan piyasa ekonomisin insanların maslahatlarını düşünmesinden uzak oldunu ve insanlara huzurlu ve istikrarlı bir yaşam sağlamaktan aciz olduğu vurgulandı. Buna çözüm olarak ve kapitalist ekonomik sisteme alternatif mahiyetinde Đslam’ın ekonomik sistemi ne yazık ki Müslamanlar dahil çoğu insanlar tarafından bilinmemektedir. Tabi burada siyasi kesimin ve medyanın büyük etkisi ve rölü söz konusu. Zira Đslam’ın aleyhine propaganda ve kasıtlı olarak Đslam’ın iktisat nizamını göz ardı etmeleri bunun açık delilidir. Đnsanlar Đslam’ın iktisat nizamını sadece faize karşı yasağı ve zekat ödemekten ibaret olduğu vehmine kapılarak, krize cözüm olarak başka yollara ve çarelere başvurmuşlardır. Bu açıdan insanlar mesela kömünizmin ekonomik sistemini bir alternatif olarak görer hale geldiler. Halbuki Đslam kapsamlı bir hayat nizamı olarak bütün sorulara cevap olarak insanların problemlerine çözüm sunmuştur ve bu çözümlerin kaynağı Alemlerin Rabbi olan Allah tarafından inzal edilmiş ve dolayısıla

Page 56: KöklüDeğişim 62

beşinci, senelik konferans …

köklüdeğişim kasım 2009 56

bu meseleler hiç bir şekilde aciz olan insanlara bırakılmamıştır. Buradan hareketle Đslam’ın ekonomi sistemin değişik hususlara dakik bakışı katılımcılara sunuldu. Bu çerçevede Đslam’ın para birimine, mülkiyet ayrımına, şirket, ortaklık ve sözleşme türlerine bakışı vs. olarak sırayla ele alındı.

Sümeyye AVCI: Bilindiği gibi hiç bir devlet ve hiç bir nizam çöken ekonomiye köklü bir çözüm getirememiştir. Bu yüzden de gün geçtikçe ekonomi daha da sarsıl-makta. Đnşh’Allah yarın Đslâm’ın Devleti olan Raşid-i Hilafet kurulduğunda ekonomi nasıl organize edilecek? Şu anki sistem gibi iktisat nizamı inişli çıkışlı sarsıntılara uğ-rayacak mı?

Kazım TEKĐNOĞLU: Kesinlikle inişli çı-kışlı sarsıntılar olmayacaktır. Bunu ben böyle tahmin ettiğim için söylemiyorum, bizzat ta-rih belgeliyor, hem de Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den bu tarafa kurulan dâr-ul Đslam yani Đslam Devleti 1923 kadar bakıl-dığında (istediğiniz belgeye, kitaba, tarihe başvurunuz) Đslami veya gayri Đslami kay-naklar olsun kesinlikle şimdi olduğu gibi bu denli bir kriz ve çöküntüye giden bir süreç yaşanmamıştır. Ayrıca Đtalyan ekonomi uz-manları Loretta Napoleoni ve Claudia Segre'nin kaleme aldığı yazıda, Đslam'a uy-gun yatırım araçlarının suni ekonomi balon-larının oluşmasını engellediği, faizi, aşırı borçlanmayı, finans piyasalarında manipü-lasyon ve spekülasyonları yasakladığı ifade edildi. Yazarlar bilhassa elde edilen paraların reel ekonomiye yatırıldığı Sukuk denilen fa-izsiz bonolar tavsiye ediyor. Makalede bura-dan elde edilen kâr paylarının, faiz için alter-natif olabileceği belirtmişti. Yine uzman eko-nomist Loretta Napoleoni, 2008 yılında ya-yınladığı 'Rogue Economics' (Zararlı Eko-nomi) kitabıyla kendinden söz ettirmişti. Ki-tapta kapitalist finans sisteminin zararlarına geniş yer verilirken, Đslami finans sistemin-den övgüyle bahsediliyor. 1997 Asya krizin-den, 11 Eylül'den Đslami finansın güçlenerek

çıktığını ifade eden yazar, şimdiki krizde de durumun farklı olmayacağını iddia ediyor. Osmanlı Devleti'ni 'altın imparatorluk' olarak nitelendiren Napoleoni, Osmanlı'nın altın pa-ra kullandığını, bu sayede Akdeniz ve çev-resindeki ekonomilerin yüzyıllar boyu istik-rarlarını koruduklarını vurguluyor. Kâğıt pa-ra ile birlikte sistemin bozulduğunu belirten yazar, bu şartlar altında krizlerin kaçınılmaz olduğuna işaret ediyor. Yani kısacası objektif olan herkes bunu görebilir.

Raşid-i Hilafetin ekonomiyi nasıl organize edeceği hususunda, tabi bu geniş bir soru, düşünsenize yüzyıllar önce bir Âlimin tam otuza yakın cilt yazmış bu konuda, bizim Đs-lam’ın ekonomik sisteminde fazla bilgimiz yok ayrı bir konu. Dolayısıyla bu konferans kameraya alınmıştır ve yakında www.islamdevleti.org sayfasından temin edile-bilir.

Selman KOÇ: Birincisi Đslam Devleti bir avuç sermaye sahiplerin menfaatlerini gözetleyen bir devlet değildir. Toplumun yararına çalışan ve ona hizmet eden bir kurumdur Đslam devleti. Đkincisi ana hatlar ve temel olarak Đslam’ın ekonomi sistemi malın paylaşımında ve dağıtılması konusunda bunları üçe ayırmıştır; devlet mülkiyeti, kamu mülkiyeti ve ferdi mülkiyet. Devlet mülkiyeti ağır sanayi ve büyük arazileri kapsamaktadır. Kamu mülkiyeti de yer altı ve üstü madenleri ve tükenmeyen sınırsız zenginlikleri kapsamaktadır, örneğin doğal gaz ve petrol hatları gibi. Ferdi mülkiyet ise ağır sanayiye girmemesi şartıyla özel fabrikayı içerir, tekstil, mobilya veya araba fabrikası gibi yada kişinin evi olabilir, bunlar ferdi mülkiyet dahilindedir.

Para birimi altın ve gümüşten oluşan istikrarlı bir ekonomiye sahip olan Đslam’ın güzide ekonomi sistemi tabii ki bu tip inişli çıkışlı sarsıntılara maruz kalmayacaktır. Çünkü günümüzün Merkez Bankaları tarafından sürekli basılan kağıt paralarının aksine gerçek anlamda paralar altın ve gümüş ile hakiki değere sahip olacaktır. Nitekim

Page 57: KöklüDeğişim 62

beşinci, senelik konferans …

köklüdeğişim kasım 2009 57

bu kâğıt parçaları yalnız insanların duydu güvene dayanarak suni bir değer kazanmaktadır ve tabii ki insanların başka bir alternatif de bulamamalarından kaynaklanıyor.

Sümeyye AVCI: Kapitalist düzeninin çöken ekonomisi Ümmette nasıl bir etki yapmaktadır? Veya herhangi bir etkisi var mıdır?

Kazım TEKĐNOĞLU: Etkisi elbette var. Bu mesele bir yıla aşkın bir zamandır Ümmet arasında, medyada, gazetelerde konuşulu-yorsa, istifalar binlerce firmaların kapanması, isyan ve alternatif arayışları vs. Bunlar etki-nin olduğunu gösterir. Maalesef bizim daha bilmediğimiz nice kötü sonuçlar doğurmuş-tur bu kriz. Ailelerin dağılması, boşanmalar, yolsuzlukların çoğalması, ekmek derdinden bıçaklama, öldürmeler daha neler neler… Al-lah’tan ki halk Müslüman, bu yüzden bazı sınırlar toplumsal bazda frenlemekte. Ben di-yorum ki eğer bu Ümmetteki fakirlik derecesi Müslüman olmayan bir devlette vuku bul-saydı, bunlar bu maneviyatsızlığın verdiği boşluk içinde toplumsal yozlaşma ve tahmin edemeyeceğimiz kötü sonuçlar doğururda ve binlerce insan intihar ederdi benim görüşüm. Demek ki etki var. Lakin etkisiz tepki olmaz.

Selam Koç: Ümmet zaten perişan bir vaziyette yoksulluk içinde yaşıyordu. Açlık, işsizlik ve geri kalmışlık sadece bu çaresizliğin bir kaç örnekleridir. Đslam âle-mindeki Batı taklitçisi küfür rejimler kapitalist ekonomi sistemini Ümmetin üzerine tatbik etmelerinin doğal bir sonucudur bu. Kendi malı gibiymiş asıl olan Ümmetin malını kafir batıya peşkeş çeken başımızdaki hain ve kukla yöneticiler ülkelerimizi dışa bağılmı kalmamıza sebeb olmuşlardır. ĐMF ve Dünya Ticaret Bankası başta olmak üzere Ümmete dayatıkları politika ve projeler her zaman içerisinde ekonomik sıkıntıları aşmamızı sağlama ba-hanesiyle ülkelerimize krediler vererek on-lara, hem ekonomik hem de siyasi olarak baş-ta Amerika olmak üzere kafir kapitalist Batı

ülkelerinin kölesi haline getiren ĐMF ve Dün-ya Ticaret Bankası fasit kurumlardır.

Sümeyye AVCI: Birazda konferansı ko-nuşalım kardeşim. Dünyada farklı kitle ve cemaat ekonomi ile ilgili birçok konferans düzenledi. Hizb-ut Tahrir’in sunduğu çö-zümler ile onların sunduğu çözümler ara-sındaki fark nedir?

Kazım TEKĐNOĞLU: Güzel ve klasik so-ru, neden Hizb-ut Tahrir’in sunduğu çözüm farklı ve farkı ne? Diğer cemaatlerin veya ku-ruluşların maalesef getirmiş olduğu çözüm-ler, var olan vakadan etkilenme sonucu pragmatik yaklaşım. Yani problemin üreten kaynak içinden çözüm aramak. Bataklıktan gül bitmeyeceği gibi, var olan kapitalist eko-nomik sistemden de çözüm çıkmaz. Temeli sorunlu, insan düşmanı, adı üstünde sermaye üzerine kurulu bir rejim ve sistem… Zengin-lerin sistemi!

Hizb-ut Tahrir ise gerçekten meseleye ob-jektif yaklaşıp çözümünü imanından kay-naklanan Kur’an ve Sünnetten almış ve kon-feransta da sunduğu gibi bütün çözümler Đs-lam’ın kaynaklarına bağlıydı. Diğer cemaat-ler ve kuruluşlarda sadece faiz ve zekatta de-ğil de bütün ekonomik meselelerde Đslam’a başvursa.. Đslam’ın evrensel olduğunu ve gü-cünü dünyaya haykırsalar. Haykırsalar ki, Ümmet Đslam’a olan güveni ve çözümlerini benimsesinler. Bilinç oluşsun ki, ancak Rab-bimizin razı olacağı Raşid-i Hilafet Devleti tekrar kurulsun..

Selam KOÇ: Bakıldığı zaman bu cemaatler bu konuda çok geç kalmışlardır, zira Đslam’ın ahlak ve ibadet gibi ferde yönelik hükümlerini tek gündem etmeleri ekonomik kriz gibi sıkıntıları aşamamamızın ana nedenlerinden birisidir. Çünkü insanlara Đslam’ın ekonomi sistemini iyiyice tanıtamamışlardır. Yinede Hizb ut Tahrir diğer kitlelerin aksine krizin gerçek sebebini tehşis etmiş ve Đslam’ın devleti olan Raşidi Hilafet’in gölgesinde Đslam’ın ekonomi

Page 58: KöklüDeğişim 62

beşinci, senelik konferans …

köklüdeğişim kasım 2009 58

sistemin tek çözüm olduğunu beyan etmiştir. Bunu yaparken de genel olmayan ama köklü ve dakik çözümleri sunarak. Hele yine başka kitlelerin yaptığı gibi mevcut kapitalist ekonomik sisteme Đslam’i bir kılıf giydererek sözde ‘’Đslam’i bankalara’’ teşvik ederek de değil, Hizb ut Tahrir’in hazır konumda olan farklı bir ekonomik sistem olan Đslam’ın iktisat nizamının tatbik edilmesi için çağrıda bulunarak konferans düzenlemiştir.

Sümeyye AVCI: Bildiğimiz üzere Hizb-ut Tahrir bütün dünyada olduğu gibi Da-nimarka’da da senelik konferans düzenle-mekte. Organizeden bahsedecek olursak, siz Hizb’in konferanslarındaki düzeni nasıl buluyorsunuz?

Kazım TEKĐNOĞLU: Organize her za-manki gibi müthişti. Gerçekten güzel hazırlık yapılmış ve belli ki üzerinde ter dökülmüş Allah onlardan razı olsun.. Her konferansta daha da gelişiliyor, teknolojik unsurlardan faydalanılıyor. Sunulan fikirler ise, her za-man canlı ve pratik. Herkese yazılı veya söz-lü ekleme, soru sorma imkânının verilmesi, kadın ve erkeklerin birbirlerini göremeyecek şekilde oturmaları, her meselede görevlilerin olması, görevlilerin siyah beyaz giyinmelerin yanı sıra ‘Hizb-ut Tahrir – Danimarka’ yazılı rozet takmaları kısacası hiç bir konferansta görülmeyen düzen ve organize mevcuttu.

Selam KOÇ: Orginizyason ve düzen üst düzeydeydi. Kelimenin tamamıyla her şey düşünülmüş ve sıralar dizilip, soru sorma veya yorum yapma imkani ile her şey hizmete sunulmuştur. Her alanda her zaman olduğu gibi Hizb düzenlemiş olduğu konferanslarla büyük teveccüh kazanmıştır.

Sümeyye AVCI: Bizimle röportaj yap-mayı kabul ettiğiniz için Rabbimiz sizden

razı olsun. Son olarak Müslümanlara ne söylemek istersiniz?

Kazım TEKĐNOĞLU: Sizden de Allah ra-zı olsun.. Müslümanlara Đslam’ın sadece beş şartından ibaret olmadığını ve yüce di-nimizin ancak ibadetle kısıtlanamayacağını belirtmekle beraber, bütüncül kâmil bir din olduğunu her zaman her yerde evrensel bir din olduğunu ve hayatın her alanını kapsa-dığını cümle âleme taşımalarını duyurur ve bunun icraatı için çalışmalarını ve bunun bayraktarlığını yapan Hizb-ut Tahrir’e destek ve beraber çalışmalarını yüce Rabbimizden dilerim.

Selman KOÇ: Bu Ümmet insanlar arasında çıkartılmış en hayırlı Ümmettir diyor Rabbimiz. O halde buna layık olmak için bir an önce harekete geçip bu kokuşmuş dünya düzenini değiştirip Đslam’ı aleme bir nur ve hidayet olarak taşıyacak olan Raşid-i Hilafet Devletini kurmak için acele etmelerini buradan çağrıda bulunmak istiyorum Müs-lümanlara. Dünya Đslam Devleti’nin yoklu-ğundan çok ızdırap çekmiştir. Buna dur di-yecek bir tek Müslümanlardır, çünkü üzeri-mizde büyük bir yük taşıyoruz, zira iman edenler olarak Đslam’ın adaletini diğer in-sanların görmesi için çalışmalıyız, kuru laf-larla kalmasın, çünkü gerçekten Đslam’dan başka hiç bir sistem insanlara huzur ve ada-leti getiremez. Đşte size fırsat! Küresel krizim yaratığı sıkıntılar ve tufan gibi her yeri kasıp kavurduğu bir dönemde Đslam’ın ekonomi sistemini idrak edip başkalarına anlatalım ve aktaralım. Tekrarlıyorum, Müslümanları ve dünyadaki bütün insanları tüm bu bozuk düzen ve sistemlerden kurtarıp sahih Đslami ekonomik sisteme kavuşturacak olan Raşid-i Hilafet Devleti'nin kurulması için acele edi-niz zira gerçek ekonomik refahın tadına an-cak o zaman varacaksınız.

Page 59: KöklüDeğişim 62

Abdullah Aydın okuyucudan gelen [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 59

Ümmet Hilafet Đstiyor. زاهق هو فإذا فيدمغه الباطل على بالحق نقذف بل

“Bilakis biz, hakkı batılın tepesine bin-diririz de o, batılın işini bitirir. Bir de ba-karsınız ki, batıl yok olup gitmiştir.” (Enbiya 18)

3 Mart 1924’de Hilafeti yıkan kâfir dev-letler Đslam ümmetini paramparça ettiler. Sı-nırlar çizdiler, ümmetin arasına mayınlar dö-şediler. Tüm Đslam beldelerine ajan yönetici-ler yerleştirdiler. Kâfirler kendi hadarat ve medeniyetlerini uşak yöneticiler vasıtasıyla ümmetin fikir ve duygularını bozdular. Ka-pitalist fikirlerini yaydılar. Müslümanları Đs-lam’dan uzaklaştırmak için ajan yöneticiler vasıtasıyla tüm imkânlarını kullandılar. Sö-mürgeci kâfirler Müslümanların servetlerini çalıp çırptılar ve iştahları kabardı. Müslü-manların başındaki uşaklarından cesaretlen-diler. Bu cesaretlenmeleri Đslam topraklarına son yıllarda harçlı ordularıyla geldiler. Örne-ğin; ABD 11 Eylül sonrasında, önceki ABD başkanı Bush’un açıklaması şöyle oldu. “Bi-zim düşmanlarımız Müslümanlardır, Allah Ame-rika’ya yardım etsin” diye savaş ilan etti. As-lında Bush uyuyan koca bir devi uyandırdı. Afganistan’a savaş ilan etti. Arkasından Irak yanına kâfir devletleri ve Müslüman beldele-rindeki ajanları da alarak sözde Müs-lümanların petrolleri, yeraltı ve yerüstü kay-naklarını sömüreceklerdi. Beklemedikleri bir savunmayla karşılaştılar. Müslüman kardeş-lerimiz Đslam topraklarını kâfirlere mezar et-tiler. Bataklığa saplandılar.

Şunu söylemek istiyorum. Bu harçlı or-dularının 9000 km.den gelmesi ümmetin uyanmasını sağladı. Allah ve Rasulü ile bağ kurdu. Đç muhasebeler yapıldı. Kâfirlere kin-leri arttı. Müslümanlar hain yöneticilerden kâfirlere hizmetkâr olduklarını gördü. Đşbir-likçi çirkin yüzlerini açığa çıkardılar. Örneğin Amerikan askerlerinin Güneydoğu’dan

Irak’a silah sevkiyatı yaptığını, Đncirliden kalkan savaş uçaklarının Müslüman çocukla-rına füze yağdırdığını Müslümanlar unut-madı. Đkiyüzlü ajanlar Amerikan askerlerinin sağ salim eve dönmeleri için dua edenleri çok iyi biliyor.

Rabbimize hamd olsun, Müslümanlar da tekrar ümmet bilinci oluştu. Dostunu düş-manını bilir hale geldiler. Bu küfür sistem Müslümanları paramparça ettiğini hissetti. Kâfir devletlerle hain yöneticilerin ikiyüzlü olduğunu gördüler. Đslam’ı hayata hâkim kılmak için ayağa kalktılar. Kâfirler kendi el-leriyle sonlarının geldiğini düşünemediler. Müslümanların gücünü hesaba katmadılar. Kendi ağızlarıyla bundan sonra Đslam devle-tinin geleceğini dilleriyle söyler oldular. Kor-kulara kapıldılar. Geceleri yataklarında uyu-yamaz hale geldiler. Uşaklarının ellerinde çanta, batıyla doğu arasında gidip geliyorlar. Korkunun ecele faydası yok.

Müslümanlar bir binanın tuğlaları gibi birbirine bağlıdırlar. Bu ümmet önceden ol-duğu gibi Hilafet’ini tekrar istiyor. Đslam bel-delerine çizilmiş sınırlarını kaldırmak istiyor. Bir vücudun azası gibi olmak istiyor. Ümmeti kanatlarının altına alacak mallarını ve canla-rını koruyacak Halifelerini istiyor. Đslam or-dularını istiyor. Dökülen Müslüman kanları-nın, kirletilen ırzlarının hesabını sormak isti-yor. Çalınan servetlerin kâfirlerden almak için Hilafetini tekrar istiyor.

Şunu söylemek istiyorum; Evet, Allah’ın izniyle Hilafetin yaklaştığını, Amerika ve di-ğer kâfir devletlerin sonlarının geldiğini, son çırpınışlarının ve çaresizliğinin yeri Cehen-nem kuyuları olacaktır.

ةواج النبنهلى ملافة عخ تكون ثم

“Sonra nübüvvet yolu üzerine Hilafet ola-caktır.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Kufiyyin, 17680)

Page 60: KöklüDeğişim 62

Esma Sıddık okuyucudan gelen [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 60

Ferdiyetçilik ve Egoizm. Bataklıkta büyüyen lotus çiçeği misali,

Müslümanlar maalesef bugün demokratik düzen içerisinde yaşamak durumundadırlar. Allah’u Teâlâ’nın hâkimiyetini, otoritesini ve kanunlarını kabul etmeyen, dini hayattan ayırma esasına dayanan demokrasi sistemi, “Hâkimiyet halkındır” ve “Otoritenin kay-nağı halktır,” fikirleri üzerine kurulmuştur. Bu fikirlerden, demokrasi sisteminin benim-sediği, hatta kutsadığı dört temel hürriyetler, kaynaklanmaktadır.

Mülk edinme hürriyeti, insanları açgözlü, menfaatçi canavarlar haline getirmiştir. Şahsi hürriyet ise, insanları sapıklar sürüsüne dö-nüştürmüştür. Đnanç hürriyeti ile insanlar is-yankârlığın şahikasına çıkmışlar ve fikir hür-riyeti ile Yaratıcılarını unutmuşlardır.

Allah’u Teâlâ’nın buyurduğu gibi, bu hür-riyetler neticesinde insanlar hayvanlardan da aşağı seviyeye düşmüşlerdir. Furkan süresi 44. ayette şöyle buyrulmuştur:

أم بستح أن مهأكثر مسيونع أو لونقعي إن مإلا ه سبيال أضل هم بل كالأنعام

"Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, an-cak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha şaşkın (ve aşağı) dırlar."

Đnsanların özgürlük deyip sarıldıkları de-mokrasi sistemi, insanları özgürleştirmek şöyle dursun, efendilerin en kötüsüne, heva ve heveslerine esir hale getirmiştir.

Özgürlüklerin meydana getirdikleri za-rarlar bunlarla sınırlı kalmamıştır. Söz ko-nusu hürriyetlerden, ferdiyetçilik fikri doğ-muştur.

Ferdiyetçilik, bireycilik anlamına gelmek-tedir. Ferdiyetçilikte, bireyin menfaatleri top-lumun menfaatlerinden daha önce gel-mektedir. Bu fikir neticesinde kişi, kendini hayatın merkezine oturtur. Bağımsız olmayı arzular. Sürekli, 'Ben' ve 'Benim hayatım'

demeye başlar. Ardından 'benliğinin' arzula-rını tatmin edebilmek için çabalar. Bu du-rumda isteklerini elde edebilmek ve gön-lünce yaşayabilmek için kapitalizm çarkın-dan bir parça haline gelir ve kapitalizm çar-kının sapa sağlam dönmesine katkıda bulu-nur: üretir ve tüketir…

Dolayısı ile insanlar sadece kendi hayatları ile meşgul hale gelirler. Zaman zaman sadece içgüdülerini tatmin edebilmek için eş dostla sınırlı alaka kurarlar.

Ferdiyetçiliğin yanı sıra, özgürlüklerin yol açtığı bir diğer zarar, insanların nefislerine egoizmin hâkim olmaya başlamasıdır. Egoist bir kişi sadece kendini ve kendi çıkarlarını düşünür. Hatta diğer insanlara sempati (in-sanlar arasında tabii yakınlık eğilimi) dahi duymaz. Hali vakti yerinde olduğu sürece, onun için bir problem yoktur. Diğer insanla-rın sevinçlerini veya kederlerini paylaşmaz. Paylaşsa dahi yine kendi arzuları doğrultu-sunda bu paylaşıma gider. "Önce ben ve be-nim menfaatim," diye düşünür. Dahası gü-nümüzde insanlık öyle bir noktaya gelmiştir ki bazılarının isteklerinin yerine gelmesi uğ-runa diğerlerinin acı çekmesi vicdanlara do-kunmaz olmuştur. Hiçbir değer ve yargı gö-zetmeksizin, arzuladığını elde etmeye çalı-şan, bağırıp çağıran, asabi, şiddete başvuran bireyler giderek artmaya başlamıştır.

Bataklığın pis kokusu ve çamuru maalesef Ümmete de sirayet etmiş ve bu durum Müs-lümanlar arasında da yayılmıştır.

Ferdiyetçilik ve egoizm tamamıyla insan fıtratına aykırıdır. Nitekim insan sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır. Bu fikirlerin Đs-lam'da yeri yoktur. Hatta bu fikir farklı bay-raklar altında, farklı sınırlar içerisinde yaşa-maya mahkûm edilen Ümmetini tamamıyla parçalama ve Müslümanları birbirinden ko-parma tehlikesini taşımaktadır. Fakat bu ka-dar büyük tehlike taşıyan bu zehirli fikir, şey-

Page 61: KöklüDeğişim 62

ferdiyetçilik ve egoizm …

köklüdeğişim kasım 2009 61

tanın nefisleri okşayıp vesvese vermesi ile Müslümanlara hoş gelmektedir.

Evet, ferdiyetçiliğin ve egoizmin Đslam'da yeri yoktur. Çünkü Allah’u Teâlâ insanlardan sadece Đslam olmalarını değil, aynı zamanda Müslüman olduktan sonra diğer Müslü-manlarla 'birlik' olmalarını, kardeş olarak birbirlerine bağlanmalarını emretmektedir.

Allah’u Teâlâ önce, tüm Müslümanlardan tek bir Ümmet oluşturmalarını talep etmek-tedir. Nitekim Hucurat süresi 10. ayette şöyle buyurmaktadır: اإنم نونؤمة المإخو "Müminler ancak kardeştirler."

Ali Đmran süresi 110. ayette ise şöyle bu-yurmuştur: كنتم رخي ةت أمللناس أخرج "Siz insan-lar arasından çıkartılmış en hayırlı Ümmet-siniz."

Abdullah Đbni Ömer (RadiyAllahu An-ha)'dan rivayet edildiğine göre Rasul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

المسلم أخو المسلم "Müslüman Müslüman'ın kar-deşidir…"

Rasulullah Aleyhi’s Selam Medine'ye va-rınca Ümmetin misakına şunu yazdırdı: "Muhacirler ve Ensarlar ve onlara tabi olan müminler insanlar dışında ayrı tek bir Üm-mettir."

Allah Subhanehu Müslümanların 'Ümmet' olmalarına ve birliklerini idame ettirmelerine o denli önem vermektedir ki bu birliği koru-maya yönelik şöyle emretmektedir: "…parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini anın…" (Ali Đmran 103)

Kullarına sürekli Rahmet eden Allah’u Teâlâ, Müslümanların nasıl parçalanmadan Ümmet olarak kalabileceklerini ve 'birliği' nasıl koruyabileceklerini şöyle izah etmiştir:

الله نعمت واذكروا تفرقوا وال جميعا الله بحبل واعتصمواكمليع "Toptan Allah'ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini anın…" (Ali Đmran 103) Ayeti kerimeden de anla-şılacağı üzere, 'birlik' Allah'ın 'ipinde' yani Kuran’ı Kerim'dedir. Allah Subhanehu Müs-lümanların dört elle Đslam'a sarılmalarını em-

retmekte ve ancak bunun sonucunda 'birlik' olabileceklerini izah etmektedir.

Müslümanların birbirlerinden kopmaları durumunda ahirette kendilerini nasıl bir ya-şantının beklediği hususunda Allah’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: التكونوا و ينقوا كالذتفر

عظيم عذاب لهم أولئكو البينات جاءهم ما بعد من واختلفوا "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. Đşte bunlar için büyük bir azap vardır." (Ali

Đmran 105)

Ayetlerde ve hadislerde geçen kardeşliğin ve Ümmet kavramının ne içerdiği ise yine şe-riatın ışığında aydınlanmıştır.

Abdullah Đbni Ömer (RadiyAllahu Anh)'dan rivayet edildiğine göre Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) şöyle bu-yurdu: يسلمه وال يظلمه ال المسلم أخو المسلم "Müs-lüman Müslüman'ın kardeşidir. Ona zul-metmez, onu düşmana teslim etmez…" (Buhari, Müslim)

Rasulullah Efendimiz; "Mazlum da, zalim de olsa din kardeşinize yardım ediniz," bu-yurunca, "Ya RasulAllah zalime nasıl yardım ederiz?" dediler. Cevabında buyurdu ki: "Onun zulmüne mani olmak suretiyle yar-dım etmiş olursunuz." [Buhari], Hadisi şerif-lerde Rasulullah şöyle buyurmaktadır: "Bir-birine karşı muhabbet ve merhamette, mü-minler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uyku-suz kalıp, onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi, Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!" [Buhari], “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve bir diğe-rini korumakta bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir organı rahatsız olursa, diğer or-ganlar da bu yüzden aşırı ateş ve uykusuz-luğa tutulurlar.” (Müslim), "Müslümanların dertleri ile ilgilenmeyen, onlardan değildir." [Hakim], "Bir Müslüman'ın sıkıntı ve kederini gidereni veya bir mazluma yardım edeni, Allahu Teala affeder." [Buhari], "Kim bir mü-mini, bir münafığın eziyetinden korursa, Allahu Teâlâ da onu, Cehennem ateşinden korur." [Ebu Davud], "Din kardeşini savunan

Page 62: KöklüDeğişim 62

ferdiyetçilik ve egoizm …

köklüdeğişim kasım 2009 62

Müslüman'ı Allahu Teâlâ, Cehennem ateşin-den korur." [Taberani], “Müminin mümine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binanın kerpiç duvarları gi-bidir.”

Đşte Ümmet kavramının içeriği, ayetlerle ve hadislerle açık ve net bir şekilde ortaya konmuştur. Ayetlerden ve hadislerden de an-laşıldığı gibi Ümmette duygu birlikteliği ol-ması gerekmektedir. Dünyanın diğer ucun-daki bir Müslüman'ın derdi, bizim derdimiz olmalı, sevinçler ve dertler müşterek olmalı-dır. Sevinçler paylaşılmalı ki coşku artsın. Kederler paylaşılmalı ki çekilen acılar daha derinden hissedilip biran evvel sonlan-dırılabilsin. Allah’u Teâlâ’nın bizlerden iste-diği budur!

Ümmet olmaya Allah’u Teâlâ o denli önem vermektedir ki, Müslümanların birbir-lerine hangi cümlelerle dua etmeleri gerekti-ğini dahi bildirmektedir:

ينالذاؤوا ون جم مهدعب قولوننا يبر رنا لنا اغفانلإخوو ينقونا الذبان سلا بالإيمل وعي تجلا قلوبنا فغ يننوا للذآم رحيم رؤوف إنك ربنا

“Onlardan sonra gelenler ise şöyle der-ler: 'Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalple-rimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tut-turma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esir-geyicisin, çok merhametlisin!” (Haşr 10)

Ümmet olarak, duygu birlikteliğini balta-layan ferdiyetçilik ve egoizm hastalığından korunmak ve bu hastalığa tutulmamak için önlemlerin alınması gerekmektedir. Allahu Teâlâ Müslümanları birbirlerine Ümmet ola-rak sımsıkı bağladıktan ve bu bağın nasıl ko-runabileceğini izah ettikten sonra, bu bağı güçlendirmenin, Müslümanlar arasındaki sevgiyi arttırmanın yollarını da göstermekte-dir.

Müslümanların arasındaki bağı kuvvet-lendirebilecek vesilelerden biri, hediyeleş-mektir. Bu konu hakkında Efendimizden (Aleyhi’s Selam) şu hadisler rivayet edilmiş-tir: Ebu Hureyra (RadiyAllahu Anh)'dan ri-

vayetle Rasulullah buyurdular ki: "Hediyele-şin, zira hediye, kalpteki kuşkuları giderir. Komşu kadın, komşusu kadından gelen (he-diyeyi) hakir görmesin, bir koyun paçası par-çası olsa bile." (Tirmizi), Rasulullah buyurdu ki: "Hediye, Allah (Subhanehu)'ın gönderdiği güzel bir rızıktır. Hediyeyi kabul edin ve kar-şılığında daha güzelini verin!" [H.Tirmizi], "He-diye verene, siz de hediye verin! Eğer verecek bir şey bulamazsanız, onun için duâ edin ki hediye karşılıksız kalmasın!" [Nesâî]

Ümmet içerisinde bağları kuvvetlendire-cek bir diğer yol ise ziyarettir. Ziyaret vasıtası ile Müslümanlar birbirlerinin sevinçlerinden ve kederlerinden haberdar olurlar. Bunları paylaşabilirler.

Halis niyetle birbirlerini ziyaret edenler hakkında, bir kutsi hadiste Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim rızam için bolca infak edenlere, birbirlerini sevmede samimi davranan sadıklara, akraba ve dost ilişkilerini kesmeyenlere ve birbirlerini ziya-ret edenlere sevgim hak olmuştur.” (Đbni Hanbel)

Ziyaret, çeşitli nedenlerden dolayı yapıla-bilir.

Hastalıktan dolayı ziyaret etmenin hak-kında Rasul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle söylemiştir: “Hasta ziyaretinde bulu-nan kimse, dönünceye kadar cennet yolunda-dır.” (Müslim)

Taziyede bulunmak da ziyaret nedenlerin-dendir. Nitekim Rasul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu konu hakkında şöyle buyurmuş-tur: “Bir musibeti sebebiyle din kardeşine ta-ziyede bulunan mümine, Allah’u Teâlâ kıya-met günü kerem elbiselerden giydirir (şeref bahşeder).” (Đbni Mace)

Akraba ziyareti de çok büyük önem taşı-maktadır.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) akraba ziyareti hakkında şöyle buyurmakta-dır: “Rızkının çoğalmasını, ömrünün uzama-sını isteyen kimse, akrabasını kollayıp gö-zetsin.” (Buhari)

Page 63: KöklüDeğişim 62

ferdiyetçilik ve egoizm …

köklüdeğişim kasım 2009 63

Bir diğer hadisi şerifte, akrabası kendisine iyilik yapmadığı ve kendisini ziyaret etme-diği halde akrabasını ziyarete devam edenler hakkında şöyle buyurmaktadır: “Akrabası-nın yaptığı iyiliğe aynıyla karşılık veren, on-ları koruyup gözetmiş sayılmaz. Akrabayı koruyup gözeten kimse, kendisi ile alakayı kestikleri zaman bile onlara iyilik etmeye devam edendir.” (Buhari)

Bunların yanı sıra ziyaret sebep gözet-meksizin de gerçekleştirilebilir.

Dost ziyareti hakkında Rasul (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmaktadır: “Bir adam, başka bir köyde bulunan ve kendisini Allah için sevdiği bir din kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Subhanehu geçe-ceği yere onu gözetlemek üzere bir melek gönderdi. Yanına geldiğinde melek ona sordu: 'Nereye gidiyorsun?’, 'Falan kardeşime gidi-yorum.' 'Herhangi bir yakınlığın olduğu için mi gidiyorsun?' 'Hayır.' 'Peki, ondan elde et-meyi düşündüğün bir menfaat için mi gidi-yorsun?' 'Hayır.' 'Öyleyse onun yanına niçin gidiyorsun?' 'Ben onu Allah için seviyorum.' 'Bende Allah'ın sana gönderdiği bir elçisiyim. Sırf O'nun rızası için din kardeşini sevdiğin-den dolayı Allah da seni seviyor.” (Đbni Hanbel)

Đslam dini, Müslümanlar arasındaki mesa-feleri kapatıp, ferdiyetçilik ve egoizm hasta-lığını kökten söküp atacak birçok kurallar içermektedir. Ziyaret ve hediyeleşmenin yanı sıra yardımlaşmak, komşuluk Müslüman’ın haram işlemesine engel olmak v.s. bunlardan sadece bir kaçıdır.

Đslam ideolojisinden fışkıran sosyal sistem incelendiğinde, bunun insan fıtratına ne ka-dar uygun olduğu görülecektir. Ümmet içeri-

sinde, Batı’da olduğu gibi annesinin, babası-nın veya komşusunun öldüğünden aylar hat-ta yıllar sonra haberdar olan sorumsuz bi-reyler değil, Allah’ın yüklediği sosyal so-rumlulukları yüklenen duyarlı Müslüman şahsiyetler barındırmaktadır. Müslüman’a yakışanda zaten sadece ve sadece Đslam şah-siyetidir!

Allah’u Teâlâ’nın davetine gerektiği gibi yanıt verip, Đslam’ı hayatının ölüm kalım me-selesi yapan, Đslam davasını taşıyanlar için, Ümmetle bütünleşmek ayrı bir önem arz et-mektedir. Nitekim Hilafet’i tekrar ikame et-menin yolu Ümmetin tek vücut olması, aynı duyguları paylaşması ve aynı nizam altında –Đslam şeriatı/Đslam sistemi altında- yaşamayı arzulamasından geçmektedir. Dolayısı ile dava taşıyıcısının, mensubu olduğu Đslam Ümmeti ile bağlarını kuvvetlendirecek vesile-lere sıkı sıkı sarılması büyük bir önem taşı-maktadır. Dava taşıyıcıları bu vesileler ile Müslümanlara, Ümmet mefhumunu hatır-latmalıdırlar ki, Ümmet bilinci Müslüman-lara tekrar yerleşsin. Ferdiyetçilik ve ego-izmden uzak Đslami bir atmosfer oluşsun ve nefisler cahilliğin karanlığından Đslam’ın nu-runa yönelsin. Nitekim Müslümanların bu günkü zelil ve ezik durumlarının değişmesi topa tüfeğe sarılmakta değil nefislerindekileri değiştirmelerinde yani akıllarını, istek ve ar-zularını Allah’ın emrine amade kılmalarında yatmaktadır.

إن ال الله رغيا يم متى بقووا حرغيا يم همبأنفس

“Muhakkak ki Allah bir kavimde olanı değiştirmez, ta ki onlar kendilerinde olanı değiştirmedikçe.” (Rad 11)

Page 64: KöklüDeğişim 62

Metin Aydoğan medrese-i yusufiye’den [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 64

Kürt Açılımı, Demokratik Açılım, Milli Birlik. ABD’nin Irak’ı fiili olarak işgal etmesinin

ardından da Kürt politikasında bir değişim oldu. Irak’ı işgal etmeden önce Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurma siyaseti vardı. Irak’ı işgaliyle birlikte Irak’a da yerleşmiş oldu. ABD’nin Irak’tan çekileceğini söylemesi Müslümanları aldatmaktan öteye bir anlam ifade etmemektedir.

Şu anda dünya üzerinde birinci devlet ABD olması nedeniyle dünya üzerindeki bir-çok devlet ve olaylarda onun ekseninde ha-reket etmektedir. Dünya üzerinde Đngiltere, Rusya, Fransa gibi büyük devletlerin dışında birçok devletin siyasetinde ABD’nin siyaseti-nin imzası vardır.

ABD’nin Kürt politikasındaki değişime etki eden ana sebeplerden enerji konusudur. Bu enerjide petrol ve doğalgazda Orta Doğu-dan ve Orta Asya’dan çıkmaktadır. Bu ener-jiye ise hem Avrupa’nın birçok ülkesinin hem de ABD’nin ihtiyacı vardır. ABD ise dünyaya yalnız başına bir nizam vermenin peşinde olması onu daha da hırslandırmaktadır. Bu nedenle Nabucco projesini ortaya attı. Bu projeyi de Avrupa ülkelerine kabul ettirdi. Anlaşma bu yıl Türkiye’de imzalandı ve 2010 yılında ise gaz pompalamaya başlayacaktır.

Doğalgazın ve petrolün çıkmış olduğu ül-kelerdeki ve bu boru hattının geçmiş olduğu ülkelerde kimin siyaseti hakim ise Avrupa’da da onun sözü geçecektir. Bütün bunları ön-ceden gören ve Avrupa’yla kontrol etmek is-teyen ABD Irak’ı işgal etti. Irak üzerinde ABD söz sahibidir. Irak’ın başındaki yönetici-lerde ABD’nin isteklerini uygulayan birer va-li konumundadır. Nabucco doğalgaz boru hattı ise Azerbaycan, Ermenistan, Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınacaktır. Bu boru hattı güzergâhının da güvenli bir ortam ol-ması gerekiyordu ki, Avrupa bu boru hattı projesine evet desin. Çünkü maliyeti oldukça

yüksektir. Boru hattının güvenliği konusun-da ABD Avrupa’ya garanti verdi.

Önümüzdeki dönemde Orta Doğudan ve Orta Asya’dan ki ve petrol ve doğalgazın Av-rupa’ya taşınmasında boru hattı koridoru olan bu ülkelerde güven ve istikrarın olması gerekiyordu. Bu nedenle daha düne kadar kanlı bıçaklı olan Ermenistan Türkiye ilişkisi kuzu sarmalına dönüştü. Bundan sonrada sorun olmayacaktır ilişkiler normalleşecektir.

Bütün bu gerçeklere binaen ABD destekli PKK örgütünün bitirilmesine ve tavsiyesine karar verdi. Bu örgütün Suriye’ye Irak’a ve Đran’a da uzanıyordu şu anda bu ülkelerde ABD’nin kapsamı alanında olduğundan do-layı hepside örgütün tasfiyesine karar verdi-ler. Türkiye’nin öncülüğünde de gereken adımları atmaya başladılar.

Yaklaşık 30 yıldır bu örgüt varlığını de-vam ettirmektedir. ABD ‘de Türkiye nin stra-tejik müttefikidir. Bu nasıl stratejik müttefik-tir ki? Türkiye’yi bölmeye çalışan bir örgüte destek oluyor, yardım ediyor ve Türkiye’de teröre destek olan bir ülkeyle stratejik mütte-fikliğini devan ettirebiliyor.

Yaklaşık 30 yıldır bu ülkenin insanının kanı akmaktadır. Ölende öldürende bu ülke-nin insanları. Peki ölen ne için ölüyor? Öldü-ren ne için öldürüyor? Hayatta haklar birbi-rine düşman olmaz sömürgeci güçler ve on-ların yerli uzantıları insanları birbirine düş-man ederler. Bu senaryoyu 12 Eylül öncesin-de bu ülkenin insanı yaşamadı mı? Yaşadı. Niçin ondan sonra aynı tuzağa bir daha düş-tüler de bu sömürgeci güçlerin bölmek, par-çalamak, yutmak gibi siyasetlerini anlaya-madılar ve göremediler. Đdeolojik doğru bir fikirden yoksun bir halk, mankurtlaştırılmış bir halk asla bu tehlikeleri göremez ve kavra-yamaz.

Page 65: KöklüDeğişim 62

kürt açılımı …

köklüdeğişim kasım 2009 65

Peki, bu kavga bu kadar kolay bitecekti de bu kadar insan niçin öldü? Bu kadar askeri harcamalar niçin yapıldı. 12 Eylülde de akan kanlar bir günde durmamış mıydı? Evet, bir düdükle durmuştu senaryo aynı senaryo! Aktörler aynı aktörler bir şey değişmiyor. Bu örgütü kuran, savaştıran güç şu anda ise bu-nun bitirilmesine karar vermiştir.

Sömürgeci güçlerin ve yerli uzantıların bu akan kandan, gözyaşından, arkada bıraktık-ları dullardan ve yetimlerden rahatsızlık duyduklarından karar vermemişlerdir. Sö-mürgeci kâfirlerinde ve onların işbirlikçilerin akan kandan zerre kadar rahatsızlık duymaz-lar. Onlar için aslolan menfaatleridir.

Zira sömürgeci kâfirlerin mızrak başı Đn-giltere’nin başbakanı Churchill “bir damla petrol bir damla kan” diyerek enerjiye ver-dikleri önemi bu şekilde ifade etmiştir.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 2009 yılında güzel olacak olumlu şeyler olacak gi-bi üzeri kapalı ifadelerle Cumhurbaşkanı PKK’nın bitirileceğine ilişkin önemli sinyalle-ri verdi. Gül’ün bu sinyalleri verdiği dönem-ler 2009 yılının nisan ayıydı. Ondan sonra medyada tartışmalar başlatıldı. Arkasından-da yaz tatili girdi. Parlamento tatile girdi. Fa-kat AKP iktidarı tatile girmediler. Zira yapa-cakları çok iş vardı. Hemen ağustos ayında Kürt meselesine çözüm başlığı adı altında tartışmaları tekrar başlattılar. Ağustos ve ey-lül ayı tartışmalarla geçti.

Bu konuyla ilgili sorumluluk ise Đç Đşleri Bakanı Beşir Atalay’a verilmiştir. AKP’nin Kürt Açılımı siyasetini başlatmasının arka-sından muhalefet partileri CHP ve MHP he-men bölünüyoruz siyasetini ortaya attılar. Ve AKP bu başlıktan zararlı çıkacağını anladı ve hemen yeni bir söylem icat etti.

Demokratik açılım siyasetini ortaya sür-düler. Demokratik açılımı ne kadarda cicili bicili bir söylem, ne kadarda kulağa geliyor diye düşünmüş olabilirler. Zira demokratik

açılıma kimse itiraz edemez. Çünkü herkesin amentüsüdür diye düşünmüş olabilirler.

Zira kendilerini Ergenekoncu olarak ta-nımlayan grubun Jakoben siyasetlerini yık-mak için demokrasi, özgürlükler hukukun üstünlüğü gibi ifadeleri kullanmaya ve bunu topluma yerleştirmeye başladılar. Her ne ka-dar bu tür söylemleri kullansalar da kimseye yaranamayacaklardır. Zira bu ülkenin Müs-lüman halkı 86 yıldır laikliği, demokrasiyi, cumhuriyeti benimsedi. Çünkü mayalarında yoktur bu sistem fikirler batıdan ithal edilen bir avuç kıblesi batıya dönük sözde aydınlar benimsemiştir. Bu nedenle bu tür fikirler suni fikirlerdir. Bu güne kadar bu millet benim-semediği gibi bundan sonrada benimsemeye-cektir. Kendisine ait olmayan yabancı fikirleri her ne kadar insanların arasına birleştirmek için kullansalar da Müslüman Türk halkının kalbini birleştirmeye yetmeyecektir ecnebi fi-kirleri.

Şu anda ise Milli Birlik diye daha kapsam-lı bir ifade kullanmaya başladılar. Zanneder-sem MHP’yi susturmak için icat edilmiş bir söylem olabilir. Zaten vatancılık ve milliyet-çilik söylemleri insanları birbirinden ayırmı-yor mu? Birbirine düşürmüyor mu? Evet, bu tür söylemler birleştirmiyor. Yalnızca parça-lıyor ve ayırıyor.

Evet, Milli Birlik gibi içi boş yaldızlı söz-lerde bu ülkenin ya da diğer insanların yan yana gelmesini sağlanan. Kalplerini birleş-tirmez. Ayrımcılığa sebebiyet verir. Zira bu ülkenin insanlarını o kadar saf mı zannedi-yorlar bilmiyorum. Milliyetçilik yalnızca ayı-rır insanları birbirinden. Daha ne kadar kan-dıracaklar bu yaldızlı sözlerle bu ülkenin in-sanlarını…

Bu şekilde kandıracakları yerde Đslam ide-olojisini benimseseler olmaz mı? Ancak ve ancak o zaman insanların arasındaki sorular problemler sorumsuz bir şekilde çözülür. Ancak ve ancak Allahın dini ile insanların kalpleri sükûnete erer. Düşmanlıklara son

Page 66: KöklüDeğişim 62

kürt açılımı …

köklüdeğişim kasım 2009 66

verilir. Kan ve gözyaşı ancak ve ancak Alla-hın ipine sımsıkı sarılmakla kesilir. Bu kör inatlarınız niçindir?

Đnsanların fıtratına uymayan fikirlerin baskı ve dipçik zoruyla tatbik edilmesi ne kadara kadar devam edebilir ki. Đnsanın fıtra-tına uymayan laikliğin sonucunda sürekli suçlu üretmektedir ve cezaevleri almaz oldu. Mahkeme koridorları almaz oldu. Her taraf suçlarla doldu.

Önümüzdeki dönemde PKK örgütü ta-mamıyla tasfiye edilecektir. Ve demokratik parlamenter sistemde siyaset yapmalarının önü açılacaktır. Ya DTP de siyaset yapacak-lardır. Ya da DTP kapatılır. Yeni bir parti ku-rulur. Onun bünyesinde siyasete devam ede-ceklerdir. Hem dağdan indirme hem de ceza-evlerinin boşaltılması muhtemelen yılbaşın-dan önce gerçekleşecektir Çünkü Türkiye’nin halletmesi gereken çok işi vardır. Kıbrıs ko-nusu arkasından geliyor.

Anayasanın değişimi ile birlikte toplumu biraz daha rahatlatabilir. Ne yeni anayasa ne demokratikleşme ifadeleri tamamıyla içi boş ifadelerdir. Yalnızca içi boş yaldızlı sözlerden ibarettir. Bir fikir söylenecekse demokratik, kapitalist fikirlerin düşüncelerin söylenmesi-nin önü her zaman açıktır. Fakat Đslami fikir-lerin ifade edilmesinin önü bugünde kapalı, yarında kapalı olacaktır. Çünkü demokrasi yalandır.

Bir demokrasi sistem olan T.C.’de fikri ve siyasi mücadele yöntemini benimseyen. Her-kesi bir baskı ve şiddet yöntemini benimse-meyen Müslümanlar cezaevlerine atılırken. Nasıl bu demokratik açılımlardan söz edile-bilir. Oysaki ülkenin yöneticileri halkın göz-lerinin içine baka baka kimsenin fikirlerini ifade ettiklerinden dolayı mahpushanede olmadıkları yalanını söylemektedirler.

Page 67: KöklüDeğişim 62

Üzeyir Yıldız medrese-i yusufiye’den [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 67

Güneşi Gördüm Filmine Eleştiri Rastgele çevrilmiş bir film değildir. Yakla-

şık altı aydır sinemalarda gösterilen filmin gişe rekorları kırdığı iddia edilmektedir. He-nüz TRT’de ve yerel veya uydu kanallarında vizyona girmedi. Fakat hapishane ortamında izleme imkânına sahip oldum.

Çevrilen hiçbir dizi ve gösterime sunulan hiçbir film rastgele yapılmamaktadır. Gerek yazılı eserler, gerekse gösterime sunulan gör-sel eserler toplumu belirli bir yöne kanalize etmek için yapılmaktadır.

Mahsun Kırmızıgül’ün başrollüğünü yap-tığı Güneşi Gördüm filminde zamanlama iti-bariyle ABD’nin PKK terör örgütünün tasfi-yesine karar verdiği bir dönemde çevrilmiş-tir. Filmde PKK’nın ortaya çıkışı anlatılmak-tadır. PKK terör örgütünün ortaya çıkmasına sebebiyet veren ana unsurun emperyalist güçlerin kendi menfaatlerini gerçekleştirmek için ortaya çıkarıldığı anlatılmaktadır.

Doğu ve Güneydoğulu Kürt halkının bir taraftan devletin baskısı altında, diğer taraf-tan da PKK terörünün arasında sıkışan bu Kürt halkının bu baskıya dayanamayarak köyünü kentini terk etmek zorunda kaldığı işlenmektedir.

Diğer taraftan da PKK’nın da kendisine göre haklı gerekçeleri anlatılmaktadır. 12 Ey-lül döneminde Diyarbakır cezaevinde Kürt gençlerine insanlık dışı yapılan muameleye vurgu vardır. Bir taraftan da devletin Kürt halkına yapmış olduğu kötü muameleler Marksist Kürt gençlerinin dağa çıkmasına se-bebiyet vermiştir. Bu uygun ortamı bulan ABD’de yaklaşık 30 yıldır bunlara vermiş ol-duğu askeri, siyasi, ekonomik destekle bu örgütün varlığını devam etmesini sağlamış-tır.

Yine PKK’nın lideri olan Abdullah Öca-lan’da Siyasal Bilgiler Fakültesinde daha öğ-rencilik yıllarında iken Milli Đstihbarat Teşki-

latı tarafından yönlendirildiği, birçok yerde yazılıp çizildi ve bu işte devletin parmağı ol-duğu ortaya çıkarıldı.

Filmde anlatılan aynı aileden iki çocuktan birisinin PKK’ya katıldığı, diğer bir çocu-ğunda askerde oluğunu ve bunların karşı karşıya geldikleri dramı anlatılmaktadır. Ay-nı zamanda kardeşin kardeşe silah çektiğine, kardeş kavgasına vurgu vardır. Ölenlerinde, öldürenlerinde kardeş olduğunun vurgusu yapılmaktadır ve de doğrudur.

Filmde anlatılan aynı aileden birisinin as-kerde, birisinin de dağda olduğu halde karşı karşıya geldiğine vurgu yapılmaktadır. Bu-nunda ötesinde ölen yaklaşık 30.000 kişi bu ülkenin insanı değil mi?

Resmi rakamların ortaya koyduğu 150 milyar dolar, gayri resmi olarak ifade edilen 500 milyar dolar askeri harcama bu ülke in-sanının cebinden çıkmadı mı? 500 milyar do-lar para terörle mücadeleye harcanmasaydı da, bu ülkenin kalkınmasına harcansaydı te-rör olur muydu? Filmde anlatılan diğer bir konuda açlık ve yoksullukla halkın karşı kar-şıya kalmasıdır. Filmde yine köyünü-kentini terk ederek Đstanbul’a göç eden aile fertleri-nin dramı anlatılmaktadır. Varoşların yaşa-dığı bir semte yerleşmeleri, göç eden ailenin çocuklarından birisinin eşcinselliğe ilgi duy-ması ve daha sonra eşcinsel olması, bu rezil durumu seçen çocuğun demokrasinin bir ka-zanımı olarak değerlendirilmesi gerekir gibi bir sonuç çıkardım. Daha sonra çocuğun ağabeylerinin, bu çocuğun eşcinsel halini ka-bul etmemeleri ve onu vurmaları sanki bir töre cinayeti gibi gösterilmektedir.

Đstanbul’a göç eden aile Đstanbul’da her şeyi bulabilmektedir. Đstanbul’un doğu ve güneydoğu gibi olmadığını görüyor aile. Bu-nunla da özgürlükler fikrine vurgu yapılmış-tır.

Page 68: KöklüDeğişim 62

güneşi gördüm filmine …

köklüdeğişim kasım 2009 68

Daha sonra doğu ve güneydoğuda eğitim-siz kalan çocuklara devlet şefkat kucağını açarak onları son derece konforlu eğitim ku-rumlarında okutmaya başlattığı gösterilmek-tedir. “Haydi çocuklar ve kızlar okula” kam-panyası da bu siyasetin bir parçasıdır.

Yine filmde Norveç’e göç eden kardeşlerin karşılaştıkları bir yaşam tarzı anlatılmaktadır. Norveç’in demokratik bir ülke olduğu, her bir aileye çocuk parasının verilmesini, işsizlik parasının verilmesini Norveç’e göç eden kendi ülkesinde aç perişan aileye kendisini hayranlıklar içerisinde bulmasına sebep veri-yor. Diğer taraftan ise mayına basarak ayağı kopan gence protez bacak takılması demok-ratik Norveç’in insana ne kadar değer verdiği anlatılmaktadır. Ve demokrasi, özgürlükler bir lütuf gibi anlatılmaktadır.

Yine yıllarca terör suçundan cezaevinde kalan bir aile mensubu anlatılmaktadır. Tah-liye edildikten sonra ise yıllarca boşu boşuna yattığı anlatılmaktadır. Daha sonra ise Nor-veç’e göç eden ailenin ülke ve vatan özlemi ile yanıp tutuştuğu, öyle bir vatan isteğinde-ki; kardeş kavgasının olmadığı huzur ve gü-venin olduğu bir memleket arzuladığına vurgu yapılmıştır.

Demokratik açılımın gündemde olduğu şu günlerde ileriki zamanlarda televizyonlarda gösterime girerek kamuoyunun oluşumuna etkili bir film olarak yer alacaktır. Filmin ga-lasındaki sükse de buna işarettir. Her kesim-den olumlu tepkiler almış ve övülmüştür. 30 yıldır iyi bir gün geçirmeyen güneydoğu hal-kı için önümüzdeki sürecin bir güneş gibi doğduğuna vurgu vardır. Önümüzdeki gün-

lerde yapılacak olan demokratik açılımlar güneş olarak nitelendirilmektedir. Yani gü-neşin demokrasi ile doğacağı anlatılmak is-tenmektedir. Hâlbuki demokrasi ile yönetilen ülkelere ki, özellikle ABD’ye bakıldığında in-sanlığın ne hale geldiği görülebilecektir. Đn-sanlar arasında kardeşler arasında ve dünya-da var olan zulüm kan ve gözyaşının kayna-ğının demokrasi olduğu görülecektir. Öyle ise güneş nasıl doğacaktır. Đnsan fıtratına uy-gun bir nizamla ancak insanlık huzura kavu-şabilecektir. Kardeş kavgası zulüm ancak Al-lah Subhânehu ve Teâlâ’dan gelen bir nizam-la son bulur. Rabbimizin ayeti kerimesinde buyurduğu gibi:

تبع فمن هدى مني يأتينكم فإما جميعا منها اهبطوا قلناايدف فال هخو همليال عو مه نونزحي

“Dedik ki: Hepiniz cennetten (yeryüzü-ne) inin! Eğer benden size bir hidayet gelir de her kim hidayetime tâbi olursa onlar için herhangi bir korku yoktur ve onlar üzüntü çekmezler.” (el-Bakara 38)

في وهو منه يقبل فلن دينا اإلسالم غير يبتغ ومنةراآلخ نم رينالخاس

“Kim, Đslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır.” (Ali Đmran 85)

Görüldüğü gibi Rabbimizin güneşin ancak Đslam Nuru ile doğacağını bize 1400 sene ön-ceden bildirmiştir. Ne zaman Đslam’dan uzaklaştık o zaman karanlıklar içinde kaldık.

Üzeyir Yıldız 2 Nolu F tipi Cezaevi Sin-can-ANKARA

Page 69: KöklüDeğişim 62

Takiyyuddîn en-Nebhânî mefhumlar [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 69

Siyâsi Mefhumlar (2) Uganda ve Ruanda’da senelerce devam

eden iç savaşlar ve bu savaşlarda hayatını kaybeden yüz binlerce insan. Demokratik Kongo diye bilinen Zaire olaylarının tamamı ancak aşırı maddi hırsın, Avrupa ve Amerika arasındaki nüfuz savaşının neticeleridir. Đn-giltere ve Avrupalı ortakları ve Amerika, Af-rika’da maddi çıkarlarından öte hiçbir şeye il-tifat etmemektedirler. Böylece Afrika’da sö-mürgecilik bir metot olmaktan çıkıp bir gaye haline gelmiştir. Đslam dünyasında, Orta Do-ğuda, Kuzey Afrika’da, Güney Doğusuyla birlikte Orta Asya’da ise başında Ame-rika’nın yer aldığı sömürgeci devletler maddi menfaatlerini sağlamak için Đslam dünya-sında siyasi, askeri ve ekonomik egemenlik-lerini gerçekleştirmenin yanında kapitaliz-min yayılması için de çalışmaktadırlar. Bu-nun için ise birçok yönden çalışırlar. “Kadı-nın özgürlüğü”, “Kadına imkân tanıma” gi-bi konferanslara önem vermek Amerika’nın Orta Doğu projelerinde yer alan hu-suslardandır. “Kültürlerin oluşturulması” olarak bilinen ve bu kapsamda uygulamaya konulan “dinlerarası diyalog”, “medeniyet-ler buluşması”, “eğitim metotlarının deği-şimi veya tadili üzerinde yoğunlaşmak” gibi hususlar kültürel egemenliği sağlamak, hadaratlarıyla Müslümanlar arasındaki bağ-ları koparmak için yürütülen projelerdendir. Đşte böylece kapitalizmin metodu zamanla gelişme gösterdi. Bununla birlikte sömürge-cilik, ister kapitalizmin yayılması için bir me-tot olarak kalsın isterse gayeye yakın bir me-tot olsun kapitalizmdeki esasi bir rükündür. Planlar ve Siyasi Üsluplar

Her ne kadar planlar üsluplara oranla da-ha az değişikliğe uğrasa da siyasi planlar ve bu planların infaz edilmesinde kullanılan üs-luplar çıkarların gerektirdiği şekilde değişir. Devletlerarası siyasetin takip edildiğinde üs-lup ve plan arasındaki fark şudur. Plan genel bir siyaset olup ideolojinin veya yayılma me-todunun gerektirdiği gayelerden bir gayenin gerçekleşmesi için çizilir. Üslup ise planın gerçekleştirilmesine ve tespitine yardımcı olmak üzere cüzi ve özel bir siyasettir.

Örneğin Amerika’nın Irak planı devletle-rarası bir kararla veya böyle bir karar olmak-sızın Irak’ın işgal edilmesini, işgalin başlan-

gıcında ihmal edilmiş olsa da Birleşmiş Mil-letler yoluyla devletlerarası bakımdan bu iş-gali yasal hale getirmek için bir hükümet oluşturmayı gerektirmektedir. Daha sonra da seçimler veya seçime benzer birtakım dü-zenlemeler aracılığıyla yerel olarak da bunu meşru hale getirmeyi sonra da işgal güçleri-nin orada kalmalarına muvafakat etmeleri için bu hükümeti Irak halkının vekilleri ola-rak görevlendirmektir. Böylelikle yasal bir sı-fat elde edebilsinler. Hem devletlerarası bir kararla hem de bölge halkının onları isteme-leri ve muvafakatiyle bunu gerçekleştirmiş olsunlar. Bu durum diğer devletleri ve gü-venlik konseyini Irak’ın işlerine müdahale-den uzaklaştıracak ve Irak’la ilgili tüm iş-lerde Amerika’ya tek başına tasarrufta bu-lunma fırsatını sağlayacaktır. Böylelikle işgal yasal bir görünüm kazanacaktır. Çünkü işgal güçlerinin orada kalmalarını ve varlıklarını seçimlerle yönetime gelmiş yasal (!)Irak hü-kümeti tarafından onaylamış olacaktır. Đşga-lin gözetimi altında Irak için hazırlanacak olan yeni anayasada etnik ve mezhep ayrım-cılığı iyice yerleştirilecek ve federasyon ba-hanesi ile devlet paramparça edilecektir. Böy-lelikle etnik ayrımcılık ateşi alevlendirilecek, Müslümanlar işgalcileri topraklarından çı-karmakla meşgul olmak yerine birbirleriyle kavgaya tutuşacaklardır. Böylelikle Amerika çizilmiş planda olduğu gibi Irak’ı işgal için kullanabildiği tüm araçları ve üslupları kul-lanma imkânına sahip oldu. Ardından da bu işgali devletlerarası ve yerel açıdan yasal hale getirdi.

Buna mukabil Fransa’nın planı Ame-rika’ya karşı kendi liderliğinde büyük dev-letlerden bir eksenin oluşturulmasını gerek-tirmektedir. Irak’a karşı savaşmak için kon-seyin kullanılması ile alakalı Amerikan pro-jelerini örtbas etmeyi amaçlayan açık kararla-rın alınması hususu Güvenlik Konseyi engeli ile karşılaşması sayesinde bu plan uygulandı. Böylelikle Amerika Güvenlik Konseyi kartını kullanmaktan tamamıyla aciz kaldı. Devletle-rarası olarak kanunu çiğneyen bir devlet ol-duğu netleşti. Böylelikle Amerika’nın daha önceki görünür haliyle devletlerarası kanun koruyucusu konumu yerine güç kullanan, zorba ve kanuna karşı hareket eden bir du-

Page 70: KöklüDeğişim 62

siyasi mefhumlar …

köklüdeğişim kasım 2009 70

rumda olduğu ortaya çıktı. Tasarrufları hak-kında Amerika’yı aciz bırakacak ölçüde Fransa, Almanya’nın duygularını kışkırtmayı ve etkilemeyi başardı. Planlarının desteklen-mesi için Güvenlik Konseyini kullanmak is-teyen Amerika’ya karşı Rusya da Fransa’nın yanında yer aldı. Böylece Amerika’nın sa-vaşmasını engelleme konusunda başarılı ol-masa da bu savaşta Amerikan hedeflerindeki kirli çamaşırları ortaya dökmekte Fransa pla-nı başarılı olmuştur.

Đngiliz planı ise içinden çıkılmaz, karmaşık ve pis bir plandır. Ganimetten pay alabilmek için görünürde Amerika ile yardımlaşmakta, Amerika’nın bulunduğu kefe daha tercih edi-lecek bir durumda ise devletlerarası sahnede Amerika ile birlikte olduğunu göstermekte, fakat arkasından vurma imkânını bulduğu zamanda ise onu arkasından vurmaktadır. Đngiltere Amerika ile birlikte yürümektedir. Çünkü devletlerarası sahnede Amerika’nın tarafı daha ağır basmaktadır. Ancak bir yön-den Irak’a karşı düşmanlık hususunda Gü-venlik Konseyinden karar çıkartması için Amerika’yı öneride bulunmaya mecbur hale getirirken diğer taraftan ise Fransa, Rusya ve Almanya’nın tutumları neticesinde Güvenlik Konseyinden karar çıkmasının imkânsız ol-duğunu da önceden biliyordu. Böylece karar çıksa da çıkmasa da Irak’a karşı düşmanlık yapmak isteyen Amerika’nın ayıbını ortaya çıkarttı. Đngiliz siyasi dehası, Amerikan tu-tumuna karşı iki devletin takınmış olduğu tutumu pekiştirmek, sağlamlaştırmak ama-cıyla 20.09.2003 tarihinde Tony Blair’in Jacques Chirac ve Gerhard Schröder ile yap-mış olduğu zirvede Đngiltere bunu iyice tekit etmiştir. Zira bu zirvede Đngiltere diğer iki devlet başkanına bazı görüşlerini aktarmak suretiyle kışkırtıcılık yapmış ve Đngiltere’yi açık etmeksizin onları Amerika önünde sert tavır almaya sürüklemiştir. Irak işgalinden sonra da Đngiltere aynı siyasetini uygulamaya devam etmiş ve Amerika işgale yasallık elde edebilmek için Birleşmiş Milletlere projelerini sunmaya devam etmiştir.

Örneğin Avrupa Birliği’nin tek vücut ha-line gelerek Amerika için bir tehlike haline gelmesini engellemek hususundaki Ameri-kan planı üç eksen üzerine kuruludur. Bun-lar:

Birincisi: Avrupa Birliğinin doğu Avrupa devletleriyle genişlemesini sağlamak. Zira bu devletler Avrupa Birliği üzerinde etkili ola-

bilmek için mızrağın tepesini oluşturan, Amerika’nın yapımı devletlerdir. Ramsfeld eski ve yeni olarak isimlendirmek suretiyle Avrupa’yı harabe olarak nitelendirdiğinde, Irak’a karşı yürütmüş olduğu düşmanlıkta Amerika’nın rüyasını desteklediklerinde bu devletlerin bu durumu açığa çıkmıştır. Fran-sa cumhurbaşkanı Chirac, davranışlarından dolayı bu devletlere aşırı bir şekilde öfke-lenmiş, kızmış ve Amerika’nın yanında yer almalarının Birliğe kesin olarak kabul edil-melerinin önünde bir engel oluşturacağını ima etme girişimlerinde bulunmuştur. Buna rağmen Avrupa Birliğinin yeni üyeleri kabul etmesi ile ilgili kesin toplantısında onların ka-tılmalarını kabul etmiş ve Fransa onların katı-lımlarını engelleyememiştir.

Đkincisi: NATO’nun mukabili olan Varşo-va paktının ilga edilmiş olmasına rağmen NATO’yu devam ettirmiş sonra da asıl ku-ruluş sebebi olan harici savunma yapma gö-revi yerine NATO’nun görev stratejisini ge-nişleterek Avrupa’daki güvenlik sorunlarını NATO kapsamına almıştır. Avrupa ise Ame-rika liderliğindeki NATO’nun üzerindeki tehlikesini fiili olarak hissettiğinde Fransa, Almanya, Belçika ve Lüksemburg özel Av-rupa gücü oluşturma çağrısında bulundukla-rında Birleşik Devletler buna hemen itiraz et-ti. Fiili olarak Avrupa Özel Ordusu’nun ışı-ğını görmeden önce de yorgun Avrupa’yı et-kilemeye de devam etmektedir.

Üçüncüsü: Amerika’nın Đngiltere’nin du-rumundan faydalanması. Meşhur dehasıyla Đngiltere, örneğin bir Lüksemburg gibi ke-nara atılmış ve Avrupa Birliği içerisinde eri-yip kaybolmuş tek güç olmak istememekte-dir. Zira Đngiltere üzerine güneş batmayan büyük imparatorluk duygularını halen daha derinliklerinde taşımaktadır. Bu nedenledir ki fiili bir vakıa olarak görmedikçe Avrupa Birliğine dâhil olmadığını tam tersine birliğin kurulmasına engel olduğunu ve onu zayıf-latmak için Birliğe girdiğini görmekteyiz. Şu ana kadar da Avrupa’nın tek para birimi olan Euro’ya geçmemiştir. Bulduğu hangi yoldan olursa olsun devletlerarası sahnede rol al-mayı gerektiren imparatorluk aklına sahiptir.

Buna karşılık Fransa planı ise Avrupa Bir-liğini güçlendirmeyi, Amerikan şemsiyesi karşısında münasip bir şemsiye yapmayı ve NATO’dan bağımsız bir Avrupa ordusu kurmak için çalışmayı gerektirmektedir. Bu konuda Almanya’yı yanına almayı da ba-

Page 71: KöklüDeğişim 62

siyasi mefhumlar …

köklüdeğişim kasım 2009 71

şarmıştır. Fransa bu hususta Almanya ile itti-fak kurmakta o kadar zekice bir tasarrufta bulunmuştur ki Fransa ve Almanya’nın bu düşüncede başarı olmaları halinde ganimet-teki nasibini kaybetmemek için Đngiltere bile bu ikisine katılmaya karar vermiştir. Đşte böy-lece Fransa, Amerika’nın Đngiltere ve Al-manya üzerindeki şiddetli baskısına rağmen sonunda Đngiltere ve Almanya ile birlikte bu ordunun çekirdeğinin atılmasında başarı elde etmiştir. Bu hususta başarılı olduğu gibi bir-lik içerisindeki küçük Avrupa devletlerinin ve birlik içerisinde etkili olmak için hırs gös-teren Đtalya ve ispanya gibi devletlerin yer almadığı ve uzun vadeli Avrupa planlarının çizildiği üçlü devlet planında da başarılı ol-muştur.

Almanya ve Đngiltere ile anlaşarak bağım-sız bir Avrupa ordusu çekirdeğinin oluştu-rulması suretiyle her ne kadar başlangıçta Avrupa Birliğini güçlendirmeyi amaçlıyorsa da işte böylece Fransa’nın bir giriş bulmada başarılı olduğunu görüyoruz. Her devletin özel çıkarlarını kendileri için değerlerin zir-vesine oturtan kapitalizme bu devletler ina-nıyor olmasalardı Amerika karşısında güçlü bir Avrupa Birliği oluşturma imkânı olmazdı. Fransa’nın Avrupa’nın iki güçlü ülkesi Al-manya ve Đngiltere’ye önermiş olduğu bu planda mücerret bir başarı kazanmış olma-sına rağmen bu başarısı Amerika’nın kesin-likle boşa çıkaramayacağı, Amerika karşısın-daki etkili bir operasyonu sayılır.

Rusya’nın gücünü daraltabilmek ve böl-gesel olarak nüfuzu bulunmayan bir devlet haline getirebilmek için Amerika’nın planı şudur. Rusya’nın balkanlar, doğu Avrupa, Orta Asya nüfuz bölgelerinden kovulması ve sahip olduğu gücün en önemli unsurlarından birisini oluşturan nükleer gemilerinin fiili olarak iptal edilmesi ve yıldız savaşları de-nilen hususta Rusya’nın önüne geçme esası üzerine kuruludur. Bu planı uygulayabilmek için birçok üsluplar edinmiştir. Bunlardan bi-risi olarak Ruslarla ırk bağları olduğundan dolayı Kosova krizini kullanarak Yugoslav ordusunu vurmuştur. Nüfuz oluşturabilmek için doğu Avrupa devletleriyle ekonomik ve askeri ilişkiler kurmuş sonra da bunların bir-çoğunu NATO’ya almıştır. Teröre karşı sa-vaşı kullanarak Orta Asya ülkelerinde askeri üsler kurmuştur. Ekonomik yardımlarla bu devletlerden bazılarının liderlerini kutuplaş-tırdıktan sonra Afganistan’ı işgal ederek nük-

leer başlıklı füze taşıyabilen Rusya’nın kıtala-rarası füze rampalarının iptal etmek için füze savunma sistemini geliştirmeye başlamıştır. Ajanlarının piramidin tepesine ulaşmalarını sağlamak için Gürcistan’daki fakirliği kul-lanmakta başarılı oldu. Türkiye’deki NATO ile Rusya arasındaki tampon bölgeyi düşür-dü. Rusya’yı MĐR uzay istasyonundan çekil-mesi ve uluslararası ICC uzay istasyonuna katılması konusunda ikna emek suretiyle uzay savaşları yarışında yükselmesinin önü-nü kesmiş oldu. Đşte böylece Amerika; Sov-yetler Birliğinin yıkılmasıyla devletlerarası nüfuzunun koparılmasından sonra bölgesel nüfuzu kesilmiş bir devlet olarak kalması için Rusya’yı kuşatma planlarını sürdürmektedir.

Çin için de durum böyledir. Çünkü Ame-rika Çin’e diz çöktürmenin ve onu sıradan bir devlet haline getirmenin mutlaka yapıl-ması gereken bir iş olduğunu düşünmekte-dir. Özellikle de büyük devletin sahip olduğu dinamiklere sahip olmaması için. Ancak Çin, doksanlı yılların ortalarında sahip olduğu gücü açığa çıkarttı. Güvenlik Konseyinde ve-to hakkına sahip idi, bölgesel arzuları ve hırs-ları vardı. Bu ise Amerika Birleşik Devletlerin razı olmadığı bir husustu. Amerika’nın naza-rında Çin, istifade edilmesi gereken devasa bir ticari Pazardır. Doğu Asya bölgesinde Amerikan çıkarlarını tehdit eden bir tehlike olmaması için eğitilmesi gereken koca bir devdir. Bu amaçla Amerika, soğuk savaş dö-neminden sonra Çin’i sınırlandırmak, kuşa-tabilmek için bir plan ortaya koydu. Hayat damarlarını tümüyle kesmeye muktedir ola-maması halde ise dar ve canlı bir ortamda en güzel haliyle sınırlandırdı. Bu amaçla köşe taşı konumunda olması için Amerika-Vietnam ilişkilerini güzelleştirmek suretiyle Çin’e karşı Vietnam ile ilişkileri normalleş-tirmeyi önemsedi. Bunun yanında bir taraf-tan şer ekseni olduğunu gerekçe göstererek Kuzey Kore üzerindeki baskıyı daha da ar-tırmak suretiyle Kore yarımadasını Çin etra-fında ileri bir tehlike merkezi haline getirme-ye çalıştı. Aynı zamanda Çin sınırına bitişik, evinin kapısında askeri üslerinin varlığını sürdürmektedir. Bütün bunları yaparken Hindistan’ı Çin’e rakip haline getirmek iste-mektedir. Orta Asya’da ve doğusunda bölge-sel askeri ittifaklar ve stratejik ortaklar oluş-turma çabası içerisindedir. Yine Orta Asya’da Çin’in batı sınırı üzerinde Himalaya’ların di-

Page 72: KöklüDeğişim 62

siyasi mefhumlar …

köklüdeğişim kasım 2009 72

ğer yönünde askeri üsler kurmak için çalış-maktadır.

Đşte böylece siyasi planlar ve üsluplar doğ-rudan bir işin gerçekleştirilmesi için konur. Ancak bir devletin kullanmakta olduğu üs-luplar diğer üsluplarla çakışır, açığa çıkar ve istenen maksada götürmez bir hale gelmişse bir devletin var olan üslupları değiştirmesi uzak bir durum değildir. Aynı şekilde çizilen bir plan herhangi bir sonuç getirmiyorsa ve-ya bu planın devam ettirilmesi devlete birta-kım zorluklar yüklüyorsa varlığı bir fayda sağlamıyor demektir. Ancak devlet planını bir başka planla değiştirir, var olan üslubunu değiştirdiğinde ise yerine bir başka üslup ko-yar. Aciz kalmadıkça veya zaman içerisinde aktivitelerini kaybeden Japonya, Đtalya, Hol-landa, Belçika, Đspanya ve Portekiz’in duru-munda olduğu gibi devletlerarası konumun-da bir kaybı olmadıkça plan ve üslup koy-maktan geri durmaz.

Amerika’nın Almanya için çizmiş olduğu planda yapmış olduğu değişikliği plan deği-şikliğine örnek olarak verebiliriz. Ame-rika’nın Almanya için çizmiş olduğu önceki plan Alman askerinin yeniden diriltilmesini ve Batı Almanya Cumhuriyetinin kurulma-sını içeriyordu. Ancak daha sonra bu planda bir değişiklik yaparak Batı Almanya’nın za-yıflatılması, Doğu Almanya ile arasında bir birlik oluşturulması ve Almanya’nın silah-lanmasının sınırlandırılması planına dö-nüştü. Daha sonra 1990 yılında ise her iki Almanya’nın birleştirilmesi suretiyle Đngil-tere ve Fransa ile rekabet edebilen güçlü bir Avrupa devletinin kurulması, Avrupa Birliği liderliğinde onlarla yarışması ve böylece de Avrupa’nın yekvücut güçlü bir birliğe dö-nüşme imkânlarının zayıflatılması planına dönüştü.

Amerika’nın Çin için koymuş olduğu plan da böyledir. Çin’in desteğini aldıktan sonra onu devletlerarası bir kutup haline getirip aralarındaki ilişkileri iyileştirdi. Aynı şekilde devletlerarası sistemin desteklerinden biri haline getirmek fakat aynı zamanda Sovyet-ler Birliğinin durumunu zayıflatmak ve bir-birine düşman iki komünist müttefik arasın-daki çatlağı daha da artırmak için Çin ile Ja-ponya arasındaki ilişkileri de iyileştirdi. An-cak bundan sonra Amerika dönüş yaptı. So-

ğuk savaş dönemini sona erdirdikten sonra planını değiştirdi. Durumun Çin’i sınırlan-dırmak için yeni bir planın konulmasını ve Çin Seddi’nin çevrelediği duvarların arkasına döndürmeyi gerektiğini gördü. Orta Asya’da özellikle de Çin’in sahip olduğu dinamikler nedeniyle çıkarları üzerinde bir tehlike oldu-ğunu düşünmemek için hemen bir plan koymak istedi.

Üslup değişikliğine örnek olarak Ame-rika’nın Đslam dünyasında yapmış olduğu hususları örnek verebiliriz. Önceleri ajanla-rını yönetime ulaştırmak için askeri darbe-lere, kalkınma projeleri adı altında ekonomik yardımlara, uzmanlar göndermeye, korkut-maya ve teşvike veya havuç-sopa politika-sına önem veren, dayanan Amerika artık şu anda askeri çözümlere ve korkutmaya önem verir oldu. Bir dönem için vazgeçtikten sonra askeri üsler kurma ve ittifaklar oluşturma planına döndü. Adeta akıllara batı impara-torluğu ve askeri sömürgecilik dönemini akıllara getirdi.

Đngiltere ise üsluplarında değişiklik yapa-rak anlaşmalardan ve askeri üslerden vaz-geçti, yöneticilerden olan uşaklarına, ekono-mik ittifaklara ve silahlanma anlaşmalarına güvenmeye başladı. Görünen o ki şu anda gerçekte eski olan ancak yeni bir üslup gibi askeri üsler kurmaya dönmek maksadıyla Amerika’nın vagonunda yolculuk yapmaya çalışmaktadır.

Siyasi planlar ve üsluplara ait açıklamalar böyledir. Bu nedenledir ki Müslümanlar, batı bloğunun ne siyasi düşüncesini ne de meto-dunu kesinlikle değiştirmeyeceğini bilmeli-dirler. Onlar ancak daha başka planlar çize-bilmek ve ideolojisini yayabilmek amacıyla yeni üslupları takip edebilmek için planlarını ve üsluplarını değiştirmektedirler. Üslupları geçersiz hale getirilip planları boşa çıkartı-lınca çizmiş olduğu planlar ve üsluplarla ger-çekleştirmek istediği projeleri başarısız hale gelir. Bunun içindir ki siyasi mücadele, keş-fedilmesi ve karşı konulması noktasında planlara ve üsluplara yönelik olmalıdır. Aynı zamanda siyasi fikrine ve metoduna yönelik mücadele yapılmalıdır. Buna göre Müslü-manlar açısından önemli olan husus her bir devletin çizmiş olduğu planları bilmek ve üs-luplarını beyan etmektir.

Page 73: KöklüDeğişim 62

Necahu’s Sabatin aile kaledir [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 73

Çocuk Terbiyesinin Esasları (61. Sayıdan Devam)

Günlük ve gecelik için teklif edilen bir program.

Uykudan Uyanınca;

- Abdest almak, Namaz kılmak, Kurandan bir kısım okumak, tesbih, zikir ve dua etmek-tir.

- Yatağı düzlemek

- Derslere ve ezberlemeye başvurmak

- Kahvaltı yapmak ve yemek hakkında mezkûr olan duayı etmektir. (Allaha Hamd olsun ki O bizi bununla rızıklandırdı. Ve bizi buna yönlendirdi. Bismillah) yemek bitimin-den sonra elhamdulillah demek.

- Okul için hazırlık

- Dua ederek evden çıkmak. (Bismillah, amentübillah, eğtasamtubillah tevekkeltu alellah vela havle vela kuvvete illa billâh) ulaşım için vasıta kullanıyorsa ona binerken diyecek ki: Allaha Hamd olsun ki o bunu bi-ze vermiştir. Hâlbuki biz onun için layık de-ğildik. Kendi arkadaşlarına selam vermesi onlarla iyi işlemlerde bulunması dersleri ez-berlemekte onlarla yardımlaşması ve vecibe-leri yerine getirmesidir.

- Öğretmene dikkat etmesi, yapılan mü-nakaşalarda ona iştirak etmesi, Nizama ve sükûneti muhafaza etmesidir.

- Okul yayıncılığında sabah söylenen ke-limeleri hazırlanmasına iştirak etmesi, On-lardaki Đslami mefhumların verilmesine ve ğalat (hatalı) olan mefhumların tashihini yer-leştirmesi. Hatta Đslam’a davetin farz oluşuna göre mağrufu emretme ve münkeri nehyetme ve başkaları hakkında mesuliyeti hissetmeye göre yetişebilsin. Ve ebeveynin bu kelimeleri hazırlamasında ona yardımcı olmaları müm-kündür.

Öğleyin Eve Dönünce

- Eve girerken besmele çekilecek ki hatta şeytan onunla birlikte girmiş olmasın. Ve Ku-randan el- ihlâs suresini okuyacak kendisin-den ve kendi ehlinden fakirliği yok edebil-mek için.

- Selam vermek, Libası değiştirmek ve her şeyi libası, çantayı ve kitapları kendi yerine koymaktır.

- Abdest almak ve öğlen namazını eda et-mek

- öğlen yemeğini yemek için sofranın ha-zırlanmasında yardımcı olmak.

- Biraz dinlenmek ve televizyona bakmak.

- Ev işlerinde yardımcı olacak

- Đkindi namazı kılınacak

- Derse çalışılacak

- Akşam namazı kılınacak

- Derse çalışılacak

- Yatsı namazı kılınacak.

- Akşam yemeği yenecek ve ev işlerinde yardımcı olunacak.

- Televizyona bakılacak veya bir kısım ko-nular hakkında aile efradıyla tartışma yapıla-cak.

- Derse çalışmak veya uyku.

Altıncısı: Uzanma antrenmanı

On dakika uzanmak uykudan iki saate bedeldir. Ve o şu şekilde olmalıdır.

- Sen kendi oğluna kendi dimağını doyu-rabilmek için yeterli oksijeni elde edebilmesi için nasıl derin nefes alacağını öğret. O onu tefekkür ufkunun açılması ve hatırlama gü-cünü fazlalaştırır. Buna göre derin nefes alır. Yani kendi karnından sekiz saniye boyunca oksijen alma işleminde bulunacak. Sonra al-mış olduğu havayı içinde on altı saniye bek-letecek. Sonra onu sekiz saniye içerisinde dı-şarıya çıkaracak.

- Sen kendi çocuğuna rahat edeceği yerde sakin olarak oturmasını iki gözünü yumma-sını tefekkür etmekte duraklamasını ve ta-mamen sakin olmasını kendi bedenini unut-masını ve derinliğe sakıt olmasının hissetme-sini öğret.

Page 74: KöklüDeğişim 62

çocuk terbiyesinin esasları …

köklüdeğişim kasım 2009 74

- Sen kendi çocuğuna olumlu olanları işa-ret et: Sen yiğitsin, Sen cesursun, sen kendi nefsini müdafaa edecek güce sahipsin. Hiçbir kimseye sana vurmasını veya senden bir şey almasına izin verme. Senin kendi arkadaşla-rınla olan problemleri çözmeye gücün yeter.

- Onun ulaşmak istediği bazı fiili icraatları sen ona ver.

- Onun kendi ufkunu ve kendi hedeflerini tahakkuk ettirebilmek için gerekli olan fiili icraatların tatbikinde sen ona yardımcı ol.

Yedincisi: Sen kendi evladına korku, kız-gınlık veya iki yoldan kıskançlık gibi hislere nasıl hâkim olacağını, kendi uzuvlarına ve iç organlarına nasıl hâkim olacağını öğret.

1- Uzuvlara Hâkim Olmak: insan basit hare-ketlerle kendi hislerine hâkim olması müm-kündür, eğer o korkuyorsa ve yiğitlik hissini elde etmek istiyorsa sen ondan aşağıda kile-rini talep etmen yeterlidir:

- yerde sebat ederek duracak ayaklarının ikisini birbirinden uzaklaştıracak.

- Kafasını yükseğe kaldıracak ve iki om-zunu arkaya çevirecek.

- Kuvvetlice ve derin olarak nefes alacak.

- Yumruğunu tehdit ederek havaya kaldı-racak.

- Başından geçen kahramanlık duruşlarını hayal edecek eğer her hangi bir duruş önün-den geçmediyse kendi kafasında kahraman-lık duruşlarını icat edecek ve onu kendisinin yaptığını hayal edecek.

- Kendi yiğitliğini, cesaretini ve kuvvetini kendi nefsine olumlu olarak bunları işaret edecektir o zaman yiğitliği hissedecek ve korkuyu unutacaktır.

2- Dâhili Temsil: iç münakaşalarla kendisi-ni ikna edecek ki kendisinin yiğit olduğunu, korkak olmadığını aşağıda olduğu gibi:

- Nefes Almak ve Yaslanmak:

- Kendisiyle birlikte meydana gelen kah-ramanlık duruşlarını hayal edecek veya ken-di hayatında böyle bir duruş yok ise böyle bir hayalin önünden geçtiğini hayal etsin.

- Meydan okumada ve karşı koymada korkmayan yiğit bir adamı düşün.

- Camdan bir duvarın karşında olduğunu hayal et ve bu şahıs korkunç bir durumdadır ve daha büyük olan birisi onu ezmek istiyor onu dövmek istiyor hâlbuki o onun karşısın-da kuvvetle sebat ederek durmaktadır sonra o ona hücum etti ve onu devirdi.

- Hayal et ki sen Camoka’nın arkasına git-tin ve kuvvetli olan adamdan kendi düşma-nını nasıl mağlup edeceğini öğrendin.

- Hayal et ki sen dönüş yaptın ve seninle birlikte kendi düşmanına karşı hücum ede-bilmek için yeni bir planın var.

- Kendi hayatınla tasarrufta bulun sanki hayal hakikat oldu gibi, şayet korkunç bir durumla karşılaşırsan kendisinden korktu-ğun konuyla karşı karşıya gel ondan korkma onu mukavemet et ve onu devir, sonra ona zafer ilan et ve dua etki (Allah’ım ben seninle aciz ve tembel olmaktan sığınırım ve ben se-ninle cimrilikten ve korkudan sığınırım ve ben seninle borçlanma galebesinden ve adamların ezmesinden sana sığınırım.

Sekizinci: Seri müdahaleler çocuklarda etkili olur.

Eğer sen tartışma veya herhangi bir şey-den çocukları mükellef veya bir müşkülatı münakaşa etmeyi istiyorsan aşağıdaki giri-şimlerin birini seç.

- Hisler: Aile efradı arasında yakınlığın ve muhabbetin yüksek olduğu vakitleri seçiver. Keza gezilerde veya aile oturumlarında.

- Tekrar kendi evlatlarına konuşmak iste-diğin bir konu hakkında tekrarı ve dönüşü-mü çoğaltıver. Hatta onların nefislerine yer-leşsin. Ve konuşmanın tekrarından usanma. Çünkü akıl tekrar için cevap veriri.

- Yaslanmak: Uykudan önceki vakitleri fırsat bil. Çünkü çocuklar kendi yataklarına yerleşirler. Ve onun içinde uzanırlar. Rahatlık için. Đşte sen o anda onlardan istediğini onlar-la konuş. Ve onlardan bağlılık istediğin dav-ranış kaidelerini onlarla anlaşıver. Bu anda sen onların anlayamayacağı veya uzunca ha-tırlamayacağı akla hitap ediyorsun. Akıl söy-leneni anlar. Onu tasdik eder. Ve çocuğu se-nin ona hitap ettiğini onun infaz etmesine onu dürtüler.

Page 75: KöklüDeğişim 62

çocuk terbiyesinin esasları …

köklüdeğişim kasım 2009 75

- Hayal: Çocuklar nezdinde ki hayal gü-cünü kullan önceki durumları bahane ederek ve çocuklardan halledilmesini talep et.

- Öğretimde ve ikaz etmekte vakıaları ve hadiseleri fırsat bil. Bazı durumlarda aile ço-cuklara herhangi bir durum karşısında ne yapacaklarını izah etmezler. Eğer o hatalı bir tasarrufta bulunursa aile o durumu fırsat bi-lecek ve çocuğa sahih olan davranışı öğrete-cek ki oda neye göre hareket edeceğini bilsin. Bunun dışında diğer faziletli olan envai çeşit davranışlar içinde onu yönlendirecek.

- Alıştırmak: tefekkür işlemlerinde sabık olan malumatların mevcut olması elbette çok önemlidir. Eğer tefekkür için onu unsurları dimağdan Salih olan rabıtadan hislerden ve vakıadan mevcut olursa lakin kendisinde ge-rekli olan malumatlar mevcut değilse insan tefekkür edemez. Veya herhangi bir şey için hüküm veremez. Keza bir kısım işlemlerin yapılabilmesine ihtiyaç duyulursa sabık olan malumata da ihtiyaç duyulur. Onların çocuk için takdim edilmesi gerekir ki hatta o maha-reti kazanabilsin. Eğer baba kendi evladın-dan bir tohum ekmesini veya bir sandalyenin onarılmasını mesela isteyince evvelce kendi evladının önünde o işi yapması gerekir. Son-ra ondan kendisini taklit etmesini istemelidir. Hatta evlat kendisinden istenilen işi süratle ve metanetle yerine getirmesi mümkün ol-sun. Keza anne kendi kızından tabakların yı-kanmasını veya yemek pişirmesini isteyince onu üzerine düşen önce kendinin kızının önünde o işi yapmasıdır. Sonra ondan aynı işi yapmasını kendi denetimi altında isteye-cek ki hatta o iş sağlam olsun. Böylece alış-tırmak ve tecrübe kazandırmak çocukların nezdinde gereken işleri yapmalarında ikisi de önemlidir.

Çocuğun kendi başına çaba göstererek ve hata işleyerek öğrenmesinin mümkün oldu-ğu doğrudur. Velâkin o birçok çabalamalara

ve daha çok zamana muhtaç olur. Alıştırmak ve direk olarak tecrübe kazandırmak mesele ona kolaylaştırılmış olur. Ve hem emekten ve hem de vakitten kazanılmış olur.

Terbiyeli olabilmesi için talep edilince sen kendi evladına şöyle diyebilirsin: Lütfen filan şeyi bana ver. Mümkünse filan şeyi yapıver. Yumuşak üslup ve tatlı söz çocuk üzerinde yapacağını yapar. Emre seri olarak icabet et-mesini sağlar. Eğer reddederse demek ki onun başka bir görüşü vardır. Onu ibraz edebilir.

Dokuzuncu: Etkili olan emirlerin verilme-si

Bazı çocuklarla yukarıda sözü edilenlerin faydası olmayabilir. Sen onlardan bir şey ta-lep edince sana icabet etmeyebilirler. Terbi-yeli talep etmek; Ebeveynin itaatine onlara hürmet ve büyüklere hürmette kendi yetiş-melerinden itibaren böyle hareket eden ço-cuklarla faydalı olabilir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem diyor ki; “küçük-lerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimi-ze hürmet etmeyen bizden değildir.” Bunlar-la birlikte sen onlarla işlemlerde bulunurken zorluk çekmezsin. Lakin orada öyle çocuklar var ki onlar isyankârlık inat vacib olanlara bağlı olmamak ve karşı koyma üzere yetiş-mişlerdir. Đşte bunlarla işlemlerde bulunmak zorlaşır. Kendi ebeveynlerinin emirlerini in-faz etmeyi reddederler. Dolaysıyla ebeveyn etkili olan emirleri vermeleri ve lütuf içinde talepte bulunmakla yetinmemeleri gerekir.

- Hatalı olan bir fiili yapmaktan eğer onun vazgeçmesini sen istiyorsan gereken emri ver. Mesela yüksek sesle veya rahatsız edici bağırmakta sen ona deki bağırmayı durdur.

- Eğer sen ondan bir işlemi yapmasını me-sela okul ödevlerini çözmesini istiyorsan ona emir ver ki kendi ödevlerini yaz.

Page 76: KöklüDeğişim 62

KöklüDeğişim fıkıh [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 76

Bidat. 1. Şâri'nin emirleri iki türdür: Birinci tür: Eda edilmesi keyfiyetinin, yani

infaz edilmesine ilişkin pratik uygulamaların açıklanmasıyla birlikte içerisinde emir sigası varit olan türdür. Mesela Allah Subhâ-nehu'nun şu kavli:

Salatı ikame ediniz." [el-Bakara 43]"وأقيموا الصالةDolayısıyla bu, emir sigasıdır. Ancak bu,

istediği şekilde kılması için insana terk edil-memiştir. Bilakis iftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rükû ve secde gibi eda etme keyfiyetini açık-layan başka nasslar da gelmiştir… Aynı şe-kilde Subhânehu şöyle buyurmuştur:

تيالب جلى الناس حع للهو "Beyti (Kabe'yi) haccet-mek Allah'ın insanlar üzerindeki bir hak-kıdır." [Al-Đmran 97]

Dolayısıyla bu, "talep manasında bir haber olan" haccedilmesine ilişkin bir emir sigasıdır. Ardından da haccedilmesine ilişkin bu emrin eda etme keyfiyetini açıklayan nasslar varit olmuştur…

Đkinci tür: Eda etme keyfiyeti yani infaz edilmesine ilişkin pratik uygulamaları beyan edilmeksizin içerisinde amm veya mutlak olarak emir sigası varit olan türdür.

Mesela [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli gibi:

من أسلف في شيء ففي كيل معلوم ووزن معلوم إلى أجل معلوم"Her kim ölçeği belli, ağırlığı belli ve zamanı belli olan bir şey hakkında selef alışverişinde (para peşin mal veresiye olmak üzere alışverişte ) bulunursa." [el-Buhari tahriç etmiştir]

Burada selemi "selefi" şart cümlesi sigasıyla emretmiştir. Dolayısıyla selemin, belli ölçekte, belli ağırlıkta ve belli zamanda olmasını emretmiş ancak Şâri, eda etmeye dair uygulama keyfiyetini açıklamamıştır. Bu da; akit taraflarının birbirlerine karşı durma-ları, birbirlerine Kuran’dan bir şey okuma-ları, ardından birer adım öne doğru ilerleye-rek birbirine sarılmaları ardından da selem konusunda karşılıklı konuşmaları gibidir… Bunun ardından da icap ve kabul tamam-lanmaktadır.

Mesela [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavli gibi:

اءهو اءا إال هب رببالذه بالذه "Altın ile altın peşin olmadıkça riba olur." [el-Buhari ve Müslim]

,Altın" الذهب بالذهب مثال بمثل والورق بالورق مثال بمثلaltın ile misli misline ve gümüş, gümüş ile misli misline olmalıdır." [el-Buhari ve Muslim]

Dolayısıyla bunlar, "talep manasında ha-ber olan" birer emirdir. Ancak bunlarda, yu-karıdaki zikrettiklerimizde olduğu üzere bu mübadeleye ilişkin pratik uygulamalar açık-lanmamıştır.

Mesela Muslim'in, "إذا رأيتم الجنازة فقوموا لها" "Cenazeyi gördüğünüz zaman ayağa kalkı-nız." hadisinde geçtiği gibi Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, cenaze geçtiği anda ayağa kalkılmasını emrettiği rivayet edilmiş-tir. Resul’ün fiili ise talep, yani emir mesabe-sindedir. Ancak Sallallahu Aleyhi ve Sellem, önceki misallerde açıkladığı şekilde ayağa kalkılmasına ilişkin pratik uygulamaların keyfiyetini açıklamamıştır.

Hakeza burada, eda edilmesine ilişkin pratik uygulamalarla birlikte varit olan Şâri'nin emirleri olduğu gibi eda etme keyfi-yetine ilişkin tafsili pratik uygulamaları ol-maksızın mutlak veya amm olarak varit olan Şâri'nin emirleri de vardır.

2- Şâri'nin, eda etme keyfiyeti varit olan emrine muhalefet edilmesi ıstılahan bidat olarak isimlendirilir. Çünkü bu, Şâri'nin açık-ladığı keyfiyet üzere olmamıştır. Nitekim lü-gat olarak bidat, Lisan-ul Arap'ta şöyle geç-miştir: Bidatçi, olmadığı halde bir emrin ben-zerini getiren kimsedir… Ve bir şeyi icat etti: Benzeri olmayan bir şeyi icat etti.

Bidat, ıstılahta da böyledir. Yani şeri bir emrin eda edilmesine ilişkin olarak Şâri'nin açıkladığı şeri keyfiyete muhalefet edilmesi-dir. Bu mana, bizzat şu hadisin medlulüdür. "در ونا فهرأم هليع سال ليمل عمع نمو" "Her kim bir amel işler de onun üzerinde bizim emrimiz yoksa o reddedilir." [el-Buhari ve Muslim] Hakeza her kim salâtında iki yerine üç defa secde ederse bidat işlemiş olur. Yine her kim Mina'yı taşladığında yedi yerine sekiz taş atarsa bidat işlemiş olur. Her bidat dalalet-tir… Ve her dalalet ateştedir. Yani o, bu fii-liyle günah işlemiş olur.

3- Şâri'nin, eda etme keyfiyeti varit olma-yan emrine muhalefet edilmesine gelince; bu, şeri hükümlerde vaki olur ve şayet hitap tek-lif olursa haram veya mekruh veya mubah şeklinde ve şayet hitap vaz'i olursa batıl veya

Page 77: KöklüDeğişim 62

bidat …

köklüdeğişim kasım 2009 77

fasit şeklinde ifade edilir. Bu da cezm veya tercih veya tahyir bakımından emre eşlik eden karineye göredir.

Mesela ilk verdiğimiz misaldeki; her kim Şâri'nin emrinin hilafına yani ölçüsü, ağırlığı ve vakti belli olmaksızın selef akdinde bulu-nursa, "yani selem akdi yaparsa" o bidat iş-lemiştir denilmez ancak bu akit Şâri'nin em-rine muhaliftir denilir ki bu da muhalefetin türüne göre ya batıl olur yada fasit olur.

Đkinci misalde ise; "Altını altın ile peşin olarak misli misline" emrine muhalefet edi-lirse, yani bir adam, altını altın ile Şâri'nin emrine muhalif olarak, yani misli misline ve peşin olmayarak değiştirirse ona, bu emre muhalefet etmesinden dolayı bidat işlemiştir denilmez ancak faizli muamelede bulunma-sından dolayı haram işlemiştir denilir.

Aynı şekilde cenazede ayağa kalkmaya muhalefet edilip oturarak kalındığında da bu bidattir denilmez bilakis bu mübahtır denilir. Çünkü her iki hal hakkında da şeri nasslar varit olmuştur. Muslim, Ali Bin Ebi Talib [Radıyallahu Anh]'tan şöyle dediğini tahriç etmiştir:

هليع لى اللهص ول اللهسر قام دقع ثم لمسو "Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ayağa kalktı sonra da oturdu." [Muslim]

اكدت يين تربالد بذات فاظفر "Sen dindar olanı seç elleri kuruyasıca." [el-Buhari] hadisindeki Şâri'nin emrine muhalefet edilmesi açısından da böyledir. Buna bidattir denilmez. Bilakis dindar olmayan bir kadınla evliliğe ilişkin şeri hüküm öğrenilir. Çünkü bu emir, seçme hususundaki pratik uygulamaları açıklama-mıştır. Mesela nişanlının kadının önünde du-rarak ayetelkürsiyi okuması, ardından bir adım ilerleyerek el-muavvezeteyni (Felak ve Nass surelerini) okuması, ardından bir adım daha ilerleyerek Allah'ın ismini zikretmesi, ardından da sağ elini uzatarak nişan tekli-finde bulunması gibi.

Yine [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in, ye-minlerini çoğaltmaları neticesinde tacirlere ilişkin olarak; " اللغو هرضحي عيذا البه ار إنالتج شرعا ميقةدبالص وهف فشوبلالحو" "Ey tacirler topluluğu! Şüphesiz alış-verişte boş laf ve yemin karı-şır. O halde siz de ona sadaka karıştırınız." [Ebu Davud ve Ahmed] şeklindeki kavli de böyledir. Zira Şâri, "ona karıştırınız" emrini eda etme-ye ilişkin tafsili uygulamaları açıklamamıştır. Bu nedenle alış-veriş yapan ve yemin eden kimse sadaka vermediğinde bidat işlemiştir

denilmez ancak alış-veriş anında yemin eden tacirin tasaddukta bulunmadığına ilişkin şeri hüküm öğrenilir.

Hakeza Şâri'nin, eda edilmesine ilişkin tafsili keyfiyetini getirmediği tüm emirlere muhalefet etmek açısından olan da böyledir.

4- Şeri nassların istikrası sonucunda bida-tin sadece Şâri'nin emrini eda etmeye ilişkin keyfiyetleri, yani Şâri'nin emrini infaz etmeye ilişkin pratik uygulamaları varit olan ibadet-lerin çoğunda bulunduğu ortaya çıkar. Bu-nun içindir ki ibadetlerin dışındakilerde bi-dat vuku bulmaz. Çünkü haklarında Şâri'nin emrini infaz etmeye ilişkin pratik uygula-maların varit olduğu bizzat ibadetlerdir.

Đbadetlerin çoğunda diyoruz; çünkü bazı-larında infaz edilmesine ilişkin pratik uygu-lamalar varit olmamıştır. Mesela her ne kadar cihat bir ibadet olsa da cihada ilişkin emirler mutlak veya amm olarak varit olmuştur.

Kafirlerden size en" قاتلوا الذين يلونكم من الكفارyakın olanlarla savaşınız." [et-Tevbe 123]

هملياغلظ عو ينقنافالمو الكفار داهج "Kafirler ve mü-nafıklarla cihat et, onlara karşı da sert dav-ran." [Tahrim 9]

Bu emirlerin eda edilmesi keyfiyetine iliş-kin naslar varit olmamıştır. Mesela bir ayet okunarak ateş açılması bir adım atılarak bir daha ateş açılması ardından da sağa sola zik-zak çizilmesi ve benzeri gibi nasıl savaşıla-cağı varit olmamıştır. Bunun içindir ki her kim kendisine cihadın terettüp ettiği vakitte cihat etmezse onun hakkında bidat işledi de-nilmez ancak cihattan geri kaldığı için günah işledi denilir.

5- Hülasası; Şâri'nin, eda etme keyfiyetini açıkladığı emrine muhalefet edildiğinde bu muhalefet, bidat olur. Şâri'nin, eda etme key-fiyetini açıklamadığı mutlak ve amm olan emrine muhalefet edildiğinde ise bu muhale-fet, şeri hükümlerde vaki olur ve hitap "teklif olursa haram, mekruh ve mübah" olur, hitap "vazi olursa butlan ve fesat" olur

Zira istikra edilmesi sonucunda bidat, eda etme keyfiyeti varit olan ibadetlerin çoğunda bulunur. Bu nedenle bunlara muhalefetin vuku bulması bidat babına girer.

Muamelat ve cihadın delillerine gelince… Mutlak veya amm olarak varit olmuştur. Bu nedenle bunlara muhalefet edilmesinin vuku bulması şeri hükümler babına girer ki bunlar; "Teklif: Haram, mekruh ve mübah" veya "Vaz'i: Butlan ve fesat" tır.

Page 78: KöklüDeğişim 62

Esad Mansur tefsir [email protected]

köklüdeğişim kasım 2009 78

Bakara Suresi (234-235. Ayetler)

Kocaları vefat eden kadınlar:

ينالذو نفوتوي نكمم ونذريا واجوأز نصبتري هنبأنفس فيما عليكم جناح فال أجلهن بلغن فإذا وعشرا أشهر أربعةلني فعف هنأنفس وفرعالل بالموا هبم لونمتع خبير

“Sizden ölenlerin, geride bıraktıkları eş-leri, kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler. Bekleme müddetlerini bi-tirdikleri vakit, kendileri hakkında yaptık-ları meşru işlerde size bir günah yoktur. Al-lah yapmakta olduklarınızı bilir.” (Bakara 234)

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’e bir kadın gelip şöyle sordu: ‘Benim kızımın ko-cası vefat etti, hala yas tutmaktadır, gözü ağrıyor, gözü üzerine sürme koyalım mı? dedi. (Bu sür-me hem süs hem ilaç olur). Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem kadının üç defa sorduğu aynı soru için üç defa hayır dedi ve şöyle ekledi: “Yas tutmak ancak dört ay ve on gündür. Cahiliyede bir sene bekliyorlar-dı.” (Buhari ve Muslim)

Ayette kocası vefat eden kadının bekleme süresi dört ay on gündür. Hem bu müddette yas tutar, süslenmez, bir şey hem süs hem ilaç ise onu kullanamaz ve hastalığı için süs olmayan ilaç arar.

Cahiliyede kocaları vefat eden kadınlar bir sene yas tutup evlenmeden bekliyordu. Đs-lam bunu kaldırıp dört ay on güne düşürdü.

Bazı âlimler, dört ay on gün müddetini düşünürken şu hadisi şerifi yanına getirip açıkladılar:

“Biriniz annesinin karnında kırk gün bir nutfe (su damlası, spermde birleşen yumurta) ondan sonra kırk gün alak (kan pıhtısı) olur. Ondan sonra kırk gün mudğa (et parçası) olur. Bundan sonra melek buna gönderilip içine ruh üfler.” (Buhari, Müslim ve diğer hadis kaynaklarıdır).

Bu şekilde 120 gün veya dört ay geçer ve on gün içerisinde ruh üflenir. Böylece dört ay on gün geçmiş olur. Bu, ayette geçen müddet intibak eder. Bu ise bir kavrayıştır. Oysa bo-şanan kadın üç hayızlık müddeti bekler. Bu şekilde kadının hamile olmadığı kesinleşir.

Kocası vefat eden kadın hem bekler hem de yas tutar. Bu olay boşanma olayından farklıdır. Boşanan kadın kocası için üzülmez, tersine ona küsmüş olur. Ama kocası vefat eden kadın kocasının vefatından dolayı üzü-lür.

Boşanan kadın üç hayızlık müddetinden sonra yeniden evlenmeye hazırlanır. Kocası vefat eden kadın dört ay ve on günden sonra evlenmeye hazırlanır. Burada üzücü bir olay vardır, kocası vefat etmiştir. Boşanma ola-yında ise böyle bir şey yoktur.

Kocası vefat eden kadın da yas tutar, bu müddet zarfında hiç süslenmez, evlenmek için herhangi bir harekette bulunmaz.

Rasulullah Sallallahu Aleyhi Ve Sellem şöyle buyurdu:

“Allah’a ve kıyamet gününe inanan kadın bir ölü için üç günden fazla yas tutmaz, an-cak kocası vefat eden dört ay on gün yas tu-tar.” (Buhari ve Müslim)

Buna göre yas tutmak sadece üç gündür, daha fazla değildir, kadın bu üç gün içerisin-de süslenmez. Kocası vefat ederse dört ay on gün yas tutar. Bazıları Hıristiyanları taklit ederek kırk gün yas tutarlar. Bunun Đslam’da hiç yeri yoktur, böyle yapmak kesinlikle ha-ramdır, hem ayetlere ve hadislere aykırı hem de kâfirleri taklit etme işi olur, bu da haram-dır. Nitekim Hıristiyanlar bu sapık âdeti Mı-sır’daki firavunlulardan aldılar. Firavunlular şöyle inanıyorlardı: Đnsanlar öldükten kırk gün sonra kendilerine ruh döner, ondan son-ra yemeğini yer. Zira tabuta yemek koyuyor-lardı. Hıristiyanlar da aynı şeyi yapıyorlar.

Đşte, ayet ve hadisleri düşünmeyenler ba-kın nasıl da sapıyorlar!? Bu nedenle, her-hangi bir harekette bulunulacaksa kesinlikle ayet ve hadislere dönmek gerekir, insanların adetlerine hiç bakılmaz. Adetler incelenir, eğer şeriattan çıkmış hükme binaen ise bir adet sayılmayarak şeriata uyma hareketinden sayılmalı ve bunu düşünerek böyle harekette bulunursa Müslüman sevap kazanır. Ama bunu düşünmeyerek şeriata uygun adete

Page 79: KöklüDeğişim 62

bakara suresi 234-235 …

köklüdeğişim kasım 2009 79

uyarsa hiç sevabı yoktur. Çünkü Allah’ın emrine uyma işini düşünmedi, yalnız insan-ların adet olarak gördükleri harekette bulun-du.

Dört ay on gün müddeti geçince kadın ev-lenmek için çalışabilir, bu arada marufla Şer’i hükümlere göre çevresinde nasıl davranılı-yorsa (evlenmek için teşebbüste bulunursa velilerine duyurmasında hiç bir) sakınca yok-tur ve günah erişmez. Maruf ise, Şer’i hü-kümler dairesinde insanların özel çevrelerin-de üsluplar ve araçlardır.

Kocası vefat eden kadının mirastan hakkı vardır. Eğer kocasının çocukları varsa mira-sın sekizde birisini alır, eğer kocasının çocuk-ları yoksa mirasın dörtte birisini alır. Boşa-nan kadının ise mirastan hiç hakkı yoktur. Bazılar şu zulmü yaparlar: Kadınlarını miras-tan mahrum bırakmak için ölüm döşeğin-deyken kadınlarından boşanırlar. Bu tür bir davranış kesinlikle kabul edilmez ve miras-tan o kadına alacağı payı verilir.

“…Allah yapmakta olduklarınızı bilir…” Allah yaptıklarınızdan hemen haberdar olur” ifade geçmiştir. Allah Teâlâ bu ifadeyle Müslümanları uyarıyor: Dikkatli olun, sen ne yaparsan ondan haberim olur, zira ben sizi görüyorum ve işitiyorum, öyleyse benden korkun, takvalı olun, benim emrime tam uyun, kocası vefat eden kadın yalnız dört ay on gün yas tutar, daha fazla veya daha az tutmaz, bu müddet içinde süslenmez, evlen-mek için bir harekette bulunmaz. Buna mu-halif olanlar takvasız olur ve Allah’ın azabını hak etmiş olurlar.

Kocaları vefat eden kadınlarla nişanlan-mak ve evlenmek:

أو النساء خطبة من به عرضتم فيما عليكم جناح والي أكننتمف كمأنفس ملع الله أنكم ونهتذكرسن نلكال و

نوهداعا تورال تقولوا أن إال سوفا قورعال موا وزمة تعقدع في ما يعلم الله أن واعلموا أجله الكتاب يبلغ حتى النكاحكمأنفس وهذروا فاحلماعو أن غف اللهور يملح

“(Đddet beklemekte olan) kadınlarla ev-lenme hususundaki düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içi-nizde gizli tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. Lâkin meşru sözler söylemeniz müstesna, sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz olan bekleme müddeti dolmadan, nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin ki Allah, gön-

lünüzdekileri bilir. Bu sebeple Allah'tan sakının. Şunu iyi bilin ki Allah gafûrdur, halîmdir.” (Bakara 235)

Bu ayet; kocaları vefat edip iddetin doldu-rulmasını bekleyen kadınlarla nişanlanmak veya nikâhlanmanın caiz olmadığını göster-mektedir. Fakat bu müddet dört ay ve on gün içerisinde üstü kapalı arzuyu gösterme-nin veya kalpte böyle bir arzu saklamanın ca-iz olduğunu beyan etmektedir. Zira insanın arzusu içgüdüseldir, kadınlara meyli nevi iç-güdüsünün bir görünüşüdür.

Allahu Teâlâ, erkeğin kadına ve kadının erkeğe meylini insan içinde yaratmıştır. Bu nedenle, onları düşüneceğinizi bilmektedir ifadesini kullanmıştır. Bu içgüdüye nevi iç-güdüsü deriz. Đslam, içgüdüleri yasaklama-dığı gibi köreltmemiştir. Onu tanzim edip mazbut ve güzel şekle sokmuştur. Evet, böy-le kadınlarla evlenebilirsiniz, fakat iddetlerini doldurduktan sonra. Böylece bu müddet hem kadının hamile olmadığına dair kesinlik kazandırır hem de kadının üzüntülü döne-mini atlatmasını sağlar. Aksi halde kocasına hiç değer vermediği ve başka biri ile evlen-mek için sanki ölümünü beklediği anlaşılabi-lir. Bu nedenle, bu konuya saygı göstermek için bunlarla evlenmeyi düşünen kimseleri sakındırdı. Aynı anda üstü kapalı sözleri sarf etmelerini yasaklamadı. Misal olarak; “bu ka-dın salihtir, keşke bu kadına benzer bir kadınla ev-lenebilsem, Allah buna benzer bir kadın versin” ve benzeri üstü kapalı sözler sarf edebilir. Bu sözlerden, adamın kadına rağbetinin var ol-duğu anlaşılır.

Fakat doğrudan sözler sarfetmek veya se-ninle evlenmek için sözleşelim demek caiz değildir. Gizlice onunla nişanlanmak da ke-sinlikle caiz değildir. Ancak marufa göre söz söylemek caizdir.

Maruf; şeriatın caiz kıldığı şekilde insanla-rın sarf ettikleri sözler veya yaptıkları hareket biçimleridir. Burada maruf bir şekilde söy-lemek, şöyle olabilir: Bu kadının velisine; “başka biri ile evlendirmeden önce bana haber ver, bununla ilgili iyi haberlerim var, size gelip konu-şacağım, vs.” diyebilir. Şeriat buna benzer söz-lere müsaade ettiği için maruf olur. Şer’iatın kabul etmediği şey münker olur, onu söyle-mek veya yapmak caiz değildir.

Page 80: KöklüDeğişim 62

bakara suresi 234-235 …

köklüdeğişim kasım 2009 80

Farz olan iddet dört ay ve on gündür. Bu iddet süresi dolmadan kesinlikle nikâh bağı bağlanmaya kalkışmak caiz değildir, münkerdir.

Kadın ile erkek arasında ilişkiler en güzel bir şekilde tanzim edildi. Yeryüzünde bun-dan daha güzel bir düzen var mıdır? Kesin-likle hayır! Bu düzen insanın içgüdüsünü bi-liyor ve de onu güzel ve temiz şekilde tanzim ediyor.

Ayetin sonunda, Allah insanları uyarıyor ve müjdeliyor. Müslümanları şöyle uyarıyor: “…Bilin ki Allah, gönlünüzdekileri bilir…” Allah’ın her şeyi bildiğine kesin şekilde inanmanız gerekir. Zira Arapçada ilim edin, bilin manası Türkçeye çevrildiğinde inanın anlamına gelir. Kur’an’da ilim kelimesi “ke-sin şekilde inanmak” manasında birçok yer-de geçmektedir. Bu nedenle ilim edin sözcü-ğüne inanın manası vermek daha doğrudur. Nitekim Allah’ın içimizden ne geçtiğini bil-diğine inanmamız farzdır, yoksa imandan çı-karız. Bundan Allah’a sığınırız!

Đnsan Allah’ın içinde geçenleri dahi bildi-ğine inanır ve düşünürse Allah’tan korkar, Allah’ın emrine aykırı hareket yapmaz ve söz sarf etmez. Bu nedenle ayette Allah’ın içi-nizde geçtiğini bildiğine inanın ifadesinden sonra hemen ondan sakının ifadesi kullan-mıştır. Buna göre, sakınmak veya Allah’tan

korkmak Allah’ın bizi işittiğini, gördüğünü, kontrol ettiğini ve hatta içimizde geçenleri, niyet ve maksatlarımızı bildiğine inandıktan sonra gerçekleşir.

Buna inanmayan kimseleri Allah’tan sa-kındırmak abes bir şeydir. Bunları korkutan gücü göstermek gerekir. Böyleleri Allah’tan korkmadıkları için her kötülüğü yapmaya hazırdır, topluma büyük zarar verirler, huzur ve istikrarı bozarlar. Bu nedenle Đslam devle-tinin varlığına elzem bir şekilde ihtiyaç var-dır.

Allah Müslümanları şöyle müjdeliyor; “…Şunu iyi bilin ki Allah gafûrdur, halîmdir…” Allah’ın mağfiret sahibi ve ha-lim olduğuna ilim edin, kesin şekilde inanın! Müslüman hata edebilir, günah işleyebilir, kötülük yapabilir. Ama Allah’ın hemen ken-disine ceza vermeyeceğine, halim olduğuna inanmalıdır. Allah kuluna tövbe etmek için zaman tanır. Çünkü Allah bağışlayıcıdır.

Ayette Allah’ın sıfatı olan halim sözcüğü geçti. Halim; aceleci olmayan, sakin olan, hemen sinirlenmeyen, derin düşünen ve geleceği gören-dir. Bu sıfata göre, Allah günah işleyene he-men ceza vermez, ona tövbe etmek için za-man tanır. Đnsan tövbe edince Allah onu af-feder, onun günahını bağışlar.