Upload
dinhdung
View
224
Download
2
Embed Size (px)
Citation preview
T.C.SAĞLIK BAKANLIĞI
HAYDARPAŞA NUMUNE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİDERİ VE ZÜHREVİ HASTALIKLAR KLİNİĞİ
KLİNİK ŞEFİ: DR. A. TÜLİN MANSUR
PEMFİGUSLU 66 HASTADA KLİNİK SEYİR VE PROGNOZ
(6 YILLIK HAYDARPAŞA DENEYİMİ)
DR. ELVAN ENDOĞRU(UZMANLIK TEZİ)
İSTANBUL -2005
ÖNSÖZ
Başhekimimiz Doç. Dr. Mücahit GÖRGEÇ’e,
Asistanlık eğitimim boyunca bilgi ve deneyimlerinden yararlandığım,
kendilerini daima örnek alacağım, değerli klinik şefimiz Dr. A. Tülin
MANSUR ve şef yardımcımız Doç. Dr. İkbal Esen AYDINGÖZ’e,
Önerileri ve enerjisiyle tezimin şekillenmesini sağlayan tez danışmanım Dr.
Sevil K. GÜNDÜZ’e,
Manevi desteğini hiçbir zaman esirgemeyen Dr. Fatih GÖKTAY’a,
Bizlere araştırma şevkini aşılayan emekli klinik şefimiz Dr. Osman
GÜNEY’e,
Rotasyonlarım sırasında kendilerinden çok şey öğrendiğim enfeksiyon
hastalıkları klinik şefi Doç. Dr. Paşa GÖKTAŞ ve 3. dahiliye klinik şefi Dr.
Refik DEMİRTUNÇ’a,
İstatistiksel çalışmamda yardımcı olan Dr. Hasan Celalettin ÜMİT’e,
Eğitimime değerli katkılarından dolayı kliniğimiz tüm uzman ve
başasistanlarına,
Asistan arkadaşlarım ile klinik hemşire ve personelimize,
Bana hekimliği ve dermatolojiyi sevdiren babam Prof. Dr. Hüseyin
ENDOĞRU’ya, daima yanımda olan anneme, kız kardeşime ve tüm aileme
en derin teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Elvan ENDOĞRU
2
İÇİNDEKİLER
1. GİRİŞ ve AMAÇ………………………………………………….......3
2. GENEL BİLGİLER……………………………………………….......4-18
3. MATERYAL VE METOD…………………………………………….19-21
4. BULGULAR …………..………………………………………………22-32
5. TARTIŞMA…………………………………………………………….33-40
6. SONUÇ………………………………………………………………...41-42
7. KAYNAKLAR………………………………………………………....43-47
3
GİRİŞ ve AMAÇ
Pemfigus nadir görülen, organa özgü, otoimmün, mukokütanöz bir hastalık
grubudur. Hücreler arası bağların immünolojik mekanizmalarla yıkılması
sonucunda deri ve mukozalarda büllerle kendini gösteren pemfigus grubu
hastalıklar, kortikosteroidlerin keşfinden önce genellikle fatal
seyretmekteydi. Günümüzde ise, kortikosteroidler ve diğer immünsupresif
ajanlar sayesinde mortalitesi azalmakla birlikte, ortaya çıkabilecek yan
etkiler sebebiyle, hastalık önemini korumaktadır. Pemfigus tedavisinde
amaç, başta kortikosteroidler olmak üzere immünsupresiflere alternatif
olabilecek yöntemler bulma yönünde değişmiştir. Nadir bir hastalık grubu
oluşu, hastalık şiddetinin ve tedaviye yanıtın bireysel farklılıklar göstermesi
nedeniyle, pemfigusun tedavisi konusunda görüşbirliği ve standart bir
yaklaşım yoktur. Çok çeşitli tedavi seçenekleri olmakla beraber, aynı
nedenlerle, bu seçeneklerin etkinliğini ortaya koyacak, büyük çaplı,
kontrollü randomize araştırmalar yapılamamaktadır. Pemfigus belirli
protokoller dahilinde, kişisel ya da klinik tecrübelerle tedavi edilmeye
çalışılmaktadır. Bütün bu nedenlerle, pemfigus grubu hastalıkların tedavisi
bilim değil sanattır (1).
Türkiye’de pemfigusla ilgili yeterli sayıda detaylı analiz mevcut değildir.
Sonraki çalışmalara katkısı olması düşüncesiyle; kendi kliniğimizde 1998-
2004 yılları arasında takip ettiğimiz pemfiguslu hastaların, demografik, klinik
ve immünolojik özelliklerini, bu hastalara yaklaşımımızı, tedavi sonuçlarını
ve prognostik faktörler ile ilişkili tecrübelerimizi aktarmayı amaçladık.
4
GENEL BİLGİLER
Tanım: Pemfigus ailesi histolojik olarak akantoliz gösteren, deri ve/veya
müköz membranlarda intraepitelyal bül ve erozyonların varlığıyla
karakterize organa özgü bir grup otoimmün hastalığı içerir (2,3).
Sınıflama: Klinik ve immünopatolojik özelliklerine göre pemfigus ailesi;
epidermisin tamamını tutanlar, yüzeyel formlar ve yeni tanımlanmış formlar
şeklinde 3 gruba ayrılabilir. Sırasıyla pemfigus vulgaris, pemfigus foliaseus
ve paraneoplastik pemfigus bu 3 grubun ana varyantlarıdır (3,4). Pemfigus
grubu hastalıkların sınıflandırılması Tablo 1’de özetlenmiştir.
Tablo 1. Pemfigus grubu hastalıkların sınıflandırılması
Epidermisin tamamını tutan tipler
• Pemfigus vulgaris
• Pemfigus vejetans (Lokalize tip)
o Neumann
o Hallopeau
• İlaca bağlı olan tip
Yüzeyel formlar
• Pemfigus foliaseus
• Pemfigus eritematozus (Senear-Usher hastalığı)
• Fogo Selvagem (Endemik tip)
• İlaca bağlı olan tip
Yeni tanımlanmış olan tipler
• Paraneoplastik pemfigus
• İgA pemfigusu
o Subkorneal püstüler dermatoz tipi
o İntraepidermal nötrofilik tip
• Pemfigus herpetiformis
5
Tarihçe: Pemfigus ismini, ilk kez 1791 yılında Wichmann kullanmıştır (5).
Karakteristik histolojik bulgu olan akantoliz Civatte tarafından 1943 yılında
gösterilmiştir (6). 1964 yılında Beutner ve Jordan tarafından pemfigus
vulgarisli hastaların serumlarında keratinosit yüzey antijenlerine karşı
dolaşan antikorların varlığının keşfi ile hastalığın patogenezi açıklık
kazanmıştır (4). Nadir görülen formlardan Pemfigus herpetiformis, 1975
yılında Jablonska ve arkadaşları tarafından, İgA pemfigusu ise 1982 yılında
Wallach, Foldes ve Cottenot tarafından tanımlanmışlardır (5). Amagai ve
ekibi tarafından 1996 yılında geliştirilen desmogleinlere karşı oluşan
otoantikorların gösterildiği ELISA yöntemi, pemfigus grubu hastalıkların
tanısında büyük ilerleme sağlamıştır (2).
Epidemiyoloji: Pemfigus esas olarak erişkinlerin hastalığıdır. En sık
yaşamın 4.-5. dekadlarında görülür. Nadiren çocuklar ve yaşlılarda da
bildirilmektedir. İnsidansı 0,5-1,5/100.000 kadardır. Kadın ve erkekleri eşit
sıklıkta etkiler. Daha sıklıkla görüldüğü Yahudi popülasyonunda HLA-DR4
ile güçlü bir birlikteliği vardır ve bu popülasyonda pemfigus vulgaris,
pemfigus foliaseustan daha sık görülür (2). Diğer etnik gruplarda HLA-DQ1
aleli ile şüpheli bir birliktelik saptanmış olup, her iki pemfigus tipi eşit sıklıkta
görülmektedir (2,7). Diğer pemfigus tipleri çok daha nadirdir. Fogo
Selvagem; Güney Amerika’da endemiktir (2).
Etyoloji ve Patogenez: Pemfigus grubu hastalıklarda etkilenen bölge
desmozomların dış yüzey elemanlarından olan desmogleinlerdir. Kaderin
adezyon molekülleriyle yapısal benzerlik gösteren bu proteinler
keratinositlerin birbirlerine bağlanmasını sağlarlar. Desmoglein 1, başlıca
epidermisin üst bölgelerinde ve az miktarda mukozalarda eksprese
edilirken desmoglein 3, epidermisin tüm katları boyunca bulunur ve
mukozalarda da bol miktarda vardır. Pemfigus antikorları desmogleinin
hücre dışı parçasını hedef alır. Dolaşan antidesmoglein antikorları adezyon
moleküllerine bağlanır, kompleman ve proteaz aktivasyonu ile intraepitelyal
hücre ayrışmasına neden olur. Penisilamin ve kaptopril gibi sülfidril grubu
içeren ilaçlar da desmogleinlerde bulunan sülfidril gruplarıyla etkileşime
girerek hastalığa yol açarlar (2,4). Pemfigusun majör tiplerindeki hedef
antijenler tablo 2’de özetlenmiştir (8).
6
Klinik Bulgular: Pemfigus vulgaris genellikle ağrılı oral ülserler şeklinde
başlar. Ülserler sıklıkla arka yanak mukozası ve diş etlerinde yerleşir.
Genital bölge ve konjonktiva gibi diğer mukozalar da tutulabilir. Hastaların
birçoğunda hastalık mukozalarda sınırlı kalır. Deri tutulumu olduğunda,
baş ve boyundan başlayıp gövde ve fleksuralara yayılan, vezikülobüllöz
lezyonlar görülür (7). Büller gevşek ve narindir, kısa sürede açılıp
yerlerinde ağrılı erozyonlar bırakırlar (3). Deri frajilitesini gösteren bir
yöntem olan Nikolsky belirtisi, pemfigus vulgariste müspet bulunur. Kaşıntı
sık bir semptom değildir. Özellikle oral tutulum olduğunda ağrı ön
plandadır (2).
Pemfigus foliaseus tipik olarak saçlı deri, yüz, sternum üzeri gibi seboreik
alanlarda yerleşir. Mukozaları hemen hemen hiç tutmaz. Epidermal ayrışma
çok yüzeyel olduğundan lezyonlar hemen erode olur ve sağlam büle
rastlanmaz (3). Yaygın tutulum olduğunda krut ve skuamlarla örtülü nemli
alanlar gözlenir ve klinik görünüm eritrodermayı andırabilir (2).
Paraneoplastik pemfigus hemen her zaman altta yatan bir neoplazi ile
birliktedir. En sık lenfoplazmositer malinitelere eşlik eder. Castleman
Hastalığı (B hücrelerinin selim, dev foliküler hiperplazisi) ve Waldenström
makroglobulinemisi gibi malinitelerle beraber bulunabilir. Timoma ve
miyastenia gravis ile birlikteliği de bildirilmiştir. Nadiren karsinom ve
sarkomlara eşlik edebilir (2,3,7). Tipik klinik görünüm tedaviye dirençli,
ağrılı mukozal ülserler, deride ise büller ve erozyonlar, liken planus ve
eritema multiformeye benzer lezyonların eşlik ettiği polimorf bir tablo
şeklindedir. Diğer pemfigus tiplerinden farklı olarak avuç içi ve ayak
Tablo 2. Pemfigus grubu hastalıklardaki hedef antijenler
Hastalık Hedef antijenler
Pemfigus vulgaris
Pemfigus foliaseus
Paraneoplastik pemfigus
İgA pemfigus
Desmoglein 3
Desmoglein 1
Desmoglein 3, desmoplakin 1-2, BP Ag 2,
envoplakin, periplakin ve diğerleri
Desmokollin 1
7
tabanında da lezyonlar bulunabilir. Gastrointestinal ve respiratuvar epitel de
tutulabilir (3,5,7).
Pemfigus vejetans pemfigus vulgarisin hafif ve lokalize varyantıdır.
Pemfigus vulgaris gibi başlayıp, kıvrım yerlerinde vejetasyon ve
papillomatöz proliferasyonlarla devam eden Neumann tipi ve başlangıç
lezyonu püstül olup vejetasyonlar oluşturan Hallopeau tipi olmak üzere
ikiye ayrılır (9).
Pemfigus eritematozus; lupus eritematozusla overlap gösteren lokalize
pemfigus foliaseus varyantıdır (2). Burun, yanaklar ve kulaklara ek olarak
saçlı deri ve gövdede krutlu impetijinize lezyonlarla seyreder (9).
Fogo Selvagem muhtemelen enfeksiyöz kaynaklı endemik pemfigus
foliaseustur. Yüzeyel büller yine öncelikle yüz ve saçlı deride gözlenir. Hızla
sızıntılı, krutlu erozyonlara dönüşürler (2). Melanoderma, verrüköz vejetatif
lezyonlar ve eritrodermi görülebilir (9).
İgA pemfigusu başlığı altında 2 benzer tablo tariflenmiştir. Subkorneal
püstüler dermatoz tipi fleksuralarda, anuler ve sirsine dizilimli gevşek
püstüllerle karakterizedir. İntraepidermal nötrofilik tipte ise klinik daha az
belirgindir ve gövdeyi tutma eğilimindedir (2,5). Her ikisinde de şiddetli
kaşıntı mevcuttur.
Pemfigus herpetiformiste herpetiform dizilimli eritematöz, vezikülobülloz ya
da papüler lezyonlar mevcuttur. Oral tutulum olabilir. Ana semptom şiddetli
kaşıntıdır (5).
Histopatoloji: Pemfigus vulgariste karakteristik histopatolojik bulgular
akantoliz, intraepidermal ayrışma, bül oluşumu ve bül sınırı ile kavitesinde
akantolitik hücrelerin varlığı şeklinde sıralanabilir. Spongiotik epidermiste
eozinofil ya da nadiren nötrofil birikimi olabilir (9). Bazal tabaka
ayrışmamıştır ve mezar taşı görünümü oluşturur (2). Büllerin sitolojik yayma
yapılıp Giemsa ile boyanmasıyla, büyük, koyu boyanan nükleus etrafında
açık renk halo ve en dışta yine koyu boyanan sitoplazması ile köşegen
özelliği kaybolmuş, yuvarlak, tipik akantolitik keratinositler (Tzanck
hücreleri) gösterilebilir (9).
8
Pemfigus foliaseusta akantoliz üst epidermiste, genellikle granüler
tabakadadır. Subkorneal ayrışma ve bül oluşumu tipiktir (2).
Paraneoplastik pemfigusta ana histolojik bulgular epidermal akantoliz,
suprabazal ayrışma, diskeratotik keratinositler, bazal tabakada vakuoler
değişiklikler ve inflamatuar hücrelerde epidermal ekzositozdur (5).
Pemfigus vejetansın histolojik görünümü pemfigus vulgarise benzer. Ek
olarak epidermal hiperplazi ve eozinofillerle dolu intraepidermal apseler
mevcuttur (9).
Pemfigus eritematozusta pemfigus foliaseustaki yüzeyel akantolize ek
olarak bazal membran zonunda kalınlaşma, vakuoler dejenerasyon ve
perivasküler lenfosit infiltrasyonu bulunabilir. Bu bulgular lupus
eritematozustan ayrımını zorlaştırabilir (2,6).
İgA pemfigusun subkorneal tipinde üst epidermiste, intraepitelyal nötrofilik
tipinde ise suprabazal yerleşimli püstüller görülür (5).
Pemfigus herpetiformisin histopatolojisi çeşitlilik gösterir. Eozinofilik
spongioz, akantoliz, akantolitik hücreler, nötrofil veya eozinofillerle dolu
püstüller görülebilir (5).
İmmünfloresan inceleme: Pemfigus vulgariste deri ve mukozalar, direkt
immünfloresan inceleme ile intersellüler immünglobulin ve kompleman
birikimi gösterir. Bazal membranda birikim görülmez. En sık saptanan
otoantikor İgG’dir. İgG birikimi hem etkilenmiş, hem sağlam görünümlü
alanlarda olurken, C3 birikimi sadece akantolitik alanlarda gözlenir.
Pemfigus foliaseusta direkt immünfloresan incelemeyle pemfigus vulgarise
benzer şekilde ama genellikle epidermisin üst katmanlarında ağsı boyanma
olur. Pemfigus eritematozusda intersellüler birikime ek olarak bazal
membranda da İgG ve C3 birikimi gözlenir. Paraneoplastik pemfigus hem
tüm epidermiste ağ benzeri, hem bazal membranda lineer İgG ve C3
birikimi gösterir. Pemfigus ailesine ait diğer hastalıklarda da pemfigus
vulgarise benzer şekilde immünoreaktan birikimi görülür. İgA pemfigusta
biriken otoantikor İgA tipindedir (2,7,9).
9
Pemfigus vulgarislilerin %80-90’ında dolaşan intersellüler antikorlar indirekt
immünfloresan tekniğiyle gösterilebilir. Hastadan alınan serum örneği
normal insan derisi veya maymun özofagus epiteliyle muamele edilip
üzerine floresanlanmış insan globulini anti serumu damlatılır ve floresan
mikroskobunda incelenir. Böylece dolaşan otoantikorların varlığı
saptanabilir. Ancak bu teknik, erken ve lokalize hastalıkta yalancı negatif,
yanıklar ve büllöz ilaç erupsiyonları gibi durumlarda ise yalancı pozitif
sonuç verebilir. Otoantikor titreleri genellikle hastalık aktivitesiyle paralellik
gösterir. Paraneoplastik pemfigusta çok katlı yassı epitel dışındaki epitelyal
dokulara karşı da otoantikorlar bulunur. Bu nedenle diğer pemfigus
tiplerinden farklı olarak sıçan mesane epitelinde de indirekt immünfloresan,
pozitif reaksiyon verir (5,9,10).
Günümüzde desmoglein 1 ve 3’e karşı dolaşan antikorların saptanmasında
enzim aracılı immünokimyasal teknik (ELISA) kullanılmaya başlanmıştır.
Hızlı ve özgül olması nedeniyle indirekt immünfloresandan daha avantajlıdır
ve bu tekniğin yerini alacak gibi görünmektedir (11,12).
Laboratuar: Pemfigus grubu hastalıklara özgü rutin biyokimyasal ya da
mikrobiyolojik tetkik yoktur. Tanı konduktan sonra, tedavi seçeneklerini
belirleyebilmek ve ilaç yan etkilerini değerlendirebilmek amacıyla, tam kan
sayımı, karaciğer ve böbrek fonksiyonları, kan şekeri, elektrolitler, albümin
ve protein düzeylerine bakılmalı, HBV, HCV, HİV ve Tbc taraması ve
osteoporoz açısından kemik dansitometresi yapılmalıdır. Sekonder
enfeksiyon varlığının araştırılması için kültürler alınmalıdır (2,3,11).
Paraneoplastik pemfigusta eşlik edebilecek maliniteler açısından ilave
tetkikler yapılmalıdır.
Seyir ve prognoz: 1950’lerde kortikosteroidlerin kullanımından önce
pemfigus vulgaris ölümcül bir hastalıktı. Mortalitesi ilk 2 yılda %50, 5 yılda
neredeyse %100 idi. Ölümün ana nedenleri enfeksiyon, dehidratasyon ve
malnütrisyondu. Günümüzde mortalite oranı %5’in altındadır, ancak uzun
dönem immünsupresif kullanımıyla ilişkili olarak morbidite oranı artmıştır.
Amaç ilk seçenek olan kortikosteroidlerin yan etkilerinin azaltılmasına ve
tedavi altındayken optimal yaşam kalitesinin sağlanmasına yönelmiştir (3).
Pemfigus tiplerinden en iyi prognoza sahip olan, pemfigus foliaseustur.
Pemfigus vulgaris daha uzun süreli ve daha agresif tedavi gerektirdiğinden
10
morbidite ve mortalitesi daha yüksektir. Paraneoplastik pemfigus malin bir
neoplazi ile ilişkiliyse kötü seyirlidir ve genellikle 2 yıl içinde fatal seyreder.
Kemoterapi ile tümör kitlesinin azaltılması hastalığın seyrini hafifletmez.
Ancak benin timoma veya lokalize Castleman Hastalığı gibi neoplazilerle
birlikte olduğunda, tümör eksize edilince otoimmün hastalık 6-12 ayda
düzelir. Hastalık solunum epitelinde de otoimmün hasara neden
olduğundan hastaların %30’unda ölüm sebebi, ilerleyici solunum
yetmezliğidir (7).
Ayırıcı Tanı: Pemfigus grubu hastalıkların, hem kendi alt grupları ile, hem
de diğer immünobüllöz hastalıklarla ayırıcı tanısı yapılmalıdır. Pemfigus
ailesinin en sık görülen tipi olan pemfigus vulgaris, öncelikle diğer pemfigus
tiplerinden ve büllöz pemfigoidden, ayrıca lineer İgA dermatozu, Hailey-
Hailey Hastalığı ve oral mukozada ülserlerle seyreden pek çok
dermatozdan ayrılmalıdır. Pemfigus foliaseus, yerleşim yeri, veziküllerin
hızla açılıp skuamöz birikintilerin hakim olması nedeniyle seboreik dermatit
ve lupus eritematozusla karışabilir (2). Paraneoplastik pemfigusun ayırıcı
tanısında büllü hastalıkların tümüne ek olarak liken planus, eritema
multiforme, Behçet Hastalığı ve inatçı herpes simpleks enfeksiyonu da akla
gelmelidir (5). Pemfigus vejetansın lezyonları iyododerma ile ve anogenital
bölge yerleşimli olduğunda kondiloma lata, kondiloma aküminata,
granüloma inguinale ile ayırıcı tanıya girer (9). İgA pemfigusu, subkorneal
püstüler dermatoz, dermatitis herpetiformis ve lineer İgA büllöz
dermatozundan, pemfigus herpetiformis ise dermatitis herpetiformis, lineer
İgA dermatozu ve büllöz pemfigoidden ayırt edilmelidir (2,5). Klinikleri
örtüşebilen bu hastalıkların ayırıcı tanısında ana belirleyici histopatoloji ve
immünfloresan tetkikleridir. Antidesmoglein antikorlarını saptamada
kullanılan ELISA yöntemi de tanıda değerli bir test olarak yerini almıştır
(11).
Tedavi: Pemfigus tedavisinde ilk basamak hastalığı kısa sürede remisyona
sokabilmektir. Diğer otoimmün hastalıklarda olduğu gibi pemfigus grubu
hastalıklarda da yetersiz tedavi, epitop yayılımına neden olarak hastalığın
kontrolünü güçleştirir. Bu yüzden hastalığın kontrolünü ve uzun süreli
remisyonunu sağlayabilmek için erken sistemik tedavi gereklidir. Başlangıçta
klinik görünüm sınırlı olsa bile sistemik tedavi başlanmazsa hastalık
yaygınlaşabilir. Tedavide kritik nokta otoantikor sentezini baskılamaktır.
11
Ancak günümüzde sadece desmoglein otoantikorlarını baskılayacak
herhangi bir tedavi yaklaşımı yoktur. Bu yüzden hastalığın tedavisi
nonspesifik immünosupresyon üzerine kurulmuştur (3).
Tedavi seçimini, hastalığın başvuru sırasındaki şiddeti belirler. Bunun
yanısıra hastanın yaşı, genel durumu, gebelik, diyabet, hipertansiyon,
tüberküloz, kronik böbrek ve karaciğer hastalıkları gibi eşlik eden sistemik
hastalıklar, tedavi seçimini etkileyen diğer faktörlerdendir. Diğer taraftan ilaç
seçiminde etkinlik, etkinin başlama süresi, ortaya çıkabilecek yan etkiler ve
maliyet de göz önünde bulundurulmalıdır (8).
En sık görülen pemfigus tipi pemfigus vulgaris olduğundan, tedavi
protokolleri bu hastalık üzerinde oluşturulmaya çalışılmıştır. Mutlak bir
kontrendikasyon olmadığı takdirde pemfigus vulgariste ilk tedavi seçeneği,
sistemik glukokortikoidlerdir.
Kortikosteroidler; direkt olarak immün sistem hücrelerinin nükleer
reseptörlerine bağlanarak gen ekspresyonunu değiştirirler ve
proinflamatuar faktörlerin üretimini baskılarlar (13). Karbonhidrat, protein,
yağ, kalsiyum metabolizması ve su-elektrolit dengesi üzerine olan indirekt
etkileri, uzun süreli kullanımda birçok sistemde toksisiteye neden olur. Yan
etkileri ya tedavinin aniden kesilmesi ya da uzun süreli kullanımdan
kaynaklanmaktadır. Tedavinin birden kesilmesi halinde ateş, halsizlik,
myalji, artralji ve nadiren psödotümör serebri ile karakterize olan akut
adrenal yetmezlik tablosu gelişir. Uzun süreli kullanımları ise glukoz
intoleransı ya da aşikar hiperglisemi, hiperlipidemi, cushingoid görünüm,
hipokalemi, ödem, hipertansiyon ve ateroskleroz, miyopati, psikojenik
reaksiyonlar, konvulsiyon eşiğinde azalma, gelişme geriliği, obezite ve
sekonder amenore, osteoporoz ve osteonekroz, glokom ve katarakt,
gastrointestinal kanama, pankreatit ve hepatosteatoz, enfeksiyon ve sepsis,
deride atrofi, akne ve hipertrikoz gibi yan etkilere yol açar.
Glukokortikoidlerin su ve tuz tutucu etkilerini en aza indirebilmek amacıyla
sentetik analogları geliştirilmiştir (8,13,14).
Kortikosteroid doz şeması büyük oranda ampiriktir ve klinik tecrübeye
dayalıdır. Başlangıç dozu hastalığın şiddetine göre belirlenir. Hafif hastalığı
olanlarda 40-60 mg/gün kabaca 1 mg/kg/gün prednizolon ile tedaviye
12
başlanırken, daha ağır olgularda 60-100 mg/gün dozlarla başlanmalıdır
(11). Tedavi 3 aşamaya ayrılabilir. İlk aşama kontrol fazıdır ve hastalık
aktivitesi baskılanıncaya kadar tedavi yoğunluğunu artırma prensibine
dayanır. Yeni lezyon oluşumunun durması, kaşıntı şikayetinin kaybolması
ve mevcut lezyonlarda iyileşmenin başlaması hastalık aktivitesinin
baskılandığını gösterir. Kontrol fazı birkaç hafta sürer ve yeterli doz ile
tedaviye başlandığında pemfiguslu olguların çoğu hızla cevap verir (1). 5-7
gün içinde cevap alınamadığı takdirde, doz %50-100 artırılmalıdır (11).
İkinci aşama konsolidasyon (sağlamlaştırma) fazıdır. Alevlenmeyi en aza
indirebilmek için lezyonların büyük kısmı epitelize oluncaya kadar doz
azaltılmamalıdır. Konsolidasyon fazı da birkaç hafta sürer. Son aşama olan
sürdürme fazında, hastalığı remisyonda tutabilecek en küçük doza kadar
tedaviyi azaltmak, hatta kesmek amaçlanır (1). Her 2-4 haftada bir dozun
10-20 mg azaltılması önerilmektedir. 40 mg/gün doza ulaşıldığında
hipotalamik-pituiter-adrenal aks supresyonunu azaltabilmek için günaşırı
şemaya geçilir. Burada birinci gün dozu 40 mg’da tutulur. İkinci gün dozu 2-
4 haftada bir 5-10 mg azaltılır. Gün aşırı 40 mg doza gelindiğinde steroid
dozu 2-4 haftada bir, 5 mg azaltılır. Hastada tam remisyon sağlanınca
birkaç yıl boyunca günaşırı 5 mg prednizolon şeklinde idame steroid
tedavisi uygulanır. Tedaviyi kesmeden önce serum kortizol seviyesine
bakılmalıdır. Kan kortizolü 10 μg/dl’nin üzerindeyse bazal adrenal kortizol
sekresyonu yeterlidir ve kortikosteroid kesilebilir (8,13). Başlangıçta 100
mg/gün’den fazla prednizolon gerektiren şiddetli veya dirençli olgularda
yüksek doz pulse intravenöz kortikosteroid uygulaması düşünülebilir (11).
Bu rejimde en sık kullanılan glukokortikoidler metilprednizolon ve
deksametazondur. 10-20 mg/kg metilprednizolon veya 2-5 mg/kg
deksametazon, günde 1-3 saat süreyle ardışık 1 ila 5 gün boyunca
uygulandığında, hızla remisyon sağlandığı ve uzun süreli steroid
kullanımına bağlı yan etkilerin azaldığı bildirilmiştir (13). Bu yöntemin
nadiren görülen ciddi yan etkileri, elektrolit dengesizliği, hipertansiyon,
pankreatit, konvulsiyonlar, kardiyak aritmiler, akut miyokard enfarktüsü ve
ani ölümdür (8,15).
Kortikosteroid tedavisi ile remisyon sağlanamaması veya şiddetli yan etkiler
gelişmesi durumunda diğer immünsupresif ajanlar, alternatif ya da adjuvan
olarak kullanılabilir. Bu ilaçlar, steroid ihtiyacını ve böylece steroidlerden
kaynaklanacak morbiditeyi azaltabilmek ya da tedavi etkinliğini artırabilmek
13
amacıyla tedavinin başlangıcında da eklenebilir (8). Lever, Aberer, Anhalt,
Bystryn ve daha birçok araştırmacı, bu düşünceden yola çıkarak, çeşitli
kombinasyon protokolleri geliştirmişlerdir.
Adjuvan ajanlar, etkilerinin başlangıç hızlarına göre, hızlı etki gösterenler ve
yavaş etki gösterenler olmak üzere ikiye ayrılabilir. Hızlı etki gösterenler;
tedaviye yanıtsız ya da şiddetli olgularda, hastalık aktivitesini baskılamak
amacıyla kullanılan intravenöz immünglobulin ve plazmaferezdir. Yavaş etki
gösterenler ise; konsolidasyon veya sürdürme aşamalarında steroid
ihtiyacını azaltmak için tedaviye eklenen azatiyoprin, mikofenolat mofetil,
siklofosfamid, siklosporin ve metotreksat gibi immünsupresifler veya altın,
dapson ve antimalaryaller gibi antiinflamatuarlardır (15).
Azatiyoprin; etkili, ucuz ve az yan etkiye sahip olduğundan, pemfigus
tedavisinde ilk tercih edilen adjuvan immünsupresif ajandır (16). Daha
düşük toksisite, daha düşük sterilite riski ve yaşam boyu daha düşük
malinite riski nedeniyle özellikle genç hastalarda tercih edilebilir (8). DNA ve
RNA sentez ve tamir mekanizmalarını inhibe eden bir pürin analoğudur ve
in vivo olarak hızla aktif metaboliti olan 6-merkaptopürine dönüşür. T ve B
lenfositlere afinitesi vardır ve immünsupresif etkisini bu yolla gösterir.
Maksimum immünsupresyon etkisi 8-12 hafta sonra ortaya çıkar. Etkisi 6
haftadan önce başlamadığından pemfigus grubu hastalıklarda hafif olgular
dışında monoterapide kullanılmaz (11). Günümüzde kortikosteroidlerle
birlikte azatiyoprin kullanımı pemfigusun standart tedavisi haline gelmiştir
(14). Önerilen başlangıç dozu, 1-2 mg/kg/gündür ve en fazla 5 mg/kg/gün
doza kadar artırılabilir (17). 2 mg/kg dozda antiinflamatuar özellik gösterir.
Antikor üretiminin baskılanması için daha yüksek dozlarda kullanılmalıdır
(3). Standart doz 100-150 mg/gün’dür. Azatiyoprinin en önemli ve korkulan
yan etkisi pansitopeniyle kendini gösteren miyelosupresyondur. Bu etki
özellikle ilacın metabolizmasında yer alan tiyopürin metiltransferaz enzim
eksikliği bulunanlarda belirgindir. Mümkünse ilaca başlamadan tiyopürin
metiltransferaz enzim düzeyine bakılması önerilmektedir. Diğer yan etkileri
arasında, bulantı, kusma, diare gibi gastrointestinal yakınmalar, toksik
hepatit, pankreatit, deri döküntüleri, alopesi, hipersensitivite sendromu,
ateş, fırsatçı enfeksiyonlar, onkojenite ve polinöropati sayılabilir (17).
Azatiyoprin ve aktif metabolitleri plasentayı geçer ve teratojenite riski
nedeniyle gebelikte kontrendikedir. Karaciğer fonksiyon bozukluklarında
14
çok dikkatli kullanılmalıdır. Böbrek fonksiyon bozukluklarında doz
azaltılmalıdır (14). Tedaviden önce bazal karaciğer ve böbrek fonksiyonları
değerlendirilmelidir. Tedavi sırasında ilk ay haftada bir, takip eden 3 ay
boyunca 2 haftada bir ve sonrasında 2 ayda bir karaciğer fonksiyon testleri
ve tam kan sayımı yapılmalıdır (17).
Mikofenolat mofetil; azatiyoprin gibi pürin antagonisti olan yeni bir
immünsupresif ajandır. Genel anlamda güvenilir olması nedeniyle birçok
merkezde büllöz hastalıkların tedavisinde ilk tercih edilen adjuvan haline
gelmiştir (2). Ancak yüksek maliyeti kullanımını sınırlandırmaktadır. Oral
alımını takiben hızla emilir ve aktif metaboliti olan mikofenolik aside
dönüşür. İdrarla ıtrah edilir (16). T ve B lenfosit proliferasyonunu ve antikor
üretimini inhibe ederek etki gösterir. Ayrıca lökositlerin endotelyal hücrelere
adezyonunu da engeller (17). Genellikle ikiye bölünerek 2-2,5 g/gün
dozunda kullanılır. Azatiyoprinden daha az hepatotoksik olduğundan
karaciğer fonksiyon bozukluğu olan hastalarda tercih edilebilir (16). Etkisi
geç başlar ve 2-3 ay kullanımından sonra klinik düzelme gözlenebilir (17).
Mikofenolat mofetilin en sık yan etkisi gastrointestinal sistem üzerinedir.
Karın ağrısı, bulantı, kusma, diare yapabilir. İlaca bağlı olarak başta herpes
zoster olmak üzere enfeksiyon insidansında hafif bir artış görülebilir.
Hematolojik yan etkiler dozla ilişkilidir ve geri dönüşümlüdür. Bunlar anemi,
lökopeni ve trombositopeni olarak sayılabilir (8). Daha nadir görülen diğer
yan etkileri; dizüri, pollaküri ve steril piyüri gibi genitoüriner yakınmalar ve
halsizlik, baş ağrısı, kulak çınlaması ve insomnia gibi nörolojik
semptomlardır. Tedavi sırasında ilk ay haftada bir, sonraki 2 ay ayda 2 kez
ve daha sonra yılda bir kez tam kan sayımı yapılmalıdır (17).
Siklofosfamid; azatiyoprinden daha etkili olan alkilleyici bir immünsupresiftir.
DNA helezonları arasında çapraz bağlar kurarak mitotik aktiviteyi bozar.
Gastrointestinal kanaldan emildikten sonra karaciğerdeki sitokrom p450
sistemi ile metabolize olur ve böbrekler yoluyla atılır. Siklofosfamidin
pemfigus tedavisinde önemli bir yeri vardır. Azatiyoprinin etkili olmadığı
olgularda, 50-200 mg/gün, ortalama 1-3 mg/kg/gün dozunda siklofosfamidin
kortikosteroidlerle birlikte kullanımının remisyon sağlamada oldukça etkili
olduğu gözlenmektedir. Ancak ilacın miyelosupresyon, gastrointestinal
yakınmalar, hemorajik sistit, nefrotoksisite, hepatotoksisite, kardiyotoksisite,
kalıcı infertilite ve sterilite, fırsatçı infeksiyonlar, mukozal ülserler, alopesi ve
15
interstisyel akciğer fibrozisi gibi yan etkileri mevcuttur (14,16). Toksik üriner
metabolitlerini seyreltmek için bol su ile alımı önerilmektedir (3). Aynı
zamanda mutajenik ve karsinojeniktir. Uzun süreli kullanımında başta
mesane karsinomu olmak üzere akut miyelositer lösemi ve lenfoma gibi
malinitelere neden olabilir (14). Malinite olasılığı maruziyetten 20-30 yıl
sonra ortaya çıktığından yaşlı bireylerde rölatif risk nedeniyle, pemfigus
tedavisinde siklofosfamid tercih edilebilir (3). Gebelerde kontrendikedir.
Tedavi sırasında yan etki takibi, haftada bir tam kan sayımı ve tam idrar
tetkiki ve ayda bir karaciğer ve böbrek fonksiyon testleriyle yapılmalıdır
(14,16). Pemfigusta kalıcı remisyon sağlanması için genellikle 2-3 yıl oral
siklofosfamid tedavisi gerekmektedir. Siklofosfamidin kortikosteroidlerde
olduğu gibi aylık pulse tedavi şeklinde uygulanması da mümkündür. Bu
uygulama daha az toksiktir, fakat aynı zamanda daha az etkilidir (3,18,19).
Özellikle hemorajik sistit gelişen hastalarda steroid dozunu azaltabilmek
için siklofosfamide alternatif olarak daha az toksik olan klorambusil
kullanılabilir. Klorambusil, B lenfositler üzerine etkisi, T hücrelerine nazaran
daha fazla olan, alkilleyici bir ajandır. Başlangıç dozu 4 mg/gündür, doz 10
mg/güne kadar arttırılabilir (8).
Metotreksat, pemfigus vulgariste steroidden kaçınmak amacıyla
kullanılabilen bir folat antagonistidir. Dihidrofolat redüktazı inhibe ederek
DNA, RNA ve protein sentezini durdurur. En çok görülen yan etkileri
hepatotoksisite, nefrotoksisite, kemik iliğinin baskılanması, bulantı ve
kusma, oral ve gastrointestinal ülserler, alopesi, deri döküntüleri, interstisyel
pnömoni, geri dönüşümlü oligospermi olarak sıralanabilir (14). Önceleri
pemfigus tedavisinde 150 mg/hafta gibi yüksek dozlarda kullanıldığından,
yüksek oranda morbidite ve mortaliteye sebep olduğu görülmüştür (11,16).
Günümüzde steroidlerin güvenli bir şekilde azaltılamadığı pemfigus vulgaris
hastalarında, ortalama 12 mg/hafta dozunda kullanılmaktadır. Ancak diğer
adjuvan tedaviler olmaksızın tam remisyon sağlamada, yetersiz gibi
görünmektedir (8,11).
Altın tuzları, pemfigus tedavisinde bir dönem yaygın olarak kullanılmıştır
(2). Etki mekanizması bilinmemekle birlikte, hafif ve orta şiddetteki
pemfigusta monoterapi olarak bile etkili bulunmuştur. İlacın etkisi tedaviden
6 ay sonra ortaya çıktığından başlangıçta oral kortikosteroidlerle birlikte
16
kullanılmalıdır (16). Altın tuzlarının etkinliği diğer immünsupresiflerden daha
düşüktür, ancak karsinojenik olmaması ve infertiliteye yol açmaması
nedeniyle genç hastalarda tercih edilebilir (8).
Pemfigus vulgarisin siklosporine yanıtı konusunda çelişkili veriler
bulunmaktadır. Siklosporin T lenfositlerde sinyal iletimini baskılayıp başta
İL-2 olmak üzere bazı lenfokinlerin salınımını engeller. Hücresel immüniteyi
belirgin olarak baskılarken humoral immüniteyi de azaltır. Hepatik sitokrom
p450 enzim sistemi ile metabolize edildiğinden hepatik yetmezliği olanlarda
doz ayarlaması yapılmalıdır. Renal fonksiyon bozukluğu, hipertansiyon,
hiperlipidemi, tremor, hirsutizm ve gingival hiperplazi gibi yan etkileri
bulunmaktadır (8). Araştırmaların çoğunda siklosporin, pemfigus
tedavisinde adjuvan olarak önerilmemektedir (11,20).
Hafif pemfigus olgularında adjuvan tedavide tek başına ya da nikotinamidle
birlikte tetrasiklin kullanımı denenebilir (11). Tetrasiklinler nötrofil ve
eozinofil kemotaksisini baskıladıkları gibi muhtemelen matriks
metalloproteinazlarını düzenleyerek dermoepidermal bileşkeyi de
güçlendirmektedirler. Bir yıldan uzun süre kullanıldıklarında ilaca bağlı
lupus eritematozus, otoimmün hepatit ve hipersensitivite reaksiyonlarına
neden olabilirler. Minosiklinle bu etkiler daha geç ortaya çıkmaktadır.
Nikotinamidin ise adenozin bifosfatı artırarak lökosit ve mast hücrelerini
stabilize etme etkisi vardır. Önerilen; 2 gr/gün dozunda tetrasiklinle 1500
mg/gün nikotinamidin kombine olarak adjuvan tedavide kullanılmasıdır. En
sık yan etkiler gastrointestinal sistem üzerinedir (16).
Dapson, lizozomal membran ve enzim aktivitesini, kemotaktik uyarılara
karşı nötrofil cevabını, kompleman aktivasyonu ve depolanmasını
engelleyerek antiinflamatuar etki gösteren bir sülfon türevidir (14). 100-300
mg/gün dapsonun prednizolon tedavisine eklenmesiyle olumlu yanıt alınan
birkaç pemfigus olgusu bildirilmiştir. Ancak pemfigus vulgaristen ziyade
pemfigus foliaseusta etkili bulunmuştur. Ayrıca dapson, İgA pemfigusu ve
pemfigus herpetiformisin tedavisinde ilk seçenektir. Özellikle glukoz-6-fosfat
dehidrogenaz eksikliği bulunanlarda hemoliz ve methemoglobinemiye yol
açar. İştahsızlık, bulantı, kusma, baş ağrısı, görme keskinliğinde azalma,
insomnia, psikoz, geçici periferik nöropati, ateş, hematüri, hepatit ve deri
döküntüleri diğer yan etkileridir (8).
17
Yüksek doz insan immünglobulini, hızlı etki başlangıcı nedeniyle
pemfigusun kontrol fazında kullanılabildiği gibi, steroidden kaçınma ajanı
olarak sağlamlaştırma fazında da kullanılabilir. 1,2-2 gr/kg dozun 3-5 güne
bölünerek 2-4 haftada bir 1-34 siklus uygulanmasıyla başarılı sonuçlar
alınmıştır. Geleneksel tedavilere cevap vermeyen veya diğer tedavilere
bağlı ciddi yan etki gelişen pemfigus olgularında denenebilir (11). Etki
mekanizması konusunda birçok fikir öne sürülmüştür. Bunlar arasında
makrofajlar üzerindeki Fc reseptörlerinin blokajı, aktif komplemanların
hedef hücreler tarafından alımının engellenmesi, sitokin ve antagonistlerinin
sentez ve salınımının düzenlenmesi, T ve B hücre fonksiyon ve
proliferasyonunun değiştirilmesi, otoantikorların nötralizasyonu sayılabilir
(8). Uzun süreli remisyon sağlamaması ve masraflı oluşu, intravenöz
immünglobulinin dezavantajlarıdır (3).
Plazmaferez serumdaki patojenik antikor miktarını azaltmanın en iyi ve hızlı
yoludur (3). Hasta kanının alınıp, bir filtre yardımıyla ayrılan hücresel
elemanların, hastaya geri verilmesi esasına dayanır. Böylece kan, mevcut
otoantikorlardan temizlenmiş olur (8). Ancak işlemden sonra paradoks
olarak B hücrelerinin antikor üretimi rebaund mekanizmasıyla artar. Bu
olay, tedaviye siklofosfamid gibi alkilleyici bir ajanın eklenmesiyle avantaja
dönüştürülebilir. Çünkü siklofosfamid hızlı bölünen hücrelere daha etkilidir.
Pulse siklofosfamid ve plazmaferez kombine tedavisi ile hastalık hızla
kontrol altına alınabilir (3). İmmünoaferez ise daha özgül bir tedavi
seçeneğidir. Burada sadece İgG tipindeki patojenik antikorlar hasta
serumundan ayrılır. Ancak plazmafereze oranla daha pahalı bir yöntemdir
(16).
Ekstrakorporeal fotokemoterapi dirençli ve geleneksel tedavilerle başarı
sağlanamayan pemfigus vulgaris olgularında uygulanabilir. Bu tedavide
hastaya önce sistemik psoralen verilir. Kan alınıp santrifüj edilerek plazma
ile kanın şekilli elemanları ayrılır. Daha sonra plazma, UVA ışınına maruz
bırakılır ve hücresel elemanlarla birleştirilerek hastaya geri verilir. İşlem
ayda bir kez, 2 ardışık gün uygulanır. Psoralene bağlı yan etkiler,
fotosensitivite ve bulantıdır. Hipotansiyon, konjestif kalp yetmezliği, flushing
ve taşikardi ekstrakorporeal fotokemoterapinin diğer yan etkileridir (8).
18
Hafif pemfigus olgularında çok potent bir topikal steroidin hastalığı kontrol
edebildiği bildirilmiştir. Ancak 7 hastanın 3’ünde steroid ya da adjuvan
ajanlarla sistemik tedaviye başlamak gerekmiştir (21). Pemfigusun diğer
formlarında, özellikle pemfigus eritematozusta topikal steroidler tedavide
faydalıdır (2).
Pemfigus vulgaris dışındaki pemfigus tiplerinin tedavisinde başka
yaklaşımlar da mevcuttur. Örneğin; Hymes ve Jordan sistemik steroide iyi
cevap vermeyen 3 pemfigus foliaseuslu olguda, tedaviye 200 mg/gün
hidroksiklorokinin eklenmesi ile aylar sonra iyileşme sağlandığını
bildirmişlerdir (22). 1,5 mg/gün kolşisin ve sistemik retinoidlere cevap veren
İgA pemfigus vakaları bildirilmiştir (8). Anti-CD20 monoklonal antikoru
(Ritüksimab) ile remisyon sağlanan paraneoplastik pemfigus olguları
yayınlanmıştır (23).
Pemfigusta uzun süreli klinik remisyon sağlandığında tedavi
sonlandırılabilir. Bu karar büyük oranda klinik seyre göre verilir, ancak
immünfloresan çalışmalar negatif ise relaps şansı daha azdır. Direkt
immünfloresan negatif ise relaps riski %13-27, pozitif ise %44-100 oranında
bildirilmiştir. İndirekt immünfloresan negatif olduğunda %24 olan relaps
oranı, pozitif olduğunda %57’ye yükselir (11).
19
MATERYAL ve METOD
Çalışmamıza 1998-2004 yılları arasında en az bir kez servisimizde
yatırılmış olan 63 hasta ile, aynı yıllarda ayaktan takip edilen 3 hasta olmak
üzere toplam 66 pemfiguslu hasta dahil edildi. Ayaktan takip edilen
hastalardan 2’si 1998 yılından önce kliniğimizde yatırılarak tedavi edilmişti.
Kalan 1 hasta ise hiç hospitalize edilmemişti. Olgulara ait veriler arşivdeki
dosyalar ve poliklinik takip dosyaları taranarak elde edildi. Hastaların
15’iyle irtibat kurulamadığından taburcu olduktan sonraki klinik
durumlarıyla ilgili bilgi alınamadı.
Hasta dosyaları taranarak olguların demografik özellikleri, hastalığın ortaya
çıkış yaşı, tanı alıncaya kadarki hastalık süresi ve takip süreleri kaydedildi.
Ayrıca, hastalıklarının başlangıcında “sadece mukoza tutulumu olanlar”,
“sadece deri tutulumu olanlar”, “mukoza ve deri tutulumu olanlar” belirlendi.
Hastaların tanısı, klinik ve histopatolojik bulgularla konulmuştu. Bazı
hastalarda tanı direkt ve indirekt immünfloresan bulguları ve Tzanck testi ile
desteklenmişti. Bu bulgular ışığında pemfigus alt gruplarının oranları
saptandı. Çalışmamızda klinik tanı, histopatolojik tanı ve direkt
immünfloresan bulgularının korelasyonu da incelendi.
Etkilenen vücut bölgeleri, başlangıç kortikosteroid dozu ve adjuvan
kullanımı göz önüne alınarak oluşturulan pemfigus şiddet skalasına göre
hastalar, hafif, orta ve şiddetli olmak üzere gruplandırıldı (Tablo 3). Şiddet
skalası oluşturulurken, Herbst ve Bystryn’ in belirledikleri skala, pemfigus
grubu hastalara genel yaklaşımımız ışığında modifiye edildi (24). Hastalığın
yaygınlığı ve tedavinin yoğunluğu, 1 ile 4 arasında puan verilerek ayrı ayrı
hesaplandı. Hastalığın yaygınlığı değerlendirilirken vücut, 8 yüzey alanına
bölündü ve üzerinde bir veya daha fazla pemfigus lezyonu olan alanlar
skorlamaya dahil edildi. Tedavinin yoğunluğu, kilo başına başlangıçta
verilen prednizolon eşdeğeri steroid dozuna göre derecelendirildi. Adjuvan
başlanan hastalarda skora 1 veya 2 puan daha eklenerek toplam skor
bulundu. En son puanı ≤ 3 olan olgular hafif, 4 ile 6 arasında olanlar orta ve
≥ 7 olanlar şiddetli kabul edildi.
20
Tablo 3. Pemfigus şiddet skalası
SKORHastalığın
Yaygınlığı (*)Tedavi yoğunluğu
(Prednizolon eşdeğeri steroid)1 1-2 < 1 mg/kg2 3-4 1-1,9 mg/kg3 5-6 2-2,9 mg/kg4 7-8 ≥ 3 mg/kg
+1+2
≤100 mg/gün azatiyoprin/Siklofosfamid, dapson, siklosporin
>100 mg/gün azatiyoprin/Siklofosfamid, İVİg(*) Vücut alanları: saçlı deri, yüz/boyun, gövde üst yarısı, gövde alt yarısı, kollar,
bacaklar, oral mukoza, genitalya
≤ 3 = HAFİF4-6 = ORTA≥ 7 = ŞİDDETLİ
Bu gruplar; kontrol fazının süresi, relaps oranları ve hastaların son durumu
açısından birbirleriyle karşılaştırıldı. Kontrol fazının süresi; yeni lezyon
çıkışının durup, lezyonların büyük kısmının epitelize olduğu ve
kortikosteroid dozunun düşürülmeye başlandığı süre olarak belirlendi.
Hastaların son durumu; aktif hastalık, kısmi remisyon, tam remisyon ve
eksitus olarak gruplandırıldı. Aktif hastalık; halen >20 mg/gün prednizolon
eşdeğeri kortikosteroid alan grup olarak tariflendi. Kısmi remisyon grubu; ≤
20 mg/gün prednizolona eşdeğer steroid alan ve tek tük yeni lezyon çıkışı
olsa da ufak doz artırımıyla kontrol edilebilenler olarak tanımlandı. Tedavi
gereksinimi kalmayan, hiç lezyonu olmayan olgular ise tam remisyonda
kabul edildi. Tam veya kısmi remisyonda olup da yeni lezyon çıkışı gelişen
ve 20 mg/günün üzerinde prednizolon gerektiren hastalar, relaps olarak
değerlendirildi.
Ayrıca pemfigus vulgaris ve vejetans ile diğer pemfigus tipleri klinik seyir ve
tedavi sonuçları açısından birbirleriyle karşılaştırıldı.
Çalışmamızda kortikosteroidler ve pemfigus tedavisinde kullanılan diğer
immünsupresiflerle ortaya çıkan yan etkiler ve oranları da araştırıldı.
Sonuçların istatistiksel değerlendirilmesinde nonparametrik testlerden
21
yararlanıldı. Tutulum bölgeleri ve başlangıçtaki hastalık şiddeti açısından üç
gruba ayrılan hastaların klinik özellikleri Kruskal Wallis testi ile
karşılaştırıldı. Cinsiyetler arasında, tanıya kadar geçen süre açısından;
pemfigus tipleri arasında ise kontrol fazının süresi açısından fark olup
olmadığı Mann Whitney U testi ile araştırıldı. Epidermisin tamamını tutanlar
ile diğer pemfigus tiplerinin, relaps oranları ve gelinen son durum açısından
karşılaştırılmalarında Ki-kare testi kullanıldı. P< 0.05 olduğunda aradaki
fark anlamlı kabul edildi. Elde edilen verilerin istatististiksel analizi,
bilgisayar ortamında “SPSS for Windows” programı aracılığı ile yapıldı.
22
BULGULAR
Çalışmaya dahil edilen 66 hastanın 25’i erkek, 41’i kadındı. Erkek:kadın
oranı 1:1,6 olarak belirlendi. Hastaların yaşları 18 ile 72 arasında
değişiyordu. Yaş ortalaması 47±15,4 idi.
Olguların memleket dağılımına bakıldığında, çoğunun Doğu Anadolu ve
Karadeniz Bölgesi kökenli oldukları saptandı. Memleket dağılımına ait
grafik şekil 1’de gösterilmiştir.
Hastalığın ortaya çıkış yaş ortalamasının 44,7 olduğu ve bu sayının
kadınlarda 45,2, erkeklerde ise 43,6 olduğu görüldü.
3 olguda ailede immünobüllöz hastalık varlığı öğrenildi. Bunlardan 2’sinin
ailesindeki büllöz hastalık, pemfigus vulgaris, 3. olgudaki ise büllöz
pemfigoid idi.
23
B a t ı T r a k y aG ü n e y d o ğ uA n a d o l uD o ğ u A n a d o l uİ ç A n a d o l uK a r a d e n i zM a r m a r aM e m l e k e t2 52 01 51 050H a s t a S a y ı s ı132 262 21 2
Şekil 1. Pemfigus grubu hastaların memleket dağılımı
Hastaların 2’sinde pemfigusa eşlik eden başka otoimmün hastalıklar da
mevcuttu. Bu hastalıklar, olguların 1’inde ülseratif kolit ve romatoid artrit,
diğerinde ise vitiligo idi.
Hastaların 11’inde (%17) başvuru anında sadece mukoza tutulumu, 11’inde
(%17) sadece deri tutulumu ve 44’ünde (%66) deri ve mukoza tutulumu
bulunmaktaydı.
Hastaların demografik ve klinik özellikleri tablo 4’de özetlenmiştir.
Tablo 4. Hastaların klinik ve demografik özellikleri
Cins Başlangıç yaşı
Mi
n
Mak
s
Ort St.dev
Aile öyküsü Eşlik eden otoimmün
hastalık
Tutulum
M D M+D
K=41
E=25 16 72 44,7 16,43 HS +
(2 PV,1 BP)
2 HS (+)
(1 V,1 ÜK+RA) 11 11 44
HS: Hasta, PV: Pemfigus vulgaris, BP: Büllöz pemfigoid, V: Vitiligo, ÜK: Ülseratif kolit, RA: Romatoid artrit, M: Mukoza, D: Deri
Hastalığın ilk semptomlarından tanıya kadar geçen süre 7 gün ile 5 yıl
arasında, ortalama 9,4 ay idi. Sadece mukozal tutulumlu olgularda tanının,
deri tutulumu olan olgulara göre daha geç olarak, ortalama 11 ayda
konduğu tespit edildi. Ancak tutulum bölgeleriyle tanı konma süreleri
arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p= 0,06). Tanıya
kadar geçen süre ile tutulum bölgeleri arasındaki ilişkiyi gösteren tablo
aşağıda görülmektedir.
24
Tablo 5. Tanı konuluncaya kadar geçen sürelerin tutulum bölgeleriyle ilişkisi
Tutulum
Tanıya kadar geçen süre (ay)Minimum Maksimum Ortalama Standart deviasyon
Sadece mukoza 1 36 11 13,5Sadece deri 0,6 36 10 11,3
Mukoza ve deri 0,25 60 8,8 11,8
Tanıya kadar geçen sürenin kadın hastalarda, erkek hastalara kıyasla
belirgin olarak uzamış olduğu görüldü. Erkek hastalar hastalık
başlangıcından ortalama 6,5 ay sonra bir dermatoloğa ulaşırken,
kadınlarda bu süre ortalama 11,4 ay idi. Ancak sürelerle cinsiyet arasında
istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmadı (p=0,108).
44 hastanın ilk tanısı kliniğimizde konmuştu. 22 hasta ise başka
merkezlerde tanı alıp kliniğimizce takip edilmişti. Hastalardan 54’ünün klinik
tanısı pemfigus vulgaris, 3’ünün pemfigus vejetans, 3’ünün pemfigus
eritematozus, 4’ünün pemfigus foliaseus ve kalan 2’sinin büllöz pemfigoid
idi. Büllöz pemfigoidli 2 olgunun birinde Nikolsky belirtisi negatifti, ancak
histopatolojik tanı pemfigus vulgaris idi. Diğerinde ise 2. yatışta klinik daha
farklıydı. Tanı pemfigus foliaseus olarak değişti ve histopatolojik olarak da
doğrulandı.
Hastaların tümünde histopatolojik inceleme yapılmıştı. 56’sı pemfigus
vulgaris, 2’si pemfigus vejetans, 1’i pemfigus eritematozus, 5’i pemfigus
foliaseus, 1’i pemfigus herpetiformis ve 1’i İgA pemfigus olarak
değerlendirilmişti.
46 hastaya yapılan direkt immünfloresan incelemenin 33’ü (%72) pozitif
olarak sonuçlandı. Bunların 31’inde İgG, 3’ünde İgM, 3’ünde İgA ve 18’inde
C3 ile boyanma oldu. Olguların hiçbirinde direkt immünfloresan ile fibrinojen
birikimine rastlanmadı.
8 hastaya indirekt immünfloresan inceleme yapıldı. Hastaların 7’sinde İgG,
1’inde İgA tipi otoantikorlar saptandı. Otoantikor titreleri; 1/100-1/10
arasında değişiyordu.
Tzanck testi yapılan 6 hastanın 4’ünde Giemsa ile boyamada akantolitik
25
hücrelere rastlandı.
66 hastanın 23’ü sadece kortikosteroidle, 1’i sadece adjuvan ile, geriye
kalan 42 hasta ise kortikosteroide adjuvan eklenerek tedavi edilmişti
.
Hastaların 65’ine ilk planda kortikosteroid başlanmıştı. Başlangıçta
uygulanan kortikosteroid dozuna göre hastalar; kilo başına < 1 mg, 1-1,9
mg, 2-2,9 mg, ≥ 3 mg prednizolon eşdeğeri alanlar şeklinde 4 gruba ayrıldı.
Başlangıç prednizolon dozuna göre hastaların dağılımı şekil 2’de
görülmektedir.
Şekil 2. Başlangıç prednizolon dozuna göre hastaların dağılımı
Epidermisin tamamını tutan tipler dışında pemfigus grubu hastalık
(pemfigus foliaseus, pemfigus eritematozus, İgA pemfigus, pemfigus
herpetiformis) tanısı alan olgularımıza, 2 mg/kg veya üzerinde prednizolon
eşdeğeri kortikosteroid başlamama eğiliminde olduğumuz görüldü.
Epidermisin tamamını tutan tipler, yüzeyel pemfigus formları ve yeni
tanımlanmış pemfigus grubu hastalıklarda, başlangıçta tercih ettiğimiz
26
> = 3 m g / k g2 - 2 , 9 m g / k g1 - 1 , 9 m g / k g< 1 m g / k gB a s l a n g ı ç K o r t i k o s t e r o i d D o z u5 04 03 02 01 00H a s t a S a y ı s ı
steroid dozlarını gösteren grafik şekil 3’te görülmektedir.
Tutulum alanlarına göre başlanan kortikosteroid dozlarına bakıldığında;
sadece mukoza tutulumu olan olguların hiçbirine ≥ 3 mg/kg gibi yüksek
dozda steroid başlamadığımız görüldü. Bunun yanı sıra mukoza ve derinin
birlikte tutulduğu olgularda ise ≥ 1 mg/kg prednizolon eşdeğeri dozları tercih
ettiğimiz dikkati çekti. Deri ve mukoza tutulumlarına ve başlangıç steroid
dolarına göre hasta dağılım sayı ve yüzdeleri tablo 6’da gösterilmiştir.
Adjuvan kullanımına göre hastalar adjuvan almayanlar, ≤ 100 mg/gün
azatiyoprin veya siklofosfamid veya dapson alanlar ve > 100 mg/gün
azatiyoprin veya siklofosfamid veya İVİg veya birden fazla adjuvan alanlar
şeklinde 3 gruba ayrıldı. Hastaların adjuvan alımına göre dağılımı şekil 4’te
Tablo 6: Tutulum alanları ve başlangıç kortikosteroid dozuna göre hasta dağılım ve yüzdeleri
Tutulum Başlangıç kortikosteroid dozu (Prednizolon)< 1 mg/kg 1-1,9 mg/kg 2-2,9 mg/kg ≥ 3 mg/kg
Toplam
Sadece mukoza 1 (%1,5) 6 (%9,2) 4 (%6,2) 0 (%0) 11 (%16,9)
Sadece deri 2 (%3,1) 6 (%9,2) 1 (%1,5) 1 (%1,5) 10 (%15,4)
Mukoza ve deri 0 (%0) 29 (%44,6) 11 (%16,9) 4 (%6,2) 44 (%67,7)
Toplam 3 (%4,6) 41 (%63,1) 16 (%24,6) 5 (%7,7) 65 (%100)
27
Şekil 3. Pemfigus tiplerine göre başlangıç kortikosterid dozlarının hastalar arasındaki dağılımı
Y e n i T a n ı m l a n m ı ş T i p l e rY ü z e y e l F o r m l a rE p i d e r m i s i n T a m a m ı n ıT u t a n l a rP e m f i g u s T i p l e r i4 03 02 01 00H a s t a S a y ı s ı> = 3 m g / k g2 - 2 , 9 m g / k g1 - 1 , 9 m g / k g< 1 m g / k gB a ş l a n g ı çK o r t i k o s t e r o i d D o z u
verilmektedir.
Şekil 4: Hastaların adjuvan kullanımına ve tipine göre dağılımı
Steroid başlamadığımız, sadece adjuvan alan tek hasta pemfigus foliaseus
tanısı konan hastamızdı ve 2 gr/gün tetrasiklin ve 1,5 gr/gün nikotinamid ile
tedavi edilmişti. Steroide ek olarak adjuvan alan 44 hastanın 41’inde (%93)
ilk tercih 50-150 mg/gün azatiyoprin idi. Kalan 3 hastanın 1’inde 2 gr/kg
İVİg, diğerinde 100 mg/gün dapson ve 3. hastada 2 gr/gün tetrasiklin ile 1,5
gr/gün nikotinamid kombinasyonu tercih edilmişti. Sadece steroid alan
hastaların 8’ine takipleri sırasında adjuvan eklenmişti. Hastaların 2’sinde
tek adjuvan eklenmesiyle yeterli klinik yanıt alınamadığından, bu olgular
dirençli kabul edilmiş ve birden fazla adjuvanla tedavi edilmişlerdi. Bu 2
olgunun birine 2 ardışık gün, 500 mg/gün pulse kortikosteroid de
verilmişti.10 hastada ortaya çıkan yan etkiler veya tedaviye yeterli yanıt
alınamaması nedeniyle, yatışları ya da takipleri sırasında adjuvan
değişikliği yapılmıştı.
28
A: Adjuvan almayanlar,
B: ≤ 100 mg/gün Azatiyoprin/Siklofosfamid veya dapson veya tetrasiklin-
Nikotinamid kombinasyonu alanlar,
C: > 100 mg/gün Azatiyoprin/Siklofosfamid veya İVİg veya birden fazla
adjuvan alanlar
CBAA d j u v a n K u l l a n ı m ı3 02 52 01 51 050H a s t a S a y ı s ı
Herbst ve Bystryn’in skalalarını temel alarak oluşturduğumuz pemfigus
şiddet skalasına göre, hastaların 8’i hafif, 41’i orta şiddette ve 17’si şiddetli
olgular olarak kabul edildi. Hastalık şiddeti gruplar arasında yaş veya
cinsiyet açısından farklılık göstermiyordu.
Bu 3 grup, yeni lezyon çıkışının durduğu, mevcut lezyonların büyük oranda
epitelize olduğu ve kortikosteroid dozunun düşürülmeye başlandığı periyod
olan kontrol fazının uzunluğu açısından kıyaslandığında gruplar arasında
anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,08). Hastalarda kontrol fazı 3 ile 88 gün
arasında, ortalama 29 gün sürmüştü. Yatan hastaların 7’si henüz kontrol
fazını tamamlamadan kendi istekleriyle ya da maddi zorunluluklar nedeniyle
taburcu edilmişlerdi. 1 hasta ise yatışının 27. gününde henüz steroid doz
düşümüne geçilemeden eks olmuştu.
Veriler, pemfigus vulgaris ve vejetanslı olgular ile diğer pemfigus grubu
hastalarda ayrı olarak da değerlendirildi. Tüm epidermisi tutan tiplerde
başlangıç yaşı ortalama 44,4 idi. Pemfigus vulgarisli hastalardan mukoza
tutulumu olmadan deri tutulumuyla başvuranların sayısının 4 (%7,1) olduğu
görüldü. Sadece deri tutulumuyla gelen diğer 6 hastaya yüzeyel pemfigus
ya da yeni tanımlanmış pemfigus grubu hastalık tanısı konmuştu.
Başlangıçta sadece mukoza tutulumu bulunan 11 hastanın 2’si pemfigus
vejetans, diğerleri pemfigus vulgaris tanısı almıştı. Şiddetli kabul edilen
olguların tümü epidermisin tamamını tutan pemfigus grubuna dahildi. Pemfigus vulgaris ve vejetans grubu ile diğer pemfigus grubu hastalar,
kontrol fazının süresi açısından farklılık göstermiyordu (p=0,17).
Tedavi yaklaşımımız değerlendirildiğinde; pemfigus vulgaris veya vejetans
dışında bir tanı alan 9 pemfigus hastamızın 6’sına sadece steroid, 1’ine
sadece adjuvan ve kalan 2’sine steroide ek olarak adjuvan başladığımız
görüldü. Pemfigus vulgaris ve vejetans tanılı hastalar ile diğer hastaların
verilerinin karşılaştırıldığı tablo aşağıda görülmektedir.
29
PV: Pemfigus vulgaris, PVj: Pemfigus vejetans, K: Kadın, E: Erkek, Ort. BY: Ortalama
başlangıç yaşı, M: Mukoza, D: Deri, H: Hafif, O: Orta, Ş: Şiddetli, S: Steroid, A: Adjuvan,
Ort. KF: Ortalama kontrol fazı süresi (gün)
Hastaların kliniğimizde yatış sayıları 0 ile 7 kez arasında değişiyordu. Çoğu,
1 kez yatmıştı. Hastaların bir kısmı yeni tanı alarak, bir kısmı relaps
nedeniyle ve kalan kısmı steroid yan etkilerinin kontrolü amacıyla
yatırılmıştı. Serimizde sadece ayaktan takip edilmiş olan 1 hasta mevcuttu.
Hastalardaki relaps oranlarına bakıldığında dosyalarına ve kendilerine
ulaşılabilen 51 hastanın 19’unda (%37,3) takipleri sırasında relaps
olmadığı, 16’sında (%31,4) 1 kez relaps olduğu, 12’sinde (%23,5) 2 kez
relaps olduğu ve kalan 4 hastada (%7,9) 3 veya daha fazla relaps olduğu
görüldü. İlk başvuru sırasındaki hastalık şiddetiyle relaps oranları arasında
ilişki kurulamadı (p=0,25). Epidermisin tamamını tutan tipler ile diğer
pemfigus tipleri arasında relaps oranları açısından fark görülmedi (p=0,64).
Relapsın görüldüğü steroid dozlarına bakıldığında, sıklıkla olgularda, 5
mg/gün prednizolon eşdeğeri steroid almaktayken hastalığın nüks ettiği
gözlendi. İlacı kendiliğinden bırakmış hastalarla, doktor kontrolüyle ve
önerisiyle ilacı kesen hastalar karşılaştırıldığında, ilacı bırakmış hastaların
tümünde (%100) relaps görülürken, düzenli ilaç kullanan ve doktorun
önerisiyle ilacı kesen hastaların %17 sinde relaps olduğu saptandı. Bu
verilere ait tablo aşağıda görülmektedir
Tablo 7. Epidermisin tamamını tutan pemfiguslu hastalarla diğer tip pemfiguslu hastaların demografik ve klinik özelliklerinin karşılaştırılması
Pemfigus Tipleri
Cins
K E Ort. BY Tutulum Şiddet
Tedavi
S A S+AM D M+D H O Ş
Ort. KF (gün)
PV + PVj 8 19 44,4 1 4 2 5 5 7 5 0 42 9
Diğerleri 3 6 46,5 0 7 2 3 6 0 6 1 2 2,4
30
En az bir kez yatırılmış olan 65 hastanın 3’ü, servisimizde yatmakta
oldukları sırada kaybedildiler. Bunlardan biri, 60 yaşında kadın hastaydı ve
≥ 3 mg/kg prednizolona eşdeğer dozda steroid ve 150 mg/gün azatiyoprin
almaktaydı. Ölüm sebebi; kardiyoemboli sonucu beyinde bazal ganglionlar
seviyesinde gelişen enfarkt idi. İkincisi, 65 yaşında erkek idi. Adjuvansız,
1,7 mg/kg dozunda steroid almaktayken gastrointestinal kanama nedeniyle
kaybedildi. 3. olgu ise 1,5 mg/kg prednizolona eşdeğer steroid ve 100
mg/gün azatiyoprin almaktayken kardiyopulmoner emboli nedeniyle eksitus
olan 69 yaşında kadın hastaydı.
Ulaşılabilen hastaların son durumlarına bakıldığında 1 hastanın, taburcu
olduktan 1 ay sonra steroidi kendiliğinden kesmiş olduğu ve mukoza veya
deri lezyonunun olmadığı öğrenildi. Hastaların 11’inde hastalık, aktivitesini
sürdürüyordu ve bu hastalar halen 20 mg/gün’ün üzerinde prednizolon
eşdeğeri steroid almaktaydılar. 21 hasta, ≤ 20 mg/gün prednizolonla
lezyonsuz seyretmekteydi. Bu hastalar kısmi remisyonda kabul edildi.
Hastaların 10’unda ise tedavi, tarafımızdan kesilmişti ve bu hastalar hali
hazırda tam remisyondaydılar. Telefon görüşmeleri sonucunda, hastaların
5’inde, taburcu olduktan sonra, hastalığın mortaliteyle sonlandığı anlaşıldı.
Toplam mortalite oranı %15,7 ve ortalama mortalite yaşı 60 idi. Sadece
mukoza tutulumlu olguların hiçbirinde mortalite gözlenmezken, sadece deri
tutulumu olanların %14’ünde ve mukozayla birlikte deri tutulumu bulunan
hastaların %19’unda mortalite gelişmişti. Hastalığın başlangıçtaki şiddeti ve
tutulum alanlarıyla gelinen son durum arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı
(p=0.571). Mortal seyreden 8 olgunun 5’i kortikosteroidle birlikte adjuvan
tedavi alırken, geriye kalan 3’ü sadece kortikosteroidle tedavi
edilmekteydiler. Tablo 9’ da hastaların son durumu ve başlangıçtaki
hastalık şiddeti karşılaştırılmıştır.
Tablo 8. İlacı kendiliğinden veya doktor kontrolünde bırakanların relaps oranları
Relapsİlacı kendiliğinden
bırakanlarİlacı doktor kontrolünde
bırakanlar
Var 7 (%100) 2 (%17)Yok 0 (%0) 10 (%83)Toplam 7 12
31
Tablo 9. Başlangıçtaki hastalık şiddetine göre hastaların son durumlarının karşılaştırılması
Son Durum ŞİDDET
Hafif Orta ŞiddetliToplam
Aktif Hastalık 2 7 2 11
Kısmi remisyon 3 13 5 21
Tam remisyon 1 7 2 10
Eksitus 0 5 3 8
Toplam 6 32 12 50 Tam remisyonda olan 10 hastanın remisyona giriş ve remisyonda kalış
sürelerine bakıldığında ise; hastaların 2’sinde (%20) hastalığın
başlangıcından itibaren ilk 1 yıl, 5’inde (%50) ilk 2 yıl içinde tedavinin
sonlandırılabildiği saptandı. Kalan 5 olguda hastalık, remisyon ve
relapslarla seyrederek, 26 ile 160 ay arasında tam remisyona ulaşmıştı. 10
hastanın 9’u 6 aydan uzun süredir tam remisyondaydı. En uzun süredir
tedavisiz ve lezyonsuz olan hastamız, İgA pemfigus tanısı alan olguydu. Hastanın 45 aydır tam remisyonda olduğu öğrenildi.
Sadece pemfigus vulgaris ve vejetanslı hastalar değerlendirildiğinde;
ulaşılabilen 46 pemfigus vulgaris ve vejetanslı hastanın 9’unun (%20) tam
remisyonda olduğu tespit edildi. Fatal seyreden 8 olgunun tümünün tanısı
pemfigus vulgaristi ve tedavi başlangıcından itibaren 1,5 ay ile 84 ay
arasında ortalama 2 yılda kaybedilmişlerdi. Yatış dosyalarına veya
kendilerine ulaşılabilen olgulara bakıldığında; pemfigus vulgaris ve
vejetanslı hastaların %63’ünde relaps olmuşken, diğer tiplerde bu oranın
%75 olduğu görüldü.
Araştırmamızda pemfigusun seyri sırasında ortaya çıkan yan etkiler
incelendiğinde, olguların %63’ünde cushingoid görünüm, %54’ünde lipid
profilinde bozulma, %34’ünde steroide bağlı gelişen hipertansiyon,
%33’ünde katarakt, %33’ünde bakteriyel enfeksiyon, %29’unda tedaviye
bağlı olarak karaciğer enzimlerinde yükselme ve %29’unda gaitada gizli
kan pozitifliği, %26’sında ilk kez ortaya çıkan kan şekeri yüksekliği ya da
diyabet disregülasyonu, %25’inde steroid miyopatisi, %23’ünde hipertrikoz,
%13’ünde psişik yan etkiler, %13’ünde viral enfeksiyon, %12’sinde
32
hepatosteatoz, %6’sında kemiklerde avasküler nekroz, %2’sinde tüberküloz
reaktivasyonu ve %2’sinde konvülziyon geliştiği gözlendi. Bu yan etkilerin
dağılımı aşağıdaki grafikte görülmektedir.
TARTIŞMA
Pemfigus tüm ırkları ve her iki cinsiyeti, özellikle orta yaşlı bireyleri
etkileyen, akantolizle karakterize, mukokütanöz immünobüllöz bir hastalık
grubudur. Türkiye’de genel olarak pemfigus insidansını değerlendiren bir
çalışma yapılmamıştır. Uzun ve arkadaşlarının Akdeniz Bölgesi’nde
yaptıkları araştırma sonucunda; bu yörede insidansın 0,24/100.000/yıl
olduğu bildirilmiştir (25).
33
0
5
10
15
20
25
30
35
Ost
eopo
roz
Miy
opat
i
Ava
skül
er N
ekro
z
Kat
arak
t
Vira
l Enf
eksi
yon
Bak
teriy
el E
nfek
siyo
n
Tbc
Rea
ktiv
asyo
nu
Hep
atos
teat
oz
KC
Enz
im Y
ükse
kliğ
i
Hip
ergl
isem
i
Hip
erlip
idem
i
Hip
erta
nsiy
on
Gai
tada
Giz
li K
an
Cus
hing
oid
Gör
ünüm
Psiş
ik Y
an E
tkile
r
Hip
ertr
ikoz
Kon
vülz
iyon
Yan etkiler
Has
ta S
ayıs
ı
Şekil 5. Pemfigus seyri sırasında ortaya çıkan yan etkilerin dağılımı
Sunmakta olduğumuz 66 hastalık çalışmamızda, kadın hastaların erkek
hastalara oranı 1,6 olarak bulundu. İran, Güney Afrika, İtalya ve İngiltere’de
yapılan çalışmalar da, benzer şekilde hafif bir kadın üstünlüğünü
desteklemektedir (26-30). Hırvatistan ve Kuveyt’te ise hastalığın kadınlarda
belirgin olarak daha sık görüldüğü tespit edilmiştir (31,32). Bununla beraber
Demircioğlu ve arkadaşlarının pemfigus vulgarisli 32 hastayla yaptıkları
çalışma ile Bulgaristan, Hindistan ve Singapur’dan yapılmış yayınlarda
hastalığın, her iki cinsi eşit olarak etkilediği bildirilmiştir (33-36).
Hastaların memleket dağılımına bakıldığında, 2/3 oranında Doğu Anadolu
ve Karadeniz Bölgesi kökenli oldukları saptandı. Akdeniz ve Ege Bölgesi
kökenli hastamız bulunmamaktaydı. Bu sonuçlar; İstanbul’un Doğu Anadolu
ve Karadeniz bölgelerinden fazla miktarda göç alması ve Karadeniz
Bölgesi’ne yakın mesafede bulunmasıyla ilgili olabilir. Güneydoğu Anadolu,
İç Anadolu, Ege ve Akdeniz Bölgelerindeki pemfigus hastalarının
kendilerine daha yakın merkezlere başvurdukları tahmin edilebilir. Ancak
nüfus yoğunluğuna rağmen, Marmara Bölgesi’nden köken alan hasta
sayımızın az olması; pemfigusun Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi’nde
daha fazla görüldüğü izlenimini uyandırmaktadır. Uzun ve arkadaşlarının
Akdeniz Bölgesi ile ilgili yaptığı epidemiyolojik çalışmada hastaların
memleket dağılımları bildirilmemiştir. Çalışmamızda HLA tip tayini
yapılamamıştır. Bu konuda, ülke genelinde kapsamlı bir epidemiyolojik
çalışma yoktur. Azizlerli ve arkadaşları 1993 yılında bildirdikleri
çalışmalarında, pemfigus vulgaris tanısıyla izlenen 27 Türk hastada Class 1
antijenlerin sağlıklı kontrollere göre farklılık göstermediğini ancak Class 2
antijenlerinden DR3 grubunda anlamlı bir pozitiflik olduğunu saptamışlardır.
Ayrıca aynı çalışmada HLA-DRW52 ve HLA-DQW3, pemfiguslu hastalarda
kontrollere kıyasla anlamlı olarak negatif bulunmuştur (37). Yine
yurdumuzda yapılan başka bir çalışmada, pemfiguslu hastalarda HLA-B35,
B44, CW4, DR4, DR14, DQ8 ve DQ4 kontrol grubuna göre belirgin olarak
yüksek bulunmuşken, HLA-DR11, DQ7 ve DQ2 antijenlerinin Türk
popülasyonun
da koruyucu olabileceği bildirilmiştir (38).
Çalışmamızda, hastalığın başlangıç yaşı 16 ile 72 arasında değişiyordu.
Ortalama başlangıç yaşı 44,7 olarak hesaplandı. Bu ortalamanın İran ve
34
Güney Afrika’daki sonuçlara yakın olduğu, hastalığın Kuveyt’te daha genç
yaşta, İtalya, İngiltere, Hırvatistan, Bulgaristan ve Singapur’da ise daha ileri
yaşlarda başladığı görüldü (26,28-31,33,36). İngiltere ve Bulgaristan
kaynaklı çalışmaya benzer olarak, olgularımızda hastalığın kadınlarda daha
geç ortaya çıktığı saptandı ancak bu çalışmalardaki gibi bizim
çalışmamızda da istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (30,33).
Konuyla ilgili yapılan çalışmaların verileri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir.
Tablo 10. Pemfiguslu olguların demografik özelliklerini inceleyen çalışmaların özeti
ÇalışmalarCinsiyet
Oranı (K/E)
Ort. Başlangıç
YaşıEn Sık Görülen Tip
Uzun ve ark. (Akdeniz Bölgesi) 1,35/1 43 Pemfigus VulgarisChams-Davatchi ve ark. (İran) 1,5/1 42 Pemfigus VulgarisSalmanpour ve ark. (İran) 1,33/1 38 Pemfigus VulgarisAboobaker ve ark. (Güney Afrika) 1,4/1 43 Pemfigus Foliaseus
Naldi ve ark. (İtalya) 1,43/1 54 Pemfigus VulgarisScully ve ark. (İngiltere) 1,5/1 50,2 *Ljubojevic ve ark. (Hırvatistan) 2/1 53 Pemfigus VulgarisAlsaleh ve ark. (Kuveyt) 2/1 36 Pemfigus VulgarisDemircioğlu ve ark. (Türkiye) 1,13/1 49 *Tsankov ve ark. (Bulgaristan) 1,11/1 55 Pemfigus VulgarisMahajan ve ark. (Hindistan) 1,16/1 4.-5. dekad Pemfigus VulgarisGoon ve ark. (Singapur) 1/1 52 Pemfigus VulgarisBastuji-Garin ve ark. (Tunus) 4,1/1 39 Pemfigus Foliaseus
* Çalışmalarda sadece pemfigus vulgaris değerlendirilmiştir.
Serimizde; 3 pemfiguslu olguda (%4,5) ailede immünobüllöz hastalık
öyküsü mevcuttu. Olguların birinin annesinde büllöz pemfigoid, diğer 2’sinin
annelerinde ise pemfigus vulgaris varlığı öğrenildi. 1209 hasta ile yapılan
bir çalışmada ise hastaların 18’inde (%1,5) ailesel pemfigusa rastlanmıştır
(26). Ljubojevic ve arkadaşlarının 159 olguyla yaptıkları çalışmada hiçbir
olguda aile öyküsü bildirilmemiştir (30). Ülkemizde 1 yayında pemfiguslu
anne ve kız olgu bildirisi olarak sunulmuştur, bir diğer araştırmada 1 olguda
aile öyküsü bildirilmiştir, Fırat ve İnönü Üniversitesi’nde yapılan 28 olguluk
35
seride ise aile öyküsüne rastlanmamıştır (39-41).
Hastalarımızın 2’sinde pemfigusa eşlik eden otoimmün hastalık varlığı
saptandı. Birinde vitiligo, diğerinde ise romatoid artrit ve ülseratif kolit
bulunmaktaydı. Hindistan’da yapılan çalışmada romatoid artrit, İran’da 1209
hasta ile yapılan çok merkezli çalışmada 2 olguda timoma, 2 olguda SLE ve
2 olguda romatoid artrit, pemfigusla birlikte görülen otoimmün hastalıklar
arasında sayılmışlardır (26,35). SLE ve pemfigus birlikteliği başka
çalışmalarda da bildirilmiştir (42,43).
Pemfigus genellikle oral mukozadan başlar ve ortalama 5 ay sonra deri
lezyonları ortaya çıkar (4). Sadece mukozal lezyonlarla seyrettiği
dönemlerde tanısal güçlükler yaratır. Scully ve arkadaşlarının
çalışmalarında, oral lezyonların ortaya çıkışı ile kesin tanı konması
arasındaki sürenin en az 2 ay, ağırlıklı olarak 6 ay olduğu bildirilmiştir (30).
Hırvatistan kaynaklı çalışmada da, vakaların çoğunda başlangıç semptomu
olan ağrılı ülserlere sıklıkla yanlış tanı konduğuna ve hatta bazı olguların, 5
yıldan daha uzun süredir doğru tanı alamadığına değinilmiştir (31).
Hastalarımızda hastalık başlangıcından tanıya kadar geçen süre ortalama
9,4 ay idi. Bu sürenin, deri tutulumu olmaksızın sadece mukoza tutulumu
olan olgularda, istatistiksel olarak anlamlı olmasa da uzamış olduğu
görüldü. Tanıdaki bu gecikmenin, oral ülserli hastaların lezyonlarının
kendiliğinden iyileşmesini beklemelerine, kendi kendilerini tedavi etmeye
çalışmalarına ve hastayı ilk gören hekimin pemfigustan ziyade, daha sık
görülen rekürren aftöz stomatit gibi durumları aklına getirmesine bağlı
olabileceği düşünülmektedir. Scully ve arkadaşlarının çalışmalarında erkek
olgulara kadınlardan daha geç tanı konduğu belirtilmiştir (30). Bizim
çalışmamızda ise, hastalığın ilk semptomlarından bir dermatoloğa
başvuruncaya kadar geçen sürenin, kadın olgularımızda, erkek hastalara
oranla ortalama 5 ay daha fazla olduğu görüldü. Bu gecikme, pemfigusun
sık görüldüğü sosyoekonomik ve kültürel düzeyi düşük populasyona
mensup, erkeğe bağımlı olarak yaşayan kadınların, hastalık ilerlemeden
uzman hekime gelmemesine veya getirilmemesine bağlı olabilir. Ancak
tanıya kadar geçen süre ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmamıştır.
Pemfigus grubu hastalıkların en sık görülen tipi pemfigus vulgaristir. Tunus,
36
Güney Afrika ve Mali’de pemfigus foliaseusun pemfigus vulgaristen daha
sık görüldüğü bildirilmiştir. Finlandiya’da pemfigus eritematozus ve
Brezilya’da Fogo Selvagem sık görülen tiplerdir (25,44). Yapılmış
araştırmaların çoğunun sonuçlarıyla uyumlu olarak bizim çalışmamızda da
en sık pemfigus tipinin, pemfigus vulgaris olduğu saptanmıştır.
Çalışmamızda direkt immünfloresan yapılan olguların sadece %72’sinde
intraepitelyal immünoreaktan birikimi saptanmıştı. Bu oran, diğer
çalışmalardaki sonuçlarla karşılaştırıldığında belirgin olarak daha düşük
bulundu (26,30,31,36). Ancak belli bir tarihten sonra direkt immünfloresan
yapılan hastalarımızın tümünde sonucun negatif değerlendirilmesi ve bu
hastaların bir kısmına eş zamanlı yapılan indirekt immünfloresan
incelemede kanda dolaşan otoantikorların gösterilmesi, direkt
immünfloresan tetkikiyle ilgili teknik sorunları akla getirmiştir. Gerçekte
pozitifliğin daha yüksek olduğu düşünülmektedir.
Genel olarak pemfigus tanısı alan hastalarda başlangıçtaki tedavi
yaklaşımı, yüksek doz kortikosteroidlerle hastalığın kontrol altına alınması
ve gereğinde adjuvan tedavi eklenmesidir (45). Bu tedavilerin etkinliğinin
değerlendirildiği pek çok çalışmada mortalite, klinik takip ve remisyon, ele
alınan başlıca kriterlerdir. Morbidite de bu listeye dahil edilmelidir.
Bizim çalışmamızda 65 hastada, hastalığın yaygınlığı ve pemfigusun tipine
göre belirlenen dozda kortikosteroidle tedaviye başlanmış ve 43 hastada
tedaviye adjuvan ajan eklenmişti. Literatürdeki araştırmaların çoğunda
olduğu gibi, bizim çalışmamızda da, adjuvan tedavide en sık kullanılan ilaç
azatiyoprin idi (25,26,27,30,31,33,45). Adjuvan alan olgularımızın
%93’ünde azatiyoprin tercih edilmişti. Kortikosteroid ve azatiyoprin
tedavisine dirençli 2 olgumuzun 1’inde İVİg, diğerinde İVİg ve
Siklofosfamidin tedaviye eklenmesiyle, iyileşmede dramatik bir hızlanma
izlenmişti. Singapur kaynaklı çalışmada; adjuvan tedavide hastaların
çoğunda dapson kullanılmış ve pemfigus tedavisinde etkili bulunmuştur
(36).
Pemfigus vulgaris ve foliaseusun karşılaştırıldığı bir çalışmada, pemfigus
vulgarisi kontrol altına alabilmek için ihtiyaç duyulan kortikosteroid dozunun,
foliaseus için gerekenden anlamlı olarak yüksek olduğu saptanmıştır (36).
37
Bizim çalışmamızda da, pemfigus vulgaris veya vejetans dışındaki
pemfigus hastalıklarının tedavisinde, başlangıç prednizolon dozunun 2
mg/kg’ı aşmadığı görüldü. Ancak Goon ve Tan isimli araştırmacılar, hem
pemfigus vulgariste, hem diğer pemfigus tiplerinde steroid ve adjuvan
tedavi kombinasyonunu daha yüksek oranda kullanmışlardır. Bu fark;
başlangıç steroid dozlarının, bizim çalışmamızdakinden daha düşük olması
ve bu nedenle yeterli yanıt sağlanamayıp, adjuvan ilaç ihtiyacının
doğmasıyla ilgili olabilir. Yüzeyel pemfigus, İgA pemfigus ve pemfigus
herpetiformisli olgularımızın %78’inde, pemfigus vulgaris ve vejetanslı
olgularımızın ise %26’sında monoterapi yeterli olmuştur. Hastalarda yeni
lezyon çıkışının durması, mevcut lezyonların büyük kısmının epitelize
olması ve steroid doz azaltımına geçilebilmesi için gereken süre, pemfigus
vulgaris ve vejetanslı olgularda ortalama 30 gün iken diğer pemfigus
tiplerinde 22 gün idi. Kontrol fazının uzunluğu hafif, orta veya şiddetli
olgularda farklılık göstermiyordu. Bu sonuç; başlangıç steroid dozunun
hastalığın şiddetine göre belirlenmesiyle ilişkilidir. Bulgularımız, diğer
çalışmaların sonuçlarıyla örtüşüyordu (25,33).
Literatürde pemfigustaki relaps oranlarıyla ilgili istatistiksel veriler azdır.
Demircioğlu ve arkadaşları, çalışmalarında pemfigus vulgariste relaps
oranını %52 olarak bildirmişlerdir (33). Araştırmamızda, pemfigus vulgariste
relaps oranı %63 bulunmuştur. İlacı kendiliğinden kesen hastaların
tamamında relaps görülürken, doktor kontrolünde ilacı kesenlerin sadece
%17’sinde relaps görülmesi dikkat çekicidir. Bu sonuca göre, tedaviye
uyumun, pemfigus seyrinde önemli bir prognostik faktör olduğu
anlaşılmaktadır. Olgularımızda, beklenenin aksine epidermisin tamamını
tutan tiplerde relaps oranı diğer pemfigus tiplerine oranla daha düşüktü.
Ancak pemfigus foliaseus, eritematozus, herpetiformis ya da İgA
pemfiguslu 9 hastanın 5’i poliklinik kontrollerine gelmemiş ve taburcu
olduktan sonra kendileriyle irtibat kurulamamıştı. Bu 5 olguda hastalığın
hafif seyirli olup, kısa sürede remisyona girdiği ve nüks etmediğinden dolayı
hastaların polikliniğimize tekrar başvurmadığı tahmin edilebilir. Pemfigus
vulgaris ve vejetans dışında pemfiguslu olup düzenli takip edilen hasta
sayımız az olduğundan relaps oranıyla ilgili yorum yapmak yanlış olacaktır.
Çalışmamızda, hastalarda kısmi remisyon oranı %42, tam remisyon oranı
ise %20 olarak belirlendi. Bu sonuçlar literatürle uyumluydu
38
(25,26,31,32,45,46). Tam remisyondaki hastaların %20’sinde ilk 1 yıl,
%50’sinde ilk 2 yıl içinde tedavi sonlandırılabilmişti ve bu olguların %90’ı 6
aydan uzun süredir tam remisyonda idi. Olgularımızda, Herbst ve Bystryn’in
bildirdiklerinden daha kısa sürede ve daha uzun süreli tam remisyon
sağlandığı görülmektedir (24). Söz konusu çalışmada, bizim
çalışmamızdakinden daha düşük doz steroidle tedaviye başlanmış olması
ilgi çekicidir. Mourellou ve arkadaşları günde 40 ile 100 mg arasında
prednizon alan olguların %8’inde tam remisyon elde etmişken, 100
mg/günden yüksek dozda steroid alan olgularda tam remisyon oranını %12
olarak bildirmişlerdir (45). Bu sonuca paralel olarak, bizim çalışmamızda, ≤
100 mg/gün steroid alan olguların %16’sında tam remisyon elde
edilmişken, >100 mg/gün alanlarda bu oranın %28 olduğu saptanmıştır.
Yukardaki çalışmalarda adjuvan olarak azatiyoprin kullanılmıştır. Bu veriler,
başlangıçta yüksek doz prednizolonla tedavi edilen pemfiguslu olgularda
daha kısa sürede, daha uzun süreli remisyon sağlandığını düşündürebilir.
Mimouni ve arkadaşları ise steroid ve mikofenolat mofetil kombinasyonu ile
31 pemfigus vulgarisli hastanın %71’inde, 11 pemfigus foliaseuslu olgunun
ise %45’inde ortalama 9 ayda remisyon elde ettiklerini bildirmişlerdir (47).
Son yıllardaki çalışmalarda pemfiguslu olgularda mortalite oranı %4 ile 25
arasında bildirilmektedir (25,26,34,45,46). Bizim çalışmamızdaki mortalite
oranı (%15,7) bu sonuçlarla uyumluydu. Kliniğimizde yattıkları sırada
kaybedilen 3 hastanın 2’sinde ölüm sebebi tromboemboli, 1’inde
gastrointestinal kanama idi. Taburcu olduktan sonra fataliteyle seyreden 5
olguda kesin ölüm sebebi bilinmemekle beraber, hepsinde ölümün,
hastaların genel durumu iyiyken, aniden gelişmesi nedeniyle, etyolojide
tromboemboli düşünülmektedir. Bu tahmini destekler şekilde, olguların
3’ünde takipleri ya da yatışları sırasında hipertansiyon, 1’inde aritmi ve
1’inde diabet saptanmıştı. Diğer çalışmalarda en sık mortalite sebebi olarak
bildirilen sepsis, olgularımızın hiçbirinde görülmemişti (24-26,30,45,46).
Uzun ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada, ortalama ölüm yaşının 50 olduğu
ve hastalık başladıktan 1,2 yıl sonra görüldüğü bildirilmiştir (25). Scully ve
arkadaşları ise mortalite yaşını, çalışmamızdaki gibi 60 olarak saptamışlar
ve tedaviden 1,4 yıl sonra ölümün gerçekleştiğini belirtmişlerdir (30).
Bulgaristan kaynaklı çalışmada ise pemfiguslu hastalarda mortalite yaşı
kadınlar için 76, erkekler için 73 olarak bildirilmiştir (34). Son çalışmanın
sonuçlarının, normal polülasyondaki mortalite yaşından farklı olmadığını ve
39
bu çalışmadaki mortalitenin, hastalığa ya da tedavisine bağlanamayacağı
düşünülebilir.
Çalışmamızda sadece mukoza tutulumu olan olguların hiçbirinde mortalite
gelişmemişti. Müköz membranlar ve derinin birlikte tutulduğu pemfiguslu
hastalarda ise mortalite oranı (%19) yüksekti. Mourellou ve arkadaşları ile
Chams-Davatchi ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmalarda da, sadece
mukoza tutulumlu pemfiguslularda mortalite deri tutulumu bulunanlara göre
daha düşük bulunmuştur (26,45). Çalışmaların 2’sinde de en sık ölüm
sebebi sistemik enfeksiyon veya sepsis olarak bildirilmiştir. Mortalitenin deri
tutulumlu olgularda daha yüksek olması, bu komplikasyonların hasarlı,
erode deri yüzeyi aracılığıyla daha kolay gelişmesine bağlı olabilir. Ancak
tek nedenin bu olduğu düşünülemez. Zira bizim çalışmamızda da deri
tutulumu varlığının mortalite açısından kötü prognostik faktör olduğu
saptanmıştır, fakat ölüm nedeni hiçbir olguda sepsis değildir. Deri
tutulumunun varlığı hastalığın şiddetini ve dolayısıyla steroid maruziyetini
artıran, böylece mortaliteye zemin hazırlayan bir faktördür.
Olgularımızda başlangıçta verilen steroid dozu ile mortalite gelişimi
arasında anlamlı bir ilişki kurulamadı. Oysa 1995 yılında yapılan bir
çalışmada > 100 mg/gün prednizon alan hastaların yarısında ölüm
gözlenirken, 40-100 mg/gün arasında değişen dozda steroid alanların
%31’inde hastalık mortaliteyle sonlanmıştır. Günaşırı 40 mg prednizon
alanlarda ise hiç mortalite gelişmemiştir (45). Literatürde bu konuyla ilgili
çelişkili veriler bulunmaktadır. Bazı otörler başlangıç prednizolon dozunun
morbidite ve mortaliteyi etkilediğini düşünürken, diğerleri bu parametrelerin
birbirlerinden bağımsız olduğuna inanmaktadırlar (48-51). Başlangıçtaki
steroid dozunun yüksek oluşundan ziyade uzun süre yüksek dozda steroid
kullanımının prognozu olumsuz yönde etkilediği vurgulanmaktadır (45). Erel
ve Azizlerli 107 pemfigus vulgarisli hastayla yaptıkları çalışmada, kombine
tedavi verilen grupta hiç ölüm gözlemezken, kortikosteroid tedavisinin tek
başına kullanıldığı hasta grubunda 4’ü hastalık başlangıcından itibaren ilk
bir yıl içinde olmak üzere toplam 7 olgunun fatal seyrettiğini bildirmişlerdir
(52). Bir başka araştırmada ise benzer olarak, hastalığın ilk 5 yılındaki
yaşam oranını sadece kortikosteroidle tedavi edilen olgularda %83,
tedaviye azatiyoprin eklenenlerde ise %100 olarak saptamışlardır (53).
Bizim çalışmamızda ise, steroid tedavisine adjuvan ajan eklenmesi
40
mortaliteyi değiştirmemiştir.
Pemfiguslu hastalarımızda tedaviye bağlı yan etkilerin sık olduğu ancak
tedavi kesilmesini ya da ilaç değişikliğini gerektirecek ciddi yan etkilerin az
olduğu görüldü. En sık gelişen yan etki cushingoid görünümdü. Bu
komplikasyonu, lipid profilinde bozulma, bakteriyel veya viral enfeksiyonlar,
hipertansiyon ve katarakt izliyordu. Olgularımızda ortaya çıkan yan etkilerin
dağılımı, yapılan çalışmaların çoğunun sonuçlarıyla uyumluydu
(25,30,32,33,35). Bir çalışmada en sık yan etkinin hiperglisemi olduğu,
başka bir çalışmada ise immünsupresif tedaviye bağlı olarak en sık
letarjinin görüldüğü bildirilmiştir (31,45).
41
SONUÇ
1998-2004 yılları arasında kliniğimizde takip etmiş olduğumuz 66 pemfigus
hastasıyla yaptığımız çalışmada, pemfigus grubu hastalıkların ortalama
başlangıç yaşının 44,7 olduğunu ve kadınlarda daha sık görüldüğünü
saptadık. Olgularımızın çoğu Doğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi
kökenliydi. 3 olguda ailede immünobüllöz hastalık ve 2 olguda pemfigusa
eşlik eden otoimmün hastalık öyküsü mevcuttu.
Hastalık başlangıcından tanıya kadar geçen süre ortalama 9,4 ay olup
sadece mukoza tutulumu olanlarda ve kadın olgularda tanı daha geç
konulmuştu. Hastalarımızın çoğunun klinik, histopatolojik ve immünfloresan
bulguları pemfigus vulgarisle uyumluydu.
Olgularımızın büyük kısmında, hastalık yaygınlığı ve pemfigus tipine göre
belirlenen dozda steroide ek olarak azatiyoprinle tedaviye başlanmıştı.
Hastalığı kontrol altına almak için geçen süre ortalama 1 ay idi. Kontrol
fazının süresinde, hastalığın şiddetine göre farklılık olmaması, hastalarda
uygun dozda steroidle tedaviye başlanmış olduğunu düşündürmektedir.
Epidermisin tamamını tutanlar dışındaki pemfigus tiplerinde hastalık, daha
düşük dozda steroidle kontrol altına alınabilmişti.
Pemfigus seyri sırasında relaps oranı % 63 olarak bulundu. İlacı
kendiliğinden kesen hastaların tamamında relaps görülürken, tedavisi
tarafımızdan sonlandırılmış olguların % 17’sinde relaps gelişmişti.
Hastalarımızın % 20’sinde tam remisyon elde edilmişti. Bu olguların %
20’sinde tedaviye başlandıktan sonra ilk 1 yıl, % 50’sinde ilk 2 yıl içinde
tedavi sonlandırılabilmişti. 100 mg/gün’den fazla steroid alanlarda tam
remisyon oranı, 100 mg/gün ya da daha az kullananlara göre istatistiksel
olarak anlamlı olmasa da sayısal olarak daha yüksekti.
Fatal seyreden olgularımızın tümü pemfigus vulgarisliydi. Mortalite oranı
%15,7 olarak saptandı. Bu oran, deri ve mukoza tutulumunun birlikte
görüldüğü olgularda daha yüksekti. Ortalama ölüm yaşı 60 idi. En sık
mortalite sebebinin, kortikosteroidlerin zemin hazırladığı tromboemboli
olduğu görüldü. Başlangıçta verilen kortikosteroid dozu ile mortalite gelişimi
arasında anlamlı bir ilişki kurulamadı. Tedaviye adjuvan eklenmesi
42
mortaliteyi değiştirmemişti.
Olgularımızda en sık ortaya çıkan yan etki Cushingoid görünümdü. Bu
komplikasyonu; lipid profilinde bozulma, bakteriyel ve viral enfeksiyonlar,
hiperglisemi ve katarakt izliyordu.
Altı yıllık klinik tecrübelerimiz ışığında, tedaviye orta veya yüksek dozda
kortikosteroidle başlamaktan kaçınılmamasının ve adjuvan ilaçların
tedavinin başlangıcında eklenmesinin uygun olacağı kanaatindeyiz. Relaps
oranını en aza indirebilmek için ise doz azaltımında ve tedavinin
sonlandırılmasında aceleci davranılmaması gerektiğini düşünmekteyiz.
Sonuç olarak klinik takip ve tedavisinde bireysel farklılıkların bulunduğu
pemfigus grubu hastalıklara yaklaşımın standardize edilebilmesi,
günümüzde olduğu gibi gelecekte de mümkün görünmemektedir.
Hastalığın demografik ve klinik özellikleri ile prognostik faktörlerinin daha iyi
anlaşılabilmesi için, daha çok sayıda olguya ait tecrübelerin aktarıldığı
çalışmalara ihtiyaç vardır.
43
KAYNAKLAR
1. Bystryn JC. How should pemphigus be treated? J Eur Acad
Dermatol Venereol. 2002; 16: 562-563.
2. Braun-Falco O, Plewig G, Wolff HH, Burgdorf WHC: Dermatology.
2. baskı. Münih, Springer, 2000; 650-695.
3. Mimouni D, Anhalt GJ. Pemphigus. Dermatologic therapy. 2002; 15:
362-368.
4. Stanley JR,: Pemphigus. Fitzpatrick’s Dermatology in General
Medicine. Ed. Freedberg IM, Eisen AZ, Wolff K, Austen KF,
Goldsmith LA, Katz SI, Fitzpatrick TB. 5’inci baskı. New York,
McGraw-Hill, 654-665.
5. Robinson ND, Hashimoto T, Amagai M, Chan LS. The new
pemphigus variants. J Am Acad Dermatol. 1999; 40: 649-671.
6. Cohen LM, Skopicki DK, Harrist TJ, Clark WH: Noninfectious
Vesiculobullous and Vesiculopustular Diseases. Lever’s
Histopathology of the skin. Ed. Elder D, Elenitsas R, Jaworsky C,
Johnson B. 8’inci baskı. Philadelphia, Lippincott- Raven, 209-252.
7. Nousari HC, Anhalt GJ. Pemphigus and bullous pemphigoid.
Lancet. 1999 Aug 21; 354: 667-672.
8. Mutasim DF. Management of autoimmune bullous diseases:
pharmacology and therapeutics. J Am Acad Dermatol. 2004; 51:
859-877.
9. Odom R.B, James W.D, Berger T.G: Andrew’s Diseases of The
Skin. 9’uncu baskı. Philadelphia, W.B. Saunders Company, 2000;
574-605.
10. Bilgehan H: Temel Mikrobiyoloji ve Bağışıklık Bilimi. İzmir, Barış
Yayınları Fakülteler Kitabevi, 1994; 379-465.
11. Harman KE, Albert S, Black MM; British Association of
Dermatologists. Guidelines for the management of pemphigus
vulgaris. Br J Dermatol. 2003; 149: 926-937.
12. Amagai M, Komai A, Hashimoto T, Shirakata Y, Hashimoto K,
Yamada T, Kitajima Y, Ohya K, Iwanami H, Nishikawa T.
Usefulness of enzyme-linked immunosorbent assay using
recombinant desmogleins 1 and 3 for serodiagnosis of pemphigus.
44
Br J Dermatol. 1999; 140: 351-357.
13. DeHoratius DM, Sperber BR, Werth VP. Glucocorticoids in the
treatment of bullous disease. Dermatologic therapy. 2002; 15: 298-
310.
14. Eken A,Can SP,Soyuer Ü:Dermatolojide Klinik ve Laboratuar Takip
Gerektiren Sistemik İlaçlar.Kayseri,Erciyes Üniversitesi
Matbaası,1993;25-98
15. Bystryn JC, Steinman NM. The adjuvant therapy of pemphigus. An
update. Arch Dermatol. 1996; 132: 203-212.
16. Toth GG, Jonkman MF. Therapy of pemphigus. Clin Dermatol.
2001;19: 761-767.
17. Mimouni D, Nousari HC. Inhibitors of purine and primidine
synthesis: mycophenolate, azathioprine and leflunomide.
Dermatologic therapy. 2002; 15: 311-316.
18. Fleischli ME, Valek RH, Pandya AG. Pulse intravenous
cyclophosphamide therapy in pemphigus. Arch Dermatol. 1999;
135: 57-61.
19. Hayag MV, Cohen JA, Kerdel FA. Immunoablative high-dose
cyclophosphamide without stem cell rescue in a patient with
pemphigus vulgaris. J Am Acad Dermatol. 2000; 43: 1065-1069.
20. Ioannides D, Chrysomallis F, Bystryn JC. Ineffectiveness of
cyclosporine as an adjuvant to corticosteroids in the treatment of
pemphigus. Arch Dermatol. 2000; 136: 868-872.
21. Dumas V, Roujeau JC, Wolkenstein P, Revuz J, Cosnes A. The
treatment of mild pemphigus vulgaris and pemphigus foliaceus with
a topical corticosteroid. Br J Dermatol. 1999; 140: 1127-1129.
22. Hymes SR, Jordon RE. Pemphigus foliaceus. Use of antimalarial
agents as adjuvant therapy. Arch Dermatol. 1992; 128: 1462-1464.
23. Borradori L, Lombardi T, Samson J, Girardet C, Saurat JH, Hugli A.
Anti-CD20 monoclonal antibody (rituximab) for refractory erosive
stomatitis secondary to CD20(+) follicular lymphoma-associated
paraneoplastic pemphigus. Arch Dermatol. 2001; 137: 269-272.
24. Herbst A, Bystryn JC. Patterns of remission in pemphigus vulgaris.
J Am Acad Dermatol. 2000; 42: 422-427.
25. Uzun S, Durdu H, Akman A, ve ark. Pemphigus in the
Mediterranean region of Turkey: A study of 148 cases. Int J
45
Dermatol 2004.
26. Chams-Davatchi C, Valikhani M, Daneshpazhooh M, ve ark.
Pemphigus: Analysis of 1209 cases. Int J Dermatol 2004; 44:470-
476.
27. Salmanpour R, Shahkar H, Namazi MR, ve ark. Epidemiology of
pemphigus in South-western Iran: A 10-year retrospective study
(1991-2000). Int J Dermatol 2004.
28. Aboobaker J, Morar N, Ramdial PK, ve ark. Pemphigus in South
Africa. Int J Dermatol 2001; 40: 115-119.
29. Naldi L, Bertoni M, Cainelli T. Feasibility of a registry of pemfigus in
Italy: two years experience. Gruppo Italiano Study Epidemiologici in
Dermatologia (GISED). Int J Dermatol 1993; 32: 424-427.
30. Scully C, Paes De Almeida O, Porter SR, Gilkes JJ. Pemphigus
vulgaris: the manifestations and long-term management of 55
patients with oral lesions. Br J Dermatol. 1999;140: 84-89.
31. Ljubojevic S, Lipozencic J, Brenner S, Budimcic D. Pemphigus
vulgaris: a review of treatment over a 19-year period. J Eur Acad
Dermatol Venereol. 2002; 16: 599-603.
32. Alsaleh QA, Nanda A, Al-Baghli NM ve ark. Pemphigus in Kuwait.
Int J Dermatol 1999 38: 351-356.
33. Demircioğlu D, Bükülmez G, Atakan N, ve ark. Pemfigus vulgarisli
hastaların klinik özellikleri ve tedaviye yanıtları: 6 yıllık Hacettepe
deneyimi. Türkderm 2000; 34: 231-235.
34. Tsankov N, Vassileva S, Kamarashev J, Kazandjieva J, Kuzeva V.
Epidemiology of pemphigus in Sofia, Bulgaria. A 16-year
retrospective study (1980-1995). Int J Dermatol. 2000; 39: 104-108.
35. Mahajan VK, Sharma NL, Sharma RC, ve ark. Twelve-year
clinicotherapeutic experience in pemphigus: A retrospective study of
54 cases. Int J Dermatol 2004.
36. Goon AT, Tan SH. Comparative study of pemphigus vulgaris and
pemphigus foliaceus in Singapore. Australas J Dermatol. 2001; 42:
172-175.
37. Azizlerli G, Sarıca R, Gürsoy EÖ, Sönmez G. Pemfigus vulgaris ile
HLA doku grupları arasındaki ilişki. Deri Has Frengi Arş 1993; 27:
27-29.
38. Birol A, Anadolu RY, Tutsak H, Gürgey E. HLA-class 1 and class 2
46
antigens in Turkish patients with pemphigus. İnt J Dermatol. 2002;
41: 79-83.
39. Öke N, Kocabalkan D, Baransu O, Özarmağan G. Anne ve kızda
pemfigus. Deri Hast Frengi Arş 1986; 19: 40-41.
40. Aytekin S. Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde 1990-1999 yılları
arasında takip edilen pemfiguslu olguların klinik özellikleri. XIV. Prof.
Dr. Lütfü Tat Simpozyumu Program ve özet kitabı. Ankara 1999;
102-103.
41. Coşkun BK, Karıncaoğlu Y, Ataseven A ve ark. Fırat ve İnönü
Üniversitesi Dermatoloji Kliniklerinde takip edilen pemfigus
hastalarının klinik özellikleri. XX. Prof. Dr. Lütfü Tat Simpozyumu
Özet ve Bildiri Kitabı. İzmir 2004; 59.
42. Goihman-Yahr M. Pemphigus vulgaris associated with systemic
lupus erythematosus. Int J Dermatol 1998: 37; 636-638.
43. Nanda A, Kapoor MM, Dvorak R, ve ark. Coexistence of pemphigus
vulgaris with sistemic lupus erythematozus. Int J Dermatol 2004: 43;
393-394.
44. Bastuji-Garin S, Souissi R, Blum L ve ark. Comparative
epidemiology of pemphigus in Tunisia and France: unusual
incidence of pemphigus foliaceus in young Tunisian Women. J
Invest Dermatol 1995; 104: 302-305.
45. Mourellou O, Chaidemenos GC, Koussidou T, Kapetis E. The
treatment of pemphigus vulgaris. Experience with 48 patients seen
over an 11-year period. Br J Dermatol. 1995 ; 133: 83-87.
46. Harman M, Çiçekli Turgutalp S, Akdeniz S. Dicle Üniversitesi Tıp
Fakültesi Dermatoloji Kliniğinde takip edilen pemfiguslu 52 hastada
seyir ve prognoz. XX. Prof. Dr. Lütfü Tat Simpozyumu Özet ve
Bildiri Kitabı. İzmir 2004; 60-61.
47. Mimouni D, Anhalt GJ, Cummins DL, Kouba DJ, Thorne JE, Nousari
HC. Treatment of pemphigus vulgaris and pemphigus foliaceus with
mycophenolate mofetil. Arch Dermatol. 2003; 139: 739-742.
48. Krain LS. Pemphigus. Epidemiologic and survival characteristics of
59 patients, 1955-1973. Arch Dermatol 1974; 110: 862-865.
49. Saidenbaum M, David M, Sandbank M. The course and prognosis
of pemphigus. A review of 115 patients. Int J Dermatol 1988; 27:
580-584.
47
50. Savin JA. Some factors affecting prognosis in pemphigus vulgaris
and pemphigoid. Br J Dermatol 1981; 104: 415-420.
51. Ahmed AR, Moy R. Death in pemphigus. J Am Acad Dermatol
1982; 7: 221-228.
52. Erel A, Azizlerli G. Pemfigus vulgarisin kortikosteroidler ve
immünosupressifler ile tedavisi ve görülen yan etkiler. Deri Hast.
Frengi Arş. 1991; 25: 113-118.
53. Smolle J. The treatment of pemfigus: A review of 44 cases. Hautartz
1985; 36: 96.
48