62
AKĠDETÜ'T-TENZĠH O‘nun benzeri hiçbir Ģey yoktur! . Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat âlimlerinin icmâıyla Allâhü Teâlâ mekân,zaman,cihet, hulul ve intikalden münezzehtir Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur; ''Sen zahirsin, senin Üstünde hiçbir Ģey yoktur. Sen bâtınsın, senin Altında hiçbir Ģey yoktur '' (Ebu Davud,K.el-Edeb,bab:98, Hadis no:505/ Müslim,K.ed-Dua,bab: 61, Hadis no: 2713 / Tirmizi,K.ed-Da‘vat bab: 19,Hadis no:3400) Ġmam Beyhakî rahimehullah demiĢtir ki, Dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: "Üstünde ve altında bir Ģey bulunmayan mekansız olarak vardır" demiĢlerdir. (―El-Esmâ ve‘s-Sifât―2.cilt/s.144) Ġbni Hacer Askalani rahimehullah Fethu'l-Bari'de derki; ''Allahü teâlâ hareket intikal,hulul,mahlukatın içine girmek gibi Ģeylerden münezzehdir.'' Kâdî Beydâvî rahimehullah Bakara/255 tefsirinde diyor ki: "Allahü teâlâ bir mekânda bulunmaktan ve âleme hulûl etmekten münezzehdir." Aliyyül Kârî rahimehullah Fıkhu'l Ekber Ģerhinde diyor ki; ''Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aĢağıda değildir, baĢka cihetlerde değildir'' ... ىصَ اَ ِ ِ بِ بُ رُ ػَ ا ح اىشِ َ ْ ح اىشِ ِ سِ بِ ِ ج ىشَ اِ بَ طْ Hamd, ancak Allah‘a mahsustur. Salat ve selam Resulune, O‘nun ehline, Ashabına ve Kıyamet‘e kadar onların yoluna uyanlara olsun.Sadece dört imam değil, tüm imamlar ve ümmetin selefi eimme-i müslimin aynı hak itikat üzeredirler. Çünkü onların hepsi bu konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallAllahu aleyhi ve

Aki̇detü't Tenzi̇h

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Aki̇detü't Tenzi̇h

Citation preview

Page 1: Aki̇detü't Tenzi̇h

AKĠDETÜ'T-TENZĠH

O‘nun benzeri hiçbir Ģey yoktur!

.

Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat âlimlerinin icmâıyla Allâhü Teâlâ mekân,zaman,cihet,

hulul ve intikalden münezzehtir

Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur;

''Sen zahirsin, senin Üstünde hiçbir Ģey yoktur. Sen bâtınsın, senin Altında hiçbir

Ģey yoktur ''

(Ebu Davud,K.el-Edeb,bab:98, Hadis no:505/ Müslim,K.ed-Dua,bab: 61, Hadis no:

2713 / Tirmizi,K.ed-Da‘vat bab: 19,Hadis no:3400)

Ġmam Beyhakî rahimehullah demiĢtir ki,

Dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: "Üstünde ve altında bir Ģey bulunmayan

mekansız olarak vardır" demiĢlerdir.

(―El-Esmâ ve‘s-Sifât―2.cilt/s.144)

Ġbni Hacer Askalani rahimehullah Fethu'l-Bari'de derki;

''Allahü teâlâ hareket intikal,hulul,mahlukatın içine girmek gibi Ģeylerden

münezzehdir.''

Kâdî Beydâvî rahimehullah Bakara/255 tefsirinde diyor ki:

"Allahü teâlâ bir mekânda bulunmaktan ve âleme hulûl etmekten münezzehdir."

Aliyyül Kârî rahimehullah Fıkhu'l Ekber Ģerhinde diyor ki;

''Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aĢağıda değildir, baĢka cihetlerde

değildir''

...

اىص اػر ببهللا ح اىش ح هللا اىش بس ج اىش طب

Hamd, ancak Allah‘a mahsustur. Salat ve selam Resulune, O‘nun ehline, Ashabına

ve Kıyamet‘e kadar onların yoluna uyanlara olsun.Sadece dört imam değil, tüm

imamlar ve ümmetin selefi eimme-i müslimin aynı hak itikat üzeredirler. Çünkü

onların hepsi bu konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallAllahu aleyhi ve

Page 2: Aki̇detü't Tenzi̇h

sellem)‘den alan sahabenin mezhebi üzeredirler.Sahabe (Allah hepsinden razı

olsun) Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) zamanında tek bir itikat üzerine

idiler.

Allahü Teâlâ'ya mekân yön,intikal,hudud,hulul isnad etmek caiz değil

ise,Ģüphecilerin Allah nerede? sorusu ne anlama gelir ?.....

Bazı Ģüphecilerin sorduğu ‗Allah nerede?‘ sorusuyla karĢılaĢtığımızda doğal olarak

―Tövbe estağfirullah, bu ne biçim soru! Allah‘a haĢa, sümme haĢa mekan mı tayin

ediyorsun?Allah mekandan münezzehdir!‖ dediğinizi duyar gibiyiz.Maalesef

bazıları da tam aksine ―Allah zatıyla her yerde‖, ―Allah mü‘minin kalbinde‖,

―Allah nerede anarsan orada‖, kimileride ―Allah zatıyla arĢ'da,orada

oturmuĢ,yerleĢmiĢtir‖, ―Allah gökte ama bizim bildiğimiz gökte değil‖, ―Allah

semadadır ‖ gibi yanıtlar vereceklerdir.

Müslümanların kafası Ģunlarla karıĢtırıldı.Bu risaliyede günümüzdeki Allah'u

teala'nın (haĢa!) mekan,yön isnad eden Mücessime/MüĢebbihe artıklarına ve

Allah'u teala'nın (haĢa!) mekanın içine girdiğini ve zatıyla heryerde olduğunu

söyleyen Hululiye/Cehmiyye artıklarına Ehl-i Sünnet alimlerinin görüĢlerinden

nakiller ile cevap vereceğiz. el-Hak!Allah Mekandan Münezzehtir ilmi ise herĢeyi

kuĢatmıĢtır ve Allâhu Teâlâ'yı mekândan ve cihetten münezzeh olarak bilmek Ehl-i

Sünnet ve'l-Cemaat'in akidesidir.

Bu konuda ġüphecilerin iddialarına cevap;

ġÜPHECĠ; Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi Vessellem Allah hakkında ‗nerede?‘

diye sorduğu sahih kaynaklarca sabittir . Müslimde geçen hadiste O, cariyeye:

―Allah nerededir?‖ diye sormuĢtur. Bu soruya nasıl karĢı çıkılır.Bir kimsenin

mü'min olup olmadığını öğrenmenin yolu, ona "Allah nerededir?" diye sormaktır.

Çünkü Efendimiz (s.a.v), rivayette geçen cariyenin mü'min olup olmadığını tahkik

etmek için ona böyle sormuĢtur. Bu sorunun muhatabı olan kiĢi eğer "Allah

göktedir" derse, mü'min olduğuna hükmedilir. Çünkü cariye Allah Teala'nın gökte

olduğunu söylemiĢ, Efendimiz (s.a.v) de bu cevap üzerine –kendisinin kim olduğu

sorusuna da doğru cevabı aldıktan sonra– onun mü'min olduğunu söylemiĢtir.

CEVAP; Bu "tak'îd"in (kaideleĢtirme) ne kadar sağlıklı olduğunu görmek için

bahse konu hadisin durumunu yakından incelemek gerekir. Bunun için

hoĢgörünüze sığınarak bazı teknik ayrıntılara kısaca girmek durumundayız. Ġlgili

rivayetin bu varyantında Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye, "Allah nerededir?" diye

sorduğu nakledilmektedir. Cariye bu soruya "Allah göktedir" diye cevap verir.

Ardından gelen "Ben kimim?" sorusuna, "Sen Allah'ın Resulüsün" cevabını alınca,

efendisine dönerek, "Onu azat edebilirsin; zira mü'mindir" buyurur. (Müslim,

"Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Salât", 166; en-Nesâî, "Sehv", 20; "el-Muvatta", "Itk",

6; Ahmed b. Hanbel, V, 447-9; Ġbn Ebî ġeybe, "el-Musannef", VII, 215.)

Page 3: Aki̇detü't Tenzi̇h

Bu rivayeti mahrecinden, yani olayın kahramanı sahabî Mu'âviye b. el-Hakem es-

Sülemî (r.a)'den nakleden kiĢi Atâ b. Yesâr'dır. Ancak aynı ravinin, aynı olayı

"Allah nerededir?" sorusunun yer almadığı değiĢik bir lafızla naklettiğini

görüyoruz. Buna göre Efendimiz (s.a.v), "Semada kim var?" diye sorarcasına elini

yukarıya kaldırarak iĢaret buyurmuĢtur. (ez-Zehebî, "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm", I,

254.)

Yine Atâ b. Yesâr'dan aynı rivayet Ģu lafızla da rivayet edilmiĢtir: "Cariyeye

"Allah'tan baĢka ilah olmadığına Ģahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet"

dedi. "Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna Ģahitlik eder misin?" diye

sordu. Cariye "Evet" dedi..." (Abdürrezzâk, "el-Musannef", IX, 175

Aynı lafız, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd isimli tabiî tarafından,

"Ensar'dan bir adamdan" nakledilmiĢtir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; "el-Muvatta",

"Itk", 6; Abdürrezzâk, a.g.e., a.y.; Ahmed b. Hanbel, III, 452.)

Her ne kadar bu haliyle zahiren mürsel ise de, bu varyant, mezkûr Ubeydullah'ın

Ebû Hureyre (r.a)'den rivayeti olarak muttasıl bir senetle de nakledilmiĢtir. (Bkz.

Ġbn Abdilberr, "et-Temhîd", IX, 114-5.)

Bu muttasıl senet Ahmed b. Hanbel (II, 291) ve Ebû Dâvûd ("Eymân", 16)

tarafından zikredilmiĢ, ancak metinde Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye "Allah

nerededir?" diye sorması üzerine cariyenin eliyle yukarıyı iĢaret ettiği

zikredilmiĢtir. (Ayrıca bkz. Abdürrezzâk, IX, 176; Ġbn Huzeyme, "Kitâbu't-

Tevhîd", 123; el-Beyhakî, "es-Sünenu'l-Kübrâ", VII, 388; ez-Zehebî, a.g.e., I, 260)

Bir diğer varyantta Efendimiz (s.a.v) cariyeye, "Rabbin kim?" diye sormuĢ, cariye

eliyle yukarıyı iĢaret etmiĢtir. (Ġbn Huzeyme, a.g.e., a.y.)

Bir baĢka varyantta cariye Efendimiz (s.a.v)'in sorularına sadece iĢaretle cevap

vermiĢtir. Buna göre Efendimiz (s.a.v) "Allah nerededir?" diye sormuĢ, cariye

eliyle yukarıyı iĢaret etmiĢ, "Ben kimim?" sorusuna cevaben de cariye, "Sen

Allah'ın Resulüsün" anlamında eliyle önce Efendimiz (s.a.v)'i, sonra da yukarıyı

iĢaret etmiĢtir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Ahmed b. Hanbel, II, 291)

Bütün bu varyantlar bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi"

veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıĢtır. Bir

diğer deyiĢle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuĢmanın, raviler

tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle

"ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıĢtır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi

sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuĢmazlık",

hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düĢürür.

Yukarıda, Mu'âviye b. el-Hakem (r.a)'den Atâ b. Yesâr kanalıyla nakledilen

rivayetin "muzdarib" olduğunu, mana ile rivayet edildiğini, dolayısıyla ihticaca

Page 4: Aki̇detü't Tenzi̇h

(delil olarak kullanılmaya) elveriĢli olmadığını ortaya koymaya çalıĢtım.

Zikrettiğim hususlardan, mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine getirilen

cariyeye Efendimiz (s.a.v)'in ne sorduğunu, tek baĢına o rivayeti veya onun

varyantlarından sadece birisini esas alarak ortaya çıkarmak mümkün

görünmemektedir.

-Öyleyse yapılması gereken Ģey, böyle durumlarda Efendimiz (s.a.v)'in, kendisine

getirilen kiĢiye mü'min olup olmadığını tesbit için ne sorduğunu, benzer vakaları

araĢtırarak tesbit etmektir.-

Sahabe'den eĢ-ġerîd b. Süveyd (r.a)'den nakledilen rivayet bu konuda bize yol

gösterici mahiyettedir. Ahmed b. Hanbel (IV, 222, 388-9) ve Ġbn Hibbân'ın (I, 419)

rivayet ettiğine göre eĢ-ġerîd b., Süveyd (r.a), Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, annesinin

mü'min bir cariyeyi özgürlüğüne kavuĢturmasını vasiyet ettiğini, kendisinin de

siyahi bir cariyesi bulunduğunu söyler ve onu azat etmekle bu vasiyeti yerine

getirmiĢ olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) cariyeyi kendisine getirmesini

söyler. Cariye gelince Efendimiz (s.a.v), "Rabbin kim?" diye sorar. Cariye "Allah"

der. Ardından "Ben kimim?" diye sorar. Cariye "Allah'ın Resulü'sün" diye cevap

verir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v), cariyeyi getiren sahabîye dönerek, "Onu

azat edebilirsin, zira o mü'mindir" buyurur.

Bu rivayette zikredilen soruyu ed-Dârimî ("Nuzûr",10), hemen aĢağıda Ġbn Ebî

ġeybe'den naklen zikredeceğim lafızla sevk etmiĢtir. Dolayısıyla eĢ-ġerîd (r.a)

rivayetinin de mana ile rivayet edildiğini söylemek mümkündür.

Benzeri bir olay Ġbn Ebî ġeybe tarafından (VII, 215) rivayet edilmiĢtir. buna göre

bir adam Efendimiz (s.a.v)'e gelerek annesinin mü'min bir köleyi azat borcu (adağı)

olduğunu ve kendisinin de bir cariyesi bulunduğunu söyler. Efendimiz (s.a.v)

cariyenin kendisine getirilmesini ister. Cariye gelince "Allah'tan baĢka ilah

bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma Ģahitlik eder misin?" diye

sorar. Cariye "Evet" deyince, sahabîye "Onu azat et" buyurur.

Yine benzeri bir olay el-Hâkim tarafından (III, 258) nakledilmiĢtir. Bu sefer

Efendimiz (s.a.v)'e gelen bir kadındır ve yanında siyahî bir cariye vardır. Efendimiz

(s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için cariyeye Ģu soruları sorar: "Rabbin

kim? Dinin ne? Ben kimim? Namaz kılıyor musun? Benim Allah katından

getirdiklerimin hak olduğunu ikrar ediyor musun?" Cariyenin bütün bu sorulara

olumlu cevap vermesi üzerine "Onu azat et" buyurur.

Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen bir adamın mü'min olup olmadığını tesbit

için Efendimiz (s.a.v) kendisine Ģöyle sormuĢtur: "Allah'tan baĢka ilah olmadığına

ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna Ģahitlik eder misin?" Adam

"Evet" deyince oruca baĢlanmasını emir buyurmuĢtur. (Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 14;

en-Nesâî, "Sıyâm", 8; et-Tirmizî, "Savm", 7; Ġbn Mâce, "Sıyâm", 6; Abdürrezzâk,

Page 5: Aki̇detü't Tenzi̇h

VI, 35; Ġbnu'l-Cârûd, "el-Müntekâ", 157; el-Hâkim, I, 297, 424...)

Efendimiz (s.a.v), Yahudi bir anne-babanın çocuğu ölüm hastalığındayken yanına

gitmiĢ ve kendisine "Allah'tan baĢka ilah bulunmadığına Ģahitlik eder misin?" diye

sormuĢ, çocuk "Evet" deyince, "Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna Ģahitlik

eder misin?" buyurmuĢ, çocuk yine "Evet" diye cevap vermiĢti. Bir süre sonra

çocuk vefat ettiğinde Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe onu yıkayıp defnettiler. (et-

Taberânî, "el-Mu'cemu'l-Kebîr", VIII, 67. el-Heysemî, "Mecma'u'z-Zevâid"de (II,

323) isnadının hasen olduğunu söylemiĢtir.)

Keza baĢta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen Ġbn

Sayyâd kıssasında Efendimiz (s.a.v)'in, Ġbn Sayyâd'a, "Benim Allah'ın Resulü

olduğuma Ģahitlik eder misin?" diye sorduğu nakledilmiĢtir.

Bu örnekler, Efendimiz (s.a.v)'in, karĢısındaki kiĢinin mü'min olup olmadığını

tesbit için kendisine "Allah nerededir?" diye sormak yerine, Allah Teala'nın

birliğine ve kendisinin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna Ģahitlik edip etmediğini

sorduğunu göstermektedir. "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen söz

konusu rivayet dıĢında Efendimiz (s.a.v)'in, muhatabının mü'min olup olmadığını

ortaya çıkarmak için kendisine "Allah nerededir?" diye sorduğunun nakledildiği bir

baĢka rivayet bilmiyoruz.

Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin baĢını teĢkil eden bir meselede

muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla

aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuĢ yukarıdaki

rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine

de en uygun olan yoldur. (Dr.Ebubekir Sifil'in sözü bitti) ĠĢte mana ile

rivayet,hadiste gördüğünüz Ģekilde ızdırabı ortaya çıkarmıĢtır.

Keza hadis imamlarımızın görüĢleri de farklı değildir.

Hafız Abdullâh b. Muhammed el-Harari ―ġerhus Sıratul Mustekim‖ adlı kitabında

Ģöyle diyor: ‖Bu hadis iki sebepten dolayı sahih değildir:

1-Bu hadis Muzdarıb bir hadistir. Çünkü birbirinden farklı rivayetleri vardır. Bir

rivayet göre ―Allâh nerede?‖ diye sormuĢ, baĢka bir rivayette ―Rabbin kimdir?‖,

baĢka bir rivayette ―Allâh‘tan baĢka Ġlâh olmadığına Ģahadet ediyor musun?‖ ve

baĢka bir rivayette de ―Dilsiz olduğu için semayı gösterdi‖ Ģeklindeki rivayetleri

Muzdarıb olmasına bir sebeptir.

2-Bu rivayet usul kurallarına aykırıdır. Çünkü dinimizin kurallarına göre Kelime-i

ġahadet‘i söyleyen mü‘min ve Müslüman olur. Sadece ―Allâh semadadır‖ demekle

değil. On beĢ sahabenin rivayet etmiĢ olduğu mütevatir bir hadis-i Ģerifte

Peygamber efendimiz Ģöyle buyuruyor: ―Ġnsanların, Allâh‘tan baĢka Ġlâh

Page 6: Aki̇detü't Tenzi̇h

olmadığına ve benim Allâh‘ın Resulü olduğuma Ģahadet edinceye kadar savaĢ

etmeye emrolundum.‖

Bu hadisi zahirine göre alındığı takdirde mütevatir hadise muhaliftir. O zaman ya

te‘vil edilir ya da reddedilir. Çünkü muhaddisler ve âlimler mütevatir hadislere

muhalif ve te‘vil kabul etmeyen reddedilir. O zaman Ġmam Malik‘in rivayeti usule

uygundur. Bu rivayet Ģöyledir; (Benim bir mü'mine cariyem var, Eğer cariyemin

imanlı olduğu kanaatinde isen onu azat edeceğim) ―Peygamber efendimiz o

cariyeye: ‗Allâh‘tan baĢka ilâh olmadığına Ģahadet ediyor musun?‘ diye sordu. O

da ―Evet‖ dedi. Peygamberimiz tekrar ‗Muhammed‘in Allâh‘ın Resulü olduğuna

Ģahadet ediyor musun?‘ diye sordu. O da ―Evet‖ dedi. Peygamberimiz

devamında‗Onu azat et‘ dedi.‖ ((Malik,Muvatta)Hafız el-Harari‘nin sözü burada

bitiyor.)

Bu hadis hakkında Hafız Abdullâh B. Ahmed el-Ğumâri ―el-Fevâid el-Maksudah‖

adlı kitabında Ģöyle demektedir: ‖Ġlk önce bu hadis ġaz‘dır. Çünkü mütevatir

hadislere muhaliftir''.

Hafız Beyhaki ―el-Esma‘ve's-Sıfat‖ adlı kitabında Ģöyle diyor:-''Bu hadis uzundur,

cariye kısmına kadar sahih çıkartmıĢtır. Rivayetçiler, hadisin metni konusunda

ihtilaf ettikleri için bu bölümü sahih kısmında saymamıĢtır.‖ -

Son Asrın Muhaddisi Muhammed Zahid el-Kevseri bu kitabı tahkik ederken bu

bölüm hakkında Ģöyle dedi:-''Ellerimizde bulunan Sahih Müslüm‘deki bu cariye

olayı sonradan eklenmiĢ olabilir. Ġmam Beyhaki bu hadisin Muzdarib olduğunu

zikretmiĢtir. Ġmam Beyhaki ―es-Sünen el-Kubra‖ adlı kitabında Muaviye B. el-

Hekem‘in (Allâh nerede) rivayetine muhalif olan rivayetleri zikretmiĢtir.‖-

Bunlardan önce bu hadisi Ġmam Buhari ―Sahih‖inde rivayet etmemiĢtir. Bunu

―Halk Efaalul Ġbad ―adlı kitabında rivayet etmiĢtir.Bu kitaptaki bütün hadisler

sahihtir dememiĢtir,sonra Ġmam Müslim bu hadisi ―Ġman Bölümü‖nde değil

―Namazdaki Sözler Bölümü‖nde rivayet etmiĢtir. Bundan dolayı Hafız Subki ―es-

Esakil‖ adlı kitabında bu hadis için ―Amellerde alınır ama itikatlarda kullanılmaz‖

demiĢtir.

Buhari ġarihi Ġbni Hacer'de Ģu noktaya dikkat çekmiĢtir ;-'Yahudilerden tecsim

inancında olan birisi ''kendisinden baĢka ilah olmayan Allah göktedir'' dese bu

sözüyle iman etmiĢ olmaz.Âmmeden birisi aynı sözü söylese (tecsimin mânâsını

bilmeyecek derecede bilgisizse) Ġslam‘a giriĢi sahih olur. Cariye hadisindeki durum

da bu çerçevededir..''-.(Fethu'lBari).''

Ehli Sünnet ve'l Cemaat âlimlerinin icmâıyla Allâh, mekândan münezzehtir.O

halde (farklı varyantları ve mütevatir hadisleri dikkate alarak) bu hadisi kabul eden

âlimler Ģöyle dediler: Peygamber efendimiz o cariyeye ―Allâh nerede?‖ derken bu

hâĢâ mekân hakkında bir soru değildir. Çünkü Arapçada أ (eyne, yani nerede)

Page 7: Aki̇detü't Tenzi̇h

sadece mekân için kullanılmamaktadır. ―ġanı nerededir‖, yani ―ne kadardır‖ diye

sormuĢ manasında olup, o cariye de ―Semadadır‖ derken, yani ―çoktur‖ veya ―çok

yüksektir manasındadır‖ Ģeklinde tevili yapılmaktadır.Bu kelime أ hem mekân

için kullanılır hem de Mekanet (ġan).(Sema'da böyledir) Bu hadiste geçen أ

kelimesi mekânla değil Ģanla açıklayan alimlerin bazıları Ģunlardır:

1-Ġmam Râzi-Esasut Takdis

2-Hafız Subki-es-Seyfus Sakil

3-Hafız Ġbni Forak-MuĢkel el-Hadis ve Beyanuhu

4-Ġmam Ġbni Arabi-el-Kabes ġerh el-Muvatta

5-Ġmam Ġbni Arabi-ġerh et-Tirmiz

6-Hafız Ġbnil Cevzi-el-Baz el-EĢheb

7-Ġmam Kurtubi-et-Tezkar

8-Ġmam Nevevi-ġerh Sahih Müslim

9-Hafız Suyuti-ġerh Sünen Tirmizi

10-Hafız Suyuti-Tenviril Havâlik ġerh Muvatt‘a Mâlik

11-Müfessir Ġmam Ebu Hayyan Endelusi-el-Bahrul Muhit tefsiri

12-Ġmam et-Taybi-ġerh et-Taybi

13-Molla Ali Kâri-Mirkatul Mefatih ġerh MiĢket el-Mesabih

14-Hafız Askalani-Riselet el-Kazvini

15-Ġmam Ebul Velid el-Bâci-el-Muntekâ

16-Ġmam Kevseri;Bununla beraber, ‗eyne‘/‗nerede?‘ kelimesi bazen ‗mekân‘,

bazen de ‗mekânet‘/‗rütbe‘ için bir suâl olur. Buna göre hadîsin ma‘nâsı ‗sence

Allah'ın makamı ve rütbesi nedir?‘ demek olur. Nitekim bunun tafsîlâtını Ebû Bekr

Ġbnü‘l-Arabî‘nin Ârıdatü‘l-Ahvezî‘sinde bulacaksın. Arablar arasında ‗fülânın

mekânı semâdadır‘ sözü bilinen bir sözdür. (Bununla), aslâ ne semâyı ve ne de

orada yer tutmayı düĢünmeden, o kiĢinin Ģânının yüceliğini kasd ederler. Benî

Ca‘d‘ın Nâbiğa‘sı radıyellâhu anhu‘nun (aĢağıdaki) sözü bu kabîldendir:

Semâya ulaĢtık, büyüklüğümüz, Ģerefimiz ve tâlihlerimiz…(göklere vardı)…

ġübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz- [Hârisî, Ġbnu

Hacer el-Askalanî, el-Metâlibu‘l-Âliyye:4/100, H:4065, Heysemî, Muhtasaru

Ġthâfi‘s-Sâdeti‘l-Mehâreh, zayıf bir isnâd ile:8/328,]

Müslim ġarihi Ġmâm-ı Nevevî Câriye Hadisi ismiyle meĢhur olan Hadis hakkında

Ģöyle diyor :'' Bu Hadîs-i ġerîf Sıfat hadislerindendir (yani Mevlâ‘nın Sıfatlarıyla

ilgilidir). Bu hadislerin açıklaması hakkında iki mezheb (yol) vardır. Bunları

kitabın Ġmân bahsinde bir çok yerde zikrettik.

Bu yollardan ilki : Bu sözlere manasını araĢtırmadan,Allâh-u Te‘âlâ'nın misli hiç

bir sey olmadığını ve yaratıkların özelliklerinden münezzeh olduğunu bilerek îmân

etmek.

Ġkinci yol ise: Bu sözleri Kendi ġân‘ına layık bir Ģekilde tevil etmek. Bu yolu

tutanlar dediler ki : Bu sözden murad köle kadının tek ilâha inandığını imtihan

etmektir. Yâni her Ģeyi yaratan ve yönetenin, her istediğini yapanın yalnız Allâh-u

Te‘âlâ olduğunu kabul ettiğini bilmek içindir. Ve Allâh-u Te‘âlâ‘ya dua etmek

Page 8: Aki̇detü't Tenzi̇h

isteyen kiĢi göğe yönelir, tıpkı namaz kılacak olan kiĢinin Kâbe‘ye yöneldiği gibi.

Bu Allâh-u Te‘âlâ‘nın gökle sınırlı olduğu manasına gelmez. Kâbe cihetinin O‘nu

sınırlamadığı gibi. Fakat gök dua edenlerin kıblesi olduğundandır. Kâbe‘nin namaz

kılanların kıblesi olduğu gibi. Veya o câriye puta tapanlardandı. Kendi etrafındaki

putlara tapanlardan. Ve o:―fi-s semâ‖ (gökte) dediğinde onun putlara tapmayan ve

tek ilâha tapan biri olduğu anlaĢıldı.'' (Sahih-i Muslim ġerhinin 5.cildinin 26.ve 27.

sayfalarında)

Birkaç Ģüpheye dikkat çekmeden önce bu hususa değinmek yerinde olucaktır.Selef

ve Halef ulemasından vereceğimiz görüĢler arasında Ġmam Nevevi'nin tasnif ettiği

gibi ''Tenzih'' asıl olmak üzere MüteĢabihata iki farklı yaklaĢım görmekteyiz.Selef

ve Halef uleması arasındaki icma ise noksanlık ve hudusa delalet edebilecek zahiri

manaları almamalarıdır.

1- Selefin yaklaĢımı;(et-tevhid maa't-tenzih)Allah'u Tealâ'yı Ģanına uygun

olmayacak vasıflardan tenzih etmekle beraber ,kendine sıfat olarak zikretmiĢ

vasıfların hakikatini Allah'a havale etmek,yorum ve açıklamaya

giriĢmemektir.Diğer bir ifadeyle Allah için sıfatlarını dil ile söyleyip anlamına

dalmaksızın ,maksadının ne olduğunu söylemeyip zevahirinden tenzih etmektir.

Allah'ın indirdiği Ģekilde iman edip,onların hakikatını Allah'a havele

ederler.Mesela istivâ kelimesinin zahiri on küsür manasından biri olan ''istikrar''ı

almamak gibi ,''nuzülü'' bir yerden bir yere intikal ve yukarıdan aĢağıya inme

anlamında almamak gibi ,muradı ilahiye karıĢmamaktır.

2-Halefin yaklaĢımı; (et-tevil maa't-tenzih) Bu tür ayetlerin zahirine yapıĢan tecsim

ve teĢbih akidesine ilhat edenlerin yayılmasını engellemek için illa bir mana

anlatılacaksa ilgili kelimeleri arap lisanın müsaade ettiği manaları arasından tenzih

akidesine en uygun olanı seçip manalandırırlar.Mesela ''istiva'' yı on kusur

anlamından ''istirar''(yerleĢti) veya ''celese''(oturdu) değilde, istila (malik oldu)

manasını alır ve bu mananın mutlak olarak Allah'ın muradı olduğunu iddia etmeden

Allahu alem (En doğrusunu Allah bilir) derler.

Lügavi açıdan bu lafızların manalarının bilinmesinden o manaların Allah‘ın muradı

olduğu neticesine varılamaz. Çünkü luğat açısından baĢka manalara gelmesi de söz

konusudur.ġüpheciler bu lafızlara ve ayetlere Allah'ın muradı üzere iman edip

,bunların manalandırılmasında Selef gibi sukut etselerdi kimse onları

suçlayamaz,onlar hakkında teĢbih,tecsim,temsil gibi mahzurlu Ģeyler söz konusu

olamazdı.AnlaĢılan birinci nokta, her iki yaklaĢımı benimseyen ulema Allah'u

tealâ'yı mahlukatına benzetmekten tenzih etmekte ittifak ettiler. Ġkinci nokta, her

ikisi de varlıklar için konulmuĢ olan Ģu lâfızların, Allah'u tealâ hakkında zahir

(insanların anladığı açık) manadan baĢka bir manaya geldiğini kabul ettiler, iĢte her

ikisinin de ittifakı, teĢbihi ref, Allah'ı bir Ģeye benzetmekten kaçınmak içindir.''Bu

yüzdendir ki Cüveyni selef ve halef alimlerinin benimsedikleri ―tefvid‖ ve ―te‘vil‖

sistemlerinin Allah Teala‘yı tenzih etmeleri ve yaratılmıĢlara benzetmemeleri

Page 9: Aki̇detü't Tenzi̇h

itibariyle aynı olduklarını söylemektedir ''.(Kevseri, el-Esma ve‘s-Sıfat,

(d.not:1),s.377)

''Allah kendini nasıl vasıflandırdıysa bizde o Ģekilde vasıflandırırız- Rab, kendi

Kitabı'nda, kendisi icin isbatladığını gördüğümüz isim ve sıfatı biz de isbatlarız.

Kendinden reddettiğini ise biz de reddederiz.–sözü de bir takım izahlara ihtiyacı

vardır. ġüphecilerin benimsediği bir Ģerhte Ģu ifadeler yazılıdır;'' Rasûlullah -

SallAllahu aleyhi vesellemin maksadının herhangi bir ifrat ve tefrit‘e gidilmeden

anlaĢılması icab eder. Onun sözlerine ifadelerin kaldıramayacağı anlamlar

yüklenmemesi gerektiği gibi, onun maksadına ve maksad olarak gözettiği hidayet

ve beyanına aykırı manalar da çıkartılmamalıdır. Çünkü böyle bir Ģey ihmal

edildiği için ve bu maksat gözetilmediği için pek çok sapıklıklar ortaya çıkmıĢtır.

Yüce Allah‘tan baĢkasının bilemediği türden, doğrudan ayrılmalar ve sapmalar

meydana gelmiĢtir. Hatta Allah ve Rasûlünden gelenlerin kötü anlaĢılması Ġslam

tarihinde görüle gelmiĢ her türlü bid‘at ve sapıklığın esasını teĢkil eder. Fer‘î ve aslî

bütün hususlardaki hataların temel sebebi budur. Hele bir de buna kötü maksat ta

ilave edilecek olursa... Allah‘tan yardımını taleb ederiz.'' (Ġbni Ebi'l-Ġzz'in

Akidetu‘t-Tahaviyye 431) Kur'an'ın belağatını göz arda edenlerden ard niyetli biri

çıkarda '' biz de onları bugün öyle unuturuz. ''(Araf 51) ve ''Allah da onları

unuttu.''(tövbe 67) vb.ayetlerini getirir ve ona HaĢa! ''Unutma'' sıfatı yüklerse ne

olacak.? O unutur ama bizim unutmamıza benzemez derse? Yine kendine

Kur'an'da izafe ettiği ''Ruh'' ve esma-i hüsnadan ''Nur'' ile ilgili tevilleri ve nasıl

anlaĢılması gerektiğini tefsirlerden bakabilirsiniz.

Ard niyetli kiĢiler tarafından cariye hadisinin aksi bir manada anlaĢılacak

hadislerde mevcuttur.''Allah'a yemin olsun ki, Ģayet sizler bir adamı ip ile en altta

olan yer tabakasından aĢağı sarkıtacak olsanız o, Allah'a ulaĢır.".(Tirmizi, K. Tefsiri

el-Kur‘an, Sure: 57, bab: 1, Hadis no: 3298 Ahmed b.Hanbel, II, 370; el-Beyhaki,

el-Esmâ ve's-Sıfât, 401. )''Her biriniz namazı na durduğu vakit Ģüphesiz Rabbi ile

münâcât eder. Rabbi kendisiyle kı blesi arası ndad ır. O halde hiçbiriniz k ıblesine

kar Ģı tükürmesin.''(Müslim Buhari 242 sahihtir.) Nefsin tezkiyesi

(temizlenmesi,iyiliği) nerede olursa olsun Allah'ın onunla beraber olduğunu

bilmesidir.(Beyhaki es-Sünenü'l Kübra 4/95,Tabarani,el Mucemus-Sağir no

55.sahihtir.)

Yine Hululiye'nin delil getirdiği Sahih bir kudsi hadiste Allah'u teala Ģöyle

buyurur;''Kulum nafile amelllerle bana yaklaĢmaya devam ederse,ben onu

severim.Onu sevdiğim zaman da, onun duyan kulağı ,gören gözü,tutan eli,yürüyen

ayağı olurum'' (Buhar , VII, 190, (Rikaak 38)Müslim,Ġbni Mace, Ebu Davud,

Tirmizi, Nesâî, Muvatta‘dan Kudsi Hadisler, Madve Yay nlar : 153-154.)

ġüphecilerin ''Nassları zahiri üzere anlamak ve tevil etmemek'' ilkesini son hadisi

esas aldığımızda HaĢa! ''Alllah'u teala kuluna hakiki yani mesafesel anlamda

yaklaĢınca kulunu sever,O'nu sevdiği zamanda hakiki anlamda onun duyan

kulağı,gören gözü,tutan eli,yürüyen ayağı olur .Lakin biz keyfiyetini bilmeyiz.''

Page 10: Aki̇detü't Tenzi̇h

demeleri gerekki bu akla zulmetmektir.Tekyif (keyfiyet)içeren bir cümlenin

keyfiyetini bilmeyiz demek gibi birĢey söylemiĢ oluruz.Adeta tenzih içinde

teĢbih/tecsim veya teĢbih/tecsim içinde tenzih ve hulul gibi çeliĢkili bir durum söz

konusu olur.Bu zorlamalara gerek kalmadan Selefiyye ekolün buna benzer hadisleri

Halef gibi tevil etmekten baĢka Ģansı kalmamaktadır.Akıl ve nakilde bunu

gerektirir,bu ise Tahrif değildir.Oysa bizim aktardığımız ve aktaracağımız Ehli

sünnet'in prensiplerini dikkate aldığımızda sakıncalı olmayan Ģu bakıĢ açıları ile

karĢılaĢırız;

Selefi Salihin bakıĢ açısıyla baktığımızda;Kul nafile amellerle Allah'a yaklaĢır,bu

yaklaĢmanın keyfiyetini bilmeyiz,Allah'a yaklaĢmak ise mesafe kat etmekle

olmaz,Allah'u Teala'nın kulun gören gözü ,duyan kulağı ,tutan eli ve yürüyen

ayağı olurum derken maksadı ne ise ona iman ederiz..Yoksa bunlar uzuvların yerini

almak değildir.Bu kesinlikle hulul, sınır ve keyfiyet içermez.manasını Allah'u teala

bilir diyerek tevfid eder ve varid olduğu üzere iman eder ,zahiri ilk akla gelen

manasından Allah'u teala'yı tenzih ederler.Bu ise tahrif değildir.Binaenaleyh kimse

onları tecsim gibi mahzurlu Ģeylerle suçlayamaz.

Halef ise; Arap dilinde böyle temsili anlatımların bulunduğunu örneklerle belirtirek

manalandırırlar.Ayrıca .Beyhakî Kitabu'z-Zühd'de Ebu Osman el-Cizi'den naklen

Ģu yorumu kaydeder: "Hadiste Cenab-ı Hak: "Ben, kulumun kulağıyla ilgili

dinlemedeki, gözüyle ilgili nazardaki, tutmayla ilgili eldeki, yürümeyle ilgili

ayaktaki ihtiyaçlarını süratle görürüm." buyurmaktadır.Diğer hadisleride '' Ġlmine

ulaĢır'' ve ''ilmiyle beraberdir'' vb.diyerek tevil etmiĢlerdir.

Açıktır ki, Selef ve mezhebi ile kendilerine ―Selefiyye‖ ismini veren Ģüphecilerin

mezhebleri ayrı ayrı Ģeylerdir. Selefe ve Mezhebine evet ama, Selef ve mezhebiyle

alakasız olan Selefiyye ve bir çeĢit Mücessime olan mezheblerine hayır.Bu

çerçevede Selefiyye kendilerine Ehl-i Sünnet camianın büyük çoğunluğunun

yönelttiği eleĢtiri ve uyarıları dikkate almalı ve hayru‘l hataiin et-tevvabun ölçüsü

çerçevesinde dinde aslı olmayan bu görüĢ ve ayrıntılardan uzaklaĢarak Selef‘in

mezhebini nefislerinde ihya etmelidirler..

Ehlisünnet Vel Cemaat âlimlerinin icmasını reddeden bu grup insanlar, her konuda

iĢlerine ne gelirse o Ģekilde hareket etmektedirler. Örneğin iĢlerine geldiği zaman

―Tevil‖ konusunda ―Tevil‘i‖ reddederken iĢlerine geldiği zamanda ―Tevil‖

yapmada kendilerine toz kondurmamaktadırlar.Aynı Ģekilde iĢlerine geldiği yerde

arap dilinin geniĢliğinden faydalanmaları ilmi objektiflikle

bağdaĢmamaktadır.Hatta bazen cahil olduklarını öyle ortaya koyuyorlar ki, ―Te‘vil,

Tatildir(inkârdır)‘‖ diye batıl olan görüĢleriyle insanları zehirlemekten geri

kalmazlar.

Ġmam ġatibi rahimehullah der ki;''Ancak bizce (en) doğrusu, SeIef-i sâlihin

üzerinde olduğu yoldur. Ġmam el-Gazzâlî, bu görüĢün doğruluğunu çeĢitli deliller

getirerek savunmuĢtur. Bunun için "Ġlcâmu'l-avâm" adlı kitabına bakınız. '' (ġâtıbi,

el-Muvâfakât, Ġz Yayıncılık: 3/93-94)

Page 11: Aki̇detü't Tenzi̇h

Ġmam-ı Gazzâli nassların zahirine bakarak Allah Teala‘ya hâdis varlıklara ait fiilleri

isnat eden HaĢviyye‘nin ―selef itikadı üzerine oldukları‖ iddiasını çürütmek ve selef

akidesinin esaslarını ortaya koymak için kaleme aldığı ―Ġlcamu‘l-avam an Ġlmi‘l-

Kelam‖ adlı eserinde 7 ilkeden bahsetmektedir:

1-Takdis: Allah Teala‘yı ―cisimlere ait özelliklere sahip olmak‖ gibi Ģanına

yaraĢmayan hususiyetlerden tenzih etmek.

2-Tasdik: Ġsim ve sıfatlardan, Allah Teala‘nın Ģanına uygun anlamların

kastedildiğini, Efendimiz‘in (sallAllahu aleyhi ve sellem) Cenab-ı Hakk‘ı

vasfederken de yanılmadığını kabul edip, öylece iman etmek.

3-Aczi itiraf: Nasslarda bildirilen müteĢabihattan kastedilen ilahi muradı bilmenin,

kul olarak kendi idrak sınırını aĢtığını itiraf etmek.

4-Susmak: MüteĢabihatın anlamının ne olduğunu sorma ve bu konuda fikri

tartıĢmalara dalmanın bidat olduğunu kabul etmek.

5-Ġmsak: MüteĢabihat hakkında yorum yapmak, onları baĢka bir dile tercüme

etmek, ilave ya da eksiltmede bulunmak, birleĢtirme ve ayrıĢmaya tabi tutmak da

caiz değildir. MüteĢabihat ancak mevcut sîgalarıyla telaffuz

edilebilirler.(Bkz.ġehrestânî 'nin el-Milel ve'n-Nihal'i ve Ġmamı Azam'ın Fıkhu'l

Ekber'i )

6-Keff: MüteĢabihat ile kalben meĢgul olmamak,(ne olduğu) haklarında fikir

yürütmemek.

7-Ehline havale etmek: Avam, yetersiz olduğundan dolayı anlamaktan aciz kaldığı

müteĢabihatı, Allah Rasûlü‘nün (sallAllahu aleyhi ve sellem), peygamber, alim ve

velilerin bildiğine kanaat getirir.( Ġlcamu‘l-Avam an Ġlmi‘l-Kelam, ( Mecmûat-u

Resaili‘l-Ġmami‘l-Gazzali içerisinde), Beyrut, 19994, s. 41 vd.)

ġüpheci,Selefin lafızlara mana vermeden iman etmelerine ''Bu Anlamsız boĢ

sözlere inanmaktır'' der ise,Hanbeli Alim Ġbni Kudame 'den bir iktibasla cevap

verelim ; Bu konudaki mükellefiyetimiz onlara iman etmenin ötesine geçmez. Ġman

etmek için de manalarının bilinmesine ihtiyacımız yoktur. Bazı Ģeylere imanda

manalarını bilmeden iman etmek caizdir ve vakidir. Meleklere, kitaplara, önceki

peygamberlere onları görmeden de iman ediyoruz. Bu îmân, isimlerine îmân

etmekten baĢka manası olmayan bir imandır. Ayette; ―Allah‘a, bize ve Ġbrâhîm‘e

indirilene iman ettik, deyin‖,[Bakara:136] buyurulması buna açık

delildir...(Tahrimu‘n-Nazar: sh. 52/ 51)

ġüphecilerin iddia ettiği gibi zahiri ilk akla gelen teĢbih ve tecsim çağrıĢtıran

Page 12: Aki̇detü't Tenzi̇h

manalarını almak Selefin tavrı değildir.Ve bu genel tasnifin aksine bazen Seleften

Tevil eden olduğu gibi Haleften de sukut edip manasını Allah'a havele etme tafvid

görüĢünü benimseyenler vardır.ġüpheciler ''Biz bunları alırken mahlukata

benzetmeyi redediyoruz'' demeleri yeterli değildir.Lakin aĢağıda geleceği üzere

kimi Ģüpheciler Ġstiva'nın on kusür anlamından biri olan ''celese'' (oturmak)

manasında alıp mahlukata benzemeyen bir oturmadan bahsetmiĢtirler.Bu Allah'u

teala'nın istiva etmeden önce haĢa! ayakta idi de sonra oturdu anlamında kabul

edilmesi mümkün olmayan nice problemleri peĢinden getirir.Kimi Ģüphecilerin

celese anlamına itiraz edip ''teĢbih'' olarak bakmaları sizi yanıltmasın.Zira ''istiva''ya

''istikar'' (yerleĢme) ve bir yerden bir yere mesafesel bir yükselme anlamında ''

irtifa'' ve bir yerden bir yere mesafesel bir iniĢ anlamında ''nuzul'' manalarını verip

,sonrada bu manalarda ''mahlukatı gibi değildir keyfiyetini bilmeyiz tevil

etmeyiz, tatil etmeyiz,benzetmeyiz bu yüzden bu teĢbih değildir'' sözlerinin

batıllığına delildir.Çünki celese (oturdu) anlamını verenlerde ''mahlukatı gibi

değildir keyfiyetini bilmeyiz tevil etmeyiz,tatil etmeyiz,benzetmeyiz bu teĢbih

değildir'' demiĢlerdir. Sıfatları ispata -bir Ģey söylemeyip,susmanın selef yoluna

uygun olduğu hallerde- aĢırıya gittiklerini görüyoruz. Trajikomik olan ise

Ģu Ģüphecilerin Selef mezhebinde olduklarını iddia etmeleridir.Ġzz b.Abdusselam'ın

dediği gibi ''MüĢebbihenin ya yiyecekleri bir haram için, yahut da alacakları

değersiz bir dünya malı için Selef mezhebi görünümünde gizlenmiĢlerdir. Selef

mezhebi tevhid mezhebi olup tecsim ve teĢbih mezhebi değildir''. (Mulhatü‘l-

Ġ‘tikâd) Hanbeli Alim Ġbnu'l Cevzi'nin benzer münasabetle dediği gibi;Bu salih

Selef Alim (Ahmed b. Hanbel) 'in mezhebinde olmayan Ģeyi, mezhebine sokmayın!

Mezhebine öyle çirkin ,ayıp Ģeyleri giydirdiniz ki herhangi bir Hanbeli ,kim olursa

olsun (sizin yüzünüzden) Mücessimedir denilmektedir. Bununla beraber ,kendileri

güya bir Ģeyi Allah'a benzetmekten veya benzetmeyi Allah'a izafe etmekten

kaçınıyorlar.Bir kısım cahillerde onların bu inançlarına uymuĢlardır.(Def-u

ġübbetü't-TeĢbih)

Ġmam-ı Azam Ebu Hanife'nin bu konudaki görüĢleri ve

ġüphecilerin yanılgıları

1-Ġmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el-Fıkhu'l Ebsat'ta Allah-u Teala

nerededir? sorusuna ''Yaratılmadan önce mekan yoktu,halbuki Allah vardı.

Mahlukattan hiçbiri yokken , ''nerede'' mefhumu mevcut değilken Allah vardı. O

her Ģeyin yaratıcısıdır '' cevabının verilmesini ister. (Ġmam-ı Azamın 5 eseri,Fıkhu'l

Ebsat terc.Mustafa Öz Marmara Üniversitesi Ġlahiyyat Fakültesi Vakfı yayınları-

Ġmam-ı Azam Ebu Hanife ve Eserleri Fıkh-ı Ebsat sh.102 ,ter.Ģerh

Doç.Dr.Abdülvehap Öztürk-ġamil yay.)

2-Ġmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el -Vasiyye'de Ģöyle demiĢtir:"Allahü

teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (ArĢ'ın üzerine) istikrar (yerleĢme, mekân tutma)

olmaksızın ArĢ'a istiva etmiĢtir. O, ArĢ'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer

(ArĢ'a ve bir yerde yerleĢip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi

alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve

Page 13: Aki̇detü't Tenzi̇h

karar kılmaya muhtaç olsaydı, ArĢ'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce

Allah bundan münezzehtir."(Ġmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye 73.Abdulgani el-

Meydani ġerhu'l-Akideti't-Tahaviyye,74.el-Beyadi,el-Usülü'l Münife,52)

3-Ġmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el-Fıkhu'l-Ebsat'ta Ģöyle

diyor:"Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum diyen kimse kâfir

olur. Aynı Ģekilde, "Allahü teâlâ ArĢ'ın üzerindedir, ArĢ'ın gökte mi yoksa yerde mi

olduğunu bilmiyorum" diyenin durumu da böyledir." (Ġmam-ı Azamın 5 eseri

ġamil yayınları sh.94)

Bazı ġüphecilerin Ġmam Ebû Hanîfe'nin, bu (üçüncü) sözüne sarılarak Allah

Teala'nın –haĢa– gökte olduğunu söylediğini ileri sürmeleri doğru değildir. Zira

burada Ġmam, Allah Teala'nın gökte veya yerde olduğunu söylemekle O'na bir

mekân isnad edilmiĢ olacağını vurgulamaktadır. Buradaki tekfirin anlamı

budur,Ģöyleki;

1-Molla Aliyyül Kârî Ġmam-ı a'zam Ebu Hanife'nin bu sözü hakkında Ģu

açıklamayı yazmaktadır: -"Ġmam Ġzz bin Abdusselâm, Hillu'r-Rumûz adlı kitabında

Ġmam Âzam'ın Ģu sözünü kaydediyor: Kim Allah'ın yerde mi gökte mi olduğunu

bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, Allah'ın bir mekânı olduğu düĢüncesini

akla getirir. Allah'ın mekânı olduğunu düĢünen kimse ise Allah'ı yaratıklara

benzeten kiĢidir. ġüphe yok ki Ġbn Abdusselâm alimlerin büyüklerinden biri olup

sika (güvenilir) bir âlimdir."- (bkz. Fıkh-ı Ekber ġerhi, "Miraç ve Allah'a Mekân

Ġsnadı" )

2-el-Bayâdî rahimehullah ĠĢârâtu‘l-Merâm‘ında bunu Ģöyle îzâh eder:-"Bunun

sebebi, kâilin bu söz ile Hâlık-ı Zülcelâl (celle celâluhû)‘ya cihet ve hudud tâyin

etmesidir; zîra ciheti ve hudûdu olan her Ģey bizzarûre mahlukdur. Binâenaleyh bu

söz, Allah (celle celâluhû)‘ya kusûr atfetmekdir. Ġlâhî cismâniyyete ve cihete

inanan o kimsedir ki, hevâss ile idrâk edilemeyen her Ģeyin varlığını münkîrdir.

Onlar, fevkettabî‗a olan ulûhiyyet cevherini reddederler. Bu da onları kat‗î sûretde

îmânsızlığa götürür." (el-Kevserî, Makâlât, s.368-369; nakleden: Yusuf Hanîf)

3-Yusuf-i Nebhanî de bunu Ģöyle îzâh eder:"Bir kimse, "Allah'ın yerde mi gökte mi

olduğunu bilmiyorum" derse, kâfir olur. Zira bu söz, Allahü teâlâ için bir mekân

var da o kimse bunda Ģüphede imiĢ vehmini verir." (ġevahidü'l-Hakk, s.218)

4-Ġmam Allame Muhaddis Ebul Mehâsin el-Kavukci ―El-Ġtimad Fi'l Ġtikad‖ adlı

kitabında Ģöyle diyor: ―Allâh, yönlerden ve cisim olmaktan münezzehtir. O‘nun

hakkında; sağı, solu, arkası, önü vardır, ArĢ‘ın üstünde, altında, sağında, solunda

bulunmaktadır, Âlemin içinde veya dıĢındadır demek caiz değildir. O‘nun yerini

O‘ndan baĢka kimse bilemez de denmez. Ve her kim ―Bilmiyorum Allâh gökte

midir, yerde midir? der ise küfre düĢer. Çünkü bu iki yerden birini Allâh‘a mekân

olarak nispet etmiĢ olur.‖

Page 14: Aki̇detü't Tenzi̇h

5-ġarih Ebu'l Leys Semerkandi bunun illetini Ģöyle göstermiĢtir;-''Çünkü o,bu sözü

ile Allah'u teala'nın bir mekanı olacağını söylemek istemiĢ ve bu yüzden müĢrik

olmuĢtur.Çünkü Allah'u teala var iken mekan yoktu.Allah var iken;ne mekan,ne

halk ne de baĢka bir Ģey vardı.O,her Ģeyin Halikıdır.Binaenaleyh mekan ancak

sonradan olan Ģeyler için düĢünülür.Bu hususta imam Tahavi Ģöyle demiĢtir;''Kim

nefy'den (Allah'ı yok saymaktan) ve teĢbihten (Allah'ı mahluka benzetmekten)

sakınmassa,ayağı kayar ve Allah'ı gereği Ģekilde noksanlıklardan tenzih etmemiĢ

olur.'' Zira Rabbimiz celle ve ala vahdaniyet sıfatları ile mevsuf,ferdaniyyet sıfatları

ile nitelidir.Mahluktan hiçbiri bu manada tasavvur edilemez.O'nun hududu,sınırı,

rükünleri,azaları ve aletleri yoktur.Diğer varlıklarda olduğu gibi altı ciheti

yoktur(sağ,sol,ön,arka,alt üst).'' -(Zahit el-Kevseri'nin neĢrinden Ġmam-ı Azamın 5

eseri ġamil yayınları sh.94)

Allah'ü teâlâya cihet ve mekân isnad eden HaĢviyye taifesi, Ġmam-ı Azam Ebû

Hanîfe'nin sözlerini saptırmaları boĢadır. Ġmam-ı Azamın Fıkhu'l Ebsat'taki Ģu

sözünün Ģerhlerini vermemize rağmen ,Ģüphecilerin batıl akidelerine delil olacak

bir Ģey bulunması imkansızdır.Bu sözün ardından Ebu Hanife ''Allah'a dua ederken

yukarıdan yönelinir, aĢağıdan değil. Çünkü aĢağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile

ilgisi yoktur'' dedikten sonra cariye hadisini vermesi,bunu (s.94) ''Ģanı nerededir?''

manasında aldığının delilidir.Âlem bir küre Ģeklindedir. Bize nisbetle "üst" olan

cihet, yeryüzünün diğer tarafında oturan kimselere nisbetle "alt'dır. Bunun aksi bir

cihetle (yönle) kayıtlı ve sınırlı olsaydı, bu cihet, kimi insanlara göre üst olsa bile,

diğerlerine göre alt olurdu. Alimlerin ve akıllı kimselerin ittifakı ile sabittir ki,

ma'bûd'un eĢyanın "alt" yönünde olduğunuda söylemek caiz değildir.Bu sözden

maksat ise yüce Allah'ın tazim edilmesi, aĢağıda ve altta oluĢtan tenzih edilmesidir.

Buna karĢılık yücelik ve azametle nitelendirilmesidir. Yoksa mekân, cihet ve

sınırlarla nitelendirmek değildir. Çünkü bunlar cisimlere dair sıfatlardır.

Yine Fıkhu'l Ebsat'taki Ģu sözlerinin devamında Allah nerede? sorusuna verdiği

cevabı yukarıda zikretmiĢtik.'' Nerede mefhumu, mekan ve bütün mahluklar yok

iken Allah vardı,yani O Ģimdi de mahlukatı yaratmadan önceki gibidir.'' manasında

cevap verdikten sonra bu sözleri baĢka yere çekmek mümkin değildir. ġüphecilerin

iddiaları örümcek ağından daha sağlam olsaydı,Ebu Hanife bu soruya Semada

/Gökte yada cihet itibariyle yukarıda cevabını neden vermedi? HasbinAllahu nimel

vekil... (Ancak Ģüpheciler bu cevabı kendi eserinden bulamayınca, aĢağıda

vereceğimiz uydurulmuĢ bir isnada yapıĢacaklardır.) ''Neden dua esnasında eller

yukarı kaldırılır?'' baĢlığında ulemadan zikredeceğimiz üzere, Allah'a dua ederken

ellerin yukarıya kaldırılaması dua'nın kıblesi,rahmetin inme yeri ver rızık deposu

olduğundandır. Yer,ayaklarımızın altı ise Allah'ın yüceliğini ifade etmediği için

rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur. Ayrıca Ġmam-ı Azam el-Vasiyye adlı

eserinde buyuruyor ki:"Cennet ehlinin Allahü teâlâya keyfiyet, teĢbih ve cihet

olmadan mülaki olmaları haktır." derken ciheti inkarı açıktır.Ahirette keyfiyet

,teĢbih ve cihetten Allah'u tealayı münezzeh tutan Ebu Hanife, nasıl oldurda Ģimdi

O'na cihet idda edecek? ġu Ģüpheciler, acaba Ebu Hanife'nin Fıkhu'l Ekber'inde

''Allah'ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değildir ''sözünü

Page 15: Aki̇detü't Tenzi̇h

bilmezler mi acep?

Buna rağmen Firavun'un Ģüphesini doğru bulan Ģüpheciler -"Minarenin tepesindeki

bir insan Allah‘a, zemin seviyesindekinden daha yakındır''- diyecek kadar nasıl ileri

gidebilmektedirler? Maalesef inançları bunu gerektirmektedir. ĠĢte Buhari Ģarihi

Ġbni Hacer Fethu'l Bari'de -''Allah‘ın yakınlığı mesafe yakınlığı mânâsında

değildir''-''Kulun Allah‘a yakınlaĢmasının mânâsı değerinin Allah katında

yükselmesidir.'' der.

Umudumuz Ģudur ki, taassup,hizipçilik ve inatçılıktan biraz sıyrılabilenler,bağnaz

olmayan sözde selefi kiĢiler bu gerçeği açıkça göreceklerdir. Hâsılı O (Ebu Hanife),

Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ve Selef gibi bir yanda Te‘vîl-i Tafsîlî yapmamakla

Tefvîd‘e giderken /lafzın ma‘nâsının ilmini Allah‘a bırakıyordu. Öte yanda da

Te‘vîl-i Ġcmâlî ile tenzîh yapıyor; yani Allah‘ı, O‘nu, yaratılmıĢların sıfatlarından

kendine yakıĢmayacak sıfatlardan uzak tutmuĢ oluyordu.Usülcülerin ifadesiyle

''Ġsbat bila teĢbih ü temsil,Tenzih bila ta'til ü inkar''. Zâten Selef‘in de tatil ve temsil

arasındaki yolu buydu.

Hakîm es-Semerkandî rahimehullah, Ġmam-ı A'zam Ebû Hanife rahimehullah'ın

akidesini açıklayan "er-Reddü'alâ eshabi'l-hevâ el-müsemmâ Kitâbu's sevadi'l-

a'zam 'alâ mezhebi'l-Ġmâmi'l-A'zam" kitabında Ģöyle demektedir:"Mü'minin Allahü

Teâlâ‘ya mekân, gelmek, gitmek ve mahlukların sıfatlarından herhangi bir sıfatı

isnad etmemesi lazımdır. ...Kul, Cenâb-ı Hakkın bir mekânda bulunmadığını,

mekâna ihtiyacı olmadığını, ArĢ‘ın onun kudretiyle ayakta durduğunu bilecek,

gidip gelme (intikal) gibi sıfatları kendisine izafe etmeyecek." (Hâkim Semerkandî,

Sevâdi'l-A'zam, 46. mesele, Bedir Yayınevi, s. 78)

Ahmed Ziyâüddîn GümüĢhânevî rahimehullah diyor ki:"Bir kimse, Allah kullarını

muhakeme için oturur, kalkar derse, O‘na yukarıda olmak veya aĢağıda bulunmak

gibi Ģeyler izafe ederse kâfir olur.‖ (Camiu‘l-Mütun tercümesi,s.118)

Allâme Ġbni Hacer el-Heytemî rahimehullah diyor ki;"(Göklerde oturana inandım)

dese câiz olmaz, çünkü bu ifadede Allah'a mekân isbatı vardır. Allahü Teâlâ

göklerin de ilâhıdır, yerlerin de ilâhıdır. Bunun için Allah'a cihet isbat çoğunluğa

göre küfürdür. Küfrü ifade eden bir kavram ise iman alâmeti olamaz..―Gökte olana‖

demek, saltanatı göklerde hüküm sürene demek olur ki, halef ve selef âlimleri

tarafından tevil edilen Kur'an-ı Kerim'in lafzına uygun düĢer. Ancak Hanâbile'den

sapık bir fırka buna muhalefet etmiĢtir. Halef, ―Biz bu tevili tayin eder ve zahiri ona

sarf etmeyiz‖, derler. Selef ise, ―Biz icmâlen tevil eder fakat belirli bir Ģeyi tayin

etmeyi içyüzünü Allah'a havale ederiz.‖ derler. Muteahhirînin bir kısmı da bu

görüĢtedir. Diğer bir kısmı ise zahire ve Arap lügatinin kaidelerine uygun ve yakın

olanı tayin ve tercih ederler. Böyle bir imkân bulunmadığı vakit tevil eder ve asıl

muradı Allah'a havale ederler. Âyet ve hadîsler üzerinde araĢtırmalar yapan kimse

bunların tevile Ģehâdet ettiklerini görür. Çünkü bunlan tevilsiz oldukları gibi kabul

etmek tenakuza yol açar. Bu kuĢkuyu kaldırmak için tevil kaidelerine uyarak tevil

Page 16: Aki̇detü't Tenzi̇h

etmek vacip olur. Meselâ:―(Allah) sonra ArĢ üzerine istiva etti.‖''Biz ona Ģah

damarından daha yakınız.‖―Nerede olursanız olun. O sizinle beraberdir.‖âyetleri ile

Resûl-i Ekrem'in:―Eğer konağın ipini sarkıtsanız Allah üzerine düĢerdi.‖

Hadisinden birini tevil zorunluluğu vardır. Çünkü hiç kimse bunların zahir an-

lamlarında olduğunu iddia edemez. Bir yandan, ―Allah ArĢ üzerindedir.‖, ―bir

yandan, ―O, size Ģah damarınızdan yakındır.‖, öteyandan, ―Nerde olursanız olun, O

sizinle beraberdir.‖ âyetleri ile ―îpi sarkıtsanız Allah'a değecek.‖ hadîsi tevilsiz

kabul edilemezler. Bazı âyet ve hadîslerde tevil zorunluluğu olduğuna göre, bu gibi

müteĢâbihâtın hepsinde tevil vacip olur. Mâlik, Cafer ve benzerleri gibi selefin

hepsi bu tevili kabul etmiĢlerdir.Hulâsa; bu meselede Ehl-i Hakkın görüĢü, benim

anlattığım gibi, Allahu Teâlâ'ya noksanlık getiren ve hatta ne noksanlık ve ne de

kemal getirmeyen bütün sıfatlardan O'nu tenzih edip her yönden kemal sıfatları ile

tavsiftir. O'nu, zâtında sıfatında, esma ve ef'âlinde mutlak ve en üstün kemal

sıfatları ile tavsif etmek lâzımdır. ĠĢte Allah hakkında ve birinci Ģehâdet, budur.(Ez-

zevâcir An Ġktiraf'il-Kebâir, Kayıhan Yayınları, Ġstanbul, 1997; s.73)

Muhammed Hâdimî rahimehullah diyor ki:-―Allahü teâlâ bize ArĢtan veya gökten

bakıyor veya görüyor demek küfürdür....Yine Allahü teâlâyı dıĢ uzuvla sıfatladığı

veya onun kemâl sıfatlarından bir sıfatı nefy ettiği (kaldırdığı) zaman veya hülul

[içine girmek] veya ittihad [birleĢmek] ile [O'nu vasıfladığı zaman] yani Allah'ın

alemin içine girdiğine veya alemle bir olduğuna kail olduğu zaman veya mekân ile

onu vasıfladığı zaman da yine böylece kâfir olur.‖ -(Berika, Kahraman Yayınları,

c.2, s.445-446)

Feteva-i Hindiyye tercümesinde Ģu ifadeler var:"Allahü Teâlâ için, mekân iddia

eden kimse kâfir olur. ... "Allahü Teâlâ, insaf için oturuyor." diyen kimse, kâfir

olur. Allahü Teâlâ'yı, "yukarıda", "aĢağıda" diye vasıflandıran kimse, kâfir olur.

...Bir kimse: "Benim, gökte ilâhım; yerde filanım var." dese; kâfir olur. Fetâvâyi

Kâdîhânda da böyledir. ..." (Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ

Yayınları: 4/312-319.)

Molla Aliyyü'l Kârî rahimehullah diyor ki:-"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu,

mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de

kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıĢtır....-( Fıkh-ı Ekber

ġerhi)

Molla Aliyyü'l Kârî rahimehullah aynı eserde diyor ki:-''Sözün kısası, varlığı

kendinden olan, varlığı baĢkasından olana benzemez. Varlığı baĢkasından olan da

varlığı kendinden olana benzemez. Öyle ise Allah Teâlâ, sınırlı değildir, sayılmıĢ

değildir, ĢekillenmiĢ değildir, parça değildir, bir mekânda yerleĢmiĢ değildir, mü-

rekkep değildir, sonlu değildir. Maiyet,mâhiyet, keyfiyet, renk,tad,koku, hararet,

soğukluk, yaĢlık, kuruluk ve benzeri beĢeri vasıflarla vasıflanmaz. Allah bir

mekânda değildir.Yukarıda değildir, aĢağıda değildir,baĢka cihetlerde

değildir.Allah Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir Ģeyin içine girmiĢ değildir,

bir Ģeyin mahalli de değildir''-(Fıkh-ı Ekber ġerhi)

Page 17: Aki̇detü't Tenzi̇h

ġÜPHECĠ; Aliyyu'l Kari'nin bu sözleri Allah'ın varlığını kabul etmemekdir,bu

yokluğu tariftir.Rabbi'nin nerede olduğunu bilmemektedir ,böyle diyenler rablerini

kaybetmiĢlerdir.Var olduğunu kabul ettiğin bu nitelikteki rab ile hiç olmayan,yok

olan arasındaki farkın ne olduğunu bize göster..

CEVAP;Peygamberimizin (sav) '' Allah vardı,O'ndan önce baĢka bir Ģey yoktu...''

.hadisi Ģerifi .(Buhari, Megazi, 67,74,Bed'ul-Halk 1,Tevhid 22;Tirmizi,

Menakıb,3946) gereği Ġmam-ı Azam Ebu Hanife Fıkhu'l Ebsat'ta Allah-u Teala

nerededir? sorusuna ''Yaratılmadan önce mekan yoktu,halbuki Allah vardı.

Mahlukattan hiçbiri yokken , ''nerede'' mefhumu mevcut değilken Allah vardı.O her

Ģeyin yaratıcısıdır '' cevabının verilmesini ister. ( Fıkh-ı Ebsat sh.102 -ġamil

yay.)Bu demektir ki ezelde (baĢlangıçsızlıkta) Allâh'tan baĢka hiç bir Ģey yoktu.

Allah vardı, mahlukattan baĢka bir Ģey yoktu,zaman , mekan ve

cihet mahluktur.Ne zaman, ne de mekân ne insan ne de melek ne hayvan ne de cin

ne gök ne de yeryüzü.. Ġmam Suyuti ve Ġbni Hacer ve diğer muhaddislerin dediği

gibi;-Allah hareket, intikal, hulul, mahlukatın içine girmek gibi Ģeylerden

münezzeh-(Fethu'l- Bari 7/156) ise artık Allah'u teala hakkında bir değiĢiklik

düĢünmek doğru değildir. Allâh mekân yokken vardı, O Ģimdi de olduğu gibidir.

Buradan hareketle mahlukatı yaratmadan önce var olan Allah(c.c), nasıl ki ciheti

yaratmadan önce yukarıda ve altta değildi,alemi yaratmadan önce içerisinde

olmadığı gibi dıĢında da değildi,bitiĢik değilken ayrıda değildi.Bu durumda

hepimiz Allah'ın mahlukatı yaratmadan önce var olduğunu söylerken ,nasıl

olurda Ģimdi bu sözlerle Allah'ı (c.c) anlatan ehl-i sünnet alimlerine ''Bu sözler

Allah'ın varlığını kabul etmemekdir,bu yokluğu tariftir'' denilmektedir.

Madem ki mekân yaratılmazdan evvel Cenâb-ı Hak mekâna muhtaç değildi,

mekânsız olarak var idi. Mekân yaratıldıktan sonra da ona ihtiyacı

yoktur.Her hangi bir cismi anlatsak, Ģüphecilerin sözleri doğru olabilirdi. .ĠĢte o

zaman o cismin yokluğunu tarif etmiĢ oluruz., bu birbirine zıd Ģeylerden birini

kabul etme niteliğine sahip olan varlığın bu birbirine zıd Ģeylerin dıĢında kalması

imkansızdır.Ama gördümüz gibi Allah (c.c) birbirine zıt bu Ģeylerden mahlukatı

yaratmadan önce münezzeh olduğunu Peygamberimizin (sav) ve Ebu Hanife (r.a)

'den nakillerle gördük.Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:

"Ya Allâh sen zahirsin senin üstünde bir Ģey yok ve sen bâtınsın senin altında bir

Ģey yoktur" Beyhakî demiĢtir ki, dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: "Üstünde

ve altında bir Ģey bulunmayan mekansız olarak vardır" demiĢlerdir.Sonra Ģu

Ģüpheci kimse, "Sen, Allah'ı, yok olan bir Ģeye benzetiyorsun. Çünkü yok olan, bir

mekânda değildir" diyor, halbuki, O'nu bir mekâna muhtaç kıldığı için kendisinin

O'nu madûm (yok olan) bir varlık haline getirdiğini bilmiyor. Çünkü, muhtaç

olduğu Ģeyin bulunmamasına nazaran, her muhtaç da yoktur. Denilirse ki;Böyle bir

varlık anlaĢılmamaktadır.Deriz ki;AnlaĢılmamaktan kastın,hayel edemediğin,

tasavvur edemediğin,her hangi bir kuruntaya ifade edemediğini söylüyorsan isabet

ettin .Çünkü o varlık ,kuruntuya ,tasavvura ve hayale sığmadığı gibi rengi ve ölçüsü

olmayanın hayali tasavvur edilemez.«O'nun benzeri gibi hiçbir Ģey yoktur!» (ġüra,

Page 18: Aki̇detü't Tenzi̇h

42/12).(Gazzali'den feyzle)

Ġmam Ebu Hanife'ye isnad edilen gerçek dıĢı söylemler

ġÜPHECĠ ; Bir kadının Ebu Hanife'ye geldiği ve ''Dinini terk ettiğin halde

insanlara çeĢitli meseleleri öğretmeye kalkıĢan sen misin? Kendisine ibadet edilen

ilahın nerede?'' dediği .Ebu Hanife'nin de susup 7 gün sonra ''ġüphesiz Allah yerde

değil ,semadadır'' demiĢtir.

CEVAP; Ebu Hanife'nin kendi eserinde bu soruya verdiği cevabı görmüĢtük.Lakin

bu iddiaları dillerine pelesenk yapan Selefiyye ekol mensuplarının tassubu

bilinmektedir.Bu yüzden kendi meĢreblerinden,saygı duydukları Albani'nin

Zehebi'in Uluvv'un tahkikinde söylediklerine bakalım:''Derim ki (Albani) ; Hem bu

nasıl sahih olabilir ki bunu rivayet eden uydurmakla itham edilmiĢ bulunan Nuh el-

Cami 'dir. Hatta bazıları ; O doğrunun dıĢında her Ģeyi toplamıĢtır demiĢtir.''

Ġmam Malik'in veciz bir sözü üzerine Ģüphe uyandırılması

Ġmam Beyhaki'nin sahih bir isnat ile : ―Ġmam Malik‘e bir adam ―Allâh, ArĢ‘a nasıl

istiva etmiĢtir?‖ diye sormuĢtur. Ġmam Malik de adama ―Allâh‘ın istivası

malumdur, yani sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur).

Keyfiyet ise imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl"

diye soru sormak bid‘at‘tır‖ diye cevap vermiĢtir..Mezhep müntesiplerinden bid'at

pisliğini reddetmesi ,Medine Alimi Ġmam Malik'in mezhebinin

özelliklerindendir.Malikiler arasında i'tizal ve TeĢbih bid'atini görmemekteyiz.

Zannımızca Ġmam Malik'in sıfatlarla ilgili haberlerin rivayetini yasaklamıĢ olması

,bunu sağlamlaĢtırmıĢtır.'' (Kevseri-Mezheplerin doğuĢuna bir bakıĢ- sh;44 )

Buna rağmen iki farklı yorumlama biçimiyle karĢı kaĢıyayız;.

Birinci yorum: Ġstivâ Allah Teâlâ hakkında Kur‘ân‘da kullanılan Allah Teâlâ‘nın

zâtı hakkında sıfatı olarak kullandığı bir kelimedir. Bu mânâda malumdur. Allah

Teâlâ arĢa istivâ etmiĢ midir? EtmiĢtir. Çünkü Allah Teâlâ Kur‘ân‘da bunu haber

veriyor. Peki nasıl istivâ etmiĢtir? ĠĢte onu bilemeyiz. Keyfiyeti meçhul çünkü.

Sadece Kur‘ân‘da haber verildiği için biliyoruz ki istivâ diye bir Ģey vardır. Ama

nasıl olduğunu bilemeyiz. Bu Ehl-i Sünnet kelâm alimlerinin anlama biçimidir.

Ġkinci yorum ; Ġbn-i Teymiye‘nin ve takipçilerinin anlama biçimi var. Onlara göre

istivâ malumdur demek ―istivânın ne anlama geldiğini biliyoruz o mânâda istivâ

malumdur‖ demektir. YerleĢmek, istikrar etmek, mekan tutmak, kurulmak bu

anlamda istivâ malumdur. Ama nasıl yerleĢti, nasıl kuruldu nasıl mekan

tuttu,bilemeyiz. Bu anlamda keyfiyet meçhuldür. Hatta günümüzde bir takım Selefi

ekolden görünenler iĢi dahada öteye taĢımıĢtırlar.ġüphecilerde itikat birliği

olmadığından dolayıdır ki Ġmam Malik'in sözü Ģuralara kadar çekilmiĢtir;

Page 19: Aki̇detü't Tenzi̇h

Abdulaziz b. Faysal er-Racihi adlı Ģüphecinin çıkardığı bir kitapta ;Ġstiva'nın

''culus'' anlamına geldiği ile ilgili rivayetler yapar.Bununlada yetinmez -''bu doğru

bir sözdür,bunda toz bile yoktur,istivanın anlamlarındandır, ArĢın üzerine yükseldi

ve oturdu. Lakin oturur ama celaline ve kamaline yaraĢır Ģekilde oturur, nasıl

oturduğunu düĢünmeyiz,tevil etmeyiz,tatil etmeyiz, benzetmeyiz bu Ġmam Malik'in

''Ġstiva malum''sözünün manasıdır ''- der.(Salih ibn Fevzan bu kitap için takriz bile

yazmıĢtır.Elbani istva'ya istikrar etti yerleĢti demek caiz değil derken - el-Uluvv li'l

Aliyyi'l -Azim Ümmül Kurra sh.26,Ġbni Useymin ise yükseklik ve

istikrar(YerleĢme ,karar bulma).demektedir,Ehl-i Sünnet‘in Muhaliflere Cevabı

sh.97 sonrada dildeki anlamı malumdur demelerini hatırla !Buna rağmen bir

anlamda birleĢememeleri,sonrada birbirlerini teĢbih ile suçlamaları arızalı bir bakıĢı

yansıtır.)

ġimdi burda iki farklı anlama biçimiyle karĢı karĢıyayız. Allah Teâlâ dileseydi arĢ'a

istivâsını bize daha net ifadelerle haber verebilirdi. Ebûbekir bin Arabi diyor ki:

Ġstivâ kelimesinin Arap dilinde on küsur tane anlamı vardır. Bunlardan hangisi?el-

Avâsım mine‘l-Kavâsım‘da anlatıyor : Bazı Hanbeliler bir yolculuk esnasında

yolunu kesmiĢler. Israrla sormuĢlar: ―Allah nasıl istivâ etti?‖ diye. DemiĢ ki:

―Ġstivanın oturmak, mekan tutmak, yerleĢmek anlamlarına geldiğini söylememi

istiyorsunuz. Ama istivâ kelimesinin on küsur tane anlamı vardır. Niye bunların

içerisinde diğerleri değil de bunlar ?,Yahut bu onbeĢ anlamdan hangisinin ''zahir

anlam'' olduğunu iddia ediyorsunuz? ‖

Ġkinci yorumun sahipleri "ArĢ'ı istiva, keyfiyetsiz bir Ģekilde Allahü teâlânın bir

sıfatıdır. KiĢinin, buna iman etmesi ve bunun (nasıl olduğunun) bilgisini Allah'a

havale etmesi gerekir." dedikten sonra sözü bu noktada bırakmıĢ ve tevile

sapmamıĢ olsalardı,hem kendileriyle çeliĢmemiĢ hemde itiraza muhatap olmaktan

kurtulurlardı. Önce sıfatlar konusundaki nassları, zahir ifadelerini esas alarak

anlamak ve tevile sapmamak gerektiğini söylemekte, ancak daha sonra yine bizzat

kendileri, "istiva" kelimesinin "oturmak, yerleĢmek" anlamında kullanıldığı

rivayetleri ileri sürerek, daha önce de gördüğümüz gibi fiilen tevil yapmıĢ

olmaktadırlar.

Birinci yorumun doğruluğu ;―Ġmam Malik‘e bir adam ―Allâh, ArĢ‘a nasıl istiva

etmiĢtir?‖ diye sormuĢtur. Ġmam Malik de adama ―Allâh‘ın istivası malumdur, yani

sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur). Keyfiyet ise

imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl" diye soru

sormak bid‘at‘tır‖ diye cevap vermiĢtir.

Molla Aliyyu‘l-Kârî ,Ġmam Mâlik‘in bu sözünü naklettikten sonra Ģöyle demiĢtir:

―Bunu büyük Ġmamımız Ebû Hanîfe de tercih etmiĢtir.‖ (Mirkâtü‘l-Mefâtih 8/251)

Fıkh-ı Ekberi Ģerh ederken ise açıkça ;-''Ebû Hanîfe MüteĢâbih sıfatlara inanır ve

tevilinden sakınırdı. Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder,

dolayısıyla Selef âlimlerinin görüĢünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah

Teâlâ'ya havale eder.'' burdan anlamaktayız ki Molla Aliyyu‘l-Kârî de Ġmam

Page 20: Aki̇detü't Tenzi̇h

Malik'in bu sözünde zahiri manasının herhangi birisini tercih etmediği görüĢünü

desteklemektedir.MüteĢabih konusunda selefin tavrını özetleyen Hanbeli alim Ġbn-

i Kudâme derki,-''.Haberi sıfatların manalarının tevil ya da tefsir edilmesinden

sükût edilmesi‖ gereği ve ma'nâlârının yalnızca Allah teala tarafından

bilinilebileceği hakîkati, Kitâb‘ın, Sünnet‘in ve Selef‘in ittifakıyla

sabittir.[Tahrimu‘n-Nazars. 47,48,49,50]Bu konuda tevile giriĢmek Allah‘ın zatı

hakkında bilgisizce söz söylemek olacaktır. Luğavi açıdan bu lafızların manalarının

bilinmesinden o manaların Allah‘ın muradı olduğu neticesine varılamaz. Çünkü

luğat açısından baĢka manalara gelmesi de söz konusu olduğu gibi, Allah‘ın

muradının o mana olduğunun iddiasının onayı da gerekir. Bu onay peygamber

sallallâhu aleyhi ve sellem‘in vefatıyla imkan haricine çıkmıĢtır. Diğer taraftan

Allah kendisi hakkında bilmediğimiz halde konuĢmamızı haram kılmıĢtır. Bu

sebeple bu lafızların manalarına girilmemeli, Allah‘ın muradı üzerine iman

edilmelidir. [Age. s.51]Peygamberimiz bu ayetlerin manalarının bilinmesinin vacib

olduğunu söylememiĢtir. Kendisi de açıklamamıĢtır [Age. s.50)''- Ġbn-i Kudâme‘nin

naklettiğimiz Ģu sözlerinden, EĢ'ariyye ve Mâtürîdiyye‘nin sonradan gelen kimi

âlimlerinin muhkem ayetler ve Ģu sıfatların lugat manaları ıĢığında, kesin hükme

varmadan, bir takım yakın te'vîllerinin dahî Kitâb‘a, Sünnet‘e, hâsılı Selef‘in

yoluna ters olduğuna inandığımız anlaĢılmamalıdır. Maksadımız, müellifin bu

husûstaki sözlerini naklederek Selef iddiasında olanların aslında kötü birer te'vîlci

olduklarını ortaya koymaktır. Yoksa, Mâtürîdiyye mensûbları olarak bizler de, her

ne kadar tenzîh/icmâli te'vîl (bunların ne olmadığını söylemek) ile berâber, ne

olduklarının bilgisinin Allah‘a (c.c)havâle edilmesini kabûl ediyor ve zorakilikler

taĢımayan yakın te'vîlleri yapanları hakkın dıĢına taĢmakla suçlamıyoruz. Çünkü

onlar lugat ma'nâsından hareketle muhkem âyetlerin ıĢığında böyle bir te'vîl

yapmakla murâd-ı ilâhînin ta'yînini kesin iddia etmemekte, iĢin hakîkatini Allah‘a

(c.c)havâle etmektedirler. Kesin bir ta'yîn cihetine gitmiĢ olsalardı, Ġbn-i

Kudâme‘nin sözünü ettiği mahzurlar doğmuĢ olabilirdi. Ancak böyle bir Ģey

olmadığına göre onları bu noktada suçlamak ma'nâsız olur.(Ġbn Kudame,

Tahrimu‘n-Nazar:Çev:Muhammed Önder.Bkz.Gureba derg.2.sayi) Ġmam

Nevevi'nin ġerhus Sahih-i Müslim‘deki sözleri konuyu daha anlaĢılır kılacaktır.-''

Selefin ekserisinin müteĢabihlerin te‘villerinin bilinemeyeceği fikrinde oldukları

nakledilir. Onların bundan maksatları Ģu idi: MüteĢabihlerin kesin mânâlarını

bilmek, onlardan ˜murad-ı ilâhi budur‘ demek doğru değildir. Yoksa onlar âlimlerin

o âyetleri te‘vil etmeye teĢebbüs etmeleri doğru değildir, o âyetlerden hiçbir Ģey

anlamamız mümkün değildir‖ demek istememiĢlerdir.-'' der.

Birinci yorumun doğruluğu ;Ġmam ġehrestânî 'de el-Milel ve'n-Nihal' de diyor ki;-

''Seleften bir topluluk da söz konusu sıfatların ''zahirî tefsirine'' meylederek teĢbihe

düĢmüĢlerdir.Selef içinde hem tevile bulaĢmayan hem de teĢbih hatasına

düĢmekten sakınanlar da olmuĢtur. Mâlik b. Enes bunlardan biridir ve Ģöyle

demiĢtir: "Ġstiva malûm , nasıl olduğu ise meçhuldür. Ona olduğu gibi inanmak

vacip, hakkında soru sormak ise bidattir." Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî,

Dâvud b. Ali el-Ġsfahânî ve onları izleyenler de bu görüĢtedir.Abdullah b. Saîd el-

Küllâbî, Ebu'l-Abbâs el-Kalânisî ve el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî'nin devrine

Page 21: Aki̇detü't Tenzi̇h

gelindiğinde bunlar Seleften bir topluluk olarak Kelâm ilmine dalmıĢ ve Selefî

akideleri kelâmı deliller ve usûlî burhanlarla desteklemeye çalıĢmıĢlardır.

Bunlardan bazıları kitaplar telîf etmiĢ, bazıları da tedrisât faaliyetinde bulunmuĢtur.

Örneğin Ebu'l-Hasan el-EĢ'arî ile hocası arasında salâh-aslah meselesinde bir

münazara yaĢanmıĢ ve aralarındaki görüĢ ayrılığı açığa çıkmıĢtır. el-EĢ'arî bu son

gruba meyletmiĢ ve onların görüĢlerini kelâm yöntemleriyle desteklemeye

çalıĢmıĢtır. Onun tarafından ortaya konulan bu çabalar Ehl-i Sünnet ve Cemaat

mezhebinin temellerini oluĢturmuĢtur.''-(el-Milel ve'n-Nihal)

Yine mezhep tarihçilerinden Ebu'l-Muzaffer el-Ġsferayni rahimehullah, Ehl-i

Sünnet'in itikad ilkelerini zikrettikten sonra Ebu Hanife, eĢ-ġafi'i, Malik, el-Evza'i,

Davud ez-Zahiri, ez-Zühri, el-Leys b. Sa'd, Ahmed b. Hanbel, Süfyan es-Sevri,

Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Ma'in, Ġshak b. Rahuye, Muhammed b. Ġshak el-

Hanzali, Muhammed b. Eslem et-Tusi, Yahya b. Yahya, Muhammed b. el-Fadl el-

Beceli, Ebu Yusuf, Muhammed, Züfer, Ebu Sevr ile Ehl-i re'y ve Ehl-i Hadis olarak

anılan diğer Hicaz, ġam, Irak, Horasan ve Maveraunnehir imamları ve onlardan

önceki Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin kuĢaklarının bu itikad üzere olduklarını

söyler ve ekler: "Ehl-i re'y ile Ehl-i Hadis arasında bu saydığımız hususlarda

herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyen kimse, Ebu Hanife'nin

Kelam konusunda kaleme aldığı el-Alim ve'l-Müte'allim'e, el-Fıkhu'l-Ekber'e, el-

Vasıyye'ye ve eĢ-ġafi'i'nin eserlerine baksın. Onların eserlerinde (itikadi meseleler

hakkında) asla bir farklılık bulamayacaktır..."(et-Tabsir fi'd-Din'de (113-4))

Birinci yorumun doğruluğu ;Hanbeli Alim Ġbnu'l Cevzi derki; -''Eğer sizler hadisi

Ģerifleri (ve ayetleri) kabul edip manalarından konuĢmayıp suküt ediyoruz demiĢ

olsaydınız ,hiç kimse size itirazda bulunamaz ,inkar edemezdi.Fakat böyle hadisleri

zahirine hamletmeniz çirkindir.Bu salih Selef Alim (Ahmed b. Hanbel) 'in

mezhebinde olmayan Ģeyi,mezhebine sokmayın! Mezhebine öyle çirkin ,ayıp

Ģeyleri giydirdiniz ki herhangi bir Hanbeli ,kim olursa olsun (sizin yüzünüzden)

Mücessimedir denilmektedir.. Kim,Allah teala ArĢ'a mukaddes zatı ile istiva

etmiĢtir derse ,O'nun duyularla idrak edilebileceğinĢ söylemiĢ olur...Bununla

beraber ,kendileri güya bir Ģeyi Allah'a benzetmekten veya benzetmeyi Allah'a

izafe etmekten kaçınıyorlar.Bir kısım cahillerde onların bu inançlarına uymuĢlardır.

Sonra sizler,-Peygamberin hadisleri zahirlerine göre hamd edilir-

dediniz.Mesela;bir hadisi Ģerifte geçen (kadem) kelimesinin zahiri manası

ayaktır.Bu mana ,Allahu teala hakkında muhaldir.Bu durumunuz ,Hristiyanların

durumu gibidir.Çünkü Ġsa (as)'ya ruhullah denilince Hıristiyanlar Allah-u teala için

,bir sıfatı da ruhtur.Yani ruhu vardır.O sıfatı Meryeme dahil olmuĢtur...Bu

hadisler,müteĢabih hadis kısmından olup manaları bilenemez dediniz.Vay acaba

Allah'tan baĢkasının manasını bilmediği kelimenin manası nasıl zahir olur?...

Kendiliklerinden Allah'a sıfat isnad ettiler,Halbuki hak celle va ala'nın sıfatlarını

isbatı,zatının isbatı gibi ancak kat'i delille olur.Onlar hadislere hissin ,aklın

muktezası üzere mana verip demiĢlerdir ki; Allah'ın gökten nuzulu hadisinin

manası ,Allah bizatihi iner.Bir yerden yere naklonur.Sonrada Allah iner ama bizim

düĢümdüğümüz gibi değildir dediler .Böylece hadisi Ģerifi iĢiten kimseyi ĢaĢırtıp

Page 22: Aki̇detü't Tenzi̇h

hisse ve akla zulmetmekle müteĢabih hadisleri zahiri manalarına hamletmiĢlerdir...

Bu görüĢlerin Ġmam Ahmed'e isnad edilmemesi için onların reddi lazım geldiği

kanaatindeyim..Sukut edip de reddetmezsem ,dediklerine benim de itikad etmiĢ

olduğumu söyleyecekler..Gerçekten Ġmam Ahmed'in mezhebi o hurafelerden tenzih

edip ,ondan rivayet olan yalan nakilleri ve akli hezeyanları hiç kimsenin sözünü

taklid etmeden asılsızdır diye ispatladım''- (Ġbnul Cevzi Def-u ġübbetü't-TeĢbih'den

naklen Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk,Bera'atü'l-EĢ'ariyyin, Bedir Yayınevi,sh.43)

( ġüphecilerin Ġbn'ul Cevzi ve Aliyyu'l Kari'nin Mevzuat (uydurma hadisler) adlı

eserlerine itimatları malumdur.Acaba bu itimatın yarısını Ġbnu'l Cevzi'nin Def-u

ġübbetü't-TeĢbih'inde Ahmed b. Hanbel hakkındaki rivayetlerin uydurma olduğunu

isbatlamasına ve onun naklettiği akidesine olucakmıdır? Veya Aliyyu'l Kari'nin

Fıkhu'l Ekber Ģerhinde Ebu Hanife'den naklettikleri sahih akideye olacakmıdır? )

Birinci yorumun doğruluğu; Ġmam Nevevi rahimuhullah diyorki; Bil ki,ilim

ehlinin ,sıfatlarla ilgili ayet ve hadisler konusunda iki görüĢü vardır.

Birincisi Selefin büyük bir çoğunluğunun veya tamamının görüĢüdür.Onlar,bu

sıfatların manası hakkında konuĢmazlar.Aksine Ģöyle derler ;Bize gereken ,bunlara

inanmak ve iman etmektir.Bu sıfatların ,Allah teala'nın celal ve azametine layık

manası vardır.Bununla birlikte bizler kesin bir Ģekilde inanırız ki,Allah teala'nın

benzeri hiç bir Ģey yoktur..O tecessüm (cisim özellikleri taĢımaktan),(bir mekandan

diğerine) intikalden ,bir yönde bulunmaktan ,mekan iĢgal etmekten ve mahlukatın

diğer sıfatlarından münezehtir.Bu,Kelamcılar'dan bir gurubunda

mezhebidir.Kelamcılar'ın muhakkiklerinden bir cemaatta da bu görüĢü seçmiĢtir.En

sağlıklı görüĢde budur.

Ġkinci görüĢ ise Kelamcıların büyük çoğunluğuna aittir.Buna göre bu türlü ayet ve

hadisler ,yerine göre ve layıkı veçhi ile tevil edilir.Bunların tevili ancak Arap

dilini,usul ve fürua ait kaideleri hakkıyla bilen ehil ve ilimde temrin sahibi

kimselere caizdir...(en-Nevevi,''el-Minhac'',III,19)

ġÜPHECĠ;Ġmam Malik'in ''Ġstiva bir bilinmez değildir'' sözü;Yani dilde anlamı

bilinmez değildir.Çünkü anlamı yükseklik ve istikrardır.(YerleĢme,karar kılma)

demekdir.

CEVAP;Herkes bilmelidir ki, ―istivayı‖ inkâr eden kâfir olur. Çünkü bu husus

Kur‘an‘da sabittir.Nasıllığı ise bilinemez .Halbuki Ģüphecilerin ''Allah'ın arĢı

üzerine istikrar (yerleĢme) olduğunun nispet edilmesi hakkında hiçbir delil

bulunmamaktadır..Buna itikat etmek caiz değildir.Ġstiva keyfiyetsizdir.Ehli

sünnetin görüĢ gayet nettir;

Ġbni RüĢd, ġerh el-Utbiyye'de diyor ki:"Ġmam Malik rahimehullahü teâlânın duruĢu

Page 23: Aki̇detü't Tenzi̇h

Ģudur: (ArĢ, Allahü teâlâ'nın istikrar yeri değildir.)" (bkz. Fethul Bârî, 1959

baskısı, 7:124, 3592).

Ġmam-ı Azam Ebu Hanife el-Vasıyye'de Ģöyle der-"Allahü teâlâ, kendisi için

ihtiyaç ve (ArĢ'ın üzerine) istikrar (yerleĢme) söz konusu olmaksızın ArĢ'ı istiva

etmiĢtir. O, ArĢ'ı da, ArĢ'tan baĢkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer

(Allahü teâlâ ArĢ'a ve bir yerde yerleĢmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi

alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve

karar kılmaya muhtaç olsaydı, ArĢ'ın yaratılmasından önce Allahü teâlâ nerede idi?

Yüce Allah bundan (bir yere yerleĢmek ve orayı mekân tutmaktan) münezzehtir" -

(Bkz. el-Vasıyye, 73. Çev: E.Sifil Bkz.Ġslam ve

Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, Ġstanbul, 2004; c.1, s.74-81ÇağdaĢ Dünyada

Ġslami DuruĢ, 168 vd)

Ġbni Hacer Askalani'de Fethu'l Bari'nin çeĢitli yerlerinde diyor ki;-''ArĢ‘a istivâ,

Allah‘ın arĢa istikrar etmesi mânâsında değildir.--Allah zâtıyla arĢtadır, itikâdı

yanlıĢtır.--Mânânın Allah‘ın ilmine havale edilmesi evla olan metoddur.--Ġstivâ

müteĢâbihtir, mânâsı Allah‘a tafvid edilir.--Allah‘ın semâda oluĢu sözünün zâhiri

murad değildir. Zira Allah bir mekana girmek ve hülûl etmekten münezzeh

olduğundan bu sözden zâhiri (ilk akla gelen mânâsı) kasdedilmemiĢtir, deriz''-

Hüccetü'l-Ġslam Ġmam-ı Gazzalî rahimehullahü teâlâ Ġlcâm-ül avâm an ilm-il

kelâm'da buyuruyor ki:-''Bu konuda hak, doğru olan Allahü teâlânın ve Resûlünün

sallAllahü aleyhi ve sellemin buyurduklarıdır. Allahü teâlâ Tâhâ sûresi beĢinci

âyet-i kerîmesinde meâlen, (Rahmân ArĢ üzerine istivâ etdi) buyurmuĢ ve doğru

söylemiĢdir.Kat‘î olarak bilinmelidir ki, istivâ, cisme mahsûs olan oturma ve karâr

kılma değildir. istivâ kelimesi ile Allahü teâlânn murâdının ne olduğunu bilmeyiz

ve bilmekle de mükellef değiliz. Allahü teâlâ, En‘âm sûresi, onsekizinci âyet-i

kerîmesinde meâlen, (O kullarının fevkinde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir)

buyurmuĢdur. Bu da doğrudur. Burada mekân olarak fevkiyyet, üstde olmak

muhâldir. Çünki, O mekândan önce vardı, Ģimdi de dahâ önce olduğu gibi vardır.

Fevk ile ne murâd etdiğini biz bilmeyiz. Ey suâl soran, bu ma‘nâyı bilmek senin de

bizim de üzerimize lâzım değildir.''-

Ġmam Mâlik de Allah Teala‘nın varlığı için Ģüpheciler tarafından zikredilen

hususların söz konusu edilemeyeceğini belirtir ve ―Sınır tayinine gitmeksizin ve

teĢbihe düĢmeksizin‖ diyerek zaten genel ilkeyi çizmiĢtir..(Ebû Bekr b. el-Arabî

Ahkâmu‘l-Kur‘ân, IV, 1740.E.Sifil)

―Ġstiva‖ kelimesinin diğer manalarından bazıları Ģöyledir:

1-Düz olmak ve kuvvetlenmek.

Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu:

ػي سق فبسح

(El-Fetih /29).

Anlamı: ―Gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaĢmıĢ.‖ (Ebu Hayyen-tefsiri,

Page 24: Aki̇detü't Tenzi̇h

Beyzavi- tefsiri, Ġmam Nesefi- tefsiri ve Ġmam Kurtubi- tefsiri )

2-OlgunlaĢmak.

Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu:

اسح ب بيغ أضذ ى

(el-Kasas /14)

Anlamı: ‖ Musa yiğitlik çağına erip olgunlaĢınca.‖ (Ġmam Tabari, Ġbni Kesir, el-

Ferra‘, Muhtarus Sihah, Lisanul Arap)

3-PiĢmek: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir.‖

4-Kastetmek: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir‖ ve Ġbni Manzur Lisanul Arap.‖

5-EĢit olmak: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir.

6-Yükselmek: Ġbni Manzur ―Lisanul Arap.‖

7-Kast etmek: El, Feyyümi- el-Mısbah el-Münir, Ġbni Manzur Lisanul Arap‖ ve

―Muhtar es-Sıhah‖

8-Kahretmek: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir.

9-Temellük, yani mülkiyetine almak. Hafız Zebidi ― Tac el-Arus‖

10-Murada ermek: Hafız Zebidi ― Tac el-Arus‖,Ġbni Manzur Lisanul Arap‖ ve

―Muhtar es-Sıhah‖

11-Bitirmek ve son vermek:Ġbn Hazm ‗‘ed-Durre‘‘ sh.233

12-Ġstilâ:

A-Ehli Seleften olan Ġbnil Mübarek ―Garibul Kur‘an‖,

B-Ġmam Ez-Zaccac ‖Meanil Kur‘an‖,

C-Hanefi olan Ġmam Maturidi ―Te‘vilat Ehli Sünne‖

E-Müfessir Maverdi ―En-Nuket vel Uyun‖

F-Ġmam Suyuti ‖El-Kenzul Medfun‖

Burada ―Ġsteva‖, ―Ġstila etti‖ manasında da kullanılabilir. Yukarıda beĢ zâtın isim

ve kitaplarını yazdık. Kontrol etmenizi tavsiye ediyorum. Hocalarınıza sorar adı

geçen zatların kim olduğunu öğrenebilirsiniz. Daha fazla istiyorsanız Ģu anda bizde

birçok zatın kitabı var ve hepsi ―Ġstiva‖ sözcüğünü, ―istila‖ veya ―hükmetme‖

anlamlarıyla açıklamıĢlardır. Bunlardan bazıları Ģunlardır:

1-Ehli Seleften olan Ġbnil Mübarek ―Garibul Kur‘an‖ adlı kitabında bu ayet

hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ demiĢtir.

2-Hanefi Ġmam Cassas ―Ehkamul Kur‘an‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva,

yani Ġstila etti‖ dedi.

3-ġafii Ġmam el-Cuveyni ―el-ĠrĢad‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva, yani

hükmetti‖ dedi.

4-Ġmam Ragib el-Ġsfahani ―el-Mufradet‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva,

yani Ġstila etti‖ dedi.

5-Hanefi Ġmam Nesefi ―Tebsiratul Edilleh‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva,

yani Ġstila etti‖ dedi.

6-Ġmam Fahrur Razi ―Tefsir‖inde bu ayet hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.

7-Hanbelî Ġmam Seyfuddin el-Emidi ―Ebkerul Efkar‖ adlı kitabında bu ayet

hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.

8-Ġmam Suyuti‘nin hocalarından imam Muhammed el-Kâfici ―Et-Teysir‖ adlı

kitabında bu ayet hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.

9-Ġmam Kastalani ―ĠrĢadus Seri ġerh Sahih Buhari‖ adlı kitabında bu ayet hakkında

Page 25: Aki̇detü't Tenzi̇h

―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.

10-Ġmam Beyzavi‘nin ―Tefsir‖inde bu ayet hakkında ‖isteva, yani Ġstila etti‖

demiĢtir.

11-Ġmam Ġz b.Abdusselam el-Ġman,s.233-247 ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.

Umarım ki, aklıselim sahibi olan her kimse yukarıda geçen zatların görüĢlerini

okursa bizim yazdıklarımıza inanır. Yine de bu kadar delili yeterli görmüyorsanız

daha fazlasını da yazabiliriz. Peki hangi ayette ve hangi sahih haberde Allah'ın

''zatıyla'' istiva ettiği,''oturduğu'' ya da hasımları gibi '' her yerde'' olduğu

söyleniyor? Zahiri anlamlarından böyle bir Ģey çıkarıp acaba kendi çıkarlarına

uygun olanı tevil ederken ,diğerini tevil etmeden hudusa delalet eden zahiri lafızları

almaları hangi aklı evvilin iĢi?Bu hatalarıyla beraber Allah'u tealayı hadislere

(sonradan var olanlara)benzetmekten tenzih edenleri Cehmiyelikle, Muattıla

olmakla lakaplandırıyorlar.Sorarız onlara Ģu risaleyedeki ismi geçen imamlardan

hangisi muattıla?ya da hangisi zatıyla bütün mekanlarda ,heryerdedir diyor?

Ġnsanlara akılları hibe edeni (Allah c.c) layık olmayan Ģeylerden tenzih ederiz.

"O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra ArĢ'a istiva etti. Yere gireni,

ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir..."

(57/el-Hadîd, 4)

Zira bu ayette Allah Teala'nın ArĢ'ı istivası ile "maiyyet" (kullarla birliktelik) bir

arada zikredilmiĢtir. Ġstivanın mekansal bir karar kılma ve yerleĢme manasına

gelmediğinin kesin bir delilidir. Neden Ģüpheciler tarafindan buradaki "maiyyet"i,

"ilmi ile kulların yanında olmak, onların her yaptığını görmek, iĢitmek, bilmek..."

diye tevil etmek doğru ve gereklidir de, "istiva"yı "hükümranlığı altına almak" vb.

bir Ģekilde tevil etmek yanlıĢtır? ġüphecilerin peĢinden gidenlerin bu soruları iyice

düĢünmeleri gerekir.ĠĢte bunda ibret alacak herkese bir ibret vardır.

Oysa "De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır" (6/el-

En'âm, 12) ve "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir"

(19/Meryem, 93) ayetleri, mekânın ve barındırdığı her Ģeyin; "Gecede ve gündüzde

barınan her Ģey O'nundur" (6/el-En'âm, 13) ayeti de zamanın barındırdığı her Ģeyin

Allah Teala'nın mülkü olduğunu açık biçimde ifade etmektedir.

ġÜPHECĠ;el-Ġstivâ kelimesi, ‗alâ ‗edatıyla kayıtlı olarak geldiği zaman Arab

lügatında bunun anlamı, bir Ģeyin üzerine yükselmek ve yerleĢmek demektir.O'nu

yükselmesi zatında ve mekanında yükseklik ve üstünlüktür.… Bu Ayeti celilelerde

zikri geçen istiva kelimesinin anlamı ise; yerleĢme… Kurulma… Ve… Oturma

demektir… Kelimenin bu anlama geldiğine delalet eden delillerinden bir kaçı ise

Ģunlardır. غط اى بء أقيؼ ب س بءك قو ب أسض ابيؼ ت ػي اىجد اسح ش األ قض اء

اىظبى قو بؼذا ىيق ― Ve denildi ki: Ey yer, suyunu yut ve ey gök suyunu tut. Su

azaldı ve iĢ bitirildi. Gemi de Cudi‘ye oturdu. Haksızlık yapan kavim yok olsun. ―

(Hud: 44.)Bu Ayeti celile de geminin cudi dağı üzerine oturduğundan

Page 26: Aki̇detü't Tenzi̇h

bahsedilmektedir… Yani istiva‘nın oturma, yerleĢme manasında olduğu

anlatılıyor.Rabbimiz yine bir Ayeti celilesinde Ģöyle buyurur: ب اج مي اىز خيق األص األ اىفيل جؼو ىن ا ػي ظس ىحسح ب جشمب ؼب ―......― O‘ki bütün çiftleri yarattı ve

size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti. Ki,onların sırtlarına kurulasınız –

oturasınız – ―(Zuhruf): 12 – 13.)Bu Ayeti celileden de anlaĢıdığı gibi istiva, oturma,

kurulma anlamına gelmektedir… Mu‘minun suresinde de Rabbimiz Ģöyle

buyurur:ؼل ػي اىفيل ث أث Sen ve yanında bulunanlar gemiye ―… فإرا اسح

yerleĢtiğiniz zaman… ―Mu'minun( 28)Bu Ayeti celileden de istiva,

yerleĢme(istikrar) anlamında kullanılmıĢtır.

CEVAP;Delil olarak sunmuĢ olduğu üç ayette geçen ―istivâ ‖ sözcüğünün manası

doğru ama dikkat ederseniz bu manalar ı yarat ıkları için kullanı lmıĢ tı r. Her

kim Allah'ın istivâsını yaratıkların istivâsına benzetirse MüĢebbihe olur.Her kim de

Allah'ın istivâsının benzeri hiçbir Ģey yoktur derse o muvahhiddir .Çünkü bu üç

ayetin hepsi bir mekanda yükselme,mekan tutma ve bir yere değme gibi

özellikleriyle yaratı lm ıĢ birer istivâdı rlar. O halde bu ayetler ne için delil olabilir?

Allah'u tealâ( haĢa) bir mekanda yükselme,mekan tutma ve bir yere değme

anlamında istivâ ettmekten münezzehtir.Bir diğer hususta Kur'an'da istivâ'nın alâ

takısı ile sadece yukarıdaki anlamlarda gelmediğidir.Delili ise Allâh-u Teâlâ'nın Ģu

buyruğudur. ػي سق ''burada ''küvvetlenmek'' ''düz olmak (Fetih/29) فبسح

anlamında kullanılmıĢtır.Bu ayette Allah'u tealanın istivâsına delil olamaz..

Ayrıca arap dili uzmanı Râg ıp el-Ġsfahânî, de"istiva" kelimesine: ''Müsâvî olmak;

kendi kendine itidal manası nı vermi Ģtir. Arapça olan bu kelime ''alâ'' takısı ile

"istilâ", "ilâ" tak ısı ile "nihayete erme" manas ında da kullanı lı r''.demiĢtir.(Ġslam

Ansiklopedisi Ar Ģ mad.)Dilin sahipleri olan Arapların kullanımını dikkate alanlar

ve kelâm kitaplarında da geçen cahiliye Ģaiiri Ahtel'in "Kad istevâ biĢrun ale'l ırâki

min ğayri seyfin ve mihrâkî" ―BiĢr Irak‘ı kılıç kullanmaksızın ve kan akıtmaksızın

istiva etti‖ beytini Ģâhid getirerek bu Ģiirde ―istiva‖nın (''alâ'' takısı ile)

―isitila‖(hükmetmek) anlamında kullanıldığına dikkat çekerler. Ayeti (Hadid/4) bu

Ģekilde yorumlamanın te‘vil değil hakiki anlamlarından tenzihe uygun anlamı

tercih etmek olduğunu ileri sürmüĢlerdir..

Ondan sonra ayette ―ArĢ ‘ı n üzerinde‖ ifadesi geçmemektedir.Çünkü ػي ―Ale‖

kelimesi illa ki, ―mekân‖ manası nda olmaz ve kullanı lmaz. ―Ala‖ sözcüğünün

ba Ģka manalar ı da vard ır.Allâh-u Teâla Ģö yle buyurdu: سب Bakara) أىئل ػي ذ

/5) Anlamı : ‖ĠĢte onlar Rablerinden gelen hidayet üzeredirler.‖Bu ayette geçen ػي

mekânla mı tefsir edilir?Yine Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: صبش ػي س ى ب إر قيح احذ Anlam : ‖Ey Musa! Bir tek yemekle yetinmeyiz.‖ĠĢte bu(Bakarah /61)طؼب

ayette de ػي kelimesi geçti ama ―mekân‖ manas ında değildir.Çünkü onlar yemek

üzerine oturmayacaklard ır.Yine Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: ب ال ػي هللا جقى أ

Anlam ı: ‖Yoksa Allâh hakkı nda bilmediğiniz Ģeyleri mi(Bakara / 80)جؼي

söylüyorsunuz?‖Burada da ػي kelimesi geçiyor. HâĢ â ―mekân‖ olarak tefsir

ederseniz ―Allâh‘ ın üzerinde‖ olur.Demek ki, ػي kelimesi her zaman ―mekân‖

Page 27: Aki̇detü't Tenzi̇h

olarak aç ıklanmaz.

Ġmam Razi ―Tefsir‖inde Ģöyle buyuruyor: ―MüĢebbihe, Allâh‘ın ArĢ'ın üzerine

oturmuĢ olduğunu söyleyip, bu ayet(ler)i delil getirmiĢlerdir. Bu, hem aklen, hem

naklen birkaç bakımdan bâtıl ve yanlıĢtır:

1)Hak Teâlâ, ArĢ ve mekân yok iken de vardı. O, mahlûkatı yarattığında bir

mekânda olmaya ihtiyaç duymamıĢtı. Aksine O, mekândan münezzehtir ve hep

böyle olmakla (ezeli ve ebedi olarak) muttasıf olmuĢtur. Ancak, batıl bir iddiada ve

zanda bulunan kimse, ArĢ'ın hep Allah'la birlikte olduğunu zannetmiĢtir.

2)ArĢ üzerinde oturanın bir cüzünün (parçasının), ArĢ'ın sol tarafında olan

parçasının aksine, ArĢ‘ın sağ tarafında olmuĢ olması gerekir. O zaman oturan kimse

bizzat, te'lif ve terkib edilmiĢ (parçalardan meydana getirilmiĢ) bir varlık olur.

Böyle olan her varlık ise, bir te'lif ve terkib edene muhtaç olur. Bu ise, Allah

hakkında imkânsızdır.

3)ArĢ üzerinde oturan, bir yerden bir yere hareket edip geçmeye ya muktedirdir ya

da onun için böyle bir Ģey mümkün değildir. Eğer birinci ihtimal söz konusu ise, o

zaman, o hareket ve sükûnun mahalli haline gelmiĢ olur ve zorunlu olarak, muhdes

(Sonradan var olan) bir varlık olur. Eğer ikinci ihtimal söz konusu ise, o zaman, o

bağlanmıĢ bir varlık gibi olur, hatta kötürüm birisi gibidir. Hatta bundan da

kötüdür. Çünkü kötürüm olan bir kimse, baĢını ve göz bebeklerini hareket ettirmek

istediğinde, bu onun için mümkündür. Fakat bu, müĢebbihe‘nin ma'bûdu için

mümkün değildir.

4)MüĢebbihe'nin ma'bûdu, ya her mekânda vardır, ya da bir mekândadır. Eğer o her

mekânda ise, o zaman onlar o ma'bûdun, pislik ve necaset mekânlarında da

bulunduğunu kabul etmeleri gerekir ki, hiçbir akıllı bunu söylemez. Eğer o, bütün

mekânlarda değil de bir mekânda bulunuyorsa, o zaman, o kendisini bu mekâna

yerleĢtirmiĢ olan bir varlığa muhtaç olmuĢ olur ve böylece de muhtaç bir varlık

olur. Bu ise Allah hakkında imkânsızdır.

5)Allâh'ın, "O (Allah'ın) benzeri gibisi yok"(eĢ-ġûrâ / 11) ayeti, O'nun için hiçbir

yönden benzerlik ve eĢitliğin olmadığı manasını ifade eder. Binaenaleyh eğer

Allah-u Teâlâ oturuyor olsaydı, oturma bakımından ona benzeyen baĢkasının da

olması gerekirdi. Diğer hususlar da böyledir. O zaman da, ayetin manası

kaybolurdu.

6)Allâh-u Teâlâ, بة ئز ث ق و ػشش سبل ف ح buyurmuĢtur "O gün Rabbinin

ArĢ‘ını, üstlerinde bulunan sekiz melek taĢıyacaktır" (el-Hakkah /17). Melekler

ArĢ‘ı taĢıdıklarında, ArĢ‘da ma'budların oturduğu mekân olunca, bu durumda,

meleklerin, müĢebihenin ma'budunu da taĢımıĢ olmaları gerekir. Bu da imkânsızdır.

7)ġayet bir mekânda karar kılan bir varlığın ilah olması caiz (mümkün) olsaydı,

güneĢ ve ayın da birer ilah olmadığı nasıl bilinebilecekti? Çünkü bizim güneĢ ve

ayın ilah olmadıklarını ortaya koyarken izlediğimiz (akli) yol, onların hareket ve

sükûn ile muttasıf oldukları, böyle olan varlığın ise muhdes olup, bir ilah

olmadıkları Ģeklindeki metodudur. Siz bu yolu iptal edince, güneĢin ve ayın

hanlığını tenkid kapısı, sizin için kapanmıĢ olur.

8)Ümmet-i Muhammed, Allâh‘ın "De ki, "O, Allah birdir" (el-Ġhlâs 1.) ayetinin

müteĢâbih ayetlerden değil de muhkem ayetlerden olduğu hususunda icmâ etmiĢtir.

Page 28: Aki̇detü't Tenzi̇h

Binaenaleyh eğer Allâh, bir mekânda olsaydı, o zaman O'nun sağ tarafındaki

izleyen Ģeylere bitiĢik tarafı, sol tarafındaki Ģeylere bitiĢik tarafından baĢka olurdu.

O zaman da o, mürekkeb (parçalardan meydana gelmiĢ) ve kısımlara bölünebilecek

bir varlık olmuĢ olurdu ve gerçekte "Tek" olmamıĢ olurdu. O zaman da, "De ki: "O,

Allah tektir" (el-Ġhlâs/1.) ayeti, yanlıĢ olmuĢ olurdu. (HâĢâ)

9)Ayette geçen ―isteva‖ bunu istikrar manasına hamletmek imkânsızdır. "Ġstila"

manasına hamletmek gerekir.

10)Bu, mutlaka te'vile yönelmek gerektiği hususunda kesin bir delildir. Bu da

Ģudur: Aklın delaleti, buna, Ġstikrar manasını vermenin imkânsızlığını gösterip;

"istiva" lafzının zahiri de "istikrar" manasına delâlet edince; bizim ya iki delilden

her biri ile amel etmemiz yahut ikisini birden terk etmemiz, ya da nakli olanı, akli

olana tercih etmemiz yahut da aklı tercih edip, nakli te'vil etmemiz gerekir.

Birincisi batıldır. Aksi halde o zaman, bir Ģeyin hem mekândan münezzeh olması,

hem de mekânda bulunması gerekir. Bu ise imkânsızdır. Ġkincisi de imkânsızdır.

Çünkü bu, iki zıddı birlikte yok saymayı gerektirir ki, bu da yanlıĢtır. Üçüncüsü de

batıldır. Çünkü akıl, naklin esasıdır. Zira yaratıcının varlığı, ilmi, kudreti ve

peygamber gönderiĢi akli delillerle sabit olmadıkça, nakille de sabit olmaz.

Dolayısıyla aklı tenkit etmek, hem aklın, onunla birlikte hem naklin tenkidini

gerektirir. Binaenaleyh geriye ancak, aklın doğru olduğuna kesin olarak

hükmetmemiz, naklin de tevili ile meĢgul olmamız kalır. Bu, maksadı elde etme

hususunda kâfi bir delildir. Bu sabit olunca diyoruz ki: Âlimlerden bazıları

buradaki "istiva‖dan muradın "Ġstilâ" manası olduğunu söylemiĢlerdir. Nitekim Ģair

de Ģöyle demiĢtir:"BiĢr, kılıç kullanmadan ve kan da akıtmadan, Irak'ı istiva (istilâ)

etmiĢtir.'' (Kur'an ayetleri tefsirinde cahiliye Ģiirinin önemini bu iĢe yabancı

olmayanlar iyi bilirler.)

ĠĢte sana Selef‘in tercümanı ve müfessirlerin imamı Ebû Ca'fer Ġbnü Cerîr Et-

Taberî'nin "ArĢın üzerinde istivâ etmek" hakkındaki görüĢü:

ArĢ‘ın üzerinde istivâ etmek meselesinde Selefî olduğunu iddia eden ama

haddizatnda Halef‘in geri zekalları olan kimseler, bir de cihet ve mekan hususunda

Allah Teâlâ'ya cihet ve mekan ta‘yîn eden görüĢlere tutunurlar. Ben zannetmem ki

insaflı bir kimse Ebû Ca'fer Ġbnü Cerîr et-Taberî radyallâhu anhü hazretlerinin

Selefî olduğunu münakaĢa mevzuu etsinler.Ġbnü Cerîr, bu Bakara suresinde

geçmekte olan ‖Sonra Semâ‘ya istivâ etti…‖ ayetinin tefsirinde Ģöyle dedi:

- "Ġstivâ" Arab kelâmında bir çok manaya gelir.(Onlardan ilk üçünü saydiktan

sonra ) (Dördüncüsü): Ġstivâ kelimesinin manalarından bir tanesi de ; "Uluvv"/=ػي

ve ;اسجفبع=/"Ġrtifa'‖/‖yüksekte olmak, yücelmek ve yükselmek‖ demektir. Bir

insanın ; ػي سشش فل falancı divanının üzerine çıktı‖ denilir.Bu ayeti‖/ =إسح

celîleye bu manaların hangisi daha çok yakıĢıyor?. Yani bunların en evlâsı, ; اسح ث ا بء فس اسجفغ; ayeti celilesindeki Ġstivâ =إى اىس üzerine çktı ve‖/=ػي ػي

yükseldi, kudretiyle onları tedbir etti; yani ―onlar yedi kat sema olarak yarattı‖

demektir. Arab kelamnda,; بء إى اىس اسح ‖ayeti celîlesindeki istivâ'nın "Uluvv =ث

Page 29: Aki̇detü't Tenzi̇h

ve ―irtifa'" olduğunun anlaĢılacağını inkar eden kimselere ĢaĢılır, "Allah Teâla

semanın üzerine yükseldi‖ demek, ―önceden altndaydı da sonra üstüne yükseldi‖

manasna gelebileceği endiĢesiyle böyle bir yanılmadan kaçınmak için, buradaki

istivâ'nn Ġrtifa'/yükselme manasında olduğundan kaçınan kimselere ĢaĢılır. Bu

kimse Ģu mahzurdan kaçar ama onu bilinmeyen ve hoĢ olmayan bir Ģekilde te‘vîll

eder. Sonra da bu kaçtığı Ģeye/mahzûra kendisi tutulur. Ona, sen, "istevâ"

akbele/ikbâl etti demektir. Allah Teâla, daha önce "Ġdbâr" mı etmiĢti?. Yani,

önceden semaya arkasını mı dönmüĢtü de Ģimdi önünü döndü, ona yöneldi; bunu

mu iddia ediyorsun? denilir.Eğer iddia ederse ki, ―bu Ġkbâl, fiili bir Ġkbâl

değildir.Fakat bu tedbiriyle yöneldi manasında bir ikbaldir‖ derse, ona Ģöyle

denilir: Aynı Ģekilde de ki, ―O‘nun yükselmesi mülk ve sultan yükselmesidir. Bir

yerden bir yere intikal ve bir yerden ayrılma yükselmesi değildir,manevi bir

yükselmedir.‖ O bu hususta ne Ģey söylerse, onun gibi bir Ģeyle ilzam edilir…‖-

[Tefsîr-i Taberî:1/428 (Mektebetü ibni Teymiyye -Kâhire) ]

Görüyorsun ki, Ġbnü Cerîr "ArĢın üzerine istivâ"yı orada oturmak ve yerleĢmek

manasında tefsir etmedi; aksine onun ―mülkiyet ve sultanlık‖/‖hükümrânlık

manasında bir yükselmek,‖ ―mâlik olmak hükümranlık altına almak manasında bir

yükselmek‖ demek olduğunu anlattı. Allah teâla hakkındaki ;هع=/"uluvv" ve

"yüksekte olma"yı Kur'ân'da nerede zikredildiyse, hep aynı Ģekilde (ma‘nevî bir

yükseklik olarak) tefsir etmiĢtir.

Evet, Ġbnü Cerîr et-Taberî‘nin de ifâde ettiği gibi ―istivâ‖ kelimesinin birçok

ma‘nâları vardır. Ona, kat‘î nasslar istikâmetinde -Selefîliği munâkaĢa

kaldırmayacak Ġbnü Cerîr‘in de dediği gibi- ―maddî‖ değil de ―ma‘nevî /üstünde

olmak‖ ma‘nâsı vermek yerine ―maddî‖ olarak ―yer tuttu‖, ―yerleĢti‖ ve ―oturdu‖

manasını yamalamak bâtıl bir te‘vîlden baĢka bir Ģey değildir.(Guraba dergisi) Bâtıl

Te‘vîl‘i, ne Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, ne Selef ve ne de Halef câiz görmemiĢ

ve yapmamıĢlardır. Hakk Te‘vîl‘e gelince… Evet, Selef‘in bir kısmı ve Halef‘in

çoğu Bâtıl olmayan Te‘vîl‘i câiz görmüĢler ve yapmıĢlardır...

Ġmamü'l Haremeyn Ebu‘l-Meâlî Cüveyni rahimehullah haberi sıfatların te‘vili için

(Halef gibi) ileri sürdüğü temel gerekçe, bu sıfatların (zahiri anlamları) hudûs

alâmetleri taĢımalarıdır. Bu gerekçeyi Lumau‘l-Edille adlı eserinde Ģöyle özetler:

―Allah Teâlâ, sonradan olmaya/hudûsa ve eksiklik alametine delalet eden her

Ģeyden münezzehtir… Bu sebeple Rabb, yönler ile nitelenmekten, bir Ģeyin

karĢısında, hizasında bulunmaktan yücedir. Bölgeler O‘nu kuĢatamaz, kenarlar

O‘nu saramaz, sınır ve miktarı kabulden uzak/yücedir. Bunun delili Ģudur: Ġçini

doldurduğu bir yön niteliği taĢıyan her Ģey mütehayyiz/yer kaplayandır. Her

mütehayyiz, cevherlerle bir arada bulunma ve onlardan ayrılmaya kâbildir.

BirleĢme ve ayrılmayı kabul eden her Ģey, onlardan ayrılamaz. Ve onlardan

ayrılamayan her Ģey, cevherler gibi sonradan olma/hâdistir.‖(Lumau‘l-Edille,

s.107-108)Nitekim o, te‘vil için geniĢ bir alan bulunması durumunda âyetlerin

hudûs anlamı içerecek Ģekilde değerlendirilmesinin anlamsız, hatta bu tavrın

akılsızca bir iĢ olduğunu belirtir.(el-ĠrĢâd, s.150) Âyetleri hudûsa delâlet edecek

Page 30: Aki̇detü't Tenzi̇h

Ģekilde anlamanın izin verilebilecek bir husus olmadığını belirten Cüveynî böyle

yapanlar için ―Biz onlardan değiliz, onlar da bizden değil‖ der(eĢ-ġâmil, I,

316)Hatta, apaçık bir küfre en yakın olanların bunlar olduğunu söyler.(eĢ-ġâmil I,

321) Bu sözü, Allah için ―intikal/yer değiĢtirme‖yi kabul edenler için söyler ki,

genel ilke açısından bu, hudûsa delalet eden bütün ifadeler için de

geçerlidir.Cüveynî, bu durumlarda te‘vilden kaçınmanın doğurabileceği bazı kötü

sonuçları da Ģöyle zikreder: ―Ġtikadda meydana gelebilecek bir takım mahzurlardan

sakınmak amacıyla te‘vilden uzak durmak, kafa karıĢıklığına, zihin bulanıklığına

yol açar, halkı yanlıĢlara sevkeder, bir takım Ģüphelerin usûlü‘d-din‘e girmesine yol

açar ve Kur‘an‘dan bir kısım âyetlerin asılsız zanlara maruz kalmasına sebep

olur.‖(el-ĠrĢâd, s. 60)Ebu‘l-Meâlî‘nin haberi sıfatların te‘vilinde kullandığı

yöntemlere de maddeler halinde kısaca değinmek istiyoruz:

1.Te‘vilde en çok kullanılan yöntem Arap dilinin imkânlarından yararlanmaktır.

Eğer Arap dili haberi sıfat olarak görülen tabirlere hudûsa delalet etmeyen farklı

anlamlar yükleme imkânı tanıyorsa, bunlar kullanılır. Bunun için de Arapça-daki

yaygın kullanımlara ve Ģiirlere müracaat edilir. Örneğin, ―Rahman arĢa istivâ etti‖

(20:5) âyetindeki ―istivâ‖ tabiri, zâhirî olan ve hudûsa delâlet eden ―oturma‖

anlamına değil, Arap Ģiirinde örnekleri bulunan (istila)―hükmetme, galip olma,

üstün olma‖ anlamlarına hamledilir.(Lumau‘l-Edille, s.108; eĢ-ġâmil, I, 317) Zira

bu âyetin zâhirî anlamı, Allah‘ın bir mekanda bulunması, bir mahal ile temas

etmesi manalarını içermektedir ki, bunun kabul edilmesi ne akıl ne de tevhid

prensipleri çerçevesinde mümkündür.

2.Bazı durumlarda te‘vil, tek bir kelimenin değil, metnin tamamının sahip olduğu

anlam çeĢitliliğinden birinin tercih edilmesi ile gerçekleĢtirilir. Örneğin, ―Allah,

Âdem‘i kendi/onun suretinde yarattı‖(Bkz. Buharî, Sahih, Kitâbu‘l-Ġsti‘zân, Beyrut

1987, V, 2299, (hadis no: 5873) ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut 1999, XII,

275, (hadis no: 7323)hadisinde, ―kendi/onun‖ diye tercüme ettiğimiz ―hû‖

zamirinin, Allah yerine, Hz. Âdem‘e veya hadîsin sebeb-i vürûdunda yer alan

köleye döndürülmesi, Arap dili açısından mümkündür. Böylece bu imkânlardan

herhangi birinin kabul edilmesi, Allah Teâlâ‘ya sûret nisbet edilmesine engel

olmaktadır.(el-ĠrĢâd, s. 152-153; eĢ-ġâmil, I, 323)Aksi takdirde MüĢebbihe

fırkasının benimsediği gibi, Allah‘ın, insan yüzüne benzer bir yüzünün olduğunun

kabulü gerekir.

3.Arap dilinde yaygın bir kullanım alanına sahip bulunan hazf uygulaması, bazı

âyetlerin zâhiri Ģekilde yorumlanması için uygun zemin hazırlamaktadır. Örneğin

―Rabbin geldi…‖ (89:22) âyetinde kastedilen Rabbin emri, kazası ve hükmünün

gelmesidir. Zira Allah‘ın gelme, yer değiĢtirme vs. vasıflardan münezzeh olduğu

aklen bilindiği gibi, bu kullanımın hem Kur‘an‘da hem Arap edebiyatında örnekleri

çoktur. Mesela ―Allah ve Rasûlüne karĢı savaĢanların cezası…‖ (5:33) âyetinde

kastedilenin bizzat Allah olmayıp O‘nun dostları olduğu apaçıktır.(el-ĠrĢâd, s. 149-

150; eĢ-ġâmil, I, 313. Diğer bir örnek için bkz. eĢ-ġâmil, I,311)

4.Bazı yerlerde, haberi sıfatları içeren âyetlerin bağlamları, onların zâhirî olarak

anlaĢılmasına engel olmaktadır. Örneğin, ―Allah göklerin ve yerin nurudur…‖

(24:35) âyetinin son kısmında yer alan ―Allah insanlara iĢte böyle temsiller getirir‖

Page 31: Aki̇detü't Tenzi̇h

ifadesi, ―nur‖ kavramının anlaĢılmasında zâhirî anlama müracaat edilemeyeceğini

göstermektedir.(el-ĠrĢâd, s.148) Bu imkân, bağlamın yanı sıra Kur‘an‘ın tamamı

için de geçerlidir. Mesela, Allah Teâlâ hem yukarıda zikrettiğimiz âyette hem de

ġûrâ sure-sinde (42:52) nur kelimesi ile birlikte hidâyet kavramına değinmektedir

ki, bu da nur kelimesinden ne anlaĢılması gerektiğine bir karine teĢkil eder.(eĢ-

ġâmil, I,311) Cüveynî bununla Kur‘an‘ın kavramsal bütünlüğüne dikkat çekerek,

parçacı yaklaĢımın doğurabileceği sorunlara iĢaret etmektedir.

5.Haberî sıfatları zâhiri anlamlarında kabul eden HaĢviyye gibi fırkaların, bazı

âyetlerde mecburen te‘vile gitmeleri, bu yöntemin diğer âyetlerde de

kullanılabileceğine dair karĢı delil oluĢturmaktadır. Cüveynî, ―…Nerede olursanız

olun, O sizinle beraberdir…‖ (57:4) ve ―…Herhangi üç kiĢinin yaptığı gizli

konuĢma yok-tur ki, O (Allah) dördüncüleri olmasın. BeĢ kiĢinin yaptığı gizli

konuĢma yoktur ki, O altıncıları olmasın…‖ (58:7), âyetlerini hiçbir akıl sahibinin

zâhiri olarak Allah‘ın bir mekanda bulunması Ģeklinde anlayamayacağını

hatırlattıktan sonra, bu âyetleri ―gizlilikleri kuĢatma‖ Ģeklinde anlamaları

durumunda HaĢviyye‘nin te‘vile cevaz vermiĢ olacaklarını söyler.(el-ĠrĢâd, s.150)

Cüveynî burada, bazı âyetlerin zahirî anlaĢılmasının aklî imkansızlıktan önce,

taĢıdığı tecrübî imkansızlığı göstermiĢ olmaktadır.Burada hemen belirtmeliyiz ki,

Cüveynî‘nin te‘vil konusundaki muhatapları, bahsi geçen ibareleri zâhirlerine

yapıĢarak, hakiki anlamda kabul eden HaĢviyye ve Kerrâmiye gibi itikâdî

fırkalardır.Yoksa Ġmamü‘l-Harameyn, bu ibareleri te‘vil etmemekle birlikte,

keyfiyetinin bilinemeyeceğini söyleyen ve bunların hudûs alâmetleri olarak kabul

edilmesine cevaz vermeyen anlayıĢa itiraz etmediğini ifade etmektedir.(eĢ-ġâmil, I,

315-316) Bu bakımdan bunların dikkat etmeleri gereken husus, bu ibarelerin zâhirî

anlamlarından uzak durmaktır.(eĢ-ġâmil, I, 288)Diğer taraftan, Cüveynî‘nin,

kaleme aldığı son eser olan el-Akîdetü‘n-Nizâmiyye‘de haberî sıfatları te‘vil

etmekten (Selef gibi) uzak durma tavrını tercih ettiğini biliyoruz. Öncelikle

belirtmek gerekir ki bu risalede Cüveynî, te‘vile baĢvuranları da ―ehl-i hak‖ içinde

gördüğünü ifade etmektedir. Bu yolu tutanların, âyetlerin zâhirlerine inanmaktan

kaçındıklarını ve dil uzmanlarının ortaya koydukları açıklamalar mucibince hareket

ettiklerini belirtir.(el-Akîdetü‘n-Nizâmiyye, ĠFAV, s.32)Biz bu risalede te‘vili

yasaklayacak veya onu iptal edecek bir gerekçe ile karĢılaĢmıyoruz.(Kelam

araĢtırmaları 7:1Ocak 2009 EĢ'ariliğe yaptığı katkılar bakımından Ebu'l Meali el-

Cüveyni Dr.Murat MemiĢ s.108-109-110-111)

Ehl-i sünnetin iki itikâd imâmından birincisi Ġmam EĢ'arî rahimehullah, ArĢ ve

îstiva'yı beyan etme sadedinde Ehl-i sünnetin orta yolunu tutmuĢtur. Ġbni Asakir bu

mevzuda diyor ki: ―Yine Neccariye Ģu görüĢü benimsemiĢtir: «Allah'u Teâlâ cihet

ve hululsüz olarak her yerde vardır.» HaĢevilerden Mucessimeler ise Ģöyle diyorlar

: «Allah'u Teâlâ ArĢda yerleĢmiĢtir. ArĢ O'nun yeridir, O, ArĢın üzerinde

oturuyor.» Ġmam'ı EĢ'arî ise; her iki görüĢün arasında orta bir yol tutarak bu

mevzuda Ģöyle diyor: «Allah, Ezelde vardı. Fakat onun asla mekânı yoktu. ArĢ'ı ve

Kürsü'yü yarattı, bir mekâna muhtaç olmadı. O, yani Allah, mekânı yarattıkdan

sonra, mekânı yaratmazdan önceki hali gibi idi.».‖ (Ġbni Asakir: Teybin-u Kizbil-

Page 32: Aki̇detü't Tenzi̇h

Mufteri s.150 ve yine bak: El-EĢ'arî: Mekalât'ül-Ġsla-miyyin s.320)

Ġmam EĢ'ari Allah'ın bir mekanı olamayacağını söylemekle tanınan insanların en

meĢhurudur.O'ndan Ehl-i Sünnet inancını alan EĢ'ari mezhebinde olan talebeleri ve

alimleri ve onlardan alanlardan alan ve günümüze kadar gelen herkesin kuĢaktan

kuĢağa naklettiği akide iĢte budur.

Ve ikincisi Ġmam Mâturidî rahimehullah , EĢ'arî'nin bu görüĢünü benimsiyor ve

Kitab'üt-Tevhîd ismindeki eserinde Ģu satırları okuyoruz: «Sonra müslümanlar

mekân hakkında ihtilâf ettiler. Müslümanlardan bazıları Allah'u Teâlâ ArĢ'ın

üzerinde yerleĢmiĢtir, diye vasfetmiĢlerdir. Onların katında ArĢ, meleklere

yüklenmiĢ ve etrafı Meleklerle kuĢatılmıĢ bir tahtdan ibarettir. Bu iddialarım Ģu

âyetlerin zahirleri ile ispat etme dâvasındadırlar: «...O gün Rabbi'nin ArĢ'ını,

üstlerinde sekiz melek taĢır...» «Bir de Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile

teĢbih ederek ArĢ'ın etrafını kuĢatmıĢlardır.», «ArĢ'ı yüklenen melekler ve onun

etrafındakiler Rablerini hamd ile tesbîh ederler...»Allah'u Teâlâ'nm ArĢ üzerinde

karar kıldı diye iddiada bulunanlar «O Rahman, (Kudret ve hâkimiyeti ile) ArĢ'ı

istilâ etti.» âyet-i celîleyi delil olarak ileri sürüyorlar. Ve Allah daha önce ArĢ/ta

bulunmazken, sonradan orada karar kıldı diyorlar. Bu sözlerine de «... Sonra ArĢ'ı

istilâ etti.»âyeti celîleyi delil gösteriyorlar. Müslümanlardan bir kısmı da «Allah'u

Teâlâ her yerde bulunur, her yer onun mekânıdır» diyorlar ve delil olarak da

Allah'u Teâlâ'nın: «... Herhangi bir üç sırdaĢın, bir fısıltısı oluyor mu, mutlak O

(Allah) dördüncüleridir» âyeti kerîmesini öne sürüyorlar...ġeyh Ebû Mansur

Mâturîdî Ģöyle diyor: «Bütün bunların hepsi, eĢyanın Allah'a ve Allah'ın eĢyaya

izafe edilmesi O'nu, ancak yücelik vasfı ile. vasıflandırmayı ve O'na ta'zimi intaç

eder. Bu konuda asıl olan Ģudur ki, Gerçekten Allah-u Teâlâ, mekân yokken de

vardı. Bütün mekânların yok edilip kaldırılması caizdir ve Allah ise olduğu gibi

bakîdir. O daha Önce olduğu gibi, Ģimdi de varlığı aynıdır. Allah'u Teâlâ değiĢmek,

zeval bulmak, bulunduğu halden baĢka bir hale geçmek, aynı halinden yokluğa

dönüĢmekten beridir. O, bu gibi hallerden yücedir.Çünkü bu tür haller, hadis

olmanın alâmet ve iĢaretidir.»Bu konu hakkında bizce (Mâturîdîlerce) esas alman

husus Ģöyle ifade edilmektedir: Gerçekten Allah'u Teâlâ «...O'nun misli gibi (O'nun

benzeri) hiç bir Ģey yoktur.» buyuruyor. Allah bu beyanı ile kendi zatına

mahlûkatının benzediğini nefyediyor. Biz açık ve seçik olarak ifade etmiĢtik ki

Allah'u Teâlâ fiilinde ve sıfatında herhangi bir Ģeye benzemekten berî ve

münezzehtir . "Rahman'ın ArĢ'a istivâsını'' Kur'ân'da vârid olduğu gibi mânâ

vermek vaciptir ve aklen de böyle olduğu sabittir. Sonra onu (istivayı) bir Ģeyle

te'vil ederken kesinlik ifade etmeyiz.Çünkü zikrettiğimiz te'villerden herhangi

birine ihtimali olduğu kadar (henüz bize ulaĢmamıĢ, teĢbih Ģâibesi taĢımayan baĢka

bir manaya gelme) ihtimalide olabilir... Biz, Allahu Teâlâ o tabirle neyi murad

ettiyse ona inanırız ve yine böylece, Vahy ile sabit olan ru'yetullah vb. diğer

meselelerde de inancımız böyledir. Bu hususlarda teĢbihi nefyederek, hiç bir yorum

yapmadan murâd-ı ilâhi her ne ise ona iman gereklidir. (Mâturîdî:Kitab'ut

Tevhîd,Sh.67,68, 74)

Page 33: Aki̇detü't Tenzi̇h

ġu Ģüphecilere taaccüp etmemek elde değil!.Nasılda utanmadan Ġmam Maturidi ile

Ġmam Ebu Hanife'nin itikadı aynı değil (!) fitnesini yaymaya çalıĢıyorlar.Neden

itikatta Ebu Hanife'nin mezhebinde değilde Maturidisin? Neden itkatta iki farklı

mezhebiniz var? derler .Bak Ģu Ģüpheciye,bilmezmiki imanda, itikatta tek mezhep

vardır.O'da Ehl-i sünnet ve'l cemaattir (Fırka-i Naciye).

Ġmam-ı Matüridi ve Ġmam-ı EĢari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamıĢlar,Kelami

tartıĢmaların popiler olduğu ve zararda zirve yaptığı dönemde,Ġmam Maturudi bu

tartıĢmaların merkezine uzak bir coğrafyadan,Ġmam EĢ'ari ise tam içlerinden dini

savunmak ve bid'ata engel olmak için,Ehli sünnet itikadını Eshab-ı kiramın,

Tabiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür

yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamıĢlar, anlaĢılmasını

kolaylaĢtırmak için kısımlara bölmüĢler ve sistemleĢtirmiĢlerdir ve herkesin

anlayabileceği Ģekilde yaymıĢlardır. Bunlardan imam-ı EĢari, imam-ı ġafi

hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. Ġmam-ı Matüridi ise Ġmam-ı A‘zam

hazretlerinin talebe zincirindedir.Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam

meĢhur olmuĢ, yaĢadıkları zamanlarda itikatta doğru yoldan ayrılmıĢ sapıkların ve

yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmıĢ maddecilerin bozuk düĢüncelerine karĢı

Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip

etmiĢlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın

koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmiĢlerdir.

Ġmam EĢ'ari ve Ġmam Maturudi'ye tabi olmamız,Sahabe, tabiinin ve dört imamın

akidesini yansıttığı içindir.Dört imamın mezhebine bağlı olupta onların akidesini

almamak bizlere has değildir.Bu da yukarıda naklettiğimize göre selefin mezhebine

gizlenen HaĢviyye'den Mücessime ve MüĢebbihe'nin tavrıdr.(Bkz.Ġz b.

Abdusselâm, ―Mulhatü‘l-Ġ‘tikâd‖ -Daha ĢaĢırtıcısı Ġbni Teymiyye'de bunu itiraf

eder ''HaĢeviyyeler iki kısma ayırılır Bir kısmı haĢv,teĢbih,ve tecsimden

kaçınmaz.Diğer bir kısmı ise Selefin mezhebi arkasına gizlenmiĢlerdir.'' der

.Mecmüu'l Feteva 4/144 ) Ey okuyucu ! ġüphecilerin ''Selef'in ve Dört mezhep

imamın itikadını'' yansıtan eserlerine dikkat et .Ġçindeki çeliĢkileri iyice belle,hem

onların bu imamlara fıkhi konularda bile taklid etmekten nasıl hicap duyduklarını

hatırla ,nasıl olurda onları akaidde takip edecekler diye düĢün?

Tarih,EĢ'ari ile Maturudiye alimlerine kaydettiği mücadelenin zaferi gibi,herhangi

bir Mücessime, Kaderiyye veya Dehriyye (maddecilik) veya ehl-i kitaba mensup

olan (Hristiyan ve Yahudi) taifesine öyle bir zafer kaydetmemiĢtir.Her hangi bir

muhakkik alime mudakkik bir fakihe rastlarsan,illa kendisi ya EĢ'ari veya

Maturidir.ġüpheciler ise kitaplarında ''EĢ'ariyye ve Maturudiler Allahın isim ve

sıfatlarının tamamını ve bir kısmını inkar eden Muattıladandır'' derler.Mefahim adlı

eserden iktibasla cevap verelim,''EĢ‘ârî mezhebinin akaiddeki mevkii hakkındaki

cehaletlerinden dolayı onları Allah‘ın sıfatları ile alakalı görüĢlerinden dolayı

dinden çıkmıĢ sapkın fırkalardan biri olarak görenler vardır.EĢ‘ârî mezhebi

hakkında var olan bu cehalet, Ehli Sünnet‘in birliği ve beraberliğine zarar verici

boyutlara ulaĢmıĢtır.Anlamakta güçlük çekiyorum, nasıl oluyor da bazıları, hakiki

Page 34: Aki̇detü't Tenzi̇h

iman ehli olan ehl-i sünnet ile bazı sapkın grupları birbirine bu kadar

yaklaĢtırabiliyor, Mutezile ve Cehmiye gibi fırkaların ileri sürdükleri görüĢler ile

Ehli Sünnet‘in dediklerini birbiriyle aynı kabul edebiliyorlar. جش مبى سي أفجؼو اى

ف جحل م ب ىن ―Müslümanları mücrimler gibi mi kabul ediyorsunuz. Size ne

oluyor; nasıl hüküm veriyorsunuz.‖ (35–6)EĢ‘ârî‘ler, ilimleri ile dünyayı bir uçtan

bir uca doldurmuĢ olan Müslümanların hidayet imamlarıdır. Ġnsanlar onların ilim

fazilet ve dindarlıklarına Ģahittirler. Onlar Mutezile‘nin sapkınlıkları karĢısında

durmuĢ, Ehlisünnet‘in en faziletli üstadlarıdırlar''.(Mefahim)Değerli Alim el-

Maliki'nin bu sözlerinden sonra sorduğu sorunun bir değiĢiğini biz soralım Ġmam

EĢ'ari mezhebinden Ġzz b.Adusselam Ġbnu'l Cevzi,Ġmam Nevevi,Ġbni

Hacer Askalani, Ġmam Suyuti,Kurtubi, Bakillani, Fahru‘r-Razi, Ġbni Hacer

Heytemi, ġehrestani,Ġmam Subki,Îmam'ul-Harameyn Cüveyni,Hüccet'ül Ġslam

Ġmam Gazzali,Ebu Bekr Ġbni Arabi,Ġmam Rabbani vd. ile Maturudi mezhebinden

olan Peygamberimizin müjdesine(sahihtir) nail olmuĢ Fatih Sultan Mehmet baĢta

,Ġmam Kastallani, Sadru'l-Ġslam Pezdevî, Sâbûnî, Ömer en-Nesefî ,Ebû‘l-Mu‘în en-

Nesefî,Molla Aliyyul Kari,Ġbnu‘l-Humâm,Zebidi,Ġbni Abidin,Kevseri vd. büyük

âlim ve eĢsiz üstadlar, eğer Ehli sünnet değillerse, söyler misiniz o zaman kim Ehli

sünnet ? Oysa ''Malikilerin tamamı ,ġafiilerin dörtte üçü,Hanifilerin

üçte biri,Hanbelilerin bir kısmı,Bakıllani döneminden bu yana EĢari

mezhebindendir. Hanifilerin üçte ikisi, Maverünnehir diyarında , Türk illerinde

,Afganistan,Hindistan,Çin ve Uzakdoğuda Mutezileye kayanlar hariç, Maturudi

mezhebindendir... EĢariyye ,Mutezile ile HaĢviyye arasında orta yolu tutmuĢtur.Ne

Mutezile'nin yaptığı gibi nakilden, ne de HaĢviyye'nin yaptığı gibi

akıldan uzaklaĢmıĢtır...EĢ'ari'yle Maturidi dünyanın her tarafında Ehl-i Sünnetin

imamlarıdırlar.'' '(Muhammed Zâhid Kevseri-Mezheplerin doğuĢuna bir bakıĢ-

sh;44-46 -47)

Neden dua esnası nda eller yukarı kaldı rı l ır?

ġÜPHECĠ; Dua an ında ellerin yukar ıya doğru kaldırılması Allah'u teala'n ın

yüksekte,yukar ı cihette olmas ını n delilidir....

CEVAP; Molla Aliyyu'Kari Fı khul Ekber Ģerhinde derki;-''Bu düĢünce ise

reddedilmiĢtir. Çünkü gökyüzü duanın kıblesidir. Elleri göğe doğru kaldırmanın

manası çeĢitli nimetlere sebep olan rahmetin inme yeri olmasına binaendir. Eğer

durum onun dediği gibi olsaydı, duada yüzümüzü göğe doğru yöneltmek

gerekecekti... ..Nitekim Allah Teâlâ'nın Ģu kavli de buna iĢaret etmektedir:―Kulum

benden sana sorduğu zaman (de ki), ben ona yakınım. Dua ettiği zaman dua edenin

duasını kabul ederim.‖ (2/186.)―Ne tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü o taraftadır.‖

(2/115) ġeyh Ebû Man en-Nesefî, bu konuda diyor ki; araĢtırıcı âlimler; dua

Page 35: Aki̇detü't Tenzi̇h

halinde elleri göğe doğru kaldırmanın halis bir kulluk olduğunu

kararlaĢtırmıĢlardır. ġârih Allâme Sığnakî demiĢtir ki; bu söz rafızî, Yahudi,

Kerrâmiye ve bütün Mücessime taifesinin Allah Teâlâ'nın ArĢ üzerinde bulunduğu

noktasında dayandığı ve yapıĢtığı düĢünceye cevaptır.Bir kavle göre namaz

kılarken Kabe bedenlerin kıblesi olduğu gibi dua anında ArĢ da kalblerin kıblesi

olmuĢtur. Daha önce de geçtiği üzere bu düĢüncenin kabul edilmesine imkan

yoktur. Zira kul dua anında da kıbleye yönelmek, elleri göğe doğru kaldırmak ve

yüzünü göğe doğru kaldırmamakla emredilmiĢtir. Daha önce de belirttiğimiz gibi

gerçekten yöneliĢ ancak kalbten göklerin yaratıcısına karĢı olur. Evet, duada ellerin

göğe doğru kaldırılmasının sebebi gökler, rızık deposu olduğu içindir. Nitekim

Allah Teâlâ bu konuda söyle buyuruyor:―Sizin rızkınız

göklerdedir.‖(51/22.)Bununla beraber insan, maksadının hâsıl olacağı yöne

yönelmeğe meyletme alıĢkanlığına sahiptir. Meselâ; devlet baĢkanı gibi. Ordusuna

ve halkına rızık vaad ettiği zaman, devlet baĢkanının orada olmadığını kesinlikle

bilmemelerine rağmen bütün insanlar onun hazinesine doğru yönelirler.''-(F khu'l

Ekber ġerhi)

Yukarıda Ġmam Nevevi'den naklettiklerimizi hatırlayın! -''Ve Allâh-u Te‘âlâ‘ya dua

etmek isteyen ki Ģi göğe yönelir, t ıpkı namaz kı lacak olan ki Ģinin Kâbe‘ye yöneldiği

gibi. Bu ,Allâh-u Te‘âlâ‘n n gökle s ını rlı olduğu manas ına gelmez Kâbe cihetinin

O‘nu sı nı rlamad ığı gibi. Fakat gök dua edenlerin k ıblesi olduğundandır''-

....(Müslim Ģerhinde)

Hadis ve ġâfi'î fıkıh alimi Imam- ġa'rânî rahimehullah "Dua ederken yukarıya

bakmamak" baĢlığı altında diyor ki:-"Allahü teâlânın belli bir sınır olmadığı gibi,

yönleri de yoktur...Buhari ve diğerleri merfuan Ģu hadisi anlatırlar: (Bazı kimselere

ne oluyor ki, namaz kılarken gözlerini yukarıya dikiyorlar? Bu davranıĢlarına ya

son verirler ya da gözlerinin yok olacağını bilmelidirler.)" -(El-Uhudü'l-Kübrâ,

Bedir Yayınevi, s.810-811 ve s.843)

ġeyhülislâm Ebussuud Efendi rahimehullahü teâlâ'nın fetvalarında Ģöyle yazılıdır:

-''876. Mes‘ele: Hak celle ve 'ala hazretleri, mekândan münezzeh olucak, göklerde

deyu i'tikâd etmek mi gerektir, ve nice i'tikâd etmek gerektir?

Elcevap: "Cemîl emkineden [mekânlardan] münezzeh olup, gökler yerler

hükmünde ve ilminde ve kudretinde" deyu i'tikâd etmek lâzımdır. Du'âda eli yukarı

kaldırmak, cihet-i fevk [üst yön] du'âya kıble kılındığı içindir.''-

Alleme Ġmam Kevseri rahimehullah Ģöyle der;-''Lâkin elleri semaya

kaldırmalarında Allah‘ın zatının semada karar kıldığıyla, alakası olmayan bir

Ģeydir. Bu sadece duanın kıblesi ve nurların, yağmurların ve bereketlerin indiği yer

olmasındandır: ―Semadadır rızkınız‖.BaĢın yönü zaman zaman değiĢen

Ģeylerdendir. Nitekim bunu medreselerdeki küçük talebeler bilirler. Nâzımın

ma‘bûd‘u sürekli bir yerden bir yere intikal halinde midir?... Yer yüzünün diğer

yerlerindeki dua edenlerin hali ne olacaktır? Bu, her tarafı kaplayan (koyu) bir

cahilliktir.''-

Page 36: Aki̇detü't Tenzi̇h

Fakîh Ebu Mansur Mâtürîdî rahimehullah diyor ki : ''Ellerin göğe doğru kaldırılma-

sına gelince bu, ibadet hâlinde vukubulur. Cenab-ı Allah kullarını istediği Ģeyle

ibadet ettirir ve istediği yere de onları yöneltir.''Allah, gök yüzünde de bulunduğu

için göğe ellerin kaldırılması ve ellerin o cihete kaldırılması vukubuluyor'' diye

zanneden kimse namazda ve namaza benzeyen hususlarda Allah'a yönelerek yere

baĢını koyan kimsenin bu hali ile yerin altına yöneldiğini iddiada bulunan kimsenin

zannettiği gibidir. Ve namazda Ģark'a veya garp'a veyahut Hacc'a çıktığı için

Mekke'ye yönelindiği vakitte Allah'ın bu cihetlerle bulunduğunu iddia eden

kimsenin zannettiği gibi..Bu gibi hususlardan Allah yüce ve beridir.''(Ġmam

Matüridi,Kitab'ut Tevhîd, Hicret Yayınları)

Ebü'l-Muîn en-Nesefî rahimehullah diyor ki;''Dua edenin ellerini yukarıya

kaldırması salt kulluk ve itaat alâmetidir. Yüce Allah ne Kâbe'de, ne de yerin

altında olmasına rağmen, namazda Kâbe'ye yönelmek, secde anında yüzü yere

koymak da böyledir. " (Kitâbü't-temhid li Kavâidi't-tevhîd (Tevhidin Esasları), Ġz

Yayıncılık, Ġst., 2007, s.39-42)

Ġbni Kurtubi rahimehullah diyor ki;'' Dua esnasında ellerin semaya kaldırılmasının

sebebi ise, vahyin semadan gelmesi, yağmurun oradan inmesi ve kudsiyetin

(temizlik ve arınmıĢlığın) yeri olması, tertemiz meleklerin orada bulunması,

kulların amellerinin oraya yükseltilmesi, Allah'ın arĢ'ının ve cennetinin semanın

üstünde bulunmasıdır ve bu Allah-u Teala'nın Kabe'yi dua ve namaz için kıble

yapmasına benzer. Çünkü yüce Allah, onlara ihtiyacı bulunmadığı halde mekânları

yaratmıĢ olandır. O, mekânı ve zamanı yaratmadan, mekân ve zaman var olmadan

önce ezelde de vardı ve Ģu anda da ezelde olduğu hal üzeredir.''(Ġmam Kurtubi, el-

Camiu li-Ahkami‘l-Kur‘an, Buruç Yayınları: 17/513-515)

Molla Aliyyu'Kari yukarıdaki sözlerinden önce Ģu önemli hususlarada

değinir;''Daha önce geçtiği üzere Ebû Hanîfe MüteĢâbih sıfatlara inanır ve

tevilinden sakınırdı. Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder,

dolayısıyla Selef âlimlerinin görüĢünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah

Teâlâ'ya havale eder. Halef âlimlerinin çoğunluğunun görüĢü de budur. Selefin

Mezhebi daha sağlam, daha doğru ve daha kuvvetlidir. ġarih(Ġbni Ebi'l-Ġzz)'in sarf

ettiği Ģu söz de ne tuhaftır. ―Mekâneh‖ kelimesi mekanın müennesidir. Bu Ģekilde

Ģârih ikisinin de mana bakımından bir olduğunu kasdediyor, manevî menzile ile

hissî mertebe arasında bir ayırım yapmıyor(...) Îmam'ul-Haramayn'den Allah'ın

yücelik ve yükseklik sıfatının nefyi hususunda Ģöyle dediği sabit olmuĢtur: Allah

Teâlâ var iken ArĢ yoktu. Allah Teâlâ halen olduğu gibidir. Allah Teâlâ'nın mekan

yönünden yüksekliğini nakzeden hususlardan biri de, Allah Teâlâ yer cihetinde

olmadığı halde secde esnasında kulun alnını yere koymasıdır. Kul baĢını secde için

yere koyup, en yüksek olan Allah'ı noksanlıklardan berî kılanın, derken bu tenzihin

mekân cihetinden olmadığını ittifakla ifade etmiĢ oluyor. BiĢr el-

Merîsi'nin secdede: ―Â'lâ ve esfel olan Allah'ı tesbih ederim.‖ söylemesi ise

zındıklıktır, küfürdür. Allah'ın isimleri hakkında ilhaddır. '' (F khu'l Ekber ġerhi)

Page 37: Aki̇detü't Tenzi̇h

ġüpheciler Ebu Hanife'den sonra Ebu Yusuf'un da kendileriyle aynı akidede

olduğunu göstermek için Ebû Yûsuf‘un, BiĢr el-Merîsî‘yi Yüce Allah‘ın ArĢın

üzerinde oluĢunu inkâr etmesi üzerine tevbe etmeye davet ediĢ olayı

meĢhurdur.(Akidetu‘t-Tahaviyye Ģerhi sh.298) diyerek yukarida AIiyyul-Kârî'den

gelen cevaptan anlaĢılacağı üzere garip bir Ģekilde olayı sunmuĢtular.Bu olayın aslı

Ģu Ģekildedir; BiĢr b. Velîd el-Kindî, Kadı Ebû Yûsuf‘un yanına gelerek ona: Sen

bana kelâmla uğraĢmayı yasaklıyorsun. Halbuki BiĢr el-Merîsî ve Alî el-Ahvel

kelam ile uğraĢıyorlar ,dedi. Ebû Yûsuf: Onlar ne söylüyor , diye sorunca, BiĢr b.

el-Velîd: Onlar: Allah her yerdedir, diyorlar dedi.Bu sefer Ebû Yûsuf: Onları

yanıma getir, dedi. Onları getirmek üzere gidenler bulundukları yere vardıklarında

BiĢr kalkıp gitmiĢ idi. Bundan dolayı Alî el-Ahvel ile bir baĢka yaĢlı birisini

getirdiler.Ebû Yûsuf yaĢlı olana bakarak dedi ki: Eğer sende bir parça edep

görmemiĢ olsaydım, senin canını yakardım. Bundan dolayı verdiği emir üzerine

hapse atıldı, el-Ahvel‘e ise sopa vuruldu, etrafta dolaĢtırılarak teĢhir

edildi.(Bkz.Hafız Zehebi el-Uluvv li'l Aliyyi'l -Azim,Ümmül Kurra sh.181 /Ehl-i

Sünnet‘in Muhaliflere Cevabı sh.50) Ġbni Ebi'l-Ġzz'in getirdiği gibi günümüzde bir

çok Selefiyye mensubu bu olayı dillerine pelesenk yapmıĢ ,''Ebu Yusuf 'ta Allah'ın

arĢın üzerinde olduğuna inanıyor'' izlenimi vererek aktarıyorlar .Oysa görüldüğü

gibi bu olayda kendilerine hiç bir delil değil ,Ģüphe bile yoktur. Ġmam Yusuf 'ta

üstadı Ebu Hanife gibi Allah'ı mekandan,cihetten münezzeh tutardı. BiĢr el-Merisi

Allah(c.c) her yerdedir diyor,tabiiki Ebu yusuf gerekli itirazı yapacaktır.Selefiyye

ekolündekilerin iddia ettiği gibi Ebu Yusuf 'un BiĢr'i ''Allah‘ın (c.c)ArĢın üzerinde

oluĢunu inkâr etmesi'' nden dolayı cezalandırması söz konusu değildir..ġayet ''Allah

zatıyla ArĢ'a yerleĢmiĢ'' deseydi.Ġmam Yusuf Allahu alem aynı müeyyideyi

uygulardı. BiĢr'in ―Â'lâ ve esfel olan Allah'ı tesbih ederim.‖ sözünden de

anlaĢılacağı üzere o ''ArĢ'ın üstü dahil olmak üzere Allah her yerdedir ''

diyordu.Ebu Yusuf ise ne BiĢr gibi haĢa!''Allah(c.c) arĢ dahil her yerde'' deyip

mahlukatıyla iç içe olduğunu söyler ,ne de Ġbn-i Ebi'l Ġzz'in dediği gibi

haĢa!''Allah(c.c) (zatıyla) ArĢın Mahlukatın üzerindedir'' deyip,bir yön ve mekan

tayin eder .Ebu Yusuf'un da içinde bulunduğu Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat bu

sözlerden beridir.Nitekim Ġmam Tahavi bunu aĢağıda açıkça ifade edicektir.Burada

unutulmaması gereken bir Ģey daha varki Ģüphecilerin saygı duyduğu bir isim Ġbni

Teymiye'nin dediği gibi;Selefin yerdiği kelam Ģeriat din ve akla aykırı batıl

kelamdır.(Mecmuu'l Feteva 13/147,MecmuulFeteva 12/212 -)

ġüphecilerin heva-i nefislerine kaynak gördükleri Ayet

ġÜPHECĠ;ت األسض فإرا بء أ خسف بن ف اىس ح سأأ ― Yoksa siz, gökte olanın

sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz. O zaman yer birden

sallanmaya baĢlar. ―ف زش م حبصبب فسحؼي ن بء أ شسو ػي ف اىس ح أ ,Yoksa siz ―أ

gökte olanın üzerinize taĢ yağdıran bir rüzgâr göndermeyeceğinden emin mi

oldunuz? O zaman tehdidim sanılmıĢ göreceksiniz. ―(Mülk: 16 ,17).ġüphesiz ki

insanları yere batıracak olan Allah‘u Azze ve Celle‘dir... Birilerinin zannettiği gibi

Page 38: Aki̇detü't Tenzi̇h

burada bahsi edilen melekler değildir… Bu Ayeti celilelerde gökte olanın

kendisinin olduğunu anlatılıyor Rabbimiz…Ebetteki Melekler de göktedirler, ama

Allah‘u Teâlâ‘nın burada haber verdiği Ģey; kendisinin meleklerinde üstünde

olduğudur…

CEVAP [/b]Bu ayet kesinlikle ―Allâh‖ lafzı diye geçmiyor. Niçin Allâh ile tefsir

ediyorsun ki?Burada ayeti zahirine göre aldın ki, Allâh‘ın göklerde olduğunu

söylemen daha açık olsun diye. Hâlbuki müfessirlerin bir kısmı ―Gökte olanın‖

yani ―meleklerin‖ olduğunu, bazılarının da ― Mülkü ve kudreti göklerdedir‖ ve

bazılarının da ―ġanı yüksek veya ġanı en yüksek olan yerdedir‖, yani göklerde

olduğunu söylemiĢlerdir.‖Hiçbir Ehlisünnet Vel Cemaat âlimi, Allâh‘ın zatıyla

göklerde olduğunu söylememiĢtir.Müfessirlerin bazılarının bu konudaki görüĢleri

Ģöyledir;

1- بءأأ ف اىس Meleklerdir‖ demektir. Ġmam Beyzavi (Tefsiri Beyzavi)―ح

بء-2 ف اىس ح Kudreti ve Sultanı‖ demektir. (Celaleyn Tefsiri)―أأ

ف اىسبء ح Melekler‖ demektir. Ġmam Maverdi (Tefsiri Maverdi)― -3أأ

4-alnAسبء اى mı: ‖Bu mecazdır. Allâh‘ın bir yönde bulunmaması akli ف

delillerle sabittir. Bunun mecaz anlamı Ģöyledir: ―O‘nun Mülkü göklerdedir. O‘nun

Mülkü her Ģeydedir ama sema meleklerin yeri olduğu için sema zikredilmiĢtir.‖

Müfessir Ebu Heyyâ Endelusi (El-Bahrul Muhit Tefsiri)

ف اىسبء ح Bil ki MüĢebbihe, bu ayeti delil getirerek, Allah'ın bir yeri -5ءا

olduğunu söylemiĢtir. Buna Ģu Ģekilde cevap veririz: "Bu ayetin, Müslümanların

ittifakıyla, zahirî manasına alınması caiz değildir. Çünkü Hakk'ın gökte olması,

göğün Allah'ı, her yanından kuĢatmıĢ olmasını gerektirir. Dolayısıyla da Allah, -

hâĢâ- gökten küçük olmuĢ olur. Hâlbuki ArĢ gök'ten çok daha çok büyüktür.

Binaenaleyh Allah Teâlâ'nın ArĢ'a nispetle çok küçük olması gerekir. Hâlbuki bu,

bütün Müslümanların ittifakıyla imkânsızdır. Bir de Allâh,

ب ف اىسات األسض قو لل :Gökteki ve yerdeki Ģeyler kimindir?‘ de. De ki‘"قو ى

Allâh'ındır" (En‘am, 12) buyurmuĢtur. Buna göre eğer Allâh-u Teâlâ, gökte olmuĢ

olsaydı, kendi kendinin maliki olmuĢ olurdu ki, bu imkânsızdır. Böylece bu ayetin,

zahirî manasına göre anlaĢılmaması gerektiğini anlıyoruz. Bunun tevili ve tefsiri

sadedinde Ģu izahlar yapılabilir:

1)Ayetin takdiri, "Göktekinden, yani Allâh'ın azabından emin mi oldunuz?"

Ģeklinde niçin olmasın? Çünkü âdet, hep belaları, inkârcı ve isyankârlara gökten

indirme Ģeklinde cereyan etmiĢtir. Dolayısıyla gök, Allâh'ın rahmet ve nimetinin

iniĢ yeri olduğu gibi, azabının da iniĢ yeridir.

2) Ebu Müslim Ģöyle demiĢtir: "Araplar bir tanrının varlığını kabul ediyorlardı,

fakat bu tanrının, tıpkı MüĢebbihe'nin inandığı gibi, gökte olduğuna inanıyorlardı.

Buna göre Hak Teâlâ sanki onlara, "Gökte olduğuna inandığınız ve dilediği Ģeyi

yapabileceğini kabul ettiğiniz o Zâtın, sizi yere batırmasından emin mi oldunuz?"

demiĢtir."

3)Ayetin takdiri, "Gökteki olandan, yani Allâh'ın saltanatından, mülkünden ve

kudretinden emin mi oldunuz?" Ģeklindedir. Fakat ayette "gök" sözünün yer alıĢı,

Allah'ın saltanatını ululamak ve O'nun kudretini yüceltmek içindir. Bu tıpkı,

Page 39: Aki̇detü't Tenzi̇h

ف األسض هللا ف اىسات "O, yerde de, gökte de gerçek ilâhtır" (En'am, 3) ayeti

gibidir. Çünkü tek bir Ģeyin aynı anda iki ayrı yerde olması mümkün değildir.

Binaenaleyh Allâh'ın yerde ve gökte oluĢundan maksat, O'nun emrinin, kudretinin

ve iradesinin göklerde de, yerde de geçerli olduğunu anlatmaktır. (Veya semalarda

ve yerde hakkıyla ibadet edilen Allâh‘tır) ĠĢte bu ayette de böyledir...

4) "Gökteki" ifadesi ile "azapla görevli meleğin" kastedilmiĢ olması niçin caiz

olmasın. Bu melek de Cebrail'dir. Buna göre mana, "Cebrail'in, Allah'ın emri ve

müsaadesi ile sizi yere batırmasından emin mi oldunuz?" Ģeklinde olur. Ġmam Razi

(Tefsiri Kebir)

ف اىسبء ح Melekler‖ demektir. Ġmam Kurtubi (Tefsiri Kurtubi)― -6أأ

ف اىسبء ح Melekler‖ demektir. Haf z Iraki (el-Emâli)― -7أأ

Bu alimlerin kitaplar na da bakabilirsiniz:

1-Ġmam Kurtubi–el-Cami Li Ahkamil Kur‘an

2-Ġmam Beyzavi–Ha iyetu Ģehâb

3-Hafı z Suyuti ve Allame Mahelli-Tefsir el-Celâleyn

4-Ġmam Muhammed es-SebzevSari- el-Vedid Fi Tefsiril Kur‘an-il Mecid

5-Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri

6-Elmal l Hamdi Yaz r Tefsiri

7-Ġsmail Hakki Bursavi-Ruhul Beyân

8-Diyanetin Kur'an yolu Tefsiri

Arapça‘da övmek için de ''gökte'' denir:

1-Ġmam Suyuti–Ukud ez-Zeberced Ala Müsnedil Ġmam Ahmed

2-Ġmam Zebiydi–Tac el-Arus

3-Allame Ġbni Manzur–Lisanu Arap

4-Ġmam es-Semin el- Hanbelî- Umdetul Huffaz

ġüphecilerin bazı lar ı ''Biz Allah'u teala'n ın yukarı da olması ndan Allah'la beraber

baĢ ka bir varl ığın bulunmad ığı alemin üstünü/fevkini kastederiz''diyerek Allah'u

teala'y ı mekandan,cihetten yani mahlukat ın içine girmekten tenzih etmeye

çal ıĢırlar,ard ından yedinci kat semadan aĢağıya diğer semaları (hulul,hudud ve

intikal gibi mahzurlu Ģeyleri) geçmeden zat ıyla dünya seması na nas ıl gelinir? diye

dü Ģünmeden tenakuza dü Ģüp - aĢağıda nasıl anlaĢılmasını aktaracağımız -nuzül

hadisini delil getirirler. Lakin bazıları da Ebu Hureyre r.a dan. Ģöyle dedi: Nebiyyu

s.a.v Ģöyle dedi: Allah‘u Azze ve Celle mahlukâtı yarattıktan sonra, yanında

bulunan kitaba Ģöyle yazdı: rahmetim gadabımı geçmiĢtir. Bu kitap arĢın üstünde

Allah‘ın yanındadır. '' (Buhari: 6.c.2985.S - 16.c.7425 - 7426.S - Ahmed: 2 / 258)

hadisini naklederek.kitabı O'nun yanına yerleĢtirirler.Kendini Selefi olarak

adlandıran,'' zahiri açık anlamlarını alırız ''diyen Ģu Ģüphecilere bakınız! Ġlk önce bu

hadiste geçen ػذ ( yanında) illa ki mekân manasında olmaz.Allâh-u Teâlâ Ģöyle

buyurdu: ذ ببسئن ػ ش ىن خ Anlamı: ‖Öyle yapmanız, Yaratıcınızın(Bakara /54)رىن

nezdinde sizin için daha hayırlıdır‖Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: ذ ػ أجش في

Anlamı: ‖Rableri nezdinde mükâfatları vardır.‖Allâh-u Teâlâ Ģöyle(Bakara / 62)سب

buyurdu:ذ سبل ة ػ س (Hud /83)Anlamı: ―(O taĢlar) Allâh‘ın (ilmiyle) onlara

yağdırıldı.‖ Herhangi bir akıllı, bu taĢlar ArĢ‘ın üzerinde Allâh‘ın yanında olduğunu

Page 40: Aki̇detü't Tenzi̇h

söyler mi?Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: ػ ذ سبل ال سحنبش ػ اىز إ

Anlamı: ‖KuĢkusuz Rabbin nezdindekiler O‘na kulluk etmekten(A‘râf/206)ػببدج

kibirlenmezler.‖Gördüğünüz gibi bu ― ذ kelimesi sadece mekân için ― ػ

kullanılmamaktadır. Bundan anlaĢılıyor ki, göstermiĢ olduğu hadisin anlamı

Ģöyledir: ―Bu kitap Allâh nezdinde değerli olan yerde bulunmaktadır.‖ Orası

Allâh‘a karĢı günah iĢlenmediği bir yer olduğundan dolayı Allâh nezdinde

değerlidir.Ġmam Hafız Veliyüddin El-Ġraki ―Tarhu-t Tesrib‖ adlı kitabında Ģöyle

diyor: ‖Muhakkak ki, bu hadiste geçen ―yanında‖ kelimesini zahirinden baĢka bir

te‘vil yapmamız gerekir. Çünkü zahiri manası bir yer demektir. Allâh ise

yerleĢmekten ve bir yerde veya bir yönde bulunmaktan münezzehtir.‖HâĢâ, Allâh

Teâlâ ArĢ‘ın üzerinde olsaydı o zaman bu kitapla beraber aynı yerde olmuĢ olurdu.

Çünkü bu hadise göre o kitap ArĢ‘ın üzerindedir.

ġüphecilerin heva-i nefislerine kaynak gördükleri Hadis

ġÜPHECĠ;Rasulullâh Ģöyle buyurmu Ģtur; Rabbimiz her gecenin son üçte birlik

bölümü kald ığı zaman dünya göğüne iner ve Ģöyle der: Yok mu bana dua eden?

Duası nı kabul edeyim. Yok mu benden bir Ģey isteyen? istediğini ona vereyim. Yok

mu benden bağıĢlanma dileyen onu bağıĢlayay m? ĠĢte bu onun zat ıyla yukar ıda

olduğunun delilidir?

CEVAP;Nüzul: Allâh hakk ında ―dünya semas ına iner‖ ifadesiyle, Allâh‘ ın bir

yerde bulunduğu veya yükseklerde olduğu anla Ģılı r ki, Allâh‘ ın mekân ı olduğu

inancı vurgulanmaktad ır. Böyle bir inanç Allâh-u Teâlâ'yı yaratt ıklar ına muhtaç

olduğunu, yaratm ıĢ olduğu melekler, insanlar, cinler gibi varl ıklara benzetmek olur.

Çünkü meleklerin mekân ı göklerdir, cinlerin ve insanlar ın mekânı yerlerdir. Bu

varl ıklar Allâh‘ı n yaratm ıĢ olduğu mekânlar aras ında, Allâh‘ ın dilediği kadar

hareket etmektedirler. Allâh-u Teala, yaratt ıklar ına benzemez.Nüzulun, bizzat

Allâh‘ı n, zat ıyla yukar ıdan a Ģağıya indiği anlamı na geldiği kabul edilemez. Çünkü

Allâh cisim değildir, mekân ve yönden münezzehtir. Ayr ca bizzat, Allâh‘ ın zat ıyla

dünyan ın semas ına indiğini kabul etmek akla da ters gelir. Söz konusu olan nüzul

hadisi, meleklerin inmeleri manas ında veya Allâh‘ ın rahmetinin inmesi manas ında

anlaĢı lmal ıd ır.Çünkü hadis-i Ģerifte geçen nüzul, hâĢ â Allâh‘ ın bizzat kendisi

dünyanı n semas ına indiği anlam ına geldiği kabul edilecek olursa o zaman hâ Ģâ

―Allâh‘ ın inmekten ba Ģka bir Ģey yapmadığı ‖ inancı nı ortaya çı kar ır. Çünkü hadis-

i Ģerifte geçen nüzulün, gecenin son üçte bir bölümünden itibaren sabaha kadar

olduğu geçmektedir. Gece ve gündüz vaktinin dünyan ın her ülkesinde bir olmad ığı

herkes taraf ndan malumdur.

Bu hadis ise dünyan n her bölgesi için geçerlidir. Yeryüzünün bir taraf ı gündüz iken

diğer taraf da gece olur. Bu itibarla gece ve gündüzler nispidir. Dünyan ın bir

ucunda gündüz ise diğer ucunda da gecedir. Yani 24 saat bazı nda (tüm vakitlerde)

yeryüzünün gece ve gündüzden hali olmadığını bilmek lazı m. Durum böyle olunca

Page 41: Aki̇detü't Tenzi̇h

Allâh, fiili olarak ArĢ'ı üzerindedir diyenlere ne demeli..!? Çünkü bu gruba göre

Allâh, gecenin bir bölümünde dünyan ın gökyüzüne iner. Yukar ıda izah edildiği

gibi, gecenin o vaktine tevafuk etmeyen hiç bir yeryüzü yoktur. Gecenin tayin

edilen o vakti her an ve her zaman yeryüzünün bir taraf ına isabet eder.Dolay ısı yla

hem Ar Ģ'ı üzerinde hem de yerin gökyüzünde bulunmak, iki z ıtt ın bir arada

bulunması demektir..(BaĢka bir ifadeyle,iddia edildiği gibi nuzul esnasında ArĢ

boĢta kalmıyorsa HaĢa ! Bir bölümünün ArĢ'ın üstünde bir bölümününde dünya

semasına kadar uzanmıĢ olması gerekir.) Bu safsatal ığada akli selim sahibi

kimseler asla kabul etmezler.

Yine tenzihe yaklaĢan bazıları, bu iddialara cevap verme telaĢı ile ''Nüzül zatıyla

hakiki bir iniĢtir'' dedikten sonra zahir anlamını ''ArĢ'ın yüce Allah'ın yukarısında

kalmasını ve O'nunda ArĢ'ın altında olmasını gerektirmez'' diyerek bir çeĢit tevil

ederler.Ve nüzül ''hareket ve değiĢikliği gerektirmez'' derler. Bizde

Allah'u teala'nın mahlukatı yaratmadan önce nasıl idiyse Ģimdide öyledir. Hareket

ve değiĢikliğe uğramamıĢtır.Ġstivası cihet ve mesafe anlamında yukarıya

yükselmesini,yerleĢmesini,sınırlı olmasını,oturmasını, mahlukatın içinde ve dıĢında

olmasını gerektirmez diyoruz.O halde bizim bu dediğimiz nasıl sıfatları ''tahrif ''

olur? Bizim ki zahir anlamın içini boĢaltmak ve tahrif ise, sizin bu düĢünceniz

nedir? Eğer cevap hudus alemeti taĢımayacak ve Ģanına yakıĢacak,açık anlamı olan

bir yerden bir yere initkal manasına gelmeyecek bir nuzül ise bizim de istiva dahil

bütün sıfatlar hakkındaki görüĢümüz budur.

Diğer taraftan bu çarpı k inancı çürüten bir ba Ģka delilimiz ise, Ar Ģ‘ n göklerden çok

daha büyük olduğunu belirten, s ıhhatinde Ģek ve Ģüphe olmayan kuvvetli hadis-

i Ģeriflerin olmas ıd ır. Peygamber efendimiz bu büyüklük orant ılar ını anlatı rken

gökler, kürsü'nün yan ında çölde bir halka gibi, Kürsü de Ar Ģ‘ı n yan ında

aynı Ģekildedir (yani çölde bir halka kadard ır). Her göğün bir alt ındaki göğe karĢı

olan büyüklüğü de sabittir. Göklerin, birinci gökten yedinci göğe kadar müthi Ģ

orant ılarla büyük oldukları na göre yukar ıdan a Ģağıya inecek bir kimse büyüklükten

küçüklüğe, Ģekilden Ģekle ve hacimden hacme, durmadan bir halden diğer hale

değiĢip duran bir cisim değil midir?Ak ıllar ına Ģu soru da mı gelmemi Ģtir;Gökler ve

yer Kürsi'nin içinde ancak çöldeki bir yüzük kadar yer kapl ıyorsa ha Ģa göğe nası l

s ığmıĢ tı r? Öte yandan, Ayete'l-Kürsî diye bildiğimiz ayette Allah Teala Celle

Celalühü Ģöyle buyurmaktadır: "O'nun Kürsi'si gökleri ve yeri içine alır"

Dolayısıyla "sonra göğü istiva etti" ayetinde geçen "istiva"yı "yerleĢmek, mekân

tutmak ve oturmak" anlamında almak mümkün değildir. Bütün bunlarda bir

mekandan diğerine hulul ve intikal da söz konusu olmaktadır.''Allah' ın nuzülü bu

dediklerimizi gerektirmez'' diyerek yine Ģüpheciler itiraz edebilir.Cehmiyeden

biriside ''Allah' ın maiyeti ile ilgi ayetler hululu gerektirmez mahlukat ın

bereberliğine benzemez,bilmediğimiz Ģekilde zat ıyla bizimle beraberdir, te Ģbih,

tatil, temsil ve tevil yapmadan zat ıyla her yerde ve yöndedir'' der ise ne diyecekler?

Halbuki iki tarafta bu tür zahiri,açık,dilde bilinen anlamlarının aksine -tasvip

etmedikleri halde-onlara yeni anlamlar yüklemektedirler. Artık öyle bir hale

gelinmiĢtir ki,zahiri anlamlarını Ģüphecilerden baĢkaları bilememektedir.

Page 42: Aki̇detü't Tenzi̇h

Yine onlar '' «Selef mezhebi —O'nlara göre bu, aynı zamanda kendilerinin de

mezhebidir— sıfatlan inkâr (ta'til) ile Allah'ı yaratılmıĢlara benzetme (temsil)

arasındadır. Selef Allah'ın sıfatlarını, yaratıklarının sıfatlarına benzetmezler. Nite-

kim O'nun zatını da mahlukların zatına benzetmezler. Allah'ın ve Rasulü'-nün

O'nun zatını vasıflandırdıkları ilâhî sıfatları inkâr edip de güzel isimlerini, yüce

sıfatlarını reddetmezler. Böylece Nassı tahrif etmekten, Allah'ın isim ve âyetlerini

inkâr etmekten uzak dururlar.» ''derler.

Ne varki, mezhebinin selef mezhebi olduğunu açıklayan, teĢbih ve tecsimi

reddeden bu kiĢiler ''Zatı ile Allah'ın cihet manasında herĢeyin üstünde olduğunu,

ArĢ'ın üstünde olduğunu ve semanın üstünde bulunduğunu bazı ayetlerin zahirinin

bunu ihtiva etttiğini ve O'na parmak vs. ile iĢaret olunabileceğini ifade eden sözler

söylemiĢlerdir Yükseklik manevimidir? desek Ģidddetle karĢı çıkmıĢlardır..

Burada itiraf edelim ki, Allah'a (c.c) parmakla iĢaret etme(ki bu yöndür) ile, O'nun

gökte olmasını kabul etme(ki bu mekandır) ve O'nun ArĢ'ın üstüne yerleĢme

anlamında istiva etmesini kabul etme ile ,cisim olma ve sonradan olanlara

benzemekten mutlak olarak münezzeh olduğunu inanmak nasıl bağdaĢır, aklımız

almamaktadır.Ancak biz biliyoruz ki, sahabe bu konuda susmuĢ, te'vile karĢı bir

söz söylememiĢtir. Her ne kadar rivayet olunan lâfızlar tefvide delâlet ediyorsa da,

bunlar arasında Allah (c.c) için bir yönü ispat eden de mevcut

değildir.Art ık Ģüphecilerin Allah Azze ve Celle'yi Ģu söylediklerine rağmen

insanlara benzetmekten tenzih etmesine gelince,onu Ha Ģviyye'de yapm ıĢtı r....

Hanbeli Alim Ġbnu'l Cevzi derki; Onlar demi Ģlerdir ki; Allah' ın gökten nuzulu

hadisinin manas ı ,Allah bizatihi iner. Bir yerden yere naklonur.Sonrada Allah iner

ama bizim dü Ģümdüğümüz gibi değildir dediler .Böylece hadisi Ģerifi i Ģiten

kimseyi ĢaĢı rt ıp hisse ve akla zulmetmekle müte Ģabih hadisleri zahiri manalar ına

hamletmi Ģlerdir... Bu görüĢ lerin Ġmam Ahmed'e isnad edilmemesi için onlar ın reddi

laz m geldiği kanaatindeyim..Sukut edip de reddetmezsem ,dediklerine benim de

itikad etmi Ģ olduğumu söyleyecekler..(Ġbnul Cevzi Def-u ġübbetü't-Te bih'den

naklen Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk,Bera'atü'l-E 'ariyyin, Bedir Yay ınevi,sh.43)

Oysa "hareket etmek" demek, bir evvelki durumda baĢka bir hâlde bulunmak, yani

bir hâlden baĢka bir hale intikâl etmek demektir. Hareket etmeden önceki durumu

değiĢtirip baĢka bir hale geçmek demek, sonradan olan (hâdis/muhdes) bir halin,

hareket sahibine hulûlü demektir. Çünkü hareket eden varlık, hareket etmeden önce

baĢka bir hâldedir.Hareketle birlikte bu halin değiĢmesi, önceden olmayan bir halin,

o hareketle birlikte sonradan meydana gelmesi ve ona hulûlü demektir. Havadis'in

(ezelî olmayan, sonradan olan Ģeylerin) Allah Tealâ' ya (Celle Celâlûh) hulûlüne

inanmak ise haĢâ Allah Tealâ'nın hâdis olduğunu iddia etmek demektir. Ġbn-i

Cevzî de selefin bu konuda tevakkuf ettiğini (durduğunu) nakletmiĢ, Ahmet b.

Hanbel'i de böyle kabul etmiĢtir.

Allâme Muhaddis Yûsûf el-Bennûrî, Tirmizî‘deki bu Nüzûl Hadîsinin Ģerhinde

Page 43: Aki̇detü't Tenzi̇h

Ģöyle diyor: (Allah‘a nisbet edilen) ‗inmek,‘ ‗gelmek, ‗istivâ,‘ ‗yed‘/‗el‘, ‗vech‘

/‗yüz‘, ‘yemîn‘/‘sağ el‘ ve ba Ģkaları hakk ında Selef‘in çoğundan ve dört imâmdan

nakledilen, bunlar , Allah Teâlâ‘yı (yaratt kları na) benzetmekten tenzîh ederek/pâk

tutarak, (Mevlâya nisbet edilen Ģu fii lerin ve isimlerin) nası l olduğunu düĢ ünmeden

ve söylemeden, (bunlar ı) inkâr ve te‘vîl etmeden nası l geldilerse, icmâl yolu üzere

îmân etmektir. Nitekim Bedr(uddîn el-‗Aynî) ve ġihâb (Ġbnü Hacer el-Askalânî)

böyle dediler.

Hâf z Ġbni Hacer el-Askalânî rahimehullah, Fethu'l-Bari eserinin Kitabü't-Teheccüd

bahsinde diyor ki:"Allah'a cihet isnad eden kimse, bu hadis-i Ģerifle [hadis-i nüzul

ile] istidlal ederek ‗'cihetten maksad yukar ı cihettir'‘ demiĢ tir. Ama cumhûr-

ulemâya [alimlerin büyük çoğunluğuna] göre, bu görüĢü kabul etmek, Allahü

teâlâya tehayyüz [mekânda yerle miĢ olma] mânâsı na gelir ki, Allahü teâlâ bu

vas ıftan uzakt ır." (bkz. Ehl-i Sünnetin Müdafası , Bedir Yay., ist., 1994; s. 465;

ġevahidü'l-Hakk, Fazilet Ne riyat, s.222)

Buhari Ģarihi Ġbn Hacer el-Askalânî mezkûr hadîsin Ģerhinde der ki: "Nüzul"

kelimesinin manası üzerinde çe Ģitli görüĢ ler ileri sürülmü Ģtür;

(Bir):Bazı ları kelimenin zahirî ve hakiki (teĢ bih çağr ıĢt racak) manas ını kabul

etmiĢ lerdir; bunlar mü Ģebbihedir.

(Ġki): Baz ılar ı, bu mevzuda varid olan hadislerin sı hhatini inkâr etmi Ģlerdir; bunlar

havaric ve muteziledir.ĠĢin garib taraf ı, buna benzer Kur'ân âyetlerini de tevil etmi -

Ģlerdir. Fakat bu, gerçeği bildikleri halde s rf inatç ılı ktan ba Ģka bir Ģey değildir.

Yahutta cehaletleri yüzünden bu hadîsleri inkar etmi Ģlerdir.

(Üç):Baz lar ı da Allah Ta'âlâyı , keyfiyet ve te Ģbihten tenzih ederek, hadîsin

manas ını icmâl yolu üzere/tafsîlâta girmeden kabul etmi Ģlerdir. Bunlar da sahabe

ve tâbiûndan olan ekseri seleftir. el-Beyhakî ve diğerlerinin naklettiğine göre Dört

imâm, Ebû Hanîfe, Mâlik, ġâfiî ve Ahmed Ġbnü Hanbel, iki Süfyân (Süfyân- Sevrî

ve Süfyân ibnü ‗Uyeyne), iki Hammâd (Hammâd ibnü Süleymân (veya Zeyd) ve

Hammâd ibnü Seleme), Evzâî, Leys ve diğer bir çok imam, bu görü Ģe sahiptir...

(ĠĢte Selef'in görüĢü)

(Dört): Kimileri lây ık olacak ve Arab dilinde kullan ılan bir Ģekilde te‘vîl

etmi Ģlerdir...(Bu da Halef'in görüĢ ü)(bak: Fethü'1-Bârî, III, 20-25).

Buhari Ģarihi Bedruddîn el-Aynî Umde(tü‘l-Kârî)‘de (3/623) Ģöyle demi Ģtir: -

'' ġübhe yok ki, nüzûl /inmek (zahiri anlamı ) cismin üstten alta intikâlidir ve Allah

bundan münezzehdir. Nüzûl hakk ında gelen rivâyetler MüteĢ âbihât‘tand ırlar.

Onlar(ı n anla Ģılmas ı) husûsunda âlimler iki k ıs ımd ırlar:

Birincisi, Müfevv ıda/(ne demek olduğunu Allah‘a) b ırakanlar. Onlara îmân eder,

te‘vîllerini Allah‘a bı rak ırlar. Bununla beraber Allah‘ ı noksân s ıfatlardan kesin

Page 44: Aki̇detü't Tenzi̇h

olarak tenzîh ederler.

Hattâbî Ģöyle dedi: Bu hadîs S ıfât hadislerindendir. Selef‘in bunun/bu hadîsin

hakk ındaki Mezhebi /gittikleri yol, ona îmân etmek, onu zâhirleri üzere icrâ etmek

ve keyfiyeti/nası l oluĢu ondan nefyetmektir. Hiçbir Ģey O‘nun gibi değildir. Ve O,

hakk ıyla i Ģiten ve hakk ıyla görendir.

Ġkincisi de Müevvile(te‘vîl edenler)‘dir. Onlar yerler(in)e göre lây ık

oldukları Ģekilde te‘vîl ederler. Bu sebeble onlar ―Allah‘ ın iner‖ (hadîsin)in

manası n ın ―Allah‘ ın emri iner,‖ yahut ―melekleri (iner)‖, veya bunun istiâre

olduğunu ve ma‘nâs ını n duâ edenlere bolca lütûfta bulunmak ve duâlar ını kabûl

etmek v.b. demek olduğunu söyemekle te‘vîl ettiler.

Kad Beydâvî Ģöyle demi Ģtir: Kat‘î olan aklî delîllerle O‘nun cisim olmak ve bir

mekânda bulunmaktan münezzeh olduğu sübût bulunca, O‘na, ―bir yerden

daha a Ģağı bir yere intikal‖ ma‘nâs ında olan ―nüzûl‖ imkâns z olur. O halde (Nüzûl

ile) murâd edilen rahmetinin nûrudur.''-

Umdetü‘l-Kârî'de el-Aynî özetle Ģöyle diyor: Nuzûl, intikaal, i'lâm, kavi,ikbâl,

teveccüh ve bir hükmün çıkması ma'nâlar ına kullan ılı r. Bu ma'nâlar ın hepsi

lügatç ılar aras ında bilinen Ģeylerdir. Madem ki nüzulün böyle mü Ģterek manâs ı

vard ır; Allah' ın kendisiyle tavsîfi caiz olan bir ma'nâya hamledilmesi en doğru bir

harekettir. Burada Allah' ın rahmetle dileklerini vermekle, mağfiretler etmek

suretiyle teheccüd k ılanlara ikbâl ve teveccüh buyurmas ıdı r denilebilir.Bu (asl ında)

bir te'vîl değil, fakat lâfız ı, medlulü olan müĢ terek ma'nâlarıdan birisine ham-

letmektir kî, Ġmâm Mâlik gibi bâz ı selefin te'vîlleri de hep bu yolda bir te'vîldir

(Umde III, 618-623).

ġeyhimiz Allâme Kevserî, Beyhakî‘nin―el-Esmâ ve‘s-S ıfât‖ isimli kitâbı na yazd ığı

Ta‘lîkât(450)‘ ında da Ģöyle dedi:- ―ــÜstelik gecenin yar ısı ve üçte birisi de güne Ģin

doğduğu ve battığı yerlerin değiĢik olmas ıyla değild ir. Nitekim bunu, araĢ t ıracak

olanlar zarûreten bileceklerdir. Sâbit olmu Ģtur ki bu, her ufuk sâhibine (duânı n)

kabûlünün kap ıs ını n aç ılması d ır. Bunu/ini Ģi bir yerden bir yere intikal olarak kabûl

eden kimse aklî bürhân‘a ve Ģer‘î delîl‘e ve de hissin zarûretine muhâlif

davranm ıĢtı r.''- BaĢka bir yerde'' Rivayetlerde zikredilen, Yüce Allah' ın gece dünya

seması na inmesi, yukar dan aĢağıya doğru bir ini Ģ olarak dü Ģünülmemelidir. Bunu

böyle dü Ģünmek cehaletin ifadesidir. Dolayı sı ile buradaki "nüzul", ya mecazî bir

anlat ımla Allahü teâlân ın, bahse konu hadisin kimi varyantları nda zikredilen nidayı

yapan bir melek göndermesi, ya da bu gece yap ılan dua ve istiğfarlar ı kabul etmesi

olarak anla Ģılmal ıd ır. Bu kelimenin bu Ģekilde kullan ılmas ı, Arap dili açı sı ndan da

sahih bir kullan ımd ır."- (Makâlât, 62-63;)

Ġbni Hazm rahimehullah'da Nuzül etmek ve gelmek fiilierinin bir yerden bir yere

nakil ve hereket anlam ında anla Ģılmayacağını ,zira O'nun bir yerden bir yere inkikal

ve hareketten münezzeh olduğunu söyler.(Ġbni Hazm sd-Durre sh.233 Ġbni Hazm

kelami görĢü leri tez.Murat Serdar) Kur‘an ve Sünnet‘te Allah‘a nisbet edilen ‗‘yed,

Page 45: Aki̇detü't Tenzi̇h

vech, ayn, nefs, cenb'‘ lafızları ile kastedilen zâtı ilâhî olup MüĢebbihe ve

Mücessime‘nin iddia ettiği gibi bunlar Allah‘a mahsus organlar değildir. ArĢa

‗‘istivâ'‘ da Allah‘ın arĢta gerçekleĢtirdiği bir fiil olup yaratıklarının burada son

bulması, onun ötesinde hiçbir yaratığın mevcut olmaması demektir. Hadislerde zât ı

ilâhiyyeye nisbet edilen ‗‘kadem'‘ ilâhî ilimde mevcut olan ümmet, ‗‘nüzûl'‘ ise

duaların kabul edilmesiyle ilgili bir fiildir, ‗‘esâbi‗'‘ de iĢleri yürütmek ve nimet

vermek demektir (el-Fasl., II, 290-291, 347-358 Prof.Dr.Yusuf ġevki Yavuz).

Ġmam Zürkânî, Ebû Bekir Ġbnu‘l-Arabî‘den, O‘nun (Ġmam Mâlik‘in), ; ضه :Yenzilü Rabbuna‘/‗Rabbimiz iner‘ hadîsi hakk ında Ģöyle dediğini nakletti‗/=سبب

Nüzûl/ini Ģ Allah Teâlâ‘n ın Zatı na değil, fiillerine döner.. Hatta bu, O‘nun emri ve

nehyini indirecek olan meleğinin iniĢ inden ibarettir. ġu halde nüzûl/iniĢ

hissîdir/fizîkîdir ve de kendisiyle emrin gönderildiği meleğin sı fatı d ır. Veyâhud da

ma‘nevîdir; yani '‗önce yapmayı p da sonra yapt ı'‘ ma‘nâs ında, bunu, ‗nüzûl‘, yani

‗bir mertebeden bir mertebeye inmek‘' diye isimlendirmiĢ tir. Bu sahîh bir Arabça

ifade tarz ıd ır.(Zürkânî, ġerhu‘z-Zürkânî ale‘l-Muvatta:2/35)

Ġmâm Ebu Bekîr Ġbnül-Arabî nüzûl hadisi hakk ında Ģöyle diyordu: "O rahmet

ini Ģidir; yoksa bir yerden bir yere nakil ini Ģi değildir." diyerek Halefin Te‘vîl-i

Tafsîlî yolunu,Ġbni Hibban ise nüzül hadisi hakk ında;''Allah' ın s ıfatlar ı

keyfiyetsizdir,keyfiyet verilemez.Ġnsanlar ın s ıfatları ile k ıyaslanamaz.Allah

di Ģ,dudak dil gibi alet (uzuv) ile konuĢ maz.Ġnsanlar ancak uzuv arac ile

konuĢ ur.Allah ise uzuva ihtiyaç duymaks ız ın ,aletsiz konu Ģur.Basar (görme) ve

sem (i Ģitme) böyledir.Allah beyaz siyah olan ,etraf ı kapaklar ve kirpikler ile çevrili

bir gözle görmez.Dilediği gibi ,bir alete (uzuva) ihtiyaç olmadan görür.ĠĢte Allah' ın

gece dünya semas ına nüzülüde böyledir.O bir alete ve vas ıtaya ihtiyaç duymadan

iner.Allah' ın ini Ģini insanları n ini Ģine k ıyaslamamak gerekir.Allah dilediği gibi iner

ve ini Ģi insanlara benzemez.Ġnsanlar aletle ve hareketle ve yer değiĢtirmek suretiyle

inerler.Allah ise aletsiz,hareketsiz,bir yerden bir yere intikal etmeksizin dilediği

gibi nüzül eder ''(Emir el-Farisi 2/195-196) diyerek Selefin Te‘vîl-i icmâlî ile

tenzîh yapan yolunu seçererek anlat ır.

Ġki görüĢ te Allah'u teala'y ı zahiri manadan tenzih ederler.Belki de Ebu Bekîr Ġbnü‘l-

Arabî ve Ġbni Hibban rad yAllahu anhuma‘ya ve diğerlerine bu ini Ģi açı klayan hadis

ula Ģmam ıĢ veyahut ulaĢ mıĢ tı r da, o anda akı lları na gelmemi Ģtir. Veyahut kendine

itimad edilmeyecek bir yolla ula Ģm ıĢtı r da ona itimad etmeden bu Ģekilde

söylemi Ģlerdir.Yoksa, Nesâî Sünen‘inde ki sahih rivayetle artı k ortaya ç ıkmıĢ tı r ki,

Nüzûl‘un Allah Teâlâ‘ya isnâdı , yani ―Allah indi‖ demek, mecâzî bir isnadd ır;

―Allah' ın münadisi indi‖manas ındad ır.Öyleyse, Mecâz isnaddad ır. Müsned

veyahutta müsnedün ileyh‘de değildir. Ġkisi de hakikattı r ama isnad mecazdad ır. Bu

Kur'ân Azîz'de garib bir Ģey değildir."(Hüseyin Avni Kans ızoğlu .Darusselam)

Page 46: Aki̇detü't Tenzi̇h

Raviyetü'l Asr Ġmam Kevserî, ―Tekmile-tü‘r-Redd Alâ Nûniyyeti Ġbni‘l-

Kayyim(13,1321)‖de Ģöyle demi Ģtir: -Meselâ nüzûl hadîslerini te Ģbîh /benzetme ve

nakil manalar ından uzaklaĢ t ırmak Ehl-i Hakk‘ ın/Ehl-i Sünnet‘in Selef ve Halef‘i

aras ında ittifak yeridir. Onlar /nüzûl hadîsle-rini tarafda mecâza veya isnâd-i

Mecâzî‘ye yorulmas ı sahîh bir Arabça kullanması d ır ve tenzîh‘e uyan bir

kullanmadı r. Kimisine göre birinci/tarafta mecâz, kimilerine göre de ikinci /isnâdda

mecâz ağır gelmektedir.Fakat kat ında ―inzâl‖ /indirmek‖ rivâyeti sahîh veya

Sünenü‘n-Nesâî‘deki Ebû Hureyre hadîsinin sahîh olduğuna muttali olan kimse

diğer rivâyetlerde isnâd-ı Mecâzî murâd edildiğine kesin karar verir. Böylece nüzûl

hadîsi onun nazar ında Müte Ģâbihâttan çı k ıp muhkem‘e dâhil olur.Çünki onu bu

Nesâî hadîsine çevirir.''

Hadis haf ızı El-Irâkî, hadis-i Ģ eriflerin hangi Ģekilde en doğru bir biçimde tefsir

edileceği hususunda Ģöyle demi Ģtir: ―Hadisin en güzel açı klanması yine hadisledir.‖

Bu nüzul hadisinde geçen nüzul‘den, meleklerin indiği bir ba Ģka hadisten anla Ģılı r.

Allâh‘ı n emriyle bir melek iner. Bundan anlaĢılı yor ki, bu konuda değiĢik ama

sahih açı klamalar var ve bu aç ıklamalar ın hiç birinde Allâh, bizzat kendisi iner diye

kabul olunmamıĢ tı r.

Ġmam Ahmed b. Hanbel Müsned‘inde, Ġmam Kurtubi Tefsirinde, Haf z Ġbni Hacer

Askalani ―Fethul Bari‖ adlı kitabı nda ve Haf z Ġbnul Cevzi, ―Zad el-Mesir‖ adlı

tefsirinde Ģöyle dediler: ―Ġmam Nesâ‘i Ebu Hureyre‘den naklettiğine göre

Peygamber efendimiz Ģöyle mealen buyurdu: ―Gecenin üçte biri geçtiğinde Allâh,

birine (bir meleğe) Ģöyle nida etmesini emreder:.........‖. Öyle ki, bir baĢ ka hadis-

i Ģerifte de ―Yunzilu Rabbuna ...‖ diye geçmektedir, yani ―Rabbimiz indirir..‖ diye

geçmektedir. Veyahut ( Ġmam El-Ġz b. Adusselem,Ġmam Dehlân'a göre) rahmeti

iner manas ındadı r.

Ġmam- Kurtubî, "nüzul hadisini" Ģu Ģekilde açı klı yor-:"Bu buyruğun te'vili

hakk ında farkl ı görüĢ ler vard ır. Buna dair yapı lan aç ıklamalar ın en uygunu

Nesâî'nin Kitab ında müfesser olarak gelen Ģu rivayettir: Ebu Hureyre ile Ebu

Said'den (Allah ikisinden de razı olsun) rivayete göre Ģöyle demi Ģlerdir: Rasûlullah

(aleyhisselam) buyurdu ki: "ġüphesiz aziz ve celil olan Allah gecenin ilk yar ısı

geçinceye kadar mühlet verir. Sonra bir münâdiye emrederek Ģöyle der: Dua eden

var m ı? Duas ı kabul olunacak. Mağfiret isteyen var mı ? Ona mağfiret olunacak.

Ġstekte bulunan var m ı? istediği ona verilecek." Ebu Muhammed Abdulhak bunun

sahih olduğunu ifade etmiĢ tir. ĠĢ te bu hadisteki ifadeler bir önceki hadisteki

mü Ģkilliği kald ırmakta ve her türlü ihtimali açı klamaktad ır. Birinci hadisteki

ifadeler muzafı n hazfedilmesi kabilindendir. Yani Rabbimizin meleği iner ve der

ki... anlamı ndad ır. Yine buradaki "iner" kelimesi "indirilir" Ģeklinde de rivayet

edilmi Ģtir ki, bu da bizim sözünü ettiğimiz hususa aç klı k getirmektedir. Ba Ģarı m ız

Allah'tandı r."- (Al-i imran 17 tefsirinde)

ġüpheciler özellikle Ehl-i Hadisin ''Te Ģbihsiz sı fatlar ı kabulünü'' kendilerine çokça

delil getirirler.Bu da Ģ üphecilerin yüzünden Ehl-i Hadisin bir tak ım suçlamalara

Page 47: Aki̇detü't Tenzi̇h

maruz kalmas ına sebebiyet vermektedir. Halbuki Ġbni Hibban , yed ve kadem

s ıfatı ndan bahsederken önemli bir konuya dikkat çeker;''Hadis sanat ına tam olarak

kavramamıĢ ki Ģiler, hadisçilerin bu tür rivayetleri naklettikleri için mü Ģebbiheden

olduklar ına hükmetmiĢ lerdir.Hiç bir hadisçinin akl ına te Ģbih yapmak

gelmemiĢ tir.Bundan Allah'a sığınırım.Bu tür laf ızlar temsili laf ızlard ır.Ġnsanları n

daha iyi anlamalar ını sağlamak için,keyfiyet kasdedilmeksizin bu tür temsili

laf ızlar kullan ılmıĢ t ır.Allah (c.c) hem zatı hemde s ıfatları yla mahlukata

benzemekten uzakt ır.(Emir el-Farisi 2/73-74-1/286 Ġbni Hibban ve Hadis ilmindeki

yeri Yüksel Çelik sh.45)ġu hüsnü zanna rağmen azda olsa maalesef kimi

a Ģağıda değineceğimiz eserlerde aç ıkça Allah'a mekan ,cihet, hareket ve uzuv isnad

eden ki Ģilerden rivayetler mevcuttur

Miraç Ģüphesine cevap ve diğer imamlar ın görüĢ leri

Molla Aliyyul-Kari rahimehullah Fıkh-ı Ekber Ģerhinde diyor ki:-''ġüphe yok ki,

Ġsra makamı, Musa aleyhisselâm'ın mikatından daha üstündür. Nerde kaldı ki

Yunus b. Mettâ'nın makamından üstün olmasın. Ancak bizim sözümüz, her halde

ve her makamda ikisinin yani Hz. Peygamber ve Hz. Yûnus'un Allah Teâlâ'ya

yakınlıklarının eĢit olduğudur. Çünkü Allah Teâlâ Ģöyle buyuruyor:―Nerede

bulunursanız Allah sizinle beraberdir.‖ (57/4)―Biz kula Ģahdamarından daha

yakınız.‖ (50/16)―Allah, kullarının üstünde galibtir, yegane hüküm ve hikmet

sahibidir.‖ (6/61)anlaĢıldığına göre Allah Teâlâ'nın kulları üzerine yükselmesi,

mekân bakımından yükseklik değil, mertebe ve makam bakımından yüksekliktir.

Yani Ģânı yüce olmak demektir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimleri ile Mutezile,

Havariç vesair Ġslâm taifelerince de durum bu Ģekilde tesbit edilmiĢtir. Diğer bidat

taifeleri de aynı görüĢtedir. Ancak, Allah Teâlâ‘ya cihet ispat eden Hanbelilerle

Mücessime'den bir taife bu görüĢte değildir. Allah Teâlâ onların isnad ettiklerinden

uzaktır''- (Aliyyu'Kari F khul Ekber ġerhi)

(Ġbni Hacer Heytemi'nin,Aliyyyu'l Kari'nin Ġbn el-Cevzî'nin -yukarıda-Hanbelilere

karĢı eleĢtirdiği hususları, H. 457'de vefat eden meĢhur Hanbelî hukukçusu EI-Kadî

Ebu Ya'Iâ zikr etmiĢtir. Bu zatın sözleri, kendisine yöneltilen ağır eleĢtirilere yol

açmıĢtır. Hatta, bir kısım Hanbelî hukukçuları.(Ġbni Temimi el-Hanbeli)- «Ebu

Ya'lâ, Hanbeli mezhebini öyle bir Ģekilde sıçmıĢtırki denizlerin suyu dahi, o lekeyi

yıkayamaz.» demiĢlerdir.(Ġbni Esir el-Kamil bahar yay.10-60 vd)Yine, Hicrî 527'de

vefat eden, Hanbelî mezhebine mensup olan, Ġbn Ezzağferan da Ebu Ya'lâ'nm

sözlerine benzer Ģeyler söylemiĢtir. Bu Ģahıs hakkında bazı Hanbelî âlimleri de

Ģöyle demiĢlerdir: «Bu adamın sözlerinde, uyanık kiĢilerin dahi hayret edeceği

teĢbihler vardır.» Görüldüğü gibi,gerçek Hanbelîler, hicrî dördüncü ve beĢinci

yüzyıllarda meydana gelen bu gidiĢe karĢı çıkmıĢlardır.(Ebu Zehra Ġtikadî

Mezhepler Tarihî )Buna rağmen alimlerce Hanbelilerin teĢbih ile suçlanmalarının

sebebleri bu tür kiĢiler olsa gerek.)

Zamânının tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi Muhammed Zâhid bin Hasen el-Kevserî

rahimehullah Ģöyle yazmıĢtır-''Cumhur-u ulema, isra ve miraç hadisesinin aynı

gecede, hem ruh hem de bedenen ve uyku halinde değil uyanıkken yaĢanan bir

Page 48: Aki̇detü't Tenzi̇h

hadise olduğu görüĢündedir. Bu konudaki haberler(de) sahihtir.''- (Muhammed

Zâhid el-Kevserî Makâlât, 516. 21-2.)-''Buradaki "urûc" (yükselme), Allah Teala

(cc)'ya mekânsal olarak yaklaĢma ifade etmez. Çünkü O'na yaklaĢmak mesafe

katetmekle olmaz. Zira Yüce Allah (cc)"Secde et ve yaklaĢ" (el-Alak, 19) ve Hz.

Peygamber (sav), "Kulun Allah'a en yakın olduğu an, secde anıdır" buyurmuĢlardır.

''-(Muhammed Zâhid el-Kevserî 27 Makalât,512.)

Büyük Maliki fıkıh ve hadis alimi Kâdî Ebu'l-Fadl Ġyaz rahimehullah,

Peygamberimizin (aleyhisselam) Ġsra gecesi Allahü teâlâya yaklaĢmasını anlatırken

diyor ki:-"Dünüv ve kurb kelimelerinin Allah'a izafeti, hiç bir zaman mekân izafeti

veya mesafe yaklaĢması değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Ca'ferü's-Sadık'ın dediği

gibi, mekân ve mesafe gibi mefhumlardan münezzeh ve müberradır. Onun için,

Resulullah'ın (sallAllahü aleyhi ve sellem) Rabbine yaklaĢması demek, O'nun

yüksek menzilinin izharı, rütbesinin büyüklüğünün belirtilmesi demektir. O bu

sayede Esrar-ı Ġlahiyeyi müĢahede etmiĢtir. Kudretinin yüceliğini, marifet nurlarını

ayne'l-yakin görmüĢ ve kalbi nurla parıl parıl parlamıĢtır. Çünkü, bu kendisine

Allah'ın bir ikramı, lutfü ve ihsanıdır ki, dünya kurulduğundan bu yana hiçbir kula

hatta Peygambere müyesser olmamıĢtır. "Rabbimiz dünya semasına nazil olur"

sözü de böylece te'vil edilir. Yani, O'nun fadlı, ihsanı ve hüsnü kabulü dünyaya

nazil olur, demektir." -(ġifa-i ġerif, Bedir Yayınevi, s.203-204.)

Hâfız Celâleddîn Süyûtî rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki:"Allahü teâlâ hareket ve

intikâlden [yer değiĢtirmekden] münezzehdir." (ġerh üs-Sudur ["Kabir Alemi"

ismiyle tercüme edilmiĢtir], Kahraman Yayınları,s.392; Ayrıca bkz. Mevlânâ

Muhammed Fadlurresul, Tashih'ül Mesail, Berekât Yay., Ġst, 1976, s.143)

Yine Hâfız Celâleddîn Süyûtî diyor ki:-"Fevk [üst] kelimesi de müteĢâbih

kelimelerdendir. (O kullarının fevkınde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir) (En'am,

18), (Fevklerinde olan Rablerinden korkarlar) (Nahl, 50) meâlindeki âyet-i

kerîmelerindeki fevkaniyet, bir cihet [yön] ifade etmeksizin yükseklik

ma'nâsındadır. (...biz onların üstünde kâhir kimseleriz) (Araf, 127) meâlindeki

âyetdeki Firavn'ın sözüyle, mekân yüksekliği kasdetmediği açıkça ortadadır."- (el-

Ġtkan, Madve Yayınları, c.2, s.20)"[(Rahmân ArĢ üzerine istivâ etdi) meâlindeki]

Tâhâ/5, [ve meâlleri muteber tefsirlerden okunabilecek] Kasas/88, Rahmân/27,

Tâhâ/39, Fetih/10, Zümer/67 gibi âyetler Allahü teâlânın sıfatıyla ilgili müteĢâbih

âyetlerden bazılarıdır. Selef uleması ve ehli hadis dahil, Ehli sünnetin cumhuru bu

âyetlere iman eder, murad edilen ma'nâları Allah'a bırakır, bunların zahiri

ma'nâlarından Allah'ı tenzih ederek tefsirinden kaçınır."(el-Ġtkan,Madve

Yayınları,c.2, s.15)

Ġmam-ı Kastalâni rahimehullah Mirac'ı anlatırken diyor ki:-"Cenâb-ı Hakkın

huzuru, ilim, irade ve kudretiyledir. BaĢkalarının huzuru gibi değildir. Zâtına özel

mekân yoktur, O mekândan münezzehdir.... Allahü teâlâ mekândan münezzeh iken

o Hazreti göklere çıkarması sırf kendisini ululamakla bazı acayip (görülmemiĢ)

mülk ve melekutunu gezdirip göstermek içindir."- (Mevahibu Ledunniye, Hisar

Page 49: Aki̇detü't Tenzi̇h

Yayınevi, Ġst., c.2, s. 22)

Ebû Mensûr-i Mâtürîdî rahimehullah diyor ki:"Allahü teâlâya mekân isnad etmek

Ģirktir." (bkz. Dr. G. F. Haddad, The Refutation of Him Who Attributes Direction

to Allah, Aqsa Publications, Birmingham, UK, 2008; s.16)

Molla Aliyyülkârî Mirkat-ul-Mefatih'de (1892 baskısı, 2:137 = 1994 baskısı, 3:300)

der ki:-"Seleften bir cemaatın tamamı ve ayrıca daha sonra gelen âlimler de dediler

ki: Allahü teâlânın belli bir fizikî yönde olduğuna inanan kâfirdir. Bunu açıkça

ifade eden el-Irakî, Ebu Hanife'nin, Malik'in, ġafiî'nin, EĢarî'nin ve [Ġbni]

Bakıllanî'nin ortak görüĢünün bu olduğunu söylemiĢtir."Aliyyül Kârî bu fetvayı

Fıkh-ı Ekber ġerhi'nde (1984 Ġlmiyye baskısı, s. 57) ve ġerhi Aynul Ġlim'de (1989

baskısı, 1:34) tekrar etmiĢtir. (bkz. Dr. G. F. Haddad, a.g.e. s. 253.)

Ġmam Subki rahimehullah diyorki;―Aralarından itizal ve tecsim düĢüncesine

sapanlar hariç, Allah‘a hamd olsun ki bu dört mezhebe tabii olanların itikatları aynı

hak üzeredir, selef ve halef ulamasının hüsnü kabul ile karĢıladıkları Ebu Cafer et-

Tahavî‘nin akidesini benimserler.‖ (Tacuddin Abdulvehhap Subki Muidü'n-Niam)

Hanefî fıkıh alimlerinden, Ġmam Ebû Cafer et-Tahâvî rahimehullahın yazdığı ve

mezhebin üç büyük imamının (Ebu Hanife,Ebu Yusuf ve Muhammed) itikadî

çizgisini yansıtan "Akîde"de Ģöyle denmektedir -''Allahü teâlâ, varlığı için birtakım

sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir.

Mahlukatı ihata eden altı yön(ön-arka-üst-alt-sağ-sol) O'nu ihata edemez."-

(Akîdetü't-Tahâviyye)

Bu eserin Ģerhinde Abdülganî el-Guneymî el-Meydânî'nin izahı Ģöyledir:"Allahü

teâlâyı altı yön ihata edemez. Zira Allahü teâlâ o altı yönü yaratmadan önce de var

idi ve O, önceden nasıl idiyse Ģimdi de öyledir. Diğer varlıklar ise böyle değildir…"

(el-Meydânî, ġerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, 75; bkz. Dr. E. Sifil, Milli Gazete,7 Ocak

2006)

Hasan Kâfî el-Akhisârî de Ģu izahı yapar:"Çünkü altı yön muhdestir [sonradan

meydana gelmiĢtir] ve altı yön tarafından ihata edilmiĢ olmak, muhdes alemin

özelliklerindendir. Allahü teâlâ ise kadîmdir. O var iken ne mekân, ne zaman, ne

üst, ne alt, ne de baĢka birĢey vardı! Altı yönün sair mahlukatı ihata etmesi gibi

herhangi bir Ģey O'nu içine alamaz, ihata edemez. Bilakis ilmi, kudreti, kahrı ve

saltanatı ile O her Ģeyi ihata eder; gökte ve yerde O'nun ilminden zerre miktarı bir

Ģey bile gizli kalmaz.." (Hasan Kâfî el-Akhisârî el-Bosnevî, Nûru'l-Yakîn fî

Usûli'd-Dîn, 157; bkz. Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ocak 2006)

Ġskilibli Âtıf Efendi rahimehullah Mir‘atü‘l-Ġslam risalesinde Ģöyle diyor:-

―Mekândan, sağ, sol, arka, ön, alt, üst gibi cihetten ve yerlerde, göklerde

bulunmaktan münezzehdir. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hak her yerde hâzır ve nâzırdır

demek, ilm-i ilahisi her Ģeyi ihata edicidir, demektir. Yoksa zat ve vücudu her yerde

Page 50: Aki̇detü't Tenzi̇h

hâzır ve nâzırdır, demek değildir. Çünkü buna itikad küfürdür. Cenâb-ı Hakkın

mekândan münezzeh olduğunu isbat için deriz ki: Mekân, duracak mahal demektir.

Bu dünyanın maddesi ve kendisi yaratıldıktan sonra mekân da vücuda gelmiĢtir.

Halbuki dünyanın kendisi ve maddesi [ve yıldızlar ve gökler] ve mekân yokken

Cenâb-ı Hak mekânsız olarak vardı. Madem ki mekân yaratılmazdan evvel Cenâb-ı

Hak mekâna muhtaç değildi, mekânsız olarak var idi. Mekân yaratıldıktan sonra da

ona ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh, mekândan münezzehdir.‖- (bkz.Çile Yayınevi'nin

"Frenk Mukallitliği ve Ġslam" kitabı, s.154)

Ġmam eĢ-ġâfi'î rahimehullahü teâlâ el-Fıkhu'l-Ekber isimli eserde Ģöyle der: "Eğer

"Allahü teâlâ, "Rahman ArĢ'a istiva etmiĢtir" buyurmuĢtur" denirse Ģöyle cevap

verilir:-"Bu (türlü) ayetler bunlara ve benzerlerine, ilimde derinleĢmek arzusunda

olmayan kimseleri cevap vermede ĢaĢkınlığa sürükleyen müteĢabihattandır. Yani

bu kimseler bu türlü ayetleri olduğu gibi kabul edip, araĢtırma yapmamalı ve bunlar

üzerinde konuĢmamalıdır. Çünkü kiĢi ilimde rüsuh (derin kavrayıĢ) sahibi olmadığı

zaman Ģüpheye ve vartaya düĢmemekten emin olamaz. Onun, Allahü teâlâ'nın

sıfatları hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. Allahü teâlâyı hiçbir mekân

ihata edemez. O'nun üzerinden zaman geçmez. O, hudut ve son noktalara sahip

olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir. "O'nun benzeri hiçbir Ģey

yoktur." (42/eĢ-ġûrâ, 11)''- (Ġmam eĢ-ġâfi'î, el-Fıkhu'l-Ekber, 17. Not: "Fuad Sezgin

hoca Târîhu't-Turâs'da (I, 491) Ezher kütüphanesinde bu eserin hicrî 292 yılında

istinsah edilmiĢ bir nüshasının bulunduğunu belirtir." -Dr. E. Sifil, Milli Gazete - 8

Ocak 2006)

Ġmamlığı üzerine icma olan Iz b. Abdusselâm rahimehullah tenzihi sıfatlar

listesinde derki;-―Allah araz ve cisim değildir. Herhangi bir Ģekle bürünmüĢ ve

sınırlandırılmıĢ bir cevher olmadığı gibi, herhangi bir yön ve mekanla da sınırlı

değildir. HiçbirĢey O‘na benzemez, hiçbir Ģey de O‘na benzetilemez‖-.(Ġz

b.Abdusselâm, Mülhatü‘l-Itikâd, s.17.)

Ġmâm Ahmed b. Hanbel rahimehullahü teâlâ'ya gelince el-Hallâl, onun Ģöyle

dediğini nakletmiĢtir: "Allah Teala ArĢ'a, kendisi için bir sınır söz konusu

olmaksızın, sıfatsız (keyfiyetsiz) olarak, vasfedilmeyecek bir tarzda, dilediği gibi ve

dilediği Ģekilde istiva etmiĢtir."[Bunu el-Kevserî, el-Hallâl'ın es-Sünne'sinden

nakletmiĢtir. Bkz. Ġbnu'l-Cevzî'nin Def'u ġübehi't-TeĢbîh'i, 28 -1 nolu dpnt).

Özellikle Ġmam Ahmed rahimehullah' n mezhebine müntesip olduklar n iddia eden

bazı a Ģırı kimselerin, te Ģbih ve tecsim ifade eden itikatlar ını ona nisbet etmeleri, o

büyük imama iftiradan ba Ģka bir Ģey değildir.MeĢruiyet kaygısı ile kurgulanmıĢ bir

söylemin ürünüdür. .Ġmam Ahmed rahimehullah' ın itikadî görü Ģleri ve bilhasse

müte Ģabih ayet ve hadisler konusundaki kanaati, Ġbnu'l Cevzî'nin "Def'u ġübehi't-

Te Ģbîh"inde ve Takiyyuddîn el-H ısnî-'nin "Def'u ġübehi Men Ģebbehe ve Temerred

ve Nesebe Zâlike ile's-Seyyid el-Ġmâm Ahmed" isimli eserlerinde bütün netliği ile

Page 51: Aki̇detü't Tenzi̇h

ortaya konmu Ģtur.

Ġmâm Beyhakî, Menâkıbu Ahmed Ġbni Hanbel‘de, Hâkim‘den, O, Amr b.

Semmâk‘dan, O, Hanbel‘den rivayet etmiĢtir ki; Ahmed Ġbnü Hanbel ;جبء سبل =

"Rabbın geldi" (Fecr:22) ayetini "Rabbının sevâbı geldi" Ģeklinde te‘vîll

etmiĢtir.Sonra Beyhakî Ģöyle demiĢtir:Bu üzerinde toz bulunmayan, sağlam bir

isnaddır.[Ġbnü Kesîr, el-Bidâye:10/327]

Ġmâm Beyhakî, Menâkıbu Ahmed‘de senediyle beraber Ģöyle rivâyet etmiĢtir:-''

Hanbel Ġbnu Ġshak anlatıyor: Amcamı -Ebu Abdillah Ahmed Ġbnu Hanbel‘i

kasdediyor- Ģöyle derken iĢittim: Emiru‘l-Mü'minîn'in sarayında münâzara edildiği

zaman bana karĢı hüccet ileri sürüldü ve dediler ki, Kıyamet Günü‘nde Bakara ve

Tebâreke sûreleri gelecek. Onlara dedim ki; ‗Kıyamet Günü‘nde Bakara ve

Tebâreke sûrelerinin gelmesi‘ demek, sadece ‗sevâbın gelmesi‘dir. Çünki Allah

Teâla buyurduki ;جبء سبل =/‗Rabbın geldi‘ buyurdu. Burada sadece ve sadece

‗Rabbinin kudreti geldi, Kur‘ân ve benzeri Ģeyler, vaazlar ve nasîhatler geldi‘',

demektir.''-

Ġmâm Beyhakî Ģöyle dedi: -''Bunda delil vard ır ki, Ahmed Ġbnu Hanbel,

Kitâb‘da/Kur‘ân‘da gelen ‗Allâh‘ n gelmesi‘ ve Sünnet‘le gelen ‗nüzûl‘/‗Allah'n

inmesi‘ ile murad edilenin intikal/‗bir yerden bir yere gitmek‘, yani cisimlerin

zâtlarnn intikâli gibi bir mekândan bir mekâna intikâl olmadığına inanmaktad r; O,

Allah celle celâlühû‘nun âyetlerinin yani kudretinin alâmetlerinin zuhûru

ma‘nâs ından ibârettir. Zira onlar (Bid‘at ehli), ‗Kur'ân Allah‘ın kelâmı olsayd ı,

Allah‘ın zâtî sfatlarından bir s ıfat olsayd ı, gelmek onun içün dü Ģünülemezdi‘

diyorlar. Ahmed ibnu Hanbel de onlara Ģöyle dedi: ‗Okunmasının sevâbı

gelecektirki, o gün bunu açıklamak isteyecektir. iĢte bu sebeble, onu ‗ortaya

çıkarma‘sını, ‗gelmek‘ kelimesiyle ifâde etti.''- (Nakil Bitti.)

Sadece Ģu rivayetler Ġmâm Ahmed ibnu Hanbel hazretlerinin sıfat âyetleri ve sıfat

hadîslerini bir mekânda yer tutmak olarak anlamadığının delîlidir.

Ġmam Beyhaki derki,''Siz nerede olursanı z olun o sizinle beraberdir '' mealindeki

ayetin açı klaması ise ''Allah ilmi ile sizinle beraberdir '' ''Allah zat ı ile beraberdir

anlam ında değil''. (''El-itikad ala Es-Selef-Ehlüs-Sünneti ve'l-Cemeaa'' sh.55

Yay nevi ;Dar el-kutub el-ilmiyyeh 2.)

Ġmam-ı KuĢeyrî rahimehullah diyor ki:"Ebû Bekr-i ġiblî rahime-hullahü teâlâ dedi

ki: "Tek olan Allahü teâlâ[nın] (El-Vâhid) harflerden (el-hurûf) ve sınırlardan (el-

hudûd) evvel [var olduğu] bilinir." ġiblî'nin bu sözü kadîm olan Allahü teâlânın zatı

için bir sınır ve cihet, kelâmı için harf ve ses bulunmadığını sarih olarak ifade

etmektedir." (KuĢeyrî Risalesi, Dergah Yayınları, Ġst., 1978; s.66)

Tefsîr ilminin büyük üstâdı Kâdî Beydâvî (vefatı m. 1286) rahimehullah diyor

ki:"Edille-i akliyye ile kat'î surette sabittir ki, Cenâb-ı Hak cismiyyet ve

Page 52: Aki̇detü't Tenzi̇h

tehayyüzden [bir mekânda yerleĢmiĢ olmaktan] münezzehdir." (Sahih-i Buhari

Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve ġerhi, 7. Baskı, DĠB Yayınları, Ankara,

1982; 4. cilt, s. 115).

Kâdî Beydâvî, Bakara/210 tefsirinde diyor ki:"(Allah'ın gelmesi)nden murad,

emrinin gelmesi veya azâbının gelmesidir."

Kâdî Beydâvî, Bakara/255 tefsirinde de diyor ki:"Allahü teâlâ bir mekânda

bulunmakdan ve âleme hulûl etmekden münezzehdir."

Büyük tefsîr âlimi Ġmam-ı Razî (vefatı m. 1209) rahimehullah Bakara suresi

tefsirinde diyor ki:"Allah'ın yüceliği, mekân ve cihet bakımından yücelik değildir...

Allahü teâlâ, yüceliğinin mekân itibariyle olmasından son derece münezzeh ve

berîdir." (Tefsir-i Kebir Mefâtihu‘l-Gayb, Akçağ Yayınları: 5/422-423)

Ġmâm Buharî, Sahîh'inde, ;ج ء بىل إال O‘nun vechi dıĢında her bir Ģey‗/=مو ض

helak olacaktır âyetinin tefsîrinde ;ج = kelimesini ;ين illâ mülkehû/mülkü/=إال

müstesnâ diye tefsîr etmiĢtir ve Ģöyle demiĢtir: Ve yine denilir ki, ‗Kendisiyle

sadece Allah'ın vechi, yani mülkü/mülkiyet ve iktidârı murâd edilen

müstesnâ‘.[Buhârî, Sahîh (6/17)

Ġmâm Buhârî burada vech kelimesini kesin bir Ģekilde mülk ma‘nâsına taĢımakla

yine sıfat ayetlerinde mecâza dayanan bir te‘vîl yapmıĢtır.Ġmâm Buhârî ; دابة إال ب آخز ببصحب =/‗hiçbir canlı yoktur ki, ancak O, onu nasyesinden/perçeminden

tutmuĢ olmasın‘[Hûd:56] âyetinin tefsîrinde ; ين onu mülkünde ve sultanında‗/=ف

tutmuĢtur‘, demiĢtir. (Buhârî, Sahîh (5/2)

Ġbni Hacer Fethu'l Bari'de derki;''Ġmam Buhârî gülmenin ‗rahmet‘ mânâsında

olduğunu söylemiĢtir. ‗Rızasıdır‘ Ģeklinde mânâlandırılması daha doğru olsa

gerektir''.

Ġmam- Kurtubî rahimehullah tefsirinin çeiĢtli yerlerinde diyor ki:-"Bu konuda

uyulması gereken kural ise, yüce Allah'n hareketten, intikalden ve mekân iĢgal

etmekten tenzih edilmesinden ibarettir." (En'am 3 tefsirinde) "Hadis-i Ģerifte geçen:

"Allah onlara ... suretinde gelir" ifadesindeki anlamı, Allah onlara imtihan olmak

üzere bir suret gösterir, demektir. Bu ve buna benzer Kur´ân-ı Kerîm´de vesair

haberlerde gelen ifadelerin intikal, hareket ve zeval gibi anlamlara çekilmesi caiz

değildir.Çünkü bu gibi Ģeyler yer kaplayan ve cisimlerin niteliklerindendir. Yüce ve

büyük olan Allah, bundan münezzehtir. Cisimlere benzemekten oldukça yüce, celal

ve ikram sahibidir." (Bakara 210 tefsirinde) "Yüce Allah'ın: "Kullarının üstünde

kahir olandır O" buyruğundaki kahır, galebe demektir. Kahir de galip gelen

demektir. KiĢi, kahredilen ve zelil kılınan haline düĢürülecek olursa, denilir. ġair de

der ki: 'Husayn kavminin önder olmasını temenni etti. Ama Husayn, akĢam zelil

kılınmıĢ ve kahredilmiĢ etti.'' Kahredildi, yenik düĢürüldü, mağlûb edildi

anlamındadır.''Kullarının üstünde'' buyruğunun anlam ise, onlara kahir olmak ve

Page 53: Aki̇detü't Tenzi̇h

galip gelmek suretiyle onlardan üstün olmak anlamındaki bir üstünlüktür. Yani

onlar, onun müsahhar kılması, emir ve hükmü altndadırlar. Yoksa buradaki

üstünlük mekânî anlamdaki bir üstünlük değildir. Nitekim: Sultan raiyesinin

üstündedir derken, mevki ve rütbesi itibari ile üstündür anlaĢılır." (En'am 18

tefsirinde)-

Raviyetü'l Asr Alleme Kevserî:-'' Kur'an'daki ilâhî kelam Ģudur: ‘O‘dur kullar

üstünde kâhir olan‘.(ĠĢte Ģüphecilerin delil getirdiği bir baĢka ayette budur.Bakınız

Alleme Kevseri nasıl cevap veriyor:) Allah, Kıptîler hakkında, ''ġübhesiz biz

(Kıptîler), onlar (Ġsrâil oğulları) üzerinde kâhirleriz'' buyurmaktadır. Bir cismin,

baĢka bir cisim üzerine binmesi mümkin olmasına rağmen, (bu âyetten), Kıptîlerin

Benî isrâîl‘in omuzları üzerine bindiğini anlamak, haya perdesini yırtmak olan

Ģeylerdendir. Ya bu, cisimden ve cisimle alakalı olan Ģeylerden münezzeh olan Hak

Teâla hakkında nasıl düĢünebilir?. Allah‘ın ―mekan üstünlüğü‖ ile kulların üstünde

olduğuna itibar etmek, ayetle alakası olmayan bir ilhattır, haktan dönmektir.

Allah‘ın zâtının göklerden birinden ve her bir mekandan üstün olduğuna itibar

etmek de aynı derecede sapıklıktır. Kurân‘da bunu zayıf bir zanla gösteren ayet

nerede?… Ġstivâ ile, Mücessime‘nin Ģeyhi Mukatl b.Süleymân‘a uyarak

―istikrar‖/yerleĢmek murad ediyor idiyse, ayet bu hususta susmuĢ bir Ģey

dememiĢtir.''-(―Tebdîdü‘z-Zalâmi‘l-Muhayyim min Nûniyyeti ibni‘l-Kayyim‖)

Ebü'l-Muîn en-Nesefî rahimehullah diyor ki:"Mekânın öncesizliği (kıdemi) görüĢü

yanlıĢlandığından dolayı, Allahü Teâlâ hiç bir Ģekilde herhangi bir mekânda yer

tutmuĢ olarak nitelenemez. Çünkü Allahü Teâlâ ezelde bir mekânda yer tutmuĢ

değildir. Biz yüce Allah'tan baĢka bir Ģeyin kadîm olmasının imkânsızlığını kesin

olarak ispat ettik. Allahü Teâlâ ezelde bir yer tutmadığı ve ArĢ'a temas etmediğine

göre, eğer mekânı yarattıktan sonra bir yer tutmuĢ olsa, O'nun varlığı değiĢmiĢ ve

zâtında bir temas etme hali yaratılmıĢ demektir. Halbuki değiĢim ve yaratılmıĢ

özellikleri taĢımak, sonradan yaratılmıĢ olmanın belirtileridir. Bu ise yüce Allah

hakkında imkânsızdır... O'nun bir mekânda bulunduğu görüĢünü reddetmesine

rağmen yüce Allah'ın bir yönde olduğunu kabul edenin düĢüncesinin bozukluğu,

daha önce geçen aklî delillerle anlaĢılır. Çünkü O'nun bütün yönlerde olduğunu

söylemek çeliĢkidir. Bir tercih sebebi bulunmadan, birbirlerine eĢit oldukları halde,

yönlerden birini belirlemek ise yanlıĢtır [dünya yuvarlaktır ve bir millete göre

"yukarı yön", yerkürenin diğer yüzünde yaĢayan baĢka bir millete göre "aĢağı yön"

olmaktadır]... Dua edenin ellerini yukarıya kaldırması salt kulluk ve itaat

alâmetidir. Yüce Allah ne Kâbe'de, ne de yerin altında olmasına rağmen, namazda

Kâbe'ye yönelmek, secde anında yüzü yere koymak da böyledir. BaĢarıya ulaĢtıran

sadece Allah'tır." (Kitâbü't-temhid li Kavâidi't-tevhîd (Tevhidin Esasları), Ġz

Yayıncılık, Ġst., 2007, s.39-42)

Ömer Nesefî rahimehullah diyor ki:"Âlemi yoktan yaratan, Allahü Teâlâ‘dır.

...Allah, araz değildir, cisim değildir, cevher değildir, suret ve Ģekil değildir,

mahdûd değildir, bir Ģeyin parçası veya cüz'ü değildir, bileĢik değildir, sınırlı

değildir. Cins ve keyfiyet ile vasıflanmaz, mekândan münezzehtir, üzerinden zaman

Page 54: Aki̇detü't Tenzi̇h

cereyan etmez. O'na hiç bir Ģey benzemez. Ġlminden, kudretinden hiç bir Ģey hariç

değildir." (Ömer Nesefî, Ġslam Ġnancının Temelleri: Akaid, Bayrak Yayınları, Ġst.,

s. 79-81.)

Ġmam-ı Birgivî rahimehullah diyor ki:-"Bir kimse (Allahü Teâlâ gökte benim

Ģahidimdir) dese kâfir olur.Zira [Allahü teâlâya mekân isnad etmiĢ olur] Allahü

Teâlâ mekândan berîdir."- (Birgivi Vasiyetnamesi, Bedir Yay., s.52)

Kâdîzâde Ahmed efendi rahimehullah, Ġmam- Birgivî‘nin kitabının Ģerhinde Ģöyle

diyor:―Gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehdir. ..Mekân ve zaman O‘nun

Ģanına muhaldir. ..Sağda, solda,önde, arkada, üstte ve altta değildir....Allahü teâlâ

cisim ve cismanî olmakdan münezzehdir. Bir tarafda [cihette] olmaktan da

münezzehdir. ..Ġbni Teymiyye ve yolundakiler, Allahü teâlâ üst taraftadır dediler.‖

(Birgivî Vasiyetnâmesi ġerhi, Bedir Yayınevi, s.24; ayn zamanda bkz. Birgivî

Vasiyetnâmesi, Bedir yaynevi, s. 14).

Allâme Ġbni Hacer el-Heytemî rahimehullah diyor ki:-"(Göklerde oturana inandım)

dese câiz olmaz, çünkü bu ifadede Allah'a mekân isbatı vardır. Allahü Teâlâ

göklerin de ilâhıdır, yerlerin de ilâhıdır. Bunun için Allah'a cihet isbat çoğunluğa

göre küfürdür. Küfrü ifade eden bir kavram ise iman alâmeti olamaz."- (Ez-zevâcir

An Ġktiraf'il-Kebâir, Kayhan Yaynlar, Ġstanbul, 1997; s. 73)

Yine Ġbni Hacer el-Heytemî rahimehullah diyor ki:-''Yahudinin birisi hazret-i Ali'ye

(radıyAllahü anh): "Allahmızın varlığı ne zamandandır?" deyince, Hazret-i Ali'in

rengi değiĢip dedi ki: "Hiç bir mekân ve varlık yokken, o keyfiyetsiz olarak vardı.

Zaman bakımndan hiç bir evveli ve sonu yoktur. Ondan baĢka her Ģeyin sonu

gelir." -(Es-Savâiku'l-Muhrika, Bedir Yayınevi, s.297)

Hanefi âlimlerden Ġmam Murteza ez-Zebidi ―Ġthaf es-Sâdeti'l Muttekîn‖ adlı

kitabında diyor ki: ―Allâh-u Teâlâ, bir halden bir hale değiĢmekten veyahut bir

yerden bir yere geçmekten münezzehtir. Bu âlemin içinde veya dıĢında

bulunmaktan da münezzehtir. Bir Ģeyle yapıĢık veya bir Ģeyden ayrık olmaktan da

münezzehtir.‖

Erzurumlu Ġbrahim Hakk ı rahimehullah diyor ki,‘‘Ne göklerde ne yerlerde ne sağu

sol ne ön ardda, Cihetlerden münezzehtir ki olmaz hiç mekânullah.‘‘(marifatname)

Muhaddis Ġbni Hibban rahimehullah diyor ki ''Allahu teala herhangi bir hadle

s n rland ırı lmaktan münezzehtir''. (Ġbni Hibban Sikat 1/1) S ırf bu sebebten

mü Ģebbihe taraftarları nca Ġbni Hibban' ın Sicistan'dan sürülüp ç ıkarı lması olay ı

meĢ hurdur.(Tabakatu' -ġafi'iyye II,141)

Bediüzzaman Said Nursi rahimehullah diyor ki;;..Ve Kainatın mevcudatındaki

bütün intizamat ve mizanların Ģahadetiyle hiçbir Ģey,hiçbir hal,daire-i meĢiet ve

iradesinden hariç olmaya...ve hiçbir mekanda olmadığı halde,herbir yerde ve herbir

Page 55: Aki̇detü't Tenzi̇h

mekanda kudretiyle,ilmiyle hazır ola... ve her Ģey ondan nihayet derecede uzak

olduğu halde,O ise her Ģeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zat-ı Hayy-ı

Kayyum-u zülcelalin elbette hiçbir cihetle misli,naziri,Ģeriki,veziri,zıddı,niddi

olmaz ve olması muhaldir.(Lem'alar-342)

Müceddid-i Elfi Sani Ġmam Rabbâni rahimehullahü teâlâ Ehl-i sünnet itikadını

Ģöyle izah ediyor:-"Noksân sııfatlar, Onda yokdur. Allahü teâlâ, maddelerin,

cisimlerin, arazların, ya'nî hâllerin sıfatlarından ve bunlara lâzım olan Ģeylerden

münezzehdir, uzakdır. Allahü teâlâ, zamanlı değildir, mekânlı değildir, cihetli

değildir. Bir yerde, bir tarafda değildir. Zamanları, yerleri, cihetleri O yaratmıĢdır.

Bir Ģey bilmiyen bir kimse, Onu, ArĢın üstünde sanır, yukarıda bilir. ArĢ da,

yukarısı da, aĢağısı da, Onun mahlûkudur. Bunlarn hepsini, sonradan yaratmıĢdır.

Sonradan yaratılan birĢey, kadîm olana, her zaman var olana, yer olabilir

mi?...Allahü teâlâ, madde değidir, cisim değildir, araz, hâl değildir. Hudûdlu,

boyutlu değildir. Uzun, kısa, geniĢ, dar değildir. Ona, (Vâsi') ya'nî geniĢ deriz.

Fakat; bu geniĢlik, bizim bildiğimiz, anladığımız gibi değildir. O, (Muhît)dir. Ya'nî

herĢeyi çevirmiĢdir. Fekat, bu ihâta, çevirmek, bizim anladığımız gibi değildir. O,

(Karîb)dir. Yakındır ve bizimledir. Fekat, bizim anladığımz gibi değil! Onun vâsi',

muhît, karîb ve bizim ile berâber olduğuna inanırız. Fakat, bu sıfatların ne demek

olduğunu bilemeyiz. Akla gelen herĢey yanlıĢdır, deriz. Allahü teâlâ, hiçbireyle

ittihâd etmez, birlemez. Hiçbirey de Onunla birlemez. Ona hiçbirĢey hulûl etmez. O

da, bireye hulûl etmez. Allahü teâlâ, ayrılmaz, parçalanmaz, tahlîl [analiz], terkîb

[sentez] edilmez. Onun benzeri, eĢi yokdur. Kadın, çocuklar yokdur. O, bildiğimiz,

düĢünebileceğimiz Ģeyler gibi değildir. Nasıl olduğunu anlaĢılamaz, düĢünülemez.

Benzeri, nümûnesi, olamaz. Ģu kadar biliriz ki, Allahü teâlâ vardr. Bildirdiği sıfatlar

da vardır. Fakat kendisinde, varlığında ve sıfatlarında akla gelen, hayâlimize gelen

herĢeyden münezzehdir, uzakdır. insanlar Onu anlayamaz."- (Mektubat, 2.cilt,

67.mektup)

Gavsül Azam Abdülkadir Geylani rahimehullah diyor ki;''Hamd o Allah‘a ki,

nicelik ve niteliği O nitelemi Ģ ve kendisi nicelik ve nitelikten pak ve münezzeh

kalmıĢ t ır. Zaman ve mekanı O yarat ıp meydana getirmi Ģ ve kendisi zaman ve

mekan kaydı ndan pak kal ıp izzet ve Ģerefle saltanat kurmuĢ tur, (îl-miyle,

kudretiyle, rahmet ve inayetiyle) her Ģeyde mevcud olmu Ģ ve fakat zarfiyetten

münezzeh ve mukaddes kalm ıĢt ır. Her Ģ eyin yanı nda hazı r olmu Ģ ve fakat bir Ģeyin

yanı nda mekan tutmaktan çok yüce kalmıĢ t ır.''( Füyüzat- ı Rabbaniye)

Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi'nde Ģöyle yazılı:"Cumhûr-ı

ulemâ, Zât- Bâri için cihet kabulünü çirkin görmüĢlerdir." (Sahih-i Buhari

Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Ģerhi, 7. Bask, DB Yaynlar, Ankara, 1982;

4. cilt, s. 114).Alimlerin kahir ekseriyeti Allahü teâlânn bir mekânda veya cihette

bulunmaktan münezzeh olduğunu bildirmiĢlerdir.

Ayetlerin zahirini almakla meĢhur Ġbni Hazm- Zâhirî bile bu icmayı

yazmaktadır:"Allahü teâlâ asla mekânlı veya zamanlı değildir. Cumhûr- ulemânn

Page 56: Aki̇detü't Tenzi̇h

ve bizim de duruĢumuz budur ve buna aykırı bir görüĢ câiz değildir, çünkü bundan

baĢkası yanlıĢtır." (el-Fısal fi'l-Milel, 2:125; bkz. Dr. G. F. Haddad, a.g.e., s. 17)

Ġmam Müfessir Fahruddin Er-Razi, Tefsirinde Ģöyle diyor: ―Allâh-u Teâlâ‘nın

mekân, yön ve barınmaktan münezzeh olduğuna icmâ edilmiĢtir.‖ (Tefsir-i Kebir

Mefâtihu‘l-Gayb, Akçağ Yayınları )

Âbdul-Kâhir el-Bağdâdî El-farku beynel-fırak 'da derki;''Onlar (âlimler) O‘nu

(Allâh‘ı) mekân kuĢatmadığına ve O‘na zaman cereyân etmediğine dâir icmâ

etmiĢlerdir''. Onlar(Ehl-i Sünnet), âfetler, sıkıntılar, acılar ve lezzetlerin O'ndan

uzaklığı ve O'nda hareket ve hareketsizliğin bulunmadığı hususunda

birleĢmiĢlerdir. Bu, O'na hareketi caiz gören görüĢleri ve Onun mekânının, O'nun

hareketinden doğduğu Ģeklindeki iddialarından dolayı Râfıza'dan HâĢimiyye'nin

inanıĢına aykırıdır Onlar (Ehl-i Sünnet), Âlemin Yapıcısı'nın sonlu ve sınırlı

olmaktan uzak olduğunu söylediler (Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye

Diyanet Vakfı Yayınları)

Akaid konusu gerçekten son derece önemli ve hassastı r. Uhrevî selametini dü Ģünen

bir kimsenin bu meselede ifrat-tefrit dengesizliğine dü Ģmeden, sorumlu olduğu

kadar ıyla bilgi sahibi olmaya çal ması , ilminin yetmediği, kapasitesini aĢ an

hususlara girmemesi ve özellikle de bu sahada Ģ ahsî kanaatleriyle fikir beyan

etmekten uzak durmas ı gerekir.Ġmam Ebû Hanîfe, "Doğu taraf ından bize iki bid'at

geldi:Cehm'in (Cehm b. Safvân) ta'tili ve Mukâtil'in (Mukâtil b. Süleyman)

te Ģbihi"[Ġbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, X, 251.] derken Ģ u noktaya dikkatimizi

çekmi Ģtir:Allah Teala'nı n s ıfatlar ını inkâr ifrat, mahlukat ın sı fatları na benzetmek ise

tefrittir.Ba Ģta Sahabe olmak üzere "Ehl-i Sünnet-i hassa" dediğimiz Selef

uleması nı n tavr ı, müteĢ abih ayet ve hadislere varit olduklar ı gibi iman ve

anlamları nı Allah Teala'ya havale etmek Ģeklindedir ve aslolan budur. "Ehl-i

Sünnet-i amme" dediğimiz müteahhirun ise, yakin seviyesindeki azalma ve

muhtelif cereyanlar sebebiyle imanî meselelerde Ģüphelerin artması gibi sebepler

dolayı s ıyla bu türlü ayet ve hadisleri muhkem nasslar doğrultusunda ve sahih Arap

dilinin ölçüleri içinde tevil etmi Ģtir.Meselenin temeline tenzih ayetlerinin

yerle Ģtirilmesi ve diğerr ayet ve hadislerin bu doğrultuda anlaĢılması en sağlam

yoldur.

Bu ifadeler açıkça göstermektedir ki, -Ümmet-i Muhammed'in imamları , gerek

müte Ģabihat alanı na giren hususlarda olsun, gerekse diğer itikadî konularda olsun,

tümüyle aynı çizgidedirler. Bilmeyerek, (iyi niyet dü Ģüncesiyle) bat ıl inançlar ın

peĢ inde gidenler, bilerek küfrün yay ılmas ına sebep olanlara yard m

edebilmektedirler.Bu grup iyi bilsin ki,özellikle Ģ u hakikatleri duyduktan ve gözle

gördükten sonra Hakkı n ve doğrunun yan ında yer almamak ise çok daha büyük bir

felakettir. Müte Ģabihat ın Sahabe (Allah hepsinden raz ı olsun) taraf ından, sonraki

as ırlarda görüldüğü Ģ ekliyle münakaĢ a ve cidal konusu yap ıldığı bilmiyoruz.Onlar

nasslarda nasıl gelmi Ģse öyle iman eder, ötesini soru Ģturmazd ı.O'nu, zâtı nda

s ıfat ında, esma ve ef'âlinde mutlak ve en üstün kemal s ıfatlar ile tavsif ederler.ĠĢte

Page 57: Aki̇detü't Tenzi̇h

Allah hakk ında ve birinci Ģehâdet, budur. Dolay ıs ıyla bu meselenin ـÜmmet-i

Muhammed'in gündemine gelmesi Tabiun, ağırlıklı olarak da Teb-i Tabiin

dönemine ve sonrası na tesadüf eder.Tabiun döneminde islam coğrafyasının

s ını rları nı n bir hayli geniĢlemesi ve yabanc ı kültürler ile yoğun ve hızlı temas

sürecinin baĢ lamas ıyla birlikte ,islam inancı na yabancı olan bir tak ım unsurlar ın

bünyede yer etmeye baĢlamıĢtır.Evet, HaĢviyyye/ Mücessime ve Mü Ģebbihe'nin bir

selefi vardı ,lakin bu ümmetten değildir.Bilhassa eski Roma ve Yunan inancı ile

Ortadoğu kültüründe bulunan teĢbihi tanrı anlayıĢının ,Yahudulikte olduğu kadar

Hristiyanlıkta da büyük etkileri gözlenmektedir.Bazı Ġslami fırkalarda bunlardan

etkilenmiĢ ve bu etkileĢim sonucu geliĢtirmiĢ oldukları teĢbihi

anlıyıĢlarını,nasslarda yer alan haberi sıfatlar ile destekleme yoluna gitmiĢlerdir.

Soru;"Eğer teĢbih belası Ġslam dünyas ına yabancı bir coğrafyadan girmi Ģ ise bir

tak m Hadis imam ını n eserlerinde gördüğümüz rivayetler nedir?"

Cevap;

1. Bu bela islam dünyas na girdikten ve maalesef ayağı yer tuttuktan sonra derlenen

kimi eserlerde "mana ile rivayet" olgusu hayli bask n olarak kar Ģımı za çıkmaktad ır.

Belagatin zirvesinde bulunan Efendimiz (s.a.v)'den -özellikle böyle hassas bir

konuda– sadı r olan her kelimenin özenle muhafaza edilerek herhangi bir değiĢikliğe

uğratılmadan aynen nakledildiğini söylemek hayli zordur. Bu, konuyla ilgili

rivayetler içinde senedi sahih olanlar için genel olarak böyledir.

2. Ġlgili rivayetlerin belli bir yekûnu Hadis Usulü kriterleri doğrultusunda sahih

değildir.(Bazı kimseler, Ehl-i Sünnet'in k ılıçlarından korktuklar ı için kendi habis

akidelerini ihtiva eden sözleri Ehl-i sünnet ulemasına nisbet etmi Ģ ve onlar ın

arkas ına da gizlenmi Ģlerdir....")

3. Seneden ve metnen sahih olanlaır n da delaleti kat'î değildir.Bir kaç Hadis

imamı nı n bu tarz rivayetleri eserlerinde zikretmiĢ ve medlullerini "itikat edilmesi

gereken hususlar" olarak görmüĢ olması , meselenin öyle kabul edilmesini

gerektirmez. Bir ilim dal ında otorite olan bir alimin, ayn seviyeyi ba Ģka ilim

dallar ında ayn ba Ģarıyı tutturamaması nda ĢaĢılacak bir durum yoktur.Nitekim nice

Kelam alimi biliyoruz ki, eserlerinde yer verdiği rivayetler hayli

tartıĢ mal ıdı r.Hayatını Kelamî meselelerde derinle Ģmeye adamamıĢ bir alim için

elbette böyle bir sonuç ĢaĢırtıcı değildir.Ġbni Kuteybe'nin itiraf ettiği gibi ''Ġlmin bir

dal ında ilerleyen bir kimsenin diğer dallarda ayağının kayması kınanamaz''.. Aynı

Ģey birçok F ık ıh alimi için de geçerlidir. Dolay ısıyla bir çok Hadis aliminin,

Akaid/Kelam sahas ına yeteri kadar sarf- ı mesai etmedikleri için, eserlerinde yer

verdikleri rivayetlerin mana ile nakledilip edilmediğini,mana ile nakledilmiĢse ne

türlü ar zalara sebebiyet verdiği konusunda Akaid/Kelam alimlerinde gördüğümüz

hassasiyet ve titizliği gösterememiĢ olmasını normal karĢılamak gerekir.

Nitekim Ġbn Huzeyme'nin, konuyla ilgili eserler listesinin baĢında yer alan Kitâbu't-

Page 58: Aki̇detü't Tenzi̇h

Tevhîd'i hakkı nda öğrencisi Ebû Sehl es-Su'lûkî, "Hocamı z ihtisas sahası olmayan

bir konuya girdi" demi Ģtir.[el-Beyhakî, el-Esmâ ve's-S fât,18.] Kevserî Ġbnü

Huzeyme‘nin büyük bir F ıkı h ve Hadîs âlimi olduğunu itirâf eder lâkin, onun Ġlm-i

Kelâm iyi bilmediğini itirâf ettiğini muhaddislerin imâmlar ndan Ġmam Beyhakî‘nin

isnâd ıyla yaptığı rivâyete dayanarak söyler. (El-Esmâ ve‘s-S fât: 340/267-8)) Cerh-

Tadil sahası nı n otaritelerinden Ġbni Ebi Hatim Ġbni Huzeyme'nin ,Kelam ilmini

alakadar eden hususlarda sarf- ı kelam ettiğini duyunca Ģöyle tepki vermiĢtir;''Kelam

ilminden (Ġbni Huzeyme) Ebu Bekr'e ne? Ona da bize de yaraĢan, tahsil

etmediğimiz sahalarda konuĢ mamaktı r.''(El-Esmâ ve‘s-S fât:269)Yine dilimize

çevrilmiĢ bu tür rivayetler yapan Zehebi'nin 25 yaĢında Ġbni Teymiyye'nin etkisinde

kalarak yazd ığı ve daha sonra içerisinde güvenilmez ve Ģ az görüĢ lerin bulunduğunu

ve kendisinin bundan beri olduğunu söylediği el-Uluvv adl ı eseri

mevcuttur.(Lübnanl Dr.C.Fuad' ın makalesinde Kitab kopyalayarak çoğalltan

hadisçi Ġbni Nas ruddin D ıma Ģki'den ,Murat Yaz ıc ı) Talabesi Tâcuddîn es-Sübkî de

hocas ez-Zehebî hakk nda benzer bir tesbitte bulunmu Ģtur:"Gerçek Ģu ki hocam z

laf ızları n delaletleri konusunda yeterli birikime sahip değildi."Yine bu eserin

tahkikini yapan Elbani, Peygamberimizin (güya) ArĢ ' ın üzerinde oturacağını

söyleyen rivayetleri Zehebi'nin eserinde zikrederken ''Muhalefet etmekle etmemek

aras ında tereddüt gösterdiğini '' itiraf etmektedir.(Bkz.Zehebi el-Uluvv li'l Aliyyi'l-

Azim Ümmül Kurra sh.260)

Yine Osma Said Darimi ve Abdullah b Ahmed 'in Ģüpheciler taraf ından bası lan

eserlerinde acayip görüĢ ler mevcuttur. Eyne Allah hadisine sar ılarak Allah'u

teala'n ın yukar ıda olmad ığına inanan ın mümin olamayacağını (er-reddu ala‘l

cehmiyye 271) Allah'u tela'nı n ha Ģa s ın ırı olduğunu itiraf etmeyen kimselerin kafir

olacağı (Nakzu'd Darimi,23-4)),Ölülerin hareket edemeyeceğini elHayyyul

Kayyum olan Allah'u teala'n n dilediği zaman hareket edeceğini dilediği zaman

kalkı p oturacağını (age sh.20) dilerse sivrisineğin sı rt ına yerleĢeceğini ve sineğin

onu taĢıyacağını (age 85)Ġbni Teymiyye ve Ġbni Kayyı m' ın Allah'u teala hakk ında

inan ılmas ı caiz olmayan bir sürü tezvirat bulunan bu kitabı Ģ iddet ve hararetle

tavsiye etmeleri bir tarafa günümüzdeki bir tak ım Ģüphecilerinde bu kitab ı'' Selef-i

Salihin akidesi ''adl ı (Guraba yay ınlar ı) kitabı n ''Selef-i Salihin akidesi ile ilgili

telifler'' bölümün de 2.s rada Abdullah b. Ahmed Kitabu's Sünne 'si 38.s rada Osman

bin Said ed-Darimi 'nin er-Reddu ale‘l-Cehmiyye'sini zikretmeleri yine

Ģüphecilerin bazıları akaidde hocalarının silsilerini sayarken Ebu Hanife'yi dahil

etmezken Osman Said Darimi'yi saymaları calibi dikkattir.Ġstivanı n oturmak

anlam ında olduğunu (Abdullah b.Ahmed Kitabu's-Sünne 11)Güya Katadenin

''Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah' ın ve meleklerin gelmesini beklerler''

ayeti hakk ında ''Allah onlara ,buluttan gölgeler içinde gelir.Meleklerde onlara ölüm

anı nda gelir'' demi Ģ.(age,1987) Güya Allahu teala 'n n dağlara ''Muhakkak ki ben

sizden biri üzerine iniceğim ''demiĢ.Dağlar kibirlenince Turi Sina tevazu

göstermesine binaen Allahu teala ona Ģöyle vahyederek ''Tevazun ve benim

takdirime r ızan sebebiyle senin üzerine inicem'' demi Ģ(age.168)Yüce Allah buluttan

gölgeler içerisinde ArĢtan Kürsi,ye inecek.. (age.177)gibi rivayetlerde Ehl-i

Kitab'ın kitaplarının derin bir etkisi görülmektedir.

Page 59: Aki̇detü't Tenzi̇h

Zira Ġnciller'de ve Tevrat'ta da Allah Teala'ya bu türlü fiiller isafe edilmiĢtir.

Hristiyanlar ın inancı na göre çarm ıh hadisesinin (!) akabinde ''oğlunu'' göğe çekerek

sağına oturtan (Matta XXI,1,41-4 Markos,XIII,36,XV,62,XVI,19) Yahudilerin

yak ıĢt ırmas ıyla yaratma iĢini bitirdikten sonra istirahata çekilen (Tekvin ,II,2) yere

inerek insanlarla konuĢ an ve konu Ģması nı bitirdikten sonra yukarı çı kan (Tekvin

XXXV,13) bulutlar içinde Tur-i Sina'ya inen bir ilah (ÇıkıĢ XIX,16-20) tarzındaki

pasajlar örneklerini verdiğimiz rivayetlere pek de ayk r ı değildir.

Onlar hadis nakli ile iktifa edip b ıraksalard ı,gerek kendileri ve gerekse ـ Ümmeti

Muhammed için en sağlam olan yola girmi Ģ olacaklard ı.Kendilerinide gayri

makbul ,gayri makul Ģeyleri birer itikat umdesi olarak ileri sürmezlerdi .

Maliki mezhebi'ne mensup hadis haf z ı Ebu Bekir b. el-Arabi müte Ģabihat alan ına

giren ayet ve hadisleri zahiri anlamlar ı çerçevesinde anlayan

Mü Ģebbihe/Mücessime hakkı nda Ģöyle der;''Yolculuğum esnası nda bunlar ile epey

uğraĢtım.Ben arzu etmediğim halde üzerime çok geldiler .Bu grubun Mısır ġam ve

Bağdat'taki temsilcilerinde en çok gördüğüm Ģey,''Allah Teala ,nefsini,s ıfatlar ın ı ve

mahlukat ını bizden daha iyi bilir.O bize öğretendir.O bize kendi durumunu haber

verdiği zaman biz ona ,haber verdiği gibi iman eder ve inan ırız ''

demeleridir.Bunlar ''Onlar illede buluttan gölgeler içinde Allah' ın ve Meleklerin

gelmesini beklerler''(2/10) Rabbinin emri geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği

zaman (89/22)Allah da onlar ın binalar ını temellerinden söktü(16/26) gibi ayetleri

ve ''Rabbimiz her gece en yakı n göğe iner'' hadisini i Ģittikleri zaman ,''Allah Teala

hareket eder,(bir mekandan ba Ģka bir mekana ) intikal eder,bir yerden ba ka bir yere

gider,gelir'' dediler .''Rahman ArĢ ' ı istiva etti'' ayetini iĢ ittikleri zaman ,''Allahu teala

ArĢ ' ın üzerine oturmu Ģtur,Ar Ģ'a biti Ģiktir ve ArĢ 'tan dört parmak daha büyüktür.Zira

O'nun ArĢ 'tan küçük olması doğru değildir.Çünkü Allah'u teala el-Azim'dir ve

O'nun misli olmaz.''O'nun benzeri hiçbir Ģey yoktur'' .Dolayısı yla Allah teala

,Ar Ģ'tan dört parmak büyüktür,derler(...) Bilmeniz gerekirki bu taife'nin söz konusu

haberlerin zahirini muhafaza etmeleri (d ıĢ anlamlar ına bağlamalar ı) konusunda

''Onlar bir saray bina ettiler'' veya ''bir Ģehri yı kt ılar '' denenemez.Onlar Kâbe'yi

y ıkmıĢ lard ır.(....) ‖(el-Avas m mine'l-Kavas m 210 vd. )

Günümüzdeki bir takı m Ģüpheciler Allah'u teala'n ın Ar Ģ'a biti Ģik olması nı kabul

etmezler,lakin Kürsi'nin ayaklar ını koyduğu yer olduğunu söylemektende geri

kalmazlar..

4-Kimi rivayetlerde Ġmam Malik'in ve Ebu Hanife'nin yukar ıdaki sözlerinde olduğu

gibi alimlerin ,tafvid üzere,temsil,te Ģbih,tecsim gerektirmeyecek Ģekilde keyfiyetsiz

kabullerini, Ģüphecilerin kendi batı l akidelerine yorumlayarak delil

getirme Ģeklindedir.Kendi eserleri ve talebelerinden nakledilenlere bak ılı nca

bunları n tamam iyle tenzih akidesiyle bağdaĢ an sözler olduğu hemen anlaĢı l ır.Ġmam

Ebu Süleyman El-Hattabi Ģöyle buyurdu:‖Bize ve her Müslüman‘ın bilmesi

gereken Ģey Rabbimiz surat ve hey‘etten münezzehtir. Çünkü surat keyfiyeti

Page 60: Aki̇detü't Tenzi̇h

gerektirir. Keyfiyet ise, Allâh ve sıfatları hakkında imkânsızdır. (Ġmam Beyhaki el-

Esma‘ ves Sifat)

K ısaca değinilmesi gereken önemli bir diğer hususta Ģudur: Konu anla Ģılsı n diye

''zahiri almamak '' ifadesi s ıkça kullan ıldığını yukarı da görmü Ģtük.Lakin kimi

geçmi Ģ ulemam ızdan ''zahiri manas ını almak'' tarz ında gelen ifadelerde

mevcuttur.Bu lafzi ayr ılı kta ''zahirini almak '' ifadesinden kası t Ģüphecilerin iddia

ettiği ilk akla gelen,hudus alameti ta Ģıyan zahiri manalar anlamında değildir.Bu

ayr ımı n yap lması önemlidir.ġafii mezhebi'ne mensup Haf ız Ebu Bekr el-Hatip

Bağdadi 'nin sözleri bu konuyu daha anla Ģılır kı lacaktı r;-―Sı fata dair söyleneceklere

gelince(…) Sahîh sünnetler aras ında bu kabilden nakledilmiĢ rivayetleri ele alacak

olursak, selefin izlediği yol bunlar sabit kabul etmek ve zahirleri üzerine almakt ır.

Ayr ıca keyfiyet ve te Ģbihi haklar ında kabul etmemektir (...)bir s ını rland rma ve bir

keyfiyetlendirme anlam ında bir kabul değildir. Buna göre biz el, i Ģitmek,görmek

dediğimiz vakit, bu (murad ı ilahiye kar ıĢmay z) sadece Yüce Allah‘ı n kendi zat ı

hakkı nda sabit olduklar ını belirttiği sı fatlar ın varlığını kabul etmekten ibarettir.

Bizler el, kudret anlam ındad ır, i Ģitmek ve görmenin anlamı da ilimdir, demeyiz.

Ayn ı Ģ ekilde bunlar ın organ olduklar ını ve onlarla ilgili fiili i Ģlemenin araçları

olduklar ını da söylemeyiz. Bunlar organ ve fiili i Ģlemenin araçlar ı olan ellere,

kulaklara, gözlere benzetmeyiz ve Ģöyle deriz: Bunları kabul etmenin vacib olduğu,

bu s ıfatlar ın varlığı ile ilgili nass ın bulunmas ından dolayı d ır. Bunları n

yaratı lm ıĢlar ın s ıfatlar ına benzemediğini kabul etmek de Yüce Allah‘ ın: ―O‘nun

benzeri hiçbir Ģey yoktur‖ (ġurâ, 42/11) buyruğu ile ―Hiç kimse O‘na denk

değildir‖ (Ġhlâs, 112/4) buyruklar ını n bir gereğidir.-''...

Hatip el-Bağdadi'nin ''zahiri'' anlamdan kasd edilen görüldüğü üzere tenzih

akidesiyle bağdaĢan ,manas ını n Allah'u teala'n ın bilebileceği Kuran'da varid

olduğu üzere bir zahiri yakla Ģımdır. Selef'in izlediği yolu Te‘vîl-i Tafsîlî

yapmamakla Tefvîd‘e giderken /lafzın ma‘nâsında lügavi manalarının tayinine

girmediklerini,öte yanda da Te‘vîl-i Ġcmâlî ile tenzîh yaptıklarını; yani Allah‘ı,

O‘nu, yaratılmıĢların sıfatlarından kendine yakıĢmayacak sıfatlardan uzak

tuttuklarını anlatıyor. Öyleyse z-h-r fiilinin gizlilik ve bilinmezlik olan fiillerin

duyular ile anlaĢı lması anlam ına gelebilecek ve hudus anlam ı ta Ģıyacak , Ġbni

Arabi ,Ġbni Hacer,Ġbnu'l Cevzi gibi hadisçiler baĢ ta diğer Ehli-Sünnet ulemanı n

yukarı da itiraz ettiği ''insanlar arasında kullanılan ve anlaĢılan'' manada değildir.

Yine ona göre -Ona yakıĢmayan organ ,araç,gereç,değiĢmek ve hareket etmek gibi

Ģeylerle nitelendirmeden, kalbe hatıra gelmesinden bile korunması- gerektiği inancı

bu tespitimizi doğrulamaktadır..

Elmalılı Hamdi Yazır rahimehullah aynı manada diyor ki;Selef âlimleri demiĢlerdir

ki, "Kur'ân'da Allah'a yed isnat edilmiĢ olduğu ve "Zatına benzer hiçbir Ģey

yoktur" (ġûrâ, 42/11) gereğince yedullah'ın bizim bildiğimiz özel cisim

olamayacağı da akıl ve nakil gereğince bilindiği için, biz 'Allah'ın yedi (Kur'an da

geçtiği üzere) vardır diye iman eder ve hakikatini Allah'ın ilmine bırakırız,

yorumuna kalkıĢmayız...". Yani bunu müteĢabihlerden tanımıĢlar ve "O (Kur'ân)ın

Page 61: Aki̇detü't Tenzi̇h

tevilini ancak Allah bilir" (Âli Ġmrân, 3/7) demiĢlerdir...'' ve ardından

Elmalılı,Halef'in neden tevile baĢvurduğunu söyler ; ''Fakat sonradan bazı

Mücessime mezhebinde olanlar ortaya çıktığı için, Kelam âlimleri bunların

muhkem âyetlere göre her birini makamına uygun bir mânâ ile yorum ve izahını

caiz görmüĢlerdir.''(Maide 64 tefsirinde)

Bilakis Mü Ģebbihe/Mücessime'nin zahiri manaları nı almalar ı ise, bu anlatı mdan

farklı iki Ģekilde olmaktad ır. Birincisi;Allah'u teala'n ın insanlar gibi gözü,eli,nuzulu

vb. vardı r derler.Ġkincisi ise;Allah'u teala'nı n mahluklara benzemeyen iki tane uzuv

manas ında görme fiilini gerçekle tirdiği gözü, Adem (as) 'e dokunarak bizzat

yarattığı ama bizim elimize benzemeyen iki eli, ve parmaklar ı, cihet manas ına

gelecek ve mesafesel uzakl ık ve mekan tayin edecek Ģekilde yukar ıda olmak ,ve bir

yerden bir yere intikal etmek manas ında kendine has nüzülü ,ve yine bizim

bilemeceğimiz bir sı nı rı vard ır, Ģeklindedir.Bu problemli inanc ın nerelere kadar

götürüldüğüne yukar ıda temas etmi Ģtik.Bu risaleyede değinemediğimiz diğer bir

hususta Kur'an da her ne kadar Ģüphecilerin anladığı manada olmasada yed (el)

tekil,tesniyye(iki) ve çoğul (3 ve daha fazlası) kipler ile ,ayn (göz ) ise sadece tekil

ve çoğul kipler ile geçtği halde tesniye kipini esas alarak (iki tane) ayn ve yed'i

Allah'u teala'ya nispet etmede karar kılmalarıdır.

Elbette bu konuda naklediceklerimiz bu kadarla s ını rlı değildir.Sadece elimizdeki

terceme eserlerden ufak bir k ıs ımd ır.ĠĢaret edilen kaynaklarda ayr ınt ılar ına

bakabilirler.Ehl-i Hadis'ten,Ehl-i Tasavvuf'tan ve müfessirlerin Selef ve Halef

ulemas ından naklettiklerimiz ile anla Ģıld ıki; Ehli-Sünnet ne sapm ıĢ Cehmiyye gibi

''Nerede olursanı z olun o sizinle beraberdir''(Hadid 4) '' Biz ona Ģah damarı ndan

daha yak ın ız''(kaf 16) ve benzeri ayetleri delil getirip ''Allah zat ıyla heryerdedir''

demi Ģlerdir. Ne de sapmıĢ Mücessime/Mü Ģebbihe gibi ''Rahman ar Ģ'a istiva

etmi Ģtir'' ve benzeri ayetleri delil getirerek Allah' ın (c.c) zat ıyla bir mekanda ve

cihette olduğunu söylemi Ģlerdir. Ehli-Sünnet , Peygamberlerin ve Sahabelerin

akaidinde olduğu gibi bu konuda da (vasat) orta yolu tutmu Ģ, Kur'an-ı bütüncül

olarak alm ıĢ ve ''Allah (c.c) Yönsüz ve Mekans ız olarak vard ır'' demi Ģlerdir.Son söz

olarak bizde selef 'ten Ġmam Tahâvî rahimehullah gibi ''Cemaati hak ve doğru

buluruz. Parçalanmay ı eğrilik ve azan görürüz. Sünnet ve cemaate tabi oluruz.

Dağılmak, ihtilaf ve parçalanmaktan çekiniriz. Adalet ve emanet ehlini severiz.

Zulüm ve h ıyanet ehline bu'uz ederiz. Müslümanların cemaatı na muhalefet

etmeyiz''. (Akidetü‘t-Tahaviyye)Çünkü müslüman cemaate muhalefet etmek haktan

sap ıĢt ır,dalalettir ve bidatt ır.

ġu kendilerini Selefiyye diye adland ıran Ģüphecilerin delil (!) diye

sunduklar ı aktaramadığım ız ayetler ,uydurma yahut zay ıf veya manası tahrif

edilmi Ģ hasen ve sahih hadisler, imamlara iftirâ, ―icmâ‖ iddiaları ile ispât edilmeye

çal ıĢılan ha Ģa ―Allah‘ ın mekanı ‖, ―yukar ıda olması ‖ gibi Firavun itikadı nevinden

i‘tikadlar, siyasi güçle Müslümanlara kabullendirilmeye çalı Ģılmakta ve petrol

gelirleri sayesinde bir çok ülkede maalesef hı zlı ca yayı lmaktad ırlar. Türkiye ise

Osmanl ı'dan aldığı Selefi-Salihin akidesini koruyarak,Vehhabilere prim vermeyen

Page 62: Aki̇detü't Tenzi̇h

ehl-i sünnetin muhkem kalesi durumundad ır.Ası rlar önce de Ģüphecilere cevaplar

hakk ıyla verilmi Ģ ve sindirilmi Ģlerdir.Lakin seleflerinin izinden kimi değiĢikliklerle

her as ırda kendilerini yenilemektedirler .ġu selef namına selefi karalayan

Ģüpheci muarr ızları na kar Ģı Ehl-i Sünnet itikad ın ı müdafa edenlerde, methotlar ın ı

yenilemek ve geliĢ tirmek suretiyle hazı r olmal ıdı rlar ki bu fitneler etrafa kök salı p

nesilleri helak etmesin... Böyle bir zamanda çok dikkatli ve gayretli çalıĢ malarla

oynanan oyununun üzerindeki sis perdesini def etmek laz ımd ır.Ġmâm Kevserî

âbidevî eserleriyle (―Tebdîdü‘z-Zalâmi‘l-Muhayyim min Nûniyyeti ibni‘l-

Kayyim‖) buna en ileri seviyede muvaffak olmu Ģtur.Ġmam Kevseri'nin bir çok

yerde dile getirdiği ''Selef'in mezhebi, maksad ın tayin edilmeksizin tefvid /ilmini

Allah'a havele etmekdir '' sözüne hucum edenlere Ehl-i Sünnet ulemas ını n

yukar ıdaki tasnifleri yeterlidir. Mesele, onun yazd ıklar ın ı eli yüzü düzgün

bir Ģekilde Türkçe'ye kazand ırmaktan ibarettir. Bu arada itidâl ve istikâmeti de

elden b ırakmamak elzemdir. Yok etmeniz gerekenleri, yok edeyim derken

saklamak zorunda olduklar ın ız ı da kollamak ve kaybetmemeye mecbursunuz.

Kar Ģıl ıkl ı taraflar ın mevzuu ile alakalı olarak birbirlerine yazm ıĢ olduğu eserleri,

erbab olanlar ın bulup bir mudakkik ve muhakkik gözüyle sabı rla okuması , avam

için anlaĢı lı r bir halde yeniden yaz ıp izah etmeleri gerekir.Ġlm-i Kelâm

müderrislerinin Allah‘ ın sı fatlar ı, s ıfat ayetleri ve s ıfat hadisleri bahsini yeniden

geniĢ mulâhazalarla ortaya koymaları icap etmektedir.Sözü edilen Ģ u munzı rr

akideler Türkçeye tamamı yla çevrilmi Ģtir.(Çoğu zaman bedava dağıtılmaya

ba Ģlanm ıĢtı r.) Uyu Ģuk uyuĢuk durmanı n bir manası yoktur. Vesselâm….

اىح ػي اى صحب ميب رمش اىزامش غفو ػ رمش اىغبفي صي هللا ػي سذبحذ ذ لل سة اىؼبى

...

Bu kitapçı kta geçen nakiller ve ifadeler kaynaklar ı gösterilmiĢ (Ebubekir

Sifil,Hüseyin Avni Kansızoğlu,Murat Yazıcı vb.) yazarlar ın kitaplar ından dergilerde

ve internet sitelerinde yay ınlanmıĢ makalelerinden iktibasla,amacı na uygun bir

tak ım küçük k ısaltma ve tasarruflarla konu bütünlüğünün korunması adı na birle Ģtirilerek derlenmi Ģtir.