21
VIRGINIA WOOLF • Bir Yazarın Güncesi

VIRGINIA WOOLF • Bir Yazarın Güncesi...VIRGINIA WOOLF 25 Ocak 1882’de Londra’da doğdu. Roman türüne yaptığı özgün katkılarla edebiyat tarihine adını yazdırdı

  • Upload
    others

  • View
    5

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

VIRGINIA WOOLF • Bir Yazarın Güncesi

Oğlak Yayınları, 1995 (1 baskı)

A Writer’s Diary

İletişim Yayınları 1330 • Çağdaş Dünya Edebiyatı 204ISBN-13: 978-975-05-0610-9© 2008 İletişim Yayıncılık A. Ş.1-4. BASKI 2008-2013, İstanbul5. BASKI 2015, İstanbul

EDİTÖR Belce ÖztunaDİZİ KAPAK TASARIMI Ümit KıvançKAPAK Suat AysuUYGULAMA Hüsnü AbbasDÜZELTİ Defne İpekBASKI ve CİLT Sena Ofset · SERTİFİKA NO. 12064

Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 38 46

İletişim Yayınları · SERTİFİKA NO. 10721

Binbirdirek Meydanı Sokak, İletişim Han 3, Fatih 34122 İstanbulTel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr

VIRGINIA WOOLF

Bir YazarınGüncesi

A Writer’s Diary

ÇEVİREN Fatih Özgüven

i l e t i ş i m

VIRGINIA WOOLF 25 Ocak 1882’de Londra’da doğdu. Roman türüne yaptığı özgünkatkılarla edebiyat tarihine adını yazdırdı. Aynı zamanda döneminin en önemlieleştirmenlerinden biri olarak kabul edilir. 1925’te yayımlanan Mrs. Dalloway ünlüyazarın adıyla birlikte anılacak “bilinç akışı” tekniğinin en başarılı örneğidir. Virgi-nia Woolf, 28 Mart 1941’de içine düştüğü ruhsal bir bunalım sonrasında evlerininyakınlarındaki bir nehre atlayarak intihar etti. İletişim Yayınları yazarın 20. yüzyılınen iyi romanları arasında yer alan Mrs. Dalloway (Hogarth Press, Londra, 1925; İle-tişim, 1999), Deniz Feneri (Hogarth Press, Londra, 1927; İletişim, 2000), Orlando(Hogarth Press, Londra, 1928; İletişim, 2000), Jacob’un Odası (Hogarth Press,Londra, 1922; İletişim, 2001), Dalgalar (Hogarth Press, Londra, 1931; İletişim,2001), Flush (Hogarth Press, Londra, 1933; İletişim, 2001), Kendine Ait Bir Oda(Hogarth Press, Londra, 1929; İletişim, 2002), Perde Arası (Hogarth Press, Londra,1941; İletişim, 2004), Yıllar (Hogarth Press, Londra, 1937; İletişim, 2004), Gece veGündüz (Duckworth, Londra, 1919; İletişim, 2005), Dışa Yolculuk (Hogarth Press,Londra, 1915; İletişim, 2008), Bir Yazarın Güncesi (Hogarth Press, Londra, 1953;İletişim, 2008), Üç Gine (Duckworth, Londra, 1938; İletişim, 2010) ve Granit veGökkuşağı (Hogarth Press, Londra, 1958; İletişim, 2010), adlı kitaplarını “TopluEserleri” başlığı altında yayımlıyor.

‹ ç indek i le r

Önsöz / LEONARD WOOLF ..............................................7

Çevirmenin Notu / FATİH ÖZGÜVEN............11

1918 ...........................................................................................15

1919 ...........................................................................................22

1920 ...........................................................................................40

1921 ...........................................................................................49

1922 ...........................................................................................64

1923 ...........................................................................................79

1924 ...........................................................................................88

1925 ...........................................................................................98

1926 ........................................................................................114

1927 ........................................................................................134

1928 ........................................................................................153

1929 ........................................................................................174

1930 ........................................................................................186

1931 ........................................................................................201

1932 ........................................................................................215

1933 ........................................................................................231

1934 ........................................................................................256

1935 ........................................................................................279

1936 ........................................................................................308

1937 ........................................................................................322

1938 ........................................................................................337

1939 ........................................................................................362

1940 ........................................................................................377

1941 ........................................................................................419

ÖnsözLEONARD WOOLF

Virginia Woolf düzenli olarak günce yazmaya 1915’te başladı.Bunu 1941’e kadar sürdürdü, son günce yazısını ölümündendört gün önce yazdı. Her gün düzenli olarak yazmadı. Bazengünler boyu art arda, genellikle ise birkaç gün arayla yazardı,sonra birkaç haftalık bir ara verirdi. Ama güncesi 27 yıl boyun-ca neler yaptığı, kimleri gördüğü, özellikle de bu insanlar hak-kında, kendisi hakkında, yazdığı ya da yazmayı umut ettiği ki-taplar hakkında neler düşündüğü konusunda kesintisiz denebi-lecek bir kayıt defteri niteliğindedir. Güncesini boş kâğıtlara ya-zardı (8 1/4’e 10 1/2 inç yani teknik tabiriyle büyük mektup kâğı-dı.) Önceleri kâğıtlar bu iş için kullanılan halkalarla tutturulur-du, ama ileriki tarihli güncelerin çoğu ciltlenmiştir. Güncelerinyazılı olduğu kâğıtları matbaadan arta kalan kâğıtlarla ciltlerdik.Güncelerin çoğu yayınevimiz The Hogarth Press’te şiir kitapları-nın ciltlerinde kullandığımız, onun çok sevdiği renkli, desenliİtalyan kâğıtlarıyla kaplıdır. Yazacağı kâğıtları alır, onun kullanı-mına hazır olacak biçimde ciltlerdik, günceleri gibi romanlarınıda bu çeşit defterlere yazmıştır. Öldüğünde, ardında kendi el ya-zısıyla doldurulmuş böyle 26 defter bırakmıştır.

Günce, içinde adı geçen insanlar nedeniyle onun sağlığındayayımlanamayacak kadar özeldi. Kanımca, hemen her örnek-

7

te, günce ya da mektupları bölüm bölüm yayımlamak bir ha-tadır, özellikle de yayımlanmayan parçalar yaşayan kişilerinduygularını ya da şöhretlerini incitmemek kaygısıyla çıkarılı-yorsa. Yayımlanmayan parçalar hemen her zaman günce ya damektup yazarının gerçek karakterini çarpıtır ya da gizler veAkademi üyesi yazarların kendilerini sundukları gibi, kırışık-lıkları, sivilceleri, çizgileri ve pürüzleri gizlenmiş ulvi bir res-min ortaya çıkmasına yol açarlar. En iyi durumda, hatta hiçkesintisiz olsalar bile, günceler yazar hakkında çarpıtılmış vetek yanlı bir resim sunarlar, çünkü güncesinin bir yerlerindeVirgina Woolf’un kendisinin de belirttiği gibi, insan alışkan-lıkla sadece belli bir ruh durumunu –diyelim ki, kızgınlık yada yoğun mutsuzluk– kaydeder ve tersi duygular içindeykengüncesine bir şey yazmaz. Portre, demek ki, daha başından tekyanlıdır ve başka biri de kalkar başka bir özelliği ortadan kal-dırırsa, bir karikatür olur çıkar.

Gene de bu elinizde tuttuğunuz kitap Virgina Woolf’un gün-celerinden seçilmiş parçalardan oluşmuştur. O da kısmen, bü-tün günce yazanlar gibi, yaptıklarını ve insanlar, hayat ve evrenhakkında düşündüklerini yazmak amacıyla günce tutmuştu.Ama güncesini bir yazar ve sanatçı olarak çok kişisel bir biçim-de de kullanmıştı. Onlarda, yazmakta olduğu ya da gelecekteyazmaya niyetlendiği kitaplar hakkında kendi kendisiyle söy-leşmiştir. Onlarda, romanlarının her birini tasarlarken, yazar-ken ya da gözden geçirirken olay örgüsü ya da biçim, romankişisi ya da serim gibi günbegün karşısına çıkan problemleritartışır. Uzgörü sahibi hiçbir kimsenin çağdaş bir yazarın ede-biyat tarihindeki yerinin ne olacağını kesinkes tahmin etmeye-ceği düşünülürse, onun da romanları ve sanatçı olarak konu-mu tartışma konusu edilmiştir. Bazı eleştirmenler ve incelikleredaha az vâkıf kimi okurlar son dönem romanlarından rahatsızolmuşlardır. Ama gerçek bir sanatçı olduğunu hiç kimse inkâretmemiş ve Profesör Bernard Blackstone gibi, birçok kişi deonun “büyük bir sanatçı olduğu”, “başka hiç kimsenin yapma-ya cesaret edemediği şeyleri olağanüstü yetkin bir biçimde yap-tığı,” ve onun dünyasının “kristalin koca kaya kütlelerinin al-

8

tında varlığını sürdürmesi gibi” her zaman varlığını sürdürece-ğinden kuşku duymamıştır. Bu önsözde söz konusu etmek is-tediklerim açısından şu da önemli ki, romanlarını anlayamayanya da onlardan hoşlanmayan ya da alaya alan birçokları onunThe Common Reader’da (Sıradan Okuyucu) ya da öteki denemekitaplarında küçümsenmeyecek bir edebiyat eleştirmeni kimli-ğinde karşımıza çıktığı konusunda görüş birliğindedirler.

26 cilt günce yazısını dikkatle taradım, parçalar seçtim veelinizdeki ciltte onun kendi yazarlığına göndermede bulunanhemen her şeyi topladım. Ayrıca üç farklı alıntı çeşidini dekapsadım. Birincisi, onun, güncesini kendi yazarlığını dene-menin ya da sınamanın bariz bir yolu olarak kullandığını gös-teren bazı bölümler. İkincisi, dolaylı ya da dolaysız, kendi yaz-dıklarını ilgilendiren bölümler. Bunları özellikle seçtim, çünküokura bazı sahne ve kişiler, yani yazarlığının hammaddesininzihninde doğrudan yarattığı etkiler konusunda bir fikir veri-yorlar. Son olarak da, onun, okumakta olduğu kitaplar hak-kında yorumlarda bulunduğu belli bölümleri aldım.

Kitap, Virgina Woolf’un yazar olarak amaçlarına, hedeflerineve yöntemlerine ışık tutuyor. Sanatsal üretimin içeriden, alışıl-mamış bir resmini çiziyor. Kitabın değeri ve ilginçliği elbette kibüyük ölçüde Virginia Woolf’un eserinin değeri ve ilginçliğinebağlı. Profesör Blackstone’un yukarıdaki görüşleriyle aynı fikir-de olmasam, bu kitabı yayına hazırlamazdım. Kanımca, o ger-çek bir sanatçı ve bütün kitapları da gerçek birer sanat eseridir.Günceleri, hiçbir şey olmasa dahi, onun kendini yazarlık sana-tına adayışındaki olağanüstü enerjiye, kararlılığa ve yazdığı hersatırı yeniden, yeniden yazıp-bozmaya, okumaya götüren sar-sılmaz yazar vicdanına tanıklık ediyorlar. Dalgalar’ın büyük birsanat yapıtı olduğu duygusunu taşıyorum, kitaplarının şüphe-siz en iyisi. Deniz Feneri ve Perde Arası da, bence, kendi başları-na bir varlık sürdüreceklerdir. Öteki kitapları, bunlar kadarparlak başarılar olmasalar da, dediğim gibi “gerçek” sanat eser-leridir ve her zaman okumayı ve incelenmeyi hak edeceklerdir.Bu görüşü, bir değerlendirme olarak değil bu kitabı yayımla-mamın gerekçesi olarak ortaya koyuyorum.

9

Günceleri yayına hazırlarken bu seçmeye almadığım bölüm-leri belirtip belirtmemeyi düşündüm. Sonunda genel bir kuralolarak bunu yapmama kararı aldım. Çıkarttığım bölümler veonları gösteren üç noktalar o kadar sık olacaktı ki sonuçta buokuru rahatsız edecekti. Bu da beni yeniden yukarıda değindi-ğim noktaya getiriyor. Okur, bu seçmede yayımlananlarıngüncelerin ancak çok küçük bir bölümünü oluşturduğunu vebu seçilen parçaların Virginia Woolf’un yazarlığıyla ilgisi ol-mayan konulardan oluşan bir yığının içine gömülü durduğu-nu unutmamalıdır. Bu husus sürekli olarak akılda tutulmadığıtakdirde, kitap, onun yaşamı ve kişiliği hakkında çok çarpıtıl-mış bir resim ortaya koyabilir.

Virginia Woolf, güncesinde neyi nerede yazdığını her zamanbelirtmemekte, ama bu da okur için ender olarak olmasa ol-maz cinsten bir önem taşımaktadır. Aşağıdaki bilgiler söz ko-nusu olabilecek tereddütleri ortadan kaldıracaktır. 1915’tenMart 1924’e kadar Richmond’daki Hogarth House’da oturduk.Burası güncede sadece “Hogarth” diye geçer. Aynı zamanda,Sussex’te, Lewes yakınlarındaki Asheham House’u da kirala-mıştık, burası da güncede sadece ‘”Asheham” olarak geçer. As-heham’a âdet olduğu üzere yalnızca haftasonları ve tatillerdegiderdik. 1919’da Asheham House’un kontratı bitince, Lewesyakınlarındaki Rodmell’de, Monks House’u satın alıp 1919 yı-lının Eylülü’nde oraya taşındık. 1924’te Hogarth House’u sat-tık ve güncede “Tavistock” diye geçen Tavistock Meydanı 52numaralı evi kiraladık. 1924 Martı’ndan 1939 yılı Ağustos ayı-na kadar orada oturduk. O yıl Mecklenburgh Meydanı 37 nu-maraya taşındık. 1940 yılında Mecklenburgh Meydanı’ndakiev bombalanınca oradan taşındık ve Virginia Woolf’un 1941yılındaki ölümüne kadar Monk’s House’da oturduk.

Eklediğim liste güncede adı sık geçen kimseler hakkındaokura bir fikir verecektir.

1 Ocak 1953

10

Çevirmenin NotuFATİH ÖZGÜVEN

Sevgili Hocam Mina Urgan, Virginia Woolf adlı monografisin-de* şöyle diyor.

“Leonard Woolf, çok sağduyulu davranmış, eşinin 1915’tenölünceye dek tuttuğu, elyazısıyla yirmi altı ciltlik güncesin-den ancak yazarlığıyla ilgili bölümleri, 1953’te A Writer’s Di-ary (Bir Yazarın Güncesi) adıyla yayımlamıştı. Virginia Wo-olf’un da istediği buydu aslında (...) Leonard Woolf, eşinindüşündüğünü yapmakla, Virginia Woolf’un yazar olarak anla-şılması için özenle okunması gereken bir kitap çıkardı ortaya.(...)Virginia Woolf ’u yakından tanımamız için, Bir YazarınGüncesi yeter de artar bizlere.”

Mina Urgan’ın, o her zamanki “lafı dolaştırmayan” üslubuy-la dile getirdiği bu görüşte birazdan fazla gerçek payı var. “Ye-ter de artar...”ı biraz müdahaleci bulabilirsiniz, ama doğru. Ki-tabın, özellikle Türk Virginia-sever okurunu bile hiç ilgilen-dirmeyecek ölçüde tekrara ve yoğunlaştırmaya dayalı kimi bö-lümlerinden, o dönemin hiç tanımadığımız kimi olay ve in-sanlarıyla ilgili ayrıntılı sahnelerinden bazı “tasarruflar” yap-

11

(*) Virginia Woolf, Minâ Urgan, 1995, YKY.

mak zorunluluğunu hissetmem de bu nedenle oldu. Bunlar,Virginia Woolf’un ara sıra başvurduğu ...’lardan farklı olarak,(...) şeklinde belirtilmiştir.

Bu, “yeter de artar...”ın “artar” kısmı. “Yeter...” kısmında isebazen bir “yetmez”lik olmuyor değildi. Leonard Woolf’un ha-zırladığı seçmeyle, beş cilt halinde yayımlananı; güncenin ta-mamını, her şeyden önce dipnotları hazırlarken karşılaştırmakgereğini duydum. Güncenin eksiksiz basımının dipnotlaması-nın Leonard Woolf’un hemen hemen dipnotsuz seçkisindençok daha üstün olduğunu belirtmek gerek. Beş ciltlik Günce’yiokumanın ve dipnotlamada kullanmanın büyük yararını gör-mekle birlikte, o basımın ayrıntıcılığına da düşmekten kaçı-nıp, kitabın Fransızca çevirisindeki dipnotlama “dozu”nu esasalmaya çalıştım. Yani, dipnotlamada, diyelim Byron gibi çoğuokurca bilindiğini varsaydığım bir yazarı dipnotla tanıtmayakalkışmamak, ama Maynard Keynes’ın Paris Barış Konferan-sı’ndaki rolünü açıklamak gibi daha “yakın plan” bir ilke gö-zettim.

Böylece, bu çeviride yararlanılan metinler şunlar oldu:A Writer’s Diary, (yayına hazırlayan: Leonard Woolf.)The Diary of Virginia Woolf, 5 Cilt, (yayına hazırlayan: Anne

Olivier Bell ve Andrew McNeillie)Journal d’un Ecrivain (Fransızca’ya çeviren: Germaine Be-

umont)Ayrıca, doğrusu Virginia Woolf’un seçkisine almadığı bazı

bölümleri Virginia’nın Vita için yazdığı bir bölümü, Huxleylerhakkında söylediği iki çift lafı, tam ölümünden önceki “baş-ka” bir günü, Virginia Woolf’un çeşitli “yüz”lerine ışık tuttuğuduygusuyla seçkiye eklediğimi de itiraf etmek isterim.

Şunu da söylemek isterim: Günce dili çok kendine özgü birdil. Her ne kadar yazar, güncesinin gelecekteki okurların göz-lerine de “sunulacağını” aklından geçirmiş de olsa, günce ya-zısının ilk amacının başka bir göze sunulmak değil, yazarınkendisi için kullandığı bir iç dökme/hesaplaşma/yazma-bozmaalanı olduğunu kabul etmek zorundayız. Bu yüzden de günce,–özellikle, Virginia Woolf’un Günce’si– imlası gelişigüzel bir

12

düşünmenin ya da iç dökmenin ya da kendi kendiyle hesap-laşmanın dağınıklığını, savrukluğunu ve –elbette ki– çekicili-ğini taşıyan bir yazı biçimi. Tam anlamıyla –belki amaçlanma-mış, belki istenç dışı– bir “üslup”. Bu nedenle, Virginia Wo-olf’un kimi zaman kesik kesik ilerleyen (o bitmez tükenmeztireler!), zaman zaman inatla merkezdeki bir noktaya (fikir yada olay) dönüp dönüp duran, zaman zamansa oradan orayaatlayan düşünme-yazma biçimini korumayı hedefledim, farklıdiller izin verdiğince onun kendi noktalamasından vazgeçme-dim. (Çünkü kanımca burada imla ve üslup, yazarın düşüncebiçimlerine başka yapıtlarında olduğundan daha da yakın,hatta özdeş.) O yüzden benim duymaya çalıştığım, duyduğu-mu düşündüğüm Günce sesi, Türkçe’de de, tıpkı İngilizce’deolduğu gibi normal düz yazıyı zorlayan, parçalayan bir ses ol-du, olmak zorundaydı. Bir çevirmen olarak bu benim için deyeni, zevkli bir “ses çalışması” oldu diyebilirim.

1996

13

ÖZEL ADLAR LİSTESİ

Angelica Angelica Bell, Vanessa Bell’in kızı,yazar David Garnett’le evlendi.

Bob R.C. TrevelyanBunny David GarnettCharleston Lewes yakınlarında Clive ve Vanessa Bell’in

oturduğu ev.Clive Clive Bell, Vanessa Bell’in kocası.Dadie G.W. RylandsDesmond Desmond MacCarthyDuncan Duncan GrantGoldie G. Lowes DickinsonGordon Meydanı Belllerin oturduğu 46 nolu evHarold Harold Nicolson, Vita’nın kocası.Hugh Hugh WalpoleJames James StracheyJulian Julian Bell, Vanessa’nın oğlu, İspanya’da öldü.L. Leonard WoolfLytton Lytton StracheyMaynard John Maynard Keynes (sonradan Lord Keynes)Morgan E.M. ForsterNessa Vanessa Bell, Virginia Woolf’un kız kardeşi.Ottoline ya da Ott Lady Ottoline MorrellQuentin Quentin Bell, Vanessa’nın oğlu.Roger Roger FrySibyl Lady ColefaxSydney Sydney WaterlowTilton Maynard ve Lydia (Lopokova) Keynes’in

oturdukları Lewes yakınlarındaki ev.Tom T.S. EliotVita V. Sackville-West (Harold Nicolson’ın eşi)

14

1918

5 Ağustos Pazartesi

Önce Christina Rossetti,* sonra da Byron hakkındaki izlenim-lerimi kaydetmek üzere bir defter edinmeyi beklerken onlarıburaya yazayım diyorum. Bir kere büyük miktarlarda Lecontede Lisle** satın aldığım için pek az param kaldı. Christina’nındoğuştan şair olmak gibi büyük bir seçkinliği var, bunu kendi-sinin de çok iyi bildiği anlaşılıyor. Ama Tanrı’ya dava açacakolsam ilk tanıklığa çağıracaklarımdan biri o olurdu. Okurkenmelankoli çöküyor. Önce kendini aşktan yoksun bıraktı, ki buhayattan da yoksun bırakmaktı; sonra da dinî inancı öyle ge-rektiriyor diye düşündüğü için, şiirden. İki iyi talibi çıktı. Bi-rincisinin hakikaten de kendine özgü tuhaflıkları vardı. Vic-danlıydı. O ise sadece belli bir tonda bir Hıristiyan’la evlenebi-lirdi. Adam onun istediği tonda bir Hıristiyan olmayı ancakbelli sürelerle götürebiliyordu. Sonuçta Katolik Kilisesi’ni seçtive kaybetti. Daha da kötü olan Mr. Collins vakasıydı –gerçek-ten harika bir düşünce adamı – dünyadan habersiz bir münze-

15

(*) Christina Rossetti (1830-1894) İngiliz kadın şair. Pre-Raphaelite akımın ön-cülerinden ressam ve şair Dante Gabriel Rossetti’nin kız kardeşi.

(**) Charles Leconte de Lisle (1818-1894) Fransız şair.

vi– Christina’ya tapınmayı aklına koymuştu, fakat onun imanagetirilmeye hiç niyeti yoktu. Bu nedenle, onu ancak evinde zi-yaret etmeye gidebilirdi, ki hayatının sonuna kadar da böyleyaptı. Şiiri de iğdiş edilmişti. İncil’deki mezmurları şiirleştir-meye kalkıştı mesela; ve şiirini tümüyle Hıristiyan doktrinleri-nin emrine verdi. Sonuçta, düşünüyorum da, çok ince, orijinalbir yeteneği kurutup bir deri bir kemik hale getirdi, ki bu ye-tenek ondan sadece daha da inceltilmeyi bekliyordu, diyelim,bir Mrs. Browning’inkinden* daha ileri götürülmeyi. Çok ko-lay yazıyordu; içinden geldiğince, çocuklar gibi diyeceği geli-yor insanın, sahici bir yetenek kendisini çoğunlukla böylegösterir; halen gelişmektedir. Doğal bir müzikalite gücü var.Düşünüyor da. Hayalgücü var. Kaba mizahi ve nüktedan daolabilirmiş, bunu düşündürtecek kadar ayağını yere bastırtıyorokurun. Bütün fedakârlıklarının karşılığında ise korkular için-de öldü, Tanrı’nın bağışlamasına erdiğine emin olamadan. Ge-ne de itiraf edeyim ki şiirini sadece şöyle bir gözden geçirdim,kaçınılmaz olarak zaten okumuş olduklarıma gitti elim.

7 Ağustos Çarşamba

Asheham güncesi kılı kırk yaran çiçek, bulut, böcek ve yu-murta fiyatı gözlemlerimi emip alıyor; tek başına olunca dakaydedilecek başka bir olay olmuyor. Bir tırtılın ezilmesi traje-dimiz oldu; en heyecanlı olaysa hizmetçilerin dün Lewes’dangeri gelmeleri, L.’nin bütün savaş kitaplarını, benim içinse TheEnglish Review’u yüklenmiş olarak, Brailsford’un Milletler Ce-miyeti üzerine bir yazısı var, bir de Katherine Mansfield’in‘Mutluluk’u üzerine. ‘Mutluluk’u “Bu kadının işi bitti artık!”diye haykırarak yere fırlattım. Hakikaten, böyle bir öykü onakadın ve yazar olarak daha ne kadar çok inanç duymayı gerek-tirecek, bilemiyorum. Zihninin çok sığ bir toprak olduğu ger-çeğini kabullenmem gerekiyor korkarım, çok çıplak bir kaya-nın üzerine döşenmiş, ancak bir iki santim kalınlığında bir

16

(*) Elizabeth Barret Browning (1806-1861) İngiliz kadın şair. V. Woolf’un Flushromanının da kahramanlarından biridir.

toprak. ‘Mutluluk’ ona daha derine inme fırsatı verecek kadarda uzun. Bunun yerine yüzeysel zekiliklerle yetiniyor; fikirbütünüyle cılız, ucuz; her ne kadar kusursuzluktan uzak daolsa gene de ilginç olan bir zihnin görüş kudretini yansıtmı-yor. Kötü de yazıyor. Ve sonuç da, dediğim gibi, bana onun in-san olarak nasırlaşmış ve sert biri olduğu izlenimini verdi. Ye-niden okuyacağım; ama sanmıyorum değişeceğimi. Bunun gi-bi şeyler yazıp durmaya devam edecek, o ve Murry* bunlar-dan gayet de memnun kalacaklar. İçime sular serpildi şimdigelmedikleri için. Yoksa kişiliğiyle ilgili bütün bu itirazlarımıbir öyküye yansıtmaya çalışarak anlamsızca mı davranıyorum?

Her neyse Byron’ıma devam etmek beni çok mutlu etti. On-da hiç olmazsa erkek erdemleri var. Hatta, kadınlar üzerindekietkisini ne kadar kolayca kestirebildiğimi fark ederek eğlen-dim – özellikle de oldukça bön ya da eğitimsiz, ona kafa tuta-mayacak kadınlar üzerinde. Çoğu da onu ehlileştirmek iste-miştir herhalde. Ta çocukluk yıllarımdan bu yana (Gertler olsaböyle derdi, sanki bu onu özellikle dikkat çekici biri yapıyor-muş gibi) bir yaşam öyküsünü tümüyle öğrenmek alışkanlı-ğındayımdır ve hakkında bulabildiğim her türlü bilgi kırıntı-sıyla hayalimde o kişinin bir benzerini canlandırmak isterim.Bu tutkuya kapıldım mı, ister Cowper ister Byron olsun, o aden olmayacak sayfalarda gelir dikilir karşıma. Sonra birden bufigür uzaklaşır ve bildik ölülerden biri olur çıkar. B.’nin şiiri-nin had safhada kötü oluşundan pek etkilendim – Moore’unneredeyse hayranlıktan dili tutularak alıntıladığı parçaların.Bu Albüm zırvalığının neden şiirin en soylu ateşi olduğunudüşünmüşler? L. E. L’den ya da Ella Wheeler Wilcox’tan pekbir farkı yok ki. Onu bilinçli olarak iyi yaptığı şeyden de vaz-geçirdiler, ki bu da hiciv yazmaktı. Doğu’dan çantasında hicvi-yelerle (Horace parodileri) ve Childe Harold ile döndü. ChildeHarold’ın yazılmış, yazılacak en iyi şiir olduğuna inandırdılaronu. Fakat gençliğinde hiçbir zaman inanmadı şairliğine; yete-neği olmadığının kanıtı – ne kadar kendinden emin, dogmatik

17

(*) John Middleton Murry: Eleştirmen, Katherine Mansfield’in kocası.

bir insan olduğu düşünülürse. Oysa Wordsworthler, Keatslerher şeyden çok buna inanırlar. O, karakter olarak bana birazRupert Brooke’u* hatırlatıyor, gerçi bu Rupert’ın aleyhine birşey. Ne olursa olsun Byron’ın müthiş bir kudreti var; mektup-ları bunu kanıtlıyor. Birçok bakımdan çok soylu bir karakteride; gerçi hiç kimse yüzüne karşı yapmacıklıklarına gülmediğiiçin giderek Horace Cole’e benzemiş, bu da pek istenir şey de-ğil. Ancak bir kadın alay edebilirdi onunla, bunun yerine onatapınmışlar. Lady Byron’a gelmedim daha, ama herhalde, gül-mek yerine sadece onaylamamakla yetinmiştir. O da böylece‘Byronic’ oldu.

9 Ağustos Cuma

İnsanlarla uğraşmamız gerekmediğinde huzurlu ve rahat olu-yoruz, böyle zamanlarda Byron da olsa okunur. Bir yüzyıl son-ra bile ona âşık olmaya hazır olduğumu hissettirdiğime göre,sanıyorum Don Juan konusundaki fikrim yanlı olabilir. Her-halde bu uzunluktaki şiirlerin en okunabiliri; bunu biraz dayaylı gibi, gelişigüzel, rastgele, dörtnala yazılış metodunaborçlu. Bu metot başlı başına bir keşif. İnsanın arayıp da bula-madığı şey – içine ne koyarsanız alacak esnek bir biçim. Buyüzden, girdiği havayı o an kâğıda dökebiliyordu; aklına gelenher şeyi söyleyebiliyordu. Şairane olmak peşinde değildi; böy-lece sahte romantizme ve hayalperestliğe dayalı o kötü deha-sından kaçınabildi. Ciddi olduğunda samimi; ve hangi konu-dan isterse ses getirebiliyor. 16 Kanto yazıyor bir kere bile sağ-rılarını kamçılamaya gerek duymadan. Onda, babamın, SirLeslie’nin o ehil ve nüktedan zekâsıyla, ‘sapına kadar erkek birtabiat’ diyeceği şeyden olduğu anlaşılıyor. Bu tür ‘memnu’ ki-tapların yalanlara sofuca bir saygı gösteren derli toplu kitap-lardan daha ilginç oldukları fikrindeyim. Gene de, peşindengidilmesi kolay bir örnekmiş gibi gelmiyor; ve hatta bütün ser-best ve kolay şeyler gibi, ancak becerikli ve olgun yazarların

18

(*) Rupert Brooke (1887-1915) İngiliz şairi. Birinci Dünya Savaşı’nda ölmüştür.

bunları başarıyla kıvırabileceklerini düşünüyorum. AmaByron parlak fikirlerle doluydu – bu da onun şiirine bir kavi-lik veriyor ve beni okumamın ortalık yerinde çevremdekimanzaradan ya da odamdan alıp dışarıya küçük gezintilere gö-türüyor. Bu gece de onu bitirmenin zevkini tadacağım – gerçi,hemen her kıtasından zevk aldığım düşünülürse bunun ne-den, bir zevk olması gerekiyor, onu da gerçekten bilmiyorum.Ama hep öyle olur, kitap iyi bir kitap da olsa kötü bir kitap da.Maynard Keynes* de aynı biçimde, okurken sondaki ilanlarıbir eliyle kapattığını itiraf etti, okuyacağı kısmın ne kadar ol-duğunu tam olarak bilebilmek için.

19 Ağustos Pazartesi

Bu arada Sophokles’in Elektra’sını bitirdim, buralara kadar sü-rüklenip durmuştu, ama aslında o kadar da müthiş zor değil.Bana hep taze gelen şey hikâyenin kusursuzluğu. Bundan iyibir oyun yapmamak pek mümkün gibi görünmüyor. Sayısızoyuncu, yazar ve eleştirmenin vurduğu cilayla oluşturulmuş,geliştirilmiş ve de fazlalıklarından arındırılmış geleneksel olayörgüleri kullanmanın sonucu belki de bu, sonuçta denizinyusyuvarlak yaptığı bir cam parçası gibi oluyorlar. Ayrıca, se-yirciler neler olacağını önceden bildiğinde, daha ince ve derinnüanslar görünür oluyor, sözcüklere gerek kalmıyor. Her ney-se insan okurken olanca dikkatini vermeli ya da her satıra, herimaya gereken ağırlığı vermeli diye düşünüyorum; göze görü-nen çıplaklığın sadece yüzeyde olduğunu da. Ama, metne yan-lış duyguları yansıtma sorunu gene de var. Jebb’in ne kadarçok şey görebildiğini fark etmem genellikle azap duymama yolaçıyor; tek kuşkum, acaba çok fazlasını mı görüyor, bence kö-tü bir çağdaş İngiliz oyunu okurken bu olabilir, insan kafayakoyarsa. Sonuçta Yunanca’nın o kendine özgü çekiciliğindegüçlü ve açıklanması zor bir yan kalıyor her zamanki gibi. Da-ha ilk sözcüklerden insan metinle çeviri arasında dağlar kadar

19

(*) John Maynard Keynes (1883-1943) İngiliz ekonomisi. V.W.’nin “BloomsburyGrubu” olarak bilinen dost çevresinin önemli isimlerinden biridir.

fark olduğunu hissediyor. Kahraman soyundan kadınlar, Yu-nanistan’da da İngiltere’de de aşağı yukarı aynı. Emily Brontëtipinde biri. Klitemnestra ve Elektra’nın ana kız oldukları çokaçık ve bu yüzden de aralarında bir sempati olmalı, gerçi belkide tersine dönen sempati en keskin nefreti doğuruyordur. E.,aileyi her şeyin üzerinde tutan kadın tipi; babayı. Geleneğeevin erkeklerinden daha çok saygısı var; kendisini babasınınkasıklarından doğmuş hissediyor, annesinin değil. Garip şey,görenekler her ne kadar tamamen sahte ve gülünç de olsalarhiçbir zaman bizim İngiliz göreneklerinde hep olduğu gibi ba-sit ve vakardan uzak bir görünüm almıyorlar. Elektra, Viktor-ya Dönemi’nin ortalarında yaşayan kadınlardan çok daha sı-nırları belli bir hayat yaşamış, ama bunun onun üzerinde biretkisi olmamış, onu sert ve görkemli yapmanın dışında. Yürü-yüşe bile tek başına çıkamıyordu; bizde ise bir hizmetçi kızlabir atlı arabaya bakardı.

10 Eylül Salı

Sussex’te Milton okuyan tek kişi ben olmasam da sırası gel-mişken Paradise Lost hakkındaki izlenimlerimi yazmak niye-tindeyim. İzlenimler lafı, aklımda kalan türden şeyleri oldukçaiyi açıklıyor. Birçok bilmecesini okunmadan bıraktım. Tadınatam olarak varamayacak kadar çabuk yol aldım. Mamafih, butadın bütününün bu konuda en yüksek düzeyde kafa yormuşdüşünce adamlarının harcı olduğunu anlıyorum ve buna inan-maya da bir ölçüde hazırım. Beni çarpan, bu şiirle ötekiler ara-sındaki son kerte farklılık. Bu da, sanıyorum, duygunun o yü-ce mesafeliliğinde ve kişisellikten uzak oluşunda yatıyor. Sedi-re uzanıp Cowper* okumadım hiç, ama sedirin ParadiseLost’un alt düzeyden bir karşılığı olduğunu düşünüyorum.Milton’un özü tümüyle melek bedenleri, meydan savaşları,uçuşlar, evler hakkında harikulade, güzel ve ustaca tasvirler-

20

(*) William Cowper (1731-1800) İngiliz şairi. 18. yüzyıl İngiliz şiirinde dine dö-nüşüm temsilcisi.

den oluşuyor. Konu edindiği dehşet ve uçsuz bucaksızlık veacı ve yücelik, fakat hiçbir zaman insan yüreğindeki tutkulardeğil. Hangi büyük şiir insanın sevinçlerine ve üzüntülerinebunca az ışık tutmuştur? Yaşamı anlamakta yardım etmiyorbana; Milton’ın yaşadığını, ya da kadınlar, erkekler tanıdığınıpek az hissedebiliyorum; evlilik ve kadının görevleri hakkın-daki o aksi huylu şahsilikleri dışında. O, maskülinistlerin il-kiydi fakat tenkitleri kendi şanssızlığından ileri geliyor ve evli-liğindeki kavgalarda bile nispetçi bir kestirip atma olarak ken-dini gösteriyor. Ama ne kadar da pürüzsüz, güçlü ve ayrıntılıbütün bunlar! Ne şiir! Bunun yanında Shakespeare’in bile bi-raz sorunlu, kişisel, heyecanlı ve kusursuzluktan uzak görü-nebileceğini anlıyorum. Anlıyorum ki bu esans; hemen hemengeri kalan bütün şiir bunun inceltilmiş hali. Üsluptaki o dilegelmez incelik; süregiden yüzey meselesini bitirip bir kenarakoyduğunuzda orada üst üste sürülmüş tonları görebiliyorsu-nuz, sadece yeterince gözlerinizi dikip bakmanız yeterli. Taderinlerde insan hâlâ başka terkipler, reddedişler, uyuşmalarve maharetler yakalıyor. Dahası, onda Lady Macbeth’in dehşetiya da Hamlet’in çığlığı gibi hiçbir şey bulunmamakla, hiç mer-hamet ya da duygudaşlık ya da sezgi olmamakla birlikte, fi-gürleri şahane; bunlarda insanoğlunun evrendeki yerimiz,Tanrı’ya karşı görevimiz, dinimiz hakkındaki düşüncelerininçoğu özetlenmiş durumda.

21