41
http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 20 SAYI: 113 Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ Anti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede Zafer Bizim Olacaktır! Çaresizlik ve Çare “Sovyetler Birliği’ni Çökertmek”  Askeri Vesayetten Sivil Vesayete Geçiş Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat  Arasında “ Consensus ya da “Uyumlu Çatışma” Savaş Planlaması  ve Planlı Darbe Ulaş Bardakçı İlker Akman, Hasan Basri Temizalp, Yusuf Ziya Güneş  Yüksel Eriş Nedim Atılgan Mustafa Atmaca Demokrasi ve Hukuk Devleti %100 Dumansız Hava Sahasında Tekel İşçileri Gemiler ve Fareler Küçük Kara Balığın İntiharı

Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 1/40

http://www.kurtuluscephesi.com YIL: 20 SAYI: 113 Ocak-Şubat 2010

KURTULUŞ CEPHESİAnti-Emperyalist ve Anti-Oligarşik Mücadelede

Zafer Bizim Olacaktır!

Çaresizlik ve Çare

“Sovyetler Birliği’ni Çökertmek” Askeri VesayettenSivil Vesayete Geçiş

Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus”

 ya da “Uyumlu Çatışma”

Savaş Planlaması ve Planlı Darbe

Ulaş Bardakçıİlker Akman, Hasan Basri Temizalp, Yusuf Ziya Güneş

 Yüksel ErişNedim Atılgan

Mustafa Atmaca

Demokrasi veHukuk Devleti

%100 Dumansız Hava Sahasında

Tekel İşçileri

Gemiler ve FarelerKüçük Kara Balığın İntiharı

Page 2: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 2/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

KURTULUŞ CEPHESİSORUMLU (V.i.S.d.P) : Sezai Görür Yazışma Adresi:Postfach 1414

55504 Bad Kreuznach / Deutschland

http://www.kurtuluscephesi.com

http://www.kurtuluscephesi.org

http://www.kurtuluscephesi.net

http://www.kurtuluscephesi.de

E-Posta Adresi:[email protected]

Bu sayı İLKER Matbaası’nda basılmıştır. Baskı Tarihi:   5 Şubat 2010

ÇARESİZLİK VEÇARE

“SOVYETLER BİRLİĞİ’Nİ ÇÖKERTMEK” ASKERİ VESAYETTENSİVİL VESAYETEGEÇİŞ

GENELKURMAY İLEFETTULLAHÇI CEMAAT ARASINDA “CONSENSUS” YA DA “UYUMLU ÇATIŞMA”

SAVAŞ PLANLAMASI VEPLANLI DARBE

ULAŞ BARDAKÇIİLKER AKMANHASAN BASRİ TEMİZALP  YUSUF ZİYA GÜNEŞ YÜKSEL ERİŞNEDİM ATILGANMUSTAFA ATMACA 

DEMOKRASİ VEHUKUK DEVLETİ

%100 DUMANSIZHAVA SAHASINDA 

TEKEL İŞÇİLERİ

GEMİLER VE FARELERKÜÇÜKKARA BALIĞINİNTİHARI

“Askeri vesayet”, “sivil vesayet”, “askeridarbe”, “sivil darbe” tartışmaları ortasın-

da solun durumu üzerine bir değerlen-dirme.

“Kozmik oda” aramalarıyla birlikte“yandaş medya”da boy gösteren ve A.

Gül’ün ağzından ifade edilen “SovyetlerBirliği’ni Çökertmek” söylemi ve “sivil

 vesayet” üzerine bir değerlendirme.

“Seferberlik Tetkik Kurulu”nda 26 günsüren aramanın arka planındaki “çatış-

ma/uyum” ilişkisi üzerine.

 

Beş bin sayfa olduğu söylenen “Balyozdarbe planı”yla başlayan tartışmalara

ilişkin bir irdeleme.

 Ve yanındakinin kanlı başı omzunadeğince,

ona sıra gelincesayısını saydı...

Söz istemez Yaşlı göz istemez

Çelenk melenk lazım değil

SusunSıra Neferi Uyusun...

Demokrasi, hukuk ve hukukun üstünlü-ğü söylemleri altında yürütülen hukuk-

suzluk üzerine bir irdeleme.

Tekel işçilerinin direnişi ve direnişininortaya çıkardığı gerçekler üzerine bir

irdeleme.

Behrengi’nin “Küçük Kara Balık”ıyla bü-  yütülmüş aydın kesimin AKP’nin baskısı

karşısındaki tutarsızlığı üzerine.

 3

10

15

20

24

27

32

35

Page 3: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 3/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

Çaresizlik  ve Çare

Genel söylemle, “sol”, herkesin bildiğigibi belirsiz ve niteliksiz bir sözcüktür. Özelolarak bir sınıfın siyasal bir tutumunu tanım-lamaz. Ancak devrim mücadelesinin her le-gal faaliyeti (legalizm değil), hemen her du-rumda bu belirsiz ve niteliksiz sözcüğü kul-lanmak durumunda kalmış ve giderek debunu kavramlaştırmıştır.

Ülkemizde önce İsmet İnönü’nün “orta-nın solu”yla “halka açılan” “sol” sözcüğü,

1968’den sonra, bir yandan devrimci genç-lik (Dev-Genç) mücadelesiyle, diğer yandanEcevit’in “demokratik sol”uyla kitleselleş-miştir. Devrimci sol, kendisini Dev-Genç’lesimgeleştirirken, legal ve düzen içi sol Ece- vit’in CHP’siyle özdeşleşmiştir. Devrimci ha-reket, THKP-C ve THKO’nun 1971-1972 yıl-larındaki silahlı mücadelesiyle, açık biçim-de legal ve düzen içi soldan ve solculuktankesin çizgilerle ayrılabilir bir niteliğe ulaş-mıştır.

12 Mart, 12 Eylül, Turgut Özal’lı yıllar,

Sovyetler Birliği’nin dağıtılması, “globalizm”propagandası sürecinden geçilerek 2000’li yıllara gelindiğinde, sol, artık devrimci sol-dan, devrimci hareketten daha çok, solun“renkleri”, “çeşitleri”, “söylemleri” gibi “birşeyler”le ya da düpedüz “halkın devrimcisolu” “gibisinden” bir şeylerle karmakarışıkolmuş, sınır çizgileri silikleşmiş ve çoğualanda tam olarak yok olmuştur.

1990’ların başlarında, “kimlik arayışı”yla,“önce birey olmak” öne çıktıkça da, solunörgütselliği, örgütsel niteliği de ortadan kal-dırılmıştır. Neredeyse her dernek, “inisiya-tif”, “platform”, “kolektif” vs. devrimci siya-sal örgütlenmenin yerini almıştır. Bu türden

“muğlak” ve “lose” oluşumlar, yeni yetişenkuşak tarafından “örgüt” olarak algılanmış ve öyle kabul edilmiştir.

12 Eylül öncesinin “solcu” küçük-burju- vaları, 12 Eylül sonrasında kendi çocukları-nı (yeni kuşağı) “sen önemlisin” masallarıy-la büyütürken, “bireysellik”, “kimlikçilik”,“köken arayışı” vs.’ler sınıflar üstü bir konu-ma ulaştırılmıştır.

Bu ortamda ve bu hava içinde 2000’li yıl-

lara girildi.2000’li yıllar, bir ya da iki istisna dışındatüm illegal sol örgütlerin legalize olmasıylanitelenebilir. Her ne kadar Mahir Çayan yol-daşın evrim ve devrim aşamalarına ilişkinsaptamasına karşı çıksalar da, “uzun bir ev-rim dönemi”nin çalışma tarzı, örgütlenmeanlayışı ve “siyaseti” bu legalizasyonla bir-likte “sol”da (artık tırnak içinde “sol” halinedönüşen solda) egemen olmuştur.

 Ancak hiç bir sol “inisiyatif”, “platform” vb. ya da “sol örgüt”, Mahir Çayan yoldaşın

tanımladığı biçimde “uzun bir evrim döne-mi”nde bulunulduğundan açıkça söz etme-se de, tüm “sol”, neredeyse bu tanımlama- yı harfi harfine izleyen bir ve tek çizgiye sa-hip olmuştur.

“Evrim döneminin devrimci hitapdili, Almancadır. Almanca konuşmadöneminde ihtilâlci atılıma yer yok-tur. Bu dönemin devrimci çalışmatarzı proletaryayı bilinçlendirmek, ör-gütlendirmek, proletarya ile öncüsü-nün bağlarını sıklaştırmak, emekçihalk kitlelerini proletaryanın safları-na kazanarak devrim için eğitmek-tir.

Page 4: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 4/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

Eğer proletarya partisi kurulmuşise, devrimci çalışma o partiyi prole-ter siyasi kitle partisi haline getirmek;çeşitli mesleki örgütler aracılığıyla

kitlelerle organik bağlarını sıklaştır-mak, proletaryanın ve emekçi halkınsınıf bilincini yükseltmek, demokra-tik muhalefetin en solunda yürüye-rek, hakim sınıfları yoğun politik pro-paganda ile teşhir etmektir.

... evrim dönemlerinde parlamen-toyu boykot etme, genel siyasi grev-lere gitme, silahlı eylemin her türünebaşvurma metodları devrimci değil-dir. Bu dönemde bu metodlara baş-  vurma sol oportünizmden başka birşey değildir. Devrimci çalışma me-todları, başta proletarya olmak üze-re emekçi kitleleri bilinçlendirme,propaganda, özel ekonomik grevler ve demokratik muhalefettir.”*

Bugün, kendisini “sol” olarak tanımla- yan, “komünist”, “marksist”, “leninist” vehatta “maoist” sıfatları kullanan “sol”, böy-lesine açık bir evrim dönemi çalışma tarzı-nı izlemeye çalışırken, bu çalışma tarzınınoportünist, pasifist, teslimiyetçi ve kuyrukçu

niteliğinin anlaşılmaması için de, evrim vedevrim aşamalarından, bu aşamaların bir-birinden ayrılmasından hiç söz etmez.

Evrim aşaması ile devrim aşamasını bir-birinden kesin çizgilerle ayırarak, devriminnesnel ve öznel koşullarının yetersiz oldu-ğundan yola çıkarak “uzun bir evrim döne-mi”nde bulunulduğu, dolayısıyla “evrim dö-nemi” çalışma tarzının temel olduğu iddia-sı açıkça söylenmese de,  pratikte tümüylebu mantık içinde hareket edilir.

Marksist-leninist teori ve pratik açısından

evrim ve devrim aşamaları, devrimin nes-nel ve öznel koşullarına bağlı olarak sapta-nır. Leninist tanıma göre, emperyalist dö-nemde devrimin nesnel koşulları,  sistemin bütünü açısından mevcuttur. Ancak eşitsizgelişim yasası nedeniyle, devrimler zaman-daş olmayacaktır. Çünkü sistemin bütünün-deki nesnel koşulların her ülkenin özel ko-şullarına yansıması farklıdır. Bu nedenle,devrimin nesnel koşulu, tek tek ülkelerde-ki krizin (milli kriz)** boyutuyla belirlenir.

Eğer bir ülkede milli bir kriz yoksa, öznelkoşullar (öncünün varlığı ve kitlelerin örgüt ve bilinç düzeyi) ne düzeyde olursa olsungerçek bir devrimden söz edilemez. Bu du-

rumda nesnel koşulların (milli kriz) olgun-  laşmasına kadar sürecek olan bir evrimaşaması çalışması söz konusudur. Dolayısıy-la da marksist-leninist partiler, nesnel koşul-lar olgunlaşana kadar tüm çalışmalarını  ev- rim aşaması çalışması olarak planlar ve yü-rütürler.***

 Yine Lenin’in milli kriz tanımında açık-ça ifade edildiği gibi, nesnel koşullar nedenli olgunlaşmış olursa olsun, eğer öznelkoşullar yetersizse bir devrimci durumdan,devrimden söz edilemez. Dolayısıyla dadevrim aşamasına ilişkin çalışma tarzı sözkonusu değildir.****

Buraya kadar emperyalist aşamada dev-

* Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim I .** “Bir marksist için, devrimci bir durum olma-dıkça devrimin olanaksız olduğu kuşkusuzdur, amaher devrimci durum da devrime yol açmaz. Devrim-

ci bir durumun göstergeleri, genel olarak nelerdir?Başlıca şu üç göstergeyi ileri sürerken yanılmadığımı-za inanıyoruz: 1) Egemen sınıflar için egemenlikleri-ni değişmez bir biçim altında sürdürme olanaksızlığı;şu ya da bu biçimde ‘üstteki sınıflar’ arasında buna-lım, egemen sınıfın politikasında, ve ezilen sınıflarınhoşnutsuzluk ve öfkesinin kendine yol açacağı bir çat-lak oluşturan bir bunalım. Devrimin patlaması için,

genellikle ‘alttaki sınıflar’ın eskisi gibi yaşamayı ‘iste-memesi’ yetmez, ama ‘üstteki sınıfların artık bunu ya-pamaması’ da gerekir. 2) Ezilen sınıfların yoksulluk ve sıkıntısının, her zamankinden çok kötüleşmesi. 3)‘Barış zamanı’nda kendini ses çıkarmadan soyduran,ama çalkantılı zamanlarda genel olarak bunalım ta-rafından olduğu denli, ‘üstteki sınıflar’ın kendisi tara-fından da bağımsız bir tarihsel eyleme doğru itilen yı-ğınların etkinliğinde, yukarıda belirtilen nedenlerdenötürü görülen artış.

 Yalnızca şu ya da bu grup ve partinin değil, amaşu ya da bu sınıfın iradesinden de bağımsız bu nes-nel değişiklikler olmadıkça, devrim, genel kural ola-rak, olanaksızdır. Devrimci bir durumu, işte bu nes-nel değişikliklerin tümü oluşturur.” (Lenin,  Proletar  - ya Devrimi ve Dönek Kautsky, s. 136-137.)

*** 70’li yıllarda, devrimin bir “umut” olmaktanöte somut bir gerçeklik olarak görüldüğü yıllarda ev-rim ve devrim aşamalarını basit bir nicelik birikimi venitelik dönüşümü olarak tanımlayan oluşumlar orta- ya çıkmıştır. Oysa, Mahir Çayan yoldaşın yazılarındaaçıkça ifade edildiği gibi, evrim ve devrim aşamalarıdevrimci mücadelenin değişik evrelerindeki çalışmatarzına ilişikin kavramlardır. Basit biçimde nicelik venitelik olarak kavranamaz.

**** “... devrim her devrimci durumdan değil,ama yalnız yukarıda sayılan nesnel değişikliklere öz-nel bir değişikliğin, yani devrimci sınıfa ilişkin olarak,hatta bunalımlar çağında bile, eğer ‘düşürülmez’se,

hiçbir zaman ‘düşmeyecek’ olan eski hükümeti ta-mamen (ya da kısmen) yıkacak denli güçlü yığınsaldevrimci eylemler yürütme yeteneğinin de gelip ek-lendiği durumdan doğar.” (Lenin, agy, s. 137.)

Page 5: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 5/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

rim durumunun (ya da devrimci durum)belirleyicisinin milli kriz olduğunu ve böylebir krizle birlikte ortaya çıkan devrim duru-munda, eğer kitlelerin örgüt ve bilinç düze-

 yi yeterliyse devrimin olabileceğinden sözettik. Ve dedik ki, bu durum söz konusu ol-madığı sürece, devrimci çalışma tarzı kesin-kes “devrim aşaması” çalışma tarzı olamaz. Yani  silahlı eylem yöntemleri (silahlı ayak-lanma, gerilla savaşı vb.)  temel alınamaz.

Burada belirgin olan evrim ve devrimaşamalarının birbirinden kesin çizgilerle ay-rılması ve her aşamanın çalışma tarzının bir-birinden farklı olmasıdır. Evrim aşamasındasilahlı eylem yöntemleri asla temel alına-maz, aynı şekilde devrim aşamasında da ev-rim aşamasının barışçıl yöntemleri sürdürü-lemez.

 Ve böylece ülkemizdeki tüm “sol”un “or-tak paydası” net biçimde ortaya çıkmakta-dır. İster devrimin nesnel koşullarının olma-dığından, ister öznel koşullarının olmadığın-dan söz edilsin (ki bunlardan hiç söz etme-mek “sol”un bir başka “ortak paydası”dır),her durumda evrim aşaması çalışma tarzıtemeldir, silahlı eylem yöntemleri temel alı-namaz. Hatta silahlı eylem yöntemleri “şid-

detle” kınanır (üstelik “şiddetin her türlüsü-ne karşıyız” söylemiyle).Bu konulara ilişkin kendilerine özgü bir

görüşleri olmasa da, kendilerine yönelik hereleştiriye karşı Mahir Çayan yoldaşın evrim ve devrim aşamalarına ilişkin saptamaların-da kendilerine bir dayanak ararlar. Ve eski-miş “THKP-C kökenliler” sayesinde de birdayanak bulurlar.

 Ancak bütün bunlar “teorik” denilerekde kolayca bir yana bırakılabilir. HattaLenin’in Goethe’den aktardığı ünlü söze,

“teoride her şey gridir, ama yaşam ağacı ye-şildir” sözüne gönderme yaparak teorik sap-tamalar yerine “pratik”ten, “somut gerçek-likten” söz edilebilir.

İşte Türkiye.Gerçek 1: Ekonomik kriz, her seferinde

daha da genişleyerek ve şiddetlenerek sü-rekli mevcuttur.

Gerçek 2: Ahlaktan dine, bireysel ilişki-lerden aile ilişkilerine kadar topyekün ve sü-rekli bir toplumsal bunalım mevcuttur.

Gerçek 3: Her gün yaşanan olaylarda

herkesin açıkça gördüğü gibi sürekli bir si- yasal kriz mevcuttur.

Bu üç temel alana ilişkin üç gerçek gös-

termektedir ki, ülkemizde devrimin nesnelkoşulları her zaman mevcuttur ve her za-mankinden çok daha olgundur.

 Ama,

Gerçek 4: “Sol güçsüzdür”, legalistlerin“en büyüğü”nün kitlesel desteği binde bir-ler düzeyindedir, kitleler örgütlü değildir, bi-linç düzeyi “köşedönmecilik”in ötesine geç-memiştir. Ülkenin ve dünyanın koşullarınınbilincinde olanlar toplumun olağanüstü kü-çük bir azınlığını oluştururlar ve bunların ço-ğunluğu da küçük-burjuva aydınlardan olu-şur. Yani devrimin öznel koşulları mevcutdeğildir.

Bu dört temel gerçekten yola çıkıldığın-da garip bir durumla karşı karşıya kalınır.

Nesnel koşullar açısından devrim duru-mu mevcuttur, ama öznel koşullar olabile-cek en kötü durumdadır. Devrim yapılmasıne kadar kaçınılmazsa, devrimi yapacak kit-lelerin varolmayışı da o kadar gerçektir.

Bu “garip” durumda, ister istemez tari-he, dolayısıyla da tarihin somutluğundançıkmış olan teoriye başvurmak gerekir.

Mahir Çayan yoldaşın, Kesintisiz Devrim I ’de “teorik” olarak ifade ettiği gibi, “Leni-nist ayrıma göre, devrim aşamasında oluna-

bilmesi için a) proletaryanın bilinç ve örgüt-lenme seviyesinin devrim için yeterli olma-sı gerekir. (Devrimin subjektif şartlarının uy-gun olması gerekir). b) Ezeni de, ezileni deetkileyen bir milli bunalımın olması şarttır.” Ama yaşanılan koşullarda birincisi yoktur,ikincisi olgundur.

Şimdi ne olacak?Eksik olan yan, devrimin öznel koşulla-

rı, yani kitlelerin bilinçli ve örgütlü olması-dır. Öyle ise, asıl olan kitleleri bilinçlendir-mek ve örgütlemektir. Bu da (“teorik” ola-

rak) evrim dönemi çalışma tarzının yürütül-mesi demektir!

İşte, nereden bakılırsa bakılsın, her du-rumda varılan yer, “uzun evrim dönemi”dir.Diğer bir ifadeyle, “Devrim aşaması, kısa birandır. Evrim aşaması uzun bir süreçtir .”

Bir kez daha yineleyelim: “evrim dö-nemlerinde parlamentoyu boykot etme, ge-nel siyasi grevlere gitme, silahlı eylemin hertürüne başvurma metodları devrimci değil-dir. Bu dönemde bu metodlara başvurmasol oportünizmden başka bir şey değildir.

Devrimci çalışma metodları, başta proletar- ya olmak üzere emekçi kitleleri bilinçlen-dirme, propaganda, özel ekonomik grevler

Page 6: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 6/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

  ve demokratik muhalefettir.”Bugünkü “sol”un ne yaptığına baktığı-

mızda (“ya siz?” diye soracak olan sabırsız ya da “münafık” okuyucumuzdan bir süre-

liğine “acilci” olmamasını, sabırlı olmasınıisteyeceğiz), yapılmaya çalışılanın tam dabu olduğu görülecektir.

Evrim ve devrim aşamaları, ister “teorik”olarak birbirinden kesin çizgilerle ayrılmışolsun, ister ülkenin somut koşullarının “ga-rip” durumundan yola çıkarak, “dün dündekaldı, bugün yeni şeyler söylemek lazım”denilsin, her durumda uzun bir evrim dö - nemi yaşandığı kabul edilmektedir.

Elbette “uzun” bir evrim dönemi yaşan-dığı kabul edilse de, nesnel koşullar (eko-nomik, toplumsal ve siyasal bunalımlar) hergeçen gün olgunlaşmaktadır. Nesnel koşul-lar açısından devrim yapılması, siyasal ikti-darın ele geçirilmesi giderek kaçınılmazlaş-maktadır. Ama bunu yapabilecek güç (öz-nel koşullar) mevcut değildir.

Özellikle son yıllarda yaşanılan siyasalolaylar, emperyalist ülkelerin ülkeye doğru-dan siyasal müdahalelerinin, AKP iktidarı-nın “ılımlı islamcılığı”nın ve bunun karşısın-da “ulusalcılar”ın sefaletinin, “merak etme-

  yin ordu var”ın zavallılığının, devrimci birhareketi ne kadar gerekli ve zorunlu kıldığıda açıktır. Ama iktidarı alabilmek için ge-rekli güç (öznel koşullar) mevcut değildir.

Nesnel koşullar devrimi, devrimci iktida-rı gereklilik ve zorunluluk haline getirirken,devrimcilerin bunu gerçekleştirecek güce,olanağa sahip olmaması, her durumda ile-rici, demokrat, yurtsever ve devrimci insan-ların devrimci örgütlere, “sol” örgütlere gü- vensizliği, inançsızlığı beraberinde getirmek-tedir. “Uzun evrim dönemi”ne uygun lega-

list çalışma tarzıyla sağlanan bir avuç kad-ro da, bu güvensizlik ve inançsızlık içindeeriyip gitmektedir.

Özetlersek: Ülkemizde, devrimin olma-sı için gerekli nesnel koşullar her zamankin-den çok daha fazla olgundur. Gerek emper- yalist sistemin genel bunalımlarının dina-mikleri, gerek ülkemizdeki ekonomik, top-lumsal ve siyasal bunalımlar, bir yandandevrimi gerekli ve zorunlu kılarken, diğer yandan devrimin koşullarını daha da olgun-laştırmaktadır. Ama bu gereklilikleri ve zo-

runlulukları gerçekleştirecek güç, yani öz-nel koşullar (kitlelerin bilinç ve örgütlenmedüzeyi) yetersiz, hatta “hiç” denilebilecek

kadar az olduğundan devrimin gerçekleşti-rilmesi olanaksızdır.

Bu durumda temel sorun, devrimin öz - nel koşullarının yaratılmasıdır.

 Ancak, nesnel koşulların gelişim hızı ileöznel koşulların yaratılmasına yönelik “ça-lışma tarzı”nın yavaşlığı arasında büyük birçelişki mevcuttur. “Sol”un legalist çalışmatarzının kaplumbağa hızıyla, nesnel koşulla-rın hızına yetişmek olanaksızdır.

Öyleyse ne yapmalı?Bu sorunun iki farklı yanıtı vardır:1) Nesnel koşullar ne kadar olgun ve hız-

la gelişirse gelişsin, her durumda kitleleri bi-linçlendirmek, örgütlemek, kitle ile örgütünbağlarını sıklaştırmak, emekçi halk kitlele-rini proletaryanın saflarına kazanmak, onla-rı eğitmek ve yeni kadrolar çıkarmak içinlegal, barışçıl, yani mevcut çalışma tarzınısürdürmek.

Nesnel koşulların böylesine olgun oldu-ğu, siyasal olayların böylesine hızlı geliştiği,ekonomik krizlerin birbirini takip ettiği, top-lumsal huzursuzluğun her geçen gün arttığıbir ortamda, böylesi bir “evrimci” çalışmatarzıyla ilerleme sağlamak, kitleleri etkile-mek olanaksızdır. Bu nedenle de, “umudu

büyütme”ye yönelik “inanç söylemleri” öneçıkartılır. Olayların gelişim hızına ayak uydu-rulamayacağı için de, varolan “kitle” deği-şik sokak çatışmalarıyla, çatışmalı “kitle”gösterileriyle elde tutulmaya çalışılır. Böyle-ce nesnel koşulların olgunlaştığı bir ortam-da “evrim dönemi” çalışma tarzı, elde ola-nı koruma çabasına dönüşür. Ve yaşayarakgörüldüğü gibi, bu yöntem de işe yarama-maktadır.

2) Nesnel koşulların olgunlaştığı, siyasalolayların hızla geliştiği vb. bir ortamda, öz-

nel koşulların yaratılması ve geliştirilmesiiçin “evrim dönemi” çalışma tarzının dışın-da başka, farklı bir çalışma tarzı uygula-mak.

Bugün devrimci solun ve “sol”da yeralan herkesin karşısında duran bu iki temel yoldur. Ya biri, ya diğeri.

“... emperyalist hegemonya altın-daki ülkelerde, (ister II. bunalım dö-neminin emperyalist hegemonyası-nın dışsal bir olgu olduğu feodal, ya-rı-feodal ülkelerde olsun, isterse de

III. bunalım döneminde emperyalisthegemonyanın içsel bir olgu olduğuemperyalist-kapitalist üretim ilişkile-

Page 7: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 7/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

rinin egemen olduğu geri-bıraktırıl-mış ülkelerde olsun) evrim ve dev-rim aşamaları, (Çarlık Rusya’sında ol-duğu gibi zayıf da olsa) içsel dina-

mikle kapitalizmin geliştiği ülkelerde-ki gibi kesin çizgilerle ayrılamaz.

Bu tip ülkelerde devrim aşamasıkısa bir aşama değil, oldukça uzunbir aşamadır. Evrim aşamasının ne-rede bittiğini, devrim aşamasının isenerede başladığını tespit etmek fiilen 

imkansızdır. Her iki aşama iç içe gir  - miştir.

Bu ülkelerdeki emperyalist hege-monya bağımsız bir milli burjuvazi-nin gelişmesine engel olduğundanülke kapitalist bir ülke olsa bile, varolan kapitalizm kendi iç dinamiği ilegelişemediğinden çarpıktır, emperya-lizme göre biçimlenmiştir. Emperya-list hegemonya toplumun kendi iç di-namiği ile gelişmesine engel olduğuiçin ülke alt yapı ilişkilerinden üst ya-pısına kadar, milli bir kriz içindedir.

Bu milli kriz, tam anlamı ile olgundeğildir. Ancak şu veya bu ölçüde vardır. Var olan bu krizin derinleştiri-

lip olgunlaştırılması, tamamen o ül-ke devrimcilerine bağlıdır.Özetle söylersek, emperyalist he -

  gemonya altındaki bütün geri-bırak - tırılmış ülkelerde milli kriz, tam anla - mı ile olgunlaşmış olmasa bile mev -cuttur . Bu ise devrim durumunun sü-rekli olarak var olması, evrim ve dev-rim aşamalarının iç içe girmesi, birbaşka deyişle silahlı eylemin objektif şartlarının mevcudiyeti demektir.”*

Ne kadar “eski” bir değerlendirme!

Bugüne kadar hep söyledik ve şimdi desöylüyoruz: Bizim gibi ülkelerde kapitalizmiç dinamikle gelişmediğinden, yukardanaşağıya, emperyalizmin çıkarlarına ve is-temlerine uygun olarak geliştirildiğindençarpıktır. Bu çarpıklık nedeniyle, emperya-lizme bağımlı ülkemizde devrimin nesnelkoşulları (milli kriz) her dönemde mevcut-tur. Bazı dönemlerde olgunlaşırken, bazı dö-nemlerde zayıflar, ama her zaman varlığınısürdürür. Bu nedenle, milli kriz, bu ya da şudöneme özgü ve sadece bu ya da şu dö-

nemde ortaya çıkan bir olgu değildir. Dola- yısıyla milli krizin varlığına dayanarak evrim ve devrim aşamalarını kesin çizgilerle birbi-

rinden ayırmak olanaksızdır.Bu, birinci tarihsel olgudur.Devrimin nesnel koşulları her dönem

mevcut olmasına rağmen, devrimin gerçek-

leştirilmesi için gerekli olan öznel koşullar, yani kitlelerin bilinç ve örgütlenme düzeyieşdeğer gelişmez. Kitleler, gerek günlük ge-çim derdi vb. nedeniyle, gerek düzenin şu ya da bu partisine “umudunu” bağlayarak,gerekse de düzenden “umutlarını” kesme- yerek devrim mücadelesinden uzak durur-lar ve hatta çoğunluk olarak devrimci mü-cadeleye karşı çıkarlar. Mevcut düzenin eko-nomik, toplumsal ve siyasal bunalımları kit-leleri giderek daha fazla etkilese de, kitlele-rin hoşnutsuzluğunu daha da fazla artırsada, bunlar düzene karşı bir mücadeleye, ey-leme dönüşmez. Kitlelerin ekonomik, top-lumsal ve siyasal bunalımlardan kaynakla-nan huzursuzluğu ve hoşnutsuzluğu ile mev-cut düzen arasında (oligarşik düzen)  suni bir denge mevcuttur.

Bu suni denge, nesnel koşullara eşdeğerbir öznel gelişmenin olmasını engelleyen entemel etmendir.

Bu da, ikinci tarihsel olgudur.İşte bu iki tarihsel olgudan hareket edil-

diğinde, (tüm zamanlarda olduğu gibi) nes-nel koşullar devrim için olabildiğince olgun-laşırken öznel koşulların yetersizliğini alt et-menin yolu,  suni dengeyi bozmaktan ge-çer.

Suni dengeyi bozmak, bir yandan mev-cut düzene karşı varolan tepkilerin açığa çı - kartılmasını, eyleme dönüşmesinin koşulla-rının yaratılmasını, diğer yandan kitleleri bi - linçlendirmeyi ve örgütlemeyi içerir.

Bu bozma eylemi, evrim dönemi çalış-ma tarzından tam olarak farklı bir mücade-

le biçimini gündeme getirir. Kendi “ezberi-miz”in sözleriyle,  silahlı propagandanın te-mel mücadele biçimi olarak yürütülmesi ge-rekir.

“Silahlı propaganda, belli bir dev-rimci stratejiden hareketle, emekçikitlelere elle tutulur, gözle görülürmaddi ve somut eylemlerden hare-ketle, soyuta gider. Maddi olaylar et-rafında siyasi gerçekleri açıklayarak,kitleleri bilinçlendirir, onlara politikhedef gösterir. Silahlı propaganda,

halkın düzene karşı olan memnuni-

* Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III .

Page 8: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 8/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

  yetsizliğini ajite eder, onları emper- yalist beyin yıkamanın giderek etki-sinden kurtarır. Önce kitleleri sarsar,giderek de, bilinçlendirir. Merkezi

otoritenin görüldüğü gibi güçlü olma-dığını, onun kuvvetinin herşeydenönce  yaygara, gözdağı ve demagoji - ye dayandığını gösterir.

Silahlı propaganda, herşeyden ön-ce, günlük maişet derdi, vs. içindekaybolan, emperyalist yayınla şartlan-mış, düzenin şu veya bu partisine‘umudunu’ bağlamış kitlelerin dikka-tini devrim hareketine çeker, uyuştu-rulmuş, pasifize edilmiş kitlelerde kı-pırdanma yaratır.”

“ Silahlı propaganda, kır ve şehir  gerilla savaşı ile psikolojik ve yıprat - ma savaşını içerir .”*

Devrimci mücadele tarihimiz, bu müca-dele biçiminin nasıl yürütüleceği ve nasılgeliştirileceğine ilişkin zengin deneyimleresahiptir. Ama asıl sorun, bu mücadele biçi-mini ve bu mücadele biçimini temel alandevrimci stratejiyi kavramak ve pratiğe ge-çirmektir.

İşte legalizmin, pasifizmin soldaki ege-

menliği, bu gerçeğin görülmesini engelle-mektedir. Bu gerçek görülmediği sürece,devrim basit bir “umut”, bir “iman” konusuolmaktan öteye geçmeyecektir. Daha daolumsuz olanı, “evrimci” çalışma tarzını“inadına” sürdüren legalizmin etkisi altındakalan insanlar giderek “umutlarını” ve“imanlarını” yitirmeyi sürdürecekler, kendigüçleri dışında, gerçek devrimci mücadele-nin gelişimi dışında “başka” gelişmelerden“medet” umar hale geleceklerdir, gelmek-tedirler.

Bugün, ekonomik, toplumsal ve siyasaldüzeni değiştirebilecek hiç bir sınıfsal özel-liğe sahip olmayan kadın hareketi, çevreci-lik, işsizler hareketi vb.’nden, “Kürt sorunu”-

nun AKP (ve asıl olarak Amerikan emper-  yalizmi) eliyle “çözülmesi”nden “medet”umulması (bir aralar “küreselleşme karşıtıhareket”ten “medet” umulduğu gibi), özce-si nesnel koşullardaki gelişme karşısında öz-nel gücün olmayışının yarattığı “çaresizlik”,her seçim sonrasında yaşanılan “kişisel boz-gun havası”, gerçek devrimci yolun, gerçekdevrimci çizginin unutturulmaya çalışılma-sının bir sonucudur.

Evet, çözüm, çare bu devrimci strateji-de, bu devrimci çizgide, bu devrimci müca-dele biçimindedir. Bu çizgi, bu strateji pra-tiğe geçirilmediği sürece, ister “sol”da yeralınılsın, ister “kitle” olunsun, gelişen siya-sal olayların izleyicisi olmaktan, ekonomikkrizlerin “mağduru” olmaktan bir adım öte- ye geçilemeyecektir.

Bu, temel tarihsel gerçektir.Temel tarihsel gerçek bu olmakla birlik-

te, bunun pratiğinin kolay olacağını iddia et-miyoruz. Böyle bir devrimci stratejinin pra-tiğe geçirilebilmesi için, herşeyden önce, bu

stratejiyi kavramış kadrolar gereklidir. Bukadrolar da, “gökten zembille” inmeyecek-tir.

Mevcut düzen, 1980 sonrasında, legalist-lerin, pasifistlerin, kuyrukçuların katkılarıyla yeni bir kuşak yaratmıştır. 90’ların söylemiy-le “iki anahtarlı” (konut ve otomobil) ve kre-di kartlı yaşam “umudu”na tutulmuş küçük-burjuvazi (kamu emekçilerinden toplu ko-nut sakinlerine kadar), ne kadar AKP iktida-rına karşı olursa olsun, her durumda mev-cut düzenin sürmesinden yanadır, mevcut

düzeni yıkacak ya da “istikrarsızlığa sürük-leyecek” bir devrimci alternatifin varlığınakarşıdır. Düzenin apolitikleştirici ve pasifizeedici yapısal faaliyetleri, bu küçük-burjuva-lar tarafından istemsel olarak desteklen-mektedir. “Sol”un, seçimlerde binde küsüroy alan legalist solun “tabanı”nı oluşturan-lar da onlardır. Onlar, Komünist Manifesto’-nun son sözleriyle, “zincirlerinden başka”kaybedecek şeyleri olan ve bunları kaybet-memek için düzene sımsıkı sarılan, ama yi-ne de ekonomik bunalımlarla her seferinde

“kaybeden” hamkafalılardır. Artık eskisi gibi, kent küçük-burjuvazisi-

nin hızla politize olması ve bu politizasyon-

* Mahir Çayan, Kesintisiz Devrim II-III .“Temel mücadele biçiminin bu şekilde ele alın-

ması, elbetteki öteki mücadele biçimlerinin ihmaledilmesi demek değildir. Silahlı propagandayı temelalan örgüt, öteki mücadele biçimlerini de gücü ora-nında ele alır. Ancak öteki mücadele biçimleri talidir.Silahlı propaganda, temel mücadele biçimidir. Buekonomik ve demokratik kitle hareketlerine seyircikalınması demek değildir. Örgüt, gücü oranında, eko-nomik ve demokratik hak ve istemler etrafında kitle-leri örgütlemeye çalışır. Oligarşiye karşı her çeşit tep-kiyi yönlendirmeyle uğraşır. Ancak başlangıçta aslaher yere koşmaz, gücünü aşan silahla güven altına

alınamayan kitle hareketlerinin içine girmez. Gücüy - le orantılı olarak silahlı propagandanın dışındaki, bi - linçlendirme, siyasi eğitim, propaganda ve örgütlen - dirme işleri ile uğraşır .” (agy)

Page 9: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 9/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

la gelişen kitle siyasal eylemleri söz konusudeğildir. Bu nedenle de, devrimci mücade-lenin kadroları da, böylesi bir gelişimin ürü-nü olmayacaklardır.

Devrimci mücadele, mevcut düzendentüm umutları yitirenlerin, açlık ve sefaletiçinde yaşayanların öfkeli bir başkaldırısı dadeğildir. Devrimci mücadele, bu düzenindeğişmesi gerektiğinin bilincinde olan ve budeğişimi gerçekleştirmek için mücadele et-meye karar veren insanların yürüttüğü birmücadeledir. Bu mücadele, kitleselleşme-den önce ve kitleselleşmek için, öncü sa- vaşçı kadroların zorlu ve kararlı bir müca-delesini öngerektirir. 12 Eylül terörüyle (otuz yıl sonra bile!) korkutulmuş bireyler, bu kor-kuların üretildiğini anlayamadıkları sürece,böylesi bir mücadelenin zorlukları karşısın-da legalistlerin saflarında kalmayı sürdüre-ceklerdir.

Bugün devrimci mücadele, öncü savaş-çı olabilmeyi göze almış kadroların eylemiy-le sürdürülecek ve geliştirilecektir. Bu, birbilinç işidir. Bu bilinç, kriz ortamında bile,eğer “düşürülmez”se, hiç bir zaman “düş-meyecek” olan iktidarın yıkılabileceğinin bi-

lincidir.Bugünün somut koşullarında, yaşanılan

ekonomik, toplumsal ve siyasal kriz koşul-larında, sözünü ettiğimiz devrimci bir örgü-

tün mücadelesinin nelere yol açabileceğinibir an için düşünen herkes, bu gerçeklerikolayca anlayabilecektir.

Gelişen olaylar karşısında, “şimdi birile-ri çıksa da şöyle bir şey yapsa” diyorsanızeğer, biliniz ki, bu yolun dışında başka bir yolun olmadığının farkındasınızdır. Farkın-daysanız eğer, bu yolun tek çıkış yolu oldu-ğunu, başka bir alternatifin olmadığını bili- yorsunuzdur. Belki bir şeyler yapmak iste- yecek, ama pek çok nedenle yapamayacak-sınızdır. Devlet, egemen sınıfın o baskı ay-gıtı, ne kadar kendi içinde çatışırsa çatışsın,her durumda kendisine karşı olanlara karşıhazır ve nazırdır. Herkesin legalist, her şe- yin açık ve aleni olduğu, her yerin yasadışıolarak izlendiği ve dinlendiği bir ortamdadevrimci olmak çok daha zor ve çok daha“risklidir”. Yine de yapabileceğiniz bir şey-ler vardır. Sadece bu yolu öğrenmek ve öğ-retmek bile, bu “çaresizlik” havasının dağıl-masına katkıda bulunacaktır.

Page 10: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 10/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

10

“Sovyetler Birliği’ni Çökertmek” Askeri Vesayetten

Sivil Vesayete Geçiş

 Siyasal planda, bir zamanlar kendilerine“II. Cumhuriyetçiler” adını veren ve 28 Şu-bat “mağduru” olmakla övünen, bugün ise“amiral gemisi” Taraf ’ta teori ve “yandaşmedya”da kariyer yapan “liberaller” ile yi-ne 28 Şubat “mağduru” şeriatçılar (nakşi-bentler ve nurcular) ittifakı, Ergenekon ope-rasyonlarından itibaren neredeyse “mutlu-luktan” uçuyorlar. Bir yandan 28 Şubat’ın“rövanşı”nı alırken, diğer yandan seksen yıl

“inananlara zulüm yapan” “kemalist elitler”-le hesaplaşıyorlar. Ergenekon “davası” çer-çevesinde bu hesaplaşma olanca hız ve be-reketiyle sürerken, Genelkurmayın “darbeplanları” bir bir ortaya çıkarılıyor, “darbeci-ler” teker teker teşhir ediliyor ve yer yer içe-riye atılıyorlar. M. Ali Brand’ın sözüyle, “Ül-keyi uzun yıllardır yöneten Kemalist, laik ke-sim ve onu koruyup kollayan zinde güçlerile dindar-dinci kesim arasındaki bu hesap-laşmada... şimdi AKP, TSK’ya ince ayar ya-pıyor.”

 Açıktır ki, siyasal plandaki bu gelişme vehesaplaşma bir iktidar mücadelesinden baş-ka bir şey değildir. Liberal-islamcı (ya da li-beral-cemaat) ittifakı*, “kemalist elitler”in

elinden devlet iktidarını alabilmek için, gö-rüntüsel ve biçimsel hukuku tümüyle bir ya-na bırakarak nihai bir savaşa girişmiştir. Busavaşın nasıl sonuçlanacağı tümüyle “dış di-namiklere” bağlıysa da,** bugün için libe-ral-islamcı ittifakı devlet aygıtının pek çokalanını denetime almış ve buradaki “kema-list elitler”i büyük oranda tasfiye etmiştir.

“Ulusalcılar”dan olabildiğince uzak du-ran “Kemalist elitler”, yani küçük-burjuva

asker-sivil bürokrat ve aydın kesim ise, bugelişmeler karşısında “merak etmeyin ordu var” söyleminde ifadesini bulan beklentisel pasiflik*** içinde olayları izlerken, Seferber-lik Tetkik Kurumu baskınıyla “işin başa düş-tüğünü” görmeye başlamışlardır.

 Asıl olarak Cumhuriyet gazetesinde ken-dilerini ifade eden “ulusalcılar”, AKP iktida-rının “ılımlı islam” görünümü altında “laikcumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçladı-ğı”nı ilk baştan itibaren söylemelerine rağ-men, beklentisel pasiflik küçük-burjuva “la-

ik” kesimdeki egemenliğini günümüze ka-

* Hiç bir niceliksel gücü olmayan ve sınıfsal taba-na dayanmayan “Taraf liberalleri”nin bu ittifaktaki ro-lü, 12 Mart döneminde Nihat Erim’in oynadığı rollebenzeştir. Nihat Erim, işbirlikçi-tekelci burjuvazinin fe-odal kalıntıları tasfiye etmek amacıyla gereksinmeduyduğu kitle tabanını sağlamak için, “ilerici, Atatürk-çü, reformcu” görünüm altında küçük-burjuva aydınkesimi oligarşiye yedeklemeye çalışmıştır. Bugün “li-

beraller”, benzer bir yedekleme işleviyle “cemaat”inmüttefiki konumundadır. “Cemaat”in bu “liberaller”-den beklentisi, küçük-burjuva aydın kesimin bir bö-lümünü kendisine yedeklemek ve “entelektüel bas-

kı”yla diğer kesimlerini sindirmektir.** Emperyalizmin talep ve çıkarına göre yukar-

dan aşağıya doğru geliştirilen kapitalizm kendi den-gesini emperyalist metropollerde bulur.

*** Ekonomide “beklentiler teorisi”, enflasyonunson tahlilde “psikolojik olgu” olduğu tezine dayanır.Buna göre, eğer bireylerin enflasyon beklentileri aza-lırsa, enflasyon da düşer. Bu nedenle enflasyonla mü-cadelenin temel unsuru, kitlelerde “olumlu beklenti” yaratmaktır. Bu da, açıktır ki, manipülasyondan baş-ka bir şey değildir. “Medya”nın ekonomi sayfalarınıntemel işlevi budur. Siyasal ve toplumsal alanda bu te-

ori “yükselen beklentiler devrimi” olarak adlandırılır. AKP iktidarının ilk döneminde, asıl olarak “liberaller”aracılığıyla AB beklentisi yaratılarak küçük-burjuva ay-dın kesimin pasifize edilmesi sağlanmıştır.

Page 11: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 11/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

11

dar sürdürmüştür. Ama şimdi “iş, başa düş-müştür!”.

 Ancak “laik” kesim, küçük-burjuva sınıf-sal özellikleri gereği parçalı, dağınık ve he-

terojen bir topluluk oluşturur. Bu nedenlede, “iş” ne kadar “başa” düşürse düşsün,birleşik ve bütünsel bir güç olmaktan uzak-tırlar. Bu “laik” kesimin, kendilerini “solcu” ya da “demokrat” olarak tanımlayan bölü-mü, uzun süre “demokrasi” ve “insan hak-ları” adına AKP iktidarının temelindeki siya-sal güçleri ve bu güçlerin “nihai amacı”nıgörmezlikten gelmiştir. “Solcu” yanlarıyla, AKP’nin “T.C.”yle hesaplaşmasını destekler-ken, “demokrat” yanlarıyla da bu hesaplaş-madan “demokrasi”nin çıkabileceği umu-dunu (beklentisini) taşımışlardır. Bu tutumiçindeki küçük-burjuva aydınları, AKP’nin,arka planda “merak etmeyin ordu var” ol-duğu için “fazla ileri gidemeyeceğini” düş-lemişler ve AKP’nin çevresinde toplaşan “ ik -  tidar özlemi” içindeki sınıf ve tabakalarıngücünü küçümsemişlerdir.

 Ekonomik planda, AKP, 1960’ların sonla-rında gelişen Erbakan hareketinin üzerinde yükseldiği sınıflara, yani orta ve küçük ser-maye kesimine dayanır ve bu kesimlerin ge-

lişme ve tekelleşme özlemlerine denk dü-şer.Erbakan hareketi (MNP ve MSP döne-

mi), giderek Anadolu esnaf-zanaatkar ser-mayesi ile tefeci-tüccar sermayesinin des-teğini de almıştı. Erbakan’ın “milli görüş”ü-nün özünü oluşturan “milli sanayi”, bu bile-şimde orta-sermayenin çıkarını ifade eder.Bu hareketin temel amacı, orta-sermayenin,  yani tekelleşememiş burjuvazinin gelişme-si ve tekelleşmesiydi. Bu bağlamda, Erba-kan hareketi, anti-tekelci söylemle orta ser-

mayenin tekelleşme özlemini dile getiriyor-du. Yine bu sermaye kesimi açısından geli-şimini ve tekelleşmesini önleyen en temelunsur olarak, işbirlikçi-tekelci burjuvazi veemperyalizm ikilisinin elinde bulundurduğufinans sistemi görülüyordu. Yüksek faizlikredi sistemi orta-sermayenin gelişmesiniengelleyen en temel unsurdu. Dolayısıyla daErbakan hareketinin faizlere karşı oluşu, çı-karını savunduğu kesimlerin gelişimini sağ-lamayı amaçlıyordu. Diğer bir ifadeyle, Er-bakan hareketinin anti-tekelci ve anti-faizci

tutumu aslında, tekellere ve faize karşı olu-şundan değil, temsil ettiği orta-sermaye ke-simlerinin ekonomik olarak gelişmesini ve

tekelleşmesini sağlamak için kendi politika-sını sürdürmek istemesindendi.

12 Eylül döneminde Amerikan emperya-lizminin “yeşil kuşak teorisi”* çerçevesinde

islamcı kesimleri destekleme politikasınınbir sonucu olarak Al-Baraka Türk, Faisal Fi-nans vb. islami finans kuruluşları devreyesokulmuş ve orta-sermaye kesimleri tarih-lerinde ilk kez “kendi” finans olanaklarınasahip olmuşlardır.

 Ancak 1980 ekonomik bunalımı, emper- yalist ülkelerdeki tüketim malları sektörün-deki gelişmeler ve bu sektördeki pazar so-runu, geri-bıraktırılmış ülkelerdeki orta vehafif sanayinin geliştirilmesini esas alan po-litikalarda önemli bir değişikliğe yol açmış-tır. Artık temel amaç, geri-bıraktırılmış ülke-lerde iç pazarı genişletmek amacıyla orta  ve hafif sanayinin geliştirilmesi değil, em-peryalist ülkelerin tüketim malları için pa-zar bulunması olmuştur.

İşte emperyalist ülkelerin tüketim mal-larının bu pazar sorunu, geri-bıraktırılmış ül-kelerde iç ticaretin geliştirilmesini ve em-peryalist metaların ülkenin en ücra köşele-rine kadar götürülmesini zorunlu hale getir-miştir. Bu da, geçmiş dönemden farklı ola-

rak, orta ve küçük sermayeden daha çokorta ve küçük tüccarın (tefeci-tüccar ile es-naf ve zanaatkar) öne geçmesine yol açmış-tır. İslami finans kuruluşları aracılığıyla butüccar kesimi desteklenmiştir. Turgut Özaldöneminde başlayan bakkalların marketleş-mesi, marketlerin süpermarketleşmesi vehipermarketlere dönüşmesi bunun sonucuolmuştur.

Böylece Erbakan hareketinin üzerinde yükseldiği sınıfsal ittifakta, yani orta ve kü-çük sermaye (sanayi sermayesi) ile tefeci-

* Bilineceği gibi, “yeşil kuşak teorisi”, Amerikanemperyalizminin “komünizmle mücadele stratejisi”çerçevesinde, Sovyetler Birliği’ne komşu olan müslü-man ülkelerde “islamcı” hareketler ve iktidarlar oluş-turarak Sovyetler Birliği’nin müslüman ülkeler tarafın-dan kuşatılması teorisidir. Usama bin Ladin, Taliban ve Çeçenler bu strateji çerçevesinde örgütlenmiştir. Yine bu strateji çerçevesinde müslüman ülkelerde “is-lamcı” (11 Eylülden sonra bunlara “radikal islamcı”denilmektedir) yerli gruplar oluşturulmuştur. ABD’ninkontr-gerilla stratejisinde bu tür “örtülü operasyonlar”ıngiderleri dolaylı biçimde karşılanır. Al-Baraka Türk, Fa-isal Finans gibi islami finans kuruluşları Türkiye’deki

islami hareketin finansmanı için kullanılmıştır. Bahri- ye Üçok, Muammer Aksoy ve Uğur Mumcu’nun öldü-rülmesi de bu oluşumların ve finansmanın ürünü-dür.

Page 12: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 12/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

12

tüccar ve Anadolu esnaf-zanaatkar serma- yesi ittifakında tefeci-tüccar sermayesi ağırbasan yan haline gelmiştir. Bugün AKP’nin“milli görüş gömleği”ni terk etmesi, “milli

sanayi” hedefinin yerine ticaretin geçmesin-den başka bir şey değildir.

 AKP’nin üzerinde yükseldiği sınıfsal itti-fakta tefeci-tüccar sermayesi belirleyici ol-makla birlikte, nicelik olarak fazla olan ke-sim Anadolu esnaf-zanaatkar sermayesidir.“Temsili demokrasi” koşullarında bu nice-liksel güç, aynı zamanda siyasal bir güç or-taya çıkardığından, AKP’yi iktidara taşıyanasıl unsur da bu Anadolu esnaf-zanaatkarsermayesi olmuştur.

Tüm bu sınıf ve tabakaların ortak özelli-ği, mevcut oligarşiye ve oligarşik yapıya tep-kili olmalarıdır.

Emperyalist ülkelerin tüketim malları ti-caretinin gelişmesi Anadolu esnaf-zanaat-kar sermayesi ile tefeci-tüccar sermayesininoligarşiyle olan ilişkisini değiştirmiş ve oli-garşiye olan bağımlılığını azaltmıştır. Artıkonların doğrudan muhatabı oligarşi değil,onun “efendisi” olan emperyalizm olmuş-tur. Dolayısıyla orta ve küçük sermaye kesi-minin yerli işbirlikçi-tekelci burjuvaziye olan

bağımlılığı nispi olarak azalmış, doğrudanemperyalizmle işbirliği yapabilme olanağıortaya çıkmıştır. Böylece düne kadar orta veküçük sermaye kesimi ile işbirlikçi-tekelcisanayi burjuvazisi arasındaki çelişkinin ya-nında çok daha güçlü bir çelişki görünür ha-le gelmiştir: İşbirlikçi ticaret burjuvazisi iletefeci-tüccar sermayesi çelişkisi.

2001 kriziyle birlikte, değişik siyasal par-tilere dağılmış olan Anadolu esnaf-zanaat-kar kesiminin niceliksel gücü AKP çevresin-de bir araya gelmiştir. Bu nedenle AKP, te-

kelleşememiş orta ve küçük sermaye ve te-feci-tüccar kesiminin yönlendirici ve ege-men güç olduğu bir ittifakta, Anadolu esnaf-zanaatkarının niceliksel gücünün birleşme-sinin ürünüdür.

Bu ittifakın ortak paydası, mevcut oligar-şiye ve mevcut oligarşik düzene tepkidir. Or-tak özelliği ise, emperyalizmin tüketim mal-ları ticaretiyle güçlenmiş olmalarıdır. Bir yandan orta-sermayenin tekelleşme özlemi-ni yerine getirmek amacıyla mevcut işbirlik-çi burjuvazinin alanlarını daraltmayı amaç-

larken, diğer yandan emperyalizmin somutçıkarları ile kendi çıkarlarını özdeşleştirmiş-tir. (Bugün “açılım” olarak sözü edilen her-

şey bu özdeşleşmenin ürünüdür.)Bu ittifakın diğer bir özelliği ise, 12 Eylül

döneminde emperyalizm-işbirlikçi tekelciburjuvaziyle oluşturmuş oldukları “consen- sus”un sona ermiş olmasıdır. Pratikte 1990’-ların başında fiilen sona eren bu “consen- sus”, ancak Türki cumhuriyetler ya da islamülkeleri “açılımları”yla bir süre ötelenmiş-tir.

1996’da kurulan Refah Partisi-DYP koa-lisyon hükümeti, belli ölçülerde yeni bir“consensus” oluşturma girişiminin bir ürü-nüdür. Ancak işbirlikçi-tekelci burjuvazi ilegelişen ve güçlenen tefeci-tüccar sermaye-si arasında oluşacak yeni “consensus”unkendi çıkarlarına ters düşeceğini hesapla- yan işbirlikçi  ticaret burjuvazisi ile onun Anadolu’daki uzantısı esnaf-tüccar kesimi-nin karşı çıkışı sonucu bu “consensus” giri-şimi 28 Şubat süreciyle sona ermiştir.*

  Ancak eski “consensus”, yani 12 Eylüldöneminde oluşturulan “consensus” sonaermişken, ama yerine yeni bir “consensus”geçirilememişken 2001 Şubat krizi patlak vermiştir. Bugün yaşanılan olayların teme-linde bu belirsizlik yatar.

Bugün kesin olan, emperyalizmin kendi

tüketim malları için pazara çok büyük ge-reksinme duyması ve bu temelde tefeci-tüc-car ve Anadolu esnaf-zanaatkar kesimiyleişbirliğini geliştirmesidir. Düne kadar işbir-likçi-tekelci burjuvazi aracılığıyla yürütülenbu ilişki, bugün tefeci-tüccar sermayesiylegeliştirilmektedir. Bu nedenle de, son geli-şen siyasal olaylar içinde işbirlikçi-tekelciburjuvazi sadece “izleyici” konumunda-dır.**

* 28 Şubat sürecinde esnaf ve tüccar kesiminin

mesleki örgütlenmesi olan TOBB (Türkiye Odalar veBorsalar Birliği) etkin bir unsur olmuştur. 1990-1995arasında TOBB başkanlığını yapan ve RefahYol hükü-metinde Sanayi ve Teknoloji Bakanı olan Yalım Erez’inistifası ve ardından Hüsamettin Cindoruk’un kurduğuDTP’ye (Demokratik Türkiye Partisi) katılması Refah-  Yol hükümetinin düşürülmesinde belirleyici yere sa-hiptir.

** Bu işbirlikçi-tekelci burjuvazinin emperyalizmtarafından gözden çıkarıldığı demek değildir. Tersineişbirlikçi-tekelci burjuvazi emperyalizmin hala temelmüttefikidir. Sadece orta ve küçük sermaye ile tefe-ci-tüccar kesimiyle ilişkiler işbirlikçi-tekelci burjuvaziüzerinden değil, doğrudan emperyalizm tarafından

 yürütülmektedir. Düne kadar ülke içindeki sınıfsal vesiyasal ilişkilerde ve “consensus”ların oluşturulmasın-da belirleyici rol oynayan TÜSİAD ve TOBB’un rolü-nün önemsizleşmesinin nedeni de budur.

Page 13: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 13/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

1

Bu nispi olarak değişen ilişki ve çelişki-ler altında yeni bir “consensus” oluşturula-mamıştır. Eski “consensus”, sözcüğün gün-cel anlamıyla, “askeri vesayet” altında ger-

çekleştirilmiştir. Bu “askeri vesayet”in belir-leyicisi ise, 1970’lerde   yükselen devrimci mücadeleden duyulan korkudur . Ama bu-gün sömürücü sınıflar arasında yeni bir“consensus”un oluşturulmasını sağlayacakböyle bir “düşman” ya da zorunluluk mev-cut değildir. Bu nedenle de, yeni “consen- sus”, AKP tarafından doğrudan  fiili güç iliş - kileriyle kurulmaya çalışılmaktadır. AKP’ninbu fiili “consensus” oluşturma çabası, tem-sil ettiği sınıfların doğrudan emperyalizmleişbirliğine girmiş olmalarıyla güç kazanmış-tır.

“  Sivil vesayet” denilen şey, AKP hükü-meti aracılığıyla, yani   fiili ve siyasal zorla - mayla sömürücü sınıflar arasında bir “con- sensus” kurulmaya çalışılmasıdır. Bunun, yani fiili “consensus”un kendisini bir anaya - sa metni yle resmi ve hukuki hale getirip ge-tiremeyeceği de belirsizdir.

Burada “devlet içindeki Sovyetler Birli-ği’ni çökertmek” söylemi, resmi ve hukukibir durumdan daha çok fiili durumu ifade

eder. Diğer bir ifadeyle, eski “consensus”çerçevesinde emperyalizmin  yeni ilişkileri - nin tanımlanması ve tanınması söz konusu-dur ve devlet kurumlarının işleyişi fiilen bu  yeni ilişkilere uyarlanacaktır.*

 Ancak AKP’de temsil edilen sınıf ve ta-bakaların bazı kesimleri bu durumu yeterligörmemektedir. Kendi egemenliklerinin ka- yıtsız-şartsız kabul edildiği yeni bir “consen- sus” talep etmektedirler. Bu talep, ağırlıklıolarak küçük ve orta (sanayi) sermaye ke-simlerinden gelmektedir. AKP’nin emperya-

list ülke mallarının ticaretine dayanan tefe-ci-tüccar sermayesinin çıkarlarını yalın bi-çimde savunur hale gelmesi bu kesimlerirahatsız etmektedir. Orta sermayenin tekel-leşme talebi tam olarak yerine getirileme-miştir ve ticaret sanayinin önüne geçmiştir.Öte yandan, işbirlikçi-tekelci burjuvazi ile“islami sermaye”nin Ülker gibi en irileri ara-sında belli bir “uzlaşma”, bir çeşit “consen- sus” oluşmaya başlamıştır. Küçük ve orta

sermaye kesimlerinin bu gelişmeler karşı-sında gösterdikleri tepki, bir yandan SaadetPartisi’nin “4x4 çekerli müslümanlar” söyle-minde ifadesini bulurken, diğer yandan Bü-

lent Arınç’ın başbakan yardımcılığına geti-rilmesine yol açmıştır.

Bugün Amerikan emperyalizminin göze-tim ve yönetimi altında oligarşi yeniden bi-çimlendirilmeye ve bu yeni biçim altında“consensus” oluşturulmaya çalışılmaktadır.Her zaman olduğu gibi emperyalizmin te-mel müttefiki işbirlikçi-tekelci burjuvazininekseninde tefeci-tüccar sermayesinin en iri-lerinin içinde yer alacağı olası yeni oligarşik yapının, ne ölçüde tekelleşememiş orta-ser-maye kesimleriyle yeni bir “consensus” sağ-layabileceği ise belirsizdir.

Şüphesiz oluşturulabilse bile, bu “con- sensus” da, eskileri gibi geçicidir. Bu da, te-feci-tüccar sermayesinde bu “consensus”unbir “komplo” olduğu düşüncesine yol aç-maktadır ve AKP içinde bir “darbe korkusu”olarak ortaya çıkmaktadır. Verilen her türlüsözlü teminata inanmayan AKP, elindekidevlet olanaklarıyla bu süreci anlamaya vereferandum gibi araçlarla kendi konumunugüçlendirmeye çalışmaktadır. “One minu -

 te” çıkışı, Aydın Doğan’a kesilen yüksek ver-gi cezası, açık biçimde “consensus”un bo-zulmasından kuşkulanan orta-sermayenin ve bir bütün olarak tefeci-tüccar kesiminin,“uyum”un yerine “çatışma”yı öne çıkararakpazarlık gücünü artırma amacının siyasalgörünümüdür.

Öte yandan tefeci-tüccar sermayesininen irilerinin oligarşi içinde yer alması, geri-  ye kalanlarla bugüne kadar sürdürdükleri“kader birliği”nin de sona ermesini getire-cektir. Ülkerlerin Godiva’yı satın almalarıyla

birlikte başlayan yeni süreçte, bu “kader bir-liği” önemli ölçüde dağılma belirtileri gös-termektedir. Son aylarda, özellikle Konyamerkezli orta büyüklükteki şirketlerin iflasıbu süreci hızlandırma eğilimindedir.

Kaçınılmaz olarak bu ayrışma AKP içinede yansımaktadır. Bülent Arınç’ın temsil et-tiği “milli görüş”çü kesim, Ülkerler gibi eski“kader birliği” içinde oldukları kesimlerekarşı güvensizlik içindedir. Son SeferberlikTetkik Kurumu “baskını”nda Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün ikinci planda kalışı ve

sessizliği, bu ayrışmanın ve güvensizliğin dı-şa vurumudur.

Öte yandan Saadet Partisinin dile getir-

* AKP’nin referandum süresini kısaltma girişimi ve Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye referanduma alışmalı”sözü bunun da fiili olarak gerçekleştirilmeye çalışıla-cağının belirtisi olarak kabul edilebilir.

Page 14: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 14/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

1

diği “4x4 çekerli muhafazakarlar”a karşı ge-lişen tepkiler AKP’nin giderek zayıflaması-na yol açmaktadır. İster istemez böylesi birdurumda “erken seçim” Tayyip Erdoğan’ın

işine gelmemektedir. “Milli Görüş” tabanın-da böylesi çekişme ve güvensizliğin olduğubir ortamda yapılacak bir seçimde IMF’nin vereceği krediler de işe yaramayacaktır.

Bugün AKP, gerek içte, gerekse emper- yalizm-işbirlikçi tekelci burjuvazi ikilisiyleolan ilişkilerinde bir yol ayrımındadır. AKP ya kendisini vareden tüm sömürücü sınıf vetabakaların “ortak özlemi”ni gerçekleştir-mek için fiili olarak yaratılan durumu resmi ve hukuki bir temele oturtacaktır, ya da es-ki “consensus” temelinde fiili durumu sür-dürmeye çalışacaktır.

 AKP’nin birinci yolu seçmesi, açık biçim-de işbirlikçi-tekelci burjuvaziyle çatışmayagirmesi ve onu tasfiye etmeye yönelmesidemektir. İşbirlikçi-tekelci burjuvazi varlığı-nı ve gücünü sürdürdüğü sürece orta-burju- vazinin tekelleşme özlemi yerine getirile-mez. Bu özlemi yerine getirmek ise, emper- yalizmle çatışmayı göze almak demektir. Buda, açıktır ki, AKP’nin fiili gücünü oluşturantemel unsurun (emperyalizmin) desteğini

kaybetmesi anlamına gelir.İşte bu yol, “sivil vesayet”in somut ger-çekliğidir. Böyle bir “sivil vesayet” de, resmi ve hukuki ifadesini ancak şeriatta, şeri hu-kukta bulabilir.

İkinci yol ise, sözcüğün tam anlamıyla

belirsizlik demektir.Sorunun özü, sömürücü sınıflar arası ye-

ni ilişkinin siyasal planda ve siyasal müda - halelerle düzenlenmeye çalışılmasıdır. Erge-

nekon operasyonundan İsrail çatışmasınakadar tüm gelişen olaylar bu siyasal düzen-leme çabasının ürünleridir. Diğer bir ifadey-le, AKP’de bir araya gelen sömürücü sınıf-ların birliği, “siyasal düşmanlar”a karşı bir-lik olarak ayakta tutulmaya çalışılmaktadır.(MÜSİAD’ın bu süreçte devre dışı kalışınınnedeni de budur.)

İşte bu siyasal düzenleme çabası, eko-nomik ve sınıfsal ilişkilerin bir yana itilme-sini getirmiştir. Bu siyasal düzenleme çaba-sının en büyük destekçisi ise, Anadolu es-naf-zanaatkarı ile küçük sermaye kesimidir.“Durmak yok, yola devam” demektedirler.

Böylece, bir bütün olarak AKP’yle çıkar-larını özdeşleştirmiş sömürücü sınıf ve ta-bakalar arasında “yol”a ilişkin farklılaşma-lar belirginleşirken, diğer taraftan siyasal dü-zenlemeler ile ekonomik ilişkiler arasında-ki çatışkı büyümektedir. Bu gelişmelerin entipik olgusu ise, her iki durumda da siyasalmüdahalenin belirleyici konumda bulunma-sı ve bir çeşit “ bonapartist” bir çözümün tek

seçenek haline gelmesidir. Diğer bir ifadey-le, “sivil vesayet”in, kendi gerçekliğini “ bo - napartist” bir iktidarda bulabileceğidir. Buise, “askeri vesayet”in kurulmasından, yaniaskeri bir darbenin yapılmasından başka birşey değildir.

Page 15: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 15/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

1

Son dönemde (“Medyatik” ve “yandaşmedya”nın ortak diliyle söylersek) ülkemiz-de “alışılmadık” şeyler oluyor, pek çok “ilk-ler” yaşanıyor. Generaller ve alt rütbeli su-baylar tutuklanıyor, kuvvet komutanları sor-

gulanıyor, askeri lojmanlar aranıyor ve sonolarak da Seferberlik Tetkik Kurulu, nam-ıdiğer “kontr-gerilla merkezi” basılıyor. Tümbunların, “Ergenekon çetesi”nin “askeri dar-be” planlarına karşı başlatılan operasyonla-rın bir parçası olduğu “medya” tarafındanher gün ilan edilmiştir.

Şüphesiz bunların her biri “medya”nınbüyük ilgisini çekerken, Seferberlik TetkikKurulu’nun basılması ve buradaki “kozmikgizli belgeler”in haftalarca belli bir “yargıç”tarafından didik didik edilmesi, Aydın Do-

ğan’ın “merkez medyası”nda “yepyeni ge-lişme” olarak değerlendirilirken, “yandaşmedya”nın şeriatçı, “ılımlı islamcı” ve neo-

liberal yazarları “demokrasi” adına sevinççığlıkları atmışlardır.

Resmi adıyla Seferberlik Tetkik Kurulu’-nun, nam-ı diğer “kontr-gerilla merkezi”nin yahut eski adıyla “Özel Harp Dairesi”nin ba-

sılması ve buradaki “kozmik gizli” belgele-rin haftalarca tek bir “yargıç” tarafından in-celenmesi elbette “yeni”, hatta “yepyeni”bir durumdur. “Medya”nın ortak kanısınagöre, bugüne kadar ülkemizde yapılan tümaskeri darbelerin altında bu “Özel Harp Da-iresi” bulunmaktadır. Öyle ki, “Özel HarpDairesi”, tüm zamanlarda (kimilerine göreİttihat-Terakki’nin “Teşkilat-ı Mahsusa”sındangünümüze kadar) askeri darbelerin hazırla- yıcısıdır. 6-7 Eylül olaylarının (1954), 12 Martsabotajlarının (1971), 12 Eylül öncesindeki

“iç savaş”ın (1975-1980) yaratıcısı da bu“Özel Harp Dairesi”dir. Amaç askeri bir dar  - benin koşullarını yaratmaktır !

Genelkurmay ile Fettullahçı Cemaat Arasında “Consensus” ya da “Uyumlu Çatışma”

“Ülkemizde feodalizmin hemen hemen tasfiye edilmiş olması, ancak butasfiyeye uygun düşen bir nitelikte kapitalizmin gelişmemiş olması, hem yarı-feodal üretim ilişkilerinin kısmen yaşamakta olmasının, hem de sınıfsal ola-rak feodallerin üstyapıdaki etkinliklerinin maddi temelini oluşturmaktadır. Buçözümlemelerden, ülkedeki ekonomik ve siyasi kargaşanın nedeninin, em-peryalist-kapitalist üretim ilişkilerinin devamını sağlayan hareket ile feodal üre-tim ilişkilerinin (üstyapısı ve hatta siyasi etkinlikleri de dahil) hareketi arasın-da çelişme olduğu yanılgısına varılmamalıdır. Böylesine bir yanılgı, temel çe-lişmeyi gözden kaçırmak olduğu gibi, tekelci burjuvaziye misyon yüklemekolur. Bu görüş, devrim sorunlarında karşımıza tehlikeli (saptırıcı) bir biçimdeçıkar...

Emperyalist-kapitalist üretim ilişkilerinin, ülkenin iktisadi evrimi ile çatışmave ‘uyum’ durumu, sınıfsal plana, oligarşinin başta proletarya olmak üzere,emekçi yığınlarla çatışması, feodallerle ‘uyum’lu çatışması, köylülükle ‘iktisa-di uyum’ çerçevesinde ‘uyum’u şeklinde yansır. Oligarşinin feodallerle ve köy-lülükle olan uyumu, ülkedeki nispi demokratik ortamın temelini oluşturur.

Ülkedeki nispi demokratik ortam, feodallerin üst yapısal olarak varlıkları-nı sürdürmeleri için gerekli bir ‘demokratik’ ortam olduğu gibi, köylülüğe de oiktisadi ‘uyum’ için gereklidir.” (İlker Akman, Mevcut Durum ve Devrimci Tak-tiğimiz)

Page 16: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 16/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

1

“Yandaş medya”nın da, “merkez med- ya”nın da, “sol medya”nın da ortak kanısıbudur.

Bu ortak kanının en fazla üzerinde dur-

duğu yan ise, “Cumhuriyet Türkiye’sinde”meydana gelen her türlü yasadışı operas-  yonların, işkencelerin, askeri darbelerin“müsebbibi” olan “Özel Harp Dairesi”ninGenelkurmayın “yatak odası” olduğudur.Dolayısıyla Seferberlik Tetkik Kurulu’nun“basılması” olayı, AKP iktidarının Genelkur-mayın “mahremine” girmesi olarak değer-lendirilmiştir.

Her ne kadar görüntüsel “demokrasimi-zin” anayasasına göre “özel hayatın gizlili-ği” esas olsa da, Ergenekon iddianamele-rinde somut olarak görüldüğü gibi, AKP’nindenetimi altındaki devlet, herkesin özel ha-  yatına müdahale edebilmektedir ve “özelhayatın gizliliği” ortadan kaldırılmıştır. Böy-lesine bir “demokratik ortam”da da, doğalolarak Genelkurmayın “yatak odası”na, ya-ni “özel hayatı”na müdahale edilmesindeşaşılacak bir yan yoktur. Şaşırtıcı olan, Ge-nelkurmay gibi devletin en önemli ve en sü-rekli siyasal kurumunun, seçimle “gelip” se-çimle “gideceği” varsayılan bir hükümet ta-

rafından, yani geçici bir siyasal güç tarafın-dan denetime alınmasına sessiz kalması,boyuneğmesidir. Genelkurmay ki, bugünekadar tüm hükümetlere boyun eğdirmiş veeğmeyenleri devirmiş bir devlet gücününmerkezidir ve yıllarca söylendiği gibi “irti-ca”ya karşı “laiklik”in savunucusu ve kolla- yıcısıdır.

İşte “laiklik”in savunucusu ve kollayıcısıGenelkurmayın “kozmik gizli” belgelerininolduğu yer olarak kabul edilen SeferberlikTetkik Kurulu, AKP hükümetinin talimatıyla

basılmıştır! Yine inançlara göre, devlet, genel tanı-

mıyla egemen sınıfların baskı aygıtı, her yaptığını önceden planlar, bunları kayda ge-çer. Bu inanca göre, devlet bürokrasisindeher şey kayıt altındadır ve bu kayıtlar “giz-li”, “çok gizli”, “kozmik gizli” belgeler ola-rak on yıllarca “saklanır”. Demirel’in sözüy-le, devlette hiç bir belge kaybolmaz. Dola-  yısıyla, tüm Cumhuriyet dönemi boyunca“özel harp dairesi”nin gerçekleştirdiği hertürlü “operasyon” da kayıtlara geçmiştir ve

saklanmaktadır. Üstelik Genelkurmaya bağ - lı bu devlet kurumunun temel görevlerin-den birisi de, herkesi fişlemektir .

İnanç bu olduğu için, Seferberlik TetkikKurulu’nun basılması ve haftalarca bir “yar-gıç” tarafından tüm belgelerin incelenmesi,Cumhuriyet tarihinde bir “ilk”i oluşturmak-

tadır ve bu “ilk”, devletin “kozmik gizli” bel-gelerini inceleyerek pis ve kirli çamaşırlarıtek tek saptamaya hizmet edecektir! Dola- yısıyla “kontr-gerilla avcısı” Fikri Sağlar’dan“tecrübe konuşuyor”culara (Hasan Cemal ve Cengiz Çandar), Derya Sazak’tan OralÇalışlar’a ve Taraf ’ın polis istihbarat elema-nı yazarlarından tüm “yandaş medya” ya-zarlarına kadar tüm “demokrasi yandaşla-rı”, koro halinde ülkede “çok önemli şey-ler” olduğunu bağıra bağıra ilan ettiler.

Görevi, “herkesi fişlemek” olan bir dev-let kurumunun “arşivi”ne girilmesi ve ince-leme yapılması, açıktır ki, bu kurumun sa-dece bugüne kadar neler yaptığının ve ne-ler yapmayı planladığının “belgeleri” açısın-dan değil, aynı zamanda kimlere nasıl bak-tığının, onlara karşı neler “tasarladığının” öğ-renilmesi açısından da önemlidir, en azın-dan “medya”ya göre böyledir.

Daha düne kadar “kuru imza-ıslak imza”muhabbetlerinde Genelkurmayın “Bilgi Des-tek Dairesi” ve “Plan ve Harekat Dairesi” ül-

kedeki tüm darbe faaliyetlerinin odağı vemerkezi olarak ilan edilmişken, şimdi Sefer-berlik Tetkik Kurulu’nun bu işlerin “gizlimerkezi” olduğu iddia edilmektedir. Ve hat-ta Genelkurmayın “Plan ve Harekat Daire-si”nin tüm icraatlarının kayıtlarının da bu“gizli merkez”de olduğu söylenebilmekte-dir.

Şüphesiz bu ve benzeri iddialar, kanılar,inançlar içinde neyin ne olduğunun karma-karışık edilmesinde şaşırtıcı bir yan yoktur.Çünkü “medya” aracılığıyla yayılan “haber-

ler” ve “bilgiler”, tümüyle “örtülü operas-  yon”un örtüsünü oluşturmaktadır.

Tüm bu süreçte ve olaylarda bir şey açık ve nettir: Genelkurmay “emir-komuta” zin-ciri içinde  sürekli,   yekpare ve bütünsel birdevlet kurumuyken, AKP kendi içinde deği-şik tarikatları ve cemaatleri barındıran  par  -çalı, geçici bir siyasal oluşumdur. Ama tümparçalı ve geçici özelliğine rağmen bir bü-tün olarak AKP, Genelkurmayın her zamankendisini devirmeye hazır olduğu inancı vekorkusu içinde yaşar. Bu inanç ve korkuyla

hareket eden AKP, her durumda kendi siya-sal varoluşunun güvencesini Amerikan em-peryalizminin koşulsuz hizmetkarı olmakta

Page 17: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 17/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

1

bulmuştur. AKP’ye göre, Amerikan emper- yalizminin koşulsuz hizmetkarı olunduğu sü-rece (ve “liberal” söyleme göre, “uygunuluslararası koşullar” varolduğu sürece) Ge-

nelkurmay kendisine karşı bir askeri darbe yapmaya cesaret edemeyecektir. Ama yinede, koşullar değiştiğinde, darbe “riski” herzaman vardır ve varolmayı da sürdürecek-tir.

Bu düşünceye sahip olan AKP “kurmay-ları” (ya da “mehteran takımı”), Amerikanemperyalizminin desteğine sahip olduklarısüreçte, zamanı, ordu içindeki etkilerini vegüçlerini artırmak, Genelkurmayı hizaya ge-tirmek ve olabilirse (“nihai hedef”) Genel-kurmayı “ele geçirmek” için kullanmayı he-saplamışlardır. Ergenekon operasyonları veson “baskın” olayı, bu amaca yönelik ola-rak, İlker Başbuğ’un sözünü ettiği “asimet-rik psikolojik savaş” bağlamında, AKP ope-rasyonları görünümü kazanmıştır.

Açıktır ki, tüm bunlar gerçeğin çarpıtıl-masından, nesnel gerçeklerin yerine öznelkanıların geçirilmesinden başka bir şey de-ğildir.

Kim ne söylerse söylesin, ülkemizin te-mel gerçeği, ülkemizin Amerikan emperya-

lizmine bağımlı geri-bıraktırılmış bir ülke ol-duğudur.Henüz insanlar “paranoyaklaşmadan”

önce, ülkemizdeki tüm ekonomik, toplum-sal, siyasal ve askeri gelişmelerin Amerikanemperyalizmi tarafından planlandığına ve yönetildiğine inanırlardı. Bu öylesine birinançtı ki, ülkemizdeki her türlü siyasal ge-lişmenin doğrudan Amerikan emperyalizmitarafından hazırlanılmış bir plana uygun ola-rak gerçekleştiğine inanılırdı. Örneğin  şeri -atçı kesimin inancına göre, “siyonistler”

 ABD’nin “gizli yöneticileri”ydiler ve bu “si-  yonistler” islama karşı her türlü saldırınınasıl sorumlularıydı; NATO ülkelerindekikontr-gerilla örgütlenmesi olarak ilan edilen“Gladyo”, CIA ve Pentagon’un gizli örgütüy-dü. Ülkemizde askeri darbelerin koşulları-nın yaratılmasından askeri darbenin gerçek-leştirilmesine kadar tüm “örtülü operasyon-lar”, doğrudan CIA ve Pentagon tarafındanplanlanmış ve yürütülmüştü. Paul Henze’nın12 Eylül askeri darbesini “bizim oğlanlar yaptı” sözü de bunun kanıtı olarak gösteri-

lirdi. “Gladyo” popülerleşmeden önce, ül-kemizdeki her türlü olayın MİT-CİA işbirli-ğiyle gerçekleştirildiği ve bu olayların aydın-

latılabilmesi için “ MİT arşivi”ne girilmesi ge-rektiği söylenirdi. Günümüzde ise, AKP’nin“Kürt açılımı” ya da “demokratik açılım”ınınbir “ABD planı” olduğundan neredeyse kim-

se şüphe duymamaktadır. Ama bugün, “MİT arşivi”nin yerini Sefer-

berlik Tetkik Kurumu “arşivi” alırken, MİT’in yerine “Özel Harp Dairesi” geçirilmiştir. Veherkesin açıkça görebileceği gibi, gelişenolaylarda MİT’den hiç söz edilmemektedir. Amerikan emperyalizmi, “siyonistler” vb.“düşmanlar” ise çoktan unutturulmuştur.

Burada biraz durup, egemen “mantık”çerçevesinde bu durumu “değerlendirmek”gerekmektedir.

Eğer günümüze kadar ülkemizdeki tümaskeri darbelerin arkasında Amerikan em-peryalizmi (CIA ve Pentagon) varsa ve onunülkedeki “ortağı” MİT idiyse, bugün AKP’ye yönelik bir askeri darbe “planının” arkasın-da Genelkurmay ve Seferberlik Tetkik Ku-rulu bulunuyorsa, açıktır ki, Genelkurmay  ve Seferberlik Tetkik Kurulu Amerikan em-peryalizminin denetiminin dışına çıkmıştır,ondan “bağımsız” olarak hareket etmekte-dir.

Eğer Genelkurmay Amerikan emperya-

lizminden “bağımsız” hareket ediyorsa, ozaman “kozmik gizli” belgelerin bulunduğuSeferberlik Tetkik Kurumu’nun basılmasınısağlayan Amerikan emperyalizmidir (CIA vePentagon) ve bu operasyonda MİT, CIA’nın  yerli ortağıdır!

Öyleyse “sekiz sütuna manşet”ten şu ya-zılabilir: Amerikan emperyalizmi Türk Ge-nelkurmayına karşı operasyon yapıyor!

Böyle bir “vargı” için somut kanıt olarakda, ABD’nin 1 Mart tezkeresinin kabul edil-memesinden dolayı Genelkurmayı sorum-

lu gördüğü düşüncesi gösterilebilir. Üstelik“çuval olayı” da, kanıtın kanıtı olacaktır.

Denilebilir ki, Amerikan emperyalizmi,gerek 1991 “Körfez Savaşı”nda, gerek 2003Irak işgalinde kendisine karşı çıkan “Türkgenelkurmayı”nın “işini bitirme”ye karar vermiştir!

Bu “işbitirici” karar, onlarca yıldır  kendi emir-komuta zinciri içinde hareket eden veonlarca yıl önceden kendisi tarafından plan-lanmış bir hiyerarşik yapıya sahip olan Ge-nelkurmayın, kayıtsız-şartsız Amerikan em-

peryalizminin talimatlarına uymasını sağla- yacak bir yapılanmaya dönüştürülmesi “ka-rarı” olmak durumundadır. Akşamdan sa-

Page 18: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 18/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

1

baha bir askeri darbe olacağı korkusuyla ya-şayan AKP iktidarı da, böyle bir “karar” sa-  yesinde geceleri rahatça uyuyabileceği ka-nısına sahip olmuştur. Böylece uygulama,

 ABD-AKP “ortak operasyonu”na dönüşmüş-tür!

Bu “teori”nin ya da “komplo”nun birin-ci bölümü, en açık biçimde Fehmi Koru ta-rafından yıllarca dile getirilmiştir. Eksik olanhalka, ABD-AKP “ortaklığı”dır ve bu da ABD’de yaşayan Fettullah Gülen aracılığıyla ta-mamlanmıştır! Bunun kanıtı ise, SeferberlikTetkik Kurulu “baskını”na ilişkin ihbarın  ABD’den telefonla yapılması ve “kozmikoda”da inceleme yapan “yargıç”ın FettullahGülen’i beraat ettiren “cemaat hakimi” ol-masıdır.

Bu durumda, Genelkurmayın “baş düş-manı” ABD ve AKP “koalisyonu” olurken,“savaş sloganı” da “Kahrolsun Amerikanemperyalizmi ve onun yerli işbirlikçisi AKP!”olacaktır!

Şüphesiz bu pilav daha çok su kaldırır!Gerçekliğe dönecek olursak, ülkemizin

 Amerikan emperyalizmine bağımlı geri-bı-raktırılmış bir ülke olduğudur. Ve Amerikanemperyalizmi, dışsal bir olgu değil, içsel bir

olgudur. Dolayısıyla Amerikan emperyaliz-mi ülkenin ve devletin içinde yer alır.Diğer yandan 12 Mart döneminde yapı-

lan geniş tasfiyelerle ordu, oligarşinin ve do-layısıyla Amerikan emperyalizminin kayıt-sız-şartsız denetimi altına alınmıştır. Orduiçinde “aşağıdan darbe” olasılığı tümüyle or-tadan kaldırılmıştır ve ordu, “iç savaş” ordu-su haline dönüştürülmüştür.*

Bilinen tarihsel gerçekler, ordunun Ame-rikan emperyalizminin izni ve icazeti olmak-sızın hiç bir zaman askeri darbe yapmayakalkışmadığıdır. 11 Eylül günü Hava Kuvvet-

leri Komutanı Tahsin Şahinkaya’nın özeluçakla ABD’ye gitmesi, 12 Eylül darbecileri-nin tüm iddialarına karşın, darbenin ABD’ninizni ve icazetiyle gerçekleştirildiğini kanıtlar.28 Şubat “post-modern darbesi”nin ABD’ninizni ve onayıyla gerçekleştirildiği de açıktır.(Erbakan takımının “Çekiç Güç”e karşı tu-tumları, “milli sanayi”, “anti-siyonist” söyle-mi ortadadır.)

Gerçek buysa, bugün ne değişmiştir? Ne-den Amerikan emperyalizmi AKP aracılığıy-la Genelkurmayı yıpratmaya ve tasfiye et-meye çalışmaktadır?

Bilinen, ama her durumda unutturulma- ya çalışılan gerçek, AKP’nin Amerikan em-peryalizminin izni ve icazetiyle kurulduğu ve iktidara getirildiğidir. AKP’nin kuruluşu-na ilişkin Abdullah Gül’ün ABD’deki gizli gö-rüşmeleri, bu görüşmelerde ABD’ye verilengüvenceler değişik zamanlarda “medya”da  yer almıştır. Aynı biçimde, 2002 seçimleriöncesinde Ertuğrul Özkök’ün yönetiminde-ki “merkez medya”nın koalisyon hüküme-

tine, özel olarak da Ecevit’e karşı yürüttüğükampanya da ortadadır.** AKP’nin iktidarolmasından hemen sonra IMF borçlarınınödenmesinin ertelenmesi, her seçim önce-sinde IMF’nin borç ödemelerini ertelemesi ve Dünya Bankası kredilerinin verilmesi, ***  ABD kaynaklı Hedge fonlarının Dubai üze-rinden Türkiye’ye aktarılması gibi Amerikanemperyalizminin açık ekonomik desteği desöz konusudur.

  AKP iktidarı döneminde, ABD tekelleri-nin çıkarları özenle korunmuş ve geliştiril-

miştir. Motorola telefon tekelinin Uzanlar-dan 2,5 milyar dolarlık alacağının Telsim’insatışı yoluyla TMSF tarafından tahsili, Car-gill’in Ülker ortaklığıyla “tadlandırıcı” paza-rını genişletmesi, GDO’lu tarım ürünlerininithalatının serbest bırakılması vb..

Bir tarafta Amerikan emperyalizminin

* “Artık Türk Ordusu, oligarşinin halkımıza karşı yürüttüğü baskı politikasının açık ve doğrudan bir ale-

ti olmuştur.Fakat Türk ordusunun alt kademe subaylarının ni-

teliğini belirleyen milliyetçiliktir. Çoğunluğu da askeriliselerden gelen, küçük-burjuva emekçi kökenli kişi-lerdir. On yıldır emperyalizm sistemli çalışarak, ordu-nun küçük-burjuva devrimci geleneğini geniş ölçüdedeğiştirmiş, 12 Martla birlikte geniş tasfiyelere gitmiş-tir. Latin Amerika’daki gibi iç savaşa uygun bir biçim-lenişi olmayan geniş Türk ordusunda, daha bir süredevrimci geleneğin izleri görülebilir. Ancak süratle oli-garşi, tasfiyeler ve yeniden düzenlemelerle orduyu içsavaş ordusu haline getirerek doğrudan vurucu gücühaline getirmektedir.” (Mahir Çayan,  Kesintisiz Dev -  rim II-III .)

Bugün “yandaş medya”, değişik yasa ve yönet-meliklerde yapılan değişikliklerle ordunun “iç düş-man”a karşı özel olarak yapılandırıldığını açıkça yaz-maktadır.

** Bu kampanyada Emin Çölaşan ve Fikret Bilaözel bir görev yerine getirmişlerdir. Bkz. Kurtuluş Cep - hesi, Dezenformasyon ve Kamuoyunun Koşullandırıl-ması - “Uyuyan Güzeller” (“Rüya Timi”) Nasıl ve Ne-

den Uyandırıldı?, Sayı: 68, Temmuz-Ağustos 2002.*** Temmuz 2007 genel seçimlerinden önce Dün- ya Bankası İstanbul büyükşehir belediyesine 820 mil- yon dolar kredi açmıştır.

Page 19: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 19/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

1

“eski” dostu Genelkurmay, diğer tarafta ye-ni “müttefiki” AKP bulunmaktadır. Bir taraf,“milli güvenlik belgesi” ya da “iç hizmet ka-nunu” temelinde “laikliğin savunucusu”, di-

ğer taraf “laikliğe aykırı faaliyetlerin odağı”-dır. Bir taraf Amerikan emperyalizminin as-kerileştirilmiş ekonomisinin müşterisi, diğertaraf emperyalist tüketim mallarının tücca-rıdır. Bir taraf BOP’da (Büyük Ortadoğu Pro- jesi) kullanılacak bir askeri güçtür, diğeriBOP’da kullanılan bir ideolojik güçtür. Bü-tün bunlara Fettullah Gülen’in “islam aydın-ları” üzerinde ideolojik egemenlik sağlamaaracı oluşu da eklenmelidir.

Taraflar, yani Genelkurmay ve AKP-Fet-tullah Gülen cemaati ne kadar birbirine ta-ban tabana zıt “kutuplar” olarak görünürler-se görünsünler, her durumda Amerikan em-peryalizminin çıkarlarına denk düşen iki ke-simi oluştururlar. Amerikan emperyalizmiaçısından bu iki kesim, “çatışan” değil “uyu-şan” kesimler olmak zorundadır.

İşte Amerikan emperyalizmi, “çatışan”bu iki kesim arasında yeni bir “consensus”oluşturan “arabulucu” güç gibi ortaya çık-mıştır. Özellikle İlker Başbuğ’un Nisan 2009’-da “cemaatler”i hedef alan konuşmasından

sonra Genelkurmay ile Fettullah Gülen “ce-maati” arasındaki “güvensizlik”in açık birhesaplaşmaya dönüşmesiyle birlikte bu“arabuluculuk misyonu” daha da belirgin-leşmiştir.

Nisan 2009’dan sonra Taraf ’ın yayınladı-ğı ilk “belge”nin “AKP ve Gülen’i BitirmePlanı” olarak sunulması bu çatışmanın so-nucudur. Fettullah Gülen’i berat ettiren “yar-gıç”ın (Kadir Kayhan) “Kozmik oda”daki 26

günlük “incelemesi” ve buna karşılık Genel-kurmayın “hukuki gerekçeler”le sessiz kal-ması, açık biçimde Genelkurmay ile Gülencemaati arasında bir “uzlaşmanın”, karşılık-

lı “güvensizliği” gidermenin bir sonucudur.Bugün için, Amerikan emperyalizminin gö-zetimi ve denetimi altında Genelkurmay ileGülen cemaati kısmi bir “uzlaşmaya” var-mış görünmektedirler. Ancak bu “uzlaşma”,henüz tüm AKP’yi, AKP’yi oluşturan tarikat-ları kapsamamaktadır. Son “Balyoz darbeplanı” da bu durumun bir ürünüdür.

Burada Genelkurmayın Gülen cemaatiile ne kadar “uzlaştığı”, karşılıklı “güvensiz-lik”in ne kadar giderildiği çok önemli değil-dir. Önemli olan her iki tarafın da Amerikanemperyalizminin istediği doğrultuda hare-ket etmeleridir.

Tüm bu “çatışma” ya da “uyumlu çatış-ma” sürecinde en ilginç olan yan ise, tümzamanların “örtülü operasyonları”nı gerçek-leştiren MİT’in adının hiç geçmemesidir. Bunedenle, bu süreçte açığa çıkan bir başkagerçek, MİT’in, en alt kademesinden en üs-tüne kadar Amerikan emperyalizminin ka- yıtsız-şartsız bir şubesi haline dönüştürüldü-ğü ve içindeki askeri personelin pasifize

edildiğidir. “Yandaş medya”ya sızdırılan tümbilgi ve belgeler de bu “şube”nin süreçte et-kin bir rol oynadığının açık göstergesidir.

Şimdi sırada AKP’nin niceliğini oluşturantarikatlar ile Genelkurmay arasındaki “çatış-ma”nın “uyumlu çatışma”ya ve giderek bir“consensus”a dönüştürülmesi vardır. Ancakbunun Amerikan emperyalizminin çıkarınane kadar denk düşeceği belirsizdir.

Page 20: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 20/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

20

Baştan belirtelim ki, bu yazı, beş bin say-fa olduğu iddia edilen “Balyoz harekatplanı”nın gerçek ya da gerçekdışılığıyla ilgi-li değildir. Yazının amacı, “beş bin sayfalıkdarbe planı olur muymuş?”da ifadesini bu-lan pragmatizmin yaratmış olduğu körlüğüortaya koymaktır.

 Yine baştan belirtelim ki, yazıda geçenpek çok sözcük askeri kavramlar olup, ço-ğu durumda siyasal alanda da kullanılır. Bu

nedenle “kelime yorumu”na tabi tutulamaz-lar. Askeri ya da siyasal  kavram olarak,  ta - nımlandığı anlam ve içerikleriyle anlaşılma-lı ve değerlendirilmelidir.

Evet, askeri darbeler, ister “aşağıdan”,yanibir grup askerin gizli örgütlenmesi sonucu yapılsın, ister “yukarıdan”, yani emir-komu-ta zinciri içinde yapılsın, her durumda birdüşünceye ve bu düşüncenin uygulamayasokulmasına ilişkin planları kapsar. Özellik-le emir-komuta zinciri içinde yapılacak biraskeri darbe, kesinkes en üstten (genelkur-

may ve kuvvet komutanları) en alta (çavuş,onbaşı ve erler) tüm ordunun harekete ge-çildiğinde nerede, nasıl ve hangi görevleri yerine getireceğini ayrıntılı olarak ortaya ko- yan bir plana dayanır. Bu plan, aynı zaman-da tüm ordu mensuplarının hareket sırasın-da yerine getirecekleri görevlere ilişkin ya-zılı ya da sözlü “talimatları” içerir. Bu neden-le, “darbe planları”, Türk silahlı kuvvetlerigibi yaklaşık bir milyona yakın mevcuduolan bir ordu açısından, kaçınılmaz olarakbinlerce sayfa tutacak “belge”yi kapsar.

Emir-komuta zinciri içinde gerçekleştiri-lecek bir askeri darbe, Talat Aydemir olayın-da olduğu gibi birkaç “serdengeçti”nin,

Savaş Planlaması ve Planlı Darbe

“sergüzeşt”in, kelle koltukta giriştikleri as-keri isyanlardan temelden farklıdır. Yine deemir-komuta zinciri dışında gerçekleştirilendarbe girişimleri ya da askeri isyanlar da,her durumda isyancıların düzeyine bağlıolarak belli bir amaca ve buna uygun birplanlamaya sahiptir. Burada “aşağıdan” dar-be hazırlıklarını, darbe girişimlerini ve dar-beleri ele almayacağız. Vurgulamak istedi-ğimiz, askeri nitelikte her hareketin ya da

harekâtın belli bir ön planlamaya sahip ol-duğudur.Belli bir askeri eğitimden geçmiş subay-

lar açısından ise, her ön planlama, uygula-madan önce mutlak surette “test” edilmekzorundadır. Adına “harp oyunları”, “plan se-mineri” vb. denilen ve masa başında ger-çekleştirilen “testler”, yapılan planlamanınteorik olarak ne ölçüde tutarlı ve bütünselolduğunun, ne ölçüde amaca uygun oldu-ğunun ve ne ölçüde gerçekliğe yaklaştığınınsaptanmasını sağlar. Böylece bir ön plan ya

da taslak, soyut planda ele alınarak değer-lendirilir ve geliştirilir. Ardından bu soyutplanlamanın teorik bilgiyle (tarihsel dene- yim vb. sonucu elde edilmiş genel ve evren-sel bilgiler), somut gerçeklerle ne kadarbağdaştığına bakılır. Bu aynı zamanda soyutplanların somut gerçeklerle zenginleştirilme-si, yeniden biçimlendirilmesi ve pratikte uy - gulanabilir hale getirilmesidir. Çünkü soyutgerçek yoktur, gerçek her zaman somut-tur.

Diğer bir deyişle, emir-komuta zinciriiçinde gerçekleştirilecek ve gerçekleştirilenher askeri darbe, herhangi bir askeri savaş harekâtı gibi ele alınır ve planlanır. Bir or-

Page 21: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 21/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

21

dunun neredeyse kusursuz denilebilecek iş-leyiş mekanizması da, bu planlamaya ve buplanlamanın gerektirdiği talimatların harfi-  yen yerine getirilmesini sağlayan disipline

bağlıdır.Pragmatist bir kafa yapısı açısından böy-

lesine ayrıntılı bir planlama ve bu planlarınuygulama öncesinde soyut planda (teorikolarak) değerlendirilmesi (harp oyunları,plan seminerleri vb. yoluyla) fazla bürokra-tik ve gereksiz görülebilir. Pragmatizm için,asıl olan araçlar değil amaçtır; amaç ger-çekleştiği sürece aracın niteliği ve içeriğininönemi yoktur. En yalın haliyle “ben yaptım,oldu” ya da “kervan yolda düzülür” zihniye-ti, askeri savaşın ayrıntılı olarak planlanma-sını kaçınılmaz olarak anlamsız ve gereksizgörecektir. Ancak hiçbir gerçek savaş, plan-lama olmaksızın gerçekleşmez.

Bu konuda en bilinen ve yakın tarihin enönemli örneği, II. Yeniden Paylaşım Savaşı-nın başlangıcında Nazi Almanyasının “ Blitz Krieg” (Yıldırım Savaşı) denilen saldırıylaFransızların  Majino savunma hattını geçiş-leridir. Gerek “ Blitz Krieg”, gerekse  Majino savunması, olasılık hesaplarına göre yapıl-mış en kapsamlı savaş planlamasına daya-

nır.Bu tarihsel gerçek, saldırı konumundakiordular için de, savunma konumundaki or-dular için de geçerlidir.

Savaşın, askeri savaşın en bilinen kuralıise, “yığınakta yapılan hata tüm savaş süre-since etkili olur” sözünde ifadesini bulur.“Yığınak”, savaş öncesinde askeri güçlerinmevzilenmesidir. Doğal ve kaçınılmaz ola-rak “yığınak” ya da mevzilenme, olası sava-şın olası düşmanının olası durumuna veolası saldırı yönüne göre yapılır. Dolayısıyla

da her türlü olasılık hesaba katılır. Tüm bun-lar savaş hazırlıklarının temelini oluşturur.

Diğer yandan, savaşın, savaş sanatınınbir gerçekliği de, savaşta sürpriz saldırının,ani baskının ve ilk vuruşun belli ölçülerdesonucu belirlediğidir. Bu nedenle, silahlıgüçler, her durumda sürpriz saldırıya karşıher zaman hazır durumda olmaya çalışırlar ve savunmalarını buna göre tanzim ederler.Eğer silahlı güçler sürpriz saldırı yapmak du-rumunda ise, karşı tarafın olası savunmaönlemlerini hesaba katarak, saldırının ger-

çekten sürpriz olmasını sağlayacak hazırlık-ları yaparlar. Bu hazırlıklar, basit askeri istih - barat bilgilerinin toplanmasından dezenfor  -

 masyon faaliyetlerine kadar “5. kol” faaliyet-leri şeklinde de olabilir. Savaş alanına iliş-kin hazırlık faaliyetleri ise, baskını gerçek-leştirecek askeri birliklerin düşman tarafın -

 dan saptanmadan saldırı konumuna getiril-mesine ilişkin faaliyetleri kapsar (PKK’ninDağlıca baskını örneğinde olduğu gibi).

 Ancak, savaş sanatının en büyük teoris- yenlerinden Clausewitz’in sözüyle, “savaş,tek ve ani bir darbeden ibaret değildir”. Bunedenle, savaş, belli bir süreyi kapsayan birolgu olarak ele alınır ve savaşın değişik aşa-maları planlanır. “Savaş planı tüm savaş ey-lemini kapsar; savaş planı sayesinde bu ey-lem bütünlük kazanır, kesin ve nihai biramaca kavuşur ve bütün öteki özel hedef-ler onun içinde erir.”*

İşte savaşın genel ve özel planlaması, as-keri savaş sanatında strateji ve taktik olarak

tanımlanır. “Taktik, silahlı kuvvetlerin çarpış - mada kullanımına ilişkin teoridir. Stratejiise, çarpışmaların savaşın amacını gerçek - leştirmek için kullanımına ilişkin teoridir .”**Dolayısıyla stratejik ve taktik planlama, sa- vaşın ayrılmaz bir parçasıdır.

“Strateji, muharebenin savaşınamacı doğrultusunda kullanılmasıdır.

Buna göre, savaş eyleminin tümüne,savaşın amacına, uyan bir hedef gös-termesi gerekir. Diğer bir söyleyişlestrateji savaş planını yapar ve öngö-rülen hedefe göre ona ulaşılmasınısağlayacak bir dizi eylem saptar; ay-rı ayrı seferlerin planlarını hazırlar veher birinde verilecek muharebeleriörgütler. Bütün bu kararları, her za-man gerçekleşmeleri mümkün olma-  yan bir takım varsayımlara dayana-rak almaktan başka çare olmadığına

 ve daha ayrıntılı bir takım tedbirleriönceden almaya imkan bulunmadı-ğına göre, strateji orduya muharebemeydanında eşlik ederek ayrıntılarailişkin gerekli tedbirleri yerinde al-mak, ve genel planda durmadan de-ğişiklikler yapmak gerekeceğindenbunlara da yerinde karar vermek zo-rundadır. Yani strateji bir an için bileişin yakasını bırakamaz.”***

Stratejik planlarda, savaşın ya da harekâ-

* Clausewitz, Savaş Üzerine, s. 280, May yay.** Clausewitz, agy, s. 127.*** Clausewitz, agy, s. 203-204.

Page 22: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 22/40

Page 23: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 23/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

2

falık” planlama olmadan emir-komuta zin-ciri içinde gerçekleştirilebileceğini düşün-mek safdilliktir.

 Ancak, savaş, politikanın başka araçlar-

la (şiddet araçlarıyla) devamından başka birşey değildir. Askeri darbe de, “iç tehdit”ekarşı gerçekleştirilen bir askeri savaştır. Do-layısıyla politikadan, politik amaçtan ayrıolarak değerlendirilemez. Bu nedenle, asılsorun, silahlı kuvvetlerin askeri savaşın ku-rallarına uygun olarak ayrıntılı bir “askeridarbe” planlaması değil, bu planın icra edi-lebilmesi için olmaz-sa-olmaz koşul olan si - yasal durum ve siyasal amaçtır. Bugün ken-disine yönelik askeri darbe hazırlıkları yapıl-dığından söz eden ve bunun korkusunu ya-şayan AKP’nin de çok iyi bildiği gibi, eğerbu “iç tehdit” devrimci mücadele olursa veeğer bu “iç tehdit”e karşı kendi polis teşki-latı yetersiz kalırsa, askeri güçler, en yasal

biçimiyle EMASYA çerçevesinde devreye gi-receklerdir. Eğer bu yeterli olmazsa, yanipolis-asker işbirliği devrimci mücadeleningelişimini engelleyemezse, açıktır ki, AKP

de OHAL ya da sıkıyönetim ilan ederek yö-netimi tümüyle askeri güçlere devretmekteduraksamayacaktır. Bu açıdan, AKP’nin “as-keri darbe planları”na karşı çıkışı, sadecekendisine yönelik olduğu ölçüde bir karşıçıkıştır. “Ortak düşman” olarak devrimcimücadelenin gelişimi, hatta en küçük birhareketi bile, bugünün “düşman kardeş-leri”ni hemen birleştirecektir ve o çok sözüedilen “kurumlar arası çatışma” ortadan kal-kacaktır. Çünkü her devrimci hareket, bir-leşmiş bir karşı-devrim yaratarak gelişir.

Bu nedenden dolayı, devrimci hareket,her durumda doğru ve bütünsel bir devrim-ci stratejiye ve taktiklere sahip olmak zorun-dadır.

Page 24: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 24/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

2

İLKER AKMAN1950 Ankara

26 Ocak 1976/Beylerderesi

HASAN BASRİ TEMİZALP1950 Maraş

26 Ocak 1976/Beylerderesi

 YUSUF ZİYA GÜNEŞ1955 Ankara

26 Ocak 1976/Beylerderesi

Page 25: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 25/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

2

 YÜKSEL ERİŞ1951 Tekirdağ/Şarköy21 Ocak 1977/Trabzon

1951 yılında Tekirdağ’ın Şarköy ilçesinde doğdu. Devrimcimücadeleye, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün Müzik bölümünegirdikten sonra aktif olarak katıldı. 30 Mart 1972’deki Kızıldereolayından sonra THKP-C’nin yeniden örgütlenmesinde etkin ola-rak çalıştı. 1974 yılına kadar ülkenin değişik yerlerinde örgütlen-me çalışmalarını sürdürdü. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephe-si/Halkın Devrimci Öncüleri’nin kurucularından olan Yüksel yol-daş, ülkenin değişik bölgelerinde örgütcü ve yönetici olarak gö-rev yaptı. 1976 yılına kadar sürdürdüğü Güney Anadolu bölgeyöneticiliğinden Karadeniz bölge yöneticiliğine atandı ve kır geril-lasının stratejik hazırlıklarını yönetti. THKP-C/HDÖ Merkez Yö-netim Komitesi üyesi olarak “26 Ocak Harekâtı” için bulunduğuTrabzon’da 21 Ocak 1977 günü şehit düştü.

NEDİM ATILGAN1959 Uşak/Karahallı-25 Şubat 1981 Selendi

1959 yılında Uşak ilinin Karahallı ilçesinde doğdu. Küçük yaş-ta ailesi İstanbul’a taşındı. İlkokulu bitirdikten sonra işçi olarak ça-lışmaya başladı. 1979’dan itibaren THKP-C/HDÖ üyesi olarak ör-gütsel faaliyetlerde bulundu. 1980 Kasım’ında gözaltına alındık-tan sonra hiçbir suçlamayı kabul etmedi. Bir süre sonra zorla as-kere alındı. “Halkın silahlı devrimcilere ihtiyacı varken, oligarşiyeaskerlik yapmak olanaksızdır” diyerek birlikten firar etti. Profes-

yonel olarak örgütsel faaliyetlere katıldı.1981 Şubat ayında oligarşinin kuşatma ve imha operasyon-larından kurtulmak amacıyla çıktıkları Selendi-Kula dağlarında,bir grup yoldaşı ile birlikte çembere alındılar. Bir hafta süren ku-şatma sonunda 25 Şubat 1981 günü meydana gelen bir çatışma-da şehit düştü.

MUSTAFA ATMACA1948 Sivas/Kangal-29 Şubat 1992 İstanbul

1948 Sivas/Kangal doğumlu Mustafa Atmaca, işçi olarak de-ğişik işyerlerinde ve fabrikalarda çalışmış ve 1976 yılındaSefaköy’de metal işkolunda çalıştığı fabrikada işçi olarak çalışanMehmet Yıldırım yoldaşla tanışarak THKP-C/HDÖ örgütsel ilişki-leri içine girmiştir. Bu tarihten sonra sendikal faaliyetlerde bulu-nan Mustafa yoldaş, 1978 yılında bağımsız Çağdaş Maden-İşSendikası Genel Başkanlığına seçilmiştir. 12 Eylül askeri darbe-siyle birlikte, tüm sendikalar gibi, Çağdaş Maden-İş de kapatılmışve Mustafa yoldaş ve diğer sendika yöneticileri hakkında değişikdavalar açılmıştır.

1981 Mart ayında örgüte yönelik bir operasyonda gözaltınaalınmış ve birbuçuk ay sonra tutuklanarak Alemdağ cezaevinegönderilmiştir. 1983 yılında tutsaklığı sona erdikten sonra iki yılTekirdağ’ da zorunlu ikamete tabi tutulmuştur. İşkence ve tutsak-

lık koşullarından kaynaklanan hastalık, etkin bir biçimde devrim-ci faaliyetlere katılmasını engellemiş ve her türlü olanaksızlıklar içinde sürdürülen tedavisi başarılı olmamış ve 29 Şubat 1992 gü-nü yaşamını yitirmiştir.

Page 26: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 26/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

2

Hele Ulaş’a Ulaş’a

Ulaş benzerdi güneşeUlaş gardaş can veriyor  Yüreğim düştü ateşe.

Ulaş’ın elinde mavzer Mavzeri türküye benzer,Bizimkiler böyle ölür Böyle ölür bizimkiler 

Tohumlar düştü toprağaDonandı yeşil yaprağaKurban olam kurban olamSeni yaratan toprağa.

ULAŞ BARDAKÇI1947 Hacıbektaş

19 Şubat 1972 İstanbul

Page 27: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 27/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

2

Hukuk, en bilinen anlamıyla, bir toplum-da kişiler ve kurumlar arasındaki karşılıklıilişkinin belli kurallara bağlanmışlığını ifadeeder. Bu nedenle, hukuk, bir kişi ya da ku-rumun, kendi dışındaki kişi ya da kurumlar-la ilişkisinde yerine getirilmesi ve uyulmasıgereken yükümlülükleri ve sorumluluklarıbelirler. Bu yönüyle hukuk özel niteliktedir,özel hukuk olarak tanımlanır. Ancak karşı-lıklı ilişkilerde uyulması gereken yükümlü-

lüklerin ve sorumlulukların yerine getirilme-mesi durumunda yaptırımlar ve bu yaptırım-ları gerçekleştirecek bir özel güç gereklidir.İşte bu yaptırımlar (ceza hukuku) ve özelgüç, yani devlet (kamu hukuku) hukukunayrılmaz parçalarıdır.

Toplumsal ilişkiler ise, her şeyden önceekonomik ilişkilerdir, yani üretim ilişkileri-dir. Bu nedenle de, hukuk, her durumdaüretim ilişkilerine tabidir ve bu ilişkilerin fi-ili durumuna uygun olarak biçimlenir. An-cak hukukun en belirgin özelliği, üretim iliş-

kilerini ve bu ilişkilerde egemen olan duru-mu (sınıf egemenliğini) yalın, saf ve kesinbiçimde tanımlamaz. Bunun yerine, ege-men olan ile egemen olunan arasındaki iliş-kiye genel bir ifade verir. Bu nedenle de gi-derek ekonomik ilişkileri doğrudan yansıt-maktan uzaklaşır, hatta onu tersyüz eder.Bunun sonucu olarak da, hukukun toplum-dan ve toplumsal ilişkilerden bağımsız “üs-tün bir güç” olduğu yanılsaması ortaya çı-kar.

Oysa ki, hukuk, her durumda ekonomikilişkilere ve ekonomik evrime göre değişenkurallar ve normlar bütünüdür. “Hukukunüstünlüğü” sözü, her durumda, verili bir ev-

Demokrasi veHukuk Devleti

redeki ekonomik ilişkiler tarafından belirle-nen kurallar ve normların o ilişkiler varoldu-ğu sürece varlığının kabul edilmesi ve onay-lanması ilkesinden başka bir şey değildir.İlişkiler değiştiğinde, er ya da geç hukuksalkurallar ve normlar (yasalar, anayasalar vb.)bu değişikliğe uymak zorundadır. Bu zorun-luluk, açıktır ki, eski, yani değişimden ön-ceki hukukun ortadan kalkması ve yerine yeni, değişen koşullara uygun bir hukukun

konulması demektir. Ama bu yer değiştir-menin kapsamı ve genişliği, her durumdaekonomik ilişkilerdeki değişimin kapsam vegenişliğine bağlıdır. Eğer değişim, bir üretimilişkisinden bir başka üretim ilişkisine geçiş-le ortaya çıkmışsa, kaçınılmaz olarak hukukda böylesi temelsel bir değişime uygun ola-rak temelden değişir. Özel mülkiyete daya-nan her üretim ilişkisinde hukuk, her şey-den önce bu özel mülkiyetin varlığıyla be-lirlenen ortak ve genel özelliklere sahiptir.Dolayısıyla bu ortak ve genel özellik içinde-

ki değişim, özsel olarak egemen ilişkilerindeğişimini içerdiğinden, hukuk da bu yeniegemen ilişkinin ifadesi olur. Özel mülkiyetdüzeninde hukukun bu yeni biçimi, eski hu-kukun değiştirilmiş ve yeniden biçimlendi-rilmiş hali olarak ortaya çıkar.

 Ancak her durumda, hukuk ne denli de-ğişirse değişsin, “hukukun üstünlüğü” kav-ramı varlığını sürdürür. “Hukukun üstünlü-ğü” kavramı, dün eski ekonomik ilişkilereuygun düşen hukuksal normlara ve kuralla-ra uyulması demekken, şimdi yeni ekono-mik ilişkilere uygun düşen hukuksal norm-lara ve kurallara uyulması halini almıştır. Di-ğer ifadeyle, hukuksal normlar ve kurallar

Page 28: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 28/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

2

değişmiş olmasına rağmen, bu normlara vekurallara uyulması zorunluluğu değişmedenkalır. Bu nedenle, her egemen sınıf ya dakesim, kendi egemenliğine uygun yeni bir

hukuk ortaya çıkartırken, yani eski hukukutümüyle ya da kısmen değiştirirken, “huku-kun üstünlüğü” anlayışına hiç dokunmaz,tam tersine “hukukun üstünlüğü”nün en ön-deki savunucusu olarak ortaya çıkar. Böyle-ce hukuk ne kadar değişikliğe uğrarsa uğ-rasın, onun belirlediği kurallara ve normla-ra uyulması mutlak, ilahi bir yasa olarak ilanedilir.

Toplumsal evrimin belli bir aşamasında,bu aşamaya uygun bir hukuk ortaya çıktı-ğında, yeni egemen ilişkiler her durumdakendi hukukuna uyulmasını talep eder. Bunedenle de, böylesi değişim evrelerinde es-ki hukuku savunanlar ile yeni hukuku oluş-turanlar arasında barışçıl ya da zora daya-nan bir güç mücadelesi ortaya çıkar. Açık-tır ki, bu mücadele, eski ilişkilerin egemensınıfları ile yeni ilişkilerin egemen sınıflarıarasındaki bir iktidar mücadelesidir. Bu mü-cadeleden zaferle çıkan kesim kendi huku-kunun üstünlüğünü de sağlamış olur.

Bu nedenle, temel hukuk sistemine iliş-

kin tartışmaların ortaya çıktığı dönemler,egemen sınıf ilişkilerindeki değişimin orta-  ya çıktığı dönemlerdir. Hukuksal kavramlaifade edersek, değişim egemen ilişkilerdemeydana gelen bir değişim olduğu orandaiktidar mücadelesi her durumda anayasalbir hukuk mücadelesiyle birlikte yürür.

Bugün ülkemizde yaşanan olaylar ve  AKP’nin yeni anayasa arayışı, kendisinintemsil ettiği sınıf ve tabakaların çıkarlarınıtemsil eden ve  bu çıkarları her şeyin üstü - ne koyan bir siyasal ve hukuksal yapının or-

taya çıkartılması çabasından başka bir şey değildir. AKP, bu yolla, kendisinin temsil et-tiği kesimlerin çıkarlarına denk düşen hu-kuku üstün kılacağını varsaymaktadır. An-cak bütün sorun, bu yeni hukuksal yapınınmevcut hukuksal yapıyı tümüyle değiştiripdeğiştirmeyeceğidir. Diğer bir ifadeyle, mev-cut “laik” hukuk sisteminin yerine şeriatadayanan bir hukuk sisteminin geçirilip ge-çirilmeyeceğidir.

 Yukarda da ifade ettiğimiz gibi, bir hu-kuk sisteminin köklü bir biçimde değiştiril-

mesi, yeni bir rejimin, yeni bir hukuksal dü-zenin kurulmasıyla sonuçlanması egemensınıflar arasındaki iktidar mücadelesinin so-

nucuna bağlıdır. Bu iktidar mücadelesini ka-zanan taraf kendi hukukunu (eski ya da ye-ni hukuk) üstün kılacaktır. Bu nedenle hu-kuk alanında sürdürülen tartışmalar (anaya-

sa tartışmaları vb.), her durumda iktidarmücadelesinin bir parçasıdır.

 Açık olan, iktidar mücadelesinden galipçıkan taraf, kendi hukukuna uyulmasını veboyun eğilmesini sağlar. Bunu da “hukukunüstünlüğü” sözleriyle dile getirir.

Gerçekte ise, asıl olan “hukukun üstün-lüğü” değil, verili koşullarda varolan huku-ka uygun olarak hareket edilip edilmediği-dir. İster değiştirilmek istenen hukuk olsun,ister değiştirilmiş yeni bir hukuk olsun, herdurumda hukuk, toplumsal ilişkilerde uyul-ması zorunlu olan ve uymayanların devletgücüyle uydurulduğu kurallar ve normlarbütünüdür. Hukuktan söz edilen yerde, buhukukun ortaya koyduğu kurallara ve norm-lara herkesin uyacağı ve uymayanların uy-durulacağından söz ediliyor demektir. Halkdeyişiyle, dere geçerken at değiştirmek, ya-ni belli bir hukuk varlığını sürdürürken yenibir hukuk ortaya çıkarmak bir şeydir, varo-lan hukuku hiçe saymak, onu yok kabul et-mek başka bir şeydir. Ülkemizin somut ta-

rihsel gerçeği, birinci durumdan daha çokikinci duruma ilişkindir.Egemen sınıflar arasındaki ya da daha

geniş anlamda sömürücü sınıflar arasında-ki ekonomik ilişkilerde meydana gelen de-ğişimlere uygun olarak ortaya çıkan siyasaliktidarlar, her zaman mevcut hukukun ken-di siyasal iktidarlarını tam olarak temsil et-mediğini, dolayısıyla değiştirilmesi gerekti-ğini ortaya koyarken, aynı zamanda ekono-mik ilişkilerdeki değişimi mutlak ve kalıcıhale getirme istemlerini dile getirmiş olur-

lar.“Demokrasi” adı verilen yönetim biçimi

ise, değişen sınıf ilişkilerine bağlı olarak de-ğişik iktidarların ortaya çıkabileceğini öngö-rürken, aynı zamanda temel hukuksal yapı-nın değişmezliğini esas alır. Bu bağlamda“demokrasi”, fiili güç ilişkileri ne denli de-ğişirse değişsin, egemen sınıflar arasındakiilişkilerin anayasada ifadesini bulan belli bir“consensus”a dayalı olarak sürdürülmesidemektir. Eğer bir siyasal iktidar bu “con- sensus”u ortadan kaldırmaya yönelirse,

açıktır ki, egemen sınıflar arasındaki ilişkikökten değişime uğramıştır ya da siyasaliktidar aracılığıyla böyle bir kökten değişi-

Page 29: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 29/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

2

me uğratılması istenmektedir.Egemen sınıflar arasındaki ilişkilere bağ-

lı olarak ortaya çıkan bu “anayasal” değişimistemi ya da girişimi, her durumda “alttaki”

sınıfların tabi oldukları ya da olacakları ye-ni bir kurallar ve normlar bütünlüğü ortayaçıkartır. Hukuksal olarak nasıl ifade edilirseedilsin, bu kurallar ve normlar, kesin olarak“alttaki” sınıfların, yani yurttaşların hak veözgürlüklerini değil, yeni egemenlere karşı yükümlülüklerini ve görevlerini saptar. Bunedenle de, egemen sınıflar arasındaki ik-tidar mücadelesinin bir aracı ve yansısı olanhukuk ve anayasa tartışmaları, birincil de-receden sadece egemenlerin, yani yöneten-lerin değil, yönetilenlerin de kaderini belir-ler.

Ülkemizin “çok partili” yakın tarihine ba-kıldığında, asıl olanın iktidar sahiplerinin ik-tidarlarını pekiştirmek ve sürdürmek ama-cıyla kendi dışındaki sömürücü sınıflara ye-ni bir “consensus” dayatmasından dahaçok, “alttakiler”in, yani yurttaşların kabuledilen hukuk karşısındaki konumlarıdır.

Hangi anayasal düzen altında olunursaolunsun, ne denli “hukukun üstünlüğü”ndensöz edilirse edilsin, somut gerçeklikte, ikti-

dar sahipleri kendi oluşturdukları hukukubir süre sonra görmezlikten gelmeye baş-larlar ve kendi hukuklarını açıkça çiğnerler.Kimi durumda yürütmenin yasama ve yar-gı karşısında mutlak üstünlüğünün sağlan-ması şeklinde ortaya çıkan bu hukuk tanı-mazlık, hukuk ihlalleri,  mutlak iktidar iste - minin bir yansısıdır. Ülkemizin temel sorun-larından birisi de bu mutlak iktidar istemi ve bu isteme bağlı olarak ortaya çıkan hu-kuksuzluktur.

Demokratik devrimin tamamlanmadığı,

 yani gerçek bir demokrasinin mevcut olma-dığı, dolayısıyla demokratik hukuk ilişkileri-nin kökleşmediği bizim gibi ülkelerde her yeni iktidarın, kendisini iktidara getiren hu-kuksal ilişkileri değiştirmeye kalkışması veüstelik hukukun kendi iktidarını sınırladığı-nı düşünerek mevcut hukukun dışına çık-ması genel bir özelliktir, sistemin temel ni-teliğidir. Bugün “sivil vesayet” ya da “tekparti diktatörlüğü” denilen durum, bu özel-liğin AKP iktidarı koşullarında bir kez dahaortaya çıkışından başka bir şey değildir.

Bugün AKP iktidarı, kendisini iktidara ta-şıyan hukuksal yapıyı değiştirmeye kalkışır-ken, zaten uyulmayan ve sürekli çiğnenen

 ve kendisinin de çiğnediği bir hukuksal ya-pıyı ortadan kaldırmaya kalkışmaktadır.

Gerçeklikte 12 Eylül “hukuku”, yasama ve yargı karşısında yürütmenin mutlak ege-

menliğinin ifadesidir. Sıkça kullanılan tanım-la, güçler ayrımı doktrini, 12 Eylül “hukuku”ile büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, yürüt-me erki mutlak bir güç haline getirilmiştir.12 Eylül “hukuku”nun yaptığı tek şey, mut-lak yürütme erkini hükümet ile cumhurbaş-kanı arasında belli bir oranda dağıtmış ol-masıdır. AKP’nin yeni anayasa arayışı ise,bu hükümet ile cumhurbaşkanı arasındadağılan mutlak yürütme erkini tek bir ku-rumda (başbakan ya da cumhurbaşkanı)birleştirme ve belli ölçülerde genişletme is-teminin dışavurumudur. Ancak hukuk, han-gi hukuk olursa olsun, yürütme gücününmutlak iktidarını önleyen belli kuralları içer-mek durumundadır. İşte bu nedenle de, ye-ni bir anayasa yapılsa bile, bu anayasanınfiili ömrü, hazırlanışı ile kabul edilişi arasın-da geçen süreyle sınırlıdır. Kabul edildiği an-dan itibaren, bir kez daha yürütmenin mut-lak gücünü sınırlandıracağından gereksiz ve“dar” hale gelecektir.

Evet, ülkemizdeki sorun, yeni bir anaya-

sa ya da yeni bir “consensus”, yahut yeni birhukuk sistemi değil, ilan edilen anayasaya,“consensus”a ya da hukuk sistemine uyu-lup uyulmayacağı sorunudur. Her durumda,hukuku oluşturan iktidarlar ya da varolanhukuk yoluyla iktidara gelenler kendi hu-kuklarını çiğneyeceklerdir.

Bu durumu AKP’nin sekiz yıllık iktidarın-daki “icraatları”na bakarak somutlayabili-riz.

 AKP’nin iktidara geldiği koşullarda, ülketarihinde hiç olmadığı kadar anayasal huku-

kun dışında, denetlenilmeyen bir yaptırımgücüne sahip fiili kurumlar mevcuttu. TMSF,BDDK ve vergi düzenlemeleri, 1999 ve 2001krizleriyle birlikte İMF’nin dayatmasıyla or-taya çıkartılmış anayasal hukuk sistemi dı-şında bir yürütme gücü oluşturmuştur. Ana-  yasa ve yasalar tarafından sınırlandırılma-mış, tersine anayasal ve yasal sınırlamalarıortadan kaldırmak için oluşturulmuş olanbu ekonomik yürütme gücü, AKP iktidarı ta-rafından siyasal amaçlar için kullanıldığı gi-bi, temsil ettiği sınıf ve kesimlerin güçlendi-

rilmesi için de kullanılmıştır. AKP’nin İMF “yasalarıyla” ya da 2001 yı-

lının söylemiyle “Kemal Derviş yasaları”yla

Page 30: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 30/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

0

giriştiği ilk icraat, yeni vergi yasalarının Ma-liye Bakanlığına tanıdığı ve yargı denetimi-nin dışına çıkartılmış yaptırım gücünü “mu-halif” esnaf ve küçük sermaye kesimi üze-

rinde alabildiğine kullanması olmuştur.2003-2005 arasında “vergi denetimi” adı al-tında yürütülen ekonomik baskıyla “muha-lif” esnaf ve küçük sermaye kesimi sindiril-miştir. Burada söz konusu olan, her vergihukukunda mevcut olan “vergi denetimi”değil, “Kemal Derviş yasaları”yla Maliye Ba-kanlığına verilmiş olan her türlü bankacılıkişlemlerinin bakanlıkça denetlenmesi yetki-sidir. AKP iktidarı, bu yetkiye dayanarak es-naf ve küçük sermaye kesimlerinin bankaişlemlerini gözetime almış ve “muhalif” es-naf ve küçük sermaye sahiplerini vergi ka-çırdıkları gerekçesiyle denetime almıştır. Üs-telik bu iddiada esas olan, iddia sahibinin, yani Maliye Bakanlığının vergi kaçakçılığı id-diasını kanıtlaması değil, iddia edilenin ken-di “suçsuzluğunu” kanıtlamasının istenme-sidir. Ancak AKP bununla da yetinmemiş,gerçek dışı banka işlemleri ve hesapları uy-durarak, “muhalif” esnaf ve küçük serma- ye sahiplerini tehdit etmiştir.

“Medya”ya yansımayan ve “medya”nın

hiç sözünü etmediği bu örtülü operasyonla“muhalefet” sindirilmiş ve kendisine biat et-meye zorlanmıştır.

Doğrudan İMF’nin istemiyle bankalara elkonulmasını ve tasfiyesini hiçbir yasal engelolmaksızın gerçekleştirmek amacıyla oluş-turulmuş olan TMSF, AKP tarafından “serve-tin el değiştirmesi” ya da “servetin yenidendağıtımı” için alabildiğine kullanıldığı gibi,orta ve büyük sermaye kesimlerinin siyasalbaskı altına alınması için de kullanılmıştır.

Bu iki örnek, mevcut yasal düzenleme-

lerin nasıl yasadışı amaçlarla kullanıldığının, yani hukukun, hukuku çiğnemek için kulla-nıldığının açık örnekleridir.

Benzer durum iletişimin “yargı kararıy-la” dinlenmesi konusunda da ortaya çıkmış-tır. Teknik takip, ortam dinlenmesi vb. yol-larla ülke çapında her türlü iletişimin “yargıkararıyla” denetim altına alınması ve bu de-netim yoluyla suçlamaların yapılması birbaşka hukuksuzluk örneğidir.

Bu ekonomik ve siyasal hukuksuzluk ya-nında ceza hukuku ve hukuk usulleri yasa-

ları da nasiplerini almıştır. Örneğin Münev-  ver Karabulut cinayetinde, hukuk açıkçaçiğnenmiştir. “Medya”nın sağladığı “meşru-

iyet”le “sanık”ın akrabaları tutuklanarak “re-hin” alınmış ve “zengin” amcası benzer bir“rehin” alınma tehdidi altında “sanık”ı tes-lim etmeye zorlanmıştır. Açıktır ki, emniye-

tin bu cinayetin failini yakalamada gösterdi-ği “üstün başarı”da, hukukun “suçun şahsi-liği” ilkesi tümüyle bir yana bırakılmıştır. Nekadar hukuk devletinden, hukukun üstün-lüğünden söz edilirse edilsin, tüm yurttaşla-ra ilişkin bir hukuk ilkesi (“suçun şahsiliği”ilkesi) ayaklar altına alınırken, hiç kimse se-sini çıkartmamıştır.

Diğer bir örnek ise, toplumda “infial” ya-ratan, “insanlık dışı suç” olarak ilan edilenküçük çocukların ırzına geçilmesi ve öldü-rülmesi suçlarından tutuklanan kişilerin ce-zaevinde “intihar” etmeleri ya da “diğer tu-tuklular tarafından linç edilmesi” olayıdır.

Bu olayda, mevcut hukuk sistemi, hukukilkeleri ve bizatihi yasalar yok sayılmıştır. Sa-nığın suçluluğu hükmen, yani bir yargı ka-rarıyla sabit oluncaya kadar suçsuz sayılma-sı ilkesi (suçsuzluk karinesi) “medya” ara-cılığıyla ortadan kaldırılmış ve “hüküm” ve-rilmiştir. Üstelik yasaların hükmettiği cezadışında ölüm cezası “hükmü” verilmiş vecezaevlerinde fiilen infaz edilmiştir. Böyle-

ce hiçbir suçluya, işlediği suçtan ötürü ya-saların öngördüğünden farklı ve ağır ceza verilemeyeceği ilkesi de ayaklar altına alın-mıştır. Bu da, toplum içinde fiili cezalandır-ma anlayışının ortaya çıkmasına, dolayısıy-la da linç girişimleri için uygun ortam yara-tılmasına yol açmıştır.

Ekonomik ilişkilerden siyasal ilişkilere,özel hukuktan ceza hukukuna kadar tümalanlarda mevcut hukuk kural ve normları-nın fiilen işlemez hale getirilmesi ya da as-kıya alınması, görmezlikten gelinmesi, aynı

zamanda mevcut yasaların yasa koyucununamacı dışında yorumlanması ve amacı dı-şında kullanılmasıyla birlikte ortaya çıkmak-tadır.

Tüm bunlara bazı mahkemelerin ve yar-gıçların siyasal iktidarın istediği türden ka-rarlar alabilmesi ve bu yolla yasadışı, hukukdışı uygulamalara “yasal” görünüm kazan-dırılması örnekleri de eklendiğinde, ülkedesözcüğün gerçek anlamıyla bir hukuktan,hukuk devletinden ve “hukukun üstünlüğü”n-den söz etmenin olanaksız olduğu açıkça

görülecektir.Böylesine hukuksuzluğun, hukuk dışılı-

ğın kolayca uygulanabildiği, yasaların kolay-

Page 31: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 31/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

1

ca bir yana itildiği, görmezlikten gelindiği birülkede, açıktır ki, anayasa da, anayasal hu-kuk da hiçbir bağlayıcılığa sahip değildir. Ay-nı biçimde, anayasanın “temel toplumsal

mutabakat metni” olduğuna ilişkin hukuk-sal düşünce ve kanı da geçerli değildir. Budurumda, AKP’nin mevcut anayasaya aykı-rı yasalar çıkarması ve icraatta bulunmasıne kadar “meşru” ise, hiçbir “mutabakat”(consensus) aramaksızın meclisteki çoğun-luğuna dayanarak bu hukuksuzluğu “meş-ru”laştıracak yeni bir anayasa yapmaya kal-kışması da o kadar “meşru” olmaktadır.Esas olan hukuksuzluktur, yasa koyucularınkendi yaptıkları yasalara uymamalarıdır.

Eğer bir toplumda, yasa koyucular ve ya-saları uygulamakla yükümlü olanlar kendikoydukları yasaları çiğniyorlar, yükümlülük-lerini yerine getirmiyorlarsa ya da yasaları

fiilen uygulanamaz hale getiriyorlarsa, o top-lumda hukuktan, hukuk devletinden ya dahukukta ifadesini bulan bir toplumsal dü-zenden söz edilemez. Böyle bir toplumda,hukuka uymakla yükümlendirilmiş her ke-sim ve herkes, bu hukuka uymama hakkı-na sahiptir, artık hukuk hiç kimseyi bağla-maz. 1789 Fransız Devriminde “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi”nde ifadesini bu-lan “  direnme hakkı”, bu koşullarda tüm yurttaşların hakkı ve görevidir.

Page 32: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 32/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

2

Tekel işçileri, 14 Aralıkta başladıkları ey-lemleriyle, bir yandan işçi sınıfının bir kezdaha keşfedilmesini sağlarken, diğer yan-dan 1991’deki Zonguldak maden işçilerinineyleminden günümüze kadar geçen süreç-teki belirsizlikleri, karmaşayı ve yanlış dü-şünceleri daha da belirginleştirdi. Bir bakı-ma yirmi yıllık süreçte unutulmuş ve bir ya-na atılmış olan ekonomik, demokratik ve si-  yasal mücadele kavrayışlarının, düşüncele-

rin, olumlu ve olumsuz her şeyin  katalizö - rü oldu. Yalın ekonomik taleple yola çıkan Tekel

işçileri “ katalizör ” olarak ortaya çıkarken,aynı zamanda ekonomik-demokratik müca-deleye ilişkin eski siyasal anlayışların hiç de-ğişmeden on yıllar boyunca varlıklarını sür-dürdüğünü de gösterdi.

Tekel işçilerinin kendi eyleminden dahaçok, bu eylemle dayanışma söylem ve ey-lemlerinde ortaya çıkan hümanizm de, ey-lemin ekonomik-demokratik içeriğini aşan

 ve çokluk üstünü örten bir nitelik kazan-dı.*

“Klasik sendika ve sendikacılık” döne-minin sona erdiğini, şimdi “toplumsal hare-ket sendikacılığı”nın zamanı olduğunu söy-leyenlerin yeniden “klasik” sendikayı vesendikacılığı keşfetmesini de sağlayan, ken-dilerine “aydın” diyenlerin işçi sınıfı adına“genel grev” için imza toplama garabetini

de açığa çıkaran Tekel işçileri olmuştur.Tekel işçilerinin eylemi, kimilerine göre

“yeni bir işçi sınıfı hareketinin doğuşu”numüjdelerken, kimilerine göre “Türkiye’yenasıl yeniden insan ve yurttaş olunabilece-ğini öğret”mektedir! Bir başkaları için, yıllarboyu dillerinden düşürmedikleri ve sonun-da kendilerinin bile inanmadığı “umudu bü- yütme” söyleminin yeniden dirilişiydi!

Tekel işçilerinin eylemi, daha birkaç haf-

ta öncesine kadar herşeyin “kamu emekçi-leri hareketi”ne endekslendiği, sınıf müca-delesi denildiğinde akla “kamu emekçile-ri”nin geldiği, kitle mücadelesinin “kamuemekçileri”nin 25 Kasım “genel grevi”yle  yükselişe geçtiği vb. türünden söylemleri,anlayışları bir çırpıda bir yana itiverdi.

Bitlis’ten, Diyarbakır’dan, Manisa’dan,Tokat’tan, Trabzon’dan gelen Tekel işçileri-nin eylemi, Kürt ulusal sorununun gerçek ve somut çözüm yolunun nerede olduğunuda gösterdi.

Tekel işçileri eylemleriyle tüm bunları or-taya çıkartırken, eylemlerinde “Türk bayra-ğı”nı taşımaları, ilk kez sol tarafından ayıp-lanmadı, kınanmadı ve hatta görmezliktengelindi. Ve son yıllarda ilk kez, bir işçi hare-keti, işçi kitlesi, solda “Türk bayrağı”na kar-şı duyulan tepkinin önüne geçti.

“Kamu emekçileri”nden eczacılara, itfa-iyecilere kadar her kesim, Tekel işçilerinineylemi çevresinde toplanırken, aynı zaman-da onların eylemleri üzerinde kendi özgün ve mesleki istemlerini dile getirmenin yol-larını aramaya başladılar. Özellikle Tekel iş-çileriyle dayanışma amacıyla gerçekleştiri-len bir saatlik iş bırakma eyleminin fabrika-

%100 Dumansız Hava SahasındaTekel İşçileri

* Bu dayanışma söylem ve eylemlerinde egemenolan “Ankara’nın soğuğunda bizi Tekel işçisinin mü-

cadele ateşi ısıttı” türünden sözlerde ifadesini bulan“pozitif hümanizm”, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in“Tek hatamız merhametli davranmak” sözlerinde “ne-gatif hümanizm” olarak ortaya çıkmıştır.

Page 33: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 33/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

lardan madenlere kadar her yerde etkin bi-çimde gerçekleştirilmesi, bu arayışları veçabaları daha da hızlandırdı.

Tekel işçileri, “kamu emekçileri”nden

eczacılara, itfaiyecilerden öğretmenlere ka-dar her kesimin, sözcüğün gerçek anlamın-da işçi kitlesinin başını çektiği bir genelgrevde buluşmaları için uygun bir ortam ya-rattı.

Tekel işçileri, 17 Aralık günü polisin sal-dırısı karşısında bir adım geri çekilmeyerek,polisin tüm şiddetine rağmen birlik içindekalarak, alışılagelen öğrenci hareketleri gi-bi polis saldırısı karşısında sağa sola dağıl-mayarak yeni bir direniş tarzı ortaya koy-du.

Oysa tüm bu “katalizör” ve öncü rolünekarşın, Tekel işçilerinin Ankara’daki eylem-leri, cılız ve göstermelik birkaç “destek” söz-lerinin dışında bir süre görmezlikten gelin-di. Yine de birkaç CHP’li milletvekilinin “ru-tin” alışkanlıkla sahiplendiği Tekel işçileri,kendi özgüçleriyle direnişlerini ve eylemle-rini sürdürdüler. Legalist solun birkaç kişilik“zincirleme” eylem biçimlerini bile denedi-ler. Ama kısa sürede sadece varolmakla, sa-dece direnmeyi sürdürmekle, sadece karar-

lılığı göstermekle sınıfsal özelliklerine uyguneylem biçimini öğrendiler. Ve sadece hükü-metin ve polisin tutumuyla politize oldular,eylemleri siyasallaştı. Eylemleri siyasallaştı-ğı ölçüde, sıkılı yumruklar havaya kalktı, slo-ganlar daha kesin hale geldi.

Böylece, bir kez daha “ekonomik müca-deleye siyasal nitelik kazandırma” hevesli-lerinin hevesleri kursaklarında kaldı.

Tekel işçilerinin eylemi, Lenin’in, “İktisa-di mücadele çok kez  kendiliğinden siyasal

bir niteliğe bürünür, yani ‘devrimci basilin-

aydın tabakanın’ müdahalesi olmadan, sınıf bilinçli sosyal-demokratların müdahalesi ol-madan” saptamasının yeni bir kanıtı ol-du.*

Tüm bu somut gerçeklikten ortaya çıkansoru şudur: Yalın ekonomik taleple yola çı-kan Tekel işçileri böylesi bir “katalizör” veöncü rolünü nasıl üstlenebildi? Nasıl oldu

da, geniş bir “medya” desteğine sahip olan“kamu emekçileri”nin tüm örgütlülüklerine ve eylemliliklerine rağmen başaramadığı birşeyi, geniş kitleleri kendi çevresinde topla-  yarak harekete geçirmeyi başarabildiler?

Şüphesiz nitelik değişimi her zaman ni-celik birikiminin ürünüdür. Nicelik birikimiolmadan nitel dönüşüm olamaz. Bu bağ-lamda, Tekel işçilerinin eylemi ve yarattığısonuçlar, ülkemiz tarihindeki, ne kadar ye-nilgiye uğratılmış olursa olsun tüm işçi vedevrimci mücadelelerin üzerinde yükselir. Ancak bunların etkisi doğrudan değil, do-laylıdır. Elbette “kamu emekçileri”nin 25 Ka-sım genel uyarı grevinin de, tekil öğrenci ey-lemlerinin de Tekel işçilerinin eylemininoluşumunda ve gelişiminde etkisi vardır. An-cak ortaya çıkan gerçek, doğrudan ya dadolaylı olarak Tekel işçilerinin eylemini et-kileyen etmenlerin Tekel işçilerinin eylemiçevresinde toplanma gereği duymalarıdır.İşte bu sınıf farklılığıdır.

  Adına ne kadar “emekçi” sıfatı eklenir-

se eklensin, “kamu emekçileri” adı verilenmemur kesimi yalın biçimde küçük-burju- valardan oluşur. Küçük-burjuvazi, sınıfsalözellikleri nedeniyle sürekli ve kararlı birmücadele yürütemez, halk kitlelerinin ön-cüsü olamaz. AKP’nin iktidara gelmesiylebirlikte Memur-Sen’in üye sayısında ortayaçıkan olağanüstü artış da, küçük-burjuvazi-nin (“kamu emekçileri”) güçlüden yana ol-ma özelliğinin bir yansısıdır. Ancak bu, me-murların, “kamu emekçisi” sıfatıyla kendi yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla yü-

rüttükleri mücadeleyi küçümsemek anlamı-na gelmez. Bunun anlamı, küçük-burjuva-zinin, ne kadar KESK içinde örgütlü olursaolsun, ne kadar “solcu” görünürse görün-

* Lenin, Ne Yapmalı? , s. 93. Lenin şöyle yazar:“Rusya dahil, bütün dünyada, iktisadi mücadele-

 ye siyasal nitelik kazandırmaya   ilk  kalkışan, çok  kez,  bizzat  polis olmuştur ; hükümetin kimi desteklediğinikavramayı işçiler kendileri öğreniyorlar. Yeni bir Ame-rika keşfetmiş gibi bu kadar övgüsünü yaptığınız ‘iş-çilerin işverene ve hükümete karşı iktisadi mücade-lesi’, bugün Rusya’nın her tarafında, en ücra köşele-

rinde bile, grevlerden sözedildiğini işitmiş, ama sos- yalizm konusunda hiç bir şey duymamış işçilerin ken-dileri tarafından yürütülmektedir. Elle tutulur sonuç-lar vaadeden somut istemler ileri sürerek biz işçiler

arasında harekete geçirmek istediğimiz ‘eylemi’ bizzaten ortaya koyuyoruz ve günlük, sınırlı sendikal ça-lışmalarımızda, bu somut istemleri çoğu kez aydınlar-dan hiç bir yardım görmeksizin biz kendimiz ileri sü-rüyoruz... Biz sizin sandığınızdan çok daha aktifiz, vehiç bir ‘elle tutulur sonuç’ vaadetmeyen istemleri bi-le açık sokak savaşlarıyla pekâlâ destekleyecek du-rumdayız. Bizim eylemimizi ‘yükseltmek’ size düş-

mez, çünkü  eylemden  asıl  yoksun  olan  sizlersiniz .Kendiliğindenliğe daha az boyuneğin ve kendi eyle-minizi yükseltmeyi biraz daha çok düşünün baylar!”(agy, s. 93-94.)

Page 34: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 34/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

sün, sınıfsal nitelikleri gereği halk kitleleri-nin öncüsü olamayacakları demektir. İştebu nedenle, “kamu emekçileri”, yaklaşık yirmi yıllık mücadelelerine rağmen, hiçbir

zaman Tekel işçilerinin bir aylık bir süredesağladıkları gelişmeyi sağlayamamıştır.

Şu açıktır ki, Tekel işçileri yalın ekono-mik taleplerle yola çıkmışlardır. Doğal ola-rak, bu talepleri şu ya da bu ölçüde gerçek-leştiği oranda, eylemleri de sona erecektir.Her ekonomik mücadele, “elle tutulur so-nuçlar” elde edilmesiyle birlikte sona erer  ve Tekel işçilerinin eylemi de böyle sonaerecektir. Belki siyasal iktidarın demagoji-siyle, belki sendika bürokrasisinin kandır-masıyla, elde edilenler talep edilenlerdençok daha az ve önemsiz olabilecektir. Amagerçek bir işçi sınıfı hareketinin, örgütlü vekararlı bir sınıf eyleminin nasıl geniş kitlele-ri harekete geçirebileceğini açık ve somutolarak gösterdikleri için, gelecekteki sınıf hareketi üzerinde etkide bulunacaktır. Birtek işkolunda bile olsa, ülke çapında birleş-miş ve örgütlenmiş bir kitle hareketinin nekadar başarılı olabileceğini gösterdikleri

için, gelecekteki her sorunda örnek alına-caktır.

İşte AKP’yi de, işverenleri de kaygılandı-ran ve korkutan budur. Bu nedenle de, Te-

kel işçilerinin eylemini yozlaştırmak, sıra-danlaştırmak ve açık zor kullanarak sindir-mek için ellerinden gelen tüm çabayı gös-tereceklerdir. Eğer Tekel işçilerinin eylemi-ni yozlaştırabilir, sıradanlaştırabilir ve asılolarak da zor güçleriyle başarısızlığa uğra-tabilirse, onların tarihsel bir örnek olmaları-nı da ortadan kaldırabileceklerini düşüne-ceklerdir. Ama ok yaydan çıkmıştır. Artık Te-kel işçilerinin eylemi, 15-16 Haziranla, 1 Ma- yıslarla ve Zonguldak maden işçilerinin ey-lemiyle birlikte tarihteki yerini almıştır. Ne yapılırsa yapılsın, bu ortadan kaldırılamaya-caktır.

Son söz: Tekel işçilerinin eylemi, “%100dumansız hava sahası” sloganıyla “sağlıklı yaşam” savunucusu solcu, solumsu ya dahümanistlerin sigara yasağını hararetle des-teklerken, Tekel işçilerini ve tütün üreticile-rini unutuşlarına ve unutturuşlarına da bir yanıt olmuştur.

Page 35: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 35/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

Gemiler ve Fareler Küçük Kara Balığın İntiharı

Biz devrimciler, sıkça küçük-burjuvazi-den, küçük-burjuva aydınlarından söz ede-riz. Karşılaştığımız her türlü bireysel olum-suzluğu “küçük-burjuvalık” olarak tanımla-rız ve “küçük-burjuva zaafı”nın nelere yolaçabileceğini konuşuruz.

En azından, düne kadar konuşurduk.Küçük-burjuva aydınları ise, kendilerini

her türlü olumsuzlukla, bencillikle, bireyci-likle, özenmecilikle özdeşleştiren devrimci-

lere karşı içten içe düşmanlık duyguları bes-lerler.En azından, hala besliyorlar.Her ne kadar küçük-burjuvazinin sınıfsal

özellikleri elle tutulur, gözle görülür biçim-de ortaya konulsa da, kendi sınıf ilişkileri-nin kendilerini bu duruma getirdiği açık se-çik gösterilse de, küçük-burjuva aydınları-nın devrimcilere karşı düşmanlıkları hiç de-ğişmemiştir.

Küçük-burjuvazi, büyük burjuvaziyle, ya-ni kapitalist sınıf ile işçi sınıfı, yani proletar-

 ya arasında yer alan, nicelik olarak nüfusunçoğunluğunu oluşturan, ama kaçınılmazolarak proleterleşmek zorunda kalan geçi-ci bir ara sınıftır. Kimilerinin “ortadirek”, ki-milerinin “orta sınıf” adını verdiği bu küçük-burjuva sınıf, geçici ve ara sınıf olma özelli-ğiyle her zaman proleterleşme korkusu için-de yaşar. Onun proleterleşme korkusu, pro-letaryayı “ayaktakımı” olarak aşağılamasın-da ifadesini bulan sosyo-psikolojik ve pata-lojik davranışlara yol açar.

Küçük-burjuva aydını, kaçınılmaz olaraksınıfının ortadan kalkacağı korkusuyla bur-  juvazinin (kapitalistlerin) saflarında yer al-mak için yırtınır. Bir kez kapağı bu kapitalist

sınıfın yanına atabilirse, artık hiçbir şeydenkorkması gerekmeyecektir. Üstelik o prole-tarya denilen “ayaktakımı” durumuna düş-mekten kurtulmuş da olacaktır. Bu neden-le içinden çıktığı toplumsal sınıfa, yani kü-çük-burjuvaziye kolayca ihanet eder.

Küçük-burjuva aydını, tıpkı kendi sınıfıgibi bir arada-bir derede kaldığından, sürek-li yalpalar. Bu da onun ünlü “kaypaklığı”nıngerçekliğidir.

  Ama küçük-burjuva aydını, bu korkula-rını ve kaypaklığını kendi “entelektüel” bil-gisiyle gizlemekte çok başarılıdır. Ağzı laf ya-par, eli kalem tutar. Mürekkep yalamış birkişi olarak, dili ve kalemi kıvraktır. Bu kıv-raklığı sayesinde de, her türlü belirleyici vekararlaştırıcı konularda ve aşamalarda ko-layca kendisine bir çıkış yolu bulur, “kıvrak”zekasıyla övünür ve övülür.

En tipik küçük-burjuva aydını ise, kendi-sini “solcu” olarak tanımlayan, bir zaman-lar “biz devrimi sevmiştik” diye konuşan tip-

tir. Zaman zaman bu “solculuk”u değişikrenklere bürünür. Kimi zaman marjinal birmarksist olarak sahneye çıkar, kimi zaman“sosyal-demokrat” olur. Devrimci mücade-lenin geliştiği dönemlerde ise, “keskin” birmarksist-leninist ve hatta “maoist” olur.

 Yine de sınıfsal özelliği onu her yerde ele  verir. O, her düğünde gelin, her cenazedeölü olmak ister. Tüm gözler onun üzerindeolmalıdır, tüm projektörler ona dönmelidir.O ki, engin ve zengin “entelektüel” bilgisi ve zekasıyla herşeye layıktır! O, insanlara yolgöstermek, akıl vermek için yaratılmıştır!

Bir rastlantı sonucu geniş kesimler tara-fından tanınır ve bilinir hale gelirse, artık

Page 36: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 36/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

onun için “karada ölüm” yok gibidir. Alkış-lar ve övgüler canına can katar.

Öte yandan içinden çıktığı sınıf uyumcu-dur. Her ortama uyar, her gelişmeye uygun

davranışlar geliştirir. Sıkıya ve sıkıntıya faz-laca gelemez. Ortamcı olduğu kadar eyyam-cıdır da. En sıradan ve basit şeyleri abart-mayı sever. Bu nedenle de “tez canlıdır”.Saman alevi gibi ateş alır ve söner. Ama hersıkıntıya düştüğünde büyük abisinin, yanikapitalist sınıfın sözünü dinler, onların gözü-ne girmeye çalışır.

Küçük-burjuva aydınının diğer bir tipiközelliği, kendisini “halk”la özdeşleştirmesi ve “halk” adına konuşma hakkına sahip ol-duğunu düşünmesidir. Bu nedenle kendi bi-reysel düşüncelerini kolayca “halklaştırır”,genelleştirir ve her şeye uyarlamaya çalışır.Eğer kafası karışık ise, herkesin kafasınınkarışık olduğunu ilan eder. Eğer depresyo-na girmişse, herkesin depresyonda olduğu-nu söyler.

 Aynı zamanda keskindir, marjinaldir, ra-dikaldir. Uçlarda dolaşmayı sever ve sevdi-ği her şeyi en sert ve keskin biçimde savun-maya kalkar.

Ne olduğu belirsiz “entelektüel zeka”sıyla

her türlü zorluğun altından kalkacağına ina-nır. Öngörülerinin şaşmaz olduğunu düşü-nür.

O, güçlüden yanadır. Bir savaşta kiminkazanacağını önceden, ama herkesten ön-ce saptayarak “pozisyon” alır. Aldığı “pozis- yon”, her durumda savaşın galibinden ya-nadır.

İşte bu özellikleriyle küçük-burjuva aydı-nı, sürekli yanlış ata oynar. Yanlış ata oyna-dığı açık seçik ortaya çıktığında bile, o, inat-la doğru bir “pozisyon”da olduğunu söyler.

Safında yer aldığı kesimin yenilmeye başla-dığını gördüğünde ise (“ilk” görenin hepkendisi olduğuna inanır), safları hızla terkeder. Bu terk edişini gizlemek için de bir yı-ğın “mazeret” sıralar.

Saf değiştirirken ve değiştirdiğinde de,olağanüstü bir pişkinlikle, kendisinin hep“eskisi” gibi olduğunu, hiç “değişmediğini”ileri sürer.

Bir kez saf değiştirdiğinde de, eski safla-rına ve eski saflarda birlikte yer aldığı “yol-daş”larına karşı acımasızdır. Öylesine acı-

masızdır ki, ilk baştan itibaren o saflara düş-man olanlar bile, onların bu acımasızlığıkarşısında onu frenlemeye çalışırlar. Acıma-

sızlık, açık bir düşmanlıkla özdeşleşir.“Medya” dünyasında Hadi Uluengin gi-

bileri bu tipin en zavallı örneğini oluşturur-lar. Şahin Alpay, Halil Berktay gibi “teoris-

 yen” tipler ise, geçmişteki oportünist dene- yimlerini egemenlerin hizmetine sunarlar.İçlerinde Oya Baydar gibi, “nedamet” getir-miş ve “nedamet” getirdiği oranda “pavyon-daki namuslu kadın” rolünü oynayanlar da vardır.

 Ancak bu tipler sadece marksist saflar-dan gelmezler. Kimi zaman Yiğit Bulut gibi,günün modasına, yükselen “değer”ine uy-gun olarak “ulusalcı” olanlar da vardır. Butipler, marksist bir geçmişe sahip olmadık-ları için, “pavyon”a fedai olarak gönüllü ya-zıldıklarında, yine de “pavyon”un sahibi ve  yöneticisiymiş gibi davranırlar.

Tüm bunların dışında ve bir dönem içinbunlara “muhalif” olan “medyatik” küçük-burjuvalar vardır. Ülkemizin özgünlüğündeortaya çıkan bu özel tipler, “solcu aile”ninözenle-bezenle büyüttüğü ve Behrengi’nin“  Küçük Kara Balık” öyküsüyle yetiştirdiğiçocuklardır. Hemen hepsi Behrengi’yle ye-tiştirilmiş ve 12 Eylül döneminde büyümüş-lerdir. Genellikle reklamcılık alanında, sine-

ma sektöründe çokça bulunan bu özel tip-lerin bazıları, örneğin Ece Temelkuran gibi-leri “medya” dünyasında bir “köşe” sahibiolabilmişlerdir.

Behrengi öyküleriyle yetiştirildiklerinden,ortak özellikleri “solcu hümanizm”dir. Kü-çük-burjuva bireyciliği ve bencilliği, onlarındilinde “kolektif insancıllık” şeklini alır.“Ben”den çok “biz”den söz ederler ve “biz”-den söz ettikleri her yerde “ben”i genelleş-tirirler. Bu nedenle de, hem “solcu” olabi-lirler, hem de küçük-burjuva aydınların dün-

 yasında itibar görürler.Gerçekte bu özgün tipler, diğerleri gibi

“dönme”ye gereksinme duymazlar. Her ikikesimi de “idare” edebildikleri için, zatenböyle bir şeye gereksinmeleri de yoktur. AKP’nin “medyatik” baskısının yoğunlaşma-sıyla birlikte bu konumlarından da uzaklaş-maya başlamışlardır.

Ne olmuştur, nasıl olmuştur bilenmesede, Milliyet gazetesinin Tayyip Erdoğan’ın ta-limatıyla “yandaş medya” haline getirilme-si kararı ve ardından Ertuğrul Özkök gibi her

dönemin adamının istifaya zorlanmasıylabirlikte “medya”da bazı gelişmeler ortayaçıkmıştır. Bu gelişmelerin ilk işareti Yiğit Bu-

Page 37: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 37/40

Ocak-Şubat 2010 KURTULUŞ CEPHESİ

lut tarafından gösterilmişse de, son gelişmeEce Temelkuran’ın açıkça yeni bir “kerteriz”alarak ortaya çıkışı olmuştur.

Önce sürekli “yayıncısı”, eski AKP Urfa

milletvekili Faruk Bayrak’ın sahibi olduğuEverest’ten “Muz Sesleri” romanı yayınlan-dı. Ardından her kaset çıkaran popçu gibi,kanal kanal dolaşarak kitabının PR çalışma-larını yürüttü. Bolca fotoğraf çektirip, bolcaröportaj yaptı. “Popüler kültür”ün simgele-rinden olduğunu söylediği Hülya Avşar’ınprogramına bile çıkmaktan kaçınmadı.

 Aydın Doğan’ın Fettullahçı “jokeri” Dev-rim Sevimay’la yaptığı röportajda şöyle ko-nuşmaya başladı:

“Biliyor musun, aslında bu kadarOrtadoğulu olduğumu bilmiyordum.Kaldı ki Türkiye’nin de Ortadoğulu ol - duğunu ama bunu henüz Türkiye’ninde bilmediğini düşünüyorum. Çünkübu bir dünyanın güney yarımküresihissi ve biz o histen, yani ‘ezilen ta-rafız’ hissinden kaçıp duruyoruz. Oy-sa gelip biraz Ortadoğu’da yaşansabunun böyle olmadığı, Türkiye’nin deOrtadoğulu olduğu hemen anlaşı-lır.” (3 Ocak 2010)

 Ardından Radikal Kitap ekiyle yaptığı rö-portaj geldi:“Bir Türk olarak doğduğun gibi bir

Patagonyalı olarak da doğmuş olabi-lirdin. O zaman neyle gurur duyacak-tın? Ama sınıfsal kimlikten de kurtul - mak lazım dersek eğer, bu hem çokzengin, hem iştah açıcı, hem de zorbir konu. Evet, ondan da kurtulmakgerektiğini düşünüyorum. Hiçbir sını - fa ait olmamayı becerebilsek keşke.”(8 Ocak 2010)

 Ve “ İslam mı? O dediğin, sosyalizmdir !”başlıklı köşe yazısı çıka geldi:

“Anlattım ki, kalbin matematiği bi-ze ezberletmeye çalıştıkları gibi de-ğil. Tek başımıza mutlu olmuyoruz.‘Ben’ denen lanet yük yoruyor bizi.‘Ben’ ancak ‘biz’ içinde eriyince mut-lu oluyor...

 Aynı sözleri televizyonda, Hülya Avşar’ın programında söylemiştim. Osırada Nihal telefonuma bir mesaj at-mış: ‘Çok islami söylemlerin var ya-

hu!’Sonra açıklamış‘Biz’de erimek, kalbin ancak ada-

narak, feda ederek mutlu olması...Bunlar Kurani mesajlar.’

Ben de cevap verdim: ‘Fena hal-de sosyalizmdir o!’...

Hep böyle düşündüm. Yeni olanise, Beyrut serüveninden sonra me-sela, İslami başkaldırı geleneğini, yer  -  li isyan tarihini sosyalizmin kalbiyle buluşturmak derdim, merakım. Ya-kında belki de bu konuları konuşma- ya başlamalıyız.” ( Milliyet, 15 Ocak2010)

Ece Temelkuran’ın dönüşüm serüveni-nin ilk günleri bu sözlerle geçti. “Ilımlı is-lam”a karşı “  islami başkaldırı geleneği”nesığınarak, yani “ılımlı islam”ın karşısına Lüb-nan Hizbullahının “radikal islamcılığı”nı çı-kartıyormuş “gibi” görünerek yeni bir “ker-teriz” aldığını ilan etti. Üstelik Hülya Avşar’ınprogramında kendisine mesaj atan “Nihal”le, yani HaberTürk’ün türbanlı yazarı Nihal Ben-gisu Karaca’yla “islamın başkaldırı gelene-ğini... sosyalizmin kalbiyle buluşturmak der-di”ne düşeceğinin de “sinyalini” verdi.

Şüphesiz Ece Temelkuran gibi, kendi bi-reyselliğinden yola çıkıp “tüm kadınların ka-fası karışıktır” genellemesi yapan birisinin

“kafa”sının içinden nelerin geçtiğini bilme-miz olanaklı değildir. Ama görünen o ki,“medya”da ortaya çıkan gelişmeler karşısın-da bir “pozisyon” almaktadır. Bu “pozisyon”,“tıknaz düşünce adamı” dediği Fehmi Korugibi “ılımlı islamcılar”ın “hedefi” haline gel-mesine karşı, “Mumcu koruması”nın sonaerdiği bir dönemde, korunmak için “radikalislamcı”ların safında yer alma “pozisyon”ugibidir.

Bu “pozisyonu”, tam da, kendi sözüyle,“Tayyip Bey’in çok yakında ‘führer’leşeceği”*

tartışmalarının, yani “sivil vesayet” tartışma-larının yoğunlaştığı bir dönemde almıştır.

* “‘Sen bu ülkenin garnitürüsün!’ (25. 7. 2007) di- yerek gitmiştim tatile. O yazıya, Tayyip Bey’in çok ya-kında ‘führer’leşeceğini’ söylediğim için kızdılar... İs-lami muhafazakârlığın artık kendini çekincesiz daya-tacağını söylediğim için kızdılar... İktidarın pek yakın-da ‘Ya bizim gibi olacaksın ya da hiç olmayacaksın’diyeceğini ileri sürdüğüm için kızdılar... Ne oldu? Bil-hassa ‘Yaşasın, demokrasi kazandı’ diyenlere, siville-şiyoruz gazıyla ortalamanın faşizminin tepemize bağ-

daş kurmasını destekleyenlere, Tayyip Bey’in seçimgecesi yaptığı konuşmayı ‘çok kucaklayıcı’ bulanlarasoruyorum: Bekir Coşkun’a söylenen ‘Ya sev ya terket’ size hiç mi değmedi?” ( Milliyet, 26 Ağustos 2007)

Page 38: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 38/40

KURTULUŞ CEPHESİ Ocak-Şubat 2010

O, şimdi Ciner’in Habertürk’üne transferolmuştur. Ocağın ilk günlerinde gerçekle-şen bu transfer sonrasında, hiçbir şey olma-mışcasına Milliyet’teki yazılarını sürdürme

becerisini göstermiştir. Üstelik Milliyet’te ya- yınlanan son yazısında okuyucularına hiçbiraçıklama yapmaksızın ve onların “vefa”sınakarşı bir tek söz söylemeksizin gidivermiş-tir.

Bu “pozisyon”, kendisini ne kadar “ılım-lı islamcı”lardan korur bilemiyoruz. Ama bil-diğimiz tek şey, “kafası karışık” bir küçük-burjuva olarak Ece Temelkuran’ın yeni bir“kerteriz” alarak, yeni bir ummana yelkenaçtığıdır. Yerli islamcılara (şeriatçılara) kar-şı “yabancı” islamcılar (Lübnan Hizbullahı)kendisini ne kadar korur bilemeyiz. Ama bil-diğimiz bir şey var ki, bu koruma “pozisyo-

nu” etkisiz kaldıkça, Ece Temelkuran dahaçok yeni “kerteriz”ler almak zorunda kala-caktır.

Ece Temelkuran’ın “serüveni”, 12 Eylül

günlerinde Behrengi’nin “ Küçük Kara Ba- lık”ıyla başlamışsa da, vardığı yer “büyükbalık operasyonu”dur. Açıktır ki, bu “KüçükKara Balık”ın “büyük balık” karşısında mü-cadele yerine teslimiyeti seçişidir, “KüçükKara Balık”ın intiharıdır!

 Ama Behrengi’nin öyküsü şöyle biter:“On bir bin dokuz yüz doksan do-

kuz küçük balık ‘İyi geceler’ dileye-rek yatmaya gitti. Büyükanne de uy-kuya daldı. Ama küçük bir  kırmızı balık ne yaptı ne ettiyse de uyuyama-dı. Sabaha kadar denizi düşündühep...”

Page 39: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 39/40

ERİŞ YAYINLARI

MAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM IMAHİR ÇAYAN: KESİNTİSİZ DEVRİM II-IIIİLKER AKMAN: MEVCUT DURUM VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ

*** TÜRKİYE DEVRİMİNİN ACİL SORUNLARI-I*** OLİGARŞİ NEDİR?*** MARKSİZM-LENİNİZM BİR DOGMA DEĞİL, EYLEM KILAVUZUDUR-III*** THKP-C/HDÖ VE 15 YIL*** POLİTİKLEŞMİŞ ASKERİ SAVAŞ STRATEJİSİ VE DEVRİMCİ TAKTİĞİMİZ*** GRAMSCİ ÜZERİNE*** REVİZYONİZMİN REVİZYONU*** ULUSAL SORUN ÜZERİNE*** “BDS”: BİR PRAGMATİK SAPMA *** “YENİ” OPORTÜNİZM ÜZERİNE*** ZAFER BİZİM OLACAKTIR! [Ankara Davası Savunması]*** DEVRİM PROGRAMLARI

*** RUS DEVRİMİNDEN ÇIKAN DERSLER *** ESKİ BİR GERİLLANIN “EMEK”İ*** PASS VE “YENİ ÇÖZÜM”ÜN FIRSATÇILIĞI 

DEVRİMCİ MARŞLAR VE EZGİLER DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-I]DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE EKONOMİK BUNALIM II [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-III]LAİKLİK VE ŞERİATÇILIK ÜZERİNE [Kurtuluş Cephesi Seçmeler-II]TARİHTE, GÜNÜMÜZDE VE DEVRİMCİ MÜCADELEDE KADINLAR 

 İnternet Adresi: www.kurtuluscephesi.com

 www.kurtuluscephesi.org

 www.kurtuluscephesi.net

 E-Posta Adresi:[email protected]@kurtuluscephesi.org

Page 40: Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

8/14/2019 Kurtuluş Cephesi, Sayı:113, Ocak-Şubat 2010

http://slidepdf.com/reader/full/kurtulus-cephesi-sayi113-ocak-subat-2010 40/40