Upload
others
View
16
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
İÇİNDEKİLER
İÇİNDEKİLER……………………………………………………………..................I
KISALTMALAR ................................................................................................. …..V
ÖN SÖZ …………………………………………………………………………….VI
GİRİŞ .................................................................................................................... ..VIII
I. BÖLÜM
1. ÇEVİRİ KONUSUNA GENEL BAKIŞ ..............................................................1
1. 1. Çeviri Nedir?.........................................................................................................1
1. 2. Çevirinin Tarihsel Gelişimi……………………………………………………...8
1. 3. Türk Dünyasında Çeviri Tarihi………………………………………...……... 12
1. 3. 1. Türkiye’de Çeviri ………………………………………………………..….19
1. 4. Çeviri Kuramları………………………………………………………….…....21
1. 5. Çeviri Türleri………………………………………………………………......25
1. 5. 1. Yazın metinlerinin Çevirisi...……………………………………………......26
1. 5. 2. Bilimsel Metinlerin Çevirisi………………………………………………...31
1. 5. 3. Teknik Metinlerin Çevirisi………………………………………………......32
1. 5. 4. Bilgisayarlı Çeviri……………………………………………………….......33
1. 5. 5. Konferans Çevirmenliği……………………………………………..............35
2. ÇEVİRİDE PRENSİPLER VE SORUNLAR........................................................37
2. 1. Çeviri Prensipleri .......................................................................................... .....37
2. 1. 1. Çeviriye Başlamadan Önce Uyulması Gereken Prensipler ....................... .....42
2. 1. 2. Çeviri Yaparken Uyulması Gereken Prensipler ........................................ .....45
2. 1. 3. Bazı Özel Çevirilerde Uyulması Gereken Prensipler ............................... .....50
2. 1. 4. Çeviride Metin Türünün Önemi ................................................................ .....52
2. 1. 5. Çeviride Eş Değerlik ................................................................................. .....53
2. 2. Çeviri Sorunları ............................................................................................. .....57
2. 2. 1. Çeviride Kayıp .......................................................................................... .....62
II
II. BÖLÜM
1. KIRGIZCADAN TÜRKÇEYE ÇEVİRİ................................................................64
1. 1. Kırgızlar ve Kırgız Türkçesi ......................................................................... .....64
1. 2. Anadolu Türkleri ve Türkiye Türkçesi…………………………………….......68
1. 3. Kırgızca İle Türkçe Arasındaki Farklılık ve Benzerlikler………………..........70
1. 3. 1. Söz Varlığındaki Farklılık ve Benzerlikler……………….............................70
1. 3. 1. 1. Alıntı Sözler…………................................................................................70
1. 3. 1. 2. Karşılığı Bulunmayan Sözler…………………………..............................75
1. 3. 2. Gramatikal Farklılık ve Benzerlikler……………………………................121
1. 3. 2. 1. Ekler…………………..............................................................................121
1. 3. 2. 2. Alıntı Yapı ve Kurallar…………………….............................................127
1. 3. 2. 3. Fiiller…………………….........................................................................130
1. 3. 3. Sentaktik Farklılık ve Benzerlikler...............................................................131
1. 3. 4. Noktalama ve İmlâdaki Farklılık ve Benzerlikler.........................................134
1. 3. 4. 1. Noktalama İşaretleri..................................................................................134
1. 3. 4. 2. İmlâ Kuralları……………………………................................................144
1. 3. 5. Semantik Farklılıklar ve Benzerlikler……………………...........................145
1. 4. Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine Çeviri Meseleleri ....................... ...149
1. 4. 1. Kırgızcadan Türkçeye Çeviri Sorunları ve Uyulması Gereken Prensipler...150
1. 4. 1. 1. Çeviri Tekniğiyle İlgili Sorunlar ve Çözüm Yolları………………........ 151
1. 4. 1. 2. Söz Varlığı Farklılıklarından Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm Yolları..155
1. 4. 1. 3. Gramatikal Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm Yolları….163
1. 4. 1. 4. Sentaktik Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm Yolları……168
1. 4. 1. 5. Noktalama ve İmlâdaki Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm
Yolları.......................................................................................................................169
1. 4. 1. 6. Semantik Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm Yolları……174
III. BÖLÜM
1. METİN TÜRLERİ AÇISINDAN KIRGIZCADAN TÜRKÇEYE ÇEVİRİ........178
1. 1. Metin Türü Açısından Çeviri……………………............................................178
1. 1. 1. Edebî Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Sorunlar ve Uyulması Gereken
Prensipler ……………….........................................................................................179
III
1. 1. 2. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Sorunlar ve Uyulması Gereken
Prensipler…………..................................................................................................183
1. 1. 3. Teknik Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Sorunlar ve Uyulması Gereken
Prensipler………………..........................................................................................184
1. 2. Kırgızcadan Türkçeye Edebî Metinlerin Çevirisi ......................................... ...184
1. 2. 1. Kırgızcadan Türkçeye Nesir Çevirisi ........................................................ ...184
1. 2. 1. 1. Nesir Çevirilerinde Anlama Dayalı Olarak Yapılan Yanlışlıklar ......... ...184
1. 2. 1. 2. Nesir Çevirilerinde Üslûba Dayalı Olarak Yapılan Yanlışlıklar........... ...197
1. 2. 1. 3. Nesir Çevirilerinde Ortak Sözlerin Kullanılmamasından Kaynaklanan
Yanlışlıklar ............................................................................................................ ...208
1. 2. 1. 4. Nesir Çevirilerinde Gramer Kuralları Açısından yapılan Yanlışlıklar . ...215
1. 2. 1. 5. Nesir Çevirilerinde Sentaktik Farklılıklardan Kaynaklanan Yanlışlıklar
.................................................................................................................. ............. ...219
1. 2. 1. 6. Nesir Çevirilerinde Bağlamın Dikkate Alınmamasından Kaynaklanan
Yanlışlıklar ........................................................................................................... ...226
1. 2. 1. 7. Nesir Çevirilerinde Yabancı Kelimelerle İlgili Olarak Yapılan Yanlışlıklar
...................................................................................................................................229
1. 2. 1. 8. Nesir Çevirilerinde Kelime Seçimiyle İlgili Yapılan Yanlışlıklar............230
1. 2. 2. Kırgızcadan Türkçeye Şiir Çevirisi .......................................................... ...232
1. 2. 2. 1. Şiir Çevirilerinde Anlamla İlgili Yapılan Yanlışlıklar ......................... ...233
1. 2. 2. 2. Şiir Çevirilerinde Kafiyeyle İlgili Yapılan Yanlışlıklar ........................ ...250
1. 2. 2. 3. Şiir Çevirilerinde Hece Sayısıyla İlgili Yapılan Yanlışlıklar...................255
1. 2. 2. 4. Şiir Çevirilerinde Üslûba Dayalı Olarak Yapılan yanlışlıklar ............. ...259
1. 2. 2. 5. Şiir Çevirilerinde Ortak Sözlerin Kullanılmamasıyla İlgili Yapılan
Yanlışlıklar ........................................................................................................... ...261
1. 2. 2. 6. Şiir Çevirilerinde Yanlış Söz Seçiminden Kaynaklanan Yanlışlıklar... ...264
1. 2. 3. Kırgızcadan Türkçeye Bilimsel Metinlerin Çevirisi ................................ ...265
1. 2. 3. 1. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Anlama Dayalı Olarak Yapılan Yanlışlıklar
...............................................................................................................265
1. 2. 3. 2. Bilimsel Metinlerin Çevirilerinde Terimlerle İlgili Yapılan Yanlışlıklar
...................................................................................................................................272
IV
1. 2. 3. 3. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Üslûba Dayalı olarak yapılan Yanlışlıklar
...................................................................................................................................277
1. 2. 3. 4. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Ortak Sözlerin kullanılmamasından
Kaynaklanan Yanlışlıklar ...................................................................................... ...284
1. 2. 3. 5. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Fazla Söz Kullanımından Kaynaklanan
Yanlışlıklar................................................................................................................287
1. 2. 3. 6. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Yönteme Dayalı Olarak Yapılan
Yanlışlıklar ...............................................................................................................288
1. 2. 3. 7. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Taklidî Sözlerle İlgili Yapılan Yanlışlıklar
...................................................................................................................................290
1. 2. 3. 8. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Yardımcı Fiillerle İlgili Yapılan Yanlışlıklar
...292
1. 2. 3. 9. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Yanlış Söz Seçiminden Kaynaklanan
Yanlışlıklar ............................................................................................................ ...295
1. 2. 3. 10. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Hedef Lehçenin Yeterince
Bilinmemesinden Kaynaklanan Yanlışlıklar ........................................................ ...299
1. 2. 3. 11. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Sentaktik Farklılıklardan Kaynaklanan
Yanlışlıklar ............................................................................................................ ...303
1. 2. 3. 12. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Çevirinin Eksik Yapılmasından
Kaynaklanan Yanlışlıklar ...................................................................................... ...304
1. 2. 3. 13. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Kaynak Lehçenin Etkisinde Kalmaktan
Kaynaklanan Yanlışlıklar ...................................................................................... ...305
EKLER ...................................................................................................................307
Camiyla ................................................................................................................. ...307
Kızıl Elma ............................................................................................................. ..332
İngilizce Özet............................................................................................................336
Türkçe Özet...............................................................................................................337
KAYNAKÇA ........................................................................................................ ...338
V
KISALTMALAR
age. adı geçen eser
agm. adı geçen makale
agy. adı geçen yer
Alm. Almanca
Ank. Ankara
Ar. Arapça
çev. çeviren
doğ. doğumu
Dr. Doktor
F. Farsça
hakk. hakkında
harf. harfiyen
İng. İngilizce
İst. İstanbul
Kırg. Kırgızca
mec. mecazî
mes. mesela
M.Ö. milâttan önce
Prof. Profesör
R. Rusça
s. sayfa
sat. satır
ss. sayfalar arası
T. Türkçe
TDK Türk Dil Kurumu
vb. ve benzeri
vs. vesaire
yay. yayınları
VI
ÖN SÖZ
Çeviri uygarlıklar arasında köprü kuran, toplumları birbirine yaklaştıran etkin
bir iletişim aracıdır. Teknik ve bilimsel alanda çağın son gelişmelerine ayak
uydurabilmek çeviriyle mümkündür. Kültürel gelişmenin zirveye ulaştığı dönemler
aynı zamanda çeviri çalışmalarının da zirvede olduğu dönemler olmuş, çeşitli uyanış
çağları çeviriyle başlamıştır. Çeviri uluslar arası alış verişin artmasıyla da giderek
daha büyük önem kazanmış, bilgi alış verişinde, teknoloji transferinde, bilimsel
çalışmalarda, endüstride, ticaret ve ekonomide, uluslar arası ilişkilerde, kısaca hayatın
her alanında karşımıza çıkar olmuştur.
Türk toplumları açısından ise ayrı bir önemi vardır çevirinin. Öyle ki, yıllarca
birbirlerinden ayrı, habersiz yaşamış olan Türk toplumları, yeniden çeviri yoluyla
tanışmışlar, iletişim kurmuşlardır. Henüz istenen düzeyde olmasa da pek çok eser
karşılıklı olarak çevrilmiştir. Ancak bu ilk çeviriler doğrudan lehçeden lehçeye değil,
başka diller aracılığıyla yapılmış, dolayısıyla da pek çok ortak dilsel ve kültürel özellik
kaybolmuştur. Böylesine önemli bir fonksiyonu yerine getiren Türk Lehçeleri arası
çevirinin şu ana kadar prensipleri ve sorunları belirlenmemiş, bu iş amatör bir şekilde
yerine getirilmiştir. Oysa gelişen sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasî ilişkiler
sonucunda çeviriye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Zaten büyük
ölçüde benzer dil ve kültür ögelerine sahip olan Türk toplulukları çeviri yoluyla daha
da yakınlaşacak, aralarındaki anlaşma güçlükleri asgarî düzeye indirilecektir.
Çevirmen çeviri yaptığı dili, o dili konuşanların kültürünü, tarihini, düşünce tarzını
çok iyi bilmek zorundadır. Bu yönüyle bakıldığında Türk Lehçeleri arasında yapılan
çeviriler, herhangi bir yabancı dilden Türkçeye yapılan çeviriye göre çok daha kolay
gerçekleştirilebilecektir. Ancak yakınlık ya da benzerlik her zaman bir avantaj
olmayıp, çok önemli sorunlara da neden olabilmektedir. Bu hususların belirlenmesi
lehçeler arası çeviri çalışmalarında büyük oranda doğruluk ve kolaylık sağlayacaktır.
Çalışmamızda çeviri konusu ele alınarak Kırgızcadan Türkçeye çevirinin
prensip ve sorunları belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmamız üç bölüm halinde
düzenlenmiştir. Lehçeler alanında bu husustaki çalışmalar yetersiz olduğundan
VII
öncelikle genel olarak dilden dile çeviri konusunda araştırma yapılmış, çevirinin ne
olduğu, çeviri kuramları, çevirinin dünyada ve Türk dünyasında tarihsel gelişimi,
çeviri türleri ile çevirinin prensip ve sorunları incelenmiştir. İkinci bölümde genel
çeviri prensip ve sorunlarından yola çıkılarak ve Kırgızca ile Türkçenin farklılık ve
benzerliklerinden kaynaklanan çeviri sorunları da dikkate alınarak Kırgızcadan
Türkçeye çevirinin prensip ve sorunları belirlenmeye çalışılmıştır. Üçüncü bölümde
çeviri, edebî türler açısından ele alınmıştır. Bu amaçla daha önceden belirlediğimiz,
Kırgızcadan Türkçeye yapılmış çeviri örnekleri incelenerek tespit edilen bu prensip ve
sorunlar daha anlaşılır kılınmaya çalışılmıştır. Parça parça verdiğimiz bu çeviri
örneklerinin bağlam içinde değerlendirilebilmesi için “Cemile” ve “Kızıl Elma”
hikayelerinin tarafımdan yapılmış çeviri özetlerinin ekler kısmında verilmesi uygun
görülmüştür. Çalışmamızın sonuç bölümünde Kırgızcadan Türkçeye çeviri konusunda
elde ettiğimiz sonuçlar maddeler halinde belirtilmiştir. Birbirlerinden zaman ve mekan
mesafesiyle yüzyıllardır ayrı kalan kardeş Kırgız ve Türk toplumları arasındaki
iletişimi daha da güçlendirmek, kolaylaştırmak amacıyla yapılmış olan çalışmamızın
diğer Türk Lehçeleri arasında yapılacak olan çeviriler için de yararlı olmasını umuyor
ve diliyoruz.
Çalışmamın her aşamasında bana yardımcı olan sevgili hocam Doç. Dr.
Gülzura Cumakunova Hanıma öncelikle teşekkür ederim. Ayrıca danışmanım
olmamasına rağmen tezimle ilgilenen değerli hocam Prof. Dr. Sema Barutçu Özönder
Hanıma da teşekkürü borç bilirim. Kaynaklara ulaşmam konusunda yardımdan
kaçınmayan bölümümüz asistanlarından Aynur Öz, Selcan sağlık, Melek Erdem ve
Gülsüm Killi Hanımlara da sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Tezimin son aşamasında
plan açısından değerli önerileriyle çok büyük yardımlarını gördüğüm sevgili hocam
Doç. Dr. Melek Özyetkin Hanıma da teşekkürlerimi sunarım.
VIII
GİRİŞ
Konu
“Kırgızcadan Türkçeye Çeviri Meseleleri” adlı çalışmamızda Türk Dilinin iki
uzak lehçesi olan Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki çeviri prensip ve
sorunları incelenmiştir.
Çalışmada İzlenen Yol
Bu çalışmada yazılı kaynaktan faydalanma metodu ile dilden dile çeviri
literatürü taranmış; çevirinin anlamı, kuramları, tarihçesi, türleri ile prensip ve
sorunları ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Çeviri eserler incelenirken ise öncelikle Kırgızca asılları ve Türkçe çevirileri
tamamıyla gözden geçirilmiş, daha sonra tek tek cümleler incelenmiştir. Tespit edilen
çeviri yanlışları fişleme metodu ile listelenmiş, böylece sorunlar “anlam, üslûp, ortak
sözlerin kullanımı, yanıltıcı benzerlikler, deyim ve atasözleri, dilbilgisi vb.” şeklinde
gruplandırılmıştır. Tespit edilen bu hatalı cümle ya da paragraf çevirileri yukarıdaki
sorun başlıkları altında tek tek analiz edilmiş ve böylece bir taraftan sorunlar ortaya
konulurken, diğer taraftan da lehçeler arası aktarma yapılırken uyulması gereken
prensipler belirlenmiştir. Şiir çevirisi kısmında da yine cümle ya da sözün bağlam
içinde değerlendirilebilmesi için, kısımlar uzun ve konu bütünlüğü olacak şekilde
tespit edilmiştir. Sözlük çevirisindeki hatalar bazen sözün anlamında bulunabildiği
gibi, bazen de verilen örnek cümlelerde görülmüştür. Bunlar da yine ayrı başlıklar
altında incelenmiştir. Araştırmalarımız esnasında noktalama ve yazım kurallarındaki
farklılıkların da çeviride oldukça önemli olduğu görülmüş; o nedenle bu husus da
çeviri prensip ve sorunları içinde ele alınmıştır.
Çalışmamızda orijinali Kiril alfabesiyle yazılmış olan Kırgızca örnekler,
isteyen herkesin okuyabilmesi amacıyla Latin alfabesine aktarılarak verilmiştir.
Ayrıca bu örneklerin çevirmen tarafından Türkçeye eksik aktarılan, çevirisinde
IX
fazladan eklenen, yanlış aktarılan kısımlar ve ortak olmalarına rağmen çeviride
kullanılmayan deyimler koyu harflerle gösterilmiş ve bu kısımlarla ilgili açıklamalar
yapılmıştır. Kırgızca bölümler ve çevirileri orijinal şeklinde, aynı yazım kuralları ve
noktalama işaretleri kullanılarak verilmiştir. Şiir çevirisi kısmında hata, fark ve
benzerliklerin daha iyi görülebilmesi amacıyla eserin orijinali, E. G. Naskali ile
tarafımızdan yapılan Türkçe çevirileri yan yana verilmiştir.
Çalışmada kullanılan eserler
Çalışmamızda “edebî eserlerin çevirisi” kısmı için ünlü Kırgız yazarı Cengiz
Aytmatov’un “Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar” adlı eserinden aldığımız “Cemile” ve
“Kızıl Elma” adlı hikâyeleri ve bunların Refik Özdek tarafından yapılan Türkçe
çevirileri; şiir çevirisi için “Manas Destanı” ile Emine Gürsoy Naskali tarafından
yapılan Türkçe çevirisi; bilimsel metinlerin çevirisi için de Yudahin’in Kırgız
Sözlüğü’nün Abdullah Taymas tarafından yapılan Türkçe çevirisi kullanılmıştır.
Ancak maalesef bu çevirilerin hiç biri doğrudan Kırgızcadan Türkçeye değil, ikinci,
hatta üçüncü dillerden (Rusça, Fransızca, Almanca gibi) yapılmış; bu da her iki Türk
lehçesinde ortak olan pek çok dilsel ve kültürel ögenin kaybına neden olmuştur. O
nedenle tespit edilen yanlışlıkların çoğuna, doğrudan çeviri hatası olarak bakılması
doğru değildir. Çeviriler incelenirken özellikle bu husus göz önünde tutulmuştur.
Ancak burada Türk Lehçeleri arası çeviri meselesinin aydınlatılmasında ve
prensiplerin belirlenmesinde sadece mevcut çevirilerle sınırlı kalınmayıp konuya
genel olarak da temas edilmeye çalışılmıştır.
I. BÖLÜM
1. ÇEVİRİ KONUSUNA GENEL BAKIŞ
1. 1. Çeviri Nedir?
Dilbilime yeni bakış açıları getiren “çeviribilim,” çağın gereksinimlerine bağlı
olarak çeviri sorunlarının uygulamalı bir düzlemde, yöntemli biçimde ele alınması
sonucu ortaya çıkmıştır. Son otuz yılda önemli gelişmelere sahne olan çeviribilim
hem uygulamalara, hem de teorik yaklaşımlara açık bir alandır. Çeviri, yabancı dil
öğretimi, yazın eleştirisi, sözlükbilim, bilgi-iletim, iletişim, deyişbilgisi gibi alanlarla
birlikte Uygulamalı Dilbilimin dallarından biridir.
Çeviribilim “çeviriyi bilimsel, toplumsal, göstergebilimsel bir olgu biçiminde
ele alıp irdeleyen, bir kurama dayanarak açıklamaya çalışan bilim dalı”1 olarak
tanımlanmaktadır. Çeviribilim için Fransızcada “Traductologie”, Almancada
“Übersrtzungswissenschaft”, İngilizcede ise “Science of Translation” terimleri
kullanılmaktadır. Çeviribilim temelde çevirinin ne olduğu, ne tür prensiplerin göz
önüne alınması gerektiği ve çeviride karşılaşılan sorunları araştırır ve çözüm yolları
sunar. Bunların yanı sıra çevirinin çok boyutlu olmasına bağlı olarak dilsel ve kültürel
yönlerini, metin türü açısından gösterdiği özellikleri, çeviri eleştirisinde
uygulanabilecek ölçütlerin neler olduğunu, çeviri öğretiminin uyulması gereken ilke
ve yöntemlerini inceleyen ve çözüm yolları sunan bir alandır.
Çevirinin yerli ve yabancı bilim adamları tarafından çeşitli tanımları
yapılmıştır:
Uluslararası Çevirmenler Derneğinin kurucuları arasında yer alan ve kendisi
de başarılı bir çevirmen olan Edmond Cary çeviriyi, “farklı dillerde ifade edilen iki
metin arasındaki eş değerlikleri bulmaya çalışan bir işlem”2 olarak tanımlar ve bu eş
değerliklerin her zaman ve kesinlikle iki metnin doğasına, kullanım amaçlarına, iki 1 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, YKY, İst., Ekim 2000, s. 109. 2 Cary, Edmond, Çeviri Nasıl Yapılmalı?, çev. Mete Çamdereli, İst., Şubat 1996, s. 97.
2
halkın kültürü arasında bulunan ilişkilere, onların ahlâksal, duygusal ve entelektüel
iklimlerine bağlı olduğunu belirtir.
Bir başka bilim adamı, Almanya’nın Saarbrücken Üniversitesinde Çeviribilim
Bölüm başkanlığı yapmış olan Alman bilim adamı Wolfram Wills çeviriyi “kaynak
dildeki bir metnin hedef dildeki eş değer bir metinle yer değiştirmesi eylemi”3 olarak
tanımlar. Bu tanıma göre çeviri iki dil arasında eş değerlik kurma işlemidir. Çeviri
yeteneğinin bir tür doğuştan gelen yetenek olduğunu göz önünde tutmak gerektiğini
savunan Wills, çevirinin çevirmene, metne ve bilgisayara dayalı olmak üzere, en az
üç ayrı biçimde tanımlanabileceğini de belirtmektedir:
“Çevirmene dayalı tanım: Çeviri, bir çevirmenin bir kaynak dil iletisini amaç
dilde yeniden ürettiği süreçtir. Böylece kaynak dil iletisini, amaç dil alıcısı için
anlaşılır, alınabilir duruma getirir.
Metne dayalı tanım: Çeviri, yazılı bir kaynak dil metnini elden geldiğince eş
değerde bir amaç dil metnine aktaran, kaynak dildeki metnin sözdizimsel (syntactic),
anlambilimsel (semantic), kullanımsal (pragmatik) anlaşılmasını gerektiren bir
aktarma sürecidir.
Bilgisayara dayalı tanım: Çeviri, kaynak dildeki gösterge bileşimlerinin
amaç dildeki gösterge bileşimleri yerine, bilgisayarla programlanarak konması
sürecidir.”4
Wills’e göre çeviri, temelde, çoğunlukla bir insan olan çevirmenin sorun
çözme yeteneğine dayanan, zihinsel, biraz bilgisel (cognitive), biraz yorumbilimsel
(hermeneutic), biraz da çağrışımsal (associative) bir işlem olarak görülmelidir.
Çeviri, yaratıcı değil, daha çok yeniden yaratıcı bir dilbilimsel etkinliktir. Wills
çevirinin, hiçbir zaman bir hiçten yaratma değil, tersine eldeki metnin çifte kuralla
kuşatılmış yeniden bir üretimi olduğunu savunur.
3 Wilss, Wolfram, Übersetzungswissenschaft, Probleme und Methoden, 1997, s.72. 4 Wills, Wolfram, Yazko Çeviri Dergisi, Çeviri Sürecinde Yaratıcılık Ögeleri, çev. A. Nihal Akbulut, cilt 1, sayı 1-6, yıl 1981-1982, s. 169.
3
Çeviri konusundaki çalışmalarıyla tanınan J. R. Ladmiral, çeviriyi “bir
dildeki iletişim düzenini diğer dildekine dönüştüren ikinci dereceden bir iletişim, bir
üst-iletişim aracı”5 olarak tanımlamaktadır. Ladmiral çevirinin diller ve toplumlar
arasında iletişim sağlayıcı işlevi üzerinde durmakta, dilsel, metinsel boyutuna
değinmemektedir. Bu bakımdan Ladmiral’ın tanımı dar kapsamlıdır.
Yazar ve çevirmen Alan Duff yabancı dil öğretmenlerine pratik bilgiler
vermeye yönelik olarak hazırladığı “Translation” adlı eserinde çeviriyi, “dilbilimsel
ve kültürel engeller karşısında mesajları iletme yolu olarak, üstün bir konuşma
aktivitesi”6 şeklinde tanımlamaktadır. Duff da çeviriyi tek boyutlu olarak ele almakta,
sadece kültürler arasında iletişim sağlayıcı rolü üzerinde durmaktadır. Ancak
dilbilimsel ve kültürel engellerden de bahsederek çevirinin dilsel ve toplumsal yönüne
de değinmektedir.
Türkiye’de de özellikle son otuz yıldır çeviri konusuna ilgi artmış, bu konuda
dilbilimciler, yazarlar ve çevirmenler görüşlerini beyan etmişlerdir. Çeviribilim
alanında öğretim çalışmalarına başlayan ilk bilim adamlarımızdan olan, edebiyat
eleştirmeni, yazar ve dilbilimci Akşit Göktürk çeviriyi “dillerarası ve diliçi” olmak
üzere ayrı ayrı tanımlamıştır: “Dillerarası çeviri: Bir doğal dilin göstergelerini başka
bir doğal dilin göstergeleriyle yorumlama edimidir. Diliçi çeviri: Bir dildeki
göstergeleri, yalınlaştırma, güncelleştirme vb. amacıyla, aynı dil içinde başka
göstergelerle yeniden söyleme edimidir.”7 Göktürk, çevirinin öneminden
bahsederken, çeviriyi, başka dillerin tanımladığı başka dünyaların tanıtılması, yeni
bilgi alanlarına açılmanın yolu olarak görmektedir.8
Yine İstanbul Üniversitesinde Yabancı Diller Eğitimi Bölüm Başkanlığı
yapmış olan değerli dilbilimcilerimizden Berke Vardar çeviri etkinliğinin bütün
çağlarda karşımıza çıkmakla birlikte özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra
öneminin giderek arttığını belirttikten sonra çeviriyi “doğal bir dildeki bildirilerin
5 Ladmiral, Jean-René, Dilbilim V, Traduction et connotaion, 1980, s. 162. 6 Duff, Alan, Translation, 1989, s. 5. 7 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, YKY, s. 110. 8 age. s. 14-15.
4
anlamsal ve işlevsel eş değerlik sağlanarak bir başka doğal dile aktarılması”9 olarak
tanımlar. Berke Vardar bu tanıma göre çeviride dillerarası ve insansal bir etkinliğin
söz konusu olduğunu, dil içi ve bilgisayar çevirisinin bu tanımın dışında kaldığını
belirtir. Vardar yazısında dil içi ve bilgisayarlı çevirinin tanımlarını da vermiştir: “Dil
içi çeviri bir dildeki göstergeleri yine o dildeki açıklamalarla, tanımlamalarla, eş
anlamlı ya da karşıt anlamlı sözcüklerle yorumlama eylemidir; bilgisayar çevirisi ise
bir dildeki göstergeleri yapay bir dildeki dilsel olmayan göstergelerle yorumlayan
etkinliktir.”10
Ahmet Kocaman Dilbilim Araştırmaları (1993) dergisinin Çeviri Eleştirisi
özel sayısındaki yazısında, çeviride daha çok dil-biçem boyutunu önemseyen,
özellikle yapısal dilbilimcilerin çeviriyi biçimi korumaya özen gösteren bir etkinlik
olarak nitelediklerini, dili kuşatan kültür sorunlarına öncelik verenlerin içeriğe daha
çok önem verdiklerini, günümüzde ise toplumbilim ve edimbilim kavramlarının öne
geçmesinin ileti ağırlıklı tanımların benimsenmesine yol açtığını belirtmektedir.
Kocaman yazısında ayrıca çevirinin geleneksel ve çağdaş tanımlarını şöyle vermiştir:
“Geleneksel tanım: En üst düzeyde anlam eş değerliği sağlamak amacıyla
kaynak dilde yazılmış bir metnin yerine hedef dilde yazılmış bir metin konulması
işlemidir.
Çağdaş tanım: Kaynak dilde anlatılmış bir iletiyi, iletideki içeriğin tek ya da
birkaç düzeyde eş değerliğini en üst düzleme çıkararak anlatılmış bir iletiye
dönüştürme işlemidir.”11
Burada her iki tanımda da eş değerlikten söz edilmekle birlikte birincisinde
metin düzleminde, sınırlı bir eş değerlikten, ikincisinde ise hem içerik, hem ileti, hem
de dilin işlevlerini de kapsayan çok boyutlu bir eş değerlikten bahsedilmektedir.
9 Vardar, Berke, Türk Dili Dergisi, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, cilt 38, sayı 322, 1978, s. 66; YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviri Konuşmaları, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 172. 10 Vardar, Berke, Türk Dili Dergisi, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, cilt 38, sayı 322, 1978, s. 66. 11 Kocaman, Ahmet, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, 1993, s. 2.
5
Tahsin Aktaş pek çok bilim adamının çeviri tanımlarını verdikten sonra
kendisi de çeviriyi, “bir dildeki bildirinin başka bir dilde değişik bir düzenekle
anlatılması ya da diller ve kültürler arası bir bilgi aktarımı” olarak tanımlamaktadır.12
Aktaş çeviride diller arası eş değerlik kurmanın önemi üzerinde durmakta, bunun için
de anlam çevirisini savunmaktadır.
Bir başka görüşü de Nedret Pınar’ın eserinde görmekteyiz. Nedret Pınar,
çeviriyi iki boyutta ele alır. Pınar çeviriyi “dar anlamıyla yazılı bir metni biçim,
anlam, bildiri (mesaj) ve üslûp düzeylerinde kaynak dilden hedef dile aktarma; geniş
anlamıyla ise, bir kültür ürününü başka bir kültürün okurlarına sunma eylemi” olarak
tanımlar.13 Pınar, tanımında çeviriyi sadece dilsel bir işlem olarak görmeyip kültürler
arası iletişim işlevi açısından da ele almaktadır.
Ahmet Kocaman, İsmail Boztaş ve Ziya Aksoy’un ortak çalışmaları olan
İngilizce Çeviri Kılavuzu adlı eserde çeviri, “iki (kaynak ve hedef) dil arasında bir eş
değerlik kurma sorunu” olarak ele alınmaktadır.14
Bilim adamlarımızdan Özcan Başkan ise çeviriyi şöyle tanımlar: “Bir dildeki
belli bir parçada, yani dilcede bulunan anlamın, başka bir dildeki belli bir dilcede
yeniden kurulmasını sağlayacak biçimde girişilen dilsel bir aktarma işlemi.”15 Başkan
çeviri işleminin bir bakıma iki dil arasında uzlaşmayı sağlayan bir teknik olduğunu
savunur. Başkan’a göre her çeviride iki dil söz konusudur: Kendisinden aktarma
yapılan “kaynak dil” ve kendisine aktarma yapılan “erek dil”.
Gerek Batılı bilim adamları, gerekse Türk bilim adamları tarafından yapılan
tanımlarda çevirinin iki özelliği üzerinde önemle durulduğu dikkati çekmektedir:
Diller arasında eş değerliğin kurulması ve milletler, kültürler arası iletişimi sağlaması.
Çağdaş çeviri anlayışında diller arasında anlamsal, biçimsel, metinsel, biçemsel eş
değerliğin sağlanması ve toplumlar, kültürler hatta medeniyetler arası iletişim işlevini
12 Aktaş, Tahsin, Türk Dili Dergisi, Çeviri İşlemi Ve Eş Değerlik, sayı 522, Ank., 1995, s. 693. 13 Pınar, Nedret, Kültürlerarası İletişim Aracı Olarak Çeviri, İst., 1991, s. 2. 14Kocaman, Ahmet; Boztaş, İsmail; Aksoy, Ziya, İngilizce Çeviri Klavuzu, Ank., s. 7.
15 Başkan, Özcan, Türk Dili Dergisi, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, Dilde Çeviri İşlemi, cilt 38, sayı 322, Temmuz 1978, s. 27.
6
yerine getirmesi yetkin bir çeviriden beklenen özelliklerdir. O nedenle bunların
tümünü kapsayan bir tanımın çağdaş anlamda çeviriyi daha iyi tanımlayacağı
kanısındayız: Çeviri iki dil arasında anlamsal, biçimsel, metinsel, biçemsel,
iletişimsel eş değerliklerin kurulmasını ve iki toplum, iki kültür, iki medeniyet
arasında iletişimi sağlayan işlemdir.
Çeviri işlemi bir takım süreçlerden oluşmaktadır. Amerikalı dilbilimci,
insanbilimci ve çeviri kuramcısı Nida çeviri sürecini, “teknik süreçler” ve
“çalışmanın düzenlenmesiyle ilgili süreçler” olmak üzere iki kısımda ele alır. Teknik
süreçler, çevirmenin kaynak dil metnini amaç dil metnine dönüştürürken izlediği
süreçleri içine alır. Düzenlemeyle ilgili süreçler ise tek bir çevirmen açısından olsun,
çoğu zaman yapıldığı gibi bir kurul açısından olsun, bu tür çalışmanın düzenlenişini
kapsar.
Teknik süreçler de kendi içinde üç gruba ayrılır:
1- Sözkonusu iki dilin çözümlenmesi.
2- Kaynak dil metninin dikkatle incelenmesi.
3- Uygun eş değerliklerin belirlenmesi.
Çevirinin düzenlenişiyle ilgili süreçler de tek kişi çevirisi veya kurul çevirisi
olmasına göre değişir.16
Çeviribilimci ve dilbilimci, Çek bilimadamı Jirry Levy’ye göre ise çeviri
süreci şu aşamalardan oluşur:
1- Metnin yazınsal, biçemsel yönden bir sanat yapıtı olarak bütünüyle
kavranışı.
2- Metnin anlam çekirdeğinin bulunarak yorumlanması.
3- Metnin bir takım dilsel, biçemsel dizgeler arasında karşılıklı bir uygunluk
gözetilerek, bir sanatsal biçimle aktarımı.
16 Nida, Eugene A., YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviribilime Doğru, cilt 2, sayı 9, yıl 1982-83, s. 109.
7
Buna göre Levy çeviri sürecini kavrama ve aktarma olmak üzere iki aşamalı
görmektedir.
Bize göre de çeviri işlemi iki aşamalı bir süreçtir. Birinci aşama kaynak
metnin çözümlenişini, ikinci aşama ise metnin hedef dilde yeniden oluşturulmasını
içerir. Çeviri güçlüklerle dolu bir uğraştır. Hatta bazı kuramcılar çevirinin mümkün
olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Gerçekten de iyi çevirilerin azlığı ve şiir gibi yazın
türlerinin çevrilmesindeki güçlükler bu düşünceyi destekler niteliktedir. Bunun yanı
sıra çevirinin olanaklılığını, yararını, güzelliğini savunan yazarlar da bulunmaktadır.
Fransız şair ve yazarı Perrault (1628-1703), bir yazarın yapıtının çevirisiyle daha iyi
değerlendirilebildiğini savunur. Yine bir Fransız şair ve siyaset adamı olan Lamartine
(1790-1869), yabancı bir şairi orijinalinden çok, çevirisinden okumanın her zaman
daha keyifli olduğunu ileri sürer.17 Çağdaş dünya şiirinin en büyük adlarından olan
Meksikalı şair Octavio Paz (doğ. 1914) Avrupa dillerindeki en güzel şiirlerin
çoğunluğunun çeviri olduğunu ve bu çevirilerin çoğunun da büyük şairlerin elinden
çıktığını belirterek hem şiirin, hem de genel olarak çevirinin mümkün olduğunu
savunur.18 Berke Vardar da yine çevirinin mümkün olduğunu savunan bilim adamları
arasındadır. Ancak çeviri sırasında belli bir bilgi yitiminin de kaçınılmaz bir gerçek,
güdülmesi gereken başlıca amacın da bu bilgi yitimini olabildiğince azaltmak
olduğunu belirtir.19 Çeviri bütün güçlüklerine rağmen çok eski çağlardan beri
yapılmış ve günümüzde de artarak devam etmektedir. Sayısız sorunlarına rağmen
başarılı çeviri örnekleri mevcuttur.
Akşit Göktürk, çeviri için şunları söylemektedir: “Çeviri, yalnızca anlamın
yabancı bir dilden tanıdık bir dile aktarılması değildir. Her dil belli bir kültürün
göstergeler dizgesiyle, belli uzlaşımlar, töreler, davranışlar, değer ölçüleriyle, kısacası
somut insan yaşamıyla iç içedir. Bu yönüyle çeviri, başka dillerin tanımladığı başka
dünyaların tanıtılmasıdır. İnsanın kendi yaşam çevresi dışındaki olgularla düşleri
bilme çabasının bir sonucudur çeviri. Değişik toplulukların, ulusların bilim, sanat,
17 Cary, Edmond, Çeviri Nasıl Yapılmalı?, İst., Şubat 1996, s. 42. 18 Paz, Octavio, YAZKO Çeviri Dergisi, Söz Sanatı ve Söze Bağlılık Açısından Çeviri, çev. Ahmet Cemal, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 166. 19 Vardar, Berke, Dilbilim Dergisi, Çeviri Sorunları, cilt 2, 1977, s. 199.
8
düşünce alanındaki çabalarını birbirleriyle paylaşabilme yoludur. Bu yönüyle tek tek
diller ötesinde bir ortak dildir çeviri, dillerin dilidir.”20
Gerçekten de bugün dünyada bilim, sanat, düşünce, kültür alanındaki alış
veriş çeviri yoluyla gerçekleşmekte, insanlar birbiriyle bu vasıtayla iletişim
kurmaktadır. Çeviri yabancı bir dili, o dili konuşan insanları, kültürlerini, yaşam
tarzlarını, dünyaya bakış açılarını tanımanın, anlamanın en iyi yollarından biridir.
Dolayısıyla çeviri, toplumlar arasında bir iletişim aracıdır. İnsanlar birbirlerini
tanıdıkça yakınlaşmakta, bu yönüyle çeviri, dolaylı olarak dünya barışına da katkıda
bulunmaktadır.
1. 2. Çevirinin Tarihsel Gelişimi
Çevirinin tarihi çok eskilere uzanır. Yazının ortaya çıkışından ve
yayılmasından önce çeviri, bu işi meslek edinmiş kişilerce sözlü ve anında
yapılmıştır. Çevirinin bilinen ilk resmi biçimleri Eski Mısır’daki dilmaçlara
(tercüman) kadar gider. “Baş dilmaçlar savaş ve yer değiştirmelerde firavunlara prens
düzeyinde eşlik etmişlerdir.”21
Avrupada ilk çevirinin M.Ö. 240 yılında Yunanlı Lividus Andronicus’un
Yunancadan Latinceye yaptığı Odysseia’nın manzum çevirisi olduğu sanılmaktadır.
Daha sonra ilk Latin yazarları Naevini ile Ennius Yunan piyeslerinden, bilhassa
Euripides’in piyeslerinden bir kısmını çevirmişlerdir. VIII. ve IX. asırlarda Arap
aleminin gelişmesi, Yunan eserlerinin Arapça’ya çevrilmesi sonucu gerçekleşmiştir.
Arap bilginleri Bağdat’a gelerek Aristo, Eflatun, Galien, Hippokrates ve diğerlerinin
eserlerini Arapçaya tercüme etmişler ve Bağdat adeta bir tercüme okulu haline
gelmiştir. Üç asır sonra çeviri hususunda Toledo önem kazanır. Bir çevirmen heyeti
sürekli Arapçayı Latinceye çevirir. “Bu sebeple XII. asırda bir yazar Aristo’dan
bahsederken gerçekte onun Yunancadan Süryaniceye, Süryaniceden Arapçaya,
Arapçadan Latinceye yapılan çevirisini düşünmektedir.”22 Toledo bir asırdan fazla
20 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, s. 14-15. 21 Cary, Edmond, Çeviri Nasıl Yapılmalı, İst., Şubat 1996, s.26. 22 Savory, Theodore, Tercüme Sanatı, çev. Hamit Dereli, Ank., 1961, s. 27.
9
bilginlerin uğrak yeri olur. Bunlar arasında Euklides’in “İlkeler”ini Arapça
tercümesinden Latince’ye çeviren İngiliz Adelard, 1141-1143’de Kuran’ın ilk
tercümesini yapan Robert de Retines de vardır. XII. asırda çeviri sanatı çok ileri
seviyelere ulaşır. Bu asırda çevirmenlerin şahı olarak bilinen Auxerre piskoposu
Jacques Amyot’nun eserleri yayımlanır. Onun İngiliz edebiyatına en büyük katkısı,
1559’da yaptığı, Plutarkhos’un “Meşhur Grekler ve Romalıların Hayatları” adlı
eserinin çevirisidir. Yine o sıralarda Alman teolojisti, düşünürü ve çevirmeni Martin
Luther (1483-1564) İncil’i Almancaya çevirir. İngiliz şair, dramaturg ve çevirmeni
George Chapman (1559-1634) Homeros çevirisini 1598-1616 arasında, John Florio
(1553-1625) Montaigne’in Denemeler’inin bir çevirisini 1603’te, Thomas Shelton ise
Don Quixote tercümesini 1612’de ortaya koyarlar. XVII. asır çeviri açısından sönük
geçen bir yüzyıl olur. Çevirinin bir sanat olduğunu, çevirmenin uyması gereken belirli
prensipleri ve bir temel teorisi bulunduğunu ilk defa anlayan ve anlatan İngiliz şair,
tiyatro yazarı ve edebiyat eleştirmeni Dryden (1631-1700) XVII. asrın en önemli
çevirmenlerinden biridir.
Çeviriler XVIII. asırda yoğun olarak devam etmiştir. “Bunlar arasında dikkate
değer olanlar İngiliz şair, hicivci, eleştirmen ve çevirmen Alexander Pope (1688-
1744) ve William Cowper (1731-1800)’ın Homeros’un İngilizceye manzum olarak
yaptıkları çevirisidir. 1792’de çeviri sanatı üzerine önemli bir eser olan İsviçreli
avukat, yargıç ve akademisyen Lord Woodhouselee (Alexander Fraser Tyther)’in
(1747-1814) “Tercüme Prensipleri Üzerine Deneme” adlı kitabı basılır. Bu eser,
çeviri konusunda üç temel prensip ortaya koyar:
1- Bir çeviri aslındaki fikirleri, tam ve eksiksiz, olduğu gibi vermelidir
2- Yazının üslûp ve tarzı aslınınki ile aynı vasıfta olmalıdır
3- Bir çeviri telif kadar kolay okunabilmelidir
XIX. asrın çevirmenleri arasında pek çok büyük isim vardır. İngiliz çevirmen
ve şair Edward Fitzgerald (1809-1883) 1854’te İspanyol edebiyatından Calderon’un
altı piyesini çevirir. Sonra üstün bir maharetle rubai veznini İngilizceye uyarlayarak
Ömer Hayyam’ın Rubaiyat’ını Farsça’dan İngilizce’ye çevirir. 1859’da yayımlanan
10
bu eser hâlâ sevilmektedir. Yine bu sıralarda, 1861’de İngiliz şair, eleştirmen,
eğitimci ve çevirmen Mathew Arnold’un Homeros Çevirisine dair denemesi
yayımlanır. XX. asrın savaş dışındaki zamanlarında da çeviriler son hızla devam
etmiştir. Başlangıçta bunların vasıfları istenen seviyede olmamış, çok defa para için
yapılmışlardır. Fakat bu durum devamlı olarak düzelmiştir.23
Çeviri, elbette, sadece Avrupa’da görülen bir etkinlik olarak kalmamıştır.
Columbia Üniversitesi Çeviri Kurulu Başkanı Robert Paynes çeviri tarihinde dört
büyük dönemden söz eder.24 Bu dönemlerden ilki VII. yüzyılda Erken Tang
dönemidir. En önemli çevirmeninin Hsuanchuang adlı bir Çinli Budist rahibin olduğu
bu dönemde sayısız Budist metinleri Çin diline çevrilmiştir. Hsuanchuang’ın
atılımıyla Budist klasiklerine karşı duyulan ilgi daha da artmıştır. Paynes’in belirttiği
ikinci büyük dönem IX. yüzyılda Halife Mansur zamanına rastlamaktadır. Halife,
Suryanilerin Yunancadan Suryani ve Arami dillerine sürekli çeviriler yaptıklarını
görmüş ve bu eserlerin Arapçaya çevrilmelerini emretmiştir. Böylece Plato ve
Aristotales’in yapıtları, Galenus’un tıpla ilgili yazıları, Euklid’in matematik
çalışmaları, Ptolemeus’un ülkeler coğrafyası ve daha yüzlerce kitap Aramice’den
Arapçaya çevrilmiş ve klasik Yunan düşüncesi İslâm kültürüne taze bir güç katmıştır.
Çeviri tarihinin üçüncü büyük dönemi XV. yüzyılda yaşanmıştır. Bu dönemin
başlaması bugün adı neredeyse unutulmuş olan Caluccio Salutati’nin çabalarına
bağlıdır. İlk humanistlerden biri ve özgürlük tutkunu olan Salutati, çeviriyle de bu
nedenle ilgilenmiştir. Salutati’ye göre özgürlüğe Roma tirihinin hiçbir döneminde
Cumhuriyet döneminde olduğu kadar değer verilmemiştir. Böylece Roma tarihiyle
uğraşarak tarihten yararlanmayı düşünür. Bu nedenle Kuzey İtalya, İsviçre ve Alman
manastırlarında bu konuyla ilgili Latin harfleriyle yazılmış ne varsa toplamaya ve
kopyalarının yapılmasını sağlamaya başlar. Kilisenin baskısından ve her türlü
diktatörlükten kurtulmak uğruna canlarını vermekten kaçınmayan büyük çevirmenler,
zamanla bütün Latince ve Yunanca metinleri İtalyancaya çevirirler. Dördüncü dönem
ise İngiltere’de Kraliçe Elisabeth dönemidir. Bu dönemde de İspanyolca, Hollandaca,
Fransızca, Yunanca hatta Rusçadan bıkıp usanmadan çeviriler yapılır.
23 age., s. 30. 24 Payne, Robert, Bağlam Dergisi, Çeviri Tarihinde Büyük Dönemler, çev. Zehra İpşioğlu, cilt 1, 1979, s. 298.
11
Birinci Dünya Savaşından sonra sözlü çevirinin gelişmiş bir şekli olan
“konferans tercümanlığı” meydana geldi. Uluslar arası kuruluşların oluşması ve
çoğalmasıyla da gelişmeye başladı. Çevirinin ilk biçimi olan tercümanlık,
geriledikten ve işlevsizleştikten sonra, “eş zamanlı” (simültane) denilen çeviriyle ve
çeşitli tercümanlık biçimleriyle, yeniden güçlü bir şekilde dönüş yaptı. Tercümanlık
önceleri ardışık biçimde yapılırdı ve konuşmacının sözlerinin açımlanmasından,
bazen de indirgenmesinden ibaret olurdu. 1930’lara doğru eş zamanlı (simültane)
tercümanlık doğdu. İkinci Dünya Savaşından sonra yapılan müzakereler, BM
Teşkilatının ve diğer başka uluslar arası kuruluşların oluşturulması tercümanlara olan
ihtiyacı arttırdı. Dolayısıyla çeviri en büyük önemi İkinci Dünya Savaşından sonra
kazandı.
Çeviri son yıllara dek dilbilimciler tarafından neredeyse tamamen
görmezlikten gelinmiştir. Bu konuda Alan Duff, çevirinin son 30-40 yıla değin
gözden düştüğünü, dil pratiği ve geliştirme için sağlam bir aktivite olarak
bilmezlikten gelindiğini, çevirinin dil öğretmek için değil, sadece sınav için
kullanıldığını söyledikten sonra bunun ana nedeninin de yüzyılı aşkın bir süredir
gittikçe fosilleşen çeviriler olduğunu belirtmektedir.25 Fakat bu tutum 1950’lerden
itibaren değişmeye başlamıştır. Bu değişimin çeşitli nedenleri vardır: “Kanada’da
Bureau Ministériel des Traducteurs (Bakanlık Çevirmenler Bürosu) aracılığıyla iki
dilli bir yönetimin modernleştirilmesi sorunu; ABD’de Kutsal Kitap çevirilerinin,
çeviri bölümü çalışmalarını yönetmek için değerli dilbilimcilere başvurmaktan
kaçınmayan Amerikan Bible Society (Amerikan Kutsal Kitap Kurumu) tarafından
hemen hemen sanayileştirilmesi; Sovyetler Birliği’nde çeviriyi, yazınsal üretimin en
yüksek noktasına yerleştiren eski bir geleneğin bulunması; özellikle de 1949’dan
sonra matematikçiler, mühendisler ve mantıkçıların elektronik hesap makinelerinin
nasıl çeviri makinelerine dönüştürülebileceğini araştırmaya başlamaları sonucu ortaya
çıkan sorunlar”26 değişimin ana nedenleri olmuşlardır.
25 Duff, Alan, Translation, 1989, s. 5. 26 Mounin, Georges, YAZKO Çeviri Dergisi, La Linguistik, “La Traduction”, çev. Sema Rifat Güzelşen, cilt. 2, sayı 7-12, yıl 1982-83, s. 140.
12
1. 3. Türk Dünyasında Çeviri Tarihi
Çeviri Türk dünyasında da gereken önemi görmüş ve Türk Dilinin yazılı
belgelerle takip edilebilen ilk dönemlerinden beri yapılagelen bir etkinlik olmuştur.
Türk Dilinin bilinen ilk yazılı belgeleri olan Orhun Kitabeleri bir yüzü Türkçe, diğer
yüzü Çince olarak hazırlanmışlardır. Türkçe ve Çince yazılar farklı konulardan
bahsetmekle birlikte her iki toplumun da anlayabilmesi için Türkçe ve Çince
yazılmıştır. Bir çeviri olmasa da toplumlar arası iletişimi sağlaması bakımından,
kitabeler çevirinin bir işlevini yerine getirmişlerdir. Yine bu dönemde başka dillerden
Orhun Türkçesine yapılmış çeviriler bulunmaktadır. Mesela “Çin kaynaklarına göre,
Çinliler arasında Türkçeyi bilenlerden biri Nirvana-Sutra’yı Orhun Türkçesine
çevirmiştir.”27
Göktürklerden sonra hakimiyeti ele geçiren Uygurlar Budizm, Maniheizm,
Hıristiyanlık gibi din ve mezheplere girdikleri için Uygur eserlerinin çoğu bu dinlerle
ilgili çeviri eserlerdir. Uygur aydınlarının tercümecilik geleneğini benimsemelerinin
nedenlerinden biri de bu dinlerle ilgili çok sayıda kitap tercüme etmeleridir. “Uygur
çevirmenler Sanskrit, İran, Çin, Moğol gibi dillerden tercümeler yapmışlar, bunu
yaparken de eserin aslına sadık kalarak pek çok yabancı unsurun Uygur Türkçesine
girmesine yol açmışlardır.”28 “Uygurların tercüme eserleri arasında astronomiye,
tababete ve çeşitli edebiyat türlerine temas eden eserler de bulunmaktadır.”29 Bu
dönemde “Sıngu-Seli-Tutung Budist sutrası Suvarnaprabhasa’yı Altun Yaruk (Altın
Işık) adıyla Türkçüye çevirmiştir.”30
Orta Türkçe Dönemine gelindiğinde çeşitli Türk boylarını içine alan
Karahanlıların İslâmiyeti kabulü ile Türk Dilinde de yeni bir dönem başlamıştır.
Türklerin İslâmiyeti kabul etmeleriyle Arapça ve Farsçadan pek çok dinî eser de
tercüme edilmiştir. Mesela “Miftahü’l-adl” adlı fıkıh kitabı bu dönemde çevrilmiştir.
Burada çevirmen kendi okuyucu muhitini tatmin etmek için öz Türkçe sözler
27 Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun yay., İst., 1984, s. 110. 28 age., s. 158. 29 age., s. 152. 30 age., s. 56.
13
kullanmaya çalışmış ve böylece Türkçenin sadeliğine de hizmet etmiştir.”31
“Umumiyetle tefsir, Kuran, fıkıh ve bunun gibi dinî eserlerin çevirme ve izahları,
öteden beri dil ve linguistik araştırmalarının klâsik anahtarı vazifesini görmüştür.
Eserin kudsiyetine en ufak bir halel getirmemek amacıyla metne karşı gösterilen
sadakat, her bir kelimenin gerçek nüansını belirtmeye yaramış ve dilin
zenginleşmesini temin etmiştir. Bundan dolayıdır ki, bu tür eserlerin çevirilerinde her
bir kelimenin kendi başına ifade etmek istediği anlamı meydana koymak gerekmiştir.
Yazar ve çevirmenler bu metodu takip ederek, genellikle tercümelerini kelime kelime
ve alt alta yazmakta olduklarından, her kelimenin karşılığını vermişlerdir.”32
Kuran tercümeleri Türk Dili Tarihinin kilit eserleri arasında hususî bir grup
teşkil eder. Bu tercümeler Orta Türkçe Dönemi ürünleri olup şiveleri farklıdır.
“Tabarî’nin Kuran tefsiri Sâmâniler devrinde (875-999) Buhara’da Arapçadan
Farsçaya tercüme edilmiştir. Bu ilk Farsça Kuran tercümesi Kuran’ın ilk Türkçe
çevirisi için de model olmuştur. Maalesef bu tercümenin ne zaman, nerede ve kimin
tarafından yapıldığı bilinmemektedir.”33
XII.-XVI. asırlarda Kuran’ın Doğu Türkçesine yapılmış altı adet tercümesi
bilinmektedir. Bunlar başlıca iki türdedir. Birincisi satır arası, yani ek bir izahat
eklenmeksizin tamamen kelime kelime yapılan çevirilerdir. İkincisi ise metnin
tercüme edilen kısmıyla münasebetli, oldukça uzun hikayeler ve yorum gibi ara sözler
ile genişletilmiş tercümelerdir. Satır arası Kuran tercümelerinden biri Şiraz’da, 1333-
34’te Muhammed İbn Hâcı Devletşâh tarafından yazılmıştır. Bu tercüme XII.-XIII.
asır Orta Asya İslâmî Türk Edebî dilini yansıtmakta, çok az Arapça söz içermektedir.
Çeviri kelime kelime yapılmıştır.34
İkinci Kuran tercümesi yukarıdakiyle aynı tiptedir. Bu geniş fakat eksik
yazma, Arapça ve Türkçe metinler arasına yazılmış bir satır arası Farsça tercümeyi de
31 age., s. 91. 32 age. ss. 91-92. 33 Eckmann, János, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, TDK yay., Ank., 1996, s. 245. 34 age., s. 246.
14
ihtiva etmektedir. Tercüme XII.-XIII. asır başları Karahanlı edebî dili hususiyetlerini
göstermektedir.35
Üçüncü tercüme Farsçadan Doğu Türkçesine tercüme edilmiş bir el yazması
Kuran’dır. Türkçe tercümenin dili Karahanlı Türkçesidir. XIII. asra aittir. Kelime
çevirisi yapılmıştır.36
Dördüncü tercüme satır arası yapılmıştır. Tefsir değil, kelime çevirisidir.
Eserin dili XIV. asrın edebî dili, Harezm Türkçesidir. Çevirmeni belli değildir.37
Beşinci tercüme “Anonim” ya da “Orta Asya Tefsiri” diye bilinmektedir.
Çevirmeninin adı, çevrildiği yer ve tarih bilinmemektedir. Satır arası tercümenin yanı
sıra surenin içindekilere atıfta bulunan tefsirler ve hikayeler de içerir. Kelime kelime
çevirinin dili Karahanlı Türkçesidir. Ancak tefsirler ve hikayeler Harezm Türkçesi ile
yazılmıştır.38
XVI. asrın ilk yarısında Maveraünnehir’de, muhtemelen Şeybâni
hanedanından Körkünçi Han veya Ubaydullâh Han devrinde hacimli bir tercüme ve
tefsir meydana getirilmiştir. Kuran metni ayrı kısımlar halinde verilmekte, bunu ya
harfiyen tercüme veya geniş bir şerh ve uzun masallar takip etmektedir. Dil
Çağataycadır.39
Karahanlı Dönemi eserlerinden Kutadgu Bilig Karahanlı hükümdarı Tavgaç
Buğra Kara Hakan Ebu Ali Hasan b. Süleyman Arslan Kara Hakan’a takdim edilmek
üzere 1069-1070 yıllarında Balasagunlu Yusuf tarafından yazılmıştır. Eser Türkçe
yazılmış olmakla birlikte içerdiği bir takım bilgilerin başka kaynaklardan çeviri
yoluyla edinildiğini öğreniyoruz. Arat bu hususta şunları söylemektedir: “Yusuf,
münevver ve mütefekkir bir şahsiyet sıfatı ile, kendi devir ve muhitinde elde
edilebilecek bütün bilgi ve fikirleri edinmeye çalışmış olduğu gibi, bunların bir
35 age., s. 247. 36 age., s. 249. 37 age., s. 250. 38 age., s. 250. 39 age., s. 251.
15
kısmını bizzat elde etmiş olması da tabîdir. İlim şubelerinin bir kısmının, eserde
kullanılan ıstılahlara göre, Arapça ve Farsça eserlerden istifade suretiyle elde edilmiş
olduğu anlaşılmaktadır.”40
XIII. yüzyılda İftihareddin Kelile ve Dinme’yi Moğolcaya, Sindibatname’yi
ise Türkçeye çevirmiştir. XIII. asır Türk Dili yadigârlarının en önemli eserlerinden
biri olan Kıssa-i Yusuf (ya da Yusuf-i Züleyha), Firdevsî’nin aynı adlı Farsça
eserinden hem bazı Türk şivelerine çevrilmiş, hem de tamamen yeniden yazılmıştır
(Dresden ve Berlin nüshaları).41 “XIV. asır mahsullerinden olup Uygur harfleriyle
yazılmış olan Miraçname ise, eserin girişindeki kayda göre Nehcü’l-Feradis’in
Arapça nüshasının Türkçeye çevirisidir. Bu eser, Harezm Türkçesiyle yazılmış olan
Nehcü’l-Feradis’ten farklı bir eserdir.”42
Orta Türkçe Döneminde Kıpçak sahasında da yine çeviri faaliyetleri yoğun
olarak devam etmiştir. “Memlük sultanlarının bazıları Arapça bilip Türkçe ile
Arapçanın her ikisinde de edebî eserler vermekle birlikte çoğu sadece Türkçe
biliyordu. Ülkenin Arapça konuşan halkının Türkçeyi öğrenmesini kolaylaştırmak
için emir ve sultanların iradesiyle bir takım Türkçe eserler yazıldı veya Arapçadan,
Farsçadan tercüme edildi.43
Kıpçak Türkçesinin Memlük sahasının en önde gelen edebî eseri bir çeviri
olan “Gülistan”dır. Gülistan İran’ın en büyük şair ve ediplerinden biri olan Sa’di’nin
yalnız Fars ve şark edebiyatında değil, bütün dünya edebiyatında tanınmış ünlü
eseridir. Eserin Saraylı Seyf tarafından yapılan çevirisi Gülistan’ın Türkçeye en eski
tercümesidir.44 “Gülistan Tercümesi kelimesi kelimesine bir çeviri değildir. Şair,
40 Arat, Reşit Rahmeti, Kutadgu Bilig, TDK yay., Ank., 1991, s. XX. 41 Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun yay., İst., 1984, s. 126. 42 age., s. 113. 43 Eckmann, János, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, TDK yay., Ank., 1996, s. 52. 44 Sârâyî, Seyf, Gülistan Tercümesi, Hazırlayan: Ali Fehmi Karamanlıoğlu, TDK yay., Ank., 1989, s. XXIV.
16
şiirleri oldukça serbest tercüme ederken sadece nesir hikayelerin tercümesinde eserin
aslına sadık kalmıştır.”45
Memlük-Kıpçak şiirinin ilk mahsulü, aktarıcı Berke Fakih tarafından 51
beyitlik hatimenin yazılıp eklendiği Kutb’un Husrev ü Şirin’idir. Bir Kıpçak Türkü
olan Berke Fakih bu eseri 1383’te İskenderiye’de kopyalamıştır.46
Memlük-Kıpçak devrinde en önemli fıkıh kitabı bir satır altı tercümesi olan
İrşadü’l-mülûk ve’s-selâtîn, yine Berke Fakih tarafından 1387’de İskenderiye’de
meydana getirilmiştir.47
Yine Kıpçak Türkçesi ile Türk kültür hayatını karakterize eden eserlerden biri
Memlüklerden Esenbey İbn Sudun tarafından Kıpçakçaya çevrilen Ebülleys
Semerkandî’nin Kitab-ı Mukaddime’sidir.48
Arapçadan bir diğer satır altı tercümesi Kitâbül-fıkh’tır. Eserin son kısmı
kaybolduğundan tercümanın adı ve tercüme tarihi bilinmemektedir.49
Bir başka satır altı tercümesi olan Kitâb Mukaddimet Ebî’l-Leys es-
Semerkandî, meçhul bir mütercim tarafından çevrilmiştir.50
Memlük Kıpçakçasıyla tıbbî eserler de çevrilmiştir. Bu eserler genelde at
hastalıkları, tedavileri ve at terbiyesi hakkındadır. “Bunlar arasında Tolu Beg’in emri
ile hazırlanmış Arapçadan bir çeviri olan Kitâb baytaratü’l-vâzıh’ı sayabiliriz.
45 Eckmann, János, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, TDK yay., Ank., 1996, s. 56. 46 age. s. 55. 47 age., s. 60. 48 Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun yay., İst., 1984, s. 185. 49 Eckmann, János, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, TDK yay., Ank., 1996, s. 61. 50 age., s. 61.
17
Çevirmenin adı, yeri ve çeviri tarihi verilmemiştir.”51 Yine atlarla ilgili olan ve
çevirmeni bilinmeyen Kitâbü’l-hayl risalesi Farsçadan tercümedir.52
“Memlük Kıpçakçasına binicilik sanatına dair eserler de çevrilmiştir.
Bunlardan biri “Hulasa” veya “kitââb fî-ilmü’n-nüşşâb” adlı çevirmeni belli olmayan
bir eserdir. Eser Tolu Beg için çeşitli Arapça eserlerden çevrilmiştir. “Munyetü’l-
guzât” adlı bir diğer binicilik kitabı, halife el-Muktedî Billah’ın seyisi Muhammed b.
Yakûb Ahi Hazâmın “el-Fürûsi-ye fî remyü’l-cihâd” adlı Arapça eserinin üçüncü
bölümünün Kıpçak Türkçesine tercümesidir. Çevirmeni meçhuldür.”53
Orta Türkçe Döneminin Harezm sahasında meydana getirilmiş olan ilk eser de
yine bir tercüme olan Kısasu’l-enbiya’dır. Eser Naşireddin b. Burhâneddin er-rabguzî
tarafından Moğol prensi Naşıreddin Tok Buga adına, Farsça bir tercümeden Türkçeye
adapte edilen bir siyer-i nebi derlemesidir.54
“Türk Dilinin tarihî gelişimini göstermesi bakımından büyük öneme sahip
olan Zemahşerî’nin Mukaddimetü’l-Edeb’i önce Arapça yazılmış, daha sonra yine o
devirde Harezm şahlarından Atsız’ın emri üzerine yine Zemahşerî tarafından Harezm
ve çeşitli Türk şivelerine çevrilmiştir.55
Çağatayca dönemine gelindiğinde şair ve yazarlar yine bir taraftan kendileri
eserler üretirlerken, diğer taraftan da çeviri faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.
Bunlardan Hive Hanlığı şair ve tarihçisi Agehî, döneminin en önemli tarih eserini
yazmanın yanı sıra Farsçadan Çağataycaya pek çok eser çevirmiştir. Bunlar arasında
Muhammed Varisî’nin Zübdetü’l-hikâyât’ı, Qâbûs b. Vaşmgır’in Nasihatnâme veya
Qâbûsnâme’si, İmadeddin Gicdavânî’nin Miftahu’t-tâlibîn’i, Hüseyn b. Ali el-Vaiz-
51 age., s. 63. 52 age., s. 64. 53 age., s. 65. 54 age., s. 2. 55 Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun yay., İst., 1984, s. 122.
18
el-Kâşifî’nin Ahlâq’i Muhsinî’si, Mirza Mehdî Han’ınTârîh-i Nâdirî’si, Mirhond’un
Ravzatu’s-sefâ’sı vardır.56
Yine Hive Hanlığı şairlerinden Kâmil Çağatayca divanı yanı sıra Fahreddin
Ali eş-Şafî’nin Letâ’ifü’t-tevâ’if adlı eserini Çağataycaya çevirmiştir.57
Sadi’nin Gülistan’ının Kıpçak Türkçesine yapılan tercümesinden başka bir de
yedi yıl sonra Çağatay Türkçesine yapılan çevirisi vardır. Nerede, ne zaman ve kim
tarafından aktarıldığı hakkında eserde hiçbir bilgi yoktur. Ancak yazı biçimine
bakarak eserin XVI. yüzyılda Orta Asya’da meydana geldiği düşünmüştür. Çevirmen
Sibicabi girişteki kayda göre Gülistan çevirisini 1397-98’de tamamlamış ve onu
Türkistan valisi, Timur’un oğullarından Miran Şah’ın oğlu Muhammed Sultan’a ithaf
etmiştir. Sibicabi Farsça aslına sadık kalmakla birlikte kelime çevirisi yapmamış,
bazen metni kısaltmış, bazen de ona bir şeyler katmıştır. Çeviri Çağatay Türkçesinin
elimizde mevcut olan ve yazılış tarihi belli olan en eski mahsulüdür.58
Osmanlı Türkçesine de pek çok çeviri yapılmıştır. Bu eserler de yine Arapça
ve Farsçadan tercüme edilmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır: “Hüseyin b. Hasan
b. Muhammed el-Hûseyini tarafından yapılan Şâhnâme tercümesi, Aynî tarafından
yapılan Kudûrî tercümesi, Kemâl-oglı’nın Ferahnâmesi, İbrahim b. Bâlî’nin
Hikmetnâmesi, üç tane Yüz Hadis, Siyer-i Nebevî ve Mustafa Darir’inVâkidî’den
yaptığı Fütuhü’s-Şâm tercümesi.”59
Türkçe yazılmış olan eserler de büyük bir yayılım sahası bulmuş, hem şiveden
şiveye, hem de başka dillere çevrilmişlerdir. Mesela Türkçenin yabancılar için
kolayca öğrenilmesi bakımından en büyük kaynaklardan biri olan Harezm sahası
Türk şivelerine ait sözlük malzemesini içinde barındıran Muhammed Bini Kays’ın
Harezm Türkçesine ait eseri, İbn-i Mühenna başta olmak üzere pek çok İranlı filolog
için kaynak teşkil etmiştir. Kays’ı kaynak olarak kullanan bir diğer yabancı filolog
56 Eckmann, János, Harezm, Kıpçak ve Çağatay Türkçesi Üzerine Araştırmalar, TDK yay., Ank., 1996, s. 214. 57 age., s. 215. 58 age., s. 273. 59 age., ss. 54-55.
19
Ahmet Müneyri İbrahim Farukî olmuştur. Farukî telif ettiği Şerefnâme-i İbrahimî adlı
sözlüğü için Kays’ın eserini kullanmıştır.60 Yine Abu Hayyan, Fahreddin Muhammed
İbn Mustafa’nın Kavâid-i lisân-ı Türk adlı gramer kitabından Faydalanmıştır. Abu
Hayyan’ın faydalandığı kaynaklardan biri de Mısır sahası Türkçesi ile yazılan Kitab-ı
Baylik olmuştur.61 İran tezkirecisi Fahri-i Harevi Nevai’nin Mecalisü’n-Nefais’ini
“Letaifname” adıyla Farsçaya çevirmiştir.
1. 3. 1. Türkiye’de Çeviri
Türkiye’deki çeviri Tanzimattan bu yana, hatta Arapça ve Farsçadan çevrilen
bilimsel ya da dinsel yapıtlar göz önünde tutulursa Osmanlı İmparatorluğunun
yükseliş döneminden bu yana sürekli bir gelişme göstermiştir. “Lale devrinde İbrahim
Paşa’nın başlattığı ilk örgütlü çeviri hareketi, Aynî’nin İkd el’Cuman, Hâvandmir’in
Habib el Siar vb. gibi tarih yapıtlarıyla, Aristo fiziğinin Osmanlıcaya çevrilmesi
şeklinde olmuştur. İlk kez Lale Devrinde yirmi beş kişilik bir çeviri kurulunun
oluşturulması, bu kurulun İslâm kültürüyle yetinmeyip başka metinlere de yönelmesi
dikkate değer bir gelişmedir. Çeviri çalışmaları Lale Devrinden Tanzimata,
Tanzimattan Cumhuriyete dek uzanan iki yüz yıllık batılılaşma çabamızın başlıca
kültür dayanağını oluşturmuştur. Tanzimat döneminde bu hareketin daha da
yoğunlaştığı, roman, tiyatro vb. gibi kendi yazın geleneğimizde bulunmayan bazı
türlerin Batı’dan, özellikle de Fransız yazınından yapılan çeviriler yoluyla alındığı
görülmektedir. İlk Türk romanı sayılan Şemsettin Sami’nin “Taaşuk-i Tal-at ve
Fitnat” adlı yapıtından önce (1873), Fénélon’un “Aventures de Télémaque”ı
Tercüme-i Telemak, Robenson Crusoe’su “Hikaye-i Robenson” adlarıyla Türkçeye
çevrilip yayımlanmıştır. Osmanlı toplumundaki kültür dönüşümünün çeviri yoluyla
başladığı açıktır. Şemsettin Sami Hugo’nun Sefiller’iyle Robenson’u, Recaizade
Ekrem Chateaubriand’ın Atala’sını, Namık Kemal ise Rousseau ve Montesquieu’yü
çevirmişlerdir. Şair ya da romancı olsun, Tanzimat kuşağının tüm yazarları aynı
zamanda çeviri yazınımızın da ilk öncüleri olmuşlardır.”62
60 Caferoğlu, Ahmet, Türk Dili Tarihi I-II, Enderun yay., İst., 1984, s. 126. 61 age., s. 193. 62Gürsel, Nedim, Türk Dili Dergisi, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, Çeviri Etkinliği ve Kültür,cilt 38, sayı 322,Temmuz 1978, s. 21.
20
Tanzimatla önemli bir aşama kaydeden çeviri etkinliği Cumhuriyet
döneminde daha da gelişti. Anadolu kültürünün kaynak metinlerine yönelindi ve
böylece adeta bir yeniden doğuş hareketi başlatıldı. Tercüme Bürosunun kurulmasıyla
çevrilmeye başlanan dünya klasikleri dizisi ise, dilimizi hem doğu ve batı
kültürlerinin, hem de eski Yunan ve Roma’nın en seçkin yapıtlarıyla zenginleştirdi.
Dolayısıyla Anadolu kültürünün temelleri de çeviri yoluyla atılmış oldu.
“1940’ta Tercüme Bürosu tarafından çıkarılan “Tercüme” dergisi, Türkiye’de
çeviri çalışmalarına düzenli ve sürekli yer veren ilk yayın organı olmuştur. Bu
derginin yayınına son vermesinin ardından 1979 yılında İstanbul Üniversitesi
Yabancı Diller Yüksek Okulu Almanca bölümü dergisi olarak Prof. Dr. Şara Sayın
yönetiminde aynı yönde yayın yapan ikinci dergi “Bağlam” yayınlanmaya başlandı.
Maalesef derginin sadece üç sayısı yayınlandı.”63
“Türkiye’de üniversite düzeyinde bir çeviri eğitiminin adının bile bulunmadığı
1970’li yıllarda Avusturya Kültür Ofisinde ilk kez çeviri sorunları konulu yuvarlak
masa toplantıları düzenlendi. Bu ilk toplantıya Akşit Göktürk, Cevat Çapan, Tahsin
Yücel, Yurdanur Salman, Murat Belge gibi değerli bilim adamları katıldı. Hepsinin
en çok üzerinde durdukları nokta ise artık çeviri alanında alaylı tutumunun bir yana
bırakılmasının ve bu bağlamda üniversite düzeyinde ciddi, bağımsız bir eğitimin
başlatılmasının gerekliliği oldu. Bunu başka toplantılar izledi. Seksenli yılların
başında yine Avusturya Kültür Ofisinde düzenlenen I. Çeviribilim Sempozyumu ise
Türk bilim adamlarının yanı sıra Almanya’dan Prof. Dr. Wolfram Wills ve
Avusturya’dan Prof. Dr. Mario Wandruszka gibi, alanlarında dünya çapında ün
kazanmış otoritelerin katılımıyla toplandı. Bütün bu çabalar Türkiye’de üniversite
düzeyinde çeviri eğitiminin temellerini atmıştır. 1980 yılında, doğrudan çeviriyi konu
alan YAZKO Çeviri Dergisi çıkmaya başladı. Bugün ülkemizde Ankara’da
Hacettepe, İstanbul’da Boğaziçi Üniversitelerinde çeviri eğitimi bağımsız birimlerde
başarıyla uygulanmaktadır.”64
63 Salman, Yurdanur; Cemal, Ahmet; Özbilge, Özcan, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviri Kuramı ve Çeviribilim, cilt 3, sayı 13, yıl 1983, s. 129. 64 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, s. 97-98.
21
Çevirinin çağdaş Türk yazınının hemen her döneminde, özellikle de
1940’lardan sonra yaratıcı bir işlevi olmuştur. Çeviri etkinliği sadece bilgi aktarımı
düzeyinde kalmamış, gerçekleştirilmek istenen tüm yeniliklerin de temelini
oluşturmuştur. Hızlı tarihsel değişim artık ülkemizde de yalnızca yazarların değil,
dilbilimcilerin de konuya yakından eğilmelerini gerektirmektedir. Her alanda,
özellikle de kendine özgü sorunları olan şiir çevirisinde yeni yöntemlere ve bakış
açılarına gereksinim duyulmaktadır. Günümüzde okullu çevirmenler bulunmaktadır,
ancak bugünkü yazın çevirmenlerinin çoğunluğu alaydan yetişmedirler.
Çeviri çalışmalarının dünyada gözle görülür bir biçimde arttığı, hatta yirmi
kadar ulusal derneğin bir araya gelerek Uluslar Arası Çevirmenler Federasyonu çatısı
altında birleştiği65 günümüzde, dünya ile birlikte ilerlemenin, bilimsel, siyasal,
ekonomik alanlarda çağı yakalamanın koşulu olan çeviriye, gereken önemi vermek
zorunda olduğumuzu akıldan çıkarmamamız gerekmektedir.
1. 4. Çeviri Kuramları
Çeviri kuramları da çeviri kadar eskidir. Çeviri kuramına işaret eden
çalışmalara ilk kez M.Ö. II. yüzyılda Romalılarda rastlanmaktadır. Ünlü bilge ve
çevirmen Cicero (M.Ö. 106-43) ve Horace (M.Ö. 65-8) kendi çeviri süreçlerini esas
alarak çeviri üzerine yazdıkları yazılarla bugünkü anlamda çeviri kuramının
temellerini atmışlardır. Cicero ve Horace için çeviride yanıtlanması gereken temel
soru, çevirinin sözcüğü sözcüğüne mi, yoksa anlamı anlamına mı yapılması
gerektiğidir.66 Onların söylediklerinden, sözcüğü sözcüğüne yapılan çeviriye karşı
çıktıkları anlaşılmaktadır. Onlar için önemli olan çevirinin kendi kültürleri, okurları
için yapılmasıdır. Her iki bilge de çevirmenlerin çeviri süreçlerini yönlendirmek
istemekte ve süreç sırasında amaca öncelik vermelerini önermektedirler. Kısaca
benimsedikleri tavır süreç ağırlıklı, amaca yönelik ve kuralcıdır.
65 Cary, Edmond, Çeviri Nasıl Yapılmalı?, İst., Şubat 1996, s. 95. 66 Bengi, Işın, Dilbilim Araştırmaları dergisi, “Çeviri Eleştirisi Bağlamında Bilincin Oluşması Ve Eleştiri, Çeviribilim İlişkileri”, 1993, ss. 26-27.
22
Çeviri kuramlarının dinsel yönü de gözden kaçırılmayacak kadar dikkati
çekmektedir. Burada Allah’ın sözlerinin değiştirilemezliği belirleyici rolü oynamıştır.
Özellikle Hıristiyanlığın yayılmasından sonra çeviri kuram ve pratiği üzerine
çalışmalar yapılmıştır. Örneğin İncil’in Latince çevirilerinden sorumlu olan rahip,
tarihçi ve çevirmen Saint Jerome (Hieronymus) bir mektubunda çeviri kavramından
söz eder ve anlam çevirisini yeğlediğini belirtir. Hindistan’da da dile olan ilginin
dinsel bir temele dayandığı bilinmektedir.67
Latinceye Kutsal Kitap’ın ünlü Vulgata çevirisini yapan Hieronymus (348-
420) çeviri sorununa metin türü açısından bakan ilk çevirmen sayılır. Hieronymus
genel olarak Kutsal Kitap metni için sözcüğü sözcüğüne bir çevirinin, din dışı
metinler için de anlam çevirisinin uygun düşeceğini belirtir. Onun dışında çevrilen
metin türü ile uygulanacak çeviri yöntemi arasındaki ilişki üzerinde duran Alman
düşünürü, tanrıbilimci ve çevirmen Friedrich Schleiermacher (1768-1834) olmuştur.
Schleiermacher metinleri, bir yanda sanat metinleriyle bilimsel metinler, diğer yanda
gündelik iş yaşamını ilgilendiren metinler olmak üzere iki gurupta toplar. Metin
türüne uygun çeviri tutumunu belirlerken de biri okurun yazara götürülmesi, biri de
yazarın okura götürülmesi olmak üzere iki yöntemden söz eder. Sanat ve bilim
metinlerinde tutulacak çeviri yolunun, okurun yazara götürülmesi olduğunu düşünür.
Çevirmenin burada, gündelik dilin iletişim düzeneklerini iyi tanıyor olması yetmez,
kaynak dildeki metnin içerdiği özgün yaratıcılık anlarını da, bütün yenilik ve
yabancılıklarıyla birlikte kavramasını sağlayacak yorum bilgisi ve yeteneğine sahip
olması gerekir.68
Fransız şair, çevirmen, basımcı ve yayımcı Etienne Dolet (1509-1546) ise
bugünkü anlamda ilk çeviri kuramcılarındandır. Dolet’nin çevirmenlere çeviri süreci
sırasında yol göstermek amacıyla 1540 yılında yayımladığı “La Manière de bien
traduire d’une langue en aultre” (Bir Dilden Diğer Bir Dile İyi Çeviri Nasıl Yapılır)
başlıklı çalışması ilk çeviri kuramı çalışmalarından olduğu için çeviribilimde önemli
67Kocaman, Ahmet, Genel Dilbilim Dergisi, Uygulamalı Dilbilim Üzerine Kuramsal Bir Yaklaşım, cilt 1, sayı 1-2, şubat 1978, s. 7. 68 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, s. 19.
23
bir yere sahiptir. Dolet’ye göre bir çevirmenin iyi çeviri yapabilmesi için şu noktalara
dikkat etmesi gerekir:
“1- Çevirmen özgün yazarın ne demek istediğini, içlemi ve anlamı tam olarak
anlamalıdır. Çevirmen anlaşılması güç noktalara açıklık getirmek özgürlüğüne
sahiptir.
2- Çevirmenin kaynak dil ve amaç dil üzerinde tam bir hakimiyeti olmalıdır.
3- Çevirmen sözcüğü sözcüğüne çeviriden kaçınmalıdır.
4- Çevirmen günlük dilde kullanılan konuşma biçimlerini kullanmalıdır.
5- Çevirmen, çevirisinde doğru titremi verebilmek için sözcükleri doğru bir
biçimde seçmeli ve düzenlemelidir.”69
Dolet’nin kuramında amaç, çeviri yapılabilmesi için ilke ve kural
oluşturmaktır. Çevirmene tanıdığı özgürlükse yine kaynak metnin doğru olarak
aktarılabilmesine yöneliktir. Dolayısıyla bu kuram süreç ağırlıklı, kaynak odaklı ve
kuralcı bir kuramdır.
XVII. yüzyıla imzasını atan İngiliz şair, yazar, çevirmen, eleştirmen ve
kuramcı John Dryden (1631-1700) çevirinin birkaç kuralla yönlendirilemeyeceğini
fark etmiş ve bu nedenle de çeviri sorunlarını yazılarında etraflıca tartışmıştır.
Dryden’a göre sözcüğü sözcüğüne veya anlamı anlamına çeviri modeli, çeviri
gerçeklerine cevap verememektedir. Dryden hem sözcüğü, hem anlamı koruyabilmek
için çevirmenin gerektiğinde her ikisinden de uzaklaşabileceğini düşünmektedir. Bu
durumda ortaya çıkan çeviri Dryden’ın terimiyle öykünmeye örnek olarak verilebilir.
Dryden’in kuramının ilkeleri şunlardır:
“1- Şiir sanatında dehasını kanıtlamış olmasının yanısıra yazarın dilinde ve
kendi dilinde usta olmayan hiç kimse şiir çevirmeye muktedir değildir.
2- Sadece şairin dilini anlamamız çeviri yapmamız için yeterli değildir. Onu
diğer şairlerden ayıran ve şair kişiliğini belirleyen özel düşünce ve anlatım biçimlerini
anlamamız gerekir. 69 Bengi, Işın, Dilbilim Araştırmaları Dergisi, Çeviri Eleştirisi Bağlamında Eleştirel Bilincin Oluşması ve Eleştiri, Üst-Eleşriri, Çeviribilim İlişkileri, 1993, s. 27.
24
3- Benzer bir titizliği dış süslemeler, yani sözcükler konusunda göstermeliyiz.
4- Yazarın oluşturduğu metnin içlemi kutsaldır ve çiğnenmemelidir.”70
Bütün bunlardan Dryden’ın da öteki kuramcılar gibi, kuramında çeviri
sürecini yönlendirmeyi amaçladığı ve çeviribilim terimiyle kaynak odaklı ve kuralcı
olduğu anlaşılıyor.
1791 yılında Alexander Tytler tarafından bir kuram çalışması yapılmıştır.
Tytler’ın “Essay on the Principles of Translation” (Çeviri İlkeleri Üzerine Bir
Deneme) başlıklı yazısında çeviri ilkeleri şöyle belirlenmiştir:
“1- Çeviri özgün çalışmadaki düşüncelerin tamamını içermelidir.
2- Çevirinin yazı biçemi ve tarzı özgün çalışmayla aynı karakterde olmalıdır.
3- Çeviri özgün çalışma kadar rahat olmalıdır.”71
Tytler çeviride amacın özgün metnin içeriğini ve biçemini, özgün metnin
rahatlığıyla okura aktarmak olduğunu vurgulamaktadır. Yani Tytler’ın kuramı,
çeviribilim terimiyle kaynak odaklı ve kuralcı bir kuramdır.
Şair ve çevirmen Henry Wadsworth Longfellow da (1807-1881) çeviri üzerine
görüşlerini bildirmiştir. Longfellow şiir çevirmeninin görevini kesin çizgilerle
belirlemiştir. Şiiri oluşturan ögelerden dizemin çevirisi onun için önemli değildir.
Önemli olan, yazarın düşünce ve sözlerinin çeviri sırasında hiçbir yorum yapılmadan
aktarılmasıdır. Bu sözlerden anlaşılacağı gibi Longfellow kurama karşı takındığı
tavırda kaynak odaklı ve kuralcıdır.72
Başka bir kuram çalışması XX. yüzyıla imza atmış iki bilim adamı, Amerikalı
çeviri kuramcıları Eugene Nida ve Charles Taber tarafından yapılmıştır. Nida ve
Taber, kuramlarında dikkatleri alıcı dil üzerinde toplayarak çeviriye yeni bir bakış
açısı getirmeye çalışırlar. Onlara göre çeviri kaynak dil iletisine en yakın doğal
70 agy. s.29. 71 agy. s.29. 72 agy. s.29.
25
karşılığın alıcı dilde öncelikle anlamı ve sonra biçemi ön plana alarak yeniden
üretilmesiyle oluşur. Nida ve Taber için önemli olan, iletinin çeviride kaynak dile en
yakın doğal karşılığıyla oluşturulmasıdır.73
İçinde bulunduğumuz yüzyılda ise çeviribilimde köklü değişiklikler
gözlenmektedir. Dikkatler kaynaktan uzaklaşıp hedefe yönelmiştir. Bu değişiklikleri
bize toplu olarak sunan kuram 1970’li yıllardan bu yana İsrailli çeviri kuramcısı
Gideon Toury’nin oluşturduğu hedef odaklı çeviri kuramıdır. Bu kurama göre önemli
olan çevirinin nasıl yapılması gerektiği değil, çevirinin neden, nasıl yapıldığı ve
işlevinin ne olduğudur.74
Bütün bu görüşler dikkate alındığında, M.Ö. II. yüzyıldan başlayarak XX.
yüzyılın ilk yarısını da içine alan sürede oluşan kuramların hepsinin kaynak odaklı,
süreç ağırlıklı ve kuralcı oldukları görülmektedir. Bu kuramların hepsinde amaç iyi,
doğru çeviri yapılmasını sağlamaktır. Ağırlık noktası kaynak olan kuramlarda iyi,
doğru çeviri, kaynak dil, kaynak metin, kaynak yazar ve kaynak kültüre sadık
üretilen çeviri demektir. Kuramlarında amacı ön plana çıkaran kuramcılar ise iyi,
doğru çevirinin kaynak dil, kaynak metin, kaynak yazar ve kaynak kültüre tam
sadakatle çözülemeyeceği görüşündedirler. Onlar çevirinin neden, nasıl ve kim için
yapıldığıyla ilgilenmektedirler. Önemli olan çevirinin işlevselliğidir; hedef dil okuru
tarafından anlaşılması, amaca hizmet etmesidir. Günümüzde geçerli olan çeviri
anlayışı da budur.
1. 5. Çeviri Türleri
Tarihsel olarak karşımıza iki tür çeviri çıkmaktadır: sözlü ve yazılı çeviri.
Sözlü çeviri farklı milletler ve farklı diller var olduğundan beri yapılmaktadır. Devlet
yöneticileri aralarında tercümanlar vasıtasıyla anlaşmışlar, anlaşmalar bu yolla
yapılmıştır. Bu tür, günümüzde özellikle uluslar arası kuruluşlarda, devletler arası
resmî ziyaretler esnasında kullanılmakta ve son yıllarda önemi giderek artmaktadır.
Yazılı çeviri ise yazının bulunmasından bu yana var olmuş, özellikle rönesanstan 73 agy. s.29. 74 agy. s.31.
26
sonra büyük ilerleme kaydetmiştir. Bugün yazılı çeviri türleri hayatın her alanında
büyük bir ihtiyaç olarak kullanılmaktadır.
Yapısalcı dilbilimin en büyük temsilcilerinden biri olan Rus bilim adamı
Roman Jakobson çeviriyi dilbilimsel açıdan üç türe ayrılmıştır:
“1- Diliçi çeviri (dönüştürüm): Dilsel göstergelerin aynı dilin öteki
göstergeleriyle dile getirilmesidir. Bir sözcüğün diliçi çevirisi ya az çok eş anlamlı
başka bir sözcüğü kullanır ya da açımlamaya başvurur. Türkçe sözlük buna örnek
olarak verilebilir. Mesela “bekar” kelimesi “evli olmayan” biçiminde daha açık bir
betimlemeye dönüştürülebilir.
2- Diller arası çeviri (gerçek anlamda çeviri): Dilsel göstergelerin başka bir
dilde dile getirilmesidir. Örneğin Türkçeden İngilizceye, Rusçadan Almancaya
çeviriler gibi.
3- Göstergeler arası çeviri (ötelemeli değiştirim): Dilsel göstergelerin dil
dışı göstergeler dizgesiyle dile getirilmesidir. Mesela bir şiirin resimle anlatılması
gibi.”75
Asıl konumuzu teşkil eden yazılı çeviri de kendi içinde çeşitli türlere
ayrılmaktadır. Bunları genel olarak üç başlık altında toplayabiliriz:
1- Yazın (edebi) çevirisi
2- Bilimsel çeviriler
3- Teknik çeviriler
1. 5. 1. Yazın Metinlerinin Çevirisi
Her türlü kurmaca metin, roman, öykü, her tür şiir, tiyatro ve sinema yapıtları,
denemeler, yazınsal nitelik taşıyan yazın eleştirileri, kısaca yazınsallık içeren her türlü 75 Jakobson, Roman, YAZKO Çeviri Dergisi, Dilbilim Açısından Çeviri, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 139.
27
yaratıcı metin yazın metinleri içinde yer alır. Çeviri metinleri içinde yazın
metinlerinin özel bir yeri vardır. Bunun nedeni, çoğunlukla kurmaca nitelikli olan
yazın metinlerinde yazarların, dilde alışılanın dışına çıkmaları, sözcükleri bilinenin
dışında, çok değişik anlamlarda kullanmalarıdır. Yazın metinlerinde hiçbir dil
düzeyinde (ses, sözcük, anlam, sözdizimi) kalıplaşmadan söz etme olanağı yoktur.
Özellikle şairler alışılmışın dışında tamlamalar kullanırlar. Mesela “ben sana
mecburum, gönül taşı, yüzünün telleri, ecel şerbeti, selvi endam” gibi tamlamalar
yabancı bir çevirmen için oldukça zorlayıcıdır.
Yazın metninin anlamı okurun algılayışına göre değişebilir. Bir bakıma okur
metnin anlamını kendisi yaratır. Yine yazın metinlerinde yalnız düz anlamlardan
değil, büyük ölçüde yan anlamlardan da yararlanılır. Üstelik bu yan anlamlar
alışılmış, bilinen yan anlamlar olmayabilir. Bu nedenle yazın metni katı, kesin
yöntemlerle ele alınamaz.
Yazın metinlerinin çevirisi, özgün metnin tıpkısı olmamalıdır. Çeviri biçimsel
dil düzeyinden daha çok içerik düzeyinde gerçekleşmelidir. Mesela bir fizik metninin
çevirisinde çevirmen önce özgün metnin dilini dilbilgisel bir çözümlemeden geçirerek
anlamı saptar, sonra bu anlamı hedef dilden seçeceği dilbilgisel ögelerle anlatır. Bu
tür bir çevirinin başlıca ölçütü bilginin eksiksiz aktarımıdır. Bu durum yazın metinleri
ya da gündelik doğal dilde geçerli değildir. Yazın metinlerinin bilgisayar çevirisine
uygun olmayışı da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat Türk Lehçeleri
açısından durum farklıdır. Kırgızcadan Türkçeye yazın metinlerinde de büyük ölçüde
kelime çevirisi yapılabilmektedir. Bu konuya ileride daha ayrıntılı değinilecektir.
Yazın çevirisi içinde özel bir yeri olan şiir çevirisinin kendine özgü ve şiire
bağlı olan kuralları vardır. Çevirmenlerin şiir çevirisi konusunda mutabık oldukları
tek konu şiirin tam manasıyla çevirisinin imkânsız olduğudur. Hatta yüksek sanatsal
değere sahip şiirler için kendi diline çevrilmezlikten bile söz edilmektedir. Çağımızın
büyük eleştirmen ve dilbilimcilerinden, Avusturya asıllı George Steiner şöyle der:
“bir şiir en geniş dilsel olanakları sıraladığından, herhangi bir dilin düzgüsünü en
çarpıcı biçimiyle dile getirdiğinden açımlanabilir, yetkin olmasa da yansılanabilir ama
28
“kuşkusuz” çevrilemez”.76 Bir şiir yazıldığı dilin dünya görüşünü en derin düzeyde
yansıtarak o dilin çekirdeğinden doğduğundan, çeviride göze alınan hususlar daha
çok, kayıp daha büyüktür. Şiirde ritim, vezin, kafiye, heyecan vardır. Çok defa
kelimeler gerçek anlamlarının dışında anlamlar ifade ederler; yani mecaz vardır. Bu
durumda çeviri esnasında şiir aslından bir şeyler kaybeder. “Çeviride kayıp, ancak
kelimelerde birinci manasından fazla bir şey olduğu zaman görülür. Bu fazla şey
mana ile ses arasındaki ahenk, bir istiare, bir yansıma veya bir mecaz olabilir. Eğer
bunlar yoksa bir şiirde sadelik bulunabilir ve çevrildiği zaman hiçbir tesir
kaybetmeden ifade edilebilir.”77 Fakat şiirlerin çoğunda bu sadelik görülmez. Şair
seçtiği kelimelerin uzunluğuna, vurgusuna, seslerine özellikle dikkat eder. Çeviri
yaparken bütün bunlar büyük değişikliğe uğrar. Örneğin bir dile ait bir şiirde şairin
alliterationla (ses yinelenmesi) verdiği anlam derinliğini diğer dile çeviri yoluyla
aktarmak olanaksızdır. Neticede, şiirin nesre çevirisi ortaya çıkar. Bu da şu iki sorunu
ortaya çıkarmıştır:
a- Nazım, nesir olarak çevrilmelidir,
b- Nazım, nazım olarak çevrilmelidir.
Bu konuyla ilgili olarak Prof. Postgrate Tercümeler ve Mütercimler adlı
eserinde nesrin nesirle, nazmın nazımla çevrilmesi gerektiğini söyler. Hilaire Belloc
ise “nazım daima nesir olarak çevrilirse daha iyi olur” demektedir.78
Manzum çeviri, kaynak metnin anlam, üslûp ve tarzına daha yakın ve onu
daha çok andıran bir çeviri olacaktır. George Steiner “canlı bir şiirin beceriksizce
yapılmış bir düzyazı çevirisi bir hiçtir; düzyazı açımlaması da önemli bir yardımcı
olmakla kalır. Bir şiir etkin bir yankı sağlayabilmek için bir şiiri uyandırmalıdır,”79
der. Cary de bir şiiri çevirmek isteyen çevirmenin iki temel davranışta bulunacağını,
onu ya biraz düz yazı gibi, ya da biraz şiir gibi çevireceğini söylemektedir. O, bu iki
tutumun nasıl bir süreçle gerçekleşeceğini de açıklar: “İlk varsayımda bir düz yazı
76 Steiner, G., YAZKO Çeviri Dergisi, Şiir Çevirisi Üstüne, çev. A. Nihat Akbulut, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 148. 77 Savory, Theodore, Tercüme Sanatı, çev. Hamit Dereli, Ankara, 1961, s.58. 78 age. ss. 59-60. 79 Steiner, G., YAZKO Çeviri Dergisi, Şiir Çevirisi Üstüne, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 151.
29
ürünü çevrilirken nasıl bir tutum izleniyorsa, bir şiir çevrilirken de aynı şey yapılır.
Önce sözcüklerin ve cümlelerin anlamları açıklanır ve daha sonra ayrıntılara geçilir.
Bir yandan anlamsal nüanslara ilişkin dilsel ayrıntılarla uğraşılırken, diğer yandan
biçimsel ve duygusal inceliklerle ilgilenilir. Biraz daha titiz olanlar şiirdeki sessel
uygunluğu da gözetirler; hatta çevirilerini manzum olarak, bazen de uyaklı dizeler
biçiminde yapmaya çalışırlar.”80
Çevirmen, yabancı bir şairi çevirmek için belli bir donanıma, kaynak dil
kültürünün şiir anlayışına sahip olmalıdır. İki dil birbirine ne kadar yakın olursa şiir
çevirisinde görülen teknik güçlükler de o ölçüde ortadan kalkacaktır. Ancak birbirine
tam eşit iki dil yoktur. Bu nedenle şiir çevirmeni kendi diline, anlayışına en yakın
şiirleri çevirirse daha başarılı olacaktır. Örneğin kafiye büyük bir sorun teşkil eder.
Kafiyeli bir lirik şiir çevirisinde ya yazarın yazdığı bir şey çevrilmemiştir; ya da
yazmadığı bir kısım ilave edilmiştir.
Şiir çevirisinde dikkat edilmesi gereken bir husus da uzunluk meselesidir. Şiir
çevirisinde şiir dilinin bulunması, söyleyiş biçimi ve anlam tutarlılığı sağlamanın yanı
sıra sözcük ekonomisine de dikkat edilmesi gerekir. Sözcük ekonomisi yani az sözcük
kullanma ses uyumunu sağlamada da yardımcı olur. Taştığı, uzadığı, çoğaltıldığı
zaman, bu şiirin yapısına ters düşer. Nesir çevirisinde bu pek önemli değildir. Fakat
şiir çevirisinde hece ve kelimelerin sayısının önemi büyüktür. Çünkü şiirde ölçü
vardır. O nedenle çeviride kelimeler özenle seçilmelidir.
XIX. yüzyıl İngiliz şairi Coleridge şiiri “en uygun sözcükleri en uygun
biçimde sıraya dizme sanatı (the best words in the best order)” diye tanımlar. Böyle
bir şiiri gerek kendi diline, gerekse başka bir dile çevirmek oldukça güçtür. Sözgelimi
İngilizce ve Türkçede söz dizimi farklı, vurgunun sözcükteki yeri ve önemi ayrıdır.
Dolayısıyla her iki dilin özellikleri, uyakların, sessel özelliklerin, üslûbun
verilmesinde değişik uygulamaları gerektirir. Günümüzde, şiir çevirisinde iyi bir
çeviriye giden yolun her sözcüğe tek tek karşılık bulma çabası olmadığı kabul
edilmiştir. Önemli olan anlamın ve biçemin hedef dildeki eş değerini bulabilmektir.
80 Cary, Edmond, Çeviri Nasıl yapılmalı?, İst., Şubat 1996, s. 59.
30
Bir başka yazın türü olan tiyatro ve sinema yapıtlarının çevirisinde diğer
çeviri türlerinde görülmeyen bazı unsurların da dikkate alınması gerekmektedir.
Bunlarda önemli olan, yazarın halkın üzerinde bıraktığı etkiyi devam ettirebilmektir.
Yanlış aktarılması oyunu tam bir başarısızlığa götürebilir. “Tiyatro çevirmeni
yalnızca dilsel düzene ilişkin güçlükler değil, aynı zamanda kültürel ve ahlâkî
güçlükler de çeker. Kendi halkının düşünüş biçimine cevap vererek yazılan yabancı
bir oyun, başka bir ülkede ilgisizlikle karşılanabilir. Durum böyle olunca da parlak bir
başarı söz konusu olamaz. Yapıtın yalnızca içeriğinin anlaşılması sağlanabilir.”81
Cary tiyatro çevirisinin başarılı olabilmesinin bir duygu ortaklığının sağlanabilmesine
bağlı olduğunu belirtir.
Tiyatro yapıtlarının çevirilerinde dikkat edilmesi gereken önemli hususlardan
biri de konuşma dilinin kullanılmasıdır. Tiyatro eseri çok güzel bir şekilde çevrilmiş
olabilir. Ancak “oyun çevirisi okunmak için değil, oynanmak içindir. Bu yönden yazı
dilini değil, güncel konuşma dilini gerektirir. Tiyatro yapıtında yazın dilinin
kullanılması hem oyuncunun söz-hareket düzenini olumsuz yönde etkiler, hem de
sahne-seyirci etkileşimini zayıflatır. Tiyatro eserinin doğru çevirisi için konunun
geçtiği dönem, kişilerin yapıları, kişilerin içinde bulundukları durum, oyunun genel
havası çevirmen tarafından eksiksiz anlaşılmış olmalıdır.”82 Tiyatro çevirisinde bir
sözcüğün rastgele çevrilmesi, bir vurgunun yerinin yanlış düzenlenmesi bile verilmek
istenen duygunun, yaratılmak istenen etkinin kaybına neden olabilir.
Tiyatro çevirisinde konuşma dili kullanılmalıdır dedik. Bu konuşma şekli de
karakterlerin niteliklerine, yaşadıkları döneme, ortaya çıkan duruma göre seçilmeli,
kişiler arasındaki ayrım fark edilmelidir. Bir aristokratla bir işçi, bir saraylı ile bir
köylü aynı tarzda konuşturulmamalıdır.
Sinemada işin içine bir de görüntü girer. Görüntü değişmeden kalırken sözler
değişir. Çevirmen çeviri dilini, sözleri, vurguyu, bu görüntüye uydurmak zorundadır.
Ayrıca çeviri, sadece sözcüklerin anlamına değil, ekranda görülen dudak ve diğer
81 age., s. 71. 82 Nutku, Özdemir, Türk Dili Dergisi, Çeviri Sorunları Özel Sayısı, Oyun Çevirisinde Konuşma Dilinin Önemi, cilt 38, sayı 322, Temmuz 1978, ss. 80-81.
31
beden hareketlerine de uymak zorundadır. Oyuncu “oraya” derken el hareketi de
orayı göstermeli, “başım ağrıyor” derken başını işaret etmelidir. Yoksa yaratılmak
istenen etki yitirilebileceği gibi, komik durumlar da ortaya çıkabilir. Bütün bu
zorunluluklar çevirmeni bazen özgün metnin dışına çıkmaya veya ondan birşeyler
eksiltmeye götürebilir. Ancak çevirmen anlama sadık kalmalıdır. Cary bundan dolayı
dublajın çeviri olmadığını, içinde sadakat olgusu tesadüfen bulunan çok serbest bir
uyarlama olduğunu belirtir. 83
Tiyatro ve sinema çevirmeni kaynak ve hedef dili her düzeyde çok iyi
bilmenin yanı sıra, teknik olarak da yeterli tiyatro ve sinema bilgisine sahip olmalıdır.
Yazın çevirmenliği sadece öğrenimle kazanılabilecek bir beceri değildir.
Çevirmenin yazın alanını tanıması, yazın türlerini bilmesi, bunun yanı sıra kaynak ve
hedef dilin kullanım özelliklerini çok iyi bilmesi gerekir. Yazın çevirmeni
çözümlenen metni birleştirip yeniden oluşturabilecek kavrayış, duyarlılık ve
yaratıcılığa sahip olmalıdır.
1. 5. 2. Bilimsel Metinlerin Çevirisi
Bu tür içinde, teknik metinler dediğimiz kimya, fizik, makine, mühendislik,
bilgisayar gibi konuların dışındaki sosyal bilim alanları yer almaktadır. Sosyal
Bilimlerdeki kavramlar, terimler çeviride güçlüklere neden olmaktadır. Bazı terimler
her dilde aynı olmakla birlikte, bazıları farklı ve bazılarının da hiç karşılığı yoktur. Bu
tür metinlerde, eğer varsa standart karşılık, yani terimin her iki dildeki kabul edilmiş
denk karşılığı kullanılmalıdır. Eğer bir terimin her iki dilde de farklı yan anlamları
varsa metinde kullanılan anlam itibariyle çeviri yapılmalıdır. Yani kaynak metinde
yazarın kastettiği anlam çeviride esas alınmalı ve bu kullanıma parantez içinde
açıklamalarla veya dipnotlarla açıklık getirilmelidir. Eğer bir terim her iki dilde de
aynı kökten gelen fakat farklılaşmış anlamları içeriyorsa, ama her iki dilde de bu
farklılaşma paralellik gösteriyorsa, bu durumda en güvenli çeviri aynı terimi
kullanarak yapılan çeviridir. Bu duruma en güzel örnek “burjuva-bourgeoise”
83 Cary, Edmond, Çeviri Nasıl Yapılmalı?, İst., Şubat 1996, s. 80.
32
terimidir. XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren “burjuva” terimi Ortaçağ Avrupasının
sosyal yapısını analiz eden çalışmalarda aristokrasi-asiller sınıfı (aristocracy) ve
köylü sınıfı (peasantry) arasında yer alan orta sınıfa işaret etmek amacıyla
kullanılmaya başlandı. Fakat XIX. ya da XX. yüzyılın sosyal yapısını analiz eden
çalışmalarda ise pek çok yazar “burjuva” terimini en yüksek sosyal sınıfı tanımlamak
amacıyla kullanmıştır. Sonuç olarak sosyal bilimlerde “burjuva” ve “orta sınıf”
terimleri arasında bariz bir karışıklık vardır. Bu terimler bazen eş anlamlı olarak
kullanılırken, bazen de farklı sosyal tabakaları tanımlamak amacıyla kullanılmıştır.
1. 5. 3. Teknik Metinlerin Çevirisi
Teknik çeviri, anlatılan fikir ve görüşleri hiçbir şekilde değiştirmeden, sözcük
ekleyip çıkarmadan bir dilden diğer bir dile geçirmektir. Metinde anlatılanı düz
anlamıyla iletmek teknik çevirinin başlıca özelliğidir.
Teknik metin çevirmeni yazın çevirmeni gibi biçimle, ses uyumları ve biçem
incelikleriyle ilgilenmez. Onun başlıca kaygısı, metindeki sözcük dağarcığının
belirgin ve bütünlük içinde olmasıdır. Burada önemli olan sözcüklerin, terimlerin
anlam eş değerlerinin doğru bulunmasıdır. Diller arasında aynı anlama gelen
sözcüklerde bile nüanslar vardır. Çevirmen bu konuda çok dikkatli olmalı, yazarın
metinde kastettiği anlamı verebilmelidir. Hiçbir sözlük bu konuda yeterince yardımcı
olamaz. Eğer bazı sözcüklerin çevirisinde sözlüğün verdiği karşılıkla yetinilip bağlam
göz önünde tutulmazsa metnin anlamı tamamen değişebilir. Çünkü sözcükler bağlam
gereği çok farklı anlamları ifade edebilirler. Öyleyse teknik metin çevirmeni her iki
dili de iyi derecede bilmenin yanı sıra, işlenen konuyu da çok iyi bilmeli, teknik
bilgiye sahip olmalıdır.
İlmî eserler üslûbundan duyulan zevk için okunmaz. Bunlarda akıcılık, ifade
açıklığı, rahat okunabilme gibi özellikler önemli olmakla birlikte üslûp dikkat
edilmesi gereken bir konu değildir. Bu nedenle çevirmen, eserini üslûba uydurmak
zorunda değildir. Fakat ilmî eser çevirmenlerinin mutlaka dikkat etmeleri gereken şey
ifade açıklığıdır. Çünkü bu eseri okuyanların ihtiyacı olan, konuyu anlamaktır.
33
Teknik terimlerin çeviri üzerinde çok büyük önemi vardır. Hatta fen ve ilim
dili bugün o kadar ihtisaslaşmıştır ki bunları yalnız ilim adamları anlayabilirler.
Teknik terimlerin çoğu uluslar arası kullanım alanına sahip oldukları için bütün
dillerde aynıdır; çevrilmeleri gerekmez. Ancak yeni veya yerel bir terimse ve hedef
dilde karşılığı yoksa ya aynen alınıp açıklaması yapılmalı veya yeni bir karşılık
bulunmalıdır.
Çevirmenin teknik bir alanda kazandığı bilgiler, onun her alanda başarılı
olmasını sağlayamaz. Oysa çevirmenler pek çok değişik konuda çeviri yapmak
durumunda kalırlar. O halde çevirmenin yeniliği, nüansı, farklılığı görebilmesi, yani
bilgi birikiminin yanı sıra kavrama gücünün de olması gerekir. Çeviri yapmaya
başlamadan önce o konuyla ilgili ön bilgi edinmesi de çok faydalı olacaktır.
Yukarıda bahsettiğimiz türler dışında, çağımızda bilimsel ve teknik gelişmeler
sonucunda yeni çeviri türleri de meydana gelmiştir. Çağımız teknoloji çağıdır. Bir
metnin aynı anda birkaç dile çevirisi gerekebilmektedir. Pek çok uluslar arası kuruluş
oluşmuş ve buralarda anında pek çok dile çeviri ihtiyacı doğmuştur. Devletler arası
siyasî ilişkilerde çok kısa sürede çevirilere ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bütün bu
gelişmeler günümüzde bilgisayarlı çeviri ve konferans çevirmenliği denilen iki yeni
alanın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Günümüzde büyük öneme sahip olan bu iki alana
da değinmemiz faydalı olacaktır.
1. 5. 4. Bilgisayarlı Çeviri
Hızla gelişen bilimsel ve teknik ilerlemeler bilim adamlarını “nasıl daha çabuk
ve güvenilir çeviri yapabilirim” sorusu üzerinde düşünmeye zorlamıştır. Bu konudaki
ilk araştırmalar 1950’lerde Amerika ve Rusya’da başlamıştır. Ocak 1954’te
Georgetown-IBM deneyi ilk kez başarı ile sonuçlanmış ve sınırlı olarak Rusça’dan
İngilizce’ye mekanik çeviri yapılmıştır. 1956 yılında Rus Bilim Akademisi, BESM
bilgisayarını kullanarak İngilizceden Rusça’ya başarıyla mekanik çeviri yapıldığını
açıkladı. Rusların bilgisayara dayalı ilk çeviri proğramını başarı ile denemeleri
sonucu, Los Angeles’taki International Telemeter Corporation sınırlı amaçlı bir bilgi
34
depolama kapasiteli, fakat girdi ile çıktı arasında karışık bir manipülasyon
gerektirmeyen bir çeviri makinesi üzerinde çalışmalara başladı. Aynı yönde İllinois,
Michigan ve Texas Üniversitelerinde de çalışmalar yapıldı. 1956 yılında
Massachusetts İnstitute of Technology’de bu alanda yapılan bir toplantıya
Washington Üniversitesi, UCLA, The İnternational Telemeter Corporation, Harvard
Üniversitesi, Georgetown Üniversitesi ve Massachusetts İnstitute of Technology
katıldı. İngiltere’den ise Cambridge Üniversitesinin Dil Araştırma Ünitesi toplantıda
hazır bulundu. Bu konuda 1957 Ağustosunda Oslo’da yapılan 8. Uluslararası
Linguistler Kongresinden bu yana fazla yayın yapılmamıştır.
Teknik çeviri insan aklına ve bilgisayara dayalı olup, saptanan belirli
kriterlerle kaynak dilden hedef dile çeviri yapmaktır. Wilss bu yöntemin, yalnızca,
eğer bilgisayar sözdizimsel yönden yalın, anlambilimsel yönden anlaşılır, dillerarası
son derece ölçünlenmiş metin bölümlerinden oluşan metinleri ele alır ya da eğer
kaynak dildeki metin makineye aktarılmadan önce, uygun işlemlerle, bire bir karşılığa
dayanan yalın “eşleme” yöntemlerinin uygulanmasına uygun bir biçime getirilmişse
çalışacağını söylemektedir. Bu nedenle bilgisayarlı çeviri ilmî, teknik yani
sözcüklerin düz anlamlarıyla kullanıldığı metinlerde uygulanabilir.
Bilgisayarlı çeviride esas, belli bir dildeki metnin bilgisayara bir uçtan
verilmesi ve öteki uçtan bir başka dildeki çevirisinin alınmasıdır. İlk iş olarak bir
dilden ötekine çevrilecek metin belirlenerek makineye kaydedilir. Bu metin, makine
tarafından daha önce o dilin özelliklerine göre hazırlanmış olan bir formül diline
otomatik olarak döndürülür. İkinci evre, böylece kodlanmış olan metni makinenin,
aktaracağı dilin formül diline dönüştürmesidir. Son evre ise bu formül dilindeki
metnin yazılı insan diline aktarılmasıdır. Bu yöntemde sözcüklerin mümkün
olduğunca tek anlamlı olmalarına dikkat etmek gerekir. Proğram hazırlanırken
dilbilimci, bilgisayar uzmanı ve matematikçinin birlikte çalışması gerekir.
Bilgisayarla çeviri araştırmacıları, gerek sözlük hazırlarken, gerek sözdizim
kurallarını saptarken dilbilim ve dilbilgisinin vardığı sonuçlardan büyük ölçüde
yararlanmaktadırlar.
35
Bu tür çeviri şimdilik askerî, bilim ve teknoloji konularıyla sınırlanmış
durumdadır. Teknik konularda sözcük sayısının sınırlı olması, sözcüklerin çoğunlukla
düz anlamlarıyla kullanılması, büyük üslûp farklılıklarının bulunmaması makine
çevirisini mümkün hale getiren etkenlerdir. Bu yöntem insan ögesini aradan çıkardığı
gibi, vakit ve paradan da tasarruf sağlamakta ve gelecek için yeni imkânlar
sunmaktadır. Edebiyat alanında da bu konuda girişimler yapılmış olmakla birlikte,
şimdilik başarılı bir sonuç alınamamıştır. Bilgisayarlı çeviri alanında günümüzde
Amerika, Rusya ve İngiltere dahil çeşitli ülkelerde araştırmalar sürmektedir.
1. 5. 5. Konferans Çevirmenliği
Birinci Dünya Savaşından sonra oluşan ve sözlü çeviri türleri içinde yer alan
konferans çevirmenliği günümüzde çok canlı bir meslek durumuna gelmiştir. Bu
konuda eğitim verilmekte ve kitaplar yazılmaktadır. Konferans çevirmenliği sırasında
en önemli iş not almadır. Çevirmen her söyleneni değil, merkez düşünceleri not
almalıdır. Çevirmen notlardan yola çıkarak, saptadığı şeyleri geri yansıtma
yeteneğine sahip olmalıdır. Ayrıca iyi bir konuşmacı olmalı, konuşan kişiye göre
kendini ayarlayabilmelidir.
Konferans çevirmeni bir tek kişiyle, bir tek konuyla karşılaşmaz. Teknik bir
kongreden sonra edebî bir kongre gelebilir. O halde çevirmen konuyu ve o insanın
kişiliğini yakalamada çevik olmalıdır. Ayrıca konularla ilgili gerekli terim bilgisine
de sahip olmalıdır.
Bir de eş zamanlı çevirmenlik denilen durum vardır. Konuşmacı salonda bir
mikrofon önünde konuşurken, sessiz bir kabinde oturan çevirmen de alıcılar
yardımıyla konuşmayı alır ve onu zamandaş olarak dinleyicilere bağlı bir mikrofona
konuşarak çevirir. Dinleyiciler de tercihlerine göre konuşmacının mikrofonuna ya da
konuşmanın Fransızca, İngilizce, İspanyolca vb. versiyonlarını veren çeşitli
kabinlerin mikrofonlarına bağlanabilirler. Konuşmacıyla tercüman arasında
kaçınılmaz olarak belli bir denge oluşur. Bu denge bir gecikme ya da bir öne geçme
şeklinde gerçekleşebilir. Çevirmen çeviriye başlamak için genellikle cümlenin
36
tamamlanmasını bekler. Ancak bu arada konuşmacı konuşmasına devam edecek ve
çevirmen bir yandan önceki konuşmaları aktarırken, diğer yandan izleyen konuşmayı
da dinlemek zorunda kalacaktır. Bu da çevirmenin işini oldukça güçleştirir. Ancak
tecrübeli bir konferans tercümanı çoğunlukla konuşmanın ne şekilde gelişeceğini
tahmin edebilir. Bunun için çevirmenin, konuşmacının bir sonraki sözünün ne
olacağını tahmin edebilme becerisine sahip olması gerekir. Ve yine bunun için de
çevirmen zihnen yeterince dinlenmiş olmalıdır.
2. ÇEVİRİDE PRENSİPLER VE SORUNLAR
2. 1. Çeviri Prensipleri
Yüzyıllardır çeviri ilkeleri, olumlu ya da olumsuz nitelikte emirler, öğütler ve
yasaklardan öteye gidememiş; ortaya konan ilkeler konuya açıklık getirecek nitelikte
olamamıştır. Aslında bütün çeviri durumları için kesin ve geçerli bir kural da yoktur.
Çünkü belli bir çeviri değil, kendine özgü yapıları olan çeviri türleri vardır. Bir şiir,
bir roman, bir film aynı biçimde çevrilemez. O nedenle her bir tür için farklı çeviri
prensipleri ortaya koymak gerekecektir.
İngiliz yazar Theodore Savory, çeviri prensiplerinin özlü bir şekilde ifadesinin
imkânsız olduğunu, herkes tarafından kabul edilmiş çeviri prensiplerinin olmadığını
belirtir ve bunun nedenini şöyle açıklar: “Çünkü bunları formüle etmeye yetkili
olanlar, aralarında asla anlaşamamışlardır. Aksine birbirlerini o kadar çok ve uzun
zaman tekzip etmişlerdir ki bizi edebiyatın başka alanlarında ender rastlanan bir
düşünce keşmekeşi içinde bırakmışlardır.”84 Bazıları sadık çeviriye taraftarken,
bazıları anlamın çevirisini ilke olarak benimsemişler; bazıları “çeviri aslının üslûbunu
aksettirmelidir” derken, bazıları da “çeviri çevirmenin üslûbunu aksettirmelidir”
görüşünü benimsemişlerdir. Bununla birlikte çeviride genel olarak uyulması gereken
kurallar da bulunmaktadır. Günümüzde bunlar pek çok çeviribilimci tarafından ortaya
konulmuştur.
Savory, çağlar boyu çevirmenlerin, yazarların bahsettikleri, genelleyici,
birbiriyle bağdaşmaz, bulanık ilkeleri, birbirine zıt çiftler halinde şöyle sıralamıştır:
“1- Bir çeviri aslının kelimelerini vermelidir.
2- Bir çeviri aslının fikirlerini vermelidir.
3- Bir çeviri okunurken orijinal bir eser hissini vermelidir.
84 Savory, Theodore, Tercüme Sanatı, çev. Hamit Dereli, Ank., 1961, s. 35.
38
4- Bir çeviri okunurken tercüme olduğu belli olmalıdır.
5- Çeviri aslının üslûbunu aksettirmelidir.
6- Çeviri çevirmenin üslûbunu vermelidir.
7- Çeviri aslının yazıldığı devirde yazılmış gibi okunabilmelidir.
8- Çeviri çevirmenin yaşadığı devirde yazılmış gibi okunabilmelidir.
9- Çeviride ilaveler ve atlamalar olabilir.
10- Çeviride asıl metne bir şey ilave edilemez ve ondan atlamalar olamaz.
11- Nazım nesir olarak çevrilmelidir.
12- Nazım, nazım olarak çevrilmelidir.”85
Bütün bu ilkeler sadece karmaşa yaratmakta ve çevirmene uygulama yönünde
bir çözüm sunamamaktadır. Bu ilkelerde iki anlayışın hakim olduğu görülmektedir.
Bunlardan biri “kaynak odaklı çeviri”, diğeri de “hedef odaklı çeviri” anlayışıdır.
Nida ise bir çevirmenin çeviri sürecinde izlemesi gereken belli başlı aşamaları
şu şekilde sıralar:
“1- Asıl çeviri işlemine başlamadan önce belgenin baştan sona okunması
gerekir.
2- Çevirmenin elindeki belgeyle ilgili bulunabilecek tüm bilgileri edinmesi, bu
arada yazılış, yayımlanış ve dağıtım koşullarını öğrenmesi, aynı kaynaktan gelsin
gelmesin benzer türden başka bilgilerle ilişkisini belirlemesi ve o belgenin yetkin
bilginlerce yapılmış her türlü ayrıntılı incelemesini tanıması önemlidir.
3- Bir çevirmen başka çevirmenlerin çalışmalarını çalmamalı, ancak onların
deneyimlerinden yararlanma ve yanlışlarından sakınma olanağını kullanmak için
metnin eldeki çevirilerini karşılaştırmalıdır.
85 age., s. 36.
39
4- Hiçbir çeviriye sözcük ya da hatta sözcük öbeği çevirisi biçiminde
başlanmamalı, en küçük birim olarak uzun tümceler ya da kısa paragraflar ele
alınmalıdır.
5- İlk taslağın birkaç gün dinlenmeye bırakılması önemlidir. Böylece
çevirmen ona daha büyük bir nesnellik ve uzaklaşmışlık duygusu içinde yeniden
dönebilir, gereksiz sözcükleri ayıklayabilir, anlam ve biçem yanlışlarını düzeltebilir,
temel birimler arasındaki bağlantılara özel bir dikkatle eğilebilir.
6- Dilde sözsel biçimlerin yazılı biçimlere ağır basmasından dolayı, biçemi ve
ritmi sınamak amacıyla çevirinin, biçimine göre, yüksek sesle okunması önemlidir.
7-Metnin başka birisi tarafından okunmasıyla alımlayıcıların tepkilerinin
incelenmesi, çevirinin toplam etkisinin geçerliliği açısından önemlidir. Çevirmen
okurun duraksamasına yol açan dolambaçlı ifadeleri fark edebilir; metni dinleyenlerin
yanlış anladıklarını söyledikleri yerleri kaydedebilir.
8- Çevirinin öbür yetkin çevirmenlere sunulması. Bu kişiler amaç dildeki
biçem ustaları, ya da kaynak dil belgesinin anlam alanındaki uzmanlarıdır.
9- Metnin yayıma verilmek üzere gözden geçirilmesi. Çevirmen bu son
aşamada yazım ayrıntılarına da büyük bir dikkatle eğilmelidir.”86
Nida’nın işaret ettiği prensipler çeviri öncesi ve çeviri esnasında uyulması
gereken hususları toplu olarak belirtmesi açısından önemlidir. Burada çeviri yapılıp
bittikten sonra yapılacak bazı uygulamalardan da bahsediliyor ki bunlar da yine doğru
çeviriye ulaşmaya yönelik uygulamalardır. Yapılmış olan diğer çevirilerle
karşılaştırma, ilk çevirinin birkaç gün dinlenmeye bırakılması, çevirinin yüksek sesle
okunması, başka biri tarafından bir gruba okunması, çevirinin çeviri eleştirmenlerine
incelettirilmesi ve yazım hatalarının kontrol edilmesi gibi uygulamaları içeren bu
86 Nida, A., Eugene, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviribilime Doğru, cilt 2, sayı 9, yıl 1982-1983, ss. 113-114.
40
hususlar da her tür çeviride uyulması gereken, uygulamaya yönelik prensiplerdir. Bu
bakımdan çevirmenlere büyük ölçüde yol göstericidir.
Alan Duff da “Translation” adlı eserinde çeviride uyulması gereken prensipleri
şu şekilde sıralar:
“1- Çeviri orijinal metnin anlamını doğru olarak yansıtmalıdır. Bazen anlam
kısmen aktarılabildiği halde, keyfi olarak ekleme veya çıkarma yapılmamalıdır.
2- Çeviride fikir ve kelimelerin düzeni, mümkün olduğu kadar orijinaliyle
eşleştirilmelidir. Bu, hukukî dokümanların, garanti belgelerinin, sözleşmelerin
çevirilerinde özellikle önemlidir. Fakat dillerin yapılarındaki farklılıklar çoğu kez
kelimelerin sırasında değişiklik gerektirir.
3- Diller çoğu kez belli bir bağlamda farklılık gösterirler. Çevirmen bu
farklılıkları ortadan kaldırmak için resmî veya sabit ifadeleri ve konuşur veya yazar
guruplarının şahsî ifadelerini ayırt etmelidir.
4- Çevirinin sık sık tekrarlanan eleştirilerinden biri “doğal ses”in
kaybolmasıdır. Bu böyledir, çünkü çevirmenin fikirleri ve kelimelerin seçimi büyük
ölçüde orijinal metnin etkisi altındadır. Kaynak dilin etkisinden kurtulmayı sağlayan
iyi bir yol, metni bir kenara kaldırıp akıldan (bakmadan) cümleleri birkaç kez yüksek
sesle çevirmektir. Bu, göz kaynak dil metnine sabitlendiğinde akla gelmeyebilen
doğal düşünce modellerini verecektir.
5- Çevirmen orijinal şekli değiştirmemelidir. Fakat, eğer metin son derece
dikkatsiz ve baştan savma yazılmış veya can sıkıcı tekrarlarla dolu ise, çevirmen
okuyucunun hatırı için, kusurları düzeltebilir.
6- Dildeki deyimsel ifadeler çevrilemez niteliktedirler. Bunlar atasözlerini,
özdeyişleri, özel dili (meslek dili, argo) ve konuşma dilinde kullanılan sözleri ve
41
deyimleri içine alır. İfadeler eğer doğrudan çevrilemiyorsa aşağıdakilerden biri
uygulanmalıdır:
- Orijinal kelime tırnak içinde korunur: “yuppie”.
- Orijinal kelime ayraç içinde tam bir açıklama ile birlikte verilir: Hint yazı
(kurak, sonbahar sonundaki sisli hava).
- Yakın bir eş anlamlı kelime kullanılır.
- Deyimsel olmayan, açık düzyazı çeviri kullanılır.”87
Duff’ın prensipleri de Nida’nın prensipleriyle büyük ölçüde uygunluk
göstermektedir. Farklı olarak Duff “eğer metin dikkatsiz ve baştan savma yazılmış ve
can sıkıcı tekrarlarla dolu ise, çevirmenin okuyucunun hatrı için orijinal metni bir
miktar düzeltip değiştirebileceğini” belirtmektedir. Yine her iki bilim adamının da
üzerinde önemle durduğu “kaynak dilin etkisinden uzaklaşmak için çevirinin bir süre
dinlenmeye bırakılması” ilkesi de son derece önemlidir. Çünkü bir yabancı dille
sürekli uğraşmak, çevirmenin kendi ana dili üzerine etki edebilir ki bu son derece
tehlikeli bir durumdur. Pek çok hataya yol açabilir. Çeviri doğru olsa bile alışılmamış
kullanımlar okuyucuyu sıkar. Duff’ın prensipleri de uygulamaya yönelik olması
bakımından çevirmenlere yol göstericidir.
Çeviri konusundaki çalışmalarıyla tanınan Alexander Fraser Tytler’ın “Essay
On The Principles Of Translation” (Çeviri Prensipleri Üzerine Deneme) adlı eserinde
iyi bir çevirinin tanımı yapıldıktan sonra bu tanımdan bazı prensiplere ulaşılıyor: “İyi
bir çeviri, orijinal çalışmanın değer ve içeriğinin bir dilden diğer bir dile eksiksiz bir
şekilde nakledildiği ve böylece metnin ruhunu, çevrilen dildeki bir okurun, orijinal
çalışmanın dilini konuşan bir kimse kadar belirgin kavramasını ve onun kadar güçlü
hissetmesini mümkün kılacak bir işlemdir.”88 Eserde bu tanımdan çıkarılabilecek
sonuçlar ise şöyle belirtilmektedir:
“1- Çeviri, orijinal çalışmanın fikirlerinin tam bir kopyasını iletmelidir.
2- Üslûp ve yazma tarzı orijinal çalışmayla aynı karakterde olmalıdır. 87 Duff, Alan, Translation, 1989, s. 5. 88 Tytler, A. F., Essay On The Principles Of Translation, Amsterdam, 1978, ss. 15-16.
42
3- Çeviri, orijinal kompozisyondaki serbestlik ve doğallığa sahip olmalıdır.”89
Burada da çevirinin anlamsal, biçimsel ve biçemsel açıdan orijinal metinle
aynı karakterde olması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu bakımdan bir anlamda Duff’ın
“eğer metin düzensizse çevirmenin bunu değiştirebileceği’ yönündeki görüşüne karşı
çıkılmaktadır. Ancak “orijinal metindeki serbestlik ve doğallığa sahip olması
gerektiği” belirtilerek de çevirinin yeni, bağımsız bir metin, bir yeniden yaratım
olması gereğine vurgu yapılmaktadır.
Belirtilen bu ilkelerin ışığı altında biz de çeviri yaparken uyulması gereken
prensipleri iki başlık altında şu şekilde sıralayabiliriz:
2. 1. 1. Çeviriye Başlamadan Önce Uyulması Gereken Prensipler
1- En önemli hazırlıklardan ilki elbette kaynak dili çok iyi öğrenmektir. Bütün
bilim adamlarının üzerinde anlaştıkları ilk ilke çevirmenin kaynak dilin yapısını,
işleyişini çok iyi bilmesi gerektiğidir. Tahsin Aktaş bir metni çevirmek için kaynak
dili çok iyi bilmenin yanı sıra bu dili konuşan toplumun tanınması, sosyal, kültürel
yapısının, metin geleneklerinin bilinmesi gerektiğini belirtir.90 Gerçekten de
çevirmenin, anlamı en iyi kesinlikte, en doğru şekilde yakalayabilmek için çeviri
yaptığı dili ve onu konuşan toplumun kültürünü çok yakından tanıması
gerekmektedir.
2- Kaynak dili iyi bilmek kadar önemli bir husus da çevirmenin kendi dilini
iyi bilmesi, kendi dilinde konuşma ve yazma yeteneğini kanıtlamış olmasıdır. Savory,
çevirmenin her şeyden önce çeviri yaptığı dil konusunda geniş bir bilgiye sahip
olması gerektiğini, ancak bunun kadar önemli bir başka konunun da kendi ana dilini
yazmada pratik edebî kabiliyete ve geniş kelime hazinesine sahip olması gerektiğini
belirtir.91 Kendi dilinin imkânlarından haberdar olmayan bir çevirmen, kaynak dili ne
kadar iyi bilirse bilsin ortaya anlaşılır, okunaklı, akıcı ve ilgi çekici bir eser
89 age. s.16. 90 Aktaş, Tahsin, Türk Dili Dergisi, Çeviri İşlemi Ve Eşdeğerlik, sayı 522, Haziran 1995, s. 697. 91 Savory, Theodore, Çeviri Sanatı, çev. Hamit Dereli, Ank., 1961, s. 22.
43
koyamayacaktır. Kısaca çeviride başarı için her iki dilin anlatım yol ve olanaklarının
çok iyi bilinmesi, önce metnin iyi anlaşılması, sonra da diğer dilde en iyi biçimde
nasıl anlatılabileceğinin bilinmesi gerekir.
Çevirmen iki dili de çok iyi bilmelidir dedik. Bu ne demektir? Dili iyi bilmek,
her iki dilin de dilsel yapılarını çok iyi kavramış olmayı gerektirir. Bundan başka
çevirmenin sözdizimsel yapıların anlamlarını baştan sona tanıması gerekir.
Çevirmenlerin en zayıf oldukları noktalar da genellikle bu alanda görülmektedir.
Çevirmenler tek tek sözcüklerin ya da sözcük öbeklerinin anlamlarını çok iyi
anlayabilseler de, önemli çatıların anlamlarını vermeye gelince büyük bir eksiklik
gösterirler.92 Tek tek sözcüklerin anlamlarını çok iyi bilmek doğru bir çeviri için
yeterli değildir. Çünkü bazı kelimeler yan yana geldiklerinde tamamen farklı bir
anlamı ifade edebilirler. O nedenle burada, çevirmenin yorumu önemlidir. Aslında
her çeviri bir yorumdur. Örneğin Amerika’da sokaktaki adam için “Smiths and
Joneses” isimleri kullanılır. Çince’de buna karşılık olarak “lao pai hsing” sözü
kullanılır. Ancak bu ifade sözcüğü sözcüğüne İngilizceye çevrilecek olursa ortaya
“the old hundred names” (yüzlerce eski ad) karşılığı çıkar.93 Yine Kırgızcadaki “eldin
baarı” ifadesini Türkiye Türkçesine kelime kelime çevirecek olsak “halkın hepsi”
anlamı çıkar. Oysa bu ifade “herkes” anlamına gelmektedir. Yani kelimesi kelimesine
çeviri çoğunlukla doğru gibi görünmekte, ancak büyük yanılgılara yol açabilmektedir.
Buna benzer bir durum da yazarın bir sözcüğe bireysel bir yan anlam yüklediği ve bu
yan anlamın metnin bağlamından anlaşıldığı durumlarda yaşanır. Ancak bunların bir
seferlik oluşları, gelenekselleşmiş bir anlatım ve içerik taşımamaları çeviride kolaylık
ve serbestlik sağlar. Yine dili iyi biliyor olmak için sözlüksel ögelerin anlamlarını tam
olarak anlamak gerekir. Bunun için deyimlerin yalnızca anlamlarını değil, tarihsel
geçmişleri ve geleneksel kullanımları açısından da ne anlama geldiğini bilmek
gerekir. Fakat bir kişinin bir dilin bütün sözlüksel ögelerini bilmesi mümkün değildir.
Bu nedenle çevirmenlerin belli konularda uzmanlaşmaları gerekir.
3- Çeviri, yalnızca bir aktarma, sözcüklere karşılık bulma tekniği değil,
yoğun bilgi, eğitim, araştırma ve çalışma gerektiren bir uğraştır. Çevirmenin görevi 92 Nida, A., Eugene, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviribilime Doğru, cilt 2, sayı 9, yıl 1982-83, s. 110. 93 Pei, Mario, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviri Sorunu, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 139.
44
yabancı bir dünyanın ürününü kendi dünyasına getirmektir. Bunu yapabilmek için de
kaynak ve hedef dili iyi bilmenin yanı sıra bu dilleri konuşan toplumların kültürlerini
de iyi derecede tanıması gerekir. Kaynak kültür iyi bilinmiyorsa doğru ve yeterli
bilgi aktarılamayacak; kendi dilini, kendi kültürünü yeterince bilmeyen bir çevirmen
de kaynak dili ne kadar iyi biliyor olursa olsun, tam bir çeviri ortaya koyamayacaktır.
4- Çevirmen kaynak ve hedef dili iyi bilmenin yanı sıra, çeviri yaptığı yazarın
dilini de çok iyi bilmelidir. Her yazarın kendine has bir yazı tarzı, üslûbu vardır. Dili
kendi seçtiği şekilde kullanır. Mesela Cengiz Aytmatov, eserlerinin çoğunda,
olayların cereyan ettiği bölge olan Talas ağzını kullanmıştır. Bu da onun üslûbunu
oluşturur. Bu bakımdan yazarın üslubûna, dil kullanımına tanıdık olan bir çevirmen
daha başarılı olacaktır. Bu da bizi, belli yazarları belli çevirmenlerin çevirmesi
gerektiği ilkesine götürür. Çevirmenle yazar arasında düşüncede yatkınlık, sanat
anlayışlarında benzerlik olmalıdır. Bu, yazarın iletmek istediği mesajın daha doğru
aktarılmasını, üslûp eş değerliğini sağlayacaktır.
5- Çeviri, öncelikle doğrudan doğruya birinci dilden yapılmalıdır. Bir dilden
ötekine doğrudan doğruya çeviri, bu iki dili konuşan toplumlar arasında kültürel
yakınlığın söz konusu olduğu durumlarda daha kolay gerçekleşmiştir. Bu, özellikle
yazın alanı için geçerlidir. Böyle bir kültür birliğinin olmadığı durumlarda ise, ikinci
bir dilin aracılığı çoğunlukla hoşgörülmüştür.94 Mesela Robinson Crusoe’nun
Osmanlıcaya ilk çevirisi 1864’te Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi’nin Arapçadan
Hikaye-i Robenson başlığıyla yaptığı çeviridir. Şemsettin Sami’nin 1884’te Robenson
başlığıyla yayımlanan çevirisi Fransızcadandır. Kırgız Edebiyatının en önemli
yazarlarından Cengiz Aytmatov’un eserleri de çoğunlukla Rusça’dan, yani ikinci ve
hatta üçüncü, dördüncü dillerden (Almanca, Fransızca vs.) çevrilmiştir. Aytmatov
bazı eserlerini Rusça yazmış, bunlar sonra Kırgızcaya ve başka dillere çevrilmiştir.
Yine Atatürk’ün Nutku da Baktıgül Kalanbekova tarafından Kırgızcaya çevrilmiş,
ancak çeviri çok hatalı olmuştur. Bunun sebebi eserin Osmanlı Türkçesinden
Kırgızcaya çevrilmesi ve çevirmenin Osmanlının bürokratik yapısını yeterince
bilmemesidir. Nutuk Prof. Dr. Zeynep Korkmaz tarafından Türkiye Türkçesine
94 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, s. 49.
45
aktarılmıştır. Burada kurumlar, rütbe ve unvan adları aynen alınmış ve dipnotta
açıklama yapılmıştır. En doğru çeviri yöntemi de budur.
6- Çeviriye başlamadan önce bir çevirmenin, yöntem belirleyebilmek için
neyi, ne ve kim için çevirdiğini, olayların ne zaman, nerede geçtiğini bilmesi de
gerekir. Çünkü çevirinin dili, yöntemi, üslûbu vs. hitap edilecek olan gruba, grubun
soyokültürel özelliklerine göre değişecektir. Ayrıca çevrilecek eserin yazım tarihi de
son derece önemlidir. Eserde o döneme ait tarihî olaylar, dilsel özellikler yer alabilir.
Çevirmenin bunları doğru şekilde aktarabilmesi için o dönemin tarihî, sosyal, kültürel
ve dilsel özelliklerini iyi bilmesi gerekir.
7- Her dilde belli uzmanlık alanlarında kullanılan, o alana has terimler,
kalıplar vardır. Bu uzmanlık alanlarını konu alan pek çok özel sözlük bulmak
mümkündür. Çevirmen hangi konuda çeviri yapacaksa (teknik, edebî, gündelik metin
vs.) bu alanla ilgili bilgi edinmeli, gerektiğinde kullanmak için alanıyla ilgili
sözlükleri (örneğin Dilbilim Terimleri Sözlüğü, Hukuk Terimleri Sözlüğü vs.)
bulundurmalıdır.
Eğer çevirmen bu konularda hazırlıklıysa çeviri yapma yeterliğine sahip
demektir.
2. 1. 2. Çeviri Yaparken Uyulması Gereken Prensipler
1- Çeviri işlemine başlarken öncelikle metnin doğru kavranması, doğru
çözümlenmesi gerekir. Kaynak dil metninin çözümlenmesi oldukça karmaşık bir
işlemdir. Metin sözlüyse, tüm sessel etkenler (örneğin bağlantılar, bitiriş vurguları,
çoğu zaman da el kol hareketleri, ses tonları ve duraksamalar gibi önemli tamamlayıcı
özellikler) göz önüne alınmalıdır. Bunlar göz önüne alınsa bile o anda sürüp giden bir
metnin çabucak çözümlenmesi sorunu vardır. Metin yazılıysa durum daha farklıdır.
Yazılı metnin biçimi saptandıktan sonra, anlamın incelenmesine geçilmelidir. Yazılı
metinlerde öncelikle tek tek ele alınan birimlerin sözlüksel-dilbilgisel özellikleri
belirlenmelidir. Bir cümle ya da bir paragrafın anlamını çözümlerken, tüm anlamsal
46
ögelerin belirlenmesi gerekir. Bu yapılırken de hem biçim, hem içerik göz önüne
alınmalıdır. Çünkü özel biçimler, örneğin şiir, deyim, atasözleri, özdeyişler anlamın
belirlenmesinde önemli etkenlerdir. Öncelikle metin baştan sona okunmalı, konu
kavranmalıdır. Çünkü çözümlenecek olan birim kendi başına ayrı bir öge olarak
düşünülemez. Her sözcük, her cümle, her paragraf kendi başına değil, bağlam içinde
çözümlenmeli, çeviride hepsinin ifade tarzı aynı olmalıdır. Anlamın kavranmasında
her iki dil açısından da kültürel bağlam son derece önemlidir. Çünkü sözcüklerin
ancak kültürel ortam içinde bir anlamı vardır. O nedenle çevirmen her iki dilin
kültürünü de iyi derecede bilmelidir.
2- Çevirmen yapıtı doğru aktarmak kadar biçemine de uymalıdır. Bilimsel bir
metin masal diliyle çevrilemeyeceği gibi, bir sanat yapıtının biçemini yitirmesi de o
derece yanlıştır. Eğer metinde konuşma dili kullanılmışsa çeviride de aynı yol
izlenmeli; metin deyim ve atasözleriyle doluysa çeviri de aynı karakterde olmalıdır.
Bir yazarın biçemi, sanatçı kişiliğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Çevirmenin bunu
yansıtabilmesi de o yazarı ve biçemini yeterince tanımasına bağlıdır.
3- Bir çeviride yanlış varsa bu, ya sözcüklerin anlamını doğru anlayamamaktan
ya da bunları doğru olarak birbirine bağlayamamaktan ileri gelir. Bunun dışında
kaynak metne göre farklılıklar gösteren bir çeviriyi yanlış olarak değerlendirmek
yerine, bu ayrılıklar çeviri etkinliğinin kendi yapısı içinde değerlendirilmelidir.
Popoviç bu farklılıkları “kaydırma” olarak nitelemiştir.95 Çeviri işlemi sırasında
çevirmen de bir okur durumundadır ve çeviriye yorumunu aktarır. Çevirmenin
kaydırmalara başvurmasının nedeni iki dil arasındaki farklılıklara rağmen anlamsal
özü sunma, okurda aynı etkiyi yaratma çabasındandır. Mesela kelimesi kelimesine
çevrilerek elde edilen “talaşlı ve istiridye kabuklu lokantalar” (sawdust restaunrants
with oyster-shells) ifadesi Türk okurunun belleğinde tanıdık bir şey
canlandıramayacaktır. Bunun yerine “sabahçı kahveleri” biçiminde değiştirilmesi
yani “kaydırılması” daha anlaşılır bir çeviri sağlayacaktır.96 Bu tür kaydırmayı
95 Popoviç, Anton, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviri Çözümlemesinde “Deyiş Kaydırma” Kavramı, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 162. 96 Paker, Saliha, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviride Yanlış / Doğru Sorunu Ve Şiir Çevirisinin Değerlendirilmesi, cilt 3, 1983, s.137.
47
Popoviç “yerel kaydırma” olarak nitelemektedir. Yerel kaydırma, özgün yapıtta
görülen bir olgunun düz anlamının yeğlenmeyerek yan anlamına göre amaç dilde
değiştirilmesi olarak tanımlanmıştır.97 Aynı şekilde kar olgusunu bilmeyen bir
Afrikalı için “kar gibi beyaz” tabiri yerine “akbalıkçıl tüyleri gibi beyaz” tabiri daha
anlaşılır olacaktır.
4- Çeviride mutlaka doğru anlam verilmelidir. Ancak bu kelimesi kelimesine
bir çeviri anlamına gelmez. Gerektiğinde anlam tamamen farklı sözcüklerle de ifade
edilebilir. Bu, yanlış çeviri anlamına gelmez. Doğru bir çeviri için sözcüğün veya
ibarenin hedef dildeki anlamsal eş değeri bulunmalıdır. Çeviri yaparken bazı metin
türlerinde veya bir metnin bazı bölümlerinde (mesela bir romanın içinde geçen bir
teknik bilgi gibi) kelimesi kelimesine çeviri yönteminin uygulanacağı bölümler
vardır. Fakat bu tür çevirinin kesinlikle uygulanmaması gereken alanlar da
bulunmaktadır. Bazen kelimesi kelimesine yapılan çeviriler hedef dil okuru için bir
anlam ifade etmeyebilir; aynı anlama gelen kelimeler aynı anlamı kasdetmeyebilirler.
Mesela Türkçede “diyabet” için halk arasında daha çok “şeker hastalığı” tabiri
kullanılır. Şeker hastalığına karşılık gelen “suffers of sugar” ifadesi bir İngiliz için
hiçbir şey ifade etmez.98 O halde bu ifadenin o dilde kullanılan karşılığı bulunmalıdır.
Kelimesi kelimesine çeviri bazen de komik durumlara neden olabilmektedir. Mesela
İngilizlerin “Home Fleet” (İngiliz Donanması) ifadesi İtalyanları çok güldürmüştür.
Deyim İtalyancaya kelime kelime çevrildiğinde “Flotta di casa” (evcilleştirilmiş
erkek kedi) gibi bir anlama gelmektedir.99
5- Kelime kelime çeviri yönteminin uygulanmaması gereken bir başka alan da
kalıp sözler yani atasözü, deyim, deyiş vs.dir. Geleneksel kalıp sözlerin en büyük
özelliği aynı sözcüklerle, yani düz anlamı aynı olan sözcüklerle bir dilden ötekine
çevrilememeleridir. Doğan Aksan deyimsel nitelikli sözlerin, kalıplaşmış ifadelerin
bir başka dile kelimesi kelimesine çevrilemeyeceğini, bu yapıldığı takdirde çevirinin
hedef okuyucu tarafından anlaşılamayacağını belirtir.100 Bir dildeki bir kalıp sözün
97 agm. s. 137. 98 Schäffner, Christina, Translation And Quality, 1998, s. 19. 99 Pei, Mario, YAZKO Çeviri Dergisi, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 140. 100 Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil, Ank., 2000, s. 76.
48
diğer bir dilde hiç karşılığı bulunmayabilir veya bazen rastlantı sonucu aynı bilgiyi
ifade eden sözler birkaç dilde birden bulunabilir. Çeviri esnasında eğer aynı anlama
gelen bir kalıp söz yoksa atasözü veya deyim kullanmaktan vazgeçilmeli, varsa da
kesinlikle anlam çevirisi yapılmamalıdır. Hedef dilde aynı anlama gelen, yani içeriği
aynı olan bir atasözü seçilmelidir. Atasözü ve deyimlerin kullanımlarında dikkat
edilmesi gereken bir konu da metnin üslûbuyla ilgilidir. Eğer metinde genel olarak bu
tür sözler kullanılmıyorsa çeviride uygun düştü diye atasözü veya deyim
kullanılmamalıdır. Tam tersine eğer bolca kalıp söz kullanılıyorsa uygun gelen
yerlerde kaynak metinde bulunmasa bile deyim kullanılabilir. Burada önemli olan
metnin genel üslûbunu verebilmektir. Deyimlerden en zor çevrilenler, içinde yer adı
geçenlerdir. Mesela Türkçede “tereciye tere satmak” gibi bir deyim vardır. Bunun
İngilizcesi “that’s carryingcoals to Newcastle”dır. Deyimin kelime anlamı
“Newcastle’a kömür taşımak”tır. “Newcastle” İngiltere’de kömür çıkarılan bir
yerdir.101 İki deyimin de içeriği birbirinin aynısıdır. Yine de Türkçe bir öyküyü
İngilizceye çevirirken bu İngilizce deyimi kullanmak hata olur. Türk yazarın
konuşturduğu bir Türk hiçbir zaman İngiltere’deki Newcastle’dan söz etmez.
6- Yine kelimesi kelimesine çevrilemeyecek bir alan da günlük konuşma
dilinde kullanılan selamlaşma, vedalaşma, kutlama gibi durumlardaki sözlerdir.
Türkçe bu bakımdan Batı dillerine oranla daha zengindir. Bu gibi sözlerin çevirisinde
de anlam çevirisi yapılmalı, hedef dilde bu durumda hangi sözler kullanılıyorsa onlar
alınmalıdır. Mesela Türkçede telefonda konuşurken “ben Ayşe” diyerek konuşmaya
başlanırken, Almancada “hier Ayşe”, İngilizcede ise “Ayşe speaking” sözleriyle
başlanır. Yine Türkçedeki “çok yaşa” sözüne karşılık İngilizler “Allah senden razı
olsun” anlamına gelen “God bless you” ifadesini kullanırlar. Türkçedeki “güle güle,
hoş bulduk, sen de gör, elinize sağlık, kolay gelsin” gibi günlük ifadelerin Almanca
ve İngilizcede karşılıkları yoktur.
7- Kelime çevirisi yapılmaması gereken bir grup söz de argo sözlerdir.
Bunlarda da yine sözcüklerin, düz anlamlarının ötesinde anlamlar kazanmaları söz
101 Akerson, F. Erkman, Anlam-Çeviri-Karşılaştırma, İst., 1991, ss. 83-84.
49
konusudur. Çeviride, diğer kalıp sözlerde olduğu gibi içeriği ön planda tutmak, amaç
dilde aynı içeriği yansıtan argo sayılacak sözleri kullanmak gerekir.
8- Hedef dilde, kaynak dilin her bir sözünün karşılığı bulunmayabilir. Bu
durumda yapılması gereken ya sözü aynen alıp açıklamasını vermek, ya da mesela
teknolojiyle ilgili sözlerde olduğu gibi, yeni sözler türetmektir. Bir dildeki sözcüğün
diğer bir dilde karşılığının bulunmaması, çeviride bir sorun olmakla birlikte hedef
dili zenginleştiren, yeni kelimeler kazanmasını sağlayan bir durumdur. Diğer taraftan
çeviride her bir sözcüğe, deyişe, deyime aynı anlamı taşıyan karşılıklar bulmak
mümkün değildir. Her dilde bazı sözcükler türlü çağrışımlarla, yan anlamlarla
yüklenmiştir. Bazı sözcükler, içinde kullanıldıkları bağlama göre anlam değiştirirler.
Çevirmen sözcüklerin yan anlamlarını görmezden gelip onlara dilediği anlamı
veremez. O nedenle çevirmen sözcük seçiminde dikkatli davranmak zorundadır.
9- Bir dili anlayabilmenin yolu sözcüklerin doğru yorumlanmasına bağlıdır.
Kaynak dildeki bir sözcüğün tüm anlamlarını amaç dilde gene tek sözcükle
karşılayamayız. Kaynak dildeki tek sözcüğün değişik anlamları için amaç dilde
değişik sözcükler gerekebilir. Burada hangi anlamın kastedildiğini doğru yorumlamak
gerekir. Mesela Kırgızcada “kayda turasıŋ” cümlesi “nerede duruyorsun” değil,
“nerede oturuyorsun” anlamındadır. Yine Türkçedeki “nerede kaldın?” cümlesinde
“bu saate kadar neredeydin?” anlamı kastediliyorsa İngilizcede “where have you
been?”, “hangi evde geceledin?” anlamı kasdediliyorsa “where did you stay?”
cümleleri karşılık gelmektedir. Örnekte görüldüğü gibi kastedilen anlama göre amaç
dilde kullanılan fiil değişik olmaktadır. Ancak bu her zaman, her sözcük için geçerli
değildir. Bir çok kavram öteki dile rahatça çevrilebilir. Çeviride anlam alanında
yapılan yanlışların çoğu, kaynak dildeki bir sözcüğü, anlam alanındaki farkları
dikkate almadan, her durumda aynı tek sözcükle karşılamaktan kaynaklanmaktadır.
10- Çeviride gerekmedikçe fazladan ekleme veya çıkarma yapılmamalıdır.
Bazen yazarın okuyucunun anlayışına bıraktığı konuları çevirmenlerin kendi
anladıkları şekilde açıkladıkları görülmektedir. Bu da okuyucunun yönlendirilmesi,
belki de verilmek istenen mesajın yanlış aktarılması anlamına gelmektedir. Ancak
50
bazen, açıklama gerektiren durumlar olabilir ve bu durumlarda ekleme yapılabilir. Bu
da mümkün olduğunca sınırlı olmalıdır.
11- Kaynak dilin etkisinde kalmak, çevirmenlerin sık karşılaştıkları bir
durumdur. Bu durum özellikle biçim açısından sorunlara neden olmaktadır. O nedenle
çeviri yapıldıktan sonra birkaç gün bırakılıp sonra yeniden hedef dil kuralları
açısından gözden geçirilmesi gerekir.
2. 1. 3. Bazı Özel Çevirilerde Uyulması Gereken Prensipler
1- Resmî evrak niteliğinde olan belgelerin çevirisinde aynı işlevi gören ve
birbirine denk tutulabilecek kurumlar karşılık olarak kullanılmalıdır. Mesela
Almanya’da çalışmış ve emekliliği gelmiş olan bir Türk’ün Alman makamlarına
nüfus cüzdanının onaylı çevirisini göndermesi gerekmektedir. Türkiye’de onaylı
örneği veren “Nüfus İdaresi”dir. Almanya’da ise aynı işlevi gören bir kurum yoktur.
Nüfus İdaresi kurumunun fonksiyonlarını Almanya’da biri doğumlar, evlilikler ve
ölümerden sorumlu “Standesamt” ve diğeri pasaport, nüfus cücdanı vs. veren
“Einwohnermeldeamt” veya “Personenregisteramt” kurumları icra ederler.
Dolayısıyla, nüfus cüzdanının çevirisini yapan çevirmen “Nüfus İdaresi”ni
“Personenregisteramt” terimiyle çevirmelidir. Ölüm, evlilik vs. belgelerinde ise
“Nüfus İdaresi” yerine “Standesamt” terimini kullanmak daha uygun olacaktır.102
Yine dilekçe, rapor, ilân, davetiye gibi hususlarda hedef dilin dil gelenekleri dikkate
alınmalı, kelime çevirisinden kaçınılmalıdır.
2- Bazı dilbilgisel birimlerin hedef dilde bulunmaması kaynak dilde var olan
kavramsal bilginin çevirisini engellemez. Belirli bir dilbilgisel kategori bir dilde
yoksa bunun anlamı sözlüksel araçların yardımıyla verilir. Örneğin Rusçadaki “brata”
gibi ikili biçimler sayı adları yardımıyla çevrilebilir: iki kardeş.103 Aynı şekilde
Türkçedeki “ağabey” sözünde “büyük erkek kardeş” anlamı zaten vardır. İngilizcede
bunun için açıklayıcı bir söze, “elder” (yaşça daha büyük olan) sözüne ihtiyaç vardır:
102 Schäffner, Christina, Translation And Quality, 1998, ss. 19-20. 103 Jakobson, Roman, YAZKO Çeviri Dergisi, Dilbilim Açısından Çeviri, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 142.
51
“elder brother”. Mesela İngilizcedeki “trusteeship” (mütevellilik) sözcüğünü
Fransızcada anlam bakımından tam olarak karşılayacak bir sözcük bulunmamaktadır.
Yine İngilizcedeki “steering committee” (yönetim kurulu) sözcüğünün Çincede
karşılığı yoktur.104 Türkçedeki “kurban, oruç, namaz” gibi İslâm dinine has kelimeler
başka dine mensup bir toplumun diline nasıl çevrilecek? Ya da tersine Hristiyanlıkla
ilgili terimler Türkçeye nasıl aktarılacak? Bu durumda yapılacak en doğru iş ya
sözcüğü aynen alıp dipnotta açıklamasını yapmak, ya da anlamsal açılımını vermek
olacaktır. Eğer kaynak dildeki sözcüğün hedef dilde hiç karşılığı yoksa ödünç
almalarla, benzerini aktaran yansıtmalarla, yeni yaratılan sözcüklerle ya da anlamsal
aktarımlarla çeviri yapılabilir. Bu durum daha çok yerleşmiş yazı dili geleneğine
sahip olmayan, yakın zamanlarda yazıya geçmiş diller için söz konusudur. Örneğin,
Kuzeydoğu Sibirya’daki Çakçilerin yeni gelişen yazın dilinde “vida”ya “dönen çivi”,
“çelik”e “sert demir”, “kalay”a “ince demir”, “tebeşir”e “yazma sabunu”, saat”e “atan
yürek” isimleri verilmiştir.105
3- Cinsiyet ayrımı yapan bazı dillerde (Fransızca, Rusça, Arapça, İngilizce
gibi) özellikle şahıs zamirlerinden kişinin cinsiyeti anlaşılırken Türkçede bunu
ayırmak zordur. O nedenle Türkçeye çeviri yaparken zamir yerine kaynak metinde
olmadığı halde isim veya açıklayıcı bir söz kullanmak gerekecektir. Yere düşen
bıçağın erkek, çatalın kadın konuk geleceğini bildirdiği yolundaki çok yaygın Rus
inancı, Rusçada bıçak sözcüğünün erkek (noj), çatal sözcüğününse dişi (vilka)
olmasıyla ilgilidir. “günah” Almancada dişi (die sünde), Rusçada erkek (greh) olarak
kullanılır. Yine Rusçada kadın olan “ölüm” Alman masallarında yaşlı bir adam olarak
canlandırılır. Türk Dilinde esasen cins kategorisi yoktur. Ancak bazı akrabalık
adlarıyla hayvan adlarında leksik olarak cins ayrımı yapılmaktadır. Mesela
Kırgızcada “karındaş” sözü sadece erkeğin kız kardeşi için kullanılır. “siŋdi” ise kızın
kız kardeşidir. Türkiye Türkçesi bu hususta ayrım yapmamış, hepsi için “kardeş”
sözünü kullanmıştır. Yine Kırgız Türkçesi anne tarafından olan büyükanne ve
büyükbabayla baba tarafından olan büyükanne ve büyükbabayı ayırmış; anne
tarafından olanların başına “tay”, baba tarafından olanların başına ise “çoŋ” sözünü
104 Pei, Mario, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviri Sorunu, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 140. 105 Jakobson, Roman, YAZKO Çeviri Dergisi, Dilbilim Açısından Çeviri, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, s. 141.
52
getirmiştir: tayata, tayene, çoŋata, çoŋene. Bu durumlarda açıklayıcı bilgiler vermek
uygun olacaktır.
4- Bir çeviri metninde yabancı dilden alıntı olabilir. Bu durumda çevirmen bu
bölümleri de çevirmelidir. Çünkü okur o yabancı dili bilmiyor olabilir. Dolayısıyla
metinden hiçbir şey anlaşılamayacak, çeviri, işlevini yerine getiremeyecektir. Eğer
çevirmen alıntının dilini bilmiyorsa bu dil konusunda yetkinliğine inandığı kişilere
çevirtmeli, bu kısımlarda da titiz davranmalıdır.
2. 1. 4. Çeviride Metin Türünün Önemi
Çevirinin dikkat edilmesi gereken çok önemli bir yönü daha vardır ki, bu da
çevrilen metnin türüdür. Yabancı bir dilden bir yazarı çevirecek kimsenin hem kendi
dilinin, hem de o yabancı dilin yazınındaki metin geleneklerini, türlerini, alt türlerini
birbirlerine karşılıklı benzeyen benzemeyen yönleriyle tanıması gerekir. Çünkü çeviri
işlemi, uygulandığı metne göre farklı prensipler gerektirir. Bir roman, bir şiir, bir
bilimsel metin aynı biçimde çevrilemez. Teknik metinlerin çevirisinde kelimesi
kelimesine çeviri yöntemi, sanatsal metinlerin çevirisinde ise anlam çevirisi yöntemi
uygulanmalıdır. Bu durumda çevirmen, her türün kendine has kuralları olduğunu göz
önünde bulundurmalı ve neyi çeviriyorsa o konuda bilgi sahibi olmalıdır.
Göktürk’e göre çeviride iki metin türüyle karşılaşırız. Bunlardan biri kira, iş,
ölüm ilanı, hava raporu, doktor reçetesi vs. konuları içeren “yalın metin türleri”dir.
Diğeri ise roman, öykü, oyun, şiir gibi karmaşık nitelikteki metin türleridir. Göktürk’e
göre bunlardan birincisi kelimesi kelimesine değil, hedef dilin benzer yerleşik
kurallarına uyacak şekilde çevrilmelidir. İkinci tür metinlerde ise dil, yapı ve üslûp
özellikleri öncelik taşıdığından yalnız içerik yönünden değil, ses, sözcük, söz dizimi,
dil kullanımı bakımlarından hedef dildeki eş değerleri bulunmalıdır.106 Ancak bazı
metinler tek bir metin türü kapsamına girmezler. Mesela karmaşık metin türü
kapsamına giren bir romanda, yalın metin türlerinden ölüm ilânı, yemek tarifi vs.
türler bulunabilir. Bu durumda çevirmen, metni tek bir tür kapsamında görmeyip
106 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, s. 31.
53
diğer türleri de dikkate almalı, hedef dilde aynı işlevi sağlayan metin geleneklerini
araştırmalıdır. Yetkin bir çeviri ancak bu şekilde ortaya konulabilir.
Çeviride metnin işlevi, yazarın metinle ne yapmak istediği de önemlidir.
Yazar metne bir konunun öğretilmesi, okurun belli bir tepkiye yöneltilmesi,
kandırılması, susturulması gibi işlevlerden birini yüklemiştir. Bunlar hem metnin
anlaşılabilmesi, hem de doğru çevrilebilmesi için göz önünde tutulması gereken
noktalardır. “Bir metinde betimleyici, anlatımsal ya da işlemsel etki yan yana da
bulunabilir. Mesela bir romanda hem bir söylev, hem öğretici bir parça, hem de dinsel
bir konuşma yer alabilir. Ancak, her metinde bu üç ana işlevden biri öne çıkar.
Çevirmen, işlevlerin metnin içindeki önemlerine göre sıralanışını incelemeli, ağır
basan işlevin çeviride de yansıtılmasını amaçlamalıdır. Bir metnin yeterli çevirisi
ancak böyle bir çözümleme sonucunda gerçekleştirilebilir.”107 Peter Newmark da
metinde hangi işlev ağır basıyorsa, çeviri yönteminin ona göre seçilmesi gerektiğini
belirtir.108
Metnin alt türlerinin ayrıntılı olarak bilinmesi de çeviri için önemlidir. Her
toplumda, dil içinde öteden beri süregelen metinlerin oluşturduğu bir takım metin
gelenekleri vardır. Bir gazetedeki evlenme duyurusunun, ölüm ilânının, davetiyenin
Türkçede, İngilizcede, Japoncada belli bir biçimi, kalıplaşmış kuralları, geleneği
vardır. Bununla birlikte, anlamları genelde aynı veya çok az farklıdır. Çevirmen bu
tür ayrıntıları hem kaynak dil, hem de amaç dil açısından iyi bilmelidir. Bu da her iki
kültürün yeterince tanınmasını gerektirir.
2. 1. 5. Çeviride Eş Değerlik
Çevirinin başta gelen prensiplerinden biri de iki metin arasında eş değerliğin
kurulmasıdır. İyi bir çeviri için özgün metinle çeviri metni arasında her alanda eş
değerlik sağlanmış olmalıdır.
107 age. s. 28. 108 age. s. 28.
54
Aktaş çeviride eş değerlik olgusunu, “kaynak dil ile amaç dil arasında
sözcüksel ve dilbilimsel açıdan yeterli ölçüde denklik kurma ve aynı zamanda kaynak
dildeki bildiriyi anlam, işlev, üslûp, iletişim ve kültürel bakımdan hedef dilde en
doğal bir biçimde yansıtma işlemi” olarak tanımlamaktadır.109
Göktürk de eş değerliğin en ilginç tanımlarından birinin “özgün metnin kendi
dilinin okurunda uyandırdığı etkinin, çeviri metnin de çeviri dili okurunda
uyandırabilmesi” şeklinde olduğunu belirtmektedir.110 Göktürk bu anlamda bir eş
değerliğin özellikle deyimlerin çevirisinde gözetilmesi gerektiğini de belirtir. Mesela
İngilizcedeki “to jump out of the frying pan into the fire” deyimi Türkçeye düz
anlamıyla çevrilirse “tavadan ateşe atlamak” şeklinde olur. Ancak bu durumda
İngilizcede uyandırdığı etkiyi Türkçede uyandıramaz. Bunun yerine “yağmurdan
kaçarken doluya tutulmak” deyimi daha uygun olur.
Yazın alanında her çeviri, özgün yapıttaki yabancılığı da örtük ya da açık bir
yoldan, bir ölçüde taşımak zorundadır. Batılı bir bayana mesela “Maria hanım” diye
hitap edilemez. Onun yerine “bayan Maria” ifadesi çok daha gerçekçidir. Yine bir
ölünün ardından “Allah taksiratını affetsin” şeklindeki ifade Doğu kültürünü
yansıtmaktadır. Bir Batılı için böyle bir ifade yapay kalacaktır. Onun yerine “Tanrı
günahlarını bağışlasın” ifadesi daha uygundur.
Göktürk, Werner Koller’ın görüşlerine dayanarak çeviri eş değerliğini
birbiriyle de ilişkili olan beş temel düzeyde ele alır:
1- Düzanlamsal eş değerlik.
2- Yananlamsal eş değerlik.
3- Metin türü gelenekleriyle ilgili eş değerlik.
4- Dil-kullanımsal eş değerlik.
5- Biçimsel eş değerlik.111
109 Aktaş, Tahsin, Türk Dili Dergisi, Çeviri İşlemi Ve Eşdeğerlilik, sayı 522, Haziran 1995, s. 697. 110 Göktürk, Akşit, Çeviri: Dillerin Dili, İst., Ekim 2000, s. 55. 111 age. s. 60.
55
“1- Düzanlamsal eş değerlik: Bir metnin doğrudan doğruya nesnel
konusuyla, metin dışı göndergesel anlamıyla ilgilidir. Mesela “Alm. Rauchen
verboten = İng. No smoking = T. Sigara içilmez.” Burada çevirinin amacı metnin
bilgi içeriğini iletmektir. Düzanlamsal eş değerliği sağlamak için çevirmen, kaynak
dil metnindeki sözcüklerin, dizimlerin hedef dilde yer alan en yerleşik, kullanımı en
yaygın olanlarını bilmelidir.
2- Yan anlamsal eş değerlik: Daha çok sanatsal nitelikli metinler için
geçerlidir. Burada sözcüklerin yalnız düz anlamlarıyla değil, işlevlerinin yöneldiği
yan anlamlarıyla da aktarılması gerekir. Özellikle, yazarın biçemsel titizlik gösterdiği
bir yazın metninin çevirisinde eş değerliğin amaç dilde de çağrışımsal anlamlarla
sağlanması, metnin işlevsel etkisi bakımından önemlidir. Yazar özellikle şiir, roman,
öykü gibi yazın türlerinde geleneksel yan anlamların bulunabileceğini göz önünde
bulundurmalı, hedef dilde aynı işlevi gören sözcükleri seçebilmeli, yani yan anlamsal
eş değerliği kurabilmelidir. Kaynak dildeki bir yan anlam amaç dilde de çağrışımsal
anlamlarla verilmelidir.
3- Metin türü gelenekleriyle ilgili eş değerlik: Belli metin türleri çevrilirken
amaç dilin benzer yerleşik metin geleneklerine uyacak bir yapıda aktarılmaları
gerekir.
4- Dil-kullanımsal eş değerlik: Bu tür bir eş değerlik sağlamak için hedef dil
okurunun kendine özgü dil kullanımını çok iyi bilmek ve çeviride bunu göz önünde
tutmak gerekir. Çevirmen bunun için metni hedef dil okurunun en iyi, en kolay
anlayabileceği bir dille çevirmelidir. “İngilizce bir romanda, İngiltere’de sokakta
ayaküstü karın doyurmak için en yaygın çabuk yeme olan “fish and chips” deyim
olarak geçse, Türkçeye “balıkla cips” veya “balık ekmek” ifadelerinin hiçbiri
iletişimsel eş değerlik sağlamaz. Bu deyimin İngiliz toplumundaki sınıf belirleyici
çağrışımı, Türkçede ancak “köfte ekmek” deyiminde kullanımsal eş değerini
bulacaktır.
56
5- Biçimsel eş değerlilik: Özgün metnin yalnız içeriğinin değil, söz dizimi,
biçem özellikleri ve kendine özgü anlatımının, çeviride de benzer bir estetik etki
sağlayabilecek biçimde aktarılmasıyla sağlanır. Yazın yapıtlarının söylemini
oluşturan deyimler, söz oyunları, uyak, ölçü, imgeler bu tür bir eş değerliğin
kurulmasında göz önünde tutulmayı gerektiren noktalardır. Şiiri özgünündeki gibi bir
uyak düzeniyle çevirmeye çalışma bu duruma bir örnektir. ”112
İki metin arasında tam bir eş değerlik sağlayabilmek için yukarıda sayılanlara
ek olarak yazarın üslûbunun da dikkate alınması gerekir. Üslûbu Ayfer Altay “dilin
belirli bir bağlamda, belirli bir yazar tarafından, belirli bir amaç için kullanılması”113
olarak, Berke Vardar ise “dili kullanan kişinin düşüncesini anlatabilmek ve sözlerine
belli bir özellik katabilmek için, dil unsurlarını kendine özgü ölçütlerle seçip
kullanması” 114 şeklinde tanımlamışlardır. Kaynak metnin hedef dile eş değer olarak
aktarılması, yazarın üslûbunun çözümlenmesine bağlıdır.
Bir çeviri metnindeki argo ya da teklifsiz dil kullanımları da hedef dile
anlamsal eş değerleriyle çevrilmelidir. Bu yapılmadığı takdirde okuyucu aynı tadı
alamayacaktır.
Kaynak dil metninin karmaşık bir dilinin olması hedef dilde gerçek bir eş
değerliğin kurulmasını engeller. Yine metin açık ve anlaşılır olmakla birlikte kaynak
dille hadef dil yapısal yönden farklı dil gruplarında yer alıyorsa, bu iki dil arasında
sözcük, biçim, üslûp, işlev ve anlam düzeylerinde her zaman bire bir örtüşme, yani
mutlak bir eş değerlik mümkün değildir. Çevirmen mümkün olan en ileri düzeyde eş
değerliği kurmaya çalışmalıdır. Kaynak dil yazarı kendi okuyucusu üzerinde
amaçladığı etkiyi sağlayabilmek için kendi dilinin bütün imkânlarını kullanır.
Çevirmen de aynı etkiyi hedef dil okuyucusu üzerinde yaratabilmek için yazarın belli
dilsel ögeleri neden kullandığını anlamaya çalışmalı, çeviri metinde de bunların eş
değerlerini yansıtabilmelidir.
112 Aktaş, Tahsin, Türk Dili Dergisi, Çeviri İşlemi ve Eşdeğerlilik, sayı 522, Haziran 1995, s. 703. 113 Altay, Ayfer, Çeviribilim Ve Uygulamaları, Çeviride Üslûp Kayıpları, Ank., 1992. 114 Vardar, Berke, Başlıca Dilbilim Terimleri, İst., 1978.
57
2. 2. Çeviri Sorunları
Çeviri ilk bakışta sıradan bir işmiş gibi görünmekle birlikte, sorunlarla dolu
bir uğraştır. Bu sorunlar dilden dile çeviri için bir ölçüde belirlenmiştir. Theodore
Savory’nin Tercüme Sanatı adlı eserinde çeviride karşılaşılan sorunlar şu şekilde
sıralanmaktadır:
“1- Bir tercümanın yolu üzerinde en sık karşılaştığı ve tecrübesi arttığı zaman
bile daima düşeceği tuzak, aldatıcı benzerliktir. Mesela bir çevirmen Latince “luridi
flores” kelimelerini okur okumaz, hiç düşünmeden İngilizceye “lurid flowers” diye
çevirir. Eğer sözlüğe bakmış olsaydı, o “luridus”un karşılığı olarak “sarı”yı
bulacaktı. Sözlüğünü kullanmayan bir tercüman da hiçbir zaman mazur görülemez.
Bu nedenle tercüman bu aldatıcı benzerlikten doğan hatadan ancak bir kelimenin
sonradan kazandığı manalar veya genel olarak söylendiği gibi, uyandırdığı
çağrışımlar hakkında bir fikri olursa kaçınabilir. Başka dillerden gelen fakat imlâları
aynı olan iki kelime, muhakkakki bir zamanlar aynı manada idiler. Şimdi farklı
olabilirler, çünkü iki dilde bir çok yazar onları başka başka şekillerde
kullanmışlardır.
2- Çeviri sırasında dillerde doldurulamayan boşluklar yüzünden başka
güçlükler ortaya çıkar. Çünkü bir dilde her gün kullanılan bir kelimenin diğer bir
dilde karşılığı yoktur. Mesela Fransızcada İngilizcedeki “home” kelimesini
karşılayacak bir kelime yoktur. Bunun gibi, Fransızca “menu” kelimesinin İngilizce
hiçbir karşılığı yoktur. Yine İspanyolcada “jungle” (çengel) kelimesini karşılayacak
bir kelime yoktur.
3- Adetleri, oyun ve eğlenceleri, teknik gelişme dereceleri farklı olan iki
milletin dillerinden her türlü yazıların çevirisinde bu çeşit güçlüklerle sık sık
karşılaşılır. Mesela saat beşte çay içmek âdeti Fransa’ya İngiltere’den gelmiştir.
Fransızca’da böyle bir yemek ismi bulunmadığı için “le fiveocloque” diye
adlandırılmıştır.
58
4- Deyimler ve deyimsel ibareler her çevirmenin hemen karşılaşacağı
güçlükler arasındadır.
5- Buna benzer bir güçlük de atasözlerinin çevirisinde görülür. Mesela, “mit
wölfen muss man heulen” sözünü çevirmen “kurtlar arasında insan havlamalı” diye
çevirebilir. Bu cümle “when in Rome, do as Rome does” (Roma’da iken Romalılar
gibi hareket ediniz) şeklinde çevrilmeliydi. Burada bir sorun daha ortaya
çıkmaktadır: Çevirmen metnin kelimelerini mi çevirmeli, yoksa manasını mı
vermelidir?”115
Savory’nin ortaya koyduğu sorunların hepsi bugün de geçerliliğini
korumaktadır. Ancak günümüzde bu sorunlara yenileri eklenmiş, daha kapsamlı
şekilde ortaya konulmuşlardır. Buna göre çeviri sorunlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Pek çok çeviri sorunu, öncelikle kaynak ve hedef dilin yeterince
bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Sözcüklerin, gramatikal yapıların, deyim,
atasözü ve kalıp sözlerin anlamlarının, kültür ve inançla ilgili dil kullanımlarının,
kelime ya da anlam çevirisi yapılacak kısımların doğru verilebilmesi kaynak ve hedef
dilin iyi derecede bilinmesine bağlıdır.
2- Çevirinin temel sorunlarından biri yöntemle ilgilidir. Çeviride her sözcük
elden geldiğince olduğu gibi mi çevrilmeli, yoksa bir cümle ya da metnin aslına en
yakın anlamı mı verilmeye çalışılmalı? Bu soru çok eski çağlardan beri sorulmuş ve
cevabı bulunmaya çalışılmıştır. Bu sorun günümüzde de çevirmenleri hayli
zorlamaktadır. Çevirmenin öncelikle ne tür bir yöntem kullanacağını tespit etmesi
gerekmektedir. Günümüzde kabul edilen görüş teknik, bilimsel ya da gündelik
metinlerin kelimesi kelimesine çevrilebileceği, buna karşılık düz anlamının dışında
anlamlar içeren sanatsal metinlerde ise anlam çevirisinin yeğlenmesi gerektiği
şeklindedir. Karma metinlerde ise yerine göre her iki yöntem de uygulanabilir.
115 Savory, Theodore, Tercüme Sanatı, çev. Hamit Dereli, Ank., 1961, ss. 6-9.
59
3- Kültürel farklılık en önemli sorunlardan biridir. Dili, içinden çıktığı
kültürle kaynaşmış, o kültürün ayrılmaz bir parçası olarak ele aldığımızda karşımıza
çıkan sorunların, temelde birer çeviri sorunu olmaktan öte dilin işlevi ve kullanımına
ilişkin sorunlar olduğunu görürüz. Çevirideki çoğu güçlük aslında kültürler arası
farklılıklardan kaynaklanır. Doğan Aksan çevirinin başlıca sorunu olarak, dillerin
farklı dünya görüşlerini ve değişik kültürleri yansıtmalarını, her dilin gerçeği anlatma
biçiminin farklı oluşunu görür.116 Kültür ve dil başlı başına iki ayrı uzmanlık alanıdır
ve çevirmen bu alanların bilgi desteğinden yararlanmak zorundadır. Kültürleri
oldukça birbirine yakın toplumların dilleri arasında bile sözcüklerin eş değer anlam
taşıdığı söylenemez. Hatta bu duruma aynı kökten gelen Türk lehçeleri arasında
yapılan aktarmalarda bile rastlanmaktadır. İki toplumun yaşayış, düşünce ve sanat
anlayışları arasındaki farklılıklar, bu toplumların dilleri arasında yapılan çeviride de
sorunlara neden olur. Çeviri yaparken karşılaşılan en büyük zorluklardan biri bir
dilden diğer bir dile, bir kültürden diğer bir kültüre ve hatta bir uygarlıktan diğer bir
uygarlığa geçiştir. Yani çeviriyi zor kılan yalnızca dilsel farklılıklar değil, dünya
görüşlerinin, dünya deneyimlerinin farklılığıdır. Bu nedenle çevirmen bir dili
çevirirken o dilin ait olduğu kültürü, dünya görüşünü, deneyimlerini çok iyi bilmek
zorundadır.
4- Çeviride karşılaşılan bir diğer zorluk aynı kökten gelen diller arasında
görülen “benzerlik” sorunudur. Mesela “Fransızcadaki “large” sözcüğü “geniş”
anlamına gelirken, İspanyolcadaki “largo” sözcüğü “uzun” anlamını ifade
etmektedir. Fransızcadaki “fermer” sözcüğü “kapatmak” anlamında iken
İtalyancadaki “fermare” “durmak” anlamındadır. İngilizce ve Fransızcada yazılışları
aynı olduğu halde farklı anlamlara gelen pek çok kelime vardır: İngilizcede: lard
(domuz yağı), figure (sayı/şekil), douche (şırınga), marine (denize ait/denizcilik),
crayon (mum boya), billet (ödev/pusula), coin (madeni para), travail (ağrı çekmek),
placard (afiş/levha); Fransızcada: lard (domuz pastırması), figure (yüz), douche
(duş), marine (deniz kuvvetleri), crayon (kurşun kalem), billet (bilet), coin (köşe),
travail (iş), placard (tuvalet/hela). Yine İngilizcede “gift”, “armağan” anlamına
gelirken, Almancada “zehir” anlamına gelmektedir. “burro” İspanyolcada “eşek”,
116 Aksan, Doğan, Her Yönüyle Dil, Ank., 2000, TDK yay., s. 74.
60
İtalyancada “yağ” anlamına gelir. “sale” İtalyancada “tuz”, İngilizcede “satış,
ucuzluk” demektir. “merci” İtalyancada “yük” anlamında iken, Fransızcada
“teşekkür ederim” anlamına gelmektedir.”117 Bu durum Kırgızca ile Türkçe arasında
da görülen en önemli sorunlardan biridir. Pek çok kelime her iki lehçede şekil olarak
benzer olmakla birlikte anlam değişikliğine uğramıştır. Benzer kelimeyi gören
çevirmen sözlüğe bakma ihtiyacı duymamakta, bu da önemli anlam hatalarına yol
açmaktadır.
5- Dilsel özellikler de çeviri sorunlarının büyük bir bölümünü oluştururlar.
Bunların başında dillerin farklı dil ailelerine bağlı olmalarından kaynaklanan yapı ve
anlatım farklılıkları gelmektedir. Mesela Türkçe Ural-Altay, İngilizce ise Hint-
Avrupa dil ailesine bağlıdır. Temel sorun cümle kuruluşunda görülmektedir.
Türkçede cümle “özne-tümleç-yüklem” şeklinde kurulurken, İngilizcede “özne-
yüklem-tümleç” sırasını izlemektedir. Yine yapı olarak Türkçe eklemeli bir dil iken,
İngilizce yalınlayan bir dildir. Bu husus özellikle kafiye, ritim, ses, ölçü gibi
özelliklerin önemli olduğu şiir çevirisinde büyük sorunlara yol açmaktadır.
6- Atasözleri, deyim ve deyimsel ifadeler çeviride önemli sorunlara neden
olurlar. Bunlar sözcüğü sözcüğüne çevrilecek olurlarsa büyük anlam hatalarına yol
açabilirler. Mesela okula gitmeme durumunu anlatmak için Türkçede “okulu asmak”
deyimi kullanılır. Bu ifade kelimesi kelimesine çevrilecek olursa başka dilden bir
okurda şaşkınlık yaratacaktır. Buna karşılık olarak Fransızlar “çalı okuluna gitmek”,
İtalyanlar “okulu tuzlamak”, Almanlar “okulun ardına dolanmak”, Ruslar “okulu
boşlamak”, Çinliler “okuldan saklanmak”, Kırgızlar ise “sabaktan kaçış” terimlerini
kullanırlar.
7- Kaynak dildeki bir sözcüğe hedef dilde karşılık bulunamaması da çeviride
sık karşılaşılan sorunlardan biridir. Her toplumun hayat deneyimi, dünya görüşü,
dünyayı yorumlayışı farklıdır. Bu farklılık, dolayısıyla dillerine yansımaktadır.
Ayrıca toplumların meşgul oldukları işler, gelişmişlik düzeyleri, mensup oldukları
medeniyet de dillerinde, kullandıkları kelimelerde farklılık yaratmaktadır. Mesela
117 Pei, Mario, YAZKO Çeviri Dergisi, Çeviri Sorunu, cilt 1, sayı 1-6, 1981-1982, ss. 142-143.
61
dinle ilgili sözlerin farklı dinden toplumların dilinde karşılığı yoktur. Bir toplumun
geleneğinden kaynaklanan sözlerin de başka dillerde karşılığı bulunmamaktadır.
Hedef dilde her sözcüğün karşılığı bulunamayabileceği gibi, bazı dilbilgisel
kategoriler de bulunmayabilir. Bu da çevirmenler açısından güçlük yaratan bir
durumdur.
8- Çeviride karşılaşılan en büyük sorunu yaratan bir özellik de, bir dildeki bir
sözcüğün kavram alanıyla diğer dilin kavram alanının örtüşmemesidir. Her dil aynı
olguları yansıtmakla birlikte, bunları yorumlama biçimi farklıdır. Mesela
“Almancadaki “tante”nin kavram alanıyla Türkçedeki “teyze”nin kavram alanı tam
olarak örtüşmemektedir. Almanca akrabalık ilişkilerini yorumlarken daha genel
sınıflamalar yaparken, Türkçe ayrıntıya girmektedir. “tante” kavramı “teyze, hala,
yenge” kavramlarının toplamı gibidir.”118 Bir kavram yalın değil, karmaşık bir
birimdir. Kavramları da bileşenlerine ayırmak mümkündür. Çevirmenin kavramların
tüm anlamlarını bilmesi doğru bir çeviri için temel şarttır.
9- Çeviride terimler konusu da önemli bir sorun alanını teşkil etmektedir. Her
bilim dalı kendine has terimler içermektedir. Çevirmen her tür konu ile
karşılaşabilmektedir. Ancak bir çevirmenin her bilim dalı hakkında bilgi sahibi
olması mümkün değildir. O nedenle terimler konusu çevirmenleri oldukça
zorlamaktadır.
10- Çevirmenin yazarı tanımaması, yazarın dilini bilmemesi de çeviride sorun
yaratan bir husustur. Özellikle edebî metinlerin çevirisinde yazarın dilinin, üslûbunun
verilmesi çevirinin başarısı açısından oldukça önemlidir.
11- Çevirinin ikinci, üçüncü diller vasıtasıyla yapılması da çeviride önemli
sorunlara neden olmakta, böylece çevrilen metin büyük değişikliğe uğramaktadır. Bu
da kaynak metinden bir şeylerin kaybına veya olmayan bazı şeylerin eklenmesine yol
açmaktadır.
118 Akerson, F. Erkman, Anlam-Çeviri-Karşılaştırma, İst., 1991, ss. 65-66.
62
12- Kaynak dilin etkisinde kalmak da çeviride önemli anlam ve biçim
hatalarına yol açar. Bu durum özellikle yapı bakımından aynı ya da benzer diller ya
da lehçeler arasında daha çok görülen bir sorundur.
13- Diller arası çeviride önemli sorunlara yol açan bir husus da cinsiyet
faktörüdür. Bazı diller nesneler ve kavramlar arasında cinsiyet ayrımı yapmaktadır.
Bu tür farkların cins ayrımı yapmayan dillerde nasıl verileceği konusu çevirmenleri
hayli zorlamaktadır.
14- Çevrilen metnin türünün bilinmemesi ya da dikkate alınmaması da
çevirinin amacına ulaşamamasına, işlevini yerine getirememesine yol açmaktadır.
15- Metin içindeki yabancı dilden alıntılar da sorun yaratan bir husustur.
Çevirmen alıntının dilini bilmiyor olabilir. Ancak bu kısımların da çevrilmesi
gerekmektedir.
Çeviride karşılaşılan sorunlar sayılamayacak kadar çoktur. Çevirmene düşen,
kısaca, tüm bağdaşmazlıkları elinden geldiğince ortadan kaldırmaya, yazarın ana
dilinde yararlandığı olanakların benzerlerini bulmaya çalışmaktır. Hızlı tarihsel
değişim artık gerek yazarların, gerek dilbilimcilerin konuya yakından eğilmelerini
gerektirmektedir.
2. 2. 1. Çeviride Kayıp
Anlamın eksik aktarılması yani “kayıp” konusu da çevirinin önemli
sorunlarından biridir. Ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin her çeviride belli bir bilgi
yitiminin olması kaçınılmazdır. Ancak önemli olan bunu en aza indirmektir. Bilgi
yitiminin çeşitli nedenleri vardır. Berke Vardar çevirideki bilgi yitiminin nedenlerini
“dilsel nedenler, ekinsel ve toplumsal nedenler ve türsel nedenler” olmak üzere üç
başlık altında toplar.119 Her dilin kendine özgü bir yapı ve düzeneği vardır. İki dilin
yapısı birbiriyle benzeşmediğinden çeviri ne denli başarılı olursa olsun bilgi yitimi
119 Vardar, Berke, Dilbilim Dergisi, Çeviri Sorunları, cilt 2, 1977, s. 199.
63
önlenemez. Bunu en aza indirmek için çevirmen her iki dilin yapısını, geleneğini çok
iyi bilmelidir. Yine her dil farklı bir toplum ve uygarlık çevresinde kullanılır. Diller
bu açıdan da birbiriyle örtüşmez. Bu alandan kaynaklanan bilgi yitimini azaltmak
için hem çevirmenin, hem de onun seslendiği okur kitlesinin, uygarlık ve toplum
üstüne ön bilgilerinin olması faydalı olur. Her çeviri metni bilimsel, yazınsal veya
gündelik türde metinler gibi belli bir türe aittir. Metnin türüne göre karşılaşılan sorun
da farklılık gösterir. Mesela yazın metinlerinde daha çok yan anlamlar ağır basarken,
bilimsel metinlerde düz anlamlar egemendir. Bu alanda metnin hedef dildeki eş
değeri kurulmaya çalışılmalıdır.
Bilgi yitimini en aza indirmek için çevirmenin yapması gereken, özellikle
sözcüklerdeki yan ve mecaz anlamları, anlam nüanslarını, fiilde zamanlar arasındaki
anlam nüanslarını çok iyi bilmektir. Mesela Kırgızcada özellikle yardımcı fiillerin
cümleye kattığı yan anlamların yeterince bilinmemesi anlamda kayba neden
olmaktadır. Bu konuda çevirmenlerin dikkatli davranmaları gerekir.
Her deneyim her dilde kesinlikle aynı biçimde kavramsallaşamaz. Bunu
gidermek için sözlüklere başvurmak yeterli değildir. Terimler düzeyinde bilgi
yitimini engellemek ve terimler arasındaki nüansları verebilmek için, yeni terimler
türetmek daha doğru olacaktır. Terimler arasında yine de bir denklik bulunamıyorsa,
terimi olduğu gibi alma veya uyarlama ya da dipnotla açıklama yoluna gidilmelidir.
64
II. BÖLÜM
1. KIRGIZCADAN TÜRKÇEYE ÇEVİRİ
1. 1. Kırgızlar ve Kırgız Türkçesi
Kırgızlar hakkındaki ilk tarihî belgeler M.Ö. 201 yıllarına aittir. Kırgız
Türkçesinin oluşum tarihi de Kırgız halkının tarihi gibi çok eski devirlere uzanır.
Kırgızların, tarihlerinin ilk devirlerinde kendi yazı dillerinin olduğunu Yenisey
ırmağı taraflarında bulunan yazıtlar ispatlamaktadır. Bu oluşum tek bir sahada
gerçekleşmemiştir. Kırgızlar M.Ö. II. ve I. yüzyılda Tanrı Dağlarının doğusu ile
Tannu-Ola arasında bulunmuşlardır. 557 yılında Göktürk devleti yönetimine
girmişlerdir. Göktürk devleti yıkılınca, yerine kurulan Uygur devletine muhalefet
eden Kırgızlar IX. yüzyılda Uygurlarla yaptıkları savaşta büyük kayıp vermelerine
rağmen, 839 yılında Uygur kağanını öldürerek Türk devletinin başına geçmişlerdir.
Kırgızlar bu devirlerde, X. yüzyıla kadar Eski Kırgız Türkçesi denilen kendi yazı
dillerini kullanmışlardır. Eski Kırgız Türkçesinden kalma en önemli belgeler Yenisey
yazıtlarıdır. Bu yazıtlar 1500 yıl önce yazılmış olmalarına rağmen günümüz Kırgız
Türkçesi ile büyük benzerlik göstermektedir. Bu dönemde Kırgız Türkçesinde bazı
değişiklikler olmuştur. Mesela ikincil uzun ünlülerin bazı türleri meydana gelmiştir:
saġa>saa (sana), soġol>sool (kurumak, tükenmek), söŋök>söök (kemik) gibi. Ayrıca
Moğolcadan alınan söz varlığı katmanıyla da Kırgız Türkçesi günümüz Orta Asya
Türk Lehçelerinden oldukça farklı bir durum arz etmektedir. Moğolcadan “belen
(hazır), sonun (harika, çok güzel), kaalġa (dış kapı, avlu kapısı)” gibi sözler
alınmıştır.
Kırgızların Asya’daki hakimiyetleri uzun sürmemiş, XIII. yüzyıl başlarında
(1207) Moğol hakimiyetini tanımak zorunda kalmışlardır. Kırgızlar bu dönemde de
(X.-XVI. yüzyıl arası) kendi yazı dillerini kullanmışlardır. Ancak Orta Çağdaki
Kırgız Türkçesine ait yazılı belgeler maalesef bulunamamıştır.
65
Asya’da Moğol hakimiyeti sona erince, Kırgızlar Kalmukların
hegemonyasını kabul etmişler ve XVIII. yüzyıl başında (1703) Yedisu ve Tanrı
Dağlarının güneybatı taraflarına göçe mecbur olmuşlardır. Kırgızlar XVII. asrın
sonu, XVIII. asrın başında Cungar saldırıları sonucunda Batı Tiyan-Şan’dan Fergana
ve Pamir Dağlarına doğru göçtüler. Bu süre içerisinde (XVII.-XVIII. yüzyılın
ortalarına kadar) Özbek, Uygur, Tacik ve Kazak halklarıyla komşu olarak yaşadılar.
Günlük hayat, ziraat ve dinle ilgili çok sayıda Arapça ve Farsça kelime, bu dönemde
Kırgız Türkçesine girdi. Kırgız Türkçesinin leksik yönden çok farklı olan Kuzey
(Tündük) ve Güney (Tüştük) ağızları da bu dönemde oluştu. Rusların Kırgızistan’ın
kuzeyine gelip yerleşmeleriyle başlayan Rus alıntılarının çokluğu da ağızlar
arasındaki bu farklılıkları daha da derinleştirdi. XVIII. yüzyılın ortalarında
Cungarlar dağıldı. Sonuçta Kırgız boyları eski yurtlarına geri döndüler. Kuzey Kırgız
boyları Isık-Köl, Çüy, Talas bölgeleriyle Narın nehri dolaylarına yerleşirlerken, bir
kısım Kırgızlar da Fergana bölgesinin batı ve güney taraflarındaki dağların eteklerine
yerleştiler. İşte bu tarihî olaylar sırasında Kırgız boylarında etnik değişiklikler
görülürken, Kırgız Türkçesinde de önemli değişiklikler başladı. Kuzey ve Güney
Kırgız ağızları arasındaki eski münasebet kalmadı. Güney Kırgızları Özbek, Uygur,
Tacik halkları ile ilişki kurarken, Kuzey Kırgızları daha çok Kazaklarla sıkı ilişki
kurdular.
Bir süre sonra çoğunluk durumuna geçince Hokand devletinin idaresi
Kırgızlara geçti. Türkistan’ın güçlenmesini çıkarları için tehlike olarak gören Çin,
1757’de gönderdiği ordu ile önce Doğu Türkistan’ı, sonra da Hokand Hanlığını
mağlup etti. XIX. asrın başlarında Türkistan hanları arasında sürtüşmeler başladı ve
bu da en çok Rusya’nın işine yaradı. Ruslar 1846 yılından itibaren Türkistan
şehirlerini ele geçirmeye başladılar. Bu tarihten itibaren (1950’li yıllardan itibaren)
de Kırgızlar çarlık Rusyasına dahil oldular. 1876’da Hokand tamamen Rusların eline
geçti. Rus egemenliğine katlanamayan Kırgızlar 6 Ağustos 1916’da Bişkek’te isyan
hareketi başlattılar. Bu sırada binlerce kayıp verdiler. 1917 ihtilâli sırasında
milliyetçi Kırgız komiteleri, Şura-yı İslâmiye gibi kuruluşlar bağımsızlık için
mücadele ettiler. Ancak, her şeye rağmen Kırgızlar Rus egemenliğinden
kurtulamadılar.
66
Yeni Kırgız Türkçesinin Sovyet dönemi diğer bütün devirlerden farklıdır. Bu
döneme kadar Kırgız boyları ayrı ayrı yaşayıp siyasî ve ekonomik birlik
oluşturamamışlarken, Ekim devrimi sonucunda devlet statüsüne erişirler ve ağızların
da birlik devri başlamış olur. Dilde büyük değişiklikler meydana gelmeye başlar. En
önemli değişiklik de edebî dilin oluşması ve gelişmesi olur. Edebî dil toplumun
sosyal, ekonomik, siyasî, ilmî, her türlü kesimine aynı şekilde hizmet eden, ağız
şekillerinden daha yukarıda yer alan, dilin gelişen ve her zaman da gelişmekte olan
şeklidir. Eğitim, bilim hepsi edebî dilde yapılır. Edebî dil o dilin bütün ağız
şekillerinden, kaynak olarak faydalanır ve onlar sayesinde gelişir. Bu nedenlerden
dolayı edebî dilin oluşması, Kırgızlar ve Kırgız Türkçesi açısından çok önemli bir
gelişme olmuştur.
İlk uygulamaya konulan işlerden biri de okuma yazma seferberliği olmuş,
süratle okullar açılıp alfabeler hazılanmıştır. Mart 1924’te tarihte ilk kez Kırgız
alfabesi meydana gelir. Yine aynı yıl 7 Kasımda ilk Kırgız gazetesi “Erkin Too
(Özgür Dağ)” yayınlanmaya başlar. Böylece yazılı edebî dile doğru ilk adımlar
atılmış olur. Bu döneme kadar ağızlar özel olarak araştırılmamışken, 1930 yıllarında
ciddi şekilde incelenmeye başlar. Bu araştırmalar K. K. Yudahin ve İ. A. Batmanov
tarafından yürütülür. Kırgızca hakkındaki ilk bilgileri Kazak bilgini Çokan
Velikanov vermiştir. Ondan sonra Kırgız Türkçesini bilim dünyasına tanıtan, ünlü
Rus bilim adamı V. V. Radlov olmuştur. O, Türk Dillerinin sözlü edebiyatına adadığı
eserinin beşinci cildini Kırgız folkloruna ayırmış, eserinde Kırgız sözlü edebiyatının
çok zengin olduğunu, Türk sözlü edebiyatında özel bir yeri buylunduğunu
belirtmiştir. Ayrıca Radloff’un “Türk Diyalektleri Sözlüğü Denemesi”120 adlı eseri
de bu dönemde yayımlanmıştır.
1950’li yıllardan sonra dil meseleleriyle daha çok ilgilenildi. Kırgız İlimler
Akademisinde özel bir bölüm açıldı. Bu bölüm ve Kırgız Milli Üniversitesinin özel
ilmî heyeti tarafından hem Kırgızistan’ın içindeki, hem de Kazakistan, Tacikistan,
Özbekistan bölgelerindeki Kırgızların dil özellikleri tam olarak tespit edildi. Yine bu
dönemde Kırgızların bin yıllık ünlü Manas destanı ilk kez derlenerek yazıya geçirilip 120 Eserin orijinalinin tam künyesi “Radloff, V.V., Oput Slovarya Tyurkskih Nareçiy, cilt 1-4, Spb., 1888-1911” şeklindedir.
67
filimlere, operalara konu oldu. Frunze’de “Eğitim Meslek Okulu (Frunze Pedagojik
Tehnikum)” açıldı. Bu okuldan yetişen Aalı Tokombayev, Kasımalı Bayalinov,
Kasımalı Cantöşov, Mukay Elebayev, Cusup Turusbekov, Coomart Bökömbayev
gibi yazar ve şairler Kırgız edebiyatının temelini oluşturdular. Bu okul bir bakıma
edebiyatın ocağı oldu.
Kırgız Türkçesinin, tarihî ve çağdaş söz varlığını ilk kez ortaya koyan
Türkolojinin meşhur eserlerinden biri, K.K. Yudahin’in Kırgızca-Rusça sözlüğü
oldu. Kırk bin kelimeyi içeren bu sözlükte Kırgızcanın hem halk edebiyatındaki söz
varlığı, hem arkaik kelime katmanı, hem de meslekî ve argo sözlerle beraber aktif
kullanımdaki Kırgızca çok yönlü ve güzel örneklerle yansıtılmıştır. Bundan sonra
Kırgız Bilimler akademisinin Dil ve Edebiyat Araştırma Enstitüsü tarafından çeşitli
deyimler, açıklamalı atasözleri, ağızlar, etimoloji, gramer kitapları ve çok sayıda
terimler sözlüğü yayımlandı. Aynı zamanda bu enstitü tarafından çeviri ile ilgili
tezler, araştırmalar yapılsa da genel olarak bir tek yöne, Kırgızcayla Rusça arasındaki
çevirilere, tercüme meselelerine ağırlık verildi. Meselenin bu şekilde ele alınması,
belki de başka dillerden çeviri yapmak için mutlaka Rusçanın aracı dil olmasından
kaynaklandı.
Kırgız ve genel Türk Edebiyatının XX. yüzyıldaki en önemli ismi olan
Cengiz Aytmatov edebiyata ilk adımını 1950’lerde atmıştır. İlk yayımlanan öyküsü
olan Cemile’den itibaren dünya edebiyat çevresi tarafından fark edilen Aytmatov’un
ondan sonraki her eseri birer olay yaratmıştır. Eserlerini Kırgızca ve Rusça yazan ilk
Kırgız yazarı olan Aytmatov, dolayısıyla çevirinin daha aktüel şekilde gündeme
getirilmesini sağlamıştır. Dünyanın yüz elli diline çevrilmiş olan Aytmatov’un
eserleri, Sovyet rejiminin en güçlü, sansürün en yoğun olduğu yıllarda bile, yazılır
yazılmaz Türkçeye çevrilmiştir. Şu an Aytmatov’un kaleminden çıkan bütün
eserlerin Türkçe çevirileri mevcuttur. Fakat ne yazık ki Aytmatov’un eserlerinin
Türkçeye çevirisi doğrudan Kırgızcadan yapılmamıştır. Aracı dil olarak kullanılan
Rusça, Almanca, Fransızca gibi diller, sistem olarak aynı kökten gelen Kırgızca ve
Türkçeden çok farklı bir yapıya sahiptirler. Onun için Kırgızcanın özellikleri, pek
çok ortak yönlerimiz başka bir dil, başka bir kültür anlayışının süzgecinden geçerken
68
kaybolmuş ve tekrar Türkçeye çevrilirken bu farklılıklar ikiye katlanmıştır. Bu konu
ileride ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
Bunların dışında edebiyatın gelişmesi sonucu dramalar, piyesler yazıldı.
Tiyatro ve sinema çok gelişti. Halkın okuma yazma oranı yüzde yüze ulaştı. Zorunlu
eğitim lise düzeyine çıkarıldı. Beş milyonluk nüfus için otuz üniversite çalışır hale
geldi.
Bütün bu gelişmelere rağmen maalesef millî değerler kaybedilmeye
başlanmıştı. Kırgız Türkçesi toplumun bütün alanlarında faaliyet gösteren devlet dili
seviyesine çıkamadı. Bunda Rusçanın umumî devlet dili olması, yazışmalarda, devlet
dairelerinde daha çok Rusçanın geçerli sayılması, yüksek öğrenimde gerekli okul
kitap, araç, gereçlerinin Rus dilinde hazırlanmış olması ve büyük kentlerde konuşma
dilinin Rusça olamasının büyük etkisi olmuştur. Kırgızlar Sovyetlerdeki gelişmeler
sonucunda 31 Ağustos 1991’de bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Kırgız Türkçesinin oluşum tarihini maddeler halinde şöyle gösterebiliriz:
1- Eski Kırgız Türkçesi (X. yüzyıla kadarki Kırgız Türkçesi).
2- Orta Çağdaki Kırgız Türkçesi (X.-XVI. yüzyıllar arası Kırgız Türkçesi).
3- Yeni Kırgız Türkçesi (XVI. yüzyıldan günümüze kadarki Kırgız Türkçesi).
1. 2. Anadolu Türkleri ve Türkiye Türkçesi
Bugün Anadolu’da yaşayan Türkler Oğuz Türklerinin vekilleridirler. Bilim
adamları tarafından Oğuzların VI.-VIII. yüzyıllarda Orta Asya’dan göç ettikleri
kanısı yaygındır. Oğuz Türklerinin Selçuklu devlet kuruluşundan önceki yayılışı ve
coğrafik yerleşme alanları hakkında kesin bir bilgi yoktur. Eski Orta Asya ve Doğu
Avrupa coğrafya haritalarında Oğuz Türkleri Ural-Volga ırmakları boylarında
gösterilmiştir. X.-XI. yüzyıllarda oldukça geniş bir sahaya yayılmışlar, sınırları
İrtişten Volgaya, Hazar denizi ile Maveraünnehir arası bütün bozkır sahasını içine
almıştır. XI. yüzyılda Aral ve Hazar’ın kuzeyinden (bugünkü Kazakistan) İran,
69
Azerbaycan ve Anadolu istikametine başlayan büyük Türk göçleri sonucunda
Anadolu’da bir Türk kitlesi oluşmuş, bu kitle başlangıçta Anadolu’da hazır bulduğu
Arapça ve Farsçayı kullanmıştır. Özellikle beylikler döneminde bu duruma karşı
çıkılmış ve nihayet XIII. yüzyılın başlarında Türkistan bölgesindeki Doğu
Türkçesine paralel bir Batı Türkçesi, yazı dili olarak Anadolu’da ortaya çıkmıştır.
Batı Türkçesi kendi içinde lehçelere ayrılır: Anadolu, Azeri, Türkmen, Gagauz ve
Kırım Kıyı lehçeleri. Anadoluda gelişen Batı Türkçesi de kendi içinde dönemlere
ayrılır:
1- Eski Anadolu Türkçesi
2- Osmanlı Türkçesi
3- Türkiye Türkçesi
1- Genellikle XIII.-XV. yüzyıllar arasında Anadolu ve civarında kullanılmış
olan yazı diline Eski Anadolu Türkçesi adı verilmektedir. Selçuklular, Anadolu
Beylikleri ve ilk Osmanlıların yazı dilidir. Bu dönemin en belirgin özelliği dilin
oldukça sade kullanılmasıdır.
2- Osmanlı Türkçesi XV. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar Osmanlıların
hakim olduğu bölgeler ve hatta onun dışında kullanılmış olan dildir. Osmanlı
Türkçesinin en belirgin özelliği Arapça ve Farsça unsurların dile çok sayıda girmiş
olmasıdır. Ancak buna rağmen söz dizimi Türkçenin yapısına uygun olduğu için bu
dönem Türkçenin bir dönemidir.
3- XX. yüzyıl başlarından bu yana (1908 Meşrutiyetinden itibaren)
gelişmekte olan yazı diline Yeni Türkçe, Türkiye Türkçesi, Modern Türkçe gibi adlar
verilmektedir. Yeni Türkçe Türkiye’de milliyetçilik akımının mahsulü olup Osmanlı
yazı dilini konuşma diline yaklaştırmak, daha doğrusu konuşma dilinden yeni bir
yazı dili yaratmak hamlesiyle meydana gelmiştir. Bu dönemde dil yabancı
unsurlardan arındırılmaya çalışılmıştır.
70
Türkler tarihin belki de en hareketli milleti olmuşlar, Çin’den Avrupa
içlerine, Sibirya’dan, Kuzey Rusya’dan Hint okyanusuna ve Afrika ortalarına kadar
yayılmışlardır. Neticede Türk dilinin de bir çok başka dille münasebeti, karşılıklı
etkileşmeler, kelime alış verişleri olmuştur.
1. 3. Kırgızca İle Türkçe Arasındaki Farklılık ve Benzerlikler
Türk Lehçeleri arasında yapılacak çevirinin prensip ve sorunlarını ortaya
koyabilmek için öncelikle iki lehçenin birbirine olan linguistik mesafesini belirlemek
gerekmektedir. Bu amaçla iki lehçenin değişik seviyelerdeki durumlarını gözden
geçirmekte fayda vardır.
Öncelikle Kırgızca ve Türkçe Türk Dilinin iki farklı grubunda yer alan, iki
uzak lehçesidir. Kırgız Türkçesi Türk Dilinin Kuzeybatı grubunda, Türkiye Türkçesi
ise Güneybatı grubunda yer almaktadır. Kırgızca Türk Dilinin Kıpçak ağzının,
Türkçe ise Oğuz ağzının bir temsilcisidir. Dolayısıyla aralarındaki fark da o nisbette
artmaktadır. Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasındaki farklılık ve benzerlikleri
şu kategoriler altında sıralayabiliriz:
1. 3. 1. Söz Varlığındaki Farklılık ve Benzerlikler
I. 3. 1. 1. Alıntı Sözler
Çeviri açısından en önemli hususlardan biri lehçelerin sahip oldukları söz
varlıklarıdır. Her dil, tarihi boyunca çeşitli değişikliklere uğrar. Bu durum onu
konuşan halkın tarihiyle de yakından ilgilidir. Bir toplumun yerleşim sahası,
münasebette bulunduğu toplumlar, coğrafik şartları vb. gibi durumlar, o toplumun
konuştuğu dilin söz varlığını da etkilemektedir. Kırgızca ve Türkçeye bu açıdan
baktığımızda iki lehçenin tarihleri boyunca birbirinden uzak ve farklı koşullar altında
geliştiği görülmektedir.
71
Türkiye Türkçesine göre Kırgız Türkçesindeki söz varlığı farklılıkları “ses
değişimleri, kelimenin anlamının değişmesi, morfolojik değişiklikler ve başka
dillerden kelime alınması” gibi nedenlere bağlıdır. Kırgız Türkçesi için alınma
kelimeler en önemli nedendir. Ancak bu alınma kelimeler (özellikle de Arapça ve
Farsça kelimeler) Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesini, aynı zamanda yakınlaştıran
bir faktördür.
Kırgız Türkçesindeki başka dillerden alınan söz varlığını üç temel katmana
ayırabiliriz:
1- Eski devirlerde Moğol dillerinden alınan kelimeler.
2- Orta asırda Arapça ve Farsçadan alınan kelimeler.
3- Daha sonra Slav dillerinden alınan kelimeler. Bu dönem de kendi içinde iki
devre ayrılır:
a- Ekim devriminden önceki dönem.
b- Ekim devriminden sonraki dönem.
1- Moğolcadan alınan kelimeler: Tarihte Moğollarla yakın ilişki sonucu
Moğolca kelimeler alınmıştır. Ancak Kırgız boylarının dağınık yaşaması nedeniyle
bazılarının Moğollarla ilişkisi olmamış ve Moğolca kelime de almamışlardır. Mesela
“kaalġa (dış kapı), unaa (iş hayvanı), belen (hazır), kereez (ölüm halinde olan kişinin
son sözü, vasiyet), baraan (karaltı), arbın (çok)” sözleri Kuzey ve Güney ağızlarında
görülürken Güneybatı ağzında görülmez.
2- Farsçadan alınan kelimeler: Sayıca en fazla olan alıntı kelime grubudur.
Kırgızlar Farsça konuşan halklarla çok uzun süre birlikte yaşamışlardır. Tarihî
bilgilere göre Doğu Türkistan ve Orta Asyadaki Farsça konuşan Toharlar, Soğdlar,
Tacikler eskiden beri çiftçilikle uğraşmışlar ve yerleşik bir hayat yaşamışlardır.
Ticaretleri hayli gelişmiştir. Fakat Farsça kelimelerin hepsi bu İran dillerinden
alınmamıştır. Onlarla sıkı ilişki içinde yaşayan Uygurlar ve Özbekler vasıtasıyla da
geçmiştir. Farsça kelimelerin bir kısmı bütün Kırgız ağızlarında görülürken (baa-
paha; nark-paha, fiyat; bazar-pazar; sooda-ticaret, alış veriş; almurut-armut; meyiz-
72
kuru üzüm; taraza-terazi; sabiz-havuç; piyaz-soğan; turp-turp, şalgam-şalgam; kürüç-
pirinç; dubal-duvar; çatır-çadır; takta-tahta; tereze-pencere), bir kısmı sadece Güney
ağızlarında görülür (töşök-döşek; kükürt-kükürt; cuvaldız-çuvaldız; çelek-kova; ataş-
kürök-maşa).
Arapçadan alınan kelimeler: Kırgız boyları Arapça konuşan halklarda
doğrudan ilişki içinde olmamışlardır. Fakat Orta Asya’ya geldikten sonra Kırgız
boylarının Arap medeniyeti ve dininin etkisinde kaldıkları şüphesizdir. Bu etki
Arapların kendileri vasıtasıyla değil, VIII. asırdan beri onların etkisinde kalan
Soğdlar (daha sonra Tacikler), Uygurlar, Özbekler, Kazaklar, Türkmenler vb.
aracılığıyla olmuştur. Arapça sözlerin Orta Asya toplumlarının dillerine bu kadar çok
girmesinin sebebi İslâm dinidir. Araplar VIII. asırdan beri Orta Asya’da İslâmiyeti
yaymaya başladılar. Dinî kitaplar Arapça yazıldı; ibadetler Arapça yapıldı. Böylece
İslâmiyeti kabul eden toplumların diline Arapça sözler girdi. Mesela “ak, adal, aram,
akıykat, azap, beyiş, kitep, maakul, mildet” vb sözler alındı. Kırgız Türkçesine
Arapça kelimelerin girmesinde Çağatay Edebiyatının da rolü olmuştur. Asırlar boyu
alınan Arapça sözler yaşamın her alanıyla ilgili olup bütün halka malolmuştur.
3- Rusçadan alınan kelimeler: Rusça sözler Türkçe ile Kırgızca arasındaki
en önemli farklılıklardan birini teşkil eder. Kırgız Türkçesindeki Rusça sözleri üç
guruba ayırabiliriz:
a- Başka diller aracılığıyla alınan Rusça sözler: XIX. asrın ortasına
kadarki, yani Slav halklarının Kırgızlarla aynı sahada yaşamaya başlamadan önceki
devri içine alır. Bu dönemde alınan sözler çok azdır: samoor (semaver), iret (sıra,
dizi), çaynek (çaydanlık), çıt (basma, kumaş), çirköö (kilise). Bu dönemde Rus
sözlerinin, Kuzey ağızlarına Kazakça, Güney ağızlarına ise Özbek ve Tacik dilleri
vasıtasıyla geçmiş olması gerekir.
b- Slav dillerini konuşan halklarla (Ukraynalı, Rus) doğrudan bağlantı
sonucu sözel olarak alınan Rusça sözler: XIX. asrın ikinci yarısından başlayıp
Ekim devrimine kadarki zamanı içine alır. Slav halklarının Rusya’dan Kırgızistan’a
73
göçüp gelmeleri sonucu her iki dil de birbirinden kelime aldı. Bu devirde Rusça
sözler, Kuzey ağızları tarafından alındı. Güney ağızları ise bu sözleri daha sonra aldı:
soko (pulluk, saban), zakün (kanun, yasa), kaamıt (hamıt), bocu (arabacının
kullandığı uzun dizgin), südüyö (yargıç, hakim), baratke (sıra, sıralama), nomur
(numara). Bunlar sözel olarak geçtiği ve henüz imlâ kuralları olmadığı için
Kırgızcanın ses uyumuna göre şekillenmişlerdir.
c- Sovyet devrinde alınan Rusça veya uluslar arası sözler: Bu devirde
alınan Rus sözleri hem sözlü, hem de yazılı olarak alınmıştır. Bu dönemde her alanla
ilgili ve çok sayıda kelime alınmıştır: partiya (parti), maşina (otomobil), elektr
(elektrik), kino (sinema), teatr (tiyatro), radio (radyo), plan (plan), kolhoz (çiftlik).
Ekim devriminden sonraki dönemde Kırgızcanın imlâ kuralları belirlenmiş ve Rusça
sözler de olduğu gibi alınmıştır.
Türkçe ise başlangıçta ve Eski Türkçe devrinde, umumiyetle Moğolca, Çince,
Sanskritçe ve eski İran dillerinden olan Soğdcadan kelime almıştır. Fakat bu ilk
devrede genel Türkçeye geçen kelimeler fazla olmamıştır. Yeni yazı dilleri
devresinde Türkiye Türkçesi özellikle Arapça ve Farsçadan kelime almıştır. Arapça
ve Farsça unsurlar Türkçeye Türklerin X. yüzyılda İslâmiyeti kabulü ile girmeye
başlamıştır. Fakat yeni yazı dilleri devresinde Arapça ve Farsça kelimeler çok fazla
artmış, hatta öyle bir an gelmiştir ki Türkçe, Arapça ve Farsçadan ibaret üçüzlü bir
dil şeklini almıştır. Nihayet XX. asrın başında bu durum sona ermiş ve Türk yazı dili
bu yabancı unsurların anormal yoğunluğundan kurtularak konuşma diline yaklaşmış
ve sadeleşmiştir.
Türkiye Türkçesine Osmanlılar devri boyunca Avrupa dillerinden de kelime
girmiştir. Fakat bunlar son zamanlara kadar zaruri ve tabi sınırlar içinde kalmış, başta
balıkçılık ve denizcilik sahasında olmak üzere İtalyanca, Yunanca vs. dillerden
günlük dile bazı kelimeler girmiştir. Cumhuriyetten sonra ise Batı dillerinin tesiri
iyice artmış, önce Fransızca, sonra da İngilizce olmak üzere günümüzde dikkati
çekecek derecede bir Batılı kelime akını ile karşı karşıya kalınmıştır.
74
Arapça ve Farsçadan alınan bağlaçlar
Kırgız Türkçesine Farsçadan “ce” (veya, yahut), Arapçadan da “yaġni”
(yani) bağlaçları alınmıştır. Türkiye Türkçesine ise Arapçadan “ve, yani, ama, fakat,
hatta, lâkin” bağlaçları; Farçadan da “çünkü, ne... ne..., hem, hem... hem...”
bağlaçları alınmıştır. Kırgız ağızlarında “hem… hem…” anlamında Özbekçeden
alınan “yam… yam…” sözü kullanılmaktadır: Sen yam men yam zıyanġa uçuradık
(hem sen hem ben zarara uğradık). Kırgız edebî dilinde ise “hem… hem…” için
“da… da…” kalıbı kullanılmaktadır.
Hem Türkiye Türkçesi, hem Kırgız Türkçesi aldığı yabancı kelimeleri olduğu
gibi kabul etmemiş, onları Türk hançeresine uydurmuştur. Mesela Ar. Usman, T.
Osman, Kırg. Osmon; Ar. Ahmad, T. Ahmet, Kırg. Akmat; Ar. âdem, T. adam, Kırg.
adam; Ar. ilâc, T. ilaç, Kırg. ılacı; Ar. hisab, T. hesap, Kırg. esep; Ar. mudîr, T.
müdür, Kırg. müdür; Ar. gâib, T. kayıp, Kırg. kayıp, kayım; Ar. fikr, T. fikir, Kırg.
pikir, bikir; Ar. ilm, T. ilim, Kırg. ġılım; Ar. Abdullah, T. Aptullah, Kırg. Abdılda.
Arapçada ses telleri üzerinde teşekkül eden ve “ayn” ve “hemze” denilen iki gırtlak
konsonantı vardır. Türk hançeresi bu sesleri çıkaramadığı için Türkçe ve Kırgızca bu
sesleri Arapça kelimelerden atmıştır: Ar. mâkul, T. makul, Kırg. makul; Ar. yâni, T.
yani, Kırg. yağni vb. Türkçeleştirme ağızlarda daha da ileri bir seviyeye ulaşmıştır.
Türkçe ve Kırgızca Farsça kelimeleri de Türkçeleştirme hadisesine tabî
tutmuştur. F. agar, T. eğer, Kırg. eger; F. huda, T. hüda, Kırg. kuda,. Türkçe Farsça
kelimelerdeki uzun vokalleri genellikle muhafaza etmekle birlikte kısalttığı da
olmuş, Kırgızca ise daima kısaltmıştır: F. pâdişah, T. pâdişah, Kırg. padışa, badışa;
F. dūst, T. dost, Kırg. dos; F. âteş, T. ateş, Kırg. ataş; F. hîç, T. hiç, Kırg. eç; . Türkçe
ve Kırgızca Farsça kelimeleri bazen de sonradan kalınlaştırmış ve şekil değişikliğine
uğratmıştır: F. çiharşenbe, T. çarşamba, Kırg. şarşembi; F. pencşenbe, T. perşembe,
Kırg. beyşembi; F. hefte, T. hafta, Kırg. apta; F. bâğçe, T. bahçe, Kırg. bakça. Türkçe
ve Kırgızca Farsça kelimelerdeki “b,c,d,g” konsonantlarını sedasızlaştırmıştır: F.
penc, T. pençe, Kırg. mança; F. reng, T. renk, Kırg. ireŋ. Hatta sadece ses değil,
anlam ve kullanış değişikliğine de uğratmışlardır. Mesela Arapça “şafak” kelimesi
75
“güneşin batışı” anlamında iken, Türkçede “güneşin doğuşu” anlamında
kullanılmaktadır.
Kırgızca Rusça sözleri başta Kırgızcanın ses sistemine uydurmuş, daha sonra
ise olduğu gibi almıştır: Kırg. batir, R. kvartira (daire); Kırg. bödröt, R. podriad
(müteahitlik); Kırg. pacalısta, R. pojaluysta (lütfen); traktor (traktör), fabrika
(fabrika), matematika (matematik), himiya (kimya), fizika (fizik).
1. 3. 1. 2. Karşılığı Bulunmayan Sözler
Kırgızca ile Türkçe arasında fazla olmamakla birlikte karşılığı olmayan sözler
de bulunmaktadır. Bu durum Kırgızların tabiatla daha iç içe bir yaşam sürmelerinden
ve İslâmiyetten önceki eski inançlarının bazılarını hâlâ yaşatmalarından da
kaynaklanmaktadır. Mesela Kırgızcada hayvanların yaşlarına göre adlandırılması
Türkçeden daha ayrıntılıdır. Bir yaşındaki ata “kulun”, iki yaşındakine “tay”, üç
yaşındakine “kunan”, dört yaşındakine “bıştı”, beş yaşındakine “asıy” denir. Türkiye
Türkçesinde ise sadece “tay” sözü kullanılmaktadır. Kırgız Türkçesinde atların
renklerine göre olan isimlendirilmesi de ayrıntılıdır. Mesela “çaar at çok ufak
benekleri olan at, çabdar at daha büyük benekleri olan at, kula at beyaz fakat çok az
mavimsi tonu olan at, toru at koyu kahverengi at, ceerde at açık kahverengi at,
sarıya çalan kahverengi at” anlamları için kullanılır. Türkiye Türkçesinde atların
renklerine göre isimleri vardır ama Kırgızcadaki kadar ayrıntılı değildir. Mesela
doru at gövdesi kızıl, ayakları ve yelesi kara olan at; kır at beyazla siyah karışımı
bir renkte olan at için kullanılır.
Kırgızcada vücudun bölümleri de ayrıntılı olarak verilmektedir. Mesela iki
dudağın birleştiği yere “camacay”, burun deliğine “tanoo”, kulak memesine
“könçök”, saçların dolandığı başın en yukarısındaki bölgeye “uyul”, kolun bilezik
takılan kısmına “bilek”, bilekle dirsek arasındaki kısma “karuu” denir. Bu sözlerin
bir kısmının karşılığı Türkçede bulunmamaktadır.
76
Akrabalık terimleri de Kırgız Türkçesinde Türkiye Türkçesinden daha
ayrıntılıdır. Terimler anne ve baba tarafından olmaya göre değiştiği gibi, büyüklük
küçüklüğe göre de farklıdır. Mesela anne tarafından olan büyükanne “tayene”,
büyükbaba “tayata”, baba tarafından olan büyükanne “çoŋene”, büyükbaba “çoŋata”
olarak adlandırılır. Türkçede bir tek “görümce” sözüne karşılık Kırgızcada kocanın
ablasına “kayın ece” (büyük görümce), kocanın kızkardeşine de “kayın siŋdi” (küçük
görümce) denir. Kocanın büyüğü (ağabeyi) “kayın aġa”, küçük erkek kardeşi “kayni”
diye adlandırılır. Kırgızcada “ceen” (yeğen) sözü sadece kız akrabanın (ablasının, kız
kardeşinin) ya da kendi kızlarının çocukları için kullanılır. “ceen” sözü “nemere” ile
birlikte “torun” anlamında da kullanılmaktadır. Erkek akrabaların çocuklarına
“birtuuġan” (kardeş), teyze çocuklarına “bölö” denir. Bu terimlerde genel olarak ata
erkil bir bakış hakimdir. Terimlerin oluşumunda baba tarafından olanlara öz
kardeşlik vasfı uygulanırken, anne tarafından olanlara, kız kardeşlerin çocuklarına
değişik isimler verildiği görülmektedir. Mesela kız kardeşin çocukları “ceen”
olurken, erkek kardeşin çocukları “birtuuġan” olmaktadır. Bu da yedi göbeğe kadar
soyun sayılmasını ve yedi göbek yakınıyla evlenme yasağını getirmiştir. Türkçede
kardeş çocuklarının hepsi için bir tek “yeğen” sözü kullanılmaktadır. Yine “dünür”
de ayrıntılıdır. Erkek dünür “kuda”, kadın dünür “kudaġıy”, dünürün kızları
“kudaça”, oğulları “kuda ya da kudabala” şeklinde adlandırılmıştır. Çeviride bu
ayrıntılara bilhassa dikkat edilmelidir. Bazı terimler benzer olsa da farklı anlamları
ifade ettikleri için yanılgıya yol açabilirler. Şematik olarak gösterirsek akrabalık
terimleri arasındaki ilişki daha açık görülecektir:
Tayata + Tayene Çoŋata + Çoŋene
apa, ene ata
aġa, ece, siŋdi, ini, karındaş
ceŋe+aġa siŋdi+cezde ece+cezde karındaş
birtuuġan ceen ceen ceen
bölö bölö bölö
Bunun dışında Kırgızcadaki mitoloji ve inançla ilgili sözlerin karşılıkları da
Türkçede bulunmamaktadır. Mesela “umay ene” (çocuk ve lohusaların hamisi),
77
“çolpon ata” (koyun hamisi), “kambar ata” (at hamisi), “çıçaŋ ata” (keçi hamisi),
“döötü” (demircilik ve teknik işlerle uğraşanların hamisi) sözleri Kırgızların
inanışlarıyla ilgilidir. Yine eski inançlarla ilgili kalıp sözlerin de karşılıkları yoktur.
Mesela “otko kirgizme” sözü, yeni gelinin, eşinin akrabalarının evine girip özel
yakılmış ateşe yağ saçmak suretiyle kötü ruhlara aş yedirip onlardan hayır dua
almasını anlatır. Bu inancı bilmeyen kişi bu sözü “ateşe girdirme, ateşe sokma”
şeklinde aktarabilir ki bu da konunun anlaşılamamasına yol açar. Yıldız adları da
Türkçeden farklıdır. “Çoŋ Cetigen” Büyük Ayı, “Kiçi Cetigen” Küçük Ayı yerine
kullanılır.
Taklidî sözler başlı başına bir sorun kaynağıdır. Kırgız Türkçesi taklidî sözler
bakımından oldukça zengindir. Bu sözlerdeki dar ve geniş ünlüler anlam ayırt edici
özelliğe sahiptir. Mesela “şaŋkıldap küldü” “herkesin duyacağı şekilde güldü”,
“şıŋkıldap küldü” “alçak sesle güldü” anlamını ifade eder. -ılda, -ıŋda ekleri
süreklilik anlamı katar; o işin sürekli yapıldığını anlatır. -bo ile başlayan taklidî
sözler şişman kişi, hayvan veya nesnenin hareketini anlatır. Bunlardan az bir
kısmının Türkçede karşılığı bulunurken, çoğunun karşılığı hiç yok veya kısmen
vardır. Bazen de şekil olarak benzer, anlamca farklı ya da anlamı aynı fakat şekilce
benzer olanlara da rastlanmaktadır. Mesela “alaŋda-” bakınmak, korkudan gözlerini
geniş açarak bakınmak; “aŋıray-” 1. ardına kadar açılmak, açık kalmak; 2. ağzını
açarak bakınıp durmak, aptalca ve şaşkınca bir çehre arzetmek; “aŋırayıp taŋ kaldı”
şaşkınlıktan ağzı açık kaldı; “arbaŋda-” kavga sırasında elleriyle saldırmak,
anlamlarına gelmektedirler. Kırgızcadaki taklidî sözler ses taklidi ve görünüş taklidi
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:121
Ses taklidi olan taklidî sözler
arkıra- (rüzgar, su, insan için) şiddetli bir şekilde hücum etmek, gürlemek,
haykırmak; katınım maġa arkırap koyo berdi kadınım beni şiddetli şekilde
azarladı.
121 Taklidî sözlerin listesi K.K. Yudahin’in Kırgız Sözlüğü’nün Abdullah Taymas tarafından yapılan Türkçe çevirisi taranarak oluşturulmuş ve anlam hataları düzeltilmiştir. (bkz. Yudahin, K.K., Kırgız Sözlüğü, Ank., 1994, TDK yay., çev., Abdullah Taymas).
78
aykırık haykırış, bağırma.
baçırat- çıtırdatmak.
balp lop (hamur, kaymak gibi yumuşak nesnelerin büyük bir kapla dökülmesi,
konulması sırasında çıkan ses).
balt sulu ve büyük bir parçanın yere düşmesinden oluşan ses (karpuz, hamur vb.).
barkıra- gürlemek (genelde çocuğun yüksek sesle ağlaması).
baybayla- bay-bay diye bağırmak, haykırmak (hastalıktan).
bıdıra- çatırdamak (mes. makineli tüfek ve tahıllar için).
bırk: bırk etip kayna- fokur fokur kaynamak.
bırs: bırs etip külüp ciberdi su püfler gibi gülüverdi, püskürerek güldü.
bışılda- fışıldamak, sık sık burnundan solumak, boyuna burnunu çekmek.
bışkır- 1. atın bırs bırs diye ses çıkarması; geviş getiren hayvanların ağzındakini
püskürtmesi; 2. aniden püfleyerek gülmek (insan için).
borkulda- fokurdamak, bork bork (fokur fokur) diye ses çıkarmak (mes. su
kaynarken veya kaynak sular, pınarlar için).
bukulda- kesik kesik ve yavaş sesler çıkarmak, (içten ağlama sırasında çıkarılan
ses).
burtulda- (yumuşak toprak, kalın toz için) basılınca çıkan ses.
caŋır- çınlamak, yankılanmak (yankı hakk.).
çak şak, şak şak, iki şeyin birbirine vurulmasından hasıl olan ses, çak çak.
çalpılda- suya basıdığında çıkan ses, şapıldamak (sürekli).
çaŋk-çaŋk kulağı tırmalayan, cırtlak sesli.
çaŋkılda- 1. bağırıp çağırmak (ince sesli çocuk, kadın hakk.); 2. acı sesle havlamak
(ince sesli köpek hakk.).
çarılda- sesi kulağa hoş gelmeyen bir kimsenin yaygarası.
çarkılda- bağırıp çağırmak.
çarkıra- bağırmak (çocuk, kuş hakk.).
çart cart, cart diye ayrılmayı (kumaş, kağıt vs. için) gösteren taklidî söz.
çatıra- 1. çatırdamak, çatır çatır diye ses çıkarmak (mes. odun); 2. elin kuruyup
çatlaması.
çıcılda- cızıldamak, cızırdamak (mes. ateşe düşen yağ hakk.).
çıkılda- tıklamak, tiz ve keskin ses çıkarmak, tıkırdamak (saat, telgraf aleti vs.).
79
çılpılda- 1. çamura basıldığında cılp cılp diye ses çıkmak; 2. ıslanmış giysi için
kullanılır.
çıŋ: çıŋ et- vızıldamak (mes. uçan sinek hakk.).
çıŋılda- çınlamak, acı acı bağırmak, bağırıp çağırmak.
çıŋır- acı acı sesler çıkarmak, çığlık atmak.
çıŋkılda- (çok ince sesli birinin) acı acı bağırması, yaygara etmesi.
çır çıtırtı, diyelim kaynayan yağ üzerine su döküldüğü zaman çıkan çıtırtıyı taklit.
çırılda- 1. cıvıldamak, yaygara etmek; 2. saatin çalması; saat çırıldadı saat çaldı.
çırkıra- çığlık atmak, bağırıp çağırmak, yaygara etmek.
çırpılda- cıvıldamak.
çırt cırt, yırtılma sesini taklit etmeyi gösteren söz.
çırt çatırdamayı gösteren taklidî söz; üydö otundun çırt çırt etip küyüşünön
başka çıkkan ün bolbodu evde odunun çatır çatır yanışından başka ses yoktu.
çırtılda- 1. çırt çırt diye ses çıkarmak, çıtırdamak (mes. yanan odun); 2. gergin,
huzursuz, sinirli bir halde bulunmak.
çıyılda- çığlık atmak, feryat etmek, acı acı bağırmak.
çıypılda- cıvıldamak (küçük kuşlar hakk.).
çop öpme sesini taklit, şap.
çopulda- şaplamak, şapırdatmak (öperken).
çukulda- küçük çocuk ve minicik kuşların sesleri için kullanılır.
çulp suya veya herhangi bir sıvıya düşen nesnenin çıkardığı sesi taklit.
çupulda- bir şeyin sürekli sulu bir yere düşmesiyle meydana gelen ses, cup, (mes.
damla).
çurkulda- yumuşak bir kabın içine konulmuş sıvının çıkardığı ses (mes. tulum
içindeki ayran).
çurulda- yüksek sesle gürültü yapmak.
çuula- çığlık koparmak.
çuulda- uğuldamak.
çüçkür- aksırmak.
dabıra- 1. ayak sesi; 2. dolu sesi.
darkıra- aletlerin çalışırken çıkardığı ses.
dıbıra- çiselemek, sepelemek, ince yağan yağmurun sesi.
80
dıŋılda- sürekli bir ses çıkması (mes. görüntüsüz tv sesi, vızıltı şeklinde).
dırılda- matkabın çıkardığı ses.
duu bir anda gelen uğuldama.
duula- uğuldamak, gürültü yapmak.
duulda-, dubulda- uğuldamak, patırtı yapmak.
Dümp: dümp dey tüştü pat diye düştü (ağır ve sert olmayan nesne için, mes.
buğday çuvalı).
dümpüldö- sürekli dümp dümp diye düşme sesi çıkması.
düŋgürö- patlama sesi (tüfek, bomba için, pat, güm).
düŋgürö- uğuldamak.
düŋk pat.
düp: düp düp pat pat, sert bir şey üzerine şiddetli vurmayı veya tüfekle ateş etme
sesini taklit.
düpüldö- sürekli çıkan çocuk ayağı ve tüfek sesi.
düpüldö- düp düp diye boğuk bir ses çıkarmak (mes. uzaktan gelen çakılan çivi
sesi).
dürkürö- topluca çıkarılan ses (mes. alkışlama).
dürsüldö- ayak patırtısı çıkarmak.
dürüldö- girildemek (mes. motor).
güüldö- uğuldamak.
ıŋaala- ınga ınga diye bağırmak (çocuk).
ıŋkılda- hınğk sesi çıkarmak, inlemek.
ırılda-, ırkıra- hırlamak (köpek, kurt için).
ışılda- ışkırmak (mes. yılanın ıslık çalması).
ızılda- vızıldamak (sinek için).
kaçıra- gıcırdamak, kıtırdamak (mes. yağsız kapı, alet vs.).
kaldır metalik ama hafif bir nesnenin düşmesinden çıkan ses.
kaldıra- gürlemek, gümbürdemek.
kaŋġıra- çınlamak (boş madenî nesne hakk.).
kaŋkılda- inlemek (köpek hakk.), çığlık koparmak.
kaŋşıla- iniltili sesler çıkarmak (köpek hakk.), çığlık koparmak, feryadı basmak.
karç gıcırtı ve kıtırtıyı taklit; karç et- gıcırdamak.
81
karġıldan- sesin titremesi (mes. kişi ağlamaklı konuşurken).
karkılda- karga gibi, kaz gibi ötmek, bağırmak (turnalar hakk.).
kars çatırtıyı, keskin sesi ve keskin vuruştan doğan sesi taklittir.
karsılda- çatırdamak.
kart: kart kart kül- yüksek sesle gülmek.
katıra- kurumuş bir nesneyi ağızda çiğnerken çıkan ses.
katkır- kahkaha atmak, yüksek sesle gülmek.
kert odunu çinterken çıkan ses, kertmek.
kıçıra- gıcırdamak.
kıŋ, kıŋk çınlama; kıŋk et- ses çıkarmak; kıŋk kıŋk çınlama.
kıŋġır tınlama, çınlama (hafif ve metal olan bir nesnenin çıkardığı ses).
kıŋılda- hazin ve zayıf bir sesle inlemek (mes. enik).
kırç: kırç-kurç genelde makas sesi ya da yeni alınan bir çizmenin, ayakkabının
çıkardığı ses.
kırçılda- gıcırdamak.
kırk- kırpmak, kırkmak.
kırkıra- hırıldamak, hırıltı çıkarmak.
kırsılda- çatırdamak (mes. parmak bükülünce çıkan ses).
kırt narinliği, çabuk kırılma istidadını ifade eden taklidî söz (daha çok kuru bir
nesnenin kırılınca çıkardığı ses).
kırtılda- kıtırdamak, yüksek ses çıkarmak (mes. şeker çiğnerken).
kıtır: kıtır kıtır kıtırtı, kıtırdama.
kıtıra- kıtırdamak.
kıtkılıkta-: kıtkılıktap kül- kıs kıs gülmek (genelde küçük kızlar için).
kıyçılda- gıcırdamak (genelde kapı için).
kıykır- haykırmak, bağırmak.
kıykırık bağırış, haykırtı.
kirilde- hırıldamak, hırıltılı ses çıkarmak.
kirtilde- kıtırdamak.
kişene- kişnemek.
kobur: kobur-cobur net duyulmayan, ne olduğu anlaşılmayan, dışarıdan veya
uzaktan gelen ses.
82
kobura- mırıldanmak.
koŋuruk horlama.
korkulda- mesela domuzun çıkardığı ses.
korkura- horlamak.
korulda- 1. mesela ergenlik çağına gelen erkek çocuğun kalınlaşan sesi; 2.
horlamak.
koşkur- hırlamak (atın ürktüğü zaman ses çıkarması).
koşkuruk atın ürktüğü zaman çıkardığı ses.
kuculda- çok insanın bir anda uğultuyla konuşması, uğuldamak.
kudura- derinin elastikiyetini kaybetmesi ile kuruyan elden çıkan ses.
kulk genelde sıvıyı yutarken çıkan ses; kulk ettir- ğılk gibi bir ses çıkaracak tarzda
yutuvermek.
kurk: kurk kurk çaylak veya kuzgun sesini taklittir.
kurkura- guruldamak (mes. karın).
kurulda- guruldamak; içi kuruldayt karnı gurulduyor.
kuulda- uğuldamak, gürültü etmek.
kübüŋ veya kübüŋ-şıbıŋ fısıldaşma, fısıltı.
kübüŋdö- yavaş konuşmak, fısıldamak.
kübür fısıltı.
kübürö- fısıldamak, fısıltı ile konuşmak, mırıldanmak (başkalarının duymasını
istemediği için).
küldürö- gürlemek, gümbürdemek, güldürdemek.
kümp güm.
küŋk boğuk sesi taklittir.
küpüldö- gürültü yapmak, gürlemek.
kürkürö- 1. gürlemek, gürültü yapmak; 2. horuldanmak (domuz hakk.).
kürpüldö- gürlemek, ses çıkararak kaynamak, çağlamak (su için).
kürs kesik ve keskin sesi taklittir (mes. kesik kesik öksürme, keskin kamçı
darbesi).
kürt kıtırtıyı taklitti; kürt kürt kıtır kıtır.
kürtüldö- kıtırdamak.
kürügüü, kürüügüü gürültü.
83
kürüldö- çağlamak, gürlemek, (hızlı akan büyük ırmak hakk.).
küş: küş-küş şiddetli vuruşlar sırasında insanın çıkardığı ses.
kütür kıtırtı (mes. at arpa çiğnerken).
küüldö- uğuldamak.
lap: lap-lap bas- ağır ve lap diye basmak (büyük ayaklı insan ve varlıklar hakk.).
mış pist.
mıyoo miyavlama.
miyoolo- miyavlamak.
möörö- böğürmek (inek hakk.).
orğu- fışkırmak, (su, kan, kusmak hakk.).
oşkur- atların ürktüğü zaman ses çıkarması.
ökür- yaygara koparmak, acı acı ağlamak, böğürmek.
ökürük böğürme, bağırış, hıçkırma, acı acı ağlama (başlıca ölü bulunan yahut ölü
çıkan akrabanın evine yaklaşırken).
öŋgürö- 1. yüksek sesle böğürmek (mes. öküz); 2. hüngürdemek, feryat etmek
(genelde erkek için kalın sesle ağlama, hüngür hüngür ağlama).
öş sığır hayvanına haykırma, horrr.
patır: tatır-patır tüfek sesini taklit için kullanılan söz, takır takır.
sop öküzleri yürütmek için kullanılan nida.
şabır hışırtı, hışıltı (mes. kamış ya da uzun otlar arasında giden atın, insanın
çıkardığı ses).
şabıra- hışırdamak.
şaġıra- çınlamak, tınlamak (mes. demir paranın çıkardığı ses).
şak: başına şak dey tüştü (bir şey) başına şak diye düştü.
şakılda- 1. çağlamak, şakıldap kayna- fokur fokur kaynamak; 2. mes. kurdun
dişlerini takırdatması.
şaldır: şaldır-küldür çıngırdayan, çıngırakları bulunan (mes. birkaç anahtar).
şalp ıslak yere, suya basmaktan hasıl olan sesi taklittir, şap şap.
şaŋgıra- mes. zil sesi.
şaŋk: şaŋk etip kül- etrafı çınlatarak gülmek; şaŋk-şuŋk sesin yüksek çıkması.
şaŋkılda- yüksek sesle konuşmak, gülmek.
şaŋşı-: şaŋşıp süylö- yüksek sesle ve güzel konuşmak.
84
şapalakta- ıslak yere yahut birikmiş suya “şap şap” diye basmak.
şar bir kere olan hızlı, çağlayan akıntı (mes. dalganın kayaya çarpması veya kovadan
şar diye suyun dökülmesi).
şarak ansızın meydana gelen hareket, çıkan ses; şarak dep tereze açıldı pencere
hışırtıyla açıldı.
şarakta- fokurdamak (mes. çay) ya da gülmek; şaraktap küldü kahkahayla güldü.
şarılda- şarıldamak.
şarp şiddetli ve keskin vuruşu taklittir; şarp şarp et- şiddetle vurmak, çarpmak
(mes. dalga).
şarpılda- şiddetle vurmak, çarpmak (su hakk.); hışırdamak.
şartılda- 1. çatırdatmak; 2. bir işi çabuk ve çeviklikle yapmak; atka şartıldap min-
ata çabucak binmek.
şatır: şatır-şutur çatırtı, patırtı.
şatıra-: şatıra-şatman kül- şen bir gülüşle gülmek.
şıbırġakta- hışıldamak, (yağmur) çisil çisil yağmak.
şıbırtta- hışırdatmak, hışıldamak (mes. kurumuş otlar ya da kumaşın çıkardığı ses).
şıkılıkta- kıs kıs gülmek (kızlar hakk.).
şıldıra- şırıldamak, hışıldamak, hışırdamak.
şılp: şılp et- bütün ağırlığıyla düşmek; ıslak bir yere, su birikintisine basmak.
şılpılda- şılp şılp gibi bir ses çıkarmak (mes. ayakkabı içine giren su hakk.).
şıŋır: şıŋır et- şıngır, madeni ses çıkarmak (mes. demir para).
şıŋk: şıŋk şıŋk kül- ince ve biraz alçak sesle gülmek.
şıpılda- 1. ıslık sesi çıkarmak (mes. havada sallanan çubuk); 2. hızlıca ve çevik
hareket etmek.
şıpşın- dudaklarını şapırdatmak (sık sık hayret, memnuniyetsizlik, beğenmeme,
teessüf alâmeti olmak üzere).
şırıkta- şakırdamak.
şırılda- şırıldamak, çok büyük ya da çok küçük olmayan suyun akması (mes.
çeşmeden akan su).
şırtılda- hışırdamak.
şıtıra- hışırdamak (mes. yeni kağıt paranın çıkardığı ses).
şolokto- hıçkırmak.
85
şoodura- hışıldamak (ipek kumaş için).
şorkura- höpürdetmek, çorbayı, çayı höpürdeterek içmek.
şorulda- ince bir şekilde dökülen sıvının çıkardığı ses (mes. borudan dökülen su).
şoruldat- höpürdetmek.
şurulda- suyun dar bir yerden akmasından çıkan ses (mes. ark içinden).
şuu fısıltıyı, burundan sık sık nefes alırken çıkan sesi taklittir.
şuudura- hışıldamak (mes. ağaç yapraklarının rüzgarda çıkardığı ses).
şuulda- hışıltı yapmak (rüzgar ve ağaçlar hakk.).
tak ata bağırış (dur anlamında).
takılda- takırtı yapmak, takırdamak.
takıldat- takırtı yapmak; kapıyı çalmak.
tamşan- bir şeyin tadına bakarken, hayretten veya imrenmeden dolayı çıkarılan ses.
tapır: tapır tapır şiddetli ayak patırtısını taklit, patır patır.
tark çatırtıyı, kesik ve keskin sesi taklittir; birdenbire kötü konuşmak ya da hoş
olmayan şekilde gülmek.
tars: tars et- güm, pat (genelde tüfek sesi); ağır bir şeyin düşmesi.
tatay korku, dehşet ifade eden nida (başlıca kadınlar arasında); o tatay vay başıma
gelenler.
tıbır: tıbır tıbır camġır tıbırayt tıpır tıpır yağmur yağıyor.
tıkılda- kesik kesik ve sık sık tıkırtı yapmak.
tıkır tıkırdama.
tırılda- daha çok kesik olmayan, sürekli matkap sesi, tırrr.
tırsılda- tıkırdamak (mes. yağmurun cama vurması).
tıtala- tırmalamak.
tıtır: tıtır-patır veya tıtır-tatır veya tıtır-çatır çatırtı patırtı.
tıtıra- matkap gibi bir şeyin çıkardığı ses (tırrr).
tokulda- boğuk takırtı çıkarmak (mes. ağaç bir nesneyle diğer bir ağaç nesneye
vururken; mes. ağaçkakanın çıkardığı ses).
top: top etip tüştü pat diye düştü (yuvarlak bir şeyin düşmesi).
topur: topur-topur birçok ayak patırtısının taklidi.
Tors: tors ettire çaptı ucu yuvarlak bir şeyle vurmak (her şeye).
tuk: tak-tuk tak tuk.
86
türs: türs dey tüştü pat diye düştü.
türsül ayak patırtısı.
uŋşu- ulumak, hazin ve sürekli ses çıkarmak.
uu: uu-çuu hay huy, gürültü patırtı, arbede.
üf of (sıkıntı veya kederden iç çekme nidası).
üŋküldö- ağzını açmadan boğuk ses çıkarmak.
üŋüldö- boğuk ve hazin bir sesle ağlamak.
ürüldö- hırlamak, homurdanmak (mes. daha çok büyük köpek için).
üş derin ve ağır iç çekmek sesini taklittir, ah, of.
üylö- üflemek, nefes vermek.
üyörlön- şarıldamak, kaynamak (coşkun sel hakk.).
zaŋılda- çınlayan ve tiz ses çıkarma.
zaŋk: zaŋk et- tınlamak, çınlamak; apamdın ünü zaŋk etti annemin sesi net
duyuldu.
zıŋ: zıŋ et- çınlamak.
zıŋgıra- 1. kurularak ve yeknesak bir tarzda, yarım sesle bir hava tutturmak; 2.
çınlamak, tınlamak.
zıp: zıp zıp kanat sallama, genelde atlama sesini taklittir, zıp diye atlamak.
Görünüş taklidi olan taklidî sözler
aŋıray- ağzı açık kalmak; eşikti aŋırayıp açtı kapıyı sonuna kadar açtı.
bacılda- boş ve manasız söz söylemek, durmadan ve yüksek sesle çok konuşmak.
bacıray- (çiçek, insan gözü için) güzel bir şekilde açılmak; bacırayıp kara- büyük
gözleriyle güzel bakmak.
badılda- dırdırlanmak.
badıraŋda- canlı ve şen olmak.
baġcaŋda- neşeli, keyifli bir halde bulunmak (iri yarı, yakası açık şekildeki insanın
neşeli davranışları).
bakılda- (insan, teke için) yüksek sesle konuşmak; bakıldaġan tekeni suu
keçkende körörmün kibirlenen tekeyi suyu geçerken görürüm.
baldıra- anlaşılmaz bir tarzda konuşmak.
87
balkı- bılkımak, erimek.
balpalakta- ağır ve çolpa bir surette hareket etmek (ağır ve şişman adam veya gayet
bol giysi veya ayakkabı giymiş olan kimse hakk.).
bark-bark yüksek ve hükmeden bir sesle konuşmak.
bartılda- hiç kimseden çekinmeden konuşmak ve davranmak.
bat hızlıca, çabuk.
baypaŋda- sallana sallana yürümek.
bertin- bertmek, incinmek.
bezilde- 1. memnuniyetsizlik karşısında dırdırlanmak; 2. çok hızlı şekilde gitmek,
yürümek (at, araba, insan için).
bıcıra- küçük ve çok sayıda olmak (mes. karınca, halk, topluluk), kaynamak.
bıkılda- 1. kaynamak, sessizce kaynamak; 2. içinden ağlamak.
bılk: bılk etpey turdum kımıldamadan durdum; bılk dey tüştü birden kımıldadı.
bılkı: bılkı-bılkı 1. titreyen, dalgalanan, sallanan, cıvık cıvık (bataklık için); 2. bıngıl
bıngıl (kilolu kadın için).
bılkılda- silkinmek, titremek (mes. bataklık hakk.).
bırbıŋda- (yüz) ağlamaklı, buruşmuş şekilde olmak (sürekli yapılan hareket için).
bırbıy- ağlamaklı, buruşmuş şekilde bulunmak (yüz hakk.) (bir seferlik hareket için).
bolk: bolk et- hoplamak (genelde yürek için); cürögü bolk ete tüştü korkudan
yüreği hoplamak.
borkulda- şişman kimsenin titreyerek, sarsılarak gülmesi, ağlaması veya atla
gitmesi.
bolpoŋdo- hareketlerinde deve, kocamana, şişmana benzemek, kaba hareket.
boltulda- deprenmek, oynamak (yumuşak, fakat tüysüz nesne hakk.).
bolukşu- gevşemek, tatlı bir rehavet duymak, rahatlamak, mayışmak.
borsoŋdo- tombul çocuğun tatlı hareketleri için söylenir (küçük çocuk için).
bulçuŋda- bütün ağzı doldurarak çiğnemek.
bulkulda- küskünlüğü belli eden hareketler yapmak.
bulkun- kurtulmaya çalışmak, (bağlı hayvan veya kavgaya yeltenip de başkalarınca
tutulan insanın hareketi).
bulkuy- iri yarı kimsenin heybetli oturuşu (genelde pehlivan için).
bult: bult ber- fırlamak, ürkerek bir yana atılmak, sıvışmak.
88
burda- hayvanın bir şeyi kapıp kaçması, insanın ağzına büyük lokmalar doldurması.
burgut- (atı) toz çıkararak koşturmak, dört nala koşturmak.
burkulda- sinirli sinirli konuşmak, gürlemek.
burkura- 1. buram buram çıkmak, yükselmek (duman, toz hakk.); 2. sızlanıp
ağlamak.
burulda- duman, tütün için buram buram yükselmek.
bücüŋdö- 1. hareketlerinde kıvrılmışa, kamburlaşmışa benzemek (kocakarı ve
ihtiyar hakk.); 2. dalkavukluk etme, yerlere eğilip el etek öpme.
bücürö- 1. kamburlaşmak, bükülmek, bücürleşmek; 2. kendisinin eğilip bükülmesi.
bücüröŋdö- tereddütle, korkarak basmak (mes. yalınayak insan taş üzerine).
bücüy- kıvrılmış, büzülmüş şekilde bulunmak (mes. saklanmış tavşan).
büdüröy- çocukların yüzünde küçük kabarcıklar çıkması, isilik, pıtır.
bükçüŋdö-, büküröŋdö- hareketlerinde kamburlaşmışa benzemek, kamburlaşmak.
bükçüy- kamburlaşmış şekilde bulunmak.
bülk: bülk et- sesini çıkarmayıp dudak bükmek (söyleyemediği bir durumda).
cabıra- çene çalmak.
cacılda- çen çen konuşmak.
calbıra- 1. dalgalanmak, sallanmak, titremek; 2. yalvarır gibi bir şekilde, durumda
olmak.
calcılda- çok güzel gözlü birinin anlamlı bakışı.
caldıra- ağzı açık kalmak, sessiz baka kalmak (korku ve hayretten).
calp: calp etip ansızın, birdenbire (yanan otun aşağıya doğru sönmesi ve oturması
için).
calt çabuk hareketi, ürküten ani faaliyeti ifade eden taklidî sözdür.
cark beklenilmeden peyda olan ani parıltıyı, ışığı ifade eden sözdür.
cebire- dırlanmak, çene çalmak.
celp: celp degiz hafifçe dalgalandırmak, sallamak.
celpilde- sabırsız olmak, hafif davranmak.
celpin- silkinmek, çırpınmak.
celt: bütkön boyu celt etti bütün vücudu ürperdi, titredi.
cılt göz açıp kapayıncaya kadar, ansızın yapılan hareketi ifade eden taklidî sözdür
(genelde sönüp yanan şeyler için, mes. yıldız).
89
cobura- anlamsız ve çok konuşmak.
coġcoŋdo- yüksek, uzun adamın yaptığı gibi hareket yapmak, başını silkmek, başını
ve gövdesini silkmek ( deve, devekuşu, leylek hakk.).
cörmölö- emeklemek, tırmanmak, yırmanmak.
culkulda- ani, keskin ve atik hareketler yapmak.
culkun- çırpınmak, kurtulmak için çalışmak (saldırısı engellenmiş bir kişinin
hareketi).
çadıraŋda- genelde göbekli kimsenin hareketleri.
çaŋkılda- 1. bağırıp çağırmak (ince sesli çocuk, kadın hakk.); 2. acı sesle havlamak
(ince sesli köpek hakk.).
çartılda- biraz ışık ve ses çıkararak yanmak (mes. odun, şimşek).
çıpılda-, şıpılda- rahat oturmayıp hoplamak, zıplamak.
çıtıra- bir şeyin içine sığmayacak derecede dolmak; kostyumu çıtırap çıġıptır
elbisesi sığmıyor.
çort kesik ve anî hareketi taklit sözü.
daŋkılda- iri yarı bir kimsenin, kimseye aldırmadan yaptığı hareketler ve söylediği
sözler (kültürsüz olduğunu anlatır).
dirilde- (yaprak rüzgardan) titremek.
dirkire- 1. şiddetli bir akıntı (mes. kan, diril diril); 2. bir şeyden kaçmak (mes. üvey
babadan).
dirt: kan dirt dey tüştü kan (aşağıya doğru) sıçradı.
döödürö- dangır dungur konuşmak, saçmalamak.
düŋküldö- sinirli hareketlerin yapılması (sinirini sözle değil hareketle belli etme).
dür: koy dür dey tüştü koyunlar ürktüler ve birden kütle halinde bir yana atıldılar.
dürs: dürs-dürs uruş birbirini pataklamak.
eŋgire- beklenmedik bir durum veya söz karşısında insanın şaşakalması, şaşırmış bir
durumda bulunmak.
kacıldak dırlanma
kacıldaş- birbiriyle ağız kavgası yapmak
kakır- balgam çıkarmak, kansırmak
kakşa- bir şeyi yüz kere, çok kere söylemek.
kalcıra- saçmalamak.
90
kalç titremeyi ifade eden taklidî söz; muundarı kalç kalç eklemleri tiril tiril titriyor
(mes. korkudan).
kalçılda- (soğuktan, korkudan) titremek
kalk: kalk et- hafif bir şeyin su üzerinde yüzmesi (mes. top, tahta parçası).
kaŋk: kaŋk dedire sal- tokat atmak, şiddetlice vurmak
karp kurp anî hareketi anlatır, birdenbire.
kekir- geğirmek.
keŋk genelde bir kimsenin yüzüne vurmak için kullanılır.
keŋkilde- genelde burnunda sorunu olan kişinin konuşması, burnundan konuşmak.
kıcılda- kabarmak, köpürmek (bozulan ayran, reçel gibi sıvı gıdalar için); cürögüm
kıcıldayt midem kaynıyor.
kılıktan- kırıtmak, nazlanmak (kadın için).
kılk: kılk et- yutmanın bir şekli (mes. kımız, ayran içerken yavaş bir sesle yutmak).
kılkılda- çok sayıda olan şeylerin (mes. ordu) dalgalanır şekilde yürümesi.
kılt anî bir hareketi ifade eden taklidî söz; kün uyasına kılt etti güneş yuvasına
dalıverdi.
kıp: kıp etip veya kıp dep dakikasında, ansızın.
kıpçı- çimdiklemek, sıkıştırmak.
kıtıġıla- gıdıklamak.
kıyt anîden küsme.
kiŋkilde- burnunda sorunu olan bir kimsenin konuşması.
kors azarlar ve karşısındakinin konuşmasını kesecek, bastıracak şekilde konuşmak.
kölküldö- akıntısız suyun çok yavaş hareket etmesi, yavaş dalgalanması.
köyköl- ağır akmak (koyu, pıhtılaşmış bir şey hakk.).
kacıŋ-kucuŋ çekişme, ağız kavgası, sövüşme.
kuduŋ: kuduŋ-kuduŋ etip süyünüp ketti aşırı derecede sevindi.
kuduŋda- çok sevinince gösterilen yüz ifadesi.
kukulda- bağırmak (kaz hakk.).
kulcukta- (omuzlarını oynatarak) nazlanmak, kırıtmak.
kulcuŋda- kırılıp büzülmek, kırıtmak.
kulcuy- somurtmak.
kuldura- mırıldanmak, anlaşılmayan bir dille konuşmak, çocukça kekelemek.
91
kulkulda- sıvıyı ses çıkararak (gulk gulk) sürekli içmek.
kult anî ve göz açıp kapayıncaya kadar cereyan etmiş bir hareketi ifade eden söz
(genelde tavşan, sıçan gibi deliğe girenler için); kult etip dakikasında, anında.
kultuŋda- içten bir sevinç duymak, içten bir şey düşünerek kıs kıs gülmek (genelde
düşmanlarının başına gelen kötülüğe sevinçten).
kupşuŋda- sinsi sinsi hareket etmek, gizlice bir şeyler yapmak.
kuucuŋda- genelde kurnazlık edasıyla konuşan ya da davranan yaşlı adamı anlatır.
kücüldö- hararetlice, hiddetle söylemek, sövmek.
külk: külk-külk etip cötöldüm kesik kesik öksürdüm.
kültüldö- titremek (şişman kimsenin sarkık, yumuşak vücut kısımları hakk.).
külüŋ: külüŋ-külüŋ et- neşelice gülümsemek.
küŋgürö- boğuk sesler çıkarmak.
küŋküldö- mırıldanmak.
küŋküldök mızmız (kadın için).
küŋürt: küŋürt süylö- 1. anlaşılmaz bir tarzda konuşmak; 2. ima ile konuşmak.
kürküldö- boğuk bir şekilde öksürmek.
kürsüldö- mesela bir kürekle bir yerden ses çıkararak bir şey yapmak ya da yüksek
sesle birine çıkışmak.
kürsün- iç çekmek.
kürsüŋdö- hareketlerinde gayet şişmana benzemek.
küşüldö- şiddetli vuruş sırasında insanın ses çıkarması.
lıkılda- dolu olmak, kaynaşmak (mes. insan).
lıp: lıp-lıp hareketin çok çevik, şıp diye yapılması; lıp kirip keldi ansızın geliverdi.
lıpılda- becerikli ve çabuk hareketler yapmak.
lokulda-, löküldö- sövüp sayarak üzerine atılmak (şişman adam hakk.).
lukulda- zonklamak (ağrı hakk.); caram lukuldap turat yaram zonkluyor.
maġdıra- tam bir rahatlık içinde bulunmak, keyif çekmek, hoş bir uyuşukluk
hissetmek, bir parça uyuklamak, mayışmak.
maŋkalan- burnunda sorunu olan kişinin konuşması.
mekiren- 1. ağzını açmadan yavaşça melemek (anasının yanına varmak isteyen kuzu
hakk.); 2. ağzını açmadan, halinden memnun bir surette, yavaşça gülmek (insan
hakk.).
92
mıçkı- mıncıklamak, (elle)sıkmak, (pençe ile) kapmak.
mılcıy- kırıtarak gülmek.
mılk bıngıl bıngıl (mes. şişman kişi hareket edince etlerinin sallanması).
mıŋkılda- burnundan konuşmak, açıkça söyleyemediği şeyleri kendi kendine
konuşmak.
mırıŋda- bir şeyden memnun olunmadığı zaman ağlamaklı konuşmak (mes. çocuk
darılınca).
mizildet- mis gibi, tertemiz yapmak.
moltoŋdo- kısa ve yumru bir şeyin hareketi (mes. kısa saçın sallanması).
mostoy- somurtmak.
moturay- tombul ve sevimli olmak (çocuk hakk.).
möltürö- 1. parıltı ile hafifçe titremek, duru ve temiz bir şekilde parlamak (genelde
su, damla için); 2. mec. çok güzel olmak (kız için).
mölüy- yalvararak, rica ederek bakmak, melül melül bakmak.
mukaktan- kekelemek, duraklamak, söz bulamamak, şaşırmak.
murçuy- somurtmak, (memnuniyetsizlik ifade ederek) dudak bükmek.
mülcü- kemirmek.
mültüldö- gizlice, sinsice hareket etmek.
mürt ansızın olan şey; cıġılġan cerde mürt ölüptür düştüğü yerde aniden ölmüş.
naalı- inlemek, şikayet etmek, mızmızlanmak.
obdul- bir şey yapamamak ama yapmaya yeltenmek.
oçoy- hantal ve kalın bir şekilde durmak.
oduraŋda- kaba bir şekilde konuşmak ve hareket etmek.
oloŋdo- tek gözlü şeklinde bulunmak, tek gözle yan bakmak.
oluray- (insan) bir şeye kızdığı zaman öfkeyle, hiddetle yan bakmak.
onto- inlemek.
ontolo- sürekli inlemek.
oŋuraŋda- söverek, hiddetle ve şiddetle saldırmak.
oona- ağnamak, debelenmek (eşek, at hakk.).
ooŋkura- bir parça yana yatmak.
opoyt- kabarık, çıkık bir surette koymak (kocaman bir nesne, genelde çıkın, bohça
büyük yapılınca).
93
orkoy- kambur şeklinde çıkık durmak, sivrilip çıkık durmak.
ormoŋdo- burnu büyük bir insanın kabaca konuşması ya da hareketi.
ormoy- burnu büyük insanın somurtarak durması.
orsoŋdo- hareketlerinde üst dişleri çıkık duran kimseye benzemek ya da üst dişleri
çıkık olan kimsenin konuşması ya da gülmesi.
orsoy- öne doğru çıkık durmak, sivrilip çıkık durmak (mes. üst dişler, kaya).
oydolo- hoppalık etmek, rahat duramamak, sabırsızlanmak (çocuk, insan).
küröŋdö- hızlı koşmak, sekmek (öküz, inek hakk.).
ökçöŋdö- kambur kişinin yürümesi ya da bir şeyden gizlenmek için kamburlaşarak
yürümek.
öŋköndö- eğilerek, bükülerek, gizlenerek yürümek.
öŋköy- öne doğru eğilmek.
öŋüt saklanarak yanaşma, izinden yürüme.
öpöŋ: öpöŋ-öpöŋ seğirtmeyi anlatan taklidî söz.
örü- yukarı tırmanmak (mes. dağın yamacına).
ötöktö- şiddetli akışla akmak (genelde kan, su için).
özölön- feryat etmek, hıçkırarak ağlamak.
özöörü- açlıktan bayılacak hale gelmek, halsiz duruma düşmek.
pay: pay pay pay vay vay vay (hayret yahut memnuniyetsizlik haykırışı); pay pay
pay kündün ısıġın kara vay vay vay havanın sıcaklığına bak.
salpılda- derli toplu olmayan, orasından burasından bir şeyler sarkan kişinin
koşması.
salpalaŋda- ağır, biçimsizce hareket etmek (mesela puhunun uçuşu).
salpaŋda- bir şeyleri sarkmış, fakir kimsenin hareketi.
samparla-: samparlap kar tüşüp turat lapa lapa kar yağıyor.
sampay- genelde büyük göbekli ve karnı öne çıkık durmak ya da büyük çıkın.
samsaala- oradan buradan birşeyleri sarkıp durmak.
samtır: samtır-sumtur yırtık pırtık, pare pare olmuş.
sebeŋde- saçlarını oynatarak sıçramak, sekmek (küçük kızlar için).
seldey- donakalmak, çok şaşırmaktan dolayı bakakalmak.
selt işin anîliğini ifade eden taklidî söz; selt et- irkilmek.
sendel- sendelemek, yalpalayarak yürümek (yorgunluk veya sarhoşluktan).
94
sendirekte- adımlarını zor atarak yürümek (mes. hastalıktan yeni kalkmış adam).
serbeŋde- kısa saçlı ve kısa yeleli varlıkların koşması, onların koşarkenki görünüşü
(küçük kızlar ya da küçük taylar hakk.).
serbey- çok küçük veya güç görünür olmak, zor gözükmek (herhangi bir küçük
nesne hakk.).
sereŋde- sıçrayarak koşmak (çocuk, tavşan hakk.).
serey- tek başına sivrilip durmak.
soksokto- seke seke koşmak, seksek.
soksoŋdo- seke seke koşmak (külâhtan, saçtan dolayı başı sivri veya kendisi uzun
kimse hakk.).
soksoy- sivrilip durmak, öne doğru çıkık durmak.
soroġoy sivrilip, dikilip duran, uzun boylu ve ince olan.
soroŋ: soroŋ et- ansızın yükselmek.
soroŋdo- yukarıya doğru sürekli hareket.
sölbürö- genelde giysi için vücuda uymaması, geniş ve uzun olması.
sölpöŋdö- atı yeldirerek gelmek (kötü giyinmiş ve ata binmiş adam hakk.).
surdan- somurtmak.
sülküldö- 1. seri hareketler yapmak, süzülerek gitmek (iyi yorga hakk.); 2. bazı
azalarını güzel ve kırıtarak oynatmak.
süyröŋdö- eteklerini sürükleyerek yürümek.
şalakta- gevşemeden dolayı nesne ya da insanın sarkık şekilde durması (mes. kırık
kolun, sarhoş insanın, gevşemiş kapı kolunun duruşu).
şalay- takattan düşerek sallanmak (mes. kırılmış aza hakk.).
şalday- bitkin bir halde bulunmak, gevşemek, kuvvetten düşmek.
şalkılda- gevşek bir şeyin sürekli hareketi.
şap: şap etip ansızın, şıp diye, dakikasında.
şapa: şapa-şup çabucak, çeviklikle; şap şup.
şapılda- becerikli ve çevik hareket etmek.
şart keskin hareketi taklittir; şart tura kaldı süratle ayağa kalktı.
şarta: şarta-şurt çabucak, acelelikle.
şılk dik olan bir nesnenin hızla yana düşmesi (mes. insan başı, baltanın başı).
şılkılda- 1. oynamak, sallanmak (mes. iyi çakılmamış at nalı); 2. gevşemek,
95
sölpümek.
şılkıy- gayet gevşemiş bir durumda bulunmak veya hayal kırıklığına uğramış, dileği
yerine gelmemiş insanın duruşu (depresif duruş).
şıp çeviklikle, hızlıca, birdenbire; kolun şıp etip tartıp aldı elini birden, şıp diye
çekti.
şır: şır ayda çabuk ve doğruca sürmek.
şırbıŋda- hareketlerinde kuru, zayıf adamı andırmak.
şırp: şırp etken can cok hiçbir hayat eseri yok; şırp etken dobuş cok çıt çıkmıyor,
tam bir sükûnet; şırp aldırbay kirip keldi çıt çıkarmadan girdi.
şodoŋdo- uzun boylu kişi kendisi için kolu, paçası kısa giysi giydiğinde onun
yürüyüşü veya kadın kısa etek giydiğinde onun hareketi.
şoŋşoy- yukarıya doğru sivrilip durmak.
şuŋkuy- sivrilip durmak, koni şeklinde durmak (mes. kalpak, sivri dağ, çatı).
şuştuy- kama veya sivri uçlu bir nesne şeklinde bulunmak; şuştuyġan sakal sivri
sakal.
şüdüŋdö- ufak ufak adımlar atarak hızlı yürümek (başlıca öküz, inek hakk.).
talpın- çırpınmak, kurtulmaya çalışmak, dalbınmak (mes. çocuğun yürümeye
çalışması, kuşun uçmaya çalışması).
taltakta- bacaklarını geniş açarak yürümek.
tam: tam tam veya tam tum yeni yürümeye başlayan çocuğun korkak adımları.
tampaŋda- biçimsizce hareket etmek.
tampay- biçimsizce şişman olmak.
tamtaŋda- düşe kalka yürümek (çocuk için); sarhoş kişinin düzensiz yürümesi.
tamtay- fakirce ve örselenmiş kılıkta bulunmak.
tarpaŋda- ağır ve biçimsizce hareket etmek, yürümek.
tarsılda- tüfeğin sürekli atılması.
tartalaŋda- biçimsizce hareket etmek, yürümek (ince ve uzun boylu kimse hakk.).
tartay- kuru ve uzun kılıkta bulunmak, uzamak (mes. birden büyüyen çocuk).
tasıraŋda- başı saçsız, pürüzsüz, yüzü pürüzsüz olan kimsenin yaptığı hareket.
teltirekte- ayakları dolanarak yürümek (çok yorgun veya sarhoş adam hakk.).
teŋireŋde- kısa ve yukarı kalkık burunlu kimsenin hareketleri, konuşması.
teŋkey- kendini beğenmiş, burnu havalı bir şekilde yürümek.
96
tepireŋde- hareket etmek (küçük ve sıska hakk.).
teytey- biçimsizce yürümek; zayıf, biçimsiz kişinin hareketi.
tık: tık ele turup kaldı tıp diye duruverdi; tık tık cötöl- kesik kesik öksürmek.
tıkçıŋda- hareketlerinde tıknaza benzemek.
tıkçıy- küçük, şişmanca, tıknaz olmak (insan hakk.).
tıkıy- derli toplu, düzgün olmak.
tıŋkılda- bir başkasını beğenmediğinde, umursamadan küçümseyen hareketler
yapmak.
tıŋkıy- küçük ama şişman olmak.
tıntıy- 1. küçük olmak (insan hakk.); 2. küçük ve basık burunlu olmak.
tıp: tıp ele otura kalasıŋ şıp diye oturuveriyorsun, yürüsene.
tıray- apışmak, ayaklarını ve kollarını açmış şekilde oturmak, yatmak.
tırbıy- küçük, zayıf, cılız olmak.
tırp: tırp et- kımıldamak; tırp eterge küçü cok kımıldayacak hali yok.
tırpıra- çırpınmak, titremek.
tırs katı ve küçük nesnenin kopması, düşmesi (mes. düğme).
tırsıy- kabarık ve gergin olmak (mes. çok yemiş çocuğun karnı veya iyi dolmuş tane
hakk.); şişmek.
tırtaŋda- zayıf birinin bazı organlarının (mes. bacaklarının) çıplak gözükmesi.
tırtay- arık, kurumuş görünmek.
tız: tız et- cız etmek; cürögüm tız etti yüreğim cız etti.
tızılda- hızlıca koşturmak.
tikireŋde- dik dik bakmak.
tikirey- dikilmek, dikilip durmak.
tomolon- yuvarlamak, yukarıdan aşağıya doğru yuvarlamak.
tompoŋdo- ağır ve biçimsiz yürümek (kısa ve şişman kimse, küçük çocuk hakk.).
toŋkoŋdo- baş aşağı kıç yukarı durumda bulunmak, domalmak (mes. bir iş
yaparken).
toŋkoy- eğik bir şekilde durmak.
toŋuraŋda- şişman, tombul çocuğun emekleme hareketi.
topoŋdo- kah eğilerek, kah doğrularak hızlı yürümek (küçük çocuklar için).
topoy- hafifçe yukarıya doğru çıkık durmak.
97
topulda- ayak sesi çıkarmak.
topura- bir yığın veya küme halinde yürümek.
toroy- ayaklarını biçimsiz uzatarak yan yatmak (insan, hayvan hakk.).
tostoy- 1. kabarık, şişkin olmak; 2. genelde gözün aşırı çıkık olması (mes. guatr
hastalığından).
tosuray- kabarık, şişkin durmak.
toypoŋ: toypoŋ-toypoŋ cügür- (çocuklar için) tıpış tıpış koşmak.
toypoŋdo- neşeli ve canlı hareketlerde bulunmak.
tozoŋ: tozoŋ-tozoŋ çaŋ çıġat buram buram toz yükseliyor.
töh vah (teessüf ifadesi için kullanılır).
tömpöy- kabarmak, şişmek (herhangi bir küçük nesne hakk.); bir şeyin tümsek
şeklinde bulunması.
tuayt tut şunu (köpeği kışkırtma).
tumuray- somurtmak, surat asmak, insanlardan kaçınır olmak.
tüksüy- tüylü gözükmek, tüylü yüzlü olmak.
tüntöy- sık ve karanlık olmak (orman hakk.); gölgeli olmak (bahçe hakk.).
türpülö- törpülemek (ağacı, deriyi, fakat madeni değil).
türsüldö- ayak patırtısı çıkarmak.
tüyröŋdö- dudak bükmek.
udurġu- (kütle, kalabalık hakk.) çırpınmak, üşüşmek, akın etmek.
uŋkulda- havlamak, ciyak ciyak bağırmak (köpek yavrusu hakk.).
uruy- kabarık durmak, içeriye doğru çıkık durmak, şişmek, kabarmak.
uula-: uulap-çuulap gürültü ve uğultu yaparak.
uulda-: uuldap-çuuldap yüksek sesle ağlayarak, hıçkırarak, endişe ile bağırarak.
üksöŋdö- 1. saçı, sakalı birbirine karışmak; 2. mec. kızgınlık ve hırsla atılmak (uzun
saçlı erkek hakk.).
üksöy- sarkık durmak (herhangi bir lifli nesne hakk.); tüyleri, saçları karışık ve
kalkık durmak.
üldürö- kuvvetsiz, gevşek, aciz olmak.
ülpüldö- pamuk gibi yumuşak olmak.
ülüröy- melül melül bakmak (yorgunluk, nefret ve beğenmemekten dolayı).
üŋüröy- 1. ağzı açık ve karanlık olmak (mes. mağara); 2. somurtmak (insan).
98
üpsüy- sivrilip durmak (kıllı ve saçları karmakarışık olan hakk.).
ürpöŋdö- horozlanmış, hiddetlenmiş görünüşte bulunmak (saçlar dik olmalıdır).
ürpüy- horozlanmak, hırslanmak, kızmak.
üşkür- iç çekmek.
üşkürün- iç çekmek.
ütüröŋdö- hırslanmak, dövüşe karışmak, kızgınlıkla üzerine atılmak.
ütüröy- 1. somurtmak; 2. miskin, nahoş kıyafette bulunmak.
zaŋgıra- 1. yüksek ses çıkarmak; 2. azametli, heybetli olmak.
zaŋkay- göklere doğru yükselmek, gayet yüksek olmak.
zarılda- hızlı koşmak.
zer: zer uçur- fışkırmak (kuvvet, gayret hakk.).
zımıra- dosdoğru, aynı istikamette uçmak ya da koşmak, yürümek (araba, at, uçak).
zımırıl- kaçmaya başlamak, alabildiğine koşmak.
zıŋgıra- 1. kurularak ve yeknesak bir tarzda, yarım sesle bir hava tutturmak; 2.
çınlamak, tınlamak.
zıŋkılda- derli toplu bir şekilde yürümek.
zıŋkıy- sertleşmek, gayet sert ve pek olmak; düzenli, derli toplu olmak.
zıpılda- hareketin çabukluğunu ifade eden bir taklidî sözdür; hızlı gitmek.
zır: cürögüm zır dey tüştü, emçegim zır dey tüştü kötü bir şey olacağını hissettim.
zırılda- kötü bir şey olacağı hissinin sürekli olması.
zırkıra- 1. hızlı koşmak; 2. zonklamak, pek şiddetli ağrımak.
zırpılda-: cürök zırpıldayt kalp çarpıyor, kalp yerinden oynuyor.
ziŋkiy- yükselmek, göklere doğru çıkmak; katılaşmak, sertleşmek.
zirkilde- 1. titremek; 2. aşırı derecede hiddetlenmek, azgınlık yapmak, hiddet ve
gayretle hareket etmek.
zirkire- akmak, fışkırmak.
zolkoy- sağlam, endamlı ve yiğit kılıklı olmak.
zoŋkoŋdo- biçimsizce hareket etmek (kocaman nesne hakk.).
zoŋkoy- kocaman ve hantal olmak.
zoŋkulda- bağırmak, boğazı yırtılıncaya kadar haykırmak.
zuŋkuy- genelde bacakları uzun kimsenin yatış şekli; göklere doğru yükselmek;
yüksek bir tepe şeklinde yükselip durmak.
99
zuula- 1. havayı yarıp geçen bir ses çıkarmak; 2. mec. hızlı koşmak, koşturmak.
zuulda- 1. aşırı derecede hızlı koşturmak; 2. havayı yarıp geçen bir ses çıkarmak.
züŋküy- iri yarı ve kuvvetli kişinin omuzlarını öne düşürerek, öne doğru eğilerek
oturması.
Yukarıda da görüldüğü gibi Türkçeyle Kırgızca arasında ses taklidi sözlerde
ortaklık daha çok iken, hareket taklidi sözlerde yok denecek kadar azdır. Bu nedenle
özellikle hareket taklidi sözlerin çevirisi oldukça güçlük yaratmaktadır. Biz de taklidî
sözleri Türkçede karşılığının olup olmaması bakımından gruplandırmaya çalıştık :
Türkçede karşılığı bulunan taklidî sözler
arkıra- (rüzgar, su, insan için) haykırmak, şiddetli bir şekilde hücum etmek,
gürlemek; katınım maġğa arkırap koyo berdi kadınım beni şiddetli şekilde
azarladı.
aykırık haykırış, bağırma.
balkı- bılkımak (ağızlarda), erimek.
bertin- bertmek (ağızlarda), incinmek.
bışılda- fışıldamak, sık sık burnundan solumak, boyuna burnunu çekmek.
borkulda- fokurdamak, bork bork (fokur fokur) diye ses çıkamak (mes. su
kaynarken veya kaynak sular, pınarlar için).
çak şak, şak şak, iki şeyin birbirine vurulmasından hasıl olan ses, çak çak.
çalpılda- suya basıdığında çıkan ses, şapıldamak (sürekli).
çart cart, cart diye ayrılmayı (kumaş, kağıt vs. için) gösteren taklidî söz.
çatıra- 1. çatırdamak, çatır çatır diye ses çıkarmak (mes. odun); 2. elin kuruyup
çatlaması.
çıcılda- cızıldamak, cızırdamak (mes. ateşe düşen yağ hakk.).
çıŋılda- çınlamak, acı acı bağırmak, bağırıp çağırmak.
çırt cırt, yırtılma sesini taklit etmeyi gösteren söz.
çırtılda- 1. çıtıt çıtır diye ses çıkarmak, çıtırdamak (mes. yanan odun); 2. gergin,
huzursuz, sinirli bir halde bulunmak.
çuulda- uğuldamak.
100
dirilde- (yaprak rüzgardan) titremek.
duula- uğuldamak, gürültü yapmak.
duulda-, dubulda- uğuldamak, patırtı yapmak.
ıŋaala- ınga ınga diye bağırmak (çocuk).
ırılda-, ırkıra- hırlamak (köpek, kurt için).
ızılda- vızıldamak (sinek için).
kaçıra- gıcırdamak, kıtırdamak (mes. yağsız kapı, alet vs.).
kekir- geğirmek.
kert kertmek, odunu çinterken çıkan ses.
kıçıra- gıcırdamak.
kırçılda- gıcırdamak.
kırkıra- hırıldamak, hırıltı çıkarmak.
kırtılda- kıtırdamak, yüksek ses çıkarmak (mes. şeker çiğnerken).
kıtıġıla- gıdıklamak.
kıtır: kıtır kıtır kıtırtı, kıtırdama.
kıtıra- kıtırdamak.
kıykır- haykırmak, bağırmak.
kıykırık bağırış, haykırtı.
kişene- kişnemek.
korkura- horlamak.
korulda- 1. mesela ergenlik çağına gelen erkek çocuğun kalınlaşan sesi; 2.horlamak.
kurkura- guruldamak (mes. karın).
kurulda- guruldamak; içi kuruldayt karnı gurulduyor.
kuulda- uğuldamak, gürültü etmek.
küldürö- gürlemek, gümbürdemek, güldürdemek.
kümp güm.
kürügüü, kürüügüü gürültü.
kürüldö- çağlamak, gürlemek, (hızlı akan büyük ırmak hakk.).
kütür kütür kütür, kıtırtı (mes. at arpa çiğnerken).
küüldö- uğuldamak.
lap: lap-lap bas- lap lap basmak, ağır ve lap diye basmak (büyük ayaklı insan ve
varlıklar hakk.); lapa lapa kar yağıyor.
101
mıyoo miyavlama.
miyoolo- miyavlamak.
möörö- böğürmek (inek hakk.).
oona- ağnamak, debelenmek (eşek, at hakk.).
pay: pay pay pay vay vay vay (hayret yahut memnuniyetsizlik haykırışı); pay pay
pay kündün ısıġın kara vay vay vay havanın sıcaklığına bak.
sendel- sendelemek, yalpalayarak yürümek (yorgunluk veya sarhoşluktan).
şak: başına şak dey tüştü (bir şey) başına şak diye düştü.
şalp ıslak yere, suya basmaktan hasıl olan sesi taklittir, şap şap.
şap: şap etip ansızın, şıp diye, dakikasında.
şapa: şapa-şup çabucak, çeviklikle; şap şup.
şar şar, bir kere olan hızlı, çağlayan akıntı (mes. dalganın kayaya çarpması veya
kovadan şar diye suyun dökülmesi).
şarılda- şarıldamak.
şıldıra- şırıldamak, hışıldamak, hışırdamak.
şıŋır: şıŋır et- şıngır, madenî ses çıkarmak (mes. demir para).
şıp çeviklikle, hızlıca, birdenbire; kolun şıp etip tartıp aldı elini birden, şıp diye
çekti.
şırılda- şırıldamak, çok büyük ya da çok küçük olmayan suyun akması (mes.
çeşmeden akan su).
takılda- takırtı yapmak, takırdamak.
talpın- dalbınmak, çırpınmak, kurtulmaya çalışmak (mes. çocuğun yürümeye
çalışması, kuşun uçmaya çalışması).
tıbır: tıbır tıbır camġır tıbırayt tıpır tıpır yağmur yağıyor.
tık: tık ele turup kaldı tıp diye duruverdi; tık tık cötöl- kesik kesik öksürmek.
tıkılda- kesik kesik ve sık sık tıkırtı yapmak.
tıkır tıkırdama.
tız: tız et- cız etmek; cürögüm tız etti yüreğim cız etti.
tuk: tak-tuk tak tuk.
türpülö- törpülemek (ağacı, deriyi, fakat madeni değil).
üf of (sıkıntı veya kederden iç çekme nidası).
üylö- üflemek, nefes vermek.
102
zıp: zıp zıp kanat sallama, genelde atlama sesini taklittir; zıp diye atlamak.
Türkçede karşılığı bulunmayan taklidî sözler
aŋıray- ağzı açık kalmak; eşikti aŋırayıp açtı kapıyı sonuna kadar açtı.
bacılda- boş ve manasız söz söylemek, durmadan ve yüksek sesle çok konuşmak.
bacıray- (çiçek, insan gözü için) güzel bir şekilde açılmak; bacırayıp kara- büyük
gözleriyle güzel bakmak.
baçırat- çıtırdatmak.
badılda- dırdırlanmak.
badıraŋda- canlı ve şen olmak.
baġcaŋda- neşeli, keyifli bir halde bulunmak (iri yarı, yakası açık şekildeki insanın
neşeli davranışları.
bakılda- (insan, teke için) yüksek sesle konuşmak; bakıldaġan tekeni suu
keçkende körörmün kibirlenen tekeyi suyu geçerken görürüm.
baldıra- anlaşılmaz bir tarzda konuşmak.
balp lop (hamur, kaymak gibi yumuşak nesnelerin büyük bir kapla dökülmesi,
konulması sırasında çıkan ses).
balpalakta- ağır ve çolpa bir surette hareket etmek (ağır ve şişman adam veya gayet
bol giysi veya ayakkabı giymiş olan kimse hakk.).
balt sulu ve büyük bir parçanın yere düşmesinden oluşan ses (mes. karpuz, hamur).
bark-bark yüksek ve hükmeden bir sesle konuşmak.
barkıra- gürlemek (genelde çocuğun yüksek sesle ağlaması).
bartılda- hiç kimseden çekinmeden konuşmak ve davranmak.
bat hızlıca, çabuk.
baybayla- bay-bay diye bağırmak, haykırmak (hastalıktan).
baypaŋda- sallana sallana yürümek.
bezilde- 1. memnuniyetsizlik karşısında dırdırlanmak; 2. çok hızlı şekilde gitmek,
yürümek (at, araba, insan için).
bıcıra- küçük ve çok sayıda olmak (mes. karınca, halk, topluluk), kaynamak.
bıdıra- çatırdamak (mes. makineli tüfek ve tahıllar için).
bıkılda- 1. kaynamak, sessizce kaynamak; 2. içinden ağlamak.
103
bılk: bılk etpey turdum kımıldamadan durdum; bılk dey tüştü birden kımıldadı.
bılkılda- silkinmek, titremek (mes. bataklık hakk.).
bırbıŋda- (yüz) ağlamaklı, buruşmuş şekilde olmak (sürekli yapılan hareket için).
bırbıy- (yüz) ağlamaklı, buruşmuş şekilde bulunmak (bir seferlik hareket için).
bırs: bırs etip külüp ciberdi su püfler gibi gülüverdi, püskürerek güldü.
bışkır- 1. atın bırs bırs diye ses çıkarması; geviş getiren hayvanların ağzındakini
püskürtmesi; 2. aniden püfleyerek gülmek (insan için).
borkulda- şişman kimsenin titreyerek, sarsılarak gülmesi, ağlaması veya atla
gitmesi.
bolpoŋdo- hareketlerinde deve, kocamana, şişmana benzemek, kaba hareket.
boltulda- deprenmek, oynamak (yumuşak, fakat tüysüz nesne hakk.).
borsoŋdo- tombul çocuğun tatlı hareketleri için söylenir (küçük çocuk için).
bukulda- kesik kesik ve yavaş sesler çıkarmak,(içten ağlama sırasında çıkarılan ses).
bulçuŋda- bütün ağzı doldurarak çiğnemek.
bulkulda- küskünlüğü belli eden hareketler yapmak.
bulkun- kurtulmaya çalışmak, (bağlı hayvan veya kavgaya yeltenip de başkalarınca
tutulan insanın hareketi).
bulkuy- iri yarı kimsenin heybetli oturuşu (genelde pehlivan için).
bult: bult ber- fırlamak, ürkerek bir yana atılmak, sıvışmak.
burda- hayvanın bir şeyi kapıp kaçması, insanın ağzına büyük lokmalar doldurması.
burgut- (atı) toz çıkararak koşturmak, dört nala koşturmak.
burkulda- sinirli sinirli konuşmak, gürlemek.
burkura- 1. buram buram çıkmak, yükselmek (duman, toz hakk.); 2. sızlanıp
ağlamak.
burtulda- (yumuşak toprak, kalın toz için) basılınca çıkan ses.
bücüŋdö- 1. hareketlerinde kıvrılmışa, kamburlaşmışa benzemek (kocakarı ve
ihtiyar hakk.); 2. dalkavukluk etme, yerlere eğilip el etek öpme.
bücüröŋdö- tereddütle, korkarak basmak (mes. yalınayak insan taş üzerine).
bücüy- kıvrılmış, büzülmüş şekilde bulunmak (mes. saklanmış tavşan).
büdüröy- çocukların yüzünde küçük kabarcıklar çıkması, isilik, pıtır.
bükçüŋdö-, büküröŋdö- hareketlerinde kamburlaşmışa benzemek, kamburlaşmak.
bükçüy- kamburlaşmış şekilde bulunmak.
104
bülk: bülk et- sesini çıkarmayıp dudak bükmek (söyleyemediği bir durumda).
cabıra- çene çalmak.
calbıra- 1. dalgalanmak, sallanmak, titremek; 2. yalvarır gibi bir şekilde, durumda
olmak.
calcılda- çok güzel gözlü birinin anlamlı bakışı.
caldıra- ağzı açık kalmak, sessiz baka kalmak (korku ve hayretten).
calp: calp etip ansızın, birdenbire (yanan otun aşağıya doğru sönmesi ve oturması
için).
calt çabuk hareketi, ürküten anî faaliyeti ifade eden taklidî sözdür.
caŋır- çınlamak, yankılanmak (yankı hakk.).
cark beklenilmeden peyda olan anî parıltıyı, ışığı ifade eden taklidî söz.
cebire- dırlanmak, çene çalmak.
celp: celp degiz hafifçe dalgalandırmak, sallamak.
celpilde- sabırsız olmak, hafif davranmak.
celt: bütkön boyu celt etti bütün vücudu ürperdi, titredi.
cılt göz açıp kapayıncaya kadar, ansızın yapılan hareketi ifade eden taklidî sözdür
(genelde sönüp yanan şeyler için, mes. yıldız).
cobura- anlamsız ve çok konuşmak.
coġcoŋdo- yüksek, uzun adamın yaptığı gibi hareket yapmak, başını silkmek, başını
ve gövdesini silkmek ( deve, devekuşu, leylek hakk.).
cörmölö- emeklemek, tırmanmak, yırmanmak.
culkulda- anî, keskin ve atik hareketler yapmak.
culkun- çırpınmak, kurtulmak için çalışmak (saldırısı engellenmiş bir kişinin
hareketi).
çadıraŋda- genelde göbekli kimsenin hareketleri.
çaŋk-çaŋk kulağı tırmalayan, cırtlak sesli.
çaŋkılda- 1. bağırıp çağırmak (ince sesli çocuk, kadın hakk.); 2. acı sesle havlamak
(ince sesli köpek hakk.).
çarılda- sesi kulağa hoş gelmeyen bir kimsenin yaygarası.
çarkılda- bağırıp çağırmak.
çarkıra- bağırmak (çocuk, kuş hakk.).
çartılda- biraz ışık ve ses çıkararak yanmak (mes. odun, şimşek).
105
çılpılda- 1. çamura basıldığında cılp cılp diye ses çıkmak; 2. ıslanmış giysi için
kullanılır.
çıŋ: çıŋ et- vızıldamak (mes. uçan sinek hakk.).
çıŋkılda- (çok ince sesli birinin) acı acı bağırması, yaygara etmesi.
çıpılda-, şıpılda- rahat oturmayıp hoplamak, zıplamak.
çıtıra- bir şeyin içine sığmayacak derecede dolmak; kostyumu çıtırap çıġıptır
elbisesi sığmıyor.
çort kesik ve anî hareketi taklit sözü.
çukulda- küçük çocuk ve minicik kuşların sesleri için kullanılır.
çulp suya veya herhangi bir sıvıya düşen nesnenin çıkardığı sesi taklit.
çupulda- bir şeyin sürekli sulu bir yere düşmesiyle meydana gelen ses, cup, (mes.
damla).
çurkulda- yumuşak bir kabın içine konulmuş sıvının çıkardığı ses (mes. tulum
içindeki ayran).
çurulda- yüksek sesle gürültü yapmak.
dabıra- 1. ayak sesi; 2. dolu sesi.
darkıra- aletlerin çalışırken çıkardığı ses.
dıŋılda- sürekli bir ses çıkması (mes. görüntüsüz tv sesi, vızıltı şeklinde).
dırılda- matkabın çıkardığı ses.
dirt: kan dirt dey tüştü kan (aşağıya doğru) sıçradı.
duu bir anda gelen uğuldama.
düpüldö- düp düp diye boğuk bir ses çıkarmak (mes.uzaktan gelen çakılan çivi sesi).
dümp ses taklidi; dümp dey tüştü pat diye düştü (ağır ve sert olmayan nesne için,
mes. buğday çuvalı).
dümpüldö- sürekli dümp dümp diye düşme sesi çıkması.
düŋküldö- sinirli hareketlerin yapılması (sinirini sözle değil hareketle belli etme).
düŋgürö- patlama sesi (tüfek, bomba için, pat, güm).
düpüldö- sürekli çıkan çocuk ayağı ve tüfek sesi.
dür: koy dür dey tüştü koyunlar ürktüler ve birden kütle halinde bir yana atıldılar.
dürkürö- topluca çıkarılan ses (mes. alkışlama).
dürs: dürs-dürs uruş birbirini pataklamak.
dürsüldö- ayak patırtısı çıkarmak.
106
eŋgire- beklenmedik bir durum veya söz karşısında insanın şaşakalması, şaşırmış bir
durumda bulunmak.
ıŋkılda- hınğk sesi çıkarmak, inlemek.
kacıldak dırlanma
kacıldaş- birbiriyle ağız kavgası yapmak
kakşa- bir şeyi yüz kere, çok kere söylemek.
kalcıra- saçmalamak.
kalç titremeyi ifade eden taklidî söz; muundarı kalç kalç eklemleri tir tir titriyor
(mes. korkudan).
kalçılda- (soğuktan, korkudan) titremek
kaldır metalik ama hafif bir nesnenin düşmesinden çıkan ses.
kaldıra- gürlemek, gümbürdemek
kalk: kalk et- hafif bir şeyin su üzerinde yüzmesi (mes. top, tahta parçası).
kaŋġıra- çınlamak (boş madeni nesne hakk.).
kaŋk: kaŋk dedire sal- tokat atmak, şiddetlice vurmak
kaŋkılda- inlemek (köpek hakk.), çığlık koparmak.
kaŋşıla- iniltili sesler çıkarmak (köpek hakk.), çığlık koparmak, feryadı basmak
karġıldan- sesin titremesi (mes. kişi ağlamaklı konuşurken).
karkılda- karga gibi, kaz gibi ötmek, bağırmak (turnalar hakk.)
karp kurp anî hareketi anlatır, birdenbire
kars çatırtıyı, keskin sesi ve keskin vuruştan doğan sesi taklittir
karsılda- çatırdamak
kart: kart kart kül- yüksek sesle gülmek.
keŋk genelde bir kimsenin yüzüne vurmak için kullanılır.
keŋkilde- genelde burnunda sorunu olan kişinin konuşması, burnundan konuşmak.
kıcılda- kabarmak, köpürmek (bozulan ayran, reçel gibi sıvı gıdalar için); cürögüm
kıcıldayt midem kaynıyor
kılıktan- kırıtmak, nazlanmak (kadın için).
kılk: kılk et- yutmanın bir şekli (mes. kımız, ayran içerken yavaş bir sesle yutmak).
kılkılda- çok sayıda olan şeylerin (mes. ordu) dalgalanır şekilde yürümesi.
kılt anî bir hareketi ifade eden taklidî söz; kün uyasına kılt etti güneş yuvasına
dalıverdi.
107
kıŋ, kıŋk çınlama; kıŋk et- ses çıkarmak; kıŋk kıŋk çınlama
kıŋġır tınlama, çınlama (hafif ve metal olan bir nesnenin çıkardığı ses).
kıŋılda- hazin ve zayıf bir sesle inlemek (mes. enik)
kıp: kıp etip veya kıp dep dakikasında, ansızın
kırsılda- çatırdamak (mes. parmak bükülünce çıkan ses).
kırt narinliği, çabuk kırılma istidadını ifade eden taklidî söz (daha çok kuru bir
nesnenin kırılınca çıkardığı ses).
kıtkılıkta-: kıtkılıktap kül- kıs kıs gülmek (genelde küçük kızlar için).
kıyt anîden küsme.
kiŋkilde- burnunda sorunu olan bir kimsenin konuşması.
kobur: kobur-cobur net duyulmayan, ne olduğu anlaşılmayan, dışarıdan veya
uzaktan gelen
kobura- mırıldanmak
korkulda- mesela domuzun çıkardığı ses.
kors azarlar ve karşısındakinin konuşmasını kesecek, bastıracak şekilde konuşmak.
koşkur- hırlamak (atın ürktüğü zaman ses çıkarması).
koşkuruk atın ürktüğü zaman çıkardığı ses.
kölküldö- akıntısız suyun çok yavaş hareket etmesi, yavaş dalgalanması.
köyköl- ağır akmak (koyu, pıhtılaşmış bir şey hakk.).
kacıŋ-kucuŋ çekişme, ağız kavgası, sövüşme.
kuduŋ: kuduŋ-kuduŋ etip süyünüp ketti aşırı derecede sevindi.
kuduŋda- çok sevinince gösterilen yüz ifadesi.
kukulda- bağırmak (kaz hakk.).
kulcukta- (omuzlarını oynatarak) nazlanmak, kırıtmak.
kulcuŋda- kırılıp büzülmek, kırıtmak.
kulcuy- somurtmak.
kuldura- mırıldanmak, anlaşılmayan bir dille konuşmak, çocukça kekelemek.
kulk genelde sıvıyı yutarken çıkan ses; kulk ettir- ğılk gibi bir ses çıkaracak tarzda
yutuvermek.
kulkulda- sıvıyı ses çıkararak (gulk gulk) sürekli içmek.
kult anî ve göz açıp kapayıncaya kadar cereyan etmiş bir hareketi ifade eden söz
(genelde tavşan, sıçan gibi deliğe girenler için); kult etip dakikasında, anında.
108
kultuŋda- içten bir sevinç duymak, içten bir şey düşünerek kıs kıs gülmek (genelde
düşmanlarının başına gelen kötülüğe sevinçten).
kupşuŋda- sinsi sinsi hareket etmek, gizlice bir şeyler yapmak.
kurk: kurk kurk çaylak veya kuzgun sesini taklittir.
kuucuŋda- genelde kurnazlık edasıyla konuşan ya da davranan yaşlı adamı anlatır.
kudura- derinin elastikiyetini kaybetmesi ile kuruyan elden çıkan ses.
kübüŋ veya kübüŋ-şıbıŋ fısıldaşma, fısıltı.
kübüŋdö- yavaş konuşmak, fısıldamak.
kübür fısıltı.
kübürö- fısıldamak, fısıltı ile konuşmak, mırıldanmak (başkalarının duymasını
istemediği için).
kücüldö- hararetlice, hiddetle söylemek, sövmek.
külk: külk-külk etip cötöldüm kesik kesik öksürdüm.
kültüldö- titremek (şişman kimsenin sarkık, yumuşak vücut kısımları hakk.).
külüŋ: külüŋ-külüŋ et- neşelice gülümsemek.
küŋgürö- boğuk sesler çıkarmak.
küŋk boğuk sesi taklittir.
küŋküldö- mırıldanmak.
küŋküldök mızmız (kadın için).
küŋürt: küŋürt süylö- 1. anlaşılmaz bir tarzda konuşmak; 2. ima ile konuşmak.
küpüldö- gürültü yapmak, gürlemek.
kürküldö- boğuk bir şekilde öksürmek.
kürs kesik ve keskin sesi taklittir (mes. kesik kesik öksürme, keskin kamçı darbesi).
kürsüldö- mesela bir kürekle bir yerden ses çıkararak bir şey yapmak ya da yüksek
sesle birine çıkışmak.
kürsün- iç çekmek.
kürsüŋdö- hareketlerinde gayet şişmana benzemek.
küş: küş-küş şiddetli vuruşlar sırasında insanın çıkardığı ses.
küşüldö- şiddetli vuruş sırasında insanın ses çıkarması.
lıkılda- dolu olmak, kaynaşmak (mes. insan).
lıp: lıp-lıp hareketin çok çevik, şıp diye yapılması; lıp kirip keldi ansızın geliverdi.
lıpılda- becerikli ve çabuk hareketler yapmak.
109
lokulda-, löküldö- sövüp sayarak üzerine atılmak (şişman adam hakk.).
lukulda- zonklamak (ağrı hakk.); caram lukuldap turat yaram zonkluyor.
maŋkalan- burnunda sorunu olan kişinin konuşması.
mekiren- 1. ağzını açmadan yavaşça melemek (anasının yanına varmak isteyen kuzu
hakk.); 2. ağzını açmadan, halinden memnun bir surette, yavaşça gülmek (insan
hakk.).
mılcıy- kırıtarak gülmek.
mıŋkılda- burnundan konuşmak, açıkça söyleyemediği şeyleri kendi kendine
konuşmak.
mizildet- mis gibi, tertemiz yapmak.
moltoŋdo- kısa ve yumru bir şeyin hareketi (mes. kısa saçın sallanması).
mostoy- somurtmak.
moturay- tombul ve sevimli olmak (çocuk hakk.).
möltürö- 1. parıltı ile hafifçe titremek, duru ve temiz bir şekilde parlamak (genelde
su, damla için); 2. mec. çok güzel olmak (kız için).
mukaktan- kekelemek, duraklamak, söz bulamamak, şaşırmak.
murçuy- somurtmak, (memnuniyetsizlik ifade ederek) dudak bükmek.
mülcü- kemirmek.
mültüldö- gizlice, sinsice hareket etmek.
mürt ansızın olan şey; cıġılġan cerde mürt ölüptür düştüğü yerde aniden ölmüş.
naalı- inlemek, şikayet etmek, mızmızlanmak.
obdul- bir şey yapamamak ama yapmaya yeltenmek.
oçoy- hantal ve kalın bir şekilde durmak.
oduraŋda- kaba bir şekilde konuşmak ve hareket etmek.
oloŋdo- tek gözlü şeklinde bulunmak, tek gözle yan bakmak.
oluray- (insan) bir şeye kızdığı zaman öfkeyle, hiddetle yan bakmak.
oŋuraŋda- söverek, hiddetle ve şiddetle saldırmak.
onto- inlemek.
ontolo- sürekli inlemek.
ooŋkura- bir parça yana yatmak.
opoyt- kabarık, çıkık bir surette koymak (kocaman bir nesne, genelde çıkın, bohça
büyük yapılınca).
110
orġu- fışkırmak, (su, kan, kusmak hakk.).
orkoy- kambur şeklinde çıkık durmak, sivrilip çıkık durmak.
ormoŋdo- burnu büyük bir insanın kabaca konuşması ya da hareketi.
ormoy- burnu büyük insanın somurtarak durması.
orsoŋdo- hareketlerinde üst dişleri çıkık duran kimseye benzemek ya da üst dişleri
çıkık olan kimsenin konuşması ya da gülmesi.
orsoy- öne doğru çıkık durmak, sivrilip çıkık durmak (mes. üst dişler, kaya).
oşkur- atların ürktüğü zaman ses çıkarması.
oydolo- hoppalık etmek, rahat duramamak, sabırsızlanmak (çocuk, insan).
öküröŋdö- hızlı koşmak, sekmek (öküz, inek hakk.).
ökçöŋdö- kambur kişinin yürümesi ya da bir şeyden gizlenmek için kamburlaşarak
yürümek.
öŋköndö- eğilerek, bükülerek, gizlenerek yürümek.
öŋköy- öne doğru eğilmek.
öŋüt saklanarak yanaşma, izinden yürüme.
öpöŋ: öpöŋ-öpöŋ seğirtmeyi anlatan taklidî söz.
örü- yukarı tırmanmak (mes. dağın yamacına).
öş sığır hayvanına haykırma, horrr.
ötöktö- şiddetli akışla akmak (genelde kan, su için).
özölön- feryat etmek, hıçkırarak ağlamak.
özöörü- açlıktan bayılacak hale gelmek, halsiz duruma düşmek.
salpılda- derli toplu olmayan, orasından burasından bir şeyler sarkan kişinin
koşması.
salpalaŋda- ağır, biçimsizce hareket etmek (mesela puhunun uçuşu).
salpaŋda- bir şeyleri sarkmış, fakir kimsenin hareketi.
samparla-: samparlap kar tüşüp turat lapa lapa kar yağıyor.
sampay- genelde büyük göbekli ve karnı öne çıkık durmak ya da büyük çıkın.
samsaala- oradan buradan birşeyleri sarkıp durmak.
samtır: samtır-sumtur yırtık pırtık, pare pare olmuş.
sebeŋde- saçlarını oynatarak sıçramak, sekmek (küçük kızlar için).
seldey- donakalmak, çok şaşırmaktan dolayı bakakalmak.
selt işin anîliğini ifade eden taklidî söz; selt et- irkilmek.
111
sendirekte- adımlarını zor atarak yürümek (mes. hastalıktan yeni kalkmış adam).
serbeŋde- kısa saçlı ve kısa yeleli varlıkların koşması, onların koşarkenki görünüşü
(küçük kızlar ya da küçük taylar hakk.).
serbey- çok küçük veya güç görünür olmak, zor gözükmek (herhangi bir küçük
nesne hakk.).
sereŋde- sıçrayarak koşmak (çocuk, tavşan hakk.).
serey- tek başına sivrilip durmak.
soksoŋdo- seke seke koşmak (külâhtan, saçtan dolayı başı sivri veya kendisi uzun
kimse hakk.).
soksoy- sivrilip durmak, öne doğru çıkık durmak.
sop öküzleri yürütmek için kullanılan nida.
soroġoy sivrilip, dikilip duran, uzun boylu ve ince olan.
soroŋ: soroŋ et- ansızın yükselmek.
soroŋdo- yukarıya doğru sürekli hareket.
sölpöŋdö- atı yeldirerek gelmek (kötü giyinmiş ve ata binmiş adam hakk.).
surdan- somurtmak.
sülküldö- 1. seri hareketler yapmak, süzülerek gitmek (iyi yorga hakk.); 2. bazı
azalarını güzel ve kırıtarak oynatmak.
süyröŋdö- eteklerini sürükleyerek yürümek.
şabır hışırtı, hışıltı (mes. kamış ya da uzun otlar arasında giden atın, insanın
çıkardığı ses).
şaġıra- çınlamak, tınlamak (mes. demir paranın çıkardığı ses).
şakılda- 1. çağlamak, şakıldap kayna- fokur fokur kaynamak; 2. mes. kurdun
dişlerini takırdatması.
şalakta- gevşemeden dolayı nesne ya da insanın sarkık şekilde durması (mes. kırık
kolun, sarhoş insanın, gevşemiş kapı kolunun duruşu).
şalay- takattan düşerek sallanmak (mes. kırılmış aza hakk.).
şalday- bitkin bir halde bulunmak, gevşemek, kuvvetten düşmek.
şalkılda- gevşek bir şeyin sürekli hareketi.
şaŋk: şaŋk etip kül- etrafı çınlatarak gülmek; şaŋk-şuŋk sesin yüksek çıkması.
şaŋkılda- yüksek sesle konuşmak, gülmek.
şaŋgıra- mes. zil sesi.
112
şaŋşı-: şaŋşıp süylö- yüksek sesle ve güzel konuşmak.
şapalakta- ıslak yere yahut irkilmiş suya “şap şap” diye basmak.
şapılda- becerikli ve çevik hareket etmek.
şarakta- fokurdamak (mes. çay) ya da gülmek; şaraktap küldü kahkahayla güldü.
şart keskin hareketi taklittir; şart tura kaldı süratle ayağa kalktı.
şarta: şarta-şurt çabucak, acelelikle.
şartılda- 1. çatırdatmak; 2. bir işi çabuk ve çeviklikle yapmak; atka şartıldap min-
ata çabucak binmek.
şatır: şatır-şutur çatırtı, patırtı.
şatıra-: şatıra-şatman kül- şen bir gülüşle gülmek.
şıbırġakta- hışıldamak, (yağmur) çisil çisil yağmak.
şıbırtta- hışırdatmak, hışıldamak (mes. kurumuş otlar ya da kumaşın çıkardığı ses).
şıkılıkta- kıs kıs gülmek (kızlar hakk.).
şılk dik olan bir nesnenin hızla yana düşmesi (mes. insan başı, baltanın başı).
şılkılda- 1.oynamak, sallanmak (mes. iyi çakılmamış at nalı); 2.gevşemek, sölpümek.
şılkıy- gayet gevşemiş bir durumda bulunmak veya hayal kırıklığına uğramış, dileği
yerine gelmemiş insanın duruşu (depresif duruş).
şıŋk: şıŋk şıŋk kül- ince ve biraz alçak sesle gülmek.
şıpılda- 1. ıslık sesi çıkarmak (mes. havada sallanan çubuk); 2. hızlıca ve çevik
hareket etmek.
şıpşın- dudaklarını şapırdatmak (sık sık hayret, memnuniyetsizlik, beğenmeme,
teessüf alâmeti olmak üzere).
şır: şır ayda çabuk ve doğruca sürmek.
şırbıŋda- hareketlerinde kuru, zayıf adamı andırmak.
şırp: şırp etken can cok hiçbir hayat eseri yok; şırp etken dobuş cok çıt çıkmıyor,
tam bir sükunet; şırp aldırbay kirip keldi çıt çıkarmadan girdi.
şodoŋdo- uzun boylu kişi kendisi için kolu, paçası kısa giysi giydiğinde onun
yürüyüşü veya kadın kısa etek giydiğinde onun hareketi.
şolokto- hıçkırmak.
şoŋşoy- yukarıya doğru sivrilip durmak.
şoodura- hışıldamak (ipek kumaş için).
şuŋkuy- sivrilip durmak, koni şeklinde durmak (mes. kalpak, sivri dağ, çatı).
113
şuştuy- kama veya sivri uçlu bir nesne şeklinde bulunmak; şuştuyġan sakal sivri
sakal.
şuu fısıltıyı, burundan sık sık nefes alırken çıkan sesi taklittir.
şüdüŋdö- ufak ufak adımlar atarak hızlı yürümek (başlıca öküz, inek hakk.).
tak ata bağırış (dur anlamında).
taltakta- bacaklarını geniş açarak yürümek.
tam: tam tam veya tam tum yeni yürümeye başlayan çocuğun korkak adımları.
tampaŋda- biçimsizce hareket etmek.
tampay- biçimsizce şişman olmak.
tamşan- bir şeyin tadına bakarken, hayretten veya imrenmeden dolayı çıkarılan ses.
tamtaŋda- düşe kalka yürümek (çocuk için); sarhoş kişinin düzensiz yürümesi.
tamtay- fakirce ve örselenmiş kılıkta bulunmak.
tark çatırtıyı, kesik ve keskin sesi taklittir; birdenbire kötü konuşmak ya da hoş
olmayan şekilde gülmek.
tarpaŋda- ağır ve biçimsizce hareket etmek, yürümek.
tars: tars et- güm, pat (genelde tüfek sesi); ağır bir şeyin düşmesi.
tarsılda- tüfeğin sürekli atılması.
tartalaŋda- biçimsizce hareket etmek, yürümek (ince ve uzun boylu kimse hakk.).
tartay- kuru ve uzun kılıkta bulunmak, uzamak (mes. birden büyüyen çocuk).
tasıraŋda- başı saçsız, pürüzsüz, yüzü pürüzsüz olan kimsenin yaptığı hareket.
tatay korku, dehşet ifade eden nida (başlıca kadınlar arasında); o tatay vay başıma
gelenler.
teltirekte- ayakları dolanarak yürümek (çok yorgun veya sarhoş adam hakk.).
teŋireŋde- kısa ve yukarı kalkık burunlu kimsenin hareketleri, konuşması.
teŋkey- kendini beğenmiş, burnu havalı bir şekilde yürümek.
tepireŋde- hareket etmek (küçük ve sıska hakk.).
teytey- biçimsizce yürümek; zayıf, biçimsiz kişinin hareketi.
tıkçıŋda- hareketlerinde tıknaza benzemek.
tıkçıy- küçük, şişmanca, tıknaz olmak (insan hakk.).
tıkıy- derli toplu, düzgün olmak.
tıŋkılda- bir başkasını beğenmediğinde, umursamadan küçümseyen hareketler
yapmak.
114
tıŋkıy- küçük ama şişman olmak.
tıntıy- 1. küçük olmak (insan hakk.); 2. küçük ve basık burunlu olmak.
tıray- apışmak, ayaklarını ve kollarını açmış şekilde oturmak, yatmak.
tırbıy- küçük, zayıf, cılız olmak.
tırp: tırp et- kımıldamak; tırp eterge küçü cok kımıldayacak hali yok.
tırpıra- çırpınmak, titremek.
tırs katı ve küçük nesnenin kopması, düşmesi (mes. düğme tırs diye düşer).
tırsıy- kabarık ve gergin olmak (mes. çok yemiş çocuğun karnı veya iyi dolmuş tane
hakk.); şişmek.
tırtaŋda- zayıf birinin bazı organlarının (mes. bacaklarının) çıplak gözükmesi.
tırtay- arık, kurumuş görünmek.
tızılda- hızlıca koşturmak.
tokulda- boğuk takırtı çıkarmak (mes. ağaç bir nesneyle diğer bir ağaç nesneye
vururken; mes. ağaçkakanın çıkardığı ses).
tomolon- yuvarlamak, yukarıdan aşağıya doğru yuvarlamak.
tomp: tomp etip tüştü pat diye düştü; yuvarlak bir şeyin düşmesi.
tompoŋdo- ağır ve biçimsiz yürümek (kısa ve şişman kimse, küçük çocuk hakk.).
toŋkoŋdo- baş aşağı kıç yukarı durumda bulunmak, domalmak (mes. bir iş
yaparken).
toŋkoy- eğik bir şekilde durmak.
toŋuraŋda- şişman, tombul çocuğun emekleme hareketi.
topoŋdo- kah eğilerek, kah doğrularak hızlı yürümek (küçük çocuk).
topoy- hafifçe yukarıya doğru çıkık durmak.
topulda- ayak sesi çıkarmak.
topur: topur-topur birçok ayak patırtısının taklidi.
topura- bir yığın veya küme halinde yürümek.
toroy- ayaklarını biçimsiz uzatarak yan yatmak (insan, hayvan hakk.).
tors: tors ettire çaptı ucu yuvarlak bir şeyle vurmak (her şeye).
tostoy- 1. kabarık, şişkin olmak; 2. genelde gözün aşırı çıkık olması (mes. guatr
hastalığından).
tosuray- kabarık, şişkin durmak.
toypoŋdo- neşeli ve canlı hareketlerde bulunmak.
115
tömpöy- kabarmak, şişmek (herhangi bir küçük nesne hakk.); bir şeyin tümsek
şeklinde bulunması.
tuayt tut şunu (köpeği kışkırtma).
tumuray- somurtmak, surat asmak, insanlardan kaçınır olmak.
tüntöy- sık ve karanlık olmak (orman hakk.); gölgeli olmak (bahçe hakk.).
türsül ayak patırtısı.
türsüldö- ayak patırtısı çıkarmak.
tüyröŋdö- dudak bükmek.
udurġu- (kütle, kalabalık hakk.) çırpınmak, üşüşmek, akın etmek.
uŋkulda- havlamak, ciyak ciyak bağırmak (köpek yavrusu hakk.).
uruy- kabarık durmak, içeriye doğru çıkık durmak, şişmek, kabarmak.
uu: uu-çuu hay huy, gürültü patırtı, arbede.
uula-: uulap-çuulap gürültü ve uğultu yaparak.
uulda-: uuldap-çuuldap yüksek sesle ağlayarak, hıçkırarak, endişe ile bağırarak.
üksöŋdö- 1. saçı sakalı birbirine karışmak; 2. mec. kızgınlık ve hırsla atılmak (uzun
saçlı erkek hakk.).
üksöy- sarkık durmak (herhangi bir lifli nesne hakk.); tüyleri, saçları karışık ve
kalkık durmak.
üldürö- kuvvetsiz, gevşek, aciz olmak.
ülpüldö- pamuk gibi yumuşak olmak.
ülüröy- melül melül bakmak (yorgunluk, nefret ve beğenmemekten dolayı).
üŋküldö- ağzını açmadan boğuk ses çıkarmak.
üŋüldö- boğuk ve hazin bir sesle ağlamak.
üŋüröy- 1. ağzı açık ve karanlık olmak (mes. mağara); 2. somurtmak (insan).
üpsüy- sivrilip durmak (kıllı ve saçları karmakarışık olan hakk.).
ürpöŋdö- horozlanmış, hiddetlenmiş görünüşte bulunmak (saçlar dik olmalıdır).
ürpüy- horozlanmak, hırslanmak, kızmak.
üşkür- iç çekmek.
üşkürün- iç çekmek.
ütüröŋdö- hırslanmak, dövüşe karışmak, kızgınlıkla üzerine atılmak.
ütüröy- 1. somurtmak; 2. miskin, nahoş kıyafette bulunmak.
üyörlön- şarıldamak, kaynamak (coşkun sel hakk.).
116
zaŋġıra- 1. yüksek ses çıkarmak; 2. azametli, heybetli olmak.
zaŋılda- çınlayan ve tiz ses çıkarma.
zaŋk: zaŋk et- tınlamak, çınlamak; apamdın ünü zaŋk etti annemin sesi net
duyuldu.
zaŋkay- göklere doğru yükselmek, gayet yüksek olmak.
zarılda- hızlı koşmak.
zer: zer uçur- fışkırmak (kuvvet, gayret hakk.).
zımıra- dosdoğru, aynı istikamette uçmak ya da koşmak, yürümek (araba, at, uçak).
zımırıl- kaçmaya başlamak, alabildiğine koşmak.
zıŋ: zıŋ et- çınlamak.
zıŋġıra- 1. kurularak ve yeknesak bir tarzda, yarım sesle bir hava tutturmak; 2.
çınlamak, tınlamak.
zıŋkılda- derli toplu bir şekilde yürümek.
zıŋkıy- sertleşmek, gayet sert ve pek olmak; düzenli, derli toplu olmak.
zıpılda- hareketin çabukluğunu ifade eden bir taklidî sözdür; hızlı gitmek.
zır: cürögüm zır dey tüştü, emçegim zır dey tüştü kötü bir şey olacağını hissettim.
zırılda- kötü bir şey olacağı hissinin sürekli olması.
zırkıra- 1. hızlı koşmak; 2. zonklamak, pek şiddetli ağrımak.
zırpılda-: cürök zırpıldayt kalp çarpıyor, kalp yerinden oynuyor.
ziŋkiy- yükselmek, göklere doğru çıkmak; katılaşmak, sertleşmek.
zirkilde- 1. titremek; 2. aşırı derecede hiddetlenmek, azgınlık yapmak, hiddet ve
gayretle hareket etmek.
zirkire- akmak, fışkırmak.
zolkoy- sağlam, endamlı ve yiğit kılıklı olmak.
zoŋkoŋdo- biçimsizce hareket etmek (kocaman nesne hakk.).
zoŋkoy- kocaman ve hantal olmak.
zoŋkulda- bağırmak, boğazı yırtılıncaya kadar haykırmak.
zuŋkuy- genelde bacakları uzun kimsenin yatış şekli; göklere doğru yükselmek;
yüksek bir tepe şeklinde yükselip durmak.
zuula- 1. havayı yarıp geçen bir ses çıkarmak; 2. mec. hızlı koşmak, koşturmak.
zuulda- 1. aşırı derecede hızlı koşturmak; 2. havayı yarıp geçen bir ses çıkarmak.
züŋküy- iri yarı ve kuvvetli kişinin omuzlarını öne düşürerek, öne doğru eğilerek
117
oturması.
Türkçede kısmen karşılığı bulunan taklidî sözler
bılkı: bılkı-bılkı 1. titreyen, dalgalanan, sallanan, cıvık cıvık (bataklık için); 2. bıngıl
bıngıl (kilolu kadın için).
bırk: bırk etip kayna- fokur fokur kaynamak.
bolk: bolk et- hoplamak (genelde yürek için); cürögü bolk ete tüştü: korkudan
yüreği hoplamak.
burulda- duman, tütün için buram buram yükselmek.
bücürö- 1. kamburlaşmak, bükülmek, bücürleşmek; 2. kendisinin eğilip bükülmesi.
cacılda- çen çen konuşmak.
celpin- silkinmek, çırpınmak.
çıcılda- cızıldamak, cızırdamak (mes. ateşe düşen yağ hakk.).
çıŋır- acı acı sesler çıkarmak, çığlık atmak.
çır çıtırtı, diyelim kaynayan yağ üzerine su döküldüğü zaman çıkan çıtırtıyı taklit.
çırılda- 1. cıvıldamak, yaygara etmek; 2. saatin çalması; saat çırıldadı saat çaldı.
çırkıra- çığlık atmak, bağırıp çağırmak, yaygara etmek.
çırpılda- cıvıldamak.
çırt çatırdamayı gösteren taklidî söz; üydö otundun çırt çırt etip küyüşünön başka
çıkkan ün bolbodu evde odunun çatır çatır yanışından başka ses yoktu.
çıyılda- çığlık atmak, feryat etmek, acı acı bağırmak.
çıypılda- cıvıldamak (küçük kuşlar hakk.).
çop şap, öpme sesini taklit.
çopulda- şaplamak, şapırdatmak (öperken).
çuula- çığlık koparmak.
çüçkür- aksırmak.
dirkire- 1. şiddetli bir akıntı (mes. kan, diril diril); 2. bir şeyden kaçmak (mes. üvey
babadan).
döödürö- dangır dungur konuşmak, saçmalamak.
güüldö- uğuldamak.
ışılda- ışkırmak (mes. yılanın ıslık çalması).
118
kakır- kansırmak (ağızlarda), balgam çıkarmak.
katkır- kahkaha atmak, yüksek sesle gülmek.
karç gıcırtı ve kıtırtıyı taklit; karç et- gıcırdamak.
katıra- kıtırdamak, kurumuş bir nesneyi ağızda çiğnerken çıkan ses.
kırç: kırç-kurç garç gurç, genelde makas sesi ya da yeni alınan bir çizmenin,
ayakkabının çıkardığı ses.
kıyçılda- gıcırdamak (genelde kapı için).
kirilde- hırıldamak, hırıltılı ses çıkarmak.
kirtilde- kıtırdamak.
koŋuruk horlama.
kuculda- çok insanın bir anda uğultuyla konuşması, uğuldamak.
kürkürö- 1. gürlemek, gürültü yapmak; 2. horuldanmak (domuz hakk.).
kürpüldö- gürlemek, ses çıkararak kaynamak, çağlamak (su için).
maġdıra- mayışmak, tam bir rahatlık içinde bulunmak, keyif çekmek, hoş bir
uyuşukluk hissetmek, bir parça uyuklamak.
mıçkı- mıncıklamak, (elle)sıkmak, (pençe ile) kapmak.
mılk bıngıl bıngıl (mes. şişman kişi hareket edince etlerinin sallanması).
mış pist.
mölüy- melül melül bakmak, yalvararak, rica ederek bakmak.
ökür- böğürmek, yaygara koparmak, acı acı ağlamak.
ökürük böğürme, bağırış, hıçkırma, acı acı ağlama (başlıca ölü bulunan yahut ölü
çıkan akrabanın evine yaklaşırken).
öŋgürö- 1. yüksek sesle böğürmek (mes. öküz); 2. feryat etmek, hüngürdemek
(genelde erkek için kalın sesle ağlama, hüngür hüngür ağlama).
patır: tatır-patır tüfek sesini taklit için kullanılan söz, takır takır.
soksokto- seke seke koşmak.
şabıra- hışırdamak.
şaldır: şaldır-küldür çıngırdayan, çıngırakları bulunan (mes. birkaç anahtar).
şarak şarp, ansızın meydana gelen hareket, çıkan ses; şarak dep tereze açıldı
pencere şarp diye (hışırtıyla) açıldı.
şarp şarp, şiddetli ve keskin vuruşu taklittir; şarp şarp et- şiddetle vurmak, çarpmak
(mes. dalga).
119
şarpılda- şiddetle vurmak, çarpmak (su hakk.); hışırdamak.
şılp: şılp et- bütün ağırlığıyla düşmek; ıslak bir yere, su birikintisine basmak.
şılpılda- şılp şılp gibi bir ses çıkarmak (mes. ayakkabı içine giren su).
şırıkta- şakırdamak.
şırtılda- hışırdamak.
şıtıra- hışırdamak (mes. yeni kağıt paranın çıkardığı ses).
şorkura- höpürdetmek, çorbayı, çayı höpürdeterek içmek.
şoruldat- höpürdetmek.
şurulda- şırıldamak, suyun dar bir yerden akmasından çıkan ses (mes. ark içinden).
şuudura- hışıldamak (mes. ağaç yapraklarının rüzgarda çıkardığı ses).
şuulda- hışıltı yapmak (rüzgar ve ağaçlar hakk.).
tıp: tıp ele otura kalasıŋ şıp diye oturuveriyorsun, yürüsene.
tapır: tapır tapır şiddetli ayak patırtısını taklit, patır patır.
tırılda- daha çok kesik olmayan, sürekli matkap sesi, tırrr.
tırsılda- tıkırdamak (mes. yağmurun cama vurması).
tıtala- tırmalamak.
tıtır: tıtır-patır veya tıtır-tatır veya tıtır-çatır çatırtı patırtı.
tıtıra- matkap gibi bir şeyin çıkardığı ses (tırrr).
tikireŋde- dik dik bakmak.
tikirey- dikilmek, dikilip durmak.
top: top etip tüştü pat diye düştü (yuvarlak bir şeyin düşmesi).
toypoŋ: toypoŋ-toypoŋ cügür- (çocuklar için) tıpış tıpış koşmak.
tüksüy- tüylü gözükmek, tüylü yüzlü olmak.
uŋşu- ulumak, hazin ve sürekli ses çıkarmak.
ürüldö- hırlamak, homurdanmak (mes. daha çok büyük köpek için).
Şekil farklı, anlam aynı olan taklidî sözler
bolukşu- mayışmak, gevşemek, tatlı bir rehavet duymak, rahatlamak.
kılda- tıklamak, tiz ve keskin ses çıkarmak, tıkırdamak (saat, telgraf vs. hakk.)
dıbıra- çiselemek, sepelemek, ince yağan yağmurun sesi.
düŋgürö- uğuldamak.
120
düŋk pat.
düp: düp düp pat pat, sert bir şey üzerine şiddetli vurmayı veya tüfekle ateş etme
sesini taklit.
dürüldö- girildemek (mes. motor).
kürt kıtırtıyı taklittir; kürt kürt kıtır kıtır.
kürtüldö- kıtırdamak.
lukulda- zonklamak (ağrı hakk.); caram lukuldap turat yaram zonkluyor.
samparla-: samparlap kar tüşüp turat lapa lapa kar yağıyor.
tozoŋ: tozoŋ-tozoŋ çaŋ çıġat buram buram toz yükseliyor.
töh vah (teessüf ifadesi için kullanılır).
türs: türs dey tüştü pat diye düştü.
üş derin ve ağır iç çekmek sesini taklittir, ah, of.
Şekil aynı, anlam farklı olan taklidî sözler
daŋkılda- iri yarı bir kimsenin, kimseye aldırmadan yaptığı hareketler ve söylediği
sözler (kültürsüz olduğunu anlatır).
dangırdamak kaba saba ve saçma sapan, yüksek sesle konuşmak.
mırıŋda- bir şeyden memnun olunmadığı zaman ağlamaklı konuşmak (mes. çocuk
darılınca).
mırıldanmak alçak sesle kendi kendine bir şeyler söylemek; alçak sesle şarkı
söylemek.
sölbürö- genelde giysi için vücuda uymaması, geniş ve uzun olması.
sölpümek 1. şişmanken zayıflamak; 2. pörsümek, gevşemek, uzamak, sarkmak
(giysi için).
şorulda- 1. ince bir şekilde dökülen sıvının çıkardığı ses (mes. borudan dökülen su);
2. çorba içerken çıkarılan ses..
şarıldamak bol bol akarak ses çıkarmak; dere şarıldıyor.
121
zoŋkulda- bağırmak, boğazı yırtılıncaya kadar haykırmak.
zonklamak aşırı derecede başı ağrımak.
Görüldüğü gibi bu tür sözler oldukça fazladır. Bunlardan en büyük grubu
Türkçede karşılığı bulunmayanlar oluşturur.
1. 3. 2. Gramatikal Farklılık ve Benzerlikler
Kırgızca ve Türkçe aynı dilin iki lehçesi olmaları itibarıyla şekil olarak da
aynı köke gitmektedir. Temelde benzer olan yapı bazı ayrıntılarda farklılaşmıştır.
Çeviri açısından önemli gördüğümüz bazı gramatikal farklılıklar şunlardır:
1. 3. 2. 1. Ekler
Türkiye Türkçesi ile Kırgız Türkçesi arasında ekler bakımından en önemli
farklardan biri şekil bakımından benzer, fakat görevleri tamamen veya kısmen farklı
yapı şekilleridir. Bunlara “yalancı eş değer yapılar” denir. Mesela Kırgız
Türkçesindeki “-ġan” eki Türkiye Türkçesinde -an/-en’i karşılamakla birlikte
(kelgen kişi gelen kişi, oturġan bala oturan çocuk), tamamen farklı şekillerde olan
-mış ve -dık eklerine de karşılık gelebilmektedir (casalġan iş yapılmış iş). Mesela
“men körgön kişi” (benim gördüğüm kişi), “men okuġan kitep” (benim okuduğum
kitap), “casalġan iş” (yapılmış/yapılan iş), “körülgön kino” (izlenmiş film) gibi.
Burada bağlam dikkate alınmalıdır. “-ġan” ve “-an”ın kullanım alanları örtüşmekle
birlikte diğerleri örtüşmezler.
Yine “-dır” eki şekil olarak her iki lehçede de aynı olmakla birlikte Türkçede
“kesinlik ve ihtimal”, Kırgızcada ise sadece “ihtimal, tahmin” bildirir. Kesinlik
anlamı yoktur. Mesela “balası balkim kelgendir” (çocuğu belki gelmiştir), “kolu
boşoboy cürgönü turadır” (elinin boşalmadığı doğru olabilir) gibi. Kırgız
Türkçesinde kesinlik anlamı bir işaretle, (-) ile verilir. Örneğin: “Asan – anın calġız
balası (Asan onun tek çocuğudur); “Dinar – bizdin Anglizçe muġalimibiz” (Dinar
bizim İngilizce öğretmenimizdir).
122
Kırgızcadaki “-kı,-ki,-ku,-kü/-ġı,-gi,- ġu,-gü” eki de Türkçedeki “-ki” ekiyle
her zaman örtüşmez. Mesela “küzgü kündör” ifadesini “güzünki günler” şeklinde
değil, “güz günleri” olarak çevirebiliriz. “keçeki tamak” “akşamki yemek” olarak
değil, “akşam yemeği” şeklinde çevrilmelidir. Yine “-mak/-mek” eki de ortak
eklerdendir. Ancak ek Türkçede mastar eki olarak kullanılırken, Kırgızcada hem
mastar olarak, hem de “sebep, niyet (-acaktı)” anlamında kullanılır. Mesela
“Ayseldin akçası bolso üy satıp almak” cümlesinin çevirisi “Aysel’in parası olsa ev
satın alacaktı” şeklindedir.
Kırgızca ile Türkçe arasında iyelik eklerinde çoğul ile saygı anlamının
verilişinde de farklılık bulunmaktadır. “-siz” eki Türkçede hem çoğul, hem saygı
ifade ederken, Kırgızcada sadece çoğul kişiye saygılı hitap edilmek istendiğinde
kullanılır. Çoğul kişiye normal hitap ise -sıŋar şeklinde, ikinci tekil şahıs ekine +lar
çoğul eki eklenerek yapılır. Normal çoğul şahıs, “sen”e “lar” çoğul eki eklenerek
verilir: sender. Çoğul şahsın saygı şekli ise “sizder” şeklindedir: “Sizder
universitetke barasızdarbı?” (Siz üniversiteye mi gidiyor sunuz?). “Sender
oorukanada işteysiŋerbi?” (Siz hastanede mi çalışıyorsunuz?).
Kırgızcadaki “-luu” eki ile Türkçedeki “-lı” eki eş anlamlıdır. Ancak her
yerde birbirini karşılamazlar. Mesela “Ankaralı” demek için “Ankara+luu” değil
“Ankara+lık” şekli, “şehirli misin” demek için “şaarluusuŋbu” değil, “şaardıksıŋbı”
şekli kullanılır. Pek çok sözde ise aynı anlamdadır: tuzduu (tuzlu), balaluu
(çocuklu), taştuu (taşlı), çaçtuu (saçlı), cıldızduu (yıldızlı).
Meslek yapan +çı eki Kırgızcada belli sayıdaki sözlere gelir; Türkçedeki gibi
her söze eklenemez: aydooçu (sürücü), malçı (hayvan sahibi, malcı), satuuçu (satıcı),
körüüçü (izleyici, seyirci), okuuçu (öğrenci) gibi. Bu ek Kırgızcada günümüzde
canlılığını yitirmiştir. Ekle yeni kelime yapılamamaktadır. Türkçede ise çok işlek bir
ek olup hâlâa yeni kelimeler türetilmektedir: bigisayarcı, muhasebeci, turizmci,
tatilci.
123
Kırgızcada Türkçede bulunmayan bazı ekler de kullanılmaktadır.Akrabalık
terimlerine eklenerek küçültme, nazlandırma anlamında isimler yapan +tay ve +ke
ekleri bunlardandır: aġatay, initay, aketay, eceke, atake, bayke. Yine aynı anlamda
isimler yapan +ek/+yek eki mevcuttur: koyonek, kırġıyek. Kırgızcada bazı
hayvanların yaşlarını bildiren +çar eki ve bazı ev hayvanlarının dişilerinin adlarını
bildiren +cın eki de yine Türkçede bulunmamaktadır: tekeçer (üç yaşındaki erkek
keçi), muzooçor (ayının yavrusu), dönölcün (dört yaşındaki inek), megelcin (dişi
domuz).122 “Gibi, benzer” anlamında sıfatlar yapan +day eki yine Türkçede
kullanılmayan eklerden biridir: mendey (benim gibi), baladay (çocuk gibi), kanday
kızıl (kan gibi kırmızı), kalemdey kaş (kalem gibi kaş). Türkçede bulunmayan
eklerden bazıları da kişinin bir şeyle örtülü olduğunu, donandığını bildiren sıfatlar
yapan +çan eki ile kişinin bir işe yatkınlık derecesini gösteren +çaak ekleridir:
nayzaçan asker (mızraklı asker), ötükçön kişi (çizmeli kişi), unutçaak ayal (unutkan
kadın), adamçaak bala (insancıl çocuk).123 Kırgızcada Türkçeden farklı olarak renk
isimlerine gelerek bunların azlığını, yetersizliğini bildiren sıfatlar yapan ekler de
kullanılmaktadır. Bunlardan +ġıl sadece üç isme eklenir: sarġıl, kızġıl, kirgil. +ġılt:
sarġılt, kögült, surġult. +ġıltım eki “kara” ve “caşıl” sözlerine gelmez: akkıltım,
kızġıltım, kögültüm. +ılcım eki “kızıl” ve “caşıl” sözlerine gelmez: aġılcım,
karalcım, aġılcım, kögülcüm. ıltır eki sadece “ak” ve “kök” sözlerine gelir: aġıltır,
kögültür. +ış eki “ak” ve “kök” sözlerine gelir: aġış, kögüş. +ġıç eki sadece “sarı”ya
gelir: sarġıç. +omuk eki sadece “boz”a gelir: bozomuk. +çıl: sarıçıl, kökçül.124
Arapça ve Farsçadan geçen “+ker, +man, +keç, +köy, +kana, +poz, +dar,
+kor, +ger, +zar” gibi eklerde de anlam ve kullanım farkları bulunmaktadır. Ayrıca
bu ekler Kırgızcada çok ileri olan ünlü uyumuna da uymazlar. Bu ekler Kırgızcada
Türkçeden daha işlektir ve pek çok Kırgızca söze de eklenmişlerdir.
Kırgızcada “man, ker, keç, köy, kor, dar, ger” ekleriyle kullanılan çoğu söz
Türkçede, birkaç kelimede +man ve +dar ekleri dışında Türkçe ekler olan +cı ve +lı
122 Kırġız Adabiy Tilinin Ġrammatikası, Kırġız İlimder Akademiyası, Til cana Adabiyat İnstitutu, İlim Basması, Frunze, 1980, s. 152. 123 age., s. 226. 124 age., s. 231.
124
ile karşılanmıştır: danışman F. 1. ilim ve irfan sahibi; 2. danışman; kaarman F.
kahraman; kaçarman Kırg.-F. kaçmayı düşünen, kaçmayı kendine gaye edinen;
kadırman Ar.- F. eski ahbap, kadir bilen; önörman F. sanatkâr; şatman F.
sevinmiş, şadman, şen; meerban F. mihriban, merhametli, nezaketli, halim; arakkor
Kırg.-F. ayyaş; parakor F. rüşvet yiyen, rüşvetçi; bitkor Kırg.-F. bitli; bozokor,
bozoçu Kırg.-F. boza içen; calakor Kırg.-F. iftiracı, iftiraya, müzevirliğe yatkın
olan; cazanakor Ar.-F. para cezası ödemeye mecbur olan; çaykor, çayçıl F. çay
içmeyi seven, çay tiryakisi, çaycı; düynökor Ar.-F. dünya malına düşkün olan;
esepkor, esepçil Ar.-F. hesaplı, hasis, cimri; ızakor Ar.-F. alıngan, çabuk kızan,
öfkeli; kamkor Ar.-F. ihtimamlı, hamî, vasi; keŋeşkor Kırg.-F. nasihatçı, kendisine
akıl danışılan kişi; kepkor F. konuşmayı seven, konuşkan; malkor Kırg.-F.
hayvanları seven; sütkor Ar.-F. tefeci, faiz alan; şıldıŋkor Kırg.-F. alaycı, şakacı,
güldürücü şeyler söyleyen; ümütkör F. ümitli, ümit eden; zıyankor, zıyankeç F.
muzır, zarar veren, fesat; arakkeç Kırg.-F. ayyaş; asilkeç F. 1. latifeci, alaycı, şen
şakrak; 2. dost, ahbap; paydakeç Ar.-F. fayda peşinde koşan, yalnız menfaatini
düşünen, tamahkâr, haris; cüyökeç, cüyöker Kırg.-F. hazırcevap, anlayışlı; kadırkeç
Ar.-F. eski ahbap, kadir bilen; meenetkeç Ar.-F. emekçi, emeğiyle geçinen;
pıyankeç R.-F. ayyaş; töökeç Kırg.-F. deveci, deve ile yük taşıyan; azadar Ar.-F.
kederli, tasalı; bardar F. varlıklı, hali vakti yerinde olan; buradar F. dost; candar F.
canlı, diri varlık; caradar, caraluu Kırg.-F. yaralı; kabardar Ar.-F. haberdar;
karızdar Ar.-F. borçlu; kiripter F. giriftar (olmak); kulaktar Kırg.-F. dinleyen,
kulak veren; kuştar F. aşık, müptela, vurgun; sanaadar Kırg.-F. kederlenmiş olan,
kaygılı olan; tacıdar F. taç giymiş olan; taraptar Ar.-F. taraftar; ayıpker Ar.-F.
suçlu, cani; coopker Ar.-F. mesul, dava edilen; cumuşker F. ırgat, işçi; daneker F.
1. bir çeşit tutkal, 2. mec. barıştırıcı; işker Kırg.-F. faal, gayretli, çalışkan; kayratker
Ar.-F. gayretkeş, çabuk heyecana kapılan; kayrıker Ar.-F. iyi kalpli, hayırsever;
kılıçker Kırg.-F. kılıçlı, kılıçla silahlanmış olan; kılmışker Kırg.-F. cani, cinayet
işlemiş olan; kızmatker Ar.-F. hizmetçi, hademe, müstahdem; mildetker Ar.-F.
mesul, mesuliyetli; misker F. 1. bakırcı; 2. çilingir; sıpayıker F. nezaketli, zarif,
nazik, terbiyeli; soopker Ar.-F. sevaplı iş yapan, bu gibi bir işe sebep olan; tabışker
Kırg.-F. iyi kazanan, kazanmasını bilen; talapker Ar.-F. arzu eden, temayül eden,
talip olan; zayapker F. koşu atlarına idman yaptırma uzmanı, jokey; adamgerçilik
125
Ar.-F.-Kırg. insanlık, insaniyet; caanger, caangir F. cihangir, dünyayı zapteden;
doboger Ar.-F. davacı; soodager F. tüccar, tacir; namazköy F. namaza devam eden;
amalköy Ar.-F. hilebaz, kurnaz; tamaşaköy Ar.-F. şen, latifeci kimse.
+kana ekinin anlamı her iki lehçede de aynıdır fakat ek Kırgızcada Türkçeden
daha işlektir. Günümüzde de ekle pek çok kelime yapılabilmektedir: aşkana Kırg.-
F. mutfak; lokanta; atkana Kırg.-F. at ahırı; catakkana Kırg.-F. yatakhane,
geceleyecek yer, konak, mesken; çaykana F. çayhane, çay evi; çöpkana Kırg.-F.
kuru ot ambarı; darıkana F. eczane; elçikana Kırg.-F. elçilik, sefarethane; işkana
Kırg.-F. imalâthane, atölye; kitepkana Ar.-F. kütüphane; kömürkana Kırg.-F. ateşçi
yeri, ocak dairesi; meymankana F. misafirhane, misafir odası; oorukana Kırg.-F.
hastane; surakkana Kırg.-F. mahkeme, sorgu yeri; ustakana F. atölye; tookkana
kümes; uykana inek bakılan yer, ahır.
+poz eki Türkçede bir tek “kumarbaz” dışında bulunmazken, Kırgızcada daha
çok kullanılmaktadır: aşpoz, aşpos Kırg.-F. aşçı; ilimpoz Kırg.-F. âlim, ilim adamı;
kumarpoz Ar.-F. kumarbaz; oyunpoz Kırg.-F. oynak, şakacı, neşeli insan; önörpoz
F. el işleriyle meşgul olan usta; katınpoz Kırg.-F. çapkın.
+zar eki Türkçede eskiden kullanılırken, günümüzde birkaç söz dışında
kullanılmamaktadır: lalezar lale yetiştirilen yer, lale bahçesi, gülizar gül bahçesi,
intizar 1. bekleme, gözleme; 2. ilenme, beddua. Ek Kırgızcada da fazla işlek değildir:
ışkızar aşık; örükzar eriklik; gülzar gül bahçesi; cüzümzar üzüm bahçesi; ıntızar
intizar, bir şeye çok ilgi duymak.
Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında hal eklerinin kullanımı
açısından da fark vardır. Mesela “bakmak” fiili Kırgızcada belirtme (sorusu kimdi),
Türkçede ise yönelme hal ekini alır (sorusu kime): balanı bak- çocuğa bakmak, ata-
eneni bak- ana babaya bakmak. “kıyamamak” fiili Kırgızcada belirtme (sorusu
kimdi), Türkçede ise yönelme hal ekini gerektirir (sorusu kime): seni kıybay turam
sana kıyamıyorum, kızımdı kıybay turam kızıma kıyamıyorum. Yine “evlenmek”
fiili Türkçede vasıta hal eki alırken (sorusu kiminle), Kırgızcada yönelme hal ekini
126
(sorusu kimge) alır: Anın kızına üylöndü onun kızıyla evlendi. “Boyuna kadar
günaha batmak” deyimi Türkçede yönelme hal eki alırken, Kırgızcada “tizemden
künöögö battım” şeklinde ayrılma hal eki alır. “ıslanmak” fiili Türkçede ayrılma,
Kırgızcada ise yönelme hal ekini alır: Köz caşıma suulanğan göz yaşımdan ıslanan.
Türkçede “nerede gördün?” şekline karşılık Kırgızcada “nereden gördün?” şekli
kullanılır.
“Aa, kuday, uşu tırmaktay nemebizge ömür beregör… Bel baylar soyulday
cigitteribiz alda kayda: curtta kalġanday ele aŋkıldap kalbadıkpı…”125
Cümleler şöyle çevrilmiş: “Daha bu yaşta gece gündüz çalışmaktan canı
çıkan bu çocuğu yiğit diyorsunuz ha! Bizim yiğitlerin, o sevgili evlatlarımızın nerede
olduğunu Allah bilir. Şimdi evlerimiz terkedilmiş bir oba gibi ıssız kaldı.”
Burada “çocuk” sözüne yönelme hal eki getirilmesi gerekirken belirtme hal
eki kullanılmıştır. Oysa cümlenin aslında da yönelme hal eki bulunmaktadır.
Kırgızca ile Türkçe arasında iyelik eklerinin kullanımı açısından da fark
vardır. Mesela “bere tuġran kişim bar”126 cümlesinde birinci şahıs iyelik eki “kişi”
sözüne gelirken Türkçede fiile gelir: “Vereceğim kişi var.” Türkçede iyelik eki iki
kere kullanılabilirken Kırgızcada iki kelimeden de düşürülebilir. Mesela “men
okuġan kitep” (benim okuduğum kitap), “men bilbegen sözdör” (benim bilmediğim
sözler), “al bere turġan coop” (onun vereceği cevap) cümlelerinde Kırgızcada iyelik
eki hiç kullanılmazken, Türkçede hem şahıs zamirine, hem de fiile gelmiştir.
“Irday ber, Camiyla, kulak sende! –dep koydu”127 cümlenin çevirisi “söyle
Cemile söyle, can kulağımla dinliyorum seni”128 şeklinde yapılmıştır. Burada “kulak
sende” ifadesinde “kulak” sözü ek almazken, Türkçede “kulağım sende” şeklinde
125 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 199. 126 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 436. 127 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 222. 128 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 41.
127
birinci şahıs iyelik eki almaktadır. Çeviri tamamen farklı sözlerle yapıldığı için bunu
göremiyoruz. Ancak doğru şekilde bir çeviri şöyledir: “Söylemeye devam et, Cemile,
kulağım sende, deyiverdi.”
“Camiyla, Camiyla! –dep, caş balaça şoloktop, men özümdün eŋ cakın
körgön kımbattuu kişilerim menen koştoşup cattım.”129
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Hıçkıra hıçkıra bağırıyordum:
-Cemileee, Cemilee!... Bana en yakın ve en sevdiğim insanlardan ayrılmıştım.”130
Görüldüğü gibi “eŋ cakın körgön kımbattuu kişilerim” ifadesi “en sevdiğim
insanlar” şeklinde çevrilmiş, Kırgızcada iyelik eki isme gelirken, Türkçede fiile
gelmiştir. Çevirinin doğru şekli: “Cemilee, Cemilee, diye küçük bir çocuk gibi
hıçkırıp kendime en yakın gördüğüm değerli insanlarla vedalaştım.”
1. 3. 2. 2. Alıntı Yapı ve Kurallar
Türkiye Türkçesi ve Kırgız Türkçesi Arapça ve Farsçadan terkip ve kurallar
da almış ve bunlarda da bazı ses değişiklikleri yapmıştır. Fakat bunlardan bazıları her
iki lehçeye de girerken, bazıları sadece birine girmiş ya da her ikisine de giren
yapılar anlam ve görev bakımından farklılaşmıştır.
Arapçadan Geçen Kurallar
Arapça tamlamaların sırası Türkçedekinin tam tersidir. Yani tamlanan önce,
tamlayan sonra gelir. Ayrıca birinci kelime ikinci kelimeye bağlanırken sonuna bir
vokal alır. İkinci kelime de başına çok defa “l” sesini, bazen de kendi başındaki
konsonantın aynısını alır. Mesela: dâr-ül-fünun (fenler evi), emîr-ü-l-müminîn
(müminlerin emiri), Abd-u-l-lah (Allah’ın kulu), hıfz-u-s-sıhha gibi. Türkçede bugün
bu terkiplerin dilde kalanları tek kelime gibi bitişik yazılırlar: beynelmilel, fevkalâde,
129 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 247. 130 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 64.
128
dârülaceze gibi. Kırgız Türkçesinde bu tür tamlamalar sadece Arapçadan geçen özel
adlarda görülür. Bunlar da büyük ölçüde ses uyumuna tâbi tutulmuşlar ve aradaki /l/
sesi de düşürülmüştür: Abdıkadır, Abdılda, Abdumalik, Abdırakman, Abdıraşit gibi.
Türkiye Türkçesindeki Arapça kelimelerde bazen -an, -en eki görülür ve
“göre, olarak” anlamını verir: şahsen (şahıs olarak), nazaran (göre), nisbeten (nisbet
olarak), kısmen (kısmî olarak), usulen (usul olarak), aynen (aynı olarak). Kırgız
Türkçesine bu ek alınmamıştır.
Arapçadan alınan bir kural da aitlik î’sidir: manevî, askerî, insanî, keyfî,
umumî, coğrafî, maddî, hissî vb. Bugün Türkçede aitlik î’si ilave bir ek şeklinde
değil, kelime ile beraber girmiş gibi kullanılmaktadır. Aitlik î’si Kırgız Türkçesine de
geçmiş fakat -iy ses gurubuna dönüşmüş yani ses türemesi meydana gelmiştir:
madaniy, sayasiy, adabiy, diniy, aklakiy, ukukiy, ilimiy, askeriy.
Türkiye Türkçesine Arapça çokluk ekleri de girmiştir. Bunlar -în, -un ve -ât
ekleridir: memurîn, muallimîn, müslimîn, hayvânât, inşâât. Bunlardan bilhassa -ât
eki çoktur ve son zamanlarda “o sahanın ilmi” manasına da kullanılmıştır: Türkiyât
(Türkoloji), Halkıyât (Folklor), Ruhiyât (Psikoloji), Nebatât (Botanik). Türkiye
Türkçesine ikili çokluk eki -eyn de girmiştir: lügateyn (iki lügat), ebeveyn (ana
baba). Kırgız Türkçesinde bunlardan -at çokluk ekine rastlanır: ruhaniyat (ruhlar),
aybanat (hayvanlar), madaniyat (medeniyet), adabiyat (edebiyat).
Bunların dışında Arapçadan her iki lehçeye bazı ön ekler de geçmiştir:
beyadep (edepsiz), beybak (bahtsız), beycoop (bîcevap, cevapsız), beydaarat
(taharetsiz), beydarman (bîderman, dermansız), beyesep (bîhesap, hesapsız), beyġam,
beykam (bîgam, gamsız), beyıyman (imansız), beykabar, beykapar (bîhaber,
habersiz), beykünöö (bîgünah, günahsız), beymana (mânâsız), beynamaz (beynamaz,
namaz kılmayan), beyopa, beyvapa, oopasız (vefasız), beytarap (bîtaraf, tarafsız). Ek
Türkiye Türkçesinde bir kelimede bey- (beynamaz), diğerlerinde bî- olarak
görülürken, Kırgız Türkçesinde daima bey- olarak görülmektedir.
129
Farsçadan Geçen Kurallar
Türkiye Türkçesine Farsça terkipler daha fazla girmiştir. Farsçada da
tamlamalarda sıra Türkçedekinin tam tersidir: çeşm-i siyah, dil-i Mecnun
(Mecnun’un gönlü) gibi. Birinci kelime ikinci kelimeye bir “i” ile bağlanır. Buna
terkip “i”si denir. Terkip “i”si Türkçede vokal uyumuna uydurularak “ı,u,ü” de
olabilmiştir: su-i zan, Servet-i fünun, lâf-ı güzaf, heyet-i umumiye, hüsn-ü niyet,
harc-ı râh, kuy-i yâr. Türkiye Türkçesinde terkipler atılmıştır. Günlük dilde kalanlar
ise artık tek kelime muamelesi görmüş, hatta tek kelime gibi bitişik yazılmıştır:
izzetinefis, suistimal, suikast, nazarı dikkat, mevzubahis gibi. Kırgız Türkçesine
Farsça tamlama alınmamıştır.
Türkiye Türkçesine Farsçadan -ân çokluk eki de girmiştir: dilberân
(dilberler), merdân (insanlar), çeşmân (gözler) mehteran (mehterler). Kırgız
Türkçesinde bu ek de bulunmamaktadır.
Farsçadan her iki lehçeye geçen bir başka ek, olumsuzluk ön eki ‘na’dır.
Ancak Kırgızcada ekin ünlüsü uzamıştır: Kırgızca: naatuura (doğru değil), naarazı
(narazı, memnuniyetsizlik), naalat (lanet), naadan (nadan, cahil, bilgisiz), naaçar
(naçar, çaresiz). Türkçe: namüsait, naçizane (çok küçük, önemsiz), nadan (bilgisiz,
cahil), nadide (az görülür, seyrek görülen, çok değerli), nafile (yararsız, boşa giden,
boş), nahak (haksız, gereksiz, boşuna), nahif (çelimsiz, zayıf, cılız), nahoş (hoş
olmayan, kötü, çirkin), nakıs (eksik, tam olmayan, bitmemiş, noksan), naçar
(çaresiz).
Türkiye Türkçesine geçen ve özellikle çok kullanılan Farsça bağlama edatı
“u,ü” çoğunlukla nisbet î’si ile karıştırılır. Habuki bu, ek değil, ayrı bir kelimedir ve
ayrı yazılmalıdır: zevk ü sefa, fakr ü zaruret gibi. Kırgız Türkçesine bu edat
alınmamıştır.
130
1. 3. 2. 3. Fiiller
Kırgızcada fiillerin kullanımı da farklılık arz etmektedir. Yardımcı fiiller
Kırgızcanın en büyük özelliklerinden biridir. Her yardımcı fiil ana fiile yan anlamlar
kattığı gibi, birlikte kullanıldığı zarf-fiil ekine göre de bu yan anlam değişmektedir.
Ana fiile eklenen -ıp ve -a zarf fiil ekleri anlamda büyük farklar yaratır. Mesela
bara ber gitmeye devam et, barıp ber benim için git, anlamlarına gelir. “ber-”
yardımcı fiili işin başkası için yapıldığını, “al-” yardımcı fiili ise işin kendisi için
yapıldığını anlatır. Bu yardımcı fiillerin ana fiile kattığı yan anlamların yeterince
bilinmemesi anlam kaybına ve hatalarına yol açmaktadır.
Kırgız Türkçesi yardımcı fiiller bakımından oldukça zengindir. Türkçede ise
fazla kullanılmaz. Kırgız Türkçesinde dört fiil bile yan yana gelebilirken, Türkiye
Türkçesinde bu, bir fiille ifade edilebilir, ancak bu durumda kastedilen anlam tam
aktarılamayabilir. Mesela “çurkap barıp alıp kele koydu” (koşarak gidip getiriverdi)
cümlesinde beş fiil yan yana gelmiştir. koy- yardımcı fiili cümleye “işi başkası için
yapmak” anlamını katmıştır. Türkçede bu anlam “ver-” yardımcı fiiliyle verilebilir.
Türkçede ver- yardımcı fiili öncelikle ana fiile çabukluk anlamı katmakla birlikte,
daha çok ağızlarda olmak üzere işin başkası için yapıldığını da anlatır. Bir başka
örnek “katıp ala koyġondoy boldu” [(bana) çabucak gizlemiş gibi geldi] cümlesidir.
Burada da dört fiil biraraya gelmiştir. Yine “saġa coluġa albay kaldım” cümlesindeki
“coluk-, al- ve kal-” fiilleri Türkiye Türkçesinde “seninle buluşamadım” şeklinde bir
tek fiille ifade edilmektedir. Ancak burada kal- yardımcı fiilinin cümleye kattığı bir
yan anlam daha vardır ki bu da “maalesef, ne yazık ki” anlamıdır. Bu anlam Türkiye
Türkçesinde fiille verilemeyeceğinden, bu kelimelerden birinin kullanılması anlamın
tam olarak aktarılmasını sağlayacaktır. Bu durumda cümle “maalesef seninle
buluşamadım” şekinde çevrilmelidir.
“Uşu caġın colġo koyo albay catabız”131 cümlesindeki cat- yardımcı fiili işin
şu anda olmakta olduğunu bildirir. alba- yardımcı fiili ise olumsuz yeterlilik anlamını
vermektedir: “(İşin) bu tarafını yola koyamıyoruz”.
131 age., s. 331.
131
Bazen de anlam olumlu iken fiil olumsuz şekilde kullanılır. Mesela “…
kançalık kıynalsa da, een-erkin cerdekidey elpek kıymıldap, caydarı külüp, çın ele
közgö körünböy koyboyt eken.”132 Cümlenin Türkçe karşılığı şöyledir: “Ne kadar
zorluk çekse de sanki kısıtlanmayan bir çevredeki gibi hızlı hareket edip neşeyle
gülerek gerçekten de göze batıyordu.” Burada “körünböy koyboyt eken” fiilinin
kelime çevirisi “göze görünmeden kalmazdı” şeklindedir. Fakat verilmek istenen
“mutlaka göze batardı” anlamıdır.
1. 3. 3. Sentaktik Farklılık ve Benzerlikler
Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesinin cümle yapıları temelde aynıdır.
Cümle yapısı özne+tümleç+yüklem sırasını izlemektedir:
“Al künü biz ayılġa kündögüdön erte kayttık.”133
“O gün biz köye her günkünden daha erken döndük.”
Bununla birlikte bazı farklar da bulunmaktadır. Yapı bakımından yanlış
aktarılan cümleler de anlamca da bozuk veya yanlış olmaktadır. Bu farklılık özellikle
alınma bağlaçların yer aldığı cümlelerde görülür. Mesela “ġana” (sadece, yalnız)
bağlacı Türkçede başa geçer: “Bügün maġa tün içinde iştegen coldoştorum ġana
kelişti” (bugün bana sadece geceleri çalışan arkadaşlarım geldiler).
Kırgızcanın “…da, …da” kalıbı Türkçede “hem…, hem…”e karşılık gelir ve
“hem”ler başa geçer: “Telefondo apamdın ünün ukkanda süyündüm da, kapalandım
da” (telefonda annemin sesini duyunca hem sevindim, hem üzüldüm).
“Sayın (her, -dıkça)” bağlacı da Türkçede öne geçer: “Al süylögön sayın men
ötö tolkundanıp catam” (o her konuştuğunda ben çok heyecanlanıyorum ya da o
konuştukça ben çok heyecanlanıyorum).
132 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 216. 133 age., s. 237.
132
Türkçedeki “ki”li cümlelerin Kırgızcadaki yapısı tamamen farklıdır. Kırgız
Türkçesinde “ki” bağlacı bulunmamaktadır. Türkçedeki “ki” bağlacına bağlı sözler
Kırgızcada sona geçer. Mesela “açıkça görüyoruz ki, bu yüzyıl milliyetçilik
dönemidir”134 cümlesi Kırgızcada şu şekli alır: “Bul kılımdın ulutçulduk dooru
ekenin anık körüp turabız.” “Uluttardın önükkön ce artta kalġan boluşu buġa
baylanıştuu bolboy turġanı bir çındık” cümlesi Türkçede “gerçek şudur ki,
ulusların gelişmiş ya da geri kalmış oluşları buna bağlanamaz”135 şeklini alır.
Bazı cümleler Türkçeye aktarılırken sözlerin cümle içindeki yerlerinin
değişmesi gerekmekte, aynı sırada alınması anlam hatalarına ya da anlatım
bozukluğuna yol açmaktadır: “Daniyar daġı köpkö çeyin obon salıp ırdap keldi.”136
Bu cümledeki “daġı” sözünün cümledeki yeri Türkiye Türkçesine aktarıldığında
değişmektedir: “Danyar uzun süre daha türkü söyledi.”
Cümle yapısı açısından dikkat edilmesi gereken bir husus da soru ekinin
yazılışıyla ilgilidir. Kırgızcada soru eki mutlaka cümlenin sonuna gelir. Oysa
Türkçede vurgulanmak istenen noktaya göre soru ekinin cümledeki yeri değişebilir.
Mesela karılıkka baş koyduŋuzbu?137 cümlesi “kocamaya başladınız mı?” şeklinde
çevrilmiştir. Bu şekilde, vurgu “başlamak” sözüne aittir. Oysa asıl vurgulanmak
istenen “kocamak, yaşlanmak” konusudur. O nedenle burada soru eki ilk kelimeye
gelmelidir: “kocamaya mı başladınız?”
Kırgızca ile Türkçe arasında cümlede eylemin oluşu ve sonucunun veriliş
sırası bakımından da farklılık bulunmaktadır. Kırgızcada önce işin sonucu verilip iş
daha sonra verilebilirken, Türkçede olaylar oluş sırasına göre sıralanmaktadır.
Mesela “Manastın başın cölöp, bir suluu kız olturat”138 cümlesi “Manasın başını
dilber tutup oturuyor” şeklinde aktarılmıştır. Cümle kelime sırasına göre aktarılacak
olursa “Manas’ın başını destekleyip, bir güzel kız oturuyor” şekli elde edilir. Bu yapı
134 Gökalp, Ziya, Eserlerinden Seçmeler, Mopa Kültür Yayınları, İst., 1992, s. 39. 135 age., s. 61. 136 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 225. 137 age., s. 94. 138 age., s. 226.
133
Türkçeye uymaz. O nedenle çeviri “güzel bir kız Manas’ın başını tutarak oturuyor”
şeklinde yapılmalıdır. Sonucun önce verildiği bir başka Kırgızca cümle şöyledir:
“Too koynundaġı alıskı kolhozdordon egindi ögüz, eşekke artıp, aydap kelatışkan
baldar menen katındardın condoru tuzduu şor, çaŋ baskan betteri kapkara bolup
küygön.”139 Cümlede çocuklarla kadınların yüzleri için “kapkara olup yanmıştı”
deniyor. Türkçeye ise “yanıp kapkara olmuştu” şeklinde çevrilmesi gerekir:
“Dağların eteklerindeki uzak kolhozlardan (çiftliklerden) ekinleri öküze, eşeğe
yükleyerek gelen çocuklarla kadınların sırtlarının terinin tuzu kurumuş, toz kaplayan
yüzleri yanıp kapkara olmuştu.”
Kırgızca ile Türkçe arasında cümlede olumsuzluğun verilişi de farklılık arz
etmektedir. “ne... ne...” kalıbındaki cümlelerde olumsuzluk anlamı Türkiye
Türkçesinde “ne... ne...” ile verilip fiil olusuzluk eki almazken, Kırgız Türkçesinde,
bu kalıp çok nadir kullanılıyor olmakla birlikte “ne... ne...” ile beraber fiilin
olumsuzluğu da korunur. “ne” burada sadece bağlaç görevindedir; olumsuzluk
anlamını üstlenmez: “Ne kızına, ne uuluna cardam kıla alġan cok.” Cümlenin aslında
fiil “yardım edemedi” şeklinde iken Türkçeye aktarımı, “ne kızına, ne oğluna yardım
edebildi” şeklini alır.
Kırgız Türkçesinde bazı cümlelerde özne cümle ortasında yer alabilirken, bu
yapı Türkçeye çoğunlukla uygun gelmemektedir. Türkçede bu tür cümlelerde özne
genellikle başa alınır: “Ceŋil serpilip Volġa zıpılday cönöldü.”140 Cümle “onların
Volga arabası da gittikçe hızlandı”141 şeklinde çevrilmiştir. Cümlenin öznesi “volga”
sözüdür ve başa alınması gerekir: “Volga (araba) kolayca hareket edip hızla
yöneldi.”
Kırgız Türkçesinde zarf fiil eki -p, -ıp ile çok uzun cümleler yapılabilirken,
Türkiye Türkçesinde bu yapı kullanılmaz. Böyle cümleler ikiye veya üçe bölünür ya
da birbirine -ıp + -arak eki kullanılarak bağlanırsa Türkiye Türkçesi cümle yapısına
139 age, s. 213. 140 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 430. 141 Aytmatov, Cengiz, Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst. 2000, s. 11.
134
daha uygun bir şekil elde edilmiş olur. Mesela şu cümleye bakalım: “Tamdın uçun
kamçı menen bir tartıp, saamayları serbeŋdep, kiçinekey koldoru menen epildete
tezek cayıp, maġa kubanıçtuu cılmayġan karındaşıma ança dele nazar salbay, daliste
turġan çoyun kumġandı eŋkeyte şaşpay kolumdu cuup, koltuġuma aarçıdım da,
daroo üygö kirerim menen adegende çoŋ kese ayrandı cutup ciberip, ekinçisin
terezenin tübünö alıp barıp, nan tuurap cedim.”142
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Avluda, minik elleriyle pat pat tezek
yapan küçük kız kardeşimin gülümsemesine karşılık vermeden, çalımlı çalımlı
sundurmanın yanına gittim. Orada çömelip testiden su dökerek yavaş yavaş ellerimi
yıkadım. Sonra odaya girdim, bir tas ayran içtim. Tasa yine ayran doldurarak pencere
kenarına koydum ve içine ekmek doğramaya başladım.”143
Görüldüğü gibi bir cümle dörde bölünmüş, fakat çeviride bazı anlam hataları
yapılmıştır. Cümlenin doğru çevirisi şöyle olmalıdır: “Duvarın köşesine kamçı ile bir
kez vurup geçtim. Perçemleri uçuşan, küçücük elleriyle beceriyle tezek yapan ve
bana kıvançla gülümseyen kız kardeşime pek aldırmadan koridorda duran demir
ibriği eğerek yavaş yavaş ellerimi yıkayıp koltuk altıma sildim. Eve girer girmez bir
çırpıda koca bir kâse ayranı içtim. İkincisini de pencerenin yanına götürüp içine
ekmek doğrayarak yedim.” Görüldüğü gibi -ıp zarf-fiil ekiyle verilmiş uzun bir
cümle ancak dörde bölünerek verildiğinde amacına uygun ve anlaşılır olabildi.
1. 3. 4. Noktalama ve İmlâdaki Farklılık ve Benzerlikler
1. 3. 4. 1. Noktalama İşaretleri
Noktalama işaretleri her dilde aynı olmakla birlikte bunların kullanım
şekilleri bazen farklılık gösterebilmektedir. Mesela Türkçede “ve” bağlacından önce
veya sonra virgül kullanılmazken, İngilizcede “ve” (and)’den önce virgül
kullanılmaktadır. Noktalama işaretleri anlamın doğru aktarılabilmesi açısından
142 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 199. 143 Aytmatov, C., Cemile – Sultan Murat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 13.
135
büyük öneme sahiptir. Öyle ki bir virgülün yerinin değişmesi veya olup olmaması
anlamı tamamen değiştirebilmektedir. Kırgızca ile Türkçede kesme işareti (’) hariç,
aynı noktalama işaretleri kullanılmaktadır. Bunların çoğunun kullanımı aynı olmakla
birlikte bazıları, kullanıldığı yer ve kullanılış şekilleri bakımından farklılık
göstermektedir.
Uzun Çizgi (S): Kırgızca ile Türkçe arasında noktalama işaretlerindeki en
önemli farklardan biri uzun çizginin kullanımında görülmektedir. Kırgızcada uzun
çizgi satır başına alınan konuşmaları göstermek ve yazarın sözüyle kahramanın
konuşmalarını ayırmak için kullanılır. Türkçede ise sadece satır başına alınan
konuşmaları göstermek için kullanılır. Yazarın sözüyle kahramanın konuşmalarını
ayırmak için Türkçede virgül kullanılır. Konuşmalar tırnak içinde verildiğinde ise her
iki lehçede de uzun çizgi veya virgül kullanılmaz. Mesela:
“j Uŋkur tolġon uyum bar, munu bereyin (Mağara dolusu ineğim var. Bunu
vereyim).
j Ay kak baş, sen ölgöndön kiyin meniki emey kimdiki? (Hey moruk, sen
öldükten sonra zaten benim değil mi?)”144
“Atabız bul taptı, ekööŋ tappadıŋ, j dep, j bizdi caman köröt” dep akıldaşıp,
inisin öltürüp, kızın, kuşun cana atın alıp kete berişet.145 (“Babamız bu buluşu, ikiniz
bulmadınız, diye bizden nefret ediyor” diye düşünüp kardeşlerini öldürerek kızını,
kuşunu ve atını alıp giderler).
“Ali bey aynı sertlikle sordu:
j Arabadaki kadın bir akrabanız olsaydı, aynı biçimde takılınmasına ses
çıkarmaz mıydınız?
j Demek sizin akrabanız bu kadın?”146
144 Kırġız El Comoktoru, Kırġız SSR İlimder akademiyası til cana adabiyat institutu, mektep basması, Frunze, 1975, s. 25. 145 age., s. 79. 146 Kemal, Namık, İntibah ve Vatan Yahut Silistre, Gümüş Basımevi, İst., 1992, s. 74.
136
Virgül (,): Noktalama işaretleri arasında bir diğer fark virgül kullanımında
görülmektedir. Kırgızcada özneden sonra virgül gelmezken Türkçede gelebilir:
“Camiyla oşondo menin aldımda ketip bara catkan”147 (Cemile, o sırada benim
önümde gidiyordu). “Ali, babasının sağlığında, on dört, on beş yaşlarına geldiğinde,
kültür dışında sevilecek, uğraşılacak bir şey bulamaz olmuştu.”148 Ancak Kırgızcada
hitap (karatma) sözlerinde, söz cümle başında ise sonuna, cümle içinde ise her iki
yanına, cümle sonunda ise de önüne virgül gelir: “Aysel, bügün maġa kelesiŋbi?”
(Aysel, bugün bana gelecek misin?). “Çımırkan, kiçine bala, az kaldı emi!”149
(Dayan, kiçine bala, az kaldı). Türkçede de hitap sözlerinden sonra virgül kullanılır:
“j Aliciğim, gel kardeşim, konuşalım.”150
Kırgızcada cümle arasındaki açıklamalardan (kirindi söz) sonra virgül gelir.
Mesela: “Aydardın uluu kızı, kiçüüsü enesinin canında, bıyıl üniversitetke ötüptür”
(Aydar’ın büyük kızı bu yıl üniversiteye geçmiş, küçük kızı ise anasının yanındadır).
Cümlede iki virgül arasında kalan kısım açıklayıcı sözdür. Bu tür cümleleri
çevirirken ya söz dizimini değiştirmek, ya da açıklayıcı kısmı parantez içinde vermek
gerekir. Virgül kullanımında görülen bir fark da matematikle ilgilidir. Türkçede
kesirli sayılar arasına nokta konurken, Kırgızcada virgül kullanılmaktadır: 2,5; 3,7
vb. Bunların dışında, virgülün birbiri ardınca sıralanan eş görevli kelime ve kelime
grupları arasında ve sıralı cümleleri birbirinden ayırmak için kullanımı her iki
lehçede de aynıdır.
Virgül kullanımıyla ilgili ortak noktalardan biri de, her iki lehçede de “ve,
veya” bağlaçlarından önce ve sonra virgül kullanılmamasıdır: “Bayırkı sozulmalar
azdap eski Türk cazma estelikterinde, azırkı Türkmön, Yakut, Ġaġauz tilderinde
cana Özbek tilinin Kara-Bulak govorunda saktalġan, fonemalık kasiyetke ee,
147 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 221. 148 Kemal, Namık, İntibah ve Vatan Yahut Silistre, Gümüş Basımevi, İst., 1992, s. 30. 149 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 214 150 Kemal, Namık, İntibah ve Vatan Yahut Silistre, Mopa Kültür yay., İst., 1992, s. 75.
137
köbünçö söz başında cana söz ortosunan uçurayt, söz ayaġınan kezikpeyt.”151 (Eski
uzun ünlüler az olarak eski Türk yazıtlarında, günümüz Türkmen, Yakut, Gagauz
Türkçelerinde ve Özbek Türkçesinin Kara-Bulak ağzında korunmuştur. Uzun ünlüler
anlam ayırdedici özelliğe sahiptirler. Çoğunlukla söz başında ve söz ortasında
rastlanır; söz sonunda görülmezler).
“Reçtin bir ce bir neçe tıbıştık kompleksten turġan bölükçösü muun dep
atalat”152 (Dilin bir ya da birkaç ses kompleksinden oluşan bölümüne hece denir).
Ayrıca Kırgızcada “cana” (ve) bağlacı cümlede sadece bir kez
kullanılabilirken, “ce” birkaç kez kullanılabilir ve araya da virgül konur: “Ce balasın
körö albay, ce küyöösünön kat kelbey Altınay abdan cüdöp ketti.” “ce” bağlacı
Türkçedeki “ya da” bağlacını karşılamakla birlikte, burada “hem” e karşılık
gelmektedir: “Hem çocuğunu görememekten, hem de eşinden mektup alamamaktan
Altınay çok çöktü.”
Kırgızcada virgül kullanımıyla ilgili önemli bir özellik de -p, -ıp zarf-fiil
ekiyle biten sözlerden sonra virgülün gelebilmesidir. Böylece Kırgızcada -p, -ıp zarf-
fiil ekiyle cümleler birbirine bağlanarak çok uzun cümleler yapılabilirken Türkçede
iki -ıp zarf-fiil eki yan yana gelmez ve bu sözlerden sonra virgül konmaz. Türkçede
bir -ıp ekli zarf-fiilden sonra sadece -arak ekli bir zarf-fiil gelebilir:
“Studentter kereli keçke iştep, kara nandın kündük şıbaġası tügönüp,
kursaktarı aç, çarçap-çaalıġıp şaarġa kaytıp kelatışkan.”153 (Öğrenciler akşam geç
vakte kadar çalışarak ve günlük ekmek payları tükenmiş, karınları aç olarak yorgun
argın şehre dönüyorlardı).
Kısa Çizgi (-): Bir başka noktalama işareti kısa çizgidir. Kısa çizginin
kullanımı genelde aynı olmakla birlikte, bazı farklar da görülmektedir. Her iki
151 Kırġız Adabiy Tilinin Ġrammatikası, Kırġız İlimder Akademiyası, Til cana Adabiyat İnstitutu, İlim Basması, Frunze, 1980, s. 18. 152 age., s. 70. 153 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 435.
138
lehçede de satıra sığmayan kelimeler bölünürken satır sonuna konur. Ayrıca yine her
iki lehçede de dilbilgisinde kökle eki ayırmak (ağaç-sız, dur-ak, baş-tuu, caz-ġan-dar
vb.), fiil kök ve gövdelerini göstermek (al-, gül-, ver-, aya-, barkıra-, kör- vb.),
heceleri göstermek (a-raş-tır-ma, ço-cuk, bala-lık, cazuu-çu vb.) için kullanılır.154
Farklı olarak Kırgızcada ikilemeler arasına ve iki isimden oluşan isimlerin arasına da
kısa çizgi konur. Türkçede ise ikilemeler arasına hiçbir işaret konulmaz. İki isimden
oluşan isimler de ayrı yazılıyorsa arada yine hiçbir işaret olmaz ve ikinci isim de
büyük harfle yazılır: alasa-berese (alacak verecek), balaa-kaza (kaza bela, felaket),
arı-beri (öte beri), azın-köbün (az çok, biraz, bir parça), ata-ene (ana baba), başka-
başka (başka başka, farklı farklı), ança-mınça (biraz, şöyle böyle), Isık-Köl, Ala-Too,
Ala-Köl, Kebez-Too, Ala-Buka, Ak-Talaa, Ulu Dağ.
Noktalı Virgül (;): Kırgızca ve Türkçenin her ikisinde de birleşik
cümlelerde, sıralı cümleler arasında noktalı virgül işareti kullanılır. Ancak Kırgızca
ve Türkçede, edebî metinlerde noktalı virgül neredeyse hiç kullanılmamış; bilimsel
metinlerde ise bol miktarda kullanılmıştır. Mesela:
“Zat atooçtorġo kim? emne? degen suroolor berilet. Kim? degen suroo
adamġa, adam menen baylanıştuu sözdörgö (kesipçilikti körsötüüçü sözdörgö)
berilet; emne degen suroo adamdan başka bardık canduu, cansız zattarġa berilet.”155
(İsimlere kim, ne, soruları sorulur. “Kim” sorusu insana, insanla ilgili sözlere
(meslek gösteren sözlere) sorulur; “ne” sorusu ise insan dışında bütün canlı, cansız
nesnelere sorulur).
“Cazuu reçinde calpı at kiçine tamġa menen cazılat da, ençilüü attar dayıma
baş tamġa menen cazılat: calbırak, butak, sabiz; Bübüsayra, Uçar, Kırġızstan
madaniyatı, Oş institutu.”156 (Yazı dilinde genel adlar küçük harfle yazılır, özel adlar
ise daima büyük harfle yazılır: yaprak, budak, havuç; Bübüsayra, Uçar, Kırgızistan
Medeniyeti, Oş Enstitüsü).
154 İmlâ Kılavuzu, TDK yay., Ank., 2000, s. 62. 155 Kırġız Adabiy Tilinin Ġrammatikası, Kırġız İlimder Akademiyası, Til cana Adabiyat İnstitutu, İlim Basması, Frunze, 1980, s. 146. 156 age., s. 150.
139
Kırgızcada, Türkçeden farklı olarak, noktalı virgül konuşma sözlerinden önce
de kullanılır ve noktalı virgülden sonraki konuşma cümlesi büyük harfle başlar:
“Töö, ayuu, tülkü, karışkır, colbors, kozu, ulak j baarı çoġulup keŋeşip;
“Birge can baġabız” dep dos bolup caylooġo çıġıştı.”157 (Deve, ayı, tilki, kurt,
kaplan, kuzu, oğlak hepsi toplanıp konuşarak, “birlikte geçinelim” diye dost olup
yaylaya çıktılar).
“Çınarbay köp söz aytpastan; “Men çınar terektin tübündö törölgön
Çınarbaymın” –dedi.”158 (Çınarbay çok konuşmadan, “ben çınar ağacının dibinde
doğan Çınarbay’ım” dedi).
İki Nokta (:): Kullanımı aynı olan bir başka noktalama işareti de iki noktadır.
İki nokta kendisinden sonra örnek verilecek ya da açıklama yapılacak cümlelerin
sonuna konur. Mesela:
“Ata-enesi izdep cürüp bir kişige coluġup, andan kızdı suraşat: “Orto boyluu,
tereŋ oyluu, kara kaştuu, uzun çaçtuu, oozu oymoktoy, betinen kanı tamġan, eki közü
çıraktay canġan kız kördüŋbü, colooçum?”159 (Ana babası arayıp bir kişiye
rastlayarak ona kızı sorarlar: Orta boylu, ince fikirli, kara kaşlı, uzun saçlı, küçücük
ağızlı, elma yanaklı, iki gözü çıra gibi parlayan bir kız gördün mü, yolcum?”
Üç Nokta (…): Bir başka noktalama işareti olan üç noktanın kullanımında da
fark görülmemektedir. Üç nokta her iki lehçede tamamlanmamış cümlelerin sonuna;
alıntılarda, başta, ortada ve sonda alınmayan kelime ve bölümlerin yerine; sözün bir
yerde kesilerek geri kalan bölümün okuyucunun muhayyilesine bırakıldığı yerlerde
ve kaba sayıldığı için veya başka bir nedenden ötürü açıklanmak istenmeyen kelime
ve bölümlerin yerine konur:160
157 Kırġız El Comoktoru (Kırgız Halk Masalları), Kırġız SSR İlimder akademiyası til cana adabiyat institutu, mektep basması, Frunze, 1975, s. 142. 158 age., s. 59. 159 age., s. 135. 160 İmlâ Kılavuzu, TDK yay., Ank, 2000, s. 58.
140
“Can düynöŋ da uşintip memirep tursa kana…”161 (Keşke senin iç dünyan da
böyle parıldayıp dursa…).
“Andan kalsa, canaġı caŋı tuuġan Daniyardı koşup bereyin: özüŋüz bilesiz al
degi adamġa zıyanı cok beçara…”162 (Olmazsa yeni akraba Daniyar’ı da yanlarına
katayım. Siz de biliyorsunuz; o hiç kimseye zararı olmayan bir biçare…). Burada
konuşan kahraman, konuşmasının devamını dinleyenin hayal dünyasına
bırakmaktadır.
Soru İşareti (?): Kullanımında fark görülmeyen bir başka noktalama işareti
de soru işaretidir. Soru işareti soru bildiren cümle veya sözlerin sonuna; bilinmeyen
yer, tarih vb. durumlarda ve bir bilginin kesin olmadığı durumlarda kullanılır:
“Tüşünböym, oy-sanaaŋ büt dissertatsiyada bolo turup, kim kimdin tuflisinin
boosun baylap bergenin baykooġo kaydan tabasıŋ ubakıttı?163 (Anlamıyorum, aklın
fikrin tamamen tezde olacağına, kim kimin ayakkabısının bağını bağlayıvermiş
gözetlemeye vakti nereden buluyorsun?).
Burada aslında soru anlamı bulunmamaktadır. Kişi kendi kendisiyle
konuşmaktadır. Sanki kendi düşüncesinin doğruluğunu ispatlamaktadır. Bu tür
durumlarda soru işaretinin kullanımı yazarın keyfiyetine kalmıştır. Ancak soru
işaretinin kullanılması çeviride yanılgılara yol açmaktadır. Soru işaretini gören
çevirmen cümleyi soru cümlesi olarak düşünmekte ve o şekilde aktarmaktadır. Oysa
bu tür cümlelerin “ki” bağlacıyla aktarılmaları daha doğru sonuç verir. Yukarıdaki
cümlede de aslında “sen tezinle uğraş; kim kimin ayakkabı bağını bağlamış, bunlarla
ilgilenme” denilmek istenmektedir. Ancak yukarıdaki aktarımında da bu anlam
hissedilmektedir.
161 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 431. 162 age., 1982, s. 199. 163 age., s. 428.
141
“Ay, Daniyar, degi sen biröönü süydüŋ bele? – dep özü emne üçündür külüp
ciberdi.”164 (Hey, Daniyar, sen hiç birini sevdin mi?, deyip, kendisi de nedense
gülüverdi).
“Halka söylemekten bile utanacağın bir işi yapmaktan nasıl utanmazsın? Sen
herkesten daha alçak bir kişi misin ki, yaptığın herhangi bir işi başkalarının
bilmesinden utanıyorsun?”165
Ünlem İşareti (!): Ünlem işareti her iki lehçede de sevinç, kıvanç, acı, korku,
şaşma gibi duyguları anlatan cümle ya da sözlerin sonuna konur:
“Narı caktan şapalak kamçını süyröp baskan meni körgöndö brigadir alda
kanday oy tapkansıp, süyünüp ketti. –Anday ele keliniŋizge coldon tentek
arabakeçter tiyet deseŋiz, mına – kaynisi turbaybı! dedi al, meni körsötüp.”166
Parağrafın çevirisi şöyle yapılmış: “Kamçıyı sürüyerek yanlarına vardım.
Onbaşı beni görünce birden sevindi. Aklına iyi bir fikir gelmişti herhalde. –Pekala,
gelininizi vermemek için pençenizi gösteriyorsunuz, ama bak, kaynı var onun, dedi –
sevinçle beni göstererek.”167
Çeviride ünlem işareti hiç kullanılmamıştır. Ayrıca, uzun çizgi işareti,
Kırgızcada olduğu gibi parağraf içinde ve “dedi” sözünden sonra kullanılmıştır. Bu
şekil Türkçenin imlâ kurallarına uymamaktadır. Çeviri anlam bakımından da
hatalıdır. Anlam ve noktalama işaretleri açısından doğru bir çeviri şöyle olmalıdır:
“Benim öbür taraftan şapalak kamçıyı sürükleyip geldiğimi görünce, kahya sanki
aklına parlak bir fikir gelmiş gibi sevindi: “Eğer gelininize yolda serseri arabacılar
takılır diyorsanız, işte, kaynı yok mu!” dedi, beni göstererek.” “şapalak” sözü
dipnotta açıklanmalıdır: şapalak kamçı: örülmemiş, yassı kamçı.
164 age., s. 222. 165 Kemal, Namık, İntibah ve Vatan Yahut Silistre, Mopa Kültür yay., İst., 1992, s. 44. 166 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 198. 167 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s.11
142
“Çü, attarım, ıldamda! – dep, arabanı tezdettim.”168 (Deh atlarım, çabuk olun!
deyip arabayı kızlandırdım).
“- Çooçun deyt ġo? (Yabancıymış galiba?)
- Çooçun bolso bul ayılġa emnege kelmek ele? (Yabancı olsa bu ayıla niye
gelsin?)
- Basa, oşondoy de!” (Elbette, öyle ya!)169
Tırnak İşareti (“ ”): Tırnak işareti her iki lehçede de başka bir yazıdan veya
kimseden aktarılan sözlerde, özel olarak belirtilmek istenen kısımlarda ve konuşma
söz ve cümlelerinde kullanılır:
“Aradan bir cuma ötüp, cumanın tünündö Ayım suluu tüş körüp, erteŋ menen
tura kalıp: “Tündö tüşümdö Seyit çal balamdı tirgizip, kelinimdi tapkızıp alıp,
Çınıbekti öltüröm dep kele catıptır” dedi.”170 (Aradan bir Cuma geçer. Cumanın
gecesinde güzel Ayım düş görüp sabahleyin kalkarak: “Geceleyin düşümde ihtiyar
Seyit çocuğumu diriltip, gelinimi buldurarak Çınıbek’i öldüreceğim, diye
geliyormuş” dedi.).
“Oysa, yeni arkadaşının gösterdiği konukseverlik karşısında, “meğer ben
neymişim?” gibilerden övünç bile duyuyordu.”171
Kırgızcada tırnak işaretinin kullanıldığı bir yer de gazete ve dergi adlarıdır.
Türkçede ise işaretin böyle bir kullanımı yoktur: “Manas” Eposu, “Caş Leninçi”
Jurnalı vb.
168 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 204. 169 age., 1982, s. 207. 170 Kırġız el comoktoru, Kırġız SSR İlimder akademiyası til cana adabiyat institutu, mektep basması, Frunze, 1975, s. 51. 171 Kemal, Namık, İntibah ve Vatan Yahut Silistre, Mopa Kültür yay., İst., 1992, s. 171.
143
Tırnak işaretinde görülen bir fark da yazımıyla ilgilidir. Kırgızcada ilk tırnak
tam satır altında, diğer tırnak satır üzerinde iken Türkçede her iki tarafta da büyük
harfin tepe noktası hizasındadır.
Parantez [( )]: Parantez ise cümle içinde yapılan açıklamalarda kullanılır.
Bunun dışında tiyatro eserlerinde konuşanın durumunu, hareketlerini belirtmek için
ve yazının maddelerini gösteren rakam ve harflerden sonra kullanılır. Ayrıca bir de
köşeli ayraç vardır ki, ayraç içinde ayraç kullanılması gereken durumlarda, yay
ayracın dışında kullanılır. Her iki ayraç kullanımında da lehçeler arasında fark
bulunmamaktadır. Lehçelerde parantez, daha çok bilimsel metinlerde, çok az olarak
da edebî metinlerde kullanılmaktadır:
“Calpı attar cekelik türdö da, köptük türdö da aytıla berse (koy-koylor, cılkı-
cılkılar, mektep-mektepter), ençilüü attar cekelik türdö ġana aytılat, köptük türdö
aytılbayt (Narın, Talas, Tokmok, Salıy, Sultan).”172 [Genel adlar hem teklik, hem
çokluk türde söylenirken (koyun-koyunlar, yılkı-yılkılar, okul-okullar), özel adlar
sadece teklik türde söylenir (Narın, Talas, Tokmok, Salıy, Sultan)].
Kesme İşareti ( ’ ): Kesme işareti Türkçede yabancı ve Türkçe özel adlara
getirilen iyelik ve hal eklerini ayırmak için kullanılır: Atatürk’ten, Kırım’a, Fatih
Sultan Mehmet’in vb. Ancak kesme işareti kurum, kuruluş, akım, çağ ve dönem
adlarında, kişi adlarından sonra kullanılan ünvanlarda ve deyimlerde geçen özel
adlarda kullanılmaz: Türk Dil Kurumundan, Milli Edebiyat Akımının, Ayşe Hanıma,
29 Ekimde gibi. Kırgızcada ise bu işaret bulunmamaktadır.
Burada bir noktayı da özellikle belirtmek istiyorum ki, bu da noktalama
terimleri konusudur. Kırgızca ve Türkçede, “tırmakça” (tırnak işareti) ve “tire” (tire,
kısa çizgi) hariç terimlerin çoğunun farklı olduğu görülmüştür:173
172 Kırġız Adabiy Tilinin Ġrammatikası, Kırġız İlimder Akademiyası, Til cana Adabiyat İnstitutu, İlim Basması, Frunze, 1980, s. 150. 173 Tursunov, Askar, Kırġız tilinin tınış belgileri, Kırġız-Türk Manas Universitetinin Çıġarmaları:19, Bişkek, 2002, s. 7.
144
Kırgızca: Türkçe:
çekit nokta
suroo belgisi soru işareti
ilep belgisi ünlem işareti
köp çekit üç nokta
ütür virgül
ütürlüü çekit noktalı virgül
koş çekit iki nokta
sızıkça tire, kısa çizgi
kaşaa parantez
1. 3. 4. 2. İmlâ Kuralları
Kırgızcayla Türkçe arasında, fazla olmamakla birlikte, yazım kuralları
bakımından da bazı farklar bulunmaktadır. En göze batan fark “millet, dil, kavim”
isimlerinin Kırgızcada küçük harfle başlamasıdır: kırgız, almanca, arapça, bulgar,
rus, alman. Türk imlâsında bu isimler büyük harfle başlamaktadır. Türk, Tatar,
Kırgız, Türkçe, Arapça, İngilizce. “Ülke, şehir, göl, deniz, gazete, kitap, dergi”
isimleri ise her iki lehçede de büyük harfle başlar: Erkin-Too, Bulak, Hürriyet,
Japonya, Kanada, Cezayir, İstanbul, Bişkek, Issık-Köl, Tuz Gölü, Ege Denizi, Türk
Dil Bilgisi.
Bir başka fark özel isimlerin yazılışında görülmektedir. Kırgızcada,
Türkçenin tersine, özel isimlere ek geldiğinde ayırma işareti kullanılmaz:
Ankara’dan, Ayşe’nin… Aydardın, Bişkekke, Kardıġaçtın… Ayrıca Kırgızcada özel
isim iki isimden oluşuyorsa, arasına tire konularak bitişik yazılır ve her iki isim de
büyük harfle başlar: Temir-Kan, Taldı-Suu, Isık-Köl. Türkçede ise iki isim bitişik
yazılıyorsa arada hiçbir işaret olmaz ve ikinci ismin baş harfi küçük yazılır: Uludağ,
Kahramanmaraş, Şanlıurfa, Bahçelievler vb… Eğer isimler ayrı yazılıyorsa o zaman
araya yine hiçbir işaret konmaz ve iki ismin baş harfleri de büyük yazılır: Reşat Nuri,
Peyami Safa, Ağrı Dağı, Van Gölü vb…
145
Kırgızcayla Türkçe arasında başlıkların yazımında da fark bulunmaktadır.
Kırgızcada başlık eğer küçük harfle yazılacaksa, kaç kelimeden oluşursa oluşsun
sadece ilk kelimenin ilk harfi büyük, diğerleri ise küçük yazılır: Kırġız adabiy tilinin
ġrammatikası, Kırġız el comoktoru, Kızıl alma gibi. Türkçede ise bütün kelimelerin
baş harfleri büyük ya da başlık tümden büyük yazılır: Eski Anadolu Türkçesi,
Depresif Bozukluklar, ORTA ÇAĞ TARİHİ vb.
Buna benzer bir fark da ad ve soyadı yazımında görülür. Kırgızcada ad ve
soyadının sadece ilk harfleri büyüktür. Türkçede ise kişisel tercihe bağlı olmakla
birlikte soyadı tamamen büyük harfle yazılabilmektedir: Calil Sıdıkov, Çınġıs
Aytmatov, Gülzura Cumakunova, Kemal ATATÜRK veya Kemal Atatürk vb.
Bir diğer önemli farka soru ekinde rastlamaktayız. Kırgızcada soru eki
“mı/mi/mu/mü” mutlaka cümlenin sonuna gelir ve mutlaka bitişik yazılır. Türkçede
ise vurgulanmak istenen konuya göre yeri değişebilir ve ayrı yazılır:
“Danike, saydaġı attar senikibi?”174 (Daniyarcığım, dere yatağındaki atlar
senin mi?).
“Emne söz, Robertinonu aytasıŋbı?” (Ne konuşması! Robertino’yu mu
anlatacaksın?)
I. 3. 5. Semantik Farklılık ve Benzerlikler
1- Kırgızca ile Türkçede ortak sözlerin anlamları büyük oranda aynıdır.
Ancak zaman içinde farklı dillerden farklı kelimeler alınmış, aynı dilden alınan
kelimelerde ise farklı anlamda alınanları olmuştur. Eski Türkçe kelimeler temelde
ortak olmalarına rağmen bazı anlam değişmeleri, yan anlam kazanmalar olmuştur.
Farklı dillerden alınanlar ise zaten iki lehçe arasında en büyük farklılığı
oluşturmaktadır.
174 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 206.
146
En büyük alınma söz grubunu Arapça ve Farsça kelimeler oluşturmaktadır.
Bu dillere ait sözler her iki lehçeye de çoğunlukla aynı anlamda alınmış ve bir
ortaklık sağlamış olmasına rağmen, bazen farklı anlamda alınanları veya yan anlam
kazananları da olmuştur: namıs 1.namus, şöhret, iyi nam; 2. şeref, künöö 1. günah;
2. suç, adam insan, amal 1. amel, faaliyet, hareket; 2. vaziyetten kurtulma çaresi,
hile, kurnazlık, kolayını bulma; 3. matematikte dört işlem; 4. görev, makam,
barabar eşit, denk, para rüşvet, bark 1. fark, vasıf, hususiyet; 2. kıymet, değer,
liyakat, otorite, cannat 1. cennet; 2. kıymetli bir kumaş adı, daam 1. taam, yiyecek;
2. tat. Görüldüğü gibi sözlerin bazıları anlam değişimine uğramış, bazıları da yan
anlamlar kazanmışlardır.
Bir diğer alınma söz grubunu da Rusça sözler oluşturmaktadır. Kırgız ve
Türkiye Türkçeleri her ne kadar aynı kökten gelen iki lehçe iseler de yüzyıllardır
farklı ve uzak coğrafyalarda yaşama, farklı milletler ve farklı dillerle münasebet
kurma, siyasî, ekonomik, kültürel her tür ilişkinin son zamanlara kadar neredeyse hiç
olmaması gibi nedenlerden dolayı lehçeler arasında bazı farklılıklar oluşmuştur. İşte
bu farklılıkların en önemlilerinden biri de Kırgız Türkçesindeki Rusça sözlerdir. Bu
sözler çoğunlukla bilim, teknik, hukuk ve uluslar arası sözlerden oluşmaktadır.
Türkiye Türkçesi ise bu tür sözleri ya Batı dillerinden almış, ya da kendisi
türetmiştir. O nedenle bu tür sözlerde farklılık bulunmaktadır. Kırgız Türkçesine
giren bazı Rusça sözler şunlardır: abak (hapishane), abet (öğle yemeği), alhimiya
(kimya), aprel (nisan), boçke (fıçı), bötölkö (şişe), davernes (vekaletname), emigrant
(göçmen, mülteci), faktura (fatura), feldşer (sağlık memuru), flot (donanma, filo),
front (cephe), işköl (okul), kerebet (karyola), kvartira (daire, mesken), lager (kamp),
logika (mantık), manevr (manevra), miting (miting), nomur (numara), orden (nişan),
pacalista (lütfen, rica ederim), papiros (sigara), sezon (mevsim), snaryad (gülle,
mermi), valyuta (para, döviz), yurist (hukukçu), zakon (kanun, yasa).
2- Alınma kelimelerin dışında ortak kelimelerde de zamanla anlam
değişmeleri, anlam kaymaları, yeni anlamlar yüklenmesi gibi durumlar ortaya
çıkmıştır. Bu da sözlerin bire bir örtüşmelerine engel olmaktadır. Mesela Kırgız
Türkçesinde “adam” sözü anlam değişikliğine uğramış ve “insan” anlamında
147
kullanılmıştır. Türkiye Türkçesindeki “kırlık kesimde geniş toprakları olan, sözü
geçen, varlıklı kimse; halk arasında sayılan ve sözü geçen erkek” anlamlarına gelen
“ağa” sözcüğü Kırgız Türkçesinde “ağabey” anlamındadır. Kırgızcada “kün” sözü
“gün” anlamı yanı sıra “güneş; zaman, devir; hava durumu” anlamlarını da
kazanmıştır.
3- Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında bir de şekil olarak aynı,
fakat anlamları farklı sözler bulunmaktadır. Bu tür sözler çeviride de oldukça güçlük
yaratmaktadır. Mesela kol sözü her iki lehçede de aynı şekilde bulunurken
Kırgızcada “el”, Türkçede “kol” anlamındadır. curt sözü bazen “yurt” anlamına
gelse de bazen “çadır, oba” gibi farklı anlamları ifade edebilir. ton sözü “elbise”, it
“köpek, it, tazı”, kök “mavi, boz, gök, gökyüzü” anlamlarına gelmektedir.
Kırgızcada karġı sözü “boyunluk, tasma” anlamındadır; Türkçede ise “kargı”
“gövdesi beş altı metre yüksekliğe erişebilen çok yıllık bitki, kamış, saz”
anlamındadır. katık sözü Kırgızcada “ekşimiş süt, yoğurt” anlamında, Türkçede ise
“ekmekle karın doyurmak gerektiğinde, ekmeğe katılan peynir, zeytin, helva gibi
yiyecek” anlamındadır. soy- fiili “soymak” değil “kesmek”, tünö- fiili “tünemek”
değil “gecelemek”, tüşüü fiili “düşmek” değil, “binmek, inmek, girmek”
anlamındadır. ilgeri sözü şekil olarak Türkçedeki “ileri” ile benzer olmakla birlikte
“geri, eski ve ileri” anlamlarını karşılamaktadır. Kırgızcadaki baca Türkçede
“bacanak”, “bacı” “gümrük”, badana “zırh, cevşen” anlamlarına gelmektedir. degen
sözü bazen “diyen” şeklinde çevrilirken, bazen de bağlam gereği “adlı, diye”
şekillerine uygun gelebilir.
Deyimlerde de bu durumla karşılaşılmaktadır. Mesela Kırgızca “göz kulak
olmak” anlamındaki baş köz bol- deyimi Türkçe “evlenmek” anlamındaki “baş göz
olmak” deyimiyle karışabilir. Kırgızca canı cok deyimi şekil olarak Türkçedeki
“canı yok” deyimine benzese de Kırgızcada “korkak, açık göz”, Türkçede “zayıf,
çelimsiz” anlamına gelir. közmö köz, betme bet, oozmo ooz deyimlerinin hepsi de
“yüz yüze gelmek” anlamındadır. Oysa Türkçede bunlar arasında anlam nüansları
vardır. “Göz göze gelmek” “bakışları karşılaşmak”, “yüz yüze gelmek” “birden
karşılaşmak, bir araya gelmek”, “ağız ağıza vermek” ise “iki kişi birbirine pek yakın
148
durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak” anlamlarına gelir. Yine
Kırgızcada közü açık deyimi “ileri görüşlü, falcı” anlamlarına gelirken, Türkçedeki
“gözü açık” deyimi “uyanık, becerikli” anlamlarına gelmektedir. Kırgızca içi tar
deyimi “kıskanç, hasis” anlamlarını ifade ederken, Türkçe “içi dar” “beklemeye
dayanamayan, tez canlı, sabırsız” anlamına gelir. Kırgızcada köz cumuu deyimi
“vedalaşmak; ölmek” anlamlarına gelirken, Türkçede “göz yummak” “kusurlarını
görmezlikten gelmek, hoş görmek, bağışlamak; umudunu kesmek, umutsuzluğa
düşmek” anlamlarına gelir. Kırgızca közü kızaruu deyimi “kıskanmak, gözü
kalmak” anlamında, Türkçe “gözü kızarmak” deyimi ise “erkekler için, azmak, kadın
arzulamak” anlamındadır. Kırgızca başı açık deyimi “serbest, köle olmayan, özgür”,
Türkçede “başı açık” deyimi “örtü veya şapka ile başı örtülmemiş” anlamını ifade
eder. tobokel kıl- Kırgızcada “riski göze almak, bir şeye cesaret etmek” anlamına
gelirken Türkçede “tevekkül etmek” deyimi “herhangi bir iş konusunda elinden
geleni yaptıktan sonra gerisini Allah’a bırakma”yı anlatır. Kırgızcada tobo kıl-
1.şaşırmak; 2.tövbe etmek, anlamlarına gelir. Türkçede “tövbe etmek” ise bir günah
veya suçu bir daha yapmamaya söz vermek, anlamını ifade eder.
4- Bunun tersi bir durumla da karşılaşılmaktadır. Kırgızca ile Türkçe arasında
farklı sözlerle ifade edilip aynı anlama gelen sözler de bulunmaktadır. Örneğin
armanduu düynö ifadesinin kelime karşılığı “arzulu dünya”dır. Oysa Türkçede aynı
anlamı vermek için “yalan dünya” ifadesi kullanılır. “Arzulu dünya” sözü Türkçede
bir anlam ifade etmez. Bu durum deyim ve atasözlerinde de görülür. Bunlarda da
farklı kelimeler kullanılıyor olabilir ama ifade ettiği anlam aynıdır. Mesela
Kırgızcadaki mışık etke cetpey catıp sasık deyt atasözü kelime kelime çevrilecek
olursa “kedi ete ulaşamayıp sası der” şekli elde edilir. Ancak Türkçede aynı anlam
“kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş” atasözüyle verilmektedir. Yine Kırgızcada
kulaġı uzun deyimi “her şeyden haberi olan” anlamındadır. Bu anlam Türkçede
“kulağı delik” deyimiyle verilir.
5- Türkçedeki imek fiilinin karşılığı Kırgızcada e- yardımcı fiilidir: bar ele
var idi, vardı; bar eken var imiş, varmış; cok bele (cokpu+ele) yokmu idi,
yokmuydu. Kırgızcadaki bu “ele” sözü Türkçede çok farklı anlamlara
149
gelebilmektedir. Mesela bazen “sadece, daha, idi” gibi anlamlara gelebilirken, bazen
de hiç çevrilmeyip sadece anlamı kuvvetlendirmek için kullanılır. -a+ele kalıbı işin
henüz yapılmadığını anlatır. Mesela bara elek daha gitmedik, körö elekmin daha
görmedim. “Kattı okuy elekte ele anda emneler cazılġanın men kün murun ele bile
turġanmın, antkeni alardın baarı egiz kozuday birine biri okşoş boluçu.”175 Bu
cümlede geçen birinci ele, “-a+ele” kalıbına uymaktadır. İkincisi ise “daha”
anlamında kullanılmıştır: “Ben mektubu daha okumadan onda nelerin yazıldığını
önceden bilirdim. Çünkü onların hepsi ikiz kuzu gibi birbirine benzerdi.”
I. 4. Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine Çeviri Meseleleri
Türk dünyası özellikle 90’lı yıllar öncesindeki iki yüz yıla yakın bir süre
maalesef birbirinden kopuk olarak yaşamıştır. Bunun coğrafik, siyasî türlü nedenleri
vardır. 1980’lerden beri oluşan yeni koşullar neticesinde Türk toplulukları birbirini
tanımış ve yakınlaşmış, ancak bu istenen düzeye ulaşamamıştır. Türk dünyası
arasında kültür bütünlüğünü sağlamanın en önemli yollarından biri de üretilen bilim,
kültür ve sanat ürünlerinin karşılıklı olarak aktarılmasıdır. Aynı kökten gelmiş
olmakla birlikte Türk Lehçeleri arasında yapılacak aktarma sanıldığı kadar kolay
değildir. Özellikle de bu iki lehçe Kırgız Türkçesi ve Türkiye Türkçesinde olduğu
gibi farklı ve uzak guruplarda yer alıyorsa, güçlük bir kat daha artmaktadır. Ancak
lehçeler arası çeviride karşılaşılacak sorunlar ve uyulması gereken teknikler bilindiği
takdirde bu iş daha doğru ve hızlı bir şekilde yapılabilecektir.
Burada bir hususu daha önemle belirtmek gerekir. Bugüne kadar yapılan
sınırlı sayıdaki çeviriler doğrudan Kırgızcadan Türkçeye ya da Türkçeden Kırgızcaya
değil, ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü diller vasıtasıyla yapılmıştır. Mesela Reşat
Nuri, Nazım Hikmet, Aziz Nesin gibi Türk şair ve yazarlarının eserleri Kırgız
Türkçesine Rusçadan çevrilmiş; aynı şekilde Cengiz Aytmatov’un eserleri de
Rusçadan Fransızcaya ya da Almancaya, oradan da Türkiye Türkçesine aktarılmıştır.
Manas destanı da aynı şekilde Rusçadan Almancaya, Almancadan Türkiye
175 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 204.
150
Türkçesine çevrilmiştir. Oysa bugün lehçeden lehçeye çeviri imkânlarına sahip
olunmuştur. Bu imkânlar iyi değerlendirilip çeviri çalışmalarına hız verilmelidir.
Kırgız yazarlarından hemen hemen bütün eserleri Türkiye Türkçesine
çevrilmiş olanı Cengiz Aytmatov’dur. Bu durum onun dünya çapında bir Türk yazarı
olmasının yanı sıra, Türk okuyucusunun, onun eserlerinde, kendisinden bir şeyler
bulabilmesinden de kaynaklanmaktadır. Fakat ne yazık ki çevrilen eserlerin hepsi
başka dillerden çevrildiği, başka dillerin etkisinde kaldığı için yapı ve üslûp
farklılıkları ile anlam çatallanmaları meydana gelmiştir. Bu yanlışlıklar ortanca dile
çevrilirken de yapılmış olabilir. Fakat biz sonuç olarak Türkçedeki çevirilerine
bakmak istiyoruz.
I. 4. 1. Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine Çeviri Sorunları ve
Uyulması Gereken Prensipler
Türk Lehçeleri arasında yapılan çeviri, diller arasında yapılan çeviriye göre
bazı farlılıklar arz etmektedir. Bunun nedeni Türk Lehçelerinin aynı dilin değişik
kullanım şekilleri olmasından kaynaklanmaktadır. Lehçeler leksik, semantik,
sentaktik, fonetik ve morfolojik açılardan büyük oranda örtüşmektedir. Bununla
birlikte yakınlıktan kaynaklanan yanıltıcı durumlarla da sık olarak karşılaşılmaktadır.
Türk Lehçeleri arasındaki çeviride karşılaşılan sorunlar lehçelerin birbirine olan
yakınlık ve uzaklığına göre de değişmektedir. Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi
birbirine uzak lehçelerdir. Bu durumda farklılık daha da artmaktadır.
Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine çeviri yaparken uyulması gereken
prensipler de aslında genel çeviri prensipleriyle aynıdır. Fakat bu prensiplerin
işleyişinde, iki lehçenin yakınlığından kaynaklanan bazı hususların da dikkate
alınması gerekmektedir. Buna göre izlenimlerimizden yola çıkarak Kırgızcadan
Türkçeye yapılacak çeviride karşılaşılan sorunlar ve bunların çözüm yollarını şu
şekilde şıralayabiliriz:
151
I. 4. 1. 1. Çeviri Tekniğiyle İlgili Sorunlar ve Çözüm Yolları
1- Çeviride karşımıza çıkan sorunların çoğu kaynak ve hedef lehçenin
yeterince bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. O nedenle öncelikle çevirmen her iki
lehçeyi de çok iyi bilmelidir. Hatta her iki lehçenin ağızları hakkında da bilgi sahibi
olmak çok faydalı olacaktır. Çünkü edebî eserlerde özel amaçla kullanılmış ağız
şekillerine rastlanabilir. Türkiye Türkçesinde karşılığı yok sanılan pek çok söz
aslında ağızlarda kullanılmaktadır. Bunları bilmek ve kullanmakla çevirmen zengin
bir kelime hazinesine sahip olacak, Türkçemiz de zenginleşecektir. Bunun yanı sıra
çevirmen ana dilini kullanma konusunda da edebî kabiliyete sahip olmalıdır.
2- Çevrilecek eser ve yazarı hakkında bilgi sahibi olmamak da çeviride sorun
yaratır. Bu durumda çevrilecek metnin türü, yazarın üslûbu, kim için ve ne amaçla
çevrileceği, nasıl bir dil kullanılacağı bilinemeyeceğinden çeviri de amacına
ulaşamayacaktır. Bu nedenle çevrilecek eser, yazarı, konusu, olayın nerede geçtiği,
çevirinin kim için yapılacağı araştırılmalı, eğer bilimsel bir metin çevrilecekse alanla
ilgili bilgi edinilmelidir. Mümkünse çeviri, o alanla meşgul olanlar tarafından
yapılmalıdır. Terimlerin ve konunun en iyi şekilde algılanması ve yansıtılabilmesi
açısından, metnin konunun uzmanı tarafından çevrilmesi son derece yararlı olacaktır.
Mesela gramerle ilgili bir eseri en iyi dilbilimciler çevirebileceklerdir. Özellikle
edebî bir eser çevrilecekse yazarın dili hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Her
yazarın kendine has bir dil kullanımı, ifade tarzı vardır. Okuyucuların tercihinde de
yazarın anlatım tarzı, stili son derece önemli rol oynamaktadır. Üslûbun yeterli
derecede yansıtılabilmesi çevirinin başarısı açısından önemlidir. Bunun için de
yazarın dilini, üslûbunu iyi derecede bilmek gerekir. Ayrıca bazı yazarlar eserlerini
belli bir ağız temelinde meydana getirmektedirler. Mesela Cengiz Aytmatov,
eserlerindeki kahramanları genelde Talas ağzında konuşturmuştur. Ağızlar arasında
söz varlığı, şekil ve ses bakımından farklılıklar olabildiği gibi, edebî dilden
ayrıldıkları noktalar da bulunmakta, farklı gramer özellikleri yer almaktadır. Bu
bakımdan çevirmenin ağızlar hakkında da bilgi sahibi olması çevirinin daha doğru ve
daha zengin olmasını sağlayacaktır.
152
3- Çevrilecek eserin yazım tarihi de oldukça önemlidir. Bu tür eserlerde o
döneme ait tarihî bilgiler olabileceği, o dönemin yaşam tarzını yansıtılabileceği gibi,
kelimeler günümüzdeki anlamlarından çok daha farklı anlamlarda kullanılıyor
olabilirler. Mesela Kırgızcada “moldo” sözü eskiden “yazabilen” anlamına gelirken
(XIX. yüzyılda yaşamış olan şairlerden Moldo Kılıç, Moldo Niyaz, XIX.-XX.
yüzyılda yaşamış olan Toġolok Moldo yazabildikleri için bu adı almışlardır),
günümüzde “imam, din görevlisi” anlamında kullanılmaktadır. Türkçede mesela
“ukalâ” sözcüğü XVII. yüzyıl sonları, XVIII. yüzyıl başlarına kadar “çok bilgili”
anlamına gelirken, bugün “bilgiçlik taslayan” anlamında kullanılmaktadır. Yine
“efendi” sözcüğü önceleri saygın kişilerin sıfatı iken bugün tam tersidir. Yanılgıya
yol açmamak için çevirmen o dönemle ilgili tarihî ve dilsel bilgi edinmelidir.
Kırgızların idarî rütbeleri, makamları iyi bilinmeli, bunlar Türkçedeki unvan ve
rütbelerle verilmeye çalışılmamalıdır. Çünkü her zaman tam karşılığı
bulunamamakta, çok farklı anlamlara gelebilmektedir. Aynı durum Türkçeden
Kırgızcaya yapılan çeviriler için de geçerlidir. Mesela Atatürk’ün Nutku Kırgızcaya
çevrilirken rütbe ve ünvanlar (padişah, sadrazam, paşa, nazır vb.) arasındaki anlam
farkları verilememiş, hepsi için aynı söz (urmattuu) kullanılmıştır. Böyle durumlarda
eğer unvan ya da rütbenin karşılığı yoksa aynen alınıp dipnotta açıklama yapılması,
doğru ve anlaşılır olması açısından daha isabetli olacaktır.
4- Kırgızcadan Türkçeye yapılacak bir çeviride karşımıza çıkan sorunlardan
biri de yöntemle ilgilidir. Yani “kelime çevirisi mi, anlam çevirisi mi” sorusuna
cevap bulmak gerekmektedir. Bu konuda herhangi bir ilkeye ulaşılmış değildir.
Ancak biz bu hususta, edebî metinlerde dahi lehçeler arasındaki yakınlığı da göz
önüne alarak, zorunlu haller dışında kelime çevirisinin daha uygun olduğu
kanaatindeyiz. Bu yöntem lehçelerin ortak yönlerinin vurgulanması, karşılıklı söz
varlığının zenginleştirilmesi ve benzer yönlerimizin artırılması açılarından faydalı
olacaktır. Bazen öyle cümlelerle karşılaşılmaktadır ki, hiçbir sözünün
değiştirilmesine gerek bulunmamaktadır. Fakat bazı ifadelerin, özellikle de konuşma
dili ve argo sözlerde kelime çevirisi mümkün değildir. Bu tür ifadelerin çevirilerinde
Türkçedeki anlamsal eş değerleri kullanılmalıdır. Mesela okşoşkon makoolor,
153
kudaydın azabına ġana kalġan ekem da siler menen176 cümlesi eğer kelime
kelime çevrilecek olursa “benzeşen aptallar, Allah’ın azabına kalmışım da sizinle!”
şekli elde edilir. Ancak böyle bir çeviri ne anlaşılır, ne de akıcı olacaktır. Cümle
“aptallar sürüsü, siz benim başımın belası mısınız” şeklinde çevrilirse en doğru şekil
ve anlam elde edilmiş olur. Yine saġa emne cok ele177 cümlesinin kelime karşılığı
“sana ne yoktu ki” şeklindedir. Ancak doğru çeviri “senin neyin eksikti” olmalıdır.
Seyit azamat özü, bizdi cansaktatıp catkan mına uşul baldar da azır,
sadaġası keteyinder…178 Cümlenin kelime karşılığı şöyledir: “Seyit yiğit kendisi,
bizi geçindiren işte bu çocuklar ya şimdi, kurban olduklarım…” Cümlenin doğru
çevirisi ise şöyledir: “Seyit yiğittir. Şimdi bizi geçindirecek olan işte bu çocuklar.
Kurban olduklarım…”
Bir de buudaydı alda kaçan ele cüktöp, et bışımdan beri kıykırabız179
cümlesine bakalım. Cümlenin kelime karşılığı “buğdayı ne zamandır yükleyip et
pişimden beri haykırıyoruz” şeklindedir. Türkçede zaman olarak “bir et pişirimlik
süre” kullanılmaz. Onun yerine “iki saattir” ifadesi aynı anlamı verecektir: “Buğdayı
çoktan yükledik, iki saattir bağırıyoruz.”
Türkçe ile Kırgızca arasında benzetmelerde de farklılıklar vardır. Mesela
Kırgızcada bulutlar deve hörgücüne, kayalar eve, iyi insanlar da peygambere
benzetilirken Türkçede bulutlar pamuğa, kayalar dağa, iyi insanlar da meleğe
benzetilir. Bu tür benzetmelerin kullanıldığı yerlerde Türkçede kullanılan şekilleri
alınmalıdır: Oşondoy, payġambarday bolġon kayneneni kaydan tabat eken al180
Cümle şöyle çevrilmiştir: “Ya kaynanası? Allah her kuluna böyle kaynana nasip
etmez! Böyle bir baybiçe bulun da gösterin.”181 Burada belki çeviri ikinci dilden
olduğu için benzetme hiç alınmamıştır. Anlam ve üslûp açısından doğru bir çeviri
şöyle olmalıdır: “Öyle melek gibi kaynanayı bir daha nereden bulacakmış o!” Böyle
176 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 235. 177 age., s. 248. 178 age., s. 198. 179 age., s. 238. 180 age., s. 248. 181 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 66.
154
durumlarda aslına sadık kalma uğruna Türkçeye uygun olmayan ifadeleri
kullanmakta ısrar edilmemelidir. Mesela apamdın uşintip oturġanın körüp, say-
söögüm sızdap ketti182 cümlesinde “otur” ve “say-söök” sözleri aynen verilirse
Türkçe anlatıma uygun olmayan bir cümle çıkar ortaya: “Anamın böyle oturduğunu
görüp kemiklerim sızladı.” Oysa doğru çeviri şöyle olmalıdır: “Anamın bu halini
görünce yüreğim sızladı.”
Bunun dışında çok zorunlu olmadıkça fazladan kelime veya cümle
eklenmemelidir. Amacımız lehçelerimizi yakınlaştırmak, ortak yönlerimizi
vurgulamak olduğuna göre sadık çeviri metodu en doğru yoldur.
5- Bir diğer sorun çevirinin doğrudan Kırgızcadan değil, ikinci, hatta üçüncü
diller aracılığıyla yapılmasıdır. Bu durum pek çok ortak dilsel ve kültürel ögenin
kaybına neden olmakta, benzer, hatta aynı olan söz, deyim, atasözü, üslûp gibi, bir
eseri o eser yapan çok önemli özelliklerin değişmesine ya da kaybolmasına, verilmek
istenen mesajın tam iletilememesine yol açmaktadır. O nedenle Kırgızca eserlerin
çevirileri doğrudan doğruya Kırgızcadan yapılmalıdır. Bugüne kadar yapılan
çeviriler ne yazık ki Rusça, Almanca veya Fransızca gibi diller vasıtasıyla
gerçekleşmiştir. Günümüzde ise Kırgızcadan doğrudan çeviri mümkün hale
gelmiştir. Çevirinin Kırgızca aslından yapılması anlamın ve verilmek istenen mesajın
daha doğru aktarılmasını, ortak yönlerin ortaya konmasını ve her iki lehçenin kelime
hazinesinin zenginleşmesini sağlayacaktır.
6- Özellikle biçim açısından kaynak lehçenin etkisinde kalmak sık rastlanan
bir sorundur. Bu durum çeviri yapılırken farkedilemez. O nedenle çeviri yapıldıktan
sonra birkaç gün bırakılıp sonra, kaynak lehçeye bakmadan, yeniden gözden
geçirilmesi hedef lehçenin doğru kullanımı açısından son derece önemlidir.
182 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 249.
155
7- Lehçeler arası en ideal çeviri her iki lehçeyi de ana dili olarak konuşan iki
kişi tarafından yapılan çeviridir. Mümkünse çeviri bu şekilde yapılmalıdır. Günümüz
koşullarında bu olanaklı hale gelmiştir.
8- Lehçeler arası iyi, doğru çeviri için karşılaştırmalı metotlar kullanılarak her
lehçenin benzer ve farklı tarafları ortaya konulmalıdır. Türk dünyasının birliği,
bütünlüğü için bu zarurî bir konudur. Lehçeler arası aktarma faaliyetleri arttıkça yazı
dillerimizin yakınlaşması da artacaktır. O nedenle çeviri meselesi önümüzdeki
yıllarda en önemli çalışma alanlarımızdan biridir.
9- Lehçeler arası çeviride sorun yaratan bir husus da alfabe farklılığıdır.
Çevirmen Kırgızca bir eseri çevirebilmek için öncelikle Kiril alfabesini öğrenmek
zorundadır. Aslında aynı olan pek çok kelime farklı alfabelerde yazıldıkları için
farklıymış gibi algılanmakta ya da Kiril alfabesindeki karmaşa, sözün yanlış
okunmasına ve dolayısıyla yanlış çevrilmesine neden olmaktadır. Mesela Atatürk’ün
nutkunun Kırgızcaya yapılan çevirisinde alfabeden kaynaklanan pek çok hata
bulunmaktadır. “e” kullanılması gereken yerlerde “ye” kullanılmış, “c” harfi kimi
yerde “c” yerine kullanılırken, başka bir yerde de “s”yi karşılamıştır. “menen” (ile)
sözü “myenyen”, “Mustafa Kemal Bey” ise “Mustafa Kyemal Byey” şeklinde
yazılmıştır. Bu durum alfabelerimizin farklı olmasının ve çevirmenin alfabe
özelliklerini bilmemesinin bir sonucudur.
I. 4. 1. 2. Söz Varlığı Farklılıklarından Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm
Yolları
1- Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine yapılan çevirilerde en sık
karşılaşılan sorunlardan biri şekil olarak aynı fakat anlamca farklı veya çok az yakın
sözlerin yarattığı yanıltıcı benzerlik sorunudur. Çevirmenler benzer sözü
gördüklerinde sözlüğe bakma ihtiyacı duymayıp Türkçedeki anlamında
kullanabilmekte, bu da çok önemli anlam hatalarına yol açmaktadır. Bu tür sözler
oldukça fazladır ve eğer çevirmen uyanık olmazsa önemli anlam hatalarına neden
156
olabilir. Bu durumda yapılması gereken öncelikle sözlerin anlamlarını çok iyi
bilmek, eğer emin olunamıyorsa da sözlüğe bakmakta ihmalkârlık yapmamaktır.
Bunun tersi bir durumla da, yani şekilce farklı, ancak anlamları aynı ya da
yakın olan söz ya da deyimlerle de karşılaşıyoruz. Mesela canım töbömö çıktı
deyimi Türkçedeki “yüreğim ağzıma geldi” (çok korktum) deyimiyle aynıdır. Yine
aynı şekilde başka capsa bılk etkis deyimi Türkçedeki “yüzüne tükürsen yağmur
yağıyor sanır” (aldırmaz, utanmaz ve onursuz kimse) deyimiyle aynı anlamı ifade
eder. til alġıç söz dinleyen, can alġıç Azrail ve gaddar anlamlarını ifade eder. Bu
durumda da yine kelime çevirisinden vazgeçilip Türkçede kullanılan şekli, yani
anlamsal eş değeri verilmelidir.
2- Çeviride sorun yaratan bir husus da alınma sözlerdir. Bunlar arasında en
büyük grubu Arapça ve Farsça sözler oluşturur. Bu sözler her iki lehçeye de
çoğunlukla aynı anlamda alınmış, ancak bazen farklı anlamda alınanları veya yan
anlam kazananları da olmuştur. Çevirmen bunları Türkçedeki anlamlarıyla düşünüp
çevirebilir ve bu da önemli anlam hatalarına yol açar. O nedenle emin olunmadığı
takdirde sözlüğe bakma ihmal edilmemeli, doğru anlam bulunmalıdır.
Kırgızcaya geçmiş olan Rusça sözler de çevirmenleri zorlayan önemli bir
sorundur. Çevirmenin bu Rusça sözleri tanıması ve anlamlarını bilmesi, gerektiğinde
bakabilmek için Rusça sözlük edinmesi gerekir. Hatta Rus gelenek ve kültürü ile
ilgili sözleri doğru şekilde aktarabilmek için bu konuda da bilgi edinmelidir.
Alınma kelimelerin dışında ortak kelimelerde de zamanla anlam değişmeleri,
anlam kaymaları, yeni anlamlar kazanma gibi durumlar ortaya çıkmıştır. Bu da
sözlerin bire bir örtüşmelerine engel olmakta ve çeviride önemli sorunlara yol
açmaktadır. Bu durumda, çevirmen hataya yol açmamak için sözlerin ortak ve farklı
anlamlarını çok iyi bilmelidir.
3- Karşılaşılan bir başka sorun Türkiye Türkçesinde karşılığı bulunmayan
sözlerdir. Bu tür sözler Kırgızca ya da başka dillerden alıntı olabilir. Mesela bazen
157
Kırgız Türkçesine Rusçadan geçmiş olan ve “çiftlik” anlamına gelen “kolhoz”
sözcüğü aynen alınmakta ve bir açıklama da yapılmamaktadır. Bu durumda sözün
anlamını bilmeyen biri için bu sözcük ve buna bağlı anlatılanlar anlaşılmaz
kalacaktır. O nedenle bu tür sözler ya parantez içinde açıklanmalı, ya da dipnotta
açıklaması verilmelidir.
Kırgız Türkçesinde organ adları, hayvanların yaşlarına göre adları, akrabalık
terimleri Türkiye Türkçesinden daha ayrıntılıdır. Çeviride bu ayrıntılara bilhassa
dikkat edilmeli, eğer karşılık olarak bir söz bulunamıyorsa söz aynen alınıp açıklama
yoluna gidilmelidir. Ayrıca bazı benzer terimler farklı anlamları ifade edebilirler.
Mesela “ceen” sözü Kırgızcada hem “yeğen”, hem “torun” anlamına gelmektedir. Bu
durumda da dikkatli olunmalı, kastedilen anlam verilmelidir.
Türkçede karşılığı bulunmayan bir diğer grup söz de mitoloji ve inançla ilgili
olanlardır. Bu sözler daha çok Kırgızların inanışlarıyla ilgilidir. Bunların aynen
verilip dipnotta veya parantez içinde açıklamasının yapılması Kırgız kültürünün
tanıtılması açısından da gereklidir. Yine eski inançlarla ilgili kalıp sözler de çeviride
güçlük yaratır. Bu tür sözleri doğru olarak aktarabilmek için Kırgızların inanış
şekillerini de yeterince bilmek gerekir.
4- Lehçeler arası aktarmada karşılaşılan bir diğer sorun bilhassa kalıp sözlerin
ve deyimsel ifadelerin çevirisinde görülür. Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi
deyimsel ifadeler bakımından benzerlik arzetmekte, ancak bazen bu benzerlik
yanıltıcı olmaktadır. Çünkü bu sözlerin kelime karşılığı Türkiye Türkçesinde bir
anlam ifade etmeyebilir veya yanlış anlama gelebilir. Mesela Kuday buyursa
ifadesinin kelime karşılığı “Allah emrederse” şeklinde olmakla birlikte, kastettiği
anlam “Allah izin verirse”dir. Kırgızca baş tartuu deyimi “vazgeçmek” anlamında
iken Türkçede “başı çekmek” “önder olmak, ön ayak olmak” anlamındadır. közü
açık Kırgızcada “ileri görüşlü, falcı” anlamında, Türkçede ise “uyanık”
anlamındadır. Çevirmen bu gibi durumlarda yanılgıya düşmemek için dikkatli
olmalıdır. Bu tür deyim ya da deyimsel ifadelerde kelime çevirisi değil, anlam
158
çevirisi yapılmalıdır. Doğru anlamı verebilmek için de çevirmenlerin deyim ve
deyimsel ifadelerin anlamlarını çok iyi bilmeleri gerekir.
5- Yanlış kelime seçimi de sık rastlanan bir sorundur. Bu durumda kastedilen
anlam tam yansıtılamamakta, hatta yanlış anlama neden olmaktadır. Mesela keçe
sözü “dün, gece” anlamlarına gelmekle birlikte bağlam gereği “önceki, eski vs.”
anlamlarını da ifade edebilir. Yine Türkiye Türkçesindeki “canlı” ve “diri” sözleri
aynı anlama gelmekle birlikte “diri mahluklar” değil, “canlı mahluklar” ifadesi
doğrudur. Aynı şekilde “kez, defa, sefer” sözcükleri aynı anlamı ifade etse de hepsi
her yerde kullanılamaz. Mesela Sadık akemdin bul colku katı da Saratov şaarınan
keliptir183 cümlesi “Sadık’ın bu defaki mektubu Saratov’dan geldi”184 diye
çevrilmiştir. Burada “kez” sözcüğü hiç kullanılamaz. “defa” sözü kullanılabilir
olmakla birlikte kulağa en hoş geleni “sefer” sözüdür. “Sadık amcamın bu seferki
mektubu Saratov şehrinden gelmiş” şekli en doğru şekil olacaktır. Bu durum sözcük
ya da cümlenin yanlış çözümlenmesinden, kastedilen anlamın doğru
anlaşılamamasından kaynaklanabildiği gibi bazen de hedef lehçeyi, sözcükler
arasındaki anlam nüanslarını yeterince bilmemekten kaynaklanır. Aslında kelimenin
karşılığı hedef lehçede olmasına rağmen çevirmenin bundan haberi yoktur.
Çevirmenin kelimenin gerçek anlamını bilmediği halde bildiğini sanıp sözlüğe
bakma gereği duymaması, sözcükler arasındaki anlam nüanslarına dikkat etmemesi
lehçeler arası aktarmada en tehlikeli durumlardan biridir. O nedenle çevirmenler özel
bir dikkat sarfetmelidirler.
Mesela Kırgız Sözlüğünde cış urġanday kalıŋ tokoy185 cümlesi “gayet koyu
orman” olarak çevrilmiştir. “kalıŋ” sözünün “koyu” anlamı da olmakla birlikte
orman için “sık” sözü uygundur. Çeviri “balta girmemiş sık orman” şeklinde
yapılmalıdır.
183 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 206. 184 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 22. 185 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, Ank., 1994, s. 213.
159
Başka bir cümle ise şöyle aktarılmıştır: Aŋdan coldoru bolup bir toodak
atıp alıştı. Cümle “avda muvaffak oldular ve bir toy kuşu attılar” şeklinde
çevrilmiştir. Burada at- fiili “vurmak” anlamındadır. Oysa çevirmen kelimeyi aynen
alıp anlam karışıklığına yol açmıştır. Doğru çeviri “Avda talihleri yaver gitti ve bir
toy kuşu vurdular” şeklinde olmalıdır.
6- Taklidî sözler başlı başına bir sorun kaynağıdır. Kırgız Türkçesi taklidî
sözler bakımından oldukça zengindir. Bu sözlerdeki dar ve geniş ünlüler anlam ayırt
edici özelliğe sahiptir. Mesela “şaŋkıldap küldü” “herkesin duyacağı şekilde güldü”,
“şıŋkıldap küldü” “alçak sesle güldü” anlamını ifade eder. Taklidî sözlerdeki -ılda,
-ıŋda ekleri süreklilik anlamı katar; o işin sürekli yapıldığını anlatır. -bo ile başlayan
taklidî sözler şişman kişi, hayvan veya nesnenin hareketini anlatır. Bunlardan az bir
kısmının Türkçede karşılığı bulunurken, çoğunun karşılığı hiç yok veya kısmen
vardır. Bazen de şekil olarak benzer, anlamca farklı ya da anlamı aynı fakat şekilce
benzer olanlara rastlanmaktadır. Bunlardan karşılığı olmayanlarda açıklayıcı sözler
kullanılmalıdır. Mesela alaŋda- bakınmak, korkudan gözlerini geniş açarak
bakınmak; aŋıray- 1. ardına kadar açılmak, açık kalmak; 2. ağzını açarak bakınıp
durmak, aptalca ve şaşkınca bir çehre arzetmek; aŋırayıp taŋ kaldı şaşkınlıktan ağzı
açık kaldı; arbaŋda- kavga sırasında elleriyle saldırmak, anlamlarına gelmektedirler.
Kırgızcada taklidî sözler oldukça fazladır. Bunlardan en büyük grubu Türkçede
karşılığı bulunmayanlar oluşturur ve bunlar çevirmeni oldukça zorlar. Mesela şu
cümleye bakalım: “… dep, zaŋkayta oroġon eleçektin eek alġıçın apam adatınça
kayra-kayra cakasına kıstap, bulkuldap catkan eken.”186
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Annem öfkeli konuşuyor, baş örtüsünün
ucunu elbisesinin yukarısına sokuyor ya da sokar gibi yapıyordu. Kızdığı zaman hep
böyle yapardı.”187
Cümlede geçen “bulkulda-” sözü “küskünlüğünü belli eden hareketler
yapmak” anlamında bir taklidî sözdür. Çeviride bu anlamı göremiyoruz. Türkçede bu
186 Aytmatov, Çıŋġız , Üç Tomdon Tuġran Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze-Kırġızistan, 1982, s. 198. 187 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 11.
160
anlamı verecek bir taklidî söz de bulunmadığına göre açıklayıcı sözler
kullanılmalıdır. Ayrıca “eleçek” evli kadının baş örtüsü için kullanılan bir sözdür.
Bunun da aynen alınıp dipnotta açıklanması Kırgız kültürünün tanıtılması açısından
faydalıdır. Buna göre çeviri şöyle olmalıdır: “… deyip, anam kocaman bağladığı
‘eleçek’inin çene altı kısmını, her zamanki gibi tekrar tekrar yakasına kıstırıp
hareketleriyle küskünlüğünü belli ediyordu.”
7- Ortak sözlerin kullanılmaması da lehçelerimiz arası çeviride bir sorun
teşkil etmektedir. Hedef lehçede tam karşılığı bulunmasına rağmen başka bir sözün
tercih edilmesi lehçeleri farklıymış gibi göstermektedir. Bu nedenle Kırgız
Türkçesinin kelime ve kalıpları Türkiye Türkçesinde varsa zorunlu olmadıkça başka
kelime ve kalıp kullanılmamalı, eğer yazı dilinde karşılık bulunamıyorsa ağızlara
müracat edilmelidir. Söz ya da ibarenin karşılığı edebî dilde varsa ağız şekli
kullanılmamalı, edebî dilde yoksa da ağız şeklini kullanmamazlık edilmemelidir. Bu,
hem lehçeleri birbirine yaklaştıracak, hem de dili zenginleştirecektir. Mesela Kırgız
Sözlüğünde “coor” sözünün karşılığı “yağır” şeklinde bulunmakla birlikte bu söz
kullanılmayıp açıklama yoluna gidilmiş; sözün Türkçede karşılığı olmadığı gibi bir
durum ortaya çıkmıştır: “coor deri tabakasının sıyrılması (başlıca binek atın sırtına
eğer vurulmasından)”188 şeklinde verilmiştir. Yine aynı eserde “cipkir-” fiili “tadı
fena olan bir nesneden bulantı yahut tiksinti hissetmek” şeklinde açıklanmıştır.189
Oysa Türkiye Türkçesinde bu söz “iğrenmek” şeklinde kullanılmaktadır. Ancak
burada bir noktaya dikkat etmek gerekmektedir ki, bu da ağız şekli kullanıldığında
bunu okuyan herkesin anlayamama riskidir. Buna engel olmak için de ağız şeklinin
anlamı ile Türkçe bir söz olduğu dipnotta açıklanabilir.
Cemile hikayesinde geçen şu örneğe bakalım: Berki kiçi üydö bolso bizdin
cakın tuuġandarıbız turat. Cakın degenim, ortobuzdan eki-üç ata ötsö da, alar
menen başınan malıbız, canıbız bir.190 Cümle şu şekilde çevrilmiştir: “Komşu evde
ya da avıl halkının dediği gibi Küçük Ev’de, yakın akrabalarımız oturur. Bu iki
188 Yudahin, K.K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, cilt 1, s. 223. 189 age., s. 217. 190 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196.
161
ailenin dedeleri mi, yoksa dedelerinin babaları mı kardeştiler, bilemeyeceğim ama,
tek aileymiş gibi bir arada yaşadığımızdan, onlara yakın akraba diyorum.”191 Bu
kısım gereksiz açıklamalarla uzatılmış; “malımız canımız bir” ifadesi Türkçede de
kullanılmasına rağmen çeviride yer almamıştır. Oysa çeviri şu şekilde daha güzel ve
aslına uygun olurdu: “Beriki küçük evde ise yakın akrabalarımız oturur. Yakın
demem, aradan iki üç nesil geçmiş olsa da onlarla baştan beri malımız, canımız bir.”
Bu hususlara özellikle şiirde dikkat edilmelidir. Çünkü şiirde kafiye ve ölçü
sorunu vardır. Ortak kelimelerle bu konularda daha başarılı olunabilir. Mesela neçe
yerine “nice”ye, mektep yerine “okul”a gerek yoktur. kılday yerine “azıcık” sözü
gereksizdir. Türkçede “kıl kadar” deyimi kullanılmaktadır. Yine alım oor ifadesi
Türkiye Türkçesinde “halim ağır” şeklinde mevcuttur. Türkiye Türkçesinde
“duymak” ve “işitmek” şeklinde aynı anlamda iki kelime vardır. Kırgız Türkçesinde
ise aynı anlamda “ukmak” ve “işitmek” sözleri kullanılır. O halde, ortak olan
“işitmek” sözü tercih edilmelidir. Bu, aslına daha uygun olacak ve yakınlık
sağlayacaktır.
Mesela aç kişi aş ılğabayt192 atasözü “aç insan yiyecek seçmez” şeklinde
çevrilmiştir. Oysa burada “kişi” yerine “insan”a, “aş” yerine “yiyecek”e gerek
yoktur. Atasözü rahatlıkla “aç kişi aş seçmez” şeklinde çevrilebilir. Akılduu işine,
akmak tüşünö işenet193 atasözünde de “düş” yerine “rüya” sözünü kullanmaya
gerek yoktur: “Akıllı işine, ahmak düşüne güvenir.”
Eğer kelimenin ne edebî dilde, ne de ağızlarda karşılığı yoksa, o zaman anlam
açıklayıcı sözcük birimlerle vermek ya da sözcüğü aynen alıp dipnotta açıklama
yapmak en uygun yoldur. Bu aynı zamanda Kırgız kültürünün tanıtımı için de faydalı
ve gereklidir.
191 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 8. 192 Güngör, Ahmet; Güngör, Asel Cailova, Türkçe Açıklamalı Kırgız Atasözleri, Ank., Mayıs 1998, Engin Yayınevi, s. 14. 193 age., s. 31.
162
Yine çok anlaşılmaz olan deyimler dışındaki deyimler olduğu gibi
aktarılmalıdır. Bu da lehçeleri birbirine yaklaştıracak, anlaşmayı kolaylaştıracak bir
husustur. Fakat şekil olarak aynı olup da farklı anlama gelen deyim ve deyimsel
ifadeler de bulunmaktadır. Bunlarda anlam çevirisi yapılmalıdır.
8- Çeviride bağlaçlar da anlamın doğru verilmesi bakımından son derece
önemlidirler. O nedenle bağlaçların anlamlarının iyi bilinmemesi çeviride sorunlara
yol açar. Kırgızca bağlaçlar bakımından zengindir: ansayın (daha da), oşondo dele (o
zaman bile, oysa bile), oşentse dele (öyle olsa da, yine de), oşonu menen katar
(bununla birlikte), dele (bile), kana (keşke, hani, ya) gibi. “baarı bir” sözü ilk bakışta
“hepsi bir, hepsi birlikte” gibi görünse de bir bağlaçtır ve “sonuçta, zaten”
anlamlarına gelir. Bunun anlamını bilmeyen biri önemli hatalara sebep olabilir:
Mesela men aytsam da aytpasam da baarı bir, al meni ukpayt cümlesi ilk
bakışta “ben söylesem de söylemesem de hepsi bir (aynı), o beni duymuyor” şeklinde
görünse de doğrusu “ben söylesem de söylemesem de sonuçta o beni duymayacak”
şeklindedir.
Başka bir cümle baarı bir barabız da, telefondo aytıştın kacatı barbı?
şeklindedir. Cümlenin çevirisi “zaten gideceğiz ya, telefonda söylemenin gereği var
mı? (telefonda söylemeye ne gerek var?)” olarak yapılmalıdır.
Men unçukpadım, al ansayın açuusu keldi cümlesi ise “ben sesimi
çıkarmadım, o daha da sinirlendi” anlamındadır. Sonuç olarak çevirmenler doğru bir
çeviri için bağlaçların anlamlarını iyi bilmelidirler.
9- Akrabalık terimlerindeki farklılıklar çeviride karışıklık yaratır. Kırgızcanın
akrabalık terimleriyle ilgili gelişmiş bir terminolojisi vardır. Akrabalık anne ve baba
tarafından olma, yaşça büyük ya da küçük olma gibi durumlara göre değişmektedir.
Bazı benzer akrabalık terimleri de farklı anlamda kullanılabilmektedir. Türkçede ana
ve baba tarafından olan akrabalar çoğunlukla leksik olarak ayrılmamıştır. Oysa
Kırgızcada bunlar için farklı sözler kullanılır. Bu durumda Türkçeye yapılan
163
aktarmalarda ya aynen alınıp dipnotta açıklanması, ya da açıklayıcı sözlerin
kullanılması gerekmektedir.
11- Kelimeler bağlam gereği sözlük anlamının dışında tamamen farklı
anlamlar ifade edebilir ya da zamanla yan anlamlar kazanmış olabilirler. Çevirmen
bağlamı göz önüne almadan her kelimeyi sözlük anlamında çevirirse önemli anlam
hatalarına yol açabilir. Buna meydan vermemek için sözlerin sadece sözlük
anlamlarını değil, yan ve mecaz anlamlarını da iyi bilmek ve ileri bir anlayış
kabiliyetine sahip olmak gerekir. Çeviride sözcüklerin anlamlarındaki farklı
kullanımlar yansıtılmalıdır. Mesela apamdın uşintip oturğanın körüp, say-söögüm
sızdap ketti cümlesindeki otur- fiili burada sözlük anlamında (oturmak, yerleşmek,
bir yerde ikamet etmek) değil, “hal, tavır, duruş” anlamında kullanılmıştır: Anamın
bu halini görüp yüreğim sızladı.
1. 4. 1. 3. Gramatikal Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm
Yolları
1- Kırgız Türkçesinden Türkiye Türkçesine yapılan çeviride sözler arasında
olduğu gibi gramatikal yapılarda da yanıltıcı benzerlik sorunuyla karşılaşılmaktadır.
Bu sorun şekil bakımından benzer fakat görevleri tamamen veya kısmen farklı olan
yapılardan kaynaklanmaktadır. Doğru bir çeviri için bu farklılıklar iyi bilinmelidir.
Bunlardan bazıları -ġan, -dır, -kı,-ki,-ku,-kü / -ġı,-gi,-ġu,-gü, -mak/-mek gibi eklerdir.
Bu ekler Türkiye Türkçesindeki karşılıklarıyla anlam bakımından her durumda
örtüşmezler. Bu durumda yapılması gereken öncelikle eklerin tüm anlamlarını çok
iyi bilmek, sonra bağlama dikkat ederek en uygun karşılığı bulmaktır. Eklerin her
durumda aynı yapı ile karşılanması önemli anlam ve şekil bozukluklarına neden
olabilir.
“-siz” eki dikkat edilmesi gereken yapılardandır. Ek Türkçede hem çoğul,
hem saygı ifade ederken, Kırgızcada saygı ve çoğul şekilleri ayrılmış, “-siz” eki
sadece çoğul kişiye saygılı hitap edilmek istendiğinde kullanılmıştır. Çevirmenlerin
164
bu anlam nüansını verebilmek için dikkatli olmaları, hangi anlamın kastedildiğini
doğru tespit etmeleri gerekmektedir.
Kırgızca ile Türkçe arasında iyelik eklerinin kullanımı açısından da fark
bulunmaktadır. İyelik ekleri her iki lehçede de farklı sözlere eklenebilmektedir. Bu
durumda kaynak lehçenin etkisinde kalınarak anlatım bozukluğuna yol açılabilir.
Buna meydan vermemek için çevirmenlerin Türkiye Türkçesinin yapısını ve
kullanımını çok iyi bilmeleri gerekir. Mesela sen emne bala …194 sözlerinin çevirisi
“sen ne biçim çocuksun” şeklinde yapılmalıdır. Görüldüğü gibi “bala” sözüne hiçbir
ek gelmezken, “çocuk” sözüne teklik ikinci şahıs eki gelmiştir.
Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında hal eklerinin kullanımında da
fark görülmektedir. Mesela “sormak” fiili Türkçede yönelme hali ekini alırken
(sorusu kime), Kırgızcada ayrılma hal ekini gerektirir (sorusu kimden): Aliden sura-
Ali’ye sormak. Bu hususta çevirmenlerin Kırgızcanın etkisinde kalarak Kırgızca
yapıları kullandıkları görülmektedir. Bunu engellemek için çevirmenler Türkçenin ve
Kırgızcanın yapısını çok iyi derecede bilmelidirler.
2- Kırgızca ile Türkçe arasında alıntı yapılar arasında da anlam ve görev
farkları bulunmaktadır. Mesela Arapça ve Farsçadan geçen “+ker, +man, +keç, +köy,
+kana, +poz, +dar, +kor, +ger, +zar” gibi eklerde anlam ve kullanım farkları
bulunmaktadır. Bu eklerin bulunduğu sözler Türkçeye aktarılırken aynı şekilde
aktarılabilir. Ancak bu yapılar çoğu zaman Türkçede farklı eklerle karşılanmaktadır.
Mesela Kırgızcada “man, ker, keç, köy, kor, dar,ger” ekleriyle kullanılan çoğu söz
Türkçede, birkaç kelimede +man ve +dar ekleri dışında Türkçe ekler olan +cı ve +lı
ile karşılanmıştır: akılman Ar.- F. düşünceli, kavrayışlı, akıllı; antkor Kırg.- F. 1.ant
bozan, yalancı; 2. sahtekar; tamaşaköy Ar.-F. eğlenceleri seven kimse; amalkeç Ar.-
F. hilebaz, kurnaz; ayıptar Ar.-F. suçlu, cani; cazaker Ar.-F. suçlu, cezaya mahkum;
namısköy Ar.-F. alıngan; koşokör F. yaltak, yüze gülen, yaranan. Çevirmen bu tür
sözlerde dikkatli olmamalıdır.
194 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 219
165
3- Kırgız Türkçesindeki yardımcı fiiller de çeviride önemli sorunlara neden
olmaktadır. Her yardımcı fiil ana fiile bir yan anlam yüklemekte, çeviride bunların da
yansıtılması gerekmektedir. Bu yan anlamların yeterince bilinmemesi anlamda kayba
ve hatalara yol açar. O nedenle çevirmenlerin yardımcı fiillerin cümleye kattığı yan
anlamları çok iyi bilmeleri gerekmektedir. Türkçede yardımcı fiil Kırgızcadaki kadar
çok kullanılmaz. Bu nedenle yardımcı fiillerin cümleye yükledikleri yan anlamları
verebilmek için açıklayıcı sözler kullanılmalıdır. Aşağıdaki örneklerle konu daha iyi
anlaşılacaktır:
“Askerdegi aġalar kattı atamdın naamına ciberçü, poçtoçu anı apamdın
koluna tapşırat. Kelgen kattardı okup beriş cana coop cazış – menin mildetim.”195
Çeviri şu şekilde yapılmıştır: “Ağabeylerim mektupları babamın adına
yazarlar, postacı bunları getirip anneme verir, okumak ve cevaplarını yazmak görevi
de bana düşerdi.”196
Burada geçen ber- yardımcı fiili işin başkası için yapıldığını anlatır. Türkçede
bu anlamı vermek için yardımcı fiil ya da bir söz kullanmaya gerek yoktur. Anlam
zaten cümleden anlaşılmaktadır: “Askerdeki ağabeylerim mektubu babamın namına
gönderirler, postacı ise onu anamın eline verirdi. Gelen mektupları okumak ve cevap
yazmak da benim görevimdi.”
“… Daniyar özünö coro-coldoş kütö albadı.”197
Çevirisi şöyledir: “Artık Daniyar’ın da köyde arkadaş edinme zamanı geldi,
diye düşünürdük.”198
195 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 204. 196 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 20. 197 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 210. 198 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s.28.
166
Cümle tamamen farklı anlam ve şekilde çevrilmiştir. Asıl cümlede yer alan
al- yardımcı fiili ana fiile yeterlilik anlamı vermektedir. Cümlenin doğru çevirisi şu
şekildedir: “Daniyar kendine arkadaş edinemedi.”
“Daniyar kelgen alġaçkı kündörü andan soġuşta bolġon okuyalardı uġamınġo
dep kütüp cürdüm.”199
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Köye ot biçme zamanında gelen Daniyar’dan,
cepheden yeni dönmüş bu askerden, bir şeyler öğrenmek için soru soracak fırsat
arıyordum.”200
cür- yardımcı fiili ana fiile süreklilik anlamı katar. Burada da cümleye
“sürekli bekledim, bekleyip durdum” anlamı katmıştır. Çeviri çok farklı sözler
kullanılarak yapıldığı için bu anlam tam olarak hissedilememektedir. Doğru çeviri
şöyle yapılmalıdır: “Daniyar’ın geldiği ilk günler, ondan savaşta olan olayları
duyarım diye bekliyordum.
“Men ökmöttün mildetin atkarıp cüröm”201 cümlesinde cür- yardımcı fiili ana
fiile süreklilik anlamı katmaktadır: “Ben devletin işlerini yürütmekteyim”.
“Tigi anısın baykaġan da cok, bolġondo Daniyar taraza üstünön kaptardın
birin kuçaktap alıp, unçukpay arabasına kötörüp taştaġanda, Camiyla anı cemeley
ketti:”202
Çevirisi “Danyar sessizce bir çuval tahılı baskülden alıp arabaya koyunca
Cemile ona çıkıştı:”203 şeklinde yapılmıştır.
199 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 210. 200 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 29. 201 Kırġız Adabiy Tilinin Ġrammatikası, İlim Basması, Frunze 1980, s. 328. 202 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 212. 203 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 31.
167
Burada “da” bağlacı “bile”, “bolġondo” sözü ise “sadece” anlamında
kullanılmıştır. “al-” yardımcı fiili işin kendisi için yapıldığını, “ket-” yardımcı fiili de
işin aniden yapılmaya başlandığını anlatır. Buna göre cümlenin çevirisi şu şekilde
olmalıdır: “Öbürü onu farketmedi bile. Sadece Daniyar terazinin üstündeki
çuvallardan birini kucaklayıp sessizce arabasına atarken Cemile onu birden
azarlamaya başladı.”
“Uulum ekööbüz eptep eceŋdi baġıp turabız”204 cümlesindeki tur- yardımcı
fiili ana fiile, cümlenin içinde geçtiği metnin bağlamına göre iki anlam kazandırır.
Yardımcı fiil işin gelecekte yapılacağını veya şu anda yapılmakta olduğunu anlatır:
“Oğlumla ikimiz ne yapıp yapıp ablana bakacağız (veya bakarız)”.
“Bul kırdan aylananın bardıġı daana körünüp turat.”205 Bu cümledeki tur-
yardımcı fiili eylemin çok uzun olmayan bir zaman içinde olduğunu anlatmaktadır.
Herşey şu anda açıkça görünmektedir: “Bu tepeden her yer açıkça görünüyor”.
“Cöö tuman ıldıylap oturup, Erkinge da cetti.”206 Bu cümlede de otur-
yardımcı fiili işin devam ettiğini anlatmaktadır: “Sis aşağıya inerek Erkin’e kadar
ulaştı.”
“Döböt karışkır coġoru bara tüştü da, baştı toġolotup ciberdi” cümlesinde de
tüş- yardımcı fiili işin kısa bir süre devam ettiğini bildirir. ciber- yardımcı fiili de işin
çabuk yapıldığını anlatır: “Erkek kurt bir süre yürümeye devam etti ve (koyun
sürüsünün) başını çabucak toparladı.”
“Üydün içi karaŋġılay tüştü” cümlesinde ise yardımcı fiili çevirmeye gerek
yoktur: “Evin içini karanlık bastı.”
204 Kırġız Adabiy Tilinin Ġrammatikası, İlim Basması, Frunze 1980, s. 329. 205 age., s. 329. 206 age., s. 332.
168
1. 4. 1. 4. Sentaktik Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm
Yolları
1- Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesinin cümle yapıları arasında az da olsa
farklar bulunmakta, yapı bakımından yanlış aktarılan cümleler de anlamca bozuk
veya yanlış olabilmektedir. Bu farklılık özellikle alınma bağlaçların yer aldığı
cümlelerde görülür. Mesela “ġana” (sadece, yalnız), “ki”, “sayın” (her, -dıkça)
bağlaçları Türkçede başa geçer. Kırgızcanın “…da, …da” kalıbı Türkçede “hem…,
hem…”e karşılık gelir ve “hem”ler başa geçer. Çevirmenler doğru ve akıcı bir çeviri
için her iki lehçenin de cümle yapılarını, benzerlik ve farklılıklarını çok iyi
bilmelidirler.
2- Kırgızcadan Türkçeye yapılan aktarmalarda bazen cümle içindeki sözlerin
aynı sırada alınması anlatım bozukluğuna ya da anlam hatasına yol açmaktadır. Buna
meydan vermemek için çevirmenin kaynak lehçeyi anlam ve şekil olarak iyi
bilmenin yanı sıra, hedef lehçenin kullanımını da çok iyi bilmesi gerekmektedir.
3- Türkçe cümlelerde önce eylem, sonra sonucu verilir. Yani olaylar oluş
sırasına göre aktarılır. Kırgızcada ise çoğunlukla bunun tersi bir sıra izlenir. Bu
durumda çevirmenler Kırgızcanın etkisinde kalarak cümleyi aynı şekilde çevirme
hatasına düşebilirler. Bu tür cümleler Türkçenin cümle yapısına uygun şekilde
aktarılmalıdır. Mesela deleġattar zaldı düŋgürötüp kol çalışıp, uralap kıykırıştı
cümlesi kelime sırasına göre çevrilecek olursa “delegeler salonu çınlatıp, el çırpıp
(alkışlayıp) ura ura diye bağırdılar” şekli elde edilir. Buna göre önce salon
çınlatılmakta, sonra da el çırpılmaktadır. Bu sıra Türkçenin cümle yapısına uymaz.
Çeviri “delegeler alkışlayıp ura ura diye bağırarak salonu çınlattılar” şekklinde
olmalıdır.
4- Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında bazı cümlelerde öznenin yeri
bakımından da farklılık bulunmakta, Kırgızcada özne cümle ortasında yer
alabilmektedir. Bu tür cümleler çevrilirken özne başa alınmalıdır: Anday
169
capakeçtengendi bilbeym, S dep İsabekov kors etip koyçu.207 Çevirisi şöyle
yapılmıştır: “O da karısına: - Böyle bir gösterişten hoşlanmam ben, pohpohlamayı da
bilmem, diyor, kestirip atıyordu.”208 Çeviride “o” özne olarak kullanılmıştır. Oysa
cümlenin öznesi İsabekov’dur ve başa alınmalıdır: “İsabekov, böyle gösteriş
yapmayı bilmem ben, deyip bağırıp çıkardı.”
5- Kırgız Türkçesinde zarf fiil eki -p, -ıp ile kurulan uzun cümleler de
çeviride önemli bir sorun kaynağıdır. Bu tür cümleler Türkçeye yine tek bir cümle
olarak aktarılamazlar. Burada çevirmenlerin hedef lehçeyi kullanmadaki yetenekleri
devreye girmektedir. Çünkü bu tür cümleler Türkçeye ancak ikiye, üçe bölünerek
aktarılabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta cümlenin nerelerden
bölüneceğidir. Çevirmen cümleyi anlam hatası ve anlatım bozukluğuna yol
açmayacak şekilde cümlelere ayırmalıdır.
1. 4. 1. 5. Noktalama ve İmlâdaki Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar
ve Çözüm Yolları
1- Kırgızcadan Türkçeye çeviride noktalama işaretlerinden kaynaklanan
sorunlarla da karşılaşmaktayız. Bu hususta hata daha çok kaynak lehçenin etkisinde
kalarak noktalama işaretlerinin Türkçe açısından doğru olmayan bir şekilde
kullanılması ya da noktalama işaretlerinin yanlış kullanımına bağlı anlam hataları
şeklinde görülmektedir. Kırgızca ile Türkçede kesme işareti hariç aynı noktalama
işaretleri bulunmakla birlikte bunların kullanım şekilleri bazen farklılık
gösterebilmektedir. Noktalama işaretleri anlamın doğru aktarılabilmesi açısından
büyük öneme sahiptirler. O nedenle çevirmenin her iki lehçede de işaretlerin doğru
kullanım şekillerini bilmesi ve kendisinin de doğru kullanabilmesi gerekir. İşaretlerin
kullanımlarıyla ilgili yapılan bazı yanlışlıklar şu şekildedir:
Kırgızcada uzun çizgi Türkçeden farklı olarak yazarın sözüyle kahramanın
konuşmalarını ayırmak için kullanılır. Türkçede ise bu durumda virgül kullanılır.
207 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428. 208 Aytmatov, Cengiz, Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst. 2000, s. 8.
170
Çevirmenlerin Kırgızcanın etkisinde kalarak Türkçede de uzun çizgi kullandıkları
görülebilmektedir:
“Atabız bul taptı, ekööŋ tappadıŋ, j dep, j bizdi caman köröt” dep akıldaşıp,
inisin öltürüp, kızın, kuşun cana atın alıp kete berişet.209 (“Babamız bu buluşu ikiniz
bulmadınız, diye bizden nefret ediyor” diye düşünüp kardeşlerini öldürerek kızını,
kuşunu ve atını alıp giderler).
Virgül kullanımıyla ilgili olarak ise hata daha çok Türkçede nokta konulması
gereken yerlerde, Kırgızcanın etkisinde kalarak virgül konulması şeklinde
görülmektedir:
“Bizge tiyiştüü kanday ġana iş bolbosun apamdan çeçilet. Atamdı üy eesi
eken dep eç kimisi kayrılçu da emes. “Oy, ustakeŋe barbay ele koy, – al döŋgölök
asbaptarınan başka eçteke menen işi cok. Alardın eki üyün teŋ bilgen baybiçesi,
oşoġo bar” – deşçü.”210
Türkçenin imlâ kurallarına göre cümle bitimlerinde virgül değil, nokta
konulur. Oysa çeviride nokta kullanılması gereken yerlerde, kaynak metnin etkisinde
kalınarak virgül kullanılmıştır. Parantez içinde gösterdiğimiz yerlerde nokta
olmalıdır: “Evde her şeyi annem idare ederdi. Babama gelince, köy halkı onu
ailemizin gerçek reisi olarak görmezdi. Herhangi bir konuda sık sık şöyle dedikleri
olurdu: ‘Hey hey, onu ustaka (bizde sanat erbabına saygı ifadesi olarak usta denir.
Ustaka, usta akay, usta amca demektir) sormasan daha iyi edersin(,) o baltasını
nereye bıraktığını bile bilmez(,) onların evinde her şeyi bilen, her şeyin başı büyük
anadır(,) soracağını ona sorsan iyi edersin.’ ”211
“Daniyar bul colu da unçukpadı, çoçuġanday kelindi bir karap, arabanı turġan
ele cerinen ala-sala aydadı.”212
209 age., s. 79. 210 age., s. 197. 211 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 10. 212 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 212.
171
Cümle şöyle çevrilmiştir: “Hep susan Danyar, atları dehleyip arabasını
hareket ettirdi.”213
Eğer tam ve doğru bir şekilde çevrilmiş olsaydı cümlenin ikiye bölünmesi,
“unçukpadı” sözünden sonra Kırgızcada virgül olmasına rağmen, nokta konması
gerekirdi: “Daniyar bu sefer de sesini çıkarmadı. Ürkmüş gibi geline bir kez bakıp
arabayı durduğu yerden birden sürüverdi.”
“Kız kaadasınça kerektüü kitepterin alıp keldi da, orduna oturup, depterine
birdemelerdi cazıp cattı, kaadasınça eç kimge köŋül burbadı.”
Çevirisi şöyledir: “Kız, aradığı kitabı bularak yerine geldi(,) hiç kimseye
bakmadan, çevresine hiç aldırmadan notlar almaya başladı defterine.”
Burada da yine çevirmenin noktalama işaretleri konusunda Kırgızcanın
etkisinde kaldığı görülmektedir. “geldi” yargı bildiren bir fiildir. Bundan sonra ya
nokta konmalı ya da “ve” bağlacıyla cümleler bağlanmalıdır. Kırgızcanın “da”
bağlacı kimi yerlerde “ve” bağlacına karşılık gelmektedir. “cazıp cattı” fiilinden
sonra da nokta konmalıdır. Ayrıca Kırgızcada Türkçenin aksine, -ıp zarf-fiil ekiyle
biten sözlerden sonra virgül gelmekte ve bir cümle içinde pek çok zarf-fiil eki
kullanılabilmektedir. Mesela cümlede “oturup” sözünden sonra virgül gelmiştir.
Buna göre çeviri şu şekilde yapılmalıdır: “Kız her zamanki gibi gerekli kitaplarını
alıp geldi ve yerine oturup defterine bir şeyler yazdı. Yine her zamanki gibi hiç
kimseyle ilgilenmedi.”
“İsabekov bir saamġa karap turdu da, anan sekirip almanı iyip, butunun uçuna
turup catıp araŋ cetip, kızarıp batkan kündöy bolġon toġolok kızıl, salmaktuu almanı
üzüp aldı.”214
213 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 31. 214 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 436.
172
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Birkaç dakika o harika güzelliği seyretti
ve sonra, ayaklarının ucuna basarak uzandı(,) koparıp aldı o ağır, kızıl topu.”
Görüldüğü gibi çeviride nokta konması gerekirken, asıl cümlede olduğu gibi
cümleler virgülle birbirine bağlanmıştır. Anlam ve noktalama işaretleri açısından
doğru bir çeviri şu şekilde olmalıdır: “İsabekov bir süre baktıktan sonra sıçrayarak
ayaklarının ucunda kalktı. Güçlükle ulaşıp dalı eğerek batan güneş gibi yusyuvarlak
olan o kıpkızıl, ağır elmayı kopardı.”
“Al kızdın atı-cönün ali bilbeyt, birok kündür-tündür elesi köz aldınan
ketpeyt, ana kantip anı azır unutup koysun.”215
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Hep onu, adını bile bilmediği o güzel kızı
düşünüyordu zaten.”216
Virgüllerle birbirine bağlanmış olan bu cümleler de Türkçeye iki cümle
şeklinde çevrilmelidir. Ayrıca, “adı sanı, gece gündüz” gibi üslûp açısından önemli
olan bazı kalıp sözler çeviride kullanılmamıştır. Üslûp ve noktalama açısından doğru
bir çeviri şu şekilde yapılmalıdır: “O kızın adını sanını hâlâ bilmiyor, fakat gece
gündüz hayali gözünün önünden gitmiyordu. Şimdi onu nasıl unutsun.”
Kısa çizgi (tire) Kırgızcada ikilemeler arasına ve iki isimden oluşan isimlerin
arasına da konur. Türkçede ise bu durumlarda hiçbir işaret kullanılmaz. Burada da
yine Kırgızcanın etkisinde kalınarak işaret aynı şekilde kullanılabilir. Çevirmenler bu
açıdan dikkatli olmalıdırlar.
Noktalı virgül (;) işareti Kırgızcada, Türkçeden farklı olarak, konuşma
sözlerinden önce de kullanılır ve noktalı virgülden sonraki konuşma cümlesi büyük
harfle başlar. Çevirmenler kaynak lehçenin etkisinde kalmamak için Türkçede
noktama işaretlerinin kullanımını çok iyi bilmelidirler:
215 age., s. 436. 216 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 18.
173
“Çınarbay köp söz aytpastan; “Men çınar terektin tübündö törölgön
Çınarbaymın” –dedi.”217 (Çınarbay çok konuşmadan, “ben çınar ağacının dibinde
doğan Çınarbay’ım” dedi).
Ünlem işareti (!) her iki lehçede de sevinç, kıvanç, acı, korku, şaşma gibi
duyguları anlatan cümle ya da sözlerin sonuna konur. Ancak çevirmenlerin bu işareti
ihmal ettikleri görülmüştür:
“Narı caktan şapalak kamçını süyröp baskan meni körgöndö briġadir alda
kanday oy tapkansıp, süyünüp ketti. –Anday ele keliniŋizge coldon tentek
arabakeçter tiyet deseŋiz, mına – kaynisi turbaybı! dedi al, meni körsötüp.”218
Paragrafın çevirisi şöyle yapılmış: “Kamçıyı sürüyerek yanlarına vardım.
Onbaşı beni görünce birden sevindi. Aklına iyi bir fikir gelmişti herhalde. –Pekala,
gelininizi vermemek için pençenizi gösteriyorsunuz, ama bak, kaynı var onun, dedi –
sevinçle beni göstererek.”219
Çeviride ünlem işareti hiç kullanılmamıştır. Ayrıca, uzun çizgi işareti,
Kırgızcada olduğu gibi paragraf içinde ve “dedi” sözünden sonra kullanılmıştır. Bu
şekil Türkçenin imlâ kurallarına uymamaktadır. Çeviri anlam bakımından da
hatalıdır. Anlam ve noktalama işaretleri açısından doğru bir çeviri şöyle olmalıdır:
“Benim öbür taraftan şapalak kamçıyı sürükleyip geldiğimi görünce, kahya sanki
aklına parlak bir fikir gelmiş gibi sevindi: “Eğer gelininize yolda serseri arabacılar
takılır diyorsanız, işte, kaynı yok mu!” dedi, beni göstererek.” “şapalak” sözü
dipnotta açıklanmalıdır: şapalak kamçı: örülmemiş, yassı kamçı.
Kırgızcada tırnak işareti Türkçeden farklı olarak gazete ve dergi adlarında da
kullanılır. Türkçede ise işaretin böyle bir kullanımı yoktur: “Manas” Eposu, “Caş
Leninçi” Jurnalı vb.
217 age., s. 59. 218 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 198. 219 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s.11
174
2- Yazım kurallarındaki farklılıklar da çeviride sorun yaratmaktadır. Bu sorun
da yine Kırgızcanın etkisinde kalma şeklinde görülmektedir. En çok yapılan yanlışlık
soru ekinin yazımında görülür. Kırgızcada soru eki “mı/mi/mu/mü” mutlaka
cümlenin sonuna gelir ve mutlaka bitişik yazılır. Türkçede ise vurgulanmak istenen
konuya göre yeri değişebilir ve ayrı yazılır. Çevirmenler bu hususta dikkatli
olmalıdırlar:
“Danike, saydaġı attar senikibi?”220 (Daniyarcığım, dere yatağındaki atlar
senin mi?).
“Emne söz, Robertinonu aytasıŋbı?” (Ne konuşması! Robertino’yu mu
anlatacaksın?)
Hataya yol açabilecek bir başka fark özel isimlerin yazılışıyla ilgilidir.
Kırgızcada özel isimlere ek geldiğinde kesme işareti kullanılmaz. Kırgızcanın
etkisiyle Türkçede de aynı şekilde yazılabilir. Bu konuda dikkati olunmalıdır. Ayrıca
Kırgızcada özel isim iki isimden oluşuyorsa, arasına tire konularak bitişik yazılır ve
her iki isim de büyük harfle başlar. Bu tür özel isimler çevrilirken yine aynı şekilde
alınmalı, değişiklik yapılmamalıdır. Oysa çeviride özel isimlerin seslerinin ya da
yazılış şekillerinin değiştirildiği görülmektedir. Bu daha çok her iki lehçede de
kullanılan ve Kırgızcada ses değişikliğine uğramış özel isimlerde ve Kırgızcadaki iki
isimden oluşan özel isimlerde görülmektedir: Osmon (Osman), Asel (Asya) vb.
1. 4. 1. 6. Semantik Farklılıklardan Kaynaklanan Sorunlar ve Çözüm
Yolları
1- Kırgızca ile Türkçe arasında ortak sözlerde zamanla anlam değişmeleri ya
da yan anlamlar kazanma gibi farklılıklar oluşmuştur. Bu durum çeviride çok büyük
sorunlara yol açmaktadır. Şekilce aynı ya da benzer olan sözü gördüğünde çevirmen,
eğer anlamlarını doğru ve tam olarak bilmiyorsa, sözlüğe bakmadan Türkçedeki
220 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 206.
175
anlamında alabilir ve bu da önemli anlam hatalarına yol açar. O nedenle çevirmenler
emin olmadıkları her söz için sözlüğe bakmayı ihmal etmemelidirler.
2- Aynı dillerden alınan sözlerde görülen anlam farklılıkları da çeviride sorun
yaratır. Kırgızca ve Türkçe eski devirlerde az olarak Çince, Moğolca, Soğdca ve
Sanskritçeden, daha sonra ise yoğun şekilde Arapça ve Farsçadan kelime almışlardır.
Bu Arapça ve Farsça sözler bir taraftan ortaklık sağlamakla birlikte, diğer taraftan
farklı anlamlarda alınmaları, yan anlam kazanmaları, daha sonradan anlam
değişikliğine uğramaları gibi nedenlerden dolayı çeviride güçlük yaratmaktadırlar.
Burada çevirmenlere düşen görev her iki lehçedeki bu tür sözlerin anlamlarını çok iyi
bilmek, bilmediği durumlarda da sözlüklerden faydalanmaktır.
3- Kırgızca ile Türkçe arasında şekilce farklı olup aynı anlama gelen söz,
deyim ve atasözleri de bulunmaktadır. Kırgız ve Türk halkları asırlar önce bir arada
yaşamış olmaktan dolayı ortak bir kültüre sahiptirler. Dünyayı algılayışları, hayatı
yorumlayışları, duygu ve düşünceleri aynıdır. Bunun sonucu olarak pek çok deyim
ve atasözü aynı mantığın ürünü olduklarından iki lehçede de ortaktır. Mesela “enesin
körüp kızın al” (anasına bak kızını al), “balık başınan sasıyt” (balık baştan kokar),
“murduŋa çenep bışkır” (burnuna göre aksır - ayağını yorganına göre uzat), “kişi
alası içinde, mal alası tışında” (insan alası içinde, mal alası dışında), konok konoktu
süyböyt, eesi baarın da süyböyt (misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini
istemez), it üröt kerben cüröt (it ürür kervan yürür) gibi atasözlerimiz aynıdır. Ancak
yüzyıllarca ayrı yaşamaları, Kırgızların Rus egemenliğinde kalması, Türklerin Batı
toplumlarıyla münasebetleri, coğrafik sebepler iki toplumu bir ölçüde
uzaklaştırmıştır. Yaşam tarzlarındaki değişiklik, tarım, deniz gibi konulardaki
farklılık dile de yansımış, aynı anlamın farklı sözler kullanılarak verildiği olmuştur.
Bunlarda da mantık aynıdır fakat sözler değişmiştir. Mesela “müyüzdüü bolom dep
kulaġınan acıraptır” (boynuzlu olacağım derken kulağından ayrılmış) atasözü
Türkçedeki “Dimyat’a bulgura giderken evdeki pirinçten olmak” deyimiyle aynı
anlamı ifade etmektedir. Kırgızcadaki “suray suray Mekkege barıptır” atasözündeki
“Mekke”nin yerini Türkçede “Bağdat” almıştır: “Sora sora Bağdat bulunur”.
Kırgızların “alma daraġınan alıs tüşpöyt” (elma ağacından uzak düşmez) atasözü
176
Türkçede “armut dibine düşer” şeklindedir. Türk yazınında bulutlar pamuğa, iyi
insan meleğe benzetilirken, Kırgız yazınında bulutlar “deve hörgücü”ne, iyi insan
peygambere benzetilir. Böyle durumlarda çevirmen kelime çevirisi yapmak yerine
Türkçedeki anlamşal eş değerini kullanmalıdır.
4- Anlamın eksik aktarılması da karşılaşılan en önemli sorunlardan biridir. Bu
durum bazı sözleri dikkate almamaktan, asıl söylenmek isteneni göz ardı etmekten ve
özellikle de yardımcı fiillerin cümleye kattığı yan anlamların yeterince bilinmemesi
gibi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Yardımcı fiiller Kırgızcadan yapılan çevirilerde
başlı başına bir sorun kaynağıdır. Çünkü her yardımcı fiil ana fiile yan anlamlar
kattığı gibi, birlikte kullanıldığı zarf-fiil ekine göre de bu yan anlam değişmektedir.
Eğer çeviride birkaç fiil bir tek fiille karşılanacaksa, bu durumda anlamı
güçlendirecek ve tam olarak aktarılmasını sağlayacak başka kelime araçları
kullanılmalıdır.
Bazen de bazı kelimelerin çeviride hiç dikkate alınmadığı görülür. Bu da
anlamın eksik aktarılmasına yol açar. Mesela şu cümleye bakalım: “Küngö kaktanar
kumduu ceegi dele cok, birok borçuk booru coġorulap aska-zoo bolup, andan öödö
kar catkan too dal uşerden baştalat.”221 Cümle şu şekilde çevrilmiştir: “Çayın plâjı
yoktu ama yüksek dağların hemen dibindeydi. Issız boğazların ardında, beyaz
tepelerini sipsivri göğe uzatıyordu dağlar.”222 Burada “güneşin kavurduğu kumlu
sahil” gibi uzun bir ifade sadece “plâj” sözüyle karşılanmış, bu da anlam daralmasına
yol açmıştır. Asıl metinde bulunmadığı halde de “ıssız boğazların ardında” sözleri
kullanılmıştır. Anlamın tam olarak verilebilmesi için çeviri şu şekilde olmalıdır:
“Güneşin kavurduğu kumlu bir sahili bile yoktu, fakat yamaçlarından yukarıya doğru
sivri kayaların yükseldiği, daha yukarılarını ise karların kapladığı dağ işte tam
buradan başlıyordu.”
5- Yine az olmakla birlikte görülen bir başka sorun da “kayıp” konusudur. Bu
daha çok yardımcı fiillerin cümleye yüklediği yan anlamların ve diğer bazı sözlerin
221 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 433. 222 Aytmatov, Cengiz, Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 14.
177
çağrışımsal anlamlarının yeterince iyi bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Bunun
dışında Kırgız kültürü ve eski inancıyla ilgili sözlerin anlamlarının yeterince
bilinmemesi de anlam hatalarına ve kaybına neden olmaktadır:
“İi, cana atardı aydap ciberbegenim cakşı bolġon eken anda. –dep koydum
oyumda.”223
Cümle “iyi ki kovmamışım bu atları”224 şeklinde çevrilmiştir. Burada
yardımcı fiil ciber- işin çabuk yapıldığını bildirmektedir. Oysa çeviride bu anlam
verilmemiştir. Cümle “Ay, demin atları sürmemem iyi olmuş o zaman, dedim
içimden” şeklinde aktarılmalıdır.
Bazen de tersine yardımcı fiilin çevrilmemesi gereken durumlarda çevrilmesi
sık rastlanan bir durumdur. Mesela “boorsok bışırtıp aldı”225 cümlesi “kendisine
boorsok pişirtip aldı” şeklinde çevrilmiştir. Oysa burada “al-” işin kendisi için
yapıldığını anlatan bir yardımcı fiildir. Bu anlam Türkçede “kendisine” sözüyle
verilebilir veya hiçbir söz kullanılmayabilir: “Boorsok pişirtti.” Yine bunun gibi “kün
celdüü bolup turat”226 cümlesi “hava rüzgarlı duruyor” şeklinde çevrilmiştir. Oysa
“tur-” yardımcı fiildir ve burada Türkçeye aktarılması gerekmez. Doğru çeviri “hava
yelli” şeklinde olmalıdır.
223 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 206. 224 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 23. 225 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, cilt I, s. 118. 226 age., s. 199.
178
III. BÖLÜM
1. METİN TÜRLERİ AÇISINDAN KIRGIZCADAN TÜRKÇEYE
ÇEVİRİ
1. 1. Metin Türü Açısından Çeviri
Çeviri yaparken bir tek türle değil farklı metin türleriyle karşı karşıya
kalınmaktadır. Her metin türü de kendine has özellikler içermektedir. Sonuç olarak
farklı metin türlerinde farklı çeviri sorunlarıyla karşılaşılmakta, farklı çeviri yöntem
ve teknikleri uygulanmaktadır. O nedenle çevirinin tek tek türler açısından
incelenmesi zorunludur. Bir romanla bir bilimsel metin aynı yapıda olamayacağı gibi
çevirilerinde de aynı prensipler uygulanamaz.
Ayrıca diller arasında olduğu gibi lehçelerimiz arasında da farklı metin türü
gelenekleri bulunabilir. Bu nedenle çeviri yaparken dikkat edilmesi gereken bir konu
da kaynak lehçedeki metin türünün hedef lehçedeki karşılığının bulunması ve
çevirinin bu türe uygun yapılmasıdır. Aksi takdirde ortaya yetersiz bir çeviri
konacaktır.
Metin türleriyle ilgili bir başka husus da bir eser içinde birden çok metin
türünün bulunduğu durumlardır. Mesela bir roman içinde bilimsel metin türü
örnekleri, teknik metin türü örnekleri, bir davetiye, bir tarif, bir şiir bulunabilir. Bu
durumda da çeviri temelde edebî metin türü olarak ele alınmakla birlikte farklı türler
kendi yöntem ve tekniklerine göre aktarılmalıdır. Bir çevirmen bu tür durumlarla sık
olarak karşılaşır. O nedenle farklı metin türlerinde karşılaşabileceği zorluklarla
uygulayacağı yöntem ve teknikleri çok iyi bilmelidir.
179
1. 1. 1. Edebî Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Sorunlar ve Uyulması
Gereken Prensipler
1- Edebî metinlerin çevirisinde karşılaşılan en önemli sorun üslûbun
verilememesidir. Edebî metinler özellikle yazar ve yazarın üslûbundan duyulan zevk
için okunurlar. O nedenle edebî bir eserin çevirisinde öncelikli unsur üslûbun
aksettirilmesidir. Bunu yapabilmesi için de çevirmenin öncelikle yazarı ve üslûbunu
iyi bilmesi gerekir. Ancak bu konuda bilgiye sahip olmak da üslûbu verebilmek için
yeterli değildir. Aynı üslûbu kullanarak hedef lehçe okurunda aynı etkiyi
yaratabilmek, hedef lehçeyi çok iyi kullanmakla mümkündür. O nedenle çevirmen
eseri, yazarı ve yazarın dilini yeterince bilmenin yanı sıra kaynak ve hedef lehçeyi de
çok iyi derecede bilmeli ve kullanabilmelidir.
2- Edebî metinlerde ikinci önemli sorun anlamın yanlış aktarılmasıdır. Bunun
sebebi kaynak lehçenin farklı düzeylerinin yeterince iyi bilinmemesinden
kaynaklanmaktadır. Mesela çevirmenler tek tek sözlerin anlamlarını bilseler de daha
çok mecaz ve yan anlamlarda, deyim ve atasözlerinin anlamlarında hataya
düşmektedirler. Anlamın doğru verilmesi doğru ve iyi bir çeviri için ilk şarttır.
Bunun için çevirmenin Kırgızca sözlerin asıl, yan ve mecaz anlamlarını çok iyi
bilmesi gerekir. Yanıltıcı benzerlik tuzağına düşmemek için emin olmadığı
zamanlarda sözlüğe bakmada ihmalkârlık yapmamalıdır. Deyim ve atasözlerinin
aynısı varsa bunları çevirmeye gerek yoktur. Mesela “akılınan şaşuu” (aklını
şaşırmak), “kökkö çıġaruu” (göklere çıkarmak), “cer menen ceksen kıluu” (yer ile
yeksan etmek), “suuġa tüşkön çıçkanday boluu” (ıslak kargaya veya sıçana dönmek),
“kılın kıymıldatpoo” (kılını bile kıpırdatmamak) deyimlerini çevirmeye gerek yoktur.
Fakat bazı deyim ve atasözleri aynı anlamı ifade etmekle birlikte şekil olarak
farklılık göstermektedir. Bu durumda deyim veya atasözünün anlamsal eş değeri
kullanılmalıdır. Mesela “açuusu kel-” deyimi sıklıkla “acısı, derdi olmak” şeklinde
çevrilebilmektedir. Oysa doğru anlamı “hiddetlenmek, sinirlenmek”tir. “Birok men
üçün al kep emes” cümlesindeki “kep” sözü de burada asıl anlamında (laf, söz) değil,
“önem, ehemmiyet” anlamında kullanılmıştır: “Fakat o benim için önemli değil.”
Çevirmen bu hususlarda hassas davranmalıdır.
180
3- Yakın lehçeler arasında şiiri çevirmeye gerek yoktur. Sadece Kiril
harflerini Latin harflerine aktarmak ve anlaşılmayan kelimeleri dipnot olarak vermek
yeterlidir. Basit bir açıklamayla anlaşılabilecek yakın bir lehçedeki şiirin çevrilmesi
boşu boşuna ahengi bozacaktır. Yakın lehçeler arasında düz yazıda da çeviri
yapılmayıp anlaşılmayan kelimeler sayfa altında verilebilir ya da çeviri yapılabilir.
Ancak bu durum Türkiye Türkçesi ve Kırgız Türkçesi için geçerli değildir. Kırgızca
ve Türkçe uzak lehçelerdir ve Kırgızcada kelimeler büyük ses değişikliklerine
uğramıştır. O nedenle şiiri ya da düz yazıyı Latin alfabesine aktarmak anlaşılması
için yeterli olmayacaktır. Burada dikkat edilecek husus ortak kelimelerin kullanımına
özen göstermek, ölçü ve uyağı vermeye çalışmaktır. Ayrıca destanlarda yer alıp da
Çağdaş Kırgızcada kullanımdan düşmüş olan bazı sözler (mesela Manas destanında
“ormon, azırla-, bolmuş” sözleri yer almaktadır) Türkiye Türkçesi yazı dilinde ya da
ağızlarında yer alabilmektedir. Bu sözler Türkiye Türkçesi yazı dilinde pasif
durumda olsalar bile çeviride kullanılmalıdır. Böylece her iki lehçeye de kelime
kazandırılmış olacaktır.
4- Hikâye, halk edebiyatı, şiir gibi metinlerin çevirisinde hem Kırgız
Türkçesi, hem de Türkiye Türkçesi metni karşılıklı sayfalarda göstermek çok faydalı
bir metottur. Her iki lehçeyi de karşılıklı olarak görmek, farklılık ve yakınlıkları
görmemizi sağlar. Bu tür çalışmalarda mümkün olduğunca kaynak metne sadık
kalmak, fazladan kelime eklememek veya atlamamak gerekir. Ayrıca kaynak
lehçenin fonetik özellikleri de gösterilmelidir. Roman, hikaye gibi eserlerin
çevirisinde karşılıklı metin vermek zordur ama bu durumda da sonda birkaç sayfa
karşılıklı metin vermek çok faydalı olacaktır.
5- İki lehçe arasında çeviri yaparken hemen her çevirmenin düşebileceği bir
sıkıntı da anlamla şekil arasında seçim yapmak zorunda kalmaktır. Bazen biçim
korunsa anlamda sorun çıkmakta, anlam verilmek istense de biçim değişmektedir. Bu
sorunla, daha çok şeklin önemli olduğu şiir çevirisinde karşılaşılmaktadır. Şiirde ölçü
ve kafiye vardır. Burada yapılması gereken, öncelikle anlamın doğru verilmesidir.
Şekil ise doğru anlamdan sonra verilmeye çalışılmalıdır. Düz yazıda da yine anlamın
181
doğru verilmesi öncelikli amaç olmalıdır. Sözün Türkçede karşılığı olsa bile
anlamsal eş değeri kullanılmalı, üslûp ve geleneksel kullanım dikkate alınmalıdır:
Manas Destanının çevirisinden aldığımız şu bölüme bakalım:
“Eki ınak ceŋesi İki güzel yengesi de İki samimi (yakın) yengesi
Tündö kelgen, dedi deyt, Gece geldi, diyerek Gece gelmiş dediler,
Kanıkeydin koynuna Kanıkey’in koynuna Kanıkey’in koynuna
catkısalık! dedi deyt. Er Manas’ı koyalım, dediler, yatıralım, dediler.
Tün camınıp bardı deyt, gecenin örtüsüne bürünüp gittiler. Geceye gizlenip vardılar,
Kanıkeynin üyünö kelgende, Manas Kanıkey’in evine gelince Kanıkey’in evine gelince,
at baylabas akırġa hiç at bağlanmamış bir ahıra at bağlanmayan ahıra
at-ta baylap koydu deyt, Manas atını bağladı, atı da bağladı, diyor,
kamçı ilbes talġa hiç kamçı takılmamış bir kapıya kamçı asılmayan dala
kamçısın ilip öttü deyt, Manas kamçısını taktı, kamçısını astı, diyor,
kuş kondurbas tuurġa kuş konmamış bir tüneğe kuş konmayan tüneğe
kuş kondurup öttü deyt. kuş oturttu o,”227 kuş kondurup geçti,
diyor.
Görüldüğü gibi çeviride gereksiz sözlerle cümleler uzatılmış, hece sayısının
uygun olmasına dikkat edilmemiştir. Kafiyenin de yeterince önemsenmediğini
görüyoruz. Cümleler bir şiirden çok düz yazı intibaını uyandırmakta, gereksiz
tekrarlar ise eseri basitleştirmekte, boş yere kalabalıklaştırmaktadır. Mesela burada
Manas’tan bahsedildiği belli iken her mısrada tekrar tekrar “Manas” adının geçmesi
hem hece sayısını, hem kafiyeyi bozmuş, hem de eseri basitleştirmiştir. Mısra
sonlarındaki “diyor, dedi”ler Kırgız destanlarının önemli bir özelliğidir. O nedenle
bir destan çevriliyorsa bu sözler, pek hoşumuza gitmese de, mutlaka alınmalıdır.
“Ay, koyçu uşunu! –dep kolun şiltep külçü. Beker cürgöndön körö tamaşa da!
Anı emne kuday almak bele oşondon!..”228
227 Naskali, Emine, G., Manas Destanı, Ankara, 1995, s. 82-83. 228 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 215.
182
Cümle şu şekilde çevrilmiştir: “Cemile ‘aldırma’ der gibi elini sallayarak: A,
onunla mı? Sadece şaka yapıyorum, korkma, bir şey olmaz o gulyabaniye! derdi.”229
Burada cümle “ay, bırak onu, deyip elini sallayarak gülerdi. Boş durmaktansa
şaka yapalım. Ona ne zararı olacak ki!..” şeklinde de çevrilebilir fakat “aman, boşver
onu, deyip elini sallayıp gülerdi. Boş durmaktansa şaka yapmak daha iyidir. Bundan
ona ne zarar gelecek ki…” şekli daha güzel ve genel üslûba daha uygundur.
“Tur narı! –dep al zaarduu kirkirep, anan kaptı öydö silkip, canın oozuna
tiştegendey, akırkı küç menen andan-mından attap, aldıġa cütkündü.”230
Cümle “çekil başımdan! dedi bana öfkeyle ve yine ilerledi”231 şeklinde
çevrilmiştir.
Burada “geri dur” şekil olarak aslına uygundur ancak “çekil başımdan”
ifadesini kullanmak öfkeli bir insanın ruh halini yansıtması bakımından daha
doğrudur: “O, çekil başımdan, diye öfkeyle bağırdı. Sonra çuvalı yukarı silkip canını
dişine takarak son gücüyle sendeleye sendeleye ilerledi.”
“- Sen emne bala, cindep kettiŋbi, ya? Ce men oşonço it belem: bir ooz
aytsaŋ, aldaġı cerge ele töktürüp salbayt belem? Kim ayttı saġa uşunday kaptardı
kötörsün dep?”232
“- Sen aklını mı oynattın evlat! Ben insan değil miyim? O çuvalı aşağıda
boşaltmana izin vermez miydim? Bu kadar ağır çuvalı ne diye taşıyorsun?”233
Cümlelerin kelime karşılığı şöyledir: “Sen ne çocuksun, cinlendin mi? Ben
köpek miyim: bir ağız söylesen oradaki yere döktürmez miydim? Kim söyledi sana
böyle çuvalları taşısın diye?” Ancak bu şekil Türkçenin kullanımına uymamaktadır.
229 Aytmatov, C., Cemile, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 34. 230 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 219. 231 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 38. 232 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 219-220. 233 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 39.
183
Güzel ve akıcı bir çeviri şöyle olmalıdır: “Sen ne biçim çocuksun, delirdin mi! (Ben
anlamaz köpek değilim ya) Ben insan değil miyim? Bir kerecik söylesen aşağıda
döktürmez miydim? Kim söyledi sana böyle çuvalları taşı diye?”
“- Öpkün azır, bolboso kettiŋ suuġa! Öpkün! –deşip…”234
Cümle “-ya bir öpücük verirsin, ya da dereyi boylarsın! dediler”235 diye
çevrilmiştir. Kelime çevirisi ise “öp şimdi, yoksa gittin suya, öp, dediler” şeklindedir.
Hem şekil, hem de anlam bakımından eş değer bir çeviri “öp, yoksa dereyi boylarsın,
öp, diye…” şeklinde olmalıdır.
1. 1. 2. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Sorunlar ve
Uyulması Gereken Prensipler
1- Bilimsel metinlerde karşılaşılan en önemli sorun anlamın yanlış veya eksik
aktarılmasıdır. Bilimsel metinler bilgi edinmek ya da vermek amacıyla çevrilirler. O
nedenle öncelikle önemli olan üslûp ya da şekil değil, anlamın doğru ve anlaşılır
olmasıdır. O nedenle çevirmenler doğru anlamı vermek için özel bir dikkat sarfetmek
zorundadırlar.
2- Bilimsel metinlerde karşılaşılan bir diğer sorun terimlerdir. Terimler
genelde pek çok dilde ve lehçede ortaktır. Ancak Kırgızca bilimsel konularda
Rusçadan, Türkçe ise Batı dillerinden, özellikle de İngilizceden kelime aldığı için
terimler açısından fark bulunabilmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken terimin
anlamını doğru çözümleyip Türkçede kullanılan anlamsal eş değerini vermektir. Eğer
terim aynıysa sorun yoktur; ancak farklıyla dikkatli olunmalıdır.
3- Bilimsel metinler içinde bazen başka metin türlerinden (edebî, teknik)
alıntılar olabilir. Bu durumda çevirmen bu kısımları metin türünü dikkate alarak
çevirmelidir.
234 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 229. 235 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 48.
184
1. 1. 3. Teknik Metinlerin Çevirisinde Karşılaşılan Sorunlar ve Uyulması
Gereken Prensipler
1- Teknik metinlerde de karşılaşılabilecek en önemli sorun anlamın yanlış ve
eksik aktarılmasıdır. Teknik metinler bilgi vermek amacıyla çevrilirler. O nedenle
öncelikli amaç doğru ve tam anlamda bir çeviri yapmak olmalıdır.
2- Teknik metinlerde karşılaşılan bir başka sorun terimlerdir. Her bilim dalı
kendine has terimler içerir. Ancak çevirmenin her alanda bilgi sahibi olması mümkün
değildir. Ancak terimlerin doğru aktarılması için çevirmen çeviri yapacağı alanla
ilgili ön bilgi ve sözlükler edinmeli, mümkünse bu tür çeviriler o alanda çalışan
kişilerce yapılmalıdır. Kırgızca ile Türkçe arasında bu tür çalışmalar
bulunmamaktadır. Ancak bundan sonra yapılmaması için bir neden de yoktur.
Teknik bir konunun yakın bir lehçeden aktarılması kolaylık ve yakınlık
sağlayacaktır.
1. 2. Kırgızcadan Türkçeye Edebî Metinlerin Çevirisi
1. 2. 1. Kırgızcadan Türkçeye Nesir Çevirisi
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki dilden dile yapılan nesir çevirilerinde
kelime çevirisinden ziyade, anlam çevirisi yeğlenen bir durumdur. Daha çok, içerik
aktarılmaya çalışılır. Ancak bunun Türk Lehçeleri için çok da gerekli olmadığı
kanısındayız. Çünkü lehçeler arasında cümleyi çoğunlukla aynı ya da benzer sözlerle
ifade etmek mümkündür. Hatta bazen hiç çeviri gerekmez. Bu nedenle kanaatimizce
hem anlam, hem biçim, hem üslûp eş değerliği açısından lehçeler arası çeviride
zorunlu kalmadıkça anlam çevirisine gidilmemesi gerekir.
1. 2. 1. 1. Nesir Çevirilerinde Anlama Dayalı Olarak Yapılan Yanlışlıklar
185
1- Her çeviride olduğu gibi nesir çevirisinde de en önemli husus anlamın
doğru aktarılmasıdır. Bunun için öncelikle Kırgız Türkçesi ile Kırgız kültürünü çok
iyi bilmek gerekir. Bunun kadar önemli bir başka husus da hedef lehçeyi, yani
Türkiye Türkçesini çok iyi bilmektir. Kırgızca metin doğru olarak çözümlense bile
Türkiye Türkçesi yeterince bilinmiyorsa doğru kelime seçimi yapılamayacak,
dolayısıyla doğru anlam verilemeyecektir. Şekil olarak ne kadar süslü olursa olsun,
anlam doğru aktarılmadıkça iyi bir çeviriden söz etmek mümkün değildir. Anlam
alanında karşılaşılan sorunların çoğu kaynak ve hedef lehçelerin iyi bilinmemesine
bağlıdır. Aşağıdaki örnekler konuya açıklık getireceklerdir.
“A bu inim ceŋesine biröönü cakın cuutmak tursun, karatıp da koyboyt.
Andan kam sanabaŋız: Seyit azamat özü, bizdi can saktatıp catkan mına uşul baldar
da azır, sadaġası keteyinder...”236
Çeviri şöyle yapılmış: “O kimseyi sokmaz yanına. Sizin de şüpheniz yok
değil mi. Bizim Seyit pek yiğittir. Bizim besleyicilerimiz bu gençler işte. Ancak
onlar sayesinde işin üstesinden gelebiliriz.”237
Birinci cümle aynı şekilde ve aynı üslûpta çevrilebilecekken kısaltılmıştır.
“kam sanabaŋız” sözü “endişe etmeyin” anlamında iken, yanlış olarak “şüphe” diye
çevrilmiş ve cümle de düz iken soru cümlesi haline getirilmiştir. “bizim
besleyicilerimiz” Türkçede doğru bir ifade değildir. Onun yerine “bizi geçindirecek
olanlar” ifadesi daha uygundur. Ayrıca son cümle asıl metinde olmadığı halde
fazladan eklenmiştir. Sevgi ve hitap sözcükleri Türkçeye göre Batı dillerinde daha
azdır. Eğer çeviri doğrudan Kırgızcadan Türkçeye yapılsaydı bu sözler verilebilirdi.
Oysa burada bu sözlerin (kurbanın olayım, yolunda öleyim vs.) dikkate alınmadığı
görülüyor. Buna göre doğru çeviri şu şekildedir: “Aha bu yeğenim yengesine birini
yaklaştırmak şöyle dursun, baktırmaz bile. Ondan endişeniz olmasın. Seyit yiğit
delikanlıdır. Bizi geçindirecek olan işte bu çocuklar, kurban olduklarım.”
236 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 198. 237 Aytmatov, C., Cemile-Sultan Murat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 12.
186
“Andan berki körünüştö – bozorġon sarı talaa, keŋ özön.”238
Çeviri “ön planda, koyu kızıl renkte bir pelin bozkırı”239 şeklinde yapılmıştır.
Burada “ön planda” yerine “ondan daha beride” ifadesi aslına daha uygundur.
“bozkır” için “koyu kızıl renkte” sıfatı değil “bozarmış sarı” sıfatı kullanılıyor.
“geniş vadi” sözü ise hiç çevrilmemiş. Doğru çeviri “ondan daha beride bozarmış
sarı bozkır, geniş bir vadi” şeklinde olmalıdır.
“Tün bir ubak bolup kaldı, aġa karabay İsabekov daġı ele çekesin ukalap kat
cazuu menen ubara.”240
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “İsabekov geç saatlere kadar yatıp
uyuyamamış, hâlâ düşünüyordu.”241
Asıl cümlede yatıp uyuyamamaktan bahsedilmemekte, İsabekov vakit
ilerlediği halde kendisi uyumayıp mektup yazmakla uğraşmaktadır. Ayrıca İsabekov
düşünmüyor, mektup yazmaya çalışıyor. Burada hem biçim, hem anlam doğru
aktarılamamıştır. Doğru çeviri şu şekilde olmalıdır: “Gece bir hayli ilerlemişti. Buna
rağmen İsabekov hâlâ gözünü oğuşturarak mektup yazmakla uğraşıyordu.”
“Kayradan bayaġı caŋı baş koşkondoġusunday kuuluk-şumduġu cok, açık
münöz, ak peyil bolo alar beken?”242
Cümle şöyle çevrilmiştir: “Evliliklerinin ilk yılında olduğu gibi
davranabilecek miydi? Sade, açık yürekli ve iyi niyetle?243”
238 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196. 239 Aytmatov, C., Cemile-Sultan Murat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7. 240 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 427. 241 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev, Refik Özdek, İst., 2001, s. 7. 242 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 427. 243 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 7.
187
Burada İsabekov’un karısının sıfatları yanlış aktarılmıştır. Ayrıca cümlede
herhangi bir davranıştan bahsedilmemektedir. Doğru anlamda bir çeviri “yeniden,
evliliklerinin ilk yıllarındaki gibi kurnazlık bilmeyen, temiz huylu, iyi karakterli
olabilecek miydi?” şeklinde olmalıdır.
“- Emne unçukpaysıŋ Anara?
- Kızı taŋırkay bir karap aldı da, unçukpadı.
- Keçe künü sabaktarıŋdı dayardap koyduŋ bele?
- Kızı baş iykedi.
- Kanday, aylana-tegerek sonun beken?
- Sonun.”244
Çevirisi şöyle yapılmıştır:
“- Niye bir şey söylemiyorsun Anara?
- Küçük kız şaşkın şaşkın babasının yüzüne baktı ve yine bir şey söylemedi.
- Ödevlerini yaptın mı dün?
- Evet, anlamında başını salladı kız.
- Çok güzel bir hava değil mi?
- Evet çok güzel.”245
Burada “unçuk-” fiili “ses çıkarmak” anlamındadır. Türkçede bu söze karşılık
olabilecek “söylemek, konuşmak” sözcükleri de vardır. Ancak unçuk- sözcüğünü en
iyi karşılayan “ses çıkarmak” ifadesidir. “aylana-tegerek” “etraf” anlamında iken
çeviride “hava” olarak aktarılmıştır. Bu paragrafta konuşmaya isteksiz bir kızın
ifadeleri veriliyor. Bunu anlatmak için de Anara’nın cevapları kısa, tek kelimelik,
hatta bazen sadece baş sallamak şeklindedir. Oysa çeviride kızın konuşmaya isteksiz
olduğu anlaşılmamaktadır. Buna göre doğru çeviri şöyle yapılmalıdır:
“- Niye sesin çıkmıyor Anara?
- Kızı şaşkın şaşkın baktı ve yine sesini çıkarmadı.
244 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 432. 245 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 13.
188
- Dün derslerini yapmış mıydın?
- Kızı başını salladı.
- Nasıl, etraf güzel mi?
- Güzel.”
“Ave Mariyanın obonu İsabekovdu da eelep alġandıktan tegeregi büt caŋırıp
kalġanday körünöt. Mömösü terilip een kalġan alma bak suu ceginen arı düpüyüp,
kişiler tüşüm cıyġanı daġı kelebi dep kütköndöy cımcırt.”246
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Ave Mariya melodileri İsabekov’un kulağından
da çıkmıyor ve çevrede her şey yeni bir görünüm kazanmış gibi geliyordu ona. Çaya
göre yüksekte olan bahçe oldukça seyrelmiş, yıkanıp temizlenmiş gibiydi. Sanki o
da meyve aramak için çıka gelen gezicilere kulak vermişti.”247
İlk cümledeki “eelep alġandıktan” ifadesi “kulağından çıkmıyor” değil,
“etkilediği için” anlamındadır. Elma bahçesi için “yıkanıp temizlenmiş” ifadesi
yanlış bir ifadedir. “Meyve aramak için çıka gelen gezicilere kulak vermişti” cümlesi
ise tamamen yanlış aktarılmıştır. O anda meyve toplamak için gelen kimse yoktur.
Bahçe ürün toplamak için gelen olur mu diye sepsessiz beklemektedir. Buna göre
doğru anlamda bir çeviri şöyle yapılmalıdır: “Ave Mariya’nın nağmeleri İsabekov’u
da etkilediği için etraf tamamen yeni bir görünüm kazanmış gibi geliyordu ona.
Meyveleri toplanıp boş kalan elma bahçesi nehir sahilinden ötede heybetli görünüyor
ve insanlar ürün toplamak için gelir mi diye sepsessiz bekliyordu.”
“Al kaçan kitepterin kuçaktap canınan ötöt dep eşikten köz ayrıbay otura
beret. Kız ötöt, ötköndö da boyuna teŋegis, canına cuutkus basık menen ötöt.
Kaçan bolsun taza, tıkan kiyingen suluu kızdın uşul elesi İsabekovdun cürögünö
tamġa bolup basılıp kalġan.”248
246 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 433. 247 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 15. 248 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 437.
189
Paragraf şöyle çevrilmiştir: “İsabekov tekrar yanından geçmesini beklerdi o
gururlu, serbest ve her zaman zarif olan kıyafetiyle.”249
Burada iki cümle birleştirilerek tek cümle olarak çevrilmiş, bu da anlam
karmaşasına ve kaybına neden olmuştur. İlk bakışta “gururlu, serbest, zarif kıyafetli”
olan İsabekov’muş gibi algılanmaktadır. Oysa bu sıfatlar (bunlar da yanlış
aktarılmıştır) kıza aittir. Kızın karakteriyle ilgili önemli bilgiler atlanmıştır. Halbuki
kızın yürüyüşünün tasviriyle bile karakteri verilmeye çalışılmaktadır. Çeviride
bunların hiç birini göremiyoruz. Ayrıca ber- yardımcı fiilinin ana fiile kattığı
süreklilik anlamı da çeviride verilmemiştir. Bütün bunlar dikkate alınarak yapılacak
çeviri şöyle olmalıdır: “O ne zaman kitaplarını kucaklayıp yanından geçecek, diye,
kapıdan gözünü ayırmadan hep oturup beklerdi. Kız geçer, geçerken de kimseyi
yanına yaklaştırmayacak bir edayla yürürdü. Her zaman temiz, derli toplu
giyinen güzel kızın bu görüntüsü, İsabekov’un yüreğine damga gibi basılıp
kalmıştı.”
2- Çeviride anlam hatasına yol açan nedenlerden biri de bağlaç ve edatların
anlamlarının yeterince bilinmemesidir. Kırgız Türkçesi bağlaçlar bakımından
oldukça zengindir ve bağlaçların doğru anlamda kullanılması doğru çeviri açısından
çok önemlidir:
“İsabekov birok baarın ele bilet: Ayalı emne degisi bar ekenin oşondo dele
tüşünçü, atügül, moyununa albasa da, kee birde ayalınıkı tuura ekenin sezip
turçu.”250
Çevirisi şöyledir: “Ama işte şimdi anlıyordu: Onun ne demek istediğini
anlıyor, bunu itiraf etmek istemese de, içinden ona biraz hak veriyordu.”251
Anlamın doğru verilebilmesi için çok önemli olan “oşondo dele” bağlacı
çevrilmeyerek mühim bir anlam hatası yapılmıştır. Cümlede İsabekov’un şu anda
249 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 19. 250 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428. 251 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 8.
190
değil, eskiden yani, birlikte yaşadıkları zamanlarda da karısının ne demek istediğini
anladığı belirtiliyor. Oysa çeviride şu anda anlamış gibi aktarılmıştır. “kabul etmek
istemese de” anlamındaki “moyununa albasa da” ifadesi “itiraf etmek istemese de”
şeklinde yanlış olarak çevrilmiştir. “hissetmek” anlamındaki “sezip turçu” sözü de
“hak veriyordu” şeklinde aktarılmıştır. Ayrıca “anlıyor” sözü tekrar tekrar
kullanılarak anlatım bozukluğuna sebebiyet verilmiştir. Böyle tekrarlarla yapılan bir
anlatım bozukluğu, Aytmatov gibi dünya çapında bir yazara mal edilemeyecek bir
durumdur. Asıl metinde, ilk cümlede “bilmek” sözü kullanılmıştır. Aynen alınması
daha doğrudur ve daha güzel bir anlatım sağlayacaktır. Buna göre çeviri şöyle
yapılmalıdır: “İsabekov bunların hepsini biliyordu. Karısının ne demek istediğini o
zaman da anlıyor, hatta kabul etmek istemese de, bazen karısının sözlerinin doğru
olduğunu hissediyordu.”
“Biylegeniçi, kooz kıymılı körgöndü suktantıp, ansayın ergip-cırġap, közü
oynoktop keter ele. Mınday uçurlarda ayalına cürögü elcirep turçu.”252
Cümle şöyle aktarılmıştır: “İnsanların kendisine hayranlık duyarak
baktıklarını hissedince ne kadar güzel oynar, gözlerinin içi mutluluktan nasıl güler,
nasıl gençleşiverirdi. İşte o anlarda karısını sever, ona bayılırdı.”253
Çeviride “ansayın” (daha da) bağlacı hiç dikkate alınmamıştır. “nasıl
gençleşiverirdi” ve “karısını sever” kısımları kaynak metinde yer almamaktadır.
Doğru anlamda bir çeviri şu şekilde olmalıdır: “Oynayışı, güzel hareketleri görenleri
imrendirdikçe daha da kendinden geçer, gözleri parlardı. Böyle zamanlarda hanımına
bayılırdı.”
“Oyloso caza turġanı degele köp, içke tolup bütüptür. Birok anın sırların
ayalı tüşünör beken?”254
252 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428. 253 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 8. 254 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 427.
191
Cümleler şöyle aktarılmıştır: “Söylenecek birikmiş o kadar şey vardı ki! Hem
sonra onun gecikmiş itiraflarını anlayacak mıydı?”255
Burada cümlenin anlamını büyük ölçüde değiştiren “fakat” bağlacı yanlış
olarak “hem” diye çevrilmiştir. Ayrıca gecikmiş itiraflardan değil, sırlardan
bahsediliyor. İkinci cümlede “ayalı” (karısı) sözüyle ilk kez mektubun kime yazıldığı
belirtilmektedir. Fakat çeviride bu önemli ayrıntıdan hiç bahsedilmemiş. Hâlâ
mektubun kime yazılacağı belli değildir. Doğru çeviri “düşününce yazacak şey çok,
içi dolu. Fakat onun sırlarını hanımı anlar mı acaba?” şeklinde olmalıdır.
3- Çevirinin eksik yapılması, bazı söz ya da cümlelerin ihmal edilmesi de
anlamın eksik aktarılmasına yol açarak anlam hatalarına neden olmaktadır.
“Ar dayım bir cakka col cürördö, men uşul alkaġı cönököy cıġaçtan
casalġan süröttün aldına kelip turam.”256
Cümlenin çevirisi şu şekilde yapılmıştır: “İşte yine o mütevazi çerçeveli
tablonun karşısındayım.”257
Cemile hikayesinin kısaltılmış bir özü niteliğinde olan bu cümle çok şey ifade
eder; o nedenle çok değerlidir. Neden daima bu tablonun önünde durmaktadır? Bu
cümle bütün hikayenin bir özeti niteliğindedir. O nedenle cümlenin tam ve doğru
çevirisi çok önemlidir. Fakat çevirmen cümleyi çok kısaltmış, anlamı eksik ve yanlış
aktarmıştır. Burada konuşan kişi her zaman yaptığı bir şeyden bahsediyor. Bunun
için de cümlede geniş zaman kullanılmış. Oysa çevirmen tablonun karşısına geçme
işini şu anda ve bir kez yapılan bir işmiş gibi aktarmış. Bu anlam “yine” sözüyle
verilmeye çalışılsa da yeterli olmamıştır. “bir cakka col cürördö” kısmı ise hiç
alınmamıştır. Cümle “ben her zaman bir tarafa giderken şu basit tahta çerçeveli
tablonun karşısına geçerim” şeklinde çevrilmelidir.
255 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 7. 256 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 195. 257 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7.
192
“Uluusu – Sadık caŋı ele kelinçek alġanda ketti. Fronttobuz dep anda-sanda
alardan kat kelip turat. Kiçi üydö kiçi apam menen anın kelini ele kalıştı. Al eköö da
erteden kara keçke kolhozdun cumuşunda.”258
Çeviri şöyle yapılmıştır: “Bunlardan büyüğü olan Sadık askere gitmeden az
önce evlenmişti. Onlardan çok seyrek mektup alıyorduk. Küçük evde benim kiçi apa
(küçük anne) dediğim ana ile onun gelini sabahtan akşama kadar kolhozda
çalışırdı.”259
Çevirmen son iki cümleyi birleştirmekle anlamda kayba sebep olmuş, evde
sadece küçük anneyle gelininin kaldığından bahsetmemiştir. Bunun dışında anlatım
hatası yapılmış ve düşük bir cümle kurulmuştur. Ayrıca burada “ele” (sadece) edatı
dikkate alınmayarak anlamda kayba sebep olunmuştur. “Kolhoz” sözünün de
dipnotta açıklanması gerekir. Şu şekilde bir çeviri daha doğru ve daha akıcı olacaktır:
“Büyüğü olan Sadık evlendikten hemen sonra gitti askere. Onlardan ara sıra
cephedeyiz, diye mektup geliyor. Küçük evde sadece küçük annemle onun gelini
kaldı. İkisi de sabahtan akşama kadar kolhozda çalışıyorlar.”
4- Anlam alanında karşılaşılan bir diğer sorun gramatikal kurallardır.
Kırgızcanın gramer kurallarının yeterince bilinmemesi ya da doğru
çözümlenememesi anlamda hatalara yol açmaktadır.
“Mına erteŋ da ayılġa cönöymün.”260
Cümlenin çevirisi “yarın sabah erkenden avıla gitmem gerek”261 şeklinde
yapılmıştır. Bir önceki cümle doğru çevrilmediği için bu cümle de değiştirilmek
zorunda kalınmıştır. Oysa bu cümle anlam bakımından ilk cümleyle bağlantılıdır.
Ayrıca cümlede öznenin işi “yarın” yapacağı belirtilmekle birlikte “sabah erkenden”
258 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 197. 259 Aytmatov, C., Cemile-Sultan Murat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 9. 260 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 195. 261 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7.
193
yapacağı konusunda herhangi bir bilgi yoktur. Gelecek zaman bildiren fiil ise
gereklilik kipinde çevrilmiştir. Eğer dipnot verilecekse sözün orijinali alınmalıdır.
Oysa burada orijinali “ayıl” olan söz “avıl” şeklinde kullanılmış ve dipnotta
açıklanmıştır. Bu yanlış bir metottur. Ya söz “ayıl” şeklinde alınıp dipnotta
açıklanmalı, ya da “köy” olarak çevirisi verilmelidir. Buna göre doğru çeviri “işte
yarın da ayıla gideceğim” şeklinde olmalıdır.
“Tigi tal-terekten tögülüp turġan calbıraktar balanın köŋülün elebey
koymokpu... Birok anday bolġondo dele akırı aytpasa bolboyt... Anan kalsa bügün
kündün memirep sonun bolup turġanın kara. Can düynöŋ da uşintip memirep tursa
kana...”262
Çevirisi şu şekildedir: “Anara camdan düşen yaprakları seyre dalmış olamaz
mıydı? Böyle de olsa ne değişirdi ki. Herhalde en iyisi ona gerçeği anlatmaktı... Ah!
Hava da ne kadar güzel bugün! İnsanın kalbi ve kafası da böyle huzurlu
olabilse...”263
İlk cümlenin sonunda soru eki -pu olmakla birlikte anlam bakımından cümle
bir soru cümlesi değildir. “çocuğun dikkatini çekmez mi” sözleriyle “elbette
dikkatini çeker” denmek istenmektedir. Oysa çeviride hem soru sorulmuş, hem de
söz “seyre dalmak” olarak yanlış çevrilmiştir. Metinde son cümle genel olarak insan
için değil, çocuk için söylenmiştir. Cümle “keşke senin iç dünyan da böyle sürekli
parıldasa...” şeklindedir. Ancak çeviri “insanın kalbi ve kafası da böyle huzurlu
olabilse...” şeklinde yanlış yapılmıştır. Burada belirtmemiz gereken bir diğer husus
da “memirep tursa” fiilinin anlamıdır. tur- yardımcı fiili ana fiile “süreklilik” anlamı
katmaktadır. Bu anlamı Türkçede de “durmak” yardımcı fiiliyle vermek mümkündür.
Çeviride bunun da dikkate alınmadığı görülmektedir. Doğru anlamda bir çeviri şu
şekilde yapılmalıdır: “Kavak dallarından dökülüp duran yapraklar çocuğun dikkatini
çekmez olur mu... Fakat öyle olsa da sonuçta söylememek olmaz... Sonra, bugün
262 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 431. 263 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 12.
194
güneşin sakin sakin parıldamasına da bak. Keşke senin iç dünyan da böyle parıldayıp
dursa...”
5- Kaynak metinde bulunmadığı ve çeviride gerekmediği halde fazladan söz
ya da cümlelerin kullanılması da anlam hatalarına yol açmaktadır. Ayrıca bu tür bir
davranış çevirmenin esere müdahalesi anlamına gelmektedir.
“Kiçi apam – anı ayıldaġılar İşterman dep koyuşat, ee bir düynödö
tabılbaġan karapayım, sonun kişi da. Tük bir briġattar menen caaktaşpay, cür degen
cayına cürüp, berki caş kelinder menen teŋ katarı ele arık da çaap, suu da suġarıp
ketmen kolunan tüşpöyt.”264
Cümlelerin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Küçük anne mert, hatır sayan,
kimseye kötülük düşünmeyen bir kadındı. Ark kazarken olsun, küçük su yolu
açarken olsun, hiçbir işte gençlerden aşağı kalmazdı. Sözün kısası ketmene sıkıca
yapışır ve onu çok iyi kullanırdı.”265
Birinci cümlede küçük anne için sıralanan sıfatlar (mert, hatır sayan, kimseye
kötülük düşünmeyen) asıl metinde yoktur. “anı ayıldaġılar İşterman dep koyuşat”
kısmı hiç ise çevrilmemiştir. Buradaki “İşterman” sözü köy halkının küçük anneye
verdikleri bir lakaptır ki, “çok çalışkan” anlamındadır. O nedenle isim yerine
kullanılmakta ve büyük harfle başlamaktadır. İkinci cümle gereksiz yere ikiye
bölünmüş ve “ketmen elinden düşmezdi” yerine “sözün kısası ketmene sıkıca yapışır
ve onu çok iyi kullanırdı” şeklinde yanlış olarak çevrilmiştir. Ayrıca üslûba da dikkat
edilmemiş, “caaktaş-” (çeneleşmek, çeneye dalmak) deyiminin Türkçede karşılığı
bulunmasına rağmen hiç dikkate alınmamıştır. Bu hususlar dikkate alınarak
yapılacak bir çeviri şöyle olmalıdır: “Küçük annem dünyada eşi olmayan, kendi
halinde, mükemmel bir kişiydi, ki ayıldakiler de onu İşterman (işçimen) diye
adlandırırlardı. Asla hiç kimseyle çeneye dalmaz, git denilen yere gider, genç
264 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 197. 265 Aytmatov, C., Cemile-Sultan Murat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 9.
195
gelinlerden aşağı kalmaz, onlar gibi hem ark açar, hem su taşır, çapası da elinden
düşmezdi.”
“Ayalı bezildey berse İsabekov anı urġaaçının kuru namısı dep koyçu,
oşonusu azır esine tüştü.”266
Cümle şu şekilde çevrilmiştir: “İsabekov onun sızlanmalarını, yakınmalarını,
bir kadınlık gururundan, kadının öz saygısından ileri geldiğini anlıyor ve bunu
kendi kendine söylüyordu.267”
Çeviride asıl cümlede olmayan gereksiz açıklamalar yapılmıştır. İsabekov şu
anda anladığı bir şeyden değil, geçmişte yaptığı, geçmişte düşündüğü şeylerden
bahsetmektedir. Oysa çevirmen sanki şu anda bunu anlamış gibi aktarmıştır. “Bunu
kendine söylüyordu” ifadesi de asıl cümlede bulunmamaktadır. Doğru anlamda bir
çeviri şöyle olmalıdır: “İsabekov hanımının dırdırlarına boş kadınlık gururu der
geçerdi. Şimdi bu aklına geldi.”
6- Çevirinin doğrudan Kırgızcadan değil, başka diller aracılığıyla yapılması
da anlam hatalarına yol açmaktadır. Bu durumda Türk Diline ve Türk kültürüne has
özellikler kaybolmakta, ortaklık ve yakınlıklarımız gösterilememektedir.
7- Daha önce de belirttiğimiz gibi Kırgız Türkçesi taklidî sözler bakımından
son derece zengindir. Bu sözler Kırgızcadan Türkçeye çeviri yapacak kişiyi oldukça
zorlar. Anlam hatalarının çoğu da taklidî sözlerin anlamlarının doğru
verilememesinden kaynaklanmaktadır. O nedenle çevirmen taklidî sözlerin anlam ve
kullanımlarını çok iyi derecede bilmelidirler.
“Anı emne karışkır ceyt bele! –dep, tigi çoŋ arabakeçterdi tuurap, çırt
tükürüp, kamçını süyröp, caybarakat teŋselip bastım.”268
266 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428. 267 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 7. 268 Aytmatov-Çıŋġız , Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze-Kırġızistan, 1982, s. 199.
196
Cümle şu şekilde çevrilmiştir: “Başına bir şey mi gelir sanıyorsun? Kurtlar
kapacak değil ya! dedim. Tecrübeli bir arabacı gibi dişlerimin arasından bir tükrük
savurarak ve acele işi olan bir insanmışım gibi, kamçımı arkamdan sürüdüm.
Böbürlenerek omuzlarımı da dikleştirdim.”269
Cümlede “çırt” ve “teŋsel-” taklidî sözleri yer almaktadır. Çeviride “çırt”
sözünün anlamı verilmeye çalışılmış ancak “teŋsel-” sözü yanlış aktarılmıştır.
“teŋsel-” ağır ve sallanarak yürümek, anlamındadır. Çeviride ise bu yürüyüş
“böbürlenerek ve omuzlarını dikleştirerek” şeklinde aktarılmış. Bu durumda doğru
çeviri şu şekildedir: “Onu kurt mu kapacak, deyip büyük arabacıları taklit ederek bir
tükrük savurdum ve kamçıyı sürükleyerek, acele etmeden, sallana sallana yürüdüm.”
“Aytor, kapalanıp boşoy tüşkön apam, Camiylanın araba aydaşına köndü
okşoyt. Bir azdan kiyin briġadir ıraazı bolġondoy corġo baytalın şart kamçılanıp,
çoytoŋdoto bastırıp ketti.”270
Çeviri “kaygı kaynağı düşüncelerine dalmış olan annem onbaşının tekliflerini
kabul etmiş olacaktı ki, Orozmat, amacına ulaşmış olmanın sevinciyle atını
kırbaçladı, hızlandırdı ve avludan çıktı”271 şeklinde yapılmıştır.
Burada geçen “şart” taklidî sözü keskin hareketi ifade eder. “çoytoŋdot-”
sözü ise “hareketlerinde kısa bacaklıya benzemek” anlamındadır. Çeviride bunlar
tam olarak verilememiştir. Ayrıca “briġadir” sözü de yanlış olarak “onbaşı” şeklinde
çevrilmiştir. Çeviri “sonunda, ilk başta üzülen anam Cemile’nin araba sürmesine
ikna olmuş olmalı ki, biraz sonra kahya memnun bir şekilde genç kısrağını şap diye
kamçılayıp yerden yerden koşturdu” şeklinde olursa anlam daha iyi aktarılmış
olacaktır.
269 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 12-13. 270 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 199-200. 271 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 13-14.
197
1. 2. 1. 2. Nesir Çevirilerinde Üslûba Dayalı Olarak Yapılan Yanlışlıklar
Nesir çevirilerinde doğru anlamdan sonra dikkat edilmesi gereken en önemli
husus üslûbun verilmesi, hedef okuyucuda aynı etkinin yaratılabilmesidir. Bu
nedenle öncelikle eserin dili nasıl, konuşma dilinde mi, yoksa yazı dilinde mi
yazılmış; atasözleri, deyim ve deyimsel ifadeler ne kadar kullanılmış; yazar olayların
neresinde, içinde mi, dışında mı; okuyucuya anlatır gibi mi yazmış, bütün bunlar
tespit edilmeli ve çeviri eser de aynı üslûpla verilmeye çalışılmalıdır.
1- Üslûbun yansıtılmasında dikkat edilmesi gereken en önemli husus deyim
ve atasözleridir. Kırgızca ile Türkçe atasözü, deyim ve deyimsel ifadeler bakımından
genelde bir birlik göstermektedir. O nedenle kaynak metinde atasözü ya da deyim
geçiyorsa çeviride de varsa aynısı, yoksa anlamsal eş değeri kullanılmalı; bu da
yoksa deyim ve atasözü kullanmaktan vazgeçip anlam çevirisi yapılmalıdır. Ancak
çeviri farklı diller aracılığıyla yapıldığı için bu tür özellikler büyük ölçüde tahribata
uğramıştır.
“Özgöçö egin-cıyın kelgende aptası menen üy betin körböy, kün-tün
kırmanda, ce bolboso egin tögün stantsiyada, coldo bozup cürçübüz.”272
Cümle şöyle aktarılmıştıri: “İş, özellikle hasat mevsiminde çok zor olurdu.
Haftalarca eve uğramaz, gecemiz gündüzümüz tarlada, harmanda veya istasyona
tahıl taşıdığımız yollarda geçerdi.”273
Cümlede geçen “üy betin körböy” deyimi aynı şekilde Türkiye Türkçesinde
de kullanılmaktadır. Oysa çeviride deyim hiç alınmamıştır. Oysa üslûbun
aktarılabilmesi için kalıp sözler mümkün olduğunca verilmeye çalışılmalıdır. Çeviri
şu şekilde yapılırsa üslûp açısından eş değer bir çeviri yapılmış olacaktır: “Özellikle
hasat zamanı geldiğinde haftalarca ev yüzü görmeden gecemiz gündüzümüz tarlada,
harmanda veya istasyona tahıl taşıdığımız yollarda geçerdi.”
272 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196. 273 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 8.
198
“Kiyinçereek berki üydün eesi düynödön kaytıp, artında ayalı menen
testiyer eki uulu kalat. İlgerten kalġan adat boyunça aġayın-tuuġandar cesirdin
başın baylap koyolu dep, arbak, kudayġa tuuralap menin atama nikeleştirip
koyuşat.”274
Cümleler şöyle aktarılmıştır: “Kollektifleştirmeden az sonra küçük evin aile
reisi ölmüş ve karısı iki küçük çocuğuyla kalmış. Kabilede hâlâ yaşatılan eski
geleneğe göre, dul bir kadının çocuklarını alıp başka yere gitmesine izin verilmez.
Onun için bizimkiler bu kadını babamla evlendirmişler.”275
Burada da yine “düynödön kayt-“ deyiminin Türkiye Türkçesinde tam
karşılığı bulunmasına rağmen, aynı anlama gelen fakat üslûp bakımından uygun
olmayan “ölmek” fiili kullanılmıştır. Oysa “dünyadan göçmek” deyimi kullanılmış
olsaydı hem anlam, hem biçim, hem de üslûp eş değerliği sağlanmış olacaktı. Bunun
dışında “kabilede hâlâ yaşatılan” ifadesi asıl metinde bulunmamaktadır. Asıl metinde
böyle bir ifade yer almış olsaydı bile, Kırgız halk bölümlerinin adlandırılışı için
“kabile” değil, “oba” sözü daha uygun olacaktır. Aytmatov ayrıca cümleler arasında
halkın geleneklerini, örf âdetlerini vermesiyle değer kazanmış bir yazardır. Burada
da Kırgızlarda eskiden kocası vefat eden bir kadının kocasının kardeşlerinden biriyle
evlendirildiği bilgisi yer almaktadır. Fakat “dul bir kadının çocuklarını alıp başka bir
yere gitmesine izin verilmez” cümlesi asıl metinde yer almamaktadır. Yani çevirmen
gereksiz eklemeler yapmıştır. Kırgızca metinde geçen “başın bayla-” ve “nikele-”
deyimleri de Türkçede kulllanılmaktadır. Bunun yerine çevirmen “başını bağlamak”
deyimini hiç almamış, “nikahlamak” yerine de “evlendirmek” fiilini kullanmıştır.
Lehçeler arası çeviride amacımız öncelikle ortak yönleri vurgulamaktır. Buna göre
çeviri şöyle yapılmalıdır: “Daha sonra beriki evin reisi dünyadan göçüp ardında
karısıyla ergenlik çağındaki iki oğlunu bırakır. Eskilerden kalan bir âdete göre
akrabalar dul kadının başını bağlayalım diye Allah’ın emriyle babama
nikahlamışlar.”
274 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s.197. 275 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 9.
199
“ ‘Tulpar aylanıp üyrün tabat. Tuuġan cer, el-curt oŋoybu. Kelgeniŋ
arbakka caġar iş: mına germandı ceŋip, tınçtıkka cetsek sen daġı el katarı tütün
bulatıp balaluu-çakaluu bolorsuŋ’ deşken çaldar…”276
Çevirisi şöyledir: “ ‘Tulpar yüz fersah uzaktan koşup kendi sürüsüne
kavuşurmuş. Öz vatanını, öz milletini kim sevmez! Dönüp gelen insan, yiğit, mert
bir insandır. Senin dönmüş olmandan memnunuz, atalarının ruhu da memnundur.
Allah vere de şu Cermen’i bir yensek, o zaman rahata kavuşuruz. Sen de ötekiler gibi
bir yuva kurarsın, senin aile ocağının bacası da tüter…’ diyordu aksakallar.”277
Burada atasözünün kelime kelime çevrilmesi Türk okuyucu için çok da
anlaşılır olmamıştır. Onun yerine anlamsal eş değeri olan “tilkinin dönüp dolanıp
geleceği yer kürkçü dükkanıymış” atasözü konuyu çok daha iyi anlatacaktır. Bunun
dışında “balaluu-çakaluu” sözünün tam karşılığı (çoluk çocuk) Türkçede
kullanılmaktadır ve konuşma dilinin verilmesi bakımından önemlidir. Oysa bu sözün
çeviride hiç kullanılmadığı görülmektedir. Ayrıca çeviri gereksiz açıklamalarla
uzatılmıştır (dönüp gelen insan yiğit, mert bir insandır. Senin dönmüş olmandan
memnunuz). Özel adlar aslında çevrilmezler. Ancak ülke ve millet adlarının söyleniş
şekilleri bazı dillerde farklı olabilmektedir. O nedenle, anlaşılır olması bakımından, o
ülke ya da millet adının hedef lehçedeki kullanım şekli tercih edilmelidir. Çeviride
bu hususa da dikkat edilmemiştir. Üslûp açısından eş değer bir çeviri şöyle olmalıdır:
“‘Tilkinin dönüp dolanıp geleceği yer kürkçü dükkanıymış. Vatanını, milletini
kim sevmez! Gelişin atalarının ruhlarını memnun etmiştir. Almanı yenip rahata
kavuşursak o zaman sen de herkes gibi ocağını tütütür, çoluk çocuk sahibi olursun’
diyordu yaşlılar.”
“Baykadıŋbı, balança ayalın uşunçalık süyöt eken, köp konoktun közünçö
üstünö köpölöktöy üyrülüp, atügül, el aldında tizeley kalıp tuflisinin boosun
baylap bergenden uyalġan cok.”278
276 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 207. 277 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 24. 278 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428.
200
Cümle şu şekilde aktarılmıştır: “Gördün mü, diyordu, adam gözünü karısından
ayırmıyor, herkesin içinde eğilip karısının ayakkabı bağlarını bağlamaktan
çekinmiyor. Böyle bir davranıştan korkmuyor.”279
Asıl cümlede “köpölöktöy üyrül-” deyimi, “filanca” gibi konuşma dilinde
kullanılan sözler ve anlamı etkileyen “hatta” bağlacı kullanılmışken, çeviride
bunların hiçbirini göremiyoruz. Bu da üslûbun verilememesine yol açmıştır. Ayrıca
son cümle de kaynak metinde yer almamaktadır. Cümle şöyle çevrilmelidir: “Gördün
mü, falanca karısını ne kadar seviyor. Bir sürü konuğun gözünün önünde etrafında
pervane oluyor. Hatta herkesin önünde diz çöküp ayakkabısının bağını
bağlamaktan bile çekinmiyor.”
“Çildey tarap, ar kimisi öz aldınça izdep, bak aralap ketişti. Birok carıtıluu
eçteme tabılbay şılkıyıp colġo bet alıştı.”280
Çevirisi şu şekilde yapılmıştır: “Bunun üzerine bahçeye yayılıp meyve
aramaya koyuldular ama hiçbir şey bulamadan yine dönüş yolunu tuttular.”281
Burada üslûp açısından önemli olan “çildey tara-“ deyimi çeviride yer
almamıştır. Şu şekilde bir çeviri üslûbun daha iyi yansıtılmasını sağlayacaktır: “Çil
yavrusu gibi dağılıp her biri ağaçların arasında meyve aramaya başladılar. Fakat işe
yarar hiçbir şey bulamayıp ümitlerini keserek yola yöneldiler.”
2- Yazarın anlatım biçiminin, dil kullanımının dikkate alınmaması da üslûbun
verilememesine neden olmaktadır. Bu duruma engel olmak için çevirmenlerin yazarı
ve onun dil kullanımını çok iyi bilmemeleri gerekmektedir. Fakat aşağıdaki
örneklerde görüldüğü gibi bu husus bazen ihmal edilmektedir.
279 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst. 2000, s. 8. 280 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 435. 281 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 17.
201
“Aŋġıça apam solġun üşkürüp koydu: - A-a, kuday, uşu tırmaktay nemebizge
ömür beregör... Bel baylar soyulday cigitteribiz alda kayda: curtta kalġanday ele
aŋkıldap kalbadıkpı...”282
Cümleler şöyle çevrilmiştir: “Annem Orozmat’a çıkışmadı. Yalnız başını
biraz öne eğdi ve derin bir iç çekerek şöyle dedi: Daha bu yaşta gece gündüz
çalışmaktan canı çıkan bu çocuğu yiğit diyorsunuz ha! Bizim yiğitlerin, o sevgili
evlatlarımızın nerede olduğunu Allah bilir. Şimdi evlerimiz terkedilmiş bir oba gibi
ıssız kaldı.”283
Burada öncelikle asıl metinde yer almayan pek çok ekleme yapılarak hem
biçim eş değerliğine önem verilmemiş, hem de anlam hataları yapılmıştır. İlk cümle
ile “daha bu yaşta gece gündüz çalışmaktan canı çıkan bu çocuğu yiğit diyorsunuz
ha!” cümlesi asıl metinde yoktur. Onun yerine küçük çocuk için dua vardır.
Aytmatov’un özelliklerinden biri de eserlerinde söylemek istediğini ima etmesi,
buradan çıkacak anlamı ise okuyucuya bırakmasıdır. Burada ise çevirmen kendi
düşünce ve hislerini de esere katmıştır. Böyle bir yaklaşım ise hikayeyi basitleştiren
bir durumdur. En önemli eksikliklerden biri de üslûbun aktarılmasında çok önemli
olan deyim ve deyimsel ifadelerin verilmeyişidir. “solġun üşkür-” deyimi dışında
“tırmaktay”, “bel bayla-” deyimleri, Türkiye Türkçesinde de aynı şekilde yer
almalarına rağmen kullanılmamıştır. Çeviri şu şekilde yapılmalıdır: “O esnada anam
derin bir iç çekti: Ah, Allah’ım, bu tırnak kadar yavrumuza ömür ver... Bel
bağlanacak direk gibi yiğitlerimiz kim bilir nerede. Terkedilmiş gibi yapayalnız
kaldık” şeklinde bir çeviri üslûp ve şekilce orijinal metni daha çok yansıtmaktadır.
“Ança ele caşırġanday emnesi bar, uyattuubu dep, kokus oyuŋarġa ketip
cürbösün, -cok bul süröttün eç kanday ıksız cayı dele cok, ce bolboso, aġa “köz
tiyip” ketet degendey al bir aşkan ukmuş da emes.”284
282 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 199. 283 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 13. 284 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 195.
202
Çevirisi şöyledir: “Tabloda utanılacak bir şey olduğu için değil, bir sanat
eseri olmaktan uzak olduğu için.”285
Burada yazar hikâyenin baş kahramanı olan Seyit’i sanki okuyucuyla konuşur
gibi canlandırmış, çeviride ise buna dikkat edilmeyip sıradan bir düz yazı, bilimsel
bir eser gibi aktarılmıştır. Çeviri cümlesi bu cümleyi bir önceki cümleye bağlamıyor.
Oysa asıl metinde bu cümle bir önceki cümle ile bağlantılıdır. “köz tiy-” deyimi de
kullanılmamıştır. Ayrıca cümle çok kısaltılmış ve anlam da yanlış aktarılmıştır.
Doğru çeviri şu şekilde olmalıdır: “O kadar gizleyecek ne var, yoksa utanç verici bir
tarafı mı var, diye sakın aklınıza gelmesin. Yok, bu tablonun hiçbir uygunsuz yeri
yok veya ona göz değecek kadar mükemmel de değil.”
“Balanın cürögü birdemeni sezip cüröbü? Bala sezimtal kelerin biz köp
uçurda eske albayt emespizbi? Anday bolso emne üçün eç kaçan surap
koyboyt?”286
Çeviri şu şekilde yapılmıştır: “Pek düşünceli görünüyordu kızı. Yoksa,
olacakları, babasının söyleyeceklerini tahmin mi etmişti. Büyükler çok defa
çocukların her şeyi sezdiklerini, hissettiklerini unuturlar.”287
Burada babanın kendi kendisiyle konuşması verilmektedir. Aytmatov’un en
önemli özelliklerinden biri de her zaman olayları kendisinin değil, bir kahramanın
ağzından anlatmasıdır. Ancak çevirmen sanki yazar konuşuyor gibi aktarmış ve
dolayısıyla Aytmatov’un üslûbu verilememiştir. Ayrıca son cümle de hiç
aktarılmamıştır. Üslûp açısından eşdeğer bir çeviri şöyle olmalıdır: “Çocuk bir şeyler
mi hissediyor yoksa? Bizler çocukların hassas olduklarını çoğu zaman dikkate
almıyoruz ya! Öyleyse neden hiç sormuyor?”
285 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7. 286 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 431. 287 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst. 2000, s. 11.
203
“Alda, Anar ay! Atası bügün tünü emne üçün uktay albay een üydö arkı-terki
basıp cürgönün kaydan bilsin.”288
Cümlenin çevirisi şöyledir: “Ah Anara, Anara! Ne bilsindi babasının
yüreğini parçaladığını. Ne bilsindi bu saatlere kadar onun niçin uyuyamadığını.”289
Burada da paragraf pembe dizi üslûbunda çevrilmiş, gereksiz yere asıl metnin
tersine devrik cümle kullanılmıştır. Yine kendi kendine konuşan İsabekov olmasına
rağmen, çeviride yazar konuşturulmuştur. Ünlemlerin anlamları da önemli bir
konudur. “Alda” sözü “Allah” ile karışabilir ama burada “ah” ünlemine karşılık
gelmektedir. Aytmatov eserlerinde genelde Kırgızcanın Talas ağzını, o bölgeye ait
ifade tarzlarını ve konuşma dilini kullanmıştır. O nedenle Aytmatov’un eserleri
Türkçeye çevrilirken üslûbun verilebilmesi için mümkün olduğunca konuşma dilinin
kullanılması icap eder. Ne yazık ki üçüncü dil vasıtasıyla yapılan çeviride bu
özellikler kaybolmaktadır. Üslûp açısından eş değer bir çeviri şöyle olmalıdır: “Ah,
Anara! Babasının bu gece niçin uyuyamadığını, bu ıssız evde durmadan ileri geri
gezinip durduğunu nereden bilsin.”
3- Üslûbun yansıtılabilmesi için dikkat edilmesi gereken bir nokta da yazarın
kullandığı dildir. Her yazarın kendine has dili vardır ve bu da onun üslûbunu
oluşturur. Aytmatov eserlerinde genelde Talas bölgesi konuşma dilini kullanmıştır. O
nedenle Aytmatov’un eserlerinin çevirisinde de konuşma dili kullanılmalıdır.
Aşağıdaki örnekler konuyu daha anlaşılır kılacaktır.
“Östürüp çoŋoytkon tört uuldu askerge cönötüp ciberip, eki üydün
ortosunda kolġo karmap kalġan calġız kelindin közün karaşabı, birok men apama
taŋ kalġan cerim bar. Başkanı mınday koyoyun, apam biröönün közün karay turġan
kişi emes.”290
288 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 430. 289 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 10. 290 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 200.
204
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Ben onları çok iyi anlıyordum: Dört çocukları
askerdeydi. İki evin biricik gelini olan Cemile ile avunuyor ve onu bu yüzden çok
seviyorlardı. Ama kendi annemi anlamıyordum: O, hiç kimseyi laf olsun diye
sevecek bir kadın değildi. Annem sert tabiatlı, hükmeden, hükmetmesini bilen bir
kadındı. O kendi kurallarına göre yaşardı ve bundan hiç şaşmazdı, hiç taviz
vermezdi.”291
Burada geçen deyimsel ifadelerle (gözüne bakmak, ele gelmek) konuşma
diline ait ifadeler çeviride yer almadığı gibi anlamları da yanlış aktarılmıştır. Ayrıca
gereksiz yere çok fazla kaynak metnin dışına çıkılmış, kaynak metinde yer almayan
cümleler kullanılmıştır. Paragrafın doğru çevirisi şöyle olmalıdır: “Bakıp
büyüttükleri dört oğlunu askere göndermişler, iki evin içinde tek dayanakları olan
gelinin gözüne bakıyorlardı. Fakat ben anama şaşıyordum. Başkalarını bir tarafa
bırakın, anam hiç kimsenin gözüne bakıp duracak kişi değildi.”
“Saġa korotkon kayran söz, baarı bir eçteke tüşünböysüŋ”292
Cümle “seninle tartışmanın yararı yok, hiçbir şey anlamıyorsun” şeklinde
çevrilmiştir. Türkçede cümlenin ilk bölümünü tam olarak karşılayan bir ifade
bulunmasına rağmen hedef lehçenin konuşma dilinin iyi bilinmemesinden dolayı
verilememiştir. Oysa bu tür ifadeler üslûbun verilebilmesi açısından çok önemlidir.
“baarı bir” (zaten) bağlacı ise hiç dikkate alınmamıştır. Çeviri şöyle yapılmalıdır:
“Sana sarfedilen söze yazık, zaten hiçbir şey anlamıyorsun.”
4- Bazı gramer hatalarının da üslûp açısından etkili olduğu, üslûbun
yansıtılamamasına yol açtığı görülmüştür.
“Emi aytsa tüşünör beken? – Ker-mur aytışıp, birin biri neçen colu kapa
kılıştı, dayınsız, keede adiletsiz ceme uġuştu birinen biri, neçen colu arazdaşıp, kayra
291 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 15. 292 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428.
205
caraştı, akırı acıraşıp tınıştı –, mına uşulardın baarına ayalı salkın karap, cok, tak
aytkanda adamça ele karap akıl cügürtüp tüşünör beken da, keçirer beken?”293
Çevirisi şu şekilde yapılmıştır: “Birbirlerine karşı bunca haksız
davranışlardan, sonu gelmeyen suçlamalardan, kavgalardan, barışmalardan ve
ayrılıkla sonuçlanan bu durumdan sonra, onu makul (hayır, bu makul sözü yerine
oturmadı) onu sadece insanca anlayabilecek, bağışlayabilecek miydi?”294
Metinde eşlerin yaşadıkları ayrıntılı olarak ve bazen devrik cümleler
kullanılarak anlatılmışken çeviride bunlar kısaca ve düz bir cümleyle aktarılmış.
Metinde büyük bir pişmanlık, üzüntü hissediliyor ama çeviride bu çok da
anlaşılmıyor. Üslûbun yansıtıldığı bir çeviri şu şekilde olmalıdır: “Şimdi anlatsa
anlar mıydı? Ağız kavgası ederek birbirlerini kaç kere üzdüler. Nedensiz, bazen de
haksız yere küfür duydular birbirlerinden. Kaç kez kavga edip yeniden barıştılar ve
ahiri ayrılıp rahatladılar. İşte karısı bunların hiç birine aldırmayıp, hayır, tam olarak
söylersek insanca bakıp anlar mıydı, affeder miydi acaba?”
“Oşonun capakeçtigi bar beken? Sen bar emespi, toŋsuŋ, booruŋ taş, öz
süyüüŋön özüŋ kısınasıŋbı? Men mintip caşay albaym, özüm süygön kişim meni da
süygönün kaalaym. Bolboso saġa caġınġansıp, asılġansıp... Degi uşunu bir oylop
koysoŋ bolo.”295
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Gösterişle ne ilgisi var bunun? Bir nezaket
kuralı, bir duyarlılıktır bu, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Yoksa sen, aşkından,
beni sevmekten mi utanıyorsun? Yoo, ben böyle yaşayamam. Ben, sevdiğim erkeğin
beni sevdiğini açıkça göstermesinden korkmamasını isterim. Başka türlü davranışı
aşağılayıcı buluyorum. Sen bunu hiç düşünmüyorsun.”296
293 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 427. 294 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 7. 295 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428. 296 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 8.
206
Çeviride asıl metinde bulunmayan “bir nezaket kuralı, bir duyarlıktır bu, nasıl
anlatacağımı bilemiyorum” cümlesi yer almıştır. “Ben, sevdiğim erkeğin beni
sevdiğini açıkça göstermesinden korkmamasını isterim” cümlesinde hem anlatım
bozukluğu, hem de anlam hatası bulunmaktadır. “göstermesinden korkmamasını”
değil, “göstermekten korkmamasını” şeklinde olması gerekir. Ayrıca metinde zaten
korkmaktan bahsedilmiyor. Son cümle de yanlış aktarılmıştır. “Sen bunu hiç
düşünmüyorsun” değil, “sen bunu bir düşün” şeklinde çevrilmelidir. Çeviride
üslûbun yansıtılmasında büyük öneme sahip olan, karısının İsabekov için sıraladığı
sıfatlardan hiç bahsedilmemiştir. “booruŋ taş” ifadesi kelime kelime çevrilecek olsa
“taş bağırlısın” şeklinde çevrilmesi gerekirdi. Ancak bu durumda kastedilen anlam,
yani “duygusuz” anlamı verilemezdi. O nedenle anlamsal eş değeri olan “taş
kalplisin” ifadesi kullanılmalıdır. Buna göre doğru çeviri şöyle olmalıdır: “Bunun
fedakarlığı mı olurmuş? Sen var ya, sen, soğuksun, taş kalplisin. Sevgini
göstermekten mi sıkılıyorsun? Ben böyle yaşayamam. Benim sevdiğim kişinin de
beni sevmesini isterim. Sanki ben sana yaranmaya çalışıyor, asılıyormuyum yoksa...
Bunu bir düşün.”
5- Çeviride kullanılan benzetmeler de üslûp açısından önem arzetmektedir.
Eğer Kırgızca metinde benzetme geçiyorsa çeviride de varsa aynısı, yoksa anlamsal
eş değeri kullanılmalıdır.
“Mobu ceekte catkan üydöy korumdar da oşo toodon kulap tüşköndür. Anara
uşu korumdarġa çıġıp alıp, küngö kaktanġandı abdan cakşı köröt. Bügün İsabekov
oşol üçün uşul cerge kızın apkelgen çıġar.”297
Çevirisi şu şekilde yapılmış: “Tepelerden koca koca kayalar koparak
aşağılara inmişti. Anara onlara tırmanmayı, üzerlerinde atlaya atlaya, seke seke
yürümeyi pek severdi. İsabekov’u buraya getiren asıl sebep de belki bu idi.”298
297 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 433. 298 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 14.
207
Burada kaynak metinde kayalar “üydöy” (ev gibi) sözüyle eve benzetilmiştir.
Türkçede “ev gibi” sözünden şekil olarak mı, yoksa büyüklük olarak mı eve
benzetildiği tam anlaşılamayabilir. Bu nedenle yine büyüklük ifade eden “dağ gibi”
ifadesi uygun olacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da ilk cümledeki
-dır ekidir. Bu ek Türkçede kesinlik ve ihtimal bildirirken, Kırgızcada sadece ihtimal
anlatır. Çeviride, kayaların dağlardan indiği kesinmiş gibi anlatılmıştır. Oysa bu bir
tahmindir. Doğru çeviri şöyle olmalıdır: “Kumsaldaki dağ gibi kayalar da bu dağdan
kopup düşmüş herhalde. Anara bu kayalara çıkarak güneşlenmeyi çok sever.
İsabekov bugün buraya kızını bunun için getirmişti belki de.”
6- Çeviride yöntemden kaynaklanan üslûp hatalarına da rastlanabilmektedir.
Hep vurguladığımız gibi lehçelerimiz arasında mümkün olduğunca kelime çevirisi
yapılmalıdır. Bu yöntem anlam, biçim ve üslûp eş değerliği sağlama açısından çok
daha uygundur. Oysa gerekmediği halde anlam çevirisi yapılması bu hususlarda
kayba yol açmaktadır.
“Eköö köçödö canaşa basıp baratkanda ötkön-ketkender ayalına köz kırın
salıp ötüşsö, İsabekov dele içinen korston bolup kalar ele.”299
Yukarıdaki cümle şu şekilde çevrilmiştir: “Karısı yolda yürürken, gelip
geçenlerin dikkati onun üzerine çevrilince, İsabekov bundan memnun
oluyordu.”300
Burada görüldüğü gibi gereksiz yere farklı sözler kullanılmış ve anlamda da
yanlışlıklar yapılmıştır. Karısı yolda (aslında sokakta olmalıydı) tek başına değil,
ikisi yan yana yürümektedirler. Ayrıca yine deyimsel ifadeler aktarılmamıştır. Oysa
“köz kırın sal-” deyimi “göz ucuyla bakmak” olarak aynen Türkçede de
kullanılmaktadır. Bu durumda çeviri şöyle olmalıdır: “İkisi sokakta yan yana
yürürlerken gelip geçenler karısına göz ucuyla baksalar, İsabekov içinden
gururlanırdı.”
299 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Elma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 428. 300 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 8.
208
1. 2. 1. 3. Nesir Çevirilerinde Ortak Sözlerin Kullanılmamasından
Kaynaklanan Yanlışlıklar
Türkiye Türkçesinde karşılığı bulunmasına rağmen Kırgızca kelime ve
kalıplara karşılık olarak başka sözlerin kullanılması da lehçeler arası çeviride doğru
değildir. Kırgızca ve Türkçede büyük bir oranda ortak kelime mevcuttur. Bunlar öz
Türkçe kelimelerin yanı sıra Arapça, Farsça ve batı dillerinden geçen kelimelerden
oluşmaktadır. Fakat bu yabancı kelimeler Kırgızcada çok büyük ses değişikliğine
uğradığı için tamamen tanınmaz hale gelebilmişlerdir. Çevirmenin Kırgızcanın ses
sistemini bilmemesi farklı bir kelime arayışına yönelmesine neden olabilir. Uluslar
arası kelimeler Türkçeye önce Fransızca, sonra İngilizce aracılığıyla girerken,
Kırgızcaya Rusça vasıtasıyla girmiş ve bu dillerin ses sistemlerine uygun şekilleriyle
alınmıştır. Rusça ile Fransızca ve İngilizce şekil arasında da büyük farklar vardır.
Bunlar farklı sözlermiş gibi algılanabilir. Çevirmen bu hususta dikkatli olmalıdır.
Türkçe sözler için eğer yazı dilinde karşılık bulunamıyorsa ağızlar araştırılmalı ve
varsa ağız şekli kullanılmalıdır. Böylece hem her iki lehçe de yeni sözler kazanmış,
hem de ortak yönler vurgulanmış olacaktır.
1- Ortak sözlerin kullanımı açısından yapılan yanlışlık daha çok sözün aynı
şeklinin değil, şekilce farklı olan eş anlamlısının kullanılması ya da bir grup söze
karşı tek bir sözün kullanılması şeklinde görülmektedir. Bu hususta bilinçli ve
dikkatli olmak yeterli olacaktır.
“Uşul küngö çeyin bul süröttü eç bir körgözmölörgö da bergen cokmun, al
turġay ayıldan tuuġandarım kelgende, közdön daldalap bekitip koyom.”301
Cümlenin aktarımı şöyledir: “Ben bu tabloyu daha hiçbir sergiye
yollamadım. Üstelik onu, avıldan gelen akrabalarıma da göstermiyor, onlardan
saklamaya çalışıyorum.”302
301 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 195. 302 Aytmatov, C., Camiyla, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7.
209
Burada “uşul küngö çeyin” iberesi aynı sözler kullanılarak çevrilebilecekken
çevirmen “daha” sözünü tercih etmiştir. Anlamda bir hata olmamakla birlikte, bu
tercih, lehçelerin ortak yönlerinin vurgulanması açısından olumsuz olmuştur. Yine
“bergen cokmun” fiili “vermedim” anlamında iken gereksiz yere “yollamadım”
şeklinde çevrilmiştir. “al turġay” ise “hatta” anlamındadır. “hatta” ile “üstelik”
sözleri ise anlamca farklıdır. Doğru bir çeviri şu şekilde olmalıdır: “Bu tabloyu bu
güne kadar hiçbir sergiye vermedim. Hatta ayıldan akrabalarım geldiğinde gözden
uzak bir yere kaldırıp saklıyorum.”
“Süröttü karap, men andan columa ak tilek bata alıp catkan öŋdüü, anı köpkö
köz ayrıbay tikteym.”303
Cümle şöyle çevrilmiş: “Tabloya, sanki bana iyi yolculuklar dileyecekmiş
gibi, dikkatle ve uzun uzun bakıyorum.”304
Burada “köz ayrıbay” ifadesi aynen Türkiye Türkçesinde de kullanılmasına
rağmen çevirmen “dikkatle” sözünü kullanmıştır. Doğru çeviri “tabloya, ondan sanki
yol duası alacakmışım gibi uzun süre, gözümü ayırmadan bakıyorum” şeklinde
olmalıdır.
“... taŋdan namazın okup ustakanasına ketet da, kün bata kelet.”305
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Her sabah tan ağarırken kalkar, kıbleye dönüp
namazını kılar, dülger atölyesinin bulunduğu ortak avluya çıkar ve ancak akşam
geç vakit eve dönerdi.”306
Burada da çevirmen asıl metinde bulunmadığı halde eklemeler yapmıştır.
Ayrıca “kün bata” ifadesi “gün batarken” şeklinde çevrilebilecekken, “akşam geç
303 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 195. 304 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7. 305 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196. 306 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 8.
210
vakit” olarak aktarılmıştır. Buna göre doğru çeviri şu şekildedir: “(babam) …tan
vakti namazını kılıp atölyesine gider, gün batarken de gelirdi.”
“Uşunça cıl sırtta cürüp öz tilibizdi unutpaptır, azdap ele kazakça çalışı
bar…”307
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Hem ana dilini de unutmamış, ara sıra kazakça
kelimeler söylüyor ama yine de çok düzgün konuşuyor…”308
Bu cümlede geçen “çalışı” sözü Türkiye Türkçesi ağızlarında da aynı şekilde
ve aynı anlamda kullanılmaktadır. Burada ise kelime yanlış çevrilmiştir. “Kazakçaya
çalmak” “ara sıra Kazakça kelimeler söylemek” değil, “konuşma şeklinin biraz
Kazakçayı andırması” anlamındadır. “ana” yerine “öz” kelimesi de aynen alınabilir.
Ayrıca kaynak metinde Daniyar’ın düzgün ya da kötü konuştuğu hakkında bilgi
yoktur. Cümlede yazım yanlışı da yapılmıştır. Türkçede dil ve lehçe isimleri büyük
harfle başladığı halde, “Kazakça” sözü Kırgızcanın etkisinde kalınarak küçük harfle
yazılmıştır. Ortak kelimeler dikkate alınarak yapılacak doğru anlamda bir çeviri
şöyle olmalıdır: “Bunca yıl dışarıda yaşamasına rağmen öz dilimizi unutmamış,
sadece azıcık Kazakçaya çalıyor…”
“Ortodon köp ötpöy, bir künü şinelin iynine arta salıp, sol butunan sıltıy
baskan uzun boyluu, moynu kurkuyġan biröönü briġadir Orozmat eerçitip
keldi.”309
Cümle şöyle aktarılmıştır: “Onbaşı Orozmat ot biçtiğimiz yere, uzun boylu,
biraz kambur, sol bacağı aksayan bir asker getirmişti. Kaputunu omuzuna atmış,
Orozmat’ın rahvan giden bodur kısrağından fazla geri kalmamak için hızlı hızlı
yürüyordu.”310
307 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 207. 308 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 24. 309 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 208. 310 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 25.
211
Cümlede geçen “iyin” sözü “çiyin” şeklinde Türkiye Türkçesi ağızlarında da
kullanılmaktadır. O nedenle çeviride “çiyin” sözü tercih edilmelidir. Burada bir
hususu daha belirtmek gerekir ki, bu da şekil olarak aynı olupta anlamı tam
karşılamayan sözler konusudur. Mesela burada “orto” sözü Türkçedeki “orta” sözüne
şekilce denktir ama cümledeki anlamı bakımından denk değildir. Yine “baskan” sözü
de aynı şekilde “basan” diye değil, “yürüyen” şeklinde çevrilmelidir. O nedenle bu
tür durumlarda sırf ortak kelime oldukları için aynısı değil, anlamca eş değeri olan
sözler kullanılmalıdır. “kahya” anlamındaki “briġadir” sözü yanlış olarak “onbaşı”
diye çevrilmiştir. Ayrıca bu cümle yine tek bir cümle şeklinde çevrilebilecekken
ikiye bölünüp ikinci kısmı diğer cümlelerle birleştirilmiştir. “rahvan giden bodur
kısrağından fazla geri kalmamak için hızlı hızlı yürüyordu” kısmı ise asıl metinde
bulunmamaktadır. Doğru çeviri şöyle yapılmalıdır: “ Aradan çok geçmeden bir gün
kahya Orozmat, kaputunu çiynine atmış, sol bacağı aksayarak yürüyen, uzun boylu,
ince, uzun boyunlu birini peşine takıp geldi.”
“Taştan-taşka kübülüp, kum oynotup, sarı köbük tartkan suu keçten koşula
baştap, tünküsün anın cer düŋgürötüp şarkıraġanınan alaçıkta catıp oyġonup
ketem.”311
Cümle şöyle çevrilmiş: “Gündüz karlar erimiş, akşam olunca sular
çoğalmış, bulanmış, köpürmüş olurdu. Geceyarısı, salaşta, çayın büyük uğultusuyla
uyanırdım.”312
Cümlede geçen “alaçık” sözü ile çeviride kullanılan “salaş” aynı anlamda
olmakla birlikte ortak sözlerin vurgulanması açısından Türkçede de kullanılan
“alaçık” sözünün tercih edilmesi gerekir. “tünküsün” sözü de “gece yarısı” değil,
“geceleri” şeklinde çevrilmelidir. Ortak sözlerin kullanıldığı doğru bir çeviri
şöyledir: “Taştan taşa vurarak köpükler saçan su akşamdan itibaren çoğalmaya
başlıyordu. Geceleri alaçıkta yatarken onun yeri göğü inleten şakırtısıyla
uyanıyordum.”
311 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 209. 312 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 27.
212
“Oşolordun ele canında buluŋdaġı bütkön boyu suu, solkuldap badal
çırpıktı ırġay capırıp, taştardı ala-sala aġızġan Kürküröö,…”313
Cümlenin çevirisi şöyledir: “Yan tarafta, Kurkurcu, küçük bir söğüdü
dövüp bükerek taşıyor, kıyıdaki taşları uğul uğul sürüklüyordu.”314
Burada da yine “onların”, “yanında”, “çırpı” gibi ortak sözlerin hiç biri
alınmamıştır. Bunun dışında “oşolordun ele canında” ibaresindeki “ele” edatı
“hemen” anlamını vermektedir. Oysa çeviride bu anlamı göremiyoruz. Ayrıca
“Kürküröö” özel isimdir ve çevrilmemesi gerekir. Buna göre doğru çeviri şöyle
olmalıdır: “Onların hemen yanındaki koyda, bütün suyu kıvrılıp çalı çırpıyı yıkıp
sürükleyerek taşları evire çevire götüren Kürküröö,…”
“Munu kanday kılsam? –degendey canaġı çoŋ kaptı tıyak-bıyaġınan karap,
Camiylanın külkügö kakala tüşkönün baykay koyġondo, zamatta kumsarıp tünördü,
– sınap catkanıbızdı tüşündü okşoyt.”315
Çevirisi şu şekilde yapılmıştır: “Danyar, arabasında ayakta duruyor, canı
sıkılarak o çuvala bakıyor ve besbelli bu işin üstesinden nasıl geleceğini
düşünüyordu. Sonra etrafa bir göz attı. Cemile’nin katıla katıla güldüğünü görünce
kopkoyu kızardı. Oynanan oyunu anlamıştı.”316
Bu cümlede “sınamak” aynı anlam ve şekilde Türkçede de bulunmasına
rağmen çeviride kullanılmamıştır. Ayrıca çeviride asıl metinde yer almayan cümleler
bulunmaktadır. “külkügö kakala tüşkönün”, “kumsarıp tünördü” sözleri ise yanlış
aktarılmıştır. Ortak sözlerin kullanıldığı, doğru anlamda bir çeviri şöyle olmalıdır:
“Bunu ne yapsam, diye o koca çuvalın ötesine berisine baktı. Sonra Cemile’nin de
313 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 209. 314 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 27. 315 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 217. 316 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s.35.
213
gülmesini zorla bastırdığı yüz ifadesini görünce, o anda, onu sınayacağımızı
anlamış gibi benzi atıp somurttu.”
“Adam dal uşunday caralġan tura: Adam canın muzdatıp, toŋdurup aluu
oŋoy, anı kayra eritüü kıyın, kıyın tügül, mümkün emes. Oşondon ulam carım can
baldar ösüp çıġat. Cok, Anara kadirese ele baldardan.”317
Paragrafın çevirisi şöyle yapılmıştır: “İsabekov da her zaman bundan
korkmuştu. İnsan kalbi böyledir: Onu kolayca dondurabilirsiniz ama çok zor
eritir, çok zor ısıtırsınız. Bazen hiç çözemeyiz o buzu. Bunun da sonucu bir sinir
zayıflığı, bir sinir hastalığı olur. Yoo, Anara küçük ve sağlıklı bir kızdı.”318
Burada “carım can” deyimsel ifadesinin Türkçede karşılığı bulunmasına
rağmen çevirmen yanlış olarak “sinir zayıflığı, sinir hastalığı” şeklinde aktarmıştır.
Bu ifade hem anlam olarak yanlıştır, hem de biçimsel eş değerlik sağlamaz. Oysaki
“yarım canlı, yarı canlı yarı ölü, canlı cenaze” şekilleri karşılık olabilir. Bunun
dışında ilk cümle asıl metinde yoktur. Bu gereksiz ve paragrafla ilgisi olmayan, konu
bütünlüğünü bozan bir cümledir. Yanıltıcı benzerlikten kaynaklanan önemli bir hata
da kalp için “dondurmak, eritmek” fiillerinin kullanılmasıdır. Asıl metinde
“dondurmak, eritmek” fiilleri kullanılmış olmasına rağmen Türkiye Türkçesinde kalp
için “soğutmak ve ısıtmak” fiilleri kullanılır. Buna göre doğru çeviri şu şekilde
olmalıdır: “İnsanoğlu da tam böyle yaratılmış ya! İnsanın kalbini soğutmak kolay,
yeniden ısıtmak ise çok zor, hatta imkânsızdır. Bundan dolayı yarım canlı, ruhsuz
çocuklar çıkar ortaya. Yok, Anara normal bir çocuk.”
“Bir tanapisten kiyinki leksiyada İsabekov baykasa, baldardın arasınan Şer
körünbödü. Aza boyu dür etti.”319
317 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 431. 318 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 12. 319 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 440.
214
Cümle “öğretmen derse kısa bir süre ara verdiği zaman İsabekov birden
Aziz’in salonda olmadığını fark etti ve kanı beynine sıçradı”320 şeklinde
aktarılmıştır.
Burada “teneffüs” sözü ortak olmasına rağmen çeviride kullanılmamıştır.
“dür et-” fiili de yanlış anlamda aktarılmıştır. “Şer” ise özel isim olmasına rağmen
“Aziz” olarak değiştirilmiştir. Doğru çeviri şu şekilde yapılmalıdır: “İlk teneffüsten
sonraki derste İsabekov birden çocukların arasında Şer’in olmadığını fark etti. Bütün
bedeni ürperdi.”
“Süröttün tee içki tereŋinde – küzgü asmandın ala bürkök çet cakası.”321
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Tablonun derinliğinde sonbaharın
solgun görüntüsü var.”322
Cümlede geçen “güz” sözü her iki lehçede de ortak olmasına rağmen çeviride
“sonbahar” sözü tercih edilmiştir. “Tablonun taa derinlerinde güz göğünün parçalı
bulutlu görüntüsü” şeklinde bir çeviri ortak ögelerin vurgulanması açısından daha
uygundur.
2- Bu konuda gördüğümüz yanlışlıklardan biri de cümlenin tamamen farklı
sözlerle aktarılması, yani anlam çevirisi yapılmasıdır. Bu yöntem dilden dile yapılan
çevirilerde elbette edebî metinlerde uygulanması gereken bir yöntemdir. Türk
lehçeleri arasında da uygulanması gereken durumlar mevcuttur. Fakat çoğu zaman da
anlam çevirisi gerekmez. Bu durumlarda mümkün olduğunca kelime çevirisi
yapılmalı, sözler aynı düzen ve aynı şekilde aktarılmaya çalışılmalıdır.
“Alardın da eki uulu askerde.”323
320 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 23. 321 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196. 322 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7. 323 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 197.
215
Cümle şöyle çevrilmiştir: “Küçük ev de iki evladını verdi orduya.”324
Bu cümleler anlam bakımından eş değer olmakla birlikte savunduğumuz
“mümkün olduğunca ortak kelimelerin kullanılması” tezine uymamaktadır. Cümle
Türkçeye aynı sözlerle aktarılabilir. Ayrıca cümleleri bu şekilde değiştirmek
Aytmatov’un dil kullanımına ve tarzına uymaz. Cümle rahatlıkla “onların da iki oğlu
askerde” şeklinde çevrilebilir.
“İsabekov uyku-soonun ortosunda Şerge barsa, al düynökapar uktap
catat.”325
Cümle şöyle çevrilmiş: “Yarı uykulu bir halde ona doğru fırladı. Aziz horul
horul uyuyordu.”326
Bu cümle de yine aynı şekilde ve tek bir cümle olarak aktarılabilecekken
ikiye bölünmüş ve farklı sözler kullanılmıştır. Cümlede geçen “düynökapar” sözü
aynı şekilde Türkiye Türkçesinde de kullanılmaktadır. Her iki lehçede de ortak olan
bu söz çeviride kullanılmamıştır. Burada da yine özel isim çevrilmiş, “Şer” “Aziz”e
dönüşmüştür. Özel isimler hiçbir zaman çevrilmemeli, olduğu gibi alınmalıdır. Bu
hususlar göz önüne alınarak yapılacak doğru bir çeviri şöyle olmalıdır: “İsabekov
yarı uykulu bir halde gittiğinde, Şer, dünyadan bihaber uyumaktaydı.”
1. 2. 1. 4. Nesir Çevirilerinde Gramer Kuralları Açısından Yapılan
Yanlışlıklar
1- Kırgız Türkçesinin ve Türkiye Türkçesinin kendilerine has bazı gramer
kuralları vardır. Bu kurallar çeviride de bazı sorunlara neden olabilmektedir. Eğer iki
lehçe arasında birbirine uymayan bir kural varsa, çeviride bu, Türkçenin kuralına
uydurulmalıdır. Bunlar arasında en sık rastlananı Kırgız Türkçesinde yan cümlelerin,
324 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 9. 325 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 440. 326 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 23.
216
-p, -ıp zarf-fiil ekiyle birbirine bağlanmasıyla çok uzun cümlelerin yapılabilmesidir.
Türkçede bu tür cümlelerin ikiye, üçe bölünmeleri gerekir. Ancak bazen kaynak
metnin etkisinde kalınarak yine uzun cümleler kurulduğu veya nokta yerine virgül
kullanılarak cümlelerin birbirine bağlandığı görülür. Bu durum Türkçenin yazım
kurallarına aykırıdır.
“Tamdın burçun kamçı menen bir tartıp, saamayları serbeŋdep, kiçinekey
koldoru menen epildete tezek cayıp, maġa kubanıçtuu cılmayġan karındaşıma ança
dele nazar salbay, daliste turġan çoyun kumġandı eŋkeyte şaşpay kolumdu cuup,
koltuġuma aarçıdım da, daroo üygö kireerim menen adegende çoŋ kese ayrandı
cutup ciberip, ekinçisin terezenin tübünö alıp barıp, nan tuurap cedim.”327
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Avluda, minik elleriyle pat pat tezek
yapan küçük kız kardeşimin gülümsemesine karşılık vermeden, çalımlı çalımlı
sundurmanın yanına gittim. Orada çömelip testiden su dökerek yavaş yavaş ellerimi
yıkadım. Sonra odaya girdim, bir tas ayran içtim. Tasa yine ayran doldurarak pencere
kenarına koydum ve içine ekmek doğramaya başladım.”328
Görüldüğü gibi çevirmen tek bir cümleyi dört cümleye bölmüştür. Çeviride
“tamdın burçun kamçı menen bir tartıp” kısmı hiç alınmamış, “çalımlı çalımlı” kısmı
ise fazladan eklenmiştir. Ayrıca “tam” sözü Türkçede “dam” anlamında olmasına
rağmen Kırgızcada “ev”, “ayran” sözü de “yoğurt” anlamındadır. Burada yanıltıcı
benzerlikten kaynaklanan hatalar yapılmıştır. Doğru anlamda ve şekilde bir çeviri
şöyle yapılmalıdır: “Evin köşesine kamçı ile bir kez vurdum. Perçemleri uçuşan,
küçücük elleriyle güçlükle tezek yayıp bana kıvançla gülümseyen kız kardeşime pek
aldırmadan girişte duran demir ibriği eğerek yavaş yavaş ellerimi yıkadım. Sonra
koltuk altıma sildim ve eve girer girmez birden koca bir kase yoğurdu yedim.
İkincisini de pencerenin yanına götürüp ekmek doğrayarak yedim.”
327 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 199. 328 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 13.
217
“Eski salttı koyo berbey, atam özü çapkan altı kanat boz üydü ar cılı caz
çıġarı menen korooġo tigip, arça tütötüp kut saktap, bizdi baarıbızdı tektüü, katuu
tarbiyada östürüp, başınan eki üydü biylep köngön apama üy-bülö anın aytkan
degeni menen boluşu kerek.”329
Çevirisi şöyledir: “Annem sert tabiatlı, hükmeden, hükmetmesini bilen
bir kadındı. O kendi kurallarına göre yaşardı ve bundan hiç şaşmazdı, hiç taviz
vermezdi. Her yıl, ilkbahar gelir gelmez, babamın ta gençliğinde yaptığı göçebe
çadırını kurup, ardıç yakarak tütsüler ve buraya göçerdik. Bizi, aşırılıktan kaçan,
çalışmayı seven ve büyükleri sayan evlatlar olarak yetiştirmişti. Aileden herkesin
hiç homurdanmadan kendisine tabi olmasını isterdi.”330
Burada da yine bir cümle beş ayrı cümle şeklinde çevrilmiştir. Fakat burada
fazladan bazı cümleler, sözler de kullanılmış; asıl metindeki bazı kısımlar ise
çevrilmemiştir. Doğru ve tam bir çeviri şu şekilde yapılmalıdır: “Eski geleneğe sadık
kalarak babamın yaptığı altı kanatlı boz evi her yıl bahar gelir gelmez avluya kurup
ardıçla tütsüleyerek kutsayan, hepimizi asil ve katı bir terbiyeden geçiren, başından
beri iki evi birden idare eden anama göre aile dediğin onun istediği gibi olmalıydı..”
“Andaġı Talastın atır cıttuu, salkın abasında caşaġan, candan artık körüüçü
atam Colçubay, - dep, atamdan baştap, anan apamdı, anan İşterman enemdi aytıp,
uşintip baarıbızdı bir-birden öz kezegi menen atap, cakın tuuġandarıbızdın
amançılıġın suraşıp, eŋ akırında: Cana da ayalım Camiyla aman esen turabı –dep,
Camiylanı bir ooz surap ötöt.”331
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Sonra yine her zamanki gibi “bu
mektubu posta ile güzel kokulu yeşillikler içindeki Talas’ta oturan aziz ve pek
sevgili babam Colçubay (Yolcubay)’a gönderiyorum… derdi. Bundan sonra benim
annem, sonra kendi annesi, sonra hiç şaşmayan bir sıra ile bizler gelirdik. Bu
329 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 200-201. 330 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 15. 331 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 205.
218
sıralama bittikten sonra kabilemiz aksakallarının, yakın akrabaların sağlık
durumları, hatırları sorulur, en sonunda da, Sadık, alelacele ilave edilmiş küçücük
bir cümle ile “Ve karım Cemile’ye de selam ederim” der, mektubunu bitirirdi.”332
Burada da bir tek cümlenin üçe bölünmesi gerekmiştir. Çeviride fazladan
eklemeler ve anlam hataları da bulunmaktadır: “Oradaki Talas’ın hoş kokulu, temiz
havasında yaşayan, canımdan çok sevdiğim babam Colçubay, diye babamdan
başlayıp sonra anamı, daha sonra da İşterman anamı sayardı. Böylece hepimizi
sırasıyla bir bir sayıp yakın akrabalarımızın da sağlıklarını sorduktan sonra, ‘ve
hanımım Cemile sağ salim mi’ diye Cemile’yi bir kez sorar geçerdi.”
2- Nesir çevirilerinde dikkat edilmesi gereken gramatikal yapılardan biri de
Kırgız Türkçesiyle Türkiye Türkçesi arasında şekil olarak aynı ancak görevleri
tamamen farklı yapılardır. Bunların hatalı olarak Türkçedeki görevlerinde çevrildiği
görülür. Mesela -dır eki bunlardan biridir:
“Cayında bu cerdin körkü da başkaraak bolġondur, özünün caykı bolboġon
canday negedir esinde cok. Tigine örköçtöngön çuudaluu buluttar da too artınan
kaalġıp kelatat.”333
Cümleler şöyle çevrilmiştir: “Kuşkusuz yazın burada herşey çok daha
farklıydı, sanki hiç yaz görmemiş gibi küçük, beyaz bulutlar da görünmeye
başlamıştı.”334
Çeviride Kırgız Türkçesinde ihtimal bildiren -dır eki Türkçedeki kesinlik
anlamında kullanılmıştır. “bolgondur” sözü “herhalde öyledir” anlamında olmasına
rağmen çeviride yazın oranın daha güzel olduğu kesinmiş gibi aktarılmıştır. Bir diğer
sözcük “negedir”, “nedense” anlamındadır. Çeviride yapılan bir başka hata da birinci
cümlenin virgülden sonraki kısmıyla ikinci cümlenin birleştirilerek yanlış anlamda
332 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 21. 333 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 433. 334 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 15.
219
çevrilmesidir. Burada bir başka husus da Kırgızların yaşantılarıyla ilgilidir.
Kırgızlarda eskiden pamuk olmadığı (şimdi de azdır) için bulutlar deve tüyüne
benzetilmiştir. Türkçeye bunun aynı şekilde aktarılması anlam karmaşasına yol açar.
O nedenle burada kelime çevirisinden vazgeçilip anlamsal eş değeri olan “pamuk
gibi” ifadesi kullanılmalıdır. Çeviride ise aslında olduğu gibi benzetme değil, hatalı
olarak sadece “beyaz” sözü kullanılmıştır. Doğru çeviri şu şekilde yapılmalıdır:
“Yazın buranın güzelliği de bir başkadır herhalde. Sanki hiç yazın burada
bulunmamış gibi aklında hiçbir şey yok. İşte pamuk gibi bulutlar da dağ ardından
süzülerek geliyorlar.”
“Mobu ceekte catkan üydöy korumdar da oşo toodon kulap tüşköndür.”335
Çeviri şöyle yapılmıştır: “Tepelerden koca koca kayalar koparak aşağılara
inmişti.”336
Çeviride, kayaların tepelerden koparak aşağılara indiği kesin olarak bilinen
bir durum gibi anlatılmaktadır. Oysa burada, bu, bir ihtimal olarak belirtilmektedir.
Doğru çeviri “kumsaldaki dağ gibi kayalar da bu dağdan kopup düşmüştür
herhalde” şeklinde olmalıdır.
1. 2. 1. 5. Nesir Çevirilerinde Sentaktik Farklılıklardan Kaynaklanan
Yanlışlıklar
1- Kırgız Türkçesi ile Türkiye Türkçesi arasında az olmakla birlikte cümle
yapısı farklılıkları da görülmektedir. Bu farklar genelde temel cümle yapısında
olmayıp daha çok bazı söz, ek, edat ve bağlaçlarda söz konusudur.
“Mümkün, cetimdiktin zapkısın köp tartıp, turmuş anı tez iştöögö, birok köp
süylöşpöy sırın içke tüyüp, saktaġanġa üyröttübü?”337
335 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 433. 336 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 14. 337 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 208.
220
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Ona, duygu ve düşüncelerini gizlemesini öğreten,
pek zahmetli geçmiş öksüzlük yılları mıydı? Ona ihtiyatlı, temkinli bir karakter veren
öksüz büyümüş olması mıydı? Belki öyledir.”338
Görüldüğü gibi burada “mümkün” sözü Kırgız Türkçesinde başta iken,
Türkiye Türkçesinde sona geçmektedir: “Yetimlik acısını çok çektiği hayat ona hızlı
çalışmayı, az konuşup sırrını içinde saklamayı mı öğretti acaba? Mümkündür.”
Türkçedeki “biri... biri....” kalıbı Kırgızcada farklıdır. Kırgız Türkçesinde iki
basit cümle birbirine “biri... ekinçisi...” şeklinde bağlanır. Mesela “biri munu aytat,
ekinçisi munu aytat” cümlesi Türkçeye “biri bunu söylüyor, biri şunu söylüyor” veya
“biri bunu söylüyor, diğeri şunu söylüyor” şeklinde aktarılır.
Kırgız Türkçesinin “…da, …da” kalıbı Türkiye Türkçesinde “hem... hem...”e
karşılık gelir. Ayrıca “…da, …da”lar sonda gelirken, “hem”ler öne alınır:
“Cür kettik kaynim! –dep, tigilerdi oġo beter kızıktırıp, buraŋ etip, başın öydö
çulġup, meni menen koşo basıp bara catıp, özünçö ıraazı bolġondoy da,
ızalanġanday da, unçukpay külümsüröyt.”339
Çevirisi şöyledir: “Haydi kaynım biz gidelim, size elveda! Cemile benimle
birlikte onların önünden geçip giderken başını gururla kaldırır, kışkırtıcı bir eda ile
omuzlarını oynatır, sessizce gülümserdi. Onun bu gülümseyişinde ben hem bir
sevinç, hem de meydan okuma bulurdum.”340
Burada “da” bağlacı doğru aktarılmakla birlikte çeviri genel olarak hatalı
olmuştur. Doğru çeviri şöyle olmalıdır: “Haydi, gidelim kaynım, deyip ötekileri iyice
meraklandırmıştı. Kalçasını cezbedici şekilde sallayıp başını yukarı kaldırarak
338 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 25. 339 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 202. 340 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 17.
221
benimle birlikte gelirken, kendince hem memnunluk duymuş, hem de incinmiş
gibiydi.”
“Bizdin canıbızġa kampaçı da, başkalar da cügürüşüp kelişken eken.”341
Cümle şöyle çevrilmiştir: “O zaman yalnız biz değil, hemen herkes
merdivenin ayağına koşmuştu. Alım memuru da koşup gelmişti.”342
Çeviri ikinci dilden yapıldığı için cümleler büyük oranda değişikliğe
uğramıştır. Eğer doğrudan Kırgızcadan çeviri yapılsaydı cümle şu şekilde
çevrilecekti: “Yanımıza hem ambarcı, hem de başkaları koşup gelmişti.”
“Saydaġı tün körktüü da, korkunuçtuu da.”343
Cümle “Kurkurcu çayının bastığı topraklarda gece hem güzel, hem
korkunçtur”344 şeklinde aktarılmıştır.
Burada “say” sözü “vadi” anlamındadır. Doğru çeviri “vadide gece hem
güzel, hem korkunçtu” şeklinde yapılmalıdır.
Kırgızcadaki “ġana” (sadece) bağlacı Türkçede başa geçer:
“Al ġana emes, eki sunun ortosundaġı Aral köçö ılġıy ele bir atanın
baldarı.”345
341 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 218. 342 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 37. 343 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 209. 344 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 27. 345 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196.
222
Çevirisi şöyledir: “Yalnız biz değil, avılın iki dere arasında uzanan Arlaskaya
sokağında oturanların hepsi böyle yapmış. Hepimiz aynı soydan, aynı kabileden
imişiz.”346
Bu cümledeki “ġana” bağlacının anlamı bağlam gereği farklıdır. Normalde
“sadece, yalnız” anlamında iken, burada “hatta” anlamında kullanılmıştır. Burada “al
ġana emes” sözü, cümleyi bir önceki cümleye bağlamaktadır. Cümlede başka anlam
hataları da yapılmıştır. Ayrıca “Aral” özel isim olmasına rağmen “Arlaskaya”
şeklinde çevrilmiştir. Buna göre doğru çeviri şöyledir: “Hatta, iki dere arasındaki
Aral sokağı baştan başa aynı atadan gelme.”
“Süylöşsö da oşol ubakıtta başka bir, özünö ġana belgilüü oylordu
oyloġonsup, kişini tike karap tursa da, köŋülü başka cakta ekeni sezilip turçu.”347
Cümle şöyle çevrilmiş: “Konuştuğu zamanlarda da aynı anda başka şeyler
düşündüğünü anlıyordunuz.”348
Burada çeviri eksik yapıldığı için “sadece” sözü hiç kullanılmamıştır.
Cümlenin doğru ve tam bir çevirisi şöyledir: “Konuşsa da o anda başka şeyleri,
sadece kendisinin bildiği bir şeyleri düşünüyor gibi olur, insana dik dik baksa da
aklının başka yerlerde olduğu hissedilirdi.”
“Kızdın üyü ançalık alıs emes bolçu, kitepkanadan eki kvartal ġana cer.”349
Çevirisi: “Kızın evi kütüphaneye yakındı. Hemen iki blok ötede, kara
cepheli bir binada oturuyordu.”350
346 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 9. 347 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 208. 348 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 25. 349 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 438. 350 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 21.
223
Çeviride anlam hatalarının yanı sıra asıl cümlede yer almayan sözler de yer
almaktadır. “ġana” sözü “hemen” şeklinde yanlış çevrilmiştir. Doğru çeviri şu
şekilde olmalıdır: “Kızın evi o kadar uzak değildi. Kütüphaneden sadece iki blok
ötedeydi.”
Kırgız Türkçesinde “ki” bağlacı yoktur. O nedenle Türkçedeki “ki”li
cümlelerin yapısı Kırgızcada değişmektedir. Türkçede ki’li cümle başta yer alırken,
Kırgızcada sona geçmektedir:
“Ceŋem ekööbüz bul oyloboy kılġan kılmışıbızġa uşunçalık uyalıp esim
çıkkanınan denem ölüp, kalçıldap kettim. Daniyar emes kap kötörgön men, oşol
sızdap ooruġan ok tiygen but meniki sıyaktuu, al teŋselgende koşo teŋselgensip,
közüm karaŋġılap cattı.”351
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Yaptığımız şeylerden öyle utanmış, öyle
korkmuştum ki boğazım tamtakır kurudu. Utanç ve korkudan donakalmıştım, ama
taşıdığı yükün ağırlığını ve sakat bacağının acısını bütün benliğimle
hissediyordum.”352
Çevirinin doğru şekli şu şekildedir: “Yengemle ikimizin düşünmeden
yaptığımız bu işten öylesine utanmıştım ki, korkudan canım çıktı. Tir tir titredim.
Çuvalı taşıyan Daniyar değil, sanki ben; o sızlayan kurşun yemiş yaralı bacak da
benim gibiydi. O yalpaladığında ben de yalpalıyor, gözlerim kararıyordu.”
Aşağıdaki Türkçe cümlelerin Kırgızcaya nasıl aktarıldıklarına bakalım:
“Buğu Han kardeşlerine demişti ki: İnsanlar ve güzel hayvanlar ve bitkiler
gördükçe, daima ileri gidiniz.”353
351 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 218. 352 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 36. 353 Gökalp, Ziya, Eserlerinden Seçmeler, Mopa Kültür yay., İst., 1992, s. 210.
224
“Buġu Kan birtuuġandarına, adamdar, cakşınakay aybandar cana
ösümdüktördü körgönüŋördö dayıma ilgeri karay cürgülö, deçü.”
“Gerçek şudur ki, ulusların gelişmiş ya da geri kalmış oluşları buna
bağlanamaz.”354
Cümlenin Kırgızcası şöyledir: “Uluttardın önükkön ce artta kalġan boluşu
buġa baylanıştuu bolboy turġanı bir çındık.”
“Ulus sevgisi ki, geleneklerden doğar, ulusal kin ki, zulme ve baskıya karşı
düşmanlık uyanması ile doğar.”355
Cümle Kırgızcada şu şekli alır: “Uluttuk süyüü salttardan caralat, uluttuk
kıcırdanuu zulumdukka cana baskınçılıkka karşı duşmandıktın payda boluşunan
tuulat.”
“Ayşe gülerek dedi ki” cümlesi Kırgızcada “Ayşe külümsüröp mınday dedi”
şeklini alır.
“Yalnız İlhan’ın Kıyan isminde bir oğlu vardı ki, o sene evlenmiş idi.”356
Cümle Kırgızcaya şöyle aktarılır: “Birok İlhandın Kıyan attuu bir uulu bar
ele, al da oşol cılı üylöngön bolçu.”
“Düğün adetleri evlenmekle o kadar sıkı bir bağa sahiptir ki, evlenmenin
çeşitli şekillerini, bağlı bulunduğu düğün adetleriyle ayırt edebiliriz.”357
354 age., s. 61. 355 age., s. 67. 356 age., s. 222. 357 age., s. 230.
225
Kırgızcası şöyledir: “Toydun adattarı üylönüü menen oşonçoluk tıġız
baylanıştuu bolġonduktan üylönüünün türlörün, aġa tiyeşelüü bolġon toy adattarı
menen ayırmalay alabız.”
Kırgızcanın sonda bulunan “sayın” (her, -dıkça) edatı Türkçede başa geçer:
“Birok, ulam kattın ayaġına cakındaġan sayın öŋündögü otu solup, iyilgen
kaşı sustaya cıynalat.”358
Cümle şöyle aktarılmıştır: “Ama sonuna yaklaştıkça omuzları iyice çöker,
yanaklarının ateşi yavaş yavaş sönerdi.”359
Cümlede “sayın” sözü doğru çevrilmekle birlikte genel olarak anlam hatalı
olmuştur. Doğru çeviri şöyledir: “Fakat mektubun sonuna yaklaştıkça yüzünün
kızıllığı sönüp kaşları çatılıyordu.”
“Kün öydölöp, talaa ısıġan sayın, attardın soorularınan cılġa cılğa ter ketip,
üyür alıp, koşo erçişken çımındar çaŋ aralaş uçup konot.”360
Bu cümle çeviride hiç yer almamıştır. Çeviri şöyle yapılmalıdır: “Güneş
yükselip bozkır ısındıkça atların sağrılarından yol yol ter akıyor, çevreye alışıp
üşüşen sinekler tozla karışık uçup uçup konuyorlardı.”
“Çınında şaar çetindegi institutunan borbordoġu kitepkanaġa al kün sayın
oşol kız dep barıp cüröt.”361
Çevirisi şöyledir: “Sırf onu görmek için şehrin kenarında bulunan Tarım
Enstitüsü’nden merkeze kadar yürüyordu.”362
358 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 205. 359 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 22. 360 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 213. 361 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 436.
226
Çeviride “sayın” sözü hiç dikkate alınmamıştır. Cümlenin doğru ve tam
çevirisi şöyledir: “Aslında o, her gün şehir dışındaki enstitüsünden merkezdeki
kütüphaneye o kız için gidiyordu.”
2- Kırgız Türkçesinde eylemin sonucu önce belirtilip eylem daha sonra
verilebilmekte, Türkiye Türkçesinde ise bu sıralama kullanılmamaktadır. Bu tür
cümleler Türkçe cümle yapısına uygunlaştırılarak aktarılmalıdır.
“Şamal birin serin buluttardı bir cakka bet aldırıp, alısta kıltıyġan çokularġa
candatıp, kıyalata aydap bara catat.”363
Çeviri “rüzgar uzaktaki sıra dağların üzerinden hızlı hızlı kayan küçük ala
bulutları kovuyor”364 şeklinde yapılmıştır.
Yukarıdaki cümle aynı kelime sırasıyla çevrilecek olursa “rüzgar bir iki
bulutu bir yöne yöneltip uzakta sivrilen tepelere yakınlaştırarak yamaç boyunca
sürüklüyor” şekli elde edilir. Buna göre rüzgar bulutları önce tepelere
yakınlaştırmakta, sonra da yamaç boyunca sürüklemektedir. Oysa bulutların tepelere
yakınlaşabilmesi için önce sürüklenmeleri gerekir. Buna göre cümle şöyle
çevrilmelidir: “Rüzgar bir iki bulutu önüne katıp yamaç boyunca sürükleyerek uzakta
sivrilen tepelere yakınlaştırıyor.”
1. 2. 1. 6. Nesir Çevirilerinde Bağlamın Dikkate Alınmamasından
Kaynaklanan Yanlışlıklar
Çevirideki anlam hatalarının çoğu, sözün her zaman aynı anlamda
alınmasından kaynaklanmaktadır. Oysa cümle içindeki sözcükler, bağlam gereği
sözlük anlamlarının dışında farklı anlamlara gelebilirler. Çevirmenlerin bu hususta
dikkatli olmaları gerekmektedir.
362 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 19. 363 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196. 364 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 7.
227
“Şaardın cıltıldaġan ottorunan öödö too taraptı karasa, kaysı bir boordon
canduu cıldız bolup calġız ot körünöt.”365
Cümle şöyle aktarılmıştır: “Dağların tepesine doğru, herhalde elektrik
santralinin gerisinde, küçük bir ateş yanıyor, kımıldayan bir yıldız gibi
ışıldıyordu.”366
Burada bol- fiili sözlük anlamının dışında “gibi” anlamında kullanılmıştır.
Cümlenin çevirisinde bol- fiili doğru olarak çevrilmiş ancak eksik ve fazla sözler
kullanılarak anlam hatalı aktarılmıştır. “Şehrin yaldırayan ışıklarının ötesindeki”
kısmı hiç alınmamış; “herhalde elektrik santralinin gerisinde” kısmı da asıl metinde
olmadığı halde çeviride kullanılmıştır. Doğru çeviri şöyle olmalıdır: “Şehrin
yaldırayan ışıklarının ötesindeki dağ tarafına baktığında, bir yamaçta, parlayan yıldız
gibi tek bir ateş gördü.”
“… atamdan baştap, anan apamdı, anan İşterman enemdi aytıp, uşintip
baarıbızdı bir-birden öz kezegi menen atap, …”367
Çevirisi şu şekildedir: “… babam Colçubay’a gönderiyorum, derdi. Bundan
sonra benim annem, sonra kendi annesi, sonra hiç şaşmayan bir sıra ile bizler
gelirdik.”368
Bu bölümde de “aytıp” ve “atap” sözleri sözlük anlamlarının (söylemek,
adlandırmak) dışında, “saymak” anlamında kullanılmıştır. Ancak çeviri farklı sözler
kullanılarak yapılmıştır. Doğru çeviri şu şekilde olmalıdır: “… babamdan başlayıp
sonra anamı, daha sonra İşterman anamı sayarak böylece hepimizi bir bir sırasıyla
sayıp…”
365 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 429. 366 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 10. 367 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 205. 368 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 21.
228
“Oşentsem da, öz el-curtun, tuuġan cerin mınday süygöndük, mınday
ölçömü cok saġınuu, köp cıldar boyu alısta, çette cürüp, körüügö zar bolup, eŋsegen
adamdın cürögündö ġana caralıp, payda bolorun öz akılımda tüşünüp da cürdüm.”369
Çevirisi şöyle yapılmıştır: “Ancak vatanını çok seven ve uzun yıllar onun
hasretini çeken bir insan söyleyebilirdi bu vatan türkülerini. Hasret çektiği için
öğrenip söylediğini çok iyi anlıyordum şimdi.”370
Yukarıdaki cümlede geçen “oşentsem da” sözünün sözlük anlamı “öyle
yapsam da” olmasına rağmen burada bağlam gereği “yine de” anlamına gelmektedir.
Aynı şekilde “cürüp” (yürüyüp) sözü de burada bağlam gereği “yaşamak” anlamında
kullanılmıştır. Ayrıca “ġana” sözünün cümledeki yeri de değişmiş, Türkçede başa
geçmiştir. Çevirinin doğru şekli şöyledir: “Yine de, vatanını, milletini böyle
sevmenin, böyle ölçüsüz özlemenin, ancak yıllar boyu uzaklarda, dışarılarda
yaşayıp görme hasretiyle yanan bir insanın yüreğinde oluşabileceğini anladım.”
“Çınında şaar çetindegi institutunan borbordoġu kitepkanaġa al kün sayın
oşol kız dep barıp cüröt.”371
Cümle şöyle aktarılmıştır: “Sırf onu görmek için şehrin kenarında bulunan
Tarım Enstitüsü’nden merkeze kadar yürüyordu.”372
Cümlede geçen “dep” sözünün sözlük anlamı “deyip, diye” iken burada
“için” anlamında kullanılmıştır. Aynı şekilde “çet” sözü sözlükte “sınır, kenar, sınır
ötesi” anlamlarında iken burada “dış, dışı” anlamında kullanılmıştır. Fakat çeviride
sözlük anlamında kullanılarak yanlışlık yapılmıştır. Doğru çeviri: “Aslında o, şehir
dışındaki enstitüsünden merkezdeki kütüphaneye her gün o kız için gidiyordu.”
369 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 227. 370 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 46. 371 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s.436. 372 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 19.
229
1. 2. 1. 7. Nesir Çevirilerinde Yabancı Kelimelerle İlgili Olarak Yapılan
Yanlışlıklar
Çevirmenlerin yaptığı bir hata da Türkçede karşılığı olmamasına rağmen
sözün aynen alınması, ancak dipnot verilmemesi ya da herhangi bir açıklama
yapılmamasıdır. Bu da o sözün ve ona bağlı anlatılanların anlaşılamamasına neden
olmaktadır. O nedenle bu tür sözler ya dipnotta, ya da parantez içinde açıklanmalıdır.
“Anda biz, bir kur öspürüm baldar, kolhozdo araba aydap, suu suġarıp, çöp
çaap, aytor, - soġuşta salġılaşıp catkan er bülölördün oor tüyşügü bizdin moynubuzda
kalġan.”373
Çeviri şöyle yapılmıştır: “Daha on beşine basmamış olan bizler ise kolhozda
çalışıyorduk. Büyük erkeklerin harcı olan günlük ağır işler bizim zayıf omuzlarımıza
yüklenmişti.”374
Cümlede geçen “kolhoz” sözü Türkiye Türkçesinde yer almadığı ve anlamı
da herkes tarafından anlaşılmadığı halde aynen alınmış ve dipnot da verilmemiştir.
Dolayısıyla bu konuda bilgisi olmayan bir okuyucu neden bahsedildiğini
anlayamayacaktır. Bunun dışında anlam eksik aktarılmıştır. Burada çevirmenleri
hataya düşürebilecek olan bir konu da yanıltıcı benzerlik sorunudur. “araba” sözü her
iki lehçede de bulunmasına rağmen Kırgızcada bu söz sadece at arabası için
kullanılır. “otomobil” için “maşina” sözü kullanılmaktadır. Türkçede ise motorlu
veya motorsuz her tür kara taşıtı için “araba” sözü kullanılır. Çeviride diğer bazı
sözlerle birlikte bu söz de aktarılmamıştır. Burada yapılan bir hata da mecaz anlamla
ilgilidir. “omzuna yüklenmek” deyiminde kişinin omzuna gerçek anlamda bir şey
yüklenmemekte, “bir görevin o kişi ya da kişilere kalması, bırakılması” anlamı
kastedilmektedir. Çeviride, ortak olan bu deyim “zayıf omuzlarımıza yüklenmişti”
şeklinde aktarılmıştır. Burada “zayıf” sözünün kullanılması ile “gerçekten
373 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 196. 374 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 8.
230
omuzlarına bir şey yüklendiği” anlamı ortaya çıkmıştır. Doğru çeviri şöyle olmalıdır:
“O zaman biz, ergenlik çağına gelmiş çocuklar, kolhozda at arabası sürer, tarla
sulayıp ot biçerdik. Kısacası savaşmakta olan erkeklerin ağır yükü bizim
omuzlarımıza yüklenmişti.”
“Bu bizdin eki üydün ıntımaġın, ırıs-berekesin saktaġan apam, bilermanı da
apam, al kişilerdin arbaġın sıylap seniki meniki debey eki üydü teŋ adilettüü
başkarıp, ayıldaġı eki nuskaluu, kadırman baybiçelerdin biri”375
Cümlenin çevirisi şöyle yapılmıştır: “Büyük ailemiz huzur içinde, uyum
içinde yaşamasını benim anneme borçluydu. Her iki evi o tam yetkiyle ve kusursuz
yönetirdi. Aile ocağının bekçisiydi o. Dedelerim, ninelerim henüz göçebe hayatı
yaşarlarken, çok genç yaşta onlara gelin gelmiş. Sonra ailelerimizi liyakatle,
dürüstlükle yönetmiş ve atalarımızın anısına tam saygı göstermiş. Köyde onu en
akıllı, en tecrübeli, en üstün nitelikli ev kadını olarak görür, saygı gösterirlerdi…”376
Burada çevirmen gereksiz yere pek çok ekleme yapmıştır. Ayrıca “baybiçe”
sözü Türkçeye “baş hatun” olarak aktarılabir, ancak yine de tam olarak anlaşılması
için dipnotta veya parantez içinde “kocanın ilk karısı” şeklinde açıklama yapılması
daha uygundur. “baybiçe” sözünün karşılığı “ev kadını” değildir. Ayrıca “baybiçe”
sözünün aynen alınıp dipnotta açıklama verilmesi Kırgızların eski aile yapısının
tanıtılmasını da sağlayacaktır. Çeviri şu şekilde yapılırsa daha doğru olacaktır: “İki
evimizin de birliğini, rızkını temin eden, evin işbiliri olan, ölen dedelerimizin
ruhlarına hürmet edip sen ben demeden iki evi de adaletli bir şekilde yöneten anam,
ayıldaki (köydeki) örnek, saygıdeğer baybiçelerden (kocanın ilk karısı) biriydi.”
1. 2. 1. 8. Nesir Çevirilerinde Kelime Seçimiyle İlgili Yapılan Yanlışlıklar
375 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 197. 376 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 10.
231
Çeviride yanlış söz seçiminden kaynaklanan hatalarla da karşılaşılmaktadır.
Bir sözcüğün birden çok karşılığı olabilir. Ancak bağlam gereği sözlerden biri
diğerlerinden daha uygundur. Bunu anlayabilmek için çevirmenlerin Türkiye
Türkçesini çok iyi bilmeleri ve dili iyi kullanmaları gerekir. Sözcüklerin doğru
seçilmesi, daha güzel ve daha akıcı bir eser ortaya çıkaracaktır. Aşağıda yanlış
seçilmiş sözlere bazı örnekler yer almaktadır:
“Sadık akemdin bul colku katı da Saratov şaarınan keliptir”377 cümlesinin
çevirisi “Sadık’ın bu defaki mektubu Saratov’dan geldi”378 şeklinde yapılmıştır.
Türkçede “kez, defa, sefer” sözcükleri aynı anlamı ifade etmekle birlikte her
zaman her yerde birbirlerini karşılamazlar. Mesela burada “bu kezki mektubu da…”
şeklinde kullanılamaz. Bu cümleye en uygun sözcük “sefer” sözcüğüdür: “Sadık
ağabeyimin bu seferki mektubu da Saratov şehrinden geliyordu.”
“Muştumdarın tüyüp alıp, İsabekov okuu korpusunan catakanaġa cetkençe
toktoboston çurkap bardı”379 cümlesi de “sınıftan fırlayarak çıkan İsabekov, dersane
ile yatakhane arasındaki mesafeyi yumruklarını sıkarak ve koşarak geçti”380
şeklinde aktarılmıştır.
Türkçede öğrencilerin barındıkları yerlere “yurt” adı verilir. “yatakhane” sözü
daha da özelleşmiş ve “yatakların konulduğu yer, yatılan oda” için kullanılmıştır. O
nedenle burada “yatakhane” yerine “yurt” sözünün kullanılması gerekir. Çevirmenin
kaynak metnin etkisinde kaldığı görülmektedir: “İsabekov yumruklarını sıkıp
okuldan yurda varıncaya kadar durmadan koştu.”
377 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Camiyla, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 206. 378 Aytmatov, C., Cemile-Sultanmurat, çev. Refik Özdek, İst., 2001, s. 22. 379 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 441. 380 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 24.
232
“Oşondoy bolso da andan kızıl alma kaalap, kütüp cürgönüŋ menen koşo
tartuula dep talap kılıp kelgen bir ayal bar tura”381 cümlesi ise “bununla beraber,
hayatı boyunca, bir kadın ondan ısrarla, inatla ve içinden gelerek bir kızıl elma
istemiş durmuştu”382 şeklinde çevrilmiştir.
Cümle başındaki “oşondoy bolso da” sözü “öyle olsa da” anlamındadır. Fakat
burada “yine de, bununla birlikte” kullanımları daha uygundur: “Yine de ondan kızıl
elma isteyip, beklemenin yanı sıra hediye ver, diye talepte bulunan bir kadın varmış,
demekki.”
1. 2. 2. Kırgızcadan Türkçeye Şiir Çevirisi
Edebî metinler arasında yer alan şiirde, yakın lehçeler arasında çeviriye gerek
olmamasına rağmen Kırgızcadan Türkçeye çeviri gerekmektedir. Şiirde öncelikle
sorulması gereken soru “kafiye korunmalı mı, korunmamalı mı” sorusudur. Bu
soruya verilecek cevap önemlidir. Çünkü kafiyeye uyayım derken anlam bozulmakta,
anlam doğru verilmeye çalışıldığında kafiye yok olup şiirsellik kaybolmaktadır.
Ancak, doğru aktarılmayan bir şiir ne kadar süslenirse süslensin bir anlam ifade
etmeyecek; çeviri, o şiir değil, başka bir şiir olacaktır. O halde şiir çevirisinde
öncelikle anlama dikkat edilmelidir. Doğru anlam verildikten sonra şiirde dikkat
edilecek husus şekildir. Şiirin ölçüsü, uyağı, ritmi verilmeye çalışılmalıdır. Bazen
bunları sağlama uğruna anlamdan vazgeçildiği görülür ki bu yanlış bir tutumdur.
İstenen, elbette hepsinin birarada olmasıdır. Çevirmen başta anlam olmak üzere bu
hususlarda dikkatli olmalıdır.
Kırgızcadan Türkçeye yapılan şiir çevirilerinde kafiyenin verilmesi oldukça
zordur. Çünkü Kırgızcada singarmonizm (yuvarlaklaşma) kuralı bulunmaktadır.
Bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi Kırgızcada da ilk hecedeki ünlünün karakteri
(kalın, ince, düz, yuvarlak) neyse, sonraki hecelerde de aynı ya da benzer karakterde
ünlüler gelir. Böylece söz içindeki ünlülerin hepsi aynı karakterde olur. Bu ses olayı
381 Aytmatov, Çıŋġız, Üç Tomdon Turġan Çıġarmalar, I. Tom, Kızıl Alma, Frunze, Kırġızistan, 1982, s. 443. 382 Aytmatov, C., Kızıl Elma, çev. Refik Özdek, İst., 2000, s. 27.
233
bütün Türk lehçelerinin ortak özelliğidir ve Kırgızcadaki singarmonizmin de temelini
oluşturur. Fakat Kırgızcada ünlü uyumu, Türkçenin aksine yuvarlak ünlüleri de
kapsamaktadır. Singarmonizmde söz içindeki ünlü sesler baştan sona ya düz, ya da
yuvarlak olur. Sözün ilk hecesinde yuvarlak ünlü varsa son heceye kadar, ekler de
dahil olmak üzere yuvarlak ünlü gelir. Mesela borbor (merkez), kötörgöndör
(kaldıranlar), süyüngöndüktön (sevinmekten), köldörübüzdün (göllerimizin),
koldonmo (kullanma) gibi. Görüldüğü gibi Kırgızcada singarmonizm çok ileri bir
düzeye ulaşmış, ekleri de kapsamıştır. Bu kural sadece ilk hecesinde /u/ ve bazen de
/o/ bulunan sözlerde bozulur: tuzak (tuzak), ulak (oğlak), kulak (kulak), kunan (üç
yaşındaki tay), kuyka (kafa derisi), kurman (kurban), boola- (demet bağlamak),
toodak (toy kuşu), komitet (komite) vb. Bu sözlerin çoğu başka dillerden alınmadır.
Türkçede ise ünlü uyumu kuralı bulunmakla birlikte, yuvarlaklaşma ikinci heceden
itibaren kaybolur. O nedenle Kırgızcadan Türkçeye yapılan şiir çevirilerinde, benzer
söz ve eklerde bile kafiyeyi tutturmak oldukça zordur.
Bunların dışında şiirin Kırgızca ve Türkçesinin karşılıklı sayfalarda verilmesi
faydalı olacak, okuyucu aradaki benzerlik ve farklılıkları karşılaştırma imkânı
bulacaktır.
1. 2. 2. 1. Şiir Çevirilerinde Anlamla İlgili Yapılan Yanlışlıklar
Yukarıda da belirttiğimiz gibi şiirde öncelikle anlamın doğru verilmesi
gerekmektedir. Doğru aktarılmayan bir şiir ne kadar süslenirse süslensin iyi bir
çeviriden bahsedilemez. Özellikle destanlarda pek çok tarihî olaydan, çeşitli inanç ve
geleneklerden bahsedilmektedir. Bu konuların anlaşılması, akıcılığın sağlanması
tamamen anlamın doğruluğuna bağlıdır. Ancak bu hususları en iyi bu konularla ilgili
bir Kırgız bilebilir. O nedenle özellikle destan çevirilerinin bir Kırgız ve bir Türk
tarafından birlikte yapılmasının hem anlam, hem de biçim açısından son derece
faydalı olacağını düşünüyoruz.
1- Şiir çevirilerinde de anlam alanında yapılan yanlışlıkların çoğunun,
kelimenin ya da cümlenin anlamının yanlış çözümlenmesine bağlı olduğu
234
görülmüştür. O nedenle çevirmenin öncelikle kaynak lehçe ve kaynak kültürü çok iyi
bilmesi gerekmektedir.
“Ceti-tördün başında Yedi-tör’ün başında Yedi-Tör’ün başında
cetkilen tuuġan Böyön-kan, doğmuş idi Böyön Han, kusursuz doğmuştu Böyön Han
Böyön-kandın balası Böyön Han’ın oğlu Böyön Han’ın oğlu
kayrattuu tuuġan Kara-kan, gayretli doğan Kara Han,”383 cesur doğan Kara Han,
Yukarıdaki mısraların bazılarında anlam yanlış aktarılmıştır. “cetkilen
tuuġan” “kusursuz doğmuştu” anlamındadır. Bunun dışında “kayrattuu” sözünün
sözlük anlamı “gayretli” olmakla birlikte Türkçe çevirisinde bu söz uygun değildir.
Onun yerine “cesur” sözü kullanılmalıdır. Ayrıca burada hem orijinalinde, hem de
çevirisinde, özel ismin yazılışının Kırgızcanın yazım kurallarına uymadığı
görülmektedir. Kırgızcada iki isimden oluşan özel adların arasına tire konur ve her
iki isim de büyük harfle başlar. Burada ise ismin “Tör” kısmı küçük harfle
başlamaktadır.
“Bu Çıyrıçını alġanı, Çıyrıçı’yı alalı Bu Çıyırdı’yı alalı,
cayı-kışı on tört cıl yazı kışı oldu tam on dört yıl, yaz kış oldu on dört yıl
bu mazarluu cerge sıdırbayt, evliya mezarına gitmedi, bu kutsal yere tapınmaz,
bu almaluu cerge oonabayt, elmalıkta yuvarlanmadı, bu elmalı yerde yuvarlanmaz,
bu araşanduu cerge tünöböyt! kaplıcalarda gece yatmadı! bu kaplıcalı yerde gecelemez!
E Kuda Taala car bolso! Ey Hüda Taala bana yar olsun! Allahu Teala yar olsa!
Çıyrıçının kursaġına Çıyrıçı’nın karnında Çıyırdı’nın karnında
erkek bala bar bolso bir oğlan vücut bulsun! erkek çocuk vücut bulsa
Bu belin bekem buudursam! Bir belini sıkabilsem! Belini sıkı bağlatsam!
Bu Çıyrıçıdan erkek Çıyrıçı’ya bir erkek Bu Çıyırdı’dan erkek
bala tuudursam! çocuk doğurtabilsem! ”384 çocuk doğurtsam!
Burada da çeşitli anlam hataları görülmektedir. “mazarluu cer”den kasıt
“kutsal yer”dir. “sıdır-” fiili de “gitmek” değil “saygı göstermek, tapınmak”
anlamındadır. Buradaki “bolso, buudursam, tuudursam” sözlerindeki -sa ekleri şart
ekidir ve “keşke olsa” anlamındadır. Kırgızların eski inancına göre “elma” kutsaldır.
383 Naskali, Emine, G., Manas Destanı, Ankara, 1995, sat. 1-4, s. 17. 384age., s. 17.
235
Çocuğu olmayan bir kadın elmalı bir yerde yuvarlanır, oynarsa çocuğu olur. “Elmalı
yerde yuvarlanmadı” mısrasında bu mitolojiden bahsedilmektedir. Ayrıca burada
“Çıyrıçı” ismi hatalı derlenmiş ve çeviride de aynı hata devam etmiştir. İsmin doğru
şekli “Çıyırdı”dır.
“Tört payġambar kınadı, Dört Peygamber onu kucakladı, Dört hoca kutsadı,
payġambar balanı sınadı. peygamberler çocuğu sınadı. hocalar çocuğu sınadı.
Cerkenden kelgen ceti elçi Yarkent’ten gelen yedi elçi Yarkent’ten gelen yedi elçi
centegin mıktap cep ketti, yemeği övüp yiyip gitti, centeğini iyice yiyip gitti,
Manas celmoġus çığat!’ dep ketti; Manas obur çıkacak! deyip gitti. ”385
Manas felaket olacak, deyip gitti.
Kırgızcada “hoca, peygamber” ayrımı net değildir. Bunun bilinmemesi
burada çok önemli bir hataya yol açmış ve “hoca” anlamındaki “peygamber” sözü
Türkçedeki anlamında kullanılmıştır. “kına-” fiili de “kucaklamak” değil “kutsamak”
anlamındadır. Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli bir hususu da belirtmek
gerekir ki, Türkçede hiç karşılığı olmayan Kırgızca kavramlar olduğu gibi alınıp
açıklama verilirse aynı zamanda Kırgız kültürü hakkında bilgi verilmiş olacaktır. O
nedenle burada da “çocuğun doğması nedeniyle verilen yemek” anlamındaki
“centek” sözü aynen alınıp dipnotta açıklanmalıdır. Son mısradaki Manas’ın sıfatı
olan “celmoġus” sözü de yanlış aktarılmıştır. Söz “felaket, korkunç” anlamındadır.
“Menin Manas kulunum Benim er Manas oğlum Benim Manas aslanım
“Attanamın, cortom!”deyt, “Ata bineceğim!” dedi, Atla yeldireceğim, diyor,
“Alıska sapar baram!” deyt. “Uzak sefere gideceğim!” dedi, Uzak sefere çıkacağım, diyor.
“Medineni sıdırıp, “Medine’den sıyırıp, Medine’yi dolaşıp,
çoŋ Bukardı kıdırıp” ulu Buhara’dan dolanıp”386 koca Buhara’yı gezip
İlk mısradaki “kulunum” (tayım) sözü Kırgızcada çocuklara hitaben söylenen
sevgi sözüdür. Türkçede de buna benzer sevgi sözleri mevcuttur ve çeviride bu
sözlerden uygun olanı kullanılmalıdır. Oysa burada “oğlum” sözü kullanılmıştır.
İkinci mısradaki “cortom” sözü ise dikkate alınmamıştır. “sıdır-” fiili “sıyırmak”
olarak yanlış çevrilmiştir. Fiilin anlamı “dolaşmak”tır. Çevirmen benzerlikten dolayı
385 age., sat. 49-53, s. 18. 386 age., sat. 85-89, s. 18.
236
yanılgıya düşmüştür. Buhara şehri için de daha çok insanlar için kullanılan “ulu”
sıfatı kullanılmış. Oysa “koca” hem anlam hem de şekil bakımından daha uygundur.
Çevirmen yanlış kelime seçmiştir.
“Almambet tuudu! degende, Almambet dünyaya geldiğinde, Almambet doğdu, denince,
ala too korkkondon bas boldu, Ala-dağ korkudan eğildi, Aladağ korkudan alçaldı,
aġın-suu korkkondon say boldu, akan su korkudan kurudu. akar su korkudan kurudu,
üç atanın uulu Busurman Üç babanın müslüman oğulları üç ata oğlu müslüman
sunun başın köstöy kaştı, suyun başından göçüp kaçtı,”387 suyun başına doğru kaçtı,
Burada ilk mısra gereksiz yere değiştirilmiş, bu da hece sayısının artmasına
sebep olmuştur. İkinci mısradaki “eğildi” sözü de yanlış bir seçim olmuştur. Son
mısrada asıl anlamın tam tersi verilmiştir. “köstöy” sözü yanlış olarak “göçmek”
şeklinde anlaşılmıştır. Oysa bu söz Çağdaş Kırgız yazı dilindeki “közdöy” sözünün
ağız şeklidir ve “doğru” anlamında edattır. Ayrıca suyun başına doğru olan kaçma işi
“suyun başından kaçma” şeklinde yanlış aktarılmıştır.
“Cakıptın uulu caş Manas, Cakıp’ın oğlu genç Manas, Cakıp’ın oğlu genç Manas,
örköçü biyk ör kula, hörgücü büyük, yüksek at, ön tarafı yüksek kula at,
öktöm tuuġan Ak-kula, üstün doğan Ak-kula ile üstün doğan Ak-Kula ile,
tayki calduu tap ettüü Ak-kula, yatık yeleli, tam etli Ak-kula ile kısa yeleli, tavlı Ak-Kula ile,
suu ayaġın köstöp köştü! su ayağından geçti geliyor. suyun sonuna doğru göçtü!
Kökçö turup ayttı: Kökçö kalkarak dedi ki: Kökçö kalkıp şöyle dedi:
Oŋ tuurduġum Manas-kan, Sağında durduğum Manas Han, Sağ tuurduğum Manas Han,
sol tuurduġum Camġırçı: solunda durduğum Camğırçı,”388 sol tuurduğum Camğırçı:
İkinci mısrada “hörgüç” sözü geçmekle birlikte atların hörgücü olmayacağı
için bu söz kullanılmamalıdır. “örköçü biyk ör kula” “ön tarafı yüksek olan kula at”
demektir. “kısa” anlamındaki “tayki” sözü de yanlış çevrilmiştir. “tap ettüü” ise “ne
zayıf ne şişman, normal etli, yani hayvanlar için tavlı” anlamındadır. “tam etli”
ifadesinden ise bir şey anlaşılmamaktadır. Beşinci mısradaki “ayak” sözü benzerlik
sonucu Türkçedeki anlamında çevrilmiştir. Oysa burada “son, uç” anlamındadır.
Ayrıca bu mısrada “Manas’ın suyun sonuna doğru gittiği, göçtüğü” anlatılırken, tam
387 age., sat. 16-20, s. 21. 388 age., sat. 34-41, ss. 21-22.
237
tersine “suyun sonundan bu tarafa doğru geliyor” anlamında çevrilmiştir. Son iki
mısrada geçen “tuurduk” sözü “boz evin üstündeki örtü” anlamındadır. Ancak burada
mecaz anlamda “koruyucu, örtü, kanat” anlamında kullanılmıştır. Çeviride söz yanlış
aktarılmıştır. Bu kelimenin aynen alınıp dipnotta açıklanması Kırgız kültürü ve
dilinin tanıtılması açısından daha uygun olacaktır.
“Kızıl çoktuu Oyrottun Kor gibi yanan Oyrot’un Kızıl püsküllü Oyrat’ın
el çetine baralı! hududuna varalım! sınırına varalım
Tildi karmap alalı, dilden bir laf kapalım, bir esir yakalayalım,
tilden tilin suraylı! sözden söz çıkaralım!”389 esirden durum soralım!
Bu kısımda da “kızıl çoktu” sözü yanlış çevrilmiştir. Ayrıca millet isimleri
Kırgızca söylenişiyle değil, Türkçe söylenişine göre çevrilmelidir. Türkçe şekli
“Oyrat”tır. Bir başka önemli anlam hatası da “til” sözünün anlamıyla ilgilidir.
Kırgızcada “til” sözünün anlamlarından biri de “savaşta bilgi almak için yakalanan
esir”dir. Çevirmen en çok düşülen hataya düşüp sözlüğe bakma gereği duymadan
sözü Türkçedeki anlamında çevirmiştir. Bu da son derece önemli bir anlam hatasına
yol açmıştır.
“Kökçö bu sös aytkanda, Kökçö bunları deyip Kökçö bunu deyince,
kara-töböl Bulandı mindi, kara yağız atı Bulan’a bindi, kara akıtmalı Bulan’a bindi,
köl aylana kuş saldı, gölde kuş kovaladı, gölün etrafına kuş saldı,
carġak taman kas aldı, yüzgeç ayaklı kaz kovaladı, yüzgeç ayaklı kaz aldı,
kök ala moyn son aldı. mavi alaca boyunlu ördek kovaladı. gök alaca boyunlu suna aldı.
Kızıkkanınan kızıktı, Kızgın kan ile nihayet Eğlendikçe eğlendi
Isık-köldün cegine kirip bardı. Isık-köl’ün kenarına vardı.”390 Isık-Köl’ün sahiline vardı.
Burada da yine pek çok anlam hatası yapılmıştır. İkinci mısradaki “töböl”
sözü akıtma anlamındadır. Asıl metinde geçen “kuş saldı” sözü “kuş kovaladı”
olarak yanlış çevrilmiştir. Söz aynı şekilde “kuş saldı” olarak aktarılabilir. “kas aldı”
sözü de yanlış çevrilmiştir. Altıncı mısrada ise anlamdan çok uzaklaşılmıştır. “kızgın
kan ile nihayet” sözlerinin hiç biri mısrada yer almamaktadır.
389 age., sat. 51-54, s. 22. 390 age., sat. 55-61, s. 22.
238
“Ar caġında adırda, Arkadaki dağlardan, Ötedeki tepede,
kabılan tuuġan Almambet, kaplan doğan Almambet, kaplan doğan Almambet,
kaldayġan kara börük başında, başında kara kalpakla koca kara kalpak başında,
çıġıp keldi aldınan, çıkıp geldi atı ile.”391 çıkıp geldi önüne,
Bu kısmın ilk mısrasındaki “ar cak” ve “adır” sözleri yanlış anlamda
aktarılmış, üçüncü mısradaki “kaldayġan” sözü ise hiç dikkate alınmamıştır. Son
mısradaki “aldınan” sözü ise “atı ile ” olarak yanlış çevrilmiştir. “ald” sözü “ön”
anlamındadır.
“Alda Taala azret Allahu Taala Hazretleri Allahu Teala Hazretleri
ayd’ asmannan cıldırġan, gökyüzünde ayı parlatır, ayı gökte yürüten,
künd’ asmannan cıldırġan, gökyüzü de güneşi parlatır, güneşi gökte yürüten,
ızıġın cerge tiygisken! ışıkla yeri ısıtır.”392 ısısını yere değdiren!
Burada “cıldır-” fiili “parlatmak” olarak yanlış aktarılmıştır. Sözün anlamı
“yürütmek”tir. Ayrıca üçüncü mısranın tamamı yanlış çevrilmiştir. “ızık” Çağdaş
Kırgız Türkçesindeki “ısı” anlamındaki “ısık” sözünün ağız şeklidir. Bu söz de yanlış
anlamda “ışık” olarak aktarılmıştır.
“Almambet çaydı albadı: Almambet çayı yine almadı. Almambet çayı almadı:
kökürökkö can koşom, göğsüme ben can koyayım, canıma can katacağım,
kömököygö til koşom, ağzıma ben dil koyayım, sesime ses katacağım,
ay carıġı bos bolom, ay ışığı gibi solayım, ay ışığında boz olacağım,
özüŋ-minen dos bolom, senin ile dost olayım seninle dost olacağım,
anan kiyn içemin! ondan sonra çaydan içerim!”393 ondan keri içeceğim!
İlk mısrada “yine” sözü gereksiz yere eklenmiş, bu da hece sayısını
uzatmıştır. İkinci ve üçüncü mısralar mecaz anlamdadır. Çeviri ise kelime kelime
yapılmış, o nedenle de Türkçe açısından güzel ve anlaşılır olmamıştır. “göğüse can
koymak”, “ağza dil koymak” ifadelerinden bir şey anlaşılmamaktadır. Dördüncü
mısra da yanlış aktarılmıştır. Son mısrada “çay” sözünün yeniden kullanılması
gereksizdir. Zaten çaydan bahsedildiği ilk mısradan anlaşılmaktadır. Bu tür tekrarlar
391 age., sat. 62-65, s. 22. 392 age., sat. 111-114, s. 23. 393 age., sat. 166-171, s. 24.
239
eseri basitleştirmektedir. Ayrıca son mısradaki “kiyin” sözü Türkiye Türkçesi
ağızlarında “keri” şeklinde kullanılmaktadır. Aslına daha uygun olduğu için tercih
edilmiştir. Ancak “sonra” sözü de kullanılabilir.
“Almambet çaydı içken soŋ, Çayı içip bitirince, Almambet çayı içtikten sonra,
turup Kökçö ayttı deyt: Er Kökçö’ye dedi ki: kalkıp Kökçö konuştu:
Köküröktö canım bir, dedi Göğsümde canım var şimdi, Canım seninle bir, dedi
kömököygö tilim bir! dedi ağzımda dilim var şimdi, sözüm de seninle bir, dedi
endi men elime barayn, artık kavmime döneyim, ”394 artık halkıma varayım,
Burada önemli bir anlam hatası yapılarak konuşan kişi tamamen yanlış
aktarılmış, ikinci mısrada konuşan Kökçö iken, Kökçö’ye hitaben Almambet’in
konuştuğu belirtilmiştir. Üçüncü ve dördüncü mısralardaki “bir” sözü de “var”
şeklinde yanlış çevrilmiştir. Oysa söz “seninle bir, senin yanında” anlamında
kullanılmıştır. “el” sözüne karşılık olarak da “kavim” sözü kullanılmış, ancak anlam
doğru gibi görünmekle birlikte kelime seçimi hatalı olmuştur. “halk” sözü daha
doğru ve daha uygundur.
“Elim tilim alsa, dedi Kavmim sözümü dinlerse, Halkım sözümü dinlerse, dedi
altı uulu Oyrotu altı Oyrot oğlunu altı soy Oyrat’ı
suu ayakka korkup kirip ketken korkudan su boyunca kaçan korkup nehir sonuna kaçıp giden
üç ata uulu Busurman üç ata oğlu müslüman üç ata oğlu müslüman
içine kirip baralı! içine girip kalayım! arasına gidelim!
Maldı katka saldırıp, Malı yazarak sayayım, Malı kayıta aldırıp,
maldı alaldap alalı! malı helal yapayım! malı helalleyelim!
Buldu katka saldırıp, Mülkü de yazarak sayayım, Parayı kayıta aldırıp,
buldu alaldap alalı! mülkü helal yapayım!”395 parayı helalleyelim!
Burada da yine “el” için “kavim” sözü kullanılmıştır. Oysa “halk” sözü daha
uygundur. İkinci mısradaki “uul” sözü “soy” anlamında kullanılmış olmasına rağmen
sözlük anlamında alınmış, bu da anlam hatasına yol açmıştır. Sekizinci mısrada “bul”
sözü “para” anlamında iken yanlış olarak “mülk” şeklinde çevrilmiştir.
“Arkar cürbös kıyadan, Dağ koyunu ayrılmaz kayasından Dağ koyunu geçmez yoldan,
394 age., sat. 179-182, s. 24. 395 age., sat. 191-199, s. 24.
240
atadan calġıs uyadan, ne de babasından, yuvasından, yalnız, babadan anadan,
eçkiler cürbös kıyadan, geyik ayrılmaz kayasından keçiler gezmez yoldan,
eneden calġıs uyadan, ne de anasından, yuvasından, anadan yalnız doğan,
cumurtkadan ak edi, yumurtadan ak idi o, yumurtadan ak idi,
bir catından tak edi! ana karnında tek idi o! bir anadan tek idi!
Kan Almambet calġısım Almambet, biricik oğlum benim Han Almambet biriciğim
kantıp mınday kep ayttı? sen bana böyle nasıl dedin? nasıl böyle konuştu?
Kalıŋ ormon köp curtum, Ey yurdumun sık ormanı orman gibi kalabalık halkım,
bu Almambet uulumdu bu Almambet oğlumu bu Almambet oğlumu
bir kösümö körsötpöy, bir daha gözüme gösterme gözüme göstermeden,
erten karmap öltür- erkenden öldür beni. yarın tutup öldürün,
atıp salġan oumdu, o fırlamış okum idi, attığım okumu,
katuu çıçkan boġumdu! katı sıçılmış bokum idi. katı sıçtığım bokumu!
Curtu Kanġa ayttı deyt: Yurt halkı Han’a dedi ki: Halkı Han’a şöyle dedi:
Çaldıratpay uuk çeçebis, Sessiz çekeriz okumuzu biz, Sessizce uuk çözeriz,
şaŋşıtpay bürküt alabıs, bağırtmadan bürkütünü alıveririz, öttürmeden kartal alırız,
suunun başın köstöybüs! suyun da başına götürüveririz!”396 suyun başına doğru yürürüz!
Bu kısımda da pek çok anlam hatası görmekteyiz. İlk mısrada cür- fiili
“ayrılmak”, “kıya” sözü de yanıltıcı benzerlik sonucu “kaya” anlamında yanlış olarak
aktarılmıştır. Üçüncü mısrada “keçi” anlamındaki “eçki” sözü “geyik” olarak
verilmiştir. Altıncı mısrada “catın” sözü “ana rahmi” anlamında olmasına rağmen
burada mecaz olarak “ana” anlamındadır. Sözün hal eki de (-den, ayrılma hal eki)
burada anlam belirleyici durumdadır. Mısranın kelime çevirisi “bir karından tek idi”
şeklindedir. “karın” sözüyle kastedilen “ana”dır. Mısranın anlaşılır olması
bakımından “bir anadan tek idi” şeklinde çevrilmelidir. Yedinci ve sekizinci
mısralarda gereksiz sözler kullanılarak şiir için çok önemli olan hece sayısı ihmal
edilmiştir. Dokuzuncu mısrada mühim bir çeviri ve mantık hatası yapılarak, halka
hitap edilecekken ormana hitap edilmiştir. Sonraki kısımda belirtilen fiilleri bir
ormanın yapması mümkün değildir. On birinci mısrada da yine önemli bir anlam
hatası yapılmıştır. Bu kısımda on dördüncü mısraya kadar konuşan Almambet’in
babası Kara Han’dır. “Yarın tutup öldürün” dediği de kendisi değil, oğlu
Almambet’tir. Oysa çeviride hem “yarın” anlamındaki “erten” sözü “erkenden”
şeklinde verilmiş, hem de “öldür beni” denilerek Kara Han’ın kendisinin
396 age., sat. 235-252, s. 25.
241
öldürülmesini istediği anlatılmıştır. On üç ve on dördüncü mısralardaki “oġumdu”,
“boġumdu” sözlerindeki belirtme hal eki olan “du”lar, benzerlikten dolayı bilinen
geçmiş zaman eki “dı” ile karıştırılmıştır. On altıncı mısrada yine benzerlikten
kaynaklanan bir hatayla karşılaşmaktayız. “uuk” sözü “ok” olarak aktarılmıştır. Oysa
sözün anlamı “ok” değil, “keçe evin tahta kafesi”dir. Türkçede bu sözü karşılayacak
bir söz bulunmadığı için aynen alınıp dipnotta verilmelidir. On yedinci mısrada da
Türkçede kullanılmadığı halde “kartal” anlamındaki “bürküt” sözü aynen alınmıştır.
Bu kısımda dikkati çeken bir nokta da Çağdaş Kırgız Edebî Dilinde kullanılmayan,
ancak Türkiye Türkçesi ile ortak olan bazı sözlerin yer almasıdır. Bunlardan biri
“ormon” sözüdür. Bugün Kırgız Edebî Dilinde “orman” anlamında “tokoy” sözü
kullanılmaktadır. Manas destanında ise bugün farklı olan pek çok söz Türkçe ile
ortaktır.
“Koldun köbün ötüp kelgende Halkın yarısını geçince Ordunun çoğunu geçince
Bir san turġan Kalmakka Kabzasına el atıp On bin tane kalan Kalmuk’a
Karmap alıp sabınan Kılıcını kınından çıkardı Yakalayıp sapından
Suurup alıp kabınan Bir Kalmuk kümesine Sıyırarak kınından
Şiltep kılıç ciberdi. Bir yaman darbe indirdi.”397 kılıç sallayıverdi.
Şiirde bazen iki mısra bir cümle oluşturur. Bu durumda anlaşılır olması için
mısraların yerleri değiştirilebilir. Bu kısımda da böyle bir durumla karşılaşmaktayız.
İkinci mısranın çevirisi dördüncü, üçüncü mısranın çevirisi ikinci, dördüncü mısranın
çevirisi de üçüncü mısrada yer almıştır. Ancak bu yöntem zorunlu olmadıkça tercih
edilmemeli, her mısranın karşısında kendi anlamı olmalıdır. Bu, özellikle Türk
lehçeleri arasında yapılan çeviriler açısından son derece önemlidir. Bunun dışında
anlam hataları da yapılmıştır. “koldun köbün” sözleri “halkın yarısını” değil,
“ordunun çoğunu” anlamındadır. “sap” ve “sıyırmak” sözleri her iki lehçede de
ortaktır. Bu nedenle tercih edilmelidir. Çeviride aynı zamanda kafiye de yeterince
verilememiştir.
“Kızıl çoktuu köp Oyrot Kor gibi yanan kalabalık Oyrot Kızıl püsküllü çok Oyrat
dürkün-dürkün boldu deyt, korkudan birbirine girdi. türlü türlü oldu, diyor,
arışıŋ uzun Almambet Arştan uzun Almambet uzun bacaklı Almambet
397 age., sat. 357-361, s. 27.
242
celegin cerden türdü deyt, bayrağını yerden kaptı, bayrağını yerden dürdü, diyor
kötünön kuup keldi deyt, arkalarından gitti.”398 ardından kovup geldi, diyor.
Bu kısımda da anlam hataları görmekteyiz. İlk mısrada “kızıl çoktuu” sözleri
“kor gibi yanan” değil, “kızıl püsküllü” anlamındadır. Ayrıca hece sayısının eşit
olması açısından “köp” sözünün “kalabalık” değil “çok” şeklinde çevrilmesi daha
uygundur. İkinci mısra tamamen yanlış aktarılmıştır. “dürkün dürkün” ikilemesi
“türlü türlü” anlamındadır. Üçüncü mısradaki “arış” “arş” değil “adım”
anlamındadır. “adımı uzun Almambet” mısrasında anlatılmak istenen “Almambet’in
bacağının uzun olduğudur. “adımı uzun” dendiğinde bu anlam anlaşılamayabileceği
için direk anlamı vermeyi uygun görüyoruz. Son mısrada da yine “kovmak” fiili
dikkate alınmamış, dolayısıyla hece sayısı da azalmıştır. Halbuki aynı ya da yakın
hece sayısında çevirmek mümkündür. Buradaki bir yanılgı da ortak sözlerin
kullanımına dikkat edilmemesidir. “tür-” fiili Türkçede “dürmek” şeklinde aynen
bulunmaktadır. “türlü türlü” sözü de ortaktır.
“Aa Manas ayttı deyt: Manas ona dedi ki: Manas ona dedi ki:
Tipti seni korukpaymın Senden artık korkum yoktur, Senden hiç korkmam
sayışkanın sayışkan vuruşalım, vuruşalım, dövüşülecekse dövüşelim
atışkanın atışkan, tüfek atışalım, atışalım, atışılacaksa atışalım,
uruşkanın uruşkan, güreşelim, güreşelim,”399 vuruşulacaksa vuruşalım,
Yukarıdaki bölümde sözlerin anlamı doğru gibi görülmekle birlikte ifade
bakımından hatalı ve anlamsız olmuştur. “vuruşalım vuruşalım, atışalım atışalım,
güreşelim güreşelim” sözleri verilmek istenen anlamı ifade etmemektedirler. İkinci
mısrada “tipti” sözü ise “hiç” anlamındadır.
“Tars dedire bir koydu Pat, diye tüfeği boşalttı Pat diye bir attı
Kökçönün atı Küröŋçü Kökçönün atı Körönçü Kökçö’nün atı Küröŋçü
Bu Kökçönü kötörüp Kökçö’yü havaya kaldırdı. Bu Kökçö’yü kaldırıp
kök tütün bolup kubuldu Kökçö mavi duman oldu mavi dumana döndü.
Mınday Kökçö cürgön cok Kökçö gözlerden gaip oldu.”400 Kökçö yavaş yürümedi.
398 age., sat. 387-391, s. 28. 399 age., sat. 182-186, s. 62. 400 age., sat. 236-240, s. 63.
243
Burada son mısra tamamen hatalı çevrilmiştir. Onun dışında mavi dumana
dönen Kökçö değil, onun atıdır. Oysa çeviride Kökçö’nün mavi duman olduğu
belirtiliyor.
“Kügüm kire, kün bata, Akşam olup gün batınca Akşam olup gün batınca,
Kaş kararıp, el cata, sular kararıp herkes yatınca karanlık çöküp halk yatınca,
kızıl çoktuu Oyrottun kor gibi yanan Oyrot’un cesetlerinin kızıl püsküllü Oyrat’ın
ölüktön at çurkatıp çıktı. atı ile üstlerinden geçti.”401 ölüleri arasından at koşturup çıktı.
Lehçelerde zaman belirteçleri her zaman aynı olmayabilir. O nedenle dili çok
iyi bilmek gerekir. Burada da bu konunun yeterince bilinmediğini görüyoruz.
Kırgızcada önce gün batar, sonra küügüm girer yani karanlık çöker (alaca karanlık),
sonra kaş kararır, yani kimse görünmez olur, sonra da halk yatar. Sırası bu şekildedir.
İkinci mısrada “sular kararıp” ifadesi hatalı olmuştur. Üçüncü mısrada “kızıl çoktuu”
sözleri yanlış aktarılmıştır. Ayrıca son mısraya ait olan “ölüler” sözü buraya
eklenerek mısranın çok uzamasına yol açılmıştır.
“Ayġır caak, kara til, Aygır yanaklı kara dilli, Aygır yanaklı, kara dilli,
aykırġanı colborstoy kaplan gibi böğüren, haykırışı kaplan gibi,
Acıbay de, kanteyn? Acıbay, söyle ne yapayım?”402 Acıbay söyle, ne yapayım?
Bu kısımda ikinci mısrada hem ortak olan “haykırmak” sözü kullanılmamış,
hem de kaplan için “böğürmek” sözü kullanılarak anlam ve mantık hatası yapılmıştır.
“Botodoy közün caynatkan, Deve yavrusu gibi gözleri çakarak, Potuk gibi gözünü parıldatan,
şakarday için kaynatkan, içerisi cayır cayır yanarak, öfkeden içi kuduran,
Cakıp uulu caş Manas, Cakıp’ın oğlu genç Manas, Cakıp’ın oğlu genç Manas,
caŋġıs oŋğon er Manas genç kahraman er Manas”403 yalnız doğan er Manas
Bu bölümde çevirmen deve yavrusunun Türkçedeki adını bilmediği için sözü
“deve yavrusu” diye aktarmış ve hem hece sayısından çok uzaklaşmış, hem de mısra
şiirselliğini kaybetmiştir. İkinci mısradaki “şakarday kayna-” bir deyimdir ve
401 age., sat. 441-444, s. 29. 402 age., sat. 294-296, s.64. 403 age., sat. 150-153, s. 20.
244
“sinirlenmek” anlamındadır. Çeviride ise “cayır cayır yanmak” anlamında
verilmiştir. Son mısradaki “yalnız, tek doğan, kardeşi olmayan” anlamındaki “caŋğıs
oŋğon” sözleri de “genç kahraman” şeklinde yanlış aktarılmıştır.
2- Şiir çevirisinde anlam alanında yapılan yanlışlıkların büyük bir kısmı da
gramer kuralları ile ilgilidir. Kırgız Türkçesinin gramer kurallarının yeterince
bilinmemesi anlam ve dolayısıyla da şekil hatalarına yol açmaktadır.
“Suġalaġın koyboġon, hep aç gözlü, oburluğu bırakmayan
surap-içip toyboġon yiyecek isteyip doymayan yiyip içip doymayan
Kırgıstı buzup cegendey! Kırgız’ı yercesine yok etse! Kırgızı talan edip yiyecek gibi,
Emi belge sadak buudurdu. Beline bir okluk bağlattı, şimdi beline sadak bağlattı.
Cakıp-kan Çıyrıçıday katından Cakıp Han, karısı Çıyrıçı’dan Cakıp Han Çıyırdı gibi kadına
em erkek bala tuudurdu. şimdi bir oğlan doğurttu.” 404 şimdi bir oğlan doğurttu.
Burada ilk mısra tamamen yanlış aktarılmıştır. İkinci mısrada “surap içip”
sözünün anlamı “yiyip içip” olması gerekirken, “yiyecek isteyip” şeklinde yanlış
çevrilmiştir. Üçüncü mısrada hem anlam, hem de gramer hatası yapılmıştır. “Kırgıstı
buzup” sözleri “Kırgızı talan edip” anlamındadır. Fiilin kipi de yanlış verilerek diğer
kısımlardan kopuk bir mısra ortaya çıkmasına sebep olunmuştur. “yok etse” dilek-
şart kipinde bir fiildir. Oysa asıl mısrada fiil dilek-şart kipinde değildir. “Çıyrıçıday”
sözündeki +day eki dikkate alınmamış; ilk mısra da gereksiz yere çok kısaltılmıştır.
Burada bir başka gramer hatası da beşinci mısrada görülmektedir. “doğurtmak” fiili
Türkçe çevirisinde yönelme hal eki alması gerekirken, Kırgızcanın etkisinde
kalınarak ayrılma hal eki kullanılmıştır. “kadından” değil, “kadına” olmalıdır.
Ayrıca bu kısımda anlam hatasına yol açmadan kafiye de korunabileceği halde, bu
hususa yeterinde özen gösterilmemiştir.
“Adam ata, Oobo ene, Adem atanın, Havva ananın Adem baba, Havva ana,
tuuġan cerin bilçi edeŋ. doğduğu yeri bildir ona. doğduğu yeri bilirdin.
Oŋ caġına Oysul-ata Sağ yanına Oysul-ata’yı Sağ yanında Oysul-Ata
buka etken! Bakay! boğa et, Bakay, boğa eden, Bakay!
Sol caġına Koco Kıdır sol başını Hızır Sol yanında Peygamber Hızır
404 age., sat. 36-41, s. 17.
245
duka etken! Bakay! kollasın, Bakay, dua eden, Bakay!
Baabedin başında, Bakay! Bahaeddin başında olsun, Bakay, Bahaeddin başında, Bakay!
Koco Kıdır kaşında, Bakay! Hızır yanında olsun, Bakay, Peygamber Hızır yanında, Bakay
Oşu Manas balamdın, Bakay! Şu Manas oğlum, Bakay, Şu Manas oğlum, Bakay!
Arbayıp adam bolġondo, Bakay! sivrilip adam olunca, Bakay,”405 Büyüyüp adam olunca, Bakay!
Bu kısımda da gramer hatası yapılarak ikinci mısradaki “bilçi edeŋ” fiili
yanlış aktarılmış, dolayısıyla anlamı büyük oranda değiştirmiştir. Dördüncü mısrada
Hızır’ın sıfatı kullanılmayarak hece sayısının azalmasına yol açılmıştır. Burada
“peygamber” sözü Türkçedeki anlamındadır. Ancak söz çeviriye hiç alınmamıştır.
“Bahaeddin” Buhara şehrinin koruyucusudur. Okuyucunun anlayabilmesi için bu da
dipnotta açıklanmalıdır. Son mısradaki “sivrilmek” sözü de doğru bir seçim olmamış;
verilmek istenen anlam tam olarak yansıtılamamıştır. “arbay-” fiili burada
“büyümek” anlamındadır.
“altı atanın uulu Kapır bar eken, altı babanın oğulları kafir imiş, altı ata oğlu kafir varmış,
üç atanın uulu Busurman bar eken. üç babanın oğulları müslüman imiş üç ata oğlu müslüman varmış.
Tört arıştuu Oytottun- Dört taraftan Oyrot’un, Dört devletli Oyrat’ın,
kıl cakaluu Oyrotton- ince yakalı Oyrot’un,”406 kıl yakalı Oyrat’tan,
Burada “ata” sözü “göbek, soy” anlamında kullanılmıştır. Bu anlamda sözü
aynen almak daha uygundur. “bar eken” sözleri de yanlış olarak “imiş” şeklinde
aktarılmıştır. “tört arıştuu, kıl cakaluu” sözleri de çeşitli Oyrat soylarının adlarıdır ve
burada sıfat görevindedir. “dört taraftan” ifadesi hem sıfat değildir, hem de yanlış
anlamdır.
“Kabılan tuuġan Alambet Kaplan doğan Almambet Kaplan doğan Almambet
Isık-köldün başınan Isık-köl’ün başında Isık-Köl’ün başından
aylanıp salıp baradı. atı ile koşmağa başladı.”407 dolanıp gidiyordu.
Bu kısmın ikinci mısrasında ayrılma hali eki (çığış cöndömö müçösü)
kullanılmış olmasına rağmen çeviride bulunma hali eki (catış cöndömö müçösü)
405 age., sat. 126-133, s. 19. 406 age., sat. 3-6, s. 21. 407 age., sat. 77-79, s. 22.
246
kullanılmış, dolayısıyla buna bağlı olan üçüncü mısranın anlamı da tamamen hatalı
olmuştur. Mısrada “at”, “koşmak” gibi sözler yer almamaktadır.
“Çılbırınan karmaġan, yuları sımsıkı tutan Yularından tutan,
Kökçö kalkıp tura kaldı deyt- Kökçö atı durdurmuştu: Kökçö çekip kalktı, diyor,
Ak-kulanın oosı Ak-kula’nın Ak-Kula’nın ağzı
carılıp ketti deyt, ağzı yarıldı, yarılıp gitti, diyor,
eŋkeyip Manas kördü deyt- Manas eğilip gördü, Manas eğilip gördü, diyor,
kınındaġı kılıçın kınından kılıcını kınındaki kılıcını
suurup aldı deyt, çekip, çekip çıkardı, diyor,
çılbır karmap turġan Kökçönü yuları tutan Kökçö’yü yuları tutan Kökçö’ye
kılıç-minen çaptı deyt- kılıcı ile çarptı. kılıç ile vurdu, diyor,
Kökçö attan tüşö kaştı deyt! Kökçö attan inip kaçtı, Kökçö attan inip kaçtı, diyor!
Kökçö mingen Küröŋçü Fakat Kökçö’nün bindiği Kürönçü Kökçö’nün bindiği Kürönçü’nün
belinen üze çaap saldı deyt! belinin ortasından yarıldı:”408 beline bir vurdu, diyor!
Burada ikinci mısra yanlış aktarılmıştır. Üçüncü mısrada “gitti” ve “diyor”
sözleri alınmayarak eksik çeviri yapılmış, dolayısıyla hece sayısı kısalmıştır.
Kırgızcanın yardımcı fiilleri Türkçeye genelde aktarılmazlar. Ancak bazıları tam
olarak yardımcı fiil görevinde değildir veya Türkçede de aynı şekilde
kullanılmaktadır. O nedenle bu ayrımın iyi yapılması, yani yardımcı fiilin ne zaman
çevrilip ne zaman çevrilmeyeceğinin iyi bilinmesi gerekir. Burada “yarılıp gitti,
çekip çıkardı” gibi ifadelerde yardımcı fiil alınırken, “çaap saldı” sözündeki sal-
yardımcı fiili çevrilmemelidir. Dokuzuncu mısradaki “fakat” sözü gereksiz yere
eklenerek mısra uzatılmıştır. Son mısra ise yanlış aktarılmıştır. Yedinci mısrada
“çaptı” sözü benzerlik sonucu yanlış olarak “çarptı” şeklinde aktarılmıştır. Burada
ayrıca hal eklerinin kullanımı bakımından da kaynak lehçenin etkisinde kalındığını
görüyoruz. Sekizinci mısrada “Kökçönü” sözü belirtme hal eki almıştır. Ancak
sekizinci mısraya anlamca bağlı olan dokuzuncu mısranın anlamına bakıldığında,
sözün Türkçede alacağı ek yönelme hal eki olur. Çeviride ise Kırgızcada olduğu gibi
belirtme hal eki kullanılmıştır.
3- Şiir çevirilerinde Kırgızca ile Türkçe arasındaki bazı sözlerde karşılaşılan
yanıltıcı benzerlik sonucu da anlam hataları yapıldığı görülmüştür.
408 age., sat. 334-343, s. 65.
247
“endi ottun başında, ocağın başına indi, şimdi ateşin başında,
bul oçoktun kaşında saç ayağın yanına geldi, bu ocağın karşısında
Cakıp-bay oltra kalġan eken. Cakıp-bay oraya oturdu.”409 Cakıp-Bay oturup kalmıştı.
Burada yanıltıcı benzerlik sonucu anlam hatası yapılmıştır. “endi” sözü “indi”
değil, “şimdi” anlamındadır. “oçok” sözü de yanlış olarak “sacayağı” diye
çevrilmiştir. Türkçede köy evlerinde bulunan, genelde mutfağın duvarına yapılan ve
yemek pişirme vs. işlerde kullanılan kısımlara da “ocak” denilmektedir. Dolayısıyla
ortak bir kelimedir.
“Töröm Manas bu tündö Efendim Manas bu gece Efendim Manas bu gece
ot cakalay çiş körüp, ateşde şişler görmüş, ateş yanında şiş görüp,
oġo’lo cakşı tüş körüp, oğluna layık rüyalar görmüş, bayağı güzel düş görüp,
Etin tarta tursun! deyt. et hazırlatsınlar dedi, eti hazırlayadursun, dedi,
Kımısın bere tursun! deyt. kımız da bol olsun dedi,”410 kımızını veredursun, dedi.
Burada da yine anlam hataları görüyoruz. Üçüncü mısrada yanıltıcı benzerlik
sonucu “oġo’lo” sözü “oğluna” şeklinde anlaşılmıştır. Oysa söz “bayağı, epey”
anlamındadır. Son iki mısrada -e dur- kalıbı Türkçeyle aynı anlamdadır. “dur-”
yardımcı fiili “sen bunu yapmaya devam et, bu arada bunu yap” anlamını
vermektedir. O nedenle çeviride aynı şekilde kullanılabilir. Son mısrada “bere
tursun” sözleri yanlış aktarılmıştır.
4- Burada orijinal metindeki yanlışlıkların da anlam hatalarına yol açtığını
gördük. Bu durum özellikle Manas Destanında olduğu gibi Kırgızcanın Kırgız
olmayan biri tarafından yazıldığı durumlarda görülmektedir. Ayrıca baskı hataları da
bu tür durumlara neden olabilmektedir. Bu konuda da yine çevirmenin Kırgızcayı
şekil ve anlam olarak iyi derecede bilmesi önem kazanmaktadır.
“Aŋdaġanım arkal, kulca, kiyk tir, Avladığım argal, dağ koçu, geyiktir,
Ak-padişa Ala-toodan biyk tir. Ak-padışa Ala-dağ’dan büyüktür.”411
409 age., sat. 1192-1194, s. 43. 410 age., sat. 1200-1204, s. 44. 411 age., sat. 113-114, s. 61.
248
Avladığım dağ koyunu, dağ koçudur,
Ak Padişah Aladağ’dan büyüktür.
Buradaki -tir ekleri Türkçedeki -dır eki ile aynıdır. Ek bugün Kırgız
Türkçesinde kullanılmamaktadır. “biyik” sözü Kırgızcada “yüksek” anlamında iken
Türkçe çevirisinde “büyük” sözü daha uygundur. O nedenle tercih edilmiştir. Ayrıca
Radloff Manas destanı’nı derlerken bazı sözleri farklı anlamıştır. Burada da “arkal”
sözünün aslı “arkar” olmalıdır. Orijinal hataları çeviri hatalarına da yol
açabildiğinden çeviride bu hususta da dikkatli olmak gerekir.
“ataŋnın körü, it Kökö! Uğursuz, it Kökçö! Allah’ın belası, it Kökö!
Sakalıŋ tolġan bit, Kökçö! Sakalı bitle dolu Kökçö! Sakalın dolu bit, Kökçö!
Kabırġa caap bit uksun! Arkandaki bitler duysun! Sırtındaki bit duysun!
Kaŋkıldap bir ürgöp it uksun! Havlayan köpekler duysun!”412 Çemkirip üren it duysun!
Burada da konuşma diline ait bazı ifadeler kullanılmıştır. Ancak çeviriye
bunların aksetmediğini görüyoruz. Mesela “ataŋnın körü” bir küfür sözü olmasına
rağmen “uğursuz” şeklinde çevrilmiştir. Çeviri yine bir küfür olmalıdır. Son
mısradaki “kaŋkılda-” fiili de “çemkirmek” sözüne karşılık gelmektedir. “ürmek”
fiili ise her iki lehçede de ortaktır ve kullanılması gerekir. Sözün oijinali “ürgöp”
değil, “ürgön” olmalıdır.
“Kökçö kötünön çakırat: Kökçö ardından bağırdı:
Eri caŋġıs sen edeŋ, Manas Sen tek er idin Manas,
atamnın caŋġıs men edem, Manas ben de babamın tek oğlu idim, Manas!
sen caŋġıs-ta men caŋġıs-ta Manas Ben tekim, sen teksin, Manas,
ököbüsten caŋġıs, Manas ikimizden biri ölür, Manas,
karool körgön bu kösüm, Manas iyi nişan alır gözüm, Manas,
kaçıp kesseŋ ne boldu, Manas? kaçıp gitsen olmaz mıydı, Manas?
Maşa tartkan bul kolum Tetiği elimle çektim, Manas,
baylanıp kalsaŋ ne boldu, Manas. niçin bağlanıp kaldın sanki, Manas?”413
412 age., sat. 958-961, s. 39. 413 age., sat. 261-269, s. 64.
249
Kökçö ardından çağırır:
Tek eri sen idin, Manas
babamın yalnız ben idim, Manas
hem ben yalnız, hem sen, Manas
ikimiz de yalnızız Manas
bekçilik yapan bu gözüm, Manas
kaçıp gitsen ne olur, Manas
Tetik çeken bu elim
tutulup kalsa ne olur, Manas.
Burada da örijinal metinde hatalar vardır. Bu hatalar da çeviri hatalarına yol
açmıştır. Mesela beşinci mısrada “ököbüsten” sözündeki “ten” eki ayrılma hali eki
gibi görülmektedir. Nitekim çeviride de söz “ikimizden” şeklinde hatalı olarak
aktarılmıştır. Oysa ek aslında “teŋ” şeklindedir ve “de” bağlacı görevindedir. Yedinci
mısradaki “kesseŋ” sözü de aslında “ketseŋ” şeklindedir. Üçüncü mısrada hece sayısı
fazladan sözlerle çok uzatılmıştır. Mısranın anlamı doğrudur ancak bu bir düz yazı
değil, şiirdir. Şiirde ise söylenmek istenen uzun uzun açıklanmayıp, az ve öz söz
kullanılmaya çalışılmalıdır. Beşinci mısrada mühim bir anlam hatası yapılmıştır.
Mısrada ölmekten bahsedilmemektedir. Altıncı ve son mısra da hatalı çevrilmiştir.
Son mısrada tutulup kalan Manas değil, Kökçö’nün elleridir.
5- Çevirinin eksik yapılması, bazı söz ya da cümlelerin ihmal edilmesi de
anlam hatasına ya da anlamın eksik aktarılmasına yol açmaktadır.
“Kökçö cakındaşıp kelgende, Kökçö bunlara yaklaşınca Kökçö gelip yaklaşınca,
arkı-terki turuşup, karşılıklı durdular, karşı karşıya durup,
karsıldaşıp-tebişip, karşılıklı tepiştiler, patır patır tepinip,
bürönün tars-kardı ayrılıp kett’ile, birbirinden ayrılınca birinin cart diye karnı ayrılıp gitti,
Kan Kökçö bir uşunu soyd’ele. Han Kökçö bunları kestirdi.”414 Han Kökçö bunu kesti.
Bu kısımda hem anlam hataları yapılmış, hem de taklidî sözlerin hiç biri
alınmayarak önemli bir çeviri hatası yapılmıştır. Oysa Kırgızca ile Türkçe arasında
pek çok ortak taklidî söz vardır. Bu sözlerin kullanılması, anlam dışında üslûp ve
biçim eş değerliği de sağlayacaktır. O nedenle taklidî sözlerin kullanıldığı yerlerde
414 age., sat. 691-695, s. 34.
250
varsa karşılığı, yoksa da açıklayıcı sözler kullanılmalıdır. Yukarıda üçüncü ve
dördüncü mısralardaki taklidî sözlerin hiç biri alınmamıştır. Dördüncü mısra ise
tamamen hatalı aktarılmıştır.
6- Çeviride yöntemden kaynaklanan anlam hataları da yapılabilmektedir.
Bazen sözler sözlük anlamlarında olmayıp mecaz anlamda kullanılmış olabilir. Ya da
tersine konuşma dili, argo sözler ve geleneklerle ilgili sözlerde olduğu gibi kelime
çevirisinin yapılmaması gereken durumlar bulunabilir. Çevirmen hangi durumda
hangi çeviri yöntemini kullanacağını iyi bilmelidir. Aksi taktirde önemli anlam
hatalarına yol açabilir.
“A düünö-minen bu düünö, o dünya için burada Öbür dünya ile bu dünyada,
cakşılık cayın bilelik! iyiyi öğrenelim. iyilik yolunu bilelim!
Kurkuldabat kualdat Kul hüvallahu Ehad Kulhuvellahu Ehad
Kuran tilin bilelik! Kur’an dilini bilelim. Kuran dilini bilelim!
Meke minen beyiştin Mekke ile behiştin Mekke ile cennetin
ortosunan tileylik! ortasını alalım!”415 içinden yer almayı dileyelim!
Çevirilerde genelde mecaz ya da üstü kapalı olarak anlatılan hususlar doğru
aktarılamamakta, mısralar kelime kelime çevrilmektedir. Burada da son mısrada
kelime çevirisi yapılmış, söylenmek istenen anlaşılamamıştır. İlk mısra da “o dünya
ile bu dünyada” anlamında iken, “o dünya için burada” şeklinde tamamen farklı bir
anlamda çevrilmiştir.
1. 2. 2. 2. Şiir Çevirilerinde Kafiyeyle İlgili Yapılan Yanlışlıklar
1- Şiir çevirisinde anlamdan sonra en önemli husus şekildir. Bunun için de
kafiye ve hece sayısı mümkün olduğunca tutturulmaya çalışılmalıdır. Ancak bunun
Kırgızcadan Türkçeye yapılan çevirilerde çok da kolay olmadığından daha önce
bahsetmiştik. Yine de bütün zorluklarına rağmen çevirmen bu konuda azamî gayret
sarf etmelidir. Bu konuda yapılan yanlışlıkların genelde yanlış çeviri ve kafiyeye
gereken önemin verilmemesinden kaynaklandığı görülmüştür.
415 age., sat. 215-220, s. 25.
251
“Taŋ aġarıp atkanda, Tan yeri ağarıp, Tan yeri ağarırken
kün kögörüp çıkkanda, gün görünüp doğarken, gün görünüp çıkarken
kabılan tuuġan Almambet kaplan doğan Almambet, kaplan doğan Almambet
Kıl-cirendi mindi deyt, atı Kıl-ciren’e binerek Kıl-Ciren’e bindi, diyor,
kıl kübösün kiydi deyt, kıl zırhını giyerek, kıl zırhını giydi, diyor,
üydü köstöp cürdü deyt. baba evine doğruldu. eve doğru yürüdü, diyor,
Kıtaydın kolu, kırk san kol, Çinlinin kırk kol ordusu Çin ordusu kırk tümen,
Orustun kolu on san kol Rusların on kol ordusu Rus ordusu on tümen
ötüp ketti Almambet, arasından geçip gitti Almambet,”416 geçip gitti Almambet.
Görüldüğü gibi “tan yeri ağarıp” yerine “tan yeri ağarırken” şeklinde
kafiyeye uyulabilmektedir. Destanlara has olan “diyor” sözleri de kafiyeyi
sağlamaktadır. O nedenle de kullanılmaları gerekir.
“Kır caġında Kıtay kolu Bir tepede Çinlinin Dağlık yerde Çin ordusu
kırk san kol bolup catır, kırk kol ordusu durmuştu, kırk tümen olup duruyormuş
oy caġında orus kolu aşağısına yayılmıştı düzlük yerde Rus ordusu
on san kol bolup catır. Rus’un on kol ordusu.”417 on tümen olup duruyormuş.
Burada da yine kafiyeyi sağlamak mümkünken çeviride bu hususa gereken
önem verilmemiştir.
“salamdı siske buyurġan, selam size buyrulmuş, selam size nasip olmuş,
tataydı biske buyurġan! çekinmek bize buyrulmuş. tatay bize nasip olmuş!
Atıŋdın başın buratır, atının başını çevir, Atının başını buradur,
kak aldıma turatır! dur artık benim önümde!”418 tam önümde duradur!
Bu kısımda da kafiye verilebilecekken dikkate alınmadığı görülmektedir.
İkinci mısradaki “tatay” Moğolca bir söz olup “aman” gibi bir ürkme sözüdür. Aynen
alınıp dipnotta açıklanması daha uygundur. Son iki mısradaki -tır ekleri de
Türkçedeki dur- yardımcı fiili ile aynıdır.
“Atınnın başın burdu deyt, Atının başını çevirdi, Atının başını burdu, diyor,
Almambet oşu cerde turdu deyt. durdu orada Almambet. Almambet o yerde durdu, diyor,
416 age., sat. 266-274, s. 26. 417 age., sat. 346-349, s. 27. 418 age., sat. 581-584, s. 32.
252
Ak-erkeç üydö kirip keldi Ak-erkeç eve girdi: Ak-Erkeç eve girip geldi
Er Kökçö, töröm, ay! Ey Er Kökçöm, ey efendim, Ey Er Kökçö, efendim!
Erdigiŋ bardır, esiŋ cok, erkekliğin var ama aklın yok erliğin var, aklın yok,
eşteŋke-minen işiŋ cok! bir hiç ile uğraşıyorsun.”419 hiçbir şeyle ilgin yok!
Bu kısımda da yine kafiye konusuna özen gösterilmediği görülmektedir.
“diyor” sözleri kullanılmamış, son mısra ise tamamen yanlış aktarılmıştır.
“Ak asaba kızıl tuu, Ak direkli kızıl tuğun Ak sancak, kızıl tuğ,
ak celegin aştaġan, üzerinden ak bayrak yükseldi, ucuna ak bayrak takılmış,
kırk çoronu baştaġan, kırk yiğidi götürüp kırk yiğidi yöneten,
Acıbay çoronu aykırġan, Acıbay yiğide emrettin, Acıbay yiğide haykıran,
Almambetin şakırġan- Almambet’e seslendin, Almambet’i çağıran,
kılıçı bar bilekte kılıcı var elinde, kılıcı var elinde
Manastıŋ batırlıġı cüröktö Manas, erliği var yüreğinde. Manas’ın bahadırlığı yürekte
cütküngöndö cürögü yürekleri kuvvetlendi, çarptığında yüreği
kırk çoro şımanġanda bilegi! kırk yiğit kolları sıvadı,”420 kırk yiğit sıvadığında bileği!
Burada da yine yapılan anlam hataları kafiyenin de bozulmasına yol açmıştır.
“Bu düünödön ötköndö, Bu dünyadan göçüp de Bu dünyadan gidince,
A düünögö cetkende, Öbür dünyaya gitmek için.”421 Öbür dünyaya göçünce,
Burada anlam hatasına yol açmadan kafiye korunabilecekken, hem çeviri
hatalı olmuş, hem de kafiye bozulmuştur. İlk mısradaki “ötköndö” sözü “gidince”,
ikinci mısradaki “cetkende” sözü ise “göçünce” şeklinde çevrilmelidir.
“Taŋ aġarıp atkanda, Tan yeri ağarıp, Tan yeri ağarırken
kün kögörüp çıkkanda, gün görünüp doğarken, gün görünüp çıkarken
kabılan tuuġan Almambet kaplan doğan Almambet, kaplan doğan Almambet
Kıl-cirendi mindi deyt, atı Kıl-ciren’e binerek Kıl-Ciren’e bindi, diyor,
kıl kübösün kiydi deyt, kıl zırhını giyerek, kıl zırhını giydi, diyor,
üydü köstöp cürdü deyt. baba evine doğruldu. eve doğru yürüdü, diyor,
Kıtaydın kolu, kırk san kol, Çinlinin kırk kol ordusu Çin ordusu kırk tümen,
Orustun kolu on san kol Rusların on kol ordusu Rus ordusu on tümen
419 age., sat. 1057-1062, s. 41. 420 age., sat. 59-67, s. 60. 421 age., sat. 99-100, s. 23.
253
ötüp ketti Almambet, arasından geçip gitti Almambet,”422 geçip gitti Almambet.
Bu kısımda da kafiye aslına daha uygun verilebilecekken, çeviride buna
dikkat edilmediği görülmektedir.
2- Kafiyenin verilememesinin sebeplerinden biri de sözlerin aynısı ya da
benzerinin değil, eş anlamlısının tercih edilmesi, ortak sözlerin kullanımına özen
gösterilmemesidir.
“Kır caġında Kıtay kolu Bir tepede Çinlinin Dağlık yerde Çin ordusu
kırk san kol bolup catır, kırk kol ordusu durmuştu, kırk tümen olup duruyormuş
oy caġında orus kolu aşağısına yayılmıştı düzlük yerde Rus ordusu
on san kol bolup catır. Rus’un on kol ordusu.”423 on tümen olup duruyormuş.
Yukarıdaki kısımda aslına sadık kalınarak rahatlıkla kafiye sağlanabileceği
halde gereksiz yere, mısralar farklı sözlerle çevrilerek kafiyenin de bozulmasına
sebep olunmuştur.
“salamdı siske buyurġan, selam size buyrulmuş, selam size nasip olmuş,
tataydı biske buyurġan! çekinmek bize buyrulmuş. tatay bize nasip olmuş!
Atıŋdın başın buratır, atının başını çevir, Atının başını buradur,
kak aldıma turatır! dur artık benim önümde!”424 tam önümde duradur!
Burada geçen “tatay” Moğolca bir söz olup “aman” gibi bir ürkme sözüdür.
Sözün aynen alınıp dipnotta açıklanması dil ve kültür tanıtımı açısından daha uygun
olacaktır. Son iki mısradaki -tır ekleri Türkçedeki “dur-” yardımcı fiili ile aynıdır. O
nedenle aynı şekilde çevrilebilir ve böylece kafiyeye de uyulmuş olur.
“Ak asaba kızıl tuu, Ak direkli kızıl tuğun Ak sancak, kızıl tuğ,
ak celegin aştaġan, üzerinden ak bayrak yükseldi, ucuna ak bayrak takılmış,
kırk çoronu baştaġan, kırk yiğidi götürüp kırk yiğidi yöneten,
Acıbay çoronu aykırġan, Acıbay yiğide emrettin, Acıbay yiğide haykıran,
Almambetin şakırġan- Almambet’e seslendin, Almambet’i çağıran,
422 age., sat. 266-274, s. 26. 423 age., sat. 346-349, s. 27. 424 age., sat. 581-584, s. 32.
254
kılıçı bar bilekte kılıcı var elinde, kılıcı var elinde
Manastıŋ batırlıġı cüröktö Manas, erliği var yüreğinde. Manas’ın bahadırlığı yürekte
cütküngöndö cürögü yürekleri kuvvetlendi, çarptığında yüreği
kırk çoro şımanġanda bilegi! kırk yiğit kolları sıvadı,”425 kırk yiğit sıvadığında bileği!
Burada da başta kafiye olmak üzere çeviri ile ilgili pek çok kuralın ihmal
edildiğini görüyoruz. Üçüncü mısrada “yönetmek” anlamındaki “başta-” fiili
“götürmek” olarak hatalı çevrilmiştir. İkinci mısrada “uç” yerine “üzeri” sözü tercih
edilerek yanlış söz seçimi sonucu hece sayısı uzatılmıştır. Dördüncü mısrada
“haykırmak” sözü her iki lehçede de ortak olmasına rağmen hatalı olarak
“emretmek” sözü kullanılmıştır. Yine bunun gibi “bahadır” sözü de ortak olmasına
rağmen çeviride kullanılmamıştır. Sekizinci mısra ise yanlış aktarılmıştır. Bu tür
çeviri hataları dolayısıyla da kafiye verilememiştir.
“Eköö keldi canaşa İkisi karşılaşmıştı İkisi yan yana geldi
Almalı-too alaşa Almalı-dağ’ın yanında Elmalı Dağ güzeldi
cakasına karmaştı. yakalarından tutarak yakasına yapıştı.
Ördö süröp ketti, deydi, yukarı doğru çekiştiler, Yukarı sürüyüp gitti, dedi,
ıldıy süröp ketti, deydi, aşağı doğru çekiştiler.”426 Aşağı sürüyüp gitti, dedi.
Bu kısımda da yine kafiye verilememiştir. İlk mısra aynı sözlerle
çevrilebilecekken değiştirilmiştir. İkinci mısrada “güzel” anlamındaki “alaşa” sözü
yanlış aktarılmıştır. Son iki mısradaki Kırgız destanlarının önemli bir özelliği olan
“dedi” sözleri ise çeviride kullanılmamıştır.
“Tüşümdü buzuk corusaŋ, Rüyamı yanlış yorarsan Düşümü yanlış yorarsan,
uuluŋ ketet Urumġa, oğlunu Rum’a kovarım, oğlun gider Rum’a,
kısıŋ ketet Kırımġa, kızını Kırım’a yollarım, kızın gider Kırım’a
başıŋdı koydoy kesemin, koyun gibi başını keserim, başını koyun gibi keserim,
kanıŋdı suuday tögömün! kanını akıtırım su gibi! kanını su gibi dökerim!
İçken eti-minen cegen eti, yediği etle içtiği Yediği eti,
içken kımısın kuzup ciberdi, kımızı tükürüp çıkardı, içtiği kımızı kusuverdi,
korkup kaldi bu curtu. halk korkudan dondu kaldı.”427 bundan korktu halkı.
425 age., sat. 59-67, s. 60. 426 age., sat. 205-209, s. 63. 427 age., sat. 1283-1290, s. 45.
255
Bu kısımda kafiyenin verilememesinin yanı sıra pek çok çeviri hatası da
yapılmıştır. İlk mısrada ortak olan “düş” yerine “rüya” sözünü kullanmaya gerek
yoktur. Yine aynı şekilde “gider” yerine “yollarım, kovarım”, “dökerim” yerine
“akıtırım” ve “kusmak” yerine “tükürmek” sözlerini kullanmaya gerek yoktur. Bu
sözlerin hepsi her iki lehçede de ortaktır. Mısrada gerekli olmadığı halde sözlerin
yerlerini değiştirmek hem şiirselliğin, hem de kafiyenin bozulmasına yol açmıştır.
3- Kafiyeyi bozan bir diğer neden de sözlerin mısradaki yerlerinin
değiştirilmesidir. Eğer mısra aynı söz dizimi ile aktarılabiliyorsa söz sırası
değiştirilmemelidir.
“Atınnın başın burdu deyt, Atının başını çevirdi, Atının başını burdu, diyor,
Almambet oşu cerde turdu deyt. durdu orada Almambet. Almambet o yerde durdu, diyor,
Ak-erkeç üydö kirip keldi Ak-erkeç eve girdi: Ak-Erkeç eve girip geldi
Er Kökçö, töröm, ay! Ey Er Kökçöm, ey efendim, Ey Er Kökçö, efendim!
Erdigiŋ bardır, esiŋ cok, erkekliğin var ama aklın yok erliğin var, aklın yok,
eşteŋke-minen işiŋ cok! bir hiç ile uğraşıyorsun.”428 hiçbir şeyle ilgin yok!
Burada mısralarda gereksiz yere sözlerin sırası değiştirilerek kafiyenin de
bozulmasına neden olunmuştur. Oysa aslına sadık kalınarak kolaylıkla kafiye
verilebilir. Bunun dışında son mısra, anlam hatası yapılarak “hiç birşeyle ilgin yok”
yerine “bir hiç ile uğraşıyorsun” şeklinde çevrilmiştir. Ayrıca iki isimden oluşan özel
isimlerin burada da yanlış yazıldığını görüyoruz.
1. 2. 2. 3. Şiir Çevirilerinde Hece Sayısıyla İlgili Yapılan Yanlışlıklar
Şiir çevirisinde hece sayısının büyük önemi vardır. Çünkü şiirde ölçü vardır.
Kırgızcayla Türkçe arasında hece sayısının uygunlaştırılması çok da zor değildir.
Sadece kelime seçimlerinde biraz daha özenli davranmak büyük oranda istenen
sonucu verecektir. Hece sayısındaki sorun mısranın çok kısalması ya da çok uzaması
şeklinde görülmektedir. Kısalmasında genelde bazı sözlerin anlamlarının ve yardımcı
428 age., sat. 1057-1062, s. 41.
256
fiillerin cümleye kattıkları yan anlamların ihmal edilmesi ya da bilinmemesi;
uzamasında ise gereksiz sözlerin kullanılması etkili olmaktadır. Hece sayısının
bozulmasında en büyük nedenin yanlış söz seçimi ve hatalı çeviri olduğu
görülmüştür.
“Kan Kökçönün üyünö Kökçö Han’ın evine varıp Han Kökçö’nün evinde
attan tüşö kaldı deyt, attan inip attan iniverdi, diyor,
şiptep kirip kaldı deyt. acele içeri girdi. şıp diye içeri girdi, diyor,
Murunġu coruġunda Bundan önceleri ata binip önceki gelişlerinde
Almambet üstünö kelgende Almambet her gelişinde Almambet eve girince
çorolor duu dep tura kalıçı, yiğitler haykırışarak ayakta dururdu yiğitler birden kalkardı,
törösü bu Kökçö efendileri Kökçö ise efendileri bu Kökçö
oŋdolup oltura beriçi. onu yanına alırdı.”429 toplanıp otururdu.
Yukarıdaki bölümün çevirisinde ilk bakışta anlaşılacağı gibi bazı mısralar çok
kısaltılmış, bazıları ise çok uzatılmıştır. Mesela ikinci mısrada “diyor” sözü
alınmayıp fiil çevirisinde de yardımcı fiilin anlamı dikkate alınmadığı için hece
sayısı çok kısalmıştır. Dördüncü mısrada gerek olmadığı halde “bundan” sözü
eklenerek hece sayısı uzatılmıştır. Altıncı mısrada da yine hece sayısının çok ihmal
edildiğini, yanlış söz seçimleri sonucu mısranın uzatıldığını görüyoruz. Burada hece
sayısı dışında bazı hususların da ihmal edildiği görülmektedir. Mesela üçüncü
mısradaki “şiptep” taklidî sözünün Türkçede karşılığı bulunmasına rağmen
kullanılmamıştır. Altıncı mısrada “duu dep” sözü yanlış aktarılmış, dolayısıyla hece
sayısı da çok uzamıştır. Son mısra ise tamamen yanlış aktarılmıştır.
“eşiginin eŋsesin kapının üst tarafını kapısının arkasını
kılış-minen bulġamın, kılıcımla keserim ben, kılıç ile kesmiştim,
taştan sokkon korġonun kumdan yapılmış burcu ben taştan örülmüş duvarını
takır kılıp alġamın, topraklara sererim ben, tamamıyla yıkmıştım,
kumdan kılġan korġonun kumdan yapılmış burcu ben, kumdan yapılmış duvarını
çup-çuŋkurçak kılġamın! uçuruma çeviririm!”430 dümdüz yapmıştım!
429 age., sat. 803-810, s. 36. 430 age., sat. 23-28, s. 59.
257
Burada da gerek fazla sözler kullanılarak, gerek yanlış çeviri yapılarak,
gerekse ortak sözler kullanılmayarak hece sayısı bozulmuştur. Çevirideki “ben”
sözlerinin kullanılmasına hiç gerek yoktur. Bugün Kırgızcada kullanımdan düşmüş
olan “eŋse” sözü Türkçedeki “ense” sözü ile ortaktır. Kapı için “arkası” şeklinde
çevrilebilir. Oysa çeviride anlam çevirisi yapılarak “üst tarafını” sözleri kullanılmış,
dolayısıyla hece sayısı uzamıştır. Üçüncü mısradaki “taş” için hatalı olarak “kum”
sözü kullanılmıştır. Son mısra ise tamamen yanlış anlamda çevrilmiştir.
“Çüldüregen Şürşüttü Şu dili anlaşılmaz Şürşüt’ü Patırdayan Şürşüt’ü
batır Manas ürküttü! bahadır Manas Han ürküttü! bahadır Manas ürküttü!
Buluttun cayday buradı, Bulutlar gibi boşandı, bulutu cay gibi sürdürdü,
aptap oroy barısın güneşin aydınlattığı güneşin sardığı her şeyi
atır Manas suradı. herşeye Manas hükmetti.”431 hoş kokulu Manas yönetti.
Burada da yine hece sayısının uzatıldığını görüyoruz. “çüldüregen” taklidî bir
sözdür ve Türkçeye “patırdayan” şeklinde aktarılabilir. Çeviride ise “dili anlaşılmaz”
sözleri kullanılarak hece sayısının artmasına neden olunmuştur. İkinci mısrada “han”
sözüne gerek yoktur. Üçüncü ve dördüncü mısralar hece sayısı bakımından uygun
olmakla birlikte yanlış aktarılmıştır. Üçüncü mısradaki “kendisiyle yağmur
yağdırılan, havada bir takım değişiklikler yapılan taş” anlamındaki “cay” sözünün de
aynen alınıp dipnotta açıklanması daha uygundur.
“Kar castanıp mal taptım, karlı dağlarda yatıp mal buldum, Karda yatıp mal buldum,
Kanıkey cırġaldı körsün! dep, Kanıkey mesut yaşasın diye, Kanıkey mesut olsun diye,
Mus castanıp mal taptım, buzlu yamaçlara yatıp mal buldum, Buzda yatıp mal buldum,
bukaram cırġap cürsün! dep, fukaram mesut yaşasın diye, fukaram mesut yaşasın diye,
kıyaluu cerden cılkı aldım, kayalardan at sürüsü aldım, dereden tepeden yılkı aldım,
kırk çorom cırġap cürsün! dep- kırk yiğidim de mesut olsun diye. kırk yiğidim mesut yaşasın diye,
Alıp ciylıp kelgende, Alpler toplanıp gelince”432 düşman toplanıp gelince,
Burada “karda yatıp” yerine “karlı dağlarda yatıp”, “buzda yatıp” yerine
“buzlu yamaçlara yatıp” sözlerinin kullanılması gereksiz yere hece sayısını
uzatmıştır. Beşinci mısrada “yılkı” sözü aynen alınabilecekken “at sürüsü”
431 age., sat. 33-37, s. 59. 432 age., sat. 121-127, s. 61.
258
kullanılmıştır. Son mısrada da benzerlik sonucu önemli bir anlam hatası yapılarak
“almak” fiili “alp” anlamında aktarılmıştır.
“At başınday Atlarının sayısınca Atlarının sayısınca
kurandı Bakay Kur’anın var, Bakay, Kuran’dan, Bakay
koy başınday koyunlarının sayısınca koyunlarının sayısınca
kitepti-Bakay! kitapların var, Bakay, kitaptan, Bakay
Kıyamat colun kıyamet yolunu Kıyamet yolunu
turuşup, Bakay! öğret ona, Bakay, öğret, Bakay!
cılkı içinde sürünün içinde yılkı içinde
bos bolçu, Bakay! ona kır-at ol, Bakay, kır at ol, Bakay!
Manas-minen kıyamattık kıyamete dek Manas’a Manas ile ahretlik
dos bolçu! Bakay! dost ol, Bakay!”433 dost ol, Bakay!
Burada da mısralardaki hece sayısı “var, ona” gibi gereksiz sözler
kullanılarak uzatılmıştır.
“Azınaġan ayġırın Azılı aygır kişnetmesinden, Azgın aygırını
aŋġa salıp alamın! canavar izleri bulayım! çukura salarım!
Şıŋkılaġan beeni Ağlayan kısrak kişnemesinden Kişneyen kısrağı
orusak saap kelemin! tay yokken süt sağayım,”434 taysız sağıp gelirim!
Bu kısımda, görüldüğü gibi hem hece sayısı çok artırılmış, hem de pek çok
anlam hatası yapılmıştır. İlk mısrada “kişnemek” sözü geçmemektedir. İkinci mısra
tamamen hatalı aktarılmıştır. İlk iki mısrada olduğu gibi üçüncü ve dördüncü
mısralar da birbirine bağlıdır. “sağıp geldiği” “kişneyen kısrak” iken “ağlayan kısrak
kişnemesinden süt sağıldığı” gibi ortaya mantıksız bir anlam çıkmaktadır. Ayrıca
kısrak için “ağlamak” sözü uygun değildir.
“Şemey-minen Kızıl-car ‘Şemey ile Kızıl-car’ın Şemey ile Kızıl-Car’ın
ortosunda Kır-keçüü ortasındaki Kır-keçüü geçidini ortasında Kır-Keçüü
oşondon keçip ağam!’ deyt. yüzerek geçeceğim’ dedi.”435 oradan geçip çıkacağım, diyor.
433 age., sat. 139-143, s. 20. 434 age., sat. 97-100, s. 61. 435 age., sat. 98-100, s. 19.
259
Yukarıdaki mısralarda fazladan sözler kullanılarak hece sayısı ihmal
edilmiştir. İkinci mısrada “geçidini” sözüne gerek yoktur. Ayrıca özel adların yazımı
da Kırgız imlâsına uymamaktadır. Tire ile birleşen isimlerin her ikisi de büyük harfle
başlamalıdır.
“Soŋdo Kökçö calınat: Sonunda yalvararak Kökçö dediki: O zaman Kökçö yalvardı:
Koyo bergin cakamdı Koyuver artık yakamı Koyuver artık yakamı
ördö süröp bardıŋ sen yukarı doğru ezdin beni yukarı sürüyüp gittin, sen
ıldıy süröp bardıŋ sen aşağı doğru sürükledin aşağı sürüyüp gittin sen
cılkımdı tiyip aldıŋ sen sürülerimi aldın sen sürülerimi aldın sen
kırk çoronu kırdıŋ sen kırk yiğidimi aldın sen kırk yiğidi kırdın sen
kaynı minen kaştaşıp kaynım ile savaşıp kaynım ile savaşıp
katın minen uruşup karım ile vuruştun kadınım ile vuruşup
Kanıkkanıŋ cassın, dep hiddetini yatıştır dedim kinin yatışsın diye
bir açuuŋdu bassın, dep nefretini bastır, dedim öfken basılsın diye
saa kayra kamçı çaptımbı? sana kamçım mı dokundu sana kamçı mı vurdum?
katuu kepti ayttımbı? katı bir söz mü söyledim.”436 sert bir söz mü söyledim?
Burada da hece sayısının ihmal edilmesinin yanı sıra pek çok çeviri hatasıyla
karşılaşıyoruz. İlk mısrada hece sayısı gereksiz sözlerle çok uzatılmıştır. “Soŋdo”
sözü de yanlış aktarılmıştır. Üçüncü mısrada “sürüklemek” fiili yanlış çevrilmiştir.
Altıncı mısrada “kırdın” sözü Türkçede de kullanılmakta olup aynen alınabilir.
Türkçede söz için “katı” sıfatı kullanılmaz. Burada kaynak metnin etkisinde
kalınmıştır. Ayrıca kafiye tam olarak korunabilecekken gereksiz değişikliklerle
bozulmuştur.
1. 2. 2. 4. Şiir Çevirilerinde Üslûba Dayalı Olarak Yapılan Yanlışlıklar
Anlamdan sonra en önemli hususların başında üslûp gelmektedir. Şiirde üslûp
denince akla mısraların şiirselliğini koruması, deyim, atasözü ve deyimsel ifadelerin
geçtiği yerlerde mümkün olduğunca yine aynı tür sözlerin kullanılması, eğer şiir,
örneğimizde olduğu gibi bir destansa çeviride destanlara has (dedi, diyor vb. gibi)
436 age., sat. 210-221, s. 63.
260
söylemlerin kullanılması gelir. Üslûpla ilgili yanlışlıklar da genelde bu hususlarda
yapılan hatalardan kaynaklanmaktadır.
“Astıŋnan adam buubasın! Sana kimse karışmasın! Önünden kimse yolunu kesmesin!
Artıŋnan adam kuubasın! Kimsecik arkandan gelmesin! Ardından kimse kovmasın!
Menen burun sen barsaŋ, Benden evvel sen gidersen, Benden evvel sen varırsan,
kösüŋnün kırın sala cür! bizi unutma sakın sen!”437 ona köz kulak ola dur!
Şiir çevirilerinde üslûbun verilebilmesi açısından deyim ve deyimsel
ifadelerin varsa aynısı veya eş anlamlısı kullanılmalıdır demiştik. Bu kısımda da son
mısrada “köz kırın sal-” “göz kulak olmak” anlamında bir deyimdir. Ancak çeviride
bu mısra “bizi unutma sakın” şeklinde hem yanlış anlamda, hem de düz bir cümle
olarak verilmiştir. Oysa Türkçede aynı anlamda “göz kulak olmak” deyimi
kullanılmaktadır.
“Almambet kaçan kelet? dep Almambet ne zaman geliyor diye Almambet ne zaman gelir, diye
eki közi tört kılıp, iki gözünü dört etmiş, dört gözle bekleyip,
oşontup karap turdu deyt. hepsi bekliyor, şimdi.”438 böylece bakıp durdu, diyor.
Burada ikinci mısra “dört gözle beklemek” anlamında bir deyimdir.
Deyimlerin varsa aynısı, yoksa da anlamsal eş değerleri kullanılmalıdır. Oysa burada
kelime çevirisi yapılarak hem anlam, hem de üslûp hatasına yol açılmıştır.
“Beyliŋ neden tar bold’ay töröm!- Merhametin neden daraldı, efendim,
berekeŋ neden cok boldu, töröm? görüşün neden azaldı, efendim?
Alıstan kelgen beymandin, töröm, uzaktan gelen mihmanın, efendim,
atın bir turup men alsam, töröm, atını şimdi tutuyorsam, efendim,
içiŋde bir tar ele, töröm! neden için sıkıldı, efendim?”439
Merhametin neden azaldı, efendim!
bereketin neden yok oldu, efendim?
Uzaktan gelen misafirin, efendim,
atını kalkıp almamı, efendim,
437 age., sat. 332-335, s. 27. 438 age., sat. 545-547, s. 31. 439 age., sat. 610-614, s. 32.
261
neden kıskandın, efendim!
Burada son mısrada geçen “peyli tar” deyimi “cimri, hasis, iyilik yapmak
istemeyen” anlamındadır. “merhamet” sözü burada uygun olmuştur. Son mısradaki
“içi tar” deyimi de “kıskanç” anlamındadır. Deyim yanlış aktarılmıştır.
1. 2. 2. 5. Şiir Çevirilerinde Ortak sözlerin Kullanılmamasıyla İlgili
Yapılan Yanlışlıklar
Lehçeler arasında yapılan şiir çevirilerinde ortak sözlerin kullanılması pek
çok açıdan faydalı ve gereklidir. Özellikle Manas destanında Çağdaş Kırgız
Türkçesinde kullanılmayan fakat Türkiye Türkçesinde kullanılmakta olan sözler yer
almaktadır. Bunların yansıtılması ortak yönlerin vurgulanması açısından son derece
önemlidir. Ayrıca ortak sözler kafiye ve hece sayısının verilmesinde de oldukça
yardımcıdır. Dolayısıyla ortak sözlerin kullanılmaması biçimsel eş değerliğin
sağlanamamasına yol açacaktır.
“Er öltürsöm, kun berbeym, Adam öldürürsem diyet vermeyeyim,
nar öltürsöm, bul berbeym, deve öldürürsem para vermeyeyim,
kılġanım mildet kılbasmın, dosum! yaptıklarım için ceza vermeyeyim, dostum!
Cakşı aġırlap kütüp al, dosum! Beni şerefimle al karşıla, dostum!”440
Adam öldürsem diyet vermem,
deve öldürsem para vermem,
yaptığıma minnet etmem, dostum!
İyice ağırla, dostum!
Burada “ağırlamak” ve “mildet” sözleri her iki lehçede de ortaktır. Bu
sözlerin kullanılmaması hem anlamda hataya, hem de hece sayısında bozulmaya
neden olmuştur.
“Atekem Aydar-kanġa aytıŋar, Bunu babam Aydar Han’a da söyle. Babacığım Aydar Han’a söyleyin,
uşu bir cerdan köşsün, de, kalkıp buraya gelsin, de! buradan göçsün, deyin,
ilgerilep konsun, de! Civarda bir yere konsun, de!”441 ilerleyip konsun, deyin!
440 age., sat. 475-478, s. 30.
262
Burada “göçmek” ve “ilerlemek” sözleri her iki lehçede de ortaktır. Fakat
çeviride kullanılmamışlardır. İlk mısradaki “bunu” sözü de gereksizdir.
“uluu aġası Ak-kıyaz ağabeyi Ak-kıyaz büyük abisi Ak-Kıyaz
kiçi inisi Kök-kıyaz küçük kardeşi Kök-kıyaz erkek kardeşi Kök-Kıyaz
çorolordun cakşıları yiğitlerin en iyisi, yiğitlerin iyileri
ak üygö kirip keldi deyt, gelip beyaz eve girdiler, ak eve gelip girdi diyor,
astına olturup kaldı deyt. önlerine dikildiler.”442 önünde oturup kaldı diyor.
Bu kısımda da bazı sözlerin (ak, oltur) aynısı Türkçede bulunmasına rağmen
çeviride kullanılmamıştır. Oysa “ak” yerine “beyaz”, “oturmak” yerine “dikilmek”
demeye hiç gerek yoktur. Ayrıca akrabalık terimlerinin çevirisi de eksik yapılmış,
küçük kardeşin erkek mi, kız mı olduğu anlaşılamamıştır. Kırgızcada akrabalık
terimleri daha ayrıntılı olduğu için bu anlam “ini” sözünün içinde bulunmaktadır.
Ancak Türkiye Türkçesi erkek kardeş, kız kardeş ayrımı yapmadığı için, çeviride
bunun açıklayıcı sözlerle belirtilmesi gerekir. Bu kısımda dikkatimizi çeken bir
yanlışlık da özel adların yazımıyla ilgilidir. Kırgız imlâsında iki isimden oluşan ve
tireyle birbirine bağlanan özel adların her ikiside büyük harfle yazılır. Oysa çeviride
orijinal metinde yapılan hata aynen tekrarlanmıştır.
“At kerek bolso, at surasın! deyt! dedi At lazımsa, gelsin at istesin, dedi,
Ton kerek bolso, ton surasın! deyt! dedi Giyim lazımsa, gelsin giyim istesin, dedi,
Kaalaġanın alsın! deyt! dedi başka ne alırsa alsın, dedi,
Tilegenin alsın! deyt! dedi. istediği şeyi alsın, dedi.”443
At gerekse at istesin, dedi
Don gerekse don istesin, dedi
İstediğini alsın, dedi
Dilediğini alsın, dedi.
Burada da pek çok ortak sözün kullanılmadığını görüyoruz. Mesela “gerek”
sözü her iki lehçede de aynı şekilde kullanılmasına rağmen çeviride “lazım” sözü
tercih edilmiştir. Yine “don” sözünün Türkçede “giysi” anlamı da vardır. O nedenle
441 age., sat. 507-509, s. 30. 442 age., sat. 735-739, s. 35. 443 age., sat. 831-834, s. 37.
263
aynı şekilde kullanılabilir. Bir başka ortak söz de “dilemek” fiilidir. Bu da yine
çeviride yer almamıştır.
“Erinen kalġan Kara-çaç Kocasından dul kalan Kara-çaç’ın Erinden kalan Kara-Çaç
tişi ketik eken, dişleri hep çürük idi, dişleri gedikmiş,
köönü cetik eken, fakat aklı uyanık idi. aklı yerinde imiş,
üyündö çaçın ciyp alġan, Evde saçlarını ören evinde saçlarını toplayan,
Ak-erkeçke ol aytkan: Ak-erkeç’e şöyle dedi: Ak-Erkeç’e o söylemişti:
At ayar ayaş bolsoçu? İleriyi gören dost için bir at nedir ki? At esirgenecek dost muydu?
Ton ayar ayaş bolsoçu?- İleriyi gören dost için elbise nedir ki? Don esirgenecek dost muydu?
Kara-kandın balası Kara Han’ın oğlu Kara Han’ın oğlu
kabılan tuuġan Almambet kaplan doğan Almambet kaplan doğan Almambet
ketip bara catırı. kalkmış gidiyor. kalkmış gidiyor.
Buruksuġan Ak-erkeç Gayet güzel Ak-erkeç Güzel kokulu Ak-Erkeç
başındaġı mandile baş örtüsünü başındaki mandile’yi
başınan alıp kiydi deyt, aldı başına örttü.”444 başından alıp giydi, diyor.
Burada ikinci mısrada geçen “ketik” sözü ortaktır. Çeviride “çürük” sözü
kullanılarak hem anlam hatası yapılmış, hem de ortak sözler kullanılmamıştır. “aklı
uyanık” yerine “aklı yerinde idi” ifadesi Türkçeye daha uygundur. “mandile” sözü
bir tür kadın başlığıdır. Aynen alınıp dipnotta açıklanması daha doğru olacaktır.
“kiy” sözü de ortak olmasına rağmen “örttü” sözü kullanılmıştır. Ayrıca “Kara-Çaç”,
“Ak-Erkeç” gibi özel adların yazılışı da hem orijinalinde, hem de çevirisinde hatalı
olmuştur.
“Alıŋ kelse, alıp kan! Kuvvetliysen hepsini al!
Alıŋ cetpese, koŋşuy ittey kaŋşılay turup kal! Alamazsan köpek gibi geber kal!
Mal üçün ölgön it, Manas, Mal için ölen köpek Manas,
mal üçün ökö ölgölü! mal için ikimiz de geberelim!”445
Gücün yeterse, al
Gücün yetmezse komşu iti gibi uluyup kal!
Mal için ölen it Manas,
mal için ikisi ölecektir.
444 age., sat. 1013-1025, s. 40. 445 age., sat. 166-169, s. 62.
264
Türkçede küfür olarak kullanıldığında “köpek” değil “it” sözü kullanılır.
Zaten asıl metinde de “it” sözü geçmektedir. Çeviride ise “köpek” sözü
kullanılmıştır. Hatalı derlenen orijinal metin, çevirinin de hatalı olmasına yol
açmıştır. Mesela burada orijinal metinde “alıp kan” değil, “alıp kal”; “ölgölü” değil,
ölgönü” olmalıdır.
“Kökçö koldu çıkırdi, Kökçö ordusunu topladı, Kökçö orduyu çağırdı,
Kökçö ak çatır tikti deyt, ak çadırını kurdurdu, Kökçö ak çadır diktirdi,
barça-minen makmaldı ipekten, kadifeden ipekle kadifeden
astına kalıŋ tüşürdü, kalın yaygılar yaptırdı,”446 altına kalın döşetti,
Burada ilk mısradaki “çıkır-” sözü ortak olmasına rağmen çeviride
kullanılmamıştır.
“İttey bolup uruşup köpek gibi boğuşursak İtler gibi boğuşup,
kulday bolup culuşup köle gibi döğüşürsek köle gibi yoluşup
caman attuu bolboylu adımız fenaya çıkmaz mı? adımız kötüye çıkmasın
ökümüstüŋ bürömüs ikimizden biri mutlak ikimizden birimiz
mal üçün ölmök bolduk! bir mal için ölmeli mi?447 mal için ölecek olduk!
Yukarıdaki bölümde ilk mısrada “it” yerine “köpek” demeye gerek yoktur.
Hatta kötü anlam için “köpek” değil, “it” sözü kullanılmalıdır. Üçüncü mısrada
yanlış sözcük seçilmiştir. Türkçede “ad” “fenaya” değil, “kötüye” çıkar. Bu,
Türkçede kalıplaşmış bir sözdür. Dördüncü mısrada ise “mutlak” sözünün
kullanılmasına gerek yoktur.
1. 2. 2. 6. Şiir Çevirilerinde Yanlış Söz Seçiminden Kaynaklanan
Yanlışlıklar
Her çeviride olduğu gibi şiir çevirisinde de doğru sözlerin seçilmesi anlamın
daha doğru verilebilmesi kadar, şiirde çok daha önemli olan biçim açısından da
gerekli bir durumdur. Bu nedenle şiir çevirisi alelâcele yapılacak bir iş değildir. Her
sözü üzerinde dikkatle düşünmeyi gerektirir.
446 age., sat. 126-129, s. 23. 447 age., sat. 224-228, s. 63.
265
“Bu caktan çıktı Er Kökçö, Kökçö ortaya fırladı, Bir yandan çıktı Er Kökçö,
bu caktan çıktı Er Manas, Manas ok gibi saldırdı, bir yandan çıktı Er Manas,
ököö keldi maŋdaylaşıp, birbirine geçtiler. ikisi alın alına gelip,
süülöspöy sözün taŋdaylaşıp. bir tek söz söyleşmediler.”448 konuşup anlaşmadan.
Çeviride üçüncü mısra tamamen hatalıdır. Ancak doğru olduğunu kabul etsek
bile “geçtiler” sözü değil, “girdiler” sözü kullanılmalıdır.
1. 2. 3. Kırgızcadan Türkçeye Bilimsel Metinlerin Çevirisi
Bilimsel metinlerde amaç bilgi vermektir. Dolayısıyla çevirisinde de önemli
olan anlamın doğru aktarılmasıdır. O nedenle edebî metinlerdeki gibi üslûp, ölçü,
kafiye vb. hususlar sorun olmaktan çıkmaktadır. Fakat anlaşılır olması bakımından
çevirinin doğru, akıcı ve rahat okunabilmesi gerekmektedir. Ancak bilimsel
metinlerin içinde de bazen edebî metinlerden alıntılar yer alabilmekte; bu durumda
edebî metinlerin çevirisinde geçerli olan ölçütler burada da geçerli olmaktadır.
Ayrıca bilimsel metinler, yazıldıkları bilim dalına has terimler de içerebilirler.
Terimlerin doğru çevirisi, konunun anlaşılır olması bakımından son derece
önemlidir. O nedenle çevirmen bu konuda hassas davranmalı, terimlerin varsa
aynısını, yoksa Türkçede kullanılan şeklini kullanmalıdır. Eğer terim hiç yoksa
aynısı alınıp dipnotta açıklanabilir veya yeni bir terim üretilebilir.
1. 2. 3. 1. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Anlama Dayalı Olarak Yapılan
Yanlışlıklar
Yukarıda da belirttiğimiz gibi bilimsel metinlerin çevirisinde en önemli husus
anlamın doğru aktarılmasıdır. Doğru aktarılmayan bir metin ne kadar süslenirse
süslensin istenen neticeyi vermeyecektir. Ancak hedef ve kaynak lehçenin, çevrilen
eserin konusunun yeterince iyi bilinmemesi, bazı ayrıntıların gözden kaçması gibi
448 age., sat. 200-203, s. 62.
266
nedenlerden dolayı bu konuda hatalara rastlanmaktadır. Bilimsel metinlerin
çevirisinde anlam alanında görülen yanlışlıklar eserin niteliğine göre değişmektedir.
Eğer metin düz yazı şeklindeyse hata daha çok sözlerin ve terimlerin yanlış
aktarılmasına bağlı oluşmakta; metin örneğimizde olduğu gibi bir sözlükse de hata
hem sözcüklerin yanlış aktarımı, hem sözlük çevirisine has prensiplerin doğru
uygulanmaması, hem de bir sözlükte yer alması muhtemel edebî metin parçalarının
yanlış yöntemle ve yanlış anlamda aktarılması neticesinde görülmektedir.
1- Anlam açısından yapılan hataların büyük çoğunluğu sözcüklerin
anlamlarının yanlış çözümlenmesi ve dolayısıyla yanlış aktarılması nedeniyle
oluşmaktadır. Bu da bizi kaynak ve hedef lehçenin yeterince iyi bilinmesi gerektiği
ilkesine götürür. Bu tür hatalara yol vermemek için çevirmenlerin öncelikle kaynak
ve hedef lehçeyi çok iyi bilmeleri gerekir.
atalap ıyla-449 ifadesi “babasına başvurarak ağlamak” şeklinde çevrilmiştir.
Doğru anlam “babasına başvurarak” değil, “baba baba diye ağlamak” şeklindedir.
Hatalı çevrilen bir başka söz olan aġayınçıl450 “hısım ve akrabalarına hürmet
eden” olarak aktarılmıştır. Fakat Türkçede “hürmet etmekle” “düşkünlük” arasında
anlam nüansı vardır. Doğru çeviri “akrabalarına düşkün” şeklinde olmalıdır.
Yine emine üçün maa mınçalık calpalaktap kaldıŋ?451 cümlesi hatalı
olarak “neden bana bu kadar koltuk veriyorsun?” şeklinde çevrilmiştir. Türkçede
“koltuk vermek” değil “koltuk çıkmak” deyimi bulunmaktadır. Ama zaten burada bu
anlam kastedilmemektedir. Çeviri “neden bana bu kadar yalakalık yapıyorsun?”
şeklinde olmalıdır.
ketiriptir batıŋdı ifadesi “itibarını gidermiş, seni rezil etmiş” olarak
aktarılmıştır. Doğru anlamı ise “cesaretini gidermek” şeklindedir.
449 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, Ank., 1994, cilt I, s. 58. 450 age., s. 10. 451 age., s. 170.
267
caka karma452 ifadesi de sözlükte “1. yaka silkmek; 2. mec. hayret etmek”
şeklinde yanlış olarak çevrilmiştir. Doğrusu “1. yakasını tutmak; 2. tövbe ederken
yapılan hareket” olmalıdır. eki kolu cakasında: Allah’a her zaman tapan, ibadet
eden, imanlı (kişi).
Yanlış aktarılan cümlelerden biri de ataġanat dep barmaġın tiştedi453
cümlesidir. Cümle “çok pişman oldu, tesadüf etti” diye çevrilmiştir. Cümlenin doğru
anlamı “eyvah, deyip parmağını ısırdı” şeklinde olmalıdır.
bek cerge kat-454 cümlesi “uzakça bir yere saklamak, gizlemek” şeklinde
açıklanmıştır. Cümlenin doğru anlamı “uzak bir yere” değil “güvenli bir yere
saklamak” şeklindedir.
kız boozup enesin korkutat455 atasözü de “kendi suçunu başkasına isnat
ediyor (harf. kız gebe kalarak anasını korkutuyor)” şeklinde yanlış olarak
açıklanmıştır. Burada anlamın yanlış verilmesinin yanı sıra, ifade tarzı da
atasözünden uzaktır. Anlam ve şekil bakımından doğru bir çeviri “kız gebe kalır,
anasını suçlar” şeklinde olmalıdır.
Bazı örneklerde eksik çeviri yapılarak hataya yol açılmıştır. Mesela böcükkön
bödönödöy456 cümlesi “saklanmış bıldırcın” olarak çevrilmiştir. Burada “gibi”
anlamındaki +day eki ihmal dilmiş, dolayısıyla anlam eksik aktarılmıştır. Doğru ve
tam bir çeviri “büzülmüş bıldırcın gibi” olmalıdır.
2- Bazı cümlelerin tamamı olmasa da bazı sözleri yanlış aktarılarak anlam
hatasına yol açılmıştır. Bunlardan biri olan uuru baskan adam ayıl ayaġındaġı
üygö cetti457 cümlesi “oğrun yürüyen adam avlunun kenarında bulunan eve yaklaştı”
şeklinde çevrilmiştir. “uuru baskan” tabiri “hırsız gibi gizlenerek, sinsi sinsi, gizlice
452 age., s. 163. 453 age., s. 57. 454 age., s. 104. 455 age., s. 130. 456 age., s. 136. 457 age., s. 91.
268
yürüyen” anlamındadır. Çevirideki “oğrun” sözü ise “yavaş” anlamındadır.
Dolayısıyla “uuru” ile “oğrun” sözleri birbirlerinin karşılığı değillerdir. Ayrıca “ayıl
(köy)” sözüne karşılık olarak da “avlu” sözü kullanılmıştır. Cümlenin doğru çevirisi
şöyledir: “Gizlice yürüyen adam köyün (veya ayılın) sonundaki eve ulaştı.”
menden caa boyu kaçat458 cümlesinde doğru bir metot kullanılarak, yine
benzetme yoluna gidilmiştir. Ancak benzetme “o, benden günlükten kaçan şeytan
gibi kaçıyor” şeklinde Türkçede kullanılmayan bir tarzda yapılmıştır. Harfiyen de
“ok atımı mesafede..” şeklinde çevrilmiştir. Cümlenin anlamını en iyi şekilde
verecek ve Türkçeye en uygun çeviri “benden öcü görmüş gibi kaçıyor” olmalıdır.
3- Çeviride yanlış yöntemin kullanılması da anlam hatalarına yol açmaktadır.
Bazen bir metin içinde birkaç farklı yöntemin uygulanması gerekebilir. Çevirmen
nerede hangi yöntemi kullanması gerektiğini iyi bilmelidir.
can baġuunun ayınan459 cümlesi “gıdalanma için” şeklinde verilmiştir.
Ancak böyle bir çeviri anlamca eksik ve şekilce de eş değer değildir. “can bağuu”
sadece “gıda alma” değil, genel olarak “geçim” anlamındadır. Dolayısıyla anlam
çevirisi yapılarak cümle “geçim derdinden” şeklinde çevrilmelidir.
baş ayaġı cok aŋgeme460 cümlesinde yapılan hata da yine yöntemle ilgilidir.
Oysa burada kelime çevirisi değil, anlam çevirisi yapılmalıdır. Cümle “başsız ve
sonsuz hikaye” olarak çevrilmiştir. Ancak “başı sonu yok” sözleriyle kastedilen
anlam başkadır. Cümle “başı sonu belirsiz, karmakarışık hikaye” şeklinde
çevrilmelidir.
4- Anlam hatasına yol açan nedenlerden biri de Türkiye Türkçesinin iyi
bilinmemesidir. Bu durumda kaynak metin doğru çözümlense bile yanlış kelime
seçimi, Türkçenin iyi kullanılamaması gibi nedenlerle çeviri hatalı olmakta,
458 age., s. 158. 459 age., s. 61. 460 age., s. 95.
269
anlaşılmaz, karmaşık cümleler ortaya çıkmaktadır. O nedenle çevirmen sürekli
vurguladığımız gibi, hedef lehçeyi çok iyi bilmelidir.
berenci kiygen etime beş tırmak taġın saldırba461 cümlesi “berenci giyimi
tenimde beş tırnağının izlerini bırakma” şeklinde çevrilmiştir. Burada kiy- sözü bir
fiil iken “giyim” şeklinde isim olarak verilmiş; yönelme hal eki almış olan “etime”
sözü de bulunma halinde çevrilmiştir. “Berenci” sözü “peçe” anlamındadır. Oysa
çeviride ne olduğu anlaşılmamaktadır. Cümlenin doğru çevirisi “peçe takmış yüzüme
beş tırnak izi bırakma” şeklindedir.
Yine anlaşılmaz bir şekilde aktarılan cümlelerden biri de akçılanıp kün
murun keliptir462 cümlesidir. Cümle “vakti zamanında geldi ve kendisinin haklı
olduğunu temin etmeye başladı” şeklinde çevrilmiştir. Burada “bir gün önce”
anlamındaki “kün murun” ifadesi “vakti zamanında” şeklinde yanlış olarak
aktarılmış, belirsiz geçmiş zamandaki fiil de belirli geçmiş zamanda çevrilmiştir.
Cümlenin doğru çevirisi “kendini haklı çıkarmak (aklamak) için bir gün önce
gelmiş” şeklindedir.
Bir başka cümle, murdaaġı kündün arkı künü463 cümlesi “dördüncü gün
geride, üç gün önce” olarak anlaşılmaz bir şekilde çevrilmiştir. Cümlenin doğru
anlamı “evvelki günün bir gün öncesi” olmalıdır.
Bazı sözlerde, anlama yaklaşılmakla birlikte Türkçenin iyi bilinmemesinden
kaynaklanan hatalar yapılmıştır. “fayda peşinde koşan, rüşvetçi” anlamındaki aldım-
cuttum464 sözü “dolandırıcı, kalleş” şekklinde verilmiştir. “hiç olmazsa”
anlamındaki beri bolġondo465 ifadesi “en azı” şeklinde; “koyuvermek” anlamındaki
461 age., s. 108. 462 age., s. 12. 463 age., s. 47. 464 age., s. 17. 465 age., s. 109.
270
koyo berdir466 sözü “koyuverdirmek, salıverdirmek” şeklinde; “ağır başlı”
anlamındaki oor basırık467 sözü de “soğuk kanlı, müsbet, ciddi” olarak aktarılmıştır.
5- Sözlük çevirisinin tekniğiyle ilgili sorunlar da anlam hatalarına yol
açmaktadır. Sözlük çevirilerinde, özellikle de lehçeler arası sözlük çevirilerinde
karşılığı bulunan söz ya da cümlenin öncelikle karşılığı verilmeli, gerekli görülürse
de açıklama yapılmalıdır. Bazen söz ya da cümlenin aynısı veya benzeri Türkçede
bulunmasına rağmen kullanılmamış, açıklama yoluna gidilmiştir. Bu açıklama da
çoğunlukla yanlış olmuştur. Bazı sözlerde sözün anlamı doğru açıklanmakla birlikte
Türkçedeki aynı ya da benzer olan karşılığı kullanılmamıştır. Oysa lehçeler arası
çeviri sözlüklerinde en kısa yol kullanılmalı, öncelikle sözün karşılığı verilmelidir.
munun emine keregi bar?468 cümlesi “bu, neme lazım” diye çevirilmiştir.
Bu cümle asıl cümlenin hem anlamsal, hem de biçimsel eş değeri değildir. Cümle
aynı şekilde Türkçede de kullanılmaktadır: “Bunun ne gereği var?”
göz akım bar469 cümlesi “görüş hakkım var” şeklinde yanlış anlamda
aktarılmıştır. Oysa cümle aynı şekilde Türkçede de kullanılmaktadır. Doğru çeviri
“göz hakkım var” şeklindedir.
atalaştan oltoo bolġonço, eneleşten eköö bol470 atasözü “altı soydaş
olmaktan iki karındaş (ana bir) olmak yeğdir” diye aktarılmıştır. Türkçede “soydaş”
sözü “babaları bir” anlamına gelmez. Buna göre doğru çeviri “baba bir altı kardeş
olacağına, ana bir iki kardeş olmak yeğdir” şeklindedir.
ooy, deseŋçi, al kündör esten çıkpayt471 cümlesi “ah, efendime söyleyeyim,
o günler unutulmaz” şeklinde yanlış aktarılmıştır. Cümle “desene o günler akıldan
çıkmaz” şeklinde aynı sözlerle aktarılabilir:
466 age., s. 108. 467 age., s. 92. 468 age., s. 142. 469 age., s. 12. 470 age., s. 58. 471 age., s. 301.
271
üydö baatır coodo cok472 cümlesi “koyunlar karşısında yiğit, yiğit karşısında
ise kendisi koyun” olarak verilmiş; kelime çevirisi de “evde cesur, harpte yok” olarak
yapılmıştır. Anlam ve şekilce eş değer bir çeviri “evde bahadır savaşta korkak”
şeklinde olmalıdır.
kuş asmanġa atıp çıktı473 cümlesi “kuş havalandı (dikine)” şeklinde
çevrilmiştir. “atıp çıktı” ifadesi dikine ve hızlı bir şekilde havalanmayı anlatır.
Burada bu anlamı göremiyoruz. Doğru çeviri “kuş göğe atıldı” şeklinde olmalıdır.
balanın emgegi bülküldöyt474 cümlesi “çocuğun baştepeciği soluyor”
şeklinde hatalı ve anlaşılmaz bir şekilde çevrilmiştir. Doğrusu “çocuğun imiği
bıngıldıyor” olmalıdır. “imik” sözü Türkçenin ağızlarında kullanılmaktadır. Çeviride
sözün ağız şekli olduğu da belirtilmelidir.
birge taanış bolġonço, miŋge biliş bol475 atasözü “bir tek kişiyle
tanışmaktansa, bin kişi tarafından tanınmış ol” diye açıklanmıştır. Doğrusu “bir
kişiyle tanıdık olacağına bin kişiyle samimi (yakın) ol” şeklinde olmalıdır.
attay arka, toodoy meder kıldım476 cümlesi “seni zahirim sayıyorum, taştan
dağa güvenir gibi sana güveniyorum” olarak açıklanmıştır. Oysa cümle aynı sözlerle
aktarılabilir: “(seni) at gibi arka, dağ gibi dayanak yaptım”.
bölö-477 fiili “çocuğu kundaklamak, sarmak, kundaklanmış çocuğu beşiğe
yatırmak” şeklinde açıklanmıştır. Bu açıklama doğrudur ancak Türkçedeki
“belemek” sözü de verilerek aradaki anlam farkı açıklanmalıdır. Kırgızcada
“belenmiş” olmak için çocuk mutlaka beşiğe yatırılmalıdır. Türkçede ise sadece
çocuğun battaniyesine sarılması yeterlidir. Burada anlam yeterince açık değildir.
472 age., s. 76. 473 age., s. 57. 474 age., s. 154. 475 age., s. 121. 476 age., s. 46. 477 age., s. 138.
272
bölüş-478 fiili de “aralarında paylaşmak, hep beraber bölmek” diye verilmiştir.
Oysa “bölüşmek” sözü Türkçede de aynı şekilde ve anlamda kullanılmaktadır.
Burada öncelikle “bölüşmek” sözü verilmelidir.
azın-köbün479 ifadesi “bir parça istihkakı kadar” şeklinde çevrilmiştir. Ancak
söz aynı şekilde Türkçede mevcuttur: “az çok”.
Aynı şekilde dalda480 sözü “örtü, perde, siper, sığınak” olarak açıklanmıştır.
Türkçenin ağızlarında söz “dulda” şeklinde kullanılmaktadır. Bu anlam da ağız şekli
olduğu belirtilerek en başta verilmelidir.
meni ak cerden öltürsöŋ öltür481 cümlesi “beni öldürmek istersen öldür,
ancak ben haklıyım” olarak çevrilmiştir. Türkçedeki “haksız yere” sözü “ak cerden”
sözünü tam olarak karşılamaktadır. Ayrıca cümle bu şekilde doğru olarak
çevrildiğinde “ancak ben haklıyım” şeklinde bir açıklama yapmaya da gerek
kalmamaktadır. Dolayısıyla hem anlam, hem de şekil eş değerliği sağlanmış
olmaktadır. Buna göre doğru çeviri şöyledir: “Beni suçsuz yere öldüreceksen öldür”.
acalsız bende cok482 deyimi “ölmeyen kimse yoktur” diye çevrilmiştir. Oysa
deyim Türkçede aynı şekilde kullanılmaktadır: “ecelsiz kul olmaz”.
1. 2. 3. 2. Bilimsel Metinlerin Çevirilerinde Terimlerle İlgili Yapılan
Yanlışlıklar
Bilimsel metinlerin çoğunda terimler yer almaktadır. Terimler konusu
çeviride büyük sorun yaratmakta, çevirmenin çeviri yaptığı konuyla ilgili bilgi sahibi
478 age., s. 139. 479 age., s. 72. 480 age., s. 294. 481 age., s. 11. 482 age., s. 3.
273
olmasını gerektirmektedir. Ancak bu, pratikte mümkün değildir. Bir çevirmenin her
bilim dalı hakkında bilgi sahibi olması beklenemez. Fakat doğru bir çeviri için
çevirmen bilgi edinmeye çalışmalı, gerektiğinde sözlük ve konunun uzmanlarından
faydalanmalıdır. Çeviride eğer terimin aynısı varsa bu, yoksa Türkçede kullanılan
şekli alınmalıdır.
1- Kırgız Sözlüğünde terimlerin çevirisi konusunda rastlanan yanlışlıkların
çoğu günümüz Türkçesinde kullanılan şeklin değil, Osmanlıca sözlerin
kullanılmasından kaynaklanmıştır.
Metematik terimlerinden kalındıluu bölüü483 terimi “bakiyeli taksim” diye
aktarılmıştır. Burada terim Arapça sözlerle açıklanmış, dolayısıyla günümüz
Türkçesi bakımından anlaşılmaz olmuştur. Terim “kalanlı bölme” olarak
aktarılmalıdır. Yine esep amalı484 sözleri “amelî hesap” olarak aktarılmıştır. Terim
Türkçede “dört işlem” şeklinde kullanılmaktadır. nukura çoŋduk485 terimi de yine
Arapça sözlerle “mutlak kemiyet” şeklinde açıklanmıştır. Terim Türkçeye “esas
büyüklük”olarak aktarılmalıdır. Yine sayı isimleriyle ilgili terimlerin çevirisinde de
Osmanlıca sözler kullanılmıştır. “doğal sayılar” anlamındaki cay attuu san ifadesi
“basit mütecanis sayı”, “tahmini sayı” (2, 3; 20 kadar gibi) anlamındaki çamaa san
ifadesi “takribi sayı”, Türkçede “tek basamaklı sayı” olarak kullanılan bir tamġaluu
san “tek haneli sayı”, “çok basamaklı sayı” anlamındaki köp tamġaluu san ifadesi
“çok haneli sayı”, “sıra sayısı” anlamındaki iret san ise “rütbi adet ismi” olarak
çevrilmiştir.486 tört amal487 terimi de kelime çevirisi yapılarak “dört amel” şeklinde
açıklanmıştır. “iş” anlamındaki “amel” Arapça bir sözdür. Türkçede bu anlamda
“dört işlem” terimi kullanılmaktadır.
Gramer terimlerinden “yuvarlak ünlü” anlamındaki erin ündüü488 terimi
“dudak saiti” olarak verilmiş; “eş anlamlı” anlamındaki maanalaş söz terimi için
483 age., s. 139. 484 age., s. 30. 485 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, Ankara, 1994, cilt II, s. 585. 486 age., s. 636. 487 age., s. 30. 488 age., s. 337.
274
yine Arapça bir söz olan “müradif” kullanılmıştır. söz müçösü terimi yine Arapça
sözler kullanılarak “aksamı kelam” şeklinde aktarılmıştır. Ancak Türkçede terim
“yapım eki” olarak kullanılmaktadır. baġınıŋkı süylöm terimi de Arapça bir söz
kullanılarak “mütemmim cümle” şeklinde çevrilmiştir. Oysa “asıl cümleye bağlı olan
yan cümle” anlamında “yan cümle” terimi kullanılmalıdır. uŋku tilder terimi yine
“köke ait, kökle ilgili” anlamında Arapça bir söz kullanılarak “cezrî diller” şeklinde
çevrilmiştir. Türkçede bu terimin karşılığı “tek heceli diller” şeklindedir. calġanma
tilder terimi de “iltisakî diller” olarak aktarılmıştır. Ancak terim Türkçede “eklemeli
diller” olarak kullanılmaktadır.489
Hukuk terimi olarak karız kaġaz490 “istikraz tahvilleri” şeklinde aktarılmıştır.
Günümüz Türkçesinde terim “borç senedi” şeklinde kullanılmaktadır. Yine
“toplumsal kurumlar, kamu kurumları veya kuruluşları” şeklinde açıklanması
gereken koomçuluk uyuktarı veya koomçuluk kamsızdıġı491 terimi “içtimai
teşkilatlar” olarak aktarılmıştır.
Yine “kamu üretimi” olarak çevrilmesi gereken koomduk öndürüş492 terimi
“cemiyete ait üretim” şeklinde çevrilmiştir. “ortaokul” anlamındaki orto mektep493
“orta tedrisat mektebi”; “yüksek teknik okulu” şeklinde kullanılan coġorku tehnika
mektebi494 “ileri teknoloji mektebi”; “kamu malı” anlamındaki koom mülkü495
“cemiyet malı” şekillerinde aktarılmıştır.
2- Terimlerin kendine has şekilleri vardır. Ancak bazı terimlerin çevirisinde
terim şeklinden uzaklaşıldığı, düz bir cümle şeklinde aktarıldığı görülmektedir. Oysa
terimler yine terim şekline uygun olarak aktarılmalıdır. Mesela atooç süylöm
“isimleri içine alan cümle” şeklinde terim ifadesinden uzak bir şekilde çevrilmiştir.
Türkçede bu anlam için “isim cümlesi” terimi kullanılmaktadır. Aynı şekilde “fiil
cümlesi” anlamındaki etiş süylöm terimi “fiiliye cümle” şeklinde Türkçedeki
489 age., s. 737. 490 age., s. 383. 491 age., s. 485. 492 age., s. 485. 493 age., s. 561. 494 age., s. 561. 495 age., s. 579.
275
kullanımına uygun olmayan bir şekilde açıklanmıştır. süylömdün müçölörü terimi
için “cümlenin aynı cinsten üyeleri” açıklaması yapılmıştır. Türkçede buna karşılık
olarak “cümlenin ögeleri” terimi kullanılmaktadır.496 söz özgörtküç calgoo terimi
“kelimeyi değiştiren ek” olarak açıklanmıştır. Türkçede bunun için “çekim eki”
terimi kullanılır. müçölömö söz terimi “değişebilen söz” olarak açıklanmıştır.
Doğrusu “ögelere ayrılabilen, ekli söz” olmalıdır. başkaruuçu söz terimi yanlış
olarak “başarıcı kelime” şeklinde çevrilmiştir. Oysa terim “bileşik kelimenin temel
kelimesi, temel söz” anlamındadır.497
“endüstri bitkileri” anlamındaki tehnika ösümdüktörü veya tehnikalık
ösümdüktör498 terimi de “teknikte, endüstride kullanılan bitkiler” olarak
çevrilmişlerdir.
Türkçede “efemine” şeklinde kullanılan katın baakı499 terimi “kadına
benzeyen erkek, kadınımsı” şeklinde açıklanmıştır.
3- Bazı terimlerde ise anlam doğru verilmekle birlikte Türkçedeki
kullanımından farklı aktarıldığı görülmüştür. Oysa terimler ve terimsel ifadeler hedef
lehçedeki kullanım şekilleriyle çevrilmelidirler.
eŋ çoŋ ortok bölüüçü500 terimi “en büyük müşterek bölücü” diye Türkçedeki
kullanımından farklı şekilde çevrilmiştir. Terimsel ifadeler hedef lehçedeki kullanım
şekilleriyle çevrilmelidirler. Terim Çağdaş Türkçede “ortak bölenlerin en büyüğü”
şeklinde kullanılmaktadır. tak san “tek adet, sayı” olarak verilmiştir. Ancak doğrusu
“tek sayılar” olmalıdır.
Gramer terimlerinden “yuvarlaklaşma” anlamındaki erindeş-501 terimi
“dudaklılaşmak” şeklinde çevrilmiştir. “ek” anlamındaki “müçö” sözü ile ilgili
496 age., s. 674. 497 age., s. 666. 498 age., s. 616. 499 age., s. 417. 500 age., s. 139. 501 age., s. 337.
276
terimlerde de Türkçede kullanılan şekli dikkate alınmayıp terimin anlamı
açıklanmıştır: çetki müçö terimi “kenardaki hat” şeklinde açıklanmıştır. Oysa
Türkçedeki karşılığı “sonek” terimidir. “orta ek” anlamındaki ortoŋku müçö
“ortadaki hat” olarak çevrilmiştir. “birleşik cümle” anlamındaki birikme süylöm
terimi “katışık cümle” şeklinde verilmiş; yine aynı anlamdaki koşmo süylöm terimi
için de “katmerli cümle” sözleri kullanılmıştır. baş süylöm terimi kelime çevirisi
yapılarak “baş cümle” şeklinde aktarılmıştır. Ancak terimlerin çevirilerinde hedef
lehçedeki kullanımları esas alınmalıdır. Bu durumda terimin karşılığı “temel cümle”
olarak verilmelidir.
Bunların dışında çeşitli toplum alanlarındaki terimlerde de günümüz Türkiye
Türkçesinde kullanılmayan şekillerle karşılaşılmıştır. Mesela ayıl çarbası502 terimi
“köy iktisadiyatı” şeklinde çevrilmiştir. Türkçede bu anlamda “ziraat” terimi
kullanılmaktadır. “ziraat uzmanı, ziraat mühendisi” anlamındaki ayıl çarba adisi503
de “köy iktisadiyatı uzmanı” şeklinde çevrilmiştir. Bir spor terimi olan fizkultura504
“beden terbiyesi” olarak çevrilmiştir. Ancak Türkçede kalıplaşmış olarak “beden
eğitimi” şekli kullanılmaktadır. Ekonomi ile ilgili olarak ünöm kaatçılığı505 terimi
“iktisadi buhran” olarak aktarılmıştır. Çağdaş Türkçede ise “ekonomik kriz” tabiri
kullanılmaktadır. Yine aynı alanla ilgili olarak kamooġo al-506 terimi “tevkif etmek,
muhafaza altına almak” şeklinde açıklanmıştır. Terimin doğru çevirisi “göz altına
almak” şeklinde olmalıdır. Türkçede “trajedi” anlamındaki kayġıluu pyesa507 terimi
“dram” şeklinde; “göçmen kuşlar” şeklinde kullanılan kelgin kuştar508 terimi de
“göçücü kuşlar” şeklinde açıklanmıştır. Türkçede “maşa” olarak kullanılan ataş
kürök509 ifadesi “kömür küreği”; “maddi kültür” anlamındaki materyal
madaniyat510 ise “maddi medeniyet” olarak açıklanmıştır. Kalıplaşmış ifadeleri de
bu kısımda ele alabiliriz. Mesela çeksiz akıykat511 ifadesi “hakikatı mutlaka”
502 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, Ankara, 1994, cilt I, s. 253. 503 age., s. 9. 504 age., s. 345. 505 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, Ankara, 1994, cilt II, s. 377. 506 age., s. 395. 507 age., s. 420. 508 age., s. 434. 509 age., s. 541. 510 age., s. 549. 511 Yudahin, K., K., Kırgız Sözlüğü, çev. Abdullah Taymas, Ankara, 1994, cilt I, s. 14.
277
şeklinde çevrilmiştir. Söz Türkçede kalıp olarak “mutlak hakikat” şeklinde
kullanılmaktadır.
1. 2. 3. 3. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Üslûba Dayalı Olarak Yapılan
Yanlışlıklar
Daha önce de belirttiğimiz gibi bilimsel metinlerin çevirilerinde aranan en
önemli özellik anlaşılır olmasıdır; üslûp edebî metinlerde olduğu gibi önemli
değildir. Ancak bir sözlük çevirisinde bazen edebî metinlerden bilmece, atasözü,
özdeyiş vb. alıntılar olabilir. Bu durumda üslûba dikkat etmek, sözlerin anlamsal ve
biçimsel eş değerlerini vermeye çalışmak gerekir. Üslûbun verilebilmesi için atasözü,
deyim ve deyimsel ifadelerin varsa aynısı, yoksa anlamsal eş değeri, o da yoksa
açıklayıcı sözler kullanılmalıdır.
1- Kalıp sözlerde üslûp açısından yapılan yanlışlıkların çoğu Türkçede
karşılığı ya da anlamsal eş değeri bulunmasına rağmen, bunun değil, farklı açıklayıcı
ve kalıp söz karakterinden uzak sözlerin kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Mesela şu örnekte atasözü aynı şekilde aktarılabilecekken gereksiz yere açıklama
yoluna gidilmiştir: erge kılġan cakşılık cerde kalbayt512 atasözü “mert kişiye
yapılan iyilik boşuna gitmez” diye aktarılmıştır. Oysa rahatlıkla “ere yapılan iyilik
yerde kalmaz” şeklinde çevrilebilir.
toonu taştı suu buzat, adamzattı söz buzat513 atasözü “dağları, taşları su
tahrip ediyor, insanları ise söz (yalan, bühtan) bozuyor” şeklinde çevrilmiş. Bu
şekilde bir çeviri atasözü görüntüsünden uzaktır. Oysa bir atasözü yine atasözü
karakterinde çevrilmelidir. Sözlerin bazıları da Türkçede aynı şekilde bulunmasına
rağmen gereksiz yere değiştirilmiştir. Buna göre atasözü “dağı, taşı su bozar,
insanları söz bozar” şeklinde çevrilmelidir.
512 age., s. 202. 513 age. s. 8.
278
araket kılsaŋ bereket514 atasözü de “çalışırsan bereket bulursun” diye
açıklanmıştır. Oysa Türkçede atasözünün hem anlamsal, hem de biçimsel eş değeri
bulunmaktadır: “Harekette bereket vardır.”
Yine baş ayrışsak börk içine, kol sındırsak ceŋ içine515 atasözü “evdeki
çörçöpü dışarı çıkarma, (harf. baştan ayrılırsak kalpak içine, kolumuz kırılırsa yen
içine)” şeklinde hem üslûba aykırı, hem de yanlış anlamda çevrilmiştir. Oysa
Türkçede de aynı atasözü bulunmaktadır: “Baş yarılsa börk içinde, kol kırılsa yen
içinde.”
araketi köp, berekesi cok516 atasözü “bu koyun derisi sepilemeye değmez”
şeklinde açıklanmış, kelime çevririsi de “çabalaması çok, hayrı yok” olarak
yapılmıştır. Bu çevirilerin her ikisi de hatalı olmuştur. Atasözünün Türkçede
anlamsal eş değeri olan bir atasözü mevcuttur. Ayrıca atasözünün kelime çevirisi
doğru olarak yapılsa bu da yeterli olabilecekken, burada gereksiz yere sözler
değiştirilmiştir. Atasözünün anlamsal eş değeri “hakı bokunu ödemez”; kelime
çevirisi ise “hareketi çok, bereketi yok” şeklindedir.
Yine başka kelgendi köz körör517 atasözü “yaşarsak görürüz” şeklinde
yanlış olarak açıklanmıştır. Oysa atasözünün anlam ve şekil bakımından aynısı
Türkçede bulunmaktadır: “Başa gelen çekilir.”
adam kursaġınan arıktabayt, kulaġınan arıktayt518 atasözü de “insanı iş
kurutmuyor (harf. insan mideden zayıflamıyor, kulaktan zayıflıyor)” şeklinde
açıklanmıştır. Burada çeviri eksik ve hatalı yapılmıştır. Atasözünün Türkçedeki
anlamsal eş değeri “duvarı nem, insanı gam öldürür” şeklindedir. Kelime çevirisi de
“insanı açlık değil, söz kurutur” şeklinde yapılabilir.
514 age., s. 39. 515 age., s. 71. 516 age., s. 108. 517 age., s. 94. 518 age., s. 44.
279
çıraydı çılap içpeyt519 atasözü “surattan su içilmez” olarak çevrilmiştir.
Atasözü “güzel olmuşsa ne olmuş, güzelliği işe yaramıyor” anlamındadır. Türkçede
bu anlamda “güzellik karın doyurmaz” atasözü kullanılmaktadır.
özüŋö bıçak ur, oorubasa kişige ur520 atasözü “bıçağı kendine sapla da,
acımazsa başkasına sapla” şeklinde açıklanmıştır. Türkçede “iğneyi kendine,
çuvaldızı başkasına batır” atasözü yukarıdaki atasözünü tam olarak karşılamaktadır.
2- Bazı atasözlerinin Türkçede anlamsal ya da biçimsel eş değeri
bulunmamasına rağmen, üslûbun verilebilmesi açısından, atasözü karakterinde
kelime çevirisi yapılarak, iletilmek istenen fikir iletilebilir. Aşağıdaki atasözlerinde
bu durumu açıklayan örnekler görülmektedir:
asılsaŋ asıl cıġaçka asıl521 atasözü “ölsen de çalgı ile öl” şeklinde anlamsız
ve Türkçede bulunmayan bir atasözüyle açıklanmıştır. Cümlenin harfiyen çevirisi de
“asılırken bile soylu ağaca asılmak hoştur” olarak verilmiştir. Bu çevirilerin her ikisi
de hatalı olmuştur. Doğru çeviriri “asılsan da soylu ağaca asıl” şeklinde yapılmalıdır.
kuru ayakka bata cürböyt522 atasözü ise “kuru kaşık ağız yırtar” şeklinde
açıklanmış, harfiyen de “kuru çanağa dua edilmez” olarak verilmiştir. Atasözü
“karşılıksız bir şey yapılmaz” anlamındadır. Türkçede bu anlamda bir atasözü
mevcut değildir. O nedenle “karşılıksız bir şey yapılmaz” şeklinde anlam çevirisi
yapılabilir.
biyik toonu körömün deseŋ başına çıkpa523 atasözü kelime çevirisi
yapılarak “yüksek dağı görmek istersen onun tepesine çıkma” olarak verilmiştir.
Ancak bazı atasözlerinde kelime çevirisi ile verilmek istenen fikir iletilemez.
Atasözü “bir mevkiye gelmek istiyorsan onun başındakine karşı çıkma”
anlamındadır. Türkçede bu anlamda bir atasözü bulunmamaktadır. O nedenle “bir
519 age., s. 271. 520 age., s. 115. 521 age., s. 51. 522 age., s. 198. 523 age., s. 95.
280
mevkiye gelmek istiyorsan onun başındakine karşı çıkma” şeklinde anlam çevirisi
yapılabilir.
camanġa çoŋ ayaġıŋdı körsötpö524 atasözü “kötü adama büyük çanağını
gösterme” olarak aktarılmıştır. Atasözü “bir kimseye güzel bir yemek verirsen her
gün gelmeye başlar” anlamındadır. Kelime çevirisinden de bir şey anlaşılmayacağı
için burada anlam çevirisi uygundur: “Kötüye güzel yemek yedirirsen her gün
gelmeye başlar.”
irigen oozdon irigen söz çıġat525 atasözü “bozuk ağızdan çürük söz çıkar”
şeklinde çevrilmiştir. “söz” için “çürük” sıfatı uygun değildir. Burada da yine
“bozuk” sözü kullanılmalıdır: “bozuk ağızdan bozuk söz çıkar.”
iygiliktin erte-keçi cok526 atasözü de “iyilik yapmak için erken veya geç
denmez; iyilik her zaman yapılabilir” şeklinde aktarılmıştır. Üslûp uygunluğu
açısından bir atasözü yine bir atasözü karakterinde çevrilmelidir. Ayrıca, atasözü
aynı sözler kullanılarak kısa ve özlü bir şekilde çevrilebilecekken gereksiz sözlerle
uzatılmıştır. Buna göre atasözü “iyiliğin erkeni geci olmaz” şeklinde çevrilmelidir.
3- Deyim ve deyimsel ifadelerin çevirilerinde de atasözlerindeki durum
geçerlidir. Deyimin ya da kalıp sözün aynısı ya da benzeri Türkçede bulunuyorsa bu,
yoksa anlamsal eş değeri kullanılmalı, bu da yoksa açıklama yoluna gidilmelidir. Bu
konudaki hatalar da yine Türkçede biçimsel ya da anlamsal eş değeri bulunmasına
rağmen farklı sözlerle açıklanmasından kaynaklanmıştır.
barmak basım cer527 deyimi “parmak ucu genişliğindeki toprak sahası”
şeklinde kelime anlamında aktarılmıştır. Burada kastedilen anlam sahanın küçük
olduğudur; gerçekten parmak ucu genişliğindeki bir yerden bahsedilmemektedir.
Türkçede bu anlamda “bir karış yer” deyimsel ifadesi kullanılmaktadır.
524 age., s. 62. 525 age., s. 371. 526 age., s. 374. 527 age., s. 92.
281
tamırına balta çabıldı528 deyimi “kökünden yok edildi” şeklinde
çevrilmiştir. Oysa bu deyim Türkçede aynı anlamda başka bir deyimle ifade
edilmektedir: “köküne kibrit suyu döktün.”
astın üstünö keltir529 deyimi “altüst etmek, karma karışık etmek” şeklinde
açıklanmıştır. Oysa deyim aynı şekilde Türkçede de kullanılmaktadır: “altını üstüne
getirmek.”
beti kalın530 deyimi “vurdumduymaz, inatçı” şeklinde çevrilmiştir. Fakat
Türkçede aynı anlam ve şekilde “kabuğu kalın” deyimi bulunmaktadır. Deyimlerin
yine deyim veya deyimsel ifadelerle aktarılmaları gerekir.
Bir başka deyim, bokko carabayt531 “hiçbir işe yaramıyor” diye
aktarılmıştır. Bu çeviri cümlesi, deyim ya da deyimsel bir ifade değildir. Oysa
Türkçede aynı anlam ve şekilde “bir boka yaramaz” kalıp sözü bulunmaktadır.
caaktaş-532 deyimi de “birbirine sövmek, münakaşa etmek” diye çevrilmiştir.
Türkçede aynı anlam ve şekilde “çeneleşmek” deyimi kullanılmaktadır.
canım töbömö çıktı533 deyimi “canım tepeme fırladı, gayet korktum”; canım
kulaġımın uçuna çıktı534 deyimi de “pek korktum (canım kulaklarımın ucuna
fırladı)” şeklinde çevrilmişlerdir. Burada deyimlerin anlamları açıklanmıştır. Ancak
bu deyimlerin Türkçede karşılığı, “çok korkmak” anlamında, yine bir deyim olarak
bulunmaktadır: “canım ağzıma geldi”.
528 age., s. 241. 529 age., s. 50. 530 age., s. 110. 531 age., s. 125. 532 age., s. 159. 533 age., s. 173. 534 age., s. 173.
282
bilbegeni bit535 deyiminin de “bilmediği yok” şeklinde anlamı açıklanmıştır.
Ancak üslûbun verilebilmesi için deyimlerin anlamının açıklanmasının yanı sıra
anlamsal eş değeri olan ya da varsa aynısı olan deyim de verilmelidir. Burada
Türkçede aynı anlamı veren “bilmediği beş vakit namaz” deyimi mevcuttur.
Aynı şekilde bitin sıġıp, kanın calaġan536 deyimi de “cimri, aşırı hasis”
olarak açıklanmış fakat anlamsal eş değeri olan deyim verilmemiştir. Deyim
Türkçede “yumruğunu sıkıp yalıyor” şeklinde mevcuttur.
içkenim aş bolboy oturat537 deyimi “yediğim içtiğim aş olmuyor” şeklinde
kelime kelime çevrilmiştir. Bazı deyimler kelime karşılığı Türkçede bulunmasına
rağmen ya anlamı tam olarak karşılamamaktadır, ya da kastedilen anlam farklıdır.
Burada da deyimin kelime karşılığı “yediğim aş olmuyor” şeklinde olmakla birlikte,
anlamsal eşdeğeri “yediğim yaramıyor” ifadesidir.
cürögüm cibidi538 deyimi “beğendim, bana hoş geldi” şeklinde aktarılmıştır.
Üslûp eş değerliği açısından yine bir deyim olan “kanım ısındı” şeklinde
çevrilmelidir.
kün batuuġa arkan boyu kaldı539 cümlesi “güneş şimdi batmak üzeredir”
şeklinde çevrilmiştir. Bu şekilde “arkan boyu kal-” deyimsel ifadesi atlandığı gibi,
ifade tarzı da değiştirilmiştir. Eğer cümle “güneşin batmasına bir adam boyu kaldı”
şeklinde çevrilseydi üslûp ve biçim verilmiş olurdu.
közü akırayıp, oozu çormoyo tüştü540 cümlesi “gözleri bebeğinden fırladı,
dudakları sarktı” şeklinde aktarılmıştır. Bu, kalıp söz niteliğinde bir cümledir.
Türkçede cümlenin karşılığı “gözleri fal taşı gibi açılıp ağzı açık kaldı” şeklindedir.
535 age., s. 123. 536 age., s. 123. 537 age., s. 53. 538 age., s. 216. 539 age., s. 46. 540 age., s. 13.
283
közü çanaġınan çıġıp ketti541 cümlesi de “gözleri çukurundan alnına fırladı”
diye çevrilmiştir. Burada “alın” sözü gereksiz ve yanlıştır. Türkçede aynı anlamda
“gözleri yuvalarından fırladı” deyimi kullanılmaktadır.
can coldoş542 sözü “can ciğer dost” olarak çevrilmiştir. Türkçede aynı
anlamda “can yoldaşı” deyimi kullanılmaktadır.
bereke tap543 sözü de “Allah razı olsun; eve yarasın (alım satım esnasında
muameleyi kapatan sözdür)” şeklinde açıklanmıştır. Oysa sözün hem anlam, hem de
biçimsel eş değeri Türkçede kullanılmaktadır: “bereketini gör”.
aş-suudan kaldı544 cümlesi “iştahı kesildi” olarak çevrilmiştir. Sözün
anlamsal ve biçimsel eş değeri “yemeden içmeden kesildi” şeklinde Türkçede
mevcuttur.
közü korkkon töödöy alaydı545 cümlesi “gözleri korkmuş deve gözü gibi
yerinde duramıyordu” şeklinde çevrilmiştir. Ancak burada “yerinde duramayan”
“gözleri mi” yoksa “kendisi mi” belli değildir. Asıl cümlede ise gözlerin
durumundan bahsedilmektedir. Türkçede bunun anlamsal eş değeri “gözleri fal taşı
gibi açıldı” cümlesidir.
kalbır öpkö, cez bilek546 cümlesi Manas destanından alınan bir mısradır.
Bahadırın atının sıfatı olarak söylenmekte, yorulmazlığı ve hafifliği anlatmaktadır.
Mısra sözlükte “ciğer elek gibidir, bacaklar bakırdandır” şeklinde çevrilmiştir. Bir
şiir mısrası mümkün olduğunca yine bir şiir gibi aktarılmalıdır: kalbur ciğer, bakır
bilek.
541 age., s. 250. 542 age., s. 173. 543 age., s. 108. 544 age., s. 53. 545 age., s. 21. 546 age., s. 120.
284
başka capsa bılk etkis547 cümlesi “aldırmayan (adam)” olarak çevrilmiştir.
Oysa cümle aynı ifade tarzında çevrilebilir: “başına vursan tınlamaz” (herşeyi kabul
eden, pısırık, sessiz, yavaş kimse hakk.).
mına bul töröçülükkö catabı?548 cümlesi “buna kibarlık, zadelik (bürokrasi)
denilebilir mi” şeklinde aktarılmıştır. “töre” sözü her iki lehçede de ortak olmasına
rağmen Kırgızcada söz “efendilik” anlamındadır. O nedenle cümle Türkçe’ye “bu
töreye sığar mı” değil, “bu efendiliğe sığar mı” şeklinde aktarılmalıdır.
iyri oturup tüz keŋeşeli549 kalıp sözü “eğri oturup doğru müşavere edelim”
şeklinde farklı sözler kullanılarak açıklanmıştır. Ancak ifade aynı şekilde Türkçede
de kullanılmaktadır: “eğri oturup doğru konuşalım.”
4- Bazen benzetmelerde kullanılan söz aynen çevrilirse üslûp verilemeyebilir
ve Türkçenin kullanımına uygun düşmeyebilir. O nedenle ifade yine benzetme
yoluyla verilmeli ama hedef dile uygun sözler kullanılmalıdır. Mesela kumurska
bel550 ibaresi “ince belli, endamlı (kadın)” olarak açıklanmıştır. “karınca bel” olarak
çevrilseydi çok da anlaşılır olmazdı.
1. 2. 3. 4. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Ortak sözlerin
Kullanılmamasından Kaynaklanan Yanlışlıklar
Lehçeler arası çeviride diğer metin türlerinde olduğu gibi bilimsel metinlerde
de ortak sözlerin kullanılmasına dikkat edilmelidir. Böylece zaten aynı kökten gelen
lehçelerimizin ortak yönleri vurgulanmış olacaktır. Bu konuda yapılan hatalar
genelde ortak sözleri kullanmada ihmalkârlık göstermekten ve hedef lehçeyi
yeterince iyi bilmemekten kaynaklanmaktadır. Sözlükte farklı söz kullanımının
bazen tamamen, bazen de kısmen olduğu görülmüştür.
547 age., s. 116. 548 age., s. 187. 549 age., s. 375. 550 age., s. 105.
285
Tamamen değiştirilenlerden bazıları şöyledir: artına tüş-551 deyimi aynı
şekilde (ardına düşmek) Türkçede de kullanılmaktadır. Oysa eserde “takip etmek”
olarak aktarılmıştır. kim bilsin552 sözü “bilinmez ki” diye çevrilmiştir. Oysa “kim
bilir” şeklinde aynı sözlerle aktarılabilir. “bir gün” şeklinde aynı sözlerle
aktarılabilecek olan bir künü553 ifadesi de “bir kere, bir zaman” şeklinde
çevrilmiştir. Yine ortak kullanımlardan biri olan cap-caş554 sözü “çok genç, taze”
olarak aktarılmıştır. Oysa tam karşılığı “gepgenç” şeklinde Türkçede mevcuttur.
emnege (yahut nege) deseŋ555 ifadesi “bu, ondan dolayıdır ki” şeklinde farklı
sözlerle açıklanmıştır. Halbuki aynı sözlerle ve daha anlaşılır bir şekilde aktarılabilir:
“niye dersen.” emne dep keldiŋ556 sözü de “ne maksatla geldin” şeklinde
aktarılmıştır. Bu da ortak sözler kullanılarak “ne diye geldin” şeklinde çevrilebilir.
Bir başka örnek kursaġım açka557 “ben açım” şeklinde aktarılmıştır. Oysa “karnım
aç” şeklinde aynı sözlerle aktarılabilir.
Sözlükte, sadece bazı sözlerinin farklı çevrildiği durumla daha çok
karşılaşılmıştır. Mesela aytoru bilgeniŋdi kıla ber558 cümlesi “hulasa, ne istersen
yap” diye çevrilmiştir. Burada “hulasa” sözü anlamca doğru olmakla birlikte
Osmanlıca bir söz olduğu için günümüzde pek çok kişi bunu anlayamayacaktır.
Onun yerine “sonuç olarak” ifadesi kullanılmalıdır. Bunun dışında diğer sözleri de
değiştirmeye gerek yoktur. Cümle “sonuç olarak bildiğini yap” şeklinde
aktarılmalıdır.
alda kanday belgisizdikke köŋülüm tolkundanat559 cümlesi de “bir
müphemlik kalbimi dalgalandırıyor” şeklinde çevrilmiştir. Burada “belirsizlik”
yerine “müphemlik” sözüne, “gönül” yerine “kalp” sözüne gerek yoktur. Buna göre
çeviri “bir belirsizlik gönlümü dalgalandırıyor” şeklinde yapılmalıdır.
551 age., s. 48. 552 age., s. 120. 553 age., s. 121. 554 age., s. 177. 555 age., s. 301. 556 age., s. 301. 557 age., s. 6. 558 age., s. 72. 559 age., s. 106.
286
Bazı cümlelerde ise farklı sözler kullanmanın yanı sıra kullanılan kalıp da
değiştirilmiştir. Mesela birde kelse, birde kelbeyt560 cümlesi “kah geliyor kah
gelmiyor” diye aktarılmıştır. Oysa aynı şekilde çevirmek mümkündür: “birinde gelse
birinde gelmiyor”. Aynı şekilde közdörü birde cumulup birde açılar ele561 cümlesi
de gözleri kah açılıyor, kah kapanıyordu” şeklinde çevrilmiştir. Oysa “bir… bir…”
yerine “kah… kah…” kalıbını kullanmaya, “yumulmak” yerine “kapanmak” sözüne
gerek yoktur. Çeviri aynı sözler kullanılarak yapılabilir: “gözleri bir yumulup bir
açılıyordu”.
Bazı sözlerinin değiştirildiği bir başka cümle de bolor bolbos işke
taarınat562 cümlesidir. Cümle “olur olmaz şeylerden güceniyor” diye çevrilmiştir.
“darılmak” sözü yerine “gücenmek” sözünü kullanmaya gerek yoktur. “Olur olmaz
şeye darılıyor” şeklinde bir çeviri biçimsel eş değerlik açısından daha doğrudur.
canımda cok563 sözleri “üzerimde yoktur” şeklinde çevrilmiştir. Oysa aynı
sözlerle “yanımda yok” şeklinde aktarılabilir.
börügö koy terisin camıntpa”564 cümlesi “kurda koyun kürkü giymeye
müsaade etme” şeklinde aktarılmıştır. Burada “deri” yerine “kürk” sözüne,
“giydirme” yerine de “giymeye müsaade etme” demeye gerek yoktur. “camınt-” fiili
“örtmek” anlamındadır. Ancak Türkçe kullanımı açısından “giydirmek” fiili daha
uygundur. O nedenle çeviri “kurda koyun derisi giydirme” (birini süsleyerek iyi
göstermeye çalışma) şeklinde yapılmalıdır.
oozuŋa kelgendi süylöy beret ekensiŋ565 cümlesi “aklına ne gelirse onu
söylüyormuşsun” şeklinde çevrilmiştir. Burada “ağız” sözü yerine “akıl” sözünün
kullanılması gereksizdir. “onu” sözünün kullanılmasına da gerek yoktur. Cümle
Türkçeye aynı sözlerle aktarılabilir: “ağzına geleni söylüyormuşsun.”
560 age., s. 121. 561 age., s. 121. 562 age., s. 126. 563 age., s. 173. 564 age., s. 172. 565 age., s. 324.
287
tolkundar carġa kaġılıp, kayta eŋşerildi566 cümlesi “dalgalar dik kıyıya
çarparak geri çekildi” olarak çevrilmiş. Burada “yar” yerine “dik kıyı” sözünü
kullanmaya gerek yoktur: “Dalgalar yara çarpıp tekrar geri çekildi.”
iyri oturup tüz keŋeşeli567 kalıp sözü “eğri oturup doğru müşavere edelim”
şeklinde farklı sözler kullanılarak açıklanmıştır. Ancak ifade aynı şekilde Türkçede
de kullanılmaktadır: “eğri oturup doğru konuşalım.”
1. 2. 3. 5. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Fazla Söz Kullanımından
Kaynaklanan Yanlışlıklar
Edebî metinlerde bazen açıklama amacıyla kaynak metne eklemeler
yapılabilirken bilimsel metinlerde böyle bir şeye hiç gerek yoktur. Bilimsel
metinlerde çevirinin doğru ve anlaşılır olması yeterlidir. Ancak bu bilimsel metin
bizim sözlüğümüzde olduğu gibi edebî metinlerden de parçalar içeriyorsa o zaman
durum farklıdır. Lehçeler arasında genellikle edebî metinlerin çevirisinde bile ekleme
yapmaya gerek bulunmamakla birlikte, mitoloji, inanç ve bazı kültürel durumların
çevirisinde açıklama gerekebilir. Bunların dışında cümleyi fazladan sözler ve
açıklamalarla gereksiz yere uzatmak şekil ve üslûp açısından olumsuz etki yapar.
koyġo tiyçü börüdöy erdi murdu calaktayt”568 cümlesi sözlükte “koyun
üzerine atlamaya hazır bulunan kurt gibi dudakları ve burnu oynuyor” şeklinde
çevrilmiştir. Oysa bu cümle “koyuna saldıracak kurt gibi ağzı burnu oynuyor”
şeklinde daha aslına uygun ve daha düzgün şekilde çevrilebilir.
çırpık özün tal oyloyt”569 atasözü “kurumuş dal kendini söğüt zanneder”
diye çevrilmiştir. Çeviride hem gereksiz sözler kullanılmış, hem bazı sözler yanlış
aktarılmış, hem de ortak kelimelerin kullanımına dikkat edilmemiştir. “çırpı” sözü
Türkiye Türkçesi ağızlarında da kullanılmaktadır. Buna göre çeviri “çırpı kendini
dal sanırmış” şeklinde yapılmalıdır.
566 age., s. 334. 567 age., s. 375. 568 age., s. 165. 569 age., s. 272.
288
uşu kitepti Taşkentten aldırdım570 cümlesi “bu kitabı (ısmarlamam üzerine)
bana Taşkent’ten tedarik ettiler” diye gereksiz sözler kullanılarak, uzun bir şekilde
aktarılmıştır. “aldırmak” sözünün anlamı içinde zaten “ısmarlamak” anlamı da
vardır. O nedenle ayrıca belirtmeye gerek yoktur. Cümle “bu kitabı Taşkent’ten
aldırdım” şeklinde çevrilmelidir.
özüŋ kayda turġan eleŋ571 cümlesi “(o zaman) sen kendin nerede
yaşıyordun?” şeklinde açıklanmıştır. Burada hem parantez içindeki “o zaman”
açıklamasına, hem de “kendin” sözüne gerek yoktur. Geçmiş bir zamandan
bahsedildiği zaten fiilin zamanından anlaşılmaktadır. “kendin” sözü de asıl cümlede
geçmekle birlikte Türkçe açısından burada uygun değildir. Sadece “sen” sözü
yeterlidir. Hatta “sen” de kullanılmayabilir. Buna göre cümle “(sen) nerede
oturuyordun” şeklinde çevrilmelidir.
akçılanıp ıylap iydi572 cümlesi “kendisinin haklı olduğunu isbat etmek için
ağladı bile” şeklinde aktarılmıştır. Cümle gereksiz sözlerle uzatılmıştır. Oysa
Türkçede bu anlam çok daha kısa ve öz biçimde verilebilir: “kendini haklı çıkarmak
için ağlayıverdi.”
1. 2. 3. 6. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Yönteme Dayalı Olarak
Yapılan Yanlışlıklar
Bilimsel metinlerde kelimeler sözlük anlamlarında kullanıldıkları için kelime
çevirisi yapılmalıdır. Ancak bilimsel metinlerin içlerinde geçen edebî metin
alıntılarında kelime çevirisi her zaman uygun olmamaktadır. Özellikle deyim,
570 age., s. 24. 571 age., s. 326. 572 age., s. 12.
289
atasözü ve kalıp sözlerde daha çok anlam çevirisi gerekebilir. Ancak kalıp sözün
farklı sözlerle olsa bile, eğer Türkçede anlamsal eş değeri bulunuyorsa bunu vermek
ve parantez içinde de kelime çevirisini vermek uygun olur.
ayran içken kutuluptur, çelek calaġan tutuluptur573 atasözü aynı sözlerle
“ayran içen kurtulmuş, kova yalayan yakayı ele vermiş” şeklinde çevrilmiştir.
Atasözlerinin çevirisinde kelime anlamının verilmesi de gerekir ama öncelikle asıl
kasdedilen anlam verilmelidir. Atasözünün Türkçede karşılığı bulunmadığı için
anlamı açıklanmalıdır: “Bir suç işlendiğinde asıl suçlu kurtulabilir ama küçük bir suç
işleyen tutuklanır”.
sözün eki kılbayt574 deyimi “iki türlü söz söylemez, sözünün eridir” şeklinde
yanlış aktarılmıştır. Deyimin Türkçedeki anlamsal eş değeri “bir dediğini iki etmez”
şeklindedir.
cel tiygizbey maktayt575 cümlesi “yel dokundurmadan övüyor” şeklinde
kelime kelime çevrilmiştir. Ancak böyle bir çeviri Türkçede bir anlam ifade etmez.
Cümlenin anlamsal eş değeri “toz kondurmuyor” şeklindedir.
anı boktuu tayak menen kuup çıktı576 cümlesi “onu gürültü ile, terzil
ederek kovdu” şeklinde aktarılmıştır. “boktuu tayak” mecaz anlamda kullanılmıştır
ve “kötüleyerek” anlamındadır. O nedenle cümle “onu kötüleyerek kovdu” şeklinde
çevrilmelidir.
sakalduu başıŋ menen uşundayda iş kılasıŋbı?577 cümlesi “senin gibi
sakallı bir adama böyle hareket etmek ayıp değil midir?” şeklinde aktarılmıştır.
“sakallı baş” ile burada kastedilen “yaşının ilerlemiş” olduğudur. Oysa kelime
çevirisinden tam olarak bu anlam anlaşılmamaktadır. Doğru çeviri “bu yaşında böyle
mi yapıyorsun?” şeklinde olmalıdır.
573 age., s. 70. 574 age., s. 324. 575 age., s. 198. 576 age., s. 126. 577 age., s. 94.
290
emes bolso kerek578 cümlesi “öyle değil olsa gerektir” şeklinde kelime
kelime çevrilmiş ancak Türkçe gramer kurallarına uymayan bir cümle ortaya
çıkmıştır. Cümle “öyle olmasa gerek” şeklinde aktarılmalıdır.
men özüm menen birge eç nerse albaġan ekenmin579 cümlesi “kendimle
hiç bir şey almamış imişim” şeklinde Türkçenin kullanımına uymayan ve ne dendiği
anlaşılmayan bir şekilde aktarılmıştır. Bu cümlede kelime çevirisi yapılmamalı,
anlam aktarılmalıdır: “Ben yanıma hiçbir şey almamışım.”
egerim kelbey kalbasın580 cümlesi “katiyen gelmeden kalmasın” olarak
Türkçenin kullanımına uygun olmayan bir şekilde aktarılmıştır. Burada da yine
kelime çevirisi yapılmamalı, anlam aktarılmalıdır. Doğru çeviri “katiyen
gelmemezlik etmesin” veya “mutlaka gelsin” şeklinde olmalıdır.
can-tili menen581 ifadesi “canu dilden, büyük memnuniyetle” şeklinde
aktarılmıştır. Ancak Türkçede “canu dilden” değil, “canı gönülden” şekli
kullanılmaktadır. Çevirmen sözü hatalı olarak, kelime kelime çevirmiştir.
enemdi alayın582 ifadesi “(bir yemin etme tabiridir) annemle evleneyim,
lanet olayım” olarak açıklanmıştır. Burada da kelime çevirisi uygun değildir.
Türkçede aynı anlamda “anam avradım olsun” şeklinde bir yemin sözü
bulunmaktadır.
1. 2. 3. 7. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Taklidî Sözlerle İlgili Yapılan
Yanlışlıklar
Taklidî sözler, daha önce de belirttiğimiz gibi, Kırgızcadan Türkçeye çevirisi
en çok güçlük yaratan gruplardan biridir. Bu konu daha önce geniş bir şekilde
incelenmiştir. Taklidî sözlerin öncelikle varsa karşılığı, yoksa anlamsal eş değeri, o
da yoksa açıklaması verilmelidir. Taklidî sözlerin çevirisinde karşılaşılan yanlışlıklar
578 age., s. 329. 579 age., s. 324. 580 age., s. 323. 581 age., s. 309. 582 age., s. 332.
291
öncelikle, Türkçede karşılığı bulunmasına rağmen bu kullanılmayıp açıklama yoluna
gidilmesine bağlıdır. Bunun dışında yanlış taklidî söz kullanımına bağlı hatalar da
yapılmaktadır. Bu tür yanlışlıklara meydan vermemek için çevirmenler öncelikle
Kırgızcanın taklidî sözlerinin anlamlarını çok iyi bilmeli, sonra da Türkçedeki
karşılıklarından haberdar olmalıdırlar.
baldır-buldur süylöyt583 cümlesi sözlükte “bir şeyler mırıldanıyor” diye
açıklanmıştır. Oysa bu taklidî sözün karşılığı “paldır küldür” şeklinde Türkçede
bulunmaktadır: “paldır küldür konuşuyor” (ne dediğini bilmiyor, ne dediği
anlaşılmıyor).
kuştar bıcı-bıcı sayraşat584 cümlesi “kuşlar şen ötüşüyorlar” diye
çevrilmiştir. Kuşların ötüşü için Türkçede “cıvıl cıvıl” sözü kullanılmaktadır. Burada
“cıvıl cıvıl” sözü hem anlamsal, hem de biçimsel eş değerlik sağlamaktadır: “Kuşlar
cıvıl cıvıl ötüşüyorlar.”
cürögü düp-düp etti585 cümlesi “kalbi gayet şiddetli çarptı” olarak
aktarılmıştır. Burada taklidî sözün karşılığı kullanılmayıp onun yerine açıklama
yoluna gidilmiştir. Türkçede “yürek” yerine daha çok “kalp” sözü kullanıldığı için,
çeviride bu da kullanılabilir veya “yürek” sözü aynen alınabilir. Çeviri “kalbi küt küt
attı” şeklinde olmalıdır.
Bir başka taklidî söz ot duuldap küydü586 cümlesinde görülmektedir. Cümle
“ateş büyük alevle yandı” şeklinde taklidî söz kullanılmadan çevrilmiştir. Oysa
“duulda-” taklidî sözünün karşılığı Türkçede bulunmaktadır: “ateş çatırdayarak (çatır
çatır) yandı.”
çın sözdü badıraytıp betine aytuu kerek587 cümlesi “bütün hakikati
sıkılmadan, çekinmeden yüzüne vurmalı” olarak çevrilmiştir. “badırayt-” taklidî
583 age., s. 83. 584 age., s. 115. 585 age., s. 317. 586 age., s. 315. 587 age., s. 77.
292
sözünün Türkçedeki karşılığı “çatır çatır, çatırdamak” taklidî sözüdür. “Bütün
gerçeği çatır çatır (açıkça, çekinmeden) yüzüne söylemek gerek.”
bırk-bırk etip kaynayt588 cümlesinin çevirisinde yanlış taklidî söz
kullanılarak “şakır şakır kaynıyor” diye aktarılmıştır. Türkçede kaynamak için “şakır
şakır” değil “fokur fokur” kullanılır: “fokur fokur kaynıyor”.
1. 2. 3. 8. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Yardımcı Fiillerle İlgili Yapılan
Yanlışlıklar
Bilimsel metinlerde yardımcı fiillerin çevirisi diğer metin türlerinden farklı
değildir. Kırgızca yardımcı fiiller bakımından oldukça zengindir. Bu da çeviride
sorun yaratan hususlardan biridir. Çeviride yardımcı fiilin ana fiile kattığı yan anlam,
Türkçede varsa yine bir yardımcı fiille, yoksa da başka söz araçlarıyla verilmelidir.
Yardımcı fiiller konusunda yapılan en büyük yanlışlık yardımcı fiilin ana fiile kattığı
yan anlamın gözden kaçmasıdır. Bu da anlamda yanlışlığa ya da kayba neden
olmaktadır. Bu nedenle çevirmen Kırgızcada kullanılan yardımcı fiillerin anlamlarını
iyi derecede bilmelidir.
1- Kırgızcadan Türkçeye yardımcı fiillerin çevirisi konusunda en çok
rastladığımız yanılgı, yardımcı fiilin çevrilmesine gerek olmadığı halde
çevrilmesidir. Mesela anı men külüp turġan cerinen çakırdım589 bunlardan biridir.
Cümle “ben onu tam gülüp durduğu zaman çağırdım” şeklinde çevrilmiştir. Burada
“tur-” yardımcı fiildir ve “o sırada” anlamındadır. Oysa çeviride “gülüp durduğu”
sözünden “sürekli güldüğü sırada” gibi bir anlam çıkmaktadır. Doğru şekilde bir
çeviri “ben onu gülerken çağırdım” şeklinde olmalıdır.
Aynı şekilde itti urup calkıtıp koy, üygö kirbesin590 cümlesi de “köpeği
korkutup koy ki eve girmesin” şeklinde aktarılmıştır. Burada öncelikle “it” yerine
“köpek” sözünü kullanmaya gerek yoktur. “koy-” sözü işin çabuk ve tamamen
588 age., s. 117. 589 age., s. 202. 590 age., s. 169.
293
yapıldığını bildiren bir yardımcı fiildir. Türkçede bu anlam yardımcı fiille verilemez.
Ancak açıklayısı olarak “hemen” sözü kullanılabilir. Buna göre çeviri “(hemen) ite
vurup korkut ki (da) eve girmesin” şeklinde yapılmalıdır.
Aynı hatanın yapıldığı bir başka cümle cazımış bolup oturat591 cümlesidir.
Cümle “yazar gibi gözükerek oturuyor” şeklinde aktarılmıştır. “otur-” burada
“oturmak” anlamında değil, şimdiki zamanı kuran bir yardımcı fiildir. Dolayısıyla
çevrilmesi gerekmez. Buna göre çeviri şöyle olmalıdır: “yazar gibi yapıyor.”
çak etkizip terezeni caap koydu592 cümlesi “tak ederek pencereyi kapatıp
koydu” diye çevrilmiştir. “koy-” burada yardımcı fiil olduğu için çevrilmesi
gerekmez. “ederek” kelimesi ise, sözün kelime karşılığı olmakla birlikte, Türkçenin
kullanımına uygun değildir. Doğru çeviri şu şekilde olmalıdır. “tak diye pencereyi
kapattı.”
“eti parça parça ederek koy” şeklinde çevrilen etti borço-borço kılıp sal593
cümlesinde “sal-” yardımcı fiildir ve çevrilmesi gerekli değildir. Doğru çeviri “eti
parçala” (yani kuşbaşı doğra) şeklinde olmalıdır.
Genelde yanlış aktarılan yardımcı fiillerden biri de “ber-” yardımcı fiilidir.
“ber-” yardımcı fiili işin başkası için yapıldığını anlatır. Türkçede bu anlam için
yardımcı fiil veya başka bir söz kullanmaya gerek yoktur. Anlam cümlenin
bağlamından anlaşılmaktadır. Ancak yardımcı fiil çoğunlukla Türkçeye “vermek”
anlamında aktarılmaktadır. Mesela tigi kitepti maa alıp ber594 cümlesi “öteki kitabı
bana al da ver” şeklinde çevrilmiş. Oysa “ber-” burada yardımcı fiildir ve işin
başkası için yapıldığını anlatır. Türkçede bu anlam cümleden anlaşıldığından ayrıca
belirtilmesi gerekmez: “şu kitabı benim için al”. Yardımcı fiilin “alıver” anlamı da
vardır. Yine ala ber595 sözü “hiçbirşeye dikkat etmeden alıver” şeklinde
aktarılmıştır. “alıver” sözü hem çabukluk, hem de hareketin kendisi için yapıldığını
591 age., s. 195. 592 age., s. 245. 593 age., s. 131. 594 age., s. 107. 595 age., s. 107.
294
bildirir. Oysa burada bu anlam kasdedilmemektedir. “ber-” yardımcı fiili burada
hareketin devamlı yapıldığını anlatmaktadır. Buna göre çeviri “durmadan al, almaya
devam et” şeklinde olmalıdır.
baykap cür-596 sözü “ihtiyatlıca yürümek” şeklinde çevrilmiştir. Oysa burada
“cür-” ana fiile devamlılık anlamı katan bir yardımcı fiildir ve çevrilmesi gerekmez.
Sözün yürümekle bir ilgisi yoktur. baykap cür- sözünün “göz kulak ol, dikkat et” gibi
birkaç anlamı vardır.
begireek bastırıp koy597 cümlesi “fazlaca sıkıştırıp koy” olarak aktarılmıştır.
Fakat burada “koy” yardımcı fiildir ve “ağır bir şeyle bastır” anlamını vermektedir.
çevirinin doğrusu “daha çok bastır” şeklindedir.
anı een çakırıp çıġıp ifadesi “yalnız kendisini çağırıp çıkarak” şeklinde
aktarılmıştır. “çık-” burada yardımcı fiildir ve çevrilmesi gerekmez. Doğru çeviri
“(bir tarafa) yalnız kendisini çağırarak” şeklindedir.
“kal-” yardımcı fiilinin anlamı da genelde verilememektedir. Mesela dubası
konboy kaldı598 cümlesi “duası kabul edilmeden kaldı” olarak çevrilmiş. “kaldı-”
burada yardımcı fiildir ve cümleye “maalesef, ne yazık ki” anlamı katmaktadır. Bu
anlam Türkçede yardımcı fiille verilemeyeceğinden başka söz araçları
kullanılmalıdır. Buna göre çeviri “maalesef duası kabul edilmedi” şeklinde
yapılmalıdır. Aynı şekilde aytayın degenderimdi ayta albay kaldım599 cümlesi
“söylemek istediklerimi söyleyemeden kaldım” şeklinde yanlış aktarılmıştır. kal-
burada da “maalesef” anlamında yardımcı fiildir. Bu anlam Türkçede yine bir fiille
verilemeyeceğinden “maalesef ya da ne yazık ki” sözü kullanılmalıdır. Oysa çeviri
cümlesinden bu anlam anlaşılamamaktadır: “maalesef söylemek istediklerimi
söyleyemedim.”
596 age., s. 102. 597 age., s. 93. 598 age., s. 313. 599 age., s. 301.
295
ar bir adım attaġan sayın uşul körünüş elestedi da turdu600 cümlesi “her
adımda şu levha göz önüne geldi de durdu” olarak çevrilmiştir. Burada da “turdu”
yardımcı fiildir ve ana fiile süreklilik anlamı katmaktadır. Türkçede aynı anlam -ıp
dur- şekliyle de verilebilir. Ancak bu cümle şöyle çevrilmelidir: “Her adım attıkça şu
manzara hiç gözümün önünden gitmiyordu.”
2- Bu hususta yapılan diğer bir hata da yardımcı fiilin anlamının
verilememesi ya da yanlış aktarılmasıdır. Mesela akçamdı cep kete berebi?601
cümlesi “demek benim paramı benimseyecek, varsın benimsesin” şeklinde
çevrilmiştir. “ber-” yardımcı fiili burada hareketin devamlılığını anlatmaktadır.
Kastedilen anlam “paramı yiyip gidecek mi, yemeye devam mı edecek, cezasız mı
kalacak”tır. Buna göre çeviri “paramı yiyip gidecek mi, cezasız mı kalacak” şeklinde
yapılabilir.
ayal kılbay cürö kör602 cümlesi “gecikmeden hareket et” diye aktarılmıştır.
“kör-” yardımcı fiili ana fiile “devamlılık” anlamı vermektedir. Doğru çeviri “ara
vermeden, aralıksız yürü” olmalıdır.
1. 2. 3. 9. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Yanlış Söz Seçiminden
Kaynaklanan Yanlışlıklar
Bilimsel metinlerde en önemli husus anlamın doğru aktarılmasıdır. Bu
nedenle de doğru sözcüklerin doğru yerlerde bulunmaları gerekir. Bazen aynı gibi
görünen sözler arasında bile küçük de olsa anlam nüansları bulunabilmekte, bu da
anlam karışıklıklarına yol açmaktadır. O nedenle çevirmenler sözcük seçiminde çok
hassas davranmalıdırlar. Eğer söz ya da cümlenin hedef lehçede aynı anlam ve
şekilde karşılığı varsa anlam çevirisi yapılmamalı, karşılığı kullanılmalıdır. Mesela
600 age., s. 290. 601 age., s. 107. 602 age., s. 63.
296
kolumdan kelgen cardamımdı ayanbaymın603 cümlesinin “elimden gelen her şeyi
yaparım” şeklinde anlamı verilmiştir. Halbuki bu cümle “elimden gelen yardımı
esirgemem” şeklinde çevrilerek biçim, anlam ve üslûp eş değerliği sağlanabilir.
basmırduu sayasat604 ifadesinin çevirisi “tecavüz politikası” olarak
yapılmıştır. Türkçede “tecavüz” sözü ile “baskıcı” sözünün anlamı çok farklıdır. O
nedenle burada “baskıcı” sözü kullanılmalıdır. Çeviri “baskıcı siyaset” şeklinde
yapılırsa hem anlam doğru aktarılmış, hem de biçimsel eş değerlik sağlanmış
olacaktır.
bep-belekey boyu bar, ceti kabat tonu bar605 cümlesi bir bilmecedir.
Cümle “boyu kısadır, yedi tane kürkü vardır” şeklinde çevrilmiştir. Fakat bu şekilde
bir çeviri bilmece karakterine uygun olmadığı gibi, Türkçede aynı anlam ve aynı
şekilde “kat” sözü varken “kabat” sözü için “tane” kullanılmıştır. “kat” la “tane”
sözünün anlamları ise aynı değildir. Oysa kelimeler Türkçeye aynı sırada ve çoğu
aynı şekilde çevrilebilir: “Kısacık boyu var, yedi kat kürkü var.”
akırekte koş kaltek606 cümlesi “göğsünde iki tane cebi var” diye çevrilmiştir.
Oysa “koş” sözünün karşılığı “iki tane” değil “çift” sözüdür. “iki tane” ile “çift”
sözleri aynı anlamda olmakla birlikte burada “çift” sözü uygundur: “göğsünde çift
cebi var.”
aybandar düynösü607 ifadesi “hayvanat dünyası” şeklinde aktarılmıştır.
Böyle bir çeviri, ifadenin Türkçedeki kullanımına uygun değildir. Arapça +at çoğul
eki getirilerek “hayvanlar” anlamındaki “hayvanat” şekli ve “düynö” sözünün de
şekilce karşılığı kullanılmıştır. Ancak anlamca doğru olmakla birlikte, ifade
Türkçede kalıplaşmış şekilde “hayvanlar alemi” şeklinde kullanılmaktadır.
603 age., s. 63. 604 age., s. 93. 605 age., s. 106. 606 age., s. 14. 607 age., s. 64.
297
süt azıktarı608 sözü de aynı şekilde kelime çevirisi yapılarak “süt mahsulleri”
şeklinde çevrilmiştir. “mahsul” ve “ürün” aynı anlamda olmakla birlikte burada
“ürün” sözü uygundur. Türkçede kalıplaşmış olarak “süt ürünleri” ifadesi
kullanılmaktadır.
birinçi attanıp, aldıġa bastırdı609 cümlesi “birinci olarak ata bindi ve
başkalarından önde yürüdü” şeklinde çevrilmiştir. Türkçede bu durumda “birinci”
değil, “ilk” sözü kullanılır. “aldıġa” sözünün de karşılığı bulunmasına rağmen
açıklama yoluna gidilerek gereksiz yere cümlenin uzamasına yol açılmıştır. Buna
göre çeviri şöyle olmalıdır: “ata ilk olarak binip ileriye bastırdı (bastırıp gitti).”
senin kiyimiŋ maa çak kelet610 cümlesi “senin giyimin bana tam geliyor”
diye çevrilmiştir. İlk bakışta çeviri doğru ve güzel gibi görünse de giyimle elbise
arasındaki anlam nüansı dikkate alınırsa daha güzel ve daha doğru bir çeviri elde
edilebilir. “giyim” sözü daha çok “giyiniş tarzı” anlamında kullanılır ve geneldir.
“elbise” ise daha özeldir ve o andaki elbise için kullanılır. O nedenle burada kelime
anlamı olmakla birlikte “giyim” yerine “elbise” sözü tercih edilmelidir: “Senin
elbisen bana tam geliyor.”
bilimi toluk miŋdi cıġat, bilegi coon birdi cıġat611 atasözü “bilgisi kamil
olan bini yıkar, kolu kalın olan tek bir taneyi yıkar” şeklinde aktarılmıştır. Burada
sözün kelime karşılığı “yıkmak” olmakla birlikte, “yenmek” sözü daha uygundur.
Her iki söz de kullanılabilir ama en iyiyi seçmek önemlidir. İşte burada “şekil mi,
anlam mı” sorusu önem kazanmakta ve bu soru çevirmeni hayli zorlamaktadır.
Ayrıca “bilek” sözünü “kol” olarak çevirmenin hiç gereği yoktur. “bileği kalın”
deyimi aynı şekilde Türkçede de vardır ve “güçlü” anlamındadır. Buna göre doğru
çeviri şu şekildedir: “Bilgisi derin bini yener, bileği kalın biri yener.”
608 age., s. 263. 609 age., s. 23. 610 age., s. 244. 611 age., s. 120.
298
anık bulaktardan alınġan maalımattarġa karaġanda612 cümlesi “mevsuk
membalardan alınan malûmatlara göre” diye aktarılmıştır. Burada “mevsuk” (doğru,
sağlam) sözü günümüz Türkçesinde kullanılmayan Arapça bir sözdür. Çeviride
Türkçe sözler tercih edilmelidir. “memba” ise su için kullanılan bir sözdür. Burada
bilginin, haberin alındığı yerden, yani “kaynaktan” bahsedilmektedir. O nedenle
“bulak” sözünün anlamı olan “kaynak, pınar, memba” sözlerinden en uygun olanı
seçilmelidir. Bu durumda çeviri “sağlam kaynaklardan alınan malûmatlara göre”
şeklinde yapılmalıdır.
cörgömüş cele tartıptır613 cümlesi “örümcek ağını kurmuştur” şeklinde
çevrilmiştir. Örümcek ağı için “kurmak” değil, “örmek” sözü kullanılmalıdır. Bunun
dışında “-ıptır” eki belirsiz geçmiş zaman ekidir (mış). Oysa çeviride, yanıltıcı
benzerlik sonucu Türkçede kesinlik bildiren -dır eki kullanılmıştır. Doğru çeviri
“örümcek ağını örmüş” şeklindedir.
adamzat caralġandan berki armanıŋarġa cetkirebiz614 cümlesi
“beşeriyetin öteden beri arzuladığı kutsal gayelere erdireceğiz” şeklinde aktarılmıştır.
“adamzat” sözü için “beşeriyet” sözü de uygun olmakla birlikte “insanoğlu” sözü
daha doğru ve çok daha aslına uygundur. “yaratıldığından beri” yerine de “öteden
beri” sözüne gerek yoktur. Ayrıca “erdirmek” fiili Türkçede kullanılmakla birlikte
burada çok da uygun değildir. Doğru sözlerin seçildiği bir çeviri “insanoğlu
yaratıldığından beri var olan emellerinize ulaştıracağız” şeklinde olmalıdır.
caaġıŋ bas615 deyimi “çeneni kes, sus” olarak aktarılmıştır. Ancak Türkçede
kalıplaşmış olarak “kapa çeneni” veya “çeneni kapa” ifadesi kullanılmaktadır.
baruuġa cürögü daabayt616 cümlesi “varmaya cesareti yetmiyor” şeklinde
çevrilmiştir. “cesaret” için “yetmek” sözü uygun değildir. “varmaya cesareti yok”
şeklinde bir çeviri daha doğru ve daha güzel olacaktır.
612 age., s. 143. 613 age., s. 199. 614 age., s. 47. 615 age., s. 158. 616 age., s. 290.
299
çoŋduk kılba617 ifadesi “çalım satma!” şeklinde aktarılmıştır. Doğru sözlerle
ve doğru anlamda bir çeviri “büyüklük taslama” şeklindedir.
I. 2. 3. 10. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Hedef Lehçenin Yeterince
Bilinmemesinden Kaynaklanan Yanlışlıklar
Bir çevirinin doğru ve güzel olması için gerekli olan ilk şey kaynak lehçenin
iyi bir şekilde bilinmesidir. Ancak kaynak lehçe iyi bilinse bile hedef lehçe yeterince
bilinmiyorsa iyi bir çeviri elde edilemeyecektir. Bu hususta yapılan yanlışlıklar üç
şekilde görülmektedir. Bazen sözün anlamı verilmekle birlikte Türkçedeki şekil
kullanılmamakta, bazen cümle aynı şekilde ifade edilebilecekken açıklama yoluna
gidilmekte, bazen de sözün ağızlarda karşılığı bulunmasına rağmen bilinmediği için
verilememektedir.
1- En çok karşılaşılan yanlışlık söz ya da ibarenin Türkçede karşılığının aynı
şekilde bulunmasına rağmen kullanılmayıp sadece açıklama yoluna gidilmesidir.
Açıklama yapılmalıdır, ancak lehçeler arası bir çeviri sözlüğünde öncelikle sözün
Türkçedeki karşılığı verilmelidir. Mesela arduu618 sözü “vicdanlı, mahçup,
vesveseli, kuruntulu” olarak çevrilmiş, ancak tam karşılığı olan “arlı” sözü
kullanılmamıştır. Yine bez-619 fiili “inkâr etmek, tanımamak, bir âdeti terkeylemek,
bizar olmak, bıkmak, usanmak” diye açıklanmıştır. Türkçede aynı fiil “bezmek”
şeklinde kullanılmaktadır. Aynı şekilde candan bezdi deyimi de “hayattan bıktı,
bizar oldu” diye çevrilmiştir. Bunun da aynısı, “canından bezdi” şeklinde
kullanılmaktadır. çebiç620 sözü “ikinci yaşına basan keçi” şeklinde çevrilmiştir. Oysa
aynı anlamda “çebiç” sözü Türkçede bulunmaktadır. “çiğnem” (bir çiğnem et)
şeklinde Türkçede karşılığı bulunan çaynam621 sözü de “gereği gibi çiğnemeye kafi
gelecek (yiyecek) miktarı” olarak açıklanmıştır. Bir başka söz olan alġır kuş622 “iyi
617 age., s. 279. 618 age., s. 43. 619 age., s. 114. 620 age., s. 257. 621 age., s. 257. 622 age., s. 26.
300
yakalayan (avlayan) kuş” şeklinde açıklanmıştır. Türkçede aynı şekilde “alıcı kuş”
sözü kullanılmaktadır.
Kırgızca ile Türkçe arasında zamirlerin çoğu aynı ya da benzer şekilde
kullanılır. Bir belgisiz zamir olan berkinisi623 sözü de bunlardan biridir. Söz “onların
içinden bu yanda bulunanı, işte şu” şeklinde uzun uzun açıklanmış. Oysa Türkçede
sözün aynısı “berikisi” şeklinde mevcuttur. bozor-624 sözü “yüzün rengi solmak, kül
rengine girmek” şeklinde çevrilmiştir. Sözün aynısı “bozarmak” olarak Türkçede
kullanılmaktadır. cardamdaş-625 fiili “karşılıklıca yardım etmek” şeklinde
açıklanmıştır. Açıklama doğru olmakla birlikte kelimenin tam karşılığı olan
“yardımlaşmak” sözü verilmemiştir. Aynı şekilde carlık626 sözü “ferman, emir,
buyrultu” olarak açıklanmış ancak “yarlık” sözü kullanılmamıştır.
2- Bazı sözlerin karşılıkları yazı dilinde bulunmamakla birlikte ağızlarda
kullanılmaktadır. Eğer sözün karşılığı ağızlarda mevcutsa önce ağız şekli olduğu
belirtilerek bu söz kullanılmalı, daha sonra açıklama yapılmalıdır. O nedenle
çevirmenler hedef lehçenin ağızlarını da iyi bilmelidirler. Mesela çat627 sözü “(iç
taraftan) bacakların birleştiği yer” şeklinde açıklanmıştır. Açıklama doğrudur ancak
Türkçenin ağızlarında aynı anlamda “çat” sözü kullanılmaktadır. Öncelikle bu
belirtilmelidir. balkı-628 fiili de karşılığı verilemeyen sözlerden biridir. Fiil “erimek,
yumuşamak; donakalmak” anlamlarında çevrilmiştir. Ancak Türkiye Türkçesi
ağızlarında aynı anlamda “bılkımak” fiili kullanılmaktadır. bertin-, mertin-629 fiili
“incinmek, yerinden oynamak” anlamında alınmıştır. Türkçenin ağızlarında aynı
anlamda “bertmek” fiili kullanılmaktadır. Aynı şekilde buyuk-630 fiili de “donmak,
tamamıyla soğumak, soğuktan, kar tipisinden helâk olmak” şeklinde açıklanmıştır.
Türkçenin ağızlarında kullanılan “buymak” sözü ise anlamlar arasında yer
623 age., s. 109. 624 age., s. 136. 625 age., s. 180. 626 age., s. 182. 627 age., s. 255. 628 age., s. 84. 629 age., s. 109. 630 age., s. 152.
301
almamıştır. “tamamıyla soğumak” ise yanlış bir açıklamadır. Doğrusu “çok üşümek”
olmalıdır.
3- Kırgızcayla Türkçe arasında bazı kalıplaşmış cümle şekilleri de ortaktır.
Bunların da öncelikle Türkçedeki karşılıkları, sonra gerekliyse açıklaması
verilmelidir. Mesela arı oyloduk, beri oyloduk631 ifadesi “öyle de düşündük, böyle
de düşündük” şeklinde Türkçe kullanıma uygun olmayan ve kastedilen anlamın tam
olarak verilemediği bir şekilde aktarılmıştır. Oysa Türkçede “öte düşündük, beri
düşündük…” şeklinde aynısı mevcuttur. attuu-baştuu kişiler632 cümlesi ise
“mümtaz adamlar” şeklinde çevrilmiştir. Cümle Türkçede aynı şekilde “adlı sanlı
kişiler” olarak ifade edilebilir. kürüç dem cedi633 cümlesi “pirinç (pilav) yumuşayıp
kabardı” şeklinde çevrilmiştir. Oysa “demlenmek” sözü aynı şekil ve anlamda
Türkçede de kullanılmaktadır. Çeviri “pilav demlendi” şeklinde yapılabilir. aldı-
artın karabastan634 ifadesi “etraflıca düşünmeden, ihtiyatsızca” şeklinde
aktarılmıştır. Oysa bu ifadenin de tam karşılığı “önüne ardına bakmadan veya önünü
ardını düşünmeden” şeklinde Türkçede mevcuttur. Aynı şekilde Türkçeye “elim boş”
olarak aktarılabilecek olan kolum boş635 ifadesi sözlükte “serbestim, meşgul
değilim” diye aktarılmıştır. alım ketip turat636 cümlesi de bunlardan biridir. Cümle
“gevşeklik hissediyorum” şeklinde çevrilmiştir. Oysa Türkçedeki “halim kalmadı”
şekli cümleyi tam olarak karşılamaktadır. söz tuudurġuç calġoo637 sözü “söz
türetme eki” şeklinde anlam çevirisi yapılarak aktarılmıştır. Türkçede bu anlamda
“yapım eki” sözü kullanılmaktadır. baldar bakçası638 sözü “çocuklar bahçesi, ana
mektebi” şeklinde çevrilmiştir. Türkçede söz bu şekillerde değil, “kreş, ya da ana
okulu” olarak kullanılmaktadır. cuġumtal dart, cuġumtal ooru639 sözleri “sari
hastalık” şeklinde Arapça “sari (bulaşan, bulaşıcı)” sözü kullanılarak aktarılmıştır.
Anlam doğru olmakla birlikte, Türkçede kullanılan şekli olan “bulaşıcı hastalık”
631 age., s. 43. 632 age., s. 61. 632 age., s. 84. 633 age., s. 304. 634 age., s. 23. 635 age., s. 133. 636 age., s. 16. 637 age., s. 168. 638 age., s. 80. 639 age., s. 230.
302
ifadesi verilmelidir. enesinin sütün aktadı640 cümlesi “annesiyle alâkadar oldu,
anasına terbiyesi için şükranda kusur etmedi” diye uzun uzun açıklanmıştır. Ancak
Türkçede bu anlamda kullanılan “emdiği sütün hakkını verdi” ifadesi durumu daha
doğru ve daha özlü bir biçimde açıklamaktadır. ısıġı aşındı641 sözü “şiddetli ateşi
var, hararet derecesi yükseldi” diye çevrilmiştir. Türkçede bu durumda “ateşi
yükseldi” sözü kullanılmaktadır. cılaŋbaş642 sözü “açık baş” olarak aktarılmıştır,
ancak Türkçede bunun için “başı kabak” ya da “kabak baş” ifadeleri kullanılır.
Anlam doğru verilse de, öncelikle Türkçede kullanıldığı şekil verilmelidir.
4- Çoğu kalıplaşmış ifadelerin çevirisi de aynı şekilde Türkçenin kullanımına
uygun olmayan şekillerde yapılmıştır. Mesela közdörü çakçaŋdayt643 ifadesi
“gözleri fana halde göz evinden fırladı” şeklinde çevrilmiştir. Burada “fena halde”
sözleri gereksizdir. Ayrıca Türkçede gözlerin bulunduğu yere “ev” değil “yuva”
denir. Çeviri “gözleri yuvalarından fırladı” “gözlerini fal taşı gibi açıp durdu”
şeklinde olmalıdır. borġo bayla-644 deyimi “besiye komak” olarak çevrilmiştir.
Deyim Türkçede “besiye çekmek” şeklinde kullanılmaktadır. buuday cüzdüü veya
buuday öŋdüü645 sözleri de “buğday yüzlü” olarak çevrilmiştir. Türkçede bu söz
kalıplaşmış olarak “buğday benizli” veya “buğday tenli” şeklinde kullanılır.
mıltıktın dürmötü bar cümlesi “tüfeğin yemi var (doludur)” şeklinde aktarılmıştır.
Ancak Türkçede “mermi”, “barut” ya da “saçma” için “yem” sözü kullanılmaz.
Çeviri “tüfeğin barutu (mermisi ya da saçması) var” veya “tüfek dolu” şekillerinde
yapılmalıdır. artıkça senin özüŋ bolġonuŋ cakşı ele646 cümlesi “kendinin
bulunduğun çok iyidir” şeklinde açıklanmıştır. “kendinin bulunduğun” ifadesi hem
gramer, hem de dil kullanımı açısından doğru değildir. Cümle “ayrıca senin
bulunman iyi olurdu” şeklinde çevrilmelidir.
640 age., s. 15. 641 age., s. 55. 642 age., s. 208. 643 age., s. 245. 644 age., s. 130. 645 age., s. 149. 646 age., s. 49.
303
Bazen de sözün Türkçede aynısı ya da benzeri bulunmasına rağmen hem bu
söz kullanılmamış, hem de anlam yanlış aktarılmıştır. Mesela cılaŋayak, cıŋaylak647
sözü “ayakkabıyı çıkartma” şeklinde yanlış çevrilmiştir. Söz Türkçede “yalın ayak”
olarak aynı şekilde kullanılmaktadır. Sözün anlamı “ayakkabıyı çıkartma” değil,
“ayağın ayakkabısız olması”dır.
1. 2. 3. 11. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Sentaktik Farklılıklardan
Kaynaklanan Yanlışlıklar
Kırgızca ile Türkçe arasında az da olsa cümle yapısı farklılıkları
görülmektedir. Eğer çevirmen dikkatli olmazsa kolaylıkla Kırgızcanın etkisinde
kalabilir. Mesela soru eki bu farklılıklardan biridir. Kırgızcada soru eki mutlaka
cümlenin sonuna gelir. Oysa Türkçede vurgulanmak istenen hususa göre soru ekinin
cümledeki yeri değişebilir. Mesela karılıkka baş koyduŋuzbu?648 cümlesi
“kocamaya başladınız mı?” şeklinde çevrilmiştir. Bu şekilde, vurgu “başlamak”
sözüne aittir. Oysa asıl vurgulanmak istenen “kocamak, yaşlanmak” konusudur. O
nedenle burada soru eki ilk kelimeye gelmelidir: “kocamaya mı başladınız?”
Kırgızca ile Türkçe arasında işin oluşu ve sonucunun anlatım sırası
bakımından da farklılık bulunmaktadır. Kırgızcada önce olayın sonucu
verilebilmekte, Türkçede ise olaylar oluş sırasına göre sıralanmaktadır. Mesela
“Manastın başın cölöp, bir suluu kız olturat”649 cümlesi “Manastan başını dilber
tutup oturuyor” şeklinde aktarılmıştır. Cümle kelime sırasına göre aktarılacak olursa
“Manas’ın başını destekleyip, bir güzel kız oturuyor” şekli elde edilir. Bu yapı
Türkçeye uymaz. O nedenle çeviri “güzel bir kız Manas’ın başını tutarak oturuyor”
şeklinde yapılmalıdır.
Kırgızcadaki bazı alınma bağlaç ve edatlar (ġana, sayın) ile bazı kalıpların
(da… da…, ne… ne…) yerleri de Türkçe cümlelerde değişmektedir. Çevirmen bu
hususlarda dikkatli olmazsa önemli anlam ve biçim hatalarına yol açabilir.
647 age., s. 208. 648 age., s. 94. 649 age., s. 226.
304
Kırgızca ile Türkçe cümleler arasında öznenin yeri arasında da fark
görülebilmektedir. Kırgızcada Özne cümle ortasında gelebilirken Türkçede
çoğunlukla başa gelir.
-ıp zarf-fiil ekiyle kurulmuş uzun Kırgızca cümleler de farklılık yaratan bir
diğer husustur. Türkçede bu cümlelerin en az iki ve daha çok cümleye bölünmeleri
gerekir.
1. 2. 3. 12. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Çevirinin Eksik
Yapılmasından Kaynaklanan Yanlışlıklar
Sürekli vurguladığımız gibi bilimsel metinlerde en önemli husus anlamın
doğru aktarılmasıdır. O nedenle eksik çeviri konusu burada daha büyük bir önem
kazanmaktadır. Bilimsel metinlerde konunun tam ve eksiksiz bir biçimde anlaşılması
için çevirinin tam yapılmasına çok büyük özen gösterilmelidir. Bu nedenle de
yardımcı fiillerin, terimlerin ve diğer tüm sözlüksel ögelerin anlamlarının çok iyi
bilinmesi gerekir. Bu hususta yapılan yanlışların çoğu bazı sözlerin ihmal
edilmesinden kaynaklanmıştır. Mesela beti aloolonup kızarıp çıktı650 cümlesi,
kısaca “yüzü yandı” şeklinde çevrilmiştir. Tam bir çeviri “yüzünü ateş basıp kızardı”
şeklinde yapılmalıdır. böcükkön bödönödöy651 cümlesi “saklanmış bıldırcın” olarak
çevrilmiştir. Burada +day (gibi) ekinin anlamı gözden kaçmış, dolayısıyla çeviri
eksik olmuştur. Tam bir çeviri “büzülmüş bıldırcın gibi” şeklinde yapılmalıdır.
Türkçedeki karşılığının verilmediği durumları da eksik çeviri kapsamında
değerlendirebiliriz. Mesela cetin-652 fiili “tatmin edilmek, iktifa etmek” şeklinde
açıklanmış, Türkçe karşılığı olan “yetinmek” sözü ise kullanılmamıştır. Yine murdu
baskak653 sözü “burnu hafifçe eziktir” şeklinde aktarılmıştır. Türkçede bu anlamda
“basık” sözü kullanılır: “burnu basık; basık burunlu”. Aynı şekilde kara başıŋa654
650 age., s. 30. 651 age., s. 136. 652 age., s. 205. 653 age., s. 92. 654 age., s. 94.
305
sözü de “yalnız şahıs” olarak aktarılmıştır. Halbuki Türkçenin ağızlarında söz aynı
anlamda ve şekilde kullanılmaktadır: “kara başına” (yalnız başına, yalnız olarak).
beçaara, beçara655 sözü de “züğürt, miskin, fıkara” olarak açıklanmış, fakat
Türkçedeki karşılığı olan “biçare” sözü verilmemiştir.
1. 2. 3. 13. Bilimsel Metinlerin Çevirisinde Kaynak Lehçenin Etkisinde
Kalmaktan Kaynaklanan Yanlışlıklar
Kaynak metnin etkisi özellikle lehçeler arası çeviride büyük sorun yaratan bir
konudur. Lehçeler çok yakın oldukları için sürekli Kırgızcayla meşgul olan bir
çevirmen, çoğu şekli Türkçe ile aynı gibi algılayabilmektedir. Dolayısıyla sözlüğe
bakma veya başka bir yola başvurma gereği duymamakta, bu da hataya yol
açmaktadır.
Bu konudaki hataların çoğu yanıltıcı benzerlik tuzağına düşme ve Türkçenin
yeterince iyi bilinmemesi sonucu sözlerin aynı şekilde alınmasından kaynaklanmıştır.
Mesela kolubu?656 sözü Kırgızcanın etkisinde kalınarak aynı şekilde “kolu mu?”
diye çevrilmiştir. Oysa Kırgızca “kol” Türkçede “el” anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla çeviri “eli mi?” şeklinde yapılmalıdır. körgön cokmun657 sözü kelime
çevirisi yapılarak “gördüğüm yoktur” şeklinde aktarılmıştır. “cok” burada yardımcı
fiildir ve ana fiile olumsuzluk anlamı vermektedir. Doğrusu “görmedim” olmalıdır.
aa çaġılġan tiydi658 cümlesi ise “ona yıldırım değdi” diye çevrilmiştir. Burada hem
asıl metnin etkisinde kalındığını, hem de Türkçenin kullanımının iyi bilinmediğini
görüyoruz. Türkçede “yıldırım” için “değmek” değil, “çarpmak” fiili kullanılır. “aa”
sözünün de geçtiği yere göre anlamı değişmektedir. Şaşkınlık bildiren bir ünlem veya
eski metinlerde geçiyorsa “ona” anlamında olabilir. Burada “ona” anlamında
kullanılmıştır. Buna göre doğru çeviri “ona yıldırım çarptı” şeklindedir. cer menen
cer kılıp koy-659 deyiminde de aynı hatayı görmekteyiz. Deyim “yerle bir kılmak”
şeklinde çevrilmiştir. Kaynak cümlenin etkisinde kalınarak uygun olmadığı halde
655 age., s. 103. 656 age., s. 114. 657 age., s. 219. 658 age., s. 244. 659 age., s. 202.
306
“kılmak” fiili kullanılmıştır. Çeviri “yerle bir etmek” veya “yer ile yeksan etmek”
şekillerinde yapılmalıdır. Yine suukka ceŋdirdi660 sözü “kendini soğuğa yendirdi”
diye çevrilmiştir. “soğuğa yendirdi” ifadesi Türkçeye uygun değildir ve bir şey
anlaşılmamaktadır. Doğru çeviri “soğuk aldı” şeklinde olmalıdır. balaaġa kal-661
sözü Kırgızcanın etkisinde kalınarak “belaya kalmak” şeklinde çevrilmiştir. Oysa
Türkçede “belaya uğramak” şeklinde kullanılmaktadır. may karmaġan barmağın
calayt662 atasözü “yağ tutan parmağını yalar” şeklinde çevrilmiştir. Fakat atasözü
Türkçede “yağ tutan” değil “bal tutan” şeklindedir. Çevirmen kaynak metnin
etkisinde kalarak “bal” yerine “yağ” sözünü kullanmıştır. Doğru çeviri “bal tutan
parmağını yalar” şeklindedir. açuusun itten aldı663 cümlesi “hıncını köpekten aldı”
olarak aktarılmıştır. Oysa Türkçede deyim “hıncını almak” değil, “hıncını çıkarmak”
şeklindedir. Doğru çeviri “hıncını köpekten çıkardı” şeklinde yapılmalıdır. üygö
cakın kaldı664 cümlesi “eve artık yakın kaldı” olarak çevrilmiştir. Burada da iki
lehçe arasındaki yakınlıktan kaynaklanan bir hata yapılmıştır. “yakın kaldı” kelime
karşılığı olmakla birlikte Türkçenin kullanımı açısından doğru değildir. Çeviri “eve
yaklaştık” veya “eve az kaldı” şeklinde yapılmalıdır.
660 age., s. 201. 661 age., s. 82. 662 age., s. 165. 663 age., s. 6. 664 age., s. 163.
307
EKLER
Camiyla
Ben her zaman bir yere giderken şu basit ağaç çerçeveli tablonun karşısına
geçerim. Sabah da köye gideceğim. Sanki ondan yol duası alacakmışım gibi uzun
uzun bakıyorum. Onu bu güne kadar hiç kimseye göstermedim. Çok kötü ya da çok
mükemmel olduğundan değil. Bu normal bir manzara resmi. Resimde gökyüzü,
sararmış tarlalar ve iki de yolcu var. Yolculardan biri... Yok, acele etmeyip başından
anlatayım.
Bu, çocukluk çağımda geçen bir olay. İkinci Dünya Savaşının üçüncü yılı. O
zamanlar yetişkin erkeklerin hepsi askere alındığı için biz ergenlik çağındaki
çocuklar sürekli tarlalarda çalışıyorduk. Bazen haftalarca ev yüzü görmediğimiz
olurdu. İşte böyle günlerin birinde evdekileri görmeye gittim. Biz eskiden beri iki ev
yan yana oturuyoruz. Ben büyük evin çocuğuyum. Abilerim askere gittiklerinde daha
yeni evliydiler. Babam marangoz. Çiftliğin arabaları hep onun elinden çıkıyor.
Küçük evde ise yakın akrabalarımız oturuyorlar. Onlarla malımız, canımız, her
şeyimiz bir. Küçük evin erkeği vefat edip geride karısı ile iki oğlu kalmış. “Dul
kadının başını bağlayalım” diye babama nikahlamışlar. Aslında iki ev, bir ev
gibiydik. Onların da iki oğlu askerde. Küçük evde sadece küçük annemle gelini
kaldı. Onlar da sabahtan akşama kadar çiftlikte çalışıyorlar. Küçük annem köyde
“çalışkan” diye anılır, herkes tarafından sevilirdi. Onun gelini Camiyla’yı Allah
bilipde mi vermiş bilmiyorum, o da çalışkan, eli çabuktu, fakat huyu farklıydı.
Cemile yengemi ben gerçekten çok seviyordum. Bir taraftan yangem, bir taraftan da
yaşıtım gibiydi. O da beni erkek kardeşi gibi şımartırdı.
İki evin de geçimi babamla kız kardeşimin üzerindeydi. Kız kardeşim canlı,
neşeli bir kızdı. Onun anama yardım edişini, neşeli halini ömür boyu
unutmayacağım. İki evin de kuzusunu, oğlağını güden, tezek, odun toplayan,
oğullarından haber alamayan anamın kaygılarını gideren hep oydu. İki evin de iş
biliri olan anam köyde saygı duyulan baybiçelerden (erkeğin ilk karısı) biriydi. Her iş
308
anamdan sorulur, kimse babamı evin reisi olarak bilmezdi. Abilerim askere
gittiğinden beri ben de kendimi iki evin de bel bağladığı bir delikanlı gibi
hissediyordum. Bu durum anamın hoşuna gidiyordu.
Eve geldiğimde anamla kahya Orozmat bir şeyler konuşuyorlardı. Yaklaşınca
Orozmat’ın Camiyla’nın at arabası kullanmasını istediğini, anamın ise evde iş
yapacak kimse olmadığını, kadının araba kullanamayacağını söyleyerek itiraz ettiğini
işittim. Orozmat tam çaresiz kalmışken beni görüp “eğer Camiyla’ya başka
arabacılar takılır diye korkuyorsan işte Seyit ona kimseyi yaklaştırmaz” diyerek ısrar
etti. “Olmazsa yanlarına Daniyar’ı da vereyim. Bilirsin kimseye zararı yok
biçarenin” diyerek bana da fikrimi sordu. Hem fikrimin sorulması, hem de yengemle
araba kullanma fikri çok hoşuma gittiğinden “onu kurt kapacak değil ya” deyip
yürüdüm. Anam “sen ne bilirsin” diye arkamdan kızdı. Onlar hâlâ konuşuyorlardı.
Anam ikna olmuş gibi görünüyordu. O zaman bu işin nasıl sonuçlanacağını anam da,
ben de bilmiyorduk.
Benim Camiyla’nın araba kullanabileceğinden hiç şüphem yoktu. O,
küçüklüğünden beri atların içindeydi. Bir yılkıcının kızıydı. Bizim Sadık da
yılkıcıydı. Yayladaki malcıların düğünündeki kız kovalama oyununda Camiyla’ya
yetişememiş, sonra da bunu ar meselesi yapıp Camiyal’yı kaçırmış diye duydum.
Fakat ikisinin isteyerek evlendiklerini söyleyenler de vardı. Üç dört ay evli kaldıktan
sonra Sadık abim askere alındı. Camiyla’nın hareketleri at peşinde koştuğundan mı,
nedense erkek gibiydi. Her işe atılır, başkaları gibi başım, belim demez, herkesle
konuşur, şakalaşırdı. Anam onu severdi. Babamla öbür anam da Camiyla’ya
kaynana, kaynata gibi bakmaz, “o doğru olsun yeter” derlerdi. Dört oğlunu askere
gönderen iki ev de Camiyla’nın gözüne bakıyordu. Fakat beni şaşırtan anamdı. O
kimsenin gözüne bakacak biri değildi. Anama göre iki evde de herşey onun dediği
gibi olmalıydı. Fakat Camiyla farklıydı. Doğrusu o iki anama da hürmet eder, başka
gelinler gibi başını öne eğmeyip konuşur, açıkça fikrini söylerdi. Bence anam onu
sağlam huyu, adaletliliğiyle kendine yakın görüp iki evi de yönetecek bir vekil olarak
bırakma düşüncesindeydi. Camiyla çok neşeli, çocuk ruhluydu. Bazen analarına şaka
yapar, bazen kahkahayla güler, bazen de küçük kızlar gibi seke seke yürürdü.
309
Analarım Camiyla’nın bu durumuna “çocuk da gide gide büyür” diyerek anlayış
gösterirlerdi. Yengemin bu halini ben çok severdim. İkimiz itişip kakışıp dururduk.
Camiyla fidan boylu, kuvvetli bir gelindi. İki örüğe sığmayan saçlarını
bağlayıp ak yağlığı alnına düşürdüğünde kırmızı, yuvarlak yüzüne çok yakışırdı.
Güldüğünde kara gözlerinde sağlığın, gençliğin gücü görünürdü. Köydeki gençlerin
bazen Camiyla’ya iliştiklerini görürdüm. Eğlenceyi seven yengem onlarla
şakalaşırdı, ama niyeti bozuk olanları yanına yaklaştırmazdı. Fakat ben yine de
kıskanır “bakın ben kayınıyım, kimsesi yok sanmayın” deyip süsecek teke gibi kaş
altından bakardım. “Ay, bunun yengesi miymiş” deyip güldüklerinde, Allah biliyor
kızarıp gözümden yaş gelecek gibi olurdu. Beni düşünen yengem onları sustururdu.
Sonra “küçük çocuk, çok tatlısın da ondan koruyorum” deyip alnımdan öperdi. Evet,
ben yengemi çok kıskanırdım. Nedenini bilmiyorum ama biz çok yakındık.
Birbirinden hiçbirşeyini gizlemeyen sırdaşlar gibiydik.
O sıralar köyde erkek az olduğundan bazı kibirli delikanlılar sadece
kendilerinin olduğunu düşünüp kadınlara saygısızca davranıyorlardı. Bir gün
onlardan biri olan Osmon Camiyla’ya iliştiğinde o, elini sallayarak “git başımdan,
havlamaktan başka elinizden ne gelir” diye bağırdı. Osmon da “kedi ulaşamadığı
ciğere mundar dermiş, aslında ağzının suyu akıyor ya...” dedi. Camiyla “Allah’ın
belası, ahmak, niye gülüyorsun; ağzımın suyunun akmasını bırak bin yıl yalnız
kalsam yine de senin gibi birine bakmam; eskiden olsa görürdüm ben senin böyle
konuşmanı,” dedi. Osmon yine “savaş belasından kudurmuyor musun, sadece benim
kadınım olsan ya...” dedi. Dudakları titreyen Camiyla Osmon’a nefretle bakıp bir şey
söyleyecek gibi oldu, ama sonra “buna sarfedilen söze yazık” deyip tükürdü ve
ananatı çiynine alıp yürüdü. Ben beri tarafta arabanın üstünden ot indiriyordum.
Camiyla beni görünce aniden döndü. Yengem benim ne durumda olduğumu anladı.
Laf ona değil bana edilmiş gibi gücenip utanarak “onlarla niye konuşuyorsun”
dedim.
O gün akşama kadar Camiyla’nın kaşı kalkmadı; kesilen gülüşleri geri
gelmedi. Arabayı ekinlerin yanına getirdiğimde beni konuşturmamak için işe
310
yöneltip içini yakan düşüncelerini göstermeden, durmadan çalıştı. Akşam geç vakit
Camiyla’nın batmakta olan güneşe baktığını farkettim. Sonra soruma cevap verip
“sen deminkini düşünme küçük çocuk” deyiverdi. “Şu Osmon gibiler de insan mı? O
köpeklerle bir.” Ben arabayı çevirmeye çalışırken Camiyla öbür tarafta çalışmakta
olan gelinlerin yanına gidip onlarla birşeyler konuşup şakalaştı. Güneşin batışını
görünce mi gönlü açıldı, yoksa işi istediği gibi bitirmekten mi mutlu oldu,
bilemiyorum. Camiyla’yı böyle görünce ben de neşelendim. “Doğru, Osmon’un lafı
da laf mı, deh atlarım” deyip arabayı sürdüm.
O gün Sadık amcamın mektubuna cevap yazdım. Mektup yazmanın bizde
özel bir kuralı vardı. Askerdeki abilerim mektubu babamın namına gönderirler,
postacılar ise anamın eline verirlerdi. Gelen mektupları okumak ve cevap yazmak
benim görevimdi. Ben mektubu daha okumadan neler yazdığını bilirdim. Çünkü
onların hepsi ikiz kuzu gibi birbirine benzerdi. Sadık amcam mektubuna selamla
başlardı. Sonra “Talas’ın güzel kokulu, serin havasında yaşayan, canımdan çok
sevdiğim babam Colçubay” diye babamı, sonra anamı, daha sonra İşterman anamı,
sonunda da hepimizi sırayla sayıp yakın akrabalarımızın sağlığını diler, en sonunda
da “ve kadınım Camiyla selamette mi” diye Camiyla’yı bir kez sorar geçerdi. Ana
baba, akrabalar dururken karısını ilk sırada anmak ve mektubu onun adına yazmak
sadece Sadık abim için değil, erkeğim diyen herkes için yakışık almazdı. Fakat biz
böyle mektuba da razıydık. Anam birkaç kez okuttuktan sonra mektubu alır ve
dikkatle katlardı. “Mektubunuza kurban olayım, ana baba diyor, bizi bırak, sizi
korusun Allah, biz evde değil miyiz? Biz iyiyiz, diye iki satır karalasanız bize büyük
ganimet,” derdi gözünden yaş gelerek. Sonra mektubu sandıktaki yerine koyardı.
Gelininin sarardığını farkeden anam “Haber geldiğine sevinmeyip üzülüyorsun
kızım. Askere giden sadece senin kocan mı? Elin çektiği azabı elle birlikte çek.
Yarini kim özlemez. Özlesen de içinde sakla,” derdi. Camiyla sessizce üzülmeye
devam eder, “anlamadan konuşuyorsunuz” der gibi bakardı. Sadık abimin bu seferki
mektubu da Saratov’dan gelmiş. Hastanede yatıyormuş. “Allah izin verirse güz
ortasına doğru geleceğim” diyor.
311
Babam işten gelince hemen atları çayıra çıkardım. Evde yatmayıp her günkü
gibi harmanda geceledim. Yöneticiler malları çayıra bıraktırmıyorlardı. Fakat ben
atlarım güçlü olsun diye gözden uzak bir yere geceleri duşayıp bırakıyorum. Bu sefer
gittiğimde orada dört at daha vardı. Sinirlenip atları uzağa süreyim dedim, fakat bu
atların kahyanın sözünü ettiği Daniyar’ın atları olduğunu anlayıp yarından itibaren
birlikte istasyona gideceğimizi de düşününce rahat bıraktım. Harman yerine
geldiğimde Daniyar da oradaydı. “Daniyar, oradaki atlar senin mi” dedim. “İkisi
benim, diğerleri Camiyla var ya, işte o gelinin” dedi. “O senin yengen mi?” diye
sordu. “Yengem” dedim. “Bu gece sen bak, diye kahya kendisi bıraktı.” Benim
yattığım samana Daniyar da gelip yattı. Fakat az sonra kalkıp dere kenarındaki yarın
kıyısına gitti. Sanki gecenin sessizliğini bölen, başkalarının duymadığı sesleri dinler
gibiydi.
Daniyar bizim köye yeni geldi. “Cepheden yaralı bir asker geldi” diye bir
çocuk koşarak haber vermişti. Fakat askerin kim olduğunu çocuk kendisi de
bilmiyordu. “Bizim falanca olmasın, feşmanca olmasın” diye orakçıların bir kısmı
koşarak köye geldiler. Gelen Daniyar’dı. Daniyar aslında bizim köydenmiş.
Söylenenlere göre o küçükken yetim kalıp Çakmak’taki Kazak dayılarının yanına
gitmiş. Ardından arayıp soracak akrabası da olmadığından unutulup gitmiş. Daniyar
köyden gittikten sonraki hayatı hakkında pek konuşmazdı. Fakat şimdi düşünüyorum
da onun çekmediği çile kalmamış olsa gerek. Daniyar bir süre Çakmak kırlarında
koyun gütmüş. Sonra büyüyünce sıcağın altında ark açıp tarlalarda pamuk ekmiş,
tarla sulamış ve sonunda askere gitmiş.
Halk “biçare, daha nasibi varmış, nasıl da kendi halkını arayıp geldi, bunca
yıl dışarıda durdu, kendi dilini unutmamış” diyerek onun yeniden köye dönmesinden
duydukları memnuniyeti dile getirirdi. “Tilkinin dönüp dolanıp geleceği yer kürkçü
dükkanıymış. Vatan, millet gibisi var mı? Alman’ı yenip rahata kavuşursak sen de
başkaları gibi ocağını tütütür, çoluk çocuğa karışırsın,” diyen yaşlılar, Daniyar’ın
yedi atasına kadar bilir, onun hangi soydan geldiğini, köydeki akrabalarının kimler
olduğunu da söylerlerdi.
312
Aradan çok zaman geçmedi, bir gün Orozmat (asker) kaputunu çiynine atmış,
sol ayağı aksayan, uzun boylu, ince uzun boyunlu birini peşine takıp getirdi. Biz ot
biçen çocuklar Daniyar’ı ilk kez o zaman gördük. O zaman bacağının yarası henüz
tam iyileşmemişti. Ot biçemediğinden o da at arabası kullanıyordu. Doğrusunu
söylemek gerekirse, biz onu pek sevmemiştik. Çünkü Daniyar insanlarla pek
konuşmaz, konuşsa da o sırada başka bir şeyi düşünüyor gibi insana dik dik bakar,
aklının başka taraflarda olduğu hissedilirdi. Onu görenler “zavallı, savaşta aklını
kaçırmış olsa gerek” derlerdi. Fakat Daniyar’ın bu huyu işi çabuk işlemesiyle, hızlı
yürüyüşüyle hiç uyuşmuyordu. Hayat ona hızlı çalışmayı, çok konuşmayıp sırrını
içinde saklamayı öğretmiş olmalıydı.
İnce, uzun, sağlam yapılı vücuduna göre Daniyar’ın düz bir yüz şekli, çıkık
olmayan elmacık kemikleri, daima yorgunluktan kırışık bir alnı vardı. Gözleri hep
ciddi bakardı. Onun yüz şeklini değiştiren sadece kaşlarıydı. Bazen bir ses duyup
korktuğunda kaşları kanat çırpar gibi yukarı kalkardı. Onun başka ilginç yönleri de
vardı. Akşama doğru tencerede kaynayan yemek ne zaman pişecek diye ateşin
etrafına dizilip dinlenirdik. Daniyar ise yakındaki Karool tepesine çıkıp karanlık
basıncaya kadar orada otururdu. Biz de ona gülerdik. Bir gün heveslenip ben de
Daniyar’ın yanına, tepeye gittim. Öyle mükemmel hiç bir şey yoktu bu tepede.
Daniyar benim gelişimle ilgilenmedi. Bir dizini kucaklayıp kendi kendine hayallere
dalmış oturuyordu. O anda o, benim duymadığım kerametli bir şeyi dinleyip kendini
tamamen ona vermiş gibiydi.
Bizim çiftliğin biçilecek çayırları Kürküröö çayının suladığı arazideydi. Ot
biçme zamanı, dağ sularının geldiği zamandı. Taştan taşa vurup gürleyerek, köpükler
saçarak akan suyun şakırtısından uyuyamıyordum. Dışardan buz gibi hava esiyordu.
Sahilden uzak olsak da sanki alayçığı alıp götürecekmiş gibi bir tehlike
hissediliyordu. Arkadaşlarım uyurken ben dışarı çıktım. Gece hem muhteşem, hem
korkunçtu. Sahilde duşalı atlar sakindi. Yanlarında akan Kürküröö yerin altından
çıkıyor gibi gürleyip canı, dili olan bir varlık gibi muhteşem, heybetli nağme
söylüyordu. Daniyar’ı o zaman hatırladım. O daima dere kenarındaki otlara yatardı.
“O, geceleri korkmuyor mu, gürültüden kulakları sağır olmuyor mu?” diye
313
düşündüm. Nerede diye baktım, kimseyi göremedim. Köye döneli epey olsa da
kimseye katılmaz, hep yalnız kalırdı. Daniyar kendine arkadaş bulamadı. Kimseyle
konuşmazdı. Köyde, toplum içinde konuşan, düğünde bayramda yaşlılar arasına
karışıp halkı idare eden delikanlılar değerliydi. Kızların, gelinlerin gözüne de onlar
girerdi.
Biz, farkettirmesek de Daniyar’ın huyuna gülerdik. Sadece buna değil,
elbisesini derede kendisinin yıkamasına da gülerdik. Askerden getirdiği elbise onun
tek elbisesi olduğu için, onu yarı kuru yarı yaş giyerdi. Fakat işin ilginç tarafı,
Daniyar ne kadar mütevazi olsa da biz onunla senli benli olmaya cesaret edemezdik.
Bunun sebebi yaşça bizden büyük olması değildi. Danyar abilerimle yaşıttı.
Abilerime “sen” diye hitap ediyordum. Onun içine kapanık, sessiz halinde derin bir
mana varmış gibi, normalde muzip, alaycı olan bizler ona fazla sokulamıyorduk.
Bunun sebebi şu da olabilir mi acaba diyorum: Ben olanı biteni, özellikle de cephede
olanları sorup öğrenmeye çalışırdım. Daniyar’ın geldiği ilk günlerde ondan savaşta
olanları öğrenirim, diye bekledim. Bir gün işten sonra dinlenirken Daniyar’a sordum:
“Daniyarcığım savaştan bahsedip beni biraz eğlendirsene?” Daniyar nefretle baktı.
“Savaş mı dedin?” dedi alçak bir sesle. “Savaşı batsın. Sizler onu hiç bilmeyin.”
Sonra gözü daldı, sustu. Onun neden böyle yaptığını kim bilir. Fakat onun bu
sözünden savaşın masal gibi eğlenmek için konuşulacak bir şey olmadığı, insanın
yüreğini acıtan, söylenmesi çok zor, ağır bir şey olduğu anlaşılıyordu. Utancımdan
yere baka kaldım. Daniyar’a bir daha savaş hakkında soru sormadım. Çocuklar bile
ona ilişmeyi bıraktılar. Fakat Daniyar yine eskisi gibi tek başına, konuşmadan
dolaştı. Ona olan ilgi hemencecik dağıldı. Bazıları ona açıkça güldü, çoğu da üzülüp
“evi yurdu yok biçarenin, çiftliğin verdiği sıcak yemek de olmasa tamamen
halkından kopup gidecek” dedi. Giderek insanlar Daniyar’ın huyuna alıştığından mı
nedense onu konuşmayı bıraktılar. Gerçekten de insanın kimseyle ilişkisi olmayınca
o unutulmaz mı?
Ertesi gün güneş doğmadan Daniyar’la atları harmana alıp geldik. O sırada
Camiyla yengem de oraktan gelmişti. Bizi görünce bağırdı: “Hey, küçük oğlan,
benim atlarım hangisi, beri getir.” Biz atları sürüp geldik. O andan başlayarak o
314
bizim yöneticimiz gibi: “Haydi, savaşta durmak olmaz. Çabucak serinlikte gidelim”
deyip atları arabaya koşmaya başladı. Daniyar yanımızda giderken Camiyla, o var mı
yok mu aldırmadan, konuşursa benimle konuşup atları çekti. Camiyla’nın böyle
davranmasına Daniyar şaşırdı ve hem hoşlanmamış, hem de şaşırmış gibi kinle bakıp
ona sırtını döndü. Öbürü bunu da görmedi. Daniyar çuvalların birini kucaklayıp
arabasına atınca Camiyla onu azarladı. “O da nesi? Herkes kendi başına mı çalışacak.
Ver elini, yardımlaşanı Allah korur. Hey küçük oğlan, çık arabaya, çuvalları
yerleştir.” Camiyla Daniyar’ın elini tutup çuvalları kaldırdığında Daniyar utançtan
kıpkırmızı oldu. Daha sonra çuvalları elleşerek kaldırırlarken Daniyar ona
bakmamaya çalıştı. Camiyla o sırada da onunla bununla şakalaşıp durdu. O ancak
arabalar yüklenip yürüyünce beri tarafa bakıp Daniyar’a seslendi: “Hey, kim,
Daniyar mıydın? Ne de olsa görüntün erkek, yola başla” dedi. Daniyar bu sefer de
sesini çıkarmadı. Geline korkmuş gibi bakıp arabayı sürdü.
Yol uzaktı. Her gün gidip gelip tahıl taşıdık. Köyden sabahleyin çıkıp
istasyona hava kararırken varıyorduk. Güneş yükselip hava ısındıkça atların
sağrılarından terler akıyor, gelen sinekler tozların arasında uçuşuyorlardı. Havanın
iyice ısındığı, yerin kuruduğu günlerdi. İstasyonda arabayı çekecek yer yoktu. Dağın
eteklerindeki çiftliklerden ekinlerini öküze, eşeğe yükleyip gelen çocuklarla
kadınların toz kaplamış yüzleri yanıp kapkara olmuştu. Kuruyan dudakları çatlamış,
yalın ayak, başı kabak, yorgun geliyorlardı. Avlunun kapısına “bütün ekin cephe
için” yazılmıştı. Avlunun dışında vagonlar ileri geri gidip karınca gibi çalışıyorlar,
tam ambarın ağzına çöktürülen develer kalkmak istemiyorlardı. Koca ambarın içi dağ
gibi ekin yığılmıştı. Çuvalları, tahtadan yapılmış olan merdivenle ambarın taa
tepesine götürüp dökmek gerekiyordu. Ambarın sıcak vuran üstünde buğdayın tozu
uçuşuyor. “Hey çocuk, önüne bak, üstüne ulaştır” deyip uykusuz gözleri kanlanan
ambarcı aşağıda sövüp sayıyor. “O niye sövüyor? Sövmese ya! Onsuz da kaldırıp
götürürüz.” Biz bu ekinin yükünü sadece burada değil, tarladan başlayarak
çekiyoruz. Onu kadınlar, çocuklar yaz, güz durmadan tırnaklarıyla büyütüp şimdi de
sıcağın kavurduğu tarlada birlikte çalıştılar. Orakçılar sabahın köründen hava
kararana dek sızlayan bellerini doğrultmadan orak sallıyorlar. Yere düşen her bir
başağı ufacık çocukların elleri topluyor. O günlerde bizim bütün topladıklarımız
315
cepheye gidiyordu. O bizim zafer için döktüğümüz ter ve kanımızdı. Hâlâ aklımda.
Genç bir ergen olan ben, o zaman yetişkinlerin kaldırabildiği çuvalları çiynime
koyup yukarı çıkarken kaburgam bükülüp gözüm kararırdı. Kaç kere merdivenden
aşağıya düşeceğim geldi aklıma. Fakat ardımda çuval taşıyanlar var. O da benim gibi
genç bir çocuk ya da kadın galiba. Eğer savaş olmasaydı böyle yükleri bunlara kim
yüklerdi? Kadınlar böyle çalışırken benim güçsüzlük göstermeye hakkım var mıydı?
İşte önümde Camiyla yengem gidiyor. Camiyla’nın toplanmış eteklerinin altından
görünen dolgun bacaklarının kasları kopacak sanki.
Çuvalları boşaltıp geri dönerken Daniyar’la karşılaştık. Her zamanki gibi hiç
kimseyle konuşmadan, yavaş ve aksayarak yürüyordu. Daniyar, elbisesinin
kırışıklarını düzelterek gelmekte olan Camiyla’ya kaş altından, sanki ilk kez görmüş
gibi bakıyor. Fakat Camiyla bunu fark etmiyor bile. Birlikte çalışmaya
başladığımızdan beri ikisinin arasındaki ilişki şöyleydi: Camiyla bazen şaka için
üstünlük taslayarak konuşur, bazen de onun varlığını bile unutmuş gibi hiçbir şey
demez, bakmazdı. Bu Camiyla’nın bileceği bir şeydi.
Göz açıp kapayıncaya kadar yola başlayan Daniyar’ı biz kovalıyorduk. Biraz
sonra Daniyar arkada kalıp toza bulandı. Bu eğlenceli olsa da insanın içini
acıtıyordu. Yine de Daniyar darılmaz, biz toz kaldırarak yanından geçerken bir suçlu
gibi atları yana kamçılayıp Camiyla’ya ses çıkarmadan şaşkın şaşkın bakardı. Ne
oldu diye ardıma baktım. Daniyar gözünü Camiyla’dan ayırmıyordu. Camiyla’nın bu
hareketlerine, gülüşlerine, onu kendine denk görmeyip konuşmamasına dayanıyor,
bir şey söylemiyordu. O zaman Daniyar’a acıyıp “zavallıya böyle davranman doğru
mu, yenge” dediğimde Camiyla “ay, bırak onu” deyip elini sallayıp gülerdi.
Giderek yengemin bu eğlencesine ben de katıldım. Çünkü Daniyar
Camiyla’ya çok bakmaya başlamıştı. Herkes işle meşgul diye bunu kimsenin
görmediğini mi düşünüyordu acaba? Kısacası Camiyla istasyonun pazar yerine
dönen avlusunda ne kadar sıkıntı çekse de sanki rahat içinde yaşıyormuş gibi gülüp,
eğlenip göze batıyordu. Camiyla çuvalları taşırken Daniyar farkettirmeden ona
bakmaya devam ediyordu. Başta önemsemesem de Daniyar’ın yengeme böyle ilgiyle
316
bakması, bırakın hoşuma gitmesini, namusuma dokunmaya başladı. Kimselere denk
görmeyip kıskandığım yengemi Daniyar’a nasıl denk görürdüm. Daniyar’a acımayı
bırakın, nefret etmeye başladım. Bundan dolayı ben de yengemle birlikte onu alaya
alır oldum. Fakat bizim bu yaptıklarımızın sonucu utanç oldu.
Taşıdığımız çuvalların arasında koca bir çuval vardı. Onu her zaman
yengemle birlikte taşırdık. Bir gün o çuvalı Daniyar’ın arabasına koyup üstünü başka
çuvallarla kapattık. “Ne yapacak acaba” diye gülüştük. İstasyona geldiğimizde o
koca çuval tamamen aklımızdan çıkmıştı. Bir ara Camiyla beni dürtüp Daniyar’ı
göstererek güldü. Daniyar arabanın üstünde “bunu ne yapsam acaba” diye çuvala
bakarken Camiyla’nın gülüşünü görünce kızarıp bozarıp onu sınayacağımızı düşündü
sanki. “Hey, şey, eteğini kaldır, yerleri süpürmesin” dedi alayla Camiyla. Daniyar
ona öfkeyle baktı ve göz açıp kapayıncaya kadar çuvalı sırtlayıp ambara yöneldi.
Daniyar merdivene yaklaşınca Camiyla ardından ulaştı: “Nereye götürüyorsun onu?
Sağlam mısın sen? Bırak, şakadan anlamıyor musun?” dedi. “Git başımdan” diye
Daniyar onu itti. Camiyla ardından bakıp suçlu gibi güldü. Daniyar aksayarak,
güçlükle ilerlemeye başlayınca onu nasıl bir işkenceye soktuğumuzu o zaman
anladık. Daniyar’ın bacağının yaralı olduğunu neden önceden düşünmedik acaba?
Ah benim çocukluğum, ah! Bunu düşünen ben değil miyim! Camiyla “dön geri” diye
bağırdı ama artık çok geçti. Daniyar’ın arkasına başkaları dizilmişti. Ondan sonra ne
olduğunu ben de bilmiyorum. Tek bildiğim Daniyar’ın o koca çuvalın altında büküle
büküle gittiği. Gittikçe gücü tükenip ağrıdan dişlerini ısırıyordu. Düşünmeden
yaptığımız bu işten o kadar utandım ki, bütün bedenim titredi. Çuvalı taşıyan
Daniyar değil ben, o ağrıyan yaralı bacak da benim bacağım gibiydi. Daniyar durup
dudağını ısırarak gözünü yumdu. Ben de aklımı kaçırmış gibi oldum; başım döndü.
O sırada birisi bileğimden kıracakmış gibi tuttu. Bu Camiyla idi. O gözünü
Daniyar’dan ayırmadan kala kaldı. Yanımıza hem ambarcı, hem de başkaları koşup
geldiler. Onlar da ne olduğunu anlayamadan Daniyar’a bakıyorlardı. Danyar çuvalı
düzelteyim derken diz üstü yıkıldı. “At, at çuvalı!” diye bağırdı Camiyla. Daniyar
söz dinlemedi. Camiyla’nın sesini duyunca yeniden gayretini toplayıp ileri yeltendi.
Biraz gidip yine sendeleyince bu sefer ambarcı bağırdı: “At, at diyorum, it oğlu it.”
Başkaları da bağırdı. Daniyar yine dinlemeyip sağa sola çarpa çarpa yürüdü. Herkes
317
bu işin boşuna olmadığını, bunda bir sır olduğunu düşündü galiba. “Düşmese bari”
diye söylendiler.
Bir süre hiç kimse konuşamadı. Daniyar merdivenin tepesinde yokuş yukarı
yük taşıyan at gibi yata kaldı. Onun ardından gelenler o gittikçe gidiyor, o durdukça
duruyorlardı. Onlar da iyice yorulmuş, ter içinde kalmışlardı. Fakat kimse ses
çıkarmıyordu. Eğer biri bir yanlışlık yapıp düşse diğerleri de uçuverecekmiş gibiydi.
Daniyar biraz daha gayret etse merdivenin düz kısmına ulaşacaktı. O anda hali
kalmayan Daniyar yaralı bacağını ileri atmak istedi ama gücü yetmedi. Üstündeki
çuvalı atmazsa yıkılacaktı. “Koş, ardından dayan” dedi Camiyla bana. Ben çuval
taşıyanların arasından koşarak geçip Daniyar’a yetiştim. Daniyar koltuk altından
bana baktı. Yüzünden ter boşanmış, alnındaki damarlar patlayacak gibi kabarmıştı.
Gözüne yaş dolmuştu. Yardım etmek için ileri atıldım. “Defol git!” diye bağırıp son
gücüyle ileri atıldı.
Daniyar merdivenden bacaklarını sürüyerek indiğinde aşağıda bekleyen halk
ses çıkarmadan iki yana çekildi. Sadece ambarcı sinirli bir şekilde Daniyar’a: “Sen
ne biçim çocuksun! Aklını mı kaçırdın! Ben insan değil miyim? Söylesen aşağıda
boşalttırmaz mıydım? Kim söyledi sana böyle çuvalları taşı diye?” “Benim bileceğim
iş” dedi Daniyar sessizce. Sonra arabasına doğru yürüdü. Camiyla ardından fısıldadı:
“Şakadan da anlamıyor, ahmak.” Daniyar onu duydu mu, duymadı mı bilmem. Fakat
Daniyar dönüp bize ağzına geleni söylese de yengemle benim onun yüzüne bakacak
halimiz kalmamıştı.
Köye dönerken hiç birimiz de tek kelime etmedik. Bugün olanlar bizi çok
üzdü. Daniyar bize dargın mı, yoksa olanları unutup bizi affedecek mi, kim bilir?
Sabahleyin ekin yüklerken Camiyla o kara, koca çuvalı alıp ayağıyla çiğnedi.
Dikişlerini ayırıp parçaladı ve ekin tartan kadına doğru fırlattı: “Al çuvalını, kahyana
da söyle, bir daha böyle çuval vermesin.” Kadın: “Hey, aklın başında mı senin? Bu
ne?” “Hiç bir şey değil.”
318
Ertesi gün her günkü gibi istasyona gelip hava kararırken köye döndük.
Daniyar önümüzde gidiyordu. Aramızda hiçbir şey olmamış gibi yine sessizdi. Fakat
onun yarası daha da kötüleşmiş olmalı ki daha çok aksıyordu. O hiçbirşey söylemese
de biz suçlu olduğumuzu biliyorduk. Daniyar bir kez konuşup, bir kez gülseydi o
zaman her şey düzelip unutulacaktı. Camiyla da dışından neşeli görünmeye
çalışıyordu ama içinden çok üzüldüğü hissediliyordu.
Kim bilmez ağustos gecelerini. Gökte yıldızlar nur saçıyorlar. Atlar serinleyip
eve doğru istekli koşuyorlar. Yol kenarlarındaki kayalar eğri büğrü gölgeler
bırakıyor, ileride Kürküröö gürlüyor. Böyle bir gecede yol yürümek ne kadar güzel.
Camiyla o sırada benim önümde gidiyordu. Dizginleri bırakmış, iki tarafa bakınarak
yavaşça şarkı mırıldanıyordu. Camiyla dayanamayıp sonunda yüksek sesle şarkı
söylemeye başladı. Bence böyle yaparak Daniyar’ın dargınlığını, üzüntüsünü
gidermek istiyordu. Bazen insanlar birbirlerini affetmek isterler ama bir başlangıç
gerekir. Onu dinlemek çok güzeldi. Camiyla bir ara önde gitmekte olan Daniyar’a
bağırdı: “Hey, somurtkan şey, sen de şarkı söylesen olmaz mı? Sen delikanlı değil
misin?” Daniyar utangaç bir sesle: “Söylemeye devam et Camiyla, kulağım sende”
deyiverdi. “Bizim kulağımız yok mu?” dedi Camiyla ve sonra yeniden şarkı
söylemeye başladı. Onun neden Daniyar’a şarkı söyle dediğini kim bilir. Onu
konuşturmak istemiş olmalı. Az sonra Camiyla: “Hey, Daniyar sen hiç birini sevdin
mi?” deyip nedense gülüverdi. Daniyar cevap vermedi. Bir süre sonra Daniyar da
türkü söylemeye başladı. Fakat o anda utanmış olmalı ki kekeleyip sesi kısıldı. Yine
de Daniyar’ın türkü söyleyişinde bir güzellik vardı. Şaşırtıcı bir beste olduğu hemen
hissediliyordu. Sesi de güçlüydü. Camiyla bağırdı: “Ooo, başta neredeydin? Söyle
hadi, hepsini söyle!” Daniyar sesini çıkarmadan gitmeye devam etti. “Şarkı
söylemeye devam etse” diye sabırsızlıkla bekledim. Bir süre sonra yeniden şarkı
söylemeye başlayınca ben gerçekten sevindim. Onun türküsünün sözü yoktu, sesle
bestelenmişti. Sadece arada sırada bir kelime söylüyor, sonra uzun süre sadece ses
çıkarıyordu. Ben hiç böyle bir türkü duymamıştım. Bu, yüreği büyük insanların
düşüncelerini, sevincini, dileklerini anlatan büyük bir besteydi. O ne Kırgızcaya, ne
de Kazakçaya benziyordu, fakat dikkatli dinlenince bu türküde eskiden akraba olan
319
Kırgızla Kazağın seçilmiş has nağmeleri birleştirilmiş gibiydi. “Meğer bu Daniyar
neymiş? Onun böyle olduğunu kim bilirdi!” dedim.
Daniyar ömrümde duymadığım türküleri ardı ardına sıraladı. Daniyar’a
bugün ne oldu anlayamadım. Tam bugün, şu saatte Daniyar bütün sırlarını,
zenginliklerini altın saçar gibi döktü. Ben Daniyar’ın davranışlarını ancak şimdi anlar
gibi oldum. Bu adam yüreğinde büyük sevgi taşıyan bir adam. Onun sevgisi, bence
sadece birine adanmış bir sevgi değil. Ondan daha büyük, daha yüce, yaşamın
kendisine, dünyaya karşı ölçüsüz, büyük bir sevgi. Daniyar uzun bir süre daha türkü
söyledi. Bir süre sonra türküsüne birden son verip atları kamçıladı. Daha sonra da
gözden kayboldu. Biz ise köye varana dek tek kelime konuşmadık. Çünkü, insanın
içindekini sözle anlatması bazen elden gelmiyor galiba. O günden itibaren
hayatımıza yeni bir şey eklenmiş gibi oldu. Yüreğime güzel hisler doldu. Sabahleyin
Daniyar’ın türkülerini yeniden duymak için sabırsızlandım. Daniyar’ın nağmelerine
kulak verip heyecanlanıyordum.
Hey kurban olduğum toprağım. Kazak kardeşlerimin yerleştiği yiğit vatanım.
Kim bilir sendeki gücü. Dışarıdan bakınca bir Allah’ın kulu yokmuş gibi bozarıp
duruyorsun. Fakat savaş başlayıp düşmanlar ülkemize el uzattıklarında her taraftan
ateşler yanıp, her tarafta atlılar at koşturup seslerinden gök yarıldı. O zaman geniş
toprağım, vadim, dağlarım silkinip halkını atlandırdı. Binlerce üzengi birbirine
çarpıp binlerce asker gözlerinden ışıklar saçarak halkla, yurtla vedalaştı. Artlarında
analar, nişanlılar ağlaşıyorlardı.
İşte bunların hepsini Daniyar türküye koyup resim gibi gözümün önüne
getirdi. “Bunların hepsini o nereden öğrendi, nereden duydu acaba?” diye
meraklandım. Böyle düşünsem de halka, yurda karşı bunca sevginin, yıllarca uzakta
yaşayıp şiddetle arzulayan birinin yüreğinde oluşacağını aklımla anladım. Benim için
Daniyar’ın bu türkülerinde onun hem oradan oraya dolaşıp yetim yaşaması, hem de
Rusya’nın çok zorlu yerlerinde savaşması vardı. Vatanla ilgili türküler de o zaman
meydana gelmiş olmalı. Böyle zamanlarda insanoğlunun boz toprağı anası gibi
kucaklayıp öpesi geliyor. İşte o zaman ben de ilk kez yeni bir duyguyu, vatan
320
sevgisini Daniyar gibi hissedip, öyle türkü söyleyebilmeyi istedim. Gelecekte hayatı
boyalar, resimler vasıtasıyla göstermeye çalışacağımı o zaman bilmiyordum.
Küçüklüğümden beri resim çizmeye elim yatkındı. Okul kitaplarındaki
resimlere bakarak benzerlerini çizdiğimde çocuklar “ay, aynısı olmuş” diye beni
överlerdi. Öğretmenler de okuldaki duvar gazetesini bana süslettirirlerdi. Fakat sonra
resim yapmayı unutmam gerekti. Savaş başlayıp ağabeylerim askere gidince ben
okulu bırakıp yaşıtlarımla birlikte çiftlikte çalışmaya başladım. Resim yapmak kimin
aklına gelir o sırada. O zaman ressam olmak da aklımda yok. Fakat Daniyar’ın
nağmeleri bana hayatın güzelliklerini hissettirdi. Sanki uykudan uyanıp ilk defa
görüyormuşum gibi etrafa şaşırarak baktım. Bu olay benim için hayatımdaki en
büyük olaylardan biriydi.
Camiyla neden değişti? O neşeli, şakacı gelin neden sakinleşip, önceden fıldır
fıldır oynayan gözleri şimdi neden buğulu, üzgün bakıyor? Yolda yürürken Camiyla
daima düşünceli. Dudağında gülüşün gölgesi kalmış. Bazen de aklını kaybetmiş gibi
çuvalı omzuna alıp o şekilde yerinde kımıldamadan kalıyor. O, nedense Daniyar’a
yaklaşmıyor, göz göze gelmekten kaçıyordu. Camiyla onu ne kadar adam yerine
koymamaya çalışsa da, sonunda bir keresinde harman yerinde Daniyar’a sert
konuştu: “Üstündeki elbiseni çıkarsana! Ver de yıkayayım.” Elbiseyi derede yıkayıp
astı ve onu uzun süre kırışıklarını açar gibi sıvazladı.
Sonraki günlerde Camiyla yine bir ara eskiden olduğu gibi neşelendi. O gün
işten dönen orakçılar harman yerine geldiler. Aralarındaki askerden dönen
delikanlılar: “Hey, buğday ekmeğini sadece kendiniz mi yiyorsunuz! Bize yok mu!
Yoksa suya atarız” diye şakalaştılar. Onlar: “Biz kızları, gelinleri ağırlarız, siz kendi
ekmeğinizi kendiniz bulun.” Delikanlılar: “Öyle mi! O zaman biz de kızlarla
gelinlerle birlikte hepinizi suya atarız.” O anda tutuşan gençler birbirlerini suya
doğru sürüklemeye başladılar. Bu oyunlar sırasında Camiyla hepsinden fazla
bağırıyor, gülüyordu. Hepsi onu suya atmaya, kucaklamaya çalışıyor, o da
direniyordu. Bir ara üç delikanlı onu tutup suya yöneldiler. “Ya öpersin, ya da suya
atarız” diyerek gülüştüler. Delikanlılar Camiyla’yı suya attılar. Hâlâ gülmekte olan
321
Camiyla sudan da gülerek çıktı. O, saçları dağılmış, ıslanmış haliyle eskisinden de
güzel görünüyordu. Onlar Camiyla’yı yine “öp” diye suya atıyorlar, onunsa
gülmekten boğazı yırtılıyordu. Bu oyunlara harmanda genci, yaşlısı gülmeyen yoktu.
Ben de çok güldüm. Bu sefer yengemi kıskanıp korumayı da unutmuşum. Bunca
insanın içinde hiç gülmeyen, sesini çıkarmayan tek kişi Daniyar’dı. Onu görünce
benim de gülmem kesildi. Daniyar kenarda yalnız duruyordu. Kendisi elini
değdirmekten çekinirken diğerlerinin Camiyla’yı böyle kucaklayıp oynamaları
Daniyar’ın canını acıtmış gibiydi. Onun kaderi de, mutluluğu da Camiyla’nın
güzelliğindeydi. Delikanlılar Camiyla’ya yüzlerini öptürdüklerinde Daniyar’ın rengi
sarardı. Gitmeye çalıştı, fakat gidemeyip yerinde dona kaldı. Bir ara Camiyla da
onun bakmakta olduğunu fark etti ve asılan gençleri itti. Daniyar’la Camiyla’nın bu
gizli ilişkilerinin nasıl sonuçlanacağı benim için o zaman belirsizdi. Camiyla’nın
Daniyar’a yaklaşmaması nedense kalbimi acıtıp beni üzüyordu. Yine de akşamleyin
köye dönerken Daniyar’ın türkülerini duyunca her şeyi unutuyor, içim sevinçle
doluyordu.
Geçidi geçince Camiyla arabadan inip yayan yürümeye başladı. Ben de
arabadan indim. Giderek Daniyar’ın yanına ulaştığımızı ikimiz de fark etmedik.
Camiyla farkında olmadan yavaşça Daniyar’a elini uzattı. Fakat şarkı söylemekte
olan Daniyar onu görmedi. Camiyla hazin bir bakışla bir süre Daniyar’a bakıp sonra
yeniden ardından gitti.
İşte bunlardan sonra, yengemle benim rahatımızı kaçıran hissin aynı
olduğunu düşündüm. Camiyla iş zamanı işle meşgul olup sırrını belli etmiyordu ama
birazcık eli boşaldığında sıkıntı duyuyordu. Ne yapacağını bilemeyip bir o yana bir
bu yana gidip geliyordu. Sonra da saman yığınının gölgesine oturup “beri gel, kiçine
bala” diye hep beni yanına çağırırdı. Böyle yaptığı zamanlarda yengem bana sırrını
açıp üzüntüsünü söyleyecek diye beklerdim ama o hiç bir şey söylemez, sadece
uzaklara bakar, başımı dizine dayayıp saçlarımı sıvazlar, beni şımartırdı. O zamanlar
yengemin kaygılı yüzüne bakıp nedense kendimi ona benzetirdim. Çünkü onun da
içini özlem kapladığını, yüreğinde yeni arzuların uyandığını hissediyordum. Bence
Camiyla, onu günden güne kendine bağlayan sevgiden vazgeçmek istiyor, fakat bu
322
sevgiyi inkâr edemiyordu. Ben de onun Daniyar’ı sevmesini hem istiyor, hem
istemiyordum. Çünkü Camiyla bizim evin gelini, ağabeyimin de karısı. Onu nasıl
başkasına veririm. Fakat nedense ben bu tür düşünceleri kafamdan
uzaklaştırıyordum. Benim için o zaman başımı onun dizine dayayıp, onun güneşin
okşadığı bedeninin sıcaklığına teslim olarak gözlerindeki yaşa bakmak dünyanın en
büyük mutluluğuydu. Camiyla o zaman ay gibi güzeldi. O zamanlar ben yalnız
bunları görüyor, her şeyi anlayamıyordum. Şimdi nice günler geçtikten sonra
kendime soruyorum: “Sevgi denen şey, insanın bütün sıfatlarının olgunlaşıp
hislerinin en üst düzeyde olduğu dönemi mi?” Bunun cevabını ben birinden bekler
gibi yaşadım, fakat bir gün o kendisi bulundu.
O gün biz her zamanki gibi istasyondan köye dönüyorduk. Karanlık çökmüş,
gökte yıldızlar belirmişti. Etraf sessizdi. Vadide sadece Daniyar’ın türküsü
yankılanıyordu. Bu sefer nedense Daniyar’ın türküsü başka türlüydü. Nazik bir
kederle yalnızlığı anlatıp insanın yüreğini sızlatıyordu. Gözlerimden ılık yaşlar aktı.
Biz yengemle Daniyar’ın ardından gidiyorduk. Camiyla bir süre sonra onun
arabasına binip yanına oturdu. “Şimdi ne olacak” diye onlardan gözümü
ayırmıyordum. Daniyar Camiyla’nın yanına oturduğunu fark etmemiş gibi
görünüyor, ona bakmıyor, şarkı söylemeye devam ediyordu. Biraz sonra Camiyla
başını Daniyar’ın çiynine dayadı. O anda Daniyar’ın önce sesi kısıldı, sonra daha
güçlü çıktı. Bu türkü diğerlerinden farklıydı. Bu, aşkın, muhabbetin türküsüydü. Şu
geniş bozkırın ortasında ben sevişen iki genci gördüm. Onlar bana bakmasa da ben
onlardan gözümü ayırmıyordum. Sevişenlerin benimle ne işi olacak! Onlar sadece
beni değil, bütün dünyayı unutmuş gibiydiler. Ben Camiyla’yla Daniyar’ı
tanıyamadım. Bunlar benim önceden görmediğim yeni, mutlu insanlardı. Evet,
onlardan biri gözü karanlıkta ateş gibi parlayıp vadiyi çınlatan türküler söyleyen
Daniyar, diğeri de Danyar’a nazlanıp ses çıkarmadan oturan yengem Camiyla idi.
Gerçekten de mutluluk bu değil miydi? Daniyar bu büyük sevgisini
Camiyla’ya verip ona adadı. Bu mutluluk değil de, ne? O zaman onlara bakarken hiç
beklemediğim bir düşünce geldi aklıma. “Ben bunların resmini çizeyim” dedim ve
bir şey bulmuş gibi sevindim. Fakat o anda kendi fikrimden kendim korktum.
323
“Benim elimden bu iş gelir mi?” İçimden böyle düşünsem de deminki harika fikre
aldanıp hayal kurmayı önleyemedim. “Evet, ben bunların resmini çizeceğim. Tam şu
andakine benzeteceğim. Onlar benim resmimde de tam böyle mutlu olacaklar” diye
diye geldim.
Bu hayaller içinde ağustos gecesi, kır gözüme çok güzel göründü. Ben de
kendimi mutlu hissettim. Dileğime ulaşmış gibiydim. O zaman çocuktum. Gelecekte
bu amacımı gerçekleştirmek için ne kadar zorluk çekip ne kadar çalışacağımı
bilmiyordum. Benim o zamanki gayem Daniyar’ın türkü söyleyerek anlattıklarını
boyalar vasıtasıyla resmetmek, dağ, gök, yer, bulut, su, taş, toprağı Daniyar gibi
mükemmel vermekti. Ben o zaman bu iş için büyük bir hüner gerektiğini
düşünmeden “boyaları nereden bulacağım” diye kaygılanıyordum.
Ben böyle gelirken Daniyar’ın türküsü birden kesildi. Baktığımda Camiyla
Daniyar’ı sıkıca kucaklayıp yüreğine bastırmıştı. Fakat sonra korkmuş gibi arabadan
sıçrayıp indi. Daniyar şaşkınlıktan atları durdurdu. Camiyla yolun ortasında öfkeli
konuştu: “Ne bakıyorsun? Ne var bende? Bakma bana öyle, sür arabanı git!” dedi ve
arkada kalan arabasına doğru yürüdü. Yengem beni de azarladı: “Sana ne oluyor! Bin
arabana! Ahmaklar, sizler benim başımın belası mısınız?” “Tövbe, bu da nesi, cin mi
çarptı buna?”diye geldim ben yol boyunca. Oysa daha derin düşünen insan
Camiyla’nın gerçekten azap çektiğini hemen anlayabilirdi. Nikâhlı kocası
Saratov’daki hastanelerin birinde yatarken kolay mı?
Fakat ben, bırakın bunları düşünmeyi, Daniyar’ın tekrar türkü
söylemeyeceğini, onun nağmelerini bundan sonra asla duyamayacağımı anladığımda,
Allah biliyor Camiyla’dan nefret ettim. Kalbim kırılmıştı. Erkenden harman yerine
varıp samana yatsam diye düşündüm. Harmana varınca atları çözüp sürdüm. Ertesi
gün uyandığımda tan atmıştı. Şu tan vakti ne kadar temiz, ne kadar güzelse benim
gönlüm de öyle açılıp içim sevinçle doldu. Sanki bir şeyler bekler gibiydim. Neye
sevindiğimi anlamadan o anda geçen günkü olanları hatırlayıp iyice sevindim.
“Benzetebilir miyim” düşüncesi buzdan bir heykel gibi her şeyi dondurdu. Gözümü
yumup hayal ettim. Geçen günkü şekil hâlâ apaçık, daha yeni resmedilmiş gibi
324
gözümün önüne geldi. Koşarak derede elimi yüzümü yudum ve atlara doğru koştum.
Yeni doğan günü karşılar gibi sevinçle gülerek, etrafıma bakıp koşarak gittim. Arkın
kenarında çıkan yabani otlar güneşe doğru yönelmiş boylarını uzatmaktalar. Onların
etrafını meyan kökleri kaplamış, fakat yabani otlar onlara boyun eğmiyor.
Ah ressam olsam, şu sabah güneşini, yeşil dağları, sabahki çiğli yeşil
yoncaları, ark kenarlarındaki yabani otları resmetsem ne kadar mükemmel olurdu.
Fakat harman yerine geri geldiğimde benim bu güzel hayallerim kül gibi savrulup
yok oldu. Çünkü Camiyla geçen gece uyumamış olsa gerek, gözleri şişip yanakları
çökmüş, göz kapakları açılmıyordu. Bana ne bir şey söyledi, ne de baktı. Bir süre
sonra kahya Orozmat harman yerine gelmişti. Atından iner inmez Camiyla onun
yanına gidip selam bile vermeden konuştu: “Arabanızı alın. Nereye gönderirseniz
gönderin, ama istasyona ekin taşımayacağım.” “Aaa, sana ne oldu Camiyla hanım,
başına taş mı düştü!” dedi Orozmat gülümseyerek. “Gitmeyeceğim dedim, o kadar,
sözüm söz!” Orozmat’ın yüzü asıldı: “Ne söylersen söyle, istasyona araba
süreceksin! Başka konuşma!” dedi sopasını yere vurarak. “Eğer biri ilişecek olursa
hemen söyle, sopayı başında kırayım. Yok öyle değilse, doğru işine! Ekin benim
değil askerin, senin kocan da orada.” Kahya birden dönüp gitti.
Camiyla cevap veremeyip kızardı. Daniyar atlarını arabaya koşuyordu.
Camiyla da “ne olacaksa olsun” der gibi elini sallayıp arabasına doğru gitti. O gün
biz köye her günkünden daha erken döndük. Çünkü hem giderken, hem gelirken
Daniyar atları hiç dinlendirmedi. Camiyla’nın de yüzü gülmedi. Bense kupkuru
bozkırı görünce gözlerime inanamadım. Geçen gün gördüğüm çiçeklerle bezenmiş
kırı sanki masalda dinlemiş gibi oldum. Camiyla ile Daniyar’ın arabada yan yana
oturmaları gözümün önüne geldi. Bu görüntü aklımdan çıkmayıp rahatımı kaçırdı.
Sonunda düşündüğüm şeyi gerçekleştirmedikçe rahata eremedim. Harman yerindeki
tartıcı kadından bir yaprak kağıt alıp samanın ardına gizlenerek kağıdı ekin savrulan
küreğin üstüne koyduğumda kalbim çıkacakmış gibi atıyordu. “Bismillah” dedim ve
kalemi kağıda değdirdim. Hemen Daniyar’ı çizmeye başladım. Resim Daniyar’a
benzemeye başlayınca ne yaptığımı, nerede olduğumu unuttum. Gece, bozkır, gök
sanki kağıda göçüp gelmiş gibiydi. Daniyar’ın türküsünü duyar gibiydim. Gözümün
325
önünde asker elbisesi içindeki Daniyar’la ona yaslanıp oturan Camiyla. Bu benim
kendi kendime çizdiğim ilk resimdi. Bir ara tam tepemde birinin öfkeli sesiyle
kendime geldim. Baktım, Camiyla idi: “Senin dilin tat, kulağın sağır mı oldu!” O
beni izlemiş. Şaşkınlıktan resmimi saklayamadım. “Buğdayı yükledik, bir saattir
bağırıyoruz! Bir ses çıkarsana! O elindeki ne?” deyip Camiyla resmi çekip aldı. “Aa,
bak sen!” deyip rengi attı. Kağıda dik dik baktı. O anda o kadar utandım ki…
Camiyla resme bakmaya devam etti ve yaşlanan gözlerini yukarı kaldırdı. “Bunu
bana ver kiçine bala” dedi yavaşça. “Ben hatıra olarak saklayayım.” Camiyla kağıdı
ikiye katlayıp koynuna soktu. Yola çıkıp köyden epey uzaklaşıncaya kadar kendime
gelemedim. Yine de çizdiğim resimden dolayı içim övünçle doluydu. “Boya bulup
resimler yapsam, okula assam” diye hayallere daldım.
Camiyla Daniyar’ın ardı sıra gitti. Yol boyunca iki tarafa bakınıp suçlu gibi
gülümsedi. Onu görünce ben de gülümsedim. Ben “resim çizerek yengemi
neşelendirmişim” diye düşündüm. Şimdi yengem Daniyar’a türkü söyle dese, o
mutlaka söyler. Demekki bugün Daniyar’ın türküsünü dinleyip haz duyacağım.
Keşke söylese.
Bu sefer istasyona çok çabuk geldik. Daniyar arabadan iner inmez çuvalları
taşımaya başladı. Onun neden acele ettiğini, neden bu kadar üzgün olduğunu kim
bilir. Bir süre sonra Camiyla Daniyar’ı yanına çağırdı: “Beri gel Daniyar! Atın nalı
gevşemiş, ben tutayım sen de çıkarıver.” Daniyar nalı çıkarıp yukarı doğrulduğunda
Camiyla ona bakıp yavaşça konuştu: “Neden anlamıyorsun? Benden başka kadın mı
yok!” Daniyar sesini çıkarmadı. “Benim için kolay mı sanıyorsun” deyip içini çekti
Camiyla. Daniyar ise bir şeye sevinmiş gibi öte tarafa yürüyüp gitti. Benim
şaşırdığım Camiyla’nın söylediği sözlerin nesini beğendiğiydi.
Biz tam geri dönerken zayıf, yaralı bir asker avluya girdi. İki tarafına bakınıp
sevinçle güldü ve “Kürküröö köyünden kimse var mı?” diye bağırdı. Askeri
tanımaya çalışarak “Kürküröö’den ben varım” dedim. Asker sesindi: “Sen kimin
oğlusun, kardeşim?” O esnada Camiyla’yı görünce sevinçle: “Oy Camiyla,
kardeşim!” Asker Camiyla’ya yöneldi. O, Camiyla’nın köylüsüymüş. “Desene
326
boşuna gelmemişim” deyip “Sadık’ın yanından çıkalı beş gün oldu. Hastanede
birlikte yattık. Allah izin verirse o da bir iki ay içinde evine döner. Yola çıkarken
“hanımına mektup yaz, kendi elimle götüreyim” deyip mektup yazdırdım. İyi
olmamış mı, işte emanetin” diyerek mektubu çıkardı. Camiyla mektubu yolar gibi
aldı elinden. Sevindi mi, utandı mı, nedense o anda kıpkırmızı oldu. Camiyla bu
arada göz ucuyla Daniyar’a baktı. Daniyar da ona arzuyla bakıyordu. O sırada pek
çok kişi de askerin çevresinde toplanıp hal hatır sordular. Daniyar’ın arabası birden
atılırcasına avludan çıktı. “Deli mi ne” diye bağrıştılar ardından. Akrabaları askeri bir
kıyıya çekip götürdüler. Avlunun ortasında sadece yengemle ikimiz kalmıştık. “Yürü
yenge, eve gidelim” dedim. “Git sen, beni ne yapacaksın” dedi Camiyla. İşte böylece
biz ilk kez birbirimizden ayrılıp her birimiz kendi başımıza yola çıktık. Gökte kara
bulutlar toplanmıştı. “Bu da nesi, yağmur mu yağacak” dedim. O anda yürek sızlatan
bir yalnızlık duydum. Bir şeyden korkmuş gibi atları dinlendirmeden sürdüm.
Daniyar görünmüyor, artta kalan Camiyla da yoktu.
Harman yerine ulaştığımda karanlık çökmüştü. Daniyar’a seslendiğimde
korucu amca cevap verdi: “O dereye gitti, ne yapacaksın onu?” Atları duşayıp dereye
yöneldim. Daniyar her zaman olduğu gibi yarın başında oturuyordu. Onun bu acıklı
oturuşu yüreğimi parçaladı. Yanına gidip ona güzel sözler söylemek, onu bağrıma
basmak, üzüntüsünü paylaşmak istedim. Fakat ona ne diyecektim? Bir süre sonra
tekrar harmana döndüm.
Bir süre uyuyamadım. Yıldızlara bakıp “insan hayatı neden bu kadar
karmaşık, neden bu kadar anlamsız?” diye düşündüm. Camiyla hâlâ yoktu. Araba
sesi duyar mıyım” diye kulak kabarttım. Daniyar dereden geldiğinde ben hâlâ
uyumamıştım. O ileri geri dolandı ve sonra gelip samana yattı. Biraz sonra araba
tıkırtısı duydum. “Camiyla geldi galiba” diye düşündüm uykulu halde. Ne kadar
uyuduğumu bilmiyorum, bir ara tam kulağımın dibinde biri yürür gibi oldu. Baktım,
Camiyla’ydı. O iki tarafına bakındı ve Daniyar’ın baş ucuna oturdu. “Daniyar, işte
ben kendim geldim” dedi yavaşça. “Sen darıldın mı? Çok mu darıldın? Fakat, tek
suçlu ben miyim, sende de suç yok mu?” Hava gürledi. Ortalık apaydınlık oldu. O
327
anda Camiyla Daniyar’ı kucakladı ve yanına yattı. Rüzgar esti, gök gürledi, yağmur
düşmeye başladı.
“Gerçekten de şüphe mi duydun? Seni nasıl başkasına değişirim? Vaktinde
verilmeyen sevgiyi ben ne yapayım? Kim ne derse desin, ben seninim. Sevgilim
benim. Ben seni bugün değil, dün değil, küçüklüğünden beri seviyorum. Ve işte sen
de bana geldin” dedi Camiyla. “Camiylam, canım, biricik sevgilim” deyip Daniyar
en güzel sözleri sıraladı. “Ben de seni hep sevdim. Görmesem de siperlerde hep seni
düşündüm. Camiylam, kırmızı gülüm.”
Yağmur hızlandı, gök gürledi, şimşekler çaktı. Bense kalbimin atışlarını
duyarak yattım. O anda benden mutlu, benden mesut hiç kimse yoktu. Çoktan beri
hasta yatıp da yeni iyileşmiş, yaşamın ne kadar güzel olduğunu anlamış gibi oldum.
Yağmur yattığım samanın altına kadar ulaştı. “Güz geliyor” dedim kendi kendime.
Bu güz iki yıl aradan sonra ben yeniden mektebe gitmeye başladım. Ders
dışındaki boş vakitlerimde dere kenarındaki yarın başına gidiyordum. Burada
okuldan aldığım boyalarla ilk resimlerimi yaptım. O resimler pek hoşuma
gitmemişti. “Gerçek boyalar bulabilsem ne kadar güzel olacak” diyordum.
Öğretmenler “ressam olmak için ressamlık sanatını öğrenmek, okulunu okumak
gerek” diyorlardı. Okumak nerede! ağabeylerimden haber yokken, iki evin de bel
bağladığı erkeğini anası okula gönderir mi!
Güzle birlikte yılkılar etrafa yayıldı. Dağılan sürülerini toplamaya çalışan
aygırlar azgınlık yapıyorlar, kısraklar kolayla sürüde durmuyordu. Dağdan inen mal
anızda dolaşıyordu. Çok geçmeden rüzgar esmeye, yağmur, kar yağmaya başladı. Bir
hafta aralıksız yağan yağmur dinince ben Kürküröö’nün kıyısına gittim. Kıyıda resim
çiziyordum. Akşam olmak üzereydi. Bir ara başımı kaldırdığımda derenin öte yüzüne
geçmekte olan iki kişi gördüm. Onların Daniyar’la Camiyla olduğunu hemen
anladım. Nedense endişeliydiler. Camiyla pazara giderken giydiği elbisesini giymişti.
İkisi ara ara bir şeyler konuşuyorlardı.
328
Onların köyümüzü bırakıp başka bir yere gittiklerini anladığımda yüreğim cız
etti. Ne yapacağımı bilemeden artlarından bakakaldım. Ünneyeyim dedim, dilim
damağıma yapıştı. Güneş batıp etraf hızla karardı. Bir süre sonra Camiyla’yla
Daniyar sazların arasından görünmez oldular. Ben, işte o zaman kendime geldim.
“Camiylaaa!” diye bütün gücümle bağırdım. Sonra kalkıp artlarından koştum.
Üstümdekilerle suya dalıp karşıya geçtim. Bir ara ayağım bir şeye çarptı. Yüz üstü
yere yığıldım. O şekilde, başımı yukarı kaldırmadan yüzümü kapayıp hıçkıra hıçkıra
ağladım. Altımdaki nemli toprak elimi yüzümü buz gibi yaptı. “Camiyla, Camiyla!”
diyerek ben en yakın gördüğüm, en çok kıymet verdiğim kişilerle vedalaştım. İşte o
anda, yerde ağlarken, ben kendim de Camiyla’yı sevdiğimi anladım. Evet, bu benim
çocukluk çağımdaki en temiz, en masum sevgimdi. Uzun süre daha ağladım. Ben o
anda sadece Camiylalarla vedalaşmıyor, kendi çocukluk çağımla da vedalaşıyordum.
Eve vardığımda avluda kargaşa vardı. Birileri atları eğerliyor ve acele
ediyorlardı. Osmon her zaman olduğu gibi bağırdı: “Ben dememiş miydim! Şimdi
bütün Olcobay sülalesi kepaze olmadı mı? Haydi atlanın, yetiştiğim yerde it oğlu iti
gebertmezsem! Bana ne olursa olsun. Önümüze gelene Olcobay’ın kadınlarını
kaçıtmayacağız. Atlanın gençler, gidiyoruz. Bir yere kaçamazlar!” Ne tarafa doğru
gidecekler acaba, diye, yüreğim ağzıma geldi. Ne yapacağımı bilemedim. Köyün
dışına kadar atlıların ardından koştum. Ancak onların tren yoluna değil de istasyona
giden ana yola saptıklarını görünce rahatladım. Sonra köye geldim ve ağladığımı hiç
kimseye göstermeden babamın paltosuna sarılıp yattım.
Bundan sonra köyde çok laf, söz oldu. Kadınların hepsi Camiyla’yı kötü
gördüler. “Ahmak, kim kendi kısmetini tepip ne idiği belirsiz birinin peşine takılıp
gider.” “Söyle yenge, neyine yandı! Eski bir kaputuyla pörsümüş çizmesinden başka
neyi var.” “Ağıl dolusu malı mı var. Evi damı yok, obalı boynuna, o da pişman olur
ama iş işten geçer!” deyip biri daha destek oluyordu. “Tövbe, Sadık’tan iyi kocayı
nereden bulacak?” “Ya kaynanası? Öyle melek gibi kaynanayı nereden bulacak o!
Kendi kendini mahfetti yosma.”
329
Galiba yalnız ben, eski yengemi kötülemeyip yaptıklarını doğru buluyordum.
Daniyar’ın eski kaputuyla pörsümüş çizmesini bir yana bırakırsak, onun asıl
kendisinin nasıl biri olduğunu ben bilmeyeceğim de kim bilecek. Camiyla’nın
mutsuz olacağını söyleyenlere inanmak şöyle dursun, tersine o gerçek mutluluğu
buldu diye düşünüyordum. Fakat anam için çok üzüldüm. Camiyla’yla birlikte onun
da gücü, kuvveti, bilgisi gitmiş gibi oldu. Gözümün nuru, hayatın bazen böyle farklı
bir yöne yöneldiğini anlayamıyor. Anamın eski gücünün kalmadığı her halinden
belliydi. Eskiden o hiç kimseye iğneye iplik taktırmaz, bundan utanırdı. Bir gün eve
geldiğimde bana “al, ipi geçiriver” dedi. Sonra derin bir of çekip söylendi: “Aah
talihsiz gelinim ah, şimdi olaydı ne iyi kadın olacaktı! Zavallı Camiyla. Kendi
kendini öldürdün. Bizi beğenmeyip gittin. Neden gittin? Bizim evde neyin eksikti?
Bahtsız Camiyla!”
Anamı bu halde görünce yüreğim sızladı. “Yok ana, o bahtsız değil” diye
bağırayazdım. Fakat bu sözleri ben hangi yüzle söyleyecektim. Yine de benim
“masum” suçum gizli kalmadı. Aradan çok geçmeden Sadık eve döndü. Gerçeği
söylemek gerekirse o dıştan belli etmese de çok utanıp üzüldü. Bir gün Osmon’la
içki içerken şöyle dedi: “Allah’ın belası, giderse gitsin! Yolda giderken açlıktan
ölürler. Her yer kadın dolu. Altın saçlı kadından, kurbağa başlı erkek iyidir.” “İşte bu
doğru” dedi Osmon. “Fakat o zaman bir elime geçiremedim ya! Birini gebertecek,
ötekini saçından atın kuyruğuna bağlayıp sürükleyecektim. Şimdi Kazakların
arasında boş boş dolaşıyorlardır. Benim şaştığım bu işi hiç kimsenin bilmemesi,
görmemesi. Herhalde kancığın işidir.” Bu tür sözleri duyunca kan beynime sıçradı,
yumruğumu sıktım. Gücüm yetseydi Osmon’a “o ot toplarken olanlar aklından
çıkmamış galiba! Asıl namussuz, asıl şerefsiz sensiz” demek isterdim.
Bir gün evde okulun duvar gazetesi için resim çiziyordum. Anam da sobanın
başındaydı. Sadık abim benzi atmış bir şekilde içeri girdi. Bana “bunu kim çizdi”
diyerek bir kağıt uzattı. Resmi görünce ödüm koptu. Bu benim harman yerinde
yaptığım Daniyar’la Camiyla’nın resmiydi. Bana dik dik baktılar. Ah Camiyla, bunu
nasıl bırakıp gitti? Evin bir köşesine saklayıp sonra da unuttu galiba. “Ben
çizmiştim” dedim. “Bu kim?” “Daniyar.” “Demek elçi sensin, hainsin sen!” Sadık
330
abim resmi parça parça edip kapıyı çarparak gitti. Evi korkunç bir sessizlik kapladı.
“Sen biliyor muydun” diye sordu bir süre sonra anam. “Evet, biliyordum.” Bana
suçlayıcı bir şekilde baktı. “Onların resimlerini yine yapacağım” deyince anam
kaygıyla başını salladı.
Tamam, ben ailemiz, soyumuz için hain olayım. Fakat ben insanın büyük
gerçeğine ihanet etmedim. Hayatın büyük gerçeğine karşı ben sonuna kadar adil
olacağım. Benim bu temiz düşüncemi kimse bilmiyor. Kimseye de söylemeyeceğim.
Çünkü başkaları değil, canım gibi gördüğüm anam bile bunun anlamını anlayamaz.
“Ben okula gideceğim” dedim anama. “Ressam olmak istiyorum. Bunu
babama da söyle.” Anam savaşta ölen ağabeylerimi hatırlayıp ağlayacak sanarak
kendimi buna hazırlamıştım. Fakat o bu kez gözünden bir damla yaş akıtmadı, fakat
acı konuştu: “Gidersen sen bilirsin. Her biriniz kendi bildiğinizi yapmadınız mı? Biz
nereden bilelim, belki sizinki doğrudur. Şimdiki zaman böyle. Okumaya gidersen
kendin bilirsin. Belki oraya gidince resim çiziktirmenin karın doyurmayacağını
anlarsın. Evini, ananı, babanı unutma bana yeter.”
O günden itibaren küçük ev ayrıldı. Bense çok geçmeden okula gittim.
Ressamlık okulunu bitirip Leningrad’daki akademiye devam etmek için gittim. Sınav
için ödevimi teslim ettim. Bu ödev çoktan beri yüreğimde sakladığım resim idi.
Elbette siz bu resimde Daniyar’la Camiyla’nın çizildiğini hemen anladınız. Evet,
benim resmimde yan yana yürüyen Daniyar’la Camiyla vardı. Doğru, resmimin tüm
yönleriyle tam olduğunu söyleyemem. Ama bu resim benim için dünyada en kıymetli
şey. Çünkü yüreğimin ilk ateşini ben bu resme verdim.
“Şimdi neredesiniz, ne yapıyorsunuz? Bizim memlekette böyle geniş
bozkırlar, yollar çoktur. Kazakistan’dan başlayarak Altay’a, Sibirya’ya kadar düz
ova. Belki sizler de o taraflara gitmişsinizdir. O zaman yolunuz açık olsun. Camiyla,
benim altın Camiylam. Sen giderken başını dik tutup ardına bir kere bile bakmadan,
korkmadan gittin. Şimdi de öyle misin? Şimdi de yürümekten yorulmuyor musun?
Ya da yorulduğun oluyor mu? Eğer öyle olursa yılma, Daniyar’dan yardım alıp
331
dayan. O zaman Daniyar eskiden olduğu gibi sevgi, toprak, dünya, hayat üstüne
türküler söylesin. Korkma Camiyla, senin yolun mutluluk yolu, ondan şüphelenme!”
Yolda gidenlere bakıp, onlarla sırdaş oluyorum. İşte, Daniyar türkü söylüyor.
Demekki onlar beni yola çağırıyorlar. Evet, benim yola çıkmam gerek. Evet, yola
düşüp ben kendi köyüme gideceğim. Ben orada yeni boyalar bulacağım. Resim çizen
boyanın her bir çizgisinde Daniyar’ın nağmeleri duyulsun. Resim çizen boyanın her
bir çizgisinde Camiyla’nın yüreğinin ateşi yansın.
332
Kızıl Elma
İsabekov gece yarısı olmasına rağmen karısına mektup yazmaya çalışmakta
fakat ne yazacağını bilememektedir. Karısıyla çok kavgaları olmuş ve sonunda
ayrılmışlardır. İsabekov karısının bunları unutarak kendisini affedip affetmeyeceğini
merak etmekte, affetmemesinden endişe etmektedir. Eskiden aralarında geçen
tartışmaları hatırlar. İsabekov’un karısı çok güzeldir. İsabekov da bundan gurur
duyar. Karısını çok sevmektedir fakat bir türlü sevgisini açıkça gösteremez.
Çekingen bir yapısı vardır. Karısı ise sevgisini açıkça göstermesini istemektedir.
Bunun gibi anlaşmazlıkların sonucunda karısıyla ayrı yaşamaya başlarlar. Karısı hem
tez çalışması, hem de ayrı yaşamak için Moskova’ya gider. İsabokov şu anda
karısına hak vermekten başka çare göremez. Karısının ne tepki vereceğini bilemeyip
endişe etmesine rağmen her şeyin bitmesine izin vermemeye kararlıdır. Bu nedenle
de mektup yazmaya çalışır fakat bir türlü ne yazacağını bilemez. Pencereden dışarıyı
seyrederken el ele tutuşanları görünce eski günlerini hatırlayarak içi sızlar. Bir süre
daha dışarıyı seyrettikten sonra kızı Anara’nın yatmakta olduğu odaya gider.
“Açılmıştır, üzerini örteyim” diye düşünür fakat kızı rahat uyumaktadır. İsabekov
kızına bakarak “uyu kızım, uyu, uykusuz günlerin de olacak, bu herkesin başına
gelen bir şey galiba” diye içinden geçirir.
Karısı mektuplarında Anara’nın kiminle yaşamak istediğine karar vermesini
istemektedir. İsabekov bu acı haberi kızına evde söyleyemez. Açık havada, dağın
eteklerinde söylerse daha kolay olacağını düşünerek sabah olunca kızını kıra
götürmeye karar verir. İsabekov şehir dışına çıkacaklarını söyleyince kızı sevinerek
nedenini sorar. Babası “hava alıp geleceğiz” diye yanıtlar. Arabalarına binip yola
çıkarlar. İsabekov bir taraftan etrafı seyrederken, bir taraftan da kızına sorular sorar,
fakat kızı fazla konuşmaz. İsabekov önce kızının durumu bilmesinden endişe eder.
Sonra bu düşüncesinden vazgeçer. Çünkü kızlarına hiçbir şey hissettirmemişlerdir.
Kızını incitmeden durumu nasıl açıklayacağını düşünür. Karısı daha acımasız olduğu
için kendisinin söylemesinin daha uygun olacağına karar verir. Hava ve etraf çok
güzeldir. Kızıyla konuşmaya çalışır fakat Anara konuşmaya istekli değildir. Bunun
üzerine İsabekov radyoyu açar. Bir çocuk şarkı söylemektedir. Anara bağırarak onu
333
bütün arkadaşlarının ve annesinin çok sevdiğini söyler ve şarkılara eşlik etmeye
başlar. Böylece gidecekleri yere varırlar. İsabekov ailesini alıp eskiden de buraya çok
getirmiştir. Burası fazla kimsenin uğramadığı, dağın eteğinde kayalık bir yerdir.
Anara bu kayalara çıkmayı çok sevmektedir. Anara koşarak elma bahçesine doğru
giderken İsabekov buraya neden geldiğini hatırlayıp kızını çağırır. İsabekov bu zor
meseleyi kızına nasıl söyleyeceğini düşünürken kızı “baba bak ne buldum” diyerek
sevinçle bulduğu elmayı gösterir. Kızı yeniden oynamaya giderken “baba sen hiç
böyle elma buldun mu” diye sorunca İsabekov şaşırarak başka bir kızıl elma
hikayesini hatırlar.
İsabekov’un çocukluk yıllarıdır. Okula gitmektedir. Çocuklar geç vakitlere
kadar bağda bahçede çalışıp aç, yorgun şehre dönmektedirler. Yolda hep birlikte
çiftlikten elma toplayıp yiyerek açlıklarını bastırmaktadırlar. İşte böyle günlerin
birinde çocuklar elma bulamayıp yola devam ederlerken İsabekov arkada kalıp
aramaya devam eder. Genç bir fidanın sarı yaprakları arasında kocaman, çok güzel
kokulu bir kızıl elma bulur. Hemen yemek ister fakat henüz adını bile bilmediği o kız
aklına gelir ve elmayı ona vermek için saklar. İsabekov sürekli o kızı düşünmektedir.
Elmayı gocuğunun cebine koyar ve koşarak diğer çocuklara yetişir. İsabekov bir
elma bulduğunu, fakat kimseye vermeyeceğini, vereceği biri olduğunu söyler. Şer
adlı bir çocuk ona takılır, alay eder. Çocuklar da gülüşürler.
İsabekov o kıza her zaman kütüphanede rastlamaktadır. Aslında şehir
dışındaki okulundan şehir merkezindeki kütüphaneye her gün o kız için gider.
Okuma salonuna oturur, sabırsızlıkla kızın gelmesini bekler, okuduğu hiçbir şey de
aklına girmez. Sürekli kapıyı gözetler. Kız girerken gözleri kısa bir süre karşılaşır.
Kız ne zaman toparlanıp yanından geçecek diye de kapıdan gözünü ayırmaz. Kız çok
akıllı, bilgili birine benzemektedir. Temiz, güzel giyimli ve çok güzeldir. İsabekov
orada otururken hem çok mutlu olmakta, hem de çok azap çekmektedir. Bir oğlan
kızın yanına yaklaşsa öfkeden yumruklarını sıkar fakat kızın onlarla ilgilenmediğini
görünce rahatlar, kıza minnet duyar. Bu salonda o kızı tek beğenenin kendisi
olmasını istemekte, fakat kızla açıkça tanışamamaktadır. Kendisinin, abisinin
334
kıyafetlerini giyen, köyden gelmiş biri, kızınsa şehirde büyümüş, akıllı, medenî biri
olduğunu düşündükçe cesareti kırılmaktadır.
İsabekov her gün kız kalkana kadar kütüphanede oturmakta, o çıkmaya
hazırlanınca kendisi de hemen çıkıp yolun karşı tarafına geçmekte ve kızı evine
kadar takip etmektedir. Sonra da parka gidip o sırada dans etmekte olan gençleri
izler. İzlerken de bir çiftin yerine kendisiyle sevdiği kızı koyar. Onunla konuştuğunu,
onu çok sevdiğini söylediğini, kızın da kendisini sevdiğini söylediğini hayal eder.
İsabekov elmayı çekmecesine koyar. Odadaki çocukların hepsi uyumuştur. O
ise yarın kızla nasıl karşılaşacağını, elmayı nasıl vereceğini ve daha pek çok şey
konuştuklarını hayal ederek uzun süre uyuyamaz. Fakat kıyafetlerinden çok rahatsız
olmaktadır. Sonra “eğer kız gerçekten akıllıysa böyle küçük şeylere önem vermez”
diye düşünür. İsabekov bu düşüncelerle uykuya dalar. Bir süre sonra birden uyanır.
Düşünde Şer’in elmasını yediğini görmüştür. Hemen Şer’in yanına gider. Şer
uyumaktadır. Elmasını kontrol eder. Elması da yerindedir. Tekrar uyur. Ertesi gün
çocuklar, “elmanı kime vereceksen ver, yoksa Şer yiyecek” diye dalga geçerler. Şer
de “gece yiyecektim, bırakmadınız” diye onu kızdırır. Sonra hepsi derse giderler.
İsabekov bir ders sonra Şer’i göremeyince hocasından izin alıp koşarak yurda gelir.
Çekmecesine bakar, elması durmaktadır. Hem sevinir, hem de Şer hakkında kötü
düşündüğü için utanır.
Akşama doğru elmasını alarak kütüphaneye yönelir. Kapıya karşı oturup
beklemeye başlar. Bir saat, iki saat, üç saat geçer, karanlık basar ama kız gelmez.
Ertesi gün İsabekov derslerinin hiç birini anlamadan akşamı eder. Elmasını alıp şehre
yönelir. Bu sefer daha bir özlemle kızı beklemeye başlar. Kız kapıda görününce
İsabekov’un heyecandan kalbi çarpar, gözleri kararır. Kız her zamanki gibi
İsabekov’a belli belirsiz başıyla selam verip masaya oturur. Dışarıda sokak lambaları
yanmıştır. Kızın hazırlandığını gören İsabekov hemen toparlanıp dışarı çıkar. Bu
sefer yolun karşısına geçmez. Heyecandan boğazı kurumuş olan İsabekov güçlükle
konuşur. Kız ne istediğini sorunca “size elma getirdim” diyerek elmayı uzatır. Kız
sinirlenerek “benim hiç elme görmediğimi mi sanıyorsunuz, ne demek istiyorsunuz”
335
diyerek hızla yürüyüp gider. İsabekov bir şey söyleyemeden ardından baka kalır.
Dünyası başına yıkılır. Elmayı karanlığa doğru fırlatır. İsabekov yolun tam
ortasından sarhoş gibi yürür. Arabalar ona çarpmamak için yana çekilirler.
İsabekov daha sonra pek çok kızla tanışır fakat hiç birine de kızıl elma
vermek istemez. Yine de ondan kızıl elme isteyen bir kadın olmuştur. O da karısı
Sabira’dır. Elma bahçesinin kıyısında otururken İsabekov bunları düşünür.
Akşama doğru İsabekov’la Anara eve dönerler. Kızına “elmanı yemeyecek
misin” diye sorar. Kızı “hayır, anneme saklayacağım” diye cevap verir. Babası “iyi
yapıyorsun, elmayı annene götürelim” der ve başka konuşmazlar. İsabekov böylece
mektubu yazmaz. Sabahleyin Anara babasından önce uyanıp Moskova’ya
gönderilecek olan telgrafı okur: “Sabira biz sana geliyoruz.” Anara kalemi alıp
devam eder: “Karşıla anne. Biz sana kızıl elma getiriyoruz.”
336