327
T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ GAZETECİLİK ANABİLİM DALI GAZETECİLİK BİLİM DALI Siyasal Söylemin ve İdeolojilerin Gazete Karikatürlerinde Yeniden Üretimi (Örnek Olay 1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci) HAZIRLAYAN Fatma NİSAN 094122001001 Doktora Tezi DANIŞMAN Doç. Dr. N. Tülay ŞEKER KONYA-2012

Yayımlanmamış Doktora tezi

  • Upload
    lyphuc

  • View
    253

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

GAZETECİLİK ANABİLİM DALI

GAZETECİLİK BİLİM DALI

Siyasal Söylemin ve İdeolojilerin Gazete Karikatürlerinde

Yeniden Üretimi (Örnek Olay 1982 ve 2010 Anayasa

Referandum Süreci)

HAZIRLAYAN

Fatma NİSAN

094122001001

Doktora Tezi

DANIŞMAN

Doç. Dr. N. Tülay ŞEKER

KONYA-2012

i

ii

iii

ÖNSÖZ

Son yıllarda, dünyanın dört bir yanındaki toplumlar üzerinde evrensel düzeyde uygulanmaya

çalışılan ideoloji ve söylemler ne zaman ki aklıma gelse ünlü bilim adamı Albert Einstein’ın

dilini uzatmış halde ki fotoğrafı gözümün önünde canlanır. Bu fotoğraf, kimine göre

Einstein’in aklını kaçırmış halinin görüntüsü olsa da benim için, deliliğin ötesinde,

hegemonya kurularak yaşattırılan hayatla, dayattırılan siyasal ve toplumsal düzenle dalga

geçme, tiye almanın en büyük göstergelerinden biridir. Bu fotoğraf, mizahın çok öteden

bağıran kahkahasıdır aynı zamanda. Bu kahkaha, aslında bir gurup azınlığın kendi çıkarları

uğruna yok ettikleri insanlığın çığlığıdır.

İnsanlığın bağıran çığlığı olma görevini ilk çıktığı andan itibaren üstlenmiş olan mizah,

gücünü düşünmeye sevk eden kahkahasından almaktadır. Çünkü mizah zekânın kahkahayla

dansı olarak kabul edilmektedir. Mark Twain’in “Kahkahanın gücü karşısında, hiçbir şey

ayakta duramaz” şeklindeki sözleri mizahın gücüne vurgu yaparken Phyllis Diller’in “Bir

gülümseme, her şeyi düzleştiren bir eğridir” şeklindeki sözleri ise, mizahın hoşgörüsüne

gönderme de bulunulması açısından oldukça önem atfetmektedir.

“Siyasal Söylemin ve İdeolojilerin Gazete Karikatürlerinde Yeniden Üretimi(Örnek Olay

1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci)” adındaki doktora tezi çalışmamda bana sabır

gösterip hep yanımda olan, varlıklarıyla bana hayat veren annem ve babam başta olmak

üzere tüm aileme teşekkür ederim.

Kahrını birlikte çektiğimiz bu çalışmam sırasında, moral veren tavrıyla benim yanımda yer

alan, dost tavrıyla bana güç veren ve akademik anlamdaki desteğini benden esirgemeyen

sevgili tez danışmanın Doç. Dr. Tülay Şeker hocama her şey için çok teşekkür ederim.

Haklarını uzun yıllar geçse de hiçbir şekilde ödeyemeyeceğim Selçuk Üniversitesi İletişim

Fakültesi Gazetecilik bölümündeki değerli hocalarım Doç. Dr. Caner Arabacı ve Doç. Dr.

Mustafa Şeker’e, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yardımcıları Yrd. Doç.

Dr. M. Salih Güran ile Yrd. Doç. Dr. Hüseyin Özarslan hocalarıma da teşekkürü bir borç

bilirim. Destekleriyle hep yanımda olan arkadaşlarım Beyler Yetkiner, Saniye Öztekin,

Emine Şahin ve Ayşe Yalçınkaya ile yakın dönemde tanışmamıza rağmen, evimdeki en

büyük moral ve destek kaynağım olan sevgili ev arkadaşım Selcan Çağan’a da yürekten

teşekkür ederim.

Son olarak, dostluğun tam anlamıyla kurulamadığı bir dönemde sevgi dolu yüreğiyle hep

yanımda olan, uzakta olmasına rağmen moral verici sesiyle beni yalnız bırakmayan, doktora

tezimi bitirdiğim için en az benim kadar mutlu olan canım arkadaşım, dostum, kardeşim

Meryem Oğuzhan’a “Teşekkürler CAN” demek istiyorum.

Fatma Nisan

Konya- Kasım 2012

iv

v

vi

İÇİNDEKİLER

Bilimsel Etik Sayfası…………………………………………...……………………..i

Tez Kabul Formu………………………………………………………..……………ii

Önsöz……………………………………………...……………………...………….iii

Özet…………………………………………………………………………......…....iv

Summary……………………………………………...…………………………...….v

İçindekiler .................................................................................................................. vi

Şekiller Listesi………………………………………..…………………..………...viii

Giriş………………………………...…………………………………………...…….1

BİRİNCİ BÖLÜM

1.İdeoloji- Dil-Söylem İlişkisi………………………………………………………..8

1.1. İdeoloji Kavramı ve Egemen İdeoloji………………………………………..8

1.2. Toplumsal ve İdeolojik Dil……………………………....………………....21

1.3. Söylem ve Egemen Söylemin Üretimi………………………...………..…..25

1.4. İdeoloji- Dil- Söylem Arasındaki İlişki………………..………………..….29

1.5. Toplumsal Gerçekliğin İnşasında Söylem ve İdeoloji……………………...33

1.6.Siyasi Söylemin Yeniden Üretimi Noktasında Medya…………………..…..36

İKİNCİ BÖLÜM

2.Türkiye’nin Anayasa Değişimi Girişimlerinde Medya ve Siyaset İlişkisi…….…44

2.1. Medya ve Siyaset İlişkisi………………………………………..…….……44

2.1.1. Türkiye’de 80 Döneminde Siyaset Arenası……………………….……51

2.1.2. 80 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi……………..….…………….54

2.1.3. 1980 Darbesinden Sonra Demokrasi Arayışı: 1982 Anayasası….....….60

2.1.4. 80 Dönemindeki Gazeteler ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımları……....63

2.1.4.1. Güneş Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı...……….……….64

2.1.4.2. Cumhuriyet Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı……………65

2.1.4.3. Tercüman Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı……...………67

2.1.5. Türkiye’de 2010 Döneminde Siyaset Arenası….……………...…….…69

2.1.6. 2010 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi……………….…….……...74

2.1.7. Yeni Demokrasi Arayışları: 2010 Referandumu……………....…….…82

2.1.8. 2010 Dönemindeki Gazeteler ve 2010 Referandumuna Yaklaşımları…89

2.1.8.1. Cumhuriyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı…………90

2.1.8.2. Milliyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı……….….…93

2.1.8.3. Zaman Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı.......………….94

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. Mizah ve Karikatürde İdeoloji ve Söylem……………………………...………...97

3.1.Mizahın Tanımı ……….………………………………......……………....…..97

3.2.Mizahın İşlevi…………………………………………………………………99

3.3.Karikatürün Tanımı ………..………………………………..…………...…..102

3.4.Karikatürün İşlevi……………………………………………………………107

3.5. Karikatürün Dünyadaki Tarihsel Gelişimi……………………………….….109

3.6.Karikatürün Türkiye’deki Tarihsel Gelişimi…...…………………….……...113

3.6.1.Başlangıç Dönemi………………...…………………………………......114

3.6.1.1.I. Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e Türk Karikatürü(1870-1908)……114

vii

3.6.1.2. II. Meşrutiyetten Cumhuriyet Dönemine Türk Karikatürü

(1908- 1923)….………………………………………..…………....117

3.6.1.3. Kurtuluş Savaşı Dönemi Türk Karikatürü………………....……….119

3.6.2. Klasik Karikatür Dönemi…………………………………..……….…..120

3.6.2.1. Cumhuriyet Dönemi’nden Demokrat Parti Dönemi’ne

Türk Karikatürü(1923- 1950)............................................................121

3.6.3. Çağdaş Karikatür Dönemi………………………………………………124

3.6.3.1. Demokrat Parti Dönemi Türk Karikatürü(1945- 1960)…… …...…124

3.6.4. Yeni Karikatür Dönemi…………………………...…………...……….126

3.6.4.1. 1960’tan 1980’li Yıllara Kadar Türk Karikatürü…………...……..126

3.6.4.2. 1980’den günümüze Türk Karikatürü……………………...……..128

3.7.Karikatürde Dil ve Söylem………………………...…………….………….130

3.8. Karikatür- Siyaset İlişkisinde Siyasi Karikatür……………………………..132

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4. Siyasal Söylemin ve İdeolojilerinin Gazete Karikatürlerinde Yeniden

Üretimi Bağlamında 1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci….…..………137

4.1.Metodoloji…………………………………………………………….………137

4.1.1.Söylem Çözümlemesi…………………..……………...…………………138

4.1.2.Göstergebilimsel Çözümleme ……………………………………………143

4.2. Araştırma Bulguları……………..……………………………..……………148

4.2.1. 1982 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi……………….…………………….…..149

4.2.1.1. 1982 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem

ve Göstergebilimsel Çözümlemesi…..………………………….…..150

4.2.1.2. 1982 Güneş Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi………………….……………..…...170

4.2.1.3. 1982 Tercüman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi………….………………………….189

4.2.2. 2010 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi…….............................................…201

4.2.2.1. 2010 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi..........................................................201

4.2.2.2. 2010 Milliyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi..………………………………….…239

4.2.2.3. 2010 Zaman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi…...…………………………......…...259

Sonuç ve Değerlendirme………………...…………..………………..…………..279

Kaynakça ……………………………...…………..…………………..………….287

viii

ŞEKİLLER

Karikatür 1: 4 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç………………………………..…150

Karikatür 2: 9 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç……………………………...…...151

Karikatür 3: 11 Eylül 1982- Cumhuriyet……………………………………..……153

Karikatür 4: 24 Eylül 1982- Cumhuriyet……………………………………..……154

Karikatür 5: 25 Eylül 1982- Cumhuriyet…………………………………………..155

Karikatür 6: 4 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…..….156

Karikatür 7: 5 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)...……157

Karikatür 8: 6 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…..….158

Karikatür 9: 7 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…. ….159

Karikatür 10: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet…………………..……………….…….160

Karikatür 11: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar(İsmail Gülgeç)……………....161

Karikatür 12: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik(Selçuk Demirel)………. ……162

Karikatür 13: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kanbir…………………..…………….163

Karikatür14: 16 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik(Selçuk Demirel)……….……..164

Karikatür 15: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet……………………..………………..…165

Karikatür 16: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar(İsmail Gülgeç)…………..….166

Karikatür 17: 21 Ekim 1982- Cumhuriyet………..………………………….…….167

Karikatür 18: 1 Kasım 1982- Cumhuriyet…………..………………………….….168

Karikatür 19: 12 Kasım 1982- Cumhuriyet………………………………………..169

Karikatür 20: 13 Kasım 1982- Cumhuriyet…………………………..……………169

Karikatür 21: 8 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol……………………..…………..170

Karikatür 22: 9 Eylül 1982- Güneş……………..……………….…………………171

Karikatür 23: 10 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol………..………..……………..172

Karikatür 24: 13 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol……………..………...……….173

Karikatür 25: 15 Eylül 1982- Güneş…………………..……………..…………….174

Karikatür 26: 19 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman…………..…………………175

Karikatür 27: 20 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman……………….…………….176

Karikatür 28: 21 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman……………………………..177

Karikatür 29: 22 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman………..…...……………….178

Karikatür 30: 24 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman……………………………..179

Karikatür 31: 25 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman…………..……..…………..180

Karikatür 32: 25 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol……………..……...………….181

Karikatür 33: 26 Eylül 1982- Güneş- Mıstık………………..………………..……182

Karikatür 34: 27 Eylül 1982- Güneş- Mıstık………………………………………183

Karikatür 35: 4 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………………………………184

Karikatür 36: 5 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………………..……………..185

Karikatür 37: 22 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………..……………………186

Karikatür 38: 26 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol…………..………..…………..187

Karikatür 39: 8 Kasım 1982-Güneş- Ercan Akyol…………………………..…….188

Karikatür 40: 26 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize………………..……….……..189

Karikatür 41: 9 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize ………………………….…….189

Karikatür 42: 7 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)………....190

Karikatür 43: 21 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)..………191

Karikatür 44: 17 Ekim 1982- Tercüman………………………..…………...……..192

Karikatür 45: 20 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)….…...193

ix

Karikatür 46: 4 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)……...…194

Karikatür 47: 5 Eylül 1982- Tercüman……………………..………………..…….195

Karikatür 48: 24 Ekim 1982- Tercüman…………………………………..…...…..196

Karikatür 49: 31 Ekim 1982- Tercüman…………………………………...………197

Karikatür 50: 2 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)……….198

Karikatür 51: 6 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu).…...…199

Karikatür 52: 13 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize(Güngör Kabakçıoğlu)…...…200

Karikatür 53: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……..……202

Karikatür 54: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………..…203

Karikatür 55: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı(Musa Kart)…....204

Karikatür 56: 14 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………......205

Karikatür 57: 15 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

(Mustafa Bilgin)........................................................................................................206

Karikatür 58: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

(Mustafa Bilgin)……………….………..……………………………………….....207

Karikatür 59: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……..……209

Karikatür 60: 27 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……..……210

Karikatür 61: 29 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

(Mustafa Bilgin)……………..……………………………………………..………211

Karikatür 62: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı(Musa Kart)…….212

Karikatür 63: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu…..………….213

Karikatür 64: 5 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu…………..…..213

Karikatür 65: 29 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)……...……214

Karikatür 66: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………….…215

Karikatür 67: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)…..…….…..216

Karikatür 68: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

(Mustafa Bilgin)………………………………………...……….………..………..217

Karikatür 69: 9 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın…………..…….………218

Karikatür 70: 10 Ağustos 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça(Zafer Temoçin)……....219

Karikatür 71: 13 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)…………...220

Karikatür 72: 20 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)...221

Karikatür 73: 24 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı

(Musa Kart)…………… ………………………………………………...………...222

Karikatür 74: 26 Ağustos 2010- Cumhuriyer- Kim Kime Dum Duma

(Behiç Ak)…………………………….………………………………………..…..223

Karikatür 75: 30 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın…………….......……..224

Karikatür 76: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Harbi(Semih Poroy)………..………….225

Karikatür 77: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu(Mustafa Bilgin)..226

Karikatür 78: 3 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)………………..227

Karikatür 79: 4 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın……………………..……..228

Karikatür 80: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet(Cihan Demirci)…………. ……229

Karikatür 81: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın………………..…………..230

Karikatür 82: 7 Eylül 2010- Cumhuriyet- Otobüstekiler(Kemal Urgenç)………....231

Karikatür 83: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma(Behiç Ak)…...232

Karikatür 84: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

(Mustafa Bilgin)………………………………………………………………..…..233

Karikatür 85: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı(Musa Kart)…….….234

x

Karikatür 86: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fıkra(Zafer Temoçin)…..……..235

Karikatür 87: 15 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu…..…....……….236

Karikatür 88: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça(Zafer Temoçin)……...….237

Karikatür 89: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayvanlar(İsmail Gülgeç)…….…..…238

Karikatür 90: 9 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..…...………..239

Karikatür 91: 10 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………..…....……240

Karikatür 92: 11 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………….……….241

Karikatür 93: 16 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………………..……242

Karikatür 94: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol…………………………..243

Karikatür 95: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz………………….………244

Karikatür 96: 20 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………………..…...245

Karikatür 97: 23 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………….....………246

Karikatür 98: 25 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol…………………………..246

Karikatür 99: 29 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..………..….247

Karikatür 100: 30 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..………….248

Karikatür 101: 31 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz……………..…...……..249

Karikatür 102: 03 Ağustos 2010- Milliyet- Haslet Soyöz………………..………..250

Karikatür 103: 19 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………...………..251

Karikatür 104: 22 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………..………...…252

Karikatür 105: 24 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………………….253

Karikatür 106: 26 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………………….....254

Karikatür 107: 02 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol…………………..…………255

Karikatür 108: 03 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………..……………256

Karikatür 109: 11 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………………….…….257

Karikatür 110: 17 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………..……...…….258

Karikatür 111: 15 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol……………..……...……….258

Karikatür 112: 21 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol………………………..……258

Karikatür 113: 01 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan…………………..……260

Karikatür 114: 14 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan……………………..…261

Karikatür 115: 15 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan………………..……....261

Karikatür 116: 16 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan…………….....……….262

Karikatür 117: 17 Temmuz 2010- Zaman- Emre Özdemir……….…………...…..263

Karikatür 118: 23 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan………..………...…….264

Karikatür 119: 25 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)....265

Karikatür 120: 27 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)...266

Karikatür 121: 29 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)…267

Karikatür 122: 05 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….268

Karikatür 123: 10 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı).…269

Karikatür 124: 19 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….270

Karikatür 125: 20 Ağustos 2010- Zaman- Osman Turhan…………..…………….271

Karikatür 126: 23 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….272

Karikatür 127: 04 Eylül 2010- Zaman- Emre Özdemir………………..…………..273

Karikatür 128: 04 Eylül 2010- Zaman- Cem Kızıltuğ…………………..…..……..274

Karikatür 129: 13 Eylül 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya(Kral ve Soytarı)….…275

Karikatür 130: 15 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan……………..………..……276

Karikatür 131: 16 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan…………………..……..…277

1

Giriş

Siyaset kendi söylemlerini yayma ve yeniden üretme noktasında basını bir

araç olarak kullanmaktadır. İşgal ettikleri konumların bir gereği olarak siyaset ve

basın, karşılıklı bir iletişim ve etkileşim içindedir. Biri olmadan diğerinin işinin

zorlaşacağı artık tüm dünyada aşikâr olan, tartışmasız bir gerçektir. Siyaset kendi

propagandasını yapmak için basından, basın ise ekonomik destek sağlamak ve ayakta

durabilmek için siyasi camiadan yararlanmaktadır. İşte bu nedenle, “Siyaset ve

medya ekseninde gazeteciler ve haber kaynağı olan siyasetçiler arasında ortaya çıkan

etki mekanizmaları sık sık sorgulamaya açılmaktadır” (Kılıçarslan, 2008:120). Basın

kuruluşlarının bazıları-özellikle seçim zamanlarında- iktidarın yanında yer alırken,

bazıları ise iktidara muhalif bir tavır sergilemektedir. Oysa bu durum, gazeteciliğin

tarafsızlık ilkesi göz önünde bulundurulduğunda sorgulanması gereken bir nitelik

kazanmaktadır. Medya belli ideolojilerin taşıyıcısı durumundadır, bu durumda

medya ve siyaset ilişkisini belirleyen dinamiklerden biri de ideolojik boyuttur.

Gazetelerin de belirli ideolojileri ya da yayın çizgileri bulunmaktadır. Gazete

çalışanları, bu ideolojileri haberin malzemeleri olan haber ve köşe yazıları vasıtasıyla

okurlara yansıtmakta ve onlara empoze etmeye çalışmaktadır. Ancak gazetelerin

ideolojilerini yansıttıkları bir başka alan daha vardır: mizah ya da daha özel haliyle

karikatür... “Karikatürler, basit, doğrudan araçlar aracılığıyla zengin bir enformasyon

taşımaya çalışan ileti örnekleridirler, karmaşık gösterilenler için basit gösterenler

kullanırlar” (Fiske 1996: 73). Karikatür her zaman siyasi bir muhalefet aracı olarak

gündemde kalmıştır. İlk çıktığı andan itibaren önemli konulara dikkat çekmek

niyetiyle eleştiren karikatür -ki kendisi de bir eleştiri aracıdır- aynı zamanda

eleştirdiği kişiler tarafından da eleştirilmiştir. Haberin tarafsızlığının aksine karikatür

bir taraf olmak zorundadır. “Başlıca mizah dergilerinin çıkış bildirilerinde dile

getirilen sorumluluk, mizah anlayışı ve amaçlar karikatüre de yansımıştır. Baştan

sona siyasal ve toplumsal bir eleştiri mekanizması böyle bir amaç içinde devinmiştir”

(Çeviker, 1988: 28).

Karikatür, Osmanlı Devleti’nde eleştiri ve konulara dikkat çekmek yönünden

önemli bir yer işgal etmiştir. Kimi zaman gazetelerin kapanmasına neden olmuş,

2

kimi zaman sürgünleri doğurmuş, kimi zamansa gazetelerdeki idam cezalarının baş

müsebbibi olmuştur. “Saray himayesi olmadan bir sanatçının Osmanlı topraklarında

uğraşını gerçekleştirebilmesi oldukça güç, diyebiliriz ki olanaksız da. Kaldıki

karikatür gibi, temeli eleştirel güldürüye dayanan, yönetimi ve düzenin aksaklıklarını

eleştirmeyi ana erek sayan bir sanatın Osmanlı İmparatorluğu gibi teokratik

monarşiye dayalı bir düzende boyatabilmesi sanırım oldukça güç olsa gerek”

(Balcıoğlu, 1983: 5- 6 ve Balcıoğlu- Öngören, 1973: 6). Karikatürün bu konumu,

Osmanlı Devleti’nden sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde de devam etmiştir ve

içinde bulunulan yüzyılda hala devam etmektedir. Türkiye tarihine bakıldığında bazı

dönemler birer dönüm noktası rolünü üstlenmiştir. Türkiye’de, cumhuriyetten sonra,

anayasal düzeni yeni baştan oluşturmak için ‘askeri darbeler’ gerçekleşmiştir. Bu

askeri darbeler, ‘demokrasi ayarı’ olarak nitelendirilmiştir. Türkiye tarihinde, ‘80

Darbesi’ ve onun devamı olan ‘82 Anayasası’ hem toplumsal hem de siyasal

anlamda çok önemli iki süreçtir. Bu dönemdeki anayasa değişikliği mecburi bir

anayasa değişikliği olmuştur, yani askeri kesimin istediği yönde anayasal

değişiklikler meydana gelmiştir. 82 Anayasası için, 7 Kasım 1982’de halk oylaması

yoluna gidilmiş, 8 Kasım 1982’de anayasa kabul edilmiş ve 9 Kasım 1982 tarihinde

de karar resmi gazetede yayınlanmıştır. 82 Anayasası’nın oluşturulma sürecinde,

basın ve dolayısıyla karikatür sayfaları yeterince özgür bir ortama sahip değildir.

Basına bazı konularda sansür konulmuş ve yayınlar engellenmiştir. 82 Anayasası’nın

bazı maddelerinin değiştirilmesi konusunda 12 Eylül 2010 tarihinde bir referandum

gerçekleştirilmiş ve anayasal değişiklik halkın çoğunluğunun değişikliğe ‘Evet’

demesiyle kabul edilmiştir. Referandum sürecinden önce, tasarı meclise sunulmuş,

ancak geçerli oy alınamayınca ‘halk oylamasına gitme’ metodu uygulanmıştır. Bu

karar alındığı andan seçimler oluncaya kadarki süreçte ülkenin gündemini sadece

‘anayasal değişiklik için halk oylaması’ konusu işgal etmiştir. Bu süreçte, iktidar ve

muhalefet partilerinin söylemleri basının iki temel taşı olan haber ve karikatürde

yeniden üretilmiştir. Basın, ‘evetçiler’ ve ‘hayırcılar’ olmak üzere iki kanada

bölünmüştür. Girilen süreçte anayasa değişikliğinden ziyade, muhalefet ve iktidarın

çatışması siyasi arenada daha çoğunlukla gündemi oluşturmuştur. Bu durumda,

karikatür sayfalarına da çok fazla malzeme çıkmıştır. Karikatürler, gazetelerin

ideolojileri temel alınarak, ‘Evet’ ve ‘Hayır’ üzerinden çizilmeye başlanmış ve bu

3

‘Evet’ ve ‘Hayır’lar partileri temsil ediyor olmuştur. ‘Evet’ oyu Ak Parti’yi1 (Adalet

ve Kalkınma Partisi), ‘hayır’ oyu ise, MHP (Milliyetçi Hareket Partisi) ve CHP’yi

(Cumhuriyet Halk Partisi) yani muhalefet partilerini simgeler olmuştur. Diğer

muhalefet partisi BDP’nin (Barış ve Demokrasi Partisi) özünde sandığa gitmeme

isteği yani boykot olsa da, onu da ‘hayır’ oyu temsil etmiştir. Halkın bazı

kesimlerinin oylarını tuttukları partinin isteği yönünde kullanması bunun en açık

göstergesi olmuştur. Bu ortamda, basın da belli bir tarafı desteklemiş ve bunu

karikatür çizgilerine taşımıştır. Dolayısıyla burada temel problemi açıklayan genel

sorular şunlardır:

82 Anayasası ve 2010 referandum süreci siyasal söylemin yeniden üretimi

aşamasında karikatür çizgilerine ne şekilde ve ne kadar yansımıştır?

İki dönemin siyasi koşulları göz önünde bulundurulup, basın özgürlüğü

çerçevesinden bakıldığında iki dönemin mizahi basını arasında nasıl

farklılıklar göze çarpmaktadır? Basın, 2010’da 1980 dönemindekinden

daha mı özgürdür, yoksa daha fazla mı sansürlenmiştir?

Anayasal değişiklik konusunda karikatür basını, nasıl bir tavır

takınmıştır? Egemen mi yoksa muhalif mi?

Bu durumda, karikatür asıl görevi olan eleştiri görevini yerine getirmiş

midir?

Gazete karikatürlerinde nasıl bir dil kullanılmış ve nasıl bir söylem

geliştirilmiştir?

Her iki dönemin karikatürleri karşılaştırıldığında dil-söylem-ideoloji

açısından nasıl benzerlikler ve farklılıklar ortaya çıkmıştır?

Bu çalışmanın amacı, 12 Eylül 1980 darbesi sonucunda oluşturulan 1982

Anayasası döneminde yayınlanan darbe ürünü karikatürler ile 12 Eylül 2010

referandum anayasa değişikliği döneminde yayınlanan karikatürlerin siyasal söylem

1 Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kısaltması kimileri tarafından Ak Parti kimileri tarafından AKP

olarak kullanılmaktadır. Kısaltmanın kullanılış tarzı partiye taraf ya da muhalif olmayı

göstermektedir. Resmi olarak kullanılan kısaltma Ak Parti olarak kabul edildiği için bu çalışmada da

AKP yerine Ak Parti kullanılmıştır. Sadece doğrudan alıntılarda AKP kısaltması kullanılmıştır.

4

ve ideolojileri yeniden üretimi noktasında karşılaştırmasını yapmak ve söz konusu

dönemlerde yayınlanan gazetelerin karikatür sayfalarında bu süreçlerin nasıl

yansıdığını dil-söylem ve ideoloji açısından incelemektir. Bunun sonucunda, Türkiye

Cumhuriyeti tarihinde çok önemli bir yer işgal etmiş olan bu iki siyasi süreç,

incelemeye tabi tutulmuş ve bu süreçlerde gazetelerin karikatürlerinde bu konulara

ne kadar ve ne şekilde yer verdikleri çözümlenmiştir. Ayrıca, karikatür çizerlerinin

tabi oldukları gazetelerinin ideolojilerine göre hareket edip etmediğini belirlemek de

çalışmanın amaçları arasında yer almıştır. Türk toplumunu yakından etkilemiş olan

bu iki anayasal süreci, karikatür (mizah) basınının bakış açısıyla çözümlemek ve iki

sürecin karikatür sayfalarına nasıl yansıdığını belirlemek yani ‘siyasal söylemi

yeniden üreterek mi yoksa onun karşısında muhalif bir tavır takınarak mı yansıtmış’

sorusunu nesnel bir şekilde çözümlemek açısından bu çalışma önemli bir çalışmadır.

Çalışma aynı zamanda, gazete ideolojilerinin karikatür çizgilerine yansıyıp

yansımadığını, eğer yansıdıysa nasıl yansıdığını görmek açısından da oldukça

önemlidir. İdeoloji ve söylemle ilgili olan bu tür çalışmalarda daha çoğunlukla haber

metinleri incelenmektedir. Ancak bu çalışmada, daha farklı bir gazete materyali olan

karikatür üzerinde durulmuş olması konuyu mizah basını açısından da önemli

kılmıştır. Bu tarzda bir çalışmanın daha önceden yapılmamış olması da bu

çalışmanın merak uyandırıcı önemini artırmaktadır. 1982 Anayasası ve 2010

referandum anayasası sürecinin gazete karikatürlerinin incelendiği bu çalışmanın

varsayımları şu şekildedir:

2010 referandum anayasa değişikliği ve 82 Anayasası süreçleri, siyasal

söylemin üretimi aşamasında karikatür çizgilerine gazetelerin farklı

tutumlarıyla (muhalif ya da yanlı) yansımıştır.

Hem 82 Anayasası hem de 2010 referandumu sürecinde yayın yapan ve

incelemeye dahil edilen sağ görüşlü gazeteler anayasal değişikliği

karikatürlerinde onaylarken analiz edilen sol görüşlü gazeteler

onaylamamış, merkez konumundaki gazeteler ise, sürecin ortasında yer

almak gibi bir tavır takınmıştır.

Her iki süreçte de, diğer medya ürünlerinde olduğu gibi karikatürler de

gazetelerin ideoloji ve egemen söylemlerini, ideolojinin doğallaştırma ve

5

meşrulaştırma işlevi ile yeniden üretmiştir ve gazete karikatürleri

gazetenin egemen söylemi dışında muhalif bir söylem üretmemiştir.

Gazete karikatürleri anayasal değişikliğin oluştuğu dönemlerdeki siyasi

ortamlardan etkilenmiştir. Yani gazeteler, onlara tanınan özgürlük

sınırlarına göre, üzerlerinde hissettikleri baskıya göre hareket etmişlerdir.

Bu anlamda 1982 dönemi, karikatürlerin özgür üretimi noktasında 2010

döneminden daha kısıtlayıcı olmuştur.

2010 referandumunda karikatürler gazetelerin taraf olduğu siyasi partilere

göre çizilmiştir.

1982 referandumu sırasında gazetelerin anayasa oylamasına

yaklaşımlarındaki eleştiri dozu 2010 referandumundan daha az seviyede

olmuştur.

Bu çalışmada, 1982 Anayasası ve 2010 anayasa değişikliği referandum

sürecindeki karikatürler incelenmiştir. Bu nedenle çalışmada iki dönem ayrı ayrı

değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Böylelikle, 1982 Anayasası’nın ele alındığı bölüm,

01 Eylül ve 01 Aralık 1982 tarihleri arasındaki süreçle sınırlandırılmıştır.

Sınırlandırma, anayasal değişikliğin bu tarihler arasında gündemde kalmış olması ve

konuyla ilgili karikatürlerin bu tarih aralıklarında yer almış olması nedeniyledir. Bu

dönemin gazeteleri arasında üç tane örneklem gazete seçilmiştir. Bu gazeteler;

‘Cumhuriyet’, ‘Güneş’ ve ‘Tercüman’ gazeteleridir. Bu gazetelerin seçiminde

ideolojileri ya da yayın çizgileri etkili olmuştur ve farklı ideolojilere sahip

gazetelerin seçilmesine özen gösterilmiştir. Buna göre; Cumhuriyet gazetesi, sol

kanadı, Güneş gazetesi merkez kanadı ve Tercüman gazetesi ise sağ kanadı temsilen

incelemeye uygun görülmüştür. Uygulama kısmının ikinci aşamasında, 12 Eylül

2010 anayasa değişikliği referandum süreci incelenmiş olup bu süreçte, 01 Temmuz

ve 01 Ekim 2010 tarihleri arasındaki karikatürler ele alınmıştır. Bu dönemin sınır

çizgisi, anayasa değişikliği düşüncesinin oluşmaya başladığı tarihten, anayasa

değişikliği seçimi sonrasındaki sürece göre yapılmıştır. Bu dönemde ise,

‘Cumhuriyet’, ‘Milliyet’ ve ‘Zaman’ gazetelerinin karikatür sayfaları irdelenmiştir.

Bu dönemdeki gazeteler de ideolojileri baz alınarak seçilmiştir. Her iki dönemde

seçilen gazetelerin her birinin yayın politikası ve kabul ettiği ideoloji farklıdır. Bu

6

yayın politikalarını belirleyen kriterler ise; sermaye yapıları ile köşe yazıları ve

haberlerin konulara, olaylara yaklaşım tarzlarıdır. Bu kriterler, bir gazetenin

ideolojisini ve yanlılığını göstermektedir. Buna göre, Cumhuriyet gazetesi solu

Zaman gazetesi sağı ve Milliyet gazetesi ise merkezi temsil etmektedir.

Bu çalışmada, literatür taramasının yanı sıra, iki yöntem kullanılmıştır. Bu

yöntemlerden ilki, metin okumalarının ardındaki gizli anlamlar üzerinde duran

“söylem çözümlemesi” yöntemidir. İçinde bir ideoloji ve söylem barındıran

karikatürün, alt yazı veya balon içinde verilmiş konuşmaların olduğu kısımlar için

söylem çözümlemesi daha uygun bir yöntemdir. “Söylem çözümlemesi bir okumadır.

Söylem çözümlemesi gerçeğe dayalı değil, anlama dayalı bir sonucu

amaçlamaktadır” (Atabek, 2007: 152). Söylem çözümlemesi, farklı konuşma

yollarıyla yapılanan farklı gerçeklikler, söylem etkileri, politik ilişkiler, güç ilişkileri,

bilgi ve ideoloji formları, kurumsal bağlantılar ve söylemleri kullananların

oluşturduğu düzenlilikler ya da düzensizliklerle ilgilenir. Dolayısıyla söylem; güç,

bilgi, dil ve ideoloji arasındaki ilişkiler bütünü olarak ele alınmakta ve dilin içindeki

toplumsal iktidarı imlenmesi olarak işlev görmektedir. “Medya söylemini, metne

dayalı, yorumsal ve bağlama dayalı, sosyal gelenek biçimindeki geleneksel

yaklaşımların harmanlandığı analitik bir çerçevede ele alan van Dijk ideolojinin

söylemde ifade edildiğini ve yeniden üretildiğini ileri sürmektedir” (van Dijk, 1988:

61- 63). Karikatürün daha çoğunlukla siyasi yönünün ele alındığı bu çalışmada

ayrıca ikinci bir yöntem olarak “göstergebilimsel çözümleme” yöntemi

kullanılmıştır. “Göstergebilim iletişim için kullanılan her şeyin; sözcükler,

görüntüler, trafik işaretleri, sesler, çiçekler, müzik ve tıbbi semptomlar gibi pek çok

şeyin incelenmesidir. Göstergebilim, göstergelerin iletişimde bulunma yolları ve

onların kullanımlarına egemen olan kurallar üzerinde durmaktadır” (Parsa ve Parsa,

2004: 1). Siyasi karikatürler üzerinden hareketle karikatürlerin göstergebilimsel

çözümlemesi ile dili, anlamları ve işlevleri ortaya konulmuştur. Yazısı olmayan

karikatürler dikkate alındığında, siyasi karikatürlerin göstergebilimsel çözümleme

yöntemiyle incelenmesi kaçınılmaz olmuştur. Çünkü siyasi karikatürler açısından,

gösterge- simge- sembollerin önemi büyüktür. Karikatürlerin verdiği mesajlar

7

üzerine çözümleme yapan çözümlemeciler, simge ve sembollerden yani

göstergelerden hareket etmektedir.

8

BİRİNCİ BÖLÜM

1. İDEOLOJİ- DİL-SÖYLEM İLİŞKİSİ

Her siyasi karikatür, oluşturduğu söylemle ideolojileri yeniden üretmektedir.

Çizgi, karikatürün söylem ve ideolojiyi bir araya getirerek yansıttığı dilidir. Bu

nedenle ideoloji, dil ve söylem arasında ayrılamayan bir ilişki vardır. Neredeyse

birinin varlığı olmadan diğerinin anlam kazanması olanaksızdır. Bunlar arasındaki

ilişkiyi çözümlemek ve karikatürle bağlantılarına anlam vermek açısından, bu

bölümde, öncelikle ideoloji, söylem ve dil teker teker ele alınmış, daha sonrasında

bunlar arasındaki ilişki üzerinde durulmuştur. Ardından toplumsal gerçekliğin

inşasında söylem ve ideoloji bağlantısıyla siyasi söylemin yeniden üretimi

noktasında medyanın üstlenmiş olduğu rol irdelenmiştir.

1.1. İdeoloji Kavramı ve Egemen İdeoloji

İdeoloji kavramı, 1950’lerden sonra, özellikle yanlış bilinç olup olmadığı ve

gerçekliği konusunda, çok tartışılmıştır. İdeolojinin, düşünce sistemlerinin kendi

kısmiliklerinin ilk kez farkına varmaya başladığı tarihsel dönemde doğmuş olduğu ve

bu farkına varışın da söz konusu düşünce sistemlerinin yabancı ve alternatif söylem

biçimleri ile karşılaşmak zorunda kaldıkları zaman ortaya çıktığı ileri sürülebilir

(Eagleton, 2005: 156). İdeoloji terimi, on sekizinci yüzyılın sonunda ve on

dokuzuncu yüzyılın başında, Fransa’da önem kazanmış ve etki göstermiş bir felsefi

okuldan gelmiştir. Bu okula bağlı filozoflara göre, bir ideler bilimi yani soyut

kavramlar bilimi vardır ve bu bilim idelerin oluşumunu incelediği gibi, duyumlardan

hareket ederek bu oluşumu tüm olarak yeniden kurabilir. İdelerin bu bilimi, ideoloji

adını taşır; bu öğretiyi açıklayan ve yayan filozoflara da ideologlar denir (Lefebvre,

1996: 57). Fransız materyalistlerinin, kendi felsefelerini ve ideallerini tanımlamak

amacıyla kullandıkları (Çelik, 2005: 27) ideoloji, doğrudan Fransız Aydınlanmasının

bir ürünü olsa da, bu kavramın kökleri, ortaçağ dünyasının yıkılmasıyla Batı

Avrupalı entelektüellerin karşısına dikilen, anlam ve yön konularını ele alan genel

felsefi sorulara dek uzanmaktadır. İdeoloji kelimesini ilk kez dolaşıma sokan

kişilerin daha doğrudan ataları, Francis Bacan ve Thomas Hobbes gibi düşünürler

(Mclellan, 2009: 4) olmakla birlikte, ideoloji kelimesini ilk kez 1797 yılında Antoine

Destutt de Tracy kullanmıştır (Mclellan, 2009: 6). Ancak ideoloji kavramını siyasal

9

söylemin gündemine oturtan ve terimi popülerleştiren Karl Marx ve takipçileri

olmuştur (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 94). Buna rağmen hepsinin uzlaştığı ortak bir

ideoloji tanımlaması olmamıştır. “Bu, ideoloji teriminin kullanışlı ama birbiriyle

bağdaşmaz nitelikte olan birçok anlamı olmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla

bu anlam zenginliğini tek ve kapsayıcı bir tanıma sıkıştırmaya çalışmak, mümkün

olsaydı bile pek yararlı olmayacaktı” (Eagleton, 2005: 17). “İdeoloji, toplumsal

gerçekliğe bağımlılığını yanlış- tanıyan düşünümcü bir tavırdan, eylem odaklı bir

inançlar kümesine, bireylerin toplumsal bir yapıyla aralarındaki ilişkiyi yaşamalarını

sağlayan vazgeçilmez mecradan hâkim bir siyasi iktidarı meşrulaştıran yanlış

fikirlere kadar her şey olarak adlandırabilir” (Rigel, 2005: 316). Marksizm’de

oydaşık bir ideoloji tanımı, en genel şekliyle ‘sınıf çıkarlarına hizmet eden

gizemleştirme’ (Barrett, 2004: 217) tanımıdır. Şerif Mardin, ideolojiyi, toplum

konusundaki bilgi ve görüşlerimize dayanan bir fikir kümesi (2009: 85) şeklinde

tanımlarken Eagleton, ideoloji için, “Hâkim bir siyasal iktidarı meşrulaştırmaya

yardımcı olan fikirlerdir (ya da yanlış fikirler)” demiştir (Mutlu, 2008: 133). İlk

anlamıyla yanlış bilinç (fikir), Eski Yunan’dan günümüze uzanan bir süreklilik

içinde yönetim sorunu ile ilgili düşüncelerde izine rastlayabileceğimiz bir çizgi

oluşturmaktadır. Toplumun varlığını sürdürmesine yardımcı olması, eşitsiz ve

adaletsiz rejimlerin sürekliliğinin dayanağı olması anlamında yanlış bilinç, ideoloji

kuramları için vazgeçilmez bir öneme sahip görünmektedir (Çelik, 2005: 162).

İdeoloji sürecini, toplumsal amillerin içerisinde özne olmaya itildikleri toplumsal

evreni anlamlandırma ve bunu muhtelif göstergeler, işaretler, değerler, ilgi ve

çıkarlar aracılığıyla ortaya koyma süreci olarak görmek mümkündür (Çeğin ve Arlı,

2004: 165). İdeolojinin birçok fonksiyonu arasında sosyo-kültürel ve siyasal

değişmeyi gerçekleştirmek veya mevcut sosyal-politik düzeni muhafaza etmek

vardır. Aslında modern ideolojiler, geleceği geçmişle bağdaştırmayı hedef almakla

beraber, geleceğe daha fazla önem vererek sosyo-politik değişmeyi ön plana

koyarlar. Modern ideolojiler, ütopiye daha fazla ağırlık vermekle beraber geçmişi de

yani tarihi de sübjektif bir şekilde yorumlayarak onu parlak ütopik geleceğe destek

olarak kullanırlar (Karpat, 2009: 311).

10

İdeoloji kelimesi, ilk çıktığı andan itibaren olumlu, olumsuz ve yerine göre

olumlu ya da olumsuz anlamlara maruz kalmıştır. Kelimenin ilk ortaya çıktığı

zamanki anlamı tamamen olumludur. “İdeoloji sözcüğü insan zihninde fikirlerin

belirme sürecinin nesnel olarak incelenmesinin mümkün olduğunu ve bundan dolayı

istenirse doğru düşünceleri düşündürmenin bir yolu bulunduğunu iddia eden bir grup

düşünür tarafından ortaya atılmıştır” (Mardin, 2009: 22). İlk kullanıldığı zaman bu

kavramın (ideoloji) ifade ettiği anlam, düşüncelerin bilimi şeklindeydi. Diğer bir

deyişle, iki Latince sözcük olan idea (düşünce) ve logy (bilim) sözcüklerinin

birleşiminden ortaya çıkan yeni sözcüktür (idea-logy) (Kaya, 2004: 68). İdeoloji,

duyumculuğun daha doğrusu 18.yüzyıl Fransız materyalizminin bir cephesiydi.

Başlangıcında, bu sözcük ‘düşünceler bilimi’ anlamında kullanılıyordu. Analiz, o

zamanlar bilimlere uygulanan tek yöntem olduğundan, bu sözcük ‘düşüncelerin

analizi’ yani ‘düşüncelerin nereden geldiğinin araştırılması’ anlamına da geliyordu

(Gramsci, 2007: 80 ve Eagleton, 2005: 101). Fransa’da Condillac’tan sonra gelip

metafiziği reddeden ve tinsel bilimleri antropolojik-psikolojik açıdan

temellendirmeye çalışan felsefi ekolün yandaşlarına ideolog deniliyordu. Kavram,

Napolyon’un filozoflar grubuna aşağılayıcı bir şekilde ‘ideologlar’ diyerek hakaret

etmesiyle olumsuz bir anlam kazanmıştır. Sözcük, böylece ilk kez, günümüzde

koruduğu küçük düşürücü anlamına sahip olmuştur (Mannheim, 2009: 86). Fransız

aydınlanmasında, ‘fikir ve düşüncelere’ genel ve objektif bir yaklaşımın ifadesi

olarak kullanılan ideoloji terimi, sonrasında böylelikle daha dar ve olumsuz

anlamlarda kullanılmaya başlanmıştır. Terimin referans alanı, ‘dünyaya, topluma

insana yönelik duygular, tutumlar ve düşünceler sistemi’ olarak daraltılmıştır. Ayrıca

kavram, ‘bir kişiye, gruba, topluma ait özel çıkarları haklılaştırmaya yarayan fikirler

sistemi’ şeklinde tanımlanarak olumsuz bir anlama sahip olmuştur (Çakmak

Kılıçaslan, 2008: 95). Kendisine yüklenen olumsuz anlamla birlikte ideoloji,

spekülatif olanı, akla ve mantığa aykırı olanı, insanın tutkularıyla, çıkarlarıyla ve

arzularıyla ilişkili olanı temsil eden bir kavrama dönüşmüştür. Kendi başına

alındığında bu eğilim, ideolojinin kavram olarak sınırlarının genişlemesi sonucunu

doğurmaktadır. Kavram, abartılı biçimde genelleşmektedir, çünkü ideoloji, aklın

sınırları dışında kalan her şeyi içine alan geniş bir alanı ifade eder hale gelmektedir.

Bu durum, her düşüncenin akıl dışıyla ilişkisi ölçüsünde ideolojik olabileceği

11

sonucunu doğurmaktadır (Çelik, 2005: 55). İdeoloji kavramı, bundan böyle hiç

kimsenin sahip olmak istemeyeceği kötü bir çağrışıma sahip olmuştur. “İdeolojik

olan başkasının düşüncesidir; bizimki değil. Kendi düşüncemizin ideolojik

olabileceği fikrini neredeyse içgüdüsel olarak reddederiz ki, en değerli

kavramlarımızın dayanaklarının kaygan bir zemine oturduğu iddia edilmesin”

(Mclellan, 2009: 1). Bunun sonuncunda hiç kimse kendi düşünüş biçiminin ideolojik

olduğunu söylemeyecektir; tıpkı hiç kimsenin kendisine şişko patates dememesi gibi

(Eagleton, 2005: 19).

Marksizm, ideolojiyi burjuva düşüncesini ve bu düşüncenin olumsuz ve

çarpıtılmış sonuçlarını ortaya koymak amacıyla kullanmıştır (Devran, 2010: 20).

İdeoloji, anlam ve iktidar ilişkisinin ele alınışında temel işlevdedir (Mumby, 2005:

124). İdeolojinin meşrulaştırma işlevi gördüğü görüşüne katılan Karl Marx, ideoloji

kavramına karşı eleştirel bir tutum takınarak ideolojinin insanları hatalı

bilinçlenmeye yönelten bir tür bilinçli ya da bilinçsiz inançlar ve düşünceler sistemi

olduğunu söylemiştir. Ona göre, iktidarı elinde bulunduran sınıfların tasarladığı

ideolojiler, alt sınıfların maruz kaldıkları sömürü ve eşitsizlik koşullarını yine söz

konusu alt sınıflara doğal ve meşru gösteren düşünce sistemleridir (Kaya, 2004: 69).

Marx, kavrama eleştirel bir gözle yaklaşmıştır. Marx, toplumda egemen olan

ideolojinin yöneticilerin ideolojisi olduğunu vurgulamaktadır (Devran, 2010: 20).

Marx terimin anlamını köklü bir değişime uğratan kişiler arasında yer almaktadır.

Böylece ideoloji kelimesi, aşağılatıcı bir anlam kazanmıştır. Artık sadece, açıklayıcı

bir teoriyi değil, ama açıklanması gereken bir şeyi de dile getirmektedir (Lefebvre,

1996: 57). Marx, ideolojinin kötüleyici anlamını iki unsurda birleştirmiştir:

“Birincisi, ideoloji idealizmle bağlantılandırılıyor ve idealizm de sorunlu bir felsefi

yaklaşım olarak kabul edilerek materyalizmin karşısında konumlandırılıyordu.

Doğru bir dünya görüşü bir şekilde materyalist bir yaklaşım olmalıydı. İkincisi

ideoloji toplumda kaynakların ve iktidarın eşitsiz dağılımıyla bağlantılandırılıyordu.

Toplumsal ve ekonomik düzenlemeler töhmet altında olduğuna göre, onların bir

parçası olan ideoloji de töhmet altındaydı” (Mclellan, 2009: 11). İdeoloji kelimesi,

başlangıçta sahip olduğu olumlu anlamı kaybetmesiyle ideoloji kavramının teorik

tahlili bozulmuş oldu. Bu durumun ortaya çıkış nedeni şu şekildedir:

12

1. Hem ideolojiye yapıdan ayrı bir nitelik verildi, hem de yapıları değiştirenin

ideolojiler değil, bunun aksi olduğu ileri sürüldü;

2. Bazı siyasal çözüm şekillerinin ideolojik, yani yapıyı değiştirmek için

yetersiz olduğu oysa değiştireceğine inanıldığı, bunun yararsız, saçma vb. bir şey

olduğu söylendi;

3. Sonra da, bütün ideolojilerin görünüşten ibaret yararsız, saçma vb. olduğu

hükmü verildi (Gramsci, 2007: 82).

İdeolojiyle ilgilenen bilim adamları genellikle Marksist bir yaklaşımı

benimsemişlerdir (Shoemaker ve Reese, 2002: 130). Marx her ne kadar ideoloji

kavramına olumsuz bir anlam yüklese de diğer Marksist görüşte olan düşünürler tam

anlamıyla aynı şeyi savunmamış hatta bunlardan bazıları kavramının amaca göre

olumlu olabileceği görüşünde bile durmuştur. Marx’ın bir anlamda lanetlediği her

türlü ideoloji, onun öğrencileri olan Lenin ve Gramsci gibi isimlerce başka bir

içerikle de olsa yeniden işlevsellik kazanmıştır. Lenin ve Gramsci’nin

araçsallaştırdığı ideoloji kavramı yine Marksist gelenekten gelen Lukacs ve onun

öğrencisi Mannheim tarafından daha farklı şekillerde nitelendirilmiştir. Lukacs, bu

kez Marx’ın ideolojiden uzak bilimsel epistemolojik yöntem olarak tanımladığı

diyalektik materyalizmi bir ideoloji olarak tanımlamıştır (Kaya, 2004: 70-71).

Mannheim, sözcüğün yeni anlamının belirleyiciliği konusunda bu sözcüğün

yaratıcısının, yani politikacının etkisi bulunduğunu savunmuştur: “Yeni sözcük

adeta, politikacının gerçekliğe ilişkin özgül deneyimini onaylayarak, gerçekliği

algılamanın bir Organon’u olarak düşüncelere fazla önem vermeyen politikacının

pratik irrasyonelliğinin savunuculuğunu yapmaktadır” (Mannheim, 2009: 87).

Marksist gelenekten geliyor olmalarına rağmen Lenin ve Gramsci de, ideoloji

konusunda her türlü ideolojinin reddi üzerine düşünce üreten Marx’tan daha farklı bir

yaklaşım sergilemişlerdir. Her ikisi de, Marx’ın daha önce tanımladığı egemen

ideoloji olan ‘burjuva ideolojisinin’ yanı sıra, ‘sosyalist ideoloji’ veya ‘proleter

ideoloji’nin de olabileceğini ve olması gerektiğini iddia eder. Gerek Lenin gerekse

Gramsci, Marx’ın ideolojinin tahakkümünden kurtarmaya çalıştığı hür aklı ve özgür

bireyi adeta yeniden başka tür ideolojilerin tahakkümüne sokmayı amaçlamıştır

13

(Kaya, 2004: 70). Marxist gelenekteki, ideoloji kavramına olumsuz yaklaşım,

Lenin’de olumlu ya da nötr bir niteliğe bürünmüştür. Bunun sebebi yorumun değil

yorumlanan ideoloji kavramının politik amaçlar doğrultusunda değiştirilmesi

olmuştur. Lenin, işçi sınıfının mücadelesine fayda sağlamak bir ‘sosyalist düşünen

insanlar’ ideolojisini yaratma ve yayma planını kendi politik programına

eklemlemiştir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 99). Sınıf mücadelesinin

keskinleşmesinden hareketle işçi sınıfı da dâhil her sınıfa ideolojik bir konum atfeden

Lenin’e göre, “yegâne tercih, burjuva ve sosyalist ideoloji arasındadır. Bir orta yol

yoktur (çünkü insanlık bir üçüncü ideoloji yaratmamıştır, dahası, sınıf karşıtlıklarıyla

bölünmüş bir toplumda sınıfsız ya da sınıf üstü bir ideoloji olamaz). Dolayısıyla

sosyalist ideolojiyi herhangi bir şekilde küçültmek, ondan çok az bile olsa

uzaklaşmak burjuva ideolojisini kuvvetlendirmek demektir” (Lenin, 1963: 156).

Yani ideoloji Lenin’de sadece amaç değiştirmiştir. “İdeoloji, kapitalist toplumda bir

sınıf hâkimiyeti sistemin harcı iken, sınıfsız bir toplumda salt birleştirici bir araç

olacaktır” (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 101). Lenin’de ideoloji kavramına eleştirel

değil işlevsel bir yaklaşım ön plana çıkmış, ideoloji politik mücadelenin silahlarından

birisi haline gelmiştir. Lenin’in ‘ideolojik olan kötüdür’ genellemesini bırakıp özelde

‘bir ideolojinin iyi ya da kötü olmasını belirleyenin hangi sınıfın çıkarlarına hizmet

ettiğidir’ biçiminde bir yaklaşımı vardır (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 99). İdeolojinin

bütünüyle olumsuz olamayacağını savunan Marksist düşünürlerden biri olan Antonio

Gramsci, “İdeoloji kavramına ilişkin kuramsal analizlerin değiştirilmesi ve

asıllarından uzaklaştırılmış olmaları sonucu” (1997: 376) terimin bu hoş olmayan

anlamının yaygınlaşmış olduğunu vurgulamıştır. Dolayısıyla Marksist kuramcılar

arasında, ideoloji, eşzamanlı olarak, yanlış bilinç (Engels), toplumsal olarak

koşullanmış her düşünce (Plehanov), sosyalizm için verilen hararetli siyasi mücadele

(Bernstein ve bazen Lenin) ve sosyalizmin bilimsel kuramı (Lenin) anlamlarına

gelmektedir (Eagleton, 2005: 135).

Başta Marx olmak üzere Marksist gelenek içinde yer alan düşünürler ideoloji

ile ilgili bir takım öngörülerde bulunmuşlardır. Bunların en başında ideolojinin belli

bir toplumsal yapı içerisinde oluştuğu ve egemen iktidara hizmet ettiği öngörüsü yer

almaktadır. En karmaşık ideoloji türleri dâhil, tüm insani bilinç biçimlerinin belirli

14

toplumsal koşullar içinde kök saldığı kesinlikle doğrudur (Giddens, 2009: 86).

İdeoloji toplumun her tarafından kendini devam ettirebileceği ağlar kurmuştur. “Her

toplumda şekillenen ve dağıtılan değerler bir bütün olarak ağı desteklemeye yarayan

bir ideoloji oluşturur” (Lasswell, 1960: 123). Buna göre egemen olan yönetimler

ideolojik bir düşünceye sahip olmadan ve onu uygulamadan kendi varlıklarının

sürdürebilecekleri ihtimal dışıdır. Ayrıca bir ideoloji, diğer alt ideolojilerle sürekli

ilişki içerisinde olmak zorundadır. İdeolojiler, başka ideolojiler sayesinde var

olabilmektedir. “Bir egemen ideoloji, alt grupların ideolojileriyle sürekli müzakere

halinde olmak zorundadır ve bu büyük önem taşıyan bu açık uçluluk hali, onu saf bir

biçimde kendi kendisiyle özdeş olmaktan alıkoyar. Aslında bir egemen ideolojiyi

güçlü kılan şey –kendi hükmü altındakilerin bilincine girerek müdahale etme,

kendine mal etme ve geri yansıtma yetisi- aynı zamanda onu kendi içinde heterojen

ve tutarsız kılan şeydir. Daha önce görmüş olduğumuz gibi, başarılı bir egemen

ideoloji gerçek istek, gereksinim ve arzuları dikkate alan ideolojidir; fakat bu aynı

zamanda ideolojinin Aşil topuğudur da; onu bir ‘öteki’ tanımaya ve bu ötekiliği

potansiyel olarak yıkıcı bir güç olarak kendi biçimleri arasına katmaya zorlar”

(Eagleton, 2005: 75). Marx’ın ideoloji yaklaşımında, birbirinden ayrılması gereken

ilişkili iki vurgu vardır. İlkine göre, içinde etkinliklerini gerçekleştirdikleri toplumsal

koşullar bireylerin içinde yaşadıkları dünyaya ilişkin algılarını koşullandırır. Bu,

dilin insanların pratik bilinçlerini şekillendirmesi demektir. İkinci teorem, fikirlerin

yaratılması kadar yayılmasıyla da ilgilidir: Marx’ın sınıflı toplumlarda çağın yönetici

fikirleri yönetici sınıfın fikirleridir, genellemesini ifade eder. Bu ikinci önermeden,

fikirlerin yayılmasının büyük ölçüde toplumdaki ekonomik güç dağılımına bağlı

olduğu sonucu çıkar. İdeoloji bu ikinci anlamında toplumsal üst yapının bir

parçasıdır: Bir çağın yaygın ahlak anlayışı egemen sınıfın çıkarlarını meşrulaştırmayı

sağlayan etkendir (Giddens, 2009: 85). Marx ideoloji kelimesini, toplumun kalıcılığı

için gerekli bir toplumsal onay ve rızanın kendiliğinden ve akla uygun biçimde elde

edilmesinin mümkün olmadığı durumlarda bile toplumların varlıklarını

sürdürebilmelerinde etkili olan belli bilinç biçimlerine atfen kullanan ilk yazardır

(Rosen, 1996: 168). Marksist bakış açısına göre, düşünceleri ideolojiye dönüştüren

şey, bu düşüncelerle, emek sürecini karakterize eden toplumsal ve ekonomik

ilişkilerin çelişkili doğası arasındaki bağdır. Bu çelişkiler özünde iki etkene

15

dayanmaktadır. Birincisi olan işbölümü, kafa ve kol emeği arasındaki ayrımla

başlamakta ve hem emeğin hem de emeğin ürünlerinin nicel ve nitel açıdan eşitsiz

dağılımını getirmektedir. Bunun yol açtığı ikinci etkense, özel mülkiyetle birlikte

bireyin çıkarıyla topluluğun çıkarının örtüşmemesi durumudur (Mclellan, 2009: 14).

“Marxçı ideoloji tartışması genellikle Alman İdeolojisinde Marx ile Engels’in,

herhangi bir toplumdaki yönetici fikirlerin, toplumda üretim araçlarını ellerinde

bulunduran sınıfların olduğu yönündeki önermesini temel almaktadır. Bu önermeden

hareketle ‘egemen ideoloji’, ‘yanlış bilinç’ gibi kavramlar geliştirilmiştir (Mutlu,

2008: 134). Verili bir kültürdeki egemen bakış açısı (Graeme, 1995: 168) olan

“Egemen güç (ideoloji) toplumda yasayı yapan, kaldıran, değiştiren tek güçtür ve bu

egemen güç kendi yaptığı yasalara bağlı değildir, çünkü hiç kimse kendi kendini

bağlayamaz” (Göze, 2000: 141). İdeolojiler genellikle, sürekli yeniden

düzenlenmeleri ve çözümlenmeleri gereken, çeşitli öğeleri arasında çatışmalar olan,

içsel olarak karmaşık ve farklılaşmış oluşumlardır. Egemen ideoloji adı verilen şey

tipik olarak, çıkarları her zaman bir olmayan sınıflar ve alt gruplardan oluşan bir

egemen toplumsal bloğa ait olan ideolojidir ve bunlar arasındaki uzlaşımlar ve

bölünmeler, olduğu gibi ideolojiye yansır (Eagleton, 2005: 75). Marx’ın kuramına

göre, ideolojinin işlevi, toplumsal çelişkileri gizleyerek olası bir birliğin kuruluşunu

belli bir sınıfın çıkarına geciktirmek ve böylece var olan üretim ilişkilerinin devamını

sağlamaktır (Çelik, 2005: 158). Marksist gelenek, ideolojinin bu olumsuz anlamını

genellikle kapitalizmle bağdaştırmaktadır. “Kapitalizmin istikrar içinde

yaşayabilmesi için yönetilenlerin onayına dayalı, egemen sınıf çıkarlarının yeniden

üretimini sağlayacak ve kapitalist devletin açık şiddete başvurmasına gerek

bırakmayacak bir ideolojik ve politik oluşumun gereğini vurgulamak egemen ideoloji

kuramının temel tezidir. Bu tez, kapitalizmin ekonomik düzeyde egemen sınıfların

varlığını açık bir şiddete başvurmadan sürdürebilmesinin belli bir politik ve ideolojik

dolayımının gerçekleşmesine bağlı olduğunu iddia etmektedir” (Sancar Üşür, 2008:

30). Toplumsal formasyonun bir yansıması olarak ideoloji, bireyleri yakalar ve onları

egemen ideolojinin bir taşıyıcısı olarak bağlar. Burada tanımlanan ideoloji sadece

toplumsal formasyonun yeniden üretimini sağlayan egemen ideolojidir (Sancar Üşür,

2008: 50). Marksistler toplumun her kesiminde ideoloji söz sahibi olsa da her fikrin

ideolojik olabileceği varsayımına katılmazlar. “Marxsist bakış açısı, bütün fikirlerin

16

ideolojik olmadığını, ancak toplumsal çelişkileri gizlemeye yarayan fikirlerin

ideolojik olduğunu savunmaktadır. Marksist bakışa göre, bütün sınıfların, işçi sınıfı

da dâhil, ideoloji üretmesi mümkün olsa da, ideolojiye ideoloji demek ancak hâkim

sınıfın çıkarına hizmet ettiği sürece anlamlıydı. Toplum ve toplumun sınıfsal yapısı

da sürekli değiştiğinden, bazı düşüncelerin zamanla ideoloji haline gelmesi veya

ideoloji olmaktan çıkması mümkündü” (Mclellan, 2009: 15). Buna göre, ideoloji,

egemen toplumsal sınıfın maddi çıkarlarını doğrudan doğruya dile getiren ve onun

yönetimini desteklemeye yarayan fikirler anlamına da gelebilmektedir (Eagleton,

2005: 127). İdeolojinin, özellikle etkili bir sosyal grubun ideolojisi olduğu zaman,

egemen olduğu söylenebilir (Devran, 2010: 23). Ancak, egemen olanlar her zaman

yeni bir ideolojiyi yeni baştan doğurmaz. Bunun yerine bazen var olan bir fikre

ideolojik bir kılıf uydurabilmektedir. “Bir fikri ideolojik yapan şey, onun kökeni

değildir. Kökeni egemen sınıfa dayanan bütün fikirlerin ister istemez ideolojik

olduğu söylenemez; tam tersine, yönetici sınıf başka bir yerde filizlenmiş fikirleri

devralıp bunların kendi amacına hizmet edecek duruma getirebilir” (Eagleton, 2005:

73). İdeolojiler, ayakta kalmak ya da yaşayabilmek, grup çatışmalarını yönetmek,

meşrulaştırmak, güç ve hegemonya ilişkisini yönetmek için gelişmektedir (Devran,

2010: 18). Bu tür bir durumda, bu amacı gerçekleştirmeye çalışanlar genellikle

hegemonyaya başvurur. Hegemonya, Gramsci tarafından ortaya atılmış ve rıza

üretimi anlamına gelen bir kavramdır. Gramsci’ye göre, “hâkim sınıfın dünya görüşü

entelektüeller kanalıyla öylesine yayılır ki, bütün toplumun ortak anlayışı ya da

toplumun içinde yaşadığı ‘duygu yapısı’ haline gelir. Bu şekilde kurulan ideolojik

hegemonya, hâkim sınıfın zora başvurmaksızın egemenliğini sürdürmesini sağlar”

(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 100). İdeolojik yeniden üretim, oydaşmanın oluşumunun

doğasına bürünür ve bundan türeyen iktidar hegemonik bir biçim alır (van Dijk,

1999: 339). Hegemonya kısmen tabi sınıfların üstyapılara dahil olmasıyla başarılır:

ama bu hegemonya yapıları ideolojiyle çalışır. Bunun anlamı şudur: Başat sınıf

fraksiyonlarının lehine olan, sivil hayat ve devlet alanlarında kurumsallaştırılan

gerçeklik tanımları bizatihi tabi sınıfların yaşanan gerçekliğini oluşturur hale

gelmişlerdir. Bu yolla tüm bir toplumsal bloğun ideolojik birliğini koruyan ideoloji,

bir toplumsal formasyondaki sıvayı sağlamış olur (Hall, 1999: 222- 223).

17

Marksist gelenekten gelen düşünürlerin savunduğu ikinci öngörü ideolojinin

yanlış bilinç yarattığıdır. Yanlış bilinç, belli bir toplumsal varoluş tarzının sürekli

kılınmasıyla ilişkili, başka bir deyişle eşitsiz ve adaletsiz toplumların var olmayı

sürdürebilmelerini amaçlayan bir kavramdır. Yanlış bilinç üç şekilde kurulur:

‘Çarpıtma’, ‘doğallaştırma’ ve ‘tersine çevirme’ (Çelik, 2005: 166). “Yanlış bilinçle

ideoloji arasında kurulan özdeşlik ideoloji kuramlarının en sorunlu

kavramlaştırmalarından biri olmakla birlikte, ideoloji kuramlarını konu edinen

çalışmalar açısından kaçınılmaz bir referans oluşturacak biçimde kavramla

bütünleşmiştir” (Çelik, 2005: 162). Yanlış bilinç olarak ideoloji görüşünün ikna edici

görünmesinin çeşitli nedenleri vardır. Bunlardan birisi, insanların genelinde görülen,

ortalama rasyonalite adını verebileceğimiz ve muhtemelen ikna edici bir argümandan

çok siyasi bir inancın dışavurumu olan şeyle ilgilidir (Eagleton, 2005: 32). İdeoloji

kuramları açısından esası değişmeyen bir şema oluşturmaktadır: İktidarın bir işlevi

olarak ideolojik çarpıtma veya yanlış bilinç, yanlış bilincin türevi olarak iktidarın

meşruluğu. Bu basit formül, temel bir eşitsizliğin var olduğu kabulüne ve bu

eşitsizliğin ancak bir yalanla veya yanlış bilinçlilik sayesinde siyasal düzen için bir

tehdit olmaktan çıkacağı ve böylelikle düzenin veya sistemin sürekli kılınabileceği

inancına dayanmaktadır (Çelik, 2005: 163-164).

Marksist gelenekte, ideoloji kavramının yanlış bilinç olup olmadığı

tartışılmıştır. Yanlış bilinç kavramı Marx tarafından hiç kullanılmamıştır. Kavramı,

ideolojiyle ilişkili olarak ilk kullanan Engels’tir. Engels, ideolojiyi yanlış bilinç

kavramıyla temellendirir. Engels’e göre, ideoloji, gerçekliği ele almak yerine

tamamen düşüncelere saplanmaktır: “Her ideoloji, ortaya çıkar çıkmaz, verili

kavramsal malzeme temelinde gelişir ve bu malzemeyi daha da geliştirir; aksi

takdirde o bir ideoloji olamaz, yani düşünceleri, bağımsızca gelişen ve yalnız kendi

yasalarında tabi olan bağımsız varlıklar olarak ele alamazdı” (Engels, 1968: 55).

İdeolojiyi yanlış bilinç olarak gören Marksist düşünürlerden biri de Lukacs’tır:

“Geçmişin sınıf mücadelelerinde çok farklı ideolojiler, dinler ve ahlaki ile diğer

yanlış bilinç biçimleri belirleyici olmuştur” (Lukacs, 1971: 224). Lukacs’ın aksine

Althusser ideolojiyi yanlış bilinç olarak görmemiştir. İdeolojinin yanlış bilinç olduğu

fikrine karşı çıkanlar, ideolojinin hiçbir temeli olmayan bir yanılsama değil, somut

18

bir gerçeklik olduğu, en azından insanların pratik yaşamlarını düzenlemelerine

yardımcı olmaya yetecek ölçüde bilişsel içeriğe sahip, etkin, maddi bir güç olduğunu

belirtmekte haklıdır. İdeoloji, dünyaya ilişkin bir önermeler kümesinden ibaret

değildir ve getirdiği önermelerden büyük bir çoğunluğu da fiilen doğrudur (Eagleton,

2005: 51). Althusser, ideolojinin yanlış bilinç olması olayından çok ideolojinin

gördüğü işlevle ilgilenmiştir. Althusser, ideolojiyi insan zihninin bir ürünü olarak

değil; insanların ne düşündüğünü belirleyen yarı maddi bir varlığa sahip olarak

görür. İdeolojinin kiliseler, sendikalar ve okullar gibi toplumdaki ‘Devletin İdeolojik

Aygıtları’nda cisimleştiğini öne sürer (Mclellan, 2009: 34). Althusser, insanların

ideolojide kendi varlık koşullarıyla ilişkilerini değil de, kendi varlık koşullarını

yaşama tarzlarını ifade ettiklerini savunur. “Bu hem gerçek ilişkiyi hem de yaşanan,

hayali ilişkiyi içerir” (Althusser, 2002: 284). İdeolojiyi yanlış bilinç olarak görmeyen

kuramcılardan bir tanesi de Zizek’tir. Zizek, ideolojinin bir (toplumsal) varlığın

yanlış bilinci olmadığını ve yanlış bilinçle desteklendiğinde bu varoluşun kendisi

olduğunu ifade etmiştir (Zizek, 1991: 21). İdeolojinin bazı kuramcılar tarafından bir

yanlış bilinç meselesi gibi görünmemesinin nedenlerinden birisi, insanların ideolojik

olduğunda hemfikir olduğu birçok önermenin açık bir biçimde doğru oluşudur

(Eagleton, 2005: 37).

Marksist geleneğin ortaya attığı üçüncü öngörü ise, ideolojinin gerçekleri tam

olarak yansıtmadığı ve gerçekleri yanılsamalı bir şekilde sunduğudur. İdeoloji

gerçeğin, baş aşağı, sakatlanmış ve eğri-büğrü olmuş bir yansısıdır. İdeolojide,

insanlar ile onların içinde bulundukları koşullar, bir camera obscura’daki (Ortaçağda

kullanılan ve daha sonra geliştirilmiş olan bu alette, aynalar yardımıyla düz bir yüzey

üzerine bir manzaranın imajı yansıtılıyordu) gibi baş aşağı görülür; gözün ağtabakası

üzerinde nesnelerin baş aşağı olması nasıl bir fizik sürecin sonuysa, bu da, özel

hayati bir sürecin sonucu olmaktadır (Lefebvre, 1996: 57). Althusser’in “ideoloji

hiçbir zaman, ‘ben ideolojiyim’ demez” (Akt: Eagleton, 2005: 85) şeklindeki sözleri

bu durumu açıklar niteliktedir. Bu durum ideolojinin kendisini gizleme ihtiyacından

yani fark ettirmeden kendi değerlerini meşrulaştırma isteği çabasından başka bir şey

değildir. Dolayısıyla “İdeolojik olanın daima kendi özgül toplumsal, siyasal ve

kültürel varoluş koşulları bulunmaktadır” (Hall, 2002: 118). Marksist görüşe göre,

19

ideolojik inançlar, maddi çıkarları imleyebilir, yadsıyabilir, rasyonalize edebilir,

gizleyebilir, onların tersine gidebilir (Eagleton, 2005: 294). Bu durumda ideoloji,

gerçek durumu dönüştürücü biçimde çalışır (Eagleton, 2005: 291). İdeoloji, katıksız

yanılsamadır, katıksız düştür, yani hiçliktir. Tüm gerçekliği kendi dışındadır

(Althusser, 2006: 270). İdeoloji yanılsama olduğuna göre, gerçek değildir, tıpkı

ütopya kavramının da yeri olmayan anlamına gelip edebiyat kuramıyla alakalı olması

gibi; o halde ideoloji de edebi bir yaklaşımdır; sadece bir sınıfın başka ezilen sınıflar

karşısında kurduğu hâkimiyetin bilincini veren bir şeyi ifade etmek zorunda

olmayarak, aynı zamanda bu bilinci de yanılsama olarak gösterdiğinden ideoloji,

hedefi olan bir yaklaşımın pratiği olarak karşımıza çıkmaktadır (Akay, 2004: 13-14).

Ancak Zizek, “İdeolojik yanılsamanın yeri neresidir, gerçekliğin kendisini bilmekte

mi yoksa yapmakta mıdır?” sorularını sormuş ve bu soruyu yine kendi cevaplamıştır.

“İdeolojik yanılsama ‘bilmekte’ yatar. İnsanların fiilen yaptıkları şey ile yaptıklarını

düşündükleri şey arasındaki uyumsuzlukla ilgili bir mesele söz konusudur- ideoloji,

tam da insanların aslında ne yaptıklarını bilmemelerinden, ait oldukları toplumsal

gerçekliğe ilişkin yanlış bir tasarıma sahip olmalarından ibarettir” (Zizek, 2008:

46). İdeoloji bireylerin tutarlı bir kimlik oluşturabilmesini sağlayan temelleri

sunacak ölçüde ‘gerçek’ olmak, etkili eylem için güçlü motivasyonlar yaratmak ve

içinde barındırdığı bariz çelişki ve tutarsızlıkları tevil etme yolunda, zayıf da olsa

girişimlerde bulunmak zorundadır. Kısacası, başarılı bir ideolojinin, zorla kabul

ettirilen bir yanılsamadan fazla bir şey olması ve bütün tutarsızlığına rağmen hitap

ettiği insanlara, kolayca vazgeçilip bir kenara bırakılamayacak kadar gerçek ve

kabul edilebilir bir toplumsal gerçeklik biçimi iletmesi gerekir (Eagleton, 2005: 36).

Zizek’e göre; ideoloji, en temel boyutunda, gerçekliğimizin kendisi için bir destek

işlevi gören bir fantezi-kurgusudur. “Fiili, gerçek toplumsal ilişkilerimizi yapılaştıran

ve böylece taşınmayan, gerçek, imkânsız bir çekirdeği maskeleyen bir yanılsamadır.

İdeolojinin işlevi bize gerçeklikten kaçılacak bir nokta sunmak değil, toplumsal

gerçekliğin kendisini travmatik, gerçek bir çekirdekten bir kaçış olarak sunmaktır”

(Zizek, 2008: 60-61). Zaten ideoloji ortaya çıktığı andan itibaren, ilk olarak

gerçeğin, insanlara yansımada, içinden geçtiği ortamların etkisiyle, bir sapmaya

uğradığı ve insanlarda yanlış imge ve izlenimler yaratabileceği, başka bir deyimle

bazı insanların gerçek olarak bildiklerinin aslında daha derin ve doğru bir gerçeği

20

maskelediği; daha sonra, bu sapmaları ortadan kaldırabilecek bir yöntemin var

olduğu; en son olarak ise, aydınların gerçekten çok uzak olan soyutlamalar üzerinde

durdukları, uygulamaya yönelmiş girişimlere oranla bir rüya âleminde yaşadıkları,

fikirlerinin bir soyutluk tutkusunun izini taşıdığı (Mardin, 2009: 26) şeklinde üç

çağrışım yaratmıştır.

Bir ideolojinin meşruluk kazanmak için kullandığı en önemli araçlardan

birisi, kendi kendini evrenselleştirmesi ve ölümsüzleştirmesidir. Aslında belirli bir

zamana ve mekâna özgü olan değerler ve çıkarlar, bütün insanlığın değerleri ve

çıkarlarıymış gibi yansıtılır. Varsayım şudur: eğer böyle olmasaydı, ideolojinin

bencil ve kısmi doğası, aşırı göze batar ve dolayısıyla genel kabul görmesi

engellenirdi (Eagleton, 2005: 90). İdeoloji, öznelerin temel toplumsal yaşam

pratikleri bağlamında yaşadıkları yerinden çıkmanın nedeni olan gerçekle kurgu

arasındaki –ideolojik belirlenime sahip olan- dolayımı bilinçdışı bir bağlamda

yapılandırır, insanın içinde yaşadığı dünya ile olan ilişkisinin ifadelenmesi bir

yerinden çıkmayı, hayali yeniden dikme pratiğini gerektirir. Özneler toplumsal

bağlamda gerçek ve hayali ilişkilerin birbirine dolanmış bir ağ yapısını çözmek

sorunuyla karşılaşırlar, gerçek ilişki ve hayali ilişkinin bağlantı- dikiş yerleri tam

olarak görülemeyecek bir yapıya sahiptir. Bir başka deyişle insan nerede kurgusal,

nerede gerçek bir ilişkiyi yaşadığını anlayamaz. Hayali olanın içinde kendini var

eden gerçek ve gerçeği kurgusallaştıran imgesel pratikler üretim ilişkilerinden

kaynaklanan tüm sorunların da üzerini örter ve toplumsal yapıyı imgesel temsilleri

yansıtan bir ayna karşısında kendisini yapılandırmak zorunda bırakır (Çoban, 2006:

110). Böylelikle ideoloji, gerek yabancılaşmış aydının gerekse yabancılaşmış

sokaktaki adamın kaygı ve korkularına getirilmiş bir cevaptır (Mardin, 2009: 133).

Bunun sonucunda ideolojik öznenin yeni tipi, yanlış bilince kurban edilmiş bir

bahtsız değildir; ne yaptığının tamamen farkında olan biridir; sadece farkında olduğu

halde yapacağını gene de yapan biridir (Eagleton, 2005: 67). İdeolojilerin bir özelliği

de etkin oldukları insan gruplarında çok inatla savunulan, kan dökme pahasına da

olsa vazgeçilmeyen inançlar olarak yerleşmeleridir. İdeoloji insanın tüm duygularını

harekete geçirir, onu ‘seferber’ duruma getirir (Mardin, 2009: 170). Dolayısıyla

Marksist bakış açısına göre, ideoloji oluşturduğu yanılsama sayesinde, öznelerin

21

kendilerine yabancılaşmalarını ve yanılsamaları kendi gerçekleri kabul etmelerini

sağlar. Böylelikle ideoloji savunucuları kendi amaçlarına ulaşmış olur.

1.2. Toplumsal ve İdeolojik Dil

Dil kavramı, insanlar için vazgeçilemeyecek ehemmiyette olan bir olgudur.

İnsanlar arasında farklı seslerde ve şekillerde yansıtılan dil; sözlü ve yazılı

göstergelerden oluşan ve insanları diğer canlı türlerinden ayırt ettiği öne sürülen

simgesel bir iletişim sistemidir. Dil belli kurallarla yönetilen bir sistemdir ve esas

olarak çok sayıda nedensiz saymaca göstergelerden meydana gelir. Bu göstergelerin

bir dil grubunun tüm üyeleri için ortak bir anlamı bulunmaktadır (Mutlu, 2008: 76).

Yani, göstergeler anlamın maddi kayıtlarıdır (Hall, 1999: 217). “Kuramsal dilbilimin

kurucusu Saussure’e göre, dil, bir konuşmacı topluluğunca paylaşılan dil sistemini,

söz ise, buna karşıt olarak dilin olanaklı kıldığı bireysel söz edimlerini, yani gerçek

durumlarda bireysel konuşmacılar tarafından icra edilen somut sözceleri ifade eder”

(Mutlu, 2008: 77). Saussure göre, dil, kavramlar ve düşüncelerle bunları ifade

etmeye yarayan seslerden oluşur. Saussure, dilin, düşüncelerin aktarılmasını sağlayan

bir göstergeler sistemi olduğunu ifade eder. Bu göstergelerde gösteren ve

gösterilenlerden oluşur. Gösteren, işaret ya da seslerden oluşurken, gösterilen

düşünce ve kavramlardır. Sesler ya da kelimelerle bunların ifade ettikleri kavram ve

düşünceler arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Yani düşünceyi taşıyan işaretler

keyfidir. Dil bir işaretler sistemidir (Yaylagül, 2008: 106- 107). Dil soyuttur,

gözükmez. “Dilimizde özel isimlerin dışında özgün olaylar, duygular ve ilişkiler için

hiçbir sözcük yoktur. Dünyayla ilgili şeyleri kategoriler içinde konuşur, algılar ve

düşünürüz. Söz konusu kategoriler dilimizde ya da kafamızdadırlar, doğal olarak

bulunmazlar (Severin ve Tankard, 1994: 129). İşaretlerden oluşan dil, kendini

konuşma eylemiyle ortaya çıkarmaktadır. “Dil, konuşmanın dayandığı ve anlamların

oluşumunu sağlayan bütün bir işaret sistemidir” (Yaylagül, 2008: 107). Dil,

sözcüklerde kendini yansıtır. “Dili sözden ayırmak demek; toplumsal olguyu bireysel

olgudan ve temel olguyu ikincil, az çok da rastlantısal nitelikli olgudan ayırmak

demektir” (Vardar,1983: 16).

22

Dil insanlar arasında karşılıklı iletişimi sağlayan bir araç görevi görmektedir.

“Dil istemli olarak üretilen bir simgeler düzeni aracılığıyla düşünce, duygu ve

isteklerin bildirişiminde kullanılan, içgüdüsel olmayan, yalnızca insana özgü bir

yöntemdir” (Vardar,1983: 46). Dil, birbiriyle ilişkili olan ve tüm sözlerin temelini

oluşturan rastgele göstergelerden kurulu biçimsel bir yapı ya da sistemdir. Dilin

yasaları, yani yapısal dilbilimin yasaları, insanların gündelik yaşamdaki sözlerinin

yasalarıyla aynı değildir. Bu yasalar, konuşan kişinin farkında olmadığı ve

değiştiremeyeceği, istem dışı, geleneksel kategorilerdir. Altta yatan ve değişim

geçirmeyen bu sistem ya da yapı, bireylerin kendi tercihleriyle benimsedikleri

yüzeysel söz örüntülerinden soyutlanarak, bilimsel bir kesinlikle incelenebilir

(Mclellan, 2009: 72). Dil, enformasyonun gelişini ve anlamını, anlamayı güvenceye

alan ancak, bağlantıyı sağlayan yaşanılanın ya da eylemin seleksiyonunu içermeyen

önemli bir iletişim aracıdır (Alver, 2006: 152).

İdeal konuşma durumu, bütün katılımcıların, söz edimlerinin seçimi ve

icrasında simetrik olarak eşit şansa sahip olduğu, tahakkümden tümüyle kurtulmuş

bir durumdur. İkna gücü, retoriğe, otoriteye, zora dayalı yaptırımlara veya benzeri

şeylere değil, yalnızca daha iyi olan argümanın gücüne bağlıdır. Bu model, anlamaya

yarayan bir aygıt, ya da zorunlu bir kurgudan öte bir şey olmamasına rağmen bizim

sıradan ıslah edilmemiş sözel ilişkilerimizde bile bir anlamda gizli olarak bulunan bir

şeydir. Habermas’a göre, her dil, hatta baskıcı olanı bile, doğası gereği iletişime ve

dolayısıyla, üstü örtük bir biçimde, insanlar arası konsensüse yöneliktir (Eagleton,

2005: 169). Bir toplumsal bütünlüğü meydana getiren bütün pratikler dil içinde var

olduğu için, dili toplumsal bireyin inşa edildiği yer olarak görmek mümkündür. Bu

nedenle dil üzerinde yapılan çalışmalar insanı ‘özne’ olarak, yani bir topluluğun dili

kullanan bireyi, toplumsal ve tarihi bir varlık olarak ele alırlar (Sancar Üşür, 2008:

87). Bütün bireylerin belleğinde yer alan söz imgelerinin tümünü kucaklayabilsek,

dili oluşturan toplumsal bağı da yakalayabiliriz. Bu, aynı topluluktan bireylerde, sözü

kullanma yoluyla oluşmuş bir gömüdür (Vardar,1983: 16). Dilin gerçekliği olduğu

gibi yansıtan saydam bir araç değil; tarihle ve toplumsal ilişkilerin temsilleriyle

bağlantılı maddi bir pratik olduğunun düşünülmeye başlanmasıyla, dili kullanan

birey de bu maddi sürecin bir parçası olarak görülmeye başlanır (Dursun, 2004: 48).

23

Söz karşısında dilin özerkliğine vurgu yapmaktan doğan bir diğer güçlük, toplumsal

ve tarihsel etkileri göz ardı etmektir. Sözün ardında gizli bağımsız söz dizimi

kuralları olduğunu ve bunların neyin söyleneceğini ya da en azından neyin

söylenemeyeceğini belirlediğini gösteren hiçbir kanıt yoktur. Çünkü bu tür bir kural

belirlenir belirlenmez, bunun toplumsal ve tarihsel koşullarla birlikte nasıl

değiştiğine ilişkin örnekler bulmak en azından teoride, bazen de pratikte mümkün

olur (Mclellan, 2009: 78).

Dil; konuşma, anlaşma, iletişim, düşünme, kültür oluşturma, kültürü yaşatma,

kültürü aktarma için vardır (Yılmaz, 2010: 14). Dolayısıyla, kişisel anlamda dil bize

ait olmayıp dış dünyadaki eylemlere, ilişkilerimize ve kimliklerimize bağlıdır

(Devran, 2010: 116). Dilbilim yöntemini kültüre uygulayan Levi- Strauss’a göre,

yapısal dilbilim yaklaşımıyla yapılan çalışmalarla bir kültürün mitleri incelenerek,

soyutlamalar yoluyla o kültür anlaşılabilir (Yaylagül, 2008: 107). Dilin kendi başına

bir simgeleştirme işlemi olması ve simgesel sistemin esasını teşkil etmesi, ideolojiyle

ve bilginin kültürel şekillenmesi ile çok yakın bir ilgisi mevcuttur (Mardin, 2009:

93). Dile gerek dışarıdan bir gözlemci olarak gerekse onu kullanan biri olarak

baktığımızda, dilin hem düşüncelerimizi anlatmaya yarayan bir araç, hem de diğer

insanlarla iletişim kurmamızı sağlayan bir ortam olduğunu görürüz. Bu da gösteriyor

ki, dilin sadece bireyle değil toplumla da çok sıkı bağları vardır: Dili içinde

yaşadığımız toplumda kazanır, dil ile dünyayı tanır, ona anlam vermeye çalışırız

(Zeyrek, 2009: 27). Dolayısıyla dil, temelde toplumsaldır. Birey ancak ilkin kendisini

dil sistemi içine yerleştirmek kaydıyla düşünebilir ve konuşabilir. Bu sistem

toplumsal olarak inşa edilir ve ayakta tutulur: Tek başına konuşmacı bireyden

hareketle geliştirilemez. Dilin dağılımı ve kullanımları temelde dili kullanan

toplumsal formasyonun tüm öbür ilişkileri tarafından yapılandırılır (Hall, 1999: 216).

Fikirlerin ifadesi ve gerçekte salt duyumun ötesinde bir şeyin varlığı dilin varlığına

bağlıdır. Fakat dil toplumsal bir üründür ve bireyler kendi bilinçlerinin

parametrelerini oluşturan dilsel kategorileri sadece bir toplumun üyesi olmaları

sayesinde edinirler (Giddens, 2009: 84).

24

Dil, toplumsal bir kurum, üzerinde toplumsal bir uzlaşmaya varılmış bütünlük

olarak tanımlanır. Dil, belli sayıdaki sesler ve düşünceler arasında, bunların

toplumsal olarak kullanımından soyutlanmış sistematik ve edilgen bir ilişkidir

(Sancar Üşür, 2008: 88). Bundan da dilin büyük bir toplumlaştırma gücü

(Vardar,1983: 49) olduğu sonucu çıkmaktadır. Dil insanın doğasında bulunan

dirimsel bir işlev sayılamaz. Bireyin konuşacağının önceden belirlendiği kuşkusuz,

bir anlamda doğruysa da bu tümüyle onun yalnızca doğada değil aynı zamanda,

oldukça kesinlikle kendisine geleneklerini öğretecek olan toplumun kucağında

doğmuş olması yüzündendir. Toplumun dışına atılınca, gerçekten yaşamını

sürdürebilirse onun yürümesini öğreneceğine inanmak için her türlü neden

bulunmaktadır; ancak konuşmasını, yani belli bir toplumun geleneksel düzenine göre

düşüncelerini anlatmasını hiçbir zaman öğrenemeyeceği de o denli kesindir

(Vardar,1983: 46). “Dil, hem egemen hem de karşıt egemen bir nitelik taşımaktadır.

Bir yandan ezilenlerin seslerini bastırmada ve adaletsiz toplumsal ilişkileri haklı

kılmakta araç olmaktadır. Belirli ideolojileri evrenselleştirmekle, insan eylemi ve

savaşım dünyası, dil aracılığıyla egemen kümelerin çıkarlarına bağımlı kılınmaya

çalışılmaktadır. Öte yandan dile yine, eleştiri ve olanaklılık söyleminin bir bileşimi

olarak radikal isteklere, beklentilere, düşlere ve umutlara anlam kazandıran bir alan

gözüyle de bakılmaktadır (Giraux, 1994: 78).

Dil, gerçekliği, yansıtmaktan çok imler, onu kavramsal kalıp içine sokup

parçalar. Dolayısıyla kavramsal kalıp içine sokulup parçalanmakta olanın tam olarak

ne olduğuna yanıt vermek olanaksızdır: gerçekliğin kendisi, biz onu söylemlerimiz

yoluyla oluşturmadan önce tam anlamıyla, ifade edilemez bir x’tir (Eagleton, 2005:

283). Dil; mesajı, düşünceyi ve ideolojiyi taşıyan temel bir araçtır. Ancak dili salt bir

ileti kanalı olarak düşünmek son derece yanlıştır. Çünkü dil aynı zamanda, ideolojik

bir olgudur ve bireylerin toplumdaki güçlü grupların çıkarlarını destekler yönde

düşünmesini sağlayan bir araçtır (Devran, 2010: 24). Bunun farkında olan

Konfüçyüs, bir ülkeyi yönetmek için önce o ülkenin dili üzerinde hâkimiyet

kurulması gerektiğini söylemiştir (Yılmaz, 2010: 14). Dil her ne kadar toplumsal olsa

da, aynı zamanda düşünmenin de görüntüsü ve birey olmanın en birincil

göstergesidir (Giritli İnceoğlu ve Akgün Çomak, 2009: 23). Dil olmasaydı düşünme

25

de olmazdı…. Düşünme; adlandırma yoluyla olmuştur. Adlandırıldığı anda

nesnelerin varlığını kavrayabilmiş, başka deyişle nesnelerin varlığını kavrayabilmesi

adlandırma yoluyla, yani dille olmuştur. Karışıklık düzene çevrilmiş, her şey yerli

yerine konmaya, her şey anlaşılır olmaya başlamıştır (Yılmaz, 2010: 21). Toplumsal

bağlantıyı sağlayan dil, ideolojik olarak kendini söylemde ortaya çıkartır.

1.3. Söylem ve Egemen Söylemin Üretimi

Kullanımı günlük dile kadar düşen söylemin geçmişi batıda iki bin yıl kadar

eskilere dayanmaktadır (Kocaman, 2009: 1). Oxford İngilizce Sözlüğünde,

‘söylemin’ anlamları olarak şunlar sıralanır; konuşmak, söyleşmek, tartışmak; bir

konuda uzun uzun konuşmak ya da yazmak; bir konuşma, bir anlatı. Fransızca’da da

aynıdır; ‘discours’ yani söylemin anlamı; sözlükte ‘laf etme, konuşma, ele alma,

inceleme, dil’ vb. olarak verilir (Barrett, 2004: 174). Söylem, söz; dilin sözlü ya da

yazılı gerçekleşmesi, konuşan bireyin kullanımı (İnceoğlu ve Çomak, 2009: 24)

şeklinde tanımlanırken, Erol Mutlu’nun tanımı ise şu şekildedir: “Söylem, ortak

sayıltılarla bir araya getirilmiş, bütünleşikleştirilmiş bir dil kullanım alanıdır” (Mutlu,

2008: 262). En basit ifadeyle anlamın dil içinde hareket etmesi ile ortaya çıkan şey

olan (Sancar Üşür, 1997: 89) söylem, bir dilsel eylemde bulunma biçimidir. Söylem

sadece bir konuşmacının kullandığı dille sınırlandırılamaz, o aynı zamanda iki kişi

arasında sürüp giden karşılıklı iletişimi, dilbilimsel kuralları ve gelenekleri de

kapsamaktadır (Hartley, 2002: 73). Söylem, zorunlu olarak, kişi, süre ve uzam

etkenleriyle hesaplaşma durumundadır. Dolayısıyla söylemleşme, kişileşme,

süremselleşme ve uzamsallaşma katmanlarından oluşmaktadır. Tüm bunlarda bize

söylemsel sözdizimin çalışma alanının gereçlerini sunmakta, söylemsel anlamın ya

da anlamlamanın nasıl gerçekleştiğini ortaya koymada işlemsel terim görevini yerine

getirmektedir (İnceoğlu ve Çomak, 2009: 25).

‘Bilimsel’ ve ‘ideolojik’ söylem olmak üzere iki tür söylem bulunmaktadır.

Althusser, bunları birbirinden ayırmaktadır. Ona göre, “Bilimsel bir söylem, gerekli

bilgi sonucunu vermek ve konusuna uygun felsefi olarak temizlenmiş ‘kuramsal’

kavramlar dizisini oluşturmak zorundadır. İdeolojik söylemse, ‘kapalı bir bilme

uzamında’ iş görür, mevcut kavramların haklılaştırılmasına uygun konular üretir

26

(Althusser ve Balibar, 1970). Söylem ve ideoloji etki yönünden birbirine benzer.

Söylemler olasılıkları kapatabilir. Bir söylem içinde, söylenemeyen veya

düşünülemeyen bazı şeyler vardır. Demek ki, söylemlerin ideolojilerinkine benzer bir

etkisi vardır. Söylemler mevcut bir düşünme-görme biçimi olarak alternatif düşünme

biçimlerini ortadan kaldırabilir, dolayısıyla da belli bir iktidar dağılımını

destekleyebilir (Mutlu, 2008: 262). Söylemin çok karmaşık bir gerçeklik olduğuna,

ona farklı yöntemlerle ve farklı düzeylerde yaklaşmamız gerektiğine inanan

Foucault, bilginin ve söylemin sistematik inşasını, toplumsal pratikle üst üste

bindirilmiş dil sistemleri olarak kavramlaştırmıştır (Urhan, 2000: 19-20). Hindess ve

Hirst’e göre, söylem, gerçek nesneler üretir ve bu nedenle ideolojik dil bu nesnelerin

oluşturulduğu yollardan sadece birisidir. Ne var ki bu sav, gerçekliği oluşturmanın

herhangi bir yolundan ibaret olmayan, ama bunun ötesinde açıklama, rasyonalize

etme, gizleme, meşrulaştırma ve benzeri türden daha özel işlevleri de olan ideolojik

dilin özgüllüğünü ayırt etmeyi beceremez (Eagleton, 2005: 290- 291). Yani her

söylemsel süreç ideolojik ilişkilere içkindir ve bu ilişkilerin baskısıyla içerden

biçimlenir. Dilin kendisi, ‘işçi ve burjuvanın, kadın ve erkeğin, idealist ve

materyalistin aynı şekilde paylaştığı, görece özerk bir sistemdir; gelgelelim, tam da

bütün söylemsel formasyonların ortak temeli olmasından dolayı, ideolojik çatışmanın

ortamı haline gelir (Eagleton, 2005: 272- 273). Bu durum, dil- söylem ve ideoloji

arasında karşılıklı bir ilişkinin olduğu sonucunu doğurmaktadır. İktidar ve anlamın

dil aracılığıyla ortaya konulmasını ifade eden söylem, üretimine ve dolaşımına

bağımlıdır (Alver, 2009: 37).

Anlamın nasıl belirlendiği sorusuna yanıt arayanlar çoğu zaman söylemin

hangi toplumsal koşullar altında gerçekleştiği sorusuna da yanıt ararlar (Sancar Üşür,

2008: 111). Söylem kuramı, “tüm toplumsal görüngelerin kodlar ve kurallarla

göstergesel biçimde yapılandırılmış olduğunu, dolayısıyla da anlamlandırma ve

anlam pratiklerinin dilsel çözümleme aracılığıyla kavranabileceklerini öne süren bir

kuramdır. Söylem kuramcıları anlamın verili olmadığını, çok sayıda kurumsal

mekânı ve pratiği boylu boyunca kesecek şekilde, toplumsal olarak kurulmuş

olduğunu öne sürerler. Böylelikle bu kuramcılar söylemin maddi ve ayrı türden

yapısının altını çizerler” (Mutlu, 2008: 264). Söylem, bir dil pratiğidir; ideoloji, bilgi,

27

diyalog, anlatım, beyan tarzı, müzakere, güç ve gücün mübadelesiyle eyleme

dönüşen, dil pratiklerine ilişkin süreçlerdir. Bir süreç olarak söylem, anlatım ve

konuşma eylemlerinin içsel kurallarıyla düzenlenir. Söylemin kendi içsel kuralları,

söylem düzenlerini oluşturur; söylem, düzenlenmiş söylemlerden müteşekkildir.

Söylem konusunda teorik yaklaşımlar; söylemi bir metin gibi, pratik yaklaşımlar ise;

insanların karşılıklı konuşmalarında ortaya çıkan anlam mübadeleleri olarak görür

(Sözen, 1999: 20). Söylem yoluyla toplumsal denetim uygulanmasının önemli bir

koşulu söylemin denetimi ve bizzat üretimidir (van Dijk, 2005: 319). Foucault’ya

göre, görünenin kendine özgü bir düzeni bulunduğu gibi, söylenenin ya da söylemin

de kendine özgü bir düzeni bulunur. Foucault söylemin aşağıdan yukarıya doğru

işleyişini incelemiştir. Foucault’ya göre, söylemin düzeni ile toplumun düzeni aynı

şeydir ve mevcut düzenin sürdürülmesine tehdit oluşturabilecek söylemlerin

gündeme taşınması, sistemin türlü aygıtları ile denetlenmektedir. En bilinen dışsal

denetim yollarından biri yasaktır, yani her önüne gelenin her şeyi söyleme hakkı

yoktur. Bir başka denetim yolu normalleştirme politikalarıdır. Normalleştirme

politikalarıyla dışlananlar, konuşsa bile sözünün bir değeri bir ağırlığı yoktur,

söyleminin yayılabilmesi, diğer insanlar tarafından duyulabilmesinin imkânı yoktur.

Söylemi denetlemenin bilinen bir başka mekanizması ise, bazı konuların tabu ilan

edilmesidir. Ve sonuncusu ise doğruluk istencidir (Foucault, 2001: 10-11-14). İçsel

mekanizmalar ise, şu şekilde sıralanmıştır: Bu, yaygın söylemin zamanla toplum

tarafından içselleştirilmesi, kanıksanması ve artık sorgulanmaktan kurtulmuş

olmasıdır (Foucault, 2001: 16). Gramsci, buna ‘hegemonya’ der. Söylem kuramı,

söylemi, farklı grupların hegemonya için, anlam ve ideoloji üretimi için çaba

harcadıkları bir mücadele alanı ve nesnesi olarak yorumlar (Mutlu, 2008: 264). Bir

başka denetim mekanizması, kuralların sürekli yeniden güncelleştirilmesi suretiyle

yapılan disiplinlerin söylemi sınırlamasıdır. Konu sınırlamasından başka, söyleme

erişecek kişilerin seyreltilmesi de söylemin denetiminde kullanılan stratejilerden

biridir. Söylemlerin devreye sokulduğu koşulları belirlemek suretiyle, söyleme

erişebilecek kişiler belli kurallara uymaya zorlanarak, her önüne gelenin söyleme

ulaşmasına izin verilmez, böylece söylemde bulunacak kişiler ayıklanır, seyreltilir

(Foucault, 2001: 21-22).

28

Tüm söylem süreçleri ideolojik sınıf ilişkilerinden kaynaklanır (Dursun,

2001: 49). Toplumda ideolojik bir düzen oluşturulması için söylem üretme hakkına

sahip olanlar; gazeteciler, yazarlar, sanatçılar, yönetmenler, akademisyenlerdir.

Bunlar, sembolik seçkinler ya da iktidar seçkinleri olarak adlandırılmaktadır ve

söylemin üretim ile denetimini ellerinde bulundurmaktadır. Toplumsal iktidarın

kurulmasında ve yeniden üretiminde bu seçkinlerin önemli rol oynadığı kabul

edilmektedir (Rigel, 2000: 192). Söylem, iktidara sahiptir ya da söylemde

hegemonyal bir konuma sahip olan, iktidara da sahip bulunmaktadır (Alver, 2009:

37). Söylem kavramı toplumsal kuramda bir yandan dil ve ideoloji arasındaki ilişkiyi

anlamakta geniş bir alan açarken, öte yandan ideoloji kuramının sorunları karşısında

alternatif bir yaklaşıma odaklanma gereksinimi duyan post-yapısalcılık, post-

marksizm ve post-modernizm gibi akımların merkezi kavramı olarak karşımıza

çıkmaktadır. Medya çalışmaları açısındansa söylem kavramı, ideoloji ile birlikte ele

alındığında, medya metinlerinin toplumsal iktidarın kurulmasındaki rolünü

sergilemekte çıkış noktası sağlamaktadır (Dursun, 2001: 46). İktidar, bir kişinin ya

da grubun bir başka kişi ya da grup üzerinde, onun ya da onların ne yapabileceği, ne

yapması gerektiği vb. konularda etkili olmasını da kapsar. Bu yönüyle iktidar, tüm

kişi, grup ve toplum ilişkileri için geçerli bir kavramdır ve toplumsal iktidar, kişinin

ve grupların iktidarında olduğu gibi çoğunlukla söylemler yoluyla kurulur ve işler

(van Dijk, 1999: 272-274). İktidar, söylemi kendi amacına hizmet için kullanır.

“Söylemi, daha geniş sosyal kesimlerin desteğini alacak şekilde formüle etmek

gerekir. Yeni üyeler kazanmak ve taraftarları harekete geçirmek ve kaynaklara

erişmek için ses getirecek bir çerçeve geliştirmek gerekir” (Seo ve Creed, 2002). Bu

ise, medya sayesinde olmaktadır. Medya, mesajların ve karmaşık söylemlerde

düzenlenmiş göstergelerin üretilmesi için, toplumsal, ekonomik ve teknik olarak

örgütlenmiş aygıtlardır (Hall, 1999: 236). Medya yeniden üretimi haberde yapar.

Haber söylemi, var olan egemen söylemlerin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır

(Tokgöz 2003: 183). Ticari işletme mantığı ile çalışan medyanın, özel mülkiyet

esasına dayalı mevcut düzenin ve statükonun devamlılığını sağlamak amacını

taşıyacağı, bu nedenle de, egemen gücün ve egemen kültürün yeniden üretilmesine

yönelik yayıncılık anlayışı içinde olacağı ifade edilmektedir (Rigel, 2000: 189).

Haberin söylemi içinde güçlülerin tanımlarının yeniden üretilmesini sağlamakta

29

anahtar uzlaşımlardan olan saygın kişilerin görüşlerine yer vererek resmi söylemi

destekleyici bir yapı (Dursun 2001: 132) söz konusudur. Toplumun genelinin, bir

grubun, üyelerinin veya iktidar sahiplerinin çıkarlarıyla ilişkili temel değerleri

oluşturan çerçeve esas olarak iletişim ve söylem yoluyla kazanılır, onaylanır ve

değiştirilir (van Dijk, 1999: 334). Egemen söylemin onaylanmasını sağlayan

araçlardan medya ya da basın, egemen sistemin istediği yönde bir söylem üretirken,

bazı ideolojilerin, kitle iletişim araçları tarafından ön plana çıkarıldığı,

meşrulaştırıldığı, ayrıntılı olarak ele alınarak, geniş izleyici kitlelerine ikna edicilik

ve parıltılı bir çekicilik içinde dağıtılır” (Lull, 2001: 22).

1.4. İdeoloji- Dil- Söylem Arasındaki İlişki

İdeoloji ve dil arasında birbirinden koparılamayacak bir ilişki vardır.

Volosinov dil ve ideolojiyi birbirinden ayırmamış ikisini bir bütün olarak ele

almıştır. Demiştir ki, eğer dil her zaman ideolojikse ve var olan iktidar ilişkilerine

güdülenmişse siyasal iletişimin kavranması açısından iyi analizlerin geliştirilmesi

gerekmektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 129). İdeoloji, dilde üretilen bir öznenin

kendi kendisini temsil edebilme yolu ve böylelikle toplumsal bütünde eylemde

bulunabilmesini olanaklı kılan dolayım olarak tanımlanır ve temsil edişlerin sabitliği

de ideolojinin işlevi olur (Sancar Üşür, 2008: 88). İdeoloji, belli insan özneleri

arasında, dilin belirli etkiler yaratmak amacıyla fiilen nasıl kullanıldığıyla ilgili bir

şeydir. Bir önermenin ideolojik olup olmadığına, söz konusu önermeyi söylemsel

bağlamından kopartılmış bir halde inceleyerek karar veremezsiniz; tıpkı herhangi bir

yazının bir edebi eser olup olmadığına aynı yöntemle karar veremeyeceğiniz gibi.

İdeolojiyi, bir ifadenin içerdiği dilsel özelliklerden çok kimin kime hangi amaçlarla

ne söylediğiyle ilgili bir meseledir. Tamamen aynı dil birimi, bir bağlamda ideolojik

sayılabilirken bir başka bağlamda sayılmayabilir; ideoloji, bir sözcenin, kullanıldığı

toplumsal bağlamla ilişkisinin bir işlevidir (Eagleton, 2005: 28- 29). Böylelikle,

ideoloji, toplumsal pratikler yoluyla içselleştirilir ve yeniden üretilir, dil ise en

önemli toplumsal pratiklerden biridir. Olay ve nesnelerin nasıl adlandırıldıkları,

hangi sıfatlarla sunuldukları, olumlu ya da olumsuz değerler atfedilmesi dil

dolayımıyla gerçekleşen ideolojik yansımalardır. Bu ideolojik belirlenimler ya da

30

etkilenimler, çoğunlukla dil kullanımına yerleşerek doğallaşır ve ideoloji görünmez

hale gelir (Akca, 2009: 83). Anlamın gizli yapısı ve düzeyini gösteren dil, böylece,

ideolojinin bulunduğu yer olarak tanımlanır (Sancar Üşür, 2008: 94).

Dil her zaman ideolojiktir, iletişim süreci bu yaklaşımla ele alındığında

ideolojinin dışı yoktur (İnal, 1999: 28). Ancak ideoloji, dar anlamıyla dilin çok

ötesine geçebilir. Çünkü dilbilim bizi, diğer insan faaliyetlerin de birer dil olarak,

yani anlamlı göstergelerden kurulu sistemleri olarak yorumlanabileceğini düşünmeye

iter. Yapısalcı bakış açısına göre, her gösterge sisteminde, söz ve dil arasında bir

ayrım vardır. Söz açık düzeydedir, hemen görülebilir; dilse örtük düzeydedir, gizli

yapıdır. İdeolojinin bulunduğu yer de dildir. İdeolojik mesajı içeren bu altta yatan

yapı, konuşmada öyle bir biçim alır ki, ne konuşan ne de dinleyen tarafından kolayca

seçilebilir (Mclellan, 2009: 74). Böylelikle, ideoloji göstergeden kopartılamadığı gibi

gösterge de somut, toplumsal ilişki biçimlerinden tecrit edilemez. Gösterge yalnızca

bunlar içinde ‘yaşar’; buna karşılık bu ilişki biçimlerinin de toplumsal yaşamın

maddi temeli ile ilişkilendirilmesi gerekir. Gösterge ve onun toplumsal konumu

ayrılamaz derecede birbirine karışıp kaynaşır ve bu konum, bir konuşmanın yapısını

ve biçimini içeriden belirler (Eagleton, 2005: 157). Nesnel denen toplumsal pratikler

dil ile adlandırılıp anlamlandırıldığı için ve toplumsal ile zihinsel arasındaki tek

temel dolayım dil olduğu için, toplumsal pratikleri dilsel pratikler olarak inceleme ve

çözümleme projesi ideoloji çalışmalarına önemli katkılar sağlamıştır (Sancar Üşür,

2008: 86). Bu nedenle, dil, toplumsal ve kültürel bir olgudur. Bu olgu sözcükler arası

bir bütünü gerçekleştirirken beraberinde kavramayı ve anlamayı da gerektirir. Bu

kavramanın ve anlamanın doğrultusunda konuşmaya ya da anlatmaya geçilir (Giritli

İnceoğlu ve Akgün Çomak, 2009: 23). Dil her zaman çok vurguludur ve vurguların

ardında toplumsal yapı içinde ortaya çıkan iktidar ilişkileri vardır. Dil iletişim

sürecini oluşturarak bu iktidar ilişkilerinin sürmesini sağlar (Çakmak Kılıçaslan,

2008: 129). Hindess ve Hirst, gösteren ile gösterilen arasındaki ilişkiyi tersine

çevirdikleri gibi, gösterilen ile gönderge arasında da ölümcül bir göstergebilimsel

karşılık yaratmışlardır; çünkü onların düşüncesinde gönderge, sosyo-ekonomik

durumun bütünüdür; bu bütünün barındırdığı çıkarlar siyaset ve ideoloji tarafından

daha sonra farklı yollarla imlenir, ama onlarla özdeş değildir (Eagleton, 2005: 290).

31

İdeolojinin kullandığı yollardan bir tanesi basın ya da medyadır. “Medyada

her gün üretilen programlar ideolojik dil kullanılarak egemen ideolojinin kurulması

ve kurulduktan sonra devam etmesi için tekrar tekrar inşa edilir” (Çakmak

Kılıçaslan, 2008: 129). “Dil, hem gerçekliğin açıklanmasında hem de ideolojilerin

oluşumunda ve muhafaza edilmesinde önemli bir işlev görür. İdeolojiler dil ile

yeniden inşa edilmekte, iletilmekte ve böylece hegemonyanın devamı

sağlanmaktadır” (Devran, 2010: 25- 26). Medyada siyasal iletişimin kurulmasın

sürecinde dil, ideoloji ve iktidarın söylemsel alan oluşturması tartışmaları 1980

yılından sonra daha da yaygınlaşmıştır. Dil dediğimizde pek çok kişi için yaptığı

çağrışım sadece konuşma sürecidir, ama medyanın kullandığı dil denildiğinde farklı

bir durumdan bahsedilmektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 130).

İdeoloji, toplumsal oluşum olarak ancak dil ile ortaya çıkabilmesi, ancak

dilde anlatım bulması nedeniyle söylem ile doğrudan ilişkilidir (Ilgın, 2003: 293).

İdeoloji, bir dil meselesinden çok bir söylem meselesidir; anlamlandırma meselesi

değil, somut söylemsel etkiler yaratma meselesidir. İdeoloji, iktidarın belirli sözler

üzerinde etkide bulunduğu ve kendisini onlar içine zımnen kaydettiği durumları ifade

eder; fakat buna dayanarak herhangi bir söylemsel tarafgirlik biçimiyle, taraflı

sözlerle ya da retorik önyargılarla aynı şey olduğu söylenemez; ideoloji kavramı,

daha çok belirli bir söz ile bu sözün olanaklılık koşulları arasındaki ilişkiye dair –söz

konusu olanaklılık koşullarına toplumsal yaşamın bir biçiminin yeniden

üretilmesinde merkezi rol oynayan iktidar mücadeleleri açısından bakıldığında- bir

şeyler ifşa etmeyi amaçlar (Eagleton, 2005: 308). İdeolojik etkiler söylem ile birlikte

anıldıklarında, her ikisi de birer sosyal pratik olarak kabul edilir: Söylemler, herhangi

bir şeyin temsili veya konuşma yolu şekliyle, sosyal olarak yapılanma özelliği

gösterir; onlar asla saf değildir. İdeolojiler ise, sadece konuşulduğu veya kullanıldığı

zaman sosyal hale gelir. Bir hususi inanç veya ideoloji açıklanmadığı veya

konuşulmadığında sosyal olma özelliği göstermez (Sözen, 1996: 1543). Söylem ve

ideoloji arasındaki bağlantı şu şekildedir: “İdeoloji ile söylem arasındaki ilişki bir

bilgisayarda program ile bu program kullanılarak üretilen bilginin ilişkisine benzer.

İdeoloji bir bilgisayar programı, söylem ise, bu program kullanılarak yaratılan

çıktılar ve doğrulardır. İdeoloji mesajları üretmek için kullanılan göstergesel

32

kurallardır. Bunu gerçekleştirmek için bir bilgi sisteminin bir anlamlar ve

göstergeler sistemine dönüştürülmesi gerekir. Bu gerçekleşirse bilgiler birer kod

haline dönüşebilir. Bu bağlamda ideoloji, mevcut mesaj düzeylerinden biridir;

mesajların anlamlandırılma düzeyidir. İdeolojiyi okumak demek mesajların

görünmeyen yüzünü okumak demektir. Söylem mesajın söylediği ideoloji ise,

söylenebilecek olanı belirleyen kodlamadır” (Sancar Üşür, 2008: 132). İdeoloji ve

söylem arasındaki ilişki her zaman ideolojiden söyleme uzanan tek yönlü bir ilişki

değildir. Söylemin de ideolojinin sürdürülmesini sağlayan, bireysel ve toplumsal

bilişsel şemaları etkileyen önemli bir gücü bulunmaktadır. Bu nedenle, toplumsal-

kültürel, toplumsal-psikolojik ve toplumsal- politik süreçler açısından söylemin

hangi amaçlar doğrultusunda ve nasıl yapılandırıldığı kadar, düşünce ve eylemleri

neden ve nasıl yönlendirdiği de önem kazanmaktadır. Bu nedenle, söylem hem zihni

temsil eden hem de zihni yönlendiren bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Diğer bir

deyişle, ideoloji, dili de kontrol altında tutan bir güç olarak işlev kazanmaktadır

(Büyükkantarcıoğlu, 2012: 166).

Söylem ideolojik düzlemde yapılandırma biçimi ise, dilsel bir anlamlandırma

ve ayırt etme stratejisi olarak yorumlanabilir. Dil, bu nedenle yalnızca bir iletişim

aracı olarak değil, politik bir araç olarak da özel bir işlev üstlenir

(Büyükkantarcıoğlu, 2012: 165). Söylem, dilin işlevleri içinde ideolojik mücadelenin

etkilerini gösterir (Fairclough, 1992: 30). Bütün söylemsel süreçlerde aynı dil

kullanılır, ama anlam farklıdır. Dil, bütün söylemsel süreçlerin ortak zeminidir

(Sancar Üşür, 2008: 121). Dil üzerinden anlamın ve toplumsal gerçekliğin üretimi

olan söylem, dil aracılığı ile inşa edilen yazılı, sözlü ve sözsüz materyallere karşılık

gelecek şekilde kullanılır (Sözen, 1999: 20). Pecheux’a göre, tüm söylem süreçleri

ideolojik sınıf ilişkilerinden kaynaklanırlar. Pecheux, dile ve söyleme ilişkin bu

görüşlerinde sınıf indirgemeciliğine karşı durmakla birlikte sınıf mücadelesinin

belirleyici rolünü kabul etmektedir (Dursun, 2001: 49-50). Siyasi ve ideolojik

söylemler, durumu kendilerine özgü yollarla kavramsallaştırarak kendi gösterilerini

kendileri yaratır (Eagleton, 2005: 289). Her söylem, alıcısı üzerinde bir takım etkiler

yaratmayı hedefler ve işe, taraflı bir özne konumundan başlar. Bu bağlamda, Eski

Yunan Sofistleriyle hemfikir olarak, söylediğimiz her şeyin gerçekte bir retoriksel

33

icra meselesi olduğu ve burada da hakikat ve bilme yetisi meselelerinin tam

manasıyla ikincil olduğu sonucuna varabiliriz. Eğer bu doğru ise, dilin tamamı

ideolojik demektir ve anlamsızlaşacak ölçüde genişletilen ideoloji kategorisi bir kez

daha çöker (Eagleton, 2005: 280). İdeoloji ve söylem arasındaki ilişki daha

çoğunlukla toplumsal gerçekliğin inşasında ortaya çıkmaktadır. Bu süreçte ideoloji

ve söylem birbirlerini tamamlayarak toplumsal gerçekliği medya aracılığıyla yeniden

üretmektedir.

1.5. Toplumsal Gerçekliğin İnşasında Söylem ve İdeoloji

İdeoloji terimi, kullanışsız ölçüde geniş, düşüncenin toplumsal belirlenimi

anlamından tutun da yanlış fikirlerin yayılmasının yönetici sınıfın çıkarına olduğuna

dair şüphe uyandıracak ölçüde dar bir fikre kadar geniş bir yelpaze oluşturan tarihsel

anlamlar ve değerlerin bir egemen toplumsal iktidarın yeniden üretilmesine katkıda

bulunma tarzı anlamına gelir; ama aynı zamanda siyasal çıkarlar ile söylem

arasındaki herhangi bir anlamlı konjonktürü de anlatabilir (Eagleton, 2005: 305).

İdeoloji, insani öznenin, kendi öz varlığında çatlak yaratan ve onu baştan aşağı

oluşturan çelişkileri ek yerlerinden birbirinden tutturmaya çalıştığı, hayati öneme

sahip bir araçtır. Althusser’in de belirttiği gibi, ideoloji, her şeyden önce bizleri

toplumsal özne olarak yaratan şeydir, yoksa sonradan giydiğimiz basit bir kavramsal

deli gömleği değildir (Eagleton, 2005: 276). İdeoloji ancak belli bir toplumsal

oluşum içinde anlamlıdır ve ideolojiyi açıklamak esasında bu toplumsal oluşumu

açıklamak demektir (Çelik, 2005: 102). İdeoloji, toplumsal dünyaya yerleşikleşerek,

toplumsal gerçekliğin kurucusu haline dönüşür (Mumby, 2005: 128). Bu görüşe,

Althusser de katılmıştır. Althusser’e göre, ideoloji, toplumsal varoluşun tüm

biçimlerine yer etmiştir; en sıradan ve olağan kurumlara, oluşlara ve toplumsal

ilişkilere nüfuz eder. Birey, çağrıldığı özne konumunu (toplumsal kimliği) kabul

ederse ideolojinin perspektiflerini de kendinden kanıtlı hakikatler olarak algılar ve

ideolojinin sürekli olarak olumlandığı, evetlendiği bir dünyayı deneyimler. İdeolojik

çağırma, esas olarak devletin ideolojik aygıtları (DİA), yani kilise, aile, eğitim

sistemi, sendikalar, iletişim araçları vb. ile olur (Althusser, 2006: 128). Hem ideoloji

kendisi hem de bundan türeyen ideolojik pratikler sıklıkla devlet, medya, eğitim ya

34

da kilise gibi çeşitli kurumların yanı sıra aile gibi gayri resmi kurumların aracılığıyla

edinilir, harekete geçirilir ya da örgütlenir (van Dijk, 1999: 339). Bu aygıtlar,

görünürde tek başlarına, şiddete başvurmadan işlerler, ama gerçekte şiddet dışındaki

başka araçlarla, yani ideolojiyle daha doğrusu ideolojikleştirerek işlerler (Althusser,

2006: 132). Althusser’e göre, ideoloji, bireyleri üretim ilişkileri sistemi içindeki

rollerini düşünmeden kabul eden özneler olarak kuran toplumsal kimlikle donatacak

şekilde onlara seslenen toplumsal pratikler ve yapılar aracılığıyla, yani çağırma

aracılığıyla işler (Mutlu, 2008: 135). İdeoloji gücünü egemen olmasından alır ve

bireyler bu ideolojinin içerisinde yaşarken onun farkında bile olmayabilirler. Bu

durumda bu kişiler ötekilerin ideolojilerini kolayca görebilirler ama kendi

ideolojilerinin farkına bile varamazlar. Çünkü onların ideolojileri naturalize

olmuştur; yani doğallaşmış ve bu yüzden de güç kazanmıştır. Toplumdaki ideoloji,

egemen grubun ideolojisi olduğu için kaçınılmaz bir biçimde bu egemen gruba

hizmet edecektir (Devran, 2010: 21). “İdeoloji, kurucu rolüne vurguda bulunulduğu

sürece pozitif bir kavramdır, toplumsal eşitsizliklerin ‘doğallaştırılması’ anlamında

ise, negatif bir vurguya sahiptir. Marxçı kuramlar, sömürünün yeniden üretilmesinin

bir aracı olarak ideolojiye negatif bir anlam yüklemektedir, ancak toplumsal

eşitsizliklerin tarihselliğine yapılan vurguyla ideolojinin üretim/yeniden üretim

işlevinin yarattığı döngünün kırılması amaçlanmaktadır” (Çelik, 2005: 167).

“Sınıflı toplumlar insanın insan tarafından sömürüsüne dayanır. Eğer

sömürülenler sömürüldüklerini fark etmiş olsalar bağımlılıklarına hınç duyabilir ve

toplumsal dengeyi tehdit edebilirlerdi. Ve eğer sömürenler sömürdüklerini fark etmiş

olsalar güvenle yönetmeleri gereken birlik dağılırdı. Toplumsal varlıklar olarak

sömürenler, kendi toplumsal davranışlarının haklı olduğunu hissetmek gereğini

duyarlar. Duyguyu gerçeğe uydurmak zor olduğunda gerçek, baskı altında tuttukları

gruplardan olduğu kadar onlardan da gizlenmelidir” (Cohen, 1978: 330). Hepimizin

gerçek ve güçlü ideolojilere sahip olduğu doğrudur; ama bu durumun farkına

varmamız hiç olmazsa bilinçsiz birer kurban olmamızın önüne geçebilir (Mclellan,

2009: 2). Ancak bu ütopik kalmaktadır. Her özne aynı anda birden çok sayıda

ideolojinin içinde ve etkisi altında yaşar; bu ideolojilerin tabi kılma etkileri ise,

öznenin kurallarla belirlenen, pratiklerinden ayrılmayan vb. edimlerinde bir araya

35

gelir, düzenlenir (Althusser, 2006: 307). Bu durum Marx tarafından yapılan şu

tanımda daha net gözler önünü serilmektedir: “Bilmiyorlar, ama yapıyorlar.”

İdeoloji kavramının kendisi bir tür temel, kurucu naifliği içerir: Kendi ön

varsayımlarını, kendi fiili koşullarını yanlış tanımayı, toplumsal gerçeklik denilenle

bizim ona ilişkin çarpıtılmış tasarımımız, yanlış bilincimiz arasındaki mesafeyi, bir

ayrılığı içerir. Bu tür bir naif bilincin eleştirel ideolojik bir işleme tabi tutabilmesinin

nedeni budur. Bu işlemin amacı, naif ideolojik bilinci kendi etkin koşullarını,

çarpıtmakta olduğu toplumsal gerçekliği tanıyabileceği ve tam da bu sayede kendi

kendini feshedeceği bir noktaya götürmektir (Zizek, 2008: 43). Toplumsal gerçeklik,

ideoloji tarafından, kendisi ile aynı alanı kaplayan bir şey olarak yeniden tanımlanır.

Hatta ideoloji ile toplumsal gerçeklik bir ceket ile astar kadar birbirinden ayrılamaz

bir biçimde, kendiliğinden ve birlikte ortaya çıkmış gibi görünür (Eagleton, 2005:

94).

Siyasal düzenin gerçeği, bir örtünün gerisinde halkın erişimine kapalı

kalmalıdır. Yönetimin olabilirliği, yönetilmeye ‘ikna’ olmuş bir kitlenin varlığını

gerektirmektedir. İkna stratejileri, çarpıtma, yalan ve kimi zaman zor kullanma gibi

yöntemleri kapsamaktadır (Çelik, 2005: 164-165). Ancak daha çoğunlukla ideolojik

hegemonya yoluyla yeniden üretim yoluna gidilmektedir. Yeniden üretimin ideolojik

aygıtlar tarafından gerçekleştirilmesi egemen ideolojinin temel varoluş koşuludur

(Çoban, 2006: 91). Böyle bir ortamda ideoloji, yönetimin bir aracı olarak

işlemektedir. “Yönetimin sürekliliğini sağlamaya yarayan bir yanlış bilincin

üretilmesi devletin işlevlerinden sayılmaktadır” (Çelik, 2005: 163). Marx insan

bilgisinin, inancının ve davranışının toplumdaki ekonomik ilişkiler tarafından

şekillendirildiğine inanmakta ve ideolojileri aldatıcı fikirler sistemi veya sınıf

çıkarlarına hizmet eden bir gizemleştirme aracı olarak görmektedir (Marx ve Engels,

1999: 42). İdeoloji, eski düzenin karanlıkçılığını aydınlatırken toplumun üstüne,

insanları bu aydınlığın karanlık kaynaklarını göremeyecekleri ölçüde körleştiren göz

kamaştırıcı bir ışık saçar (Eagleton, 2005: 102). Bu durumda ideoloji, toplumsal

çevremizi yeniden düzenleyecek, böylelikle de duyumlarımızı dönüştürecek ve

fikirlerimizi değiştirecek olan safkan toplumsal mühendislik programıdır (Eagleton,

2005: 104). Kast edilen söylemler arasında siyasi söylemler başı çekmektedir. Siyasi

36

söylem ve medya birlikte çalışmaktadır. Medya siyasi gerçekliği ya da söylemi

yeniden üreterek kamuoyuna sunmaktadır. Medya, gerçekliğin inşa edilme sürecine

etkin olarak katılır ve egemenlik ilişkilerini egemen/başat sınıfların çıkarı

doğrultusunda üreten birincil dolayımlayıcı olarak toplumsal gerçekliğin

tanımlayıcısı (Dursun, 2001: 79) olarak işlev görür.

1.6. Siyasi Söylemin Yeniden Üretimi Noktasında Medya

Medya ve ideoloji ilişkisi daha çoğunlukla siyasi arenada ortaya çıkmaktadır.

Medya ve ideoloji ilişkisine bakıldığında ortaçağ kadar eskilere gidilebilmektedir.

Çünkü ilk ideoloji çalışmaları bu döneme rastlar aynı şekilde ilk gazetelerin ortaya

çıkışı ve gelişmeye başlaması da bu dönemde olmuştur. Bu dönem burjuvaların

feodal beylere karşı güçlenmeye başladığı dönemdir. Feodal dönemde burjuvaların

güçlenmeye başlaması yavaş yavaş kendi ideolojilerini de yaygınlaştırmaları

anlamına gelmektedir. Burjuvaların kendi ideolojilerini yaygınlaştırmada

kullandıkları en önemli araç gazeteler olmuştur (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 113).

Basın ya da medya mütemadiyen yeni fikirlerle uğraşmakta, toplumsal kuralları

yeniden onaylamakta, sınırları yeniden çizmekte ve tanımlamaktadır (Shoemaker ve

Reese, 2002: 133). Haberin söyleminde ideolojik pratikler yer almaktadır (Özer,

2011: 50). Bu anlamda, basının ideoloji ile ilişkisi ve önemi daha çok ortaya

çıkmaktadır. Medyanın, haberin söylemleri ve sosyal rolü noktasında, ideolojiyi

meşrulaştırmaya çalışması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraya dayanmaktadır. “Bu

dönemden sonra haber ve haberciliğin önemi daha çok artmıştır. Ayrıca toplumsal

rolü ‘dördüncü güç olma’, ‘haber alma özgürlüğü’ ve ‘nesnellik’ gibi kavramların

ideolojik kaynaklar olarak çıkış noktasındaki kavramlar olan ‘çoğulculuk’,

‘özgürlük’ gibi kavramların yerini aldıkları görülmüştür. Bu kavramların ideolojik

amacı, kitle iletişiminde yapılan profesyonel faaliyetleri meşrulaştırma” (Çakmak

Kılıçaslan, 2008: 115) olduğu görülmüştür. Medya ve siyaset arasındaki ilişki

çoğunlukla karşılıklı çıkara dayanmaktadır. Bu anlamda ikisi birbirine muhtaçtır.

“Gazeteciler ve siyasetçiler, okuyucu, dinleyici ve izleyiciye yönelik farklı

hedeflerini gerçekleştirmek için siyasi iletişim sürecinde eylemlerde bulunan

fonksiyonel açıdan birbirlerine bağımlı iki farklı iletişimci grubudur. Siyasetçiler,

37

mensubu olduğu partinin seçmen ve toplum katında siyasi güç kazanması veya siyasi

gücünü koruması, kişisel propaganda için gazetecilere muhtaçtır. Gazetecilik rolü

açısından bu ilişkiye bakıldığında ise, gazeteciler siyasi süreçte cereyan eden olay,

olgu, konu, süreç, durum ve kişiler hakkında bilgi almak için siyasetçilere ihtiyaç

duyarlar. Bu etkileşim sürecinde, siyasetçiler, gazetecilerin niyetleri, güdüleri,

tutumları, çıkarları, düşünme, konuşma ve davranış biçimleri ve kalıplarını

içselleştirerek gazetecileri ve medya kurumlarını harekete geçirecek şekilde mesajlar

aktararak haber içeriklerini biçimlendirirler” (Çebi, 1997: 31). Eleştirel yaklaşımdan

gelen araştırmacılar medyanın, bir yandan iktidar sahibi kişi ve kurumların

anlamlarını, dünya görüşlerini sunarken, diğer yandan bu görüşleri doğallaştırarak

var olan iktidar yapılarına bir meşruiyet kazandırdığını savunmaktadır (İnal, 2003:

62). Medya ideolojik olanla bütünleşmekte ve egemen ideolojiyi yeniden

üretmektedir (Özer, 2011: 61). Siyasi söylemin ya da gerçekliğin yeniden üretimi

noktasında medyanın aktifliği artık yadsınamayacak bir gerçek haline gelmiştir.

Siyasi aktörler, kendi ideolojilerini ve söylemlerini kamuoyuna istedikleri gibi

yansıtma noktasında medya araçlarından yararlanmaktadır. İletişim araçları bu

rolleriyle sosyal gerçekliğin parçası haline gelmişlerdir (Poyraz, 2002: 18). Kitle

iletişim araçları, yani medya, belirli türden güç ilişkilerinin yeniden üretimi için

hangi anlamların ve dolayısıyla da hangi öznelliklerin inşa edildiğini analiz etmeye

olanak sağlayan alanlar olarak yoğun ilgiye mazhar olmuştur ve olmaktadır (Dursun,

2004: 49).

Eleştirel yaklaşıma göre, hâkim sınıflar zor kullanma gücüne sahiptir. Bunun

yanı sıra bağımlı sınıfların rızasını biçimlendirmek ve kazanmak için aktif bir

örgütlenmeye girişmektedir. Bu örgütlenmenin sonucunda hâkim sınıfların

iktidarlarını hem meşru hem de doğal kılmaktadır. İşte bu örgütlenmeyi sağlayan

hegemonyayı oluşturan kitle iletişim araçlarıdır (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 118).

İdeolojik düzeyde medyanın toplumdaki güçlü çıkar gruplarının uzantıları olarak

işlev gördüğü ve egemen ideolojinin yeniden üretiminde ve denetim sisteminin

sürdürülmesinde rutinlerin, değerlerin ve kurumsal yapıların bir araya geldiği

(Shoemaker ve Reese, 2002: 130) daha çoğunlukla eleştirel kuramı içerisinde yer

alanların kabul ettiği bir durumdur. Medya sahiplerinin hedefleri, pratikleri ve

38

onların mali destekçileri dikkate alınırsa ortaya çıkacak gerçeklik;

egemen/siyasal/ekonomik/kültürel yapıyı güçlendirmek ve toplumsal ilişkiler

sisteminin meşruluğunu sağlayacak gündemi oluşturmaktır (Lull, 2001:135).

Medyanın öncelik verdiği sorunların kamuoyunda da önceliğe sahip olduğu genel bir

bilgi haline gelmiştir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 116). Bu rolüyle medya,

kamuoyunun gündemini yaratmaktadır. Gerçekten medya, kamuoyu oluşturmak

isteyen kurumların, örgütlerin, grupların etkili biçimde kullanabilecekleri tek araç

olarak karşımıza çıkmaktadır (Anık, 1994: 99).

Dünyada yaşanan olayların çoğu hakkında bilgi edinimi ve kanaat oluşumu

büyük ölçüde, milyonlarca kişinin paylaştığı basın ve televizyondaki haber

söylemine dayanır (van Dijk, 1999: 371). Medya kitleler üzerindeki etkililiği ve

gündem belirleme gücü sayesinde çok önemli bir konuma sahiptir. Marksist görüş,

medyanın en önemli etkisinin ideolojik etki olduğunu savunur (Shoemaker ve Reese,

2002: 139). Söz konusu olan ideoloji ise, kitle iletişim araçlarında ya da daha popüler

kullanımıyla medyada işlerliği daha çoğunlukla siyasi iktidarın çıkarlarını

meşrulaştırma aşamasında ortaya çıkmaktadır. Haberde egemen söylemler temsil

edilir ve metin egemen söylemler etrafında kapanır (İnal, 1996: 99). Yani haber

içeriği ferdi, mesleki, siyasi, ideolojik, sosyal/kurumsal ve ekonomik faktörlerin

etkisiyle belirlenir (Çebi, 1997: 14). Egemen ideolojik değerler ve kalıpların

biçimlendirdiği haber içeriği, reel gerçekliği bozar, çarpıtır ve bu haliyle sosyal ve

siyasi düzenin yapısını yansıtır. Gazeteciler ve medya kurumları, böylece haber

içeriğine egemen sosyal yapıyı ve siyasi otoriteyi meşrulaştıran, mevcut durumu

destekleyen bir işlev yüklerler (Çebi, 1997: 34). Kitle iletişim araçları, egemen

söylemi meşrulaştırmaya çalışma amacıyla kullanıldıkları için ideolojiktir.

Marcuse’a göre, “kitle iletişim araçları, toplumsal hayatta bir yaşam tarzının

ideolojik örüntüsünü dokuyanlar olarak ve efendilerle onlara bağımlı olanlar arasında

aracılık yapan yerleşik düzenin yayın organlarıdır. Bu nedenle kitle iletişim araçları

ideolojik olmak zorundadır” (1997: 24). Medyanın ideolojik davranmasının en temel

nedeni eleştirel yaklaşıma göre, sınıfsal çıkarlar arasındaki çelişkiyi ya da başka bir

söylemle siyasal ve ekonomik çelişkiyi örtmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır

(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 132). Medya kurumlarının ve gazetecilerin içinde yer

39

aldığı siyasi sistem, haber içeriklerini biçimlendiren faktörlerden en önemlisidir.

Siyasi sistem haber içeriklerini değişik açılardan belirleyebilir. Siyasi sistem; bilgiye

ulaşma, bilgiyi yayma, dağıtma, bilgi ve düşünceye erişmenin hukuki çerçevesini

düzenleyerek haber içeriğini etkileyebilir. Siyasi sistem, medya kurumları

içerisindeki gazetecilik faaliyetinin hukuki temellerini belirleyerek haber içeriğini

şekillendirebilir. Siyasi sistem, ayrıca medya kurumlarında gazeteci olarak çalışma

şartlarını belirleyerek haber içeriklerinin şekillenmesine etki edebilir. Dördüncü

olarak siyasi sistem gazetecilik eğitiminin şartlarını belirleyerek haber içeriklerini

biçimlendirebilir (Çebi, 1997: 30). Stuart Hall ve diğerleri de, egemen söylemlerin

haber metni içinde yeniden kurulduğuna (Tokgöz, 2000: 159) işaret etmişlerdir.

“Haber sürekli olarak iktidarı-gücü elinde tutanlarca inşa edilen olayların ortaya

çıkardığı politik işin gerçekliğini sağlar” (Schudson, 1994: 314). Bunun nedeni,

kontrolün iktidarı elinde bulunduranlarda olmasıdır. “Mülkiyeti burjuvanın elinde

olduğu için ya da bu sınıfın ideolojik hegemonyasına maruz bırakıldığı için medya

bir sınıf kontrol aracıdır. Egemen yapıyı eninde sonunda koruyan polis, yargı ve

silahlı kuvvetlerden oluşan baskıcı devlet aygıtlarına ideal bir şekilde yardımcı olan

medyanın düzeltilebileceği görüşü çok fazla kabul görmemektedir” (Curan, 1991:

224).

Egemen sınıfın ideolojisi bireylerin en mahrem bilinçlerine ve en özel ya da

kamusal davranışlarına nüfuz ettiğinden, devletin ideolojik aygıtları, bireysel bilincin

en gizli yerine kadar üretim ilişkilerinin yeniden üretimini sağlayabilir (Althusser,

2006: 240). Yönetenler, yani iktidar sahipleri, bu yönetimi sadece zor üzerine değil,

aynı zamanda bir uzlaşım üzerine kurarlar. İktidar sahiplerinin düşüncelerinin

kamuda yayılması ve benimsenmesinde yani uzlaşımın sağlanmasında önemli bir

kanal da devletin ideolojik aygıtları arasında yer alan medyadır (İnal, 1997: 150).

Medyanın siyasal sorunlardaki işlemlerini meşru ve yansız kılan bağlantılar sorunu,

kurumsal birer sorun değil, devletin toplumsal çatışmalardaki dolayımının rolüne

ilişkin daha geniş bir sorundur. İşte bu düzeydedir ki, medyanın devletin ideolojik

aygıtları olduğu söylenebilir (Hall, 1999b: 123). Toplumdaki büyük çoğunluğun

egemen düşünceye/ideolojiye rıza göstermesi ve bunun sağlanması için medya,

egemen ideolojiyi hem üreten hem de yeniden üreten bir alandır. Bunun gerçekleştiği

40

alanlardan biri haberin söylemidir (Yağlı, 2009: 26). Marksist yaklaşımlar, haberi

ideolojik ve içinde resmi kaynakların söylemlerinin yeniden inşa edildiği bir alan

olarak kavramışlardır (Yağlı, 2009: 20). Haber metinlerinin egemen ideolojiyi

yeniden üretmesini ve mevcut yapıya rıza göstermesini sağlayan en önemli

faktörlerden biri de haberin dili/söylemidir. Dilin gerçekliği birebir yansıtan bir araç

olmadığının kabulüyle birlikte, haberin sırf dili kullanıyor olmasından dolayı

gerçeğin bir yansıması olamayacağı da kabul edilmiştir. Medya olayları temsil eder;

temsil ise bir anlam verme, anlam üretme işidir (Akca, 2009: 103). Anlam üretmede,

gazete materyallerinin en başında haber gelmektedir. “Haber, içinde oluştuğu

toplumsal, siyasal, ekonomik ve kültürel ortamın ürünüdür ve bizim gerçekliğimizi

etkileyen önemli bir faktördür” (Yağlı, 2009: 17). Haber metinlerinde yansıtılan

söylemler siyasal ve ekonomik yapı içinde iktidar/güç sahibi kişi ve kurumlara aittir.

Egemen çevrelerin olaylara ilişkin durum tanımları gazeteciler için olayları ele

alırken temel çerçeveleri oluşturur. Bu çerçevelerin sınırları içinde değişik siyasal

parti, grup uzman görüşlerine yer verilmesi, haberde dengelilik ilkesine görünürde

bir uygunluk sağlasa da, karşıt söylemlerin farklı çerçevelerin haber metinlerine

sızmasını engeller. Sonuçta var olan siyasal ve kültürel yapı içinde üretilen durum

tanımları haber metinlerinde yeniden kurulur, aktarılır, ama statükoyu sarsıcı,

dönüştürücü grup ve kişilerin olayları ele alış ve değerlendiriş biçimleri haber

sözünün dışında kalır (İnal, 1997: 159).

Medyada dil yoluyla inşa edilen hayat, medyanın güçlendirme ve akılcılık

işlevinden uzaklaşarak kamunun göz ardı edilmesine yardımcı olan bir noktaya

gelmesiyle akılcı-eleştirel tartışmayı yönlendirmekten ziyade kitlenin güdümlenmeye

çalışıldığı bir hayat olur. Politika da bir gösteri haline gelerek, kolayca sindirilen

düşünceler oluşturur ve kamuoyunu edilgin tüketicilere dönüştürülür (Curan, 1997:

141). Böylelikle bireyler dünyayı medyaya göre yorumlamakta ve tanımlamaktadır.

Hall’e göre, medya öbür sınıfların imgelerini inşa eder ve sınıf farklılıklarını bir

bütünlük, çoğulluk içinde birlik yaratacak şekilde dokur. Medya çoğunluğu sunar,

ama bunu yalnızca söz konusu farklılık ve alternatiflerden bir oylaşma meydana

getirecek şekilde yapar. Söylem, tartışmanın içinden yine oylaşmaya dönüşebilecek

öğeleri seçer ve geriye kalanları marjinalliğin sessizliğine mahkûm eder (Sholle,

41

1994: 211-250). Bunun nedeni şudur; medya toplumda ideolojik bellek oluşturur. Bu

bellekte yer alan örneklerin kaynağı egemen ideolojilerdir (Bıçakçı, 2002: 36).

Bireylerin ideolojisi, içinde büyüdükleri kültür tarafından şekillendirilir.

Bireyler özellikle aile, arkadaşlar, okul ve aynı zamanda medya aracılığıyla yapılan

iletişimden etkilenir. Neye inanması ve neyi değerli bulması gerektiğiyle ilgili

iletilerden etkilenir (Graeme, 1995: 167). Medyanın da içinde yer aldığı ideolojik

aygıtlar bireylere kimlikler giydirir. Aynı zamanda gerçeği kavramalarına yardımcı

olan bu aygıtlar, üretim ilişkilerini üretir ve yerleşik düzene boyun eğmeyi

kolaylaştırır (Yağlı, 2009: 23). “Medya, bize etrafımızda olan biteni anlamamıza

yarayacak anlam haritaları kurar. Başka ifadeyle söylersek, kendimizi “siyasal bir

hayvan” (zoon politikon) olarak dünyada kim olarak, kimden yana/kime karşı ve

nasıl yerleştireceğimiz büyük ölçüde medyanın bize tanımladığı çerçeve içerisinde

biçimlenir” (Gencel Bek, 2003: 132). Böylelikle gerçeklik siyasi söylem

çerçevesinde yeniden oluşturulur. Gerçekliğin haber boyunca inşası, tek tek

bireylerin değil, bir toplumsal failler çoğulluğunun ve bu çoğulluğu doğal bir tavır

alış içerisinde eylemliliğe yönelten bilişsel olanakların ürünüdür (Dursun, 2004: 43).

Gerçek, gerçekliğin belirli bir tarzda kurulmasıdır. Medya, gerçekliği yalnızca

yeniden üretmemekte, aynı zamanda tanımlamaktadır. Gerçeklik, dilsel pratikler

yoluyla desteklenip üretilmekte ve temsil edilmektedir. Ama temsil etme aktif bir

seçme, sunma, yapılandırma ve biçimlendirme işini ima etmektedir. Bir anlam

üretme ve anlamlandırma pratiğidir. Bu nedenle medya ile verilen mesajların, sadece

açık anlamları bazında değil, aynı zamanda ve daha da önemlisi, ideolojik yapılanışı

bazında analiz edilmesi gerekmektedir (Poyraz, 2002: 17). Medya haberleri gerçeği

sık sık bozup çarpıtmakta, değiştirip başkalaştırarak bayağılaştırmakta, gerçeği

özünden uzaklaştırıp soysuzlaştırmaktadır. Medya haberleri bazen de siyasi ve

ideolojik yönelimlerle boyanan bir dünya görüşü iletmektedir. Medya haberlerinde

yansıtılan gerçeklik, özellikle gazetecilerin değer yargıları, basmakalıp yargıları ve

tutumlarının, meslek kurallarının, medya kurumlarındaki rutinlerin, siyasi ve

ideolojik tutumların, haber üretimindeki zorunlulukların ve medyaya özgü takdim

gereklerinin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır (Çebi, 1997: 26). Bannett, medyanın

gerçekliği tanımlayıcı rolünü medya pratiğinde üç düzeyde saptamıştır. Bunlardan

42

ilki, medyanın propaganda özelliği: her gazete, desteklediği politik görüşe halkın

desteğini sağlamak için, haber olarak belli bir politik görüşü sunmaktadır. İkincisi,

medyanın hukuk ve düzene ilişkin ideolojik işlevi: Popüler basının hâkim toplumsal

normları tehdit edici grupların, yani dışarıda kalanların eylem ve davranışlarına nasıl

anlamlar yüklediğinden söz edilebilmektedir. Sonuncusu ise, iletişim araçları haberi

sunarken egemen ideolojiyi yeniden üretmektedir (Bannet, 1988: 292).

Haber metinleri siyasi söylemin etkisiyle şekillenmektedir. “Haber

içeriklerindeki hegemonyacı değerler, egemen yönetici güçlerin kendi siyasi

otoritesini korumada ve iktidarını sürdürmede, mevcut durumu korumada kullandığı

araçlardır. Bu hegemonyacı değerler haber içerikleri aracılığı ile aktarılır” (Çebi,

1997: 38- 39). İnal, var olan siyasal ve kültürel yapı içinde üretilen durum

tanımlarının haber metinlerinde yeniden kurulduğunu, aktarıldığını ancak, statükoyu

sarsıcı, dönüştürücü grup ve kişilerin olayları ele alış ve değerlendiriş biçimlerinin

haberin sözünün dışında kaldığını ifade etmiştir (1997: 159). Bu nedenle, medya

haberlerinden edinilen hiçbir imge, gerçekle aynı değildir. Medya haberleri gerçek

değil, gerçeğin gazetecilerin zihinlerinde belli bir şekilde kurulmuş yansımasıdır

(Çebi, 1997: 24). Haber seçimi öznel yorumlara dayanır. Öyle ki, gazeteci de bunun

farkında olmayabilir. Bütün olaylar ve bu olaylarla ilgili haberler, geniş bir anlamı

bir referans çerçevesine oturtulur. İhmaller, sessizlikler, üstü kapalı da olsa, toplum

ve onun değerleri hakkında varsayımlar ya da değerler içerirler. En yaygın olanı ise,

açıkça bilindiği gibi, haberler çok çeşitli güçlü içsel ve dışsal baskılar altında

üretilmektedir (Mcquail, 1992: 187-188). Haber içerikleri üzerindeki siyasi

yönlendirmeler; doğrudan siyasi denetim, belli içerikleri öne çıkarmak yahut

bastırmak için yapılan açık siyasi baskılar, gazetecileri siyaseten tercih edilen

haberlere yönlendirmek ve istenmeyenlerden uzaklaştırmak için uygulanan

stratejiler, bilgi dağıtımı ve paylaştırımında belirli gazetecilere ayrıcalık ve öncelik

tanımak, yönetici güçlerin kamusal haberlerin dağıtımında tekel oluşturması,

siyaseten güçlü birey, grup ve kuruluşlarla ilgili olayları haber yapmak, bu

haberlerde onların bakış açılarına ve görüşlerine yer vermek, haber içeriklerinde belli

siyasi kurumlara saygı ve hürmet göstermek gibi farklı biçimler alabilir. Medya

kurumları siyasi iktidarın müdahalesi ve denetimine maruz kalmamak veya çıkar

43

sağlamak için hükümetlerle stratejik ittifak yapabilmektedir. Bu ittifak, haber

içeriklerinde, siyasi iktidarın açıkça desteklenmesi, yönetimdeki yanlışların,

yozlaşmaların, başarısız uygulamaların görmezden gelinmesi şeklinde kendini

gösterebilmektedir (Çebi, 1997: 31). Bu durum, medyanın nesnel bir tavır

sergilemesine izin vermemektedir. “Bu, piyasada kâr etmeyi amaçlayan şirketler

olarak örgütlenmiş kitle iletişim araçlarının, ekonomi ve siyasal güç/iktidar

merkezleriyle ilişkileri, belirli parti veya siyasal güçleri desteklemeyi aşan,

dolayısıyla bütün siyasal/ekonomik/ toplumsal yapı ve iktidar ilişkileri içinde ortaya

çıkan eşitsizlikleri sorgulama dışı bırakan bir tavırdır” (İnal, 2003: 64). Amacı

tarafsız, nesnel haber yapmak olan basın mensupları çıkar gruplarının hizmetlerinde

oldukları için çoğu zaman amaçlarını tam olarak yerine getirememektedir. “Herhangi

bir olayı habere dönüştürürken kendi görüşlerini gizlemesi gerektiğine inanan

gazeteci, bu kaygıyla haber kaynaklarının tanımlarına dayandığı süreci bu kişilerin

ve kurumların söylemlerini yeniden üretmektedir” (İnal, 1997: 142). Dolayısıyla 21.

yüzyılın holdingleşmiş, oligopolleşmiş medya işletmeleri, bir takım yasal

kısıtlamalar çerçevesinde var olmak ve kazanç sağlamak zorunda olduklarından,

egemen ideolojinin fikirlerini desteklemek zorundadır (Doğru Arsan, 2004: 153).

Marksist düşüncenin kitle iletişim araçlarıyla ilgili eleştirileri bu araçların ürettiği

ideolojinin egemen sınıfın ideolojisi olduğu yönündedir. Marksistler egemen sınıf

kitle iletişim araçlarına sahip olarak kendi ideolojilerini yaratmaktadır ve topluma bu

ideolojiyi kitle iletişim araçları yoluyla benimsetmektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008:

117) demektedir. Marksist olan bu görüş benimsendiğinde, devrik Irak Lideri

Saddam Hüseyin’in Körfez Savaşı’nda kara kuşatmasından önce Amerikanlılara,

“Bu Savaş Rambo filmlerine benzemeyecek!” şeklindeki uyarısı (Lull, 2001: 34)

hiçte yabana atılacak bir uyarı olmadığını göstermektedir. Bu sözler, egemen siyasi

iktidarın medya üzerinde ne kadar etkin bir rol oynadığının da göstergesi

niteliğindedir.

44

İKİNCİ BÖLÜM

2. TÜRKİYE’NİN ANAYASA DEĞİŞİMİ GİRİŞİMLERİNDE

MEDYA VE SİYASET İLİŞKİSİ

Türkiye 1980 Askeri Darbesi’nden her anlamda etkilenmiş ve bu darbeden

sonra 1982 Anayasası’nı oluşturmuştur. 82 Anayasası’nın bazı maddeleri günümüze

kadar dönem dönem değiştirilmiş olup, en önemli değişim ise 2010 Referandumu

sürecinde yaşanmıştır. Bu değişim süreçlerinin kamuoyuna yansımasında, medya

temel aktör rolünü üstlenmiştir. Çalışmanın bu bölümünde medyanın hem 1982 hem

de 2010 anayasa değişimi referandumuna nasıl yaklaştığını medya ve siyaset ilişkisi

bağlamında irdelenmiştir. Referandum süreçleri temel alınarak önce 1982 Anayasa

değişiminin gerçekleştiği dönemdeki siyaset arenası, bu dönemdeki demokrasi

arayışları ve bu süreçlerin medyaya (basına) nasıl yansıdığı üzerinde durulmuştur.

Daha sonra aynı açılardan 2010 siyaset arenası, referandumu ve medyaya yansıyış

tarzı da diğer araştırılan konular olmuştur.

2.1. Medya ve Siyaset İlişkisi

Kitle iletişim araçları ilk ortaya çıkmaya başladıkları andan itibaren siyasetin

gündeminde önemli bir yer kaplamış ve siyaset de basın için önemli bir kaynak

olmuştur. Matbaanın icadından sonra basın yani gazeteler önem kazanmaya

başlamıştır. Basın, yalnızca ‘gazete’ olarak ele alınacak olursa, gazetelerin yakın ve

uzak geçmişin ya da günün haber ve olaylarının verilmesinde, kanaat ve fikirlerin

geniş halk kitlelerine ulaştırılmasında, ülkenin ana davaları üzerinde halkın dikkatini

toplamada ve okuyucuların genel kültürlerini arttırmada son derece önemli rol

oynadığı görülmektedir (Bektaş, 2000: 130). Çağdaş insanlar kendi deneyimlerinin

dışında kalan dünyayı, bu dünyanın olay ve olgularını, çok büyük ölçüde, kendilerine

kitle iletişim araçlarının yansıttığı biçimde, onlar tarafından yapılan tanımlara göre

yeniden ve inşa yoluyla kavrarlar. Bir bakıma toplum içinde bireylerin maddi

varoluşlarının imgesel ilişkileri kitle iletişim araçlarının oluşturduğu bir yapı içinde

belirlenmektedir (Kaya, 1999: 24). Kuşkusuz gazeteler ve diğer iletişim organları

geçmişte de önemli bir güç olmuştur. Ancak, insanlığın geçtiği bu tarihsel dönemeçte

medyanın ulaştığı gücü geçmişle kıyaslamak mümkün değildir. Bugün medya, gücü

ve iktidarı elinde tutanların en etkili ideolojik aracıdır. Başka bir açıdan bakılırsa,

45

medya güce ve iktidara ulaşmanın vazgeçilmez araçlarından biridir (Yanardağ, 2008:

184).

Basın teorisyenlerine göre iktidar ve basın ilişkilerini tayin eden üç görüş

vardır. Bunlardan birincisi, muhafızlık görüşüdür. Bu görüşe göre, iktidar ile basın

birbirlerinin düşmanıdır. Basın kamuoyunun çıkarları adına iktidarların başında

bekleyen, onları denetleyen bir muhafızdır. İkincisi, ortaklık görüşüdür. Bu görüşe

göre de iktidarlar ile basın arasında işbirliği zorunludur. Basın iktidardan aldığı

haberlere güvenmeli, iktidar da basına doğru bilgi vermeli ve sorunlar kamuoyunun

görüşlerine açılmalıdır. Üçüncü görüşe göre ise, basın iktidarın bir parçası

konumundadır. Basın iktidarın yanında olmak şartıyla kamuoyuna hizmet edebilir.

İktidar sözcülerinin konuşmaları basında yer almalı, haberler her zaman iktidarın

arzu ettiği yönde olmalıdır (Demirkent, 1982:192- 193). İçinde bulunulan yaşantı

çağı toplumunda siyaset, medya üzerinden kurgulanmaktadır. Artık siyaset dünyası,

medya tarafından üretilmekte ve sunulmakta; eğlenceye dönüştürülmekte, imaja

dayalı şekillendirilmekte, sembolik ve törensel boyutla ele alınmakta, kişiselleştirme,

basitleştirme, dramatize etme yöntemleriyle gösteriye dönüştürülmektedir (Çebi,

2002: 25-27).

Kitle iletişim araçları ile siyaset ilişkisi tartışmaları yazılı basının ortaya

çıktığı 17’inci yüzyıldan günümüze kadar gelmektedir. Bu dönemde burjuvaların

ekonomik olarak güçlenmeye başlaması ile birlikte toplumsal hayata müdahaleleri de

gerçekleşmeye başlamıştır. Liberal anlayışa sahip olan burjuvalar bu dönemde yazılı

basını da ellerinde tutmuştur. Bu nedenle yazılı basına özellikle devlet müdahalesinin

olmaması gerektiğini iddia etmişlerdir. Ayrıca bu savlarını basının dördüncü güç

olması nedeniyle özgür ve özerk olması gerektiği yönünde kuvvetlendirmişlerdir

(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 119). Demokratik yaşamda basın, toplumun seçimler

yoluyla ortaya çıkardığı kurumların işleyişlerini gözlemlemek ve denetlemek için

ortaya çıkardığı bir kurum olarak kabul edilmektedir (Bozdağ, 1992:270). Basın,

toplumsal yaşayışta ve demokratik sistemin isleyişinde; yasama, yürütme ve yargının

yanında dördüncü güç olarak görülür. Bu anlamda basın kurumunun ikinci kamusal

görevi olarak karşımıza “denetim ve eleştiri” çıkmaktadır (İçel, 1986: 17). Kitle

46

iletişim araçlarının özgürlüğünün demokrasilerde dördüncü güç olarak hükümetleri

denetlemesi ve çoğulculuğu sağlaması siyasal alanda ne kadar önemli bir yeri

olduğunun göstergesidir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 121). Siyaseti medyanın dışında

olarak ele almak düşülen en büyük hata olacaktır. Çünkü hem medyaya hem de

siyasete sistemin birbirini bütünleyen parçaları olarak bakmamız gerekmektedir

(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 122). Medya ve siyaset birbirini tamamlayan iki

mekanizma gibidir. “Medya bağımsız özerk bir güçtür, siyasetin içine girmemeli

olarak bakarsak hataya düşmüş oluruz. Çünkü medya ve siyaset zaten birbirinden

ayrılamaz iki güçtür. Ancak medya ve siyaset ilişkisini incelerken atmamız gereken

ilk adım, siyaseti ve medyayı iki farklı bütünlük ve karşılıklı ilişki içinde olan iki

farklı güç odağı olarak görmekten geçmektedir” (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 124).

Onlar birbirine muhtaç ve karşılıklı çıkar ilişkisiyle örülmüş iki güç gibidir. Kısacası,

medya ve siyaset kurumları, bağımsız kurumlarmış gibi görünseler de, bu kurumların

tam anlamıyla birbirlerinden bağımsız oldukları söylenememektedir (Arslan, 2006:

7). Hükümet ve basın/medya ilişkisine bakıldığında genellikle hükümetlerin,

toplumun onayını kazanmak ve kamuoyu yaratmak için basının desteğini sağlamaya

çalıştıkları görülmektedir. Hükümetin etkinlikleri genellikle haber değeri

taşımaktadır. Hükümet elinde bulundurduğu ekonomik (teşvik, destek) ve siyasal güç

(baskı, sansür, sınırlama) aracılığıyla basını yönlendirirken, basın kuruluşları da

sahip oldukları gücü, hükümetleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirebilmek

için kullanabilmektedir (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 88). Bu durum medya- siyaset

ilişkisinin içerisinde, basının birtakım işlevlerinin olduğunu göstermektedir. Bu

işlevler şunlardır:

a) Toplumsal ve siyasal çevrenin gözetimi, yurttaşların refahını olumlu ya da

olumsuz biçimde etkileyecek gelişmelerin haber verilmesi

b) Anlamlı gündem koyma, günün önemli sorunlarını, bu sorunları gündeme

getiren ve çözebilecek olan güçleri de içerecek biçimde saptama

c) Siyasetçilerin ve diğer baskı ve çıkar gruplarının sözcülerinin anlaşılır ve

aydınlatıcı görüşlerini aktarmaları için platform görevi görme

47

d) Yurttaşları, siyasal süreçleri yalnızca izlemek ve hakkında konuşmaktan çok,

öğrenmeleri, tercih yapmaları ve katılmaları için teşvik etme (Gurevitch ve

Blumler, 1997: 200).

Hükümet, politikaları şekillendirilirken, diğer bazı toplumsal güçler gibi medya

da, yönlendirici ve şekillendirici bir güç olarak önemli roller oynamaktadır (Rivers,

1982: 213). Medyanın belki de kendisiyle birlikte globalleştirdiği en önemli unsur,

siyaset olmuştur. Siyaset, dar anlamda ve merkeziyetçi yapısını medya aracılığıyla

kısa zamanda geniş anlamlı ve küresel bir platforma dönüştürmüştür. Medyanın ilk

küreselleştirdiği fenomen olarak siyaset, medya ile olan organik ilişkisinde kendi

metafiziğini kendisi kurmuştur. Medya- siyaset ilişkisinde önemli olan hangi tarafın

belirleyici olduğu değil, aksine ortaklaşa kurdukları kendi dünyalarına ait

metafizikleridir (Filiz, 2008: 39). Medya üzerinde oluşan siyasal baskılar ya da

siyasilerle girdiği çıkar ilişkileri, yönlendirmeleri vb. etkileri hayatın bir gerçeği

(Çakmak Kılıçaslan, 2008: 130) olmuştur. Kitle iletişim araçları günümüzde

toplumsal denetimin sağlanmasında olduğu gibi toplumsal değişmenin de başlıca

araçlarından olan bir güç-iktidar kaynağı olarak görülmektedir (Kaya, 1999: 23).

Dolayısıyla medya, siyasi gücü yeniden şekillendirmekte, yeniden organize ve

kanalize etmektedir (Rubin, 1981: 170-180). Haber metinleri ile siyasal iktidarlar,

eylemlerinde meşruiyet kazanmakta bu meşruiyet ile kendi egemen söylemlerini yani

ideolojilerini oluşturmakta ve hegemonya kurmaları kolaylaşmaktadır (Çakmak

Kılıçaslan, 2008: 124). Medya egemen sınıfların tahakkümü çerçevesinde, ideolojik

alanın bir parçasıdır. Medya giderek sayıları azalan büyük sermaye gruplarının elinde

yoğunlaşırken, egemen sınıfın çıkarlarını savunan fikir ve düşüncelerden oluşan

medya içerikleri, çalışan sınıfı egemen değerlerle bütünleştirmektedir (Yaylagül ve

Çiçek, 2011/a: 86). Böylelikle, kamu sistemi olarak biçimlenmiş medyalarda bilinç

ticareti, maddi çıkarı ikinci plana koyan devlet ideolojisinin satışı (Erdoğan, 1999:

35) olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sonucunda gündelik yaşama ilişkin imge ve

simgelerle kuşatılan izleyiciler/okuyucular, düşünsel olarak biçimlendirilmektedir

(Kaya, 2001: 200). Medya bireye mevcut siyasal sistem ve olaylar hakkında bilgi

vermekte ve toplumdaki diğer etki merkezlerinden kanaat için ipuçları iletmektedir

(Göker ve Doğan, 2011: 51). Öyleyse medya etkili bir araçtır ki günümüzde onun

48

üzerinden insanların bilinçleri kuşatılmış, insanlar aptallaştırılmış ve toplum adeta bir

akıl tutulmasına uğramıştır. Çünkü her gün, her saat, her dakika gazete sayfalarından,

televizyon ekranlarından, radyolardan, bilgi, haber ve imaj aktarılmaktadır. “Teslim

alınır insan. Sokaktaki insan için davranış kalıpları oluşturulur, değer yargıları

üretilir, yaşamın anlamı değerlendirilir, olaylar yorumlanır, tüketim yönlendirilir.

Onlara nasıl düşünecekleri, neyi yüceltecekleri, kimleri mahkûm edecekleri, nasıl

giyinecekleri, hangi müziği dinleyecekleri, nelerin iyi ya da kötü olduğu yazıyla,

görüntüyle ve sözle iletilir” (Yanardağ, 2008: 17-18). Siyaset bu durumu

oluşturabilmek için medyadan yararlanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal gerçeklik

siyasetin istediği yönde medya vasıtasıyla yeniden şekillenmektedir. “Toplumsal

yaşamda gerçekliğin ne olduğu konusunda tanımlar medya aracılığıyla oluşmakta ve

aktarılmaktadır. Dolayısıyla medya topluma sürekli bir anlam sistemi sunmakta ve

olağan ve doğal olan ile olağandışı ve doğal olmayanın neler olduğunu göstermekte,

kısacası, normalin ne olduğunun başlıca belirleyicisi olmaktadır” (Kaya, 1999: 23).

Geniş bir çerçeveden medya ve siyaset ilişkisi sorgulandığında eleştiriler,

gazetecilerin kaynaklarından bağımsız kalmaları, özerkliklerini korumalarına yönelik

mikro pratiklerin ötesine geçerek daha çok ya medyayı elinde bulunduranların

siyasal tercihleri veya eşik bekçisi olarak adlandırılan üst düzey karar alıcıların

tutumları üzerinde odaklanmaktadır (İnal, 1999: 19). Medya ve siyaset ilişkisinde

siyasal aktörlerin karar alma süreçlerinde aldıkları kararlar medyayı ve siyaseti

ayrıca toplumsal hayatın biçimlenişini etkilemektedir. Bu etkilenme medyanın

ürettiği içerikler ve bu içeriklerdeki benzeşme ve tek biçimleşme belli haber

değerlerinin öne çıkması şeklinde kendini göstermektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008:

124).

Ana akım yaklaşıma göre, medya (basın) toplumun aynasıdır. Yani, medya

toplumdaki olay ve oluşumları toplumun birey yurttaşlarına yansıtır; dış dünyanın

olay ve oluşumlarıyla ilgili bilgileri rasyonel davranabilen bireylere sunarak genel

çıkarın oluşmasına çalışır. Medya kuruluşları, tek tek değişik ve çatışan çıkarları

vurgulasalar da bir yarışma ortamında bütün olarak ele alınabilirler ve genel çıkarın

hizmetinde oldukları varsayılır. Kitle iletişim araçlarının toplumda dayanışmayı,

bütünleşmeyi sağladığı, dirlik ve düzeni koruduğu, gelişme ve değişmenin istikrar

49

içinde gerçekleşmesine hizmet ettiği savunulur (Kaya, 1999: 24). Bu bakış karşısında

yer alan alternatif yaklaşım ise, Marksizm’in sınıflı toplum çözümlemesinden

hareket eder. Hâkim sınıfın başlıca düşünce üretim araçlarına da egemen olacağı

kabul edildiğinde kitle iletişim araçlarının mülkiyet ve denetiminin de egemen

sınıfların elinde tutulacağı önermesine ulaşılır. Bu önermenin uzantısı ise sınıflı

toplumlarda kitle iletişim araçlarının esas itibariyle egemen sınıf çıkarları

doğrultusunda rutin ve standart bir üretim yaptıklarıdır. Bu üretimi gerçekleştiren

medya kuruluşunun mülkiyeti elinde tutanlardan özerk etkinlikte bulunamayacağı

varsayılır. Bu ürünleri tüketenlerin (okur ya da izleyiciler) ise, kendileri örgütlü

olmadıkları takdirde bu üretime bağımlı, edilgen bir izleyici kitle oluşturacakları

söylenir. Çizilen tablo bu yaklaşımın medyaya ideolojik yeniden üretimin başlıca

aracı olarak baktığını göstermektedir (Kaya, 1999: 25-26). Marksist yaklaşım zaten,

medyanın toplumsal hayat içinde bir ideoloji yaratarak bireyin eylem ve kararlarında

belirleyici olduğunu iddia etmektedir. Dolayısıyla Marksist yaklaşımı

benimseyenlere göre üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf medya aracılığıyla

fikirsel üretimi de yaratmakta ve denetlemektedir (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 123).

Medya çalışanlarının çıkarları ve ideolojileri, çalıştıkları kurumun da sahibi

olan ve onlara maaşlarını ödeyen, çalıştıkları kurumu finanse eden güçlerden

bağımsız olmamıştır (van Dijk, 1999: 338). Bu nedenle medya çoğu zaman halk

adına iktidarın denetlenmesi görevinden çok, medyayı elinde tutanların kâr ve

çıkarları doğrultusunda iktidarı belirlemenin aracı konumuna gelmektedir (Demir,

2007: 215). Dolayısıyla haber sürecinde çalışan medya profesyonelleri okuyucunun

ya da halkın temsilcisi değil, kendisini kiralayan sermaye grubunun temsilcileridir

(Dennis ve Merrill, 2002: 111). Bu durum, Althusser’in medyayı devletin ideolojik

aygıtları arasında sayma savını desteklemektedir. Düne kadar toplumların

yönetiminde çok fazla dikkate alınması gerekmeyen medya, bugün yönetimin

başarılı olması ya da başarılı görünmesinde ciddi biçimde söz sahibi hale gelmiştir.

Siyasal iktidara sahip olmak isteyenler medyaya da sahip olmak ya da onu denetim

altında tutmak gerektiğine inanmaktadır (Alemdar, 1999: 11). Siyasi elitler,

kendilerine etkin bir kamuoyu desteği oluşturabilmek ve karar verme sürecinde

başarılı olabilmek için, kısacası hem iktidar hem de muktedir olabilmeleri için medya

50

desteğine muhtaçtırlar. Yine medya, toplumsal hareketlilik ve elit dolaşım süreci

üzerinde, özellikle de siyasi elitlerin devir anı üzerinde oldukça etkilidir (Arslan,

2006: 6). “Bugün sermaye siyaseti ve mekanizmalarını bu alanda bulunan

siyasetçilerle ilişki içinde etkileyip belirlemenin ötesinde, medya yoluyla doğrudan

kitleleri etkileyip siyasi tercihlerini, yönelimlerini belirlemektedir. Artık siyasi

mekanizmalar ve kişilerle kurulan ilişkiler vasıtasıyla kitlelerin yönetilmesi,

denetlenmesi değil; kitlelerin düşüncelerinin, özlem ve taleplerini belirlenmesi

yoluyla siyasete, mekanizmalara ve kişilere yön verilmesi dönemi açılmıştır” (Demir,

2007: 214) dense bile bu durumun bir ütopyadan ileri gidemeyeceği kabul

edilmektedir. Günümüz dünyasında, medyanın bu denli güçlü olması ve politika

alanında oynadığı böylesi çok önemli roller nedeniyle, politikacılar ve siyasi partiler

medya ile olan ilişkilerine büyük bir önem ve öncelik atfederler. Bu konu ile

bağlantılı olarak, medya elitleri de, çağdaş toplumlardaki en önemli elit gruplarından

bir tanesini oluşturmaktadır. Günümüz demokratik toplumlarında medya ve medya

elitleri, genellikle “dördüncü kuvvet” olarak adlandırılmaktadır. Dördüncü kuvvetin

gücü bazı durumlarda, siyasi elitlerin gücünün boyutlarına kadar ulaşmakta, hatta

bazen onların bazılarını aşmaktadır (Arslan, 2006: 4). Bu durumda, medya ve siyaset

ilişkisini tartışırken medyayı özerk, bağımsız ve bu özerklik içinde tamamen tarafsız

bir dördüncü kuvvet olarak ele almak yerine, onu siyasal yapılaşma içinde görmeye

çalışmamız gereği kaçınılmaz olarak karşımıza çıkmaktadır (İnal, 1999: 30). Siyaset

medyada giderek daha fazla ve ustaca bir görüntüler ve medya olayları dizisi olarak

betimlenmektedir. Bu dolayımlı olaylar reklam ve iletişim uzmanları tarafından

uydurulmakta ve aktörler tarafından ince ayarı yapılmaktadır (Meyer, 2002: 79).

Kamusal habercilik anlayışında haber değerleri yeniden tanımlanmakta ve

haberi bir mal olarak satılmasından vazgeçilmesi izleyiciye olumlu katkıda

bulunması üzerinde durulmaktadır (Çakmak Kılıçaslan, 2008: 121). Meyer, “İlk

ortaya çıktıkları zamanlarda, kitle iletişim araçları demokratik iletişime birçok yolla

katkıda bulunacaktı: Dengeli ve kapsamlı habercilik; nesnellik; özel hayata saygı;

yayının biçiminde, içeriğinde ve üslubunda gerçeğe bağlılık ve tüm yurttaşları

kamusal iletişime katılmaya teşvik edecek tarzda bir olay sunum” (2002: 23)

ifadelerini kullanmıştır. Ancak kitle iletişim araçlarına getirilen eleştirilere

51

bakıldığında, eleştirilerin gazetecilerin siyasal yanlılıkları ve objektif haber sunmanın

gerekliliği yönünde olması, bu durumun şu an için geçerli olmadığı sonucu

çıkabilmektedir. Bunlar yapılmadığı için buna yönelik ihtiyaç ve bunun

gerçekleşebilirliğine duyulan inanç, haber medyasının sıkça siyasal partilere yandaş

bir tavır takınmaktan dolayı eleştirilmesine neden olmaktadır (Çakmak Kılıçaslan,

2008: 120). Oysaki demokratik siyaset standartlarını karşılamak için, kitle iletişim

araçları siyasal olayları oldukları biçimde vermeli, bildirdikleri her olayın

karakteristik özelliklerini ortaya koymaları (Meyer, 2002: 29) gerekmektedir. Bu

gereklilik dünyanın çoğu yerinde uygulanmaktan uzak gözükmektedir. Çünkü

“Bireyi, özerk karar veren ve davranan bir konuma koyan, işler bir siyasal kamusal

alan olmadan demokrasi olanaklı değildir” (Meyer, 2002: 21).

2.1.1. Türkiye’de 80 Döneminde Siyaset Arenası

1980’li yıllar Türkiye’nin hem siyaset hem de toplumsal hayatında çok

önemli değişimlerin yaşandığı yıllar olmuş ve bu yıllarda demokrasi kesintiye

uğramıştır. Türkiye, cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geçirebileceği en büyük

evrimi bu dönemde geçirmiştir. Bu evrimin miladı “12 Eylül 1980 Askeri Darbesi”

kabul edilmektedir. “12 Eylül 1980 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke

yönetimine el koyması ile gerçekleşen askeri müdahale, çoğulcu düzenin, tek parti

yönetiminin yerini aldığı 1946 yılından bu yana siyasal partilerin etkinliklerinin

dolayısıyla demokrasinin kesintiye uğradığı üçüncü askeri müdahaledir” (Boral,

2009: 325). 80 darbesinin temelleri 1980 öncesinde atılmıştır. Bu dönemde Türkiye

tam bir karmaşa ortamındadır. Topuz, içinde bulunulan durumu “1978-1980

yıllarında Türkiye’nin içinde bulunduğu huzursuzluk ortamı ordunun girişeceği yeni

bir darbe için elverişli bir hava yaratmış gibiydi. Demokrasiye güven azalmış ve

hükümet tüm gücünü yitirmişti” (2003: 256-257) ifadeleriyle aktarmıştır. 80

darbesinin kaynağında dış güçler görülmüştür. “Türkiye, 12 Eylül 1980 öncesinde

tam bir provokasyon cennetiydi. Türkiye’nin ABD kaynaklı istikrarsızlaştırılması

projesi sonraki yıllarda devlet içinde illegal bir devlet yapılanması olduğu iyice

ortaya çıkan kontrgerilla eliyle sürdürülüyordu” (Erdemol, 2010: 67) ifadeleri bu

duruma işaret etse de olayın görünen nedenleri daha başka şekillerde yansıtılmıştır:

52

“12 Eylül’den önceki altı aylık sürece damgasını vuran en önemli siyasi gelişme,

TBMM’de 100’den fazla oylama yapılmasına rağmen yeni cumhurbaşkanının bir

türlü seçilemeyişiydi. Kimi siyasi partilerin erken seçim istekleri, hükümetin zaafları

ve partiler arasındaki sürtüşmeler, bu döneme damgasını vuran diğer olaylardır”

(Tek, 2007: 133). Siyaset arenasındaki bu karmaşa ordunun yönetime el koyması

sonucunu doğurmuştur. 1980 Askeri Darbesi’nin meydana geldiği dönemdeki Genel

Kurmay Başkanı Kenan Evren, 24 Mayıs 1980’de not defterine müdahale ortamı için

şunları yazmıştır: “1. Ordu Selimiye. Bugün görüştüğüm kolordu komutanları ve

akademi komutanları artık müdahale etmekten başka çare kalmadı dediler” (Kekeç-

Şimşek ve Güler: 264). Bu sözlerle müdahalenin gerekli olduğunu ifade eden Evren,

12 Eylül’ün hedefini ise şöyle özetlemiştir: “Milli birliği korumak, anarşi ve terörü

önleyerek, can ve mal güvenliğini tesis etmek, devlet otoritesini hâkim kılmak ve

korumak, sosyal barışı, milli anlayış ve beraberliği sağlamak, sosyal adalete, ferdi

hak ve hürriyete ve insan haklarına dayalı laik cumhuriyet rejimini işlerli kılmak,

makul bir sürede yasal düzenlemeleri tamamladıktan sonra sivil idareyi yeniden tesis

etmek” (Cemal, 2004/a: 47).

Tek çarenin yönetime müdahale olarak görüldüğü dönemde, “12 Eylül 1980

günü Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği yetkiye dayanarak,

yönetime el koymuştur” (Ahmad, 2002: 30). 12 Eylül 1980 sabahı radyolar kuvvet

komutanlarının yönetime el koyduklarını bildiren bir mesaj yayınlamıştır. Bildiride,

“Yüce Türk milleti, Türk Silahlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu’nun verdiği Türkiye

Cumhuriyeti’ni kollama ve koruma görevini yüce Türk milleti adına emir ve komuta

zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararı almış ve ülke yönetimine bütünüyle el

koymuştur…” (Topuz 2003: 257) ifadelerine yer verilmiştir. Daha sonra yayınlanan

bildiride parlamento ve hükümetin dağıtıldığı, tüm yurtta sıkıyönetim ilan edildiği,

parlamento üyelerinin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı açıklanmıştır. Beş kuvvet

komutanı tüm yetkileri kendilerinde toplamış ve oluşturdukları kurula, ‘Milli

Güvenlik Konseyi’ adını vermişlerdir. Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit

tutuklanarak Hamzakoy’a gönderilmiş ve böylece yeni bir dönem başlatılmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tüm yetkileri Milli Güvenlik Konseyi’ne

geçmiştir. Cumhurbaşkanı yetkilerinin Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Kenan

53

Evren’e geçtiği ilan edilmiş ve emekli Amiral Bülent Ulusu başbakanlığa

getirilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi kararlarının anayasaya aykırı olmayacağı

bildirilmiştir” (Topuz 2003: 257). Darbeden sonraki yazısında 12 Eylül’ü

‘kaçınılmaz bir hareket’ olarak nitelendiren Oktay Abdal, “Bir yerlere gidiyorduk.

Bu gittiğimiz yer, bugünkü yerdi. Başka yer yoktu” iddiasını dile getirmiştir. Siyasi

iktidarın komutanlarca defalarca uyarıldığını, gazetecilerin de aynı uyarıları defalarca

yazı konusu yaptıklarını belirten Akbal, evlerde, kahvelerde, taşıtlarda sürekli olarak

ülkenin gidişatını konuşan vatandaşların da aynı kanaate sahip olduklarını

söylemektedir. Darbe öncesi dönemde, her türlü kötülükte parmağı bulunduğu açık

açık yazılan, söylenen, mahkemelerde kanıtlanan bir siyasal kadronun devlet

kademelerini hızlı biçimde ele geçirdiğini, çağdışı görüşleri yaşama uygulamaya

çalışan başka bir siyasal örgütün de Türkiye’yi ve Türk milletini Atatürk

devrimlerinde uzaklaştırma çabalarına giriştiğini hatırlatan Akbal, “Atatürk

devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri böyle bir duruma sürgit

göz yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960’ta göz yummadılarsa, daha sonraki

yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla anımsatmaları, iktidarı ellerinde

tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa bir kez daha aynı kutsal görevi

yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. Öyle de oldu” tespitini yapmıştır (Tek,

2007: 152- 153). SonradanTürk siyasetinde ve ekonomisinde önemli kararlara imza

atacak olan “Turgut Özal, başbakan yardımcılığına getirilmiş, Türk-İş dışındaki

sendikalar, Kızılay dışındaki dernekler ve tüm partiler kapatılmıştır. Bazı

milletvekilleri ve parti liderleri gözaltına alınmış, askeri yönetimle birlikte siyasi

olaylara ve cinayetlere karışanlar da ülkeden kaçmaya başlamışlardır. Yasa ve

düzenin bozulması dörtnala giden enflasyon ve temel tüketim malları kıtlığı, parti

çekişmeleri ve felç olmuş parlamento yüzünden büyük sıkıntılar çeken halk,

sıkıyönetimi ve istikrar vaadini memnunlukla karşılamıştır. Bazıları, kendi

kafalarındaki radikal dönüşüm için kendi politikalarına uygun düşecek şekilde,

komutanlarla pazarlık yapmaya başlamışlardır. Generallerin gündemi kısa süre içinde

pek çok kişi tarafından karşı devrimci olarak değerlendirilmiştir. Amaç, ülkenin

1960’tan beri sağladığı bütün siyasal ve sosyo- ekonomik kazanımları geri almak

olmuştur (Ahmad, 2002: 30).

54

Türkiye’de başta anayasa olmak üzere pek çok yapıyı temelden değiştiren 12

Eylül askeri müdahalesi, ülkedeki siyasi ve ekonomik yapının değişmesinde önemli

rolü olmuştur (Demir, 2007: 184). 1980 sonrası dönem Türkiye’de siyasi faktörlerin

yanında ekonomik faktörlerin de ön plana çıkmaya başladığı dönem olmuştur. 80’li

yılara kadar ülke siyasetine hâkim olan asker-bürokrat-seçkin elitin yanına 80 sonrası

dönemde yeni bir aktör katılarak; sermaye ve iş çevreleri de siyasette ve medyada

etkin olmaya başlamıştır (Demir, 2007: 186). 12 Eylül askeri müdahalesiyle birlikte

mevcut siyasi partilerin kapatılması yönetim alanında otoriter sistemin yansımaları

şeklinde gerçekleşmiştir. Özellikle 6 Kasım 1983’te seçimlerin yapılması ve

yönetimin el değiştirmesi sürecine kadar olan dönemde iletişim alanında da otoriter

kuramın uygulamalarına tanıklık edilmiştir. Diğer taraftan söz konusu dönemde

uygulamaya konan 24 Ocak Kararları ise, ekonomik alanda liberal ilkelerin

benimsendiğini göstermiştir. Ekonominin yapı ve işleyişinde Amerika Birleşik

Devletleri ve Batı Avrupa’da aynı dönemlerde esen neo-liberal politika uygulanması

süreci Türkiye’de de hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Siyasal alanda yeniden

sağlanmaya çalışılan çok partili ve çoğulcu yapının da etkisiyle, iletişim alanında da

liberal medya kuramına geçilmesinin doğum sancıları yaşanmaya başlanmıştır (Işık,

2008: 151).

2.1.2. 80 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi

Toplumsal mücadele anlayışı ile demokrasi kültürünün tam olarak

yerleşmediği Türk toplumunda kitle iletişim araçları 1980’li yılların ilk yarısında

depolitizasyon sürecinin etkisiyle toplumsal muhalefetin sesini duyurabildiği bir

forum olma işlevini yerine getirememiştir. Basının siyasilere ve rakiplere karşı

gerektiğinde bir silah ve baskı aracı olarak kullanılması çabaları büyük holdinglerin

kâr elde etmemeyi bile göze alarak sektöre girmelerine yol açarken; tirajları artırarak

daha fazla reklam alma isteği, magazinsel ve sansasyonel habercilik anlayışıyla

birleşince lotarya ve promosyon savaşları baş göstermiştir (Işık, 2008: 158). 12 Eylül

1980 askeri müdahalesi ile ekonomik politikalardan bir sapma olmamasına rağmen,

siyasal alanda çok partili sistemin geçici olarak rafa kaldırılması ile birlikte her

alanda getirilen kısıtlamalar kitle iletişim sistemini de derinden etkilemiştir.

55

Ardından hazırlanan 1982 Anayasası ise, her alanda ayrıntılı düzenlemeler

getirdiğinden, bireysel hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamalarla birlikte, iletişim

araçlarının da depolitizasyon sürecine girmesine yol açmıştır (Işık, 2008: 161). Darbe

sonrasında basına bir takım kısıtlamalar getirilmiştir. “Ege Ordu ve Sıkıyönetim

Komutanlığı’nın 25 Eylül 1980 gün ve 3400-788-80/767:3175 sayılı emri ile

belirlenen İzmir ili basınında yayınına ve yorumuna dönemin Sıkıyönetim

Komutanlığı’nca izin verilmeyecek hususlar şunlardır:

Yönetim aleyhinde yazı, yorumlar ve yorumlu resimler,

TSK’ya yönelik menfi yazı, bilgi ve karikatürler,

Atatürk ilkelerine ters düşen yazı, makale ve karikatürler,

Kurulacak hükümetle ilgili yabancı menşeli de olsa yazı ve yorumlar,

Milli Güvenlik Konseyi ve Ege Ordu Sıkıyönetim Komutanlığı bildirilerine

uygun olmayan yazı ve makaleler,

Belli bir siyasi partiyi tutucu ideolojik ve bölücü mahiyetteki haber, yorum ve

makaleler,

Sıkıyönetim Komutanlığı personeli ismini açıklayarak yazılan yazı ve

manşetler,

İzinsiz çekilen kritik bölge resimleri,

Tarafsız olarak yazılmayan haber, yorum ve makaleler” (Cemal, 2004/a: 66).

1970’li yılların ekonomik ve siyasal bunalımları ve bunun yarattığı kargaşa

ortamından sonra, 12 Eylül 1980’de ordunun yönetime el koymasıyla birlikte

gazeteler, sıkıyönetim yanında yönetimde tek yetkili olan Milli Güvenlik Konseyi ve

özellikle konsey başkanı tarafından denetlenmiştir. Gazeteler kapatılmış, gazeteciler

hakkında açılan soruşturma, kovuşturma ve davalar hızla artmıştır (Asker, 2009:

490). Milli Güvenlik Konseyi yönetime el koyduktan bir hafta sonra, 19 Eylül

1980’de, Sıkıyönetim Kanunu’nun üçüncü maddesini değiştirerek Sıkıyönetim

Komutanlığı’na haberleşmeye sansür koyma yetkisini vermiştir. Değiştirilen 3’üncü

maddenin yeni hali şöyle olmuştur: “TRT kurumunun yayınları dâhil olmak üzere

telefon, telsiz, radyo ve TV gibi her çeşit araçlarla yapılan yayın ve haberleşmeye

sansür koymak…” (Topuz 2003: 259). 12 Eylül rejiminin Türk basınına doğrudan ilk

56

etkisi daraltılan özgürlük alanları nedeniyle basının faaliyetlerinin de yeniden

sınırlandırılması olmuştur. Etkinlik alanı özgürlükler bağlamında kısıtlanan basın ise,

1980 sonrası dönemde ilk bakışta bir paradoks gibi görünse de siyasal yaşamda

giderek artan bir ağırlık kazanmıştır. Siyasal kültürü itibariyle köklü bir örgütlenme

geleneği bulunmayan Türkiye siyasal yaşamı askeri darbenin aşağıdan yukarı işleyen

her şeyi yok etmesiyle neredeyse tümüyle medyanın aktarımlarıyla sınırlı bir

çerçeveye hapsedilmiştir (Kaya, 2009: 238). Milli Güvenlik Konseyi, 28 Aralık

1982’de de aynı yasada yeni bir değişiklik yaparak Sıkıyönetim Komutanlığı’na şu

yetkileri tanımıştır: “Söz, yazı, resim, film ve sesle yapılan her türlü yayın,

haberleşme, mektup, telgraf vb. mesajları kontrol etmek; gazete, dergi, kitap ve diğer

yayınların basımını, yayınını, dağıtımını, birden fazla bulundurulmasını ve

taşınmasını yasaklamak veya sansür koymak… bunları toplatmak, bunları basan

matbaaları, plak ve bant basan yerlerini kapatmak… Yayına yeni girecek gazete ve

dergilerin çıkarılmasını izne bağlamak” (Topuz 2003: 259). 12 Eylül sonrası

dönemde pek çok gazete sıkıyönetim tarafından defalarca kapatılmıştır ve kapanma

korkusuyla gazeteciler kendi gazetelerini sansürlemek zorunda kalmıştır. Hatta

Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal, 1983 yılında gazetenin sahibi ve

Başyazarı Nadir Nadi’nin yazılarını kapatılma korkusuyla koyamadığından

bahsetmektedir (Cemal, 2005: 96). “Cumhuriyet’ten Nadir Nadi’nin, Kenan Evren’e

sitemle; ‘bari her gazeteye bir albay atayın ne yazacağımızı söylesin’ demiş. Evren

Paşa da, ‘gerekirse onu da yaparız cesaretinizi frenlemek için’ diye yanıt vermiş”

(Erdin, 2010: 145) şeklindeki ifadeler, içinde bulunulan durumu anlatan bir ironi

niteliğindedir. Dönemin önemli yazarlarından Hasan Cemal, 80 darbesi sonrası

basının durumunu, “Habercilik konusunda ölçütleri belirleyebilmek kolay

olmayacak. Her şey bir bakıma iki dudak arasından çıkacak sözlere bağlı kalacak

gibi” (2004/a: 24) sözleriyle ifade etmiştir.

1980’ler basın açısından sıkıntılı bir dönem olmuştur. Bilhassa 12 Eylül

hukukunun getirdiği özgürlüğü kısıtlayıcı düzenlemelerden gazete ve gazeteciler

öncelikle etkilenmişlerdir (Demir, 2007: 202). “1981, 1982 ve 1983 yılları Türk

basın tarihinin türlü baskılar altında yaşanan bir dönemidir. Kimler tutuklanmamış ve

kimler hakkında dava açılmamıştı ki…” (Topuz 2003: 258). Bu dönemde haber

57

kaynağını açıklamayan gazeteler derhal kapatılmış ve gazeteciler hapse

gönderilmiştir (Erdin, 2010: 146). 1980-84 arasında gazeteci, yazar ve sanatçılara

verilen mahkûmiyet kararları 316,5 yıla ulaşmış, 796 gazeteci hakkında açılan 632

davadan 218’i hapis cezasıyla noktalanmıştır. Sakıncalı sayılan 237 kitap

yasaklanmış, 133 bin adet kitap yakılmıştır (Koloğlu, 2009: 347). O dönem için,

“Cumhuriyet tarihinin en zor yılları yaşandı o yıllarda” ifadeleri kullanılmıştır.

Gazeteler toplam 300 gün kapalı kalmış, 400 gazeteci hakkında dava açılmış, 31

gazeteci cezaevine girmiştir. Bu dönemde askerler basın kuruluşlarını ziyaret edip 12

Eylül darbesinin gerekliliğini anlatmıştır. Darbecilere göre basın, böyle milli bir

meselede ‘tek ses’ ve ‘tek yürek’ olmalıdır. Söz konusu ziyaretlerde askerlerin

sözünü bile kesmemek gerekmektedir (Erdin, 2010: 145). Gazetelerin kapatıldığı,

basın mensuplarının tutuklandığı, oto sansürün daha çok devreye girdiği 80 dönemi

basın ortamı için Cemal: “12 Eylül’ü yerli yerine oturtabilme çabası… Haber

yapmaktan çok hatıra yazmaya devam ediyoruz. Ne yapalım? Dönemin özelliği uzun

süre bu olacak gibi” (Cemal, 2004/a: 26) ifadelerini kullanmıştır. Bu dönemde

darbenin faturası basına ödetilmiş, gazeteler sıkıyönetimin denetiminden geçmiştir.

Hem Konsey Başkanı Kenan Evren ve hem de konsey üyeleri basını yakından

denetlemiştir. İlk etkinlik olarak Demokrat, Aydınlık ve Her Gün gazeteleri

kapatılmıştır (12 Eylül 1980). Onun ardından Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS)

Ankara Şubesi Genel Sekreteri Mehmet Genç iki gün gözaltına alınmış ve TGS

Ankara şubesi 9 Aralık 1980’e kadar kapatılmıştır. Bunu, 25 Eylül’de Bursa’nın Sesi

gazetesinin kapatılması izlemiş ve yazı işleri müdürü ile sayfa sorumlusu

tutuklanmıştır. Hürriyet’ten Oktay Ekşi ve Bedii Faik, Tercüman’dan Rauf Tamer ve

gazetelerin sorumlu yazı işleri müdürleri hakkında soruşturma açılmıştır (10 Ekim

1980) (Topuz 2003: 257). Darbenin ardından üç gazete süresiz kapatılmıştır; 12

Eylül 1980- 12 Mart 1984 arasında başlıca İstanbul gazeteleri 17 kez kapatılmış ve

kapalı kalma süresi 195 günü bulmuştur (Kabacalı, 2000: 247). 12 Eylül 1980- 12

Mart 1984 arasında Sıkıyönetim kararıyla; Milli Gazete (4 kez 72 gün), Cumhuriyet

(4 kez 41 gün), Tercüman (2 kez 29 gün), Günaydın (2 kez 17 gün), Güneş (1 kez 10

gün), Milliyet (1 kez 10 gün), Tan (1 kez 10 gün), Hürriyet (2 kez 7 gün)

gazetelerinin yayınları durdurulmuştur. Gazeteciler hakkında açılan soruşturma,

kovuşturma ve dava sayılarının gazetelere göre dağılımı şu şekilde olmuştur:

58

Cumhuriyet 28, Tercüman 27, Hürriyet 14, Milliyet 14, Milli gazete 4, Dünya 4,

Akşam 3, Son Havadis 3, Hergün 2, Arayış 2, Hayat 2, Nokta 2, Yankı 1, Demokrat

1, Politika 1, Adalet 1, öteki yayın organları 75 (Topuz 2003: 259).

12 Eylül dönemi basın-asker ilişkisini bir adım daha öteye taşımıştır.

Ordunun yönetime el koyduğu haberini manşete taşıyan gazeteler, olağan bir

durumun tecelli etmesini aktarır gibi haber politikalarını sürdürmüştür (Kabacalı,

1994: 334). Buna rağmen, 80 darbesinin girişimcileri, gazetecilere hiç

güvenmemiştir. “Hele gazeteciler… Askeri yönetimin bir kesimine göre bizler, 12

Eylül öncesi politika kadrolarının uzantısından başka bir şey değiliz; işleri güçleri

dedikodu olanı yaratırlar” (Cemal, 2004/a: 206) ifadeleri bu duruma örnek teşkil

etmektedir. Askeri yönetimin basına güvenmemesine rağmen “Basın 12 Eylül’ü

“sevinç çığlıklarıyla” karşılamıştır. Darbe üzerine atılan sevinç çığlıkları, basını bir

anda 12 Eylül’e ortaklığa itmiştir” (Gökmen, 1996: 718). Gazetelerin bir olaya nasıl

baktıklarını en çarpıcı göstergesi manşetleridir. Manşet uygulaması, bazı haberlerin

puntolarının estetik kaygılarla büyütülerek verilmesinden ibaret değildir. Hedef

kitleleri için önemli gördükleri ya da tiraj artışına sebep olacağını düşündükleri bir

haberi gazetelerinin manşetine taşımakla yayın yönetmenleri, bu haberin

diğerlerinden daha önemli olduğunu anlatmak istemektedir (Tek, 2007: 147). Basın,

darbenin birinci yıldönümünde de darbeyi destekleyen tarzda bir tavır takınmıştır. 12

Eylül 1980 darbesinin birinci yılındaki gazete manşetleri şu şekildedir: “Milliyet’in

manşeti: ‘Sağol Mehmetçik’, Tercüman’ın Manşeti: ‘Huzur; 1 Yaşında’ ve manşetin

içine de Evren’in annesiyle birlikte çekilmiş renkli bir fotoğrafı konulmuştur.

Tercüman’ın başyazısından: ‘Geçen yılki içten dileğimizi tekrarlıyoruz: Allah

ordumuzun yardımcısı olsun.’ Hürriyet’in manşetinden: ‘El ele, kol kola, koşa koşa

mutlu günlere gidiyoruz… Dünü unutmadan, yarına ulaşacağız… Kanlı nehirleri

nasıl aştık, uçurum kenarlarında nasıl nefesimizi tuttuk ve… Ve evet düzlüğü

çıktık…’ Cumhuriyet, 12 Eylül’ün birinci yılında başyazısız çıktı, öyle karar verdik

Nadir Nadi’ye danışıp” (Cemal, 2004/a: 384). Basın, darbe sonrasında darbeyi

yapanların yanında yer almış ve onların yaptıklarını meşrulaştırmıştır.

“Ordunun/silahlı kuvvetlerin otoritesinin üstünlüğüne her zaman “saygı duyan” ana

akım basın, darbeleri de (1980 darbesi) çeşitli gerekçeler üreterek meşrulaştırmıştır”

59

(Temiztürk, 2009: 17). Basın, 12 Eylül’ü sevinç çığlıklarıyla karşılamıştır. 12 Eylül

öncesi cumhurbaşkanı seçilemeyen uzun dönemlerde, özellikle büyük basında, askeri

darbe çağrıları alenen olmasa bile yapılmış, muhtıra haberleri verilmiştir. Darbe

üzerine atılan sevinç çığlıkları, basını bir anda 12 Eylül’e ortaklığa itmiş, bu

dönemde, legal organlardan büyük çoğunluğu destekçi kalmıştır. Bazen kapanan

birkaç gazete, destekçi olmadıkları için değil, ara sıra gazetecilik yapmak hevesine

kapıldıklarından dolayı okka altına gitmişlerdir (Gökmen, 1996: 718).

Tıpkı dünyanın her tarafında olduğu gibi Türkiye’de de medya, devletten,

iktidardan ve sermayeden hiçbir zaman bağımsız olamamış ve kendisini

okuyucusuna ve topluma karşı, devlete ve güç odaklarına karşı sorumlu hissetmiştir.

Hissetmenin de ötesinde dolaysız bağlar içinde olmuştur. Kendisini iktidarın ve

sermayenin bir parçası olarak gören medya, ‘adil davranmak, merhametli olmak,

tarafsız durmak ve diğerlerinin hakkını gözetmek’ yerine, ister istemez kendisini

devletin, mahkemelerin, polisin, ordunun yerine koymuş ve onun adına davranmıştır

(Yanardağ, 2008: 188). 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi döneminde medya kamusal bir

hizmet olmaktan çıkmış, bir iş, endüstri ve ideolojik bir manipülasyon aygıtına

dönüşmüş; basının sosyal sorumluluk anlayışı yok edilirken kârlılık medyanın en

temel anlayışı olmuştur (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 411). Zaten 1980 sonrasında

yeniden demokratik hayata geçilmesiyle Türk basınındaki en önemli gelişme, 80

öncesinde başlayan fakat daha sonra hızlanan basın dışı sermayenin sektöre girmesi

ve tekelleşmedir (Tokgöz, 1991-1992: 100). 80’li yıllar basına tam anlamıyla ticari

kurumlar mantığıyla yaklaşılmasını sağlamıştır. “Türk basınında 1980’li yıllara kadar

çok büyük çapta bir tekelleşme ve ticarileşme olgusu gözlemlenmemiştir. 80’li

yıllarda ise, Türkiye’de kapitalist ekonomik mantığın yerleşmeye başladığı dönemde

basın alanında da tekelleşme olgusu ortaya çıkmaya başlamıştır” (Demir, 2007: 193).

Büyük holdinglerin basın alanına ilgisinin artmasıyla birlikte, basın dışı sermayenin

basın alanına yönelmesi yazılı basın alanındaki geleneksel yapıyı derinden sarsmıştır.

Büyük sermaye sahiplerinin kâr elde etmemeyi bile göze alarak basın organlarına

sahip olma yarışı içine girmesi, tek işi ve gelir kaynağı basın-yayın olan kişilerin

alanı terk etmelerini neden olmuştur (Işık, 2002: 163-164). Devletin siyasette ve

toplumsal hayattaki etkisi devam etmekle birlikte, dünyadaki değişim, ülkede gelişen

60

yeni sermaye yapısı, gazete, radyo, televizyonla birlikte oluşan yeni medya yapısı ve

medyadaki ticarileşme bu ilişkilerin daha da karmaşıklaşmasına, medya, siyaset ve

ticaretin karşılıklı menfaat mücadelesinin farklı bir boyut kazanmasına sebep

olmuştur. Bu açıdan 80 sonrası Türkiye’de medya siyaset ilişkilerine ticaretin de

ağırlıklı olarak yer almasına şahit olduğu bir dönem olarak hafızalara kazınmıştır

(Demir, 2007: 201).

80 dönemi basının diğer en önemli özelliklerinden biri de daha çok magazin

haberciliği yapılmaya başlanmasıdır. Alternatif görüşler ileri sürmenin ve sisteme

muhalefet etmenin zorlaştığı 1980 sonrası dönemde, toplum kitle iletişim araçları

yardımıyla gerçek sorunlar yerine daha çok magazinsel ve sansasyonel

kurgulamaların yapıldığı sanal sorunlara yönlendirilmiştir. Demokratik bir sistemde

toplumun gören gözü, işiten kulağı ve konuşan ağzı olarak demokrasinin bir

göstergesi ve teminatı olunması gereken medya kuruluşları, yönetim

mekanizmalarında ortaya çıkan anti-demokratik yöntem ve uygulamalar nedeniyle

halkın sorunlarına eğilerek gerçek gündemi yakalayamadıklarından bir güven

bunalımına girmişlerdir (Işık, 2008: 159). Bu yıllarda basının üzerindeki baskı, onun

daha çoğunlukla magazin ağırlıklı bir basın olmasını sağlamıştır. 12 Eylül Askeri

Darbesi’yle sınırlandırılan anayasal özgürlükler, güçsüzleştirilen sendikalar ve

kısıtlanan basın özgürlüğü, fikir basınını çok zayıf duruma düşürmüştür. Bu zeminde

basın, magazin haberlerine ağırlık vermeye başlamış, siyasi iktidarın uygulamalarını

eleştirmekten mümkün olduğunca kaçınmıştır (Demir, 2007: 185). 12 Eylül dönemi

basının devletle iç içe geçtiği önemli bir dönem olmuştur. Sadece ekonomi haberleri

yazılabilmiş, asla ordu eleştirilmemiş, faturalar sivillere kesilmiştir. Büyük gazeteler

12 Eylül’ü sona erdirecek ama sivil görünümlü bir askeri devir açacak 82 Anayasası

referandumunda da, ‘evet’çilerle el ele vermişlerdir (Gökmen, 1996: 718).

2.1.3. 1980 Darbesinden Sonra Demokrasi Arayışı: 1982 Anayasası

Türkiye, 1980 darbesinden önce iki tane askeri müdahaleye daha maruz

kalmıştır. “Cumhuriyetin ilanından bu yana darbe ve muhtıralarla ve bu darbelerin

etkileriyle geçen yıllar toplandığında 10 yıl ediyor. Türkiye 10 yıl boyunca

demokratik olmayan, hukukun işlemediği, anayasanın rafa kalktığı olağanüstü

61

rejimlerce yönetilmiş, tüm bu dönemlerde darbeyi yapanların dedikleri kanun olmuş,

yazdırdıkları anayasa olmuştur. Darbe yapmak her normal ülkede suç sayılırken,

bizim medyanın dilinde hak olmuştur!” (Erdin, 2010: 6). 12 Eylül 1980 askeri

müdahalesinden sonra idareye el koyan askerler ilk iş olarak siyasi partilerin

faaliyetlerini durdurmuş, parti liderlerini tutuklamıştır. Yeni anayasayla da mevcut

partileri kapatarak, parti liderleri ve yönetici kadroya 10 yıl süreyle siyasi yasak

koymuştur (Demir, 2007: 185). Darbeden iki yıl sonra yeni bir anayasa hazırlamak

için bir danışma meclisi oluşturulmuş ve bu tasarı mecliste 7’ye karşı 120 oyla kabul

edilmiştir (23 Eylül 1982). Milli Güvenlik Konseyi, bazı ufak değişikliklerden sonra

tasarıyı 19 Ekim 1982’de kamuoyuna duyurmuştur. Kenan Evren yaptığı bir

konuşmada, anayasayı tanıtma konuşmalarının eleştirilmesinin yasak olduğunu

bildirmiştir. Parti yöneticilerine on yıl politika yasağı getirilmiş, Evren, anayasaya

kefil olduğunu söyleyerek halkın tasarıya ‘Evet’ demesini istemiştir (Topuz 2003:

260). “Evren, bugün Afyon Cumhuriyet Alanı’nda yaptığı konuşmayla topları

ateşledi. Yarınki Cumhuriyet’in sekiz sütuna manşeti şöyle: ‘Dış güçlerle işbirliği

yapanlar anayasaya ‘hayır’ kampanyası açtılar’ İyi mi? Her zamanki klasik ve

haksız suçlama yine gündemde, bu kez anayasa konusunda. Anlayış buysa, o zaman

neden ‘hayır’ oyu varsayılıyor? Denilir ki; ‘Bu anayasaya yalnız ‘evet’ denir; başka

seçenek yoktur.’ Bu tutum daha dürüstçe olmaz mı?” (Cemal, 2004/b: 49). Bu

durum, “1982 Anayasası belli bir ideolojik tercihi ön plana çıkarabilmekte ve devlet -

birey ilişkisinde önceliği devlete tanıyabilmektedir” (Yazıcı, 2009: 65) ifadelerini

desteklemektedir.

1982 Anayasası, 12 Eylül 1980 öncesi yaşananlara tepki olarak temel hak ve

özgürlükleri önemli ölçüde sınırlandırmış ve kanunda yer alması gereken birçok

ayrıntı hüküm anayasa ile düzenlenmiştir (Sayın, 2011: 518). Anayasa, baskılar

altında halkoylamasıyla 7 Kasım 1982’de kabul edilmiş ve tek aday Kenan Evren de

7 yıl için cumhurbaşkanı seçilmiştir (Topuz, 2003: 260). Bu anayasa, askeri idare ve

sıkıyönetimin devam ettiği, toplum üzerindeki militarist baskının devam ettiği bir

ortamda halkoyuna sunulmuştur. Bu dönemde anayasa aleyhinde fikir belirtmek, yazı

yazmak ve yayın yapmak yasaktır. Darbenin lideri Evren vilayet vilayet Türkiye’nin

her tarafını dolaşarak yeni anayasanın propagandasını yapmıştır (Demir, 2007: 185-

62

186). Cemal bu durumdan duyduğu rahatsızlığı şu ifadelerle dile getirmiştir:

“Meydanlar, mikrofon artık yalnız Evren Paşa’nın tekelinde. O konuşuyor, biz

yazıyoruz, her akşam radyo ve televizyon gümbür gümbür veriyor. ‘Anayasaya

kabul’ propagandası serbest, ‘ret’ yasak! Sonunda da ‘halk iradesi’ serbestçe sonucu

belirlemiş olacak, iyi mi?” (Cemal, 2004/b: 119). Anayasanın kabul propagandasının

yapıldığı günlerde, ‘kabul oyu’ pusulasının rengi ‘beyaz’, ‘ret’ pusulasının rengi

‘mavi’dir. Kenan Evren yönetimi ‘mavi’ renginin kullanılmasına yasak getirmiştir.

“Ve meydan artık Evren Paşa’nın; televizyon, radyo her şey onun emrinde. Mavi

rengin bile yasaklandığı bir ortamda herkes susacak, o konuşacak. Anayasa’ya ‘evet’

isteyecek, aksi zinhar söylenemeyecek ve bunun adı da 7 Kasım’da ‘halkoylaması’

olarak siyasal tarihimize geçecek…” (Cemal, 2004/b: 108) şeklindeki ifadeler bu

duruma tepki niteliğindedir. 12 Eylül öncesi yaşanan terör olaylarından bunalan ve o

günleri bir daha yaşamak istemeyen Türk halkı, 1961 Anayasası ile getirilen birçok

hak ve özgürlüğü kısıtlamasına rağmen dönemin koşulları altında hazırlanan 1982

Anayasası’nı referandum yoluyla kabul etmiştir (Işık, 2008: 154). 1982 Anayasası ve

Cumhurbaşkanı Evren yüzde 92’lik oyla benimsenmiştir (Cemal, 2004/c: 260).

Cemal’e göre, anayasanın olağanüstü bir dönemde, olağanüstü kısıtlamalar altında

oylandığı açıktır. Bu açıdan milli iradeyi ne ölçüde yansıttığı da hayli su

götürmektedir (Cemal, 2004/b: 138-139). “İnönü, 1982 Anayasası’nı çerçeve olarak

kabul etmiş ve ‘Şimdi yeni demokrasimizi bu anayasa düzeni içinde kurmak,

geliştirmek zorundayız. Henüz bu anayasanın sağladığı özgürlükler, demokratik

olanaklar toplumumuza tam anlamıyla yansımış, uygulamaya girmiş değildir’

demiştir” (Cemal, 2004/c: 156). Anayasanın kabulünden ve müdahalenin lideri

Kenan Evren’in cumhurbaşkanlığına getirilmesinden sonra, generaller hemen

siyaseti yeniden yapılandırma programının ikinci aşamasına girişmiştir. Yeni bir

‘Siyasal Partiler Kanunu’ ilan edilmiş, Eylül 1980’den önce etkin olan siyasetçiler on

yıl süreyle siyasetten men edilmiştir. Bu dönemde yeni partiler kurulabilir, ancak

kurucularının Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanması zorunluluğu

getirilmiştir (Demir, 2007: 184). 12 Eylül’den sonra yapılan yeni anayasada temel

hak ve özgürlükler konusunda çeşitli kısıtlama ve sınırlamalara gidilmiştir. Yeni

anayasa birçok bakımdan 1960’taki anayasal gelişmelerin tersine çevrilmesi

olmuştur. İktidar yürütmenin elinde toplanmış ve cumhurbaşkanı ile Milli Güvenlik

63

Kurulu’nun yetkileri araştırılmıştır. Ayrıca basın özgürlüğü, sendika özgürlüğü ve

kişi hak ve özgürlükleri sınırlanmıştır. Temel hak ve özgürlükler anayasada

bulunmaktaydı. Bulunanlarında ‘ulusal çıkarlar, kamu düzeni, ulusal güvenlik,

cumhuriyet düzeninin tehlikede olması ve kamu sağlığı’ gibi gerekçelerle, askıya

alınabileceği ya da sınırlanabilecekleri belirtilmiştir (Zürcher, 1995: 409). Parti

yöneticilerine 10 yıl politika yasağı getiren anayasa, basın özgürlüğü yönünden de

pek çok antidemokratik hüküm içermiştir. Özellikle düşünce özgürlüğüne ayrılan 25.

ve 26. maddelerinde düşünce özgürlüğü ile düşünceyi açıklama özgürlüğünü

birbirinden ayırması ve basın özgürlüğünü ilgilendiren 26. ve 28. maddelerinde de

basın özgürlüğünü oldukça kısıtlaması anayasanın eleştirilmesine neden olmuştur

(Asker, 2009: 490). 1982 Anayasası’nın bilançosu şudur: “650 bin kişi gözaltına

alındı. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

7 bin kişi için idam cezası istendi. 517 kişiye idam cezası verildi. Haklarında idam

cezası verilenlerden 50'si asıldı. 300 kişi kuşkulu bir şekilde öldü. Cezaevlerinde

toplam 299 kişi yaşamını yitirdi. 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelendi. 14 kişi

açlık grevinde öldü. 16 kişi kaçarken vuruldu. 95 kişi çatışmada öldü. 73 kişiye doğal

ölüm raporu verildi. 43 kişinin intihar ettiği bildirildi. 3 gazeteci silahla öldürüldü. 71

bin kişi TCK'nin 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt

üyesi olmak suçundan yargılandı. 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı. 14 bin

kişi yurttaşlıktan çıkarıldı. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti. 937 film

sakıncalı bulunduğu için yasaklandı. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu. 3 bin

854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son

verildi. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi. Gazetecilere 3 bin 315

yıl 6 ay hapis cezası verildi. 31 gazeteci cezaevine girdi. Gazeteler 300 gün yayın

yapamadı. 13 büyük gazete için 303 dava açıldı. 39 ton gazete ve dergi imha edildi

(Küçükyılmaz, www.mostar.com.tr, 09-03-2010).

2.1.4. 80 Dönemindeki Gazeteler ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımları

1980’li yıllarda Türk basınında şu gazeteler yer almaktadır: Milli Gazete,

Cumhuriyet, Tercüman, Günaydın, Güneş, Milliyet, Tan, Hürriyet, Dünya, Akşam,

Son Havadis, Hergün, Yeni İstanbul, Bulvar, Türkiye… Çalışmanın bu bölümünde

64

1980 dönemindeki tüm gazeteler üzerinde durulmamış olup sadece uygulama

kısmında incelenecek olan gazeteler üzerinde durulmuş ve bu gazetelerin 82

Anayasası’na bakış açısı açıklanmıştır.

2.1.4.1. Güneş Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı

1980’li yıllarda ideoloji olarak merkezde yer alan Güneş gazetesi, Tercüman

gazetesinden ayrılıp kurulan bir gazetedir. 1982 yılı başlarında Güneri Cıvaoğlu, 60

kişilik bir gazeteci-yazar kadrosu ile Güneş’i yayınlamak için Tercüman’dan

ayrılmıştır (Ardıç, 2009: 478). Güneş gazetesi, 13 Şubat 1982’de Ömer Çavuşoğlu,

Ahmet Kozanoğlu ve Güneri Cıvaoğlu tarafından çıkartılmıştır. Genel Yayın

Müdürlüğünü Güneri Cıvaoğlu üstlenmiştir. Gazetenin kadrosunda şu yazarlar yer

almıştır: Refik Erduran, Çetin Altan, İsmail Cem, Melih Aşık, Necati Doğru,

Altemur Kılıç, Rüştü Şardağ, Cüneyt Arcayürek, Necmi Tanyolaç… Gazeteyi bir

buçuk yıl sonra 1983 Temmuz’unda Mehmet Ali Yılmaz adında bir işadamı satın

almıştır (Topuz 2003: 268). O dönemde Güneş, sayfa yapısındaki dinamizm, bol

renkli fotoğraf kullanımı, başlıklarda kullanılan dil ile fotoroman, çizgi roman gibi

görsel unsurları sık kullanmak gibi yeniliklerin basın içerisindeki uygulayıcısı

olmuştur (Ardıç, 2009: 487). Güneri Cıvaoğlu’nun, 60 kişilik bir gazeteci-yazar

kadrosu ile Güneş’i yayınlamak için Tercüman’dan ayrılması üzerine Tercüman’ın

sahibi Kemal Ilıcak gazetedeki çalışma odasının yerini değiştirmiş; büyük pencereli

bir odaya geçmiştir. Çalışma masasını da pencerenin tam karşısına koydurtmuştur.

Bütün gün dışarıyı seyrederken, değişikliğin nedenini soranlara ‘Güneş’in batışını

daha iyi izlemek için’ yanıtını vermiştir. Kemal Ilıcak, dört gözle beklediği o günü

görememiş, ancak Güneş, tıpkı Ilıcak’ın söylediği gibi kısa ve ilginç bir yayın

sürecinden sonra batmıştır. Güneş’ten sonraya kalanlar ise Türk basının 1980’ler

boyunca yaşadığı dönüşümü anlamak açısından oldukça önemlidir (Ardıç, 2009:

478).

Güneş, 12 Eylül Askeri Darbesi ertesinde, sıkıyönetim koşullarının hâkim

olduğu ve gazetelerin bir baskı ortamında, kapatılma riski ile yayınına devam ettiği

bir siyasi ortamda yayın hayatına atılmıştır. Bu dönemde Güneş, sıkıyönetim

kararları ve askeri çevreler ile bir çatışma yaşamamıştır. Güneş’in 1982-1989 yılları

65

arasına damgasını vuran iki patron ve üç yayın yönetmeni dönemi olmuştur. Ancak

genel olarak bu değişiklikler Güneş’in yayın politikasında, tercih ve yönelimlerinde

belirgin bir değişiklik yaratmamıştır. Güneş yayınlandığı günden itibaren 1980’li

yılların politikalarını destekleyen bir gazete olmuş, iktidar ile ilişkilerini bozmaktan

kaçınmıştır (Ardıç, 2009: 487). Güneş, 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nin yapılış

gerekçelerini ve sonuçlarını eleştirmekten uzak durmuş, ülkede yaşanan kavga ve

kaos ortamına son verdiği ve huzuru sağladığı gerekçesiyle darbeyi desteklemiştir.

1982 anayasası Güneş’e göre, yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

Anayasanın çoğunluk oyları ile kabul edilmiş olması ve Kenan Evren’in

cumhurbaşkanı seçilmesi ise halkın artık geçmişe dönmek istemediğinin

göstergesidir. Güneş, Kenan Evren’i rejimin ve istikrarın koruyucusu olarak görmüş,

varlığının meşruiyetini hiç tartışmamış ve iyi ilişkilerini devam ettirmiştir (Ardıç,

2009: 487). Güneş gazetesi, 82 Anayasası’nın oylanacağı gün, “Demokrasi yolunda

en büyük adım… Sandık başına” (Cemal, 2004/b: 130) manşetini kullanmıştır.

Güneş gazetesi, manşet başlığından da belli olduğu gibi orta bir yol izlemiştir.

2.1.4.2. Cumhuriyet Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı

Cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkelerini halka anlatmak ve kurulan

yeni rejimini savunmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 7 Mayıs 1924’te

İstanbul’da yayın hayatına başlamıştır. Gazetenin kurucusu olan Yunus Nadi, 1945

yılından ölene dek gazetenin imtiyaz sahibi ve başyazarı olarak çalışmıştır (Tellan,

2009/c: 539). Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün, Cumhuriyet’i kendi gazetesi saydığını

belirtmiştir. Cumhuriyet, o yıllarda İstanbul’da ki hilafet propagandalarına karşı

cumhuriyet rejimini savunmak, cumhuriyeti halka sevdirmek ve benimsetmek

amacıyla kurulmuştur (Topuz, 2003: 162). 80’lerin gazete karikatürcülüğüne

getirdiği en büyük yenilik, şüphesiz 80’lerin başlarında Cumhuriyet gazetesinde

toplanan karikatüristlerin çalışmalarıdır. Cumhuriyet’in karikatüristleri, özellikle

bant karikatür alanında ‘gündelik hayatı’ bu dönemde alabildiğince sorgulayan

karikatürlerle, karikatürü yeni alanlara taşımışlardır (Arık, 1998: 79).

Cumhuriyet ilkin 80 darbesine olumlu yaklaşmıştır. Öyle ki, gazetenin bu

tutumu ileride‚ solun ezilmesine sessiz ve tepkisiz kalma olarak yorumlanmıştır

66

(Köktener, 2004: 153). Cumhuriyet, 12 Eylül öncesi sadece sağdan değil soldan da

eleştiriye uğradıysa da ulusalcı-halkçı çizgisinden ödün vermeden yayınını

sürdürmeye çalışmıştır. 12 Eylül sonrasında demokrasiye yeniden geçilmeye

çalışıldığı sırada ‘Babıâli’nin Pravdası olarak tanımlanmıştır (Tellan, 2009/c: 539).

1982 yılındaki bu tepkisizlik bir süre sonra yerini direnmeye ve güçlü bir muhalefete

bırakmıştır. Bu durum, bir yandan gazetenin tirajının yükselmesine neden olurken,

bir yandan sayısız kapatılmaları beraberinde getirmiştir (Emre Kaya, 2010: 82). 1980

darbesini, çok fazla destekler tarzda yayın yapmayan Cumhuriyet, “konuyla ilgili

haberlerin başlıklarında ya da büyük puntolar ve övücü ifadeler kullanmamıştır.

Darbeyi destekleyici bir imaj vermekten kaçınan Cumhuriyet, yayınladığı haberlerde

çoğu kez edilgen kalmayı tercih etmiş, kendi görüşünü açıklamak yerine, çeşitli

kurum ve kuruluş yöneticilerinin darbecilere başarı dileklerini abartısız olarak

kamuoyuna duyurmakla yetinmiştir. Darbeye karşı çıkmayan, ancak bu tür haberleri

vitrin sayfasına sık sık çıkarmamaya özen gösteren Cumhuriyet’in 12 Eylül’ü izleyen

günlerde attığı manşetler şöyle sıralanabilir: ‘Atatürk Üniversitesi Yönetim Kurulu

Org. Evren’e kutlama telgrafı gönderdi’ (14 Eylül 1980, s.1), ‘Odalar Birliği Başkanı

Yazar, Evren’e başarı telgrafı gönderdi’ (15 Eylül 1980, s.7), ‘Korutürk, Anayasa

Mahkemesi, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanları Evren’e başarı

mesajları gönderdi’ (17 Eylül 1980, s.5), ‘Başarı ve kutlama mesajları gönderilmesi

devam ediyor’ (14 Eylül 1980, s.1) (Tek, 2007: 148). Cumhuriyet’in dönemin

koşullarından dolayı darbeyle ilgili olarak çok fazla yorum yapmamaya çalıştığı

görülmüştür. 27 Mayıs ve 12 Mart’a büyük destek veren Cumhuriyet, 12 Eylül’e

karşı temkinli bir tavır sergilemiştir. Haberlerinde abartısız bir üslup kullanan

Cumhuriyet’in köşe yazıları da benzer bir tutum içerisinde olmuştur (Tek, 2007: 152-

153). Ancak, 12 Eylül’ü mevcut şartların olağan bir sonucu olarak gören

Cumhuriyet’in bazı köşe yazarları ise, satırlarında darbecilere destek vermiştir (Tek,

2007: 167).

Cumhuriyet yeni anayasa taslağını desteklememiştir. Nadir Nadi’nin

başyazısıyla Cumhuriyet askeri yönetimin anayasa tasarısına karşı demokratik bir

mücadeleyi yoğunlaştırmıştır (Cemal, 2004/a: 571). Nadir Nadi, nedenini

başyazısında şöyle anlatmıştır: “Pek çok maddeler demokratik gelişmemizi

67

köstekleyici, engelleyici ve toplumu bunalıma sürükleyici bir nitelik taşımaktadır.

Bizi en çok kaygılandıran da tasarının işte bu niteliğidir (Cemal, 2004/a: 570). 1982

Anayasası’nın kabulü için basın, Cumhuriyet dışında tümüyle ‘evet’ten yana saf

almıştır (Cemal, 2004/b: 135). Cemal’in bu ifadeleri gazetenin tavrını göstermeye

yetmiştir: “Bugünkü Cumhuriyet’in iki satır sekiz sütuna manşetini, dün, yazı

işlerinde Okay ve arkadaşlarla birlikte kararlaştırarak attık: ‘Özgürlüklerin özü

kalkıyor; böyle bir anayasayla otoriter rejim kurulabilir.’ Bugünkü sekiz sütuna

manşetimiz de şu: ‘Tasarı demokrasi getirmez’” (Cemal, 2004/a: 567-568).

Cumhuriyet gazetesi, Evren’in anayasaya ‘evet’ denilmesi için ettiği tehditlere de

karşı çıkmıştır ve bunun demokrasi olmadığını vurgulamıştır. “Evren şöyle

konuşuyor: ‘Bayram tebriklerinin altına, ‘Anayasa’ya hayır’ diyorlarmış… Bize

bildirin ki bunları, aynı anarşistlerle mücadele ettiğimiz gibi bunlarla da mücadele

edelim… Mücadele ede ede bu gibi kişiler yola getirilir.’ Bombardıman etmek…

‘Hayır’ diyenlerle anarşistlerle yapıldığı gibi mücadele etmek… Sonra da bunun

adına referandum ya da halk oylaması demek!” (Cemal, 2004/b: 78). Cumhuriyet,

demokrasinin yolunun, ‘evetler’ kadar ‘hayırlardan’ da geçtiğini, “bir anayasa

referandumunda ‘evet’ler kadar ‘hayır’larında değeri vardır. Çünkü sandıktan çıkan

silme ‘evet’ler, inandırıcı bir halk oylamasına işaret sayılmazlar” (Cemal, 2004/b:

51) ifadeleriyle vurgulamıştır. Cumhuriyet gazetesi oylama günü sekiz sütunluk

manşetinde, “Demokrasi için görev günü!” (Cemal, 2004/b: 129) ifadelerini

kullanmıştır. Gazete, manşetinde ünlem işareti kullanarak, gerçek anlamda bir

demokrasi olamayacağını ima etmeye çalışmıştır. Oylama gününden sonraki gün ise

Cumhuriyet sekiz sütunluk manşetinde, “Yeni anayasa ile yeni dönem: Evren

cumhurbaşkanı” Bir de Evren oy kullanırken büyük boy fotoğrafı. Yorumsuz!

(Cemal, 2004/b: 130) ifadeleriyle nesnel bir dil kullanmıştır.

2.1.4.3. Tercüman Gazetesi ve 1982 Anayasası’na Yaklaşımı

Gazete, 1950 yılında Cihat Baban’ın çevresinde toplanan dört işadamının

girişimiyle çıkartılmıştır. Bunlar, Semih Tanca, Cemal Hünel, İzzet Zeki Baraz ve

Reha Özakın’dı. İmtiyaz sahibi, Semih Tanca idi (Topuz, 2003: 222). Türk basının

12 Eylül 1980 darbesine genel itibariyle olumlu yaklaştığı görülmüştür. Türk sağının

68

1970’li ve 1980’li yıllarındaki en önemli ve saldırgan gazetesi olan Tercüman

(Yanardağ, 2008: 157), 1980 darbesini desteklemiştir. Gazete bu tavrını daha ziyade

dış basından yaptığı iktibaslarla ortaya koymuştur. 12 Eylül’ü haber başlıklarına şu

şekilde taşımıştır: ‘Ordu mecbur kaldı’ (13 Eylül 1980, s.1), ‘Ordunun iktidarda

kalma hırsı yok’ (14 Eylül 1980, s.1), ‘Türk halkı teröre dur denmesini destekliyor’

(14 Eylül 1980, s.1) (Tek, 2007: 151). Tercüman’ın ordunun müdahalesini

desteklediğini haberlerinde kullandığı başlıklarda görmek mümkündür. Ancak işin

ilginç tarafı, Tercüman’ın darbe istemediği, 12 Eylül öncesindeki haber ve

yazılarında açıkça beyan edilmiş, hatta darbe çığırtkanlığı yapanlara yönelik sert

yazılar kaleme alınmıştır. Öyle ki, Ahmet Kabaklı, darbeden bir gün önce kaleme

aldığı yazısında, CHP Genel Başkanı Ecevit’i ‘darbe çığırtkanlığı yapmakla’

suçlamıştır (Tek, 2007: 160). Darbe, Tercüman’da her şeyi değiştirmiş ve Ahmet

Kabaklı, iki gün önce kaleme aldığı ‘darbe karşıtı’ yazısını unutmuşçasına kalem

oynatmıştır. Yazısında, MGK Başkanı Evren’in okuduğu darbe bildirisine neredeyse

tıpatıp benzeyen ifadeler kullanan Kabaklı, 12 Eylül’ün tarihi ‘hayır ve faydalarla

geçen bir tarih olacağına’ dair inancını dile getirmiştir. 11 Eylül’deki dehşet

tablosundan onlarca örnek sıralayan ve Türkiye’nin kesinlikle ‘bir iç savaşa’ doğru

sürüklendiğini belirten Kabaklı, “Vatandaşlarımız mezhep, ırk, sınıf bahaneleri ile

devlete ve millete karşı savaşa zorlanıyordu. Bunu yapan eşkıya azlığının şerrine

karşı her tarafta devlet bekleniyordu. Devlet acze düşmüştü” tespitini yapmış ve bu

olumsuz tabloya karşılık, anarşi ve ıstırapları ciddiye almayarak günlük kısır

tartışmalara gömülen bir kısım politikacıların demokrasiyi gülünç, devleti de sakat

kılmaya kalktıklarını öne sürmüştür. Başyazıda hem ‘demokrasinin en iyi siyasi

rejim olduğu’ ifade edilmiş hem de darbecilere destek istenmiştir. Tercüman’ın darbe

sonrasındaki ilk başyazısı şöyle noktalanmıştır: “İç ve dış düşmanları kahretmek

azmiyle gelen Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu çetin, bu hayati görevinde başarılı

olması, yüz akıyla sonuç alması için herkesin, hepimizin elimizden geleni yapması

gerektiğine yürekten inanıyoruz. Allah yardımcıları olsun” (Tek, 2007: 161-162).

Bedii Faik’in “12 Eylül Darbesi’nden sonra Evren ve arkadaşlarının üniformalı

baskısı, Özal ve taifesinin de donlu gömlekli etkisiyle memlekette gık çıkamazken,

basın suskun ve dalkavuk olmanın çıkarı peşinde, aydını, yarı aydınını Özal’ı

kurtarıcı saymanın yararı ardında koşarken, ülkede tek erkek sesi hep bir kadın

69

çıkarmış, yazmış, söylemiş, yargılanmış, gene yazmış ve nihayet bir iki erkeğin

kendilerini hatırlayıp ortaya salınmalarını dahi sağlamıştır. Bu erkek sesi çıkaran

Nazlı Ilıcak’tı!” (2003: 227) şeklinde tanımladığı Ilıcak, darbeye karşı olan tavrını

zamanla değiştirir. “Genellikle dış basından yaptığı iktibaslarla yeni yönetime olan

güvenini ortaya koyan Tercüman’ın köşe yazarları da benzer mesajlar vermişlerdir.

İlk günlerde darbeye karşı bir tutum sergileyen Nazlı Ilıcak da ilerleyen günlerde

üslubunu yumuşatmaya başlamıştır. Bir süreliğine de olsa, ‘darbe karşıtı yazılar’

kaleme alabilme cesaretini gösteren Ilıcak, diğer tüm yazarlardan bu yönüyle

ayrılmıştır” (Tek, 2007: 168). Muhtemelen bu durum, “Dönemin özelliğine uygun

olarak ‘kendi kendime sansür’ süreci işlemeye, kalemin kâğıt üstündeki kayışını

engellemeye başlamıştı; daha askeri yönetim işbaşına geleli bir hafta bile geçmeden”

(Cemal, 2004/a: 44) ifadelerinde de belirtildiği gibi ortamın özelliğinden

kaynaklanmıştır.

Tercüman gazetesi, 1982 Anayasası’nın en büyük destekçilerinden olmuştur.

Bu durumun kanıtı olarak Bedii Faik’in “Ben Tercüman’a yazdım. Hem de iki

devrede. Birincisi bir yıl kadar sürmüş ve 12 Eylül Anayasası’nın yapılıp halkoyuna

sunulması arifesinde istifamla son bulmuştur. Anayasanın, hani o Türkçesi evlere

şenlik, her maddesi yüzünüze güller değiştirile değiştirile düzelemeyen anayasanın

gerçek anası olan Prof. Orhan Aldıkaçtı, Kemal Ilıcak’ın taifesindendi. Kendisini ve

anayasasını hırpaladım tabii! Ankara’dan böğürdü ve Kemal ile yakınlığını ima

ederek, Tercüman’dan atılabileceğim yollu birtakım yaveleri de sıralamasın mı?

Hemen Kemal’e ‘Böyle adamlarla bir arada olmayı sen kendine yakıştırabilirsin ama

ben asla!’ dedim ve ayrılacağımı bildirdim” (Faik, 2003: 227-228) şeklindeki

ifadeleri en büyük kanıtı olarak kabul edilmektedir.

2.1.5. Türkiye’de 2010 Döneminde Siyaset Arenası

2010 referandum sürecinin yaşandığı dönemde, Türkiye’de iktidar partisi

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), muhalefet partileri ise, Cumhuriyet Halk

Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ile Barış ve Demokrasi Partisi

(BDP)’dir. 14 Ağustos 2001 tarihinde, çoğu Fazilet Partisi’nden (FP) kopan, Recep

Tayyip Erdoğan liderliğindeki bir grup tarafından kurulan AK Parti kuruluşunun

70

üzerinden henüz yalnızca bir yıldan biraz fazla bir süre geçmesine rağmen 29 Kasım

2002 seçimlerinde tek başına iktidarı elde etmesini sağlayacak çoğunluğa ulaşmıştır.

AK Parti’nin 2002 seçimleri için hazırladığı seçim beyannamesi, yeni kurulan bir

partinin kendisini seçmenlere anlatması ve ülke sorunlarına bakışını ortaya koyması

bakımından önem taşımaktadır. Kendisini ideolojik açıdan “muhafazakâr demokrat”

nitelemesiyle adlandıran AK Parti, 2002 seçim beyannamesinde, her şeyden önce, ilk

kez karşısına çıkacağı seçmene kendisini anlatmak yolunda çaba harcamıştır (Beriş,

2011: 109). 2002 genel seçimlerinin sonuçları, kimileri tarafından ‘cumhuriyet

tarihinin en büyük siyasi tasfiyesi’ olarak değerlendirilmiştir. Bu seçimde,

parlamentonun neredeyse tamamına yakını, hem de ilk kez, yenilenmiştir (Erdemol,

2010: 11). Ak Parti, ilk kez girdiği seçimde iktidar olmuş, dönemin Cumhurbaşkanı

Ahmet Necdet Sezer, okuduğu bir şiir yüzenden o sıralarda siyasi yasaklı olan Recep

Tayyip Erdoğan yerine, hükümeti kurmakla Abdullah Gül’ü görevlendirmiştir.

Erdoğan’ın yasağı kalktıktan sonra 9 Mart 2003 seçimlerinde Siirt milletvekili olarak

parlamentoya girmesiyle, Gül görevinden istifa etmiş, Sezer bu kez hükümeti kurma

görevini Erdoğan’a vermiştir. Erdoğan başkanlığındaki 59’uncu hükümet 14 Mart

2003 tarihinde kurulmuştur (Erdemol, 2010: 11). Ak Parti, iktidara geldikten sonra

Avrupa Birliği’ne tam üyelik ve demokratikleşme gibi söylemlerle ülkede birtakım

ekonomik, siyasi ve hukuki değişiklikler yapmıştır (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 89).

Ak Parti’nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden daha büyük bir güç olarak ortaya

çıkmasının ardından, Türkiye’de ABD ve AB desteğiyle toplumu ve rejimi

dönüştürme, ülkenin düşük yoğunluklu bir islamizasyon operasyonuna tabi tutulma

siyaseti hız kazanmıştır (Yanardağ, 2008: 11). 2007 genel seçimleri Ak Parti’nin bile

‘bu kadar beklemiyorduk’ diye nitelendirdiği bir zafer olmuştur (Erdemol, 2010: 25).

2007 seçimleri başta medyanın belli başlı yazarları olmak üzere, Türkiye’nin tam

anlamıyla yarısı için bir şok olmuştur. Eğin, bu durum için, “Artık sokakta

gördüğümüz her iki kişiden birisi Ak Parti’liydi. Yüzde 46,7’ye sahip bir iktidar da

istediği her şeyi yapabilirdi” (2011: 42) ifadelerini kullanmıştır.

Daha köklü bir geçmişe sahip olan dönemin muhalefet partileri (özellikle

MHP ve CHP) ise, ilkesel bir tutum almak yerine, duruşlarını Ak Parti’ye göre

ayarlamıştır. Ak Parti, ‘sol’ sayılan uygulamalar yaptıkça, örneğin sağcı MHP ‘sol’

71

sayılacak adımlar atmıştır. Saadet Partisi de, başı açık kadın adaylarla seçimlerde

kamuoyunun önüne çıkmıştır. Ak Parti’nin dindar tabanını çekmek için CHP kara

çarşafı bile savunmak durumunda kalmıştır. Muhalefet partileri, Ak Parti nereye

yönelmişse, o alana yönelik başka alanlarda almadıkları tutumları almaya başlamış,

kendileri dışındaki kesimlere ulaşmak amacıyla, bulundukları yerden uzaklaşmıştır

(Erdemol, 2010: 19-20). 2010 yılında 82 Anayasası’ndaki bazı maddelerin değişimi

noktasında da muhalefet partileri iktidar partisinden farklı bir tavır sergilemiş ve

mecliste bu değişimi desteklememiştir. Bunun sonucunda iktidar partisi, bu

değişikliği halkoylamasına götürme kararı almış ve 12 Eylül 2010 tarihini oylamanın

yapılacağı gün olarak belirlemiştir. Bu durum, 2010 yılının en önemli siyasi

gelişmelerinden biri olarak kabul edilmiştir. Bu durum birçok kesim tarafından

“AKP döneminde yapılacak yeni bir anayasa 12 Eylül 1980’le de hesaplaşacak, 90

yaşını geçmiş de olsa nihayet Kenan Evren’in yargılanmasının yolu açılacak” (Eğin,

2011: 303) şeklinde değerlendirilmiştir. 1980 darbesi ile 2010 referandum tarihinin

benzer güne denk gelmesi ‘evet’ oyu tarafının propagandasına değişik bir fırsat

sunmuştur. Bu fırsatı en fazla AK Parti kullanmış ve darbe mağduru birçok insanın

eğilimine etki etmiştir (Karacabey, www.ajans5.com, 03-09-2010). “AK Parti’nin

anayasa değişikliği konusundaki ikinci hamlesi, 2010 yılında daha dar kapsamlı ve

yalnızca mevcut anayasadaki bazı hususların revize edilmesi ile sınırlı bir taslak

oluşturmak olmuştur. Taslağın hiçbir maddesi, TBMM’deki oylamalarda referandum

önkoşulu olmaksızın yürürlüğe girmesine yetecek çoğunluğa ulaşamamış ve bu

nedenle anayasa değişiklikleri 12 Eylül 2010 tarihinde halkoyuna sunulmuştur. Söz

konusu referandum sürecinde yaşanan gelişmeler, son dönemde Türkiye’de yaşanan

siyasal kutuplaşmanın en belirgin örneklerinden birisini oluşturmaktadır. Hemen her

siyasal parti, referandum sürecinde sahaya çıkmış ve teklif paketinin kabulü veya

reddi yönünde aktif tavır sergilemiştir. Bu süreçte, AK Parti’nin yanında Saadet

Partisi (SP) ve Büyük Birlik Partisi (BBP) “evet” oylarının çoğunlukta olması

yönünde çaba harcarken Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Milliyetçi Hareket Partisi

(MHP) “hayır”cı cephede yer almıştır” (Beriş, 2011: 121). Referandumda ‘hayır’ oyu

verilmesi yönünde propaganda yapan partiler, ‘hayır’ın gerekçesini yüksek yargıda

yapılan değişikliklere dayandırmışlardır (Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 247). AK Parti,

muhalefetin referandumu AK Parti’ye yönelik bir güven oylamasına dönüştürme

72

stratejisine de karşı çıkmamıştır. Bu şekilde bir kutuplaşmanın kendi yararına

gelişeceğini değerlendirerek, referandum kabul edilmesi halinde bunun AK Parti’ye

güvenoyu verilmesi ve AK Parti’nin 29 Mart’a göre oyunun artması anlamına

geleceğini görmüştür. Referandum kabul edilmemesi durumunda ise çıkan ‘evet’

oylarının tamamı AK Parti’nin hanesine yazılacağından, yine AK Parti’nin oyunun

artması demek olduğundan muhalefetin stratejisinin her halükarda kendini kayba

uğratmayacağını düşünmüştür (Yılmaz, 2010: 35).

Referandum süreci, CHP’deki genel başkan değişikliğine denk düşmüştür.

CHP’yi yaklaşık 20 yıldır otoriter bir şekilde yöneten Deniz Baykal bir kaset

skandalını müteakiben istifa etmiştir. CHP’nin 29 Mart 2009 mahalli idareler

seçimlerindeki performansıyla temayüz eden Kemal Kılıçdaroğlu, son dakikada

örgüt üzerindeki hâkimiyetiyle bilinen CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın adayı

olarak genel başkan olmuştur (Yılmaz, 2010: 18). MHP ise, kısmî anayasa

değişikliğine ilişkin halk oylaması sürecinde yaptığı “hayır “ kampanyalarında AK

Parti’yi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı, uyguladığı politikaları ve söylemlerini

hedef alırken, ağır ve çok şiddetli bir dil kullanmıştır (Devran ve Seçkin, 2011: 189).

Anayasa değişiklik paketinin müzakerelerinde ve referandum sürecinde MHP’nin

politikası, partinin tarihi, sosyolojisi ve önümüzdeki seçimlerdeki istikameti

veçheleriyle dikkat çekmektedir. Asker-sivil bürokrasinin vesayet rejimi ve

ideolojisindeki çözülme ve bu çözülmenin bir siyasi parti eliyle hızlanması, eski

rejime göre oluşmuş siyaset anlayışına sahip siyasi parti ve siyasetçileri zora

sokmuştur. Bu zorluk, en çok AK Parti-CHP kutuplaşması dışında üçüncü bir

seçenek olmaya çalışan MHP üzerinde görülmüştür. Sadece söylem düzeyinde değil,

kadro ve taban düzeyinde de MHP sıkışmıştır (Yılmaz, 2010: 22). Düşünce bazında

birbiriyle hasım olan CHP ve MHP’nin talep edilen değişime karşı statükocu bir

anlayışta buluşmaları, en çok milliyetçi-muhafazakâr olan MHP tabanında tereddüt

meydana getirmiştir (Karacabey, www.ajans5.com, 03-09-2010). Başbakan

Erdoğan’ın MHP tabanını muhatap alarak gönderdiği mesajlar MHP yönetimini

endişelendirmiş ve aynı zamanda eski ülkücü kesimin ‘evet’ oyu kullanmalarına

vesile olmuştur (Karacabey, www.ajans5.com, 03-09-2010). BDP, anayasa değişiklik

paketinde Kürt sorununun çözümüne ilişkin düzenlemeler olmadığı gerekçesiyle

73

TBMM’deki oylamalara katılmamış, sonrasında da referandumda ‘boykot’ kararı

almıştır. Bu şekilde tabandan yükselen ‘evet’ seslerinin bastırılacağı düşünülmüştür

(Yılmaz, 2010: 37).

Sonuçta, referandumla öngörülen anayasa değişikliklerinin yapılması yüzde

58 oy oranıyla kabul edilmiştir (Beriş, 2011: 121). Bu sonuç, Türkiye açısından

önemli çıkarımlar yapılmasına neden olmuştur: “2010 yılının 12 Eylül’ü 13 Eylül’e

bağlayan gece yarısı bütün televizyon ekranlarına yansıyan yeni harita görüntüsü

belki bundan sonra da Türkiye tarihine damgasını vuracak. Belki bu harita ileride

yaşanacak bazı gelişmelerin işaret fişeği olarak anılacak. Sonuçları 20, 50, belki 100

sene sonra ortaya çıkar; kim bilir. Ama haritada verilen mesaj bir gün gerçeğe

dönüşürse milat olarak referandum haritası gösterilecektir, emin olun. 12 Eylül

2010: Türkiye’nin sınırlarının fiili olarak yeniden çizildiği sene oldu” (Eğin, 2011:

283). Referandumdan ‘evet’in çıkması iktidar ve muhalefet partileri açısından şu

sonuçları doğurmuştur: “AK Parti’nin referandum kampanyasında %58 düzeyinde

bir oy yüzdesini mobilize edebilmesi, siyasi ve ekonomik istikrara katkı sağlamıştır.

Referandum sonuçları, 2011’deki genel seçim ile birlikte AK Parti’nin yeniden tek

başına iktidar olabileceği değerlendirmelerini teyit etmiştir. AK Parti, yeniden

istikrarı temin eden bir siyasi aktör haline gelmiştir” (Yılmaz, 2010: 8). Buna karşılık

AK Parti karşısında zımnen bir ittifak ve koalisyon ortağı olarak görülen CHP ve

MHP cephesi, açıkça başarısız olmuştur. Referandum sonuçlarıyla birlikte bu iki

partinin, AK Parti karşısında bir çoğunluk elde edemeyecekleri ortaya çıkmıştır.

Referandumdaki başarısızlık, bu cephede şiddetli tartışmaların da önünü açmıştır.

CHP ve MHP kendi içlerinde yaşanan tartışmaların yanı sıra, %42 içindeki paylarını

artırmak ve üzerlerindeki eleştirileri azaltabilmek için birbirleriyle de tartışmaya

başlamışlardır. Referandumun kalıcı sonuçlarından biri de CHP ve MHP’nin

Türkiye’nin temel meselelerine bakışta referandum öncesine göre birbirlerinden

giderek uzaklaşmalarıdır (Yılmaz, 2010: 8).

Bazı kesimler tarafından, 12 Eylül 1980’de askeri darbe mağduru olan CHP

ve MHP, 12 Eylül 2010’da sivil ‘evet’in mağduru olarak (Karacabey,

www.ajans5.com, 03-09-2010) değerlendirilmiştir. Referandum sonuçları CHP

74

içinde de sıkıntı ve tartışmalara yol açmıştır. AK Parti’nin güven oylamasına

dönüştürülen referandumdan çıkan güçlü ‘evet’, CHP’nin başarısızlığı olarak

yorumlanmıştır. Referandumda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun oy

kullanamaması, CHP içi bir tartışmaya dönüşmüştür. Referandumdan hemen önce

genel başkan olan, ilk defa AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan daha

çok miting yaparak bir dinamizm sergileyen ve CHP’de değişim işaretleri veren

Kılıçdaroğlu, bu süreçten sanılanın aksine zayıflayarak çıkmıştır (Yılmaz, 2010: 21).

MHP’nin referandum sürecinden ve sonuçlarından en çok zarar gören parti olduğu,

gün geçtikçe daha iyi anlaşılmıştır. MHP, yeni seçmenleriyle ‘hayır’, eski

seçmenleriyle ‘evet’ çizgilerinde bölünmüştür (Yılmaz, 2010: 27). BDP’nin

referandum boykotu bilhassa Hakkâri, Şırnak, Batman ve Diyarbakır’da etkili

olmuştur (Yılmaz, 2010: 8). Bu durumdan Ak Parti de kendine göre bazı sonuçlar

çıkarmıştır. Eğin, bu sonuçları “Artık AKP’nin böyle bir fikri desteğe ihtiyacı yok.

Çünkü yüzde 58 her şeyi değiştirdi. Hükümet referandum sonucundan sonra gördü

ki, sağcı Türkiye’de, MHP’yi bile dışlayabilecek kadar kuvvetli artık. Sertleşirse,

muhafazakârlaşırsa Anadolu’da kendi kemik seçmeni olmayanların da oylarını

çekebilir” (2011: 311) şeklinde sıralamıştır. Eğin, referandum sonucunun Türkiye’yi

böldüğünü, “Türkiye’de referandum sonuçlarının her şeyi değiştirdiğini hep

söylüyorum; tıpkı Amerika’daki kırmızı ve mavi eyaletler ayrımı gibi, Türkiye’de de

yüzde 42 ve yüzde 58 olarak bölündü insanlar. Buna bir de boykotçu Güneydoğu’yu

eklersek, Türkiye haritası de facto üç ayrı renge bölündü: Kıyılar, İç Anadolu ve

Güneydoğu olarak üç ayrı Türkiye doğdu (Eğin, 2011: 282) ifadeleriyle dile

getirmiştir.

2.1.6. 2010 Döneminde Medya ve Siyaset İlişkisi

Medya ve siyaset arasındaki ilişki farklı yönleri bulunan bazen de karmaşık

bir yapıya bürünen bir ilişkidir. Modern toplumsal sistemin iki önemli aktörü olan

medya ve siyaset arasındaki ilişkilerin yapısı ve düzeyi her zaman önemli tartışma

alanlarından biri olmuştur (Göker ve Doğan, 2011: 49). Türkiye’de medya- siyaset,

gittikçe ayrılmaz birliktelikleriyle metafizik yaratmışlardır. Bu metafizik, bilgi ve

haber iletiminden epistemolojiye, ulusal kültürden globalleşen medya-siyaset

75

kültürüne ve nihayet ‘siyaset ahlakı’, ‘medya ahlakı’ gibi parçalanmalara kadar

uzanan seküler bir varlık ve oluş biçimi olarak karşımıza çıkmıştır (Filiz, 2008: 39).

Türkiye’de medya iktidar ilişkisi dönem dönem farklılıklar gösterse de karşılıklı

çıkar ilişkisi üzerine kurulmuştur. İktidar medyaya krediler, ihaleler ve ticari bir

takım çıkarlar sağlayarak kendine destek sağlamakta, medya da kamuoyunu

yönlendirme gücünü iktidardan yana kullanarak iktidarın ona sağlamış olduğu

avantaja destek çıkmaktadır (Ceylan, 2012: 51). Medyanın bu durumu yeni değildir.

Türkiye’de medya, doğuşundan itibaren siyaset kurumuyla yakın olmuştur. Arada

belirli bir çıkar ilişkisi olduğu için siyaset kurumu medyayı, medya da siyaset

kurumunu zaman zaman kullanagelmiştir. Türkiye’de medya-siyaset ilişkisinin en

genel sonuçlarından biri sahicilikten uzak, dolayısıyla taraflı ve çatışmacı bir medya

dilinin habercilik dili olarak yerleşik hale gelmesidir (Çopur, www.setav.org, 10-05-

2011). Dolayısıyla Türkiye’deki medya iletişim sisteminin, siyasal sistemden

etkilenerek, siyasal sisteme göre şekillendiği görülmektedir (Işık, 2008: 149).

Medyanın dördüncü güç olarak kabul edilmesi onun sadece siyaset açısından önemli

kılmamakta aynı zamanda farklı kesimler tarafından da bir öneme sahip olmasını

sağlamaktadır. Bu nedenle, siyasi çevrelerin yanı sıra “yükselen, iktidardan pay

isteyen, gücün ve servetin yeniden paylaşımını talep eden her kişi, kesim, grup, çevre

ve sınıf günümüzde basın sektörüne girmeye çalışmaktadır. Bu nedenle, son 15-20

yılda Türkiye’de medyanın mülkiyet yapısı ve sermaye bileşimi hızlı bir şekilde

değişmiştir, değişmektedir (Yanardağ, 2008: 18). Siyasetin medyayı etkileme

sürecinde siyaset kurumunun medyaya bağımlılığı önemli bir etken olarak süreci

etkilemektedir. İktidara talip olan grupların halkın güvenini kazanmak ve halkı kendi

“gerçekleri” doğrultusunda bilgilendirmek amacı bir anlamda siyasi çevrelerin de

basına belli oranda bağımlı kalmasını gerektirmektedir (Göker ve Doğan, 2011: 53).

2000’li yıllarda ekonomik olarak büyüyen, iç politikada istikrarı dış

politikada aktivizmi yakalayan ve toplumsal anlamda hızlı bir dönüşüm süreci

yaşayan Türkiye, medyada da yapısal olarak nitelendirilebilecek birçok değişime

tanıklık etmiştir. Bugün on yıl öncesine göre birçok medya kuruluşu el değiştirmiş ya

da yeni medya kuruluşları kulvara girmiştir. Medyadaki yapısal mülkiyet değişimleri,

siyasal süreçlere de paralel olarak adeta ikili bir yapıyı beraberinde getirmiştir. Genel

76

olarak değerlendirildiğinde, bir yanda hükümet politikalarına eleştirel bakan medya

grupları, öte yandan daha olumlu değerlendiren medya grupları şeklinde çift kutuplu

bir medya düzeni ortaya çıkmıştır (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 162). 2000’li yıllarda

Türkiye’de iktidar partisi Ak Parti’dir. Bu dönemde, siyaset ve medya ilişkilerinden

bahsedildiğinde ‘yandaş’, ‘muhafazakâr’ ya da ‘İslamcı’ medya kavramlarıyla ile

‘muhalif’ medya kavramları ön plana çıkmaktadır. Yandaş medya ya da muhalif

medya kavramları iktidar partisine karşı geliştirdikleri söylemlere göre

belirlenmektedir. Kuruluşundan 15 ay sonra iktidara gelen ve her defasında oy

oranını artırarak üst üste üç seçim kazanan Ak Parti, bugün Türkiye’nin egemen

partisi haline gelmiş durumdadır (Ulagay, 2012: 26). Muhalefet partileri ise, CHP ve

MHP’dir.

“Siyasal aktörlerin, basın özgürlüğünün sağlanması için gerekli yasal

düzenlemeyi oluşturmasının, basın alanındaki tekelleşmeyi engelleyici önlemler

almasının ve basın üzerinde herhangi bir yönlendirici etkiden kaçınmasının; basın

organlarının ise, bu özgürlüğün halkın doğru bilgiye ulaşması anlamına geldiğini

unutmadan, mesleki sorumluluk çerçevesinde herhangi bir çıkar ilişkisi gözetmeden

değişik görüşlere bünyesinde yer vermesinin kamuoyunun sağlıklı bir şekilde oluşum

sürecinde önem taşıdığı düşünülmektedir” (Öksüz, 2007: 66). Ancak hem muhalefet

partileri hem de iktidar partisi kamuoyu oluşturma sürecinde basının siyaset için

hayati bir önem taşıdığını bilmekte ve olması gereken bu durumu çoğunlukla

unutmaktadır. “Kamuoyu oluşum sürecindeki etkisi nedeniyle basın, ortaya çıktığı

tarihten bu yana yönetim biçimi ne olursa olsun her toplumsal yapıda kendi

görüşlerini halka mal etmek isteyen siyasal aktörler tarafından her zaman ilgi odağı

olmuştur” (Öksüz, 2007: 70). Başbakan Erdoğan, medyanın bu güç oyununda

belirleyici bir rol oynayabileceğini çok iyi bildiği için medyayı etki altında tutmanın

çok önemli olduğuna inanmış ve bu etkiyi sağlamak için her yöntemi kullanmıştır.

Bu amaçla kendisine destek olacak medya gruplarının gelişmesini desteklemiş,

muhalefet yapma potansiyeline sahip olan medya guruplarını ise, çeşitli yöntemlerle

sindirmeye çalışmıştır (Ulagay, 2012: 40). Başbakan’ın sindirmeye çalıştığı medya

gurupları arasında Uzan Grubu’ndan sonra Doğan Grubu başı çekmiştir. Doğan

Grubu, ilk başlarda iktidar partisiyle arasını sıcak tutmuş ve onu desteklemiştir.

77

Ancak Doğan Grubu ile Ak Parti’nin arası zamanla açılmıştır. Doğan Grubu patronu

Aydın Doğan, Ak Parti’yle yakın ilişlerinin bitiminin miladı olarak 2008’in eylül

ayında Hürriyet’in manşetine taşıdığı ve ısrarla takipçisi olduğu ‘Deniz Feneri Olayı’

haberlerini göstermiştir (Eğin, 2011: 36-37). İktidarla Doğan Gurubu arasında iplerin

kopma zamanı için Deniz Feneri olayı bir başlangıç olarak gösterilse de, Ulagay,

ilişkilerin tam kopmasının cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu zamana denk

geldiğini belirtmiştir: “Başbakanın medyanın bir bölümüyle, özellikle de Doğan

Grubu’yla ilişkileri cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacağı 2007 yılında kopma

noktasına geldi. Cumhurbaşkanlığı seçimini bizzat yöneteceği eğlenceli bir oyuna

dönüştürmek isteyen Başbakan Erdoğan’ı kızdıran şey ‘bir kısım medyanın’ bu

oyunu bozacak bir senaryoyu sahneye koyma girişimine alet olmasıydı. Bu yönde

yayın yapmaları hedef tahtasına oturttu. Başbakan ve halka hitaben yaptığı

konuşmalarda, yayın politikasını beğenmediği medya kuruluşlarını yerden yere

vurdu, Ak Parti’ye muhalefet eden gazetelerin okunmaması için çağrılar yaptı.

Ayrıca devletin elindeki tüm olanakları kullanarak Doğan Grubu’nun üzerine gitti.

Medyanın bir bölümü bu darbelerle zayıflatılırken Ak Parti hükümetine destek veren

medya gruplarının yıldızı parlatılmaya başlandı” (Ulagay, 2012: 15-16). Bu

anlamda Ak Parti, iktidara geldikten sonra kendisini destekleyecek güçlü bir medya

grubu ve yapılanması oluşturmuştur. Yaylagül ve Çiçek, “Uzan Grubu’nun

medyadaki varlıklarının elinden alınması, Sabah-ATV Grubu’nun kamu kaynakları

kullanılarak Çalık Grubu’na satılması, Doğan Grubu’na kesilen para cezaları ile

hükümeti eleştiremez hale gelmesi, ana-akım gazetelerdeki eleştirel yazarların (Emin

Çölaşan, Bekir Coşkun, Cüneyt Ülsever) işten atılmasını (Yaylagül ve Çiçek, 2011:

89) bu duruma örnek göstermişlerdir.

Oysa Ulagay’ın, “O günlerde AKP’den rahatsız olan çevreler ve okurlar,

Doğan Grubu’nun en bağımsız gazetesi sayılabilecek olan, benim yazarlık yaptığım

Milliyet’i bile ‘AKP hükümetine fazla yakın davranmakla’ suçlayabiliyordu” (2012:

14) şeklindeki sözleri Ak Parti’nin iktidara ilk geldiği dönemlerde Doğan Grubu’yla

arasının oldukça iyi olduğunu göstermektedir. 2010 yılında Türkiye, Ertuğrul

Özkök’ün yerini Enis Berberoğlu’na bırakmasına, Radikal’in “radikal” bir boyla

gazeteciliğe farklı bir soluk getirmesine, yılların gazetecisi Oktay Ekşi’nin yazarlığı

78

bırakmasına tanıklık etmiştir (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 170). Bu durum medya-

siyaset arasındaki çıkar ilişkisini gözlemlemek açısından oldukça önemli bir olay

olarak görülmüştür. “Medyanın kendi içerisinde ve hükümetle olan ilişkisinde

belirleyici olan çıkar ilişkileri ve çatışmalarıdır. Çıkarları örtüştüğü sürece belli bir

statükoyu koruyan kurumlar, çıkar çelişkisi olduğu durumlarda rakibine ya da

hükümete yüklenebilmekte ya da tam tersi olmaktadır” (Yaylagül ve Çiçek, 2010:

415). Doğan Grubu’yla hükümet arasındaki ilişkide bu durumdadır. Başbakanın

iddiasına göre, Doğan Grubu, bazı özel çıkarları karşılanamayınca hükümet

aleyhinde haber yapmaya başlamıştır. Deniz Feneri Olayı ve Cumhurbaşkanlığı

seçimleri, aleyhte haber yapılan konuların başında gelmiştir. Maliye Bakanlığı

tarafından 2009 yılında vergi usulsüzlüğü gerekçesiyle Doğan Holding’e 5 milyar

liralık bir vergi cezası kesilmesini Ak Parti hükümetine bağlanmıştır (Yaylagül ve

Çiçek, 2010: 403). Ancak hükümet bu iddiaları hiçbir zaman kabul etmemiştir. Buna

rağmen muhalefet ve hükümet karşıtı kişi ve kurumlar bu konuyu, siyasal iktidarın

kendisine muhalif olan bir medya kurumunu yok etme ya da susturma operasyonu

olarak değerlendirmişlerdir (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 403). İktidar partisine muhalif

olanlar, Ak Parti’nin iktidar olmanın olanaklarını kendi çıkarları doğrultusunda baskı

unsuru olarak kullanarak ‘yandaş medya’ söylemiyle kendi medyasını yarattığını

iddia etmiştir. Ayrıca Ak Parti’nin kendisini eleştiren bütün kişi, kurum ve

kuruluşları ‘ideolojikler’ söylemiyle eleştirerek kendi hegemonyasını kurduğunu ve

muhalefeti suçlu ilan ettiğini (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 408) vurgulamışlardır.

Siyaset, kendi söylemlerini yayma noktasında, Cohen’in, “Basın, insanlara ne

düşüneceklerini anlatmada başarılı olmayabilir. Ancak, ne hakkında düşüneceklerini

anlatmada fevkalade başarılıdır” (1963: 13) şeklindeki ifadelerini göz ardı

etmemiştir. Medya ve siyaset ilişkisinde bir takım sorunlar yaşanmış olsa da Naci

Bostancı’nın “2002’de Ak Parti’nin tek başına iktidarıyla birlikte basının vesayet

imkânı azaldı. Bugün geldiğimiz noktada basın alanında daha renkli, sosyo-politik

olarak daha geniş ve toplumsal temsili yüksek bir medyanın teşekkül ettiği

söylenebilir” (Bostancı, www.mostar.com.tr, 2012) şeklindeki ifadeleri aslında

basının iyi bir konumda olduğunu göstermektedir.

79

Kendisini ekonomi alanında liberal ve siyasi alanda muhafazakâr olarak

sunan Ak Parti’nin yaptığı değişikliklerden birisi de medyanın mülkiyet yapısı ve

içeriklerindeki dönüşüm (Yaylagül ve Çiçek, 2011: 89) olarak görülmektedir. Ak

Parti, bunu, iktidara geldiği 2002 yılından bu yana neo-muhafazakâr, liberal

politikalar çerçevesinde hem toplumsal yapı, hem de (ordu, üniversiteler, yargı gibi)

devletin kurumları yanında medyayı da bu politikalar çerçevesinde dönüştürmek için

çalışmıştır (Yaylagül ve Çiçek, 2010: 408). 2007 seçimini ezici bir çoğunlukla

kazanan Ak Parti, gerek yazılı basını gerekse de görsel-işitsel medyayı kendi yanına

çekmeyi başarmıştır. Ak Parti, başta TRT olmak üzere, Samanyolu, Kanal 7, Kanal

A, Ülke TV, Bugün TV, Haber 24 gibi televizyon kanallarının yanı sıra (Kaya, 2009:

248-249) Sabah, Türkiye, Bugün, Yeni Şafak, Akit, Zaman, Star gibi gazetelerin

desteğini almayı başarmıştır. Hürriyet, Habertürk, Akşam, Radikal gibi gazeteler

açıktan olmasa da dolaylı yollardan Ak Parti’ye ideolojik destek vermektedir.

Milliyet ve Vatan gazeteleri ise, Ak Parti’yi eleştirmeyerek ona destek olmaktadır

(Önkibar, www.yg.yenicaggazetesi.com, 2011). 2010 yılında iktidarı destekledikleri

için bu kurumlara ‘yandaş medya’ denilmiştir. Medyanın, pejoratif bir biçimde

“yandaş” diye adlandırılan kesimi esasen Ak Parti'nin bilinçli çaba ve desteğiyle son

7-8 yılda ortaya çıkmıştır (Görmüş, www.mostar.com.tr, 2012). Hürriyet, Milliyet,

Cumhuriyet ve genelde merkez medya tarafından kullanılan 'yandaş' söyleminin

arkasında iki gerekçe yatmaktadır. Birincisi muhafazakâr medya ile AK Parti

arasında kurulmaya çalışılan symbiotik ilişki, ikincisiyse Türkiye'nin

demokratikleşmesi yolunda gerçekleştirilen reformlarda gösterilen benzer

yaklaşımlar olarak göze çarpmaktadır. Bunlar arasında, devletin denetlenebilirliği,

devletin demokratikleştirilmesi, askeri vesayetin kaldırılması, statükonun

zayıflatılması ve bürokratik oligarşiye son verilmesi gibi kemikleşmiş problemler

sayılabilir (Özkır, www.milligazete.com, 23-09-2010). Özünde yandaş medyaya

karşı olan bir kesim olsa da “AK Parti demokrasiye en yakın parti olarak kaldığı

sürece, iktidarla kurduğu ilişki özünde problemli olsa da, “yandaş” denilen medyanın

pozisyonu, son tahlilde olumlu kalmaya devam edeceği” (Görmüş,

www.mostar.com.tr, 2012) ifade edilmektedir.

80

2010 yılı birçok “yeni”ye de ev sahipliği yapmıştır. Değişimle statüko

arasındaki gerilimini değişim yönünde aşmak üzere olan Türkiye, 12 Eylül

referandumuyla “yeni Türkiye” kavramsallaştırmasını kullanmaya, Kılıçdaroğlu’nun

CHP’nin başına geçmesiyle “yeni CHP” sloganlarını duymaya, cebe giren gazete

boyutuyla “yeni Radikal” okumaya ve hiçbir siyasi liderin kayıtsız kalamadığı “yeni

sosyal medya” ile tanışmaya başlamıştır (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 163). Gerek

iktidarda olsun gerekse muhalefette olsun siyasal partiler, her zaman kamuoyunun

desteğini sağlamayı hedeflemiştir. Bunu başarmak için bir araç olarak gördükleri

basınla olan ilişkilerine de büyük önem atfetmişlerdir (Öksüz, 2007: 66) ve basını

kendi söylemlerini yaymak için yanlarına çekmişlerdir. “Demokratik katılım

açısından insanların olumlu veya olumsuz pek çok bilgiye ihtiyaçları bulunmakta bu

katılımın gerçekleşmesi için gerekli olan haber ve bilgilerin sağlanması konusunda

da basına hayati bir görev düşmektedir” (Belsey 1998: 118). Bu süreçte tarafsız

olması gerekmekteyse de “12 Eylül halkoylamasına giden yolda medya adeta ikiye

bölünerek ‘evet’ ve ‘hayır’ kampanyalarına destek vermeye çalışmıştır. İktidara

karşıtlığı ile bilinen Doğan Medya Grubu’na bağlı gazete ve televizyonlar

Kılıçdaroğlu’na destek vermeye çalışmış; böylece iktidarı yıpratmaya,

Kılıçdaroğlu’nu öne çıkarmaya, gelecekte iktidara taşımaya çaba göstermiştir. Ancak

bunu yaparken daha önceki genel ve yerel seçimlerde yaptığı gibi çok açık tavır

almak yerine daha mesafeli bir dil kullanarak CHP’ye destek sağlamaya çalıştığı

söylenebilir. Ayrıca Doğan Medya Grubu’nda çalışan bazı köşe yazarları da ‘evet’

oyu vereceklerini açıklamışlardır. Diğer yandan Sabah, Star, Yeni Şafak, Zaman ve

Vakit gazeteleri ile ATV, Kanal 7, Ülke TV, STV ve Kanal 24 gibi iktidar yanlısı

gazete ve televizyonlar, seferberlik içinde, tüm sayfalarını, en çok izlenme saatlerini

bu konuya ayırarak çok açık bir dille iktidara destek vermişlerdir” (Devran ve

Seçkin, 2011: 195). Özetle, İslamcı (yandaş) medya açık bir şekilde Ak Parti

iktidarını desteklerken İslamcı olmayan (muhalif) medya grupları (Yaylagül ve

Çiçek, 2010: 412) desteklememiştir.

12 Eylül 2010 halkoylaması sürecinde Ak Parti hükümeti kendi

denetimindeki basını etkin bir şekilde kullanarak süreci kendi çıkarları doğrultusunda

yönetmeyi ve anayasa maddelerinin halkoylaması sonucu değişmesini sağlamıştır

81

(Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 254). Ak Parti, medyanın büyük bir çoğunluğunu kendi

denetimine almış ve kamuoyunu her konuda olduğu gibi referandum konusunda da

büyük bir başarıyla yönlendirmiştir. Ak Parti’yi ideolojik olarak destekleyen İslamcı

yayın organlarının yanı sıra liberal olarak tanımlanan medya kuruluşları da yoğun bir

ekonomik ve siyasi baskı sonucu ya ATV-Sabah Grubu ya da Kanal Türk gibi el

değiştirmek zorunda kalmış ya da Doğan Grubu örneğinde olduğu gibi her türlü

hükümet eleştirisinden uzaklaşarak doğrudan hükümetin sözcüsü olmuşlardır

(Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 252). Bunun yanında, Ak Parti hükümeti, muhalif

medyaya itibar edilmemesi yönünde bir söylem üretmiştir. “Başbakan Erdoğan

gittiği her yerde adını çok açık vermese de Doğan Medya Grubu’nu ‘hayır’ cephesini

kışkırtan, destekleyen ‘bir kısım medya’ olarak tanımlamış ve teşhir etmiştir (Devran

ve Seçkin, 2011: 166). Gazetelerin, 12 Eylül referandum sürecini haber yaparken

benimsedikleri söylemsel düzeye bakıldığında, ana akım gazetelerin (Hürriyet,

Sabah, Bugün, Zaman) hükümetin/iktidarın söylemini benimsediği ve haberlerini bu

söylem doğrultusunda inşa ettiği görülmüştür. Gazetelerin söylemleriyle toplumsal

güç ve bağlam ilişkilerine bakıldığında, iktidarın haber söylemlerini biçimlendirdiği

görülmektedir” (Yaylagül ve Çiçek, 2011: 108). Referandum sürecine ilişkin

haberlerin bütünsel söylem yapılarına bakıldığında, referandum sürecinde ‘hayır’ oyu

kullanacak olanların darbeci, demokrasi ve refah karşıtı olarak kurulması, Ak

Parti’nin söylemine uygun bir toplumsal uzlaşımın yaratılmasını sağlamıştır

(Yaylagül ve Çiçek, 2011/b: 109).

12 Eylül referandumu %58’lik oy oranı ile kabul edilince medyadaki

kutuplaşma belki daha da görünür hale geldi. Siyasetin ‘evet’ ve ‘hayır’ cephesi

olarak ikiye bölündüğü bir ortamda medyanın da siyasetin bir aynası gibi aynı

cephelere bölünmesi bir tesadüf olmadığı gibi, aksine, Türk medyasının yapısal

olarak hâlâ siyasete göbekten ne kadar bağlı/bağımlı olduğunu göstermesi

bakımından ilginç ve kayda değer (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 169) olarak

görülmüştür. 12 Eylül referandumunda Türkiye demokrasi yolunda önemli bir tercih

yapmıştır. Referandum öncesine göre 13 Eylül sabahı birçok medya kuruluşu

beklemedikleri bir sonuçla karşı karşı kalmıştır. Bu sürecin öncesindeki medya

savaşlarına biraz yakından bakıldığında, medyanın büyük bölümünde abartılı bir

82

pozisyon belirleme yaklaşımı olduğu görülmektedir. Çoğu zaman söylenen sözün

içeriğine ve doğruluğuna bakılmadan, kimin hangi üslupla söylediği üzerinden

günlerce haberler üretilmiştir. Elbette kimin nasıl söz söylediği önemli; ancak ne

söylendiğine ve bunun doğruluğuna bakılmadan yapılan haberler siyaseti de medyayı

da içeriksizleştirmektedir (Çopur, www.setav.org., 2010).

2.1.7. Yeni Demokrasi Arayışları: 2010 Referandumu

Halkın, “halk için halk tarafından yönetilmesi” olarak tanımlanan demokrasi

daha çok bir karar verme sürecidir ve bu anlamda günümüz ulusal yönetimlerinin

kullandığı en iyi yöntem olarak kabul edilmektedir (Öner, 2005: 57). Siyasal

faaliyeti, kişi ya da grupların topluluğun kaderini ilgilendiren kolektif kararlar

alınması sürecinde etkili olmaya çalışmaları olarak tanımlarsak, demokrasi, bir

siyaset yapma biçimidir (Demirel, 2011: 6). Halk iradesi kavramının demokratik

rejimlerde önemli bir yeri bulunmaktadır. Bir bakıma, demokrasiyi demokrasi kılan

ve onu diğer yönetim biçimlerinden ayıran temel niteliğinin, yönetimde halkın

iradesinin esas tutulması olduğu söylenebilir. Yani, rejimin halkın iradesi temeline

dayanması, demokrasinin en belirgin göstergesi ya da kıstası olarak gösterilebilir

(Yeşilorman, 2008: 192). Halkın egemenliği kullanış biçimlerine göre demokrasi,

doğrudan, yarıdoğrudan ve temsili demokrasi olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır

(Aydın, 2007: 83). Yürütme organının bir seyirci gibi olduğu doğrudan demokraside,

halkın doğrudan katılımı, çoğunluk yönetimi ve siyasal eşitlik ilkelerine dayalı bir

siyasal rejim (Matsusaka, 2008: 115; Kahraman ve Evre, 2008: 65) söz konusudur.

Temsili demokraside halk, egemenliğini seçtiği temsilcileri vasıtasıyla kullanmakta,

milletvekilleri tüm milletin temsilcisi olarak yasa yapmaktadır (Aydın, 2007: 83).

Temsili demokrasi ile doğrudan demokrasinin bir karışımı olan yarı doğrudan

demokraside ise, bir taraftan temsili sistem uygulanmakta, bir taraftan da, temsili

sistemin yanında, halka doğrudan karışma imkânı sağlanmaktadır (Gözübüyük,1999:

72). Demokrasi, hangi türde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin, yegâne amacı, açık,

enine boyuna özgür bir biçimde tartışılmış bir konuda vatandaşın iradesine

saygıduymaktır (Şahbaz, 2006: 264).

83

Halk üç şekilde egemenliğin kullanılmasına katılabilmektedir: Referandum

(halkoyuna başvurma), halkın vetosu ve halkın kanun teklifidir. Referandum, yasama

organının yaptığı bir yasayı halkın ‘evet’ya da ‘hayır’şeklinde oylamasıdır (Aydın,

2007: 83; Göker ve Doğan, 2011: 46). Yarı doğrudan demokrasilerde halkın iradesini

temin eden bu demokratik araçlardan biri de halkoylamasıdır. Halkoylaması

(referandum), Lincoln tarafından yapılan “halkın, halk için, halk tarafından

yönetimi” şeklindeki meşhur demokrasi tanımında belirttiği, “halk tarafından

yönetim” idealinin gerçekleşmesi bakımından son derece anlamlı bir işleve sahiptir

(Yeşilorman, 2008: 193). Referandum; önüne getirilen kanun tasarıları ve diğer

sorunlar hakkında halkın, kabul veya reddetmek suretiyle yasama faaliyetine

doğrudan doğruya katılmasını sağlayan bir mekanizmadır (Göker ve Doğan, 2011:

46; Gül, 2000: 23). Kararların seçilen temsilciler aracılığıyla alındığı rejimlerde

halkoylamasının, halkın siyasal sürece doğrudan katılımını temin eden önemli bir

demokratik kurum olduğu ifade edilebilmektedir (Yeşilorman, 2008: 193).

Referandum, halkı aktif bir konuma getiren, alınacak kararlarda, atılacak adımlarda

ve yapılacak değişikliklerde halkın başat bir konumda yer alarak son sözü söylediği

demokratik bir uygulamadır (Arklan, 2011: 87). Derdiman, referandumu, kanun ya

da anayasaların veya bunlara ilişkin değişikliklerin yürürlüğe girmesinden önce

halkoyuna sunulması (2006: 95) olarak tanımlamaktadır. Halkoylamasında halk,

devletin kaderini belirlediğini hissetmekte ve böylece sorumluluklarının bilincine

varmaktadır (Göker ve Doğan, 2011: 46). Referandum kararının alınıp referandum

oylamasının yapılacağı güne kadar olan süreçte yönetsel aktörlerle halk arasındaki

ilişkinin yakınlık ve sıklık derecesi diğer dönemlere nazaran daha bir artış

göstermekte, özellikle bu aktörler tarafından karşılıklı etkileşim ve diyaloga daha bir

önem verilmektedir (Arklan, 2011: 121). Referandum, anayasal bir konuda halkın

tercihi olduğu için bu konuda bilgilendirilmek, bilgi sahibi olmak istemektedir.

Çünkü bireyin tercihte bulunacağı bir konuda bilgiye sahip olmaması demokrasinin

ruhuna aykırı bir durum oluşturmaktadır (Göker ve Doğan, 2011: 46-47).

Referandum sürecinde gerekli hassasiyetin gösterilerek vatandaşların siyasi ve

yönetsel konularla ilgili ve bilgi sahibi olduğu ülkelerde, çok karmaşık niteliğe sahip

olmayan ve farklı kanallardan gerekli ve yeterli bilgilendirmenin yapıldığı konularda

referandum halkın görüşlerinin sağlıklı bir biçimde yansıtılmasında mevcut rolünü

84

başarıyla yerine getirebilmektedir. Buna karşın, vatandaşların zor ve karmaşık

konularla muhatap olduğu, gerektiği şekilde yeterince bilgilendirmenin yapılmadığı,

siyasi ve yönetsel konulara ilgi ve bilgi düzeyinin düşük olduğu ülkelerde, her ne

kadar referandum halkın görüşlerini yönetim sistemine doğrudan yansıtıyor olsa da

yansıyan bu görüşler çoğunlukla sağlıksız ve yanlış yönlendirici nitelik taşımaktadır.

Mevcut duruma bir de aynı referandum sürecine birden fazla konunun dâhil edilerek

hepsinin tek bir evet ya da hayırla değerlendirilmek istenmesi eklendiğinde

referandumun yarardan çok zarar getireceği, halkı memnun etmekten ziyade

memnuniyetsizliklerin daha da artmasına sebebiyet vermektedir. O halde

referandumun başarı ya da başarısızlığı, ülke yönetimine olumlu/olumsuz katkısı

daha çok onun hangi konularda, nasıl formülize edildiğine ve yönetsel aktörler

tarafından hangi amaçlarla, ne tür bilgilendirici araçlardan ne düzeyde yararlanılarak

sürecin gerçekleştirildiği, vatandaşın ilgi, bilgi ve katılım düzeyi doğrultusunda

şekillenmektedir (Arklan, 2011: 90-91). Halkoylamaları, ister halkın egemenliği

doğrudan kullanması; isterse kanun yapma yetkisinin kullanımına katılması olarak

nitelendirilsinler, sadece hukuksal bir olgu olmayıp sosyo-politik, kültürel yapı ve

özellikleriyle iç içe, çok boyutlu bir görünüm sergilemektedir (Yeşilorman, 2008:

213).

Demokrasi deneyimi çok uzak bir geçmişe dayanmayan Türkiye

Cumhuriyeti’nde halkoylaması usulü, ilk kez 1961 yılında ihtilâl sonrası hazırlanan

anayasanın oylanması için gerçekleştirilmiştir. Buna karşın, halkoylaması

kurumunun Türk Anayasa Hukuku’na, saf temsili rejimden ayrı bir düzenleme olarak

ilk defa 1982 Anayasası’yla (Kanlıgöz, 1996: 175) girişi olmuştur. Bugüne kadar

Türkiye, altı kez anayasa değişimi konusunda halkoylamasına gitmiştir. “Doğrudan

doğruya halkın otoritesinden çıkan, yönetimin normal organları için bağlayıcı olan ve

onlar tarafından değiştirilmeyecek bir yasa anayasa adına layıktır” (Jefferson, 1961:

73). Türkiye’de anayasa yapımı için ilk kez 1961 Anayasası’nın kabulünde

uygulanan referandum, 1982 Anayasası’nın kabulünde de kullanılmıştır. Ancak

anayasa değişiklikleriyle ilgili olarak referandum, sadece 1982 Anayasası’nda yer

almıştır. Burada referandum, halkı hakem kılma amacına yönelik olarak

düzenlenmiştir. Bu hakemlik fonksiyonu Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında

85

anayasa değişikliği konusunda son sözü söyleme biçimindedir (Köroğlu, 2009: 59).

12 Eylül 1982 askeri darbesiyle beraber değiştirilen ve o dönemin koşulları içinde

halk oylaması ile kabul edilen 82 Anayasası, çok partili siyasete dönüşle birlikte

gereksinim duyuldukça referanduma gidilmeden çok sayıda değişiklik geçirmiştir

(Devran ve Seçkin, 2011: 155). Türk demokrasi tarihinde altı kez gidilen

halkoylamalarının genel bir analiz ve değerlendirmesi yapıldığında, kendisine özgü

birtakım niteliklerinin bulunduğu görülmektedir. Birbirinden farklı karakteristikler

taşıyan bu halkoylamalarının ilki, 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin ardından

hazırlanan 1961 Anayasası için 9 Temmuz 1961’de yapılmış ve %38,3 “hayır” oyuna

karşılık, %61,7 “evet” oyuyla hazırlanmış olan anayasa kabul edilmiştir. İkinci

halkoylaması, yine 1980 askeri müdahalesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasası

için 7 Kasım 1982’de gidilen ve %8,6 “ret” oyuna karşı, %91,4 “kabul” oyu ile

sonuçlanan halkoylaması olmuştur. Üçüncüsü de, 1982 Anayasası’nın geçici

dördüncü maddesi ile getirilen 10 ve 5 yıllık siyasal yasakların kaldırılması

konusunda 6 Eylül 1987’de düzenlenmiş ve %50,2 “evet”; %49,8 “hayır” oyu olmak

üzere çok küçük bir oransal farkla siyasal yasaklar kaldırılmıştır. Dördüncü

halkoylaması ise, Anayasa’nın 127’nci maddesindeki yerel seçimlerin bir yıl erken

tarihe alınması hakkında olup, 25 Eylül 1988’de %65 “hayır”, %35 “evet” oyu ile bu

anayasal değişiklik Türk demokrasi tarihinde ilk olumsuz sonuç çıkan halkoylaması

olarak yerini almıştır. Beşinci halkoylaması da, 21 Ekim 2007’de Türkiye

Cumhuriyeti Anayasası’nın bazı maddelerinde değişiklik yapılması hakkında 5678

ve 5697 sayılı kanunlarla yapılan değişikliğin halkın oyuna sunulması sebebiyle

yapılmıştır. Cumhurbaşkanının halk tarafından ve ikinci kez seçilmesi ile görev

süresinin beş yıl olarak değiştirilmesi ve genel seçimlerin yapılma aralığı gibi

birtakım yasa değişiklikleri için yapılan halkoylamasında %31,1 “hayır” oyuna

karşılık, %68,9 “evet” oyu kanun değişiklikleri kabul edilerek yürürlüğe girmiştir

(www.referandum.org, 29-12-2011). 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen altıncı

ve son referandumda ise, %42,12 “hayır” oyuna karşı, %57,88 “evet”

(www.ysk.gov.tr, 14-03-2012) çoğunluğu ile anayasanın 26 maddesinde öngörülen

değişiklik önerisi kabul edilmiştir.

86

24 Ocak Kararları olarak anılan ekonomik yeniden yapılanma programının

diğer etmenlerle bütünleşerek siyasal süreci tıkayan son taşları döşemesiyle 12 Eylül

Askeri Darbesi’ne ulaşılmıştır. 12 Eylül rejimi çok uzun sürmeyen olağandışı bir

yönetim olmasına karşılık Türkiye’ye halen aşılamayan siyasal biçimi dayatmıştır.

Gerçekten de bugünden geriye bakıldığında işlevi 24 Ocak istikrar programının

gerekli kıldığı yeniden yapılanmanın önünü açmak olan askeri darbe Türkiye’yi

değişen anayasası ve tüm diğer temel mevzuatı ile daha öncekinden daha geri,

antidemokratik, baskıcı bir siyasal çerçeve içine yerleştirmiştir. Bu yeni çerçeve

içerisinde toplum-siyaset ve kitle iletişim kurumu ilişkisi yeniden kurulmuştur (Kaya,

2009: 237-238). 12 Eylül darbesinin eseri olan 82 Anayasası’nda bugüne kadar

yapılan kısmî değişikliklerin yeterli olmadığı, askerî vesayetin belirlemelerinden

uzak, demokratik katılımın eseri sivil bir anayasanın hazırlanması gerektiği herkesçe

kabul edilegelmiştir. Siyasi partiler, dernekler, birlikler, odalar, işveren

örgütlenmeleri, sivil toplum kurumları taslak çalışmaları yapmıştır. 2002 ve 2007’de

büyük seçim başarısı ile iktidara gelen AK Parti hükümeti anayasa değişikliği için

çalışma başlatmış, muhalefet partileri kendi taslaklarını hazırlamıştır. Tam bir

anayasa değişikliği beklenirken, çalışmalar dondurulmuş, AK Parti hükümetince 26

maddelik kısmî bir değişiklik paketi hazırlanmıştır. Bu sürece katılmayan muhalefet

partileri CHP, MHP ve BDP değişiklik paketi halkoyuna sunulduğunda “hayır”

kampanyası başlatmış (BDP boykot kararı almış) ve bunu AK Parti iktidarının

güven oylamasına dönüştürmüşlerdir. Hükümetin politikalarını ve uygulamalarını

eleştirmeye odaklanan bu hayır bloğuna destek veren bireyler, kuruluşlar, sivil,

siyasal örgütlenmeler de AK Parti iktidarına karşıtlık, muhafazakâr partinin aşırı

güçlendiği endişesi, yargının daha çok siyasallaştırılacağı gibi ideolojik karşıtlıklar,

önyargılar, kaygılar çerçevesinde hareket etmiştir. AK Parti hükümeti ise her kesimi

darbe anayasasına son vererek egemenliği devlet alanından dışlanmış millete

vereceğini ileri sürdüğü milletin anayasasına ‘evet’ demeye çağırmıştır.

İdeolojikleşmiş, tarafsızlığını yitirmiş, yüksek yargı oligarşisini aralamak, vesayet

kurumlarını kendi alanlarına çekmek, 12 Eylül darbesi ile mutlak hesaplaşmak,

milleti söz sahibi kılmak, daha ileri demokrasi, hemen yeni, özgürlükçü tam bir

anayasa değişikliğine yönelmek üzere değişiklik paketine destek vermeye çağırmıştır

(Devran ve Seçkin, 2011: 153).

87

Halk oylaması evet-hayır kutuplaşmasına ve hükümete güven oylamasına

dönüşmüştür (Devran ve Seçkin, 2011: 154). Türkiye 12 Eylül 2010 tarihinde 82

Anayasası’nın bazı maddelerini değiştirmek için sandığa gitmiştir. “Referanduma

hangi siyasi kanatlar ‘hayır’ ya da ‘evet’ diyor diye bakıldığında verilen cevap şu

şekildedir; İslamcıların bir kısmı, sosyalistlerin bir kısmı, muhafazakârların bir

kısmı, liberallerin bir kısmı, ülkücülerin bir kısmı, Kürtlerin bir kısmı, Türklerin bir

kısmı (Tanrıverdi, 2010: 69), AK Parti’nin seçmenlerinden, darbecilere, darbe

anayasasına son vermek adına diğer partilerin seçmenlerinden, soldan, liberal sol

kesimden değişikliğe destek verenlerden, cemaatlerden, sivil toplum

örgütlenmelerinden, ‘yetmez ama evet’ diyen gönüllü aktivistlerden, “AKP

zihniyetine hayır, referanduma evet” diyenlerden, baskı hissederek evet diyenlerden

oluşmuştur (Devran ve Seçkin,2011: 153-154). “Sürüp giden kavganın üç tarafı

bulunmaktadır. Bunlardan biri CHP+MHP ittifakının merkezinde yer aldığı statüko

taraftarı olan hayırcılar, diğeri bu sisteme karşı iktidar mücadelesi veren AK Parti ve

çevresi, bir diğeri de BDP’nin etrafında şekillenen boykotçular” (Yılmaz, 2010: 268).

Türkiye’de anayasa yapma veya anayasayı değiştirme gücünün bir siyasal grubun

elinde bulunması, muhalif grupları hep tedirgin eden bir faktör olagelmiştir. Bu da

demokrasi kültürünün devlet ve millet katında tam anlamıyla hazmedilememiş

olmasıyla ilgili bir durumdur. O nedenle, 1876 tarihli Kanun-ı Esasi’den başlayarak,

hemen hemen bütün anayasalar darbe, ihtilal veya savaşlarla birlikte doğmuştur.

Yeni anayasa yapmak ya da mevcut anayasada değişiklik yapmak her zaman sancılı

süreçler olarak ortaya çıkmıştır. Zira anayasa üzerine yapılan tartışmalar, ülkede

gerçek gücün kim de olduğunun anlaşılacağı bir bilek güreşi müsabakası gibi

algılanmıştır (Küçükyılmaz, www.mostar.com.tr, 2012). Referandumda ‘Evet’ ve

‘Hayır’ cephelerine öncülük eden AK Parti ve CHP bu veriye göre hareket

etmişlerdir. AK Parti, kampanya söylemini, demokrasi-darbe dinamiğine oturtmuş,

darbe ile hesaplaşmayı ve yeni anayasa yapımını gündemde tutmuş ve bu

argümanlarla, geleneksel siyasal kamplaşmaları ve aidiyet formlarını aşan bir destek

bulmuştur. CHP, referandum tutumuna anlam veren esas dinamik, vesayet-demokrasi

karşıtlığı olmasına rağmen, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığını ön plana çıkaran bir

kampanya yürütmüş ve beklediği koalisyonu oluşturamamıştır (Özhan, Ete ve

Bölme, 2011: 30). Referanduma ‘evet’ diyenler gerekçelerini paketin içinde var olan

88

değişikliklerden çok; baskıya, işkenceye, faili meçhul cinayetlere, dayatmalara ve

totalitarizme ‘evet’ dediklerinin altını çizmiştir. ‘Hayır’cılar ise cumhuriyetin temel

değerlerine, Türklüğe ve ülke bütünlüğüne karşı ihanet anlamına gelen bu

referanduma karşı çıktıklarını söylemişlerdir (Tanrıverdi, 2010: 70). “Evet’çiler

nazarında hayır diyenler ‘hain’ damgasını yemeye hazır, hayırcılar nazarında da evet

diyenler aynı şekildedir. Tartışmalar en galiz küfürlerin havada uçuştuğu bir

kutuplaşmaya doğru hızla ilerlemiştir” (Durmuş, 2010: 84-85). “Bir kere şunu

netleştirmek lazım ‘evet’ veya ‘hayır’ şeklinde ortaya konulan irade ne olursa olsun

bu oylama bir siyasi partiyi onaylama ya da onaylamama oylaması değil, bu ülkenin

geçmişiyle geleceğiyle hangi siyasi ya da ideolojik görüşten olursa olsun halkını

ilgilendiren ve 30 yıl kadar da geç kalınmış bir oylama” (Tezcan, 2010: 58) olarak

kabul edilmektedir. Ancak 12 Eylül referandumu, birçok kesim tarafından bir parti

oylamasına dönüştürülmüştür.

12 Eylül 2010 tarihinde 26 maddelik anayasa değişiklik paketinin oylandığı

referandum, Türkiye’de siyaseti kökten etkileyecek bir yarılma hattı oluşturmuştur.

Anayasa değişiklik paketinin hazırlanma süreci, TBMM’deki müzakereler ve

referandum tartışmaları sadece siyasi hukuku değil, siyasi kültürü de değiştirecek

dinamikleri harekete geçirmiştir. Bu anlamda, anayasa değişiklik paketinin

hazırlanması ve referandum tartışmaları, bürokratik vesayeti fiilen geriletmiştir

(Yılmaz, 2010: 6). Türkiye 2010’da altıncı defa referandum kapsamında sandığa

giderek demokratik yaşama doğrudan katılmıştır. Anayasanın 26 maddesinde

değişikliği öngören (Göker ve Doğan, 2011: 49) referandum, BDP ve bazı sol

grupların boykotuna rağmen % 77,1 gibi yüksek düzeyde bir katılımla, %57,9 ‘Evet’,

%42,1 ‘Hayır’ oyu ile sonuçlanmıştır. Yüksek katılım ve yüksek evet oyları

referandum sonuçlarında muhataraya yer bırakmamıştır (Yılmaz, 2010: 7). Bu

sonuçla, Türkiye’de 1961 Anayasası ile tesis edilen ve 1982 Anayasası ile pekişen

asker-sivil vesayetin tasfiyesi yolunda önemli bir eşik aşılmıştır (Laçiner, 2010: 3-6).

12 Eylül referandumu, siyasal sistemi, siyasal gündemi, siyasal merkezin yapısını ve

siyasi aktörlerin geleceğini ciddi bir şekilde etkilemiştir (Özhan, Ete ve Bölme, 2011:

30). 12 Eylül 2010 tarihindeki halkoylaması sonucu gerçekleştirilen anayasa

değişiklikleri, ülke demokrasisinin gelişmesine ve çalışma hayatının kalitesinin

89

artmasına sağlayacağı katkının yanında Türk endüstri ilişkileri sisteminin uluslararası

normlarda öngörülen standartlara erişilmesinde önemli bir aşama olmaktadır (Sayın,

2011: 527). 12 Eylül 2010 halkoylamasının gerçekleştiği demokratik şartlar Türk

demokrasisi adına kaydedilmiş nihai bir gelişme olarak kabul edilse de, elbette

yeterli kabul edilmemektedir (Yeşilorman, 2008: 217). Ruhi Ersoy, 17 Eylül 2010

tarihli ‘Referandumdan neden ‘Evet’ çıktı’ isimli yazısında, “’Evet’, düzenin

devamını simgeler, mevcut kaynakların ve rantın olduğu gibi devam etmesini

isteyenlerin sarıldığı bir ip konumundadır. ‘Hayır’, isyan ahlakına göndermede

bulunur, statükonun nasıl bir başka biçime dönüşeceği endişesini ifade eder. ‘Hayır’

demek her zaman zordur. Çünkü o, itirazı dile getirmek demektir. ‘Evet’, ortalama

bir tavırdır, sorunsuzdur. ‘Evet ve Hayır’ arasındaki bu ikilem, referandum

sürecinde de yaşanmıştır. Bu açıdan bakıldığında ‘evetçi’ cephede yer alanlar

homojen değildir. Her bir grubun evet gerekçesi bir diğerinden farklıdır. Kimi dini,

kimi siyasi; ama çoğunluk da ortak payda değişik türleriyle karşılaşılabilen bir

ranttır. Fakat ‘hayır’ cephesi her ne kadar siyasal tercih ve gerekçeler farklı da olsa

genel anlamda saf, arı ve Ak Parti’ye karşı oluşmuş kristalize bir bloktur” (Ersoy,

www.ortadogugazetesi.net, 17-09-2010) diyerek sonucunun analizini yapmıştır. 12

Eylül referandumu, yeni Türkiye’nin inşa sürecinin gerçekten başlayacağına dair

kuvvetli kanaatin tüm toplumsal kesimlerde yerleşmesini sağlamıştır. Referandum

sürecinde, müesses nizamın tarihi ve konjonktürel aktörleri ya tasfiye olmuş ya da

ciddi dönüşümler yaşamak zorunda kalmışlardır. CHP, eski Türkiye’nin en sembolik

ismi olan genel başkanını, MHP, sırtını her dönemde en güvenle yasladığı milliyetçi

muhafazakâr tabanını, BDP, Kürt siyasetinin yıllardır dile getirdiği en temel demok-

ratikleşme taleplerini, ordu yerleşik düzen içerisindeki müstesna konumunu, yargı

tahkim gücünü 12 Eylül’e kurban vermiştir (Özhan, Ete ve Bölme, 2011: 7).

2.1.8. 2010 Dönemindeki Gazeteler ve 2010 Referandumuna

Yaklaşımları

2010 yılında Türk basınında şu gazeteler yer almaktadır: Cumhuriyet,

Tercüman, Güneş, Milliyet, Hürriyet, Dünya, Akşam, Radikal, Sabah, Akşam, Vatan,

Yeni Şafak, Vakit, Yeni Asya, Zaman, Star, Habertürk, Taraf, Birgün vs. Çalışmanın

90

bu bölümünde yukarıda sayılan gazetelerin hepsini incelemek yerine sadece

uygulama kısmında kullanılmış olan gazeteler üzerinde durulmuştur. Ayrıca bu

gazetelerin 2010 referandumuna yaklaşımları da irdelenmiştir.

2.1.8.1. Cumhuriyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı

Kurtuluş Savaşı’nın ardından ilan edilen cumhuriyet rejimi, halk tarafından

heyecanla karşılanmıştır. Bununla beraber, yeni sistemin hayata geçirilmesi sırasında

yapılan değişikliklerin, hem istenildiği oranda hızlı olmaması, hem de bazı çevreler

tarafından sürekli eleştiriye uğratılması, rejimi savunmak ve kamuoyu oluşturmak

amacını güden bir gazetenin oluşturulmasına yol açmıştır (Emre Kaya, 2010: 76). Bu

amaçla, Cumhuriyet, 7 Mayıs 1924 tarihinde İstanbul’da yayınlanmaya başlamıştır.

Gazetenin kurucuları, Yunus Nadi, Zekeriya Sertel ve Nabizade Hamdi’dir. Üç ortak,

gazeteyi Mustafa Kemal’in emriyle ve onar bin lira sermaye ile kurmuşlardır.

Gazetenin çıkış hikâyesi Kemalist rejim ile İstanbul basınının kavgasının da

hikâyesidir (Tellan, 2009/b: 29). Cumhuriyet’in 2010 yılındaki sahibi Cumhuriyet

Vakfı adına İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, Genel Yayın Yönetmeni ise, İbrahim

Yıldız’dır.

Cumhuriyet gazetesi, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğine giden yolda

‘hayır’ söylemini hem haberlerinde hem de köşe yazarları vasıtasıyla sürekli üreterek

anayasa değişimini onaylamadığını göstermiştir. Cumhuriyet gazetesi anayasa

değişikliğini istememesinin gerekçesini şuna dayandırmıştır: “AKP’nin gizli bir

siyasal gündemi olduğu ve yapacağı anayasa değişikliği ile kendi denetiminde

olmayan yüksek yargıyı ele geçirerek özellikle Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler ve

Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısını değiştirerek yargıyı da kendi

denetimine alarak daha otokratik ve baskıcı bir rejim kuracağı savı oluşturmaktır.

Bu bağlamda AKP’nin gerçekleştirmeyi düşündüğü çalışmaların Anayasa

Mahkemesi’nden ve yüksek yargıdan dönmemesi için o kurumların yapısını

değiştirmeye yönelik bir faaliyet olduğu ve böylece özü itibariyle bir Amerikan

projesi olan ılımlı İslam ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) hayata geçirilmesinin

önündeki engellerin ortadan kaldırılacağı yönündeki argümana vurgu

yapılmaktadır” (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 107). Cumhuriyet gazetesi, Ak Parti’ye

91

yüklenirken CHP’nin politikalarını desteklemiştir. Kepenk’in yazısındaki şu ifadeler

bu durumu tüm netliğiyle ortaya koymaktadır. “CHP, Genel Başkan Kemal

Kılıçdaroğlu ve tüm birimleriyle, halkoylaması sürecinde, sorunlara ve çözümlere

uzlaşmacı bir yaklaşım sergiliyor. CHP’nin, özgürlükçü demokratik yeni anayasaya

altyapı oluşturacak uzlaşma anlayışı, hukukun üstünlüğü; yargının bağımsızlığı ve

tarafsızlığı; yolsuzluk ve rüşvetten arındırılmış bir kamu yönetimi; barış,

demokratikleşme; bilim ve sanat özgürlüğü üzerinde yükseliyor (Cumhuriyet, Yakup

Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’, 6 Eylül 2010, s.15).

Enis Coşkun, 6 Eylül 2010 yazısında “Büyülü Elma Referandumu”

(Cumhuriyet, Enis Coşkun, 6 Eylül 2010, s.2) isimli yazısında, “12 Eylül’de

yememiz için sunulan elma, halkımızı ölümcül bir uykuya yatıracak, işte böylesi

zehirli bir elmadır” ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadelerden de belli olduğu gibi

Cumhuriyet gazetesi anayasa değişikliğini doğru bulmamaktadır. Gazete, anayasa

değişikliğini bir Ak Parti mücadelesi olarak görmüş ve sandıktan çıkabilecek bir

‘evet’i Ak Parti’nin zaferi olarak görmüştür. Yakup Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’ (6

Eylül 2010) isimli yazısında bu durumu şu şekilde anlatmaktadır: “Halkoylaması ya

evet denerek AKP’nin İslamcı özelliğinin, yargının yürütmeye bağımlı kılınması

yoluyla daha da siyasallaşması ve buna bağlı olarak bütün kurum ve kuruluşları sarıp

sarmalamasına yol açacak ya da hayır denerek bu gidişi durduracak; hukukun

üstünlüğünün, bireyin özgürlüğünün, toplumun çağdaşlaşmasının,

demokratikleşmesinin ve ilerlemesinin temeli olacaktır” (Cumhuriyet, Yakup

Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’, 6 Eylül 2010 s.15). Kepenk yazısının en sonunda,

“Ülkenin geleceğinin bu tarihsel kavşağında, demokratik sorumluluk bilinciyle ve

tatili yarıda kesmek dâhil, her tür özveride bulunarak Ak Parti anlayışına hayır

denmesi, oluşan hak, hukuk, özgürlük, çağdaşlık ve barış umutlarının yeniden

yeşermesi gerekiyor” ifadeleriyle halkoylamasında değişikliğe ‘hayır’ denmesi

gerektiğini savunmuştur. Cumhuriyet, “anayasanın grev hakkı vermeyen toplu

sözleşme maddesine de, HSYK’yi hükümet organına çeviren, Anayasa

Mahkemesi’ni yasamayı denetleyemez hale getirecek maddelerine de “hayır”

diyeceğiz. Ama bir de köprü kapatan Bono için, Bonocu Mehmet için “hayır” desek

fazla mı olur yani” (Cumhuriyet, Güray Öz, ‘Hayır’, 8 Eylül 2010, s.6) diyerek

92

anayasa değişikliği konusundaki politikasını belli etmektedir. Akbal, “Şeker

Bayramı’nda atacağımız oylar milletimize, geleceğimize, yaşantımıza Hayır’lı

Olsun” (Cumhuriyet, Oktay Akbal, ‘Hayırda Hayır Vardır’, 9 Eylül 2010, s.2)

ifadelerini kullanarak dolaylı yoldan kamuoyuna ‘hayır’ oyu vermeleri yönünde

çağrıda bulunmuştur. “12 Eylül’e karşı değil, 12 Eylül’ün katmerlisi bir 12 Eylül

yaşıyoruz! Buna en iyi yanıt, iyi bir ‘hayır’ şamarı olur!” (Cumhuriyet, Orhan

Bursalı, ‘Hayırlı Bayramlar’, 9 Eylül 2010, s.6) ifadelerini ‘Hayırlı Bayramlar’ isimli

yazısında kullanan Orhan Bursalı, anayasa değişikliğini onaylamadığını

göstermektedir. Cumhuriyet’in diğer köşe yazarı Ataol Behramoğlu’da anayasa

değişikliğini onaylamadığını şu ifadelerde göstermiştir: “Bütün bu ve benzer

nedenlerle ve mağdurlarından biri olduğum 12 Eylül rejimi kurbanlarının acıları

utanmazca istismar edilerek gidilmekte olan halkoylamasında verilecek her ‘evet’

oyu, Tayyip Erdoğan şefliğinde hedeflenen bir sivil dikta rejimine ‘evet’ anlamına

gelecektir. Ülkemizin, çocuklarımızın, torunlarımızın bugünleri ve geleceği adına:

Sivil dikta anayasasına hayır!” (Cumhuriyet, Ataol Behramoğlu, ‘Sivil Dikta

Anayasasına Hayır’, 11 Eylül 2010, s. 6). Cumhuriyetin diğer bir yazarı Ümit

Zileli’de ‘Bin Kere Hayır’ (Ümit Zileli, ‘Bin Kere Hayır’, 9 Eylül 2010, s. 14)

diyerek gazetenin ‘hayır’ kampanyasını desteklemiştir.

Tüm yazarlarının ortak bir ‘hayır’da toplandığı Cumhuriyet gazetesi,

referandumun yapılacağı gün, “Demokrasi için sandığa” (Cumhuriyet, 12 Eylül

2010, s.1) başlığıyla çıkmıştır. Manşet haberin içeriğinde nesnel bir dil kullanılmış,

haberde sadece oy kullanırken neler yapılacağı üzerinde durulmuştur. Cumhuriyet

gazetesi, referandum sonucunu “Sandıktan ‘evet’ çıktı” (Cumhuriyet, 13 Eylül 2010:

1) manşetiyle duyurmuştur. Gazete manşetin devamında kullandığı başlıkta

“Başbakan Erdoğan destek veren siyasi parti ve kesimleri kutladı” üst başlığını ve

“Gülen’e teşekkür’ başlığını kullanmıştır. Cumhuriyet gazetesi söylemlerinde,

başbakanın ülkeyi darbeciler ve demokratlar olarak böldüğüne dikkat çekmiş ve

yapılan bu tasnifi eleştirmiştir. Bir yandan da sonucun Ak Parti için olumlu

olmasında Fethullah Gülen ayağına vurgu yapılmış ve bu durum dolaylı yoldan

eleştirilmiştir.

93

2.1.8.2. Milliyet Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı

3 Mayıs 1950 günü İstanbul halkı o güne dek alıp okudukları Cumhuriyet,

Yeni Sabah, Vatan, Hürriyet ve Akşam gazeteleri dışında Milliyet isimli yeni bir

gazete ile karşılaşmıştır (Tellan, 2009/a: 82). Ali Karacan, 3 Mayıs 1950’de yayın

hakları Arif Oruç’tan satın aldığı Milliyet’i yayınlamaya başlamıştır. Karacan,

Milliyet’in başyazarlığını 7 Temmuz 1955 tarihinde ölene dek sürdürmüştür (Tellan,

2009/a: 83). Milliyet’in 2010 yılındaki sahibi ise, Doğan Gazetecilik A.Ş. adına

Aydın Doğan, Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu’dur. Milliyet gazetesi, 80

darbesine tanıklık etmiş ve darbeyi, “Bir darbe daha: 12 Eylül 1980. ‘Silahlı

Kuvvetler Yönetime El Koydu’” (Milliyet, 12 Eylül 1980) başlığıyla manşetten

duyurmuştur. Milliyet darbeden üç gün sonra dünyanın darbecileri desteklediğini:

‘Dış dünya yeni yönetimi destekliyor’ (Erdin, 2010: 148) ifadeleriyle ilan etmiştir.

Milliyet gazetesinin, ‘Huzura Giden Yol’ (Erdin, 2010: 151) şeklindeki başyazısının

başlığı gazetenin de darbeyi desteklediğini göstermektedir.

Yıl 2010… Milliyet gazetesi bu sefer 82 Anayasası’nın bazı maddelerinin

değişim aşamasına tanıklık etmiştir. Merkez bir çizgide yer alan gazete, orta yol

izlemek yerine daha çoğunlukla anayasa değişikliğini destekleyen bir söylem

geliştirmiştir. Gazete referandum sonucunu şu şekilde duyurmuştur: “6 milyon oy

farkla Evet” (Milliyet, 13 Eylül 2010: 1). Anayasa değişikliği için ‘evet’e giden

yolda destekler tarzda bir söylem üreten Milliyet gazetesi, bunu köşe yazılarında ve

haberlerinde göstermiştir. Daha önce Cumhuriyet gazetesinde yazan ama şu anda

Milliyet gazetesinde olan Hasan Cemal, 12 Eylül’e giden yolda 80 darbesinde

işkence görmüş olan kişilerin hikâyelerine yer vererek, neden ‘evet’ demeleri

gerektiğini gerekçelendirmiştir. “Yetmez ama evet!” diyorum diyen Cemal, oyunu

köşesinde sık sık dile getirmiştir. Cemal, sandıktan ‘evet’in çıkmasını ve bundan

duyduğu sevinci ise, şu şekilde ifade etmiştir: “Yüzde 42 hayır oyuna karşılık yüzde

58 evet... Bu sonuca sevindim. Çünkü referandum sürecinin başından beri ben de

‘evet’i savunuyordum” ifadeleriyle duyuran Cemal, sonucun ‘evet’ çıkmasını neden

memnuniyet verici olarak karşıladığını şöyle anlatmıştır: “Evet’lerin Türkiye’de

demokrasi ve hukukun üstünlüğü açısından bir fırsat kapısını aralamasını daha yakın

94

bir ihtimal gördüğüm için evet’ten yanaydım. Bu ülkede darbeciliğin ürünü olmayan

yeni bir anayasal düzene giden yolun açılabileceğini düşündüğüm için ‘evet’

diyordum. ‘Bürokratik vesayetin geriletilmesi, yüksek yargıda geçerli, kendi içine

kapalı ‘kast sistemi’nin sona ermesine zemin hazırlayabileceği için ‘evet’ diyordum”

(Hasan Cemal, www.milliyet.com, 13-09-2010). Bu durum, Milliyet gazetesini orta

bir yol izlemek yerine anayasa değişikliğini tam anlamıyla desteklediğini

göstermiştir.

2.1.8.3. Zaman Gazetesi ve 2010 Referandumuna Yaklaşımı

Zaman gazetesi, yayın hayatına 1986 yılında Fehmi Koru’nun yönetiminde,

Feza Gazetecilik A.Ş.’ye bağlı olarak başlamıştır ve Fethullah Gülen cemaatinin

gazetesi olarak bilinmektedir (Sönmez, 2010: 49). Zaman gazetesi, Ak Parti’nin

kuruluşundan itibaren bu siyasal hareketin ideolojik destekçisi (Yaylagül ve Çiçek,

2011/b: 254) olarak görülmüştür.

12 Eylül 2010 referandum süreci anayasa değişikliği konusunda ‘evet’

kampanyasının medya ayağını yürüten gazetelerden olan Zaman (Devran ve Seçkin,

2011: 174), halkoylamasının sonuna kadar bu tavrını sürdürmüştür. Zaman gazetesi

anayasa değişikliğine ‘evet’ deme nedenini şu şekilde gerekçelendirmiştir: “1982

Anayasası bir darbe anayasasıdır. Demokrasinin ve Avrupa Birliği’ne girme yolunda

demokratikleşme çabalarının önünde bir engeldir. Bu durum küresel sermayenin

Türkiye’ye gelmesini ve gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu anayasayı

savunanlar statükocu ve darbe anayasasının savunucuları, darbeci zihniyetin

sahipleridir. Eğer halk referandumda ‘evet’ derse darbe anayasası değişmiş olacak ve

bunun sonucunda demokrasi gelişecek ve halk özgürleşip zenginleşecek. Dolayısıyla

bu anayasa değişiklik paketi ile (eğer evet çıkarsa) bütün sorunlar çözülecek. ‘Hayır’

çıkarsa, darbeci zihniyet statükocu yapıyı sürdürecek ve böylece demokrasi ve

ekonomi geriye gidecek ve halk daha da yoksullaşacaktır” (Yaylagül ve Çiçek,

2011/a: 107). Zaman, onaylama gerekçesini gazetenin köşelerinde de, “…yargıya

demokrasi gelsin istiyorsak EVET diyeceğiz” (Ali Ünal, Zaman, 6 Eylül 2010, s.21)

ve “Darbe anayasasının ruhuna ilk defa dokunulacak. Yargıdaki kast sistemi ilk defa

sarsılacak. Demokratikleşme yeni bir ivme kazanacak” (Hüseyin Gülerce, Zaman, 10

95

Eylül 2010, s.21) şeklinde yansıtmıştır. “Yazın dünyasından, eğlence ve spor

endüstrisinin popüler figürlerinden “evet” ya da “yetmez ama evet” biçiminde

açıklamalar gelmiştir. Evet blokunu güçlendirme mücadelesinde seferberlik ilân eden

gazetelerin başında gelen Zaman gazetesi her gün bu isimleri ön sayfadan vermeye

özen göstermiştir” (Devran ve Seçkin, 2011: 190).

Zaman gazetesi, oylamanın yapıldığı 12 Eylül 2010 tarihli manşetinde

“Darbeciler o gün halkın onurunu yere serdi” ifadelerine yer vererek söylemlerinde

darbeciler ve halk karşıtlığına vurgu yapmaktadır. Referandum günü, “Artık ayağa

kalkma zamanı” (Zaman, 12 Eylül 2010: 1) manşetini kullanan gazete, “Türkiye, 12

Eylül 1980’de demokratik düzeni silah zoruyla yıkanların yazdığı darbe

anayasasında değişiklik yapmak için yarın sandık başına gidiyor. Aradan geçen 30

yılın ardından şimdi, ‘Bir yıl önce planlamıştık. Ama şartların olgunlaşmasını

bekledik’ diyenlerle yüzleşme zamanı. Halk, referandum sayesinde 12 Ocak 1980’de

Bakırköy’deki bir lisenin bahçesinde olduğu gibi kendini yere yatıranlardan bunun

hesabını soracak” spotunu kullanmıştır. Bu ifadelerde gazete geçmişi halkın gözünde

canlandırmaya çalışmış ve kullandığı fotoğrafla da bunu somutlaştırmıştır.

Referandum sonucunu “Demokrasinin zaferi” (Zaman, 13 Eylül 2010: 1) şeklinde

manşetten duyuran Zaman gazetesi, spotunda şu ifadeleri kullanmıştır: “Türkiye, 12

Eylül darbesinin 30. yıldönümünde tarihi bir karar verdi; darbe anayasasını kısmen

değiştirip daha özgür ve demokratik bir dönemin kapısını açtı. Halkın yüzde 58’i

sivil anayasasının ilk adımına ‘evet’ derken, katılım oranı yüzde 77’yi geçti. Artık

Türkiye’de yüksek yargının yapısı ve seçim sistemi değişti. YAŞ ve HSYK

kararlarına mahkeme yolu açıldı. Engellilerden kadınlara, çocuklardan memurlara

kadar bütün toplum kesimlerinin temel hak ve özgürlükleri teminat altına alındı.” Bu

ifadelerde bile gazetenin sonuçtan ne kadar memnun olduğunu göstermeye yetmiştir.

Ali Bulaç, oylamadan bir gün sonraki yazısında, “AK Parti, SP, BBP, sınavlarını iyi

verdiler; CHP, MHP, BDP ve diğer sol partiler ise başaramadı (Ali Bulaç, Zaman, 13

Eylül 2010, s.23) ifadelerine yer vermiştir. Bulaç, oylamayı bir sınav olarak

değerlendirmekte ve değişikliği onaylayan partilerin sınavdan başarıyla çıktığını,

onaylamayan partilerinse başarısız olduğunu vurgulamaktadır. Hüseyin Gülerce, 18

Mayıs 2011 tarihli Zaman’da yayımlanan yazısında oylamanın değerlendirmesini şu

96

şekilde yapmıştır: “….12 Eylül’de sokaklara dökülmeden, tankların üzerine

çıkmadan, seçmen iradesi yoluyla, asırlık vesayet rejimine ilk defa ‘dur’ denildi.

Referandumdaki yüzde 58 evet, bir asır süren acziyetten sonra, vesayete karşı ortaya

konmuş ilk demokratikleşme iradesi ve kararlılığıdır” (Ulagay, 2012: 44).

Gülerce’nin bu sözlerinde olduğu gibi Zaman gazetesin baştan sona kadar anayasa

değişikliği konusunda ‘evet’ yönünde bir propaganda geliştirmiş ve sonuçtan

duyduğu memnuniyeti gazetecilik objektifliği kriterinden hiç çekinmeden ortaya

koymuştur.

97

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

3. MİZAH VE KARİKATÜRDE İDEOLOJİ VE SÖYLEM

Görmenin, düşünmeden önce var olduğu, kabul edilen bir gerçektir. İnsanlar

düşünmeye başlamadan önce görmeyi öğrenirler. Konuşma keşfedilmeden önce eski

çağlarda insanlar mağaralara çizdikleri figürlerle anlaşmışlardır. Her ne kadar görme

düşünmeden ve konuşmadan önce gelse de görmenin sonucunda oluşturulan çizimler

bir düşüncenin ürünüdür. Mağara duvarlarında yer alan ve gözün gördüğü çizimler,

önce ‘us’tan geçerek orada somutlaşmışlardır. “Gülümseme” ve “düşünme” sadece

insanlarda bulunan bir ayrıcalıktır. Bu ayrıcalığın oluşturduğu mizah kültürü

insanlığın başlangıcından bu yana var olagelmektedir. Baskı makinasının gelişimine

paralel olarak mizah ve karikatür daha da yaygınlaşmıştır. Karikatür gazetelerle,

dergilerle, sergilerle hedef kitlesine ulaşmaya çalışırken, daha sonra TV’ye girmiş,

internet ağı ile yepyeni bir iletişim olanağına kavuşmuştur. Çalışmanın bu

bölümünde ilk olarak, mizah ve karikatürün tanımı yapılmıştır. Çalışmada, daha

sonra, karikatürün dünyadaki ve Türkiye’deki gelişimi anlatılmıştır. Çalışmanın

uygulama kısmında ‘siyasi karikatürlerin’ incelenmiş olması nedeniyle siyasi

karikatür ve karikatürde dil ile söylem ilişkisi üzerinde de durulmuştur.

3.1. Mizahın Tanımı

Genel olarak mizah; olayların gülünç, alışılmadık ve çelişkili yönlerini

yansıtarak insanı düşündürme, eğlendirme ya da güldürme sanatına verilen ad

(Güneri, 2008: 51) şeklinde tanımlansa da mizahın tek tanımı bu değildir. Farklı

kaynaklarda farklı tanımları olan mizah kavramı, Meydan Larousse

Ansiklopedisi’nde; “gerçeğin güldürücü yanlarını ortaya koyan sanat türü”; Türk Dil

Kurumu’nun (TDK) Türkçe sözlüğünde “gülmece, eğlence, latife, şaka vb.”

(http://www.tdk.gov.tr., 05-05-2012) şeklinde tanımlanmaktadır. Platon’un

kıskançlıktan kaynaklanan talihsiz bir kendini tanımazlık olarak tanımladığı mizah,

Aristoteles’e göre ahlak, sanat ve dini aşağılayan bir tavırdır (Sutherland ve

Sylvester, 2000: 169). Aziz Nesin’e göre ise, mizah, “sesini duyurabildiği insanı

hangi oranda olursa olsun, güldürebilen her şeydir.” Arapça kökenli olan bu sözcüğe,

Türkçe olarak bazı kaynaklar ‘gülmece’ karşılığını kullanıyorlarsa da mizahın sadece

98

gülme unsurundan oluşmadığı vurgulanarak sözcüğün yeterli olmadığı görüşü ağırlık

kazanmaktadır (Özer, 1994: 6). Her ne kadar sarı mizah, kara mizah, pembe mizah

gibi renklerle ifade edilen mizah türleri varsa da az ya da çok gülümseme ya da

kahkaha, acı acı gülme, sırıtma, bıyık altından gülme, pis pis gülme, bazılarına göre

beyinsel gülme gibi mizahın etkisine karşı tepkiler söz konusu edilemezse eksik

tanım yapılmış olur. Her ne türden olursa olsun, tüm gülme şiddetleri mizah sanatı

içerisinde sağlıklı ortamlarda geçerlidir (Özer, 1985: 3). Mizahın farklı farklı

tanımları olsa da en özlü, en kısa tanımı elbette Diderot’un “Saçmanın (absürdün)

mantığı” (Tokmakçıoğlu, 2011: 140) şeklindeki tanımıdır. Mizah perspektifi olan

birçok görme biçimlerini kendisinde toplamıştır. Göstergeler, ikna, kontrol ve

manipülasyon etkisine sahip olmaları nedeniyle yan anlam açısından ideolojik bir alt

yapının oluşturulmasında özel bir etkiye sahiptir. Bir ‘gösteren’ olarak mizahı

anlamaya çalışmak, gösterilenin çözümsüz ya da dokunulmaz olanı tarifleyen

sürekliliğini kesintiye uğratmak (Yücel, 2008: 106) olarak algılanmaktadır.

Farklı mizah tanımları olduğu gibi farklı mizah türleri kategorileri de

bulunmaktadır. Göker, mizah türlerini; komik, espri, ironi, hümor ve satir biçiminde

sınıflarken (1993: 3), Öngören, mizah türlerini; fıkra, mizahi hikaye, mizahi şiir,

karikatür, yazısız karikatür, kukla ve komedi olarak gösterir ve bunların ortaya

çıkışının tek bir nedene bağlanamayacağını da dile getirir (1998: 34). Mizah kendi

içinde ‘pembe mizah’ ve ‘kara mizah’ gibi dallara ayrılır. Pembe mizah, adından da

anlaşılacağı gibi iyimser ve daha yumuşak bir mizah türüdür. Buna karşın sanatın

tüm dallarında etkin bir ağırlığı olan kara mizahta ise yıkıcılık ön plandadır.

Yerleşmiş değer yargılarını, kurumalı ve hatta en etkin iletişim aracı olan dili bile

karşısına almaktan çekinmez, karşı çıkış onun var oluş nedenidir. Hasımlarını

gülünçleştirir, gülünçlük düzeyine indirgenmiş kurumlar ve durumlar, eskisi gibi var

olsalar bile mizahçıların onlarda bıraktığı izlerden hayatları boyunca kurtulamazlar.

Kara mizah her şeyden önce bir fark ediştir; daha sonra bu farkı diğer insanlara

hissettirmek için bulunan bütün sınırları zorlayarak amacına ulaşmaktadır (Arık,

1998: 46). Mizah, şakaları, kelime oyunlarını, komik hikayeleri, takılmaları,

sataşmaları, nükteleri ve komik davranışları maskaralık etmek olarak gösterir. Mizah

aynı zamanda taşlamadan, alaycılıktan, alaylı gözlemlerden ve saçmalıklardan da

99

oluşabilir (Lang ve Lee, 2010: 46-60). Bu nedenle, batıda ortaçağ boyunca gülme,

cennetle alay etme, yani mevcut egemen güç ve onun ideolojisine karşı çıkma

anlamına gelmiştir. Hemen hemen her toplumsal yapıda gülme ve mizah benzer bir

nitelik taşımaktadır. Toplumsal gerçekliğe gülünç, sıra dışı, eğlenceli, satirik bir dille

yaklaşımın adı olan mizahın ana karakteri ise, eleştirel olmasıdır (Bulut, 2011: 499).

3.2. Mizahın İşlevi

Mizah gülünçlüğe neden olan bir şeyin tanımı olduğu gibi gülünç olan bir

şeyi görebilme, algılayabilme ve anlatabilme yeteneğini de belirtir (Özünlü, 1999:

19). Şüphesiz mizah özünü ‘gülme’ olgusundan almaktadır. “Mizahın kökeninde

gülme vardır. Mizah amacına güldürme yoluyla varır” (Arık, 1998: 43). Gülmenin,

önemli kabul edildiği mizah, eğlenceyi artırarak, insanları uyarıp, gülme durumunu

oluşturmaktadır. Mizah pek çok toplum için önemli ve faydalı bir sosyal araçtır.

Mizahın evrensel bir özelliği vardır ve her kültürde geçmişten gelerek pozitif

etkilerini insan yaşamında göstermektedir (Uğur, 2007: 14). Sanders, “Başlangıçta

gülme vardı” (Sanders, 2001: 17) diyerek gülmenin ve dolayısıyla mizahın ne kadar

eskilere dayandığına ve insan hayatında ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir.

“Gülme, o kadar temel, evrensel ve yararlı bir tepkidir ki, herhangi bir yerde ya da

herhangi bir zamanda gülmeyen bir insan topluluğunu düşünebilmek güçtür. Günlük

dilde bir insanın mizah duygusundan söz eder, gülmenin ne kadar temel bir edim

olduğunu kabul ederek onu geleneksel beş duyunun yanına yerleştiririz” (Sanders,

2001: 24). Mizahın genellikle moral veren, kırgınlıkları gideren, kaygıyı azaltan,

şevk veren, dikkat çeken yönlerinin (Uğur, 2007: 17) yanında çoğu zaman hoş

görüyü de özünde barındırmaktadır. Balcıoğlu ve Öngören’in, “Mizahın kökeninde

eğlence ve hoşgörü yer alıyor. Yeryüzünde, hemen bütün alanları içine alan mizah,

eğlence ve hoşgörü boyutları ile kişilik kazanmış ve temel gelişimini sürdürebilmiştir.

Mizah başlangıçta; şakası ile taşlaması ile ya da fıkrası, komedisi, karikatürü,

hikâyesi ile çağımızdaki örneği gibi var olmadığına göre, karşımıza ilgi çekici bir

gelişme çıkacaktır” (1973: 9). Mizahın bir ahlakı, bir edebi vardır. İnsanın,

dünyadaki, giderek evrendeki yaşamını güzelleştirmek içindir. Mizah, insanları

aşağılamak, sahip oldukları değerleri küçümsemek, onlara hakaret etmek için olmasa

100

(İnam, 2009: 5) bile kişilerdeki ya da doğal sayılan bazı olaylardaki bir takım

çarpıklık, uyuşmazlık, çelişki ve gülünçlükleri bulup açığa vurma, gözler önüne

serme sanatı (Cevizci, 2002: 282) kabul edilmektedir. Bu yüzden mizah, hayatın

komik ve güldürücü yönlerini ortaya çıkaran bir olgu olarak kabul edilmektedir.

Mizahın içinde karikatür, hiciv, fıkra, durum komedileri gibi sanatın birçok alt dalı

yer almaktadır. Mizah aklın keskinliğini ortaya koyan bir sanat alanı olarak en kaba

şakadan en ince espriye kadar geniş bir yelpazeye yayılmakla birlikte görünürde

uyumlu olan, ama aslında uyumsuzlukların birbirini beslediği, sözde uyumlu

parçaların bir bütünlük içinde sergilenmesiyle oluşmaktadır (Bayram, 2009: 108).

Böylelikle mizahın iki işlevi olduğu görülmektedir: İlk işlevi, politik baskı

dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlerde, olmadık işkencelere, hakaretlere

uğrayan insan, patlamaya hazır bir bomba gibidir. Sadece bir kıvılcım, fitilinin

yanmasına ve bombanın patlamasına neden olabilmektedir. Patlama, ya baskıyı

gerçekleştiren sistemi yerle bir eder ya da insanın bu ortama daha fazla dayanmasını

mümkün kılmaktadır. İşte o kıvılcım mizahın ta kendisidir. Tepkinin ifadesi olan

muhalefet, insanı düştüğü durumdan çekip çıkarır. Diğer bir işlevi ise, baskı

dönemlerinin tam tersi olan özgürlük ortamında belirir. Özgürlüğün hüküm sürdüğü

durumlarda baskılar yitip gitmiştir. İnsanların öldürülmediği, sürülmediği ve

hapishanelere atılmadığı bir ortam söz konusudur. Günlük ve yaşamsal sorunlardan

insanın kaçarak sığınmak istediği mizahta (Tuncel ve Bahtiyar, 2005: 98), amaç

eğlendirmek değil, bir olayın komik yanlarını ortaya çıkarmaktır (Arık, 1998: 47).

Mizah ilk kaynağında genel bir eğlence içinde yer alırken, zamanla, mizah gibi genel

bir kavram yerine, şaka, alay, hiciv, matrak, taşlama, iğne, nükte gibi mizah

çeşitlerinin egemen oldukları göze çarpmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 13).

Mizahın tarih boyunca binlerce tanımı yapılmıştır. Bu tanımlar zamana ve

mekâna göre birçok değişimler geçirmiştir ama değişmeyen tek bir yanı vardır mizah

tanımının, o da mizahın ezilenin ezene, güçsüzün güçlüye karşı silahı olmasıdır

(Kırca, 1996: 1436). Toplumsal gerçekliğe gülünç, eğlenceli, bir dille ulaşmanın adı

olan mizahın temel özelliği eleştirel bir yapıya sahip olmasıdır. “Mizah geçmişte ve

günümüzde, toplumsal gerçekliklere güzelleme yapması ile değil, toplumsal eleştiri

geliştirmesi ve sorunları görünürleştirmesi ile popüler muhalefet biçimlerinin başında

101

gelmektedir” (Köse, 2011: 399). Mizah, bireylerin günlük pratiklerini

gerçekleştirirken farklı yollarla (sözlü, yazılı, işitsel, görsel, estetik vb.) dile getirilen

ve geçmişten günümüze değin uzanan eleştirel okuma becerisinin parçası olan bir

muhalefet aracıdır. Tarihsel süreç içerisinde gözlemlendiğinde ise, mizahın özünde

muhalefeti, karşı duruşu, eleştiriyi, protestoyu, yergiyi, alayı ve gülmeyi tek tek ya da

bir arada barındıran süreç olduğu belirginlik kazanmaktadır (Tellan ve Tellan, 2011:

989). Mizah, düşünceleri şaka ve nüktelerle süsleyerek anlatan söz ve yazı çeşidi

olmakla beraber zaman içinde daha ağır türleri de içine alan bir terim haline

gelmiştir. Mizahta temel hedef güldürme ise de çok defa güldürmenin altında fert ve

toplumdaki aksaklıkları, çirkinlikleri eleştirme ve iğneleme, düzeltme amaçları da

gizlidir. Mizah halk zekâsının ürettiği bir savunma aracı olarak da görülmüştür.

Gerçeklerin sebep olduğu acılara boyun eğmeyen mizah, kimlikleri dile getirme

biçimlerinden biri olduğu gibi zulme dayanan yönetimlere karşı aşağı tabakalardan

gelen bir direniş biçimi olarak da tanımlanmaktadır (Seyhan, 2011: 191). Cenap

Şehabettin mizahın bu yöndeki işlevini şu ifadelerle dile getirmiştir: “Mizah

gazetelerinin zan ve tahmin olunduğundan pek ziyade mühim bir vazifesi vardır:

Uslandırma ve uyandırma! Mizah bu vazifesini sopayla, yumrukla, kaba vasıtalarla

değil, ustura gibi keskin nüktelerle, şeytan tozu gibi biraz yakan biraz kaşındıran ve

hafifçe öfkelendiren nüktelerle yapar. Mizah gazetesinin her cümlesi bir gafilin

burnuna çevrilmiş bir fiske olmalıdır” (Şahabettin, Cenap, Akbaba, 20 Haziran

1963). Dolayısıyla mizah, muhtemelen insanlığın konuşmaya ve gülmeye başladığı

günden bu yana dünyayı ve elbette giderek kurumsallaşan siyasi otoriteyi algılama ve

yalnızca zihinsel olarak da olsa onu alaşağı etme yöntemlerinden biri (Öğün Emre ve

Çavdar, 2011: 481) olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle; toplumsal yaşamın

neredeyse her anında var olan ve kültürel özellikler sergileyen mizah, kimi zaman bir

başkaldırı, kimi zaman bir karşı duruş kimi zaman da aykırılıkların, farkındalıkların,

serzenişlerin ve gerçeği bilmeye karşın onu dolaylı yollardan dile getirmenin tarzıdır.

Sosyal bir varlık olarak yaşayan birey, yaşamı boyunca iletişimsel eylemlerde

bulunurken; iletişimin doğasına ve zamanın ve mekanın belirleyiciliğine ya da

tıkanan kendini ifade etme alanlarına alternatif yeni söylem üretim mekanizmalarına

bağlı olarak sık sık mizaha başvurmaktadır (Tellan ve Tellan, 2011: 989). Mizah, bu

karşı duruşuyla, kalıpları kıran, ezber bozan özellikler taşımaktadır (İnam, 2009: 5).

102

Mizahın en önemli özelliklerden biri, kültür ile bütünleşmiş bir olgu

olmasıdır. Toplum hayatında her zaman var olduğu gözlenen mizah toplumların

geçmişten getirerek biriktirdikleri, gelenek ve görenekler, yaşam tarzları, tarihleri

gibi manevi değerleri arasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü yaşananların aynasıdır

(Fırlar ve Çelik, 2010: 166-167). Mizah, bireysel aktörle toplumsal olanın gündelik

pratikleri arasındaki karşılıklı etkileşimin mecrasında yer alır. Mizah aslında bu

ilişkilere müdahil olan ve daha genel bir nitelik taşıyan ahlaki çerçeveleri bireysel

düzleme taşıyan bir araç olarak işlev görür. Toplumsal yapılar, toplum içindeki

etkileşimlerin yarattığı şablonlar etrafında örülür, bu şablonların sınırı ise, ‘doğru’ ve

‘yanlış’ yargılarıyla belirlenir ve bireylerin davranışlarını sınırlamakla kalmayıp

yönlendirilir. Toplumun her bir bireyle ayrı ayrı etkiletişimi onun yapısını değiştirme

potansiyeli taşır. Bu noktada mizah, bu etkileşim biçimlerini hızlıca dönüştürebilecek

bir kapasiteye sahiptir. Toplumsal şablonların içerdikleri çelişkilerin farkında olan

bireysel aktör, onlarla oynayarak farkındalığını başkalarına da geçirebilir. Mizah bu

noktada etkili bir stratejiye dönüşür (Öğün Emre ve Çavdar, 2011: 481). Mizah,

resmi görüşlerin halka ulaşmasında ve toplum düşüncelerinin ortaya konmasında da

kullanılan temel araçlardan biridir. Bazen güldürü içermekle birlikte mizah, eleştiri

ortamının en etkili aracıdır pek çok katı eleştiri, mizah maskesinin hoş görüntüsü

ardına gizlenerek hedefine ulaşmaktadır (Pettid, 2003: 128). Mizah aracılığıyla çok

sayıda kahraman, figür üretilerek eleştirilmek istenen kişi veya kurumlara iletiler

aktarılmış, topluma verilmek istenen pek çok ileti, mizahın derin ve süslü üslubu

içinde hedefine gönderilmektedir (Gardner, 2002: 69).

3.3. Karikatürün Tanımı

Mizahın önemli türlerinden bir tanesi de günümüzde gazeteden televizyona,

afişten dergiye hatta ders kitaplarına kadar yayılan karikatürdür. Karikatür

(caricature) sözcüğünü ilk kez İtalyan ressam Aniballe Carracci kullanmıştır (Ana

Brittannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 1986: 628). Karikatür; İtalyanca “sarıp

toplamak, bohçalamak, eşek şakası yapmak, yüklemek” (Nişanyan, 2003: 217),

hücum etmek anlamında olan ‘caricare’den (yüklemek) gelmektedir (Selçuk, 1998:

10). Tıpkı mizah gibi karikatürün de çok sayıda tanımı yapılmıştır. Bu tanımların bir

103

kısmı şu şekildedir: “Karikatür olayların, düşüncelerin, duyguların iki boyutlu mizahi

ve abartılı bir ifadesi” (Hünerli, 2011: 41); “bir şeyin, bir kimsenin, bir olayın alaylı,

insanı güldürecek ve güldürürken de düşündürecek bir biçimde çizilmiş resmi

(Hançerlioğlu, 1992: 144); “kişilerin, şeylerin ve olayların gülmeye ya da

gülümsemeye yol açacak bir biçimde temsil edilmesidir” (Topuz, 1986: 7).

Karikatür, insan ve topluma ilişkin her şeyi konu olarak alan, abartılı bir biçimde

belirten, güldürücü, düşündürücü çizgi- resimdir. Mizahın bir bölümünü oluşturan

karikatür, ‘eğlendirmek, güldürmek, birine bir davranışa incitmeden takılmak

amacını güden ince alay- nükte- humor; gerçeğin tebessüm edilebilecek,

gülünebilecek yanlarını ortaya koyan bir edebi tutumdur’ (Tokmakçıoğlu, 2011:

140). Çeviker’in tanımı ise oldukça değişiktir: “Karikatür! Kapsamı geniş, büyük bir

sözcük! Güldürmek için biraz yarı şaşı baktıran bir göz. Biraz büyütülen bir

buruncuk, biraz sırıttıran bir ağız, yanpiri çiziverilen bir çizgi, kimileyin bir kızgınlık

yaratır. Güldürecekken kızdırır. Melek bir düşünceyi, ifrit bir düşmanlık biçimine

sokar” (Çeviker, 1997: 44).

Günümüzde tüm dünyada karikatür; iki yönde gelişimini sürdürmektedir.

Birincisi çok satışlı mizah dergilerinde yer alan eğlendirmeye yönelik, abartmalı, bol

yazılı, çabuk tüketilen karikatür, ikincisi ise “grafik mizah” olarak da adlandırılan

güldürmekten çok düşündürmeye eğilimli, abartmaya fazla başvurmayan, kültür

düzeyi yüksek tabakaya seslenen, yazısı olmayan (ya da çok az olan), uzun ömürlü

sanat karikatürü (Özer, 2004). Karikatürün anlatım şekli üç boyuttan

tasarlanmaktadır: ‘Kare Karikatür’ olarak ifade edilen anlatıda sınırlandırılmış, tek

bir yüzey üzerinden mesajın iletilmesi amaçlanmaktadır. Kare karikatürde

hedeflenen mesajın en kısa sürede istenen etkiyi yaratmasıdır. ‘Bant karikatürde’

mesajın birbiri ardına gelen birkaç sahne sonunda etkilemesi amaçlanmaktadır.

Böylelikle mesaja hareketlilik eklenerek okuyucunun etkiye hazırlanması ve iletideki

komikliğin kuvvetlendirilmesi planlanmaktadır. Bant karikatürde an içindeki

çarpıcılıktan çok süreç içindeki olgunlaşmaya yönelmiştir (Tellan ve Tellan, 2011:

991).

104

Son döneme ait besleyici sanatçılardan olan Uğur Kavak, karikatürün

çizilmeyen, aksine kendiliğinden oluşan bir izdüşüm (http://tr.wikipedia.org, 03-03-

2012) olduğunu belirtse de, yaşamın güncel, tarihsel ve geleceğine ilişkin tüm

alanlarını haber, ileti ve bilgi özeti haline getirirken sanat olma savını sürdüren ilginç

bir iletişim dalı (Oral, 1998: 10) olan karikatür, en başta bir çizgi sanatıdır. Çizgiye

hayat vermektir ya da tam tersi hayatı çizgiyle var etmektir. Şiir gibidir; yazının

sabit, basmakalıp ve tekdüze anlam kodlarını parçalayarak insanı çok daha geniş

anlam coğrafyalarına sürüklemektedir (Tuncel ve Bahtiyar, 2005: 100). Karikatürü

sanat yapan şey, öbür sanatlardan farklı araç gereç kullanmasında değil, farklı amaç

taşımasında aranmalıdır (Sümer, www.felsefesinifi.com, 2005). Karikatür, toplumun

yönlendirilmesi ve bilinçlendirilmesinde bir araç olma özelliğini taşımaktadır.

“Karikatür, bir iletişim aracıdır. Karikatürü çizen kişilerin (çizerlerin) diğer kişilerle

iletişimini sağlayan bu sanat, tüm iletişimlerde olduğu gibi genel iletişim kuramlarına

uygun bir yapı gösterir” (Özer, 1985: 25). Karikatürün bir iletişim aracı olmasındaki

en önemli unsur; bir mesaj aktarması ve bu mesaj alıcıya ulaştığı anda etki

yaratmasıdır. Bu yüzden görsel iletişim aracı olarak karikatür, kültürel değerleri,

inançları, normları ve yasaları iletmede önemli rol oynamaktadır (Atamaz Aşçıoğlu,

2001: 27). Karikatür, küçük oluşu, aykırılığı ve mükemmel görünmeyen kırık dökük

yapısı ile farklı etkiler yapan iletişim biçimlerinden biridir (Oral, 1998: 9). Karikatür,

iletişim açısından mizahsal ve ikonik görsel bir mesajdır (Özer, 1985: 25). Sosyal

hayatın bir parçası olan karikatür, sosyal hayata dair olan her şeyi -güncel olaylar,

düşünceler, görüşler, duygular, ekonomik, toplumsal ve siyasal tutum ve davranışlar,

yaşam koşulları, çelişkiler, tutarsızlıklar, insanların budala yanları vb.- işleyeceği

konular arasında barındırır.

Karikatür bugünkü durumuyla çizgiyle mizah yapma sanatıdır (Selçuk, 1998:

12). Karikatür resim sanatının takip ettiği yola muvazi (koşut) bir yol takip etmiştir:

Bir nevi portre sanatı olarak doğmuştur; ilk önce modelden başka kaygısı olmamıştır;

yavaş yavaş sanatkârın fikirlerinin ifadesi haline gelmiş ve tabiatıyla mücerretleşme

yoluna girmiştir. “Çizgiler basitleşti. Şimdi fikir en basit en kuvvetli şekilde ifadeye

çalışılıyor” (Selçuk, 1998: 14). İnsanların görüşlerini bozma, abartma, karakteristik

özelliklerini ön plana çıkartma olarak değerlendirilen karikatür, sonraları bu dar

105

çerçeveden dışarı çıkmıştır. İlk zamanlarda portre karikatür anlayışı ile çizilen

böylesi çalışmalar abartmaya, çeşitli bitki ve hayvanları insanların bir parçası gibi

göstermeye veya insan hareketleri ile hayvan hareketlerini karşılaştırmaya dayanırdı

(Özer, 1994: 8). Başlarda modelden başka bir kaygısı olmayan karikatür; yavaş yavaş

sanatçının fikirlerinin ifadesi haline gelmiş, tabiatıyla soyutlama yoluna girmiştir

(Selçuk, 1998: 37). Abartılı bir sanat şeklinde görülen karikatürün tek amacının

abartmak olduğunu söylemek karikatürün kötü tanımlanmasına neden olmaktadır.

Çünkü asıllarına portrelerden daha çok benzeyen, abartmayı pek az sezdiren

karikatürler bulunmaktadır (Bergson, 2006: 22). Karikatürist, bu durumun

oluşmasına kendine has öznel yorumlamaları sayesinde sağlamıştır. Karikatürcünün

sanatı, kimi zaman belli belirsiz olan bu değişiklikleri yakalayıp büyülterek gözlerin

görebileceği duruma getirmektedir. Karikatürcü modellerinin yüzlerini, sanki bunlar

dayatsalar kendiliklerinden o duruma geleceklermiş gibi değiştirir; biçimin yüzeysel

uyumlarının altında maddenin derinlerdeki başkaldırılarını bulur; doğada kararsızlık

içinde olup da daha iyi bir güçle geriletildikleri için bastırılan oransızlıkları,

biçimsizlikleri gösterir (Bergson, 2006: 22). Karikatürün kolay bir sanat olmadığını

ifade eden Selçuk, karikatüristin fikrini ifade ederken bir üsluba ve her sanatkâr gibi

bir dünya görüşüne sahip olması gerektiğini (Selçuk, 1998: 15) dile getirmiştir. Bir

karikatürü, dışardan gelen etkiler (Toplumun, müessesenin, editörün, galeri sahibinin

etkileri) ve içerden gelen etkiler (Karikatüristin idrak dünyası ve kabiliyeti) (Selçuk,

1998: 169) sınırlamaktadır. Dolayısıyla bir karikatürün ancak sanatkârın

(karikatürist), mizahi fikrini çizgilerle ifade edebildiği nispette karikatür olabileceği

(Selçuk, 1998: 14) kabul edilmektedir.

En büyük karikatür iletme kanalı, kuşkusuz süreli basındır. Çünkü karikatür

temaları aktüaliteye yakından bağlıdır (Topuz, 1986: 54). Karikatür piyasası, basının

durumuna sıkıdan bağlıdır. Çünkü karikatürün temel piyasasını, günlük gazeteleriyle

siyasal dergileriyle magazinleriyle ve gülmece gazeteleriyle basın oluşturur (Topuz,

1986: 64). Karikatür, özellikle basın karikatürü bir toplumun tarihini verir. Yazı,

tarihi sonra kaydeder; karikatür ise hemen; bir önseziyle geleceğe de ışık düşürdüğü

olur (Çeviker, 1997: 30). Çizgi ile mizah yapma sanatı olan karikatür; çarpıcı, kısa,

yaygın ve evrensel bir anlatım biçimidir. Hiç kuşkusuz bu derece etkili bir araçla,

106

basın daha güçlü ve aynı zamanda daha çok okuyucu çekebilme cazibesine sahip

olmaktadır. Bu yüzden olsa gerek, mizah basınının yanı sıra gazete ve dergiler de

karikatür, fıkra, çizgi, bant vb. anlatım araçlarına sıkça başvurmaktadır (Bulut, 2011:

499). Basın, karikatürün etkisinin artmasında önemli bir rol oynamıştır. Karikatür,

basın aracılığıyla popüler olmuş, bir başka deyişle o yüzden kitleler üstünde etkili

olabilmiştir. Karikatürün tarihi, basının tarihiyle yakından ilgilidir (Topuz, 1986: 54).

Karikatür, gazetede yayınlandığı zaman bağımsız bir köşeden çok, o gazete de bir

işlevi bulunan ve gazete bütünündeki bir parça haline gelir. Gazetelerde karikatürün

işlevi, genelde, gününü olaylarının çizgi yoluyla yorumlanmasıdır. Mizahla beslenen

bu çizim, konusunu günlük olaylardan alır; bu bir yorumlama sürecidir. Karikatürcü

konularını hayatta hissedilebilen her şeyden alsa bile, gazetenin yayın politikasına

göre, gazetenin yazarlarına tanıdığı özgürlük sınırları çerçevesinde çizebilir (Arık,

1998: 65-66). Basın karikatürleri bireysel görüşler ve yorumlar üzerinden gündeme

dair görsel yorum sunar, haberlerin gözden kaçırdığı veya önemsemediği noktaları

vurgulama, görünür kılma ve direk olarak yansıtma potansiyelleri taşır (Haydari,

2011: 124). Plastik Sanatlar Ulusal Merkezi’nin eski Başkanı Claud Mollard basın

karikatür için şunları demektedir; “Basın karikatürü, saygının sınırlarını en uç

noktaya kadar zorlayarak haberi ya da bilgiyi, alaycı delici ve yıkıcı bir biçimde

yorumlama olgusudur. Ama bundan gerçek kadar, içtenlik ve özgürlük tutkumuz da

kazançlı çıkar. Bu da demokratik bir ülke için sağlıklı olmanın kanıtıdır.

Karikatürcüleri olmaksızın basın, oldukça hazin ve hiç kuşkusuz daha az gerçek

olurdu” (Oral, 1998: 10). Batıda ‘editorial cartoon’ (baş sayfa karikatürü) olarak

adlandırılan basın karikatürü; sürekliliği olmayan bir formatta manşet haberleri ile

bağlantılı olarak sunulan ve belli bir politik bakış açısını yansıtan grafik sunumlar

olarak tanımlanır (Tunç, 2000: 18). Gazete karikatüründe amaç karikatür çizmek

değil, herhangi bir konuyu çizgi yoluyla yorumlamaktır (Arık, 1998: 66). Karikatür,

bazı çizerler için bir mücadele yolu, bazıları için isyan, bazıları için iş, bazıları için

kolaycılık, bazıları için sitem, bazıları için salt sanat, bazıları için kaçış, bazıları için

sömürü ve bazıları için haberciliktir (Arık, 1998: 55). Bu durum farklı gazete

karikatür türlerinin oluşmasını gerektirmiştir. Gazete karikatürleri konularına göre

şöyle sınıflandırılmaktadır:

107

a) Siyasi Karikatür: Genellikle politikacıları hedef alan ve günlük olaylarla

yakından ilintili haberlerdir.

b) Portre Karikatür: Toplum içinde kendini kabul ettirmiş kişilerle ilgili

haberleri desteklemek veya yumuşatmak amacıyla kullanılır. Kişinin belli

özellikleri abartılır ve kişiliğini ele veren özellikleri vurgulanır.

c) Haber Konulu Karikatür: Ekonomi gibi, durağan ve sıkıcı haberleri

anlaşılır hale getirmek ya da göze hoş gelmesini sağlamak amacıyla,

haberden yapılan çıkarsamalardan oluşan bir tür karikatürdür.

d) Eğlence Karikatürü: Aile, cinsellik, iş, toplum, tatil, spor gibi konuları

işleyen ve mevsimlere göre değişiklik gösteren karikatürdür.

e) Bant Karikatür ve Çizgi Roman: Üç ya da daha fazla kareden oluşan ve

sürekliliği olan karikatürlerdir. Pek çok gazetenin kullandığı bu

karikatürler, çoğunlukla belli bir tip hakkında gelişen olaylar üzerine

çeşitlenmelere gider.

f) Reklam Karikatürü: Gazetelerin reklam için ayrılan sayfalarında, yazı

işleri dışında reklam şirketleri tarafından yapılan karikatürlerdir (Hünerli,

1993: 64).

3.4. Karikatürün İşlevi

Karikatür evrensel değildir. İmgeler ve simgeler her yerde aynı anlamı

vermezler. Bir ülkede güldürü imgesi olan bir konu başka bir ülkede etkisiz

kalabilmektedir. Bir ülkede kutsal kabul edilen bir imge başka bir ülkede güldürüye

yol açabilmektedir (Topuz, 1986: 93). Ancak yazısız karikatür, uluslararası bir dil

kabul edilmektedir. Karikatür yazılı ise, kolay bir çeviri, yapıta bir tür evrensellik

kazandırır. Karikatürün anlaşılabilir olması için, sanatçının hangi nedenlerle bu

deseni çizdiğini okuyucunun bilmesi gerekir. Arjantin’de siyasal bir durum için

yapılan bir karikatür, Hintli bir okuyucu için hiçbir anlam taşımayabilir. Buna karşın

birçok ülkede okuyucuların büyük çoğunluğunun anlayacağı ortak temalar vardır,

bazen de yerel temaların da çoğunlukta oldukları görülür (Topuz, 1986: 68).

Karikatürcüler farklı bir medeniyet dünyasına mensup konuları/toplumları ele

aldıklarında ve ilgili karikatürleri çizdiklerinde, bu toplumlara nasıl baktıklarını

108

seçtikleri karakterle somut bir şekilde ortaya koymaktadır. Burada karikatürcüler

kendi hayal dünyaları pencerelerinden, yabancı toplumları/dünyaları tarif etmektedir.

Bunu yaparken de, ister istemez mensubu oldukları toplumun ve medeniyet

havzasının değer yargılarının etkisinde kalmaktadır. Bir de bu, geçmişte sürekli

olarak mücadele halinde olan iki farklı medeniyet havzasına mensup karikatürcüler

ve konular arasında olursa, ortaya çok ilginç değerlendirmeler ve sonuçlar ortaya

çıkmaktadır. İlginçlik bir tarafa, bu aynı zamanda “mentalite/zihniyet” tarihi için bir

malzeme anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi toplumların zihniyetleri belli tarihi

süreçte oluşur ve değişime uğrar. Bunlardaki kırılma noktalarını tetkik ve tespit

etmek çok önemlidir (Alkan, 2006: 14-15). Çizgiyle düşünen karikatür sanatçısı,

çevresinde olup bitenleri, insanları, insanların çelişkilerini, yaptıklarını, yapmak

istediklerini, özlemlerini dikkatle izlemeli, gözlemelidir. Yapıtını oluşturacağı boş

kağıdı önüne koyduğunda, demek istediğini, anlatım biçimini hatta kompozisyonunu

önce kafasında düşlemeli, biçimlemeli, sonra hayalinde yarattığı, çizdiği karikatürü

beyaz kağıt üzerinde somutlaştırmalıdır (Selçuk, 1998: 241). Karikatürcüler, yaşanan

günü insan ve toplum adına savunurlar. Bu çaba, daha güzel, daha mutlu bir

dünyadan yanadır. Bu bütün sanatlar ve sanatçılar için geçerli bir özdür. Ne ki,

karikatür kadar akan günle uğraşan bir başka sanat daha yoktur. Bu nedenle de

tehlikeli bir iştir uğraşları. Onlar için insanı, insan haklarını savunmak biraz da

kendini savunmaktır (Çeviker, 1997: 341). Bu nedenle karikatür, bir eleştiri sanatı

olarak, iyi niyet taşımaz, ama kötü niyetli de değildir. Kötüyle, iyi olmayanla uğraşır.

Ancak bunu, siyah bir boyaya kalem batırıp güneş resimleri çizerek, umudu sürekli

canlı tutmaya çalışarak yapar. Karikatür, bir anlamda, iyi niyetli değildir ama iyinin

peşindedir (Oral, 1998: 102).

Karikatürler aynı zamanda duyguların ve sansasyonun yüceltildiği bir

yoğunluğa sahiptir. Duygu, heyecan ve eğlencenin birlikteliği aynı zamanda

komikleştirme unsurlarının öne çıktığı anlatıdır (Bulut, 2011: 499). Bugün çizilen

karikatür yarınki insanlara bir şey söyleyebilmelidir (Selçuk, 1998: 12). Çünkü

karikatürün hammaddesi insandır. İnsanın çelişkileri, yanılgıları, yapıtları, yaptıkları,

davranışları, gözlemleri, özlemleridir (Selçuk, 1998: 200). Karikatür, gündelik hayatı

inceler, yorumlar ve belgeler. Sokaktan, en uç noktalara, sınırlar ötesi bir çevresi

109

vardır. Dünya, karikatürcünün kalbidir. Basınla birlikte çalıştığı için işi, daha çok

soluklanan hayattır; ne ki, kimi kez gündelik olanda evrensel olan da yakalanır

(Çeviker, 1997: 303). Gülmece karikatürün temelidir. Fakat çizerin amaçlarına,

hedeflerine ve diğer pek çok etmene bağlı ikincil işlevleri de vardır. Karikatürün

işlevleri; haber verme, eğlendirme, eğitim, tabuları mitosları yıkma, karşı çıkma ve

reklamdır (Topuz, 1986: 64). Karikatürün gayesi bir fikir ifadesidir, bu fikir

mizahidir, fakat güldürmek için icat edilmemiştir. Karikatürün gayesi sadece

güldürmek olmadığı (Selçuk, 1998: 15) gibi mühim şahsiyetlere çamur atmak ya da

güzel kadın resmi yapmak da değildir (Selçuk, 1998: 4). Bağnazlığın, tutuculuğun,

cehaletin, çıkarcılığın, bilinçsizliğin desteklediği kötülükler, ihanetlerle dolu bir

dünyada; iyilikleri, güzellikleri sezebilmek, görebilmek, anımsayabilmek, savunmak,

bilim alanında, sanat alanında yarınki kuşaklara kalabilecek yapıtlar, güzellikler

bırakabilmek, insanı insan yapan, mutlu kılan başlıca amaçlardır (Selçuk, 1998: 159).

Dolayısıyla “Genç karikatüristin düşüncesi de bu olmalıdır: tamamen insan üzerine

eğilmek…” (Selçuk, 1998: 6).

3.5.Karikatürün Dünyadaki Tarihsel Gelişimi

Karikatürün ilk olarak ortaya çıktığı tarih bilinmemektedir. Karikatürün

geçmişi insanlık tarihi açısından çok eski dönemlere dayanmaktadır. 17. yüzyılda

İtalya’da yaratıldığını belirten kaynakların yanında değişik kaynaklarda karikatürü

Fransızların çizdiğini söylemektedir. Bazı kaynaklar ise, mağara devrinde ilk

insanların duvarlara yaptıkları resimleri ilk karikatür örnekleri olarak değerlendirmiş

olsalar da (Özer, 1994: 2) bilim adamları tarafından mağara duvarlarında ve kaya

üzerlerinde insanoğlunun abartılı hallerinin resmedildiği çizimler şüphesiz bilinçli ve

sistematik bir ürün olarak kabul edilmemektedir (Yengin, 2011: 335). Zaten

karikatürün sanat olarak ortaya çıkmasını görmek için insanlık tarihi, 16. yüzyılın

sonlarını beklemek zorunda kalmıştır (Bayram, 2009: 107). İlk mizah örneklerine

antik yazarlardan, Lukianos ve Horatius’un eserlerinde rastlamak mümkündür.

Aristo’nun eserlerinde de mizahi öğelere rastlanmaktadır. Shakespeare’in Falstaff’ı

ve Cervantes’in Don Kişot’unda ki karakterleri ise uzun yıllar mizahi unsurlar olarak

dikkati çekmiştir (Güneri, 2008: 52). Karikatürü andıran ilk desenler paleolitik

110

çağdan kalmadır. Fransa’da Areiege’de Üç Kardeşler Mağarası’nda, Doğu

İspanya’da Cueva’da Ramigia Mağaralarında, Castellon’da Casuble Boğazı’nda ve

Cezayir’de Tassili Kayalıklarında bulunan taş üstü gravürlerinin bazıları karikatür

türündedir. Paleolitik çağın insanlarının bu desenleri ne amaçla yaptıkları

bilinmemektedir. Ama desenleri çizenleri karikatüristlerin ilk atası saymak yanlış

sayılmamaktadır (Topuz, 1984: 8). 17. yüzyılda İtalyanlar hayvan başlı insan

resimlerine ‘carıcaro’ demekte idiler. 1690’da Venedik’ten İngiltere’ye giderek

yerleşen Browne ‘caricature’ kelimesini kullanmaya başlamış ve bu sanata yumuşak

bir şekil vermeye çalışmıştır (Selçuk, 1998: 48). Karikatür 16 ve 17’nci yüzyılda

İtalya’da gelişmiş ve yaygınlık kazanmıştır. Karikatüre yakın ilk resimler, belirli

çevrelere yönelik olan Anibale Carraci’nin çizimleridir. Karikatür, Carracci

kardeşlerin atölyesinde bir oyun biçiminde ortaya çıkmıştır. Portre deformasyonuna

dayanan bu çizimlerde, kurbanların yüzleri hayvanlara yahut cansız nesnelere

benzetilmektedir. 11 karikatür sözcüğünü ilk kez, Anibale Carracci’nin ‘Arti di

Bologna’sına yazdığı önsözde (1646) Mosini kullanmıştır ve karikatürü, gerçekliğe

önem vermekle birlikte, fantezi ya da komiğe yönelik bir portre çizme yöntemi

olarak tanımlamıştır (Mctighe, 1993: 75-91). Bunun yanı sıra karikatüre yönelik

çalışmalara eski Mısır’da da sıklıkla rastlanmaktadır (Yoltaş, 1984: 921). Hititler

devrinden kalma, şölenlere canlılık katan soytarıları gösteren kabartmalar vardır.

Erken karikatüre başka örnekler de verilmek istenirse, Batı’da Eski Yunan yazı ve

resimleri, Roma duvar resimleri ve Ortaçağ heykellerinde de rastlanır. Doğu’da ise

minyatürler ve gölge oyunu tipleri karşımıza çıkmaktadır. Karikatür çizgileri gerçek

formuna, özellikle de resim sanatına ilginin arttığı Rönesans’tan sonra yaklaşmıştır.

Dönemin bazı ünlü ressamlarının –Albrecth Dürer, Leonardo da Vinci- eski

resimlerinde ve çizimlerinde figürlerin bazı organlarının abartılı çizilerek ya da

farklılıkları abartılarak yapılmış çalışmalara rastlamaktadır (Arık, 1998: 4).

Karikatür sanatında başlangıçta tahta oymacılığı, gravür maden üzerine hak

etme biçiminde çoğaltılan örnekleri başlıca tipleri konu edinmiştir (Tokmakçıoğlu,

2011: 141). Karikatür, geçen zamanda aynı çizgisini korumamış ve çeşitli değişim

aşamaları geçirmiştir. Önceleri, ‘bir insan yermek için çeşitli özellerinin

abartılmasıyla çizilen resim’ olarak tanımlanan karikatür daha sonra resimden

111

kopmuş kendine özgü bir sanat dalı olmuştur (Özer, 1985: 9). 17. yüzyıla kadar

sadece portre olarak değerlendirilirken daha sonra konulu anlatıma dönmeye

başlamıştır. Genellikle alt yazılı olan karikatüre fıkra resimlemek gibi bir işlev de

yüklenmiştir. Bu tür karikatürlerde gülmece çizgiden değil, sözcükten, sözcüklerin

türlü anlamlarda kullanılabilirliğinden kaynaklanmıştır. Çizgi ve söz birbirinin

ayrılmaz parçası haline gelmiş, çizgi, söz için yardımcı olarak kullanılırken, söz çizgi

için vazgeçilmez kılınmıştır. Bunun sonucu olarak da sözler kaldırıldığında çizgi

anlamsız kalmış, ama çizgi kaldırıldığında sözler hiçbir şey yitirmemiştir. Anlam

çizgiden değil, sözden çıkmış, çizginin işlevi sadece sözü açmak olmuştur (Şaşkal,

www.atilaozerkarikaturevi.com. 1978). Sanayi Çağı’nın anlatım biçimi olan

karikatür ilk sanayileşen ülkede, İngiltere’de gelişmiştir. 17’nci yüzyılda soyluların

bir eğlencesi olarak İtalya’dan alındıysa da, özellikle William Hogarth çarpıtılmış

insan görüntüleriyle yetinmek yerine, davranışlardaki çelişkileri ortaya koyan, oyma

baskılarıyla gerçek karikatürün öncüsü sayılmaktadır. Hogarth’dan sonra portre

karikatürüyle konulu karikatür gittikçe daha yoğun bir biçimde toplumsal ve siyasal

yergi aracı olarak kullanılmaya başlanmıştır (Arık, 1998: 5). 18. yüzyıla

geldiğimizde yazıda olan mizah, artık yavaş yavaş çizgiye kaymıştır. Bu dönemde

Thomas Beick’in tahta oymacılığı, 1798’de Aloys Senefelder tarafından icat edilen

Litoğrafya ve diğer teknolojik gelişmelerle karikatürün yaygınlaşması hız

kazanmıştır. Karikatür dergileri ve gazeteler çoğalmış, başka ülkelerde de bu tür

yayınlar artmaya başlamıştır (Meydan Larousse, cilt.11, 1). 18’inci yüzyılın en ünlü

iki karikatürcüsü William Hogarth ile Giovanni Tiepolo’dur. Her iki sanatçı da

fertlerden çok tipleri canlandırmışlar ve özellikle Hogarth eliyle aristokrasi ve ince

beğeni eleştirilmiştir. 18’inci yüzyılın diğer önemli karikatürcüleri İtalyan Pier Leone

Chezzi ile İngiliz James Gillary ve Thomas Rowlandson’dur (Arık, 1998: 5).

19. yüzyıl başlarında baskı tekniklerindeki gelişmeler karikatürlerin

yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur. Başlangıçta karikatürist, bakır üzerine

gravürünü doğrudan kendisi kazımaktayken gravürün tahta üzerine kazılmaya

başlanmasıyla karikatürist kazı işinden kurtulmuş, bu işi gravürcü veya basımcı

yüklenmeye başlamıştır. Sonuçta karikatür fiyatları ucuzlamış, bu yeni baskı tekniği

karikatürün basında yaygın olarak kullanılmasını da sağlamıştır. Avrupa’nın çeşitli

112

yerlerinde arka arkaya mizah yayınları çıkmaya başlamıştır. 1841'de İngiltere'de

Punch (2) çıkmış, onu Almanların Kladderadatsch'ı izlemiştir (1848). Alman

karikatüründe Hogarth’ın etkisi büyük olmuştur. İlk önemli Alman karikatürist

Chodowiecki (1726–1801)’dir (Topuz 1997: 86). Baskı makinesinin bulunması ile

karikatür yaygınlaşmıştır. Bu icatla, artık karikatür bir anda birkaç yüz kopya haline

gelebilmektedir. Karikatürün yaygınlaşması, karikatürcüye çizme fırsatı yaratılması,

karikatürcü sayısının artması bu sanatta çeşitli arayışlara neden olmuştur (Özer,

1985: 8). Karikatür çok sayıda basılıp geniş bir izleyici kitlesine ulaşmaya başladığı

zaman, gerçek gücünü göstermiştir. Karikatürü kaba bir yergiden, zekâ ve el becerisi

gerektiren bir uğraş düzeyine çıkaran sanatçılar da bu ortamda yetişmiştir. 19’uncu

yüzyılda karikatür sanatı altın çağını yaşamıştır. 18’inci yüzyılda Thomas Bewick’in

tahta oymacılığı sanatını arıtması ve 1798’e doğru Aloys Senefelder’in litoğrafyayı

icat etmesi, karikatür sanatının rağbetini arttırmıştır. Bu teknikler sayesinde bir

karikatürün binlerce defa basılabilmesi, karikatür sanatının gelişmesine yol açmıştır

(Ana Brittannica Genel Kültür Ansiklopedisi, 1986: 188). 19. yüzyılda ABD’de

karikatüre pek önem verilmemiştir. İlk çıkan karikatürist Thomas Nast’ın eserleri ise

birer politik resim olarak kalmıştır. Yapılan diğer çalışmalar ise birer alegori

niteliğinde olmuştur. Bu tür çalışmalara örnekte grafik sanatçısı Charles Dana

Gibson’un eserlerinde görülmüştür. Ancak ABD’de ilk gerçek karikatür örnekleri

Gibson’un ‘Life Comedy’ dergisidir (Güneri, 2008: 79).

20. yüzyıl karikatürlerine geldiğimiz de ABD’de ortaya çıkan yeraltı dergileri

(Underground Press) dikkat çekmektedir. Bu dergilere yeraltı dergileri denmesinin

sebebi, yergici güçlerinin ve yıkıcı tarzlarının yanı sıra anarşist bir düzeyde ürün

vermelerinden kaynaklanmaktadır. Bu dergiler, toplumun ve insanın hoş olmayan,

eleştiriye açık yanlarını bulup, şiddetli ve sert bir biçimde ortaya koymaktadır.

Çizimlerinde, eşyalar, hayvanlar, insanlar; kısacası kullandıkları tüm öğeler birbirine

karışmıştır. Bu durumda gerçek üstü yaratıkların ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Bu tür çizimler kullanan yeraltı dergilerinin öncüleri arasında çoğu çizgi-roman

sanatçısı olan; Kley, George Grozs, Topor, Bonot, Blachon, Cardon, Gourmeilin,

Crump, Jan Faust, Mihaesco, Arishman, Brad Holland, Anita Siege ve Saurez’i

sayılabilmektedir. Bunlar içinde Albert Hirschfeld ve David Levine’nin ayrı bir yeri

113

vardır. Onların çizmiş olduğu karikatürler New York Times ve New York Review of

Books gazetelerinde sürekli olarak yayınlanmıştır (Meydan Larousse, cilt.11, 2). I.

Dünya Savaşı’ndan sonra, karikatür genel olarak bir gerileme devresine girmiştir.

Savaşın getirdiği siyasi değişiklikler, krallıklardan çok partili hayata geçiş ve

karikatürün sadece politik alanda yapılması sınırı, karikatürcüyü hem köreltmiş, hem

de geriletmiştir. Bu sırada 20. yüzyılın karikatür sanatçıları da portre karikatürüne

yoğunlaşmıştır. Fransa’da Andre Rouveyre, İngiltere’de Aubrey Hammond ve

Bohun Lynch portre karikatürleri çizerken, David Low, Ralp Barton’da siyasi

karikatürlerde eserler vermişlerdir (Meydan Larousse, cilt.11, 2). İkinci Dünya

Savaşı’na kadar söze ağırlık veren karikatür, bu tarihten sonra biçimde ve içerikte

çeşitlilikler göstermeye başlamıştır (Özer, 1994: 10). 1980’lerde dünyada

yaygınlaşan karikatür akımı içerisine giren karikatürlerin temel özelliklerinden birisi

yazının ikinci plana düşmesi ya da yazısız karikatürün oluşturulmasıydı. Yazının

kaldırılması ve çizgilerin sadeleştirilmesi yanında yenilikçi karikatürcüler vurucu,

şaşırtıcı, çirkin, iğrenç konular ve çizgiler seçmeye başlamıştır (Özer, 1985: 9). 20.

yüzyılın bazı üstün sanatçıları ile karikatürün yeniden canlandığı görülebilir.

Rusya’da ünlü fakat sanat yönünden değersiz Krokodil (1922), Macaristan’da Ludas

Matyl (1941), Çekoslovakya’da Dikobraz ve Rohaç, Yugoslavya’da Jez,

Bulgaristan’da Sturshel ve Doğu Almanya’da Eulenspiegel dergileri çıkarılmıştır.

Doğu’daki bu gelişime karşın Batı’daki gelişme azdır. Gerek hiciv dergilerinin

azlığı, gerekse niteliği bakımından doğudakiler kadar iyi değildir. Yayınlanmış

dergilerin en iyisi, İsviçre’deki Nebelspalter (1912), İngiltere’deki Private Eye

(1961) ve Fransa’daki Le Canard Enchaine (1915)’dir (Güneri, 2008: 81-82;

Tokmakçıoğlu, 2011: 141).

3.6. Karikatürün Türkiye’deki Tarihsel Gelişimi

Karikatürün tarihsel gelişimi çoğu zaman teknolojik gelişmelerle paralel

olmuş olsa da karikatürün özgür çizgisinin sınırlarını belirleyen ülke

yönetimlerindeki farklılıklar olmuştur. Türk karikatürünün tarih içindeki konumu da

buna göre belirlenmiştir. Türkiye tarihinde karikatürün ilk çıktığı andan itibaren

başlayıp günümüze kadar ki durumunun irdelendiği bu bölümde gelişim ve değişim

114

süreci dönemlere ayrılmış olup bu süreçlerde karikatürün teknolojik gelişmelerle

paralel ilerlediği tespit edilmiştir. Bunun yanında siyasi yönetimlerin, Türk

karikatürünü de kimi zaman kısıtladığı, sansüre uğrattığı, baskı altında tutmuş olduğu

da görülmüştür.

3.6.1. Başlangıç Dönemi

İlk dönem Türk karikatürünün özelliklerinden biri çizimlerin resim gibi oluşu

yani karikatürlerin gerçekçi çizimler üstüne kurulu olmasıdır. Bu dönemde abartıyı

sağlamak için düzenleme ve çizim özelliklerine önem verilmiştir ve gülmece daha

çok yazıya dayanmıştır. Karikatürlerde, altyazılarda açıklamalar, karşılıklı

konuşmalar yer almıştır, ayrıca çizimde gösterilen figürlerin üstüne de kim ya da ne

oldukları yazılarak açıklanmıştır (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012).

3.6.1.1. I.Meşrutiyet’ten II. Meşrutiyet’e Türk Karikatürü (1870-1908)

1867-1878 Tanzimat Dönemi’nde; belediye sorunları, batılaşma

hareketleriyle değişen toplumsal yaşam, ev ekonomisi, ülke ekonomisi, basın

dünyası, kadın ve erkek ilişkileri, savaş ve barış, politika, ilerleme, özgürlük, eşitlik,

adalet, eğitim, çocuk, fantezi gibi konularda karikatürler çizilmiştir (Çeviker, 1986).

Tanzimat Dönemi’nde sözlü mizah, bu dönemde resimli mizaha dönüşmüştür. İlk

Türk karikatürü olarak çeşitli kaynaklarda gösterilen ve Garabet Petrosyan isimli bir

muhbir olduğu ileri sürülen ‘Eşek Kulaklı Tasvir’den önce Terakki’de ve İstanbul

Gazetesi’nde karikatürler görülmektedir (Çeviker, 1986: 47). Tanzimat Dönemi’nde

Diyojen (1870), Çıngıraklı Tatar (1873), Hayal (1873), İstikbal (1875) çıkmıştır

(Arık, 1998: 12). I. Meşrutiyetin ilan edilmesinin ardından, Abdülhamit’in 32 yıllık

mutlak yönetimi almıştır. Bu dönemde, batı örneği mizah dergileri 1908 yılına dek

susmuş, çıkamamışlardır. Abdülhamit yönetimi, Osmanlı yönetimi ve kültürü

bakımından bir ‘Pastırma yazısına’ benzetilmiştir. Abdülhamit, Karagöz’ü

yaygınlaştırmak için büyük bir çaba harcamıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 58). II.

Abdülhamit dönemi karikatür alanında ölü bir dönemdir. O yıllarda sadece bir tek

karikatürcüden bahsedilebilir: Yusuf Franko Paşa (Topuz, 1997: 213). II.

Abdülhamit, 1878- 1908 İstibdat Dönemi’nde mizah dergisi yayınlamayı

115

yasaklamıştır. Karikatür sanatı da Jön Türkler gibi sürgün yaşamına başlamıştır. Jön

Türk hareketi özelikle karikatürü güçlü bir silah olarak görmüş ve bunu hayata

geçirmiştir. Jön Türklerin çıkardığı başlıca süreli mizah yayınları şunlardır: Hayal

(Londra, 1895), Beberuhi (Cenevre, 1988), Pinti (Kahire, 1898), Davul (1900),

Dolap (Folkestone, 1900), Tokmak (Cenevre, 1901) vs. (Tanzimat’tan Cumhuriyete

Türk Ansiklopedisi). Padişah Abdülaziz’in yergiye hiç hoşgörüsü olmamıştır.

Abdülaziz’in son günlerinde Sadrazam Mahmut Nedim Paşa, 1876’da gülmece

gazetelerine sansür koymuş ve Abdülaziz devrilip V. Murat tahta çıktıktan sonra da

sansür kalkmamıştır (Topuz, 1997: 213). I. Meşrutiyet dönemi Türk basını açısından

en sıkıntılı dönemlerin başında gelmektedir. Basının üzerindeki baskı ve ağırlıktan

dolayı bu döneme İstibdat Dönemi de denilmektedir. Karikatür de Türk basının

ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle bu dönemde aynı sıkıntıları çekmiştir (Topuz,

1997: 211 ve Özer, 1994: 11). İstibdat Dönemi’nde (1878-1908) mizah basını

yasaklanmış, diğer yayınlarda da karikatüre izin verilmemiştir (Çeviker, 1997: 194).

Meşrutiyet mizahının, iki özelliği bulunmaktadır. Bunlar; yazılı, basılı mizaha geçiş

ve meşrutiyet yönetimi ile birlikte, mizahı artık tarikatların değil partilerin gütmeye

başlamasıdır. Meşrutiyet, mizahta köklü değişikliklere neden olmuş, ancak kendi

geleneklerini yaratacak zaman bulamadan bütün günlerini savaş içinde geçirmiştir

(Balcıoğlu- Öngören, 1973: 57). 1870’ten bu yana Türk karikatürü, Fransız

karikatürünün etkisinde kalmıştır. Karikatürün dünyadaki tarihi çok eski olmasına

rağmen Türkiye gelişi çok geç olmuştur. Bu durumu, Balcıoğlu, dinsel nedenlere

bağlamıştır. Osmanlı karikatüründe gerçek anlamda karikatürle karşımıza çıkan ilk

isim Cem’dir. Cem, Batı anlayışına uygun sanatıyla ve İstibdat Dönemi’nin o gün

koşulları içinde güçlü yergileriyle korkusuzca dönemini eleştiren bir sanatçı, kavga

adamı olarak kabul edilmektedir (Balcıoğlu, 1983: 5- 6 ve Balcıoğlu- Öngören, 1973:

6). Bu dönemde yayınlanan en önemli karikatür dergisi Diyojen’dir.

24 Kasım 1870 tarihinde kurulan (Özdiş, 2004: 47) Diyojen ilk Türk

karikatür dergisi kabul edilmektedir. Diyojen, bir Osmanlı Rum’u olan Teodor Kasap

tarafından haftada üç gün olmak üzere çıkartılmıştır. Bu dergideki ilk karikatür 23

Kasım 1871 tarihinde basılmıştır. Çizerinin bilinmediği bu karikatürde Milletvekili

Garabet Panoysan’ın çizildiği sanılmaktadır. Türkiye'de modern mizahın ilk

116

örneklerinin yayınlandığı dergi, Ali Bey, Ebüzziya Tevfik ve Namık Kemal'in

imzasız yazılarına yer vermiştir. Cem, Rıfkı, Münif Fehim, Ramiz gibi

karikatüristleri bulunan dergi, Cemal Nadir’le belirli bir aşamaya ulaşmıştır. Cemal

Nadir Türk karikatürü için bir dönemeçtir. Nadir’e kadar Türk karikatürünün

karakteristik yapısı, konuşmaya önem veren ve çizgi ile onu destekleyen bir

yapıdadır. Nadir’de sözün ikinci plana düştüğü görülmektedir. Hatta karikatürler

yazısız, söze gereksinim duyulmadan çizilmiştir (Özer, 1994: 2, Balcıoğlu, 1983: 5

ve Balcıoğlu- Öngören, 1973: 5). Diyojen adlı mizah dergisi, büyük ilgi toplamış,

geniş tepkilere yol açmış, hatta mizahın yasaklanması için kanun tekliflerinin

mecliste görüşülmesine neden olmuştur. Diyojen’le başlayan bu yazılı mizah

hareketi, giderek Birinci Meşrutiyeti’nin ilanını gerektiren politik olayların bir

parçası durumuna gelebilmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 57). Devlet adamları

arasında gülmece düşmanlığını yaratan ilk dergi olan Diyojen, 12 Mart 1876 yılında

kapatılmıştır (Topuz, 1997: 212). Teodor Kasap, Diyojen’den sonra 1873’de ‘Hayal’

adlı ikinci bir mizah dergisi çıkarmıştır (Özer, 1994: 12 ve Balcıoğlu- Öngören,

1973: 57). Bir karikatürden dolayı ilk hapis cezasını alan Teodor Kasap, ‘Basın,

kanun dairesinde serbesttir’ sözünü elleri zincirlenmiş Karagöz’e söylettiği için

suçlanmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 61). Hayal’den sonra 1873’te uzun süreli

çıkmayan ‘Çıngıraklı Tatar’ yayınlanmıştır (Topuz, 1997: 212). 1873’te İbretname-i

Alem, 1874’te Latife, Tiyatro, Şarivari Medeniyet ve Kamer 1875’te Şafak, Kara

Sinan ve Kahkaha dergileri, 1875’te Geveze ve Meddah dergileri, 1876’da ise,

Çaylak dergisi yayınlanmıştır (Topuz, 1997: 215). I. Meşrutiyet döneminde çıkan bu

dergilerin ortak özelliği; Diyojen’e benzemeleri ve yabancı asıllı Osmanlılar

(Ermeniler) tarafından çıkarılmış olmalarıdır (Özer, 1994: 12 ve Balcıoğlu- Öngören,

1973: 57). Bu döneminin dergilerinde yayınlanan karikatürler yavaş yavaş kişilik

kazanan imzaları taşımıştır. Bu bağlamda karikatürleriyle dikkati çeken ilk Türk ismi

Fransa’da ustalaşan Cem’dir. Cem, Kalem ve daha sonra kendi adını verdiği Cem

dergilerinde karikatür çizmiştir. Cem, batı anlayışına uygun sanatıyla İstibdat

Dönemi’ni eleştiren güçlü bir çizer olarak anılmaktadır (Özer, 1994: 12). Cem, bu

dönemin karikatürüne damgasını vurmuştur (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 60). Cem,

sosyal ve siyasal konuları ele almış, yolsuzlukları vurgulamış ve dönemin ünlü

117

kişilerinin karikatürlerini çizmiştir. Abdülhamit, İttihat ve Terakki ve İtilaf Partisi’ni

eleştirmiştir (Topuz, 1997: 219).

3.6.1.2. II. Meşrutiyetten Cumhuriyet Dönemine Türk Karikatürü (1908-

1923)

Osmanlı için mizah, hem halkın hem de muhalefetin sesi olmuştur. Çünkü

saraya ne halkı ne de muhalefeti sokmak olanaklıdır (Kongar, 1986: 66). Buna

rağmen, Abdülhamit Dönemi’nde her türlü gülmece dergileri yasaklandığı için

karikatürde hiçbir gelişme olmamıştır. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı gülmece

gazetelerine ve karikatüre sınırsız bir özgürlük getirmiştir (Topuz, 1997: 218).

1908’le birlikte otuz yıl süren mizah yasağı da kalkmıştır. Türk mizah yayıncılığı,

çizgi ve yazınsal mizah, modern bir biçimde yeniden doğmuştur (Çeviker, 1997: 31).

II. Meşrutiyet, Türk karikatüründe bir devrimin gerçekleştiği çok önemli bir

dönemdir. Tanzimat döneminde daha çok Ermeni sanatçılar tarafından sürdürülen

karikatür, otuz yıllık bu ölüm sessizliğinin dışında, Kahire, Paris, Cenevre ve Londra

gibi başkentlerde Jön Türk harekâtı içinde yaşamını sürdürmüştür. II. Meşrutiyet’in

ilanıyla birlikte İstanbul’da 35’i aşkın mizah dergisi birden yayınlanmaya başlamıştır

(Çeviker, 1988: 17 ve Balcıoğlu- Öngören, 1973: 58). 1908 yılı, Osmanlı mizahı için

bir dönüm noktası sayılabilir. Çünkü bu yıldan sonra yazılı mizah yaygınlaşmış, buna

karşılık geleneksel Osmanlı mizah örnekleri yok olmaya başlamıştır. Bu tarihten

sonraki mizah eğilimi bütünü ile cumhuriyet mizahını etkilemiş ve onun ilk

kadrolarını hazırlamıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 59). Atilla Özer, 1908’den

sonra çıkan mizah dergilerini üç grupta değerlendirmiştir: Birincisi, Rum ve Ermeni

yurttaşlarının çıkardığı Diyojen dergisi anlayışla yayınlanan dergiler. Bunların en

tipik örneği: ‘İncili Çavuş’tur. İkincisi; Türklerin çıkardığı dergiler: Boşboğaz ile

Güllabi gibi… Üçüncü grubu ise, hazırlık dönemini Avrupa’da geçirmiş dergilerdir.

Bu grubun en önemlileri, Kalem ve Cem’dir (Özer, 1994: 53 ve Balcıoğlu- Öngören,

1973: 61). Mizah yayınları, Ermeni ve Rum cemaatleriyle Türkler arasındaki dostluk

bağlarının güçlenmesine katkıda bulunmayı da amaç edinmişlerdir (Çeviker, 1988:

27). Başlıca mizah dergilerinin çıkış bildirilerinde dile getirilen sorumluluk, mizah

118

anlayışı ve amaçlar karikatüre de yansımıştır. Baştan sona siyasal ve toplumsal bir

eleştiri mekanizması böyle bir amaç içinde devinmiştir (Çeviker, 1988: 28).

II. Meşrutiyet karikatüründe çizgi, yenidir. Kalem ve Cem’de gerçekleşen

karikatür devrimi, daha çok çizgide kendini göstermiştir. Batı karikatürünü

özümlemiş Cemil Cem ve batıdan gelmiş çizerler, devriminin baş kaynağı olmuştur.

Tanzimat karikatüründeki resimsellik akademikleşmiş; ondan da ötede resimselin

dışında karikatürsel bir çizgiye doğru önemli adımlar atılmıştır (Çeviker, 1988: 53).

Meşrutiyet karikatürü, yazılı bir karikatür olmuştur. Karagöz, Cadaloz, Geveze,

Hacivat, Nekregü, Zuhuri gibi geleneksel tipler aracılığıyla oluşturulan

karikatürlerde alt yazı, yazı değil, sohbettir. Bunlar daha çok yazınsal mizahın

ürünleridir. Resimlenmiş mizah metinleri gibi de bakılabilecek olan bu alt yazılar,

Osmanlı mizahının bütün niteliklerini taşımıştır (Çeviker, 1988: 55). II. Meşrutiyet

karikatürünün en önemli özelliklerinden bir tanesi de, savaşlar sürerken ordunun ve

halkın moralini yüksek tutmayı üstlenmiş olmasıdır (Çeviker, 1988: 39). Bu

dönemde çok sayıda dergi yayın hayatına girmiştir. Bunlarda biri Sedat Simavi’nin

çıkardığı ‘Karagöz’dür. En önemli karikatürcüsü, ilk Türk karikatürcüsü olarak da

bilinen Ali Fuat Bey’dir (Çeviker, 1988: 136). Ali Fuat Bey, Hayal, Çaylak ve

Kahkaha gazetelerinde çizmiştir (Topuz, 1997: 219). Kalem ve Cem gibi aydın ve

memurların değil, tam bir halk mizah gazetesi olmuştur (Çeviker, 1988: 138). Bu

dönemin önemli bir diğer karikatür dergisi Kalem, modern Türk karikatürünün dergi

başyapıtlarından en önemlisi olarak tarihe geçmiştir (Çeviker, 1988: 145). Modern

Türk karikatürünün yeniden doğuş sürecinde, önemli bir yapı taşını oluşturan

dönemin diğer karikatür dergisi Cemil Cem tarafından çıkartılan Cem dergisidir.

Cemil Cem, bu dergide siyasal ortama ayna tutmuş; dönemin ruhunu, karikatürleriyle

yansıtmıştır. Kalem’de başlattığı karikatür savaşımını Cem’de sürdürmüştür. Bildiği

yoldan taviz vermemek için (Çeviker, 1988: 176) İttihat ve Terakki Partisi’nin

baskılarına dayanamayıp kendisini kapatmıştır. İttihat ve Terakki’nin yerine İtilaf

Fırkası’nın geçmesi üzerine 10 Ağustos 1912’de otuz üçüncü sayısı ile yine yayına

başlamıştır (Öngören, 1984: 11). Avrupalı karikatüristlerin de yapıtlarının yer aldığı

dergi, Kalem'den sonra Türkiye'de çıkan Batılı anlamda ikinci mizah dergisi oldu.

49. sayısından sonra Cem, 1928’de Yavuz- Havuz Davası’yla ilgili bir karikatür

119

yüzünden bir daha yayımlanmamak üzere kapatılmıştır (Topuz, 1997: 219). Bu

dönemin diğer önemli dergileri; Eşek/1, Geveze ve Yeni Geveze’dir.

3.6.1.3. Kurtuluş Savaşı Dönemi Türk Karikatürü

Kurtuluş Savaşı sürecinde karikatür de bu savaşın içinde yer almıştır.

Karikatüristler savaşçı, mizah dergileri silah, karikatürleri de cephaneleridir. Yergi,

alay ve grotesk tepe tepe kullanılmıştır. Karikatürlerde, işgalci güçler (İngiliz,

Fransız, İtalyan); işbirlikçiler (Padişah Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Ali Kemal, Sait

Molla, Refik Halit Karay vb) ve kurtuluş savaşçıları (Mustafa Kemal Paşa, İsmet

Paşa, Mehmetçikler ve kadınlar) ele alınmıştır. Çok uluslu bir savaş olmasına karşın,

karikatürlerdeki ana düşman Yunanistan’dır. Karikatürlerde Türk askerleri yiğit,

cesur, atak, bağışlayan ve savaşkandır. Yunan askerleri ise korkak, kaçkın,

teslimiyetçi, kalleş, uyuşuk, beceriksiz ve yağmacıdır. Savaşı Türkler kazanmıştır, bu

nedenle de zaferi, aynı zamanda Türk karikatürcüleri de kazanmıştır (Çeviker, 1991:

23). Kurtuluş Savaşı karikatüründe çizgi, önceki dönemlere göre engin bir açılış

göstermiştir. Savaş karikatürü besler; yergi çizginin hareket dairesini genişletir. Bu

dönem, karikatürün olayın fotoğraflanmasının dışında, resimden öte bir niteliğe

bürünmeye başladığı önemli bir geçiş devresidir (Arık, 1998: 16). Kurtuluş Savaşı

karikatüründe çizgi, önceki dönemlere göre engin bir açılışa yönelmiştir. Resimden

kurtulmuş değildir, ama resimden kurtulmuş karikatürler vardır. Bu dönemde

çizginin resimsellikten kurtulmasının en önemli sebebi savaştır. Modern karikatür

hareketiyle ivme kazanan Türk karikatürü, Kurtuluş Savaşı’yla beslenmiştir

(Çeviker, 1991: 43). Yazı, karikatürün yarısıdır. Üstündeki çizgi örgüsünün sesi,

sözdür. Onu anlatan, espriyi açığa çıkaran öğedir. Bazı karikatürlerde yazıya karşın

çizgi algılanabilmektedir. Bu dönem karikatürü, söz ve anlam oyunlarından ve

şiirden çok yararlanmıştır. Fıkra ve seyirlik oyunları birikimi, yazının ana kaynakları

arasında olmuştur. Bunların ötesinde özgün bir altyazı yaratımı gelişmiştir (Çeviker,

1991: 45).

Kurtuluş Savaşı sırasında imparatorluk basını iki kampa bölünmüştür:

Mustafa Kemal’in önderliğiyle kurulan Kuvay-ı Milliyeciler ve İstanbul

Hükümeti’nden saraydan ve işgalcilerden yana olanlar (Çeviker, 1991: 16).

120

Güleryüz, Sedat Simavi’nin 1921’de çıkardığı bir mizah dergisi olarak ve bir de

Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen tek dergi ve gazete olduğu için, Cumhuriyet

mizahında ayrı bir özellik kazanmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 64). Buna karşın

Refik Halit Karay, padişah yanlısı tutumuyla Atatürk’e karşı bir kadro oluşturarak

1922’de Aydede isminde bir mizah dergisi yayınlanmıştır. Aydede’nin karikatüristi

olan Rıfkı, Türk ordusunun, Atatürk’ün Anadolu erlerinin aleyhine, Yunan askeri

lehine karikatürler çizmiştir (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi). Kurtuluş

Savaşı’ndaki mizahın teknik özelliği ilgi çekicidir. Daha önceki, daha sonraki

dönemlerde ülke mizahını parti gibi, tarikat gibi örgütler, Kurtuluş Savaşı sırasındaki

mizahı ise, hükümetler biçimlendirmiştir: Ankara hükümeti ile İstanbul hükümeti.

Ankara hükümetini tutan mizah dergisi 1921 yılında Güleryüz, İstanbul hükümetini

tutan mizah dergisi ise Aydede’dir. Güleryüz dergisi, Kurtuluş Savaşı’nı İstanbul’da,

işgal altında desteklemiştir. Aydede dergisi de, İstanbul’da yayınlanmış, işgalcileri

ve onların yerli işbirlikçilerini desteklemiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 63 ve Özer,

1994: 12). Dönemin diğer önemli dergileri; Karagöz, İleri, Diken, Ayine/Ayna ve

Akbaba’dır.

3.6.2. Klasik Karikatür Dönemi

Türk karikatürünün ikinci dönemi cumhuriyetin kurulmasını izleyen yıllarda

ortaya çıkmıştır. 1928’de yeni Türk alfabesinin benimsenmesi okuryazar sayısını

çoğalttığı gibi basın yayın alanında da önemli bir canlanmaya yol açmıştır. Bu

değişme ve gelişmeleri izleyen yıllarda karikatür, günlük gazetelerin ayrılmaz bir

parçası olmuş ve klasik Türk karikatürünün en büyük ustaları bu dönemde

yetişmiştir. Bu dönemin karikatürünün en belirgin özelliği çizimdeki değişmedir. Bir

önceki dönemin sonlarına doğru başlayan çizimlerdeki yalınlaşma süreci bu

dönemde de sürmüştür. Çizimlerde artık en ince ayrıntılardan vazgeçilmiştir.

Karikatürün gündelik olması bu ayrıntı düzeyinde çalışmayı olanaksız kılmıştır.

Dönemin bir başka çizim özelliği de insanların dışındaki varlık ve olguların da

karikatür kalıpları içinde çizilmeye başlanmasıdır. Çizim düzeyindeki üçüncü

gelişme ise bazısı batıdan alınmış simgelerin ve kalıpların kullanılmasıdır

(http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012).

121

3.6.2.1. Cumhuriyet Dönemi’nden Demokrat Parti Dönemi’ne Türk

Karikatürü (1923- 1950)

Cumhuriyet döneminin mizah yönünden kendisine özgü bir haritası söz

konusudur. Dönemeç sayılabilecek nirengi noktaları yapı olarak üstünde durulacak

evreler ortaya çıkmıştır. 1923 yılından sonra birçok tarih ve gün cumhuriyet mizahı

için önemli olmaya başlamıştır. Fakat nirengi noktası olarak sayılabilecek tarih; 3

Kasım 1928’de yeni harflerin alınmasıdır. 1928 yılı hem büyük bir bitişi hem de yeni

bir başlangıcı işaret ettiği için cumhuriyet mizahı için ilk evreyi belirlemiştir.

Cumhuriyet tarihi içinde, ikinci dünya savaşı mizah yönünden de başlıca nirengi

noktalarından birisi olmaktadır. Hatta cumhuriyet mizahı savaştan önce ve savaştan

sonra olmak üzere ilk temel ayrıma uygun düşecek bir gelişme göstermiştir. Tek

partili yıllarda öyle sindirici bir ortam söz konusudur ki, mizahçılar bir baskıya

uğrayacak çıkış ve dikilişleri düşünmemektedir (Öngören, 1984: 1446).

Cumhuriyetten sonra yeni alfabenin kabulüyle, okuma yazmanın hızla artmasına

karşılık, mizahta bir canlılık ve parlama bir türlü görülmemiştir. Bunun nedeni tek

parti dönemidir. Serbest Parti denemesinde kısa bir canlılık göze çarpmıştır. Tek

parti döneminde mizahçılar yalnızca ‘belediye’ karikatürü çizebilmiştir (Öngören,

1996: 1439). Tek Parti döneminde demokrasi ve özgürlük gibi kavramlar mizahçıları

pek ilgilendirmemiştir. Suya sabuna dokunmayan konularla mizah yapılmıştır. O

dönemin karikatüründe bir coşku ve bir enerji yoksunluğu gözlenmektedir (Arık,

1998: 19). İkinci Dünya Savaşı’nda bütün mizahçılar ve mizah yayınları vatan

savunmasına geçmişlerdir. Bütün dünyada faşizme karşı kurulan demokratik direniş

çemberine Türk mizahçıları ve karikatürcüleri de katılmıştır (Öngören, 1996: 1439).

İkinci Dünya Savaşı yıllarında, fıkra gibi etkili bir mizah silahı da karikatürdür.

1939- 1948 yılları arasında 34 karikatür albümü yayınlanmıştır. Karikatürle geniş

halk kitlelerinin ilk olarak bu yıllarda tanıştığı göz önüne alınırsa işin önemi biraz

daha ortaya çıkar. Geniş halk kitlelerinin sevgilisi olmakta karikatür dünya savaşında

verdiği çetin sınavı başarmasına borçludur. Karikatürün halk yanında topladığı bu

büyük ilgi (Özer, 1994: 56) savaştan hemen sonra güçlü bir karikatürcü kadrosunun

ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca karikatür İkinci Dünya Savaşı’na cılız bir

çizgi ve uluslararası bir tip kadrosu ile güçlenmiş olarak çıkmıştır. Bu güçlü çizim

122

yerli tiplerini de tamamladıktan sonra günlük gazetelerin birinci sayfasından geniş

halk kitleleri ile sürekli bir diyaloga girmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 79). Çeviri

istemeyen karikatürler, dünya savaşında olduğu gibi kullanılabilmiştir. Alman

‘Samplıcıssımus’ dergisi ve bir kısım İtalyan karikatürcüleri, İtalya ve Almanya’dan

kaçarak bütün dünyada faşizme karşı bir karikatür savaş çemberi yaratmaya neden

olmuşlardır. Bu çemberin karikatürleri, ülkemizdeki karikatürcüleri gerek çizim

gerekse tip yönünden çok fazla etkilemiştir. Karikatürlerde tanıdığımız Harp tipi,

Barış Kızı ve Güvercin her ülkenin belli tipleri ve ulusları bazı hayvanlara benzetme

tekniği İkinci Dünya Savaşı’nda kesinlik kazanmış ve bütün halklarca ortaklaşa

benimsenir olmuştur. Karikatür İkinci Dünya Savaşı’nda uluslararası bir dil olabilme

katına yükselmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 79- 80). İkinci Dünya Savaşı’nda

Türkiye savaşa girmediği halde, mizahçılar ilgi çekici bir savaş mizahı

geliştirmişlerdir. Artık, Türk basınında savaş, barış, Azrail, Hitler, Mussolini, Nazi

askerlerini, top, tüfek ve bomba konulu pek çok karikatür görülmeye başlamıştır

(Öngören, 1984). İkinci dünya savaşının bitiş tarihi olan 1945 yılı cumhuriyetin çok

partili döneminin başlangıcı olmuştur. Bu nedenle 1945 yılı mizah yönünde hem bir

nirengi noktası hem de yeni bir evrenin başlangıcı gibi önemli bir tarihi işaret

etmektedir. 1945- 1950 arası mizah yönünden çok canlı bir evre olarak geçmiştir.

Genç Cumhuriyet mizah kadrolarının yetişmesi de bu evre ile ilgilidir. 1950 yılından

sonra yeni bir evrenin başladığı söylenebilir. Bu yılda, cumhuriyeti gerçekleştiren

parti muhalefete geçmiş, muhalefet partisi yönetimi ele almıştır. 1960 yılına dek

süren bu evre, genellikle çok partili hayat olarak adlandırılmıştır. Kendisine özgü bir

mizah yapısı ve yayını olan bu on yılı, ayrı bir evre olarak ele alıp tanımak,

cumhuriyet mizahı yönünden gereklidir. Son olarak 1970’den sonraki dönem, kendi

içinde oluşmakta olan ayrı bir evreyi işaret etmektedir (Balcıoğlu- Öngören, 1973:

69- 70).

1923- 1928 arası, gerçekte iki aykırı yapı göstermiştir. Birincisi alabildiğine

özgür ve canlı, ikincisi sıkı ve tekdüzedir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 71). Bu

dönemin temel özelliği; eski yazı ile yapılmış bir cumhuriyet mizahı olmasıdır.

Sosyal niteliği ise, yeni bir cumhuriyet kurmanın, Kurtuluş Savaşı zaferinin sevincini

dile getirmesidir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 70). Cumhuriyet döneminde ülkede

123

basım- yayım alanında büyük değişiklikler gözlenmiştir. Arap harflerinin yerini

Latin alfabesi almıştır. Tüm ülke halkı okuma yazma öğrenmektedir. Doğaldır ki

yeni yazı ile yayınlanacak dergi ve gazetelerin okuyucu bulması güçtür. Cemal Nadir

okumanın güç olduğu günlerde az yazılı tipleri ve hiç yazısız Dalkavuk, Akla Kara,

Dede ile Torun tiplemeleriyle karikatüre beklenmedik bir etkinlik kazandırmıştır

(Özer, 1994: 55- 56 ve Balcıoğlu, 1983: 11). Sağdan sola doğru yazılan ve özel çizgi

ve kıvrımlardan kurulan eski yazı, meşrutiyet karikatürcülerinde, gerek çizgi, gerekse

tip yönünden ortak bir çizim yaratmıştır. Yeni yazıya geçildikten hemen sonra bütün

kişilik kazanmış karikatürcülerde bir çizgi ve tip değişmesi ortaya çıkmıştır. Tip

çizimlerinde yuvarlak çizimler belirginleşir, çizgilerde sürekli bir kalınlaşma göze

çarpmıştır (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 72). Batılı yaşantıya dönmek için yapılan

birçok devrimler, 1925 yılından sonra yoğunluk kazanmıştır. Medeni Kanun, giyim,

şapka devrimleri bu gelişmeler arasında yer almaktadır. 1925 yılından sonraki mizah

dergilerinde, bu geçiş döneminin kesin bir etki yarattığı hemen göze çarpmıştır

(Balcıoğlu- Öngören, 1973: 71). 1923- 45 yılları genelde bir baskı dönemi olmuştur.

Hükümetler, Matbuat Genel Müdürlüğü ya da basın savcılığı aracılığıyla bu baskıyı

uygulamıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında da sıkıyönetim

komutanlıklarından gazeteler her fırsatta yasak kararları iletmiştir. İktidarda

olanların, özellikle Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ve İnönü’nün ve başbakanların

karikatürlerinin ‘küçük düşürücü’ ya da ‘alay konusu’ olabilecek biçimde

çizilmemesine büyük özen gösteriliyordu. Genel Kurmay Başkanı ve komutanlar da

karikatür konusu olamazlardı. Onların desenleri ancak övgü amacıyla çizilebilirdi.

Bu dönemde, karikatürcüler, sakıncalı bilgilere pek girmeden ve üst düzeydeki

kişileri doğrudan hedef seçmeden siyasal karikatür yapmakla yetinmiş, belediye

sorunlarına, vurgunculuğa, yolsuzluklara, ihtikâra, pahalılığa, taşıt, su ve çöp

konularına ağırlık vermişlerdir. Yahudi fıkraları, gelin- kaynana çekişmeleri, yeni

modalar, yeni sözcükler, sarhoşluk hikâyeleri, balolar, plaj giysileri, sosyete

dedikoduları ve bürokrasinin yarattığı gülünçlükler de sık sık karikatürlere konu

olmuştur (Topuz, 1997: 231- 232). Bu döneme kadar yayınlanan mizah dergilerinde

görülen genel özellikler şunlardır: Çoğunlukla haftada bir yayınlanmış, yazılı mizah

türlerinin yanında karikatürler daha az yer tutmuş, karikatürlerde ‘lejand’ denilen alt

yazılar çokça görülmüş, baskı tekniği olarak Tipo (yüksek baskı) kullanılmış, siyah-

124

beyaz karikatürlerin yanı sıra çok renkli karikatürler de görülmeye başlanmış,

Akbaba hariç, genelde yönetimle uzlaşmayan bir tutum sergilemiş, 1928’e kadar

Arap harfleriyle, daha sonra Latin harfleriyle yayınlanmış, herkesin alabileceği

fiyatlarla satılmıştır. Karikatürlerin işledikleri konular; belediye sorunları, toplumsal

yaşam, batılaşma, ekonomi, basındaki çekişmeler, kadın ve kadın- erkek ilişkileri,

savaş ve barış, politika, eğitim ve fantezi olmuştur (Özer, 1994: 61- 62).

3.6.3. Çağdaş Karikatür Dönemi

Türk karikatürünün üçüncü dönemi, 1950’de başlamıştır. II. Dünya Savaşı'nın

bitmesinden sonra Türkiye'nin dış dünyaya açılmasına, siyasal ve ekonomik alanda

liberalleşmesine paralel olarak basın-yayın yaşamında gözlenen canlanma ve

çeşitlenme karikatüre de yansımış, Türk karikatürü yenilenip çağdaşlaşmaya

başlamış, çalışmalarını uluslararası düzeyde kabul ettiren sanatçılar yetişmiştir. Yeni

karikatür anlayışının en etkin olduğu dönem 1950-1960 arasıdır

(http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012). Üçüncü dönemdeki en önemli değişiklik

çizimde görülmektedir. Belli bir yalınlaşma sürecinden geçmiş de olsa, ikinci dönem

karikatürü anlatımı doğrudan desteklemeyen ayrıntılarla doludur. 1950 kuşağı adıyla

da bilinen yeni karikatür neredeyse bir çırpıda denecek kadar hızla kendini bunlardan

arındırmış, gereksiz her türlü ayrıntıyı çizimden çıkarmıştır. Çağdaş eğilimlere

paralel bu gelişme bir süre sonra karikatürün çizgiyle gülmece yapma sanatı olarak

tanımlanmasına yol açmıştır (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012). Bu dönemde,

‘karikatür çizgiyle gülmece yapma sanatıdır’ düşüncesi yerini, ‘karikatür güldürmez

düşündürür’ düşüncesine bırakmıştır, gülmecesi sınırlı bu yaklaşım da geniş izleyici

kitlesi tarafından benimsenmiştir.

3.6.3.1. Demokrat Parti Dönemi Türk Karikatürü (1945- 1960)

1950- 1960 arası cumhuriyeti kuran tek parti, kendi içinden çıkan bir partiye

iktidarı bırakmış ve muhalefete geçmiştir. Bu dönemin mizahı renkli ve çeşit bolluğu

göstermiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 83). Bu dönemde yeni karikatürcüler

kendilerini göstermeye başlamışlardır. Orta kuşak diye adlandırılan bu çizerler;

Selma Emiroğlu, Semih Balcıoğlu, Turhan Selçuk, Nehar Tüblek, Ali Ülvi Ersoy,

125

Ferruh Doğan, Altan Erbulak, Bedri Koraman, Oğuz Aral, Mıstık, Yalçın Çetin,

Tonguç Yaşar, Eflatun Nuri, Suat Yalaz, Hüseyin Mumcu, Sururi, Şadi Dinçağ ve

Nihat Bali’dir (Özer, 1994: 13). 50 kuşağı, dünya karikatürünün savaş sonrası

değişiminde ve gelişiminden etkilenerek, yeni bir karikatür dili yaratmıştır. Bu

karikatür yazı ve söze dayanmayan bir çizgi mizahıdır. 50 kuşağı yeni ve çağdaş bir

karikatür estetiği oluşturmuştur. Karikatürde konu ve çizgi bütünlüğü sağlanmıştır

(Arık, 1998: 21). 1950- 60 arası Türk mizahı için altın on yıl sayılır. Hemen bütün

mizah türleri, bir olgunluk ve ustalaşma gösterir. Üstelik bu olgunlaşma, bütün mizah

türlerine birer kuşak ve kadro hareketi olarak gelmiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973:

86). 1950 kuşağı sınıf mücadelesini ve sosyal dengesizliği ele alan, hükümeti

eleştiren, demokratik kurumların işleyişini ve olası sosyal ve politik devrim imkânını

konu alan karikatürler çizmişlerdir (Akman, 1997: 108).

Demokrat Parti döneminde, devrilen tek partiye saldırı ve elde edilmiş

özgürlükleri bol bol kullanma eğilimi göze çarpmaktadır. Bu tip mizahın temsilcisi,

‘Karakedi’ ve 1952 yılında yeniden yayınlanmaya başlayan ‘Akbaba’dır. Karakedi,

kendine özgü bir mizahı temsil etmiştir. Devrilmiş olmasına rağmen, tek partinin

halk üzerinde bıraktığı eski etkilere saldıran Karakedi büyük ilgi toplamıştır. Kimlik

olarak sağcı bir dergidir. 1952 yılında yayınlanmaya başlayan Akbaba ise, devrilen

tek parti ile geçmişi içine alan bir hesaplaşmaya girmeyi denemiştir. Ancak otuz

yıldan beri tuttuğu bir partiyi bu biçimde ele alışı; hem Akbaba’nın şu ya da bu parti

ve görüşü değil yanlıca iktidarı tutan geleneğini ortaya çıkardığı için; hem de

cumhuriyetin ilkelerini hafife alışı, geniş tepkilere yol açmış, 1960 yılında yeniden

kapanma tehlikesini zor savuşturmuştur (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 83). 1945- 1950

arasının en önemli mizah olayı, Markopaşa hareketidir. Markopaşa, 25 Kasım

1946’da Sabahattin Ali ve Aziz Nesin’in yönetiminde çıkmıştır (Topuz, 1997: 234-

235). Markopaşa, yıllardır mizahın o keskin tarafını adeta kış uykusuna yatıran, yeni

kurulan cumhuriyetin bekası için, eleştirilerini dile getirmeyen veya getiremeyen

mizahçıların bir anlamda patlamasıdır (Arık, 1998: 19). Markopaşa, iktidardaki parti

ile açıkça mücadele eden ilk mizah dergisidir (Özer, 1994: 13). Bu dönemin diğer

önemli dergileri; Tef, Dolmuş, Karikatür ve Taş- Karikatür’dür.

126

3.6.4. Yeni Karikatür Dönemi

1970’lerin başında karikatür bir kendini yenileme sürecine girdi, böylece de

günümüze kadar süren dördüncü ve sonuncu dönem başlamıştır. Bu dönemde

karikatür büyük yaygınlık kazanarak pek çok kişi, özellikle de gençler için bir

anlatım, bir dışavurum aracı olmuştur (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012). Dönemin

özelliklerinden biri soyut anlatımlarından uzaklaşmak olmuştur. Bir başka çizim

özelliği de karikatürün çizgi romana özgü anlatım tekniklerinden yararlanmaya

başlamasıdır. Altyazılar ortadan kalkarak, sözlerin konuşma balonları içine alınması,

çizgi romana özgü ünlem, sözcük ve işaretlerin karikatürde de kullanılması, daha

devingen, canlı, çarpıcı çizimlerin araştırılması, yazarı ile çizeri ayrı ortak yapımların

çoğalması karikatüre yeni bir soluk kazandırmış, karikatürün yeniden yaygın bir

anlatım aracı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Karikatür, sokaktaki insanı konu alan

bir gülmeceye yönelmiştir (http://tr.wikipedia.org, 03-03-2012).

3.6.4.1.1960’tan 1980’li Yıllara Kadar Türk Karikatürü

7 Mayıs Olayı, 1950-60 döneminin kapanmasını, 1960-70 döneminin

açılmasını sağlamıştır. 27 Mayıs Askeri Darbesi ile beraber, Türkiye’de yeni bir

dönem başlamıştır. Bu dönem karikatürlerinde artık parti çalışmalarının ikinci plana

atıldığı, yerine toplumsal konuların daha fazla çizgiye döküldüğü ve anayasal

özgürlüklerin savunulduğu görülmüştür. Önceleri eski devrin kalıntılarına o günlerde

takılan adla, ‘kuyruklarda düşürülen iktidarın başı’ karikatürlere konu olmuştur

(Arık, 1998: 24). 27 Mayıs’ın ülkeye kazandırdığı en büyük zenginlik yeni anayasa

ile anayasa kurumlarıdır. Mayıs Devrimi’nden sonra kalkan baskı ile birlikte,

Demokrat Parti’ye(DP) karşı çok kısa süreli yoğun bir hiciv saldırısı ortaya çıkmıştır.

Bu saldırı mizahında, ‘Zübük’ ve ‘Akbaba’ adları, mizah dergisi olarak

sayılabilmektedir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 86). Bu dönemin özelliği, mizah

dergisi olarak ikinci bir derginin görülmeyişidir. Çok kısa ömürlü ve mizah dergisi

kalitesinden çok uzakta bazı denemelerin dışında, on yılı, Akbaba tek başına

sürdürmüştür. 1908’den sonra hiçbir dönemde, bir tek dergi ile on yılın geçirildiği

görülmemiştir (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 87). 1960-1970 döneminde Türk

karikatüründe bir durgunluk görülür. Hemen tüm gazetelerin birinci sayfalarında özel

127

köşeleri olan karikatürler yavaş yavaş yok olmaya başlamıştır. Karikatürcüler

işsizlikle karşı karşıya kalmışlardır. O tarihlerde bazı karikatürcülerin reklamcılıkla

geçinmeye çalıştıkları, bazılarının da çizgi film işlerine yöneldiği gözlenmiştir

(Özer, 1994: 13- 14). Eğlendirici magazin öğeleri, siyasal haberin dışında bir

habercilik anlayışı, kadına yönelik haberler, çizgi roman ve fotoroman gazetelere

yerleşmiştir. Bundan ötürü karikatürün niteliği de değişmiştir (Arık, 1998: 24).

Karikatür; gazetelerin birinci sayfasındaki değişmez sanılan yerini yitirmiş, ikinci

sayfaya atılmış ya da büsbütün vazgeçilmiştir. Bunların hemen hepsi, Avrupa

çizerlerinin bir basın deyimi olarak, ‘Makas Karikatürleri’dir. Mizah tarihimizde

görülen en zengin mizah kuşağı, mizah dışında işlerle geçimlerini sağlamak

durumuna düşmüşlerdir. Karikatürcülerin bir bölüğü sinemada karton film yapımına

yönelmiş, bir kısmı hiç çizmemiş pek azı durumlarını koruyabilmişlerdir (Balcıoğlu-

Öngören, 1973: 87). 1961 yılında işsiz kalan pek çok çizere Akbaba dergisi

sayfalarını açmıştır. Bu yıllarda Akbaba, gerek mizahi, gerekse karikatür açısından

en iyi en usta örneklerini ortaya koymuştur (Özer, 1994: 14). Bir gün önce DP’yi

tutuğu halde ertesi günü DP’ye en şiddetli saldırılara geçen Akbaba; gerek aydın,

gerekse halk arasında tepkilere yol açmıştır. 1960 öncesinin gaz, yiyecek, içecek

kuyrukları karikatürden silinmiş, yerini politik kuyruklar tekerlemeleri almıştır.

Ancak bu mizah furyası gecikmeden yerini uzun bir durgunluğa bırakmıştır

(Balcıoğlu- Öngören, 1973: 86). 1960-70 arasındaki sosyal ve politik yapı ile

mizahçıların ters düşmesi söz konusu olmuştur. Basın bu karikatürleri, geniş halk

yığınlarına sunacak anlamda ve açıklıkta görmemiştir. Birçok karikatürcünün

yalnızca yurt dışına karikatür çizmesi, oradaki derecelere, yarışmalara girmek için

oyalanması, bu gelişimin sonucu olmuştur (Balcıoğlu- Öngören, 1973: 88- 89). Aziz

Nesin, yine Markopaşa geleneğine uyarak Zübük’ü, sonra da Ustura’yı

yayımlamıştır. Suavi Sualp, Salata’yı çıkarmıştır. Dergicilikte ikinci dönem 1970’te

Gırgır’la başlamıştır. 1975’te Tekin Aral tarafından Fırt, Çarşaf, Çivi, Çağdaş Mizah,

Çuval, Papağan, Karikatür ve Limon çıkmıştır (Topuz, 1997: 255 ve Özer, 1994: 14).

1970’ten sonra Türkiye’de görülen yapısal değişme yeniden hareketli yılların

başlangıcı olmuştur. Kırsal kesimden kentlere büyük bir göç başlamış, TV

yaygınlaşmış, gazetecilikte ofset tekniği Cağaloğlu’na yerleşmiştir. Kır-kent insanı

128

karışımı gecekondu mahalleri oluşmuş, karma kültürün etkisiyle büyük kent

sokaklarında içli köfte, döner kebap satışları, arabesk müzik şans ve rastlanmaya

senaryolarla şarkıcı ve türkücülerin filmleri ortaya çıkmış, bu yaşantının kendi

çelişkisinden mizah da payını almıştır (Özer, 1994: 14). 60’larda sosyalleşen

karikatür 70’lerde politikleşmiştir. Siyasi kutuplaşmalar karikatüre yansımıştır.

Karikatür daha fazla bağırmak istemiştir. Bu fazla bağırmanın sonucunda karikatür

bir takım açmazlara saplanmıştır. Çok şekilci ve sloganik olmuştur. Belli simgeler

çevresinde yoğunlaşan karikatür, bir süre sonra tıkanma sürecine girmiştir (Arık,

1998: 27-28). 1970’li yıllarda Gırgır’la başlayan ve daha sonra dergi sayısında bir

patlama oluşturan bu son dönem dergilerinin özellikleri şunlardır: “Dergilerin hemen

hepsi aynı çizgi anlayışıyla çıkmaktadır. Ofset baskı tekniğiyle yayınlanmaktadır.

Bazı dergilerde çok renkli kapak ve iç sayfa karikatürlerine rastlanmaktadır. Tüm

dergilerin sayfa düzenleri birbirlerine benzemektedir. Lejand yerine konuşma

balonları kullanılmakta, hemen hemen yazısız karikatüre yer verilmemektedir. Çizgi

roman ve bant karikatür sayısında sürekli artış görülmektedir. Tüm dergiler

okuyucular, için bir amatör çizerler sayfası ayırmaktadırlar. Bazı dergilerde karikatür

sanatına ilişkin öğretici bilgiler yer almaktadır. Yazısız olarak anlaşılabilecek

karikatürler bile yazılı hale getirilip anlaşılabilirliği iyice kolaylaştırılmaktadır.

Kültürlü, argolu konuşmalara fazlaca yer verilmektedir. Genellikle bir baş çizer ya da

birkaç kişiden oluşan grup, yönlendirici olarak yer almakta, çizerler özgür

bırakılmaktadır. Politik, sosyal, kültürel konuların en basitinden ya da ayrıntılarından

espri türetilmektedir. Fantezi üzerine kurulu senaryolar oluşturulmaktadır.

Çirkinlikler, iğrençlikler konu olarak boyutlarını alabildiğince zorlamaktadırlar”

(Özer, 1994: 65- 67).

3.6.4.2. 1980’den günümüze Türk Karikatürü

12 Eylül’e giden dönemde, karikatür ve mizah yayıncılığı sürekli olarak

baskılar ve davalarla karşı karşıya gelmiştir: 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında

gözaltına alınan Turhan Selçuk’a, çizdikleri nedeniyle polis müdürlüğünde işkence

yapılmış, yapılan işkence sonrası karikatürcünün kaburga kemikleri kırılmıştır

(Özer, 2003: 78). 80’de, 12 Eylül askeri darbesi ülkede demokratik hak ve

129

özgürlüklerle birlikte, kültürel yaşamı ve doğal gelişmeyi de bastırmıştır. Parlamento

ile birlikte tüm dernekler ve de Karikatürcüler Derneği kapatılmıştır. Kapalı bulunan

Karikatür Müzesi binası daha sonra yıktırılmıştır. Müze ve dernek malları çuvallar

içinde bir depoya konulmuştur. Karikatür dergisi ve Nasreddin Hoca Uluslararası

Karikatür Yarışması artık yapılamaz olmuştur (Oral, 1998: 220). 1980 askeri darbesi

ile beraber basının üzerindeki baskı arttı; iktidarın karikatürlere karşı sert tepkili

olması basına çizen karikatüristler için çok zor bir dönem oluşturmuş; karikatüristler

sık sık emniyet müdürlüğünü ziyaret etmiş, tehditlerle karşılaşmıştır. 1982 Anayasası

ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı pek çok madde içermiştir (Haydari, 2011: 118). 80’li

yıllara gelirken karikatür, siyasal ve toplumsal olaylardan hem etkilenmiş hem de

onları etkilemeye çalışmıştır. Seksenli yıllarda demokratik düzeni rafa kaldıran

siyasal ve silahlı güç, doğası gereği, insanları yıldırmayı, sindirmeyi, korkutmayı,

onlara baş eğdirmeyi, onların umutlarını, onurlarını ve özgüvenlerini kırmayı

amaçlayan uygulamalar içinde olmuştur. Çizerlerin ise, bunları boşa çıkarmaya

çalışmak, antidemokratik uygulamaları belgelemek, uyanık, umutlu, kendine

güvenini yitirmeyen bir kamuoyunu canlı tutmak ve toplumun kırılan onurunu

onarmak için mizahı sürekli gündemde tutmak gibi amaçlarla çizdikleri görülmüştür.

Umudu yitirmediklerini, korksalar bile sinmediklerini, söylenenlere kanmadıklarını

çizgileme çabası içinde olmuşlardır. Ama yine de bu dönem karikatürünün, eleştiri

işlevini yerine getirirken, ellili ve yetmişli yıllardaki kadar etkili olduğunu söylemek

zordur (Oral, 1998: 219). 12 Eylül öncesinde baskılarla sindirilmeye çalışılan çizgi,

12 Eylül’den 90’lı yıllara uzanan dönemde de bu dayatmalardan nasibini almıştır.

2000’li yıllarda da, önceki yılların aksine değişen pek bir şey olmamış, birçok çizer

ve mizah dergisi, yayınladıkları karikatürler yüzünden davalar ve cezalarla karşı

karşıya gelmiştir (Özocak, 2011: 275).

1990’lı yıllarda Gırgır, Çarşaf, Limon, Hıbır, Pişmiş, Kelle, Fırt, Fırfır, Avni,

Dıgıl, Çıngar adında birbirinden kalın çizgilerle ayrılmayan, dergiler yayınlanmıştır.

Hiçbir dönemde bu kadar çok sayıda dergi bir arada yayınlanmamıştır (Özer, 1994:

63). 1990’lı yıllarda popüler karikatür iyice çığırından çıkarılmış, eleştirilen Oğuz

Aral anlayışının aranılır olması gündeme gelmiştir. Yakın zamanda yayınlanmaya

başlayan Meme (birkaç sayı sonra Meme-t olmuştur) adlı bir popüler karikatür

130

dergisi çalışanları derginin yayın politikasını (23 Mayıs 2004 tarihli Cumhuriyet

gazetesinde) şöyle ilan etmişlerdir; “Meme’nin iddiası yok, Meme’nin mesaj kaygısı

yok, Meme’nin bir kişiliği yok, Meme delikanlı dergidir ama bunun yanı sıra

kişiliksizdir, tipsizdir, alçaktır. Erkek durduğuna bakmayın o aslında bir dişidir.

Kalıcı değildir, entel değildir, sanat kaygısı barındırmaz. Meme bağırır, çağırır,

küfreder, döver ama asla ahkam kesmez ve kesmeyecektir”

(www.anadolu.edu.tr/aozer/makaleler: 2011).

Günümüzdeki karikatür dergileri siyasi mizah anlayışından kaçınmaktadır.

Gırgır’da sayfalarca siyasi mizah yapılıp mizahi öğelerle iyi bir muhalefet anlayışı

güdülürken günümüzde çıkan dergilerde siyasi mizah konusunda sadece iki sayfayla

sınırlı kalınmaktadır. Günümüzde; Leman, Gırgır, Penguen, Uykusuz ve Cici gibi

karikatür dergileri bulunmaktadır. Karikatür, günümüz Türkiye’sinde yaygınlık

açsından en önde gelen sanat dalı durumuna gelmiştir. Sanatsal yaratıcılık alanı

olarak geniş kitleler tarafından ilgiyle izlenmekte ve sevilmektedir. Gülmece

dergilerinin sayısı çoğalmış, ayrıca gazete ve dergiler de gülmece ekleri vermeye,

amatör çizer köşeleri düzenlemeye başlamışlardır. Büyük kentlerin dışında da

sergiler, yarışmalar düzenlenmektedir. Bunlara paralel olarak karikatürün tarihini,

kuramını konu alan yazılar, kitaplar yayınlanmaktadır (Çakır ve Yavalar, 2011: 519).

3.7.Karikatürde Dil ve Söylem

İngiliz mizahçısı Lanchester, “Bir milletin zeka gradosunu gösteren en

mükemmel ayna karikatürdür” (Selçuk, 1998: 307) diyerek karikatürün toplumların

nitelik belirleyicisi yönünden çok önemli olduğuna vurgu yapmıştır. İletişim aracı

olarak kabul edilen karikatür, sayfalarca yazıp anlatılmak istenen fikirleri basit ama

önemli bir çizimle tek bir karede anlatabilmesi açısından önemli bir düşünce iletim

aracı olmaktadır (Bayram, 2009: 108). Tüm iletişim süreçlerinde olduğu gibi,

karikatürün de kaynağında, başlangıcında, olgular, olaylar, kişiler ve düşünceler

vardır. Dilbilimsel terimlerle söylersek, bunlar iletinin belirtenleridir. Sonra verici,

yani karikatürcü bulunmaktadır. İletişim zincirinde bunun ardından ileti (mesaj), yani

karikatür gelmektedir. Daha sonra, gazete ve benzeri yayın organları gibi iletim

kanalı yer almaktadır. Sürecin bir ucunda alıcı, yani okuyucu bulunmaktadır.

131

Okuyucunun mesajı almasıyla birlikte iletinin çarpış etkisi söz konusu olmaktadır.

İletinin okuyucu üzerindeki etkileri iletişim sürecinin bir başka halkasını

oluşturmaktadır. İleti ile etkilenen okuyucunun ortaya koyduğu ve bir bakıma iletinin

etkisi sayılabilecek ard-iletimlerle (feed-back), iletişim süreci tamamlanmaktadır

(Topuz, 1986: 7). Karikatürde mevzu ve çizgi olmak üzere iki unsur bulunmaktadır.

“Hakiki karikatürde bu ikisi sarmaş dolaş olmalı; öyle ki makası vurup ikisini

ayırmaya çalışmak yapışık kardeşlere ameliyata kalkışmaya benzesin. Karikatür,

çizginin nüktenin emrine verildiği sanattır. Çizgi ancak bu gayeye hizmetle mükellef,

bu gayeye hizmet ettiği nispette güzeldir. Fırçanız dosdoğru hedefe yönelmelidir.

Zaten zamanımızda bütün sanatlar teferruatı ortadan kaldırmıştır. Eğer cemiyetin

bünyesi sanatın durumunu tayin ediyorsa, sürat asrının sanatının da böyle olacağı

şüphesizdir. Şu halde görünüşten çok ruha bakmak, süslü resimden ziyade esas

aramak kaidedir” (Selçuk, 1998: 5-6).

Karikatür gülmeceye dayalı görsel iletidir. Çizgiyle mizah yapması ve yapılan

mizahın başka şekillerde ifade edilememesi karikatür sanatının belirleyiciliğidir

(Arık, 1998: 42). Çizginin anlatım gücü, karikatür sanatında büyük bir önem taşır.

Ufak bir çizgi uzantısı, ufak bir noktacık çoğu kez anlatılmak isteneni

güçlendirebilir, karikatürün etkisini çoğaltabilir (Selçuk, 1998: 240). Çizgi

karikatürün temel altyapısını oluşturan kriterlerinden biriyse, diğer kriter de mizahtır.

Karikatür bu ikisinin birleşimidir, o, ne salt bir çizgidir ne de sadece yazılı bir mizah

metnidir. Karikatür ikisinin sentezinden oluşan özgün bir sanat dalıdır (Arık, 1998:

42). Karikatürcü önce konusunu mizahla biçimlendirmekte, sonra da mizahla

biçimlenen konuyu, ikinci kez çizgi ile biçimlendirmektedir (Ersoy, 2001: 20).

Karikatürcü az çizgiyle çok şey söylemelidir. Mesajı kısa, öz, açık olduğu kadar

çarpıcı olmalıdır. Ayrıntılara, ancak mesajın etkisini güçlendirdiği oranda yer

verilmelidir. Karikatür, çizgilerin soyutlanması yoluyla, mizahın geometrisine

varabilmektedir (Selçuk, 1998: 253). Çizgiyle mizah yapması ve yapılan mizahın

başka şekillerle ifade edilmemesi karikatür sanatının belirleyiciliğidir (Arık, 1998:

42). Çizginin görsel dili algıda karşılık bularak, okuyucunun zihninde oluşan

temsillerde somutlaşmaktadır (Yücel, 2008: 2). Karikatür aracılığıyla haber

yorumculuğu yaptığını kabul ettiğimiz gazete karikatürü, gücünü çizgiden ve

132

mizahtan aldığı için ‘yazı’dan anlaşılabilirlilik, açıklayabilme yetisi ve etkileme

açısından farklılık gösterir. Karikatür asla bir çizgili makale değildir; o, önce

karikatürdür, ardından haberdir (Arık, 1998: 67).

Karikatür, insanın veya eşyanın abartılarak çizilmesi olayıdır. Her şeyden

önce bir şakadır. Şaka kalıbına bürünmüş bir çizgi tekniğidir. Günümüz anlayışında

ise karikatür, çizgide mizah yapma olayıdır, çizgide mizah yapma sanatıdır.

Görülüyor ki, bunca tanım ve sözden de anlaşılacağı gibi, çok sesli bir sanattır.

Karikatürün yalnızca tek kare olarak değil strip, çizgi, roman, öykü, renkli, siyah-

beyaz, yağlıboya… gibi türlerinin hepsini içeren görsel, basılı, plastik sanatları da

içeren bir mizah olayı olduğunu unutmamak gerekir (Kar, 1996: 67-68). Karikatürcü

etkili mesajı oluşturmak için çizgilerinde abartmalara yönelmiştir. Bir kare içindeki

insan tiplemesi, gerçek insandan farklıdır. Bu yöntem karikatürün özündeki genel

kuraldır. Karikatürcünün çizgilerindeki gerçek dışılık izleyiciyi rahatsız etmez.

Aksine sempatik gelir, ilgi çekme özelliğini oluşturur (Özer, 2007: 119). Sanatçının

olaylara bakış açısı nasıl kendine özgü olmalıysa, çizgisi de kendine özgü olmalıdır.

Bu iki şey onun kişiliğini belirler (Selçuk, 1998: 76). Karikatürde karikatür

sanatçısının özgünlüğünün yanında karikatürün bir mesaj vermesi de çok önemli bir

unsurdur. Bu nedenle, karikatürün en önemli özelliği bugün çizilen karikatürün

yarının insanlarına bir şey söyleyebilme (Selçuk, 1998: 12) kabiliyetine sahip

olmasıdır. Karikatür, belli bir ideoloji çizgisinde geliştirdiği söylemlerle yerine

getirmektedir. Bu söylemlerde muhatap alınan kişileri rahatsız etme söylemi

bulunmaktadır. Söylemin taşıdığı bu söylemi Oral, “Ben, karikatür çizerken, ileride

mahcup olmayı, hep göze almışımdır. Ancak, eleştirdiğim çevrenin de, en azından

beni mahcup etmeyi göze alacak kadar iyi niyetli olmasını beklerim” (Oral, 1998:

102) ifadeleriyle dile getirmiştir.

3.8. Karikatür- Siyaset İlişkisinde Siyasi Karikatür

Ünlü İspanyol karikatürcüsü Vasquez de’nin “Karikatür, ‘Allah kahretsin!’

demenin en kibar yoludur. Diyelim ki, ülkemde ya da öteki ülkelerde insanlar acı

çekiyor, bazı insanlar hapiste yatıyor, söylenecek bir sözüm var. Fakat

söylenemeyecek bazı şeyler de var. İşte bunları bir gülmece deseniyle belirtiyoruz,

133

herkes anlıyor. Benim için, bu son derece önemli bir şeydir. Ciddi olarak

söylenemeyen ve söylenmesi yasaklanan şeyleri biz söyleyebiliriz. Bazı çizerler,

yaşamını kazanmak için karikatür çiziyor. Bazıları, bu işi eğlenceli buldukları için

çiziyorlar. Ancak benim gibiler ise, kendini dinletmenin tek yolu karikatür olduğu

için bu işi yapıyorlar. Benim söylenecek şeylerim var” (www.ozgurmedya.org.:

2012) şeklindeki sözleri karikatürün çizerler açısından çiziliş amacını dile

getirmektedir. Mizahın en büyük silahı sorgulamadır. Mizah yerleşik gelenekleri,

kuralları sorgulamayı kendine görev edinirken, temelde iki işlevi bulunmaktadır. Bu

işlevlerden ilki siyasi baskı dönemlerinde ortaya çıkmaktadır. Bu dönemde insanlar

üzerindeki siyasi baskılar onları patlamaya hazır birer bomba haline getirebilir. İşte

mizah bu durumda zihinlerdeki patlamayı çizgiye dökerek politik baskıyı gevşeten

bir emniyet supabı görevi görür. Mizahın ikinci işlevi ise, özgürlük ortamında

belirmektedir. Bu tür ortamlarda politik baskı olmamasına rağmen gündelik yaşam,

iş, okul, aile ve çevreden kaynaklanan baskıların varlığından söz etmek mümkündür

(Bayram, 2009: 108). Mizah daima hâkim sınıflara karşı gösterilen bir tepkinin

ifadesidir. Bu tepki toplumun alt tabakalarından, iktidarda kim varsa ona doğru

yönelen son derece sivil bir eylemdir. Mizah bu yüzden ‘gülümseyen öfke’ olarak

anılır (Arık, 1998: 43). Bu durum siyasetle mizahı karşı karşıya getirmektedir.

Siyaset ile karikatür hep yakın bir ilişki içerisinde olmuştur. Çünkü siyaset ve

siyasetçiler yaptıkları hatalar ile her zaman karikatüriste bol malzeme sağlamışlardır

(Bayram, 2009: 113). Karikatür ile siyasetin bu yakın ilişkisi siyasal (politik)

mizahın ortaya çıkmasına sebep olmuş, siyasal karikatür de siyasal mizahın bir alt

dalı olarak gelişmiştir (Bayram, 2009: 113). Siyasal karikatür, güncel siyasal olayları

ve bunları olduran kişileri konu edinen karikatürlerdir (Şenyapılı, 2003: 109). Siyasal

karikatürü siyasal bir düşünceyi anlatmaya yönelik olup okuyucunun dikkatini ve

ilgisinin çabuk çekmekte, geniş sayıda insana siyasal bir görüşü anlatmaya

çalışmakta şeklinde değerlendiren Topuz, siyasal karikatürün özelliklerini şöyle

sıralamıştır:

1. Yetenekli bir siyasal karikatürcü kendi becerilerinin dışında iyi bir

gazeteci gibi siyasal bir düşünce sahibi olmalıdır;

134

2. Karikatürcünün vereceği mesaj siyasal bir yorumdur. Mesaj yoksa

karikatür de yoktur;

3. Bu mesaj görüntüden (imajdan) oluşur, yazılı bir mesaj gerekmez.

Karikatürün içinde yer alan balonlar ya da alt yazılar grafik humour’u

tamamlayan yazılı humour niteliğindedir. Bunlara hümoristik desende hiç

yer verilmez, siyasal karikatürde ise bunlara hoşgörü ile bakılabilir;

4. Mesaj okuyucunun bir çırpıda anlayabileceği düzeyde olmalıdır;

5. Siyasal karikatürcü yaptığı karikatüre ne zaman, hangi yerlerde, hangi

sosyal ve kültürel bağlamda bakılacağını göz önünde tutmak zorundadır;

6. Siyasal karikatürcüden yansız olması beklenemez;

7. Karikatürdeki biçimlerle, temsil edilen kişiler arasında insana hemen

çağrışım yaptırabilecek bir güçte abartılmış bir organ ya da davranış

benzerliği olmalıdır (Topuz, 1997: 12).

Çarpıklıkları ileten karikatürün (Şenyapılı, 2003: 15) temelinde yer alan

gülmece ve yerginin, amacı ne olursa olsun bir rahatlama, boşalma, karşı çıkabilme,

hakkını arama, ezilmediğini, aldatılmadığını, yanıltmaya çalışsak da doğruyu

gösterebilme gücünü açıklama yoludur. Gülme, hem gülmesini, hem kızmasını

bilerek, yılgınlığa, korkuya, umutsuzluğa düşmediğimizi göstermektir (Sevinçli,

1985: 70). Karikatür, günlük hayatta, siyasal yaşamda görülen saçmalıklara karşı

çıkar, geçerliliği kalmamış ya da tartışılan kalıplarla savaşmaktadır. Bu bağlamda

topluma kanı önderliği yaparlar. Karikatür, estetik kaygılar taşır, çizgiyle hem mesaj

verir hem de estetik kaygılar güder (Topuz, 1986: 64). Karikatürün muhalefeti doğru

bir şekilde yapılması gerektiğini ifade eden Selçuk, karikatür için doğru muhalefeti

şu şekilde açıklamaktadır: “Siyasi hadiseler gelip geçici gibi görünür ve biz

karikatürcüler de, siyasi karikatürlerin ömrünün az olduğu kanaati vardır: Gazetede

basılır, yirmi dört saat yaşayan bir çeşit kelebekler gibi ertesi sabah ölür. Bu yanlış

bir kanaattir. Mademki bugün siyasi hadiselerden kanunlar çıkarmak isteyen bir

siyaset ilmi var ve mademki siyaset ne kadar değişik görünürse görünsün birbirine

benzeyen hadiselerin periyodik bir şekilde devamıdır: pekâlâ zamana mukavemet

edebilecek karikatürler yapmak mümkündür. Fakat karikatürün kuvvetini bu tarzda

siyaseti gülünç etmek daha doğrusu kişinin fiziki kusurlarını ele alarak rezil etmeğe

135

çalışmak tarzında anlarsak iptidai manasıyla karikatür ve muhalefet yapmış oluruz.

Böyle karikatür yapan sanatkârın günlük yumurta satan dükkâncıdan farkı yoktur”

(Selçuk, 1998: 12). Karikatürcü doğası gereği muhalif bir tutumu seçmesi

gerekmektedir. Karikatürcünün istediği doğruları her türlü baskıya karşın dile

getirmek ve yanlıştan dönmeye yardımcı olmaktır. Karikatürcü sorunu ortaya

koymaktadır ancak sorunun çözümünü getirmek zorunda değildir. Çünkü görevi de

bu değildir (Hünerli, 2011: 42).

Siyasi karikatür politik gündemin oluşmasında önemli bir etkendir (Bayram,

2009: 107). Tarihsel süreç içerisinde mizahın yerine bakıldığında, karikatürün

muhalif yönü dikkat çekmektedir. Eski SSCB'nin Devlet Başkanı Kuruşçev’in şu

sözleri her devirde mizahın siyasi camia tarafından nasıl algılandığını ifade etmeye

yetmektedir: “Gülmece, keskin bir usturaya benzer. Anneler çocuklarına kesici

aletlerle oynamayı yasaklamakta haklıdırlar” (Milliyet Gazetesi, 30 Ocak 1998).

Karikatür için bu durum, “Onu çevreleyen bağlam ve içinde bulunulan şartlar dikkate

alındığında bir görüntü, çoğu kez, bin kelimeye yetmektedir” (Berger, 1986: 10)

gerçeğinden kaynaklanmaktadır. Bu gerçek, siyasal karikatür çizerlerinin iktidarların

ciddi baskılarına maruz kalmasına (Hünerli, 2011: 42) neden olmaktadır. Karikatürün

tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de zaman zaman karşı karşıya kaldığı bu zorlu

baskı dolu süreç ortaktır. Cumhuriyet sonrası tek parti döneminde, başbakanlar,

kolay kolay eleştirilemezlerdi. O dönemin çizerleri, daha çok, belediye ve kent

sorunlarıyla ilgilenirlerdi. Çünkü siyasileri eleştirmek, zor ve riskli bir işti. Demokrat

Parti’nin iktidarda bulunduğu dönemlere gelindiğinde, bu kez, yönetici ve

başbakanların sert çizildiği görülmektedir. Bu sert eleştirilere, Adnan Menderes’in

tepkisi de büyük olmuştur. Ancak insanların hapse atılmasına, gazete kâğıtlarının

kısılmasına rağmen, eleştiri, yani çizme eylemi engellenememiştir. 1960’tan sonra,

en ağır şekilde eleştirilen Başbakan Süleyman Demirel olmuştur. Fakat Demirel’in

bu eleştirilerden etkilenmediği de bir gerçektir. Çünkü Demirel, Adnan Menderes’e

göre, çok daha hoşgörülü olmak durumunda bırakılmıştır. Bu, çizilenlerin boşa

gitmediğinin; çizme eyleminin, başbakanları biraz daha evcilleştirmesinin bir

sonucudur. Turgut Özal döneminde durum, çok daha değişik olmuştur. Özal,

başbakan olur olmaz, bütün karikatürcüleri yemeğe çağırmış; onlara iltifat etmiş ve

136

karikatürlerini başköşeye astığını söylemiştir. Tüm bunlar, toplum böylesine

değişirken, çizgi ve mizah sanatının ateş altında tuttuğu başbakanların da böylesine

ehlileşmek zorunda kaldıklarının ifadesi (Oral, 1998: 105-106) şeklinde lanse

edilmiştir. Bir ülkede mizahın gelişmesi, mizahçıların para kazanması o ülkedeki

siyasilerin karakter yapıları ile ters orantılıdır. O ülkenin siyasileri ne kadar iyi olursa

mizahçıların işleri o oranda zorlaşmaktadır. Tam tersine siyasiler ne kadar kötü

olursa da mizahçıların işleri o oranda kolaylaşmaktadır (Kırca, 1996: 1437). Ancak

her dönemde olduğu gibi günümüzde de politik eleştirinin yıkıcı bir çıkış noktası

olarak algılanan karikatürün siyasi liderler ve yöneticiler üzerindeki etkisi gittikçe

artarken, yasal düzenlemeler yolu ile sansür girişimleri batı demokrasilerinde gittikçe

yer edinmeye başlamıştır (Bayram, 2009: 114). Bu durum, özgür ve hoşgörü

ortamında çizgiyle muhalefet yapan karikatür için oldukça incitici bir durum olarak

görülmektedir.

137

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4. Siyasal Söylemin ve İdeolojilerinin Gazete Karikatürlerinde Yeniden Üretimi

Bağlamında 1982 ve 2010 Anayasa Referandum Süreci

Siyasal söylemin ve ideolojilerinin gazete karikatürlerinde yeniden üretiminin

1982 ve 2010 anayasa referandumu bağlamında incelendiği çalışmanın dördüncü

bölümü uygulama kısmını oluşturmaktadır. Bu bölümde, öncelikle incelemede

kullanılan söylem çözümlemesi ve göstergebilimsel çözümleme üzerinde durulmuş

ve daha sonrasında 1982 ve 2010 anayasa referandumuna giden yoldaki üç aylık

süreçlerde çizilen siyasal karikatürlerin söylem çözümlemesi ve göstergebilimsel

çözümlemesi yapılmıştır. Karikatürlerin çoğunda her iki yöntem kullanılmış olmakla

beraber, sözel ya da yazılı söylem taşımayan karikatürlere söylem çözümlemesi

yöntemi uygulanmamış olup bu karikatürlerin sadece göstergebilimsel çözümlemesi

yapılmıştır. Yine aynı şekilde, göstergebilimsel bir çözümlemeyi gerektirmeyen

karikatürlere de sadece söylem çözümlemesi yöntemi uygulanmıştır.

4.1. Metodoloji

Bu çalışmada, karikatür çözümlemesi yapılmıştır. Karikatür çözümlemesi

yapmak için değişik birkaç teknikten söz etmek mümkündür. Alt yazı veya balon

içinde verilmiş konuşmaların olduğu karikatürler için söylem çözümlemesi

yapılabilir. Zira karikatürün bir felsefesi, ideolojisi ve sonuçta söylemi vardır.

Yazısız (dilsiz) karikatürlerin –ki zamanımız karikatüründe eğilimler dilsiz

karikatürlerden yanadır- varlığı dikkate alındığında gazete karikatürleri ve özellikle

de siyasi karikatürler açısından göstergebilimsel çözümleme yöntemi kullanmak

uygun görülmüştür. Özellikle siyasi karikatürler açısından göstergelerin, simgelerin

ve sembollerin önemli olduğu kesindir (Bayram, 2009: 115). “Karikatürler, basit,

doğrudan araçlar aracılığıyla zengin bir enformasyon taşımaya çalışan ileti

örnekleridirler. Karmaşık gösterilenler için basit gösterenler kullanırlar” (Fiske 1996:

73). Karikatür çözümlemelerinde en çok belirtisel göstergeler kullanılmaktadır. Fiske

karikatür çözümlemelerinde belirtisel göstergelerin önemini şu şekilde

örneklendirmiştir: “Dumanın ateşin, kırmızı beneklerin kızamığın belirtisi olması

gibi fiziksel duruş da duygusal durumun belirtisel göstergesidir… Açlıktan ölmek

üzere olan bir bebeğin fotoğrafının üçüncü dünya yoksulluğunun belirtisel göstergesi

138

olabilmesi gibi, şişman bir göbek de refahın ve tüketimin belirtisel göstergesi

olabilir. …Sarkık çenenin de, ahlaki bir zayıflığa ve çöküşe işaret eden aynı türden

bir görüntüsel ve belirtisel göstergedir” (1996: 74).

4.1.1.Söylem Çözümlemesi

Söylem çözümlemesi, sosyal bilimlerdeki sosyoloji, psikoloji, dilbilim,

medya, siyasal bilimler gibi pek çok farklı disiplinde kullanılmaktadır. Bu alanların

her biri, söylem çözümlemesini kendi bakış açılarına ve bilimsel yöntemlerine göre

yorumlamaktadır. Söylem çözümlemesi metodolojik ve kavramsal unsurlardan

meydana gelen sosyal hayata dair bir perspektif olup, söylem üzerine düşünme ve

söylemi datalaştırma yolu olarak karakterize edilmektedir. Belirli bir söylem içinde

ideolojilerin nasıl ve ne şekilde yer aldığını gösterme çabası, söylem analizinin bize

kazandırmış olduğu bir avantajdır (Sözen, 1996: 1544). Konuşma ve metinler

aracılığıyla oluşan anlam ürünleri ile ilgilenen söylem çözümlemesi, geniş kapsamlı

sosyal ve kültürel araştırmalar içinde kullanılan bir araştırma yöntemidir. “Çeşitli

amaçlar ve yaklaşımlarla genişleyen çerçevesi, farklı söylem türleri, iletişim

ortamları, iletişim amaçları, katılımcılar ve toplumsal değişkenler bağlamında

yürütülen çalışmaları ile söylem çözümlemesi, bugün, dilbilimin çok yönlü ve belki

de en geniş kapsamlı inceleme alanı kabul edilmektedir” (Büyükkantarcıoğlu, 2012:

163). Söylem çözümlemesi, aynı zamanda dil için geliştirilmiş çözümleme araçlarını

da söz alanına taşıyarak dilbilimden söylembilime geçişin olanaklarını yaratmıştır

(Sancar Üşür, 2008: 89). Dilin ideolojiyle ilişkisinin yapısalcı bir açıklamasını

sunarak belirli bir eleştirel yöne sahip olan çalışmalar da söylem çözümlemesi olarak

kabul edilmektedir. Marx’ın ‘dil pratiktir, gerçek bilinçtir’ türünden yoruma açık

ifadelerinden de yararlanan söylem çözümlemesi, gündelik yaşamdaki dili

gazetelerin, dergilerin, sınıfların, ailelerin dilini konu almakta ve uzun düz yazılar ile

sıradan sohbetlerdeki cümle örüntülerini incelemektedir. Daha az başarılı bir

biçimde, dilin bir etkinlik biçimi olması temelinde bu örüntülerin güç ilişkilerini

yansıttığını savunmaktadır ve birçok etkinliğin de bir dil olarak yorumlanabileceğini

öne sürmektedir (Mclellan, 2009: 75-76).

139

Kendi adını taşıyan modelinde van Dijk, haberin makro ve mikro

yapılarından söz etmektedir. van Dijk, haber söyleminin ideolojik belirlenimini bu

makro ve mikro yapılar üzerinden açıklamaya çalışmaktadır (Akca, 2009: 98).

Haberin makro yapısal özellikleri haberin içine oturduğu bağlam içinde ele alınırken;

mikro yapısal özellikleri ise, sözcük seçimleri, cümle yapıları, cümleler arasında

kurulan ilişkiler, haberin ikna yolları, metindeki özel anlamlar, yan anlamlar ve

kodları içermektedir (Akca, 2009: 98). Haberde belli temaların birbirini izlemesi ile

oluşan ‘tematik yapı’ ve bu temaların içine yerleştiği ‘şematik yapı’ haberin makro

yapılarını oluşturmaktadır (İnal, 1996: 82). Makro yapı çözümlemesinde başlıklar,

haber girişleri, ana olay, haber kaynakları, ardalan ve bağlam bilgisi, olay taraflarının

olayları değerlendirmesi gibi unsurlar ele alınmaktadır. Ayrıca, fotoğraflar, tematik

yapı unsuru olarak da ele alınmaktadır (van Dijk, 1988: 30; Özer, 2011: 83-84).

Başlık ve haber girişi, özetlemenin yanı sıra özet görevi görmektedir. Başlık, spot ve

haber girişinde oluşan standart haberin incelenmesi, haberde genelden özele, en

önemli bilginin önce verilmesinden, önemsiz ayrıntılara doğru bir hiyerarşi olduğunu

göstermektedir (Mora, 2008: 18; Ertan Keskin, 2004: 392). En genel bilgiler özet,

başlık ve giriş paragrafında yer almaktadır. van Dijk, başlıkların genelde siyah ve

büyük puntolarla, haber girişlerinin de siyah puntolarla verilebileceğini ve metnin

tematik cümlesiyle uyumlu olabileceğini ifade etmektedir (1988: 30). Durum ve

yorum bölümlerinden oluşan şematik çözümleme, diğer makro çözümleme

kategorisidir. Durum; haber olayı hakkındaki bilgileri içermekte ve ana olayın ele

alış biçimini değerlendirmektedir. Bağlam ve ardalan bilgilerini içerebilmektedir.

Önceki olayların ifade edilmesi ile olayın anlaşılır olmasını kolaylaştırırken, ardalan

(background) bilgisinin olmaması, olayın tipleştirilmesini sağlamaktadır. Sonuç, ana

olayın sonuçlarının değerlendirilmesini içerirken, haber kaynakları ve olayın

taraflarının sözlü tepkilerine yer verilen yorum bölümleri makro çözümlemenin son

kısmını oluşturmaktadır (Ertan Keskin, 2004: 392; Mora, 2008: 18 ve Sözen, 1999:

132).

van Dijk, haber anlatısını ‘sentaktik’ ve ‘semantik’ten oluşan iki ayrı dilsel

çözümleme türünde ele almaktadır. Haber sentaksı, kullanılan cümlelerin gramatik

yapılarıdır. Semantik ise, sözcükleri, cümlelerin ve dolayısıyla bütün söylemin

140

anlamına yöneliktir (Özer, 2011: 83). Haberde kullanılan cümlelerin kısa veya uzun;

basit veya bileşik ve etken veya edilgen cümle olmaları ölçütünde yapılan

çözümlemeyle van Dijk, haberin ideolojik doğasını ortaya koymuştur. Ardarda gelen

cümlelerin ve cümleciklerin birbirleriyle ilişkilerini irdelediği bölgesel uyum; seçilen

kelimelerin özelde muhabirin, genel anlamda ise gazetenin ideolojisini yansıttığı

kelime seçimleri ve son olarak haberin ikna edicilik özelliğini artıran olayın taraf ve

tanıklarının yorum ve sözel tepkilerinin yer aldığı alıntılar, olayın gerçekten

olduğunun göstergesi olan fotoğraflar ve haberin inandırıcılığını artıran grafik, rakam

ve sayısal verilerden oluşan haber retoriği haberin mikro yapısının öğelerini

oluşturmaktadır (Ertan Keskin, 2004: 392- 393; Mora, 2008: 18). Söylem

çözümlemesinin çekirdeğini; dominant söylemlerin toplumca paylaşılan bilgi, tutum

ve ideolojileri etkileme yolunun ayrıntılı betimlemesi, açıklaması ve eleştirisi

oluşturmaktadır (van Dijk, 1993: 258).

Odağını anlamın değişkenliğine çeviren bir girişim olarak kabul edilen

söylem çözümlemesi, aynı zamanda bir okumadır. Söylem çözümlemesi gerçeğe

dayalı değil, anlama dayalı bir sonucu amaçlamaktadır (Atabek, 2007: 152).

Dolayısıyla bu çözümleme, çok anlamlı bir kavramdır. Dile ve dilin kullanımına dair

teorik ve yöntemsel bir yaklaşımı ifade etmektedir. Bu anlamda çözümlemenin

konusu olan söylemler; metinler, mesajlar, konuşmalar, diyaloglar ve haberleşmeler

tarafından belirlenmektedir (van Dijk, 1988: 24). Söylem çözümlemesinde en güçlü

anlambilimsel kavramlardan biri de imadır. Sözcükler, yan tümceler ve diğer

metinsel ifadeler, ancak arka plan bilgi temelinde çıkarsanabilecek kavramlar ya da

önermeler ima edebilmektedir. Söylemin ve iletişimin bu özelliği, önemli ideolojik

boyutlara sahiptir. Söylenmeyenin çözümlenmesi, bazen metinde gerçekte

söylenenin araştırılmasından daha açıklayıcı olabilmektedir (van Dijk, 2007: 170).

van Dijk; söylemin, ideolojilerin oluşumunda merkezi bir rol oynadığını ileri sürerek

(1999: 341) altyapıdan bağımsızlığını vurgulamaktadır. Toplumsal iktidarın söylem

tarafından harekete geçirildiği ve yeniden üretildiğini kabul etmektedir (1999: 378-

379).

141

Söylem çözümlemesi içinde disiplinler arası yaklaşımlarla gelişen ve ideoloji

yüklü olduğu öne sürülen dilsel yapıları dilbilimin yöntemlerinde yararlanarak

sistemli bir biçimde açıklamayı amaçlayan çalışmalar ‘eleştirel söylem çözümlemesi’

olarak adlandırılmaktadır (Büyükkantarcıoğlu, 2012: 166). Eleştirel söylem

çözümlemesi, güç, hâkimiyet, hegemonya, sınıf farkı, cinsiyet, ırk, ideoloji,

ayrımcılık, çıkar, kazanç, yeniden oluşturma, dönüştürme, gelenek, sosyal yapı ya da

sosyal düzen gibi temaları ön plana çıkaran ve araştırma alanı olarak bu konuları

işleyen bir yöntemdir (van Dijk, 2003/b: 354). “Eleştirel söylem çözümlemesi, dilin

veya dil-benzeri diğer temsil sistemlerinin toplumsal ve ideolojik boyutlarını

çözümlemeyle ilgilenir. Bu daha politize gelenek içinde eleştirel söylem

çözümlemesi yaklaşımı, bakışımsız, eşitliksiz iktidar düzenlenimlerinin gündelik dil

kullanımına nasıl tecavüz ettiğini ön plana çıkararak, dil içinde toplumsal

eşitsizliklerin pekiştirilme, yarışma, çatışma veya müzakere edilme tarzına önem

verir” (Mutlu, 2008: 263). Eleştirel söylem çözümlemesi, ‘bakmak’ ve ‘görmek’

arasındaki farkın bilimsel yöntemleştirilmesi olarak da düşünülebilmektedir

(Büyükkantarcıoğlu, 2012: 167). Eleştirel söylem çözümlemesi, güç ilişkileri,

değerler, ideolojiler, kimlik tanımlamaları gibi çeşitli toplumsal olguların dilsel

kurgulamalar yoluyla bireylere ve toplumsal düzene nasıl yansıdığı ve nasıl işlendiği

ile ilgilenmektedir. Bu çözümlemenin amaçlarını van Dijk, (2003/b: 353) şu şekilde

sıralanmıştır:

Eleştirel söylem çözümlemesi diğer bütün marjinal araştırma yöntemleri

tarafından kabul görmek için vaka analizlerinde diğer marjinal

araştırmalardan daha iyi olmalıdır

Eleştirel söylem çözümlemesi var olan paradigmalar ve üsluplar yerine

genellikle sosyal problemler ve politik sorunlara odaklanır

Sosyal problemlerin deneysel yeterliğinin eleştirel analizi, genellikle çok

disiplinlidir.

Bu çözümleme, sadece söylem yapılarını tanımlamak ve ona açıklık

getirmek yerine, söylem yapılarını özellikle sosyal yapıya ve sosyal

etkileşimdeki başarıya dayalı olarak açıklamaya çalışır.

142

Eleştirel söylem analizi daha çok toplumdaki güç ve hâkimiyet

ilişkilerinin yasallaştırılması, onaylanması, meşrulaştırılması,

dönüştürülmesi, yeniden yapılandırılması ya da bunlara meydan okunması

üzerine odaklanır.

Eleştirel söylem çözümlemesinin özellikleri şunlardır: “Güç ilişkileri

söylemseldir. Söylem toplum ve kültürü tesis eder. Söylemsel olarak tesis edilen

hayatın üç büyük belirleyicisi; dünyanın temsilleri olarak temsiller, insanlar

arasındaki ilişkiler ve insanların sosyal ve kişisel kimlikleri olarak kimlikler. Söylem

ideolojik olarak çalışır; ideolojiler eşitsiz güç ilişkileri, hâkimiyet ve istismar

ilişkilerini üreten toplumu tesis ve temsil etmenin tikel yollarıdır. Söylem tarihseldir.

Söylem bağlam olmadan üretilemez ve bağlam hesaba katılmadan anlaşılamaz.

Bağlam daima tarihseldir. Söylem kültüre, ideolojiye ve hayat tarzlarına içkin olmak

durumundadır. Söylem yalnız şimdiye atıfta bulunmaz, tarihe de atıfta bulunur.

Çünkü dil tarihseldir. Metin ve toplum arasındaki bağ, makro olanla mikro olan

arasındaki bağdır. Eleştirel söylem çözümlemesi, bir yandan sosyal ve kültürel

yapılar ve süreçler arasında, öte yandan metinler arasında bağlantılar kurar. Söylem

çözümlemesi yorumlayıcı ve açıklayıcıdır; eleştirel okuma, sistematik metodoloji ve

bağlamın mükemmel bir biçimde araştırılmasına ihtiyaç duyar” (Sözen, 1999: 143).

Medya söylemi, metin ve okuyucu, konuşmacı ve dinleyen arasında

etkileşimi gerekli kılar (Sözen, 1996: 1543). İktidar ve anlamın dil aracılığıyla ortaya

konulmasını ifade eden söylem, üretimine ve dolaşımına bağımlıdır. Bu nedenle

söylem çözümlemesi, medya üretimi ve medya alımlama sürecinde, medyanın ve

izleyicinin iktidar kutupları arasında odaklanmaktadır (Alver, 2009: 37). van Dijk’ın

söylem ve eleştirel söylem çalışmaları, yazılı haber odaklı bir yöntemdir (Ülkü,

2004: 371–372). Söylem çözümlemesi, haber metinlerinin egemen söylemler

etrafında nasıl kapandıklarını göstermeyi amaçlamaktadır (Akca, 2009: 103).

Sözen’e göre haberlerin güç-iktidar sahibi yapıların söylemsel kalıplarında

oluşturulması, haber metinleri üzerine yapılan çalışmalarda söylem çözümlemesi

yönteminin kullanılmasına neden olmuştur. Ayrıca söylem çözümlemesinin

içerisinde sosyolinguistik çalışma, metin analizi, sosyal analiz ve bütün bu analiz

143

türlerini içine alan eleştirel bir analiz türü olması da haber metinlerinin

çözümlenmesine önemli katkılar sağlamıştır (1999: 81). Haber içinde sözcük

seçimleri belli bir ideolojik seçimi ve tavrı yansıtmaktadır (İnal, 1996: 119). van

Dijk’e göre ideolojik olanın gözden kaçırılmaması açısından haber söylemini bir

bütün olarak ele almak gerekmektedir. Haber metinleri yalnızca dili kullanmakla

kalmaz, medyanın olanaklı kıldığı tüm kod sistemini içinde barındırmaktadır (Akca,

2009: 98). Çünkü söylem çözümlemesi, muhalif bir çözümleme biçimidir ve analizci,

toplumsal eşitsizliğin metinler aracılığıyla üretilmesini açığa vurmada kesin bir tavır

alır. Söylem analizinin nitel içerik çözümlemesinden en önemli farkı, metni parçalara

ayırmadan bir bütün olarak ele alması ve metin içindeki egemen söylemin nasıl inşa

edildiğini ortaya koymasıdır (İrvan, 2000: 81). Bunun nedeni, söylem

çözümlemesinde anlamlı en küçük birimin cümlenin olmamasıdır. Anlam, metin

içinde bütünlüklü olarak kurulabilen diğer dilsel özelliklerden bağımsız olarak

düşünülmemektedir. Haberin söylemi yalnızca haberdeki yazılı ya da sözlü metinle

de sınırlı değildir; dolayısıyla haber metni, haberde yer alan görsel öğeler ve haberin

bağlamıyla birlikte bir bütün olarak ele alınmalıdır (Akca, 2009: 97).

4.1.2.Göstergebilimsel Çözümleme

Karikatürlerin çözümlendiği bu çalışmada kullanılan ikinci yöntem

göstergebilimsel çözümlemedir. Bunun nedeni, apaçık görünenin altında

görünmeyen anlama ulaşma çabasından kaynaklanmaktadır. Çünkü karikatürler

semboller ve simgeleri çok sık kullanmakta ve bunun sonucunda açık ve örtük birçok

anlam taşımaktadır. Göstergebilim terimi, ilk bakışta ‘göstergeleri inceleyen bilim

dalı’ ya da ‘göstergelerin bilimsel incelemesi’ olarak tanımlanmaktadır (Rifat, 2009:

11). Fakat bu göstergebilim için yapılabilecek en genel tanımlamadır. Göstergebilim,

gerek sözlü, gerekse sözsüz gösterge sistemlerini ve bu sistemlerin anlamın

kurulmasında ve yeniden kurulmasındaki rollerini konu alan (Mutlu, 2008: 116)

diller, düzgüler, belirtgeler, vb. gibi gösterge dizelerini inceleyen bilim dalıdır

(Guiraud, 1994: 17). Göstergebilim; sözcükler, görüntüler, trafik işaretleri, sesler,

çiçekler, müzik ve tıbbi semptomlar gibi pek çok şeyin incelenmesidir.

Göstergebilim, göstergelerin iletişimde bulunma yolları ve onların kullanımlarına

144

egemen olan kurallar üzerinde durmaktadır (Parsa ve Parsa, 2004: 1). Göstergebilim,

öbür okuma yöntemlerine eklenen yeni bir okuma biçimi değil, okumanın,

çözümlemenin koşulları konusunda ortaya atılmış, geliştirilmiş tutarlı, tümü

kapsayıcı varsayımlar demeti ve ağıdır (Rifat, 2009: 22). Göstergebilimsel

araştırmanın amacı, her türlü yapısal etkinliğin, gözlemlenen konuların bir taslağını

yaratmaya yönelik tasarısına uygun olarak, dil dışındaki anlamlama dizgelerinin

işleyişini belirleyip ortaya koymaktır (Barthes, 1993: 72). Bu durum göstergebilimin

temel özelliğini ortaya koymaktadır. Göstergebilimin temel özelliği; dilbilimi bir

model olarak alıp, dilbilimsel kavramları yalnızca dilin kendisine değil, diğer

görüngelere-metinlere uygulamak olmuştur. Göstergebilimsel çözümlemede, içerik

ve biçimin nedensiz ve geçici bir ayrımı yapılmakta ve dikkat bir metin oluşturan

göstergeler dizgesinde yoğunlaştırılmaktadır (Berger, 1993: 14).

Göstergelerin ve onların iletme biçiminin uyandırdığı merak uzun bir tarihe

sahip olmasına karşın (Berger, 1993: 12) çağdaş göstergebilimin kurucuları

Amerikalı pragmacı filozof Charles Saunders Peirce ile İsviçreli dilci Ferdinand de

Saussure’dür (Mutlu, 2008: 116). Göstergebilimin önemli isimlerinden olan Peirce,

her biri gösterge ve nesnesi ya da göndermede bulunduğu şey, arasındaki farklı bir

ilişkiyi ortaya koyan üç gösterge kategorisi üretmiştir (Fiske, 2003: 70) ve

göstergenin bu üç görünümü üzerinde yoğunlaşmıştır (Berger, 1993: 12). Peirce’ün

yoğunlaştığı göstergeler; görüntüsel gösterge, belirti (ikon) ve simge’dir. Görüntüsel

gösterge; belirttiği şeyi, doğrudan doğruya temsil eder, canlandırır. Belirti ya da

ikon; nesnesi ortadan kalktığında kendisini gösterge yapan özelliği hemen yitirecek

olan ama yorumlayan bulunmadığından bu özelliği yitirmeyecek olan göstergedir

(Rifat, 2009: 31-32). Nesnesi ile arasındaki nedenlilik ilişkisi olan gösterge ikon

olarak tanımlanmaktadır. Nesnesi ile arasında fiziksel bağ olan gösterge ise belirtidir

(Büker, 1991: 46). Simge ise; yorumlayan olmasaydı kendisini gösterge yapan

özelliği yitirecek olan göstergedir (Rifat, 2009: 31-32). Görüntüsel göstergede,

gösterge bazı yönlerden nesnesine benzemektedir: onun gibi görünür ya da onun gibi

ses çıkartır. Belirtisel gösterge, gösterge ile nesnesi arasında doğrudan bir bağlantı

vardır: bunlar gerçekte birbirlerine bağlıdır. Simgede gösterge ve nesne arasında ne

bağlantı ne de benzerlik vardır: simgenin iletişimde kullanılmasını sağlayan tek

145

neden, simgenin yerine geçtiği şeyi nitelemesi konusunda insanların anlaşmış

olmalarıdır (Fiske, 2003: 70). Göstergebilim, sembolik olayların sistematik

çözümlemesini mümkün kılan bir dizi öngörü ve kavrama sahiptir. Basit kültürel

varlıkların karmaşık anlam sistemlerini çağrıştırması, bu anlamların, varlıkların

doğal mülkiyeti olmaktan çok kültürel yönden oluşturulmuş paylaşımlar olarak

nitelendirilmesini olanaklı kılmaktadır (Potter ve Wetherell, 1992: 27). Bu durum

anlıksal bir çağrışımı gerektirmektedir. Anlıksal çağrışımı gerektiren gösterge

simgedir. Sözcük ile nesnesi arasındaki ilişki nedensiz olduğu için sözlü dil simgeye

örnek olarak verilebilmektedir (Büker, 1991: 46). Nesiller arasındaki bağlantıyı

sağlayan simgeler, nesillere aynı toplumsal davranışlarda bulunmayı öğretmektedir.

“Örneğin, katil sözcüğü beraberinde daima nefret edilmesi gereken bir insan

çağrışımı ile beraber gelirse, katil sözcüğü kaldıkça ‘katile karşı nefret’ müessesesi

de kalacaktır. Bu açıdan bakıldığı zaman ‘kanun’ dediğimiz toplumsal olayın

toplumu ayakta tutan bir ‘simgeler sistemi’ olduğu görülür” (Mardin, 2009: 90).

Nesilden nesile geçen simgelerin aktarılmasını sağlayan ortak kodlar bulunmaktadır.

Kodlar, verili bir toplum ve kültür içinde öğrenilen, oldukça karmaşık çağrışım

kalıplarıdır. Kişinin usunda yer alan bu kodlar ya da gizli yapılar iletişim araçlarında

bulunan göstergeleri ve simgeleri yorumlama tarzını ve yaşam biçimini

etkilemektedir. Bu açıdan kültürler, insan yaşamında önemli bir rol oynayan

kodlaştırma dizgeleridir. Toplumsallaştırılmış ve bir kültür verilmiş olmak, bir takım

kodlar öğretilmiş olmak demektir ve bu kodların büyük bir bölümü kişinin toplumsal

sınıfına, coğrafi konumuna, ırksal kümesine özel olmaktadır (Berger, 1993: 30-31).

Göstergebilimin, gösterge dışındaki diğer temel kavramları ise, gösteren ve

gösterilendir. Göstergeyi kısaca “bir başka şeyi temsil eden ya da imleyen şey”

olarak tarif etmek mümkündür. Göstereni “bir düşünceyi ya da anlamı dile getirmede

kullanılan sözcük ya da sözcükler” olarak tanımlamak mümkünken gösterilen ise

“bir göstereni anlama ya da yorumlamada kullandığımız kavram” olarak

nitelenmektedir (Mutlu, 1995: 140-144). Saussure için gösterge, anlamı olan fiziksel

bir nesnedir. Saussure’ün terimleri arasında gösterilen ve gösteren göstergenin

oluşturucularıdır (Barthes, 1993: 37). Saussure’nin göstergeyi, gösteren (işitim

imgesi) ve gösterilen (kavram) olarak iki bileşene ayırması, gösteren ile gösterilen

146

arasındaki ilişkinin nedensiz olduğunu ileri sürmesi, göstergebilimin gelişmesinde

büyük önem taşımaktadır (Berger, 1993: 12). Saussure, öncelikle gösteren ve

gösterilen ile bir göstergenin diğer göstergelerle ilişkisi üzerinde durmaktadır.

Saussure’un ‘gösterilen’ terimi, Peirce’ın ‘yorumlayıcı’ terimiyle bazı benzerlikler

göstermektedir, ancak Saussure gösteren-gösterilen ilişkisi için asla ‘etki’ terimini

kullanmamakta ve ilgisini asla kullanıcılar alanına yöneltmemektedir (Fiske, 2003:

75). Gösterge, kendi dışında bir şeyi temsil eden ve dolayısıyla bu temsil ettiği şeyin

yerini alabilecek nitelikte olan her çeşit biçim, nesne, olgu vb. olarak

tanımlanmaktadır. Bu açıdan, sözcükler, simgeler, işaretler vb. gösterge olarak kabul

edilmektedir (Rifat, 2009: 11). Gösteren, göstergenin algıladığımız imgesidir.

Gösterilen, gösterenin göndermede bulunduğu zihinsel kavramdır. Bu zihinsel

kavram, aynı dili paylaşan aynı kültürün üyelerinin tümü için ortaktır (Fiske, 2003:

67). Bir göstergede, gösterenle gösterilen arasındaki ilişkinin kurulmasına anlamlama

denilmektedir (Erkman- Akerson, 2005: 102). Gösterge, bir kavramla bir işitim

imgesini birleştirmektedir (Saussure, 1979: 60). Gösteren ve gösterilen arasındaki

ilişki rastlantısal, nedensiz ve yapaydır. Bir kelime ile içeriği ya da bir gösteren ile

gösterilen arasında mantıksal bir bağ yoktur. Bu da metinlerde anlamı bulmayı ilginç

ve zor kılmaktadır (Berger, 1993: 16). Anlamlı bütünleri, bir başka deyişle gösterge

dizgelerini betimlemek, göstergelerin birbirleriyle kurdukları bağıntıları saptamak,

anlamları eklemlenerek oluşma biçimlerini bulmak, göstergeleri ve gösterge

dizgelerini sınıflandırmak (Rifat, 2009: 113) göstergebilimin alanına girmektedir.

Göstergebilim, gösterge dizgelerinin bilimi anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla

gösterge kavramı, ilke olarak, bu bilimin temelidir (Guiraud, 1994: 8).

Göstergebilim, göstergeleri neyin oluşturduğunu, onları hangi yasaların yönettiğini

göstermektedir (Saussure, 1979: 16). Göstergebilimin uğraştığı temel birim

göstergedir, ama asıl can alıcı nokta, göstergelerin bir arada nasıl işledikleridir. Bir

arada, uyumlu bir şekilde işleyen göstergeler, dizge denilen yapıları oluşturmaktadır

(Erkman- Akerson, 2005: 26). Göstergebilim, bir dizge oluşturan bu birimlerin

aralarında bir bağıntının, bir kurallı dayanışmanın bulunduğuna inanmakta; anlamın

benzer öğelerden değil, karşıt öğeler arasındaki ilişkilerden doğduğu varsayımından

hareket etmektedir (Rifat, 2009: 22). Bu durumda geleceğe yönelik olarak,

göstergebilimin konusu, tözü ne olursa olsun, sınırları ne olursa olsun, her türlü

147

göstergeler dizgesidir: görüntüler, el-kol-baş hareketleri, ezgili sesler, nesneler ve

törenlerde, protokollerde ya da gösterilerde görülen tözlerin karmaşaları, diller

oluşturmasalar da en azından anlamlama dizgeleri oluşturmaktadır (Barthes, 1993:

23). Her gösterge dizgesiyle, hemen her düzeyde, sürekli olarak anlatı üreten

insanlar, hem bu anlatıları yaratırken hem de yaratılan anlatıları kavramaya,

anlamlarını yakalamaya çalışırken değişik stratejiler uygulamaktadır. Anlatı

yaratırken yaşanan anlam üretme sürecinin karşısında, anlatıları kavrarken yaşanan

anlam yakalama süreci bulunmaktadır (Rifat, 2009: 19).

Göstergebilimsel araştırmanın benimsediği belirginlik ilkesi, çözümlenen

nesnelerin, konuların anlamlamasıyla ilgilidir. Bunlar yalnız içerdikleri anlam

bakımından incelenmektedir; hiç değilse sırası gelmeden, yani dizge olabildiğince

oluşturulmadan inceleme konularının öbür belirleyicilerine başvurulmamaktadır

(Barthes, 1993: 72). Göstergebilim, zaten anlamın metinlerde nasıl düzenlendiği ile

ilgilenmekte ve göstergelerin ne olduğu ve nasıl işlev gördüğünden söz etmektedir

(Berger, 1993: 11). Göstergebilim böylece, dikkatini öncelikle metne yöneltmektedir.

Doğrusal süreç modelleri metne süreçteki diğer aşamalardan daha fazla önem

atfetmemekte ve birçoğu hemen hemen hiçbir yorumda bulunmaksızın metni atlayıp

geçmektedir. Bu durum iki yaklaşım arasındaki en büyük farklılık olarak kabul

edilmektedir. Kabul edilen diğer bir farklılık ise alıcının konumu konusundadır.

Göstergebilim, alıcı ya da okuyucunun birçok süreç modelinin iddia ettiğinden çok

daha etkin bir rol oynadığını kabul etmektedir. Göstergebilim alıcı terimi yerine

‘okur’ terimini tercih etmektedir. Bunun nedeni, ‘okur’ teriminin çok daha önemli bir

etkinliği ifade emesidir. Okur kendi deneyimlerini, tutumlarını ve duygularını metne

taşıyarak metnin anlamlandırılmasına doğrudan katkıda bulunmaktadır (Fiske, 2003:

62-63). Göstergebilimde kullanılan eğretileme ve düzdeğişmece, anlam iletmenin iki

önemli biçimidir. Eğretilemede, iki şey arasındaki bir ilişki, benzerliğin

kullanılmasıyla bildirilmektedir. Düzdeğişmecede çağrışıma dayalı bir ilişki vardır.

Bu çağrışım insanların usunda, doğru bağlantılar yapmayı kolaylaştıran kodların

varlığını belirtmektedir (Berger, 1993: 29). Eğretileme düzleminde lirik Rus

şarkıları, romantizm ve simgeciliğe bağlanan yapıtlar, gerçeküstücü resim, Charles

Chaplin’in filmleri, Freud’un özdeşleştirme ürünü düş simgeleri yer almaktadır.

148

Düzdeğişmece düzlemineyse, kahramanlık destanları, gerçekçi okulun anlatıları,

Griffith’in filmleri yer değiştirme ya da yoğunlaştırma yoluyla oluşturulan düşsel

yansıtmalar bağlanmaktadır (Barthes, 1993: 51-52).

4.2.Araştırma Bulguları

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucunda oluşturulan 7 Kasım 1982 Anayasası,

o dönemde Türkiye demokrasisinin geldiği yer açısından çok önemli bir yapı taşıdır.

Çünkü o dönemde Türkiye’de demokrasi gerçek anlamda işlememiş ve anayasa daha

çoğunlukla askeri yönetimin baskısı sonucunca kabul edilmiştir. 12 Eylül 2010 günü,

1982 Anayasası’nın 26 maddesinin değiştirilmesi için Türkiye’de bir referandum

yapılmıştır. Yapılan değişiklikler anayasal düzeyde olduğu için bütün toplumsal

katmanları yakından ilgilendiren referandum, basın için önemli bir olay ve yüksek

bir haber değerine sahip olmuştur (Yaylagül ve Çiçek, 2011/a: 85). Bu çalışmada, 12

Eylül 1980 darbesi sonucunda oluşturulan 1982 Anayasası döneminde yayınlanan

karikatürler ile 12 Eylül 2010 referandum anayasa değişikliği döneminde yayınlanan

karikatürlerin siyasal söylem ve gazete ideolojilerini yeniden üretimi noktasında

karşılaştırması yapılmıştır. Çalışmada, her iki dönemdeki karikatürler incelenmiştir.

Bu nedenle çalışmada iki dönem ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutulmuştur. 1982

Anayasası’nın ele alındığı bölümde, 01 Eylül ve 01 Aralık 1982 tarihleri arasındaki

süreçle sınırlandırılmıştır. Bu dönem için incelenen gazeteler; ‘Cumhuriyet’, ‘Güneş’

ve ‘Tercüman’ gazeteleridir. Çalışmanın ikinci aşamasında, 12 Eylül 2010 anayasa

değişikliği referandum süreci incelenmiştir ve bu süreçte, 01 Temmuz ve 01 Ekim

2010 tarihleri arasındaki karikatürler ele alınmıştır. Bu dönemde ise, ‘Cumhuriyet’,

‘Milliyet’ ve ‘Zaman’ gazetelerinin karikatürleri incelenmiştir. Çalışmada incelenen

gazetelerin siyasi eğilimlerinin ve ideolojik konumlanışlarının karikatürlere nasıl

yansıdığı, karikatürlerin iktidarın söylemlerini üretirken bir araç mı yoksa muhalif bir

tavır mı sergilediği göz önüne serilmeye çalışılmıştır. Konuyla ilgili olarak her iki

dönemden toplam 345 karikatürün yer aldığı çalışmada, sayının fazla olmasından

dolayı bu karikatürlerin hepsine çalışmada yer verilmemiş olup çalışmanın amacına

en yakın olanlar kullanılmıştır. Karikatürde anlam çok önemlidir. Sözlü karikatürler

anlatılmak isteneni okuyucuya direkt olarak vermeye çalışırken, grafik özellikleri

149

ağır basan dilsiz karikatürlerde ise anlam birçok unsurdan etkilenmektedir. Çizerin

kişisel özellikleri, karikatürün yayınlandığı gazete, dergi vb. yayının ideolojik

algılanışı, okuyucunun kişisel özellikleri ve bağlam gibi birçok etken çizgilerin

anlamlandırılmasında önemlidir (Bayram, 2009: 116). Buna göre, çalışmadaki

karikatürlerin, 1982 Anayasası sürecinde daha çoğunlukla anayasa, Kenan Evren ve

askeri yönetim üzerinde durduğu görülürken, 2010 anayasa sürecinde ise, Ak Parti,

CHP, MHP’nin karikatürlerde daha çok yansıtıldığı, BDP’ye ise çok fazla

değinilmediği görülmüştür. Her iki dönemdeki gazetelerin ideolojileri bağlamında

anayasa değişimlerine yaklaşımlarına bakıldığında ise, 1982 döneminde; Cumhuriyet

ve Güneş gazetelerinin muhalif, Tercüman gazetesinin ise, yanlı bir tutum içerisinde

olduğu görülmüştür. Buna göre, Cumhuriyet ve Tercüman kendi ideolojileri

çerçevesinde bir tavır sergilerken Güneş gazetesi, merkez olmaktan çok sol

denebilecek tarzda bir tavır sergilemiştir. 2010 döneminde ise; Cumhuriyet muhalif,

Milliyet kimi zaman yanlı kimi zamansa muhalif, Zaman ise, iktidarın söylemini

üreten yanlı bir tavır içerisinde olmuştur.

4.2.1. 1982 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

1982 referandum süreci karikatürlerinin söylem ve göstergebilimsel

çözümlemesinin yapıldığı çalışmanın bu kısmında Eylül- Ekim- Kasım 1982

döneminde Cumhuriyet, Güneş ve Tercüman gazetelerinde konuyla ilgili yayınlanan

90 siyasal karikatürün analizi yapılmış olup, ancak sayının fazla olması nedeniyle

çalışmada hepsine yer verilmemiştir. Konuyla ilgili olarak en çok karikatürün

Cumhuriyet gazetesinde yayınlandığı görülürken ikinci sırada Güneş, üçüncü

sıradaysa Tercüman gazetesinin yer aldığı görülmüştür. Buna göre; karikatürlerin

42’si Cumhuriyet gazetesinde, 34’ü Güneş gazetesinde, 14’üyse Tercüman

gazetesinde yayınlanmıştır.

AYLAR CUMHURİYET GÜNEŞ TERCÜMAN TOPLAM

EYLÜL 10 23 4 37

EKİM 29 9 7 45

KASIM 3 2 3 8

TOPLAM 42 34 14 90

Tablo 1: 1982 referandum sürecinin aylara göre gazete karikatürlerine yansıtılması

150

4.2.1.1. 1982 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

Cumhuriyet’in 1982’deki sahibi, Nadir Nadi, Genel Yayın Müdürü Hasan

Cemal, Yazı İşleri Müdürü Okay Gönensin’dir. Bu dönemdeki Cumhuriyet

gazetesindeki karikatür köşeleri; Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak), Gülgeç, Demlik

(Selçuk Demirel), İnsanlar, Hayvanlar (Gülgeç)’dır. Bu dönemde konuyla ilgili

olarak en çok karikatüre yer veren Cumhuriyet gazetesi, karikatürlerinde anayasanın

karşısında muhalif bir söylem geliştirmiştir. Ancak siyasi ortamdan dolayı muhalefeti

açıktan açığa değil de dolaylı yoldan yürütmüştür.

Karikatür 1: 4 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç

SöylemÇözümlemesi Yorumu: Anayasa tartışmaları adı altında çizilmiş

olan karikatürde görsel göstergelerden çok yazılı ve sözel göstergeler/söylem yer

almaktadır. Beş karenin her birinde farklı konulara değinilen karikatürde özellikle

danışma meclisi üzerinde durulmuş ve meclis eleştirilmiştir. Anayasa ile ilgili

tartışmaların ön plana çıktığı bir dönemde bu karikatürde konuyla ilgili olarak iki

durum ön plana çıkmaktadır. Bunlardan ilki, “Hayır’da hayır vardır” söylemidir. Düz

anlamda okunduğunda anayasa ile çok ilgili gözükmeyen bu cümlenin yan anlamına

bakıldığında anayasayla ilgisi ortaya çıkmaktadır. Anayasa tartışmalarının yaşandığı

o dönemde bu cümle daha çoğunlukla ‘anayasaya hayır’ için kullanılmıştır. Dönemin

Devlet Başkanı Kenan Evren’in, “1961 Anayasası için kullanılan ‘Hayırda hayır

151

vardır’ sloganı, ‘hayırda hayır yoktur’ biçimine dönüşmüştür. ‘Hayır’ın sonu yoktur,

karanlıktır. ‘Evet’in ise sonu vardır. Demokratik rejimdir. Sivil yönetimdir.” (Cemal,

2004/b: 90- 91) şeklindeki ifadeleri bu duruma daha fazla netlik kazandırmaktadır.

Konuyla ilgili olarak karikatürde ön plana çıkan ikinci durum ise, 12 Eylül 1980'den

sonra oluşturulan ve 1982 Anayasası'nı hazırlayan Danışma Meclisi’nde Anayasa

Komisyonu Başkanı olan Orhan Aldıkaçtı ile ilgili durumdur. Karikatürün son

karesinde, Aldıkaçtı, “Benim anayasam iyi (mi)dir. Bu iş bitmiş (mi)dir” demektedir.

Bu durum, Aldıkaçtı’nın olumlu gördüğü bir olay üzerinden olumsuz bir imada

bulunulmuştur. Karikatürün alt bölmesinde ise, Aldıkaçtı ile dalga geçilmekte ve

“Altıkaçtı son günlerde –mi’leri yutuyor” denmektedir. Devamında ise, Aldıkaçtı’nın

fazla kilolarıyla dalga geçilmektedir. Bu durum, gazetenin oluşturulmaya çalışılan

anayasanın olumlu olduğu konusunda şüpheleri olduğunu göstermektedir.

1982 Anayasası’nın onaylandığı dönemdeki koşullar daha sıkıdır. Çünkü

askeri yönetim, hemen hemen her gün çok sayıda yasak getirmektedir. Bu yasaklar

karikatür çizerlerini de kapsamaktadır. Bu nedenle, yukarıdaki karikatürde anayasa

tartışmaları söz konusu olsa da, tartışmaların çok alenen yapılmadığı ve muhalif

tavrın çok sert olmadığı görülmektedir. Ancak yine de ‘hayır da hayır vardır’ söylemi

ile anayasa taslağını hazırlayan kişiyle dalga geçilmesi Cumhuriyet gazetesinin o

dönemde de muhalif tavrını biraz yumuşatarak da olsa devam ettirdiği görülmektedir.

Karikatür 2: 9 Eylül 1982- Cumhuriyet- Gülgeç

152

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bir önceki karikatürde olduğu gibi bu

karikatürde de görsel simgelerden çok yazılı ve sözel göstergeler daha çok ön plana

çıkmaktadır. Altı kareden oluşan karikatürde yine dolaylı yoldan anayasa eleştirilmiş

ancak bu durum çok açığa çıkarılmamıştır. İlk karede, Gazeteci Okay Gönensin’in

Ankara’dan İstanbul’a çağrılışı ve bunu imalı anlatışı yer almaktadır. Daha sonraki

karelerde danışma meclisinde yer alan bazı kişilerle ilgili olarak olumlu ve olumsuz

değerlendirmelerde bulunulduğu görülmüştür. Karikatürün kalan kısmı daha çok

‘görmeme ve işitmeme’ üzerine kurulmuştur. ‘Bu anayasa hepimize hayırlı olsun’,

‘gözlerimi kaparım vazifemi yaparım’ gibi söylemler ile en son karede yer alan “Bu

anayasa hakkında benim fikrimi sorarsanız bu konuda ‘fikirsizlik’ çekmeye

başladım. Kusura bakmayın!” şeklindeki ifadeler anayasa oylamasına gidilen süreci

anlatmaya yetmektedir.

Herkesin fikrini söylemekten çekindiği, sansürlendiği bir dönemde anayasa

oylamasının demokratikliğinden bahsetmek çok iyi niyetli bir bakış açısını

gerektirmektedir. Yukarıdaki söylemler tam anlamıyla getirilmiş olan sansür ve baskı

ortamını simgelemektedir. Politikacılar üzerinden ifade edilen o sözlerde,

politikacıların aslında fikir beyan etmekten çok söylenenleri yaptıkları ve ötesine

karışmadıkları görülmektedir. Bu durum, içinde bulunulan siyasi ortamdan

kaynaklanmaktadır. Politikacılar gibi, gazeteciler ve dolayısıyla karikatürcüler de

kendilerini özgür hissetmedikleri ve sürekli sansürle karşılaştıkları için daha

çoğunlukla dolaylı yoldan imalarda bulunma yoluna gitmişlerdir. Bu durum muhalif

tavrıyla ön plana çıkan Cumhuriyet gazetesinin yukarıdaki karikatürüne de

yansımıştır.

153

Karikatür 3: 11 Eylül 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Çocuk, adam, 27 Mayıs

1960 öncesi tarih kitabı, 12 Eylül 1980 öncesi tarih kitabı/ Gösterilenler:

Karşılaştırma, gizleme, yönlendirme, eğitim, hâkimiyet.

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergelerden çok görsel göstergelerin

olduğu bu karikatürün düz anlamına bakıldığında, bir adam (muhtemelen öğretmen)

bir öğrenciye ders anlatmaktadır. İki kitaba sahip olan adam kitapların birini arkasına

saklamıştır. Arkasına sakladığı kitabın üzerinde 27 Mayıs 1960 öncesi, çocuğa

gösterdiği kitabın üzerinde ise, 12 Eylül 1980 öncesi yazmaktadır. Her iki tarihin

ortak özelliği Türkiye tarihinde yer etmiş olan askeri darbeleri temsil etmeleridir.

Kitapların isminden tarih kitabı oldukları görülmektedir. Oradaki öğretmen daha çok

egemen yapıyı temsil etmektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, kitapları

gösteren adamın ya da öğretmenin öğrenciye öğretmek istediği şey daha çoğunlukla

1980 döneminden önceki dönemle ilgili olduğudur. 1960 öncesi ile 1980 öncesi

Türkiye’de yaşanan kargaşa ortamı birbirine benzer hatta birbirinin tamamlayıcısıdır.

Karikatürün yan okuması, 80 darbesinin yaşandığı bir dönemde, yönetimin

kendisinin rıza gösterdiği kitapların okutulup rıza göstermediği kitapları gizlemesi

kendi yaptıklarını meşrulaştırmaya yönelik bir girişim olarak

değerlendirilebilmektedir. Bu girişim karikatürde ders kitaplarının üzerinden

gösterilmesi, o dönemdeki halkın içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından son

derece önemlidir. Ayrıca, adamın bir eli havada bir vaziyette kitabı göstermesi,

‘hâkimiyetin’ onda olduğu yönünde bir okumaya neden olmaktadır. Cumhuriyet, bu

154

karikatürde de kendi ideolojisi yönünde hareket etmiş ve o dönemin basının

gösteremeyeceği cesareti çizgilerinde göstermeye çalışmıştır.

Karikatür 4: 24 Eylül 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa tasarısı kitabı,

Danışma Meclisi Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı, fotoğrafçı ve fotoğraf

makinesi/ Gösterilenler: Zorlama, memnuniyet

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün göstergebilimsel

çözümlemesinde düz anlamına bakıldığında, Anayasa Tasarısı kitabının önünde

fotoğraf çektirmeye zorlanan bir adam ve onun fotoğrafını çeken Danışma Meclisi

Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı görülmektedir. Aldıkaçtı, fotoğrafçı rolündedir.

Bu durum, ‘İstanbul Hatırası’ fotoğrafı çektirmeye bir gönderme niteliğinde bir

göstergedir. Aldıkaçtı, “Gülümseyin, çünkü siz özgür bir insansınız ve yeni anayasa

tasarısından dolayı çok mutlusunuz!” şeklindeki ifadelerine rağmen fotoğraf çektiren

kişinin yüzünde mutsuz hatta ürkmüş bir ifade söz konusudur. Söz konusu ifadeler

zorlama ve baskıya yönelik olan göstergelerdir. Bu ifade, adamın özgür olmadığının

ve yeni anayasa tasarısından hiç de memnun olmadığının göstergesidir. Ancak

yönetim bu durumun aksini sürekli yansıtmaya çalışmaktadır. Evren’nin halka

yaptığı çağrıda; “Sandık başına gidin, müspet oy kullanın ki, mavi oy kullananların

ağızlarını açacak halleri kalmasın!” (Cemal, 2004/b: 122) şeklindeki sözleri

yukarıdaki karikatürde fotoğrafı çekilen adamın göstergesi niteliğindedir.

155

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Esprili bir dille çizgilere yansıtılan 1982

Anayasa tasarısı sürecinde halkın gösterilenin aksine özgür olmadığı, baskı altında

olduğu ve yeni anayasa tasarısını desteklemediği şeklinde bir okumaya neden

olmaktadır. Ancak dönemin yönetimi bu durumun aksini ilan etmekte ve anayasaya

‘evet’ çağrısını her fırsatta tekrarlamaktadır. Yönetim, bunu kendi söylemini

meşrulaştırmak için yapmaktadır. Yukarıdaki karikatürde, 1982 anayasa oylama

sürecine gidilen yolda, Aldıkaçtı’nın da etkisiyle siyasi söylemin zorlamalarına

göndermede bulunulmaktadır. Gazetenin her fırsatta böyle bir göndermede

bulunması anayasa değişimini kendisinin de desteklemediğinin ifadesi şeklinde

değerlendirilmektedir.

Karikatür 5: 25 Eylül 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Arkeologlar, Hitit

Anayasası, arkeolojik kalıntılar, kazı/ Gösterilenler: Antika, iki anayasa arasında

bağlantı, hassasiyet

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, arkeologlar bir kazı çalışması

yapmaktadır ve Hitit dönemine ait çok sayıda kalıntı ortaya çıkarmışlardır. Ortaya

çıkardıkları kalıntılar arasında ‘Hitit Anayasası’ da yer almaktadır. Arkeologlardan

biri diğerine, “Ötekiler iyi de, şu Hitit Anayasası’nı tekrar toprağa gömelim.

Danışma Meclisi’ne ayıp olmasın!” diyerek 1982 Anayasası’na göndermede

bulunmaktadır. O günlerde Danışma Meclisi tarafından 1982 Anayasası’nın taslağı

156

hazırlanmaktadır. Karikatür çizeri, bu olaya esprili bir dille yaklaşarak 1982

Anayasası’nın Hitit Anayasası’ndan bile daha kötü bir anayasa olduğu ve bunun

yürürlüğe konulmadan tekrar gömülmesi gerektiğini ifade etmeye çalışmıştır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 80 darbesinin ürünü olan 1982 Anayasası

döneminde çizerler açısından da çok özgür bir ortam söz konusu değildir. Bu

nedenle, karikatür çizerleri, anayasa değişimine bazen dolaylı yoldan değinmekte

bazen de esprili bir şekilde yaklaşmaktadır. Bu karikatürde, 1982 Anayasası’nın kötü

bir anayasa olduğu ve yürürlüğe konulmaması gerektiği şeklinde bir söylem

geliştirilmiştir.

Karikatür 6: 4 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Behiç Ak tarafından çizilen yukarıdaki

karikatürde görsel göstergelerden çok sözel göstergeler ön plana çıkmaktadır.

Karikatürde söylenen şarkı üzerinden ‘mavi’ vurgusu söz konusudur. ‘Mavi deniz,

mavi gökyüzü, mavi gözlü çocuklar, mavi dağ çiçekleri, mavi ülkenin insanı…’

şeklindeki nitelemelerin nedeni “7 Kasım 1982 günü yapılacak Anayasa

referandumunda ‘kabul’ oy pusulalarının ‘beyaz’, ‘retlerin’ ise ‘mavi’ renkte

olmasıdır” (Cemal, 2004/b: 11). Karikatürün en son cümlesinde yer alan ‘Gözlerin

niye beyaz’ ifadesi hem bunu desteklemekte hem de anayasa değişimine ‘neden

evet?’ söylemini geliştirmektedir. Yukarıdaki karikatürde gizli bir ideoloji

157

olmasından çok karikatür bir sorunsalı ön plana çıkarmaktadır. ‘Mavi’yle ilgili bir

şarkının ısrarla söylenmesi ‘hayır’ söylemini desteklemektedir. Devlet Başkanı

Evren’de bu tehlikenin farkında olduğundan olacak, “Atatürk’ün gözünün, denizin,

gökyüzünün renginin mavi olduğu söyleniyor. Sağduyu sahibi vatandaşlar buna

pabuç bırakmaz. Gök maviymiş, deniz maviymiş, bunlar çocukça girişimlerdir.

Kimse kanmaz!” (Cemal, 2004/b: 124) şeklindeki sözlerini sarf etmiştir. Karikatürün

en sonunda yer alan ifadelerde ‘neden kabul?’ denileceğinin gerekçesi istenmiştir.

Dolayısıyla bunda gizli bir söylem söz konusudur.

Karikatür 7: 5 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: İnsanlar, gazete, dizi,

günlük hayat/ Gösterilenler: Çelişkiler, alakasızlık, renkler

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığından

günlük hayatın içinden on bir kare yer almaktadır. Her bir karede ayrı bir durum söz

konusudur. Ancak hepsinin birleştiği ortak nokta, meyhanede, evde, dizi ya da maç

izlerken, çocuk ağlarken, gazete okurken, misafirlikteyken, oyun oynarken sorulan

her soruya alakasız bir cevap verilmesi ve bu cevapların oy pusulalarının rengi olan

‘beyaz ve mavi’ üzerine kurulu olmasıdır. Anayasa ret pusulasının rengi ‘mavi’,

kabul pusulasının rengi ise, ‘beyaz’dır. Bu karikatürün vermek istediği mesaj ise,

anayasa değişimi yolunda halkın kafasının oldukça karışık olduğudur. En son karede

158

yer alan “Hayatımız ne kadar renksizleşti” şeklindeki ifadeler ise, kamuoyunun

gündeminde sadece bu iki rengin olduğu ve bu durumdan halkın rahatsız olduğu

şeklinde bir anlama neden olmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasa değişimi sürecinde halkın

gündemini tek meşgul eden meselenin halkın kabul mü yoksa ret oyu mu kullanacağı

yönündeki sorunsaldır. Bu durum yukarıdaki karikatürde, her soruya renklerle

karşılık yani alakasız bir karşılık verilmesi şeklinde gösterilmiştir. Bir yerde, halkın

oy konusundaki kafa karışıklığına ve konuşulan tek konunun oylama olduğuna

dikkat çekilmiştir.

Karikatür 8: 6 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir kadın ve bir erkek, halı,

kapı, pencere, masa/ Gösterilenler: Arama, korku, endişe

Göstergebilimsel Çözümleme: Anayasa renkleri üzerine kurulu olan

karikatürde bir erkek ve bir kadın bir evde oturmaktadır. Erkek kadına, “Sevgilim

gözlerin ne kadar şey…” demekte ancak sözlerini duyduğu tedirginlikten dolayı

tamamlamamaktadır. Kişinin duyduğu tedirginlik cümlenin devamında kullandığı

‘mavi’ kelimesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü o günlerde, “mavi’ye bile yasak

konabilen bir dönemde yaşanmaktadır; çünkü ‘Anayasaya ret’ pusulasının rengi

159

mavidir” (Cemal, 2004/b: 97). Bunun farkında olan kişi önce tüm evi aramakta,

kimsenin olmadığından, herhangi bir tehlikenin olmadığından emin olduktan sonra,

‘…mavidir’ ifadesini kullanmaktadır. Bu karikatürün bu şekilde çizilmesinin nedeni,

o dönemde yönetim tarafından gazeteciler ve çizerlere konulmuş olan ‘mavi’

yasağıdır. Behiç Ak, böyle bir çizimle insanların renkleri kullanırken bile korktukları

bir duruma geldiklerine işaret etmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982’de Türkiye’de ‘mavi’ rengi bile

yasaklanarak anayasa referandumuna gidilmekte ve bunun adına da ‘halkoylaması’

denilmektedir” (Cemal, 2004/b: 102). Halkoylamasında mavi renginin

kullanılmasına bile tahammülsüzlüğün olduğu bir ortama tepki niteliğinde çizilen

yukarıdaki karikatür eleştirel nitelikte bir karikatürdür. Karikatürde kullanılan hem

görsel hem de sözel göstergeler sayesinde verilmek istenen mesaj ya da anlam

oldukça nettir: “‘mavi’ yasağına hayır!”

Karikatür 9: 7 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir kadın ve bir erkek,

sohbet, günlük hayat/ Gösterilenler: Tedirginlik, korku, durumdan rahatsızlık

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün düz anlamına

bakıldığında bir kadın ve bir erkek farklı ortamlarda sohbet etmektedir. Özünde

karikatür yine ‘mavi’ rengi üzerine kurulmuştur. Karikatürde denizin, gökyüzünün,

160

çiçeğin, kedinin göz renginin söylenememesinden, mavi renkli kravat takılmamasına

ve duvarın boyanacağı rengi söyleyememeye kadar farklı farklı konulara

değinilmiştir. En son aşamada ise, artık insanlara konulan yasaklardan dolayı

düşünemeyen insan seviyesine gelindiğine dikkat çekilmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde de ‘mavi’ rengin

yasaklanması abartılı bir şekilde eleştirilmiş ve insanların bu yasaklar yüzünden

düşünce özgürlüklerini kaybettiklerine vurgu yapılmıştır. Bu anlamda Cumhuriyet

gazetesi, mavi renginin yasaklanması noktasında muhalif bir tavır sergilemiştir.

Karikatür 10: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa taslağı, bir

adam(Orhan Aldıkaçtı), ateş/ Gösterilenler: Endişe, çıkar ilişkisi, sırtına binme

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde Komisyon Başkanı Aldıkaçtı’nın

olma ihtimali yüksek iri yarı bir adam, anayasa taslağını binek bir hayvana

dönüştürmüş bir şekilde sırtına binmiş ateş üzerinde ilerlemektedir. Adamın iri yarı

olması ve rahat davranması onun bir politikacı(muhtemelen Orhan Aldıkaçtı) olduğu

anlamına gelmektedir. Ünlü karikatürist Selçuk’un, politikacıları nasıl çizdiği

yönündeki bir soruya verdiği şu ifadeler yukarıdaki savı desteklemektedir:

“Özelliklerini belirleyen çarpıcı noktaları daha belirginleştirerek elbette. Eğer

çizdiğim kişi belli bir kişi değilse, politikayı da uğraş olarak seçmişse, bu kişiyi

temsil eden politikacı tipi silindir şapkalı, papyon kravatlı, göbekli, şişman bir tip

oluyor” (Selçuk, 1998: 201). Politikacının anayasa tasarısının sırtında bir şekilde

161

çizilmiş olması politikacının anayasa tasarısının kendi arzusu kapsamında

tasarladığını ve bunda kendi çıkarlarının etkili olduğunu yansıtmaktadır. Şüphesiz

insanlar binekleri kendi istekleri doğrultusunda yönlendirmektedir. Tasarının

üzerindeki politikacının ateşin üzerinden geçmesinden ise iki türlü anlam

çıkarılabilmektedir. İlk anlam, politikacının tasarıyı kendi arzusuna, çıkarlarına göre

hazırlayarak ateşle oynadığı şeklindedir. İkincisi ise, anayasa tasarısının ateşle

kaynaması yani hazırlanırken hararetli tartışmalara neden olması şeklindedir. Diğer

taraftan karikatür, 1982 Anayasası’nın bir takım çevreler tarafından hazırlandığı ve

bu çevrelerin bu anayasa tasarısını kendilerine hizmet edecek şekilde hazırladıkları

şeklinde okunabilmektedir. Bu durum, taslağın hazırlanış şekline bir eleştiri niteliği

taşımaktadır.

Karikatür 11: 10 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar (İsmail Gülgeç)

162

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa taslağı, bir adam/

Gösterilenler: Karmaşıklık, içinden çıkılamamazlık, kaba kuvvet

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre düz anlamda bakıldığında,

Avrupa’dan gelen bir adam elindeki anayasa taslağından hiçbir şey anlamadığını ve

taslağın karmaşık olduğunu ifade etmektedir. Kast edilen anayasa taslağı 1982

Anayasası’na aittir. Karikatürden anlaşılan taslağın Avrupa’daki gerekli mercilere

incelenmesi için gönderilmiş olduğu, ancak bu mercilerin taslaktan hiç bir şey

anlamamış olduklarıdır. Karikatürdeki Avrupa’yı temsil eden kişi, Türkiye’deki

politikacılara taslaktan hiçbir şey anlamadıklarını söylediğinde kaba kuvvetle

karşılaşmaktadır. Karikatürü asıl dramatikleştiren olay ise, Türkiye’deki yetkililerin

de taslağı hazırladıkları halde çözememiş olduklarını söylemeleridir. Bu durum,

anayasa taslağının ne kadar çözümsüz olduğuna işaret etmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde, 1982 Anayasası’nın

anlaşılamayan karmaşık bir anayasa olduğu söylemi üzerinde durulmuştur. 82

Anayasası’nı düzenleyenlerin bu karmaşıklığın çözülememesi durumunda kaba

kuvvete başvurmaları 82 Anayasası’nın da o şekilde yani kaba kuvvetle

hazırlandığına ve istedikleri kesimlere de bu şekilde yani kaba kuvvet kullanılarak

kabul ettirilmek istendiğine işaret edilmektedir. Bu şekilde bir yansıtılış, Cumhuriyet

gazetesinin ideolojisi yönünde bir davranıştır.

Karikatür 12: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik (Selçuk Demirel)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Zayıf bir adam, iri yarı bir

adam/ Gösterilenler: Susturma, sessizlik, tehdit

163

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel ya da yazılı hiçbir göstergenin

kullanılmadığı karikatürde kilolu, iri yarı bir adam parmağıyla ‘sus’ işareti yaparken

diğer eliyle zayıf olan diğer adamın boğazını sıkmaktadır. Göstergebilimde kilolu

adam güç farkını, iktidarı temsil etmektedir, zayıf adam ise güçsüzlüğü ifade

etmektedir. Buradan çıkarılabilecek yan anlam, iktidarın yani güçlünün güçsüz olanı

susturmaya çalışmasıdır. Güçsüz olanın yani halkın gördükleri ve işittikleri

konusunda yeri geldiğinde konuşmaması, sessiz kalmasıdır. Sözel söylemin

kullanılmadığı yukarıdaki karikatürde ideolojik anlamda çıkartılabilecek anlam,

iktidarın 82 Anayasası’na giden yolda halkı korku ve baskıyla sindirmeye,

susturmaya çalıştığıdır. İktidar, baskı yoluyla halk üstünde hegemonya kurmaya

çalışmakta ve böylelikle baskıyla kendi ideolojileri ve söylemleri doğrultusunda rıza

üretmektedir. Yukarıdaki karikatür tam anlamıyla buna işaret etmektedir.

Karikatür 13: 12 Ekim 1982- Cumhuriyet- Kanbir

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürün düz anlamsal okuması

yapıldığında karikatürde bir kadın ve bir erkek bulunmaktadır ve erkek sevgilisi olan

kadına “Sevgilim gözlerin gökyüzü gibi mas…” şeklinde iltifat etmektedir.

‘Mas…’tan sonraki kısmın üzeri kalemle karalanmıştır. Bundan çıkarılabilecek

sonuç, sözel anlamda cümle tamamlanmıştır, ancak karikatürist kendi çizgisine oto

sansür uygulamıştır. Oto sansür, gazetecilerin ya da karikatüristlerin daha çoğunlukla

egemen çevrelerden gelen baskı sonucunda kendi kendilerine sansür uygulamalarıdır.

Yukarıdaki karikatür, tam anlamıyla oto sansüre gönderme yapmaktadır. O dönemde

‘mavi’ renginin ‘hayır’ oyunu temsil etmesi nedeniyle yönetim tarafından

yasaklanmıştır. Dolayısıyla yukarıdaki karikatür, karikatüristlere ‘mavi’ ile ilgili

164

gelen yasaklamadan sonra çizerlerin mavi ile ilgili çizememeleri, o sözcüğü hiçbir

yerde kullanamamalarına eleştiri ve karikatüristlerin çizgilerinin bu şekilde

engellenmesine bir tepki niteliğinde bu şekilde yansıtılmıştır.

Karikatür 14: 16 Ekim 1982- Cumhuriyet- Demlik (Selçuk Demirel)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Tank, makine/

Gösterilenler: Benzetme, baskı, susturma

Göstergebilimsel Çözümleme: Selçuk Demirel’in o dönemde aynı tarzda

ama farklı şekillerde çizdiği karikatürlerden konuyla ilgili olarak en alakalı olan

yukarıdaki karikatürdür. Karikatürde, insana benzer bir varlığın başı askeri tank

aracına benzetilmiştir. Sözel hiçbir göstergenin kullanılmadığı karikatürün yan

anlamı, halkın askeri yönetimin konuştuğu gibi konuştuğu ve askeri yönetimin

gördüğü gibi gördüğü şeklinde bir anlam çıkartılabilmektedir. Çünkü tank o

dönemde 1980 darbesini simgelemektedir. 1982 Anayasası ise, o darbenin bir

ürünüdür ve toplum darbenin baskısını hala hissetmektedir. 1982 Anayasası’nın

uygulandığı dönemin toplumsal yapısını içinde bulunduğu baskıyı anlatmak

açısından yukarıdaki karikatür iyi bir analiz örneği niteliği taşımaktadır. O dönemde,

toplum darbenin etkilerini henüz üzerinden atamamış ve toplum üzerinde tam

anlamıyla bir baskı hâkimiyeti söz konusudur. Askeri yönetimin hâkimiyeti altındaki

toplumun askeri yönetim gibi konuşmaması, görmemesi ve işitmemesi

düşünülemeyen bir durumdur. Bu nedenle, yukarıdaki karikatürde, toplum bir insan

nezdinde düşünülmüş ve o insanın yani toplumun kulağı, burnu, ağzı ve beyni bir

165

tank olarak çizilmiştir. Bu karikatür aynı zamanda, toplumun özgür düşüncesini

yitirdiğinin de bir göstergesi niteliğindedir.

Karikatür 15: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa tasarısı kitabı,

basını temsil eden bir adam, Danışma Meclisi Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı/

Gösterilenler: Güç farkı, korku, hâkimiyet

Göstergebilimsel Çözümleme: Görsel göstergelerin ağırlıkta olduğu bu

karikatürde bir anayasa tasarı kitabı ile basını temsil eden bir gazeteci ve Danışma

Meclisi Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı bulunmaktadır. Karikatürün yan

anlamsal okuması yapıldığında, Aldıkaçtı yüz yıl öncesine gönderilmiştir. Anayasa

Tasarı kitabını hazırlayan kişi olarak Aldıkaçtı’nın tasarı kitabı üzerindeki hâkimiyeti

yansıtılmaya çalışılmıştır. 1982 döneminde basını temsil eden kişinin tasarı kitabının

altında kalacakmış gibi ellerini havaya kaldırması, korkması ve ceketini iliklemiş

olması onun güçsüzlüğüne ve çaresizliğine işaret etmektedir. Bu durum,

Aldıkaçtı’nın sahip olduğu güç farkıyla basının 1982’de anayasanın altında kalma

tehlikesi içerisinde olduğu şeklinde bir okumaya neden olmaktadır. Aldıkaçtı’nın

düğmeleri açık bir şekilde ve daha güçlü, kilolu çizilmesi onun hâkimiyetine

gönderme de bulunulmaktadır. 1982 dönemindeki basın, cılız bırakılmış, tepkisiz bir

basındır.

166

Karikatür 16: 17 Ekim 1982- Cumhuriyet- İnsanlar (İsmail Gülgeç)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, bağlama/

Gösterilenler: Endişe, korku, mutluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: İsmail Gülgeç’in daha çoğunlukla görsel

göstergeleri kullanarak çizdiği bu karikatürde de ‘mavi’ eleştirisi bir türkü üzerinden

yapılmaktadır. Karikatürdeki adam saklı olan bir şeyi arıyormuş gibi önce sağa-sola,

sonra masanın altına bakmaktadır. Aradığını bulamayınca, bağlamasını çıkarıp çoğu

insan tarafından bilinen ‘mavilim mavişelim, tenhada buluşalım’ türküsünü coşkulu

bir şekilde söylemeye başladığı görülmektedir. Bu karikatürde de ‘mavi’ yasağına

göndermede bulunulmaktadır. Gülgeç’in sürekli olarak ‘mavi’ yasağıyla ilgili

çizmesi, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Hasan Cemal’e bu konuyla ilgili bir

uyarı gelmesine neden olmuştur. Hasan Cemal olayı şu şekilde anlatmaktadır:

“Birinci Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral Ekrem Dinç, Hasan Cemal’le telefonda

konuşuyor: ‘Bir de mavi konusu var. Sizde kimdi o, Gülgeç mi ne biri var, hep mavi

mavi diye çiziyor. Bundan sonra mavi de olmayacak anlaşıldı mı?’ Böylece, 21 Ekim

1982 Perşembe günü saat tam beş buçukta, Anayasa referandumundan 16 gün önce,

‘mavi’ renk de askeri yönetimin basına dönük yasakları arasına girmiştir” (Cemal,

167

2004/b: 13-102). 1982 Anayasası’nda kullanılacak olan ret oyunun ‘mavi’ olması ve

bu rengin kullanımıyla ilgili olarak bir takım kısıtlamaların ve yasaklamaların olması

karikatür çizerleri için bir malzeme olma niteliği taşımıştır. Cumhuriyet gazetesi

yazarları da bunu sık sık çizgilerine taşıyarak tepkilerini belli etmiş ve muhalefet

‘mavi’ rengi üzerinden yürütülmüştür.

Karikatür 17: 21 Ekim 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa kitabı, sepetin

içindeki bebek/ Gösterilenler: Üvey evlatlık, kabullenmeme

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür, göstergebilimdeki düz anlam

açısından incelendiğinde, karikatürde bir anayasa kitabı ve yanında ‘üveyy üveyyy’

diye hüngür hüngür ağlayan bir bebek bulunmaktadır. Üvey olmak öteki olmak,

kabullenilmemek anlamlarına gelmektedir. Burada da bebeğin bu şekilde ağlaması,

anayasayı kabullenmemesi, sahiplenmemesi anlamlarına gelmektedir. Bebeğin

toplumu temsil ettiği düşünüldüğünde, 1982 Anayasası’nın topluma sorulmadan

hazırlanması, onun değerlerine göre hazırlanmaması anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla toplumdan olmayanı toplum kabul etmeyecektir şeklinde bir mana

çıkartılabilmektedir. Yukarıdaki karikatür, anayasanın toplumdan uzaklığını

örneklendirmek açısından önemli bir çizimdir.

168

Karikatür 18: 1 Kasım 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Matador, arena, boğa,

seçim sandığı/ Gösterilenler: Oyun, sinirlendirme, kızgınlık

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, yazılı ve sözel göstergeler

kullanılmamıştır. Karikatürde bir matador, elindeki seçim sandığıyla boğayı

sinirlendirmeye çalışmaktadır. Değişik olan durum ise, aslında boğanın bir insan

kafasına sahip olması ve bu insanın bir politikacıyı temsil etmesidir. Matadorun

kırmızı bir bez vasıtasıyla boğayla oynaması gibi seçim sandığını o şekilde

kullandığı ve sandığı boğanın kafasına vurarak yerle bir ettiği görülmektedir. Bu

durum, boğanın kafasının üzerinde uçuşan yıldızlardan anlaşılmaktadır. Karikatürün

yan anlamına bakıldığında, matadorun bir boğayla arenada oynaması gibi

toplumunda politikacılarla seçim sandığında oylarıyla o şekilde oyun oynayacağı

şeklinde bir sonuç ortaya çıkmaktadır. 1982 Anayasa referandumuna az bir zaman

kala çizilen yukarıdaki karikatürde, seçim sonucunu belirleyenin toplum olduğu ve

toplumun da o sonucu seçim sandığında kullanacağı oylarıyla belirleyeceği, belki de

bu sonuçların bir balyoz gibi politikacıların kafasına inebileceği şeklinde bir

okumaya neden olmaktadır. Böylesine bir okuma Cumhuriyet gazetesinin istediği bir

sonuç olmaktadır.

169

Karikatür 19: 12 Kasım 1982- Cumhuriyet Karikatür 20: 13 Kasım 1982- Cumhuriyet

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 1. Karikatür: Seçim

sandığı, 2. Karikatür: Anayasa kitabı, kilit, bir adam/ Gösterilenler: Gizlilik, merak

Göstergebilimsel Çözümleme: Hiçbir sözel ya da yazılı göstergenin

kullanılmadığı birinci karikatürde sular içerisinde bir seçim sandığı bulunmaktadır.

Karikatürde seçim sandığı dışında anayasa değişimini gösteren herhangi bir gösterge

bulunmamaktadır. Seçim sandığının sular içerisine atılmış şekilde çizilmiş olması,

seçimlerin sona erdiği ve bundan sonra anayasa değişimi noktasında seçim

sandığıyla işlerinin olmadığını yani tartışmaların sona erdiğini ifade etmektedir.

İkinci karikatürde de, sözel ya da yazılı göstergeler kullanılmamış olup, sadece

görsel göstergeler kullanılmıştır. Karikatürün göstergeleri, ayakta dikili olarak duran

kilitli bir kitabın içerisine bir adam delikten içeri bakmaktadır. Kilit gizliliği,

mahremiyeti simgelemektedir. Herhangi bir yazılı ya da sözel göstergenin

kullanılmaması kitabın ne olduğuyla ilgili net bir bilginin olmamasına neden

olmaktadır. Ancak karikatürün referandum seçiminden birkaç gün sonra çizilmiş

olması bu kitabın 1982 Anayasa kitabı olduğu savını desteklemektedir. Bu savı

destekleyen diğer bir faktör ise, adamın kitaptaki kilitten içeriye meraklı bir şekilde

bakması ve bu gizliliği artırmak yani merakı kamçılamak için yazılı bir göstergenin

kullanılmamış olmasından kaynaklanmaktadır. Karikatürdeki kitap, anayasa kitabı

kabul edildiğinde karikatürden, 1982 Anayasası’nın birçok maddesinin halktan

170

gizlenmesi ve halkın anayasanın içeriğini merak etmesi şeklinde bir yan anlamla

okunabilmektedir. 82 Anayasası’nın hem taslağı hazırlanırken hem de anayasa

sandıktan geçtikten sonra toplumla irtibata geçilmemesi ve anayasa içeriğinin halktan

gizlenmesi yansıtılmaya çalışılmıştır. Bu anlamda, toplumdan uzak elit bir

anayasanın oluşturulması eleştirilmiştir.

4.2.1.2.1982 Güneş Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve Göstergebilimsel

Çözümlemesi

Güneş gazetesinin 1982 dönemindeki sahibi Güçlü Gazetecilik, Yayıncılık ve

Matbaacılık A.Ş. adına İmtiyaz Sahibi Ömer Çavuşoğlu, Yönetim Kurulu Başkanı

Ahmet Kozanoğlu, Genel Yönetmen Güneri Civaoğlu’dur. 1982 Anayasası’nın

oylanacağı süreçte Güneş gazetesinin anayasaya karşı muhalif bir tavır içerisinde

olduğu görülmüştür. Ercan Akyol ve Bedri Koraman Güneş gazetesinin iki önemli

karikatür çizeridir. Bu iki çizer daha çoğunlukla ‘siyasi karikatür’ çizmektedir.

Karikatür 21: 8 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, gazete bayii,

gazete satıcısı, anayasa/ Gösterilenler: Anayasa, magazin, ciddi konular, hafif

konular

171

Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol tarafından çizilen yukarıdaki

karikatüre düz anlamda bakıldığında bir gazete bayii ve onun önünde gazetelere

bakan bir adam yer almaktadır. Gazetelerin manşetlerinin hepsini 12 Eylül 1980'den

sonra oluşturulma aşamasında olan 1982 Anayasası ve bu anayasayı hazırlayan

Danışma Meclisi’nde Anayasa Komisyonu Başkanı olan Orhan Aldıkaçtı

kaplamaktadır. Üç kareden oluşan karikatürde gazete bayii önündeki adam, ilk iki

karede, yukarıdaki sayılan ciddi konuları içeren gazetelere meraklı bir şekilde

bakmaktadır. Ancak karikatürün asıl mesajı en son karede ortaya çıkmaktadır. Çünkü

ilk iki karede anayasa gibi ciddi konulara bakan kişi üçüncü karede kadın, moda,

magazin gibi hafif konuları işlemiş olan bir gazeteyi aldığı ve merakla onu okuduğu

gözlenmektedir. Moda, kadın, magazin gazeteleri insanın çok fazla düşüneceği

konuları işlemeyen gazetelerdir. Karikatürdeki adam, o dönemin Türk toplumunu

temsil etmektedir. 1980’li yıllara gelene kadar ki süreçte, Türkiye’de çok sayıda faili

meçhul cinayet işlenmiş, sebepsiz tutuklamalar olmuş, gazeteler kapatılmış ve

dolayısıyla birçok problemle uğraşılmak zorunda kalınmıştır. Uzun yıllar bu

problemlerle iç içe yaşamış olan toplumda artık bu durumdan sıkılmış ve tekrar eski

günlere dönmek istememiştir. Böyle bir ruh hali içerisinde olan toplum, ciddi

konulardan kaçmış, daha hafif konulara ilgi duyar olmuştur. Aslında bu durum Türk

toplumu için önemli değişim aşamalarından bir tanesini teşkil etmektedir. Yukarıdaki

karikatürde de tam anlamıyla tek bir kişi üzerinden tüm toplumun içerisinde

bulunduğu duruma dikkat çekilmiştir. Karikatürden, toplumun anayasa gibi ağır

konulardan artık sıkıldığı ve fazla düşünmeye sevk etmeyen konulara yöneldiği

şeklinde bir söylem üretilebilmektedir.

Karikatür 22: 9 Eylül 1982- Güneş

172

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Politikacı, içki kadehi ve

şişesi, anayasa kitabı/ Gösterilenler: Sarhoşluk, anayasayı çıkarı için kullanma

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, bir politikacının önündeki

anayasa kitabını meze sofrası yaptığı ve üzerinde içki içtiği görülmektedir. Siyah

takım elbisesinden ve kilolu oluşundan politikacı olduğu belli olan bu adam, hafif

‘çakırkeyif’ bir haldedir. Karikatüre görsel açıdan bakıldığında politikacı halinden

oldukça memnun gözükmektedir. Bu bağlamda karikatürün yan anlamına

bakıldığında, politikacıların 1982 Anayasası’nı sürekli masalarına yatırmakla

kalmayıp onu bir masa olarak da kullandıkları yani kendi amaçlarına hizmet

ettirdikleri şeklinde bir yan anlam ortaya çıkmaktadır. Yukarıdaki karikatürde

muhalif bir söylem geliştirilmiştir. 82 Anayasası’nın politikacıların keyfi amaçları

için kullanıldığı ve ona göre hazırlandığı söylemi geliştirilmiştir. O dönem, muhalif

bir çizgide olmayan Güneş gazetesi bu karikatürde muhalif bir tavır sergileyerek

dönemin politikacılarını çizgilerinde eleştirmiştir.

Karikatür 23: 10 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Politikacı, dolma kalem, el,

ip yumağı/ Gösterilenler: Sansür, baskı, düşüncü özgürlüğü, yazma özgürlüğü

Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol tarafından çizilen bu karikatür,

1982 dönemindeki basın özgürlüğü üzerinde odaklanmaktadır. Karikatüre ilk etapta

173

bakıldığında, dolma kalemle yazı yazan bir el görülmektedir. Diğer tarafta ise, bir

politikacı bu elin yazdıklarını sökerek bir yumağa sarmaktadır. Dolma kalemle

yazılan bu yazıya ilk olarak bakıldığında yazı okunmayacak kadar karmaşıktır.

Ancak yazı, zoraki okunduğunda, şifre çözülmüş olmakta ve karikatürün anlamı

ortaya çıkmaktadır. Anayasanın basın özgürlüğünü kısıtlanmasına değinilen yazının

sonunda, “Matbuat basın dairesinde serbesttir. Matbuat, basın özgürlüğü

kısıtlanamaz” denmektedir. Karikatürde işte bu noktada anlam kazanmaktadır.

Karikatürün basının kısıtlanmasıyla ilgili olduğu, politikacının yazılan yazıyı bir

kazağı söker gibi sökmeye çalışmasından ve dolayısıyla gerçekte böyle bir durumun

olmadığı mesajı verilmeye çalışılmasından anlaşılmaktadır. Karikatür, o dönemde

basının üzerindeki baskılara, basının kısıtlanmasına bir tepki niteliği taşımaktadır.

Basının istediğini çizememesi, istediğini yazamaması bu tepkinin temel nedenidir.

Karikatürdeki yazının zoraki okunması ve buna rağmen sökülmeye çalışılması bile

aslında bu tepkinin bir göstergesi niteliğindedir. Bu nedenle, karikatürün anlaşılması

özel bir çabayı gerektirmektedir.

Karikatür 24: 13 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Politikacı, halktan bir

adam, anayasa kitabı, kasket/ Gösterilenler: Tehdit, susturma, korku, acı

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre göstegebilimsel açıdan

bakıldığında kilosundan ve takım elbisesinden politikacı olduğu belli olan irice bir

174

adam, daha zayıf olan başka bir adamın ayağına basmış ve bir eliyle de ‘sus’ işareti

yaparak adamı susturmaya çalışmaktadır. Acı içinde kıvranan adamın zayıf olması ve

başındaki kasketi onu halktan biri olarak göstermektedir. Bu özellikler onu

politikacıdan ayrı kılmakta ve ikisi arasındaki güç, hâkimiyet farkına işaret

etmektedir. Yazısız adı altında çizilen karikatürün referandumla alakalı olduğunun

göstergesi, politikacının elinde tuttuğu anayasa kitabıdır. Karikatüre bakıldığında,

politikacının anayasa konusunda konuşmaması için halkı tehdit ettiği ve susturduğu

gibi bir yan anlam ortaya çıkmaktadır. Politikacının elindeki anayasa kitabıyla

birlikte beden dilini konuşturması bunun en büyük göstergesi olarak kabul

edilebilmektedir. 80 darbesinin mecburi anayasası olan 1982 Anayasası’nın

oluşturulma sürecinde, toplum üzerindeki baskı ve sansür hala etkinliğini

sürdürmektedir. Politikacılar sahip oldukları gücü, toplumun 82 Anayasası’na karşı

çıkmaması, itiraz etmemesi için kullanmaktadır. Karikatür, bu sessizliğin en büyük

konuşan silahı niteliğinde görülmektedir. Yukarıdaki karikatürde tam olarak bu

durumu yansıtmakta ve toplumun sesi olmaktadır. Merkezi temsil eden Güneş

gazetesi bu karikatürde de muhalif bir yaklaşım içerisinde olmuştur.

Karikatür 25: 15 Eylül 1982- Güneş

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, seçim sandığı/

Gösterilenler: Tuzak kurma, çelme takma

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel ya da yazılı herhangi bir göstergenin

kullanılmadığı karikatür, görsel açıdan incelendiğinde, bir seçim sandığına ayağı

takılmış ve düşmek üzere olan bir adam gözükmektedir. Toplumun kendi rızasından

175

çok baskı ortamından kaynaklanan bir rızanın gösterildiği 1982 Anayasası toplum

nezdinde çok memnuniyet verici olarak karşılanmamıştır. Aradan uzun yıllar

geçmesine rağmen toplumun 82 Anayasası’nı içine sindirememiş olmasının nedeni, o

dönemde anayasanın kabul ediliş şartlarından kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki

karikatür, zorlama ve baskıyla sandıktan geçen anayasanın doğurabileceği olumsuz

sonuçların bir göstergesi niteliğindedir.

Karikatür 26: 19 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir karikatürist, bir falcı

kadın, kahve falı, fincan, araba, kaza/ Gösterilenler: İnanç, endişe, korku

Göstergebilimsel Çözümleme: Güneş gazetesinin çizerlerinden Bedri

Koraman, gazetenin diğer çizerlerinin aksine bol miktarda renk, sözel ve görsel

gösterge kullanmaktadır. Yukarıdaki karikatür, anayasa taslağının hazırlandığı

Danışma Meclisi’ni ve yasakları ele almaktadır. Karikatürün subjesi, Ankara’ya

görevlendirilen bir karikatür çizeridir. Karikatür çizerinin Ankara yolunda seyir

halindeyken kendi kendine düşündükleri, içinde bulunulan durumun bir analizi

durumundadır. Karikatüristin, Ankara’da çizerlere uygulanan yasaklardan çekindiği

ve çizim konusunda tedirgin olduğu görülmektedir. Bu tedirginliği seyir halindeyken

bir askeri aracı görmesiyle korkuya dönüşmekte ve o korkuyla kaza yapmaktadır.

Karikatürün hem görsel hem de sözel göstergelerle desteklenmiş olması karikatür

176

üzerine çok fazla düşünmeden sonuca varılmasını kolaylaştırmaktadır. Karikatür

çizerinin, askeri aracı görür görmez korkması o dönemde askeriyeden çekinildiğinin

ve 80 darbesinden kaynaklanan bir baskı ortamının varlığının göstergesidir.

Karikatür çizerinin, siyasetin merkezi Ankara’da çizim yapma konusunda duyduğu

tedirginlik ise, o dönem için karikatüristler için konulan yasaklardan ve sansürden

çekinildiğinin göstergesidir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Aslında karikatürde kullanılan göstergelerin

oldukça fazla olması, ortaya çıkartılabilecek çok fazla gizli anlamın kalmadığını

göstermektedir. Ancak, askeri yönetimin karikatür çizerleri üzerinde uygulamış

olduğu sansüre gönderme niteliğinde bir söylem geliştirilmiştir. Karikatür, tam

anlamıyla içinden bulunulan duruma yumuşak bir eleştiri niteliği taşımaktadır.

Karikatür 27: 20 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Orhan Aldıkaçtı, Bedri

Koraman, Cüneyt Arcayürek/ Gösterilenler: Korku, tedirginlik, endişe, umut

Göstergebilimsel Çözümleme: Çok sayıda görsel ve sözel göstergenin

kullanıldığı karikatür altı bölümden oluşmaktadır. Bedri Koraman bu karikatürde

kendini çizmiştir. İlk bölümde, Koraman Ankara’da daha önceden var olan güvensiz

ortamdan söz etmekte ve ikinci bölümde bugün bunların yaşanmadığı için

177

şükretmektedir. Üçüncü bölümde birden bire aklına anayasa taslağının geldiği ve

taslağın meclisten geçmesinin endişesini yaşadığı gözlenmektedir. Ancak dördüncü

bölümde bu taslağın geçemeyeceğini düşünerek rahatlamaktadır. Beşinci bölümde,

Koraman, Gazeteci Cüneyt Arcayürek’le Danışma Meclisi’nde çizilmiştir. Hem

beşinci hem de altıncı bölümde Danışma Meclisi Komisyon Başkanı Orhan

Aldıkaçtı’dan memnun olunmadığı, daha çoğunlukla onun fiziksel özelliklerinin

eleştirildiği ve böyle bir adamın anayasa taslağını nasıl hazırlayabildiğinin

sorgulandığı görülmektedir. Koraman’ın çizimlerinde sürekli mavi rengini

kullanması, ‘hayır’ı desteklediğinin göstergesi olarak okunabilmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, anayasa taslağından ve bunu

hazırlayan kişiden rahatsız olunduğu şeklinde bir söylem geliştirilmiştir. Güneş

gazetesi bu karikatürde, Aldıkaçtı tarafından hazırlanan anayasa taslağının meclisten

geçmesini istemediğini göstermiş ve muhalif bir ses olmuştur.

Karikatür 28: 21 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Halk, politika, soru

işaretleri/ Gösterilenler: Merak, endişe, korku, ürkeklik

178

Göstergebilimsel Çözümleme: Koraman’ın bu karikatürü de daha

öncekilerin bir benzeri niteliğindedir. Anayasa taslağının Danışma Meclisi’nden

geçmesini eleştirmiştir. Koraman, bölümlerden oluşturduğu karikatürde, halkın

taslağın meclisten geçip geçmeyeceğini merak ederken, taslağın meclisten hızlı bir

şekilde geçmesini resmetmiştir. Karikatürde taslağın meclisten geçmesi sonucunda

halkın korku dolu bir şekilde hazır ol vaziyetine geçtiğini göstermiş ve Türkiye’de

politikadan konuşmanın yasak olduğuna vurgu yapmıştır. Koraman, karikatüründe

korkuyu, endişeyi, tedirginliği simgeleştirmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasası ile ilgili olan bu karikatürde

de mesajlar oldukça net bir şekilde verilmiştir. Bu süreçte halkın içerisinde

bulunduğu korkulu haller yansıtılmaya çalışılmış ve anayasanın halkın anayasası

değil de danışma meclisinin anayasası olduğu vurgusu yapılmıştır.

Karikatür 29: 22 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Orhan Aldıkaçtı, kara tahta,

kara şimşekler/ Gösterilenler: Tutarsızlık, eleştiri, ne yaptığını bilmezlik

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatür tam anlamıyla Komisyon

Başkanı Orhan Aldıkaçtı’nın yaptıkları üzerine odaklanmaktadır. Karikatür, önce

179

anayasanın halka zorla kabul ettirilmesini yemek örneğiyle eleştirmiş sonra

Aldıkaçtı’nın tutarsızlığına yoğunlaşmıştır. Aldıkaçtı’nın önceleri 61 Anayasası için

‘Bu anayasa ile devlet yönetilmez’ dediği hatırlatılmış ve yarın 82 Anayasası için de

‘Bu anayasa ile millet yönetilmez’ diyeceğine işaret edilmiştir. Aldıkaçtı daha önceki

karikatürlerde olduğu gibi bu karikatürde de kısa, kilolu ve sinirli resmedilmiştir. Bu

durum, gazetenin ne Aldıkaçtı’yı ne de onun hazırladığı anayasayı onaylamadığının

göstergesidir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, 82 Anayasası’nın halka zorla

kabul ettirildiği ve bu anayasayı halkın içine hiçbir zaman sindiremeyeceği yönünde

bir söylem geliştirilmiştir. Karikatürde Aldıkaçtı’nın, hem fiziksel yapısı hem de

anayasa ile ilgili yaptıklarının eleştirildiği görülmüştür.

Karikatür 30: 24 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Orhan Aldıkaçtı, Bedri

Koraman, Kenan Evren, kâğıtlar, tatil hayali/ Gösterilenler: Memnuniyetsizlik,

umut, umutsuzluk.

Göstergebilimsel Çözümleme: Daha çoğunlukla komisyon başkanı Orhan

Aldıkaçtı üzerine olan karikatürde Bedri Koraman ve Kenan Evren de yer

almaktadır. Karikatürde, taslağın danışma meclisinden hızlı bir şekilde geçmesi

eleştirilmiş ve bu durum Aldıkaçtı’nın tatil planlarına bağlanmıştır. Karikatürün

180

üçüncü bölümünde, Koraman kendini, yüce bir dağ başında olan Kenan Evren’le

birlikte resmetmiştir. Balon için konuşmada, “Bize gelecektir. Bizden sonra ne şekil

alacak belli değildir” şeklindeki ifadeleri kullanılmıştır. Bu bölümde, olanın zaten

beklendiği gibi olumsuz bir durum olduğu ve bundan sonra umudun dağ başında

aranması gerektiği vurgusu yapılmaya çalışılmış ancak dağın başında çizilen Kenan

Evren’le tüm yolların Evren’e ve onun anayasasına çıktığı iması yapılmaya

çalışılmıştır. Koraman, bu durumu kendisinin dağa tırmanma girişimiyle

resmetmiştir. Şüphesiz çizimde Koraman’ın, terler içinde kalmış bir şekilde,

zirvesinde Evren’in olduğu dağa, zorlu bir şekilde tırmandığı görülmüştür.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, anayasayı desteklemeyen bir

söylem geliştirilmiştir. İçinde bulunulan durumdan memnuniyetsizlik duyuluyor

olmasıyla beraber, umudu dağın arkasında değil de dağın zirvesinde aranması

gerektiği vurgusu yapılmış ancak o umudun sonunda da Evren’in olduğu

gösterilmiştir. Evren’in ifadeleri de anayasa da yapılacak değişime vurgu yapılmıştır.

Böylelikle gelecek noktasında karamsar bir hava çizilmiştir.

Karikatür 31: 25 Eylül 1982- Güneş- Bedri Koraman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Meclis üyeleri, Orhan

Aldıkaçtı, Bedri Koraman, Cüneyt Arcayürek, parmak, mavi araba/ Gösterilenler:

Kabullenme, keyif, gönderme de bulunma

181

Göstergebilimsel Çözümleme: Renk ile sözel ve görsel göstergelerin bolca

kullanıldığı yukarıdaki karikatür iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde, anayasa

tasarısının ikinci oylamasının meclisten geçtiği meclis üyelerinin tümünün büyük bir

coşkuyla kaldırdığı kabul parmağıyla gösterilmektedir. Parmak kaldıranların en

önünde ise, Anayasa Komisyonu Başkanı Orhan Aldıkaçtı yer almaktadır. Aldıkaçtı,

‘Evet’in öncülüğünü yaptığının göstergesi olarak en önde parmağını kaldırmış bir

şekilde çizilmiştir. Karikatürün ikinci bölümünde ise, ret oyu rengi olan ‘mavi’

yasağına dolaylı yoldan vurgu yapılmıştır. Bu bölümde, mavi bir arabayla tatile

giden Gazeteci Cüneyt Arcayürek ve Karikatürist Bedri Koraman, Orhan Veli’nin

içinde ‘mavi’ geçen ‘Dalgacı Mahmut’ şiirini okumaktadır. İkinci bölümdeki sözel

göstergelerde ise, içinde ‘mavi’ sözcüğünün geçtiği ‘masmavi bir gök, mavi bir

araba, mavi yolculuk’ gibi ifadeler kullanılmıştır. Böylelikle ‘hayır’ı temsil eden

renk olan maviye hem sözel hem de renksel olarak gönderme de bulunulmuştur.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasası oylamasında kullanılan

‘evet’ oyu beyaz, ‘hayır’ oyu ise mavi’dir. Karikatürlerde, mavi ile ilgili çizimlerin

yapılması, bazı çevrelerin bundan rahatsızlık duymalarına ve bununla ilgili

yasakların getirilmesine neden olmuştur. Karikatür çizerleri bu sefer, mavi ile ilgili

yasağı dolaylı yoldan çizgilerine taşımış böylelikle bu yasağı eleştirmişlerdir.

Yukarıdaki karikatürde de bu yönden bir çizim söz konusudur. ‘Mavi’ tepkisi, şiir

üzerinden gösterilmiştir.

Karikatür 32: 25 Eylül 1982- Güneş- Ercan Akyol

182

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Çok sayıda kitap, sözel

gösterge/ Gösterilenler: Sürü psikolojisi, tepkisizlik, zorunluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında

önderleri eşliğinde bir yerde toplanmış bir sürü kitabın olduğu görülmektedir.

Karikatürde, yer alan “Arkadaşlar, burada toplatıldığımız için toplanmış

bulunuyoruz” ifadeleri sözel gösterge durumundadır ve bir zorunluluğu ifade

etmektedir. Karikatürde, kitaplar üzerinden danışma meclisi üyelerine göndermede

bulunulmuştur. Meclis üyelerinin anayasa taslağının oylanmasında hepsinin kabul

oyu vermeleri gerektiği, onların mecliste formaliteden bulundurulduklarına ve ‘hayır’

deme şanslarının olmadığına vurgu yapılmıştır. Böylelikle anayasa taslağının

danışma meclisinde oylanmasının bir formaliteden öteye geçmediğine işaret

edilmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, anayasa taslağının danışma

meclisinden geçmesinden çok meclis üyelerinin orada zoraki bulundurulmaları ve

zoraki ‘kabul’ oyu kullandırılmaları eleştirilmiştir. Buna göre, anayasa taslağının

rızayla değil de zorlama ile meclisten geçtiği kabul edilmektedir. Gazete bu noktada

eleştiri niteliğinde bir ideoloji geliştirmiştir.

Karikatür 33: 26 Eylül 1982- Güneş- Mıstık

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, mevzuat kitabı,

zincir/ Gösterilenler: Tutukluluk, kızgınlık

183

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel bir göstergenin kullanılmadığı bu

karikatürde bir adam ayaklarından mevzuat kitabına zincirlenmiştir. Bakışlarından

kızgın olduğu görülen adamın ayağının bağlı olduğu kitap, 1982 Anayasa mevzuat

kitabıdır. Eski çağlarda, tutuklu insanlar, ayaklarındaki zincirle bir taşa bağlanırlardı.

Ayağa zincirlenen bu taş, tutuklunun gittiği her yere peşinden sürüklenirdi. Tutuklu

bu yüzden her zaman ayağındaki ağırlığı hisseder ve tutuklu olduğunu hatırlardı. Bu

durumu temsilen çizilen yukarıdaki karikatürde, anayasa mevzuat kitabı, ayağa

bağlanan taşı simgelemektedir yani mevzuat kitabı ağır bir taşa benzetilmiştir.

Karikatürün bu anlamda yan okuması yapıldığında, 1982 Anayasası’nın toplumu her

açıdan zincirlediği, tutuklu ettiği, zor ve baskıyla topluma dayattırıldığı, toplum için

bir ağırlık teşkil ettiği ve toplumun hem kendi durumundan hem de anayasadan

memnun olmadığı şeklinde bir anlam çıkmaktadır. Karikatürde çizilen adamın

arkasındaki mevzuat kitabına kızgın, memnuniyetsiz bir şekilde bakması bu durumu

somut olarak göstermektedir. Hemen tüm karikatürlerinde anayasaya karşı eleştirilen

bir tavır içerisinde olan Güneş gazetesinin bu karikatürdeki tavrı da en baştan beri

sergilemiş olduğu ideolojisine aykırı değildir.

Karikatür 34: 27 Eylül 1982- Güneş- Mıstık

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, mevzuat

kitapları, labirent/ Gösterilenler: Sıkışıp kalmışlık, endişe, belirsizlik, bulmaca,

karmaşa

184

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, 82 Anayasası’nı çağrıştıran

mevzuat kitaplarından oluşan labirentteki bir adam endişeli bir şekilde çıkış yolunu

bulmaya çalışmaktadır. Ancak adamın bulmaya çalıştığı çıkış yolu çizilmemiştir.

Karikatürün yan anlamına bakıldığında, anayasanın karmaşıklığına ve toplumun bu

karmaşıklığın içerisinden çıkamadığına vurgu yapılmıştır. Labirentin içerisinde bir

çıkış yolunun gözükmemesi ise, işin vahametinin gösterilmesi açısından oldukça

önemlidir. Toplumdan uzak bir halde hazırlanan 82 Anayasası, bu nedenle

toplumdan uzak bir içeriğe sahip olmuş, toplum tarafından anlaşılamamış ve

toplumun içinden çıkamayacağı bir hal almıştır. Yukarıdaki karikatürde bu şekilde

bir söylem üretilmiş ve toplumun kafa karışıklığına vurgu yapılmıştır.

Karikatür 35: 4 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: ‘Evet’li zar karikatürü/

Gösterilenler: Aynılık, aynı kapıya çıkma

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde, her tarafında ‘evet’

yazan ‘evet’li bir zar yer almaktadır. Çeviker, yukarıdaki karikatür ve karikatürün

çizeri için şunları söylemiştir: “Ercan Akyol, geçiş döneminin en güzel

karikatürlerini çizen bir iki karikatürcüden biri bence. Anayasa oylamasından önce

yayınladığı her köşesi ‘evet’li zar karikatürü unutulur gibi değil” (1997: 120). Sözel

göstergelerin hiç kullanılmaması görsel göstergelerin ise, çok az kullanılması

karikatürün yorumlanmasını zorlaştırsa da, yine de onu yorumlamak imkansız

değildir. 1982 Anayasası’na gidilen yolda, referandum için başta Kenan Evren olmak

üzere yönetim tarafından üretilen tek söylem ‘evet’ söylemidir. Bu dönemde,

185

oylamada ‘evet’ oyunun kullanılması için, inanılmaz bir propaganda yapılmıştır.

Öyle bir propaganda ki neredeyse ‘hayır’ demek ve onu temsil eden ‘mavi’ rengini

kullanmak suç olmuştur. Yukarıdaki ‘evet’li zar karikatürü de tam anlamıyla bu

duruma yani her yerde ‘evet’ söyleminin üretilmesine işaret etmektedir. Karikatür ilk

etapta ‘evet’in söylemini yaygınlaştırdığı, propagandası yaptığı şeklinde bir fikir

uyandırsa da aslında zarda ‘evet’ propagandası eleştirilmiştir. Bu eleştirinin

temelinde Evren tarafından referandumda ‘evet’in kullanılması yönünde bir

propaganda ortamı oluşturması ve aksini düşünenleri ‘vatan haini’ şeklinde

göstermesidir. Evren’in “12 Eylül öncesine dönmek istemiyorsak, beyaz oy

kullanarak anayasayı kabul edeceğiz… Anayasa kabul edilmezse ne

yapabileceklerini sanıyorlar” (Cemal, 2004/b: 126) şeklindeki uyarısı bu duruma

örnek teşkil etmektedir. Her tarafında ‘evet’ yazan bir zarın nasıl göründüğü

gösterilmeye çalışılmış ve bu durum eleştirilmiştir.

Karikatür 36: 5 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Tel örgü, zincirlenmiş bir

el, kağıt, kalem/ Gösterilenler: Sansür, tutukluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: Yazılı ve sözel göstergelerin hiç

kullanılmadığı yukarıdaki karikatürün tek göstergesi, tel örgü ve elinde kalem tutan

zincirlenmiş bir eldir. El tel örgüyle zincirlenmiştir, ancak yine de tuttuğu kalemle

çizim yapmaya çalışmaktadır. Çizim yapılmaması için zincirlenmiş elin çizdiği tek

şey ise, tel örgüdür. Yukarıdaki karikatürün anlatmaya çalıştığı şey, anayasaya giden

yolda karikatür çizerlerine konulan yasaklar ve uygulanan sansürlerdir. Tel örgü,

186

özgürlüğün yitirilmesini, tutuklu olmayı simgelemektedir. Karikatürde kalemle kağıt

üzerinde çizim yapılması ve yapılan tek çizimin tel örgünün olması karikatür

çizerlerine uygulanan yasakların göstergesi durumundadır. Şüphesiz 1980 askeri

darbesinden sonra ve 1982 Anayasası’na gidilen süreçte, askeri yönetim tarafından

gazetecilere ve karikatüristlere konulan yasakların ardı arkası kesilmemiştir.

Karikatür, konulan yasaklar yüzünden asıl işlevi olan politikayı eleştirme yani

muhalefet yapma işlevini kaybetmiştir. Yukarıdaki karikatürde, zincirlenmiş bir elin

çizdiği tek şeyin tel örgüler olduğunun yansıtılması bu durumu göstermesi açısından

önem atfetmektedir. Özetle, Akyol’un karikatürü, karikatüristlere uygulanan yasak

ve sansüre eleştirel bir söylem niteliğindedir.

Karikatür 37: 22 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir politikacı, çiçek,

suibriği/ Gösterilenler: Aşırılık, karşılaştırma

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün düz anlamdaki

okuması yapıldığında, ilk karede, kilolu oluşundan ve kıyafetinden politikacı olduğu

görülen bir adam elindeki suibriğiyle 24 Ocak çiçeğini sulamaktadır. Çiçek, 24 Ocak

Kararlarını temsil etmektedir. Karikatürün ikinci karesinde ise, suladığı suyun

çokluğundan dolayı su altında kalmış olan politikacı yansıtılmıştır. Karikatürün yan

anlamını çizen ise, karikatürde yer alan “24 Ocak 1980- 20 Ekim 1982: Bin gün ne

idik, ne olduk?” şeklindeki yazılı göstergelerdir. Bu yazılı göstergeler, Türkiye’nin

24 Ocak 1980’den 20 Ekim 1982’ye kadarki süreçte politikasındaki değişim

187

yansıtılmaya çalışılmıştır. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, ilk ortaya çıkmaya

başladığı andan uygulamaya konulduğu süreye kadar ki süreçte sürekli beslenen 24

Ocak Kararlarının en son aşamasında, politikacıların artık üstesinden gelemeyeceği

bir hal aldığı, aradan çok suların geçtiği ve onun altında kaldıkları şeklinde bir

okuma yapılabilmektedir. Karikatürde, o dönem için uygulamaya uygun görülen

kararların 1982’de önemini yitirdiği ve artık çağa cevap veremez bir hal aldıklarına

işaret edilmiştir.

Karikatür 38: 26 Ekim 1982- Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa kitabı, gülen surat/

Gösterilenler: İyimserlik, Güleryüz gösterme

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün tek göstergesi,

gülümseyen bir anayasa kitabıdır. Bu durum, karikatürle ilgili yorum yapılmasını

zorlaştırmaktadır. Ancak en iyi karikatürlerin fazla göstergeye ihtiyaç duymadan

mesajı doğru bir şekilde ilettiği varsayımdan hareket edildiğinde, bu karikatür için de

aynı durumun geçerli olduğu görülmektedir. Karikatürdeki anayasa kitabı 1982

Anayasası’nı temsil etmektedir. Karikatüre, yan anlam açısından yaklaşıldığında,

gülümseyen bir anayasa kitabı, muhatabı olduğu topluma gülümseyen bir anayasa

kitabı niteliği kazanmaktadır. Kitabın topluma gülümsemesi ise, toplumun ona karşı

olan tutumunu yumuşatmak, onu sahiplenmesini sağlamak içindir. Her ne kadar

oylamada ‘evet’ yönünde bir cevap çıkmış olsa da oylamanın yapıldığı dönemdeki

toplumun anayasayı içten içe sahiplenmediği, içine sindiremediği gerçeği çoğu kişi

tarafından kabul edilmektedir. Anayasanın bu şekilde temsil edilmesi, anayasanın

188

kendini şirin göstermeye ve dolayısıyla onların sempatisini kazanmaya çalıştığı

şeklinde bir sonuç çıkarılabilmektedir.

Karikatür 39: 8 Kasım 1982-Güneş- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Üç adam, siyah bez parçası/

Gösterilenler: Susturma, engelleme

Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol’un diğer karikatürlerinde

olduğu gibi bu karikatürde de sözel ve yazılı gösterge kullanılmamıştır. Charlie

Chaplin’in sesiz filmlerindeki gibi bu karikatürde de mesaj çizgilerle verilmeye

çalışılmıştır. Karikatür düz anlamsal olarak okunduğunda, iki adam kendi aralarında

gizli bir konu konuşmaktadır. Gizli bir konu konuştukları, adamlardan birinin

parmağını dudaklarına götürüp ‘sus’ işareti yapmasından belli olmaktadır. Sohbet

eden iki adamın arkasındaki başka bir adam ise, elindeki siyah bez parçası ile onları

saklandığı yerden dinlemektedir. Karikatürün ikinci bölümünde, saklanan adamın

‘sus’ işareti yapan adamın arkasından sessizce yaklaşıp elindeki siyah bez parçasıyla

ağzını kapadığı görülmektedir. Diğer adam ise, onları şaşkınlıkla izlemektedir.

Yukarıdaki karikatür, 1982 Anayasası’nın oylanıp kabul edilmesinden bir gün sonra

çizilmiştir. Yukarıdaki karikatürde, referandumda ‘evet’ oyunun geçmesi üzerine,

oylamayla ilgili gizlice konuşan halkın zorlamayla, baskıyla susturulmaya

çalıştırıldığı şeklinde bir mana ortaya çıkmaktadır. Seçimden bir gün sonra

sayfalarında böyle bir karikatüre yer veren gazetenin referandum sonucundan çok da

memnun kalmadığı görülmektedir.

189

4.2.1.3. 1982 Tercüman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

Tercüman gazetesinin 1982 tarihinde, Tercüman Gazetecilik ve Matbaacılık

A.Ş. adına sahibi Kemal Ilıcak, Genel Müdür Mehmet Dülger, Genel Yayın Müdürü

Hakkı Öcal’dır. O dönemde gazetenin karikatür köşeleri ise, Aşk Kıvılcımı (Erol

Denli), Arsız, Yumurcak, Küçük Kral, Örümcek Adam, Mutluluk Günlüğü, Çize

Çize (Güngör Kabaçıoğlu), Dallas ve Kara Pelerin’dir. 1982 Anayasası’nın oylanma

sürecinde basın üzerinde baskı ve sansür vardır. Dolayısıyla bu dönemde, hem haber,

hem yazı hem de karikatürler üzerinde askeri yönetimin baskı ve sansürü söz

konusudur. Bu nedenle gazeteler istedikleri gibi yazıp çizememekte ve muhalefet

yapamamaktadır. 1982 döneminde incelenen gazeteler arasında bu baskının en çok

tesirinde kalan gazete Tercüman gazetesidir. Karikatürlerinde anayasayı destekleyen

tarzda bir söylem geliştiren Tercüman, ayrıca Siyonizm karşıtı ve ülke ekonomisinin

ne durumda olduğunu gösteren karikatürlere de ağırlık vermiştir. Aşağıda yer alan

‘Karikatür 40 ve 41’ bu durum için örnek teşkil etmektedir, diğer karikatürler ise,

anayasa ile ilgili olup söylem ve göstergebilim çözümlemeleriyle incelenmiştir.

Karikatür 40: 26 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize Karikatür 41: 9 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize

190

Karikatür 42: 7 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Meslek kuruluşlarından iki

kişi, gazete, hayır afişleri, sözel konuşma balonları/ Gösterilenler: Muhalefet,

protesto, tepki

Göstergebilimsel Çözümleme: Hem sözel, hem yazılı hem de görsel

göstergelerin kullanıldığı bu karikatürde meslek kuruluşlarından iki kişi oturmuş

gazetedeki bir haberle ilgili konuşmaktadır. Gazetedeki haberde, “Anayasa diyor ki:

Meslek kuruluşları siyasetle uğraşamazlar” denilmektedir. Yanlarında taşıdıkları

‘hayır’ afişlerinden her ikisinin de her şeye muhalif bir tavır içerisinde oldukları belli

olan bu kişilerden biri, gazetedeki haber üzerine, “Peki biz şimdi neyle uğraşacağız?”

diye sormaktadır. Diğer kişinin “Hayır demekle” şeklindeki cevabı da onların

muhalif bir bakış açısı benimsediklerine işaret etmektedir. Ayrıca karikatürün en

altında yer alan “Sorma kişinin aslını, sohbetinden bellidir” şeklindeki ifadelerde bu

duruma vurgu yapmaktadır. Bu karikatürden çıkartılabilecek yan anlam,

karikatürdeki göstergelerden de belli olduğu gibi meslek kuruluşlarının her

gelişmeye tepki gösterdiği ve muhalefet ettiği şeklindedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıdaki karikatürde anayasa yerine

meslek kuruluşlarını eleştiren bir söylem geliştirilmiştir. Söyleme göre, meslek

191

kuruluşları her şeye muhalefet yapmakta ve işlerine geldiği gibi eleştirmektedir. Bu

durumda gazete bu karikatürde 82 Anayasası’nı destekleyen bir tavır sergilemiştir.

Karikatür 43: 21 Eylül 1982-Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Anayasa çantası, Orhan

Aldıkaçtı, Danışma Meclisi, 1982/ Gösterilenler: Anayasanın içeriği, gizleme

Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Yazısız’ adı altında çizilmiş olan yukarıdaki

karikatür düz anlamda okunduğunda, karikatürde anayasa diye adlandırılmış olan bir

çanta ve çantanın içerisinde yer alan Danışma Meclisi, Komisyon Başkanı Orhan

Aldıkaçtı ve 1982 yazılı göstergelerin olduğu görülmektedir. Çantanın içerisinde yer

alan tüm yazılı göstergelerin anayasa ile bağlantısı bulunmaktadır. Karikatürün yan

anlamına bakıldığında, 1982 Anayasası’nın mimarlarının bunlardan oluştuğu

şeklinde bir okuma yapılabilmektedir. Tercüman gazetesi, bir önceki karikatürde

olduğu gibi bu karikatürde de muhalif bir tavır içine girmemiş ve anayasayla

bağlantılı olan öğeleri ön plana çıkarmıştır. Gazetenin bu tavrı, daha çoğunlukla suya

sabuna dokunmadan, anayasaya çok fazla ilişmeden, anayasayla ilgili çizim yapma

arzusundan kaynaklandığı gözlenmektedir.

192

Karikatür 44: 17 Ekim 1982- Tercüman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Anayasa, dinamit, ateş,

bozguncu/ Gösterilen: Bozguna uğratmak, komplo yapmak, işi bozmak

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre göstergebilim yöntemiyle

bakıldığında ilk olarak düz anlam okumasının daha sonrasında ise, yan anlam

okumasının yapılması gerekmektedir. Bu nedenle karikatürün ilk olarak düz anlam

okuması yapıldığında, karikatürün içeriğinde anayasa kitabı ve onun altına,

‘bozguncu’ olarak nitelendirilen kişi tarafından yerleştirilmiş bir dinamit yer

almaktadır. Yazılı ve sözel herhangi bir göstergenin kullanılmadığı karikatürde,

bozguncunun elindeki ateşle dinamiti patlatmak üzere olduğu görülmektedir.

Karikatürün yan anlamına bakıldığında, 1982 Anayasası’nın bazı çevreler tarafından

desteklenmediği, istenmediği hatta yok edilmek istendiği şeklinde bir okuma

yapılmaktadır. Anayasa kitabının altına konulan dinamit ve görsel açıdan çirkin,

korkunç çizilen bozguncu bu duruma işaret etmektedir. Karikatüristin anayasanın

altındaki dinamiti yakmaya çalışan adamı ‘bozguncu’ olarak nitelendirmesi ve onu

korkunç olarak çizmesi hem karikatüristin hem de gazetesinin 82 Anayasası’nı

desteklediğini göstermektedir. Tercüman gazetesi, bu karikatürde tam anlamıyla

anayasayı destekleyen ve onun yanında yer alan bir söylem geliştirmiştir.

193

Karikatür 45: 20 Ekim 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Anayasa kitabı, koltuk, Orhan

Aldıkaçtı/ Gösterilen: Kendine güven, mağrur, rahatlık, himaye etme

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergenin hiç kullanılmadığı, yazılı

göstergenin ise, yok denecek kadar az kullanıldığı karikatürde, koltuk altında tuttuğu

bir anayasa kitabıyla bacak bacak üstünde oturan takım elbiseli, kilolu bir politikacı,

yani Anayasa Komisyon Başkanı Orhan Aldıkaçtı, kendinden emin bir şekilde

olduğu görülmektedir. Anayasa kitabı, yukarıdaki karikatürün referandum süreciyle

ilgili olduğunun en önemli göstergesidir. Aldıkaçtı’nın anayasa kitabını koltuk

altında tutması anayasa içeriğini kendisinin hazırladığını ve bu konuda hâkimiyetin

onda olduğunu göstermektedir. Karikatürdeki Aldıkaçtı’nın imrenilecek, gücün

kendisinde olduğunu gösterecek şekilde çizilmiş olması “Göz gördüğünü ister!”

yazılı göstergeyle bütünleştirildiğinde politika koltuğuna sahip olmak isteyen

herkesin aynı şekilde davrandığı ya da davranacağı şeklinde okunmaktadır. Ancak

buna rağmen gazete bu karikatürde de muhalif bir tavır içerisinde yer almamıştır.

194

Karikatür 46: 4 Eylül 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Üç adam, pantolon

Gösterilen: Her koşulu düşünme, imkânsızı yapma

Göstergebilimsel Çözümleme: Çok fazla göstergenin kullanılmadığı

karikatüre ilk etapta bakıldığında anayasa ile ilgili pek bir bağlantı

kurulamamaktadır. Karikatürün anayasaya ile ilgili olduğu alt tarafta yer alan

“Anayasa çalışmalarının düşündürdükleri…” şeklindeki yazılı göstergelerden

anlaşılmaktadır. Yazılı gösterge ile anlam kazanan karikatürde, bir kişi kendini, önce

kendi bedenine dar ve kısa gelen bir pantolonla ve daha sonra kendi bedenine hiç

olmayacak uzunlukta olan başka bir pantolonla hayal etmektedir. İlk başta

anlamsızmış gibi gelen yukarıdaki karikatür, yazılı gösterge ile birleştirildiğinde bir

takım yan anlamlar ortaya çıkmaktadır. Karikatüre anayasa açısından bakıldığında,

anayasanın hazırlanma sürecinde hazırlayanların akıllarına en olmayacak olan

düşüncelerden en olacak düşüncelere kadar farklı düşüncelerin geldiği

görülmektedir. Bu durum, anayasanın hazırlanma aşamasında anayasa için her türlü

yola başvurulduğu ve içeriğinin incelendiği şeklindeki bir okumaya neden

olmaktadır. Gazetenin bu karikatürde de anayasadan yana bir tavır aldığı

gözlenmektedir. Böyle bir neticeye varılmasının nedeni, anayasa hazırlık sürecinin

195

çok yoğun bir şekilde geçtiği ve içeriği için en iyisinin düşünüldüğü söyleminin

yansıtılmış olmasındandır.

Karikatür 47: 5 Eylül 1982- Tercüman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Orhan Aldıkaçtı, bir adam, iki

hırsız/ Gösterilen: Hırsızlık, halka kulak verme

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamdaki okuması

yapıldığında, 1982 Anayasası taslağını hazırlayan Danışma Meclisi Komisyon

Başkanı Orhan Aldıkaçtı ile başka biri arasında bir konuşma geçmektedir.

Aldıkaçtı’nın konuştuğu kişi, arkasından kaçan iki kişiyi eliyle göstererek “Sayın

ALDIKAÇTI… Bu herifler paramızı ALDIKAÇTI. Anayasa’ya bir madde de bunlar

için koy!” demektedir. Karikatürün yazılı göstergesinde yer alan ‘Aldıkaçtı’ kelimesi

iki kere özellikle büyük harflerle kullanılmıştır. Burada kullanımın amacı imalı bir

kullanımdan ziyade karikatüre esprili bir dil katmaktır. Karikatür, daha çoğunlukla o

dönemlerde artan hırsızlık olaylarına karşı, hazırlığı yapılan anayasaya bir madde

koyma konusunda bir çağrı niteliğindedir. Bu nedenle, çağrı, konunun bir numaralı

muhatabı Orhan Aldıkaçtı’ya yapılmıştır.

196

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıdaki karikatürün amacı, anayasa

konusunda ideolojik ya da muhalif bir söylem geliştirmekten ziyade, anayasa

üzerinden günlük bir soruna dikkat çekmektir. Bu nedenle, ne sözel ne de görsel

göstergelerde herhangi gizli bir anlam aranmamaktadır. Karikatür, muhalefet

yapmaktan uzak bir karikatürdür.

Karikatür 48: 24 Ekim 1982- Tercüman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: İki adam, şapka, puro/

Gösterilen: Referandum oyu, oy satın alma

Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Aday yoklaması’ adıyla verilen karikatürde,

puro içen takım elbiseli, şapkalı, iri yarı adam diğer zayıf adamın cebinde ‘oy’

aramaktadır. Bu karikatüre göstergebilimdeki ‘karşıtlık’ bakış açısıyla bakıldığında,

iri yarı adamın güçlü politikacıyı zayıf adamın ise, halkı temsil ettiği görülmekte ve

ikisinin arasında güç farkı bulunmaktadır. İri yarı adamın elini diğerinin cebine gayet

rahat bir şekilde uzatıp oy araması da güç göstergesinin diğer bir şekli olarak ortaya

çıkmaktadır. Bunun okuması, güçlü olanın güçsüz olanın cebine bile hâkim olması

şeklindedir. Dolayısıyla anayasa oylamasıyla ilgili olan yukarıdaki karikatürde güçlü

olanın güçsüz olan üzerindeki hâkimiyeti şeklinde bir anlam söz konusudur.

Karikatürde anayasaya yönelik bir muhalefet görülmemektedir. Bu tutum, Tercüman

gazetesinin en baştan beri takip ettiği ideolojiye aykırı bir durum teşkil

etmemektedir.

197

Karikatür 49: 31 Ekim 1982- Tercüman

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: bir adam, seçim sandığı, balon

içi gösterge/ Gösterilen: Hayal etme, oy kullanma, merak

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün görsel anlamda

çözümlemesi yapıldığında, seçim sandığı şeklinde başı olan bir adam, referandumda

kullanılacak olan ‘oyun’ hayalini kurmaktadır. Hiçbir yazılı ya da sözel göstergenin

kullanılmadığı karikatürden çıkarılabilecek mesaj, iktidarın ya da toplumun yaklaşan

seçimler dolayısıyla kafasındaki tek düşüncenin seçimle ilgili olduğunu göstermek ve

toplumun kullanacağı oy konusunda daha doğrusu seçim sonucunun ne olacağı

konusunda insanları meraka sürüklemektir. Anayasa değişimi seçimlerinin yapılacağı

tarihe az bir zaman kala bu çizimin yapılmış olması böyle bir sonucu ortaya

çıkartmaktadır. Tercüman gazetesinin şu ana kadar incelenen tüm karikatürlerinde

olduğu gibi bu karikatürde de ideolojik anlamda hiçbir belirti bulunmamaktadır.

Seçime az zaman kala toplumun ya da iktidarın kafasında sadece seçimin olduğunu

belirginleştirmek amacıyla çizilen karikatürde muhalif bir tavır da sergilenmemiştir.

198

Karikatür 50: 2 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösteren: Başbakan Bülend Ulusu,

resim çerçevesi, 1982 Anayasası, Gösterilen: Bağlantı kurma, demokrasi ve anayasa

Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Demokrasinin çerçevesi’ adı verilen

karikatüre düz anlamda bakıldığında görsel göstergelerle yazılı göstergelerin birbirini

destekler nitelikte kullanıldığı görülmektedir. Karikatürde dönemin başbakanı

Bülend Ulusu, demokrasi adı altındaki fotoğrafı çerçeveye koymaktadır. Çerçevenin

altında 1982 Anayasası yazmaktadır. Karikatürün üst tarafında ise, Başbakan Bülend

Ulusu’nun “Demokrasinin çerçevesini anayasa çizer” şeklindeki sözlerine yer

verilmiştir. Hem yazılı göstergelerde hem de görsel göstergelerde verilmek istenen

mesaj, 1982 Anayasası’nın demokratik olduğu ve demokrasi çerçevesi içerisinde

yapılandırıldığıdır. Karikatürde demokrasinin çerçevesi 1982 Anayasası olarak

gösterilmiş ve demokrasi, bu anayasayla bütünleştirilmiştir. Tercüman bu karikatürde

de 1982 Anayasası’nı desteklemiştir.

199

Karikatür 51: 6 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösteren: Mezar taşı, maymun, kaktüs,

bir adam, Fatiha/ Gösterilen: Ölüm, sona eriş, kapanış

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında 1961

Anayasası’na ait olduğu belli olan bir mezar taşı ve onun üzerinde ruhuna Fatiha

Suresi’ni okuyan bir maymun yer almaktadır. Üzerinde 1961- 1982 yazan mezar

taşının arkasından bir adam elindeki kaktüslerle beklemektedir. Bu karikatürün 7

Kasım 1982’de oylanan ve kabul edilen 1982 Anayasası’ndan bir gün önce çizildiği

dikkat çekmektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında 1961 Anayasası devrinin

kapandığı ve 1982 Anayasası devrinin açıldığı şeklinde bir anlam çıkmaktadır. 1961

Anayasası’nın ardından sadece bir maymunun üzülmesi ve mezara dikilmesi için

dikenleriyle ön plana çıkan kaktüsün getirilmiş olması 1961 Anayasası’nın sona

ermesinden memnuniyet duyulduğu şeklinde bir izlenim ortaya çıkmaktadır. Bu

karikatür, 1961 Anayasası’nı bir gün önceden öldürmüş ve 1982 Anayasası’nın

zaferini bir gün önceden ilan etmiştir. Karikatürdeki bu tavır gazetenin 82

Anayasası’nın yanında yer aldığını göstermiş ve bunu çizgilerinde sürekli olarak yeni

baştan üretmiştir.

200

Karikatür 52: 13 Kasım 1982- Tercüman- Çize Çize (Güngör Kabakçıoğlu)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösteren: 1982 Anayasası, partiler ve

seçim kanunu, ampul/ Gösterilen: Aydınlatma, ışık olma

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatür 1982 Anayasası

oylamasından sonra çizilmiştir. Karikatürde, Partiler ve Seçim Kanunu üzerine

masada çalışan bir adam bulunmaktadır. Adamın üstünde bulunan 1982 Anayasası

ampulü ise, çalışan adamın önünü aydınlatmaktadır. Karikatürden çıkartılabilecek

yan anlam, 1982 Anayasası’nın Partiler ve Seçim Kanunu’nu ışığıyla aydınlattığı,

ona yol gösterdiğidir. Ayrıca bu ışıkla bu kanunun daha kolay ilerleyeceği ve bu

kanunla birlikte yeni bir seçim döneminin, 1983 seçim kapılarının aralandığına işaret

edilmektedir. 82 Anayasası’nın etrafa ışık saçan bir ampule benzetilmesi onun etrafı

aydınlattığına, yol gösterici tarafına vurgu yapmak içindir. Gazete bu karikatürle, 82

Anayasası’nın referandum oylamasından başarıyla çıkmasından duyduğu

memnuniyeti göstermiştir.

201

4.2.2. 2010 Referandum Süreci Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

12 Eylül 2010 referandum süreci karikatürlerinin söylem ve göstergebilimsel

çözümlemesinin yapıldığı çalışmanın bu kısmında, Temmuz-Ağustos-Eylül 2010

döneminde Cumhuriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinde yayınlanan 255 siyasal

karikatürün analizi yapılmıştır. Ancak sayının fazla olması nedeniyle bu

karikatürlerin hepsine analiz kısmında yer verilmemiştir. Bu karikatürlerin 161’i

Cumhuriyet gazetesinde, 48’i Milliyet gazetesinde, 46’sı Zaman gazetesinde

yayınlanmıştır. Konuyla ilgili olarak en çok karikatürün Cumhuriyet gazetesinde

yayınlandığı görülürken ikinci sırada Milliyet, üçüncü sıradaysa Zaman gazetesi yer

almıştır.

AYLAR CUMHURİYET MİLLİYET ZAMAN TOPLAM

TEMMUZ 40 15 16 71

AĞUSTOS 71 16 20 107

EYLÜL 50 17 10 77

TOPLAM 161 48 46 255

Tablo 2: 12 Eylül 2010 referandum sürecinin aylara göre gazete karikatürlerine yansıtılması

4.2.2.1. 2010 Cumhuriyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

Cumhuriyet gazetesinin 2010’da incelenen karikatürlerinin bir kısmı yazısız

bir kısmı ise, yazılı göstergelerin ağırlıkta olduğu bir nitelik taşımaktadır. 2010

döneminde Cumhuriyet gazetesinde çok sayıda karikatür köşesi bulunmaktadır.

Bunlar; Uydudan Naklen (Hakan Çelik), Tarihte Bugün (Mümtaz Arıkan),

Otobüstekiler (Kemal Urgenç), Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin), Harbi

(Semih Poroy), Çizmeden Yukarı (Musa Kart), Çizgilik (Kamil Masaracı), Kim

Kime Dum Duma (Behiç Ak), Hayvanlar (İsmail Güleç), Çiziyet (Cihan

Demirci)’tir. Cumhuriyet gazetesinin tüm çizerleri referandumda anayasa değişimine

ve iktidar partisine karşı muhalif bir tavır sergilemiştir.

202

Karikatür 53: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Kıraathane, kıraathanede

sohbet eden iki kişi, sigara ve dumanı, çay bardakları, elini tutuş şekli, sakal/

Gösterilenler: Gelecekten endişe, geçmişe sitem, korku, güvensizlik

Göstergebilimsel Çözümleme: Kapısındaki ‘kıraathane’ yazısından

kıraathane olduğu belli olan bir mekânda iki kişi oturmuş sohbet etmektedir. Bu iki

kişinin, üstlerindeki baloncukta gözüken “Türk insanı hata yapmakta istikrarlıdır. 12

Eylül Anayasası’na 1982’de yüzde 90 ‘evet’ diyenler, AKP’nin sivil faşizm

anayasasına neden ‘evet’ demesin” şeklindeki sözel gösterge sayesinde referandumla

ilgili olarak konuştukları anlaşılmaktadır. Bu ifadeleri kullanan kişinin elini

çenesinde düşünüyormuş şeklinde tutması, söylediği sözlerle desteklendiğinde onun

referandumdan çıkabilecek bir ‘evet’i desteklemediğini ve böyle bir sonucun millet

açısından olumsuzluklar doğuracağını kabul ettiğinin göstergesidir. Hemen

karşısındaki insanın onu sessiz bir şekilde dinlemesi bu durumu onayladığının yani

aynı fikirde olduğunun işaretidir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Adalet ve Kalkınma Partisi’nin

kısaltmasının kullanımı resmiyette Ak Parti olarak kabul edilmiştir. Karikatürde parti

için AKP, ifadesinin kullanılması karikatürün partiyi desteklemediğini

göstermektedir. Referandumda oylanacak olan anayasa, AKP ile bütünleştirilmiş ve

‘sivil faşizm anayasası’ olarak değerlendirilmiştir. Bu anayasa değişikliği ayrıca

darbe ürünü olan 1982 Anayasası ile bir tutulmuştur. Oysaki 1982 Anayasası askeri

darbe sonucunda oluşturulmuş bir anayasa olup, 2010 Anayasası daha demokratik

203

koşullarda gerçekleştirilmiştir. 2010 Anayasası’na da sivil faşizm anayasası denerek

iki anayasa arasında fark olmadığı gösterilmeye çalışılmıştır. Çünkü faşizmin özünde

baskı ve zorbalık yer almaktadır. Sivil faşizm anayasası tabiri bu söylemi

desteklemektedir. Ak Parti iktidarını hiçbir zaman desteklemeyen ve referandumda

‘hayır’ söylemini her defasında yeniden üreten Cumhuriyet gazetesi bu karikatürde

kendi ideolojisini destekleyen bir söylem geliştirmiştir.

Karikatür 54: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Kenan Evren, Marmaris

tabelası, baston, yüz kırışıklıkları, gözlük/ Gösterilenler: Yaşlılık, güçsüzlük,

sevinç, umut

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde yaşlı bir adam görüntüsü yer

almaktadır. Yaşlı adamın göğsündeki büyük harflerle yazılmış olan ‘K.E’ harfleri bu

kişinin 1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren olduğu anlaşılmaktadır. Evren’in

arkasında yer alan ‘Marmaris’ yazılı tabelada Kenan Evren’in şu anda emekliliğini

geçirdiği Marmaris’te olduğunun göstergesidir. Evren’in elindeki baston,

gözlerindeki gözlük ve yüzündeki kırışıklıklar yaşlanmış olduğunun ifadesidir.

Karikatüre düz anlamla bakıldığında, elindeki bastonla ve çevresindeki ormanlık

alanla Kenan Evren’in yürüyüşe çıkmış olduğu görülmektedir. Kenan Evren’in

baloncuğa yansıyan, “12 Eylül Anayasası’nda sivil faşizmi tam becerememiştik.

Referandumda ‘evet’ diyeyim de gitmeden onun gerçekleştiğini göreyim” şeklindeki

düşünceleri yer almaktadır. Kenan Evren, 80 darbesiyle özdeşleşmiş bir kişiliktir.

204

Evren’nin bu karikatürde kullanılması ve yukarıdaki balon ifadeleri 2010

referandumu ile 1982 anayasası arasında özdeşleştirme yapıldığını göstermektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürün söylem analizi boyutuna

bakıldığında; Kenan Evren 1980 darbesi ve onun devamı olan 1982 Anayasası’nı

gerçekleştiren kişidir. Evren’in 2010 anayasa değişimi referandumunda ‘evet’

yönünde oy kullanacağını söylemesi, 2010 Anayasası’nın 1982 Anayasası’ndan

farklı olmadığı yönünde bir yoruma neden olmaktadır. Darbe yapan general olarak

anılan Kenan Evren’in karikatürde 2010 referandumunu destekleyecek şekilde

çizilmesi, 2010 referandumunun gazete tarafından desteklenmediğini göstermektedir.

Bu durumun diğer bir göstergesi ise, Evren’in 2010 referandumunu ‘sivil faşizm’

olarak değerlendirmesidir. Sol bir ideolojiye sahip olan Cumhuriyet gazetesi, bu

çizimiyle kendi ideolojisi yönünde hareket etmiş ve ‘evet’ söylemini darbenin

mimarı üzerinden olumsuzlaştırmıştır.

Karikatür 55: 13 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Kenan Evren, gülen iki

karga, yüz kırışıklıkları, gözlük, resim fırçası, yağlı boya, resim tablosu/

Gösterilenler: Yaşlılık, umursamazlık, komiklik

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürün düz anlamına

bakıldığında, 1980 darbesi ve 1982 Anayasası’nın mimarı Kenan Evren karga resmi

yaparken çizilmiştir. Evren’in yaptığı resimde iki karganın sırt üstü yatmış bir

vaziyette ‘Kah! Kah!’ güldüğü görülmektedir. Karikatürde Evren’e yöneltilen

205

‘referandum size yargı yolunu açacakmış. Ne düşünüyorsunuz?’ şeklindeki soruya,

Evren’in ‘Ben artık sanatımı konuşturuyorum!’ şeklindeki cevabı yer almaktadır. Bu

soru-cevapla kargaların gülmesi arasında yan anlamsal düzeyde bir bağlantı vardır.

Toplumdaki ‘senin bu dediğine kargalar bile güler’ şeklinde bir atasözüyle bağlantı

kurularak çizilen karikatürde aslında Kenan Evren’in bu konuyla ilgili

umursamazlığına vurgu yapılmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatür, referandumdan ‘evet’ geçerse

1980 darbesini gerçekleştiren Kenan Evren’in yargılanacağı konusu gündemi işgal

ettiği süreçte çizilmiştir. Karikatüre gazetenin ideolojisiyle bağlantı kurularak

bakıldığında gazetenin Evren’in referandumdan sonra yargılanacağı söylemlerini

gerçekçi bulmadığını hatta bu söylemlerle dalga konusu yapabildiğini göstermiştir.

İktidar partisinin bu söylemi, referandumdaki ‘evet’ oyu sayısını artırmak için

yaydığını ima etmiştir.

Karikatür 56: 14 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir el, cübbe, bağımsız

yargı sözel göstergesi/ Gösterilenler: Korku, güç farkı, endişe, çaresizlik, tehdit

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre düz anlamda bakıldığında,

karikatürde sol taraftan uzatılmış kocaman bir el ve elin içinde ‘bağımsız yargı’

yazısının arkasında olan bir kişi görülmektedir. ‘Bağımsız yargı’ yazılı gösterge ve

cübbe bu kişinin hukuk adamı olduğunu göstermektedir. Elin kocaman çizilmiş

olması ve hukuk adamının avuç içine sığabilecek kadar küçük çizilmesi bir güç

206

üstünlüğü olarak ifade edilebilmektedir. Elin sahibi karanlık güçler, hukuktan daha

güçlü olarak yansıtılmıştır. Hukuk adamanın yüzünden akan terler, onun

çaresizliğine ve korkusuna işaret etmektedir. ‘Hele referandumdan bir evet çıksın, şu

an ki halini de arayacaksın!’ şeklindeki tehditkâr ifadeler de bu duruma netlik

kazandırmaktadır. Bu karikatür, referandumdan sonra, iktidar partisinin bağımsız

yargıyı avucunun içerisine alacağı şeklinde bir yoruma neden olmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 2010 referandumuna giden yolda

muhalefetin en sık arkasına sığındığı, söylemlerine konu ettiği kurumlardan biri de

ilk üç güç arasında sayılan yargı kurumudur. Muhalefet sürekli olarak yargının

bağımsızlığını kaybedeceği yönünde bir söylem geliştirmiştir. Cumhuriyet gazetesi

de haber ve köşe yazılarının yanı sıra bu söylemi karikatürlerinde sık sık gündeme

getirmiştir. Bu karikatürde de referandumdan çıkabilecek olan bir ‘evet’in

doğurabileceği tehlikelere işaret etmiştir. Bu tehlikelerden bir tanesinin ise, yargının

bağımsızlığını kaybedeceği yönünde olduğunu yukarıdaki karikatürde geliştirdiği

göstergesel ve söylemsel ifadelerle yansıtmıştır.

Karikatür 57: 15 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Tiyatro perdesi, meze

sofrası, bir hukukçu, bir siyasetçi, iki kişi/ Gösterilenler: Mutluluk, sevinç,

memnuniyet, şaşkınlık

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, meze sofrası kurmuş ve

mutluluk içinde göbeklerine vurarak tempo tutup şarkı söyleyen bir hukukçu ve bir

207

siyasetçi görülmektedir. Bunların siyasetçi ve hukukçu oldukları, üzerlerindeki

kıyafet göstergelerinden anlaşılmaktadır. Birinin üzerinde cüppe, diğerinin üzerinde

ise, Avrupai tarzda bir şapka ve takım elbise bulunmaktadır. İkisinin de kilolu ve

göbekli olması, enselerinin kalın olduğunu yani maddi anlamda varlıklı olduklarını

göstermektedir. Çünkü iyi kıyafet giymek ve kilolu gözükmek güç ve zenginliğin

göstergesidir. Bu kişilerin, ağızlarını sonuna kadar açıp, göbekleriyle tempo tutmaları

ve hemen vurdukları göbeklerinin yan tarafında gözüken ‘çap çap…’ şeklindeki

yazınsal göstergeleri bu kişilerin hallerinden gayet memnun ve mutlu olduklarını,

şarkı söylediklerini göstermektedir. Hukukçu ve siyasetçinin arka tarafında yer alan

iki kişi ise, onlara şaşkınlıkla bakmaktadır. Bu iki kişinin zayıf olmaları ve

üzerlerindeki kıyafetlerden halktan birilerinin oldukları anlamına gelmektedir. Bu

karikatür, güç ve zayıflık olarak da okunabilmektedir. ‘Hem çalıyor, hem de

söylüyorlar beraber’ şeklindeki sözel ifadeler referandumdan ‘evet’ geçerse,

oluşabilecek olan siyaset ve yargının birlikteliğini simgelemekte, görsel göstergelerle

de çirkinleştirilmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürün ideolojik açıdan söylem

çözümlemesi yapıldığında, referandumun olumlu sonuçlanması durumunda yargının

bağımsızlığını yitireceğine ve siyasetle birlikte hareket etmeye başlayacağına işaret

etmektedir. Bu durumun halk tarafından şaşkınlıkla ve endişeyle karşılanması, halkın

bu durumdan çok da hoşnut olmadığı şeklinde bir okumaya neden olmaktadır.

Referandumdan evet geçerse şeklinde yansıtılan bu karikatür, oluşabilecek tehlikenin

bir ikazı niteliğini taşımaktadır.

Karikatür 58: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)

208

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Göbek atan Recep Tayyip

Erdoğan, köylü bir kadınla bir erkek, tiyatro perdesi/ Gösterilenler: Sevinç, duygu

sömürüsü, etkilenme

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatür anlamsal düzeyde birbirine

bağlı iki ayrı bölümden oluşturulmuştur. İlk bölümde, bir karı- koca çifti birbiriyle

konuşarak yürümektedir. Bu çiftin gözyaşlarının yanaklarından döküldüğü

görülmektedir. Karikatürdeki kadın ve erkeğin giyiminden ve duruşundan orta sınıfa

bağlı olduklarına işaret edilmektedir. Çiftin arasındaki konuşmadan, referandum

sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 80 darbesi sonucunda idam edilen

farklı görüşlerde(sağ-sol) olan kişilerin aileleri için yazdıkları mektupları mitinglerde

okumasından etkilendikleri görülmektedir. Karikatürün ikinci bölümünde Başbakan

Erdoğan’ın mutlu bir şekilde göbek atarak oynamasının çizilmiş olması, Erdoğan’ın

farklı görüşteki mektupları okuyarak amacına ulaştığı yani halkın duygularını

istismar ettiği vurgusu yapılmaya çalışılmıştır. Erdoğan’ın göbek atarken ‘Bir

sağdan, bir soldan…. Ohh seksen’ şeklindeki çok bilinen bir şarkıyı söylemesinde

ise, yine 80 vurgusu yapılmıştır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürdeki iki bölüm arasında

bağlantı kurulduğunda Erdoğan’ın mektupları okurken duygulanarak ağlaması dahil

hiçte samimi ve dürüst olmadığı şeklinde bir söylem geliştirilmiştir. Halktan iki

kişinin gözyaşları içerisinde mektuplardan etkilenerek referandumda ‘evet’

kullanacaklarını söylemeleri Erdoğan’ın amacına ulaştığını, bir sonraki bölümde

göbek atarak mutlu olması ise, söylediklerinde hiç de dürüst olmadığına işaret

edilmiştir. Cumhuriyet gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın amacına ulaşmak için halka

karşı ikiyüzlü davrandığını ifade etmeye çalışmış ve iktidara muhalif bir tavır

sergilemiştir. Bu durum gazetenin ideolojisine aykırı bir durum gibi

gözükmemektedir.

209

Karikatür 59: 20 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Medya Maymunları

Derneği’nin afişi, afişin içinde, korku ve tehlike simgeleri, pencereden bakan bir

adam/ Gösterilenler: Memnuniyet, endişe

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde evinin penceresinden karşıdaki

billboarda bakan bir adam bulunmaktadır. Medya Maymunları Derneği tarafından

hazırlanmış olan billboardda referandumda ‘evet’ denmesi yönünde bir afiş vardır.

Afişte aynen şunlar yazılıdır: “Daha bağımlı bir yargıya, daha korku dolu bir ülkeye,

kısacası AKP’nin sivil faşizmine evet!” Bu sözlerde referandumda oylanacak olan

anayasanın Ak Parti iktidarının sivil faşizm anayasası olduğuna ve bu anayasanın

kabul edilmesi sonucunda oluşabilecek olan tehlikelere vurgu yapılmıştır. Ayrıca

referandumu destekleyen yandaş medya da eleştirilmiştir. İlk etapta, mesajın

sonundaki ‘evet’ göstergesi oylamanın olumlu sonuçlanması için onaylama

anlamında gözükse de, hem mesajın öncesine bakıldığında hem de dernek ismine

bakıldığında anayasaya ‘hayır’ denmesi gerektiği yönünde bir okuma

yapılabilmektedir. Penceredeki adamın afişi ‘korsan’ olarak nitelendirmesi

karikatürden çıkartılan mesajı doğrulamaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür, muhalif bir tavır sergilemiştir.

Bir durumu olumlu gösterip olumsuz yönleri daha çok vurgulanmıştır. Afişte ‘evet’

üzerinden referanduma ‘hayır’ söylemi geliştirilmiş ve bu söylemi destekleyen

medya kurumları eleştirilmiştir. Cihan Demirci, gazetenin ideolojisini böylelikle

karikatüründe yansıtmıştır.

210

Karikatür 60: 27 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan, bir

erkek, bir kız, bir bank/ Gösterilenler: Kızgınlık, heyecan, mutluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde bir bankın üzerine bir erkek ve

bir kadın oturmaktadır. Kadın dekolte elbisesi, makyajıyla erkek ise, top sakalıyla

modern bir ikili imajı çizmektedir. Erkek kadına heyecanlı bir şekilde evlenme teklif

ederken kadın edilen teklifi kabul etmemektedir. Kadının cevap verdiği sırada arkada

çalılıkların arasından tipinden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın belli olduğu siyah

giysiler içinde bir kişi belirmektedir. Sert ve öfkeli bir şekilde çizilen Erdoğan, çifti

gizli bir şekilde dinlemektedir. Erdoğan’ın gizli bir şekilde dinliyor olarak

gösterilmesi onun ‘kötü adam’ şeklinde yansıtılmasına neden olmaktadır. Kadının

evlenme teklifine ‘hayır’ cevabı üzerine Erdoğan, “Dur! Hayır deme hemen. Senden

en az 3 ‘evet’ istiyorum’ demektedir. Diyaloglarda geçen ‘evet’ ve ‘hayır’ sözel

göstergeleri, referandumu onaylama ya da onaylamama konusunda simgeleşmiş olan

ifadelere gönderme yapmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: İdeolojik söylemi yeniden üretme

noktasında karikatür incelendiğinde, Başbakan Erdoğan’ın ailelerin çocuk sayısını

artırmak için dediği ‘en az üç çocuk yapın!’ söylemine karikatürde vurgu yapılmış ve

söylem yeniden üretilmiştir. ‘Evet’ ve ‘hayır’ ifadelerinin ön plana çıkartılmasıyla da

referanduma gönderme yapılmıştır.

211

Karikatür 61: 29 Temmuz 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 5 tane Recep Tayyip

Erdoğan, 5 tane komutan, 12 Eylül 1980 yazılı gösterge, 12 Eylül 2010 yazılı

gösterge, bildiri kâğıdı Gösterilenler: Sert, kızgın bir ifade, ciddiyet

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün iki benzer bölümü

bulunmaktadır. İlk bölüm, 80 darbesinin meydana geldiği 12 Eylül 1980 tarihini

yansıtmaktadır. Bu bölüme düz anlamla bakıldığında beş komutan ellerindeki bildiri

kâğıdını okumakta ve yönetime el koyduklarını kamuoyuna ilan etmektedir.

Karikatürün diğer bölümünde ise, beş tane Başbakan Recep Tayyip Erdoğan

gözükmektedir. Erdoğan’ın da elinde bir kâğıt (bildiri kâğıdı) bulunmakta ve onu

okumaktadır. Bu bölümdeki tarih, 12 Eylül 2010’u yani referandum oylamasının

yapılacağı günü göstermektedir. Karikatürde 1980 darbesi ve 2010 referandumu

arasında görsel anlamda bir benzerlik kurulmuştur. Bu durum iki bölüme de konulan

tarihlerle de desteklenmiştir. Askeriyede var olan ciddi ve sert tavırdan dolayı

benzerliği tam sağlamak için Erdoğan da sert ve ciddi çizilmiştir. Başbakan

Erdoğan’ın sert ve ciddi bir şekilde çizilmesi, 80 dönemindeki askeri yönetimle şu

anki yönetim arasında benzerlik yönünden bir bağlantı olduğu yansıtılmaya

çalışılmıştır. Bu benzerlik daha çoğunlukla diktatörlük şeklinde yansıtılmıştır. Gazete

bu karikatürde de gözle görülür bir halde olmasa da dolaylı yoldan ‘hayırcı’

politikasını devam ettirmiştir.

212

Karikatür 62: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Fethullah Gülen, mezar

taşı, boya ve boya fırçası/ Gösterilenler: Planlı bir bakış, yazılı söylem

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamsal okumasına

bakıldığında, Gülen Cemaati’nin ABD’deki lideri Fethullah Gülen bir mezarlıkta,

elinde boya ve boya fırçasıyla resmedilmiştir. Karikatürün yansıttığına göre, Gülen,

tüm mezar taşlarına boya ile ‘evet’ yazmıştır. Elindeki boya kutusu ve fırçası bu

durumu destekleyen göstergeler olarak kabul edilmektedir. Balon içinde Gülen’in

“Mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu kullandırmak lazım” şeklindeki ifadelerine

yer verilmiştir. Gülen’in 12 Eylül referandumu öncesinde, “Değil sadece kadını

erkeğiyle, çoluğu çocuğuyla ve dünyanın dört bir yanına dağılışıyla hayatta olan

insanları, imkân olsa mezardakileri bile kaldırarak o referandumda ‘evet’ oyu

kullandırmak lazım. Mezardakiler bile kalksın. Ben zannediyorum kalkarlar da…

Ben zannediyorum koşar da. Çünkü demokrasi adına çok önemli bir adımdır”

(Ulagay, 2012: 44) şeklinde yaptığı çağrı üzerinden esprili bir söylem geliştirilmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Fethullah Gülen, sol kesim tarafından

desteklenmeyen hatta Atatürkçülük ve cumhuriyet karşıtı olarak kabul edilen bir

kişidir. Mezar taşlarına yazılan ‘evet’ ibaresi ve balon içerisinde verilen Gülen

düşüncesi, Gülen’in referandumda ‘evet’ yönünde bir sonuç çıkması için propaganda

yaptığı yönünde bir söylem geliştirilmiştir. Musa Kart, referandumu Gülen üzerinden

çizmekle, Gülen’in referandumdaki rolüne vurgu yapmıştır. Kart, Gülen’i

sevmeyenlerin, daha doğrudan bir anlatımla cumhuriyeti ve Atatürkçülüğü sevenlerin

213

referandumda ‘evet’ oyu kullanmaması gerektiği mesajını ideolojik olarak

yansıtmıştır.

Karikatür 63: 04 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

Karikatür 64: 5 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 1. Karikatür: Başbakan

Recep Tayyip Erdoğan, el feneri. 2. Karikatür: Kuvayi Milliye şehitleri anıtı/

Gösterilenler: Planlı bir bakış, endişe, yazılı söylem, çağrı

Göstergebilimsel Çözümleme: Analizin bu bölümünde ortak konuları

işlemeleri nedeniyle iki karikatüre birden bakılmıştır. İki karikatürde, balon içinde

Gülen tarikatı lideri Fethullah Gülen’in “Mezardakileri bile kaldırıp ‘evet’ oyu

kullandırmak lazım” şeklindeki söylemini işlemiştir. İlk karikatürde Başbakan

Erdoğan’ın elindeki el feneriyle yerin altında sürünerek ilerlediği gözükmektedir.

Yazılı ifadelerle Erdoğan’ın göçüğün altında kalan iki işçiye ulaşmaya çalıştığı

anlaşılmaktadır. Erdoğan’a ait olduğu belli olan yazılı ifadelerde Erdoğan ‘Hoca

Efendi haklı ölüler de ‘evet’ demeli. Göçük altında kalan 2 işçiye referanduma kadar

ulaşmalıyım ve sandığa götürmeliyim’ demektedir. Bu ifadelerdeki ‘Hoca Efendi’

214

tabiri Fethullah Gülen için kullanılmaktadır ve daha çok saygı içerikli bir tabirdir.

Erdoğan’ın ‘Hoca Efendi’ tabirini kullanması onun Gülen’e saygı duyduğunu ve onu

desteklediğini göstermektedir. Erdoğan’ın ifadelerinde Erdoğan’ın insani yönünü

göstermekten çok referandumda ‘evet’ çıkması için çaba harcadığı yönünde bir ima

söz konusudur. İkinci karikatürde ise, ‘ölüler bile evet demeli’ ibaresi altında Kuvayı

Milliye Şehitler Anıtı’na yer verilmiştir. Anıt, şehitlere seslenmektedir: “Kuvayı

Milliye Şehitleri siz toprak altında derin uykudayken düşmanı çağırdılar satıldık.” Bu

ifadeler aynı zamanda ‘hayır’ oyu kullanılması yönünde bir çağrı niteliği

taşımaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: İlk karikatürde, maden göçüğü altında kalan

işçiler üzerinden bir söylem geliştirilmiştir. Karikatür, Başbakan Erdoğan’ın insani

ve idari görevini yerine getirmekten çok tam anlamıyla kendi çıkarına göre hareket

ettiğini yansıtmaktadır. Gülen’in söylediklerini yerine getirmesi ise, Erdoğan’ın

Gülen’in söylemlerine itibar ettiğini göstermektedir. İkinci karikatürde ise, kutsal

kabul edilen ‘şehitlik’ mertebesi üzerinden Gülen’in ifadelerine sitem dolu bir

göndermede bulunulmuştur. Bu karikatürde diğer ölüler ‘düşman’ olarak lanse

edilmiş ve bu toprakların kolay kolay kazanılmadığına dikkat çekilmeye çalışılmıştır.

Gazete, şehitler üzerinden hem Gülen’i hem de iktidar partisini eleştirmiştir.

Karikatür 65: 29 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Fethullah Gülen, tabut,

takke/ Gösterilenler: İma, espri, komiklik

215

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamsal okuması

yapıldığında karikatürde takke takmış Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen ve

Gülen’in önündeki masanın üzerinde tabut görünümlü bir seçim sandığı

bulunmaktadır. Tabut, ölümü ve ölüleri simgelemektedir. Karikatürdeki Fethullah

Gülen ve ölüleri çağrıştıran tabutla Gülen’in sarf ettiği bazı söylemlere göndermede

bulunulmuştur. Karikatürde balon içinde verilen ifadeler de ise, Gülen’in elini

masaya vurarak “mezardakileri bile kaldırıp evet oyu kullandırmalı” şeklindeki

sözleri seçim sandığına çevrilmiş bir tabutla tiye alınmıştır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Cumhuriyet gazetesi, Gülen’in yukarıdaki

sözlerini çok sayıdaki karikatüründe tiye almış ve çoğu zaman Gülen’in sözlerinde

de olduğu gibi karikatürlerinde abartmalara gitmiştir. Bu durum, gazetenin hem

Gülen’i hem de referandumda kullanılabilecek olan ‘evet’i desteklemediğinin

göstergelerinden biridir.

Karikatür 66: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Duvar yazıları, iki adam

(biri siyah giyimli), boya kutusu ve fırçası/ Gösterilenler: Muzip bıyık altı bir

gülme, muzip bir mutluluk, şaşkın bir ifade

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde gözlükler dahil siyahlar içinde

olan bir adam ve hemen arkasında diğer bir adam görülmektedir. Siyah giyimli ve

halinden gizli işler çevirdiği belli olan adam duvarların hepsini ‘hayır’ ibaresinin

içinde olduğu ve ‘evet’ için çağrı yapan duvar yazılarıyla boyamıştır. Adam ellerini

ovuşturmaktadır. Bu hareket, bir başarıyı elde ederken duyulan memnuniyet ve

216

mutluluğun göstergesi niteliğindedir. Adamın suratındaki muzip gülümseme de bu

durumu yansıtan diğer bir göstergedir. Gizemli adamın balon içinde gözüken

düşüncesinde ise, bu işi Başbakan Erdoğan için yaptığı görülmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Duvar yazılarında iktidarın isteği yönünde

bir beraberlik mesajı yansıtılmaya çalışıldığı görülmüştür. Karikatürde, iktidarın gizli

işlerine vurgu yapılmış ve iktidar karanlık güç olarak yansıtılmıştır. Bu karikatür,

iktidar partisinin desteklemeyen Cumhuriyet gazetesinin ideolojisiyle birebir

uyuşmaktadır.

Karikatür 67: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Alaattin’in sihirli lambası,

cin, diz çözmüş bir adam/ Gösterilenler: Kızgınlık, çaresizlik, korku

Göstergebilimsel Çözümleme: Cihan Demirci tarafından çizilen karikatürde,

masallarda geçen Alaattin’in Sihirli Lambası ve ondan duman eşliğinde ortaya çıkan

cini gözükmektedir. Karikatür düz anlamda okunduğunda cinin önünde çaresizce ve

korku içinde diz çökmüş olan bir adam vardır. O adamdan boşalan terler ve ağzının

açık kalmış olması hem korkuyu hem de endişeyi simgelemektedir. Cinin suratında

ise, memnuniyetsiz, sinirli, korkutan bir ifade söz konusudur. Karikatürün yan

anlamına bakıldığında ise, asıl anlam balon içerisinde verilen yazınsal göstergede

gözükmektedir. Balon içi ifade de, lamba cini, diz çökmüş adama, “Dile benden ne

dilersen diyemiyorum. Zira AKP beni de kiraladı. Sadece ‘evet’ diyebilirsin”

demektedir. “Dile benden ne dilersen” ifadesi, Alaattin’in Sihirli Lambasının ciniyle

217

bütünleşmiş bir ifadedir. Bu ifade, kişinin dilediği her şeyi olacağı anlamına

gelmektedir. Ancak burada, bu durumun söz konusu olmadığını ve tek bir şey

dileyebileceğini cin dile getirmiştir. Bu durum Ak Parti’nin referandumdan ‘evet’

yönünde bir sonucun çıkması için halkı mecbur bırakma şeklinde çalıştığını

göstermektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Burada iktidar partisinin cinleri bile

korkutan ve onları söylemlerini yaymak için kullanan bir anlam üretilmiştir. Cinin

ifadelerinden bu durumdan memnun olmadığı ve bir zorlama olduğu

görülebilmektedir. Bu karikatürde iktidar partisinin kendi amacına ulaşmak için her

türlü ideolojiyi kullandığı vurgusu yapılmaya çalışılmıştır. Gazete her karikatüründe

olduğu gibi bu karikatürde de ideolojisi yönünde hareket etmiş ve muhalif bir tavır

sergilemiştir.

Karikatür 68: 8 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Başbakan Recep Tayyip

Erdoğan, badem bıyık, Hitler bıyığı, tarihsel göstergeler/ Gösterilenler: Kızgınlık,

sinirlilik

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde, Başbakan Recep Tayyip

Erdoğan üç gün arka arkaya farklı süreçlerden geçmiş bir halde çizilmiştir. Erdoğan,

üç halinde de kocaman bir kafa ve küçük kalmış bir gövde halinde resmedilmiştir. 10

Eylül’den 12 Eylül’e olan sürecin anlatıldığı karikatürde Erdoğan, normal halinden

asker, disiplinli bir hale doğru değişimi şeklinde bir süreç işlenmiştir. İlkin bıyıklarda

bir değişimin başlayacağı yönünde ‘hazır ol’ şeklinde bir direktif verilmiştir.

218

Erdoğan’ın bıyığı her geçen gün daha da kısalmış ve referandumun yapıldığı gün

olan 12 Eylül’de bıyık, faşizmi ve Hitler’i simgeleyen bıyığa dönüşmüştür. Burada

Erdoğan, referandumdan istediği sonucu almasıyla dünyaca ünlü diktatör Hitler’e

benzetilmiştir. Bu karikatürde, Cumhuriyet gazetesinin en baştan beri savunduğu

‘sivil faşizm anayasasına’ ve bu anayasanın mimarı olarak Erdoğan’ın Hitlervari

yönüne vurgu yapılmaya çalışılmıştır. Erdoğan’ın Hitler’e benzer tarzda çizilmesi

ise, onun Hitler kadar acımasız olduğuna yönelik okumaların yapılmasına neden

olmuştur. Diğer gösterilmeye çalışılan durum ise, Erdoğan’ın burnundan soluyan

kızgın ifadesidir. Kızgın ifade, Hitler- Erdoğan benzerliğini artırmak içindir.

Karikatür 69: 9 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Seçim sandığı, oy pusulası,

bir el, ABD doları, nazizm işareti/ Gösterilenler: Hile, kurnazlık

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürün düz anlamı okunduğunda,

kafası, eli ve ayakları olan bir işaret bir eliyle ABD dolarını almakta diğer eliyle oy

pusulasını sandığa koyduğu görülmektedir. Paranın üzerindeki işaretten ABD doları

olduğu görülmektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında ise, belli bir bilgiye

sahip olan kişinin bu işaretin nazizmi temsil eden işaret olduğunu fark etmektedir.

Paranın, sandık başında oy kullanırken arka taraftan uzanan bir el tarafından

verilmesi, bu işin gizliliğini yani oyların gizlice satın alındığını göstermektedir.

Nazizm işaretinin insan şeklinde resmedilmesi, bu duruma açıklık getirmektedir.

Karikatürde bulunan “Sandık ki!...” şeklindeki ifade de bu durumu desteklemektedir.

Karikatürün vermek istediği anlamda gizli bir ABD ideolojisinden söz edilebilir.

219

ABD doları bunun en büyük göstergesi olarak kabul edilebilmektedir. Bu durum

ABD’nin referandumda da etkili olabildiğini ve gizli yollardan oyları satın aldığını

göstermektedir. Bu durumun bu şekilde okunması, Cumhuriyet gazetesinin ideolojisi

göz önünde bulundurulduğunda, bu tarz bir okumanın gazetenin ideolojisine ters

düşmediği görülmektedir.

Karikatür 70: 10 Ağustos 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça (Zafer Temoçin)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: 2 adet seçim sandığı, 2 adet

oy zarfı, 2 adet el, nazizm işareti/ Gösterilenler: Sahtekârlık, hile

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde, iki adet oy sandığına iki adet

oy pusulasının iki el tarafından kullanılmak üzere resmedilmesi şeklinde bir düz

anlam oluşturmak mümkündür. Bu karikatürlerden sol tarafta olanı ‘hayır’ oyunu,

sağ tarafta olanı ise ‘evet’ oyunu temsil ettiği altındaki yazılı göstergelerden belli

olmaktadır. Karikatür yan anlam açısından okunduğunda daha farklı bir okuma

ortaya çıkmaktadır. Bu fark, sandıkların üstünde yer alan yazılı gösterge ve sağ

taraftaki zarfın içinden gözüken ideolojik simge ile kendini göstermektedir.

Karikatürün üst yazısında ‘hayır’ oyları için, koyu renkli oy pusulasının seçilmesi

sayesinde dışarıdan verilen oyun saptanabileceğinin ve böylece seçmen üzerinde bir

baskının oluşturulabildiği yargısının saçma olduğu belirtilmektedir. Yazının

devamında ise, öne atılan yargının asıl ‘evet’ oyu için geçerli olduğu iddiasında

bulunulmaktadır. Ayrıca, bu yargı, ‘evet’ oyu zarfının dışarıdan bakıldığında görülen

Nazizm işaretiyle de bu durum desteklenmektedir. Karikatürde ‘Evet’ oyu

kullanmanın nazizme oy vermek anlamına gelebileceği kast edilmektedir.

220

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde ‘hayır’ oyunu temsil eden

sandığın ‘sol’ tarafa, ‘evet’ oyunu temsil eden sandığın ise, ‘sağ’ tarafa

yerleştirilmesi tesadüf şeklinde okunmamaktadır. Gazetenin sol bir çizgide olduğu

kabul edildiğinde bu ideolojiyi temsil etmek açısından böyle bir sıralama yapıldığı

görüşü ağır basmaktadır. Bu karikatürde de referandumda ‘evet’ oyu kullanmanın

nazizmle bağlantısına vurgu yapılmıştır. Bunu zarfın içinden yansıyan nazizm işareti

ile gösterilmesi bu durumu netleştirmektedir. Nazizmin Türk halkı tarafından

desteklenmediği kabul edildiğinde gazetenin ‘evet’ aleyhine yönelik bir söylem

geliştirdiğini göstermektedir.

Karikatür 71: 13 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Bir erkek, bir kadın, bir kız

çocuğu, bir erken çocuğu, iki adet tespih, başörtü, takke/ Gösterilenler: Umut, çıkar,

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde dört kişilik bir aile

gözükmektedir. Bayanların başörtülü olması, evin reisinin ise, takkeli ve elinde bir

tespihin olması dikkat çeken göstergelerdir. Başörtü, takke ve tespih dinsel anlamda

görsel göstergeler olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, bu ailenin sağ kesimden

olan ya da gazetenin ideolojisine göre söylenecek olursa ‘irticayı’ temsil eden,

modern olmayan bir aile olduğunu söylemek mümkün olmaktadır. Evin reisinin

sakallar içinde, göbekli olarak resmedilmesi, gazetenin kabul ettiği gibi ‘irticanın’

çirkin yüzüne işaret etmektedir. Evin kızının başörtülü olması annesini, küçük erkek

çocuğunun elinde tespih olması ise, babasını bir model olarak aldığını

göstermektedir. Görsel mesajlar dışında karikatürde “Hissediyorum bu ramazan eve

221

gelecek yardım kolilerinde mübarek bir patlama olacak Kevser… Evet’imizin hayrını

göreceğiz inşallah!” şeklinde yazılı bir gösterge kullanılmıştır. Bu gösterge, ailenin

referandumda tuttuğu tarafı ve bundan dolayı kazancını göstermektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Seçim dönemlerinde Ak Parti’nin kendi

lehinde oy kullanılması için halka beyaz eşya, yakıt gibi bir takım hediyeler dağıttığı

yönünde iddialar bulunmaktadır. Bu iddialar temel alınarak çizilen bu karikatürde de

bu durum resmedilmiştir. Demirci, bunu orta halli, dinsel göstergelerin ağırlıkta

olduğu bir aile üzerinden yapmakla Ak Parti’nin ancak bu tür kesimlerden olumlu

sonuç alabileceği, modern, cumhuriyetçi, laik kesimin ise iktidar partisinin yanında

yer almayacağı vurgusunu yapmıştır.

Karikatür 72: 20 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Gösterge: Referandum Karikatürü/ Gösterenler: Eli cebinde bir adam, yere

oturmuş bir dilenci Gösterilenler: Güç farkı, çaresizlik, haz

Göstergebilimsel Çözümleme: Behiç Ak tarafından çizilen karikatür düz

anlamda okunduğunda dizlerinin üstüne çökmüş, dilencilik yapan bir adam ve

yardım etmeye çalışan başka bir adam görülmektedir. Ayakta yardım eden adamın

elleri cebinde olması onun rahatlığına işaret etmektedir. İri yarı ve kilolu olması güç

farkına ve zenginliğine, sakallı olarak çizilmesi ise, geleneksel anlamda dinsel bir

ideolojiye sahip olduğu ve Ak Parti’yi dolayısıyla referandumdaki ‘evet’ oyunu

temsil ettiği şeklinde okunabilmektedir. Dilenci ise, tam tersi güçsüz, muhtaç bir

222

adam olarak resmedilmiştir. Zaten dilenciliğin özünde de muhtaçlık yer aldığından

bu yanlış bir betimleme olmamaktadır. Karikatürün yan anlamı, görsel göstergelerin

yanı sıra güçlü ve güçsüz karşıtlığı olarak da lanse edilebilecek iki kişi arasında

geçen diyalogda gözükmektedir. Güçlü adam, zayıf adama yani dilenciye, “Sana

sadaka vereyim mi? Evet mi, Hayır mı?” diye sormaktadır. ‘Evet ve hayır’ sorusu,

referanduma giden yolda gündemi işgal eden sorulardan bir tanesidir. Zayıf adam,

muhtaçlığın vermiş olduğu bir refleksle ‘evet’ demektedir. Kötü bir imajla çizilen

adamın ağzından ‘Evet’in büyük harflerle verilmesi referanduma yani iktidar

partisinin adaletsiz yönüne gönderme yapmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürdeki güçlü adamın iktidar partisini

güçsüz adamın ise, halkı temsil etmesi şeklinde okunması, iktidarın, elindeki gücü

amacına ulaşmak yani isteklerini yaptırtmak için, muhtaç olan halkın hizmetine

soktuğu yorumunu yaptırmaktadır. Diz çökmüş dilenci ise, halkın teslimiyetine ve

iktidara muhtaç olduğuna vurgu niteliği taşımaktadır. İktidar partisi olan Ak Parti’nin

bu şekilde resmedilmesiyle iktidar partisi, olumsuz anlamda eleştirilmektedir. İktidar

partisinin elindeki gücü bir lütufmuş gibi halka vermesi de eleştirilen diğer bir

durumdur.

Karikatür 73: 24 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Frankenstein, Vampir

Drakula ve Freddy, referandum kâğıtları siyah koltuk/ Gösterilenler: Korku,

resmiyet, çirkinlik, korkunçluk

223

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde, çizgi filmlerindeki üç korku

figürü kullanılmıştır. Üçü de birbirinden korkunç gözükmektedir. Korku figürlerinin

resmi bir büroya geldikleri gözükmektedir. Masada referandum kâğıtları, koltukta

ise, siyah elbiseli biri oturmaktadır. Odanın fiziksel durumu ve koltukta oturan

kişinin siyah bir takım elbise içinde olması buranın resmi (ya da gayri resmi) bir ofis

olduğunu göstermektedir. Çizgi filim karakterlerinin “Bu kampanyada sizinle

çalışmayı kabul ediyoruz. Korku bizim işimiz… EVET!” şeklindeki ifadeleri ve

masada yer alan referandum kâğıtları bu buluşmanın referandum için gerçekleştiğini

göstermektedir. Yazınsal göstergedeki ‘Evet’ ifadesi ise, bu buluşmanın ‘evet’

kampanyası ayağından yürütüldüğünü göstermektedir. Çünkü ‘evet’ vurgulu ve

büyük harflerle yazılmıştır. Korku figürlerinin karikatürde kullanılması yürütülen

‘evet’ kampanyasının korku içerikli tarafına vurgu yapmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür, söylem çözümlemesiyle

incelendiğinde, ‘evet’ kampanyasını yürütenlerin bu kampanyayı korkuyla

yürüttükleri ima edilmeye çalışılmıştır. İktidar korku figürleri vasıtasıyla korku ile

bütünleştirilmiştir. Bu durum Cumhuriyet gazetesinin ideolojisine ve genel yapısına

aykırı bir durum teşkil etmemektedir.

Karikatür 74: 26 Ağustos 2010- Cumhuriyer- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Göbekli, sakallı bir adam,

teşbih, bir kadın, çanta, kedi/ Gösterilenler: Tedirginlik, zorbalık, kendine güven

224

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürdeki diyalogda demokrasi vurgusu

yapılmış ve Başbakan Erdoğan’ın CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile televizyonda

tartışmaktan kaçınmasının demokrasiyle uyuşmadığı vurgulanmıştır. Bu vurgulama

giyimiyle modern olarak nitelendirilebilecek bir kadın tarafından yapılmaktadır.

Karikatürde, kadının bu konuyu konuştuğu kişi ise, göbekli, sakallı, tespihli bir

erkektir. Adamın dinsel göstergelerle donatılmış olması onun iktidar partisiyle

bütünleşmesini sağlamaktadır. Bu yönleriyle, kadın, demokrasiyi, erkek ise,

demokratik olmayanı temsil etmektedir. Adamın kadına verdiği “Niye tartışsın ki?

Evren 12 Eylül Anayasası oylaması öncesi TV’de hayırcılarla tartıştı mı ki?”

şeklindeki cevabında da zaten bu durumu görmek mümkün olmuştur. Erdoğan’la

Kılıçdaroğlu’nun televizyon tartışması üzerinden, zorlamayla oluşturulan Evren’in

1982 Anayasası arasında bağlantı kurulmuştur.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1982 Anayasası ve 2010 referandumu

arasında Evren ve Erdoğan üzerinden bağlantı kurulması, her iki sürecin de zorlama

ile kabul ettirildiği şeklinde bir okumaya neden olmaktadır. Demokrasi vurgusu

üzerinden böyle bir çağrışımda, her iki liderinde demokratik olmadığı ve hiç kimseyi

takmadan kendi bildiklerini okudukları yansıtılmaya çalışılmıştır. İki zıt karakter

üzerinde demokratik olanla demokratik olmayan vurgulanmıştır. Demokratik

olmayanın iktidarı temsil etmesi, iktidarın da demokratik olmadığı anlamının

oluşmasına neden olmaktadır.

Karikatür 75: 30 Ağustos 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Atatürk, kara tahta, ‘hayır’

göstergesi/ Gösterilenler: Bağlantı kurma, çağrıda bulunma

225

Göstergebilimsel Çözümleme: Murat Sayın çizdiği karikatürde Türkiye

Cumhuriyeti’nin kurtarıcısı Mustafa Kemal Atatürk, kara tahta başında yer

almaktadır. Bu fotoğrafın orijinali 1928 Harf İnkılabı sırasında çekilmiştir. 1928’deki

harf inkılabı Türk halkının yeni bir alfabeyle kendi alfebesiyle tanışmasını

sağlamıştır. Harf inkılabının özünde yenilik, özgünlük ve çağdaşlaşma yatmaktadır.

Atatürk’ün Türk halkının gönlünde ayrı bir taht kurması ve harf inkılabının

ilerlemeye dair özel anlamlar taşıması referandum için bir mesaj niteliği taşıyan bu

karikatürü önemli kılmaktadır. Sayın, kara tahta başındaki Atatürk’le o döneme

göndermede bulunmuştur. Karikatürün yan anlamına bakıldığında ise, anlam, kara

tahtada yazılı olan ‘hayır’ ifadesinde yatmaktadır. Bu ifadenin yazarı Atatürk’tür. Bu

ifadeyle referanduma göndermede bulunulmuş ve referandum da ‘hayır’ kullanılması

gerektiğinin çağrısı yapılmıştır. Atatürkçülük çizgisinde ilerlediğini ifade eden ve

aynı zamanda Atatürk’ün kurduğu gazete olan Cumhuriyet gazetesi, bu karikatürde

Atatürk’ü kendi ideolojisini yaymak için kullanmıştır. Çünkü Atatürk’ün Türk halkı

için çok önemli olduğunu bilmektedir. Gazete, Atatürk üzerinden referandumda

‘hayır’ propagandası yapmaktadır. Bu durum iktidara karşı muhalif bir tavır

içerisinde olan Cumhuriyet’in ideolojisiyle uyuşmaktadır.

Karikatür 76: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Harbi (Semih Poroy)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: “Yaşasın 1 Eylül Dünya

Barış Günü” pankartı, ‘evet’ pankartları, ‘hayır’ pankartları, çatışan insan grupları/

Gösterilenler: Zıtlıklar, barış, kavga, çatışma

226

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlam okuması

yapıldığında, karikatürde iki ayrı tarafın çatışması olduğu görülmektedir. Çatışma,

maç sonrası karşı karşıya gelmiş iki zıt takımın taraftarlarının mücadelesini

çağrıştırmaktadır. Karikatür referandum üzerine kurulmuştur. Çatışmanın mimarları

referandumun ‘evet’ ve ‘hayır’ tarafını oluşturanlardır. Bu çatışmanın referandum

çatışması olduğu tarafların ellerinde taşıdıkları pankartlardan anlaşılmaktadır.

Karikatürü daha da anlamlı kılan ya da karikatürün göstergebilimsel açıdan yan

anlamını çizen tarafı ise, çatışmacıların üst tarafında yer alan “Yaşasın 1 Eylül

Dünya Barış Günü” ifadesidir. Böyle bir günde bile, referandum ‘evet’çileri ve

‘hayır’cıları arasındaki çatışmalara vurgu yapılmıştır. Dünya barış gününde

referandum da ‘evet’ ve ‘hayır’ üzerinden kavgalar, tartışmalar yapılması karikatür

üzerinden bu tür söylemlerin üretilmesine neden olmuştur. Karikatürdeki mesaj, barış

ağırlıklıdır. Ancak bunu direk söylemek yerine karikatür görsel simgeler üzerinden

yapmıştır. Zaten karikatürün özünde de direk söylemeden anlatmak vardır. Bu

karikatürde, Cumhuriyet gazetesi hem ‘evet’ cephesini hem de ‘hayır’ cephesini

eleştirerek bir objektiflik göstergesi sergilemiştir.

Karikatür 77: 1 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: ‘Yetmez ama evet’ tişörtlü

bir kişi, ‘hayır’ tişörtlü bir kişi, o iki kişiyi yakalayan bir muhafız, perde arkasından

uzatılan bir el/ Gösterilenler: Zıtlıklar, çatışma, gerginlik, emir

227

Göstergebilimsel Çözümleme: Korkunç görünümlü, silahlı bir muhafız,

‘hayır’ yazısının olduğu bir tişörtü giyen bir kişi ile ‘yetmez ama evet’ yazılı tişörtü

giyen diğer bir kişiyi yakalayıp götürmesi karikatürün düz anlamdaki okumasıdır.

Karikatürün yan anlamını ise, perdenin arkasından yakalanan kişileri işaret eden bir

elin söyledikleri çizmektedir. “Şu sosyalisti yok et. Öbür sosyalisti öp, okşa!”

şeklindeki ifadeler sol görüşte bulunan aydınların ikiye ayrılmasına işaret etmektedir.

Referandum sürecinin yaşandığı dönemde sosyalistlerin bir kısmı, referandumda

‘hayır’ oyu kullanacaklarını söylerken diğer bir kısmı ise, referandumda yapılacak

olan değişikliklerin yeterli olmayacağını ancak ‘evet’ diyeceklerini açıklamışlardır.

İkinci grup, sol çevre tarafından eleştirilmiştir. Bu karikatürde bundan yola çıkılarak

çizilmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: “Şu sosyalisti yok et. Öbür sosyalisti öp,

okşa” ifadeleri siyah giysiler içerisindeki bir el tarafından söylenmektedir. Bu el

iktidarın sahip olduğu karanlık ellere işaret etmektedir. İki sosyalisti yakalayan

çirkin, korkunç görünümlü muhafızda bunu göstermektedir. Sözel göstergeler,

iktidarın kendi tarafında olana dokunmadığını göstermektedir. Cumhuriyet gazetesi,

‘yetmez ama evet’ diyen sosyalistlerle iktidar ve dolayısıyla gizli eller arasında

bağlantı kurmaktadır. Bu nedenle, gazete, karikatürde ‘yetmez ama evet’ diyen

sosyalistler için eleştirel bir söylem geliştirmektedir.

Karikatür 78: 3 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

228

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Ölülerin iskeletleri, sözel

göstergeler/ Gösterilenler: Dik bir duruş, tepki, gerekçeler

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatür, Gülen Cemaati lideri Fethullah

Gülen’in referanduma destek amacıyla “Gerekirse mezardakileri bile kaldırıp evet

dedirtmek lazım!” ifadelerine tepki olarak çizilmiştir. Karikatürün Gülen’in

söylemlerine tepki olarak oluşturulduğu “Pensilvanya hocası duy sesimizi, işte bu

ölülerin ayak sesleri!” ifadeleriyle kanıtlanmaktadır. Çünkü Gülen, yıllardır ABD’nin

Pennsylvania eyaletinde yaşamaktadır. Demirci, karikatürde ölü iskeletleri, “12 Eylül

darbesi ölüsüyüm, tersane işçisi ölüsüyüm, maden işçisi ölüsüyüm, terör ölüsüyüm,

selzede ölüsüyüm, cinayet ölüsüyüm, karanlık ölüsüyüm referanduma hayır!”

şeklinde konuşturarak Gülen’in çağrısının tersi yönde bir söylem geliştirmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, gazetenin Gülen’e tepki olarak

bir söylem geliştirdiği açıktır. Gazetenin diğer bir amacı ise, önlem alınmadan

meydana gelen ya da ülkenin bazı problemlerinin çözülemiyor olması yüzünden

meydana gelen ölümleri gündeme getirmektir. Bu nedenle, ölen insanlardan nasıl

‘evet’ oyu istendiğinin eleştirisi yapılmaktadır.

Karikatür 79: 4 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Masa şeklinde bir seçim

sandığı, sandık kilidi, masanın başında takkeli bir adam, sözel göstergeler/

Gösterilenler: Çağrı

229

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatüre düz anlamda bakıldığında,

karikatürde masa şeklinde bir seçim sandığının başında oturan takkeli bir adam

bulunmaktadır. Adamın takkeli olması dinsel bir tarikata bağlı olduğunun

göstergesidir. Ellerini sandığın üstüne koyması, seçimde hâkimiyetin tarikatın elinde

olduğunun ve gücün onlarda olduğunun göstergesi olarak yorumlanabilmektedir.

Sandığın 12 Eylül 2010 referandumuyla ilgili olması, yazılı göstergelerden

anlaşılmaktadır. Yazılı göstergede, “evet yaz 12 09 2010’a gönder tarikat cebine

gelsin” ifadelerine yer verilmiştir. Burada kullanılan tarihin referandum tarihiyle aynı

olması, seçim sandığı referandumuna gönderme yapılmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde referandum ve tarikat

arasında bir bağlantı kurulmuştur. Bu bağlantı, referandumun aslında tarikat işi

olduğu yönünde bir söylemin geliştirilmesine neden olmuştur. Ayrıca ‘tarikat cebine

gelsin’ ifadeleriyle olayın ideolojik yanına vurgu yapılmaktadır. Referandumdan

‘evet’in geçmesi halinde tarikatın tüm ülkeye yaygınlık göstereceğinin gizli mesajı

verilmeye çalışılmıştır.

Karikatür 80: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çiziyet (Cihan Demirci)

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde iki kadın oturmuş kahve falı

baktırmaktadır. Karikatürün konusu, ilk etapta iki kadın arasındaki sohbet ortamı

olarak yansıtılsa da üst tarafta geçen yazılı göstergelerde referanduma göndermede

bulunulmuştur. Kadınların kendi aralarındaki sohbette evlilikle ilgili

konuşuyorlarmış gibi gösterilmektedir. “EVET baskısının toplumda bu kadar yoğun

230

olduğu bir ortamda….” şeklindeki sözel göstergede ‘evet’in tırnak içinde ve büyük

harflerle verilmesi referanduma gönderme yapmaktadır. Referanduma gidilen yolda

‘evet’ ve ‘hayır’ın propagandası her iki cephenin savunucuları tarafından yoğun bir

şekilde yapılmıştır. ‘Evet’in propagandasını iktidar partisinin yapması, ona güç

üstünlüğü katmış ve dolayısıyla ‘evet’ daha baskın olmuştur. Ancak bu durum

‘hayır’ destekçileri tarafından ‘baskı’ olarak değerlendirilmiştir. Şüphesiz bu şekilde

muhalif bir tavır içine girenlerin kast ettikleri baskı, fiziksel anlamda olmasından çok

hegemonya yoluyla kurulan baskıdır. Bu karikatürde de ‘baskın’dan çok ‘baskı’

anlamı gösterilmeye çalışılmıştır.

Karikatür 81: 5 Eylül 2010- Cumhuriyet- Murat Sayın

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,

kasketi, 4 yıldız, soygeneral yazısal göstergesi/ Gösterilenler: Sert bir duruş,

kızgınlık, sinirlilik, resmiyet

Göstergebilimsel Çözümleme: Murat Sayın tarafından çizilen yukarıdaki

karikatürde Recep Tayyip Erdoğan asker olarak resmedilmiştir. Asker nitelemesi

Erdoğan’ın omuzundaki dört yıldızdan, kasketinden ve ‘soygeneral’ yazısından

anlaşılmaktadır. Çünkü bunlar askeri göstergelerdir. Soygeneral diye bir rütbe

askeriye de yoktur. Şüphesiz Erdoğan’da asker değil başbakandır. Onun bu şekilde

resmedilme nedeni, 1980 dönemindeki askeri yönetime gönderme yapmaktır. Bu

nedenle, soygeneral rütbesi kullanılmıştır. İsimdeki ‘soy’ bölümü, darbe yapanların

soyundan geldiğine işaret etmektedir. Erdoğan’ın kasketinde İngilizceyle ‘yes’ yani

231

‘evet’ ibaresinin dikkat çekmesi bu karikatürün referandumla ilgili olduğunu

desteklemektedir. Buradaki ‘evet’ vurgusu, 1982 anayasa oylaması sürecinde Kenan

Evren’in topluma sürekli olarak yaptığı ‘evet kullanın!’ tehdidine göndermede

bulunulması nedeniyledir. Siyasi liderlerin karikatürlerinde sevimli mi sevimsiz mi

yansıtılış şekli o gazetenin ideolojisiyle alakalı bir durumdur. Gazeteler

destekledikleri siyasi liderleri çok iyi, hoş, güzel çizerken desteklemedikleri siyasi

liderleri ise, sevimsiz, çirkin, sert ve korkunç çizmektedir. Başbakan Erdoğan’ı

desteklemeyen Cumhuriyet gazetesinin karikatüristinin Erdoğan’ı oldukça sert,

öfkeli ve çirkin bir şekilde çizmesi tam anlamıyla bu ideolojinin bir ürünü olarak

görülebilmektedir. Bu durum, Cumhuriyet’in iktidar partisini ve Erdoğan’ı ve

dolayısıyla referandumu desteklemediğini kanıtlamaktadır.

Karikatür 82: 7 Eylül 2010- Cumhuriyet- Otobüstekiler (Kemal Urgenç)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Otobüs, iki erkek bir kadın,

gazete, sözel göstergeler/ Gösterilenler: Şüphe, yargılar, memnuniyet, kendinden

emin olma

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürdeki mekân seyir halindeki bir

otobüstür. Otobüsün içinde iki erkek bir kadın bulunmaktadır. Karikatürün

konusunun referandum olduğu, iki erkek arasında geçen sohbetten anlaşılmaktadır.

İlk kişi referandumun hileli olacağına dair iddiaların olduğunu söylemektedir. İkinci

kişinin sakalı ve elindeki tespih dikkat çeken dinsel göstergelerdir. Bu kişinin

232

üzerindeki siyah giysinin de diğer bir dinsel gösterge olan cübbe olma ihtimali

yüksektir. Bu kişinin “Her şeyin halkın iradesine bırakılmış bir demokrasi olur mu,

nerde görülmüş” şeklindeki cevabı referandumun hileli olmasının dini kesimler

tarafından olağan karşıladığına işarettir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Cübbeli, tespihli, sakallı olarak çizilen

kişiler Cumhuriyet gazetesi tarafından iktidarın bir yansıması olarak çizildiği kabul

edildiğinde ikinci kişinin iktidarı temsil etiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu kişinin

verdiği cevap ise, iktidarın referanduma hile karıştıracağına en baştan kabul ettiğini

ve sonucun da bu şekilde elde edileceğine vurgu yapılmaktadır. Gazete böyle bir

söylem geliştirmekle daha gerçekleşmemiş olan referandumdan çıkacak olan ‘evet’li

bir sonucun hileli bir yolla elde edileceğini kabul etmiş olmaktadır.

Karikatür 83: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Kim Kime Dum Duma (Behiç Ak)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: İki adam, ‘evet’ afişleri,

takke, cübbe, sözel göstergeler/ Gösterilenler: Korku, merak

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamı okunduğunda,

karikatürde cübbeli, takkeli, sakallı iki adamın sokak ortasında sohbet ettiği

görülmektedir. Aynı zamanda sokağın her tarafı ‘evet’ afişleriyle donatılmış

durumdadır. Bu durum iki adamın sohbetlerinde de geçmekte ve bundan duydukları

memnuniyet dile getirilmektedir. Adamlardan birisinin söylemleri de bu durumu

desteklemekte ve ‘hayır’ afişleriyle nerede karşılaşacaklarını merak ettiğini

233

belirtmektedir. Diğer adamın bu meraklı soruya verdiği ‘korkarım sandıkta’ cevabı

ise, karikatürün asıl vermek istediği mesajı dile getirmekte ve gazetenin ideolojisi

yönünde bir sonucun çıkacağına vurgu yapmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıdaki karikatür analizlerinde de

değinildiği gibi takkeli, cübbeli, sakallı adamların iktidarı temsil ettiği kabul

edilmektedir. Karikatürde ‘evet’ propagandasının sokaklardan televizyon kanallarına

kadar her yerde hem sözel hem de görsel olarak yapıldığına dikkat çekilmiştir.

Sohbetin yapıldığı diğer kişinin cevabı ise, bu uğraşların hepsinin aslında boş yere

olduğu, milletin bu tür bir propagandaya itibar etmeyeceği ve sandıkta ‘hayır’ oyu

vererek kendilerini gösterecekleri mesajı verilmektedir. Bu durum, hem

karikatüristin hem de gazetenin istediği bir durumdur. İstenilen durumun bu şekilde

karikatüre yansıtılması bu ideolojiyi göstermeye yetmektedir.

Karikatür 84: 09 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu (Mustafa Bilgin)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Seçim sandığı, hayır

pusulası, oy kullanan bir adam, sözel göstergeler/ Gösterilenler: İdeolojik mesaj,

yönlendirme

Göstergebilimsel Çözümleme: Mustafa Bilgin tarafından çizilen

karikatürde, sol çizgide olduğu belli olan bir adam oy sandığında oyunu

kullanmaktadır. Adamın sol çizgiye sahip olduğu hem ‘Hayır’ oyu vermesinden hem

de sakalını kesiş tarzından (top sakal) belli olmaktadır. Adamın “memlekete bir

234

hayrım dokunsun!” şeklindeki söylemi ise, referandumda ‘hayır’ oyu kullanmanın

memleket için daha hayırlı olacağı yorumlarını yaptırtmıştır. ‘Hayırlı olmak’ ifadesi

daha çok dinsel bir anlama sahip olmakla birlikte ‘faydalı, yararlı olmak’ anlamında

kullanılmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Referanduma iki gün kala çizilen bu

karikatürde tüm millete yönelik olarak bir çağrıda bulunulmuştur. Referandumda

kullanılan bir ‘hayır’ın kullanılacak bir ‘evet’ten daha hayırlı olacağı yansıtılmaya

çalışılmıştır. Bu şekilde, gazete tarafından ‘hayır’ üzerinden ideolojik bir söylem

geliştirilmiştir.

Karikatür 85: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- Çizmeden Yukarı (Musa Kart)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Kemal Kılıçdaroğlu, seçim

görevlisi, seçim sandığı, mühür, kalem, Kılıçdaroğlu’nun elindeki asa ve elbisesi,

sözel göstergeler/ Gösterilenler: Üzüntü, umut, çaresizlik,

Göstergebilimsel Çözümleme: Referandumdan sonra çizilen bu karikatürde

Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, tiye alınmaktadır. Bunun nedeni

ise, Kemal Kılıçdaroğlu’nun referandumda listede ismi olmadığı için oy

kullanamamasıdır. İlk ortaya çıktığı dönemlerde ‘Gandi’ ile bütünleştirilen

Kılıçdaroğlu, seçim bürosundadır ve üzerinde Gandi elbisesi bulunmakta, elinde ise

bir asa yer almaktadır. Bu durum, Kılıçdaroğlu’nun Gandi imajını daha çok ön plana

çıkarmak için yapılmıştır. Seçim görevlisinin Kılıçdaroğlu’na listede isminin

235

olmadığını söylemesi üzerine Kılıçdaroğlu’nun ‘bir de Gandi Kemal olarak

baksanız!’ şeklindeki yanıtıyla Kılıçdaroğlu’nun içine düştüğü komik duruma

dikkatler çekilmiştir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Referandumda çıkan sonucun ‘evet’ olması

en başından beri ‘hayır’ı savunan tüm solu olduğu gibi, Cumhuriyet gazetesini de

hayal kırıklığına uğratmıştır. Gazetenin desteklediği Kemal Kılıçdaroğlu’nu tiye

aldığı tek karikatürü bu karikatürdür. Bu durumun nedeni olarak referandumdan

istenilen sonucun alınmaması durumundan Kılıçdaroğlu’nun sorumlu tutulması

şeklinde yorumlanabilmektedir. ‘Hayır’ kampanyasını bu kadar çok yürüten

Kılıçdaroğlu’nun referandumda oy kullanamaması oldukça anlamlı bulunmuştur.

Karikatür 86: 14 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fıkra (Zafer Temoçin)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Yoksul bir adam, yeni

anayasa/ Gösterilenler: Pişmanlık, hüzün

Göstergebilimsel Çözümleme: Yoksul bir adam elinde ‘Anayasa 2010’

yazan bir şeyi yemek niyetine yemektedir. Adamın yoksul olarak yorumlanması

giyiminin oldukça kötü ve dökük olmasından kaynaklanmaktadır. Yoksul adamın

anayasayı yerken yüzündeki memnuniyetsiz ifade ve sözel olarak ‘eskisinden pek

farkı yokmuş’ ifadesi adamın yeni anayasadan bahsettiği ve ondan memnun

olmadığının göstergesidir. Yoksul adam göstergebilimde muhtaç olan halk, olarak

yorumlanabilmektedir. Referandum esnasında halka ‘evet’ oyu kullanmaları

hususunda çok sayıda yardım yapılmış olması ise, yoksulun yediği yiyecek şeklinde

236

yorumlanabilmektedir. Yan tarafında yer alan dolu çuvalda bu durumu

simgelemektedir. Karikatürde halkın aldığı tüm yardımlara rağmen yeni anayasadan

pek memnun kalmadığı ve onu eskisinden farklı görmediği anlatılmaya çalışılmıştır.

Halkın yeni anayasadan memnun kalmaması şeklinde karikatüre konu olması,

iktidarın umut ettiği sonucu sandıkta elde etmesine rağmen halk arasında istediği

memnuniyeti yaratmadığı, ancak artık işin işten geçtiği vurgusunu yapmaktadır.

Karikatür 87: 15 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayat Epik Tiyatrosu

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: perişan adam, halinden

memnun adam/ Gösterilenler: Perişanlık, mutsuzluk, kendine güven, mutluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: ‘Borç veren ve borç vermeyen adam’

karikatüründen hareket edilerek çizilen yukarıdaki karikatürün referandum sonucuyla

ilgili olduğu yazılı göstergelerden belirginlik kazanmaktadır. Referandum sonucunun

yansıtıldığı karikatür, iki kareden oluşmaktadır. Bu iki kare göstergebilimde yer alan

zıtlık/karşıtlığa iyi bir örnek teşkil etmektedir. İlk karede, elini başına dayamış,

üzgün, perişan, zayıf bir adam gözükmektedir. Adamın yırtık elbiselerinden ve

bulunduğu ortamdan yoksul ya da maddi durumunun iyi olmadığı görülmektedir.

İkinci karedeki adam ise, ilk karedeki adamın tam tersi durumdadır. Temiz, düzenli

bir mekânda yer alan bu adam oldukça düzgün giyimli, kilolu ve kendinden emindir.

Bu adamın mutluluğu ise, yüzünden okunmaktadır. İlk karedeki adam, referandumda

oy kullanmayan adam, ikinci karedeki adam ise, ‘evet’ yönünde oy kullanan adam

237

şeklinde resmedilmiştir. Karikatürde zıt koşullarda olan bu iki adamın durumlarının

nedeni olarak referandumda oy kullanıp kullanmamalarına bağlanmıştır. Bu durumun

bu şekilde yansıtılmış olması, ‘evet’ oyu kullananların maddi anlamda oldukça

memnun edildikleri, kullanmayanların ise, tam tersi olarak cezalandırıldıkları

şeklinde bir mesajı içermektedir.

Karikatür 88: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- İğneli Fırça (Zafer Temoçin)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Kurt işareti, kedi işareti,

mum, sözel göstergeler/ Gösterilenler: Dik bir duruş, nankörlük, ihanet

Göstergebilimsel Çözümleme: İki durumun siyasi işaret bazında karikatüre

yansıtıldığı yukarıdaki karikatür iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde bir mum

ışığında ‘kurt’ görüntüsü yansıması, ikinci bölümde ise, yine mum ışığında ‘kedi’

yansıması görüntüsü oluşturulmuştur. İlk bölümün altında ‘Hayır’cı MHP’li, ikinci

bölümün altında ise, ‘Evet’çi MHP’li yazmaktadır. İlk bölümdeki cephenin ‘kurt’

olarak yansıtılması, kurt figürünün MHP’nin simgesi olmasının yanı sıra

göstergebilimsel anlamda dik, istikrarlı duruşu temsil etmektedir. Göstergebilimde

‘kedi’; nankörlüğü, güvensizliği ve ihanetiyle lanse edilmektedir. Bu durum,

referandum sürecinde MHP’de düşünce bazında bazı ayrılıkların olduğu ve bazı

MHP’lilerin ‘evet’ oyu kullanmalarına işaret etmektedir. ‘Evet’çi MHP’lilerin kedi

ile temsil edilmeleri onların kendi ideolojilerine yapmış oldukları ihanet şeklinde

yorumlanmıştır. Cumhuriyet gazetesinin ‘evet’ oyu kullanan MHP’lileri ülkücülüğün

simgesi olan ‘kurt’ ile temsil etmek yerine nankörlüğüyle ön plana çıkmış olan ‘kedi’

ile yansıtması onları desteklemediğini göstermektedir. MHP, sağ kanatta da olsa

238

referandum da sağ ve sol’un ‘hayır’ oyunda birleşmeleri, gazetenin ‘evet’ oyu

kullanan bazı MHP’lileri eleştirmesine neden olmuştur. Bu durum gazetenin zıt

görüşte olan MHP ideolojisini desteklemesinden değil, sol kanadın da tıpkı MHP

gibi referandumda ‘hayır’ kullanmış olmasından kaynaklanmaktadır. Gazete bu

nedenle ‘hayır’ oyu kullanmamış olan bazı MHP’lileri nankör, ihanet eden olarak

yansıtmıştır.

Karikatür 89: 16 Eylül 2010- Cumhuriyet- Hayvanlar (İsmail Gülgeç)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: ayı, koyun, sözel

göstergeler/ Gösterilenler: Sitem, memnuniyetsizlik, kendine güven, memnuniyet,

mutluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: Referandum sürecinde ‘Hayvanlar’ adı

altında referandumu sürekli eleştiren karikatürler çizen İsmail Gülgeç, bu tavrını

referandum sonrasında da devam ettirmiştir. Bir ayı ve koyun arasındaki sohbetin

resmedildiği yukarıdaki karikatürde, ayı referandum sonucunun ‘evet’ çıkmasından

duyduğu memnuniyetsizlikten dolayı ülkeyi terk etmek istediğini söylemektedir.

Koyunun ayıyı bu tavrından dolayı ‘entelektüel’ olarak nitelendirilmesi dikkat

çekmektedir. Koyunun ayıya eğer okyanus ötesine giderse oradaki ‘evet’ destekçisi

cemaatçilere başbakanın selamını söylemesini istemesi ise, diğer dikkat çeken ikinci

bir konudur. Karikatürden anlaşılan, ayı hayır’cı cepheyi, koyun ise evet’çi cepheyi

temsil etmekte ve desteklemektedir. Koyunun ayıyı ‘entelektüel’ olarak

nitelendirmesi, onun yaptığı davranıştan dolayı onayladığının ifadesi olmakla beraber

239

‘evet’çi cephenin entelektüel olmadığına da işaret etmektedir. Karikatürde, okyanus

ötesi cemaatçiler tabirinin kullanması ise, referandumda Gülen cemaatinin ‘evet’

söylemini desteklemesine göndermede bulunulmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürde de hayvanlar üzerinden

Gülen Cemaati’nin referandum oylamasında ‘evet’i desteklediği şeklinde bir söylem

geliştirilmiştir. Başbakanın selamına vurgu yapılması ise, Başbakan Recep Tayyip

Erdoğan’ın referandum sonucundan ‘evet’ çıkması nedeniyle Fethullah Gülen’e

teşekkür etmesi ve selam göndermesi nedeniyledir. Böylelikle yeni anayasanın

oluşturulması ve kabul edilmesinde cemaatin rolüne vurgu yapılmıştır.

4.2.2.2 2010 Milliyet Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

Milliyet gazetesinin 2010 referandum sürecinde incelenen karikatürlerinin

çoğu, grafik ağırlıkların ağır bastığı, yazısız karikatürlerden oluşmaktadır. Bu tür

karikatürlerin amacı, mesajı direk vermeyip, okuyucuyu düşünmeye sevk etmektir.

2010 döneminde Milliyet gazetesinin iki karikatür çizeri bulunmaktadır. Bunlar;

Ercan Akyol ve Haslet Soyöz’dür. Soyöz, daha çoğunlukla iktidar yanlısı ve anayasa

değişimini destekleyen tarzda çizim yaparken, Akyol tam tersi bir yol izlemiş,

Milliyet gazetesinin muhalif çizgisi olmuş, anayasa değişimini desteklememiştir.

Karikatür 90: 9 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

240

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Anayasa Mahkemesi, yeni

anayasa, kaz/ Gösterilenler: Kaçış, değişimi kabullenmeme

Göstergebilimsel Çözümleme: Haslet Soyöz’ün çizdiği yukarıdaki

karikatürde Anayasa Mahkemesi ve mahkemeden kaçan yolunmuş bir kaz

gözükmektedir. Bu kaz, ‘yeni anayasa’ olarak adlandırılmış yani simgeleştirilmiştir.

Karikatürde, ‘Kaz gibi yolmak’ deyimine göndermede bulunulmuştur. İktidar

partisinin yeni anayasa teklifinin Anayasa Mahkemesi tarafından kabul

edilmediğinin resmedildiği bu karikatürde, yeni anayasanın mahkeme tarafından bir

kaz gibi yolunduğu yani istenilmediği mesajı verilmeye çalışılmıştır. Değişimden

yana olan Milliyet gazetesinin bu karikatüründe Anayasa Mahkemesi eleştirilmiştir.

Gazete bu karikatürde iktidar partisinin söylemini yeniden üretmiştir.

Karikatür 91: 10 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Demokrasi kadını,

referandum çukuru, bir adam, güller, tespih/ Gösterilenler: Tuzak, tedirginlik, hain

bir sırıtma

Göstergebilimsel Çözümleme: Ercan Akyol tarafından çizilmiş olan

yukarıdaki karikatürün düz anlamdaki okuması yapıldığında ‘demokrasi’ bir kadın

olarak çizilmiştir. Kadın, ellerinde güller olan bir adama doğru alnı dik, kendinden

emin bir vaziyette yürümektedir. Ancak yürürken önündeki çukur tuzağını

görememektedir. Çukur bir referandum tuzağıdır ve o tuzağı kadının ona doğru

241

gittiği adam hazırlamıştır. Adamın sinsi gülüşü bu durumu yansıtmaktadır. Adam,

tespihli, sakallı bir adamdır. Bunların hepsi birer dinsel gösterge olma özelliğini

taşımaktadır. Adam bu yönüyle iktidarı temsil etmektedir. Karikatür, anayasa

değişimi referandumunun demokrasi adına çok sayıda tuzağı kendi bünyesinde

barındırdığına işaret etmektedir. Karikatürde ayrıca bu tuzağın dinsel özellikleriyle

ön plana çıkan iktidar partisi tarafından hazırlandığına vurgu yapılmıştır.

Karikatür 92: 11 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Anayasa Mahkemesi olarak

çizilmiş siyah cübbeli bir adam, demokrasi olarak çizilmiş bir kadın, bıçak, kan/

Gösterilenler: Kaçış, cinayet, hıyanet

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde ‘demokrasi’, kadın

olarak, Anayasa Mahkemesi ise, kara cübbeli bir adam şeklinde çizilmiştir. Adamın,

elindeki bıçakla kadını birçok yerinden bıçaklayıp kaçtığı görülmektedir. Kadın yani

demokrasi ise, kanlar içindedir ve ‘sen de mi’ ifadesiyle bunu adamdan yani Anayasa

Mahkemesi’nden beklemediğini göstermiştir. Karikatürde Anayasa Mahkemesi’nin

yeni anayasa değişimini onaylamadığı için demokrasiye zarar verdiği mesajı

verilmeye çalışılmıştır. Çizimde de görüldüğü gibi Milliyet gazetesi Anayasa

Mahkemesi’nin bu tavrını desteklememektedir.

242

Karikatür 93: 16 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: İki adam, sakal, tespih,

Fethullah Gülen/ Gösterilenler: Sinsilik, plan, umut

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde tespih ve sakal gibi dinsel

göstergelerle donatılmış iki adam sohbet etmektedir. Adamların kilolu, göbekli ve

siyah takım elbiseli olmaları onların siyasi bir camiadan geldiklerini ya da varlıklı

olduklarını göstermektedir. Hem taşıdıkları dinsel göstergeler hem de aralarında

geçen balon içindeki sohbetlerden bu iki adamdan sırtı dönük olanın iktidar

partisinden olduğu diğerinin ise, Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen’in olduğu

gözükmektedir. Aralarında geçen sohbette iktidar partisinden olan kişi, orduyu

Ergenekon olayıyla devre dışı bıraktıklarını, amaçlarının orduyu özelleştirmek

olduğunu söylemektedir. Gülen’in, hukuku da özelleştirme isteği üzerine, diğer

adam, ‘o da referandumdan sonra Allah’ın izniyle’ demektedir. Bu sohbetlerden

verilmek istenen mesaj, referandumun hukukun bağımsızlığını yitirmesi gibi

olumsuz sonuçlar doğuracağı yönündedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Gülen’in iktidar partisinden biriyle sohbet

içerisinde olarak resmedilmesi, onun iktidar partisiyle olan ilişkisine ve isteklerini

iktidar partisi yoluyla yaptırdığına işaret edilmektedir. Bu karikatürde, Milliyet

gazetesi iktidar partisinin egemen söylemini yaymamakta tam tersi muhalif bir tavır

takınmaktadır. Bunu referandumdan sonra oluşacak olan olumsuzlukları gözler

önünü sermekle yapmaktadır. Milliyet’in referandumda muhalif bir tavır takınması

yayın çizgisine aykırı bir durumdur.

243

Karikatür 94: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Halktan bir adam,

muhalefetten bir adam, iktidardan bir adam, seçim sandığı, oy zarfı, şapka, takım

elbise, tespih/ Gösterilenler: Kararsızlık, kendine güven, yönlendirme, çağrı

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde ilk etapta dikkati

çeken obje seçim sandığıdır. Bu durum karikatürün referandumla alakalı olduğunu

göstermektedir. Sandığın arka tarafında üç adam bulunmaktadır. İlk adam, sade,

spor, giyimi ve kasketiyle dikkat çekmektedir. Zayıf olan bu adamın elinde ise, bir

oy zarfı bulunmaktadır. Adamın sandığa dönük olması ve elindeki zarftan dolayı, bu

kişinin oy kullanmak için orada olduğu sonucu çıkartılmaktadır. Ancak bu kişi,

üzerinde muhalefet ve iktidar yazan iki farklı kişi tarafından yönlendirilmek

istenmektedir. İki kişinin üzerinde de siyah elbise yer almakta ve bu iki kişi oldukça

kilolu gözükmektedir. Siyaset adamları ya da varlıklı kişiler genel itibariyle

karikatürlerde kilolu olarak gösterilmektedir. Muhalefet sakalsız, bıyıksız olarak,

iktidar ise, sakallı, elinde tespihi ile resmedilmiştir. Ak Parti iktidarının “gericiliği”,

“şeriat tehlikesini” ifade ettiği şeklindeki düşünce çizgilere bu şekilde yansıtılmıştır.

Bu durumda, elinde oy zarfı olan ortadaki zayıf adam halkı temsil etmektedir.

Muhalefet tarafından gelen çağrıda ‘hayır’, iktidar tarafından gelen çağrıda ise, ‘evet’

yer almaktadır. Bu tür bir durum karşısında halkı temsil eden adamı kafası

karışmakta ve “Vay canına ben ne dersem o olacak ha” demektedir. Bu cümlenin

sonunda yer alan ifade bu kişinin elit bir kesimden değil, halkın orta kesimine ait

olduğunu göstermektedir. Ayrıca seçimde son kararın halka ait olduğu

yansıtılmaktadır.

244

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Referandum boyunca halka yönelik olarak

iktidar ve muhalefet tarafından hem mitinglerde, hem afişlerde, billboardlarda hem

de medya aracılığıyla ‘evet-hayır’ propagandası yapılmıştır. Her iki taraf da

kamuoyunu yanlarına çekebilmek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır.

Karikatürün ana söylemini oluşturan cümle halkı temsil eden kişinin ağzından çıkan

en önemli cümledir. Gazete karikatürü, burada ‘hem iktidar hem muhalefet

istedikleri propagandayı yapsın sonuçta kararı verecek olan, son sözü söyleyecek

olan tek mercii halktır’ söylemini geliştirmiştir. Gazete bu karikatürde ne muhalefeti

ne de iktidarı desteklemediğini göstermiş ve tam anlamıyla merkez rolünü

üstlenmiştir.

Karikatür 95: 17 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Demokrasi kadını, seçim

sandığı/ Gösterilenler: Sevinç, mutluluk

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında

açılmış olan seçim sandığının içinden bir kadın çıkmıştır. Üzerinde demokrasi yazısı

olan kadın, mutlu bir şekilde “Evet ben kazandım” demektedir. Bu karikatürün yan

anlamı iki şekilde okunabilmektedir. İlkinde, ‘referandum seçiminde sandıktan

demokrasi çıkacak, yani demokrasi kazanacak’ şeklindedir. Karikatürden

çıkarılabilecek ikinci yan anlam ise, ‘evet’ söyleminin üretiliyor olmasıdır.

Demokrasi kadının ifadelerindeki ‘evet’i büyük harflerle ve iri olarak yansıtması bu

ikinci anlamın çıkmasına neden olmaktadır. İlkinde demokrasi ikincisinde ise, güç

245

farkı vurgusu yapılmıştır. Gazete karikatürünü ilk anlamıyla okunduğunda gazetenin

merkezi rolünü hala koruduğu şeklinde bir sonuç çıkarılabilmektedir. Ancak ikinci

anlamıyla okunduğunda ise, yanlı bir tavır sergilediği görülmektedir.

Karikatür 96: 20 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Deniz Baykal, Kemal

Kılıçdaroğlu, boy metresi, iki adam/ Gösterilenler: İlerleme, gelişme, yeterlilik

Göstergebilimsel Çözümleme: Haslet Soyöz tarafından çizilen karikatürde

Cumhuriyet Halk Partisi’nin eski lideri Deniz Baykal ve yeni lideri Kemal

Kılıçdaroğlu yer almaktadır. Karikatüre göstergebilimdeki düz anlamda bakıldığında,

Kılıçdaroğlu, Baykal’ın omuzlarına çıkmış bir halde boy metre ile boylarını

ölçmektedirler. Onları gören iki kişi, “Gözle görülür bir büyüme var” demektedir.

Karikatürün yan anlamını ise, boy metrenin üzerinde yazılı olan ‘oy metre’ ibaresi

çizmektedir. Baykal’ın yaşadığı kaset skandalından sonra partinin başına geçen

Kılıçdaroğlu’ndan hem partililer hem de CHP seçmeni beklenti içiresine girmiştir.

Kılıçdaroğlu’nun siyasal arenadaki pazarlaması o kadar iyi yapılmıştır ki,

Kılıçdaroğulu, ‘Gandi Kemal’ olarak bile adlandırılmıştır. Haslet Soyöz,

karikatüründe boy metre ile aslında CHP’de Kılıçdaroğlu ile birlikte görülen

büyümeye dikkat çekmiştir. Ancak bunu gerçek anlamda değil de mecazi bir bakış

açısıyla, kendisinin de çok inandırıcı bulmadığı bir gelişme şekliyle vermiştir. Bu

karikatürle, Milliyet gazetesinin muhalefet partisine bakış açısını da görmek

mümkündür.

246

Karikatür 97: 23 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Darağacı, 12 Eylül

Anayasası, halat/ Gösterilenler: İdam, geçmişle hesaplaşma

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergelerin hiç kullanılmadığı bu

karikatürde, kurulmuş bir darağacı, altında ise asılmayı bekleyen bir kitap

bulunmaktadır. Kitabın üzerindeki yazıdan bu kitabın 12 Eylül 1982 Anayasası’nın

bir göstergesi olduğu görülmektedir. Karikatürde, 12 Eylül 1982 Anayasası’nın idam

edilmesi temsil edilmiştir. Anayasanın sonunun idamla temsil edilmesi, 1980’li

yıllarda farklı görüşlerde çok sayıda kişinin idam edilmesine gönderme yapmak

içindir. Bu karikatürle gazete, referandumu desteklediğini göstermektedir.

Karikatür 98: 25 Temmuz 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: İki adam, baş, gazete/

Gösterilenler: Yol, amaç, fikirsizlik

247

Göstergebilimsel Çözümleme: Sözel göstergelerin hemen hemen hiç

kullanılmadığı bu karikatürde, iki kişi yer almaktadır. Karikatürdeki kişilerden

birinin elinde gazete vardır ve arkadaki diğer kişiyle birlikte ona bakmaktadır.

Gazeteyi elinde tutan kişinin yüzündeki şaşkınlığın nedeni, diğer adamın kafasının

ayaklarının altında olmasıdır. Meraklı bir şekilde gazeteye bakmaları gündemi takip

ettikleri anlamına gelmektedir. Başın ayakların altına girmesi, düşüncenin ayakaltı

olduğuna işaret etmektedir. Çünkü baş düşünmeyi simgelemektedir. Karikatürün yan

anlamda okunmasını sağlayan ise, tek sözel gösterge olarak kullanılan ‘referanduma

doğru’ yazısıdır. Bu yazı, karikatürün referandumla ilgili olduğuna vurgu

yapmaktadır. Karikatürdeki kişilerin gazetedeki gündemi, ayakta takip etmeleri, bir

yere gidiyormuş gibi görünmeleri referandum sürecini göstermektedir. Karikatürün

genel anlamdaki okuması yapıldığında referanduma giden yolda düşüncenin çok

fazla ehemmiyetinin kalmadığı ve ayakların düşünmeden referanduma gittiği anlamı

çıkmaktadır. Karikatüre bakıldığında gazetenin referandum sürecini çok da akla

mantığa uygun bulmadığı şeklinde bir sonuç çıkmaktadır. Referandumda oylanacak

olan anayasa değişikliğinin yeterince düşünülmediği kast edilmektedir. Referandum

sürecinde propagandanın çok fazla olması ayakların işlemesi olarak simgelenmiş

ancak olayın asıl önemi üzerinde durulmadığı vurgulanmıştır.

Karikatür 99: 29 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,

araba, yol, düğüm, referandum tabelası/ Gösterilenler: Düğüm, karmaşa

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde de sözel göstergeler çok fazla

kullanılmamıştır. Karikatürün düz anlamsal okuması yapıldığında bir kara yolu

248

gözükmektedir, ancak bu düğümlü bir karayoludur. Yolda seyir halinde olan bir

otomobil bulunmaktadır. Otomobili anlamlı kılan onu kullanan kişinin Başbakan

Recep Tayyip Erdoğan’ın olması, yolu anlamlı kılan ise, yan tarafında yer alan

‘referandum’ yazılı yol tabelasıdır. Erdoğan, seyir halindeyken önüne bir düğüm

çıkmaktadır. Tabelada yer alan referandum yazısı, karikatürün ve düğümün

referandum süreciyle alakalı olduğunu simgelemektedir. Yol, hedefi, amacı, düğüm

ise, karmaşayı, çözümsüzlüğü simgelemektedir. Erdoğan’ın referandum yolunda

arabasıyla ilerlemesi, belli bir amaca, hedefe doğru gittiğini göstermektedir. Ancak

gittiği yoldaki düğüm, Erdoğan’ın hedefine ulaşmak için öncelikle düğümü yani

karmaşayı çözmesi, engelleri kaldırması gerektiği şeklinde bir okumaya neden

olmaktadır. Bu karmaşalığın nedeni olarak anayasa değişimi noktasında referanduma

gidilmeden önce, bu değişimi Anayasa Mahkemesi ve meclisin onaylamamış

olmasıdır. Bunun sonucunda referandum sürecinin başlaması gündeme gelmiştir.

Referandum kararı alındıktan sonra da, çok sayıda problem ortaya çıkmıştır. Sol

muhalefetten CHP ve sağ muhalefetten MHP referandumdaki değişimi kabul

etmeyeceklerini ve ‘hayır’ oyu kullanacaklarını, BDP ise, referandumu boykot edip

sandığa gitmeyeceğini ilan etmiştir. Dolayısıyla, iktidar partisi referandum yoluna

çıktığında ve hedefine ulaşıncaya kadar çok sayıda sorunla karşılaşmıştır.

Karikatürde verilen mesaj da o yöndedir. İktidar partisi yani Erdoğan, sandığa gitme

sürecinde bu problemleri de çözmekle sorumlu gösterilmiştir.

Karikatür 100: 30 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Kemal Kılıçdaroğlu, yatak,

Kenan Evren Anayasası/ Gösterilenler: Alakadar olma, onu terk etmeme, rahatlık

249

Göstergebilimsel Çözümleme: Kemal Kılıçdaroğlu’nun çizildiği bu

karikatürde, Kılıçdaroğlu bir yatağın içinde yatmaktadır. Hemen yan tarafında

yatağın içinde ise, Kenan Evren Anayasası durmaktadır. Yorganı tutmuş olan

Kılıçdaroğlu’nun sırtı Evren Anayasası’na dönüktür. Bu durumun yan anlamına

bakıldığında, Kılıçdaroğlu, 1982 Anayasası’na sırtını dönmüş, onu

desteklememektedir. Ancak onunla aynı yatakta da yatarak bir yerde değişmemesi

yönünde onun mücadelesini de vermektedir. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun yatak

karikatürü tam bir çelişkiyi ifade etmektedir. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun yani

CHP’nin politikası eleştirilmektedir. Referandum sürecinde anayasa değişimini

onaylamayan CHP, bir yerde 1982 Anayasası’nın koruyuculuğuna soyunmuştur. 82

Anayasası’nı aslında savunmayan CHP’nin anayasa değişimi noktasında da olumlu

bir adım atmaması eleştirilmesine neden olmuştur. Gazete, CHP’nin bu çelişkisini

Kılıçdaroğlu’nun yatak karikatürüyle eleştirmiştir. Gazete bu tavrıyla iktidar yanlısı

bir tavır takınmıştır.

Karikatür 101: 31 Temmuz 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür daha çoğunlukla konuşma

balonları içerisinde yer alan sözel göstergelerden oluşmaktadır. Karikatürdeki iki

kişi, sohbetleri esnasında referandumda kullanacakları oyu ve bunun gerekçesini

açıklamaktadır. Gerekçeler, referanduma gidilen yolda toplumun ikiye bölündüğünün

ve farklı bakış açılarının göstergesi niteliğindedir. Karikatürdekilerden ilki,

referandumda ‘hayır’ oyu vereceğini çünkü referandumda Ak Parti’nin oylanacağını,

diğeri ise, referandumda ‘evet’ oyu vereceğini çünkü 12 Eylül askeri darbesinin

oylanacağını söylemektedir. Bu iki kişi referandum sürecinde toplumun küçük bir

250

özeti niteliğindedir. Çünkü o dönemde toplum, ‘evet’çiler ve ‘hayır’cılar şeklinde

ikiye bölünmüştür. Hayır cephesi tarafından referandum, iktidar partisinin

mücadelesi olarak görülmüş ve anayasadan çok iktidar partisini oylamıştır. Evet

cephesinin ise, temel amacı anayasa oylaması olsa bile aslında bu oylama 2011’de

yapılacak olan seçimin iktidar partisinin kaderini de belirleyecek bir aşama olarak

görülmüş olmasıdır. ‘Hayır’ın gerekçesi iktidar partisi, ‘evet’in gerekçesi ise, 12

Eylül anayasa değişimidir. Referandumun temelinde 12 Eylül 1982 Anayasası’nın

bazı maddelerinin değişimi yatmaktadır. Ancak iktidar partisi ve muhalefet partileri

arasında çıkan anlaşmazlıktan dolayı, olay partiler arası çekişmeye dönüşmüştür.

Hayır cephesi, olayı anayasa değişiminden çok iktidar partisinin mücadelesi olarak

sunmuştur. Dolayısıyla toplumun ikiye bölünmesine neden olmuşlardır. Milliyet bu

karikatürde nesnel bir tavır takınmış ve merkez olma rolünü sürdürmüştür.

Karikatür 102: 03 Ağustos 2010- Milliyet- Haslet Soyöz

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, bir ayak, bir el,

çelme takma/ Gösterilenler: Ayak kaydırma, çekişme, yönlendirme, çelme takma

Göstergebilimsel Çözümlemeve Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür

görsel anlamda incelendiğinde karikatürde bir adam, adamı çekiştiren bir el ve

adama çelme takan bir ayak yer almaktadır. Yazılı göstergelerden, elin ‘evet’

cephesini, ayağın ‘hayır’ cephesini temsil ettiği anlaşılmaktadır. Karikatürün

konusunu ise, ‘anayasal tartışmalar’ oluşturmaktadır. Karikatür, anayasal

tartışmaların yaşandığı bir dönemde evet ve hayır cephelerinin halkı kendi taraflarına

251

çekme girişimlerini anlatmaktadır. Anayasa değişim sürecinde ‘evet’ cephesinin

halkı yanına çekmeye çalışması,‘hayır’ cephesinin ise, buna engel teşkil etmesi

söylemi üretilmiştir. Hayır cephesinin çelme takma yani engel olma şeklinde

resmedilmesi gazetenin hayır cephesini çok fazla desteklemediğinin göstergesidir.

Evet cephesi adamı kendi taraflarına çekme şeklinde çizilirken hayır cephesinin yani

muhalefetin bu şekilde çizilmesi, muhalefetin çaktırmadan, gizli yollardan engel

olma yoluna gittiği şeklinde okunabilmektedir. Gazetenin böyle bir söylem üretmesi

bile onun hayır cephesini yani muhalefeti desteklemediğini göstermektedir.

Karikatür 103: 19 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,

çiftçiler, gazeteciler, askerler, doktorlar, işçiler/ Gösterilenler: Çelişki, görüşlere

açık olmama

Göstergebilimsel Çözümleme: Akyol tarafından çizilen yukarıdaki

karikatürde altı farklı kare bulunmaktadır. Altı karenin ortak özelliği ise, Recep

Tayyip Erdoğan’dır. Karikatürün her bir karesinde, Erdoğan’ın daha öncesinde

basına yansıyan doktor, işçi, gazeteci, çiftçi ve askerlere karşı olan sert tavırları ve

ifadeleri sergilenmiştir. Erdoğan’ın görsel açıdan değerlendirmesi yapıldığında ise,

Erdoğan, sert, öfkeli ve korkunç bir şekilde yansıtılmıştır. Karikatürün yan anlamı

ancak son karedeki Erdoğan’ın “Bunlar milletin iradesine hiç saygı duymuyorlar”

252

ifadelerinde ortaya çıkmaktadır. Erdoğan’ın buradaki ‘saygı duymuyorlar’ ifadesiyle

daha önceki karelerde yer alan kendisinin millete saygı göstermeme boyutu eleştirel

bir tarzda sorgulanmıştır. Karikatür, Erdoğan’ın daha önce çok eleştiri toplayan sert

tavırlarını karelerle ifade ederek düşünsel düzeyde bir karşılaştırma yapmıştır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde Erdoğan’ın görsel açıdan

yansıtılış tarzından bazı gruplarla olan sert tartışmalarına kadar yansıtılması ona

eleştirel bir tarzda yaklaşılmasına neden olmaktadır. Karikatür tam anlamıyla

Erdoğan’ı eleştirmeye odaklanmıştır. Erdoğan’ın en son karedeki sözleri ise, daha

önce yaptıklarıyla bir çelişki niteliği taşımaktadır. Zaten karikatürün amacı da

oradaki çelişkileri ön plana çıkarmaktır. Milliyet gazetesinin Erdoğan’la ilgili olan

çelişkileri ön plana çıkarmaya çalışması ise, Erdoğan’ın referandumda milletten

destek istemesini haklı bulmadığını göstermektedir.

Karikatür 104: 22 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,

TÜSİAD, PKK/ Gösterilenler: Kızgınlık, sitem, öfke, azarlama

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür üç kişi üzerinde kuruludur: Recep

Tayyip Erdoğan, TÜSİAD ve PKK. Karikatürdeki diyalog TÜSİAD ve Erdoğan

arasında geçmektedir. Erdoğan, TÜSİAD’a “Onlarla bile anlaştık. Referandumda

‘evet’ diyecekler. Siz hala bitaraf olun. Ayıp!” ifadeleriyle kızmaktadır. Erdoğan’ın

işaret parmağıyla göstererek ‘onlarla bile anlaştık’ dediği terör örgütü PKK’dır.

253

Erdoğan’ın PKK’ya ‘bile’ demesi, PKK ile anlaşmanın imkânsız görülmesindendir.

Erdoğan, TÜSİAD’ın referandumda neden ‘evet’i desteklemediğini sorgulamaktadır.

TÜSİAD’ı temsil eden kişinin terler içinde kalması, Erdoğan’ın onu azarladığı

imajını çizmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatür söylem çözümlemesi açısından

incelendiğinde Erdoğan’ın terör örgütü PKK ile bağlantı içerisinde gösterilmesi en

önemli ideolojik söylemdir. Referandum sürecinde kendi amaçlarına ulaşabilmek

için Türkiye’nin en büyük sorunu olan PKK ile Erdoğan’ın anlaşmaya varması

şeklinde gösterilmesi, referandumda ‘evet’in onaylanmasının çok da masum

olmadığı şeklinde bir okumaya neden olabilmektedir. TÜSİAD bağlantısıyla bu

olayın yansıtılması her ne kadar önem sırası olarak PKK’yı ikinci plana itmiş olsa da

aslında okuyucunun gözünde PKK’yla anlaşma daha çok ön plana çıkmaktadır.

Referandum sürecinin başlangıcından beri Ercan Akyol, Milliyet gazetesinin muhalif

çizgisi olmuştur. Akyol, bu karikatürde de bu tavrını korumuştur.

Karikatür 105: 24 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Recep Tayyip Erdoğan,

yandaş medya, Kemal Kılıçdaroğlu, televizyon, koltuk/ Gösterilenler: Korku,

meydan okuma, sataşma

254

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür CHP Genel Başkanı Kemal

Kılıçdaroğlu’nun, referandum sürecinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı

televizyonda karşılıklı tartışmaya davet etmesi üzerine kurulmuştur. Karikatür düz

anlamda okunduğunda, televizyonda konuşan Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a televizyonda

tartışmak için çağrıda bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu, tartışmanın gerekirse Erdoğan’ı

destekleyen yandaş medya kanallarından herhangi birinde de yapılabileceğini

söylemektedir. Televizyondan Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısını izleyen Erdoğan, sanki

Kılıçdaroğlu’yla karşı karşıyaymış gibi korkusundan terler içinde kalmış bir halde

koltuğun arkasına saklanmaktadır. Kılıçdaroğlu ise, kendinden emin bir şekilde

çağrısını yapmaktadır. Karikatürün yan anlamı okunduğunda, Erdoğan’ın karşılıklı

tartışma noktasında Kılıçdaroğlu’ndan çekindiği ve bu nedenle tartışmaktan kaçtığı

şeklinde bir anlam çıkmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Bu karikatürün bu şekilde çizilmesi, yani

Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’dan daha cesur daha kararlı gösterilmesi Kılıçdaroğlu

lehine bir söylem geliştirilmesine neden olmuştur. Bu karikatür üzerinden

Erdoğan’ın tartışmaya yanaşmaması muhalif bir şekilde eleştirilmiştir. Gazete bu

rolüyle muhalif bir tavır sergilemiştir.

Karikatür 106: 26 Ağustos 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Haberciler, kamera,

mikrofon, üç çocuk iki yetişkin/ Gösterilenler: Kararlılık, eğitimsizlik,

255

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün konusu referandumdur.

Haberciler, referandumla ilgili olarak sokağın nabzını yoklamaktadır. Karikatürde

karısı başörtülü ve üç çocuk sahibi bir adamla röportaj yapılmaktadır. Eğitimsiz

olduklarını kaydeden adam referandumda Ak Parti’ye oy vereceklerini

söylemektedir. Habercilerin bunun partilere yönelik bir seçim değil de referandum

olduğunu ifade etmesi üzerine adam, tercihi konusunda ısrar etmektedir. Karikatürün

yan anlamanı bakıldığında, adamın üç çocuğa sahip olması, Başbakan Erdoğan’ın

‘en az üç çocuk sahibi olun’ şeklindeki çağrısına uyma şeklinde okunabilmektedir.

Adamın bıyıkları, eşinin kapalı olması, kızının çekingenliği ise, onların daha çok

dinsel bir kesimden geldiklerine işaret etmektedir. Adamın eğitimsiz olduğunun

özellikle vurgulanması ise, Ak Parti seçmenlerinin elit bir kesimden yani ulema

kesiminden olmadıklarına ve kolaylıkla kandırabilecek bir kesimden, alt tabakadan

oldukları şeklinde okunabilmektedir.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde, Ak Parti seçmeninin eğitimsiz,

cahil olduğu şeklinde bir gizli okuma yapılabilmektedir. Seçmenin referandumu

anayasa değişiminden çok bir parti olayı olarak kabullenmesi ve partiye oy vermesi

ise, gazete tarafından eleştirel bir tarzda üretilen başka bir söylem olarak

okunabilmektedir. En baştan beri, Ak Parti aleyhinde çizimler yapan Akyol bu

karikatürde de aynı çizgisini sürdürmüştür.

Karikatür 107: 02 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: mide, beyin, mikrofon/

Gösterilenler: Akıllılık, akılsızlık

256

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürde kullanılan göstergeler mide

ve beyindir. Karikatür iki kareden oluşmaktadır. Her iki kareye de referandumdaki

tercihleri noktasında mikrofon uzatılmıştır. ‘Evet’ oyu kullanacağını söyleyen kişinin

midesiyle konuştuğunu simgelemek için midesi ağzında çizilmiştir. Bunun yan

anlamı, bu kişinin beyniyle düşünmediğini, akıllık etmediğini göstermektir. ‘Hayır’

oyu kullanacağını ifade eden ikinci karedeki kişi ise, beyinle simgelenmiştir. Bunun

yan anlamı ise, akıllıca bir tercihin söz konusu olduğudur.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde ‘evet’in mideyle, ‘hayır’ın ise

beyinle simgelenmesi hayır’cı cepheyi destekleyen bir söylemin üretilmesini

sağlamıştır. İdeolojilerin karikatürlerde yeni baştan üretildiği kabul edildiğinde bu

karikatürde de muhalefetin ideolojisi üretilmiştir.

Karikatür 108: 03 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Ak Parti, balyoz, 2010

Anayasası/ Gösterilenler: Darbe, baskı, zorlama, gönderme yapma

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamına bakıldığında 2010

Anayasası bir balyoza benzetilmiş ve Ak Parti Anayasası olarak gösterilmiştir.

Balyozu tutan el de Ak Parti elidir. Balyozun yan tarafında ise, “Demokratikleşme

adına Allah, Allah, Allah” sözel göstergesi yer almaktadır. Karikatürde, anayasanın

bu şekilde yansıtılması yani 1982 anayasasına göndermede bulunulması, Ak

Parti’nin düzenlendiği anayasa ile eski anayasa arasında bağlantı kurulmasına neden

olmaktadır. Balyoz, askeri darbeyi simgelemektedir. Ak Parti’nin elindeki anayasa

257

balyozuyla resmedilmesi onun gizli amaçlara hizmet ettiği söylemenin

yaygınlaşmasına neden olmaktadır. Balyozun yan tarafında yer alan ifadelerde

savaşa gider tarzda ifadelerdir. O ifadeler verilmek istenen gerçek anlamı

desteklemektedir. Yan anlamında özetle şu anlam yatmaktadır: Ak Parti anayasayı

kullanarak sivil darbe yapma girişiminde bulunmaktadır. Ak Parti’nin gerçek

amacının anayasa değişimi yoluyla çok daha derin değişimler yapmak olduğu

gösterilmeye çalışılmış ve Ak Parti katı, sert yansıtılmıştır. Bunun 1982 dönemi

anayasasından bir farkı yoktur.

Karikatür 109: 11 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Yüce divan, AKP

Anayasası taslağı, bir adam/ Gösterilenler: Hile, gizlilik

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatürde, Yüce Divan’ın

kırmızı halısından geçen bir AKP Anayasa Taslağı görülmektedir. Taslağın altında

gizli bir şekilde emekleyen ve kravatında AKP yazan bir adam bulunmaktadır.

Burada verilmek istenen yan anlam, anayasanın tam anlamıyla Ak Parti’nin ürünü

olduğu ve onların istedikleri değişimleri gerçekleştiğidir. Ak Parti’nin bir ürünüymüş

gibi gösterilen 2010 anayasasıyla ilgili olan bu karikatürde yansıtılmaya çalışılan

ideoloji ise, Ak Parti’nin bunu gizliden, hissettirmeden yapmaya çalıştığıdır.

Karikatüre göre, anayasa taslağı tam anlamıyla Ak Parti’nin ürettiği ve kendi gizli

amaçlarını gerçekleştirmeyi planladığı bir taslaktır. Karikatür iktidar partisine tam

anlamıyla muhalif bir karikatürdür.

258

Karikatür 110: 17 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Karikatürde Başbakan Recep Tayyip

Erdoğan, telefonla bir teşekkür konuşması yapmaktadır. Konuşmayı yaptığı kişi

Gülen Cemaati lideri Fethullah Gülen’dir. Erdoğan’ın Gülen’le konuştuğu yan

tarafında yer alan resmi görünümlü iki adamın birbirlerine ‘okyanus ötesi konuşuyor’

ifadelerinden anlaşılmaktadır. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, Erdoğan’ın

teşekkür etme nedeni, Gülen’in referandum sürecinde ona sağlamış olduğu katkıdan

dolayıdır. Karikatürün gizli anlamına bakıldığında, Gülen Cemaati liderinin

referandumun gizli ayağı olduğu yönünde bir anlam üretilmektedir. Bu anlam, hayır

cephesi tarafından çok destek gören bir anlamdır. Çünkü Fethullah Gülen, özellikle

laik çevreler tarafından çok desteklenen biri değildir. Gülen’in desteklenen birisinin

olmaması referandum anayasasına da temkinli yaklaşılmasına neden olacaktır.

Karikatürde böyle bir anlam üretilmesi de anayasanın Akyol tarafından çok

desteklenmediğinin göstergesidir.

Karikatür 111: 15 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol/ Karikatür 112: 21 Eylül 2010- Milliyet- Ercan Akyol

259

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 1. Karikatür: Gazete, iki

adam, 2. Karikatür: köylü, şehirli/ Gösterilenler: Karşılaştırma, güven, eğitim

düzeyi

Göstergebilimsel Çözümleme: İlk karikatürde yer alan iki kişi gazete

okuyup referandum sonucu değerlendirmesi yapmaktadır. Gazetede, “Eğitim seviyesi

düştükçe evet oyları artmaktadır” denilmektedir. Bu habere yorum yapan iri yarı bir

kişi “Biz ne dersek o oluyor. Öyle okumakla olmuyor” demektedir. Bu karikatürde

eğitim seviyesinin düşük olmasıyla oyların artışı arasında bir bağlantının kurulması,

referandumun çok bilinçli yapılan bir seçim olmadığını yansıtmaya yöneliktir. İkinci

karikatürde ise, deniz kıyısından olan bir şehirli ile bir köylü karşılaşmaktadır.

Bunların şehirli ya da köylü olduğu giysilerinden anlaşılmaktadır. Bunlar birbirini

suçlar tarzda kendi iç seslerini baloncuklara yansıtmaktadır. Buna göre; şehirli köylü

olana “vay evetçi vaay”, köylü de şehirli olana “vay hayırcı vaay” demektedir. Bu

durum, referandum sonucundan hayır oyunu verenlerin daha entelektüel, kültürlü bir

birikime sahip olduğu, evet oyunu kullananlarınsa daha eğitimsiz olduklarına vurgu

yapmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Yukarıda kullanılan her iki karikatürde

eğitim seviyesine işaret etmektedir. Karikatürlere göre, evet oyunu kullananların

eğitim seviyesi düşüktür. Bu yüzden referandum çok bilinçli yapılmamıştır. İkinci

karikatür daha çoğunlukla referandum sonucuna vurgu yapmaktadır. Bu karikatür,

Akdeniz ve Ege kıyılarından referandum için ‘hayır’ oyunun çıkması, karasal iklimin

hüküm sürdüğü iç kesimlerdense ‘evet’ oyunun çıkmasına işaret etmektedir. Bu

durum, muhalif çizgisini sürdüren Akyol’a göre, eğitim seviyesinin düşüklüğüyle

bağlantılıdır.

4.2.2.3. 2010 Zaman Gazetesi Karikatürlerinin Söylem ve

Göstergebilimsel Çözümlemesi

2010 döneminde Zaman gazetesinin karikatür çizerleri; Cem Kızıltuğ,

Dağistan Çetinkaya, Osman Turhan, Emre Özdemir’dir. Zaman gazetesinde, çalışma

kapsamında incelenen karikatürlerin bazıları grafik özelliklerin ağır bastığı yazısız

260

karikatürlerdir. Bu tarz karikatürlerin sloganı direk söylemeyerek, okuyucuyu ve

çözümleyiciyi daha fazla düşünmeye zorladığı açıktır. Zaman gazetesi 2010

referandum sürecinde anayasa değişikliğini onaylayan tarzda bir söylem

geliştirmiştir.

Karikatür 113: 01 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, yeni anayasa

kitabı, ölü iskeletleri, referandum yön tabelası/ Gösterilenler: İlerleme, geçmişle

hesaplaşma

Göstergebilimsel Çözümleme: Osman Turhan tarafından çizilen karikatürün

düz anlamdaki okuması yapıldığında yeni anayasa taslak kitabını taşıyan bir siyaset

adamı, ölü iskeletlerinin de gözüktüğü toprak bir yoldan referandum tabelasını takip

etmektedir. Adamın siyaset adamı olduğunun göstergesi, siyah takım elbise giymesi

ve taktığı şapkanın şeklidir. Çünkü genellikle karikatür çizerleri, siyaset adamlarını

bu şekilde çizmektedir. Tek eksiklik adamın kilolu olmamasıdır. Yazısız olabilecek

tarzda çizilmiş olan karikatürün yan anlamına bakıldığında, ilk olarak anayasa

değişimi noktasında bir ilerlemeye, gelişmeye işaret etmektedir. Karikatürden

çıkarılabilen ikinci bir yan anlama bakıldığında, yeni anayasa noktasında ilerlemeyi

temsil eden bu karikatürdeki gizli anlam noktasında, oylanacak olan yeni anayasanın

geçmişte yaşanmış olan ölümlerle- ki büyük ihtimal 1980’li yıllardaki ölümlerle-

hesaplaşma sürecinin başlaması ve ilerlemenin sağlanması şeklinde bir okuma söz

konusudur. 2010 yılında referanduma giden yolda, 80 darbesini yapanların

yargılanacağı şeklinde tartışmaların çıkmış olması bu savı desteklemektedir.

261

Karikatür 114: 14 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 12 Eylül Anayasası,

tabanca, bomba, bıçak, mafya/ Gösterilenler: Suç, kötülük, karanlık güçler

Göstergebilimsel Çözümleme: Yazılı göstergenin hiç kullanılmadığı

karikatüre düz anlamda bakıldığında, bir el tarafından silkelenen 12 Eylül Anayasası

kitabı görülmektedir. Karikatürün yan anlamına malzeme oluşturan göstergeler ise,

silkelenen anayasa kitabından çıkan, mafya, bomba, bıçak, tabanca gibi

malzemelerdir. Bu malzemeler daha çoğunlukla suç işlemek amacıyla karanlık

güçler tarafından kullanılan malzemelerdir. Bu durum, 1982 Anayasası’nın suç

üzerine kurulu olduğu ve birçok suçluyu beslediği gibi bir yan anlama neden

olmaktadır. Zaman gazetesinin iktidar yanlısı ideolojisi de zaten böyle bir söylemi

üretme yönündedir. Dolayısıyla gazetenin iktidar partisine ve anayasasına karşı

muhalif bir tavır içerisinde olmaktan çok onun yanında yer alan, onun yaptıklarını

destekleyen bir söylem geliştirdiği söylenebilmektedir.

Karikatür 115: 15 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan

262

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Maraton, maratonda koşan

bir siyaset adamı, anayasa kitabı, engel/ Gösterilenler: Başarıya koşma, ilerleme,

engelleme

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, ‘Anayasa Maratonu’ yazısı

altında bir siyaset adamı kucağında sıktığı anayasa kitabıyla koşu maratonunda

koşmaktadır. Üstten uzanan gizli bir el adamın koşusunu engellerle sürekli

engellemektedir. 12 Eylül Anayasası’nda ki bazı maddelerin değiştirilip yeni bir

anayasa oluşturma fikri çoğu kişiyi en baştan beri cezbetmemiştir. Bu fikir, fikir

boyutundan çıkıp referandumla halka sunma haline getirildiğinde bu fikrin

cezbetmediği kişiler, bunun oluşmasına mani olma yoluna gitmişlerdir. Çizerin de,

karikatürde siyah giyimli engel olan bir el ile simgelenen karanlık odaklar tarafından

etki altında tutulabileceğine dair derin endişeler taşıdığı ortadadır. Bu açıdan

bakıldığında anayasa değişimi sürecinde değişimi istemeyen karanlık güçlerin bu

sürece sürekli engel koyduğu ve sonuna kadar koymaya devam edeceği şeklinde bir

anlam çıkmaktadır. Bu kişilerin karanlık elle temsil edilmesi, bu kişilere anayasa

değişiminin çok da yarayamayacağı şeklinde bir sonuç çıkarılabilmektedir.

Karikatür 116: 16 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 12 Eylül Anayasası, bir

adam, pankart/ Gösterilenler: Altında kalma, acı, başarısızlık

263

Göstergebilimsel Çözümleme: Bu karikatürün düz anlamından ziyade yan

anlamı daha çok ön plana çıkmaktadır. Düz anlamsal okuma yapıldığında; 12 Eylül

Anayasası’nın altında kalmış olan ‘hayır’ cephesinden olan bir adam gözükmektedir.

Bu adamın hayır cephesinden olduğunu elinde taşıdığı ‘yeni anayasaya hayır’

pankartı göstermektedir. Bu pankartla bu adamın anayasa değişimini desteklemediği

görülmektedir. Karikatürün yan anlamsal okuması yapıldığında ise, 1982

Anayasası’nı destekleyip yeni anayasayı onaylamayan ‘hayır’cı cephenin bu amacına

ulaşamayacağı ve yeni anayasa kitabının altında kalacağı şeklinde bir söylem üretme

söz konusudur. Çoğunluğu yazısız olan karikatüre görsel açıdan bakıldığında Zaman

gazetesinin evet cephesinin yani anayasa değişiminin söylemini ürettiği

görülmektedir.

Karikatür 117: 17 Temmuz 2010- Zaman- Emre Özdemir

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, seçim sandığı,

hayır kuyusu/ Gösterilenler: Hıyanet, sahtekârlık, güvensizlik

Göstergebilimsel Çözümleme: Emre Özdemir tarafından çizilmiş olan

karikatüre bakıldığında, bir adam elindeki seçim sandığını, üzerinde İngilizceyle ‘no’

yani ‘hayır’ yazan kör bir kuyuya atmaya çalışmaktadır. Bu durum, adamın ‘hayır’cı

cepheden olduğunun göstergesidir. O dönemde seçim sandığı referandumu

çağrıştırdığından, hayır’ı temsil eden bu adamın yapmaya çalıştığı referandumu

baltalamak ya da sonuçları değiştirmek konusunda yapılabilecek eylemleri

simgelemektedir. Bu durum hayır’cı cepheye olan güvensizliği de temsil etmektedir.

264

Karikatürde hayır cephesine karşı muhalif ve gözle görülmese bile kurulabilecek

anlamsal bağlantıyla evet cephesinin yanında olma şeklinde bir söylem üretme

görülmüştür.

Karikatür 118: 23 Temmuz 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Referandum sandığı, ‘evet’

zarfı, ‘hayır’ balyozu, iki el/ Gösterilenler: Rıza, baskı, onaylama, darbe

Göstergebilimsel Çözümleme: Çoğunlukla yazısız karikatür olma özelliği

taşıyan Osman Turhan’ın karikatüründe iki el referandum sandığına uzanmış oy

kullanacak gibi durmaktadır. Uzanan ellerden bir tanesi ‘evet’ yazılı zarfı elinde

tutmaktadır. İkinci el ise, daha çok karanlık el olma özelliği taşımaktadır ve elindeki

‘hayır’ balyozunu referandum sandığına tutmaktadır. Karikatürde iki zıt durum söz

konusu olmaktadır. Bir tarafta demokratik yollardan bir oy kullanma söz konusuyken

(evet), diğer taraftan ise, zorbalık, baskı ve darbe girişimlerini temsil eden balyozla

(hayır) oy kullanma daha çok ön plana çıkmaktadır. Bu durum, hayır cephesinin zor

kullanmayı, zorbalığı temsil ettiğini evet cephesinin ise, demokrasiyi simgelediğini

göstermektedir. Dolayısıyla demokratik oy kullanımının sorgulandığı bu çizimde,

evet söylemi yeni baştan desteklenmiş, hayır söylemine karşı ise, muhalif bir tavır

takınılmıştır. Karikatürdeki anlatılış tarzıyla ‘evet’ cephesi daha demokratik

bulunmuş, ‘hayır’ cephesinin ise, söylemini demokratik yollardan yaymadığı

vurgulanmıştır. Dolayısıyla bu karikatürde de gazetenin ‘evet’ cephesine tam desteği

söz konusudur.

265

Karikatür 119: 25 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: iki kişi, tel örgüler/

Gösterilenler: Hapis, baskı altında olma, özgürlük

Göstergebilimsel Çözümleme: Tel örgülerin ortasında kalmış olan birisinin

oradan kurtulmak istemesi üzerine kurulu olan karikatürde, tellerin ortasında olan

kişi ile dışında olan kişi arasında şöyle bir diyalog geçmektedir: Tellerin ortasında

kalan kişinin “Şimdi ‘evet’ dersem bu tel örgüler kalkacak mı?” şeklindeki sorusuna

karşılık tellerin dışında yer alan kişi, “Evet, en azından biri” yanıtını vermektedir.

Diyaloglarda geçen ‘evet’ göstergesi referanduma yani anayasa değişimine

gönderme yapmaktadır. Karikatür yan anlamsal düzeyde incelendiğinde, 1982

Anayasası, halkın hapsedildiği tel örgüleri yani baskıyı, tel örgülerden ‘evet’

sayesinde kurtulmayı ise, yeni anayasanın sağlayacağı yönünde bir anlam üretimi söz

konusu olmaktadır. Her ‘evet’ oyu halktan birini temsil etmektedir. Dolayısıyla

karikatürden her bir evet oyunun, yeni anayasanın kabul edilmesini kolaylaştıracağı

şeklinde bir anlam çıkartılabilmektedir. Tutsaklık ve özgürlüğün bir nevi

karşılaştırması niteliği taşıyan bu karikatürde, 1982 Anayasası ‘tutsaklık’, 2010

Anayasası ise, özgürlük olarak simgelenmiştir. 82 Anayasası’nın topluma uygulanan

baskı sonucunda kabul edildiği, 2010 Anayasası ise, bu baskıyı kırma sistemi olduğu

şeklinde bir okuma yapılabilmektedir.

266

Karikatür 120: 27 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Tepe, muhalefet, PKK/

Gösterilenler:Onaylama, tehlikeye dikkat çekme

Göstergebilimsel Çözümleme: Yukarıdaki karikatür görsel anlamda

incelendiğinde birini muhalefetin oluşturduğu, diğerini terör örgütü PKK’ın

oluşturduğu iki tepe ve o tepelerde insanların yer aldığı görülmektedir. Muhalefet

tepesi, PKK tepesinden daha yüksektir. Muhalefet tepesinde yer alanlardan ‘hayır’

çığlığı yükselmektedir. Diğer tepedeki PKK ise, onları ‘bence de’ diyerek

onaylamaktadır. ‘Hayır’ söylemi bu karikatürün referandumla alakalı olduğunu

kanıtlamakta ve hem muhalefetin hem de PKK’nın aynı dili konuştuğuna vurgu

yapmaktadır. Dolayısıyla muhalefet ve terör örgütü PKK’dan ortak bir ses çıktığı

yani iki tarafında referandumda ‘hayır’dan yana bir tavır sergiledikleri

görülmektedir. PKK, Türkiye’de hiç istenmeyen bir terör örgütüdür. Karikatürde,

muhalefetin PKK ile referandumda aynı safta yer almış gibi gösterilmesi onun da

ülkeyle hıyanet içerisinde olduğu anlamını doğurmaktadır. Bu durum, muhalefete

yönelik bir ‘kötüleme’ çalışması olarak kabul edilebilmektedir. Zaman gazetesi,

muhalefeti böyle bir durumda göstererek muhalefete yani hayır’cı cepheye muhalif

olduğunu göstermiştir.

267

Karikatür 121: 29 Temmuz 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Zaman gazetesi çizeri Dağistan Çetinkaya

‘Kral ve Soytarı’ adıyla çizmektedir. Çizimlerinde kullandığı figür de kral ve

soytarıdır. Ancak yukarıdaki üç kareden oluşan karikatürde soytarı ve cellat vardır.

Cellat hayır’cı cephede ye almaktadır. Celladın tarafını duvarda yazdığı ‘hayır’ yazısı

belirlemektedir. Üçüncü karede, celladın ‘hayır’ yazısını duvara değil de ‘evet’

yazısının üstüne yazdığı görülmektedir. ‘Evet’ yazısı, ‘hayır’ yazısının yanında dev

büyüklüğünde kalmaktadır. Bu durum güç farkına işaret etmektedir. Soytarı ise,

cellada bu uğraşının boşa olduğunu ve milletin özgürlüklere ‘hayır’ demeyeceğini

söylemektedir. Bu sözlerinden soytarının da evet’çi cephede yer aldığı

görülmektedir. Karikatürde, evet lehine bir söylem üretilmiştir. Ancak bu söylem

üretilirken evet oyunun özgürlükleri temsil ettiği vurgulanmıştır. Karikatür, ‘evet’

oyunun içerisine ‘özgürlük’ adı altında bir ideoloji yerleştirmiştir. Zaman gazetesi,

bu karikatürde iktidar partisinden yana bir tavır sergilemiştir.

268

Karikatür 122: 05 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir kişi, hayır tabelası,

uçurum, göz bandı, mızrak/ Gösterilenler: Önünü görememe, düşüş, itaat

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamdaki okuması

yapıldığında karikatürde, bir kişi elinde mızrak gözleri göz bandıyla kapalı bir halde

‘hayır’ tabelası yönünde, önündeki uçurumu göremeden ilerlemektedir.

Karikatürdeki ‘hayır’ ifadesi karikatürün referandumla alakasını ortaya koymakta ve

karikatürdeki kişinin hayır yönünde oy kullanacağına işaret etmektedir. Karikatürün

yan anlamına bakıldığında ise, hayır oyunun milleti uçuruma sürükleyeceği ve

millete zarar vereceği yönünde bir okumayı gerekli kılmaktadır. Ayrıca ‘hayır’

cephesinin bazı gerçeklere gözlerini kapadığı ve bu yüzden de önünü göremediği

şeklinde bir anlama da neden olabilmektedir. Karikatürde balon içinde verilen

ifadeler ise, milletteki sürü psikolojisine ve itaatkârlığa vurgu yapmaktadır.

Karikatürde yine hayır muhalefeti yapılmıştır.

269

Karikatür 123: 10 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 12 Eylül ruhu, evet

damgası, bir kişi, ateş/ Gösterilenler: Hesaplaşma, mücadele, korku, teslimiyet

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, ‘12 Eylül Ruhu’ diye

adlandırılan canavara benzer bir yaratık bulunmaktadır. Alevler içerisinde yer alan

bu yaratığın elleri teslim olmuş bir halde yukarıdadır. Yaratığın korkusu, elindeki

‘evet’ yazılı damga ile ona doğru gelen, onu damgalayacağını söyleyen kişiden

kaynaklanmaktadır. 12 Eylül Ruhu, 1980 darbesi ile onun devamı olan 1982

Anayasası’nı simgelemektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığında, bu dönemin

alevler içinde olan bir yaratığa benzetilmesi onun kötü, baskı dolu, zorbalıkla bütün

olarak kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Evet damgasının kullanılması

karikatürün referandumla ilgili olduğunu göstermektedir. Karikatüre anlam

düzeyinde bakıldığında ilk etapta 12 Eylül Ruhunun istenmediği ve bunun

referandumdaki anayasa değişikliği oylamasından çıkabilecek olan bir ‘evet’le

anlaşılmaktadır.

Söylem Çözümlemesi Yorumu: 1980 darbesi ve onun devamı olan 1982

Anayasası her ne kadar referanduma kadar olan süreçte içten içe istenmeyen

dönemler olarak kabul edilse de bu dönemlerin referandum sürecinde, kötü,

istenmeyen taraflarının daha çok ön plana çıkarılması ve ‘evet’ cephesi olan iktidar

270

tarafından her defasında o yönde söylemlerin yeni baştan üretilmesi, anayasa

değişimi ve hedeflenen sonuçlara ulaşma noktasındaki ideolojilerden

kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, bir olayın kötü yanları ortaya konulduğunda, iyiye

olan özlem ve istek daha da artmaktadır. Bu durum, yeni anayasa değişimine

uyarlandığında 1982 Anayasası’nın kötü taraflarının ön plana çıkarılması da

meşrulaştırma bazında çok normal karşılanmaktadır. Zaman gazetesi, bu karikatürde

de istikrarlı, yanlı tarafını sürdürmüştür.

Karikatür 124: 19 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Beş başlı Ergenekon

dinozoru, seçim sandığı/ Gösterilenler: Yoksulluk, muhtaçlık, bağlantı kurma

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, ‘Ergenekon’ olarak adlandırılan

beş başlı bir dinozor elinde bir seçim sandığıyla dilenirken çizilmiştir. Ergenekon

dinozorunun dilendiği şey para değil, ‘hayır’ oyudur. Ergenekon, Türkiye’de son

yıllarda çok gündemi meşgul eden ve birçok karanlık güçle bağlantısı olduğu iddia

edilen bir örgütün adıdır. Referandumda seçim sandığının daha doğrusu ‘hayır’

oyuyla Ergenekon arasında bağlantı kurulması, hayır cephesinin karanlık güçlerle

ilişki içerisinde olduğuna işaret etmektedir. Zaman gazetesi karikatüristlerinin

anayasaya giden süreçte, 1982 Anayasası’nın kötü yanları açığa çıkarılmaktadır.

Kötü yanlarının ortaya çıkarıldığı diğer bir durumsa, ‘hayır’ oyu ya da ‘hayır’

271

cephesidir. Yukarıdaki karikatürde de ‘hayır’ oyu ile bir terör örgütü olarak kabul

edilen Ergenekon arasında bağlantı kurulmuş ve ‘hayır’ oyunun verilmemesi

yönünde bir söylem geliştirilmiştir.

Karikatür 125: 20 Ağustos 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Yeni anayasa ağacı, hayır

testeresi, evet suibriği/ Gösterilenler: Hayat verme, hayatına son verme

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatür görsel açıdan incelendiğinde

ortada yeni anayasa olarak adlandırılan bir ağaç ve bu ağacın her iki tarafından

uzanan iki el bulunmaktadır. ‘Evet’ yazılı elde bir suibriği, ‘hayır’ yazılı elde ise, bir

testere yer almaktadır. Bu iki alet de ağaca doğru uzanmıştır. Karikatür yeni anayasa

değişimini temsil etmektedir. Suibriği, anayasa ağacını sulayarak ona hayat verirken

testere ise o ağacı kesmeye, hayatına son vermeye çalışmaktadır. Bunun yan

anlamına bakıldığında, evet cephesinin yeni anayasa değişimini desteklediği, hayır

cephesinin ise, onu desteklemediği ve yok etmeye çalıştığı yönünde bir okuma

yapılabilmektedir. Hayır’ın testereyle, evet’inse su ibriğiyle temsil edilmesi,

karikatürdeki ideolojik söylemi göstermeye yetmektedir. Evet cephesi en başından

beri anayasa değişimini desteklemiş ve bu yönde mücadele etmiştir. Hayır cephesi

ise, yeni anayasanın kabul edilmemesi için elinden geleni yapmıştır. Karikatür de

tam anlamıyla bu durumun ifadesidir.

272

Karikatür 126: 23 Ağustos 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Söylem Çözümlemesi Yorumu: Görsel göstergelerin anlamsal bazda hiç

kullanılmadığı yukarıdaki karikatür, iki kişi arasında geçen balon içi diyaloglardan

oluşmaktadır. Karikatürlerden birinin “Bu toplum geleceğiyle ilgili bir referandumu

boykot eder mi?” sorusu üzerine diğer kişi, “Merak etme bu millet toplum

mühendislerinin yönlendirmelerine ve taşeron partilerin sözlerine itibar etmez”

cevabını vermektedir. Referandum sürecinde, ‘evet’çiler, ‘hayır’cılar ve

‘boykot’çular olmak üzere üç cephe oluşmuştur. Evet cephesi Ak Parti’yi, hayır

cephesi MHP ve CHP’yi, boykot cephesi BDP’yi ifade etmektedir. Dolayısıyla bu

karikatür, referandumda milleti sandığa gitmemeye yani boykot etmeye çağıran BDP

üzerine kurulu bir karikatürdür. Karikatürde millete tam anlamıyla bir güven söz

konusudur. Bu güven, milletin boykot çağrısına itibar etmeyeceği yönündedir.

Karikatürün en büyük özelliği muhalefet, ikinci önemli özelliğiyse eleştiridir.

Yukarıdaki karikatür, bir yandan boykot çağrısını eleştirmiş diğer yandan ise,

milletin bu tür partilere itibar etmeyeceği ve boykot çağrısına uymayacağı yönünde

bir söylem geliştirmiştir.

273

Karikatür 127: 04 Eylül 2010- Zaman- Emre Özdemir

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Bir adam, hayır oy pusulası,

seçim sandığı, yaratık, gölge/ Gösterilenler: Yansıma, bağlantı kurma

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürde, üç önemli gösterge

bulunmaktadır: oy pusulası, seçim sandığı ve gölge. Karikatürdeki adamın elinde,

İngilizceyle ‘no’ yani ‘hayır’ yazan oy pusulası bulunmakta ve adamın, o pusulayı

seçim sandığına atmak üzere olduğu görülmektedir. Ancak arkadan ikici önemli

gösterge olan adamın gölgesi belirmektedir. Gölgenin ilginç özelliğiyse ‘hayır’

oyunu tutan elin bir yaratığa dönüşmüş halde yansıtılmış olmasıdır. Bunun bu şekilde

yansıtılmış olması, ‘hayır’ oyunun tehlikesine dikkat çekilmek istenmesinden

kaynaklanmaktadır. Zaman gazetesi karikatüristleri sık sık ‘hayır’ oyunu ya korkunç

bir yaratığa dönüştürmüş ya da onun tehlikelerine farklı şekillerde dikkat çekmeye

çalışmıştır. ‘Evet’ oyu lehine bir söylem üreten gazete, ‘hayır’ söylemini

kötülemekle de kendi ideolojisine aykırı davranmadığını göstermektedir.

274

Karikatür 128: 04 Eylül 2010- Zaman- Cem Kızıltuğ

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Evet cephesinden bir kişi,

hayır cephesinden bir kişi, boykot cephesinden bir kişi, suibriği, balta, fidan/

Gösterilenler: Hayat verme, hayatına son verme, küslük

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamdaki okuması

yapıldığında, karikatürde evet cephesinden bir kişi, hayır cephesinden bir kişi ve

boykot cephesinden bir kişi olmak üzere toplamda üç kişi yer almaktadır. Evet’i

temsil eden kişinin elindeki suibriğiyle önündeki fidanı sulamaktadır. Hayır’ı temsil

eden kişi, elindeki baltayla kesmek için fidana yönelmiştir. Boykot’u temsil eden kişi

ise, yarısına kadar toprağa batmış bir halde ellerini bir birine kavuşturmuş, küsmüş

gibi bir ifadeyle yerinde durmaktadır. Boykotu temsil eden kişinin küs olduğu, öbür

tarafa bakmadan kafasını tınlamazmış gibi havaya kaldırmasından, ellerini birbirine

kavuşturmasından anlaşılmaktadır. Ellerini birbirine kavuşturmak beden dilinde

iletişime kapalı olmayı ya da küs olmayı temsil etmektedir. Diğer kesimlere gelince,

bunu gösteren bir durum olmasa bile, muhtemelen küçük fidan yeni oluşacak olan

yeni anayasanın temsilidir. Bu durum, hem üç kesimin orada temsil edilmesinden

hem de evet’çi cephenin onu desteklerken hayır’cı cephenin onu kesmek

istemesinden anlaşılmaktadır. Su, ‘hayat’ı simgelemektedir. Testere ise, hayata son

275

vermeyi temsil etmektedir. Yeni anayasa kabul edildiğinde, evet, hayır ve boykotçu

cephelerin yeni anayasa konusundaki yaklaşımları simgelenmiştir.

Zaman Gazetesi’nin hemen hemen tüm karikatürlerinde, anayasa değişikliğini

partiler üzerinden yürüttüğü görülmemiştir. Daha çoğunlukla ‘evet’, ‘hayır’ ve

‘boykot’çu cepheler oluşturulmuş ve bunların üzerinden muhalefet yapılmıştır. Bu

durum, Zaman Gazetesi’nin, diğer kesimlerin aksine anayasa değişikliğini partiler

üzerinden muhalefet yapmak istememesi ya da anayasa değişimini Ak Parti

mücadelesiymiş gibi göstermek istememesinden kaynaklanmaktadır. Ancak bunu

yaparken tüm karikatürlerinde ‘evet’çi cephenin yanında yer aldığını inkâr etmemiş

ve destekler yönde bir söylem kullanmıştır. Yukarıdaki karikatürde bu durum çok net

bir şekilde görülebilmektedir.

Karikatür 129: 13 Eylül 2010- Zaman- Dağistan Çetinkaya (Kral ve Soytarı)

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Askeri kışla, demokrasi

kadını, asker/ Gösterilenler: Hesaplaşma, geçmişe gönderme yapma, demokrasi

Göstergebilimsel Çözümleme: 2010’daki anayasa değişikliğinden önce en

kapsamlı şekilde yapılan anayasa değişikliği 1982’deki anayasa değişikliğidir. Ancak

bu anayasanın bir askeri darbe sonucu, askeri yönetim tarafından yapılmış olması,

onun mokratik yollardan yapılmadığı gibi bir sonucun çıkmasına neden olmaktadır.

12 Eylül 2010 referandumunun yapıldığı günün ertesi günü çizilmiş olan yukarıdaki

276

karikatürde ‘demokrasi’ olarak nitelendirilen bir kadın elinde terazisi ve kılıcıyla

birlikte askeri kışlanın kapılarını çalmaktadır. Pencereden gözüken bir asker ise,

“komutanım kışlaya yeni bir misafirimiz geldi” diye bağırmaktadır. Sandıktan ‘evet’

oyunun çıktığı günün ertesi günü çizilen bu karikatürün yan anlamına bakıldığında

referandumda demokrasinin kazandığı ve demokrasinin askeri kışlalara kadar gittiği,

bundan sonra askeri kışlalarda da demokrasinin işlev göreceği, darbe gibi demokratik

olmayan yollara başvurulmayacağı şeklinde bir anlam ortaya çıkmaktadır.

Karikatürde hem 2010 Anayasası’nın demokrasi çizgisi çerçevesinde yapıldığına

dikkat çekilmiştir hem de askeri yönetimin 1982’deki girişimine gönderme de

bulunulmuştur. Bunun dışında bundan sonra orduya da demokratik sistemin hâkim

olacağı gibi bir sonuç da çıkartılabilmektedir.

Karikatür 130: 15 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: 1980 demokrasi kadını,

2010 demokrasi kadını, anayasa kitabı/ Gösterilenler: Yaşlılık, yorgunluk, gençlik,

dinamizm,

Göstergebilimsel Çözümleme: Karikatürün düz anlamı okunduğunda,

ellerinde anayasa kitaplarıyla 12 Eylül 1980’deki demokrasi kadınıyla 12 Eylül

2010’daki demokrasi kadını yer almaktadır. Aynı istikamette ilerledikleri görülen iki

277

kadının fiziksel anlamda farklılıkları yansıttıkları görülmektedir. 1980 demokrasi

kadının hafif kambur yürümesi, yüzünden akan terler, elbisesinin yırtık ve yamalı

olması onun yorulduğunun, yaşlandığının, eskidiğinin göstergeleridir. 2010

demokrasi kadını ise, yepyeni elbiseler içinde alnı dik, kendinden emin ve güçlü bir

şekilde yürümektedir. Karikatürün yan anlamına bakıldığından Karikatürde, 1980

dönemi demokrasisi ile 2010 demokrasisi arasında bir karşılaştırmanın yapıldığı

görülmüştür. 1982 Anayasası’nın eskimiş artık işlev görmez olduğu o nedenle

anayasa değişimi yoluna gidildiği ve bunun sonucunda genç, dinamik, çağa uygun

bir anayasanın oluşturulmuş olduğu şeklinde bir okuma yapılabilmektedir.

Karşılaştırmada 2010 demokrasisinin lehine bir söylem geliştirilirken 1980 dönemi

demokrasisi içinse, muhalif bir söylem geliştirilmiştir. Karikatür, “Zafer 2010

demokrasisinindir!” tarzında yan tutan bir çizim olmuştur.

Karikatür 131: 16 Eylül 2010- Zaman- Osman Turhan

Gösterge: Referandum karikatürü/ Gösterenler: Siyahlar içinde bir adam,

seçim sandığı, sürpriz yumruk/ Gösterilenler: Zafer, mutluluk, yenilgi.

Göstergebilimsel Çözümleme: Osman Turhan tarafından referandum

sonrasında çizilmiş olan yukarıdaki karikatürde bir seçim sandığı ve siyah paltosu,

şapkasıyla karanlık güçleri temsil eden siyahlar içerisinde olan bir adam

gözükmektedir. Seçim sandığının içerisinden sürpriz bir yumruk çıkmıştır ve bu

278

yumruk karanlık güçleri temsil eden adamı oldukça korkutmuştur. Bu durum,

referandum sandığından çıkmış olan ‘evet’in zaferine işaret etmektedir. Karikatür,

diğer güçlerin istedikleri sonucu almadıklarını ve istediklerini yapamayacaklarını

yansıtmaktadır. Bu anlamda, karikatür, 12 Eylül 2010 referandum sonucundan

duyulan memnuniyetin adeta somut bir ifadesi şeklinde çizilmiştir. Sandıktan ‘evet’

çıkmış olması, birçok karanlık gücün işine gelmediği ve onlar için sürpriz olduğu

yansıtılmıştır. Zaman gazetesi bu karikatürle aslında kendi zaferini de göstermiş

olmaktadır. Çünkü en başından beri ‘evet’ oyu yönünde bir söylem geliştirmiş ve

onun seçim propagandasını yapmıştır. Gazete açısından bu sonuç sürpriz bir sonuç

değildir, beklenen bir sonuçtur. Çünkü gerçek anlamda bir demokrasi sınavı

verilmiştir.

279

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Toplumsal bazda yanlış bilinç üretme ile yakın ilişki içerisinde bulunan

‘ideoloji’ kavramı, daha çoğunlukla Marksist gelenek içinde yer alan düşünürler

tarafından kullanılmıştır. İlk başlarında kötü bir anlamda kullanılmayan ve zamanla

kötü bir anlama sahip olan ideoloji için, bir takım ön kabuller bulunmaktadır.

Bunların en başında ideolojinin belli bir toplumsal yapı içerisinde oluştuğu ve

egemen iktidara hizmet ettiği şeklindedir. Şüphesiz, ideolojinin varlığı da amacı da

toplumsal bir yapıyı gerektirmektedir ve ideolojiyi egemen iktidar kendi söylemlerini

yaymak ve meşrulaştırmak için kullanmaktadır. Her egemen iktidar belli bir

ideolojiye sahip olsa da bunu açıktan açığa tüm netliğiyle yansıtmaz. Egemen iktidar,

bunu daha çoğunlukla toplum üzerinde hegemonya kurarak, yanlış bilinç yaratarak

yapar. Dolayısıyla ideolojinin yanlış bilinç yarattığı, düşünürlerin kabul ettiği ikinci

ön kabulü oluşturmaktadır.

Marksist düşünürlerin ideoloji ile ilgili kabul ettikleri diğer bir kriter ise,

ideolojinin medya/basın vasıtasıyla yayıldığı, doğallaştığı ve meşruluk kazandığıdır.

Ünlü Marksist düşünür Althusser’in devletin ideolojik aygıtları arasında saydığı

medya ya da basının bu konuda oldukça başarılı olduğu kabul etmektedir. Bu durum,

basının insanlara ne hakkında ne düşüneceklerini anlatmada çok başarılı olduğunu ve

onların düşünceleri, davranışları üzerinde bir hakimiyet kurduğunu göstermektedir.

İdeolojinin evrensel düzeydeki yayıcısı pozisyonunda olan medya, bu rolüyle

evrensel bir ideoloji anlayışının oluşmasının da önemli bir aktörü olmaktadır.

Mizah, ideolojik ya da düz anlamda verilmek istenen mesajın ince ayarla

espirili bir dille yansıtılması olayıdır. Mizah, çok geniş kapsamlı bir terim olsa da

bunun basın sayfalarına çizgisel olarak yansıyan türü karikatür olarak

adlandırılmaktadır. Gazetelerin kendi ideolojilerini ve söylemlerini net şekilde

yansıtma noktasında en başarılı oldukları materyalleri karikatürdür. Karikatür

çizerleri, kendi gazetelerinin ideolojileri yönünde çizim yapmakta ve gazetelerin

istediği söylemleri her defasında yeni baştan üretmektedir. Bu durum, cinsellik,

moda, günlük hayat, kadın gibi insana dair pek çok konuda olduğu gibi politika yani

siyasal söylemin ve ideolojinin üretimi noktasında da geçerlidir.

280

Konularına ve amacına göre çok sayıda karikatür türü bulunmaktadır. Siyasal

söylemin ve ideolojilerin gazete karikatürlerinde yeniden üretimi ‘siyasi karikatür’

adı altında yapılmaktadır. Siyasi karikatürler ortaya çıktıkları ilk andan itibaren

gazetelerin yayın politikaları yani ideolojileri çerçevesinde çizilmiş ve siyasetin de

önemli bir propaganda aracı olmuştur. Bu noktada, yani propaganda aracı olma

noktasında karikatür, politikacı ve okur arasında bağ kurma işlevi yüklenmektedir.

Siyasi karikatür, karikatür çizerinin kendi düşünceleri ve çalıştığı gazetenin

ideolojisini yansıtarak, okuyucuya hem kendi düşüncelerini aşılamakta hem

gazetesinin ideolojisini yaymakta hem de propagandasını yaptığı siyasal söylemi

yaygınlaştırmakta ve meşruluğunu artırmaktadır. Dolayısıyla siyasi karikatür,

egemen söylemin üretilmesi ve yeniden inşa edilmesinde, ideolojileri

doğallaştırmakta ve onları toplumun gözünde meşrulaştırmaktadır. Kendisi de

muhalif bir çizgide yer alan siyasi karikatür bu yönüyle okurunun da muhalif bir

bakış açısına sahip olmasını sağlamaktadır. Karikatürün okur üzerindeki bu etkisi

çoğunlukla fark ettirmeden olmaktadır.

Egemen söylemin, gazete ideolojilerinin ve kendi çizerinin egemenliği altında

bulunan karikatür, bu noktada çizgilerinde bir mücadele alanı yaratmakta ve okurun

zihninde onu yorumlamasına olanak tanımaktadır. Okura böyle bir olanak tanıyan

karikatür, her okur tarafından farklı şekillerde algılanmakta ve onda yer alan sembol

ve anlamlar vasıtasıyla yorumlanmaktadır. Siyasi karikatür de bu çerçeveye dâhil

olmaktadır. Siyasi karikatürün, en çok gündemde olduğu dönemler partiler arasındaki

rekabetin kızıştığı seçim dönemleri ve çok sık olmayan anayasa değişimlerinin

yaşandığı dönemlerdir. Siyasi söylemin ve ideolojilerin en çok karikatürlere

yansıdığı bu dönemlerde, gazetelerde kendi ideolojilerini çizgilerine yansıtmakta ve

hangi tarafta yer aldığına karar vermektedir. Hatta gazeteler tuttukları tarafı en rahat

karikatür çizgilerinde yansıtmaktadır. Çünkü karikatürün özünde muhalif olma yer

almaktadır. Dolayısıyla karikatür, özünde muhalefeti çekinmeden, taraf olarak,

eleştirerek yapmaktadır.

1982 ve 2010 anayasa referandum süreçlerindeki karikatürlerin incelendiği bu

çalışmada söylem çözümlemesi ve göstergebilimsel çözümleme yöntemleri

281

kullanılmıştır. Söylem çözümlemesi, daha çoğunlukla alt yazı veya balon içinde

verilmiş konuşmaların olduğu karikatürler için tercih edilmiştir. Bu durum,

karikatürlerin bir ideolojisi ve söyleminin olduğunu kabul edilmesini

gerektirmektedir. Yazısız karikatürler içinse, göstergebilimsel çözümleme yöntemi

kullanılmıştır. Çünkü bu çalışmada siyasi karikatürler çözümlenmiştir ve bu

karikatürler açısından gösterge-simge ve sembollerin önemi büyüktür. Karikatürlerin

çoğunda iki yöntemin kullanılmış olmasıyla birlikte bazı karikatürlerde sadece

göstergebilim bazı karikatürlerde ise, söylem çözümlemesi kullanılmıştır. Bunu

belirleyen temel faktör ise, her iki yöntemin ihtiyaç duyduğu göstergelerin varlık

şeklidir.

Siyasal söylemin ve ideolojilerin gazete karikatürlerinde yeniden üretimi

noktasında 1982 ve 2010 anayasa referandum süreçlerinin, göstergebilimsel

çözümleme ve söylem çözümlemesi yöntemleri yoluyla mizahi karşılaştırmalarının

yapıldığı bu çalışmada, her iki dönemdeki gazetelerin siyasal söylemin ve ideolojileri

kendi karikatür çizgilerinde ürettiği ve bunların üretimi noktasında farklı yaklaşımlar

sergiledikleri görülmüştür. Bu durumun oluşmasında anayasaların oylandığı her iki

dönemdeki toplumsal ve siyasal anlamdaki farklıların etkisi büyüktür. Şüphesiz 2010

dönemi, 1982 döneminden toplumsal huzur bazında daha rahat, daha özgür bir

ortama sahiptir. 2010 döneminde iktidar ve muhalefet partilerinin aktif siyasetin

içerisinde yer alarak işlemeleri de demokrasinin bu dönemde, 1982 döneminden daha

yaygın işlediğini göstermektedir. Çünkü 1982 döneminde askeri bir yönetim söz

konusudur ve bu durumda siyasi partiler aktif olarak yürütmeyi yapmamaktadır. Söz

konusu her iki dönemin koşulları göz önünde bulundurulduğunda gazetelerin farklı

söylemleri ürettiği ve yaygınlaştırdığı kabul edilmektedir. Buna göre;

1982 dönemindeki Cumhuriyet gazetesi; 1982 Anayasası’nın oluşturulma

sürecinde sol çizginin muhalif gazetesi olmuştur. Darbenin etkilerinin henüz yok

olmadığı ve yoğun bir şekilde hissedildiği bu dönemde Cumhuriyet, her türlü sansür

ve yasaklamaya rağmen muhalif tavrını karikatürlerine yansıtmaktan

vazgeçmemiştir. Ancak içinde bulunulan siyasi ortamdan dolayı muhalefeti daha

yumuşak çizgilerde yürütmüştür. Ama yine de 1982 döneminde incelenen gazeteler

282

arasında anayasaya ile ilgili en çok karikatür çizen gazete ve en muhalif ses

olmuştur. Gazete, muhalif tavrını 2010 sürecindeki kadar özgür bir şekilde

yansıtmamış ve daha çoğunlukla oy pusulalarının renkleri üzerinden göstermeye

çalışmıştır. Söylemlerini partiler üzerinden üretmeyen gazete, karikatürlerinde, yeni

anayasayı, baskı ortamını ve gazeteler üzerindeki sansürü sık sık çizgilerine

taşımıştır. Söylemlerini partiler üzerinden üretmeme nedeni daha çoğunlukla

dönemin koşullarından ve partilerin yürüttüğü bir siyasetin o dönem için söz konusu

olmamasından kaynaklanmaktadır.

İdeolojisi açısından kendini merkezi bir çizgide konumlandıran Güneş

gazetesi, 1982 Anayasası döneminde, karikatürlerinde orta bir yolu tercih etmemiş ve

muhalif bir çizgi izlemiştir. Gazetenin önemli karikatüristlerinden Ercan Akyol daha

çoğunlukla sözel olmayan görsel göstergelere yer verirken okuru daha çok

düşünmeye sevk etmiştir. Bedri Koraman ise, tam tersi bir yol izlemiştir. Koraman,

çizimlerini hem renkli çizmiş hem de sözel ve görsel göstergeler kullanarak, okurun

daha az düşünmesini sağlamış, her şeyi hazır bir halde okurun önüne sermiştir.

Koraman’ın karikatürlerinde ‘mavi’ rengin ağırlıkta kullanılması ve bu rengin

‘anayasaya hayır’ın rengi olması Koraman’ın ve dolayısıyla Güneş gazetesinin de

‘hayır’ın destekçisi olduğunu kanıtlamaktadır. Güneş gazetesi anayasa konusunda

kendi ideolojisinden oldukça ayrı davranmış ve muhalif bir yol izlemiştir.

1982 döneminde incelenen diğer bir gazete olan Tercüman gazetesi, ilk

başlarda anayasayla ilgili çizim yapmamış ve 1982 döneminde incelenen gazeteler

arasında konuyla ilgili en az karikatür çizen gazete olmuştur. Tercüman, ilk başlarda

daha çoğunlukla ekonomi, Siyonizm gibi konuları karikatürlerine konu etmiştir.

Ancak daha sonraki aşamalarda anayasayla ilgili yaptığı çizimlerde egemen söylemin

yanında yer almış ve 1982 Anayasası ile ilgili ürettiği söylemde ‘evet’ oyunun

propagandasını yapmıştır. Tercüman gazetesi, takındığı tavırla Cumhuriyet

gazetesiyle ayrı kutuplarda yer almıştır. Tercüman gazetesinin 1982 dönemindeki

ideolojisinin sağ çizgide olması ortaya çıkan bu durumu çok da şaşırtıcı

kılmamaktadır.

283

Çalışmanın ikinci bölümünü 2010 referandumu oluşturmuştur. 2010

döneminde sol kanadın temsilcisi olarak incelenen Cumhuriyet gazetesi, 2010

referandumunda basındaki muhalif çizginin başını çekmiş ve karikatürlerinde açıktan

açığa ‘hayır’ı desteklemiştir. Referandumda anayasa değişikliğini onaylamayan

Cumhuriyet gazetesinin karikatürleri iktidarın söylemini destekleyip yeniden

üretmemiş tam tersi muhalif bir tavır takınmıştır. Cumhuriyet gazetesi, 2010

referandum sürecinde siyasal söylemin üretimini muhalif bir çizgiden yapmış ve

iktidar partisinin söylemini sürekli eleştirmiştir. 2010’da Cumhuriyet, 1982

sürecinden daha özgür bir ortamda karikatürlerini eleştirel tarzda çizmiştir. Bu

durumun somut örneği, 2010’da konuyla ilgili olarak en çok karikatür çizen gazete

olmasında görülmektedir. Cumhuriyet gazetesi, karikatürlerini ideolojisini

desteklediği CHP’yi destekler tarzda çizmiş, Ak Parti’nin ideolojisini ve söylemini

ise sürekli eleştirmiştir. Gazete, referandumdan ‘evet’in geçmesi halinde

oluşabilecek tehlikeler üzerine sürekli senaryolar üretmiş ve daha çoğunlukla evet

oyunu cumhuriyet, demokrasi, Atatürkçülük, laiklik karşıtı olarak göstermiştir. Bu

durumu, hem göstergebilimdeki göstergeleri kullanarak hem de ideolojik bir söylem

üreterek oluşturmuştur.

Çalışmada merkez rolüyle incelenen Milliyet gazetesinin 2010 döneminde

Haslet Soyöz ve Ercan Akyol olmak üzere iki tane çizeri bulunmaktadır. Bu iki

karikatür çizerinin çizgilerindeki ideoloji aynı değildir. Soyöz’ün çizgisinde daha

çoğunlukla iktidar partisinin, anayasa değişikliğine ‘evet’in taraftarlığını görmek

mümkünken, Akyol gazetenin iktidara ve değişime karşı muhalif çizgisi olmuştur.

Ercan Akyol’un 1982 Anayasası’nın oylandığı dönemde, diğer bir merkez gazete

olarak kabul edilen Güneş gazetesinde de yer alması ve o dönemde de anayasaya

karşı muhalif bir tavır içerisinde bulunması oldukça manidar kabul edilmektedir. Bu

anlamda Soyöz, iktidar partisinin söylemlerini yeniden üretirken, Akyol muhalefetin

söylemini yeniden üretmiş ve çizgilerinde muhalefeti desteklemiştir. Bu yönüyle bu

iki yazarın her iki tarafın ideolojisini ve söylemini yayarak gazetenin merkez olma

rolünü dengede tuttukları söylenebilmektedir.

284

2010 dönemi Zaman gazetesindeki karikatürler daha çoğunlukla yazısız

karikatür olma özelliği taşımaktadır. Gazete, karikatür çizgilerinde partilerden çok

‘evet ve hayır’ cepheleri üzerinden çizimler oluşturmuş, partiler karikatürlere ilk

etapta hiç yansıtılmamıştır. Bunun nedeni, gazetenin referandumu bir parti

meselesiymiş gibi göstermek istenmemesinden kaynaklanmaktadır. Genel anlamda

‘evet’ söylemi desteklenmiş ‘hayır’ söylemi ise, yerilmiş ve zorbalıkla suçlanmıştır.

Gazete, ayrıca ‘hayır’ söylemini yayanların egemen söylemin de kabul ettiği gibi

vatansever olmadığını yansıtmaya çalışmıştır. Zaman, Cumhuriyet gazetesinin aksine

‘hayır’ın muhalefetini yapmıştır. Gazetenin karikatürlerindeki söylemleri iktidar

partisinin direk olmasa da söylemini destekler nitelikte bulunmuştur.

Dolayısıyla çalışmanın amacına uygun olarak oluşturulan varsayımlar

değerlendirildiğinde çalışmada şu sonuçları görmek mümkün olmuştur:

1982 ve 2010 referandum anayasa değişikliği süreçleri, siyasal söylemin ve

ideolojilerin üretimi noktasında gazetelerin karikatür çizgilerine gazetelerin egemen

söyleme yakınlık derecesine göre muhalif ya da yanlı olarak yansıdığı görülmüştür.

Buna göre, sol kanadı temsil eden gazeteler muhalif, sağ tarafı temsil eden gazeteler

yanlı bir tavır sergilerken, merkez konumundaki gazeteler ise, 1982 döneminde

muhalif, 2010 döneminde ise, her iki tarafı idare edebilecek tarzda hem muhalif hem

de yanlı bir tavır içerisinde olmuşlardır. Yani hem askeri yönetimin etkili olduğu 82

Anayasası sürecinde hem de Ak Parti’nin iktidar olduğu 2010 referandum sürecinde

sağ görüşlü gazetelerin anayasal değişikliği karikatürlerinde onayladığı sol görüşlü

gazetelerinse onaylamadığı görülmüştür. Sol ve sağın iki ayrı kutba ayrıldığı bu

süreçlerde merkez konumundaki gazeteler, tam olarak sürecin ortasında yer almak

gibi bir tavır takınmamışlardır. 1982 dönemindeki Güneş gazetesi muhalif bir çizgide

olmuş 2010 dönemindeki Milliyet gazetesinin ise, bir yazarı yanlı diğer yazarı ise

muhalif bir tavır sergilemiştir. Dolayısıyla her iki dönemdeki sağ ve sol çizgideki

gazeteler her ne kadar “Hem askeri yönetimin etkili olduğu 82 Anayasası sürecinde

hem de Ak Parti’nin iktidar olduğu 2010 referandum sürecinde sağ görüşlü gazeteler

anayasal değişikliği karikatürlerinde onaylarken sol görüşlü gazeteler değişikliği

onaylamamıştır. Merkez konumundaki gazeteler ise, sürecin ortasında yer almak gibi

285

bir tavır takınmıştır” şeklindeki varsayımı genellikle doğru çıkartsa da merkez

konumundaki gazeteler için bunu söylemek oldukça güç olmaktadır. Çünkü merkez

kanadı temsilen seçilen gazetelerin orta bir yol tercih etmediği ve çoğunlukla bir

tarafı tuttuğu görülmüştür.

1982 ve 2010 döneminde incelenen gazetelerin karikatürleri, kendi

gazetelerinin ideolojilerini yansıtmış ve pekiştirmiştir. Her iki dönemde gazeteler,

siyasal söylemi ve ideolojiyi tuttukları tarafa göre yorumlamış, yaygınlaştırmış ve

meşrulaştırmıştır. Bu yönleriyle karikatürler, anayasa değişim süreçlerinden kendi

tuttukları tarafa göre ‘evet’ ve ‘hayır’ın söylemini meşrulaştırmış ve

doğallaştırmıştır. Bu varsayım oldukça doğru olmakla beraber, anayasaların oluştuğu

ortamlardan kaynaklanan bir takım farklılıklar söz konusudur. Çünkü 1982

döneminde, demokrasinin göstergesi olan partilerin aktifliği söz konusu değildir. Bu

dönemde oluşturulmaya çalışılan anayasa, askeri yönetim tarafından ortaya atılmış,

hazırlanmış bir anayasadır. Bu anayasayı eleştirmek, anayasaya muhalefet etmek bile

yaygın bir durum değildir. Anayasa askeri yönetimin anayasası olunca, gazeteler de

herhangi bir partinin yanında ya da karşısında yer alma gibi bir durum içerisinde

olmamışlardır. Eleştiri daha çoğunlukla oylamanın renkleri üzerinden dolaylı bir

şekilde yapılmış ve askeri yönetim de çok fazla eleştirilmemiştir. Ancak aynı durum

1982 Anayasası’nın bazı maddelerinin değiştirildiği 2010 referandum süreci için söz

konusu değildir. Bu dönemde, her ne kadar gazetecilik tarafsızlığına aykırı bir durum

olsa da basın açısından herhangi bir siyasi tarafta yer almak neredeyse zorunlu

görülmüştür. Genel anlamda basın, merkez olma görevini unutmuş, iktidar partisi ya

da muhalefet partilerinin yanında yer almıştır. Dolayısıyla 2010 referandumunda

karikatürler gazetelerin taraf olduğu siyasi partilere göre çizilmiştir. İncelenen

gazeteler arasında bunun en belirgin örneklerini ise, 2010 döneminde solu temsil

eden Cumhuriyet ve sağı temsil eden Zaman gazeteleri vermiştir. Cumhuriyet, CHP

lehine Ak Parti aleyhine karikatürler çizerken, Zaman gazetesi ise, Cumhuriyet kadar

net göstermese de CHP karşıtı bir muhalefet geliştirmiş ve Ak Parti yanlısı bir tavır

içerisinde olmuştur.

286

1982 Anayasası’nın oylandığı süreçte 1980 askeri darbesinin etkilerinin hala

silinmediği ortadadır. Bu tür bir ortamda basın için çok sayıda kısıtlayıcı ve

sansürleyici etken söz konusudur. Dolayısıyla bu süreçte basının özgürlüğü açıktan

açığa kısıtlanmıtır. 2010 referandum sürecinde ise, herhangi bir askeri müdahale söz

konusu değildir. Bu dönemde basın üzerinde herhangi bir sansür girişimi ya da

kısıtlama söz konusu olduysa da bu daha çoğunlukla doğrudan baskı araçlarıyla değil

ideolojik yollardan yapılmıştır. Ancak bu dönemde, 82 dönemindeki

gazetecinin/çizerin kendi kendine uyguladığı sansür durumu çok yaygın değildir. Bu

sonucu, incelenen gazetelerin her iki dönemdeki karikatürlerinden de çıkartmak

mümkün olmaktadır. Bu durumda şunu söylemek çok da yanıltıcı olmayacaktır: Her

iki dönemdeki gazeteler içinde bulundukları siyasi ortamdan etkilenmişlerdir.

Dolayısıyla 1982 dönemindeki karikatür çizerleri 2010 döneminden daha az

özgür olmuşlardır. Bu nedenle, 1982 referandum sürecindeki gazetelerin

karikatürlerinde anayasa oylamasına yaklaşımlarındaki eleştiri dozu, 2010

referandumu sürecindeki gazetelerin karikatürlerinden daha az seviyede olduğu

görülmüştür. Bu durum, içinde bulunulan egemen siyasi ortamın karikatürlere bakış

açılarından kaynaklanmıştır. 1982 döneminde anayasayla ilgili karikatürlerin 2010

döneminden daha az olması 82 dönemindeki karikatürlere karşı hoşgörünün daha az

olduğunu kanıtlamaktadır. Oysaki demokrasinin özünde farklılıklara hoşgörü vardır.

Tıpkı bir zamanlar Cumhuriyet gazetesinin sahibi Nadir Nadi’nin belirttiği gibi

demokrasinin gerçekleşebilmesi, bir bakıma, “Düşüncemize ya da çıkarımıza ne

denli aykırı bulsak da karşıt savları hoşgörü ile karşılamamıza bağlıdır” (Cemal,

2004/c: 356). Bu durum, bireysel ve toplumsal anlamda çok önemli olmakla beraber

en çok egemen gücü ellerinde bulundurmaları nedeniyle siyasal söylemi üretenler

açısından önem atfetmektedir.

287

KAYNAKÇA

Ahmad, Feroz (2002), Modern Türkiye’nin Oluşumu, İstanbul: Doruk Yayınları.

Akay, Ali (2004). “Moderniteyi Yeniden Ele Almak: İdeolojisizleşme”, İdeolojiler

1, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Ağustos- Eylül- Ekim-1, Yıl: 7, Sayı: 28,

ss. 11-25, Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Akca, Emel B. (2009). “İdeoloji- Dil- Söylem ve Anlam İlişkisi: Medyada Anlamın

Toplumsal İnşası”, Ed: İsmet Parlak, Medyada Gerçekliğin İnşası:

Türk Medya Söylemine Eleştirel Bir Bakış, Konya: Çizgi Kitabevi.

Akman, Ayhan (1997). “From Cultural Schzophrenia to Modernist Binarism:

Cartoons and Identities in Turkey (1930-1975)”, Princeton Papers:

Interdisciplinary Journal of Middle Eastern Studies, vol. VI, Spring. pp.

83-133

Alemdar, Korkmaz (1999). Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, İstanbul: Afa

Yayıncılık.

Alkan N. (2006). Avrupa Karikatürlerinde II. Abdülhamid ve Osmanlı İmajı,

İstanbul: Selis Kitaplar.

Althusser, Louis (2002). Marx İçin, Çev: Işık Ergüden, İstanbul: İthaki Yayınları.

Althusser, Louis (2006). İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları: Yeniden Üretim

Üzerine, Çev: A. Işık Ergüden ve Alp Tümertekin, 2. Baskı, İstanbul:

İthaki Yayınları.

Alver, Füsun (2006). “Niklas Luhmann”, 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan

Kuramcılar: Kadife Karanlık 2, Haz: Gül Batuş, Füsun Alver, M. Bilal

Arık vd., İstanbul: Su Yayınları.

288

Alver, Füsun (2009). “Kültürel Çalışmalarda Medya Metinlerinin Okunması

Sürecinde İzleyicinin Konumlandırılması”, Terör ve Haber Söylemi,

Ed: Mustafa Şeker- N. Tülay Şeker, İstanbul: Literatürk Yayınları.

Anık, Cengiz (1994). “Kamuoyu Oluşturan Araçlar”, İletişim Dergisi, Sayı: 1-2,

Ankara.

Ardıç, Aslıhan (2009). “Güneş’in Doğuşu ve Batışı”, Türkiye’de Kitle İletişimi

Dün- Bugün- Yarın, Der: Korkmaz Alemdar, Ankara: Gazeteciler

Cemiyeti Yayınları.

Arık, M. Bilal (1998). 1980’den Sonra Yaşanan Toplumsal Değişim ve

Karikatürün Değişen İşlevi: Değişen Toplum Değişen Karikatür,

İstanbul: Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Arklan, Ümit (2011). “Kamu Yönetiminin Halkla İlişkileri Açısından Referandum:

12 Eylül 2010 Referandumu Sivas Araştırması”, Gazi Üniversitesi

İletişim Fakültesi İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Bahar 2011,

S: 32, s. 87-125.

Arslan, Ali (2006). “Medya- Politika İlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Değerlendirme”,

Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ss. 1-8.

Asker, Ayşe (2009). “Gazeteci Milletvekilleri: 1980-2009”, Türkiye’de Kitle

İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Der: Korkmaz Alemdar, Ankara:

Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Atamaz Aşçıoğlu, Elif (2001). Yazısız Karikatürün Grafik Sanatındaki Yeri,

Yazısız Karikatür Uygulamaları, Hacettepe Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Grafik Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Sanat Eseri,

Ankara.

Atabek, Ümit (2007). “Söylem Çözümlemesi: Başlangıç Düzeyi İçin Öneriler”, Der:

Ümit Atabek ve Gülseren Şendur Atabek, Medya Metinlerini

289

Çözümlemek: İçerik Göstergebilim ve Söylem Çözümleme

Yöntemleri, Ankara: Siyasal Kitabevi.

Aydın, Mehmet Ali (2007). “Milletvekili Adaylarının Belirlenme Usulü ve

Önseçim”, Yasama Dergisi, 5, ss.82-108.

Balcıoğlu, Semih ve Öngören Ferit (1973). 50 Yılın Türk Karikatürü, İstanbul:

Türkiye İş Bankası Yayınları.

Balcıoğlu, Semih (1983). Cumhuriyet Dönemi Türk Karikatürü (1923- 1983), 4.

Baskı, Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.

Bannett, Tony (1988). “Media, Reality, Signification”, Culture, Society and the

Media, London: Routledge, pp. 287-307.

Barrett, Michele (2004). Marx’tan Foulcault’ya İdeoloji, Çev: Ahmet Fethi,

Ankara: Doruk Yayıncılık.

Barthes, Roland (1993). Göstergebilimsel Serüven, Çev: Mehmet Rifat- Sema

Rifat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Bayram, Yavuz (2009). “Türkiye’de Siyasi Karikatürün Yeri ve 11’nci

Cumhurbaşkanlığı Seçimine İlişkin Siyasi Karikatürlerin

Çözümlenmesi”, Selçuk İletişim, 6, 1, ss.107- 123.

Bektaş, Arsev (2000). Kamuoyu, İletişim ve Demokrasi, İstanbul: Bağlam

Yayınları.

Belsey, Andrew (1998), “Mahremiyet, Aleniyet, Siyaset”, Der: A. Belsey ve R.

Chadwick, Medya ve Gazetecilikte Etik Sorunlar, Çev: Nurçay

Türkoğlu, ss: 102-118, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Berger, Arthur Asa (1993). Kitle İletişiminde Çözümleme Yöntemleri, Ed: Nazmi

Ulutak- Aslı Tunç, Çev: Murat Barkan, Nazlı Bayram vd. Eskişehir:

Anadolu Üniversitesi Basımevi.

290

Berger, John (1986). Görme Biçimleri, Çev. Yurdanur Salman ve M. Gürsoy,

İstanbul: Metis Yayınları.

Bergson, Henri (2006). Gülme: Komiğin Anlamı Üstüne Deneme, 2. Baskı,

İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Beriş, Hamit Emrah (2011). “AK Parti 2007- 2011 Seçim Beyannameleri: Süreklilik

ve Değişim”, Siyaset Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye)

Ders Notları, Der: Hamdi Turşucu ve Hamit Emrah Beriş, Ankara: AK

Parti AR-GE Başkanlığı Yayınları.

Bıçakçı, İlker (2002). İletişim ve Halkla İlişkiler, İstanbul: Media Cat Yayınları.

Boral, Gülay (2009). “Basının 24 Ocak Kararları Karşısında Tutumu”, Türkiye’de

Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Der: Korkmaz Alemdar, Ankara:

Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Bozdağ, İsmet (1992), Dünyada ve Türkiye'de Basın İstibdadı, İstanbul: Emre

Yayınları.

Bulut, Selda (2011). “Sendikal Basın ve Karikatür”, Ulusal İletişim Kongresi

Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu, Atatürk

Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı,

13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.

Büker, Seçil (1991). Sinemada Anlam Yaratma, Ankara: İmge Kitabevi.

Büyükkantarcıoğlu, S. Nalan (2012). “Söylem İncelemelerinde Eleştirel Dilbilimsel

Boyut: Eleştirel Söylem Çözümlemesi ve Ötesi”, Haberi Eleştirmek,

Ed: Ömer Özer, Konya: Literatürk Yayınları.

Cemal, Hasan (2004/a). Tank Sesiyle Uyanmak: 12 Eylül Günlüğü, 10. Baskı,

İstanbul: Doğan Kitap.

291

Cemal, Hasan (2004/b). Demokrasi Korkusu: 12 Eylül Günlüğü, 6. Baskı,

İstanbul: Doğan Kitap.

Cemal, Hasan (2004/c). Tarihi Yaşarken Yakalamak: Demokrasi Notları, 3.

Baskı, İstanbul: Doğan Kitap.

Cemal, Hasan (2005). Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim, İstanbul: Doğan Yayıncılık.

Cevizci, Ahmet (2002). Paradigma Felsefe Sözlüğü, İstanbul: Engin Yayıncılık:

Ceylan, Yılmaz (2012). “Toplumsal Değerler ve Medya Etiği”, Dicle Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi: DÜSBED, Yıl 4, Sayı 7, Nisan

2012, ss.45-58.

Chomsky, Noam ve Herman, Edward S. (2004). Medyanın Kamuoyu İmalatı,

İstanbul: Chiviyazıları Yayınevi.

Cohen, Gerald Allan (1978). Karl Marx’s Theory of History: A Defence, Oxford:

Clarendon Press.

Cohen, Bernard C. (1963).The Press and Foreign Policy, Princeton: Princeton

University Press.

Curan, James (1991). İletişim Araçları Üzerine Çalışma: Kuramsal Yaklaşımlar,

Ankara: A.Ü.B.Y.Y.O.

Curan, James (1991). “Medya ve Demokrasi: Yeniden Değer Biçme”, Der:

Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset, Ankara: Ark Yayınları.

Çakır, Hamza ve Yavalar, Deniz Elif (2011). “Tarihimizin İlk Mizah Dergisi

Diyojen’in Kapatma Cezalarına Yine Mizahi Yoldan Gösterdiği

Tepkiler”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve

Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi

Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum:

Mega Ofset.

292

Çakmak Kılıçaslan, D.Emine (2008). Siyasal İletişim İdeoloji ve Medya İlişkisi,

İstanbul: Kriter Yayınevi.

Çebi, Murat Sadullah (1997). Haber İçeriğinin Nesnelliği Efsanesi, Ankara:

Türkiye Sosyal Araştırmalar Derneği, S: 1.

Çebi, Murat Sadullah (2002). “Günümüzde Siyasetin Medyada İnşası ve Sunumu

Üzerine Bazı Dikkatler”, İletişim, s. 14, Güz, ss. 1-33.

Çeğin, Güney ve Arlı, Alim (2004). “İdeoloji Kavramının Aşınması ve Pierre

Bourdieu’nun Kuramsal Seçenekleri”, İdeolojiler 1, Doğu Batı Düşünce

Dergisi, Ağustos- Eylül- Ekim-1, Yıl: 7, Sayı: 28, ss. 67-81, Ankara:

Doğu Batı Yayınları.

Çelik, Nur Betül (2005). İdeolojinin Soykütüğü: Marx ve İdeoloji, Ankara: Bilim

ve Sanat Yayınları.

Çeviker, Turgut (1986). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü I- Tanzimat Dönemi

ve İstibdat Dönemi (1867-1878 / 1878-1908), İstanbul: Adam

Yayıncılık.

Çeviker, Turgut (1988). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü II Meşrutiyet

Dönemi (1908- 1918), İstanbul: Adam Yayıncılık.

Çeviker, Turgut (1991). Gelişim Sürecinde Türk Karikatürü III- Kurtuluş Savaşı

Dönemi (1918- 1923), İstanbul: Adam Yayıncılık.

Çeviker, Turgut (1997). Karikatür Üzerine Yazılar, İstanbul: İris Yayıncılık.

Çoban, Barış (2006). “Louis Althusser”, 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan

Kuramcılar: Kadife Karanlık 2, Haz: Gül Batuş, Füsun Alver, M. Bilal

Arık vd., İstanbul: Su Yayınları.

Demir, Vedat (2007). Türkiye’de Medya Siyaset İlişkisi, İstanbul: Beta Yayınları.

293

Demirel, Tanel (2011). “Demokrasi ve Demokratikleşme Üzerine”, Siyaset

Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye) Ders Notları, Der:

Hamdi Turşucu ve Hamit Emrah Beriş, Ankara: AK Parti AR-GE

Başkanlığı Yayınları.

Demirkent, Nezih (1982). Sayfa Sayfa Gazetecilik, İstanbul: Altın Kitaplar

Yayınevi.

Dennis, Everette E. ve Merril, John C. (2002). Media Debates: Great Issues for

The Digital Age, 3rd Edition, Belmont-Wadsworth: Thomson

Learning.

Derdiman, Ramazan Cengiz (2006). Anayasa Hukukunun Genel Esasları ve Türk

Anayasa Düzeni, İstanbul: Alfa Aktüel Yayınları.

Devran, Yusuf (2010). Haber Söylem İdeoloji, İstanbul: Başlık Yayın Grubu.

Devran, Yusuf ve Seçkin, Gülcan (2011). “12 Eylül Referandumunun Sosyal ve

Politik Açıdan Değerlendirilmesi”, Global Media Journal, Bahar

2011, s: 2, ss. 153- 233.

Doğan, Ferruh (1984). Türk Karikatürü, İstanbul: Cumhuriyet Gazetesi Kitap 84

Eki.

Doğru Arsan, Esra (2004). “Medya-Güç İdeoloji Ekseninde Merve Kavakçı

Haberlerinin İki Farklı Sunumu”, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi,

Der: Çiler Dursun, Ankara: Elips Kitap.

Durmuş, Mehmet (2010). “Evet ya da Hayır Dayatması”, İslami Camiada

Referandum Tartışmaları, Der: Zakir Aydın, İslami Yorum e-Kitap.

Dursun, Çiler (2004). “Haberde Gerçekliğin İnşa Edilmesi Ne Demektir?”, Der: Çiler

Dursun, Haber, Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara: Elips Kitap.

Dursun, Çiler (2001). TV Haberlerinde İdeoloji, Ankara: İmge Kitapevi.

294

Eagleton, Terry (2005). İdeoloji, Çev: Muttalip Özcan, 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı

Yayınları.

Eğin, Oray (2011). İmha Planı: Medya Nasıl Çökertildi?, 7. Baskı, İstanbul:

Destek Yayınevi.

Emre Kaya, Ayşe Elif (2010). “Cumhuriyet Gazetesi’nin Kuruluşundan Günümüze

Kısa Tarihi”, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi,

2010,2 (39), ss.75-92.

Engels, Frederick (1968). Ludwing Feuerbach, Moskova: Foreign Languages

Publushing.

Erdemol, Mustafa K. (2010). Aklını Yitiren Türkiye, İstanbul: Cumhuriyet

Kitapları.

Erdin, Murat (2010). Silahsız Kuvvetler: Medya (Darbelerde Basının Ayak

Sesleri), İstanbul: Destek Yayınevi.

Erdoğan, İrfan (1999). “Dördüncü Gücün İlettiği: Amerikan Örneği”, Haz: Korkmaz

Alemdar, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar, ss. 33-42, İstanbul:

Afa Yayıncılık.

Erkman- Akerson, Fatma (2005). Göstergebilime Giriş, İstanbul: Multılıngual

Yayıncılık.

Ertan Keskin, Zerrin (2004). “Türkiye’de Haber İncelemelerinde van Dijk Yöntemi”,

Der: Çiler Dursun, Haber Hakikat ve İktidar İlişkisi, Ankara: Elips

Yayınları.

Faik, Bedii (2003). Matbuat Basın Derkeen…Medya, 4. Cilt, İstanbul: Doğan

Kitap.

Fairclough, Norman (1992). Discourse and Social Change, Cambridge: Polity

Press.

295

Fırlar, Belma ve Çelik, Murat (2010). “Gazete Reklamlarında Mizah: Türk Mizah

Reklamlarına İlişkin Tarihsel Bir Analiz, Uluslararası Sosyal

Araştırmalar Dergisi, 3/12, ss. 164-177.

Filiz, Şahin (2008). “Ahlak Felsefesinin Temel İlkeleri Perspektifinden Türkiye’de

Medya- Siyaset İlişkileri”, Ed: Zülfikar Damlapınar, Medya ve Siyaset,

2. Baskı, Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.

Fiske, John (1996). İletişim Çalışmalarına Giriş, İstanbul: İletişim Yayınları.

Fiske, John (2003). İletişim Çalışmalarına Giriş, Çev: Süleyman İrvan, 2. Baskı,

Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Foucault, Michel (2001). “Söylemin Düzeni (9-42)”, Ders Özetleri, Çev: Selahattin

Hilav, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Gardner, Richard A. (2002). “The Blessing of Living in a Country Where There are

Senryü!”: Humaor in the Response to Aum Shinrikyö”, Asian Folklore

Studies, Vol. 61. No: 1, pp. 35-75.

Gencel Bek, Mine (2003). “Yerel Politika ve Yerel Medya”, Der: Sevda Alankuş,

Medya ve Toplum, İstanbul: IPS İletişim Yayınları.

Giddens, Anthony (2009). Kapitalizm ve Modern Sosyal Teori: Marx, Durkheim

ve Max Weber’in Çalışmalarının Analizi, Çev: Ümit Tatlıcan,

İstanbul: İletişim Yayınları.

Giritli İnceoğlu, Yasemin ve Akgün Çomak, Nebahat (2009). “Teun A. van Dijk”,

Haz: Yasemin G. İnceoğlu ve Nebahat A. Çomak, Metin

Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Göker, Cemil (1993). Gülme ve Güldüren Sanat Türleri, Ankara: Kültür Bakanlığı

Yayınları.

296

Göker, Göksel ve Doğan, Adem (2011). “2010 Referandumunda Türk Basınının

Siyasal Gündemi: Hürriyet, Haber Türk, Zaman ve Yeni Şafak

Örneğiyle”, Gümüşhane Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik

Dergisi (e-GİFDER), s: 2, Eylül 2011, ss: 45-69.

Gökmen, Yavuz (1996). “Medya ve İdeoloji”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı, S:

11, Yıl: 2, ss.711-719, Ankara: Yeni Türkiye Medya Hizmetleri.

Göze, Ayferi (2000). Siyasal Düşünceler ve Yönetimler, İstanbul: Beta Yayınları.

Gözübüyük, A.Şeref (1999). Anayasa Hukuku: Anayasa Metni ve Avrupa İnsan

Hakları Sözleşmesi, Ankara: Turhan Kitabevi.

Graeme, Burton (1995). Görünenden Fazlası, Çev: Nefin Dinç, İstanbul: Alan

Yayıncılık.

Gramsci, Antonio (2007). Hapishane Defterleri, Çev: Adnan Cemgil, 5. Baskı,

İstanbul: Belge Yayınları.

Gramsci, Antonio (1997). Hapishane Defterleri Seçmeler, Çev: Adnan Cemgil,

İstanbul: Belge Yayınları.

Graux, Henry (1994). “Okuma Yazma ve Siyasal Güçlenmenin Eğitbilimi”,

Okuryazarlık, Dünyayı ve Sözcükleri Okuma, Der.: Paula Freire-

Donaldo Macedo, Ankara: İmge Yayınları.

Guiraud, Pierre (1994). Göstergebilim, Çev: Mehmet Yalçın, 2. Baskı, Ankara:

İmge Kitabevi.

Gurevitch, Michael ve Blumler, Jay G. (1997). “Siyasal İletişim Sistemleri ve

Demokratik Değerler”, Der: Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset,

Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

297

Gül, Mehmet Şener (2000). Anayasa Hukuku Açısından Kurucu Referandum,

Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek

Lisans Tezi, Ankara.

Güneri, Canan (2008). Sanat Alanı Olarak Mizah: Sanat, Mizah, Karikatür

İlişkisi Ve Türkiye’den Üç Örnek, İnönü Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Malatya.

Hall, Stuart (1999a). “Kültür Medya ve İdeolojik Etki”, Der: Mehmet Küçük, Medya

İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınları.

Hall, Stuart (1999b). “İdeolojilerin Yeniden Keşfi, Medya Çalışmalarında Baskı

Altında Tutulanın Geri Dönüsü”, Der: Mehmet Küçük, Medya

İktidar İdeoloji, Ankara, Ark Yayınları.

Hall, Stuart (2002). “İdeoloji ve İletişim Kuramı”, Der: Süleyman İrvan, Medya

Kültür Siyaset, 2. Baskı, Ankara: Alp Yayınevi.

Hançerlioğlu, Orhan (1992). Türk Dili Sözlüğü, İstanbul: Remzi Kitabevi.

Hünerli, Selçuk (1993). Türkiye’de Gazete Karikatürünün Durumu ve Siyasi

Karikatürün Söylemi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Gazetecilik

Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

Hünerli, Selçuk (2011). “Bir Muhalefet Aracı Olarak Karikatür ve Savaş Karşıtı

Karikatürler”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve

Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi

Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum:

Mega Ofset.

Haydari, Nazan (2011). “Neoliberalleşme Sürecinde Basın Karikatürleri: Çokseslilik

ve Radyo”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve

Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi

298

Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum:

Mega Ofset.

Ilgın, Leyla (2003). “Söylem ve İdeoloji’, Haz: Barış Çoban ve Zeynep Özarslan,

Söylem ve İdeoloji Mitoloji-Din-İdeoloji, ss. 285-297, İstanbul: Su

Yayınları.

Işık, Metin (2002). Türkiye ve Dünya Bağlamında Kitle İletişim Sistemleri,

Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.

Işık, Metin (2008). “Türkiye’deki İletişim Sisteminin Medya Siyaset İlişkilerine

Yansımaları”, Ed: Zülfikar Damlapınar, Medya ve Siyaset, 2. Baskı,

Konya: Eğitim Kitabevi Yayınları.

İnal, M. Ayşe (1996). Haberi Okumak, İstanbul: Temuçin Yayınları.

İnal, M. Ayşe (1997). “Haber Metinlerine Eleştirel Bir Bakış: Temel Sorunlar ve

Örnek Çalışmalar”, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık,

ss.135-164.

İnal, M. Ayşe (1999). “Medya Dil ve İktidar Sorunu: İletişim Çalışmalarında Medya

ve Siyaset İlişkisini Nasıl Tartışmalıyız”, İletişim, Gazi Üniversitesi

İletişim Fakültesi Akademik Dergisi, Sayı: 3, ss.13-36, Ankara.

İnal, M. Ayşe (2003), “Medyanın ‘Etkisi’ Sorunsalına Başka Bir Bakış”, Der: Sevda

Alankuş, Medya ve Toplum, İstanbul: IPS İletişim Yayınları.

İnam, Ahmet (Şubat 2009). “Felsefede Mizah, Mizahta Felsefe”, Olaylara Farklı

Bir Bakış Açısı: Karikatür ODTÜ’lüler Bülteni Ankara: ODTÜ

Mezunları Derneği Yayınları.

İnceoğlu, Yasemin A. ve Çomak, Nebahat A. (2009).“Teun A. van Dijk”, Der:

Yasemin Giritli İnceoğlu- Nebahat Akgün Çomak, Metin

Çözümlemeleri, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

299

İçel, Kayıhan (1986). “Günümüzde Basının Kamusal Görevleri”, Genç Gazeteciler

Eğitim Semineri, İstanbul: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

İrvan, Süleyman (2000). “Metin Çözümlemelerinde Yöntem Sorunu”, Medya ve

Kültür (3-5 Mayıs 2000, 1. Ulusal İletişim Sempozyumu

Bildirileri), Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi.

Jefferson, Thomas (1961). Thomas Jefferson’dan Seçme Parçalar, Çev: Mete

Tunçay, İstanbul: Yenilik Basımevi.

Kabacalı, Alpay (1994). Türk Basınında Demokrasi, Ankara: Kültür Bakanlığı

Yayınları.

Kabacalı, Alpay (2000). Başlangıcından Günümüze Türkiye’de Matbaa Basın ve

Yayın, İstanbul: Literatür Yayınları.

Kahraman, Leyla ve Evre, Bülent (2008). “Türkiye’deki Siyasi Parti Programlarında

“Demokrasi” Kavramlaştırmaları: Karşılaştırmalı Perspektifle AKP ve

CHP Örnek Olayı”, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 9 (1), ss.

63-80.

Kanlıgöz, Cihan (1996). “Katılımcı Demokrasi ya da İdari Usul Kanunu Hazırlığı”

Uluslararası Sempozyumu Üzerine”, Ankara Üniversitesi Hukuk

Fakültesi Dergisi, Cilt: 45, Sayı: 1–4, ss.167–183.

Kar, İsmail (1996). “Mizah-Külüt-Gülüt-Karikatür”, Karikatür ve İletişim,Ankara

Uluslararası Karikatür Festivali, Ankara: Karikatür Vakfı.

Kaya, Ayhan (2004). “İdeolojiden İdeolojiye Yolculuk: Düşüncebilimden

Kimlikbilime”, İdeolojiler 1, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Ağustos-

Eylül- Ekim-1, Yıl: 7, Sayı: 28, ss. 67-81, Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Kaya, Raşit (1999). “Medya, Toplum ve Siyaset”, Haz: Korkmaz Alemdar, Medya

Gücü ve Demokratik Kurumlar, ss. 23-32, İstanbul: Afa Yayıncılık.

300

Kaya, Raşit (2001). “Televizyon: Medyanın Amiral Gemisi ya da Globalleşmenin

Taşıyıcısı”, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık 1999:

Mahmut Tali Öngören’e Armağan, Ankara: A.Ü. Basımevi, ss.

199-206.

Kaya, Raşit (2009). İktidar Yumağı: Medya, Sermaye, Devlet, Ankara: İmge

Yayınları.

Kaya, Raşit (2009). “Türkiye Siyasal Yaşamında 1980’ler Sonrası Gelişmeler ve

Medya”, Der: Korkmaz Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün-

Bugün- Yarın, Ankara: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Karpat, Kemal H. (2009). Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, Çev: Güneş

Ayas, 3. Baskı, İstanbul: Timaş Yayınları.

Kekeç, Ahmet- Şimşek, Erdal ve Güler, Kemal (?). Tanzimat’tan Cumhuriyet’e

Cumhuriyet’ten Günümüze Yakın Tarih Ansiklopedisi, 6. Cilt,

İstanbul: Akit Yayınları.

Kırca, Levent (1996). “Mizah ve Siyaset”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı: 12,

yıl: 2, sayı: 12, ss. 1436-1437, Ankara: Yeni Türkiye Medya

Hizmetleri, Kasım- Aralık.

Kocaman, Ahmet (2009). “Dilbilim Söylemi”, Haz: Ahmet Kocaman, Söylem

Üzerine, 3. Baskı, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

Koloğlu, Orhan (2009). “1980 Sonrasında Türkiye’de Muhalif Basın”, Der: Korkmaz

Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Ankara:

Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Kongar, Emre (1986). Kültür ve İletişim, İstanbul: Say Yayınevi.

Köktener, Aysun (2004 ). Bir Gazetenin Tarihi: Cumhuriyet, İstanbul: Yapı Kredi

Yayınları.

301

Köroğlu, Beyza Nur (2009). Referandum ve Türkiye Uygulaması, Kırıkkale

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans

Tezi, Kırıkkale.

Köse, Aynur (2011). “1980’lere Mizah Üzerinden Bir Bakış: Gırgır Dergisi Örneği”,

Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah

Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi

Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.

Kubalı, Hüseyin Nail (1971). Anayasa Hukuku, İstanbul: İstanbul Üniversitesi

Yayınları.

Laçiner, Ömer (Ekim 2010). “Yeni Bir Dönemin Eşiğinde”, Birikim, S: 259.

Lang, J.C. ve Lee, C.H. (January, 2010). “Workplace humor and organizational

creativity”, The International Journal of Human Resource

Management, Vol.21, No: 1.

Lasswell, Harold (1960). “The Structure and Function of Communication in

Society”, Ed: W. Schramm, Mass Communications, Urbana: University

of Illinois Press.

Lefebvre, Henri (1996). Marx’ın Sosyolojisi, Çev: Selahattin Hilav, 3. Baskı,

İstanbul: Sorun Yayınları.

Lenin, Vladimir (1963). Selected Works, Cilt: 1, Moskova: Foreign Languages

Publushing.

Lukacs, Georg (1971). History and Class Consciousness, Londra: Merlin Press.

Lull, James (2001), Medya İletişim Kültür, Çev: Nazife Güngör, Ankara: Vadi

Yayınları.

Mahçupyan, Ethen (2011). “Türkiye’nin Siyaset Yelpazesi: Sağ ve Sol”,

Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 15.

302

Mannheim, Karl (2009). İdeoloji ve Ütopya, Çev: Mehmet Okyayuz, Ankara: De ki

Basım Yayım.

Marcuse, Herbert (1997). Tek Boyutlu İnsan, İstanbul: İdea Yayınevi.

Mardin, Şerif (2008). Din ve İdeoloji, 17. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

Mardin, Şerif (2009). İdeoloji, 13. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.

Marx, Karl ve Engels, Frederick (1999). Komünist Parti Manifestosu, Çev: Yılmaz

Önay, İstanbul: Evrensel Yayınları.

Marx, Karl ve Engels, Frederick (2011). Alman İdeolojisi, Çev: Emir Aktan,

Ankara: Alter Yayıncılık.

Matsusaka, John G. (2008). “Direct Democracy and the Executive Branch”, Ed:

Shaun Bowler and Amihai Glazer, Direct Democracy’s Impact on

American Political Institutions, pp.115-135, New York: Palgrave

Macmillan.

Mclellan, David (2009). İdeoloji, Çev: Barış Yıldırım, 2. Baskı, İstanbul: İstanbul

Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Mctıghe, Sheila (January 1993). “Perfect Deformity, Ideal Beauty, and the

"Imaginaire" of Work: The Reception of Annibale Carracci's "Arti di

Bologna" in 1646, by Sheila McTighe”, The Oxford Art Journal,

England: Oxford University Press.

Mc Quail, Denis (1992). Media Performance: Mass Communication and The

Public Interest, London: Sage Publications.

Meyer, Thomas (2002). Medya Demokrasisi (Medya Siyaseti Nasıl

Sömürgeleştirir), Çev: Ahmet Fethi, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür

Yayınları.

303

Mora, Necla (2008). Medya Çalışmaları Medya Pedagojisi ve Küresel İletişim,

Ed: Cem Uçan, İstanbul: Altkitap.

Mumby, Dennis K. (2005). “İdeoloji ve Anlamın Toplumsal İnşası: Bir İletişim

Bakış Açısı”, Doğu Batı, Çev: Çiler Dursun, Kasım-Aralık-Ocak 2004-

2005, ss.123-141.

Mutlu, Erol (2008). İletişim Sözlüğü, Beşinci Basım, Ankara: Ayraç Kitapevi.

Nişanyan, Sevan (2003). Sözlerin Soyağacı, Çağdaş Türkçenin Etimolojik

Sözlüğü, 2. Basım, İstanbul: Adam Yayınları.

Oral, Tan (1989). “Kuyruğu Dik Tutmak”, Hürriyet Gösteri Dergisi, Nisan 1989.

Oral, Tan (1998). Yaza Çize, İstanbul: İris Koleksiyonu.

Öğün Emre, Perrin ve Çavdar, Ayşe (2011). “Yeni Muhalefet Eski Dil: Bir Siyasal

İletişim Aracı Olarak Mizah”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin

Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi

İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs

2010, Erzurum: Mega Ofset.

Öksüz, Onur (2007). “Kamuoyu Oluşum Sürecinde Basın-Siyaset Etkileşiminin Etik

Açıdan Değerlendirilmesi: Kıbrıs Müzakerelerinin Hürriyet

Gazetesinde Sunumu”, Selçuk İletişim, 5, 1, ss. 66-81.

Öner, Şerif (2005). “Katılımcı Demokrasi Açısından Belediye Kanunu”, Ed. Hüseyin

Özgür ve Muhammet Kösecik, Yerel Yönetimler Üzerine Güncel

Yazılar - 1 Reform, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.

Öngören, Ferit (1984). “Türk Mizah ve Karikatürü”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye

Ansiklopedisi, cilt: 5, İstanbul: İletişim Yayınları.

Özdiş, Hamdi (2004). Tanzimat Devri Mizah Gazetelerinde Batılaşma ve

Toplumsal Siyasal Eleştiri: Diyojen (1870- 1873) ve Çaylak (1876-

304

1877) Üzerinde Bir Araştırma, Hacettepe Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

Özer, Atilla (1985). Karikatürün Reklamlarda Kullanımı, Anadolu Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,

Eskişehir.

Özer, Atilla (1994). İletişimin Çizgi Dili Karikatür, Eskişehir: Anadolu

Üniversitesi Yayınları.

Özer, Atila (2003). Karikatür ve Karikatürcü Hakları: Karikatür-Sosyoloji ve

İnsan Hakları, Ankara: Karikatür Vakfı Yayınları.

Özer, Atilla (2007). Karikatür Yazıları, Eskişehir: Anadolu Üniversitesi Yayınları.

Özer, Ömer (2011). Haber Söylem İdeoloji: Eleştirel Haber Çözümlemeleri,

Konya: Literatürk Yayınları.

Özer, Yalçın (1996), “Basında Siyasi Yozlaşma”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı

I, Yıl:2, Sayı:11, Ankara.

Özhan, Taha- Ete, Hatem ve Bölme, Selin M. (2011). SETA Analiz: 2010’da

Türkiye, SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı),

S:32, Ankara.

Özocak, Gürkan (2011). “Türkiye’de Siyasi İktidarın Mizahla İmtihanı: İfade

Özgürlüğü ve Karikatür”, TBB Dergisi, s. 94, ss. 261- 294.

Özünlü, Ünsal (1999). Gülmecenin Dilleri, Ankara: Doruk Yayınları.

Özyiğit, Ercan (2008). Toplumsal İktidar ve Medya: Gazi Mahallesi Olaylarının

Basında Sunumu, İstanbul: Birey Yayıncılık.

Parsa, Seyide ve Parsa, Alev (2004). Göstergebilim Çözümlemeleri, İzmir: Ege

Üniversitesi Basımevi.

305

Pettid, Mıchael J. (2003). “May the Gods Strike You Dead! Healing Through

Subversion in Shamanic Narratives”, Asian Folklore Studies, Vol. 62,

No: 1, pp.113-132.

Pirim, Oktay (1996). “Medya ve Dil”, Yeni Türkiye Medya Özel Sayısı: 12, Yıl: 2,

Sayı: 12, ss. 1415-1417, Ankara: Yeni Türkiye Medya Hizmetleri,

Kasım- Aralık.

Poyraz, Bedriye (2002). Haber ve Haber Programlarında İdeoloji ve Gerçeklik,

Ankara: Ütopya Yayınevi.

Potter, Jonathan ve Whetherel, Margaret (1992). Discourse and Social Psychology,

CA: Sage.

Ramonet, Ignacıo (2000). Medyanın Zorbalığı, Çev: Aykut Derman, İstanbul: Om

İletişim Yayınları.

Rifat, Mehmet (2009). Göstergebilimin ABC’si, 3. Baskı, İstanbul: Say Yayınları.

Rigel, Nurdoğan (2000). Haber, İstanbul: Der Yayınları.

Rigel, Nurdoğan (2005). “Lacan’ın Çekiciyle Put Kırmak: Slavoj Zizek”, Haz:

Nurdoğan Rigel, Gül Batuş vd. 21. Yüzyıl İletişim Çağını Aydınlatan

Kuramcılar: Kadife Karanlık, 2. Baskı, İstanbul: Su Yayınevi.

Rivers, William L. (1982), The Other Government: Power and the Washington

Media, New York: Universe Books.

Rosen, Michael (1996). On Voluntary Servitude: False Consciousness and the

Theory of Ideology, Cambridge: Polity Press.

Rubin, Richard (1981), Press, Party and Presidency, London: Norton Press.

Sancar Üşür, Serpil (1997). İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan

Söyleme, Ankara: İmge Kitabevi.

306

Sancar Üşür, Serpil (2008). İdeolojinin Serüveni: Yanlış Bilinç ve Hegemonyadan

Söyleme, 2. Baskı, Ankara: İmge Kitabevi.

Sanders, Barry (2001). Kahkahanın Zaferi: Yırtıcı Tarih Olarak Gülme, Çev:

Kemal Atakay, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

Saussure, Ferdinand de (1979). Genel Dilbilim Dersleri, Çev: B. Vardar, Ankara:

Türk Dil Kurumu Yayınları.

Sayın, Ali Kemal (2011). “Anayasa Değişiklikleri ve Çalışma Yaşamına

Yansımaları”, Sosyal Siyaset Konferansları, S:61, 2011/1 ss. 518-527.

Schudson, Michael (1994). “Haber Üretiminin Sosyolojisi”Çev: Abdülrezak Altun-

Meltem Ağduk Gevrek, İLEF Yıllık, Ankara Üniversitesi İletişim

Fakültesi Yayınları.

Seo, Myeong-Gu ve Creed, W.E. Douglas (2002). “Institutional Contradictions,

Praxis and Institutional Change: A Dialectical Perspective”, Academy of

Management Review, 27 (2), pp. 222-247.

Selçuk, Turhan (1998). Grafik Mizah, Der: Turgut Çeviker, İstanbul: İris

Yayıncılık.

Severin, W. J. ve Tankard, J. W. (1994), İletişim Kuramları (Kökenleri,

Yöntemleri ve Kitle İletişim Araçlarında Kullanımları, Çev: Ali Atıf

Bir ve Serdar Sever, Eskişehir: Kibele Sanat Merkezi.

Sevinçli, Efdal (Mart 1985). “Edebiyat Tarihimizde Gülmecenin, Yerginin Varlığı”,

Hürriyet Gösteri Dergisi, S: 52, ss. 69.

Seyhan, Salih (2011). “II. Meşrutiyet Döneminde Yayınlanan Mizah Gazetesi:

Karagöz”, Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve

Medyada Mizah Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal

İletişim Kongresi Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega

Ofset.

307

Shoemaker, Pamela ve Reese, Stephen D. (2002). “İdeolojinin Medya İçeriği

Üzerindeki Etkisi”, Der: Süleyman İrvan, Medya Kültür Siyaset, 2.

Baskı, Ankara: Alp Yayınevi.

Sholle, J. David (1994). “Eleştirel Çalışmalar: İdeoloji Teorisinden İktidar ve

Bilgiye”, Der: Mehmet Küçük, Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark

Yayınları.

Sönmez, Mustafa (2010). Medya, Kültür, Para ve İstanbul İktidarı, İstanbul:

Yordam Kitap.

Sözen, Edibe (1996). “Haber Söylemi ve İdeoloji”, Yeni Türkiye Medya Özel

Sayısı: 12, yıl: 2, sayı: 12, ss. 1543-1548, Ankara: Yeni Türkiye

Medya Hizmetleri, Kasım- Aralık.

Sözen, Edibe (1999). Söylem, İstanbul: Paradigma Yayınları.

Sutherland, Max ve Sylevester, Alice K. (2000). Advertising and the Mind of the

Consumer, St. Leonidas, Australia: Griffin Press.

Sümer, Necdet (2005). Karikatür Sanatının Doğası Üzerine, Karikatür ve Felsefe,

www.felsefesinifi.com.

Şahbaz, İbrahim (2006). Yarı Doğrudan Demokrasi Kurumu Olarak

Referandum ve Türkiye, Ankara: Yetkin Basım Yayım ve Dağıtım.

Şenyapılı, Önder (2003). Neyi, Neden, Nasıl Anlatıyor? Karikatür Kim, Niye

Çiziyor?, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

Tanrıverdi, Yusuf (2010). “Eylül Karanlığına Bir Mum Yakmak”, Der: Zakir Aydın,

İslami Camiada Referandum Tartışmaları, İslami Yorum e-Kitap.

Tek, Hayati (2007). Darbeler ve Türk Basını, 3. Baskı, Ankara: Elips Yayınları.

308

Tellan, Bülent (2009/a). “Ali Naci Karacan ve Milliyet”, Der: Korkmaz Alemdar,

Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Ankara: Gazeteciler

Cemiyeti Yayınları.

Tellan, Bülent (2009/b). “Cumhuriyet’in Gazetesi Cumhuriyet”, Der: Korkmaz

Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın, Ankara:

Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Tellan, Bülent (2009/c). “Cumhuriyet Olayı: Kemalistler Cemalistlere Karşı”, Der:

Korkmaz Alemdar, Türkiye’de Kitle İletişimi Dün- Bugün- Yarın,

Ankara: Gazeteciler Cemiyeti Yayınları.

Tellan, Derya ve Tellan, Tolga (2011). “Mizah, Karikatür ve Seri Anlatı: Çocuk

Karakter Kullanımı Örneğinde Tuğçe”, Ulusal İletişim Kongresi

Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah Olgusu, Atatürk

Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi Bildiri Kitabı,

13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.

Temiztürk, Hakan (Ocak 2009). “Türkiye’de Ordunun Siyasete Müdahale Geleneği

ve Basın: 27 Nisan 2007 Muhtırasından Önce ve Sonra”, Erciyes

Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi Akademia, Cilt: 1, Sayı: 1, ss.

6- 26.

Tezcan, Demet (2010). “Referandum 12 Eylülle Yüzleşme Günüdür”, Der: Zakir

Aydın, İslami Camiada Referandum Tartışmaları, İslami Yorum e-

Kitap.

Tokgöz, Oya (2003). Temel Gazetecilik, Ankara: İmge Kitabevi Yayınları.

Tokgöz, Oya (1991-1992), “Medya’da Birikim, Tekelleşme ve Sorunları”, Ankara

Üniversitesi BYYO Yıllığı Şevket Evliyagil’e Armağan, Ankara.

Tokmakçıoğlu, Erdoğan (2011). Türk Basın Tarihi, Ankara: İsim Yayınları.

Topuz, Hıfzı (1984). Dünyada Karikatür Akımları, Milliyet Sanat Dergisi, S.93.

309

Topuz, Hıfzı (1986). İletişimde Karikatür ve Toplum, Eskişehir: Anadolu

Üniversitesi Yayınları.

Topuz Hıfzı (1997). Başlangıcından Bugüne Dünya Karikatürü, İstanbul: İnkılap

Kitapevi.

Topuz, Hıfzı (2003). II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, 2. Basım,

İstanbul: Remzi Kitabevi.

Tuncel, Işık ve Bahtiyar, Mutlu (2005), “Mizahın Gerçek Yeri Neresi?”, Ed. M. Bilal

Arık, Türk Basınına Eleştirel Bir Bakış Denemesi: Kral Çıplak,

Konya: Tablet Kitabevi.

Tunç, Aslı (2000). Beyond the Line: The Situation of Editorial Cartoonists as a

Press Freedom Issue in Post-1980 Turkey, Dissertation, Temple

University.

Uğur, İmran (2007). Televizyon Reklamlarında Mizahın Kullanımı, Selçuk

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ana

Bilim Dalı Yayınlanmamış Doktora Tezi, Konya.

Ulagay, Osman (2012). Türkiye Kime Kalacak?, 9. Baskı, İstanbul: Doğan Kitap.

Ersoy, Ali Ulvi (2001). “Gazete Karikatürü ve Aykırı Düşünceler”, Mizah Kültürü,

Ağustos, S. 8 (1998).

Urhan, Veli (2000). Michel Foucault ve Arkeolojik Çözümleme, İstanbul:

Paradigma Yayınları.

Uzun, Coşkun (2010). “Referanduma Bakış”, İslami Camiada Referandum

Tartışmaları, Der: Zakir Aydın, İslami Yorum e-Kitap.

Ülkü, Güler (2004). “Söylem Çözümlemesinde Yöntem Sorunu ve van Dijk

Yöntemi”, Der: Çiler Dursun, Haber Hakikat ve İktidar İlişkisi,

Ankara: Elips Yayınları.

310

van Dijk, Teun A. (1988). News as Discourse, New Jersey: Lawrence Earlbaum

Assaciates Publication.

van Dijk, Teun A. (1993). “The Interdisciplinary Study of News As Discourse”, Ed.

Klaun Bruhn Jensen and Nicholas W. Jankowski, Handbook of

Qualitative Methodologies For Mass Communication Research,

London: Routledge.

van Dijk, Teun A. (1993). “Principles of Critical Discourse Analysis”Dıscourse and

Socıety, London: Newbury Park and New Delhi Publication.

van Dijk, Teun A. (1999). “Söylemin Yapıları ve İktidarın Yapıları”, Der: Mehmet

Küçük, Medya İktidar İdeoloji, Ankara: Ark Yayınları.

van Dijk, Teun A. (2003). “Söylem ve İdeoloji Çok Alanlı Bir Yaklaşım”, Haz: Barış

Çoban ve Zeynep Özarslan, Söylem ve İdeoloji Mitoloji-Din-İdeoloji,

Çev: Barış Çoban, Zeynep Özarslan ve Nurcan Ateş, s. 13-112, İstanbul:

Su Yayınları.

van Dijk, T. A. (2003/b). “Critical discourse analysis. D.Schiffrin”, Ed. D. Tannen,

& E. H. Hamilton, In The Handbook of Discourse Analysis, pp. 352-

372, Oxford: BlakwellPublishing.

van Dijk, Teun A. (2007). “Medya İçerikleri: Bir Söylem Olarak Haberin Disiplinler

Arası Çözümlemesi”, Der: Ümit Atabek ve Gülseren Şendur Atabek,

Medya Metinlerini Çözümlemek: İçerik Göstergebilim ve Söylem

Çözümleme Yöntemleri, Ankara: Siyasal Kitabevi.

Vardar, Berke (1983). XX. Yüzyıl Dilbilimi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Yağlı, Soner (2009). “Direne (meye)n Aktörlerin Galibiyetsiz Savaşımı: Gerçeklik

ve Medyadaki İnşası”, Ed: İsmet Parlak, Medyada Gerçekliğin İnşası:

Türk Medya Söylemine Eleştirel Bir Bakış, Konya: Çizgi Kitabevi.

311

Yanardağ, Merdan (2008). Medya Nasıl Kuşatıldı: Emin Çölaşan- Aydın Doğan

Tartışması ve Medyanın Ekonomi Politiği, İstanbul: Siyah Beyaz

Kitap.

Yaylagül, Levent (2008). Kitle İletişim Kuramları: Egemen ve Eleştirel

Yaklaşımlar, 2. Baskı, Ankara: Dipnot Yayınları.

Yaylagül, Levent ve Çiçek Cengiz (2010). "Türkiye'de Hükümet ve Medya İlişkileri:

AKP ve Doğan Grubu Örneği". Almanak 2009 Analizleri, ss. 403-

421, İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı Yayınları.

Yaylagül, Levent ve Çiçek, Cengiz (2011/a). “12 Eylül 2010 Referandum Sürecinin

Türkiye’deki Yazılı Basında Sunumu”, Folklor/Edebiyat,Sayı: 68.

2011 / 4. ss. 85-120.

Yaylagül, Levent ve Çiçek, Cengiz (2011/b). "AKP, Referandum ve Yandaş Basında

Demokratikleşme Söylemi", Haz.: Serap Korkusuz Kurt, Almanak

2010 Analizleri, ss. 246-270. İstanbul: Sosyal Araştırmalar Vakfı

Yayınları.

Yazıcı, Serap (2009). Yeni Bir Anayasa Hazırlığı ve Türkiye, İstanbul: İstanbul

Bilgi Üniversitesi Yayınları.

Yengin, Deniz (2011). “İletişim Aracı Olarak Karikatürde Komik Şiddet Kullanımı”,

Ulusal İletişim Kongresi Gülmenin Arkeolojisi ve Medyada Mizah

Olgusu, Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Ulusal İletişim Kongresi

Bildiri Kitabı, 13-15 Mayıs 2010, Erzurum: Mega Ofset.

Yeşilorman, Mehtap (2008). “Halkın İradesi Bağlamında Halkoylamaları: Bir Hukuk

Sosyolojisi Denemesi”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arşivi, S: 22, ss.

191-220.

Yılmaz, M. Abdullah (2010). Dil Zekâsı, İstanbul: Sistem Yayıncılık.

312

Yılmaz, Murat (2010). SETA Analiz: 2010 Referandumu Siyasi Partilerin

Tutumları, SETA (Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı),

S:28, Ankara.

Yılmaz, Serdar Bülent (2010). “Cürmünden Fazlasını Yakan Bir Tartışma:

Referandum”, Der: Zakir Aydın, İslami Camiada Referandum

Tartışmaları, İslami Yorum e-Kitap.

Yoltaş, Niyazi (1984). Karikatür Sanatı, İstanbul: Varlık Dergisi.

Yücel,Yonca Güneş (2008). 1972-1980 Yılları Arasında Bir Mizah Dergisi:

Gırgır’da Yoksulluk Temsiliyetleri, Kocaeli Üniversitesi Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli.

Zeyrek, Deniz (2009). “Söylem ve Toplum”, Haz: Ahmet Kocaman, Söylem

Üzerine, 3. Baskı, Ankara: ODTÜ Yayıncılık.

Zizek, Slavoj (1991). The Sublime Object of Ideology, Londra ve New York: Verso

Press.

Zizek, Slavoj (2008). İdeolojinin Yüce Nesnesi, Çev: Tuncay Birkan, İstanbul:

Metis Yayınları.

Zürcher, Erik Jan (1995). Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İstanbul: İletişim

Yayınları.

--------- (1984), Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul: İletişim

Yayınları.

---------- (1986), Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, İstanbul:

İletişim Yayınları.

Ana Brittannica Genel Kültür Ansiklopedisi (1986). Cilt: 12, İstanbul: Ana

Yayıncılık.

313

Meydan Larousse Ansiklopedileri, Cilt: 10-11-14.

Şahabettin, Cenap. Akbaba, 20 Haziran 1963

İNTERNET

Bostancı, Naci (2012). “Kısa Bir Medya-Siyaset İlişkisi Tarihi”,

http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=427, Haziran 2012.

Erişim Tarihi: 04 Mart 2012.

Çopur, Hakan (2010). “Türk Medyasında Sözün Özü Var mı?”,

http://www.setav.org/public/yazdir.aspx?Dil=tr&hid=52866, Ekim 2010.

Erişim Tarihi, 2 Eylül 2011.

Çopur, Hakan (2011). “Yeni Türkiye ve Medya”,

http://www.setav.org/public/HaberDetay.aspx?Dil=tr&hid=79498&q=%

E2%80%9Cyeni-turkiye%E2%80%9D-ve-medya 10 Mayıs 2011.

Erişim Tarihi: 11 Aralık 2011.

Ersoy, Ruhi (2010). “Referandumdan Neden Evet Çıktı?”,

http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=referandumdan-

neden-evet-cikti-&id=7500, 17-09-2010, Erişim Tarihi: 03 Ocak 2012.

Görmüş, Alper (2012). “Türkiye’de Medya ve Siyaset İlişkilerinin Kırılma

Dönemleri”, http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=428,

Haziran 2012, Erişim Tarihi: 24 Mart 2012.

Karacabey, Mehmet (2010). “Referandum Sonucu ve Siyasi Partilerin Performansı”,

http://www.ajans5.com/detay/2010/09/13/referandum-sonucu-ve-

siyasi-partilerin-performansi-analiz.html, 03-09-2010, Erişim Tarihi:

03 Mart 2012.

Küçükyılmaz, M. Mücahit (2010). “Referanduma giderken 12 Eylül’ün

Hatırlattıkları”, http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=602,

09 Mart 2010. Erişim Tarihi: 27 Ocak 2012.

314

Küçükyılmaz, M. Mücahit (2012). “Bu Sene Referandum Bayrama Denk Düştü”,

http://www.mostar.com.tr/Detay.aspx?YaziID=579, Haziran 2012,

Erişim Tarihi: 27 Ocak 2012.

Şaşkal, Ohannes (1978). “Karikatürün Dili”,

http://www.atilaozerkarikaturevi.com/1989/05/bir-iletişim-sanatı-

olan-karikaturun.html, Erişim Tarihi: 10 Ekim 2012.

Önkibar, Sabahattin (2011). “Medyasız Muhalefet”,

http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/yazargoster.php. Erişim Tarihi:

29-05-2012.

Özer, Atilla(2004). “Karikatür, Popüler Kültür ve Popüler Karikatür”,

http://www.anadolu.edu.tr./aozer/makaleler/10.html. Erişim Tarihi: 20

Eylül 2011.

Özkır, Yusuf (2010).“Muhafazakâr Medya ve Referandum”,

http://www.milligazete.com.tr/makale/muhafazak%C3%A2r-medya-

ve-referandum-177544.htm, 23 Eylül 2010. Erişim Tarihi: 02 Şubat

2012

http://tr.wikipedia.org, Erişim Tarihi: 03-03-2012

http://tr.wikipedia.org/wiki/Referandum, Erişim Tarihi: 05.02.2011.

http://www.ysk.gov.tr/ysk/docs/2010Referandum/KesinSonuc/Sonuc.pdf, Erişim

Tarihi: 14. 01. 2011.

http://www.referandum.org/eski-referandumlar, Erişim Tarihi: 29.12.2011.

http://www.tdk.gov.tr. Erişim Tarihi: 05.02.2011.

http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=referandumda-neden-34hayir-

34-demeliyiz&id=7047 Erişim Tarihi: 07.04.2012.

315

http://www.ozgurmedya.org.articledetail.asp?AuthorID. Erişim Tarihi: 07.08.2012.

GAZETELER

01 Eylül- 01 Aralık 1982 Cumhuriyet

01 Eylül- 01 Aralık 1982 Güneş

01 Eylül- 01 Aralık 1982 Tercüman

01 Temmuz- 01 Ekim 2010 Cumhuriyet

01 Temmuz- 01 Ekim 2010 Milliyet

01 Temmuz- 01 Ekim 2010 Zaman

Hüseyin Gülerce, Zaman, 10 Eylül 2010

Ali Bulaç, Zaman, 13 Eylül 2010, s.23

Ali Ünal, Zaman, 6 Eylül 2010, s.21

Hüseyin Gülerce, Zaman, 10 Eylül 2010, s.21

Yakup Kepenk, ‘Hayır Kavşağı’, Cumhuriyet, 6 Eylül 2010, s.15.

Enis Coşkun, Büyülü Elma Referandumu, Cumhuriyet, 6 Eylül 2010, s.2.

Güray Öz, ‘Hayır’, Cumhuriyet, 8 Eylül 2010, s.6.

Oktay Akbal, ‘Hayırda Hayır Vardır’, Cumhuriyet, 9 Eylül 2010, s.2.

Orhan Bursalı, ‘Hayırlı Bayramlar’, Cumhuriyet, 9 Eylül 2010, s.6.

Ataol Behramoğlu, ‘Sivil Dikta Anayasasına Hayır’, Cumhuriyet, 11 Eylül 2010, s.6.

Ümit Zileli, ‘Bin Kere Hayır’, Cumhuriyet, 9 Eylül 2010, s. 14.

316

Hasan Cemal, www.milliyet.com, 13 Eylül 2010

Diken, 30 Ekim 1918, S.1.

“İletişimin En Kestirme Yolu Karikatür”, Milliyet Gazetesi, 30 Ocak 1998.