Upload
fmv-isik-okullari
View
243
Download
8
Embed Size (px)
DESCRIPTION
The PALA Kasım 2012
Citation preview
T h e PA L A Yıl: 5 Sayı: 37 KASIM 2012
PLAGIARİSM
DÜŞÜNCE BAHÇESİ
KİTAP SÖYLEŞİLERİ
BOBİ-PALA
OKULDAN HABERLER
PALASKOP
EDEBİYAT SÖYLEŞİLERİ
PALA-KİTAP
KÜÇÜK ŞEYLER
THE PALA, OKUL MÜDÜRÜMÜZ SAYIN ÖMER ORHAN BEY’LE
Editörden
FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Okul Gazetesi The PALA
(The Press Association of Lycee Attiudes)
İmtiyaz Sahibi Ömer ORHAN
Sorumlu Müdür Yardımcısı
Hakan KULABER
Sorumlu Öğretmenler Zafer YAZ
Şahika PAT
Web Yayım Serkan YAMAN
Berna HAMARAT KAYA
Baskı & Cilt Şevki SÜTÇÜ
Renkli Basım Nuri ÇEVİK
Editör
Ege KESKİN
İllüstrasyon Zafer YAZ
Fotoğraf
Elif ABACI
Dizgi Zafer YAZ
Düzeltmen Zafer YAZ
Mizan ÖZGÜR
E-Mail: [email protected]
Merhaba Sevgili The PALA Okuyucuları,
37. sayımızda dopdolu içeriğimizle karşınızdayız. Bu sayımızın en önemli yazıla-
rından birini olan Sayın Jenny Hanım’ın “akademik dürüstlüğü” işlediği
“Plagıarism” makalesini mutlaka okuyun. Bunun yanı sıra Ümit Bahadır KA-
RACA arkadaşımızın tiyatro yazısı, Küçük Şeyler, Düşünce Bahçesi, Etkin-
likler, Pala-Kitap, Palaskop köşelerimiz sizleri bekliyor.
Keyifle okumanız dileğiyle...
S A Y F A 2
Ege KESKİN
Ayşe Revna ALBULAK
Başak Nisan DURAN
Canberk TAŞKIN
Çağatay CELEB
Deniz İNANICI
Gülin ŞEKERCİ
Hatice BOZKURT
İdil ARAT
İsmail Güven İNAN
Jenny CHAVUSH Tuğba ELTER
Mehmet Sait EMİR
Mizan ÖZGÜR
Ümit Bahadır KARACA
Şenay ÖNAL
Tuğba ELTER
Yalçın YALÇINKAYA
Zafer YAZ
Zeynep GÜNAY ÖZDEMİR
Yazarlar
S A Y F A 3
Kütüphane etkinlikleri kapsamında
“Atatürk Haftası” kutlamalarına bağlı ola-
rak, okulumuzda yazar Nihal Yeğinobalı
ile “Cumhuriyet Çocuğu” adlı eserinin
söyleşisi yapılmıştır.
Düzenlenen bu etkinlikle yazar Nihal Yeğinobalı,
hem öğrencilerin sorularını yanıtlamış hem de öğ-
rencilere sorular sorarak gerçekleştirilen söyleşinin
etkileşimli bir biçimde yürütülmesini sağlamıştır.
E D E B İ Y A T S Ö Y L E Ş İ L E R İ
Osmanlının son günlerinde küçük bir Ege kasabasında, “Gelin olmak istemiyorum. Öğretmen olmak istiyo-
rum!’” diye direnen ancak savaşlar ve düşman işgali yüzünden öğretmen olamayıp, çaresiz, gelin olmaya bo-
yun eğen Gördesli Feride’nin kızı olan Nihal Yeğinobalı’nın kendisine ve geçmişine ait birçok anıya, tanık ol-
muşlardır. Bu anılar arasında özellikle, eski Gördes’te görmeden nişanlandığı adamı tanıyabilmek için hizmetçi
rolü oynayan Sıdıka; Şeyhülislam olabilecekken Jön Türk olan Yörük kökenli laik kadı Yeğinobalı Asım Molla;
evli bir Türk genciyle yaşadığı yasak aşkla Türk komşularının yaktığı hazin türküde yaşayan güzel Rum kızı
Eleni, devrim şehidi Kubilay’ın boğazına dayanan kör bıçak, Mustafa Kemal’in kibarlığı geçmişten yansıyan en
heyecanlı zamanlardı. Yalçın YALÇINKAYA
S A Y F A 4
Bu yazımda ise sizlere “Neye Niyet Neye Kısmet “adlı oyundan kısa bir bilgi ardından yönetmen, yazar , oyuncular hak-
kında bilgiler vereceğim .
NEYE NİYET NEYE KISMET! Yazan: M.Gökhan Bulut
Müzik: Ekin Gündü
Yöneten: Abdullah Alparslan
Kanun: Yiğit Dalgın
Keman: Burçin Işık
Vokal: Tuna Öztunca
Düzenleme: Yiğit Dalgın-Doğa Ebrişim
OYNAYANLAR:
İBİŞ- DİJİTAL MURAT: Tuna Öztunca
ZARAFET: Hilal Erdoğan
LETAFET: Ümmü Güzel Mahsül Yaşa
HUSUSİ BEY: M. Gökhan Bulut
FALCI NEBAHAT: Muhteşem Anlar
KAZIM- SERHOŞ TAYYAR: Çağrı Unan
KEKEME KEMALETTİN: Ümit Bahadır Karaca
GÖREV DAĞILIMI
Dekor Tasarımı: Tuna Öztunca
Kostüm-Aksesuar Tasarım: Damla Aytaç
Işık Uygulama: Fatih Demir
Efekt Uygulama: Çetin Ali Aytaç
Sarıyer Belediye Tiyatrosu 2009 yılında Genel
Sanat Yönetmenliği’ne Mahmut Gökhan Bulut’un
getirilmesi ile yeni bir oluşum içine giren “Sanat”
amacı güden, yoğun iş ve hayat trafiğinde
toplumu eğitmeyi, bilgilendirmeyi ve eğlen-
dirmeyi amaçlayan bir tiyatro ekibidir.
Temel felsefesi “her yerde sanat , her
yerde tiyatro” ve günümüzde de gün-
demde olan tiyatro kapatma durumlarına
karşılık olarak “Korkuya karşı özgür
tiyatro” düşüncesi ile performans sergile-
mektedir.
Bünyesinde profesyonel ve amatör anlamda
oyunculular barındırmaktadır. Tüm bu süreç içer-
sinde yetişkin ve çocuk ekipleri adla-
rı altında ücretsiz kurs dönemleri
açılmaktadır. Sarıyer Belediye Ti-
yatrosu her sene 4 yetişkin 4 çocuk oyunu ile
seyirci karşısına çıkmaktadır . Oyunlarını Sarı-
yer Kültür Merkezi Nejat UYGUR Sahnesi’nde
sergilemektedir. Sanatı ticari değil, sanat için ve bu
sanatı topluma sunmak ve kazandırmak için oyun-
larını ücretsiz oynamaktadır.
Oyun türlerinde hem batılı anlamda hem de Geleneksel
Türk Tiyatrosu türlerinden Ortaoyunu sergileyerek
seyirci karşısına çıkmaktadır. Sezon içerisinde
oyunlar sergilediği gibi ramazan ayı kapsa-
mında Sarıyer mahallelerinde sokaklara,
parklara, okul bahçelerine sahne kurarak,
eski ramazan eğlencelerini günümüze
taşıyarak toplumu tiyatro ile buluştur-
maktadır. 2010 yılında “Sersem Kocanın
Kurnaz Karısı” ile başlayan serüven
2011 senesinde “Çırçır Sefası” adlı oyun-
la devam etmiş, bu sene ise “Neye Niyet
Neye Kısmet” adlı oyun seyirci ile buluş-
muştur .
Yazım için Genel Sanat önetmeni
M. Gökhan Bulut ile yaptığım gö-
rüşmede kendisinden bu süreç ile ilgili şunları
öğrendik: “2010 yaz etkinlikleri kapsamında
başlayan ve iki senedir devam eden “Meydanlarda Tiyatro”
serüveninin bu seneki temsilcisi “Neye Niyet Neye Kıs-
met!” oyunu. Üç senedir geleneksel olanı güncel olanla
harmanlamaya çalışıyoruz. Değişimin çok hızlı yaşandığı
yüzyılımızda hâlâ daha çok yavaş ilerlediğimiz kesin. Biz
de sabrediyoruz, çalışıyoruz, üretiyoruz. Eğer bir ortak dil
bulabilirsek ki zorlanacağız elbette, bu süreç için seyircile-
rimizin affına sığınıyoruz. Üçüncü yılımızda sokaklara çı-
kıyoruz, sokakta buluşuyoruz.
“Al gözüm seyreyle” ya da “sev gönlüm aşk eyle!...”
OYUNUN KONUSU
Yine bir yoksulluk ve yolsuzluk hali İbiş efendinin canına tak
ettirmiştir. Tam da öyle günlerden birinde hem aşkını hem de
işini bulur. Ama bu işi hali yoluna koymak çok zor olacaktır.
Zira âşık olduğu kızın çok zorlu talipleri vardır. Bütün fallar
İbiş ile Zarafet’i gösterirken, Zarafet’in babası Hususi Bey bu
konuda kararsızdır. Biraz “Ortaoyunu” biraz “Tuluat” biraz
“Pantalone” biraz “Falcı Nebahat” bakalım seyre gelenler ne
bulacaklar KABAHAT?
“Biz eğlendik, eğlendik ama millet…
Çıktık sahneye oynayacağız elbet.
Güldüklerimizi paylaşacağız evet ama
Dur bakalım “Neye niyet neye kısmet!”
Sarıyer Belediye Tiyatrosu 444 1 722
www.sariyerbelediyetiyatrosu.com
Twitter: @ SBTiyatrosu
S A Y F A 5
Genel sanat Yönetmeni- Yazar-Oyuncu
Mahmut Gökhan BULUT
1969 yılında İstanbul, Bakırköy’de doğdu.
Liseyi İstanbul Kocasinan Lisesinde okudu.
Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bi-
limler Fakültesi İşletme Bölümü mezunu-
dur. Tiyatro hayatına 1987 yılında Marmara
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fa-
kültesi Tiyatro Kulübü’nde (MİFTOK)
başlamıştır. Bu kurumda oyunculuk, yönet-
menlik ve eğitmenlik yapmıştır. 1989 yılın-
da Yedi Bölge Oyuncuları ile çalışmaya başlamış, sonrasında sırasıy-
la Sivas Dayanışma Derneği (SİDAD), Ataköy İmar ve Kültür Derne-
ği, Silivri Belediyesi, Kâğıthane Belediyesi, Sarıyer Sanat Tiyatro-
sunda çalışmalarını sürdürmüştür. 1995 yılında açılan MASK KARA
TİYATROSU’nun kurucularındandır. 2000 yılında Sarıyer Halk
Eğitimi Merkezi Tiyatro Kulübü (SHEM-TK) bünyesinde eğitmenlik,
yönetmenlik ve oyunculuk yapmıştır. Şu an Sarıyer Belediye Tiyatro-
sunda genel sanat yönetmenliği, yönetmenlik ve oyunculuk yapmak-
tadır.
Oyunun Yönetmeni
Abdullah ALPARSLAN
1968 yılında Rize’de doğdu. A.Ü. DTCF
Tiyatro Bölümü'nde okudu. 1990 yılında
Shem-Tk'ye (Sarıyer Halk Eğitimi Mer-
kezi Tiyatro Kolu) katıldı. 1992 yılında
Sarıyer Sanat Tiyatrosu’nun kuruluş
çalışmalarında bulundu. Shem-Tk’de
çeşitli oyunlarda oyunculuk ve yönet-
menlik yaptı. Aynı zamanda bu grupta
Tiyatro Kuramları dersi verdi. Sarıyer
Sanat Tiyatrosu’nda da oyuncu, yönet-
men ve organizasyon müdürü olarak
görev aldı. 2007-2011yılları arasında Gaziantep Büyükşehir Beledi-
yesi Şehir Tiyatrosu’nda yönetmen ve eğitimci olarak çalıştı. Sarıyer
Belediye Tiyatrosunda genel sanat yönetmenliği yapacaktır.
Tuna ÖZTUNCA
İstanbul’da doğdu. A.Ü.İktisat Bölü-
mü’nde okudu. 1993 yılında Sarıyer Halk
Eğitimi Merkezi Tiyatro Kolu’na katıldı.
SHEM-TK’nin Gençlik ve Yetişkin Tiyat-
rosu birimlerinde görev aldı. Birçok oyun-
da, ışık ve mekân tasarımcısı, yönetmen
yardımcısı ve oyuncu olarak görev aldı.
Aynı dönemlerde Sarıyer Sanat Tiyatro-
su’nda oyuncu ve dekor tasarımcısı olarak
çalıştı. Şu an Sarıyer Belediye Tiyatrosu’nda ve Oyunbaz adlı bir
özel tiyatroda oyunculuk yapmaktadır
Çağrı UNAN
İstanbul’da doğdu. 1996 –
1998 yıllarında Sarıyer
Belediye Tiyatrosunda
tiyatro ve oyunculuk eğiti-
mi aldı. 3 yıl Adım Tiyat-
rosunda turne tiyatrosu
yaptı. Birçok sosyal so-
rumluluk projesinde, dizide, sinema filminde oyunculuk yapan Unan,
taklit yeteneğine sahiptir. Tip oyunculuğunda yetenekli olup karakter
vasıfları güçlü bir oyuncudur. Dans ve jonglörlük (üç top, dört top,
labut, unicycle) konusunda deneyim sahibidir Yaptığı şive taklitleri:
Laz, Doğulu (çok iyi), Ermeni, Trakyalı, Kayserili, Arap, Yahudi...
Kekeme tiplemelerini de yapmaktadır. Şu an Sarıyer Belediye Tiyat-
rosunda oyunculuk yapmaktadır
Mahsül YAŞA
1987’de Ankara’da doğdu.
Hacettepe Üniversitesi
İngilizce Öğretmenliği
Bölümünü bitirdi. Tiyatro-
ya Hacettepe Drama Top-
luluğunda 2004 yılında
başladı. 2011-2012 yılla-
rında Sarıyer Belediye
Tiyatrosunda oyunculuk
eğitimi ve tiyatro teorisi
dersleri almıştır. Kamera önü oyunculuğunda kendisini
geliştirmek isteyen sanatçı, birçok kısa filmde görev al-
mıştır. Şu an da Bi Takım Oyuncular ve Sarıyer Belediye
Tiyatrosunda oyunculuğa devam etmektedir.
Muhteşem ANLAR
İstanbul’da doğdu. Liseyi
Özel Boğaziçi Lisesinde, üni-
versiteyi ise Yeditepe Üniver-
sitesi Diş Hekimliği Fakülte-
sinde okumuştur. 2003 Sarıyer
Belediye Tiyatrosunda oyun-
culuk eğitimi almıştır. Burada
birçok oyunda görev almıştır.
2011-2012 sezonunda Sarıyer
Belediye Tiyatrosunda sahne-
lenen Marcel’in Kadınları adlı
oyunda hem oyunculuk hem yönetmenlik yapmıştır. Şu
an Sarıyer Belediye Tiyatrosunda oyunculuk yapmakta-
dır.
Hilal ERDOĞAN
1989 yılında İstanbul’da
doğdu. İstanbul Üniversitesi
Makine Mühendisliği bölü-
münü bitirdi. İstanbul Tek-
nik Üniversitesi İşletme
Mühendisliği yüksek lisans
öğrencisidir. Tiyatroya 1999
-2001 yılları arasında Sarı-
yer Belediye Tiyatrosu çocuk grubunda başladı. Uzun
süre ara verdikten sonra 2011 yılında yine Sarıyer Beledi-
ye Tiyatrosuna katıldı. Burada oyunculuk ve tiyatro teori-
si dersleri aldı. Oyunculuk dışında oyunların Reji bölü-
münde de görev almaktadır. Tiyatro hayatına Sarıyer
Belediye Tiyatrosunda devam etmektedir.
Ümit Bahadır KARACA
İstanbul’da doğdu. FMV Özel
Ayazağa Işık Lisesinde eğiti-
mine devam etmektedir. Ti-
yatroya şu an bulunduğu oku-
lun tiyatro kulübünde Orhan
Onur Akgülgi’in öğrencisi
olarak başlamıştır. 2011-2012
yıllarında Sarıyer Belediye
Tiyatrosunda oyunculuk ve
tiyatro teorisi dersleri almıştır. Aynı yıl Alternatif Sanat
Tiyatrosunda oyunculuk yapmıştır. 3 yıl Sim Animasyon-
da animatör olarak görev almış burada jonglörlük beceri-
lerini geliştirmiştir. Şu anda Sarıyer Belediye Tiyatrosun-
da oyunculuk yapmaktadır.
Ümit Bahadır KARACA
S A Y F A 6
“Yurtdışı Eğitim Danışmanlığı”
Semineri 11 Kasım 2012 Per-
şembe günü gerçekleştirilmiştir.
Semineri istekli 10, 11 ve 12.
sınıf öğrenci ve velileri dinle-
mişlerdir.
27-29 Kasım 2012 tarihleri ara-
sında 9. sınıf öğrencilerimize
“Sınıf Geçme Sınav Sistemi ve
Okul Başarısının Önemi” se-
mineri gerçekleştirildi.
İstanbul Üniversitesi tanıtım
gezisi son sınıf öğrencileriyle
13 Kasım 2012 Salı günü ger-
çekleştirildi.
2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı
"Ana-Baba Okulu" 16 Ekim
2012 Salı günü başladı ve
“Etkin Öğrenmede Ailenin Ro-
lü” konulu ikinci oturumu 27
Kasım 2012 Salı günü gerçek-
leştirildi.
03 Ekim 2012 Çarşamba gü-
nü 12. sınıf velilerine,
“Öğrenci Seçme ve Yerleş-
tirme Sınav Sistemi Süreci” konulu seminer düzenlenmiş-
tir.
Gülin ŞEKERCİ
S A Y F A 7
Tuğba ELTER REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMA SERVİSİ
MUTLULUK DİLEKLERİMLE...
Her bayram, yılbaşı, doğum günü, yıl dönümü vs.
özel günlerde kutlama mesajlarının değişmez te-
mennisidir “Mutluluklar dilerim.” sözleri. Peki,
ama nedir mutluluk? Nasıl mutlu olunur? Sonsuz
mudur? Kalıcı mıdır?
Biyolojik olarak mutluluk vücutta seratonin, en-
dofrin ve melatoninin salgılanması hâlidir. Bu
hormonlar, özellikle sıcak iklim insanlarının
daha çok salgıladığı hormonlardır.
Kuzeydeki ülkelerde intihar
oranlarının ekvatoral ül-
kelere göre daha fazla
olmasını bilim adam-
ları bu sebebe da-
yandırırlar. Mutlu-
luk hormonları de-
diğimiz bu hor-
monların salınımı-
nın tek sebebi, tabii
ki sadece iklim değil.
Yapılan bir bilimsel
çalışmada, mutluluk araç-
larından birinin “aklın başka
yerde olmaması” olduğu bulun-
muş. Yani eğer düşünceleriniz-
le,duygularınızla tam içinde bulunduğunuz anı
doldurabiliyorsanız daha mutlu bir insansınız de-
mektir. “Anı Yaşa” felsefesini ortaya koyanları
bilimsel deneyler de destekliyor yani. Anı yaşa-
yanlar dikkatli, mücadeleci, paylaşımcı, etkin ile-
tişimci bir tavır sergileyerek mutluluklarını yaratı-
yorlar.
Mutluluğun en bilinen anahtarlarından biri de mi-
zah. Yaşamı, olayları farklı bir açıdan görebilmek,
yaşamın içindeki gülümseten ayrıntıları yakalaya-
bilmek kimileri için doğal bir yetenek gibi. Ama
pek çok yetenek gibi mizah da geliştirilebilir bir
alan. Olayları dümdüz, oldukları gibi değil, farklı
kombinasyonlarıyla düşünebilme çabası bu yönde
bizi farklılaştırabilir.
Espri yapabilmek yaratıcılıkla, fark edilmeyeni
görmekle, yorumlayabilmekle, doğal ve içten ol-
makla yeşerir. Mizahçı bir kişilik hem kendini
hem de iletişimde bulunduğu kişileri bir çeşit virüs
gibi etkiler. Yani mizah mutluluğu bulaşıcı bir hâle
getirir.
Bize mutluluk vadeden en gözle görülür mecra ise
” Reklamlar”. Arabayla giderken, televizyon izler-
ken, radyoda, alışveriş merkezinde her yerde
reklam panolarında harika güzel-
likte kocaman gülümseyen
kadınlar erkekler, yer
aldıkları afişte görülen
arabanın, ayakkabı-
nın, yemeğin bizi
mutlu edeceğini
iddia ediyor. Et-
miyor mu? Edi-
yor. Ama ne ka-
dar? Sanırım tüke-
tim toplumuna dö-
nüşmüş bizleri, aldı-
ğımız şeylerin mutlu
etme süresi ve kalıcılığı ol-
dukça kısa.
Peki, daha kalıcı bir mutluluk nasıl sağlanır? Her-
kesin, değişik değişik kullandığı mutluluk kombi-
nasyonları olabilir. “Kariyer+Para ; Genç-
lik+Güzellik; Başarı+Şöhret” vs. gibi. Ama bence,
kendini tanıyan, seven, olduğu gibi kabul eden ve
daha iyisi olma hedefine doğru uzanabilen ve var-
lığını paylaşabileceği insanlarla bir arada olabilen
kişiler mutluluğu yakalayabilmiştir diye düşünüyo-
rum.
Ve son sözü Erich Fromm’a bırakıyorum:
“Mutluluk tanrıların bir hediyesi olmayıp insanın
içsel üretkenliğinin bir başarısıdır.”
İdil ARAT
S A Y F A 8
Gülmek bizim için kocaman bir başlangıç
olabilecekken neden ona küçük anlamlar yük-
leyelim ki? Yoğun çalışma temposu içerisin-
de birçoğumuz gülümsemeyi, insanları
gülümsetmeyi unutuyor. Oysaki insan-
lar arasında kurulacak en sıcak ileti-
şimin bağıdır gülümsemek. Kalbi-
mizdeki sevgiyi en güzel biçimde
dışarıya vurmaktır gülümseyebil-
mek. Belki de hayatımızda üzülme-
miz için de gülmemiz için de milyon-
larca neden bulabiliriz. Seçim bize kal-
mıştır.
Biz, bizi mutlu edecek nedeni takip edersek
hayat da bize gülecektir. Gülmek bizim için
önemli olduğu kadar gülümsetmek de önem-
lidir. Gülümsetmek öyle uğraş dolu bir iş de-
ğildir aslında. En basitinden insanlara
“Günaydın!” veya “İyi akşamlar!” demek bile
onları gülümsetir çünkü onları hatırladığımızı
hissettirir.
Bazen de paylaşmak gülümsetir insanları. Bir anlık
bile olsun sahip olduğumuz bir şeyi yanımızdaki ile
paylaşırsak gözlerindeki ışıltıyı görebiliriz. Daha bir-
çok şey gülümsetmeye neden olabilecekken
büyük dünyamızda bu küçük değeri unu-
tuyoruz.
Artık insanlar birbirlerini gördükle-
rinde selam vermiyorlar veya birbirle-
rinin mutluluğundan mutluluk duymu-
yorlar. İnsan gitgide diğer insanlara
uzaklaştırıyor kendini. Gelin birlikte bu
yabancılaşmaya son verelim. Hayatın bütün
zorluklarına inat gülümsemeyi seçip kendimize kü-
çük bir oyun kuralım. Oyunumuzun iki kuralı olsun.
İlk kuralımız üzüldüğümüzde gidip en çok bizi gül-
düren şeyi yapalım. İkinci kuralımız üzüldüğümüz
her şeyi bir gün atlattığımızı kendimize hatırlatıp gü-
lümseyelim. Bu oyun bizi mutlu etmeye çalışsın.
Olayları akışına bırakmak da bir seçimdir bazen. Se-
çimlerimizle mutlu olmayı öğrenebiliriz. Biz gülmeyi
ve gülümsetmeyi seçersek hayattan çok şey kazana-
bileceğiz ve doğru seçimler yapacağız. Gülmek, bit-
meyen bir başlangıçtır...
GÜLMEK, BİTMEYEN BİR BAŞLANGIÇTIR!..
S A Y F A 9
Merhaba The PALA Okuyucuları,
Ben Çağatay Celep, Pala-Kitap bölümünün yazarıyım.
Hem benim ilginç bulduğum hem sizin ilginç bulabilece-
ğiniz kitapları inceleyip okumanızı sağlamayı kendime
bir görev ve amaç olarak edinip size ilk kitabı anlatmaya
başlıyorum. Aslında yazacağım kitap tam bir kitap değil
ama edebi bir tür sayılabilir. Hem ne zamandan beri çizgi
romanlar kitap sayılmadı ki? Ama bu öyle sıradan bildi-
ğimiz Zagor, Texas Tommiks, Muhteşem Örümcek
Adam gibi çizgi romanları değil. Ayrıca eklemek isterim
ki tarih dersinde zayıf olanlar bu kitaba dört elle sarılabi-
lir. Çünkü ansiklopedi gibi bir şey. Bahsettiğim kitap
Larry Gonick tarafından yazılıp çizilen “Evrenin Çizgi
Tarihi” adında çok güzel, eğlendirici olduğu kadar öğre-
tici olan bir çizgi roman.
Bildiğiniz gibi tarih derslerinde çoğumuz, dinliyormuş
gibi davranmaktan çekinmeyiz, ardından sınavlar yakla-
şınca o notu bul, bu notu ondan al, Aslı’da şu not var onu
fotokopi çektirin vs. peşinde koşarız. Evrenin Çizgi Tari-
hi, tarihin sıkıcılığını yok etmekle kalmayacak bu kitabı
elinizden bırakamayacaksınız.
Kendisini aşırı eğitimli karikatürcü olarak tanımlayan
Harvardlı bir matematik profesörü olan Larry Gonick, “Evrenin Çizgi Tarihi”nin ilk cildine Büyük
Patlama ile başlayıp ardından ilk canlıların ortaya çıkışı, evrim teorisi, cinsiyetin doğuşu, ilk karaya
çıkış, dinozorlar dönemi, kıtaların ayrılışı vs. gibi konuları anlatıyor. Hep bilimsel teoriler ve dinozor-
lar gibi konular anlatıyormuş bu kitap, bunun neresi tarih diyen arkadaşlarıma sabretmelerini öneriyo-
rum çünkü bu konular ele alınmadan insanlık tarihine geçmek pek doğru sayılmaz. Bu konularla da
yetinmeyen Gonick, insanlık tarihinde ilk insanlardan başlayıp ilk şehirlerin kurulduğu Sümer ülkesini
ve Orta Doğu tarihini ve en son olarak Yunan medeniyetinin tarihini ve çevresini işliyor. İlk cildin
sonunda Sokrat ve Aristo gibi felsefecilerle tanışıp Büyük İskender’le Hindistan sınırlarına kadar gi-
dip Helenistik Dönemi’ne başlıyoruz.
Eh ne de olsa tüm insanlık tarihini bir kitaba sığdırmak zor. Bunun için Larry Gonick de “Evrenin
Çizgi Tarihi”nin 2 ve 3. kitaplarını yazmış ve çizmiştir ancak bizim yavaş ve tembel Türk çevirmenle-
ri ancak 2. kitabı çevirebildiler. Onun dışında tarih dersinde zorlanan veya sadece okumayı seven ar-
kadaşlarıma Larry Gonick’in “Evrenin Çizgi Tarihi” adlı kitabını almalarını ısrarla öneririm. Başka
bir sayıda buluşana kadar hoşça kalın The PALA okuyucuları.
Çağatay CELEB
S A Y F A 1 0
T H E P A L A
S A Y F A 1 1
Deniz İNANICI / Ayşe Revna ALBULAK
S A Y F A 1 2
ÇALMAK YA DA ÇALMAMAK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU!..
Bu arada hatırlatayım, o yıllarda henüz Google diye bir arama motoru mevcut değil, bilgisayar ise zaten üniversitenin önemli
şahıslarının odalarında, çoğunlukla dekoratif amaçlı bulunmakta. Bu araştırmayı onlarca sözlük karıştırarak yapmıştım. İşte
bulduklarımın bazıları:
‘20. yüzyıl sözlüklerinde “plagiarism” kelimesi hatalı uygulama, yakın taklit, aşırmacılık, bir başka yazarın dilini, düşünce-
lerini veya ifadelerini izinsiz kullanmak olarak tanımlanıyor. American Heritage Dictionary of the English Language’de
(Fourth Edition) kelimenin anlamı şöyle verilmiş: ayrıcalıklı bir doktrin, sistem veya teori. Century Dictionary and Cyclope-
dia ise yukarıdaki tanıma ilave olarak sözcüğün daha çok yerme ve kötüleme amaçlı kullanıldığını yazmış: terrorism, socia-
lism, Americanism... GNU Webster's (1913) “-ism” eki için düşsel bir kuram tanımını uygun görmüş. Kimi sözlükler daha
insaflı tanımlar içerse de sonuç bu plagiarism denen şeyin bir hırsızlık, yani bir nevi suç olduğu.
1. yüzyılda Latincede yer alan plagiārius sözcüğü (kelime anlamı “adam kaçıran”) ilk olarak Romalı şair Martial tarafından
devrin bir başka şairi Fidentinus’un bir şiirinde kendi dizelerine yer vermesinden sonra ona “adam kaçıran!” diye seslenmesin-
den sonra kullanılmış. Kelime daha sonra 1601 yılında tiyatro yazarı Ben Jonson tarafından İngilizceye “edebi hırsızlık” tanı-
mıyla giriş yapmış. Kelimenin kökü “plağa” başta sandığım gibi “veba” değil, Hint-Avrupa kökenli “plak” yani “tuzak, ka-
pan, felaket getiren şey” anlamı taşıyormuş. Enteresan olan şu ki olumsuz anlamlar yüklü olan bu sözcük, ünlü İngiliz oyun
yazarı Shakespeare’in yaşamış olduğu 16. yüzyıldan, 18. yüzyıla kadar süren romantizm döneminde ünlü bir yazarın sözlerinin
daha az ünlü bir yazar tarafından taklit edilmesinin veya kullanılmasının o yazara onur bahşettiği bir hâle dönüşerek olumlu
anlamlara bürünmüş, romantik bir mit, artistik bir ilham kaynağı oluvermiş. Shakespeare’in zat-ı âlilerinin bile “The Tempest”
adlı oyununda Fransız yazar Montaigne’den alıntı pasajlar kullandığına dair söylentiler var. Hatta günümüz yazarlarından Ame-
rikalı Jonathan Lethem, Harper’s dergisinin 2007 Mayıs sayısında yayımlanmış bir edebi makalesinde “plagiarism” sözcüğüne
“etkinin esrikliği” diyerek müthiş tutkulu bir savunma getirmiş.
Bu yazıya başlamadan önce araştırmamı güncellemek adına, son yıllarda basılmış sözlüklere de (**) göz attım ve eski tanımlar-
da pek bir değişiklik olmadığını gördüm. Günümüz öğrencisinin en popüler “ödev” kaynağı Wikipedia’nın Wiktionary’si
“–ism” ile biten kelimelerin bir inanç türü, bir inanış olduğunu vurgulamış ve bu kelimelerin çok ayrıcalıklı olduğunu ekle-
miş. WordNet 3.0’da yer alan tanım ise şöyle: “Geniş bir kitle ve otoriteler tarafından kabul gören inanç türü.”
İlerleyen yıllarda plagiarism kelimesi de kelimenin anlamı da unu-
tuldu gitti belleğimde. Mesleğim nedeniyle arada sırada karşıma
çıksa da çok sınırlı bir biçimde adına değiniliyor, o kadar da önemli
bir şey değilmişçesine geçiştiriliyordu. Teknolojik devrimle birlikte
önüne sınırsız kaynaklar sunulan öğrencilerin işi kolaylaşmış, yıllar-
ca kes-yapıştır ödevler hiç sorgulanmadan kabul görmüş, açıkçası
hiçbirimizin pek de umurunda olmamış. Arada sırada içimiz sızla-
yarak kendimizi suçlu hissetmemiş değiliz tabi ama o kadar da
önemsememişiz konuyu. Ta ki okulum FMV Ayazağa Işık Lisesin-
de Uluslararası Bakalorya Diploma Programı’nın gündeme geldiği
güne kadar.
(*)Official Scrabble Players Dicitonary (International edition)1980, SOWPODS Wordlist, 1991, Chambers Dictionary 1990,
(**)English Language Word Builder, Bob Jackman, 2012, Collins Cobuild Advanced Dictionary, 2011
Sene 1991... Mevsimlerden sonbahar, aylardan teşrin-i evvel (Anlamını bilmeyen
araştırabilir.), Cambridge Üniversitesinde Royal Society of Arts diplomamı almak
için uğraşırken yaptığım çalışmalar sırasında karşıma çıkıyor “plagiarism” kelimesi
ilk kez. Ben bu kelimenin anlamını henüz bilmiyorum. Bir bakıyorum ki İngilizcede
sonu “–ism” ile biten 887 adet sözcük var(mış)(*) ve o an için “Doğal olarak bu söz-
cüklerin hepsini bilmem beklenemez.” diye düşünüp içimi ferah tutuyorum. Ama
merakımı da yenemiyorum. Nedir bu “plagiarism”? Fonetik tınısı kulağa pek bir hoş
gelen bu kelime iyi bir şey olsa gerek. O anda aklıma gelen diğer tüm iyi “–ism”ler
gibi modernism, romantism, reformism… Peki, bu “-ism” “criticism, idiotism, nar-
cism, racialism” gibi kötü bir “–ism” ise? Kelimenin kökü olan “plag” bana “plague”
yani “veba” sözcüğünü anımsatıyor. Çok çabuk yayılabilen, bulaşıcı bir hastalık.
Hemen araştırmaya girişiyorum.
T H E P A L A
S A Y F A 1 3
Sene 2012... Mevsimlerden kış, aylardan zemherir (Anlamını bilmeyen bir kez daha araştırabi-
lir.), Uluslar Arası Bakalorya Diploma Programı Koordinatörlüğüne getirilmişim. Organizas-
yonun yönetmeliğini okuyorum. Öyle böyle bir mevzuat değil, Milli Eğitim Bakanı’nı kıskan-
dıracak türden. Sayfalar ilerledikçe karşıma bir kavram çıkıveriyor: “Academic Honesty”.
Türkçesi “Akademik Dürüstlük”. 1990’ların “plagiarism”i bir anda hortlayıveriyor. Adamlar
bu işi o kadar ciddiye alıyorlar ki Bakalorya Programı’na başvurmak için öncelikle okulun bir
akademik dürüstlük politikası olup olmadığını sorguluyorlar. Hem de ne sorgulamak. Hemen
CIS dosyalarını buluyorum, “Mutlaka vardır bir politikamız.” umuduna güvenerek. Olmadığını
görüyorum. Paçalarım tutuşuyor tabi.
“Bakalorya sağ olsun. Onlar olmasaydı biz bu konudan hâlâ bî-haber mi yaşayacaktık, ka-
yıtsız kalmaya devam mı edecektik?” düşünceleri içerisinde derhal bir komite oluşturulmasını
sağlıyorum ve akademik dürüstlük gündemini oluşturuyorum. Aylarca görüşüyoruz, konuşuyoruz,
tartışıyoruz. İşin içinden çıkamadığımız anlar oluyor, yeniden toplanıyoruz. Aman bir yerde hata
yapmayalım, sakın bir noktayı atlamayalım; öğrenciye, veliye bu konuyu doğru aktaralım, ina-
nılmasını sağlayalım diyerek, okul müdürümüzden idarecisine, branş öğretmenlerinden kü-
tüphane görevlisine kadar hepimiz bu konu üzerinde çalışıyoruz. Hele ben kendimi o kadar
kaptırıyorum ki farkında olmadan bir öğretmen arkadaşımın kalbini kırmaya ka-
dar vardırıyorum işi. Derken aylar geçiyor ve sonunda elle tutulur, gözle görülür
bir akademik dürüstlük politikamız doğuyor.
Politikayı yazmak işin en kolay kısmıydı belki de. Asıl mesele uygulanma-
sı. “Fikri mülkiyet” veya “telif hakkı ihlali” kavramları yasal bağlamda
yer alsa da okul ortamında geçerliliği yok, yaptırım ise çok az. Mantık
çerçevesinde düşününce birisi cüzdanınızı çaldığında paranız gidi-
yor ama kelimelerinizi veya fikirlerinizi çaldığında siz elle tutulur
bir şey kaybetmiş olmuyorsunuz. Öyleyse geriye tutulacak tek dal
olarak “ahlak”’ kalıyor. Kendine ait olmayan bir bilgiyi kaynak belirtmeden kendininmiş gibi
göstermenin ahlaksız bir davranış, bir hırsızlık, bir yalan olduğunun kafalara iyice sokulması
gerekiyor. En korkunç “plagirism” örnekleri olarak gördüğüm genetikle oynamanın ve hayvan
klonlamanın her geçen gün biraz daha yaygınlaştığı ve kabul gördüğü dünyamızda akademik
dürüstlüğü nasıl kotaracağız bilemiyorum. Öğrencinin bilgi hırsızlığı karşısında kırık notla ce-
zalandırılmasındansa orijinal fikirleri, özgün yorumlarından dolayı ödüllendirilerek bu konuya
olumlu yaklaşımlar getirilmesi en doğrusu diye düşünüyorum. Ne “Urkund” ne “Copyscape” ne de “Pictureshark” bu ahlakı
ortaya koyabilir. Elektronik filtrelerle dürüstlüğü sağlamak yerine, çalışmaların dürüstlüğünü önce yüreklerin filtresinden
geçirmeli. Kısacası akademik dürüstlük biz öğretmenlerin misyonu, bize çok iş düşüyor.
Harama uzanan ellerin kesildiği Suudi Arabistan’da acaba durum ne? Yaptığım kısa bir araştırma sonucunda enteresan bilgilerle
karşılaşıyorum. İşte bunlardan bir tanesi: King Abdulla Üniversitesi Fen ve Teknoloji Bölümünde okuyan Nathan adlı bir öğren-
ci kendi çekmiş olduğu fotoğrafların ülkenin Al Yaum gazetesinde izinsiz yayımlanmış olması nedeniyle önce bir isyan bayrağı,
sonra da söz konusu gazeteciye karşı 250.000 Suudi Arabistan Riyali tutarında tazminat davası açmış. Öğrencinin çaldığı değil,
öğrenciden çalınan bir durumun söz konusu olduğu bu olayın nasıl sonuçlanacağı merak konusu.
Bugün Google arama motorunda “p-l-a-g” harflerini yazdıktan sonra ikinci önem sırasında yer alıyor “plagiarism”. İlk sırada ise
benim vaktiyle anlam akrabalığından şüphe ettiğim “plague” kelimesi var. Türkçeye tam ve doğru olarak çevrilemediğinden
yazımda ısrarla İngilizcesini kullandığım bu kavramı, veba kadar olmasa
da ona yakın oranda ‘terminal’, yani öldürücü bir hastalık olarak algıla-
yabiliriz.
ABD’li oyun yazarı Wilson Mizner şöyle demiş: "Eğer bir yazardan alın-
tı yapıyorsanız bu “plagiarism”dir. İki yazardan alıntı yaptığınızda ise
bunun adı araştırma olur.”(***) Wilson’ın esprili yaklaşımını iyi yorum-
lamak gerek. 80’lerin çocuğu olarak yazımı o yılların en popüler grafiti-
lerinden esinlenerek (bakın, kaynak belirtiyorum)
diye bitirmek istiyorum. Jenny CHAVUSH
IB Koordinatörü
(***)2006 Jack Lynch, Colonial Williamsburg dergisinde yayımlanan makalesinden.
S A Y F A 1 4
10 Kasım Atatürk'ü Anma Etkinlikleri kapsamında "Atatürk Şiirle-
ri ve Müzik Dinletisi" adıyla, 16.11.2012 tarihinde öğrencilerimiz
program hazırlamışlardır. Kadir Berat Yıldırım ve Ekin Gökalp'in
piyano ile eşlik ettiği programda Oğuz Öğrenci ve Kadir Alp Karakimseliler Atatürk'ü şiir okuyarak
anmışlardır. Etkinliğin sonunda ise müzik öğretmeni Çiğdem Kutluğ'un çaldığı viyola eşliğinde öğren-
cimiz Ecem Develi "Yemen Türküsü"nü seslendirmiştir. Mizan ÖZGÜR
16.11.2012 tarihinde Atatürk’ü anma haftası etkinlikleri çerçe-
vesinde Edebiyat Sosyal Dersler Bölümünün organize ettiği ve
11. sınıfların katıldığı “Dolmabahçe’den Anıtkabir’e” konulu
bir sunum-söyleşi gerçekleştirildi. Sayın Necmettin ÖZÇE-
LİK’in sunduğu etkinlikte Sayın ÖZÇELİK, Atatürk’ün Dol-
mabahçe’den Etnografya Müzesi’ne oradan da Anıtkabir’e ge-
çişini saat saat, dakika dakika hatta salisesi salisesine varınca-
ya kadar fotoğraflarıyla anlattı. Fotoğrafların detaylarıyla bir-
likte ÖZÇELİK’in eklediği bilgiler bu sürecin en iyi şekilde
anlaşılmasını sağladı. Sunumun sonunda Aşık Veysel’in Ata-
türk için söylediği ağıdının dinlenmesi salona duygulu anlar
yaşattı. Sayın Necmettin ÖZÇELİK’e bize bu anları yaşattığı
için teşekkür ediyoruz. Zafer YAZ
S A Y F A 1 5
T H E P A L A
31. Ertuğrulgazi’yi Anma ve Yörük Şenlikleri çerçevesinde 7.si
düzenlenen Osmanlının Kuruluşu ve Ertuğrulgazi konulu ortaöğ-
retim öğrencilerine yönelik 81 ilde düzenlenen ve 27.08.2012
tarihinde gerçekleştirilen “Osmanlının Cihan Hâkimiyeti Mefku-
resi” konulu kompozisyon yarışmasına katılan 10 D sınıfı öğren-
cisi İdil ARAT Türkiye üçüncüsü olmuştur. Edebiyat Sosyal
Dersler Bölümü olarak katıldığımız kompozisyon yarışmasının
ödül töreni 08.09.2012 tarihinde Söğüt’te gerçekleştirildi.
İsmail Güven İNAN
The PALA, Müdürümüz Sayın Ömer Orhan Bey’le
bir araya gelerek oldukça anlamlı ve verimli bir top-
lantı gerçekleştirdi. Ömer Bey, “The PALA”nın artık
okulla özdeşleştiğini ve yapılan çalışmaları destekle-
diğini kaydetti. Sonra da ekip üyelerine The PA-
LA’da yazdıkları köşeyi ve ekipteki görevlerini tek
tek sorarak bilgi aldı. Ekibe deneyimlerini aktaran
Ömer Bey, bundan sonraki süreçte “The PALA”nın
çok daha iyi yerlere geleceğine olan inancını paylaştı.
Bu vesileyle Sayın Ömer Bey’e The PALA ekibi ola-
rak teşekkür ediyoruz. Zafer YAZ
Bu eğitim-öğretim yılının başında yenilenmiş olan biyoloji laboratuvarımızda
biyoloji derslerinin bir bölümünü ve deneylerimizi gerçekleştirmekteyiz. Dönem
başlarında her düzeyin müfredatına göre planlamış olduğumuz deneylerimizi
zamanı geldiğinde sınıflarımızı laboratuvara alarak yapmaktayız. Deneylerimizi
ikişer kişilik gruplar hâlinde hazırlayarak öğrencilerimizin yaparak öğrenmeleri-
ni sağlamaktayız. İnsanlar duyduklarını unutur, gördüklerini hatırlar ve yaptıkla-
rını bilirler. Dolayısıyla mümkün olduğunca derslerimizi uygulamalı olarak ya-
parak öğrenme düzeyini artırmaya çalışmaktayız. Kazım ERGENÇ
S A Y F A 1 6
Canberk TAŞKIN
S A Y F A 1 7
Zafer YAZ
S A Y F A 1 8
Önce iyi insan yetiştirmek ilkesinden hareketle öğrencileri topluma kazandırmayı hedefleyen
kurumumuzda istekli öğrencilerimizin katılımıyla kurulan Münazara Kulübü, özgüveni yük-
sek, çağdaş, kendini toplum önünde doğru şekilde ifade edebilen geleceğin liderlerini yaratma
amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalar sırasında öğrencilerimiz kişisel birikim
ve tecrübelerini doğru ifadeler, düzgün sözcük ve cümle kullanımları ile pekiştirmeye çalışı-
yoruz, böylece kurumumuz açısından hedeflenen öğrenci profili oluşturulmaktadır.
FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Münazara Kulübü olarak temel hedefimiz, geleceğin liderleri-
ni yaratabilmektir. Bunu yaparken de onlara çok yönlü düşünme kabiliyeti, kararlılık ve ikna
yeteneği kazandırmak temel amacımızdır.
03-04 Kasım 2012 tarihlerinde Özel Okullar Birliği Derneğinin hazırlamış olduğu ve bu sene
4’üncüsü Darüşşafaka Lisesinde gerçekleştirilen “Türkiye Münazara Ligi”ne Münazara Kulü-
bü öğrencilerimiz katılmış, 26 okul arasında ilk 10’da yer almayı başarmıştır. Kulüp olarak
ana hedefimiz geleceğin liderlerini yetiştirmek ise biz de insanlara kendini dinletebilen, kabul
edilebilir argümanlarla sorunları çözebilen, okuyan, düşünmekten ve tartışmaktan korkmayan,
karşısındakini dinlemeyi ve söylenenleri önemseyen liderlerin, bu okul sıralarında yetişebile-
ceğine inanıyoruz. Bizlere bu inancı yaşatan ve birer münazara gönüllüsü olan tüm kulüp öğ-
rencilerimize de teşekkür ediyoruz. Şenay ÖNAL
30.11.2012 tarihinde Edebiyat Sosyal Dersler Bölümü-
nün geleneksel olarak düzenlediği düzeyler arası müna-
zaranın ilki 11. sınıflar arasında yapıldı. Münazaranın
tartışma konusu “Memurlar amirlerini kendilerini seç-
melidir.” idi. Münazarayı “Memurlar amirlerini kendi-
leri seçmemelidir.” antitezini savunan muhalefet kazan-
dı. Münazarada yer alan öğrencilerimiz Sena YURTUT-
MUŞ, Uğur KOÇ, Ali Emre AK, Kerim SERTTÜRK,
Bircem ÖZEKİCİ, Yağmur TAŞDEMİROĞLU’na te-
şekkür ederiz. Zafer YAZ
S A Y F A 1 9
Ayazağa Kampüsü Tenis Kortu’nun faaliyete geçmesiyle ilki 2011 yılında düzenle-
nen “Lise Sınıfları Arası Tenis Turnuvası” 12 katılımcıyla gerçekleşmişti. 2012-
2013 eğitim-öğretim yılında ikincisi düzenlenen ve 11.10.2012-13.11.2012 tarih-
lerinde 22 öğrencinin katılımı ile gerçekleşen “Lise Sınıflar Arası Tenis Turnu-
vası”nda M. Engin SEZERLİ şampiyon oldu. Geçen yıl da olduğu gibi Mert
ERKANGİL ile final maçını yapan SEZERLİ 3,5 saat süren şampiyonluk
maçı sonunda gülen taraf oldu. Böylelikle SEZERLİ 2. kez turnuva şam-
piyonu oldu. İki turnuvada da şampiyon olan öğrencimizi kutluyoruz.
Hatice BOZKURT
FİNAL SKORU: 1. SET: Engin SEZERLİ (6-7) Mert ERKANGİL
2. SET: Engin SEZERLİ (6-3) Mert ERKANGİL
3. SET: Engin SEZERLİ (6-1) Mert ERKANGİL
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlama Törenlerinde görev alan öğrencilerimize Okul Müdürümüz Sayın Ömer OR-
HAN Bey, katkıları için teşekkür belgesi verdi. Zeynep GÜNAY ÖZDEMİR
Atatürk haftası boyunca öğrencilerimiz Atatürk
ile ilgili birçok etkinlik ve söyleşi yapmışlardır.
“Cumhuriyet ve Atatürk “ adlı karma düzeyler-
den oluşan bir sergi, Atatürk‘ün sevdiği şiirler ve
şarkılardan oluşan bir dinleti hazırlanmıştır. 10
Kasım 2012 Cumartesi günü ilköğretim ve Lise
öğrencileri bir araya gelerek, günün anlam ve
önemine yönelik bir gösteri hazırlamışlardır.
Velilerimizin çok büyük ilgi gösterdiği tören
dakikalarca alkışlanmıştır. Zeynep GÜNAY
ÖZDEMİR
S A Y F A 2 0
Coğrafya kulüplerinin kurulacağı haberini geçen yıl Coğrafya
öğretmenimiz Pelin Hanım’dan almıştık. Coğrafyaya olan ilgim
beni kulüp üyesi olmaya kadar yöneltti. Kulübü tercih eden ar-
kadaşlarımın sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. İlk gezimiz
olan “Cumhuriyet Gezisi: İstanbul Boğazı” için hazırlıklarımıza
çok önceden başlamıştık. İşte ilk gezimize hazırdık.
20.10.2012 Cumartesi sabahı 08.30’da okulda toplandıktan son-
raki ilk durağımız Haliç’in üstüne kurulmuş ünlü tepe Pierre
Loti’ydi. Okulumuzun emekli müdürlerinden Faruk Özbakan,
Cengiz Ülkerdoğan, Necmi Dalman ve biz Ayazağa Işık Lisesi
Coğrafya Kulübü, Nişantaşı ve Erenköy Işık Liseleri
Coğrafya Kulüpleri, Pierre Loti’de buluştuk.
Önceden hazırlanmış kumanyalarımızı
manzara eşliğinde yiyip Haliç’i daha iyi
tanımaya başladık. Faruk Hoca, önce-
likle coğrafi bakış açısıyla dünyayı
incelemekten ve bizlere soru sora-
rak coğrafya yardımıyla dünyayı
tanımamız gerektiğinden bahset-
ti.
“Yeditepe İstanbul” lafını hepi-
miz duymuşuzdur. Peki, nedir bu
Yeditepe? Eskiden İstanbul sade-
ce bu Yeditepe’nin içinde kuruluy-
muş, yani şimdiki tarihi yarımada
dediğimiz bölge tamamıyla surlarla
çevriliymiş. Bunlar: Sarayburnu tepesi,
Nuruosmaniye Tepesi, Beyazıt Tepesi,
Fatih Tepesi, Sultan Selim Tepesi, Edirne-
kapı Tepesi ve Davutpaşa Tepesi’dir.
Haliç; sanayi, ticaret, liman konusunda bu kentte ku-
rulmuş her imparatorluk ve ülke için önemli olmuştur. Fatih
Sultan Mehmet de Haliç’i önemsediği için bu konu hakkında bir
yasa bile koymuştur. Bu yasa ile Haliç’in içerisine sanayi tesisi
kurmak yasaklanır. İleriki yıllarda sadece seramik fabrikası ku-
rulur. Osmanlının ilk elektrik santrali de burada kurulmuştur.
İspanya’dan kovulan Yahudilerin ilk yerleşim yeri olan Balat’ı
içinde barındırır. Osmanlı Devleti’nin gücünün azaldığı zaman-
larda Haliç temiz tutulamamaya başlanır. Saray, bankerlerden
borç alır ve Haliç’i bir nevi onlara bırakırlar. Ancak 1980’li
yıllarda Haliç ciddi anlamda temizlenir, yeşil alanlar çoğaltılır
ve Haliç’te balık tutulmaya başlanır.
Balat tarafında bir sürü eski yapı gözümüze çarptı. En
ilgi çekici olanı kiremit rengindeki Rum Ortodoks Pat-
rikhanesi’ydi. Teknede giderken Faruk Hoca sağlı sollu
yapıları, yerleri bize açıkladı. Kiliseler, camiler ve bir-
çok eski yapıyı uzaktan gördük. Sırasıyla Unkapanı ve
Galata Köprüsü’nün altından geçtik. Yapım aşamasında
olan metro için yapılan köprünün iki ayağını gördük.
Galata köprüsünden geçtikten sonra sol tarafta Karaköy
sağda ise Topkapı Sarayı kaldı. Tuğba Hoca bize Topka-
pı Sarayı’nın tarihini kısaca açıkladı. Fatih Sultan Meh-
met Dönemi’nde önce Sırça Köşk yapılmış. Tek katlı
köşklerden oluşmakta olan Topkapı Sarayı’na harem
III. Murat Dönemi’nde taşınmış. Tarihi yarı-
madanın bitimiyle, Boğaz’a çıktık. Kara-
köy, Tophane, Kabataş derken Dolma-
bahçe’ye vardık. Dolmabahçe Sarayı
hakkındaki bilgileri yine tarih ho-
camız Tuğba Hoca’dan dinledik.
I. Abdülmecid tarafından borç-
larla yaptırılan sarayı Balyan
ailesi yapmıştır. Tekneyle Bo-
ğaz’da ilerlerken İstanbul’un
siluetinin ne kadar değişmiş
olduğunu fark ettim. Gökdelen-
ler, büyük oteller, çarpık yerleş-
me derken güzelim İstanbul’u
beton yığını hâline getirmeye
başladığımızı gördüm. Bazılarının
gösteriş uğruna tarihi yok saydıkları-
nı, yok ettiklerini anladım. Asıl koru-
mamız, sevmemiz gerekenleri bir kenara
itip yeni şeyler aramamızı, diğer büyük şehir-
lere ayak uydurmak için üzerinde derinlemesine
düşünülmeden, rant getirecek şekilde yapılaşmanın hiç-
bir şehre değişmeyeceğimiz bu şehri nasıl etkilediğini
gördüm. Dünyanın hiçbir şehrinde olmayan, Asya ile
Avrupa’yı birbirine bağlayan İstanbul Boğazı’nın çeşitli
nedenlerden (Karadeniz’e boşalan büyük akarsular -
Tuna, Don vb.- akaryakıt sızması, kanalizasyon atıkları-
nın arıtılmadan denize verilmesi...) kirlenmesi beni en
çok düşündüren şeylerden biri oldu. Yüzyıllardan beri
her uygarlığın, imparatorluğun veya ülkenin sahip olmak
istediği şehre sahipken bu şehre, İstanbul’a, nasıl bu
kadar kötü davrandık, hiç bilmiyorum.
T H E P A L A
S A Y F A 2 1
Tekneyle Karadeniz’e doğru ilerledikçe hava soğumaya başladı.
Anadolu Kavağı’na inmemiz 13.30’u bulmuştu. Anadolu Kavağı,
sanki İstanbul’un dışında olan bir kasaba gibi. Bir sürü teknenin,
eski evin ve balıkçının bulunduğu sevimli bir kasaba. Yoros Kale-
si’ne çıkarken sağlı sollu küçük bahçeli evlerin yanından geçtik.
Bir sürü kedi ve köpeğe rastladık. Burada yaşayan insanların so-
kak hayvanlarına karşı sevgi dolu davrandığını da fark ettik. Yo-
ros Kalesi tepede olduğu için kaleye çıkmamız biraz vakit aldı.
Kale’ye yaklaştıkça etrafta bir sürü ağaç çeşidi gördük. Birbirin-
den ilginç görünümlü bir sürü ağaç, orman... Yoros Kalesi’ne
çıktığımızda hava daha da soğudu, rüzgâr arttı. Kalenin iç tarafın-
da sadece birkaç dakika kalabildik. Dış tarafına çıktığımızda Ka-
radeniz ile Boğaz’ı aynı anda görebiliyorduk. Faruk Hoca, Kara-
deniz ve Marmara Denizi ile ilgili bilgiler verdi. İstanbul Boğazı
çok eski çağlarda bir akarsu vadisiymiş. Buzul Çağı’nın bitmesiy-
le Akdeniz’in suları yükselir ve zamanında tatlı su gölü olan Ka-
radeniz ile birleşir. Marmara da İstanbul Boğazı’yla, bu sayede
Karadeniz ile birleşir. Karadeniz’in suyu tatlı olduğu için, tuzlu su
ile birleşince bu su yükselmeye başlar böylece Marmara Denizi
ile Karadeniz arasında yükselti farkı oluşur. Boğaz’ın akıntı siste-
minde, yoğunluk bakımından Karadeniz daha az yoğun olduğu
için üstten, Marmara Denizi ise daha sıcak olduğundan alttan iler-
ler. İstanbul’un kuzeyinde Karadeniz iklimi görülür, bitki çeşitli-
liği fazladır ancak güneye gidildikçe Karadeniz ikliminin etkisi
azalır. İklim, Akdeniz iklimine döner. Bu sebeple, İstanbul iklim
olarak tam bir geçiş iklimi bölgesidir. Faruk Hoca’yı dinleyerek
etrafa baktıktan sonra aşağıya indik. Yemeklerimizi yedikten son-
ra Anadolu Kavağı’ndan ayrılma vakti gelmişti. Tekneye bindik-
ten bir süre sonra şiddetli bir şekilde yağmur başladı. Dalgalar
arttı. Bir süre sonra, kuzeyden güneye gittikçe, hava birden açıldı.
Etrafı izleye izleye tekne önce Kanlıca’da ardından Üsküdar’da
ve Kabataş’ta durdu. Gezimizin sonu artık gelmişti. Tekneden
indiğim zaman hissettiğim duygu, eksik kalan bir şeyin olduğuy-
du. Düşündüğümde anladım ki bu gezi sadece bir başlangıçtı.
Yetti mi, asla. Bu öğrenme, görme veya keşfetme hissi İstanbul,
Türkiye veya tüm dünya için. Başka bir gözle etrafı görmek...
Sadece bakarak değil, tüm gerçekliği ile irdeleyerek görmek...
İnsan gerçekten bir şeyi sevdiğinde, öğrendikçe daha da öğren-
mek istiyor. Elbette geride öğrenmek istediğimiz birçok şey kala-
cak veya öğrendiklerini öğretme, paylaşma isteği olacak. Bildikle-
rini ve gerçekten tutkuyla bağlı olduğun gerçekleri başkalarına
anlatmak ve onları da aynı hisler içinde görmek. Sanırım bu gezi-
yi düzenleyen hocalarımız da aynı bu hisler içindeydi. Bu gezi
sayesinde yepyeni bir “farkındalık” yaratan öğretmenlerimize ve
İstanbul’umuza teşekkür ediyorum. Gezdikçe gezmek, gördükçe
anlatmak, paylaşmak, okumak ve daha fazlasını öğrenmek ve hep
bu döngü içinde kalmak umuduyla…
Başak Nisan DURAN
S A Y F A 2 2
T H E P A L A
Okuduğumuz Kitapları Paylaşıyoruz: “Brave New World: Ce-
sur Yeni Dünya” Söyleşisi
Okul kütüphanemizde gerçekleştirilen “Kitap Söyleşileri”
etkinliğinin bu ayki ilk konuşmacısı, 12 A sınıfı öğrencisi
Mert Ürkmez olmuştur. Öğrencimiz, gerçekleştirdiği etkili
ve verimli söyleşisinde yazar Aldous Huxley’e ait “Brave
New World: Cesur Yeni Dünya” adlı romanı okurlarla pay-
laşmıştır.
Aldous Huxley’in kurgu dünyasında insanlar, “Alfalar, Betalar, Gamalar,
Epsilonlar” şeklinde sınıflandırılarak kuluçka makinelerinde üretilmekte-
dir. Alfalar, en üstün sınıf olmanın gururunu taşırken Epsilonlar hiçbir
zaman en alt sınıf olduklarını ve en ağır işlere mahkûm edildiklerini anla-
mayacaklardır. Çünkü Cesur Yeni Dünya yaklaşımında her şey toplumsal
istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma, hipnopedya (uykuda eği-
tim) ile başlamaktadır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur, herkes çalışır ve herkes eğlenir. Herkes herkes
için vardır.
Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir fakat ironik bir ütopya; zira insanlık sağlıklı, teknolojik
açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir. Tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu
olduğu bir dünya vardır. Fakat ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok
edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat, din ve felsefe artık yoktur. Ayrıca
toplum hazcı bir topluma dönüşmüştür.
S A Y F A 2 3
Yalçın YALÇINKAYA
Okuduğumuz Kitapları Paylaşıyoruz: “Ölüm Bir Varmış Bir
Yokmuş” Söyleşisi
José Saramago, “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı roma-
nıyla bir gecede insanlığa ölümsüzlüğü armağan eden ölü-
mü konu ediniyor. Ölümsüzlük sevinci sonsuz yaşlılık yü-
zünden yerini giderek çekilmez olan kâbusa bırakırken,
ölüm güzel bir kadın olarak insanların içine yeniden iner ve
bir viyolonselciye âşık olur... Bu değerli kitap, 10 D sınıfı
öğrencimiz Rengin J. Kolçak tarafından diğer okurlarla
paylaşılmıştır.
Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay
gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer,
hiç kimse ölmez olur. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok
geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi za-
manın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık
kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mü-
cadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla geri döner insanların
arasına. Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, top-
lumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran
kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’u, başladığı gibi bitiriyor: Ertesi gün hiç kimse öl-
medi…
S A Y F A 2 4