Upload
successor2
View
23
Download
5
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Aki̇detü't Tenzi̇h
Citation preview
AKĠDETÜ'T-TENZĠH
O‘nun benzeri hiçbir Ģey yoktur!
.
Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat âlimlerinin icmâıyla Allâhü Teâlâ mekân,zaman,cihet,
hulul ve intikalden münezzehtir
Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur;
''Sen zahirsin, senin Üstünde hiçbir Ģey yoktur. Sen bâtınsın, senin Altında hiçbir
Ģey yoktur ''
(Ebu Davud,K.el-Edeb,bab:98, Hadis no:505/ Müslim,K.ed-Dua,bab: 61, Hadis no:
2713 / Tirmizi,K.ed-Da‘vat bab: 19,Hadis no:3400)
Ġmam Beyhakî rahimehullah demiĢtir ki,
Dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: "Üstünde ve altında bir Ģey bulunmayan
mekansız olarak vardır" demiĢlerdir.
(―El-Esmâ ve‘s-Sifât―2.cilt/s.144)
Ġbni Hacer Askalani rahimehullah Fethu'l-Bari'de derki;
''Allahü teâlâ hareket intikal,hulul,mahlukatın içine girmek gibi Ģeylerden
münezzehdir.''
Kâdî Beydâvî rahimehullah Bakara/255 tefsirinde diyor ki:
"Allahü teâlâ bir mekânda bulunmaktan ve âleme hulûl etmekten münezzehdir."
Aliyyül Kârî rahimehullah Fıkhu'l Ekber Ģerhinde diyor ki;
''Allah bir mekânda değildir. Yukarıda değildir, aĢağıda değildir, baĢka cihetlerde
değildir''
...
اىص اػر ببهللا ح اىش ح هللا اىش بس ج اىش طب
Hamd, ancak Allah‘a mahsustur. Salat ve selam Resulune, O‘nun ehline, Ashabına
ve Kıyamet‘e kadar onların yoluna uyanlara olsun.Sadece dört imam değil, tüm
imamlar ve ümmetin selefi eimme-i müslimin aynı hak itikat üzeredirler. Çünkü
onların hepsi bu konuda ilmlerini direkt Peygamber (sallAllahu aleyhi ve
sellem)‘den alan sahabenin mezhebi üzeredirler.Sahabe (Allah hepsinden razı
olsun) Peygamber (sallAllahu aleyhi ve sellem) zamanında tek bir itikat üzerine
idiler.
Allahü Teâlâ'ya mekân yön,intikal,hudud,hulul isnad etmek caiz değil
ise,Ģüphecilerin Allah nerede? sorusu ne anlama gelir ?.....
Bazı Ģüphecilerin sorduğu ‗Allah nerede?‘ sorusuyla karĢılaĢtığımızda doğal olarak
―Tövbe estağfirullah, bu ne biçim soru! Allah‘a haĢa, sümme haĢa mekan mı tayin
ediyorsun?Allah mekandan münezzehdir!‖ dediğinizi duyar gibiyiz.Maalesef
bazıları da tam aksine ―Allah zatıyla her yerde‖, ―Allah mü‘minin kalbinde‖,
―Allah nerede anarsan orada‖, kimileride ―Allah zatıyla arĢ'da,orada
oturmuĢ,yerleĢmiĢtir‖, ―Allah gökte ama bizim bildiğimiz gökte değil‖, ―Allah
semadadır ‖ gibi yanıtlar vereceklerdir.
Müslümanların kafası Ģunlarla karıĢtırıldı.Bu risaliyede günümüzdeki Allah'u
teala'nın (haĢa!) mekan,yön isnad eden Mücessime/MüĢebbihe artıklarına ve
Allah'u teala'nın (haĢa!) mekanın içine girdiğini ve zatıyla heryerde olduğunu
söyleyen Hululiye/Cehmiyye artıklarına Ehl-i Sünnet alimlerinin görüĢlerinden
nakiller ile cevap vereceğiz. el-Hak!Allah Mekandan Münezzehtir ilmi ise herĢeyi
kuĢatmıĢtır ve Allâhu Teâlâ'yı mekândan ve cihetten münezzeh olarak bilmek Ehl-i
Sünnet ve'l-Cemaat'in akidesidir.
Bu konuda ġüphecilerin iddialarına cevap;
ġÜPHECĠ; Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi Vessellem Allah hakkında ‗nerede?‘
diye sorduğu sahih kaynaklarca sabittir . Müslimde geçen hadiste O, cariyeye:
―Allah nerededir?‖ diye sormuĢtur. Bu soruya nasıl karĢı çıkılır.Bir kimsenin
mü'min olup olmadığını öğrenmenin yolu, ona "Allah nerededir?" diye sormaktır.
Çünkü Efendimiz (s.a.v), rivayette geçen cariyenin mü'min olup olmadığını tahkik
etmek için ona böyle sormuĢtur. Bu sorunun muhatabı olan kiĢi eğer "Allah
göktedir" derse, mü'min olduğuna hükmedilir. Çünkü cariye Allah Teala'nın gökte
olduğunu söylemiĢ, Efendimiz (s.a.v) de bu cevap üzerine –kendisinin kim olduğu
sorusuna da doğru cevabı aldıktan sonra– onun mü'min olduğunu söylemiĢtir.
CEVAP; Bu "tak'îd"in (kaideleĢtirme) ne kadar sağlıklı olduğunu görmek için
bahse konu hadisin durumunu yakından incelemek gerekir. Bunun için
hoĢgörünüze sığınarak bazı teknik ayrıntılara kısaca girmek durumundayız. Ġlgili
rivayetin bu varyantında Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye, "Allah nerededir?" diye
sorduğu nakledilmektedir. Cariye bu soruya "Allah göktedir" diye cevap verir.
Ardından gelen "Ben kimim?" sorusuna, "Sen Allah'ın Resulüsün" cevabını alınca,
efendisine dönerek, "Onu azat edebilirsin; zira mü'mindir" buyurur. (Müslim,
"Mesâcid", 33; Ebû Dâvûd, "Salât", 166; en-Nesâî, "Sehv", 20; "el-Muvatta", "Itk",
6; Ahmed b. Hanbel, V, 447-9; Ġbn Ebî ġeybe, "el-Musannef", VII, 215.)
Bu rivayeti mahrecinden, yani olayın kahramanı sahabî Mu'âviye b. el-Hakem es-
Sülemî (r.a)'den nakleden kiĢi Atâ b. Yesâr'dır. Ancak aynı ravinin, aynı olayı
"Allah nerededir?" sorusunun yer almadığı değiĢik bir lafızla naklettiğini
görüyoruz. Buna göre Efendimiz (s.a.v), "Semada kim var?" diye sorarcasına elini
yukarıya kaldırarak iĢaret buyurmuĢtur. (ez-Zehebî, "el-Uluvv li'l-Aliyyi'l-Azîm", I,
254.)
Yine Atâ b. Yesâr'dan aynı rivayet Ģu lafızla da rivayet edilmiĢtir: "Cariyeye
"Allah'tan baĢka ilah olmadığına Ģahitlik eder misin?" diye sordu. Cariye "Evet"
dedi. "Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna Ģahitlik eder misin?" diye
sordu. Cariye "Evet" dedi..." (Abdürrezzâk, "el-Musannef", IX, 175
Aynı lafız, Ubeydullah b. Abdillah b. Utbe b. Mes'ûd isimli tabiî tarafından,
"Ensar'dan bir adamdan" nakledilmiĢtir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; "el-Muvatta",
"Itk", 6; Abdürrezzâk, a.g.e., a.y.; Ahmed b. Hanbel, III, 452.)
Her ne kadar bu haliyle zahiren mürsel ise de, bu varyant, mezkûr Ubeydullah'ın
Ebû Hureyre (r.a)'den rivayeti olarak muttasıl bir senetle de nakledilmiĢtir. (Bkz.
Ġbn Abdilberr, "et-Temhîd", IX, 114-5.)
Bu muttasıl senet Ahmed b. Hanbel (II, 291) ve Ebû Dâvûd ("Eymân", 16)
tarafından zikredilmiĢ, ancak metinde Efendimiz (s.a.v)'in cariyeye "Allah
nerededir?" diye sorması üzerine cariyenin eliyle yukarıyı iĢaret ettiği
zikredilmiĢtir. (Ayrıca bkz. Abdürrezzâk, IX, 176; Ġbn Huzeyme, "Kitâbu't-
Tevhîd", 123; el-Beyhakî, "es-Sünenu'l-Kübrâ", VII, 388; ez-Zehebî, a.g.e., I, 260)
Bir diğer varyantta Efendimiz (s.a.v) cariyeye, "Rabbin kim?" diye sormuĢ, cariye
eliyle yukarıyı iĢaret etmiĢtir. (Ġbn Huzeyme, a.g.e., a.y.)
Bir baĢka varyantta cariye Efendimiz (s.a.v)'in sorularına sadece iĢaretle cevap
vermiĢtir. Buna göre Efendimiz (s.a.v) "Allah nerededir?" diye sormuĢ, cariye
eliyle yukarıyı iĢaret etmiĢ, "Ben kimim?" sorusuna cevaben de cariye, "Sen
Allah'ın Resulüsün" anlamında eliyle önce Efendimiz (s.a.v)'i, sonra da yukarıyı
iĢaret etmiĢtir. (Ebû Dâvûd, "Eymân", 16; Ahmed b. Hanbel, II, 291)
Bütün bu varyantlar bir noktayı açık biçimde göstermektedir: "Eynellah hadisi"
veya "cariye hadisi" diye bilinen bu rivayet kesinlikle mana ile aktarılmıĢtır. Bir
diğer deyiĢle, Efendimiz (s.a.v) ile cariye arasında geçen konuĢmanın, raviler
tarafından kendi anladıkları lafızlarla aktarılması sonucunda, teknik tabiriyle
"ızdırab" dediğimiz durum ortaya çıkmıĢtır ki, ehlince malum olduğu üzere, senedi
sahih de olsa herhangi bir rivayetin metninde bulunan bu tür bir "uyuĢmazlık",
hadisi sıhhat derecesinden zaaf derecesine düĢürür.
Yukarıda, Mu'âviye b. el-Hakem (r.a)'den Atâ b. Yesâr kanalıyla nakledilen
rivayetin "muzdarib" olduğunu, mana ile rivayet edildiğini, dolayısıyla ihticaca
(delil olarak kullanılmaya) elveriĢli olmadığını ortaya koymaya çalıĢtım.
Zikrettiğim hususlardan, mü'min olup olmadığını tesbit için kendisine getirilen
cariyeye Efendimiz (s.a.v)'in ne sorduğunu, tek baĢına o rivayeti veya onun
varyantlarından sadece birisini esas alarak ortaya çıkarmak mümkün
görünmemektedir.
-Öyleyse yapılması gereken Ģey, böyle durumlarda Efendimiz (s.a.v)'in, kendisine
getirilen kiĢiye mü'min olup olmadığını tesbit için ne sorduğunu, benzer vakaları
araĢtırarak tesbit etmektir.-
Sahabe'den eĢ-ġerîd b. Süveyd (r.a)'den nakledilen rivayet bu konuda bize yol
gösterici mahiyettedir. Ahmed b. Hanbel (IV, 222, 388-9) ve Ġbn Hibbân'ın (I, 419)
rivayet ettiğine göre eĢ-ġerîd b., Süveyd (r.a), Efendimiz (s.a.v)'e gelerek, annesinin
mü'min bir cariyeyi özgürlüğüne kavuĢturmasını vasiyet ettiğini, kendisinin de
siyahi bir cariyesi bulunduğunu söyler ve onu azat etmekle bu vasiyeti yerine
getirmiĢ olup olmayacağını sorar. Efendimiz (s.a.v) cariyeyi kendisine getirmesini
söyler. Cariye gelince Efendimiz (s.a.v), "Rabbin kim?" diye sorar. Cariye "Allah"
der. Ardından "Ben kimim?" diye sorar. Cariye "Allah'ın Resulü'sün" diye cevap
verir. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v), cariyeyi getiren sahabîye dönerek, "Onu
azat edebilirsin, zira o mü'mindir" buyurur.
Bu rivayette zikredilen soruyu ed-Dârimî ("Nuzûr",10), hemen aĢağıda Ġbn Ebî
ġeybe'den naklen zikredeceğim lafızla sevk etmiĢtir. Dolayısıyla eĢ-ġerîd (r.a)
rivayetinin de mana ile rivayet edildiğini söylemek mümkündür.
Benzeri bir olay Ġbn Ebî ġeybe tarafından (VII, 215) rivayet edilmiĢtir. buna göre
bir adam Efendimiz (s.a.v)'e gelerek annesinin mü'min bir köleyi azat borcu (adağı)
olduğunu ve kendisinin de bir cariyesi bulunduğunu söyler. Efendimiz (s.a.v)
cariyenin kendisine getirilmesini ister. Cariye gelince "Allah'tan baĢka ilah
bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma Ģahitlik eder misin?" diye
sorar. Cariye "Evet" deyince, sahabîye "Onu azat et" buyurur.
Yine benzeri bir olay el-Hâkim tarafından (III, 258) nakledilmiĢtir. Bu sefer
Efendimiz (s.a.v)'e gelen bir kadındır ve yanında siyahî bir cariye vardır. Efendimiz
(s.a.v), mü'min olup olmadığını öğrenmek için cariyeye Ģu soruları sorar: "Rabbin
kim? Dinin ne? Ben kimim? Namaz kılıyor musun? Benim Allah katından
getirdiklerimin hak olduğunu ikrar ediyor musun?" Cariyenin bütün bu sorulara
olumlu cevap vermesi üzerine "Onu azat et" buyurur.
Ramazan hilalini gördüğünü söyleyen bir adamın mü'min olup olmadığını tesbit
için Efendimiz (s.a.v) kendisine Ģöyle sormuĢtur: "Allah'tan baĢka ilah olmadığına
ve Muhammed'in de O'nun kulu ve Resulü olduğuna Ģahitlik eder misin?" Adam
"Evet" deyince oruca baĢlanmasını emir buyurmuĢtur. (Ebû Dâvûd, "Sıyâm", 14;
en-Nesâî, "Sıyâm", 8; et-Tirmizî, "Savm", 7; Ġbn Mâce, "Sıyâm", 6; Abdürrezzâk,
VI, 35; Ġbnu'l-Cârûd, "el-Müntekâ", 157; el-Hâkim, I, 297, 424...)
Efendimiz (s.a.v), Yahudi bir anne-babanın çocuğu ölüm hastalığındayken yanına
gitmiĢ ve kendisine "Allah'tan baĢka ilah bulunmadığına Ģahitlik eder misin?" diye
sormuĢ, çocuk "Evet" deyince, "Muhammed'in de Allah'ın Resulü olduğuna Ģahitlik
eder misin?" buyurmuĢ, çocuk yine "Evet" diye cevap vermiĢti. Bir süre sonra
çocuk vefat ettiğinde Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe onu yıkayıp defnettiler. (et-
Taberânî, "el-Mu'cemu'l-Kebîr", VIII, 67. el-Heysemî, "Mecma'u'z-Zevâid"de (II,
323) isnadının hasen olduğunu söylemiĢtir.)
Keza baĢta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere pek çok kaynakta zikredilen Ġbn
Sayyâd kıssasında Efendimiz (s.a.v)'in, Ġbn Sayyâd'a, "Benim Allah'ın Resulü
olduğuma Ģahitlik eder misin?" diye sorduğu nakledilmiĢtir.
Bu örnekler, Efendimiz (s.a.v)'in, karĢısındaki kiĢinin mü'min olup olmadığını
tesbit için kendisine "Allah nerededir?" diye sormak yerine, Allah Teala'nın
birliğine ve kendisinin de O'nun kulu ve elçisi olduğuna Ģahitlik edip etmediğini
sorduğunu göstermektedir. "Eynellah hadisi" veya "cariye hadisi" diye bilinen söz
konusu rivayet dıĢında Efendimiz (s.a.v)'in, muhatabının mü'min olup olmadığını
ortaya çıkarmak için kendisine "Allah nerededir?" diye sorduğunun nakledildiği bir
baĢka rivayet bilmiyoruz.
Esasen "Allah inancı" gibi bütün hassasiyetlerin baĢını teĢkil eden bir meselede
muhtelif raviler ve kaynaklar tarafından birbirinden oldukça farklı lafızlarla
aktarılan "muzdarib" bir rivayettense, muhtelif bağlamlarda varit olmuĢ yukarıdaki
rivayetleri ve benzerlerini esas almak akla da, dinî hassasiyete de, Hadis tekniğine
de en uygun olan yoldur. (Dr.Ebubekir Sifil'in sözü bitti) ĠĢte mana ile
rivayet,hadiste gördüğünüz Ģekilde ızdırabı ortaya çıkarmıĢtır.
Keza hadis imamlarımızın görüĢleri de farklı değildir.
Hafız Abdullâh b. Muhammed el-Harari ―ġerhus Sıratul Mustekim‖ adlı kitabında
Ģöyle diyor: ‖Bu hadis iki sebepten dolayı sahih değildir:
1-Bu hadis Muzdarıb bir hadistir. Çünkü birbirinden farklı rivayetleri vardır. Bir
rivayet göre ―Allâh nerede?‖ diye sormuĢ, baĢka bir rivayette ―Rabbin kimdir?‖,
baĢka bir rivayette ―Allâh‘tan baĢka Ġlâh olmadığına Ģahadet ediyor musun?‖ ve
baĢka bir rivayette de ―Dilsiz olduğu için semayı gösterdi‖ Ģeklindeki rivayetleri
Muzdarıb olmasına bir sebeptir.
2-Bu rivayet usul kurallarına aykırıdır. Çünkü dinimizin kurallarına göre Kelime-i
ġahadet‘i söyleyen mü‘min ve Müslüman olur. Sadece ―Allâh semadadır‖ demekle
değil. On beĢ sahabenin rivayet etmiĢ olduğu mütevatir bir hadis-i Ģerifte
Peygamber efendimiz Ģöyle buyuruyor: ―Ġnsanların, Allâh‘tan baĢka Ġlâh
olmadığına ve benim Allâh‘ın Resulü olduğuma Ģahadet edinceye kadar savaĢ
etmeye emrolundum.‖
Bu hadisi zahirine göre alındığı takdirde mütevatir hadise muhaliftir. O zaman ya
te‘vil edilir ya da reddedilir. Çünkü muhaddisler ve âlimler mütevatir hadislere
muhalif ve te‘vil kabul etmeyen reddedilir. O zaman Ġmam Malik‘in rivayeti usule
uygundur. Bu rivayet Ģöyledir; (Benim bir mü'mine cariyem var, Eğer cariyemin
imanlı olduğu kanaatinde isen onu azat edeceğim) ―Peygamber efendimiz o
cariyeye: ‗Allâh‘tan baĢka ilâh olmadığına Ģahadet ediyor musun?‘ diye sordu. O
da ―Evet‖ dedi. Peygamberimiz tekrar ‗Muhammed‘in Allâh‘ın Resulü olduğuna
Ģahadet ediyor musun?‘ diye sordu. O da ―Evet‖ dedi. Peygamberimiz
devamında‗Onu azat et‘ dedi.‖ ((Malik,Muvatta)Hafız el-Harari‘nin sözü burada
bitiyor.)
Bu hadis hakkında Hafız Abdullâh B. Ahmed el-Ğumâri ―el-Fevâid el-Maksudah‖
adlı kitabında Ģöyle demektedir: ‖Ġlk önce bu hadis ġaz‘dır. Çünkü mütevatir
hadislere muhaliftir''.
Hafız Beyhaki ―el-Esma‘ve's-Sıfat‖ adlı kitabında Ģöyle diyor:-''Bu hadis uzundur,
cariye kısmına kadar sahih çıkartmıĢtır. Rivayetçiler, hadisin metni konusunda
ihtilaf ettikleri için bu bölümü sahih kısmında saymamıĢtır.‖ -
Son Asrın Muhaddisi Muhammed Zahid el-Kevseri bu kitabı tahkik ederken bu
bölüm hakkında Ģöyle dedi:-''Ellerimizde bulunan Sahih Müslüm‘deki bu cariye
olayı sonradan eklenmiĢ olabilir. Ġmam Beyhaki bu hadisin Muzdarib olduğunu
zikretmiĢtir. Ġmam Beyhaki ―es-Sünen el-Kubra‖ adlı kitabında Muaviye B. el-
Hekem‘in (Allâh nerede) rivayetine muhalif olan rivayetleri zikretmiĢtir.‖-
Bunlardan önce bu hadisi Ġmam Buhari ―Sahih‖inde rivayet etmemiĢtir. Bunu
―Halk Efaalul Ġbad ―adlı kitabında rivayet etmiĢtir.Bu kitaptaki bütün hadisler
sahihtir dememiĢtir,sonra Ġmam Müslim bu hadisi ―Ġman Bölümü‖nde değil
―Namazdaki Sözler Bölümü‖nde rivayet etmiĢtir. Bundan dolayı Hafız Subki ―es-
Esakil‖ adlı kitabında bu hadis için ―Amellerde alınır ama itikatlarda kullanılmaz‖
demiĢtir.
Buhari ġarihi Ġbni Hacer'de Ģu noktaya dikkat çekmiĢtir ;-'Yahudilerden tecsim
inancında olan birisi ''kendisinden baĢka ilah olmayan Allah göktedir'' dese bu
sözüyle iman etmiĢ olmaz.Âmmeden birisi aynı sözü söylese (tecsimin mânâsını
bilmeyecek derecede bilgisizse) Ġslam‘a giriĢi sahih olur. Cariye hadisindeki durum
da bu çerçevededir..''-.(Fethu'lBari).''
Ehli Sünnet ve'l Cemaat âlimlerinin icmâıyla Allâh, mekândan münezzehtir.O
halde (farklı varyantları ve mütevatir hadisleri dikkate alarak) bu hadisi kabul eden
âlimler Ģöyle dediler: Peygamber efendimiz o cariyeye ―Allâh nerede?‖ derken bu
hâĢâ mekân hakkında bir soru değildir. Çünkü Arapçada أ (eyne, yani nerede)
sadece mekân için kullanılmamaktadır. ―ġanı nerededir‖, yani ―ne kadardır‖ diye
sormuĢ manasında olup, o cariye de ―Semadadır‖ derken, yani ―çoktur‖ veya ―çok
yüksektir manasındadır‖ Ģeklinde tevili yapılmaktadır.Bu kelime أ hem mekân
için kullanılır hem de Mekanet (ġan).(Sema'da böyledir) Bu hadiste geçen أ
kelimesi mekânla değil Ģanla açıklayan alimlerin bazıları Ģunlardır:
1-Ġmam Râzi-Esasut Takdis
2-Hafız Subki-es-Seyfus Sakil
3-Hafız Ġbni Forak-MuĢkel el-Hadis ve Beyanuhu
4-Ġmam Ġbni Arabi-el-Kabes ġerh el-Muvatta
5-Ġmam Ġbni Arabi-ġerh et-Tirmiz
6-Hafız Ġbnil Cevzi-el-Baz el-EĢheb
7-Ġmam Kurtubi-et-Tezkar
8-Ġmam Nevevi-ġerh Sahih Müslim
9-Hafız Suyuti-ġerh Sünen Tirmizi
10-Hafız Suyuti-Tenviril Havâlik ġerh Muvatt‘a Mâlik
11-Müfessir Ġmam Ebu Hayyan Endelusi-el-Bahrul Muhit tefsiri
12-Ġmam et-Taybi-ġerh et-Taybi
13-Molla Ali Kâri-Mirkatul Mefatih ġerh MiĢket el-Mesabih
14-Hafız Askalani-Riselet el-Kazvini
15-Ġmam Ebul Velid el-Bâci-el-Muntekâ
16-Ġmam Kevseri;Bununla beraber, ‗eyne‘/‗nerede?‘ kelimesi bazen ‗mekân‘,
bazen de ‗mekânet‘/‗rütbe‘ için bir suâl olur. Buna göre hadîsin ma‘nâsı ‗sence
Allah'ın makamı ve rütbesi nedir?‘ demek olur. Nitekim bunun tafsîlâtını Ebû Bekr
Ġbnü‘l-Arabî‘nin Ârıdatü‘l-Ahvezî‘sinde bulacaksın. Arablar arasında ‗fülânın
mekânı semâdadır‘ sözü bilinen bir sözdür. (Bununla), aslâ ne semâyı ve ne de
orada yer tutmayı düĢünmeden, o kiĢinin Ģânının yüceliğini kasd ederler. Benî
Ca‘d‘ın Nâbiğa‘sı radıyellâhu anhu‘nun (aĢağıdaki) sözü bu kabîldendir:
Semâya ulaĢtık, büyüklüğümüz, Ģerefimiz ve tâlihlerimiz…(göklere vardı)…
ġübhe yoktur ki biz, elbette, bunun üstünde bir mazhar istiyoruz- [Hârisî, Ġbnu
Hacer el-Askalanî, el-Metâlibu‘l-Âliyye:4/100, H:4065, Heysemî, Muhtasaru
Ġthâfi‘s-Sâdeti‘l-Mehâreh, zayıf bir isnâd ile:8/328,]
Müslim ġarihi Ġmâm-ı Nevevî Câriye Hadisi ismiyle meĢhur olan Hadis hakkında
Ģöyle diyor :'' Bu Hadîs-i ġerîf Sıfat hadislerindendir (yani Mevlâ‘nın Sıfatlarıyla
ilgilidir). Bu hadislerin açıklaması hakkında iki mezheb (yol) vardır. Bunları
kitabın Ġmân bahsinde bir çok yerde zikrettik.
Bu yollardan ilki : Bu sözlere manasını araĢtırmadan,Allâh-u Te‘âlâ'nın misli hiç
bir sey olmadığını ve yaratıkların özelliklerinden münezzeh olduğunu bilerek îmân
etmek.
Ġkinci yol ise: Bu sözleri Kendi ġân‘ına layık bir Ģekilde tevil etmek. Bu yolu
tutanlar dediler ki : Bu sözden murad köle kadının tek ilâha inandığını imtihan
etmektir. Yâni her Ģeyi yaratan ve yönetenin, her istediğini yapanın yalnız Allâh-u
Te‘âlâ olduğunu kabul ettiğini bilmek içindir. Ve Allâh-u Te‘âlâ‘ya dua etmek
isteyen kiĢi göğe yönelir, tıpkı namaz kılacak olan kiĢinin Kâbe‘ye yöneldiği gibi.
Bu Allâh-u Te‘âlâ‘nın gökle sınırlı olduğu manasına gelmez. Kâbe cihetinin O‘nu
sınırlamadığı gibi. Fakat gök dua edenlerin kıblesi olduğundandır. Kâbe‘nin namaz
kılanların kıblesi olduğu gibi. Veya o câriye puta tapanlardandı. Kendi etrafındaki
putlara tapanlardan. Ve o:―fi-s semâ‖ (gökte) dediğinde onun putlara tapmayan ve
tek ilâha tapan biri olduğu anlaĢıldı.'' (Sahih-i Muslim ġerhinin 5.cildinin 26.ve 27.
sayfalarında)
Birkaç Ģüpheye dikkat çekmeden önce bu hususa değinmek yerinde olucaktır.Selef
ve Halef ulemasından vereceğimiz görüĢler arasında Ġmam Nevevi'nin tasnif ettiği
gibi ''Tenzih'' asıl olmak üzere MüteĢabihata iki farklı yaklaĢım görmekteyiz.Selef
ve Halef uleması arasındaki icma ise noksanlık ve hudusa delalet edebilecek zahiri
manaları almamalarıdır.
1- Selefin yaklaĢımı;(et-tevhid maa't-tenzih)Allah'u Tealâ'yı Ģanına uygun
olmayacak vasıflardan tenzih etmekle beraber ,kendine sıfat olarak zikretmiĢ
vasıfların hakikatini Allah'a havale etmek,yorum ve açıklamaya
giriĢmemektir.Diğer bir ifadeyle Allah için sıfatlarını dil ile söyleyip anlamına
dalmaksızın ,maksadının ne olduğunu söylemeyip zevahirinden tenzih etmektir.
Allah'ın indirdiği Ģekilde iman edip,onların hakikatını Allah'a havele
ederler.Mesela istivâ kelimesinin zahiri on küsür manasından biri olan ''istikrar''ı
almamak gibi ,''nuzülü'' bir yerden bir yere intikal ve yukarıdan aĢağıya inme
anlamında almamak gibi ,muradı ilahiye karıĢmamaktır.
2-Halefin yaklaĢımı; (et-tevil maa't-tenzih) Bu tür ayetlerin zahirine yapıĢan tecsim
ve teĢbih akidesine ilhat edenlerin yayılmasını engellemek için illa bir mana
anlatılacaksa ilgili kelimeleri arap lisanın müsaade ettiği manaları arasından tenzih
akidesine en uygun olanı seçip manalandırırlar.Mesela ''istiva'' yı on kusur
anlamından ''istirar''(yerleĢti) veya ''celese''(oturdu) değilde, istila (malik oldu)
manasını alır ve bu mananın mutlak olarak Allah'ın muradı olduğunu iddia etmeden
Allahu alem (En doğrusunu Allah bilir) derler.
Lügavi açıdan bu lafızların manalarının bilinmesinden o manaların Allah‘ın muradı
olduğu neticesine varılamaz. Çünkü luğat açısından baĢka manalara gelmesi de söz
konusudur.ġüpheciler bu lafızlara ve ayetlere Allah'ın muradı üzere iman edip
,bunların manalandırılmasında Selef gibi sukut etselerdi kimse onları
suçlayamaz,onlar hakkında teĢbih,tecsim,temsil gibi mahzurlu Ģeyler söz konusu
olamazdı.AnlaĢılan birinci nokta, her iki yaklaĢımı benimseyen ulema Allah'u
tealâ'yı mahlukatına benzetmekten tenzih etmekte ittifak ettiler. Ġkinci nokta, her
ikisi de varlıklar için konulmuĢ olan Ģu lâfızların, Allah'u tealâ hakkında zahir
(insanların anladığı açık) manadan baĢka bir manaya geldiğini kabul ettiler, iĢte her
ikisinin de ittifakı, teĢbihi ref, Allah'ı bir Ģeye benzetmekten kaçınmak içindir.''Bu
yüzdendir ki Cüveyni selef ve halef alimlerinin benimsedikleri ―tefvid‖ ve ―te‘vil‖
sistemlerinin Allah Teala‘yı tenzih etmeleri ve yaratılmıĢlara benzetmemeleri
itibariyle aynı olduklarını söylemektedir ''.(Kevseri, el-Esma ve‘s-Sıfat,
(d.not:1),s.377)
''Allah kendini nasıl vasıflandırdıysa bizde o Ģekilde vasıflandırırız- Rab, kendi
Kitabı'nda, kendisi icin isbatladığını gördüğümüz isim ve sıfatı biz de isbatlarız.
Kendinden reddettiğini ise biz de reddederiz.–sözü de bir takım izahlara ihtiyacı
vardır. ġüphecilerin benimsediği bir Ģerhte Ģu ifadeler yazılıdır;'' Rasûlullah -
SallAllahu aleyhi vesellemin maksadının herhangi bir ifrat ve tefrit‘e gidilmeden
anlaĢılması icab eder. Onun sözlerine ifadelerin kaldıramayacağı anlamlar
yüklenmemesi gerektiği gibi, onun maksadına ve maksad olarak gözettiği hidayet
ve beyanına aykırı manalar da çıkartılmamalıdır. Çünkü böyle bir Ģey ihmal
edildiği için ve bu maksat gözetilmediği için pek çok sapıklıklar ortaya çıkmıĢtır.
Yüce Allah‘tan baĢkasının bilemediği türden, doğrudan ayrılmalar ve sapmalar
meydana gelmiĢtir. Hatta Allah ve Rasûlünden gelenlerin kötü anlaĢılması Ġslam
tarihinde görüle gelmiĢ her türlü bid‘at ve sapıklığın esasını teĢkil eder. Fer‘î ve aslî
bütün hususlardaki hataların temel sebebi budur. Hele bir de buna kötü maksat ta
ilave edilecek olursa... Allah‘tan yardımını taleb ederiz.'' (Ġbni Ebi'l-Ġzz'in
Akidetu‘t-Tahaviyye 431) Kur'an'ın belağatını göz arda edenlerden ard niyetli biri
çıkarda '' biz de onları bugün öyle unuturuz. ''(Araf 51) ve ''Allah da onları
unuttu.''(tövbe 67) vb.ayetlerini getirir ve ona HaĢa! ''Unutma'' sıfatı yüklerse ne
olacak.? O unutur ama bizim unutmamıza benzemez derse? Yine kendine
Kur'an'da izafe ettiği ''Ruh'' ve esma-i hüsnadan ''Nur'' ile ilgili tevilleri ve nasıl
anlaĢılması gerektiğini tefsirlerden bakabilirsiniz.
Ard niyetli kiĢiler tarafından cariye hadisinin aksi bir manada anlaĢılacak
hadislerde mevcuttur.''Allah'a yemin olsun ki, Ģayet sizler bir adamı ip ile en altta
olan yer tabakasından aĢağı sarkıtacak olsanız o, Allah'a ulaĢır.".(Tirmizi, K. Tefsiri
el-Kur‘an, Sure: 57, bab: 1, Hadis no: 3298 Ahmed b.Hanbel, II, 370; el-Beyhaki,
el-Esmâ ve's-Sıfât, 401. )''Her biriniz namazı na durduğu vakit Ģüphesiz Rabbi ile
münâcât eder. Rabbi kendisiyle kı blesi arası ndad ır. O halde hiçbiriniz k ıblesine
kar Ģı tükürmesin.''(Müslim Buhari 242 sahihtir.) Nefsin tezkiyesi
(temizlenmesi,iyiliği) nerede olursa olsun Allah'ın onunla beraber olduğunu
bilmesidir.(Beyhaki es-Sünenü'l Kübra 4/95,Tabarani,el Mucemus-Sağir no
55.sahihtir.)
Yine Hululiye'nin delil getirdiği Sahih bir kudsi hadiste Allah'u teala Ģöyle
buyurur;''Kulum nafile amelllerle bana yaklaĢmaya devam ederse,ben onu
severim.Onu sevdiğim zaman da, onun duyan kulağı ,gören gözü,tutan eli,yürüyen
ayağı olurum'' (Buhar , VII, 190, (Rikaak 38)Müslim,Ġbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta‘dan Kudsi Hadisler, Madve Yay nlar : 153-154.)
ġüphecilerin ''Nassları zahiri üzere anlamak ve tevil etmemek'' ilkesini son hadisi
esas aldığımızda HaĢa! ''Alllah'u teala kuluna hakiki yani mesafesel anlamda
yaklaĢınca kulunu sever,O'nu sevdiği zamanda hakiki anlamda onun duyan
kulağı,gören gözü,tutan eli,yürüyen ayağı olur .Lakin biz keyfiyetini bilmeyiz.''
demeleri gerekki bu akla zulmetmektir.Tekyif (keyfiyet)içeren bir cümlenin
keyfiyetini bilmeyiz demek gibi birĢey söylemiĢ oluruz.Adeta tenzih içinde
teĢbih/tecsim veya teĢbih/tecsim içinde tenzih ve hulul gibi çeliĢkili bir durum söz
konusu olur.Bu zorlamalara gerek kalmadan Selefiyye ekolün buna benzer hadisleri
Halef gibi tevil etmekten baĢka Ģansı kalmamaktadır.Akıl ve nakilde bunu
gerektirir,bu ise Tahrif değildir.Oysa bizim aktardığımız ve aktaracağımız Ehli
sünnet'in prensiplerini dikkate aldığımızda sakıncalı olmayan Ģu bakıĢ açıları ile
karĢılaĢırız;
Selefi Salihin bakıĢ açısıyla baktığımızda;Kul nafile amellerle Allah'a yaklaĢır,bu
yaklaĢmanın keyfiyetini bilmeyiz,Allah'a yaklaĢmak ise mesafe kat etmekle
olmaz,Allah'u Teala'nın kulun gören gözü ,duyan kulağı ,tutan eli ve yürüyen
ayağı olurum derken maksadı ne ise ona iman ederiz..Yoksa bunlar uzuvların yerini
almak değildir.Bu kesinlikle hulul, sınır ve keyfiyet içermez.manasını Allah'u teala
bilir diyerek tevfid eder ve varid olduğu üzere iman eder ,zahiri ilk akla gelen
manasından Allah'u teala'yı tenzih ederler.Bu ise tahrif değildir.Binaenaleyh kimse
onları tecsim gibi mahzurlu Ģeylerle suçlayamaz.
Halef ise; Arap dilinde böyle temsili anlatımların bulunduğunu örneklerle belirtirek
manalandırırlar.Ayrıca .Beyhakî Kitabu'z-Zühd'de Ebu Osman el-Cizi'den naklen
Ģu yorumu kaydeder: "Hadiste Cenab-ı Hak: "Ben, kulumun kulağıyla ilgili
dinlemedeki, gözüyle ilgili nazardaki, tutmayla ilgili eldeki, yürümeyle ilgili
ayaktaki ihtiyaçlarını süratle görürüm." buyurmaktadır.Diğer hadisleride '' Ġlmine
ulaĢır'' ve ''ilmiyle beraberdir'' vb.diyerek tevil etmiĢlerdir.
Açıktır ki, Selef ve mezhebi ile kendilerine ―Selefiyye‖ ismini veren Ģüphecilerin
mezhebleri ayrı ayrı Ģeylerdir. Selefe ve Mezhebine evet ama, Selef ve mezhebiyle
alakasız olan Selefiyye ve bir çeĢit Mücessime olan mezheblerine hayır.Bu
çerçevede Selefiyye kendilerine Ehl-i Sünnet camianın büyük çoğunluğunun
yönelttiği eleĢtiri ve uyarıları dikkate almalı ve hayru‘l hataiin et-tevvabun ölçüsü
çerçevesinde dinde aslı olmayan bu görüĢ ve ayrıntılardan uzaklaĢarak Selef‘in
mezhebini nefislerinde ihya etmelidirler..
Ehlisünnet Vel Cemaat âlimlerinin icmasını reddeden bu grup insanlar, her konuda
iĢlerine ne gelirse o Ģekilde hareket etmektedirler. Örneğin iĢlerine geldiği zaman
―Tevil‖ konusunda ―Tevil‘i‖ reddederken iĢlerine geldiği zamanda ―Tevil‖
yapmada kendilerine toz kondurmamaktadırlar.Aynı Ģekilde iĢlerine geldiği yerde
arap dilinin geniĢliğinden faydalanmaları ilmi objektiflikle
bağdaĢmamaktadır.Hatta bazen cahil olduklarını öyle ortaya koyuyorlar ki, ―Te‘vil,
Tatildir(inkârdır)‘‖ diye batıl olan görüĢleriyle insanları zehirlemekten geri
kalmazlar.
Ġmam ġatibi rahimehullah der ki;''Ancak bizce (en) doğrusu, SeIef-i sâlihin
üzerinde olduğu yoldur. Ġmam el-Gazzâlî, bu görüĢün doğruluğunu çeĢitli deliller
getirerek savunmuĢtur. Bunun için "Ġlcâmu'l-avâm" adlı kitabına bakınız. '' (ġâtıbi,
el-Muvâfakât, Ġz Yayıncılık: 3/93-94)
Ġmam-ı Gazzâli nassların zahirine bakarak Allah Teala‘ya hâdis varlıklara ait fiilleri
isnat eden HaĢviyye‘nin ―selef itikadı üzerine oldukları‖ iddiasını çürütmek ve selef
akidesinin esaslarını ortaya koymak için kaleme aldığı ―Ġlcamu‘l-avam an Ġlmi‘l-
Kelam‖ adlı eserinde 7 ilkeden bahsetmektedir:
1-Takdis: Allah Teala‘yı ―cisimlere ait özelliklere sahip olmak‖ gibi Ģanına
yaraĢmayan hususiyetlerden tenzih etmek.
2-Tasdik: Ġsim ve sıfatlardan, Allah Teala‘nın Ģanına uygun anlamların
kastedildiğini, Efendimiz‘in (sallAllahu aleyhi ve sellem) Cenab-ı Hakk‘ı
vasfederken de yanılmadığını kabul edip, öylece iman etmek.
3-Aczi itiraf: Nasslarda bildirilen müteĢabihattan kastedilen ilahi muradı bilmenin,
kul olarak kendi idrak sınırını aĢtığını itiraf etmek.
4-Susmak: MüteĢabihatın anlamının ne olduğunu sorma ve bu konuda fikri
tartıĢmalara dalmanın bidat olduğunu kabul etmek.
5-Ġmsak: MüteĢabihat hakkında yorum yapmak, onları baĢka bir dile tercüme
etmek, ilave ya da eksiltmede bulunmak, birleĢtirme ve ayrıĢmaya tabi tutmak da
caiz değildir. MüteĢabihat ancak mevcut sîgalarıyla telaffuz
edilebilirler.(Bkz.ġehrestânî 'nin el-Milel ve'n-Nihal'i ve Ġmamı Azam'ın Fıkhu'l
Ekber'i )
6-Keff: MüteĢabihat ile kalben meĢgul olmamak,(ne olduğu) haklarında fikir
yürütmemek.
7-Ehline havale etmek: Avam, yetersiz olduğundan dolayı anlamaktan aciz kaldığı
müteĢabihatı, Allah Rasûlü‘nün (sallAllahu aleyhi ve sellem), peygamber, alim ve
velilerin bildiğine kanaat getirir.( Ġlcamu‘l-Avam an Ġlmi‘l-Kelam, ( Mecmûat-u
Resaili‘l-Ġmami‘l-Gazzali içerisinde), Beyrut, 19994, s. 41 vd.)
ġüpheci,Selefin lafızlara mana vermeden iman etmelerine ''Bu Anlamsız boĢ
sözlere inanmaktır'' der ise,Hanbeli Alim Ġbni Kudame 'den bir iktibasla cevap
verelim ; Bu konudaki mükellefiyetimiz onlara iman etmenin ötesine geçmez. Ġman
etmek için de manalarının bilinmesine ihtiyacımız yoktur. Bazı Ģeylere imanda
manalarını bilmeden iman etmek caizdir ve vakidir. Meleklere, kitaplara, önceki
peygamberlere onları görmeden de iman ediyoruz. Bu îmân, isimlerine îmân
etmekten baĢka manası olmayan bir imandır. Ayette; ―Allah‘a, bize ve Ġbrâhîm‘e
indirilene iman ettik, deyin‖,[Bakara:136] buyurulması buna açık
delildir...(Tahrimu‘n-Nazar: sh. 52/ 51)
ġüphecilerin iddia ettiği gibi zahiri ilk akla gelen teĢbih ve tecsim çağrıĢtıran
manalarını almak Selefin tavrı değildir.Ve bu genel tasnifin aksine bazen Seleften
Tevil eden olduğu gibi Haleften de sukut edip manasını Allah'a havele etme tafvid
görüĢünü benimseyenler vardır.ġüpheciler ''Biz bunları alırken mahlukata
benzetmeyi redediyoruz'' demeleri yeterli değildir.Lakin aĢağıda geleceği üzere
kimi Ģüpheciler Ġstiva'nın on kusür anlamından biri olan ''celese'' (oturmak)
manasında alıp mahlukata benzemeyen bir oturmadan bahsetmiĢtirler.Bu Allah'u
teala'nın istiva etmeden önce haĢa! ayakta idi de sonra oturdu anlamında kabul
edilmesi mümkün olmayan nice problemleri peĢinden getirir.Kimi Ģüphecilerin
celese anlamına itiraz edip ''teĢbih'' olarak bakmaları sizi yanıltmasın.Zira ''istiva''ya
''istikar'' (yerleĢme) ve bir yerden bir yere mesafesel bir yükselme anlamında ''
irtifa'' ve bir yerden bir yere mesafesel bir iniĢ anlamında ''nuzul'' manalarını verip
,sonrada bu manalarda ''mahlukatı gibi değildir keyfiyetini bilmeyiz tevil
etmeyiz, tatil etmeyiz,benzetmeyiz bu yüzden bu teĢbih değildir'' sözlerinin
batıllığına delildir.Çünki celese (oturdu) anlamını verenlerde ''mahlukatı gibi
değildir keyfiyetini bilmeyiz tevil etmeyiz,tatil etmeyiz,benzetmeyiz bu teĢbih
değildir'' demiĢlerdir. Sıfatları ispata -bir Ģey söylemeyip,susmanın selef yoluna
uygun olduğu hallerde- aĢırıya gittiklerini görüyoruz. Trajikomik olan ise
Ģu Ģüphecilerin Selef mezhebinde olduklarını iddia etmeleridir.Ġzz b.Abdusselam'ın
dediği gibi ''MüĢebbihenin ya yiyecekleri bir haram için, yahut da alacakları
değersiz bir dünya malı için Selef mezhebi görünümünde gizlenmiĢlerdir. Selef
mezhebi tevhid mezhebi olup tecsim ve teĢbih mezhebi değildir''. (Mulhatü‘l-
Ġ‘tikâd) Hanbeli Alim Ġbnu'l Cevzi'nin benzer münasabetle dediği gibi;Bu salih
Selef Alim (Ahmed b. Hanbel) 'in mezhebinde olmayan Ģeyi, mezhebine sokmayın!
Mezhebine öyle çirkin ,ayıp Ģeyleri giydirdiniz ki herhangi bir Hanbeli ,kim olursa
olsun (sizin yüzünüzden) Mücessimedir denilmektedir. Bununla beraber ,kendileri
güya bir Ģeyi Allah'a benzetmekten veya benzetmeyi Allah'a izafe etmekten
kaçınıyorlar.Bir kısım cahillerde onların bu inançlarına uymuĢlardır.(Def-u
ġübbetü't-TeĢbih)
Ġmam-ı Azam Ebu Hanife'nin bu konudaki görüĢleri ve
ġüphecilerin yanılgıları
1-Ġmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el-Fıkhu'l Ebsat'ta Allah-u Teala
nerededir? sorusuna ''Yaratılmadan önce mekan yoktu,halbuki Allah vardı.
Mahlukattan hiçbiri yokken , ''nerede'' mefhumu mevcut değilken Allah vardı. O
her Ģeyin yaratıcısıdır '' cevabının verilmesini ister. (Ġmam-ı Azamın 5 eseri,Fıkhu'l
Ebsat terc.Mustafa Öz Marmara Üniversitesi Ġlahiyyat Fakültesi Vakfı yayınları-
Ġmam-ı Azam Ebu Hanife ve Eserleri Fıkh-ı Ebsat sh.102 ,ter.Ģerh
Doç.Dr.Abdülvehap Öztürk-ġamil yay.)
2-Ġmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el -Vasiyye'de Ģöyle demiĢtir:"Allahü
teâlâ, kendisi için bir ihtiyaç ve (ArĢ'ın üzerine) istikrar (yerleĢme, mekân tutma)
olmaksızın ArĢ'a istiva etmiĢtir. O, ArĢ'ı da diğer mahlukatı da korumaktadır. Eğer
(ArĢ'a ve bir yerde yerleĢip mekân tutmaya) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi
alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olamazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve
karar kılmaya muhtaç olsaydı, ArĢ'ı yaratmadan önce Allahü teâlâ nerede idi? Yüce
Allah bundan münezzehtir."(Ġmam Ebû Hanîfe, el-Vasıyye 73.Abdulgani el-
Meydani ġerhu'l-Akideti't-Tahaviyye,74.el-Beyadi,el-Usülü'l Münife,52)
3-Ġmam-ı Azam Ebu Hanife rahimehullah el-Fıkhu'l-Ebsat'ta Ģöyle
diyor:"Rabbimin gökte mi yoksa yerde mi olduğunu bilmiyorum diyen kimse kâfir
olur. Aynı Ģekilde, "Allahü teâlâ ArĢ'ın üzerindedir, ArĢ'ın gökte mi yoksa yerde mi
olduğunu bilmiyorum" diyenin durumu da böyledir." (Ġmam-ı Azamın 5 eseri
ġamil yayınları sh.94)
Bazı ġüphecilerin Ġmam Ebû Hanîfe'nin, bu (üçüncü) sözüne sarılarak Allah
Teala'nın –haĢa– gökte olduğunu söylediğini ileri sürmeleri doğru değildir. Zira
burada Ġmam, Allah Teala'nın gökte veya yerde olduğunu söylemekle O'na bir
mekân isnad edilmiĢ olacağını vurgulamaktadır. Buradaki tekfirin anlamı
budur,Ģöyleki;
1-Molla Aliyyül Kârî Ġmam-ı a'zam Ebu Hanife'nin bu sözü hakkında Ģu
açıklamayı yazmaktadır: -"Ġmam Ġzz bin Abdusselâm, Hillu'r-Rumûz adlı kitabında
Ġmam Âzam'ın Ģu sözünü kaydediyor: Kim Allah'ın yerde mi gökte mi olduğunu
bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, Allah'ın bir mekânı olduğu düĢüncesini
akla getirir. Allah'ın mekânı olduğunu düĢünen kimse ise Allah'ı yaratıklara
benzeten kiĢidir. ġüphe yok ki Ġbn Abdusselâm alimlerin büyüklerinden biri olup
sika (güvenilir) bir âlimdir."- (bkz. Fıkh-ı Ekber ġerhi, "Miraç ve Allah'a Mekân
Ġsnadı" )
2-el-Bayâdî rahimehullah ĠĢârâtu‘l-Merâm‘ında bunu Ģöyle îzâh eder:-"Bunun
sebebi, kâilin bu söz ile Hâlık-ı Zülcelâl (celle celâluhû)‘ya cihet ve hudud tâyin
etmesidir; zîra ciheti ve hudûdu olan her Ģey bizzarûre mahlukdur. Binâenaleyh bu
söz, Allah (celle celâluhû)‘ya kusûr atfetmekdir. Ġlâhî cismâniyyete ve cihete
inanan o kimsedir ki, hevâss ile idrâk edilemeyen her Ģeyin varlığını münkîrdir.
Onlar, fevkettabî‗a olan ulûhiyyet cevherini reddederler. Bu da onları kat‗î sûretde
îmânsızlığa götürür." (el-Kevserî, Makâlât, s.368-369; nakleden: Yusuf Hanîf)
3-Yusuf-i Nebhanî de bunu Ģöyle îzâh eder:"Bir kimse, "Allah'ın yerde mi gökte mi
olduğunu bilmiyorum" derse, kâfir olur. Zira bu söz, Allahü teâlâ için bir mekân
var da o kimse bunda Ģüphede imiĢ vehmini verir." (ġevahidü'l-Hakk, s.218)
4-Ġmam Allame Muhaddis Ebul Mehâsin el-Kavukci ―El-Ġtimad Fi'l Ġtikad‖ adlı
kitabında Ģöyle diyor: ―Allâh, yönlerden ve cisim olmaktan münezzehtir. O‘nun
hakkında; sağı, solu, arkası, önü vardır, ArĢ‘ın üstünde, altında, sağında, solunda
bulunmaktadır, Âlemin içinde veya dıĢındadır demek caiz değildir. O‘nun yerini
O‘ndan baĢka kimse bilemez de denmez. Ve her kim ―Bilmiyorum Allâh gökte
midir, yerde midir? der ise küfre düĢer. Çünkü bu iki yerden birini Allâh‘a mekân
olarak nispet etmiĢ olur.‖
5-ġarih Ebu'l Leys Semerkandi bunun illetini Ģöyle göstermiĢtir;-''Çünkü o,bu sözü
ile Allah'u teala'nın bir mekanı olacağını söylemek istemiĢ ve bu yüzden müĢrik
olmuĢtur.Çünkü Allah'u teala var iken mekan yoktu.Allah var iken;ne mekan,ne
halk ne de baĢka bir Ģey vardı.O,her Ģeyin Halikıdır.Binaenaleyh mekan ancak
sonradan olan Ģeyler için düĢünülür.Bu hususta imam Tahavi Ģöyle demiĢtir;''Kim
nefy'den (Allah'ı yok saymaktan) ve teĢbihten (Allah'ı mahluka benzetmekten)
sakınmassa,ayağı kayar ve Allah'ı gereği Ģekilde noksanlıklardan tenzih etmemiĢ
olur.'' Zira Rabbimiz celle ve ala vahdaniyet sıfatları ile mevsuf,ferdaniyyet sıfatları
ile nitelidir.Mahluktan hiçbiri bu manada tasavvur edilemez.O'nun hududu,sınırı,
rükünleri,azaları ve aletleri yoktur.Diğer varlıklarda olduğu gibi altı ciheti
yoktur(sağ,sol,ön,arka,alt üst).'' -(Zahit el-Kevseri'nin neĢrinden Ġmam-ı Azamın 5
eseri ġamil yayınları sh.94)
Allah'ü teâlâya cihet ve mekân isnad eden HaĢviyye taifesi, Ġmam-ı Azam Ebû
Hanîfe'nin sözlerini saptırmaları boĢadır. Ġmam-ı Azamın Fıkhu'l Ebsat'taki Ģu
sözünün Ģerhlerini vermemize rağmen ,Ģüphecilerin batıl akidelerine delil olacak
bir Ģey bulunması imkansızdır.Bu sözün ardından Ebu Hanife ''Allah'a dua ederken
yukarıdan yönelinir, aĢağıdan değil. Çünkü aĢağının rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile
ilgisi yoktur'' dedikten sonra cariye hadisini vermesi,bunu (s.94) ''Ģanı nerededir?''
manasında aldığının delilidir.Âlem bir küre Ģeklindedir. Bize nisbetle "üst" olan
cihet, yeryüzünün diğer tarafında oturan kimselere nisbetle "alt'dır. Bunun aksi bir
cihetle (yönle) kayıtlı ve sınırlı olsaydı, bu cihet, kimi insanlara göre üst olsa bile,
diğerlerine göre alt olurdu. Alimlerin ve akıllı kimselerin ittifakı ile sabittir ki,
ma'bûd'un eĢyanın "alt" yönünde olduğunuda söylemek caiz değildir.Bu sözden
maksat ise yüce Allah'ın tazim edilmesi, aĢağıda ve altta oluĢtan tenzih edilmesidir.
Buna karĢılık yücelik ve azametle nitelendirilmesidir. Yoksa mekân, cihet ve
sınırlarla nitelendirmek değildir. Çünkü bunlar cisimlere dair sıfatlardır.
Yine Fıkhu'l Ebsat'taki Ģu sözlerinin devamında Allah nerede? sorusuna verdiği
cevabı yukarıda zikretmiĢtik.'' Nerede mefhumu, mekan ve bütün mahluklar yok
iken Allah vardı,yani O Ģimdi de mahlukatı yaratmadan önceki gibidir.'' manasında
cevap verdikten sonra bu sözleri baĢka yere çekmek mümkin değildir. ġüphecilerin
iddiaları örümcek ağından daha sağlam olsaydı,Ebu Hanife bu soruya Semada
/Gökte yada cihet itibariyle yukarıda cevabını neden vermedi? HasbinAllahu nimel
vekil... (Ancak Ģüpheciler bu cevabı kendi eserinden bulamayınca, aĢağıda
vereceğimiz uydurulmuĢ bir isnada yapıĢacaklardır.) ''Neden dua esnasında eller
yukarı kaldırılır?'' baĢlığında ulemadan zikredeceğimiz üzere, Allah'a dua ederken
ellerin yukarıya kaldırılaması dua'nın kıblesi,rahmetin inme yeri ver rızık deposu
olduğundandır. Yer,ayaklarımızın altı ise Allah'ın yüceliğini ifade etmediği için
rubûbiyet ve ulûhiyet vasfı ile ilgisi yoktur. Ayrıca Ġmam-ı Azam el-Vasiyye adlı
eserinde buyuruyor ki:"Cennet ehlinin Allahü teâlâya keyfiyet, teĢbih ve cihet
olmadan mülaki olmaları haktır." derken ciheti inkarı açıktır.Ahirette keyfiyet
,teĢbih ve cihetten Allah'u tealayı münezzeh tutan Ebu Hanife, nasıl oldurda Ģimdi
O'na cihet idda edecek? ġu Ģüpheciler, acaba Ebu Hanife'nin Fıkhu'l Ekber'inde
''Allah'ın yakınlık ve uzaklığı, mesafenin uzunluk ve kısalığı ile değildir ''sözünü
bilmezler mi acep?
Buna rağmen Firavun'un Ģüphesini doğru bulan Ģüpheciler -"Minarenin tepesindeki
bir insan Allah‘a, zemin seviyesindekinden daha yakındır''- diyecek kadar nasıl ileri
gidebilmektedirler? Maalesef inançları bunu gerektirmektedir. ĠĢte Buhari Ģarihi
Ġbni Hacer Fethu'l Bari'de -''Allah‘ın yakınlığı mesafe yakınlığı mânâsında
değildir''-''Kulun Allah‘a yakınlaĢmasının mânâsı değerinin Allah katında
yükselmesidir.'' der.
Umudumuz Ģudur ki, taassup,hizipçilik ve inatçılıktan biraz sıyrılabilenler,bağnaz
olmayan sözde selefi kiĢiler bu gerçeği açıkça göreceklerdir. Hâsılı O (Ebu Hanife),
Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem ve Selef gibi bir yanda Te‘vîl-i Tafsîlî yapmamakla
Tefvîd‘e giderken /lafzın ma‘nâsının ilmini Allah‘a bırakıyordu. Öte yanda da
Te‘vîl-i Ġcmâlî ile tenzîh yapıyor; yani Allah‘ı, O‘nu, yaratılmıĢların sıfatlarından
kendine yakıĢmayacak sıfatlardan uzak tutmuĢ oluyordu.Usülcülerin ifadesiyle
''Ġsbat bila teĢbih ü temsil,Tenzih bila ta'til ü inkar''. Zâten Selef‘in de tatil ve temsil
arasındaki yolu buydu.
Hakîm es-Semerkandî rahimehullah, Ġmam-ı A'zam Ebû Hanife rahimehullah'ın
akidesini açıklayan "er-Reddü'alâ eshabi'l-hevâ el-müsemmâ Kitâbu's sevadi'l-
a'zam 'alâ mezhebi'l-Ġmâmi'l-A'zam" kitabında Ģöyle demektedir:"Mü'minin Allahü
Teâlâ‘ya mekân, gelmek, gitmek ve mahlukların sıfatlarından herhangi bir sıfatı
isnad etmemesi lazımdır. ...Kul, Cenâb-ı Hakkın bir mekânda bulunmadığını,
mekâna ihtiyacı olmadığını, ArĢ‘ın onun kudretiyle ayakta durduğunu bilecek,
gidip gelme (intikal) gibi sıfatları kendisine izafe etmeyecek." (Hâkim Semerkandî,
Sevâdi'l-A'zam, 46. mesele, Bedir Yayınevi, s. 78)
Ahmed Ziyâüddîn GümüĢhânevî rahimehullah diyor ki:"Bir kimse, Allah kullarını
muhakeme için oturur, kalkar derse, O‘na yukarıda olmak veya aĢağıda bulunmak
gibi Ģeyler izafe ederse kâfir olur.‖ (Camiu‘l-Mütun tercümesi,s.118)
Allâme Ġbni Hacer el-Heytemî rahimehullah diyor ki;"(Göklerde oturana inandım)
dese câiz olmaz, çünkü bu ifadede Allah'a mekân isbatı vardır. Allahü Teâlâ
göklerin de ilâhıdır, yerlerin de ilâhıdır. Bunun için Allah'a cihet isbat çoğunluğa
göre küfürdür. Küfrü ifade eden bir kavram ise iman alâmeti olamaz..―Gökte olana‖
demek, saltanatı göklerde hüküm sürene demek olur ki, halef ve selef âlimleri
tarafından tevil edilen Kur'an-ı Kerim'in lafzına uygun düĢer. Ancak Hanâbile'den
sapık bir fırka buna muhalefet etmiĢtir. Halef, ―Biz bu tevili tayin eder ve zahiri ona
sarf etmeyiz‖, derler. Selef ise, ―Biz icmâlen tevil eder fakat belirli bir Ģeyi tayin
etmeyi içyüzünü Allah'a havale ederiz.‖ derler. Muteahhirînin bir kısmı da bu
görüĢtedir. Diğer bir kısmı ise zahire ve Arap lügatinin kaidelerine uygun ve yakın
olanı tayin ve tercih ederler. Böyle bir imkân bulunmadığı vakit tevil eder ve asıl
muradı Allah'a havale ederler. Âyet ve hadîsler üzerinde araĢtırmalar yapan kimse
bunların tevile Ģehâdet ettiklerini görür. Çünkü bunlan tevilsiz oldukları gibi kabul
etmek tenakuza yol açar. Bu kuĢkuyu kaldırmak için tevil kaidelerine uyarak tevil
etmek vacip olur. Meselâ:―(Allah) sonra ArĢ üzerine istiva etti.‖''Biz ona Ģah
damarından daha yakınız.‖―Nerede olursanız olun. O sizinle beraberdir.‖âyetleri ile
Resûl-i Ekrem'in:―Eğer konağın ipini sarkıtsanız Allah üzerine düĢerdi.‖
Hadisinden birini tevil zorunluluğu vardır. Çünkü hiç kimse bunların zahir an-
lamlarında olduğunu iddia edemez. Bir yandan, ―Allah ArĢ üzerindedir.‖, ―bir
yandan, ―O, size Ģah damarınızdan yakındır.‖, öteyandan, ―Nerde olursanız olun, O
sizinle beraberdir.‖ âyetleri ile ―îpi sarkıtsanız Allah'a değecek.‖ hadîsi tevilsiz
kabul edilemezler. Bazı âyet ve hadîslerde tevil zorunluluğu olduğuna göre, bu gibi
müteĢâbihâtın hepsinde tevil vacip olur. Mâlik, Cafer ve benzerleri gibi selefin
hepsi bu tevili kabul etmiĢlerdir.Hulâsa; bu meselede Ehl-i Hakkın görüĢü, benim
anlattığım gibi, Allahu Teâlâ'ya noksanlık getiren ve hatta ne noksanlık ve ne de
kemal getirmeyen bütün sıfatlardan O'nu tenzih edip her yönden kemal sıfatları ile
tavsiftir. O'nu, zâtında sıfatında, esma ve ef'âlinde mutlak ve en üstün kemal
sıfatları ile tavsif etmek lâzımdır. ĠĢte Allah hakkında ve birinci Ģehâdet, budur.(Ez-
zevâcir An Ġktiraf'il-Kebâir, Kayıhan Yayınları, Ġstanbul, 1997; s.73)
Muhammed Hâdimî rahimehullah diyor ki:-―Allahü teâlâ bize ArĢtan veya gökten
bakıyor veya görüyor demek küfürdür....Yine Allahü teâlâyı dıĢ uzuvla sıfatladığı
veya onun kemâl sıfatlarından bir sıfatı nefy ettiği (kaldırdığı) zaman veya hülul
[içine girmek] veya ittihad [birleĢmek] ile [O'nu vasıfladığı zaman] yani Allah'ın
alemin içine girdiğine veya alemle bir olduğuna kail olduğu zaman veya mekân ile
onu vasıfladığı zaman da yine böylece kâfir olur.‖ -(Berika, Kahraman Yayınları,
c.2, s.445-446)
Feteva-i Hindiyye tercümesinde Ģu ifadeler var:"Allahü Teâlâ için, mekân iddia
eden kimse kâfir olur. ... "Allahü Teâlâ, insaf için oturuyor." diyen kimse, kâfir
olur. Allahü Teâlâ'yı, "yukarıda", "aĢağıda" diye vasıflandıran kimse, kâfir olur.
...Bir kimse: "Benim, gökte ilâhım; yerde filanım var." dese; kâfir olur. Fetâvâyi
Kâdîhânda da böyledir. ..." (Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ
Yayınları: 4/312-319.)
Molla Aliyyü'l Kârî rahimehullah diyor ki:-"Allahü Teâlâ'nın cisim olduğunu,
mekânı bulunduğunu, Allahü Teâlâ üzerine zaman geçtiğini söyleyen kimse de
kâfirdir. Böyle bir kimse için iman hakikati sabit olmamıĢtır....-( Fıkh-ı Ekber
ġerhi)
Molla Aliyyü'l Kârî rahimehullah aynı eserde diyor ki:-''Sözün kısası, varlığı
kendinden olan, varlığı baĢkasından olana benzemez. Varlığı baĢkasından olan da
varlığı kendinden olana benzemez. Öyle ise Allah Teâlâ, sınırlı değildir, sayılmıĢ
değildir, ĢekillenmiĢ değildir, parça değildir, bir mekânda yerleĢmiĢ değildir, mü-
rekkep değildir, sonlu değildir. Maiyet,mâhiyet, keyfiyet, renk,tad,koku, hararet,
soğukluk, yaĢlık, kuruluk ve benzeri beĢeri vasıflarla vasıflanmaz. Allah bir
mekânda değildir.Yukarıda değildir, aĢağıda değildir,baĢka cihetlerde
değildir.Allah Teâlâ üzerinden zaman geçmez. Allah bir Ģeyin içine girmiĢ değildir,
bir Ģeyin mahalli de değildir''-(Fıkh-ı Ekber ġerhi)
ġÜPHECĠ; Aliyyu'l Kari'nin bu sözleri Allah'ın varlığını kabul etmemekdir,bu
yokluğu tariftir.Rabbi'nin nerede olduğunu bilmemektedir ,böyle diyenler rablerini
kaybetmiĢlerdir.Var olduğunu kabul ettiğin bu nitelikteki rab ile hiç olmayan,yok
olan arasındaki farkın ne olduğunu bize göster..
CEVAP;Peygamberimizin (sav) '' Allah vardı,O'ndan önce baĢka bir Ģey yoktu...''
.hadisi Ģerifi .(Buhari, Megazi, 67,74,Bed'ul-Halk 1,Tevhid 22;Tirmizi,
Menakıb,3946) gereği Ġmam-ı Azam Ebu Hanife Fıkhu'l Ebsat'ta Allah-u Teala
nerededir? sorusuna ''Yaratılmadan önce mekan yoktu,halbuki Allah vardı.
Mahlukattan hiçbiri yokken , ''nerede'' mefhumu mevcut değilken Allah vardı.O her
Ģeyin yaratıcısıdır '' cevabının verilmesini ister. ( Fıkh-ı Ebsat sh.102 -ġamil
yay.)Bu demektir ki ezelde (baĢlangıçsızlıkta) Allâh'tan baĢka hiç bir Ģey yoktu.
Allah vardı, mahlukattan baĢka bir Ģey yoktu,zaman , mekan ve
cihet mahluktur.Ne zaman, ne de mekân ne insan ne de melek ne hayvan ne de cin
ne gök ne de yeryüzü.. Ġmam Suyuti ve Ġbni Hacer ve diğer muhaddislerin dediği
gibi;-Allah hareket, intikal, hulul, mahlukatın içine girmek gibi Ģeylerden
münezzeh-(Fethu'l- Bari 7/156) ise artık Allah'u teala hakkında bir değiĢiklik
düĢünmek doğru değildir. Allâh mekân yokken vardı, O Ģimdi de olduğu gibidir.
Buradan hareketle mahlukatı yaratmadan önce var olan Allah(c.c), nasıl ki ciheti
yaratmadan önce yukarıda ve altta değildi,alemi yaratmadan önce içerisinde
olmadığı gibi dıĢında da değildi,bitiĢik değilken ayrıda değildi.Bu durumda
hepimiz Allah'ın mahlukatı yaratmadan önce var olduğunu söylerken ,nasıl
olurda Ģimdi bu sözlerle Allah'ı (c.c) anlatan ehl-i sünnet alimlerine ''Bu sözler
Allah'ın varlığını kabul etmemekdir,bu yokluğu tariftir'' denilmektedir.
Madem ki mekân yaratılmazdan evvel Cenâb-ı Hak mekâna muhtaç değildi,
mekânsız olarak var idi. Mekân yaratıldıktan sonra da ona ihtiyacı
yoktur.Her hangi bir cismi anlatsak, Ģüphecilerin sözleri doğru olabilirdi. .ĠĢte o
zaman o cismin yokluğunu tarif etmiĢ oluruz., bu birbirine zıd Ģeylerden birini
kabul etme niteliğine sahip olan varlığın bu birbirine zıd Ģeylerin dıĢında kalması
imkansızdır.Ama gördümüz gibi Allah (c.c) birbirine zıt bu Ģeylerden mahlukatı
yaratmadan önce münezzeh olduğunu Peygamberimizin (sav) ve Ebu Hanife (r.a)
'den nakillerle gördük.Rasûlullâh sallallâhu âleyhi ve sellem Ģöyle buyurmuĢtur:
"Ya Allâh sen zahirsin senin üstünde bir Ģey yok ve sen bâtınsın senin altında bir
Ģey yoktur" Beyhakî demiĢtir ki, dostlarımız bu Hadisi delîl göstererek: "Üstünde
ve altında bir Ģey bulunmayan mekansız olarak vardır" demiĢlerdir.Sonra Ģu
Ģüpheci kimse, "Sen, Allah'ı, yok olan bir Ģeye benzetiyorsun. Çünkü yok olan, bir
mekânda değildir" diyor, halbuki, O'nu bir mekâna muhtaç kıldığı için kendisinin
O'nu madûm (yok olan) bir varlık haline getirdiğini bilmiyor. Çünkü, muhtaç
olduğu Ģeyin bulunmamasına nazaran, her muhtaç da yoktur. Denilirse ki;Böyle bir
varlık anlaĢılmamaktadır.Deriz ki;AnlaĢılmamaktan kastın,hayel edemediğin,
tasavvur edemediğin,her hangi bir kuruntaya ifade edemediğini söylüyorsan isabet
ettin .Çünkü o varlık ,kuruntuya ,tasavvura ve hayale sığmadığı gibi rengi ve ölçüsü
olmayanın hayali tasavvur edilemez.«O'nun benzeri gibi hiçbir Ģey yoktur!» (ġüra,
42/12).(Gazzali'den feyzle)
Ġmam Ebu Hanife'ye isnad edilen gerçek dıĢı söylemler
ġÜPHECĠ ; Bir kadının Ebu Hanife'ye geldiği ve ''Dinini terk ettiğin halde
insanlara çeĢitli meseleleri öğretmeye kalkıĢan sen misin? Kendisine ibadet edilen
ilahın nerede?'' dediği .Ebu Hanife'nin de susup 7 gün sonra ''ġüphesiz Allah yerde
değil ,semadadır'' demiĢtir.
CEVAP; Ebu Hanife'nin kendi eserinde bu soruya verdiği cevabı görmüĢtük.Lakin
bu iddiaları dillerine pelesenk yapan Selefiyye ekol mensuplarının tassubu
bilinmektedir.Bu yüzden kendi meĢreblerinden,saygı duydukları Albani'nin
Zehebi'in Uluvv'un tahkikinde söylediklerine bakalım:''Derim ki (Albani) ; Hem bu
nasıl sahih olabilir ki bunu rivayet eden uydurmakla itham edilmiĢ bulunan Nuh el-
Cami 'dir. Hatta bazıları ; O doğrunun dıĢında her Ģeyi toplamıĢtır demiĢtir.''
Ġmam Malik'in veciz bir sözü üzerine Ģüphe uyandırılması
Ġmam Beyhaki'nin sahih bir isnat ile : ―Ġmam Malik‘e bir adam ―Allâh, ArĢ‘a nasıl
istiva etmiĢtir?‖ diye sormuĢtur. Ġmam Malik de adama ―Allâh‘ın istivası
malumdur, yani sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur).
Keyfiyet ise imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl"
diye soru sormak bid‘at‘tır‖ diye cevap vermiĢtir..Mezhep müntesiplerinden bid'at
pisliğini reddetmesi ,Medine Alimi Ġmam Malik'in mezhebinin
özelliklerindendir.Malikiler arasında i'tizal ve TeĢbih bid'atini görmemekteyiz.
Zannımızca Ġmam Malik'in sıfatlarla ilgili haberlerin rivayetini yasaklamıĢ olması
,bunu sağlamlaĢtırmıĢtır.'' (Kevseri-Mezheplerin doğuĢuna bir bakıĢ- sh;44 )
Buna rağmen iki farklı yorumlama biçimiyle karĢı kaĢıyayız;.
Birinci yorum: Ġstivâ Allah Teâlâ hakkında Kur‘ân‘da kullanılan Allah Teâlâ‘nın
zâtı hakkında sıfatı olarak kullandığı bir kelimedir. Bu mânâda malumdur. Allah
Teâlâ arĢa istivâ etmiĢ midir? EtmiĢtir. Çünkü Allah Teâlâ Kur‘ân‘da bunu haber
veriyor. Peki nasıl istivâ etmiĢtir? ĠĢte onu bilemeyiz. Keyfiyeti meçhul çünkü.
Sadece Kur‘ân‘da haber verildiği için biliyoruz ki istivâ diye bir Ģey vardır. Ama
nasıl olduğunu bilemeyiz. Bu Ehl-i Sünnet kelâm alimlerinin anlama biçimidir.
Ġkinci yorum ; Ġbn-i Teymiye‘nin ve takipçilerinin anlama biçimi var. Onlara göre
istivâ malumdur demek ―istivânın ne anlama geldiğini biliyoruz o mânâda istivâ
malumdur‖ demektir. YerleĢmek, istikrar etmek, mekan tutmak, kurulmak bu
anlamda istivâ malumdur. Ama nasıl yerleĢti, nasıl kuruldu nasıl mekan
tuttu,bilemeyiz. Bu anlamda keyfiyet meçhuldür. Hatta günümüzde bir takım Selefi
ekolden görünenler iĢi dahada öteye taĢımıĢtırlar.ġüphecilerde itikat birliği
olmadığından dolayıdır ki Ġmam Malik'in sözü Ģuralara kadar çekilmiĢtir;
Abdulaziz b. Faysal er-Racihi adlı Ģüphecinin çıkardığı bir kitapta ;Ġstiva'nın
''culus'' anlamına geldiği ile ilgili rivayetler yapar.Bununlada yetinmez -''bu doğru
bir sözdür,bunda toz bile yoktur,istivanın anlamlarındandır, ArĢın üzerine yükseldi
ve oturdu. Lakin oturur ama celaline ve kamaline yaraĢır Ģekilde oturur, nasıl
oturduğunu düĢünmeyiz,tevil etmeyiz,tatil etmeyiz, benzetmeyiz bu Ġmam Malik'in
''Ġstiva malum''sözünün manasıdır ''- der.(Salih ibn Fevzan bu kitap için takriz bile
yazmıĢtır.Elbani istva'ya istikrar etti yerleĢti demek caiz değil derken - el-Uluvv li'l
Aliyyi'l -Azim Ümmül Kurra sh.26,Ġbni Useymin ise yükseklik ve
istikrar(YerleĢme ,karar bulma).demektedir,Ehl-i Sünnet‘in Muhaliflere Cevabı
sh.97 sonrada dildeki anlamı malumdur demelerini hatırla !Buna rağmen bir
anlamda birleĢememeleri,sonrada birbirlerini teĢbih ile suçlamaları arızalı bir bakıĢı
yansıtır.)
ġimdi burda iki farklı anlama biçimiyle karĢı karĢıyayız. Allah Teâlâ dileseydi arĢ'a
istivâsını bize daha net ifadelerle haber verebilirdi. Ebûbekir bin Arabi diyor ki:
Ġstivâ kelimesinin Arap dilinde on küsur tane anlamı vardır. Bunlardan hangisi?el-
Avâsım mine‘l-Kavâsım‘da anlatıyor : Bazı Hanbeliler bir yolculuk esnasında
yolunu kesmiĢler. Israrla sormuĢlar: ―Allah nasıl istivâ etti?‖ diye. DemiĢ ki:
―Ġstivanın oturmak, mekan tutmak, yerleĢmek anlamlarına geldiğini söylememi
istiyorsunuz. Ama istivâ kelimesinin on küsur tane anlamı vardır. Niye bunların
içerisinde diğerleri değil de bunlar ?,Yahut bu onbeĢ anlamdan hangisinin ''zahir
anlam'' olduğunu iddia ediyorsunuz? ‖
Ġkinci yorumun sahipleri "ArĢ'ı istiva, keyfiyetsiz bir Ģekilde Allahü teâlânın bir
sıfatıdır. KiĢinin, buna iman etmesi ve bunun (nasıl olduğunun) bilgisini Allah'a
havale etmesi gerekir." dedikten sonra sözü bu noktada bırakmıĢ ve tevile
sapmamıĢ olsalardı,hem kendileriyle çeliĢmemiĢ hemde itiraza muhatap olmaktan
kurtulurlardı. Önce sıfatlar konusundaki nassları, zahir ifadelerini esas alarak
anlamak ve tevile sapmamak gerektiğini söylemekte, ancak daha sonra yine bizzat
kendileri, "istiva" kelimesinin "oturmak, yerleĢmek" anlamında kullanıldığı
rivayetleri ileri sürerek, daha önce de gördüğümüz gibi fiilen tevil yapmıĢ
olmaktadırlar.
Birinci yorumun doğruluğu ;―Ġmam Malik‘e bir adam ―Allâh, ArĢ‘a nasıl istiva
etmiĢtir?‖ diye sormuĢtur. Ġmam Malik de adama ―Allâh‘ın istivası malumdur, yani
sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur). Keyfiyet ise
imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl" diye soru
sormak bid‘at‘tır‖ diye cevap vermiĢtir.
Molla Aliyyu‘l-Kârî ,Ġmam Mâlik‘in bu sözünü naklettikten sonra Ģöyle demiĢtir:
―Bunu büyük Ġmamımız Ebû Hanîfe de tercih etmiĢtir.‖ (Mirkâtü‘l-Mefâtih 8/251)
Fıkh-ı Ekberi Ģerh ederken ise açıkça ;-''Ebû Hanîfe MüteĢâbih sıfatlara inanır ve
tevilinden sakınırdı. Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder,
dolayısıyla Selef âlimlerinin görüĢünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah
Teâlâ'ya havale eder.'' burdan anlamaktayız ki Molla Aliyyu‘l-Kârî de Ġmam
Malik'in bu sözünde zahiri manasının herhangi birisini tercih etmediği görüĢünü
desteklemektedir.MüteĢabih konusunda selefin tavrını özetleyen Hanbeli alim Ġbn-
i Kudâme derki,-''.Haberi sıfatların manalarının tevil ya da tefsir edilmesinden
sükût edilmesi‖ gereği ve ma'nâlârının yalnızca Allah teala tarafından
bilinilebileceği hakîkati, Kitâb‘ın, Sünnet‘in ve Selef‘in ittifakıyla
sabittir.[Tahrimu‘n-Nazars. 47,48,49,50]Bu konuda tevile giriĢmek Allah‘ın zatı
hakkında bilgisizce söz söylemek olacaktır. Luğavi açıdan bu lafızların manalarının
bilinmesinden o manaların Allah‘ın muradı olduğu neticesine varılamaz. Çünkü
luğat açısından baĢka manalara gelmesi de söz konusu olduğu gibi, Allah‘ın
muradının o mana olduğunun iddiasının onayı da gerekir. Bu onay peygamber
sallallâhu aleyhi ve sellem‘in vefatıyla imkan haricine çıkmıĢtır. Diğer taraftan
Allah kendisi hakkında bilmediğimiz halde konuĢmamızı haram kılmıĢtır. Bu
sebeple bu lafızların manalarına girilmemeli, Allah‘ın muradı üzerine iman
edilmelidir. [Age. s.51]Peygamberimiz bu ayetlerin manalarının bilinmesinin vacib
olduğunu söylememiĢtir. Kendisi de açıklamamıĢtır [Age. s.50)''- Ġbn-i Kudâme‘nin
naklettiğimiz Ģu sözlerinden, EĢ'ariyye ve Mâtürîdiyye‘nin sonradan gelen kimi
âlimlerinin muhkem ayetler ve Ģu sıfatların lugat manaları ıĢığında, kesin hükme
varmadan, bir takım yakın te'vîllerinin dahî Kitâb‘a, Sünnet‘e, hâsılı Selef‘in
yoluna ters olduğuna inandığımız anlaĢılmamalıdır. Maksadımız, müellifin bu
husûstaki sözlerini naklederek Selef iddiasında olanların aslında kötü birer te'vîlci
olduklarını ortaya koymaktır. Yoksa, Mâtürîdiyye mensûbları olarak bizler de, her
ne kadar tenzîh/icmâli te'vîl (bunların ne olmadığını söylemek) ile berâber, ne
olduklarının bilgisinin Allah‘a (c.c)havâle edilmesini kabûl ediyor ve zorakilikler
taĢımayan yakın te'vîlleri yapanları hakkın dıĢına taĢmakla suçlamıyoruz. Çünkü
onlar lugat ma'nâsından hareketle muhkem âyetlerin ıĢığında böyle bir te'vîl
yapmakla murâd-ı ilâhînin ta'yînini kesin iddia etmemekte, iĢin hakîkatini Allah‘a
(c.c)havâle etmektedirler. Kesin bir ta'yîn cihetine gitmiĢ olsalardı, Ġbn-i
Kudâme‘nin sözünü ettiği mahzurlar doğmuĢ olabilirdi. Ancak böyle bir Ģey
olmadığına göre onları bu noktada suçlamak ma'nâsız olur.(Ġbn Kudame,
Tahrimu‘n-Nazar:Çev:Muhammed Önder.Bkz.Gureba derg.2.sayi) Ġmam
Nevevi'nin ġerhus Sahih-i Müslim‘deki sözleri konuyu daha anlaĢılır kılacaktır.-''
Selefin ekserisinin müteĢabihlerin te‘villerinin bilinemeyeceği fikrinde oldukları
nakledilir. Onların bundan maksatları Ģu idi: MüteĢabihlerin kesin mânâlarını
bilmek, onlardan ˜murad-ı ilâhi budur‘ demek doğru değildir. Yoksa onlar âlimlerin
o âyetleri te‘vil etmeye teĢebbüs etmeleri doğru değildir, o âyetlerden hiçbir Ģey
anlamamız mümkün değildir‖ demek istememiĢlerdir.-'' der.
Birinci yorumun doğruluğu ;Ġmam ġehrestânî 'de el-Milel ve'n-Nihal' de diyor ki;-
''Seleften bir topluluk da söz konusu sıfatların ''zahirî tefsirine'' meylederek teĢbihe
düĢmüĢlerdir.Selef içinde hem tevile bulaĢmayan hem de teĢbih hatasına
düĢmekten sakınanlar da olmuĢtur. Mâlik b. Enes bunlardan biridir ve Ģöyle
demiĢtir: "Ġstiva malûm , nasıl olduğu ise meçhuldür. Ona olduğu gibi inanmak
vacip, hakkında soru sormak ise bidattir." Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî,
Dâvud b. Ali el-Ġsfahânî ve onları izleyenler de bu görüĢtedir.Abdullah b. Saîd el-
Küllâbî, Ebu'l-Abbâs el-Kalânisî ve el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî'nin devrine
gelindiğinde bunlar Seleften bir topluluk olarak Kelâm ilmine dalmıĢ ve Selefî
akideleri kelâmı deliller ve usûlî burhanlarla desteklemeye çalıĢmıĢlardır.
Bunlardan bazıları kitaplar telîf etmiĢ, bazıları da tedrisât faaliyetinde bulunmuĢtur.
Örneğin Ebu'l-Hasan el-EĢ'arî ile hocası arasında salâh-aslah meselesinde bir
münazara yaĢanmıĢ ve aralarındaki görüĢ ayrılığı açığa çıkmıĢtır. el-EĢ'arî bu son
gruba meyletmiĢ ve onların görüĢlerini kelâm yöntemleriyle desteklemeye
çalıĢmıĢtır. Onun tarafından ortaya konulan bu çabalar Ehl-i Sünnet ve Cemaat
mezhebinin temellerini oluĢturmuĢtur.''-(el-Milel ve'n-Nihal)
Yine mezhep tarihçilerinden Ebu'l-Muzaffer el-Ġsferayni rahimehullah, Ehl-i
Sünnet'in itikad ilkelerini zikrettikten sonra Ebu Hanife, eĢ-ġafi'i, Malik, el-Evza'i,
Davud ez-Zahiri, ez-Zühri, el-Leys b. Sa'd, Ahmed b. Hanbel, Süfyan es-Sevri,
Süfyan b. Uyeyne, Yahya b. Ma'in, Ġshak b. Rahuye, Muhammed b. Ġshak el-
Hanzali, Muhammed b. Eslem et-Tusi, Yahya b. Yahya, Muhammed b. el-Fadl el-
Beceli, Ebu Yusuf, Muhammed, Züfer, Ebu Sevr ile Ehl-i re'y ve Ehl-i Hadis olarak
anılan diğer Hicaz, ġam, Irak, Horasan ve Maveraunnehir imamları ve onlardan
önceki Sahabe, Tabiin ve Tebe-i Tabiin kuĢaklarının bu itikad üzere olduklarını
söyler ve ekler: "Ehl-i re'y ile Ehl-i Hadis arasında bu saydığımız hususlarda
herhangi bir ihtilaf bulunmadığını tahkik etmek isteyen kimse, Ebu Hanife'nin
Kelam konusunda kaleme aldığı el-Alim ve'l-Müte'allim'e, el-Fıkhu'l-Ekber'e, el-
Vasıyye'ye ve eĢ-ġafi'i'nin eserlerine baksın. Onların eserlerinde (itikadi meseleler
hakkında) asla bir farklılık bulamayacaktır..."(et-Tabsir fi'd-Din'de (113-4))
Birinci yorumun doğruluğu ;Hanbeli Alim Ġbnu'l Cevzi derki; -''Eğer sizler hadisi
Ģerifleri (ve ayetleri) kabul edip manalarından konuĢmayıp suküt ediyoruz demiĢ
olsaydınız ,hiç kimse size itirazda bulunamaz ,inkar edemezdi.Fakat böyle hadisleri
zahirine hamletmeniz çirkindir.Bu salih Selef Alim (Ahmed b. Hanbel) 'in
mezhebinde olmayan Ģeyi,mezhebine sokmayın! Mezhebine öyle çirkin ,ayıp
Ģeyleri giydirdiniz ki herhangi bir Hanbeli ,kim olursa olsun (sizin yüzünüzden)
Mücessimedir denilmektedir.. Kim,Allah teala ArĢ'a mukaddes zatı ile istiva
etmiĢtir derse ,O'nun duyularla idrak edilebileceğinĢ söylemiĢ olur...Bununla
beraber ,kendileri güya bir Ģeyi Allah'a benzetmekten veya benzetmeyi Allah'a
izafe etmekten kaçınıyorlar.Bir kısım cahillerde onların bu inançlarına uymuĢlardır.
Sonra sizler,-Peygamberin hadisleri zahirlerine göre hamd edilir-
dediniz.Mesela;bir hadisi Ģerifte geçen (kadem) kelimesinin zahiri manası
ayaktır.Bu mana ,Allahu teala hakkında muhaldir.Bu durumunuz ,Hristiyanların
durumu gibidir.Çünkü Ġsa (as)'ya ruhullah denilince Hıristiyanlar Allah-u teala için
,bir sıfatı da ruhtur.Yani ruhu vardır.O sıfatı Meryeme dahil olmuĢtur...Bu
hadisler,müteĢabih hadis kısmından olup manaları bilenemez dediniz.Vay acaba
Allah'tan baĢkasının manasını bilmediği kelimenin manası nasıl zahir olur?...
Kendiliklerinden Allah'a sıfat isnad ettiler,Halbuki hak celle va ala'nın sıfatlarını
isbatı,zatının isbatı gibi ancak kat'i delille olur.Onlar hadislere hissin ,aklın
muktezası üzere mana verip demiĢlerdir ki; Allah'ın gökten nuzulu hadisinin
manası ,Allah bizatihi iner.Bir yerden yere naklonur.Sonrada Allah iner ama bizim
düĢümdüğümüz gibi değildir dediler .Böylece hadisi Ģerifi iĢiten kimseyi ĢaĢırtıp
hisse ve akla zulmetmekle müteĢabih hadisleri zahiri manalarına hamletmiĢlerdir...
Bu görüĢlerin Ġmam Ahmed'e isnad edilmemesi için onların reddi lazım geldiği
kanaatindeyim..Sukut edip de reddetmezsem ,dediklerine benim de itikad etmiĢ
olduğumu söyleyecekler..Gerçekten Ġmam Ahmed'in mezhebi o hurafelerden tenzih
edip ,ondan rivayet olan yalan nakilleri ve akli hezeyanları hiç kimsenin sözünü
taklid etmeden asılsızdır diye ispatladım''- (Ġbnul Cevzi Def-u ġübbetü't-TeĢbih'den
naklen Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk,Bera'atü'l-EĢ'ariyyin, Bedir Yayınevi,sh.43)
( ġüphecilerin Ġbn'ul Cevzi ve Aliyyu'l Kari'nin Mevzuat (uydurma hadisler) adlı
eserlerine itimatları malumdur.Acaba bu itimatın yarısını Ġbnu'l Cevzi'nin Def-u
ġübbetü't-TeĢbih'inde Ahmed b. Hanbel hakkındaki rivayetlerin uydurma olduğunu
isbatlamasına ve onun naklettiği akidesine olucakmıdır? Veya Aliyyu'l Kari'nin
Fıkhu'l Ekber Ģerhinde Ebu Hanife'den naklettikleri sahih akideye olacakmıdır? )
Birinci yorumun doğruluğu; Ġmam Nevevi rahimuhullah diyorki; Bil ki,ilim
ehlinin ,sıfatlarla ilgili ayet ve hadisler konusunda iki görüĢü vardır.
Birincisi Selefin büyük bir çoğunluğunun veya tamamının görüĢüdür.Onlar,bu
sıfatların manası hakkında konuĢmazlar.Aksine Ģöyle derler ;Bize gereken ,bunlara
inanmak ve iman etmektir.Bu sıfatların ,Allah teala'nın celal ve azametine layık
manası vardır.Bununla birlikte bizler kesin bir Ģekilde inanırız ki,Allah teala'nın
benzeri hiç bir Ģey yoktur..O tecessüm (cisim özellikleri taĢımaktan),(bir mekandan
diğerine) intikalden ,bir yönde bulunmaktan ,mekan iĢgal etmekten ve mahlukatın
diğer sıfatlarından münezehtir.Bu,Kelamcılar'dan bir gurubunda
mezhebidir.Kelamcılar'ın muhakkiklerinden bir cemaatta da bu görüĢü seçmiĢtir.En
sağlıklı görüĢde budur.
Ġkinci görüĢ ise Kelamcıların büyük çoğunluğuna aittir.Buna göre bu türlü ayet ve
hadisler ,yerine göre ve layıkı veçhi ile tevil edilir.Bunların tevili ancak Arap
dilini,usul ve fürua ait kaideleri hakkıyla bilen ehil ve ilimde temrin sahibi
kimselere caizdir...(en-Nevevi,''el-Minhac'',III,19)
ġÜPHECĠ;Ġmam Malik'in ''Ġstiva bir bilinmez değildir'' sözü;Yani dilde anlamı
bilinmez değildir.Çünkü anlamı yükseklik ve istikrardır.(YerleĢme,karar kılma)
demekdir.
CEVAP;Herkes bilmelidir ki, ―istivayı‖ inkâr eden kâfir olur. Çünkü bu husus
Kur‘an‘da sabittir.Nasıllığı ise bilinemez .Halbuki Ģüphecilerin ''Allah'ın arĢı
üzerine istikrar (yerleĢme) olduğunun nispet edilmesi hakkında hiçbir delil
bulunmamaktadır..Buna itikat etmek caiz değildir.Ġstiva keyfiyetsizdir.Ehli
sünnetin görüĢ gayet nettir;
Ġbni RüĢd, ġerh el-Utbiyye'de diyor ki:"Ġmam Malik rahimehullahü teâlânın duruĢu
Ģudur: (ArĢ, Allahü teâlâ'nın istikrar yeri değildir.)" (bkz. Fethul Bârî, 1959
baskısı, 7:124, 3592).
Ġmam-ı Azam Ebu Hanife el-Vasıyye'de Ģöyle der-"Allahü teâlâ, kendisi için
ihtiyaç ve (ArĢ'ın üzerine) istikrar (yerleĢme) söz konusu olmaksızın ArĢ'ı istiva
etmiĢtir. O, ArĢ'ı da, ArĢ'tan baĢkasını (diğer yarattıklarını) da korumaktadır. Eğer
(Allahü teâlâ ArĢ'a ve bir yerde yerleĢmeye) muhtaç olsaydı, tıpkı mahluklar gibi
alemi yoktan var etmeye ve idareye muktedir olmazdı. (Bir mekânda) oturmaya ve
karar kılmaya muhtaç olsaydı, ArĢ'ın yaratılmasından önce Allahü teâlâ nerede idi?
Yüce Allah bundan (bir yere yerleĢmek ve orayı mekân tutmaktan) münezzehtir" -
(Bkz. el-Vasıyye, 73. Çev: E.Sifil Bkz.Ġslam ve
Modern Çağ, Kayıhan Yayınları, Ġstanbul, 2004; c.1, s.74-81ÇağdaĢ Dünyada
Ġslami DuruĢ, 168 vd)
Ġbni Hacer Askalani'de Fethu'l Bari'nin çeĢitli yerlerinde diyor ki;-''ArĢ‘a istivâ,
Allah‘ın arĢa istikrar etmesi mânâsında değildir.--Allah zâtıyla arĢtadır, itikâdı
yanlıĢtır.--Mânânın Allah‘ın ilmine havale edilmesi evla olan metoddur.--Ġstivâ
müteĢâbihtir, mânâsı Allah‘a tafvid edilir.--Allah‘ın semâda oluĢu sözünün zâhiri
murad değildir. Zira Allah bir mekana girmek ve hülûl etmekten münezzeh
olduğundan bu sözden zâhiri (ilk akla gelen mânâsı) kasdedilmemiĢtir, deriz''-
Hüccetü'l-Ġslam Ġmam-ı Gazzalî rahimehullahü teâlâ Ġlcâm-ül avâm an ilm-il
kelâm'da buyuruyor ki:-''Bu konuda hak, doğru olan Allahü teâlânın ve Resûlünün
sallAllahü aleyhi ve sellemin buyurduklarıdır. Allahü teâlâ Tâhâ sûresi beĢinci
âyet-i kerîmesinde meâlen, (Rahmân ArĢ üzerine istivâ etdi) buyurmuĢ ve doğru
söylemiĢdir.Kat‘î olarak bilinmelidir ki, istivâ, cisme mahsûs olan oturma ve karâr
kılma değildir. istivâ kelimesi ile Allahü teâlânn murâdının ne olduğunu bilmeyiz
ve bilmekle de mükellef değiliz. Allahü teâlâ, En‘âm sûresi, onsekizinci âyet-i
kerîmesinde meâlen, (O kullarının fevkinde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir)
buyurmuĢdur. Bu da doğrudur. Burada mekân olarak fevkiyyet, üstde olmak
muhâldir. Çünki, O mekândan önce vardı, Ģimdi de dahâ önce olduğu gibi vardır.
Fevk ile ne murâd etdiğini biz bilmeyiz. Ey suâl soran, bu ma‘nâyı bilmek senin de
bizim de üzerimize lâzım değildir.''-
Ġmam Mâlik de Allah Teala‘nın varlığı için Ģüpheciler tarafından zikredilen
hususların söz konusu edilemeyeceğini belirtir ve ―Sınır tayinine gitmeksizin ve
teĢbihe düĢmeksizin‖ diyerek zaten genel ilkeyi çizmiĢtir..(Ebû Bekr b. el-Arabî
Ahkâmu‘l-Kur‘ân, IV, 1740.E.Sifil)
―Ġstiva‖ kelimesinin diğer manalarından bazıları Ģöyledir:
1-Düz olmak ve kuvvetlenmek.
Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu:
ػي سق فبسح
(El-Fetih /29).
Anlamı: ―Gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaĢmıĢ.‖ (Ebu Hayyen-tefsiri,
Beyzavi- tefsiri, Ġmam Nesefi- tefsiri ve Ġmam Kurtubi- tefsiri )
2-OlgunlaĢmak.
Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu:
اسح ب بيغ أضذ ى
(el-Kasas /14)
Anlamı: ‖ Musa yiğitlik çağına erip olgunlaĢınca.‖ (Ġmam Tabari, Ġbni Kesir, el-
Ferra‘, Muhtarus Sihah, Lisanul Arap)
3-PiĢmek: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir.‖
4-Kastetmek: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir‖ ve Ġbni Manzur Lisanul Arap.‖
5-EĢit olmak: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir.
6-Yükselmek: Ġbni Manzur ―Lisanul Arap.‖
7-Kast etmek: El, Feyyümi- el-Mısbah el-Münir, Ġbni Manzur Lisanul Arap‖ ve
―Muhtar es-Sıhah‖
8-Kahretmek: El- Feyyumi ―el-Mısbah el-Münir.
9-Temellük, yani mülkiyetine almak. Hafız Zebidi ― Tac el-Arus‖
10-Murada ermek: Hafız Zebidi ― Tac el-Arus‖,Ġbni Manzur Lisanul Arap‖ ve
―Muhtar es-Sıhah‖
11-Bitirmek ve son vermek:Ġbn Hazm ‗‘ed-Durre‘‘ sh.233
12-Ġstilâ:
A-Ehli Seleften olan Ġbnil Mübarek ―Garibul Kur‘an‖,
B-Ġmam Ez-Zaccac ‖Meanil Kur‘an‖,
C-Hanefi olan Ġmam Maturidi ―Te‘vilat Ehli Sünne‖
E-Müfessir Maverdi ―En-Nuket vel Uyun‖
F-Ġmam Suyuti ‖El-Kenzul Medfun‖
Burada ―Ġsteva‖, ―Ġstila etti‖ manasında da kullanılabilir. Yukarıda beĢ zâtın isim
ve kitaplarını yazdık. Kontrol etmenizi tavsiye ediyorum. Hocalarınıza sorar adı
geçen zatların kim olduğunu öğrenebilirsiniz. Daha fazla istiyorsanız Ģu anda bizde
birçok zatın kitabı var ve hepsi ―Ġstiva‖ sözcüğünü, ―istila‖ veya ―hükmetme‖
anlamlarıyla açıklamıĢlardır. Bunlardan bazıları Ģunlardır:
1-Ehli Seleften olan Ġbnil Mübarek ―Garibul Kur‘an‖ adlı kitabında bu ayet
hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ demiĢtir.
2-Hanefi Ġmam Cassas ―Ehkamul Kur‘an‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva,
yani Ġstila etti‖ dedi.
3-ġafii Ġmam el-Cuveyni ―el-ĠrĢad‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva, yani
hükmetti‖ dedi.
4-Ġmam Ragib el-Ġsfahani ―el-Mufradet‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva,
yani Ġstila etti‖ dedi.
5-Hanefi Ġmam Nesefi ―Tebsiratul Edilleh‖ adlı kitabında bu ayet hakkında ―isteva,
yani Ġstila etti‖ dedi.
6-Ġmam Fahrur Razi ―Tefsir‖inde bu ayet hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.
7-Hanbelî Ġmam Seyfuddin el-Emidi ―Ebkerul Efkar‖ adlı kitabında bu ayet
hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.
8-Ġmam Suyuti‘nin hocalarından imam Muhammed el-Kâfici ―Et-Teysir‖ adlı
kitabında bu ayet hakkında ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.
9-Ġmam Kastalani ―ĠrĢadus Seri ġerh Sahih Buhari‖ adlı kitabında bu ayet hakkında
―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.
10-Ġmam Beyzavi‘nin ―Tefsir‖inde bu ayet hakkında ‖isteva, yani Ġstila etti‖
demiĢtir.
11-Ġmam Ġz b.Abdusselam el-Ġman,s.233-247 ―isteva, yani Ġstila etti‖ dedi.
Umarım ki, aklıselim sahibi olan her kimse yukarıda geçen zatların görüĢlerini
okursa bizim yazdıklarımıza inanır. Yine de bu kadar delili yeterli görmüyorsanız
daha fazlasını da yazabiliriz. Peki hangi ayette ve hangi sahih haberde Allah'ın
''zatıyla'' istiva ettiği,''oturduğu'' ya da hasımları gibi '' her yerde'' olduğu
söyleniyor? Zahiri anlamlarından böyle bir Ģey çıkarıp acaba kendi çıkarlarına
uygun olanı tevil ederken ,diğerini tevil etmeden hudusa delalet eden zahiri lafızları
almaları hangi aklı evvilin iĢi?Bu hatalarıyla beraber Allah'u tealayı hadislere
(sonradan var olanlara)benzetmekten tenzih edenleri Cehmiyelikle, Muattıla
olmakla lakaplandırıyorlar.Sorarız onlara Ģu risaleyedeki ismi geçen imamlardan
hangisi muattıla?ya da hangisi zatıyla bütün mekanlarda ,heryerdedir diyor?
Ġnsanlara akılları hibe edeni (Allah c.c) layık olmayan Ģeylerden tenzih ederiz.
"O'dur ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra ArĢ'a istiva etti. Yere gireni,
ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilir. Nerede olsanız O sizinle beraberdir..."
(57/el-Hadîd, 4)
Zira bu ayette Allah Teala'nın ArĢ'ı istivası ile "maiyyet" (kullarla birliktelik) bir
arada zikredilmiĢtir. Ġstivanın mekansal bir karar kılma ve yerleĢme manasına
gelmediğinin kesin bir delilidir. Neden Ģüpheciler tarafindan buradaki "maiyyet"i,
"ilmi ile kulların yanında olmak, onların her yaptığını görmek, iĢitmek, bilmek..."
diye tevil etmek doğru ve gereklidir de, "istiva"yı "hükümranlığı altına almak" vb.
bir Ģekilde tevil etmek yanlıĢtır? ġüphecilerin peĢinden gidenlerin bu soruları iyice
düĢünmeleri gerekir.ĠĢte bunda ibret alacak herkese bir ibret vardır.
Oysa "De ki: "Göklerde ve yerde olanlar kimindir?" De ki: "Allah'ındır" (6/el-
En'âm, 12) ve "Göklerde ve yerde bulunan herkes Rahman'a kul olarak gelecektir"
(19/Meryem, 93) ayetleri, mekânın ve barındırdığı her Ģeyin; "Gecede ve gündüzde
barınan her Ģey O'nundur" (6/el-En'âm, 13) ayeti de zamanın barındırdığı her Ģeyin
Allah Teala'nın mülkü olduğunu açık biçimde ifade etmektedir.
ġÜPHECĠ;el-Ġstivâ kelimesi, ‗alâ ‗edatıyla kayıtlı olarak geldiği zaman Arab
lügatında bunun anlamı, bir Ģeyin üzerine yükselmek ve yerleĢmek demektir.O'nu
yükselmesi zatında ve mekanında yükseklik ve üstünlüktür.… Bu Ayeti celilelerde
zikri geçen istiva kelimesinin anlamı ise; yerleĢme… Kurulma… Ve… Oturma
demektir… Kelimenin bu anlama geldiğine delalet eden delillerinden bir kaçı ise
Ģunlardır. غط اى بء أقيؼ ب س بءك قو ب أسض ابيؼ ت ػي اىجد اسح ش األ قض اء
اىظبى قو بؼذا ىيق ― Ve denildi ki: Ey yer, suyunu yut ve ey gök suyunu tut. Su
azaldı ve iĢ bitirildi. Gemi de Cudi‘ye oturdu. Haksızlık yapan kavim yok olsun. ―
(Hud: 44.)Bu Ayeti celile de geminin cudi dağı üzerine oturduğundan
bahsedilmektedir… Yani istiva‘nın oturma, yerleĢme manasında olduğu
anlatılıyor.Rabbimiz yine bir Ayeti celilesinde Ģöyle buyurur: ب اج مي اىز خيق األص األ اىفيل جؼو ىن ا ػي ظس ىحسح ب جشمب ؼب ―......― O‘ki bütün çiftleri yarattı ve
size bineceğiniz gemiler ve hayvanlar var etti. Ki,onların sırtlarına kurulasınız –
oturasınız – ―(Zuhruf): 12 – 13.)Bu Ayeti celileden de anlaĢıdığı gibi istiva, oturma,
kurulma anlamına gelmektedir… Mu‘minun suresinde de Rabbimiz Ģöyle
buyurur:ؼل ػي اىفيل ث أث Sen ve yanında bulunanlar gemiye ―… فإرا اسح
yerleĢtiğiniz zaman… ―Mu'minun( 28)Bu Ayeti celileden de istiva,
yerleĢme(istikrar) anlamında kullanılmıĢtır.
CEVAP;Delil olarak sunmuĢ olduğu üç ayette geçen ―istivâ ‖ sözcüğünün manası
doğru ama dikkat ederseniz bu manalar ı yarat ıkları için kullanı lmıĢ tı r. Her
kim Allah'ın istivâsını yaratıkların istivâsına benzetirse MüĢebbihe olur.Her kim de
Allah'ın istivâsının benzeri hiçbir Ģey yoktur derse o muvahhiddir .Çünkü bu üç
ayetin hepsi bir mekanda yükselme,mekan tutma ve bir yere değme gibi
özellikleriyle yaratı lm ıĢ birer istivâdı rlar. O halde bu ayetler ne için delil olabilir?
Allah'u tealâ( haĢa) bir mekanda yükselme,mekan tutma ve bir yere değme
anlamında istivâ ettmekten münezzehtir.Bir diğer hususta Kur'an'da istivâ'nın alâ
takısı ile sadece yukarıdaki anlamlarda gelmediğidir.Delili ise Allâh-u Teâlâ'nın Ģu
buyruğudur. ػي سق ''burada ''küvvetlenmek'' ''düz olmak (Fetih/29) فبسح
anlamında kullanılmıĢtır.Bu ayette Allah'u tealanın istivâsına delil olamaz..
Ayrıca arap dili uzmanı Râg ıp el-Ġsfahânî, de"istiva" kelimesine: ''Müsâvî olmak;
kendi kendine itidal manası nı vermi Ģtir. Arapça olan bu kelime ''alâ'' takısı ile
"istilâ", "ilâ" tak ısı ile "nihayete erme" manas ında da kullanı lı r''.demiĢtir.(Ġslam
Ansiklopedisi Ar Ģ mad.)Dilin sahipleri olan Arapların kullanımını dikkate alanlar
ve kelâm kitaplarında da geçen cahiliye Ģaiiri Ahtel'in "Kad istevâ biĢrun ale'l ırâki
min ğayri seyfin ve mihrâkî" ―BiĢr Irak‘ı kılıç kullanmaksızın ve kan akıtmaksızın
istiva etti‖ beytini Ģâhid getirerek bu Ģiirde ―istiva‖nın (''alâ'' takısı ile)
―isitila‖(hükmetmek) anlamında kullanıldığına dikkat çekerler. Ayeti (Hadid/4) bu
Ģekilde yorumlamanın te‘vil değil hakiki anlamlarından tenzihe uygun anlamı
tercih etmek olduğunu ileri sürmüĢlerdir..
Ondan sonra ayette ―ArĢ ‘ı n üzerinde‖ ifadesi geçmemektedir.Çünkü ػي ―Ale‖
kelimesi illa ki, ―mekân‖ manası nda olmaz ve kullanı lmaz. ―Ala‖ sözcüğünün
ba Ģka manalar ı da vard ır.Allâh-u Teâla Ģö yle buyurdu: سب Bakara) أىئل ػي ذ
/5) Anlamı : ‖ĠĢte onlar Rablerinden gelen hidayet üzeredirler.‖Bu ayette geçen ػي
mekânla mı tefsir edilir?Yine Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: صبش ػي س ى ب إر قيح احذ Anlam : ‖Ey Musa! Bir tek yemekle yetinmeyiz.‖ĠĢte bu(Bakarah /61)طؼب
ayette de ػي kelimesi geçti ama ―mekân‖ manas ında değildir.Çünkü onlar yemek
üzerine oturmayacaklard ır.Yine Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: ب ال ػي هللا جقى أ
Anlam ı: ‖Yoksa Allâh hakkı nda bilmediğiniz Ģeyleri mi(Bakara / 80)جؼي
söylüyorsunuz?‖Burada da ػي kelimesi geçiyor. HâĢ â ―mekân‖ olarak tefsir
ederseniz ―Allâh‘ ın üzerinde‖ olur.Demek ki, ػي kelimesi her zaman ―mekân‖
olarak aç ıklanmaz.
Ġmam Razi ―Tefsir‖inde Ģöyle buyuruyor: ―MüĢebbihe, Allâh‘ın ArĢ'ın üzerine
oturmuĢ olduğunu söyleyip, bu ayet(ler)i delil getirmiĢlerdir. Bu, hem aklen, hem
naklen birkaç bakımdan bâtıl ve yanlıĢtır:
1)Hak Teâlâ, ArĢ ve mekân yok iken de vardı. O, mahlûkatı yarattığında bir
mekânda olmaya ihtiyaç duymamıĢtı. Aksine O, mekândan münezzehtir ve hep
böyle olmakla (ezeli ve ebedi olarak) muttasıf olmuĢtur. Ancak, batıl bir iddiada ve
zanda bulunan kimse, ArĢ'ın hep Allah'la birlikte olduğunu zannetmiĢtir.
2)ArĢ üzerinde oturanın bir cüzünün (parçasının), ArĢ'ın sol tarafında olan
parçasının aksine, ArĢ‘ın sağ tarafında olmuĢ olması gerekir. O zaman oturan kimse
bizzat, te'lif ve terkib edilmiĢ (parçalardan meydana getirilmiĢ) bir varlık olur.
Böyle olan her varlık ise, bir te'lif ve terkib edene muhtaç olur. Bu ise, Allah
hakkında imkânsızdır.
3)ArĢ üzerinde oturan, bir yerden bir yere hareket edip geçmeye ya muktedirdir ya
da onun için böyle bir Ģey mümkün değildir. Eğer birinci ihtimal söz konusu ise, o
zaman, o hareket ve sükûnun mahalli haline gelmiĢ olur ve zorunlu olarak, muhdes
(Sonradan var olan) bir varlık olur. Eğer ikinci ihtimal söz konusu ise, o zaman, o
bağlanmıĢ bir varlık gibi olur, hatta kötürüm birisi gibidir. Hatta bundan da
kötüdür. Çünkü kötürüm olan bir kimse, baĢını ve göz bebeklerini hareket ettirmek
istediğinde, bu onun için mümkündür. Fakat bu, müĢebbihe‘nin ma'bûdu için
mümkün değildir.
4)MüĢebbihe'nin ma'bûdu, ya her mekânda vardır, ya da bir mekândadır. Eğer o her
mekânda ise, o zaman onlar o ma'bûdun, pislik ve necaset mekânlarında da
bulunduğunu kabul etmeleri gerekir ki, hiçbir akıllı bunu söylemez. Eğer o, bütün
mekânlarda değil de bir mekânda bulunuyorsa, o zaman, o kendisini bu mekâna
yerleĢtirmiĢ olan bir varlığa muhtaç olmuĢ olur ve böylece de muhtaç bir varlık
olur. Bu ise Allah hakkında imkânsızdır.
5)Allâh'ın, "O (Allah'ın) benzeri gibisi yok"(eĢ-ġûrâ / 11) ayeti, O'nun için hiçbir
yönden benzerlik ve eĢitliğin olmadığı manasını ifade eder. Binaenaleyh eğer
Allah-u Teâlâ oturuyor olsaydı, oturma bakımından ona benzeyen baĢkasının da
olması gerekirdi. Diğer hususlar da böyledir. O zaman da, ayetin manası
kaybolurdu.
6)Allâh-u Teâlâ, بة ئز ث ق و ػشش سبل ف ح buyurmuĢtur "O gün Rabbinin
ArĢ‘ını, üstlerinde bulunan sekiz melek taĢıyacaktır" (el-Hakkah /17). Melekler
ArĢ‘ı taĢıdıklarında, ArĢ‘da ma'budların oturduğu mekân olunca, bu durumda,
meleklerin, müĢebihenin ma'budunu da taĢımıĢ olmaları gerekir. Bu da imkânsızdır.
7)ġayet bir mekânda karar kılan bir varlığın ilah olması caiz (mümkün) olsaydı,
güneĢ ve ayın da birer ilah olmadığı nasıl bilinebilecekti? Çünkü bizim güneĢ ve
ayın ilah olmadıklarını ortaya koyarken izlediğimiz (akli) yol, onların hareket ve
sükûn ile muttasıf oldukları, böyle olan varlığın ise muhdes olup, bir ilah
olmadıkları Ģeklindeki metodudur. Siz bu yolu iptal edince, güneĢin ve ayın
hanlığını tenkid kapısı, sizin için kapanmıĢ olur.
8)Ümmet-i Muhammed, Allâh‘ın "De ki, "O, Allah birdir" (el-Ġhlâs 1.) ayetinin
müteĢâbih ayetlerden değil de muhkem ayetlerden olduğu hususunda icmâ etmiĢtir.
Binaenaleyh eğer Allâh, bir mekânda olsaydı, o zaman O'nun sağ tarafındaki
izleyen Ģeylere bitiĢik tarafı, sol tarafındaki Ģeylere bitiĢik tarafından baĢka olurdu.
O zaman da o, mürekkeb (parçalardan meydana gelmiĢ) ve kısımlara bölünebilecek
bir varlık olmuĢ olurdu ve gerçekte "Tek" olmamıĢ olurdu. O zaman da, "De ki: "O,
Allah tektir" (el-Ġhlâs/1.) ayeti, yanlıĢ olmuĢ olurdu. (HâĢâ)
9)Ayette geçen ―isteva‖ bunu istikrar manasına hamletmek imkânsızdır. "Ġstila"
manasına hamletmek gerekir.
10)Bu, mutlaka te'vile yönelmek gerektiği hususunda kesin bir delildir. Bu da
Ģudur: Aklın delaleti, buna, Ġstikrar manasını vermenin imkânsızlığını gösterip;
"istiva" lafzının zahiri de "istikrar" manasına delâlet edince; bizim ya iki delilden
her biri ile amel etmemiz yahut ikisini birden terk etmemiz, ya da nakli olanı, akli
olana tercih etmemiz yahut da aklı tercih edip, nakli te'vil etmemiz gerekir.
Birincisi batıldır. Aksi halde o zaman, bir Ģeyin hem mekândan münezzeh olması,
hem de mekânda bulunması gerekir. Bu ise imkânsızdır. Ġkincisi de imkânsızdır.
Çünkü bu, iki zıddı birlikte yok saymayı gerektirir ki, bu da yanlıĢtır. Üçüncüsü de
batıldır. Çünkü akıl, naklin esasıdır. Zira yaratıcının varlığı, ilmi, kudreti ve
peygamber gönderiĢi akli delillerle sabit olmadıkça, nakille de sabit olmaz.
Dolayısıyla aklı tenkit etmek, hem aklın, onunla birlikte hem naklin tenkidini
gerektirir. Binaenaleyh geriye ancak, aklın doğru olduğuna kesin olarak
hükmetmemiz, naklin de tevili ile meĢgul olmamız kalır. Bu, maksadı elde etme
hususunda kâfi bir delildir. Bu sabit olunca diyoruz ki: Âlimlerden bazıları
buradaki "istiva‖dan muradın "Ġstilâ" manası olduğunu söylemiĢlerdir. Nitekim Ģair
de Ģöyle demiĢtir:"BiĢr, kılıç kullanmadan ve kan da akıtmadan, Irak'ı istiva (istilâ)
etmiĢtir.'' (Kur'an ayetleri tefsirinde cahiliye Ģiirinin önemini bu iĢe yabancı
olmayanlar iyi bilirler.)
ĠĢte sana Selef‘in tercümanı ve müfessirlerin imamı Ebû Ca'fer Ġbnü Cerîr Et-
Taberî'nin "ArĢın üzerinde istivâ etmek" hakkındaki görüĢü:
ArĢ‘ın üzerinde istivâ etmek meselesinde Selefî olduğunu iddia eden ama
haddizatnda Halef‘in geri zekalları olan kimseler, bir de cihet ve mekan hususunda
Allah Teâlâ'ya cihet ve mekan ta‘yîn eden görüĢlere tutunurlar. Ben zannetmem ki
insaflı bir kimse Ebû Ca'fer Ġbnü Cerîr et-Taberî radyallâhu anhü hazretlerinin
Selefî olduğunu münakaĢa mevzuu etsinler.Ġbnü Cerîr, bu Bakara suresinde
geçmekte olan ‖Sonra Semâ‘ya istivâ etti…‖ ayetinin tefsirinde Ģöyle dedi:
- "Ġstivâ" Arab kelâmında bir çok manaya gelir.(Onlardan ilk üçünü saydiktan
sonra ) (Dördüncüsü): Ġstivâ kelimesinin manalarından bir tanesi de ; "Uluvv"/=ػي
ve ;اسجفبع=/"Ġrtifa'‖/‖yüksekte olmak, yücelmek ve yükselmek‖ demektir. Bir
insanın ; ػي سشش فل falancı divanının üzerine çıktı‖ denilir.Bu ayeti‖/ =إسح
celîleye bu manaların hangisi daha çok yakıĢıyor?. Yani bunların en evlâsı, ; اسح ث ا بء فس اسجفغ; ayeti celilesindeki Ġstivâ =إى اىس üzerine çktı ve‖/=ػي ػي
yükseldi, kudretiyle onları tedbir etti; yani ―onlar yedi kat sema olarak yarattı‖
demektir. Arab kelamnda,; بء إى اىس اسح ‖ayeti celîlesindeki istivâ'nın "Uluvv =ث
ve ―irtifa'" olduğunun anlaĢılacağını inkar eden kimselere ĢaĢılır, "Allah Teâla
semanın üzerine yükseldi‖ demek, ―önceden altndaydı da sonra üstüne yükseldi‖
manasna gelebileceği endiĢesiyle böyle bir yanılmadan kaçınmak için, buradaki
istivâ'nn Ġrtifa'/yükselme manasında olduğundan kaçınan kimselere ĢaĢılır. Bu
kimse Ģu mahzurdan kaçar ama onu bilinmeyen ve hoĢ olmayan bir Ģekilde te‘vîll
eder. Sonra da bu kaçtığı Ģeye/mahzûra kendisi tutulur. Ona, sen, "istevâ"
akbele/ikbâl etti demektir. Allah Teâla, daha önce "Ġdbâr" mı etmiĢti?. Yani,
önceden semaya arkasını mı dönmüĢtü de Ģimdi önünü döndü, ona yöneldi; bunu
mu iddia ediyorsun? denilir.Eğer iddia ederse ki, ―bu Ġkbâl, fiili bir Ġkbâl
değildir.Fakat bu tedbiriyle yöneldi manasında bir ikbaldir‖ derse, ona Ģöyle
denilir: Aynı Ģekilde de ki, ―O‘nun yükselmesi mülk ve sultan yükselmesidir. Bir
yerden bir yere intikal ve bir yerden ayrılma yükselmesi değildir,manevi bir
yükselmedir.‖ O bu hususta ne Ģey söylerse, onun gibi bir Ģeyle ilzam edilir…‖-
[Tefsîr-i Taberî:1/428 (Mektebetü ibni Teymiyye -Kâhire) ]
Görüyorsun ki, Ġbnü Cerîr "ArĢın üzerine istivâ"yı orada oturmak ve yerleĢmek
manasında tefsir etmedi; aksine onun ―mülkiyet ve sultanlık‖/‖hükümrânlık
manasında bir yükselmek,‖ ―mâlik olmak hükümranlık altına almak manasında bir
yükselmek‖ demek olduğunu anlattı. Allah teâla hakkındaki ;هع=/"uluvv" ve
"yüksekte olma"yı Kur'ân'da nerede zikredildiyse, hep aynı Ģekilde (ma‘nevî bir
yükseklik olarak) tefsir etmiĢtir.
Evet, Ġbnü Cerîr et-Taberî‘nin de ifâde ettiği gibi ―istivâ‖ kelimesinin birçok
ma‘nâları vardır. Ona, kat‘î nasslar istikâmetinde -Selefîliği munâkaĢa
kaldırmayacak Ġbnü Cerîr‘in de dediği gibi- ―maddî‖ değil de ―ma‘nevî /üstünde
olmak‖ ma‘nâsı vermek yerine ―maddî‖ olarak ―yer tuttu‖, ―yerleĢti‖ ve ―oturdu‖
manasını yamalamak bâtıl bir te‘vîlden baĢka bir Ģey değildir.(Guraba dergisi) Bâtıl
Te‘vîl‘i, ne Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem, ne Selef ve ne de Halef câiz görmemiĢ
ve yapmamıĢlardır. Hakk Te‘vîl‘e gelince… Evet, Selef‘in bir kısmı ve Halef‘in
çoğu Bâtıl olmayan Te‘vîl‘i câiz görmüĢler ve yapmıĢlardır...
Ġmamü'l Haremeyn Ebu‘l-Meâlî Cüveyni rahimehullah haberi sıfatların te‘vili için
(Halef gibi) ileri sürdüğü temel gerekçe, bu sıfatların (zahiri anlamları) hudûs
alâmetleri taĢımalarıdır. Bu gerekçeyi Lumau‘l-Edille adlı eserinde Ģöyle özetler:
―Allah Teâlâ, sonradan olmaya/hudûsa ve eksiklik alametine delalet eden her
Ģeyden münezzehtir… Bu sebeple Rabb, yönler ile nitelenmekten, bir Ģeyin
karĢısında, hizasında bulunmaktan yücedir. Bölgeler O‘nu kuĢatamaz, kenarlar
O‘nu saramaz, sınır ve miktarı kabulden uzak/yücedir. Bunun delili Ģudur: Ġçini
doldurduğu bir yön niteliği taĢıyan her Ģey mütehayyiz/yer kaplayandır. Her
mütehayyiz, cevherlerle bir arada bulunma ve onlardan ayrılmaya kâbildir.
BirleĢme ve ayrılmayı kabul eden her Ģey, onlardan ayrılamaz. Ve onlardan
ayrılamayan her Ģey, cevherler gibi sonradan olma/hâdistir.‖(Lumau‘l-Edille,
s.107-108)Nitekim o, te‘vil için geniĢ bir alan bulunması durumunda âyetlerin
hudûs anlamı içerecek Ģekilde değerlendirilmesinin anlamsız, hatta bu tavrın
akılsızca bir iĢ olduğunu belirtir.(el-ĠrĢâd, s.150) Âyetleri hudûsa delâlet edecek
Ģekilde anlamanın izin verilebilecek bir husus olmadığını belirten Cüveynî böyle
yapanlar için ―Biz onlardan değiliz, onlar da bizden değil‖ der(eĢ-ġâmil, I,
316)Hatta, apaçık bir küfre en yakın olanların bunlar olduğunu söyler.(eĢ-ġâmil I,
321) Bu sözü, Allah için ―intikal/yer değiĢtirme‖yi kabul edenler için söyler ki,
genel ilke açısından bu, hudûsa delalet eden bütün ifadeler için de
geçerlidir.Cüveynî, bu durumlarda te‘vilden kaçınmanın doğurabileceği bazı kötü
sonuçları da Ģöyle zikreder: ―Ġtikadda meydana gelebilecek bir takım mahzurlardan
sakınmak amacıyla te‘vilden uzak durmak, kafa karıĢıklığına, zihin bulanıklığına
yol açar, halkı yanlıĢlara sevkeder, bir takım Ģüphelerin usûlü‘d-din‘e girmesine yol
açar ve Kur‘an‘dan bir kısım âyetlerin asılsız zanlara maruz kalmasına sebep
olur.‖(el-ĠrĢâd, s. 60)Ebu‘l-Meâlî‘nin haberi sıfatların te‘vilinde kullandığı
yöntemlere de maddeler halinde kısaca değinmek istiyoruz:
1.Te‘vilde en çok kullanılan yöntem Arap dilinin imkânlarından yararlanmaktır.
Eğer Arap dili haberi sıfat olarak görülen tabirlere hudûsa delalet etmeyen farklı
anlamlar yükleme imkânı tanıyorsa, bunlar kullanılır. Bunun için de Arapça-daki
yaygın kullanımlara ve Ģiirlere müracaat edilir. Örneğin, ―Rahman arĢa istivâ etti‖
(20:5) âyetindeki ―istivâ‖ tabiri, zâhirî olan ve hudûsa delâlet eden ―oturma‖
anlamına değil, Arap Ģiirinde örnekleri bulunan (istila)―hükmetme, galip olma,
üstün olma‖ anlamlarına hamledilir.(Lumau‘l-Edille, s.108; eĢ-ġâmil, I, 317) Zira
bu âyetin zâhirî anlamı, Allah‘ın bir mekanda bulunması, bir mahal ile temas
etmesi manalarını içermektedir ki, bunun kabul edilmesi ne akıl ne de tevhid
prensipleri çerçevesinde mümkündür.
2.Bazı durumlarda te‘vil, tek bir kelimenin değil, metnin tamamının sahip olduğu
anlam çeĢitliliğinden birinin tercih edilmesi ile gerçekleĢtirilir. Örneğin, ―Allah,
Âdem‘i kendi/onun suretinde yarattı‖(Bkz. Buharî, Sahih, Kitâbu‘l-Ġsti‘zân, Beyrut
1987, V, 2299, (hadis no: 5873) ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut 1999, XII,
275, (hadis no: 7323)hadisinde, ―kendi/onun‖ diye tercüme ettiğimiz ―hû‖
zamirinin, Allah yerine, Hz. Âdem‘e veya hadîsin sebeb-i vürûdunda yer alan
köleye döndürülmesi, Arap dili açısından mümkündür. Böylece bu imkânlardan
herhangi birinin kabul edilmesi, Allah Teâlâ‘ya sûret nisbet edilmesine engel
olmaktadır.(el-ĠrĢâd, s. 152-153; eĢ-ġâmil, I, 323)Aksi takdirde MüĢebbihe
fırkasının benimsediği gibi, Allah‘ın, insan yüzüne benzer bir yüzünün olduğunun
kabulü gerekir.
3.Arap dilinde yaygın bir kullanım alanına sahip bulunan hazf uygulaması, bazı
âyetlerin zâhiri Ģekilde yorumlanması için uygun zemin hazırlamaktadır. Örneğin
―Rabbin geldi…‖ (89:22) âyetinde kastedilen Rabbin emri, kazası ve hükmünün
gelmesidir. Zira Allah‘ın gelme, yer değiĢtirme vs. vasıflardan münezzeh olduğu
aklen bilindiği gibi, bu kullanımın hem Kur‘an‘da hem Arap edebiyatında örnekleri
çoktur. Mesela ―Allah ve Rasûlüne karĢı savaĢanların cezası…‖ (5:33) âyetinde
kastedilenin bizzat Allah olmayıp O‘nun dostları olduğu apaçıktır.(el-ĠrĢâd, s. 149-
150; eĢ-ġâmil, I, 313. Diğer bir örnek için bkz. eĢ-ġâmil, I,311)
4.Bazı yerlerde, haberi sıfatları içeren âyetlerin bağlamları, onların zâhirî olarak
anlaĢılmasına engel olmaktadır. Örneğin, ―Allah göklerin ve yerin nurudur…‖
(24:35) âyetinin son kısmında yer alan ―Allah insanlara iĢte böyle temsiller getirir‖
ifadesi, ―nur‖ kavramının anlaĢılmasında zâhirî anlama müracaat edilemeyeceğini
göstermektedir.(el-ĠrĢâd, s.148) Bu imkân, bağlamın yanı sıra Kur‘an‘ın tamamı
için de geçerlidir. Mesela, Allah Teâlâ hem yukarıda zikrettiğimiz âyette hem de
ġûrâ sure-sinde (42:52) nur kelimesi ile birlikte hidâyet kavramına değinmektedir
ki, bu da nur kelimesinden ne anlaĢılması gerektiğine bir karine teĢkil eder.(eĢ-
ġâmil, I,311) Cüveynî bununla Kur‘an‘ın kavramsal bütünlüğüne dikkat çekerek,
parçacı yaklaĢımın doğurabileceği sorunlara iĢaret etmektedir.
5.Haberî sıfatları zâhiri anlamlarında kabul eden HaĢviyye gibi fırkaların, bazı
âyetlerde mecburen te‘vile gitmeleri, bu yöntemin diğer âyetlerde de
kullanılabileceğine dair karĢı delil oluĢturmaktadır. Cüveynî, ―…Nerede olursanız
olun, O sizinle beraberdir…‖ (57:4) ve ―…Herhangi üç kiĢinin yaptığı gizli
konuĢma yok-tur ki, O (Allah) dördüncüleri olmasın. BeĢ kiĢinin yaptığı gizli
konuĢma yoktur ki, O altıncıları olmasın…‖ (58:7), âyetlerini hiçbir akıl sahibinin
zâhiri olarak Allah‘ın bir mekanda bulunması Ģeklinde anlayamayacağını
hatırlattıktan sonra, bu âyetleri ―gizlilikleri kuĢatma‖ Ģeklinde anlamaları
durumunda HaĢviyye‘nin te‘vile cevaz vermiĢ olacaklarını söyler.(el-ĠrĢâd, s.150)
Cüveynî burada, bazı âyetlerin zahirî anlaĢılmasının aklî imkansızlıktan önce,
taĢıdığı tecrübî imkansızlığı göstermiĢ olmaktadır.Burada hemen belirtmeliyiz ki,
Cüveynî‘nin te‘vil konusundaki muhatapları, bahsi geçen ibareleri zâhirlerine
yapıĢarak, hakiki anlamda kabul eden HaĢviyye ve Kerrâmiye gibi itikâdî
fırkalardır.Yoksa Ġmamü‘l-Harameyn, bu ibareleri te‘vil etmemekle birlikte,
keyfiyetinin bilinemeyeceğini söyleyen ve bunların hudûs alâmetleri olarak kabul
edilmesine cevaz vermeyen anlayıĢa itiraz etmediğini ifade etmektedir.(eĢ-ġâmil, I,
315-316) Bu bakımdan bunların dikkat etmeleri gereken husus, bu ibarelerin zâhirî
anlamlarından uzak durmaktır.(eĢ-ġâmil, I, 288)Diğer taraftan, Cüveynî‘nin,
kaleme aldığı son eser olan el-Akîdetü‘n-Nizâmiyye‘de haberî sıfatları te‘vil
etmekten (Selef gibi) uzak durma tavrını tercih ettiğini biliyoruz. Öncelikle
belirtmek gerekir ki bu risalede Cüveynî, te‘vile baĢvuranları da ―ehl-i hak‖ içinde
gördüğünü ifade etmektedir. Bu yolu tutanların, âyetlerin zâhirlerine inanmaktan
kaçındıklarını ve dil uzmanlarının ortaya koydukları açıklamalar mucibince hareket
ettiklerini belirtir.(el-Akîdetü‘n-Nizâmiyye, ĠFAV, s.32)Biz bu risalede te‘vili
yasaklayacak veya onu iptal edecek bir gerekçe ile karĢılaĢmıyoruz.(Kelam
araĢtırmaları 7:1Ocak 2009 EĢ'ariliğe yaptığı katkılar bakımından Ebu'l Meali el-
Cüveyni Dr.Murat MemiĢ s.108-109-110-111)
Ehl-i sünnetin iki itikâd imâmından birincisi Ġmam EĢ'arî rahimehullah, ArĢ ve
îstiva'yı beyan etme sadedinde Ehl-i sünnetin orta yolunu tutmuĢtur. Ġbni Asakir bu
mevzuda diyor ki: ―Yine Neccariye Ģu görüĢü benimsemiĢtir: «Allah'u Teâlâ cihet
ve hululsüz olarak her yerde vardır.» HaĢevilerden Mucessimeler ise Ģöyle diyorlar
: «Allah'u Teâlâ ArĢda yerleĢmiĢtir. ArĢ O'nun yeridir, O, ArĢın üzerinde
oturuyor.» Ġmam'ı EĢ'arî ise; her iki görüĢün arasında orta bir yol tutarak bu
mevzuda Ģöyle diyor: «Allah, Ezelde vardı. Fakat onun asla mekânı yoktu. ArĢ'ı ve
Kürsü'yü yarattı, bir mekâna muhtaç olmadı. O, yani Allah, mekânı yarattıkdan
sonra, mekânı yaratmazdan önceki hali gibi idi.».‖ (Ġbni Asakir: Teybin-u Kizbil-
Mufteri s.150 ve yine bak: El-EĢ'arî: Mekalât'ül-Ġsla-miyyin s.320)
Ġmam EĢ'ari Allah'ın bir mekanı olamayacağını söylemekle tanınan insanların en
meĢhurudur.O'ndan Ehl-i Sünnet inancını alan EĢ'ari mezhebinde olan talebeleri ve
alimleri ve onlardan alanlardan alan ve günümüze kadar gelen herkesin kuĢaktan
kuĢağa naklettiği akide iĢte budur.
Ve ikincisi Ġmam Mâturidî rahimehullah , EĢ'arî'nin bu görüĢünü benimsiyor ve
Kitab'üt-Tevhîd ismindeki eserinde Ģu satırları okuyoruz: «Sonra müslümanlar
mekân hakkında ihtilâf ettiler. Müslümanlardan bazıları Allah'u Teâlâ ArĢ'ın
üzerinde yerleĢmiĢtir, diye vasfetmiĢlerdir. Onların katında ArĢ, meleklere
yüklenmiĢ ve etrafı Meleklerle kuĢatılmıĢ bir tahtdan ibarettir. Bu iddialarım Ģu
âyetlerin zahirleri ile ispat etme dâvasındadırlar: «...O gün Rabbi'nin ArĢ'ını,
üstlerinde sekiz melek taĢır...» «Bir de Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile
teĢbih ederek ArĢ'ın etrafını kuĢatmıĢlardır.», «ArĢ'ı yüklenen melekler ve onun
etrafındakiler Rablerini hamd ile tesbîh ederler...»Allah'u Teâlâ'nm ArĢ üzerinde
karar kıldı diye iddiada bulunanlar «O Rahman, (Kudret ve hâkimiyeti ile) ArĢ'ı
istilâ etti.» âyet-i celîleyi delil olarak ileri sürüyorlar. Ve Allah daha önce ArĢ/ta
bulunmazken, sonradan orada karar kıldı diyorlar. Bu sözlerine de «... Sonra ArĢ'ı
istilâ etti.»âyeti celîleyi delil gösteriyorlar. Müslümanlardan bir kısmı da «Allah'u
Teâlâ her yerde bulunur, her yer onun mekânıdır» diyorlar ve delil olarak da
Allah'u Teâlâ'nın: «... Herhangi bir üç sırdaĢın, bir fısıltısı oluyor mu, mutlak O
(Allah) dördüncüleridir» âyeti kerîmesini öne sürüyorlar...ġeyh Ebû Mansur
Mâturîdî Ģöyle diyor: «Bütün bunların hepsi, eĢyanın Allah'a ve Allah'ın eĢyaya
izafe edilmesi O'nu, ancak yücelik vasfı ile. vasıflandırmayı ve O'na ta'zimi intaç
eder. Bu konuda asıl olan Ģudur ki, Gerçekten Allah-u Teâlâ, mekân yokken de
vardı. Bütün mekânların yok edilip kaldırılması caizdir ve Allah ise olduğu gibi
bakîdir. O daha Önce olduğu gibi, Ģimdi de varlığı aynıdır. Allah'u Teâlâ değiĢmek,
zeval bulmak, bulunduğu halden baĢka bir hale geçmek, aynı halinden yokluğa
dönüĢmekten beridir. O, bu gibi hallerden yücedir.Çünkü bu tür haller, hadis
olmanın alâmet ve iĢaretidir.»Bu konu hakkında bizce (Mâturîdîlerce) esas alman
husus Ģöyle ifade edilmektedir: Gerçekten Allah'u Teâlâ «...O'nun misli gibi (O'nun
benzeri) hiç bir Ģey yoktur.» buyuruyor. Allah bu beyanı ile kendi zatına
mahlûkatının benzediğini nefyediyor. Biz açık ve seçik olarak ifade etmiĢtik ki
Allah'u Teâlâ fiilinde ve sıfatında herhangi bir Ģeye benzemekten berî ve
münezzehtir . "Rahman'ın ArĢ'a istivâsını'' Kur'ân'da vârid olduğu gibi mânâ
vermek vaciptir ve aklen de böyle olduğu sabittir. Sonra onu (istivayı) bir Ģeyle
te'vil ederken kesinlik ifade etmeyiz.Çünkü zikrettiğimiz te'villerden herhangi
birine ihtimali olduğu kadar (henüz bize ulaĢmamıĢ, teĢbih Ģâibesi taĢımayan baĢka
bir manaya gelme) ihtimalide olabilir... Biz, Allahu Teâlâ o tabirle neyi murad
ettiyse ona inanırız ve yine böylece, Vahy ile sabit olan ru'yetullah vb. diğer
meselelerde de inancımız böyledir. Bu hususlarda teĢbihi nefyederek, hiç bir yorum
yapmadan murâd-ı ilâhi her ne ise ona iman gereklidir. (Mâturîdî:Kitab'ut
Tevhîd,Sh.67,68, 74)
ġu Ģüphecilere taaccüp etmemek elde değil!.Nasılda utanmadan Ġmam Maturidi ile
Ġmam Ebu Hanife'nin itikadı aynı değil (!) fitnesini yaymaya çalıĢıyorlar.Neden
itikatta Ebu Hanife'nin mezhebinde değilde Maturidisin? Neden itkatta iki farklı
mezhebiniz var? derler .Bak Ģu Ģüpheciye,bilmezmiki imanda, itikatta tek mezhep
vardır.O'da Ehl-i sünnet ve'l cemaattir (Fırka-i Naciye).
Ġmam-ı Matüridi ve Ġmam-ı EĢari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamıĢlar,Kelami
tartıĢmaların popiler olduğu ve zararda zirve yaptığı dönemde,Ġmam Maturudi bu
tartıĢmaların merkezine uzak bir coğrafyadan,Ġmam EĢ'ari ise tam içlerinden dini
savunmak ve bid'ata engel olmak için,Ehli sünnet itikadını Eshab-ı kiramın,
Tabiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür
yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamıĢlar, anlaĢılmasını
kolaylaĢtırmak için kısımlara bölmüĢler ve sistemleĢtirmiĢlerdir ve herkesin
anlayabileceği Ģekilde yaymıĢlardır. Bunlardan imam-ı EĢari, imam-ı ġafi
hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. Ġmam-ı Matüridi ise Ġmam-ı A‘zam
hazretlerinin talebe zincirindedir.Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam
meĢhur olmuĢ, yaĢadıkları zamanlarda itikatta doğru yoldan ayrılmıĢ sapıkların ve
yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmıĢ maddecilerin bozuk düĢüncelerine karĢı
Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip
etmiĢlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın
koyduğu usullere uyarak, Ehl-i sünnet itikadını nakletmiĢlerdir.
Ġmam EĢ'ari ve Ġmam Maturudi'ye tabi olmamız,Sahabe, tabiinin ve dört imamın
akidesini yansıttığı içindir.Dört imamın mezhebine bağlı olupta onların akidesini
almamak bizlere has değildir.Bu da yukarıda naklettiğimize göre selefin mezhebine
gizlenen HaĢviyye'den Mücessime ve MüĢebbihe'nin tavrıdr.(Bkz.Ġz b.
Abdusselâm, ―Mulhatü‘l-Ġ‘tikâd‖ -Daha ĢaĢırtıcısı Ġbni Teymiyye'de bunu itiraf
eder ''HaĢeviyyeler iki kısma ayırılır Bir kısmı haĢv,teĢbih,ve tecsimden
kaçınmaz.Diğer bir kısmı ise Selefin mezhebi arkasına gizlenmiĢlerdir.'' der
.Mecmüu'l Feteva 4/144 ) Ey okuyucu ! ġüphecilerin ''Selef'in ve Dört mezhep
imamın itikadını'' yansıtan eserlerine dikkat et .Ġçindeki çeliĢkileri iyice belle,hem
onların bu imamlara fıkhi konularda bile taklid etmekten nasıl hicap duyduklarını
hatırla ,nasıl olurda onları akaidde takip edecekler diye düĢün?
Tarih,EĢ'ari ile Maturudiye alimlerine kaydettiği mücadelenin zaferi gibi,herhangi
bir Mücessime, Kaderiyye veya Dehriyye (maddecilik) veya ehl-i kitaba mensup
olan (Hristiyan ve Yahudi) taifesine öyle bir zafer kaydetmemiĢtir.Her hangi bir
muhakkik alime mudakkik bir fakihe rastlarsan,illa kendisi ya EĢ'ari veya
Maturidir.ġüpheciler ise kitaplarında ''EĢ'ariyye ve Maturudiler Allahın isim ve
sıfatlarının tamamını ve bir kısmını inkar eden Muattıladandır'' derler.Mefahim adlı
eserden iktibasla cevap verelim,''EĢ‘ârî mezhebinin akaiddeki mevkii hakkındaki
cehaletlerinden dolayı onları Allah‘ın sıfatları ile alakalı görüĢlerinden dolayı
dinden çıkmıĢ sapkın fırkalardan biri olarak görenler vardır.EĢ‘ârî mezhebi
hakkında var olan bu cehalet, Ehli Sünnet‘in birliği ve beraberliğine zarar verici
boyutlara ulaĢmıĢtır.Anlamakta güçlük çekiyorum, nasıl oluyor da bazıları, hakiki
iman ehli olan ehl-i sünnet ile bazı sapkın grupları birbirine bu kadar
yaklaĢtırabiliyor, Mutezile ve Cehmiye gibi fırkaların ileri sürdükleri görüĢler ile
Ehli Sünnet‘in dediklerini birbiriyle aynı kabul edebiliyorlar. جش مبى سي أفجؼو اى
ف جحل م ب ىن ―Müslümanları mücrimler gibi mi kabul ediyorsunuz. Size ne
oluyor; nasıl hüküm veriyorsunuz.‖ (35–6)EĢ‘ârî‘ler, ilimleri ile dünyayı bir uçtan
bir uca doldurmuĢ olan Müslümanların hidayet imamlarıdır. Ġnsanlar onların ilim
fazilet ve dindarlıklarına Ģahittirler. Onlar Mutezile‘nin sapkınlıkları karĢısında
durmuĢ, Ehlisünnet‘in en faziletli üstadlarıdırlar''.(Mefahim)Değerli Alim el-
Maliki'nin bu sözlerinden sonra sorduğu sorunun bir değiĢiğini biz soralım Ġmam
EĢ'ari mezhebinden Ġzz b.Adusselam Ġbnu'l Cevzi,Ġmam Nevevi,Ġbni
Hacer Askalani, Ġmam Suyuti,Kurtubi, Bakillani, Fahru‘r-Razi, Ġbni Hacer
Heytemi, ġehrestani,Ġmam Subki,Îmam'ul-Harameyn Cüveyni,Hüccet'ül Ġslam
Ġmam Gazzali,Ebu Bekr Ġbni Arabi,Ġmam Rabbani vd. ile Maturudi mezhebinden
olan Peygamberimizin müjdesine(sahihtir) nail olmuĢ Fatih Sultan Mehmet baĢta
,Ġmam Kastallani, Sadru'l-Ġslam Pezdevî, Sâbûnî, Ömer en-Nesefî ,Ebû‘l-Mu‘în en-
Nesefî,Molla Aliyyul Kari,Ġbnu‘l-Humâm,Zebidi,Ġbni Abidin,Kevseri vd. büyük
âlim ve eĢsiz üstadlar, eğer Ehli sünnet değillerse, söyler misiniz o zaman kim Ehli
sünnet ? Oysa ''Malikilerin tamamı ,ġafiilerin dörtte üçü,Hanifilerin
üçte biri,Hanbelilerin bir kısmı,Bakıllani döneminden bu yana EĢari
mezhebindendir. Hanifilerin üçte ikisi, Maverünnehir diyarında , Türk illerinde
,Afganistan,Hindistan,Çin ve Uzakdoğuda Mutezileye kayanlar hariç, Maturudi
mezhebindendir... EĢariyye ,Mutezile ile HaĢviyye arasında orta yolu tutmuĢtur.Ne
Mutezile'nin yaptığı gibi nakilden, ne de HaĢviyye'nin yaptığı gibi
akıldan uzaklaĢmıĢtır...EĢ'ari'yle Maturidi dünyanın her tarafında Ehl-i Sünnetin
imamlarıdırlar.'' '(Muhammed Zâhid Kevseri-Mezheplerin doğuĢuna bir bakıĢ-
sh;44-46 -47)
Neden dua esnası nda eller yukarı kaldı rı l ır?
ġÜPHECĠ; Dua an ında ellerin yukar ıya doğru kaldırılması Allah'u teala'n ın
yüksekte,yukar ı cihette olmas ını n delilidir....
CEVAP; Molla Aliyyu'Kari Fı khul Ekber Ģerhinde derki;-''Bu düĢünce ise
reddedilmiĢtir. Çünkü gökyüzü duanın kıblesidir. Elleri göğe doğru kaldırmanın
manası çeĢitli nimetlere sebep olan rahmetin inme yeri olmasına binaendir. Eğer
durum onun dediği gibi olsaydı, duada yüzümüzü göğe doğru yöneltmek
gerekecekti... ..Nitekim Allah Teâlâ'nın Ģu kavli de buna iĢaret etmektedir:―Kulum
benden sana sorduğu zaman (de ki), ben ona yakınım. Dua ettiği zaman dua edenin
duasını kabul ederim.‖ (2/186.)―Ne tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü o taraftadır.‖
(2/115) ġeyh Ebû Man en-Nesefî, bu konuda diyor ki; araĢtırıcı âlimler; dua
halinde elleri göğe doğru kaldırmanın halis bir kulluk olduğunu
kararlaĢtırmıĢlardır. ġârih Allâme Sığnakî demiĢtir ki; bu söz rafızî, Yahudi,
Kerrâmiye ve bütün Mücessime taifesinin Allah Teâlâ'nın ArĢ üzerinde bulunduğu
noktasında dayandığı ve yapıĢtığı düĢünceye cevaptır.Bir kavle göre namaz
kılarken Kabe bedenlerin kıblesi olduğu gibi dua anında ArĢ da kalblerin kıblesi
olmuĢtur. Daha önce de geçtiği üzere bu düĢüncenin kabul edilmesine imkan
yoktur. Zira kul dua anında da kıbleye yönelmek, elleri göğe doğru kaldırmak ve
yüzünü göğe doğru kaldırmamakla emredilmiĢtir. Daha önce de belirttiğimiz gibi
gerçekten yöneliĢ ancak kalbten göklerin yaratıcısına karĢı olur. Evet, duada ellerin
göğe doğru kaldırılmasının sebebi gökler, rızık deposu olduğu içindir. Nitekim
Allah Teâlâ bu konuda söyle buyuruyor:―Sizin rızkınız
göklerdedir.‖(51/22.)Bununla beraber insan, maksadının hâsıl olacağı yöne
yönelmeğe meyletme alıĢkanlığına sahiptir. Meselâ; devlet baĢkanı gibi. Ordusuna
ve halkına rızık vaad ettiği zaman, devlet baĢkanının orada olmadığını kesinlikle
bilmemelerine rağmen bütün insanlar onun hazinesine doğru yönelirler.''-(F khu'l
Ekber ġerhi)
Yukarıda Ġmam Nevevi'den naklettiklerimizi hatırlayın! -''Ve Allâh-u Te‘âlâ‘ya dua
etmek isteyen ki Ģi göğe yönelir, t ıpkı namaz kı lacak olan ki Ģinin Kâbe‘ye yöneldiği
gibi. Bu ,Allâh-u Te‘âlâ‘n n gökle s ını rlı olduğu manas ına gelmez Kâbe cihetinin
O‘nu sı nı rlamad ığı gibi. Fakat gök dua edenlerin k ıblesi olduğundandır''-
....(Müslim Ģerhinde)
Hadis ve ġâfi'î fıkıh alimi Imam- ġa'rânî rahimehullah "Dua ederken yukarıya
bakmamak" baĢlığı altında diyor ki:-"Allahü teâlânın belli bir sınır olmadığı gibi,
yönleri de yoktur...Buhari ve diğerleri merfuan Ģu hadisi anlatırlar: (Bazı kimselere
ne oluyor ki, namaz kılarken gözlerini yukarıya dikiyorlar? Bu davranıĢlarına ya
son verirler ya da gözlerinin yok olacağını bilmelidirler.)" -(El-Uhudü'l-Kübrâ,
Bedir Yayınevi, s.810-811 ve s.843)
ġeyhülislâm Ebussuud Efendi rahimehullahü teâlâ'nın fetvalarında Ģöyle yazılıdır:
-''876. Mes‘ele: Hak celle ve 'ala hazretleri, mekândan münezzeh olucak, göklerde
deyu i'tikâd etmek mi gerektir, ve nice i'tikâd etmek gerektir?
Elcevap: "Cemîl emkineden [mekânlardan] münezzeh olup, gökler yerler
hükmünde ve ilminde ve kudretinde" deyu i'tikâd etmek lâzımdır. Du'âda eli yukarı
kaldırmak, cihet-i fevk [üst yön] du'âya kıble kılındığı içindir.''-
Alleme Ġmam Kevseri rahimehullah Ģöyle der;-''Lâkin elleri semaya
kaldırmalarında Allah‘ın zatının semada karar kıldığıyla, alakası olmayan bir
Ģeydir. Bu sadece duanın kıblesi ve nurların, yağmurların ve bereketlerin indiği yer
olmasındandır: ―Semadadır rızkınız‖.BaĢın yönü zaman zaman değiĢen
Ģeylerdendir. Nitekim bunu medreselerdeki küçük talebeler bilirler. Nâzımın
ma‘bûd‘u sürekli bir yerden bir yere intikal halinde midir?... Yer yüzünün diğer
yerlerindeki dua edenlerin hali ne olacaktır? Bu, her tarafı kaplayan (koyu) bir
cahilliktir.''-
Fakîh Ebu Mansur Mâtürîdî rahimehullah diyor ki : ''Ellerin göğe doğru kaldırılma-
sına gelince bu, ibadet hâlinde vukubulur. Cenab-ı Allah kullarını istediği Ģeyle
ibadet ettirir ve istediği yere de onları yöneltir.''Allah, gök yüzünde de bulunduğu
için göğe ellerin kaldırılması ve ellerin o cihete kaldırılması vukubuluyor'' diye
zanneden kimse namazda ve namaza benzeyen hususlarda Allah'a yönelerek yere
baĢını koyan kimsenin bu hali ile yerin altına yöneldiğini iddiada bulunan kimsenin
zannettiği gibidir. Ve namazda Ģark'a veya garp'a veyahut Hacc'a çıktığı için
Mekke'ye yönelindiği vakitte Allah'ın bu cihetlerle bulunduğunu iddia eden
kimsenin zannettiği gibi..Bu gibi hususlardan Allah yüce ve beridir.''(Ġmam
Matüridi,Kitab'ut Tevhîd, Hicret Yayınları)
Ebü'l-Muîn en-Nesefî rahimehullah diyor ki;''Dua edenin ellerini yukarıya
kaldırması salt kulluk ve itaat alâmetidir. Yüce Allah ne Kâbe'de, ne de yerin
altında olmasına rağmen, namazda Kâbe'ye yönelmek, secde anında yüzü yere
koymak da böyledir. " (Kitâbü't-temhid li Kavâidi't-tevhîd (Tevhidin Esasları), Ġz
Yayıncılık, Ġst., 2007, s.39-42)
Ġbni Kurtubi rahimehullah diyor ki;'' Dua esnasında ellerin semaya kaldırılmasının
sebebi ise, vahyin semadan gelmesi, yağmurun oradan inmesi ve kudsiyetin
(temizlik ve arınmıĢlığın) yeri olması, tertemiz meleklerin orada bulunması,
kulların amellerinin oraya yükseltilmesi, Allah'ın arĢ'ının ve cennetinin semanın
üstünde bulunmasıdır ve bu Allah-u Teala'nın Kabe'yi dua ve namaz için kıble
yapmasına benzer. Çünkü yüce Allah, onlara ihtiyacı bulunmadığı halde mekânları
yaratmıĢ olandır. O, mekânı ve zamanı yaratmadan, mekân ve zaman var olmadan
önce ezelde de vardı ve Ģu anda da ezelde olduğu hal üzeredir.''(Ġmam Kurtubi, el-
Camiu li-Ahkami‘l-Kur‘an, Buruç Yayınları: 17/513-515)
Molla Aliyyu'Kari yukarıdaki sözlerinden önce Ģu önemli hususlarada
değinir;''Daha önce geçtiği üzere Ebû Hanîfe MüteĢâbih sıfatlara inanır ve
tevilinden sakınırdı. Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder,
dolayısıyla Selef âlimlerinin görüĢünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah
Teâlâ'ya havale eder. Halef âlimlerinin çoğunluğunun görüĢü de budur. Selefin
Mezhebi daha sağlam, daha doğru ve daha kuvvetlidir. ġarih(Ġbni Ebi'l-Ġzz)'in sarf
ettiği Ģu söz de ne tuhaftır. ―Mekâneh‖ kelimesi mekanın müennesidir. Bu Ģekilde
Ģârih ikisinin de mana bakımından bir olduğunu kasdediyor, manevî menzile ile
hissî mertebe arasında bir ayırım yapmıyor(...) Îmam'ul-Haramayn'den Allah'ın
yücelik ve yükseklik sıfatının nefyi hususunda Ģöyle dediği sabit olmuĢtur: Allah
Teâlâ var iken ArĢ yoktu. Allah Teâlâ halen olduğu gibidir. Allah Teâlâ'nın mekan
yönünden yüksekliğini nakzeden hususlardan biri de, Allah Teâlâ yer cihetinde
olmadığı halde secde esnasında kulun alnını yere koymasıdır. Kul baĢını secde için
yere koyup, en yüksek olan Allah'ı noksanlıklardan berî kılanın, derken bu tenzihin
mekân cihetinden olmadığını ittifakla ifade etmiĢ oluyor. BiĢr el-
Merîsi'nin secdede: ―Â'lâ ve esfel olan Allah'ı tesbih ederim.‖ söylemesi ise
zındıklıktır, küfürdür. Allah'ın isimleri hakkında ilhaddır. '' (F khu'l Ekber ġerhi)
ġüpheciler Ebu Hanife'den sonra Ebu Yusuf'un da kendileriyle aynı akidede
olduğunu göstermek için Ebû Yûsuf‘un, BiĢr el-Merîsî‘yi Yüce Allah‘ın ArĢın
üzerinde oluĢunu inkâr etmesi üzerine tevbe etmeye davet ediĢ olayı
meĢhurdur.(Akidetu‘t-Tahaviyye Ģerhi sh.298) diyerek yukarida AIiyyul-Kârî'den
gelen cevaptan anlaĢılacağı üzere garip bir Ģekilde olayı sunmuĢtular.Bu olayın aslı
Ģu Ģekildedir; BiĢr b. Velîd el-Kindî, Kadı Ebû Yûsuf‘un yanına gelerek ona: Sen
bana kelâmla uğraĢmayı yasaklıyorsun. Halbuki BiĢr el-Merîsî ve Alî el-Ahvel
kelam ile uğraĢıyorlar ,dedi. Ebû Yûsuf: Onlar ne söylüyor , diye sorunca, BiĢr b.
el-Velîd: Onlar: Allah her yerdedir, diyorlar dedi.Bu sefer Ebû Yûsuf: Onları
yanıma getir, dedi. Onları getirmek üzere gidenler bulundukları yere vardıklarında
BiĢr kalkıp gitmiĢ idi. Bundan dolayı Alî el-Ahvel ile bir baĢka yaĢlı birisini
getirdiler.Ebû Yûsuf yaĢlı olana bakarak dedi ki: Eğer sende bir parça edep
görmemiĢ olsaydım, senin canını yakardım. Bundan dolayı verdiği emir üzerine
hapse atıldı, el-Ahvel‘e ise sopa vuruldu, etrafta dolaĢtırılarak teĢhir
edildi.(Bkz.Hafız Zehebi el-Uluvv li'l Aliyyi'l -Azim,Ümmül Kurra sh.181 /Ehl-i
Sünnet‘in Muhaliflere Cevabı sh.50) Ġbni Ebi'l-Ġzz'in getirdiği gibi günümüzde bir
çok Selefiyye mensubu bu olayı dillerine pelesenk yapmıĢ ,''Ebu Yusuf 'ta Allah'ın
arĢın üzerinde olduğuna inanıyor'' izlenimi vererek aktarıyorlar .Oysa görüldüğü
gibi bu olayda kendilerine hiç bir delil değil ,Ģüphe bile yoktur. Ġmam Yusuf 'ta
üstadı Ebu Hanife gibi Allah'ı mekandan,cihetten münezzeh tutardı. BiĢr el-Merisi
Allah(c.c) her yerdedir diyor,tabiiki Ebu yusuf gerekli itirazı yapacaktır.Selefiyye
ekolündekilerin iddia ettiği gibi Ebu Yusuf 'un BiĢr'i ''Allah‘ın (c.c)ArĢın üzerinde
oluĢunu inkâr etmesi'' nden dolayı cezalandırması söz konusu değildir..ġayet ''Allah
zatıyla ArĢ'a yerleĢmiĢ'' deseydi.Ġmam Yusuf Allahu alem aynı müeyyideyi
uygulardı. BiĢr'in ―Â'lâ ve esfel olan Allah'ı tesbih ederim.‖ sözünden de
anlaĢılacağı üzere o ''ArĢ'ın üstü dahil olmak üzere Allah her yerdedir ''
diyordu.Ebu Yusuf ise ne BiĢr gibi haĢa!''Allah(c.c) arĢ dahil her yerde'' deyip
mahlukatıyla iç içe olduğunu söyler ,ne de Ġbn-i Ebi'l Ġzz'in dediği gibi
haĢa!''Allah(c.c) (zatıyla) ArĢın Mahlukatın üzerindedir'' deyip,bir yön ve mekan
tayin eder .Ebu Yusuf'un da içinde bulunduğu Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat bu
sözlerden beridir.Nitekim Ġmam Tahavi bunu aĢağıda açıkça ifade edicektir.Burada
unutulmaması gereken bir Ģey daha varki Ģüphecilerin saygı duyduğu bir isim Ġbni
Teymiye'nin dediği gibi;Selefin yerdiği kelam Ģeriat din ve akla aykırı batıl
kelamdır.(Mecmuu'l Feteva 13/147,MecmuulFeteva 12/212 -)
ġüphecilerin heva-i nefislerine kaynak gördükleri Ayet
ġÜPHECĠ;ت األسض فإرا بء أ خسف بن ف اىس ح سأأ ― Yoksa siz, gökte olanın
sizi yerin dibine geçirmeyeceğinden emin mi oldunuz. O zaman yer birden
sallanmaya baĢlar. ―ف زش م حبصبب فسحؼي ن بء أ شسو ػي ف اىس ح أ ,Yoksa siz ―أ
gökte olanın üzerinize taĢ yağdıran bir rüzgâr göndermeyeceğinden emin mi
oldunuz? O zaman tehdidim sanılmıĢ göreceksiniz. ―(Mülk: 16 ,17).ġüphesiz ki
insanları yere batıracak olan Allah‘u Azze ve Celle‘dir... Birilerinin zannettiği gibi
burada bahsi edilen melekler değildir… Bu Ayeti celilelerde gökte olanın
kendisinin olduğunu anlatılıyor Rabbimiz…Ebetteki Melekler de göktedirler, ama
Allah‘u Teâlâ‘nın burada haber verdiği Ģey; kendisinin meleklerinde üstünde
olduğudur…
CEVAP [/b]Bu ayet kesinlikle ―Allâh‖ lafzı diye geçmiyor. Niçin Allâh ile tefsir
ediyorsun ki?Burada ayeti zahirine göre aldın ki, Allâh‘ın göklerde olduğunu
söylemen daha açık olsun diye. Hâlbuki müfessirlerin bir kısmı ―Gökte olanın‖
yani ―meleklerin‖ olduğunu, bazılarının da ― Mülkü ve kudreti göklerdedir‖ ve
bazılarının da ―ġanı yüksek veya ġanı en yüksek olan yerdedir‖, yani göklerde
olduğunu söylemiĢlerdir.‖Hiçbir Ehlisünnet Vel Cemaat âlimi, Allâh‘ın zatıyla
göklerde olduğunu söylememiĢtir.Müfessirlerin bazılarının bu konudaki görüĢleri
Ģöyledir;
1- بءأأ ف اىس Meleklerdir‖ demektir. Ġmam Beyzavi (Tefsiri Beyzavi)―ح
بء-2 ف اىس ح Kudreti ve Sultanı‖ demektir. (Celaleyn Tefsiri)―أأ
ف اىسبء ح Melekler‖ demektir. Ġmam Maverdi (Tefsiri Maverdi)― -3أأ
4-alnAسبء اى mı: ‖Bu mecazdır. Allâh‘ın bir yönde bulunmaması akli ف
delillerle sabittir. Bunun mecaz anlamı Ģöyledir: ―O‘nun Mülkü göklerdedir. O‘nun
Mülkü her Ģeydedir ama sema meleklerin yeri olduğu için sema zikredilmiĢtir.‖
Müfessir Ebu Heyyâ Endelusi (El-Bahrul Muhit Tefsiri)
ف اىسبء ح Bil ki MüĢebbihe, bu ayeti delil getirerek, Allah'ın bir yeri -5ءا
olduğunu söylemiĢtir. Buna Ģu Ģekilde cevap veririz: "Bu ayetin, Müslümanların
ittifakıyla, zahirî manasına alınması caiz değildir. Çünkü Hakk'ın gökte olması,
göğün Allah'ı, her yanından kuĢatmıĢ olmasını gerektirir. Dolayısıyla da Allah, -
hâĢâ- gökten küçük olmuĢ olur. Hâlbuki ArĢ gök'ten çok daha çok büyüktür.
Binaenaleyh Allah Teâlâ'nın ArĢ'a nispetle çok küçük olması gerekir. Hâlbuki bu,
bütün Müslümanların ittifakıyla imkânsızdır. Bir de Allâh,
ب ف اىسات األسض قو لل :Gökteki ve yerdeki Ģeyler kimindir?‘ de. De ki‘"قو ى
Allâh'ındır" (En‘am, 12) buyurmuĢtur. Buna göre eğer Allâh-u Teâlâ, gökte olmuĢ
olsaydı, kendi kendinin maliki olmuĢ olurdu ki, bu imkânsızdır. Böylece bu ayetin,
zahirî manasına göre anlaĢılmaması gerektiğini anlıyoruz. Bunun tevili ve tefsiri
sadedinde Ģu izahlar yapılabilir:
1)Ayetin takdiri, "Göktekinden, yani Allâh'ın azabından emin mi oldunuz?"
Ģeklinde niçin olmasın? Çünkü âdet, hep belaları, inkârcı ve isyankârlara gökten
indirme Ģeklinde cereyan etmiĢtir. Dolayısıyla gök, Allâh'ın rahmet ve nimetinin
iniĢ yeri olduğu gibi, azabının da iniĢ yeridir.
2) Ebu Müslim Ģöyle demiĢtir: "Araplar bir tanrının varlığını kabul ediyorlardı,
fakat bu tanrının, tıpkı MüĢebbihe'nin inandığı gibi, gökte olduğuna inanıyorlardı.
Buna göre Hak Teâlâ sanki onlara, "Gökte olduğuna inandığınız ve dilediği Ģeyi
yapabileceğini kabul ettiğiniz o Zâtın, sizi yere batırmasından emin mi oldunuz?"
demiĢtir."
3)Ayetin takdiri, "Gökteki olandan, yani Allâh'ın saltanatından, mülkünden ve
kudretinden emin mi oldunuz?" Ģeklindedir. Fakat ayette "gök" sözünün yer alıĢı,
Allah'ın saltanatını ululamak ve O'nun kudretini yüceltmek içindir. Bu tıpkı,
ف األسض هللا ف اىسات "O, yerde de, gökte de gerçek ilâhtır" (En'am, 3) ayeti
gibidir. Çünkü tek bir Ģeyin aynı anda iki ayrı yerde olması mümkün değildir.
Binaenaleyh Allâh'ın yerde ve gökte oluĢundan maksat, O'nun emrinin, kudretinin
ve iradesinin göklerde de, yerde de geçerli olduğunu anlatmaktır. (Veya semalarda
ve yerde hakkıyla ibadet edilen Allâh‘tır) ĠĢte bu ayette de böyledir...
4) "Gökteki" ifadesi ile "azapla görevli meleğin" kastedilmiĢ olması niçin caiz
olmasın. Bu melek de Cebrail'dir. Buna göre mana, "Cebrail'in, Allah'ın emri ve
müsaadesi ile sizi yere batırmasından emin mi oldunuz?" Ģeklinde olur. Ġmam Razi
(Tefsiri Kebir)
ف اىسبء ح Melekler‖ demektir. Ġmam Kurtubi (Tefsiri Kurtubi)― -6أأ
ف اىسبء ح Melekler‖ demektir. Haf z Iraki (el-Emâli)― -7أأ
Bu alimlerin kitaplar na da bakabilirsiniz:
1-Ġmam Kurtubi–el-Cami Li Ahkamil Kur‘an
2-Ġmam Beyzavi–Ha iyetu Ģehâb
3-Hafı z Suyuti ve Allame Mahelli-Tefsir el-Celâleyn
4-Ġmam Muhammed es-SebzevSari- el-Vedid Fi Tefsiril Kur‘an-il Mecid
5-Ömer Nasuhi Bilmen Tefsiri
6-Elmal l Hamdi Yaz r Tefsiri
7-Ġsmail Hakki Bursavi-Ruhul Beyân
8-Diyanetin Kur'an yolu Tefsiri
Arapça‘da övmek için de ''gökte'' denir:
1-Ġmam Suyuti–Ukud ez-Zeberced Ala Müsnedil Ġmam Ahmed
2-Ġmam Zebiydi–Tac el-Arus
3-Allame Ġbni Manzur–Lisanu Arap
4-Ġmam es-Semin el- Hanbelî- Umdetul Huffaz
ġüphecilerin bazı lar ı ''Biz Allah'u teala'n ın yukarı da olması ndan Allah'la beraber
baĢ ka bir varl ığın bulunmad ığı alemin üstünü/fevkini kastederiz''diyerek Allah'u
teala'y ı mekandan,cihetten yani mahlukat ın içine girmekten tenzih etmeye
çal ıĢırlar,ard ından yedinci kat semadan aĢağıya diğer semaları (hulul,hudud ve
intikal gibi mahzurlu Ģeyleri) geçmeden zat ıyla dünya seması na nas ıl gelinir? diye
dü Ģünmeden tenakuza dü Ģüp - aĢağıda nasıl anlaĢılmasını aktaracağımız -nuzül
hadisini delil getirirler. Lakin bazıları da Ebu Hureyre r.a dan. Ģöyle dedi: Nebiyyu
s.a.v Ģöyle dedi: Allah‘u Azze ve Celle mahlukâtı yarattıktan sonra, yanında
bulunan kitaba Ģöyle yazdı: rahmetim gadabımı geçmiĢtir. Bu kitap arĢın üstünde
Allah‘ın yanındadır. '' (Buhari: 6.c.2985.S - 16.c.7425 - 7426.S - Ahmed: 2 / 258)
hadisini naklederek.kitabı O'nun yanına yerleĢtirirler.Kendini Selefi olarak
adlandıran,'' zahiri açık anlamlarını alırız ''diyen Ģu Ģüphecilere bakınız! Ġlk önce bu
hadiste geçen ػذ ( yanında) illa ki mekân manasında olmaz.Allâh-u Teâlâ Ģöyle
buyurdu: ذ ببسئن ػ ش ىن خ Anlamı: ‖Öyle yapmanız, Yaratıcınızın(Bakara /54)رىن
nezdinde sizin için daha hayırlıdır‖Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: ذ ػ أجش في
Anlamı: ‖Rableri nezdinde mükâfatları vardır.‖Allâh-u Teâlâ Ģöyle(Bakara / 62)سب
buyurdu:ذ سبل ة ػ س (Hud /83)Anlamı: ―(O taĢlar) Allâh‘ın (ilmiyle) onlara
yağdırıldı.‖ Herhangi bir akıllı, bu taĢlar ArĢ‘ın üzerinde Allâh‘ın yanında olduğunu
söyler mi?Allâh-u Teâlâ Ģöyle buyurdu: ػ ذ سبل ال سحنبش ػ اىز إ
Anlamı: ‖KuĢkusuz Rabbin nezdindekiler O‘na kulluk etmekten(A‘râf/206)ػببدج
kibirlenmezler.‖Gördüğünüz gibi bu ― ذ kelimesi sadece mekân için ― ػ
kullanılmamaktadır. Bundan anlaĢılıyor ki, göstermiĢ olduğu hadisin anlamı
Ģöyledir: ―Bu kitap Allâh nezdinde değerli olan yerde bulunmaktadır.‖ Orası
Allâh‘a karĢı günah iĢlenmediği bir yer olduğundan dolayı Allâh nezdinde
değerlidir.Ġmam Hafız Veliyüddin El-Ġraki ―Tarhu-t Tesrib‖ adlı kitabında Ģöyle
diyor: ‖Muhakkak ki, bu hadiste geçen ―yanında‖ kelimesini zahirinden baĢka bir
te‘vil yapmamız gerekir. Çünkü zahiri manası bir yer demektir. Allâh ise
yerleĢmekten ve bir yerde veya bir yönde bulunmaktan münezzehtir.‖HâĢâ, Allâh
Teâlâ ArĢ‘ın üzerinde olsaydı o zaman bu kitapla beraber aynı yerde olmuĢ olurdu.
Çünkü bu hadise göre o kitap ArĢ‘ın üzerindedir.
ġüphecilerin heva-i nefislerine kaynak gördükleri Hadis
ġÜPHECĠ;Rasulullâh Ģöyle buyurmu Ģtur; Rabbimiz her gecenin son üçte birlik
bölümü kald ığı zaman dünya göğüne iner ve Ģöyle der: Yok mu bana dua eden?
Duası nı kabul edeyim. Yok mu benden bir Ģey isteyen? istediğini ona vereyim. Yok
mu benden bağıĢlanma dileyen onu bağıĢlayay m? ĠĢte bu onun zat ıyla yukar ıda
olduğunun delilidir?
CEVAP;Nüzul: Allâh hakk ında ―dünya semas ına iner‖ ifadesiyle, Allâh‘ ın bir
yerde bulunduğu veya yükseklerde olduğu anla Ģılı r ki, Allâh‘ ın mekân ı olduğu
inancı vurgulanmaktad ır. Böyle bir inanç Allâh-u Teâlâ'yı yaratt ıklar ına muhtaç
olduğunu, yaratm ıĢ olduğu melekler, insanlar, cinler gibi varl ıklara benzetmek olur.
Çünkü meleklerin mekân ı göklerdir, cinlerin ve insanlar ın mekânı yerlerdir. Bu
varl ıklar Allâh‘ı n yaratm ıĢ olduğu mekânlar aras ında, Allâh‘ ın dilediği kadar
hareket etmektedirler. Allâh-u Teala, yaratt ıklar ına benzemez.Nüzulun, bizzat
Allâh‘ı n, zat ıyla yukar ıdan a Ģağıya indiği anlamı na geldiği kabul edilemez. Çünkü
Allâh cisim değildir, mekân ve yönden münezzehtir. Ayr ca bizzat, Allâh‘ ın zat ıyla
dünyan ın semas ına indiğini kabul etmek akla da ters gelir. Söz konusu olan nüzul
hadisi, meleklerin inmeleri manas ında veya Allâh‘ ın rahmetinin inmesi manas ında
anlaĢı lmal ıd ır.Çünkü hadis-i Ģerifte geçen nüzul, hâĢ â Allâh‘ ın bizzat kendisi
dünyanı n semas ına indiği anlam ına geldiği kabul edilecek olursa o zaman hâ Ģâ
―Allâh‘ ın inmekten ba Ģka bir Ģey yapmadığı ‖ inancı nı ortaya çı kar ır. Çünkü hadis-
i Ģerifte geçen nüzulün, gecenin son üçte bir bölümünden itibaren sabaha kadar
olduğu geçmektedir. Gece ve gündüz vaktinin dünyan ın her ülkesinde bir olmad ığı
herkes taraf ndan malumdur.
Bu hadis ise dünyan n her bölgesi için geçerlidir. Yeryüzünün bir taraf ı gündüz iken
diğer taraf da gece olur. Bu itibarla gece ve gündüzler nispidir. Dünyan ın bir
ucunda gündüz ise diğer ucunda da gecedir. Yani 24 saat bazı nda (tüm vakitlerde)
yeryüzünün gece ve gündüzden hali olmadığını bilmek lazı m. Durum böyle olunca
Allâh, fiili olarak ArĢ'ı üzerindedir diyenlere ne demeli..!? Çünkü bu gruba göre
Allâh, gecenin bir bölümünde dünyan ın gökyüzüne iner. Yukar ıda izah edildiği
gibi, gecenin o vaktine tevafuk etmeyen hiç bir yeryüzü yoktur. Gecenin tayin
edilen o vakti her an ve her zaman yeryüzünün bir taraf ına isabet eder.Dolay ısı yla
hem Ar Ģ'ı üzerinde hem de yerin gökyüzünde bulunmak, iki z ıtt ın bir arada
bulunması demektir..(BaĢka bir ifadeyle,iddia edildiği gibi nuzul esnasında ArĢ
boĢta kalmıyorsa HaĢa ! Bir bölümünün ArĢ'ın üstünde bir bölümününde dünya
semasına kadar uzanmıĢ olması gerekir.) Bu safsatal ığada akli selim sahibi
kimseler asla kabul etmezler.
Yine tenzihe yaklaĢan bazıları, bu iddialara cevap verme telaĢı ile ''Nüzül zatıyla
hakiki bir iniĢtir'' dedikten sonra zahir anlamını ''ArĢ'ın yüce Allah'ın yukarısında
kalmasını ve O'nunda ArĢ'ın altında olmasını gerektirmez'' diyerek bir çeĢit tevil
ederler.Ve nüzül ''hareket ve değiĢikliği gerektirmez'' derler. Bizde
Allah'u teala'nın mahlukatı yaratmadan önce nasıl idiyse Ģimdide öyledir. Hareket
ve değiĢikliğe uğramamıĢtır.Ġstivası cihet ve mesafe anlamında yukarıya
yükselmesini,yerleĢmesini,sınırlı olmasını,oturmasını, mahlukatın içinde ve dıĢında
olmasını gerektirmez diyoruz.O halde bizim bu dediğimiz nasıl sıfatları ''tahrif ''
olur? Bizim ki zahir anlamın içini boĢaltmak ve tahrif ise, sizin bu düĢünceniz
nedir? Eğer cevap hudus alemeti taĢımayacak ve Ģanına yakıĢacak,açık anlamı olan
bir yerden bir yere initkal manasına gelmeyecek bir nuzül ise bizim de istiva dahil
bütün sıfatlar hakkındaki görüĢümüz budur.
Diğer taraftan bu çarpı k inancı çürüten bir ba Ģka delilimiz ise, Ar Ģ‘ n göklerden çok
daha büyük olduğunu belirten, s ıhhatinde Ģek ve Ģüphe olmayan kuvvetli hadis-
i Ģeriflerin olmas ıd ır. Peygamber efendimiz bu büyüklük orant ılar ını anlatı rken
gökler, kürsü'nün yan ında çölde bir halka gibi, Kürsü de Ar Ģ‘ı n yan ında
aynı Ģekildedir (yani çölde bir halka kadard ır). Her göğün bir alt ındaki göğe karĢı
olan büyüklüğü de sabittir. Göklerin, birinci gökten yedinci göğe kadar müthi Ģ
orant ılarla büyük oldukları na göre yukar ıdan a Ģağıya inecek bir kimse büyüklükten
küçüklüğe, Ģekilden Ģekle ve hacimden hacme, durmadan bir halden diğer hale
değiĢip duran bir cisim değil midir?Ak ıllar ına Ģu soru da mı gelmemi Ģtir;Gökler ve
yer Kürsi'nin içinde ancak çöldeki bir yüzük kadar yer kapl ıyorsa ha Ģa göğe nası l
s ığmıĢ tı r? Öte yandan, Ayete'l-Kürsî diye bildiğimiz ayette Allah Teala Celle
Celalühü Ģöyle buyurmaktadır: "O'nun Kürsi'si gökleri ve yeri içine alır"
Dolayısıyla "sonra göğü istiva etti" ayetinde geçen "istiva"yı "yerleĢmek, mekân
tutmak ve oturmak" anlamında almak mümkün değildir. Bütün bunlarda bir
mekandan diğerine hulul ve intikal da söz konusu olmaktadır.''Allah' ın nuzülü bu
dediklerimizi gerektirmez'' diyerek yine Ģüpheciler itiraz edebilir.Cehmiyeden
biriside ''Allah' ın maiyeti ile ilgi ayetler hululu gerektirmez mahlukat ın
bereberliğine benzemez,bilmediğimiz Ģekilde zat ıyla bizimle beraberdir, te Ģbih,
tatil, temsil ve tevil yapmadan zat ıyla her yerde ve yöndedir'' der ise ne diyecekler?
Halbuki iki tarafta bu tür zahiri,açık,dilde bilinen anlamlarının aksine -tasvip
etmedikleri halde-onlara yeni anlamlar yüklemektedirler. Artık öyle bir hale
gelinmiĢtir ki,zahiri anlamlarını Ģüphecilerden baĢkaları bilememektedir.
Yine onlar '' «Selef mezhebi —O'nlara göre bu, aynı zamanda kendilerinin de
mezhebidir— sıfatlan inkâr (ta'til) ile Allah'ı yaratılmıĢlara benzetme (temsil)
arasındadır. Selef Allah'ın sıfatlarını, yaratıklarının sıfatlarına benzetmezler. Nite-
kim O'nun zatını da mahlukların zatına benzetmezler. Allah'ın ve Rasulü'-nün
O'nun zatını vasıflandırdıkları ilâhî sıfatları inkâr edip de güzel isimlerini, yüce
sıfatlarını reddetmezler. Böylece Nassı tahrif etmekten, Allah'ın isim ve âyetlerini
inkâr etmekten uzak dururlar.» ''derler.
Ne varki, mezhebinin selef mezhebi olduğunu açıklayan, teĢbih ve tecsimi
reddeden bu kiĢiler ''Zatı ile Allah'ın cihet manasında herĢeyin üstünde olduğunu,
ArĢ'ın üstünde olduğunu ve semanın üstünde bulunduğunu bazı ayetlerin zahirinin
bunu ihtiva etttiğini ve O'na parmak vs. ile iĢaret olunabileceğini ifade eden sözler
söylemiĢlerdir Yükseklik manevimidir? desek Ģidddetle karĢı çıkmıĢlardır..
Burada itiraf edelim ki, Allah'a (c.c) parmakla iĢaret etme(ki bu yöndür) ile, O'nun
gökte olmasını kabul etme(ki bu mekandır) ve O'nun ArĢ'ın üstüne yerleĢme
anlamında istiva etmesini kabul etme ile ,cisim olma ve sonradan olanlara
benzemekten mutlak olarak münezzeh olduğunu inanmak nasıl bağdaĢır, aklımız
almamaktadır.Ancak biz biliyoruz ki, sahabe bu konuda susmuĢ, te'vile karĢı bir
söz söylememiĢtir. Her ne kadar rivayet olunan lâfızlar tefvide delâlet ediyorsa da,
bunlar arasında Allah (c.c) için bir yönü ispat eden de mevcut
değildir.Art ık Ģüphecilerin Allah Azze ve Celle'yi Ģu söylediklerine rağmen
insanlara benzetmekten tenzih etmesine gelince,onu Ha Ģviyye'de yapm ıĢtı r....
Hanbeli Alim Ġbnu'l Cevzi derki; Onlar demi Ģlerdir ki; Allah' ın gökten nuzulu
hadisinin manas ı ,Allah bizatihi iner. Bir yerden yere naklonur.Sonrada Allah iner
ama bizim dü Ģümdüğümüz gibi değildir dediler .Böylece hadisi Ģerifi i Ģiten
kimseyi ĢaĢı rt ıp hisse ve akla zulmetmekle müte Ģabih hadisleri zahiri manalar ına
hamletmi Ģlerdir... Bu görüĢ lerin Ġmam Ahmed'e isnad edilmemesi için onlar ın reddi
laz m geldiği kanaatindeyim..Sukut edip de reddetmezsem ,dediklerine benim de
itikad etmi Ģ olduğumu söyleyecekler..(Ġbnul Cevzi Def-u ġübbetü't-Te bih'den
naklen Bkz. Ebu Hamid bin Merzuk,Bera'atü'l-E 'ariyyin, Bedir Yay ınevi,sh.43)
Oysa "hareket etmek" demek, bir evvelki durumda baĢka bir hâlde bulunmak, yani
bir hâlden baĢka bir hale intikâl etmek demektir. Hareket etmeden önceki durumu
değiĢtirip baĢka bir hale geçmek demek, sonradan olan (hâdis/muhdes) bir halin,
hareket sahibine hulûlü demektir. Çünkü hareket eden varlık, hareket etmeden önce
baĢka bir hâldedir.Hareketle birlikte bu halin değiĢmesi, önceden olmayan bir halin,
o hareketle birlikte sonradan meydana gelmesi ve ona hulûlü demektir. Havadis'in
(ezelî olmayan, sonradan olan Ģeylerin) Allah Tealâ' ya (Celle Celâlûh) hulûlüne
inanmak ise haĢâ Allah Tealâ'nın hâdis olduğunu iddia etmek demektir. Ġbn-i
Cevzî de selefin bu konuda tevakkuf ettiğini (durduğunu) nakletmiĢ, Ahmet b.
Hanbel'i de böyle kabul etmiĢtir.
Allâme Muhaddis Yûsûf el-Bennûrî, Tirmizî‘deki bu Nüzûl Hadîsinin Ģerhinde
Ģöyle diyor: (Allah‘a nisbet edilen) ‗inmek,‘ ‗gelmek, ‗istivâ,‘ ‗yed‘/‗el‘, ‗vech‘
/‗yüz‘, ‘yemîn‘/‘sağ el‘ ve ba Ģkaları hakk ında Selef‘in çoğundan ve dört imâmdan
nakledilen, bunlar , Allah Teâlâ‘yı (yaratt kları na) benzetmekten tenzîh ederek/pâk
tutarak, (Mevlâya nisbet edilen Ģu fii lerin ve isimlerin) nası l olduğunu düĢ ünmeden
ve söylemeden, (bunlar ı) inkâr ve te‘vîl etmeden nası l geldilerse, icmâl yolu üzere
îmân etmektir. Nitekim Bedr(uddîn el-‗Aynî) ve ġihâb (Ġbnü Hacer el-Askalânî)
böyle dediler.
Hâf z Ġbni Hacer el-Askalânî rahimehullah, Fethu'l-Bari eserinin Kitabü't-Teheccüd
bahsinde diyor ki:"Allah'a cihet isnad eden kimse, bu hadis-i Ģerifle [hadis-i nüzul
ile] istidlal ederek ‗'cihetten maksad yukar ı cihettir'‘ demiĢ tir. Ama cumhûr-
ulemâya [alimlerin büyük çoğunluğuna] göre, bu görüĢü kabul etmek, Allahü
teâlâya tehayyüz [mekânda yerle miĢ olma] mânâsı na gelir ki, Allahü teâlâ bu
vas ıftan uzakt ır." (bkz. Ehl-i Sünnetin Müdafası , Bedir Yay., ist., 1994; s. 465;
ġevahidü'l-Hakk, Fazilet Ne riyat, s.222)
Buhari Ģarihi Ġbn Hacer el-Askalânî mezkûr hadîsin Ģerhinde der ki: "Nüzul"
kelimesinin manası üzerinde çe Ģitli görüĢ ler ileri sürülmü Ģtür;
(Bir):Bazı ları kelimenin zahirî ve hakiki (teĢ bih çağr ıĢt racak) manas ını kabul
etmiĢ lerdir; bunlar mü Ģebbihedir.
(Ġki): Baz ılar ı, bu mevzuda varid olan hadislerin sı hhatini inkâr etmi Ģlerdir; bunlar
havaric ve muteziledir.ĠĢin garib taraf ı, buna benzer Kur'ân âyetlerini de tevil etmi -
Ģlerdir. Fakat bu, gerçeği bildikleri halde s rf inatç ılı ktan ba Ģka bir Ģey değildir.
Yahutta cehaletleri yüzünden bu hadîsleri inkar etmi Ģlerdir.
(Üç):Baz lar ı da Allah Ta'âlâyı , keyfiyet ve te Ģbihten tenzih ederek, hadîsin
manas ını icmâl yolu üzere/tafsîlâta girmeden kabul etmi Ģlerdir. Bunlar da sahabe
ve tâbiûndan olan ekseri seleftir. el-Beyhakî ve diğerlerinin naklettiğine göre Dört
imâm, Ebû Hanîfe, Mâlik, ġâfiî ve Ahmed Ġbnü Hanbel, iki Süfyân (Süfyân- Sevrî
ve Süfyân ibnü ‗Uyeyne), iki Hammâd (Hammâd ibnü Süleymân (veya Zeyd) ve
Hammâd ibnü Seleme), Evzâî, Leys ve diğer bir çok imam, bu görü Ģe sahiptir...
(ĠĢte Selef'in görüĢü)
(Dört): Kimileri lây ık olacak ve Arab dilinde kullan ılan bir Ģekilde te‘vîl
etmi Ģlerdir...(Bu da Halef'in görüĢ ü)(bak: Fethü'1-Bârî, III, 20-25).
Buhari Ģarihi Bedruddîn el-Aynî Umde(tü‘l-Kârî)‘de (3/623) Ģöyle demi Ģtir: -
'' ġübhe yok ki, nüzûl /inmek (zahiri anlamı ) cismin üstten alta intikâlidir ve Allah
bundan münezzehdir. Nüzûl hakk ında gelen rivâyetler MüteĢ âbihât‘tand ırlar.
Onlar(ı n anla Ģılmas ı) husûsunda âlimler iki k ıs ımd ırlar:
Birincisi, Müfevv ıda/(ne demek olduğunu Allah‘a) b ırakanlar. Onlara îmân eder,
te‘vîllerini Allah‘a bı rak ırlar. Bununla beraber Allah‘ ı noksân s ıfatlardan kesin
olarak tenzîh ederler.
Hattâbî Ģöyle dedi: Bu hadîs S ıfât hadislerindendir. Selef‘in bunun/bu hadîsin
hakk ındaki Mezhebi /gittikleri yol, ona îmân etmek, onu zâhirleri üzere icrâ etmek
ve keyfiyeti/nası l oluĢu ondan nefyetmektir. Hiçbir Ģey O‘nun gibi değildir. Ve O,
hakk ıyla i Ģiten ve hakk ıyla görendir.
Ġkincisi de Müevvile(te‘vîl edenler)‘dir. Onlar yerler(in)e göre lây ık
oldukları Ģekilde te‘vîl ederler. Bu sebeble onlar ―Allah‘ ın iner‖ (hadîsin)in
manası n ın ―Allah‘ ın emri iner,‖ yahut ―melekleri (iner)‖, veya bunun istiâre
olduğunu ve ma‘nâs ını n duâ edenlere bolca lütûfta bulunmak ve duâlar ını kabûl
etmek v.b. demek olduğunu söyemekle te‘vîl ettiler.
Kad Beydâvî Ģöyle demi Ģtir: Kat‘î olan aklî delîllerle O‘nun cisim olmak ve bir
mekânda bulunmaktan münezzeh olduğu sübût bulunca, O‘na, ―bir yerden
daha a Ģağı bir yere intikal‖ ma‘nâs ında olan ―nüzûl‖ imkâns z olur. O halde (Nüzûl
ile) murâd edilen rahmetinin nûrudur.''-
Umdetü‘l-Kârî'de el-Aynî özetle Ģöyle diyor: Nuzûl, intikaal, i'lâm, kavi,ikbâl,
teveccüh ve bir hükmün çıkması ma'nâlar ına kullan ılı r. Bu ma'nâlar ın hepsi
lügatç ılar aras ında bilinen Ģeylerdir. Madem ki nüzulün böyle mü Ģterek manâs ı
vard ır; Allah' ın kendisiyle tavsîfi caiz olan bir ma'nâya hamledilmesi en doğru bir
harekettir. Burada Allah' ın rahmetle dileklerini vermekle, mağfiretler etmek
suretiyle teheccüd k ılanlara ikbâl ve teveccüh buyurmas ıdı r denilebilir.Bu (asl ında)
bir te'vîl değil, fakat lâfız ı, medlulü olan müĢ terek ma'nâlarıdan birisine ham-
letmektir kî, Ġmâm Mâlik gibi bâz ı selefin te'vîlleri de hep bu yolda bir te'vîldir
(Umde III, 618-623).
ġeyhimiz Allâme Kevserî, Beyhakî‘nin―el-Esmâ ve‘s-S ıfât‖ isimli kitâbı na yazd ığı
Ta‘lîkât(450)‘ ında da Ģöyle dedi:- ―ــÜstelik gecenin yar ısı ve üçte birisi de güne Ģin
doğduğu ve battığı yerlerin değiĢik olmas ıyla değild ir. Nitekim bunu, araĢ t ıracak
olanlar zarûreten bileceklerdir. Sâbit olmu Ģtur ki bu, her ufuk sâhibine (duânı n)
kabûlünün kap ıs ını n aç ılması d ır. Bunu/ini Ģi bir yerden bir yere intikal olarak kabûl
eden kimse aklî bürhân‘a ve Ģer‘î delîl‘e ve de hissin zarûretine muhâlif
davranm ıĢtı r.''- BaĢka bir yerde'' Rivayetlerde zikredilen, Yüce Allah' ın gece dünya
seması na inmesi, yukar dan aĢağıya doğru bir ini Ģ olarak dü Ģünülmemelidir. Bunu
böyle dü Ģünmek cehaletin ifadesidir. Dolayı sı ile buradaki "nüzul", ya mecazî bir
anlat ımla Allahü teâlân ın, bahse konu hadisin kimi varyantları nda zikredilen nidayı
yapan bir melek göndermesi, ya da bu gece yap ılan dua ve istiğfarlar ı kabul etmesi
olarak anla Ģılmal ıd ır. Bu kelimenin bu Ģekilde kullan ılmas ı, Arap dili açı sı ndan da
sahih bir kullan ımd ır."- (Makâlât, 62-63;)
Ġbni Hazm rahimehullah'da Nuzül etmek ve gelmek fiilierinin bir yerden bir yere
nakil ve hereket anlam ında anla Ģılmayacağını ,zira O'nun bir yerden bir yere inkikal
ve hareketten münezzeh olduğunu söyler.(Ġbni Hazm sd-Durre sh.233 Ġbni Hazm
kelami görĢü leri tez.Murat Serdar) Kur‘an ve Sünnet‘te Allah‘a nisbet edilen ‗‘yed,
vech, ayn, nefs, cenb'‘ lafızları ile kastedilen zâtı ilâhî olup MüĢebbihe ve
Mücessime‘nin iddia ettiği gibi bunlar Allah‘a mahsus organlar değildir. ArĢa
‗‘istivâ'‘ da Allah‘ın arĢta gerçekleĢtirdiği bir fiil olup yaratıklarının burada son
bulması, onun ötesinde hiçbir yaratığın mevcut olmaması demektir. Hadislerde zât ı
ilâhiyyeye nisbet edilen ‗‘kadem'‘ ilâhî ilimde mevcut olan ümmet, ‗‘nüzûl'‘ ise
duaların kabul edilmesiyle ilgili bir fiildir, ‗‘esâbi‗'‘ de iĢleri yürütmek ve nimet
vermek demektir (el-Fasl., II, 290-291, 347-358 Prof.Dr.Yusuf ġevki Yavuz).
Ġmam Zürkânî, Ebû Bekir Ġbnu‘l-Arabî‘den, O‘nun (Ġmam Mâlik‘in), ; ضه :Yenzilü Rabbuna‘/‗Rabbimiz iner‘ hadîsi hakk ında Ģöyle dediğini nakletti‗/=سبب
Nüzûl/ini Ģ Allah Teâlâ‘n ın Zatı na değil, fiillerine döner.. Hatta bu, O‘nun emri ve
nehyini indirecek olan meleğinin iniĢ inden ibarettir. ġu halde nüzûl/iniĢ
hissîdir/fizîkîdir ve de kendisiyle emrin gönderildiği meleğin sı fatı d ır. Veyâhud da
ma‘nevîdir; yani '‗önce yapmayı p da sonra yapt ı'‘ ma‘nâs ında, bunu, ‗nüzûl‘, yani
‗bir mertebeden bir mertebeye inmek‘' diye isimlendirmiĢ tir. Bu sahîh bir Arabça
ifade tarz ıd ır.(Zürkânî, ġerhu‘z-Zürkânî ale‘l-Muvatta:2/35)
Ġmâm Ebu Bekîr Ġbnül-Arabî nüzûl hadisi hakk ında Ģöyle diyordu: "O rahmet
ini Ģidir; yoksa bir yerden bir yere nakil ini Ģi değildir." diyerek Halefin Te‘vîl-i
Tafsîlî yolunu,Ġbni Hibban ise nüzül hadisi hakk ında;''Allah' ın s ıfatlar ı
keyfiyetsizdir,keyfiyet verilemez.Ġnsanlar ın s ıfatları ile k ıyaslanamaz.Allah
di Ģ,dudak dil gibi alet (uzuv) ile konuĢ maz.Ġnsanlar ancak uzuv arac ile
konuĢ ur.Allah ise uzuva ihtiyaç duymaks ız ın ,aletsiz konu Ģur.Basar (görme) ve
sem (i Ģitme) böyledir.Allah beyaz siyah olan ,etraf ı kapaklar ve kirpikler ile çevrili
bir gözle görmez.Dilediği gibi ,bir alete (uzuva) ihtiyaç olmadan görür.ĠĢte Allah' ın
gece dünya semas ına nüzülüde böyledir.O bir alete ve vas ıtaya ihtiyaç duymadan
iner.Allah' ın ini Ģini insanları n ini Ģine k ıyaslamamak gerekir.Allah dilediği gibi iner
ve ini Ģi insanlara benzemez.Ġnsanlar aletle ve hareketle ve yer değiĢtirmek suretiyle
inerler.Allah ise aletsiz,hareketsiz,bir yerden bir yere intikal etmeksizin dilediği
gibi nüzül eder ''(Emir el-Farisi 2/195-196) diyerek Selefin Te‘vîl-i icmâlî ile
tenzîh yapan yolunu seçererek anlat ır.
Ġki görüĢ te Allah'u teala'y ı zahiri manadan tenzih ederler.Belki de Ebu Bekîr Ġbnü‘l-
Arabî ve Ġbni Hibban rad yAllahu anhuma‘ya ve diğerlerine bu ini Ģi açı klayan hadis
ula Ģmam ıĢ veyahut ulaĢ mıĢ tı r da, o anda akı lları na gelmemi Ģtir. Veyahut kendine
itimad edilmeyecek bir yolla ula Ģm ıĢtı r da ona itimad etmeden bu Ģekilde
söylemi Ģlerdir.Yoksa, Nesâî Sünen‘inde ki sahih rivayetle artı k ortaya ç ıkmıĢ tı r ki,
Nüzûl‘un Allah Teâlâ‘ya isnâdı , yani ―Allah indi‖ demek, mecâzî bir isnadd ır;
―Allah' ın münadisi indi‖manas ındad ır.Öyleyse, Mecâz isnaddad ır. Müsned
veyahutta müsnedün ileyh‘de değildir. Ġkisi de hakikattı r ama isnad mecazdad ır. Bu
Kur'ân Azîz'de garib bir Ģey değildir."(Hüseyin Avni Kans ızoğlu .Darusselam)
Raviyetü'l Asr Ġmam Kevserî, ―Tekmile-tü‘r-Redd Alâ Nûniyyeti Ġbni‘l-
Kayyim(13,1321)‖de Ģöyle demi Ģtir: -Meselâ nüzûl hadîslerini te Ģbîh /benzetme ve
nakil manalar ından uzaklaĢ t ırmak Ehl-i Hakk‘ ın/Ehl-i Sünnet‘in Selef ve Halef‘i
aras ında ittifak yeridir. Onlar /nüzûl hadîsle-rini tarafda mecâza veya isnâd-i
Mecâzî‘ye yorulmas ı sahîh bir Arabça kullanması d ır ve tenzîh‘e uyan bir
kullanmadı r. Kimisine göre birinci/tarafta mecâz, kimilerine göre de ikinci /isnâdda
mecâz ağır gelmektedir.Fakat kat ında ―inzâl‖ /indirmek‖ rivâyeti sahîh veya
Sünenü‘n-Nesâî‘deki Ebû Hureyre hadîsinin sahîh olduğuna muttali olan kimse
diğer rivâyetlerde isnâd-ı Mecâzî murâd edildiğine kesin karar verir. Böylece nüzûl
hadîsi onun nazar ında Müte Ģâbihâttan çı k ıp muhkem‘e dâhil olur.Çünki onu bu
Nesâî hadîsine çevirir.''
Hadis haf ızı El-Irâkî, hadis-i Ģ eriflerin hangi Ģekilde en doğru bir biçimde tefsir
edileceği hususunda Ģöyle demi Ģtir: ―Hadisin en güzel açı klanması yine hadisledir.‖
Bu nüzul hadisinde geçen nüzul‘den, meleklerin indiği bir ba Ģka hadisten anla Ģılı r.
Allâh‘ı n emriyle bir melek iner. Bundan anlaĢılı yor ki, bu konuda değiĢik ama
sahih açı klamalar var ve bu aç ıklamalar ın hiç birinde Allâh, bizzat kendisi iner diye
kabul olunmamıĢ tı r.
Ġmam Ahmed b. Hanbel Müsned‘inde, Ġmam Kurtubi Tefsirinde, Haf z Ġbni Hacer
Askalani ―Fethul Bari‖ adlı kitabı nda ve Haf z Ġbnul Cevzi, ―Zad el-Mesir‖ adlı
tefsirinde Ģöyle dediler: ―Ġmam Nesâ‘i Ebu Hureyre‘den naklettiğine göre
Peygamber efendimiz Ģöyle mealen buyurdu: ―Gecenin üçte biri geçtiğinde Allâh,
birine (bir meleğe) Ģöyle nida etmesini emreder:.........‖. Öyle ki, bir baĢ ka hadis-
i Ģerifte de ―Yunzilu Rabbuna ...‖ diye geçmektedir, yani ―Rabbimiz indirir..‖ diye
geçmektedir. Veyahut ( Ġmam El-Ġz b. Adusselem,Ġmam Dehlân'a göre) rahmeti
iner manas ındadı r.
Ġmam- Kurtubî, "nüzul hadisini" Ģu Ģekilde açı klı yor-:"Bu buyruğun te'vili
hakk ında farkl ı görüĢ ler vard ır. Buna dair yapı lan aç ıklamalar ın en uygunu
Nesâî'nin Kitab ında müfesser olarak gelen Ģu rivayettir: Ebu Hureyre ile Ebu
Said'den (Allah ikisinden de razı olsun) rivayete göre Ģöyle demi Ģlerdir: Rasûlullah
(aleyhisselam) buyurdu ki: "ġüphesiz aziz ve celil olan Allah gecenin ilk yar ısı
geçinceye kadar mühlet verir. Sonra bir münâdiye emrederek Ģöyle der: Dua eden
var m ı? Duas ı kabul olunacak. Mağfiret isteyen var mı ? Ona mağfiret olunacak.
Ġstekte bulunan var m ı? istediği ona verilecek." Ebu Muhammed Abdulhak bunun
sahih olduğunu ifade etmiĢ tir. ĠĢ te bu hadisteki ifadeler bir önceki hadisteki
mü Ģkilliği kald ırmakta ve her türlü ihtimali açı klamaktad ır. Birinci hadisteki
ifadeler muzafı n hazfedilmesi kabilindendir. Yani Rabbimizin meleği iner ve der
ki... anlamı ndad ır. Yine buradaki "iner" kelimesi "indirilir" Ģeklinde de rivayet
edilmi Ģtir ki, bu da bizim sözünü ettiğimiz hususa aç klı k getirmektedir. Ba Ģarı m ız
Allah'tandı r."- (Al-i imran 17 tefsirinde)
ġüpheciler özellikle Ehl-i Hadisin ''Te Ģbihsiz sı fatlar ı kabulünü'' kendilerine çokça
delil getirirler.Bu da Ģ üphecilerin yüzünden Ehl-i Hadisin bir tak ım suçlamalara
maruz kalmas ına sebebiyet vermektedir. Halbuki Ġbni Hibban , yed ve kadem
s ıfatı ndan bahsederken önemli bir konuya dikkat çeker;''Hadis sanat ına tam olarak
kavramamıĢ ki Ģiler, hadisçilerin bu tür rivayetleri naklettikleri için mü Ģebbiheden
olduklar ına hükmetmiĢ lerdir.Hiç bir hadisçinin akl ına te Ģbih yapmak
gelmemiĢ tir.Bundan Allah'a sığınırım.Bu tür laf ızlar temsili laf ızlard ır.Ġnsanları n
daha iyi anlamalar ını sağlamak için,keyfiyet kasdedilmeksizin bu tür temsili
laf ızlar kullan ılmıĢ t ır.Allah (c.c) hem zatı hemde s ıfatları yla mahlukata
benzemekten uzakt ır.(Emir el-Farisi 2/73-74-1/286 Ġbni Hibban ve Hadis ilmindeki
yeri Yüksel Çelik sh.45)ġu hüsnü zanna rağmen azda olsa maalesef kimi
a Ģağıda değineceğimiz eserlerde aç ıkça Allah'a mekan ,cihet, hareket ve uzuv isnad
eden ki Ģilerden rivayetler mevcuttur
Miraç Ģüphesine cevap ve diğer imamlar ın görüĢ leri
Molla Aliyyul-Kari rahimehullah Fıkh-ı Ekber Ģerhinde diyor ki:-''ġüphe yok ki,
Ġsra makamı, Musa aleyhisselâm'ın mikatından daha üstündür. Nerde kaldı ki
Yunus b. Mettâ'nın makamından üstün olmasın. Ancak bizim sözümüz, her halde
ve her makamda ikisinin yani Hz. Peygamber ve Hz. Yûnus'un Allah Teâlâ'ya
yakınlıklarının eĢit olduğudur. Çünkü Allah Teâlâ Ģöyle buyuruyor:―Nerede
bulunursanız Allah sizinle beraberdir.‖ (57/4)―Biz kula Ģahdamarından daha
yakınız.‖ (50/16)―Allah, kullarının üstünde galibtir, yegane hüküm ve hikmet
sahibidir.‖ (6/61)anlaĢıldığına göre Allah Teâlâ'nın kulları üzerine yükselmesi,
mekân bakımından yükseklik değil, mertebe ve makam bakımından yüksekliktir.
Yani Ģânı yüce olmak demektir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimleri ile Mutezile,
Havariç vesair Ġslâm taifelerince de durum bu Ģekilde tesbit edilmiĢtir. Diğer bidat
taifeleri de aynı görüĢtedir. Ancak, Allah Teâlâ‘ya cihet ispat eden Hanbelilerle
Mücessime'den bir taife bu görüĢte değildir. Allah Teâlâ onların isnad ettiklerinden
uzaktır''- (Aliyyu'Kari F khul Ekber ġerhi)
(Ġbni Hacer Heytemi'nin,Aliyyyu'l Kari'nin Ġbn el-Cevzî'nin -yukarıda-Hanbelilere
karĢı eleĢtirdiği hususları, H. 457'de vefat eden meĢhur Hanbelî hukukçusu EI-Kadî
Ebu Ya'Iâ zikr etmiĢtir. Bu zatın sözleri, kendisine yöneltilen ağır eleĢtirilere yol
açmıĢtır. Hatta, bir kısım Hanbelî hukukçuları.(Ġbni Temimi el-Hanbeli)- «Ebu
Ya'lâ, Hanbeli mezhebini öyle bir Ģekilde sıçmıĢtırki denizlerin suyu dahi, o lekeyi
yıkayamaz.» demiĢlerdir.(Ġbni Esir el-Kamil bahar yay.10-60 vd)Yine, Hicrî 527'de
vefat eden, Hanbelî mezhebine mensup olan, Ġbn Ezzağferan da Ebu Ya'lâ'nm
sözlerine benzer Ģeyler söylemiĢtir. Bu Ģahıs hakkında bazı Hanbelî âlimleri de
Ģöyle demiĢlerdir: «Bu adamın sözlerinde, uyanık kiĢilerin dahi hayret edeceği
teĢbihler vardır.» Görüldüğü gibi,gerçek Hanbelîler, hicrî dördüncü ve beĢinci
yüzyıllarda meydana gelen bu gidiĢe karĢı çıkmıĢlardır.(Ebu Zehra Ġtikadî
Mezhepler Tarihî )Buna rağmen alimlerce Hanbelilerin teĢbih ile suçlanmalarının
sebebleri bu tür kiĢiler olsa gerek.)
Zamânının tefsîr, hadîs ve fıkıh âlimi Muhammed Zâhid bin Hasen el-Kevserî
rahimehullah Ģöyle yazmıĢtır-''Cumhur-u ulema, isra ve miraç hadisesinin aynı
gecede, hem ruh hem de bedenen ve uyku halinde değil uyanıkken yaĢanan bir
hadise olduğu görüĢündedir. Bu konudaki haberler(de) sahihtir.''- (Muhammed
Zâhid el-Kevserî Makâlât, 516. 21-2.)-''Buradaki "urûc" (yükselme), Allah Teala
(cc)'ya mekânsal olarak yaklaĢma ifade etmez. Çünkü O'na yaklaĢmak mesafe
katetmekle olmaz. Zira Yüce Allah (cc)"Secde et ve yaklaĢ" (el-Alak, 19) ve Hz.
Peygamber (sav), "Kulun Allah'a en yakın olduğu an, secde anıdır" buyurmuĢlardır.
''-(Muhammed Zâhid el-Kevserî 27 Makalât,512.)
Büyük Maliki fıkıh ve hadis alimi Kâdî Ebu'l-Fadl Ġyaz rahimehullah,
Peygamberimizin (aleyhisselam) Ġsra gecesi Allahü teâlâya yaklaĢmasını anlatırken
diyor ki:-"Dünüv ve kurb kelimelerinin Allah'a izafeti, hiç bir zaman mekân izafeti
veya mesafe yaklaĢması değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Ca'ferü's-Sadık'ın dediği
gibi, mekân ve mesafe gibi mefhumlardan münezzeh ve müberradır. Onun için,
Resulullah'ın (sallAllahü aleyhi ve sellem) Rabbine yaklaĢması demek, O'nun
yüksek menzilinin izharı, rütbesinin büyüklüğünün belirtilmesi demektir. O bu
sayede Esrar-ı Ġlahiyeyi müĢahede etmiĢtir. Kudretinin yüceliğini, marifet nurlarını
ayne'l-yakin görmüĢ ve kalbi nurla parıl parıl parlamıĢtır. Çünkü, bu kendisine
Allah'ın bir ikramı, lutfü ve ihsanıdır ki, dünya kurulduğundan bu yana hiçbir kula
hatta Peygambere müyesser olmamıĢtır. "Rabbimiz dünya semasına nazil olur"
sözü de böylece te'vil edilir. Yani, O'nun fadlı, ihsanı ve hüsnü kabulü dünyaya
nazil olur, demektir." -(ġifa-i ġerif, Bedir Yayınevi, s.203-204.)
Hâfız Celâleddîn Süyûtî rahmetullahi teâlâ aleyh diyor ki:"Allahü teâlâ hareket ve
intikâlden [yer değiĢtirmekden] münezzehdir." (ġerh üs-Sudur ["Kabir Alemi"
ismiyle tercüme edilmiĢtir], Kahraman Yayınları,s.392; Ayrıca bkz. Mevlânâ
Muhammed Fadlurresul, Tashih'ül Mesail, Berekât Yay., Ġst, 1976, s.143)
Yine Hâfız Celâleddîn Süyûtî diyor ki:-"Fevk [üst] kelimesi de müteĢâbih
kelimelerdendir. (O kullarının fevkınde yegâne kudret ve tasarruf sâhibidir) (En'am,
18), (Fevklerinde olan Rablerinden korkarlar) (Nahl, 50) meâlindeki âyet-i
kerîmelerindeki fevkaniyet, bir cihet [yön] ifade etmeksizin yükseklik
ma'nâsındadır. (...biz onların üstünde kâhir kimseleriz) (Araf, 127) meâlindeki
âyetdeki Firavn'ın sözüyle, mekân yüksekliği kasdetmediği açıkça ortadadır."- (el-
Ġtkan, Madve Yayınları, c.2, s.20)"[(Rahmân ArĢ üzerine istivâ etdi) meâlindeki]
Tâhâ/5, [ve meâlleri muteber tefsirlerden okunabilecek] Kasas/88, Rahmân/27,
Tâhâ/39, Fetih/10, Zümer/67 gibi âyetler Allahü teâlânın sıfatıyla ilgili müteĢâbih
âyetlerden bazılarıdır. Selef uleması ve ehli hadis dahil, Ehli sünnetin cumhuru bu
âyetlere iman eder, murad edilen ma'nâları Allah'a bırakır, bunların zahiri
ma'nâlarından Allah'ı tenzih ederek tefsirinden kaçınır."(el-Ġtkan,Madve
Yayınları,c.2, s.15)
Ġmam-ı Kastalâni rahimehullah Mirac'ı anlatırken diyor ki:-"Cenâb-ı Hakkın
huzuru, ilim, irade ve kudretiyledir. BaĢkalarının huzuru gibi değildir. Zâtına özel
mekân yoktur, O mekândan münezzehdir.... Allahü teâlâ mekândan münezzeh iken
o Hazreti göklere çıkarması sırf kendisini ululamakla bazı acayip (görülmemiĢ)
mülk ve melekutunu gezdirip göstermek içindir."- (Mevahibu Ledunniye, Hisar
Yayınevi, Ġst., c.2, s. 22)
Ebû Mensûr-i Mâtürîdî rahimehullah diyor ki:"Allahü teâlâya mekân isnad etmek
Ģirktir." (bkz. Dr. G. F. Haddad, The Refutation of Him Who Attributes Direction
to Allah, Aqsa Publications, Birmingham, UK, 2008; s.16)
Molla Aliyyülkârî Mirkat-ul-Mefatih'de (1892 baskısı, 2:137 = 1994 baskısı, 3:300)
der ki:-"Seleften bir cemaatın tamamı ve ayrıca daha sonra gelen âlimler de dediler
ki: Allahü teâlânın belli bir fizikî yönde olduğuna inanan kâfirdir. Bunu açıkça
ifade eden el-Irakî, Ebu Hanife'nin, Malik'in, ġafiî'nin, EĢarî'nin ve [Ġbni]
Bakıllanî'nin ortak görüĢünün bu olduğunu söylemiĢtir."Aliyyül Kârî bu fetvayı
Fıkh-ı Ekber ġerhi'nde (1984 Ġlmiyye baskısı, s. 57) ve ġerhi Aynul Ġlim'de (1989
baskısı, 1:34) tekrar etmiĢtir. (bkz. Dr. G. F. Haddad, a.g.e. s. 253.)
Ġmam Subki rahimehullah diyorki;―Aralarından itizal ve tecsim düĢüncesine
sapanlar hariç, Allah‘a hamd olsun ki bu dört mezhebe tabii olanların itikatları aynı
hak üzeredir, selef ve halef ulamasının hüsnü kabul ile karĢıladıkları Ebu Cafer et-
Tahavî‘nin akidesini benimserler.‖ (Tacuddin Abdulvehhap Subki Muidü'n-Niam)
Hanefî fıkıh alimlerinden, Ġmam Ebû Cafer et-Tahâvî rahimehullahın yazdığı ve
mezhebin üç büyük imamının (Ebu Hanife,Ebu Yusuf ve Muhammed) itikadî
çizgisini yansıtan "Akîde"de Ģöyle denmektedir -''Allahü teâlâ, varlığı için birtakım
sınır ve son noktalar bulunmasından, erkân, aza ve edevattan yüce ve beridir.
Mahlukatı ihata eden altı yön(ön-arka-üst-alt-sağ-sol) O'nu ihata edemez."-
(Akîdetü't-Tahâviyye)
Bu eserin Ģerhinde Abdülganî el-Guneymî el-Meydânî'nin izahı Ģöyledir:"Allahü
teâlâyı altı yön ihata edemez. Zira Allahü teâlâ o altı yönü yaratmadan önce de var
idi ve O, önceden nasıl idiyse Ģimdi de öyledir. Diğer varlıklar ise böyle değildir…"
(el-Meydânî, ġerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, 75; bkz. Dr. E. Sifil, Milli Gazete,7 Ocak
2006)
Hasan Kâfî el-Akhisârî de Ģu izahı yapar:"Çünkü altı yön muhdestir [sonradan
meydana gelmiĢtir] ve altı yön tarafından ihata edilmiĢ olmak, muhdes alemin
özelliklerindendir. Allahü teâlâ ise kadîmdir. O var iken ne mekân, ne zaman, ne
üst, ne alt, ne de baĢka birĢey vardı! Altı yönün sair mahlukatı ihata etmesi gibi
herhangi bir Ģey O'nu içine alamaz, ihata edemez. Bilakis ilmi, kudreti, kahrı ve
saltanatı ile O her Ģeyi ihata eder; gökte ve yerde O'nun ilminden zerre miktarı bir
Ģey bile gizli kalmaz.." (Hasan Kâfî el-Akhisârî el-Bosnevî, Nûru'l-Yakîn fî
Usûli'd-Dîn, 157; bkz. Dr. E. Sifil, Milli Gazete, 7 Ocak 2006)
Ġskilibli Âtıf Efendi rahimehullah Mir‘atü‘l-Ġslam risalesinde Ģöyle diyor:-
―Mekândan, sağ, sol, arka, ön, alt, üst gibi cihetten ve yerlerde, göklerde
bulunmaktan münezzehdir. Binaenaleyh, Cenâb-ı Hak her yerde hâzır ve nâzırdır
demek, ilm-i ilahisi her Ģeyi ihata edicidir, demektir. Yoksa zat ve vücudu her yerde
hâzır ve nâzırdır, demek değildir. Çünkü buna itikad küfürdür. Cenâb-ı Hakkın
mekândan münezzeh olduğunu isbat için deriz ki: Mekân, duracak mahal demektir.
Bu dünyanın maddesi ve kendisi yaratıldıktan sonra mekân da vücuda gelmiĢtir.
Halbuki dünyanın kendisi ve maddesi [ve yıldızlar ve gökler] ve mekân yokken
Cenâb-ı Hak mekânsız olarak vardı. Madem ki mekân yaratılmazdan evvel Cenâb-ı
Hak mekâna muhtaç değildi, mekânsız olarak var idi. Mekân yaratıldıktan sonra da
ona ihtiyacı yoktur. Binaenaleyh, mekândan münezzehdir.‖- (bkz.Çile Yayınevi'nin
"Frenk Mukallitliği ve Ġslam" kitabı, s.154)
Ġmam eĢ-ġâfi'î rahimehullahü teâlâ el-Fıkhu'l-Ekber isimli eserde Ģöyle der: "Eğer
"Allahü teâlâ, "Rahman ArĢ'a istiva etmiĢtir" buyurmuĢtur" denirse Ģöyle cevap
verilir:-"Bu (türlü) ayetler bunlara ve benzerlerine, ilimde derinleĢmek arzusunda
olmayan kimseleri cevap vermede ĢaĢkınlığa sürükleyen müteĢabihattandır. Yani
bu kimseler bu türlü ayetleri olduğu gibi kabul edip, araĢtırma yapmamalı ve bunlar
üzerinde konuĢmamalıdır. Çünkü kiĢi ilimde rüsuh (derin kavrayıĢ) sahibi olmadığı
zaman Ģüpheye ve vartaya düĢmemekten emin olamaz. Onun, Allahü teâlâ'nın
sıfatları hakkında, zikrettiğimiz gibi inanması gerekir. Allahü teâlâyı hiçbir mekân
ihata edemez. O'nun üzerinden zaman geçmez. O, hudut ve son noktalara sahip
olmaktan münezzehtir; mekân ve yönlerden müstağnidir. "O'nun benzeri hiçbir Ģey
yoktur." (42/eĢ-ġûrâ, 11)''- (Ġmam eĢ-ġâfi'î, el-Fıkhu'l-Ekber, 17. Not: "Fuad Sezgin
hoca Târîhu't-Turâs'da (I, 491) Ezher kütüphanesinde bu eserin hicrî 292 yılında
istinsah edilmiĢ bir nüshasının bulunduğunu belirtir." -Dr. E. Sifil, Milli Gazete - 8
Ocak 2006)
Ġmamlığı üzerine icma olan Iz b. Abdusselâm rahimehullah tenzihi sıfatlar
listesinde derki;-―Allah araz ve cisim değildir. Herhangi bir Ģekle bürünmüĢ ve
sınırlandırılmıĢ bir cevher olmadığı gibi, herhangi bir yön ve mekanla da sınırlı
değildir. HiçbirĢey O‘na benzemez, hiçbir Ģey de O‘na benzetilemez‖-.(Ġz
b.Abdusselâm, Mülhatü‘l-Itikâd, s.17.)
Ġmâm Ahmed b. Hanbel rahimehullahü teâlâ'ya gelince el-Hallâl, onun Ģöyle
dediğini nakletmiĢtir: "Allah Teala ArĢ'a, kendisi için bir sınır söz konusu
olmaksızın, sıfatsız (keyfiyetsiz) olarak, vasfedilmeyecek bir tarzda, dilediği gibi ve
dilediği Ģekilde istiva etmiĢtir."[Bunu el-Kevserî, el-Hallâl'ın es-Sünne'sinden
nakletmiĢtir. Bkz. Ġbnu'l-Cevzî'nin Def'u ġübehi't-TeĢbîh'i, 28 -1 nolu dpnt).
Özellikle Ġmam Ahmed rahimehullah' n mezhebine müntesip olduklar n iddia eden
bazı a Ģırı kimselerin, te Ģbih ve tecsim ifade eden itikatlar ını ona nisbet etmeleri, o
büyük imama iftiradan ba Ģka bir Ģey değildir.MeĢruiyet kaygısı ile kurgulanmıĢ bir
söylemin ürünüdür. .Ġmam Ahmed rahimehullah' ın itikadî görü Ģleri ve bilhasse
müte Ģabih ayet ve hadisler konusundaki kanaati, Ġbnu'l Cevzî'nin "Def'u ġübehi't-
Te Ģbîh"inde ve Takiyyuddîn el-H ısnî-'nin "Def'u ġübehi Men Ģebbehe ve Temerred
ve Nesebe Zâlike ile's-Seyyid el-Ġmâm Ahmed" isimli eserlerinde bütün netliği ile
ortaya konmu Ģtur.
Ġmâm Beyhakî, Menâkıbu Ahmed Ġbni Hanbel‘de, Hâkim‘den, O, Amr b.
Semmâk‘dan, O, Hanbel‘den rivayet etmiĢtir ki; Ahmed Ġbnü Hanbel ;جبء سبل =
"Rabbın geldi" (Fecr:22) ayetini "Rabbının sevâbı geldi" Ģeklinde te‘vîll
etmiĢtir.Sonra Beyhakî Ģöyle demiĢtir:Bu üzerinde toz bulunmayan, sağlam bir
isnaddır.[Ġbnü Kesîr, el-Bidâye:10/327]
Ġmâm Beyhakî, Menâkıbu Ahmed‘de senediyle beraber Ģöyle rivâyet etmiĢtir:-''
Hanbel Ġbnu Ġshak anlatıyor: Amcamı -Ebu Abdillah Ahmed Ġbnu Hanbel‘i
kasdediyor- Ģöyle derken iĢittim: Emiru‘l-Mü'minîn'in sarayında münâzara edildiği
zaman bana karĢı hüccet ileri sürüldü ve dediler ki, Kıyamet Günü‘nde Bakara ve
Tebâreke sûreleri gelecek. Onlara dedim ki; ‗Kıyamet Günü‘nde Bakara ve
Tebâreke sûrelerinin gelmesi‘ demek, sadece ‗sevâbın gelmesi‘dir. Çünki Allah
Teâla buyurduki ;جبء سبل =/‗Rabbın geldi‘ buyurdu. Burada sadece ve sadece
‗Rabbinin kudreti geldi, Kur‘ân ve benzeri Ģeyler, vaazlar ve nasîhatler geldi‘',
demektir.''-
Ġmâm Beyhakî Ģöyle dedi: -''Bunda delil vard ır ki, Ahmed Ġbnu Hanbel,
Kitâb‘da/Kur‘ân‘da gelen ‗Allâh‘ n gelmesi‘ ve Sünnet‘le gelen ‗nüzûl‘/‗Allah'n
inmesi‘ ile murad edilenin intikal/‗bir yerden bir yere gitmek‘, yani cisimlerin
zâtlarnn intikâli gibi bir mekândan bir mekâna intikâl olmadığına inanmaktad r; O,
Allah celle celâlühû‘nun âyetlerinin yani kudretinin alâmetlerinin zuhûru
ma‘nâs ından ibârettir. Zira onlar (Bid‘at ehli), ‗Kur'ân Allah‘ın kelâmı olsayd ı,
Allah‘ın zâtî sfatlarından bir s ıfat olsayd ı, gelmek onun içün dü Ģünülemezdi‘
diyorlar. Ahmed ibnu Hanbel de onlara Ģöyle dedi: ‗Okunmasının sevâbı
gelecektirki, o gün bunu açıklamak isteyecektir. iĢte bu sebeble, onu ‗ortaya
çıkarma‘sını, ‗gelmek‘ kelimesiyle ifâde etti.''- (Nakil Bitti.)
Sadece Ģu rivayetler Ġmâm Ahmed ibnu Hanbel hazretlerinin sıfat âyetleri ve sıfat
hadîslerini bir mekânda yer tutmak olarak anlamadığının delîlidir.
Ġmam Beyhaki derki,''Siz nerede olursanı z olun o sizinle beraberdir '' mealindeki
ayetin açı klaması ise ''Allah ilmi ile sizinle beraberdir '' ''Allah zat ı ile beraberdir
anlam ında değil''. (''El-itikad ala Es-Selef-Ehlüs-Sünneti ve'l-Cemeaa'' sh.55
Yay nevi ;Dar el-kutub el-ilmiyyeh 2.)
Ġmam-ı KuĢeyrî rahimehullah diyor ki:"Ebû Bekr-i ġiblî rahime-hullahü teâlâ dedi
ki: "Tek olan Allahü teâlâ[nın] (El-Vâhid) harflerden (el-hurûf) ve sınırlardan (el-
hudûd) evvel [var olduğu] bilinir." ġiblî'nin bu sözü kadîm olan Allahü teâlânın zatı
için bir sınır ve cihet, kelâmı için harf ve ses bulunmadığını sarih olarak ifade
etmektedir." (KuĢeyrî Risalesi, Dergah Yayınları, Ġst., 1978; s.66)
Tefsîr ilminin büyük üstâdı Kâdî Beydâvî (vefatı m. 1286) rahimehullah diyor
ki:"Edille-i akliyye ile kat'î surette sabittir ki, Cenâb-ı Hak cismiyyet ve
tehayyüzden [bir mekânda yerleĢmiĢ olmaktan] münezzehdir." (Sahih-i Buhari
Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve ġerhi, 7. Baskı, DĠB Yayınları, Ankara,
1982; 4. cilt, s. 115).
Kâdî Beydâvî, Bakara/210 tefsirinde diyor ki:"(Allah'ın gelmesi)nden murad,
emrinin gelmesi veya azâbının gelmesidir."
Kâdî Beydâvî, Bakara/255 tefsirinde de diyor ki:"Allahü teâlâ bir mekânda
bulunmakdan ve âleme hulûl etmekden münezzehdir."
Büyük tefsîr âlimi Ġmam-ı Razî (vefatı m. 1209) rahimehullah Bakara suresi
tefsirinde diyor ki:"Allah'ın yüceliği, mekân ve cihet bakımından yücelik değildir...
Allahü teâlâ, yüceliğinin mekân itibariyle olmasından son derece münezzeh ve
berîdir." (Tefsir-i Kebir Mefâtihu‘l-Gayb, Akçağ Yayınları: 5/422-423)
Ġmâm Buharî, Sahîh'inde, ;ج ء بىل إال O‘nun vechi dıĢında her bir Ģey‗/=مو ض
helak olacaktır âyetinin tefsîrinde ;ج = kelimesini ;ين illâ mülkehû/mülkü/=إال
müstesnâ diye tefsîr etmiĢtir ve Ģöyle demiĢtir: Ve yine denilir ki, ‗Kendisiyle
sadece Allah'ın vechi, yani mülkü/mülkiyet ve iktidârı murâd edilen
müstesnâ‘.[Buhârî, Sahîh (6/17)
Ġmâm Buhârî burada vech kelimesini kesin bir Ģekilde mülk ma‘nâsına taĢımakla
yine sıfat ayetlerinde mecâza dayanan bir te‘vîl yapmıĢtır.Ġmâm Buhârî ; دابة إال ب آخز ببصحب =/‗hiçbir canlı yoktur ki, ancak O, onu nasyesinden/perçeminden
tutmuĢ olmasın‘[Hûd:56] âyetinin tefsîrinde ; ين onu mülkünde ve sultanında‗/=ف
tutmuĢtur‘, demiĢtir. (Buhârî, Sahîh (5/2)
Ġbni Hacer Fethu'l Bari'de derki;''Ġmam Buhârî gülmenin ‗rahmet‘ mânâsında
olduğunu söylemiĢtir. ‗Rızasıdır‘ Ģeklinde mânâlandırılması daha doğru olsa
gerektir''.
Ġmam- Kurtubî rahimehullah tefsirinin çeiĢtli yerlerinde diyor ki:-"Bu konuda
uyulması gereken kural ise, yüce Allah'n hareketten, intikalden ve mekân iĢgal
etmekten tenzih edilmesinden ibarettir." (En'am 3 tefsirinde) "Hadis-i Ģerifte geçen:
"Allah onlara ... suretinde gelir" ifadesindeki anlamı, Allah onlara imtihan olmak
üzere bir suret gösterir, demektir. Bu ve buna benzer Kur´ân-ı Kerîm´de vesair
haberlerde gelen ifadelerin intikal, hareket ve zeval gibi anlamlara çekilmesi caiz
değildir.Çünkü bu gibi Ģeyler yer kaplayan ve cisimlerin niteliklerindendir. Yüce ve
büyük olan Allah, bundan münezzehtir. Cisimlere benzemekten oldukça yüce, celal
ve ikram sahibidir." (Bakara 210 tefsirinde) "Yüce Allah'ın: "Kullarının üstünde
kahir olandır O" buyruğundaki kahır, galebe demektir. Kahir de galip gelen
demektir. KiĢi, kahredilen ve zelil kılınan haline düĢürülecek olursa, denilir. ġair de
der ki: 'Husayn kavminin önder olmasını temenni etti. Ama Husayn, akĢam zelil
kılınmıĢ ve kahredilmiĢ etti.'' Kahredildi, yenik düĢürüldü, mağlûb edildi
anlamındadır.''Kullarının üstünde'' buyruğunun anlam ise, onlara kahir olmak ve
galip gelmek suretiyle onlardan üstün olmak anlamındaki bir üstünlüktür. Yani
onlar, onun müsahhar kılması, emir ve hükmü altndadırlar. Yoksa buradaki
üstünlük mekânî anlamdaki bir üstünlük değildir. Nitekim: Sultan raiyesinin
üstündedir derken, mevki ve rütbesi itibari ile üstündür anlaĢılır." (En'am 18
tefsirinde)-
Raviyetü'l Asr Alleme Kevserî:-'' Kur'an'daki ilâhî kelam Ģudur: ‘O‘dur kullar
üstünde kâhir olan‘.(ĠĢte Ģüphecilerin delil getirdiği bir baĢka ayette budur.Bakınız
Alleme Kevseri nasıl cevap veriyor:) Allah, Kıptîler hakkında, ''ġübhesiz biz
(Kıptîler), onlar (Ġsrâil oğulları) üzerinde kâhirleriz'' buyurmaktadır. Bir cismin,
baĢka bir cisim üzerine binmesi mümkin olmasına rağmen, (bu âyetten), Kıptîlerin
Benî isrâîl‘in omuzları üzerine bindiğini anlamak, haya perdesini yırtmak olan
Ģeylerdendir. Ya bu, cisimden ve cisimle alakalı olan Ģeylerden münezzeh olan Hak
Teâla hakkında nasıl düĢünebilir?. Allah‘ın ―mekan üstünlüğü‖ ile kulların üstünde
olduğuna itibar etmek, ayetle alakası olmayan bir ilhattır, haktan dönmektir.
Allah‘ın zâtının göklerden birinden ve her bir mekandan üstün olduğuna itibar
etmek de aynı derecede sapıklıktır. Kurân‘da bunu zayıf bir zanla gösteren ayet
nerede?… Ġstivâ ile, Mücessime‘nin Ģeyhi Mukatl b.Süleymân‘a uyarak
―istikrar‖/yerleĢmek murad ediyor idiyse, ayet bu hususta susmuĢ bir Ģey
dememiĢtir.''-(―Tebdîdü‘z-Zalâmi‘l-Muhayyim min Nûniyyeti ibni‘l-Kayyim‖)
Ebü'l-Muîn en-Nesefî rahimehullah diyor ki:"Mekânın öncesizliği (kıdemi) görüĢü
yanlıĢlandığından dolayı, Allahü Teâlâ hiç bir Ģekilde herhangi bir mekânda yer
tutmuĢ olarak nitelenemez. Çünkü Allahü Teâlâ ezelde bir mekânda yer tutmuĢ
değildir. Biz yüce Allah'tan baĢka bir Ģeyin kadîm olmasının imkânsızlığını kesin
olarak ispat ettik. Allahü Teâlâ ezelde bir yer tutmadığı ve ArĢ'a temas etmediğine
göre, eğer mekânı yarattıktan sonra bir yer tutmuĢ olsa, O'nun varlığı değiĢmiĢ ve
zâtında bir temas etme hali yaratılmıĢ demektir. Halbuki değiĢim ve yaratılmıĢ
özellikleri taĢımak, sonradan yaratılmıĢ olmanın belirtileridir. Bu ise yüce Allah
hakkında imkânsızdır... O'nun bir mekânda bulunduğu görüĢünü reddetmesine
rağmen yüce Allah'ın bir yönde olduğunu kabul edenin düĢüncesinin bozukluğu,
daha önce geçen aklî delillerle anlaĢılır. Çünkü O'nun bütün yönlerde olduğunu
söylemek çeliĢkidir. Bir tercih sebebi bulunmadan, birbirlerine eĢit oldukları halde,
yönlerden birini belirlemek ise yanlıĢtır [dünya yuvarlaktır ve bir millete göre
"yukarı yön", yerkürenin diğer yüzünde yaĢayan baĢka bir millete göre "aĢağı yön"
olmaktadır]... Dua edenin ellerini yukarıya kaldırması salt kulluk ve itaat
alâmetidir. Yüce Allah ne Kâbe'de, ne de yerin altında olmasına rağmen, namazda
Kâbe'ye yönelmek, secde anında yüzü yere koymak da böyledir. BaĢarıya ulaĢtıran
sadece Allah'tır." (Kitâbü't-temhid li Kavâidi't-tevhîd (Tevhidin Esasları), Ġz
Yayıncılık, Ġst., 2007, s.39-42)
Ömer Nesefî rahimehullah diyor ki:"Âlemi yoktan yaratan, Allahü Teâlâ‘dır.
...Allah, araz değildir, cisim değildir, cevher değildir, suret ve Ģekil değildir,
mahdûd değildir, bir Ģeyin parçası veya cüz'ü değildir, bileĢik değildir, sınırlı
değildir. Cins ve keyfiyet ile vasıflanmaz, mekândan münezzehtir, üzerinden zaman
cereyan etmez. O'na hiç bir Ģey benzemez. Ġlminden, kudretinden hiç bir Ģey hariç
değildir." (Ömer Nesefî, Ġslam Ġnancının Temelleri: Akaid, Bayrak Yayınları, Ġst.,
s. 79-81.)
Ġmam-ı Birgivî rahimehullah diyor ki:-"Bir kimse (Allahü Teâlâ gökte benim
Ģahidimdir) dese kâfir olur.Zira [Allahü teâlâya mekân isnad etmiĢ olur] Allahü
Teâlâ mekândan berîdir."- (Birgivi Vasiyetnamesi, Bedir Yay., s.52)
Kâdîzâde Ahmed efendi rahimehullah, Ġmam- Birgivî‘nin kitabının Ģerhinde Ģöyle
diyor:―Gökte ve yerde değildir, mekândan münezzehdir. ..Mekân ve zaman O‘nun
Ģanına muhaldir. ..Sağda, solda,önde, arkada, üstte ve altta değildir....Allahü teâlâ
cisim ve cismanî olmakdan münezzehdir. Bir tarafda [cihette] olmaktan da
münezzehdir. ..Ġbni Teymiyye ve yolundakiler, Allahü teâlâ üst taraftadır dediler.‖
(Birgivî Vasiyetnâmesi ġerhi, Bedir Yayınevi, s.24; ayn zamanda bkz. Birgivî
Vasiyetnâmesi, Bedir yaynevi, s. 14).
Allâme Ġbni Hacer el-Heytemî rahimehullah diyor ki:-"(Göklerde oturana inandım)
dese câiz olmaz, çünkü bu ifadede Allah'a mekân isbatı vardır. Allahü Teâlâ
göklerin de ilâhıdır, yerlerin de ilâhıdır. Bunun için Allah'a cihet isbat çoğunluğa
göre küfürdür. Küfrü ifade eden bir kavram ise iman alâmeti olamaz."- (Ez-zevâcir
An Ġktiraf'il-Kebâir, Kayhan Yaynlar, Ġstanbul, 1997; s. 73)
Yine Ġbni Hacer el-Heytemî rahimehullah diyor ki:-''Yahudinin birisi hazret-i Ali'ye
(radıyAllahü anh): "Allahmızın varlığı ne zamandandır?" deyince, Hazret-i Ali'in
rengi değiĢip dedi ki: "Hiç bir mekân ve varlık yokken, o keyfiyetsiz olarak vardı.
Zaman bakımndan hiç bir evveli ve sonu yoktur. Ondan baĢka her Ģeyin sonu
gelir." -(Es-Savâiku'l-Muhrika, Bedir Yayınevi, s.297)
Hanefi âlimlerden Ġmam Murteza ez-Zebidi ―Ġthaf es-Sâdeti'l Muttekîn‖ adlı
kitabında diyor ki: ―Allâh-u Teâlâ, bir halden bir hale değiĢmekten veyahut bir
yerden bir yere geçmekten münezzehtir. Bu âlemin içinde veya dıĢında
bulunmaktan da münezzehtir. Bir Ģeyle yapıĢık veya bir Ģeyden ayrık olmaktan da
münezzehtir.‖
Erzurumlu Ġbrahim Hakk ı rahimehullah diyor ki,‘‘Ne göklerde ne yerlerde ne sağu
sol ne ön ardda, Cihetlerden münezzehtir ki olmaz hiç mekânullah.‘‘(marifatname)
Muhaddis Ġbni Hibban rahimehullah diyor ki ''Allahu teala herhangi bir hadle
s n rland ırı lmaktan münezzehtir''. (Ġbni Hibban Sikat 1/1) S ırf bu sebebten
mü Ģebbihe taraftarları nca Ġbni Hibban' ın Sicistan'dan sürülüp ç ıkarı lması olay ı
meĢ hurdur.(Tabakatu' -ġafi'iyye II,141)
Bediüzzaman Said Nursi rahimehullah diyor ki;;..Ve Kainatın mevcudatındaki
bütün intizamat ve mizanların Ģahadetiyle hiçbir Ģey,hiçbir hal,daire-i meĢiet ve
iradesinden hariç olmaya...ve hiçbir mekanda olmadığı halde,herbir yerde ve herbir
mekanda kudretiyle,ilmiyle hazır ola... ve her Ģey ondan nihayet derecede uzak
olduğu halde,O ise her Ģeye nihayet derecede yakın olabilen bir Zat-ı Hayy-ı
Kayyum-u zülcelalin elbette hiçbir cihetle misli,naziri,Ģeriki,veziri,zıddı,niddi
olmaz ve olması muhaldir.(Lem'alar-342)
Müceddid-i Elfi Sani Ġmam Rabbâni rahimehullahü teâlâ Ehl-i sünnet itikadını
Ģöyle izah ediyor:-"Noksân sııfatlar, Onda yokdur. Allahü teâlâ, maddelerin,
cisimlerin, arazların, ya'nî hâllerin sıfatlarından ve bunlara lâzım olan Ģeylerden
münezzehdir, uzakdır. Allahü teâlâ, zamanlı değildir, mekânlı değildir, cihetli
değildir. Bir yerde, bir tarafda değildir. Zamanları, yerleri, cihetleri O yaratmıĢdır.
Bir Ģey bilmiyen bir kimse, Onu, ArĢın üstünde sanır, yukarıda bilir. ArĢ da,
yukarısı da, aĢağısı da, Onun mahlûkudur. Bunlarn hepsini, sonradan yaratmıĢdır.
Sonradan yaratılan birĢey, kadîm olana, her zaman var olana, yer olabilir
mi?...Allahü teâlâ, madde değidir, cisim değildir, araz, hâl değildir. Hudûdlu,
boyutlu değildir. Uzun, kısa, geniĢ, dar değildir. Ona, (Vâsi') ya'nî geniĢ deriz.
Fakat; bu geniĢlik, bizim bildiğimiz, anladığımız gibi değildir. O, (Muhît)dir. Ya'nî
herĢeyi çevirmiĢdir. Fekat, bu ihâta, çevirmek, bizim anladığımız gibi değildir. O,
(Karîb)dir. Yakındır ve bizimledir. Fekat, bizim anladığımz gibi değil! Onun vâsi',
muhît, karîb ve bizim ile berâber olduğuna inanırız. Fakat, bu sıfatların ne demek
olduğunu bilemeyiz. Akla gelen herĢey yanlıĢdır, deriz. Allahü teâlâ, hiçbireyle
ittihâd etmez, birlemez. Hiçbirey de Onunla birlemez. Ona hiçbirĢey hulûl etmez. O
da, bireye hulûl etmez. Allahü teâlâ, ayrılmaz, parçalanmaz, tahlîl [analiz], terkîb
[sentez] edilmez. Onun benzeri, eĢi yokdur. Kadın, çocuklar yokdur. O, bildiğimiz,
düĢünebileceğimiz Ģeyler gibi değildir. Nasıl olduğunu anlaĢılamaz, düĢünülemez.
Benzeri, nümûnesi, olamaz. Ģu kadar biliriz ki, Allahü teâlâ vardr. Bildirdiği sıfatlar
da vardır. Fakat kendisinde, varlığında ve sıfatlarında akla gelen, hayâlimize gelen
herĢeyden münezzehdir, uzakdır. insanlar Onu anlayamaz."- (Mektubat, 2.cilt,
67.mektup)
Gavsül Azam Abdülkadir Geylani rahimehullah diyor ki;''Hamd o Allah‘a ki,
nicelik ve niteliği O nitelemi Ģ ve kendisi nicelik ve nitelikten pak ve münezzeh
kalmıĢ t ır. Zaman ve mekanı O yarat ıp meydana getirmi Ģ ve kendisi zaman ve
mekan kaydı ndan pak kal ıp izzet ve Ģerefle saltanat kurmuĢ tur, (îl-miyle,
kudretiyle, rahmet ve inayetiyle) her Ģeyde mevcud olmu Ģ ve fakat zarfiyetten
münezzeh ve mukaddes kalm ıĢt ır. Her Ģ eyin yanı nda hazı r olmu Ģ ve fakat bir Ģeyin
yanı nda mekan tutmaktan çok yüce kalmıĢ t ır.''( Füyüzat- ı Rabbaniye)
Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi'nde Ģöyle yazılı:"Cumhûr-ı
ulemâ, Zât- Bâri için cihet kabulünü çirkin görmüĢlerdir." (Sahih-i Buhari
Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Ģerhi, 7. Bask, DB Yaynlar, Ankara, 1982;
4. cilt, s. 114).Alimlerin kahir ekseriyeti Allahü teâlânn bir mekânda veya cihette
bulunmaktan münezzeh olduğunu bildirmiĢlerdir.
Ayetlerin zahirini almakla meĢhur Ġbni Hazm- Zâhirî bile bu icmayı
yazmaktadır:"Allahü teâlâ asla mekânlı veya zamanlı değildir. Cumhûr- ulemânn
ve bizim de duruĢumuz budur ve buna aykırı bir görüĢ câiz değildir, çünkü bundan
baĢkası yanlıĢtır." (el-Fısal fi'l-Milel, 2:125; bkz. Dr. G. F. Haddad, a.g.e., s. 17)
Ġmam Müfessir Fahruddin Er-Razi, Tefsirinde Ģöyle diyor: ―Allâh-u Teâlâ‘nın
mekân, yön ve barınmaktan münezzeh olduğuna icmâ edilmiĢtir.‖ (Tefsir-i Kebir
Mefâtihu‘l-Gayb, Akçağ Yayınları )
Âbdul-Kâhir el-Bağdâdî El-farku beynel-fırak 'da derki;''Onlar (âlimler) O‘nu
(Allâh‘ı) mekân kuĢatmadığına ve O‘na zaman cereyân etmediğine dâir icmâ
etmiĢlerdir''. Onlar(Ehl-i Sünnet), âfetler, sıkıntılar, acılar ve lezzetlerin O'ndan
uzaklığı ve O'nda hareket ve hareketsizliğin bulunmadığı hususunda
birleĢmiĢlerdir. Bu, O'na hareketi caiz gören görüĢleri ve Onun mekânının, O'nun
hareketinden doğduğu Ģeklindeki iddialarından dolayı Râfıza'dan HâĢimiyye'nin
inanıĢına aykırıdır Onlar (Ehl-i Sünnet), Âlemin Yapıcısı'nın sonlu ve sınırlı
olmaktan uzak olduğunu söylediler (Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınları)
Akaid konusu gerçekten son derece önemli ve hassastı r. Uhrevî selametini dü Ģünen
bir kimsenin bu meselede ifrat-tefrit dengesizliğine dü Ģmeden, sorumlu olduğu
kadar ıyla bilgi sahibi olmaya çal ması , ilminin yetmediği, kapasitesini aĢ an
hususlara girmemesi ve özellikle de bu sahada Ģ ahsî kanaatleriyle fikir beyan
etmekten uzak durmas ı gerekir.Ġmam Ebû Hanîfe, "Doğu taraf ından bize iki bid'at
geldi:Cehm'in (Cehm b. Safvân) ta'tili ve Mukâtil'in (Mukâtil b. Süleyman)
te Ģbihi"[Ġbn Hacer, Tehzîbu't-Tehzîb, X, 251.] derken Ģ u noktaya dikkatimizi
çekmi Ģtir:Allah Teala'nı n s ıfatlar ını inkâr ifrat, mahlukat ın sı fatları na benzetmek ise
tefrittir.Ba Ģta Sahabe olmak üzere "Ehl-i Sünnet-i hassa" dediğimiz Selef
uleması nı n tavr ı, müteĢ abih ayet ve hadislere varit olduklar ı gibi iman ve
anlamları nı Allah Teala'ya havale etmek Ģeklindedir ve aslolan budur. "Ehl-i
Sünnet-i amme" dediğimiz müteahhirun ise, yakin seviyesindeki azalma ve
muhtelif cereyanlar sebebiyle imanî meselelerde Ģüphelerin artması gibi sebepler
dolayı s ıyla bu türlü ayet ve hadisleri muhkem nasslar doğrultusunda ve sahih Arap
dilinin ölçüleri içinde tevil etmi Ģtir.Meselenin temeline tenzih ayetlerinin
yerle Ģtirilmesi ve diğerr ayet ve hadislerin bu doğrultuda anlaĢılması en sağlam
yoldur.
Bu ifadeler açıkça göstermektedir ki, -Ümmet-i Muhammed'in imamları , gerek
müte Ģabihat alanı na giren hususlarda olsun, gerekse diğer itikadî konularda olsun,
tümüyle aynı çizgidedirler. Bilmeyerek, (iyi niyet dü Ģüncesiyle) bat ıl inançlar ın
peĢ inde gidenler, bilerek küfrün yay ılmas ına sebep olanlara yard m
edebilmektedirler.Bu grup iyi bilsin ki,özellikle Ģ u hakikatleri duyduktan ve gözle
gördükten sonra Hakkı n ve doğrunun yan ında yer almamak ise çok daha büyük bir
felakettir. Müte Ģabihat ın Sahabe (Allah hepsinden raz ı olsun) taraf ından, sonraki
as ırlarda görüldüğü Ģ ekliyle münakaĢ a ve cidal konusu yap ıldığı bilmiyoruz.Onlar
nasslarda nasıl gelmi Ģse öyle iman eder, ötesini soru Ģturmazd ı.O'nu, zâtı nda
s ıfat ında, esma ve ef'âlinde mutlak ve en üstün kemal s ıfatlar ile tavsif ederler.ĠĢte
Allah hakk ında ve birinci Ģehâdet, budur. Dolay ıs ıyla bu meselenin ـÜmmet-i
Muhammed'in gündemine gelmesi Tabiun, ağırlıklı olarak da Teb-i Tabiin
dönemine ve sonrası na tesadüf eder.Tabiun döneminde islam coğrafyasının
s ını rları nı n bir hayli geniĢlemesi ve yabanc ı kültürler ile yoğun ve hızlı temas
sürecinin baĢ lamas ıyla birlikte ,islam inancı na yabancı olan bir tak ım unsurlar ın
bünyede yer etmeye baĢlamıĢtır.Evet, HaĢviyyye/ Mücessime ve Mü Ģebbihe'nin bir
selefi vardı ,lakin bu ümmetten değildir.Bilhassa eski Roma ve Yunan inancı ile
Ortadoğu kültüründe bulunan teĢbihi tanrı anlayıĢının ,Yahudulikte olduğu kadar
Hristiyanlıkta da büyük etkileri gözlenmektedir.Bazı Ġslami fırkalarda bunlardan
etkilenmiĢ ve bu etkileĢim sonucu geliĢtirmiĢ oldukları teĢbihi
anlıyıĢlarını,nasslarda yer alan haberi sıfatlar ile destekleme yoluna gitmiĢlerdir.
Soru;"Eğer teĢbih belası Ġslam dünyas ına yabancı bir coğrafyadan girmi Ģ ise bir
tak m Hadis imam ını n eserlerinde gördüğümüz rivayetler nedir?"
Cevap;
1. Bu bela islam dünyas na girdikten ve maalesef ayağı yer tuttuktan sonra derlenen
kimi eserlerde "mana ile rivayet" olgusu hayli bask n olarak kar Ģımı za çıkmaktad ır.
Belagatin zirvesinde bulunan Efendimiz (s.a.v)'den -özellikle böyle hassas bir
konuda– sadı r olan her kelimenin özenle muhafaza edilerek herhangi bir değiĢikliğe
uğratılmadan aynen nakledildiğini söylemek hayli zordur. Bu, konuyla ilgili
rivayetler içinde senedi sahih olanlar için genel olarak böyledir.
2. Ġlgili rivayetlerin belli bir yekûnu Hadis Usulü kriterleri doğrultusunda sahih
değildir.(Bazı kimseler, Ehl-i Sünnet'in k ılıçlarından korktuklar ı için kendi habis
akidelerini ihtiva eden sözleri Ehl-i sünnet ulemasına nisbet etmi Ģ ve onlar ın
arkas ına da gizlenmi Ģlerdir....")
3. Seneden ve metnen sahih olanlaır n da delaleti kat'î değildir.Bir kaç Hadis
imamı nı n bu tarz rivayetleri eserlerinde zikretmiĢ ve medlullerini "itikat edilmesi
gereken hususlar" olarak görmüĢ olması , meselenin öyle kabul edilmesini
gerektirmez. Bir ilim dal ında otorite olan bir alimin, ayn seviyeyi ba Ģka ilim
dallar ında ayn ba Ģarıyı tutturamaması nda ĢaĢılacak bir durum yoktur.Nitekim nice
Kelam alimi biliyoruz ki, eserlerinde yer verdiği rivayetler hayli
tartıĢ mal ıdı r.Hayatını Kelamî meselelerde derinle Ģmeye adamamıĢ bir alim için
elbette böyle bir sonuç ĢaĢırtıcı değildir.Ġbni Kuteybe'nin itiraf ettiği gibi ''Ġlmin bir
dal ında ilerleyen bir kimsenin diğer dallarda ayağının kayması kınanamaz''.. Aynı
Ģey birçok F ık ıh alimi için de geçerlidir. Dolay ısıyla bir çok Hadis aliminin,
Akaid/Kelam sahas ına yeteri kadar sarf- ı mesai etmedikleri için, eserlerinde yer
verdikleri rivayetlerin mana ile nakledilip edilmediğini,mana ile nakledilmiĢse ne
türlü ar zalara sebebiyet verdiği konusunda Akaid/Kelam alimlerinde gördüğümüz
hassasiyet ve titizliği gösterememiĢ olmasını normal karĢılamak gerekir.
Nitekim Ġbn Huzeyme'nin, konuyla ilgili eserler listesinin baĢında yer alan Kitâbu't-
Tevhîd'i hakkı nda öğrencisi Ebû Sehl es-Su'lûkî, "Hocamı z ihtisas sahası olmayan
bir konuya girdi" demi Ģtir.[el-Beyhakî, el-Esmâ ve's-S fât,18.] Kevserî Ġbnü
Huzeyme‘nin büyük bir F ıkı h ve Hadîs âlimi olduğunu itirâf eder lâkin, onun Ġlm-i
Kelâm iyi bilmediğini itirâf ettiğini muhaddislerin imâmlar ndan Ġmam Beyhakî‘nin
isnâd ıyla yaptığı rivâyete dayanarak söyler. (El-Esmâ ve‘s-S fât: 340/267-8)) Cerh-
Tadil sahası nı n otaritelerinden Ġbni Ebi Hatim Ġbni Huzeyme'nin ,Kelam ilmini
alakadar eden hususlarda sarf- ı kelam ettiğini duyunca Ģöyle tepki vermiĢtir;''Kelam
ilminden (Ġbni Huzeyme) Ebu Bekr'e ne? Ona da bize de yaraĢan, tahsil
etmediğimiz sahalarda konuĢ mamaktı r.''(El-Esmâ ve‘s-S fât:269)Yine dilimize
çevrilmiĢ bu tür rivayetler yapan Zehebi'nin 25 yaĢında Ġbni Teymiyye'nin etkisinde
kalarak yazd ığı ve daha sonra içerisinde güvenilmez ve Ģ az görüĢ lerin bulunduğunu
ve kendisinin bundan beri olduğunu söylediği el-Uluvv adl ı eseri
mevcuttur.(Lübnanl Dr.C.Fuad' ın makalesinde Kitab kopyalayarak çoğalltan
hadisçi Ġbni Nas ruddin D ıma Ģki'den ,Murat Yaz ıc ı) Talabesi Tâcuddîn es-Sübkî de
hocas ez-Zehebî hakk nda benzer bir tesbitte bulunmu Ģtur:"Gerçek Ģu ki hocam z
laf ızları n delaletleri konusunda yeterli birikime sahip değildi."Yine bu eserin
tahkikini yapan Elbani, Peygamberimizin (güya) ArĢ ' ın üzerinde oturacağını
söyleyen rivayetleri Zehebi'nin eserinde zikrederken ''Muhalefet etmekle etmemek
aras ında tereddüt gösterdiğini '' itiraf etmektedir.(Bkz.Zehebi el-Uluvv li'l Aliyyi'l-
Azim Ümmül Kurra sh.260)
Yine Osma Said Darimi ve Abdullah b Ahmed 'in Ģüpheciler taraf ından bası lan
eserlerinde acayip görüĢ ler mevcuttur. Eyne Allah hadisine sar ılarak Allah'u
teala'n ın yukar ıda olmad ığına inanan ın mümin olamayacağını (er-reddu ala‘l
cehmiyye 271) Allah'u tela'nı n ha Ģa s ın ırı olduğunu itiraf etmeyen kimselerin kafir
olacağı (Nakzu'd Darimi,23-4)),Ölülerin hareket edemeyeceğini elHayyyul
Kayyum olan Allah'u teala'n n dilediği zaman hareket edeceğini dilediği zaman
kalkı p oturacağını (age sh.20) dilerse sivrisineğin sı rt ına yerleĢeceğini ve sineğin
onu taĢıyacağını (age 85)Ġbni Teymiyye ve Ġbni Kayyı m' ın Allah'u teala hakk ında
inan ılmas ı caiz olmayan bir sürü tezvirat bulunan bu kitabı Ģ iddet ve hararetle
tavsiye etmeleri bir tarafa günümüzdeki bir tak ım Ģüphecilerinde bu kitab ı'' Selef-i
Salihin akidesi ''adl ı (Guraba yay ınlar ı) kitabı n ''Selef-i Salihin akidesi ile ilgili
telifler'' bölümün de 2.s rada Abdullah b. Ahmed Kitabu's Sünne 'si 38.s rada Osman
bin Said ed-Darimi 'nin er-Reddu ale‘l-Cehmiyye'sini zikretmeleri yine
Ģüphecilerin bazıları akaidde hocalarının silsilerini sayarken Ebu Hanife'yi dahil
etmezken Osman Said Darimi'yi saymaları calibi dikkattir.Ġstivanı n oturmak
anlam ında olduğunu (Abdullah b.Ahmed Kitabu's-Sünne 11)Güya Katadenin
''Onlar ille de buluttan gölgeler içinde Allah' ın ve meleklerin gelmesini beklerler''
ayeti hakk ında ''Allah onlara ,buluttan gölgeler içinde gelir.Meleklerde onlara ölüm
anı nda gelir'' demi Ģ.(age,1987) Güya Allahu teala 'n n dağlara ''Muhakkak ki ben
sizden biri üzerine iniceğim ''demiĢ.Dağlar kibirlenince Turi Sina tevazu
göstermesine binaen Allahu teala ona Ģöyle vahyederek ''Tevazun ve benim
takdirime r ızan sebebiyle senin üzerine inicem'' demi Ģ(age.168)Yüce Allah buluttan
gölgeler içerisinde ArĢtan Kürsi,ye inecek.. (age.177)gibi rivayetlerde Ehl-i
Kitab'ın kitaplarının derin bir etkisi görülmektedir.
Zira Ġnciller'de ve Tevrat'ta da Allah Teala'ya bu türlü fiiller isafe edilmiĢtir.
Hristiyanlar ın inancı na göre çarm ıh hadisesinin (!) akabinde ''oğlunu'' göğe çekerek
sağına oturtan (Matta XXI,1,41-4 Markos,XIII,36,XV,62,XVI,19) Yahudilerin
yak ıĢt ırmas ıyla yaratma iĢini bitirdikten sonra istirahata çekilen (Tekvin ,II,2) yere
inerek insanlarla konuĢ an ve konu Ģması nı bitirdikten sonra yukarı çı kan (Tekvin
XXXV,13) bulutlar içinde Tur-i Sina'ya inen bir ilah (ÇıkıĢ XIX,16-20) tarzındaki
pasajlar örneklerini verdiğimiz rivayetlere pek de ayk r ı değildir.
Onlar hadis nakli ile iktifa edip b ıraksalard ı,gerek kendileri ve gerekse ـ Ümmeti
Muhammed için en sağlam olan yola girmi Ģ olacaklard ı.Kendilerinide gayri
makbul ,gayri makul Ģeyleri birer itikat umdesi olarak ileri sürmezlerdi .
Maliki mezhebi'ne mensup hadis haf z ı Ebu Bekir b. el-Arabi müte Ģabihat alan ına
giren ayet ve hadisleri zahiri anlamlar ı çerçevesinde anlayan
Mü Ģebbihe/Mücessime hakkı nda Ģöyle der;''Yolculuğum esnası nda bunlar ile epey
uğraĢtım.Ben arzu etmediğim halde üzerime çok geldiler .Bu grubun Mısır ġam ve
Bağdat'taki temsilcilerinde en çok gördüğüm Ģey,''Allah Teala ,nefsini,s ıfatlar ın ı ve
mahlukat ını bizden daha iyi bilir.O bize öğretendir.O bize kendi durumunu haber
verdiği zaman biz ona ,haber verdiği gibi iman eder ve inan ırız ''
demeleridir.Bunlar ''Onlar illede buluttan gölgeler içinde Allah' ın ve Meleklerin
gelmesini beklerler''(2/10) Rabbinin emri geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği
zaman (89/22)Allah da onlar ın binalar ını temellerinden söktü(16/26) gibi ayetleri
ve ''Rabbimiz her gece en yakı n göğe iner'' hadisini i Ģittikleri zaman ,''Allah Teala
hareket eder,(bir mekandan ba Ģka bir mekana ) intikal eder,bir yerden ba ka bir yere
gider,gelir'' dediler .''Rahman ArĢ ' ı istiva etti'' ayetini iĢ ittikleri zaman ,''Allahu teala
ArĢ ' ın üzerine oturmu Ģtur,Ar Ģ'a biti Ģiktir ve ArĢ 'tan dört parmak daha büyüktür.Zira
O'nun ArĢ 'tan küçük olması doğru değildir.Çünkü Allah'u teala el-Azim'dir ve
O'nun misli olmaz.''O'nun benzeri hiçbir Ģey yoktur'' .Dolayısı yla Allah teala
,Ar Ģ'tan dört parmak büyüktür,derler(...) Bilmeniz gerekirki bu taife'nin söz konusu
haberlerin zahirini muhafaza etmeleri (d ıĢ anlamlar ına bağlamalar ı) konusunda
''Onlar bir saray bina ettiler'' veya ''bir Ģehri yı kt ılar '' denenemez.Onlar Kâbe'yi
y ıkmıĢ lard ır.(....) ‖(el-Avas m mine'l-Kavas m 210 vd. )
Günümüzdeki bir takı m Ģüpheciler Allah'u teala'n ın Ar Ģ'a biti Ģik olması nı kabul
etmezler,lakin Kürsi'nin ayaklar ını koyduğu yer olduğunu söylemektende geri
kalmazlar..
4-Kimi rivayetlerde Ġmam Malik'in ve Ebu Hanife'nin yukar ıdaki sözlerinde olduğu
gibi alimlerin ,tafvid üzere,temsil,te Ģbih,tecsim gerektirmeyecek Ģekilde keyfiyetsiz
kabullerini, Ģüphecilerin kendi batı l akidelerine yorumlayarak delil
getirme Ģeklindedir.Kendi eserleri ve talebelerinden nakledilenlere bak ılı nca
bunları n tamam iyle tenzih akidesiyle bağdaĢ an sözler olduğu hemen anlaĢı l ır.Ġmam
Ebu Süleyman El-Hattabi Ģöyle buyurdu:‖Bize ve her Müslüman‘ın bilmesi
gereken Ģey Rabbimiz surat ve hey‘etten münezzehtir. Çünkü surat keyfiyeti
gerektirir. Keyfiyet ise, Allâh ve sıfatları hakkında imkânsızdır. (Ġmam Beyhaki el-
Esma‘ ves Sifat)
K ısaca değinilmesi gereken önemli bir diğer hususta Ģudur: Konu anla Ģılsı n diye
''zahiri almamak '' ifadesi s ıkça kullan ıldığını yukarı da görmü Ģtük.Lakin kimi
geçmi Ģ ulemam ızdan ''zahiri manas ını almak'' tarz ında gelen ifadelerde
mevcuttur.Bu lafzi ayr ılı kta ''zahirini almak '' ifadesinden kası t Ģüphecilerin iddia
ettiği ilk akla gelen,hudus alameti ta Ģıyan zahiri manalar anlamında değildir.Bu
ayr ımı n yap lması önemlidir.ġafii mezhebi'ne mensup Haf ız Ebu Bekr el-Hatip
Bağdadi 'nin sözleri bu konuyu daha anla Ģılır kı lacaktı r;-―Sı fata dair söyleneceklere
gelince(…) Sahîh sünnetler aras ında bu kabilden nakledilmiĢ rivayetleri ele alacak
olursak, selefin izlediği yol bunlar sabit kabul etmek ve zahirleri üzerine almakt ır.
Ayr ıca keyfiyet ve te Ģbihi haklar ında kabul etmemektir (...)bir s ını rland rma ve bir
keyfiyetlendirme anlam ında bir kabul değildir. Buna göre biz el, i Ģitmek,görmek
dediğimiz vakit, bu (murad ı ilahiye kar ıĢmay z) sadece Yüce Allah‘ı n kendi zat ı
hakkı nda sabit olduklar ını belirttiği sı fatlar ın varlığını kabul etmekten ibarettir.
Bizler el, kudret anlam ındad ır, i Ģitmek ve görmenin anlamı da ilimdir, demeyiz.
Ayn ı Ģ ekilde bunlar ın organ olduklar ını ve onlarla ilgili fiili i Ģlemenin araçları
olduklar ını da söylemeyiz. Bunlar organ ve fiili i Ģlemenin araçlar ı olan ellere,
kulaklara, gözlere benzetmeyiz ve Ģöyle deriz: Bunları kabul etmenin vacib olduğu,
bu s ıfatlar ın varlığı ile ilgili nass ın bulunmas ından dolayı d ır. Bunları n
yaratı lm ıĢlar ın s ıfatlar ına benzemediğini kabul etmek de Yüce Allah‘ ın: ―O‘nun
benzeri hiçbir Ģey yoktur‖ (ġurâ, 42/11) buyruğu ile ―Hiç kimse O‘na denk
değildir‖ (Ġhlâs, 112/4) buyruklar ını n bir gereğidir.-''...
Hatip el-Bağdadi'nin ''zahiri'' anlamdan kasd edilen görüldüğü üzere tenzih
akidesiyle bağdaĢan ,manas ını n Allah'u teala'n ın bilebileceği Kuran'da varid
olduğu üzere bir zahiri yakla Ģımdır. Selef'in izlediği yolu Te‘vîl-i Tafsîlî
yapmamakla Tefvîd‘e giderken /lafzın ma‘nâsında lügavi manalarının tayinine
girmediklerini,öte yanda da Te‘vîl-i Ġcmâlî ile tenzîh yaptıklarını; yani Allah‘ı,
O‘nu, yaratılmıĢların sıfatlarından kendine yakıĢmayacak sıfatlardan uzak
tuttuklarını anlatıyor. Öyleyse z-h-r fiilinin gizlilik ve bilinmezlik olan fiillerin
duyular ile anlaĢı lması anlam ına gelebilecek ve hudus anlam ı ta Ģıyacak , Ġbni
Arabi ,Ġbni Hacer,Ġbnu'l Cevzi gibi hadisçiler baĢ ta diğer Ehli-Sünnet ulemanı n
yukarı da itiraz ettiği ''insanlar arasında kullanılan ve anlaĢılan'' manada değildir.
Yine ona göre -Ona yakıĢmayan organ ,araç,gereç,değiĢmek ve hareket etmek gibi
Ģeylerle nitelendirmeden, kalbe hatıra gelmesinden bile korunması- gerektiği inancı
bu tespitimizi doğrulamaktadır..
Elmalılı Hamdi Yazır rahimehullah aynı manada diyor ki;Selef âlimleri demiĢlerdir
ki, "Kur'ân'da Allah'a yed isnat edilmiĢ olduğu ve "Zatına benzer hiçbir Ģey
yoktur" (ġûrâ, 42/11) gereğince yedullah'ın bizim bildiğimiz özel cisim
olamayacağı da akıl ve nakil gereğince bilindiği için, biz 'Allah'ın yedi (Kur'an da
geçtiği üzere) vardır diye iman eder ve hakikatini Allah'ın ilmine bırakırız,
yorumuna kalkıĢmayız...". Yani bunu müteĢabihlerden tanımıĢlar ve "O (Kur'ân)ın
tevilini ancak Allah bilir" (Âli Ġmrân, 3/7) demiĢlerdir...'' ve ardından
Elmalılı,Halef'in neden tevile baĢvurduğunu söyler ; ''Fakat sonradan bazı
Mücessime mezhebinde olanlar ortaya çıktığı için, Kelam âlimleri bunların
muhkem âyetlere göre her birini makamına uygun bir mânâ ile yorum ve izahını
caiz görmüĢlerdir.''(Maide 64 tefsirinde)
Bilakis Mü Ģebbihe/Mücessime'nin zahiri manaları nı almalar ı ise, bu anlatı mdan
farklı iki Ģekilde olmaktad ır. Birincisi;Allah'u teala'n ın insanlar gibi gözü,eli,nuzulu
vb. vardı r derler.Ġkincisi ise;Allah'u teala'nı n mahluklara benzemeyen iki tane uzuv
manas ında görme fiilini gerçekle tirdiği gözü, Adem (as) 'e dokunarak bizzat
yarattığı ama bizim elimize benzemeyen iki eli, ve parmaklar ı, cihet manas ına
gelecek ve mesafesel uzakl ık ve mekan tayin edecek Ģekilde yukar ıda olmak ,ve bir
yerden bir yere intikal etmek manas ında kendine has nüzülü ,ve yine bizim
bilemeceğimiz bir sı nı rı vard ır, Ģeklindedir.Bu problemli inanc ın nerelere kadar
götürüldüğüne yukar ıda temas etmi Ģtik.Bu risaleyede değinemediğimiz diğer bir
hususta Kur'an da her ne kadar Ģüphecilerin anladığı manada olmasada yed (el)
tekil,tesniyye(iki) ve çoğul (3 ve daha fazlası) kipler ile ,ayn (göz ) ise sadece tekil
ve çoğul kipler ile geçtği halde tesniye kipini esas alarak (iki tane) ayn ve yed'i
Allah'u teala'ya nispet etmede karar kılmalarıdır.
Elbette bu konuda naklediceklerimiz bu kadarla s ını rlı değildir.Sadece elimizdeki
terceme eserlerden ufak bir k ıs ımd ır.ĠĢaret edilen kaynaklarda ayr ınt ılar ına
bakabilirler.Ehl-i Hadis'ten,Ehl-i Tasavvuf'tan ve müfessirlerin Selef ve Halef
ulemas ından naklettiklerimiz ile anla Ģıld ıki; Ehli-Sünnet ne sapm ıĢ Cehmiyye gibi
''Nerede olursanı z olun o sizinle beraberdir''(Hadid 4) '' Biz ona Ģah damarı ndan
daha yak ın ız''(kaf 16) ve benzeri ayetleri delil getirip ''Allah zat ıyla heryerdedir''
demi Ģlerdir. Ne de sapmıĢ Mücessime/Mü Ģebbihe gibi ''Rahman ar Ģ'a istiva
etmi Ģtir'' ve benzeri ayetleri delil getirerek Allah' ın (c.c) zat ıyla bir mekanda ve
cihette olduğunu söylemi Ģlerdir. Ehli-Sünnet , Peygamberlerin ve Sahabelerin
akaidinde olduğu gibi bu konuda da (vasat) orta yolu tutmu Ģ, Kur'an-ı bütüncül
olarak alm ıĢ ve ''Allah (c.c) Yönsüz ve Mekans ız olarak vard ır'' demi Ģlerdir.Son söz
olarak bizde selef 'ten Ġmam Tahâvî rahimehullah gibi ''Cemaati hak ve doğru
buluruz. Parçalanmay ı eğrilik ve azan görürüz. Sünnet ve cemaate tabi oluruz.
Dağılmak, ihtilaf ve parçalanmaktan çekiniriz. Adalet ve emanet ehlini severiz.
Zulüm ve h ıyanet ehline bu'uz ederiz. Müslümanların cemaatı na muhalefet
etmeyiz''. (Akidetü‘t-Tahaviyye)Çünkü müslüman cemaate muhalefet etmek haktan
sap ıĢt ır,dalalettir ve bidatt ır.
ġu kendilerini Selefiyye diye adland ıran Ģüphecilerin delil (!) diye
sunduklar ı aktaramadığım ız ayetler ,uydurma yahut zay ıf veya manası tahrif
edilmi Ģ hasen ve sahih hadisler, imamlara iftirâ, ―icmâ‖ iddiaları ile ispât edilmeye
çal ıĢılan ha Ģa ―Allah‘ ın mekanı ‖, ―yukar ıda olması ‖ gibi Firavun itikadı nevinden
i‘tikadlar, siyasi güçle Müslümanlara kabullendirilmeye çalı Ģılmakta ve petrol
gelirleri sayesinde bir çok ülkede maalesef hı zlı ca yayı lmaktad ırlar. Türkiye ise
Osmanl ı'dan aldığı Selefi-Salihin akidesini koruyarak,Vehhabilere prim vermeyen
ehl-i sünnetin muhkem kalesi durumundad ır.Ası rlar önce de Ģüphecilere cevaplar
hakk ıyla verilmi Ģ ve sindirilmi Ģlerdir.Lakin seleflerinin izinden kimi değiĢikliklerle
her as ırda kendilerini yenilemektedirler .ġu selef namına selefi karalayan
Ģüpheci muarr ızları na kar Ģı Ehl-i Sünnet itikad ın ı müdafa edenlerde, methotlar ın ı
yenilemek ve geliĢ tirmek suretiyle hazı r olmal ıdı rlar ki bu fitneler etrafa kök salı p
nesilleri helak etmesin... Böyle bir zamanda çok dikkatli ve gayretli çalıĢ malarla
oynanan oyununun üzerindeki sis perdesini def etmek laz ımd ır.Ġmâm Kevserî
âbidevî eserleriyle (―Tebdîdü‘z-Zalâmi‘l-Muhayyim min Nûniyyeti ibni‘l-
Kayyim‖) buna en ileri seviyede muvaffak olmu Ģtur.Ġmam Kevseri'nin bir çok
yerde dile getirdiği ''Selef'in mezhebi, maksad ın tayin edilmeksizin tefvid /ilmini
Allah'a havele etmekdir '' sözüne hucum edenlere Ehl-i Sünnet ulemas ını n
yukar ıdaki tasnifleri yeterlidir. Mesele, onun yazd ıklar ın ı eli yüzü düzgün
bir Ģekilde Türkçe'ye kazand ırmaktan ibarettir. Bu arada itidâl ve istikâmeti de
elden b ırakmamak elzemdir. Yok etmeniz gerekenleri, yok edeyim derken
saklamak zorunda olduklar ın ız ı da kollamak ve kaybetmemeye mecbursunuz.
Kar Ģıl ıkl ı taraflar ın mevzuu ile alakalı olarak birbirlerine yazm ıĢ olduğu eserleri,
erbab olanlar ın bulup bir mudakkik ve muhakkik gözüyle sabı rla okuması , avam
için anlaĢı lı r bir halde yeniden yaz ıp izah etmeleri gerekir.Ġlm-i Kelâm
müderrislerinin Allah‘ ın sı fatlar ı, s ıfat ayetleri ve s ıfat hadisleri bahsini yeniden
geniĢ mulâhazalarla ortaya koymaları icap etmektedir.Sözü edilen Ģ u munzı rr
akideler Türkçeye tamamı yla çevrilmi Ģtir.(Çoğu zaman bedava dağıtılmaya
ba Ģlanm ıĢtı r.) Uyu Ģuk uyuĢuk durmanı n bir manası yoktur. Vesselâm….
اىح ػي اى صحب ميب رمش اىزامش غفو ػ رمش اىغبفي صي هللا ػي سذبحذ ذ لل سة اىؼبى
...
Bu kitapçı kta geçen nakiller ve ifadeler kaynaklar ı gösterilmiĢ (Ebubekir
Sifil,Hüseyin Avni Kansızoğlu,Murat Yazıcı vb.) yazarlar ın kitaplar ından dergilerde
ve internet sitelerinde yay ınlanmıĢ makalelerinden iktibasla,amacı na uygun bir
tak ım küçük k ısaltma ve tasarruflarla konu bütünlüğünün korunması adı na birle Ģtirilerek derlenmi Ģtir.