20
SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32 Surenin Adı: Secde, teslimiyetin altına beden diliyle atılan imzadır. Sûre bu adı 15. âyetinden alır. Tirmizî Cami‘inde sûreyi bu adla anar. Yine Tirmizî’nin Cabir b. Abdullah’a atfen naklettiği “Peygamber elif lâm mîm tenzil ve tebarakellezi biyedihi’l-mülk’ü okumadan uyumazdı” rivayetinden sûrenin başka adları da bulunduğunu çıkarabiliriz. Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı: Sûrenin iniş yeri ve zamanı konusunda ihtilaf edilmiştir. Çoğunluğa göre Mekkî’dir.

SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

SECDE SÛRESİ

Nuzul 57 / Mushaf 32

Surenin Adı:

Secde, teslimiyetin altına beden diliyle atılan imzadır. Sûre bu adı 15. âyetinden alır.

Tirmizî Cami‘inde sûreyi bu adla anar.

Yine Tirmizî’nin Cabir b. Abdullah’a atfen naklettiği “Peygamber elif lâm mîm tenzil ve tebarakellezi

biyedihi’l-mülk’ü okumadan uyumazdı” rivayetinden sûrenin başka adları da bulunduğunu çıkarabiliriz.

Surenin Nuzul Yeri ve Zamanı:

Sûrenin iniş yeri ve zamanı konusunda ihtilaf edilmiştir.

Çoğunluğa göre Mekkî’dir.

Page 2: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

MEKKEMina Müzdelife Arafat

KABE

İbn Abbas’a atfedilen iki görüşten biri de budur. İkinci görüşe göre, 18-21. âyetler Medine’de inmiştir. Fakat bu,

zayıf nüzul sebebi rivayetlerine dayandığı için rahatlıkla göz ardı edilebilir. Kaldı ki En’âm sûrenin girişinde

uyguladığımız kriterler de bu sonucu verir.

Sûre müşriklerin vahye karşı itiraz ve iftiralarından söz ettiğine göre (3), Mekke’de indiği kesindir. 13. âyette

dokuzuncu yılda indirilmiş olan Sâd sûresinin 84-85. âyetlerine atıf vardır.

Şu halde bu sûrenin de boykot sonu veya sonrası sûrelerinden olduğu sonucuna varılabilir. 9. yılda inmiş

olmalıdır.

İbn Abbas’tan gelen meşhur tertipte Medenî sûrelerden olan Cuma-Munâfıkun, Cabir b. Zeyd kanalıyla gelen

İbn Abbas tertibinde İnşikâk-Ankebût, diğerlerinde Mü’minûn-Tur arasında yer alır. Sûre vahye atıfla başlar,

inkârcıların iftiralarını dile getirir (1-3). Âhiret hayatına dair ayrıntılar verir (4-14).

Surenin Konusu:

Sure; ‘’Bu ilahi kelamın indirilişi, hiç şüphe yok ki alemlerin Rabbindendir’’(1) şeklinde vahye atıfla başlıyor.

Ardından, inkarcıların, bu vahyi Hz Muhammed’in uydurduğu yönündeki iftiraları dile getiriliyor (3).

Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek,

belki de ima yollu ilk muhatabına toplumsal dönüşümün de bir anda değil bir süreç içerisinde aşama aşama

gerçekleşeceği mesajı verilmektedir (4).

Bir enfüs ayeti var ki orada insanın elementer olarak balçıktan, biyolojik olarak da meni’den yaratıldığı

vurgulanır (7-8) Bu hem insanı, yaratıcısı karşısında tvazua davet etmek, hem yaratıcısının üzerindeki emeğine

dikkat çekmek, hem de yaratılışın sünneti üzerinden değişimin bir süreç işi olduğunu hatırlatmak içindir.

Ardından Ahiret’e dair ayrıntılar verir (10-14).

Neden dünyanın ve İnsanın maddi yaratılışının tekamül yasasına bağlı olarak bir süreçte gerçekleştiğini beyan

eden ayetlerin hemen ardından Ahiret’e ilişkin ayetler gelmektedir.?

Page 3: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Cevap; Ahiret hayatı, dünya hayatının zorunlu ve doğal bir uzantısıdır. İlahi emeğin bu kadar yoğun olduğu

insan türünün varlığı, bu dünyadaki hayatla sınırlı olamazdı. İşte Ahiret hayatı, insanın tekamül yolculuğunun

öteki durağıdır.

Ve Cennet, insanın tekamül yolculuğunda varacağı son duraktır.

Kur’an’da cennet hakkındaki en çarpıcı âyetlerden biri bu sûrededir: “..onları (cennette) ne türden göz

kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini kimse hayal dâhi edemez” (17).

Ardından geçmiş ümmetlerden hem örnek hem de ibret olanlara değinilir (23-26). Sûre inkârda ısrar edenleri

uyaran bir âyetle son bulur.

‘’Şu halde boş ver onları da (kendi işine bak); madem onlar beklemeye razılar, sen (dünden) bekle.’’ (30).

Page 4: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

م بسم للا ار حمن RAHMÂN RAHÎM ALLAH’IN ADIYLA حمن

﴾ ١﴿ حم

1 Elif-Lâm-Mîm! (1)

(1) Bu harfler Allah Rasulü’nün vahyi bir tek harfini dahi zayi etmeden bize ulaştırdığının canlı şahididirler (bkz.

Kalem: 1). Veda Hutbelerindeki “Bakın, tebliğ ettim mi?” (Buhârî, İlim 37) sorusu çağları aşıp bize kadar

ulaşan gözü yaşlı Nebi’ye, kendi şimdi ve buradamızın şahitleri olarak cevap veriyoruz: “Tebliğ ettin ey Allah’ın

Rasulü! Biz şahidiz!”

(Nuzul 7 / Mushaf 68 : Kalem 1 Aşağıdadır.)

قلم واا سطمور ﴿ قلم واا سطمور ر وح ﴾١ر وح

1 Nûn…(1) KALEME ve (onun) yazdıklarına yemin olsun! (2)

(1) Kur’an’ın iniş sürecinde mukatta‘ât (veya fevâtih) adı verilen harflerin yer aldığı ilk sûre.

Taha ve Yâsîn ihtilaflı olmakla birlikte, 29 sûrenin başında, harf sayısı itibarıyla 1’den 5’liye kadar değişen ve Arap alfabesinin yarısı olan 14 çeşit harften oluşan bu harfler hakkında 40’a yakın görüş vardır.

Yahudiler ebced hesabına yorup ümmetin yaşını hesap etmişlerdir.

Bunların sembol olduğunu söyleyenler, neyin sembolü olduğu konusunda farklılaşmışlardır.

İbn Abbas Allah’ın en büyük ismi olduğunu düşünür, ancak “nasıl telif edileceğini ben de bilmiyorum” der.

“İlâhî esmanın, meleklerin, peygamberlerin, başında geldiği sûrelerin sembolüdür” diyenler olmuştur.

Bunların uyarı olduğunu söyleyenler de ikiye ayrılmıştır. Mesela Ebu Hayyan müşrikleri uyardığını söylerken, Râzî, vahye hazırlık babında Hz. Peygamber’i uyardığını söyler.

İbn Hazm, Kur’an’da tek müteşabih’in mukatta‘at olduğunu söyler.

Hz. Ebubekir’e göre, Allah’ın Kur’an’daki sırrıdır.

Arapların bu harfleri inkar ettiğine dair bir bilgi ulaşmadığına göre, bilinen bir işleve sahip olduğu düşünülmelidir. Kaldı ki Kur’an’da

‘anlam dışı’ hiçbir şey bulunmamaktadır. Tutarlı bir yoruma göre, bu harflerin başında geldiği sûreler Kur’an’dan söz ederler. Ne ki Meryem, Ankebût ve Rûm bunun istisnasıdır. Kaldı ki başında Kur’an’dan söz ettiği halde mukatta‘atla başlamayan bir çok sûre vardır.

Müberred, Ferrâ, Kurtubî, Taberî, Zemahşerî, İbn Teymiyye, İbn Kesir gibi bir çok otoriteye göre harfler Kur’an’ın mucize oluşunu ifade

eder.

Zımnen; “Kur’an kimsenin benzerini getiremeyeceği bir mucizedir, ilâhi kelamdır. Eğer değil diyorsanız, işte harfler elinizde, haydi bu

harflerle siz de benzerini getirin” anlamına gelir. Fakat, Kur’an bu meydan okumayı zaten açık ve net olarak bir çok yerde yapmıştır (Bakara: 23; Yûnus: 38; Hûd: 13; İsra: 88; Tûr: 34). Böylesine üstü kapalı bir yöntem, “meydan okuma” (tahaddi) kavramıyla pek de mütenasip

durmaz (Ayrıntılı bir tahlil için bkz. Aişe Abdurrahmân, el-İ‘câz, s. 139-179).

Nûn’a “hokka, cennet nehri, nurdan bir levha, büyük balık” mânası verenler de olmuştur. Ayrıca nûn, “kılıcın keskin ağzı”na denir. Bu

takdirde nûn ve’l-kalem, “kılıç ve kaleme yemin olsun” anlamına gelir. Kalem ile benzerliğinden dolayı, “hokka” şıkkı diğerlerine tercih

edilir. Görüldüğü gibi bu harflere dair yorumların sonu gelmeyecektir.

Fakat bizce bu harfler, Hz. Peygamber’in vahyin bir tek harfini bile zayi etmeden aktardığının yaşayan belgesi olarak orada durmaktadır.

(2) Kalem, söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan elçi/peygamber gibi, kalem de kelamın elçisidir. İlk

inen ‘Alak 4-5’te olduğu gibi, burada da Hz. Peygamber’in dikkati “kaleme” ve “yazıya” çekilmektedir. Bununla, sözlü kültürün mensubu

olan Peygamber’e, vahyi kayıt altına aldırarak mü’minleri yazılı kültüre taşıma misyonu yüklenmektedir. Hz. Peygamber’in vahyi yazdırması, bu mesajın gereğidir. Zaten, üzerine yemin edilerek belirlilik takısıyla gelen kalem “vahyi yazan kalem”, “yazdıkları” ise

“vahiy”dir.

Bu mukatta‘â harfleriyle başlayan sûrelerin ortak vasfının, vahye atıf olduğu yorumu da uygundur.

عاا ر ﴿ كتاب ل م ب ف ه ار مب ح ﴾ ٢تنز ل ح

2 BU İLÂHÎ kelamın indirilişi, hiç kuşku yok ki (2) alemlerin Rabbindendir. (3)

(2) Veya: “Kendisinde hiç şüphe olmayan bu ilahi kelam..”

(3) İsim cümlesiyle başlaması, anlama “bu sürekli ve değişmez bir hakikattir” vurgusunu katar. Zımnen:

Alemlerin bir Rabbi olduğuna inanmak, O’nun terbiyesinin ifadesi olan vahye inanmayı gerekli kılar.

Page 5: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

ق ار مبك تنذم قواا اا حت هم ار نذ م ار قبلك علن ور ﴿حم قوور حفتم ه بل هو ح ﴾ ٣هم هت

3 Yine de (4) onlar “Onu o uydurdu” diyorlar. Hayır! O Senin Rabbinden gelen bir hakikattir; senden önce

kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplumu belki doğru yola gelirler diye uyarman içindir. (5)

(4) Em, “e..em../ya..ya da..” kalıbıyla gelmediği zaman farklı vurgular taşır (Ebu Ubeyde).

(5) “Kendilerine uyarıcı gelmemiş bir toplum” ifadesi ilk bakışta, “hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı

çıkmamış olsun” (Fâtır: 24) âyetiyle çelişik görünse de, Mâide 19’da geçen “uzun bir fetret” bu âyetle neyin

kastedildiğini açıklar.

Bu toplumun kapsamını tesbitle ilgili bir not için Furkan 38’e bkz. Fâtır 24 ışığında, bu toplumun benzerleri

içerisinde uyarıcıya en çok muhtaç olan toplum olduğunu düşünebiliriz.

(Nuzul 108 / Mushaf 5 : Maide 19 Aşağıdadır.)

جاءكم مسونا ب ر كم على كتاب ق ع ا حهل ح جاءكم بش م ونذ م وللا سل حر تقووح اا جاءنا ار بش م ول نذ م فق م ﴿فتمة ار حم ء ق ﴾ ١١لى كل ش

19 Ey önceki vahyin takipçileri! Peygambersiz geçen uzun bir fetretin ardından(27) “Bize asla ne müjdecilerden biri geldi, ne de uyarıcılardan biri” dersiniz diye, uyaran ve müjdeleyen Elçimiz, (hakikati) açıklamak üzere işte size de geldi; zira Allah’ın gücü her şeye

yeter.

(27) Bu döneme “fetret dönemi”, bu dönemde yaşayanlara da “fetret ehli” denilir. Bu husus Nahl sûresinin 36. âyeti ve En’âm sûresinin 19.

âyeti ışığında anlaşılmalıdır.

(Nuzul 40 / Mushaf 25 : Furkan 38 Aşağıdadır.)

س وقمونا ب ر ذك كث مح ﴿ اب حمن ح وحص ح وثاو ﴾ ٣٣وعا

38 Ve ‘Âd ve Semud kavmi, Ress sakinleri (50) ve bunlar arasında yaşamış olan bir çok nesil de (öyle oldu).

(Nuzul 42 / Mushaf 35 : Fatır 24 Aşağıdadır.)

ة حلن خل ف ها نذ م ﴿ ق بش مح ونذ مح وحر ار حان ﴾ ٢٢حننا حمسلناك با

24 Şüphe yok ki Biz seni hakikate sadık (34) bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik: zira hiçbir ümmet yoktur ki içlerinden bir uyarıcı

çıkmamış olsun.

(34) Ya da bi’l-hakk’ın nâ zamirinden hal olduğunu varsayarak: “gerçek bir amaçla..”

اوح ى خلق حسن حنذ ونه ار وى ول للا عمش اا كم ار ام ثمن حستوى على ح ة ح ن ى ستن شي حفل ت وحلمض واا ب نهاا ف

مور ﴿ ﴾ ٢تتذكن

4 GÖKLERİ, yeri ve bu ikisi arasındakileri altı aşamada yaratan, (6) sonra da hükümranlık makamına kurulan

Allah’tır; (7) (hesap günü) sizi O’ndan koruyacak ne bir dost ne de bir kayırıcı bulamazsınız: peki, hâlâ ders

almayacak mısınız? (8)

(6) Lafzen: “altı günde”.

Uzay sistemlerinin oluşumunun henüz tamamlanmadığı bir ortamda “gün” elbette görecedir.

Altı aşama, altı zamanlı bir oluşum sürecini ifade eder (bkz. Kâf: 38). Kur’an’da yevm’in görece niteliği bir

sonraki âyette ifade edilmektedir.

Altı aşamada yaratma, tekamül yasasına delalet eder.

Page 6: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Tekamül yaratılışın kanunudur. Varlığa bu kanunu yerleştiren alemlerin Rabbidir. Ol deyince yaratacak bir

Rabbin varlığı tekamül yasasına tabi kılması, insan terbiyesinde takip edilecek yöntem için de yol göstericidir.

(7) İstevâ ‘ale’l-‘arş, Yahudi ilahiyatındaki tatil tezini çağrıştıran Yaratıcıya tatil yapmayı, varlığa ilgisiz

kalmayı atfeden tüm tasavvurları red içindir (krş. Tâhâ: 5).

Kur’an’da geldiği her yerde,

Allah’ın varlıktan elini çekmediğine,

mahlukata ilgisiz kalmadığına delalet eder.

(8) Ders: Hayata bir nizam ve intizam koyan, kainat ağacının en soylu meyvesi olan insanı başıboş bırakır mı?

(Nuzul 36 / Mushaf 50 : Kaf 38 Aşağıdadır.)

نا ار غوب ﴿ ى ستنة ح نام واا اسن اوحت وحلمض واا ب نهاا ف خلقنا حسن ﴾ ٣٣وق 38 Dahası gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri altı aşamada yarattığımızı, (37) fakat Bize asla bir yorgunluk arız olmadığını (bilenler

için)…(38)

(37) Lafzen: “altı günde”. Yaratılışın aşamalılığını ifade eder. Kainatın yaratılışından önceki yokluk 1 gün olarak telâkki edilirse, buradaki 6

ile birlikte toplam 7 eder. Bu rakam O’nun her an iş başında olduğunu söyleyen Rahmân 29 ışığında ilâhi yaratışın sürekliliğine delalet eder

(krş. Furkan: 59, not 3). Nüzul sürecinde âlemin altı evrede yaratıldığını ifade eden ilk âyet budur. Yevm (gün) kelimesi Kur’an’da bağlamına göre değişen vurgulara sahiptir (bkz. Me‘aric: 4, not 5). Burada bildiğimiz güne işaret etmediği açıktır. Çünkü henüz yer ve göğün

oluşumu tamlanmamıştır.

(38) Eski Ahid’de (Tekvin 2:2) yer alan Allah’ın uluhiyyetine aykırı Yahudi itikadını red için. Zira Yahudi ilâhiyatında Yahve’nin varlı- ğı

haftanın 6 gününde yaratıp 7. günü istirahate çekildiği yorumu akide haline gelmiştir. [Tanrı yedinci günde tüm işini bırakıp dinlendi (şavt;

şevita: grev) Tevrat 1:31-2:1.] Bu yorum, icad edilmiş bir kimlik olan Yahudilik’te sık rastlanan mücessem (antropomorfik) tanrı anlayışıyla örtüşmektedir. Tanrı’yı haftalık mesaiye tabi tutan bu problemli yaklaşım, Yaratıcı’nın zamanın mahkumu değil hakimi ve halıkı olduğunu

ıskalamış gözükmektedir.

(Nuzul 44 / Mushaf 20 : Taha 5 Aşağıdadır.)

عمش حستوى ﴿ ار على ح ﴾ ٥حمن 5 O rahmet kaynağı ki, mutlak hükümranlık makamına sadece O kurulmuştur. (4)

(4) ‘Arş, “otorite ve hükümranlıktan” kinayedir. Kur’an’da geçtiği yedi yerde de âlemlerin yaratılışıyla ilgili bağlamlarda kullanılır (bkz. İtkân III, 145).

ا ف سنة اان حمه ح ى وم كار اق ااء حى حلمض ثمن عمج ح ه ف م حلام ار حسن ب ور ﴿ ﴾ ٥تع

5 Gökten yere kadar bütün bir oluşu O düzenler; en sonunda bütün bir oluş sizin hesabınıza göre bin yıl kadar

süren bir günde (9) O’na yükselir.

(9) Zımnen “hesabını tutamayacağınız bir sürede”. Buradaki ibare, Son Saat tehdidinin yer aldığı bir bağlam olan

Hac 47’de, ke benzetme edatıyla kullanılır. ‘Bin yıl süren bir gün’ kullanımı tabiatıyla aritmetik değildir (Hac:

47’nin notuna bkz). Fakat bazı astrofizikçiler, bu âyeti Yunus 5 ışığında, ayın bin yıllık yolu bir günde

almasından yola çıkarak, bunun ışık hızına tekabül ettiği sonucuna varmışlardır.

(Nuzul 91 / Mushaf 22 : Hac 47 Aşağıdadır.)

ا تع ف سنة اان مبك كا ه وحرن واا عن وععذحب ور خلف للا ﴾ ٢٤ور ﴿و ستعجلونك با

47 Bir de kalkmış, azabın çabuk gelmesi için seni sıkıştırıyorlar. Ama Allah sözünden asla caymaz; ve unutmayın ki, Senin Rabbin katında

bir gün sizin hesabınıza göre tut ki bin yıldır;(70)

(70) Ke teşbih edatı çeviriye ”tut ki” şeklinde yansımıştır. Bin rakamı, Arap dilinde sayı sıfatlarının zirvesini ifade eder. Artık ondan sonrası

binin katlarıyla ifade edilir.

Page 7: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Milyon için “bin kere bin” denilmesi gibi. Burada hem zamanın görece niteliğine, dolayısıyla aldatıcılığına işaret edilmiş, hem de bin rakamının kinâi anlamına imâda bulunulmuştur.

Bütün bir oluşun O’na yükselişi Secde: 5’te “bizim hesabımızla bin yıl” süren bir gün, 70:4’te bir günün ahretteki karşılığı “elli bin yıl”,

Kadr 3’te “bin aydan hayırlı bir gece” olarak geçtiği hatırlanacak olursa, bu tür rakamların aritmetik kesinlikten daha fazla, hesaba gelmeyecek kadar çokluk ifade ettiği anlaşılır.

Bin rakamının mesela “bin yıl yaşamayı istemek” (Bakara: 96) gibi Kur’an’da kinâye olarak kullanıldığı da unutulmamalıdır (krş. Enfal: 65-66). Bu kullanımın çağrışımları arasında “zaman insan içindir, Allah için değil” gerçeği de bulunmaktadır. Özetle âyet zamanın görece

niteliğine atıftır.

(Nuzul 69 / Mushaf 10 : Yunus 5 Aşağıdadır.)

ح مه انازل تعلاوح ع ن قام نومح وق ى جعل حشناس ض اء وح ات قوم علاور ﴿هو حنذ ل حل ق يص ذك حلن باساب اا خلق للا ن ر وح ﴾ ٥س

5 Güneşi aydınlığın kaynağı ve ayı ışık yansıtıcı yapan;(11) yılların sayısını ve hesabı(nı) bilesiniz diye ona evreler takdir eden O’dur. Bunu

başka değil, mutlak hakikate (bir atıf olsun) için halk eden Allah, bilmek isteyen bir toplum için varlık âyetlerini(12) ayrıntılı olarak açıklıyor.

(11) Dıyâ’ (dav’), Kur’an’da aydınlatan kaynak anlamında kullanılmıştır (krş. Bakara: 17; Kasas: 71). Dilde ışığın kaynağı için kulanılır. Daha çok işlevsel ve hep maddî anlamdadır.

Nûr ise, birinciyi de kapsayan ve maddî-mânevî, somut-soyut tüm ışıma ve ışıtma süreç, araç ve hâlleri için kullanılır (Müfredât; Lisân ve Mekayîs). Işığın azına da çoğuna da nûr adı verilebilir.

Fakat dav’ sadece nurun çoğuna verilen addır. Bu nedenle gün ışığına dav’ denmiştir (İtkân III, 232).

Ay için kullanıldığında “ışık yansıtıcı” anlamına geldiği kozmik bir hakikattir. Türkçe’de “aydınlık” ve “ışık” birbirlerinin yerine

kullanılsalar da (fi. Sami), birinciyi dıyâ’, ikinciyi nûr karşılığı olarak kullanmayı tercih ettik.

(12) Burada açıklananın “vahyî âyetler” değil, güneş ve ay gibi “kozmik âyetler” olduğu anlaşılmaktadır. Kevnî ve kavli olanıyla tüm

âyetler, aslında birer “gösterge”dirler; bir asla delalet eder, bir hakikati gösterirler. Bu âyetlerin gösterdikleri gerçek ise “Mutlak Hakikat” olan Allah’tır. Yukarıdaki çevirimiz, işte bu yaklaşıma dayanmaktadır.

عز ة ح ها غ ب وحشن م ﴿ذك عام ح ﴾ ٦ز حمن

6 İşte idraki aşan hakikatleri de, idrak ve tecrübe edilebilen gerçekleri de bilen; (hem) her işinde mükemmel

olan, (hem de) merhamet kaynağı olan yalnızca O’dur.(10)

(10) el-Aziz ve er-Rahim, tıpkı ğayb ve şehade gibi karşıtlık oluşturmaktadır. Yüceliği celalinin rahmeti

cemalinin göstergesidir. Parantez içi ilaveler, bu yan anlamı çeviriye yansıtmayı amaçlar.

Page 8: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

ح خلق حلنسار ار ط ر ﴿ ء خلقه وب سر كلن ش ى ح ﴾ ٤حنذ

7 O her şeye yaratılış amacıyla en uyumlu olma ve kemalini bulma (yeteneğini) bahşetmiştir. (11) Öyle ki, insan

türünü yaratmaya (basit) bir balçıktan başlamıştır.

(11) Ahsene fiili sadece estetik “güzelliği” değil,

aynı zamanda fıtrî “amaçlılığı” ve

o şeyin “amacıyla uyumluluğunu” da ifade eder.

Türkçe’de güzel “göze el veren”den kısaltılmıştır. Nesnesinin mahiyetinden çok onun göze görünüşüyle

alakalıdır ve bu niteliğiyle Arapçada’ki zînet’i çağrıştırmaktadır. Ayet varlığın en temel yasası olan “amaçlılık”

ve “anlamlılığa” atıftır. Hemen devamında verilen insanın yaratılış örneği bunun en çarpıcı misalidir.

﴾ ٣ثمن جعل نسله ار سلة ار ااء اه ر ﴿

8 Sonra onun neslini yine (en az o kadar) basit bir sıvı özünden yaratmıştır.

Sperma – Yumurta Buluşması (Döllenme)

Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz

bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel

organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.

Page 9: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Embriyo (Alaka)

ة قل ل اا تشكمور ا وحلبصام وحلفپ ه وجعل كم حسن ﴾ ١﴿ثمن سو ه ونيخ ف ه ار مو

9 Daha sonra onu yaratılış amacını gerçekleştirecek bir donanıma sahip kılarak Kendi ruhundan üflemiştir; (12)

derken sizi (13) hem işitme ve görme, hem de duygu ve düşünce yetenekleriyle (14) donatmıştır: ne kadar da

azınız şükrediyor. (15)

(12) Gerekçesi için bkz. Kehf: 37. İnsanın yaratılışındaki üç temel aşama dile getiriliyor.

Tîn insanın elementer kökenine,

Sulâle biyolojik kökenine delalet eder. Bunlar insanın maddi kökenidirler.

Bir de üçüncüsü vardır ki o mânevî kökeni olan üflenen rûh’tur.

(13) Ruh üfenmeden insan muhatap dahi alınmamıştır. Hep “o” zamiriyle bahsedilmiştir.

Ne zaman ki işitme ve görme, duyma ve düşünme yetilerinin kendisi sayesinde var olduğu ruh üflenmiştir, insan

o zaman “siz” denilerek Allah’a muhatap olmuştur.

(14) Ef’ideh yalnızca insanın manevî dünyası için kullanılır (bkz. Hümeze: 7).

(15) Çevirimizin gerekçesi “Onların çoğu şükretmez” âyetleridir.

Page 10: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

(Nuzul 62 / Mushaf 18 : Kehf 37 Aşağıdadır.)

ى خلقك ار تمحب ثمن ار نطية ثمن سو اومه حكيمت بانذ به وهو ﴾ ٣٤ ك مجل ﴿قال ه صا 37 Kendisiyle söyleştiği adam ona şu cevabı verdi: “Şimdi sen kalkmış, seni tozdan topraktan (50) ve ardından bir damlacık döl suyundan

yaratan, sonra da seni yarattığı amacı gerçekleştirecek bir donanıma sahip kılarak (51) adam eden Allah’ı inkar ediyorsun, öyle mi? (52)

Sperma – Yumurta Buluşması (Döllenme)

Embriyo (Alaka): Sperma-Yumurta buluşmasıyla oluşan hücrenin ard arda mitoz

bölünme geçirerek hücre sayısının artmasına denir. Hücre oluşması ile temel

organların belirlenmesine kadar geçen süre Embriyo süresidir.

Embriyo (Alaka)

Page 11: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

(50) Min turâbin’i “tozdan topraktan” şeklindeki çevirimiz, âyetin muradına uygundur.

Bu ve daha başka âyetler, insanın başlangıçtaki elementer yapısının basit ve sıradan olmasına rağmen, Allah’ın müdahalesi sonucu nasıl paha

biçilmez bir varlık haline geldiğini hatırlatma amacı taşırlar.

(51) Sevvâke: “Seni varoluş amacını gerçekleştirecek bir altyapıyla donattı” (Râğıb).

Bir şeyin tesviye’si, onun amacını (mâ hulika leh) gerçekleştirecek bir altyapı ve donanıma kavuşturulmasıdır.

Doğaldır ki bu da insanın yeryüzündeki yaratılış amacı olan hayatı inşa için;

Akıl,

İrade,

Bilinç gibi unsurlarla donatılmasıdır (krş. Râzî).

(52) Bu meselin inkarcı kahramanı “Rabbim” (36. âyet) diye konuşturulduğu halde, burada Allah’ı inkar (ya da “nankörlük”) ettiği dile

getirilerek, âhirete imanla Allah’a iman arasındaki zorunlu bağ vurgulanıyor.

Çünkü öldükten sonra dirilişe olan inanç, kişinin eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmesi demektir.

(Nuzul 34 / Mushaf 104 : Hümeze 7 Aşağıdadır.)

ل على ى تطن پدةحنت

فا ﴾٤﴿ الا

7 O öyle bir ateştir ki, bütün bir iç dünyalarını (3) kaplayarak yükselir:

(3) Duygunun kalpteki en yoğun halini ifade eden fuâd’ın çoğulu olan ef’ideh, duyma ve düşünme, bilme ve inanma gibi insani yeteneklerin

tümüne birden delalet eder. Kalp hem maddî/fizikî hem mânevî mânada kullanılırsa da, ef’ideh yalnızca mânevî duyular için kullanılır. Çoğul geldiğinde “insanın bütün bir iç dünyasını” ifade eder (Hûd: 120, not 3).

هم كافمور ﴿ بل هم بلقاء مب ى خلق ج ﴾ ١١وقاوح ءحذح ضللنا فى حلمض ءحننا ي

10 Bir de kalkıp derler ki: “Yani biz toprağın içinde kayıplara karışınca mı? Sahiden de biz yeniden yaratılacak

mıyız?” Aslında (bu tavırlarıyla) onlar, Rablerinin huzuruna çıkıp (hesap vermeyi) inkar etmektedirler. (16)

(16) Zımnen: Onların asıl derdi, hesabı verilecek bir hayat yaşamaya razı olmamaktır.

كم تمجعور ﴿ ى مب ل بكم ثمن ح ى وك اوت حنذ ﴾ ١١قل توف كم الك ح

11 De ki: “Sizin için görevlendirilmiş ölüm meleği (nasıl olsa) sizin canlarınızı alacak; (17) en sonunda

Rabbinize döndürüleceksiniz. (18)

(17) Yani: Ölüm ne kadar gerçekse, hesap günü de o kadar gerçektir: kaçamayacaksınız! Kur’an’da, bahse konu

ölüm meleğinin ismi geçmemektedir (krş. Nisâ: 97; En’âm: 61, 93; A’râf: 37; Nahl: 28).

(18) Zımnen: Ey kemale ermiş bir erişkin olmaktan kaçan insan: öldükten sonra ne olmayı düşünüyorsun?

(Nuzul 106 / Mushaf 4 : Nisa 97 Aşağıdadır.)

حنيسهم قاوح ف م كنتم قاوح كننا استضعي ر فى حل الئكة ظاا حرن حنذ ر توف هم حم وساءت اص مح ﴿مض قاوح حم تكر حمض للا ئك ااو هم جهنن ﴾ ١٤ وحسعة فتهاجموح ف ها فاو

97 Melekler, kendi kendilerine zulmedenlere canlarını alırken “Sizin neyiniz vardı?” diye soracak. Onlar, “Biz yeryüzünde güçsüzdük!” diye cevap verecekler. (Melekler) “Allah’ın arzı yeterince geniş değil miydi, hicret etseydiniz ya?” diyecekler. İşte bu tiplerin varacağı yer

cehennemdir; orası ne kötü varış yeridir.(113)

(113) Zımnen: Gerçek imkansızlık, imanı imkan olarak kullanmamaktır. İbn Abbas’tan: Hz Peygamber döneminde Müslümanlardan bazı

kimseler müşriklerle beraberdiler. Ok gelir onlardan birine isabet eder ya da bir kılıç darbesiyle ölürlerdi. Bazı mü’minlerin “Onlar bizim

kardeşlerimizdi, onlar için istiğfar edelim” demesi üzerine bu âyet inmiştir (Buhârî).

Page 12: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

(Nuzul 73 / Mushaf 6 : En’am 61 Aşağıdadır.)

اوت توفنته مسلن كم ح ى حذح جاء حت يظة ه و مسل عل كم قاهم فوق عبا طور ﴿وهو ح ﴾ ٦١ا وهم ل يم

61 Çünkü kulları üzerinde mutlak otorite sahibi olan yalnızca O’dur. İçinizden birine ölüm gelip de elçilerimiz onun canını alıncaya dek size

kol kanat geren koruyucular gönderir ve bunlar hiçbir şeyi gözden kaçırmazlar.

(Nuzul 73 / Mushaf 6 : En’am 93 Aşağıdadır.)

ء وار قال س ن وم وح ح ه ش ى ح كذبا حو قال حور حفتمى على للا وار حظلم اان الئكة باسطوح ح اوت وح امحت ح ى ااور ف وو تمى حذ حظن

حخمجوح هم انزل اثل اا حنزل للا

ق وكنتم عر ح م ح هور باا كنتم تقوور على للا وم تجزور عذحب ح ﴾ ١٣ اته تستكبمور ﴿حنيسكم ح

93 Allah hakkında yalan uyduran ya da kendisine hiçbir şey indirilmediği hâlde “Bana da indirildi” diyen ve “Allah’ın indirdiğine benzer

şeyleri ben de indirebilirim” iddiasında bulunan kimseden daha tahripkar biri olabilir mi? Ölüm sancısıyla kıvranırken melekler ellerini uzatarak “Ruhlarınızı teslim edin! Allah’a doğru olmayan şeyler atfettiğiniz ve O’nun mesajlarına karşı kibrinizden dolayı bugün onur kırıcı

bir cezaya çarptırılacaksınız!” dediklerinde, bir görmeliydin o zalimleri!

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 37 Aşağıdadır.)

كذبا حو ر حفتمى على للا ى حذح جاءتهم مسلنا توفنونهم ق فار حظلم اان ت كتاب ـئك ناهم نص بهم ار ح ب با اته حو وح على كذن قاوح ضلوح عننا وشه

ور للا عور ار اوح ح ر اا كنتم ت

﴾ ٣٤م ر ﴿حنيسهم حننهم كانوح كاف

37 Kendi uydurduklarını Allah’a isnat eden ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim biri olabilir mi? Bu tipler için yazılan (ceza)lardan onların payına düşen gelip onları bulacak: En sonunda canlarını almak için elçilerimiz geldiğinde, onlara “Nerede Allah’ı

bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardıklarınız?” diye soracak. Onlar (ise) “Bizi yüzüstü bıraktılar!” cevabını vererek, hakikati ısrarla inkâr

etmeleri konusunda yine kendi aleyhlerine tanıklık edecek.

(Nuzul 74 / Mushaf 16 : Nahl 28 Aşağıdadır.)

لم اا كننا نعال ار سوء بلى حرن قوح حسن ى حنيسهم فا الئكة ظاا عل م باا كنتم تعالور ﴿حنذ ر تتوف هم ح﴾ ٢٣ للا

28 O kimseler ki, kendi kendilerine kötülük etmeyi sürdürürken melekler onların canlarını almışlardı. İşte (Hesap Günü) bunlar teslim

sancağını çekerek “Biz yaptıklarımızı kötülük olsun diye yapmamıştık” (diyecekler). “Yoo!” (denilecek kendilerine), “Unutuyorsunuz ama, Allah yapmış olduğunuz her şeyi eksiksiz bilendir.

نا حبصمنا وساعنا فامجعنا نعال هم مبن مب اجماور ناكسوح مؤسهم عن ا اوقنور ﴿ وو تمى حذ ح ا حنن ﴾ ١٢صا

12 Günahı hayat tarzı haline getirenleri (19) Rablerinin huzurunda başları eğik vaziyette (şöyle derken) bir

görmeliydin:

“Rabbimiz, (İşte artık) gördük ve işittik! şu halde bizi (dünyaya) geri döndür de iyi bir şeyler yapalım!

Çünkü (yeniden dirilişe) ikna olmuş bulunuyoruz.” (20)

(19) Mucrimîn, fiilin failde tabiat haline geldiğini gösterir (bkz. Enfal: 8).

(20) İman görmeden inanmaktır. Görünceye kadar inanmamak, zımnen Allah’ın verdiği bilginin doğruluğuna

güvenmemektir. Vahiy böylelerine “kâfir” diyor.

(Nuzul 95 / Mushaf 8 : Enfal 8 Aşağıdadır.)

قن و بطل ح قن ح رمونباطل وو كمه ﴾ ٣﴿الامجا

8 Ki hakkın gerçek ve bâtılın sahte olduğu böylece ortaya çıksın: tabi ki, günahı tabiat hâline getirenler(11) istemese de!

(11) Mucrimûn: Aslı “kesip koparmak” anlamına gelen cerm. Cerîm, dalından koparıldığı için kuruyup gitmiş hurma (Lisân). Mucrim,

“suç” anlamına gelen curm’den isim.

Page 13: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Doğaldır ki, Allah katında her “suç”, “günah” sınıfına girer ve işlenmesi yasaktır.

Mucrimûn form olarak isimdir ve dilsel özelliği gereği;

Günahı tabiat hâline getirenler,

Boğazına kadar suça batanlar”,

Ölüp gitmiş biri için ise “günahı hayat tarzı hâline getirmiş olanlar” vurgusunu taşır (krş. Kasas: 78’in sonu).

م ى لالپرن جهنن قول ان قن ح كر ها و ت نا كلن نيس ه ة وحنناس حجاع ر ﴿ وو شئنا ل جنن ﴾ ١٣ار ح

13 İmdi eğer Biz isteseydik, herkesi doğru yola (zorla) sokardık; fakat (bunu istemedik) (21) ki, (iyiler

kötülerden seçilsin de) tarafımdan verilmiş bulunan “Mutlaka cehennemi görünmeyen varlıkların (22) ve

insanların (kötüleriyle) tıka basa dolduracağım” sözü gerçekleşsin. (23)

(21) Zımnen: Eğer zorlamış olsaydık, iradenin ve ahlâkî sorumluluğun gerekçesi kalmazdı. Zira inanç ahlâkî

değerini sahibinin o inancı özgürce seçebilme yeteneğinden alır (krş. Kehf: 29).

(22) Yani: şeytanların.. (bkz. A’râf: 18 ve Sâd: 85).

(23) Adı geçen söz A’raf 18, Hûd 119 ve Sâd 84-85’te yer alır.

Burada dile gelen söz; “Verdiğim irade emanetine ihanet ederek tercihini cehennem yönünde kullananları oraya

dolduracağım” şeklinde anlaşılmak zorundadır.

Page 14: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

(Nuzul 27 / Mushaf 80 : Kehf 29 Aşağıdadır.)

ق ار مبكم فار شاء فل ؤار وار شاء فل كيم اهل شو وقل ح قها وحر ستغ ثوح غاثوح بااء كا اط بهم سمح اا ر نامح ح نا لظن وجوه بئس حشنمحب وساءت امتيقا ﴿حننا حعت ﴾ ٢١ى ح

29 Ve de ki: “Mutlak hakikate (atıf olan bu mesaj) Rabbinizdendir: Artık dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin!” (41) İşin gerçeği Biz,

(nefislerine kıyan) o zalimler için kendilerini kat kat sarıp sarmalayacak bir ateş hazırladık; öyle ki, onlar susayıp da su istediklerinde, suratlarını kavuran yanık yağ tortusu gibi bir su sunulur: ne berbat bir içecektir o ve ne fena bir makamdır orası...

(41) İlâhî bilgi, insanın iradesiyle seçme yeteneğini yok sayma pahası na savunulamaz. Zaten Allah’ın da buna ihtiyacı yoktur.

(Nuzul 56 / Mushaf 7 : A’raf 18 Aşağıdadır.)

م انكم حجاع ر ﴿قال ومح ار تبعك انهم لالپرن جهنن ﴾ ١٣حخمج انها اذؤاا ا

18 (Allah): “Aşağılanmış ve dışlanmış bir hâlde defol oradan!” dedi; “onlardan kim sana uyarsa, unutmayın ki cehennemi tıka basa sizlerle

dolduracağım!”

(Nuzul 27 / Mushaf 80 : Hud 119 Aşağıdadır.)

م ا ت كلاة مبك لالپرن جهنن م مبك وذك خلقهم وتان جننة وحنناس حجاع ر ﴿حلن ار م ﴾ ١١١ر ح 119 Tabii ki Rabbinin rahmetiyle (yol gösterdiği) kimseler hariç. Oysa ki O, (tüm insanları) bu (rahmete nail olmak) için yarattı. Ne ki,

(rahmete ısrarla sırt çevirenler için de) Rabbinin, “Andolsun ki Ben Cehennemi bütünüyle görünmeyen ve görünen tüm iradeli varlıkların

(kötüleriyle) tıka basa dolduracağım” sözü, elbet gerçekleşmiş olacaktır.

(Nuzul 27 / Mushaf 80 : Sad 84-85 Aşağıdadır.)

قن حقول ﴿ ق وح ﴾ ٣٢قال فا 84 (Allah) bunun üzerine şöyle buyurdu: “İşte gerçek budur ve Ben de bu gerçeği dile getiriyorum:

ر تبعك انهم حجاع ر ﴿ م انك واان ﴾ ٣٥لالپرن جهنن

85 Andolsun ki cehennemi senin (gibiler)le ve sana uyanların tümüyle dolduracağım!”

Page 15: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

باا كنتم تعالور ﴿فذوقوح ب خل ا نس ناكم وذوقوح عذحب ح ﴾ ١٢اا نس تم قاء واكم هـذح حنن

14 Haydi, bu buluşma gününü (24) hatırlanmaya değer bulmadığınız için azabı tadın bakalım! Çünkü artık Biz

de sizi hatırlanmaya değer bulmuyoruz. Haydi, yapmakta ısrar ettiklerinizden dolayı ebedi mahrumiyeti tadın!

(25)

(24) Lafzen: “gününüzü..” İronik bir çağrışımla “gününüzü görün bakalım” der gibi.

(25) Allah’ı ve âhireti unutmanın Allah’a bir ziyanı yok. Bundan ziyan gören insandır. Zira Allah’ı ve âhireti

unutunca kendini unutuyor, kendini kaybediyor (Haşr: 19 ve Tevbe: 67).

(Nuzul 102 / Mushaf 59 : Haşr 19 Aşağıdadır.)

ياسقور ﴿ول تكون ئك هم ح فانس هم حنيسهم حو﴾ ١١وح كانذ ر نسوح للا

19 Aman ha, kendileri Allah’ı unutan, bunun sonucu olarak da Allah’ın kendilerini bizzat kendilerine unutturduğu sorumsuzlar gibi olmayın!(27) İşte onlar, evet onlardır yoldan sapanlar.

(27) Bir önceki âyet “sorumlu davranma” çağrısıydı, bu âyet ise “sorumsuzluğa karşı” uyarı. Tevbe 68 ile de teyit edilen bu psikanalitik

ifade, nifak psikolojisinin iç yüzünü ortaya serer.

Zımnen: Münafık yalnızca başkalarına münafıklık yapmaz. Nifakı giderek öyle benimser ki, artık kendi kendisinin de münafığı olur. Kendi

kendini unutmak budur.

Page 16: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Kendini unutan kendine yabancılaşır,

Kendine yabancılaşan giderek kendisiyle kavgalı hale gelir.

Kendini unutandan, şahdamarından yakın olan Allah’ı hatırlaması beklenemez.

Dolayısıyla insanın kendine uzaklaşması, aynı anda Allah’tan uzaklaşması anlamına gelir.

Tıpkı tersinin de doğru olduğu gibi. İnsanın Allah’ı unutmasından Allah zarar görmez, fakat bu kendine yabancılaşmayı getirdiği için, insan

zarar görür ve hepten kaybeder.

(Nuzul 114 / Mushaf 80 : Tevbe 67 Aşağıdadır.)

اعموف و قبض انكم و نهور عر ح انافقات بعضهم ار بعض اامور با انافقور وح ح هم نسوح للا ياسقور ﴿ ور ح انافق ر هم ح ﴾ ٦٤فنس هم حرن ح

67 İkiyüzlü erkekler ve ikiyüzlü kadınlar; hepsi birbirine benzerler: Kötü ve yanlış olanı önerir, iyi ve doğru olanı önlerler; ve (iyilik için)

ellerini oynatmazlar. Onlar Allah’ı unuttular, bu yüzden Allah da onları hatırlanmaya değer bulmadı. Gerçekte sapık olan işte bunlar, bu

münafıklardır.

هم وهم ل س مب ا وح ب ح وسبن وح سجن موح بها خم اا ؤار با اتنا حنذ ر حذح ذك ﴾ ١٥تكبمور ﴿حنن

15 BİZİM âyetlerimize iman edenler, ancak kendilerine duyurulduğunda saygıyla yerlere kapanıp teslim olanlar

ve Rablerinin aşkın yüceliğini hamd ile ananlardır: zira onlar asla büyüklük taslamazlar.

عور مبنه اضاج ا مزقناهم نيقور ﴿تتجافى جنوبهم عر ح ﴾ ١٦م خوفا وطاعا واان

16 Onlar yataklarından kalkarak (26) tarifsiz bir korku ve büyük bir iştiyakla (27) Rablerine yalvarırlar ve

verdiğimiz rızıklardan infak ederler.

(26) Zımnen: uykularını bölerek... Krş. “Ve gecenin bir vaktinde uykuna ara verip, sana özgü bir armağan olarak

namaz kıl” (İsra: 79). Mânevî dayanıklılık testi olan gece namazı, gayba imanın bilinç ve iradeye kattığı

enerjiyle harekete geçen ruhun beden kapısını tıklatmasıdır. Ruhun kapı çalışını duyma havf ve iştiyakıyla

uykuya yatan beden, ilk tıklayışta fırlayıverecektir.

(27) Bir çok müfessir tarafından tame‘an’a reca’ (ümit) mânası verilmiştir. Oysa ki tame‘an, “büyük bir

açgözlülükle Allah’tan istemeyi” ifade eder. Maddî olana ilişkin kullanıldığında olumsuz olan tama‘ın anlamı bu

bağlamda gayet olumludur.

ة حع ر جزحء باا كانوح عالور ﴿ ﴾ ١٤فل تعلم نيس اا حخيى هم ار قمن

17 İşte, yapa geldiklerinden dolayı bir mükafat olarak, onları (cennette) ne türden göz kamaştırıcı sürprizlerin

beklediğini kimse hayal dâhi edemez. (28)

(28) Her sürprizin vasfı, sahibi için saklanmış olmasıdır. Mâ uhfiye lehum’e “sürpriz” anlamı vermemiz

bundandır.

Hz. Peygamber bu âyeti, Allah’ın dilinden şöyle yorumlar:

“Ben sâlih kullarım için;

hiçbir gözün görmediği,

hiçbir kulağın işitmediği,

hiçbir zihnin tasavvur edemeyeceği güzellikler hazırladım” (Buhârî ve Müslim),

İmam şafiî’den sonra “Kutsî Hadis” adı konulan bu kategorideki hadislerin diğerlerinden tek farkı vardır: bunlar

Allah Rasulü’nün Rabbini okuması ve hakikati tefsiridirler.

Zımnen: “Eğer bu hakikati Allah buyursaydı şöyle buyururdu” anlamına gelir.

Page 17: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

Burada, “kalıcı güzelliğin üretildiği merkez” (Ra’d: 23) olan cenneti ve âhiret ödüllerini aklın kavramakta acze

düşeceği ifade edilmektedir. Bu hakikate rağmen cennet ve âhiret hakkında başka yelerde gelen ayrıntılı

tasvirler, bilinmeyenin bilinenden yola çıkılarak tasviri kabilindendir (bkz. Ra’d: 35).

(Nuzul 27 / Mushaf 80 : Ra’d 35 Aşağıdadır.)

حئم وظلها تلك عقبى حنذ اثل تها حلنهام حكلها ى ار ت قور تجم اتن ح ى وع جننة حنت كافم ر حننام ﴿ح ﴾ ٣٥ ر حتنقوح وعقبى ح 35 ALLAH’A karşı sorumluluk bilinci taşıyanlara söz verilen cennet, zemininden ırmaklar çağlayan (has bahçelere) benzer.(47) (Fazladan

olarak) oranın ürünleri daimidir, gölgeleri de öyle… İşte bu, Allah’a karşı sorumluluk bilinci taşıyanları bekleyen akıbettir; inkârcıların

akıbeti ise ateştir.

(47) Tam tersiyle mânalandıran da olmuştur: “Zemininden ırmaklar çağıldayan (has bahçeler), sorumluluk bilinci taşıyanlara söz verilen

cennete benzer” (Ferrâ; Sibeveyh’ten naklen Zeccâc). Bu nakli yapan Zeccâc’ın tercihi yukarıdaki anlamdır.

Gerekçesi ise şöyledir: “Allah bize görüp tanımadığımız cenneti, görüp tanıdığımız dünya ile tarif ediyor” (Ma‘ani’l-Kur’an). Zeccâc’ın bu

yaklaşımı, bu âyetin en doğru yorumudur. Çünkü, âyetin izlediği yöntem bilinmeyeni bilinenle tasvir yöntemidir.

Fakat Bakara 25’te cennetliklerin dilinden yapılan kıyaslama bunun tam aksi bir seyir takip eder. Çünkü orada kıyası yapan özne, cennet

sakinlerinden biridir (krş. Secde: 17, not 10).

Cennet, mutlaka zemininden ırmaklar çağlayandır. Zira su bahçenin sebebidir. Suyun bahçeye nisbeti, sebebin müsebbebe nisbetidir. Toprak,

temiz olmak şartıyla suya ancak niyabet edebilir. Tıpkı abdest yerine teyemmümde olduğu gibi.

﴾ ١٣حفار كار اؤانا كار كار فاسقا ل ستور ﴿

18 Öyle ya: hiç imanda sebat eden, hak yoldan sapan gibi muamele görür mü? Bunlar asla aynı olamazlar! (29)

(29) Deyimsel karşılığıyla: Hiç suyu getirenle testiyi kıran bir olur mu? Cennet ve cehennemin varlığı, ilâhi

hakkaniyetin kaçınılmaz sonucudur.

Âhireti inkâr sorumluluğu inkârdır.

Bu ise hukuksuzluğu savunmakla eş değerdedir.

ااوى نزل باا كانوح عالور ﴿ ات ح ات فلهم جنن ا ا حنذ ر حانوح وعالوح حصن ﴾ ١١حان

19 İman eden ve o imana uygun değer üretenlere gelince: yapa geldiklerinden dolayı mükellef bir ikram olarak

ağırlanacakları cennetler onların konağı olacaktır.

وح ف ها وق ل هم وح حر خمجوح انها حع ام كلناا حمح ا حنذ ر فسقوح فااو هم حنن بور وحان ى كنتم به تكذ ام حنذ ذوقوح عذحب حنن﴿٢١ ﴾

20 Hak yoldan sapanlara gelince: artık onların da konaklayacakları yer ateş olacak; oradan ne zaman çıkmak

isteseler, kendilerine “Oldum olası yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın!” denilerek oraya iade edilecekler.

ور نى عذحب حل هم ار ح عذحب حلكبم علنهم مجعور ﴿ ونذ قنن ﴾ ٢١ح

21 Ama onlara, daha büyük mahrumiyeti tattırmadan önce daha yakın (dünya) mahrumiyetini kısmen elbette

tattıracağız; (30) umulur ki (yol yakınken) dönerler. (31)

(30) Krş. “yaptıklarının (kötü sonuçlarından) bir kısmını kendilerine tattıracaktır” (Rûm: 41).

(31) Bu son cümle, dünyada tattırılan bir kısım ‘azab’ın/mahrumiyetin uyarı ve ibret amaçlı olduğunun delilidir

(‘Azâb’ı çevirimiz için bkz. Kalem: 33).

(Nuzul 7 / Mushaf 68 : Kalem 33 Aşağıdadır.)

Page 18: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

خرة اكبر لو كانوا يعلمون ﴿ ولعذاب كذلك العذاب ﴾٣٣ال

33 İşte (dünyevî) mahrumiyet (29) böyle bir şeydir; ve ahret (30) mahrumiyeti, hiç kuşkusuz daha beterdir: keşke bilmiş olsalardı.

(29) ‘Azâb’ın ilk kullanıldığı iki yerden biri (diğeri Müzzemmil: 13).

Kur’an’da ‘azâb kelimesinin, kök anlamına nisbetle “mahrumiyet” anlamında kullanılmasına tipik bir örnek. Kıssa kahramanları sonunda

cennete kavuştuklarına göre, burada bilinen anlamda bir “azap”tan değil ancak “mahrumiyet”ten söz edilebilir.

Azab Kur’an’da 41 yerde geçer. Hz. Süleyman ve Zülkarneyn’e isnat edilen iki yer hariç (Neml: 21; Kehf: 86-87) diğerlerinin tümünde

Allah’a isnat edilir.

Azab, “terk ve mahrum etmek” anlamına gelen ‘azb kökünden türetilmiştir (Lisân; Tâc; Esâs). Kelime ta‘zîb formunda fiilî şiddet ile

buluşmuş, buradan da dayak aleti olan kamçının “vurunca yakan tarafı” anlamını kazanmıştır (Râ-ğıb). Her halükarda ‘azab acının aracına

değil sonucuna işaret etmekte ve nedenler değiştikçe azabın niteliği de (‘azâbun elîm, ‘azâbun muhîn, ‘azâbun ‘azîm, ‘azâbun ğalîz)

değişmektedir.

Azab’ın dünya hayatındaki “Allah tarafından terk edilmişlik” anlamına kullanıldığı bir yer için bkz. Sebe’: 8.

İnsana zor gelen ve onu hedefine ulaşmaktan alıkoyan her şey azabtır.

Istılahta “insanı kendi haline terk eden, hedefe ulaşmasını engelleyen, yalnız ve yardımsız bırakan” bütün bunların sonucunda da “mutsuz,

umutsuz ve kahredici bir iç yangını ve vicdan azabına mahkûm eden durum”dur (krş. Külliyyat).

Azab’ı, “Allah’la birlikte başka bir ilâh edinme! Sonra kınanmış olarak bir köşeye atılıp orada bir başına kalakalırsın” (İsra: 22) âyeti

ışığında anlamak gerekir. Bu durumun verdiği acı öylesine dayanılmazdır ki, bu duruma düşen kişi yok olmak gibi ölümden öte bir şeyi (sübûr) isteyecektir. Onlara “Yoo! Bugün yok olmak için bir tek ölümü çağırmayın, yok olmak için tüm ölümleri çağırın!” denilecek

(Furkan: 14; ayrıca krş. İnşikâk: 11).

(30) Âhiret için muhtemelen ilk kullanıldığı Müddessir 53’ün notuna bkz.

اجما ر انتقاور ﴿و ا ار ح ه ثمن حعمض عنها حنن م با ات مب ر ذك ﴾ ٢٢ار حظلم اان

22 Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatılıp da, ardından onlara sırt çeviren kimseden daha zalim biri olabilir mi?

Elbette Biz, günahı hayat tarzı haline getirenlere yaptıklarının acısını tattırmayı biliriz. (32)

(32) Zımnen: Nasıl ki onlar günahı hayat tarzı haline getirdiler, biz de onlar için azabı hayat tarzı haline

getireceğiz. Mucrimîn için âyet 12’nin notuna bkz.

حت ن ل ﴿وق ى حسمح ى بن ى ام ة ار قائه وجعلناه ه كتاب فل تكر ف ﴾ ٢٣ا اوسى ح

23 DOĞRUSU Biz Musa’ya da vahiy iletmiştik: Şu halde onunla (aynı ortak paydada) buluşacağından asla

tereddüdün olmasın! (33) Zira Biz, o (vahyi) de İsrâiloğulları için bir yol haritası kılmıştık.

(33) Hitabın Hz. Peygambere ve likâihi’deki zamirin Hz. Musa’ya ait olduğundan yola çıkarak. Mesaj şu:

Musa’nın karşılaştığı engellerle karşılaşacak, onları vahiy sayesinde aşıp sonunda zafere ulaşacaksın.

Tercihimizi âyetin devamı doğrulamaktadır. Zamirin kitab’a ait olması durumunda anlam şöyle olur: “vahyin

(tamamına) kavuşacağından asla kuşku duyma!” (krş. Zemahşerî). Hitabın vahyin kaynağından kuşku duyanlara

yönelik olması da mümkündür (Mirye için bkz. Hûd: 17).

(Nuzul 70 / Mushaf 11 : Hud 17 Aşağıdadır.)

Page 19: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

اة حو انه وار قبله كتاب اوسى حاااا وم حفار كار على ب نة ار مبه و تلوه شاه ـئك ؤانور به وار كيم به ار حل ه فل تك ية زحب فاننام اوع ق ار مبك فىمرا انه حننه حـكرن حكثم حنناس ل ؤانور ﴿ ﴾ ١٤و

17 Şu hâlde, hiç (böyleleri), Rabbinden (gelen) hakikatin apaçık belgesine dayanan kimseyle bir tutulabilir mi? Şimdilerde (26) O’nun

katından bir şahidin duyurduğu o belgeyi, daha önce de bir önder ve bir rahmet olarak Musa’nın Kitabı temsil ediyordu. İşte, ancak (hakikatin birliğini fark eden) o kimseler bu vahye inanırlar. Küfür ittifakı mensuplarından(27) her kim bu hakikati inkâr ederse, iyi bilsin ki

onun son durağı ateştir. Sen (ey bu vahyin muhatabı); sakın ola onun kaynağı hakkında tereddüde düşeyim deme;(28) iyi bil ki o, Rabbin

katından gelen hakikatin ta kendisidir: ve fakat insanların çoğu (henüz bu gerçeğe) inanmıyorlar.

(26) Bu ilavenin gerekçesi, yetlûhu fiilinin -min kablihî (daha önce) ile karşıtlık oluşturacak şekilde- şimdiki zamanı göstermesidir.

(27) Ahzâb genelde Kur’an’da “küfürde ittifak etmiş müttefikler” mânasında kullanılmaktadır.

(28) Mirye: “Bir şeyde iki arada bir derede kalmak”. Türetildiği kök, “atın huylandığı için eşelenmesini” ifade eder. Türevleriyle birlikte

kelime, hep birbirine yakın anlamlarda ve tüm vahiy süreci boyunca kullanılır (İlk kullanıldığı yer Necm: 12).

Cehaletten kaynaklanan “mutlak şüphe” anlamındaki şekk’ten ve

“yakine ulaştırmayan bilgiye dayalı ya doğruysa endişesi taşıyan kuşku” anlamındaki rayb’den farklı olarak

“birbirine karşıt iki şey arasında gidip gelmeyi, bocalama ve tereddüt durumunu” ifade eder (Külliyyât).

ا صبموح وكانوح با اتنا وقنور ﴿ ان ور باامنا ة ه ﴾ ٢٢وجعلنا انهم حئان

24 Yine (unutma ki), zorluklara göğüs gerip âyetlerimize gönülden inandıkları zamanlarda, emrimizle içlerinden

hidayete ulaştıran önderler çıkarmıştık.

ق اة ف اا كانوح ف ه ختليور ﴿ ﴾ ٢٥حرن مبنك هو يصل ب نهم وم ح

25 Şüphesiz kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda aralarında hüküm verecek olan elbet senin

Rabbindir.

هم ات حفل ساعور ﴿ حوم ه ى ذك ل ى اساكنهم حرن ف قمور اشور ف ﴾ ٢٦كم حهلكنا ار قبلهم ار ح

26 Şimdi kalıntılarında dolaştıkları kendilerinden önce yaşamış uygarlıklardan nicelerini helâk etmiş olmamız

onlar için yol gösterici olmadı mı? Kuşkusuz bunda da alınacak bir ders mutlaka vardır: hâlâ mı işitmeyecekler?

(34)

(34) Güce taptığı için kulları kendilerine kul eden ve kula kul olan herkese açık uyarı: Zaafınız olan gücünüz

aklınızı başınızdan almasın! Dünyada ebedilikten söz edip de gülünç olmayın!

جمز فنخمج به زمعا تاكل انه حنعااهم وح ااء حى حلمض ح ا نسوق ح ﴾ ٢٤نيسهم حفل بصمور ﴿حوم موح حنن

27 Kıraç toprağa suyu sevk edip de onunla kendilerinin ve hayvanlarının beslendiği bitkiler çıkardığımızı nasıl

görmezler? Peki ama, daha da mı görmeyecekler?

ق ر ﴿ يتح حر كنتم صا ﴾ ٢٣و قوور اتى هـذح ح

28 Bir de diyorlar ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, bu (bahsi geçen) kesin hüküm (35) ne zaman verilecek?”

(35) Feth için tercihimizi âyetin devamı teyit eder. “Bahsi geçen” açıklaması, işaret zamirinin gösterdiği 25.

âyete istinaden konulmuştur. Zaten bir sonraki âyet de buraya zımni bir atıf içerir.

يتح ل ني ﴾ ٢١ حنذ ر كيموح ح اانهم ول هم نظمور ﴿قل وم ح

Page 20: SECDE SÛRESİ Nuzul 57 / Mushaf 32€¦ · Söz, enfüs ve afak ayetleri üzerinden Ahiret hayatına getirilir. Göklerin altı aşamada yaratıldığı ifade edilerek, belki de

29 De ki: “Kesin hükmün verileceği gün, inkârda ısrar edenlere ne imanları fayda verecek, ne de göz

açtırılacak.”

هم انتظمور ﴿ ﴾ ٣١فاعمض عنهم وحنتظم حنن

30 Şu halde boş ver onları da (kendi işine bak); (36) madem onlar beklemeye razılar, sen (dünden) bekle! (37)

(36) Fe zerhum’den farklılığını, parantez içi açıklamayla vurguladık. Dolayısıyla devamındaki “bekle” emri

mücerret beklemeyi değil kendi işine bakmayı âmirdir (krş. Nisâ: 81 ve Necm: 29).

(37) 20. âyet ışığında: Nasıl olsa geri dönüşü olmayan bir gün gelecek.

(Nuzul 26 / Mushaf 53 : Necm 29 Aşağıdadır.)

ن ا ﴿ وة ح حلن ح ى عر ذكمنا وم م﴾٢١فاعمض عر ار تو

29 Şu halde, artık sen de vahyimizden yüz çevirerek Bize sırt dönen ve tek arzusu bu dünya hayatı(nın geçici zevkleri) olan kimseleri ciddiye

alma! (21)

(21) İ‘rad kötü veya kötü sanılanla mesafeyi sınırlamayı ifade eder.

Tevelli ise hem iyiden yüz çevirmeyi, hem iyiye sırt dönenden yüz çevirmeyi ifade eder (krş. Müddessir: 23 ve Nisâ: 63, not 4 ve 3).

(Nuzul 106 / Mushaf 4 : Nisa 81 Aşağıdadır.)

ى تقول وللا م حنذ ك ب نت طائية انهم وك ل ﴿و قوور طاعة فاذح بمزوح ار عن

وكيى بالل

ل على للا ﴾ ٣١ كتب اا ب تور فاعمض عنهم وتوكن

81 Onlar “Baş üstüne!” derler, ama yanından uzaklaştıklarında, içlerinden bir güruh gece boyunca senin dile getirdiğinden farklı işler çevirirler. Ama Allah onların gece karanlığında çevirdikleri işleri kaydetmektedir. şu hâlde işine bak(101) ve Allah’a dayan; zira dayanak

olarak Allah yeter.

(101) İ‘râd’ın anlamı “yüz çevirmek” olamaz. Nedeni için 63. âyetin notuna bkz. Fe a’rıd anhum ibaresinin vurgusu yükleminden çok

öznesine dönüktür. Onlardan yüz çevirmekten amaç, kendi işine bakmasıdır (Tevelli ile farkı için bkz. Necm: 29, not 2). Bu açıdan “onları

boşver” anlamındaki fe zerhum (Mü’minûn: 54 vd.) formundan ayrılır. Bu ikincisinde vurgu, özneden çok yükleme aittir.