10
TEFSİRE GİRİŞ 31/12/10 RABBİM GÖĞSÜME GENİŞLİK VER KOLAYLAŞTIR İŞİMİ DÜĞÜMÜ ÇÖZ DİLİMDEN Kİ ANLASINLAR BENİ (taha 25,26,27,28) Tefsir Dua’ sı Hamdini sözüme sertac ettim, Zikrini kalbime mi'rac ettim, Kitabini kendime minhac ettim Ben yoktum var ettin, varliğindan haberdar ettin, aşkınla gönlümü bikarar ettin Inayetine sigindim, kapina geldim, hidayetine sigindim lütfuna geldim, kulluk edemedim afvina geldim, Şaşırtma beni doğruyu söylet, hakikati öğret Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem, Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini Sevdin habibini kainata sevdirdin, Sevdin de hil'at -i risaleti giydirdin, Makam-i ibrahim'den Makam-i Mahmuda erdirdin Server-i asfiya kildin Hatem-i enbiya kildin Muhammed Mustafa kildin Salat-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun Al-i Ashab-u etbaina ya Rab! Amin Elmalılı Hamdi Yazır Sevgili Kur’an dostları; uzun bir maraton olan tefsir derslerimizin bu ilk dersinde ölümsüz bir tefsirin yazarı olan değerli bir müfessirimizin tefsirinin girişindeki bir dua ile başladık. Bugün tefsir/Kur’an deslerimizin ilki olan bu derste, tefsir değil, tefsir ilminin usulü hakkında, anlama ve yorumlamanın mantığı hakkında bir takım temel bilgileri göreceğiz. Çünkü usul tüm ilimlerin olmazsa olmazıdır. Onun için eskilerin eskimez bir sözü vardır; “usulsüzlük vusulsüzlüktür” derler. Yani vasıl olamayış, amaca ulaşamamak usul bilememekten dolayıdır. O sebeble; Bir ilmin, “ilm” olması için, bir disiplin olabilmesi için, bir metodolojiye (usule) ihtiyaç duyar. Aslında yöntem, metod bir SÜNNETULLAH ‘tır. Zaten Sünnetullah’da Allah’ın yöntemi değil mi? Yöntemsiz ve amaçsız bir ilim düşünülemez. Hele bu ilim Kur’anı anlama ilmi olan Tefsir gibi önemli bir ilimse. Böyle bir ilmin yöntemi metodolojisi olmasın mı? İşte bu gün biz 1400 yıllık müthiş bir geleneğe ve kütüphaneleri taşıran ve muazzam bir bilgi birikimine sahip olan ve dünya ilim tarihinde eşine ve benzerine rastlanmayan tefsir usulü üzerinde duracağız.

TEFSİRE GİRİŞ - adanahilalderorg.files.wordpress.com · Kuran okudun mu? sorusu yanlıtır, kuran’ı okuyor musun? sorusu doğrudur. Çünkü lafzı bir kez manası sonsuz kez

  • Upload
    others

  • View
    16

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

TEFSİRE GİRİŞ

31/12/10

RABBİM GÖĞSÜME GENİŞLİK VER

KOLAYLAŞTIR İŞİMİ

DÜĞÜMÜ ÇÖZ DİLİMDEN Kİ

ANLASINLAR BENİ (taha 25,26,27,28)

Tefsir Dua’ sı

Hamdini sözüme sertac ettim, Zikrini kalbime mi'rac ettim, Kitabini kendime minhac ettim Ben yoktum var ettin, varliğindan haberdar ettin, aşkınla gönlümü bikarar ettin

Inayetine sigindim, kapina geldim, hidayetine sigindim lütfuna geldim, kulluk edemedim afvina geldim, Şaşırtma beni doğruyu söylet, hakikati öğret

Sen duyurmazsan ben duyamam, sen söyletmezsen ben söyleyemem, sen sevdirmezsen ben sevdiremem, Sevdir bize hep sevdiklerini, yerdir bize hep yerdiklerini, yar et bize erdirdiklerini

Sevdin habibini kainata sevdirdin, Sevdin de hil'at -i risaleti giydirdin, Makam-i ibrahim'den Makam-i Mahmuda erdirdin Server-i asfiya kildin Hatem-i enbiya kildin Muhammed Mustafa

kildin Salat-ü selam, tahiyyat-ü ikram, her türlü ihtiram ona, onun Al-i Ashab-u etbaina ya Rab!

Amin Elmalılı Hamdi Yazır

Sevgili Kur’an dostları; uzun bir maraton olan tefsir derslerimizin bu ilk dersinde ölümsüz bir

tefsirin yazarı olan değerli bir müfessirimizin tefsirinin girişindeki bir dua ile başladık. Bugün

tefsir/Kur’an deslerimizin ilki olan bu derste, tefsir değil, tefsir ilminin usulü hakkında, anlama

ve yorumlamanın mantığı hakkında bir takım temel bilgileri göreceğiz. Çünkü usul tüm ilimlerin

olmazsa olmazıdır. Onun için eskilerin eskimez bir sözü vardır; “usulsüzlük vusulsüzlüktür”

derler. Yani vasıl olamayış, amaca ulaşamamak usul bilememekten dolayıdır. O sebeble;

Bir ilmin, “ilm” olması için, bir disiplin olabilmesi için, bir metodolojiye (usule) ihtiyaç duyar.

Aslında yöntem, metod bir SÜNNETULLAH ‘tır. Zaten Sünnetullah’da Allah’ın yöntemi değil

mi? Yöntemsiz ve amaçsız bir ilim düşünülemez. Hele bu ilim Kur’anı anlama ilmi olan Tefsir

gibi önemli bir ilimse. Böyle bir ilmin yöntemi metodolojisi olmasın mı?

İşte bu gün biz 1400 yıllık müthiş bir geleneğe ve kütüphaneleri taşıran ve muazzam bir bilgi

birikimine sahip olan ve dünya ilim tarihinde eşine ve benzerine rastlanmayan tefsir usulü

üzerinde duracağız.

Varlık kategorisi 3 e ayrılır;

1- Vacip varlık,

- Zorunlu varlık, yaratıcı, başkasının varlığına ihtiyacı olmayandır. Varlığının

öncesi ve sonrası yoktur. Başkasının varlığına muhtaç değildir. Onun dışında var

olan her bir şey onun varlığının isbatı ve delilidir. Onun içindir ki; Kur’an’da

spesifik olarak hiçbir ayet bulamazsınız, Allah’ın varlığını ispat eden. Çünkü

Allah’ın varlığını inkar ilahiyatın konusu değildir. Psikolojinin ve tıbbın

konusudur. Çünkü bir insan kendi varlığını inkar etmeden Allah’ın varlığını inkar

edemez. Gerçi Allah’ın varlığını inkar edenlerde, Allah’ın yerine mutlaka

peydahlanmış bir tanrı koymak zorunda kalıyorlar ve o tanrıyada tesadüf ismini

veriyorlar. Oysaki bu muazzam kainat Allah’ın kudretinin, varlığının ve birliğinin

en büyük delilidir. Onun için Kur’an Allah’ı ispat sadedinde herhangi bir gayrete

girişmez, Kur’an’ın bu alanda söylediği şey Allah’ın yanında başka tanrılara yer

vermek, yani şirk olgusuna karşı Kur’an daima tevhid’i savunur. Onun için

Allah’ın tabiri caizse kartviziti diyebileceğimiz ihlas suresi Allah vardır diye

başlamıyor, Allah birdir diye başlıyor. Eğer varlık aleminde bir tek hakikat varsa o

da Allah’ın varlığıdır.

2- Mümkin varlık; - Varlığını başka bir varlığa borçlu olan. İşte tüm mahlukat mümkin varlık

kategorisine girer. Kendi başına var olamaz, ve muhtaçtır. İnsan mümkün varlığın

zirvesidir. Yani mahlukatın ekseninde insan, mevcudatın ekseninde Allah yer alır.

Mevcudatın, tüm varlıkların ekseninde ve zirvesinde yer alan Allah, yarattıklarının

en önüne de insanı koymuştur.

3- Muhal varlık;

- Yokluktur, mahlukun dışında bir varlık yoktur, muhaldir. Farz-ı muhal dir yani.

İslam ilahiyatında niçin böyle bir kategoriye ihtiyaç duyuldu derseniz Halik ve

mahlukun dışında bir alem yoktur, eğer illede bir şey var diyecekseniz o

yokluktur.

- Yokluk karanlığa, varlık aydınlığa. Karanlık, ışığın yokluğu halidir. Varlık

aydınlığının kaynağı Allah’tır, ışığını Allah’tan alır. Allah göklerin ve yerin

Nurudur. Ama onun karşısında karanlık yer alır, işte karanlık yokluktur. Yani

Farz-ı muhaldir. Onun için karanlığın kaynağı olmaz. İman ve tevhid aydınlığa,

küfür ve şirk, batılda karanlığa benzer.

Bu varlık kategorileri açıklamasından sonra mümkin varlığın zirvesinde oturan insan,

Allah’ın kendisine şuur verdiği bir varlıktır. Mevcudatın ekseni olan Allah, Mahlukatın

ekseni olan insana özel bir muamele yapmıştır. Allah insanı yeryüzünde halife

seçti(burada halifeden kasıt yeryüzünde kalfa olacak, yeryüzünü imar edecek bir halifedir,

yoksa Allah’ a halife değil). Ve ona kelimeler verdi ve onla konuştu. Allah’ın insana

verdiği o özel yeteneği, biz Allah’ın bir ikramı olarak görüyoruz ve Kur’an’da bize bunu

söylüyor; “ve lekat kerremna beni adem” biz ademoğluna kat kat ikram ettik.

KERREMNA; kat kat ikram demektir.

Bu ikramlar;

1- Fıtrat: Allah’ın insana ilk ikramı fıtrattır, yani doğası, özünde tertemiz bir fıtrat ve

tertemiz bir vicdan. Eğer başka bir ikram olmasaydı sadece bu fıtratla doğruyu

yanlıştan ayırması gerekirdi.

2- Duyular ve şuur: insan şuurlu bir varlıktır. Duyularını şuurlu bir biçimde kullanan tek

varlıktır. İnsanı diğer canlılardan şuur ayırır. Bir fare için peynir peynirdir, ama bir

insan için peynir peynir değildir. Bir fare peynirin nerde olduğuna bakmaz, tuzağa

onun için yakalanır. Onun için insan peynirin altındaki tuzağıda görür. İnsan nerde ve

niçin sorusunu sorar. İşte Allah’ın lütfu olan şuur insanı fareden ayırır.

3- Akıl: şuurla birlikte seçip ayıran bir akıl. İnsan akıllı bir varlıktır,

4- Allah insana olan ikramını bu 3 kevni ikramının üzerine bir dördüncü ikram daha

yapmıştır ki, o da;

- Şerri ikram olan Vahiy dir. Allah insanla vahiyle konuştu. Aslında Allah insanla

konuşmayabilirdi. Hatta insan Allah kendisiyle konuşmasaydı şikayete, sitemde

bulunmaya hakkı da yoktu. Çünkü Allah zaten fıtratı üzerinden insanla konuşmuştu,

vicdanına yazmıştı, ruhu menfuh ( üflenen ruh) üzerinden hakikatin temel kodlarını

vermişti. Onun içindir ki insanın Allah’ ı bulması ve bilmesi için vahye gerek yok. İnsan

peşin verilmiş olan fıtrat ile fıtrat vahyi ile Allah’ ı bulur. Hz. İbrahim üzerinden Kur’an

da anlatılan o süreç; önce yıldızlar, sonra ay, sonra güneş üzerinden en sonunda “ …ben

batanları sevmem” diyerek sonuca ulaşması aslında insanoğlunun fıtratına Allah ın varlığı

ve birliğinin nakşedildiğini bir temsil üzerinden anlatılmasıdır. Fakat Rabbimiz Rahim,

Rabbimiz Kerim, Rabbimiz Rahman, rahmeti kendine ilke edindi, insana olan rahmet ve

sevgisini birde vahiy indirerek gösterdi. Bu Allah’ın insandan kolay kolay

vazgeçmeyeceğinin bir delilidir. Ama insan vazgeçilmeyeceğini sanmasın Allah için

vazgeçilmez yoktur, ama Allah vazgeçilmezdir. “ Eğer dilerse hepinizin kökünü kazır,

yerinize yepyeni bir toplum ( tür ) getirir” kuran’da ins ve cin yan yana zikredilir ki

yedeğinizin olmadığını zannetmeyin. Şuurlu varlıklar çift zikredilir, adeta havalanmayın

dercesine, “ fe bieyyi ala i rabbü kü ma tükezziban” orada ki “kü ma” çift zamiri, yani

tesniye de onun içindir, alternatifsiz değilsiniz anlamına gelir zımnen. La ilahe illallah;

alternatifsiz Allah demektir. Hele ki insanla konuştu, insana tenezzül buyurdu, zaten

Allah ‘ın insana nuzül’ü tenezzülüdür. Lütfen, keremen, tenezzül buyurdu bize ikram etti.

Bizimle konuştuğu için biz beşerlikten insanlığa geçtik. Adem’in seçiliş kıssalarına

baktığımızda Ademi Adam eden şeyin Allahın hitabına mazhar olduğu anlaşılmaktadır.

Tarih, Allah insanla konuşunca başladı.

Yuhanna incili “ önce söz vardı” diye başlar.

İnsan varlık içinde en çok sorumluluğu olandır. Biz bu sorumluluğu Kur’an’dan da

anlıyoruz; “ yoksa insan başı boş bırakılacağını mı sanıyor.

Yine başı boş bırakılmadığını bilmesi gereken insana irade verildi; “ biz ona bir çift göz

vermedik mi? Ve bir dil ve bir çift dudak vermedik mi? Ve bunlarla donattıktan sonra ve

iki yolun ağzına yönelttik. Ama insan yükü yüklenmedi” buradaki yük sorumluluk,

hakikatı taşıma sorumluluğu. Yük gözün, dilin ve dudakların işaret ettiği bilinç, akıl ve

idrak sorumluluğu. Göz mecazi olarak nazar etmeye, araştırmaya delalet eder, ya

gözlemle bilirsiniz, ya işitmeyle, yada sevgiyle bilirsiniz bir şeyi. Sevginin merkezi kalp,

gözlemin merkezi göz, işitmenin merkezi kulaktır. İşte Kur’an bize verilen bu

donanımların karşılığındaki sorumluluğumuzu hatırlatmaktadır. Fıtrat, şuur, akıl ve

vahiy’le bul doğru yolu dedi, bundan sonra insan ya küfreder, ya şükreder. İrade:

seçmektir. İnsanın kaderi seçmektir. Seçimlerimizden hesaba çekileceğiz. İnsan ebedi bir

yolcudur; din, tarik, şeriat bütün bunlar yol demektir. İslam ebedi yolculuğun ebedi

ilkeleridir. İslam belli bir zümrenin değil, zamanlar ve zeminler üstü bütün insanlığın

değişmez değerleridir. Dolayısıyla Allah insanla konuşmaya başlayınca İslam da

başladı. Kur’an bu gerçeği şöyle vurgular; Enam suresinde 90. Ayete kadar 18

peygamber sayılır, ve en sonunda döner son peygambere der ki; “ İşte bütün bu sayılan

peygamberler ve sayılmayanlarda bir hidayet üzeredir, sende bunların yoluna uy” denir.

Peygambere nubuvetin hiç kesilmeden akan bir ırmak olduğu hatırlatılır. Onun için Allah

rasulü kendinden önceki peygamberlerin devamı olduğunu sık sık vurgular, “ben bir

türedi peygamber değilim” demesi istemişti Kurân da. İnsanın Allahtan isteyeceği en büyük nimet hidayettir. Vahiy Allahın en büyük

hidayetidir. (bakara 2). Bu halde hidayet Allah’ın insana şefkat ve merhametidir.

Vahiy ;

- Statik vahiy: diğer canlı ve cansızlara yüklenen proğram, statik değişmez bir

şekilde. Kainat Allah’ın tekvini kanunları üzerinde durur. O halde statik bir kadere

sahip olan kainatın nasıl kanunları varsa dinamik bir kadere sahip olan insanın da

tabii olmalıydı. Dinamik vahiy: insana inzal olan. Dinamik (iradeli) kadere,

dinamik (ameline) vahiy. Onun için dinamik kadere sahip olan insana

peygamberler ve kitaplar gönderilmiştir. İnsanlik tarihi boyunca Allah İnsanla sık

sık konuşmuş, mesaj yollamıştır. Vahiy Allah’ın Ademoğluna katkat olan

ikramının en sonuncusudur.

Vahyin inişini temsil eden İnzal ve tenzil lafzı, lugat olarak ikram manasına gelir.

Araplar misafirlerine ikram ettiklerinde, sofra kurduklarında nüzul derler. Vahiy

bir “maide-i ilahiye” yani ilahi bir gök sofrasıdır. Bu kalıp ayet, melek, demir, su

içinde kullanılmıştır.

İnsana nispetle inmeye inzal, Allaha nispetle indirmeye tenzil denir. Bu kelimeler

ayet, melek, demir, su içinde kullanılmıştır.

Vahiy: Kelimeler (semboller) kullanılmadan söz dışı bir yöntemle muhatabına iletmektir.

Ve vahiy en büyük hidayettir. “Bizi dosdoğru yola ilet” diyen insana, “işte bu kitap,

kendisinde şüphe bulunmayan bu kitap Allah’a karşı sorumluluk duyanlar için hidayettir”

der. Vahyin gönderilmesi; 3 şekilde gönderilmiştir;

- Vahyen: rüyada Şura 51 (hira da indirilen ilk 5 ayet bu şekildedir.) - Bir perde gerisinden: Musa peygambere indiği gibi - Bir elçi aracılığıyla: alak suresinin ilk 5-7 ayeti vahyen, gerisi Cebrail aracılığı ile

levhi mahvuzdan bir mana halinde alınıp resulun kalbine peyderpey inmiştir.

Statik kadere tabii olan kainatın yasaları statik vahiyle, değişmez ve sabir bir vahiyle, Kur’an’da yere

vahyedildiği, göğe vahyedildiği, arıya vahyedildiği şeklinde gelen ayetlerden şunu anlıyoruz; tabii oldukları

kanunları vahiy olarak anlıyoruz. Arının bal yapması, işte Allah’ın tabiat olarak kendisine kıldığı bu vahiy

sayesindedir. Şunuda anlayabiliriz “ bal arının amelidir.” Dinamik kadere tabii olan insana, ameline göre

kaderide değişen insana da dinamik bir biçimde gönderilmiştir. Şuursuz varlık olan gökler ve yerler bu

vahye hiç itiraz etmeden yerine getiriyor, güneş bu günde yoruldum yarabbi demiyor, o halde ey insan;

“yerler ve gökler statik vahye amadeyken, sen ey insan bu kadar ikram verildiği halde,

nasıl olurda bu dinamik vahye aldırmazsın?”

KUR’AN

Son mesaj…

Melek Cebrail aracılığıyla 23 senede tedricen peyderpey indirildi.

Bir ramazan ayında, kadir gecesinde yani kader gecesinde, ölçü, kadir-kıymet gecesinde

hirada( hira arayış demektir.) inmeye başladı.

Kur’an : Ful’an veznindendir, vezni gereği okumanın tüm olumlu anlamlarını barındırır,

okunan demektir. “Okuyan için kurandır.” Okumayanın Kur’an’ı değildir.

KRE kökünden türetilen kur’an okumak anlamak, sözcükler elde etmek, bunu kesintisiz

yapmak, anlamlarına gelir, fulan veznindendir yani okumanın tüm olumlu anlamlarıyla

ağzı beraber dolu olan anlamındadır. Okumak, anlamak, yaşamak ve hissetmektir kur ’an

okumak. Kuran okudun mu? sorusu yanlıştır, kuran’ı okuyor musun? sorusu doğrudur.

Çünkü lafzı bir kez manası sonsuz kez nazil olur..

Hem tefsir edilir hem de kainatı tefsir eder. Yani hem müfessirdir, hem de müfesserdir.

Mahlukatı, eşyayı, Allah ı tefsir eder.

Müfesserdir, Kuranı ilk tefsir eden Allah tır, “O nu açıklamak bize düşer “ buyurur

rabbimiz. KURAN bize kendisini şöyle tanıtır;

- KELAMULLAH tır, Lisanullah değildir. Sembollerden oluşmaz hitap tır çünkü. - Kur’anın dili Arapçadır, Allahın dili değil. Allah her peygambere kendi dilinde

hitap etmiştir, Tevrat İbranice, İncil aramice, Hz. İbrahim’in suhufları ise

Süryaniceydi. - Kur’an mütevatirdir, yalanlanılamayacak kadar çok kişinin şahadetiyle bize kadar

yazıyla, akılla, gönüllerle geldi, ilk nesil onu sadırlarına (gönüllerine) yazdı biz

satırlara.. - Kuran MÜBİN’ dir. Kitabul mübin , apaçık bir kitaptır, kolay anlaşılır. Anlamı

belli olmayan kelime kuranda yoktur. Müteşabih ayetler vardır; maksat o zamanda

anlaşılamayabilir, bunu anlamak için düşünmek, kafa yormak gerekir. Başka bir

zamanda anlaşılabilir. Çok anlamlı kelimelerde bağlamına bakılarak çıkarılır. İlk muhataplar; ilk inen ayetlerde anladıklarına iman ettiler, ve yine anladıklarını

inkar ettiler. Demek isteneni anladılar fakat inkar edenler tedebbür etmediler.

Anlamadıkları kelimelerin anlamlarını sorup o günkü sahifelere not alıyorlardı ve

bu çok azdı. Ama anlamak ayrı, kavramak ayrıdır. Ne demek istediğini anlamak

için tedebbür ve tezekkür lazım. İnanmayanlar ne dediğini anlıyorlar, ne demek

istediğini anlamıyorlardı. - Mucizedir: Kelam ’i bir mucizedir. Kevn’ i mucizeler tarihseldir. Kelam ’i mucize

ise zamanlar üstüdür. - Evrenseldir: bölgesel bir hitap değildir. Kuranda geçen hiçbir ilke bölgesel

değildir. Bütün bölgeleri kapsar, Kuran’a bakarak indiği bölgenin iklimini bile

tespit edemeyiz. - Kapsayıcıdır: hayatın tüm alanını kapsar, sosyoloji, piskoloji, canlı-cansız, Allah-

insan, insan-insan - Hidayettir: muttakiler için hidayet rehberidir. Cennete/Allaha giden yolu

aydınlatır. - Nurdur: karanlığı aydınlatır. İndiği yüreği, aklı, gönlü, evi, beldeyi aydınlatır. Bir

topluma inerse toplumu aydınlatır. - Furkandır: eğriyi doğrudan ayırır. Hakkı batıldan ayırır, indiği aklı mümeyyiz

(seçip ayıran) bir akıl yapar, artık mümeyyiz olan bu akıl doğruyu – eğriden, taşı -

pirinçten ayırt etmeye başlar. Pirinci yer ama taşıyla değil, içinde taş var diye bir

çuval pirinci çöpe atmaz, ayıklar. - Tedricen inmiştir: peyderpey indirilendir. Çünkü hayatta bir süreçtir. Hayatın her

bir alanına yaşanan olaylara inmiştir. Sadece sorulara cevap değil, sorulara

çözümdür.

TEFSİR NE DEMEKTİR?

Tefsir: Anlama, yorumlama çalışması, bilinmeyeni bilmeye yöneliktir. Bir şeyi açmak,

perdeyi kaldırmak, bilinmeyen bir manayı bilinen bir hale getirmeye denir. Lafzıyla

ilgilidir.

Tevil: evl kökünden gelir, bir lafzın arkasında yatan manasıyla ilgilidir. Maksada

yöneliktir. İlk müfessirler yaptıkları eserlere tefsir yerine tevil demişlerdir. Tefsir bir

kelimenin lafzıyla ilgilidir, tevil maksadıyla ilgilidir.

Kur’an’da anlaşılmayan tek bir ayet bile yoktur. Çünkü Allah’ın muradına uymaz

anlaşılmaması. Allah insanla anlasın diye konuşmuştur. Eğer anlaşımayacak bir söz

söyleseydi Allah o zaman üzerinde “niçin düşünmüyorsunuz” demez ve anlaşılmasıda

güç yetirilemeyecek bir teklif olmuş olurdu. Eğer insandan Kur’an’ın okunması,

anlaşılması, üzerinde düşünülmesi isteniyorsa bu kesinlikle Allah’ın insana son vahyi

olan Kur’an’ında anlaşılması gerekir. Peki ortada anlaşıması istenen bir metin varsa, bu

metin nasıl anlaşılabilir? Bu soruyu cevaplamak için dört soru sormamız gerekiyor.

1- Kim konuşuyor? Yani metnin sahibi kim? yazılı bir metinse kim yazdı? Sözlü

bir hitap ise kim söylüyor? Kur’an bildiğimiz gibi önce indirilen bir sözdür,

sonra yazıya dökülmüştür. Kur’an öncelikle “kavl” dir, yani sözdür bu

manada. Kur’an için bu sualin cevabı gayet açık; Kur’an Allah’ın kelamıdır.

Yani Kur’anda tüm manalar Allah tarafından indirilmiştir, ve hiçbir insanın

bunda tereddütü olmamalıdır. Müslüman olarak en büyük “şansımız” Allah’ın

gönderdiği gibi Kur’an bize ulaşmıştır. Onun için Kur’an’da geçen her bir

kelime ve ayet için samimi ve sahih yorumunuzu bina edebilirsiniz. Her türlü

yorum derken şu denilmiş olmuyor, siz aklınızdakini Kur’an’a adapte edin,

yani ne söylemek istiyorsanız Kur’an’a onu söyletin denmiyor. Zaten en büyük

problemde budur. Yani Kur’anın ne dediğini, Allah’ın maksadını ve muradını

anlamak yerine anladığınızı Kur’ana söyletmek. Tefsir, Tevil bu değildir. 2- Ne söylüyor? Allah söylüyorsa, insanın söylemesine benzemez. Onun için tüm

duyargalarınızla kulak verirsiniz. Can kulağıyla dinlersiniz. Çünkü Allah’ın

sözü can kulağıyla dinlenilmeyi hak eder. Allah söylediği için can kulağı ile

dinleyip, anlamak gerekir. Ne söylüyor Lafza yöneliktir, manayı anlamak

gerekir mevcut dilin iyi bilinmesi gerekir. Tefsirde bununla ilgilidir. Ama buda

yetmez; 3- Niçin söylüyor? Anlamak kavramak değildir. Söylenenin maksadı ne? İşte

müşrikler bu soruyu sormadılar. Söyleneni anlıyorlar ama maksadı

anlamıyorlardı. Onun için “ Kur’anı tedebbür etmiyorlar mı? Sorusunu Kur’an

soruyor. Bu sözün maksadını düşünmüyorlar mı? Yoksa “anlamıyorlar mı?”

Değil. Eğer anlamasalardı “ey Muhammet sen ne diyorsun? Senin

dediklerinden biz bir şey anlamıyoruz” derlerdi. Aksine gelip dinliyorlardı. Bir

metnin niçin söylendiğini merak etmek Tevil’e girer. İmam Şatibi’nin

söylediği budur, bir sözün batını; niçin söylendiğini bilmek, zahiri ne

söylediğini bilmektir. Tefsir zahiri, Tevil batını ilgilendirir. Tedebbür;

maksadını anlayıp geleceğe yönelik tedbir üretmektir. 4- Kime? nerede? Ne zaman? Söylüyor, tarihsel bağlamı. Tarih içerisinde bu söz

kime söylenmiş, Nerede söylenmiş, Ne vesile ile söylenmiş, ne zaman

söylenmiş. Bu soruları sormadan niçin sorusuna tam cevap bulamayız. Onun

için bağlam önemli. Bağlamda ikiye ayrılır; iç bağlam-dış bağlam.

- İç bağlam: kuran da ki her kelimenin önce ve sonrasına olan bağı. Kelimenin

cümle içindeki yeri, cümlenin kendinden önce ve sonraki cümlelerle ilişkisi, o

cümlenin içindeki bölümün kendinden önce ve sonraki bölümlerle ilişkisi. Yani

kelimenin ayetle, ayetin kendinden önce ve sonraki ayetlerle, o ayetin ait olduğu

surenin kendinden önce ve sonraki surelerle alakası. Ve yine o kelimenin

Kur’an’da geçen diğer akraba kelimelerle alakası. Yine o kelimenin içinde geçtiği

ayetin ve o ayetin anlamının Kur’an’da o anlamla gelen diğer ayetlerle ilişkisi. Bir

örnek verelim; Taha124. Ayet “kim benim zikrimden yüz çevirirse onun için dar

bir geçim vardır, geçim kıtlığı veririz ona” şimdi burada ki zikr ne manaya gelir?

Eğer bağlamı bilmezseniz anlamı bilemezsiniz. Arap dilinde mastar hem failine,

hem mefulüne gidebilir. Buradaki “benim zikrimden” anlamındadır. Burada hem

faile hem mefule gider. Bunu birbirinden bu lafza bakarak anlayamayız. Failine

giderse; benim zikrimden yüz çeviriyorlar olur, zikr Kur’an’ın isimlerinden biridir

biliyorsunuz. Yani benim hatırlattığım kelam olan Kur’an dan yüz çevirirse, ama

mefulüne giderse; o zaman “Beni hatırlamaktan” olur. İşte bunlardan yüz çevirirse

olurki ikiside çok farklı manalardır. Birisi Allah’ı hatırlamaktan, ikincisi Allah’ın

hatırlattığı Kur’an’dan yüz çevirmek anlamına gelir. İşte hangisi olduğunu

bağlamına bakarak çıkaracağız; hemen bir yukarıya, 123. Ayete baktığımızda “

bunun Kur’an olduğunu anlayıveriyoruz. Çünkü 123. Ayet Kur’an’dan

bahsediyor. Bunun gibi örnekler Kur’an’da çoktur.

Dış bağlam: sebebi nuzul; ayetlerin iniş ortamında ilgili olaylar. Dış bağlamın en büyük

belirleyicisidir. Ayetleri sebebi nuzülünü bilmeden anlayamayabilirsiniz. Her ayet için

böyle kesin bir sebebi nüzul’da olmayabilir. Ancak siz kafir Mekke toplumunu

bilmiyorsanız Kafirun suresini anlayamazsınız. Mekke tarihini bilmiyorsanız Fil suresini

anyamazsınız gibi. Arka planını bileceksiniz ki ayetin ne dediğini anlayabilesiniz.

Kelimeleri bağlamından kopararak hayattan çıkarmak Yahudilerinde yaptığı bir şeydi.

Kur’an “Kelimeleri bağlamlarından koparıyorlar” diyor. onlar tevrata bu muameleyi

yaptılar. Onun için Kur’an’ın içinden bir ayeti bağlamından kopardığınızda manadan çok

farklı bir manaya gidiyorsunuz, bu o zaman Allah’ın maksadı mı olur? Yoksa sizin

kafanızdaki manayı ayete yamamanız mı olur? Buda tahriptir. Allahın söylemek

istediğini anlamaktır tefsir ve tevil, sizin söyletmek istediğinizi değil.

İlk nesil ayetlerin bağlamını kime, nerede, niye söylendiğini biliyorlar ve tefsire ihtiyaç

dumuyorlardı. Peygamberimizin tefsir ettiği ayet sayısı çok azdır bunun için. çünkü

ihtiyaç yoktu, Allah Rasulüne sordukları ayet sayısıda çok azdır. Gelelim bize; biz

Kur’anın modern muhataplarıyız, ama Kur’an’ı doğru bir biçimde anlamıyoruz. Biz

Çünkü Kur’an’ı bize gönderen Allah’ı tanımıyoruz. Modernleşmiş bir beyne ve

bireyselleştiğimiz için Allah’la olan irtibatımızı kopardılar. Allah’ı tanımadığımız için,

göndereni tanımadığımız için Kur’an’dan koptuk. Dahası Konuşan Allah’ı tanımadığımız

gibi, konuşulan Kur’an’ı tanımıyoruz. Dilini bilmiyoruz, dilini bilmediğimiz bir metni

elbette tanımıyoruz, ikincisi bağlamını tanımıyoruz. Kur’an’ın ayet ve surelerinin hangi

bağlamda indiğini tanımıyoruz. İşte bunun içinde mealler yetmiyor, kafi gelmiyor. Yeni

bir dünya, yeni bir medeniyetin inşaası lazım. Yeni bir medeniyetin inşası için yeni bir

toplumun inşası, onun içinde yeni bir bireyin inşası lazım. Buda yeni bir hayatın inşası

demektir, onun içinde yeni bir bilinç inşa etmek lazım. Kur’an işte bunun tek rehberidir.

Kur’an yeni bir bilinçinşa edecek tek metindir. Bunun içinde önce lafızların anlamını

anlamak, sonra cümle ile ayetlerin diğer ayetlerle, surelerle, surelerinde bütün bir Kur’an

ile bağlamını anlamaktır. Ayrıca aynı konudaki tüm ayetleri birlikte düşünmek ve

Kur’anın o kunuda hangi hükmü verdiğini anlamak zorundayız. Bağlamı kaçırmadan o

ayetin Allah Rasulü tarafından nasıl anlanıp hayatına koyduğunu bilmek zorundayız. Biz

bundan sonra Kur’an’ı bu ilkeler bütününde tefsir etmeye çalışacağız. Bu ilkelerden yola

çıkarak ayetleri Allah’ın söylediği maksat çerçevesinde anlamak için birlikte çalışacağız,

inşallah.

OKUMAK

Kuran da 3 çeşit okuma kavramı vardır;

1- Tilavet: basit okuma, aktarma, hatırlatma, nakletme, eylemsel yansıtmak anlamına

gelir. Kaset,cd de tilavet eder bu yüzden, aktarır yani..

2- Kıraat : aklın okuması yani bir üst okuma, tezekkürle geçmişten ders alma, tedebbürle

geleceğe tedbir üretmek için okuma diyebiliriz. İşin özüne bakanlar kıraat ederler.

3- Tertil: okumanın zirvesi, adeta kuranlaşarak kuranı okumak hatta kuranın sizi

okuması, ağı ağır düşüne düşüne müzzemmil suresinde ki “ ..rettilil kur’ane tertiyla”

yani okumanın hakkını vermektir. Hücrelerle okumaktır.

BU ÇALIŞMANIN AMACI “TERTİL” DİR.

Neden kuran okuyorsun? Sorusuna; anlamak için cevabı verilebilir. Ama kuran “

yaşamak için “ cevabını ister. Bu yüzden biz kuranı yaşamak için “tertil” edelim.

Vahyin karşısına eski bagajlardan, önyargılardan, gelenekten kurtulup adeta “yalın ayak,

başı kabak” çıkarak “beni inşa et ey kuran” diye çıkmamız ve özne-özne ilişkisi içinde

bulunmamız gerekir. Biz vahye nesne muamelesi yaparsak hayatın nesnesi oluruz, özne

olarak bakarsak da vahiy bizi hayatın öznesi kılar.

“Eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç” felsefemiz bu olmalı.

Tilavetten tertile / mushaftan kur’ana / eski din dilinden yeni din diline, geçmemiz

gerekmekte.

KUR’AN İNŞA MODELİ;

1. Vahiy, çoğunlukla içini boşaltıp yeniden anlam yüklediği kelime ve

kavramlarıyla muhataplarının tasavvurunu inşa etmeyi amaçlar. Büyük-küçük

(ekber-esğar), iyi-kötü (maruf-münker), hayat-ölüm (hayat-mevt), kazanç-kayıp

(fevz/necat-husran), kâr-zarar (ribh-hasâra), değerli-değersiz (a’lâ-ednâ), bilgi-

cehalet (ilm-cehl), yakın-uzak (karib-ba’îd) bunlardan bazılarıdır. İnsan hayatı bu

gibi kavramlarla algılar. Bu gibi kavramlara yüklediği anlama göre hayatına

istikamet verir.

2. Vahiy, önerme ve hükümleriyle muhataplarının aklını inşa etmeyi amaçlar.

Mesela “Düşmanlık, yalnızca zalimleredir” (2/193), “Allah, kendisi için merhameti

prensip edinmiştir” (6/12), “İnsan başıboş yaratılmamıştır” (75/36) gibi…

3. Vahiy, örnek olarak anlattığı şahsiyetlerle muhataplarının şahsiyetini inşa etmeyi

amaçlar. Başta “örnek” olduğu açıkça dile getirilen Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed

olmak üzere, atıf yaptığı tüm peygamber ve salih insanları, muhatabının inşa etmek

istediği şahsiyetine model olarak sunar.

4. Vahiy, ancak bütünsel bir okuma ve derin tefekkür sayesinde ulaşacağımız

maksat ve ruhuyla, hayatı inşa etmeyi amaçlar. Mesela, başta insan olmak üzere

tüm varlığın tabiatı çift kutupludur. İnsan, bu kutuplar arasında ideal denge

noktasını gözetirse hem güvenliğini hem de özgürlüğünü garanti altına almış olur.

Bu da mutluluğun reçetesidir. Bunlardan birinin diğerine feda edildiği bir hayat,

insanın mutsuzluğuyla sonuçlanır. Bir şeyi yerinden etmek zulümdür. İnsanın

görevi, eşyayı yaratılış amacına uygun kullanmaktır. Tersi hem eşyaya hem

kendisine zulmetmek olur.

“ Ve eğer dünyanın tüm ağaçları kalem olsa denizleri de mürekkep, buna yedi

deniz daha eklense, Allah’ın kelimeleri yine de tükenmez…

(75/LOKMAN:27)”

“ ve ahuru davana, en elhamdülilahi Rabbil Alemin.”

İddiamızın, davamızın tüm hasılatı ve son sözümüz rabbimize Hamd’dir.