312
ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI SOSYOLOJİ – FELSEFE LİSANS PROGRAMI DR. MERAL SERT AĞIR İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

  • Upload
    others

  • View
    20

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Page 1: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

SOSYOLOJİ – FELSEFE LİSANS PROGRAMI

DR. MERAL SERT AĞIR

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

Page 2: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ AÇIK VE UZAKTAN EĞİTİM FAKÜLTESİ

SOSYOLOJİ LİSANS PROGRAMI

ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

Dr. Meral Sert Ağır

Page 3: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

I

ÖNSÖZ

İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Sosyoloji ve Felsefe bölümü

öğrencilerinin müfredat programları doğrultusunda hazırlanan “Çağdaş Psikoloji Kuramları”

ders materyeli olan bu çalışma, öğrencilerin akademik gelişimlerini desteklemek amacıyla

hazırlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda psikolojinin bir bilim dalı olarak gelişim süreci ile

birlikte insan davranışlarını kontrol edebilmek için onları tanımaya çalışan uzmanlar ın

geliştirmiş olduğu teoriler tarihsel gelişim seyri içinde verilmiştir.

Kitabımızda psikolojinin tarihsel sürecinde temel kabul edilen kuramlar ve bu

kuramların kurucularının yaşamları ile beraber şekillenen görüşleri yer almaktadır. Her bir

kuram, insan davranışlarını kendi psikoloji anlayışı çerçevesinde kendine has metodolojisi ile

açıklamaktadır. Okumalarınız sonrasında hiçbir kuramın tek başına insan davranışlar ını

açıklamada yeterli olmadığını ancak her birinin psikoloji alanına eşsiz katkıları olduğunu

göreceğiz. Bu anlayışla her bir kuramın, diğer bir kuramsal görüşün ortaya çıkmasında bir başka

ifade ile insan davranışlarının farklı boyutlarının ele alınmasında tetikleyici rollere sahip

olduklarını söylemek mümkündür. Ayrıca bu kuramları destekleyen pek çok uzmanın

olduğunu, kitabınızda ise sadece kurucuların yer aldığını dikkatlerinize sunuyorum.

Psikoloji ile ilgili okumaların gerek akademik hayatınızda gerekse gündelik

yaşamınızda farklılık yaratması dileğiyle.

Dr. Meral Sert Ağır

Page 4: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

II

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ............................................................................................................................ I

İÇİNDEKİLER............................................................................................................... II

YAZAR NOTU ..............................................................................................................V

1. BİR BİLİM DALI OLARAK PSiKOLOJİ ................................................................ 1

1.1. Bir Bilim Dalı Olarak Psikoloji ........................................................................... 7

1.2. Psikolojinin Amaçları ve İşlevi ......................................................................... 10

1.3. İnsan Davranışlarının Farklı Bakış Açıları ile Açıklanması.............................. 14

2. MODERN PSİKOLOJİNİN TEMELLERİ: TARİHSEL KÖKENLERİ ................ 25

2.1. Psikolojinin Doğuşu .......................................................................................... 31

2.2. Modern Psikolojinin Temelleri.......................................................................... 32

2.2.1. Yapısalcılık ................................................................................................. 32

2.2.2. İşlevselcilik ................................................................................................. 35

3. DAVRANIŞÇI KURAM I ....................................................................................... 45

3.1. Davranışçı Ekole Genel Bakış ........................................................................... 51

3.2. Davranışçılığın Başlangıcı: Pavlov ve Thorndike ............................................. 53

3.2.1. İvan P. Pavlov ve Klasik Şartlanma ............................................................ 53

3.2.2. Edward L. Thorndike ve Bağlaşımcılık ...................................................... 57

4. DAVRANIŞÇI KURAM II...................................................................................... 67

4.1. John B. Watson.................................................................................................. 73

4.2. Burrhus F. Skinner ve Edimsel Koşullanma ..................................................... 76

4.3. Clark Leoanard Hull ve Sistematik Davranışçı Kuram ..................................... 81

5. DAVRANIŞÇI KURAM III -DAVRANIŞÇILIK ÜZERİNDE BİLİŞSEL

ETKİLER: EDWARD C. TOLMAN, ALBERT BANDURA VE JULİAN ROTTER- ......... 89

5.1. Edward C. Tolman ve İşaret Gestalt Kuramı .................................................... 95

5.2. Albert Bandura ve Sosyal Öğrenme Kuramı ..................................................... 97

5.3. Julian Rotter ve Denetim Odağı Kuramı ......................................................... 106

6. GESTALT KURAMI I........................................................................................... 113

6.1. Gestalt Kuramı’nın Doğuşu ve Gelişimi ......................................................... 119

6.2. Gestalt Kuramı’nın İlkeleri.............................................................................. 121

6.3. Algısal Örgütleme İlkeleri ............................................................................... 121

7. GESTALT KURAMI II ......................................................................................... 130

Page 5: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

III

7.1. Koffka ve Davranışın Belirleyicileri ............................................................... 136

7.2. Köhler ve İçgörüsel Öğrenme ......................................................................... 137

7.3. Wertheimer ve Üretici Düşünme ..................................................................... 139

7.4. Kurt Lewin’in Alan Teorisi ............................................................................. 141

8. PSİKANALİTİK KURAM I .................................................................................. 151

8.1. Psikanalitik Teoriye Genel Bakış .................................................................... 157

8.2. Sigmund Freud ve Psikanalitik Teori .............................................................. 159

8.2.1.Psikanalitik Görüşün Temel İlkeleri .......................................................... 160

8.2.2. Psikanalitik Davranış Değiştirme / Tedavi Yöntemi ................................ 168

8.3. Psikanalitik Kuramın Değerlendirilmesi ......................................................... 168

9. PSİKANALİTİK KURAM II................................................................................. 175

9.1. Yeni Freudcular: Ego Kuramları ..................................................................... 181

9.2. Anna Freud ...................................................................................................... 181

9.3. Melanie Klein ve Nesne İlişkileri Kuramı....................................................... 186

9.4. Heinz Kohut ve Kendilik Psikolojisi ............................................................... 190

10. PSİKANALİTİK KURAM III - PSİKANALİZDE SOSYAL PSİKOLOJİ ETKİSİ

................................................................................................................................................ 202

10.1. Carl Jung........................................................................................................ 208

10.2. Alfred Adler................................................................................................... 214

10.3. Karen Horney ................................................................................................ 218

11. HÜMANİSTİK KURAM I .................................................................................. 227

11.1. Hümanistik Kuramın Doğuşu ........................................................................ 233

11.2. Hümanistik Kuramın ilkeleri ve Temel Görüşleri ......................................... 234

11.3. Fenomoloji..................................................................................................... 235

11.4. Hümanistik Görüşün Genel Değerlendirilmesi ve Eğitim Anlayışı .............. 236

12. HÜMANİSTİK KURAM II ................................................................................. 242

12.1. Abraham Maslow .......................................................................................... 248

12.1.1. İhtiyaçlar Hiyerarşisi............................................................................... 250

12.1.2. Maslow’a Göre Kendini Gerçekleştirme ................................................ 254

12.2. Carl Rogers .................................................................................................... 255

12.2.1. Benlik Kuramı......................................................................................... 256

12.2.1. Kendini Gerçekleştirme .......................................................................... 258

13. BİLİŞSEL KURAM I........................................................................................... 264

13.1. Bilişsel Psikoloji ............................................................................................ 270

Page 6: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

IV

13.2. Bilişsel Kuramın Doğuşu ve Gelişimi ........................................................... 271

13.3. Bilişsel Kuramın Temel Varsayımları ........................................................... 277

13.4. Bililişsel Kuramın Temel Kavramları ........................................................... 277

13.5. Bilişsel Psikolojide Yönelimler ..................................................................... 278

13.6. Bilişsel Psikolojinin Kurucuları: George Miller ve Ulric Neisser ................. 279

13.6.1. George Miller .......................................................................................... 279

13.6.2.Ulric Neisser ............................................................................................ 281

14. BİLİŞSEL KURAM II ......................................................................................... 287

14.1. Bilgisayar Metaforu ....................................................................................... 293

14.2. Bilgiyi İşleme ve Bilgisayarlar ...................................................................... 294

14.3. Bilgiyi İşleme Modeli .................................................................................... 294

KAYNAKÇA ............................................................................................................. 302

Page 7: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

V

YAZAR NOTU

Kitabınız içindeki kuramlara ilişkin bölümleme sizlerin haftalık olarak konuları daha iyi

anlamanıza ve çalışabilmenize yönelik yapılmıştır. Örneğin; Davranışçı Kuram, “Davranışçı lık

I, Davranışçılık II ve Davranışçılık III” şeklinde üç bölümde işlenmiştir. Akademik literatürde

ise örneğimizdeki “Davranışçı Kuram” ve bu kuramsal anlayışa sahip kuramcıların görüşle r i

tek bir ana bölüm içerisinde yer almaktadır.

Page 8: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

1

1. BİR BİLİM DALI OLARAK PSiKOLOJİ

Page 9: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

2

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

1.1. Bir Bilim Dalı Olarak Psikoloji

1.2. Psikolojinin Amaçları ve İşlevi

1.3. İnsan Davranışlarının Farklı Bakış Açıları ile Açıklanması

Page 10: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

3

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Psikoloji nedir ve psikolojinin araştırma konusu nedir?

2) Psikolojinin bir bilim dalı olarak insan yaşamına yönelik hedefleri ve katkıları

nelerdir?

3) Psikoloji bir bilim dalı olarak insan davranışlarını nasıl açıklamaktadır?

4) Psikolojinin bir bilim dalı hâline gelme süreci hangi aşamalarla gerçekleşmiştir?

Page 11: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

4

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya geliştirileceği

Bir Bilim Dalı Olarak Psikoloji Psikoloji biliminin

insaoğlunun

yaşamındaki önemini

kavrayabilmek

Psikoloji biliminin

konusunu ve çalışma

alanını açıklayabilmek

Literatür taraması, gözlem ve

inceleme yapılarak

geliştirilecektir

Psikolojinin Amaçları ve İşlevi

Psikoloji biliminin

amaçlarını

sıralayabilmek

Psikoloji biliminin

amaç ve işlevlerini

açıklayabilmek

Literatür taraması, gözlem,

inceleme sonucunda olay ve

olgulara ilişkin analiz ve

sentez yaparak

geliştirilecektir.

Psikolojinin İnsan Davranışlarını

Değerlendirme Biçimi

İnsan davranışlarına

ilişkin farklı bakış

açılarını

sıralayabilmek

Farklı psikoloji

ekolleri açısından

insan davranışlarını

açıklayabilmek

Literatür taraması, gözlem ve

inceleme yapılarak

geliştirilecektir

Page 12: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

5

Anahtar Kavramlar

Psikoloji

Psikolojinin amaçları - işlevleri

Tanımlama

Açıklama

Tahmin

Kontrol

Davranışsal bakış açısı

Psikanalitik bakış açısı

Bilişsel bakış açısı

Page 13: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

6

Giriş

Bellek, öğrenme, motivasyon, algı, rüyalar, normallik ve anormallik gibi günümüzde

psikoloji alanında çalışan uzmanların ilgi alanındaki konular, MÖ 4 ve 5. yüzyıllara dek uzanan

dönemlerde de Platon, Aristo ve diğer birçok Yunan düşünürün merak konusu olmuştur.

Bu durum psikoloji alanında geçmiş ve şimdiki zaman arasında var olan bir sürekliliği

göstermektedir. Buna rağmen psikoloji en yeni disiplinlerden biridir. Bir paradoks olarak

nitelendirilebilecek bu durum 19. yüzyıl psikologlarından Ebinghaus tarafından “Psikoloj i,

uzun bir geçmişe fakat kısa bir tarihe sahiptir.” şeklinde açıklanmıştır.

Page 14: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

7

1.1. Bir Bilim Dalı Olarak Psikoloji

Gündelik hayatın içerisinde birçok insan kendi düşüncelerini, duygularını ve bir

davranışı neden yaptığını anlamaya çalışmaktadır. Bu sorgulama kimi zaman yalnızca kendi

kendini analiz edip çalışmalarını yönlendirebilmek kimi zaman ilişkilerine yön verebilmek için

olabildiği gibi kimi zamanda başkaları ile ilişkilerinde diğerlerinin nasıl düşündüğünü, nasıl

hissettiğini ve neden davranışlarının kendinden farklı olduğunu anlamaya yönelik olmaktadır.

Bir başka deyişle insanlar düşünmekte, hissetmekte ve çeşitli hareketler yapmaktadırlar. Bu

üçlü dinamiği analiz ederek değerlendirebilmek hayatlarını şekillendirebilmede onlara yol

gösterici olmaktadır. Bu süreç gündelik hayat içerisinde bilimsel bir nitelik taşımamakla birlikte

bilimsel süreçlerin bir kısmını da içermektedir. Çünkü insanlar kendilerini ve başkalarını

gözlemlerler, kendileri, başkaları ve içinde bulundukları çevre hakkında bilgi toplarlar, elde

ettikleri bilgileri mümkün olduğunca objektif olmaya çalışarak gözden geçirir ve yaşamlarının

içinde uygulayarak doğruluklarını test etmeye çalışırlar. Bu açıdan bakıldığında psikoloji

alanında çalışan uzmanlar gibi davrandıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla psikoloji bilimini,

bireyin davranışlarını ve bu davranışları etkileyen değişkenleri inceleyerek onu anlamaya ve

tanımlamaya çalışan bilim dalı olarak tanımladığımızda, insanların gündelik hayatının hemen

hemen her yönüne etki ettiğini görebilmekteyiz. Psikoloji kişinin kendisini, diğerlerinin

tanıması ve buna bağlı olarak sağlıklı insan ilişkileri geliştirebilmesi için incelemeler ve

araştırmalar yapmaktadır. Bu araştırmalar onun davranışları üzerinde yoğunlaşmaktadır.

Psikoloji daha çok insanı konu edinir. Yani psikolojinin öznesi genellikle bireydir.

Birey döllenme sürecinden ölümüne kadar tüm gelişim süreçlerinde bazen laboratuvar

ortamında bazen doğal ortamda inceleme ve araştırmaların konusunu oluşturur (Gerring;

Zimbardo, 2012, s.2; Arkonanç, 2005, s.1).

Bununla birlikte insan üzerinde inceleme ve araştırma yapma ile ilgili etik ilkeler

doğrudan insan üzerinde araştırma yapmayı kısıtladığı için insan davranışlarının yanı sıra

hayvan davranışları da inceleme konusu olmuştur. Ayrıca psikolojinin ilk dönemlerinden

itibaren hayvan davranışları ile ilgili çalışmalar insan davranışlarını anlamada örneğin, koşullu

öğrenme süreçleri gibi ciddi katkılar sağlamıştır (Arkinson&Atkinson; Richard; Smith; Dary;

Hooksema; Nolen, 2010, s.3)

Page 15: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

8

PSİKO + LOJİ = PSİKOLOJİ

(psyche) + (logos)

Psikolojiye dair ilk izler başta Aristo olmak üzere eski Yunan filozoflarının yaşamın

doğasına dair bıraktıkları yazılara dayanıyor.

Aristo’nun psyche yani psiko kavramıyla hayatın özüne gönderme yapmasından sonra

terim Yunancaya zihin anlamında kazandırılmıştır.

Psikoloji kavramı ise, işte bu psiko terimiyle, Yunancada bilim anlamına gelen loji

teriminin birleşimiyle ortaya çıkıyor. Yani ZİHİN BİLİMİ!

Psikoloji, davranışların bilimsel incelemesidir. Bu tanım, psikolojinin bilimsel yönüne

ve davranışlara ağırlık vermektedir.

Psikolojinin verilerinin kabul edilebilmesi için “bilimsel temellere dayanması”

gerektiği gerçeğini göz ardı edemeyiz. Bu doğrultuda psikolojinin bilimsel yönü, psikolojik

sonuçların bilimsel yöntemlere uygun kanıtlarla ortaya çıkarılması gerektiğini göstermektedir.

Bilimsel yöntem objektif veri toplanması ve yorumlanması için kullanılan, hata ihtimalini

azaltıp güvenilir genellemelere ulaştıran yöntemler bütünüdür Arkinson&Atkinson; Richard;

Smith; Dary; Hooksema; Nolen, 2010, s.7).

Bu yöntem, objektif olarak toplanmış veriler ışığında, problemlerin analizi ve

çözümlenmesi ile elde edilen sonuçları gerçekler olarak kabul ederek birtakım

değerlendirmelerde bulunmayı içermektedir (Davidoff,1981, s.4; Myers,2103,s.4).

Davranış basit anlamda çevreye uyum sağlama yollarını içeren hareketlerdir.

Psikolojinin konusu davranışları gözlenebilen insanlar ve hayvanlar oluşturmaktadır. Örneğin,

gülümseme, ağlama, koşma, konuşma ve dokunma gibi. Davranışlar çok basit gibi algılansa da

kompleks bir dinamiği ifade etmektedir. Düşünceler, düşüncelere eşlik eden duygular ve

çoğunlukla dışarıdan gözlemleyebildiğimiz hareketler davranışın üç yönünü oluşturmaktad ır.

Page 16: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

9

Bir başka ifade ile davranış zihinsel, duygusal ve psikomotor tavır alış olarak ele alınmaktad ır

(Bernstein; Roy; Srull,1991,s 4-5).

Davranış, bir kişinin dışarıdaki diğer insanlarca da doğrudan doğruya

gözlemlenebilecek ve gözlenemeyen tüm eylemleridir.

Örneğin;

Yürümesi

Konuşması

Yüz ifadeleri

Duygu ve düşünceleri

Davranışın bilişsel yönü algılama, hatırlama ve düşünme gibi süreçlerle ilgilid ir.

Davranışın bu yönü, çoğu zaman dışarıdan gözlenemeyebilir, ancak davranışları kuvvetle

etkileyen ve şekillendiren bir özelliğe sahiptir.

Davranışlarımızın duyuşsal yönü ise duygularımızla yani sevinç, mutluluk, kaygı, öfke

vb. heyecansal tepkilerle ilgilidir. Her davranışın duyuşsal boyutu olmasa da duyuşsal

davranışlar, insan yaşamında bilişsel özellikler kadar etkilidir. Çoğunlukla davranışlar ın

duyuşsal yönü sözel veya sözel olmayan yollarla ifade edilmektedir.

Davranışlarımızın psikomotor boyutu, davranışın bilişsel ve duyuşsal yönüyle tutarlı

olarak ortaya çıkan bedensel hareketlerdir. Psikomotor davranışlar bilişsel ve duyuşsal olanlara

göre daha kolay gözlenebilmekte ve ölçülebilmektedir (Papillia; Olds; 1998,s.6; Plotnik,2009,

3-6).

Günümüzde davranışın zihinsel yönlerine dikkat çekebilmek için psikolojinin “zihinse l

süreçlerin incelenmesi” şeklinde açıklandığını görmekteyiz. Çünkü insanın gözlenebil ir

hareketleri üzerinden insanı tanımaya çalışmak yeterli olmamaktadır. Çünkü zihinsel süreçler i

ve insan zihninin çalışma şeklini anlamadan insan davranışlarının anlaşılmasının mümkün

olmadığı görülmektedir. Düşünme, planlama, usavurma, yaratma ve hayal etme gibi birçok

insan aktivitesi bireyseldir ve doğrudan dışarıdan gözlenemeyen süreçlerdir (Myers, 2013, s.4-

6; Davidoff; 1981, s.5; Woolfolk, 2007, s.5).

Page 17: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

10

Psikoloji: Davranış ve zihinsel işleyişlerin bilimidir.

Psikoloji tanımında üç anahtarımız var:

1) Bilim

2) Davranış

3) Zihinsel işleyişler

Psikoloji alanının her bir alt dalı, insan yaşamını etkileyen temel bir konu alanı

üzerinden derinlemesine inceleme ve araştırma yapmak suretiyle “insan davranışlarının” bir

bütün olarak psikolojinin gelişimine ve amaçlarına ulaşmasına yardımcı olur.

1.2. Psikolojinin Amaçları ve İşlevi

Bu alanda çalışan uzmanlar tıpkı diğer bilim alanlarında olduğu ilk olarak varolan bir

olayın, olgunun, problemin ne olduğunu tanımlamaya çalışırlar. Daha sonra tanımlanan bu

durumun detaylı, derinlemesine açıklamasının ardından gelecek ile ilgili tahminler, varsayımla r

üreterek bu doğrultuda neler yapılabileceğine ilişkin değerlendirmelerini belirtirler. Bu

değerlendirmeler, ileriki dönemlerde benzer durumlarda olgu ya da durum meydana gelmeden

ya da meydana geldiği sırada nelerin yapabileceğini ilişkin görüşlerle var olan dinamiğin

kontrolünü içerir. Bu doğrultuda psikoloji bilimi, insan davranışlarını tanımlayarak

açıklamakta, ileriye dönük tahminlerde bulunarak bu davranışların insan yaşamının sağlık lı

devamı açısından kontrolünü hedeflemektedir.

Page 18: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

11

Tanımlama, Ne Olduğunu Ortaya Koyma

Tanımlama; genel olarak bir kavramı bütün ögeleri ile eksiksiz anlatmak, özel ve

değişmez niteliklerini sayarak bir kimseyi veya nesneyi tanıtmak, tarif etmek olarak ifade

edilebilir. Bir varlığın, bir kavramın ne olduğunun, ne anlama geldiğinin, tüm özelliklerinin,

onu benzerlerinden ayıran yönlerinin belirtilmesi sürecidir. Diğer bir ifadeyle tanımlaması

yapılan varlığı, diğerlerinden ya da tanınmayanlardan ayırt etmek, onun sınırlarını belirlemek

gerekmektedir. Psikoloji bilimi de insan yaşamı ve dinamikleri ile ilgili her bir olayı, olguyu

öncelikle tanımlamaya çalışmaktadır (Polotnik, 2009, s.4). Örneğin insanın gelişim ini

döllenmeden ölüme kadar olan süreç olarak ifade ettiğinizde, bu süreç içinde bebeklik dönemini

çocukluktan, çocukluğu ergenlikten, ergenliği genç yetişkinlikten ayıran temel özellikleri ayırt

edebilmek için her bir dönemin özelliklerinin eksiksiz ifade edilmiş olması gerekmektedir.

Duygusal olarak içe kapanık bir bireyi tanımladığınızda “içe kapanık” özellikler ini

belirtebilmek gereklidir. Bir başka ifade ile örneklerimizden hareketle çocukluk döneminde

bireyin davranışları ile ergenlik dönemindeki bireyin davranışlarının neler olduğunu,

birbirlerinden zihinsel, duygusal sosyal açıdan farklılıklarını, içedönük bireyin kendisi ve diğer

insanlarla ilişkilerinde gösterebileceği davranışsal ifadeleri anlayabilmeliyiz. Gündelik hayat

içerisinde en çok kullanılan normallik ve anormallik kavramları üzerinde duruyorsak,

normalliğin ölçüsü ya da kriteri olan davranışları, normallikten uzaklaşıldığının belirtisi olan

davranışları tanımlayabilmeliyiz.

Bu nedenle psikoloji öncelikle bir olayın, bir olgunun dinamiklerini objektif bilgi

toplama yöntemleri ve analizleri sonucunda ortaya koymaktadır. Bu süreç olayın ya da olgunun

objektif kriterlere uygun olarak gözlemlenmesi ve hakkında veri toplanması ile başlayıp,

verilerin örneklemden evrene genellenebilecek şekilde toplanarak değerlendirilmesi ve doğru

analiz yöntemlerini kullanılmasının ardından, bir yargıya varılmasına kadar süren birçok

yöntemi içermektedir. Bireyin özelliklerine ilişkin her bir tanımlama kimi zaman çok basit kimi

zaman kompleks farklı düzeyde analizleri gerektirebilir. Bu süreçteki dikkat edilecek nokta

subjektif bakış açısından uzaklaşarak “objektif” kriterler doğrultusunda özellikler i

vurgulayabilmektir (Gerring; Zimbardo, 2012, s.3; Arkonanç, 2005, s.24; Davidoff, 1981, s.4).

Page 19: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

12

Açıklama

Bir olay, olgu ya da kavramı tanımlamanın ötesinde daha iyi anlaşılması için yapılan

detaylı bilgileri içeren yöntemdir. Tanımlama, objektif gözlemlerden oluşan veriler in

değerlendirilmesi sonucu oluşurken bir konuya ilişkin açıklama daha detaylı, derinlemes ine

incelemelerden oluşmaktadır. Psikoloji, insanın zihinsel ve davranışsal süreçlerinin nasıl

gerçekleştiğine dair daha kapsamlı açıklamalar yapmaya çalışmaktadır. Bu açıklamala r,

davranışın ve zihinsel süreçlerin birçok faktörün etkisi ile oluştuğunu ortaya koyacak şekildedir

(Gerring; Zimbardo, 2012, s.4; Myers, 2013, s.5; Papilla; Olds, 1998, s.4; Davidoff, 1981, s.2).

Örneklerimizden yola çıkarsak, çocukluk ve ergenlik dönemlerinin birbirinden ayıran temel

özellikleri tanımlamış olmanız, çocukluk ve ergenlik dönemlerinde meydana gelen gelişimler in

ve farklılaşmaların hangi dinamikler sonucu o şekilde olabileceğini açıkladığınız anlamına

gelmemektedir. Her birey dönemlerin temel özelliklerini yaşasalar bile kalıtımsal ve çevresel

faktörlerden dolayı dönemlerde farklı davranışlar gösterebilirler. Bazı çocuklarda görülen

içedönüklük aile içindeki tutumlarla açıklanabildiği gibi okul ortamındaki dinamiklerle de

açıklanabilir ya da huy- mizaç gibi kalıtımsal, anne babadan geçen davranış özellikleri de

açıklanabilir. Bu açıklamalar, farklı durumlarda çocukların içedönüklük davranış özelliğinin

ortaya çıkması ile ilgili gözlemlerden öte detaylı inceleme ve araştırmaların sonucunda ortaya

konulur. Keza ergenlik dönemini bazı gençlerin daha sakin geçirirken bazılarının inişli çıkışlı

ve zor duygusal yaşantılarla atlatmasına ilişkinde otoriter ebeveyn tutumları ile ilgili bir

açıklama getirilebileceği gibi farklı arkadaş çevresine uyum sorunları ile de açıklamak

mümkündür. Bu farklı davranışların hangi şartlar altında görülebileceğine dair yapılan

açıklamalar, psikoloji alanında çalışan uzmanlar açısından davranışın birçok farklı

kombinasyon sonucunda oluştuğu gerçeğine göre yapılmaktadır.

Ayrıca, birtakım açıklamalar sebep - sonuç ilişkilerini vurgulayan nitelikte olabild iği

gibi (Örneğin Freud’un yetişkin davranışlarının çocukluk döneminde, özellikle 0-5/6 yaşlarda

yaşananlarla ilişkisini vurgu yapan deterministik açıklamaları) birtakım açıklamalar da var olan

araştırmalardan elde edilen verilerin sentezi niteliğinde olabilir. Freud’un ekolünden yetişerek

kişilik gelişimine dair kendi psikososyal kişilik kuramını ortaya kuran Ericson’da olduğu gibi.

Ericson, Freud’un cinsellik ve saldırganlık dürtüleri ile çocukluk döneminin kişiliği n

oluşumundaki etkisini çok fazla dikkate alırken yaşam boyunca girilen sosyal çevrelerin

etkisini dikkate almadığını belirtmiştir. Bu doğrultuda kendi teorisini yapılandırmıştır. Kısacası

kişilik gelişimine dair Ericson’un açıklamaları, kendinden önceki kuramcının kuramsal bakış

açısının iyi bir sentezi ve kendi inceleme araştırmalarının birleşiminin sonucudur.

Dolayısıyla her türlü insan davranışının nasıl gerçekleştiğini anlama çabalarının

sonucunda daha detaylı açıklamalara gereksinim duyulmaktadır. Bu açıklamalar kimi

durumlarda çeşitli faktörlerin davranış üzerindeki çoklu etkisini göstermeye yönelik olabileceği

gibi kimi durumlarda var olan bilgilerin yeniden değerlendirilmesi sonucu da olabilir.

Sonuç olarak psikoloji bilimi, farklı davranışlara net açıklamalar geliştirmeyi

amaçlamaktadır.

Page 20: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

13

Daha sonraki bölümlerde işlenecek olan her bir teori, kendi kuramsal anlayışlar ı

doğrultusunda bireylerin davranışlarına açıklama getirecektir.

Tahmin: Ne olacağını yordama

Araştırma ve incelemeler sonucunda elde edilmiş bilgiye dayanılarak yapılan çıkarımla r

doğrultusunda belirli şartlar ve ilişkilerde neler olabileceğine ilişkin yapılacak açıklamalara

tahmin adını vermekteyiz. Tahminlerin bilimsel yöntemlerle yani belirli yöntemlerle elde

edilmiş bilgilere dayanması gerekmektedir.

Herhangi bir davranışa ilişkin yapılan detaylı, net açıklamalar farklı durumlarda o

davranışın nasıl değişebileceği ya da nasıl gerçekleşebileceği konusunda yordama yapmayı

sağlamaktadır (Gerring; Zimbardo, 2012, s.4; Myers, 2013, s.5; Papilla; Olds, 1998, s.4;

Davidoff, 1981, s.2). Tanımlama ve açıklama ile ilgili örneklerimize dönersek, çocukluk

döneminde sınıf ortamında sosyalleşme sorunları yaşayan bireylerin ergenlik döneminde çok

daha fazla içe dönük ya da diğer uçta- sosyalleşeme sorununa bağlı olarak- davranış la r

gösterebileceği söylenebilir. Çocukluk döneminde başarı duygusu zedelenmiş bireyler in

kendileri ile ilgili aşağılık komleksi ve yetersizlik algısına sahip olabileceğini, ergenlik

döneminde otorite figürü olan ebeveynin aşırı baskıcı davranışlarının ergenlikte ters kimlik

gelişimine neden olabileceği söylenebilir. Örneklerde hangi durumlarda nasıl davranışlar ın

görülebileceğine ilişkin tahminler yer almaktadır. Bu tahminlerin belirli bilgiler doğrultusunda

belirli durumlara ilişkin olasılıklarla ifade edilmiş olduğu görülmektedir. Tahminlerin yeterince

delil, veri olmadan yapılması durumunda kabul edilmemesi gerektiği açıktır, aksi takdirde

geçerliliği olmayacaktır.

Kontrol: Ne olduğunu kontrol etmek

İnsan davranışlarını kontrol edebilmek psikoloji alanının en önemli hedeflerindend ir.

Eğer elde ettiğiniz bilgileriniz doğrultusunda bir davranışın hangi şartlarda ortaya

çıkabileceğine ilişkin tahminleriniz varsa o davranışı nasıl kontrol edebileceğinize ilişk in

yöntemler de geliştirebilirsiniz. Bir başka ifade ile davranışı kontrol edebilirsiniz; davranış

istenmeyen bir davranış ise davranışın ortaya çıkmasını engelleyebilir, durdurabilir, istenen bir

davranış ise ortaya çıkmasını istediğiniz koşul ve şartta istediğiniz şekilde sağlayabilirsiniz.

Kısaca kontrol, davranışı ortaya çıkarmak veya çıkarmamaktır ; başlatmak, devamlılığını

sağlamak, durdurmak, özelliklerini-niteliğini- niceliğini etkilemek, oluş sıklığını belirlemek vb.

davranışa ilişkin dinamikleri istenilen ya da beklenilene uygun hâle getirebilmektir (Gerring;

Zimbardo, 2012, s.4; Myers, 2013, s.5; Papilla; Olds, 1998, s.4; Bernstein; Roy; Srull, 1991,

s.5; Davidoff, 1981, s.2.).

Davranışı kontrol edebilmek psikolojinin en önemli amaçlarından biridir. Çünkü bu

kontrol uzmanların insanlara, hayat kalitelerini geliştirebilmeleri ve sağlıklı yaşayabilmeler i

adına yardım etmelerini sağlamaktadır. Bir öğrencinin ders çalışmasını engelleyen

davranışlarını (örneğin dikkatinin çabuk dağılması) kontrol edebilirseniz, öğrencinin daha

verimli çalışmasını sağlayabilirsiniz. Aile bireylerinin birbirlerine karşı kötü muameler ini

kontrol edebilirseniz, aile içi şiddet davranışları azalabilir. Öğrencilerin birbirlerine karşı

Page 21: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

14

gösterdiği zorbalık olarak adlandırılan şiddet içeren davranışlarını engelleyebilirseniz, sağlık lı

arkadaşlık ilişkileri içinde gelişen ve bu gelişmeyi yetişkinlik dönemindeki kişiler arası

ilişkilerine taşıyabilen bireyler yetiştirmiş olursunuz.

1.3. İnsan Davranışlarının Farklı Bakış Açıları ile Açıklanması

Psikolojide olay ve olgular farklı açılardan ele alınabilmektedir (Arkinson & Atkinson;

Richard; Smith; Dary; Hooksema; Nolen, 2010, s.3). Bir olay ya da olgunun farklı açılardan

değerlendirilişi, o olay ya da olguyu hangi boyutlardan, ne tür bilgileri değerlendirerek

tanımladığınız ve açıkladığınız ile ilgilidir (Gerring; Zimbardo, 2012, s.7; Myers, 2013, s.8;

Papilla; Olds, 1998, s.5; Bernstein; Roy; Srull, 1991, s.7; Davidoff, 1981, s.4.).

Evinizde ailece bir filmi izlediğinizi varsayalım. Filme dair aile bireyleri sohbet etmeye

başladığında, her bir aile bireyinin filmi farklı açılardan değerlendirerek yorum yaptığını

görebilirsiniz. Hâlbuki hepiniz aynı filmi, aynı ortamda beraber seyretmişsinizdir. Filme ilişk in

babanızın yorumu annenizinkinden, annenizinki sizinkinden farklı olabilir ya da aralarında

benzerlikler de olabilir. Filme ilişkin yapılan bu yorumların hiçbiri yanlış değildir sadece filmi

her birey farklı bilgiler ve bakış açıları ile analiz etmiştir. Ayrıca her bir bireyin yorumu filmin

çok daha iyi anlaşılmasını sağlamıştır.

Başka bir örnek olayı iş ortamına ilişkin kurgulayalım: Üst yöneticiniz ile birlikte aynı

konumdaki iki arkadaşınızın da bulunduğu ürün geliştirme toplantısında olduğunuzu

varsayalım. Üst yöneticiniz her birinizden pazardaki payın artmasına yönelik olarak elinizdek i

ürünle ilgili yenilikler yapmanızı istemiş olsun. Ürün ile ilgili pazarda benzer ürünler de olduğu

için ürününüzde en az maliyetle en üst düzeyde farklılık yaratmanız beklenmektedir. Bu amaçla

yapılan toplantıda, ürüne talep oranının artmasına yönelik üründe yapılacak değişikliklerle ilgili

muhtemelen en az üç farklı fikir ortaya çıkacaktır. Bu fikirlerin hiçbiri temel olarak kötü

değildir sadece olayın farklı değerlendirilmesinin sonucudur. Sizler bu fikirler içinden olayla

ilgili en etkili çözümü getiren fikri belirli koşullara bağlı kalarak seçebilirsiniz.

Gündelik hayatımızda bu ve benzeri örnekleri birçok kez yaşıyoruzdur. Kimi zaman bir

konunun öğreniminde ya da uygulanmasında kimi zaman alışverişte hatta bir yemeğin tadı ile

ilgili bile olabilir.

Bu bağlamda “Psikoloji, olay ve olguları farklı bakış açılarından ele alabilmektedir.”

ifadesi ile psikolojideki farklı ekollerin bakış açıları ile olayların değerlendirilmes ini

kastetmeyiz. Kitabımız boyunca ele alınan farklı teorilerin insana bakış açılarını ve bu

bağlamda insan davranışlarını anlayıp kontrol edebilmek adına savundukları yöntemler i

işleyeceğiz. Bu sürecin sonunda psikolojinin amaçları ve işlevleri -tanıma, açıklama, tahmin ve

kontrol- doğrultusunda her bir bakış açısının olay ve olguları nasıl değerlendirdiğine ilişk in

“bütünsel bir anlayışa” sahip olmamız gerekmektedir.

Bu bağlamda psikolojik açıdan bir davranışı, olayı veya olguyu psikolojideki başlıca

yaklaşımlar ve bakış açıları ile değerlendirmeye çalışacağız (Myers, 2013, s.9-11.; Gerring;

Page 22: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

15

Zimbardo, 2012, s.8-10; Plotnik, 2009, s.4-10; Arkonanç, 2005, s.26-10; Hjelle; Zeigle, 1987,

s. 2-4)

1. Biyolojik yaklaşım: Bu yaklaşım genlerin, hormonların özellikle beynin ve sinir

sisteminin davranışlar üzerindeki etkisini incelemektedir. Bu dinamiklerin birbirleri ile

etkileşimlerinin insan davranışlarını nasıl etkilediğini anlamaya çalışmaktadır. Psikobiyologla r

(biyolojik yaklaşımı benimseyen psikologlar), beynin işleyişi ve sinir sistemi ile ilgili farklı

araştırma teknikleri kullanabilirler. Örneğin beyin dalgalarının görüntülenmesi, beyinde çeşitli

durumlarda oluşan elektiriksel ve kimyasal değişiklikleri tespit etme gibi. Yaklaşım genel

olarak davranışların ve zihinsel süreçlerin temelini oluşturan nörobiyolojik süreçler i

belirlemeye ve bu doğrultuda davranışların kontrolünü sağlamaya yönelik bilimsel sonuçlar

ortaya koymaya çalışmaktadır.

2. Davranışçı yaklaşım: Bu yaklaşım, gözlenebilir davranışların ortaya çıkış

dinamiklerine ve nasıl kontrol edilebileceklerine ilişkin görüşler ileri sürmüştür. Davranışlar ın

çevresel etkenler tarafından nasıl kontrol edilebildiğini incelemişlerdir. Davranışlar ı

açıklayabilmek için hayvanlar üzerinde deneyler yapmışlardır. Çalışmalarında genel olarak

insan ve hayvanı “organizma” kavramı ile ifade etmişlerdir. Deneyleri sonrasında kontrol

edilebilir bir çevrede, ödül ve cezalarla davranışların değişebileceğini savunmuşlardır.

3. Psikanalitik yaklaşım: İnsan davranışlarının çocukluk dönemindek i

karşılanmamış dürtülerin yaratmış olduğu engellenme duygusunun bastırılması sonucu

oluştuğunu ileri sürmüştür. Çocukluk dönemindeki olumsuz yaşantıların telafi edilemez

sonuçlarına vurgu yaparak insan davranışlarının bilinçdışı süreçlerle kontrol edildiğini

savunmuştur.

4. Bilişsel yaklaşım: İnsan davranışlarının zihinsel süreçlerle açıklanabileceğini

savunarak düşünce, dikkat, algılma, hatırlama, akıl yürütme, problem çözme gibi zihinse l

süreçlere dikkat çekmişlerdir. Bilginin bilgisayarlarda olduğu gibi insan beyni tarafından

işlemlerden geçirilerek dönüştürüldüğünü savunmuşlardır.

5. Hümanistik yaklaşım: İnsan özünde iyi, kendini gerçekleştirme potansiyeli olan

gelişmeye ve değişmeye açık bir varlıktır. İnsanın davranışları ise onun çevresini algılamasının

sonucu gelişen yorumudur. Dolayısıyla yaklaşım, insanın davranışlarının onun öznel

yorumundan bağımsız değerlendirilemeyeceği görüşünü savunmaktadır. İnsan değerli ve

biricik olan bir varlık olarak olayları, olguları yani çevresini nasıl algılıyorsa öyle

davranacaktır.

6. Evrimsel yaklaşım: Yaklaşım modern psikoloji ile Darwin’in evrim teorisindek i

doğal seleksiyonu birleştirerek davranışları açıklamaktadır. Darwin’in teorisi çevrelerine uyum

sağlamış organizmaların, uyum sağlayamanlara nazaran üremeye daha yatkın ve başarılı

oldukları görüşünü savunurken psikoloji evrimsel bakış açısı ile zihinsel yeterliliklerin de

fiziksel yeterlilikler gibi yüzyıllar içinde geliştiğini vurgulamaktadır.

Page 23: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

16

7. Sosyokültürel yaklaşım: Bu yaklaşım, kültürel ve etnik benzerlikler ile

farklılıkların bireylerin psikolojik ve sosyal yaşantısı üzerindeki etkisini incelemektedirler.

Farklı Yaklaşımların Bakış Açılarının Karşılaştırılması (Gerring; Zimbardo, 2012, s.8-10.)

Bakış Açısı Araştırma Odağı (Problem) Araştırma Konuları

Biyolojik Beyin ve sinir sistemi Davranışların biyokimyası ve

zihinsel süreçler

Davranışsal Belirli, gözlenebilir açık

tepkiler

Davranışlar, davranışın

belirleyicileri/ başlatıcıları ve

sonuçlarının etkisi

Psikodinamik Bilinçdışı etkenler, engelleme

ve çatışmalar

Davranışın bilinçdışı istekleri

Bilişsel Zihin süreçleri, dil Davranışsal belirleyicilerle

zihinsel süreçlerin açıklanması

Hümanistik İnsan deneyimi ve potansiyeli Yaşamsal ihtiyaçlar, değerler,

hedefler

Evrimsel Gelişmiş psikolojik uyum

süreçleri

Evrimleşmiş uyum süreçleri

açısından zihinsel dinamikler

Sosyokültürel Kültürlerarası tavır ve

davranış şekilleri

İnsan deneyiminin evrensel ve

kültürel yönleri

Şimdi bu yaklaşımları aşağıda veilen bir gazete haberi üzerinden tekrar gözden

geçirelim:

5 yılda 802 kadın aile içi şiddet sonucu öldü

Kadına şiddet, Türkiye’nin önemli sorunlarından biri olmayı

sürdürüyor. Alınan önlemler şiddet verilerini azaltsa da, aile içi

şiddet yüzünden her yıl yüzlerce kadın hayatını kaybediyor. Bu yıl

28 bin kadın, şiddete maruz kaldı. Son 5 yılda 802 kadın, aile içi

şiddet sonucu yaşamını yitirdi. 4 bin 500’ü için de koruyucu ve

önleyici tedbir alındı (www.ntvmsnbc.com).

Birleşmiş Milletler Dünya Kadınları 2010 Raporu’na göre ise Danimarka’da kadınlar ın

%27’si, Almanya’da %25’i, Norveç’te %22’si hayatlarının bir döneminde fiziksel veya cinsel

şiddet mağduru olduğunu dile getiriyor.

Page 24: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

17

Dünya Sağlık Örgütü’nün tespitlerine göre, cinsel şiddet dünya genelinde en yaygın

şekilde kadınlara yönelik uygulanıyor.

Yapılan uluslararası araştırmalar, dünyada kadınların yaklaşık yüzde 20’sinin ve

erkeklerin %5-10’unun çocukken cinsel şiddete maruz kaldığını ortaya koyuyor. Japonya’da

kadınların %15’i, Etiyopya’da %70’i hayatlarının bir döneminde partnerlerinden fiziksel veya

cinsel şiddet gördüklerini belirtiyor. Bunun yanı sıra genel olarak dünyada %0,3 ile %11,5

oranları arasında kadın, bir yabancı tarafından cinsel şiddet gördüğünü ifade ediyor.

Biyolojik yaklaşıma göre: Şiddet davranışının beyin ve sinir sistemi ile açıklanması

söz konusudur. Dolayısıyla beynin belli bölümlerinin saldırganlık davranışından sorumlu

olması gerekmektedir. Kuramcılar, beynin merkezî sinir sisteminin ve endokrin sisteminin

saldırganlığa yol açtığını öne sürmektedir. Bazı bilim adamları, beyinde saldırganlığa neden

olan merkezlerin dışında beyindeki tümörlerin de saldırganlığa yol açtığını ileri sürmektedirle r.

Saldırganlıkla ilgili amigdalalar duyguların kontrolünden sorumlu beyin alanlarıdır ve limb ik

sistemin bir parçasıdır. Saldırganlık gösteren bireyin amigdalaları çıkarıldığında bireyin önceki

hâlinin karşıtı bir durumun, sakinlik hâlinin ortaya çıktığı gözlenmiştir (Carlson, 2011 276).

Yine bu bölgede oluşmuş olan bazı tümörlerin aşırı saldırganlığa yol açtığı belirtilmekted ir.

Biyolojik kurama ait bir diğer açıklama genlerdeki farklı kombinasyonların saldırganlığa neden

olduğu şeklindedir. Her insanın hücresindeki 23 çift kromozomdan bir çifti cinsiyeti belirle r.

Kadın da cinsiyeti belirleyen kromozom çifti XX, erkekte ise XY biçimindedir. Y erkekliği

belirleyen kromozom olarak düşünülmektedir. Bazı erkeklerde bu kromozomlar XYY

şeklindedir. Bir kısım bilim adamları fazla olan bu kromozomun erkekte saldırganlığı

artırdığını savunmaktadır (Arkonanç, 2005, s.28-29-59)

Davranışsal yaklaşıma göre: Saldırganlık ve şiddet davranışları çevresel faktörlere

bağlı olarak kazanılan davranışlardır. Bu bağlamda birey, saldırganlık davranışını çevresinden

öğrenir. Davranışçı kuramcıların her biri kendi davranışçı teorileri doğrultusunda saldırganlık

ve şiddet davranışlarına açıklamalar getirir. Örneğin, davranışçı kuramcılardan Skinner

çocuğun tesadüfen yaptığı bir davranışın ödüllendirilmesi sonucu davranışları kazandığını

belirtmektedir. Skinner’ın kuramsal bakış açısından kardeşinden ya da arkadaşından çekerek

oyuncak alan bir çocuk, sözlü isteme davranışı yerine çekme davranışı sonucunda oyuncağı

rahatlıkla elde ediyorsa, bundan sonra da çekme vb. davranışları yaparak istediğini elde etmeye

çalışacaktır. Bu çocuğun büyüyüp bir yetişkin olduğunu varsaydığımızda istediğini elde etmek

için bir yetişkin olarak çekme vb. davranışların daha karmaşığını yapabilecektir. Eğer çocuk

çekme vb. davranışı ile değil de sözlü uygun ifadalerle oyuncağı elde etmiş olsaydı çocukta

sözlü uygun ifadelerin kullanılması söz konusu olacaktı. Yine davranışçı bir başka kuramcı olan

Bandura’nın bakış açısı ile saldırganlığı ve şiddet davranışını ele alırsak -ki kendisinin kitabın

ileriki bölümlerinde saldırganlıkla ilgili çalışmalarına da değineceğiz- bireylerin saldırgan

davranışlar yaparak istediği sonucu elde eden bireyleri gözlemlemesi o davranışları yapmalar ı

için yeterlidir (Morgan, 2011, s.363; Evra, 1998, s.135). Aile içinde babasını, sokakta

arkadaşlarını, TV’de çeşitli karakterleri ya da haberleri seyreden, saldırganlık davranış ı

sonucunda ödül elde ettiğini- istediği sonuca ulaştığını gören çocukların bu davranışı kazanması

çok doğaldır.

Page 25: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

18

Psikodinamik yaklaşıma göre: İnsan, doğuştan cinsellik ve saldırganlık içgüdüle r ine

sahiptir. Bu içgüdüler ise davranışlar için harekete geçirici unsurlardır. Birey, herhangi bir şeye

ulaşmak istediğinde engellenme ile karşılaştığında engelli ortadan kaldırabilmek için doğal

olarak saldırganlık davranışını yapacaktır. Ayrıca örselenmiş bir çocukluk dönemi yaşamış

olmak da bu tür davranışların ortaya çıkmasına neden olan diğer bir faktördür. Hatta çocukluk

dönemine ilişkin bastırılmış yaşantılarına bağlı olarak oluşmuş anne ve babasına karşı duyduğu

düşmanlığın yetişkin davranışlarına yansımasıdır (Morgan, 2011,s.362).

Bilişsel yaklaşıma göre: Diğer insanlara zarar vermeye yönelik zihinsel aktivitele r in

düşünme, anlamlandırma vb. davranış üzerindeki etkilerini incelerler. Şiddet programları, savaş

vb. şeyleri seyreden her birey ilgili konulara dair farklı yorumlar yapmaktadır. Bazı bireyler in

konuya ilişkin kavramları, ifadeleri daha fazla saldırganlığı ve şiddeti destekler nitelikte ise bu

insanların zihinsel süreçleri nasıl işlemektedir? (Gerring; Zimbardo, 2012, s.9; Eysenck; Keane,

1996, s.55; Arkonanç, 2005, s.220)

Hümanistik yaklaşıma göre: Bireylerin değerleri, deneyimleri, sosyal şartları ve

olaylara karşı bakış açıları değerlendirilir. Hümanistik kuram, bireyi fenomoloji kavramı ile

birlikte değerlendirir (Myers,2013,s.9-11.; Gerring; Zimbardo, 2012, s.8-10; Plotnik, 2009, s.4-

10). Fenomoloji kısaca bulunduğu şartlar içinde bireyin öznel yorumudur (Örneğin, erkek ve

kadın rol davranışları ile ilgili bireyin kazanmış olduğu değerler; cinsiyete bağlı olarak edinmiş

olduğu bakış açıları, kadınların ve erkeklerin kılık kıyafetlerinin nasıl olması gerektiğine kadar.

Dolayısıyla bir erkeğin hangi durumda ne yapması gerektiğine ilişkin belirli bir bakış açısı,

kazanmış olduğu değerler, saldırganlık ya da şiddet davranışına başvurup başvurmayacağını

belirleyebilir.

Evrimsel yaklaşıma göre: İnsanların tarih boyunca hangi durumlarda saldırganlık ve

şiddet davranışlarına başvurdukları incelenerek bu şartlar altında saldırganlık davranışlar ını

üreten mekanizmalar ortaya konmaya çalışılabilir (Morgan, 2011, s.23-25). Bu noktada

saldırganlık ve şiddetin her türünün insanlık tarihi ile yaşıt olduğunu söyleyebilir miyiz?

Sosyokültürel yaklaşıma göre: Farklı kültürlerdeki saldırganlık ve şiddet eğilimler ini

insanların nasıl tanımladığı ve yorumladık ları incelenebilir. Kültürel faktörların bu

davranışların yapılıp yapılmaması ya da şekli ile ilgili farklılık üretip üretmediği, bu durumun

hangi şartlara bağlı geliştiği sorgulanır (Myers,2013,s.9-11; Gerring; Zimbardo, 2012, s.8-10;

Plotnik, 2009, s.4- 10). Dünya Sağlık Örgütü’nün verileri dikkate alındığında hemen hemen her

kültürde saldırganlık ve şiddet olgusu ciddi bir sorundur. Sosyokültürel bakış açısından olaya

baktığımızda Türkiye’de “töre cinayeti” kavramına rastlarken başka bir ülkede böyle bir olguya

rastlamayabiliriz.

Görüldüğü gibi her kuramsal görüş; olay ve olguları farklı bir boyutta ele alarak

açıklamaya çalışmaktadır. Bu çabaların her biri insanın yaşamına ilişkin sorunların çözümünde

katkı sağlamaktadır.

Page 26: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

19

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 27: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

20

Uygulama Soruları

1) Gündelik hayatımızdaki herhangi bir davranışı psikolojideki teorilerin farklı bakış

açıları ile psikolojinin amaçları -tanıma, açıklama, tahmin ve kontrol- doğrultusunda

değerlendiriniz.

Page 28: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

21

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Bir bilim dalı olarak psikolojinin konusunu, amaçlarını, psikolojideki farklı bakış açıları

ile bir olayı açıklamayı öğrendik.

Page 29: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

22

Bölüm Soruları

1) Psikoloji bilimi ne içindir?

a) İnsanların birbirini tanıması için

b) İnsanların yaşam kalitesini arttırabilmek için

c) İnsanı tanımak için

d) İnsanı araştırmak için

e) Diğer bilim dallarına destek olmak için

2) İlköğretim okuluna devam eden bir öğrenci matematik dersinde kesirlerle ilgili

toplama işlemini yaparken önceden bildiği toplama işlemine göre yapmaya çalışır ama doğru

olmadığını görür. Bu ifade çocuğun hangi özelliğine dair psikolojik bir açıklamadır?

a) Duygusal

b) Fiziksel

c) Zihinsel

d) Motor

e) Ahlaki

3) Bireylerin davranışlarının objektif gözlemlenmesi gerekmektedir. Bu ifade

psikolojinin hangi amacına yöneliktir?

a) Tanıma

b) Açıklama

c) Tahmin

d) Kontrol

e) Yordama

Page 30: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

23

I. Farklı gelişim dönemlerindeki bireylerin özelliklerini belirlemek

II. Sosyoekonomik - kültürel dinamikler gelişim süreçlerini etkileyeb ilir.

III. Egenlik çağında, sosyal çevrenin etkisi ile olumsuz, ters kimlik gelişebilir.

4) Yukarıdaki ifadelerde psikolojinin aşağıdaki fonksiyonlarından hangisi yer

almamaktadır?

a) Tanımlama

b) Açıklama

c) Tahmin

d) Kontrol

e) İnceleme

5) Suç işleyen bireylerin genlerinde problem var; bu insanları farklı bir ortamda

toplumdan uzak tutmalı diğerlerine zarar vermemeleri için!

Yukarıdaki cümleleri kuran bir kişinin insana bakış açısı aşağıdakilerden hangisi ile

açıklanabilir?

a) Davranışçı

b) Bilişsel

c) Evrimsel

d) Biyolojik

e) Sosyokültürel

“Türkiye’de futbol maçları sonrasında ister kazanılsın isterse kaybedilsin gösterilen

duygusal tepkiler çoğunlukla gazete manşetlerine “abartılı” kabul edilebilecek ifadeler şeklinde

yansımaktadır.”

Aşağıdaki soruları yukarıdaki olguyu dikkate alarak cevaplayınız.

6) Yukarıdaki ifadeyi psikolojinin tahmin ve kontrol amaçları doğrultusunda

açıklayınız.

7) Yukarıdaki ifadeyi “davranışsal ve psikanalitik” bakış açısı ile açıklayınız.

Page 31: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

24

“Herhangi bir firma yeni ürünlerini piyasaya çıkardığında, bu firmanın ürünler ini

kullanan bireylerin marka ve ürün arasındaki bağlılık davranışları, ürünü talep davranışlar ını

değiştirebilmektedir.”

Aşağıdaki soruları yukarıdaki olguyu dikkate alarak cevaplayınız.

8) Firmaların bireylerin satın alma davranışlarını kontrol edebilmek için psikolojinin

amaçları / işlevlerinden nasıl yararlanabilirler (Her bir amaç / işlev doğrultusunda satın alma

davranışını değerlendiriniz)?

9) Davranışsal bakış açısı ile tüketim davranışını nasıl kontrol edebiliriz? Açıklayınız.

10) Türkiye’de “kadına şiddet ve kız çocuklarının erken yaşlarda evlendirilmes i ”

toplumsal alandaki ciddi sorunlardan biri olarak görülmektedir. Türk toplumunun özelliklerinin

de bu sorunun çözümlenemesini engelleyici rol oynadığı kabul edildiğinde gerek bu soruna

yaklaşım (soruna bakış açısı) gerekse psikolojinin amaçları doğrultusunda nasıl bir

değerlendirme yapabiliriz?

Cevaplar

1) b, 2) c, 3) a, 4) d, 5) d

Page 32: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

25

2. MODERN PSİKOLOJİNİN TEMELLERİ: TARİHSEL

KÖKENLERİ

Page 33: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

26

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

2.1. Psikolojinin Doğuşu

2.2. Modern Psikolojinin Temelleri

2.2.1. Yapısalcılık

2.2.2. İşlevselcilik

Page 34: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

27

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Bir bilim dalı olarak psikolojinin tarihsel gelişimi nasıl bir seyir izlemiştir?

2) Modern psikolojinin temellerini oluşturan kuramsal görüşlerin insan davranışlar ını

açıklamaya yönelik temel varsayım ve yöntemleri nelerdir?

Page 35: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

28

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Psikolojinin Doğuşu Psikoloji biliminin gelişiminin insan

yaşamı açısından anlamını analiz

edebilmek.

Literatür taraması,

gözlem, inceleme,

tartışma ve problem

çözme yöntemleri

kullanılarak

Modern Psikolojinin

Temelleri

Modern Psikolojinin temellerini

oluşturan tarihsel süreci kavrayabilmek

Psikolojinin gelişiminde etkisi olan

tarihsel görüşleri açıklayabilmek

Literatür taraması

yapılarak

Yapısalcılık Yapısalcı görüşün psikoloji bilimine

katkısını söyleyebilmek

Yapısalcı görüşün insan davranışlarını

inceleme yöntemini açıklayabilmek

Yapısalcı görüş ile İşlevselci görüş

arasındaki farklılıkları açıklayabilmek

Literatür taraması

yapılarak

İşlevselcilik İşlevselci görüşün psikoloji bilimine

katkısını söyleyebilmek

İşlevselci görüşün insan davranışlarını

inceleme yöntemini açıklayabilmek

İşlevselci görüş ile İşlevselci görüş

arasındaki farklılıkları açıklayabilmek

Literatür taraması

yaparak

Page 36: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

29

Anahtar Kavramlar

Psikolojinin tarihçesi

Yapısalcılık

Wundt

İşlevselcilik

Dewey ve James

Page 37: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

30

Giriş

Psikolojinin insanlık tarihi kadar eski bir disiplin alanı olduğunu ama insan ile ilgili

çalışmalarda bilimsel metodolojiyi geliştirebilme süreci uzun zaman aldığı için aynı zamanda

en yeni disiplinlerden biri olduğunu belirtmiştik. Bir paradoks olarak nitelendirilebilecek bu

durum, 19.yüzyıl deneysel psikologlarından Hermann Ebbinghaus tarafından “Psikoloji uzun

bir geçmişe fakat kısa bir tarihe sahiptir.” (1858-1909) şeklinde ifade edilmiş t ir

(Schultz&Schultz, 2007, s.25).

Dolayısıyla psikoloji biliminin bu süreci nasıl yaşadığını anlayabilmek aynı zamanda

insanın tarihsel süreç içerisindeki gelişimini ve farklılaşmasını da anlayabilmektir.

Page 38: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

31

2.1. Psikolojinin Doğuşu

Psikolojinin başlangıcı felsefe sorularının ve fizyoloji yöntemlerinin bir karışımını

içermektedir. Psikolojiin bir bilim olma yolunda gelişmesini sağlayan düşüncelerin geçmiş i

MÖ 4-5. yüzyıllara kadar gitmektedir (Morgan, 2011, s.3).

MÖ 4 ve 5. yüzyıllarda klasik Yunan filozofları olan Plato ve Aristo zihnin nasıl

çalıştığı, gerçekliğin doğru olarak algılanmadığı, bilincin ne olduğu, kaygıların doğuştan mı

yoksa sonradan bilincin eseri mi olduğu, seçme özgürlüğünün olup olmadığı ve bunun irade ile

ilişkisini, özgür iradenin doğasının ne olduğu, birey ve gruplar arasındaki ilişkinin nasıl

şekillendiği gibi birçok soruya cevap aradıkları görülmektedir. Yunan filozoflarının zihinse l

yaşama ilişkin bu soruları zihin ve zihinsel süreçlerin niteliğiyle ilgilidir ve günümüzün bilişse l

yaklaşımın geçmişteki izlerini taşımaktadır.

Sokrates ile aynı dönemde yaşadığı varsayılan tıbbın babası olarak kabul edilen

Hipokrat, canlı organizma ve parçalarının normal işlevleri, beynin bedenin çeşitli organlar ı

nasıl denetlediği ile ilgili pek çok görüşü ile çağdaş psikolojik yaklaşımların en eskilerinden

biri kabul edilen psikolojinin biyolojik yaklaşımın temellerini atmıştır (Myers, 2013, s.9-11.;

Gerring; Zimbardo, 2012, s.11; Schultz&Schultz, 2007, s.26-29)

19. yüzyılın ikinci yarısında zihin ve davranışın maddeler, dünya ve organlar gibi

bilimsel analizlerin konusu olabileceği düşüncesi bilimsel psikolojinin doğmasını sağlamışt ır.

Madde, fizik ve kimya da şartlar değiştirilerek incelenebiliyorsa insanların düşünce ve

davranışlarında, karşılaştıkları durumlar sistematik bir biçimde değiştirilerek incelenebileceği

görüşünden hareketle yaşantılar üzerinden durularak, bilinçli davranışlarının doğası, yapısı

incelenmeye başlandı. Böylelikle 19. yüzyılın sonlarına doğru psikoloji, araştırmacılar ın

laboratuvar tekniklerini fizyoloji ve fizik gibi diğer bilim dallarıyla birleştirerek, doğa

bilimlerinin metotlarını zihinsel olguları araştırmak için kullanmaya başlamıştır. Teknikle r

geliştirilmesi, ölçüm araçlarının tasarlanması, kitapların yazılması ile bilimsel araştırma konusu

olarak insana ilgi uyanmıştır. Bu süreci bilimsel anlamda başlatan ise Alman fizyolog Wundt

olmuştur (Schultz&Schultz, 2007, s.26-29; Myers, 2013, s.9-11; Papilia; Olds, 1998, s.8-10)

1879 yılında Leipzig Almanya’da Yapısalcı Kuram’ın kurucusu Wunt, ilk resmî

deneysel psikoloji laboratuvarını kurarak fizyolist olarak başladığı kariyerinde, ilgi odağını

bedenden zihne yönelterek modern psikolojinin temellerini atmıştır. Duyum, algı ve zihinse l

sürecin hızı gibi konularla ilgili araştırmaları sonrasında “Principles of Physiologica l

Psychology” adlı kitabı yayınlanmıştır. Wundt’un öğrencileri de dünyadaki önemli psikoloji

laboratuvarlarının kurucuları olmuşlardır. 1883’te ilk olarak John Hopkins Üniversitesi ile

Kuzey Amerika’daki üniversitelerde psikoloji laboratuvarı kurulmaya başlamıştır. Edward

Titchener, Wundt ile çalışmasından sonra 1892’de Cornell Üniversitesinde laboratuvar

açmıştır. Aynı dönemlerde William James, Harvard Üniversitesi’nde Amerikan bakış açısı ile

konuya yaklaşmıştır ve görüşlerini “The Principles of Psychology” adlı iki ciltlik kitabında

yayınlamıştır. G. Stanley Hall, kısa bir zaman sonra, 1892 yılında, American Psychologica l

Association’ı kurmuş ve 1900 yılında da Kuzey Amerika’da toplam 4 psikoloji laboratuvar ı

faaliyet göstermeye başlamıştır (Schultz&Schultz, 2007, s.26-29; Myers, 2013, s.9-11)

Page 39: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

32

Böylelikle insanın yani öznenin önemi ortaya çıkarken, bu bilim dalı ile ilgili

tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte süreç, psikoloji alanında birçok farklı

okulun gelişmesini sağlamıştır.

Sonuç olarak, felsefi sorgulamalarla başlayan insanı anlama çabası Yapısalcılık ile

bilimsel bir çerçeve kazanmıştır. Yapısalcılık ile temelleri atılan modern psikoloji ise uzun

yıllar üç büyük okulun (geleneksel nöropsikiyatri, psikanaliz ve davranışçılık) etkisinde

kalmıştır. Bu üç okul arasında sessizce gelişen bilişsel psikoloji ekolü, ilk olarak Piaget’in

1920’lerde zihinsel gelişim aşamalarını açıklaması ile varlığını hissettirmeye başlamışt ır.

Neisser ve Miller’in öncülüğünde bilişsel anlayış, diğer yandan Maslow ve Rogers’ın

öncülüğünde hümanist anlayış psikoloji alanında radikal bir dönüşümün habercisi olarak 1940-

1950 yıllarından itibaren gücünü arttırmıştır (Papillia; Sally, 1998, s.7; Schultz&Schultz, 2007,

s.26-29; Arkonanç, 2005, s.7, Eysenck; Keane, 1996, s.16)

Bir anlamda 50 yıl boyunca psikolojiye damgasını vuran davranışçı ekol ve bir onun

kadar etkili olan psikanaliz ekolünün etkileri bilişselcilerin yükselişi ile azalmaya başlamışt ır.

Bilişselcilerle hümanistlerin bu üç ekol arasında ortaya çıkışı psikolojinin bir bilim dalı olarak

insan yaşamındaki değerinin daha da anlaşılmasını ve diğer bilim dalları arasında yerini

sağlamlaştırmasında etkili olmuştur (Schultz&Schultz, 2007, s.26-29).

2.2. Modern Psikolojinin Temelleri

2.2.1. Yapısalcılık

Modern psikolojinin temelleri, yapısalcılığın temsilcisi Wunt ile atılmıştır. Wunt, 1879

yılında Leipzig’de ilk psikoloji laboratuvarını kurmuş, ilk dergiyi yönetmiş, duyum, algı,

dikkat, tepki, heyecan, çağrışım gibi araştırmış olduğu alanlar, yazılan ders kitaplarının temel

bölümleri hâline gelmiş ve deneysel psikolojiyi bir bilim olarak başlatmıştır. Fizyolojik

Psikolojinin İlkeleri çalışmalarını “yeni bir bilim alanının sınırlarını çizme çabası” olarak ifade

etmiştir. Wundt, bağımsız bir bilim dalı olarak psikoloji fikrinin gelişmesine yardımcı olmakla

kalmamış, resmî psikolojinin kurulmasını da sağlamıştır (Schultz&Schultz, 2007,s.131;

Gerring; Zimbardo, 2012 s.6-7; Plotnik, 2009, s.3- 5).

Wundt, Almanya’nın küçük bir kasabasında doğdu ve hayatının ilk

yıllarını geçirdiği yoğun bir okulda düşük notlar aldı. Gymnasium’un ilk

senesinde sınıfta kaldı. Okul hayatından hiçbir zaman hoşlanmamış olmasına

rağmen zihinsel ilgilerini ve kabiliyetlerini geliştirdi.

Wundt, hayatını kazanırken aynı zamanda da bilim üzerine çalışmak

amacıyla doktor olmaya karar verdi. Tedaviye yönelik çalışmalar ı ,

Wundt’un bir yılını Tübingen Üniversitesi’nde geçirmesine sebep oldu. Sonraki üç buçuk yılını

anatomi, fizyoloji, ilaç ve kimya okuduğu Heidelberg’te geçirdi ve burada kimya alanında ünlü

olan Robert Bunsen’den çok etkilendi. Yavaş yavaş tıp eğitiminin kendisine göre olmadığını

anladı ve fizyolojiye yöneldi. Berlin’de büyük fizyolog Johannes Muller ile geçen bir

sömestrlik çalışmadan sonra Wundt, 1855 yılında doktorasını yapmak için Heidelberg’e döndü.

W.Wundt

Page 40: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

33

Fizyoloji alanında Heidelberg’te 1852’den 1864’e dek sürecek doçentlik dönemi başladı. 1858

yılında Helmholtz’un asistanı olarak atandı. Fakat yeni öğrencileri laboratuvarın esaslarına

alıştırma işi ona sıkıcı geldi ve bu rutinden birkaç yıl sonra vazgeçti. 1864 yılında yardımcı

profesör oldu ve 1874 yılına dek Heidelberg’te kaldı. (Schultz&Schultz, 2007, s.133)

Laboratuvar ortamında insanı ve davranışlarını incelemiştir; doğa bilimlerinin deneysel

metotlarını, özellikle fizyologların kullandığı metotları kullanmayı hedeflemiştir.

Bu bilimsel araştırma metotlarını yeni psikolojiye uygulamış ve fizik bilimlerin kendi

temalarını araştırırken izledikleri metodoloji ile psikolojinin bilim dalı olarak kabul edilmes ini

sağlamıştır.

Yapısalcılık, zihnin tüm ögelerinin kombinasyonu ile anlaşılabileceğini ileri

sürmektedir. Bu yaklaşımın amacı insan zihninin yapısını, onun duyu gibi özelliklerini analiz

ederek anlamaktır (Gerring; Zimbardo, 2012, s.6-7; Plotnik, 2009, s.3- 5).

Wundtçu psikolojinin ana konusu; tek kelimeyle özetlemek gerekirse bilinçtir.

İnsan zihni çeşitli bilinç ögelerine ayrılmıştır.

Psikolojinin konusu bilinçtir. Amacı ise bilince ait ögeleri belirlemek ve

çözümlemektir.

Bunun için “içe bakış” yöntemi kullanılmalıdır.

İnsan davranışları kontrollü koşullarda gözlenmelidir.

İçsel duygular, sezgiler ve düşüncelere odaklanır.

Yapısalcı görüş, bilinç elemanlarının içeriğinin veya yapısının tek başına

araştırılmasının psikolojik sürecin anlaşılması bakımından ancak bir başlangıç noktasını

oluşturabileceğini belirtmiştir.

BİLİNÇLİ DENEYİMİN DOĞASI

Hayatımızda deneyimlediğimiz herşey, onu meydana getiren küçük, temel

ögelerden oluşur.

Yapısalcı görüş bağlamında psikoloji, bilinç deneyimlerinin (bilinçli yaşantılar ın)

bilimidir; dolayısıyla psikolojinin metodu bu deneyimlerin gözlenmesini içermekzorundad ır.

Bir deneyimi onu yaşayan kişiden başkasının gözlemesi söz konusu olamaz. Dolayısıyla

psikolojinin kullanacağı metot içebakış (introspection) yani iç gözlemdir. Wundt’un deyimiyle

içsel algı (internal perception) olmak zorundadır (Schultz&Schultz, 2007, s.131; Gerring;

Zimbardo, 2012 s.6-7; Plotnik, 2009, s.3- 5)

Page 41: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

34

İşte zihnimizin yapısını anlayabilmemiz için de böylesi bir analize ihtiyacımız var.

Yapısalcıların adını koydukları bu yöntem: İç gözlem

Wundt içebakış metodunun laboratuarda uygun şekilde kullanımı için kesin kurallar

bildirmiştir:

1) Gözlemciler sürecin ne zaman başlayacağını belirleyebilmek zorundadır.

2) Gözlemciler hazır olma veya “dikkat kesilme” durumunda olmak zorundadır.

3) Gözlemi birkaç defa tekrar etmek mümkün olmalıdır.

4) Deneysel koşullar uyarıcının kontrolü manipülasyonu açısından değişikliklere

elverişli olmak zorundadır.

Son koşul deneysel metodun esasını yerine getirir: Uyarıcı durumunun koşullar ını

değiştirmek ve deneklerin yaşantılarında oluşan nihai değişiklikleri gözlemek (Arkonanç,

2005,s.7).

Örneğin; bir kalem dışarıdan bakıldığında

yalnızca bir kalem gibi görünüyor olabilir!

Peki, elinize alıp ona dokunmanızı istesem?

Duyularınız kalem ile ilgili neler söylüyor?

* sert * kaygan

* keskin * ince

Başka?

Wundt’un içebakış koşulları üzerinde deneysel kontrolü tam olarak sağlamaya yönelik

uygulamaları, geçmişi Sokrates’e kadar uzanan içebakış yönteminin, bilimsel bir anlam

kazanmasını sağlamıştır.

İçebakışın psikolojide kullanılması fizik ve fizyolojiden kaynaklanmıştır. İçebakış

fizikte ışık ve sesin araştırılmasında, fizyolojide ise duyu organlarının incelenmesinde

Page 42: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

35

kullanılmıştır. Örneğin, duyu organlarının çalışma şekli hakkında bilgi edinmek isteyen bir

araştırmacı bir uyarıcıyı duyu organlarından birisine uygular ve deneklerden kendilerinde

oluşun duyumu bildirmelerini ister. Denekler iki ağırlığı karşılaştırıp bunlardan hangisinin daha

ağır veya daha hafif veya ikisinin eşit ağırlıkta olduğunu bildiklerinde, aslında kendi bilinç

yaşantılarını bildirmekte, yani bir iç gözlem yapmaktadırlar. “Acıktım” dediğinizde kendi içsel

dünyanızda hissettiğiniz bir durumu bildiriyor, yani gene iç gözlem yapıyor olursunuz.

Yapısalcılığın zihnin bilinçli yaşantılarını ve bilincin ögelerini anlamada kulland ığı

“içebakış yöntemi” çok eleştirilmese de öğrencisi Titchner’in içebakış yöntemi ile ilgili

düşünceleri ciddi eleştiriler almıştır. Hatta yapısalcı ekolün en fazla eleştiri alan yönü olmuştur.

Bu eleştirilerde özellikle gözleyenin ve gözlemlenenin aynı özne olmasından

kaynaklanabilecek güçlükler vurgulanmıştır.

Genel olarak yapısalcı görüşe yapılan eleştirileri üç ana başlıkta toplamak mümkündür.

İndirgemeci anlayışı; insan deneyimlerinin birçoğunu basit duyulara indirgemesinden

dolayı eleştirilmiştir.

Ögeleri dikkate alması: Davranışların geneli ve kompleks özelliklerini dikkate

almaksızın teker teker incelemesi eleştirilmiştir.

Akli yeterlilikler: İnsanların kendi farkındalıkları ile ilgili sözel raporlarını dikkate

alırken insanların, çocukların, hayvanların ve zihinsel hastaların kendi gözlemlerini dikkate

almadıkları için eleştirilmişlerdir.

Yapısalcı ekolün gerek araştırma metodolojisi gerekse bilincin sınırlarını kesin olarak

belirlemeye yönelik katkıları tüm eleştirilere rağmen psikoloji bilimine ciddi katkılar

sağlamıştır. Ayrıca günümüzde, içebakış yöntemi ile bilgi toplama yani yaşanan deneyime

bağlı olarak sözlü rapor verme tekniği psikolojinin pek çok alanında kullanılmaya başlanmış t ır

(Schultz&Schultz, 2007, s.140-144).

2.2.2. İşlevselcilik

William James ve John Dewey’in öncülüğünü yaptığı işlevselciler, zihnin işlevleri ile

bireyin içinde bulunduğu çevreye uyumu ile ilgilenmişlerdir. Aslında yapısalcılar gibi bilinç

üzerinde durmuşlardır. Bununla birlikte bilincin ögelerinin incelenmesini yararsız bularak daha

pragmatik bir yaklaşımla zihinsel süreçlerle neleri yapabileceğimiz, neleri başarabileceğimiz

konusuna odaklanmışlardır. Bu doğrultuda bir bilim dalı olarak psikolojinin işlevinin yararlı ve

fonksiyonel olan üzerinde durmak olduğunu belirtmişlerdir. Dolayısıyla işlevselciler, zihni ve

zihinsel süreçleri gündelik hayata getireceği katkı üzerinden “Bilinç ne içindir?” ve “Bilinc in

işlevleri nelerdir?”, “Zihin ne yapar ve zihin nasıl çalışır?” düşüncesi ile incelemeyi daha doğru

bulmuşlardır (Arkonanç,2005,s.8).

Page 43: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

36

John Dewey, 20. yüzyılın ilk yarısının en önemli

Amerikalı felsefecisi olarak tanınır. 1859’da Vermont,

Burlington’da dünyaya gelmiştir. Kısa bir öğretmenlik kariyerinin

ardından felsefe alanında doktora yapmış ve 1889’dan sonra

University of Michigan’da felsefe bölümünün başkanlığını

üstlenmistir. Daha sonraları University of Chicago’daki görevi

esnasında kamu eğitimiyle aktif olarak ilgilenmeye başlamış ve

burada 1896-1904 yılları arasında, çocuk eğitimi üzerindek i

gözlemlerini derinleştirdiği meşhur “laboratuvar okul”u

kurmuştur. Akademik kariyerinin geriye kalan uzun bölümünde

Columbia Üniversitesi’nde profesör olarak çalışmış t ır

(Schultz&Schultz, 2007, s.281).

İşlevselcilik, yapısalcılığa tepki olarak ortaya çıkmışt ır.

Wundt ve Titchener yapısalcı ve faydacı olmayan saf bilim

anlayışı ile psikoloji gündelik hayata ilişkin zihinsel faaliyetler in

sonuçları hakkında herhangi bir bilgi ortaya koymamışt ır.

İşlevselciliğin temsilcilerinden William James’e göre ise yapısalc ı

ekolün davranışın yapı taşlarını, ögelerini araştırması zaman

kaybıdır. Çünkü beyin ve dolayısıyla zihin sürekli değişim

hâlindedir. Dolayısıyla psikoloji, davranışın işlevi ya da amacı

üzerine yoğunlaşmalıdır.

Kuramcılar, çevreye uyumu ve etkili bir biçimde yaşayabilmeyi sağlayan öğrenilmiş

alışkanlıklarına dikkat çekmişlerdir. İşlevselciler için araştırma yaparken cevaplandırılmas ı

gereken anahtar soru “Herhangi bir davranışsal hareketin sebebi veya fonksiyonu nedir?”

İşlevselciliğe göre psikoloji, yaşamı kolaylaştıran bir araç olmalıdır. Bu yüzden

işlevselciler, davranışların insanın çevreye uyum sağlamasına nasıl yardım ettiğini öğrenmek

istemişlerdir. Yapısalcıların tersine, işlevselciler iç gözlem, gözlem gibi tüm yöntemler i

kullanmış yalnızca zihnin yararlı ve pratik işlevlerini dikkkate almadan yapılan katı ve

sınırlayıcı psikoloji tanımlarına karşı çıkmışlardır.

Bir gun Dewey ve kuçuk oğlu çamurlu suyun içinde yuruyordu. Dewey’nin yuzunde

ne yapacağını bilmemenin acizliği okunuyordu. Onun bu hâlini gören arkadaşı “Çocuğu

sudan çıkar John, yoksa uşutecek.” der.

Bunun uzerine Dewey “Biliyorum biliyorum. Ama onu bu çamurlu sudan benim

çıkarmamın bir faydası olmayacak. Onun bu çamurlu sudan çıkmayı arzu etmesi için ne

yapmam gerektiğini duşunuyorum” der.

Page 44: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

37

Dewey, duşuncelerini, insan topluluğunun ihtiyaçları, toplumun gelişmesi ve kişinin

topluma uyumu konularına odaklamıştı. Ayrıca Dewey’in görüşleri eğitim camiası içerisinde

de büyük ilgiyle karşılanmıştır. Dewey, “İşlevcilik Okulu”nun kurucusu olarak zihin

süreçlerinin günlük hayattaki kullanımı hakkındaki çalışmaları ile eğitimde büyük ilerlemele r

sağlamıştır. Dewey’in teorileri, kendi labrotuvar okulunda ve yaygın olarak Amerika Birleş ik

Devletleri’nde ilerici bir eğitim sisteminin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur: “Ezbere dayalı

öğrenme şekli, yaparak öğrenmek için yıkılmıştır. Bu sayede entellektüel merak teşvik edilmiş,

anlama yeteneği artmıştır.”

Bir gun John Dewey, bir mağazadan çeşitli işlerde kullanılmak uzere okul için birkaç

masa satın almak ister; istediğine uygun bir şey bulamadığını gören satıcı “Korkarım ki

aradığınız şeyleri bizde bulamayacaksınız. Siz çocukların işgörmesine yarayacak şeyler

arıyorsunuz. Hâlbuki bizdeki şeylerin hepsi yalnız dinlemek için yapılmıştır. ” der.

Bu söz uzerine Dewey “Bu cevap butun geleneksel eğitimi betimlemekte ve onun

tarihini kısaca anlatmaktadır.” der. “Dinlemek, kulak ve kitap! Gerçekten kelime ruzgârından

başka bir şey esmeyen okullarımızda en gözde araçlar bunlardır; yani bunlar yaşama ihtiyaç

duyan çocuklar için soğuk ve güçlü bir ruzgârdır. Yaşam, gerçek yaşam. Eğer yaşam

istiyorsak, kendimizi yaşamın içine atalım. Çocuğu olduğu gibi butun istek ve yönelimler i

ile görelim. Kalbinin nasıl çarptığını dinleyelim ve onu ileriye itecek bir çevre içinde

bulunduralım. Ya öğrenmek? Kuşkusuz öğrenmek de gerek. Fakat önce yaşamak ve

yaşayarak öğrenmek başta gelir” (Kanad, 1948: 107’den aktaran Bender, 2005, s.16).

İşlevselciliğin diğer temsilcisi James, insan zihnini bir akıntıya benzetmektedir. Onun

ünlü akıntı metaforunda “Eğer ki yapısalcılar gibi akıntının içindeki su zerreciklerine

odaklanırsanız, bütünün güzelliğini kaybedersiniz. Yapısalcılar gibi yalnızca su

moleküllerini inceleyerek balıklara barınak sağlayan dinamikleri nasıl anlayabilirsiniz,

söyler misiniz?” ifadesini kullanmaktadır. (Schultz&Schultz, 2007, s.255-266; Arkonanç,

2005, s.8 )

İrlanda asıllı zengin bir göçmen ailenin çocuğudur. Çocukluğu

Avrupa’da seyahatlerde geçmiş ve ilk zamanlar düzenli bir öğrenim

görmemiştir. Sonradan Harvard Üniversitesi’nde tıp ve tabiat

bilimlerinde okumuştur. 1869’da tıp doktoru, 1885’te Harvard

Üniversitesi’nde profesör olmuştur. Burada fizyoloji, biyoloji, felsefe ve

psikoloji dersleri verdi. İlk önemli eseri Psikolojinin Prensipleri’dir

(1890). Felsefi sistemin esaslarını Pragmatizm (1907) adlı kitabında

ortaya koydu. Felsefi görüşü pratiklik, faydalılık ve verimlil ik

kavramlarına dayanır. Amerika’daki ilk psikoloji laboratuvarını kurmuş

olan James, “Pragmatizmin sonuçları nelerdir?” diye sormakta ve

düşüncenin yüzünü, eylem ve geleceğe yöneltmektedir.

Page 45: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

38

James’e göre yararlı ve faydalı olanı anlayabilmek için farkındalık önemlidir. James

farkındalığı, zihnin sahip olduğu, çevre ile iletişim hâlinde olan devamlı bir süreç olarak

değerlendirir. Ona göre insan farkındalığı, kişinin çevreye uyumuyla alakalıdır. Bu nedenle

zihin sürecinin gerçekleşmesi ve yapısı önemlidir, zihnin içeriği değil. (Schultz&Schultz, 2007,

s.255-266; Arkonanç, 2005, s.8)

James, dikkatli bir gözlemle sürecinin önemine inanmış olsa da Wundt’un laboratuvar

tekniklerine oldukça az önem göstermiştir. James’in psikolojisinde duygu, bireysellik, istek,

değerler, hatta dinî ve mistik deneyimlere yer vardır. Kendisinin “sıcakkanlı” psikolojisi her

bireydeki farklılığı kabul etmiş ve bireylerin formüllere indirgenemeyeceğini savunmuştur.

James’e göre psikolojinin amacı deneysellik yerine açıklama odaklıdır.

Yararlı işlevlerden bahsediyorsak, akla ilk gelen tabii ki evrim!

İşlevselciliğin odaklandığı konularsa:

Bilinç farkındalığı

İstemli eylemler (özgür irade)

Alışkanlıklar

Duygular

Yapısalcılar, işlevselcilere tepki vermekte gecikmemişlerdir. Hatta bu tepkileri çok

çabuk ve şiddetli olmuştur. Bu iki kuramsal görüşün çatışması, bir grup tarafından esneklik ve

gelişmeyi getirecek bir süreç olarak kabul edilmiş tir. Diğer bir grup uzman ise doğa bilimler i

ile karşılaştırıldığında, psikoloji biliminin gelişmesini engelleyici olgunluktan yoksun olmanın

belirtisi bir süreç olarak değerlendirmiştir. (Schultz&Schultz, 2007, s.255-266; Arkonanç,

2005, s.8)

İşlevselciliğe yöneltilen suçlamalardan en önemlisi “işlev” teriminin açıkça

tanımlanmamış olmasıdır. 1913 yılında, Titchener’ın bir öğrencisi olan C. A. Rucmick, “işlev”

teriminin farklı yazarlar tarafından nasıl tanımlandığını belirlemek amacıyla 15 genel psikoloji

ders kitabını gözden geçirmiştir. Bu çalışması sonrası işlevi “en fazla ortak kullanılan bir

etkinlik veya süreç; diğer süreçlere veya tüm organizmaya yönelik bir görev” olarak

tanımlamıştır. Rucmick işlevselcilerin “işlev” sözcüğünü kimi zaman bir etkinliği anlatmak ve

kimi zamanda faydasından söz etmek için kullandıklarını belirtmişti. Bu belirsizliğin gereksiz

bir tekrar oluşturduğunu ifade etmiştir,

İşlevsel okulun temsilcilerinden Carr (1930) Rucmick’in 17 yıl sonra cevap vererek

görüşlerine karşı çıkmıştır. İşlev teriminin ister “etkinlik” ister “fayda” anlamlarında

kullanılmasının farklılık yaratmadığını, her iki tanımın da aynı süreçlerden bahsetmes i

sebebiyle tutarsız olmadığını iddia etmiştir. Carr’a göre işlevselcilik belirli bir etkinlikle, hem

kendi amacı için (ilk tanım) hem de diğer koşullara yönelik ilişkileri veya etkinlikleri (ikinc i

tanım) için ilgileniyordu. Carr’ın bu eleştiriye cevabı eleştiriden 17 yıl sonra gelmişt ir.

Page 46: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

39

Heidbreder şuna dikkat çekmiştir: “İşlevselcilik önce kavramı kullanmış ve daha sonrada

tanımlamıştır; bu sonuçlar dizisi hareketin bir özelliğidir. İşlevselcilik hiçbir zaman açıklığı ve

sistemleştirmeyi ön plana almamıştır” (Schultz&Schultz, 2007, s.301-303).

Psikolojinin tanımına ilişkin olarak yapılan bir başka eleştiri de özellikle Titchener’dan

gelmiştir. Yapısalcılar işlevselciliğin hiçbir zaman psikoloji olmadığını iddia etmişlerd ir.

Titchener’ın görüşüne göre, zihnin içgözlemsel analizi olmadan psikoloji olamazdı. Titchener

aslında işlevselcilerin psikolojinin tanımına ilişkin yapmaya çalıştıkları değişimi

reddetmekteydi.

Diğer eleştirmenler, işlevselcilerin uygulamaya veya pratik etkinliklere yönelik

ilgilerini hatalı buldular. (Bu düşünce kuramsal bilim ile uygulamalı bilim arasında çok eskiden

beri süren bir tartışmadır.) Yapısalcılar uygulamalı psikolojiye olumlu değerlendirmezken

işlevselciler psikolojinin sadece kuramsal bir bilim olarak devam etmesi düşüncesine

katılmıyorlardı.

İşlevselciler ayrıca eklektik tulumları sebebiyle de eleştirildiler. Oldukça dogmatik olan

yapısalcılara göre problemin çözümüme uygun görünen her türlü teorik veya yöntemse l

yaklaşımı kullanmaya devam ettiler (Schultz&Schultz, 2007, s.301-303 ).

Sonuç olarak, işlevselciliğin 1850’lerin ortalarından başlayıp bugüne dek uzanan

oldukça uzun bir tarihi vardır. Yapısalcılıktan farklı olarak işlevselciliğin tarihsel geliş imi

çeşitli ilgi ve eğitim alanlarından gelen entelektüel liderlerden etkilenmiştir. Belki de

işlevselcilik - yapısalcılıktan farklı olarak bir dereceye kadar çeşitlendirilmiş temeli sebebiyle

zaman içinde gücünü kaybetmemiştir.

Organizmanın bulunduğu çevreye uyum sağlaması işlevinin üzerinde çok durmasından

dolayı işlevselciler, psikolojinin mümkün olan tüm uygulamalarıyla ilgilendiler. Böylece

uygulamalı psikoloji ABD’de hızla gelişti. Amerikan psikolojisi günümüzde yönlendirme ve

tavır açısından işlevselcidir. Çevremize uyum sağlamamıza yardım eden ve destek olan test

etme, öğrenme, algı ve diğer işlevsel süreçler üzerinde önemle durulması bunun en önemli

kanıtlarındandır (Gerring; Zimbardo, 2012, s.6-7; Plotnik, 2009, s.3- 5)

Page 47: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

40

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 48: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

41

Uygulama Soruları

1) Yapısalcı ve işlevselci ekolün gündelik yaşamda karşılaştığımız uygulamala r ına

örnekler veriniz.

Page 49: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

42

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Psikolojinin insanlık tarihi kadar eski bir alan olmasının yanı sıra gerek bilimsel kimlik

kazanmasında gerekse daha sonra geliştirilen kuramlara temel teşkil etmeleri sebebiyle iki

psikoloji okulunun kuramsal bakış açılarını inceledik.

Page 50: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

43

Bölüm Soruları

1) İlk psikoloji laboratuvarını kim kurmuştur?

a) W. Wundt

b) W. James

c) J. Dewey

d) S. Freud

e) Titchener

2) İçebakış yöntemi hangi akımın davranışı analiz tekniğidir?

a) Yapısalcı

b) İşlevselci

c) Fonksiyonel

d) Davranışçı

e) Biyolojik

3) “Önemli olan psikolojinin insanların yaşamına fayda getirmesidir.” görüşü hangi

teoriye aittir?

a) Yapısalcı

b) İşlevsel

c) Davranışçı

d) İçebakış

e) Duyusal

Page 51: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

44

4) Teorik bakış açısı eğitim sistemini etkileyen ve görüşleri okul ortamına uygula yan

uzman kimdir?

a) W. Wundt

b) W. James

c) J. Dewey

d) S. Freud

e) Watson

5) Duyum ve algı üzerindeki araştırmalarla bilincin yapısını araştıran kuramsal görüş

aşağıdakilerden hangisidir?

a) Biyolojik

b) İşlevselci

c) Fonksiyonel

d) Davranışçı

e) Yapısalcı

6) Yapısalcı ve işlevselci görüşleri birbirinden ayıran temel özellikleri yazınız.

7) İşlevselci görüşe yapılan eleştirileri açıklayınız.

8) W. Wundt’un psikoloji bilimine katkısını açıklayınız.

9) William James’ın “su metaforu” örneğini baz alarak bir örnek üzerinden görüşlerini

açıklayınız.

10) İşlevselciliğin psikoloji bilimine katkısını tartışınız.

Cevaplar

1) a, 2) a, 3) b, 4) c, 5) e

Page 52: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

45

3. DAVRANIŞÇI KURAM I

-DAVRANIŞÇILIĞIN BAŞLANGICI: PAVLOV VE THORNDİKE-

Page 53: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

46

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

3.1. Davranışçı Ekole Genel Bakış

3.2. Davranışçılığın Başlangıcı: Pavlov ve Thorndike

3.2.1. İvan P. Pavlov ve Klasik Şartlanma

3.2.2. Edward L. Thorndike ve Bağ-Çağrışım Kuramı

Page 54: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

47

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Davranışçı Kuram’ın genel ilkeleri nelerdir?

2) Bilgi çağı insanının yaşamında, Pavlov ve Thorndike’ın görüşlerinin hâlen

davranışları yönlendirici etmenler olarak değerlendirilebilmesini ve ilkelerinin birçok alanda

kullanılmasını nasıl açıklayabiliriz?

Page 55: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

48

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Davranışçı Ekole

Genel Bakış

Davranışçı Kuram’ın ilkelerini

sıralayabilmek

Davranışçı ekolün tarihsel gelişim

sürecini kavrayabilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Ivan Pavlov ve

Klasik

Koşullanma

Pavlov’un klasik koşullanma

teorisinin davranışların kazanımına

ilişkin görüşlerini ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Thorndike ve Bağ

- Çağrışım

Kuramı

Thorndike’ın Bağlaşım teorisinin

davranışların kazanımına ilişkin

görüşlerini ifade edebilmek

Davranışçı Kuram’ın gelişiminde

Pavlov ve Thorndike’ın katkısını

tartışabilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Page 56: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

49

Anahtar Kavramlar

Davranışçı Kuram

Ivan Pavlov ve Klasik Koşullanma

Thorndike ve Bağlaşım Kuramı

Page 57: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

50

Giriş

Davranışçılık terimi, davranışların ortaya çıkış nedenlerini ortaya koymaya çalışan bir

dizi teorinin genel adıdır. Davranışçı teoriler arasında çeşitli farklılıklar olsa da davranışçıla r

en kısa anlatımla davranışları uyaran tepki bağlamında açıklamaktadırlar. Davranışçılara göre

insan, düzenlenmiş bir çevre içinde uyaranlara basit tepkiler verebilen basit bir organizmad ır

(Pervin, 1996, s.99). Dolayısıyla, çevresel şartların insan davranışlarını belirlediğini ileri

sürmektedirler. Watson, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Bana istediğiniz insanı

yetiştirebilmem için gerekli çevre şartlarını sağlamanız yeterlidir.”

Watson davranışçılığın kuramsal bir görüş olarak psikoloji alanında kabulünde etkisi

ile kuramın kurucusu olarak kabul edilse de kuramın felsefi altyapısı John Locke’un “tabula

rasa - boş levha” ile kısaca açıklayabileceğimiz görüşlerine, fizyolojik altyapısı ise Ivan

Petroviç Pavlov’a ve psikolojik altyapısı ise E. L. Thorndike, B. F. Skinner, Hull ve L. L.

Bernard’ın araştırma ve incelemeleri ile düşüncelerine dayanmaktadır (Myers, 2013, s.312-

313).

Çevre şartlarını değiştirerek

insanı istediğiniz gibi

yönetebilir misiniz?

Davranıçılara göre

“EVET” !

Page 58: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

51

3.1. Davranışçı Ekole Genel Bakış

Davranışçılar, gözlenebilen ve dolayısıyla ölçülebilen davranışları incelemeyi

psikolojinin tek bilimsel yöntemi olarak savunarak, düşünce ve duygu gibi, bireyin kendisinden

başka kimsenin gözlemesine olanak vermeyen davranışlarını kabul etmemişlerdir. Davranışsa l

yöntem, fen bilimlerinin fizik, kimya, biyoloji gibi bilim dallarının yöntemleri ile davranış ı

incelediği ve herkes tarafından gözlenebilen davranışlarla ilgilendiği için objektif, objektif

olduğu kadar psikolojinin bilim olarak kabul edilmesini sağlayabilecek tek yoldur.

1920’li yıllardan bu yana davranışçılık ekolü insan davranışlarının açıklanmasında

etkili olmuştur. Davranışçı görüş, insana davranışlarının açıklanmasında gözlenemeyen

süreçleri reddetmiştir, insanı anlamanın onun dışarıdan gözlenebilir davranışlarının

incelenmesiyle olabileceğini savunmuştur (Woolfolk, 2007, s.205-215). Davranışçı görüşün

kurucusu olarak kabul edilen Watson, psikolojinin nesnel bir bilim olma yolunda ruh, bilinç

gibi görülemeyen, dokunulamayan, hareket ettirilemeyen dinamikleri incelemenin boşuna bir

uğraş olduğunu, bu doğrultuda iç gözlem yönteminin de anlamsız olduğunu belirterek yapısalc ı

ve işlevselci ekollere karşı çıkmıştır. İnsan davranışlarının içgözlem yolu incelenmesinin

objektif bir değerlendirmeyi içermediğini belirterek ölçülebilir insan davranışlarını açıklamaya

çalışmışlardı (Senemoğlu, 2009, s.109).

Bu karşı çıkış 1913 yılında psikoloji alanında köklü, derinden, heyecan verici bir

değişimin başlangıcı olmuştur. Watson, psikoloji eleştirileri dergisindeki bir makalesi ile bu

süreci başlatmıştır. Watson, davranışçı görüşün öncülüğünü yapan Pavlov ve Thorndike’ ın

uyaran - tepki bağlamındaki görüşlerini onlardan daha fazla savunarak davranışçılar arasındaki

“en katı davranışçı” olarak anılmaktadır.

Birçok insanın farklı özelliklere sahip olduğunu belirtirken gündelik yaşamda kalıtımsa l

özelliklerinden çok çevresel dinamiklerine atıflarda bulunuruz. Çoğunlukla yetiştiri lme

şartlarından, ebeveynin verdiği eğitimden ya da içinde bulunulan çevrenin sosyoekonomik,

kültürel özelliklerinden bahsederek kişilerin davranışlarını değerlendiririz. Öğrencilerimizin

geldikleri çevreyi, arkadaşlarımızın nasıl bir ortamda yaşadıklarını öğrenmeye çalışarak onlar

hakkında fikir edinmeye çalışırız. Aslında yaptığımız yorumlar davranışçıların vurgusu ile

içinde bulunulan çevrenin bireyler üzerindeki etkisini incelemektir.

Bir danışanım kendi yaşadığı ortamı değiştirmeyi, farklı bir semte taşınmak istediğini

hatta bu nedenle beklentilerine uygun “eş” seçimini yapamayacağını belirtmiş ayrıca bu

değişimle meslektaşlarının onu algılamasının da farklılaşabileceğini vurgulamıştı. Danışanımın

vurgusu, içinde bulunulan çevre koşullarının birey ve ilişkileri üzerindeki etkisini açıkça ortaya

koymaktadır.

Çoğunlukla kendimizde değişim yaratmak istediğimizde başlangıç noktası olarak ev

içindeki eşyalardan başlarız, eğer yapabiliyorsak evimizi ya da semtimizi değiştirmeye çalışır ız.

Tüm bu çabalar çevremizdeki uyaranları değiştirerek tepkilerimizi de basit anlamda

değiştirmeye yöneliktir. Uyaranlar değiştiğinde onlara karşı göstereceğimiz tepkiler de

değişeceğinden hayatımızda farklılık yaratabileceğimizi düşünürüz.

Page 59: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

52

Eğitim ortamlarının etkili olarak düzenlenmesinin başarı üzerindeki etkisi

düşünüldüğünde davranışçı görüşlerin yaşamımızın her alanında etkili olabildiği söylenebilir.

Genel olarak davranışçılar, belirli bir çevresel etkinin davranışları nasıl kontrol ettiğini

araştırmışlardır. Davranışı başlatan, davranışın oluşmasını veya sonlandırılmasını sağlayan

dinamikleri analiz etmişlerdir. Bu doğrultuda davranışı tanımlamayı, açıklamayı, tahmin

etmeyi ve kontrol etmeyi sağlayabilmek için öncelikle organizmanın bir uyaran karşısındak i

davranışsal tepkilerine odaklanmışlardır. Son olarak davranışsal tepki sonucunda

organizmadaki değişimi gözlemleyerek onu kontrol edebilmenin dinamiklerini ortaya

koymuşlardır.

Anne - babasını ya da sevdiği bir kişiyi gören bireyin davranışsal tepkileri neler olabilir?

Bir kaza gördüğünüzdeki tepkilerinizle aynı mıdır? Ya da hoşlanmadığınız birini

gördüğünüzdeki tepkilerinizle aynı mıdır?

Doğum gününüzde sevdiğiniz kişiyi elinde bir buket gülle gördüğünüzdeki tepkiniz ile

bir mücevher kutusu ile gördüğünüzdeki tepkiniz aynı mıdır?

Doğum gününüzdeki sürpriz partide aile bireylerinizi -ebeveynlerinizi- gördüğünüzdek i

tepkiniz ile arkadaşlarınızı gördüğünüzdeki tepkiniz aynı mıdır?

Davranışçılar, hangi uyaranda hangi tepkiyi verdiğinizi bildiklerinde sizi kontrol

edebileceklerini savunmaktadırlar.

Davranışçı ekolün verileri, yalnızca davranışların değil duyguların oluşumunda da

uyaran tepki ilişkisini açıklayan veriler sağlamıştır. Davranışçı uzmanların insan davranışının

incelenmesine ve kontrolüne yönelik çalışmaları eğitim alanından klinik alana, halkla

ilişkilerden medya ve pazarlamaya kadar birçok alanda psikoloji biliminin verilerinin yaygın

kullanımını sağlamıştır.

Page 60: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

53

3.2. Davranışçılığın Başlangıcı: Pavlov ve Thorndike

Davranışçı görüşün ortaya çıkmasında Ivan Pavlov’un Rusya’da, Thorndike’ ın

Amerika’da birbirlerinden habersiz olarak hayvanlar üzerinde yaptıkları araştırmalarının ciddi

etkileri olmuştur (Myers, 2013, s.312- 328)

Bir rus fizyoloğu olan Pavlov’un hayvanlar üzerinde yaptığı deneyler uyaran - tepki

bağlamında davranışların nasıl değiştiğini göstermiştir. Davranışçıların çalışmaları öğrenmenin

koşullanma ilkeleri çerçevesinde açıklanmasını ve öğrenmenin basit bir şartlanma durumu

olarak ele alınmasını sağlamıştır (Bernstein; Roy; Srull, 1991, s 258).

Pavlov ve Thorndike’ın fen bilimlerinin yöntemlerini kullanarak hayvanlar üzerinde

yaptıkları deneysel çalışmaları, modern psikolojinin hızla gelişmesini sağlayarak psikolojinin

bir bilim dalı olarak diğer bilim dalları arasındaki yerini almasını hızlandırmıştır.

3.2.1. İvan P. Pavlov ve Klasik Şartlanma

Ivan Petrovich Pavlov, 1849 tarihinde Ryazan, Rusya’da dünyaya

geldi. Gençlik yıllarını bu şehirde geçiren ve yükseköğrenim için Ryazan

Dinî Okulu’na kayıt olan Pavlov, buradaki eğitimini daha bilimsel bir

eğitim almak üzere yarıda keserek Saint Petersburg Üniversitesi’ne kayıt

oldu ve 1878 tarihinde bu okuldan doktorasını almaya hak kazandı.

1890’lı yıllarda, köpekler üzerine yaptığı bir araştırma sonucunda,

köpeklerin daha yiyecek kendilerine ulaşmadan önce salya salgılamaya

başladığını keşfeden Pavlov, bu konu üzerine çalışmaya başladı. Bütün

Page 61: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

54

hayatını bilime adamış ve pozitivm ekolünün en sadık izleyicilerinden biri olmuştur

(Schultz&Schultz, 2007, 390)

1904’te beyin fizyolojisi üzerinde yapmış olduğu çalışmalardan dolayı Nobel Ödülü’nü

kazanan Rus fizyoloğu İvan Pavlov, klasik koşullanma adı ile bilinen davranışın dinamikler ini

ve davranışın öğrenilme sürecini ortaya koymuştur. İlk olarak, doğal davranışları inceleyen

kuramcı, daha sonra belirli uyaranlar karşısında tepkinin yani davranışın nasıl

değiştirilebileceğine ilişkin deneysel çalışmaları ile dikkat çekmiştir. Pavlov, doğal bir uyarana

karşı gösterilen doğal tepkileri laboratuvar ortamında hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerle

araştırmıştır; gerek doğal bir uyarana karşı gösterilen tepkiler ile uyaran - tepki bağını (U-T)

gerekse öğrenilmiş davranışlardaki uyaran - tepki (U-T) bağını açıklayarak klasik

koşullanmanın temel ilkelerini koşullanmanın / şartlanmanın temel ilkeleri olarak açıklamışt ır.

(Senemoğlu, 2009, s.110-112).

Sınıfta tahtada konuşmakta zorlandığınız oldu mu?

Sınavlarda heyecanlanır mısınız?

Matematik dersinden nefret ediyor musunuz?

Tüm matematik öğretmenleri kötü müdür?

Limon ya da başka bir meyveyi gördüğünüzde yüzünüzü buruşturur musunuz?

Tikleri olan insanları gördüğünüzde “takıntılı / tikli davranışlarının” nasıl

oluştuğunu düşündünüz mü?

Kara kedi gördüğünüzde yolunuzu değiştiriyor musunuz?

Karanlıktan, kediden, yılandan vb. şeylerden korkar mısınız?

Ben ne olursa olsun bunu yapamam dediğiniz bir şeyler oldu mu?

Kısacası tutumlarınızın, alışkanlıklarınızın, heyecan veya korkularınızın nasıl

oluştuğunu düşünmektesiniz?

Tek bir cevap yeterli!

Koşullanma

Klasik koşullanmanın ve koşullu öğrenmenin ilkeleri, Pavlov’un hayvan davranışları ve

fizyoloji arasındaki ilişkiyi incelediği sırada ortaya çıkmıştır. Sindirim bezlerinin fizyolojisi ile

ilgili yaptığı çalışmalar sırasında deney hayvanındaki farklı davranışlar dikkatini çekmiştir. Bir

başka ifade ile köpeklerde mide ve tükürük salgılarının çalışması sırasında, köpeğin henüz eti

görmeden deneyi yapan kişinin ayak seslerini duyduğunda da aynı güçte salya salgılamas ı

Page 62: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

55

üzerine bunlara dair araştırmasını genişleterek, hayvanın koşullanma yolu ile kazanmış olduğu

davranışları tespit ederek, doğal bir uyarana gösterilen tepkilerin, o tepki ile ilgisi olmayan

başka uyaranlar karşısında nasıl ortaya çıktığını göstermiştir. Bu olaydan sonra, Pavlov psişik

refleks ya da koşullu refleks adını verdiği bu tepkiyi sistematik olarak incelemiştir (Bernstein;

Roy; Srull, 1991, s 258)

Yiyeceğin sindiriminde salyanın rolünü inceleyen bir deney esnasında Pavlov bir

güçlükle karşılaşmıştır. Köpek salya tepkisini yiyecek ağza konmadan göstermekted ir.

Pavlov, doğal tepkinin (salya tepkisnin) yiyecek ağza konduktan sonra başlamasını

beklemektedir. Doğal tepkinin hangi uyaranlara bağlı olarak ortaya çıktığını anlayabilmek

için “zil sesi” ile deneyler yapmıştır. Başlangıçta salya doğal tepkisi için anlamsız / nötr olan

zil uyaranını et ile birlikte birçok kez vermiş, en sonunda zil uyaranını tek başına verdiğinde,

başlangıçta tek başına doğal tepkiyi uyandırmayan zil uyaranına doğal tepkiyi yani salya

tepkini verdiğini tespit etmiştir. Zil sesine salya tepkisini devam ettirebilmes i için tepkiyi

göstermesinin ardından doğal uyaran olan eti vererek davranışın (zile salya tepkisinin)

güçlenmesini sağlamıştır. Eti, zil sesinin ardından salya tepkisi veren köpeğe vermediğinde

davranışın zayıfladığını yani koşullanmanın çözüldüğünü görmüştür (Senemoğlu, 2009,

s.110-114)

Page 63: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

56

Klasik şartlanmaya göre insanlar ve hayvanlar doğal olarak gösterdikleri tepkileri farklı

uyarıcılara da göstermeyi öğrenebilmektedir.

Klasik Koşullanma İlkeleri (Schunk, 2011, s.34-36; Myers, 2013, s.312)

Pekiştirme: Klasik koşullamada pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği

etkidir. “Ödül”

Sönme: Pekiştirilmeyen davranışlar zamanla söner. “Ödülün verilmemesi”

Kendiliğinden geri gelme: Sönmeyi takip eden bir süreçten sonra koşullu uyaran ile

karşı karşıya gelinmesi durumunda, koşullu tepkinin yeniden ortaya çıkmasıdır. “Sönen bir

davranşın tekrar geri gelmesi”

Genelleme: Klasik koşullanmada bazen organizma, koşullu uyarıcıya benzeyen başka

uyarıcılara da koşullu tepkiyi gösterir. “Zil sesine benzeyen seslere de salya tepkisi vemesi”

Ayırt etme: Genellemenin tersidir. Organizmanın uyarıcıların birbirine yakınlık la r ı

olsa bile, aralarındaki farkı anlayabilmesidir. “Zil sesine benzemeyen uyaranlara salya tepkisi

vememe”

Klasik Koşullanma Yoluyla Kazanılmış / Öğrenilmiş Davranışların Değiştirilmesi

Alışma: Organizma koşullu tepkiyi ortaya çıkaran koşullu uyarıcıyla sürekli

karşılaştıkça, bir süre sonra koşullu tepkide bulunmayı bırakır. Bir uyarıcı ile sürekli olarak

karşılaşan organizma uyarıcının şiddetinde ve özelliğinde bir değişiklik olmazsa duyarlılığını

kaybeder.

Page 64: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

57

Sönmeyi Bekleme: Pekiştirilmeyen davranışlar söner. Koşullu uyarıcı bir süre (zil) tek

başına verildiğinde, (koşulsuz uyarıcı olan et verilmeden) bir süre sonra koşullu tepki (salya)

görülmez.

Karşıt Koşullama: İstenmeyen bir davranışı ortaya çıkaran uyarıcıları, bu davranış la

uyuşmayan davranışlara koşullayarak, koşullu uyarıcının zayıflatılması ve koşullu tepkinin

tersi olan davranışın ortaya çıkarılmasıdır.

Sistematik Duyarsızlaştırma: Duyarsızlaştırma, yapılan aşamalı etkinlikler ile

organizmanın olumsuz bir uyaran ile karşılaşması sonucunda, giderek o uyarana tepkide

bulunmamasıdır.

Karşı Karşıya Getirme (Yüzleştirme): Koşullu tepkinin sönmesi için korkulan

(koşullu) uyarıcı ile organizma uzun süreli olarak bir arada tutulur.

“Hayvan zekâsı: Hayvanlardaki Çağrışım Sürecinin Deneysel Bir Araştırması”

başlıklı tezi daha sonra civcivlerde, balıklarda ve maymunlarda çağrışımlı öğrenme

araştırmalarıyla beraber yayınlanmıştır. Hayvanlardaki araştırmalarından yola çıkarak

çocuklar ve gençlerde öğrenme, eğitim ve zihinsel testler alanlarında çalışmalar yapmışt ır.

Bundan dolayı zihinsel testler alanının lideri olarak düşünülmüştür (Senemoğlu, 2009, s.110-

114).

Davranışçılık akımının temsilcileri, Pavlov’un getirdiği koşullanma modeli, objektif,

davranış ve çevre uyarıcıları açık seçik gözlenebilir ve tamamlanabilir olduğu için klasik

koşullanma sürecine büyük önem vermişlerdir.

3.2.2. Edward L. Thorndike ve Bağlaşımcılık

Thorndike, hayvan psikolojisinin gelişmesindeki en önemli araştırmacılardan biri

olarak hayvanlarda öğrenmeyi araştırmakla başladığı kariyerini insanda öğrenme olarak devam

ettirerek davranışçı kuramın verilerinin eğitime uygulanmasında etkili olmuş en önemli

davranışçı kuramcılardandır. 1912 yılında Amerikan Psikoloji Derneği’ne başkan seçilmiş t ir

(Schultz&Schultz, 2007, s. 383)

Page 65: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

58

Thorndike, Watson gibi psikolojinin gözlenebilir davranışları araştırması gerektiğini

savunmuştur. Gözlemlenebilir davranışlar üzerinde odaklanarak nesnel ve mekanik bir

öğrenme teorisi tasarlamıştır.

Thorndike ve Pavlov çalışmalarını eş zamanlı olarak birbirinden bağımsız yapmış iki

uzmandır. Her ikisinin de davranışın ortaya çıkışı ve devamı ile ilgili ortaya koyduğu ilkeler

benzerdir. (Thorndike’ın etki yasası (law of effect) 1898’de Pavlov’un 1902 yılında geliştird iği

pekiştirme yasası (law of reinforcement) davranışın devamlılığı konusunda benzerlik le r

göstermektedir) .

Thorndike’ın davranışların kazanıma ilişkin görüşleri Bağlaşımcılık ya da Çağrışım

Kuramı olarak adlandırılmaktadır. Davranışın kazanılmasının temelinde duyusal uyarıcılar ile

harekete geçiriciler arasında kurulan bir bağ olduğunu kabul etmektedir. Alışkanlıklar ın

meydana gelmesini ya da yok olmasını bu duyusal uyarıcılar ile tepkiler arasındaki bağların

güçlenmesine ya da zayıflamasına bağlamaktadır. Thorndike’a göre insanın her gözlenebil ir

durumda, neler düşünebileceğini, neler yapabileceğini, insanı nelerin tatmin edebileceğini ve

rahatsız edebileceğini tam olarak söyleyebiliriz. Thorndike’a göre eğer organizma analiz

edilirse; tepkiler, tepkiye hazır bulunuşluk, tepkiyi kolaylaştıran koşullar, ket vurma ve

tepkilerin yönleri arasında bağlantıların bulunduğu görülür (Schunk, 2011, s.28-29).

Uyaran ---------- Davranış

Bir uyarana karşı gösterilen davranış o uyaran ile davranış arasındaki “bağ” ile

açıklanabilir.

Eğer uyarana karşı gösterilen davranış sonrasında elde edilen sonuç organizmayı tatmin

ediyorsa, hoşnutluk yaratıyorsa o uyaran her görüldüğünde o davranışın / tepkinin başka

davranışlara / tepkilere nazaran gösterilme olasılığı artmaktadır.

Bu durumda uyaran ile davranış arasında bir bağ oluşmakta, o uyaran her görüldüğünde

aynı davranış çağrışım uyandırmaktadır.

Page 66: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

59

Thorndike, uyarıcı koşullar ve davranış eğilimlerinin yanı sıra uyarıcıyı ve tepkiyi

birlikte tutan şeyin ne olduğunu açıklamıştır. Thorndike uyarıcı ve tepkinin sinirsel bir bağla

bağlandığına, bağlaşımın uyarıcı ve tepki arasında sinirsel bağın kurulmasına işaret ettiğini

belirtmiştir.

Thorndike, organizmayı amaca götüren davranışları seçtiğini, amaca götürmeyenler i

elediğini belirtirken zihinsel veya öznel dinamiklere vurgu yapmıştır. Amaca götüren

davranışın organizmada yaratmış olduğu etkiyi “hoşnutluk”, “can sıkıntısı” ve “hoşnutsuzluk ”

gibi kavramlarla ifade etmiştir. Haz ile sonuçlanan, başarıya götüren tepkilerin kalıcı hâle

geldiğini haz uyandırmayan tepkilerin elendiğini vurgulamıştır. Sinirsel bağın uyarıcı ve tepki

arasındaki amaca ulaştıran, haz veren tepkilerle kurulduğunu belirtmiştir.

Haz, hoşnutluk gibi kavramlar davranışçıların kullandığı terminolojiden çok uzak

zihinsel kavramlardır. Bu durum, ilk bakışta Thorndike’ı davranışçılıktan farklı görüşleri

ifade ediyormuş gibi gösterse de Thorndike’ın davranışı, atomik parçaları, birimleri ile

incelediği dikkate alındığında zihinsel değil mekanik bir anlayışa sahip olduğu

görülmektedir. Kazandırılacak davranışın küçük parçalar hâlinde öğretilmesi gerektiğini

açıklayan “küçük adımlar ilkesi” bu düşünceyi destekler niteliktedir (Senemoğlu, 2009,

s.131).

Thorndike’ın öğrenmeye ilişkin düşünceleri “deneme - yanılma öğrenmesi” olarak

adlandırılmaktadır. Kedilerle yaptığı deneylerde deneme - yanılma öğrenmesini ortaya

koymuştur. “Bilmece Kutuları” olarak adlandırdığı kutu içerisinde kedinin kutudan çıkmak için

yaptığı sayısız denemenin sonucunda, kutudan çıkmayı sağlayan davranışı nasıl kazandığını

açıklayan deneme yanılma öğrenmesi en basit öğrenmelerden biridir. Kedinin kutudan

çıkabilmek için rastgele yaptığı birçok davranıştan bir tanesi kutunun kapağının açılmas ını

sağladığında, kedinin dışarı çıkabilmenin verdiği hoşnutluk ya da başarı ile aynı doğru

davranışı yanlış davranışların sayısı azalarak tekrarlamaya başlamaktır. Thorndike bu deneyler i

sonrasında bir davranışın sonuçlarının davranışın kazanılmasındaki etkisini açıklayan en

önemli öğrenme yasalarından biri olan “Etki Yasası” ile açıkladı (Senemoğlu,2009s.134)

Etki yasasının devamında alıştırma ya da kullanıp kullanmama yasası olarak belirtt iği

bir davranışın çok tekrarının davranışın güçlenmesine yani çağrışımın güçlenmesini sağladığını

açıkladı.

Aslında kedinin yaşadığı duruma ilişkin birçok durumu gündelik hayatımızda da

yaşadığımızı gözlemleyebiliriz. Bu duruma en güzel örneklerden biri çocukların puzzle

kutularına doğru nesneyi atabilmek için ellerindeki birçok oyuncağı kullanmalarıdır. Biri

olmaz, diğerini dener, bir diğerini ve en sonunda doğru olanı bulur ve o davranışı tekrar eder.

Ya da elinizde birçok anahtarın bir arada yer aldığı bir anahtarlığı düşünün, kimi zaman doğru

anahtarı benzerleri arasından seçme sırasında birçok deneme yaparız.

Gündelik hayatımızda istediğimiz sonuçları getiren davranışları seçer ve benzer

durumlarda onları uygularız. Uygulamaktan vazgeçtiğimiz davranışlarımızı kaybederiz.

Sıklıkla uyguladıklarımızda ise mükemmelleşiriz.

Page 67: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

60

Thorndike’ın hazır bulunuşluk ilkesi, gündelik hayatımızda sıklıkla yaşadığımız

olaylardaki tepkilerimizi anlaşılır kılmaktadır. Bir şeyi yapmaya istekli olmadığımızda hiçbir

kuvvet o şeyi yaptıramaz ya da içimiz sıkılarak, istenmeyen şekilde yaparız. Bir şeyi yapmak

istediğimiz hâlde yapmamız engellenir ya da gerekli yardım verilmezse de kızar ve öfkelenir iz.

Thorndike göre, organizma davranışı yapmaya istekli olduğunda davranışı mükemmel şekilde

yapar, eğer isteği olmadığı hâlde davranışı yaptırmak için zorlarsanız öfkelenir ve kızar. Bir

kediyi sevmek istersiniz de kedi size gelmek istemez ve siz zorlarsanız, sonuçta elinizde bir

tırmık izi ile kalabilirsiniz. (Schunk, 2011, s.29-31)

Davranışların Kazanımları İle İlgili Görüşleri

1. Bağlaşımcılık: Thorndike uyarıcı ve tepkinin sinirsel bir bağla bağlandığına

inanmaktadır. Bağlaşım, uyarıcı ve tepki arsında sinirsel bağın kurulmasına işaret etmektedir.

Örneğin, çocuğun karnının acıkmasıyla, yemek yemesi arasında bir bağ vardır. Karnının

acıkması yemek yeme davranışını ortaya çıkarır.

2. Seçme ve Bağlama: Organizma, daha sonra aynı uyarıcı koşullarla kendisini

amaca ulaştıran tepkileri seçer; amacına ulaştırmayan, başarısız olan tepkileri eler. Haz ile

sonuçlanan, başarıya göturen tepkiler kalıcı hâle gelir.

3. Öğrenme Kuçuk Adımlarla Oluşur: Thorndike, problemi çözme suresi, ardışık

denemelerin sonucunda yavaş yavaş kısaldığından öğrenmenin birdenbire içgörusel bir

şekilde değil, yavaş yavaş oluştuğuna karar vermiştir. Thorndike’a göre öğrenme, buyuk

atlamalardan çok, kuçuk sistemli adımlarla meydana gelir.

Temel Kanunları:

1. Hazırbulunuşluk Kanunu: Hazırbulunuşluluk kanunu uç bölum hâlinde

açıklanabilir.

a. Bir kişi, etkinlik göstermeye hazır ise, etkinliği yapması da mutluluk verir.

b. Bir kişi, etkinliği göstermeye hazır fakat, etkinliği yapmasına izin verilmezse, bu

durum bireyde kızgınlık yaratır.

c. Bir kişi, etkinliği yapmaya hazır değil ve etkinliği yapmaya zorlanıyorsa kızgınl ık

duyar.

2. Tekrar Kanunu: Thorndike’nin 1930’dan önceki tekrar kanunu iki bölumden

oluşmaktadır:

a. Uyarıcı ve tepki arasındaki bağ kullanıldıkça guçlenir

b. Tekrar devam etmediğinde, ya da sinirsel bağ kullanılmadığında uyarıcı durumlar

ve tepkiler arasında bağlaşımlar zayıflar.

Page 68: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

61

1930’dan sonra Thorndike tekrar yasasını tamamen değiştirmiştir. Sadece tekrar etme

bağıguçlendirmediği gibi, kullanmama da gucunu azaltmaz. Sadece bağın gucu değişmeye

neden olabilir demiştir.

3. Etki Kanunu: Tepkinin doğurduğu sonuç, uyarıcı ve tepki arasındaki bağın

guçlenmesine ya da zayıflamasına neden olmaktadır. Eğer tepkinin sonucu tatmin edici, haz

verici ise, uyarıcı ve tepki arasındaki bağın gucu artmaktadır. Tepki rahatsız edici bir duruma

yol açarsa.

Ayrıca, ödül ve cezanın etkisi ile ilgili olarak ise ödülün davranış üzerindeki etkisinin

daha fazla olduğunu belirtirken cezanın çok fazla etkili olmadığını belirtmiştir. Buna bağlı

olarak davranışı kazandıran ve kalıcılığını sağlayan faktör olarak ödülün üzerinde çok daha

fazla durmuştur.

Sonuç olarak Thorndike’ın araştırmaları psikoloji tarihinin en önemli olaylar ı

arasındadır. Yeni öğrenme teorileri ve modellerine rağmen Thorndike’ın davranış ın

kazanılmasına ilişkin öğrenme teorileri önemini korumaktadır.

Page 69: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

62

Uygulama

Araştırma Ödevi

Page 70: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

63

Uygulama Soruları

1) Pavlov ve Thorndike’ın görüşlerinin gündelik hayattaki uygulamalarına örnekler

veriniz.

Page 71: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

64

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Davranışçı kuramcılardan Pavlov ve Thorndike’ın insan davranışlarını psikolojinin dört

temel hedefi - tanımlama, açıklama, tahmin ve kontrol- doğrultusunda nasıl inceledikler ini

öğrendik.

Page 72: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

65

Bölüm Soruları

1) Davranışçı Kuram’ın fizyolojik altyapısını hazırladığı kabul edilen uzman kimdir?

a) Pavlov

b) Thorndike

c) Watson

d) Skinner

e) Hull

2) Klasik koşullanma sürecinde davranışı kontrol edebilmek için öncelik le

tanımlanması gereken nedir?

a) Doğal uyaran

b) Doğal tepki

c) Koşullu uyaran

d) Çevre

e) Pekiştirme

3) Davranışların kazanımını uyaran ve sinir uçları arasındaki bağ ile açıklayan uzman

kimdir?

a) Pavlov

b) Thorndike

c) Watson

d) Skinner

e) Wundt

Page 73: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

66

4) Aşağıdakilerden hangisi davranışçı ilkelerle kazandırılması zor bir davranış

grubunu temsil etmektedir?

a) Ders çalışma

b) Diş fırçalama

c) Matematik sorusu çözebilme

d) Okula gitme

e) Yemek yeme

5) “Davranışlar, deneme yanılmaların sonucu kazanılır.” görüşü hangi kuramsal

temele dayanmaktadır?

a) Klasik koşullanma

b) Bağ kuramı

c) Fonksiyonalizm

d) Yapısalcılık

e) Gözlem yolu ile öğrenme

6) “Bir birey bir davranışı yapmaya istekli ise o davranışı yapar, zorlarsanız

öfkelenir.”

Yukarıdaki ifade hangi ilke ile açıklanır?

a) Etki ilkesi

b) Hazırbulunuşluk ilkesi

c) Tekrar ilkesi

d) Tekrar ilkesi

e) Pekiştirme ilkesi

7) Klasik koşullanma süreci ile davranış kazandırma sürecini açıklayınız.

8) Thorndike’ın kuramının temel kavramlarını açıklayınız

9) Klasik koşullanma ile davranışların değiştirilmesi ya da yokedilmesi sürecini

açıklayınız.

10) Davranışların kazanılma sürecine ilişkin davranışçı kuramın bakış açısını yazınız.

Page 74: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

67

4. DAVRANIŞÇI KURAM II

DAVRANIŞÇILIĞIN GELİŞİMİ (JOHN B. WATSON; BHRUSS F.

SKİNNER; CLARK L. HULL)

Page 75: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

68

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

4.1. John B. Watson

4.2. Bhrus F. Skinner ve Edimsel Koşullanma

4.3. Clark L: Hull ve Sistematik Davranışçı Kuram

Page 76: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

69

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Watson, Skinner ve Hull’un Davranışçı Kuram’a katkıları nelerdir?

2) Davranışçı Kuram’ın tarihsel süreç içerisindeki gelişim seyrinin insan

davranışlarının açıklanmasına getirmiş olduğu yenilikler nelerdir?

3) Günümüzde insanın davranışlarının açıklanmasına yönelik olarak kuramcılar ın

görüşlerinden nasıl faydalanılabilir?

Page 77: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

70

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Davranışçılığın

Gelişimi

Kuramın gelişiminde Watson,

Skinner ve Hull’un etkisini

tartışabilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

John B. Watson Watson’un davranışların kazanımına

ilişkin görüşlerini ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Bhruss F. Skinner Skinner’ın edimsel koşullanma

teorisinin davranışların kazanımına

ilişkin görüşlerini ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Clark L. Hull Hull’un sistematik davranışçı

teorisinin davranışların kazanımına

ilişkin görüşlerini ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Page 78: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

71

Anahtar Kavramlar

Davranışçı kuram

J. B. Watson

B. F. Skinner ve Edimsel Koşullanma

Hull ve Sistematik Davranışçı Kuram

Page 79: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

72

Giriş

Bu bölümde davranışçı kuramcılar arasında en çok bilinen uzmanlardan biri ve

davranışçılığın kurucusu olarak kabul edilen John B. Watson, kuramı ile Watson’un

davranışçılığının yenilenmesi olarak kabul edilen Bhruss F. Skinner ve matematiksel teoremler i

ile davranışı açıklayarak psikoloji bilimine daha fazla bilimsel nitelik kazandırmaya çalışan

Clark L. Hull’un görüşlerini ele alacağız.

Page 80: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

73

4.1. John B. Watson

En katı davranışçı kuramcıdır; kalıtımın değil çevrenin önemine vurgu yapar.

Davranışçı bakış açısı John Watson (1878-1958) tarafından ortaya konmuştur. Psikolojinin

görevinin içsel dinamikleri değil, fen bilimlerinin yöntemlerini kullanarak gözlenebilir olanı ve

gündelik hayatta pratik değeri olanları açıklayarak kabul görebileceğini savunmuştur

(Schultz&Schultz,2007,411).

Watson 1878 yılında Güney Carolina’da, Greenville kasabası yakınlarında doğdu.

Davranışçılığın kurucusu olan Watson Şikago Üniversitesi’nde psikoloji alanında ilk doktora

derecesini alan kişidir (1903). Bir süre bu üniversitede çalıştıktan sonra Johns Hopkins

Üniversitesi’ne profesör olarak (1908) atanmıştır. Ticari reklamcılık işine girinceye kadar bu

üniversitede çalışmalarını sürdürmüştür.

Watson, doğa bilimlerinin metotları ile objektif olanın incelenmesi gerektiğini

savunurken bir davranışçının kullanabileceği araştırmalrında kullanabileceği yöntemleri üç

başlık altında toplamıştır: araştırmalarda (1) araçlı ve araçsız gözlem, (2) test metotları, (3)

sözel anlatım metodu, (4) koşullu refleks metodu. Gözlem diğer yöntemler için davranış ı

tanımlayıcı ve açıklayıcı özelliği ile temel oluştururken test yöntemleri nitelikleri ölçmekten

ziyade organizmanın uyaranlara verdiği tepkileri ölçmek için kullanılan objektif araçlardır.

Sözel anlatım ise onun davranışçı sistemine özgüdür. Kendisinin karşı çıktığı yapısalc ı

kuramın iç gözlem yönteminden farkını net olarak belirtmemiş olsa da bireyin sözel ifadelerinin

doğruluğunu ispatlayabileceği durumlarla sınırlamıştır. Doğruluğu ispatlanamayan sözel

anlatımlar, imgesiz düşünme veya hissedilen durum hakkındaki yorumlar vs. dikkate

alınmaması gerektiğini ifade etmiştir. Ayrıca bu teknik Watson tarafından da daha objektif

gözlem metotlarının yerine geçebilecek kadar anlamlı olmayan, “kesin olmayan” bir teknik

olarak ele alınmıştır (Schultz&Schultz,2007,412).

Watson, davranışçıların en önemli davranış değiştirme ve öğrenme yöntemi kabul

edilen koşullu refleksin Amerikan psikoloji araştırmalarında yaygın şekilde kullanılmış

olmasını sağlamıştır. Koşullu refleksin davranışı elementlerine ayırarak inceleyen laboratuvar

metodu olması nedeniyle tüm insan davranışlarının bu yolla incelenebileceğini iddia etmiştir

(Senemoğlu, 2009, s.112).

Page 81: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

74

Watson’a göre davranışçılık organizmanın tüm davranışlarıyla ilgilenmektedir. Bu

nedenle organizmanın tepkilerini öğrenilmiş veya öğrenilmemiş olanlar ve açık veya gizli

olanlar olarak ikiye ayırır. Öğrenmenin kurallarını ortaya koyabilmek için bu ayrımın gerekli

olduğunu belirtir. Açık tepkiler doğrudan gözlemlenebilirler. Organizmanın içindeki hareketler

veya tepkiler de çeşitli aletlerin kullanılması yoluyla potansiyel olarak gözlenebilir hâle

getirilebilir.

Davranışçılıkta ise organizmanın, bireyin önemi yoktur. Deneyci ya da davranışı

değiştirmek isteyen deney koşullarını / çevre koşullarını oluşturur ve ardından deneklerin /

bireylerin bu koşullara ne şekilde tepki verdiklerini gözlemler.

Yani insanın herhangi bir önemi yoktur!

Önemli olan belirlenmiş çevre içinde hangi davranışı yaptığı ya da yapamadığıdır.

Herkes davranışta bulunabilir; çocuklar, zihinsel özürlüler, hayvanlar…

Bir uyaran verirsiniz ve bir tepki alırsınız!

Watson’a göre heyecanlar da öğrenilmiştir. Heyecanlar, belirli bir uyarıcıya karşı basit

bedensel tepkilerdir. Uyaranlar, beden değişikliğine ve öğrenilmiş uygun açık tepkilere nabız

hızı, solunum artması gibi fiziksel değişikliklere neden olurlar. Dolayısıyla bir dereceye kadar

gizli tepkilerdir. Bu nedenle heyecansal tepkiler de kontrol edilebilirler (Arık, 1995, s.150)

Korkmayı, kaygılanmayı, utanmayı, sevinmeyi vb. tüm heyecansal tepkiler (tutum ve

alışkanlıklar gibi) koşullanma yolu ile kazanılmaktadır.

Page 82: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

75

Watson ve bir öğrencisi, klasik koşullandırma ilkelerinin insanlara ne şekilde

uygulanabileceği konusunda yürüttükleri ve Watson’un “Albert, Peter ve Fareler” olarak

bilinen deneyleri, çalışmaları arasında en fazla bilinendir.

Watson öncelikle, üç yaşındak i Albert’in herhangi bir fareye karşı kaçınmasının

olmadığını gösterdikten sonra Albert’in görmeyeceği bir yere gong sesi yerleştirmiştir. Daha

sonra Albert fareyi her görüşünde yüksek sesle gong çalınmıştır. Böylece Albert, gong sesine

karşı irkilme tepkisi göstermeye başladı. Bir süre sonra fareyi gördüğü zaman gong sesi

olmaksızın huzursuz olmaya, ağlamaya ve farenin her odaya getirilişinde ondan kaçmaya

başladı. Watson’a göre bu çalışma, korku tepkilerinin koşullandırma ile kazanılabileceğini

göstermektedir. Böylece Albert, korku duygusunun ayırt edici özellikleri olan kaçma veya

kaçınma davranışını klasik koşulladırmanın bir sonucu olarak kazanmıştır (Schultz&Schultz,

2007, s.414-420).

Başlangıçta farelere karşı korku tepkisi göstermeyen 11 aylık Albert ile yaptığı korku

koşullanması deneyleri her ne kadar yarıda kesilmek zorunda kalsa da Watson’un bebeklerin

üç temel heyecan davranışı gösterdiğine ilişkin teorisini destekler niteliktedir. Watson’a göre

bebekler üç tür heyecan davranışı göstermektedir: Korku, öfke ve sevgi. Korku gürültülü sesler

ve desteğin aniden kaybolması ile, öfke beden hareketlerine engel olarak, sevgi ise tenin

okşanması, sallama ve hafifçe vurarak okşama yoluyla oluşturulmuştur. Watson, bebeklerin bu

uyarıcılara verdiği tepki özelliklerini de ortaya koymuştur. Korku, sevgi ve öfkenin

öğrenilmemiş heyecanlar olduğuna inanmıştır. İnsanların diğer heyecan tepkileri ise

koşullanma süreci boyunca bu üç heyecan aracılığıyla geliştirilmektedir. Koşullanma boyunca,

temel heyecan tepkilerinin çevresel bir uyarıcıya bağlanmış olabileceğini belirtmiştir (Schunk,

2011, s.39-40).

Watson, Albert ile yaptığı çalışmadan sonra psikoloji alanındaki çalışmalarına son

vererek reklamcılık alanına geçmiştir. Albert ile ilgili çalışmasından etkilenen Mary Cover

Jones korkuların koşullanma yolu ile öğrenildiği takdirde koşullanma yolu ile de yok

edilebileceği düşüncesi ile tavşanlardan korkan Peter ile ilgili çalışmanın tüm sorumluluğunu

üzerine alarak korkuların ve heyecanların koşullanma yolu ile değiştirilmesinde davranışç ı

tekniklerin popüler olmasında etkili olmuştur.

Page 83: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

76

Albert ve Fare; Peter ve Tavşan

Watson, üniversitedeki kariyerini özel sebeplerden bırakmasının ardından reklamcılık

alanına geçerek reklamcılık üzerinde çok büyük etkiler yaratmıştır. Davranışçılığın ilkelerinin

reklamcılık ve pazarlama alanlarında etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamıştır.

1920’den sonra Watson’un psikoloji ile olan akademik bağı giderek zayıflayarak

konferans ve radyo konuşmaları ile sınırlı kalmıştır.

Bununla birlikte Watson’un konumu davranışçılığın psikoloji tarihindeki konumunu

belirlemiştir. Watson’un ardından, davranışçılık B. F. Skinner’ın çalışmaları ile etkisini

sürdürmüştür (Schunk, 2011, s.39-40).

4.2. Burrhus F. Skinner ve Edimsel Koşullanma

Watson ve Pavlov’un çalışmalarından etkilenerek psikoloji alanında çalışmaya başlayan

Skinner’ın Watson davranışçılığının yenilenmesini sağladığı kabul edilir (Schunk, 2011, s.45).

Page 84: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

77

1938 tarihli Organizmaların Davranışı kitabı ile görüşlerinin açıklayan Skinner,

çoğunlukla olumsuz eleştiri almıştır. Bununla birlikte kitabı uzun yıllar sonra bile modern

psikolojinin gelişmesini sağlayan en önemli kitaplardan biri olarak değerlendirilmiş t ir

(Schultz&Schultz, 2007, s.483)

Skinner’a göre “Psikolojik dünyamız sadece tepkisel koşullama yoluyla olsaydı, çok sığ

olurdu, çevremizi de değiştiremezdik. İnsan çevreyi değiştirir, bu değişiklikten kendisi de

değişikliğe uğrar ve davranışları da değişir. Bir davranış kendi yarattığı sonuçlara göre

değişikliğe uğrar ve davranış dağarcığımız da değişikliğe uğrar. Davranışların değişmesine yol

açan, yani onları kontrol eden ilkeleri anlarsak davranışları da açıklayabiliriz.”

Skinner’in psikoloji sistemi, pek çok açıdan

yaşamının ilk yıllarına ait deneyimlerini yansıtmaktad ır.

Skinner’in hayatı geçmiş pekiştirmelerin bir ürünü olarak

değerlendirir ve kendi düzenli ve sistemli yaşantısının da

bu şekilde daha önceden belirlenmiş olduğunu düşünür.

Kendi yaşantısının tüm yönlerinin sadece çevresel

kaynakların izini sürdüğüne inanır ki çocukluğu boyunca

çeşitli oyuncaklar yapan hayvanlarla ilgilenen Skinner

yıllar sonra güvercinleri ping-pong oynamak gibi çeşitli

eğlenceli ve şaşırtıcı faaliyetleri yapacak şekilde eğitir.

Ünlü edim kutusunda farenin yiyeceği bulması ile ilgili

süreçle edimsel koşullanmanın ilkelerini açıklar (Myers,

2013, s.322-329)

Davranışın biçimlendirilmesi olarak

bilinen yöntemi ile güvercinlere bir

pinpon topunu istenen noktaya

götürmeyi öğretmiştir. Güvercin her

doğru davranışından sonra yem almış,

farklı yönlere gittiğinde ise ödül - yem

verilmeyerek davranış

şekillendirilmiştir.

Page 85: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

78

Bireyin gerçek, gündelik yaşamına ilişkin problemlerine yoğun ilgi duyan Skinner’ ın

düşünceleri, 1960’lı yıllardan sonra eğitim ve davranış değiştirme yöntemleri olarak klinik

alanda uygulamalar bulunca dikkat çekmiştir. Bu zaman zarfında Bilim ve İnsan Davranışı

kitabı davranışçı psikolojisinin temel ders kitabı hâline gelmiştir.

Skinner, davranışların kazanılması ile ilgili görüşlerini edimsel koşullanma kuramı ile

açıklamıştır. Skinner, kuramında kendiliğinden yapılan davranışlarla koşullanmanın meydana

gelebileceğini vurgulamaktadır. Thorndike’ın çalışmalarından yola çıkarak organizmanın

davranışlarını, basit refleksif tepkiler olmadığını, uyaranlara karşı kasıtlı olarak yapılan

hareketler olarak kabul etmektedir. İnsanlar çevrelerinde bulunan çeşitli nesnelerle etkileşimler i

sırasında birçok farklı davranışta bulunduğunu, bunlardan pekiştirilen davranışlar ın

koşullanmayı oluşturduğunu savunmaktadır. Buna bağlı olarak kendiliğinden bir ihtiyac ı

karşılamaya yönelik olarak yapılan davranışlara “edim” adını veren Skinner, bu edimler in

onları izleyen sonuçlardan etkilendiğini ileri sürmektedir. Skinner’ın geliştirdiği edimsel

koşullanmaya göre edimsel davranış; bilinen bir uyarıcı tarafından oluşturulmaz; organizma

tarafından ortaya konur ve sonuçları tarafından kontrol edilir. Bu bağlamda edimsel davranış ın

ilk nedeni organizmanın içindedir; organizma edimleri ortaya koyar. Bu nedenle bu tür

koşullamaya edimsel koşullama ya da “R’’ (Response = tepki) tipi koşullama adı verilmekted ir.

“R” tipi koşullama adı verilmesinin nedeni ise bu tür koşullamada pekiştirmenin tepkiye bağlı

olarak yapılmasıdır. Tepki doğru olduğu takdirde ödül yani pekiştirici uyarıcı -davranışın

yapılmasını sağlayan- verilmektedir (Arık, 1995, s.224-242; Senemoğlu, 2009, s.167-169).

Görüldüğü üzere Thorndike gibi Skinner de davranış ve sonuç ilişkisi üzerinde

durmuştur. Skinner, Thorndike’ın çalışmalarının devamı olarak kabul edilebilecek,

davranışların oluşumuna ilişkin başka bir dinamiği ortaya koymuştur.

Özellikle çocuklarda ve eğitim alanında davranış değiştirme teknikleri olarak

Skinner’ın “edimsel koşullanma teknikleri” sıklıkla kullanılmaktadır. Davranışlar ın

değiştirilme sürecinde ödül ve cezalardan yararlanılarak birçok çocukluk çağı problemler i

tedavi edilmektedir. Skinner, Thorndike gibi cezanın davranışın değiştirilmesinde etkisinin

olmadığını belirterek, sorunun çocuğun çevresinde istenmeyen davranışa neden olan

uyaranların ortadan kaldırılması ile ilgili olduğunu ifade eder. Başka bir ifade ile olumlu

davranışı engelleyen etmenleri ortadan kaldırır ve doğru davranışı yaptığında

ödüllendirirseniz istenen davranışın kendiliğinden ortaya çıkacağını ve kalıcı olacağını

savunur. Bunların arasında; yatağını ıslatma, parmak emme, tırnak yeme, saldırganlık, öfke

nöbeti, aşırı hareketlilik, sınıfta engelleyici tutum, okulda başarısızlık, dil eksikliği, aşırı

sosyal çöküntü ve astım nöbetleri gibi çeşitli durumları sayılabilir (Senemoğlu, 2009, s.167-

169).

Page 86: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

79

Skinner’a göre davranışın asıl belirleyicisi “ödül” yani pekiştirmedir. Cezanın yeni

davranışın kazanılması ya da istenilmeyenin yok edilmesinde hiçbir etkisi yoktur. Ceza,

organizmaya istemediği bir şeyin verilmesi ya da istediği bir şeyin verilmemesidir. Bir başka

deyişle, ortama olumsuz pekiştireçlerin getirilmesi ya da ortamın olumlu pekiştireçten mahrum

bırakılmasıdır. Skinner’a göre ceza, davranışı yok etmemekte sadece baskı altına almaktadır.

Ceza, ortamdan çıkarıldığında cezaya neden olan davranış tekrar ortaya çıkabilmekted ir

(Schunk, 2011, s.45-46).

Skinner, “edim kutusu” adını verdiği kutunun

içinde bir farenin kendiliğinden yaptığı davranışlar la

peyniri elde etme sürecini ve peyniri ile ödüllendir ilen

davranışının tekrarlanma dinamiğini edimsel koşullanma

süreci olarak açıklamıştır. Gündelik hayat içerisinde

çoğunlukla bir davranışı birine yaptırmak istediğimizde

ya da biri bizden bir şey istediğinde “önce sen bir yap

bakalım” gibi ifadeler kullanırız. Aslında önce bireyin

birtakım davranışlarda bulunması ve ardından sonucunu

yaşaması edimsel koşullanmadır. “İyilik yap elbet sonucu

gelir.” şeklinde basit bir çıkarımla bile konuyu

özetlememiz mümkündür. Bebekler, herhangi bir

ihtiyaçları olduğunu ağlama davranışı ile dile getirir ler.

Ağlayan bebeğe de annesi gelerek ihtiyacı neyse onu

verir. Bu deneyimden sonra da bebek, ağlama davranış ını

ihtiyaçları karşılamada kullanmaya başlar. Çünkü

davranışın sonucu olumludur. Belki de halk arasında

“Bırak ağlasın, her ağladığında gitme sonra hep ağlar .”

gibi ifadeler Skinner’den habersiz olarak yayıldı.

Page 87: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

80

Edimsel Koşullama İlkeleri

Edimsel koşullamanın, ödülün -pekiştirecin- izlediği tepkilerin tekrarlanabileceğini ve

ödülün davranışın tekrarlanma oranında belirleyici olduğunu belirtmektedir. Bir başka ifade

ile pekiştirilen davranışı daha sık gösterirken pekiştirilmeyenden ise vazgeçmektedir.

Davranışın görülme sıklığının arttırılması: Olumlu ve olumsuz pekiştireçlerin Skinner’a göre

pekiştirmenin organizmaya istenen davranışı kazandırmada, davranışı biçimlendirmede,

sonuç olarak davranışların oluşumunda önemli bir yeri vardır. Yalnızca alışkanlıklarımız,

tutumlarımız, heyecanlarımız değil tüm bu dinamiklerin toplamı olan ve bir bireyi

diğerlerinden ayıran kişilik özellikleri de pekiştirmeler yoluyla kazanılan davranışlar ın

sonucudur. Pekiştireçler; meydana getirdikleri etkilere göre olumlu pekiştireçler ve olumsuz

pekiştireçler olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.

Olumlu Pekiştireçler: Ortama konulduğunda belirli bir davranışın yapılma olasılığını artıran

uyarıcılardır. Bu uyarıcılar da birincil ve ikincil olumlu pekiştireçler olmak üzere iki grupta

toplanmaktadır. Birincil olumlu pekiştireçler; yiyecek, su, cinsellik gibi organizmayı doğal

olarak pekiştiren ve canlının yaşaması ile ilgili olan pekiştireçlerdir. İkincil olumlu

pekiştireçler ise, herhangi bir nötr uyarıcının olumlu birincil pekiştireçler le

ilişkilendirilmesiyle olumlu pekiştireç özelliği kazanan uyarıcılardır (saygı, başarı vb.).

Olumsuz Pekiştireçler: Ortamdan çıkarıldıklarında belirli bir davranışın yapılma olasılığını

artıran uyarıcılardır. Olumsuz pekiştireçler, organizmaya rahatsızlık veren uyarıcılardır ve

birincil ve ikincil olumsuz pekiştireçler olmak üzere iki gruba ayrılmaktadırlar. Birinc il

olumsuz pekiştireçler; organizmaya zarar veren, yaşamı tehdit eden uyarıcılardır. Bunlar;

rahatsız edici yüksek tonlu sesler, elektrik şoku vb.dir. İkincil (koşullu) olumsuz pekiştireç ler

ise, herhangi bir nötr uyarıcının birincil olumsuz pekiştireçlerle ilişkilendirilmes iyle

pekiştireç özelliği kazanan uyarıcılardır. İkincil pekiştireçler bu özelliklerini büyük ölçüde

klasik koşullama ilkelerine göre kazanırlar.

Olumlu ve Olumsuz Pekiştirme Kullanma İlkeleri

1. Birincil ve ikincil olumlu pekiştireçler ortama konulduğunda davranışın yapılma olasılığı

artar.

2. Birincil ve ikincil olumsuz pekiştireçler ortamdan çıkartıldığında davranışın yapılma

olasılığı artar.

3. Bu durumda pekiştirme, olumlu pekiştireçleri ortama koyarak ya da olumsuz pekiştireç ler i

ortamdan çıkararak davranışın yapılma olasılığını artırma işlemidir. Olumlu pekiştireç ler i

ortama koyarak davranışın yapılma olasılığını artırma işlemine olumlu pekiştirme; olumsuz

pekiştireçleri ortamdan çıkartarak davranışın yapılma olasılığını artırma işlemine ise

olumsuz pekiştirme denir.

Page 88: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

81

4. Pekiştirmenin gelişigüzel değil belirli bir program dâhilinde yapılması gerekir. Skinner,

pekiştirmenin nasıl verilmesi gerektiğini “pekiştirme tarifeleri” ile açıklamaktadır.

Sonuç olarak, Skinner’a göre psikolojiyi gerçek bir bilim hâline getirmenin yolu,

davranışı açıklamak ve değiştirmek için; ölçülemeyen içsel süreçlere değil, ölçülebilen dışsal

süreçlere odaklanmaktan geçmektedir.

4.3. Clark Leoanard Hull ve Sistematik Davranışçı Kuram

Clark L. Hull, ilk olarak mühendislik eğitimi almıştır. Lisans sonrası eğitimini psikoloji

üzerine yapmıştır. Yirmi dört yaşında çocuk felci geçirmesine rağmen çalışmalarına devam

etmiştir. Hull’un ilk araştırmaları, davranışın analizinde kullandığı nesnel metot ve işlevse l

kanunların temellerini oluşturmuştur. Test ve ölçümler, istatistiksel analiz metotlarının

geliştirilmesi üzerinde çalışmanın yanı sıra ve korelasyonu hesap eden bir makine icat etmiştir.

Ayrıca hipnoz ve aşılanma yatkınlığı konuları ile ilgili 32 makalesini ve araştırma sonuçlar ını

özetlediği Hipnoz ve Aşılanma Yatkınlığı isimli bir kitap yazan Hull, Pavlov’un şartlı refleksle r

problemine ve öğrenmeye ilgi duymaya başlaması ile davranışçı ekolün gelişmesinde etkili

olmuştur (Schultz&Schultz, 2007, s.474)

Hull’un davranışçılık şekli, Watson’un davranışçılığından gerek organizmanın çevreyle

etkileşimi gerekse bu etkileşimi ortaya koyma yöntemleri açısından çok daha gelişmiş ve

karmaşık kabul edilmektedir.

Davranış bir uyarıcının değil birçok uyarıcının etkileşimi sonucu oluşur. Organizma,

var olduğunda ihtiyaçlarını giderebilecek tepkiler hiyerarşisiyle dünyaya gelmiştir. Dolayısıyla

bir ihtiyacı karşılamak için bu tepkiler hiyerarşisinden birini seçer ve uygularız. Eğer tepki her

zaman ödül getiriyorsa onu yapmayı alışkanlık hâline getiririz. Eğer repertuarımızdaki yani

Page 89: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

82

tepkiler hiyerarşisindeki hiçbir tepki istenen sonucu getirmiyorsa yeni davranış öğrenmeye

güdüleniriz.

Hull, organizmanın davranışı yapabilecek durumda olmamasını “tepkisel engeleme ”

kavramı ile açıklamış ve tekrar davranışı yapabilecek duruma gelebilmesi için “mola verilmes i”

gerektiğini belirtmiştir.

Bir örnek ile açıklarsak artık ders çalışamadığınızı, ders notlarını okuyamadığınızı

düşünün, ne yaparsınız? Kendinize bir kahve molası verirsiniz ve sonra tekrar ders çalışabilecek

durumda hissedersiniz değil mi?

Davranışların organizma ve çevre arasındaki etkileşimlerle ortaya çıktığını, yani

organizmanın hayatta kalmasını sağlamaya yönelik biyolojik uyumu sırasında yeni davranışlar ı

kazandığını belirtmektedir. Aksi durumda çevreye uyum gereksinimi duyulmuyorsa daha önce

yapılması alışkanlık hâline getirilmiş davranışlar kullanılmaya devam edilmektedir. Yani

biyolojik uyum tehlikeye girdiğinde, organizma ihtiyaç durumu içerisinde olduğunda

organizma bu ihtiyacı giderecek şekilde davranır. Dolayısıyla, organizmanın davranışlar ı,

organizmanın hayatta kalması için gereken en iyi biyolojik koşulların yerine getirilmes ine

hizmet etmektedir (Senemoğlu, 2009, s.176-177).

Hull bedensel ihtiyaçların, organizmanın en uygun biyolojik koşullardan sapması

sonucu oluştuğunu düşünmüştür. Davranışçı bir teorisyen olarak Hull, biyolojik ihtiyaç

kavramını sistemine doğrudan sokmaktansa ara bir değişken olarak dürtünün gerçek olduğunu

kabul etmiştir. Hull, bir davranışın oluşmasında ve tekrarında yani davranışın şiddeti üzerinde

dürtünün etkisine daha fazla vurgu yapmıştır. Diğer davranışçı kuramcılar gibi davranış ın

çevresel uyarıcı tarafından gerçekleştiği, yönetildiği görüşüne bağlı kalmıştır. Dolayısıyla Hull,

güdüyü davranışın güçlenmesi için gerekli bir ödül olarak ele almıştır. Kuramında, güdüler i,

biyolojik ihtiyaçlarla, organizmanın hayatta kalmasıyla ilgili olan birincil güdüler ile birinc il

güdülerden daha başka güçler tarafından insanı ve hayvanı motive eden ikincil güdüler olarak

ikiye ayırmaktadır. İkincil güdüler, öğrenilmiş güdülerdir (Senemoğlu, 2009, s.179).

Birincil güdüler: Bir doku ihtiyacı durumundan kaynaklanan bu güdüler arasında

yiyeceğe, suya, havaya, ısı ayarlamasına, dışkılamaya, idrara çıkmaya, uyumaya, cinsel ilişk iye

ihtiyaç duyma ve acıdan kurtulma vardır. Bunlar, organizmanın temel içsel süreçleridir ve

hayatta kalmaya devam etmesi açısından çok önemlidir. Hull’a göre ikincil güdüler, daha

önceden nötr uyarıcı olan bir uyarıcı, asıl ihtiyaç durumu veya birincil güdü tarafından

uyandırılan tepkilere benzer tepkiler ortaya çıkarabildiği için güdü özellikleri göstermeye

başlayabilir. Bundan dolayı çevredeki durum ve uyarıcılarla ilgili olan birincil güdüler in

azaltılmasıyla birleşip sonuçta kendileri güdü olarak ortaya çıkmaktadırlar.

Hull’un davranışçı kurama getirdiği en önemli katkılardan bir diğeri de nesnel

davranışçı psikolojinin gelişmesini sağlayan, davranışın ölçülmesi ve nicelleştirilmesi ile ilgili

fikirleridir. Sisteminde bilince, amaca veya herhangi bir zihinsel - ruhsal kavrama yer yoktur.

Page 90: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

83

Hull’un kuramında gözlem ve davranışın yorumu kesinlikle nesnel olmalıdır. Hull’a göre

psikologlar matematiğin tam ve dikkatli anlayışını geliştirmek, matematik diliyle düşünmek

zorundadır. Hull’a göre ideal bir öğrenme kuramı Öklit geometrisi gibi önerme ve teoremlerden

kurulan mantıksal bir yapıya sahiptir. Davranış yasaları matematiğin kusursuz diliyle ifade

edilmeli veya açıklanmalıdır. Hull, bu görüşlerini “Davranışın İlkeleri” adlı kitabında

açıklamıştır. (Senemoğlu, 2009, s.194; Schultz&Schultz, 2007, s. 478-479)

Görüldüğü üzere, maden mühendisliğinden psikoloji alanına doğru yönelen mesleki

kariyeri, hipnoz ve telkin ile başlamış, öğrenme psikolojisi ve klasik koşullanmanın nesnel

ilkelerini içeren genel davranış kuramını geliştirmesi ile Hull’u davranışçı ekolün en önemli

isimlerinden biri hâline getirmiştir.

Page 91: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

84

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 92: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

85

Uygulama Soruları

1) Watson, Skinner ve Hull’un verilerinin gündelik hayattaki uygulamalarına örnekler

veriniz.

Page 93: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

86

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Davranışçı kuramcılardan Watson, Skinner ve Hull’un insan davranışlarını psikolojinin

dört temel hedefi - tanımlama, açıklama, tahmin ve kontrol- doğrultusunda nasıl inceledikler ini

öğrendik. Ayrıca kuramın tarihsel sürecinde, kendi teorileri ile davranışçılığın gelişmes ine

katkıları ile insan davranışlarını analiz ve kontrol tekniklerini öğrendik.

Page 94: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

87

Bölüm Soruları

1) Davranışçı Kuram’ın kurucusu olarak kabul edilen uzman kimdir?

a) Pavlov

b) Thorndike

c) Watson

d) Skinner

e) Hull

2) Aşağıdakilerden hangisi davranışların devam etmesini sağlama yöntemidir?

a) Sönme

b) Sistematik duyarsızlaştırma

c) Karşıt koşullama

d) Çevre

e) Pekiştirme

3) Korku ve heyecanların koşullanma ile elde edildiğini savunan uzman kimdir?

a) Pavlov

b) Thorndike

c) Watson

d) Skinner

e) Hull

4) Biyolojik uyumun bozulmasının davranışların kazanımında etkili olduğunu belirten

uzman kimdir?

a) Pavlov

b) Thorndike

c) Watson

d) Skinner

Page 95: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

88

e) Hull

5) “Davranışlar, tesadüfi pekiştirmlerin sonucu kazanılır.” görüşü hangi kuramsal

temele dayanmaktadır?

a) Klasik koşullanma

b) Bağ kuramı

c) Edimsel koşullanma

d) Sosyal öğrenme

e) Sistematik davranışçı kuram

6) Skinner’ın edimsel koşullanma sürecinin klasik koşullanmadan farklılıklar ını

açıklayınız.

a) Watson’un heyecan ve korkuların kazanımı ile ilgili görüşlerini açıklayınız.

b) Hull’un davranış kazanımına ilişkin görüşlerini ve kavramlarını yazınız.

c) Hull’un davranışçı kurama getirmiş olduğu yenilikleri yazınız.

d) Skinner’ın davranışların kazanımı ile ilgili görüşlerini gündelik yaşamdan örnekler

vererek açıklayınız.

Cevaplar

1) c, 2) e, 3) c, 4) e, 5) c

Page 96: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

89

5. DAVRANIŞÇI KURAM III -DAVRANIŞÇILIK ÜZERİNDE

BİLİŞSEL ETKİLER: EDWARD C. TOLMAN, ALBERT BANDURA VE

JULİAN ROTTER-

Page 97: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

90

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz

5.1. Edward C. Tolman ve İşaret Gestalt Kuramı

5.2. Albert Bandura ve Sosyal Bilişsel Kuram

5.3. Julian Rotter ve Denetim Odağı

Page 98: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

91

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Bilişsel davranışçı kuramcıların “Davranışçı Kuram”ın gelişimine katkısını

tartışınız.

2) Davranışçı Kuram’ın tarihsel süreç içerisindeki gelişim seyrinin insan

davranışlarının açıklanmasına getirmiş olduğu yenilikler nelerdir?

3) Günümüzde psikoloji alanındaki popülerliği azalmasına rağmen, modern insanın

hatta bilgi çağının insanın yaşamında hâlen davranışları yönlendirici etmenler olarak verilerinin

kullanılmasını nasıl açıklayabiliriz?

Page 99: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

92

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Davranışçılık Üzerinde

Bilişsel Etkiler

Bilişsel görüşlerin davranışçı

ekole katkısını açıklayabilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Edward C. Tolman ve

İşaret Gestalt Kuramı

Tolman’ın davranışların

kazanımına ilişkin görüşlerini

ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Albert Bandura ve Sosyal

Öğrenme

Bandura’nın davranışların

kazanımına ilişkin görüşlerini

ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Julian Rotter ve Denetim

Odağı

Julian Rotter’ın davranışların

kazanımına ilişkin görüşlerini

ifade edebilmek

Literatür taraması ve

gözlem, analiz

Page 100: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

93

Anahtar Kavramlar

Davranışçı Kuram

Tolman ve İşaret Gestalt Kuramı

Bandura ve Sosyal Öğrenme Kuramı

Rotter ve Denetim Odağı

Page 101: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

94

Giriş

Gestalt ve bilişsel kuramcıların davranışçı kuram üzerinde etkisini dikkat çekeceğimiz

bu bölümle birlikte davranışçı kuramı genel olarak bitirmiş olacağız. Davranışçı Kuram’ın bu

son bölümünde, insan davranışlarını açıklayan uyaran tepki bağlamındaki katı görüşlerinin

değişimini ve insanın kendi davranışlarında kontrol gücünün olabileceğine ilişkin görüşler ini

kısaca davranışçılığın insan davranışlarını, uyaran-organizma-tepki üçlüsü ile açıkladığı

kuramsal bakış açılarını göreceğiz. Bu doğrultuda özellikle göz önüne almamız gereken “her

ne kadar organizma olarak insanın” davranışlar üzerinde kontrol etkisini belirtmiş olsalar da bu

kuramlarda davranışın belirli çevresel ortamlardaki uyaranların kontrolü ile

değiştirilebileceğine vurgu yapmaktadırlar. Dolayısıyla söz konusu kuramlarda bilişsel ve

Gestalt kuramların etkileri olmakla birlikte “Davranışçı Kuram” oldukları unutulmamalıdır.

Page 102: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

95

5.1. Edward C. Tolman ve İşaret Gestalt Kuramı

Edward Chace Tolman, ‘öğrenme’ ve ‘motivasyon’ alanlarında önemli çalışmala r

yapmış ve “Öğrenmenin Bilişsel Kuramı” (Cognitive Theory of Learning) ile kendi davranışç ı

ekolünü geliştirmiştir.

1886 yılında Massachusets’de doğdu Matematik konusunda

başarılı olmasına rağmen yine de deneysel ve kuramsal kimya

üzerinde çalışmıştır. Massachusets Teknoloji Enstitüsü’nde

elektrokimya alanında lisans yapmıştır. Williams James’in

çalışmalarını okuyup Harvard okuluna felsefe ve psikoloji öğrencis i

olarak girdi. Öğrenciliği esnasında Almanya Giessen’de Gestalt

psikoloğu Kurt Kofa ile birlikte olmuş, Gestalt psikolojisi ile

ilgilenmiş ve Harvard’dan Geriye Dönük Ket Vurma (Retroactive

İnhibition) konulu tezi ile doktorasını tamamladıktan sonra

Nortwestern Üniversitesi’nde ders vermiştir. Fakat savaş konusunda barışçıl bir makalesinin

yayımlanması ile ayrılmak durumunda kalarak California Berkeley Üniversitesi’ne geçmişt ir.

ІI. Dünya Savaşı’ndan hemen önce Savaşa Yönelik İtkiler (Drives Toward War) isimli küçük

bir motivasyon kitabı yazmış, savaş boyunca Henry Murray ile birlikte Washington’da Stratejik

Hizmetler Ofisi’nde çalışmıştır. Gestalt psikolojisi üzerinde çalışmak için Almanya Giessen’e

geri döndü. Farelerle labirent deneylerinde ödülün ve pekiştirecin rolleri üzerinde çalışt ı.

1932’de Hayvanlarda ve İnsanlarda Amaçlı Davranış (Purposive Behavior in Animals And

Men) adlı kitabını yazdı. 1949’da Öğrenmenin Bir Çeşidinden Daha Fazlası Var (There is More

Than One Kind of Learing) adlı kitabı yazmış, 1937’de başkanlığını yaptığı Amerikan Psikoloji

Derneği’nden daha sonra başarı ödülü almıştır (Schultz&Schultz, 2007, s. 465)

Kuramında diğer davranışçılar gibi psikolojinin tamamen objektif bir bilim olması

gerektiğini savunarak içe bakış yöntemini reddetmiştir. Tolman, öğrenmenin, organizmanın

çevresi hakkındaki bilgileri ve bunlarla kendi arasında nasıl bir ilişki kurduğu ile ilgili olarak

gerçekleştiğini belirtmiştir. Bir başka ifade ile insan davranışlarının, onların amaçları, niyetler i,

bilgileri, düşünmeleri ve planlamaları ile ilişkili olduğunu açıklamaya çalışmıştır. Bu bağlamda

kuramı, öğrenmeyi sıkı bir uyaran-tepki bağı ile açıklayan Thorndike ve Hull’ın karşısında yer

almıştır.

Her ne kadar düşünme, anlamlandırma, niyet gibi kavramlarla davranışın oluşumunu

açıklamış olsa da onun temel araştırma konusu bilinç yerine davranıştır.

Bu bağlamda kendi kuramsal yapısını “doğru davranışçılık “ olarak ifade etmektedir.

Tolman kuramını “amaçlı davranışçılık” (purposive behaviorism) olarak adlandırmıştır. İnsan

ve hayvan davranışının amaca yönelik olduğunu ve bu amaçların bilimsel analizlerin söz

konusu olabileceğini belirtmiştir. Ayrıca geleneksel davranışçılar gibi davranışı atomik birimle r

hâlinde değil bütüncül / molar bir anlayışla incelemiştir.

Bütüncül davranış, amaçlıdır; davranışı küçük parçalara, birimlere ayırarak çalışmak

davranışın anlamını yok edebilir. Dolayısıyla anlamlı bütünlüğü olan amaca yönelik olan

Page 103: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

96

davranışlar incelenmelidir. Bütünsel davranış, reflekslerden farklıdır. Temel farklılık, bütünse l

davranışın birçok faktörle bağlı olmasıdır; öğretilebilir niteliğe sahiptir. “Öğretilebilir” terimi,

anlam bakımından Tolman’ın pasifl kavramı ile ilişkilendirilebilir. “Bilişsel” (cognitive) terimi

ise ayırt etme, yer / konum bulma, neyin neye rehberlik ettiğini anlama ve form beklentis i

becerilerini ifade etmektedir. (Schultz&Schultz, 2007, s.465; Senemoğlu, 2009, s.198-199)

Ara Değişkenler

Canlı organizmaların davranışlarına pusula görevi gören anlamlı psikolojik

kavramları tanıdığını öne sürmüştür. Başka bir ifadeyle, basit uyaran - tepki ilişkisini tatmin

edici bulmamıştır. Psikolojik süreçler, uyaran ve tepki arasındaki ilişkiye müdahale eder ve

davranışı ortaya çıkartır, davranışa anlamlı olarak bağlanmıştır. Ara değişken (intervening

variable) ifadesi; davranışı yönlendiren ve çevresel uyaran ile gözlemlenebilen tepkiler

arasında arabuluculuk eden psikolojik süreçleri tanımlamaktadır. Ara değişken örnekle ri;

bilişleri, beklentileri, amaçları, varsayımları ve istekleri kapsar.

Örneğin beklentiler; Tolman’a göre bir beklenti, her bir başarılı tepkiyi bir ödül takip

ettiğinde ortaya çıkar. İnsanlar ve hayvanlar, tepkiler ve çevresel uyaranlar arasında düzenli

ilişkilerin olduğu her zaman beklenti oluştururlar. Bir beklenti bir kere ortaya çıktığı zaman,

davranışın yön bulmasında ve kontrolünde rol oynar (Senemoğlu, 2009, s.200-201).

Öğrenme konusunda çalışmak için Tolman, fareler üzerinde araştırmalar yapmış ve

çeşitli klasik fare deneyleri gerçekleştirmiştir. En çok bilinen çalışmalarından bir tanesi de

labirentte ilerlemeyi içermektedir. Ayrıca farelerin karmaşık labirentler içerisinde yollar ını

öğrenmelerinde, pekiştirecin oynadığı rol üzerinde de durmuştur.

Page 104: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

97

Ayrıca, belirgin bir ödülün olmadığı durumlarda gerçekleşen öğrenme olarak ifade

edilen “Gizil Öğrenme Kuramı”nın ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Birçoğumuz dilimize bir şarkı takıldığında şaşırırız; ne o şarkının cd’sine sahibizd ir

ne de dinlemek için özel bir çaba sarf etmişizdir. Peki, nasıl oluyor da şarkının sözlerini hem

de melodisi ile söyleyebiliyoruzdur. Aslında “farkında olmadan” öğrenmişizdir. Özel bir

çaba sarf etmeden şarkının çalındığı ortamlarda örneğin bir sokak ya da bir kafede

bulunmuşuzdur ve bu ortamlarda bulunmak şarkıyı öğrenmemiz için yeterli olmuştur.

İşte bu tür öğrenmelerimiz Tolman tarafından “gizil / örtük öğrenme” olarak

adlandırılmaktadır. Tolman, gizil öğrenmeyi açıklarken, performansa hemen aktarılmayan

öğrenme olarak da açıklar. Yani diğer davranışçılarda olduğu gibi bir uyarana karşı hemen

tepki vermeniz Tolman’ın öğrenmesinde beklenmemektedir.

Edward Chace Tolman, davranışı bilişsel durumlar gibi daha gizil (gözlenemeyen)

işlevlerle ilişkilendirmede başarısız olduğunu düşünmüşse de psikolojide ve özellikle de

öğrenme alanında önemli bir etki bırakmıştır ki etkisi bugün bile hâlen hissedilmekted ir.

Tolman, öğrenme konusunda birçok önemli araştırma başlıkları ortaya atmıştır ve psikolojiye

“ara değişken” (intervening variable) ve “bilişsel harita” (cognitive map) kavramlar ını

kazandırmıştır (Papalia; Olds, 1998, s.179-180).

5.2. Albert Bandura ve Sosyal Öğrenme Kuramı

Davranışçılar, Amerika’da 50 yıl gibi uzun bir

süredir hükümranlığını devam ettirmekteydi. Bu uzun

yolculuğun son dönemlerinde zihinsel süreçleri dikkate

almayıp insanı robot gibi makineleştiren anlayış la r ı

yalnızca diğer teorisyenler tarafından eleştirilmemişt ir.

Davranışçılığın içinde de davranışçılığın katı, kuralcı ve

indirgemeci yapısı eleştirilir olmuştu (Senemoğlu, 2009,

s.215; Schultz&Schultz, 2007, s. 504)

Page 105: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

98

Davranışçı uzmanlar dahi davranışçılığın, davranışın oluşumunda zihinsel süreçleri

tümüyle, kesin, katı bir şekilde reddetmesini anlamlı bulmamaya ve sorgulamaya başlamışt ı .

Davranışçılığın gelişimindeki üçüncü aşama olarak kabul edilen “yeni davranışçılar - neo

davranışçılar, davranışçılığa karşı başlayan bilişsel devrimin “davranışçılık” içindek i

temsilcileriydi (Schunk, 2011, s.77).

Bu yeni grup, 1960’lardan itibaren psikolojide hâkim olan davranışçı anlayıştan yani

davranışçılığın zihinsel süreçleri reddeden sınırlayıcı, engelleyici katı özelliklerinden

uzaklaşmaya başladı. Bu yeni anlayışla birlikte davranışçı akım zihinsel süreçleri dikkate alan

öncekine göre daha esnek bir yapıya doğru geçmiş oldu.

Özellikle Albert Bandura ve Julian Rotter çalışmaları ile davranışçılığın uyaran - tepki

ilişkisine zihinsel süreçleri de ekleyerek organizmanın bir uyarana tepki vermesinde

organizmanın zihinsel süreçlerinin de etkilerini açıklayan teorilerini açıkladılar.

Albert Bandura, 1960’ların ilk yıllarında, başlangıçta “sosyal-davranışçılık”

olarak nitelendirdiği kuramını “sosyal bilişsel teori” olarak açıkladı. Bandura kuramı ile

hâlâ davranışçı bir kuramdı, bilişsel bir kuram değidi. Bandura, kuramını açıklarken de

kuramını davranışçılığın bir türü olarak nitelendirdi. Yalnızca kuramı, klasik

davranışçılar içinde örneğin Skinner’a göre daha ılımlıydı (Senemoğlu, 2009, s.215).

Bandura’nın kuramı, davranışçı öğrenme kuramları ile bilişsel öğrenme kuramlar ı

arasında köprü niteliğindedir.

Bilişselci görüş, davranışçılar içinde soyal öğrenme kuramında varlığını hissettird i.

Ayrıca bilişselciler, bir başka davranışçı kuram olan İşaret Gestalt Kuramı ile Tolman’ ın

görüşlerinde de etkilerini göstermiş olsalar da Tolman’ın kuramı daha çok uyaranın algılanması

ile ilgili olarak bilişselci kuramın hazırlayıcılarından Gestalt Kuramı’nın izlerini taşıyordu.

Bandura’nın kuramı ise Gestalt Kuramı’ndan ziyade Bilişsel Kuram’ın terminolojisini de

(Örneğin, sembolleştirme kapasitesi, hatırlama gibi) kullanarak daha fazla bilişselci nitelik

taşıyan davranışçı kuramdı (Schunk, 2011, s.78-79).

Bandura’nın kuramı insan davranışlarını basit uyaran - tepki bağlamından çıkararak

uyarana tepki verme ya da vermeme kararında bireyin inaçlarının, beklentilerinin, eğitim

seviyesinin etkili olduğunu ortaya koydu. Kuram, aynı zamanda bu özelliklerin bir uyaranın

pekiştireç olarak algılanıp algılanmamasında da etkisini vurguladı.

Kuramın araştırmaları etkileşim içerisindeki insan deneklerinin davranışlarının

gözlenmesine odaklanarak, davranışın kazanımı ile değişiminin yarattığı dolaylı öğrenmenin

davranışı ortaya çıkarma ve devam ettirmedeki rolü üzerinde durdu. Ayrıca iç gözlemi de

kullanmadı.

Page 106: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

99

Bandura’nın görüşüne göre tepkiler ya da davranışlar, otomatik olarak bir uyarıc ı

tarafından başlatılmıyordu. Bireyin kendisi uyarıcıya verilen tepkileri harekete geçiriyordu.

Yani birey tepki verip vermeyeceğine, hangi ortamda vermesi gerektiğine ve bu tepkinin ne

şekilde olması gerektiğine kendisi karar veriyordu. Klasik davranışçılarda olduğu gibi davranış ı

dışsal bir uyaran belirlemiyordu. Bu doğrultuda Bandura, davranışçıların insanı mekanik bir

robot gibi değerlendiren görüşünden ayrılmıştı. (Schultz&Schultz, 2007, s.509; Dworetzky,

1996, s.212-216 )

Birey neyin pekiştirildiğinin farkındadır ve aynı şekilde davranırsa aynı ödülün tekrar

geleceğini umduğu için bir dış uyarıcı davranışı değiştirebilir.

Bandura davranışlarımızın pekiştirme sonucu değiştiği konusunda Skinner’la hemfik ir

olmasına rağmen, doğrudan pekiştirme elde etmeksizin de davranışların kazanılabileceğini

savundu. Bandura’ya göre doğrudan pekiştirmenin olmadığı durumlarda da öğrenme olabilird i.

Bazen başkalarının ödül aldığını görmek de davranışı yapmak için yeterli olabilirdi. Bu

bağlamda Bandura, başka insanların davranışlarını ve bu davranışlarının sonuçlar ını

gözlemleyerek dolaylı pekiştirmeler aracılığıyla da öğrenmenin olabileceğini deneysel

araştırmaları ile ortaya koydu (Evra, 2005, s.135-137)

Bandura bu görüşünü, diğer insanların deneyimlerini seyretmenin kendi deneyimlerinin

sonuçlarını tahmin etmede etkili olduğunu ünlü saldırganlık davranışlarının kazanımı ile ilgi

araştırmalarında da ortaya koydu. Saldırgan davranışta bulunan bir kişinin deneyimlerini, bu

Page 107: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

100

davranışla elde ettiği sonuçları gözleyen çocukların davranışları gözmeledikleri şeye bağlı

olarak ya saldırgan davranışı yapma ya da saldırgan davranışı yapmaktan kaçınma olarak

görüldü. Bu nedenle kurama göre henüz denenmemiş davranışların sonuçlarını hayal ederek

veya zihninde canlandırarak ve aynı şekilde davranmaya veya davranmamaya dair som bir

karar vererek davranışların düzenlenmesinin mümkün olduğu sonuca vardı. (Evra, 2005, s.135-

137) Bandura bu görüşü ile Skinner’ın sisteminde öne sürüldüğü gibi uyarıcı ile tepki veya

davranış ile pekiştireç arasında doğrudan bir bağlantının olmadığını belirtmektedir (Arık,

1988). Bunun yerine uyarıcı ile tepki arasında aracı bir mekanizma vardır ve bu mekanizma

kişinin bilişsel süreçleridir.

Organizmanın Zihinsel Süreçleri

Bu nedenle bilişsel süreçlerin sosyal bilişsel teoride güçlü bir rolü olduğu

düşünülmektedir. Bu yönüyle Bandura’nın görüşleri Skinner’dan ayrılmaktadır. Bandura’ya

göre davranışı değiştiren pekiştirme tarifesi değil, yani pekiştirmenin hangi kurallara göre

düzenlenerek davranışı oluşturacağı değil bireyin pekiştirme düzeni ile ilgili düşünceleridir.

Kuramda, doğrudan pekiştirme yaşayarak öğrenmek yerine, model alma yoluyla

öğrenme söz konusudur. Kuram davranışların kazanılmasını bir başkası yolu ile öğrenme, yani

başka insanları gözlemleme ve davranışları onlarınkine benzetme yolu ile gerçekleştiğini

açıklamaktadır. Bandura için bir davranışın kazandırılması isteniyorsa, bu davranışlar ı

sergileyen diğer bireyleri seyretmek yani gözlemlenmesini sağlamak önemlidir (Schunk, 2011,

s.80).

Sosyal Bilişsel Yaklaşımı geliştirirken Bandura’nın amacı uygulamaya yöneliktir ve

toplumun normal dışı olarak nitelendirdiği davranışları değiştirmektir. Bandura’ya göre normal

dışı davranışlar da dâhil olmak üzere, tüm davranışlar başkalarını gözlemleyerek ve onların

davranışlarını model almakla öğreniliyorsa davranışın aynı yolla yeniden öğrenilmesi veya

değiştirilmesi de mümkün olabilmektedir. (Bandura, 1969, s. 214-216).

UYARAN ORGANİZMA TEPKİ

Page 108: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

101

Bandura yaptığı deneylerle şiddet ve saldırganlığın gözlem yolu ile öğrenilen

davranışlar olduğunu ortaya koymuştur. Literatüre Bobo-doll Deneyi (1961) ile geçen

deneyinde saldırgan davranışların taklit edilen modelden öğrenildiğini ortaya koymuştur.

Çocukların katıldığı bu araştırmada bir yetişkin Bobo-doll adı verilen havayla şişirilmiş,

zıplayabilen bir bebekle oynar ve oynarken bebeği tekmeleyerek, bebeğe vurarak, kötü sözler

söyleyerek saldırganlık gösterir. Çocuklar modeli sadece izlemektedirler. Bir süre sonra

çocukların da Bobo-doll ile oynamalarına izin verildiğinde, onları gözledikleri saldırganlık

davranışlarını yaptıkları, bununla da yetinmeyip daha da geliştirdikleri görülmüştür. Elde edilen

araştırma sonuçlarına göre saldırganlık davranışı;

Model ödüllendirildiğinde,

Çocuk modeli önceden tanıyorsa,

Çocuk model ile aynı cinsiyetten ise artmaktadır.

Model alarak saldırganlık göstermesinde bireyin,öfke, sıkıntı, hayal kırıklığı ve benzeri

duygular içinde olması gerekmemektedir.

Başka bir araştırmasında ise (1963) saldırganlık davranışı gösteren ve bunun için övülen

(ödüllendirme) birisini gözlemleyen çocukların saldırganlık davranışı eğilimlerinin arttığını,

tersine saldırganlık davranışı için cezalandırılan birisini gözlemlediğinde de saldırganlık

eğilimlerinin azaldığını göstermiştir. Araştırma sonuçlarında insanların davranış özellikler ini

sadece klasik ve edimsel şartlama yollarıyla değil, modelleme ya da gözlem yoluyla da

öğrenebildiklerini destekleyen bulgular elde edilmiştir (Bandura, 1969, s. 214-216).

Ayrıca, Skinner gibi Bandura’da normal dışılığın dış yönü üzerinde durmuştur (davranış

üzerinde yoğunlaşmış ve herhangi bir içsel bilinç veya bilinçaltı çatışmalar üzerinde

durmamıştır). Bandura’ya göre semptomları tedavi etmenin anlamı hastalığı tedavi etmektir.

Çünkü semptom ve hastalığın aynı şey olduğunu kabul etmektedir (Schultz&Schultz, 2007, s.

512).

Kuram, fobilerde ve anormal korkularda da etkili olmaktadır. Terapist veya model

kendi davranışları ile hastaya korkacak bir şey olmadığını göstererek model olur ve hastayı

adım adım korku veren nesneye yaklaştırır. Bandura’nın küçük çocuklarla yaptığı bir

deneyde (1961), okul öncesi düzeyinde, köpekten çok korkan çocuklar denek olarak

kullanılmıştır. Sekiz seans boyunca çocuklar modelin köpekle temasını giderek artırmas ını

izlemişlerdir. Model önceleri modele kapalı bir yerde olduğu hâlde dokunuyorken, giderek

temasını artırmıştır. Son seansta da model köpeğin bulunduğu yere girerek ona sarılmış ve

yemek yedirmiştir. Son seanstan sonra çocukların köpeğe karşı tepki ve davranış lar ı

sınanmıştır. Çocukları çoğunun köpeğe yaklaşımlarını artırdıkları görülmüştür.

Page 109: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

102

Kuramın Temel İlkeleri

Bandura’ya göre davranışların öğrenilmesinde diğer bireylerin davranışları etkilidir. Bu

temel düşünceden hareketle Bandura, aşağıdaki varsayımlar doğrultusunda kuramını

geliştirmiştir (Slavin, 1997, s.170-171; Dworetzky, 1996, s.212-216):

1) İnsanlar başkalarının davranışlarını gözlem yolu ile öğrenirler.

2) Öğrenme, davranış değişikliğine yol açan veya açmayan içsel bir süreçtir.

3) Davranış amaca yöneliktir.

4) İnsanlar kendi davranışlarına öz düzenleme yapabilirler. Davranışlarını kontrol

etmeyi ve sorumluluğunu almayı öğrenirler.

5) Ödül ve ceza, davranışı doğrudan olduğu kadar dolaylı olarak da etkilyebilir.

Davranış, önceki deneyimlerden alınan ödül veya pekiştireçlerden daha fazla etkilenir.

Bu varsayımlar doğrultusunda Bandura, kuramını birtakım ilkelere dayandırmıştır. Bu

ilkeler (Senemoğlu,2009,s.223-227) şöyledir:

Karşılıklı belirleyicilik

Sembolleştirme kapasitesi

Öngörü kapasitesi

Dolaylı öğrenme kapasitesi

Öz düzenleme kapasitesi

Öz yargılama kapasitesi

Karşılıklı Belirleyicilik: Bandura’ya göre bireysel faktörler, içinde bulunulan çevre ve

bireyin davranışı karşılıklı olarak birbirlerini etkilemektedir. Davranış çevreyi; çevre ise

davranışı değiştirebilir. Yine çevre bireysel özellikleri değiştirebileceği gibi bireysel özellik le r

de çevreyi değiştirebilir.

Page 110: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

103

Sembolleştirme Kapasitesi: Bireyler düşünerek ve dili kullanarak, her şeyi

zihinlerinde tasarlayabilirler. Bireyler dış çevre ile bilişsel temsilcileriyle etkileşim kurarak

sembolik olarak düşünmektedirler.

Öngörü Kapasitesi: Geçmişteki deneyimler, gelecekte nelerin olabileceğini tahmin

edebilme imkânı vermektedir. İnsanlar, geçmişte yaşadıklarını düşünce ve semboller le

zihinlerinde sembolleştirerek ileriye dönük planlar yapma gücüne sahiptirler. İnsanlar

beklentilerini karşılama durumunu dikkate alarak hedefler oluştururlar ve gelecekle ilgi li

planlar yaparlar. Bir başka ifade ile düşünce davranıştan önce gelmektedir.

Dolaylı Öğrenme Kapasitesi: İnsanlar başkalarının davranışlarını ve o davranışlar ın

sonuçlarını gözlemleyerek öğrenirler. Bandura’ya göre insanın kendi deneyimleri kadar

başkalarının deneyimleri de bir davranışı kazanmak için yeterli olabilmektedir.

Öz Düzenleme Kapasitesi: Sosyal öğrenme kuramının temel ilkelerinden biri de

bireyin kendi biçimlendirme, şekillendirme yeterliliği olduğunu kabul etmesidir. Bandura’ya

göre insanların davranışları sadece dışsal pekiştireç ve cezalarla kontrol edilemez. Birey

davranışını düzenlemek için önce performans standardını geliştirir. Daha sonra kendi

performansını gözler ve kendi performansını, geliştirdiği performans standartlarıyla

karşılaştırarak davranışı hakkında karar verir. Bandura’ya göre birey, kendi kendini

değerlendirme sonucunda kendini içsel olarak pekiştirir. Beslenme, çalışma durum ve şekiller i,

dinlenme - eğlenme biçimleri gibi kişisel işlerde insanlar, yaşantılarını başkalarına göre değil

kendilerine göre ayarlayabilirler. Ayrıca insanlar bir faaliyet veya iş için kendilerine göre

standartlar ve motivasyon oluşturarak çalışabilir, davranışlarının sorumluluğunu üstlenebilirle r.

Dolayısıyla neyi nasıl yapması gerektiğine ilişkin bilgileri ile kendi davranışlar ını

düzenleyebilirler (Schunk,2011,s105).

Öz Yargılama Kapasitesi: Sosyal öğrenme kuramının en önemli ilkelerinden biridir.

Basndura’ya göre insanların gelişim ve değişimi, özyargılama yani kendilerine eleştirel bir

gözle bakabilmeleri ve bu doğrultuda tekrar kendi davranışlarını düzenleyebilmeleri ile

gerçekleşebilir. Bir başka ifade ile özyargılama kapasitesi, belirli durumlarda öz düzenlemeyi

başlatan ya da bir davranışa başlamadan önce bireyin kendine ilişkin değerlendirmesi ile öz

düzenlemeye yol açan bir süreçtir. Bu bağlamda öz yargılama insanın kendisi hakkında

düşünebilmesidir (Schunk, 2011, s.105).

Bandura’ya göre gözlem yolu ile kazanılabilecek davranışlar:

- Önceki öğrenmiş olduğu yasaklar ya güçlenir ya da zayıflar.

- Değerler, inançlar kazanabilir.

- Çevrenin ve eşyanın nasıl kullanılacağını da öğrenir

- Duygularını açıklama biçimini öğrenebilir.

- Etkili okuma, problem çözme, bir oyun oynama gibi becerileri öğrenebilir.

Page 111: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

104

Gözlem yolu ile öğrenme süreçleri

Dikkat Süreci: Bu süreçte birey dikkatini duygularıyla birlikte model davranış

dinamiklerine yönlendirmektedir. Burada dikkat, model davranışın ayrıntılarıyla birlikte

algılanmasını sağlar. Öğrenmenin olabilmesi için birey modele ve modelin davranışına dikkat

etmelidir. Modelin farklı, ilginç ve yüksek statülü olması birey için daha dikkat çekicidir

(Schunk, 2011, s.79-82; Senemoğlu, 2009, s.226-228)

Hatırda Tutma Süreci: Birey, model aldığı davranışı hemen performans olarak ortaya

koymayabilir. Dolayısıyla saklaması, depolaması gerekmektedir. Ya da birey bunu yeri

geldiğinde kullanmak isteyebilir. Bu kodlama belleğe görsel, işitsel ya da sembolik olarak

yapılabilir. Bu süreç; model davranış ortadan kalktıktan sonra da bireyin davranış ı

hatırlamasına yarayacak süreçtir.

Davranış Üretim Süreci: Bireyi bir önceki süreçte belleğine kodladığı davranış

örüntüsünü harekete geçirmesi, uygulaması, davranışa dönüştürme, davranışı yapma sürecidir.

Güdülenme Süreci: Model davranışın öğrenilmesi, bireyin davranış örüntüsünü

oluşturması için davranışın pekiştirildiği süreçtir. Ödüllenme, davranışın süreklilik

kazanmasına neden olur. Tersi ise durmasını sağlar. Doğrudan pekiştireç, gözlenen pekiştireç

ya da bireyin kendini pekiştirmesi ile öğrenme gerçekleşir.

Özyeterlilik: Bireyin gelecekte karşılaşacağı güçlüklerle nasıl başarılı olabileceğine

ilişkin kendisi hakkındaki inancıdır. Örneğin; bir işi yapıp yapamaycağı konusundaki düşünces i

gibi.

Öz yeterlik yargıları dört temel kaynaktan elde edilen bilgilerden etkilenmekted ir

(Schunk, 2011, s.105).

Yaşantı: Bireyin doğrudan kendi yaptığı başarılı ya da başarısız etkinlik ler

sonucunda elde ettiği bilgiler.

Dolaylı Yaşantılar: Bireyin kendine benzer başka kişilerin başarılı ya da başarısız

etkinlikleri, kişinin kendisine olan yargısını güçlendirir.

Sözel İkna: Bireyin kendisi hakkındaki yargısına ilişkin teşvikler, nasihatler,

öğütler öz yeterlik yargısını etkiler.

Psikolojik Durum: Bireyin belli görevi başarma ya da başarısız olma beklentisi öz-

yeterlik yargısını etkiler.

Öz yeterliğin gelişmesinde bireyin üç boyuttaki yaklaşımı belirleyici olur.

1. Yeterlik Beklentisi: Bireyin yapılacak işi kolay, zor, çok zor olarak algılaması ve ön

kestirim.

Page 112: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

105

2. Genelleme: Bireyin öğrendiği bir davranışı benzer durumlarda transfer edebilmesi ve

uygun durumlarda kullanabilmesi.

3. Güçlendirme: Bireyin bir davranışı yapabileceğine güçlü bir şekilde inanması.

Araştırmalar, özyeterlilik inancının bireyin davranışlarının pek çok yönünü etkilediğ ini

göstermiştir. Öz yeterlilik duygusu yüksek olanlar daha geniş bir alanda kariyer imkânlarını ele

almaya, önemli mesleki başarılar elde etmeye, okulda daha iyi notlar almaya, yüksek kişisel

amaçlar edinmeye ve fiziksel ve ruhsal sağlığa daha fazla önem vermeye eğilimlidirler. Ayrıca

cinsiyet faktörünün de öz yeterlilikte farklılık yarattığı bulunmuştur; erkeklerin kadınlara göre

öz yeterlilik duygularının çok daha yüksek olduğu görülmüştür. Bununla birlikte gerek kadınlar

gerek erkekler için öz yeterlilik duygusu orta yaşlarda en yüksek noktaya çıkarken 60

yaşlarından sonra düşmeye başladığı gözlemlenmiştir (Ağır, 2005, s.248-249).

Bandura’nın görüşlerini kendisinin 1966’da Moskova’da yapılan XVIII. Uluslararas ı

Psikoloji Kongresi’nde “Kişiliğin Gelişmesinde Başkasının Etkisiyle Olan Öğrenmenin Rolü”

başlıklı makalesi ile özetlersek (Bandura, 1969, s. 214-216):

“Sosyal Öğrenme Kuramı’na dayanarak yapılan araştırmalardan elde edilen son

bulgular şunu göstermektedir; virtüel olarak bütün öğrenme olayları (enstrümental yanıtlar ın

kazanılması, klasik şartlanma, davranış inhibisyonu ve sönme) başkalarının tesirine bağlı bir

temel üzerinde oluşur. Bu temel, sosyal modellere bağlı davranışın ve bunun pekiştiric i

sonuçlarının gözlenmesiyle kurulur. Bu sonuçlar, kişiliğin bazı örüntülerinin başlangıçta taklit

ya da özdeşleşme yollu öğrenme ile kazanıldığını kabul eden kuramların gelişmesini destekler

içeriktedir. Örneğin, deney yoluyla kanıtlanmıştır ki saldırganlık, başarı standartları, peşin yargı

davranışı, şartlanmış heyecan tepkileri, etik yönelmeler, sapmalara karşı direnç, ödülün

ertelenmesinde iyi niyet... Bütün bunlar yetişkin ya da akran modellerin davranışını görüp

etkisinde kalma yoluyla aktarılmış olur. Bir de şu bulgu vardır; gerçek yaşamdan alınmış

modeller kadar bunların betimlenmeleri de aynı şekilde etki yapmaktadır. Bu da şu düşünceye

götürür: Radyo ve televizyon, sosyal davranışlar, durum alışlar ve değerler üzerinde, kişilik

gelişmesi kuramlarında sanıldığından daha çok etkili bir kaynak olur.

Çocuklar, ilişkide bulundukları her modelin kişilik karakteristiklerini tekrarlamadık la r ı

gibi, yöneltici kimselerin gösterdikleri her elemanı da taklit etmezler. Benzetilen davranış ın

içerik ve derecesinin belirlenmesinde, modelin saygınlığının, eğitim ile elde edilen nitelikler in,

sosyal güçlerin, modelin davranışı sonucu olarak ceza ve ödülün çok etkili olduğu

görülmüştür.”

Geleneksel davranışçılar bireyin özgüveni, yeterliliği veya tahmin gibi bilişse l

süreçlerin davranış üzerinde etkili olmadığını iddia ederek Bandura’nın kuramını

eleştirmişlerdir. Bununla birlikte Bandura’nın kuramı psikoloji alanında, davranış ı

laboratuvarda inceleme ve klinik ortamda değiştirmenin etkili yolu olarak büyük ölçüde destek

bulmuştur. Bandura’nın çağdaş psikolojiye katkıları meslektaşları tarafından kabul edilmişt ir.

APA’nın 1979 yılındaki başkanı oydu ve 1980 yılında APA’nın Seçkin Bilimsel Katkı

Ödülü’nü almıştır (Schultz&Schultz, 2007, s.509).

Page 113: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

106

5.3. Julian Rotter ve Denetim Odağı Kuramı

1916’da Yahudi gçömeni olan bir ailenin üçüncü çocuğu olarak

Broklyn’de doğmuştur. Babası başaşrılı bir iş adamı olarak ilerlerken

Amerika’daki “büyük depresyon / kriz” olarak adlandırılan ekonomik

buhrandan etkilenmiş ve bu durum Rooter çevresel etmenlerin insanla r

üzerindeki etkisini fark ederek psikolojiye yönelmesine neden olmuştur.

Lisede Freud ve Adler’in kitaplarını okumuştur. Brooklyn Koleji’nde

Adler’in seminerlerine ve evindeki toplantılara katılmıştır. Klinik

psikoloji alanında doktora yapmıştır.

II. Dünya Savaşı boyunca Amerikan hava kuvvetlerinde askerliğini tamamladıktan

sonra Ohio State Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. 1954’te Sosyal Öğrenme ve Klinik

Psikoloji adlı kitabını basmıştır. 1989’da Amerikan Psikoloji Derneği’nden başarı ödülü

almıştır. 2014 yılında Connecticut’ta evinde ölmüştür.

Rotter, sosyal öğrenme teorisi (social learning theory) terimini kullanan ilk kişidir.

Denetim Odağı Kuramı, öznel deneyimlerin varlığını kabul eden bilişsel bir yaklaşımd ır.

Rotter’a göre insanlar, kendi yaşamları üzerinde söz sahibi olabilme ve yaşamlarına etki eden

faktörleri kontrol edebilme yeterliliğine sahiptir. Dolayısıyla davranışların şekillenmesinde

dışsal pekiştireçler kadar içsel pekiştireçlerin de önemi vardır. Dışsal ve içsel pekiştireçler in

davranış üzerindeki etkisini ise dinamik bilişsel süreçler belirlemektedir. Rotter’a göre dört

bilişsel ilke davranışın sonuçlarını belirlemektedir (Ağır, 1997, s. 6-10) :

1) Davranışın sonucu hakkında, o davranışı izlemesi muhtemel pekiştirmenin türü ve

miktarı açısından öznel bir beklenti söz konusudur.

2) Belirli bir şekilde davranmanın belli bir pekiştirmeye sebep olacağı ihtima li

hesaplanarak davranış bu heseplama - değerlendirme doğrultusunda yapılır, düzenlenir.

3) Pekiştireçlerin değeri aynı değildir. Birbirinden farklı oranlarda göreli olarak

pekiştirecin önemi değişir. Dolayısıyla pekiştirecin göreli değeri davranışta etkilidir.

4) Her birey için pekiştireçlerin değeri öznel olarak farklılık içerir. Çünkü bireyler in

psikolojik çevreleri birbirinden farklı olduğundan pekiştireç ler farklı bireyler için aynı değere

sahip olmayabilir.

Rotter’a göre bireyin öznel yaşantıları ve beklentileri, farklı dışsal deneyimlerin onun

üzerindeki etkisini belirler. Rotter, öznel yaşantılar ve beklentileri içsel biliş durumları olarak

ifade etmektedir.

Rotter “Beklenti - Değer” kuramında, insanların bir davranışı o davranıştan bir sonuç

beklentisi olduğu için yaptığını, bu sonucun da bir değeri olduğunu belirtmektedir ve bireyin

davranışını bu iki temel etkene indirgemektedir.

Page 114: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

107

Rotter’ın kuramına göre pekiştirmenin kaynağı ile ilgili bireyin algısının davranış lar

üzerindeki etkisini de açıklamaktadır. Rotter’a göre bazı insanlar pekiştirmenin kendi

davranışlarına bağlı olduğunu düşünürken bazı insanlar pekiştirmenin dışsal güçlere bağlı

olduğunu düşünmektedir. Rooter, ilk gruptaki insanların iç denetim odağına (internal locus of

control), diğer gruptaki insanların ise dış denetim odağına (intemal locus of control) sahip

olduklarını ve her ikisinin de davranış üzerindeki farklılık yarattığını belirtmektedir (Ağır,

1997, s. 6-10)

Dış denetim odaklı bireylerin sahip oldukları yetenekleri ve davranışlarıyla sonucu çok

az değiştirebilecekleri beklentisine sahiptirler. Dolayısıyla kendi durumlarını değiştirmek veya

iyileştirmek için ya hiç çaba göstermezler ya da çok az çaba sarf etmektedirler. İç denetim

odaklı bireyler ise kendi yaşamlarından yani sonuçlardan sorumlu olduklarını düşünerek, bu

doğrultuda davranışlar ortaya koyarlar.

Rotter’ın araştırması iç denetim odaklı insanların fiziksel ve ruhsal olarak dış denetim

odaklı insanlardan daha sağlıklı olduğunu ortaya koymaktadır. İç denetim odaklı insanların kan

basınçları genellikle düşüktür, kalp krizi geçirme oranları daha düşüktür, anksiyete ve

depresyon durumlarını daha az yaşamaktadırlar. Ayrıca yapılan araştırmalar, bu bireyler in

akademik başarı düzeylerinin daha yüksek, sosyal yetenekleri gelişmiş ve popüler bireyler

olduğunu göstermektedir. Dıştan denetim odaklı bireylere göre içten denetimlilerin kendilerine

olan benlik algıları daha olumlu ve benlik saygıları daha yüksektir. (Schultz&Schultz, 2007, s.

511-514)

Rotter, Bandura ve Skinner (edimsel şartlanma) ile temel bazı kavramlar ı

paylaşmaktadır. Gözlem her üç kuramcının ortak yönü olmakla birlikte gerek Rotter’ın gerekse

Bandura’nın kuramı bireyin bilişsel süreçlerini önemsemektedir.

Rotter’in değer kavramı, Skinner’ın önem verdiği ödüllenme kavramını ve Bandura’nın

güdülenme sürecini karşılamaktadır. Ancak gerek Rotter gerekse Bandura da bu davranışsa l

değil bilişsel düzeyde bir ödüllenmedir (Cüceloğlu, 2000, ss. 426-427).

Page 115: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

108

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 116: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

109

Uygulama Soruları

1) Tolman, Bandura ve Rotter’ın verilerinin gündelik hayattaki uygulamalarına örnekler

veriniz.

Page 117: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

110

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Bilişsel Kuram’ın ve Gestalt Kuramı’nın Davranışçı Kuram’a katkılarını Tolman,

Bandura ve Rotter’ın kuramsal görüşleri bağlamında inceledik. Söz konusu kuramcıların insan

davranışlarını psikolojinin dört temel hedefi -tanımlama, açıklama, tahmin ve kontrol-

doğrultusunda nasıl incelediklerini öğrendik.

Page 118: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

111

Bölüm Soruları

1) “Sosyal öğrenme” kavramını ilk kullanan uzman kimdir?

a) Bandura

b) Tolman

c) Watson

d) Skinner

e) Rotter

2) Bandura’nın kuramında davranışların kazanımını açıklayan temel kavram

hangisidir?

a) Koşullanma öğrenmesi

b) Gizil öğrenme

c) İşaret öğrenme

d) Modelden öğrenme

e) Edimsel öğrenme

3) “Davranışlar kazanıldıktan sonra hemen performans olarak gösterilmeyebilir.”

görüşünü savunan uzman kimdir?

a) Hull

b) Tolman

c) Watson

d) Skinner

e) Rotter

4) “Bireyler, benzer durumlarda ne tür sonuçlar elde edebileceklerine dair fikir

sahibidirler.”

Yukarıdaki ifade hangi kavramla açıklanabilir?

a) Semboleştirme kapasitesi

b) Öngörü kapasitesi

Page 119: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

112

c) Öz yeterlilik kapasitesi

d) Karşılıklı belirleyicilik

e) Öz değerlendirme kapasitesi

5) “Davranışlar, başkalarını gözlemleyerek de kazanılabilir.” görüşü hangi kuramsal

temele dayanmaktadır?

a) Klasik koşullanma

b) Bağ kuramı

c) Sosyal öğrenme

d) Edimsel koşullanma

e) Denetim odağı

6) “Zihnimizde neyin nereye götüreceğine dair bir şemamız bulunur.” ifadesi hangi

kavramı açıklamaktadır?

a) Bilişsel harita

b) Dikkat

c) Algılama

d) Koşullanma

e) Bilişsel problem çözme

7) Davranışların kazanılma sürecine ilişkin sosyal öğrenme kuramının temel

kavramlarını yazınız.

8) Edward Tolman’ın kuramının klasik davranışçı görüşten farklılıklarını yazınız.

9) Sosyal öğrenme kuramı ile denetim odağı kuramının davranışın kazanılması ile

ilgili görüşleri nelerdir?

10) Davranışçı Kuram’ın tarihsel gelişim sürecini açıklayınız.

Cevaplar

1) e, 2) d, 3) b, 4) b, 5) c

Page 120: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

113

6. GESTALT KURAMI I

Page 121: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

114

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

6.1. Gestalt Kuramı’nın Doğuşu ve Gelişimi

6.2. Gestalt Kuramı’nın İlkeleri

6.3. Algısal Örgütleme İlkeleri

Page 122: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

115

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Güncel yaşamımızda Gestalt Kuramı’nın ilkelerinin uygulamalarına ilişk in

örnekler üzerinden Gestalt yasalarını açıklayınız.

2) Gestalt kuramcılarının görüşlerinin genel özelliklerini açıklayınız.

Page 123: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

116

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Gestalt Kuramı’nın

Doğuşu ve Gelişimi

Kuramın tarihsel gelişimini

açıklayabilmek

Literatür taraması

Gestalt Kuramı’nın

İlkeleri

Kuramın insan davranışlarını

değerlendirme biçimini

kavrayabilmek

Kuramın geliştirmiş olduğu ilkeleri

açıklayabilmek

Literatür taraması,

gözlem ve inceleme

Algısal Örgütleme

İlkeleri

Algısal örgütle ilkelerini sayabilmek

Algısal örgütleme ilkelerini

açıklayabilmek

Literatür taraması,

gözlem

Page 124: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

117

Anahtar Kavramlar

Gestalt Kuramı

Gestalt ilkeleri

Algısal örgütlenme ilkeleri

Page 125: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

118

Giriş

Gestalt Kuramı, zihinsel süreçlere özellikle uyaranların algılanmasının davranış

üzerindeki etkisine dikkat çekmiştir. Kuramın en çok bilinen kavramları “algı ilkeleri” şeklinde

gündelik yaşamımızdaki hemen hemen her alanda uygulanmaktadır. Bizden uzakta duran bir

arkdaşımız, boyu kısalmış gözükse bile boyunu gerçekteki gibi değerlendiririz. Ya da herhangi

bir olayı anlatırken kendi dikkatimizi çeken boyutları ile anlatır, önemsemediğimiz kısımlar ını

atlarız. Bazen bir problemi çözmek için daha önce deneyimlemiş olmamız gerekmeyebil ir,

problemin ne olduğunu anlamaya çalışır, analiz eder ve çözümünü o anda fark ederek olayı

sonlandırırız ve bu tür bir yaşantıyı unutmadığımız gibi birçok farklı alanda yeniden

yapılandırarak uygularız.

Gestaltçılar, kuramları ile yalnızca psikoloji alanına değil hemen hemen insanla ilgil i

birçok alana uygulanabilecek veriler sunmuşlardır.

Page 126: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

119

6.1. Gestalt Kuramı’nın Doğuşu ve Gelişimi

Gestalt Kuramı, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avusturya ve Güney Almanya’da

Wundt’un yapısal görüşüne karşı olarak gelişmiş olan bir teoridir. Gestalt uzmanları, tıpkı

davranışçılar gibi yapısalcılığı eleştirmiş fakat ayrı yönlerde gelişmişlerdir. Kuramın temel

ilkeleri 1890’larda tanımlanmış olmasına rağmen psikoloji alanında 1910’larda dikkat

çekmiştir. Gestalt Kuramı, 1912 yılında, Max Wertheimer’in çalışmaları ile başlamış t ır

(Schunk, 2011, s.141).

Wertheimer 1910’lu yıllarda, hareketin görsel algılanması sırasında hareketsiz

nesnelerin artarda sıralanmasının değil, farklı bir bütünün algılandığını fark etti. Örneğin bir

trenden dışarı bakıldığında tek tek nesneler, ya da bir film seyredildiğinde tek tek film

kareleri değil, bir hareket algılanmaktaydı. “Phi Fenomeni” denilen bu olgunun ortaya

konması Wertheimer ve arkadaşlarının psikolojiye bakışlarını derinden etkiledi. Psikolojik

olayların tekil ögelerin toplamı değil, parçalanamaz bütünler, yapılar olduğu sonucuna

vardılar. Wertheimer, bu bütünlere Gestalt adını verdi ve daha sonra savundukları görüşler

Gestalt psikolojisi olarak adlandırıldı.

Koffka ve Köhler, Wertheimer’ın çalışmalarına daha sonra katılmıştır. Gestalt hareketi

o dönemde yaygın olarak benimsenen indirgemeci psikoloji kuramlarına (yapısalcılık ve

davranışçılık gibi) bir karşı çıkıştır. Bu kuramlarda, psikoloji eğer bir bilimse, konusunu

oluşturan ögelerin tümünün çözümlenebilir olması gerektiği öne sürülse de başlangıç noktası

olarak alınan deneyime yeterince önem verilmemekteydi. Gestalt Kuramı’nın öncüleri ise

psikolojinin konusunun deneyimin kendisi olduğunu ve laboratuvar çalışmalarında deneyimin

kendi “doğal” ögelerinden ayrılmaması gerektiğini savunmuşlardır (Goodman; Perls;

Hefferline, 1996, s.4)

Gestalt Okulu 1920 yılından itibaren psikolojide güçlü bir yere sahip olmuştur.

Koffka’nın ‘Psikoloji Bülteni (Psychological Bulletin)’ adlı makalesi, Köhler’in Gestalt

Psikolojisi (Gestalt Psychology) adlı kitabı basılmış ve 1930 yılında da bu üç lider (Wertheimer,

Köhler ve Koffka) ve onların birçok öğrencisi ABD’ye gelerek kuramın pek çok alana

uygulanmasında etkili olmuşlardır. 1920-1940’lı dönemlerde Kurt Lewin, Muzafer Sherif ve

Solomon E. Asch motivasyon, sosyal psikoloji ve kişilik gibi alanlarında, Rudolf Arnheim

estetikte, George Kotono ise ekonomi alanında Gestalt ilkelerini uygulamıştır.

Page 127: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

120

Gestalt İlkelerinden Şekil Zemine İlişkin Bir Görüntüleme

Ayrıca Wertheimer, ilişkisel karar verme ve gereklilik adlı Gestalt kavramlarının, etik,

politik davranış ve gerçeğin doğasıyla ilgili problemlerde de kullanılabileceğini göstermişt ir.

Problem çözmenin prensipleri, paralel kenarın alanın nasıl hesaplanacağının öğrenilmesiyle

ilgili en basit konulardan en karmaşık matematiksel teoremlere kadar birçok konu,

Wertheimer’in ‘Üretici Düşünce (Productive Thinking)’ adlı kitabında daha da geliştirilmiştir.

Köhler, psikolojik deneyimin ve bunun altında yatan zihinsel süreçlere ilişkin görüşler i

ile Wertheimer’in akıl teorisinin (brain theory) ayrıntılarına girmiştir. Bu çalışmalar ise 1940-

1950’li yıllardaki figürsel etki ve algısal illüzyon çalışmalarına yol göstermiştir. Köhler

deneysel araştırmalarında, beyin fonksiyonlarının anlamını, beynin elektriksel özellikler ini

incelemiştir.

Koffka ise çalışmalarında daha çok görsel algılamaya ilişkin sorunların araştırılmas ına

ağırlık vermiş, deneyleri sonrasında uyaranlar (stimulus) arasındaki farklılıklara dikkat çekerek

psikoloji biliminde bir “uyaran tanımı” sorunu olduğunu vurgulamıştır. “Gestalt Psikolojisinin

İlkeleri” adlı kitabında Gestalt grubunun tüm üyeleri ve öğrencilerinin çalışmalarının bir ana

görüş çevresinde toplamaya çalışmıştır. Kitabın en büyük katkısı algı, öğrenme ve bellek

konularında olmuştur. İlk çalışmalarından beri algının oluşmasında deneyimin yerini irdeleyen

ve zaman zaman görüş değiştiren Koffka, bu yapıtında bellek ve geçmiş deneyimlerin algıla r

ve olaylar üzerindeki kapsayıcı etkisini ısrarla vurguladı. Ortaya attığı iz (trace) kavramıyla,

merkezî sinir sisteminde ortaya çıkan yeni süreçlerin eski süreçlerin izlerini içerdiğini ve ancak

bu olgunun zihinsel gelişmeyi anlaşılır kıldığını öne sürmüştür (Schultz&Schultz, 2007, s. 517-

518)

Page 128: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

121

6.2. Gestalt Kuramı’nın İlkeleri

Gestalt psikolojisinin savunucuları, uyaranların organizasyonunun, algının

gerçekleşmesinde önemli bir rol oynadığını vurgulamışlardır. Gestalt psikologları “Bütün,

kendisini oluşturan parçaların toplamından farklıdır.” ilkesini vurgulamışlardır. Gestaltçılar

uyarıcıların nesneye yönelik olarak örgütlenmesi biçiminde beliren temel eğilimin, bireyin

duyu organları ve sinir sistemlerinin doğuştan gelen bir özelliği olduğunu kabul ederler.

Gestalt okulunun öncülerinden biri olan Max Wertheimer, art arda seri bir biçimde gösterilen

hareketsiz bir dizi resmin yarattığı hareket hissinin aslında tek tek ele alındığında hiçbir

resimde olmadığına dikkati çekmiştir.

Gestalt, Almanca bir kelime olup biçim, “tamamlama”, “bütünleşme” şekil anlamlar ına

gelmektedir. İki ya da daha fazla birbiriyle ilişkili parçadan meydana gelen bütünün dinamik

bir organizasyonunu ifade etmektedir. Algı alanında teknik bir terim olarak kullanıldığında

algılanan nesnenin veya şeklin bir anlam kazanacak biçimde bütünleşmesi anlamına

gelmektedir.

Gestalt Kuramı’na göre dünya hakkındaki bilgilerin tümü duyular yoluyla elde

edilmektedir. Duyum, bir organizmanın iç ve dış uyarıcılara karşı duyarlılığını göstermektedir.

Bir başka deyişle duyum, yaşantıların ham maddesidir. Algı ise duyumdan daha ileri bir adımdır

ve algısal süreçler, duyuların oluşturduğu yaşantıların en ufak parçalarını bile anlamlı, örgütlü

bir bütün hâlinde yorumlanmasını içermektedir (Gerrig, Zimbardo, 2012, s.115-117).

Algılama, duyu organlarını uyaran nesnelerin, niteliklerin veya olayların farkında

olunmasıdır. Gestalt kuramcılarına göre duyum; algı gibi bilinçli bir yaşantı değildir. Her

uyarıcı otomatik olarak ayrı birer duyum uretir, ancak bu, bir uyarıcının diğerlerinden izole

edilebileceği anlamına gelmemektedir. Bilinçli yaşantı (algı), her bir uyarıcıya ilişkin ayrı ayrı

duyumların toplamından oluşmaktadır. Diğer bir ifadeyle bilinçli yaşantıyı meydana getiren dış

dunyadaki uyarıcı ve / veya olaylar arasındaki etkileşim ve ilişkilerdir. Dolayısıyla bilinç li

yaşantı, bilinçsiz çıkarımların bir urunudur.

6.3. Algısal Örgütleme İlkeleri

Gestalt Kuramı, algısal örgütleme yasaları ile uyaranların nasıl örgütlendiğini

açıklamıştır. Bu yasalar kuramcılara göre, öğrenmeyi açıklamaya yardım eden dinamiklerd ir

(Senemoğlu, 2009, s.242; Polotnik, 2009, s.127)

Page 129: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

122

1. Şekil - Zemin İlişkisi

Gestalt psikologları vazo-profil deneyimi ile yaptıklar ı

araştırma sonucu, şekil ve zemin, siyah ve beyaz, birbirinin yerini

alabiliyor, yer değiştirebiliyor ancak görsel sistemimiz düzene alışık

olduğundan, ikisini aynı anda görmez, bir nesneyi ötekinden ayıran

çizgiyi, bir tek şekli ve zemini algılar. Beyin neye dikkat etmeli, neyi

görmezden gelmeli ayırımını otomatik olarak yapar. İnsanın

algılama sistemi şekil ve zemin arasında bir ayırım yapar. Şekil,

bireyin dikkatinin ustunde odaklaştığı şeydir; zemin ise şeklin gerisinde, dikkat edilmeyen, algı

alanına girmeyen şeydir. Şekil, zeminden daha dikkat çekici, daha çarpıcı özelliklere sahiptir.

Fakat bazı durumlarda şekil ve zeminin birbiriyle yer değiştirdiği, hangisinin şekil hangisinin

zemin olduğuna karar verilemediği durumlar olabilir. Birey, bir yönden baktığında şekli zemin

olarak algılayabilir. Bir diğer yönden baktığında da zemin, şekil özelliği kazanabilir. Ancak

aynı anda her ikisi de şekil olarak algılanamaz. İnsanların nesne algılamalarındaki başlıca

örgutleyici eğilim, şekil ve zeminin birbirlerinden ayrılmasına ilişkindir.

Şekil ve zeminin ayırıcı özellikleri;

Şekil, anlamı içerir, dikkat çekicidir, nesneye benzer, zeminin önünde yer alır.

Zemin, arka planda, anlam içermez, biçimi belirsizdir.

Kenar çizgi, şekli zeminden ayırır, nesnenin şekline aittir.

Kamuflaj hâlinde şekil ve zemin belirsizliği yaşanır şekil ancak hareket ettiği

takdirde fark edilir (Senemoğlu, 2009, s.242; Polotnik, 2009, s.127)

2. Yakınlık Yasası

Organizma, bir alandaki ögeleri, nesneleri birbirlerine olan yakınlıklarına göre

gruplandırarak algılama eğilimindedir. Nesneler bir öruntuyu temsil ediyor olarak görulur ve

uzaydaki noktalar birbirlerinden uzakta olsalar bile tek bir duzlem uzerinde uzanıyor olarak

yorumlanırlar. Organizma bir alandaki ögeleri, nesneleri birbirlerine olan yakınlıklarına göre

gruplandırarak algılama egilimindedir. Eğer birbirine zaman ve mekân bakımından yakın olan

ögeler birbirine ait, birbiriyle ilişkili ise hatırlanmaktadır. Örneğin; şeker - çay, okyanus - gemi,

öğrenci - okul gibi sözcuk grupları kolay hatırlanmaktadır.

Page 130: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

123

3. Benzerlik Yasası

Birbirine benzer birimler bir algısal butunluk kazanırlar. Kalabalığa baktığımız zaman

bazı özelliklerine göre bireyleri gruplarız; yaş benzerligine göre grupladığımızda çocukları,

gençleri, orta yaşlıları ve ihtiyarları göruruz. Cinsel benzerliği kullanarak erkek ve dişi

gruplarını algılarız. Aynı topluluğu, giydikleri giysilerin renklerine göre de gruplayabilir iz.

Şekil, renk, doku, cinsiyet vb. pek çok özellik bakımından birbirine benzer maddeler birlikte

gruplanarak algılanırlar. Benzerlik faktöru, görsel uyarıcıların algılanmasında olduğu kadar

işitsel uyarıcıların algılanmasında da önem taşır.

4. Tamamlama Yasası

Organizma, tamamlanmamış etkinlikleri, şekilleri, sesleri tamamlayarak algılama

eğilimindedir. Böylece Gestalt’a ulaşmaktadır.

5. Devamlılık Yasası

Aynı yönde giden noktalar, çizgiler vb. birimler birlikte gruplanarak algılanma

eğilimindedir.

Page 131: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

124

6. Algısal Değişmezlik

Bir objenin değişik koşullar altında aynı biçimde görülmesine, algılanmasına algısal

değişmezlik denir. Örneğin kapı değişik durumlarda farklı görülmesine rağmen biz kapıyı

hangi açıda olursa olsun aynı kapı olarak algılarız. (Gerrig; Zimbardo, 2012, s.115-117)

7. Pragnaz Yasası

Gestaltçılar, örgutlemenin yardımcı yasalarını daha genel ortak bir yasa çerçevesinde

toplayarak bu genel yasaya “Pragnaz Yasası” adını vermişlerdir. Koffka, bu yasayı şu şekilde

açıklamaktadır: “Psikolojik olayda anlamlı, tam ve basit olma eğilimi vardır.” Bir başka ifade

ile insan beyni eksik olanları tamamlayarak, bozuk ve düzensiz olanları dışarda bırakmak

suretiyle basitleştirerek örgütlemektedir. Bu örgütlenmiş yapı da şekil olarak algılanmakta

diğer özellikler dışarıda kalarak zemin hâline dönüşmektedir. Gestaltçılar, Pragnanz Yasası’nı

algılama, öğrenme ve belleği incelenmesinde yol gösterici bir ilke olarak kullanmıştır. Daha

sonra kişilik çözumlemeleri ve psikoterapi alanlarında da bu yasadan yararlanmışlard ır.

Koffka’ya göre dışarıdan gelen duyusal uyarımları anlamlandırma ve örgutlemede sadece bu

yasa değil, aynı zamanda bireyin inançları, değerleri, gereksinimleri, tutumları da etkili

olmaktadır. Bu nedenle aynı fiziksel çevrede bulunan kişilerin çevreyi yorumlamaları ve

tepkileri farklı olabilmektedir (Schunk, 2011, s.141; Senemoğlu, 2009, s.242; Polotnik, 2009,

s.127)

Page 132: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

125

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 133: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

126

Uygulama Soruları

1) Gestalt Kuramı’nın verilerinin gündelik hayattaki uygulamalarına örnekler veriniz.

Page 134: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

127

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Gestalt psikolojinin doğuşu ve gelişimi ile birlikte psikoloji bilimine kazandırmış

olduğu kavramları ve insan davranışını açıklamaya yönelik kuramsal görüşlerini inceledik.

Page 135: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

128

Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerden hangisi Gestalt Kuramı’nın davranışları inceleme biçiminin genel

özelliğidir?

a) İndirgemeci

b) Atomcu

c) Moral

d) Elementçi

e) Yapısal

2) Aşağıdakilerden hangisi Gestalt Kuramı’nın kurucusu sayılmaktadır?

a) Koffka

b) Köhler

c) Wertheimer

d) Kurt Lewin

e) Tolman

3) Bir nesnenin dikkat edilen özelliğini fark edilip diğer özelliklerinin algılanmamas ı

hangi ilke ile açıklanır?

a) Şekil-zemin

b) Yakınlık

c) Benzerlik

d) Algıda seçicilik

e) Pragnanz

4) İnsan beyninin düzensiz olanları düzenlemesi ya da atması, eksik olanlar ı

tamamlayarak algılması hangi ilke ile açıklanır?

a) Sürekilik

b) Tamamlama

c) Yakınlık

Page 136: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

129

d) Pragnanz

e) Benzerlik

5) Öğretmen dendiğinde öğrenci, vapur dendiğinde martıların akla gelmesi hangi

Gestalt ilkesi ile açıklanır?

a) Sürekilik

b) Tamamlama

c) Yakınlık

d) Pragnanz

e) Benzerlik

6) Algı ilkelerinin insan davranışlarını açıklamaya katkısını tartışınız.

7) Gestalt Kuramı’nın davranışçı kuramdan farklılıklarını açıklayınız.

8) Gestalt Kuramı’nın tarihsel gelişim sürecini yazınız.

9) Gestalt Kuramı’nın insan davranışlarını açıklamaya yönelik temel görüşlerini

yazınız.

10) Gestalt Kuramı’nın insan yaşamına katkısını tartışınız.

Cevaplar

1) c, 2) c, 3) a, 4) d, 5) c

Page 137: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

130

7. GESTALT KURAMI II

GESTALT KURAMCILARI VE TEMEL KAVRAMLARI

Page 138: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

131

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

7.1. Koffka ve Davranışın Belirleyicileri

7.2. Köhler ve İçgörüsel Öğrenme

7.3. Wertheimer ve Üretici Düşünme

7.4. Kurt Lewin’in Alan Teorisi

Page 139: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

132

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Koffka’ya göre davranışın belirleyicisi olan etmenleri açıklayınız.

2) Üretici düşünme ve içgörüsel öğrenme arasındaki ilişkiyi açıklayınız.

3) Kurt Lewin’in alan teorisi ile insan davranışlarını etkileyen etmenleri açıklayınız.

4) Gestalt kuramcılarının görüşlerinin genel özelliklerini açıklayınız.

Page 140: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

133

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl

elde edileceği veya

geliştirileceği

Koffka ve

Davranışın

Belirleyicileri

Koffka’nın kuramsal görüşünü

söyleyebilmek

Koffka’ya göre davranışın belirleyicilerini

açıklayabilmek

Literatür taraması,

tartışma

Köhler ve

İçgörüsel Öğrenme

Köhler’in kuramsal görüşünü

söyleyebilmek

Köhler’in içgörüsel öğrenme kavramını

açıklayabilmek

Literatür taraması,

tartışma

Werthimer ve

Üretici Düşünme

Wertheimer’in kuramsal görüşünü

söyleyebilmek

Wertheimer’in üretici düşünme kavramını

açıklayabilmek

Literatür taraması,

tartışma

Kurt Lewin ve

Alan Teorisi

Kurt Lewin’in kuramsal görüşlerini

söyleyebilmek

Kurt Lewin’in alan teorisini

açıklayabilmek

Literatür taraması,

tartışma

Page 141: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

134

Anahtar Kavramlar

Gestalt Kuramı

Davranışın Belirleyicileri

İçgörüsel Öğrenme

Üretici Düşünme

Alan Teorisi

Page 142: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

135

Giriş

Bu bölümde Gestalt Kuramı’nın temsilcilerinin Gestaltçı ekolün psikoloji ve diğer

alanlarda en çok dikkat çeken kavramlarına değinilecektir. Gestalt kuramcıları bu görüşler i

yalnızca insan davranışlarının kazanımı açıklamamış aynı zamanda kazanılan davranışlar ın

nitelikleri ve kalıcılığı ile ilgili de önemli görüşler ileri sürmüşlerdir. Davranışçı anlayıştan

farklı olarak zihinsel süreçlerin davranış kazanımı ve kalıcığı üzerindeki etkisini ifade ederken

insanları davranışa yönelten içsel süreçlere dikkat çekmişlerdir.

Bu bağlamda bölümde Gestaltçı kuramcılardan Koffka, Köhler, Wertheimer ve

kuramsal bakış açısı sosyal psikolojide olmak üzere birçok alanda dikkat çeken Lewin’in temel

kavramları ele alınacaktır.

Page 143: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

136

7.1. Koffka ve Davranışın Belirleyicileri

Gestaltçı psikologlar, öncelikle algılama ve problem çözme süreçleriyle

ilgilenmişlerdir. Dolayısıyla öğrenme ile ilgili görüşleri, algılama ile ilgili çalışmalar ına

dayanmaktadır. Kuramcılara göre davranışın belirleyicileri algıdır. Bir başka ifade ile dış

çevredeki uyaranlarınn nitelik ve niceliklerinden bağımsız olarak zihnin yorumuna bağlı olarak

uyaranların örgütlenmesidir (Senemoğlu, 2009, s.249).

Daha basit bir anlatımla aslında bir durumdaki davranışımızı çevremizdeki uyaranla r

değil onları nasıl algıladığımız belirlemektedir. Koffka, bireyin kendi öznel yorumuna bağlı

olan algılamayı davranışsal çevre ya da psikolojik-öznel çevre olarak tanımlamaktad ır.

Dolayısıyla davranışı belirleyen faktörün de davranışsal yani psikolojik - öznel çevre olduğunu

ifade etmektedir.

Koffka’ya göre bir diğer çevre coğrafi ya da fiziksel - nesnel gerçek çevredir. Fakat

coğrafi ya da fiziksel çevrenin davranış üzerinde herhangi bir belirleyicilik etkisi yoktur,

davranışı kontrol eden dinamik değildir. (Davranışçı kuramcıların tam tersi bir görüş!)

Koffka davranışsal çevrede sadece algı ilkelerinin değil aynı zamanda inançlar ın,

değerlerin, ihtiyaçların ve tutumların da etkisi olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle, aynı fizikse l

çevrede bulunsalar bile bireylerin çevreye ilişkin yorumları ve tepkileri çok farklı

olabilmektedir.

Sinemadan çıkarken, diğer bireylerin izlediğiniz filme dair yorumlarına hiç kulak

misafiri olduğunuz durumlar yaşadınız mı? Bazen bu insanlar bu yorumu nasıl yapabiliyor

deriz ve göz ardı ettiğimiz şey onların da bizim düşüncemiz için aynı yorumu

yapabilecekleridir.

Koffka, davranışsal - psikolojik gerçekliğin önemini eski bir Alman efsanesi ile

anlatmaktadır:

Karlı bir kış akşamı, at üstünde bir adam hana ulaşır. Bütün yollar ve yol işaretler inin

karla kaplandığı rüzgâra açık bir ovada saatler süren yolculuktan sonra, adam sığınacak bir

yer bulmanın mutluluğu içindedir. Han kapısını çalar; kapıyı açan hancı şaşkın bir şekilde

gelen yolcuya bakar ve hangi yönden geldiğini sorar. Adam geldiği yönü gösterince han

sahibi korkulu ve meraklı bir ses tonuyla “Constance Gölü’nü bir baştan öbür başa at üstünde

geçtiğini biliyor muydun?” der; yolcu kaskatı kesilir ve oracıkta ölür.

Page 144: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

137

Ayrıca Koffka, bireylerin davranışlarını anlayabilmek için onların davranışsa l

çevresinin bilmenin önemine dikkat çekmektedir.

18 Mart 1886’da Berlin doğumlu Koffka 1941’de ABD’de öldü.

1903’te Berlin Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne giren Koffka1907’de

felsefe doktoru oldu. Bir yıl kadar Freiburg’da Johannes vonKries’ in

psikoloji laboratuvarında, daha sonra VVürzburg ve Bonn’da asistanlık

yaptı. Bu yıllarda Almanya’da psikoloji biliminin sorunlarını yakından

gördü. 1910 yılı bilim yaşamının dönüm noktası oldu. Frankfurt’ ta

Wertheimer ve Köhler’le tanışması uzun yıllar sürecek olan çalışma

arkadaşlıklarını başlattı. Frankfurt’ta yaptıkları çalışmalar, Gestalt

psikolojisinin ilk filizleridir. Koffka 1912’de imgeler ve Yasalarının

Çözümlenmesi Üzerine adlı ilk kitabım yayımladı.1913’te “Gestalt

Psikolojisine Katkılar” başlığı altında bir dizi yazının yayımını yönetti.

Bir süre sonra gittiği Giessen’de, 1918’deprofesör oldu. 1924-1925

yıllarında ABD’de Cornell Üniversitesi’nde çalışanKoffka, Köpler’le birlikte Gestalt

hareketinin temsilcisi olarak ClarkÜniversitesi’nde bir dizi konferans verdi. 1927’de Smith

College’da psikoloji profesörü olarak araştırmalarını sürdüren Koffka ölümüne değin bu

Görevde Kaldı.

7.2. Köhler ve İçgörüsel Öğrenme

İçgörüsel öğrenmeyle ilgili en ünlü deneyler, Köhler tarafından 1913-1917 yılla r ı

arasında, maymunlarla Afrika kıyılarındaki tenerife adalarında yapılmıştır.

1887’de Reval’de (bugün Estonya’da Tallinn) doğdu, 1967’de

ABD’de New Hampshire Eyaleti’nde öldü. Beş yaşındayken ailesi ile

birlikte Almanya’ya göçen Köhler, Tübingen’de başladığı

yükseköğrenimini Bonn Üniversitesi’nde sürdürdü ve 1909’da da

Berlin’de Friedrich Vilhelm Üniversitesi’nden doktora aldı. Asistan

olarak girdiği, 1911’de doçent olduğu Frankfurt Üniversitesi’nde, daha

sonra birlikte Gestalt psikoloji akımının öncülüğünü yapacağı

Wertheimer ve Koffka ile tanıştı. 1913’te araştırma yapmak üzere

Kanarya Adaları’ndan biri olan Tenerife’e gitti. Bir yıl sonra I. Dünya

Savaşı’nın çıkması üzerine 1920’ye değin burada kaldı ve Prusya Bilimler Akademisi’nin

adadaki araştırma istasyonunda şempanzelerin öğrenme yeteneğini inceledi. 1921’de Berlin

Üniversitesi’nde Psikoloji Enstitüsü’nün yöneticisi ve felsefe profesörü olarak görev aldı.

1930’larda, açıkça karşı koyduğu Nasyonal Sosyalist hareketin güçlenip baskılarını artırmas ı

üzerine 1935’te ABD’ye yerleşerek Swarthmore College’da psikoloji profesörlüğü görevini

üstlendi. 1946’da ABD uyruğuna geçen 1947’de ABD Ulusal Bilimler Akademisi’nin

üyeliğine seçilen Köhler, 1955’te emekli olduktan sonra çalışmalarını, 1955-1956 arası

Princeton Üniversitesi’nde, 1958’den sonra da Dartmouth College’da sürdürdü.

Page 145: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

138

Köhler, maymunların, kendileri için yeni olan bazı

teknikleri kullanarak muza ulaşabilecekleri bir deney

düzeneği kurmuştur. Muzları, maymunların doğrudan

ulaşamayacağı bir yere asarak onları muzlara ulaşma

problemiyle karşı karşıya getirmiştir. Muz, hayvanın

kafesinin tavanına asılmış ve kafesin bir tarafına da kutular

yerleştirilmiştir.

Hayvan kutuyu muzun altına çekip onun üstüne

tırmandığı takdirde muza ulaşabilecektir. Bir diğer

düzenekte ise muz, hayvanın sopayla ulaşabileceği

uzaklıkta kafesin dışına asılmıştır. Köhler’in

maymunlarından sadece Sultan adlı maymunu iki sopayı

birbirine ekleyerek muza ulaşmıştır.

Köhler, Thorndike’ın hayvan deneylerinde, kendi deneylerindeki benzer sonuçlara

ulaşamamasını deney ortamının özellikleri ile ilgili olduğunu belirtmektedir. Gestaltçılara

göre hayvanın böylesine bir davranışı üretebilmesi için deney ortamında bu davranışa

ulaştırabilecek gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiğini yani hayvanın problemin

çözümüne ilişkin bütün ögeleri görmesinin sağlanması gerektiğini belirtmiştir. Köhler’in

maymunu önceki bildiği yollardan problemi çözemediğinde, etrafı gözlemlemekte,

sonrasında çözüme aniden tam geçiş yapabilmektedir. Maymun bir köşede duran kutuları

görür; kutularla muza ulaşma arasındaki ilişkiyi kurar ve harekete geçer. Aktif olarak deneme

- yanılma yapmadan, zihinsel deneme - yanılmalar sonucu uygun çözümü bulduğunda

harekete geçer. Dolayısıyla Gestaltçılar bir problemin çözülebilmesi için çözüme dair tüm

ögelerin fark edilebildiği bir deney ortamının önemini vurgulamışlardır.

Page 146: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

139

Köhler’e göre içgörüsel öğrenme ilişkilerin fark edilmesidir. Organizma bir problemle

karşılaştığında, problemin çözümüyle ilgili ilişkileri fark ederek çözümü birden bulmakta ve

içgörüsel öğrenme gerçekleşmektedir.

Bilişsel bir öğrenme türüdür. Problemin yaratmış olduğu dengesizlik durumunu

çözebilmek için birey harekete geçmektedir. Öğrenmenin bilişsel deneme - yanılma olarak

kabul edilmesi ise problemi çözümünün uygulamadan önce zihinde bulunmasıdır. Birey önce

zihinde denence kurarak, denencelerini zihinsel olarak test etmekte ve sorunun çözümünü önce

zihinde bulmaktadır. Daha sonra, davranışsal olarak harekete geçmektedir. Dolayısıyla bu

hareket fiziksel değil, bilişsel bir harekettir ve bilişsel etkinlik problem çözümleninceye kadar

devam etmektedir (Senemoğlu, 2009, s.249).

İçgörüsel öğrenmenin genel olarak temel özellikleri şunlardır:

Ön çözümden çözüme geçiş, ani ve tamdır.

İçgörü yoluyla edinilen çözüme dayalı performans genellikle pürüzsüz ve

hatasızdır.

İçgörü yoluyla kazanılan problem çözümü uzun süre hatırlanır.

İçgörü yoluyla kazanılan bir ilke, diğer problemlerin çözümüne kolaylık la

uygulanabilir

Zeki olanlar içgörüsel çözüme daha kısa sürede ulaşırlar.

7.3. Wertheimer ve Üretici Düşünme

Eğitim sorunlarına ilişkin düşüncelerini “Üretici Düşünme” adlı kitabı ile açıklayan

Wertheimer, Gestalt Kuramı’nı ve Köhler’in içgörüsel öğrenme ilkelerini eğitime uygulamaya

çalışmıştır.

15 Nisan 1880’de Prag’da doğdu, 12 Ekim 1943’te

ABD’nin New York kentinde öldü. Yetişme çağında müziğe

büyük ilgi duyan ve çeşitli oda müziği yapıtları besteleyen

Wertheimer, liseyi bitirdikten sonra 1900’de Prag’da Kari

Üniversitesi’nde başladığı Hukuk öğrenimini yarıda bırakıp

1901’de Berlin Üniversitesi Psikoloji Bölümü’ne girdi. Würzburg

Üniversitesi’ndeki yüksek lisans çalışması sırasında tanıklar ın

nesnel davranıp davranmadıklarını değerlendirmede kullanılacak

bir yalan makinesinin yapılması çalışmalarına katılan

Wertheimer, 1904’te doktorasını aldı. Berlin, Viyana ve Prag’da

C.G. Jung’un “sözcük-çağrışım” tekniği ve aleksiya (görme gücü ya da zekâda bir bozulma

olmamasına karşın okuma becerisini yitirme durumu) alanlarında incelemelerini sürdürdü.

1910-1916 arasında Frankfurt Üniversitesi’nde Koffka ve Köhler’le tanıştıktan sonra algı

üzerine yaptığı araştırmalar ilerde Gestalt psikolojisini doğuracak olan düşünceler in

Page 147: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

140

gelişmesine yol açtı. Psikolojik incelemenin bir yandan nesnel kalırken bir yandan da inceled iği

olguyu eğip bükmesini, değiştirmesini önleyecek bir yöntemin gerekliliği üzerinde durdu.

1916-1929 arasında Berlin’de Friedrich Wilhelm Üniversitesi’nde psikoloji doçenti olarak

çalıştı; 1922’de Koffka ve Köhler’le birlikte Gestaltçı psikoloji anlayışının yayın organı olarak

Psychologische Forschung dergisini yayımlamaya başladı. 1929’da Frankfurt Üniversitesi’nde

profesör oldu; toplumsal ve deneysel psikoloji dersleriyle olduğu kadar felsefe, mantık ve

matematiğin temel sorunları konusunda düzenlediği seminerlerle de büyük ilgi topladı. 1933

baharında Hitler’in yaptığı bir radyo konuşmasını dinledikten sonra artık Almanya’da kalmanın

anlamsız olduğuna karar vererek Çekoslovakya’ya geçti,

Eylül 1933’te de New School For Social Research’ün çağrısına uyarak ABD’ye gitti;

ölümüne değin bu yükseköğrenim kurumunda dersler verdi. Wertheimer “Phi Fenomeni”

kavramını açıklayarak daha sonra Gestalt psikolojisinin kurulmasını sağlayan temelleri atmış

oldu.

Wertheimer, düşüncenin ve mantığın yasalarını; alışkanlığa bağlı davranışlarla, yaratıcı,

üretici edimlerin birbirinden ayırdedilmesinin zorunluluğunu Productive Thinking (Üretici

Düşünce) adlı kitabında ele almıştır. Kendi bilim alanındaki asıl önemi, psikolojide soru

sormayı ve bilimler arasında tartışmayı zorlamasında ve yaratıcı, kendi bilim dallarına önemli

katkılarda bulunmuş bir psikolog kuşağı yetiştirmesinde yatar.

Wertheimer’a göre iki tür problem çözmeden yöntemi vardır. Bunlardan A türü

çözümler, Gestalt ilkelerini esas alarak yapılan yaratıcı ve içgörüsel niteliktedir. B türü

çözümler ise anlamadan ezberlemeye dönüktür. A türü çözümler, bireyin kendisi tarafından

bulunan problemin doğasını kavramayla üretilen çözümlerdir. Bireyin kendi deneyiminin

sonucu olduğu için uzun süre hatırlanabilir ve başka problemlerin çözümüne kolaylık la

genellenebilir. B türü öğrenmede ise bireyin anlamaksızın ezberlemesi söz konusudur. Böyle

bir öğrenme ise sınırlı durumlarda uygulanabilen ve kolayca unutulabilen nitelikte bir

öğrenmedir.

Wertheimer gerek tümdengelim - tümevarım gerekse çağrışımcıların yaklaşımı ile

problem çözmenin basit problemlerin çözümü için uygun olabileceğini fakat bireyin problem

çözme yeteneğini geliştirmediklerini belirtmiştir.

Wertheimer’a göre, bireyin problem çözmede içgörü kazanabilmesi için mantıksa l

olmaya ihtiyacı yoktur. Öğrenci, anlayarak problem çözümüne ulaşıncaya kadar, problemin

ögelerini bilişsel olarak tekrar tekrar yeniden düzenler ve bu düzenleme bir öğrenciden diğerine

çok farklı olabilir. Dolayısyla bireyin anlamasını sağlamak için onun bilişsel özellikleri kadar

ilgilerini, duygularını, tutumlarını ve algılarını da dikkate almak gerekmektedir (Senemoğlu,

2009, s.252).

Wertheimer’a göre davranışçıların ilkelerine dayalı olarak yapılan öğretimin problem

çözme yeteneğinin gelişimini engelleyen ikinci öğretme yaklaşımıdır. Bu tür öğretim

yaklaşımında, alıştırma, ezberleme ve dışsal pekiştirmeler önem taşımaktadır. Wertheimer, bu

Page 148: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

141

koşullar altında da öğrenmenin meydana geldiğini kabul etmekle birlikte, içgörüsel öğrenmenin

üstünlüğünü savunmaktadır.

Sonuç olarak, Wertheimer’a göre gerek mantıksal gerekse çağrışımsal öğretme

yaklaşımları, anlamaya çok az katkıda bulunmakta, büyük ölçüde anlamayı ve düşünmeyi

engellemektedir.

Anlayarak öğrenme ile ezbere öğrenme arasındaki farkı, Michael Wertheimer (1980),

Katona’nın (1940) yaptığı şu deneyle de açıklamaktadır. Deneklere 15 tane rakam

verilmiştir.

149162536496481

Bu rakam dizisine 15 saniye baktıktan sonra, rakamları sırasıyla hatırlamala r ı

istenmiştir. Deneklerden çoğunluğu ancak bir kaç tane rakamı arka arkaya hatırlamış t ır,

birkaç hafta geçtikten sonra ise deneklerin çoğunluğu, hemen hemen hiçbir rakamı

hatırlamamışlardır. Diğer bir denek grubuna ise sayıların bir araya getiriliş ilkesini bulmalar ı

söylenmiştir. Sayıları inceleyen deneklerden bazıları, “sayı dizisinin birden dokuza kadar

olan sayıların karesi” olduğunu bulmuşlar ve artık bu gruptaki denekler haftalar, aylar sonra

bile bu ilkeyi hatırlamışlardır.

Wertheimer anlamaya dayalı öğrenmenin kazanımlarını tekrar tekrar vurgulamışt ır.

Ayrıca, deneysel çalışmalarında öğrencilere dışsal pekiştireç yani ödül vermeksizin

öğrencilerin içsel etki ile problemleri çözmüş olmaları ve sadece içsel pekiştireçlere önem

vermeleri, Tolman, Bandura gibi birçok bilişsel psikoloğu da etkilemiştir.

7.4. Kurt Lewin’in Alan Teorisi

19. yüzyıl bilimsel çalışmaları genel olarak davranışçılığın atomistik yani davranışla r ı

elementlerine ayıran indirgemeci anlayışından uzaklaşıldığı bir dönemi simgelemekted ir.

Dolayısıyla Wertheimer’ın kurucusu olduğu Gestalt psikolojisi bu eğilimi yansıtmaktaydı.

Psikolojideki alan teorisinin temsilcisi Gestalt psikolojisinin aktif taraftarlarından birisi

olan Kurt Lewin’dir.

Page 149: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

142

Lewin Almanya’nın Mogilno yöresinde doğdu. Ünivers ite

eğitimini Freiburg, Münih ve Berlin’de yaptı, psikoloji alanındak i

doktora derecesini Berlin’de 1914 yılında aldı. Ayrıca matematik

ve fizik eğitimi de aldı. Lewin Gestalt grubu ile Berlin

Üniversitesi’nde verimli çalışmalar yaptı. Motivasyon üzerine

önemli araştırmalar yaptı ve alan teorisini geliştirmeye başladı.

1932 yılında misafir profesör olarak Stanford Üniversitesi’nde

gitti. Nazi tehditinden dolayı orada kaldı. Comell Üniversitesi’nde

iki yıl kaldı ve 1935 yılında, deneysel çocuk sosyal psikolojis i

üzerine bir dizi araştırma yapacağı lowa Üniversitesi’ne geçti.

Sosyal psikoloji alanındaki araştırma çabalarının bir sonucu

olarak, 1944 yılında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’ndeki (MİT) yeni Grup Dinamikler i

Araştırma Merkezi’ni geliştirmek ve başkanlığını yapmak üzere davet edildi. Bundan kısa bir

süre sonra ölmüş olmasına rağmen (1947), çalışmaları öylesine etkili olmuştu ki şimdi

Michigan Üniversitesi’nde bulunan araştırma merkezi faaliyette kalmaya devam etti. Lewin 30

yıllık profesyonel faaliyetleri boyunca kendini insan motivasyonunun genel olarak tanımlanmış

alanına adadı. Araştırmaları insan davranışının toplam fiziksel ve sosyal bağlamı üzerinde

yoğunlaştı (Schultz&Schultz, 2007, s.557).

Lewin, ilişkileri alan ilişkileri doğrultusunda ele alarak fizikteki güç alanları kavramını,

insan davranışlarını etkileyen etmenleri açıklamak için kullanmıştır. Fiziksel alan kavramını

psikolojiye taşıyarak birbirleriyle karşılıklı bağımlı olan ve dinamik bir sistem oluşturan psişik

süreçler bütününü ifade eden psikolojik alan kavramını geliştirmiştir. Alan kavramı, Gestaltçı

anlayışla nedensel ilişkilerin analizine ve kuramsal kavramların ve hipotezlerin oluşturulmas ına

uygun bir yöntemdir.

Bununla birlikte Lewin’in çalışmaları Gestalt yönelimli olmasına rağmen Gestaltçı

kuram ile arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar (Schultz&Schultz, 2007, s.559-

560)

1. Gestalt psikologları algı ve öğrenme konularına yönelik çalışırken Lewin ihtiyaçlar,

kişilik ve sosyal faktörlerle ilgili çalışmıştır.

2. Gestalt psikologları, davranışı açıklamak amacıyla fizyolojik yapılar üzerinde

dururken Lewin, psikolojiyi bir sosyal bilimden daha fazlası olarak algılamıştır.

Dolayısıyla Lewin’in bir süre Berlin’de Gestaltçılarla çalışmasının yanı sıra kuramını

ve düşüncelerini açıklayabilecek en uygun sistemin Gestalt olması, Gestalt çalışmalarına da

derinlik kazandırmıştır. Kurt Lewin’in kuramsal bakış açısı ile Gestalt Kuramı daha da

detaylandırılmış ve gelişmiştir.

Lewin, akademik çalışmalarının büyük bir çoğunluğunu motivayon konusuna

ayırmıştır. Bir başka ifade ile kendini insan motivasyonuna adamıştır. Araştırmaları insan

davranışının fiziksel ve sosyal bağlamı üzerinde yoğunlaşmış çalışmaları yalnızca psikloji

alanına değil sosyoloji, sosyal psikoloji, iş dünyası gibi birçok alanda uygulama bulmuştur.

Page 150: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

143

Lewin, bir insanın psikolojik faaliyetlerinin bir tür psikolojik alanda ortaya çıktığı

görüşünün fizikteki alan teorisinden etkilenerek ortaya çıkarmıştır.

Psikolojik alan ya da yaşam alanı bir insanı etkileyebilme ihtimali olan geçmişe,

şimdiye ve geleceğe ait her tür olaydan oluşmaktadır. Psikolojik bir bakış açısıyla, davranışla r,

geçmiş, şu an ya da gelecekle ilgili dinamiklerden herhangi biri meydana gelebilecek bir

durumu belirleyebilir.

Yaşam alanı, bireyin kendi psikolojik çevresiyle etkileşimi sırasında ortaya çıkan

ihtiyaçlarından oluşmaktadır. Bireyin biriktirdiği deneyimin tür ve miktarının bir fonksiyonu

olarak çeşitli farklılık dereceleri gösterebilir. Bir bebeğe ya da çocuğa göre eğitimli ve gelişmiş

bir yetişkin, geçmiş deneyimlerinin bir fonksiyonu olarak daha karmaşık ve iyi derecede

farklılaşmış bir yaşam alanı gösterir.

Lewin fizyolojik süreçlere ait teorik düşüncelerini matematiksel bir model kullanarak

açıklamak istemişse de istatistik yöntemler amacına uygun olmadığı için vazgeçmiştir. Bunun

üzerine kuramsal düşüncelerini anlatabilmek için topolojiyi seçmiştir. Lewin yaşam alanını

haritalandırmak istemiştir. Lewin, bu harita ile belirli bir anda, bir insanın muhtemel tüm

amaçlarını ve bu amaçların tüm yollarını göstermeyi istemiştir.

Topoloji uzaydaki dönüşümleri nicel olmayan bir tarzda, bağlantıların düzeniyle

ilgilenen bir uzay anlayışıdır. Topolojide bağlantıların yönü ve niceliği önemli değildir. Lewin

için de davranışların yönü ve niceliği değil bağlantıların düzeni önemlidir.

Lewin’e göre davranış, kişinin çevresi ile etkileşimi sonucu ortaya çıkar. Lewin’e

göre kişiyi anlamak için onun çevresiyle olan ilişkilerini anlamak gerekir. Bu kuram kişinin

bütünlüğü üzerine vurgu yapar ve kişinin sınırlarından bahseder. Bu sınırlar birbirine

geçirgen olan alanlardan oluşmuştur. Bu kuramın belli başlı özellikleri şunlardır:

1. Davranış meydana geldiği alanın bir fonksiyonudur.

2. Davranışı çözümleme, parçalardan farklı olan top yekûn durumla başlar.

3. Somut birey somut bir durumda matematiksel olarak ifade edilir.

Hayat alanı, bir yerdeki kişiyi ve onun çevresini kapsar. Bu kişinin hem özel iç

alanını hem yaşadığı nesnel dünyayı hem de ilişkilerini içerir. Hayat alanının merkezinde

benlik vardır.

Page 151: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

144

Lewin, yaşam alanındaki bölgeler arası ilişkileri, bağlantıları ve bunların birbirle r ine

göre uzaysal ilişkilerini göstermek istemektedir. Dolayısıyla topoloji, onun görüşler ini

anlatabilmesi için en uygun geometrik şekildir. Lewin yönü göstermek amacıyla hodolojik

uzay adını verdiği nitel geometrinin yeni bir çeşidini geliştirmiştir. Ayrıca bu yeni nitel

geometride bir amaca yönelik hareketlerin yönünü göstermek amacıyla vektörleri kullanmışt ır.

Lewin sisteminin şematik sunumunu tamamlamak amacıyla, yaşam alanındaki nesneler in

olumlu veya olumsuz değerleriyle ilgili olarak valans (valences) kavramını ortaya atmıştır.

Lewin’e göre bireye çekici gelen veya ihtiyaçları karşılayan nesneler olumlu bir valansa

sahipken tehdit edici nesneler olumsuz valansa sahiptir. Lewin’in “karatahta psikolojis i”

psikolojik fenomenlerin tüm şekillerini gösteren karmaşık diyagramlar içermektedir. Ayrıca

alan teorisinde davranışın tüm çeşitleri şematik olarak sunulabilimektedir (Schultz&Schultz,

2007, s.559-562).

Lewin motivasyona yani bireyi harekete geçirici güçlere ilişkin görüşlerini denge ve

gerilim ilişkisi yoluyla açıklamaktadır. Lewin, kişi ile çevresi arasında bir denge hâli olduğunu

ve bu durum zarar gördüğünde gerilim oluştuğunu ifade etmiştir. Gerilimden dengeye

geçebilmek içinse organizmanın harekete geçtiğini belirtmektedir. Yaş, zekâ, cinsiyet, özel

yetenek gibi bir dizi kişisel, aile, arkadaşlar, yaşanılan çevre gibi çevresel faktörler davranışa

etki eder. Bütün bu faktörler yaşam alanı denilen kavramı oluşturur. Bireyin yaşam alanındak i,

kişisel ve çevresel faktörler sürekli değişmektedir. Değişimlerin çok hızlı oluştuğu zamanlarda

birey yoğun stresli bir dönem geçirir ve Lewin’e göre ergenlik de böyle bir dönemdir.

Ergenlikte birey birden bire hem birtakım fiziksel değişimle başa çıkmak zorunda kalır hem de

yeni bazı beklenti ve isteklerle karşılaşır; en önemlisi de gelecekle ilgili bazı hedefler

belirlemesinin zamanı gelmiştir.

Lewin, ergenlik döneminde bu yaşam alanının bozulduğuna inanmaktadır. Ergenler ,

çocukluk ile yetişkin dünyası arasında marjinal bir eleman gibi dururlar. Çocuklukta

öğrendikleri davranışlar ile yetişkin olarak yapmaları beklenen davranışlar arasında doğrudan

ve basit bir bağlantı bulunmamaktadır. Ergenler yetişkinliğe doğru geçerken çocukluklarındak i

amaç ve değerlerini bırakmaya zorlanırlar ve bundan dolayı doğacak olan konumsuzluk, yoğun

bir çelişki ve stres yaratır.

Denge GerilimDengenin Bozulması

Hareket Denge Rahatlama

Kişilik ile çevre sürekli bir iletişim içindedir. Karşılıklı alışveriş vardır. Kişi bu

alışverişler sonucu kişiliğini içindeki bölgelerde olan gerginliği giderir ve dengesini sağlar.

Böylece insan kişiliğini etkileyen yaşam alanının en önemli ögesi çevredir ve onunla olan

etkileşimlerdir.

Page 152: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

145

Lewin insan davranışının, gerilimlerin sürekli görünümünü, hareketi ve rahatlamayı

kapsadığını düşünmüştür. Gerilim - hareket - denge sıralaması ihtiyaç - faaliyet - rahatlama

sıralamasına benzemektedir. Birey ihtiyaç hissettiğinde gerilim yaşamakta, gerilime çözüm

bulmak ve dengeye ulaşabilmek için harekete geçmektedir. Lewin’in gerilim sistemi

görüşünde, gerilim motivasyon veya ihtiyaç anlamındadır; bir amaca ulaşıldığında gerilim

boşalmaktadır.

Lewin 1930’lara kadar temel olarak teorik problem ve meseleler le ilgilenmiştir, daha

sonra sosyal psikolojiyle yönelmiş ve Amerika’da Lewinci bir gelişim söz konusu olmuştur.

Lewin’in sosyal psikolojisinin en önemli özelliği, grup dinamikleridir. Lewin’e göre birey ve

çevresinin psikolojik bir alan oluşturması gibi grup ve çevresi de sosyal bir alan

oluşturmaktadır. Bu sosyal alanı, sosyal davranışlar alt gruplar, üyeler, engeller ve iletiş im

kanalları gibi aynı anda var olan sosyal varlıklardan meydana gelmiş olarak açıklamıştır. Bu

nedenle davranış belirli bir zamandaki toplam alan durumunun bir işlevidir. (Schultz&Schultz,

2007, s. 559-562)

Günümüz önemli sosyal psikologlarından bazıları, MİT’teki Grup Dinamik le r i

Araştırma Merkezi’nde, ya öğrencisi ya da meslektaşı olarak Lewin’le birlikte çalışmışlard ır.

Dorvvin Cartwright, Leon Festinger, J. P. French, Harold H. Kelley, Rensis Liken, Stanley

Schacter ve Alvin Zander gibi.

Gerilim sistemi önermesinin ilk deneysel çalışması Lewin’in nezareti altında, 1927

yılında Bluma Zeigamik tarafından gerçekleştirildi. Deneklere bir dizi görev verildi ve

bunların bir bölümünü tamamlayıp kalanları tamamlayamadan çalışmaları bölündü.

Durumla ilgili olarak Lewin’in sisteminden şunlar tahmin edilebilirdi: (!) Yerine getirmes i

için bir görev verildiğinde denekte bir gerilim sistemi oluşur, (2) görev tamamlandığında bu

gerilim darılır, (3) görev tamamlanmadığında gerilimin sürmesi çoğunlukla görevin

hatırlanması ile sonuçlanmaktadır.

Page 153: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

146

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 154: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

147

Uygulama Soruları

1) Gestalt Kuramı’nın verilerinin gündelik hayattaki uygulamalarına örnekler veriniz

Page 155: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

148

Bu Bölümde Ne Öğrendik Özeti

Gestalt psikolojinin gelişimi ile birlikte en önemli temsilcilerinin psikoloji bilimine

kazandırmış olduğu kuramsal görüşlerini öğrenmiş olduk.

Page 156: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

149

Bölüm Soruları

1) “Bireylerin davranışlarını anlayabilmek için onların davranışsal çevresini

bilmenin” önemine dikkat çeken teorisyen kimdir?

a) Koffka

b) Köhler

c) Wertheimer

d) Kurt Lewin

e) Tolman

2) Aşağıdakilerden hangisi üretici düşünmenin özelliklerinden değildir?

a) Öğrenme başka problemlerin çözümlerinde kullanılabilir.

b) Öğrenilen bilgi kolayca transfer edilebilir.

c) Öğrenme kalıcı ve benzersizdir.

d) Öğrenme, bireye özgüdür ve birey tarafından bilgi oluşturulur.

e) Öğrenme, ezbere dayalı ve transfer edilebilirdir.

3) Aşağıdakilerden hangisi içgörüsel öğrenme örneğidir?

a) Bir tualda kullanılacak renklerin tesadüfen denemeler sonucu bulunması

b) Kitapta öğrenilecek konuların ilişkilerine göre gruplanması

c) Bir çocuğun puzzle kutusuna nesneleri gelişgüzel koymaya çalışırken sonuca

varması

d) Çocukların şiir ezberlemesi

e) Söylenen adresi unutmamak için sürekli tekrar etme

4) Aşağıdakilerden hangisi Kurt Lewin’in topoloji kavramını açıklayan bir örnek

değildir?

a) Ali’nin yaşamında yer alan her bireyle olan ilişkisini görebilmek gerekir.

b) Ayşe’nin okul başarısızlığını anlayabilmek için onun çevresini ve onunla ilişkis ini

anlamak gereklidir.

Page 157: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

150

c) Mehmet’i içinde bulunduğu aileden ve arkadaşlarından bağımsız

değerlendiremeyiz.

d) Ali’yi anlayabilmek için kimleri model aldığını ve gözlemlediğini bilmeliyiz.

e) Zeynep’i anlayabilmek için yalnızca bugün ne yaptığını dikkate alamayız; geçmiş i

ve geleceğe ilişkin beklentilerini de dikkate almalıyız.

5) Kurt Lewin’e göre bireyi davranışa yönelten faktör aşağıdakilerden hangisidir?

a) Uyaran

b) Gerilim

c) İhtiyaç

d) Ödül

e) Ceza

6) Köhler’in “içgörüsel öğrenme” kavramının özelliklerini bir örnek ile açıklayınız.

7) Wertheimer’in “üretici düşünme” kavramını açıkalayarak eğitim - öğretime

katkısını tartışınız.

8) Kurt Lewin’in alan teorisinin psikoloji bilimine getirmiş olduğu katkıları tartışınız.

9) Gestalt Kuramı’nı Davranışçı Kuram’dan ayıran temel özellikleri yazınız.

10) Gestalt Kuramı’nın gündelik hayattaki uygulamalarına dört örnek yazarak bu

örnekleri açıklayınız.

Page 158: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

151

8. PSİKANALİTİK KURAM I

Page 159: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

152

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

8.1. Psikanalitik Teoriye Genel Bakış

8.2. Sigmund Freud

8.2.1. Psikanalitik Görüşün Temel İlkeleri

8.2.1.1. Topoğrafik Kuram

8.2.1.2. Yapısal Kuram

8.2.1.3. Psikoseksüel Kuram

Page 160: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

153

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Psikanalitik teorinin insan davranışlarının kazanımına ilişkin temel görüşleri nasıl

açıklanabilir?

2) Sigmund Freud’un insan davranışlarını açıklamak için geliştirmiş olduğu kuramsal

çerçeveyi açıklayınız.

3) Psikanalitik kuramın temel kavramları ve insan davranışlarını açıklama biçimler ini

açıklayınız.

Page 161: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

154

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Psikanalitik Teoriye

Genel Bakış

Psikanalitik kuramın temel

varsayımlarını söyleyeb ilmek

Literatür taraması

Sigmund Freud ve

Psikanalitik Kuram

Sigmund Freud’un insanın doğasına

ilişkin görüşlerini açıklayabilmek

Psikanalitik kuramın insan

davranışlarının kaynaklarına ilişkin

görüşlerini söyleyebilmek

Literatür taraması

Topoğrafik Kuram Topoğrafik kuramı açıklayabilmek

Topoğrafik kuramın davranışların

kaynağına ilişkin görüşlerini

kavrayabilmek

Literatür taraması

Yapısal Yapısal kuramı açıklayabilmek

Yapısal kuramın davranışların

kaynağına ilişkin görüşlerini

kavrayabilmek

Literatür taraması

Psikoseksüel Kuram Psikoseksüel kuramı

açıklayabilmek

Psikoseksüel kuramın davranışların

kaynağına ilişkin görüşlerini

kavrayabilmek

Literatür taraması

Page 162: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

155

Anahtar Kavramlar

Psikanalitik Kuram

Sigmund Freud

Topoğrafik Kuram

Yapısal Kuram

Psikoseksüel Kuram

Page 163: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

156

Giriş

Psikanalitik kuram, kendisinden sonraki birçok teorinin gelişmesine çok ciddi katkı

sağlamıştır. Kuram, insanın davranışlarının açıklanmasına yönelik kendi zamanı açısından

devrim kabul edilebilecek kavramlar getirmiştir. İnsan davranışlarının psikolojik ya da

duygusal yönüne tekabül eden kişilik özelliklerini zihin ve görülebilir davranışlarla açıklamak

yerine tamamen bireyin farkında olmadığı bastırılmış dürtüler ve geçmiş yaşantılar la

açıklamıştır.

Kuramın kurucu olan Sigmund Freud’un düşünceleri yalnızca döneminde değil yılla r

boyunca psikoloji alanında çalışan uzmanları ve yanı sıra geniş halk kitlelerini etkilemişt ir.

Günümüzde psikanalitik kuram, kuramdan yetişen ve kendi kuramsal görüşlerini geliştiren

psikanalitikçilerin etkisi ile başladığı noktadan çok daha ileri gitmiştir. Bu bağlamda bizler bu

süreçe ilişkin genel bir bakış açısını kazanabilmek amacıyla psikanalitik kuramın kurucusu

Freud ve Freud ekolünden yetişerek psikanalitik kuramın günümüzde de popülerliğini devam

ettirmesini sağlayan psikanalitikçilerin bir kaçının görüşlerini ele alacağız.

Page 164: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

157

8.1. Psikanalitik Teoriye Genel Bakış

Psikodinamik kuram, Sigmund Freud’un klinikte tedavi gören nevrotik hastalarla

yaptığı çalışmalar sonucunda oluşturulmuştur. Kuram, psikoloji literatüründe, Wundtçular ın

anladığı anlamda bilinçle değil; bilincin altında, derinliklerinde kalan kısımla, yani bilinça lt ı

olaylarıyla ilgilenmesinden dolayı derinlikler psikolojisi olarak da adlandırılmaktadır (Jones,

2004, s.5). Psikanalistlere göre bilinç olaylarını incelemek, ruhsal olayları anlamak için yeterli

değildir. Çünkü bilinç olayları, esas ruhsal hayatımızı idare eden bilinçaltı olayların yüzeyinde

bulunur. İnsanın ruhsal faaliyetlerinin esasını da bilinçaltı olaylara dayandırmışlardır. Psikoloji

de kendisine konu olarak bilinçaltını almalı ve incelemelerine oradan başlamalıdır (Materson;

Tolphin; Sifneos, 2010, s,5).

Orta seviye bir Yahudi yün tüccarının kırk

yaşındayken, kendisinden yirmi yaş küçük bir kadınla

yaptığı ikinci evliliğinden dünyaya geldi. Ekonomik

bunalımdan dolayı ailesi Viyana’ya yerleşmek zorunda

kaldıklarında, Freud henüz 4 yaşındaydı. 1938 yılına kadar

burada yaşadı. Lisede Latince, Fransızca ve İngilizce

öğrenirken kendi çabalarıyla da İbranice, İspanyolca ve

İtalyanca öğrendi. Başarılı bir öğrenciydi. Başlangıçta

istemediği hâlde Goethe’nın yapıtlarından etkilenerek tıp

okumaya karar verdi. Üniversite yıllarında Yahudi

düşmanlığıyla karşılaştı, okuldaki arkadaş çevresinden dışlandı. 1876 yılında fizyoloj is t

Brücke’nin laboratuvarına girdi, burada anatomopatoloji ve insan sinir sistemi üzerine

araştırmalar yaptı. 1881’de tıp öğrenimini bitirdi. 1883’te dönemin ünlü beyin anatomisi ve

nöropatoloji uzmanı Dr. Theodor Meynert’in yönetiminde psikaytri kliniğinde asistan olarak

çalışmaya başladı. 1884’te kokain üzerine bir inceleme yapmakla görevlendirildi. 1884’te

kokainin analjezik özelliklerini keşfetti, anestezik niteliklerini ise sezinledi. (Yaşamım ve

Psikanalız adlı yapıtında kokainin anestezik niteliklerini aslında bildiğini, yalnız tıp

çalışmalarını bıraktığından dolayı bunların başkaları tarafından ortaya çıkarıldığını ileri sürer.)

Aldığı bir bursla 1885’te Paris’e gitti, Salpêtriê Hastanesi’nde, Jean Martin Charcot’nun

yanında staja başladı. Burada histerinin belirtilerini, hipnotizma ve telkinin etkilerini

gözlemledi. Charcot’dan çok etkilendi. (Yaşamım ve Psikanaliz’de Charcot’ya ne kadar düşkün

olduğu görülür.) Charcot’nun konferanslarını Almancaya çevirdi ve 1886’da yayımladı. (Jones,

2004, s.1-30; Schultz&Schultz, 2007, s.580)

İnsan davranışlarını psikanalitik açıdan kavramayı Sigmund Freud Avrupa’da,

davranışçılığın ABD’de gelişmekte olduğu bir dönemde ortaya koymuştur. Psikanalitik kuram,

yukarıda da ifade edildiği gibi deneysel çalışmalardan çok tek tek vakaların kapsamlı olarak

incelenmesine bağlı olarak geliştirilmiş bir kuramdır.

Page 165: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

158

Kuram, insanın kendi davranışlarının önemli bir bölümünün farkında olmadığını

savunmaktadır. Davranışların ise düşünce, korku ve arzulardan oluşan bilinçdışı süreçlerle ilgili

olduğu temel varsayımı ile davranışa yön veren dinamiklerin çocukluk yaşantıları ile ilgili

olduğunu ileri sürmüştür (Perron, 2003, s.14-35).

Kuram, dürtülerin, çatışmaların ve bastırılmış yaşantıların gündelik yaşamın

belirleyicisi olduğunu belirtmektedir.

Freud, insanın iki temel dürtüye sahip olduğunu belirtir: Cinsellik ve saldırganlık.

Her ikisi de insanın yaşamını devam

ettirmesine yöneliktir. Çevre tarafından engellenen

ve yasaklanan bu içgüdülerin bilinç düzeyinden

bilinçdışına itildiğini ve davranışları etkilemeyi

sürdüklerini belirtmektedir (Ersevim, 2005, s. 180).

Freud, çocukluk sırasında ana-baba ve toplum

tarafından yasaklanan ya da cezalandırılan dürtüler in,

isteklerin birçoğunun doğuştan gelen içgüdülerden

kaynaklandığını savunmuştur (Zweig, Stefan 1991,

s.6-15)

Page 166: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

159

İnsan davranışlarının temel nedeni bilinçdışıdır.

Önemli olan bilinçdışındaki unsurların açığa çıkarılmasıdır.

İnsanı etkileyen en önemli dürtüler cinsellik ve saldırganlıktır.

Çocukluk çağı yaşantıları ve bu dönemdeki ebeveyn tutumunun yaşamın geri

kalanındaki etkisine dikkat çekilir.

8.2. Sigmund Freud ve Psikanalitik Teori

“Hayatın görünür yüzü, zihin faaliyetlerinin yüzey toprağıdır.” diyen Sigmund Freud,

psikanaliz kuramını oluşturan ve geliştiren Avusturya doğumlu bir tıp doktorudur.

Freud, 20. yüzyılda düşünceleri en çok tartışılan kişilerden biridir. Freud, bir tedavi

olmanın yanı sıra insan davranışlarını anlamanın bir yolu da olan psikanaliz, psikiyatr i,

psikoterapi ve psikoloji alanlarında geliştirilmiş en kapsamlı kuramı geliştirmiştir.

Freud’un kuramı mekanistik ve deterministik bir yaklaşımdır. Yapısalcılar zihni,

davranışçılar ise davranışı, birimlerine, elementlerine ayırarak insanı bir makine anlayışı ile

incelemişlerdir (Hjelle; Ziegler, 1987,s.75). Freud da Almanya’daki eğitimi sırasında mekanik

görüşten etkilenerek ruhsal olayların, gündelik dilde yapılan hataların, hatta rüyaların bile

belirlendiğine inanmıştır. Dolayısıyla Freud deneysel anlayışta olduğu gibi insan

davranışlarının neden ve sonuçlarını inceleyerek kontrol edilebileceği düşüncesinden hareketle

nedensiz hiçbir şeyin olamayacağını öne sürmüştür. Yalnızca onun insan davranışlarını ele

alırken odaklandığı dinamikler yapısalcı ve davranışçı görüşlerden farklı olarak bilinçaltındak i

süreçler olmuştur (Pervin; John, 1996, s.68)

Freud, düşüncelerine fen bilimlerini metodolojisi üzerinden psikolojik açıklamala r

getirebilmek için uğraşmış ise de bunu başaramamıştır. Daha sonra kendi konusunun ve

kuramsal yapısının buna uygun olmadığını ileri sürerek deterministik anlayışla yani pozitivis t

felsefi düşüncelerle teorisini açıklamıştır. Hatta fen bilimlerinin metodolojisinin kendisini

zorladığı durumlarda, bu tür modellerin kısıtlayıcı olduğunu göstermeye çalışmış ve onları

eleştirmiştir.

Psikanalitik kuram, aslında akademisyenlere nazaran halk tarafından daha fazla kabul

görmüştür. Freud’un akademik ortamdan gelmeyişi, kişilik özellikleri, kuramın metotlar ı,

kullandığı terminoloji ve dayandığı temeller akademisyenler tarafından kabul görmesini

Tüm çalışmalarını 24 ciltlik bir seride toplayan ve yaşamının son 20 yılında

yakalandığı çene kanseri nedeniyle büyük acılar çeken ve sayısız ameliyatlar geçiren

Freud, meslektaşlarına olan hoşgörüsüzlüğüyle tanınmaktadır.

Page 167: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

160

engelleyen en önemli faktörler olarak görülmüştür. Akademisyenlerin kurama yönelik

eleştirilerini dört başlıkta toplayabilmek mümkündür (Schultz&Schultz, 2007, s.597)

1) Diğer kuramlar ve kendi araştırmaları ile ilişkilendirememeleri,

2) Kuramcıların benzer mesleki formasyondan gelmemeleri; örneğin psikanalistler in

çoğunluğu tıp kökenlidir.

3) Bir grubun bilimsel olma yönünde yöntem - metot merkezli, diğerinin problem

merkezli oluşu

4) Somut, kesin, ölçülebilir kavramlarla ilgilenmemesidir.

8.2.1.Psikanalitik Görüşün Temel İlkeleri

Freud’a göre her bir davranış için mutlaka bir sebep, bilinçli veya bilinçaltı bir güdü söz

konusudur. Dolayısıyla hiçbir düşünce ya da davranış özgür iradenin, şansın sonucu oluşamaz.

Bu anlayış çerçevesinde insan davranışlarının ortaya çıkışına ilişkin birbirleri ile ilişkili üç

teorik bakış açısı geliştirmiştir (Schultz; Schultz, 2009, s.56)

8.2.1.1. Topoğrafik Kuram

Freud’a göre insan davranışı nedensiz değildir. Her davranışın bir nedeni vardır. Buna

ruhsal gerekircilik demektedir. Psikanalizin öngördüğü ruhsallık modeline göre, insan zihni

bilinçli, yarı bilinçli ve bilinçdışı katmanlardan oluşur. Freud insan davranışlarının bu yönünü

açıklayabilmek amacıyla ilk olarak insanın bilinç yapısını üçe ayırmıştır: Bilinç,

bilinçaltı/bilinçöncesi ve bilinçdışı. Freud, bilinç yapısını açıklamaya yönelik çalışmalar ını

topoğrafik görüş başlığı altında toplamıştır (Burger, 2006, s..77-79).Freud’un bilinç li

davranışın kaynaklarını açıkladığı görüşe topoğrafik demesi de metaforik bir vurgulamad ır.

Çünkü kelime anlamı olarak topoğrafya bir kara parçasının doğal engebe ve özelliklerini kâğıt

üzerinde çizgilerle gösterme işidir. Freud’da bilinçli davranışın kaynaklarına ilişkin harita

oluşturmuştur. Bu haritayı “buzdağı” üzerinde oluşturması da dikkat çekicidir (Schultz;

Schultz, 2009, s.57)

Page 168: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

161

Bu görüşe göre ruhsal sorunların önemli bir kısmı

bilinçdışında bulunan çatışmalardan kaynaklanır. Bu

çatışmaların bilinçdışında tutuluyor olması yani bastırılmış

olması onların savunmalarla bilinç düzeyinden dışarıya

atılmasıdır.

Freud’a göre bilinç buzdağının görünen yüzüdür,

bilinçdışı ise daha büyük bir alanı kaplayan görünmeyen

yüzü, yani suyun altındaki kısmıdır. Bilinç öncesi ya da

bilinçaltı ise bilinç ile bilinçdışı arasındaki ara geçiş

mekanizmasıdır (buzdağının batıp çıkan kısmı).

Bilinç o anda yaşananları kapsar. Bilincinde olduğumuz her şey bilinci oluşturur.

Bilinçaltı (bilinç öncesi) ise bir depo gibidir. Bu depodan yararlanmak da kişinin yetenekler ine

bağlıdır. İnsan dilediği düşünceyi, anıyı veya duyguyu bilinçlendirebilir veya tekrardan

bilinçaltına yerleştirebilir. Bilinçaltı bilinçlenme olanağı olan anıların deposu ise, bilinçdışı ise

bireyin kendi kendine kapısını açamayacağı ve içindekilerin etkisini tek başına

değiştiremeyeceği bir depodur. Bir anlamda bilinçlenmesi yasaklanmış cinsellik ve saldırganlık

ile ilgili her türlü kabul edilemeyen dürtüler ve bunlarla ilgili bastırılmış yaşantıların deposudur.

Freud’a göre bu alana psikanalitki uzman müdahale edebilir bireyin kendisi değil! Psikanalit ik

kuramın “serbest çağırışım, hipnoz ve rüya analizi” teknikleri ile bu alandaki yaşantılar ın

boşaltımı yani katarsisi sağlanarak birey bu alanın bilinç düzeyinde yaratmış olduğu

baskılardan kurtulabilir (Schultz; Schultz, 2009, s.58).

“Belki beni tanıyorsun! Ama kim olduğum

hakkında en ufak bilgin yok!”

Bazı davranışların nedenleri istense de

bilinçlenemez. Bazen “evet” yerine “hayır” deriz, ama

bunu açıklayamayız. Nedenlerini bir tek yerde bulabilir iz:

Bilinçdışı!

Bilinçdışı kavramı ile insanın ruhsal dünyasının

zenginliğini vurgulayan Freud, bu görüşlerinden dolayı

eleştirilmiştir. Freud’un topoğrafik kişilik kuramı birçok

eleştiri almıştır.

Page 169: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

162

8.2.1.2. Yapısal Kuram

Freud’a göre insan bir enerji yığınıdır. Bedensel hareketler gibi ruhsal süreçler de enerji

dağılımları ile oluşur. Ruhsal süreçlerin enerji kaynağı ise içgüdülerdir yani iddir. Doğuşta

ruhsal enerji tümüyle içgüdüseldir; ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik kontrolsüz durumdadır.

Gelişmeyle birlikte farklılaşmaya belirli ruhsal ve bedensel işlevlere bağlanmaya

başlamaktadır; kendi kendini kontrol edemeyerek yalnızca ihtiyaçlarının doyurulmasını talep

eden bebekten bir akademisyene, bir müzisyene, bir mimara dönüşür. Ruhsal enerjinin

dağılımını ve tüketimini ise Freud, ruhsal ekonomi görüşü ile inceler. Temel ruhsal enerjimiz

veya libido idin içerisinde yer alır ve gerilimin azaltılması yoluyla açığa vurulur. Libidina l

enerjideki artış gerilimin artmasıyla, bu da bireyin bu gerilimi daha dayanılabilir bir seviyeye

çekmeye çalışmasıyla sonuçlanır. Bir başka ifade ile birey ihtiyaçlarını karşılayabilmek için

gerçek dünya ile ilişki içinde bulunur. Bu ilişkiyi zihinsel yapıları aracılığyla yaparak ruhsal

enerjisini kullanır, boşaltır. Freud bu zihinsel yapıları “id, ego ve süper ego” olarak adlandır ır

(Ersevim, 2005, s.180; Perron, 2003, s.140 ).

Bu üç yapı arasındaki denge durumu egonun görevidir. İhtiyaçlarına odaklı olan idin

istekleri ile ihtiyaçların nasıl karşılanacağına dair toplumsal baskı ve ahlakı ifade eden süper

Page 170: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

163

egonun arasında denge kurarak her ikisinin de ihtiyaçlarının belirli bir oranda karşılanarak

yarattıkları gerilimi azaltır.

İd; insanın hayat kaynağı, insana canlılığı veren kısımdır. Tüm içgüdüler -cinsellik ve

saldırganlık- idden yani biyolojik yapıdan kaynaklanmaktadır. İçgüdüsel özelliği gelişmeyle

veya eğitimle kaybolmaz. İd topluma karşı değil toplum dışıdır. Çünkü id, kendi dışındak i

hiçbir şeyi bilmeyen bir yapıdır.

Freud ego için İngilizcede “I” ben anlamına

gelen Almanca idi kelimesini kullanmıştır.

İdin dış dünya ile ilişkisinde arabuluculuk

yapan aynı zamanda onu denetleyen ve bilinçd ış ı

kılan yapıya Freud “ego” adını verir. Doğuşta var

olan ve ancak zamanla gelişen ego, insanın

biyolojik yapısının yaşamı aksatabileceğini

görerek gerçeklere uygun düşmeyen eylemler i

bilinçdışına bastırır. Dolayısıyla ego, idden

bağımsız değildir, gerçekte gücünü idden almaktadır. Bu doğrultuda idi engellemek için değil,

ide yardım etmek için çalışmaktadır.

Freud, ego ve idin ilişkilerini at ve atın üzerindeki binici ile karşılaştırmıştır. At,

binicinin gitmek istediği tarafa yönelik enerjiyi sağlar. Bununla birlikte atın gücü daima

kontrol edilmeli veya ona kılavuzluk edilmelidir yoksa at biniciyi yere atabilir. Benzer

şekilde id de sürekli kontrol edilmelidir yoksa gerçekçi egoyu devirip önüne geçer.

Freud’un gerçeklik ilkesi (reality principle) dediği ilkeye göre çalışan egonun görevi

kendi içinde ve dışında uyum sağlamaktır. Gerçeklik ilkesi idin ihtiyaçlarını, bu ihtiyac ı

karşılayacak uygun nesneyi bulana dek yürürlükten kaldırır yani bastırır.

Ego varlığını başka insanlara borçludur. Freud, toplumun yasalarını kapsayan yapıyı

“süper ego” olarak tanımlar. Doğuşta var olmayan ancak gelişmeyle beliren süper ego

içimizdeki yargıçtır. Bu yargıç yapılması ve yapılmaması gerekenleri bildirir. Ego, süper

egonun buyruklarını yerine getirmekle görevlendirilmiştir. Buyruklarına boyun eğmezse, ego

başarısızdır. Güvensizlik, utanç, şüphe, suçluluk kuşku gibi duygular süper egonun

kınamalarıyla oluşur (Burger, 2006, s.77).

Süper ego, çocukluk yıllarında davranış kurallarının içerisinde

ödüllerin ve cezaların yer aldığı bir sistem yoluyla ebeveyn tarafından

öğretilmesiyle gelişir.

Ego üç yandan gelen ısrarlı ve birbirine zıt güçlerin baskıları

içerisinde oldukça güç bir durumdadır. Ego idin amansız isteklerini

ertelemeye çalışmak, id dürtülerin gerilimini boşaltmak için

gerçekliği algılamak ve ustalıkla yönetmek ve süper egonun

mükemmel olma çabalarıyla uğraşmak zorundadır. Ego çok şiddetli

Page 171: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

164

baskıya maruz kaldığı durumda kaygı / anksiyete ortaya çıkacaktır (Pervin; John, 1996, s.76-

77).

8.2.1.3. Psikoseksüel Kuram

Freud, psikoseksüel kişilik kuramında ise kişilik gelişimini ve cinsel kimlik gelişimini

kişilik ile ilgili olmayan bölgeler ve bunlara ait düşünce, duygu, davranışlarla açıklamıştır.

Freud’un 1915 yılında Üç Tartışma başlığı altında yayınlanan yapıtında Freud, çocuk

cinselliğinin ilk belirtilerinin, beslenme ya da idrar kesesi ve barsak denetiminin kazanılmas ı

gibi, aslında cinsel nitelikli olmayan bedensel işlevlerden kaynaklandığı görüşünü ortaya

koymuştur. Bu görüşe göre, çocukta psikolojik ve cinsel gelişim, her biri bir önceki dönemin

üzerine kurulan ve önceki dönemlerde kazanılan davranışları içeren beş dönemde tamamlanır.

Freud, bu beş dönem içinde ilk 5-6 yılı

kapsayan “oral, anal ve fallik” dönemler in

kişilik gelişiminde belirleyici olduğunu

savunmuştur. Freud’a göre yetişkinlik dönemi

sorunlarının altında oral, anal ve fallik

dönemlerde yaşanan örselenmeler ve

engellenmeler yatmaktadır. Bu dönemlerdek i

engellenmelerden dolayı “ego” gelişimini

tamamlayamamıştır (Pervin; John, 1996, s.84).

Oral Dönem: Yaşamın ilk 1 ya da 1-1,5

yılı, bebeklik dönemi boyunca sürer. Freud, bu

dönemde bebeğin temel gereksinimlerinin

karşılanma şeklinin davranışlar üzerindek i

etkisine vurgu yapmaktadır.

Bebek ihtiyaçlarını ve dış dünya ile

ilişkisini ağız yani oral bölge ile

karşılamaktadır. Ağız bölgesinde algılanan

duyuların başlıcaları; açlık, susuzluk, anne memesi ya da onun yerine geçen nesneler in

oluşturduğu ve hoşlanma duygusu yaratan dokunma uyarımları, yutma ve doymaya ilişk in

duyularıdır.

Oral dürtülerin iki ögesi bulunmaktadır. İlki libidoya yönelik öge (oral erotizm) diğeri

ise saldırgan öge (oral sadizm)dir. Libidoya yönelik öge (oral erotizm) ,oral gerginliğin yarattığı

duruma (örn; açlığa) son vermeyi amaçlar. Amaca ulaşılması (oral doyum), emzirme sonunda

gözlemlendiği gibi, bir gevşeme ve suskunluk yaratır. Oral erotizm bu dönemin başlarında daha

çok görülmektedir. Saldırgan öge (oral sadizm) ise oral dönemin son aylarında oral erotik

ögeleriyle birlikte varlığını sürdürür. Oral saldırganlık, ısırma, çiğneme, tükürme ve ağlama

tepkileriyle anlatım bulur. Freud, bu davranışları insandaki saldırganlık dürütüsünün ilk

belirtileri olarak açıklamaktadır (Ersevim, 2005, s.115; Burger, 2006, s.85).

Page 172: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

165

Freud’a göre oral gereksinimlerin yeterince karşılanmaması ya da aşırı karşılanması

egonun sağlıklı gelişimini engelediği için normal dışı kişilik özelliklerinin yerleşmesine neden

olabilir.

Bunlar arasında abartılmış iyimserlik, özseverlik, arada bir yaşanan yoğun karamsarlık

ve diğer insanlardan çok şey bekleme eğilimi sayılabilir. Oral karakterli bireyler aşırı bağımlıd ır

ve diğer insanların kendileriyle ilgilenmelerini ve bakımlarını üstlenmelerini isterler.

Karşılığını alabilmek amacıyla diğer insanlara bir şeyler verirler. Başarılı bir şekilde bu dönem

tamamlandığında aşırı bağımlılık ve kıskanma duyguları olmaksızın verebilme ve onlardan

alabilme nitelikleri gelişir; insanlara güvenir ve onlardan destek alırlar. Bu birey madde

bağımlılıkları, obezite gibi sağlığı tehdit edici davranışlar gösterebilirler.

Anal Dönem: Çocuğun büyümesi ve olgunlaşmasına bağlı olarak 1,5-3 yaşlarında

gelişen tuvalet kontrolü ile bu davranışa dair çevreyle kurulan ilişkinin davranışlar üzerindek i

etkisi “anal dönem”de açıklanmaktadır. Dönem, anüs kasları üzerinde denetim kazanma, oral

dönemin edilgin varoluş biçiminden etkinliğe doğru geçişini içermektedir (Zweig, Stefan,

1991, s.165-166)

Freud’a göre çocuk, tuvalet eğitimi sırasında, dışkıyı tutma ya da boşaltma konusunda

anne ile çatışmalar yaşar. Bu çatışmalar bir taraftan bağımlılık duygularını, diğer taraftan

ayrılma, bireyleşme ve bağımsızlaşma gibi karşıt duyguları içermektedir. Freud, değerli bir

nesne olarak algılanan dışkıyı tutmaktan ya da bir armağanmışçasına anneye sunmaktan

duyulan cinsel hoşlanıma anal erotizm, dışkıyı güçlü ve yıkıcı bir silahmışcasına saldırgan

duygularla püskürtme eğilimine anal sadizm demektedir. Çocuğun dışkıyı boşaltarak hazza

ulaşmasının engellenmesi öfke ve kızgınlık duygularını beraberinde getirecektir. Çocuk bir

yandan hazza ulaşmak isterken diğer yandan cezalandırılmaktan kaçınmak gibi iki uç seçenek

arasında kalmaktadır. Dışkıyı tutma ve boşlatmada olduğu gibi.

Bu durumda çocuk kendisine karşı gösterilen tutumlara bağlı olarak davranış la r

geliştirmektedir. Aşırı cezalandırılma durumunda aşırı düzenlik, katı görüşlülük, dikkafalılık,

para harcamaktan çekinme ve cimrilik gibi davranışlar gösterebiir. Kızgınlık duygularını tutma

çabaları, tüm duygusal tepkilerin ketlenmesine neden olur. Bu dönemde geliştirilebilecek

davranışların en uç örneği takınçlı - kompulsif nevrozlarda görülmektedir (Ersevim, 2005,

s.115; Burger, 2006, s.85).

Page 173: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

166

Fallik Dönem: Cinsel bölgelerin uyarılmasından heyecan duyma ve cinselliğe karşı ilgi

biçiminde davranışlarla beliren bu dönem 3. yaşın sonlarına doğru başlar ve yaklaşık olarak 5.

yaş sonunda biter. Bir başka ifade ile çocuğun oral ve anal karaktaristik taşıyan erotik doyumlar ı

genital bölgeye kaymaktadır. Freud’a göre bu dönemde cinsel organlara karşı ilgi,

masturbasyon eğilimi artmakta ve karşı cinsten ebeveyne dönük, çoğu bilinçdışı cinsel düşler

gelişmektedir. Ayrıca masturbasyona ilişkin suçluluk duyguları ve Oedupus-Electra karmaşası

da denilen cinsel nitelikli isteklerin hadımlaştırma ile cezalandırılacağına ilişkin kaygıla r

yaşanmaktadır (Zweig, Stefan, 1991, s.164)

Freud, Ödipal kompleksi, karşı cinsten olan ebeveyne cinsel olarak bağlanma ve

kendisine bir rakip olarak gördüğü, kendisiyle aynı cinsten olan ebeveynine karşı bir korku

geliştirme olarak açıklamaktadır.

Yunan efsanesine göre Oedipus bilmeyerek babasını öldürür ve gene bilmeyerek

annesiyle evlenir. Freud, bu kavramı kendi çocukluk yaşantılarından türetmiştir: “Kendimi

anneme âşık ve onu babamdan kıskanıyor buldum.” demiştir (Breger, 2002, s.166)

Ödipal kompleks, çocuğun kendisiyle aynı cinsten olan ebeveyni ile özdeşim kurması

ve karşı cinsten olan ebeveynine yönelik olan cinsel arzusunu şefkat ve sevgi duygularıyla yer

değiştirmesi ile sağlıklı bir şekilde atlatılabilir. Çocuk bu özdeşim sırasında süper egosunu yani

ahlaki değerlerini de oluşturmaya başlar.

Erkek çocuklarda, bu duygular ın

cezalandırılması ile cinsel organını

kaybetme korkusu kız çocuklarında

babanın sevgisini kaybetme korkusu

şeklinde görülür.

Sağlıklı koşullarda bu dönem

çocuğun kendi cinsiyetini benimsemesine, utanç duygusuna kapılmadan meraklarını

giderebilmesini öğrenmesine, kendi içsel dürtülerine egemen olabilme çabaları geliştirmesine,

gerek iç gerekse dış dünyasına bir düzen getirebilmesine yardımcı olur.

Gizil Dönem

Cinsel dürtülerin durgunluk dönemi olarak adlandırılan bu dönem 5-6 yaşlarından 11-

12 yaşları yani erinliğin ilk yıllarına kadar devam eder. Bu dönemde kız ve erkekler kendi

hemcinslerine yakınlaşırlar. Cinsel ve saldırgan enerjiler, öğrenme, oyun, çevreyi araştırma ve

diğer insanlarla etkin ilişkiler kurmada kullanılır. Bu dönemin amacı, fallik dönemin sonunda

çocuğun kendi cinsinden ebeveyni ile yaptığı özdeşimi ve kendi cinsiyetine ilişkin toplumsa l

rolünü güçlendirmektir. Ayrıca çocuklar ebeveyn dışındaki yetişkinlerle özdeşleşmeye

başlarlar.

Bu dönemde çocuk, içsel dürtülerinin denetimini sağlayamazsa enerjisini öğrenim ve

beceri geliştirmeye aktaramayabilir. Bunun tersi durumda aşırı bir denetim geliştirerek kişiliğin

gelişim yolunu kapatarak obsesif bir karakter geliştirebilir. Bu dönemin sağlıklı olarak

Page 174: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

167

geçirilmesi ise çocuğun yenilgiye uğradığında aşağılık duygusuna kapılmadan korkmadan ve

özerk bir varlık olarak girişimlerde bulunmayı öğrenmesidir. Olgun bir yetişkin yaşamının

temeli olan sevgiden ve çalışmadan haz alabilmesidir.

Genital Dönem: Bu dönem, erinliğin başlangıcı olan 11-13 yaşlarından genç yetişkinl ik

dönemine kadar sürer. Cinsel nitelikli olanlar başta olmak üzere çeşitli dürtülerin gücünün

arttığı bir dönemdir. Cinselliğe yoğunlaşma önceki dönemlerdeki çatışmaların yeniden

canlanmasına neden olur. Dolayısıyla bu dönemdeki çatışmalara farklı çözüm yolları aranması

gerekmektedir. Bu çözümler bulunduğunda yetişkin bir insan kimliği kazanılabilir. Dönemin

amacı, ergenin ebeveynine olan bağımlılığından koparak aile dışındaki karşı cinsten olan

kişilerle olgun ilişikliler kurabilmeyi öğrenmesine yöneliktir. Kendine yönelik sevgi ve

hayranlık duygusunun gerçek kişilere yönelmesi, karşı cinse ilginin artmasının yanı sıra

toplumsallaşma, grup etkinliklerine katılma, meslek seçimine ve evliliğe ilişkin tasarılar

görülebilir (Ersevim, 2005,s.115; Burger,2006,85).

En önemli sorunlardan biri, bilinçdışındaki ana-baba kavramlarında yapmak zorunda

olduğu değişikliklerdir. Ana - babanın güçlü imgelerini yıkma çabasında ilk adım onların yerine

geçecek başka kişiler aramaktır. Bu dönemde geçici süre ile ebeveyn, ergenin gözündek i

değerini yitirir. Yalancı önderlerin güç gösterisine kolayca kapılabilir. Davranışlarını diğer

kişilerin denetiminden çıkarabilmesi ve tekrarlı denemler yapması gerekir, bunların başarı ile

sonuçlanması yetişkin yaşamının temelini oluşturur. En önemli çabalarından biri de toplumun

onayladığı değer yargılarına uygun varsayımlar geliştirmektir. Bir yandan kendi cinsiyetinin

bedensel özelliklerini diğer yandan da bunlara ait rolleri benimsemekle yükümlüdür. Ayrıca

öğrenimine ve mesleğine ait kalıcı kararlar verebilme zorunlulukları da vardır.

Freud’a göre olgunluk iki ölçütle belirlenir: Sevebilmek ve çalışabilmek. Dolayısıyla

ergen, yerinde bir öğrenim ve meslek seçimi yapabildiğinde rolünün önemli bir koşulunu yerine

getirmiş olur. Ergenlik, geçici bir rol kararsızlığı dönemidir. Bu dönemdeki kimlik bunalımının

çözümlenememesi kişinin toplum içindeki yerine ilişkin bir bocalamaya, kendi kimliğini

oluşturamamanın umutsuzluğu ile bir grubun kimliğini özümseyerek kendi kimlik boşluğundan

kurtulmaya çalışma biçiminde sapmalara neden olabilir. Başarı ile atlatabilmesi ise doyurucu

cinsel etkinlikler ve tutarlı bir kimlikle belirlenen olgun bir kişilik oluşumunu sağlar.

Topoğrafik Kişilik Kuramı

- Bilinç

- Bilinçaltı/Bilinç öncesi

- Bilinçdışı

Yapısal Kişilik Kuramı

- Süper Ego

- Ego

- İd

Psikoseksüel Gelişim Kuramı

- Oral (0-1,5 yaş)

- Anal (1,5-3 yaş)

- Fallik (3-6 yaş)

- Gizil/Örtülü/Latent (6-11 yaş)

- Genital (11-18 yaş)

Page 175: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

168

8.2.2. Psikanalitik Davranış Değiştirme / Tedavi Yöntemi

Psikanaliz, içsel deneyimleri ve çatışmaları çözerek insan davranışlarını yorumlar ve

buna dayanarak psikolojik sorunları tedavi etmeye çalışır.

Psikanalitik yöntem, bir kişilik gelişimi modeli olup, davranışı motive eden

psikodinamik faktörlere dikkat çekerek, bilinçdışının önemine ağırlık vermiştir. Freud’a göre

kişilik gelişiminin en önemli dönemi yaşamın ilk 6 yıldır, burada da bilinçdışı motivasyonla r,

biyolojik ve içgüdüsel dürtüler temel belirleyicilerdir.

Freud tüm yaşam içgüdülerinin enerjisini libido olarak tanımlamıştır. Yaşam

içgüdülerinin de acıdan kaçmak ve zevk almaya yönelik olduğunu, ölüm içgüdülerinin de kişiyi

saldırganlığa yönelttiğini savunmuştur. Freud’a göre insanlar, yaşamları boyunca cinsel ve

saldırgan dürtüleriyle mücadele etmek zorunda kalmakta, bu dürtülerin ortaya konuş biçimine

göre de davranışları şekillenmektedir (Black, 2012, s.25)

Kuramın temel prensibi ruhsal dünyayı bilinçli ve bilinçsizlik olarak ikiye ayırmaktır.

Bastırılmış duygusal ve bilişsel süreçler bilinçdışını oluşturmaktadır. Buzdağının su altındak i

kısmı gibi gerçeklik yani zihnin de büyük kısmı bilinçdışındadır. Dolayısıyla rüyalar, dil

sürçmeleri, küçük unutkanlıklar, serbest çağrışım ile elde edilen malzeme, psikotik belirtiler in

sembolik içerikleri, hipnoz etkisinde açığa çıkan içerikler bilinçdışının varlığını

göstermektedir. Psikanalitik sağaltım, bilinçdışı istekleri bilinç alanına getirerek, bireyin

bunları daha sağlıklı ifade edebilmesini, doyurmasını sağlamaktadır (Breger, 2002, s.35-60;

Pervin; John, 1996, s.111-120).

Freud rüyalara büyük önem vermiş, “Rüyaların Yorumlanması” adlı eserinde rüyayı

“bilinçdışına doğru uzanan asi bir yol” olarak tanımlamıştır. Freud’a göre rüyayı gören kişi,

rüyadaki anlamların anahtarına da sahiptir. Yani rüyalar kişiseldir. Freud, rüya yorumlarında

rüyanın görünür içeriği ve çağrışımları arasında derin ve tematik bağları aramıştır. Rüyayı aynı

zamanda uykunun bekçisi olarak tarifleyen Freud’un bu tanımlaması günümüzde bilimse l

geçerliliği olan bir kavramdır.

Psikanalitik sağaltımda iki temel hedef bulunmaktadır : Bilinçaltını bilinç düzeyine

çıkarmak ve egoyu güçlendirmek. Ego güçlendiğinde kişi içgüdüsel tutkular, düşünce ve

davranışlarının getirdiği gereksiz suçluluk duygularından kurtulacak, gerçeklik temeline göre

hareket edecektir. Psikanalitik terapinin sonunda bireyin kişiliğinde ve karakter yapısında

belirgin değişiklikler olması beklenmektedir. Bu nedenle psikanalitik terapi, sadece iç görü

kazanma aynı zamanda kendini anlama ile ilgili tüm duygu ve anıların yeniden

formatlanmasıdır.

8.3. Psikanalitik Kuramın Değerlendirilmesi

Freud’un kuramına hem psikoloji alanından hem de alan dışından birçok eleştir i

yapılmıştır. Eleştiriler öncelikle bilimsel metotoları ile ilgilidir. Bilgi toplama da izlediği

yöntemler, vaka analizlerine dair bilgilerin sınanması öncelikle deneysel psikologlar tarafından

Page 176: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

169

eleştirilmesine neden olmuştur. Kurama yönelik eleştirileri birkaç madde ile özetlemek

gerekirse (Schultz; Schultz, 2007,624):

1) Teori oluşturmanın temel süreçlerine ilşikin yetersizlikler: (a)Veri toplama sürec i

yetersiz, kusurlu ve hatalı olarak nitelendirilebilmektedir. (b) Verilerden sonuç çıkarma ve

genellemeler yapma, Freud sonuç çıkarma ve genelleme sürecini açıklamadığı için bunu nasıl

yaptığı tam olarak bilinmemektedir. (c) Verileri ölçmeye uygun olmadığından, bulgularının

istatistiksel anlamını veya güvenilirliğini belirlemek mümkün olmamıştır

2) Verileri toplama koşulları sistematik ve kontrollü değildir. Örneğin, vakaları ile

ilgili bilgilerini görüşmeler sırasında düzenli olarak not etmemiştir. Veriler, Freud’un

görüşmelerden hatırladıkları sonucu oluşmuş notlardan oluşmaktadır. Kendisinin yorum

yapmış olabileceği, uzun analiz süreçlerine ilişkin bilgiler arasındaki tutarsızlıklar ve analizler i

ile ilgili bilgilerin çoğunu yok etmiş olması şüphe uyandırmıştır (Burger, 2006, s. 105).

3) Hipotezlerinin deneysel olarak test edilememesi (düşüncelerinden bazıları bilimse l

olarak test edilmeye sunulmuştur).

4) İnsan davranışına ilişkin teori ve varsayımları da eleştirmiştir. Hatta Freud’u

destekleyenler bile, Freud’un sık sık kendi kendisiyle çeliştiği ve bazı anahtar kavram ve

tanımlamalarının belirsiz olduğu konusunda fikir birliğine varmıştır. Freud daha sonraki

yazılarında bu ve diğer düşüncelerini tanımlamadaki güçlük ve belirsizliklere değinmiştir.

5) Freud’un kadınları küçük düşürücü nitelikteki görüşlerine karşı çıkmışlard ır.

Eleştirilerin hedefi, Freud’un kadınların hasta bir süper ego geliştirdikleri ve bedenleri penisten

yoksun olduğu için aşağılık duygusu hissettikleri yönündeki görüşleriydi. Örneğin, Karen

Horney, Freud’un görüşlerini kadın psikolojisiyle ilgili görüşleri sebebiyle reddetmiştir.

6) Freud’un, kişiliğin temel şekillendiricisi olarak, başta cinsellik olmak üzere,

biyolojik güçlere çok fazla vurgu yaptığını iddia etmişlerdi (Burger, 2006, s. 105).

7) Freud’un özgür iradeyi reddeden aşırı deterministik tavrına ve kişilik üzerinde

etkisi olan ümitlerin, amaçların ve rüyaların dışında, geçmiş davranışlar üzerinde özellik le

durmasına karşı çıktılar.

8) Sadece nörotiklerin gözlemlenmesine dayanıp duygusal olarak sağlıklı insanlar ın

özelliklerini önemsemeden bir insan kişiliği teorisi geliştirmesinden ötürü eleştirdiler.

Freud’un kuramı, uzmanlar tarafından kuram oluşturmanın genel ilkeleri ve bilimse l

araştırma yöntemleri bakımından zayıf bulunmuş olsa da psikoloji, psikiyatri, antropoloji ve

diğer bilim dallarından yaklaşık 2000 çalışmanın analizinde (1977) bazı çalışmalarının bilimse l

güvenilirliği değerlendirildi.

Analiz sonucunda, yayınlanmış kuramın aşağıdaki görüşlerini destekler bulgular elde

etmiştir: (Schultz; Schultz, 2007, s.626):

Page 177: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

170

Oral ve anal kişilik tiplerinin bazı özellikleri;

Homoseksüelliğe sebep olan bazı faktörler;

Erkek çocuklardaki Ödipal kompleksin bölümleri (babayla, anneye ilişkin cinsel

fanteziler hakkında rekabet etme ve iğdiş edilme anksiyetesi)

Ayrıca test edilmesine rağmen deneysel sonuçlarla desteklenmemiş düşünceleri ise:

Rüyaların bastırılmış arzu ve isteklerin gizli bir doyumunu temsil etmesi;

Erkek çocuklarda Ödipal kompleksin çözümlenmesi sürecinde çocuğun bahayla

özdeşleşmesi ve babanın süper ego standartlarını kabul etmesi.

Kadınların kendi vücutlarıyla ilgili aşağılık kompleksi hissetmeleri, erkeklerden

daha ılımlı bir süper ego standardına sahip olmaları ve kimlik geliştirmede daha fazla

zorlanmalarıdır.

Yukarıdaki araştırma bulgularının yanı sıra daha sonraki çalışmalar da Freud’un

kuramının birtakım özelliklerini destekleyen veriler elde etmiştir. Bunlar;

1) Bireyin düşünce ve davranışları üzerinde bilinçdışının etkisi olduğu (Bornstein &

Pittman, 1992; Brody. 1987; Jacoby &Kelley. 1987; Silverman, 1976 Aktaran: Shultz&Schultz,

2007, s.627).

2) Freudcu dil sürçmeleri ile ilgili olarak bazı sözel yanlış ifadelendirmelerin Freud’un

dediği gibi bilinçdışı çatışmalardan ve anksiyete duygusundan kaynaklandığı (Motley, 1985’ten

aktaran Shultz&Schultz, 2007, s.627-628).

Freud’un kuramının en temel vurgularından biri olan “çocukluk döneminin kişilik

gelişimi için kritik dönem olduğu, bu dönemden sonra kişilik gelişiminde çok az değişik lik

olabileceği” iddiası doğrulanamamıştır.

Araştırmalar, kişiliğin zaman içerisinde sürekli geliştiğini ve ilk çocukluk döneminden

sonra da gelişme ve değişim gösterebileceğini vurgularken motivasyon üzerine yapılan

araştırmalar Freud’un düşüncelerinin insan yapısına uygun olmadığını göstermiştir (Burger,

2006, s. 104).

Sonuç olarak Freud ve kuramsal bakış açısı -kuramının kavramlarının bir kısmı

desteklenmiş olsa bile- psikiyatri ve klinik psikoloji alanlarına çok büyük katkı sağlamış,

Amerikan akademik psikolojisinde önemli bir konuma sahip olmuştur. Kuramının yetişkin

davranışının şekillenmesinde bilinçdışının rolü, çocukluk döneminin önemi ve savunma

mekanizmalarının işleyişi gibi konuları çağdaş psikolojinin konuları arasında yer alarak

akademik çalışmaların artmasını sağlamıştır. ( Burger, 2006, s. 104).

Page 178: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

171

Uygulamalar

Araştırma ödevi

Page 179: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

172

Uygulama Soruları

1) Psikanalitik kuramın temel varsayımlarını dikkate alarak obezite, bağımlılıklar ve

takıntılı davranışların dinamiğini açıklayınız. Psikanalitik kuramın geleneksel toplumlarda

karşılaşılabilecek gündelik yaşantı örnekleri ile “id, ego ve süper ego” kavramlarını açıklayınız.

Page 180: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

173

Bölüm Soruları

1) Psikanalitik kurama göre “insan davranışlarının kaynağı” aşağıdakilerden

hangisidir?

a) Bilinç

b) Bilinçdışı

c) Bilinçöncesi

d) Süper ego

e) Libido

2) Aşağıdakilerden hangisi topoğrafik kuramın insan davranışlarını açıklamada

kullandığı kavramlardandır?

a) Oral

b) Ego

c) İd

d) Bilinç

e) Süper ego

3) “Sehpaya az su dökersem az mı kızarsın anne?” diyen çocukta hangi yapı

gelişmektedir?

a) Bilinç

b) İd

c) Ego

d) Süper ego

e) Bilinçaltı

4) “Ya hep ya hiç” şeklinde iki uçlu cimrilik, inatçılık gibi davranışların gelişmesinde

etkili olan psikoseksüel gelişim dönemi aşağıdakilerden hangisidir?

a) Oral

b) Anal

c) Fallik

Page 181: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

174

d) Gizil

e) Örtülü

5) Aşağıdakilerden hangisi psikanalitik kuramın davranış analiz tekniklerinden biri

değildir?

a) İç gözlem

b) Rüya analizi

c) Serbest çağrışım

d) Hipnoz

e) Psikanaliz

6) Psikanalitik kuramın insanın doğasına ilişkin görüşlerini dürtü kuramı açısından

açıklayınız.

7) Psikanalitik kuramın insan davranışlarının yapısını açıklamaya yönelik kuramını

açıklayınız.

8) Psikanalitik kuramın kişilik gelişiminde belirleyici kabul ettiği psikoseksüel

gelişim dönemlerini açıklayınız.

9) Psikanalitik kurama yönelik eleştirileri tartışınız.

10) Psikanalitik kuramın psikoloji bilimine katkısını tartışınız.

Cevaplar

1) b, 2) d, 3) d, 4) b, 5) a

Page 182: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

175

9. PSİKANALİTİK KURAM II

YENİ FREUDÇULAR: EGO KURAMCILARI

Page 183: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

176

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

9.1. Yeni Freudcular

9.2. Anna Freud

9.3. Melaini Kleinve Nesne İlişkileri Kuramı

9.4. Heinz Kohut ve Kendilik Nesnesi Kuramı

Page 184: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

177

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Yeni Freudcular olarak kabul edilen kuramcıların psikanalitik görüşe getirdikler i

yenilikler nelerdir?

2) Yeni Freudcular olarak kabul edilen kuramcıların insan davranışlarının nedenler ine

ilişkin görüşlerini tartışınız.

Page 185: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

178

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya geliştirileceği

Yeni Freudcular: Ego

Kuramları

Ego kuramlarının özelliklerini

kavrayabilmek

Ego kuramlarının Freud’un

kuramı ile ilişkisini

açıklayabilmek

Literatür taraması, tartışma

yaparak

Anna Freud Anna Freud’un psikanalitik

kurama katkılarını

söyleyebilmek

Anna Freud’un kuramsal

görüşlerini açıklayabilmek

Literatür taraması, tartışma

yaparak

Melani Klein Melani Klein’in psikanalitik

kurama katkılarını

söyleyebilmek

Melanie Klein’in kuramsal

görüşlerini açıklayabilmek

Literatür taraması, tartışma

yaparak

Heinz Kohut Heinz Kohut’un psikanalitik

kurama katkılarını

söyleyebilmek

Heinz Kohut’un kuramsal

görüşlerini açıklayabilmek

Literatür taraması, tartışma

yaparak

Page 186: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

179

Anahtar Kavramlar

Yeni Freudcular

Ego kuramcıları

Anna Freud

Melanie Klein

Heinz Kohut

Page 187: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

180

Giriş

Psikanalitik ekolden yetişen uzmanların büyük bir çoğunluğu başlangıçta Freud’dan ve

onun görüşlerinden etkilenmişlerdir. Bu süreç kimi uzmanlarda Freud’un düşüncelerine ve

ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir grubun oluşmasını sağlarken kimi uzmanlarda ise uzaklaşma ve

Freud ile çatışma şeklinde kendini göstermiştir. Freud’a bağlı analitikçiler, kuramın temel

kavramlarının gelişimini sağlamış ve Yeni Freudcular olarak adlandırılmışlardır. Bununla

birlikte Yeni Freudcular kendilerini genel olarak Freudcular olarak tanımlamışlardır. Kuramdan

uzaklaşan uzmanlar için bu tanımlama yapılamamıştır. Psikanalizin türevi ya da muhalifler i

olan uzmanlar ise kuramın temel kavramlarını eleştirirken kendi kuramsal bakış açılarını

geliştirmişlerdir (Burger, 2006, s. 147).

Page 188: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

181

9.1. Yeni Freudcular: Ego Kuramları

Freudcu düşünceye her zaman bağlı kalanların psikanalize getirdikleri büyük değişik lik

“ego”nun gelişimine yönelik çalışmalar yapmalarıdır. Bu kuramcılar egoyu, idin isteklerini

yerine getirmeye ve dengelemeye çalışan bir konumdan çıkartarak daha güçlü bağımsız bir

konuma taşımışlardır. Freud’un kuramının aksine egonun idden kaynaklanmayan kendi enerjis i

ve kendisine ait işlevleri, görevleri olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca bu Yeni Freudcu analist le r

egonun iddeki güdüler baskı altına alındığı zaman ortaya çıkan çatışmada bağımsız olduğunu

öne sürmüşlerdi.

Freud’a göre ego daima ide karşılık veren konumda, yani idden gelen isteklerden

bağımsız değildi. Oysa bu yeni görüşe göre ego idden bağımsız işlev görebilirdi. Bu düşünce

Yeni Freudcuları, ortadoks Freudcu düşünceden ayrılan en önemli özellikleridir.

Yeni Freudcular tarafından önerilen bir başka değişiklik ise kişilik üzerindeki etkiler i

açısından biyolojik güçler üzerinde daha az durmak, sosyal psikolojik güçlere daha fazla önem

vermekti.

Yeni Freudcular çocukluk cinselliğinin ve Ödipal kompleksin önemini en aza

indirmişlerdir. Kişilik gelişiminin aslında, psikoseksüel güçlerden ziyade psikososyal güçler

tarafından belirlendiğini iddia ederek, gerçek veya fantezi şeklinde olsun, çocukluktaki sosyal

etkileşimlerin cinsel etkileşimlerden daha önemli olduğunu savunmuşlardır

Yeni Freudcu ego psikolojisinin önde gelen şahsiyetlerinden birisi Freud’un kızı Anna

Freud’dur. Kendilerini Freud’un müridi olarak görseler de Freud ve kızı tarafından Freudien

kabul edilmeyen Melanie Klein ve Heinz Kohut da Yeni Freudcular arasında yer alırlar (Pervin;

John, 1996, s.140)

9.2. Anna Freud

Anna Freud, Freud’un kendi gibi psikanalist olan ve kendisine hayatı boyunca destek

olan çocuğudur.

Freud’un çocuklarından sadece Anna, babasının yolunu takip etmiş ve bir psikanalis t

olmuştur ki Anna Freud’un doğduğu yıl aynı zamanda psikanalizin doğduğu yıldır.

Page 189: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

182

Anna Freud, psikanaliz eğitimini babasından almıştır; psikanalize yönelik ilk

çalışmalarının babası ve arkadaşlarının çarşamba toplantılarında raportörlük yapmak olduğu

söylenebilir.

Anna Freud ile babasının ilişkisi üzerine birçok fikir yürütülmüştür. Özellikle Freud’un

kızı Anna’yı babasına karşı duyduğu bağlılık duygusu ve gördüğü rüyalar sonrası analiz etme

girişimi ciddi eleştirler almıştır. Anna Freud’un analizi haftanın 6 günü ve 4 yıl sürmüştür.

Freud dostlarıyla mektuplaşmalarında, kızından Antigone olarak bahsetmekted ir.

Sofokles’in trajedisinde Antigone, doğrularından ödün vermeyen, cesur ve sevgi dolu bir

kızdır. Kral Oidipus’un kızı. Oidipus, Freud’un kuramında ebeveyn ile çocuğun bilinçd ış ı

yasak aşkını anlatır. Anna Freud’un taliplerine Freud’un soğuk baktığı ve Anna’nın

evlenmemesinde babasına bağlılığının önemli rol oynadığı ifade edilir. Baba ile kızının

hikâyesi bir yanıyla sıradan, bir yanıyla sıradışıdır. Antigone’un hikâyesi ise trajiktir. Eserin

sonunda şöyle seslenir: “Ben ne eş ne ana olabildim, ölüler çukuruna yalnızlık ve mutsuzluk

içinde gidiyorum.”

Anna Freud psikanaliz alanındaki ilk çalışmasını 1924’te Viyana Psikanaliz

Topluluğu’nda sunmuştur. “Fantezi ve Hayalleri Yenmek” adlı bilinmeyen bir hastanın vaka

öyküsü aslında Anna Freud’un fantezileridir (ensest baba - kız aşk ilişkisi hayallerini, bunlar ı

yenişini içermektedir). Freud ve meslektaşlarının bildiriye olumlu tepkiler vermesi ile Anna

Freud’a topluluğa girme izni verilmiştir.

Anna Freud, 1925-1928 yılları arasında Viyana Psikanaliz Derneği başkanlığını

yürütmüştür. 1936 yılında yayımladığı kült eseri Ego ve Savunma Mekanizmaları adlı eseri ile

psikanalitik litaratüre önemli katkılar sağlamıştır.

1938 yılında Nazi tehdidi nedeniyle babasıyla birlikte Londra’ya yerleşmişt ir.

Londra’da hasta olan babasına bakarken savaştan etkilenen çocuklarla çalışmıştır. 1947

yılından ölümüne kadar Hampstead Çocuk Terapisi Kliniği’nde çalışmalarını devam ettirmişt ir.

Anna Freud’un en önemli katkısı, egonun savunma mekanizmalarını açıkça

tanımlamasıdır (Breger, 2002, s.389).

Anna Freud’un çalışmaları çocukların analizine öncülük etmiştir. Pek çok kitap ve

makale yazarak babasının düşüncelerini geliştirip yaymış, alana önemli katkılarda

bulunmuştur.

Page 190: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

183

Psikanalize Katkıları

Anna Freud ve diğerleri tarafından geliştirilen ego psikolojisi, 1940’lardan 1970’lerin

başına dek psikanalizin temel Amerikan şekli olmuştur. Bu Yeni Freudcular, psikanalizi

“bilimsel psikolojinin bir parçası” hâline getirmek için çaba sarf etmişlerdir. Bunu Freudcu

kavramları tercüme ederek, sadeleştirerek ve işlemsel olarak tanımlayarak, psikanalit ik

hipotezin deneysel araştırmasının yapılmasını teşvik ederek ve psikanalitik psikoterapiyi

değiştirerek gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Bu süreçte akademik deneysel psikoloji ile

psikanaliz arasında daha az eleştirel bir ilişkinin gelişmesine yardımcı olmuşlardır (Breger,

2002, s.389)

Anna Freud, Ortodoks psikanaliz teorisini geçirerek egonun rolünü genişletmiştir. Ego

ve Savunma Mekanizmaları’nda (1936) egoyu anksiyeteden koruyan savunma

mekanizmalarının kullanımını açıklayarak detaylandırmıştır. Dolayısıyla Freudcu savunma

mekanizmalarının standart listesi aslında Anna Freud’un çalışmalarının sonucunda

oluşturulmuştur. Anna, bunları çok daha net bir şekilde anlatmış ve çocukların analizinden

örneklerle katkıda bulunmuştur (Geçtan, 2004, s.43).

Page 191: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

184

Ego Savunma Mekanizmaları

1. Bastırma: Bireye rahatsızlık veren, istenmeyen duygu ve düşüncele r in

bilinçdışına atılarak unutulmasıdır. Bastırılan bu duygu ve düşünceler rüyalar, dil

sürçmeleri, fanteziler gibi yollarla bilinç düzeyine çıkmaya çalışır. Bastırma, en temel

savunma mekanizmasıdır.

2. Yadsıma (İnkar etme): Bireyin istemediği, rahatsızlık verici olay veya durumla r ı

yokmuş gibi davranması yani görmezden gelmesidir.

3. Mantığa büründürme (bahane bulma, rasyonalizasyon): Bireyin, çoğunluk la

kişisel yetersizliklerinden kaynaklanan bir durum nedeniyle, gerçekleşmediği istek ve

amaçlarını, doğru gibi görünen fakat doğru olmayan nedenler üreterek mazur göstermeye

çalışmasıdır. Birey bu sayede davranışlarını haklı gösterir ya da ulaşamadığı amaçlarına

ilişkin hayal kırıklıklarını kapatır.

4. Pollyannacılık: Bireyin yaşadığı olumsuz bir durumun, gerçekçi olumlu yönler ini

görebilmesidir. Pollyanna davranışı ile mantığa bürünme davranışını ya da düşüncesini haklı

çıkartmaya çalışmak için doğru gibi gözüken yalanlar söylerken Pollyanna davranışında

yalan söyleme yoktur; olumsuz durumun iyi yönleri görülmeye çalışılır.

5. Yansıtma: Psikolojide yansıtma bireyin kendinde bulunan eksiklikler ini,

kusurları, başkalarında görmesi, başkalarına atfetmesidir. Yansıtma yapan bir kişi bazen

kendi eksikliğinin gerekçesi olarak bir başkasını gösterir.

6. Ödünleme (Telafi Etme ): Bireyi eksik gördüğü bir alandaki durumu, aynı ya da

başka bir alanda üstün başarı göstererek örtmeye - gidermeye çalışmasıdır.

7. Karşıt Tepki Geliştirme (Tersi Davranış Yapma): Bireyin düşündüğünün tam

tersini söylemesi ya da yapmak istediğinin tam tersini yapmasıdır.

8. Yüceltme: Bireyin toplum tarafından kabul edilmeyen istek ve dürtülerini, kabul

edilebilir, beğenilen alanlara yönelterek yaşamaya çalışmasıdır.

Page 192: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

185

İlk kitabı olan Çocuk Analizi Tekniğine Giriş’i 1927 yılında yayınlayan Anna Freud,

çocuk psikanalizine yönelik teknikler geliştirmiştir. Çocuklara yönelik olarak hazırladığı bu

tekniklerde, çocukların göreli olgunlaşmışlıklarını ve yeterince gelişmemiş sözel becerilerini

göz önünde tutmuştur. (Sigmund Freud çocukların tedavisiyle hiç ilgilenmemiştir.)

Ergenliğe ilişkin psikodinamik katkıları ile babasının kuramında merkezî konumda

olmayan ergenlik dönemine dikkat çektiği gibi babasının kuramının da gelişimini sağlamıştır.

Anna Freud, çocukluğun cinsel dürtüleri ile ergenliğin cinsel dürütüleri arasında var

olan farklılığa netlik kazandırmıştır. Çocukluk dönemi cinsel dürtülerini “otoerotik” doyuma

yöneliş ergenliktekileri ise kişiler arası ilişki yoluyla biyolojik yaşamı sürdürme anlamında

üreme işlevi olarak açıklamıştır. Ona göre erinliğin yaratmış olduğu cinsel enerji artışı kişisel

denetimi tehdit edici olabilir. Böylelikle idin dürtüleri çok güçlenebileceğinden ego uyum

sağlama işlevinde geri kalabilir. Bu durumda ergen, iki tür davranış eğilimi gösterebilir. Bu

davranışlardan biri aşırı tepkisellik ve engellenmeyi tolere edememe diğeri ise cinsel dürtüler in

aşırı biçimde denetlenmesidir. Anna Freud, aşırı denetleme ya da baskılamanın ergende

Page 193: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

186

gerilimlerin patlayacak kadar aşırı birikmesine neden olabileceğini belirtmiştir. Ergenlikte

görülen bu iki karşıt eğilim, yani dürtülerin kontrolüne girme ve dürtülerin aşırı bastırılmas ı

eğilimleri ergen davranışının pek çok alanına yansımaktadır (aşk / nefret, yalnızlık / aşırı

toplumsallık, benmerkezlilik / aşırı cömertlik vb.). Anna Freud’a göre ergenlik, ergenin

denetim ile libidinal doyumlar arasında bir denge sağlamak için yürüttüğü içsel savaşımı ifade

etmektedir. (Cloutier, Onur, 1994, s.885)

Ayrıca bazı oyun malzemelerini kullanmak ve çocukları evlerinde gözlemlemek gibi

teknikleri de kazandırmıştır.

Freud, çalışmalarının büyük bölümünü ailesinin Nazilerden 1938 yılında kaçmalarının

ardından yerleştikleri Londra’da sürdürmüştür. Evine bitişik bir klinik açmış, hastalarıyla

burada ilgilenmiş ve tüm dünyadan klinik psikologların çalışmak amacıyla geldiği psikanaliz

eğitim merkezini burada kurmuştur. Çalışmaları 1945 yılından itibaren “Çocuğun Psikanalitik

Araştırması” dergisinde yayınlanmaya başlandı.

9.3. Melanie Klein ve Nesne İlişkileri Kuramı

Psikanalizin bir başka değişikliği, 1960’larda Melanie Klein tarafından İngiltere’den

ABD’ye getirilen Nesne İlişkileri Teorisi’dir. Klein, İngiliz nesne ilişkileri ekolünün kurucusu

ve en önemli temsilcilerinden biridir.

Viyana’da Yahudi bir ailenin çocuğu olan Klein, 21

yaşında evlenip çocuk sahibi olunca tıp fakültes ine

gidememiştir. 1909 yılında eşinin Budapeşte’ye tayini

sonrasında, Freud’un yakın çevresinden olan Sandor

Ferenczi etkisi ile psikanaliz ile tanışmıştır. 1914 yılında

annesinin vefatı sonrasında yaşadığı duygusal çöküntüyü

atlatabilmek için başladığı Ferenczi ile analizleri ise

hayatının dönüm noktası olmuştur. Yine aynı dönem içinde

Freud’un “Rüyaların Yorumu” adlı kitabını okumuş, kendi

ifadesi ile “kendisini entellektüel ve emosyonel anlamda

tatmin eden” bir uğraş bulmuştur.

Karl Abraham’ın isteği ile 1921’den itibaren beş yıl Berlin Psikanaliz Enstitüsü’nde

çalıştıktan sonra Ernest Jones’in ile çalışmak üzere Londra’ya yerleşmiştir. Ernest Jones

kendisini Londra’da çocuk analizi yapmak ve çocuk analizi üzerine bir dizi seminer vermek

üzere davet etmeden önce, Berlin’de Klasik Psikanalitik Teori’ye yaptığı eleştirilerden dolayı

meslektaşları tarafından eleştirilmiştir. Klein’in psikanaliz alanına kuramsal katkıları ise

1934’ten itibaren başlamıştır. Londra’daki çalışmaları ise Çocukların Psikanalizi isimli kitabını

yazmasını sağlamıştır. Londra, Klein’in 1960’tan vefatına kadar yaşadığı yer olsa da bu yılla r

anlaşmazlıklar içinde geçmiştir. (Schultz; 2007, s.638)

Özellikle Anna Freud ile çocuk psikolojisi üzerine yaptıkları tartışmalar, Anna Freud’un

Londra’ya yerleşmesi ile daha da artmış. Her iki psikanalist arasındaki tartışmalar, 1946’da

Page 194: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

187

İngiliz Akademi Topluluğu’nun üç uygulama tekniğini kabul etmesine dek sürmüştür. (Melanie

Klein’in geleneksel tekniği, Anna Freud’un geliştirdiği teknik ve ikisinin arasında eklektik olan

orta grup)

Klein’in Anna Freud ile anlaşmazlıkları, erken çocukluk dönemi ile ilgili görüşlerinden

kaynaklanmaktadır. Freud ailesi (Sigmund Freud ve Anna Freud), Klein’in erken çocukluk

yaşantıları vurgulamasını ve çocuklarla olan analitik tekniklerini kabul etmemiştir.

Nesne İlişkileri Kuramı

Klein, çalışmalarını çocuk psikanalizlerine ve bebek gelişiminin gözlenmesine

dayandırmaktadır. Bebeklik dönemindeki çocukların klinik açıdan anlam ifade eden bazı

farklılıklarına değinmiş ve açıklama getirmiştir (Klein, 2011, s.5).

Nesne İlişkileri Teorisi, psikanaliz okullarından biridir. Melanie Klein tarafından

ortaya atılan teori, W. Ronald, D. Fairbain, Harry Guntrip ve Donald W. Winnicott tarafından

revize edilmiş ve küçücük çocukların psikanalize tabi tutulmalarıyla sonuçlanmıştır.

Freudyen ekolden gelmekle birlikte Klein’in kuramı birtakım

farklılıklar içermektedir.

Klein’in en temel farkı “nesne ilişkilerini” Freud’dan daha farklı

ele almasıdır. Klein, davranışların dinamiğini bebek ile annesi arasında

şekillenen yoğun duygusal ilişki ile açıklamıştır.

Freud’un kuramında “haz ilkesine” bağlı dürtülerin boşalım

aramaları ve dış dünya tarafından engellenmeleri karşısında izledikler i

yollar önemlidir. Bu bağlamda nesne, dürtülerin yönelimleri doğrultusunda önemlidir. Klein

ise kimi içsel nesnelerin doğumdan itibaren getirildiğini belirtmektedir. Dolayısıyla dürtüler ,

bu nesnelere yönelmeye hazırdırlar (Burger, 2006, s.222)

Ayrıca Klein, terapötik çalışmalarda ölüm dürtüsüne saldırganlık bağlamında daha fazla

önem vermiştir. Kuramında, ölüm dürtüsünü “libido ve sevgi - şükran” ile “ölüm dürtüsü ve

haset” olmak üzere karşıt anlamda çatışma içinde iki yapı ile açıklamıştır.

Bilinçdışı, Freudyen anlamda statik değildir. Sadece duygu ve anı deposu olmayıp

burada yer alan içsel nesnelerin dinamik hareketleri ile sürekli fantezi üretimine neden olan bir

yerdir. Klein’da bilinçdışı fantezilerinin analizine terapisinde önem vermektedir. Bebeğin

gelişimi ile birlikte yeni nesneler iç dünyaya alınır (içe atılır). Bu davranış, doğuştan kendisini

ölüm dürtüsünün etkisi altında “saldırgan, kötü ve zulm edici nesneler” ile dolu hisseden

bebeğin dışındaki “iyi nesneleri” içe alarak bu kötülüğü yatıştırmak istemesind en

kaynaklanmaktadır (Klein, 2011, s.25-46).

Page 195: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

188

Freud içe atma mekanizmasını “yas ve melankoli” çalışmasında kaybedilen nesnenin

(ölüm - terk vb.) bir temsilini içeride oluşturarak yaşatabilme arzusuna bağlamıştır. Klein’in içe

atma mekanizması da Freud’un kastettiği anlamda bir savunma mekanizmasıdır. Ancak nesne

kaybına yönelik değil çocuğun içindeki saldırganlığı yatıştırmaya yöneliktir.

Bu bağlamda Klein nesne ilişkileri kuramını

yapılandırırken, nesneleri iyi ve kötü nesneler olarak ikiye ayırır.

Henüz “ben” denilemese de “erken ben” olarak

adlandırılabilecek zihinsel oluşum, iyi ve kötü nesneleri önce

birbirinden “ayırmakla / bölmekle” yükümlüdür.

Zira bu nesnelerin kötü olanlarına yüklenen saldırgan

enerji bir arada tutuldukları takdirde iyi olanlara zarar

verebilecektir. Bu nesnelerin karşılık geldiği model ya da ilk

örnek anne memesidir.

Klein, başlangıçta yalnızca bebek ile anne memesi arasındaki ilişkileri dikkate almışt ır.

Bu düşünce, insan davranışlarını telafi edilemez bir anlayışla oral aşamada veya Klein’ in

ifadesiyle “paranoid - depresif” aşamada kurulduğu türünden deterministik bir yaklaşıma yol

açmıştır.

Çocuğu besleyen, doyuran her istediğinde bulabildiği meme “iyi meme” olarak

kaydedilir; fazlasıyla süt ile dolu iken onu kendisine saklayan - esirgeyen meme ise “kötü

meme” olarak kaydedilir. Nesne İlişkileri Kuramı’na göre sadece nesneler değil çocuğun

benliği de anneden aldığı olumlu ve olumsuz tepkilere göre “iyi ben” ve “kötü ben” diye ayrılır.

Bebeğin ilk üç ayı Klein’in deyişiyle “paranoid - şizoid” evredir. Bu evrede bebek

içindeki saldırgan dürtüleri (haseti) azaltabilmek için dışarıdaki nesnelere (anneye) yansıtır.

Dışarıdaki kötü nesnelerden kaçınabilmek için ise şizoid savunma mekanizmalarını kullanır.

Melanie Klein’in oral dönemi veya “paranoid pozisyonu” temel alan teorisi, psikozlar ın

ve buna ek olarak çağımızın psikopatolojileri olan kişilik bozukluklarının açıklanmasını

kolaylaştırmıştır. Kuram, psikotiklerin tüm dünyayı karşılarına almalarını oral dönemdeki

“çocuksu bağımlılıklarla” açıklamaktadır. Bebek doğduktan sonra da annesine ihtiyacı devam

ettiği için anneye olan bağımlılığı sürmektedir. Annenin bebeğin bakımını yeterince

karşılamadığı durumlarda bu bağımlılık bebeğe zarar verici hâle dönüşür. Bir başka ifade ile

bebeğin anneye olan mutlak bağımlılığı, annenin en ufak ihmalinin bebeğe fiziksel ve ruhsal

Page 196: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

189

olarak büyük zararlar vermesine yol açar. Bu mutlak bağımlılık sebebiyle bebeğin biricik

nesnesi olan anne onun için omnipotan yani her şeyi yapabilen, her şeye gücü yetebilen

figürdür. Eğer belirli sebeplerle bu nesneyle yani anne ile olan ilişki aksarsa bebek bu

aksaklıkları omnipotan nesnesi yani annesi tarafından zulmedilme olarak algılayacaktır (Klein,

2011, s.83-86)

Kurama göre sınır kişilikler de aynı şekilde ego savunmasına başvurmaktad ır.

İlişkilerindeki bağımlılığın sebebi kendi “kötü” yönlerini birlikte oldukları kişilere yansıtarak

“iyi” kalma çabasıdır. Bu sebeple sınır kişiliklerde kimlik dağınıklığı görülmektedir. Bu

bölünme nedeniyle gerekli biçimde dünyayı kavrayamamaktadırlar. Oral dönemde bebeğin

kendiliği ile nesnesi arasında da kesin bir ayrım söz konusu değildir. Bu sebeple nesnenin

bölünmesi, aynı zamanda kendiliğin de ikiye bölünmesi anlamına gelmektedir. Sınır

durumlarda bebek, “kötü” yönlerini nesneye terk ederek kendi egosunu nesnesinden

ayırmaktadır. Ne var ki bu düşünce olarak gerçekleştiği ve “kötü” yönleri hâlen ona ait

olduğu için bu yönlerini sonraki ilişkilerine de yansıtmak zorunda kalmaktadır (Göka;

Yüksel; Göral, 2006, s.46-47)

Ayrıca Klein, bu dönemde bebeğin doğuştan getirdiği saldırganlığın kendisine ait

olduğuna katlanamadığı için projektif identifikasyon (yansıtmalı özdeşim - benimseme) denilen

bir savunma mekanizması ile “kötü” yönlerini nesnesine yansıttığını / yüklediğini söylemişt ir.

Klein’a göre bebek bu yansıtma ile tamamıyla “iyi” kalabilecektir. Klein, bu mekanizmada

bebeğin idealize ettiği, tamamıyla iyi olarak gördüğü kişi de olmaya çalışabileceğini

belirtmektedir. Klein’in kuramında bu aşamaya saplanıp kalma, “kötü” bir dünyada yaşamaya

ilişkin negatif paranoid hezeyanların gelişimine neden olmaktır (Göka; Yüksel; Göral, 2006,

s.46-47).

Klein, bu açıklamaları ile anne bakımının önemini teorik olarak da temellendirmiştir.

Kuram’a göre üç - altı ay arası ise geçilen dönem “depresif dönemdir”. Bu evrede

bebeğin içinde ayırdığı iyi ve kötü nesne (meme) birleşir. Bu birleşme erken benin isteği ile

olur. Çünkü artık “ben / ego”, iyi ve kötü nesnelerin birleşmesinden doğacak zararı

kaldırabilecek kapasiteye gelmiştir. Bebeğin içindeki kötü nesneye ait saldırgan dürtüler iyi

nesneye hücum eder ve bu durum bebekte suçluluk hisleri uyandırır. Bu duruma “ambivalans”

yani “çift değerlik” denir. Bebek, suçluluk hislerinin bir sonucu olarak “depresif” dönem içine

girer. İyi ve kötü nesneler arasındaki etkileşim sonucu saldırgan dürtüler nötralize olur ve sevgi

nesnesi bebeğin gelişiminde önemli bir dayanak olacak şekilde kuvvet kazanır. Nesne

bütünselliğe ve gerçekçi bir bakış açısına kavuşurken iyi ve kötü şeklinde yüklenmiş

aşırılıklardan kurtulur (Klein, 2011, s.83-84).

Klein, Freud’un Oidipus kompleksini de yaşamın ilk yılına taşır. Erkek bebek için

anneden ayrılma, babanın bir bütün olarak sevgi ve nefret nesnesi olarak kaybedilmek

istenmemesindendir. Freud’un belirttiği gibi sadece ensestiyöz arzulara ceza olarak

gelmesinden korkulan hadım edilme tehdidinden kaynaklanmamaktadır. Üst ben oluşumu da

Page 197: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

190

Oidipial dönemi takip ederek gerçekleşir. Klein’a göre üst ben, çocuğun saldırgan duygularının

kuvveti oranında güçlü ve hükmedicidir. Ayrıca Klein, kadınların penis hasedinin temelinde

anne memesine karşı duyulan haset ve kıskançlığın yattığını ifade etmiştir (Burger, 2006,

s.222).

Klein’a göre klasik kuramdaki “Doyum varsa, fantezi olmaz.” inancı yanlıştır. Yaşamın

en erken dönemlerinden başlayarak doyum ve fantezinin bir arada yer alabilecekler ini

söylemiştir.

Sonuç olarak Klein’in “Nesne İlişkileri Teorisi”, egonun nasıl biçimlendiğini açıklayan

dinamik bir analize dayanmaktadır. Ayrıca oral dönem haricindeki aşamaları reddederek

deterministik bir anlayışa sahip, saldırganlığın doğuştan geldiğini ve bebeğin dünyaya

geldiğinde bilincinde her zaman bir “meme” idesi bulunduğunu savunan sosyolojik boyuttan

yoksun bir kuram olarak kabul edilmektedir.

Klein sonrası Nesne İlişkileri Teorisi, gerçekleştirdiği büyük değişime rağmen

“dürtüleri” ve onların merkezi olan “içgüdüleri” analizden çıkararak büyük bir boşluğa sebep

olmuştur. Daha sonra buna karşın çıkan Otto Kernberg, Kleiniyen ve Freudiyen yaklaşımlar ın

teorik sentezine gitmiştir. Böylece ne dürtüler ne de bireyin ruhsal aygıtlarını kuran nesne

ilişkileri analizin dışında bırakılır. Ayrıca Kernberg, Melanie Klein’in çok katı “kapıdan alıp

kapıda teslim” tarzındaki çocuk analizini yumuşatarak daha insani bir şekle dönüştürür

(Schultz; Schultz, 2007, s.638).

9.4. Heinz Kohut ve Kendilik Psikolojisi

Klasik Psiakanalitik Kuramı çok iyi özümsemesi ve

anlatması ile bilinen Heinz Kohut, 1971 yılında “The Analysis of

Self” (Kendiliğin Çözümlenmesi) ve 1977 yılında “Restoration of

Self” (Kendiliğin Yapılanması) isimli eserleri ile ortaya koyduğu

“kendilik psikolojisi” kuramı, psikanalizin tarihindeki en büyük

değişimlerden birinin mimarı olmuştur (Kohut, 1998, s.88).

Varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak Viyana’da doğdu.

Gençlik yıllarında felsefeye, sanata ve müziğe düşkündü. Felsefe

ve sanat tartışmalarının yapıldığı Viyana kafelerinin

müdavimlerinden biriydi. 1938’de Viyana Tıp Fakültesi’ni bitirdi.

Nazi işgali sonrası ABD’ye göç etti. Chicago Üniversitesi’nde

nöropsikiyatri ihtisası yaptı. 1949’da psikanaliz eğitimini tamamlayarak Chicago Psikanaliz

Entitüsü’nde çalışmaya başladı.

Başlangıçta kuramını klasik kuramı geliştirmeye yönelik bir ek olarak önermiş ve klasik

kuramı bütünüyle reddetmemişse de zaman içinde epistemolojik ayrımlaşma ile klasik

psikanalitik kuramdan tamamen ayrılmıştır. “Epistemolojik kopuş” olarak adlandırılan

farklılaşma ile psikanalitik kavramlar üzerinde köklü değişiklikler yapmıştır. Bu dönüşüm ile

Page 198: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

191

kuram, gerek meslek içinde gerekse meslek dışında çağın gereksinimleri ile büyük ölçüde

uyuşarak çağın ruhunun (zeitgeist) psikanalizdeki yansıması olmuştur.

Kohut’a kadar olan yenilikçiler bu derece büyük etkiler uyandıramamışlardır. Çünkü

kendinden önceki yenilikçilere göre Kohut’un kuramı daha kapsamlı ve daha sağlam

önermeler ile daha ‘doğru zamanda’ ortaya çıkmıştır. Kohut öncesi psikanalizdeki değişimle r,

klasik kurama teknik anlamda yenilikler getirirken Kohut ve kuramını destekleyenle r

kavramsal çatısına ve epistemelojisine yeni kavramlar eklemiştir (Kohut, 1998, s.109).

Freud hayattayken ve ölümünden sonraki uzun bir süre zarfında ‘aykırı’ kuram ve teknik

önerenler -Jung, Adler gibi- psikanalitiğin dışına itilmişlerdir. Kohut ve onu izleyenler ise tüm

görünürdeki baskı ve itirazlara rağmen analitik camianın içinde kalmayı başarabilmiş

‘farklılaşıp’ ayrılmak yerine farklılıkları ile psikanalitik kuram içinde kalarak onun değişimine

neden olmuşlardır. Bir başka ifade ile Kohut’un kuramı ve önerdiği teknikler, psikanaliz içinde

yer alırken kavramsal çatısına ve epistemolojisine alternatifler getirmiştir (Ardalı; Erten, 1999,

s.117-119).

Kohut da hiçbir zaman Freud’a bütünü ile karşı çıkma cesareti gösterememiştir. Kohut

bir ayağı klasik kuramda, bir ayağı dışarıda olan bir kuramcıdır. Bu özelliği ile dönüşümde

‘köprü’ görevini üstlenmiştir.

Kohut kuramını uzun bir evrimleşme sürecinde geliştirmiştir. Bu sürecin başlangıc ında

onun görüşleri klasik kuramdan farklı değildir. Fakat “Bay Psikanaliz” olarak tanımlanacak

kadar psikanalizin kurumsal, kuramsal ve uygulama sırlarına tümüyle vakıf bir kişi, olaylar ı

farklı bir perspektiften değerlendirebilecektir. Buna rağmen Amerika Birleşik Devletleri ve

dünya çapında psikanaliz örgütlerinin içinde çeşitli görevler almış, Amerikan Psikanaliz

Birliği’nin başkanlığını ve Uluslararası Psikanaliz Birliği’nin ikinci başkanlığını yapmış biri

olarak camia içinde kendi kuramını açıklayabilmek hiç de kolay olmayacaktır. Dolayısıyla

Kohut’un kendi kuramını açıklayabilme cesaretini gösterebilmesinde bir önemli faktör daha

vardır; eşi ve çok yakın birkaç arkadaşı dışında kimse ile paylaşmadığı hastalığı. Kohut

kanserdir ve kuramının büyük bir bölümünü hastalığının ağırlaştığı dönemde ortaya koymuştur

(Erten, 2014, s.9-10).

Kendilik Psikolojisi Kuramı

“The Restorationof the Self” kitabında benliğe yeni işlevler yüklemek yerine self -

kendilik kavramını ortaya atmıştır. Kendilik psikolojisinde temel olan ruhsal yapı kendilik t ir

ve kendiliği doğuştan beri var olan “id, ego ve süper egonun” toplamı olan bir yapı olarak

tanımlamaktadır.

Zeitgeist, “Zamanın Ruhu” anlamına gelmektedir. Zeitgeist bir dönemin entelektüe l,

kültürel, etik, politik ve belki dinî atmosferini tarif etmede kullanılır. Bir anlamıyla da

zeitgeist geçmişe dönük yapılır. Yani o devrin dışına çıkmak gerekir.

Page 199: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

192

Kohut’a göre bu yapı kendilik nesneleriyle (self objects) olan ilişkiler sayesinde

geliştirilir. Kendilik nesnesi çocuk tarafından kendiliğin parçası olarak algılanır, işlevler ini

yerine getirmeyene kadar farkına bile varılmazlar. Bir başka ifade ile kendilik nesneleri işlevini

normal olarak yerine getirdiklerinde tıpkı vücudun bir parçası gibi fark edilmezler ;

yokluklarında, işlevlerini yerine getiremediklerinde varlıkları fark edilir (Kohut, 1998, s.109).

Kohut’a göre, kendilik nesneleri psikolojik işlevler olarak var olurlar ve bu yüzden

gerçek nesneler gibi algılanmazlar.

Kendilik nesneleri çocuğa bakım veren ve hayatı için önemli olan kişilerdir.

Bu kişiler, çocuk tarafından “biraz ben / biraz öteki, hem ben / hem öteki” olan

nesnelerdir. Kendilik - kendilik nesnesi arasında olan bu ilişkinin kalitesi çocuğun

psikopatolojisini belirlemektedir Kendilik nesnesi çocuğun ihtiyaçlarını karşıladıkça çocuk

kendilik nesnesinden zamanla kopmaya, daha çok bağımsızlaşmaya ve kendilik nesnesinin

işlevlerini içselleştirmeye başlamaktadır (Taşkıntuna; Özçümez, 2011, s.103-107).

Kohut, “içinden geçme / geçirme” (passage through) kavramı ile anne ve babanın

gelişim süreci boyunca bebeğin duygu, düşünce, arzu, istek ve gereksinimlerinin yöneldiği

bünyeler olduğunu belirtmektedir. Anne ve babalar, bebeğin kendilerine yönelttiği bu

oluşumları kabul ederek tekrar bebeğe yönlendirirler. Anne ve babasını psişik süreçlerini

içlerinden geçirip, işleyecek araçlar olarak kullanan bebek, onların bu psişik oluşumlara

(bebeğin duygu, düşünce, arzu, istek vs.) yaklaşımlarını içselleştirir. Anne babanın başa çıkma,

anlamlandırma, yeniden tanımlama ve diğer özelliklerini psişik bünyesine katar. Bir başka ifade

ile anneden (kendilik kuramına göre aynadan) beklenen ilk kendilik nesnesi işlevi, bebeğin

Kohut, ruhsal yapıyı oluşturan Freud’un “id - ego - süper ego” kavramları yerine

“kendilik” kavramını kullanmaktadır. Kendilik kişinin zaman ve mekân içerisinde

bütünleşmiş, tek bir kendilik şeklinde duyumsanır. Çocukluktan itibaren uzun bir geliş im

süreci sonunda ortaya çıkar.

Kohut’a göre, ruhsal sağlığın tanımı, kendiliğin amacını anlamaktan geçer.

Kendiliğin amacı, yetenek ve becerilerini zarar görmemiş bir yapılanmaya ulaştırarak ifade

edebilmektir. Yetenek ve beceriler kendiliğin potansiyelidir.

Page 200: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

193

“varlığını” onaylayarak, hoşnutluk, mutluluk, neşe, coşku, beğeni, huzur ile tanımlad ığı

imgesini bebeğe geri yansıtmasıdır. Çocuğun kendiliğinden, varlığından ve işleyişinden aldığı

hazzın paylaşılarak geri yansıtılması, kaygının azaltılması - yatıştırılması kendiliğin sürekliliği

ve bütünlüğü açısından tutkal görevi yapan kendilik nesnesi işlevleridir (Ardalı, Erten, 1999,

s.120-130).

Bu içselleştirme sürecinde kendilik nesnesinin çocuğa yaşatacağı uygun hayal

kırıklıkları (optimal frustrations) önemlidir çünkü hiçbir kendilik nesnesi mükemmel olamaz

ve empati eksikliğinden dolayı çocuğa hayal kırıklığı yaşatır. Önemli olan bu seviyeyi optimal

düzeyde tutmaktır. Hayal kırıklıkları ezici bir karakterde ise veya hiç olmaması gibi bir gayret

gösteriliyorsa çocuk bu içselleştirmeyi başaramaz. İçselleştirmenin başarılması ile çocuk bir

zamanlar kendilik nesnelerinin kendisi için yaptıklarını kendi kendine yapmaya başlar. Daha

önce belirttiğimiz gibi kendilik nesnesi çocuğun ihtiyaçlarını karşıladığında çocuk daha çok

bağımsızlaşmaya ve kendilik nesnesinin işlevlerini içselleştirmeye başlamaktadır (Erten, 2004,

s.35-46).

Kohut bu içselleştirmenin dışsal olanın özelliklerinin yanı sıra çocuğun içsel yapısının

da süreci belirleyeceğini düşünmüştür. Bu yüzden bu olguya ‘dönüştürmeli içselleştirme’ adını

vermiştir. Bebek kendilik nesnesi işlevlerini, kendi bünyesinin özellikleri ile oluşan etkileşim

ile belirlenmiş şekilde içselleştiriyordur. Dolayısıyla bu içselleştirme sonucu ortaya çıkan yapı

ne bütünü ile dışsal ne de bütünü ile içseldir.

Kohut’un tanımına göre kendiliğin bir diğer özelliği de kendiliğin iki kutuplu olmasıd ır.

Birincisi üstün görmeci kendilik, diğeri ülküleştirilmiş anne-baba imgesidir. İlki çocuğun

kendiliğinin büyüklenmeci, teşhirci gereksinimlerini açıklamaktadır. İkincisi ise çocuğun tüm

güçlü olarak gördüğü kendilik nesnesini ülküleştirme, idealleştirme ve onunla özdeşleşme

eğilimini ortaya koymaktadır (Taşkıntuna; Özçümez, 2011, s.103-107).

İlkinde, “büyüklenmeli kendilik’ durumunda, kendilik nesnesi (Kohut’a göre daha çok

anne) bebeğin teşhirci narsisistik gereksinimlerininin yansıtılıp ‘içinden geçirilip, geri alındığı’

bir araçtır. Bebek anneye ‘ben mükemmelim, sen de bana hayransın’ diyerek bu yaşantısının

anne tutumları ile örneğin, gülümseme, dokunma gibi aynalanmasını (mirroring) istemekted ir.

Bebeğin bu büyüklenmesinin anne / bakıcılar tarafından eş duyumsal bir yaklaşım ve sempati

ile kabul edilmesi bu ilkel olgudaki dönüşüm ve değişim için ilk şarttır. Bu sürecin sonunda

çocuğun teşhirci özellikleri olgun bir düzeye gelir ve kişiliğe öz değer için yaşamsal önemi olan

hırslar, tutkular ve amaçlar olarak geçer. Bazı anneler / bakıcılar çocuğun bu gereksinimler ini

engellerler, kayıtsız kalırlar, yüzlerler ve hatta cezalandırırlar. Büyük olasılıkla bu anneler /

bakıcılar kendi büyüklenmeli kendilik yapılarını kişiliklerine bütünleştirmede başarısız

olmuşlardır. Kendi öz değer sorunları o kadar ön plandadır ki çocuğun benzer öz değer

gereksinimlerini göremezler (görseler bile karşılayamazlar). Bunun sonucunda, büyüklenmeli

ve teşhirci narsizm, kendilik nesnesi deneyimleri ile olgunlaşmaz ve ilkel hâli ile kendiliğe geri

yatırılır. Kendilik içinde büyüklenmeli kendilik türevleri sorun yaratan bir yapı olarak var

olmaya devam eder. Büyüklenmeli kendiliğin en temel özellikleri her şeye gücü yeterlik,

büyüklenme ve teşhirciliktir. Böyle bir ruhsal yapılanma içindeki kişiliğin en temel sorunu

yoğun öz değer eksikliğidir (Kohut, 2000, s.88-1009.)

Page 201: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

194

İkincisinde, kendilik nesnesini ülküleştirme, idealleştirme ve onunla özdeşleşme

eğiliminde ise bebek kaybettiği mükemmeliyeti yüceleştirdiği bir kendilik nesnesi (Kohut’a

göre baba) ile tekrar oluşturmaya çalışır. Bebek babaya “Sen mükemmelsin, ben de senin

parçanım.” mesajını vermektedir. Kendilik nesnesi çocuğun ondan mükemmeliye t

beklentilerini tatmin etse bile daha önce belirttiğimiz gibi hiçbir kendilik nesnesi mükemmel

olamayacağından çocuğa hayal kırıklığı yaşatır. Çocuk zamanla babanın hatalarını ve

eksikliklerini fark edecektir. Örneğin, çocuk bir gün yalan söylemeyi öğrenecektir. Bu keşif ile

keyiflenen ve sıkça yalan söylemeye başlayan çocuk, onlara yalan söylediğini fark etmeyen

ebeveynin gücünden şüphe etmeye başlayacaktır (Ardalı, Erten, 1999, s.120-151).

Kohut’a göre kendiliğin içinde ‘çekirdek tutkular’ ve ‘çekirdek ülküler ve değerler’

mevcuttur ve kendilik nesnesi ile olan olumlu ilişkiler sonucunda çekirdek tutkular ülküler i

doğurur. Böylelikle bütünlük taşıyan çekirdek kendilik ortaya çıkmış olur. Kişinin içinde uygun

kendilik - kendilik nesnesi ilişkisi sonucunda oluşan kendini ortaya koymaya dair tutkular (self

assertive ambitions) vardır. Bu tutkular, kişinin öz saygısını sürdürmesine yardımcı olur ve

eksikliğinde ilgili ruhsal bozukluklara yol açar. Aynı zamanda bu tutkular kendiliğin birinc i

kutbuyla yakından ilgilidir. Kendiliğin ikinci kutbunda ise kişi içselleştirdiği ve ülküleştird iği

anne - baba imgelerinin özelliklerine sahip olmak ister. Bu iki kutup birbirini tamamlar ve kişi

yeteneklerini kullanarak kendiliğin bu iki gereksinimine ulaşmak için çabalar.

Kohut’un bebeklik dönemine ilişkin görüşlerini özetlersek bebeklik dönemindek i

güdüleyici temel etkenin “çocuğun mükemmelliği” ve “gücü her şeye yeterliliği” olduğunu

şeklinde iki kutupta gerçekleştiğini belirtmektedir. İlkinde “büyüklenmeci veya

mükemmeliyetçi kendilik nesnesi” denilen ve çoğu kez annenin temsil ettiği nesnenin ayna

görevi ile kendini beğenme ihtiyacı karşılanmış olacaktır. Daha sonra çocuk bakıcının ima, söz

ve davranışları ile kendisindeki kimi eksiklikleri, yetersizlikleri görecektir. Zamanla kendisi

gibi idealize ettiği bakıcının da eksikleri olduğunu anlayarak “kendisini beğenme ile kimi

eksikleri olma” arasındaki dengeyi kuracak biçimde kendiliği gelişecektir.

Kohut’un bu iki kutuplu kendilik nesnesi gereksinimlerinin yanında “ikizlik” olarak

adlandırdığı üçüncü kendilik nesnesi gereksinimi kardeşleri, arkadaşları, akranları ile birlikte

mükemmel olmanın, birlikte başarmanın karşılığıdır.

Kohut’a göre narsisistik gelişimin bu üç yolu beraberce işlevseldir. Her bir kişinin

yapısal olarak doğuştan sahip olduğu bu kendilik nesnesi işlevi ve gereksinimlerinin yanı sıra

üçünücü bir boyut olarak yetenekler ve beceriler yer alır. Belirli bir kişinin bu üç boyutlu

kendilik dinamikleri hehangi bir başka kişiye göre çok daha olumsuz olsa bile yapısal olarak

sahip olduğu yetenek ve becerileri telafi edici rol oynayıp zararı önemli ölçüde hafifletebil ir.

Eğer bu esnada kendiliği beklendiği gibi gelişemez, olgunlaşamazsa ve kendi mükemmelliğine

yönelik bir saplantı içinde kalırsa bu durumda narsisistik bir kişiliğe sahip olacaktır

(Taşkıntuna; Özçümez, 2011, s.105-107).

Page 202: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

195

Yetişkinlikte duraklayan gelişimi sürdürebilmek

Kohut’a göre, kendilik ile kendilik nesnelerinin narsisistik karakterdeki etkileşim çocuk

ve ebeveyn arasındaki ilişkiden yaşamın tüm alanlarına yayılır. (Erten, 2004, s.16)

Kendilik kuramcıları kişinin hep ilerlemeye ve kendilik oluşturmaya yönelik bir eğilimi

olduğu görüşündedirler. Ebeveynin yetersizliği yüzünden duraksamış gelişim, yetişkinlikt e

uygun koşullar sağlandığında kaldığı yerden devam edecek ve çocuklukta tamamlanmamış olan

dönüştürülerek içselleştirme sonucunda, sağlıklı ve özerk kendilik oluşumu gerçekleşecektir

(Dolayısıyla birey gereksinimlerini doyurabilecek arkadaş ve eşlere yönelerek doğal geliş im

sürecini devam ettirecektir.)

Kohut ve Wolf’un 1978 yılında yayınladıkları makalelerinde narsisistik kendilik

gereksinimleri doğrultusunda narsisistik kişilikleri beş gruba ayrımıştır (Kohut, 1998, s. 101-

103):

1. Aynaya aç kişilik: Narsisistik gereksinimlerden ilkinin (aynalanma ya da teşhirci-

büyüklenmeci gereksinim) karşılanmaması durumunda ortaya çıkar. Bu kişiler, kendilik

çözülmesinden kaçınmak için etkileşimde olduğu kişinin aynalayıcı yanıtlarına ihtiyaç

duymaktadır. (Mitchell, 2009, s.192) Bu kişiler yetişkinlikteki ilişkilerde hayran olunma ve

onaylanma ihtiyaçlarını hep ötekiler aracılığıyla karşılamaya çalışacaktır. (Kohut, 2004, s.101)

2. İdeale / ülküleştirmeye aç kişilik: Ülküleştirilmiş ebeveyn kendilik gereksinimle r i

karşılanmamıştır. Bu kendilik çözülmesinden kaçınmak için kişinin yetişkinlikte de

idealizasyon yaşayabileceği bir nesne seçeceğini vurgular (Mitchell, 2009, s.192).

Çocukluğunda büyük ihtimalle yıkıcı düzeyde zayıflıklarına tanık olunan ebeveynler in

doyuramadığı bu gereksinimi, yetişkinlikte prestijlerine, güçlerine, güzelliklerine, zekâlarına

ve ahlaki duruşlarına hayran oldukları ötekiler ile doyurmaya çalışırlar. (Kohut, 2004, s.101)

3. Alteregoya / ikizlilik aç kişilikler: İkizlik gereksinimi doyurulmadan kalmıştır. Bu

kişiler kendi hislerine ve deneyimlerine tamamen uyum gösterecek arkadaşlar, akranlar ararlar

(Kohut, 2004, s.101-102).

4. Kaynaşmaya aç kişilikler: Ben ve öteki arasındaki sınırların olmadığı, iç içe geçmiş

ilişkiler yaşayacakları arkadaş veya eşler ararlar. Sürekli yanlarında olacak, bağımlı bir kendilik

nesnesi arayışındadırlar. (Kohut, 2004, s.102-103)

5. Temastan kaçınan kişilik: Ötekine çok yoğun gereksinimleri hissettiği hâlde

reddedilmeye karşı duyarlılıklarından herhangi bir ilişkiden kaçarlar. (Kohut, 2004, s.103)

Bunlardan ilk üçü için nesne seçimindeki temel isteklendirme, yukarıda da belirttiğimiz

gibi, duraksayan gelişimlerini kaldığı yerden devam ettirebilmek için, çocukluğunda

doyurulmamış narsisistik gereksinimlerini doyurabilecek ötekilere yönelmektir. Dolaysıyla

sağlıklıdır. Bununla birlikte Kohut ve Wolf, son ikisinin kendilik hasarı daha yoğun olduğu için

temel motivasyonlarının gelişimin devamı değil, kendilik nesnesinin dönüştürülmeden

korunumu olduğunu belirtmiştir. (Kohut, 2004, s.103)

Page 203: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

196

Kohut, kendilik nesnesi gereksinimlerinin yaşam boyu devam ettiğini ve ille de

patolojik olmadığını vurgular. Kendiliğin gelişimiyle bu gereksinimler olgunlaşır, ancak

yaşamın zor günlerinde daha şiddetli hâle gelebilirler. (akt. Erten, 2004, s.10-16) İnsanlar ın

mükemmel olamayacağı dolayısıyla mükemmel olmayan ebeveynler tarafından yetiştirild iği

gerçeğini dikkate alındığında bireyin sosyal ve duygusal (arkadaş, eş, sevgili...) seçimlerinde

yukarıdaki eğilimlerden birine veya birkaçına yaklaşması olasıdır (Mitchell, 2009, s.101). Bu

bağlamda Kohut ve Wolf, özellikle ilk üç kişilik tipine (ayna-aç, ideal-aç, alterego-aç) günlük

hayatta sıkça rastlanıldığını, bu bireylerin değerleri ve kusurlarıyla normal insan kişiliğinin

çeşitleri olarak görülmesi gerektiğini belirtmektedirler (Kohut, 2004, s.102)

Kohut narsisistik kişilik bozukluğunu ilk tanımlayan kişidir. Nesne ilişkilerinden

bağımsız bir şekilde tanımlamıştır. Kohut, ilkel narsisizmin erdem, eşduyum, mizah,

yaratıcılık gibi ikincil işlevsel niteliklere dönüştüğünü varsaymaktadır.

Kohut narsisistik kişilik bozuklukları olan hastalarla çalışmıştır. Onları şöyle

tanımlar: Kolay incinir, öz saygıları değişken, başarısızlığa, düş kırıklığına ve eleştir iye

karşı çok duyarlı. Bu hastaların psikanalitik ortamda belli narsisistik ihtiyaçlarını yeniden

yaşatmalarının yani narsisistik aktarım geliştirmelerinin keşfiyle psikanalitik tedavi

mümkün olabilir.

Kendilik kuramına göre narsisistik kişilik tipleri:

1. Ayna açlığı çeken kişiler

2. Ülküleştirme açlığı çeken kişiler

3. Diğer-ben- kişilikler

4. Kaynaşma açlığı çeken kişiler

5. İlişkiden kaçınan kişiler

Son ikisini patolojik narsisizm olarak değerlendimiştir. Birden fazla kişilik tipine

ait özellikler aynı kişide bulunabilir.

Page 204: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

197

Kohut’un kuramını özetlersek,

1. Kohut’un yaklaşımı, bilinçdışı, birincil süreç düşünce ve psişik determinizm gibi

psikanalizin temel kavramlarına sadık kalmakla birlikte, güdülenimin cinsel temelde değil

narsisistik temelde olduğu iddiası klasik psikanalizden ayrılır. İnsan yapısını iki kutuplu olarak

görür. Bu durumu “iki kutuplu benlik” olarak tanımlar. Bir kutupta hırslar ve tutkular, diğer

kutupta ise idealler ve değerler vardır. İnsanın psişik süreçleri bu iki kutup arasında gerilime

tabidirler. Kohut’a göre patalojik boyuttaki erotizasyon ve saldırganlık Freud’un iddia ettiği

gibi, birincil içgüdüler değil, hayal kırıklıkları sonucunda oluşan tepkilerdir

2. Kuramının temelinde bilgi toplama araçları olarak empati ve içe bakış yöntemleri ile

psikanalize kazandırmış olduğu kendilik ve kendilik nesnesi kavramları olmuştur. Psikanalizin

gözlem yöntemini yeniden tanımlamıştır

3. Kohut’un terapi anlayışı da klasik psikanalizden farklılık gösterir. Geçmişe

odaklanmak yerine şu anda elde bulunan kendilik üzerinde çalışılır. Geçmişten söz edilmes i

mümkündür. Ancak bu da kendiliğin üzerinde çalışılması için bir art plan görevi görür.

4. Kuramda çevrenin etkisi vurgulanmakta, kendiliğin gelişiminde anne - babaya çok

fazla sorumluluk yüklemektedir.

Sonuç olarak, Kohut’un kuramı en kuvvetli psikanalitik ekollerden biridir. Özellik le

ABD’de çok sayıdaki uzman tarafından takip edilmektedir. Kendilik psikolojisi enstitü ve

topluluklarının, Avrupa’da da Avusturya ve İtalya başta olmak üzere İspanya, Norveç, İsveç,

Danimarka, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerde hızla arttığı görülmektedir.

Page 205: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

198

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 206: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

199

Uygulama Soruları

1) Yeni Freudcu olarak kabul edilen kuramcıların psikanalitik kuram uygulamalar ına

getirdiği yenilikleri tartışınız.

Page 207: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

200

Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerrden hangisi Yeni Freudcu kuramcıların kuramlarında odak noktası

olan yapıdır?

a) Süper ego

b) Ego

c) İd

d) Bilinç

e) Bilinçaltı

2) Melanie Klein hangi dönemin deterministik etkisini dikkate almaktadır?

a) Oral

b) Anal

c) Fallik

d) Genital

e) Gizil

3) Aşağıdakilerden hangisi Anna Freud’un pskanalitik kurama katkılarından biridir?

a) Nesne ilişkileri kuramını geliştirmiş olması

b) Narsisistik kişiliği tanımlaması

c) Çocukluk döneminde büyüklenmeci ihtiyaçın karşılanmasının önemi

d) Ego savunma mekanizmalarının düzenlenmesi

e) Kendilik nesnesi kavramını geliştirmesi

Page 208: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

201

4) İnsan kişilik gelişiminde iki kutuplu benlik kavramını geliştiren kuramcı

aşağıdakilerden hangisidir?

a) Anna Freud

b) Otta Rank

c) Melanie Klein

d) Heinz Kohut

e) Freud

5) Melanie Klein’in “yas ve şükran” kavramlarının Freud’un kuramındaki karşılığı

hangisidir?

a) Yaşam - Ölüm

b) Bilinç - Bilinçdışı

c) Ego - Süper ego

d) İd - Ego

e) Bilinçaltı - Süper ego

6) Anna Freud’un psikanalize katkılarını yazınız.

7) Melanie Klein’in kuramını klasik psikanalitik kuramdan ayıran özellikleri yazınız.

8) Heinz Kohut’un kuramını psikanalitik kuramdan ayıran temel özellikleri yazınız.

9) Heinz Kohut’un kuramının temel kavramlarını açıklayarak yazınız.

10) Yeni Freudcuların geliştirmiş oldukları görüşleri karşılaştırınız.

Cevaplar

1) b, 2) a, 3) d, 4) d, 5) a

Page 209: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

202

10. PSİKANALİTİK KURAM III - PSİKANALİZDE SOSYAL

PSİKOLOJİ ETKİSİ

Page 210: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

203

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

10.1. Carl G. Jung

10.2. Alfred Adler

10.3. Karen Horney

Page 211: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

204

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Bu kuramcıları klasik psikanalitik kuramdan ayıran temel özellikler nelerdir?

2) Bu kuramcıların insan davranışlarının nedenlerine ilişkin görüşlerini tartışınız

Page 212: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

205

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Psikanalizde Sosyal

Psikoloji Etkisi

Psikanalitik kurama yönelik

eleştirilerini söyleyebilmek

Bu kuramların Freud’un kuramı

ile ilişkisini açıklayabilmek

Sosyal ilşikilerin etkisini

savunan bu görüşlerrin insan

davranışının nedenlerine ilişkin

görüşlerini açıklayabilmek

Literatür taraması yaparak,

tartışarak

Carl G. Jung Carl G. Jung’un görüşlerini

açıklayabilmek

Carl G. Jung’un kuramının temel

kavramlarını açıklayabilmek

Literatür taraması yaparak,

tartışarak

Alfred Adler Alfred Adler’in görüşlerini

açıklayabilmek

Alfred Adler’in kuramının temel

kavramlarını açıklayabilmek

Literatür taraması yaparak,

tartışarak

Karen Horney Karen Horney’in görüşlerini

açıklayabilmek

Karen Horney’in kuramının

temel kavramlarını

açıklayabilmek

Literatür taraması yaparak,

tartışarak

Page 213: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

206

Anahtar Kavramlar

Carl G. Jung

Alfred Adler

Karen Horney

Arketipler

Aşağılık komleksi

Temel anksiyete

Page 214: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

207

Giriş

19. yüzyılın sonlarına doğru yeni bilgi dalları, biyolojik ve fiziksel gerçeklerin dışında

insan doğasını inceleme yolları sunuyorlardı. Antropoloji, sosyoloji ve sosyal psikoloji, sosyal

ilişkilerin, sosyal güçlerin ve kurumların insan davranışlarını etkilediğine ilişkin bulgular elde

etmekteydi. Bu durum, sosyal bir varlık olarak insanın ele alınması ve araştırmaların bu

doğrultuda geliştirilmesi gerektiğini göstermekteydi.

Bu doğrultuda Ortodoks Freud psikanalizinden uzaklaşmış olan genç kuramcıla r,

psikanalitik teoriyi sosyal bilimlerin yönlendirmesine uygun bir çizgide yeniden

şekillendirmeye başlamışlardır. Bu psikologların kişiliğin biyolojik güçlerden çok çevrenin bir

ürünü olduğunu belirten görüşleri Amerikan kültürüyle uyumlu olmanın yanı sıra Freud’un

karamsar düşüncelerinden daha iyimser bir bakışı açısı getiriyorlardı.

Sosyal psikolojik teorileri ortaya koyan bu genç kuramcılar, insan davranışının

biyolojik güçlerle değil, bireyin özellikle çocukluğunda maruz kaldığı ilişkiler başta olmak

üzere, kişiler arası ilişkiler tarafından belirlendiğini ileri sürdüler.

Böylelikle psikanalitik kuram, Freud’la bir veya daha fazla ana konu üzerinde

anlaşamayan analistler tarafından birbiriyle rekabet içinde olan parçalara ayrılmış oldu. Bu

analistler Freud henüz yaşarken, onun psikanalitik yönelimini bütünüyle reddetmeyerek kendi

yaklaşımlarını geliştirmenin yanı sıra Freud’un kuramında gördükleri önemli yetersizlikleri ve

eksiklikleri düzeltmeye çalıştılar.

Freud, farklı görüşler ile kendisini eleştiren ve yeni kuramlar ortaya koyan kendisinin

yetiştirdiği bu kuramcıları kabul etmedi, hatta onlarla iletişimi tamamen keserek psikanaliz

camiasından kovdu.

Page 215: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

208

10.1. Carl Jung

Freud tarafından “benim halefim ve kurduğum kraliyet in

prensi” olarak tanımlanan Jung, kendi analitik psikolojisini kurana

dek psikanaliz hareketinin açık bir mirasçısı olarak görülmüştür.

İsviçreli Jung Freud’un öğrencisiydi ve 1912’de Freud’dan

ayrıldı. Jung, ruhsal dinamikleri anlamak için, hastanın kendisini

değerlendirmesini dinlemenin yeterli olmadığını, ortak

(toplumsal) bir bilinçaltının da olduğunu öne sürdü. Bu toplumsa l

bilinçaltının ögeleri, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana tüm

insanların bilinçaltında tek tek taşıdıkları kültürel ilk örneklerdi.

Jung, ortak bilinçaltından yola çıkarak düşleri yorumladı.

Basel Üniversitesi’nde tıp profesörü olan büyükbabasının adını taşıyan Carl Gustav

Jung İsviçreli bir papazın oğludur. 1895 yılında Basel’de tıp eğitimi almaya başladı ve 1900

yılında Eugen Bleuler’in asistanı olarak Burghölzli’de psikiyatrist olarak hizmet verdi.

Doktorasını 1902 yılında tamamladı. Konu okült (gizli, görünmeyen) fenomenler (etkiler) ve

onların psikoloji ve patolojiyle bağlantıları idi. Paris’te 6 ay Pierre Janet ile bilgiler ini

derinleştirdi. 1903 yılında Emma Rauschenbach ile evlendi. 36 yaşında Uluslararası Psikanaliz

Birliği’nin ilk başkanı oldu. Psikolojik analizlerinde astrolojiden de yararlanan Carl Gustav

Jung, Sigmund Freud’la beraber üzerinde çalıştığı toplumsal bilinçaltı kavramı ile de tanınır.

Freud’un Rüyaların Yorumu isimli kitabını okuduktan sonra psikanalizle ilgilenmeye

başlamıştır. Freud ile mektuplaşmalarının ardından bir yıl sonra Freud’la tanışmak için

Viyana’ya gitmiş, 13 saatlik heyecanlı konuşmalarıın ardından kısa süren dostluklar ı

başlamıştır. Freud’un Clark Üniversitesi töreninde yapacağı konuşma için yaptığı ABD

yolculuğunda ona eşlik etmiş, her ikisi de törende konuşmuşlardır (Jones, 2004, s.44).

Jung, psikanalize ilk kabul edilenler içerisinde en iyi bilinenlerdendir. Freud’un

takipçisi olan gençlere göre sahip olduğu yeterliliklerin de etkisi ile Freud’un daha az etkisinde

kalmış, Freud’u eleştirisiz kabul eden biri olmamıştır (Bunun nedenlerinden biri olarak,

Freud’la iş birliği yapmaya başlamadan önce mesleki kariyerinde belli bir noktaya ulaşmış

olması gösterilmektedir (Pervin; John, 1996, s.143).

Bilinçdışı Psikolojisi (1912) isimli kitabında, Freud ile uyumlu olmayan ve kendi

teorisinin doğuşunun sinyallerini veren düşüncelerinin yayımlanmasının ardından Freud ile

ilişkisi farklılaşmış, dostlukları bozulmuştur.

Page 216: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

209

Jung’un Sistemi: Analitik Psikoloji ve Freud’un Kuramından Farklılıkları

Jung’un 1907’de Freud ile başlayan çalışmaları psikanaliz

kuramına birçok katkı sağlamıştır.

1913-14 yıllarında psikanaliz kuramındaki bazı

konulardaki farklı görüşleri ile kendi kuramı analitik psikolojiyi

geliştirmiştir (Jones, 2004, s.44).

Jung analitik kuramı, psikanaliz kuramın temelleri üzerine

kurmuştur. Bununla birilkte Freud’un bazı görüşlerini kabul

etmemiştir. Bu görüş ayrılıklarını üç başlık altında toplayabilir iz

(Jung, 2001, s.19-21):

1- Libidonun niteliği: Freud, libidoyu cinsel ağırlıklı ele alırken, Jung ise

nesnelleştirilmiş bir hayat enerjisi olarak ele almıştır. Jung’a göre libidinal hayat enerjis i

gelişme ve üremede olduğu kadar, bireyin diğer faaliyetlerinde de bu faaliyetlerin önemine göre

kendini gösterebilir. Freud, hayatın ilk yıllarındaki, aktivitileri de cinsel nitelikli ele alırken,

Jungcu görüş libidinal enerjinin beslenme ve gelişme işlevlerine hizmet ettiğini ileri sürer

(Jung, 2001, s.63).

Jung, 3-5 yaşlar arası dönemi cinsellik öncesi -presexual- olarak adlandırır (Freud’un

Psikoseksüel teorisinde fallik dönem). Jung, Freud’un Ödipal kompleks sürecini reddetmiş ve

çocuğun bu dönemde annesine olan düşkünlüğünü bir ihtiyaç bağlılığı, annenin yiyecek

sağlayıcı işlevine bağlı bir doyum ve rekabet açısından açıklamıştır (Jones, 2004, s.44). Jung’a

göre libidinal enerji sadece ergenlikten sonra heteroseksüel (karşı cinse ilgi duyan) bir şekle

dönüşmektedir. Görüldüğü üzere Jung, cinselliğin rolünü, önemini azaltmış; cinsellikle ilgili

faktörleri bütünüyle reddetmemiştir (Schultz & Schultz; 2009; 99-101)

Jung’un bilinçaltı dünyasından, yaşam deneyimlerinden, mesleki ilgi alanlarından

teorisi etkilenmiştir. Jung teorisinde Ödipal komplekse yer vermemesi kendi cinselliğe ilişk in

otobiyografisi ile tutarlılık göstermektedir. Ödiapal kompleks, Jung’un çocukluğuyla tamamen

ilgisizdir. Jung kendi annesini şişman ve çekici olmayan bir kadın olarak tarif etmiştir. Bu

düşüncesi, Freud’un her küçük erkek çocuğun annesine karşı cinsel arzu duyduğu düşüncesine

neden bu kadar önem verdiğini anlayamamasını açıklar niteliktedir.

2- Kişiliğin oluşum süreci: Freud deterministik anlayışla çocukluk yaşantılarının,

yetişkinlikteki davranışların belirleyecisi olduğunu, çocukluk döneminin telafi edilemez

sonuçlarına vurgu yapmaktadır. Jung ise geçmiş kadar, geleceğe yönelik hedeflerin, ümitler in,

tutkuların önemine dikkat çekmektedir. Dolayısıyla yalnızca çocukluk deneyimlerinin değil

sonraki yılların da önemli olduğunu vurgular.

3- Bilinçaltını ele alış: Jung, Freud’dan daha fazla bilinçaltına vurgu yapmaktadır. Jung

bilinçaltını çok daha yoğun bir şekilde araştırmaya çalışmış ve ona yeni bir boyut ekleyerek

kolektif bilinçdışı / bilinçaltı kavramını geliştirmiştir. (Kolektif bilinçdışı / bilinçaltı: Bir tür

Page 217: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

210

olarak insanların ve onların hayvan atalarının kalıtsal deneyimleri) (Jung, 2006, s.199; Jung,

2007, s.18).

Yukarıdaki farklılıklara rağmen daha önce belirttiğimiz gibi Jung, kuramını psikanaliz

kuramın temelleri üzerine kurmuştur.

Bilinçdışının varlığını kabul etmiş fakat psikanalizin temel unsurlarından olan id, ego

ve süper ego mekanizmaları yerine bilinç, kişisel bilinçdışı / bilinçaltı ve kolektif bilinçdışı /

bilinçaltı olmak üzere üç boyutlu bir yapı geliştirmiştir.

Bilinç (consciousness), bireyin çevresine uyum sağlamasına yardım eden gerçeklik le

bağlantı kurmanın bir yoludur. Bilincin merkezinde, genellikle bireyin kendini tanımlayış ına

karşılık gelen ego bulumaktadır.

Jung bilinçdışının / bilinçaltını iki seviyeden oluştuğunu belitmektedir. Bunlardan ilki

bilincin hemen altında bulunan ve bireye ait olan kişisel bilinçaltıdır (personalunconscious).

Kişisel bilinçaltı, bireyin kendine ait oluşturduğu bilinçdışıdır. Bu katman anılardan,

dürtülerden, arzulardan, silik algılardan ve bireyin hayatındaki bastırılmış veya unutulmuş diğer

sayısız deneyimlerden oluşur. Kişisel bilinçaltındaki olaylar kolaylıkla bilince geri getirilebil ir,

bu durum bu bilinçaltı seviyesinin çok derin olmadığını göstermektedir

Kişisel bilinçaltının altında psişenin üçüncü ve en derin seviyesi olan kolektif bilinça lt ı

birey tarafından bilinmeyen, hayvan atalarımız da dâhil olmak üzere daha önceki tüm nesiller in

birikimli deneyimleridir. Kısaca söylemek gerekirse kolektif bilinçaltı, atalardan genler yoluyla

aktarılan ortak bilinçaltıdır. Kolektif bilinçaltı genel evrimsel deneyimlerden oluşur ve kişiliğin

temelini şekillendirir. Şimdiki davranışların hepsini yönlendirir ve bu nedenle kişilikteki en

etkili güçtür. Kolektif bilinçaltı, bu evrimsel deneyimlerin bilinçsiz olduğunu tekrarlamaya

uygundur. Onların hatırlanması değil hayal edilmesi söz konusudur. Jung, kolektif bilinçaltının

ortak oluşunun, tüm insan ırklarının beyin yapısında açık bir benzerliğin olması sayesinde,

evrim teorisi ile açıklanabileceğine inanmıştır (Jung, 2006, s.57-65).

Kolektif bilinçaltı, ilk insandan günümüze kadar gelen insan nesillerinde, hatta

hayvanlarda varlığını benzer biçimde ve içerikte korumuştur. Arketiplerin etkisi, insanlığın

ortak malı izlenimi vermekte ve insanın ürettiği herşeyde görülebilmektedir. Jung kolektif

bilinçteki kalıtsal eğilimleri arketipler (archetypes) olarak adlandırmıştır. Arketipler bir kişiyi,

benzer durumlarla karşılaşan ataları ile benzer şekilde davranmasına hazırlayan zihinse l

deneyimlerin daha önceden var olan belirleyicileridir. Arketipler duygular ve diğer zihinse l

olaylar gibi yaşanır ve tipik olarak doğum ve ölüm gibi önemli insan yaşantılarıyla, ergenlik

gibi hayatın belirli evreleriyle ve çok büyük tehlikelere verilen tepkiyle birleşir (Jung, 2006,

s.47).

Page 218: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

211

Jung, farklı toplum ve zamanlarda ortaya çıkan ve kolektif bilinçaltını yansıtan masal,

mit, destan gibi sanat eserlerinde ve rüyalarda insanlığın ortak korkularını, isteklerini ve

özlemlerini görebileceğimizi belirtmektedir. Örnek vermek gerekirse masallarda, mitlerde,

efsanelerde arkaik karakter taşıyan motiflere rastlanabilir. Kurtarıcı kahraman, ejderha ve

kahramanla ejderhanın mücadelesinde her zaman ejderha yenilgiye uğratılır. Kahramanla

canavarın diğer bir çeşitlemesi ise yerin altına inme olayıdır. Jung’a göre bununla anlatılmak

istenen, bilincin içe dönüşü ve bilinçsiz ruhun derin katmanlarına sızışıdır. Bu katmanlar

kolektif mitolojik karakterlerde içeriklerin kaynaklandığı yerdir. Dolayısıyla bunlar, kolektif

bilinçaltıdır. Jung’un çeşitli uygarlıkların sanatsal ve mistik ürünlerine yönelik yoğun

araştırmaları, bu uygarlıkların hepsi için, hatta doğrudan etkinin mümkün olmadığı zaman ve

mekân olarak geniş bir alana yayılmış kültürler de için dahi, ortak sembollerin keşfedilmesiyle

sonuçlanmıştır. Jung, hastalarının rüyalarında bu aynı sembollerin açık izleri olduğunu

düşündüğü noktalar bulmuştur (Jung, 2007, s.201).

Jung’un tanımladığı pek çok arketipten dördü diğerlerinden daha fazla ortaya çıkmışt ır.

Jung’un ayrı bir kişilik sistemi olarak gördüğü bu temel arketipler persona, anima ve animus,

gölge ve ben’dir( Jung,2007,s.185-201)-.

Persona, (veya kişiliğin en dıştaki tarafı) gerçek kişiliği saklar. Persona başkalarıyla

ilişkiye geçtiğimizde giydiğimiz bir maskedir ve bizi topluma görünmek istediğimiz şekilde

sunar. Bu nedenle persona bizim gerçek kişiliğimize karşılık gelmeyebilir. Persona kavramı

sosyolojik bir kavram olan ve bir insanın başkalarının beklentilerine uygun davranması demek

olan ‘rol oynamaya’ benzer şekilde ortaya çıkar.

Anima ve animus arketipleri, her bir cinsin hem erkeksi hem de kadınsı eğilimler

gösterdiği görüşünü yansıtır. Anima erkeklerdeki dişilik özellikleriyle ilgilidir; animus

kadınlardaki erkeklik özelliklerini gösterir. Tıpkı ötekiler gibi bu arketipler de türlerin ilkel

geçmişlerinden (kadınların ve erkeklerin diğer cinsteki bazı duygusal ve davranışsal eğilimler i

taşımasından) kaynaklanırlar.

Gölge (shadow) arketipi (karanlık kişiliğimiz) kişiliğimizin hayvana benzeyen yanıdır,

hayatın daha alt şekillerinden bize kalan ırksal mirastır. Gölge tüm ahlaksızlıkları, ihtirasları ve

tüm nahoş arzu ve faaliyetleri içerir. Jung, gölgenin çoğunlukla yapmamıza izin

Page 219: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

212

vermeyeceğimiz şeyleri yapmaya zorladığını ileri sürmüştür. Bu tür davranışlarda bulunurken

bir şeylerin üzerimize geldiği konusunda ısrar ederiz. Jung, bu “bir şeylerin” yaratılışımızın

ilkel tarafı olduğunu iddia etmiştir. Bununla birlikte gölgenin olumlu bir tarafı da vardır. Gölge

en yüksek düzeyde insani gelişim için gerekli olan spontanlığın, yaratıcılığın, içgörünün ve

yoğun coşkuların kaynağıdır.

Jung “ben”i (self) sistemindeki en önemli arketip olarak ele almıştır. Bilinçaltının tüm

yönlerini dengeleyen ben, kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrar kazandırır. Kişinin tümünü

temsil eden ben tam bir bütünleşmeye ulaşmaya çabalar. Jung “ben”i kendini gerçekleştirmeye

veya kendini kavramaya yönelik bir dürtüye veya ihtiyaca benzetmiştir. Jung kendini

gerçekleştirme (self-aclualization) ile kişiliğin tüm yönlerinin bir ahenk ve bütünlük veya

olgunluk içinde olmasını kastetmiştir. Jung hepimizin ulaşmaya çalıştığı tam bir birlik ve

bütünlüğün çeşitli kültürlerde defalarca rastlanılan bir sembol olan bütünleşme çemberi

(mandala) veya sihirli halka ile temsil edilebileceğini söylemişti.

Jung’un çalışmalarını psikoloji ve psikiyatriyi oldukça etkilemiştir ancak daha önemli

etkisi din, tarih, sanat ve edebiyat gibi alanlar üzerinde olmuştur. Pek çok tarihçi, ilahiyatçı ve

yazar Jung’u kendilerine bir ilham kaynağı olarak aldıklarını bildirmiştir. Bununla birlikte

önemli bir nokta bilimsel psikolojinin analitik psikolojiyi görmezden gelmesi olmuştur.

Jung’un kitaplarının çoğu 1960’lara dek İngilizceye tercüme edilmemiş ve zor anlaşılan yazış

şekli anlamayı zorlaştırmıştır. Jung’un geleneksel bilim metotlarını küçümsemesi deneysel

yönelimli psikologları uzaklaştırmış ve yazılarındaki tüm mistik ve dinî ögelere rağmen

Freud’un yazılarından bile daha az ilgi çekmiştir. Bu eleştirilerde, Freud’u destekleyen

kanıtların aynı zamanda Jung’un çalışmaları içinde geçerli olduğu şeklinde bahsedilmişt ir.

Klinik gözlemlere ve yorumlamalarına kontrollü laboratuvar incelemelerinden daha çok

güvenmiştir. Analitik psikoloji, Freudcu psikanalizden daha az araştırma eleştirisi almışt ır.

Bunun sebebi muhtemelen Freud’un alandaki öneminin mesleki dikkat açısından, Jung’u ve

diğerlerini ikinci dereceye indirmiş olmasıdır (Schultz & Schultz, 2007, s.640)

Bununla birlikte Jung’un psikolojik tipler hakkındaki görüşleri çok sayıda araştırma

yapılmasına sebep olmuştur. Bunlardan en önemlisi Myers - Briggs Göstergesi’nin

geliştirilmesidir. Myers-Briggs Göstergesi, 1920’lerde Katharine Briggs ve Isabel Briggs

Myers tarafından yapılandırılan bir kişilik testidir. Bu test, Jung’un o zamandan beri psikoloji

tipleriyle ilgili yapılan araştırmalarda temel araç olmuş, hem araştırma hem de uygulama

(özellikle çalışan seçimi ve danışmanlık alanlarında) amacıyla sıklıkla kullanılmıştır.

Psikolojik Tipler: Jung’a göre kişilik farklılıkları ayrıca işlevler yoluyla da ortaya

konulabilir. İnsanlar, işlevleri kendilerini hem nesnel dış dünyaya hem de öznel iç dünyaya

yöneltmek için kullanır. İşlevler arasında düşünme, hissetme, duyu ve sezgiler sayılabil ir.

Düşünme, anlama ve kavramayı sağlayan kavramsal bir süreçtir; hissetme, öznel bir

değerlendirme sürecidir. Duyu, fiziksel nesnelerin bilinçli algısıdır; sezinleme, bilinçsiz bir

şekilde algılamadır (Schultz & Schultz, 2007, s.106)

Page 220: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

213

Jung’un çalışması, içedönüklük ve dışadönüklük tutumlarını ölçen bir başka popüler

kişilik testine ilham vermiştir. Maudsley Kişilik Envanteri denilen bu yeni test, Londra’daki

Maudsley Hastanesi’ne üye olan İngiliz psikolog Hans Eysenck tarafından geliştirilmişti.

İçedönüklük ve Dışadönüklük: Jung içedönüklüğü ve dışadönüklüğü belirli

durumlara iki şekilde tepkide bulunma hâli veya tutumu (attitude) olarak ele almış ve bilinc in

bir parçası olarak görmüştür. Dışadönük kişi libidosunu kendisi dışındaki olaylara, insanlara

ve durumlara yöneltir. Bu tür bir insan çevresel faktörlerden şiddetle etkilenir, sokulgand ır

ve kendine güvenir, içedönük bir insanın libidosu kendi içine doğru yönelmiştir, içedönük

kişi daha dalgın, kendi duygu ve düşüncelerini gözden geçiren birisidir, dışsal etkilere karşı

dayanıklıdır, diğer insanlarla ve dış dünyayla olan ilişkilerinde kendine daha az güvenir,

oldukça çekingen ve utangaçtır. Jung, birbirine zıt olan içedönüklük ve dışadönüklük

tutumlarının her insanda belli bir dereceye kadar bulunduğuna ancak, birinin diğerinden daha

baskın olduğuna inanmıştır (Schultz & Schultz, 2007, s.106)

Bu testlerin kullanıldığı araştırmalar, Jung’un psikolojik tipler hakkındaki görüşlerine

bir dereceye kadar deneysel araştırma bulguları ile destek sağlamıştır. Araştırmaların tümü

destekleyici nitelikte olmasa da içedönüklük ve dışadönüklük tutumlarıyla ilgili araştırma la r

yapılmış olması, en azından Jung’un düşüncelerinin bir bölümünün deneysel testlere uygun

olduğu gerçeğini göstermiştir (Freud, kavramlarının deneysel olarak test edilememesi ile iligil

çok eleştiri almıştır). Bununla birlikle Freud’un çalışmaları gibi Jung’un teorisinin büyük

bölümü -kompleksler, kolektif bilinçdışı ve arketipler gibi- bilimsel geçerliliği sağlama

girişimlerine engel teşkil etmiştir.

Jung psikolojiye bir başka önemli katkısı da kelime çağrışım testidir. Kelime çağrışım

testi bir standart yansıtıcı teknik hâline gelmiş ve Rorshach Mürekkep Lekesi Testi’nin

gelişimini güdüleyen güç olmuştur. Jung’un orta yaşın kişilik değişimi için çok önemli olduğu

görüşü Maslow ve Erik Ericson tarafından benimsenmiş ve psikolojiye geniş ölçüde

uyarlanmıştır.

Tüm bu dikkate değer katkılarına rağmen Jung’un çalışmalarının asıl bölümü çağdaş

psikoloji tarafından kabul görmemiştir. Jung’un düşünceleri 1970’lerde ve 1980’lerde mistik

içeriğinden ötürü halkın büyük ilgisiyle karşılaşmıştı (Schultz & Schultz, 2007, s.649-651).

Jung kelime çağrışımı testini ayrıca bir yalan detektörü şeklinde de kullanmış ve iki

defa hırsızlık yapan kişiyi teşhis etmiştir. Uzun yıllar boyunca bu tekniği suçlular ın

belirlenmesinde kullanan ilk kişinin Jung olduğu düşünülmüştür. Oysa yeni tarih veriler i

Gestalt psikologlarından Max Wertheimer’in Jung’un bunu yapmasından birkaç hafta önce

benzer bulgular yayınladığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

Page 221: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

214

Kelime Çağrışım Testi

Jung hastalarının kişilik komplekslerini açığa çıkartmak amacıyla bir terapi ve teşhis

aracı olarak kelime çağrışım testi (word-association test) geliştirmiştir. Jung kelime çağrışımı

ile ilgili çalışmalarına, Almanya’da çalışan bir meslektaşının, Wundt’un çağrışım

deneyleriyle ilgili haberler getirmesinden sonra başladı (Von Franz, 1975). Jung’un kelime

çağrışımı işleminde hastaya bir kelime listesi okunur ve hasta her bir kelimeye, aklına gelen

ilk kelime ile karşılık verir. Jung her bir kelimeye karşılık verme zamanını olduğu kadar nefes

almadaki ve derinin elektrik iletkenliğindeki değişiklikleri ölçmüştü. İki fiziksel ölçüm belirli

kelimelere verilen duygusal tepkilere ilave kanıtlar sağlamıştır. Jung eğer belirli bir kelimeye

verilen tepki süresi uzunsa, nefes almada düzensizlik ve deri iletkenliğinde bir değişik lik

varsa, bilinçaltında bu uyarıcı kelimeyle veya karşılığıyla birleşen duygusal bir problem

olduğu sonucuna varmıştır.

10.2. Alfred Adler

Modern psikolojinin temelini, Freud’un psikanalizi ve C. G. Jung’un analit ik

psikolojisinin yanı sıra Adler’in derinlik psikolojisi oluşturmaktadır. Adler, bireysel

psikolojinin bir dalı olan derinlik psikolojisini kurmuştur.

7 Şubat 1870’te viyana yakınlarında bir köy olan

Rudolshemim’da dünyaya gelmiştir. Dört erkek ve iki kız

kardeşe sahip olan Adler, ailenin ikinci çocuğu olarak

sürekli kendisini ile ağabeyi yarış içinde hissetmiştir. Bir

rakipti. Dört beş yaşlarında geçirdiği zatürre ve yanı

başında yatağında ölen küçük kardeşinin üzerinde bıraktığı

etki ile çocukluk yıllarında doktor olmaya karar vermişt ir.

Adler’in çocukluğu hastalıklar, ağabeyine duyduğu

kıskançlık, önemsiz olma ve annesi tarafından reddedilme

duygularıyla geçmiş, okul yaşamında da kendini yetersiz ve

değersiz bir çocuk olarak algılamıştır. Öğretmeni “babasına

çocuğunu okuldan almasını ve bir ayakkabıcının yanına

çırak olarak vermesini” bile önermesine rağmen babasının

okuması yönündeki desteği ile öğrenim hayatına devam

etmiştir. Bu destek Adler’in sonraki yıllarındaki akademik başarılarının temel kaynağı, motive

edici gücü olmuştur. Lise yıllarında ekonomi, politika ve sosyoloji ile yakından ilgilenen Adler ,

mezun olduktan sonra çocukluğunda belirlemiş olduğu hedefini gerçekleştirmek üzere Viyana

Üniversitesi’ne girmiş ve 1895 yılında üniversiteden tıp diploması almıştır. (Burger, 2006,

s.150; Schultz & Schultz, 2007, 652).

Adler, psikanalizin sosyal psikoloji dalının çoğunlukla ilk temsilcisi olarak kabul

edilmektedir. Başlangıçta Adler’in düşünceleri bedensel ve zihinsel yetersizliklerin (aşırı)

telafisi üzerinde yoğunlaşmıştır. Adler, kendi bireysel psikoloji sistemini, sosyal bir çizgi

Page 222: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

215

üzerinde geliştirmiştir; insan davranışının biyolojik güçler tarafından değil, sosyal güçler

tarafından belirlendiğine inanmıştır. Adler “sosyal ilginin temel bir rol oynadığı teorisinde

Freud’dan farklı olarak insanın ruhsal gelişiminin güdüsel hedefinin zevk” değil “onay, güç ve

güvenlik” arayışı olduğunu belirtir. Adler’e göre bireysel psikolojinin temel amacı bireyin

toplumsal uyumudur (Geçtan, 2004, s.83-84).

Adler’e göre –Freud’un aksine– ruhsal bozukluklar bilinç ile bilinçaltı arasındaki

çatışmalardan değil, insanın doğal onaylanma güdüsüyle gerçek toplumsal rolü arasındaki

çatışmalardan kaynaklanan kaygılardır. İnsanın özellikle de içsel-ruhsal çatışmalarını göz

önünde bulunduran psikanalizin aksine, Adler insandaki ruhsal süreçlerin yalnızca toplumsa l

ortamla bağlantılı olarak anlaşılabileceği görüşünü savunmaktadır.

Adler’in ve Freud’un teorik görüşleri birbirinden kesin çizgilerle ayrılmaktadır. Bu

farklılıklar: (Geçtan, 2004, s.111-112; Burger, 2006, s.150-152)

Freud, davranışı geçmiş yaşantıların etkilediğini vurgularken Adler’in yönelimi

geleceğe doğrudur. Kişiliğin ayrı parçalara bölünmesi Freud’un teorisinin temel bir özelliğid ir.

Adler’in yaklaşımı ise kişiliğin birliği üzerinde önemle durur.

Adler’in kendi bireysel psikoloji sistemini sosyal bir çizgi üzerinde geliştirmiş

olmasıdır. Adler, insan davranışının biyolojik güçler tarafından değil, sosyal güçler tarafından

belirlendiğine inanmıştır. Kişiliği sadece kişinin sosyal ilişkilerini ve başkalarına karşı

tutumlarını inceleyerek anlayabileceğimizi belirtmiştir. Adler kişisel ve sosyal amaçlar ı

gerçekleştirmek amacıyla başkalarıyla işbirliği yapmaya, bebeklikten itibaren öğrenme yoluyla

gelişmeye yönelik doğuştan gelen bir potansiyel olarak tanımlanabilecek sosyal ilginin (social

interest) çocuklukta geliştiğini iddia etmiştir.

Freud, davranışın bilinçdışı belirleyicileri üzerinde önemle durmuştur fakat Adler

bilince önem vermiştir. İnsanları kendi motivasyonlarının farkında olan bilinçli varlıklar olarak

ele almıştır. Freud’a göre insan davranışı, geçmiş yaşam deneyimleri tarafından belirlenmişt ir.

Adler ise gelecek için neler istediğimizden ve hayallerimizden şiddetle etkilendiğimize

inanmıştır. Gelecek amaçlar veya beklentiler için çabalama şimdiki davranışları etkileyip

değiştirebilir.

Freud kişiliği birbirinden ayrı parçalara ayırırken (id, ego, süper ego) Adler, kişiliğin

birliği ve tutarlılığı üzerinde durmuştur. Adler, kişiliğin çeşitli kaynaklarını öncelikli bir amaca

doğru yönelten dinamik bir güdüleyici etkinin var olduğunu öne sürmüştür. İnsanın ulaşmak

için çabaladığı bu son, daha eksiksiz ve mükemmel bir gelişimi, başarıyı, yapıp etmeleri ve dinî

kavramayı kapsayan üstünlük (superiority) veya mükemmelliktir. Bu durumda cinsellik

egemen dürtü değildir, fakat üstünlüğe götüren dürtülerden biridir.

Bu çaba, fiziksel gelişime paralel gider. Hayatın kendisinin gerçek bir zorunluluğudur.

Tüm işlevler onun yönünü izler; doğru veya yanlış şekilde, ele geçirme, güvence, artış için

çabalar. Eksiden artıya doğru güdülenme hiç bitmez. Aşağıdan yukarıya olan şiddetli istek asla

Page 223: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

216

durmaz. Tüm psikologların ve filozofların her türlü dayanak noktası kendini koruma, haz ilkesi,

eşitlik hayalleridir fakat belirsiz simgeler, girişimler yükselen bir dürtüyü açığa vurmak içindir.

Adler’e göre üstünlük için çabalayış doğuştan gelen bir özelliktir ve sadece bireyin

ortaya koyduğu değil, uygarlığın ortaya koyduğu tüm ilerlemelerden sorumludur. Üstünlük

insanı ve toplumu bir başarı seviyesinden yukarıya doğru bir başka başarı düzeyine doğru taşır

(Geçtan, 2004, s.85).

Adler cinsellik yerine, genel bir aşağılık hissinin (tıpkı kendi hayatında olduğu gibi)

davranışın belirleyici gücü olduğuna inanmıştır. Adler ilk başlarda bu aşağılık hissiyle bedenin

kusurlu bölümlerini ilişkilendirmiştir. Kalıtsal bir organik zayıflığı olan çocuk, yetersiz işlevi

üzerinde gereğinden fazla durarak bu kusurunu ödünlemeye - telafi etmeye çalışacaktır.

Örneğin, Demosten kekeleme sorunun üstesinden gelmiş ve ünlü bir hatip olmuş; aynı şekilde,

zayıf bedenli bir çocuk yoğun egzersiz çalışmaları sayesinde çok iyi bir dansçı veya atlet olma

durumuna gelmiştir. Adler daha sonra bu düşüncesini herhangi bir fiziksel, zihinsel veya sosyal

engeli de içine alacak şekilde genişletmiştir.

Adler’e göre aşağılık duyguları bireyi gelişmeye sevk etmektedir. Dolayısıyla hem

bireyin hem de toplumun yararına çalışmaktadır. Adler, çocuklukta, ailenin aşırı şımartmas ı

veya reddetmesiyle karşılaşılan aşağılık duygularının anormal şekilde açığa vurulan telafi edici

davranışlara sebep olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca, aşağılık duygularını telafi etmede

başarısızlığa düşme, kişinin hayatın problemleriyle mücadele etmede yeteneksiz hâle getiren

bir aşağılık kompleksinin geliştirmesine söz konusu olabilir (Adler, 1996, s.25-37).

Adler’e göre önde gelen amacımız olan üstünlük duygusu evrenseldir fakat insanlar ın

bu amaca ulaşma sırasında sergiledikleri davranışlar çok çeşitlidir. Üstünlüğe ulaşma çabaları

çeşitli yollarla sergilenir ve her insan, Adler’in yaşam stili dediği, tipik bir tepki verme şekli

geliştirir.

Dolayısıyla insan davranışları, hayatın ilk dört veya beş yılından sonra yaşam stili,

tutumlar, değerler, yaşamla başa çıkma stratejileri ve onunla iş birliği yapma derecesi ile oluşan

bir prototip olarak şekillenmektedir (Adler, 1996, s.78).

Kişiliğin oluşmasında ilk çocukluk yıllarına Adler’in de en az Freud kadar önem verdiği

görülmektedir. Ancak Adler’in Freud’tan ayrıldığı nokta bireyin kendisini ve kendi yaşamını

değiştirebileceğine ilişkin “ben/ego”nun gücüne ilişkin görüşüdür. Adler’e göre insanla r

kişiliklerini ve kendilerine özel yaşam stillerini uyumlu biçimde belirleme yeteneğine

sahiptirler. Belirli yetenek ve deneyimler, kalıtım ve çevre yoluyla oluşmuştur ama hayata karşı

tutumlarımızın temelini oluşturan bu deneyimleri kullanmak ve yorumlamak, bireyin kendisine

bağlıdır. Benin yaratıcı gücü görüşü, kendi kişiliğinin ve kaderinin şekillenmesinde bireyin

bilinçli olarak yer aldığıdır. İnsanların kaderlerinin belirlenmesine doğrudan katılmaya açık

olduklarını belirtmiştir (Adler, 2000, s.76-90).

Ayrıca Adler, ailede kaçıncı çocuk olunduğunun kişilik gelişiminde etkili olduğunu

belirtmiştir. Ona göre, ailede büyük, ortanca ve küçük çocuklar farklı sosyal deneyimle r

Page 224: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

217

yaşarlar. Bunun sonucunda farklı kişilikler sergilerler. Örneğin en büyük çocuk, ikinci çocuğun

doğumuyla eski özenli büyütülme sürecini artık yaşayamaz. İlk doğan, düzen sürdürme

merakıyla, endişeli, meraklı, muhafazakâr ve otoriter olabilir. Adler, suçluların, nörotiklerin ve

sapıkların genellikle ilk doğan çocuk olduğunu söyler. İkinci çocuk, isyankâr, kıskanç, hırslı

olur ve ilk doğanı sürekli aşmaya çalışır. İkinci doğan çocuk daha uyumludur. En küçük çocuk

şımartılacağından, çocuklukta ve yetişkinlikte davranış problemleri gösterir (Burger, 2006,

s.153).

İnsanın bilinçli olarak kendi üzerindeki doğrudan etkisi, Freud’a muhalif olanların kısa

sürede benimsediği bir görüştür. Adler’in teorileri, Freud’un cinsel güçlerin ve çocukluk

deneyimlerinin belirleyici etkisi ve insan doğasına ilişkin kötümser görüşlerinden memnun

olmayan pek çok insan tarafından heyecanla karşılanmıştır. Adler’in olumlu katkısı; biyoloj ik

faktörlerden çok, sosyal faktörleri belirleyici olarak saptamasıdır (Adler, 1996, s. 45).

Adler’in sisteminin de eleştiri alan yanları vardı. Pek çok psikolog Adler’in teoriler ini

günlük yaşamın sağduyulu örneklerine dayanan yapay teoriler olarak nitelendirmiş olmasına

rağmen bir başka grup Adler’in gözlemlerinin kavrayışlı ve zekice bulmuştu. Freud Adler’in

sistemini çok basit bulmuştu.

Adler, sistematik ve sabit bir teorisyen değildir. Adler’in hasta gözlemler i

tekrarlanamaz bulunmuştur. Bu gözlemler, sistematik ve kontrollü bir şekilde yürütülmemişt ir.

O, Freud ve Jung gibi hastalarının bildirdiklerinin doğruluğunu araştırmamış, verilerini analiz

etme ve bunlardan sonuç çıkarma yordamını açıklamamıştır. Adler’in doğum sırasına ilişk in

düşünceleri önemli ölçüde deneysel doğrulamaya uygun değildir. Adler’in çalışmaları, daha

çok ego psikologları üzerinde etkili olmuştur. Çünkü bilinçaltından ziyade, bilinç ve rasyonel

süreçler üzerinde durmuştur.

Adler’in hasta gözlemleri tekrarlanamadığı gibi, bu gözlemler sistematik ve kontrollü

bir şekilde de yürütülmemişti. Adler, tıpkı Freud ve Jung gibi, hastalarının bildirdiklerinin

doğruluğunu araştırmaya çalışmamış, verileri analiz etme ve bunlardan sonuç çıkarma

yordamını açıklamamıştır.

Adler’in doğum sırasına ilişkin düşünceleri önemli miktarda araştırmaya konu olmasına

rağmen, görüşlerinin çoğu deneysel doğrulamaya uygun değildir. Doğum sırasıyla ilgili yapılan

araştırmalar ilk doğanların başarı ihtiyacının yüksek olduğunu ve başkalarına bağımlı olmaya

meyilli olduklarını ve gerilim durumlarında çok tedirgin olduklarını göstermiştir. Araştırma

bulguları, Adler’in ilk doğanların, ikinci çocuğun gelmesiyle tahttan indirildiğine ve bu

çocukların daha kaygılı ve endişeli olduklarına dair görüşlerini desteklemiştir. Adler son

doğanların aşırı şımartılması durumunda yetişkin yaşamda karşılaşacakları hayatın

problemleriyle baş edebilmede güçlük çekeceklerini tahmin etmiştir. İlk doğanların son

doğanlardan daha fazla alkolik olduğunu gösteren görüş, pek çok çalışma tarafından

desteklenmiştir (Burgler, 2006, s.154; Schultz & Schultz, 2007, s.658)

Genel olarak Freud sonrası psikanaliz üzerinde Adler’in etkisi büyüktür. İnsanın bilinç li

bir biçimde davranan toplumsal bir birey olduğunu savunan iyimser öğretisi özellikle de

Page 225: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

218

ABD’de çok popülerdi. Adler’in psikoloji (derinlik psikolojisi) ve pedagoji üzerindeki etkiler i

günümüzde de yoğun olarak görülmektedir. Ayrıca sosyal tıbba önemli katkılarda bulunmuştur.

Nevroz öğretisinin kurucusu Adler’in İnsan Tabiatını Tanıma adlı kitabı modern psikolojinin

temel eserleri arasında sayılmaktadır. Bilinçaltından ziyade bilinç ve rasyonel süreçler üzerinde

yoğunlaşan ego psikologlarının çalışmaları Adler’in öncülüğünde sürmüştür. Kişiliği etkileyen

sosyal güçler üzerinde yoğunlaşmak Karen Horney’in çalışmalarında da görülür. Kişiliğin

bütünlüğü üzerinde önemle durması Gordon Allport’un çalışmalarına yansımıştır. Bireyin

kendi hayatını şekillendirmede yaratıcı gücün üzerinde durması, Adler için “O yıldan yıla daha

haklı çıkıyor.” (Maslow, 1970, s. 13) diyen Maslow’un çalışmalarını etkilemiştir. Adler’in

etkisi teorisyen Julian Rotter’in sosyal öğrenme çalışmasıyla 1980’lere dek yayılmıştır (Schultz

& Schultz, 2007, s.658-659).

Bazı psikologlar, Adler’in bilişsel ve sosyal değişkenler üzerindeki vurgusuyla

zamanının çok ötesinde olduğunu iddia etmişlerdir.

10.3. Karen Horney

İnsanın kişiliğini, kaygıları yoluyla tanımaya yönelik kuramsal görüşlerini “Temel

Kaygı Kuramı” olarak adlandıran Horney, Alman asıllı, Amerikalı doktor ve

psikanalisttir. Psikanalitik ekolün içinde modern psikanalistler arasında yer alan Horney ilk

kadın kuramcı olarak aynı zamanda ilk feministlerdendir.

1885’te Hammbur’da doğdu. 1904’te anne ve babası

ayrıldı. Bu durum Karen’in stresli yaşamının başlangıcı oldu.

1906’da tıp fakültesine girdi. 1909’da hukuk öğrencisi Oscar

Horney ile evlendi. 1910’da annesi vefat etti. Ailesiyle yaşadığı

çatışmalar ve zor koşullar onu psikanalize yöneltti. Freud,

“Evlendiği adam babasından farklı biri değil.” demişti. Caren

Horney, tıp öğreniminden sonra Berlin Psikanaliz Enstitüsü’ne

girdi. Birçok enstitüde görev alan Horney, New York Psikanaliz

Enstitüsü’ndeki görevine son verildikten sonra “Association for

the Advancement of Psychoanalysis”i kurdu. Psikanalizin ilerlemesine ve bireyler arası

ilişkilerin incelenmesine önemli katkıları olmuştur. Önemli yapıtları arasında Çağımızın

Nevrotik Kişiliği (The Neurotic Personality of Our Time -1936), Psikanalizde Yeni Yollar

(New Ways in Psychoanalysis -1939), Self Analiz (Self-Analysis 1942), İçsel Çatışmalarımız

(Our Inner Conflicts-1945), Nevroz ve İnsan Gelişimi (Neurosis and Human Growth -1950)

bulunur (Burgler, 2006, s.171).

Horney, Berlin’de Freudcu bir psikanalist olarak eğitim gördü. Ortodoks Freudcu

yaklaşıma bağlı olarak çalışmalarını, âdeta Freud’un bir müridi olarak sürdürdü. Bu 15 yıllık

süreç içerisinde fakülte üyesi oldu ve kadın dergilerine makaleler yazdı. Böylelikle Freudcu

düşüncelerle olan anlaşmazlığı ortaya çıkmış oldu. Horney’e göre kadın erkek arasındaki

farklılığın nedeni kültüreldir. Freud’a göre bu farklılığın nedeni ise anatomiktir. Kendi

çalışmasını Freud’a zıt olmaktan ziyade, Freud’un sistemini değiştiren ve yayan bir çalışma

olarak nitelendirdi (Geçtan, 2004, s.176).

Page 226: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

219

Horney’in psikolojiye en büyük katkıları arasında “Kadın psikolojisi” üzerine

düşünceleri gelmektedir. Horney ilk ve en ateşli feministlerden birisiydi ve 60 yıl önce ifade

edilmiş olmasına rağmen, düşüncelerinin etkisi hâlen devam etmektedir. Kadın psikolojisiyle

ilgili çalışmalarına ilk olarak 1922’de başlamıştır. Uluslararası psikanaliz kongrelerinin birinde

bu konuda bir bildiri sunan ilk kadındır. Hatta Berlin’deki bu toplantı Sigmund Freud tarafından

yönetilmiştir.

Horney 1930’larda kimliğini evlilik ve annelikle oluşturmaya çalışan geleneksel kadın

ile kimliğini kariyeri yoluyla oluşturmaya çalışan modern kadın arasında bir farklılık olduğunu

öne sürmüştür. Aşk ve iş arasındaki bu çatışma, aslında Horney’in kendi hayatını

nitelendirmektedir. Horney kendisine inanılmaz bir doyum sağlayan iş üzerinde yoğunlaşmış,

ancak aşkı aramaya da devam etmiştir.

1960’larda başlayan feminist harekette kitapları elden ele dolaşmıştır. Bu çelişki

Horney’in yaşadığı 1930’lar kadar 1990’larla da ilgilidir. Horney, erkek egemen bir toplumun

koyduğu sınırlamalara karşı, kadınların kendi seçimlerini yapabilme hakları için çok mücadele

etmiştir.

Horney, Freud’un içinde yaşamış olduğu tarihsel zamanın görüşlerini etkilediğini

düşünmüştür; 1930 ve 1940’lı yıllarda ise durum farklılaşmaktadır. Zihinsel ve kültüre l

törelere, cinsel davranışlara yönelik tutumlar değişmiş ve cinsiyet rolleri yeniden

düzenlenmiştir. Dolayısıyla Freud’un görüşleri bu dönemle uyumlu değildir (Schultz &

Schultz, 2007, s.660).

Horney’in Amerika’daki mesleki deneyimleri, Freud’un evrensel biyolojik temellere

dayalı kişilik gelişimi teorisini sorgulamasına neden olmuştur. Çünkü Avrupa’daki hastaları ile

Amerika’daki hastaları farklı özelliklere sahiptir ve bu farklılık evrensel biyolojik faktörlerle

açıklanamamaktadır. Dolayısıyla farklı kültürlerdeki mesleki deneyimleri, Horney’i kişilik

gelişiminde sosyokültürel faktörlerin etkisini incelemeye yöneltmiştir. Bu yönelim, Freud’un

kuramsal bakış açısından uzaklaşmasına ve kendi kuramını oluşturmasına neden olmuştur

(Horney, 1999, s.66-85).

Page 227: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

220

Horney’in Freud ile fikir ayrılığına düştüğü noktalar ise;

1. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Freud’un kişiliğin gelişiminin evrensel biyoloj ik

güçlere bağlı olduğu görüşüne katılmayarak sosyal etkilere önem vermiştir.

2. Horney cinsel faktörlerin üstünlüğünü kabul etmemiş, Ödipal teorinin doğruluğuna

karşı çıkmış ve libido görüşünü ve Freudcu kişilik yapısını kabul etmemiştir. Freud’un

kadınların erkek cinsel organına özenme ile motive oldukları düşüncesine şiddetle karşı çıkarak

tam tesini savunmuştur. Yani erkeklerin kadınların rahmine duydukları özenti ile motive

olduklarını buna bağlı olarak yaşadıkları kızgınlık duygularını bilinçsiz olarak, kadınları hor

görme veya küçümseme davranışlarıyla gösterdiklerini belirtmiştir. Horney’e göre erkeklerin

doğal olarak üstün oldukları düşüncesine bağlı olarak geliştirdikleri, kadınlar üzerinde

egemenlik kurmaya ve onları aşağılamaya yönelik davranışları da rahim özentisinden

kaynaklanan aşağılık duygusunun sonucudur. Dolayısıyla Freud’un aksine Horney’e göre kadın

erkek arasındaki farklılığın nedeni kültüreldir.

3. Horney, insan doğası ile ilgili görüşleriyle de Freud’dan ayrılmaktadır. Horney,

insanın kendi potansiyellerini geliştirebilme ve saygın biri olma istek ve yeteneğine sahip

olduğuna inanırken Freud’un kötümser bakış açısını nörotikler ile çalışmasının sonucu

oluşmuş, insanın gelişimine dair yanlış inançlarına bağlar.

Horney, Freud’un sisteminin bilinçdışı motivasyon ve rasyonel olmayan duygusal güdü

kavramlarının da içinde olduğu bazı ilkeleri kabul etmişse de genel olarak Freud’un

görüşlerinin büyük bir bölümünü reddetmiştir.

Horney’in teorisinin hareket noktası “temel anksiyete” olarak tanımladığı, insanlar arası

ilişkilerdeki güvensizlik duygularından kaynaklanan “yalnızlık ve çaresizlik” duygularıdır. Bir

çocuğun düşmanca bir ortamda izole edilmiş ve yardımsız kalması duygusu olarak tanımlad ığı

“temel anksiyete” aslında Horney’in bir çocuk olarak kendi duygularına karşılık gelmektedir.

Üçü üvey, dört kardeşi bulunan Horney, kendini değerli görmemiş, “Güze l

olamıyorsam akıllı olabileceğime karar verdim!” sözü ile hayatının en önemli kararını

vermiştir.

Babasının itirazlarına rağmen, 1906’da Berlin Üniversitesi Tıp Fakültesine

girdi. Bu tarihlerde Almanya’da tıp eğitimi alan bir kaç kadından biriydi. 1913

senesinde yüksek lisans diplomasını aldı.

Babası Horney’i görünüşünden ve zekâsından dolayı küçümsüyordu bu da

Horney’de değersizlik, aşağılık ve düşmanlık duygularının var olmasını sağlıyordu.

Horney, yaşadıkları olaylardan dolayı abisine ve babasına karşı düşmanlık beslemişt i.

Bu sevgisizlik Horney’in daha sonra temel anksiyete (kaygı) adını vereceği kavramı

beslemiş ve kişisel deneyimlerin teorisyenin kişilik görüşleri üzerindeki etkisine bir

başka örnek olmuştur.

Page 228: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

221

Temel anksiyetenin ebeveynin üstünlük tavrı, koruma eksikliği, sevgi eksikliği ve

tutarsız davranışlar vb. tutumlarının sonucunda geliştiğini dolayısıyla çocuğun çevresindek i

kişiler arası güvenli ilişkiyi zedeleyen her şeyin anksiyeteye sebep olabileceğini belirtmekted ir.

Bu bağlamda sosyal sebepler ve çevresel faktörlere bağlı temel anksiyeteyi gidermeye yönelik

güvenlik arayışını temel güdeleyici faktör olarak kabul eder (Horney, 2013, s.176)

İlk çocukluk yıllarının kişiliğin gelişiminde etkisi olduğunda Freud’la aynı fikirde

olmakla beraber Freud’un deterministik, katı kişiliğin değişmediği görüşüne katılmaz. Horney

kişiliğin ömür boyunca değişebileceği görüşünü savunur. Freud’un gelişimin psikoseksüel

evrelerinde özellikle oral evre veya Ödipal kompleks gibi evrensel gelişimsel evrelerini de

kabul etmez. Çocuğun ailesi tarafından nasıl yetiştirildiği üzerinde durarak oral, anal veya fallik

eğilimlerin gelişmesinde ebeveynin davranışlarına vurgu yapar. Bu nedenle Horney’e göre

sosyokültürel dinamikler çerçevesinde, ilk çocukluk yaşantılarında, ebeveynin çocuğun

güvenlik ve emniyet ihtiyacını tatmin edip etmemesi çocuğun kişilik yapısını oluşturmaktad ır.

(Horney,2011,s.393)

Horney’e göre çocuk, temel anksiyete bağlı doyurulması beklenen nevrotik ihtiyaçlar ı

için de birtakım davranış stratejileri geliştirmektedir. Bu süreç ise çocuğun kişiliğinin nasıl

yapılanacağını belirlemektedir. Bir başka ifade ile çocuk çevrenin taleplerine (ebeveynin tutum

ve davranışlarına) cevap olarak kendi davranışlarını üretmektedir. Üretmiş olduğu bu

davranışlar süreklilik oluşturduğunda yani kişiliğin değişmez parçasına dönüştüğünde nörotik

ihtiyaçlar olarak karşımıza çıkmaktadır (Horney, 1999, s.173).

Temel anksiyeteye karşı bir savunma olarak gelişen on nörotik ihtiyaç sıralamışt ır.

Bunlar (Horney, 1989, s.31-45):

1) Sevgi ve onay için abartılmış bir gereksinme ortaya koyma

2) Güçlü bir eş gereksinimi (Yaşamı yönetecek ortağa, eşe sahip olma gereksinimi )

3) Yaşamını dar bir sınır içinde tutmaya yönelik nevrotik ihtiyaç

4) Ne olursa olsun güçlü olma gereksinimi

5) Başkalarını sömürmeye yönelik nevrotik ihtiyaç

6) Başkalarının hayranlığını kazanmaya yönelik abartılı gereksinme

7) Başarı kazanmaya yönelik nevrotik ihtiyaç

8) Bağımsızlığa ve kendine yeterli olmaya yönelik nevrotik ihtiyaç

9) Saygınlık kazanmaya yönelik nevrotik ihtiyaç

10) Kusursuz olma ve eleştiriye karşı savunmaya yönelik nevrotik ihtiyaç

Page 229: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

222

Bunlar en temel içsel çatışma kaynaklarıdır.

Sonraki çalışmalarında bu nörotik ihtiyaçları üç grupta toplamıştır:

1. Bağımlı / itaatkâr kişilik: Üstün bir ortağa / eşe / arkadaşa sevgi, şefkat ve

onaylanmaya ihtiyaç duyan ve bunu diğer insanlara yanaşarak karşılamaya çalışan birey.

2. Bağlantısız kişilik / yalnız: Kendisini hayattan çeken, bağımsızlık ve mükemmell ik

ihtiyacı içinde olan ve bunu insanlardan uzak durarak karşılamaya çalışan birey.

3. Saldırgan kişilik: Başarı, prestij, takdir ve güç ihtiyacı içinde olan ve bunu insanlara

karşı düşmanca tavırlar takınarak karşılamaya çalışan birey.

Görüldüğü üzere, insanlara yönelik hareket çaresizliğin kabulünü, başkalarının

sevgisini kazanma çabalarını ve onlara bağımlı olmayı, insanlardan ayrı hareket herhangi bir

bağımlılık durumundan kaçınmak için başkalarından uzak kalmayı içerir. İnsanlara karşı

hareket başkalarına düşmanlık, isyan ve saldırganlığı içermektedir.

Horney bu ihtiyaçların hiçbirinin anksiyeteyle başa çıkmada gerçekçi yollar olmadığına

inanmıştır. Bu davranışlar, tüm kişiliğe nüfuz ettiklerinde bireyin yaşadığı zorluklar ı

yoğunlaştırdığını ve “kötü huylu bir tümör gibi tüm organ dokusunu kaplayarak sadece

başkalarıyla olan ilişiklerini değil, kendisiyle ve hayatın tüm alanlarıyla olan ilişkisini yayılarak

sona erdirdiğini belirtmektedir.

Horney’in ayrıca yanlış bir kişilik görüntüsü veren, nörotik insanları kendi gerçek

benliklerini anlamaktan, içlerinde var olan çatışmaları kabul etmekten alıkoyan ve kendiler ini

olduklarından daha üstün zannetmelerine sebep olan yanıltıcı ve hatalı maskelerini

ülküleştirilmiş benlik (idealized self - image) kavramı ile açıklamıştır. (Horney, 1999, s. 194-

200).

Horney’in nörotik çatışmalardan kaçınılabileceğini vurguladığı için iyimserliği bir tablo

çizerek insan tarafından kabul görmüştür. Horney doğuştan gelen özelliklere daha az şey

atfederek sosyal faktörlere bağlı bir kişilik modeli ile psikolojiye önemli katkılarda

bulunmuştur.

Horney’in teorisi anlaşılırlık, iç tutarlılık açısından Freud’un teorisinden daha zayıf

bulunmuş, bulguları da tıpkı Freud, Jung ve Adler gibi, klinik gözlemlerden alındığı için

bilimsel güvenilirliği sorgulanmıştır.

Horney’in görüşlerini kendinden sonra geliştirip yayabileceği, kendisine bağlı bir

gurubu veya bir dergisi olmamasına rağmen çalışmaları iz bırakmıştır. Karen Horney Kliniği

ve Karen Horney Psikanaliz Enstitüsü (Analistler için bir eğitim merkezi) hâlen New York’ta

faaliyetlerini sürdürmektedir (Schultz & Schultz, 2007, s.662).

Page 230: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

223

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 231: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

224

Uygulama Soruları

Psikanalitik kurama sosyal etkilerin kişilik gelişimindeki etkisini ekleyen kuramcılar ın

insan davranışlarının nedenleri ile ilgili görüşlerini örnekler vererek açıklayınız.

Page 232: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

225

Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerden hangisi kişilik gelişiminde sosyal etkileri savunan kuramcılar ın

görüşlerinden biridir?

a) Ego kavramına önem vermeleri

b) Çocukluk döneminde saldırganlık ve cinsellik dürtüleri aile açıklamaları

c) Annenin kişilik gelişiminde önemini vurgulamaları

d) Freud’un çocukluk dönemine ilşikin deterministik görüşlerini redetmeleri

e) İd’in egonun gelişimini engellediğini savunmaları

2) Aşağıdakilerden hangisi Jung’n kuramı ile ilgilidir?

a) Freud’un kadınların oedipus dönemi ile ilgili görüşlerini redetmesi

b) Aşağılık kompleksinin sosyal ilişkilerdeki kıyas sonucu geliştiğini savunması

c) İnsanların birtakım nörotik ihtiyaçları olduğunu öne sürmesi

d) İnsanların davranışlarının geçmiş atalarından gelen kaynakları olduğunu savunması

e) Kardeş sayısının kişilik gelişimini etkilediğini savunması

3) Kardeş sayısı ve kaçıncı çocuk olunduğunun kişilik gelişimindeki etkisine vurgu

yapan uzman kimdir?

a) Jung

b) Adler

c) Horney

d) Kohut

e) Klein

4) Jung’un “bir insanın başkalarının beklentilerine uygun davranması demek olan ‘rol

oynamaya’ benzer şekilde ortaya çıkar” diyerek açıkladığı yapı aşağıdakilerden hangisidir*

a) Arketip

b) Anima

c) Animus

Page 233: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

226

d) Persona

e) Ego

5) “Temel kaygı kuramı” nı aşağıdaki uzmanlardan hangisi tarafından geliştirilmişt ir?

a) Jung

b) Adler

c) Horney

d) Kohut

e) Anna Freud

6) Davranışların oluşumunda sosyal ilişkilerinde olduğunu belirten kuramcılar ın

Freud’un kuramını hangi noktalara eleştirmişlerdir?

7) Jung’un kuramının temel kavramlarını yazınız.

8) Adler’in kuramsal bakış açısını örnekler üzerinden anlatınız.

9) Horney’in Freud ‘a karşı eleştirilerini yazınız.

10) Adler’in kuramının aşağılık kompleksi kavramını ve gelişmini açıklayınız.

Cevaplar

1) d, 2) d, 3) b, 4) d, 5) c

Page 234: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

227

11. HÜMANİSTİK KURAM I

Page 235: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

228

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

11.1. Hümanistik Kuramın Doğuşu

11.2. Hümanistik Kuramın İlkeleri ve Temel Görüşleri

11.3. Fenomoloji

11.4. Hümanistik Görüş’ün Genel Değerlendirilmesi ve Eğitim Anlayışı

Page 236: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

229

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

Hümanistik kuramın, kendini gerçekleştirme kavramının sağlıklı insanın yaşamındak i

önemini tartışınız. Hümanistik kuramın görüşlerinin, insanın doğasına ilişkin bakış açısının

insan ilişkilerinin gelişimine getireceği katkıyı tartışınız.

Page 237: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

230

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Hümanistik

Kuramın Doğuşu

Hümanistik kuramın doğmasına neden

olan dinamikleri açıklayabilmek

Literatür taraması,

gözlem ve tartışma

Hümanistik

Kuramın İlkeleri

ve Temel

Görüşleri

Hümanistik kuramın insan doğasına

ilişkin görüşlerini açıklayabilmek

Hümanistik kuramın temel

varsayımlarını sıralayabilmek

Literatür taraması,

gözlem ve tartışma

Fenomoloji Fenomoloji kavramını açıklayabilmek Literatür taraması,

gözlem ve tartışma

Hümanistik

Eğitim Anlayışı

Hümanistik görüşe göre eğitim

anlayışını söyleyebilmek

Literatür taraması,

gözlem ve tartışma

Page 238: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

231

Anahtar Kavramlar

Hümanistik yaklaşım

Hümanizm

Kendini gerçekleştirme

Fenomoloji

Page 239: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

232

Giriş

Latince “homo”(insan) veya “humanus”tan (insan) gelen “hümanizm” kelimesi, Batı

dillerinde XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren görülmekle birlikte, 1850’lerde yaygın bir

biçimde ve bugünkü anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Hümanizmin genel anlamı;

“insanlık aşkı, insaniyete muhabbet, insancıllık / insancılık; insanı, renk, ırk, din ve mevkiini

dikkate almadan sevmek, onun hayrını düşünmek özel anlamı; “insana değer vermeyi, tanıtan,

araştıran öğreti”; felsefi anlamı ise; “insani değerlerin savunulmasını esas alan dünya

görüşü”dür.

Genel olarak, insan varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin

yaratıcı ve ahlaki gelişiminin, rasyonel ve anlamlı bir biçimde, doğaüstü alana hiç

başvurmadan, doğal yoldan kendisinin gerçekleştirebileceğini belirten ve bu çerçeve içinde

insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkartan felsefi akımdır. Bu akımın

psikoloji alanındaki etkisi ise 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hissedilmeye başlanır.

Hümanist psikoloji (fenomenolojik yaklaşım) de varoluşçu felsefi düşünceyi kendisine

rehber edinerek gelişen “üçüncü güç” olarak kabul edilen bir hareketi ifade etmektedir.

İnsan ile uğraşan ve insanı anlama çabası içindeki bir bilim dalı için hümanistik görüş,

insana bakış açısı ile çok çekicidir. Çünkü Hümanistlere göre insan, yalnız dünyada değil, belki

de evrende en değerli varlıktır. Bütün canlılar arasında ancak insan, bilinç denilen yetiye

sahiptir. İnsan kendine özgü duyuş ve düşünceleri, yetenek ve özellikleri, istek ve özlemleri ile

yeri bir başkası tarafından doldurulamayacak tek varlıktır. İnsan kendi gücünü kendinden alan

dinamik bir varlıktır.

Dolayısıyla psikoloji alanında büyük çapta kabul görmüştür. Varoluşcu felsefenin bu

ilkelerini benimseyen hümanist psikoloji, yaşamın belirleyicileri insanın geçmişi ve içsel

dürtüleriyle sınırlandırılamaz anlayışıyla, davranışçılık ve psikanalizin yanında kendini üçüncü

güç olarak tanımlamıştır.

Page 240: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

233

11.1. Hümanistik Kuramın Doğuşu

Hümanist (insancıl) yaklaşım çağdaş bir psikoloji akımıdır. Bu ekol, psikolojinin insan

boyutu ve psikoloji teorisinin insan bağlamı ile ilgilidir.

Hümanist Psikoloji’nin kökleri, Avrupa ve Amerika kaynaklı çalışmalara

dayanmaktadır. Carl Rogers Avrapa’daki çalışmaların yayılmasında, Abraham Maslow ise

Amerika’da yayılmasında öncülük yapmıştır. (Burger,2006,s.415).

Bir başka ifade ile Hümanistik Psikoloji akımını etkileyen ilk adımlar Avrupa’daki

varoluşçu analitik eğilimdir. Bu eğilim hem felsefenin insanın klinik incelenmesine

uygulanması arzusu hem de psikanalitik ve davranışçı ekollerin insan anlayışlarına tepki olarak

doğmuştur.

Avrupalı uzmanlar, varoluşçuluğu Freud’un psikanalitik yaklaşımının temel ilkeleriyle

ele almıştır. Freud’un modeline karşı çıkmış ve böyle bir yaklaşımın insanoğlunun yetersiz bir

şekilde algılanmasıyla sonuçlanacağını ileri surmuşlerdir. Eğer bir şema butun bireyler i

açıklamak için kullanılırsa, belirli bir bireyin deneyimlerinin dikkate alınmayacağına dikkat

çekmişlerdir. Freud’un insan davranışlarını birkaç temel durtuye bağlayan indirgemec i

göruşune, davranışlara mevcut olan tanımlanabilir faktörlerin neden olduğu düşüncesi ile

açıklayan materyalist görüşlerine karşı çıkmaktadırlar. Ayrıca varoluşçu psikanalizciler, analiz

sürecinde uzmanların analist hasta ilişkisini fenomenolojik olarak düzenlenmesi gerektiğini

yani, analistin hastanın dunyasına girerek, önyargılarından arınmış olarak, bu dunyanın

olgularını dinlemesi gerektiğini belirtmişlerdir. Varoluşçu analizcilerden Ludwig Binswanger,

“Yalnızca tek bir uzay ve zaman yoktur, insan sayısı kadar çok zaman ve uzay vardır.” diyerek

bunun önemini ortaya koymuştur (Yalom,1999,s.35).

Birleşik Devletler’de 1950’lerin sonuna doğru benzeri bir hareket başlamışt ır.

Akademik psikolojide 1950’lere kadar iki önemli ideoloji okulundan biri bilimsel pozitivis t

davranışçılık, diğeri ise Freudyen psikanalizdir.

Psikanalitikçilere göre insan, cinsel ve saldırgan içgüdülerin etkisinde bilinçdışından

davranışları yönlendiren bir varlıktır. Diğer bir görüş olan davranışçılara göre ise, insan ileri

düzeyde gelişmiş büyük bir fareden veya kurgulanmış bir robottan pek farklı değild i.

Davranışçılar fare laboratuvar uyarıcısına tepki göstermeye koşullandırılabiliyorsa veya

robotun hazırlanmış formata göre davranması sağlanıyorsa insanların da üzerinde denetim

kurulabileceğini göstermişlerdir.

Dolayısıyla söz konusu kuramlar, davranışın, kişisel seçimlerden çok, alt benlik

dürtülerinin ya da öğrenme öykülerinin etkisi altında şekillendiğini savunmaktaydılar. Bazı

kişilik kuramcıları 1940’larda hem davranışçılığın hem de psikanalizin sınırlılıklarından ve

insana bakış açısından rahatsız olmaya başladılar (Örneğin, Allport, Maslow, Rogers). Bu

kuramcılar, iki yaklaşımın da insanı insan yapan en önemli bazı özellikleri dışladığını

düşünüyorlardı (örneğin, seçim, değerler sevgi, öz farkındalık, insanın potansiyeli gibi). Ayrıca

1960’lardaki bireysellik ve kişisel ifadeye yapılan vurgu hümanistik psikolojinin büyümesi iç in

Page 241: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

234

uygun bir ortamda yaratmıştı. Çünkü hümanistik yaklaşımı bu iki kuramdan ayıran temel nokta,

“kişilerin kendi eylemlerinden büyük oranda sorumlu olduğunu varsayımı” dönemin ruhuna

uygundu (Burger, 2006, s.416-417).

1950’de bu uzmanlar resmi olarak “Hümanist Psikoloji” adını verdikleri yeni bir

ideolojik okul yani, Hümanist okulu kurdular. Böylelikle 1960’ların ilk yıllarından itibaren

Amerika’da Hümanistik Psikoloji gelişmeye başladı.

Hümanistik Psikoloji, yeni davranışçılar veya yeni Freudcular örneklerinde olduğu gibi

herhangi bir mevcut ekolün yeniden düzenlenmiş veya uyarlanmış bir şekli olmak niyetinde

değildi. Hümanistik psikolojinin istediği üçüncü güç teriminin de ima ettiği gibi, psikolojidek i

iki temel güç olan davranışçılık ve psikanalizin yerine geçmekti. Böylece psikolojide “üçüncü

güç” doğdu. 1961 yılında Amerikan Hümanist Psikoloji Derneği Hümanist Psikoloji dergisini

kurdu. Derginin yazı kurulunda Carl Rogers, Rollo May, Lewis Mumford, Kurt Goldstein,

Charlotte Buhler, Abraham Maslow, Aldous Huxley ve James Bugental gibi ünlü isimler in

isimleri vardı (Yalom, 1999, s.34).

11.2. Hümanistik Kuramın ilkeleri ve Temel Görüşleri

Hümanist kuram, özellikle insana bakış açısı ile diğer ekollerden ayrılmaktad ır.

Öncelikle insana bakış açısı “olumlu”dur. Kurama göre her insanın benlik yapısının temelinde

doğuştan getirdiği olumlu, iyi, yaratıcı özellikler bulunmaktadır. Geçirilen yaşantılar uygun

olduğunda, bu özellikler açığa çıkarak bireyin kendini gerçekleştirmesi söz konusu olabilir. Bu

yaklaşıma göre insan kendine göre bir değerdir, belli bir toplum düzeninin ya da örgütün aracı

hâline getirilmemelidir. İnsan kendisinden, davranışlarından, oluşturacağı kimliğinden

sorumludur. Hayatı kendisi için yaşamaya değer, anlamlı bir hâle getirmek kişinin kendisine

düşer (Woolfolk, 2007, s.374). Ölümlü olan insanın hiçbir yaşantısı tekrar etmeyecekse

geçmişin ve geleceğin önemi yoktur; yaşadığı “an” önemlidir; çünkü her ne yapabilecekse “o

anda” yapabilir. Hümanist psikologlar varoluşçuluk felsefe görüşü ve ilkelerini geniş ölçüde

benimsemişlerdir

Her insan, duyuş, algılayış ve davranış biçimleri ile kendine özgü bir varlıktır.

İnsanın canlı kalmaktan öteye giden amaçları vardır. İnsan, özgürlüğünü korumak,

potansiyellerini gerçekleştirme sorumluluğunu duyup kendi öz doğasına göre davranmak ve

gelişmek isteyen bir varlıktır.

İnsan kendinden, edimlerinden kendisi sorumludur. Hayatını kendisi için anlamlı hâle

getirmek üzere seçim ve tercihlerde bulunma yetisine sahiptir.

İnsan ölümsüz değildir, dünyadaki varlığı sürelidir ve hiçbir yaşantısı tekrar

etmeyecektir.

Geçmiş ya da gelecek değil, yaşanılan an önemlidir. İçinde yaşanılan zaman geçmiş i

kapsa dığı gibi, geleceği de bir ihtimal olarak içerir.

Page 242: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

235

Bu bağlamda hümanist anlayış dört temel ilke ile insanı incelemektedir.

Kendi yaşamındaki sorumluluğu,

Yaşadığı zaman dilimi “şimdi ve burada”,

Fenomenolojisi,

Gelişimi (Burger,2006,s.417)

Hümanist yaklaşımı diğer kuramsal görüşlerden ayıran bu dört temel bakış açısında en

önemlisi, metodolojisine vurgu yapan “fenomoloji” kavramıdır.

Hümanist psikolojinin bu denli hızla kabul görmesinin bir nedeni de, davranış ı

anlamaya dönuk araştırma yaklaşımlarının universiteler uzerindeki egemenliğiyd i.

Hümanistler, insanların sadece sayılara indirgenemeyeceğini, testlerden alınan puanlar ın,

kişinin iç dunyasındaki guçleri, duyguları ve özellikleri tam olarak yansıtamayacağını

savunmuşlardır. Daha da önemlisi, kişiyi bir özellikler cetveli çerçevesinde sınıflandırmak, o

kişinin biricikliğini ve bireyselliğini yok ediyordu. İşte fenomenolojik yaklaşım ya da bireyin

fenomenolojisine yapılan vurgu böyle bir yönteme karşı sunulmuş bir alternatif olarak

gösterilebilir.

11.3. Fenomoloji

En genel anlamıyla fenomenoloji kişinin kendisini ve çevresini kendine özgu bir şekilde

algılama ve anlama biçimidir. Fenomenolojik bakış açısında önemli olan, bir olayın, durumun,

nesnenin ya da herhangi bir şeyin genel olarak taşıdığı anlam değil, o kişinin o an ve mekanda

taşıdığı spesifik ve öznel anlamdır (Daş’dan aktarılmıştır). Fenomenoloji, deneyimlerin dikkatli

betimlemeleri ve nitelendirilmeleri yoluyla kendi benliğimize ilişkin anlayışımızı geliştirmek

ve değerini arttırmak yolundaki bir çabadır. Yuzeysel olarak bakıldığında fenomenoloji doğal

gözlem ya da içebakıştan daha farklı gözukmemektedir. Biraz daha yakından incelendiğinde

ise, temel varsayımlarının deneysel yönelimli insan bilimlerinin ana göruşlerinden oldukça

farklı olduğu ortaya çıkar: Fenomenolojide, ele alınan fenomen, o fenomeni açıklayacağı

varsayılan nesnel olguya indirgenmeyerek tanımlanmaya çalışılır.

Bu yaklaşıma göre uzmanlar, kuram geliştirmek ya da davranışı kestirmekten çok,

bireyin içsel yaşamlarıyla deneyimlerini anlamaya çalışmalıdır. Böylelikle olayları, nesneler i,

durumları bütünlük içinde ve çok yönlü betimleyerek anlamlarını ortaya koyabilir ve bireyin

davranışlarını anlayabilirler.

Fenomonolojik yaklaşım, deneysel yöntemi bireyin tüm yönlerini görebilme

yeteneğinden uzak, son derece sınırlı bir yöntem olarak kabul etmektedir. Bu yaklaşıma göre,

insan davranışını etkileyen, ona yön veren en önemli etkenlerin deneysel yöntemle incelenmesi

söz konusu olamaz. Deneysel yöntemle elde edilen bilgiler, butunden kopuk parça parça bilgile r

olup bireyin tumunu anlamayı sağlamamaktadır. İnsanı anlayabilmek için, onun yaşamında

neyin anlamlı olduğu, neyi gerçekleştirmeye çalıştığı dikkate alınmalıdır.

Page 243: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

236

Fenomolojik yaklaşım eğitim, öğrenme gibi birçok alanda kullanılmaktadır. Bireyin

kişilk özelliklerini ve ruh sağlığı açısından fenomolojik yaklaşımı temel alan uzmanlar bireyin

benlik kavramıyla, benlik değerine ilişkin duygularıyla ve benlik bilinciyle ilgilenmektedirler.

Fenomenolojik yöntem; “açık olması”yla, “doğru soruları sorabilmek”le ve

“deneyimlerin oldukları gibi nitelendirilmesi”yle tanımlanabilir. Fenomonolojik yaklaşımın

odak noktası ‘öznel deneyim’dir. Bu yaklaşım, bireyin kişisel dunya göruşuyle ve olaylar ı

yorumlamasıyla; yani, ‘bireyin fenomonolojisi’yle ilgilenir. Olayları ya da fenomenleri, hiçbir

ön kavram ya da kuramsal duşunceyi empoze etmeksizin, birey tarafından yaşandığı gibi ele

almaya çalışmaktadır. Fenomonolojik yaklaşımı benimseyen psikologlar, bireyler in

eylemlerini gözlemlemek yerine onların kendilerini ve dunyalarını nasıl gördukler ini

inceleyerek birey hakkında daha çok şey öğrenilebileceğine inanmaktadırlar.

Bu bağlamda, fenomenoloji, kendini ve dış dunyayı kendine özgu bir biçimde algılayan

bir kişinin öznel yaşantısıdır. Bu görüşe göre bireyin davranışını ne çevre koşulları ne de

organizmadaki biyolojik durtuler, istekler, gereksinimler belirlemektedir. Bireyin davranış ını

biçimlendiren en önemli etken onun kendini ve çevreyi o andaki anlamlandırış biçimi, yani

bireyin o andaki fenomenidir (Schultz&Schultz, 2009, s.206). Fenomenolojiye göre, birey

fenomene tum duyularını kullanarak butun perspektiflerden bakar, hatta bireyin duşunceleri ve

duyguları da bu surece eşlik etmektedir.

Fenomenolojik yönteme göre, fenomenler ‘kendi kendilerine konuşmaktadırlar; yani,

kanıt gerektirmeyecek kadar açıktırlar. Dolayısıyla Hümanistik göruşe göre, psikoloji bilimi

insan davranışlarını birimler, elementler hâlinde laboratuvar ortamlarında, deneysel

yöntemlerle incelemek yerine, insanlığın temel sorunları ile ilgilenmelidir.

Modern psikolojiye farklı bir bakış açısı getirmesine rağmen, psikoloji biliminin,

bilimsel anlayıştan uzaklaştırdığı noktasında hümanistik kuramın fenomolojik anlayış ı

eleştirilmektedir. Uzmanların bir kısmı fenomonolojik yaklaşımdan uzaklaşmadan da deneysel

verilerin toplanabileceğini savunmaktadır.

11.4. Hümanistik Görüşün Genel Değerlendirilmesi ve Eğitim Anlayışı

Hümanist psikoloji felsefeden tamamen kopma eğilimini gösteren psikolojinin yeniden

felsefeye yaklaşması olarak kabul edilmektedir. İnsanlığın yapısı herkes tarafından farklı

algılansa da insanlar yaşamda önemli rol oynamaktadırlar ve insanın değerinin, öneminin

yadsındığı bir anlayışla insanın incelenemeyeceğini vurgulanmaktadırlar.

Hümanistik psikolojinin ana temaları şunlardır:

1) Bilinç deneyimleri üzerinde durmak

2) İnsan doğasının bütünlüğüne inanmak

3) Özgür irade, spontanlık ve bireyin yaratıcı gücü üzerinde odaklanmak

Page 244: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

237

4) İnsan koşullarına ilişkin tüm faktörlerin araştırılması

Kaynağını varoluşçu görüşten alan hümanistik görüşe göre, sağlıklı birey, başkalarının

kendisine yüklediği ve çevresi tarafından sunulan, “olması gereken” olarak algılanan “ben”

imgesini reddetmektedir.

İnsanlar kendini gerçekleştirebilme potansiyeline sahip, yaşamlarından sorumlu ve

özgürdürler. Ancak bu süreç ile sağlıklı ve mutlu olabilirler. Bu süreç destekleyen eğitim

anlayışı ise değişimi ve gelişimi beraberinde getirmelidir.

Dolayısıyla hümanistik eğitim anlayışı;

Bilgi kazanmaktan çok, düşünce ve duygular önemlidir.

Benlik duygusunun ve bireysel kimliğin gelişmesine önem verir.

Bireyin gelişimi için etkili insan ilişkilerinin üzerinde durur, dürüst kişiler arası

iletişim, yapıcı çatışma çözümlemesi gibi konulara ağırlık verir.

Bireysel değerlerin tanınmasına ve geliştirilmesine önem verir.

Bu bağlamda hümanistik anlayış, bireyi nasıl öğrenileceğini, nasıl uyum sağlayıp nasıl

değişebileceğini bir başka ifade ile kendi kendinden sorumlu ve yeterli bir varlık olarak ele

almaktadır. Bu niteliklere sahip bir bireyin eğitimi ise değişim ve gelişimi destekleyen, statik

bilgiyi değil süreci temel alan nitelikte olmalıdır. Bu amaç doğrultusunda bireyin yalnızca

zihinsel gelişimi değil kişisel gelişimi de önemsenir. Bireyin süreci yöneterek kendi bireysel

sorumluluğu ile yaratıcılığını ortaya koyabileceğini savunur.

Bireyin kendi yaşam amacı nasıl “kendini gerçekleştirme” ise bu doğrultuda aldığı

eğitim de bu amaca hizmet edecek şeklide düzenlenmiş olmalıdır. Bireyin yaşamında eğitimin

anlamı farklılaşan yaşam şartlarında krizlerle başedebilecek yeterlilikleri kazanmaya yönelik

sürekli iyi yönde değişim ve gelişimdir.

Sonuç olarak, eğitimin temel amacı kendini gerçekleştiren bireyler yetiştirmek

olmalıdır. Bunun için eğitim, insanın bütün özelliklerinin gelişimini desteklemeye yönelik

olmalıdır. Bireyin duygusal ve kişisel gelişimine de önem vererek kişiler arası iletişimin

kalitesini yükseltmeye çalışması gerekmektedir.

Page 245: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

238

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 246: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

239

Uygulama Soruları

Bireyin kendini gerçekleştirebildiğinin göstergesi olan davranışlarına örnekler veriniz.

Page 247: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

240

Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerden hangisi hümanistik kuramın temel kavramlarındandır?

a) Ödül

b) Dönüt

c) Algı

d) Fenomoloji

e) Bilinçaltı

2) Aşağıdakilerden hangisi hümanistik görüş ile ilgili bir açıklamadır?

a) İnsan, kendi davranışlarında herhangi bir kontrol gücüne sahip değildir.

b) İnsan, doğuştan kötü bir canlıdır.

c) İnsanın davranışlarını kontrol edebilmenin tek yolu ödül ve ceza ikilis ini

kullanmaktır.

d) İnsan davranışlarını belirleyen şey onun algı süreçleridir.

e) İnsan davranışları kendi öznel yorumundan bağımsız değerlendirilemez.

3) Aşağıdakilerden hangisi hümanistik görüşün insana ilişkin görüşlerinden değildir?

a) İnsanın değerli bir varlıktır.

b) İnsan doğuştan iyidir.

c) İnsan kendini ve ilişkilerini geliştirebilir.

d) İnsan yaratıcı ve kendi problemlerini çözebilecek yeterliliğe sahiptir.

e) İnsanı kendisinin ve başkalarının istek ve arzuları yönetir.

4) Aşağıdakilerden hangisi Hümanistik görüşün insan davranışların değişimi ile ilgili

ilkelerinden değildir?

a) Bireylerin düşünce ve duyguları önemlidir.

b) Bireyin bastırılmış yaşantılarının çözümlenmesi önemlidir.

c) Benlik duygusunun ve bireysel kimliğin gelişmesine önem verilmelidir.

d) Bireyin gelişimi için etkili insan ilişkilerine odaklanılmalıdır.

Page 248: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

241

e) -Bireysel değerlerin geliştirilmesine önem verilmelidir.

5) Hümanistik kuramcıların temel kavramı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Fenomoloji

b) Kendini gerçekleştirme

c) İhtiyaç

d) Değer

e) Dürtü

6) Hümanistik görüşün psikoloji biliminin gelişimine katkısını tartışınız.

7) Hümanistik görüşün insan doğasını ele alış şeklini açıklayınız.

8) Hümanistik kuramın temel kavramlarını açıklayınız.

9) Hümanistik kuramın görüşlerini davranışçı ve psikanalitik görüşler le

karşılaştırınız.

10) Hümanistik kuramın ortaya çıkışını ve nedenlerini açıklayınız.

Cevaplar

1) d, 2) e, 3) e, 4) b, 5) b

Page 249: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

242

12. HÜMANİSTİK KURAM II

HÜMANİSTİK KURAMCILAR VE GÖRÜŞLERİ-

Page 250: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

243

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

12.1. Abraham Maslow

12.1.1. İhtiyaçlar Hiyerarşlsi

12.1.2. Maslow’a göre Kendini Gerçekleştirme

12.2. Carl Rogers

12.2.1. Benlik Kuramı

12.2.2. Rogers’a göre Kendini Gerçekleştirme

Page 251: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

244

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

Hümanistik kuramın, kendini gerçekleştirme kavramının sağlıklı insanın yaşamındak i

önemini tartışınız. İhtiyaçlar hiyerarşinin gündelik insan davranışlarını nasıl etkilediğini

tartışınız.

Page 252: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

245

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya geliştirileceği

Abraham Maslow ve

İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Abraham Maslow’un

davranışların nedenlerine ilişkin

görüşlerini kavrayabilmek

İhtiyaçlar Hiyerarşisi Kuramı’nı

açıklayabilmek

Maslow’un kendini

gerçekleştirme kavramını

açıklayabilmek

Literatür taraması, gözlem ve

tartışma

Carl Rogers ve Benlik

Kuramı

Carl Rogers’ın görüşlerini

söyleyebilmek

Carl Rogers’ın kendini

gerçekleştirme kavramını

açıklayabilmek

C. Rogers’ın benlik kuramını

açıklayabilmek

Literatür taraması, gözlem ve

tartışma

Page 253: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

246

Anahtar Kavramlar

Abraham Maslow

Carl Rogers

Kendini gerçekleştirme

İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Benlik kuramı

Page 254: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

247

Giriş

Bu bölümde hümanistik yaklaşımın en önemli temsilcileri olan Maslow ve Rogers’ın

insan doğasına ilişkin görüşleri ve geliştirmiş oldukları kuramları ele alacağız. Ayrıca

hümanistik görüşün temel kavramlarından biri olan “kendini gerçekleştirme” kavramını,

kuramcıların bakış açıları ve sağlıklı bir birey açısından anlamına değinerek hümanist ik

anlayışın insan doğasına ilişkin görüşlerini özetlemiş olacağız.

Page 255: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

248

12.1. Abraham Maslow

Abraham H. Maslow Davranışçı yaklaşım ile hümanist ik

psikoloji arasında köprü kuran bir kuramcıdır. Maslow

başlangıçta davranışçı bir uzmandır ve mekanik doğa bilimi

yaklaşımlı bir psikolojinin dünyanın tüm problemler ine

çözebileceğini düşünmüştür.

01 Nisan 1908 yılında New York’da dunyaya geldi.

Maslow Rusya’dan göçmus Yahudi bir ailenin 7 çocuğunun en

buyuğudur. Ailesinde özellikle annesinden ciddi kötü muamele

görmüş ve “Tüm hayat felsefem ve tüm araştırmalarım ve

teorilerim köklerini annemin bana yaptıklarına karşı duyduğum

tiksinti ve nefretten almıştır” diyerek çocukluk yıllaırnın üzerindeki etkisini ifade etmiştir. Bu

baskı Maslow’un çocukluk ver ergenlik yıllarının yalnızlık, mahcubiyet ve depresyonla

geçmesine sebep olmustur. Hatta kendisi için Adler’in “aşağılık kompleksi ve yetersizlik

duygusu” görüşlerini örneği olarak kabul edilebilir. Maslow kendisini “Yahudi olmayan

mahallenin Yahudi çocuğu” olarak tanımlıyordu. Ayrıca Beyazların okuluna giren ilk zenci

çocuk gibi dışlanmış ve mutsuzdu. Önce aile isteği ile hukuka, sonra kendi tercihi ile psikoloji

ve felsefeye yönelmiştir. İkinci Dunya Savaşı’nda Yahudi olması ve ekonomik buhran

sebebiyle uzun bir sure akademik çalışmalardan uzak kaldı. Bu sure zarfında kendi alanının

dışında olan tıp gibi alanlarda çalışmalar yapsa da hukuk gibi tıbbın da kendisine uygun

olmadığını fark etmesiyle psikolojiye tekrar ağırlık vermiştir (Schultz & Schultz, 2007 s.670;

Burger, 2006, s.430).

Daha sonra özel yaşantısındaki sorunlar, İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması, insan

doğasına ilişkin değişen felsefi düşünceler, Gestalt ve Psikanalitik psikoloji ile tanışmas ı

Maslow’un davranışçılığa ilişkin fikirlerini değiştirmiştir. Ayrıca İkinci Dünya Savaşı’nda

ABD’ye gelen Adler, Horney, Koffka, Wertheimer gibi Avrupalı psikologlarla olan

temaslarından da etkilenmiştir. Max Wertheimer’a ve Amerikalı antropolog Ruth Benedict’e

karşı hissettiği büyük saygı, Maslow’u psikolojik olarak sağlıklı, kendini gerçekleştirmiş

insanlarla ilgili ilk araştırmasını yapmaya yöneltmiştir. Maslow’a göre Wertheimer ve Benedict

insan doğasının en mükemmel örnekleridir. Antropolog Ruth Benedict’den de etkilenerek

Kanada’da yaşayan yerliler ile ilgili antropolojik çalışmalar yaptı. Bu çalışmaları “İhtiyaç la r

Hiyerarşisi Kuramı”nın temellerini oluşturmuştur. Bu deneyimleri sonrasında saldırganlığın

doğuştan gelen bir özellik değil, kültürün ürünü olduğuna inanmıştır. Maslow 1951’den 1969’a

dek olan dönemde Waltham’da Brandeis Üniversitesi’nde teorisini geliştirdi, yeniden düzenled i

ve bir dizi kitapla sundu. Duyarlılık grupları hareketini destekledi ve 1960’larda çok ünlü bir

kişi hâline geldi. 1967’de APA’nın başkanı seçildi (Schultz&Schultz, 2007, s.670-672)

Abraham Maslow meslek yaşamının büyük bölümünü insan kişiliğini anlamaya çalışan

diğer yaklaşımların eksiklerini tamamlamaya çalışmakla geçirmiştir. Genellikle insanın zayıf

ve eksik yönleri üzerinde durulduğunu, insanın güçlü yönlerinin yeterince kavranılmadığını

ifade etmiştir. Maslow, psikolojinin kişiliğin mutlu ve sağlıklı boyutuna nasıl katkıda

bulunabileceğini düşünmüştür. Bilinçdışı dürtülerin varlığını kabul etmiştir, ancak dikkatini

Page 256: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

249

kişiliğin bilinçli boyutlarına yoğunlaştırmıştır (Burger, 2006, s.431). İnsan doğasının asla

düşünüldüğü kadar kötü olmadığını, insanın doğal eğilimleri hakkında bilgi edindikçe, nasıl

daha iyi, mutlu, üretken olacağını, yeteneklerini nasıl en iyi şekilde kullanabileceğini

söyleyebileceğimizi ifade eder. (Maslow, 2000, s.9,10). ‘Birey sağlığını geliştirmek daha iyi

bir dünya yaratmanın yollarından biridir. Freud bize psikolojinin hastalıklı yönünü gösterdi,

artık sağlıklı yanının da açığa çıkarmamız gerekiyor.” (Maslow, 2000, s.11). Maslow, kişilik

sorunlarını çoğu zaman insanın aldığı psikolojik yaralara, gerçek içsel doğasının uğradığı

saldırılara bir başkaldırı olarak tanımlar ve hastalıklı olanın böylesi saldırılara başkaldırmamak

olduğunu, dolayısıyla gelişim ve kendini gerçekleştirmenin acı, üzüntü, kargaşa ve keder

olmadan olamayacağını, ancak acı ve çatışma ile sağlanabileceğini anlatır (Maslow, 2000, s.12-

14).

Nevrozun özünde ve başlangıcında bir eksiklik rahatsızlığı olarak ortaya çıktığı

görüşünü benimseyen Maslow, birçok nevrozda diğer karmaşık belirleyicilerin yanı

sıra güvenliğe, ait olmaya, özdeşleşmeye, yoğun sevgi ilişkilerine, saygınlık ve itibara

duyulan doyurulmamış bir özlem yatmakta olduğunu belirler. Verileri, psikoterapi

üzerine yürüttüğü oniki yıllık çalışma ve araştırmalardan ve yirmi yıl boyunca

yürüttüğü klinik çalışmalardan elde eder (Maslow, 2001, s.26). Temel ya da içgüdüse l

bir ihtiyacın uzun vadeli eksiklik özelliklerini şöyle sıralar (Maslow, 2001, s.26):

1. Yokluğu hastalığa neden olur.

2. Varlığı hastalığı engeller.

3. Yerine konması hastalığı iyileştirir.

4. Belirli özgür seçim durumlarında yoksun kalan kişi tarafından diğer doyumlara

tercih edilir.

5. Sağlıklı kişide edilgen, geri çekilmiş ya da işlevsel olarak etkisizdir.

İnsanın özünde olan ve yokluğunda, insan olarak tanımlanamayacağı özellikler i

araştırır.

Maslow’a göre davranışlara yön veren dinamikler içten gelen dürtü ya da güdülerd ir.

Maslow’un kuramı sağlıklı bir kişiliğin zamanla nasıl geliştiği, büyüdüğü ve motive edilmiş

davranışlarında kendini ne şekilde açığa vurduğunu göstermeye çalışır. Maslow

gereksinimlerin insan davranışlarına yön verdiğini belirtmektedir.

Maslow, güdülenmenin davranışçılar dışında tüm insanlar tarafından kullanılan gerçek

ölçütünün öznel olduğunu, arzu, istek ya da özlem duyduğumuz ya da eksiklik hissettiğimiz

zaman güdülendiğimizi söyler. Bu öznel söyleme uygun bir karşılık olabilecek nesnel

gözlemlenebilir bir koşulun henüz bulunamadığını, doğal olarak öznel durumların nesnel

karşılıklarını ve belirtilerini aramayı sürdürmemiz gerektiğini ama elimizdeki öznel verileri de

Page 257: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

250

yok sayamayacağımızı ifade eder (Pervin; John, 2006, s.210-211). Gerçek bir pozitivist her tür

“içsel” deneyimi bilimsel olmayan olarak niteler ve reddeder. Bu bir tür somuta, görülebilene,

duyulabilene elle tutulur olana ve davranışa indirgemektir (Maslow, 1996, s.28). Ortodoks

Freudcu psikanaliz psikopatolojinin bir sistemi olarak karşımıza çıkmakta, insanın kendisine

doğru gelişebileceği, oluşabileceği bir psikoloji sunmamaktadır (Maslow, 2000, s.29).

Maslow, insan türünün sağlıklı örneklerinin nesnel bir şekilde betimlenebilir ve

ölçülebilir karakteristiklerini aşağıdaki şekilde sıralar: (Maslow, 2000, s.167)

1) Gerçekliğin daha açık ve etkili algılanması

2) Deneyime daha açık olma

3) Kişinin daha yüksek bir bütünsellik, tamlık ve birlik içinde olması

4) Kendiliğindenlik, kendini ortaya koyabilme, işlevlerini tam anlamıyla

kullanabilme, yaşam dolu olmada artış

5) Gerçek bir benlik, sağlam bir kimlik, özerklik, özgünlük

6) Nesnellik, bağımsızlık, benliğin aşkınlığında artış

7) Yaratıcığın yenilenmesi

8) Soyut ve somutu bir potada eritebilme

9) Demokratik karakter yapısı

10) Sevme yeteneği

Kim olduğunuzu ihtiyaçlarınız belirler. Neye ihtiyaç duyuyorsanız hayatınızda

onların sizde yarattığı etki yaşamınızı belirler. Kitapa okumak sizin için ne kadar önemli bir

ihtiyaçtır? Ya da tiyatroya, konsere gitmek!

12.1.1. İhtiyaçlar Hiyerarşisi

Maslow’a göre insanın kişiliği bir olgunlaşma süreci geçirmektedir. Bu süreçte

hiyerarşik biçimde sıralı, birbiri ile ilişkili ihtiyaçların rol oynadığını ileri sürmüştür. Bir başka

ifade ile bireyin kişilik gelişiminin o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından

yapılandırılmaktadır (Pervin; John,2006, s.210-).

İhtiyaçlar hiyerarşisi kuramı, belki de motivasyon ve gereksinimlerle ilişkili olarak

dünyada en yaygın şekilde tanınan motivasyon kuramıdır. Kuram, 1943’te Maslow’un yazdığı

bir yazı ile psikoloji litereatürüne girmiştir (Woolfolk, 2007, s.374).

Page 258: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

251

Maslow’un çalışmasına göre, insanların doğuştan gelen bazı ihtiyaçları vardır. İnsanlar

gereksinimlerini gidermek amacıyla davranışlarına yön vermektedir. Bu ihtiyaçlar zamanla

davranışlarına yansır. Maslow, insanların gereksinimlerini önem sırasına koyarak

gereksinimleri hiyerarşik bir düzen içinde ele almıştır.

Maslow, iki tür güdü belirlemiştir. Biri, gerek duyulan bir nesnenin yetersizliğinden

duyulan eksiklik güdüsüdür. Açlık ve susuzluk gibi temel ihtiyaçlar bu sınıfa girer. Gerek

duyulan nesne elde edildiğinde eksiklik güdüleri doyuma ulaşır. Diğeri ise, karşılık beklemeden

sevmek ve kişinin kendini gerçekleştirmesi gibi ihtiyaçlardır. Bunları da gelişim ihtiyaçlar ı

olarak tanımlamıştır. Bunlar gerek duyulan nesne bulunduğunda tatmin olmaz. Doyum duygusu

güdüyü dışa vurmakla yaşanır (Burger, 2006, s.429-431).

Maslow kuramında insanın ihtiyaçları, en temelden en ileri kademeye kadar hiyerarş ik

bir düzendedir. Bu hiyerarşiye sıralamaya göre, alt kademede bulunan gereksinimle r

karşılanmadan, üst kademedeki gereksinimlerin bireyin davranışını yönlendirmesi söz konusu

olamaz. Doyurulmuş gereksinimlerin ise bireyin davranışı üzerinde etkisi kalmaz.

Maslow’un temel insan gereksinimleri üç temel varsayıma dayanmaktadır:

İnsanlar isteyen varlıklardır ve gereksinimler onların davranışlarını etkiler. Ancak

davranışları etkileyenler doyurulmamış olan gereksinimlerdir. Doyurulmamış olan

gereksinimler motive edici (güdüleyici), harekete geçirici nitelik taşırken doyurulmuş olanlar

güdüleyici olamaz.

Page 259: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

252

Gereksinimler önem derecelerine göre sıra oluşturur. Basit olanlardan karmaşık olanlara

göre sınırlanır.

İnsanın bir gereksinim seviyesinden diğerine yükselmesi için en alttaki ihtiyacın en

azından asgari derecede doyurulmuş olması gerekir.

Maslow bu teoriyi olustururken aslında insan doğasına ile ilgili önemli saptamalar

yapmıstır. Maslow’a göre bir insan eğer susamış ise o insan için öncelikli ihtiyaç susuzluğunu

gidermek olacaktır. Maslow bunu “en guçlu gereksinim” olarak adlandırmıştır. Eğer bu insan

insan aynı zamanda nefessiz kalırsa, bu durumda öncelikler değişecek daha temel bir fizyoloj ik

ihtiyaç olan nefes alma gereksinimi “en guçlu gereksinim” olarak duzende yerini alacaktır

(Maslow, 2000, s.167-170).

Dolayısıyla ihtiyaçlar hiyerarşisi bir bireyin yaşam önceliklerini göstermektedir.

Görüldüğü üzere Maslow’un piramidinin mantığı oldukça basittir. Buna göre birey

gereksinimlerini en alttan başlayarak yukarı doğru takip eden bir sırayla karşılamaktadır. Bu

aynı zamanda sıra duzeninin bozulmamasının teminatı olarak kabul edilmektedir. Birey bir alt

kademede bulunan ihtiyaçlarını belirli bir duzeyde tatmin edemediği takdirde bir ust kademeye

geçememektedir. Birey, alt kademe gereksinimini karşılamandığı durumlarda ust kademe

gereksinimleri algılamamaktadır.

1. Fizyolojik Gereksinimler: Bunlar, insanın yaşabilmesi için mutlaka karşılanması

gereken gereksinimlerdir. Örneğin: Açlık endişesi içinde olan bir insan için yemek

gereksinimini gidermeden diğer gereksinimlerin önemi ikinci planda kalır.

2. Güvenlik Gereksinimleri: Birey fizyolojik ve biyolojik gereksinimlerini yeterli

oranda giderdikten sonra güvenlik gereksinimlerini gidermeye yönelir. Örneğin, sağlık

güvencesi, geleceğe yönelik sosyal güvence vb.

3. Sosyal Gereksinimler: Her insan normal şartlar altında eşi ve çocukları ile beraber

bir ailesinin olmasını, kendisiyle dertleşeceği ve gereğinde yardımlaşabileceği, sevinçle r ini

ya da sıkıntılarını paylaşabileceği yakınlarının olmasını ister. Sevme ve sevilme insanın

doğasından kaynaklanan evrensel bir gereksinimdir. İnsanlar sosyal bir varlık olmalar ı

nedeni ile diğer insanlarla gruplar hâlinde yaşarlar. Sevilirken birilerini de sevmek ister.

4. Takdir Edilme Gereksinimi: İnsanlar çevrelerinin dikkat ve ilgisini çekerek, onların

takdirini kazanmayı isterler. Statü gereksinimi, farkına varılma gereksinimi, takdir edilme ve

iş arkadaşlarından daha üstün bir başarı sağlama gereksinimi örnek olarak verilebilir.

5. Entelektüel Gereksinimler: Kendini gerçekleştirme gereksinimi, insanların kendi

kişilik yapılarında varolan yeteneklerini analiz ederek, pratik olarak uygulamaya yönelmes i

şeklinde kendini gösterir. Örneğin, birey bir sanat dalında kendini yetenekli buluyorsa bunu

sergilemeye yönelebilir. Gereksinimleri tam ya da tama yakın giderilen birey kendine özgü

kişiliği olan, güveni tam, yere sağlam basan insan davranışları sergiler (Burger, 2006, s.428)

Page 260: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

253

Maslow, ortalama bir bireyin fizyolojik gereksinimlerinin %85’ini, guvenlik

gereksinimlerinin %70’ini, ait olma gereksinimlerinin %50’sini, özsaygı gereksinimlerinin

%40’ını ve kendini gerçekleştirme gereksinimlerinin %10’unu tatmin etmiş olabileceğini ileri

surmuştur. Genel olarak bir ihtiyacın ortaya çıkması bunun altındaki ihtiyacın tatmin

edilmesine bağlıdır. Bir alt sıradaki ihtiyaç belirli bir oranda tatmin edilmedikçe bunun

üstündeki ihtiyaçlar kendilerini hissettirmez, insan organizmasını güdülendirmezler (Burger,

2006, s.432). Ancak bu sıralamanın değişmez bir sıra takip ettiği sanılmamalıdır. Bu durumun

bazı istisnaları olabilmektedir. Özsaygı ihtiyacı sevgi ihtiyacından önemli olanlar, yaratma

dürtüsü bütün dürtüsel belirleyicilerden daha üstün olanlar, başarma güdüleri sürekli olarak

düşük olanlarda sıralamanın değişebileceği gibi, bir ihtiyacın uzun zaman tatmin edilmiş olması

da ihtiyacın değerini dolayısıyla sıralamasını değiştirebilir. İçinde büyüdüğü aile ortamı ve

kültürün değerleri, hangi düzeydeki güdülerin baskın bir rol oynayacağını belirleyebil ir

(Cüceloğlu, 2000, s.237). Maslow, ihtiyaç hiyerarşisinin evrensel olduğunu söylemiş olsa da

belirli bir ihtiyacı karşılama aracının kültüre göre değişiklik göstereceğini de kabul etmiştir

(Burger, 2006, s.436).

Page 261: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

254

12.1.2. Maslow’a Göre Kendini Gerçekleştirme

Maslow’a göre kişinin gelebileceği en son basamak kendini gerçekleştirme

basamağıdır. Kişilerin %10’u bunu gerçekleştirebilir. Başkasına onun zor bir durumunda hiçbir

karşılık beklemeden yardım ettiğimiz, hiç karşılık beklemeden ve kıskanmadan birini

sevebildiğimiz, bir sanat eseri karşısında hayranlık duyduğumuz zaman ya da anne-baba

olunduğunda hissedilen koşulsuz mutluluk birer doruk yaşantı örneğidir.

Yaşamını son derece anlamlı gören ve her dakikasını doyasıya yaşayan herkes kendini

gerçekleştirmiş sayılabilir.

Kendini Gerçekleştirmiş Bireyin Özellikleri:

Gerçekçidirler.

Kendilerini, diğer insanları, çevreyi ve doğayı olduğu gibi kabul ederler.

Problem merkezlidirler. Yani ben merkezli olmayıp soruna yöneliktirler.

İnsanlardan ve nesnelerden zevk alırlar.

Pek çoğu doğaüstü veya mistik deneyimler geçirmiştir.

İnsanoğlu ile kendilerini özdeşleştirmişlerdir.

Az sayıda insanla çok derin ve anlamlı ilişkileri bulunur.

Değerleri ve tutumları demokratiktir.

Sonuçla sonuca götüren araç ilişkisini ayırmışlardır.

Espri anlayışları vardır.

Büyük ölçüde yaratıcıdırlar.

Kültüre veya topluma uymak için çaba göstermezler.

Kısaca Maslow insanı bütüncül - holistik bir yaklaşımla ele almış, davranışlarda temel

gereksinimlerin hiyerarşik etkileşimine inanmış, çevre ilişkilerinin kendini gerçekleştirme

güdüsündeki rolünü kabul etmiştir. İnsanın sağlığına yönelik temel doğasına inanmışt ır.

Normalliği ideal insan durumu olarak değerlendirmiştir. Doruk yaşantıların insan yaşamındak i

zenginleştirici yönünü incelemiştir (Burger, 2006, s.434).

Maslow “Temel İnsan Gereksinimleri Hiyerarşisi” kuramıyla ün yapmıştır. Ona göre

gereksinimlerini hiyerarşik sıra içinde son basamağa kadar gerçekleştirebilmiş insanla r

kendilerini gerçek anlamda gerçekleştirmiş az sayıda mutlu kimselerdir.

Page 262: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

255

Maslow’un kuramı hiyerarşik yapısı yani altgereksinim doyurulmadan bir usttekine

geçiilemeyeceği varsayımı ciddi sekilde elestirilmistir. Bazı kuramcılar bireylerin tum

gereksinimlere aynı anda sahip olabileceğine dikkat çekmişlerdir. Bireyin gereksinimler in i

yaşam standarları tarafından belirlendiğini savunmuşlardır.

12.2. Carl Rogers

Rogers, 1940 yılında, bir çağrı üzerine Ohio State, Chicago

ve Wisconsin Üniversiteleri’nde psikoloji profesörü olarak

çalışmaya başlamıştır. Bu zaman zarfında teorisini ve kendine özgü

psikoterapi yaklaşımını geliştirmiştir. Rogers’ın kuramsal

yaklaşımında insanı inceleme olgusuna yaklaşımı

Phenomenological (olay bilim) ve idiographic (gözlemlenen

ölçüm), insan davranışları konusundaki görüşü ise “exquisite ly

rational” (ince-mantık) olarak kabul edilmekted ir

(Schultz&Schultz, 2007, s.678).

Carl Rogers, Chicago’nun bir banliyösü Oark Park’ta 1902

yılında doğmuştur. Çocukluğunda, aileisinin katı dinî görüşleri ve

tutumu ile kişiler arası duygusal gösteriminin yasaklandığı bir ortamda büyümüşütür. Bu

çağların etkisini ise çocukluk ve ergenlik dönemleri boyunca hissetmiştir. Sürekli kitap okuyan

yalnız ve yalıtılmış bir çocuk olarak entellektüel bilgi birikine sahip olmuş olsa da duygusa l

olarak sıkıntılıydı, karmaşa içindeydi Yaşadığı o dönemin kendinde bıraktığı izleri “Bu

dönemdeki hayallerim kesinlikle çok tuhaftı. Belki de bir doktor tarafından şizoid olarak

sınıflandırılabilirdim ancak hiçbir zaman bir psikologla bağlantım olmadı.” şeklinde

açıklamıştır. 22 yaşında Çin’de bir Hristiyan öğrenci konferansına katıldığında kendisini

ebeveyninin köktenci inançlarından kurtararak daha liberal bir hayat felsefesi oluşturmuştur.

Rogers, 1931 yılında, Columbia Üniversitesi’nin Öğretmenler Fakültesi’nden klinik ve eğitim

psikolojisi alanlarında doktora derecesi almıştır.

Rogers’a göre “insan doğasından ötürü doğal olarak iyi, pozitiftir” ve “güven duyulan”

bir organizmadır. Rogers’ın tanımlaması ile insan olmak: “İçsel ve dışsal durumlarda gelişme

için yeterli olmak, kendi oluşturduğu dünyasında kendini algılayabilmek, gelecek yaşamda

adım atabilmek için kalıcı seçimler yapabilmek ve bu seçimlerde uygun hareket etmek”tir.

Ayrıca insanın rasyonel mantıklı davranışları ile kendilerini geliştirmek için bilinçli ve aktif bir

şekilde çalışarak yaşamını sürdüren bir varlık olduğunu savunmuştur. Dolayısıyla Rogers

insanların kendi hayatlarını başkalarına ve başkalarının etkileri ile yaşamama ları gerektiğine

inanmaktadır. Ona göre insan, hayatını, kendi yorumlayış ve değerlendirme şekline göre

biçimlendirmelidir (Pervin; John, 2006, s.208-210).

Rogers’ın bu görüşlerinin kendi kişisel deneyimlerini, özellikle çocukluk yıllar ı

boyunca ailesinden görmüş olduğu baskıyı, bu baskının kendisi üzerindeki etkisini ve birey

olabilme mücadelesini yansıttığı söylenebilir.

Page 263: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

256

İnsanlık koşullarında en çok görünen kişinin kendisi ile deneyimleri arasındaki

uyumsuzluğu Rogers görmüş olmasına rağmen, insan olmanın özerkliğinde, insana olan temel

inançları azalmamıştır.

Çoğumuz için trajedi kendi korunma sistemimizi çalıştırır ve mantıklı olmamızın

farkındalığını bize gösterir. Böylece, organik olarak farklı bir yöne gidebiliyor olsak da bilinç li

olarak bir yöne doğru hareket etmemizi sağlar. Rogers, insanlık adına mücadeleci ruhu

keşfettiği en önemli doktrini, kişiyi, insanlık adına ve etik olarak inceleyen, bilimi doğal olarak

değerlendirmeyip insanlık bilimi şeklinde tanımlayıp ona değer vermesidir.

Rogers’ın bu görüşleri doğrultusunda geliştirmiş olduğu kavramlar ise (Kramer, 1995,s.

31-39):

1- Var olma ya da Kendini Gerçekleştirme Eğilimi: Rogers, 1959’da insan varlığını

sürdürebilme nedeninin kendi gelişimi ve özerkliğinin devam ettirebilme çabasında yattığını

belirtmiştir. Bu amaçla insanın tüm yeterliliklerini geliştirmeyi sürdürmesinin önemine vurgu

yapmıştır.

2-Kendisi Olmak: İnsanın yaşadığı “an”, zaman dilimindeki deneyimlerini bilinç li

veya bilinçdışı taşıdığı yeri fenomolojik alan yani olağan üstü alan olarak adlandırmıştır. Bu

alanda gelişmeler olabilir, bu alanın bazı bölümlerinde değişiklikler olur ve o zaman bu kişinin

“kendisi”dir. “Kendisi olmak” Rogers’ın görüşlerinin ana merkezî yapısıdır.

3- Kendi İçinde Var olmanın Eğilimi: Var olmanın eğilimi, bilinen psikolojik formda

“self” (kendisi) ile bağlantılıdır. Böylece “self-actualizing tendency” (kendisi içinde

varolmanın eğilimi) şeklinde de değerlendirilir. Kişinin kendi hakkında bilinçli gözlemleri ile

ne olduğunun farkında olması ve tetikleyici güç sayesinde kazandığı deneyimler de kendisi ile

oluşturduğu tutarlılıktır.

4-Organizmanın Değer ve Değerlilik Koşulu: Kişinin dünyasında belirleyici olan

kişiler -ki; genelde bunlar ebeveynlerdir ve genelde, koşulsuz değer verme yerine, koşullu

olarak pozitif değer verme eğilimi gösterirler. Kişi, arzu ettiği değerleri seçer, onları kendine

mal eder ve “conditions of worth- değerlilik koşulunu” oluşturur.

Bu kavramlar Rogers’ın Fenomolojik yaklaşımın genel çerçevesini çizmektedir.

Daha önce hümanistik kuramın temel ilkelerinde ele alındaği gibi fenomen, kendini ve

dış dunyayı kendine özgu bir biçimde algılayan bir kişinin öznel yaşantısıdır(Yalom,1995,

s.113)). Bireyin davranışını biçimlendiren en önemli etken onun kendini ve çevreyi o andaki

anlamlandırış biçimi, başka bir deyişle bireyin o andaki fenomenidir.

12.2.1. Benlik Kuramı

Rogers duygu heyecan bozukluğu olan kişilerle çalışarak kuramını geliştirmişt ir.

Rogers’ın yaklaşımının en temel kavramı “benlik” kavramıdır.

Page 264: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

257

Rogers’a göre benlik “organize olmuş, tutarlı, karakteristik kimlik algılamalarından

oluşmuş bütünsel bir yapı içinde olan ve bu sayede bireyi diğerlerinden ayıran, hayatın farklı

yönlerini görerek diğerleri ile ilişki içinde yaşayabilen algılamalar”dır (Yalom, 1995, s.107-

108). Başka bir deyişle benlik, bireyin kendisini karakterize eden düşüncelerin, algıların ve

değerlerin tümüdür. Dolayısıyla bireyin kendisi ile ilgili “neyim” ve “ne yapabilir im”

farkındalığını içermektedir.

Rogers’a göre bireyin yaşantıları içindeki duygu ve düşünceleri ile kendine özgü bir

dünyası vardır. Bu dünyanın merkezi “ben” ile anlatım bulan kendisidir. Yaşamı boyunca birey,

benliğini sürdürebilme, ona yeni yönler katarak geliştirme ve kendini gerçekleştirme çabası

içindedir. Bireyin içinde bulunduğu durumlara kendini ve dünyasını nasıl algılıyorsa o şekilde

tepki gösterir. Gerçek, bireyin algıladığı biçimde yorumlanır ve bu yorum kendi ben kavramına

uygun olarak yapılır. Rogers’a göre, birey her yaşantıyı benlik kavramıyla ilişki içinde

değerlendirir. Ben bir tehlike yaklaşımı sezerse savunmaya geçer, algılama daralır ve katılaşır,

çabaya yönelik davranışlar ve savunucu mekanizmalar ortaya çıkar (Gençtan, 2004, s.92).

Ayrıca güçlü ve olumlu bir benlik kavramı olan kişi, dünyayı zayıf bir benlik kavramı

olan kişiden oldukça farklı görür. Benlik kavramının gerçeği yansıtması gerekmez; toplum

tarafından çok saygın biri olarak algılanan bir kişi kendini başarısız bulabilir. Rogers, kişinin

kendini algılama şeklinin onun diğer insanlarla olan ilişkisini ve tüm yaşantısını etkileyeceğini

belirtmiştir (Burger, 2006, s.424).

Rogers’ın üstünde durduğu diğer önemli kavramlardan bir diğeri “ideal benlik”tir.

İdeal benlik, bireyin nasıl bir insan olmak istediği yolundaki düşüncelerini ifade etmektedir.

Bireyin ulaşmak istediği ve sahip olduğu takdirde kendisini daha değerli bulacağına ilişk in

benlik yapısıdır.

İnsanlar benlik imgeleriyle tutarlı şekilde davranmak isterler; tutarlı olmayan yaşantı ve

hisler tehdit edicidir ve bilince kabul edilmeyebilir (Atkinson ve diğerleri, 2010, s.544). Bu tür

bir uyumsuzluk olduğunda kişi kendini gergin, karışıklık ve anksiyete içinde hissedecektir.

Bir kişinin benlik imgesiyle davranışları arasındaki uyumsuzluk ne kadar çok olursa

kişinin o kadar çok yaşantı alanının inkâr etmesi söz konusudur. Bu durumda da benlik ve

gerçeklik arasındaki farklılık artarken kendine ilişkin geliştirdiği olumlu duygularda

zedelenmeye başlamaktadır.

Page 265: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

258

Dolayısıyla bireyin benlik algılamasıyla yaşantı arasında ne kadar uyum olursa, düşünce

ve davranışları da o kadar tutarlı olmakta, kendine ilişkin benlik algısı zarar görmemekted ir.

(Atkinson ve diğerleri, 2010, s.544).

12.2.1. Kendini Gerçekleştirme

Rogers kişiliği en önemli motive edici gücün doğuştan gelen kendini gerçekleştirme

dürtüsü olduğunu belirtmiştir (Rogers, 1995, s.199). Bu dürtü çocukluk yaşantıları ve öğrenme

yoluyla desteklenebilir veya engellenebilir.

Çocuğun benlik duygusunun gelişiminde anne-çocuk ilişkisinin önemi üzerine

durmuştur. Eğer anne çocuğun sevgi ihtiyacını karşılamışsa ki, Rogers buna koşulsuz sevgi

(positive regard) adını vermiş ve sağlıklı bir birey olmanın temel koşulu olarak görmüştür. Eğer

anne çocuğuna sevgisini ancak yapacağı uygun davranışlar karşılığı verirse (Buna da koşullu

sevgi denmiştir), çocuk annesinin bu tutumunu içselleştirir ve buna uygun değer koşulla r ı

geliştirir. Bu durumda çocuk sadece belirli koşullar altında kendisini değerli hisseder ve

annesinin hoşnutsuzluğuna sebep olacak davranışlardan kaçınır. Sonuç olarak çocuğun benliği

bir bütün olarak gelişemez, çocuk bir kısmının reddedileceği korkusuyla benliğinin tüm

yönlerini açığa vuramaz (Burger, 2006, s.424).

Anne bu dönemde çocuğun davranışını önemsemeksizin, sevgisini ve kabulünü

çocuğuna göstermelidir. Bu şekilde koşulsuz sevgi alan çocuk değer koşulları geliştirmeyecek

ve ortaya çıkan benliğinin herhangi bir parçasını baskı altına almayacaktır. Birey ancak bu yolla

kendini gerçekleştirmeyi başarabilir.

Kendini gerçekleştirme psikolojik sağlık hâlinin en üst seviyesidir. Rogers’ın kavramı

Maslow’un kendini gerçekleştirme hâline ilke olarak çok benzemektir. Bu iki teori psikolojik

olarak sağlıklı insanın özellikleri açısından bir parça farklılık gösterir. Rogers’a göre psikolojik

olarak sağlıklı veya kendini tam olarak onaya koyan insanın özellikleri şöyledir ( Yalom, 1995,

s.23-45):

Tüm yaşantılara açıklık

Her anı dolu dolu yaşama eğilimi

“Olumlu İlgiye Olan İhtiyaç: Her kişinin diğerleri tarafından saygı görmeye

ve değerli bulunmaya ihtiyacı vardır.

*Kendilik Değeri İhtiyacı: Her bireyin kendini değerli hissetmeye ihtiyac ı

vardır.

“Değerin Şartları: Kişinin yaptığı davranışların bazıları olumlu sonuçlar

vererek onda memnuniyet yaratırken bazıdavranışları da olumsuz sonuçlar verir ve

memnuniyetsizlik yaratır.

Page 266: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

259

Kişinin başkalarının düşünceleri veya mantığı yerine kendi içgüdüleriyle

davranabilmesi yeteneği

Düşünce ve davranışta özgürlük duygusu

Yüksek düzeyde yaratıcılık

Rogers kendisini tam olarak kabul eden bireyi, kendini gerçekleştirmiş olarak değil,

kendini gerçekleştirmekte olan birey olarak tanımlamıştır. Yani benliğin gelişimi ileriye doğru

devam etmektedir.

Rogers insan potansiyeli hareketinde oldukça etkili olmuş, çalışmaları psikolojinin

insanileştirilmesine yönelik eğilimin önemli bir parçası olmuştur Rogers’ın kişilik teorisi,

özellikle benliğin önemi üzerinde durması oldukça olumlu karşılanmıştır. Rogers’ın kendini

gerçekleştirmeye yönelik doğuştan gelen potansiyel ve bilinçaltı güçlerin dışta tutularak öznel

bilinç yaşantıları üzerinde yaptığı vurgu açık olmayışları nedeniyle eleştirilmiştir (Kramer,

1995, s.31).

Hem teoriyi hem de terapiyi destekleyen çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bugün teori

ve terapinin klinik ortamlarda yaygın bir kullanımı vardır.

Rogers 1946 yılında APA’ya başkan seçilmiş ve Seçkin Bilimsel Katkı Ödülü ile Seçkin

Mesleki Katkı Ödülü almıştır.

Page 267: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

260

Uygulamalar

Araştırma Ödevi

Page 268: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

261

Uygulama Soruları

1) Bir bireyin kendini gerçekleştirebildiğinin göstergesi olan davranışlarına örnekler

veriniz.

2) İhtiyaçlar hiyerarşisinin insan yaşamındaki önemini tartışınız.

Page 269: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

262

Bölüm Soruları

1) Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde beslenme, açlık, susuzluk gibi ihtiyaçlar ın ı

karşılamış bir kişinin hangi ihtiyacının karşılanmasını bekler?

a) Sevgi ihtiyacı

b) Güvenlik ihtiyaçları

c) Kendini gerçekleştirme

d) Aitlik ihtiyacı

e) Başarı ihtiyacı

2) Maslow’un ihtiyaçlar hiyarşisinde başarılı olmak isteyen insan hangi ihtiyac ını

karşılamıştır?

a) Sevgi ve aitlik ihtiyacı

b) Güvenlik ihtiyaçları

c) Kendini gerçekleştirme

d) Potansiyelini ortaya çıkarma

e) Fizyolojik ihtiyaçlar

3) Kendini değerli bulan kişinin temel özelliği aşağıdakilerden hangisidir?

a) Aşırı kendine güvenen

b) İçine kapanık olan

c) Kendini anlayabilen

d) Her şeye ilgi duyan

e) Başkalarına göre kendini tanımlayan

4) Aşağıdakilerden hangisi kendine değer veren insanın özelliklerinden biri değildir?

a) İnsanın değerli bir birey olduğunu düşünmesi

b) İnsanın iyi özellikleri olduğunu düşünmesi

c) Başkaları ile ilişkilerini geliştirmeye çalışması

d) Kendine diğerlerinden daha fazla önemsememesi

Page 270: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

263

e) Çevresinin fikirlerini dikkate almaması

5) Carl Rogers kuramının temel kavramı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Kendini gerçekleştirme

b) İhtiyaç

c) Güven

d) Benlik

6) Hümanistik kuramcıların temel kavramı aşağıdakilerden hangisidir?

a) Fenomoloji

b) Kendini gerçekleştirme

c) İhtiyaç

d) Değer

7) İhtiyaçlar hiyerarşisine göre insan davranışlarının nedenlerini açıklayınız.

8) Carl Rogers’ın kuramına göre sağlıklı insan davranışlarının oluşumunu açıklayınız.

9) Maslow ve Rogers’ın “kendini gerçekleştirme” kavramını açıklayınız.

10) Abraham Maslow ve Carl Rogers’ın görüşlerinin temel özelliklerini yazınız.

Cevaplar

1) b, 2) a, 3) c, 4) e, 5) d

Page 271: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

264

13. BİLİŞSEL KURAM I

Page 272: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

265

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

13.1. Bilişsel Psikoloji

13.2. Bilişsel Kuramın Doğuşu ve Gelişimi

13.3. Bilişsel Kuramın Temel Varsayımları

13.4. Bilişsel Kuramın Temel Kavramları

13.5. Bilişsel Psikolojide Yönelimler

13.6. Bilişsel Psikolojinin Kurucuları: George Miller ve Ulric Neisser

13.6.1. George Miller

13.6.2. Ulric Neisser

Page 273: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

266

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) Bilginin insan yaşamındaki önemini tartışınız. Düşünmek modern insana ait bir

yeterlilik midir?

2) İnsan üretimi olan bilgisayarlar, insanın kendini modelleştirdiği araçlar mıdır?

3) Davranışlarımız zihnimizin ürünü müdür?

Page 274: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

267

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Bilişsel Psikoloji Bilişsel psikoloji davranışların

kaynaklarına ilişkin görüşlerini

söyleyebilmek

Literatür taraması, tartışma

Bilişsel Kuramın

Doğuşu ve Gelişimi

Bilişsel psikolojinin tarihsel gelişim

sürecini anlatabilmek

Bilişsel psikolojinin gelişimini

sağlayan olayları sıralayabilmek

Literatür taraması, tartışma

Bilişsel Kuramın

temel Varsayımları

Bilişsel kuramın temel

varsayımlarını söyleyebilmek

Literatür taraması, tartışma

Bilişsel Psikolojide

Yönelimler

Bilişsel psikolojinin gelişimine

bağlı olarak yöneldiği alanları

söylyebilmek

Literatür taraması, tartışma

Bilişsel Psikolojinin

Kurucuları: George

Miller

Bilişsel psikolojinin kurucularının

görüşlerini anlatabilmek

George Miller’in bilişsel

psikolojiye katkılarını

söyleyebilmek

Literatür taraması, tartışma

Bilişsel Psikolojinin

Kurucuları: Ulric

Neisser

Ulric Neisser bilişsel psikolojiye

katkılarını söyleyebilmek

Literatür taraması, tartışma

Page 275: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

268

Anahtar Kavramlar

Düşünme

Bilgi

Bilişsel Psikoloji

Bilgiyi İşleme Modeli

George Miller

Ulric Neisser

Page 276: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

269

Giriş

Bilişsel psikoloji, bilinç konusunu işlemesi sebebiyle psikolojinin hem en eski hem de

en yeni ekolü unvanını kazanmıştır. Çünkü bilinç, bilimsel bir bilim olmayan psikolojinin ve

modern bir bilim hâline gelen psikolojinin ortak konusu olmuştur.

İnsanın bilgiyi işleme süreçleriyle ilgilenmişlerdir.

Zihinsel süreçler incelenebilir. Doğrudan gözlenmese de davranışlar yoluyla dolaylı

olarak tahlil edilebilir.

İnsan edilgen değildir, anlamlandıran ve şekillendiren aktif bir sistemdir.

Bilişsel psikoloji 1950’lerden itibaren gündeme gelmiştir. Bilişsel (Kognitif)

psikologlar, insanı pasif bir yaratık olarak değil; algılayan, uyarıcıları işleyen, anlamlandıran

aktif bir sistem olarak görmüşlerdir. Çünkü onlara göre insanı diğer canlılardan ayıran en

belirgin özellik, insanın gelen uyarıcıları işleyebilme, anlamlandırabilme yeteneği olmuştur.

G. Miller (1920-2006 ) ve U. Neisser (1928- ) bilişsel psikolojinin resmî kurucular ı

sayılmasalar da bugün bilişsel psikolojinin dönüm noktası sayılan bir araştırma merkezi ve bir

kitapla alanın oluşacağı zeminin hazırlayıcıları olmuşlardır.

Noam Chomsky, Jerome Bruner, Ailen Newell, Herbert Simon ve George Miller gibi

bilişsel uzmanlar, 1956 Massachusett Institute of Technology’de düzenlenen “Bilgi Teoriler i

Sempozyumu” nda psikoloji’de devram sayılan anlayışı başlatan konuşmalar yaptılar.

Toplantıya katılanlar, psikolojik süreçlerin kavramsallaştırılmasını anlamlı bir şekilde

değiştiren yeni bir oluşumun başladığı izlenimini edindiler. George Miller (1979) toplantının

etkisini yıllar sonra “Sempozyumdan, insan deneysel psikolojisinin, teorik dil biliminin ve

bilişsel süreçlerin daha geniş bir bütünün parçaları olduklarına ve gelecekte bu alanlar ın

ilerleyerek genişleyeceklerine ve birlikte çalışmaya başlayacaklarına dair, rasyonel olmaktan

ziyade sezgisel bir inançla ayrıldım... Adını ne koyacağımı bile bilmeden önce bilişsel bilim

için 20 yıldan beri çalışıyorum.” cümleleri ile ifade eder.

Page 277: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

270

13.1. Bilişsel Psikoloji

Biliş, insan zihninin dunyayı ve çevresindeki olaylar ı

anlamaya yönelik yaptığı duyum, algı, imgeleme, hafıza, problem

çözme, düşünme vb. işlemlerin tumudur.

Başka bir ifade ile dıştan alınan uyarımların algılanması,

önceki bilgilerle karşılaştırılması, yeni bilgilerin oluşturulmas ı,

elde edilen bilgilerin belleğe depolanması, hatırlanması ile zihinse l

urunlerin nitelik ve mantık yönunden değerlendirilmes inin

toplamından oluşan zihinsel süreçlerdir (Eysenck; Keane, 1996, s

16).

Biliş kelimesi yaklaşık olarak düşünme ile eş anlamlıdır. Dolayısıyla duyusal veriler in

dönüştürüldüğü, indirgendiği, detaylandırıldığı, saklandığı, hatırlandığı ve kullanıld ığı

süreçlerdir.

Bilişsel psikoloji ise bireyin tüm bu süreçleri ile ilgilenerek davranışlarını açıklamaya

çalışmaktadır. Neisser’ın ifadesi ile bilişsel psikoloji; “Biliş terimi, duyusal girdiler in

dönüştürüldüğü, azaltıldığı, yeniden gözden geçirildiği, depolandığı ve kullanıldığı bütün

süreçlere işaret eder. Açıkçası, biliş insanoğlunun yapabildiği her şeyi içermektedir ve her

psikolojik fenomen bir bilişsel fenomendir.”

Bilişsel psikoloji bilginin algılanmasıyla anlamayla, düşünmeyle ve cevabın üretimi ve

formüle edilmesiyle ilgilenmektedir. Biliş; düşünme ile eş anlamlı değerlendirildiğinde ise

düşünen zihnin bilimsel yöntemlerle incelenmesidir.

Bu bağlamda bilişsel psikoloji (Schultz&Schultz, 2009, s 365):

İnsanın çevreye ilişkin bilgiye nasıl dikkat ettiğ, algıladığı ve onu nasıl edindiği,

Bu bilginin insan beyin tarafından nasıl işlendiği ve depolandığı,

Page 278: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

271

İnsanların problemleri nasıl çözdüğü, nasıl düşündüğü ve dilsel olarak nasıl formüle

ettiği ile ilgilenmektedir.

Bilişsel psikoloji, duyumdan algıya, ilişkileri tanımaya, dikkate, bilince öğrenmeye,

belleğe, kavram oluşturmaya, düşünmeye, zihinde canlandırmaya, hatırlamaya, dile, zekâya,

duygulara ve gelişime kadar tüm psikolojik süreçleri kapsamaktadır. Dolayısıyla bilişse l

anlayışa sahip uzmanlar, insanoğlunun tüm karmaşık davranışlarını zihinsel dinamik le r

çerçevesinde incelemektedir (Eysenck; Keane, 1996, s.466).

Bilişsel psikoloji, “Bilgi nasıl alınır, depolanır, dönüştürülür ve kullanılır?, Bilinç

nedir?, Bilinçli fikirler kaynakları nelerdir?, Bellek ve algının işleyiş prensipleri nedir?,

Düşünme nedir?, Bu yeterlilikler nasıl gelişir?” gibi sorular sorarak insan davranışlar ını

tanımlamaya ve bu doğrultuda psikolojinin tahmin - kontrol süreçlerine ilişkin görüşler

sunmaktadır.

13.2. Bilişsel Kuramın Doğuşu ve Gelişimi

İnsanın yaşamını sürdürülmesi yaşamla ve çevreyle alakalı bilgiler edinmesine bağlıd ır.

Bu bilgilerin kazanılması ile başlayarak bilgiyi saklamayı ve ihtiyaç duyulduğu zaman ortaya

çıkırılarak uygun şekilde kullanımını insanlar nasıl yapabilmektedir? Aslında bu cümlele r

psikolojinin kendi tarihsel sürecinde çeşitli teorilerle cevap bulmaya çalıştığı en temel sorudur

yani “İnsan davranışları nasıl kazanılmaktadır?”. Bilişselci bakış açısı ile bu soruyu “Bilgi

nereden geldi?”, “Zihinde temsili nasıl?”, “Bu bilgi nasıl saklanıyor ve kullanılıyor?”, “Bu

dinamiklerin zihinsel prensipleri nelerdir?” şeklinde sorulara dönüştürerek detaylandırabiliriz.

Bu sorunun cevapları 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren psikoloji biliminin ulaşmış

olduğu bilimsel anlayışta, davranışların ve zihnin incelenmesi ile davranışlara yön veren

“bilginin kazanılması” süreçlerinin açıklanmasını içermektedir.

İnsanlık tarihinin “bilginin kazanımına” ilişkin görüşleri de kendi gelişimine paralel

olmuştur. Bu bağlamda iki temel anlayış doğrultusunda araştırmaların yürütüldüğü

görülmektedir. Birinci anlayış kalıtımsal dinamikler açısından “beynin doğuştan gelen

özellikleri” ile bilginin kazanımını açıklarken diğeri bilginin kazanımını yaşantılar ın,

deneyimlerin sonucu kazanılan bir yeterlilik olarak açıklamaktadır.

Bilgilerin kazanılmasını doğuştan süreçlerle

açıklayan uzmanlar yaşantılarımızı, deneyimlerimizi

düzenleyen birtakım kategoriler bulunduğunu

savunmaktadır.

Deneyimlerinizin bu “bilgiyi” size getirdiğine

şüphe yoktur. Fakat bu teoremi öğrenmeden önce

üçgenler bilgisi sizin sinir sisteminiz içinde yer almakta

mıydı? Doğuştançılar duyusal deneyimimizi düzenleyen

önceden mevcut kategoriler bulunduğunu ileri

Page 279: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

272

sürmektedir: Hafıza süreçleri gibi. Çünkü bir yaşantıyı deneyimlemiş olmanız, o yaşantı ile

ilgili bilgiyi öğrendiğiniz anlamına gelmemektedir.

Bilginin kalıcılığından ve ihtiyaç duyulan zamanlarda kullanımından, yani önceki

davranışların deneyimlerle sürekli gelişebilmesinden bahsediliyorsa bilgilerin bir şekilde

düzenlenerek, organize edilerek saklanması gerekmektedir. Dolayısıyla insanın doğuştan

birtakım yeterlilikleri olması gerekmektedir. Bununla birlikte deneyimlemediğiniz sürece

depolanacak bilgi de olmayacaksa her iki anlayışında bir bakıma doğru ve iç içe süreçleri ifade

ettiğini söylemek mümkündür. Bir başka ifade ile deneyimler, bilgiye yol açmaktadır ve

deneyimler kendilerinden kavramlar üreten ve değerlendirme yapabilen bir beyne ihtiyaç

duymaktadır. Bu beynin o bilgiyi organize etme süreci davranışlar olarak karşımıza

çıkmaktadır. Bu durum insanın yaşamı boyunca dinamik bir şekilde olarak devam etmektedir.

Dolayısıyla doğuştancıların ve deneyimcilerin (emprikçiler) görüşleri birinin diğerine

üstünlüğü olmaksızın bilginin edinilmesinde aynı derecede önemlidir.

Bilgi çağı olarak kabul edilen bir dönemde bu döngüsel ilişki açıklamala r ına

ulaşabilmek yalnızca psikoloji değil tüm bilim dallarının gelmiş oldukları düzey dikkate

alındığında kolay olabilmektedir. Bir başka ifade ile elde edilen bilgilerin gelişmişl iği

doğrultusunda “bilgi edinimine” ilişkin böylesine açıklamalar yapabilmek insanlığın tarihse l

süreçleri düşünüldüğünde çok kolay gözükmektedir (Solo, 2007, s.14).

İnsanın bilgi edinmeye / davranışlarına ilişkin tanımlama ve açıklama çabalarının

psikolojinin bir bilim dalı olarak kabul edilmesinden çok daha önceki dönemlere gittiğini

belirtmiştik (Bkz. 1. Bölüm). Bu bağlamda filozof ve düşünürlerin tartışma konularının bilgi,

bilginin edinilmesi ve düşünme ile ilgili olduğu görülmektedir.

Aristoteles, kalbi zekânın merkezi olarak değerlendirmiş ve beynin kan ve kalbi

soğutmak görevini üstlendiğini; Alcmaeon ve Herophilus, beynin zekânın kaynağı olduğunu

ifade etmiştir. Hipokrat, beyni duyguların merkezi olarak tanımlamış; Galenos beynin ve sinir

sisteminin davranışları kontrol ettiğini, Descartes ise, beynin ruhun fonksiyonlar ını

gerçekleştiren bölge olduğunu ileri surmuştur. Rönesans döneminde ise bilginin beyinde

yerleşmiş olduğu düşünülmüştür.

Page 280: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

273

Bilginin yapısını ve yerini grafiklerle gösterme yoluna

gitmiştir (Robert Fludd). Yukarıdaki şekilde, bilginin fizikse l

duyuların (mundus sensibilis-dokunma, tatma, koklama, görme ve

işitme) yanı sıra ilahî kaynaklar (muri’ dus intellectualis- Deus)

yoluyla kazanılmış olduğu gösterilmektedir.

Beynin çalışmasına ilişkin bilimsel nitelikte çalışmalar ise

ancak 16. ve 17. yuzyıllarda başlanmıştır. Bu yuzyıllarda yaşayan

anatomistler beynin farklı işlevleri yerine getiren bölumleri olduğunu bulgulamışlar ve

literature cerebrum -serebrum-, diğer bir ifadeyle beyin; cerebellum -serebellum- diğer bir

ifadeyle beyincik ve medulla oblongata -medulla-, diğer bir ifadeyle beyaz madde kavramlar ını

kazandırmışlardır. 17. yuzyılda Thomas Willis, beyindeki sinir ağları ve kan damarlarının

yapısını ortaya koymuştur. (www.stanford.edu/class/history/3/earlyscience/ab/ body, 10 Kasım

Page 281: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

274

2008). 18. yuzyılda Avusturyalı fizikçi Franz Joseph Gall, ortaya koyduğu frenoloji -

phrenology- adlı teoriyle; kişilik, algı ve zekânın tamamen beyinde konumlandığını

savunmuştur (http://www.phrenology.org/intro.html, 07 Ekim 2008).

18. yüzyıl ise daha çok felsefi düşünceler özellikle empiristlerin -deneycilerin- yoluyla

bilginin kazanımının açıkalandığı bir dönemdir.

Örneğin, John Locke “An Essay Concerning Human

Understanding” (“İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme”) adlı

kitabında bilgi kuramını, bilginin olanaklarını, kaynaklarını ve

sınırlarını sorgulamakta; insan bilgisinin kesinliği ve genişliğini

araştırmaktadır. “Doğuştan bilgi yoktur” düşüncesi, sloganı

hâline gelmiş, hatta 1920’li yıllardan itibaren etkisini uzun yıllar

devam ettiren davranışçı ekolün felsefi temellerini hazırlamışt ır.

Locke “Ne zaman duşunmeye başlarız?” sorusuna, “Duyum

bize bunun için gereken malzemeyi verdiği zaman.” cevabını

vermektedir. John Locke’un görüşleri ise Berkeley, Hume ve

Kant’ı derinden etkilemiştir.

Page 282: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

275

Bilginin biricik kaynağı olarak görduğu deneyi ise Locke, dış deney (duyum) ve iç

deney (duşunce) olmak uzere ikiye ayırır. Dış deneyin konusu, dışımızdaki algılanab ilen

nesnelerdir. İç deneyin konusu ise, ruhun içinde olup bitenlerdir. Locke’a göre, kendi öz

varlığımıza ait, sezgiye dayanan dolaysız bir bilgimiz vardır.

Ona göre, duyumsamadan önce duşunemeyiz; yani, daha önce duyumda bulunma yan

hiçbir şey anlıkta bulunamaz. Kısacası, duşunce tamamen duyuma bağlıdır ve zihin tamamen

pasiftir. Locke, duyumları, nesnelerin kendisini yansıtmak bakımından birincil ve ikincil

nitelikler olmak uzere ikiye ayırır. Buyukluk, şekil, sayı, durum, hareket, nufuz edilemezlik

gibi matematiksel ve zaman-mekânla ilgili olduğu için fiziksel addedilen birincil nitelik ler

dediği duyumlar nesneye aitolup gerçeğin yansılarıdır. Zira bunları ortadan kaldırdığımızda

nesnenin kendisi de ortadan kalkar. Renk, ses, koku, tat, sıcaklık-soğukluk, sertlik-

yumuşaklık gibi nesneye değil, özneye ait olan (duyu organlarımızın yapısıyla ilgili olan)

ikincil nitelikler dediği duyumlar ise, gerçeğin yansıları değildir; rastlantısaldır. Bunlar,

algılayandadırlar. Yani, bunların nesnelerin niteliği olarak algılanmaları, algılayanın

anlığının etkileniş biçiminden başka bir şey değildir.

Locke’un bu görüşleri her ne kadar felsefi olup bilimsel metodoloji ile üretilmemiş

olsalar da günümüzdeki modern psikolojinin birçok varsayımlarına yakındır.

19. yüzyıl ise deneysel sonuçlara dayanan bir disiplin oluşturma yolunda başlangıç

sayılmaktadır. Bu dönemde birçok uzmanın deneysel çalışmalar yolu ile bilginin kazanılmas ını

araştırdığını görmekteyiz: Gustav Fechner, Franz Brentano, Hermann Helmholtz, Wilhelm

Wundt, G. E. Müller, Oswald Külpe, Hermann Ebbinghaus, Sir Francis Galton, Edward

Titchener ve William James.

Bu dönemde çalışmalar zihnin yapısı ve zihnin süreçleri ile davranışlar olmak üzere iki

farklı yoldan ilerlemiştir. Zihnin yapısı ile ilgili çalışmalar Almanya’da Wundt ve Amerika’da

Titchener’in liderliğinde, süreçler ve davranışlar ilgili çalışmalar ise Avusturya’da ise

Brentano’nun önderliğinde devam etmiştir (Solo, 2007, s.16-18)

Aynı dönemlerde Wundt’un teorisini eleştiren, Amerika’da ilk psikoloji laboratuvar ını

kurucusu William James, bir zihin modeli geliştirmiş 1890 yılında psikolojiye yön veren

Prindples of Psychology adlı kitabını yayınlamıştır. James psikolojinin ana konusunun, dış

dünyadaki nesnelere ilişkin deneyimlerimiz olduğunu düşünmüştür.

James’in çağdaşları, F. C. Donders ve James Cattell zihinsel işlemler için gerekli olan

süreyi tespit etmenin bir yolu olarak kısa görsel sunumların algılanmasına dayanan deneyler

düzenlemişlerdir. Donders ve James Cat-tell’in yazılarında genellikle anlattıkları deneyler,

bugün bilişsel psikoloji olarak nitelendirdiğimiz konular yer almaktadır.

Bununla birlikte 20. yüzyıl davranışçı ekoldeki değişimler ile Gestalt ekolü bilginin

kazanılmasına ilişkin büyük bir dönüşümü başlattı.

Page 283: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

276

19. yüzyıl sonunda dikkat, bilinç, bellek ve düşünme gibi içsel zihinsel yapılar ın

araştırılması ile ilgili kuramsal yaklaşımlar önemini yitirirken davranışçıların daha çok

hayvanların gözlenebilir davranışlarını araştırması tercih edildi. Böylelikle uzun bir süre -

yaklaşık 50 yıl- davranışın temelleri olan zihinsel süreçler üzerinde çalışılmamış oldu.

1932’de, bilişsel devrimden birkaç yıl önce Berkeley’deki California Üniversitesi’nde

öğrenme psikologu olan Edward Tolman bilişsel harita kavramını geliştirdi. Tolman’ın “İşaret-

Gestalt Kuramı”nda (farelerle ilgili deneyleri) hayvanlar (farelerin), bir sürü farklı başlangıç

noktasından hedefe (yiyecek) ulaşmak üzere çevrenin bir resmini oluşturmaktadırlar yani

zihinsel haritalarını kullanarak hedeflerine ulaşmaktadırlar göstermiştir. Deney hayvanlarının

içsel haritaları gerçekte, kendi çevresiyle ilgili bilginin temsilidir (Schultz& Schultz, 2007,

s.691-694).

1932 yılında Cambridge Üniversitesi’nden Sir Frederick

Bartlett, “Remembering” adlı kitabını yazdı. Bartlett 19.

yüzyıldan 20. yüzyılın ortalarına kadar Almanya’da popüler olan

Ebbinghaus’un öncülüğünde yapılan ve deneysel psikolojide

gündemde olan unutma ve bellek konularında anlamsız hecelerin

kullanılmasına karşı çıkmıştır. Bartlett, insan belleğini doğal

şartlarda, anlamlı ve zengin bir materyal kullanarak araştırmanın

daha anlamlı bir sonuç vereceğini öne sürmüştür. Bartlett, bir

deneyimin özünü belirleyen tema olarak şema kavramını ortaya

atmıştır.

Amerika’da Tolman’ın ve İngiltere’de Bartlett’in çalışmaları, davranışçılığın egemen

olduğu yıllarda eleştirilmiş olsa da bilşsel psikoloji alanında takdir edilen çalışmalar olarak

görülmüştür.

Bilişsel psikoloji daha net bir şekilde kurulduğu için, 1930 ve 1940’larda gündemde

olan psikolojinin alt alanlarından farklıydı. 1956’da George Miller, bilişin deneysel olarak

değerlendirilmesini ön plana çıkaran, “The Magical Numbers: Seven, Plus or Minus Two: Some

Limits on Our Capacity for Processing Information” adlı bir dönüm noktası niteliğinde olan

makalesini yayımladı. Bu nörobilişsel devrimin nedenini açıklayan en önemli etkenler olarak

(Solo, 2007, s.23-24);

• Davranışçılığın başarısızlığı,

• İletişim teorisinin ortaya çıkması,

• Modern linguistik (dil bilim),

• Bellek çalışmaları,

• Bilgisayar bilimi ve diğer teknolojik gelişmeler,

• Bilişsel gelişim alanındaki çalışmalar sayılabilir.

Page 284: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

277

13.3. Bilişsel Kuramın Temel Varsayımları

Bilişsel psikoloji (Miller, 2007, s.302; Senemoğlu, 2009, s.265-267)

1. İnsan beyninin temel işlevi bilgi işlemdir;

2. İnsan beyni hem yapı hem de kaynak kullanımı açısından sınırlı kapasiteye sahiptir;

3. Bilgi işleme süreci aktiftir; görüşleri ile insanın bilgi edinme sürecini incelemekted ir .

Dolayısıyla kuramın ana fikri, psikolojinin konusunun “içsel süreçler” olduğudur. Bu

doğrultuda temel varsayımı, insanda soyut bir nitelik olan zihnin varlığıdır ve zihnin sembolik

düşünebilme yeteneğidir.

Bilişsel psikoloji, dış dünyadan gelen uyaranlara yapılan tepkileri oluşturan zihinse l

süreçler olduğunu ve bunların bilimsel yöntemlerle araştırılabileceğini kabul etmektedir.

Kısaca bilişsel kuram, insanın bir yandan dış dünyayı algılama ve zihninde tasarımlama

süreçlerini, bir yandan da o tasarımlara göre eylemlerini oluşturma süreçlerini araştırmaktad ır

(Schultz&Schultz, 2007, s.708-709).

Bilişsel uzmanlar, dikkat, algı, bilginin sembolleştirilmesi (dil), bellek, düşünme, ,

hatırlama, dil gibi psikolojinin temel alanlarına ilişkin kavramları, araştırma ve teorik

yaklaşımları kullanmaktadır (Schunk, 2011, s,516).

13.4. Bililişsel Kuramın Temel Kavramları

1- Dikkat: Organizmanın duyum eşikleri içerisinde giren birçok uyarıcı olmasına

rağmen yine de organizma her uyarıcıyı diğerleri içinde seçemeyebilir. Dikkat, duyum eşiğine

giren birçok uyarıcıdan birisine veya birilerini diğerlerinden ayırma, ona yoğunlaşma

kapasitesidir. Bir başka ifade ile psiko-fizik enerjinin bir nokta üzerinde toplanmasıdır. Bir

durumu, bir nesneyi ya da bir problemi çözmeye yönelik organizmanın hazır bulunuşluk hâlidir.

2- Algılama: Dikkat edilen uyarıcının ne olduğunun anlaşılması ve uyarıc ının

yorumlanıp anlamlandırılması sürecidir. İnsanın dış dünyadaki soyut / somut nesnelerle ilişk i

kurması, bunlar hakkında birtakım yargılarda bulunması, bu nesnelere ilişkin belli bir davranış

ortaya koyması, bu nesneleri algılaması ile başlar. Dış dünyamızdaki soyut / somut nesnelere

ilişkin olarak aldığımız duyumsal (sensible) bilgi (information) algılamadır. (İnceoğlu, 2010, s.

68) Algılamanın gerçekleşmesinde duyu organlarının önemli bir yeri ve işlevi bulunmaktad ır.

Algılama sürecinde, Gestalt ekolünün algı ilkeleri doğrultusunda uyaranlar fark edilmekted ir

(şekil-zemin, benzerlik vb.) Ayrıca bireyin gereksinimleri ve onlardan kaynaklanan güdüler i,

bireyin bilgi birikimi ve deneyimlerinin de algılama sürecinin işlemesinde önemli rol oynadığı

bilinmektedir.

3- Öğrenme: Bilişsel kuramlara göre öğrenme, doğrudan gözlemlenemeyen zihinsel bir

süreçtir. Bu bilişsel kuramcılar daha çok anlama, algılama, düşünme, duyuş ve yaratma gibi

Page 285: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

278

kavramlar üzerinde dururlar. Bilişsel kuramlara göre, öğrenme bireyin çevresinde olup

bitenlere bir anlam yüklemesidir.

4- Unutma: Bilişsel uzmanlara göre bilginin zihinde yanlış şekilde ya da yanlış yerlere

kodlanmasıdır. Bilginin organize edilmesi yani örgütlenmesi sürecinde hata yapılması sonucu,

bilginin tekrar zihne çağrılamaması ya da bozulmuş olarak çağrılabilmesidir.

5- Dil: İnsanın bilgiyi sembolleştirme kapasitesinin sonucu, bilgiyi semboler, simge ler

aracılığı ile ifade etmesi ve kullanmasıdır.

6- Düşünme ve Problem Çözme: Düşünme, zihnin bir işlevi veya bilginin işlenmesi

sürecidir. Bilginin işlendiği yönlendirilebildiği, problem çözmeyi sağlayan ve yapısal düzeyde

yeni bir zihinsel temsilin oluşmasına neden olan içsel bir süreçtir.

Genel olarak düşünme, insanın sembol, imge ve kavramları kullanarak bazı olaylar ı

zihninden geçirmesi, akıl yürütmesi ve problem çözmesidir. Problem, birey için öğrenilmes i,

düşünülüp çözümlenmesi ve bir sonuca bağlanması gereken durumdur. Problem çözme ise bir

engelle karşılaşan bireyin problemin unsurları arasındaki bağlantıları görerek çözüm yolunu

bulmasıdır (Schunk, 2011, s.196).

7- Bellek: Organizmaya gelen bilginin bazılarının dikkat edilip algılandıktan sonra

ihtiyaç duyulduğu anda tekrar hatırlanabilmesi için depolanması gerekmektedir; bilginin

depolama süreci ve zihinde depolandığı bölümler bellek olarak adlandırılmaktadır. Bellek,

uyaranların algılanması, düzenlenmesi, saklanması ve gerektiğinde hatırlanması, kullanılmas ı

sürecidir ve bireyin kendi yetenekleri, güdüleri, inançları, tutumu ve tecrübelerinden

edindikleriyle etkilenen bir karar verme sürecidir.

Bu ilkeler doğrultusunda insan algısının doğasını, düşünmeyi ve dünyayı anlamayı

yansıtan bir sistem geliştirmek amacıyla, bilişsel uzmanlar kavramsal modeller tasarlamışlard ır.

Bu modeller, bilişin işleyişini ve yapısını betimleyen gözlemlere dayanmaktadır. Bilişse l

psikolojiye bilgi- işleme modeli hâkim olmasına rağmen, bilişsel bilimi oluşturmak için,

nörobilim ve bilgisayar bilimini içeren diğer modeller de bilişsel psikolojiye dâhil edilmiştir.

13.5. Bilişsel Psikolojide Yönelimler

Bilişsel psikoloji, zihin süreçlerine vurgu yapan klasik deneysel psikoloji

araştırmalarının devamıdır. Fakat yeni gözlem teknikleriyle nörolojide ve bilgi işlem

tekniklerindeki gelişmeler, davranışın bilişsel süreçlerinin anlaşılması için yeni alanları ortaya

çıkarmıştır. Bu alanlar:

Bilişsel bilim: Merkezinde, hipotez gibi bir açıklama girişimi olan modelleme

bulunmakatadır. Modeller, varsayım gibi sınanmak üzere ortaya konmazlar. Model, zaten

bilinen ve işleyen bir sistem olarak vardır. Dolayısıyla bilinen modelin kullanılarak bilinmeyen

zihin sisteminin anlaşılmaya çalışılmasıdır. Model kullanmanın mantığı şudur: “Zihnin,

modeller gibi işlediği düşünülürse davranış olguları ne dereceye kadar anlaşılabilir?” Bu

nedenle, model, bilim adamının bağlandığı bir açıklayıcı önermeler topluluğu olan teoriden

Page 286: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

279

farklı bir şeydir. Model, tatmin edici bir teoriye ulaşma yolunda kullanılan bir anlama aletidir.

Araştırıcı, bir teori kurunca onu başkalarının sınama işlemlerine sunar. Oysa modeli, anlamak

istediği esas sistemi analoji yoluyla anlamak için kullanır (Eysenck, Michael; Keane, 1996,

s.466). Dolayısıyla modeller bu amacı yerine getirebildiği ölçüde kullanılır; açıklanacak

olayların karmaşıklığının modelin yeterliliklerini aştığı noktada bırakılır. Matematikse l

modeller, kompüter modeli, hatta davranışları doğuran sistemi daha iyi bilinen bir hayvanın

davranış sistemi, bilmediğimiz insanın davranış sistemini anlamak için anlamaya aracılık eden

bir model gibi kullanılabilir (Özakpınar, 2014, s.157-163).

Bilişsel nöropsikoloji: Nöropsikoloji nörologların, psikiyatırların, psikologların ve

nörofizyologların ortak ilgi alanıdır. Beynin belirli yapıları ile zihinsel süreçlerle ilişk is i

üzerinde durulmaktadır. Normal zihinsel işlevlere ilişkin bilgilerin yanı sıra beyin hasarları ve

beynin patolojik değişmeleri sonucunda meydana gelen davranış bozukluklarına ilişkin bilgiler i

de değerlendirmektedir (Eysenck, Keane, 1996, s.12)

Bilişsel sinirbilim: Nörofizyologlar, beynin yapısına ve beyin yapılarının işlevle r ine

ilişkin önemli bilgiler ortaya koymuştur. Bu yapı ve işlevler içerisinden psikolojik davranışlar ı n

nedenlerini ortaya koyan sistemi inceleme işidir. Başlıca teknikler şunlardır: Uyaranın beyin

etkinliği düzeyini değiştirici etkisini göstermeye yarayan elektriksel etkinliklerin EEG ile kafa

derisinden kaydedilmesi (ERP: event-related potentials); çeşitli zihinsel etkinlikler yaparken

beynin hangi yapılarının harekete geçtiğini görüntüleme (PET: positron emission tomography);

beyindeki yapısal değişmeleri ve zihinsel etkinliklere bağlı işlevsel görüntüleme ( fMRI:

functional magnetic resonance imaging). Bu verilerin beyin-zihinsel işlev ilişkisini anlamak ve

psikolojik teoriyi biyolojik zemine oturtmak için teorik düşünce ile yorumlanmasıdır.

13.6. Bilişsel Psikolojinin Kurucuları: George Miller ve Ulric Neisser

13.6.1. George Miller

George Miller’da bilişsel psikolojisinin kurucusu sayılana Neisser gibi başlangıçta

psikoloji eğitimi almamıştır; kariyerine Alabama Üniversitesi’nde İngilizce ve konuşma

alanlarında başlamış ve konuşma alanında yüksek lisans yapmıştır. Alabama’da öğrenciyken

psikolojiyle ilgilenmeye başlamasının ardından “Psikolojiye Giriş” dersini 16 sınıfa birden

vermeye başlamıştır ki daha önce hiç psikoloji dersi almamıştır. Miller daha sonra Harvard

Üniversitesi psikoakustik laboratuvarında sözel iletişimdeki problemler üzerinde çalışmaya

devam etmiş, 1946 yılında doktora derecesini alarak psikolinguistik üzerine çalışmalar ını

sürdürmüştür. Bu çalışmaların sonrasında da Dil ve İletişim isimli kitabını yayımlamış t ır

(Schultz&Schultz, 2007, s.698).

Miller davranışçılığı psikolojideki temel düşünce ekolü olarak kabul etmiştir.

Davranışçıların hâkim olduğu akademik çevrede yer edinebilmek için Neisser gibi Miller’in de

başka bir seçeneği yoktur. Davranışçılar büyük üniversite ve mesleki organizasyonlardak i

bütün mevkilere yayılmışlardır.

Page 287: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

280

Miller’ın davranışçı ekole ilişkin görüşlerinin değişimi ise 1950’lerin ortalarında

istatistiksel öğrenme teorisini, bilgi teorisini ve zihnin bilgisayar temelli modeller ini

derinlemesine araştırmasından sonra başlamıştır. İnsan zihninin işleyişi ile bilgisayarlar ın

çalışma tarzı arasındaki benzerliklerden de oldukça etkilenen Miller’in bilişsel psikoloji alanına

yaklaşmıştır. Ayrıca ilgilerinin değişmeye başladığı bu dönemde laboratuarlarda hayvanlar la

deney yapmasına engel olan hayvan tüyüne karşı geliştirmiş olduğu alerji reaksiyonu,

davranışçılığın egemen olduğu bu dünyada, akademik çalışmaları için dezavantaj teşkil

etmiştir. Miller bu durumun kendisi üzerinde yaratmış olduğu baskıyı ( Schultz&Schultz, 2007,

s.698) “Güç, saygınlık, otorite, ders kitapları, para… Psikolojideki her şey davranışçı ekol

tarafından sahiplenilmiş. Bizlerden bilimsel psikolog olmak isteyenler gerçekte

davranışçılığa karşı gelemez. Yoksa iş bulamazsınız” sözleri ile ifade etmiştir (Miller,

Baars’dan alıntı, 1986. s.203Aktaran Schultz&Schultz,2007, s.699))

Bununla birlikte aslında Miller’de kendi neslinden olan psikologlar gibi yenilikçi ve asi

bir ruhla kendisine öğretilen ve uygulamada olan psikoloji türüne karşı çıkmaya ve yeni bir

yaklaşım sunmaya hazırdır.

Bilişsel Araştırmalar Merkezi: Miller meslektaşı Jerome Bruner ile birlikte, insan

zihnini araştırmak amacıyla Harvard’da bir araştırma merkezi kurdu. (1960 yılında

üniversiteden bu amaçla kendilerine verilen ev, William James’indir). Miller ve Bruner, “biliş”

kelimesini çalışma konularını belirtmek amacıyla seçti, bu çalışmaları yaptıkları yere de

“Bilişsel Çalışmalar Merkezi” adını verdiler (Schultz&Schultz, 2007, s.700).

“Biliş” kelimesini kullanarak kendimizi davranışçılıktan uzaklaştırmış oluyorduk.

Zihinsele benzer bir şey istiyorduk fakat “zihinsel psikoloji” son derece aşırı görünüyordu.

“Sağduyu psikolojisi” bazı antropolojik araştırmaları ve “halk psikolojisi” ise Wundt’un

sosyal psikolojisini işaret ederdi. Bu durumda kendi düşüncenizi etiketlemek için hangi

kelimeyi kullanırdınız? Biz “biliş” kelimesini seçtik (Miller, Baars’dan alıntı, 1986, s.210).

Merkezdeki iki öğrenci hiç kimsenin onlara bilişsel kelimesinin manasını tam olarak

anlatmadığını ve neyin taraftarı olup neye karşı çıktıklarından bahsetmediğini

hatırlamaktadır. Merkez “herhangi özel bir şey için değil, bir şeylere karşı çıkmak için

kurulmuştu. Asıl önemli olan, önemli olmayandı” (Norman & Levelt, 1988, s. 101’den

aktaran Schultz&Schultz, s.699).

Bilişsel psikolojinin devrimsel niteliklerine rağmen Miller bu hareketin gerçek bir

devrim olduğuna inanmamıştır. Miller’e göre bu hareket, yavaş bir ilerleme ve birikimle ortaya

çıkan bir gelişimdir. Miller, bilişsel psikoloji devrimsel olmaktan çok evrimseldi. Miller’e göre

psikolojinin davranışla olduğu kadar zihinsel yaşantıyla da ilgilendiğini kabul eden ve

doğrulayan sağduyu psikolojisine bir tür geri dönüştür (Schultz&Schultz, 2007, s.701).

Bilişsel Çalışmalar Merkezi’nde çok sayıda konu üzerinde araştırma yapılmıştır. Bu

konuların çoğu davranışçıların terminolojisinde olmayan dil, hafıza, kavram oluşturma,

Page 288: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

281

düşünme ve gelişimsel psikoloji konulardır. Miller daha sonra Princeton Üniversitesi’nde bir

bilişsel bilimler programı oluşturmuştur. Bu alanda gösterdiği çabaların kabullenilmesiyle 1969

yılında APA’nın başkanı seçilmiş ve Seçkin Bilimsel Katkı Ödülü ile Yaşam Başarısı İçin

Psikoloji Uygulamaları Altın Madalyası’nı almıştır.

13.6.2.Ulric Neisser

Neisser 1967 yılında, “alanı kuran ve adını veren” Bilişsel Psikoloji isimli kitabını

yayımlamıştır. (Goleman, 1983, s.54). Kitap, psikolojiyi davranışçılıktan uzaklaştırmaya ve

bilişsel anlayışa yakınlaştırmakla kalmamış Neisser’ın de bilişsel psikolojinin “babası” olarak

tanımlanmasını sağlamıştır. Neisser’ın nasıl bir psikolog olduğunu ve nasıl bir psikolog olmak

istediğini anlattığı kitabı, aslında yeni psikolojiyi ve insana yaklaşımını tanımlamaktaydı.

Neisser, bilişsel terimini “duyusal verilerin dönüştürüldüğü, indirgendiği,

detaylandırıldığı, saklandığı, hatırlandığı ve kullanıldığı” süreçler açısından tanımlamıştı. Ona

göre “Biliş, insanoğlunun yapabilmesi mümkün olan her şeyi kapsıyordu” (Solso, 2007, s.7).

Bu nedenle bilişsel psikolojinin ilgi alanı duyum, algı, hayal kurma, hafıza, problem çözme,

düşünme ve diğer tüm zihinsel faaliyetlerdi.

İlk kitabından dokuz yıl sonra Biliş ve Gerçeklik isimli kitabında, bilişsel düşüncenin

daralmasından ve yapay laboratuvar ortamlarından veri elde etmesinden duyduğu

memnuniyetsizliği “artık yanlış bulduğu bir düşünceden uyanmış olduğunu” belirterek ifade

etmiştir. Neisser’a göre bilişsel psikoloji hareketi, insanların gerçek dünya problemleriyle nasıl

uğraştıklarına ilişkin bir anlayışa çok az katkıda bulunabilmiştir.

Aslında Nesisser’ın Harvard’da fizik üzerine aldığı eğitimle başlayan akademik hayatı,

George Miller’den etkilenmesi ile psikoloji alanında sürmüştür. Bilgi teorisi ile tanışmasını ilk

olarak aldığı “iletişim psikolojisi” dersi sağlamıştır.

Nesisser’ın çalışmalarına yön veren diğer bir kaynak da Koffka’nın Gestalt

Psikolojisinin İlkeleri adlı kitabıdır. Neisser 1950 yılında Harvard’dan mezun olduktan sonra

yüksek lisans için gittiği Swartmore’da Gestalt psikologlarından Wolfrang Köhler’in

gözetmenliğinde çalışmıştır.

Yüksek lisansın ardından doktora için tekrar Harvard’a dönmüş ve 1956’da doktora

eğitimini tamamladı (Schultz&Schulzt, 2007, s.701-702).

Bilişsel yaklaşıma doğru giderek artan bir ilgiye rağmen davranışçılığın hâkim olduğu

akademik çevrede, akademik kariyer için Neisser da davranışçılık alanında çalışmış olmasına

rağmen davranışçılığı ciddi şekilde eleştirmiştir. Aynı zamanda “Ne öğrenmek zorunda

olduğun önemliydi. Öyle bir dönemdi ki bir farenin üzerinde gösteremedikçe hiçbir psikolojik

fenomen gerçek sayılmazdı.” ifadesi ile davranışçılığın egemen olduğu psikoloji camiasında

farklı bir görüş üzerinde çalışabilmenin ne kadar güç olduğunu vurgulamıştır (Baars’dan alınt ı,

1986, s.275). Neisser davranışçılığı sadece tuhaf değil, aynı zamanda biraz da “saçma”

bulmuştur.

Page 289: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

282

Brandeis Üniversitesi’nde akademisyen olarak çalışmaya başladığında ise psikoloji

departmanının başkanı Abraham Maslow’dur. Abraham Maslow da o dönemde, davranışç ı

eğilimden kopmuştur. Bununla birlikte Maslow, psikoloji alanında üçüncü güç olarak

tanımladığı kendi hümanistik yaklaşımını geliştirmektedir. Maslow, Neisser’ı hümanist ik

psikolojiye yönlendirmeye çalışmışsa da baskı yapmamış hatta Neisser’a bilişsel konulardak i

ilgilerini devam ettirebilmesi için bir kolaylık sağlamıştır. Neisser, daha sonra hümanist ik

psikolojinin değil, ama bilişsel psikolojinin üçüncü güç olduğunu iddia etmiş olmasına rağmen

bilişsel psikolojiye yönelik de ciddi eleştirilerde bulunmuştur. Neisser, davranışçılık gibi

bilişsel psikolojinin çalışmalarını da insanın sorunlarının çözümüne ilişkin yetersiz bulduğunu

ifade etmiştir. 17 yıl Cornell Üniversitesi’nde kalan Neisser, Atlanta’da Emory

Üniversitesi’ndeki görevine devam ederken 2012 yılında vefat etmiştir (Schultz&Schulzt,

2007, s.701-702).

Page 290: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

283

Uygulamalar

Araştırma ödevi

Page 291: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

284

Uygulama Soruları

1) Zihinsel süreçlerinizle davranışlarınızı kontrol edebilir misiniz?

2) Bilgisayarlar, insanın küçük bir prototipi olabilir mi?

Page 292: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

285

Bölüm Soruları

1) Bilişsel psikolojiye göre davranışı belirleyen etmen aşağıdakilerden hangisidir?

a) Bilinçdışı süreçler

b) Koşullanmalar

c) Zihin

d) Diğer insanlar

e) Çevre

2) Aşağıdakilerden hangisi bilişsel psikoloji ile ilgili değildir?

a) İçsel ödüller değil dışsal ödüller davranışın belirleycisidir.

b) Zihinsel süreçler incelenebilir.

c) İnsan pasif değildir.

d) Davranışın kazanılması bilginin edinilmiş olmasıdır.

e) Önemli olan cezanın değil dönütün yani bilginin verilmesidir.

3) Aşağıdakilerden hangisi bilişsel kuramın kavramlarından değildir?

a) Düşünme

b) Problem çözme

c) Algı

d) Biliş

e) Edim

4) Aşağıdakilerden hangisi “bilişsel piskoloji” ile ilgili yanlış bir açıklamadır?

a) İnsanın çevreye ilişkin bilgiyi nasıl algıladığı önemlidir.

b) İnsanın bilgiyi nasıl edindiği önemlidir.

c) İnsan davranışlarının değişiminin temelinde bilgi yer almaktadır.

d) Bir bilginin insanın bilinçdışı süreçlerindeki anlamı önemlidir.

e) İnsanın nasıl düşündüğü ve dilsel olarak nasıl formüle ettiği önemlidir.

Page 293: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

286

5) Aşağıdakilerden hangisi bilişsel psikolojinin kurucusu sayılmaktadır?

a) Neilssen

b) Miller

c) Tolman

d) Wertheimer

e) Bandura

6) Bilişsel psikolojinin tarihsel gelişimindeki önemli beş olayı yazınız.

7) Bilişsel psikolojinin doğmasını sağlayan etmenleri açıklayınız.

8) Bilişsel görüş ile davranışçı görüş arasındaki farklılıkları yazınız.

9) George Miller’in bilişsel psikolojiye katkılarını anlatınız

10) Ulricc Neisser bilişsel psikolojiye katkılarını anlatınız.

Cevaplar

1) c, 2) a, 3) e, 4) d, 5) b

Page 294: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

287

14. BİLİŞSEL KURAM II

BİLGİ İŞLEME MODELİ

Page 295: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

288

Bu Bölümde Neler Öğreneceğiz?

14.1. Bilgisayar Metaforu

14.2. Bilgiyi işleme ve Bilgisayarlar

14.3. Billgiyi İşleme Modeli

Page 296: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

289

Bölüm Hakkında İlgi Oluşturan Sorular

1) İnsan üretimi olan bilgisayarlar insanın kendini modelleştirdiği araçlar mıdır?

2) Bilgiyi işleme modelinin insan davranışlarına ilişkin görüşleri davranışlarımızı

açıklamada yeterli midir?

3) Hafıza süreçlerinin (kısa süreli ve uzun süreli bellek) davranışların üretimindek i

etkisi nasıl açıklanabilir?

Page 297: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

290

Bölümde Hedeflenen Kazanımlar ve Kazanım Yöntemleri

Konu Kazanım Kazanımın nasıl elde

edileceği veya

geliştirileceği

Bilgiyi İşleme Kuramı Bilgi İşleme Kuramının

temel ilkelerini

söyleyebilmek

Literatür taraması,

tartışma

Bilgiyi İşleme ve Bilgisayarlar İnsan beyni ve

bilgisayarların işleyişi

arasındaki benzerlikleri

açıklayabilmek

Bilgisayarların işleyişi ile

insan davranışlarının

üretimi arasındaki ilişkiyi

açıklayabilmek

Literatür taraması,

tartışma

Bilgi İşlem Modeli Bilgiyi işleme modelini

açıklayabilmek

Literatür taraması,

tartışma

Page 298: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

291

Anahtar Kavramlar

Bilgiyi İşleme Modeli

Bilgisayarların işleyişi ve beynimizin işleyişi

Bilgiyi depolama süreçleri

Zihnin davranışları üretme süreci

Page 299: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

292

Giriş

Bilginin insan beyninde nasıl edinildiğini, işlendiğini, kaydedildiğini ve hatırlandığını

açıklayan teori “Bilgiyi İşleme Kuramı” olarak adlandırılmaktadır. Bilgiyi işleme teorisi, yeni

bir bilgi edinirken, insan zihninde oluşan olaylar zinciri üzerinde çalışma ve analiz yapan

bilişsel bir yaklaşımdır. Kurama göre, öğrenme birtakım zihinsel işlemlerle gerçekleşen

karmaşık içsel süreçtir (Senemoğlu, 2009, s.263).

Bu teori insanın bilgiyi işleme şeklinin bilgisayarlara benzediği görüşünden hareket

etmektedir. Bilgiyi işleme teorisini geliştiren George A. Miller (1956), zihnin dış uyaranlar ı

algılayıp sırasıyla işlediğini, kaydettiğini, birikimlediğini ve sonrasında bunlara yanıt verdiğini

düşünmüştür. Miller’e göre öğrenme, hafızada kayıtlı bir bilginin değişime uğraması sürecidir

(Solso, 2007, s.27).

Page 300: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

293

14.1. Bilgisayar Metaforu

Saatler ve otomatlar, 17. yüzyıl mekanik dünya görüşünün metaforlarıdır. Bu

mekanikler kolayca elde edilebilir ve kolayca anlaşılabilir modellerdi.

Günümüzde mekanik evren görüşü ve ondan türeyen davranışçı psikolojinin yerine,

fizikteki yeni bakış açısı ve psikolojideki bilişsel hareket geçmiştir.

Bilgisayarların geliştirildiği 20. yüzyılda, saat ve

otomatlar insan zihinin işleyişine ilişkin metafor özellikler ini

kaybetmişlerdir. İnsan zihni kendisinin geliştirdiği üst bir

modelle açıklanabilir. Dolaysıyla bilgisayar, insan zihnini

anlamada bir model olarak kullanılmaya başlanmışt ır

(Shchultz&Schultz, 2007, s.703-704).

Psikologlar bilgisayarların yapay bir zekâ sergiled iği

varsayımından hareketle, işleyiş şekillerini giderek artan bir şekilde zihinsel süreçler i

açıklamak için kullanamaya başladılar.

Sembollerle uğraşan bir dizi komuttan başka bir şey olmayan bilgisayar programlarının

insan zihnine benzer şekilde işlem yaptığı, Zihnin ve bilgisayarın çok miktarda bilgiyi (uyancı

veya veriyi) alıp kavradığı görülmektedir. Bu bilgiyi işlemden geçirirler, yönetirler, depolayıp

gerektiğinde geri çağırırlar ve çeşitli şekillerde üzerinde faaliyette bulunurlar. Bu nedenle

programlama bilişsel insan bilgisi süreci görüşü için bir örnek oluşturur. Zihinsel işlemler in

açıklanmasına hizmet eden bilgisayarların kendisi değil bu programdır (yani donanım değil,

yazılımdır) (Solso, 2007, s.27; Pervin; John, 1996, s.490).

Bilişsel psikologlar bilişsel süreçlerle ilişkili herhangi bir fizyolojik süreçle değil, fakat

nasıl düşündüğümüzün temelini oluşturan sembol kullanım düzeni ile ilgilenmişlerdir.

İnsan zihnine ilişkin bu bilgi işleme görüşü bilişsel psikolojinin temelini

oluşturmaktadır. Psikoloji tarihi 100 yıldan fazla bir süreç içerisinde çalışma konusuna model

olmak üzere saatlerden metaforlara ilerlemiştir. Fakat her ikisinin de makine olması önemli bir

konudur. Bu durum psikolojinin evrim süreci içerisinde eski ve yeni psikoloji ekolleri

arasındaki tarihsel sürekliliği gösterir.

Page 301: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

294

14.2. Bilgiyi İşleme ve Bilgisayarlar

Teori, bilgiyi işleme ve analiz açısından insanın zihin yapısının, bilgisayara çok

benzediğini iddia eder. Ayrıca beyine giren yeni bir bilginin hafıza/bellek odalarında

depolanmadan önce, ilk olarak analiz edildiğini, sonrasında çeşitli kriterler üzerinden test

edilmektedir. Bu işlemler çok yüksek bir hızda gerçekleştiği için insanın bunu fark etmesi söz

konusu değildir. İnsanın duyusal algıları, bir bilgisayar donanımının çalışması gibi işlem

yapmaktadır. Dolayısıyla insanın öğrenme esnasında kullandığı kurallar ve stratejiler de

bilgisayarın kullandığı yazılımlara benzemektedir. Bu bağlamda insanın bilgiyi işleme sistemi,

algılar ve kurallar düzenlenerek geliştirilebilir. (Pervin; John, 1996, s.490; (Schunk, 2011,

s.200)

• Duyusal Bellek (DB): Klavye veya ses ayırt eden sistemler gibi “girdi” (input)

araçlarına benzetildi.

• Kısa Süreli Bellek (KSB) ya da Çalışan Bellek: Bilgisayarlardaki CPU veya

RAM ögelerine benzetildi (Random-Access Memory).

• Uzun Süreli Bellek (USB): Bilgisayarlardaki “hard disk”e benzer bulundu.

14.3. Bilgiyi İşleme Modeli

Bilgi işleme modellinde birey, öğrenme sürecinde aktiftir. Birey çevresel uyarıcıla r ın

hepsini değil bunların bir kısmını seçerek almakta ve etkileşimde olduğu uyarıcılara anlam

verip yorumlamaktadır. Davranışların kazanımı eski bilgilerle yeni bilgilerin etkileşimi söz

konusudur. Eski bilgiler sayesinde yeni uyarıcılara anlam verilebilir ve eski bilgiler le

ilişkilendirilerek yeni bilgiler depolanır.

Bilgi İşleme Modeli, insan davranışlarının üretilmesini birbiri ile etkileşim içindeki üç

temel yapı ile açıklamaktadır: Bilgi depoları, bilişsel süreçler ve biliş bilgisi olmak üzere üç

ana bileşenden oluşmaktadır.

Page 302: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

295

Bilgi İşleme Kuramı; bilişsel bir kuram olup bilginin dışarıdan nasıl alındığını, ne

gibi zihinsel işlemlerden geçirildiğini, nasıl depolandığını ve depolanan bilginin nasıl

hatırlandığını kapsamlı bir şekilde açıklamaya çalışmaktadır.

Bilgi depoları, duyusal bellek, işleyen bellek ve uzun süreli bellek olmak üzere bilgile r in

saklandığı belleklerdir. Bunlar aynı zamanda bilgi işleme sürecinin de aşamalarıdır.

Duyusal kayıt / işlem / bellek: Tüm bilgileri alıp geçici veya kalıcı olarak depolayan

zihinsel işlem birimlerinin bir parçasıdır. Çevreden alınan uyarıcılar duyu organları aracılığıyla

öncelikle duyusal belleğe girmekte ve kaydolmaktadırlar. İnsan duyu organlarındaki birtakım

alıcı hücreler, dış enerjiyi alıp, beyin için belli mesajlara dönüştürür. Bu aşamada bilginin doğru

algılanması, diğer aşamalar için çok önemlidir. Eğer dış uyaran, ilginç özelliklere sahipse veya

mevcut bir prototipi aktive etmişse geçerli bir yanıt oluşturulur. Bilgi ne kadar önemli,

hissedilebilir ya da uyarıcı nitelikte ise duyularla o kadar kolay ve mükemmel algılanır.

Algılanan ham uyarıcılar duyusal kayıtta, ham bilgi olarak çok kısa süreliğine tutulurla r.

Duyusal belleğe gelen ham bilgi dikkat, algı ve tanıma yolu ile kısa süreli belleğe gönderilir

(Woolfolk, 2007, s.250).

Kısa süreli işleyen kayıt / bellek: İşleyen bellekte ham bilgiler, üzerinde düşünülerek

ve uzun süreli bellekteki bilgilerle birleştirilerek anlamlı duruma getirilirler. Bu aşamada

duyusal kayıttan gelen ham bilginin işlenmesi söz konusudur. Bu nedenele kısa süreli belleğe,

işleyen bellek de denilmektedir. İşleyen bellekte çok az bilgi (7+/-2 birim yani en az 5 en çok

9 birimlik bilgi saklı tutulabilmektedir) yaklaşık 20 saniyelik bir zaman dilimi süresince yani

çok kısa süreliğine tutulabilmektedir. Bilginin işleyen bellekte kalış süresini uzatmak için

“tekrarlama” süreçlerinden yararlanılır. (Arkonanç, 2005, s.182; Woolfolk, 2007, s.253)

Kısa süreli bellekte iki tür işlem yapılmaktadır. Bunlardan biri ham bilginin hemen

ardından bilginin davranışa dönüştürülmesi (uyarana tepki verme) diğeri ise anlamlı kodlama

yapılarak saklanmak amacıyla uzun süreli belleğe aktarılmasıdır.

Page 303: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

296

Bilgiyi İşleme Süreçleri

1. Çevredeki uyarıcıların alıcılar yoluyla algılanması

2. Duyusal kayıt yoluyla bilginin kaydedilmesi

3. Bilginin seçilerek kısa süreli belleğe geçirilmesi

4. Kısa süreli bellekte zihinsel tekrar.

5. Anlamlı kodlama

6. Kodlanan bilginin uzun süreli bellekte kodlanması

7. İşleyen belleğe geri getirme

8. Bilginin gönderilmesi (tepki üretici)

9. Tepki üreticinin bilgiyi kaslara göndermesi

10. Bireyin çevresinde performansını göstermesi

11. Yürütücü kontrol tarafından tüm bu süreçlerin kontrol edilmesi

Uzun süreli bellek: Bilgilerin sürekli olarak saklandığı deposudur. Uzun süreli belleğin

kapasitesinin kapasitesi bilinmemektedir. Bilgiler uzun süre ihtiyaç duyulana kadar burada

tutulabilir, ihtiyaç duyulduğunda buradan çağrılı ve sonra tekrar yeni türevleri ile buraya

gönderilir. Uzun süreli bellekte bilgiler özelliklerine göre farklı bölümlerde depolanmaktad ır :

anlamsal bellek (hatıralar), anısalbellek (kuramsal- teorik bilgi) ve işlemsel bellek (bir işi

yapma yöntemleri) (Arkonanç, 2005, s.183-184; Woolfolk, 2007, s.257)

Bilişsel süreçler, bilgilerin bir bellekten ötekisine aktarılmasını sağlayan zihinse l

faaliyetlerdir. Bunlar, dikkat, algı, tekrar, kodlama ve geri getirmedir. Bilgi işleme süreciyle

öğrenmede, öğrenilmek istenen bilgi uyarıcı ya da ham bilgi olarak dikkat aracılığıyla diğer

Page 304: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

297

ham bilgeler arasından fark edilir ve seçilir. Daha sonrau uyarıcı ya da ham bilgi, algıyla anlamlı

bilgiye dönüştürülür. Sürekli olarak saklanmak istenen bilgiler işleyen bellekten uzun süreli

belleğe aktarılırken işe koşulan tekrar süreci, bilginin zihinsel simgelerinin oluşturulduğu

kodlama süreci ile bilgiler uzun süreli bellekte depolanır. Bilişsel süreçlerin sonuncusu olan

geri getirme, uzun süreli bellekte depolanmış olan bir bilginin aranıp bulunması ve kullanılmak

için tekrar işleyen / kısa belleğe aktarılmasıdır. Bilgi işleyen bellekten uzun süreli belleğe

aktarılırken yapılan kodlama biçimi, geri getirme sürecini etkilemektedir. Anlamlı kodlanan

bilgiler daha kolay geri getirilebilir (Woolfolk, 2007, s.255-257)

Biliş bilgisi, bilgi işleme sürecinde, bilgi depolarıyla bilişsel süreçlerin, bir bütünlük

içinde işlemesini sağlama görevini yerine getirir. Biliş bilgisi öznel nitelik taşımaktadır yani

bireyin kendisi ile ilgildir. Birey sahip olduğu biliş bilgisiyle dikkat, algı, tekrar, kodlama ve

geri getirme olarak adlandırılan bilişsel süreçleri denetler ve yönlendirir.

Page 305: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

298

Uygulamalar

Araştırma ödevi

Page 306: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

299

Uygulama Soruları

1) Zihinsel süreçlerinizle davranışlarınızı kontrol edebilir misiniz?

2) Bilgisayarlar insanların küçük bir prototipi olabilir mi?

3) Her şeyi hatırlar mısınız?

4) Bilgiyi işleme modelinin kavramları ile ilgili gündelik yaşamdan örnekler veriniz.

Page 307: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

300

Bölüm Soruları

1) Aşağıdakilerden hangisi bilgi işleme modelinin kavramlarından değildir?

a) Duyusal kayıt

b) İşlemsel hafıza

c) Algı

d) Bilişsel harita

e) Dikkat

2) Aşağıdakilerden hangisi kısa süreli bellek ile ilgilidir?

a) Bilgiler 4-5 saniye kalır.

b) Anıların deposudur.

c) Bilgi davranışa dönüştürülür.

d) Kapasitesi bilinmemektedir.

e) Algılama ve tanıma işlevlerini görür.

3) “Bilgilerin bir bellekten ötekisine aktarılmasını sağlayan zihinsel faaliyetlerdir.”

Yukarıda sözü edilen süreç aşağıdakilerden hangisidir?

a) Duyusal kayıt

b) Bilgiyi depolama

c) Bilişsel süreç

d) Bilgiyi işleme

e) Bilgiyi bozma

4) Aşağıdakilerden hangisi bilişsel süreçlerden değildir?

a) Dikkat

b) Algı

c) Tekrar

d) Kodlama

Page 308: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

301

e) Alışma

5) Bilgiyi işleme teorisini ilk geliştiren uzman kimdir?

a) Neilsen

b) Miller

c) Tolman

d) Werthimer

e) Koffka

6) Bilgi işleme modelinin özelliklerini şekil vasıtasıyla açıklayınız.

7) Bilgi işleme modelinin insan davranışlarını açıklama anlayışını davranışç ı

kuramcılardan bandura’nın görüşü ile karşılaştırarak açıklayınız. (Benzerlik ve Farklılıkları)

8) Bilgisayarların işleyişi ile insan beyninin işleyişi arasındaki benzerliklerin insan

davranışlarını açıklamada yeterli olacağına inanıyor musunuz? Tartışınız.

9) İnsan davranışlarını açaıklamaya yönelik bilgi işleme modelini duygusal süreçlerini

davranışları nasıl açıklamaktadır. Tartışınız.

10) Gestaltçı kuramın ilkelerinin bilgiyi işleme modelinin gelişimindeki katkısını

tartışınız.

Cevaplar

1) d, 2) c, 3) c, 4) e, 5) b

Page 309: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

302

KAYNAKÇA

Adler, Afred(2000) .Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji. İstanbul:

Hayat Yayınları.

Adler,Alfred (1996).İnsanı Tanıma Sanatı. İstanbul: Say Yayınları

Ağır (Sert), M. (2005). “Sosyal Öğrenme”. Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi. Nobel:

Ankara

Ağır (Sert), Meral(1997) “İmam Hatip Lisesi ve Normal Lise Öğrencilerinin

Denetim Odakları Üzerine Bir İnceleme.” Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Marmara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. İstanbul.

Ardalı C; Erten, Y(1999). Psikanalizden Dinamik Psikoterapilere. İstanbul: Alfa

Yayınları.

Arkonaç, Sibel Ayşen (2005). Psikoloji: Zihin Süreçleri Bilimi, 4. Baskı, Alfa Basım

Yayım Dağıtım, İstanbul.

Atkinson, Rita L.; Atkinson, Richard C.; Smith, Edward E.; Bem, Dary J.; Hoeksema,

Susan Nolen (2010). Psikolojiye Giriş, Çev: Yavuz Alogan, 6.baskı, Arkadaş Yayınevi,

Ankara.

Bandura, A. (1969). Social-learning theory of identificatory processes. In D. A. Goslin

(Ed.), Handbook of socialization theory and research (pp. 213-262). Chicago: Rand McNally

Bender, M.T.(2005).”John Dewey’in Eğitime Bakışı Üzerine Bir Yorum”. Gazi

Ünivesitesi Kırşehir Eğitim Fakültesi. Cilt 6. Sayı 1.s.13-19.

Bernstein, Douglas A.; Roy, Edward J.; Srull, Thomas K. (1991). Psychology, Second

Edition, USA: Houghton Mifflin Company.

Black, S. A. (2012). Freud ve Sonrası - Modern Psikanalitik Düşüncenin Tarihi.

İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları

Breger, Louis (2002). Freud Görüntünün Ortasındaki Karanlık. Çev: Aslı Biçen,

YKY Yayınları, İstanbul.

Burger, Jerry M. ( 2006). Kişilik. (Çev: İnan Deniz Erguvan Sarıoğlu) İstanbul : Kaknüs

Yayınları

Cloutier,Richard; Onur, Bekir (1994). Ergenlk Psikolojisinde Kuramlar. Ankara

Üniversitesi Eğitim bilimleri Fakültesi Dergisi. Cilt 27.sayı:2. s.885

Cüceloğlu,Doğan(2000) .İnsan ve Davranış. İstanbul: Remzi Kitabevi.

Page 310: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

303

Davidoff, Linda L. (1981). Introduction to Psychology, London:McGraw-Hill

Education

Dworetzky, John P. (1996). Introduction to Child Development, Sixth Edition, West

Publishing Company, USA.

Ersevim, İsmail (2005). Freud ve Psikanalizin Temel İlkeleri, 3. Basım, Assos

Yayınları, İstanbul.

Erten,Y(2004) Heinz Kohut’un İzini Sürmek.Psikanalizin Öteki Yüzü: Heinz

Kohut, M. Tanık,N.Mitrani, Y. Erten(Ed). İstanbul :Metis Yayınları.

Evra, Judith Van (1998). Television and Child Development, Second Edition,

Lawrence Erlbaum Associates, Publishers. London.

Eysenck, Michael W. ; Keane, Mark T. (1996). Cognitive Psychology A student’s

Handbook. Psychology Press. An imprint of Erbaum (UK) Taylor&Francis.

Geçtan, Engin (2004). Psikanaliz ve Sonrası. İstanbul: Metis Yayınları

Gerrig, Richard J.; Zimbardo, Philip G. (2012). Psikolojiye Giriş: Psikoloji ve Yaşam,

Çev: Gamze Sart, Nobel Yayınevi, Ankara.

Goodman, Paul; Perls, Frederick S.; Hefferline, Ralph F. (1996). Gestalt Terapisi

İçimizdeki Çocuk, Çev: Nevzat Aşman, 3. Baskı, Söz Yayınları, İstanbul.

Göka, Erdal;Yüksel,F.Volkan;Göral,Sevinç (2006).”İnsan İlişkilerinde Yansıtmalı

Özdeşim” Türk Psikiyatri Dergisi,17(1):46-54.

Hjelle, Larry A.; Ziegler, Daniel J. (1987). Personality Theories. Basic Assumptions

Research and Applications. Second Editiom. McGraw- Hill Psycholgy Series Newyork.

Horney, Karen (2013). Çağımızın Nevrotik İnsanı. İstanbul: Sel Yayıncılık

Horney, Karen (2011). Nevrozlar ve İnsan Gelişimi. İstanbul: Sel Yayıncılık.

Horney, Karen (1989). Kendi Kendine Psikanaliz, (Çev: Selçuk Budak,) Ankara :

Öteki Psikoloji,

Horney, Karen (1999). Psikanalizde Yollar, Çev: Selçuk Budak .Ankara.:Ötek i

Psikoloji,

Jones, Ernest (2004). Freud Hayatı ve Eserleri, Çev: Emre Kapkın, Kabalcı, İstanbul.

Jung, Carl Gustav (2001). İnsan Ruhuna Yöneliş, Çev. Engin Büyükinal. Say

Yayınları, İstanbul.

Page 311: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

304

Jung, Carl Gustav (2007). Jung İnsan ve Sembolleri, Çev: Ali Nahit Babaoğlu. 3.

Baskı, Okyan Us, İstanbul.

Jung,Carl Gustav(2006). Jung’dan Seçme Yazılar. İstanbul :Dost Kitabevi.

Klein, M. (2011). Haset ve Şükran. İstanbul: Metis Yayınları.

Kohut, Heinz(1998) Kendiliğin Yeniden Yapılanması( Çev: O. Cebeci).İstanbul:

Metis Yayınları.

Kohut, Heinz(2000) Kendiliğin Çözümlenmesi.(Çev: C. Atbaşıoğlu, B. Büyükal,C.

İşcan) İstanbul: Metis Yayınları

Kramer, Peter D (1995). “On Becoming A Person Therapist’s View of

Psychotherapy, “Carl R. Rogers. New York.

Maslow,Abraham(2000). İnsan Olmanın Psikolojisi. İstanbul: Kuraldışı Yayınları.

Masterson, James F.; Tolpin, Marian; Sifneos, Peter E. (2010). Psikanalitik

Psikoterapilerin Karşılaştırılmas ı, Çev: Pınar Üzeltüzenci, Litera Yayıncılık, İstanbul.

Miller, Patricia, H.(2007). Gelişim Psikolojisi Kuramları (Edit: Bekir Onur; Çev:

Zeynep Gültekin) . Ankara: İmge Yayınları.

Mitchell A.S. ( 2009) Psikanalizde ilişkisel Kavramlar. Çev:G. Algaç, İ. Anlı.

İstanbul: Bilgi üniversitesi yayınları.

Myers, David G. (2013). Psychology, Seven Edition. Worth Publishers, New York.

Özakpınar,Yılmaz(2014) Psikolojinin Kavramsal Yapısı,İstanbul:Ötüken Yayınları.

Papalia, Dianne E.; Olds, Sally Wendkos (1998). Psychology. Mc Graw-Hill Book

Company, USA.

Perron, Roger (2003). Neden Psikanaliz, Çev: Alp Tümertekin, İthaki Yayınlar ı,

İstanbul.

Pervin, Lawrence; John, Oliver P. (1996). Personality: Theory and Research, Seventh

Edition, John Wiley Sons Inc. USA.

Plotnik, Rod (2009). Psikoloji’ye Giriş, Çev: Tamer Geniş, Kaknüs Yayınları, İstanbul.

Samuel, William (1981). Personality Searching for the Sourches of Human

Behavior. Mc Graw Hill Intrenatioal Book Company.

Schultz, Duane P. ; Schultz, Sydney Ellen, (2007). Modern Psikoloji Tarihi.İstanbul

:Kaknüs Yayınları.

Page 312: ÇAĞDAŞ PSİKOLOJİ AKIMLARI

305

Schultz, Duane P. ; Schultz, Sydney Ellen, (2009). Theories of Personality, Ninth

Edition, Wadsworth, Cengage Learning, USA.

Schunk, Dale H. (2011). Öğrenme Teorileri, Eğitimsel Bir Bakış, Çev Ed: Muzaffe r

Şahin, İkinci Baskı, Nobel Yayınevi, Ankara.

Senemoğlu, Nuray(2009). Gelişim Öğrenme ve Öğretme Kuramdan Uygulamaya .

Geliştirilmiş 14. Baskı: Ankara: PEgem Akademi

Slavin, Robert E. (1997). Education Psychology Theory and Practice , Fifth Edition,

ViaCom Company, USA.

Solso, Robert L.; Maclin, Kimberly M.; Maclin, Otto H. (2007). Bilişsel Psikoloji,

Çev:Ayşe Ayçiçeği Dinn, Kitapevi, İstanbul.

Storr, Anthony (2006). Jung’dan Seçme Yazılar, Çev:Levent Özşar, Dost Kitabevi,

Ankara.

Taşıntuna, Nilgün; Özçümez,Gamze(2011) “Mükemmeli Ararken: Bir İç dünya

Çözümlemesi” Klinik Psikiyatri Dergisi.14. s.103-114.

Woolfolk, Anita (2007). Educational Psychology. Tenth Edition, Allyn & Bacon,

USA.

Yalom, Irvin. (1995). “A Way of Being The Founder of the Human Potential

Movement Looks Back on a Distinguished Career” Carl Rogers, New York.

Zweig, Stefan (1991), Sigmund Freud Cinselliğin Yeryüzü. Çev: Ali Avni Öneş, Broy

Yayınları, İstanbul.

www.stanford.edu/class/history/3/earlyscience/ab/ body, 9.8.2014

www.phrenology.org/intro.html.9.8.2014