24
The PALA Yıl: 5 Sayı: 37 KASIM 2012 PLAGIARİSM DÜŞÜNCE BAHÇESİ KİTAP SÖYLEŞİLERİ BOBİ-PALA OKULDAN HABERLER PALASKOP EDEBİYAT SÖYLEŞİLERİ PALA-KİTAP KÜÇÜK ŞEYLER THE PALA, OKUL MÜDÜRÜMÜZ SAYIN ÖMER ORHAN BEY’LE

The PALA Kasım 2012

Embed Size (px)

DESCRIPTION

The PALA Kasım 2012

Citation preview

Page 1: The PALA Kasım 2012

T h e PA L A Yıl: 5 Sayı: 37 KASIM 2012

PLAGIARİSM

DÜŞÜNCE BAHÇESİ

KİTAP SÖYLEŞİLERİ

BOBİ-PALA

OKULDAN HABERLER

PALASKOP

EDEBİYAT SÖYLEŞİLERİ

PALA-KİTAP

KÜÇÜK ŞEYLER

THE PALA, OKUL MÜDÜRÜMÜZ SAYIN ÖMER ORHAN BEY’LE

Page 2: The PALA Kasım 2012

Editörden

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Okul Gazetesi The PALA

(The Press Association of Lycee Attiudes)

İmtiyaz Sahibi Ömer ORHAN

Sorumlu Müdür Yardımcısı

Hakan KULABER

Sorumlu Öğretmenler Zafer YAZ

Şahika PAT

Web Yayım Serkan YAMAN

Berna HAMARAT KAYA

Baskı & Cilt Şevki SÜTÇÜ

Renkli Basım Nuri ÇEVİK

Editör

Ege KESKİN

İllüstrasyon Zafer YAZ

Fotoğraf

Elif ABACI

Dizgi Zafer YAZ

Düzeltmen Zafer YAZ

Mizan ÖZGÜR

E-Mail: [email protected]

Merhaba Sevgili The PALA Okuyucuları,

37. sayımızda dopdolu içeriğimizle karşınızdayız. Bu sayımızın en önemli yazıla-

rından birini olan Sayın Jenny Hanım’ın “akademik dürüstlüğü” işlediği

“Plagıarism” makalesini mutlaka okuyun. Bunun yanı sıra Ümit Bahadır KA-

RACA arkadaşımızın tiyatro yazısı, Küçük Şeyler, Düşünce Bahçesi, Etkin-

likler, Pala-Kitap, Palaskop köşelerimiz sizleri bekliyor.

Keyifle okumanız dileğiyle...

S A Y F A 2

Ege KESKİN

Ayşe Revna ALBULAK

Başak Nisan DURAN

Canberk TAŞKIN

Çağatay CELEB

Deniz İNANICI

Gülin ŞEKERCİ

Hatice BOZKURT

İdil ARAT

İsmail Güven İNAN

Jenny CHAVUSH Tuğba ELTER

Mehmet Sait EMİR

Mizan ÖZGÜR

Ümit Bahadır KARACA

Şenay ÖNAL

Tuğba ELTER

Yalçın YALÇINKAYA

Zafer YAZ

Zeynep GÜNAY ÖZDEMİR

Yazarlar

Page 3: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 3

Kütüphane etkinlikleri kapsamında

“Atatürk Haftası” kutlamalarına bağlı ola-

rak, okulumuzda yazar Nihal Yeğinobalı

ile “Cumhuriyet Çocuğu” adlı eserinin

söyleşisi yapılmıştır.

Düzenlenen bu etkinlikle yazar Nihal Yeğinobalı,

hem öğrencilerin sorularını yanıtlamış hem de öğ-

rencilere sorular sorarak gerçekleştirilen söyleşinin

etkileşimli bir biçimde yürütülmesini sağlamıştır.

E D E B İ Y A T S Ö Y L E Ş İ L E R İ

Osmanlının son günlerinde küçük bir Ege kasabasında, “Gelin olmak istemiyorum. Öğretmen olmak istiyo-

rum!’” diye direnen ancak savaşlar ve düşman işgali yüzünden öğretmen olamayıp, çaresiz, gelin olmaya bo-

yun eğen Gördesli Feride’nin kızı olan Nihal Yeğinobalı’nın kendisine ve geçmişine ait birçok anıya, tanık ol-

muşlardır. Bu anılar arasında özellikle, eski Gördes’te görmeden nişanlandığı adamı tanıyabilmek için hizmetçi

rolü oynayan Sıdıka; Şeyhülislam olabilecekken Jön Türk olan Yörük kökenli laik kadı Yeğinobalı Asım Molla;

evli bir Türk genciyle yaşadığı yasak aşkla Türk komşularının yaktığı hazin türküde yaşayan güzel Rum kızı

Eleni, devrim şehidi Kubilay’ın boğazına dayanan kör bıçak, Mustafa Kemal’in kibarlığı geçmişten yansıyan en

heyecanlı zamanlardı. Yalçın YALÇINKAYA

Page 4: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 4

Bu yazımda ise sizlere “Neye Niyet Neye Kısmet “adlı oyundan kısa bir bilgi ardından yönetmen, yazar , oyuncular hak-

kında bilgiler vereceğim .

NEYE NİYET NEYE KISMET! Yazan: M.Gökhan Bulut

Müzik: Ekin Gündü

Yöneten: Abdullah Alparslan

Kanun: Yiğit Dalgın

Keman: Burçin Işık

Vokal: Tuna Öztunca

Düzenleme: Yiğit Dalgın-Doğa Ebrişim

OYNAYANLAR:

İBİŞ- DİJİTAL MURAT: Tuna Öztunca

ZARAFET: Hilal Erdoğan

LETAFET: Ümmü Güzel Mahsül Yaşa

HUSUSİ BEY: M. Gökhan Bulut

FALCI NEBAHAT: Muhteşem Anlar

KAZIM- SERHOŞ TAYYAR: Çağrı Unan

KEKEME KEMALETTİN: Ümit Bahadır Karaca

GÖREV DAĞILIMI

Dekor Tasarımı: Tuna Öztunca

Kostüm-Aksesuar Tasarım: Damla Aytaç

Işık Uygulama: Fatih Demir

Efekt Uygulama: Çetin Ali Aytaç

Sarıyer Belediye Tiyatrosu 2009 yılında Genel

Sanat Yönetmenliği’ne Mahmut Gökhan Bulut’un

getirilmesi ile yeni bir oluşum içine giren “Sanat”

amacı güden, yoğun iş ve hayat trafiğinde

toplumu eğitmeyi, bilgilendirmeyi ve eğlen-

dirmeyi amaçlayan bir tiyatro ekibidir.

Temel felsefesi “her yerde sanat , her

yerde tiyatro” ve günümüzde de gün-

demde olan tiyatro kapatma durumlarına

karşılık olarak “Korkuya karşı özgür

tiyatro” düşüncesi ile performans sergile-

mektedir.

Bünyesinde profesyonel ve amatör anlamda

oyunculular barındırmaktadır. Tüm bu süreç içer-

sinde yetişkin ve çocuk ekipleri adla-

rı altında ücretsiz kurs dönemleri

açılmaktadır. Sarıyer Belediye Ti-

yatrosu her sene 4 yetişkin 4 çocuk oyunu ile

seyirci karşısına çıkmaktadır . Oyunlarını Sarı-

yer Kültür Merkezi Nejat UYGUR Sahnesi’nde

sergilemektedir. Sanatı ticari değil, sanat için ve bu

sanatı topluma sunmak ve kazandırmak için oyun-

larını ücretsiz oynamaktadır.

Oyun türlerinde hem batılı anlamda hem de Geleneksel

Türk Tiyatrosu türlerinden Ortaoyunu sergileyerek

seyirci karşısına çıkmaktadır. Sezon içerisinde

oyunlar sergilediği gibi ramazan ayı kapsa-

mında Sarıyer mahallelerinde sokaklara,

parklara, okul bahçelerine sahne kurarak,

eski ramazan eğlencelerini günümüze

taşıyarak toplumu tiyatro ile buluştur-

maktadır. 2010 yılında “Sersem Kocanın

Kurnaz Karısı” ile başlayan serüven

2011 senesinde “Çırçır Sefası” adlı oyun-

la devam etmiş, bu sene ise “Neye Niyet

Neye Kısmet” adlı oyun seyirci ile buluş-

muştur .

Yazım için Genel Sanat önetmeni

M. Gökhan Bulut ile yaptığım gö-

rüşmede kendisinden bu süreç ile ilgili şunları

öğrendik: “2010 yaz etkinlikleri kapsamında

başlayan ve iki senedir devam eden “Meydanlarda Tiyatro”

serüveninin bu seneki temsilcisi “Neye Niyet Neye Kıs-

met!” oyunu. Üç senedir geleneksel olanı güncel olanla

harmanlamaya çalışıyoruz. Değişimin çok hızlı yaşandığı

yüzyılımızda hâlâ daha çok yavaş ilerlediğimiz kesin. Biz

de sabrediyoruz, çalışıyoruz, üretiyoruz. Eğer bir ortak dil

bulabilirsek ki zorlanacağız elbette, bu süreç için seyircile-

rimizin affına sığınıyoruz. Üçüncü yılımızda sokaklara çı-

kıyoruz, sokakta buluşuyoruz.

“Al gözüm seyreyle” ya da “sev gönlüm aşk eyle!...”

OYUNUN KONUSU

Yine bir yoksulluk ve yolsuzluk hali İbiş efendinin canına tak

ettirmiştir. Tam da öyle günlerden birinde hem aşkını hem de

işini bulur. Ama bu işi hali yoluna koymak çok zor olacaktır.

Zira âşık olduğu kızın çok zorlu talipleri vardır. Bütün fallar

İbiş ile Zarafet’i gösterirken, Zarafet’in babası Hususi Bey bu

konuda kararsızdır. Biraz “Ortaoyunu” biraz “Tuluat” biraz

“Pantalone” biraz “Falcı Nebahat” bakalım seyre gelenler ne

bulacaklar KABAHAT?

“Biz eğlendik, eğlendik ama millet…

Çıktık sahneye oynayacağız elbet.

Güldüklerimizi paylaşacağız evet ama

Dur bakalım “Neye niyet neye kısmet!”

Sarıyer Belediye Tiyatrosu 444 1 722

www.sariyerbelediyetiyatrosu.com

Twitter: @ SBTiyatrosu

Page 5: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 5

Genel sanat Yönetmeni- Yazar-Oyuncu

Mahmut Gökhan BULUT

1969 yılında İstanbul, Bakırköy’de doğdu.

Liseyi İstanbul Kocasinan Lisesinde okudu.

Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bi-

limler Fakültesi İşletme Bölümü mezunu-

dur. Tiyatro hayatına 1987 yılında Marmara

Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fa-

kültesi Tiyatro Kulübü’nde (MİFTOK)

başlamıştır. Bu kurumda oyunculuk, yönet-

menlik ve eğitmenlik yapmıştır. 1989 yılın-

da Yedi Bölge Oyuncuları ile çalışmaya başlamış, sonrasında sırasıy-

la Sivas Dayanışma Derneği (SİDAD), Ataköy İmar ve Kültür Derne-

ği, Silivri Belediyesi, Kâğıthane Belediyesi, Sarıyer Sanat Tiyatro-

sunda çalışmalarını sürdürmüştür. 1995 yılında açılan MASK KARA

TİYATROSU’nun kurucularındandır. 2000 yılında Sarıyer Halk

Eğitimi Merkezi Tiyatro Kulübü (SHEM-TK) bünyesinde eğitmenlik,

yönetmenlik ve oyunculuk yapmıştır. Şu an Sarıyer Belediye Tiyatro-

sunda genel sanat yönetmenliği, yönetmenlik ve oyunculuk yapmak-

tadır.

Oyunun Yönetmeni

Abdullah ALPARSLAN

1968 yılında Rize’de doğdu. A.Ü. DTCF

Tiyatro Bölümü'nde okudu. 1990 yılında

Shem-Tk'ye (Sarıyer Halk Eğitimi Mer-

kezi Tiyatro Kolu) katıldı. 1992 yılında

Sarıyer Sanat Tiyatrosu’nun kuruluş

çalışmalarında bulundu. Shem-Tk’de

çeşitli oyunlarda oyunculuk ve yönet-

menlik yaptı. Aynı zamanda bu grupta

Tiyatro Kuramları dersi verdi. Sarıyer

Sanat Tiyatrosu’nda da oyuncu, yönet-

men ve organizasyon müdürü olarak

görev aldı. 2007-2011yılları arasında Gaziantep Büyükşehir Beledi-

yesi Şehir Tiyatrosu’nda yönetmen ve eğitimci olarak çalıştı. Sarıyer

Belediye Tiyatrosunda genel sanat yönetmenliği yapacaktır.

Tuna ÖZTUNCA

İstanbul’da doğdu. A.Ü.İktisat Bölü-

mü’nde okudu. 1993 yılında Sarıyer Halk

Eğitimi Merkezi Tiyatro Kolu’na katıldı.

SHEM-TK’nin Gençlik ve Yetişkin Tiyat-

rosu birimlerinde görev aldı. Birçok oyun-

da, ışık ve mekân tasarımcısı, yönetmen

yardımcısı ve oyuncu olarak görev aldı.

Aynı dönemlerde Sarıyer Sanat Tiyatro-

su’nda oyuncu ve dekor tasarımcısı olarak

çalıştı. Şu an Sarıyer Belediye Tiyatrosu’nda ve Oyunbaz adlı bir

özel tiyatroda oyunculuk yapmaktadır

Çağrı UNAN

İstanbul’da doğdu. 1996 –

1998 yıllarında Sarıyer

Belediye Tiyatrosunda

tiyatro ve oyunculuk eğiti-

mi aldı. 3 yıl Adım Tiyat-

rosunda turne tiyatrosu

yaptı. Birçok sosyal so-

rumluluk projesinde, dizide, sinema filminde oyunculuk yapan Unan,

taklit yeteneğine sahiptir. Tip oyunculuğunda yetenekli olup karakter

vasıfları güçlü bir oyuncudur. Dans ve jonglörlük (üç top, dört top,

labut, unicycle) konusunda deneyim sahibidir Yaptığı şive taklitleri:

Laz, Doğulu (çok iyi), Ermeni, Trakyalı, Kayserili, Arap, Yahudi...

Kekeme tiplemelerini de yapmaktadır. Şu an Sarıyer Belediye Tiyat-

rosunda oyunculuk yapmaktadır

Mahsül YAŞA

1987’de Ankara’da doğdu.

Hacettepe Üniversitesi

İngilizce Öğretmenliği

Bölümünü bitirdi. Tiyatro-

ya Hacettepe Drama Top-

luluğunda 2004 yılında

başladı. 2011-2012 yılla-

rında Sarıyer Belediye

Tiyatrosunda oyunculuk

eğitimi ve tiyatro teorisi

dersleri almıştır. Kamera önü oyunculuğunda kendisini

geliştirmek isteyen sanatçı, birçok kısa filmde görev al-

mıştır. Şu an da Bi Takım Oyuncular ve Sarıyer Belediye

Tiyatrosunda oyunculuğa devam etmektedir.

Muhteşem ANLAR

İstanbul’da doğdu. Liseyi

Özel Boğaziçi Lisesinde, üni-

versiteyi ise Yeditepe Üniver-

sitesi Diş Hekimliği Fakülte-

sinde okumuştur. 2003 Sarıyer

Belediye Tiyatrosunda oyun-

culuk eğitimi almıştır. Burada

birçok oyunda görev almıştır.

2011-2012 sezonunda Sarıyer

Belediye Tiyatrosunda sahne-

lenen Marcel’in Kadınları adlı

oyunda hem oyunculuk hem yönetmenlik yapmıştır. Şu

an Sarıyer Belediye Tiyatrosunda oyunculuk yapmakta-

dır.

Hilal ERDOĞAN

1989 yılında İstanbul’da

doğdu. İstanbul Üniversitesi

Makine Mühendisliği bölü-

münü bitirdi. İstanbul Tek-

nik Üniversitesi İşletme

Mühendisliği yüksek lisans

öğrencisidir. Tiyatroya 1999

-2001 yılları arasında Sarı-

yer Belediye Tiyatrosu çocuk grubunda başladı. Uzun

süre ara verdikten sonra 2011 yılında yine Sarıyer Beledi-

ye Tiyatrosuna katıldı. Burada oyunculuk ve tiyatro teori-

si dersleri aldı. Oyunculuk dışında oyunların Reji bölü-

münde de görev almaktadır. Tiyatro hayatına Sarıyer

Belediye Tiyatrosunda devam etmektedir.

Ümit Bahadır KARACA

İstanbul’da doğdu. FMV Özel

Ayazağa Işık Lisesinde eğiti-

mine devam etmektedir. Ti-

yatroya şu an bulunduğu oku-

lun tiyatro kulübünde Orhan

Onur Akgülgi’in öğrencisi

olarak başlamıştır. 2011-2012

yıllarında Sarıyer Belediye

Tiyatrosunda oyunculuk ve

tiyatro teorisi dersleri almıştır. Aynı yıl Alternatif Sanat

Tiyatrosunda oyunculuk yapmıştır. 3 yıl Sim Animasyon-

da animatör olarak görev almış burada jonglörlük beceri-

lerini geliştirmiştir. Şu anda Sarıyer Belediye Tiyatrosun-

da oyunculuk yapmaktadır.

Ümit Bahadır KARACA

Page 6: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 6

“Yurtdışı Eğitim Danışmanlığı”

Semineri 11 Kasım 2012 Per-

şembe günü gerçekleştirilmiştir.

Semineri istekli 10, 11 ve 12.

sınıf öğrenci ve velileri dinle-

mişlerdir.

27-29 Kasım 2012 tarihleri ara-

sında 9. sınıf öğrencilerimize

“Sınıf Geçme Sınav Sistemi ve

Okul Başarısının Önemi” se-

mineri gerçekleştirildi.

İstanbul Üniversitesi tanıtım

gezisi son sınıf öğrencileriyle

13 Kasım 2012 Salı günü ger-

çekleştirildi.

2012-2013 Eğitim-Öğretim Yılı

"Ana-Baba Okulu" 16 Ekim

2012 Salı günü başladı ve

“Etkin Öğrenmede Ailenin Ro-

lü” konulu ikinci oturumu 27

Kasım 2012 Salı günü gerçek-

leştirildi.

03 Ekim 2012 Çarşamba gü-

nü 12. sınıf velilerine,

“Öğrenci Seçme ve Yerleş-

tirme Sınav Sistemi Süreci” konulu seminer düzenlenmiş-

tir.

Gülin ŞEKERCİ

Page 7: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 7

Tuğba ELTER REHBERLİK VE PSİKOLOJİK DANIŞMA SERVİSİ

MUTLULUK DİLEKLERİMLE...

Her bayram, yılbaşı, doğum günü, yıl dönümü vs.

özel günlerde kutlama mesajlarının değişmez te-

mennisidir “Mutluluklar dilerim.” sözleri. Peki,

ama nedir mutluluk? Nasıl mutlu olunur? Sonsuz

mudur? Kalıcı mıdır?

Biyolojik olarak mutluluk vücutta seratonin, en-

dofrin ve melatoninin salgılanması hâlidir. Bu

hormonlar, özellikle sıcak iklim insanlarının

daha çok salgıladığı hormonlardır.

Kuzeydeki ülkelerde intihar

oranlarının ekvatoral ül-

kelere göre daha fazla

olmasını bilim adam-

ları bu sebebe da-

yandırırlar. Mutlu-

luk hormonları de-

diğimiz bu hor-

monların salınımı-

nın tek sebebi, tabii

ki sadece iklim değil.

Yapılan bir bilimsel

çalışmada, mutluluk araç-

larından birinin “aklın başka

yerde olmaması” olduğu bulun-

muş. Yani eğer düşünceleriniz-

le,duygularınızla tam içinde bulunduğunuz anı

doldurabiliyorsanız daha mutlu bir insansınız de-

mektir. “Anı Yaşa” felsefesini ortaya koyanları

bilimsel deneyler de destekliyor yani. Anı yaşa-

yanlar dikkatli, mücadeleci, paylaşımcı, etkin ile-

tişimci bir tavır sergileyerek mutluluklarını yaratı-

yorlar.

Mutluluğun en bilinen anahtarlarından biri de mi-

zah. Yaşamı, olayları farklı bir açıdan görebilmek,

yaşamın içindeki gülümseten ayrıntıları yakalaya-

bilmek kimileri için doğal bir yetenek gibi. Ama

pek çok yetenek gibi mizah da geliştirilebilir bir

alan. Olayları dümdüz, oldukları gibi değil, farklı

kombinasyonlarıyla düşünebilme çabası bu yönde

bizi farklılaştırabilir.

Espri yapabilmek yaratıcılıkla, fark edilmeyeni

görmekle, yorumlayabilmekle, doğal ve içten ol-

makla yeşerir. Mizahçı bir kişilik hem kendini

hem de iletişimde bulunduğu kişileri bir çeşit virüs

gibi etkiler. Yani mizah mutluluğu bulaşıcı bir hâle

getirir.

Bize mutluluk vadeden en gözle görülür mecra ise

” Reklamlar”. Arabayla giderken, televizyon izler-

ken, radyoda, alışveriş merkezinde her yerde

reklam panolarında harika güzel-

likte kocaman gülümseyen

kadınlar erkekler, yer

aldıkları afişte görülen

arabanın, ayakkabı-

nın, yemeğin bizi

mutlu edeceğini

iddia ediyor. Et-

miyor mu? Edi-

yor. Ama ne ka-

dar? Sanırım tüke-

tim toplumuna dö-

nüşmüş bizleri, aldı-

ğımız şeylerin mutlu

etme süresi ve kalıcılığı ol-

dukça kısa.

Peki, daha kalıcı bir mutluluk nasıl sağlanır? Her-

kesin, değişik değişik kullandığı mutluluk kombi-

nasyonları olabilir. “Kariyer+Para ; Genç-

lik+Güzellik; Başarı+Şöhret” vs. gibi. Ama bence,

kendini tanıyan, seven, olduğu gibi kabul eden ve

daha iyisi olma hedefine doğru uzanabilen ve var-

lığını paylaşabileceği insanlarla bir arada olabilen

kişiler mutluluğu yakalayabilmiştir diye düşünüyo-

rum.

Ve son sözü Erich Fromm’a bırakıyorum:

“Mutluluk tanrıların bir hediyesi olmayıp insanın

içsel üretkenliğinin bir başarısıdır.”

Page 8: The PALA Kasım 2012

İdil ARAT

S A Y F A 8

Gülmek bizim için kocaman bir başlangıç

olabilecekken neden ona küçük anlamlar yük-

leyelim ki? Yoğun çalışma temposu içerisin-

de birçoğumuz gülümsemeyi, insanları

gülümsetmeyi unutuyor. Oysaki insan-

lar arasında kurulacak en sıcak ileti-

şimin bağıdır gülümsemek. Kalbi-

mizdeki sevgiyi en güzel biçimde

dışarıya vurmaktır gülümseyebil-

mek. Belki de hayatımızda üzülme-

miz için de gülmemiz için de milyon-

larca neden bulabiliriz. Seçim bize kal-

mıştır.

Biz, bizi mutlu edecek nedeni takip edersek

hayat da bize gülecektir. Gülmek bizim için

önemli olduğu kadar gülümsetmek de önem-

lidir. Gülümsetmek öyle uğraş dolu bir iş de-

ğildir aslında. En basitinden insanlara

“Günaydın!” veya “İyi akşamlar!” demek bile

onları gülümsetir çünkü onları hatırladığımızı

hissettirir.

Bazen de paylaşmak gülümsetir insanları. Bir anlık

bile olsun sahip olduğumuz bir şeyi yanımızdaki ile

paylaşırsak gözlerindeki ışıltıyı görebiliriz. Daha bir-

çok şey gülümsetmeye neden olabilecekken

büyük dünyamızda bu küçük değeri unu-

tuyoruz.

Artık insanlar birbirlerini gördükle-

rinde selam vermiyorlar veya birbirle-

rinin mutluluğundan mutluluk duymu-

yorlar. İnsan gitgide diğer insanlara

uzaklaştırıyor kendini. Gelin birlikte bu

yabancılaşmaya son verelim. Hayatın bütün

zorluklarına inat gülümsemeyi seçip kendimize kü-

çük bir oyun kuralım. Oyunumuzun iki kuralı olsun.

İlk kuralımız üzüldüğümüzde gidip en çok bizi gül-

düren şeyi yapalım. İkinci kuralımız üzüldüğümüz

her şeyi bir gün atlattığımızı kendimize hatırlatıp gü-

lümseyelim. Bu oyun bizi mutlu etmeye çalışsın.

Olayları akışına bırakmak da bir seçimdir bazen. Se-

çimlerimizle mutlu olmayı öğrenebiliriz. Biz gülmeyi

ve gülümsetmeyi seçersek hayattan çok şey kazana-

bileceğiz ve doğru seçimler yapacağız. Gülmek, bit-

meyen bir başlangıçtır...

GÜLMEK, BİTMEYEN BİR BAŞLANGIÇTIR!..

Page 9: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 9

Merhaba The PALA Okuyucuları,

Ben Çağatay Celep, Pala-Kitap bölümünün yazarıyım.

Hem benim ilginç bulduğum hem sizin ilginç bulabilece-

ğiniz kitapları inceleyip okumanızı sağlamayı kendime

bir görev ve amaç olarak edinip size ilk kitabı anlatmaya

başlıyorum. Aslında yazacağım kitap tam bir kitap değil

ama edebi bir tür sayılabilir. Hem ne zamandan beri çizgi

romanlar kitap sayılmadı ki? Ama bu öyle sıradan bildi-

ğimiz Zagor, Texas Tommiks, Muhteşem Örümcek

Adam gibi çizgi romanları değil. Ayrıca eklemek isterim

ki tarih dersinde zayıf olanlar bu kitaba dört elle sarılabi-

lir. Çünkü ansiklopedi gibi bir şey. Bahsettiğim kitap

Larry Gonick tarafından yazılıp çizilen “Evrenin Çizgi

Tarihi” adında çok güzel, eğlendirici olduğu kadar öğre-

tici olan bir çizgi roman.

Bildiğiniz gibi tarih derslerinde çoğumuz, dinliyormuş

gibi davranmaktan çekinmeyiz, ardından sınavlar yakla-

şınca o notu bul, bu notu ondan al, Aslı’da şu not var onu

fotokopi çektirin vs. peşinde koşarız. Evrenin Çizgi Tari-

hi, tarihin sıkıcılığını yok etmekle kalmayacak bu kitabı

elinizden bırakamayacaksınız.

Kendisini aşırı eğitimli karikatürcü olarak tanımlayan

Harvardlı bir matematik profesörü olan Larry Gonick, “Evrenin Çizgi Tarihi”nin ilk cildine Büyük

Patlama ile başlayıp ardından ilk canlıların ortaya çıkışı, evrim teorisi, cinsiyetin doğuşu, ilk karaya

çıkış, dinozorlar dönemi, kıtaların ayrılışı vs. gibi konuları anlatıyor. Hep bilimsel teoriler ve dinozor-

lar gibi konular anlatıyormuş bu kitap, bunun neresi tarih diyen arkadaşlarıma sabretmelerini öneriyo-

rum çünkü bu konular ele alınmadan insanlık tarihine geçmek pek doğru sayılmaz. Bu konularla da

yetinmeyen Gonick, insanlık tarihinde ilk insanlardan başlayıp ilk şehirlerin kurulduğu Sümer ülkesini

ve Orta Doğu tarihini ve en son olarak Yunan medeniyetinin tarihini ve çevresini işliyor. İlk cildin

sonunda Sokrat ve Aristo gibi felsefecilerle tanışıp Büyük İskender’le Hindistan sınırlarına kadar gi-

dip Helenistik Dönemi’ne başlıyoruz.

Eh ne de olsa tüm insanlık tarihini bir kitaba sığdırmak zor. Bunun için Larry Gonick de “Evrenin

Çizgi Tarihi”nin 2 ve 3. kitaplarını yazmış ve çizmiştir ancak bizim yavaş ve tembel Türk çevirmenle-

ri ancak 2. kitabı çevirebildiler. Onun dışında tarih dersinde zorlanan veya sadece okumayı seven ar-

kadaşlarıma Larry Gonick’in “Evrenin Çizgi Tarihi” adlı kitabını almalarını ısrarla öneririm. Başka

bir sayıda buluşana kadar hoşça kalın The PALA okuyucuları.

Çağatay CELEB

Page 10: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 0

T H E P A L A

Page 11: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 1

Deniz İNANICI / Ayşe Revna ALBULAK

Page 12: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 2

ÇALMAK YA DA ÇALMAMAK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU!..

Bu arada hatırlatayım, o yıllarda henüz Google diye bir arama motoru mevcut değil, bilgisayar ise zaten üniversitenin önemli

şahıslarının odalarında, çoğunlukla dekoratif amaçlı bulunmakta. Bu araştırmayı onlarca sözlük karıştırarak yapmıştım. İşte

bulduklarımın bazıları:

‘20. yüzyıl sözlüklerinde “plagiarism” kelimesi hatalı uygulama, yakın taklit, aşırmacılık, bir başka yazarın dilini, düşünce-

lerini veya ifadelerini izinsiz kullanmak olarak tanımlanıyor. American Heritage Dictionary of the English Language’de

(Fourth Edition) kelimenin anlamı şöyle verilmiş: ayrıcalıklı bir doktrin, sistem veya teori. Century Dictionary and Cyclope-

dia ise yukarıdaki tanıma ilave olarak sözcüğün daha çok yerme ve kötüleme amaçlı kullanıldığını yazmış: terrorism, socia-

lism, Americanism... GNU Webster's (1913) “-ism” eki için düşsel bir kuram tanımını uygun görmüş. Kimi sözlükler daha

insaflı tanımlar içerse de sonuç bu plagiarism denen şeyin bir hırsızlık, yani bir nevi suç olduğu.

1. yüzyılda Latincede yer alan plagiārius sözcüğü (kelime anlamı “adam kaçıran”) ilk olarak Romalı şair Martial tarafından

devrin bir başka şairi Fidentinus’un bir şiirinde kendi dizelerine yer vermesinden sonra ona “adam kaçıran!” diye seslenmesin-

den sonra kullanılmış. Kelime daha sonra 1601 yılında tiyatro yazarı Ben Jonson tarafından İngilizceye “edebi hırsızlık” tanı-

mıyla giriş yapmış. Kelimenin kökü “plağa” başta sandığım gibi “veba” değil, Hint-Avrupa kökenli “plak” yani “tuzak, ka-

pan, felaket getiren şey” anlamı taşıyormuş. Enteresan olan şu ki olumsuz anlamlar yüklü olan bu sözcük, ünlü İngiliz oyun

yazarı Shakespeare’in yaşamış olduğu 16. yüzyıldan, 18. yüzyıla kadar süren romantizm döneminde ünlü bir yazarın sözlerinin

daha az ünlü bir yazar tarafından taklit edilmesinin veya kullanılmasının o yazara onur bahşettiği bir hâle dönüşerek olumlu

anlamlara bürünmüş, romantik bir mit, artistik bir ilham kaynağı oluvermiş. Shakespeare’in zat-ı âlilerinin bile “The Tempest”

adlı oyununda Fransız yazar Montaigne’den alıntı pasajlar kullandığına dair söylentiler var. Hatta günümüz yazarlarından Ame-

rikalı Jonathan Lethem, Harper’s dergisinin 2007 Mayıs sayısında yayımlanmış bir edebi makalesinde “plagiarism” sözcüğüne

“etkinin esrikliği” diyerek müthiş tutkulu bir savunma getirmiş.

Bu yazıya başlamadan önce araştırmamı güncellemek adına, son yıllarda basılmış sözlüklere de (**) göz attım ve eski tanımlar-

da pek bir değişiklik olmadığını gördüm. Günümüz öğrencisinin en popüler “ödev” kaynağı Wikipedia’nın Wiktionary’si

“–ism” ile biten kelimelerin bir inanç türü, bir inanış olduğunu vurgulamış ve bu kelimelerin çok ayrıcalıklı olduğunu ekle-

miş. WordNet 3.0’da yer alan tanım ise şöyle: “Geniş bir kitle ve otoriteler tarafından kabul gören inanç türü.”

İlerleyen yıllarda plagiarism kelimesi de kelimenin anlamı da unu-

tuldu gitti belleğimde. Mesleğim nedeniyle arada sırada karşıma

çıksa da çok sınırlı bir biçimde adına değiniliyor, o kadar da önemli

bir şey değilmişçesine geçiştiriliyordu. Teknolojik devrimle birlikte

önüne sınırsız kaynaklar sunulan öğrencilerin işi kolaylaşmış, yıllar-

ca kes-yapıştır ödevler hiç sorgulanmadan kabul görmüş, açıkçası

hiçbirimizin pek de umurunda olmamış. Arada sırada içimiz sızla-

yarak kendimizi suçlu hissetmemiş değiliz tabi ama o kadar da

önemsememişiz konuyu. Ta ki okulum FMV Ayazağa Işık Lisesin-

de Uluslararası Bakalorya Diploma Programı’nın gündeme geldiği

güne kadar.

(*)Official Scrabble Players Dicitonary (International edition)1980, SOWPODS Wordlist, 1991, Chambers Dictionary 1990,

(**)English Language Word Builder, Bob Jackman, 2012, Collins Cobuild Advanced Dictionary, 2011

Sene 1991... Mevsimlerden sonbahar, aylardan teşrin-i evvel (Anlamını bilmeyen

araştırabilir.), Cambridge Üniversitesinde Royal Society of Arts diplomamı almak

için uğraşırken yaptığım çalışmalar sırasında karşıma çıkıyor “plagiarism” kelimesi

ilk kez. Ben bu kelimenin anlamını henüz bilmiyorum. Bir bakıyorum ki İngilizcede

sonu “–ism” ile biten 887 adet sözcük var(mış)(*) ve o an için “Doğal olarak bu söz-

cüklerin hepsini bilmem beklenemez.” diye düşünüp içimi ferah tutuyorum. Ama

merakımı da yenemiyorum. Nedir bu “plagiarism”? Fonetik tınısı kulağa pek bir hoş

gelen bu kelime iyi bir şey olsa gerek. O anda aklıma gelen diğer tüm iyi “–ism”ler

gibi modernism, romantism, reformism… Peki, bu “-ism” “criticism, idiotism, nar-

cism, racialism” gibi kötü bir “–ism” ise? Kelimenin kökü olan “plag” bana “plague”

yani “veba” sözcüğünü anımsatıyor. Çok çabuk yayılabilen, bulaşıcı bir hastalık.

Hemen araştırmaya girişiyorum.

Page 13: The PALA Kasım 2012

T H E P A L A

S A Y F A 1 3

Sene 2012... Mevsimlerden kış, aylardan zemherir (Anlamını bilmeyen bir kez daha araştırabi-

lir.), Uluslar Arası Bakalorya Diploma Programı Koordinatörlüğüne getirilmişim. Organizas-

yonun yönetmeliğini okuyorum. Öyle böyle bir mevzuat değil, Milli Eğitim Bakanı’nı kıskan-

dıracak türden. Sayfalar ilerledikçe karşıma bir kavram çıkıveriyor: “Academic Honesty”.

Türkçesi “Akademik Dürüstlük”. 1990’ların “plagiarism”i bir anda hortlayıveriyor. Adamlar

bu işi o kadar ciddiye alıyorlar ki Bakalorya Programı’na başvurmak için öncelikle okulun bir

akademik dürüstlük politikası olup olmadığını sorguluyorlar. Hem de ne sorgulamak. Hemen

CIS dosyalarını buluyorum, “Mutlaka vardır bir politikamız.” umuduna güvenerek. Olmadığını

görüyorum. Paçalarım tutuşuyor tabi.

“Bakalorya sağ olsun. Onlar olmasaydı biz bu konudan hâlâ bî-haber mi yaşayacaktık, ka-

yıtsız kalmaya devam mı edecektik?” düşünceleri içerisinde derhal bir komite oluşturulmasını

sağlıyorum ve akademik dürüstlük gündemini oluşturuyorum. Aylarca görüşüyoruz, konuşuyoruz,

tartışıyoruz. İşin içinden çıkamadığımız anlar oluyor, yeniden toplanıyoruz. Aman bir yerde hata

yapmayalım, sakın bir noktayı atlamayalım; öğrenciye, veliye bu konuyu doğru aktaralım, ina-

nılmasını sağlayalım diyerek, okul müdürümüzden idarecisine, branş öğretmenlerinden kü-

tüphane görevlisine kadar hepimiz bu konu üzerinde çalışıyoruz. Hele ben kendimi o kadar

kaptırıyorum ki farkında olmadan bir öğretmen arkadaşımın kalbini kırmaya ka-

dar vardırıyorum işi. Derken aylar geçiyor ve sonunda elle tutulur, gözle görülür

bir akademik dürüstlük politikamız doğuyor.

Politikayı yazmak işin en kolay kısmıydı belki de. Asıl mesele uygulanma-

sı. “Fikri mülkiyet” veya “telif hakkı ihlali” kavramları yasal bağlamda

yer alsa da okul ortamında geçerliliği yok, yaptırım ise çok az. Mantık

çerçevesinde düşününce birisi cüzdanınızı çaldığında paranız gidi-

yor ama kelimelerinizi veya fikirlerinizi çaldığında siz elle tutulur

bir şey kaybetmiş olmuyorsunuz. Öyleyse geriye tutulacak tek dal

olarak “ahlak”’ kalıyor. Kendine ait olmayan bir bilgiyi kaynak belirtmeden kendininmiş gibi

göstermenin ahlaksız bir davranış, bir hırsızlık, bir yalan olduğunun kafalara iyice sokulması

gerekiyor. En korkunç “plagirism” örnekleri olarak gördüğüm genetikle oynamanın ve hayvan

klonlamanın her geçen gün biraz daha yaygınlaştığı ve kabul gördüğü dünyamızda akademik

dürüstlüğü nasıl kotaracağız bilemiyorum. Öğrencinin bilgi hırsızlığı karşısında kırık notla ce-

zalandırılmasındansa orijinal fikirleri, özgün yorumlarından dolayı ödüllendirilerek bu konuya

olumlu yaklaşımlar getirilmesi en doğrusu diye düşünüyorum. Ne “Urkund” ne “Copyscape” ne de “Pictureshark” bu ahlakı

ortaya koyabilir. Elektronik filtrelerle dürüstlüğü sağlamak yerine, çalışmaların dürüstlüğünü önce yüreklerin filtresinden

geçirmeli. Kısacası akademik dürüstlük biz öğretmenlerin misyonu, bize çok iş düşüyor.

Harama uzanan ellerin kesildiği Suudi Arabistan’da acaba durum ne? Yaptığım kısa bir araştırma sonucunda enteresan bilgilerle

karşılaşıyorum. İşte bunlardan bir tanesi: King Abdulla Üniversitesi Fen ve Teknoloji Bölümünde okuyan Nathan adlı bir öğren-

ci kendi çekmiş olduğu fotoğrafların ülkenin Al Yaum gazetesinde izinsiz yayımlanmış olması nedeniyle önce bir isyan bayrağı,

sonra da söz konusu gazeteciye karşı 250.000 Suudi Arabistan Riyali tutarında tazminat davası açmış. Öğrencinin çaldığı değil,

öğrenciden çalınan bir durumun söz konusu olduğu bu olayın nasıl sonuçlanacağı merak konusu.

Bugün Google arama motorunda “p-l-a-g” harflerini yazdıktan sonra ikinci önem sırasında yer alıyor “plagiarism”. İlk sırada ise

benim vaktiyle anlam akrabalığından şüphe ettiğim “plague” kelimesi var. Türkçeye tam ve doğru olarak çevrilemediğinden

yazımda ısrarla İngilizcesini kullandığım bu kavramı, veba kadar olmasa

da ona yakın oranda ‘terminal’, yani öldürücü bir hastalık olarak algıla-

yabiliriz.

ABD’li oyun yazarı Wilson Mizner şöyle demiş: "Eğer bir yazardan alın-

tı yapıyorsanız bu “plagiarism”dir. İki yazardan alıntı yaptığınızda ise

bunun adı araştırma olur.”(***) Wilson’ın esprili yaklaşımını iyi yorum-

lamak gerek. 80’lerin çocuğu olarak yazımı o yılların en popüler grafiti-

lerinden esinlenerek (bakın, kaynak belirtiyorum)

diye bitirmek istiyorum. Jenny CHAVUSH

IB Koordinatörü

(***)2006 Jack Lynch, Colonial Williamsburg dergisinde yayımlanan makalesinden.

Page 14: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 4

10 Kasım Atatürk'ü Anma Etkinlikleri kapsamında "Atatürk Şiirle-

ri ve Müzik Dinletisi" adıyla, 16.11.2012 tarihinde öğrencilerimiz

program hazırlamışlardır. Kadir Berat Yıldırım ve Ekin Gökalp'in

piyano ile eşlik ettiği programda Oğuz Öğrenci ve Kadir Alp Karakimseliler Atatürk'ü şiir okuyarak

anmışlardır. Etkinliğin sonunda ise müzik öğretmeni Çiğdem Kutluğ'un çaldığı viyola eşliğinde öğren-

cimiz Ecem Develi "Yemen Türküsü"nü seslendirmiştir. Mizan ÖZGÜR

16.11.2012 tarihinde Atatürk’ü anma haftası etkinlikleri çerçe-

vesinde Edebiyat Sosyal Dersler Bölümünün organize ettiği ve

11. sınıfların katıldığı “Dolmabahçe’den Anıtkabir’e” konulu

bir sunum-söyleşi gerçekleştirildi. Sayın Necmettin ÖZÇE-

LİK’in sunduğu etkinlikte Sayın ÖZÇELİK, Atatürk’ün Dol-

mabahçe’den Etnografya Müzesi’ne oradan da Anıtkabir’e ge-

çişini saat saat, dakika dakika hatta salisesi salisesine varınca-

ya kadar fotoğraflarıyla anlattı. Fotoğrafların detaylarıyla bir-

likte ÖZÇELİK’in eklediği bilgiler bu sürecin en iyi şekilde

anlaşılmasını sağladı. Sunumun sonunda Aşık Veysel’in Ata-

türk için söylediği ağıdının dinlenmesi salona duygulu anlar

yaşattı. Sayın Necmettin ÖZÇELİK’e bize bu anları yaşattığı

için teşekkür ediyoruz. Zafer YAZ

Page 15: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 5

T H E P A L A

31. Ertuğrulgazi’yi Anma ve Yörük Şenlikleri çerçevesinde 7.si

düzenlenen Osmanlının Kuruluşu ve Ertuğrulgazi konulu ortaöğ-

retim öğrencilerine yönelik 81 ilde düzenlenen ve 27.08.2012

tarihinde gerçekleştirilen “Osmanlının Cihan Hâkimiyeti Mefku-

resi” konulu kompozisyon yarışmasına katılan 10 D sınıfı öğren-

cisi İdil ARAT Türkiye üçüncüsü olmuştur. Edebiyat Sosyal

Dersler Bölümü olarak katıldığımız kompozisyon yarışmasının

ödül töreni 08.09.2012 tarihinde Söğüt’te gerçekleştirildi.

İsmail Güven İNAN

The PALA, Müdürümüz Sayın Ömer Orhan Bey’le

bir araya gelerek oldukça anlamlı ve verimli bir top-

lantı gerçekleştirdi. Ömer Bey, “The PALA”nın artık

okulla özdeşleştiğini ve yapılan çalışmaları destekle-

diğini kaydetti. Sonra da ekip üyelerine The PA-

LA’da yazdıkları köşeyi ve ekipteki görevlerini tek

tek sorarak bilgi aldı. Ekibe deneyimlerini aktaran

Ömer Bey, bundan sonraki süreçte “The PALA”nın

çok daha iyi yerlere geleceğine olan inancını paylaştı.

Bu vesileyle Sayın Ömer Bey’e The PALA ekibi ola-

rak teşekkür ediyoruz. Zafer YAZ

Bu eğitim-öğretim yılının başında yenilenmiş olan biyoloji laboratuvarımızda

biyoloji derslerinin bir bölümünü ve deneylerimizi gerçekleştirmekteyiz. Dönem

başlarında her düzeyin müfredatına göre planlamış olduğumuz deneylerimizi

zamanı geldiğinde sınıflarımızı laboratuvara alarak yapmaktayız. Deneylerimizi

ikişer kişilik gruplar hâlinde hazırlayarak öğrencilerimizin yaparak öğrenmeleri-

ni sağlamaktayız. İnsanlar duyduklarını unutur, gördüklerini hatırlar ve yaptıkla-

rını bilirler. Dolayısıyla mümkün olduğunca derslerimizi uygulamalı olarak ya-

parak öğrenme düzeyini artırmaya çalışmaktayız. Kazım ERGENÇ

Page 16: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 6

Canberk TAŞKIN

Page 17: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 7

Zafer YAZ

Page 18: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 8

Önce iyi insan yetiştirmek ilkesinden hareketle öğrencileri topluma kazandırmayı hedefleyen

kurumumuzda istekli öğrencilerimizin katılımıyla kurulan Münazara Kulübü, özgüveni yük-

sek, çağdaş, kendini toplum önünde doğru şekilde ifade edebilen geleceğin liderlerini yaratma

amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalar sırasında öğrencilerimiz kişisel birikim

ve tecrübelerini doğru ifadeler, düzgün sözcük ve cümle kullanımları ile pekiştirmeye çalışı-

yoruz, böylece kurumumuz açısından hedeflenen öğrenci profili oluşturulmaktadır.

FMV Özel Ayazağa Işık Lisesi Münazara Kulübü olarak temel hedefimiz, geleceğin liderleri-

ni yaratabilmektir. Bunu yaparken de onlara çok yönlü düşünme kabiliyeti, kararlılık ve ikna

yeteneği kazandırmak temel amacımızdır.

03-04 Kasım 2012 tarihlerinde Özel Okullar Birliği Derneğinin hazırlamış olduğu ve bu sene

4’üncüsü Darüşşafaka Lisesinde gerçekleştirilen “Türkiye Münazara Ligi”ne Münazara Kulü-

bü öğrencilerimiz katılmış, 26 okul arasında ilk 10’da yer almayı başarmıştır. Kulüp olarak

ana hedefimiz geleceğin liderlerini yetiştirmek ise biz de insanlara kendini dinletebilen, kabul

edilebilir argümanlarla sorunları çözebilen, okuyan, düşünmekten ve tartışmaktan korkmayan,

karşısındakini dinlemeyi ve söylenenleri önemseyen liderlerin, bu okul sıralarında yetişebile-

ceğine inanıyoruz. Bizlere bu inancı yaşatan ve birer münazara gönüllüsü olan tüm kulüp öğ-

rencilerimize de teşekkür ediyoruz. Şenay ÖNAL

30.11.2012 tarihinde Edebiyat Sosyal Dersler Bölümü-

nün geleneksel olarak düzenlediği düzeyler arası müna-

zaranın ilki 11. sınıflar arasında yapıldı. Münazaranın

tartışma konusu “Memurlar amirlerini kendilerini seç-

melidir.” idi. Münazarayı “Memurlar amirlerini kendi-

leri seçmemelidir.” antitezini savunan muhalefet kazan-

dı. Münazarada yer alan öğrencilerimiz Sena YURTUT-

MUŞ, Uğur KOÇ, Ali Emre AK, Kerim SERTTÜRK,

Bircem ÖZEKİCİ, Yağmur TAŞDEMİROĞLU’na te-

şekkür ederiz. Zafer YAZ

Page 19: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 1 9

Ayazağa Kampüsü Tenis Kortu’nun faaliyete geçmesiyle ilki 2011 yılında düzenle-

nen “Lise Sınıfları Arası Tenis Turnuvası” 12 katılımcıyla gerçekleşmişti. 2012-

2013 eğitim-öğretim yılında ikincisi düzenlenen ve 11.10.2012-13.11.2012 tarih-

lerinde 22 öğrencinin katılımı ile gerçekleşen “Lise Sınıflar Arası Tenis Turnu-

vası”nda M. Engin SEZERLİ şampiyon oldu. Geçen yıl da olduğu gibi Mert

ERKANGİL ile final maçını yapan SEZERLİ 3,5 saat süren şampiyonluk

maçı sonunda gülen taraf oldu. Böylelikle SEZERLİ 2. kez turnuva şam-

piyonu oldu. İki turnuvada da şampiyon olan öğrencimizi kutluyoruz.

Hatice BOZKURT

FİNAL SKORU: 1. SET: Engin SEZERLİ (6-7) Mert ERKANGİL

2. SET: Engin SEZERLİ (6-3) Mert ERKANGİL

3. SET: Engin SEZERLİ (6-1) Mert ERKANGİL

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlama Törenlerinde görev alan öğrencilerimize Okul Müdürümüz Sayın Ömer OR-

HAN Bey, katkıları için teşekkür belgesi verdi. Zeynep GÜNAY ÖZDEMİR

Atatürk haftası boyunca öğrencilerimiz Atatürk

ile ilgili birçok etkinlik ve söyleşi yapmışlardır.

“Cumhuriyet ve Atatürk “ adlı karma düzeyler-

den oluşan bir sergi, Atatürk‘ün sevdiği şiirler ve

şarkılardan oluşan bir dinleti hazırlanmıştır. 10

Kasım 2012 Cumartesi günü ilköğretim ve Lise

öğrencileri bir araya gelerek, günün anlam ve

önemine yönelik bir gösteri hazırlamışlardır.

Velilerimizin çok büyük ilgi gösterdiği tören

dakikalarca alkışlanmıştır. Zeynep GÜNAY

ÖZDEMİR

Page 20: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 2 0

Coğrafya kulüplerinin kurulacağı haberini geçen yıl Coğrafya

öğretmenimiz Pelin Hanım’dan almıştık. Coğrafyaya olan ilgim

beni kulüp üyesi olmaya kadar yöneltti. Kulübü tercih eden ar-

kadaşlarımın sayısı azımsanmayacak kadar çoktu. İlk gezimiz

olan “Cumhuriyet Gezisi: İstanbul Boğazı” için hazırlıklarımıza

çok önceden başlamıştık. İşte ilk gezimize hazırdık.

20.10.2012 Cumartesi sabahı 08.30’da okulda toplandıktan son-

raki ilk durağımız Haliç’in üstüne kurulmuş ünlü tepe Pierre

Loti’ydi. Okulumuzun emekli müdürlerinden Faruk Özbakan,

Cengiz Ülkerdoğan, Necmi Dalman ve biz Ayazağa Işık Lisesi

Coğrafya Kulübü, Nişantaşı ve Erenköy Işık Liseleri

Coğrafya Kulüpleri, Pierre Loti’de buluştuk.

Önceden hazırlanmış kumanyalarımızı

manzara eşliğinde yiyip Haliç’i daha iyi

tanımaya başladık. Faruk Hoca, önce-

likle coğrafi bakış açısıyla dünyayı

incelemekten ve bizlere soru sora-

rak coğrafya yardımıyla dünyayı

tanımamız gerektiğinden bahset-

ti.

“Yeditepe İstanbul” lafını hepi-

miz duymuşuzdur. Peki, nedir bu

Yeditepe? Eskiden İstanbul sade-

ce bu Yeditepe’nin içinde kuruluy-

muş, yani şimdiki tarihi yarımada

dediğimiz bölge tamamıyla surlarla

çevriliymiş. Bunlar: Sarayburnu tepesi,

Nuruosmaniye Tepesi, Beyazıt Tepesi,

Fatih Tepesi, Sultan Selim Tepesi, Edirne-

kapı Tepesi ve Davutpaşa Tepesi’dir.

Haliç; sanayi, ticaret, liman konusunda bu kentte ku-

rulmuş her imparatorluk ve ülke için önemli olmuştur. Fatih

Sultan Mehmet de Haliç’i önemsediği için bu konu hakkında bir

yasa bile koymuştur. Bu yasa ile Haliç’in içerisine sanayi tesisi

kurmak yasaklanır. İleriki yıllarda sadece seramik fabrikası ku-

rulur. Osmanlının ilk elektrik santrali de burada kurulmuştur.

İspanya’dan kovulan Yahudilerin ilk yerleşim yeri olan Balat’ı

içinde barındırır. Osmanlı Devleti’nin gücünün azaldığı zaman-

larda Haliç temiz tutulamamaya başlanır. Saray, bankerlerden

borç alır ve Haliç’i bir nevi onlara bırakırlar. Ancak 1980’li

yıllarda Haliç ciddi anlamda temizlenir, yeşil alanlar çoğaltılır

ve Haliç’te balık tutulmaya başlanır.

Balat tarafında bir sürü eski yapı gözümüze çarptı. En

ilgi çekici olanı kiremit rengindeki Rum Ortodoks Pat-

rikhanesi’ydi. Teknede giderken Faruk Hoca sağlı sollu

yapıları, yerleri bize açıkladı. Kiliseler, camiler ve bir-

çok eski yapıyı uzaktan gördük. Sırasıyla Unkapanı ve

Galata Köprüsü’nün altından geçtik. Yapım aşamasında

olan metro için yapılan köprünün iki ayağını gördük.

Galata köprüsünden geçtikten sonra sol tarafta Karaköy

sağda ise Topkapı Sarayı kaldı. Tuğba Hoca bize Topka-

pı Sarayı’nın tarihini kısaca açıkladı. Fatih Sultan Meh-

met Dönemi’nde önce Sırça Köşk yapılmış. Tek katlı

köşklerden oluşmakta olan Topkapı Sarayı’na harem

III. Murat Dönemi’nde taşınmış. Tarihi yarı-

madanın bitimiyle, Boğaz’a çıktık. Kara-

köy, Tophane, Kabataş derken Dolma-

bahçe’ye vardık. Dolmabahçe Sarayı

hakkındaki bilgileri yine tarih ho-

camız Tuğba Hoca’dan dinledik.

I. Abdülmecid tarafından borç-

larla yaptırılan sarayı Balyan

ailesi yapmıştır. Tekneyle Bo-

ğaz’da ilerlerken İstanbul’un

siluetinin ne kadar değişmiş

olduğunu fark ettim. Gökdelen-

ler, büyük oteller, çarpık yerleş-

me derken güzelim İstanbul’u

beton yığını hâline getirmeye

başladığımızı gördüm. Bazılarının

gösteriş uğruna tarihi yok saydıkları-

nı, yok ettiklerini anladım. Asıl koru-

mamız, sevmemiz gerekenleri bir kenara

itip yeni şeyler aramamızı, diğer büyük şehir-

lere ayak uydurmak için üzerinde derinlemesine

düşünülmeden, rant getirecek şekilde yapılaşmanın hiç-

bir şehre değişmeyeceğimiz bu şehri nasıl etkilediğini

gördüm. Dünyanın hiçbir şehrinde olmayan, Asya ile

Avrupa’yı birbirine bağlayan İstanbul Boğazı’nın çeşitli

nedenlerden (Karadeniz’e boşalan büyük akarsular -

Tuna, Don vb.- akaryakıt sızması, kanalizasyon atıkları-

nın arıtılmadan denize verilmesi...) kirlenmesi beni en

çok düşündüren şeylerden biri oldu. Yüzyıllardan beri

her uygarlığın, imparatorluğun veya ülkenin sahip olmak

istediği şehre sahipken bu şehre, İstanbul’a, nasıl bu

kadar kötü davrandık, hiç bilmiyorum.

Page 21: The PALA Kasım 2012

T H E P A L A

S A Y F A 2 1

Tekneyle Karadeniz’e doğru ilerledikçe hava soğumaya başladı.

Anadolu Kavağı’na inmemiz 13.30’u bulmuştu. Anadolu Kavağı,

sanki İstanbul’un dışında olan bir kasaba gibi. Bir sürü teknenin,

eski evin ve balıkçının bulunduğu sevimli bir kasaba. Yoros Kale-

si’ne çıkarken sağlı sollu küçük bahçeli evlerin yanından geçtik.

Bir sürü kedi ve köpeğe rastladık. Burada yaşayan insanların so-

kak hayvanlarına karşı sevgi dolu davrandığını da fark ettik. Yo-

ros Kalesi tepede olduğu için kaleye çıkmamız biraz vakit aldı.

Kale’ye yaklaştıkça etrafta bir sürü ağaç çeşidi gördük. Birbirin-

den ilginç görünümlü bir sürü ağaç, orman... Yoros Kalesi’ne

çıktığımızda hava daha da soğudu, rüzgâr arttı. Kalenin iç tarafın-

da sadece birkaç dakika kalabildik. Dış tarafına çıktığımızda Ka-

radeniz ile Boğaz’ı aynı anda görebiliyorduk. Faruk Hoca, Kara-

deniz ve Marmara Denizi ile ilgili bilgiler verdi. İstanbul Boğazı

çok eski çağlarda bir akarsu vadisiymiş. Buzul Çağı’nın bitmesiy-

le Akdeniz’in suları yükselir ve zamanında tatlı su gölü olan Ka-

radeniz ile birleşir. Marmara da İstanbul Boğazı’yla, bu sayede

Karadeniz ile birleşir. Karadeniz’in suyu tatlı olduğu için, tuzlu su

ile birleşince bu su yükselmeye başlar böylece Marmara Denizi

ile Karadeniz arasında yükselti farkı oluşur. Boğaz’ın akıntı siste-

minde, yoğunluk bakımından Karadeniz daha az yoğun olduğu

için üstten, Marmara Denizi ise daha sıcak olduğundan alttan iler-

ler. İstanbul’un kuzeyinde Karadeniz iklimi görülür, bitki çeşitli-

liği fazladır ancak güneye gidildikçe Karadeniz ikliminin etkisi

azalır. İklim, Akdeniz iklimine döner. Bu sebeple, İstanbul iklim

olarak tam bir geçiş iklimi bölgesidir. Faruk Hoca’yı dinleyerek

etrafa baktıktan sonra aşağıya indik. Yemeklerimizi yedikten son-

ra Anadolu Kavağı’ndan ayrılma vakti gelmişti. Tekneye bindik-

ten bir süre sonra şiddetli bir şekilde yağmur başladı. Dalgalar

arttı. Bir süre sonra, kuzeyden güneye gittikçe, hava birden açıldı.

Etrafı izleye izleye tekne önce Kanlıca’da ardından Üsküdar’da

ve Kabataş’ta durdu. Gezimizin sonu artık gelmişti. Tekneden

indiğim zaman hissettiğim duygu, eksik kalan bir şeyin olduğuy-

du. Düşündüğümde anladım ki bu gezi sadece bir başlangıçtı.

Yetti mi, asla. Bu öğrenme, görme veya keşfetme hissi İstanbul,

Türkiye veya tüm dünya için. Başka bir gözle etrafı görmek...

Sadece bakarak değil, tüm gerçekliği ile irdeleyerek görmek...

İnsan gerçekten bir şeyi sevdiğinde, öğrendikçe daha da öğren-

mek istiyor. Elbette geride öğrenmek istediğimiz birçok şey kala-

cak veya öğrendiklerini öğretme, paylaşma isteği olacak. Bildikle-

rini ve gerçekten tutkuyla bağlı olduğun gerçekleri başkalarına

anlatmak ve onları da aynı hisler içinde görmek. Sanırım bu gezi-

yi düzenleyen hocalarımız da aynı bu hisler içindeydi. Bu gezi

sayesinde yepyeni bir “farkındalık” yaratan öğretmenlerimize ve

İstanbul’umuza teşekkür ediyorum. Gezdikçe gezmek, gördükçe

anlatmak, paylaşmak, okumak ve daha fazlasını öğrenmek ve hep

bu döngü içinde kalmak umuduyla…

Başak Nisan DURAN

Page 22: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 2 2

T H E P A L A

Okuduğumuz Kitapları Paylaşıyoruz: “Brave New World: Ce-

sur Yeni Dünya” Söyleşisi

Okul kütüphanemizde gerçekleştirilen “Kitap Söyleşileri”

etkinliğinin bu ayki ilk konuşmacısı, 12 A sınıfı öğrencisi

Mert Ürkmez olmuştur. Öğrencimiz, gerçekleştirdiği etkili

ve verimli söyleşisinde yazar Aldous Huxley’e ait “Brave

New World: Cesur Yeni Dünya” adlı romanı okurlarla pay-

laşmıştır.

Aldous Huxley’in kurgu dünyasında insanlar, “Alfalar, Betalar, Gamalar,

Epsilonlar” şeklinde sınıflandırılarak kuluçka makinelerinde üretilmekte-

dir. Alfalar, en üstün sınıf olmanın gururunu taşırken Epsilonlar hiçbir

zaman en alt sınıf olduklarını ve en ağır işlere mahkûm edildiklerini anla-

mayacaklardır. Çünkü Cesur Yeni Dünya yaklaşımında her şey toplumsal

istikrarın temel güvencesi olan şartlandırma, hipnopedya (uykuda eği-

tim) ile başlamaktadır. Hipnopedya sayesinde herkes mutludur, herkes çalışır ve herkes eğlenir. Herkes herkes

için vardır.

Aslında tanımlanan dünya bir ütopya olarak da gözükebilir fakat ironik bir ütopya; zira insanlık sağlıklı, teknolojik

açıdan gelişmiş, savaşlar ve yoksulluk yok edilmiştir. Tüm ırkların eşit olduğu ve herkesin mutlak olarak mutlu

olduğu bir dünya vardır. Fakat ironik biçimde, tüm bu gelişmeler birey için çok önemli olan birçok değerin yok

edilmesi, kaldırılması ile başarılmıştır; aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat, din ve felsefe artık yoktur. Ayrıca

toplum hazcı bir topluma dönüşmüştür.

Page 23: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 2 3

Yalçın YALÇINKAYA

Okuduğumuz Kitapları Paylaşıyoruz: “Ölüm Bir Varmış Bir

Yokmuş” Söyleşisi

José Saramago, “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı roma-

nıyla bir gecede insanlığa ölümsüzlüğü armağan eden ölü-

mü konu ediniyor. Ölümsüzlük sevinci sonsuz yaşlılık yü-

zünden yerini giderek çekilmez olan kâbusa bırakırken,

ölüm güzel bir kadın olarak insanların içine yeniden iner ve

bir viyolonselciye âşık olur... Bu değerli kitap, 10 D sınıfı

öğrencimiz Rengin J. Kolçak tarafından diğer okurlarla

paylaşılmıştır.

Adı bilinmeyen bir ülkede, dünya kuruldu kurulalı görülmemiş bir olay

gerçekleşir: Ölüm, o güne kadar yerine getirdiği görevinden vazgeçer,

hiç kimse ölmez olur. Bir anda ülkeye dalga dalga yayılan sevinç çok

geçmeden yerini hayal kırıklığı ve kaosa bırakır. İnsanların ölmemesi za-

manın durduğu anlamına gelmemektedir, ezeli bir yaşlılıktır artık onları bekleyen. Hükümetten kiliseye, sağlık

kurumlarından ailelere, şirketlerden mafyaya kadar herkes ölümün ortadan kalkmasının getirdiği sonuçlarla mü-

cadele etmek zorundadır. Ancak ölüm, beklenmedik bir kimlikle ve umulmadık duygularla geri döner insanların

arasına. Ölüm ve ölümsüzlük karşısında insanın şaşkınlığını, çelişkili tepkilerini ve ahlaki çöküşünü, edebi, top-

lumsal ve felsefi anlamda derinlikli bir biçimde işleyen José Saramago, geçici olanla ebedi olanı birbirinden ayıran

kısa mesafenin meseli sayılacak Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’u, başladığı gibi bitiriyor: Ertesi gün hiç kimse öl-

medi…

Page 24: The PALA Kasım 2012

S A Y F A 2 4