21
233 AVRASYA DOSYASI 1. XIV.-XVI. Yüzyıllar (1301-1599): a. Osman Gazi ve Orhan Bey, Murad Hüdâvendigâr, II. Murad, Fatih Sultan Mehmed: 301’de, Osman Bey’in (?- 1324) liderliğinde Bizans’a karşı kazanılan Koyun-Hisar (Bapheus) Savaşı ile büyük bir zafer kazanan Türkler, Anadolu’nun kuzey batısında kurulmuş olan beyliklerini kısa zamanda genişletip, beylikten devlete geçecekler, Asya, Avrupa ve Afrika’da yeni topraklar fethederek ci-hânşümûl Osmanlı İmparatorluğu’nu kuracaklardır. Osmanlılarda istihbarat ve espiyonaj (ajanlık) faaliyetleri, uç beyliğinin kuruluşu döneminde (1298-1301) başlamıştır. Bu faaliyetlerden, günümüzdeki modern anlamda belirli bir merkezden idare edilen faaliyetler anlaşılmamalıdır. Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi, çevresindeki Bizans tekfurlarına karşı istihbarat ve espiyonaj faaliyeti yürütmüştür. Onun, İnegöl tekfuruna karşı giriştiği hareket esnasında ve oğlu Orhan Bey (1324-1362) zamanında Konur kalesinin fethi münasebeti ile Martolos adı verilen ajanların ve habercilerin kullanıldığı bilinmekte- dir. Murad Hüdâvendigâr’da (1362-1389), Balkanlardaki fetihleri sırasında, Venedik tüccarları vasıtası ile Avrupa kamuoyunu yoklamak- OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR) Erdal ‹LTER* This essay examines the place and the importance of the intel- ligence in the Ottoman Empire starting from the 16th century and its development until the 20th century. It discusses that the intelligence has always been an important aspect of diplomacy and warfare in the Ottoman state. * Dr., Tarihçi-Yazar. ‘Bu makale, kaynaklara dayal› olarak genifl flekilde haz›rlanan ve kitap olarak bas›lacak olan ‘Türk ‹stihbarat Tarihi’ adl› çal›flmam›n belirli bir bölümünün dipnotsuz özetidir (E.‹.). 1 Avrasya Dosyas›, ‹stihbarat Özel, Yaz 2002, Cilt: 8, Say›: 2, ss. 233-254.

OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR) -253 Erdal ilter.pdf · 234 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR) ta, krallar ve onların siyasetleri ile

  • Upload
    others

  • View
    21

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

233AVRASYA DOSYASI

1. XIV.-XVI. Yüzyıllar (1301-1599):

a. Osman Gazi ve Orhan Bey, Murad Hüdâvendigâr, II. Murad,Fatih Sultan Mehmed:

301’de, Osman Bey’in (?- 1324) liderliğinde Bizans’a karşıkazanılan Koyun-Hisar (Bapheus) Savaşı ile büyük bir zaferkazanan Türkler, Anadolu’nun kuzey batısında kurulmuş olan

beyliklerini kısa zamanda genişletip, beylikten devlete geçecekler,Asya, Avrupa ve Afrika’da yeni topraklar fethederek ci-hânşümûlOsmanlı İmparatorluğu’nu kuracaklardır. Osmanlılarda istihbarat veespiyonaj (ajanlık) faaliyetleri, uç beyliğinin kuruluşu döneminde(1298-1301) başlamıştır. Bu faaliyetlerden, günümüzdeki modernanlamda belirli bir merkezden idare edilen faaliyetleranlaşılmamalıdır.

Osmanlı Beyliği’nin kurucusu Osman Gazi, çevresindeki Bizanstekfurlarına karşı istihbarat ve espiyonaj faaliyeti yürütmüştür. Onun,İnegöl tekfuruna karşı giriştiği hareket esnasında ve oğlu Orhan Bey(1324-1362) zamanında Konur kalesinin fethi münasebeti ileMartolos adı verilen ajanların ve habercilerin kullanıldığı bilinmekte-dir.

Murad Hüdâvendigâr’da (1362-1389), Balkanlardaki fetihlerisırasında, Venedik tüccarları vasıtası ile Avrupa kamuoyunu yoklamak-

OSMANLILARDA İSTİHBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

Erdal ‹LTER*

This essay examines the place and the importance of the intel-ligence in the Ottoman Empire starting from the 16th centuryand its development until the 20th century. It discusses that theintelligence has always been an important aspect of diplomacyand warfare in the Ottoman state.

* Dr., Tarihçi-Yazar.

‘Bu makale, kaynaklara dayal› olarak genifl flekilde haz›rlanan ve kitap olarak bas›lacak olan ‘Türk ‹stihbaratTarihi’ adl› çal›flmam›n belirli bir bölümünün dipnotsuz özetidir (E.‹.).

1

Avrasya Dosyas›, ‹stihbarat Özel, Yaz 2002, Cilt: 8, Say›: 2, ss. 233-254.

234 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

ta, krallar ve onların siyasetleri ile muhtemel Haçlı tehlikeleri hakkındahaberler almaktaydı.

1402’de Yıldırım Bayezid (1389-1402) ile Timur arasında cereyaneden Ankara Savaşı’nda darbe yiyen Osmanlılar kısa zamanda toparla-narak yurt için de ve dışında istihbarat faaliyetlerini sürdürmüşlerdir.Yurt dışı faaliyetler genellikle, başta Bizans olmak üzere Macaristan,Sırp Krallığı ve Venedik Cumhuriyeti ile Papalığa karşı HıristiyanMartolos ve Voynuk kullanılarak yapılmış, Anadolu birliğini sağlamakiçin beyliklere, özellikle Karamanoğulları’na karşı dil (esir) alıp, durumuöğrenmek için ajanlar kullanılmıştır.

Türkçe “dil” tabiri, diğer anlamları yanında, düşmandan bilgi almaküzere tutulan esirler hakkında kullanılan bir tabirdir. Osmanlı kay-naklarında geçen “dil almak, dil getirmek” gibi tâbirlerde “dil”, “esir”anlamında kullanılmaktadır. Akıncılara da bu “diller” kılavuzlukyaparlardı. “Diller” in bir kısmı Tımarlı Sipahîler tarafından yakalanırdıve “dil” getirmeyen Sipahînin yükselmesi mümkün değildi.

Böylece, Osmanlılar merkezî sisteme yönelen iç ve dış tehditlerdenmümkün olduğu kadar ayrıntılı bir şekilde haberdar olmaya çalışıyor-lardı.

II. Kosova Savaşı (1448) arifesinde, Osmanlı Sultanı II. Murad(1421-1444; 1446-1451), Doğan adlı bir Martolostan düşmanın duru-mu hakkında bilgi edinmesini istemiştir. Fatih Sultan Mehmed’in(1444-1446; l451-1481), sarayına davet ettiği İtalyan sanatkârlardanda zaman zaman ülkeleri hakkında istihbarat amacıyla yararlandığı bil-inmektedir. 1461’de Rimini’den, Mateo di Pasti bir tavsiye mektubu ile“de re Militari” adlı kitabı Fatih’e takdim etmek üzere yola çıkmış,ancak vapuru Girit’te Kandiye’ye geldiğinde yakalanıp casusluk suçuile hapse atılmıştır. Fatih Mehmed’in İtalya’da sahip olduğu haber almaağı, çeşitli İtalyan devletlerinin en yüksek çevrelerine kadar nüfuzetmek imkânı bulmuştur. Fatih, İstanbul’a yerleşmiş Türktüccarlarından da faydalanmakta idi. Başkalarının elde edemeyecek-leri haber ve bilgileri toplayacak durumda olan tüccarlar her zaman iyikarşılanan kişiler olmuşlardır.

b. Martolos Teşkilâtı:

Martolos teşkilâtı, XV-XIX. yüzyıllar arasında Balkanlarda faaliyettebulunan, genel olarak gayr-i Müslim topluluklardan meydana gelen birOsmanlı askerî teşkilâtı idi. Bu teşkilâtın ilk zamanlardaki durumu bilin-memektedir. Martolosların, Osmanlıların kuruluş döneminde ajan vehaberci olarak kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Fatih Sultan Mehmed ve

235AVRASYA DOSYASI

Kanuni Sultan Süleyman (1520-1566) dönemlerinde Martolosla-rın önemi çok artmıştır. Bunlargenellikle hudut, kale askeri veakıncı sayılmaktadırlar. Fatihdevrinde Macaristan’a yapılanakınlardan birinde, gerçekteMüslüman, fakat görünüşte Hıris-

tiyan, 40 Martolos haberci olarak kullanılmıştır. Kanuni dönemindeBatıya yapılan seferlerde Martoloslardan geniş ölçüde yararlanılmış vedaha çok haber alma işlerinde görevlendirilmişlerdir. Martoloslarıngörevlerinden biri de, Osmanlılar ile savaşmayı göze alan devletin halkıarasına karışarak, onlara Osmanlıların gücünü ve üstünlüğünüanlatarak morallerini bozmak ve genel güvenliği sarsmaktı. Martolosteşkilâtı, bunların çok ileri giden taşkınlıkları sebebi ile III. Ahmed(1703-1730) tarafından lâğvedilmiş, fakat sınırlı bir şekilde de olsa XIX.yüzyıla kadar devam etmiştir.

c. Voynuk Teşkilâtı:

Voynuk teşkilâtı ise, I. Murad Hüdâvendigâr zamanında, RumeliBeylerbeyi Timurtaş Paşa tarafından kurulmuştur. Voynuklar, Türkfethinden önce Balkanlarda yaşayan toplumların içinde küçük asilzâdesınıfını oluşturmaktaydılar.

idiler. 1545 tarihli bir kanunnâmede Voynukların, uç bölgelerinegidip ajanlık yaptıkları ve düşmanın durumu hakkında bilgi topladıklarıbildirilmekte ve buna karşılık bütün vergilerden muaf oldukları belir-tilmektedir. Voynuklar, tımar tasarrufunda bulunmaları yasak olmaklabirlikte, ender de olsa tımar sahibi olmuşlardır. Voynuk teşkilâtı, SultanII Süleyman’ın (1687-1691) saltanatının sonlarında 1691 yılında ilgaolunmuş, fakat 1693 yılında yeniden ihdas edilmiş ve 1878 yılına kadardevam etmiştir. Bazı Voynuklara tımar tevcih edilmiş olması,Osmanlıların istihbarat ve espiyonaj konuları üzerindeki hassasiyetleri-ni göstermesi bakımından dikkate şayandır.

ç. II. Bayezid ve Cem Sultan:

Osmanlılar, imparatorluğun yükseliş döneminde, özellikle yurt dışıistihbarat faaliyetlerinde sıkıntı çekmemişlerdir. XVI. yüzyılınortalarından itibaren, İstanbul’da daimi elçilikler kurarak istihbaratıkurumlaştıran Batılı devletlerde, Osmanlıların daimi elçi bulundur-mamış olmaları bir eksiklik olarak gösterilirse de, onlar çok iyi haber

Osmanlılar, imparatorluğun yükselişdöneminde, özellikle yurt

dışı istihbarat faaliyetlerinde sıkıntı

çekmemişlerdir.

236 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

toplayan espiyonaj elemanları yanında, yabancı elçiler marifeti ile dedeğerli bilgiler toplamışlardır. Ayrıca, Venedik, Milano, Floransa, Raguzave Sırbistan zaman zaman Osmanlılara güvenilir haberler yetiştirmekteyararlı olmuşlardır.

Osmanlıların Anadolu’da ve Avrupa’da güçlenip genişlemeleri,Batıda biri Papalık, diğeri krallıklar tarafından yürütülen iki büyük istih-barat teşkilâtının gelişmesine yol açmıştır. Papa, bir taraftan Avrupadevletlerini Osmanlılara karşı birleşmeye çağırırken, diğer taraftan ajan-lar aracılığı ile bütün kiliseleri ve kralları Türklere karşı kışkırtıyordu. Buamaçla, İstanbul’da bulunan Ortodoks Kilisesi ile Vatikan arasında gizlihaberleşmeler yapılıyordu. XV. yüzyılda espiyonaj faaliyetlerinin enbüyüklerinden birine, Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Cem Sultan sebepolmuştur. Fatih’in ölümünden (1481) sonra tahta geçme konusunda II.Bayezid (1481-1512) ile Cem arasında geçen taht kavgaları, Cem’inRoma’ya gidişi ve Papanın eline düşmesi, Roma, Venedik ve İstanbularasında yıllarca süren espiyonaj (ajanlık) ve çıkar oyunlarına yolaçmıştır.

Cem Sultan’ın İstanbul ile ilişkilerinin kesilmediği bilinmektedir.Nitekim, Cem’in kurtarılması için kıyafet değiştirerek İstanbul’a gelenCem’in nişancısı Sa’di, Roma’ya döneceği sırada öldürülmüştür. Buarada II. Bayezid de, Avrupa’da olup bitenleri daha yakından öğren-mek için Kapıcıbaşı Mustafa Bey’i Roma’ya göndermişti. Diğer taraftan,Türklere karşı duyduğu hisler hiç de dostça olmamakla beraber, men-faatına uygun hareket etmeyen Hıristiyan krallarının tutumukarşısında, Papa VIII. lnnocent’in yerine geçen Papa VI. Aleksandr,Avrupa’nın Türkler hakkındaki düşüncelerini çeşitli yollarla II.Bayezid’e bildirmeye başlamıştı. Nicolo Simo adlı bir piskopos da,padişaha yazdığı bir mektupta, Hıristiyan krallarının yapmakta olduk-ları savaş hazırlıkları hakkında değerli bilgiler vermekte ve FransaKralının Osmanlı topraklarına saldırmak niyetinde olduğunu belirt-mekte idi.

d. Yavuz Sultan Selim ve Pîrî Mehmed Paşa:

Osmanlı devletinde yurt içinde ve dışında istihbarat ve espiyonajhizmetlerine en fazla önem veren Padişah Yavuz Sultan Selim (1512-1520) olmuştur. Fevkalâde şartlar içinde tahta çıkan Sultan Selim,imparatorluğu demir bir pençe ile tutmuş bir otokrattı. Bütün gücünüDoğu işleri üzerinde toplamak için Avrupa’daki komşuları ile özellikleMacaristan ile uzayıp giden barış müzakerelerine girişti. SafevîHükümdarı Şah İsmail’e karşı sefere çıkmadan önce, onun Osmanlıdevletini yıkmak için Anadolu’da faaliyet yürüten ajanlarını ve propa-

237AVRASYA DOSYASI

gandistlerini bertaraf ettirdi. Yavuz Selim döneminde kuvvetli bir istih-barat teşkilâtı kurulması fikri, Sadrazam Piri Mehmed Paşa (?-1532)tarafından ortaya atılmıştır. 0, istihbaratın bir devlet için son dereceönemli olduğunu bilen bir devlet adamıydı.

Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail ile mutlak surette hesaplaşmakazminde idi. Pîrî Mehmed Paşa’nın Yavuz Selim’e tavsiyesi, düşmanhakkında haber toplayıp, alınan bilgiler doğrultusunda strateji belirlen-mesi olmuştur. Böylece, düşmanın nerede gizlendiği ve ne yapmakniyetinde olduğu ajanlar vasıtasıyla öğrenilmiştir. Pîrî Mehmed Paşanın,Yavuz Selim’e verdiği fikirler doğrultusunda istihbarat teşkilâtı kurul-muş, düşmanın ordusu hakkında en ince ayrıntısına kadar bilgitoplanmıştır. Yavuz Selim’in ajanı Şeyim Ahmed’in, Şahın huzurunaçıkarak ona Yavuz’un kuvvetleri hakkında yanıltıcı bilgiler vermesidikkate şayandır. Burada, Yavuz Selim’in düşmana karşı “YanıltmaOperasyonu” tatbik ettiğine şahit olunmaktadır.

Yurt dışında, bir yerin alınmasından önce, o topraklar hakkında istih-barat faaliyetinde bulunmak ve savaş sırasında düşmanın genel duru-mu hakkında haber almak için elemanların düşman tarafına gönderil-mesine, Yavuz Selim zamanında, Pîrî Mehmed Paşanın sadrazamlığısırasında başlanmıştır. Mesela, Saint-Jean şövalyelerinin idaresindebulunan Rodos adasında bir Türk haber alma ağı (ajan şebekesi) kurul-muş, şövalyelerin itimadını kazanmak için din değiştirerek Hıristiyanolan bir Yahudi hekim bu örgütün başına getirilmiştir.

e. Kanuni Sultan Süleyman ve Sonrası:

Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) da Rodos şövalyeleriarasında ajanlarının bulunduğu bilinmektedir. Bunların en ünlüsü,Saint-Jean Teşkilâtı’nın en büyük reislerinden “Grand-Croix” pâyesinihaiz Don Andrea d’Amaral adındaki şövalyedir. İşte, 1522 yılında Rodosadasının Osmanlılar tarafından kuşatılması günlerinde, Yahudi hekimile Don Andrea d’Amaral, Türkler ile haberleşmeyi sürdürmüşler, adadaolup bitenleri günü gününe rapor etmişlerdir. Yahudi hekim, bir taraftandiğer ajanlar ile teması temin ediyor, diğer taraftan da adanın müdafaavaziyeti hakkındaki raporlarını oklara bağlayarak Türk ordusunaatıyordu; ancak 14 Eylül 1522 Pazar günü yine raporunu ok ile atarkenyakalanarak öldürülmüştür. Don Andrea d’ Amaral da, aynı akıbeteuğramıştır. Türklere kalenin müdafaa plânlarını vermekle suçlananAmaral, önce şövalyelikten atılmış, sonra da idam edilmiştir. Rodosadasında kurulan Osmanlı haber alma ağında esir Türk kadınlarının dagörev yaptıkları görülmektedir. Bunlar da kuşatma sırasında, şehrinmuhtelif yerlerinde yangınlar çıkarmışlardır.

238 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

Osmanlılar, Mukaddes Roma-Germen İmparatorluğu’na karşıMacaristan’a yaptıkları seferlerde düşman hakkında istihbarat yapmakiçin “kılavuz” da kullanıyorlardı; çünkü bunlar, geçitleri ve bataklıklarıngeçilecek yerlerini biliyorlardı. Bir Macar kaynağında, Türklerin veMacarların kullandıkları kılavuzların dönme olduğundan bahsedilmek-tedir. O devrin ünlü kılavuzları arasında Palajtay Lörincz, KürtössyGergely ve Simon Peter’in adları sayılmaktadır. Kanuni SultanSüleyman’ın 1566’da Zigetvar Seferi’ndeki kılavuzu, Macar uçlarındauzun zaman hizmet görmüş olan Balazshazy Marton adlı bir Sırptı.1561’de uç bölgesinde bulunan Macar Komutan Ormanyi Jozsa,sarayına yazdığı bir mektupta, Hıristiyan köylülerin Osmanlılara yakınlıkgösterdiklerini ve onlara ajanlık yaptıklarını bildirmektedir. Bu sebeple,Macaristan Kralı Ferdinand (1527-1564)’ın yeter sayıda ajanı olmadığıiçin Macar müşavirler krala durmadan, Türkler gibi fazla sayıda ajanbulundurmasını tavsiye ediyorlardı. Bu cümleden olarak, 1550 yıllarıbaşından itibaren Almanlar, Budin Beylerbeyleri’nin Alman İmparatoruile Macarca mektuplaşmaları sağlayan Macar katiplerinden faydalanmayolunu seçmişlerdi. Budin Paşaları, bu kâtiplerin, duydukları haberlerigizlice Macarlara bildirdiklerinden habersizdiler. Macarlar bu kâtiplerihediyelere boğarlardı. Mesela, Eğri kalesinin piskoposu Verançiç,Rüstem Paşanın kâtibinin bir çalar cep saati hayal ettiğini duyduğuzaman, kendi saatini hediye olarak göndermişti. Bu kâtibin asıl adıScherer Mark’tı, fakat Müslümanlığı kabul ederek, Hidayet adını almış,Rüstem Paşa’nın kızıyla evlenmiş ve sonraları Ağa rütbesini almıştı.Hidayet’in gizlice verdiği haberler, özellikle 1560 yılının kışında,Rüstem Paşa, Yeniçeri birliklerinin süratle ve dinlenmiş olarak hücummahalline nakledilebilmeleri için, 90 araba yaptırdığı zaman değerkazandı. Hidayet Ağa, 1562’de bir çatışma sırasında esir düşüp serbestbırakılınca, Macarlara daha da minnettar kalmıştı.

Daha sonraları XVI. yüzyılın ikinci çeyreğinde, Almanlar her yıl İstan-bul’daki büyükelçiliklerine birkaç Avusturyalı ve İtalyan genç göndere-rek, onların Türkçeyi ve Türkçe okuyup yazmayı öğrenmelerinisağlamışlar ve bunların bir kısmını istihbarat faaliyetlerindekullanmışlardır. 1591 yılında, Alman-Avusturya İmparatoru II. Rudolf’un(1576-1612), Osmanlılar ile barışı 8 yıl daha uzatmak ve yükümlüolduğu yıllık vergiyi ödemek üzere Viyana’dan Istanbul’a gönderdiğifevkalâde elçilik heyetinde bulunan Baron Wenceslaw Wratislaw, 1597yılında Linz’de Latince olarak yayınlanan anılarında, İstanbul’dakiAlman elçisinin gizli istihbarat çalışmalarında bulunduğunu belirterek,Elçi Von Kregwitz’in rüşvet karşılığında saraydan, yüksek rütbeli devletmemurlarından bilgiler sızdırdığını ve bunları kendi imparatoruna

239AVRASYA DOSYASI

ulaştırmaya çalıştığını, ordunun gücü, savaş plânları, ilk hedefler gibidevlet sırlarını elçiye ulaştıranların arasında Sultan III. Mehmed’in(1595-1603) annesi Safiye Sultanın da bulunduğunu, Sadrazam SinanPaşanın ise kendisini sadaret makamına getiren Safiye Sultandan vesarayı karşısına almaktan çekindiği için, ortaya çıkardığı Alman elçisiningizli haber alma çalışmalarını örtbas ettiğini anlatmaktadır. 1626’dansonra Almanlar, Budin, Belgrad, Sofya ve İstanbul’da birer diplomat is-tihbaratçı bulundurmaya başlamışlardır. Osmanlıların Tata kalesininzaptında ajanlardan faydalandığı bilinmektedir.

Diğer devletlerde olduğu gibi, Osmanlıların da hulûl operasyonlarıçerçevesinde, imparatorlukların toplantılarındaki müzakerelerdenhaber almak için oldukça yüksek seviyedeki kimseleri de istihbarathizmetinde istihdam ettikleri görülmektedir.

Osmanlılarda istihbarat elemanlarının uzun bin süre yurt dışındakiülkelere gönderilmesine Yavuz Sultan Selim devrinde başlandığınayukarıda temas edilmişti. Buna dair bir örnek de, Sicilyalı MehmedAğa’nın faaliyetleri gösterilebilir. Kaptan-ı Derya Küçük Ali Paşanınadamlarından Sicilyalı Mehmed Ağa, Titus Moldariensis Clericus adı ile40 yıla yakın Fransa kralının sarayında Osmanlı ajanı olarak görevyapmış, Avrupa devletleri ve özellikle o devrin en büyük rakip devletiAvusturya hakkında İstanbul’a muntazam bilgi göndermiştir.

Kanunî ve oğlu II. Selim (1566-1574) devirlerinde, devlete istihbarathizmetinde bulunan bir kişi de Yasef Nasi idi. Portekiz doğumlu olan veailesi engizisyonun baskısı sonucunda dininden dönerek Hıristiyanlığıkabul etmek zorunda bırakılmış olan Yasef Nasi, Osmanlı devletihizmetine girmeden önce, para-banka işlemleri ve deniz ticaret şirket-leri sayesinde büyük servet sahibi olmuştu. Avrupa’nın siyasiçevrelerinde sözü geçen bir kişiydi. 1554 yılında İstanbul’a yerleşenYasef Nasi, tekrardan dinine dönerek Osmanlı devletinin hizmetinegirdi. o, şirketleri ve Avrupa’da iken kurmuş olduğu ilişkiler sayesindedevlete, Avrupa ülkelerinin malî ve ekonomik durumları, yöneticilerininzayıf ve güçlü tarafları, askerî örgütler ve savaş yöntemlerine ait bilgi-leri temin etmekte idi. Avrupa’nın hemen hemen her sarayında olupbitenleri kendisine rapor eden adamları vardı. Yasef Nasi’nin buçalışmaları nedeniyle, Venedik elçisi onun yalnız Venedik için değil,bütün Hıristiyan dünyası için tehlikeli ve zararlı olduğunu rapor etmişti.Kıbrıs Seferi’nden hemen önce Venedik tersanesinin barut deposunun13 Eylül 1570 tarihinde havaya uçurulmasını Osmanlı İstihbaratTeşkilâtı’nın gerçekleştirdiği belirtilmektedir ki, bazı kaynaklar bunuYasef Nasi’nin yaptırdığını öne sürmektedirler.

240 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

XVI. yüzyıl ikinci yarısının ünlü tarihçisi Gelibolulu Mustafa Âli de(1541-1600) 1587 yılında yazdığı ve Osmanlı Padişahı III. Murad’a(1574-1595) sunduğu siyasetnâme niteliği taşıyan “Mevâ’ıdü’n-Nefâis fîKavâ' ıdi’l-Mecâlis” adlı eserinde, padişahların ülkenin ve halkın duru-munu yakınen takip edebilmeleri ve halkın huzurunu sağlayabilmeleriiçin ajan kullanmaları gerektiğine işaret etmekte ve ajanların ise gizlicekontrol altında tutulmalarını tavsiye etmektedir.

f. Ulak Teşkilâtı ve Menzilhâneler:

Osmanlılar da, haberleşme ve posta hizmetlerine eskiden beri önemvermişlerdir. Tarihin her döneminde, ekonomik, sosyal ve askerîbakımlardan yollar hep birinci derecede önemi haiz olmuştur. Ziraorduların bir yerden bir yere sevki ve merkez ile diğer idarî birimlerarasında haberleşmenin temini devletler için önem taşımıştır. Özelliklehaberleşmede, haberin çabuk ve seri şekilde yerine ulaştırılmasıdüşüncesi, insanları yeni muhabere usulleri geliştirmeye itmiştir.Nitekim başlangıçtan beri bu yolda ateş kuleleri, koşucular, güvercinlerve haberci atlılar kullanılmıştır. Emevi, Abbasi, Selçuklu ve MısırMemlük devletlerinde “Berid”, Moğollar ve İlhanlılarda “Yam”,Safeviler’de “Çaparhâne” gibi adlar altında zikredilen haberleşmeyi(istihbarat) sağlayabilmek amacıyla kurulan teşkilâta, Osmanlılarda“Menzil” adı verilmektedir. İşte, haberleşme bu teşkilâtın bünyesindebulunan ve “Ulak” adı verilen kişiler tarafından yürütülmekte idi. Başkabir ifadeyle, haberleşme teşkilâtı Ulak-Menzilhâne ikilisinden oluşuyor-du. Haber ve emirlerin götürülüp getirilmesinde kullanılan Ulaklar,namuslu kişiler arasından seçilirdi. Ulak tâbiri, Osmanlılarda sonraları“Tatar” şeklinde kullanılmıştır. Bu Osmanlı haberleşme teşkilâtında,Kanunî devrinde Sadrazam Lütfi Paşa (1539-1541) tarafından esaslı birşekilde ıslahat yapılmış ve ülke çapında Menziller kurulmuştur. LütfiPaşa, Âsafnâme’sinin “Savaş Tedbirlerini Açıklar” başlıklı bölümündede, ajanlara dikkat çekmekte, Yavuz Sultan Selim’in Diyarbakır’ınfethine giderken, Şah İsmail tarafından otağ önüne gönderilmiş birkaçajanın, padişahın çadırını geceleyin ateşe vermek ve padişah dışarıçıkarsa, hançer ile vurmak niyetiyle geldiklerini, ancak yakalandıklarınıbelirtmekte ve bu sebeple sefer sırasında padişahın otağı önünde birbölük ağasının beklemesini tavsiye etmektedir. Ulak Teşkilatı’nda dahaçok Kırım Tatarları kullanılmıştır. Ulakların Çoğu Osmanlı devletiyararına çalışan özel görevli ajanlardır.

1649 tarihine kadar, Divân-ı Hümayun’da hazırlanan ve çıkanpadişah hükümlerinin tarih sırası ile yer aldığı Mühimme Defterleri'nde,padişahların Anadolu ve Rumeli beylerbeyinden sınır ülkeleri hakkında

241AVRASYA DOSYASI

istihbarat ve espiyonaj faaliyetlerine ağırlık vermeleri konusundahükümler bulunmaktadır. Bu hükümlerde, ajanlar vasıtası ile sınırülkeleri ve orduları ile hareket tarzları hakkında bilgi toplanması vesaraya bildirilmesi emredilmektedir.

2. XVII. Yüzyıl (1601-1699)

a. Duraklama, “Kitâb-i Müstetâb" ve “Telhisü’l-Beyân fiKavânin-i Âl-i Osman”:

Osmanlı İmparatorluğu, kendine özgü bir devlet düzeni sayesinde,XVI. yüzyılda Yakın Doğu ve Balkanların sahibi durumuna gelmişti;ancak XVII. yüzyılın başlarından itibaren imparatorluk bunalımlı birdöneme girmiş, devletin zaafını, hükümdar ve yönetici kadronun yeter-sizliğini, kanun düzeninin işlemez durumunu yakından görenlerinsayıları daha da artmıştır. Böylece, XVII. yüzyılda ıslahat ihtiyaç veeğilimleri belirmiş, dönemin düşünürleri ve devlet yönetiminde dene-yimli olanlar çareler aramaya başlamışlardır. Eskiden beri bilinen, OrtaDoğu ve İslâm dünyasında çokça başvurulan bir usûl kullanılarak, bazıdevlet adamları, padişahlara ve sorumluluk taşıyan görevlilere,karşılaşılan problemlerin çözümünü gösteren risâleler, lâyihalar sun-maya başlamışlardır. Siyasetnâme, nasihatnâme ve kanûnnâme türünesokulan bu raporlar, ortaya çıkan bozuklukların nedenlerini göster-erek, genellikle Kanunî dönemi şartlarına dönülmesini tavsiye etmek-tedirler.

Bu nasihatnâmelerde padişahların istihbarata da önem vermeleritavsiye edilmekte, düşmandan haber almanın önemi üzerinde durul-makta ve örnekler verilmektedir. Yazarı bilinmeyen (anonim), ancakPadişah II. Osman’a (1618-1622) sunulduğu belirtilen “Kitâb-iMüstetâb”ta (Güzel-Hoş Kitap), özellikle idareci tabakanın, kul ve tımarsistemlerinin ve Osmanlı toplum düzeninin esasını teşkil eden ilkelerinnasıl çözülmeye uğradığı açık ve müşahhas bir ifade ile ortaya konul-makta, mevcut bozuklukların nasıl düzeltilebileceği gösterilmektedir.Müellif, nasihatnâmesinin 23. bâbında, durumu hikâye etmekte, ihtiyarve güngörmüşlere önem verilmesi gerektiğini bildirerek, haber almayadeğinmekte ve deneyimli olanların sözlerinin dinlenmesini istemekte-dir. Başka bir ifadeyle, istihbarat faaliyetlerinin usta-çırak ilişkisi ileorantılı olarak, başarılı olacağına dikkat çekildiği görülmektedir.

“...bir zamanda iki padişah biri birine mukabil olmuşlar, bir pâdişâhâkil imiş, bir câsûs göndermiş ki yâr ol leşkeri gör, hep taze yiğitlermidir, yohsa içlerinde ihtiyar kişiler dahi var mıdır deyü. Ol câsûs varubgelmiş pâdişâha. Cevâb virmiş ki taze yiğitleri dahi çok, eski ihtiyârları

242 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

dahi çok dimiş. Hemân ki pâdişâh bu sözü işitdikte leşkerine cevâbvirıniş ki siz onlarla mukabil olımazsız, zira hep tâze yiğitlersiz, ahvâlemuttali değülsüz, delükanlularsız, anlar bize gâlübdür deyü mukabilolmamışlar.”

Hezarfen Hüseyin Efendi (1600-1676) de, 1675 yılına doğru mey-dana getirmiş olduğu “Telhisü’l-Beyân ffi Kavânin-i Al-i Osman”(Osmanlı Kanunlarının Özet Açıklamaları) adlı kanunnâmesinin IX.Bâb’ında yer alan “Ahvâl-i Tecessüs ve Câsüsân” (Tedkik-TahkikDurumları ve Casuslar) başlıklı bölümünde, Fatih Sultan Mehmed veSadrazam Mahmud Paşanın ajanlarının memleketi dolaşıp köşe bucak-ta gizlenmiş olan akıllı kişileri araştırmaya dikkat ettiklerini belirtip eskidönemlere atıfta bulunarak, Padişahların gizli ve özel ajanlar kullan-maları gerektiğini böylece vezinler, ulemâ ve ümerâ hakkında, ayrıcabaşkent ile ülkenin diğer şehirlerindeki halkın durumundan bilgi sahibiolabileceklerini tavsiye etmektedir. Hezarfen Hüseyin Efendi, serhadboylarının korunması konusunda da önemli tavsiyelerde bulunmak-tadır. Ona göre, düşmanın ne düşündüğü hakkında bilgi sahibi olmakve serhad boylarında çıkabilecek bir ayaklanmayı önlemek için, serhadbölgeleri, ajanlar kullanılmak suretiyle devamlı kontrol altında tutul-malıdır.

XVII. yüzyılda Osmanlı devletine tercüman, hekim, elçi olarak gelen,saraya giren ve padişahlarla yakın ilişki kuran Ermeni, Yahudi ve Rumgibi gayr-i Müslimlerin yanı sıra, Arap, Gürcü, Tatar, Arnavut ve Boşnakgibi Müslüman olan ya da devşirme olarak yetişen kimselerin de zamanzaman ajanlık yaptıkları, bir takım cinayetlere yol açtıkları, hatta II.Viyana Kuşatması’nda (1683) devlete karşı yıkıcı faaliyetlerde bulun-dukları bilinmektedir. Bunların en önemlisi, Merzifonlu Kara MustafaPaşa ile Tatarlar arasında cereyan eden olaydır. Kırım Tatarları arasınakarışan düşman ajanları, Mustafa Paşanın zaferden sonra yağmaya izinvermeyeceği şâyiasını yayarak, onların savaşma şevklerini kırmışlar veOsmanlı ordusunun mağlûbiyetine sebep olmuşlardır. Bu hadisede,düşman ajanlarının yıkıcı psikolojik harekâtına şahit olunmaktadır.

b. Osmanlı-Fransız İş Birliği ve Venedik’e Karşı İstihbarat:

XVII. yüzyılda istihbarat faaliyetleri, bir taraftan da, Osmanlı devle-tine dost devletler ve bazı kişisel çıkarları karşılığı tutulan ajanlartarafından yapılıyordu. 1677 yılında İstanbul’a gelen Fransız ElçisiNuvantel, kendi devleti ile savaş halinde bulunan Avusturya’ya karşıOsmanlıların da savaşa girmesi için çalışmış ve Venedikli mühendisBorozzi’nin kendisine verdiği Raab ve Komoron kalesinin planlarınıSadrazam Kara Mustafa Paşaya teslim etmişti. 1688 Haziranında

243AVRASYA DOSYASI

Venediklilerin Eğriboz adasını almak için yaptıkları saldırıda, adamuhafızı Çelebi İbrahim Paşa, ada hakkında bilgi toplamak içinVenedik Amirali Morozini tarafından adaya gönderilen Atinalı papazıteşkilâtıyla birlikte yakalatmış ve kendisinden Venedik kuvvetlerihakkında bilgi almıştı. Yine bu savaş sırasında, Çelebi İbrahim Paşa,Morozini’nin yanında kâtiplik yapan bir Rum çocuğunun babasıvasıtasıyla, Venedik ordusu ve harekât plânları hakkında bilgi almış veona bol para vermişti. Ayrıca, Venedikliler arasına ajan göndermek vedil (esir) yakalamak suretiyle düşmana ait bilgi ediniliyordu. Böylece,Venediklilerin yapacağı taarruz ve kuvvetlerinin miktarı öğrenilmiş,düşman yenilgiye uğratılmıştı.

3. XVIII. Yüzyıl (1701-1799)

a. Gerileme ve “Nesâyihü’l-Vüzerâ ve’l Ümerâ":

XVIII. yüzyıl, imparatorluğun çeşitli biçimlerde tehdide uğradığıyüzyıldır. Bu yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde, teknik vekültürel alanda kendini göstermeye başlayan etkinin yanı sıra, askerî vediplomatik alanda olduğu kadar iktisadî alanda da, büyük Avrupadevletlerinin saldırısının gerçekten başladığı bir yüzyıl olmuştur. Askerîalanda, Ruslar ve Avusturyalılar, imparatorluğun sınırlarında bir geriyeçekilişe yol açan kesin zaferler kazanırlarken, Fransızlar, İngilizler ileHollandalılar da, Venediklilerin artık sınırlı bir rol oynadıkları iktisadîalanda nüfuzlarını artırmışlardır. Ayrıca bu devletler, imparatorluktakibazı azınlıkları destekleyen, daha sonraları siyasi desteğe dönüşecekolan sosyal nitelikte baskıda bulunmaya başlamışlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemesinde istihbarata artık gerekenönemin verilmeyişinin de büyük rolünün olduğu bilinmektedir. XVIII.yüzyılda da, dönemin siyaset bilimcileri bu hususa dikkat çekmişlerdir.Nitekim, Defterdar Sarı Mehmed Paşa, 1714-1717 yılları arasındakaleme aldığı “Nesâyihü’l-Vüze râ ve’l Ümerâ” (Vezirlere ve EmirlereNasihatler) adlı eserinin 6. bölümünde: “Düşmanın hallerini bilmek deçok önemlidir. Düşman halleri bilinmemekle ve inceden inceyearaştırma ve bilgi alınmamakla nice devlet berbat olmuştur. Her birsınırdan düşman içine gizli ajanlar gönderilip yavaş yavaş din düşman-larının niteliklerinden haberdar olmaya çalışılmalıdır. Hangi tarafa seferyapılacaksa gidilecek yere yakın olan düzeni düzgün sınırda bulunan işgörmüş yaşlı başlı ve o bölgenin durumunu bilen kimseleri araştırıpbuldurarak her biriyle danışıp görüşmek ve düşman durumundan nasılhaber alınır ve ne yolda hareket gerekir ve bunun yolları nelerdir, bun-ları birçok kereler danıştıktan sonra sefer işlerinin gereğine uygunolduğu görülüp gururdan ve kendini beğenmişlikten son derece çekin-

244 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

melidir. Ajan hususunda sonderece ileri görüş ve ihtiyatlâzımdır. İki ajanı, birbirleriylebuluşturup birbirinin haberiniöğrenmemeleri gerektir. Ajanhaberini başkalarına söylemeyipbizzat kendilerinden almak gerek-tir. Başka kimseyi aracı yapmaya-

lar. Sevindirici haberle gelen ajan ile üzücü haberle gelen ajana aynıbağış yapılıp, korku veren haber yüzünden incitilmemesi lâzımdır kiajanlar haberin doğrusunu ve gerçeğini söylemeden korkmayalar.”tavsiyesinde bulunmaktadır.

b. Denizde ve Lehistan’da İstihbarat, Çeşme Faciası:

XVIII. yüzyılda Osmanlılar deniz istihbaratına daha da önem verme-ye başlamışlardır. Çeşitli limanlardan yola çıkacak gemilere nelerin yük-lendiği ve nerelere gidecekleri gemi reislerinden öğreniliyordu. Dahaönceleri, daha çok devşirme ve dönme olan Osmanlı ajanları, buyüzyılda Türkler arasından da yetişmeye başladı. XVIII. yüzyılın orta-larında, Osmanlıların Lehistan (Polonya)’da geniş bir haber alma ağı(ajan şebekesi) bulunuyordu. Osmanlılar bu faaliyetlerde, BuğdanVoyvodası’nın ajanlarından yararlanıyorlardı; ancak bu ajanlardan birkısmı ikili ajandı. Mesela, Osmanlı gizli haber servisinde çalışan ve biryandan da Fransa hesabına ajanlık yapan Konstantin Stamati adındakiYunanlı böyle birisiydi. Konstantin Stamati, Fransa Dışişleri Bakanlığı’nagönderdiği bir raporunda, Buğdan Voyvodası’nın Yaş ve Bükreş’tekikançelaryalarının önemini belirtiyor, padişahın bütün siyasî haberleribu kançelaryalar yolu ile aldığını belirterek, Fransa’nın Buğdan veEflâk’da konsolosluklar kurma zorunluluğunu tavsiye ediyordu.

1737 Temmuzunda Bosna Valisi Hekimoğlu Ali Paşa, Bosna üzerineyürüyen Avusturya ordusunun durumunu, taarruz hazırlığını ve plân-larını ajanlar vasıtasıyla öğrenmiş, aldığı tedbirler ile düşman ordusunubüyük bir mağlûbiyete uğratmıştı. 1770 yılında da iki Rus filosununBaltık denizinden hareket ederek Cebelitarık Boğazı’ndan Osmanlısularına gelmekte olduğu Fransa hükümeti tarafından Osmanlıhükümetine bildirilmiş ise de, Osmanlı devlet adamları, RuslarınAkdeniz’de bin istinat noktası olmadığını söyleyerek, verilen haberindoğruluğuna inanmamışlar, hatta haberi verenleri safsatacı ve mugalâ-tacı olarak suçlamışlardı. Bu sebeple, Rus donanmasına karşı tedbiralmamışlar; neticede 8 Ekim 1770 tarihinde Çeşme’de Osmanlı donan-masının yok edilmesine neden olmuşlardır.

XVIII. yüzyılda Osmanlılar deniz

istihbaratına daha daönem vermeyebaşlamışlardır.

245AVRASYA DOSYASI

c. İkâmet Elçilikleri:

XVIII. yüzyıl sonlarında, Osmanlı devletinde ayrı bir haberkaynağının daha ortaya çıktığı görülmektedir: İkâmet Elçilikleri.

Osmanlı Devleti, kuruluşundan III. Selim (1789-1807) devrinegelinceye kadar İslâm ve Hıristiyan devletler nezdine zaman zaman“Fevkalâde Elçiler” göndermiştir. Genel olanak, cülûs tebriki, ihtilâflıbir meselenin çözümü, savaş ilanı, barış yapılması ve dostluk teklifigibi hususlarda gönderilen bu elçiler, gittikleri yerlerde pek az kalırlarve görevleri sona erince hemen geri dönerlerdi. Bunların çoğu, gittikleriülkelerde dikkatlerini çeken olayları ve edindikleri intibaları sefaret-nâmeler hâlinde kaleme almışlardır; ancak bu elçiler, siyasi faaliyetleri-ni devlet sırrı saydıkları için sefaretnâmelerinde bu hususlardan hiçbahsetmemişler, daha çok teşrifat meselelerine önem vermişlerdir.

Bu yüzyılın sonlarına kadar, Doğu’da sınır eyaletleri valileri, KuzeydeKırım Hanları, Batı’da özellikle Eflâk ve Buğdan Voyvodaları, Osmanlıhâkimiyetini tanıyan Dubrovnik Cumhuriyeti ile Endel Krallığı da istih-barat temini ile görevlendirilmişlerdi. Ayrıca Osmanlı devleti, Avrupadevletlerinin siyasî durumlarını, Divân-ı Hümâyun tercümanı yolu ileöğrenirdi. Fenerli Hıristiyan Rum beylerinden olan tercümanlar, İstan-bul’daki yabancı devletler elçilerinin tercümanları ile devamlı temastabulununlar ve bu tercümanlar, bazen para ve hediye karşılığında,bildikleri haberleri onlara naklederlerdi. 21 Ocak 1772 tarihinde Reis-ül-Küttâb olan Abdürrezzak Bahir Efendi bir raporunda, yabancı elçiliktercümanları ve devlet sırları hakkında şunları yazmaktadır:

“Yabancı devlet elçilerinin hizmetlerinde bulunan tercümanlarınçoğu reaya çocukları olup, bunlar genellikle ileri gelen büyük devletmemurlarıyla dostluklar kurmaktan, dolayısıyla hekimlik bahanesi vebaşka sebeplerle onların konaklarına girip çıkmadan geri kalmazlar.Özellikle, yabancı asıllı pek çok hekim İstanbul’da büyük devletadamlarına sırtlarını dayayıp geçinirler ve konuklarına girerek onlarınbütün sırlarını öğrenip bildirirler. Yabancı elçilerden birisi devletimizeolmayacak bir teklifte bulunsa, bu teklif kabul edilmese ve terslense,elçi hemen tercümanlarına ve kendi milletinden olan hekimlere, aslıfaslı yok bir alay uydurma şeyler öğretir, onlar da gittikleri konaklardabu sözleri dallandırıp budaklandırarak dürüst hareket ediyorlarmış gibikulakları tırmalayarak sözleri çevrelerine yayarlar, işittirirler. Bizimkilerise, bu yabancı devletin durumunu bilmediklerinden şöyle olacakmış,bir mesele çıkacakmış diye, bu uydurmaları söz konusu edip yavaşyavaş padişahın kulağını doldururlar ve onlar bunu, istedikleriningerçekleşmesinde bir yol olarak tuttuklarından başka, aynı kanallarlaAllah bilir ya, devletin sırlarından çoğunu da elde ederler.”

Osmanlı devletindeki Divân-ı Hümâyun tercümanlarının bazılarıdevlet sırlarına vakıf olarak, yabancı devletlere ajanlık ediyorlardı.Bunlardan tespit edilenler ölümle cezalandırılır ise de birçoğu bilin-mezdi. Osmanlı devletinde, devlet aleyhine çalışmanın cezası çok ağırolmuştur. Meselâ, Rum tercümanların içinde İstanbul’un fethinden beritercümanlık yapmış olan İskerletzâde ailesinden Aleksandr 15 yıldanfazla divanda bulunup, kendisine itimat gösterilmesine rağmen, 18Eylül 1740 tarihinde Avusturya ve Rusya ile Belgrad’da imzalanan barışantlaşması esnasında devlet sırlarını karşı tarafa söyleyerek ajanlıkyaptığı gibi, Avusturya ve Rusya murahhasları tarafından söylenenhususları gizlemek, Avusturya ile Belgrad’da imzalanan barışantlaşmasının bazı yerlerini ve sözlerini değiştirmesinin, sınırların tespi-ti esnasında anlaşılması üzerine idam edilmiştir. Yine, 20 yıla yakın ter-sane tercümanlığı yapan Konstantin de yabancı devletlere ajanlıkyapmıştır.

XVIII. yüzyılın sonlarında, özellikle Fransız İhtilâli ile ortaya çıkandüşünce akımları, Avrupa güçler dengesini bozmuştur. Osmanlı devleti,artık tek başına düşmanları ile başa çıkamaz duruma gelmişti. Budurum, III. Selim’i bir denge politikası takip etmeye zorlamıştı. Bu se-beple, Avrupa’da olup bitenleri takip etmek üzere 1792 yılında dostdevletler nezdine birer “İkamet Elçisi” (Daimî Elçi) göndermeyi uygunbulmuştur. Onu, “İkamet Elçilikleri” (Daimî Elçilikler) açmaya zorlayansebepler arasında, Osmanlı istihbaratının yetersizliğini, Rum olan Eflâkve Buğdan beyleri ile Divân-ı Hümâyun tercümanlarının özellikle Rusnüfuzu altında bulunmalarını, bu sebeple Babıâli’nin ve padişahınkendilerine olan güvenin sarsılmış bulunmasını sayabiliriz. İkametElçileri, Avrupa’da üç yıl kalacaklar, bu sürenin sonunda yurda dönünceyerlerine başkaları gidecekti. Bunlar beraberlerinde, Rum tercümanlar-dan başka, Sır Kâtibi (Baş Kâtip) ve Maiyyet Memuru (Sefaret Ataşesiveya Kâtibi) sıfatıyla Müslüman görevliler de götüreceklerdi. 1793yılından itibaren İngiltere, Fransa, Prusya ve Avusturya’ya İkametElçileri tayin edilmiştir.

Böylece, Osmanlı devletinde istihbarat temininde yeni bir dönemaçılmış oluyordu.

1797 yılında Viyana’ya İkamet Elçisi olarak tayin edilen İbrahim AfifEfendinin ilk faaliyeti, Napoleon Bonaparte’ın Avusturya ile 17 Ekim1797 tarihinde imzaladığı Campo-Formio Barış Antlaşması’nı Bâbıâli’yebildirmesi olmuştur. İbrahim Afif Efendi, İstanbul’da Fransa hesabınagizli faaliyetlerde bulunan İspanya maslahatgüzarı Bouligny’nin görevin-den uzaklaştırılmasında da aracılık yapmıştır.

246 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

XVIII. yüzyılda, elçilere “onurlu bir ajan” gözüyle bakılmaktaydı.Elçilere düşen en önemli görev, bulundukları ülkeler hakkındamümkün olduğu kadar fazla bilgi toplayabilmeleriydi. Bu yüzyılda, elçi-lerin hırsızlık ve ajanlık yapmaları ve rüşvet almaları da olağan karşılan-maktaydı.

4. XIX.-XX. Yüzyıllar (1801-1918)

a. İkamet Elçiliklerinin Yeniden Açılması:

Osmanlı devletinde İkamet Elçiliklerinin diplomatik çalışmaları bek-lenildiği ölçüde verimli olmamıştır. Başarısızlığın sebepleri, seçilenşahısların çoğunun siyasî tecrübelerinin bulunmaması ve yabancı dilbilmemeleri sebebiyle çoğu ajan olan Rum tercümanlardan faydalan-malarıdır. Bu yüzden, en gizli sırlar yabancı devletlerin Hariciyenazırlıklarına sızıyor ve Osmanlı elçileri faaliyetlerinde teşebbüs imkân-

larını kaybediyorlardı. Nitekim,Londra, Viyana ve BerlinElçilikleri, 1800 yılından itibarenmaslâhatgüzarlar ile yürütülmüş-tür. Avrupa’nın belli başlı devletmerkezlerindeki Daimi Elçilikler,Rum maslâhatgüzaların kasten

yanlış bilgi vermelerinin anlaşılması üzerine Padişah II. Mahmud (1808-1839) tarafından 1821 yılında geçici olarak kapatılmıştır. Bununla bir-likte, İkamet Elçilikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun Batılılaşmasındaetkili olmuştur. Bu sayede, Bâbıâli, devletler arası diplomasi usullerinive elçiliklerde görevli Müslüman memurlar da yabancı dilöğrenmişlerdir. II. Mahmud’un saltanatının son yıllarında, 1834 yılındaİkamet Elçilikleri yeniden kurulduğu zaman, hiç şüphesiz 40 yıl önceIII. Selim’in giriştiği tecrübeden faydalanılmış ve bu yeni teşebbüsgünümüze kadar aralıksız devam etmiştir.

XIX. yüzyılda ayrılıkçı hareketlerin başlamasıyla birlikte “Tebdil”gezenlerin sayısı da artmıştır. “Tebdil Gezmek”, yani bir hüviyetebürünerek bilgi toplamak çok eski zamanlardan beri görülmektedir.“Tebdil”, ajan anlamında kullanılan bir tâbirdi. Tebdil ajanları, bütünimparatorluk sathında yaptıkları inceleme ve araştırma seyahatlerisonunda hazırladıkları raporları merkeze gönderirlerdi.

b. Sultan Abdülmecid ve Cinivis Efendi:

Osmanlı devletinde Kontr Espiyonaj (Espiyonaja Karşı Koyma)çalışmalarının da tek merkezden yürütülmediği bilinmekle beraber,

247AVRASYA DOSYASI

XVIII. yüzyılda, elçilere “onurlu bir

ajan” gözüyle bakılmaktaydı.

ortaya çıkan şüpheler karşısında gereken tedbirlerin alınmasınamerkezin önem verdiği görülmektedir. Bir belgede, Osmanlı İmparator-luğu’ndaki yabancı ajanların karışıklık çıkardıklarına işaret edilmekteve bunların önlenmesine dair Reis-ül-Küttâbın dikkati çekilmektedir.

Yabancı ajanların faaliyetlerinin yoğunlaştığı XIX. yüzyıl ortalarında,Sultan Abdülmecid (1839-1861) döneminde, İngiltere’nin İstanbulBüyükelçisi Stratford Canning’in Sadrazam Mustafa Reşid Paşaya telkin-leriyle, Balkanlardaki muhtemel ayaklanmaları gözlemek amacıylaFransız gizli polis teşkilâtı örnek alınarak modern tarzda gizli birteşkilâtın kurulduğu ve başına da Rum asıllı Cinivis Efendinin getirildiği,ancak bu teşkilâttan beklenen faydanın sağlanamadığı, öncekapatıldığı, bilâhare Sultan Abdülaziz (1861-1876) döneminde 1863yılında tekrar açıldığı, bu defa da teşkilâtın başına büyük sayıda birKatolik Ermeni grubunun girişimiyle ve bazı başka nedenlerle BaronC... adlı birinin getirildiği, bunun da ülke aleyhine faaliyette bulunduğuve bu sebeple görevine son verildiği, II. Abdülhamid’in (1876-1909)özel doktoru Rum asıllı Mavroyani Paşa tarafından iddia edilmektedir.

Mavroyani Paşa, Fransa’da imzasız olarak yayınlanan “Türk GizliPolisi” adlı kitabında, Osmanlı devletinde gizli polisin nasılkurulduğunu anlatmaktadır. Bu imzasız 52 sayfalık kitabın MavroyaniPaşaya ait olduğu, Istanbul’daki Fransız Hastahanesi eski Baş CerrahıDr. Edmond Lady tarafından 7 Kasım 1900 tarihinde Fransa MillîKütüphanesi Müdürü’ne yazılan mektupta belirtilmekte ve MavroyaniPaşanın bu kitabı II. Abdülhamid’in isteği üzerine yazdığını iddia etmek-tedir. Abdülhamid’in bir hatt-ı hümâyunu ile Eflâk Voyvodası olaraktayin edilen Mavroyani Paşa, bilâhare bir tertiple idam edilmiştir.Mavroyani Paşa da acaba saraya yerleştirilmiş bir ikili ajan mıydı?

c. II. Abdülhamid ve Yıldız İstihbarat Teşkilâtı (1880-1908)

XIX. yüzyılın sonlarına doğru devlet istihbaratı geliştirilmiş, ancaközel çıkarlara hizmet alan bir araç hâline getirilmiştir. II. Abdülhamiddevrinde, yaşanan iç ve dış olaylar, Abdülhamid’i Yıldız İstihbaratTeşkilâtını kurmaya sevk etmiştir. Bir rivayete göre, II. Abdülhamid buazametli istihbarat teşkilâtını bir Alman uzmanın yardımı ile kurmuştur.Hatırâtında bu teşkilâta neden lüzum gördüğünü şöyle anlatmaktadır:

“Padişah, tebaasının ne düşündüğünü, ne gibi şikayetleri olduğunubir taraftan kendi valilerinden, kadılarından hükümet marifetiyle hab-erdar olur, bir taraftan da memâlikin (memleketin) etraf-ı erbaasından(dört bucağından), oralara yayılmış tekkelerin şeyhlerinden,dervişlerinden malûmat (haberler) toplar, buna göre memleketi idare

248 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

eder. Ceddim Sultan Mahmud (II. Mahmud), bunlara seyyah (gezginci)dervişleri de ilâve ederek istihbaratı tevsi etmişti (genişletmişti).

Ben tahta çıktığım zaman vaziyet (durum) böyleydi ve böyle devamediyordu.

Bir gün Londra Sefiri Musurus Paşadan, eski Sadrazam ve SeraskerHüseyin Avni Paşanın İngilizlerden para aldığını öğrendim. Padişahnamına (adına) devleti idare eden bir Sadrazam kendi devletine ihanetediyor ise, istihbaratı da elbette ki mantığına uygun geldiği şekildeSaraya bildirirdi. Şüpheye düştüm, müteessir oldum. İşte bu günlerdeMahmud (Celâleddin) Paşa bana geldi ve Jön Türkler’den bazılarıhakkında malumat (haberler) getirdi. Bu haberler mühimdi. Kendisinebunları nasıl öğrendiğini sordum. Hususi (özel) bir İstihbarat Teşkilâtıkurmuş, bazı eşhasın (kimselerin) yakınlarını para ile elde etmişti. Bukimseler, görüp işittiklerini haber veriyorlar, o da bunları ehemmiyet-lerine (önemlerine) göre kıymetlendiriyordu.

İsterse kardeşimin kocası olsun, devletin bir parçasının devlettengizli bir istihbarat kurması doğru olamazdı. Kendisine bu teşkilâtıhemen bana devretmesini ve ba-de-mâ (bundan sonra) bu işlerleuğraşmamasını söyledim. Teşkilâtı bana devretti; ama, bundan çokmuğber oldu (alındı).

Yabancı devletler kendi âmâline (emellerine) hizmet edecek kim-seleri ve zirve sadrazam mertebesine kadar çıkarabilmişlerse, devletemniyet içinde olamazdı. Doğrudan doğruya şahsıma merbüt (bağlı) birİstihbarat Teşkilâtı kurmaya, bu düşünce ile karar verdim. İşte düşman-larımın jurnalcılık dedikleri teşkilât budur.”

II. Abdülhamid, kendisinin kurduğu ve yönettiği istihbaratteşkilâtına, esas itibarıyla vatandaşı değil, hazineden maaş aldıklarıhalde devlete ihanet edenleri tanımak ve izlemek için ihtiyaç olduğunuda belirtmektedir.

Yıldız İstihbarat Teşkilâtı’nda II. Abdülhamid’in şahsen güveninikazanmış olan kişiler iş başına getirilmişti. Ajanlar içinde her rütbedenve her seviyeden isim yapmış veya yapmamış kimseler vardı. Teşkilât-ta generaller, amiraller, valiler, hâkimler, profesörler, doktorlar, öğret-menler, gazeteciler ve başka meslek sahipleri olmak üzere 990 ajanınyer aldığı ve 23 ajan merkezinin bulunduğu görülmektedir. Resmi ajan-ların dikkatlerini en çok teksif ettikleri şahıslar sadrazamlardı.Abdülhamid’in saltanatının ikinci yarısında ajan korkusundan, insanlarüçüncü bir kişinin bulunduğu yerlerde konuşamaz hâle gelmişler veAvrupa’ya kaçanların sayısı artmıştır. II. Abdülhamid, istihbaratteşkilâtını genel ve askeri istihbaratın aleyhine olarak geliştirmiştir.

249AVRASYA DOSYASI

Teşkilâtın ordu üzerinde de son derece etkinliği bulunmaktaydı. Onun,teşkilât kadrosundan beklediği aslında, kendi tahtına yönelik komplo-ları ortaya çıkarmaktı. Abdülhamid’in bu yolda yürüttüğü operasyonlar,sadece imparatorluğun dört bir yanında yapılmamış, Avrupa’da kendi-sine karşı gruplaşanların bulunduğu Paris, Londra, Brüksel, Cenevre veKahire gibi şehirleri de kapsamıştır. Yıldız İstihbarat Teşkilâtı, iç istih-barat faaliyetlerindeki başarılarının yanında, Balkanlardaki azınlık isyan-larında da önemli başarılar sağlayarak en gizli örgütlerin içine desızabilmiştir. İngiliz gizli servisinin ajanı olan Türkolog Prof. ArminiusVambery, aynı zamanda II. Abdülhamid’in İngiltere nezdindeki ajanıydı.

İmparatorluğu 30 yıl istibdatla yöneten Abdülhamid’in sevmediği üçokul vardı: Harbiye, Tıbbiye ve Mülkiye. Bu üç okul sıkı bir takip veteftişe rağmen hürriyet ve meşrutiyet fikirlerini yaymaktaydı. ÖzellikleMakedonya’daki genç subaylar arasında ittihatçılık fikri taraftartoplamıştı. Nitekim, istibdadı yıkan topluluk da buradan çıkacaktır.Abdülhamid’e karşı Paris’te Jön Türkler tarafından 1889’da kurulan İtti-had ve Terâkkî Cemiyeti, 1906’da Selânik'te 3. Ordu subaylarınınkurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile 1907’de birleşecek, böyleceasker-sivil karışımı ortaya çıkan örgüt, Abdülhamid’den 1877’deortadan kaldırılan anayasanın yürürlüğe konmasını isteyecekti.Yönetime karşı Makedonya’da başlatılan hareket sonunda, 23 Temmuz1908 tarihinde II. Meşrutiyet ilân edilecek, istibdat rejimine son verile-cektir.

İttihad ve Terâkkî, ihtilâlden hemen sonra saray çevresindeki grubuve istihbarat teşkilâtını ortadan kaldırmak için harekete geçmiştir.Meşrûtiyet'in ilânından bir hafta sonra, Meclis-i Vükelâ (BakanlarKurulu)’nın teşkilâtın kaldırılması ile ilgili 29 Temmuz 1908 tarihli maz-batası (kararnâmesi) paralelinde, 30 Temmuz 1908 tarihinde açıklananiradeye uygun olarak Yıldız İstihbarat Teşkilâtı’nın faaliyetine son veril-miştir.

31 Mart 1909 tarihinde İstanbul’da patlak veren irtica hareketininbaş sorumlusu olarak görülen II. Abdülhamid, Meclis-i Umumi-i Milli'ninKararnâmesi gereği 27 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirilerek yerineV. Mehmed Reşad (1909-1918) geçirildi. Abdülhamid’in hallindensonra Yıldız İstihbarat Teşkilâtı’na ait olan yüzbinlerce rapor (jurnal)saraydan alınarak, ittihad ve Terâkkî’nin önde gelenlerinin teklif vekararları doğrultusunda Harbiye Nezareti’nin avlusunda yakılmıştır.

İttihad ve Terakki artık eskisinden daha güçlü bir duruma geçmiştir.Giderek hükümeti doğrudan ele alacak, Ekim 1909’da siyasi partihaline gelecek, altı aylık kısa bir dönem (17 Temmuz 1912-23 Ocak1913) hariç, Birinci Dünya Savaşı’nın (1914-1918) sonuna kadar ikti-darda kalacaktır.

250 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

ç. Enver Paşa ve Teşkilât-ı Mahsûsa (1913-1918):

XIX. yüzyıl sonlarında, Osmanlı devletine karşı ayrılıkçı hareketlerinyoğunluk kazanması ve isyanların genişlemesi, istihbarat ve espiyonajçabalarını da artırmıştır. Büyük devletlerin istihbarat servislerinin koz-mopolit olan İstanbul ve İzmir gibi şehirlerde faaliyet göstermeleri,Arap yarımadası gibi gerek coğrafi konumu ve gerekse dinî farklılıklargösteren yerlerden daha kolay olmuştur. Yabancı servis ajanlarımühendis, arkeolog, böcek koleksiyoncuları, kuş meraklıları ve tüccarkisvesi altında istihbarat faaliyetlerini yürütüyorlardı.

Balkan Savaşı’nın (1912-1913) sonuna kadar, Osmanlı devletindegeniş olarak istihbarat yapan gizli bir teşkilâta rastlanılmamaktadır.Balkan Savaşı’nın getirdiği kötü sonuçlardan sonra, Osmanlı İmpara-torluğu gibi üç kıtaya hükmetmiş, çeşitli ırk ve mezhepte çeşitli millet-leri idare etmiş bir devlet için gizli modern bir istihbarat teşkilâtına mut-lak surette ihtiyaç olduğu artık anlaşılmıştır. İngilizlerin meşhur“Intelligence Service”i gibi, Osmanlı devletinin de çeşitli ülkelerde pro-paganda yapmak, Osmanlı sınırları dışında kalan veya bu sınırlarındışına çıkma tehlikesi taşıyan Türk ve Müslümanlar’ın ağırlıkta olduğubölgelerde örgütlenmek, bilgi toplamak (istihbarat), askerî sırlar elegeçirmek, düşmana karşı gerilla mücadelesini örgütlemek, ordunungörevini kolaylaştırmak, Panislâmizm ve Pantürkizm ideolojilerinigerçekleştirmek gibi bin takım meselelerin hâllini isteyen bir istihbaratteşkilatına sahip olma zaruretini düşünen Enver Paşa olmuştur. İşte buamaçla Harbiye Nazırı Enver Paşa tarafından kurulan istihbaratteşkilâtına “Teşkilât-ı Mahsûsa” veya “Umûr-u Şarkiyye Dairesi” adı ve-rilmiştir.

Teşkilât-ı Mahsûsanın kuruluşu ile ilgili çeşitli tarihler verilmektedir.ATASE arşiv belgelerine göre yapılan bir çalışmada, teşkilâtın 30 Kasım1913 tarihinde resmî olarak kurulduğu anlaşılmaktadır. Teşkilâtın ilkBaşkanının Kurmay Binbaşı (bilahare Yarbay) Süleyman Askeri Bey (30Kasım 1913-14 Nisan 1915), ikinci Başkanının Ali Bey Başhampa (24Mayıs 1915-31 Ekim 1918) ve son başkanının da Hüsamettin (Ertürk)Bey (5 Aralık 1918-?) olduğu bilinmektedir.

Teşkilat-ı Mahsûsa, Avrupa tarzında bir örgüttü. Teşkilât, nev-işahsına münhasır bir kuruluş olarak karşımıza çıkmaktadır. Örgüt,direkt olarak Osmanlı Harbiye Nezareti’ne bağlı idi ve üyelerininifadelerine göre, özel bir şifresi bulunmuyordu.

Teşkilâtın genel merkezi, Tercüme ve Telif Şubesi; Hindistan, Mısır,Afganistan, Arabistan Şubesi; Şark Şubesi, Rumeli Şubesi, Afrikay-ıŞarkî ve Afrikay-ı Garbî Sevkiyat, Umur-u Tanzimiyye, Muamehit-ı Zatiye,

251AVRASYA DOSYASI

Kurye Şubesi; Evrak ve Dosya Şubesi ile Muhasebe Şubesi olmak üzere7 Şube’den ve bu şubelere bağlı olan 21 masadan meydana gelmişti.Bu masaların başında genellikle yedek subaylar, Teğmen, Üsteğmen veyüzbaşılar bulunmaktaydı. En yüksek rütbeli subay, yarbay rütbesindebulunuyordu. Teşkilâtın kadroları ise, istihbarat tecrübesinden yoksunsivil ve askerî şahıslardan oluşuyordu.

Teşkilât-ı Mahsûsa tarafından, özellikle Kafkasya ve Yakın Doğu’dagörev yapan ve gerilla tipi bir çalışma yöntemini benimsemiş küçükaskerî birlikler (Müfrezeler), çeteler ve taburlar kurulmuştur. OrtaDoğu’daki eylemlerin içerisinde dikkati çekenler, propaganda yapmaküzere Bingazi’ye gönderilen Bingazi Milletvekili Yusuf Şetvan Bey ileŞeyh Esseyid Şerif Ahmed Es-Sünusî’nin bir Alman denizaltısı ile İstan-bul’a kaçırılması ve İngiliz ajanı Lawrens’e karşı girişilen hareketlerdi.

Kafkasya bölgesi, Orta Asya seferlerinin atlama tahtası olarakTeşkilât-ı Mahsûsa’yı fazlasıyla ilgilendirmiştir. Kafkasya seferleriTrabzon’dan yönetilmiştir. Trabzon, Hopa ve Artvin kıyılarındanKafkasya içlerine denizden ajanlar sokularak, Rusların askerî durumuöğrenildiği gibi, buralarda eylemler yapılarak, Osmanlı ordusu orayagirdiği zaman yardımcı olacak geniş bir teşkilât kurulmuştur.

Teşkilâtın Orta Asya’ya yönelik faaliyetlerinin en önemlisi, Rauf(Orbay) Bey ile Ömer Naci Beyin gerçekleştirdikleri Iran seferidir. RaufBey, İran üzerinden Afganistan ve Hindistan’a kadar uzanarak buralar-da İngilizlere karşı karışıklık çıkartma görevini üstlenmiştir. Ancak, bugrubun harekâtı Almanlar tarafından engellenmiş, Rauf Beye geridönme emri verilmiştir. Rauf Beyin geri dönerken İran’da bıraktığımüfreze Afganistan’a girmiş, bazı elemanları Hindistan’a giderekburalarda küçük çaplı eylemler gerçekleştirmişlerdir. Meselâ,Kuşçubaşı Eşref ve kardeşi Selim Sami Bey, İngiltere’ye karşı İslâmBirliği adına şiddetli bir propaganda kampanyası başlatmak, eğermümkün olursa bu kampanyayı Orta Asya’da Ruslar’a karşı da yürüt-mek ve ayaklanmalar çıkarmak için Hindistan’a gittiler. BunlarBombay’a gitmek üzere yolda iken, Birinci Dünya Savaşı başladı. EnverPaşadan emir alan Kuşçubaşı Eşref hemen İstanbul’a döndü. SelimSami ve dört arkadaşı Hindistan’da kalarak göreve başladılar, dahasonra da Türkistan’a gittiler. Kuşçubaşı Eşref de, bilâhare teşkilâtınArabistan’daki bölge sorumluluğuna getirilmiştir.

Ömer Naci Bey kumandasındaki gönüllü birlikleri ise, 12 ocak 1915tarihinde Tebriz’e girmişler ve Ahraz’a ulaşarak petrol boru hatlarınıtahrip etmişlerdir.

Teşkilât-ı Mahsûsa’nın Makedonya ve Trakya bölgelerinde deSırplara ve Yunanlılara karşı istihbarî nitelikli faaliyetleri ve önemli

252 ERDAL ‹LTER / OSMANLILARDA ‹ST‹HBARAT (XIV.-XX. YÜZYILLAR)

eylemleri olmuştur. Teşkilâtın kurucuları arasında yer alan subaylartarafından 1913 yılında Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kurulması veKuşçubaşı Eşref Beyin Şubat 1915’de Mısır’da kanal bölgesindekieylemleri, kayda değerdir.

Birinci Dünya Savaşı (1914-1918), Osmanlı İmparatorluğu için 30Ekim 1918 tarihinde imzalanan Mondros Mütarekesi ile resmen sonaerdi. Özellikle İngilizlerin, Afrika’da ve Orta Doğu’da kendilerine karşışiddetli bir mücadele yürüten Teşkilât-ı Mahsûsa’yı cezalandıracaklarıbeklenen bir durumdu. Bu sebeple, onlardan önce harekete geçerekTeşkilâtı en az zarara uğramasını sağlayacak biçimde yeniden örgütle-mek gerekiyordu. Işte, İttihad ve Terâkkî hükümetinin ileri gelenlerimütareke görüşmelerinin yapıldığı günlerde Teşkilât-ı Mahsûsa’nıngeleceği hakkında kararlar almayı kararlaştırmışlardı. Mütareke’den azsonra, 5 Aralık 1918 tarihinde teşkilâtın başına getirilecek olanHüsamettin (Ertürk) Bey, İttihad ve Terâkkî’nin üst düzey yöneticilerininİstanbul’u terk etmelerinden birkaç gün önce Enver PaşanınKuruçeşme’deki yalısında gerçekleştiğini belirttiği bir görüşmede,Enver Paşanın konuya ilişkin talimatını şöyle nakletmektedir:

“Şimdiye kadar vekâleten bakmakta olduğun Teşkilat-ı Mahsûsa’yabundan sonra riyâset edeceksiniz. . . Teşkilât-ı Mahsûsayı resmenlağvedeceksiniz, fakat hakikatte bu teşkilât asla ortadan kalkmaya-caktır. . . Teşkilât-ı Mahsûsanın bundan sonraki ismi ‘Umum Alem-iİslam İhtilâl Teşkilâtı’ olacaktır. Muhaberelerimiz hep bu titr üzerinecereyan edecektir. Siz Türkiye’de bu teşkilâtın İstanbul ŞubesiReisisiniz. O’nu kuran benim, sizi seçen benim, yakında bu teşkilâtınheyet-i merkeziyesi Berlin’ de toplanacaktır.”

Enver Paşanın Hüsamettin (Ertürk) Beye adını verdiği yeni örgütünyurt içinde herhangi bir çalışması olmadı. Enver Paşa ve arkadaşlarınınbir Alman denizaltısı ile yurt dışına çıkmalarına müteakip, BahriyeNâzırı Müşir Izzet Paşanın isteği doğrultusunda Teşkilât-ı Mahsüsa,Hüsamettin (Ertürk) Bey tarafından tasfiye edildi; ancak, teşkilâtındepolarındaki silâhlar ve cephane saklanarak, Anadolu’ya sevki içinçareler aranmaya başlanmıştı.

253AVRASYA DOSYASI