Upload
selcuk-sarici
View
57
Download
0
Embed Size (px)
Citation preview
www.eskikitaplarim.com
TURKISTANDA MÜSLÜMAN OLAN
İLK TÜRK HÜKÜMDARLARI
Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı
İ s ta n b u l 1988
www.eskikitaplarim.com
Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, 56
Milli N ıı.: 88.34.Y.0147.56
ISBN 975-498 015-2
BU ESER
Bakanlar kurulunun 20/7/1980 tarih ve 8/1307 sayılı kararıyla kamu yararınahizmet verdiği kabul edilerek vergi muafiyeti tanınmış bulunan TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI tarafından hazırlanmıştır.
Her hakkı mahfuzdur. TÜRK DÜNYASI ARAŞTIRMALARI VAKFI’ nın müsaadesi olmaksızın tamamen, kısmen veya her hangi bir değişiklik yapılarak iktibas edilemez.
Türk Dünyası Araştırmaları VakfıYHI.IK; TEKİN DİZGİ MERKEZİ’nde dizilmiş ve baskıya hazırlanmıştır.
Baskı: PAMUK OFSET
Haberleşme Adresi: I'.K. 94 Aksaray-İSTANBUL
Telefonlar: 511-10-06- 511-18-53
SUNUŞ
Çok kıymetli kardeşim, çalışkan ilim adamı Prof. Dr. Zekeriya Kİ- T A P Ç I’ntn TÜ R K İSTA N ’D A İLK M Ü SLÜ M A N TÜRK HÜKÜMD A R L A R I adlı bu kitabını yayın lam aktan sonsuz m em nun luk duymaktayım. Zekeriya K İT A P Ç I’nın daha evvel neşrettiğimiz “Haz- ret-i Peygamberimizin Hadislerinde Tiirkler” adlı kitabı gibi bu kitabın da, hem müneverlerimiz arasında ve hem de ilim âleminde yakın ilg göreceğine inanmaktayım. Vakfıma, kısa sürede tükenen Hazret-i Peygamberimizin Hadislerinde Tiirkler kitabını yeniden baskıya hazırlamıştır. Ç ok genişletilmiş, adet a yeniden yazılmış şekliyle hazırlanan bu eser içinde Prof. Dr. Zekeriya K İTA P Ç I’ya sam im i şekilde şahsım adına, vakfım adına ve ilim adına şükran borçluyum.
Bu kitabı vakfımız da Candan TA T L I dizdi, Mulıiddin N A L B A N - TO Ğ LU tashih etti ve Zekeriya K İTA P Ç I’nm oğlu H akan KİTAPÇI da bilgisayarda düzenlemesini yaptı. Bu kitabınyayınlanmastnın ne dem ek olduğunu iyi bilen bir insan olarak bu gönüllü emeğin gönül insa - nı sahiplerini de şükranla kaydediyorum.
İlme ve hayra, çalışan ve çalışmaktan zevk alan biiıün mensuplarımıza sonsuz teşekkürlerimle,
Prof. Dr. Turan Y A Z C A N
TÜRK D Ü NYASI A R A ŞT IR M A L A R I VAKFI
G E N EL B A ŞK A N I
O N S O Z
O rta-A sya A rap fetihleri ve İslâmiyetin T ürk yurtlarında yayılması, sadece T ürk T arihinin değil, İslâm ve dünya tarihinin de önemli olaylarından biri ve belki de b r dönüm noktasıdır. Z îra O rta-A sya A rap fetihleri ve dolayısıyla İslâmiyctle tem asa g e çen Türkler, b ir kan ve ateş kasırgası içinde başlayan bu m ünasebet ve çetin m ü cad elelerden sonra m üslüm an olm uşlardır.
İslâm D ininin T ürk tarih ve toplum unda, bunun tam aksine Türklerin İslâm T arih ve m illetleri cam iasında hiç b ir m illete nasip olmayan son derece m üm taz ve şerefli bir yeri vardır. Dünyada hiç bir din, İslâm Dini kadar T ürk milleti ve O nun kültürel ve sosyal yapısına tesir etm ediği gibi, bunun aksine olarak hiç b ir millet de TüFkler kadar İslâm T arih ve m illetleri hayatında önem li bir rol oyııamamışdır. T ü rk ler lider bir m illet olarak bu cam ianın yaklaşık on asır zinde ve vurucu gücünü oluşturm uşlardır.
T ü rk le r’iıı İslâm D inine girm elerinin, O rta Doğu için de önem li b ir dönüm n o k ta sı olduğunusöylem işlik. Z îra merkezi hilâfetin; otoritesin i tam am en kaybettiği,Şiiliğin b ir devlet haline geldiği, Sünni doktirinin artık yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya o ld u ğu, İslâm alem inin fikri, idâri, askerî, siyâsî bakım lardan tam am en bir başı bozukluk i- çiııdc b ir anarşi dönem i yaşadığı, m üslüm an aydınların artık bir yeis ve ümidsizlik içinde çırpınıp durdukları bir ortam da, İslâm dünyası ufkunda boy gösteren bu m ü slüman T ürkler, bir kurtarıcılar ordusu olarak beklenip durm uşlardı. O nlar İslâm diiıı - yasma işte böyle bir izzet ve ikbal içinde girmişlerdir. Dunun İslâm milletleri içi n ne kadar önemli bir gelişme olduğu, her türlü izalıtar varestedir.
Bu bir bakım a insanlık tarihi için de böyle olm uştur. T ürk ler m üslüm an olup da O rla-D oğu ve eski hilâfet ülkelerine hakim ve İslâm m illetlerinin lideri olduktan so n ra, dünya siyâsî, askerî ve ekonom ik konjoktüründe İslâm dininin lehine büyük d eğ iş- m elero lm uştur. İlk ve O rta çağlardanberi alışıla gelmiş olan bu sosyal ve siyâsîdengeler tam am en değişmiş, yeni bir düzen kurulm uş ve bu yeni düzende İslâm Dini T ürk ler sayesinde, gücüne hiç bir din ve siyâsî kuruluşun ulaşamayacağı m üstesna b irsa tvel, a- zam et ve ihtişam a kavuşmuştur. Asrı Saadet hariç, İslâm Dini, l.i m e v î I e r ve A b b a s î I e r de dahil Türklerdcıı önce hiç bir devirde böylesinc ulu bir azam et ve yüce bir ihtişam a asla ulaşamamıştır.
Böylesinc önemli oluşum ve gelişim lere yol açan İslâm Dini ve O nun T ürk ler a r a sında yayılışı halâ bir muam m a halindedir. Bu hususta şimdiye kadar hiç bir ciddi ça lışma yapılmadığı gibi, yazılanlar da son derece sathî, tatm in edici olm aktan ve bir ihtiyaca cevapvenııekten uzak, fakat lıamâsî b iredâ ile m illîgururum uzu okşam ak için kalem e alınmış bir kaç m akaleden ibarettir. Ü stelik bu kabil m akalelerde T ürklcr'in m üslüm an olm aları ile ilgili o larak ortaya atılan fikirler ve ileri sürülen görüşlerin re alite ile hiç bir ilgisi yoktur.
Fakat, son senelerde bu sahalarda gayretli yayınlar yapılm akladır. Bu gayretli ça - lışma ve yayınlarla T ürk ler arasında İslâmiyetin yayılışı muamması çözülmeye ve bu kalın perde yavaş yavaş aralanm aya başlam ıştır. D ünün meçhul kalmış hakikatleri ve bu büyük oluşum , bugün ilmin feyizli ışığı ile artık aydınlatılm aktadır. Müellif, bu yönde ve kendi çalışmalarına bir başlangıç olm ak üzere; "Y eni İslâm Tarihi ve T ürk istan”, "H z. Peygam berin I indislerinde T ürk ler” ve “Türk A skerî Varlığının O rta Doğuda İlk Z uhuru" adındaki eserlerini neşrctm işlir.
O nun bu sahalardaki diğer ese ri“Türkistanda İslâmiyet ve T iirk ler” olm uştur. O, bu araştırm asında, ilk defa T ürkistan’ın büyük şehirlerinde ve T ürk ler arasında İslâm iyet üzerinde durm uş, bu yönde gösterilen gayretler, İslâmiyetin rakîp dinlerle olan m ücadeleleri. A rap idaresinin bu gelişm eler karşısında bazaıı ürkütücü, bazan da k o r
kutucu durum larını e le almış ve bu yöndeki gelişm elerle ilgili o larak başka yerlerde görülm eyen geniş açıklam alarda bulunm uştur.
O rta-A sya ve T ürk yurtlarının ilk fetih yıllarında İslâm D in ine rağbet eden ler sa dece bu m uharip T ü r k U n s u r u v e yerli halk da değildir. A ristokrat tabakaya men - sup b ir çok kim se ve bu arada m ahallî T ü r k H a n l a r ı ’ nın nerede ise hem en hepsi m üslüm an olm uşlardır. İşte yazar, bu konularda yaptığı çalışm aların bir devamı o la rak T ü r k i s t a n d a M ü s l ü m a n O l a n İ l k T ü r k II ü k ü m d a r l a r ı ve O n ların dini hayatlarını hazırlam ıştır. M üslüm an olan T ürk hüküm darlar silsilesinin şüphesiz ilk isimlerini teşkil eden bu hüküm darların şimdiye kadar ne siyâsî m ücade - leleri, ne İslâm î şahsiyetleri gün ışığına çıkarılarak aydınlatılm ış değildir. Bu çalışma i- le T ürk istanda ilk devirlerde, m üslüm an A rap fetihlerini takib eden yıllarda ihtida etm iş bu T ürk hüküm darlarının isimleri, onların dini durum ları, m üslüm an A rap v a lilerle o lan sosyal ve siyâsî m ücadeleleri ilk defa ve derli toplu bir şekilde ortaya konulm uştur.
B ütün bunlar, İslâm D ininin daha ilk devirlerde, T ü rk ler arasında büyük m esafe- ler katettiğini, b ir taraftan yerli halk, bunların o to rite r gücünü tem sil eden Türkl er, d iğer ta raftan da T ürk H iiküm daraile leri arasında çok büyük biralâka gördüğünü ortay a koym aktadır. Fakat ne yazık ki A rap despotizmi vc idaresinin basiretsiz valileri, bütün güçleri ile T ü rk yurtlarında İslâm D ininin karşısına dikilmiş ve O nun geniş halk k itle leri, bu arada T ürk ler arasında yayılmasına hem en h er vesile ile karşı koymaya ça lışm ışlardır. B unda şüphesiz uzun bir süre muvaffak da olm uşlardır.
E sasen Em evîlcr devrinde A rap ordularının m ıızafferane bir şekilde Doğıı-Batı is tikam etinde, bütün azam et vc ihtişamıyla ilerledikleri tarih lerde bile A rap F atih lerinin İslâm Dinini yaymak ve O nu k ıta la ra ras ı cihanşüm ul b ird in haline getirm ek gibi ulu ve m ukaddes bir gayeleri olm am ıştır. Bu fetih hareketlerinde m addî m enfaat v ce - konom ik çıkarlar, m anevî değer ve kıym etlere nazaran ağırlığını daha fazla h issettirmiş ve valiler tercihlerini ona göre yapm ışlardır. O nların bütün him m et ve gayretleri sefahat ve lüks içinde yüzen Eıııevî Ü m erası için vergi m usluklarının sonuna k a d a ra - çık olm ası ve gürül gürül akması idi. Nitekim on lar T ürk yurtlarına “ Halifenin çiftliği’1 gözü ile bakıyorlardı.
F etih ler sona erdikten sonra dahî, A rap üm erasının m addî hırsları yine de mağlup m illetlerden gayri meşru yollarla da olsa mutlaka vergi toplam ak şeklinde kendini g ö sterm iştir. H atta , biz dalın da ileri giderek diyebiliriz ki İslâm Dini, A rap F atih lerin in bu meşum haris em elleri için b ircngcl oluşturm uştur. İlk m üslüm an T'ürk hükü m d arlarının dini hayatlarında görülen zik-zaklarm altında yatan gerçek belki b irazda bu o lsa gerektir. O nların m üslüm an olm aları, çevreleri ile birlikte bu Yeni D ine girm eleri, m üslüm an A rap valileri tarafından hernedense pek fazla bir iltifat görm em iştir. B ü tün bu kabil soğuk ve sevimsiz davranışlar netice itibarı ile m üslüm an T ürk ler arasn- da d in î gelişmelerin heyecanını kırmış ve ilk müslüman T ürk H üküm darlarını, dinin değil ister istemez ortam ın, daha açık b ir ifade ile siyâsî idarenin adam ı, hem de ergi toplam a işlerini aksatm adan yiiriiten uslu bir m em uru olmaya zorlam ıştır.
Böyle bir uygulamanın ne Dinin, n e d e Hz. Peygam berin tebliğ politikası ile uzaktan ve yakından hiç b ir ilgisi yoktur. İşte A rap ('atililerinin İslâm Dininin ruhuna da tam am en aykırı olan bu tutum ve anlayışsızlıkları nedeniyledir ki, T ürk Y urtlarında İslâm D ininin yayılması ve T ürklerin İslâm m illetleri cam iasındaki şerefli yerlerini a lm aları bir hayli gecikmiştir. T ü rk le rin özellikle X. ve XI. asırlar arasında çok da ha büyük k itle ler halinde m üslüm an o ldukları nazarı itibara alınırsa, bu çok hayırlı oluşum un gerçekleşmesi için Onların yaklaşık olarak iiç asır gibi insan mantığını n pek te kabul cdemiyeceği kadar uzun bir süre beklem ek zorunda kaldıkları görü lecek tir.1
M am afih bütün bunlar, bu önem li gelişm eleri izah sadedinde ortaya atılm ış gö rü şlerdir. Bunları çok daha realist b ir şekilde değerlendirm ek ve T ürk ler arasında İslâm D ininin yayılması, sonra cereyan eden baş döndürücü olaylar, gelişm eler hakkında doğru b ir hükm e varm ak bundan sonra artık okuyucuya kalmıştır.
Bu arada işaret etm ek istediğimiz küçük bir nokta daha vardır. İlk m üslüm ün T iir- k-H üküm darları ve onların dini hayatlan hakkında kalem e aldığımız, titiz bir em ek mahsiilü olan bu eser bundan önce yayınlanan “T ürkistanda İslâmiyet ve T ürk ler” a- dındaki tem el çalışmamızın bir devamı ve adeta bir tam am layıcısı niteliğindcdirZîra, birincisinde İslâm Dininin T ürk ler arasında yayılması bu hususta gösterilen büyük gayre tle r ve m ücadeleler üzerinde durulm uş, konu bütün yönleri ile ilk defa derli topl u bir şekilde ele alınmıştır. Bu eserim izde ise aynı toplum un üst tabakası yani T ürk H ü küm dar aileleri ve aristokra tlar arasında İslam Dininin öngördüğü hüsnü kabul in celenm iştir. B u bakım dan bu iki eserin birbirinden ayrı m ütalca edilm esine imkan yoktur. Birinin bulunduğu yerde bu İkincisinin de bulunm ası gerekm ektedir.
Bu çalışm alar hernedense şimdiye kadar üzerinde yeteri kadar durulm am ış, yüklü bir konu üzerinde yapılan çalışm aların ilk meyveleridir. Aynı zam anda devlet ve m illet hayatımızın çok önem li unsurlarından biri olan T ürk İslâm kü ltür ve m eden iyetinin o tu rd u ğ u o m übarek zeminin aydınlatılm asına yardım edecek ilk ışık huzm eleridir. Bundan sonra da şüphesiz bu büyük m uam m am ın çözülmesi yolundaki çalışma ve yayınlarım ız devam edecektir.
T ürk Dünyası A raştırm aları Vakfı ve onun m üm taz tem silcileri m illîkiiltüriim üzü ihya ve büyük Türk m edeniyetine hizmet etm ek için faziletli b ir kültiiryarışına g irm işlerdir. O nlar, bu kudsî hizmet yarışını, d iğer köklü faaliyetleri yanısıra, millî kii Hür ve ufkumuza yeni boyutlar kazandıracak, bu şuuru besleyib büyütecek, birbirinden g ü zel, b ir çok kıymetli eserler yayınlam akta devam ettirm ekte ve sadece bizlerin değil, gelecek nesillerin bile daha şim diden m innet ve şükranlarını kazanm aktadırlar.
Bu bakım dan, ilk nıiislüınan T ürk H üküm darları hakkında kalem e aldığımız bu o - rijiııal eseri böyle üstün bir şuur vc bir hizmet anlayışı içinde ilim alem ine ve T ürk okuyucularına kazandırdıkları için kendilerine sonsuz teşekkür etmeyi bir borç b ilmekteyim.
Ayrıca, bu çalışmalarım da bana h er zaman yardım etmeyi asil bir görev bilen kıymetli eşim T ürkân Kitapçıya'da teşekkür ederim .
Tevfik ve hidayet yüce A llahtandır.
Prof. D r. Zekeriya KİTAPÇI
24 M art 1988
Selçuk Üniversitesi Rgitiııı Fakültesi
K O N Y A
İÇİN D EK İLER .
G İR İŞ................................... 9
BİRİNCİ BÖLÜMA ŞAĞI TÜ RK İSTA N ’IN A R A PLA R TA RA FIN D A N F E T H İ
N E KISA BİR BAKIŞ............................................................................. 131-İLK A K IN LA R ........................................................................ 152-K U TEY BE B. M ÜSLİM D E V R İ (705-714)............................. 163-Y EZİD B. M Ü H ELLEB V E CÜ R C A N ’IN FE T H İ...............174-TÜ R K LER İN A R A PLA R I TÜ RK İSTA N D A N ÇIKARM A
M Ü C A D ELELER İ..................................................................................I 95-NASR B. SEY Y A R V E K U R-SU L............................................206-K U R-SU L’UN Ö LD Ü R Ü LM ESİ...............................................22
İKİNCİ BÖLÜMİLK M ÜSLÜM AN T Ü R K H Ü K Ü M D A R I V E O N LARIN D İ
Nİ H A Y A TLA R I.............................................................................. 241-NİZAK TA R H A N :B A ZĞ İŞ V E CİV Â R I H Ü K Ü M D A R I
(26/6447-91/709)a-N izakT arhan’ın İlk Y ılları.......................................................... ...26b-Nizak T arhan’ın İlk M ücâdeleleri ve M üslüman O luşu 27c-Nizak Tarhan ve Kuteybe b. M üslim ............................................30ç-NizakTarhan’ınKıyamı....................................................................32d-Nizak Turhan’ın Öldürülm esi ve Y akınları................................332-YAPAGU (YABGU) BEY;TOHARİSTAN H Ü K Ü M D Â RI
a-Toharistan’ır.CoğrafîMevkisi........................................................ 35b-Yapagu Bey’in İlk Y ılları................ 36c-Müslüman Vâlilerle M ünâsebetleri..............................................37ç-Toharistan Yapaguları ve Türk H akanlığı.................................. 38d-Toharistan Yapagusu ve Abbasî Halifeleri i................. 393-TUĞ-ŞAD: B U H Â RA H Ü K Ü M D A RI (89/707 - 122/739)a-Çocukluğu ve İlk Gençlik Yılları..................................................42b-Buhâranın Düşmesi.........................................................................43c-Tuğ-Şad’ın Müslüman O luşu......................................................... 44ç-Tuğ-Şad’ın İslami Hayatının M ünakaşası................................... 47d-Tuğ-Şad ve Nasr b. Seyyar......................................... :....................48c-Tuğ-Şad’ın Ö ldürülm esi..................................................................49f-Tuğ-Şad Ailesinin Sonu................................................................. 494-SU L TEK İN :D EH İSTA N VE C Ü R C A N H Ü K Ü M D Â R I
(30/650? - 102/719)a-D ehistan, Cürcan ve Feth i.............................................................. 51b-Sul Tckin’in Müslüman Oluşu,..................................................... 52c-SulTckin’inM ccûsîOlması...............................................................53ç-Sul Tekin M edine’de........................................................................54d-SulTekin’inEm evîler’lcM ücadelcsi..........................................İ..54
e-Sul Tekin’in sonu..............................................................................56f-SulTckm H ânedânıvcTârihteSûlîler............................................ 57g-Sülcyman b. Sul.................................................................................58ğ-M uhammcd b. Sul...............i........................................................... 59h-A bbasîlerDöncm indcSulîlcr..........................................................60
Ü Ç Ü N C Ü BÖLÜMH A LİFE ÖM ER B. ABDÜ’L-A ZİZ VE M ÜSLÜM AN TÜ R K
H Ü K Ü M D A RLA RI5 -AKŞİT G U Z E K (O Ğ U Z BEK): SO Ğ D (SEM ERK A N T)
H ÜKÜM DARI: (91/709 -128/754?)a-Sem erkant ve Türkleştirilmesi......................................... ......:..... 65b-Akşit G urzck’in İlk Y ılları.............................................................66c-Akşit G urzek’in Kutcybc ile M ücadeleleri.................................66ç-Akşit G urzek’in (Oğuz Bek) İhtidası........................................ ...69d-Akşil Gurzek ve Sem crkant’ın Tahliyesi.................................... 70c-Akşit Gurzek ve Eşrcs.................................................................... 716 -KAVUS ET-KÜRK-î, K A RA BU Ğ RA HA N ’IN OĞLU: UŞ-
RUSANA H Ü KÜM DÂRI (740? - 820?)a-Kara Buğra Han Kimdir?.............................................................. 74b-KavûsEt-Türkî’ninİhtiddEtm esi................................................. 75c-Kavûs’unM üslüm anVâlilerleM ücâdelcsi.................................. 76
D Ö R D Ü N CÜ BÖLÜMT Ü R G EŞ KAĞANI SULU HAN VE İSLÂM İYET1-TÜRGEŞ DEVLETİNİN KURULUŞU2-SULU HAN’IN İSLÂMİYET’LE İLK TEM ASLARIa-H akan’ın Cüncyd’e İslâm Dini Hakkında M uhaveresi 84b-Câhız’ın Rivayetlerinin Genci Değerlendirilmesi ve tahlili...87c-Konu İle İlgili Bâzı Hususların Aydınlatılması.......................... 88ç-Türk Hakanının Cüncvd’le Buluştuğu Y er ve Zam ânı 903-HİŞAM B. ABDÜLM ELİK’İN TU RK HAKANINI İSLÂM
DİNİNE DÂVET ETMESİa-Hişam’ın Sefiri ve Türk H akanı................. .„..................................92b-Yâkût’unRivayellcrininUmûmiDeğcrlendirilmcsi ......94c-İslâm Dinine Davet Edilen Türk Hüküm darı Kimdi?............... 96ç-Hakan’ın İslâm D ininiKabûllenm esincM âni01anSebcpler...97
BEŞİNCİ BÖLÜMİLK D EV İR LER D E İHTİDÂ EDEN M AHALLÎ ARİSTOK
RATLAR1-GAZVA N ....................................................................................... 1032-BAZA M .......................................................................................... 1033-DİHKANHÎN E .......................................................................... 1044-DÎVAŞNÎ Ç................................................................................ 1045-N EM RU N........................ 106
GİRİŞ
M üslüm an olan T ürk hüküm darlarından bahsederken akla her halde ilk gelen simâ büyük Karâhanlı hüküm darlarından Abdülke- rim S a tu k Buğra H an’dır. (901-955) A S . Buğra H an’m İslâm dini-n ikabû lveonuT ürkH akan lığ ı’n ınresm îdin io larak ilânetm esi Türkmilleti ve târihi için âdetâ bir dönüm noktası olm uştur. A rtık b u n dan sonra D oğu’da İç Asya’nın yayla ve bozkırlarında esmeye b aşlayan bu ilâhi fırtınanın cezbesine kapılan göçebe Türkler büyük kitleler hâlinde Y eni D ine girmişler ve çok kısa bir zaman sonra da İslâm dünyâsının siyâsî ve askerî nizâmına hâkim olmuşlardır.
H albuki, diğer taraftan T ürkler’in Ceyhun havzasında bir harp o r tamı içinde M üslüm an A raplar ve İslâm dini ile ilk temasları İslâm’ın ilk devirlerine kadar girm ektedir (22/642). İranîler’le Tûranîler arasında gelenekten gelen bir sınır olarak kabûl edilen Ceyhun n eh rini geçerek Türk yurtlarını fethetmeyi tasarlayan Ahnef b. Kays’-ın hiç de beklemediği b ir anda karşısına çıkan T ürk Hakanı, A rap generalini çok sıkışık ve zor durum larda bırakm ıştır. A radan geçen ve yaklaşık üç asır devâm eden bu uzun süre zarfında Türk toplum unu ve târihini yakından ilgilendiren bir çok siyâsî ve dinî gelişmeler olm uştur. Bunlardan en önemlisi Aşağı T ürkistan’da yaşayan ve yerli halkın büyük bir çoğunluğunu teşkil eden Türkler’in çok önem li bir bölüm ü ile m ahallî Türk hüküm darlarının önde gelenleri, bu ilk m erhalede M üslüm an olmuşlardır.
B ütün bu inkişaflar nasıl olm uştur? Asıl cevap verilmesi gereken soru iştebudur. Önce İslâmiyet, siyâsî fetihlerle birlikte Ceyhun nehrini geçerek O rta Asya’nın iç kısımlarına doğru yayılmaya başlamıştır. Ancak ilk devirlerde, bir harp ortam ı içinde başta mahallî Türk hanları olm ak üzere, T ürkler’in Islâm dini ile ilk temasları; bu yeni dine karşı reaksiyonları olum lu vc olumsuz yönleri ile ayrı bir inceleme konusudur. Fakat şu da bir gerçektir ki, Islâm hidâyet fırtınası İç Asya’nın yüksek yaylalarında esmeye başlam adan çok daha önce
İslâm dini B a y k e n t, B u h â r a v e S e m e r k a n t gibi Aşağı T ü r kistan’ın m âm ur ve müreffeh şehirlerinde çok köklü bir şekilde yerleşmiş ve T ürk ler’den hiç de azımsanmayacak kadar büyük bir kitle M üslüm an olm uştur. Öyle tahm in ediyoruz ki, m üslüm an olm anın, A rap vâlileri tarafından çilesini ve ızdırabını çeken bu ilk Türkler daha sonraki devirlerde İslâmiyet’in büyük Türk boyları tarafından benim senm evekabûlündeâdetâb ir maya rolünü oynayacaklardır.
İslâm dini bir taraftan Aşağı Türkistan’da m eskûn Türkler arasın da büyük bir hüsnü kabûle m azhar olurken, diğer taraftan m ahallî T ü rk h an la rı ve aris to k ra t tabakaya m ensup b ir çok kim seler ta ra fından şu veyâ bu sebeple benimsenmiş ve onlar birbiri arkasından M üslüm an olmuşlardır. A.S. Buğra H an’dan çok daha önce O rta Asya m ahallî Türk hanlarından, nerede ise hem en hepsi ihıidâ ederek yeni teşekkül eden İslâm toplum una katılm ışlar ve büyük bir uyum içinde yaşayıp gitmişlerdir. Bunlardan Bazğis ve civârınm hüküm- dârı Türgeşlcr’den N i z a k T a r h a n (6447-709), T oharistan Hü- kümdârı Y a p a g u B e y (? - ?), B uhâra H üküm dârı T u ğ Ş a d (707-739), C ürcan H üküm dârı S u 1T e k i n (650-719), Soğd ve Se- m erkant H üküm dârı A h ş i t G u z e k (Oğuz Bek) (709-7457), Uş- ru san a H üküm dârı m eşhur Kara Buğra H an’ın oğlu K â v u s (7407-8207) ilk devirlerde M üslüman olan Türk hüküm darlar silsilesinin ilk akla gelen mümtaz sim âlanndandır.
Büyük Türk Hakanı ve A raplar’ın despotik idâresine karşı senelerce çok çetin m ücâdeleler veren S u 1 u H a n (712-718) bile, bu araştırm am ızda ilk defâ vc çok ayrıntılı bir şekilde üzerinde d u ru lduğu gibi; eğer şartlar biraz müsâit, yâni M üslüm an A raplar ona biraz daha mâkûl yoldan yaklaşabilmiş olsalardı, nerede ise ihtidâ e- decek vc gelenekten gelen G ö k T a n r ı d i n i n i bırakarak Müslüman olacaktı. Bu takdirde A.S. Buğra H an’ın, M üslüman Türk halkının mânevîvicdânında kurmuş olduğu mânevî taht üzerinde Sulu Han o- turacak ve bu ilâhî kasırga Türk yurtlarında ve göçebe Türk boyları arasında çok daha önce (yâni iki buçuk asır) esmeye başlayacaktı.
Bu arada temas etm ek istediğimiz bir durum daha vardır. O da ih tidâedcn bu mahallî Türk hüküm darları vc onların dinî hayatlarının, H.A.R. Gibb ve J. W ellhausen gibi daha bir kısım târih o toriteleri tarafından hâlâ münâkaşa konusu yapılmasıdır. O nlara göre mahallî Türk hanları, daha açık bir ifâde ile M üslüman A rap vâlilerine hoş görünm ek, taç ve tahtlarını hiç olmazsa bu şekilde korum ak için
M üslüm an olm uşlar veyâ cn azından, M üslüman imiş gibi görünm eyi tercih etm işlerdir. Halbuki, bunlar arasında A.S. Buğra H an gibi İslâm dininin heyecânını bütün kalbi ile duyan, M üslümanlığında son derece samimî hüküm darlar da vardır. Meselâ Sul Tekin bunlardan biridir. Hayâtını bir cihad ruhu içinde geçirmek istemiş ve bu hu susla Em cvîler’e isyan bayrağını kaldıranlara katılmış, hattâ ölüm ü bile göze almıştır. Y ine bunlar arasında, M üslüman olmuş ve kendi hâlinde pasif bir hayat yaşamış, belki de öyle yaşamaya m ecbur o lmuş Türk hüküm darları olduğu gibi, A rap vâlilcrinin çekindikleri ve onlara hiç bir zaman itimad etm edikleri Türk hakanları da bulunm uştur. H attâ bunların M üslüman A rap vâlilcri tarafından şu veyâ bu sebeple boyunları dahi vurdurulm uştur. Meselâ Bazğis H üküm - dârı N izakT arhan bu şekilde Kuteybe b. M üslim tarafından hiyânet- le öldürülen bedbaht bir Türk hüküm dârıdır. O nun M üslümanlığı bile Kutcybe’nin hiyânetine engel olam am ıştır. Diğer taraftan Türk hüküm darlarım daha da pasif olmaya ilen sebeplerin başında İslâm dininin yayılmasını bir devlet politikası olarak hiç bir zaman kabul c- dememiş olan Arap zihniyeti ve idâresi gelmekledir.
Yukarıda, ihtidâ eden Türk hanlarının İslâm dinini yaymada pek o kadar aktif ve heyecanlı olm adıklarını söylemiştik. Bu sâdece Türk hanları için değil, A rap vâli ve devlet adam ları için de geçerli bir hü - kümdür. H orasan’a gönderilen Arap vâlilerinin hemen hepsi, ilk sahâbîleıdevrindcgördüğüm üzgayrct-i dîniyyeden çoğu kere yoksun oldukları gibi, M üslüman olanlara pek fazla bir iltifat ve ilgi de gösterm em işlerdir. Bunun her iki taraf için başlıca sebebi siyâsî ve sosyal olayların baş döndürücü bir şekilde, bütün şiddetiyle devâm etm esi, özellikle A raplar için ekonom ik çıkarlarının her nedense duruma hâkim ve önem li bir tercih sebebi olmasıdır. D urum un daha acı ve fakat gerçekçi yönü, Arap idarecilerin M üslüman Türk hüküm darlarının İslâmlığına bir türlü inanm am aları idi. Daha açık bir ifâde ile Türk hanları M üslüman oldukları halde, A raplar onlara yine eskisi gibi hâlâ “kâfir”, “ miinâftk”, “ fâsık”, “Allah düşm anı” gözü ile bakmışlar ve onlar hakkında böyle yakışıksız sözler söyleyip durm uşlardır. Bu olumsuz düşünceler Em cvîlcr devri boyunca aynı minvâl üzere devâm edip gitmiştir. Ne yazık ki bu, sâdece M üslüman olan Türk hanları için değil, İslâm dinini kabul etmiş Türk halkı için de aynı tavır ve düşünceler hâkim olmuş, aynı ittiham lar yapılmıştır.
Fakat buna rağmen bazı Arap vâlileri, Türk hüküm dar ve aristokratlarının yine de M üslüman olm alarını istemişlerdir. Z irâ onlara
göre, M üslüm an olm ak toplum ve idâredeaynı hak ve şahsiyete sâhip kişiler olm aktan ziyâde, M üslüm an Arap vâlisinin itaati altına g irmek ve bir problem olm aktan çıkmaktı. Bu bakım dan A rap vâlileri Kuteybe b. M üslim’in dışında her nedense kitle ihtidâlarını pek fazla desteklem edikleri ve M üslüman olanlara bir çok engeller çıkardıkları halde; bunun tam aksine, maliallîhüküm darlar ve aristokratlar a- rasında İslâm dininin kabûlü ve yayılması için kısmen de olsa teşvik hattâ telkinlerde bulunm uşlardır. Bu ilgi bile m ahallî Türk hanlarının, nerede ise hem en hepsinin M üslüman olm alarını sağlamıştır.
Bu arada Aşağı Türkistan’ın (İslâmî kaynaklarda M â v e r â ü n n e h i r) T ürklüğü ve Türkleştirilm e’si üzerinde bir kaç satırla da olsa durm am ız gerekm ektedir. Bize göre Aşağı Türkistan gerek coğrafi konum u, gerekse ahâlisi bakım ından uzun târihî seyri içinde O rta Asya’nın dâimâ h i n t e r l a n d ı (yumuşak karnı) olagelmiştir. Ceyhun nehri ise  r î kavimlcrle T u r a n î kavimler arasında gerçekten de ananevi b ir s ın ır olmuş ve bu özelliğini bütün ilk ve orta çağlar boyunca sürdürm üştür.
Bu bakım dan İslâmî fetihlerden çok daha önce, bölge büyük ölçü: de Türkleştiği gibi, büyük şehir ve kasabalarda küçümsenmeyecek derecede yerleşik hayâta uymuş Türk varlığı teşekkül etmişti. Diğer taraftan, m uharip u n su r ise tamâmen Türkler’den oluşm akta idi. Türk askerî aristokrasisi A raplar’Ia olan mücâdelede ve olaylara yön verm ede bütün Emevîlcr devri boyunca hâkim rol oynamış; ne İran- lı, ne de diğer unsurlar müslüman A raplar karşısında pek fazla bir varlık gösterememişlerdir.
M ahallî hüküm darlıklar ise tâm am en Türk asıllı hânedan âilclo rin inelindebulunuyordu. H attâ onlar bölgesâkinlcrinden çoktandır v e r g i almaya bile başlamışlardı. Aşağı Türkistan’ın Türkleşm e’sin- de, şüphesiz O rta Asya Türk hakanlarının bölgeye doğru yönelttiği sürekli akınlar yanı sıra, târihî “İ p e k Y o l u ” nun da çok önemli tesirleri olm uşuır. Bu bakımdan bir kısım batılı yazarların iddia e ttik leri ve Arapça kaynakların M averâünnehir’in A raplar tarafından fethini izah sadedinde kullandıkları "et-Türk’’ ve “elE trâk” kelim elerinin “A c e m "yerli olmayan ahâli anlam ına geldiği yolundaki görüşlerin târihî realitelerle hiç bir ilgisi yoktur. Bu kabil iddialar Aşağı Türkistan’daki Türk varlığım inkâr ve Türk coğrafyasını daraltm ak gâyesinden başka bîr şey değildir.
BİRİNCİ BÖLÜM
AŞAĞI TÜRKİSTAN’IN ARAPLAR TARAFINDAN FETHİNE
KISA BİR BAKIŞ
1- İLK A K IN LA R
Hz. Ö m er Devrinde (634-643) liyâkatlı kom utanların sevk vc idaresinde ilerleyen m üslüm an A rap orduları Suriyede Bizansa karşı tam bir başarı kazandıktan sonra İran’a yönelmişlerdir.
M eşhur Kadisiye harbinde (H.15/M.636) büyük bir bozguna uğrayan Sasaniler1. bundan sonra İran’ın kuzey ve güney kesimlerinde cereyan eden harplerde A rapların karşısında hiç bir zaman tu tu n am am ışlar ve asırlık Sasani devleti bir kaç zaferle tarih sahnesinden çekilip gitmiştir. Hz. Ö m er devrinin m eşhur kom utanlarından A h - n e f b. Kays idaresinde ilerleyen diğer bir A rap ordusu İran’ın kuzey kesim lerini fethetmiş ve İslâm im paratorluğunun doğudaki hudutları bu ilk ham lede Ceyhun nehrine kadar uzanmıştır.
H er ne kadar Halife Ö m er, müslüman A rapların Ceyhun’u geçmelerini kesin olarak yasaklamışsa da2.H orasan’a gönderilen A rap valileri için bu yasaklar hiç bir zaman bağlayıcı ve geçerli olmamış ve onlar devamlı olarak Aşağı Türkistan’a akınlarda bulunm uşlardır. Büyük tarihçi Bclâzuri,bu ilk akınlar vc A rapların Ceyhun’u geçmek için nasıl bir sabırsızlık gösterdikleri hakkında çeşitli rivayetlerde bulunm aktadır.
Klasik kaynakların bu konulardaki rivayetlerinden anlaşıldığına göre Aşağı Türkistan’a ilk ciddi tecavüz, 24.000 kişilik bir ordu ile - Ubcydullah b. Ziyad tarafından yapılımştır (H.54/M.673). Bunu bir
1 Ei-M esud-î,M unıc,Tah.M .M . Abdiilham îd,M ısır 1964.III,s.320. WcHlıauscn ,.J. İskînıın En Eski T arih ine Giriş .çcv.F.Işıllan,İstanbul. 1960, s.62. Ç ağ a tay , N .jslflın Tarihi,İstanbul 1972,s.295
2 E t-Tabcrî.TarihuTU nıcnıivcI-M ülûk.Tah.M .Ebu'l-Fazl İbrahim ,B cyrut.l966 ,IV ,s.l68.
ı*i)> l» J* jMİlj ojjf si* Mı uu
sene sonra Halife Osm an’ın oğlu Said’in Sem erkant’a hücumu takip etm iştir (H .55/M .674)3.
2- K U T E Y B E B. M Ü S L İM DEVRİ (705-714)
A raplar, belirli hedeflere yönelm iş, planlı bir fetih hareketi olm aktan çok uzak bir nevi yağma ve baskın harekeli olarak n itelendirebileceğim iz bu başarısız akınlarm a Kuteybe b.Muslim ’ in H orasan’cıvali olarak gelmesine kadar (yarım asır) devam etmişlerdir (H.86/M. 705) . Kuteybe Horasan 'a gelince önce sarsılmış olan dev- letotoritesini yeniden sağlamış ve ordusuna yeni bir çeki düzen ver- diktensonra büyük bir ticaret merkezi olan Baykent ’e hücum etmiştir. Baykent’in bütün direnmelere karşı düşmesi, denilebilir k i Kuteybe’- ninAşağıTürkistan’da Kazandığı en büyük zaferlerden biri olmuştur (H.88/M.706) 5. Kuteybe Baykent’i ele geçirdikten sonra bölgenin en m am ur ve en müreffeh şehirlerinden biri olan B uhara’ ya yürüdü. Büyük kuşatma ve çok ağır kayıplardan sonra dördüncü defa ve kesin olarak şehri fethetti . M üslüman Fatih şimdiye kadar hiç bir valiye nasib olmamış bu parlak zaferle yetinmedi. Talakan ’ a yürüdü. Burayı ele geçirip halkını ezdikten sonra Keş v e N e s e f e geldi M.709). Bu arada Kuteybe, Faryap’m teslimini istedi. B unukabûletm iyen halkı bu güzel şehri tam am en yakmakla cezalandırdı .
A rtık sıra, Aşağı Türkistan’ın diğer önemli kültür ve ticaret m erkezi olan Sem erkant’ın istilâsına gelmişti. Kuteybe kendisinden ö n ce yapılan bir sulh (saldırmazlık) anlaşmasını hiçe sayarak büyük bir ordu ile Sem crkant’m üzerine yürümüş ve şehri kuşatmıştır. Yerli halkın bütün direnm elerine karşı Kuteybe ordusunda bulunan Türk- lerin de büyük ölçüde vardımları sayesinde Sem erkant’ı teslim alm aya muvaffak olm uştur .
3 • EI-I3elâzurî,lII,s.506,507,508.İbni .Hayya t ,Tarih ,N ccef,1967,I,s.210.
4 E t-Taberî,IV ,s.424.Brockelnıan, C.İslâm M illetleri ve D evletleri Tarihi .çev.N.Çağatay,Ankara 1964 ,I.s.75.
5 E t-Taberî,V I,s.430.İbni Mayyat “a.g.e.” I.s.303.6 N arşah î ,VI,s.68.Arnold, T, W., The Preaching oflslam , L ahor
1965>s.216.Et-Tabcrt,VIJb .44J.B -Ş uyu tî,T arîhu ,l-Hulcra,s.224.7 Et-Taberî,VI,s.462. e_*_i8 Et-Tat>erî,VI.s.472.Z.Kitnpçı.cl-Ttirk.s.70.
Kuteybe Sem erkant’ı, b ir üs yaparak Şaş (Taşkent) ve Fergane’- yi ele geçirmek dolayısıyla Çin’in istilâsını daha kolaylaştırmak istiyordu. Haccac’ın gönderdiği taze kuvvetlerle ordusunu daha da güçlendiren A rap kom utanı, Hicri 95 (M.173) yılında büyük b ir o r du ile M avere ün-N ehr (Aşağı Türkistan)ın iç kısımlarına doğru i- lerlemeye başladı. O rdu Şaş önlerine geldiği zaman Kuteybe’ye, kendisini koruyan ve bütün gücü ile destekleyen Haccac’ın ölüm h a beri geldi (M.713). Z aten Haccac’ın korkusu ile Kuteybe’ye itaat e- den A rap askerlerinin bundan sonra ona aynı derecede bağlılık gösterm eleri şüpheli idi.
B ununla beraber hilâfet m erkezinde önem li değişiklikler olm uştu. Velid’ten sonra hilâfet makamına geçen Süleyman (M. 714) m uhaliflerinden intikam almaya başlamıştı. Y eni Halifenin kendisinden çok acı bir şekilde intikam alacağını bilen Kuteybe sonunda Halifeye Fergane' de isyan elti. Fakat süratle gelişen hadiseler karşısında zaferden zafere koşturduğu ganim et ve servete boğduğu o rdusunun, O ’nun yanında olacağı ve destekleyeceği yerde bilakis Kuteybe’nin karşısına dikilmiştir. Daha sonra Vekı’b.Sûdet-Temimi em rinde bin grub gönüllü fedai, Kuteybe’nin çadırına hücûm ederek çok yakın akrabalarından onbir kişi ile birlikte Kuteybe’nin de başını uçurm uşlardır (H.96/M.714) 9.
3- YEZİD B. MÜHELLEB VE CÜRCAN’IN FETHİ
Kuteybe ile başlayan Türk yurtlarını istilâ harekâtı, ondan sonra H orasan’a vali olarak gönderilen diğer A rap valileri tarafından bütün şiddetiyle devam etm iştir.
Emevi H alifelerinden Süleyman b. Abdülmeîik devrinde H orasan’a vali olarak Yezid b. M ühelleb gönderildi (M.717). U zun zam andan beri Horasan valiliği özlemini çeken ve H orasan valiliğini elde etm ek için çeşitli entrikalar çeviren Yezid nihayet bu arzusuna nail olm uştu °.
9 • Y akûbî,Tarih,II.s.296.ct-Tabcrî,V I,S.506.İbniKesir,el-Bidaye,IX,s.167. ■
10 E t-Taberî,V l,S.523.
H orasan’a gelen yeni vali önce Kuteybe’nin öldürülm esiyle o r ta ya çıkan huzursuzlukve karışıklıkları giderdi. Asayiş vesükûnu bir d e receye kadar tem in ettik ten sonra tasarladığı yeni fetih hareketlerine girişti.-
O, nun hedefi ilk anda C ürcan ve T aberistan’ı ele geçirmekti. Bunun için de Harzem ile Cürcan arasında bulunan D ahistan T ürk’-le- r in in üzerine yürüdü. K alabalık b ir ordu ile şehri kuşattı..D ahistan T ürk lerin in bu kadar büyük b ir kuvvete karşı koym alarına zaten im kânları yoktu. M ahallî hüküm dar Sul-Tekin, A raplara bazı şartlarla şehre girebileceklerini söyledi. Yezid bu şekilde şehre girdikten sonra şehri baştan sona yağma ettirdi. Ayrıca m uharib Türk unsurunun mukavemetini kırmak için, İbni C crrin rivayetine göre14.000 Türkü de kılıçtan geçirdi n .
D ahisian ve Taberistan’ı bu şekilde cebir ve kahr ile ele geçirdikten sonra Yezid, C ürcan T ürk’leri üzerine yürüm üştü r.
Y ukarıda da belirtildiği gibi o, Cürcan’a çok büyük önem veriyordu. İbni Cerir, Yezid’in, daha yola çıkmadan önce: “Eğer kendisine zafer müyesser olursa, Türkierden akacak kanlarla öğütülen undan ya pılan ekmeği yiyinceye kadar oradan ayrılmayacağına ve Tilrklerin boyunları üzerinden kılıcını kaldırmayacağına (devamlı olarak katlettireceğine) dair A L L A H ’a karşı ahdettiğini” bildirm ektedir 12.
İşte böyle bir haleti ruhiye ila hareket eden Yezid, Cürcan’a doğru yürüm üş ve şehri büyük bir kuvvetle kuşatm ıştır. Kuşatma yedi aydan fazla devam etti. Hiçbir yerden en ufak bir yardım dahi alm adan aylardır Arap ordularına karşı şehri kahram anca müdafaa eden Türkler için A raplara boyun eğm ekten başka bir çare kalmadı. Y ezid; bu insafsız Arap kom utanı, şehre- girince şehrin bütün erkeklerinin bir araya getirilmesini em retti. G ençlerini esir aldı. Eli silah tutanların hepsini kılıçtan geçirdi. Geçeceği yolun sağve soluna yaklaşık 6 fersah 24 (km^ uzunluğunda bir mesafeye darağacı diktirerek bu Türk’leri astırd ı1'. Diğer taraftan şehri A raplara istedikleri gibi yağma ettirm eyi ve kanlı planını uygulamayı da ihmal etmedi. Kay
ı l Et-T aberî,V I,$.534-537. ^uı pj.12 E t-Tabcrî,V I.s. 4 5 1.^ jJt» J* (*r* Ş*/ ̂ ) 1+r* ♦r
’-kiA13 Et-Taberi,yi.s.543.
naklarda Yezid’in sadece Cürcan’da öldürdüğü Türklerin sayısının40.000 kişiden fazla olduğu kaydedilmiştir 4.
4- TÜRKLERİN ARAPLARI TÜRKİSTANDAN ÇIKARMA MÜCADELELERİ
Yezid b. A bdülm elik devrinde H orasan’a Said b. H aris vali o larak gönderildi. (M. 720). Said fıtraten halim selim bir adamdı. H arp meydanlarında çarpışm aktan ziyade, evinde oturan kadınlar gibi süslenm ekten zevk alırdı. Bunun içindir ki, H orasanlılar o m “huâeyne” (ev kadını) lakabını vermişlerdi. O, bu durum u ile çok ağır tenkide, hatta hicivlere bile m aruz kalmıştı . Sonunda bir sene bile geçm eden azledilerek yerineM üslim b.Saidel-K ilâbîvali olarak tayin edildi.
Müslim de Türklerle bir çok harbler yaptı. O da kendisinden ön ce gelen valiler gibi bu harblerin çoğunda yenildi. H atta Türkler o- nu Ceyhun nehri kenarında bir defasında öyle bir sıkıştırmışlardı ki, kendisini ancak Ubeydullah 1). Zubeyr* in yardım ı ile k u r ta ra bilmişti.
Müslim b. Said’de başarısız harblcrden sonra geri çağırılarak yerine Esed b. Abdullah el-Kurşi gönderildi (M. 726). Esed, H orasan’a geldikten sonra derhal ordusunu toparladı, onlara hemen bir çeki düzen vererek derhal H otte l üzerine yürüdü. Civarı kasıp kavurm aya başladı.
H alkın bu olup bitenlerden acı acı yakınması ve T ürk H akanı S ulu H an’dan yardım dilemesi üzerine Sulu Han, em rindeki kuvvetleri ile birlikte Hottel önlerine geldi. Esed, büyük bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu anlayınca selameti H orasan’a kaçmakta buldu.
Esed b. Abdullah da Şam ümerasının gözünü doldurmadığı içinazledilerek yerine Eşres b. Abdullah cl-Sülemi tayin edildi (M. 728) 16
Eşres b. Abdullah zamanında da Türk yurtlarında huzursuzluk, isyan ve kargaşalıklar devam etti. Bir keresinde Türkler her şeyi gö
14 E t-Ta berî,VI.s.543. kdş. Kitapçı.Z..Ycnı İslâm Tarihi vcTürkistan .İstanbul,1986,1.s.262. •“ >' -îA)1 A* J*«
15 Et-Taberî,V I.S .605.K itapçı.Z .“a.g.e.” I.s.263.16 Kitapcı.Z .,"a.g.e.” I.s.264-265.
ze alarak, A rapları Türk yurtlarından çıkarm ak için harekete geçmişlerdi. Eşres, A rap hakimiyetine karşı başkaldıran ve istiklalleri i- çin mücadele eden bu T ürklerle birçok harbler yaptı. Fakat bu harblerin çoğunda Türklere karşı mağlup olmuş've onlarla bir türlü başa çıkamamıştı. Eşres’in hadiselere hakim olm ada pek zayıf kaldığını ve idari basiretsizliğini gören Halife Hişam onu azlederek yerine Cüneyd b. A bdurrahm an el-M ürri’yi, H orasan’a vali olarak gönderdi.
Cüneyd, H orasan’a geldikten sonra Türk H akanı ve dolayısıyla Türklerle bir çok harbler yapmıştır. Bu harblerdc kâh H akan, Cü- neyd’e gelip geliyor, kâh Cüneyd, Türkleri sıkıştırıyor ve hiçbir ta ra fın nihâî zafere ulaşması m üm kün olmuyordu 1.
5- NASR B. SEYYAR VE KUR-SUL
T ürklcr’in gösterdiği bu direnm eler ve A rapları kendi öz yurtlarından çıkarm ak için yaptıkları mücadeleler tâ N asr b. Seyyar el K inânîhin H orasan’a vali olarak gönderilm esine kadar devam etm iştir (738) 18.
G erçekte N asr b. Seyyar akıllı, dirayetli, sağlam iradeli bir adam dı. Yapacağı şeylerin önünü sonunu daima düşünür ve iyi bir durum m uhakemesi yapmadan önce kolay kolay karar vermezdi. Z aten H orasan’a vali olarak gelmeden önce Aşağı Türkistan harekâtına girişen A rap ordularında dirayetli bir kom utan olarak görev almış ve bir çok yararlıklar göstermişti. Bu harbler bir taraftan N asr’ın askerî bir kom utan ve idareci olarak tecrübelerini artırırken diğer taraftan da bulunduğu yerlerin coğrafî konum unu, diğer bir tabirle araziyi yakından tanımak, bu arada Türklerin, özellikle m uharip Türk unsuru ve Türk H akanlarının huy ve karakterlerini öğrenm ek hususunda Ona büyük bir fırsat vermiş o luyordu19.
17 Et-Taberî,V I.S.67,72,73,74.İbnü’l-Esir,V ,s.l66.vd.18 E t-Taberî,V Il,s.224.19 Shaban,M .A .The Abbasid RevoIution,Cam biridgc
,1970.s.l27.G ibb.H .A .R .,O rta Asya A rap Fütuhatı 1
.çcv.M .H akkı,İstanbul,1930,s.73 .Z cttercteen ,K .V .,N asr,M ad,İA IX ,s.l07.
A rapların bu yeni valisi ilk senesini H orasanda hazırlık devresi o- larak geçirdi. Çoktandır yıpranmış ve laçkalaşmış A rap ordusuna ö n ce bir çeki düzen verdi. Bu arada diğer A rap askerlerinin yanında B uhara, Sem erkant, Keş ve Nesef halkından toplanan ve genellikle Türk m uharib unsurlarından oluşan 20.000 kişilik bir takviye o rd u su daha kurdu20. Çünkü Nasr, Türk Y urtlarında Arap siyâsî hakim iyetini kesin bir şekilde yerleştirm ek ve uzun zam andan beri Arap ordularını meşgul eden T ürkler meselesini a rtık katî olarak halle tmek istiyordu.
O, bu hazırlıklarını çok titiz bir şekilde tam am ladıktan sonra b ü yük bir ordu ile İç-Asya istikam etinde Taşkent’ e doğru ilerlemeye başladı (739) 21. Nasr’ın Taşkent’e doğru ilerlediği haberi duyulunca, büyük T ürk Ilakan ı K ur-Sul derhal hazırlıklara başladı. Y aklaşık 15.000 kişiden oluşan dinamik bir ordu kurdu. Bu^ordusu ile, A rap akm larım önlem ek ve N asr’a karşı koymak için harekete geçti. Süratle Seyhun havzasına geldi.
Ö m rünü harb meydanlarında geçiren ihtiyar ve tecrübeli Türk Hakanı, Nasr ve ordusunu durdurm ak için uygun bir yerde harb vaziyeti aldı. A raplara karşı bu bir çevirme harekâtı idi. A rap askerleri, bu kere de Türk H akanı tarafından çok fena bir şekilde sıkıştırılmış olduklarının çok geçmeden farkına varmışlardı.
A rapkir için sonu meçhul olan yine karanlık günler başlamıştı. N asr’ın durum u da vaktiyle başka bir T ürk Hakanı tarafından sıkıştırılmış olan A hncf b. Kays’tan pek farklı değildi 22 Nasr, katî neti- ccli b ir harbe tutuşmaya bir türlü cesaret edemiyordu. Fakat Nasr, yine de askerlerini mevzilerine yerleştirdi. O nlardan hiç birinin harb mevzilerinden ayrılmamalarını tenbih etti. M uhtem el bir Türk baskınını önlem ek için uygun gördüğü yerlere gözcüler koymayı da ihmal etm edi. Bu durum karşısında Nasr’a günlerin kendisine neler getireceğini sabırsızlıkla beklem ekten başka yapacağı fazla bir şey kalmamıştı.
20 K itapçı,Z .O rta Doğuda T ürk Askeri Varlığının İlk Z uhuru ,İstanbul, 1997,s.41.el-Taberî,V II,S. 174.
,ÜJI i^)j&} J»l j*,»21 K itapcı.Z ,Türkistanda İslâmiyet vc T ürkler
,Konya, 1988,s.262-263.22 K itapçı,Z .,The First Challange o f T he Turks Against T he
A rabs .Tarih Dergisi, no:X X X Il,İstanbul 1979.
6- KUR-SUL’UN ÖLDÜRÜLMESİ
A raplar için son derece tehlikeli olan bu günlerde, talih bu defa da N asr’a yine beklemediğinden fazla bir şekilde yardım etti. Z îra T ürk H akanı, bir gece yarısı N asr ve O nun harb mevzilerini gözetlemek için çıktığı bir kontrol gezisinde, büyük bir tedbirsizlik eseri, A - rap öncü askerleri tarafından yakalanmış ve esir edilmişti.
A rab askerleri ellerine geçirdikleri biraz yaşlı, fakat üzerinde i- pekli elbiseler bulunan bu adamı N asr’ın huzuruna getirmişlerdir. Nasr, gece yarısı çadırına getirilen bu ihtiyar Türk’ün ne kadar b ü yük ve önem li bir kimse olduğunun çok geçmeden farkınavardı. Bu zat, günlerdir kendisini sıkıştıran ve pek çok korkulu günler yaşatan büyük Türk-IIakanıK ûr-SuIidi.
Kur Sul serbest bırakılması için, N asr’a fidye olarak 1000 Türk devesi ile 1000 a t vermeyi teklif etti. A rap K om utanı adet yerini bu lsun kabilinden yanındaki Şam ve H orasan ileri gelenleri ile m eşverette bulundu. A rkadaşları ona bu ihtiyar Türkü bırakm alarını söylemişlerdir. O zaman N asr’la Kur-Sul arasında şöyle bir muha vere cereyan etmiştir. Kaynakların bildirdiğine göre; Nasr önce O na yaşını sordu. Kur-Sul;
“- Kesin olarak bilmiyorum!” dedi. O zaman Nasr,
“-Araplarla kaç defa harbe tutuştun?” diye sordu. Kur-Sul,
“- Yetmiş iki." Nasr tekrar sordu,
M eşhur Susuzluk Harblerinde de bulundun m u ? ” Türk Hakanı;
- Evet Susuzluk harbinde de bulundum " dedi. Bu cevabı aldıktan sonra Nasr, ne düşündüğünü açıkça ortaya koymuş ve:
Sen böyle çetin gözlemlerini söyledikten sonra eğer bana güneşin üzerine doğub battığı her şeyi (kurtuluş, fidyesi olarak, versen yine seni elimden çıkarm am ” demiş ve kesin em rini vermiştir. Bu em re göre, Kur-Sul öldürülecek ve cesedi oradan geçen nehrin kenarına belki de Türklerin daha rahat görebilecekleri bir yere asılacaktı23.
Böylece, öm rünü harb meydanlarında geçiren, küçük büyük yetmiş iki harbe giren ve Araplarla Türkler arasında cereyan eden harb-
23 pt-Tabcrî,VII,S.174.• ii-uli. ^ / cJiı u l» y*
Icrin hem en hepsine iştirak eden bu Türk H akanı garib bir ta lihsizlik, belki bir tedbirsizi ik.escri olarak kendisini tam ölüm ün kucağında bulmuştu.
N asr’ın Türgeş H akanı Kur-SuPu öldürm esi ve Türkleri bir daha toparlanlam ak üzere dağıtm ak suretiyle kazandığı bu zaferden son ra A rap siyâsî hakimiyeti Aşağı Türkistanda katî ve nihâî bir surette yerleşm iştir (H.121/M.738). Böylece doğuda Türk yurtlarında girişilen baş döndürücü m ücadele ve fetih hareketleri sayesinde Prof. P.K. Hitti’nin de işaret ettiği gibi:
Peygamber sancağı Farsça konuşulan kavim lerleTürkçe konuşulan kavimler arasında geleneksel bir sınır olarak kabul edilen Ceyhun N ehrin in çok daha ötelerine götürülm üş, B uhara, Sem erkant ve T aşkent gibi O rta Çağlar’ın m eşhur ticaret şehirleri müslümanla- rm eline geçmiş ve neticede Orta-Asya’da İslâmiyetin üstünlüğü çok kuvvetli bir şekilde yerleşm iştir24.
Y ukarıdan buraya kadar olan açıklamalarımızda OrtaAsya Arap fetihlerini özetlemeye çalıştık. Ne ilginçtir ki, Türk yurtlarında bir kan ve ateş kasırgası halinde senelerce devam eden bu çetin m ücadele ve boğuşmalar sırasında, diğer taraftan İslâmiyet lehine çok hayırlı gelişmeler olm uştur. Bu cümleden olm ak üzere mahallî Türk hüküm darlarının bir çoğu ve onların yakın çevreleri müslüman olmuşlardır. Ayrıca İslâm Dini bölge sakinleri ve Türkler arasında çok süratli bir şekilde yayılmaya başlamış ve müslüman toplum yine bu zaman zarfında güçlü bir varlık haline gelmiştir. Bu aynı zamanda İslâmiyetin şüphesiz Hıristiyanlık, Zerdiiştlük ve Budizm gibirakîb dinlere karşı da kazandığı köklü bir zafer idi.
D urum sadece bundan ibaret de değildir. Bu gelişmelerin bir devamı olarak Türk Y urtlarında aristokrat tabakaya mensup bir çok kim seler de müslüman olmuşlardır. İşte bundan sonraki bölüm lerde İslâmiyetin lehine olan bu pek hayırlı gelişmeler üzerinde du ru lacak ve ilk müslüman olan m ahallî Türk Hanları ve onların dinî hayatları hakkında ilk defa olm ak üzere geniş bilgiler verilecektir. Y ine bu cümleden olm ak üzere, araştırmamızda aristokrat tabakadan m üslüman olanlar üzerinde de ayrıca durulacaktır.
24 H itti,P .K .,The Arabs, Chicago, 1962, s.80.
İKİNCİ BÖLÜM
İLK MÜSLÜMAN TÜRK HÜKÜMDARLARI VE ONLARIN
DİNİ HAYATLARI.
1- NİZAK TARIIAN; BAZĞİS VE CİVARI HÜKÜMDÂRI (26/644?-91/709)
a- Nizak T arh an ’ın İlk Yılları: Emevîler devrinde Aşağı Türkistan’da M üslüm an olan ilk Türk hüküm dar ve aristokratlarından bahsederken, her şeyden önce üzerinde durm am ız gereken şahsiyetlerden biri şüphesiz N i z a k T a r h a n ’ dır. M üslüm an olan Türk hüküm darlar silsilesinin ilk halkasını teşkil etm ektedir. İslâmî fetih ler sırasında (VIII. asrın başı) Bazğiste kartal yuvasını andıran bir üs kurm uşveçokgenişbirm ıntıkayıdanüfûzualtınaalm ıştı. Bazğis m erkez olm ak üzere M erv ve I le ra t arasında kalan, T oharistan da dâhil olm ak üzere bir çok bölgeler onun nüfuz sınırları içinde kalıyordu.
Bu devirde yetişmiş ve olayların gelişmesini yönlendirmiş diğer bir kısım Türk aristokratları gibi, Nizak T arhan’ın da çocukluğu ilk# gençlik yılları ve müessir bir şahsiyet oluncaya kadar geçirdiği m erhaleler hakkında pek fazla bir bilgimiz yoktur. Fakat büyük G ö k t ü r k im paratorluğunu oluşturan ve sonraları batıya doğg^ çekilen T ürk boylarından biri Türgcşler’den olduğu bir gerçektir . Taber- î ’nin çok önem li rivâyetlerinden, onun, Toharistan’ın yine Türk asıllı diğer bir hüküm dârı K arluklar’dan Şgbağu Yeh ( *i&r ) Y a p a g u B e y (Y abgu)’in kölesi olduğu . yâni onun maiyyetinde yetiştiği anlaşılmaktadır.
O nun ismini bir kurtarıcı, kendinden yardım istenecek kadar önem li bir kimse olduğunu ilk defâ Sasanî hâncdânının bedbaht hüküm dârı III. Yezdücerd’in başına gelen felâketler dolayısıyla duymaktayız. T abcrî’nin daha ayrıntılı olarak naklettiğine göre, Yczdü- ccrd, Nihâvend bozgunundan sonra (642) sığınacak bir yer bulm ak için en sonunda M erv’e geldiğinde Nizak T arhan’dan gelişen Arap tehlikesine karşı ittifak ve muhaliflerini (kardeşi Ferruhzad vb.) bertaraf etm ek için yardımda bulunmasını istedi. Bunun üzerine o rdusu ile birlikte Merv’e gelen Nizak Tarhan, Yczdücerd tarafından
( H a l e s d a n Y
29 İl>n A 'sam cl-Kufi.K .el-Fütuh,Topkapı,no,2956,II,133b.l3<>..Türgeşler Hakkında daha geniş bilgi için bk.K afesoğlu,İ.,Türk Millî K ültürü Ankara 1937.s.120-125.Tq - gan,Z .V .,Türkistan ve Yakın Târihi, İstanbul 1947.I.S.53-54.Ö- gel, B .,Türk K ültürünün G elişm e Çağları, A nkara 1971^.65-67 .Süm er.F.,O ğuzlar,A nkara 1971 ,s.ll. - F ü ü .— vj ,̂,
30 Et-Taberî)T ârîhu ’l-UnıaınlTah.M.F.. İbrahim, Beyrut 1967, VI, s. 44. _
jijuJb»- denilen bir mevkide coşkun bir sevgi ve tczâhüratla k a rşılanm ıştır (31/651)31. Fakat daha sonraları bu m ünâsebetler süratle kötüye doğru gitmiş, o kadar ki Nizak T arhan’la Yezdücerd arasın da silâhlı bir arbede bile çıkmıştır.
b- N izakT arhan ’ın İlk M ücâdeleleri ve M üslüm an O luşu: Nizak T arhan’ın M üslüman A rap vâlileri ile ilk ciddî temasları elimizdeki bilgilere göre H icrî 51/671 yılında H orasana vali olarak gönderilen R abi’b. Ziyad clHarisi ile başlamıştır. Rabi’ H orasan’a gelince Belh- ’i barış yolu ile ele geçirmiş, zorla K uhistan’a girmiş ve o civarda kendisine m ukâvem et eden bütün Türkler’i de öldürm üştür. Bu T ürk ler’den sâdece Nizak T arhan’la baş edem em işti32. Fakat Ona en büyük darbe çok daha sonra, Haccac b. Y usuf tarafından H orasan’a vâli olarak gönderilen Yezid b. El-M iihelleb (701-704) tarafından vurulacaktır.
Yezid, H orasan’a vâli o larak geldikten sonra, diğer bir çok A rap vâlilerinde görüldüğü gibi civârın mâmur ve zengin şehirlerine baskınlar düzenlem ek ve dolayısıyla büyük ganim etler elde etm ek h ırsında idi. O sıralarda Nizak Tarhan’m daha ziyâde bir üs olarak kullandığı Bazğis, zenginliği ile ün salmıştır. Z irâ, Nizak Tarhan bü tün servet vc zenginliğini bir kartal yuvasını andıran bu kalede saklıyordu33. M ühellep her ne kadar şecaati ile m eşhur bir Arap vâlisi idiyse de O, Nizak’la açık bir harbe tutuşmayı göze alamamıştır. An - cak, onun peşine bir takım gözcüler koyarak Bazğis kalesinden ne zam an ayrıldığını bildirm elerini istemiştir. Nizak’ın bir ara Bazğis’- ten ayrıldığını haber alan M ühellep, oraya derhâl bir baskın düzenlemiş, geçitleri tutarak şehri kuşatmış ve Nizak’ın yıllardır yığdığı servet ve zenginliklerinin hepsini ele geçirmiştir. Türk hüküm dârı döndüğünde artık yapacağı pek fazla bir şey kalmamıştı. O kadar ki, şehre yaklaşması bile mümkün değildi. M ühellep bununla da yetinmedi, çok gâfil avladığı bu Türgeş asıllı hüküm dar ile ağır bir anlaşma yapmış, ancak elh ve iyâllni buradan alarak çekilip gitmesine müsaade etm iştir. Kaab b. M aden ElAşkarî, bu hiyânetle ilgili olarak bir şiirinde şöyle demektedir:
31 ib n ü ’i - E s irK l-K â m il Beyrut 1965,III,s,121:krş.Et-Ta- berı,V,s.297.
32 Et-Tabcrî,V ,s. 286.
33 et-Tabeıt,VI,s.386:İbnüM-Esîr,IV,s.496.
^ 15”'yŞn ^ u ^ ı ju ii u î *J>*
“Nizak, Bazğis'ten sürülmüştür. Heyhat! O Nizak ki hükümdarların efe geçirmeleri çok zor bir yerde idi34.
Bu beklenm edik kötü olaylardan sonra Nizak T arhan’ı Soğd H ü- kümdârı T a r h u n ’ u n yanında görmekteyiz. Şöyle ki Tabcrî Hicrî 85/704 yılı olayları arasında âsî veT ürk büyüklerine sığınmak için cm rindeki bir kısım askerleri ile birlikte, bir şehirden diğer bir şehire göç eden M usa b. Abdullah b. Ilazim ’in m âcerâlarından uzun uzadıya bahsetm ekledir. Musa b. Hazim, Soğd H üküm dârı T arhun’a sığınmış ve büyük ikramlar görm üştür. Fakat daha sonra araları bu hüküm darlarla da bozulmuş ve onunla çetin mücâdeleleri olm uştur. İşte T arhun’a karşı kıyâm eden bu âsî Arap vâlisinin tedibinde Nizak Tarhan da yer almış ve büyük yararlıkları dokunm uştur. 35.
Fakat sonraları Nizak T arhan’ın değişen ve gelişen bir kısım olayj ların yardımı ile eski karargâhı olan Bazğis’c tekrar döndüğü an laşılmaktadır. Fakat bu sıralarda Nizak’ın dinî hayâtını ilgilendiren beklenmedik gelişmeler olm uştur. O, M üslüman A rap vâlilcri ile o- lan bu değişik ve sürekli temasları sonucu töreyi terk ederek İslâm dinine girmiştir. Nizak Tarhan’ın İslâm dinine ne zaman ve kimlerin delâleti ile girdiği hakkında henüz fazla bir bilgi yoktur. Ancak Ku- ıcybe b. M üslim’in Horasan vâliliğinden çok daha önce Müslüman olduğu birgcrçeklir. İbni A ’sam El-Kûfî, hcnüzncşrcdilm cm işyazm a eserinde onun hakkında açıkça şu beyanda bulunm akladır:
Jj Jp ji- \Ş j j l f j iijJ*
ı 'i j j i ' j i j i i l l i eS" ' 55' ) J P *.
“Nizak Et-Türgaşî, Türk asıllı idi. Üstelik bâzı Horasan valilerinin telkini He M üslüman da olmuştu. Bununla beraber O (kimsenin baş e- demeyeceği kadar da) beledi kendisinden çekinilen bir kimse idi3<\ ”.
Öyle tahm in ediyoruz ki; o belki de devrin gözü pek adam larından biri olması yanı sıra Türk büyükleri ile fevkalâde iyi m ünâse-
34 E l-Tabcrî, VI, s. 387.
35 E l-Tabcrî, VI, s. 398 vd.
36 İbni A 'sam . II, 133b. J 1 ^
T ' ----- ------------betleri, hattâ bir Türk hanım ı ile evli bulunan O sm an b. M esud Et- T am în tı. veyâ Yezid b. M ühelleb vâsıtasıyla M üslüman olm uştur. Z irâ Yezid b. M ühelleb zam âm nda H.82/M.704 M üslüman olan A- şağı Türkistan aristokratları ve prensleri arasında ilerideki sayfalarda üzerinde daha geniş olarak durulacağı gibi Gazvan da vardır38.. Fakat onun Osman b. M esud vâsıtasıyla M üslüman olduğu akla biraz daha uygun gelmektedir. Z irâ Tarhun’la çok iyi m ünâsebetleri o- lan O sm an’ın onun m aiyyetinde bir kom utan o larak bulunan Nizak’la da çok iyi m ünâsebetler içinde olması gerekmektedir. B undan başka Nizak’ın kardeşi, kendi oğluna O sm an adını koymuştur. Buşüphesiz,genişTarhunâilesininEt-Tem îm î’yekarşı duydukları samimiyetin bir ifâdesi olarak kabul edilmelidir(x).. Mâmâfih Nizak T arhan M üslüman olmuş ve kendisine mütevazi “A 11 a h ’ ı n k u l u ” anlam ına gelen A bdullah” adını alm ıştır39. O nun her ne kadar İslâmî adı A bdullah ise de öm rünün sonuna kadar Nizak Tarhan o- larak kalmış vc öylece vefât etm iştir. Kaynaklarda her nedense O- nun İslâmî olan bu ikinci adından pek fazla bahscdilmemektedir.
Bu mealdeki rivâyetlerden, İslâm dininin bu geniş Türk hüküm dar ailesi nezdinde takdir edilecek seviyede bir hüsnü kabûlc mazhar olduğu anlaşılmaktadır. Nizak T arhan’ın M üslüman olmasıyla birlikte aristokrat tabakadan daha bir çok T ürk’ de M üslüman olm uştur. Bunlar arasında, kaynaklardan tesbit edebildiğimiz kadarı ile Nizak Tarhan’ın oğlu S a l i h , Nizak’ın önem li yardımcılarından biri olan k a r d e ş i vc onun O s m a n veyâ Şakran, Sul gibi çlaha bir nice kimseler vardır. Salih b. Nizak’a gelince, önümüzdeki sayfalarda üzerinde biraz daha geniş bir şekilde durulacağı gibi Emevîlcr devrinde yükselmiş, A raplar’ın hizmetine girmiş Türk asıllı devlet a- dam larının öncüleri arasındadır.
Fakat bu arada bir gerçeği dile getirmemiz de yararlı olacaktır.
x- Osm an b. Mesud, Arap komutanı. Taberî Hicrî 85/704yılı olaylarında onun Tirmiz kuşatm asından geniş bir şekilde bahsetm ektedir (VI. s. 409 vd.). Daha sonra Kutcybe b. Müslim’in vâliliği ■sırasında Nizakla birlikte boynu vurdurulm uş vc kafası El-Haccac’a gönderilm iştir
37 İbni A ’sam, II,134a.
38 E t-T abcrî,V I,s . 351.39 İbni A ’sam ,II134a:EI-Y âkûbî,Târih Beyrut 1960 ,II,s.286.
Şöyle ki, Nizak Tarhan hiç bir zaman aktif ve heyecanlı bir M üslüman olam am ıştır. Bunun sebebi de baş döndürücü siyâsî olayların devâm etm esi yanı sıra, başta A rap vâlileri, devlet adam larının da bu dînî heyecandan çok yoksun olm aları, hattâ M üslüm an olanlara pek fazla iltifat bile etm em eleri idi40, Araştırm am ıza bu ve diğer konularda çok geniş bilgiler verilmiştir.. İşin daha acı ve fakat gerçek yönü, A rap idârecileri, Nizak T arhan’a Müslüman olmasına ve A bdullah adını alm asına rağmen yine eskisi gibi hâlâ “k â f i r” ve “mut n â f ı k ” gözü ile bakmaya devâm etm etm eleri idi41.
c-Nizak T arhan ve Kuteybe b. M üslim: Nizak’ın daha sonra Bazğis ve havâlisinde eski o torite ve hâkimiyetini tesis ettiğini söylemiştik. Bu devirde onun M üslüman idârecilerle tem aslarının iyi çlduğunu iddia etmemize imkân yoktur. M üslüm an olm asının hattâ İslâm dininin bu âile arasında yayılması, Arap valilerle olan sosyal m ünâsebetlerin gelişme ve değişmesinde pek fazla bir tesiri o lm amıştır. Nizak A rap vâlilerine karşı icâbında bir pazarlık konusu yapabilmek için olsa gerek, M üslüman A raplar’dan hiç de küçüm senmeyecek kadar esirler almıştı. Çevresindeki küçükbeyliklcronun nüfuz ve hükm ü altında idi. Bunlar arasında T oharistan’ın Türk a- sıllı biraz zayıf irâdeli hüküm dârı Y a p a g u B c y d e vardı. Böylecc onun otoritesinin sınırları içine Toharistan da dâhil olmuştu. İşle bu sıralarda, daha önceleri H orasan’a vâli olarak gönderilen Arap generallerinin Türkler’e karşı pek fazla bir başarı elde edem ediklerini gören Ilaccac b. Yusuf, Kuteybe b. Müslim’i büyük yetkilerle bütün O rta Asya’yı fethetm ek üzere bu bölgeye vâli olarak gönderm iştir (86/705) .
Kuteybe, H orasan’a geldikten sonra, Nizak T arhan’ın ne kadar güçlü ve kuvvetli bir kimse olduğunu anlam akta fazla gecikmedi. N itekim bu hususlara temas eden İbni A’sam şöyle dem ektedir; “Kuteybe bütün Horasan i istilâ etti. Herkes onun emirlerine uymak ve itaat etmek üzere baş eğdi. Fakat Horasan ’da kendisinden çekinilen iki (bel- âü) adamdan başka kimseyoktu. Bunlardan birisi N i z a k E l - T ü rg aş î , diğeri ise O s m a nb. M e s u d E t - T e m i m i idi. Hele Kuteybe bu iki kimseden çok korkmakta ve çekinmekte idi43.
40 K itapcı.Z .,O rta Asya A rap Fetihlerinin Sosyalve D inî K arak terleri ,T ü /k Dünyası A raştırm aları no:33,Aralık 1984,İstanbul,s.141-169
41 İbni A ’sam,II.138b. >*> j - t ı .< «jt42 Et-Tabcrî,Vl,s.424.
43 İbni A ’sam, II, 138b
Kuteybe, büyük A rap kom utanı her şeyden evvel bu Nizak T arhan meselesini halletm ek isfedi. Bunun için de önce çok ağır teh d itlerle dolu bir m ektup yazdı. Sonra da*bu m ektubu, tatlı dilli ve çok riyâkâr bir adam olan Süleym En-N asıh ile Nizak’a gönderdi. Kutey- bebu m ektubunda her ne pahasına olursa olsun, N izakTarhan’ı huzû - runa çağırıyordu: “Yoksa ya zafer, ya da ölünceye kadar nerede o lu rsa olsun onun peşini bırakm ayacağına dâir Alluh’a yemin e tm işti44. O nun bu tehdidi boşa gitmedi ve Süleym, Nizak’ı o mâlûm tatlı dili ile kandırarak Kuteybe’nin huzûruna getirmeye muvaffak o l- du. Böylece onunla yeni bir anlaşma yapıldı. Buna göre Nizak e lin de tu ttuğu bütün M üslüm an A rapları serbest bırakacaktı. Buna karşılık Kuteybe de Bazğis’i istilâ etm ekten vaz geçecekti (87/705).
Kuteybe insan ve kom utan olarak M üslüman Türk H üküm dârı N izak’ı yakından tanımış ve beğenmişti. Zeki diplomat bir adım d a ha ileri atarak Nizak’ı maiyyetine aldı. Kuteybe onu bir taraftan tec- rid ve kontrol altına alırken, diğer taraftan da Aşağı Türkistan’ın fethinde vc planladığı diğer harplerde A raplar’ın( w ) Ebe’l- Heyyâc harb ve darb görm üş kişi lakabını taktıkları45, bu dirâyetli Türk generalinin bilgi vc tecrübesinden geniş ölçüde yararlanacaktı. Böylcce Nizak T arhan , maiyyetinde bulunan T ürk askerleri ile birlikte Arap ordularında çarpışan ilk T ürk generali oluyordu46.
D aha sonra gelişen olaylar, Kuteybe’nin böyle davranmakla ne kadar isâbetli hareket ettiğini ortaya koymuştur. Bundan sonra cc- reyân eden bütün harplerde artık Nizak Tarhan, Kuteybe’nin yanında bir nevî sağ kolu olmuş vc ona büyük yararlıkları dokunm uştur. M eselâ Kuteybe B uhâra’nın fethini kolaylaştırmak için önceNimşe- kes ve R am ısen’e hücum etti. Geri dönerken c>nun birlikleri yolda ( Kör M uğnan Et-Türkî ) ), Kara M uhana adındaki bir Türk generalinin tuzağına düşmüşlerdir. Nizak bu olaylarda çok yaman kahram anlıklar göstermiş âdetâ Müslüman A raplar’ın T ürkler tarafından imhâ edilmelerini önlemiştir (88/706)47. Nitekim Nizak Tarhan, B a y k e n t v e B u h â r a ’ nın fethinde Kuteybe’nin yanında yer almış ve ona bu müreffeh şehrin ele geçirilmesinde b ü yük yardımları dokunm uştur.
44 E t-Tabcrî,V I,s.429:İbnü'l-Esîr,IV ,s.257”.
45 E t-Taberî,V I,s.429-457.46 D aha geniş bilgi için bk. Kitapçı, z., “Arap Ordularında
Çarpışan ilk Türkler , Dıyânet Dergisi, xil, nr.3, M ayıs- Ilazıran , A nkara 1973. A raştırm a üç bölüm olmak üzere söz ko nusu derginin m üteakib sayılarında da yayınlanmıştır.
47 E t-T aberî, VI.s.437.
karşı, gclccck ilk baharda harekete geçeceklerdi. Nizak bu arada kendinden emin olmak için Toharisian Hüküm dârı Yapagıı Bey’i, bâzı kargaşalıklar çıkarm asından korktuğu için gözaltına almış ve e llerine altın bir kelepçe vurdurm uştu . Bu arada Kuteybe’nin vâlisi- ni de oradan koğup çıkarmayı ihmâl etmedi.
Kuteybe’ye gelince, O bunların derlenip toparlanm asına fırsat verm eden üzerlerine yürüdü. Baş kaldıran hüküm darların kimisi kaçtı, kalanların da Kuteybe boynunu vurdurdu. Nizak bu umûmî kıyam hareketinde yine yalnız kalmıştı. Sıkı bir takibe uğrayan Nizak dağlık bir yer olan K ü r z ’ e gelmiş ve bütün yolları da tutm uştu. Aradan aylar geçtiği ve muhasara uzadığı halde Kuteybe, ona bir şey yapamıyordu. Sonunda Kuteybeyine mâlûm taktiği (diplomasiyi) uyguladı. D aha önce zikredilen Süleym En-N asıh’ı yanına çağırarak Nizak’t her ne pahasına olursa olsun kandırmasını ve yanına ge tirmesini em retti. Süleym yukarıda işaret edildiği gibi, tatlı dilli ve sö züne aslâ güvenilmeyen riyûkârın biri idi. Nizak’a yaklaşmaya ve onu kandırmaya muvaffak olm uştur. Ona:
"Ya E b e '! Heyyac (Ey umur görmüş kişi) dedi. Sana nasihat etm ekten başka bir gayem yok. Artık çok çalıştınız ve yoruldunuz. Kuteybe’ye geri dönünüz. Öyle yaptığınız takdirde o sizden utanacak ve sizi a f edecektir. Size kesinlikle onun namına (eman) dokunulm azlık veriyorum 50.
Haddi zâtında Nizak doğruyu gören ve düşünen, fakat çabuk inanan ve kanan bir insandı. Bu meselede de böyle oldu. Kuteybe ve O ’ - nun karakterini çok iyi bildiği halde yine yanılmış ve Kuteybe’nin tuzağına düşmüştü. Zîra bu konuşmaların sonunda Süleym,başta Nizak olm ak üzere ileri gelen Türk aristokratlarından Y a p a g u B e y, onun vekili S u 1 T a r h a n, emniyet görevlisi H ı n ı s T a r h a n , ve Nizak’ın kardeşinin oğlu O s m a n (Ş a k r a n) da dâhil olmak ü- zere Türk aristokratlarından oluşan büyük bir kalabalığı Kuteybe’nin huzuruna gclirmcyemuvaffakoldu.
d- Nizak Turhan’ın Ö ldürülm esi ve Yankıları: Kuteybe, Sülcym- ’in bu başarıs'ına çoksevinmişti. Nizak’ı derhâl huzuruna aldı. A ralarında ileri geri konuşm alar oldu. Nizak e m a n (dokunulmazlığı) hakkında Süleym’in kendisine verdiği kesin sözü hatırlattı. O zaman Kuteybe İbni A ’sam’ın kaydettiğine göre:
49 E t-Tabcrî. VI,s.445. « j* o' i»U , xi> «xl> a# «M i50 E l-Tabcrî. VI. s. 459-457 '
karşı, gclccck ilk baharda harekete geçeceklerdi. Nizak bu arada kendinden emin olmak için Toharisian Hüküm dârı Yapagıı Bey’i, bâzı kargaşalıklarçıkarm asından korktuğu için gözaltına almış ve e llerine altın bir kelepçe vurdurm uştu . Bu arada Kuteybe’nin vâlisi- ni de oradan koğup çıkarmayı ihmâl etmedi.
Kuteybe’ye gelince, O bunların derlenip toparlanm asına fırsat verm eden üzerlerine yürüdü. Baş kaldıran hüküm darların kimisi kaçtı, kalanların da Kuteybe boynunu vurdurdu. Nizak bu umûmî kıyam hareketinde yine yalnız kalmıştı. Sıkı bir tâkibe uğrayan Nizak dağlık bir yer olan K ü r z ’ e gelmiş ve bütün yolları da tutm uştu. Aradan aylar geçtiği ve m uhasara uzadığı halde Kuteybe, ona bir şey yapamıyordu. Sonunda Kuteybeyine mâlûm taktiği (diplomasiyi) uyguladı. Daha önce zikredilen Süleym En-N asıh’ı yanına çağırarak Nizak’ı her ne pahasına olursa olsun kandırmasını ve yanına ge tirmesini em retti. Süleym yukarıda işâret edildiği gibi, tatlı dilli ve sö züne aslâ güvenilmeyen riyâkârın biri idi. Nizak’a yaklaşmaya ve onu kandırmaya muvaffak olm uştur. Ona:
"Ya E b e '/ Heyyac (Ey umur görmüş kişi) dedi. Sana nasihat etm ekten başka bir gayem yok. Artık çok çalıştınız ve yoruldunuz. Kuteybe’ye geri dönünüz. Oyle yaptığınız takdirde o sizden utanacak ve sizi a f edecektir. Size kesinlikle onun namına (eman) dokunulm azlık veriyorum50.
Haddi zâtında Nizak doğruyu gören ve düşünen, fakat çabuk inanan ve kanan bir insandı. Bu meselede de böyle oldu. Kuteybe ve O ’ - nun karakterini çok iyi bildiği halde yine yanılmış ve Kuteybe’nin tuzağına düşmüştü. Zîra bu konuşmaların sonunda Süleym,başta Nizak olm ak üzere ileri gelen Türk aristokratlarından Y a p a g u B e y, onun vekili S u 1 T a r h a n, emniyet görevlisi H ı n ı s T a r h a n , ve Nizak’ın kardeşinin oğlu O s m a n (Ş a k r a n) da dâhil olmak ü- zere Türk aristokratlarından oluşan büyük bir kalabalığı Kuteybe’nin huzuruna gclirmcyemuvaffakoldu.
d- Nizak Turhan’ın Ö ldürülm esi ve Yankıları: Kuteybe, Sülcym- ’in bu başarıs'ına çoksevinmişti. Nizak’ı derhâl huzuruna aldı. A ralarında ileri geri konuşm alar oldu. Nizak e m a n (dokunulmazlığı) hakkında Süleym’in kendisine verdiği kesin sözü hatırlattı. O zaman Kuteybe İbni A ’sam’ın kaydettiğine göre:
49 lit-Tabcrî.VI,s.445. .«j* j 1 i»U , xi> «xl> ıtp50 E l-Taberî. VI. s. 456-457 '
“Ey A lla h ’ın düşmanı senin gibilere e m a n ne gerek... İslâm dininden defâlarca döndün, durdun’’ dem iştir . Sonra yanındakilere dönerek sordu. Z âten hepsi ona “kâfir”, “fâ s ık ”, “m ürted” ve “hâin” deyip duruyorlardı. Nizak on milyon dirhem gibi çok büyük bir kurtuluş fidyesi tek lifeu i isedeb u k ab û led ilm ed i52. Büyük İslâm târih- çisiTaberî’nin bildirdiğine göre Kuteybe:
ı o ..c—IaJ öz ) ^ j <
“Allah ’a yemin ederim ki ölmeden önce üç kelimeden başka diyeceğim bir şey kalm am ış olsaydı (N izak için), onu öldürünüz! onu öldürünüz! onu öldürünüz! derdim ” diyerek, kirli oyununa bir yenisini daha ilâv e e tm iş ve N izak T a rh a n ’ın ö ld ü rü lm e s in i e m re tm iş tir (91/709) . Neticede bu M üslüman Türk hüküm darları, yakınları ve kardeşinin iki oğlu da dâhil, b ir kısmı M üslüman olm ak üzere 700 T ürk’ün Kuteybe tarafından boyunları vurdurulm uş ve Nizak’ın kellesi ise Haccac’a gönderilmiştir.
Nizak ve çevresindeki değerli bir çok Türkün M üslümanlığı hiç bir mânâ ifâde etm em iştir. Siyâsî ihtiraslar yine dinî duygulara gâlip gelmiş ve yeni yeni filizlenmeye başlayan M üslüman Türk varlığına böylccc ilk darbe vurulm uştur. Kuteybe’nin M üslüman T ürkaristok- ratlarına yaptığı bu ihaneti hoş görmeyen A raplar da vardı. B unlardan özellikle Türklcr’c karşı sevgi vc sempatisi ile dikkati çeken S a b i t K u t n a bu konuda yazdığı uzun bir şiirinde Kuteybe’nin ih- ânetini takbih ederek şöyle demiştir:
ncJjj f'aiŞ/ı aj cA ş jJ/ü'
“Zannetm e ki hiyânet sağlam bir adımdır; bir deffunsan, hiyânetle yükselse bile çoğu zaman o insanı alçak ve zelil eder .
Ancak Toharistan hüküm dârı Yapagu H an’a bir şey yapılmadı. Kuteybe ona bilâkis iltifat ve ihsanlarda bulundu. Bu büyük zaferinin gösterişli bir ifâdesi olarak onu, Emevî halifelerinden Velîdb.Ab- dülmelik’e takdim edilmek üzere Şama gönderdi.
Bu dokunulm ayanlar arasında Nizak T arhan’ın oğlu S a 1 i h de
51 İbnîA 'sam ,II,s.l38b.
52 İb n îA ’sanı, II,s. 138b.53 E l-Tabcrî, VI, s. 458.
54 E t-Taberî, VI, s. 459 ",
vardı. Salih’in başta Nizak Tarhan olm ak üzere üst seviyedeki Türk aristokratlarına karşı Kuteybe’nin giriştiği bu katliam hareketinde, nisbeten küçük olduğu anlaşılm aktadır. Sonraları o, A raplar’dan A m r. b. A s ’ ın kölesi olm uştur. Bu şekilde A rap toplum una katılan Salih daha sonraları üstün kâbiliyeti ile dikkati çekmiş ve devlet iş lerinde önem li görevlere getirilmiştir. H attâ Em evîler’in son H o ra san Vâlisi N asr b. Seyyar zamânında, Nizak T arhan’ın geride kalan, belki de kaynaklara geçen tek oğlu S a 1 i h b. N i z a k, Şaş bu günkü adıyla Taşkent’e vâli olarak tâyin edilm iştir . (121/738)
2-YAPAGU (YABGU) BEY; TOHARİSTAN HÜKÜMDARI ( ? - ? )
a - T o h a r i s t a n ’ın C o ğ ra f i M e v k ii: E m c v île r d ev rin d e M üslüm anolan mahallî Türk H anları arasında T oharistan’ın Türk a- sıllı H üküm dârı Cabağu Yeh, Yapagu Bey’i (Yabgu) (x )de zikretm emiz gerekm ektedir. T oharistan’dan, geniş mânâda ve İslâmî fetihler sırasında Ceyhun nehrinin iki kıyısında ve iktisâden B e 1 h ’ e bağlı, çok geniş olan coğrafî bölgeler kastedilm ekte ise de56, büyük İslâm coğrafyacısı Yâkııtpnun Ceyhun nehrinin yukarı mecrâsınm, sağ ve solunda bulunan dağlık ülkeleri de içine aldığını zikretm ektedir57. Ç inliler bu bölgeye Tou-ho-lo adını vermişlerdir. M ilâdî VII. asırda bura ahâlisinin büyük bir kısmı E f t a 1 i 1 1 e r denVkkoyunlu Tür- kler’den oluşuyordu. H anları Che-IIou yâni Yapagu ünvânıyla yâde- d ilm ekte ve Arap fetihleri sırasında K öktürk Hakanlığı’na bağlı bulunm akta idi58
x- Y A PA G U , Türk asâlet ünvânı. Eski T ürkler’de devlet teşkilâtı B o y esâsına göre meydana gelirdi. Bu boylardan oluşan birliğin başına tâyin edilen kimseye Y a b g u (baş vekil) denilirdi. K öktürk devleti genişledikçe büyük şehirlerde, eyâletlerde yeni Yabguluklar ihdas edilmişti. Bütün Yabgular soy itibârıyla Türk idiler (daha geniş bilgi için bk. Ögel, B. T ürk K ültü rünün Gelişme Çağları, A nkara 1971, s. 66). Belki de Köktürk geleneğinin bir devâmı olarak Toharistan Hüküm dârı Yabgu ünvânı ile anılm akta idi. Fakat, onun
55 lb n ü ’l-E sîr,V ,s.237 .
56 İA, XII/1, S. 399.57 Barthold, W ., T ürkistan İstanbul 1981, s. 88, krs, Yâkût, M.,
El-Büldân, Beyrut 1955, ofset IV, s.23..58 Günaltay,M .,Şem seddinr. M ufassal T ürk T arihi,İstanbul 1339,
V .s.256.
Türk hakanları ile olan ilişkileri tam olarak aydınlatılmış değildir.
İslâmî kaynakların son derece mahdut rivayetlerinden, onun şahsiyetini aydınlatmamız müm kün değildir. Bunun da çeşitli sebepleri vardır. Bilindiği gibi, yapaguluk, kadim Türk asâlet Unvanlarından biridir. Eski Türkler’de “t u d u n ” ların üstünde olan ve bütün ilin üzerinde ferdî hâkimiyet icrâ eden siyâsî reise Y a p a g u denilir vebu “z / b e y i ” mânâsına gelirdi59. Bu takdirde böyle bir asâletünvânı a- lan kimsenin özel bir adı olması gerekm ektedir. H albuki kaynaklarımız sâdece yapagu dan bahsetm ekte ve onıın gerçek ism ini b irtü rlü zikretm eınektedirler. Bu ise konuya yaklaşmamızı daha da zorlaştırm aktadır. Z irâ sa ltana t ve hüküm darlık sâdece o ünvânı a- lan kimse ile kâim değildir. Çoğu zaman şah ısla r öldüğü halde hü küm darlık devâm edebilmektedir. Bu T oharistan Yabgusu için de böyledir. İslâm î kaynaklara göre: T oharistan Yabgusu’nun ak tif d u rum u, ilk fetih yıllarından başlam ak üzere Abbasîler’in II. yükseliş devrine kadar, yâni yaklaşık o larak b ir bııçıık a s ır devâm etm iştir. Bir kişinin bu kadar ıızıın sü re Yapagu olarak kalm ası m üm kün değildir.
b- Yapagu Bey’in İlk Yılları: Bu bakım lardan yukarıda da söylediğimiz gibi, İslâmî fetihler sırasında Toharistan’ın bu Türk asıllı hüküm darlarının aydınlatılması gereken bir çok yönleri vardır. Yapağu Bey’in kimliği, asıl adı, ne zaman Toharistan yapagusu olduğu, hattâ İslâmî devreye girdikten sonra, onun Şam’da mı, yoksa tekrar Toha- ristan’a dönerek mi vcfâı ettiği hususları şimdilik târihin karanlıksa- h ifclcri arasındadır. Bildiğimiz, Y apagu’nun, Nizak T arh an ’la olmasa bile Batı K öklürkleri’nin dcvâmı olan Türgcşlcr’dcn büyük Hakan S u 1 u H a n ’ 1 a çok iyi m ünâsebetler içinde olmasıdır. Ta - berîonunK arluk lar’diin olduğunu bildirm ektedir60. Karluklular ise büyük Türk boylarından biridir.
Y apagu’yu biz, daha ziyâde bedbaht Türk H üküm dârı Nizak T arhanan, Kuteybe ile olan m ünâsebetleri ve ondan sonraki gelişmeler dolayısıyla tanımış olmaktayız. İslâmî kaynakların rivâyctlcrindcn civar em irler üzerinde, meselâ Nizak, Sabbal ve Şazz gibi büyük tesir ve saygısı olduğu anlaşılmaktadır. H attâ Şazz Kuteybe’nin de bu lunduğu bir mecliste Yapagu’nun huzurunda secdelere kapanmış ve cli-
59 Gökalb. Z.. Tiirk Medeniyeti Tarihi .Ankara 1976, S. 209.60 lit-T abcri. VII, s. 125. İbnüTIİsîr, V. s. 205. K arlukT ürk boyu
hakkında daha geniş bilgi için bk. Kafcsoğlu, İ., a.g.c,, S. 12.6; Türk Ansiklopedisi, X II, s. 348-349.
ni öptükten sonra Kuteybe’ye; “ her ne kadar benim Yapagu ile a- ram iyi değil ise de; o, benden çok yaşlıdır ve gerçek hüküm dar da odur. Bense onun kölesiyim” diyerek onun büyüklüğünü gösterm iştir61.
Nizak T arhan’la kökü çok eskilere doğru giden bir ilişkisi vardır Ancak, Nizak’ın Kuteybe’ye karşı planladığı genel kıyam hareketini desteklem em iştir. Bunun için Nizak tarafından gözaltına alınan Y apagu Bey, şuraya buraya sürüklenip durm uştur. H attâ, Kuteybe’nin Nizak’ı K iirz’de kuşattığı sıralarda o, bir nevî deri iltihabına yakalanmışsa da sonraları şifâ bulmuş ve sıhhati de düzelm iştir (91/709) .
c- M üslüm an Vâlilerle M ünâsebetleri: Y apagu’nun, ne zaman ve kimin delâleti ile ihtidâ ettiği hakkında açık rivâyeller yoktur. A rap toplum una katıldığı ve hattâ Kuteybe tarafından Şam’a gönderildiği nazarı itibara alınırsa onun çok daha önce M üslüman olduğu anlaşılm aktadır. Y apagu’nun, İslâm îfetihler gelişip, Arapsiyâsîhâki- miyeti bu bölgelerde kesin bir şekilde yerleştikten sonra, özellikle Kuteybe tarafından ve onun telkini ile M üslüman olabileceği akla daha uygun gelmektedir. Zirâ bu devirde, m ahallî Türk hüküm darları da dâhil, aristokrat tabakadan bir çok kim seler Kuteybe’nin telkin ve temâyülü ile (meselâ Buhâra H üküm dârı Tuğ Şad gibi) M üslüman olm uşlardır. Ü zerinde durduğumuz Yapagu Bey de bu şekilde M üslüman olanlardan biridir. Onun itidalli pek fazla aşırılığı olm ayan ve kendi hâlinde bir M üslüman olması gerekm ektedir. Z irâ N izak Tarhan ve yakın çevresi M üslüman olduktan sonra onun da M üslüman olması pek tabiî idi.
Y apagu’nun M üslüman fâtihlerle olan m ünâsebetlerinin bozul- mamasına büyük bir itinâ gösterdiği gözden kaçmamaktadır. N itekim Nizak Tarhan, Ceyhun nehrinin iki yakasında bulunan eyâletleri Kuteybe’ye karşı kıyam için iknaya muvaffak olduğu halde, Toharistan hüküm dârı Yapagu’dan aynı desteği görmemiştir. Nizak, bilâkis Yapagu Bey’den çekindiği için, onu yâni daha önce maiyyetinde yetiştiği bu efendisini gözaltına almış ve ellerine de altından bir kelepçe vurdurm uştur63.
Kuteybe deonun bu tutum unu bildiği için, Nizak Tarhan da dâhil- , daha bir çok hüküm dar ve Türk aristokratlarının boynunu vurdur
61 E l-Tabcrî, V I,s .4 5 ‘Z^**j ^ & '}•»* >) 4® J'j itjt# 6' AsJt J t#a •&***} 4.U uij iUi'
62 Ibnü’l Esîr, IV, s. 552; 'Et-Tabcrî, VI. s. 455.63 E t-Taberî, VI. s. 446.
duğu halde, onu korum uş ve dokunm am ıştır. M üslüm an idâreye bir nevî bağlılığını andıran bu hareketi dolayısıyla ona bir kısım ihsan ve iyiliklerde bulunm uştur. H attâ daha da ileri giderek bu M üslüm an T ürk hüküm dârını Halife Velîd b. A bdülm elik’e (705-713) takdim e- dilm ek üzere Ş a m ’ a gönderm iştir (709)64. K urnaz Kuteybe; böy- lece Türkler ve Türk hüküm darlarına karşı sağladığı büyük başarı ve zaferinin, yine bir Türk hüküm darının diliyle halifeye ulaşması ve aktarılm asını istiyordu. Yapagu ise bunun m üşahhas bir örneği olacaktı.
Y apagu’nun, Halife V elîd’invefâtm a kadar Şam’da kaldığı bir ger çektir (713). Ancak ondan sonraki durum u biraz kapalı görülm ektedir. Z irâ hilâfet m erkezine gönderilen Türk hüküm darlarının ilk öncülerinden olan Y apagu’nun65. Emevî saraylarında ne kadar kaldığı pek de belli değildir. Fakat olayların gelişmesinden anlayabildiğimiz kadarı ile bu K arluk asıllı Türk Hanı Şam ’da kendi çevresinin dışında pek de o kadar rahat edememiş ve m uhtem elen Velîd’in vefâ- tından sonra T oharistan’a dönerek tekrar eski mevki ve itibârına kavuşmuştur. Böylece Toharistan Y apaguluğu’nun Batı K öktürk Hakanlığı’nın devâmı ve onlara bağlılığından m uhtem el bir kopukluk da önlenm iştir.
ç- T oharistan Y apağıdan ve T ürk Hakanlığı: Bu arada konunun diğer ilgi çekici bir yönü üzerinde durm ak istiyoruz. O da T oharistan Yapagularının İslâmî fetihler sırasında Türk hakanı ile olan m ünâsebetleridir.
Kuteybe’den sonra Toharistan Y apaguluğu’nun ikinci devri yâni Arap vâlilerine karşı dinamik ve atak olduğu devirler başlamıştır. Bunda Türk hakanı ile olan samimî m ünâsebetlerinin rolü büyüktür. Z irâ, Toharistan Y apağularınm , büyük K öktürk Kağanlığı’nın tem silcileri ile olan geleneğe dayalı samimî m ünâsebetleri Emevî devletinin yıkılışına kadar devâm etm iştir. Diğer Türk hanları gibi, Toharistan Yapagusu da, despotik Arap idâresine karşı direnmiş ve T ürk hakanının safına katılarak çok daha aktif roller oynamıştır. İslâmî kaynakların münferit rivâyetleri birleştirildiğinde karşımıza daha müessir bir manzara çıkmaktadır. Şöyle ki:
Em evîler’in başarısız vâlilerinden biri olan E şres’ten sonra H orasan’a C üneydb.A bdürrahm anE l-M ürrî gelm iştir (111/729) Cüneyd T oharistan’a bir sefer tertip etm ek üzere yola çıkmıştır. Fakat bu sı-
64 İbnü’l-Esîr, VI, s. 525: et-Taberî, VI, s. 459.65 E t-T a b e rî,V II ,s .ll.
rada Türk H akanı S u 1 u H a n, büyük bir ordu ile süratle Aşağı T ü rkistan’a girmiş ve Cüneyd’le yaptığı savaşlarda ona çok ağıt kayıplar verdirm iştir. Taberî’nin, H icrî 112/730 yılı olayları arasında çok daha geniş olarak bahsettiği harplerde Toharistan Yapagusu; Sulu H an’ın kurm aylarından,yâni büyük generallerinden biri olarak çarpışmış ve ordusunun sağ kanadına kum anda ederek büyük kahram anlıklar gösterm iştir. Bu bakım dan A rap siyâsî hâkimiyeti Toharistan’a pek o kadar sağlam yerleşememiştir.
Y ine Em cvîler’in H orasan’da hizmeti geçen Esed b. Abdullah, To- ' haristan’a, Y apagu’nun ülkesine bir sfefer tertip etmiş ve pek çok ganim et elde etm işti (118/736) . Fakat olaylar bununla bitmemiştir. Daha sonra hakan süratle hareket ederek Esed’in üzerine yürüm üştür. Esed, Belh’e kadar geri çekilmek durum unda kalmıştır. Bundan sonraki olaylar ve harplerde, Toharistan artık Türk hakanı için bir nevî üs olmuş; Türk hakanı burada kalmış ve gelişen olayları, Esed’in hareketlerini buradan tâkipetm iştir. N itekim Taberî,H icrî 119yı- lı olayları ve Türk hakanının A raplar’ı Aşağı Türkistan’dan sürüp çıkarm ak için giriştiği başarılı hareketlerden bahsederken şöyle demektedir:
‘*1 'j j*5 "U* Jl ol» ı f&Jtj Ç-»* l«i» OL* j£.A*.i.a;
“Hakan Esed’i tâkip ederken Yukarı Toharistan ’a kadar geldi. Kar- luk asıllı Yapagu’nun yanında bir müddet ikâm et etti. Bu sâdece ona şeref vermek içindi Bu arada büyük köslerin yapılmasını da emretti Bu kösler, kuruyup heybetli sesler çıkarır olduktan sonra tekrar m em leketine döndü .
M âmâfih, Taberî’nin bu kıymetli rivâyetleri Yapagu’nun, yukarıda da işâret edildiği gibi, büyük Türk hakanı ve güçlü K öktürk ka-1 ğanlarının devâmı olan Sulu Han ile 'olan ilişkileri, ona bağlılığı ve samimiyet derecesi hakkında bize gerçekten de yeterli fikirler verm ektedir.
d- T oharistan Yapagusu ve Abbasî Halifeleri: Toharistan’ın Türk hüküm dar âilesine mensup bu Y apagular tarafından idâre edilmesi A bbasîler’in gelişme ve yükselme devrine kadar devâm etm iştir. F a kat onun, uzun devrede M üslüman fâtihlerle olan sosyal ve siyâsî
66 E t-T aberî,V II, s. 111.67 E t-Taberî, VII, s. 124-125
m ünâsebetleri, hiç bir zaman yeterli ve tatm in edibi şekilde olm am ıştır. Daha açık bir ifâde ile o, kayıtsız şartsız M üslüman idârecilerin itaati altına girerek, bir kukla hâline gelmemiştir. N itekim Abbasî- ler’den El-Mehdî(774-785) hilâfete gelince diğer Türk hüküm darları ile birlikte Karluk asıllı bu yapaguya da bir m ektup göndererek itaati altına girmesini istem iştir . Fakat O nun durum unda her hangi bir değişiklik olmadığı anlaşılm aktadır. Y apagu’nun, A rap ricâli hattâ halifelerine karşı bu müessir durum u, Abbasî Halifelerinden El-M ennuxamânına kadar devâm etm iştir (813-833).
Bilindiği gibiEl-M em ûn;anasıM e r a c i 1 adında bir Türk câriyc- si olan . bu Abbasî halifesi; valiahtlığı dönem inde uzun süre H orasan vâliliğinde bulunm uş ve bu arada başta Yapagu olmak üzere T ürk hakanı ve hanlarının güç ve kudretlerini çok yakından tanım ak imkânını bulm uştu.El-M em un kardeşinin kendisini hilâfet ve dolayısıyla veliahtlıktan azlettiğini haber alınca şaşkına dönm üş ve yakınmaya başlamıştır.
“Bu kara haber bana H orasan’ın tam b ir kargaşalık içinde b u lunduğu, Y a p a g u ’ nun itaatten çıktığı, üstelik (büyük) T ü r k h a k a n ı n ı n Tibet hüküm darı ile birleştiği bir zam anda geldi’Uc-mişlir70. 0 daha da ileri giderek “... artık can güvenliğim için bana her şeyden vaz geçip büyük Türk hakanı ve onun civarına kapılanmaktan başka yapacak bir şey ka lm adı11 A iyerek Türk hakanına sığınmayı bile düşünm üştür.
H ilâfet merkezi, Emin ve M cm un’un düştüğü bu sıkışık durum ve siyâsîbuhranlarda bile Yapagu Bey dostluğu ve itıifâkı, onun gerçekten aranan bir Türk hanı olmasına yol açar. Nitekim El-M em ûn’un baş danışmanı, sonra büyük vezirlerinden biri olan F a d 1 b. S e h 1, bu son derece vahim durum dan bir çıkış yolu, bulmak için El-M e- m un’a şu önem li ve stratejik tavsiyelerde bulunm uştur:
68 El-Yâkııbî,II,s.398.
69 Kitapçı, Z., "Ümmahâtii’I-Hulefâ min Cevâri’l-Etrâk- ”, nr. 3, Tem m uz 1972, Dımışk, s. 620-632. A rapça olan bu a raştırm am ızda A bbasî saraylarındaki T ürk asıllı cârıyeler üzerinde durulm uş ve anaları yönünden T ürk olan A bbasî halifeleri, do la yısıyla bu câriyclcr hakkında çok geniş bilgiler verilmişi ir. Sonunda dokuz Abbasî halifesinin anasının T ürk olduğu ortaya konulm uştur. Bu bize aynı zam anda A bbasî saraylarındaki Türk nüfûztı hakkında da b ir fikirverm ektedir.
70 E t-Taberî, VIII. s. 403.71 E t-Taberî, VIII. s.404".
“Ne duruyorsun! Yapııgu Bey ve Türk hakan ına bir m ektup yaz. O nları tekrar yanma al ve kendi ülkelerinin başına getir (bir ittifak yap). D iğer hüküm darlar çarpışırlarken, onlara her türlü yardımı yapacağına söz ver ki, onlar da sana yardım edeler. Bu şekilde çevreni derleyip toparladıktan sonra, kardeşinle harbe tutuş. Eğer zaferi k a zanırsan ne alâ, yoksa senin de istediğin gibi Türk hakanına sığ ınmak için yol açıktır72.
El-M em ûn, Fadl b. Sehl’in bu içten tavsiyelerine uyarak, Türk h ü küm darlarına, şüphesiz bu arada Yapagu Bey’e de m ektuplar yazmış vc elçiler göndererek önce onların M üslüm an olm alarını ve kendi i- taati altına girm elerini istemiştir. H er ne kadar Tabcrî’de bu hususta açık bir rivâyet yoksa da; klasik tarihçilerim izden El - B e 1 â z u r î, onun Türk hakanlarına yazdığı iltifat dolu m ektuplardan bahsetm ekle ve El-M em ûn’un Türk hakanlarına karşı çok alicenap davrandığını, hattâ kendisini ziyârete gelen Türk hüküm darlarına izzet ve ikram da çok ileri gittiğinibildirm ektcdir73.El-M emûnktidârageldik- ten sonra, im paratorluk hudutları içinde özlenen istikrar vc huzûru da temin etm iştir. Bu Türkler’in İslâmlığı için de hayırlı bir başlangıç olm uştur. Kardeşi El-M utasım devri ise (833-841), Türk hakan ve hanlarının Bağdad’la olan münâsebetlerinin altın devrini oluştu rm aktadır. Bu dönem, O rta Asya Türk hanları ve yiğitlerinin Bağdad’ - da boy gösterdikleri devirdir.
Buraya kadaryaptığım ıztahlilvc açıklam alardan da anlaşıldığı gibi T oharistan’ın Türk asıllı Yapagular tarafından idâre edilmesi ve onların A rap devlet adam larına karşı güçlü tutum ları, daha sonraki devirlere; belki de M üslüman Türk devletlerinin târih devresine gi- m clerininc kadar devâm etm iştir.
3- TUĞ-ŞAD; BUHARA HÜKÜMDARI (89/707-122/739)
İlk devirlerde İslâm dinini kabûl eden m ahallî hüküm dârı T U G Ş A D ’ dır74Onun çok renkli olan dinî bir hayâtı vardır. Buhâra Türk hüküm dar âilesinc mensup T u ğ Ş a d ’ın, hangi şartlar altında vc nasıl M üslüman olduğu, İslâmî hayâtı ve A rap idârccilcri ile olan i
72 E t-Taberî, VIII, s. 4 0 4 ”.
73 El-Belâzûrt-üıOluı’l-BüldaıBCyrul 1958, S. 606.74 T ukŞ iyâde veyâ Tuk Yivâde (E t-T a b e rî, VII, s. 178)Tuğşâıle
(N arşalıî,24 ,ş52vd.)ŞA D T ürk ler'de asâlet ünvîinı, bk.Kafesoğtıı. İ.,s. 79,82.K öktiirkler'dc yabgıılnrı kontrol eden vâli-i umûnıîlarâŞad” denilm ikte idi. K rj.G ökalp ,/.., Türk Medeniyeti Tarihi .İstanbul 1976, s. 216.. d *6? i V d / . ijijı
.d'ijVi \>ı}
lişkilerinin ayrıntılarına geçmeden önce, onun hâlâ târihin karanlık sayfaları arasında kalan hayâtını ve kimliğini biraz ortaya çıkarm amız her halde yararlı olacaktır.
a- Çocukluğu ve İlk Gençlik Yılları: Tuğ Şad’ın iniş ve çıkışlarla dolu olan renkli hayâtı hakkında bize en çok bilgi veren N a r ş a h î ’ d ir.N arşah î,T ârîhu Buhâra adındaki kıymetli eserinde B uhâra’nın İslâmî fetihlerden önce ve sonraki sosyal ve dinîdurum u hakkında çok kıymetli bilgiler verdiği gibi; Tuğ Şad’ın hayâtı ve onun çök renk li dinî kişiliği hakkında, İslâmî kaynakların hiç birinde bulmamıza imkân olmayan ayrıntılı ve kıymetli bilgiler verm ektedir. Bilindiği gibi Aşağı Türkistan, İslâmî fetihlerin başladığı sıralarda, bir kısım < müstakil hanlıklara ayrılmıştı. G enellikle Türk soyundan gelen h ü küm darlar tarafından idâre edilen bu hanlıklardan birisi de, uzun sü - redir yine bir Türk hüküm dar âilesinin idâresinde bulunan müstakil Buhâra Hanlığı idi. Buhâra H anlığı’nın hüküm darlarına kaynaklarda “B u h â r ı H u d a l ” («'o^ ji*> denildiği rivâyet edilm ektedir
A rap İslâm fetihlerinin Ceyhun kapılarını zorladığı sıralarda, Buhâra Hanlığı’nın başında B e y d û n ( üjAj .) adındabir hüküm dar bulunm akta idi76. Beydûn’un ne zaman Buhâra Hanlı- ğı’nın başına geçtiği ve kaç sene Buhârı H udat olarak ülkeyi idâre ettiği kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Em evîlcr’in H orasan v â l i le r in d e n ,U b e y d u l la h b .Z iy a d ’ ınansızın Buhâra’yahücûm ettiği sıralarda (54/673) Beydûn çoktan ölmüş ve onun yerine niyâbe- ten kaynaklarda genellikle H a t u n olarak zikredilen eşi melike geçmişti.
Beydun vefât ettiği sıralarda, arkasında “veliahd”olarak daha memeden bile kesilmemiş bir erkek çocuk bırakmıştı. Bu çocuğun adı
(x)- M uham m ed b. Cafer En-Narşahî, öl. 347/959. Burada bizim asıl üzerinde durm ak istediğimiz, onun şehir kronolojileri içinde kendine has bir yeri olan “TârihuBuhâra”sidir. Bir çok yabancı dillere çevrilen O rta Asya’nın özellikle B u h â r a ’ nın, Arap fetihlerinden önceki durum u hakkında çok ilgi çekici bilgileri yanısıra Arap istilâsı hakkında bâzan Taberî’de bile bulunmayan gerçekten de kıymetli rivâyetler ihtivâ etmektedir.
75- E l-T aberî, VI, s. 464; VII, s. 51; İbnü’I-Esîr, IV, s. 553, V. 236; N arşahî, s. 23,24,
76 N arşahî, s. 23,41.
yukarıda belirtildiği gibi T u ğ Ş a d idi. Tuğ Şad çok küçük olduğu için, tabiatıyla mülk ve hüküm et işleri, uzun süre aristokrat çevrelerin H atun diye hürm et ettiği annesinin elinde kalmıştı. H er ne kadar Buhâra Türk melikesinin asıl adı hakkında kaynaklarda b ir kısım çelişkili rivâyetlcr varsa da .. onun târih te diğer bir çok m isâllerini gördüğüm üz Türk anaları gibi vefâkar, dirâyetli, devlet um ûruna vâkıf, gerçekten idâreci b ir kişiliğe sâhip olduğu anlaşılm aktadır. Belki de onun bu etkili kişiliği sebebiyledir ki; B uhâra’yı, N arşahî’nin doğru olması gereken rivâyetlerine göre tam on beş sene idâre e tm iştir78.
O nun bu pek de kısa olmayan Buhâra melikeliği sırasında, H o ra san’a gelen A rap vâlileri ile, başta UbeyduIIah b. Ziyad olm ak üzere çok çetin mücâdeleleri olm uştur. M âcerâlardan, diğer bir ifâde ile yağmalardan ziyâdesiyle hoşlanan bu sözde A rap vâlileri ile olan m ücâdeleleri hâlâ çok ilgi çekici bir araştırm a konusu niteliğinde- dir79O nun, UbeyduIIah ve daha sonra gelen S a id b. O s m a n gibi vâlilerle olan mücâdeleleri hakkında ayrıntılı bilgiler veren, temel kaynaklar, Aşağı Türkistan’ın asıl fâtihi Kuteybe b. M üslim ’le olan mücâdeleleri hakkında her hangi bir açıklamada bulunm am aktadırlar. Bu da bize gösteriyor ki, Kuteybe aradan geçen bunca yıldan sonra B uhâra’yı fethetm ek üzere şehrin önlerinde görüldüğü sıralarda K a b a ç II a t u nçoktan ölmüş ve onun yerine sini bülûğa henüz u- laşmış olan Tuğ Şad Buhâra hüküm dârı olmuştu.
b- B uhâra’nın Düşmesi: G erçekte, Aşağı T ürkistan’ı m utlaka fethetm ek ve Arap hâkimiyetini bu topraklarda nihâî bir şekilde yerleştirm ek için H orasan’a vâli olarak gönderilen büyük Arap generali
77 H a t u n (Ez-Zehaîrvet-Tulıuf,K uveyt 1959. s. 166) İbni 1-Iubeyb Esm âü’l-M uğtalîn ’de ise (1.166) K ı n ı k H a t u n geçm ektedir. H atun ’un asıl adını K ı y ı k veyâ K ı y ı ğ olarak kaydedenler de vardır. Böylece onun büyük T ürk boylarından biri olan “K a y ı” boyu ile ilgisi dolayısıyla kayı boyundan olduğuna işeret edilm ek istenilm iştir.(Encyclopedia o f İslam, I/!293)§eret edilm ek istenilm iştir.(Encyclopedia o f İslam, I/1293)leceonun büyük T ürk boylarından biri olan “ K a y ı" boyu ile ilgisi dolayısıyla kayı boyundan olduğuna işeret edilm ek istenilm iştir.(Encyclopedia of İslam, 1/1293)
78 N arşalıî,s.41.79 Kitapçı,Z., “A rap Şehirlerine Yerleytlrilen İlk T ürk ler” T ürk
Kültürü (Aylık D ergi) no: 112, Y ubat 1972, A nkara, s. 209-221.
Kuteybe b. Müslim; dağılmış ve laçkalaşmış olan arap ordusuna yeniden çeki.düzen verdikten sonra, çoktandır ihmâl edilmiş bu lu nan T ürk yurtlarını istilâ haraketlerine başlamıştır(87/705). Türk- lcr’in büyük ölçüde direnm elerine rağmen ve ancak bir fâcia olarak nitelendirebileceğim iz şekilde Baykent’i ele geçirdikten bir sene sonra B uharâ’ya doğru hareket etm iştir. Burada kuteybe sâdece Buhâra değil diğer şehirlerden de koşup gelen m uharip Türk u n surunun büyük direnci ile karşılaşmıştır. Bu bakım dan Buhâra kısa zam anda A rap idârecilcrle Türk idârecileri arasında dört defâ el değiştirm ek durum unda kalmıştı. Ancak Kuteybe’nin B uhâra’yı ele geçirmesi dördüncü defâ da 80 büyük zorluklarla o da M üslüm an Türk generali N i z a k T a r h a n ’ ı nve em rinde olan T ürk birliklerinin üstün kahram anlıkları sâyesinde m üm kün olabilm iştir (90/708).
Kuteybe’nin Baykent ve B uhâra’da karşılaştığı büyük direnm e ve m ukâvem etler, ona yerli halk tarafından desteklenm eyen mücerred bir siyâsî hâkimiyetin haklı o larak pek uzun öm ürlü olmayacağı kanaatini vermişti. Öyle ya; Baykcnt’de isyân eden Türkler bütün m üslüman A raplar’ı kılıçtan geçirmişlerdi. Buhâra ise her ne kadar zâhiren A rap hâkimiyetini kabul etm iş gibi görünüyor idiyse de; gerçekte yerli halk, özellikle m uharip Türk unsuru büyük bir direniş i- çindc idi. Baykent’dcki kanlı olaylar B uhâra’da aynen, belki daha şiddetli bir şekilde cereyân edebilirdi. O nun için B uhâra’da siyâsî A- rap hâkimiyeti yanı sıra, dinî hâkimiyet de m utlaka tesis edilmeli idi.
■Bu bakımdan Kuteybe Buhâra’da bir çok gâyelere hizmet edeceği gerekçesi ile çok yönlü bir İslâmlaştırma faaliyetine girişmiştir. Kuicybc’nin ilk defâ Buhâra’da başlattığı ve büyük ölçüde muvaffak olduğu İslâmlaştırma hareketinin kapsam ve şümulü ilk defâ tarafımızdan cic alınmış ve büyük bir inceleme olarak ilim âleminin m ünâkaşasına sunulm uştur' .
c- Tuğ Şad’m M üslüm an O luşu: Ancak Kuteybe’nin Buhâra’da girişliği İslâmlaştırma hareketine bir prensip olarak piramidin tepesinden başladığı, yâni önce idârî mekanizmanın İslâmlaştırılmasını sağladığı, sonra tabana doğru bu harekelini tedricî bir şekilde sirâyci ettirdiği görülm ektedir. Bilindiği gibi, İslâmî fetihler.sırasında Buhâ-
80 A rn o k l. T.W.,The I’reaclıing ol İslam,Lohorc 1965, P. 216; Narşahî.s.SO..
81 Kil.ıpçı. "Itu lıâra’ıla İslâmiyet'in Yayılışı". M illîKiilliir (Aylık Dergi). I, nr. 2, Şulvıl 1977 Ankara, s. 51 -59.
ra’nın hüküm darı (Buhârı H udat (5I-^ )82. Tuğ Şad idi.Tuğ Şad, (Çin kaynaklarına göre Toıı-sa-po-ti), hu sıralarda arlık olgunluk çağına henüz ulaşmış bulunuyordu83.
Kuteybe, özel münâsebet ve davranışlarında Tuğ Şad’a karşı çok hassas olmuş ve onunla m ünâsebetlerinin bozulmamasına ayrı bir ö- zen göstermiştir. K cndisineşiddetli direnm eler gösteren veB uhâra’- nın fethinde A raplar’a büyük kayıplar verdiren TuğŞad’ı öldürebilir, en azından onun taç ve tahtını elinden alır, izzeti nefsi ile oynayarak daha kahredici bir hayâtın pençesine bırakabilirdi. Kuteybe hiç de öyle yapmadı. Müslüman fatih, önceleri şehre siyâsî idâreyi temsil c- decck bir vâli tâyin etm ekle yelinmiş ve Tuğ Şad’ın hüküm darlığına dahi dokunm am ışım H attâ daha da ileri giderek Tuğ Şad’ın m uhaliflerini kılıçtan geçirmiş ve onun durum unu daha da güçlendirm iştir. H er ne kadar Kuteybe bununla zâhirde Tuğ Şad’ın durum unu daha da güçlü bir hâle gelirmiş gibi idiyse de; gerçekte o, yeni tâyin edilen valinin durum unu güçlendirmiş ve Tuğ Şad’ı da kendi saflarına almış oluyordu. Böylcce Buhâra gibi dinî ve sosyal yönden tam amen kozm opolit bir ülkede siyâsî A rap idâresi daha güçlü ve daha kuvvetli olacaktı.
Kulcybe’nin Tuğ Şad’a gösterdiği ve politik yönü ağır basan ilgi (samimî veyâ gayrı samimî olsun) bir kısım hayırlı gelişmelere yol açmıştır. Türk asıllı hânedan âilesinin yakın çevresine İslâmiyet nüfûz etmiş ve Tuğ Şad M üslüman olm uştur84. Onun ihtidâ etm esine sebep olan mutlu olaylar ve bunun Arap ümerâsı üzerinde bıraktığı yankılar hakkında geniş bilgiler vermesini beklediğimiz N a r ş a h î her nedense susmaktadır. Fakat, Tuğ Şad’ın M üslüman olmasında, kendisinin hükümdarlığını tasdik ve bütün muhaliflerini ortadan kaldırm aksûretiyleona uzun m üddet (N arşahî’yegöretam otuziki sene)85. hükümdarlık etmesini sağlayan 86. efendisi Kuteybe’ye karşı duyduğu derin minnet ve şükran duygularının çok önemli bir rol oynadığı gözden kaçmamalıdır. Zira, hükümdarlığının ibkâsı, onu M üslüman idârenin bir parçası hâline getirmişti. Bu sosyal ve siyâsî gelişmeler ve bir dereceye kadar Müslüman çevrenin baskısı sebe
82 İbııüTBsîr. V I.s. 553-554;l:l-Tnbcrî.V Il.s. P<>.83 İbıui'l-I.isîr, IV .s .553. ' »*■>»• « je uJUu i_ )
Oa*- u'U- as" •84 Brockelnıaıın. C„ İstim Milletleri vc Devletleri Târihi .
çev.Çagatay. N .,Ankara 1964, s. 75.85 Naryıhî. s. 24: Bala Mirza. Buharli Md. İA.,11, s.762.86 Gihb .11.A.R.. O rtaA sya'daA rapFutÛ hâlı,çev. M. 1 lakkı,
İstanbul 1930, s. 34.
biyle Tuğ Şad’ın İslâm dinine girmesi âdetâ kaçınılmaz bir hâl almış - tı. Fakat çok heyecanlı aktif bir M üslüman olduğunu iddia e tm em ize de imkân yoktur
Tuğ Şad M üslüman çevrelerle iyi bir uyum sağlamıştır. Kuteybe ile olan m ünâsebetleri gelişmiş, diğer bir ifâde ile onun tam ve sağlam bir şekilde güvenini sağlamıştır. Tuğ Şad daha da ileri gitti. O- nun yeni bir erkek çocuğu dünyâya gelmişti. O, bu çocuğa Kuteybe adını koydu . böylece M üslüman fâ tihe karşı bağlılığını bir kere daha kanıtlam ış oluyordu. Tuğ Şad ve Aşağı Türkistan’daki diğer bir kısım m ahallî hüküm darların, önüm üzdeki sayfalarda daha etraflı bir şekilde üzerinde durulacağı gibi, M üslüm anlıklarını ilân etm elerine rağmen; İslâmî hayatlarında görülen bir kısım tereddütler, hattâ istikrarsızlıklar çeşitli sebepler ile ayrı bir inceleme konusudur. Belki de bu bakımlardan olacak, H.A.R. Gibb, onun zâhirde M üslüman olduğunu iddia etm iştir88. Bize göre bu çok cüretli bir iddia ve itti- hamdır. Onun zâhiren de olsa İslâm dinini kabul ettiğini açıklaması, şüphesiz yeni dinin Buhâra ve çevresinde gelişmesi vc tutunm ası i- çin önemli bir m erhale olm uştur. Halbuki Brockclmann daha realist görüşler ileri sürm ektedir. O, genç Türk prensinin ihtidâsıyla Buhâ- ra’da İslâmiyet’in kuvvetli bir şekilde dal budak saldığına kâni o lm aktadır89.
Fakat yukarıda ismi geçen otoritelerin kanaati ne olursa olsun; Kuteybe’nin, hüküm dar âilesinin ihtidâst ile dinî ve siyâsî açıdan çok yönlü bir takım faydalar sağlamış olduğu bir gerçekti. Böylece K uteybe, Buhâra Hanlığı hakkındaki müstakbel tasavvurlarını uygulamada, yâni:
â- B uhâra’nın kolonize edilmesi,
b- siyâsî Arap hâkimiyetinin çok köklü bir şekilde yerleşmesi,c- İslâm dininin daha sağlam bir zemine oturtulm ası
gibi konularda çok büyük bir hareket serbestisine kavuşmuş oluyordu. Çünkü Tuğ Şad, Gibb’in de haklı olarak işâret ettiği gibi A- rap saflarına geçtiği vc Yeni Dîne ihtidâ ettiği için gâyet tabiî olarak A raplar’ın tarafını iltizam90, ve onların görüşleri doğrultusunda hareket edecekti. Artık Kuteybe’nin karşısında m uhalefet edecek veyâ
87 N arşalıî, s. 24.88 G ibb, H. A. R.,a.g.e.,s. 41.89 Brockelınann, C., a.g.e., s. 83.90 G ibb. 11. A. R.,a.g.e.,s. 34.
direnecek hiç bir güç kalmamıştı.
ç- Tuğ Şad’m İslâm î H ayâtının M ünâkaşası: Tuğ Şad’ın, yukarıda kısmen temas edildiği gibi; gerçekte M üslüman olmadığı, hâlâ eski dini üzere yâni “k â f i r ” olduğu yolunda bir kısım cüretli görüşler ileri sürenler vardır91. Söz konusu yazarlar ve Tuğ Şad’ın inancı hak- kındaki bütün bu kabil iddiaların aslı öyle tahm in ediyoruz ki Nar- şahî’nin ne dereceye kadar doğru olabileceği münâkaşa konusu olan rivâyeti, daha doğru bir ifâde ile kanaatine dayanmaktadır. Z irâ, Narşahî, onun hakkında yer y e r :(« ^ - j J ı^ u e r Vtf) o, (Tuğ Şad M üslüman olmasına rağmen) içinden gizliden gizliye hâlâ k â f i r d i . dem ektedir.
Buhâra ve hele Tuğ Şad hakkında, başka bir yerde bulmamıza imkân olmayan, gerçekten de kıymetli bir çok bilgiler vermiş o lm asına rağmen Narşahî; ne yazık ki onun otuz küsur sene süren uzun saltanat ve İslâmî hayâtında küfrünü açıkça ortaya koyan her hangi bir söz ve fiilini zikredem em ektedir. Mamafih konunun diğer ilgi çe kici bir yönü daha vardır. Bilindiği gibi, Tuğ Şad; Kuteybc’den so n ra, H orasan’a gelmiş geçmiş en güçlü, en olgun en dirâyetli vâlilerden olan N a s r b . S e y y a r ’ ın kızı ile evlenmiştir. Bu bakımdan Tuğ Şad o kadar silik ve şahsiyetsiz bir kimse de değildir.
Nasr b. Seyyar ise, diğer hayırlı faaliyetleri bir yana, yine Kutcy- be’den sonra Aşağı T ürkistan’da en büyük İslâmî hareketi gerçekleştiren ve dolayısıyla bir çok Türk’ün M üslüman olmasını sağlayan, gerçekten de şuurlu ve gayretli bir M üslüm an’dır. Şimdi böyle bir kimsenin değil bir “k â f ir” hattâ “§ â i b e l / ”bir kimseye bile kızını vermesi ve onu yakın âile çevresine almasına aslâ imkân yoktur. Bu Tuğ Şad için olmasa bile; Arap toplum ve aristokrasisinin, sonunda Nasr’ı tüketmeye kadar varan protestolarına sebep olurdu. Ancak Arap idâresine karşı zaman zaman hoşnutsuzluğunu ortaya koyan tavır ve hareketlerinden dolayı Tuğ Şad ve diğer Türk h ü küm darlarını kafir veyâ lâsıklıkla ittiham etm ek her halde mâkûl ve mantîkîolm asıgcrekıir.
d- Tuğ Şad ve N asr b. Seyyar: Mâmâfih kanaatim ize göre, Tuğ Şad kendi ihtiyarı ile Müslüman olmuştur. M üslüman efendilerine ve yeni teşekkül eden bu cem aate kolaylıkla uyum sağlayacak derecede İslâmî bir hayat sürm üştür. Müslümanlığın âile efrâdı ara.çıncia
91 İA.,11, s. 762.92 N arşahî, s. 89-90".
yayıldığı da bir gerçektir. H attâ M üslüman olduktan sonra ilk doğan erkek çocuğuna o, K ıı t ey b cad ın ı koym uştur4' . Oğluna böyle bir isim koyması yukarıda da belirtildiği gibi, Tuğ Şad’ın Müslüman fatih Kuteybe b. Müslim’e karşı duyduğu sevgi ve m uhabbetten başka bir şey değildir. T uğŞad’ın, bundan başka kaynaklarda zikredilen iki oğlu daha vardır vc ikisi de İslâmî bir çerçeve içinde yetişmişler dir. Bunlardan biri S ü k a n b . T u ğ ş a d , diğeri ise, B u n i y a t ’ tır. Onun neslinden gelen bu kimseler, ileride üzerinde durulacağı gibi “Buharı H udat”ü nvâm ile hüküm dar olmuşlardır. H attâ Buhâra hükümdarlığı, S a m a n î l e r devrine kadar bu Türk hüküm dar âilcsi- nin elinde kalmıştır.
Bundan sonra özellikle B uhâra’nın kolonize edilmesi ve İslâm dininin daha sağlam bir zemine oturtulm ası için, şehirde gerçekten de önemli bir çok olaylar cercyân etm iştir. Fakat bu olaylarda müsbet veyâ m enfîşckildeolsun, Tuğ Şad’ın adından hiç bir surette bahscdil- memektedir. Bu da onun her ne kadar hüküm dar olmasına rağmen siyâsîvesosval olaylara karışmadığı; belki debu kabil olaylardan siyâsî idâre tarafından uzak tutulduğu ve tccrid edildiğini gösterm ektedir. Ancak ona Kuteybe dokunmadığı gibi, Kutcybe’dcn sonra gelen vâli- ler, ta Nasr b. Scyyar'a kadar kimse dokunmamış o hep Buhâra hü- kümdârı olarak kalmıştır.
Emcvîler’in yıkılışa yüz tuttuğu sıralarda, bilindiği gibi H orasan’a vâli olarak Nasr b. Seyyar gönderilm iştir (121/738). Nasr, şüphesiz Em cvîlcr’in, önce ve sonra H orasan’a gönderilen valilerinin arasın da en dirayetlisi idi. O nun biz yavaş yavaş kaynamaya başlayan ihtilâl kazanını söndürm ek için nasıl bitmez tükenmez gayretle çalıştığını, M üslüman Türklcr’e yapılan czâ, cefâ, hattâ işkencelere kadar varan hareketlere nasıl son verdiğini burada izâh edecek değiliz. Bu bizim için konunun şüm ûlünüzorlam akolur.
Nasr Aşağı Türkistan’da, siyâsî ve sosyal gelişmelerde her devirde ön saflarda yer alan Türklcr’i, ikinci sınıf bir teba olm aktan ku rtarmış vc onların karşı karşıya kaldığı problem lerin hemen hemen çoğunu üstelik bir kısım tâvizler vererek halletmiştir. Yerli halkın önde gelen temsilcileri ile özellikle Türklcr’lc iyi ilişkiler kurmaya büyük özen göstermiştir. Onun iyi ilişkilerini geliştirmek islediği vc muvaf fak olduğu mahallî hüküm darlar arasında bu Müslüman Türk Hü- kümdârı Tuğ Şad da vardır. Nasr, daha da ileri giderek o zamanki Arap team ülünü hiçe sayarak kızını Tuğ Şad ile cvlendirm iştir<44.
93 Narşalıî, S. 24.94 Narşalıî, S. 89. «J1 jK" al op-s} j-* ‘-•jl' j<
Böylece, T ürk ler’le A raplar arasındaki dostluk hattâ akrabâlık bağlarını ilk kuran ve geliştirenler arasına Nasr b. Seyyar da katılmış o- luyordu.
e- Tuğ Şad’ın Ö ldürülm esi: Ne yazık ki bu M üslüm an Türk hü- küm dârım n çok acıklı bir sonu vardır. Narşahî, onu ölüm e kadar sü - rükleyen bu fecî olayı bütün ayrıntıları ile zikretm ektedir. O nun, Taberî tarafından da büyük ölçüde doğrulanan rivâyetlcrine göre, Nasr b. Seyyar vâli olarak geldikten sonra akıncı Türklcr’i tâkibe k o yulmuş, hattâ Fergana’ya kadar da ilerlemişti. Bu başarılı hareketlerinden sonra Sem erkant’a döndü. Bu haberler Tuğ Şad’a ulaşınca o da kalkıp Sem erkant’a kayınpederini ziyâret ve tebrike gitmişti. Nasr, Tuğ Şad’a büyük izzet ve ikramlarda bulunmuştur.
Diğer taraftan Buhâra eşrâfından iki “d i h k a n ” da Nasr’ı aynı maksat için ziyârcte gelmişlerdir. A ristokrat tabakaya mensup bu k işilerin M üslüman olduğu ve İslâm dinine bizzat Nasr’ın telkini ile girdikleri kaynağımızca açıklanm akıadır . Bir Ramazan ayına rastlayan bu ziyâret günlerinde, bir gün akşama doğru, Tuğ Şad’la Nasr sohbet ediyordu. Eşraftan olan bu kimseler, Nasr’a (hem deT ugŞad- ’ın yanında), bizzat Tuğ Şad ve Buhâra Valisi V a s 1 1 b. A m r ’ jn zulm ettiklerini, halkın el ve avuçlarında ne varsa zorla aldıklarını söylemişler ve acı acı yakınmaya başlamışlardır. Bu arada Tuğ Şad- ’ın, N asr’ın kulağına bir şeyler fısıldamasından tamamen işkillenen Dihkanlar, onun kendilerini öldürteceğini zannederek paniğe kapılmışlar ve akşam namazı sırasında hem Tuğ Şad, hem de Vasıl b. Am r’ın üzerine çullanarak ikisini de acımasızca öldürm üşlerdir (739). H er ne kadar Nasr b. Seyyar, hekim K u r e y h a ’ yı çağırarak Tuğ Şad’ı kurtarmaya çalışmışsa da, bir fayda sağlamamıştır. Narşahî, o- nun cesedinin köleleri tarafından tekrar Buhâra’ya taşındığını ve o- rada defnedildiğini kaydetmektedir96.
f-T ıığ Şad ''A ilesin in Sonu: Bundan sonra Buhâra hüküm darlığına, M üslüman Türk hüküm dar ailesinden K u t e y b e b . T u ğşadge- tirilm iştir.T uğŞad’ın oğlu ve halefi, Arap fâtihi Kuteybe b.M üslim’e hürm eten Kuteybe adını almış olan bu M üslüman Türk hüküm dârı önceleri iyi bir Müslüman olarak hareket etmiş ve peygamber evlâdının şükranını kazanmıştır. Abbasî ihtilâlini de desteklemiştir. O kadar ki; Şarî b. Şeyh, Abfoasîlcr’e karşı Buhâra’da isyân bayrağını kaldırdığı zaman Kuteybe b.'Tuğşad, bu kıyamın karşısında olm uştur. E b û M ü s l i m El - H o r a s a n î, onun üzerinde Z i y a d b . S a l i h
95 Narşalıî, s. 89-90”.96 E l-T aberî,V II,s. 176.
’ i gönderm iş ve Kuteybe’nin bu isyânm bastırılm asında ona büyük yardım ları dokunm uştur (751). Fakat daha sonraları her nedense aynı Kuteybe, Buhâra ve havâlisinde İslâmiyet’in inhitâtından mesûl tu tularak Ebû M üslim ’in emri ile katledilm iştir .
Bundan sonra aynı âileden S ü k a n b . T u ğ ş a d , hüküm dar o lmuş ve yedi sene bu makamda kalmıştır. Sükân, B uhâra’da çıkan kargaşalıklar sonucu sarayında tıpkı Hz. Osman gibi K urân’ı Kerîm okurken şehit edilmiştir. O nun yerine kardeşi B u n i y a t b . T u ğ ş a d, Buhâra hüküm dârı olm uştur. O da yedi sene kadar bu mevkide kaldı. O da Abbasî halifelerinden ElM ehdklevrinde (775-785) ne yazık ki aynı akıbete uğradı. Halife onu m eşhur zındıklardan El-M u- kanna taraftarı olmakla suçlayarak katlettirm iştir98.
Gerçekte, Buhâra hüküm darlığı İranlılar’la Türk aristokratları a- rasm da zaman zaman bir rckâbct konusu olmuştu. Bu rekâbeti, bü yük A rap fâtihi Kuteybe b. M üslim’in Tuğ Şad’ı iltizam etmesi sâyesinde Türkler kazanmış ve Buhâra hüküm darlığına Tuğ Şad getirilmiş; Onun İran^ ve diğer rakipleri, Kuteybe tarafından tamâmen bertaraf edilm iştir99. Fakat tâlihsizlikler, yukarıda da işâret edildiği gibi bu M üslüman Türk âilesinin peşini bir türlü bırakmamıştır. I- ranlılar’a rakip olabilecek Türk hüküm dar âilesinin soyu böylece inkıraza uğramış oluyordu. Neticede Türk hüküm dar âilesinin in- kırâzından sonra boşalacak Buhâra Hanlığı’nı yine İran asıllı S a m a n î hâncdânı dolduracaktır. Daha sonraki devirlerde Buhâra artık - “İslâm ilim ve irfanının bir K abe’si olacak100, ” ve onun bu parlak dönemi, T ürkler’in İslâm milletleri câmiasına siyâsî bir varlık olarak girm elerinden sonra da, yâni bütün orta çağlar boyunca devâm edecektir.
4- SUL TEK İN ; DEIIİSTAN VE CÜRCAN HÜKÜM DARI (30/650?-102/719)
S u İT e k î n, Emevîler devrinde ihtidâ eden büyük Türk hüküm darlarından biridir. Abdülkerîm Satuk Buğra Han gibi, İslâm dininin heyecânını bütün gönlünce duymuş ve bu uğurda Emevî devrinin ileri gelenleri ile mücâdele etm ekten, hayâtı pahasına dahi olsa çekinmemiştir. Emevî halifelerine karşı “Sul, sizi Allah'ın kitabı ve
97 İA., II, S. 762.98 N arşalıî,s.24 .99 N arşahî,S .52.100 Es-Sealibî, BYetîm etii’d -D ch rK ah ire l9 5 6 ,V I,s .l0 1 ..
Resulullahın sünnetine uymaya dâvet ediyor” diyerek meydan okuyacak kadar dinî bütün bir M üslüman ve bir Türk hüküm dârıdır. Bu devirde ihtidâ eden diğer bir kısım Türk hüküm darları gibi hayâtı ve ilk gençlik yıllarına dâir fazla bir bilgi elimizde yoktur.
a- D ehistan, C ürcan ve Fethi: H azar denizinin güney doğusunda, çok geniş bir yer ve dağlık bir bölgenin adı olan C ü r c a n Sasanîler devrinde, kuzeyden gelen göçebe Türkler’e karşı bir tam pon bölge oluşturm uş ve önemli rol oynamıştır. Cürcan, aynı zamanda Ceyhun fiehrinin Aral gölüne doğru solda ve sâhil kesim inde yer alan önem li bir şehirdir. M ukaddesi, onun devamlı olarak büyümekte, m âm ur ve m üreffeh bir şehir hâlini alm akta olduğunu kaydetm ektedir . Bölgenin idârî merkezi olan Cürcan ve havâlisi uzun târihî seyri s ırasında tam âm en Türk nüfuz ve hâkimiyeti içinde kalmıştır.
İslâmî fetihler sırasında bölgenin diğer bir kısım eyâletlerinde gördüğümüz gibi, C ürcan ve D ehistan Türk hüküm dar âilelerinden daha ziyâde S u 1 adı ile zikredilen bir hânedânın nüfûzu altında idi. Sul Tekin ve ecdâdının, Dehistan ve Cürcan’da ne zaman üstünlük sağ ladıkları hakkında İslâmî kaynaklarda pek fazla bir bilgi yoktyr. Ancak bu âilenin M üslüman fâtihlerle ilk temasları Hicrî 18/639 yıllarına kadar gitmektedir. Bu yıllarda, Halife Ö m er’in kum andanlarından biri olanSiiveyd b. M ııkarrin ,C ürcan’adoğru ,b iraskerîseferdüzenlemiş ve neticede Cürcan hükümdârı R uzban b. Sul Ruzban’-
102la yazılı bir anlaşma yaparak buraları vergiye bağlamıştır . Fakat bir m üddet sonra Cürcan hüküm dârı, A raplar’a karşı vergi ödemeyi reddetm iş vc bu durum Said b. EI-As’ın bölgeye ikinci bir sefer yapmasına kadar da devâm etm iştir (30/650). Halife Osman zamânmda sahabeden bir çok mümtaz kişilerin de katıldığı bir ordu ile G ürcan'a gelen Said b. El-As hüküm darla her sene bâzan 100 bin bâzan da 300 bin dirhem vergi vermek üzere ikinci bir anlaşma daha yapm ıştır . Ancak Sul’un bu vergileri de muntazam olarak ödemediği anlaşılmaktadır.
Bu ilk temasların, İslâm dininin yerli halk ve aristokrat tabaka a
101 Mukaddesi,Ahselü’l-Teküsînı Leiden 1906, S. 288.102 Yakûl, El-Büldaıı, IJ. s. 121;Tabcrî(IV . s. 152) su anlaşm anın
melnini hicri22/642Senesi olayları sırasında verm ektedir.103 et-Taberî, V, s. 296 vd, Bu harpler sırasında A rap lar’ın eline
düzenli olarak bir gelir geçm işlin
rasında yayılması yönünden pek fazla bir önem taşıdığını iddia etm emize imkân yoktur. Ancak bölgeye Arap, hâkimiyetinin kesin bir şekilde yerleşmesi ve M üslümanlığın bir dereceye kadar halk ve özellikle yüksek tabaka arasında yayılması, Em evîler’den Yezıd b. ElMühelleb zamânında olm uştur. Kuteybe b. M üslim’den sonra H o rasan’a vâli olarak gönderilen Yezid (98/716)’in, C ürcan’ı fethetm ekten başka hiç bir gâyesi yoktu . Bu târih te bölgede bir taht mücâdelesi (î r a n - T ü r k) varsa da hakiki iktidar Türk hüküm dar âilesinden Sul Tekin’in elinde bulunuyordu105. Yezid bunun için önce halkınrn büyük bir kısmı Türkler’den oluşan ve Sul’ün nüfuz b ö lgesi olan D ehistan’a doğru yürüdü106. Çok feci b ir şekilde burayı yağma ve halkını kılıçtan geçirdikten sonra Cürcan’a yöneldi. Bir kan ve ateş kasırgasını andıran ordusu ile şehri yağma etm ekle yetinıpe- yen Yezîd, Türkier’e karşı ürpertici bir katliam a girişmeyi de ihmâl etm edi107.
b- Sul Tekin’in M üslüm an Oluşu: Kaderin garip cilvesine bakınız ki onun; M üslüman Arap fâtihleri, özellikle Yezid’le olan bu a- cı m ünâsebetlerinin tatlı meyveleri olmuş ve Sul ihtidâ etm iştir. Sul, sâde M üslüman olmakla kalmamış ve İslâm dininin hcyecântnı bütün sıcaklığı ile kalbinde duymuş, ateşli bir M üslüman olarak bunun mücâdelesini yapmıştır. O M üslüman fatihe yaranm ak için dinini değiştirmediği gibi taht ve mülkünü korum ak için de M üslüman olm amıştır. Bu yönü ile St»l, her türlü şâibeden uzaktır. Şimdi onun çok renkli olan ihtidâ olayının perdesini aralamaya çalışalım.
T a b e r î v e İ b n ü ’l - E s î r gibi temel kaynaklarda, emsalî Türk hüküm darlarında gördüğümüz gibi, onun hangi şartlar altında ve niçin eski dinini tcrkcııiği yolunda tatmin cdiei bir açıklama yoktur. Aksine Yczid’in Gürcan halkına yaptığı insanlık dışı zulüm ve katliamları tasvir eden gerçekten de müstekreh ibârcler vardır. Fakat o nun ihtidâsıyla ilgili en geniş bilgiler “T e r â c i m ü A h v â l ” ve "T a b a k o t ” kitaplarında bulunm aktadır. Bu bilgiler, Emcvîler devrinde ihtidâ eden diğer Türk hüküm darlarına kıyasla çok daha yeterli ve ilgi çekicidir. Zirâ bu bilgilerin en önemli bölümü hânedâna m ensim kimseler kanalıyla bize kadar ulaşmıştır. Bunlardan, Sul’un to- rurftı M u h a m m c d b . T a y y i b ’ i zikretmemiz her halde bir
104 et-Tabcrî, vı. S. 539.105 NVcIlhausen, .1., A rap Devleti vc Sukutu çev, F. Işıltan.. Ankara
1963,s. 212;İA.,VII1, s. 245.106 et-Tal>crî, V I,s. 532.107 E l-T abcrî, VI, s. 532,543,557.
kadirşinaslık olacaktır.Bütün bu rivayetlerden anlaşıldığına göre, Sul, Müslüman fâtih-
lerle tem asa geçtikten sonra İslâm dinini incelemeye başlamıştır. M âmâfih onun bir din arayışı, Ilak dini bulma gayreti içinde olduğu görülm ektedir. Konuya bu açıdan bakıldığında Sul’un durum u ile Selm an-ıFürisPnin durum u arasında ne kadar ilgi çekici bir benzerlik vardır. Şöyle ki, H ak ve gerçek dini arayan Sclman; çeşitli yerlere gitmiş ve bir kısım eziyetli seyahatler sonunda M edine’ye kadar gelerekHz.Peygam ber’em ülâkîolm uşveonunhuzûrundaaradığı gerçek dini bularak M üslüman olm uştur.
c-S ıılT ekin’in M ecûsîOIm asırSul Tckin’e gelince, tıpkı Selman gibi büyük bir arayış içindedir. O Hak ve gerçek dini aram aktadır. Önceleri Türklcr’in eski G ö k t a n r ı inancına bağlı bulunm akta i- di. Türkler arasında kısmen daha yaygın olan Göktanrı inancının, İslâm’ın temel inanç ve prensipleri ile büyük ölçüde bir benzerlik bulunduğuna işâret etm ek burada yararlı olacaktır. Fakat, çok geniş mânâda devlet himayesine mazhar olan ve İran’ın resmî dini Z e r d ü ş 1 1 ü k 108‘. Cü rcan topraklarına nüfûz edince Sul Tekin, bu dinin m ensupları ile temâsa geçmiş ve aradığı gerçek dinin bu olduğuna i- nandırarak “M 'c/lnölm uştur. Nitekim Y âkûlbu husustaki rivâyetin- de aynen şöyle demektedir:
“Sul, Türk asıllı bir kimse idi. O ve kardeşi Fîrıız, Cürcan hükümdarı idiler. Göktanrıh Türk dinini bırakarakMecûsîlikdininegirmişler ve artık tam bir îranlı gibi olmuşlardır'109,. Y akût’unonunhakkında “artık tam bir îranlı gibi olmuştu ’' sözünden onun çok koyu bir Zerdüşt o lduğu anlaşılmaktadır. Bu ise Sul Tekin’i, M üslüman olan diğer Türk hüküm darlarından ayıran bir özelliktir. Z irâ bu devirde ihtidâ eden Türk hüküm darlarının İslâmiyet’ten önceki dinî inanç ve yaşayışları hakkında, kaynaklarda her hangi bir açıklama yoktur.
ç- Sul Tekin M edine’de: Fakat Zerdüştlük’te (İslâmî kaynaklarda M ecûsîlik) Sul Tekin’i her nedense tatm in etmemiştir. M üslüman fâtihler, dolayısıyla İslâm dini ile temâsa geçen Sul Tekin’in gönlünde İslâmiyet lehine büyük gelişmeler olmuştur. Zâten çok dindar bir yaradılış ve yaşayış içinde olan bu Türk hüküm dârı, aradığını İslâmiyet’te bulmuş ve Hak din olarak kendi hür irâdesiyle Müslümanlığı
108 Dalıa geniş bilgi için bk.Kitapşı ‘Sosyal,Siyâsîvc D inî Yönleri ile İslâmî Fetihler Sırasında Aşağı T ürkistan" Diyânct DergisiXVII, no:6: Kasım-Aralık 1978, A nkara, s. 325-333.
109 Yakılt.FI-Ü debâllcyrut 1936 ,1, s. 165.
seçmiştir. Bu âileden Tayyib b. M uhammed, dedesinin ihtidâsıyla ilgili olarak bize çok kıymetli bilgiler verm ektedir. Es - S e h i m î, büyük bir şans eseri olarak bu hususla ilgili haberleri ayrıntılı bir şekilde kaydetmiş ve bize kadar ulaşmasını sağlamıştır. Bu rivâyet- lerden anlaşılacağına göre; Sul Tekin M üslüman olmaya karar verdikten sonra önce gerçek bir Müslüman aramış ve daha sonra Yezîd b. M ühellcb’e gelerek ona; “sizden daha yüce bir Müslüman var m ıdır, ta k i ben onun huzurunda Müslüman olm ak istiyorum . dem iştir. Bundan sonra olaylar Es-Sehim î’nin kaydettiğine göre aynen şu şekilde gelişmiştir.
Yezid, ona Emevî halifelerinden Süleyman b. A bdülm elik’i tavsiye etm iştir. Sul Tekin önce aradığı gerçek M üslüm an’ı bulm ak için Gürcan'dan kalkarak Şam’a gelmiş, halife ile görüşm üş vc Yezid’e söylediği’şeylerin aynısını ona da söylemiştir. Halife, bu Türk hü- küm dârının sorum luluğunu kabûletm ektençekinm işveona; “evet bu gün Müslümanlar arasında benden daha ulu bir kimse yoktur, fa ka t senin Hz. Peygamberin kabri başında M üslüman olman daha efdaldir! diyerek onun M edine’ye gitmesini tavsiye etm iştir. M üslüman olma aşkıyla yanıp tutuşan Sul, bu defâ Şam’dan yola çıkarak Selman gibi M edine’ye gelmiş vc Hz. Peygamber’in kabri başında, yâni onun m ânevîhuzûrundaM üslüm anolm uştul-11 .O nun m uhtem elen 717 yılında yâni C ürcan’ın fethini m üteakip yıllarda ihtidâ etmiş olma- sıgerekmektedir. Böylece Hz. Peygamber’in, alışılmışlığın dışında kabrini ziyâret eden ilk Türk hüküm dârı olma şerefi de Sul Tekin’e âit bulunm aktadır. Türk hüküm darının M edine’de, en mükemmel insanlığın tek örneği Hz. Peygamber’in huzûrunda M üslüm an olma merâsimi ve bunun 9 çevrede bıraktığı yankılarla ilgili rivâyetlerin gün ışığına çıkması en büyük tem ennim iz olm akladır.
Sul Tekin M üslüman olduktan sonra, Allah’ın kitabı ve Hz. Peygamberin sünnetini dünyâ ve ahiret hayâtı için kendisine en şaşmaz bir rehber olarak kabul etmiş vc böylece hayâtını sürdürüp gitmiştir. O bir ölüm ve kalım savaşında bile, A llah’ı ve Rasûlünü düşünmüş. O nları h içb ir zaman hatırdan çıkarmamış ve m uhaliflerine şöyle seslenmiştir: “Sul sizleri Allah in Kitabı ve Peygamberinin sünnetine uymaya dâvet eder .
d - Sul Tekin’in Emevîler’le M ücâdelesi: G erek onun şahsiyeti ile
110 Es-Sehim î Târîlıu cürcan ve kitabu Ulamâi Ehl-i C ü r c a n ,H aydana.ar 1937, s. 194".
111 Es-Sehimî, a.e.e s. 194.112 YâkOt.a.g.û, I , S. 166
ilgili söylediğimiz bu bir kaç cümle, gerekçe “Tabakat” kitaplarının bu rivâyetlerinin daha iyi bir şekilde anlaşılabilmesi gerekmektedir. Şöyle ki, Yezid’in H orasan vâliliğindeki m utlu günleri pek de uzun sürm em iştir. Ö m er b. Abdülaziz halife olunca, onu huzuruna çağ ırtmış ve Türk yurtlarından topladığı bu gayrı meşru büyük servetin hesâbım sorm uş ve en sonunda onu hap se ttirm iştir(l00/718 )u 3 .Ye- zid b. A bdülm elik’in halife olması ise, M ühelleb için âdetâ bir yıkım oldu. H apishâneden (Şam) kaçarak Basra’ya geldi. Başta kendi kabilesi olm ak üzere halkı Em evîlcr’c karşı ayaklanmaya çağırdı. Bir kum andan olması yanı sıra çok iyi bir hatib olan M ühelleb şöyle d iyordu:
“Şam ehline gelince, Peygamber ailesine (ehlibeyt) el ve dil uzatanlar onlar değil m i? Onun soyundan gelen kavim ve kabilesini üç gün, üç gece öldüren onlar değil m i? Bütün bunlardan sonra, onlar A llah ’ın mübarek evini bastılar, Kabe’yi yıktılar, onun tas ve örtülerini ateşe verdiler, A lla h ’ın laneti onların üzerine olsunu4 .
Em cvîler’in“Ehlibeyt” “evlâd-ıResûl'b karşı saygısızlıklarını bu şekilde diline dolayan M ühellcp, Şam üm erâsına karşı cihad etm e-* nin “Allah katında T ürk ve Deylemler’e karşı harbetm ekten çok da- hamakbı'ıloldıığıınıı” söylem iştir115.
Em evîler’in Ehlibeyt ve Evlâd-ı Resûl’e saygısızlıklarından dolayı zâten büyük bir infial içinde bulunan Basra ve Küfe halkı, M ühelleb- ’in yanında yer almışlardır. Burada Sul Tekin’i de kendisine yardım etmeye çağırmıştır. Sul Tekin, bu dâvete fazla bir tereddüt gösterm eden, hem de askerî erkânı ile birlikte icâbet etm iştir. Kaynaklarda, her ne kadar onun hakkında fazla bir bilgi verilmemişse de, Y akût’un rivâyetleri bu husustaki tereddütleri gidermektedir. O da bu harp lere maiyyetiyle birlikte, K ııhistan hüküm dârı olan oğlu da dâhil bir Türk birliği ile katılmış, bu Türk birliğinin gösterdiği yararlık ve kah - ramanlıklar, dikkati çekmiş ve halife Yezid’in kulağına kadar gitmiştir. İşte bu harplerde Sul, Emevî askerlerine karşı okunu sâdece A llah’ın kitabı ve Hz. Pcygambcr’in sünnetini ihyâ etm ek için kullanmıştır. Bu husustaki sabr ve sebâtı devrin halifesini dahi kızdırmış ve öfkelendirm iştir. Nitekim El-Isfahanîbu hususta şu ilgi çekici
113 et-T abcrî, S. 557;Önıç.r b. Abdülaziz,daha sonra Yezid’in bölge halk ından haksız yere topladığı vergileri devlet hâzinesinden H orasan halkına iâde ederek adaletin azizliğini bir.kere daha göstenm iştir.
114 E t-T aberî, VI, s. 557".115 E t-T abcrî, VI, s. 587.
rivâvcii nakletm ektedir:
j t S j y J T J î t i ı»_ra"^ J y * *j t j l - A j i t£4 l l j
My. j l j ı<~; 411 •-A £ J ı ? }t”k *r*' ^ J-&
ÂUI (tPkUlj 4 l»j jlIâIâİi zh ',)* ' ,3^4 * } * * “ * J?tzPlr cİAÜjlp ^
aââjŞI aİ«0j <uh )
Yezid baş kaldırınca, Sul Tekin’i kendisine yardım elmek-için çağırdı. O da bu davete (tereddüt etm eden) katıldı. O, Yczid’ın Emevî- ler’le harbeden askerlerinin safında meydana atılır, (yiğitçe döğüşür) ve okunun üzerine; "Sul, sizleri A llah 'm kitabı ve Peygamberinin sünnetine uymaya davet eder!” diye yazdırdıktan sonra Emevî askerlerine doğru atardı. Sul’un bu dur umu Halife Yezid b. A bdülm elik’e kadar ulaştı. Bundan çok öfkelenen halife civardakilere şöyle yakınır oldu:
“Şu sünnetsizin oğluna bakın!Allah ’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetine davet etmek Ona mı kaldı ? Onun belki nam az kılacak kadar din bilgisi bile yoktur” 116
e- Sul Tekin'iıı Somı: Pek tabiî olarak A k r a ’ d a cercyân eden bu harplerde M ühelleb tarafdarları yenilmiş; M ühelleb’in kendisi de kulak ve burun delikleri, lıattfı ağzının içi toz toprakla dolu olduğu halde ölü olarak bulunm uştur (102/720). Sul, bu harplerde Yczid’lc omuz omuza çarpışmıştır. Fakat ikisi arasında büyük bir fark vardır. Birisi kaybolan ikbâl ve mevkiine kavuşmak, ihtiraslarını tatmin e tmek, hattâ canını vc malını kurtarm ak için çarpışmakta; diğeri yâni SulTckin ise,sâdeceEm cvîlcr’in evlâdı Resule karşısaygısızlıklarıvc bunungönlündcaçtığı ya ra dolayısıyla onları Al lalı vcR asûlü’nc, doğru yola dâvet etm ek için çarpışmakta idi. Birinin niyetinde dünyâ, diğerinin niyetinde Allah ve R asûlü’nün sevgisi, ona hizmet aşkı b u lunm akla idi.
Fakat bu arada karşımıza önemli bir soru çıkmaktadır. O da Sul
I Wı K l- A & ı ı ı î . K ah ire X .s . 43. Kı^. Y f ık f ll . 14-1 Jılehâ. t, S. 166 .
(x)- El- A k r, çeşitli yerlerin adıdır. Bunlardan biri de bugünkü K e r b e I â (Irak) yakınlarında bir yerdir ki Yezid burada öldürülm üştür.
T ckin’in, özellikte Halife Yezid b. A bdülnıclik’i kızdıran bu Türk hüküm dârının sonunun ne olduğudur? Bu sualin cevâbını, bu konulardaki yegâne kaynağımız T a b e r î ’ de bulmamıza imkân yoktur. Bu iç harpler hakkındaçokayrıntıIıbilgilervcrenTabcrî; bu mcşrû o- laylardan bahsederken bi/.imle ilgili sâdece ve ( ül. j*ı,
i;-ı ou_4i )K u h i s t a n hüküm darı olan Sııl'un oğlu da dâhil diğer bir kısım önemli zevatla birlikte esir alındığım ” bildirm ekle yetinm ekledir117. Bu esir alınanların arasında şüphesiz Sul Tekin’in kendisi de vardı. Nitekim, Y âkût, Sul ve yakın kom utanları ve askerleri ( « .w ) ile birlikle Emevî taraftarlarından A b b a s b. El- V e 1 î d ’ e sığındıklarını ve onun M ühellcb’e bâzı evlâtları ile birlikte bu Türk hüküm dar ve yakınlarına da “e m a n güvence dokunulm azlık'' verdiğini kaydetmektedir.
Fakat daha sonra durum süratle kötüye doğru gitmiştir. Sul T e kin ve maiyyeli lam tesirsizbir hâle geldikten sonra Abbas, Arap vâli- lerindc örneğini sık sık gördüğümüz gibi, sözünde durmamış ve Sul Tekin de dâhil kendine sığınan bu Türk aristokrat ve askerlerinin1 I öhepsini insafsızca öldürm üştür (102/719) Sul Tekin’in bu devirde M üslüman olan diğer Türk hüküm darlarına nasib olmayan bâ£ı özellikleri vardır. Bunlardan tesbit edebildiğimiz kadarı ile, O;
- İlk ateşli ve gerçekten de samimî M üslüman, Allah ve R csûlü’nc aşırı bağlı Türk hükümdarıdır.
- İlk M edine’ye gelen ve Hz. Pcygambcr’in kabrini ziyârcı etm ek şerefine ulaşan Türk hükümdârıdır.
-İlkvcbclkidcH z. Peygambcr’in kabri başında onun mâncvîhuzû- runda Müslüman olan tek Türk hükümdârıdır.
- İlk Allah yolunda eihad eden ve bu uğurda şehid düşen Türk tıü- kümdârıdır.
f-S ıılT ekiııllânedânı ve T ârih te Sıılîler: Bizi asıl ilgilendiren bu Sul Tekin soyundan gelenlerin daha sonraki Emevîler ve Abbasîler devrindeki durumlarıdır. Bir kaç kelime ile de olsa bu konu üzerinde durm am ız her halde yararlı olacaktır. G erçekle Sul Tekin hâned- ânındangclcnlerEm cvîlcrveözcllikleA bbasîlerdevrindeyüksclerek devrin önemli simâları arasına girmişlerdir. Abbasîlcr’in ilkyüksei-
117 e l-T ah e rî, V I,.s .6 0 t.118 Yakııl. F .l-üdolü. s. 166..
me devirlerinde saray ve idârcde Türk asıllı bu M üslüm an hüküm darın soyundan gelen S u 1 âilesi vardır. Arapça kaynaklarda “S u l ”
J ye ' veyâ “E s - S û l î ” J ^ ı olarak zikredilen bu kişiler, o devirlerin edebî eserlerinde ayrı ve önemli bir yer işgâl etm ektedir.
Sul Tekin’in, ihtidâ etm esinden sonra İslâm dininin Cürcan ve havâlisinde ne kadar başarılı ve etkili bir hâle geldiğini, o ve onun soyundan gelenlerin durum u bizlerc açıkça gösterm ektedir. Kasnaklarımızda onun ahfadı hakkında, M üslüman olan diğer Türk hüküm darlarına nisbelen daha tatm in edici rivâyetler vardır. Bu rivâyetlere göre, onların etkili durum ları Abbasîler’in duraklam a dönem ine k a dar devâm etmiştir.
Sul Tekin’in en büyük oğlu, A rap ananesine göre isminden ziyâde î b n i S u 1 olarak anılm akladır. Daha babasının sağlığında C ür- can’m önem li mıntıkalarından K u h i s t a n ’ın hüküm dârı olm uştur. Yezîd b. E l-M ühelicb’in Em evîler’c karşı koymasını destekleyerek, babasının yanında yerini almış ve Akra harbinde esir düşm üştür. Ta- berî, ona yu karıda da işâret edildiği gibi “em a n ” bu cünün tabiri ile - “dokunulmazlık.” verildiğinden bahsetm ektedir11*. Bundan başka Sul Tekin’in kaynaklarda zikredilen iki oğlu daha vardır. Bu devir- deM üslüm an olmuş, a ristokra t T ürk ler safına koyabileceğimiz bu kimselerden kaynaklarımızın bahsetmesi, şüphesiz biraz da onların devlet kadem elerinde'ilerleyerek önem li m akam lar işgâl etm eleri dolayısıyladır. Bunlardan biri İslâmî adıyla S ü 1 e y m a n b. S u 1 diğeri ise M a h a m m e d b. S u l ’ dür.
g- Süleyman b. Sul: Bu Türk asılzâdesi, dirâyet ve kabiliyeti ve E- mevîler devrinde H orasan’a gönderilen Arap vâlilerinin dikkatini çekmiş ve devlet hizmetinde bulunm uştur. Süleyman, Nasr’ın o rd u sunda bulunm uş ve Garşistan, G ur, H uttel ve Taberistan seferlerine iştirâk etm iştir120.
O, ayrıca N asr’ın bir nevî özel kâtiblik görevini yaptığı gibi, zaman zaman civar Türk hüküm darlarına elçi olarak gönderilmiş ve bunda başarılı da olm uştur. Taberî’nin çok daha ayrıntılı olarak bildirdiğine göre, Nasr b. Seyyar (121/738) senelerinde F e r g a n a içlerine doğru bir sefer tertip etmiştir. Su seferinde o, Türk barikatlarını geçmeye bir türlü muvaffak olamamış ve ağır kayıplar vermiştir. Daha sonra barış yolunu denemeyi düşünen Nasr, S ü l e y m a n b. S u l ’ ü Fergana hüküm dârına hitâben yazdığı bir mektupla birlikte elçi o
119 E t-taberî, VI, s. 601.120 E t-T aberî, VII, s. 177.
larak gönderm iştir. Nasr’ın, Süleyman’ı Türk asıllı olduğu için te r cih ederek, diğer bir Türk hüküm dârı nezdine kendisini temsilen gönderdiği akla daha uygun gelmektedir.
Süleyman, Taberî’nin rivâyetlerine göre bu görevini tam bir başarı ile yerine getirmiş; hattâ Fergana prensi ile birlikte anasını (Fer- gana melikesi) da Nasr’ın huzuruna getirmeye muvaffak olm uştur. Nasr, Süleyman b. Sul’ün bu başarısından dolayı çok mem nun olmuş ve onun hakkında bir darbı mesel olarak kullanılan şu anlam lı beyi- ti söylemiştir:
S l ,y ^ j ^ W
‘-ey 'ij“Eğer bir elçi göndermek ihtiyâcında isen, Bir hekimi gönderde ge
risini ona bırak .
ğ- M uham m ed b. Sul: Sul Tekin’in m uhtem elen en küçük oğlu o- lan M uham m ed b. Sul’e gelince; O da âilejıin diğer fertleri gibi aktif ve heyecanlı bir M üslüm an’dır. Devrin “E h l - i B e y t "m efhûm u, yâni Hz. M uhammed ve evlâdı Resul sevgisi etrâfında halkalanan ve'bu- nunm isyonunuyapansiyâsîgörüş ve hareketini benimsemiştir. H attâ oğluna, bu bakımdan devrin mânâlı ismi olan “A b b a s " adını koymuştur.
M uhammed, daha sonraları Abbasîler’in " d ü a r ” adını verdikle-
(X)-Fergana melikesinin İslâmî kaynaklarda henüz adı zikredilmem ektedir. Buhâra Melikesi K a b a ç H a t u n gibi, Fergana Han- lığı’nı oğluna niyâbeten idâre eden bu H a t u n Taşkent’e kadar gelerek N asr’la mülâkî olmuş ona iyi bir hüküm darda bulunması gereken şeylerden bahsetmiş bâzı hakîmâne tavsiyelerde bulunm uştur. Daha sonra maktûl K u t e y b e ’ n i n oğlu H a c c a c ’ı bir köşede o - tu ru r görünce onu selâmlamış hal ve hatırını sorduktan sonra T ürk ’e has açık kalplilikle şöyle demiştir:
“Ey A rap toplumu! Sizde vefâ duygusu yoktur. Birbirinize faydanız da dokunmaz. İşte Kuteybe bu yerleri size yurt yapan adam. F a kat şu oğluna bakınız, mecliste gerilerde oturm akta ve hiç bir değer verilmemekte. Halbuki onun yeri bu meclisin baş köşesi olmalıydı. Fergana melikesinin Arapfiar’ın karakterleri ve Kuteybe hakkında bu samimî duygu ve tesbitleri ilgi çekicidir.
121 E t-Taberî, V II,s. 177.
ri veE m evîlcr’e karşı Abbasî ihtilâlini hazırlayan kuvvetli gizli o rganizasyonun arasına girmiş ve bayağı başarılı olm uştur. O nun bu gizli teşkilâtta kod adının “E b û "olduğu bildirilm ektedirM uham m ed b. Sul, Ebû Müslim El-H orasanî’nin kum andanlarından biri olan M ukatil b. llak im ile bâzı siyâsî konularda ters düştüğü için A bdullah b. Ali tarafından öldürülm üştür. Kaynaklarda onun ö ldürülmesi ile ilgili hemen hemen hiç bir ayrıntı yoktur.
h-A bbasîler Döneminde Sulîler: Emevîlcr’inyıkılm asıveA bbasî- ler’in iktidâra gelmelerinde gerçekten de emeği geçen, hattâ bu yolda başını veren M uhammed b. Sul’un soyundan gelenler yükselerek devrin ilim ve edebiyatında seçkin kimseler olm uşlar ve önem li mevkiler işgâl etmişlerdir. Bunlar arasında onun oğlu A b b a s ’ ın so yundan gelen İ b r a l ı i m v e A b d u l l a h ’ ı zikredebiliriz. İbrahim b.AbbasEs-SûIî(792857), iyi bir eğitim görmüş, Arap dil ve edebiyatının büyük usluları arasındadır. Duygulu bir şâirdir. B irçok kıymetli eserleri yanı sıra, onun dilden dile dolaşan, bestelenip okunun çok güzel beyitleri de vardır. H attâ devrin Alevî şâiri D t ’ b a 1 El - H u z a î, eğer İbrâhim b. EI-Abbas şiirle geçimini temin etmiş olsaydı, başkalarına bir şey bırakmaz(ve hepsi aç k a lır la rd ı1*"3.
El-M emun devrinden başlayarak Kl-Mutasım ve El-Vasık devirlerinde (yaklaşık otuz üç sene) Abbasî devletinin içle ve dışta genel politikasını tesbit eden çok önemli bir makam olan " D î v â n ü ' r - R e s â i l ” in başkanlığına getirilmiş ve devlete çok önem li hizm etlerde bulunm uştur1*'4. O, Kl-Mütevekkil devrinde de (846-861) aynı şekilde önemli görevlerde bulunmaya devâm etm iştir 2S.
Kardeşi A b d u 11 a h b. Es - S û 1’ e gelince; o da, devrin ileri ge - len devlet adamları arasındadır. Dil ve edebiyatta şöhrete ulaşmıştır. G erçekte Abdullah, İbrahim ’den daha yaşlı ve hitâbette daha m uktedir olmasına rağmen İbrahim, güzel şiir ve edebiyat ta onu geçm iştir126. Fakat her ikisi de A rap dil ve edebiyatında yâni sosyal i- lim lerde devrin büyük otorite ve üstadları arasındadır. A bdullah’ın soyundan gelen Y a h y a b. M u h a m m e d Es - Sûlî de ilim, irfan meclislerindeki tatlı sohbetleri ile tanınmıştır. Abbasî halifelerinden, EI- -Müktefabillah (901907)’ın, sohbetlerinden hoşlandığı çok yakın
122 İbni HallikSn.'Vcfeyâtin-A’yan. 1984, 1. S.Kahire 28; Yfl k û I. EI - Üılcbii „s. 166..
123 lil-Aüanî. X. s. 44124 i.bııi Hallikân.Vefcyât I,s. 27; El-Aganî, X, s. 44.125 İbııi I lallikâıı. Vel'cyüt, I. s.27; El-Ağanî. X. s. 44.126 Yükflı, E l-Ütlebâ.,s. 166.
adam larından biri idi.
Yukarıda yer yer işâret edildiği gibi, Abbasîlcr’in, ilk devirlerinde, saray ve çevresinde önceleri saygı gören ve sonraları gözden düşen İran asıllı B e r m c k î l e r ’ e karşı, ilim irfan edebiyat ve idârede Sul T ekin’in hânedânının devâmı olan Sulîler vardır. Bu âile, İranlılar’a karşı; Abbasî Arap toplum unda, T ürkler’in sâdece askerlikte değil, edebiyat ve sosyal ilim lerde de üstün zekâ ve kâbiliyetlerini göstermişler; Berm ekîler’in aksineher zam an devlete bağlı ve sâdık kalm ışlardır.
Araştırm am ızın buraya kadar olan bu “bölüm ü” nde ilk devirlerden başlayarak Ö m er 1>. Abdiilaziz’in halife oluşuna kadar, O rta Asya m ahallîTürk hüküm darları arasında İslâmiyet’in yayılışı üzerinde durulm uş vc neticede bir çok Türk hüküm dârının, daha bu ilk ham lede Müslüman olduğu tesbit edilmiştir. Y ukarıdaki izahlarımızdan da kısaca anlaşılacağı üzere, T ürkistan’ın bu dönem lerindeki siyâsî hayâtı büyük dalga ve çalkalanmalarla doludur. Bu müessif durum , Em evîler’dcn büyük halife Ö m er b. Abdülaziz’in hilâfet makâmına gelmesine kadar devâıp etmiştir.
Ancak temel kaynaklara dayanarak yaptığımız bu araştırm anın bundan sonraki “ bölümii” nde konunun bir devamı olması bakım ından Ö m er b. Abdülaziz ve daha sonraki devirlerde ihtidâ eden diğer T ürk hüküm dar ve aristokratları üzerinde durulacak vc ilk defâ bir senteze doğru gidilecektir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HALİFE OMER B. ABDU’L-AZIZ VE MÜSLÜMAN TÜRK HÜKÜMDARLARI
5- AKŞİT ĞUZEK (OĞUZ 1$EK): S O Ğ D (SEMERKANT) H Ü KÜMDARI: (91/709-128/745?)
Süleyman b. A bdülm clik’in vefâtı üzerine, hiç bir m uhalefete uğram adan hilâfet makâmına, Ö m er b. Abdülaziz gelm iştir (716-719). II. Ö m er’in halife olmasından sonra, Aşağı T ürkistan’ın İslâmlaştı- rılmasmda yeni bir dönem daha başlamıştır. O nun şüphesiz en büyük tasarılarından biri İslâm dininin, im paratorluğun geniş hudutları i- çinde yaşayan, dil, din ve ırk bakım ından birbirinden farklı kavimler arasında özellikle Türk yurtlarında yayılması ve sosyal bünyesi sağlam, kuvvetli bir toplum (ü m m e t)un teşekkülü idi. Bunun için k ö k lü bir kısım icraatlara girişmiştir. O nun bu icraatlarını tahlil etmek, b ir başka ve daha geniş bir araştırm a mevzuudur. Fakat bunlardan en önem lisi Ö m er’in, im paratorluğun hudutlarında bulunan hüküm darlar arasında İslâm dininin yayılması için, gerçekten de ciddî teşebbüslerde bulunmuş olmasıdır. Bu cümleden olmak üzere; o n lara gönderdiği “çağrı mektupları” konum uz açısından da çok önem li bir malzeme niteliğindedir.Doğu fetihleri hakkında belki de en güzel kitabı yazan, El-Belâzurî’ye göre İslâm’ın bu zâhid halifesi, A- şağı Türkistan mahallî hüküm darlarına bir tebliğ m ektubu yazarak onları, İslâm dinini kabule çağırm ıştır130.. M ektubun muhlevâ ve m etnini pek tabiî olarak kaydetmeyen müellifimiz, II. Ö m er’in bu sa mimî teşebbüsleri sonucu söz konusu hüküm darlardan bâzıiarının İslâm dinine girdiklerini de bildirm ektedir. Fakat, onun konum uz a- çısından oldukça önemli olan, bu rivâyeti daha ham bir malzeme niteliğindedir. J. W ellhausen131. H.A.R. G ibbF Gibb, H. A. R., s. 47.., M.A. Shaban132.gibi bir kısım târih otoriteleri bu rivâyeti aynen nakletm ekle yetinmişler, keyfiyet ve netice itibârı ile değerlendirm em ize yardım edecek her hangi bir yorumda bulunmamışlardır.
E l-Belâzurî’ninrivâyetleri,şüphesizbirgerçekolarakkabûlcdildi- ği takdirde, söz konusu hüküm darlar arasında onun muasırı olan S o ğ d , S c m c r k a n t , ü ş r u s a n a , F e r g a n a vb. yörelerin hü - küm darları da olması gerekmektedir. Mamafih onlardan bâzıiarının ihtidâ etm eleri, âdil halifenin bu teşebbüslerinin hiç de semeresiz kalmadığını göstermektedir. Nitekim, J. W e!lhausen, Soğd hüküm- dârı (G u r e k) ve tebasının halife Öm er zamânında onlara tanınan
130 EI-Belii/.uı'î, ııeş. S. El-M ünciti, Kahire, III.s. 228.131 NVelllıauscn, J.,a .g.e.,s. 139.132 Shaban, M. A. T he Abbasid Rcvalution, Canıbriılge 1970, s. 87.
bir kısım kolaylıklar sebebiyle M üslüman olduklarını teyid etm ekte d ir133. Halife Ö m er’le başlayan bu hayırlı donem de, ihlidâ eden Türk hüküm darlarının başında A k ş i t G u r e k d e vardır. Bundan b aşka, ü şrusana hüküm dün ve m eşhur Kara Buğra H an’ın oğlu K a v u s ve büyük Türk hakanı S u 1 u H a n bu bölüm de incclcyeğimiz başlıca şahsiyetlerdir.
a- Sem erkunt ve Türkleştirilm esi: Akşit G urek, Halife Ö m er b. Abdülaziz devrinde M üslüman olan mücâdcleci Türk hüküm darlarından biridir. İslâmî fetihler sırasında, Aşağı Türkistan’ın büyük eyâletlerinden biri ve Soğdiana hüküm etinin merkezi olan Sem er- kant’a hüküm dar olmuştur.
Sem erkant’a gelince: Uzun târihî seyri içinde, Buhâra ile sosya v esiy âsî y ö n le rd en hem en hem en aynı k ad e ri pay laşm ıştır. Bunulaberâber, Buhâra daha ziyâde din î b ir merkez olmasına rağm en,Sem erkant karşımıza aynı zamanda bir ticaret merkezi olarak çıkm aktadır. Fakat bizim için asıl önemli olanı, buraların İslâmî fetihlerden çok daha önce büyük ölçüde Türk nüfuz vc hâkimiyetinin tesiri altında kalması ve bir dereceye kadar Türleşıirilm esidir. Z irâ söz konusu fetih hareketleri başlamadan, çok daha önce Asya’nın iç kısımlarından kopup gelen yeni Türk dalgaları bölgedeki, diğer Türk asıllı E f t a 1 i 11 e r hâkimiyetine son vermiş vc siyâsî duruma hâkim olm uşlardır. Bundan sonra Sem erkant’ta hemen her devirde, mahallî Türk hâncdanlarının bir mümessili hâkim bulunuyordu134. Belki de bu özelliği içindir ki kaynaklarda hemen her vesile ile, Soğdiana’nın hüküm et merkezi olan bu şehrin genellikle T ürk ler’e Ait olduğu . dile getiriliştir.
b- Akşit Gıırzek’in İlk Yılları: Bu devirde ihtidâ etmiş, siyâsî veyâ sosyal olaylara yön ■vermiş olan daha bir kısım Türk hüküm darları
133 Welllı;ıusen, J„ a.g.C.,S. 163.134 NVcllhauscn. J., a.g.c.,s. 163.135 Breslsclırcider, M.,D. M ediaval Rcserchcs Fronı E astcm
Sources, London 1% 7, II, s. 58. (... Soğdiana helonged lo the T urks) İA., X, s. 469.
gibi, Akşit G urzck’in dc çocukluğu vc hayâtının, aktif bir kom utan ve devlet adamı oluncaya kadar geçirdiği ilk yılları hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Onun ilk defâ Sasanî hâncdânının son bedbaht hüküm dârı III. Yezdiicerd ile ilgili olaylar sırasında geçmektedir. N ihavent bozgunundan sonra, A raplar karşısında hiç bir zaman tu- tunamayan Yezdüccrd, büyük Türk hakanı ile birlikte G urek’tcn de yardım talebinde bulunmuş vc kaybetmiş olduğu taht ve bahtını kurtarm alarım istem iştir (22/642)13<>. Türk hakanı derhâl Yczdücerd’in imdâdına koşmuş vc devrin Arap kom utanı Alınef b. Kays’a çok zor günler yaşatm ıştır137 Daha sonra Yezdüccrd’in, bu Türk hakanına sığındığı Taberî’nin yine bu rivâyctlcri arasındadır13 .her ne kadar birbirini tâkip eden olaylar ve A rap ordusunun kuşatılması sırasında, G urek’ten bahscdilm em ekte ise de; bu kuşatmada onun, Türk hakanının erkânı harbi arasında genç bir kom utan olduğu anlaşılmaktadır.
Gurzek, İslâmî fetihler sırasında Scm crkanl Türk Hanlığı’nın ö- nemli simalarından biridir. O, her zaman Scmcrkant Hüküm dârı T a r h u n ’ un yanında olmuş vcolayların hemen hepsine dc iştirâk e tmiştir. Kuteybe daha önce yapılan anlaşmaların aksine Scm erkant’ı istilâ veT arhun’u çok ağır bir şekilde vergi ödemeye mecbur ettikten sonra, G urek’in artık ön saflara geçtiğini görüyoruz. Zirâ Kuteybe’- yc karşı vergi ödemeyi bir nevî zillet olarak kabul eden halk, ayaklanmışlar, eski yaşlı Hüküm dar T arhun’u hapsederek yerine G u r e k ’i getirm işlerdir (91/709)139. tarhun’un düşürülm esinde G urek’in ö- nemli derecede rol gözden kaçmamalıdır.
c- Akşit Gurzek’iıı Kuteybe İle Mücâdeleleri: Akşit G urzck’in, M üslüman fâıih Kuteybe ile, siyâsî yönüne rağmen, nedense dinî yönü çok daha ağır basan renkli mücâdeleleri olm uştur. O nun bu mücâdelelerini kısmen dcolsa dile getirmemiz, konunun daha iyi an
136 E t-taberî, V ı,s. 168.137 Kitapçı, Z.,. T he First Challangc o f T he TurkS Against The
A rabs, Târih Dergisi no:X X X II, M arl 1979, İstanbul, s. 894-904..
138 E t-taberî, IV, S. 173.139 E t-Taberî, VI, s. 463. iiu isliliktin bir türlü izzeti nefsine
yedirem eyen T a r l ı u n "m ülk elden çıktıktan sonra geride ancak öldürülm ek kalır, bunu benim yapm am daha iyidir!” diyerek kendi kendini öldürm üştür.
laşılabilmesi için yararlı olsa gerektir. Şöyle ki; Kuteybe, T arhun’la yaptığı sulhu hiç kale almayarak iyi bir hazırlık yaptıktan sonra, tekrar Sem erkant’a gelmiş ve şehri kuşatarak çok kanlı harplere girişmiştir. Akşil G urzek’in Kuteybe’ye; “sen beni kardeşim ve ehli beytim m esabesinde olan kimselere karşı harbettiriyorsun” diye haberler gönderm esi140. Kuteybe ordusunda önem li ölçüde m uharib Türk unsurunun bulunduğunu gösterm ektedir. Kuteybe ordusunda bulunan Türk birliklerinin de üstün gayret ve çabaları ile şehri ele geçirmiş ve Akşit G urck ile, alışılmışın dışında ilgi çekici bir sûlh anlaşması yapm ıştır141. Bu anlaşma şartları konum uz açısından oldukça önemlidir. Z irâ yarı dinî olan bu anlaşmaya göre; “Sem erkant’ta her şeyden önce hiiyük bir c â m i inşâ edilecektir. Bu caminin bir de minberi olacak ve Müslüman fâtilı nam az kıldıktan sonra halka hitaben bir konuşm a yapacaktı. Yine anlaşma şartlan gereğince, Kuteybe ve arkadaşlarına G ıı r e k tarafından bir yem ek ziyafeti verilecek; o n dan sonra da Araplar şelıri terkedecekti. Ayrıca Semerkant ve civarının dinî hayâtında çok önemli bir yeri olan a t e ş e v I e r i v e B ı t d i s t mâbetlerinde bulunan pulların (h e y k e l) üzerindeki bütün ziynet eş-* yâ sı ve mücevherler de Kıt teybe ’ye verilecekti
Bu anlaşmadan sonra, Kuteybe ve askerlerinin K i s v e N c s e f kapısından şehre girmeleri düşünülm üştür. Ancak G urck bundan önce m ezkûryere kadar gelmiş, Kutcybc’yi selâmlayarak kafilenin ö- nünde yerini almıştır. Gurzek ve arkasındaki M üslüman fatih ve gazilerden oluşan dört bin kişilik kâfile tekbir sadâları ile yürüyerek, Budist heykellerinin bulunduğu büyük mâbedin önüne yâni şeh rin merkezine geldi. Gurck burada kılıcını bırakarak durm uştur. Artık bundan sonra yapılacak işler Müslüman fatihin insiyatifinc bırakılmış oluyordu.
Anlaşma gereğince, Kuteybe ve berâberindeki askerler, önce yeni yapılan câımiyc giderek namazlarını kılmışlar, daha sonra da A kşit G urek’in vereceği büyük ziyafete gitmişlerdir. Böylece anlaşma şartlarının hükümleri birer birer yerine getirilmiş oluyordu. Ondan sonra Gurek, eşrafdan bir grupla gelerek, M üslüman fâtihten şehri terketmesini istemiştir. Bu isteğe karşı Kuteybe, Kurân-ı Kerîm’den “o. önce A d kavmini helâk elti, Semııd kavminden de bir iz bırakmadı 4 . mealindeki âyeti okumakla yelindi. A d v e S c m u d kavmin den maksat Kuteybe’ye £öre, Buhâra ve Semerkant idi. Bundan onun
140 El-t;ıl>crî,VI.S.474.141 İbııü’l-Esîr, VI, s. 573;Et-taberî, VI, s. 475.142 Kurân-ı Kerîm. F.n-Nccnı Sûresi,50-51".
ç- Akşit G urzek’in (Oğuz Bek) İlıtidâsı: Bundan sonra G urek’in hayâtında yeni bir devir başlamıştır. O, Sem crkant’ı bu şekilde tah liye ettik ten sonra civar bir kasabaya, m uhtem elen Mayemurg’a çekilerek; geçici bir süre için de olsa siyâsî ve sosyal olaylardan uzak, kendi hâlinde bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. O nun bu hâli E - mevîler’den Ö m er b. Abdülaziz’in iktidâra gelmesine kadar devâm etm iştir (716). II. Ö m er’in devri kısa da olsa, adâlet ve hakkın ihyâsı devridir. O , Türkistan’da senelerdir olagelen haksızlıkları iyi bildiği için, önce bunları önlem iş sonra da kendisinden öncekilere göre bir nevî reform olarak tavsif edebileceğimiz bir çok hayırlı icraata girişmiştir. Bu arada yukarıda da işâret edildiği gibi, Türk büyüklerine de birer m ektup yazarak onların Müslüman olm alarını istemiştir. H alife Ö m er’in adâlcıinin nerede ise cihânı dolduracak bir hâle gelmesi, haksızlıkları gidermesi, gönüllerde İslâmiyet’in lehine yeni heyecanlar uyandırmıştır. A rtık Müslüman olm ak için tereddüt e tmeye lüzum kalmamıştı. Bu bakımdan Ö m er’in yukarıda mevzu bahis edilen mektubu diğer hüküm darlar kadar Türk büyükleri ara- sındada hüsnü kabule mazhar olmuş, dolayısıyla onlardan bir kısmî ihlidâ etm işlerdir. Bunlar arasında, Soğd eski hüküm dün Akşit Gu- rek ve U şrusana hükümdârı meşhur Kara Buğra’mn oğlu, K â v u s davardır. Fakat Akşit G urek’in Müslümanlığı üzerinde, bir kısım o- toritcler tarafından m enfîyorum laryapılm aktadır. Bunların başında Gibb gelmektedir. Ona göre: Gurek, II. Ö m er’in dinî hislerini tahrik ederek payitahtını kurtarmayı düşündü. G urek zâhiren, İslâm dinini kabul eder gibi görünerek Ö m er’e bir heyet gönderdi. “Kuteybe bize hıyünet ve zulümle muamele etti” diyerek, şehrin Sogdiyanlar’a geri verilmesini istedi140.
Haddi zâtında, bu kabil realiteden uzak yorum larla G urek’in M üslüm anlığını hafife almak, Aşağı Türkistan’daki İslâmiyet’in yayılmasını ve şimdiye kadar bu yolda alınan mesâfeleri hafife almak olur. Biz, diğer bir kısım araştırmalarım ızda çok ayrıntılı bir şekilde üzerinde durduğumuz gibi, İslâmiyet Buhâra 41. ve Scm crkant’ta .. özellikle Kuteybe b. M üslim’in gayretleri ile, hiç kimsenin söküp a tamayacağı bir şekilde yerleşmişti. Bu şehir ve kasabalarda bu zamâ-
146 G ibb, a.g.e., s. 47.147 Kitapçı. 7.., Hulıâra'da İslâmiyet'in yayılıp Millî ktillür(Aylık
dergi) I. no;2,Şubat 1077 Ankara, s. 50-59. 148-Kilapçı.7.,"İslânıiyetin Scmcrkanl ve Havâlisinde Yayılışı” T ürk Dünyası A raştırm aları (D ergi) no: 25, A ğustos 1983, İstanbul, s. 109-195
ç- Akşit G urzek’in (Oğuz Bek) İlıtidâsı: Bundan sonra G urek’in hayâtında yeni bir devir başlamıştır. O, Sem crkant’ı bu şekilde tah liye e ttik ten sonra civar bir kasabaya, m uhtem elen Mayemurg’a çekilerek; geçici bir süre için dc olsa siyâsî vc sosyal olaylardan uzak, kendi hâlinde bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır. O nun bu hâli E - mevîler’den Ö m er b. Abdülaziz’in iktidâra gelmesine kadar devâm etm iştir (716). II. Ö m er’in devri kısa da olsa, adâlet ve hakkın ihyâsı devridir. O , Türkistan’da senelerdir olagelen haksızlıkları iyi bildiği için, önce bunları önlem iş sonra da kendisinden öncekilere göre bir nevî reform olarak tavsif edebileceğimiz bir çok hayırlı icraata girişmiştir. Bu arada yukarıda da işâret edildiği gibi, Türk büyüklerine de b irer m ektup yazarak onların Müslüman olm alarını istemiştir. H alife Ö m er’in adâlcıinin nerede ise cihânı dolduracak bir hâle gelmesi, haksızlıkları gidermesi, gönüllerde İslâmiyet’in lehine yeni heyecanlar uyandırmıştır. A rtık Müslüman olm ak için tereddüt e tmeye lüzum kalmamıştı. Bu bakımdan Ö m er’in yukarıda mevzu bahis edilen mektubu diğer hüküm darlar kadar Türk büyükleri ara- sındada hüsnü kabule mazhar olmuş, dolayısıyla onlardan bir kısmî ihlidâ etm işlerdir. Bunlar arasında, Soğd eski hüküm dün Akşit Gu- rek ve U şrusana hükümdârı meşhur Kara Buğra’mn oğlu, K â v u s davardır. Fakat Akşit G urek’in Müslümanlığı üzerinde, bir kısım o- toritcler tarafından m enfîyorum laryapılm aktadır. Bunların başında Gibb gelmektedir. Ona göre: Gurek, II. Ö m er’in dinî hislerini tahrik ederek payitahtını kurtarmayı düşündü. G urek zâhiren, İslâm dinini kabul eder gibi görünerek Ö m er’e bir heyet gönderdi. “Kuteybe bize hıyünet ve zulümle muamele etti” diyerek, şehrin Sogdiyanlar’a geri verilmesini istedi140.
Haddi zâtında, bu kabil realiteden uzak yorum larla G urek’in M üslüm anlığını hafife almak, Aşağı Türkistan’daki İslâmiyet’in yayılmasını vc şimdiye kadar bu yolda alınan mesâfeleri hafife almak olur. Biz, diğer bir kısım araştırmalarım ızda çok ayrıntılı bir şekilde üzerinde durduğumuz gibi, İslâmiyet Buhâra 41. vc Scm crkant’ta .. özellikle Kuteybe b. M üslim’in gayretleri ile, hiç kimsenin söküp a tamayacağı bir şekilde yerleşmişti. Bu şehir ve kasabalarda bu zamâ-
146 G ibb, a.g.e., s. 47.147 Kitapçı. 7.., Hulıâra'da İslâmiyet'in yayılıp Millî ktillür(Aylık
dergi) I. no;2,Şubat 1077 Ankara, s. 50-59.148-K ilapçı.Z ."İslim iydin Scmcrkanl ve Havâlisinde Yayılışı” T ürk Dünyası A raştırm aları (D ergi) no: 25, A ğustos 1983, İstanbul, s. 109-195
na kadar bir çok cami vc mescidler yapılmış M üslüm an vâlisi, kadısı ve yeni m ühtedîlcrin de oluşturduğu İslâm cem aati ile İslâmî bir çevre oluşm uştu. Böyle bir şehir ve çevrede G urck, kendisini M üslüm an toplum un dışında hissedemezdi. Aklını, mantığını kullanmış ve tercihini ona göre yaparak M üslüman olm uştu. Fakat bizim yeni M üslüm an olanlarda görmeye alışık olduğum uz dinî heyecan bu d e virde M üslüman olan diğer bir kısım Türk hüküm darlarında olduğu gibi G urck’tc de yoktur. Bunun başlıca sebebi despolik Arap idarecilerinin M üslüman olan T iirkler’c ve Türk hüküm darlarına hemen hem en hiç bir ilgi gösterm em eleri vc kendilerini onlara yakın (bir din kardeşi) hissetm em eleridir149.
d- Akşit G urzek ve Sem erkant’ın Tahliyesi: Mâmâfih, Akşit G u rzek, M üslüman olduktan sonra bu yeni çevreye daha iyi bir uyum sağladığı gibi, Müslüman idarecilere de kendini çok daha yakın hissetm iştir. G crçektco, Kuteybe’nin aralarındaki sulh anlaşmasını hiçe sayarak şehri istilâ etmesini hiç bir zaman hazmedememiş ve bu u- ğurda öm rünün sonuna kadar da mücâdele etm iştir. O nun en büyük arzusu Semerkant için yapılan bu haksızlığın giderilmesi ve mülkün sâhibine tekrar iâde edilmesi idi. Tabcrî’nin bu konudaki ayrıntılı rivâyetlerine göre, büyük İslâm halifesinin adalet ve insafla m uam elesi Aşağı Türkistan’da yayılınca, Akşit G urck de dâhil eşraftan bir heyet şehrin Arap Vâlisi Süleyman b. Ebi’s-Sırrî’ye giderek isteklerini ortaya koymuşlar ve şöyle demişlerdir:
“Biz Kuteybe’nin zulüm ve hıyanetine uğradık. Ülkemizi haksız o la rak elimizden aldı. Şimdi Allah bize adalet ve insafını gösterdi. Artık b izim müminlerin enıiri olan halifeye bir heyet göndermemize müsaade et, bu mezâlimi ona şikâyet edelim. Eğer biz haksızsak ve üzerimize dii - şen bir şey varsa, onu da vermeye hazırız. Zâten böyle bir heyet göndermeyi çoktandır isliyorduk1S0.
Neticede bir heyet gönderildi. İslâm’ın âdil halifesi, heyeti ve o- lup bitenleri büyük bir ilgi ile dinledikten sonra, bir mahkeme kurularak hak ve adâletin ortaya çıkmasını em retm iştir. Dolayısıyla bir m ahkem e kuruldu. Bu hususta gerekli araştırm alar yapılıp şâhitler dinlendikten sonra mahkeme, Akşit G urck’i lıaklı bulmuş ve Semer- kantlılar’ın lehine olarak karar vermiştir. Bu hüküm gereğince, A-
149 K onunun varyantları için bk. Kitapçı, 7.., ''O rta Asya A rap Fetihlerinin Sosyal ve D inî K arakteri", Türk Dünyası A raştırm aları ıır. 33, Aralık 1984. İstanbul, si 130-140.
150 E t-Tabcrî, VI, s. 567.
raplar şehri boşaltacak ve iki taraf arasında yeni bir sulh anlaşması yapılacaktı. Ne yazık ki bu m erhaleden sonra Scm erkant ileri gelenleri Akşit G urek’i desteklem em işlerdir. O nlar haklı olarak, nerede1 biteceği pek de belli olmayan yeni bir mâcerâya atılm aktansa; daha mâkûl biryol tercih ederek G urek’eşöylc demişlerdir:
U a î <JUİ»
“A rtık biz bu A rapkir’in bunca yıl beraber olurduk, birbirimizle k a rıştık ve anlaştık; onlar bizden biz de onlardan emin olduk! (artık böyle bir şeye lüzum yoktur) ” diyerek durum u olduğu gibi kabûl etm işlerd ir1̂ .
Bu, diğer taraftan yerli halkın huzur ve istikrârı ne kadar özlediğini gösterm ektedir. Artık bundan sonra Akşit G urek’in daha geri planda kaldığı, siyâsî ve sosyal olaylarda aktif bir rol oynamadığı, hattâ A raplar’la tam bir uyum içinde yaşadığı görülm ektedir. O nun bu tulum u Eşres b. Abdullah Es-SiilemFnin H orasan’a vâli o larak gelmesine kadar devâm etm iştir (109/727). O hu sü re zarfında M üslüm an vâlilerin yâni idârenin yanında yer almış ve bölgenin Arap- laı-’ca ta rh edilen sabit vergilerin toplanılm asında onlara destek olm uştur.
e-A kşit G urek ve Eşres: Eşres H orasan’a vâli olarak gönderildikten sonra, sonu tam bir başarısızlık ve felâketle bitecek olan büyük bir İslâmlaştırma kampanyasına girişmiş ve bu kampanyanın merke zini de Sem crkant olarak seçmiştir. Eşrcs’in böyle bir kampanya açmasının sebepleri ve bunun için neden Sem erkanl’ı seçmiş olması ayrı bir araştırm a konusudur. Fakat onun İslâm’a çağrı kampanyası büyük bir ilgi görmüş* ve vergiden muaf tutulacağı bildirilen yüzlerce kişi M üslüman olm uştur. Bu, diğer taraftan vergilerin düşmesi ve kesilmesi idi. H araçvc cizye toplam anın meselesini taşıyanlardan b irisi olan Akşit G urek ve diğer dihkanlar, bu gelişmeler parşısında müşkil durum da kalmışlardır. Nitekim Gurek Eşres’eb ir mektup yazarak kitle ihtidaları dolayısıyla haracın tamâmen kesildiğini bildirm iştir152. H attâ Buhâra dihkanları daha da ileri giderek Eşres’e “halkın hepsi Arap oldu, siz daha kimden haraç alacaksınız dem işlerd ir153.
151 E l-Taberî, VI, s. 568.152 E l-taberî, V II.s.55.153 E t-Taberî, VII, s. 56.
Eşres kendini büyük bir çıkmaza sokmuştu. O ya vergiden ya da İslâm dinine girmiş olan bunca kimseden geçecek ve İslâmlaştırma kampanyasını durduracaktı. Eşres vergiyi tercih etli ve M üslüman o- lanlara çok daha şiddetli davranılarak vergi ödem eleri istendi. N eticede “Sogd.” (Sem erkant) ve B uhâra’daki M üsliim anlar (Türkler) isyan ederek Türk hanından yardım istem işlerdir154.
Bu durum G urek’in uyuyan em ellerinin uyanması vc tekrar kabarm asına yol açmışnr. Bu karışıklardan yararlanarak Scm crkant’ı A raplar’ın ellerinden tekrar kurtarmayı düşünm üş vc daha önce b irlikte olduğu Arap idaresini bırakarak isyan eden bu Türklcr’in safına katılm ıştır . Bundan sonra, o da diğer bir kısım Türk büyükleri gibi Sem erkant ve Buhâra’da başlayan ayaklanmaların dolayısıyla A- şağı T ürkistan’a dalan ve A raplar’ı buralardan söküp atm ak isteyen büyük Türk Hakanı S u l u H a n ’ ın yanında yer almış vc A raplar’a karşı mücâdelesini ölünceye kadar sürdürm üştür. Ö, her zaman Sc- m erkant’ı A raplar’ın elinden kurtarmayı tasarlamıştır. Zam an zaman tâlih ona gülümser gibi olmuşsa da, bu arzusu hiç bir zaman gerçekleşmemiştir. O, Sem erkant Hanlığı’m özleyerek hayâta gözlerini kapayıp gitmiştir. G urek (Çin kaynaklarında Qu-lc-Kia) H an’ın vefâtının Milâdî 750 yılından önce olduğu, bu târihle oğlu Tou-H o (Çince’den) tarafından Çin’e gönderdiği heyetleilgili kayıtlardan a n laşılm aktadır151’.
Kaynaklarda onun M u h t a r adındaki bir oğlundan bahsedilm ektedir. M uhtar, isminden de anlaşılacağı gibi, G urek M üslüman o lduktan sonra doğmuş olmalıdır.
Gurek ihtidâ ettikten sonra, İslâmiyet onun âile vc yakın çevresi arasında tedricî olarak yayılmaya başlamış vc bir çok kimseler de M üslüman olm uştur. Ancak bu yakın çevreden Müslüman olanlara, büyük olaylara karıştıkları ve dolayısıyla lârihçilerimizin zikrettikleri kadarı ile m uttalîolm aktayız; ki bunlar da şüphesiz mahdud birkaç kişiden ibârcltir. Meselâ:
Bunların arasında onun m uhtemelen en büyük oğlu Y e z î d b u lunmaktadır. Yezîd’in, G urek’len sonra bir nevî halefi olan ve Çin
154 fil- T aheri, VII,s. 55.155 Bt-tnbcrî,VII.S.59.156 Giinallay. M.Ş., M ulassal T ürk Târihi, İstanbul 1559, V, s.
243-244.
kaynaklarında adı T o u H o olarak zikredilen olgun Soğd hüküm - dârının ta kendisi olmasını temenni çimekteyiz. Z irâ Yezîd b. G urek, Narşahî’nin bildirildiğine göre, babasının sahneden çekilmesinden sonra Soğd hüküm darı olmuş vc saltanatı uzun m üddet de devâm etm iştir157?
O nun yine kaynaklarımızda zikredilen M üslüman bir diğer oğlu daha vardır. Onun adı da M u h t a r ’dır. M uhtar kelimesi hidâyet, hak ve doğrudan yana olmuş yâni seçilmiş anlam ına gelen İslâm îbir kelimedir. Bu ismi G urek’in, oğluna bizzat kendi vermiş olması gerekm ektedir. M uhtar, olayların içinde büyümüş; babasının yanında bir çok harplere katılmış dirayetli bir kimsedir. Tabcrî Hicrî 110/728 yılı olayları ve dolayısıyla Türk Hakanın çok şiddetli olan K e m e r c e kuşatm asından bahsederken bu M uhtar’dan da söz etm ekle vc o- nun söz konusu kuşatmada A raplar’la Türklcr’in arasını bulm ak ve kuşatmaya bir son verdirmek için diğer Soğd hüküm darları (Türk beyleri) ile birlikte büyük Türk Hakanı Sulu H an’ın nezdinde teşebbüse geçtiğini, onun huzuruna çıktığını vc bunda başarılı da olduğunu kaydetm ektedir Böylece O, belki binlerce insanın hayâtına mal olacak bir İâciayı önlemiş oluyordu.
G urek’in yakın çevresinde Müslüman olanlar, şüphesiz lârihçile- ’ rimizin zikrettikleri bu bir kaç kişiden ibaret değildir. O nların çok daha fazla olması gerekmektedir.
6- KAVUŞ KT-TÜRKÎ, KARA BUĞRA HAN’IN OĞLU: UŞ-RUSANA HÜKÜMDARI (740?-820?)
Emcvîler devrinde Müslüman olan, Türk hüküm darlarından bir d iğ e r i ,K â v û sE t-T ü r k î ’dir. Aşağı Türkistan’ın önemli coğrafîbölgelerinden biri olan U ş r u s a n a hükümdârı idi. Uşrusana, büyük
157 N arşahî. a.g.e.. s. 56: (G üııaltay). M.Ş., Mufassal Tıirk Târihi,İslan ln ıl 1336 .V . s. 243-244.
158 Ht-Tabcrî, VII. s. 64.M u |,t.,r h. u u re k vc diğer Soğd ileri gelenleri T ürk h akanına gelerek şu şekilde konuşmuşlardır;*' l-.yl liiküm dar, öyle yapma A raplnr'a em an ver- , oradan çekilip gitsinler. Bunu onlara G urek için yapmalısınız. Z irâ o, A raplar'â birlikle ve hâlâ onların ilanı j altındadır (M üslüm an'dır), onun oğlu M u lı t a r d a b u nu istem ekledir".
İslâm coğrafyacısı Y âkûl’un bildirdiğinegöre; doğuda Fargana, batıda Sem erkant, kuzeyde Şaş ve yine Fergana’mn bir kısmı, güneyde i- se Keş ve Sağaniyan arasında kalan geniş bir coğrafî bölgenin adıdır. Baş şebri B u n e ı k e s olduğu kaydedilmektedir. D iğer önemli şe hirleri arasında Z a m i n v e D i z e k bulunm akta idi-
a- K ara Buğra ilan Kimdir? İslâmî fetihler sırasında, bu büyük coğrafî bölge de; Aşağı T ürkistan’ın diğer bölgelerinde gördüğümüz gibi Türk asıllı hüküm dar âileleri tarafından idâre edilm ekte Teli. Uş- rusana, uzun târihî seyri içinde Asya Türk Hanlığı’na bağlı ve onun büyük ölçüde nüfuzu altında kalmıştır. A raplar’ın Aşağı Türkistan’a ayak bastıkları sıralarda, bölgenin bu Türk asıllı hüküm dârının adı İslâmî kaynaklarda H ara Buğrah olarak zikredilmektedir. Bu ise bizim çok yakından tanıdığımız m eşhur K a r a B u ğ r a H a n ’ dır *' ).
Kara Buğra Han, dâimâ A raplar’m karşısında ve büyük Türk H akanı S u 1 u H a n ’ ın yanında yerini almış ve mücâdelesini böylece sürdürm üştür. Nitekim T aberîH icrî 119/737yılı olaylarından bahsederken Sulu H an’ın, Emevîler’in atak vâlisi Escd’lc yaptığı harplerde Kara Buğra’nın, Türk hakanının ordusunda çarpıştığını ve Soğd, Taşkent, Ilottel ve Toharistan H üküm darı Yapagu H an’la birlikte onun ordusunun sağ kanadını teşkil elliğini bildirm ektedir160. D aha sonra Hakan, iyi bir hazırlık yapmak ve Sem crkant’ı tekrar m u hasara e tm ek için m em leketine dönm eye karar verince önce T oharistan’a gelmiş, orada bir müddet kaldıktan sonra U şrusana’ya uğramış ve Kara Buğra H an’ın, yanında bir müddet ikâmet etm iştir (737). Bu süre zarfında Kara Buğra Han onu politika da olsa büyük bir saygı ile karşılamış; kendisi için bir çok kıymetli hediyeler, askerleri için hayvanlarla birlikte pek çok harp malzemesi ve m ühim m atı da vermiştir. Fakat bütün bu yazdıklarımız, Sulu H an’la K ara Buğra H an’ın birbirleri ile olan ilişkilerinin son derece samimî ve mükemmel olduğu anlamına gelmemelidir. Zirâ Tabcrî, ikisinin a rasının açık olduğunu zikretm ektedir161. O ’nun bu yardımları sadece zevahiri kurtarm ak için olsa gerektir.
Bununla berâber, Türk hânedan âilesinin bu büyük hükümdârı ve
159 E l-T abcrî, VII, s. 122; T aherî'dc onun adı I-I a r a B u ğ r a t ü Eb â H a n a H a r r a, İbnü 'l-E sîr'de i s e H a r a 11 u ğ r a P, b u H a n a ç i z e olarak kaydedilm iştir (V. s. 205).
* 6q İbnü’l-Esîr, V I1, s. 205; E l-Tabcrî, VII,s. 122.161 Et-Tabcrî. V II,s. 125. 159-159-160-161-162Y dkûl.El-B iildân, I,
s. 177..
özellikle hayâtının ilk yılları hâlâ karanlıklar içindedir. O nun ne zaman U şrusana hüküm dârı olduğunu bilmediğimiz gibi, M üslüman vâlilerle olan ilişkileri hakkında da pek fazla bir şey söylememize im kân yoktur. Fakat İslâm dininin bu âile vc yakın çevresine çok daha önceleri, yâni Kara Buğra H an’ın sağlığında girdiği de bir gerçektir.
b- K avuşE t-T iirk fn in İh tidâ Etmesi: Kara Buğra H an’dan sonra U şrusana’ya oğlu Kâvûs E t-Türkîhüküm dar olm uştur. O nun, Emcvî- le r’in sonuna doğru belki de Abbasîler’in ilk devirlerindcbu makama getirilm iş olması gerekm ektedir (740). Fakat o, hüküm dar olm adan önce, hattâ Kara Buğra H an’ın sağlığında M üslüman olm uştur. O- nun Emevî devleti ricâlindcn F a z 1 b. Y a h y a ’ nın telkini ile M üslüm an olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Tuğ Şad, oğluna, M üslüman fâtihc nisbetlc Kııteybe adını verdiği gibi, Kavûs da oğlunun adını,bu zâta duyduğu minnet duygusunun derin bir ifâdesi olarak Faz! koymuştur. Bir diğer oğlunun adı ise Ilaydar olup, İslâmî kaynaklarda daha ziyâde Afşîıı(Türk asılzâdclik ünvânı) lakabı ile şöhrete u- laşmıştır. G erek Fazl, gerekse Afşîn ile birlikte Fazl da bir çok askerîharekâta katılmış ve B abekE l-lIu rrem rn in yakalanmasında büyükyararlıklar gösterm iştir163.Özellikle Afşîn, El-M utasım devrinde (817-833) devlete büyük hizm etlerde bulunmuş; askerî rü tbelerde yükselerek hilâfet orduları baş kom utanı o lm uştu r16'1.
Büyük İslâm lârihçisi El-Belâzurîhin Kavuş E t-Türkî hakkında konum uz açısından gerçekten dc önem li olan ilgi çekici rivâyetleri vardır. Bunlardan birinin Kavûs’un, Emevîler’in dirâyetli H orasan vâlilerinden olan Ciiııeyd b. Abdullah E lM iirrfhin (729-734) annesiyle evlendiği rivâyet edilm cktcdir165.Hcr ne kadar bu evlenme ile ilgili olarak pek fazla bir tafsilât yoksa da, bunun münferid bir olay olmadığı da bir gerçektir. Emevîler’in uzun süre Aşağı Türkistan hâkimiyetleri sırasında, iki taraftan da buna benzer evlenmeler o lmuştur. Nitekim Osman b. Mesud EtTamîmî, bir Türk kadını (m uhtem elen Nizak âilesinden) ile evlendiği gibi, Buhâra H üküm dârı Tuğ Şad da yukarıda geçtiği iizere Nasr b. Seyyar’ın kızı ı'lc evlenmiştir.
M üslüman Arap vâlilerinin, Türk hüküm darları ile olan m ünâsebetleri hakkında bir fikir vermesi bakımından çok önemli olan bu evlenmeler renkli bir araştırma konusu olarak karşımıza çıkmakta-
163 F.t-Tabcrî, IX, s. 24-37.164 Kitapçı. Z . ,lil-Tiirk,B eyrut, 1972s.268 vd.165 Rl-llolâzurî, nşr. S. H M üncid. Kahire )957. IH, s. 528.
Jv* r' rh ■** 4İU OK-, '
dır. Bir kısım sosyal veyâ siyâsî olayların sebep olduğu bu gelişmeler, diğer taraftan, İslâm dininin Türk hüküm dar âileleri çevresinde yayılması vc rağbet bulmasına yardım etm iştir. Nitekim Kâvûs’un; Cü- neyd’in annesi ile evlendiği haberi oğlu H aydar’a, daha sonra İslâm târihine altın sayfalar yazdıracak olan Afşin’e ulaştığında o da pek tabiî olarak M üslüman o lm uşturlö<\A yrıca bütün bu gelişmelerin Kara Buğra H an’ın sağlığında, belki de hayâtının sonlarına doğru ce- reyân ettiğine işâret etm em izde yarar vardır. Cüneyd’in annesinin Kâvûs’la evlenmesinin bir diğer izâhı, Kara Buğra’nın Türk Hakanı Sulu H an’la olan soğukluğundan âzamî ölçüde yararlanm aktı. Zirâ Cüneyd, Türk hakanı ile yaptığı harplerde fazla bir başarı elde edemediği gibi, üstelik çok zor günler yaşadığı da olm uştur. Böylece C üneyd, zımnen de olsa bu Türk hüküm dar âilesinin desteğini sağlamış olacaktı. Nitekim Tabcrî’nin; Sulu H an’la, Kara Buğra H an’ın arasının pek de iyi olmadığı, hattâ Kara Buğra’nın O na düşmanlık duyduğunu zikretmesi bizim bu görüşümüzü desteklem ektedir.
c-Kâvûs’ıınM iisliiınanVâlilerleM ücüdelesi: Kara Buğra’nınvefâ- tından sonra, onun yerine Kâvus geçmiştir. Daha babasının sağlığında M üslüman olan bu Türk hanının, Em evîler’in Horasan vâlileri ile iyi bir uyum içinde olduğu görülmektedir. Cüneyd b. A bdurrahm an’- la başlayan ve Nasr b. Seyyar’a kadar devâm eden ve Aşağı Türkistan’da bir kısım ayaklanma ve baş kaldırmaların birbirini takip ettiği yaklaşık yirmi sene kadar süren bu uzun devrede; mümkün olduğu kadar olaylardan uzak ve kendi hâlinde bir kimse olarak yaşamıştır. Onun, A rap âm illerine karşı mutad olan vergiyi ödem ekte her hangi bir zorluk da çıkarmadığı anlaşılmakladır.
Kâvus’un Müslüman Arap vâlileri ile mücâdelesi Abbasîlcr devrinde, özellikle El-M cm ûn’un H orasan vâliliği sırasında başlamış ve hilâfetinin ilk yıllarına kadar devâm etmiştir. E l-M cm ûn,daha H orasan’da vâîi bulunduğu sıralarda; bir taraftan Soğd, U şrusana, Fergana gibi Türk yurtlarına devamlı akınlar tertip ederken, diğer taraftan da Türk hanlarına bir kısım m ektuplar yazarak onların M üslüman olmalarını vc kendi itaati altına girmelerini istiyordu. Bu hususlarda çok daha ayrıntılı bilgiler veren El-Belâzurî’yegöre, Kâvus da El- -M em ûn’a bir mektup yazarak, ona barış teklifinde bulundu. Yapılan anlaşmaya göre, Uşrusana hükümdârı, El-M cm ûn’a vergisini m untazam ödeyecek fakat Müslüman askerler de onun ülkesine akınlarda
166 El-Belü'/Ûrî,a.g.e.,IH.s.228.
bulunmayacaktı.
Fakat daha sonra El-M em ûn, halife olarak Bağdad’a döndükten sonra,Kfıvus.mezkûrsûlhhükümlerinihiçcsayarakvcrgiödcmcyi reddetm iş ve Aran sultasını yıkmak için Türklcr’den yardım talebinde bu lunm uştu r1 >7.EI-Memûn H orasan’ın durum unu ve özellikle Türk H anlarını çok iyi bildiği için derhâl A hnıedb.K hûifâlid’i büyük bir ordu ile Kâvus’un üzerine sevk etmiştir. Ahmed b. Ebû Hâlid şaşılacak bir süratle U şrusana’ya gelmiş ve Kâvus’u, daha derlenip toparlanmaya bile fırsat bırakmadan yakalamıştır. Artık Kâvus’un teslim olm aktan başka çâresi kalmamıştı. M üslüman general, Kâvus ve oğlu Fazlı esir almış ve daha sonra ikisini birlikte Halife El-M em ûn’a takdim edilmek üzere Bağdad’a gönderm iştir (207/S22)168.
Böylccc Bağdad’a gelen Kâvus, Abbasî halifesinin huzûrunda bir kere daha M üslüman olduğunu izhar ederek ona olan itaatini bir kere daha teyid etm iştir. Bundan ziyâdesiyle memnun olan El-M emûn, iyi bir tedbir olm ak üzere ona bir çok izzet ve ikramlarda bulunmuş, hattâ ülkesineyâni U şrusana’ya tekrar hüküm dar olarak göndermiştir. Türk hüküm dârı Kâvus ve yine Türk asıllı M e ra e i I 6y.bir anadan doğma olan El-M emûn arasındaki m ünâsebetlersonraları daha da gelişmiş ve imrenilecek bir hal almıştır. Neticede Uşrusana ile * Bağdad arasında gelip gitmeler ve yüksek seviyede ziyâretler de çoğalmıştır. H attâ El-M emûn, Kâvus’un büyük oğlu Haydar’la (Afşîn) diğer oğlu Fazl’ı kendi sarayına celbetmişlir. Bu şekilde Abbasî sarayına iltihak eden Haydar ve Fazl, daha sonraları o devrin Türk asıllı parlak birer komutanı olmuşlardır. Hele Haydar, İslâmî kaynaklarda Afşîn diye anılacak olan bu Türk komutanı özellikle El-M utasım dev rinde kazandığı eşsiz zaferlerle şan ve şöhretin zirvesine ulaşmış, hakkında b irçok Arap şâiri parlak kasideler yazmış ve bu durum u i- Ic El-M utasım ’ı bile kıskandırm ıştır170.
Kâvûs’a gelince, o ölünceye kadar artık kendi hâlinde samimî bir M üslüman olarak yaşamıştır. Belki zaman zaman Bağdad’a gelip g ittiği de olm uştur. Kesin olarak bilinmemekle berâber El-M cm ûn’un hilâfetinin ortalarına doğru vefât ettiği anlaşılm aktadır (820?). O ö- lüncc, yerine El-M emûn’un isteği üzerine büyük oğlu Afşîn,U şrusana hiikiim dârı olm uştur. Afşîn’in fırt inalı ve fakat hazin birsonu olan
167 K itapçı . Z ..a.g-c., s. 91.168 E t-Taberî, V 111. s. 559.169 K i t a p ç ı I J m n ı e h a l ü T I lülefa.a.g.e.Mk.s. 623170 DîViînü EhÛTeınmam.Mısır 1951, [Il,s.79v c3 l8 .
171hayâtının ayrıntıları bizim konum uz dışındadır .M amafih kaynaklarda Kara Buğra H an’ın soyundan gelen bu Türk Hanedanının yaklaşık o larak 893 yılına k171ükümdarlığı sürdürdükleri zikredil m ektedir172.
171 Dîvânü E bûTem m âm , M ısır 1951, III, s. 79 ve 318. Bu büyük kom utanın kazandığı zaferler ve etkili şahsiyetini kıskanan ve çekemeyen bir kısım A rap kom utanları ve özellikle A h m c d b . E b i D ü a d, M utasım ’la Afşin’in arasını açmayı başarm ışlar ve neticede M utasım önce A fşin’i hapsettirm iş sonra da feci bir şekilde öldürm üştür. D aha geniş bilgi için bk. Kitapçı, Z., a.g.e., s. 273-274.
172 Barthold, W., Turkestan, İstanbul 1981, s. 270.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TÜRGEŞ KAĞANI SULU HAN VE İSLÂMİYET
1- TÜRGEŞ DEVLETİNİN KURULUŞU
Emevîler devrinde M üslüman olan Türk hüküm darlarından bah-d/iı d«u ,ji*vı auu ji»w-
sederken İslâmî kaynaklarda “hakan, Türk hükümdarı, en büyük hüküm dar diye tavsîf edilen büyük Türk hakanı S u 1 u H a n ’ ı da zikretm em iz gerekmektedir. Büyük olaylarla yüklü geçen m ücâdele hayâtında Türk hakanı, İslâm dinine karşı tahm inlerin ötesinde bir ilgi duymuş ve Hz. Peygamber’in elçisini kabul eden H e r a k 1 e gibi, o da Hişam b. A bdülm elik’in elçisini kabul etm iş ve nerede ise M üslüm an olacak bir hâle gelmiştir. Fakat, onun, yeni dinin m üm essilleri ile devamlı bir harp vaziyeti içinde bulunm ası İslâm dinini çok daha realist bir şekilde değerlendirm esine ve hayırlı bir neticeye u- laşmasına fırsat vermemiştir. Biz şimdi belki de ilk defâ bu ilgi çekici gelişmeleri açıklamaya çalışacağız.
G erçekte Sulu Han, büyük Türk boylarından biri olan Kara Tür- geşler’dendir. Doğu Kökıiirk devletinin bir kısım dâhilî vc hâricî sebeplerle içine düşmüş olduğu iç kargaşalıklardan yararlanarak “K a ğ a n ” lığını ilân etmiş ve daha önce K öktürklcr’e bağlı olan bir çok Türk boyları da bu yeni Türgcş kağanının hizm etine girmişlerdir * (717). Yeni Türgeş Hanlığı’nın baş kenti B a l a s a g u n idi. Onun doğuda Çinliler ve K öktiirkler’lc bir takım m ünâsebetleri söz konusu isede, asıl askerî vc siyâsî faaliyetlerinin ağırlık noktasını A raplar- ’ın oluşturduğu görülm ektedir. Zirâ Sulu Han, uzun süren hanlık dönem inde Arapkir’in Türk yurtlarında ilerlemesini durdurm ak, O rta Asya halkının bir "Arab tebaası ’’ hâline gelmesini engellemek ve onları Türkler’in târihî haksâlıibi bulunduğu M âvcrâünnehir (A- şağı T ürkistan)’den sürüp çıkarmak için bütün var gücü ile m ücâdele etmiştir.
Şunu hemen belirtelim ki, Sulu H an’ın, despoıik Arap idârccilcr- lc olan bu çetin mücâdeleleri hiç bir zaman İslâm dininin akidesine vc onıın Aşağı T ürk istan’da Türk varlığı sırasında yerleşip yayılmasına karşı olmamıştır. O nun ası! gâyesi umûmî huzursuzluk, kargaşalık vc iç isyanları da berâberinde getiren Arap sultası vc idâresini yıkmaktı. Kara Türgeş kağanı, kötü bir tâlihsizlik sonucu, Sarı Tür- geşler’den B a ğ a T a r k a n (İslâmî kaynaklarda Kur Sul) tarafından öldürülünccyc kadar (738), bunun mücâlcsini vermiş, A raplar’a çok zor günler yaşatmış vc zaman zaman onları Aşağı Türkistan’ı terke bile zorlamıştır. Sulu 1 lan’ın El-Ccrrah b. Abdullah ile başlayan ve
175- İbııi Kesir, el- Bidaye, M ısır 1932, IX, s.222
Nasr b. Seyyar da dâhil olm ak üzere, karşısında hiç bir varlık göste rcmemiş olan bir çok zayıf karakterli A rap vâlileri ile olan siyâsî mücâdeleleri konum uzun dışındadır. O nun bizi ilgilendiren asıl yönü Islâm dinine olan derin saygı ve ilgisidir.
2- SULU HAN’IN İSLAMİYET’LE İLK TEMASLARI
Bu son derece seyyal ve aktif askerî hayâtında, Sulu H an’ın, İslâm dini ile temas etmeye nasıl imkân vc fırsat bulabildiğine aslâ şaşm amalıdır. Türk hakanının, İslâm dinine karşı duyduğu derin ilgiyi gösteren, gerçekten de ilgi çekici vc kıymetli bir çok rivâyetler vardır. Bunların büyük bir bölüm ü ne yazık ki daha ham bir malzeme yığını hâlinde büyük Arap edibi Cahız’ın, ilim âleminin çok yakından ta - mdığı “F e z a ’ i l ü ' l - E t r a k ” adındaki kıymetli eserinde bulunm aktadır176.
“C âhız’ın Eserlerinde Türkler” konusunda yaptığımız doktora çalışmalarında eserin muhtevâsı ile ilgili bizim de bir çalışmamız b u lunm aktadır (bk. Kitapçı, Z., E tT iirk fi M üellefati’I-Câhız, Beyrut 1972, s. 215-248).
Eşres’ten sonra H orasan’a vâli olarak gönderilen Cüneyd (729- 734) bu Tiirgeş hakanı ile bir çok dcfâl'âr karşı karşıya gelmiş ve çetin harpler yapmıştır. Bu harplerin birinde, hem de Cüneyd’in çok müşkül bir durum da kaldığı sıralarda Türk hakanı uzun zamandan beri İslâm dinine karşı duyduğu ilgiyi açıklamış, bu din hakkında k a fasındaki bir kısım suallerin cevâbım aram ak istemiştir. Dolayısıyla Cüneyd ile hakan arasında bu konuda çok uzun konuşm alar olm uştur.
176 x- C S lı i z ’ ııı bu kıymetli eserinin belli başlı kütüphanelerde b irço k yazma nüshaları vardır. A rapça baskılarının en son ve daha m ükemmel olanı Abdiissclaın M. I larıın tarafından hazırlanm ış vc “R e s â ’i l ü ’ l - C â h ı z ” serisinde neşredilmiştir. Bk. I, s. 1986, Kahire 1964.İngilizce, Fransızca, Almanca gibi daha bir çok dillere tercüm e edilen bu klasik eser, Ram azan Şeşen tarafından son bir kere daha gözden
. geçirilmiş vc “Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ” tarafından I I i I â f e t O r d u s u n u n M e n k ı b e I e r i v e T ii r k I e r ’ i n F a z i 1 e 11 e r i” adıyla neşredilmiştir. Ankara, 1967.
Câhız söz konusu eserinde İslâm dininin gerçek mâhiyetini öğrenm ek için Cüneyd’le Türk hakanı arasında geçen bu karşılıklı konuşmaya bir diğer ifâde ile münâkaşaya geniş yer verm ekte ve kendi devrinde tesbit edebildiği kadar; bütün ayrıntıları ile sağlam bir be lgeye dayanarak nakletm ekledir.
Türk hakanını buna zorlayan sebeplerin başında öyle zannediyoruz ki, İslâm dininin, Aşağı Türkistan’da uzun zamandan beri bir fenom en olarak bulunması, dal budak salması; cereyân eden harpler vb. sebebiyle A raplar’la sık sık karşılaşması, onlardan bir çok esir alması ve bütün bunlardan daha önemlisi; kendisinden yardım isteyen Aşağı Türkistan halkının büyük bir kısmının M üslüman olm aları gibi daha bir takım ciddî sebepler bulunm aktadır.
Biz târihî H a k a n - C ü n e y d buluşmasının, aydınlatılması ge reken yönlerine daha sonra temas etm ek üzere, kıymetli bir doküman niteliğinde olan ve târihçiler tarafından her nedense fazla bir değerlendirilmeye tâbi tutulmayan Câhız’ın söz konusu rivâyctleri- ni biraz ayrıntılı o larak burada zikretmeyi uygun görmekteyiz.
177Câlıız’ın I b r a h i m b. Es S i n d î (x), onun A b d ü 1 m e 1 i k b. S a 1 i h(xx) ve onun da babasından naklettiğine göre; bu harpler sırasında bir defâ Cüneyd, Türk hüküm dârı hakanla karşılaştı. H akanın durum u ve kuvveti Cüneyd’i korkutup dehşete düşürdü. Hakan, Cüneyd’in pek zor durum da kaldığını görünce korkmamasını söyledi. Eğer o, Cüneyd’e bir kötülük yapmak istemiş olsaydı daha C üneyd’in derlenip toparlanm asına fırsat bırakm adan ordusunu toz duman edebilirdi.
177 x- İbrahim b. Es-Siııdi, Câlıız'ın m uhtelif eserlerindekendisinden sık sık rivayetlerde bulunduğu ve çok güvendiği kim selerden biridir. O nun hakkındaki kanaatlerini 5u şekilde izhar etm ekledir:" İbrahim A b b a s î d e v i e 1 i 11e hizmet eden kimseleri en iyi tanıyan, devletin dostlarını koruyan, onlarlıı m enkıbelerini öğreten bir kimsedir. Sözleri ve onun sözlerinin mânâsı ulu idi. O nun dilinin bu devlete on bin kılıç ve m ızraktan daha faydalı olduğunu söylesem mübalâğa etm iş olm am ’- (bk. E l-C âhız ,T ürk ler’in Faziletleri, çev. R am azan Şcşcn, s. 86)
xx- A bdülm clik b. Salih, A bbasîler'in ileri gelen devlet adam larındandır. H alîfe 11 â d î, H a r û 11 E r - R a ş î d v e E m î n ’e hizmet etm iştir. R a k a ’ da ö lm üştür (811) bk. El-Câlıız, a.g.e., s. 86.
H akan, İslâm dinini çok iyi bilen akıllı bir kimse olan Cüneyd’c, İslâm dinini ve bâzı önem li meselelere âit hüküm lerinin ne olduğunu sorup öğrenm ek istediğini bildirm iştir. Cüneyd’in kuşkusunu g iderm ek için ona açıkça korkm am asını da söyleyen Türk hakanı kendisi gibi asil bir kimsenin hîle düşünm esi ve kalleşlik etm esinin şânına yakışmayacağını bildirmiş ve: “biz işlerimizde h î l e d ü ş ii n m e y e n bir milletiz. Hîleyi sâdece harplerde mübah sayarız. Eğer, düş-, mantarımız mertçe davranmış olsalardı, hîleyi harpte bile mübah görm ezdik” dem iştir178
a) H akan’ın Cüneyd’e İslâm Dini Ilakkinda M uhaveresi: Câhız- ’ın devâm eden rivâyetlcrinden anlaşılacağına göre; büyük Türk h a kanı; maksadını bu şekilde gerçekten ve samimî b ir dille ortaya koyduktan sonra iki kom utan çok daha rahat konuşabilecekleri bir yere çekilmişler ve hakan, İslâm dininin bâzı önemli sosyal m eseleler hakkındaki hükümlerini; daha doğrusu ne gibi tedbirler ortaya koyduğunu öğrenm ek için Cüneyd’c bir kısım sorular tevcih etm iştir.
Câhız’ın naklettiğine göre, Türk hakanı ile Cüneyd arasında geçen konuşm alar aynen şöyledir:
“Hakan - Zinâ eden bir kimse hakkındaki hükm ünüz nedir?
Cüneyd - Bize göre zinâ edenler iki kısımdır. Birincisi, kendisine başkalarının nâm usuna göz dikmeye ihtiyaç bırakm am ası, kom şularının nâm usundan menetmesi için bir kadın verdiğimiz kimse, İkincisi ise kendisine (çeşitli sebeplerle) böyle bir imkân vermediğimiz (yâni evli olmayan) kimsedir.
Evli olmayana yüz sopa atarız. Ayrıca bu cezâyı tatbik ederken o- nun kötü şöhretini arttırm ak, herkesin kendi nâm usunu ondan sakınmasını temin etmek için her tarafa onu tanıtm ak, teşhir etmek, tekrar aynı kötü hareketi yapmasına mâni olmak, onun yaptığının aynısını yapmak isteyenlerin önüne geçmek maksadı ile büyük kalabalığı hazır bulundururuz. Böyle kötü bir harekete tevessül etm esine zâten ihtiyâcı olmayan evli kimseyi iscöldürünccyc kadar taşlarız.
178 Ei-Câlıız, M enâkıbu’t-Tiirk, (R csâ’ilü’l-Câhız, nşr. Abdüssclâm, M. H arun, I, s. 78.
H akan - İyi ve güzel. Büyük b ir tedbir. Ya namuslu bir insana zinâ isnat eden kimse hakkındaki hükm ünüz nedir?
C üneyd-B izböylebirkim seyeseksensopaatarız.Şehâdetini kabul ve hiç bir sözünü tasdik etmeyiz.
Hakan -İyi ve güzel. Büyük bir tedbir. H ırsız hakkındaki hükm ünüz nedir?
Cüneyd - Bize göre hırsız iki kısımdır. Birincisi duvarları delerek veyâ evlerin üzerinden aşağıya inerek, sarkarak başkalarının m uhafazalı yere koydukları malı alm ak için yol bulan kimsedir ki; onun m ah çalarken, duvarı delerken kullandığı ve duvara tutunduğu elini keseriz. D iğeri ise yolları tehdit edip yol kesen, başkalarının malını soyan, silâh çeken ve mal sâhibi malını müdâfaa edecek olursa onu hiç çekinmeden öldüren kimsedir. Böyle bir kimseyi öldürür, insanların gelip geçtiği yolların üzerinde görülebilecek bir yerde ç a r m ı h a gereriz.
Hakan - İyi vc güzel. Büyiik bir tedbir. Peki ya gasbeden ve başka - larının malını y a ğ m a l a y a n kimse hakkındaki hükm ünüz nedir?
Cüneyd - Gasbedilmcsi, başkalarının malının yağmalanması, bâzı hafif suçların işlenmesi ve yenip içilen şeylerin çalınması gibi şüpheli olan veya bir hatâ eseri işlenen suçlarda vc hırsızlıktan başka bir hareket ihtimâli bulunan konularda el kesmeyiz.
Hakan - İyi vc güzel. Büyük bir tedbir. İnsan öldüren, burun kulak gibi insanların uzuvlarını k e s e n kimseler hakkındaki hükm ünüz nedir?
Cüneyd - Bu hususlardaki hükm üm üz "cana, can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş; yaralanmalara ise k ı s a s (cezânın aynı mislini tatbik)ıir. Bir adamı eğer on kişi öldürmüş ise kısas olarak bunların hepsini öldürürüz. Güçlii kuvvetli bir adamı, cılız ve zayıf bir adama karşılık öldürürüz (diğer insan uzuvları hakkındaki dinimizin hükümleri de aynıdır).
Hakan - İyi ve güzel. Büyük bir tedbir. Y a 1 a n c ı, k o ğ u c u, sık sık yelleyen kimse hakkında ne dersiniz?
Cüneyd - Biz böyle kimselere sürgün, ahâliden uzaklaştırma, hor bakma gibi cezâlar veririz. Şahitliğini kabul etm ez ve onların verdikleri hiç bir hükmü dc geçerli saymayız.
Hakan - Sâdece bu mu?
Cüneyd - Dinimize göre verilecek cevâbımız budur.
H akan - Bana göre kovuculuk yapan, insanların arasını açan ve birbirine düşüren kimsedir. Böyle bir insanı, hiç bir kimseyi görem e yeceği bir yerde hapsederim (ta ki kimsenin arasını açmaya gücü yet meşin). A lenî olarak yellenen kimsenin kaçını dağlar bu hareketi yapan âzâsını cezâlandırırım. Yalancıya gelince, sizin hırsızın elini kestiğiniz gibi ben de onun yalan söyleyen â z â s ı n ı keserim .İnsan - ları güldürüp onları hafif meşrepliğe alıştıran kimseyi ise idâ'rem a ltındaki yerlerden s ü r g ü n ederim. O nu mem leketim den çıkarmak sûrctiylc tebamın fikirlerini ve zihniyetini düzeltirim ” .
Cüneyd Türk hakanının bu itirazlarına karşı mâkûl ve Türk hakanını hayrette bırakan yerinde cevaplar vermiştir. Câhız’ın rivayetlerine göre Cüneyd dem iştir ki:
“Siz hükümlerinizi aklın ccızip görüp görmemesine, fikir ölçüleriniz bakımından güzel olup olmamasına göre ayarlıyorsunuz. Biz ise P e y g a m b e r ’ e tâbi olan, insanları aklımıza göre idareye kendimizi salahiyetli bulmayan bir kavimiz. Çünkü Allah bize faydalı olan şeylerin iç yüzünü, hadislerin sırrım ve mâhiyetlerini, semerelerini ve sonuçlarını bilir. İnsanlar ise bunları lâyıkıyla bilmezler. Onlar her şeyin dışına göre hüküm verirler. Zirâ nice tedbirsiz kimseler kurtuluşa erdiği halde, nice ihtiyatlı ve tedbirli kimseler felâkete uğramaktan kendilerini a lamamışlardır’’ dedi.
Cüncyd’in bu açıklam alarından ziyâdesiyle yararlanan ve hattâ biraz da hislenen hakan; "sen şimdiye kadar bundan daha değerli söz söylemedin, hele bu son sözlerinle kalbime çok derin bir kaygı attın ve bana uzun fikirler vermiş oldun "diyereksam im îbiritiraftabulunm uş- lu r179.
U zunsüre devâm eden bu karşılıklı konuşm alardan sonra (Câhız- ’ın kayddcıtiğine göre tam üç saat) gerek hakan, gerekse Cüneyd son derece memnun vc iyi bir şekilde ayrılmışlardır. Cüneyd bu karşılıklı konuşm alar, dolayısıyla Türk hakanına karşı duyduğu hayranlığı şu cüm lelerle ifâde etmiştir: “Ben bu Türk hakanından daha vefâlı, dafıa insafı daha zeki, daha anlayışlı birini görmedim. Onunla gündıiz- leyin üç saat karşılıklı olarak konuştuk. Dilinden başka hiç bir yeri kımıldamadı. Benim ise kımıldatmadığım bir şey ka lm adı’’ diyerek takdirlerini izâh etm iştir
179 c l-C ah ız"T ü rk le rin l'<ı/.ilelleri"çcv. R .Ş aşan , s. 89
takdirlerini izah e tm iş tir .180.
b- Câhız’ınRivâyetlennin Genel Değerlendirilmesi Tahlili: Ab-basîler devrinde yetişmiş büyük Arap edibi, samimî bir Türk dostu ve Türk hayrânı olduğundan aslâ şüphe etmediğimiz Câhız’ın (776871) rivâyetleri burada sona erm ektedir. T ürk ler’in üstün meziyetleri hakkında yazdığı değerli eserinde kaydettiği bu millî târih açımızdan da son derece kıymetli olan rivâyetlerini ne klasik kronolojilerde ne de edebî ve sosyal eserlerde bulmamıza imkân vardır.
Diğer taraftan Türk hakanının, İslâm dini hakkında takındığı fevkalâde m üsâit tavrı göstermesi bakım ından da ayrı önem arzet- m ektedir. Bu uzun konuşm alardan açıkça anlaşıldığına göre, Türk hakanı dini toplum un ahlâken yükselmesi ve cemiyetin daha sağlam bir bünyeye kavuşması içi n yapıcı bir unsur olarak kabûl etm ektedir.
Buna en büyük delil, onun daha ziyâde toplum un ahlâkî yönünü ilgilendiren belirli konuşmalarda; bir nevî her toplum un problemi niteliğinde olan hususlarda İslâm dininin ön gördüğü hüküm leri ve hâl çevrelerini daha yetkili bir kimseden duymak istemesidir. İtikat, ib âdet ve diğer dinî m eselelere bu karşılıklı konuşm alarda hemen hemen hiç yer verilmemiş olması ayrıca dikkati çekmektedir.
Cüncyd’Ie Türk hakanı arasında geçen bu uzun konuşmaların d ikkati çeken bir diğer yönü daha vardır. O da Câhız’ın büyük bir titiz likle naklettiği bu rivayetlerden Türk hakanı ve dolayısıyla onun em ir ve kumandası altında bulunan Türkler’in hangi dine bağlı o lduklarını anlam anın mümkün olmamasıdır. D aha açık bir ifâde ile, onların
180 El-Câhız, M enâkıbu’t-Türk, (ResâiKİ’l-Câhız), nşr. Abdüsselâm ,M. H arûn, Kahire 1 964 ,1, s. 81; ElCâhız, T iirk ler’in Faziletleri, çev. R. Şesen, s. 89; Kitapçı, Zekeriya., E t-T ürk fî-M üellefat fcl-CShız, s. 85-88.
Buna benzer başka bir olayı yine Cahız şu şekilde kaydetm ekted ir
“Sasan ile I takan vâdinin dönem ecinde saflarından ayrılıp karşı karşıya durarak konuştular. Bu uzun konuşm alar sırasında, H akan Kisrâ’dan daha vakur ve edcbli idi. Konuşm a esnâsında, hakanın sâdece dili kımıldadı. Atı ise bâzan b ir ayağını bâzan da d iğer ayağını kaldırıyordu. Kisrâ’nın atı olduğu yerde kalıpla dökülm üş gibi d u ru y o rdu. Kendisi ise tasdik eder m âhiyetle başını kımıldatıyor ve eliyle işârel ediyord u” (bk. El-Câhız, T ıirklcr'in Faziletleri, s. 89).
klasik anlamda bir dine sâhip olduklarını iddia etm ek pek kolay d e ğildir.
Haddi zâtında, İslâmî kaynaklarda A raplar’la uzun seneler m ücâdele eden Türk hakanı ve Türkler’in dinleri hakkında verilen bilgiler son derece kısıtlı vc yetersizdir181.Peki bu Türkler acaba d i n s i z m i idiler? Bu soruya tabiatıyla vereceğimiz cevap h a y ı r olacaktır. H akanın konuşmaları umûmî anlamda değerlendirildiğinde; bu Türkler arasında da dinin fonksiyonunu, İlâhî em irler kadar m ukaddes telâkki edilen yasalar, töreler, ö rf ve âdetlerin görm ekte olduğu anlaşılır.
Bu izah tarzı bizim geleneksel görüşüm üzede uygun gelm ektedir .Şöylek i, Milli destanlarım ızdan anlaşıldığına göre,aslı vc csaslanı ilk defa efsanevi bir kahram an olan O Ğ U Z HAN tarafından ortaya konulan bu töre vc yasalar hemen her devirde Türk boyları ta ra fın dan büyük bir saygı ile karşılanmış, benimsenmiş, sanki İlâhî bir e- mirmişeesine ihtiram vc kabûl görmüştür. Aynı durum Kara ve Sarı Türgeş kabileleri için de söz konusudur. Nitekim hakanın konuşm alarında da Türk toplum undaki bu töre ve yasa tutkusunun ne d e re ce kuvvetli olduğu belirtilmektedir. Yasalara en ufak bir laübâlilik gösterenler, müsâmahasız bir şekilde cezalandırılm akta idi. Câhız- ’ıh rivâyetlerindc dc bu husus dcfâlarca vurgulanmaktadır.
Câhız’ın koyu bir Arap, üstelik milliyetine aşırı derecede bağlı bir kimse olmasına rağmen, Türkler ve Türk hakanı hakkında verdiği bir çok bilgiler gibi, yukarıda kısmen ayrıntılı o larak kaydettiğimiz bu rivâyetleri dc ham bîr malzeme niteliğindedir. Değil özel bir ko nuileilgiliolarakyaptığım ızbuaçıklam aIar;um ûm îTürk târihi,Türk- lcr’in örf, âdet, anane ve dinleri hakkında m uhtelif eserlerinde yer yer naklettiği çok kıymetli rivâyetler bile aynı özelliği taşımaktadır. Bunlar, ilim âleminin münâkaşasından geçerek değerlendirilmiş değildir.
c- Konu İle İlgili Bâzı H ususların Aydınlatılması: Bununja berâ- ber bu önem li rivayetlerin aydınlatılması gereken bir çok yönleri bu lunmaktadır. Bunların başında Türk hakanın kimliği, olayın geçtiği yer ve târihinin mümkün olduğu kadar doğru bir şekilde lesbiti gelmektedir. H er ne kadar, Câhız’ın eserinde Cüneyd’le konuşan Türk takanın adı zikredilmemiş ise dc, bu sâdece yazarımız Câhız’a has >ir durum değildir. A raplar’ı Aşağı Türkistan’dan sürüp çıkartm ak :in, senelerce mücâdele eden bu Türk hakanın kimliği hakkında,
181 E t-Taberî, IX, s. 1537.
tiği yer ve târihinin müm kün olduğu kadar doğru bir şekilde tesbiti gelmektedir. H er ne kadar, Câhız’m eserinde Cüneyd’le konuşan Türk hakanın adı zikredilmemiş ise de, bu sâdece yazarımız Câhız’a has bir durum değildir. A raplar’ı Aşağı Türkistan’dan sürüp çıkartm ak için, senelerce m ücâdele eden bu Türk hakanın kimliği hakkında, klasik kronolojilerde de ne yazık ki fazla bir bilgi verilm emektedir.
Fakat bütün bunlara rağmen, bu olayın kesinliği hakkında her hangi bir şüphe edilmemesi gerekir. Gayretli yazar Câhız, m uhtem elen bu yönde olabilecek itirazları önlem ek için olayı naklettiği kim selerin, meselâ İ b r a h î m E s - S i n d î g i b i , ş a h s i y e t l e r i n i bizzat kendisi belirtm ek ihtiyâcını duymuş ve onların güvenilir kim seler o lduklarına bizzat işâret e tm iştir182. Ayrıca Halife M utasım ’a takdim edilmek üzere büyük iddialarla kaleme alınan183.vc fakat devrin Türk asıllı büyük devlet adamı F c t h b . H a k a n ’ a takdim cdi- lcn184.bu eserin hazırlanmasında Câhız’ın çok büyük bir titizlik göstermesi gerekmekledir. Aksi takdirde, büyük iddialarla kalem e alınmış Olan bu eserin hiç bir kıymet-i İlmiyesi olmadığı gibi, kendi dâvâsını yine kendisi nakzetmiş olurdu.
M âmâfih, ana yurttaki mümâsil gelişmeler ve olaylar değerlendirildiğinde; rivâyetlerin bu müphem yönlerinin aydınlığa kavuşturulması hiç de zor değildir. Şöyle ki, bu sıralarda Aşağı Türkistan’ın Talaş vc Çu nehirleri havzalarında Türgcşlcr’in kuvvet bulduklar185, v c 716yılında Doğu K öktürkler’den K a p a ğ a n K a ğ a n ’ ı n ö ld ü rülmesi üzerine, Kara Türgeşler’den Su Lu H an’ın, dağılmış Türk boylarını toplayarak yeni bir devlet, büyük Türgeş devletini kurduğu görülm ektedir (717738)186. Su Lu Han, A raplar’a karşı bir çok başarılı harpler yapmış, hattâ onları Aşağı T ürkistan’dan sürüp çıkaracak hâle gelmiştir. O kadar ki, Onun sevkettiği orduların B e 1 h ’ e kadar ulaştıkları görülmektedir. İşte İslâmî kaynaklarda her nedense adı bir türlü zikredilmeyen ve fakat “H akan! En Büyük H ükümdar, Türk Hükümdarı . ” veyâTürkçe tâbiri ile “Hakan Demir Leblebi188 ” olarak tavsif edilen ve
182 F.l-Câluz, T ürklcr’in Faziletleri, çev. R . Şeşen, s. 89.183 Kitapçı, Z., a.g.e., s. 216-217.184 Kitapçı, Z., a.g.e., s. 200. [işerde Fetih b. H akan üzerinde çok
geniş bir şekilde durulm uştur.185-Kıırat, A. N.. Kuteybe b. M üslim 'in Havarizm ve Sem erkant’ı Zaptı.
A U D T C F. Dergisi, 1938 VI. sy: 5. s. 388.186- S ü m e r , F.. a.g.e. ,s.ll187 Ibni Kcsîr, El-BidiSye, IX, s. 22.188 E t-Tabcrî, Beyrut 1967, VII. s. 113.
Cüneyt! dedâhil daha bir çok Arap vâlilerine kan kusturan bu büyük dirâyetli Türk hakanının adı şüphesiz S u L u H a n ’ dır.
ç- T ü rk H akanının Cüneyd’le Buluştuğu Yer ve Zumfını: Bu ö-nemli m uhaverenin yeri ve târihî seyir içindeki zamânı hakkında, Ca- hız her ne kadar açık bir beyânda bulunmamış ise de; tam âm en sükû t etmiş de değildir. O nun daha ziyâde bir ip ucu niteliğinde verdiği b ilgiler ana kaynakların rivâyetleri ile değerlendirildiğinde bâzı gerçeklerin tespit edilebileceği anlaşılmaktadır.
C âhızbu konu ile ilgili rivâyetleriııin bm\\<ic\“Cüncyd’in bir defasında ansızın h a k a n l a karşılaştığı; hakanın durumu ve kuvveti Cüneyd ’i korkutup, son derece dehşete düşürdüğünü, birlikleri ve ordu - sunun çok göründüğünü ve bütün bunların onun üzerinde çok kötü te sirler bıraktığım ” söylem ektedir189.
D aha ziyâde Cüncyd’in Türk hakanı tarafından çok tehlikeli bir şekilde p u s u y a düşürüldüğü ve kuşatıldığı intibaını veren bu ifâdelerin yanı sıra, bizzat hakanın Cüneyd’e karşı sarfcltiği şu sözler büyük bir anlam taşımaktadır.
"Korkma! Ben sana bir fenalık yapm ak istesem bu şekilde bir şey yapmadan yerimde bekleyip durmazdım. Kuvvetlerinin eks’k tarafını önceden gördüm. Eğer sana galip gelmek veya bir kötülük yapm ak isteseydim, sana daha düşünmeye dahi fırsat bırakmadan kuvvetlerini tozla duman ederdim. Bu hileyi başka Türkler’e tatbik etmeyeceğini bilsem, kuvvetlerin ve tabyandaki eksik ve hatalı tarafları sana gösterirdim. Senin akıllı, dinini iyi bilen bir kimse olduğunu duydum. Dininizi tanıyabilmek için sana dinî hükümlerinize dâir bir şeyler sormak istedim. Sen bana, istersen maiyyetinle gel, ben de sana yalnız başıma çıkayım. Şahsım için bu hususta bâzı gerekli şeyleri sana soracağım. Sakın benden kuşkulanıp endişeye düşme. Benim gibi bir adama gadretmek kalleşlik etmek yakışmaz. Benim gibi bir kimse önce hile ve hurdasından emin edip de sonra verdiği sözü bozan bir insan değildir190. ”.
Bütün bu ve buna benzer ifâdeler, Cüneyd'in Türk hakanı tarafından nasıl sarıldığını ve topyekûnim hâ edil meşinin ancak Türk hakanının insâfına kaldığını gösterm ektedir.
Y ukarıda Câhız’m ana hatları ile temas etmeye çalıştığı ve buna benzer olaylar, târihte ancak " G e ç i t M u h a r e b e l e r i ” adıyla bi-
189 E l-G îhız, Türkler m Faziletleri, s. 86.190 El-Câhız, a.g.e., s. 86-87.
lincn ve Cüneyd’c çok büyük zâyiatlar verdiren harplerde vukû bu lmuştur. Şöyle ki;
H icrî 112-113 (729-730) yıllarında, Türgcş hakanı, Soğdlular’ın da katıldığı ordusuyla Sem crkant’ı kuşatmıştı. M em leketinin kurtu lacağı üm idine kapılan A k ş î d G u r e k d e b u m uhasarada açıktan a- çığa hakana iltihak etm iştir.
Sem erkant Amili S e v r c ’ nin çok acele yardımına koşmak d u rum unda kalan Cüneyd, yeteri kadar kuvvet toplamaya fırsat bu lamadan hareket ederek C c y h u n K i ş üzerinden Sem erkant’a yürüdü. Mevsim yaz olduğu ve Türklcr’in kuru ot vc çalıları ateşe verm elerinden korktuğu için istep yolundan vaz geçerek dağlar a ra sındaki tâlîyollardan ilerlemeye başladı.
Fakat, Sem erkant’a henüz 4 fersah (24 km) yaklaşmıştı ki, hakanın ansızın bir baskınına uğradı. Cüneyd’in ordusu bu vadide öyle bir sıkıştırılmıştı ki, topyekûn imhâ edilmemesi için ortada bir sebep yoklu. Kendisini, bu müşkül durum dan kurtarm ak için Sevre’ye, Scm crkant’tan bir varma hareketinde bulunarak acele vardımına Koşmasını em retti, iiu arada hem s e v r e hem de S e m e r k a n t g a r n i z o n u m a lı v o 1 d u. Fakat Cüneyd, hürriyetlerine kavuşa - caklarını vad etliği kölelerin, lıcr şeyi göze al;..ak yaptıkları yarma harekeli ve hücumları sâyesinde içine düştüğü bu feci durum dan güç belâ kurtulmaya vc Scm crkanı’a girmeye muvaffak o lm uştu191.
Yukarıda zikredilen açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Câhız- ’ın veciz ifâdesiyle anlattığı bu olay, klasik kaynaklarımızda uzun u- zadıya bahsedilen geçit m uharebelerinden başkası olmamalıdır. Bu büyük hezim etten çok az bir kuvvetle vc güçlükle kurtulabilen C üneyd, bundan böyle hakanın bir daha bu şekilde hiç bir zaman tuzağına düşmcmişıir.
Uzun süre devâm eden bu harplerin birinde, bilhassa çevirmenin cıı kritik olduğu ve Cüneyd’in fazla bir şey yapmaya m uktedir olm adığı bir zamanda bizzat hakanın, İslâm dini hakkında böyle bir görüşme talebinde bulunması; Câlıız’ın yukarıda zikredilen beyanlarına uygun olduğu gibi, hadisenin umûmî seyrine de pek aykırı görülm emektedir.
Bu takdirde T ü r k h a k a n ı n ı n , C ü n c y d l c o l a n b u u z u -
191 rit-T :ıK ’rî, IX, s. 1532; İhnü'l-12sîr,V,s. 152; W cllhauscn ,J., a.g.e.. s. 218-219.; Gibb, 11.A.R., a.g.e., s. 62-53; lîarllıo ld , W.,Turkcsıan , s. 190; Slınban, M.A., a.g.e., s. 112-113.
n k o n u ş m a s ı n ı , m u h t e m e l e n (729-730) y ı l l a r ı a r a s ı n d a v e S e m e r k a n t ’ a ç o k u z a k o l m a y a n b i r y e r d c c e r e y â n e d c n m â l û m g c ç i t m u h a r e b e l e r i s ı r a s ı n d a y a p m ı ş o l m a s ı g e r e k m c k t e d i r .
Öyle zannediyoruz ki, Câhız’ın rivâyetleri Cüneyd’le Türk hakanı arasında İslâm dininin bir çok önemli m eselelerini konu alan uzun, karşılıklı konuşm alar ve târihî olaylar çerçevesinde yapılan değerlendirm e, bize konumuzla ilgili diğer önemli bir meselenin belirli ölçüde aydınlatılmasında yardım edecektir. O da H işam ’ın, Türk hakanına bizzat İslâm dinine dâvet etm ek üzere özel bir t e b 1 i ğ h e y e t i göndermesidir.
3- IIİŞAM B. ABDÜLMELİK’İN TÜRK HAKANINI İSLÂM D İNİNE DAVET ETMESİ
a- II i ş a m ’ ı n S e f i r i v e T ü r k II a k a n ı: Türkistan’d a ,T ü rgeş akınları ile A rap siyâsî hâkimiyetinin büyük ölçüde sarsıldığı ve S u L u H an’ın, onları bu bölgeyi terk etmeye zorladığı sıralarda; H i- şam’ın, çağdaşı olan Türk Hakanına, İslâm dinine girmesi için bir dâvet heyeti gönderdiği bir kısım kaynaklarda zikredilmektedir.
H işam ’ın gönderdiği ve Şam’dan kalkarak O rta Asya’nın iç kısım larına kadar uzanan ve Türk H akanının askerî karargâhında kabul vc günlerce Hakan tarafından misâfir edilen, ihtimam gösterilen bu A- rap heyeti hakkında; değerli İslâm coğrafyacısı Y âkût’un ilgi çekici rivâyetleri vardır192.
Y âkût’un bu olayla ilgili rivâyetinin asıl kaynağının İ b n ü ’ 1 - F a k î h ’ in Meşhed kütüphanesinde bulunan eseri olduğu Z.V. Togan ta ra fın d an açıklanm iŞtir(Togan,Z .V ., U m ûm m irkT ârih ineG irişİs lanbul 1970, s. 248.).
Hişam ’ın elçisi geldiğinde, onları gâyet tabiî bir şekilde ve elinde atının eyeri olduğu halde karşılayan Türk hakanı, Arap heyetine hüsnü kabûl göstermiş ve onların, eti bol ve ekmeği az olan bir evde (ça d ı r) misâfir edilmelerini em retm iştir. Daha sonra onları huzûruna kabûl eden Türk hakanı, tercüman vâsıtasıyla maksatlarının neoldu- ğunu sorm uştur.
192 Y âkût, MB.. II, s. 24; El-Kazvîni, A saru’l-Bilâd.s. 515.
Elçilerin k e n d i s i n i n s a p ı k b i r y o l d a (dalâlette) olduğu için bizzat Halife tarafından gönderildiklerini ve Islâm dinine dâvet etm ek üzere görevlendirildiklerini, Islâm dinini kabûl etm esini istemişler ve bu takdirde halifenin çok m emnun olacağını söylem işlerdir. Bunun üzerine, Türk hakanı; “İ s l â m n e d i r diye sorm uştur.
Heyetin sözcüsü olduğunu zannettiğim iz ye kaynaklarda her n e dense adı zikredilmeyen bu zat, Türk hakanına dilinin döndüğü ka darı ile I s l â m d i n i n i n y a s a k l a r ı n ı , ş a r t l a r ı n ı, e m i r l e r i n i v e i b â d e t l e r i n i izah etm iştir.
Bundan sonra heyetle günlerce hiç meşgûl olmayan ve onları kendi hallerine bırakan Türk hakanı, bir gün onları da yanına alarak, yüksek rütbeli kom utanları ile birlikte hâkim bir tepeye çıkmıştır- (x)Tahminen yüz bin kişilik bir ordu ile kısa zamanda hazırlanan muntazam bir askerî merâsimden sonra hakan tercüm anına dönerek aynen şöyle demiştir:
“B u e l ç i y e s ö y l e ! E f e n d i s i n e g i t s i n v e d e s i n k i , b u s i l â h h s ü v â r i l e r i n i ç i n d e n e b i r h e k i m, n e b i r k u n d u r a c ı n e d e b i r t e r z i , d o k u m a c ı , v a r d ı r . H e p s i a s k e r d i r l er. E ğ e r b u n l a r M ü s l i l m a n o I u p d a İ s I â m ' ı n § a r ı , / a r ı n ı y e r i n e g e l i r m e y e ç a 11 ş ı r l a r s a, n e r e d e n v e n a
(X )- A rap sefiri bu muazzam resm î geçidin hazırlanm asını §u şekilde tasvir etm ek- \lirr
“Beni günlerce kendi başıma bırakldar. Sonra bir gün, h a k a n , on kişilik kom utan heyeti ile birlikte atlarına bindiler. Bunların her birinin elinde özel bayrakları v a r
dı. H akan beni de yanlarına alm alarını em retti. Birlikte yürüdük. Nihayet o bir tep e ye vardı. Bu tepenin etrafı çok sık orm anlıktı. O rada şafak alıncaya kadar bekledik. Nihayet güneş doğdu. O zaman I Iakan, beraberindeki kom utanlardan birine bayrağını çekmesini ve işaret vermesini cınrelti. O işaretini verince, bir de ne göreyim; b a ş tan başa siiaiılı 011 bin süvari ortaya çıkıverdi.
O süvarilerin hepsi C â h! C S h! (11 u r r a, 1-1 u r r a) diyorlardı. Bu arada, bu bir liğiıı kom utanı tepeye kadar gelerek hakanı selamladı. T ürk hakanı d iğer kom utanlarına da bu şekilde yapm alarını, bayraklarını b irer b irer çekm elerini ve onunla işaret (parola) verm elerini em retti. O nlar malûm işaretlerini verince, h er biri için baştan başa silahlı on bin süvâri geliyor ve tepenin eteklerinde yerlerini alıyorlardı. N ihayet bu bayrakların açılması tam am lanınca, tepenin eteklerine yüz bin silahlı süvari yürüm üş ve büyük m erasim için yerlerini almış o ldu” .
1O*?s i l g e q i m i n . i t e m i n e d e c e k l e r d . i r
b)Yûkût’ıınRivâyetlerininUınûnıîI)eğerIenclirilmesi:Yâkûtvcdi-ğer Islâm coğrafyacıları meselâ İ b n ü ’ l - F a k î h . K a z v î n î tarafın - dan aynen nakledilen rivâyctlerin hulâsası bundan ibârettir.
Bu olayın da daha önce Câhız’da gördüğüm üz gibi aydınlatılm aya m uhtaç bâzı yönleri vardır. Fakat Y âkût’un bu rivâyctleri, Câlıız- ’m yukarıda kaydettiğimiz rivâyetlcri gibi ham bir malzeme yığını olarak bırakılmamıştır. Bilâkis Z. V e l i d î T o g a n v c W . B a r t h o 1 d vb. gibi bir kısım târih o toriteleri tarafından belirli ölçüde d e ğerlendirilmiştir.
H işam ’ın hangi Türk hakanına böyle bir heyet gönderdiği, hakanın ismi, heyetin kimlerden oluştuğu, ne zaman ve nerelerden geçtikleri ve rivâyet edilen bu Türklcr’in hangi Türk kavmi olduğu B arthold’un da işâret ettiği gibi zikredilm em ektedir194.. Bundan daha önemlisi, heyetin Türk yurtlarındaki müşahedeleri ve geçtikleri yollar hakkında bundan fazla bir bilgi verilmemektedir(x)-
Y âkût’un söz konusu rivâyetlerine temas eden bir kısım otoriteler, genellikle olavı dinî olm aktan ziyâde politik yönlerden değerlendirm ektedirler195.. Hişam vc sefirini pek fazla önemsemeyen vc bunu her hâli ile ifâde eden Türk hakanının, elinde eyeri olduğu halde çok sâde bir şekilde karşıladığı ve bu atm osfer içinde onları kabûl ettiğini göz önünde tutan Barthold ve M arquart gibi yazarlar K ö k t ü r k ha k a n l a r ı n ı n h a y â t ı n ı n i p t i d â î l i ğ i n i i l c r i s ü r m ü şl e r d i r 196.
Heyetin asıl maksadının, hakanı İslâm dinine dâvet olduğu hâlde,
(x)- D aha sonraları yine İslâm’a dâvet maksadıyla B u l g a r lıükiimdârına gönde rilen İ b n i F a z l a n v c Ç in’e giden E b û D ü 1 e f ’ in Türk yurtları, bey ve kabilele ri, örf, âdet, ananeleri hakkında çok ilgi çekici m üşahedeleri vardır (bk. İbni Fazlan Se- yahatnâm esi, s. 1-80; (Y örükan) Y.Ziya., “O rta Asya T ürk Boyları” , D İFM ., İstanbul 1923, nr. 23, s. 39-52.
193 Y dkût,M B.,Il,s.24;K azvtn^‘ A saru’lBiİâd, s. 511.194 B arthold, W. O rta Asya T ürk Tarihi, İst, 1927. s.62.195 Togan, Z.V., “İbn iiT F akîh’in T ürk ler’e ~ Ait H aberleri",
Belleten, X II, nr. 45, s. 11-16; Barthold, W., T ürk md ., DM İ., 'V, s. 44; Turan , Osman, T ürk Cihan 1 Iâkimiyeti Mcf. Târihi, I, s.142.
196 Togan,Z.V elîdî,U m Û m îTürkTârihincG iriş,s.51-52.
yazarlar olayıbu atm osfer içindedeğerlendircrck diğertârih îo lay lar- la irtibatlarını, Halife H işam ’ı buna iten sebepler üzerinde pek fazla durm adıkları gibi Câhız’ın zikrettiği H a k a n - C ü n e y d görüşm esi ile ne derece ilgisi olabileceği yönünü araştırmaya da pek fazla mütcmâyil görünm em ektedirler.
Bu bakım lardan söz konusu otoritelerin meseleye bakış açıları ve ileri sürdükleri görüşlerin üzerinde durduğum uz konu yönünden pek fazla bir ilgisi ve orijinalliği bulunm am aktadır.
G erçekte biz, H işam ’ın tebliğ heyetinin; Cüneyd’le Türk hakanının, İslâm dininin bir kısım meselelerini tartışm ak için buluşm aları olayı ile bâzı yönlerden ilgisi olabileceğine inanıyoruz. Bu kanaati bize veren yine Câhız’ın F e z â i l ü ’ l - E t r a k adındaki kıymetli e- serinde kaydettiği rivâyetlerdir.
Hakanla Cüneyd arasında geçen bu konuşm aların çok seviyeli vc olgun bir ortam içinde cereyan ettiği görülm ekte, Cüneyd’in İslâm dininin çeşitli konulardaki hükümleri üzerine yaptığı açıklamalar, Türk hakanının pek fazla hoşuna gittiği, hattâ zaman zaman heye- canladığı olm uştur. Nitekim bir defâsında hakanın Cüncyd’e bir m esele hakkındaki fevkalâde mâkûl açıklam alarından dolayı “s e n b ı ı n d a n d a h a d c g e r l i b i r s ö z s ö y l e m e d i n . B u s ö z ü n l e k a I b i m e d e r i n b i r k a y g ı a t t ı n 1)1. ” demesi H akan’ın Cüneyd’in izahları karşısındaki tavrını vc İslâm dini hakkındaki hüsnü zannını açıkça gösterm ektedir.
Cüneyd’in de özellikle bir Müslüman olarak bundan ziyâdesiyle mem nun olacağı pek tabiîdir. O da bu konuşm alardan sonra Türk ha - kanına karşı duyduğu hayranlığı açıkça ifâde etmiş ve “b e n b u T ii r k ’ t e n d a h a v e f a l ı , d a h a a n l a y ı ş l ı , d a h a z e k i b i r i n i g ö r m e d i m ” diyerek itiraflarda bulunm uştur198.
Türk hakanı ile bir Arap kom utanı arasında, belki de ilk defâ ve Cüneyd’in en kritik anlarında cercyân etmiş olan İslâm dini hakkın- daki bu konuşm aların gerek Türkler, gerekse A raplar; hattâ Ş a m ’ d a hilâfet merkezinde büyük yankılar yapacağı gâyet tabiîdir.
Ayrıca, Cüneyd’in hilâfet ülkelerinin en karışık bölgelerinden b iri olan Aşağı Türkistan’la yakından ilgilenen ve sık sık haberler bekleyen Halife Hişam’ı bu önemli hâdiseden haberdar etmesi bize pek de imkânsız gibi görünmemekledir.
197 F.l-Câhız, a.g.e.. s. 89.198 , E l-C îhız, a.g.e., s. 89.
Nitekim Taberî’de Cüneyd’in, m ezkûr geçit harplerinin akabinde ve diyebiliriz ki Türk hakanının geri çekilmesinden sonra, derhâl şâir N e h a r b . T e v s i a v e Z ü m e y b. S ü v e y d e ’ l - M u r r î ’y ı A - şağı Türkistan’da olup bitenleri anlam ak ve Sem erkant Âmili S e v r e ’ n i n ş e h i d o l d u ö u n u bildirm ek üzere H işam ’a gönderdiği rivâyet edilm ektedir .
Aşağı T ürkistan’da cereyân eden olaylara, bu vesile ile daha da yakından vâkıf olan Hişam, Cüneyd’e 30000 mızrak ve kalkanla b irlik te 20000 kişilik tâzc bir kuvvet göndermiş vc gerekirse yeniden 15000 kişilik b i r m e v â l î n i n l a k v i y e g ü c ü o l a r a k a s k e r e a l ı n m a s ı i ç i n d e fDîvânü’l-Ceyş’e kaydedilmesi) Cüneyd’e bizzat yetkiler verm iştir .
c) İslâm Dinine Dâvet Edilen T ürk Hakanı Kimdi: Şimdi yukarıdan buraya kadar yaptığımız bu açıklam alardan sonra bu soruyu cevaplandırmaya çalışacağız.
H orasan’dan gelen bu yeni heyetin Halife H işam ’la konuşmaları sırasında bir takım olaylarla birlikte Aşağı Türkistafı’ın son durum unu, Türk hakanı Cüncyd’le hakan arasında geçen uzun konuşm alar ve hakanın İslâm dini hakkındaki olumlu tutum undan bahsetm eleri gâyet tabiîdir. Buna önem veren ve ziyâdesiyle üm itlenen H işam ’ın; çağdaşı Türk hakanına, İslâm dinine dâvet için bir heyet gönderm eye karar vermiş olması bu yolda yapılabilecek mâkûl bir izah tarzı ol - sa gerektir. Z irâ, heyet dinîgâyedem uvaffakolm asa bile, siyâsîgâyeye hizmet etm iş olacaktı.
Em evîler’in son ikbâl devrini yaşatan H işam ’ın çağında, yukarıda da işâret edildiği gibi O rta Asya’da, Talaş vc Çu havzalarını da içine alan geniş bir sahasında, Türgeşler’i meydana getiren Türk varlığının Türk boylarının S u L u H a n ’ ın önderliğinde büyük bir devlet kurdukları bilinmekledir.
Su Lu H an’ın, değerli kom utanlarından B a g a T a r k a n 201. (A- rap kaynaklarına göre “Kû r - S u l 202. ” , millî kaynaklarımızda K ü l - Ç u r) ile birlikte Aşağı Türkistan’a sürekli akınlar yaptığı düşünülürse; H işam ’ın İslâm dinini kabûl etmesi için bir dâvet heyeti gönderdiği bu Türk hakanının (her ne kadar kaynaklarda ismi zikre
199 E l-Tabcrî, IX, s. 1545.200 E l-Tabcrî, IX, s. 1545; El-Bclâzurî, III,s. 527.201 Clıavanncs, E., D ocum ents, s. 46.202 E t-T abcrî, IX, s. 1421,1523,1524; İbnii'l-Bstr, V ,s . 153.
dilmemiş ise de) Türgcş devletini kuran S u L u H a n ’ dan başkası olmaması gerekm ekledir. Nitekim büyük Türk âlimi Z. V clîdîTogan da, İbnü’l-Fakîh’le ilgili olarak yayınladığı bir m akülesinde aynı g ö rüşü ileri sürm ekledir203.
Bu takdirde, H işam ’ın muasırı Türk hakanı Sulu H an’a, İslâm d inini tebliğ etm ek için gönderdiği heyetin C ü n e y d b. A b d u r r a h m a n ’ ı n vâliliği sırasında, m uhtem elen geçit harplerinden sonra Hicrî 112/115/M.730/733 yıllaft arasında gönderilmiş olması gerekmektedir.
Türgeş H akanlığı’nın, merkezi T a 1 a s v e Ç u nehirleri arasında, belki Ç u n e h r i n e yakın bir yerde olmasına . rağmen; hakanın elçileri burada kabul ettiği şüphelidir. Nitekim Y akut’un rivâyetleri de bu merkezdedir. Türk hakanı, H işam ’ın gönderdiği heyeti,"muhtem elen Scm erkanl kuşatm asından sonra geri çekildiği ve ordusu- nundağlıkveorm anlıkbirbölgedckurduğuaskerîkarar Agahla kabul etmiş ve mâlûm sebeplerden dolayı bu hayırlı daveti gâyet kibarca red detmiştir.
ç- H akanın, İslâm Dinini Kabullenm esine M âni Olan Sebepler:Türk hakanının İslâm dinini kabul etm ede kendini mazur gösterm ek içinilerisürdüğüscbcplcr;düzcnlcdiğibüyükaskerîm crâsim in,m âkûl ölçüler çerçevesinde, kısmen de olsa yorumlanması gereken yönlerini teşkil etm ektedir. Kanaatimize göre, Türk hakanı, Halil'e Hişam tarafından İslâm dinini kabule dâvet edildiği zaman, o bu yeni dini Türk m illetinin içlimâî tesirleri yönünden değerlendirmiş ve bunda da geleneklere sâdık kalmıştır. Hakan, her şeyden önce yeni dinin Türk toplum u veonun askerlik ruhuna müsbet ve menfî yönlerden ne dereceye kadar tesir edebileceğini düşünm üştür. Türk târihinde bu nun başka acı misâlleri de vardır. Zirâ Budizm ve Hıristiyanlığa giren Türkler’in eski millî aktivitelerini kaybettikleri görülmüştür.
Meselâ, K öktürkler devrinde eski IIin t-B ahanıt Yolu’nun da bü
203 Togan, Z.V., "a.g.nı.”, Belleten. IX, nr. 45, s. 13.204 Bnrthold, W., "T iirk m d" . DMİ-, V, s. 45.205 Ögel, B., Türk Kültürünün Gelişm e Çağları, İstanbul 1971, s.
99; Ligcti. L., Bilinmeyen İç Asya. İstanbul 1970, II, s. 18; Türk târihinde bunun başka ilgi çekici misâlleri vardır. Fakat, Türk büyükleri,Türk milletinin askerlik ruhûnun korunm ası için târilı boyunca büyük bir titizlik gösterm iş ve onların bu meziyetlerini yok edecek veyâ dum ura uğratacak bir takını mistik inançların T ürk toplum u arasında yayılmasına aslâ m üsaade etm em işlerdir.
yük tesiri ile, Budist misyonerleri O rta Asya’nın iç kısımlarına kadar ilerleyerek, Türk boyları arasında yoğun bir dinî propagandaya girişmişlerdir. Budist misyonerlerinin büyük ölçüde tesiri altında kalan m uhteşem Köktürk hakanı B i l g e K a ğ a n , Budizm’in T ürk ler’in resm îdinîo lm asınıistcm iştir.Fakatyanında gün görmüş, bilgili dirâ- yetli büyük devlet adamı ve aynı zamânda kayın pederi olan T o n y u k u k H a n vardı. O zamana kadar üç büyük K öktürk hakanına h iz met etmiş olan bu em ektar vc yaşlı vezir, ona büyük bir açık yüreklilikle:
“B u d a d i n i T ü r k ü n a s k e r l i k r û h u n a ç o k k ö t ü t e s i rl e r y a p a c a k t ı !” demiş ve Bilge Kağan’ı, saplanıp kaldığı bu çok tehlikeli fikir ve davranışlarından vaz geçirmeye muvaffak olm uştur.
Elçiyi dinledikten sonra, bir kaç gün sonra bütün yönleri ile bu ciddî meseleyi ele almış ve bir karara varm ak istemiştir. Bu süre zarfında belki yakın kom uta arkadaşları ile ciddî istişarelerde de b u lunmuş olmalıdır. Fakat en sonunda T ürkler’in millî karakterini yansıtan büyük bir askerî merâsim yaptırması, bu bakımdan önemli bir anlam taşımaktadır. Değerli Türk târihçisi Osman Turan, bu kabil teşebbüslerin başarısızlığına sathî olarak dokunm akla \ c uİslâm dinî ve medeniyetinin bu uzak diyarlarda yayılması için henüz cazibesinin dııyurulamadığını” önemli bir sebep olarak ileri sürm ektedir206.
Türk hakanın yeni dini kabulde gösterdiği bu tereddütler, bize öyle geliyor ki biraz da elçinin İslâm dinini kuru bir sevab ve günah veyâ em ir ve yasaklar manzûm esiolarakizahetm csindcnilerigelm iş- tir. Z irâ elçi İslâm dinini bir günah ve sevab çerçevesi içinde an la tmaya çalışmış; bu yüce dinin, bir toplum un fert ve cemiyet olarak yeniden ihyâ ve inşâsında gösterdiği dinamizm ve ruhyapısını bir t ü r - ' lü dile getirememiştir.
Yukarıda da işâret edildiği gibi, Türk hakanı böylesine ciddî bir meselede, çok hüsnü niyetli olmasına rağmen her nedense karar verm ekte bir hayli zorlanmıştır. İşte elçinin başarısızlığı da burada yatm aktadır. Elçi, Türk hakanını lereddüte sevkeden asıl noktaların neler olabileceğini düşünüp, O nu anlamaya çalışmamıştır. Türk h a kanı için İslâm dinini kabûl etm ek şahsî vc özel bir mesele değildi. Konu bütünüyle Türk militarizmi ve toplum unu ilgilendiriyordu. Yanında bir çok meseleler getirmişti. Böyle bir inanç değişikliğinin, Türkler’i ayakta tutan askerlik rûhuna etkisi neolacaktı? Türkistan’daki bu siyâsî çalkalanmalar, Arap vâlilerinin aşırı tutum ları, her ve
206 T uran, O., a.g.e.. I, s. 142.
sile ile rahatsız edilen bir çoğu da M üslüman olan Türk toplum unun acıklı durum u ve daha bunun gibi bir çok meseleler. Bunların çözümü ne olacaktı. Konunun, dinî olduğu kadar siyâsî bir yönü daha bu - lunm akta idi. Eğer Türk hakanının M üslüman olm asından maksat; bundan önceki diğer bir kısım m ahallî Türk hüküm darlarında görüldüğü gibi, A rap idâresini kayıtsız şartsız kabûl etm ek ve H orasan vâli - sinin itaati altına girmek ise, buna im kân yoktu.
B ütün bu izahlarımızdan anlaşıldığı gibi, belki bir yaklaşım ve tak - tik hatâsı yüzünden Türk târihi ve İslâm dini için bir dönüm n o k ta sı olabilecek bu büyük fırsat ne yazık ki değerlendirilem em iş ve bu güzel başlangıç hayırlı bir sonuca ulaştırılam am ıştır. Bu incelemenin önsözün de de ifâde edildiği gibi; eğer şartlar m üsâit ve M üslüman A raplar onun M üslüman olması için daha samimî davransalar; Su Lu H an, belki de o anda gelenekten gelen G öktann dinini bırakarak M üslüman olacaktı.
Bu takdirde, A.S. Buğra H an’ın M üslüm an T ürk halkının m âşer- î vicdânında kurm uş olduğu mânevi tah t üzerine çok daha önce Su Lu ila n o turm uş olacak ve bu ilâhı kasırga T ürk yurtlarında ve göçebe T ürk boyları arasında çok daha önce esmeye başlayacaktı. A rtık kendilerini İslâm dininin ulvî câzibesine kap tıran Türk halkının gönlünde A.S. Buğra Han değil, Su Lu Han efsâneleşmiş ulu b ir su ltan olacaktı.
Mâmâfih, H işam ’ın Türk hakanına böyle bir tebliğ heyeti gönderm esindeki maksat açıktır. O da, Türk hakanı, yâni bu çağdaş Turgeş devleti ile her ne sebeple olursa olsun gerilmiş ve bozulmuş olan siyâsî m ünâsebetleri düzeltmek ve Aşağı Türkistan’da A rap siyâsî hâkimiyetini tehdit eden bu yeni zinde Türk güçleri ile bir dereceye kadar hoş geçinmeyi sağlamaktır. Nitekim A raplar bu maksat için başka ülkelere, Çin’e dahi bir çok heyetler göndermişlerdir. Gibb, e- serinde E. Chavannes tarafından tercüm e edilen Çin’ce kaynaklardan büyük ölçüde yararlanarak bu heyetler hakkında bir kısım bilgiler vermektedir. Genellikle bu kabil heyetler 717 yılında gönderilmeye başlanmış ve 755 yılına kadar devâm etmiştir. Bu süre zarfında A rap la r’ın sâdece Çin’e gönderdikleri heyetlerin sayıları G ibbhn izahlarından da anlaşılacağı üzere on dörde ulaşmakta-
Sâdece dinî değil, iktisâdî vesiyâsî bir çok maksatları da hedef alan
207 G ibb, H. A. İt. a.g.e.s. 50. Chavannes, E., D ocum ents, s. 289-299.
söz konusu heyetlerin, İslâm dininin yayılması yönünden ne gibi m isyonerlik faaliyetleri gösterdikleri ve İslâm’ı tebliğ etm ek için ne gibi teşebbüslerde bulundukları hakkında İslâmî kaynaklarda hemen hemen hiç bir bilgi yoktur. Fakat, bu heyetlerin ticârî vesiyâsî m ünâsebetlerin düzeltilm esinde belirli ölçüde hizmet ettikleri ve bir kısım yararlar sağlamış oldukları muhakkaktır.
Y ine Hişam b. Abdülmelik devrinde (723742), Türgcş Hakanı Su Lu H an’a gönderilen tebliğ heyeti gibi, H azar Türkleri hakanına da, İslâm dinini kabul etmesi için bir heyet gönderilm iştir''1 .. A raplar’la siyâsî m ünâsebetleri bir hayli bozuk olduğu anlaşılan Hazar hakanı, tebaasının büyük bir kısmı M üslüman olmasına rağmen ̂ ., sonra- Ia rım odcrnY ahûdîliğeyân iM ûsev îliğe in tisabetm iştir" . . H azarlar arasında İslâm dininin yayılması meselesi üzerinde, büyük Türk âilesinin diğer boyları (meselâ O ğ u z l a r , S e l ç u k l u l a r vb.) sı - rasmda çok daha cirallı bir şekilde durulacaktır.
208 D unlop, D.M ., T he H istory of ılıe Jcwish Klıazars, Princcton, 1954, s. 170.
209 Yakut, MB., II. s. 268; (G iinaltay) M. Şem seddin, Mufassal Türk Târihi. İstanbul 1330. V., s . 228.
210 D unlop, D.M., a.gc., s. 170; T uran , O., a.g.c.. I, s. 69; (G ünallay) M. Şemseddin, a.g.e., V. 228.
BEŞİNCİ BÖLÜM
İLK DEVİRLERDE İHTİDÂ EDEN
MAHALLÎ ARİSTOKRATLAR
Araştırm am ızın bundan önceki bölüm lerinde, Em cvîlcr devrinde, Aşağı T ürkistan’da ihtidâ eden ilk mahallî Türk hanları üzerindedu- rulmuş, kaynakların bu yöndeki dağınık rivâyetleri ilk defâ bir araya getirilerek um ûm îbirsentezedoğru gidilmiştir. Neticenin, beklenenlerin dışında ve tatm in edici olduğu ortaya çıkmıştır. Bu son bölüm de ise, konuyu tamamlaması bakım ından kısmen de olsa bu devirde ihtida eden A r i s t o k r a t l a r üzerinde durulacaktır
Aşağı Türkistan’da, ihtidâ eden Türk asıllı hüküm darlar yanı sıra, şu veyâ bu sebeple İslâm dinini kabûl etmiş aristokrat tabakaya mensub, diğer bir ifâde ile zâdegânlar da vardır. Bu devirde M üslüman olan zâdcgânların sayılarının, kaynaklarda zikredilenlerden m ullakâ daha fazla olması gerekmektedir. İslâm târihçileri, genellikle siyâsî olaylar ve bu olayların kahram anları ile ilgili rivâyetlere ağırlık vermedikleri için; bu kabil ihtidâ olayları hakkındaki bilgilerimiz ne yazık ki son derece sınırlıdır. Bunlar da, ancak siyâsî veyâ sosyal olayların izâhı şeklinde bize kadar ulaşmış olan dolaylı bilgi ve rivâ- yctlerden mümkün olm aktadır. Temel kaynaklardan tesbit edebildiğimiz kadarı ile, bu devirde ihtidâ eden, aristokrat tabakaya mensup gayrı Arap M üslüm anlar şunlardır.
1- G a z v a n ( ); Kaynaklarda Ceyhun yolu üzerindeki, Aşağı Türkistan’ın önemli stratejik yeri olan Z e m m ıntıkasının sahibi olduğu bildirilm ekledir 16.. M ühelleb b. Ebî Sufra zamânında vc onun telkinleri ile M üslüman olm uştur (697701). M üslüman olduktan sonra Arap ordularının safında yer alan Uskâf, Gazgan, M ühcllcb’in oğlu Yczid’lc birlikte Aşağı Türkistan seferine katılm ıştır '.
O nun oğlu ki kaynaklarda İ b n i G a z v a n olarak geçmektedir. Abbasîlcr’in, gizli örgülüne bağlı “D u a t ” ları, yâni propagandacı militanları arasındadır218
2- l l a z a m ( ):İslâm îfcnhlersırasında M üslüm ano-lan mahallî hüküm darlar a ra s ın d a d ır^ .. Mcrv Er-Revz melikidir. Toharistan Hükümdarı Nizak’ın Kuteybe’ye karşı başlattığı ayaklanmada, Bazan da diğer bir kısım mahallî hüküm darlar gibi (meselâ I s
216 Y âkût,M B ,III,s. 151.217 E t-Tabcrî, V[, s. 351.218 E l-T iiberî,V l,s.369 .219 El-Y;1kf[l)î,I[,s.286.
2.20b a h b i z , S u h r a b , T u r s u l ) Nizak’ın safında yer alm ıştır .. Fakat Kuteybe, büyük bir kararlılıkla bu âsî hüküm darlar üzerine yürüyerek hepsini sindirmiştir. O nun belki de bu sıralarda M üslüman fatihe sadâkatini göstermek için İslâm dinine girmiş olması gerek m ektedir.
3 - D i h k a n II în e ( <u> ): Buhâra dihkanı olup aynı zam anda yörenin gerçekten de nüfuzlu kimseleri arasındadır. Kuteybe ta rafından B uhâra’nın baş döndürücü bir şekilde kolonize edilmesi ve İslâmlaştırılması sırasında müslüman olm uştur. Aşırı zenginliği ile ün salan H îne, Buhâra’nın, daha ziyâde zâdegân sınıfına tercih ettiği K o n a k l a r M a h a l l e s i ’ nde ikâm et etm ekte idi. Hîne, K uteybe’nin de telkini ile yeni dine girmiş ve M üslüman olduktan sonra, bizzat Hz. Peygamber’in diğer bir ismi olan A h m e d adını alm ıştır .. Narşahî, bütün bu K onaklar mahallesinin, Dihkan H înc’nin mülkü olduğunu kaydetmektedir. B uhâra’ya gelen yüksek seviyeli m em urların hemen hepsi D ihkan H înc’nin köşklerinde o tu ru rlardı .
Buhâra’nın İs.lâmlaştırılması sırasında vc daha sonraları; D ihkan H îne’nin dışında aristokrat tabakaya mensup daha bir çok kimseler, bu arada diğer dihkanların da İslâm dinine girmiş olm aları gerekmektedir. Nitekim Nasr b. Seyyar’ın, Sem crkant’ta ikâmet etm ekte olduğu sırada (738), dâmâdı ve Buhâra H üküm darı T u ğ Ş a d ’ la, Buhâra’dan gelmiş olan iki dihkan arasında geçen ve Tuğ Şad’ın ö- lümü ile sonuçlanan müessif olaylar bizim bu görüşümüzü doğrulam aktadır. Oysa, Tabcrî, bu iki dihkânın, bizzat Nasr b. Scvvar’ın telkin vc delâleti ile müslüman olduklarını kaydetm ekledir22̂ .
4 - D î v a ş n î ç ( ) : Yerli aristokratlardan müslü-manlar arasında zikretmemiz gereken simâların en önem lilerinden biri şüphesiz D î v a ş n î ç veyâ D î v a ş t î c ’ dir. Sem crkant’ın zengin vc çok nüfuzlu kimseleri arasındadır. Onun ne zaman ihlidâ ettiği hakkında, temel kaynaklarda misâlini sık sık gördüğümüz gibi fazla bir açıklama yoktur. Kuteybe zamanında ve m uhtem elen Semcr- kant’ın kolonize vc İslûmlaştırılma’sı sırasında ihtidâ etmiş olması gerekmektedir. Fakat onun, Emevîler’in meşhur vâlisi Cerrah b. A bdullah ElH akem î ile olan samimî m ünâsebetlerine bakılırsa; belki dc onun delâleti ile Müslüman olduğu akla daha uygun gelmektedir.
220 E t-Tabcrî, VI. s. s. 446.221 N arşahî, s. 81: Harlhold, W., T urkestan ,s. 106.222 N arşahî, s. 80.223 E l-T abcrî,V Iİ.s. 176.
Dîvaşnîc, ilk zam anlarda, M üslüman Arap valileri ile çok iyi b ir diyalog kurm uş ve sosyal m ünâsebetlerini de bir hayli geliştirmiştir. H attâ, onun devrin M üslüman vâlileri ile olan bir kısım yazışmaları dahi vardır. Bunlar arasında, onun H orasan Vâlisi C errah’a gönderdiği m ektup m utlu bir buluntu sonucu bize kadar ulaşmıştır. Dîvaş- nîç, bizim açımızdan fevkalâde önemli olan söz konusu m ektubunda müslüman A rap vâlisine son derece hürm etkâr ve samimî bir ifâde kullanm aktadır. Rivâyetlcrden onun A llah’ım bilen, Pcygamber’ini tanıyan kültürlü bir M üslüman olduğu görülm ektedir. Nitekim Ö- m erb.Abdülaziz’inm âlûm vâlisiCerrah’ayazdığım ektubundasam im î duygularla dolu şu ifâdeler yer almaktadır.
“Em ir cl-Cerrah b. Abdullah in mevtası Dîvaşnîç ’ten... Ya Emir, A l la h ’ın selâm ve rahmeti sizin üzerinize olsun. Sizi A lla h ’a övüyorum. Ondan başka Tanrı yoktur... Cenabı Hak, emire salah versin ve korusun... M alûmdur ki Cenabı Hak, emirlik rütbesini ehli (aile ve ahâli) i- gin kılmıştır... Merhamet ve vardım A lla h ’tan... A lla h ’ın selâm ve rahmeti sizin üzerinizde olsun224. ”.
Fakat,D îvaşnîç’ingcrçekşahsiyctivekim liğihâlâaydınlatılm am ış- lır. O nun bâzı yerlerde Soğd meliki225, diğer bir kısım kaynaklarda ise Scm erkant dihkanı iJ>., olduğu zikredilmektedir. O devirlerde dihkan sıfatının bir ııcvî toprak ağası olan kimselere verildiği nazarı itibâra alınırsa, onun koca Soğd ülkesinin meliki olabileceğinin izahı biraz güç olacaktır. Z irâ Soğd’un merkezi Scm crkant’tır. Sem er- * kant ise, büyükölçüde,Türknüfûzu altında olup,genelliklcTürkasıllı hüküm darlar tarafından idâre edilm ekte idi. Bu zâtın, yine de nüfuz lu saygı değer bir kimse, Sem crkant ve havâlisinde ancak bir hüküm dârın sâhip olabileceği kadar geniş arâzileri olan bir dihkan olduğu akla daha mâkûl gelmektedir. Nitekim Tabcrî’de, onun hüküm darlığından ziyâde “Senıerkant dihkanı” olduğu açıkça zikredilmektedir227.
Fakat onun Müslümanlığında samimî olup olmadığı hâlâ m ünâkaşa konusudur. Bir kısım yazarlar, dihkanın M üslüman olmadığını ve fakat kendisini Müslüman olmuş gibi gösterdiğini iddia etm ekte-
224 İnan. A., ‘‘O rla Asya’da Muğkala Hafriyatında Bulunan yes ik a la r” , Belleten, VII, nr. 27, s. 615.
225 İnan, A., “a.g.m. ”, S. 615.226 E l-Tabcrî, VII, s. 10.227 E t-Taberî, VII, s. 10.
228dirler .Dîvaşnîç’indcspotik ,bunarağm cnhuzurvesükûnutem inct- m ekde âciz olan A rap idâresine karşı isyan etmiş olması veyâ bilfiil isyân etmiş olanlara katılması, M üslümanlığından şüphe edilmesi- nene derece yeterli bir delil olur, ayrı bir m ünâkaşa konusudur. M âmâfih, Dîvaşnîç’in ,S aidb .A m rE I-H araşîzam âm nda (721-722), Aşağı Türkistan’da çıkan isyanlara bilfiil katıldığı için boynu vu ru lmuş ve kafası da Irak’a gönderilm iştir229.
5- N e m r û n( « ) ) ; Aşağı Türkistan’ın M üslüm an'olanaristokratlarından bir uıgcri d e G a r ş i s t a n Meliki NemrûnTur- . G arşistan, Y âkût’a göre, batısında Ile ra t, doğusunda Gûrülkesi, kuzeyinde M evr Er-Revz, güneyinde Gazne ile çevrili dağlık bir ar- âzidir . Esed b. Abdullah, H orasan vâliliği sırasında (724-727) bu dağlıkbölgeyebirakındüzenlem iştir.N evrûnonunlaöncebirsûlhan- laşması yapmış daha sonra da Esed’in telkin ve delâleti üzerine Müs - lüm an olm uştur 31. İslâmiyet kısa zamanda buralarda yayılmış ve kökleşmiştir. Y âkût,yörehalkındansitâyişlebahsetm ekteveşöylede- m ektedir: ‘Yerli halk iyi imanlardır. Hayra karşı özel bir tutkuları vardı23,2.
228 İnan, A., ''a .g.m .” , Belleten, nr. 27, s. 615.229 E t-T ab erî,V lI,s . 11.230 Y âkût, M u'ccnıü'l-Bülılân, IV, s. 193.231 E t-T aberî, V ll, s. 40.232 Y âkût, MB. IV, s. 193.
SONUÇ
Buraya kadar olan, bu geniş araştırm a ve incelememizde ilk defâ temel kaynaklara dayanarak, Em evîler devrinde, ihtidâ eden Türk hüküm dar ve kısmen de aristokratlan üzerinde durulm uş, konu ayrıntıları ile incelenerek bir senteze doğru gidilerek önem li sonuçlar elde edilmiştir. Bunlardan:
I- Em evîler devrinde O rta Asya’da siyâsî A rap hâkim iyetinin yerleştiği bü tün bölgelerde, mahallî Türk hanlarının nerede ise hemen hepsinin M üslüm an olduğu ortaya çıkmıştır. A ristokrat tabakalardan M üslüm an olanların sayıları bir hayli yüksektir. İslâmiyet’in yayılma ve yerleşmesi bakımından bu daha sonraki devirler için bir kısım hayırlı gelişmelere sebep olabilecek iyi bir başlangıçtır.
II- Bu vesile ile M üslüman olan Türk hanlarının hayatları ve o n ların M üslüm an valilerle olan mücâdeleleri temel kaynaklar taranarak belirli ölçüde aydınlatılmış ve ilk defâ gün ışığına çıkarılmıştır.
III- Y ine bu araştırmamızda mahallî Türk hanlarının hüküm darlık devirleri üzerinde titizlikledurulm uş çevre vc siyâsî olaylar değer- le n d ir ilc rc k , o n la r ın h ü k ü m d a rlık sü re le r i te sp it ed ilm ek istenmiştir. Elimizden geldiği kadar doğruya en yakın olarak tespbit etmeye çalıştığımız bu târihler genel anlamda da olsa, okuyucuya târih kronolojisi hakkında ve olayları değerlendirm ede bir fikir verebilecektir. Bütün bunlar mücâdeleye katılan Türk hanlarının gerçekten de uzun öm ürlü olduklarını ortaya koymaktadır.
IV- Bu arada, üzülerek ifâde edelim ki, İslâmiyet’ten önceki Türk târih ve kültürünün nirengi noktalarından olan, ‘‘Türk asalet Unvanları” nın meselâ afşin, ta rhun , yapagu, sul, ıhşid ve daha bunun gibi bir çoklarının kapsam ve şüm ûlünün belirlenmediği; yâni idârî bir sistem içinde, Türk devlet geleneğinde ne ifâde ettiğinin anlaşılm adığı görülmüştür. Ne yazık ki, bizim kendi târih literatürüm üzde bile bu hususlarda yeterli bir çalışmanın yapıldığı söylenemez. İslâmî kaynakların, Türk asâlcl Unvanları hakkında verdikleri kıymetli b ilgiler hâlâ dağınık ve tam bir malzemeyığını olarak gerçek araştırm acılarını beklemektedir.
V- Y ine Emevîler devrinde, siyâsî Arap hâkimiyetinin yerleştiği
bütün bölgelerde, m ahallî hüküm etlerin genellikle Türk asıllı hânc- dan âileleri tarafından idâre edildikleri tespit edilmiştir. Bu ise, Arap kaynaklarında M âverâiinnehir (Aşağı Türkistan) olarak zikredilen bu bölgenin Türklcştirilm esindc ne kadar büyük mesâfeler katcdil- diğini çok açık bir şekilde gösterm ektedir. Bu ise, İslâm îkaynak- la rdagörü len “TÜ RK” kelim esinin bâzıları tarafından ifade edildiği gibi “AC EM -yabancı” anlam ına kullanılmadığının da en güzel bir delili olmakladır.
Hiç bir zaman tam ve mükemmel olduğunu iddia edemeyeceğimiz bu araştırm a ve tesbit edebildiğimiz bu hususlar, Türk târihi için şüphesiz bir kazanç ve hizmettir. Öyle tahm in ediyoruz ki, bundan sonra bu sahalarda yapılması düşünülen daha mükemmel araştırm a ve incelem eler için bizim bu mütevâzı çalışmalarımız bir çerçeve te şkil edecektir.
UMUMİ BİBLİYOGRAFYA
K uran-ı KerimArnold, T. W., The Preaching of İslam, Lahore 1963. el-Ağânî,el-Isbahanî,Kahire,Barthold, W., T ürkistan, İstanbul 1981.Barthold, W., T iirkestan, Dovvn to Moııgol Invasion, London
1968.Barthold, W., O rta Asya T ürk Tarihi, İstanbul 1927. el-B clâzurî.Fütııhu’l-^Büldan.neşr. S. el-Müncid, Kahire, 1957. Brestichneider, M.D., Mediaval Researclıes brom Kastern Sour-
ces, London 1967.Brockelman, Ç., İslâm M illetleri Tarihi, çev. N. Çağataş, Ankara
1964.el-Cahız, M enakıbii’t-Tiirk, (Resailü’l-Cahız) neşr. A.M. H arun,
Kahire 1964.el-Cahız, Türklerin Faziletleri, çev. R. Şe.şen, A nkara 1967. Chauvanncs, E. Docıınıents, Paris, 1900.Çağatay, N., İslâm Tarihi, İstanbul, 1972.Dunlop, D.M., The Ilistory of the Jewish Khaz-ırs, Prrincton-
1954.Ebi Temmâm, Dîvau’ü EhiTam m a, Mısır 1951.
Esin, E., T abarı’s R eport on the W arfare W ith the Turgısh, Centra l Asiatic Journal, XVII/2-4 (1973, P. 130-149).
Esin, E., S û Iîİe r :İs la m İle K a rş ıla şa n İlk T ü rk le r , îslam Tetkikleri Enst. Dergisi, VII, no, 3-4 İstanbul 1979.
Gibb, H .A.R., O r t a A s y a A r a p Fütuhatı, çev. M. Hakkı, İstanbul 1930.
Gökalp, Z., T ürk M edeniyeti Tarihi, A nkara 1976.H itli, P.K. The Arabs, Chicago 1962.İbn A ’sam, K. el-Fiituh, Topkapı, no. 2956.İbn Esir, el-Kâmil, Beyrut 1965.İbni Fazlan Seyahatnam esi, çev. R. Şeşen, İstanbul 1975.İbni Hayyat, Tarih, Necef, 1962.İbni Hubeyb, Esm aü’I-M uğtalîn, (Ncvadirü’l-M ahtûtat),K ahire,
1954;İbniA ’sam el-KûfiR.el-Fütûh,Topkapı, no. 2956.İbni Kesir, el-Bidaye, Mısır 1932.İnan, A., O rta Asyada M uğkale Hafriyatında B ulunan Vesikalar,
Belleten, VII, po. 27, Ankara.Kafesoğlu, İ., T ürk Millî K ültürü , A nkara 1977.Kâdî,ReşîdK- ez-Zehair vet-Tuhuf Mah. M. Ham îdullah, Kuveyt,
1959.Kazvînî, Z. Muhammed b. Mahmud, A saru’l-Bilâd ve A hbaru’I-I-
bad, Beyrut 1969.Kurat, A.N., Kuteybe b. M üslim in Havarizm ve Sem erkant’ı Z ap
tı, A Ü D TC F Dergisi, 1958, VI, no.5.Kitapçı, Z., Türkistanda İslâmiyet ve Türkler, Konya 1988.Kitapçı, Z., et-Tiirk tî-M üellefat’il-Cahız. Beyrut 1972.Kitapçı, Z., O rta Doğuda T ürk Askeri Varlığının İlk Z uhuru , İs
tanbul 1987.Kitapçı, Z., Hz. Peygamberin Hadislerinde Türkler, İstanbul
1986.Kitapçı, Z., Yeni İslâm Tarihi ve T ürkistan, İstanbul, 1986.Kitapçı, Z., Buhara’da İslâmiyet’in Yayılışı. Milli K ültür (Aylık
Dergi) no: 1,2 Şubat 1977, Ankara.Kitapçı, Z., Sosyal Siyâsi ve Dini Y önleri ile İslâmi Fetihler Sıra
sında Aşağı Türkistan, Diyanet dergisi, XVII, 6 Aralık 1978, Anka
ra.Kitapçı, Z., Scm erkant’da İslâmiyet’in Yayılışı, Türk Dünyası A-
raştırm aları, no:25, İstanbul 1983.Kitapçı, Z., O rta Asya A rap Fetihlerinin sosyal vc Dini K arakter
leri, Türk Dünyası Araştırm aları, no:33, A ralık 1984, İstanbul.Kitapçı, Z., Arap O rduları İle Çarpışan İlk Türkler, Diyanet D er
gisi, XII,no:3 1975, Ankara.Kitapçı, Z., Ü m m ahatü’l-Hulefa. Mecmaullırğa el-Arabiyya. Ma-
callah. no:3 1972, Dımışk.Kitapçı, Z., A rap Şehirlerine Y erleştirilen İlk Türkler, Türk K ül
türü (Aylık Dergi), no:112, Şubat 1972, A nkara.'Kitapçı, Z., The First Challange o f the Turks Againts the Arabs.
Tarih Dergisi, XXXII, İstanbul 1979.Ligeti, L., Bilinmeyen İç Asya, İstanbul 1970.M. Şemseddin, (G ünültay),M ufassal T ü rk Tarihi,İstanbul 1339.M ukaddcsî,Ahsenü’t-Tekâsim, Leiden, 1966.Narşahî,Tarihu B uhara, neşr. N.M. ct-tırazî, M ısır 1965.Ögel, B., T ürk K ü ltü rünün Gelişme Çağları, İstanbul 1971.es-Sealibî,Yetîmetü’d-Dehr, Kahire, 1956.es-Sehîm ıl'arihü Ciircân, Haydarabad, 1937.es-Süyütı, T arihu’I-IIuIefa, Mısır 1952.Sümer, F., Oğuzlar, Ankara 1972.Shaban, M.A., The Abbaside Revohıtion, Cambiridge 1970.Şeşen, R., İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler, A nkara, 1985.et-Taberî,Tarihıri-Ümamvel-M üIûk,Tah. M.E. İbrahim, Beyrut,
1967.Turan, O., T ürk Cihan Hakimiyeti M efkuresi Tarihi, İstanbul
1969.Togan, Z.V., Um ıım îTürkTarihineG iriş,İstanbul 1970.Togan, Z.V., İbnii’l-Fakîh’in Türklere Aid H aberleri, Belleten,
XII, no. 45, Ankara.Togan, Z.V., T ürkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul 1947.W ellhausen, J., İslâm ın En Eski Tarihine Giriş, çev. F. Işıltan,
Ankara, 1963.WeIIhausen, J., Arap Devleti ve Sukutu, çev. F. Işıltan, Ankara
1963.
Y akut, Mucemü’l-Üdeba, Beyrut, 1936.Y akut, Mucemü’l-Büldan, Beyrut, 1955. ei-Y akûb^arih, Beyrut, 1960.Yusuf, S.M., Studies in Isiam ic Ilistory, Lohore, 1970.Yusuf, Ziya., O rta Asya T ürk Boyları, D aru’l-FünûnİlâhiyatFak.
Mec. no.23, İstanbul 1923.
İNDEKS
Abbas b. el Velîd, 57.
Abbasî Halifeleri, 39,40,50.
Abbasîler, 36 ,40,49,57,59,60, 61,87.
A bdullah (Nizak’ın adı), 29.
A bdullah b. Ali, 60.
Abdullah b. es Sul, 60.
Abdülkerim Satuk Buğra Han,9 ,1 0 ,1 1 ,5 0 ,9 9 .
Abdülm elik b. Salih, 83.
Ad, 67.
Afşin b. Kâvûs,76,77.
Afşin, 75,107.
Ahm edb. Ebu Halid,77
A lınef b. Kays, 15 ,21 ,66 ,9 .
Akkoyunlu, 35.
Akra, 56,58.
Akşit Gurek, 10,64,65,66,67, 69, 70, 91.
A m r b. As, 35.
Amiil, 32.
Aral G ölü, 51.
A rap Valileri, 15.
Aşağı Türkistan, 9, 10. 12, 15. 16, 17,20,23,29,32,39,42.4.3.47. 48 :64 ,68 ,74 ,76 ,81 ,83 ,89 ,95 ,99 , 103. 106.
Arî,12.
BBabek el-H urrem î, 75
Bağa Tarkan, 81,96.
Bağdad, 41,77.
Balasagun, 81.
Basra, 55.
Batı Köktürk, 36,38.
Baykenl, 10 ,16,31, 32, 44.
Bazam, 103.
Bazğis H üküm darı, 11.
Bazğis, 10,26,27,28,30,31,32.
Belh, 2 7 ,3 2 ,3 5 ,3 9 ,8 9 .
Bcrmekîler,61.
Bcydûn,42.
Bilge Kağan, 98.
Bizans, 15.
Budist, 68, 98.
Budizm, 23 ,68 ,97 , 97,98.
Buhara Hanlığı, 42,46, 50.
Buhara Hüküm darı, 10,37.
Buhara, 10, 16, 21, 23. 31, 32, 42.44, 45 ,49 ,65 , 67, ^1, f()4.
Buharı Hııdai. 47. 45. 48.
Buncıkcs, 74.
Bunıyal (Tuğ Şad’ın oğlu), 48,
c
Cebuğu Yeh, 26,35.
Cerrah b. Abdullah, 104,105.
Ceyhun Havzası, 9.
^ Ceyhun Nehri, 9 ,12 ,15 ,23 ,35 ,
Cuncyd b. A bdurrahnıan, 76.
Cüneyd b. Abdullah, 75.
C ünevd b. A bdurrahn ıan el Mürrî,2Ü,3S.
C ü n ey d b. A b d u rra h n ıa n , 83,97.
Cürcan H üküm darı, 10,51.
Cürcan, 18, 19, 32, 50, 51, 53, 54,58.
50.
çÇin, 72,94, 99.
Çinliler, 81.
Çu Nehri, 97.
Çu, 89,96.
DDehistan, 18 ,50,51,52.
D ihkan Hîne, 104.
D ihkan, 49,105.
Dizek. 74.
Dîvaşnîç, 104,105,106.
D îvânü’l-Ccyş,96.
Doğu K üklürkler, 89.
Duat, 59, 103.
EEbel Heyyac, 31,33.
Ebu Müslim cl-H orasan î, 49,I.
Ebu Um ara, 60.
EbûM ûslimcl-Horasûııî,60.
E llalitler, 35, 65.
Ehli Beyi, 55,59.
Emevî Devleti, 38,75.
Emevî Halifeleri, 50,54.
Emevîlcr, 11 ,12 ,26 ,29 .35 ,38 , 39 ,42 ,48 ,50 ,52 ,54 ,55 ,56 ,57 ,60 ,
61,68 ,73 ,74 , 75, 76,81, 104, 107.
Esed b. Abdullah el-Kureşî, 19.
Esed b. Abdullah, 39, 74, 106.
Eşres b. Abd u 1 lalı es Sû lemî, 19, 2 0 ,3&, 71.
Evladı Rasûl.55,56,59.
cl-Emin, 40.
cl-Mchdî,40.
el-M cmun, 40,41.
cl-M utasım, 41, 75.
el-Ccrrah b. Abdullah, 81.
cl-Mı'bdî.5n
cI-M emun, 60 ,76 ,77 .
el-M ukaıına, 50.
cl-M ulasım , 6Q, 77.
el-M utevekkil, 60.
Gök Türk İm paratorluğu, 26.-
G ur, 58.
G urck, 64,66, 67 ,70 ,71 ,72 .
cl-M üktefabillah, 60. Hcl-Vasık, 60. Haccac b. Yusuf, 27 ,29 ,30 ,34 .
FFadl b. Sehl, 40,41.
Farsça, 23.
Faryap, 16.
FazI b. Kâvus, 77.
Haceac b. Kuteybe, 59.
Haccac, 17.
Halcsdan, 27.
Harzcm , 18.
H atun (Buhara M elikesi), 42,
Fazl b. Yahya, 75. Haydar b. Kâvus, 76,77.
Fergana, 76. H azar Türklcri, 100.
Fergane Melikesi, 59. Hazarlar, 100.
Fergane, 17,49, 58, 64, 74. Hcraklc, 81.
Ferruhzad, 26. Hcrat, 26,106.
Fcryap, 32. Hınıs Tarhan, 33.
Fetih b. Hakan, 89. Hıristiyanlık, 97.
Fîruz,53. H int Baharat Yolu, 97.
H interland, 12.
G Hişam (Halife), 20.
G arşislan, 106,58.
Gazne, 106.
Gazvan, 29,103.
Gibb, H.A.R., 10.
Gök Tanrı Dini, 10, 99.
Gök Tanrı, 53.
Hisam b. Abdülmelik, 81, 92, 95 ,97 ,99 , 100.
Hînc,104.
Horasan Valileri, 28.
_ Horasan, 15. 16. 17, 19, 20, 21, 2 2 ,27 ,28 ,30 ,3İ, 38,40,42,43,47, 48,
58, 71, 76.
H orasanlılar, 19,68.
H ottel, 19,74,58.
Hristiyanlık, 23.
Hudcyne, 19.
I
Ibnı Gazvan, 103.
Ihşîd,107.
Irak, 56.
Isbahbiz, 104.
iİbniA ’sam cl-Kûlî,28,30.-
İbni Sul, 58.-
İbrahim b. Abbas, 60.-
İbrahim cs-Sindî,83,89.
İç Asya, 9.
İpek Yolu, 12.
İran, 15.
İranîler,9.-
İranlılar, 12,50.-
KKaab b. M aden el-Aşkarî, 27.
Kabaç H atun, 43, 59.
Kabe, 50.
Kadisiyc Harbi, 15.
Kağan, 81.
Kapağan Kağan, 89.
Kara Buğra H an, 10 ,69 ,73 ,74 ,75.
Kara M uhan, 31.
Kara Türgeş, 81,88.
Karluklar, 26 ,36 ,38 .
Kavuş el-Türkî, 73,75,76.
Kavuş, 65,69.
Kabe, 55.
Kâvûs, 10,77.
Kemerce, 73.
Kerbelâ, 56.
Keş, 16,21,74,91.
Kis, 67.
Köktürk Devleti, 81.
K öktürk Hakanlığı, 35,39.
Köktürk, 81 ,94 ,97 , 98.
Kör Muğnan et Türkî, 31.
Kuhisıan, 27 ,57 ,58 .
Kur Sul, 21, 22, 23 ,96,104.
Kureyha, 49.
Kuteybe (Tuğ Şad’ın oğlu), 48,
Kuteybe b. M üslim, 11. 12,16,17,28,29,30,31,32,3.1,37,43,44, 46,
50,103,66.
Kuteybe b. Tuğ Şad, 75.
Küfe,55.
Kûhistan,55. Ncm run, 106.
Kül Cur, 96. Ncscf, 16,21,67.
Kürz, 33,37. Nihâvend, 26.
Nimşckcs, 31.
M Nizak et-Turgaşî, 28,30.
M averaü’n-Nchr, 12, 17, 81.
Mayemurg, 69.
Nizak Tarhan, 10, 11, 26, 27, 28, 29,30, 31, 32, 36 ,37 ,44 ,103 .
M ecusîlik,53. 0M edine, 54. Oğuz Bek, 10, 64,69.
Meracil, 40. Oğuz. Han, 88.
Merv cr-Revz, 32, 103, 106. Oğuzlar, 100.
Merv, 26, 32.
M uhammed b. Sul, 58 ,59,60.
M uhammed b. Tayyib, 52.
M uhlar b. Gurek, 72,73.
M ukatıl b. Hakim, 60.
Musa b. Abdullah b. Hazim,28.
O rta Asva,9, 10 ,12,23,31,41, 61 ,81 ,92 , 96, 98, 107.
O rta ağ, 23.
Osman (Halife), 16.
Osman (Hz), 50.
Osm anb.M esudcı-Tem îm î,29, 30, 75.
Musevîlik, 100. öM ühelleb b. EbîSuTra, 103. Ö m er (Hz.), 15, 51.
Müslim b. Said cl-Kilâbî, 19.
M üslüm an Fatih (K uteybe), 16,66.
Öm er b. Abdülaziz, 55, 61, 64, 65,69.
QN Qu-le-Kia, 72.
Nas r b. Scvya r el - K i ııâ nî, 20,21, 22 ,35 ,47 ,48 , 49,58, 59,7$, 76,
82,104.
RRabi’b. Ziyad el-Harisi, 27.
N char b. Tevsia, 96,. Ramisen, 31.
Rasulüllah, 51.
R uzban b. Sul Ruzban, 51.
SSabbal, 36.
Sabit K utna, 34.
Sağaniyan, 74.
Said b. cl As, 51.
Said b. el-I-Iaraşî, 106.
Said b. Haris, 19.
Said b. Osman, 16,43.
Salih b. Nizak, 29 ,34 ,35 .
Sam anîH anedanı,50.
Samanîler,48.
Sarı Türgeş, 88.
Sasan, 87.
Sasanîler, 15,51.
SasanîH anedanı,26.
SasanîDevleti, 15.
Selçuklular, 100.
SclmanîFarisî,53,54.
Sem erkant Dihkanı, 105.
Sem erkant, 10, 16, 21, 23, 49, 6 4 ,6 5 ,6 7 ,6 8 ,6 9 ,1(), 71,71,74,91.
Scmud, 67.
Soğd Hüküm darı, 28.
Soğd M eliki, 105.
Soğd, 6 4 ,7 2 ,7 3 ,7 4 ,7 6 , 105.
Soğdiana, 65.
Soğd iyan lar, 69.
Soğdlular, 91.
Suhrab, 104.
Sul H anedanı, 51.
Sul Tarhan, 33.
Sul Tekin, 11 ,18 ,50 ,51 ,52 ,53 ,54,56, 57,58.
Sul, 53,107.
Sulu Han, 10 ,19 ,36 ,39 ,65 ,72 ,73 ,74 ,76 ,81 ,82 ,89 ,90 ,92 ,97 ,99 .
Suriye, 15.
Sükan (Tuş Şad’ın oğlu), 48,
Süleym en Nasilı, 31, 33.
Sülcvman b. Abdülmelik, 17, 54,64. '
Süleyman b. Ebi’s-Sırrı, 70.
Süleyman b. Sul, 58, 59.
Süveyd b. M ukarrin, 51.
Ş
68 .
Şakran, 29, 33.
Şam Ümerası, 19,55.
Şam, 22, 3,4 36, 37, 38, 54, 55,
Şarî b. Şeyh, 49.
Şaş (Taşkent), 17,35,74.
Şazz, 36.
Tabakat, 52,55.
Tabcrisian, 18,58.
Talakan, 16,32.
Talaş, 89,96,97.
Tarhun, 28 ,29 ,32 ,66 ,67 ,107 .
Taşkent, 21 ,23,35,74.
Tau sa poti, 45.
Tayyıb b. Muhammed, 54.
Teracimü Ahval, 52.
Tibet Hükümdarı, 40.
Tirmiz, 29.
Toharistan Hükümdarı, 10,33.
Toharistan, 26, 30, 32, 35, 36,38 ,39 ,41 ,74 , 103.
Tonyukuk Han, 98.
Tou-Ho, 35,72, 73.
Tudun, 36.
Tuğ Şad. 10. 37, 41* 42, 43, 45, 46,47748,49,75, 104.
Tûranîler,9,12.
Türgeş Devleti, 97.
Türgeş Hakanı, 23,82, 91, 100.
Türgeş Hanlığı, 81.
Türgeş, 10,26,27,36,96.
Türk Coğrafyası, 12.
Türk cariyeleri, 40.
Türk Devesi, 22.
77.
Türk Hanları, 10.
Türk Yurtları, 10.
Türkçe, 23.
Türkistan, 32,69.
uUbeydullah b. Ziyad, 15,42,43.
Ubeydullah b. Zübcyr, 19.
Uşrusana Hükümdarı, 10.
Uşrusana, 64,65,59,73,74,76,
VVasıl b. Anır, 49
Vckib.Sûdcl-Tcmîmî,17.s
Velid b. Abdülmelik, 17,34,38.
WW elhauscn, J, 10.
YYahûdlik.100.
Yahya b. Muhammed, 60.
Yanagu Bey, 10 ,26 ,30 ,33 ,34 , 3 5 ,36| 3.7,38,40,41,74,107.
Yezdüeerd, 26,27,66.
Yezid b. Abdülmelik, 19, 55,56,57.
Yezid b. cl-Mühelleb, 17 18, 19, 27 ,29,52, 54,55,56, 57, 58.
Ye/id b. Ciurek, 72. 73.
Yukarı TohatM a n. 10.
120
Z Zerdüşllük, 23,53,68.
Zam in, 74. Ziyâd b. Salih, 49.
Zem , 103. Züm ey b. Süvcyd, 96.