4
Artı - Değer Aralık 2011 Sayı 6 Ücretsizdir Ar-değer kaldığı yerden devam ediyor. 2009 yılında fakültede tarşmak, anlam- ak; üniversitelerin değişen yapısından, işleyişinden rahatsız olan öğrenciler tarandan harekete geçmek için çıkarılmış. Bu üniver- siteye iksat alanında bir şeyler öğrenmek için gelen öğrencilerin bir araya geldiği; okula gelip tarşmadan, kullanılmayan iksadi teo- rileri ezberleyip güncelle bağlansını kuramadan kariyer serfikaları peşinde koşan öğrencileri rüzgarın savurduğu yerlerden çıkarıp,dünyayı ve ülkeyi daha iyi anlamak ve sorgu- lamak için kaldığımız yerden devam ediyoruz. Krizin teğet geçmediğini, işsizliğin gün be gün arğını, her şeye zam gelir enflasyon artarken maaşların yerinde saydığını biliyoruz. Batak oynamak, ders sonrası kafelerde za- man öldürmek yerine oturup yazmayı denedik. Bu ülkenin aydınlanmacı, kamucu ve kalkınmacı iksatçılara ihyacı olduğunu bilerek... İksat Fakültesinin 75. Yılı Kutlu Olsun (!) İksat fakültesi 14 Aralık 1936’da kurulmuş- tur. Kuruluşunda Avrupalı, özellikle de Alman bilim adamlarının önemli katkıları vardır. Ord. Prof. Umberto Ricci, Ord. Prof. Joseph Dob- retsberger, Ord. Prof. Wilhelm Röpke, Ord. Prof. Fritz Neumark gibi Avrupa’da Hitler na- zizminden ve Mussolini faşizminden kaçarak ülkemize sığınan bilim insanları kuruluş aşa- masında görev almışlardır. İksat Fakültesi’nin kuruluşuna kalan Avrupalı aydın bilim insan- ları, aynı zamanda Türkiye’nin o yıllarda gös- terdiği kalkınma ve uygarlık çabalarına da kat- kı sağlamışlardır. İksat Fakültesi 50’li, 60’lı, haa 70’li yıllar- da modern iksadı öğreten hemen hemen tek kurumdu. Fakültemiz iksat eğiminin Türkiye çapında yayılmasına büyük katkı sağ- layacak iksatçıları ve akademisyenleri yeş- rmişr; Cavit Orhan Tütengil, Sencer Divit- çioğlu, Gülten Kazgan, Haydar Kazgan, Türkel Minibaş, İzzen Önder ve daha birçokları... Bu değerler yalnızca iksadi ve sosyal alan- daki bilimsel konularda değil; Türkiye’nin geçirmekte olduğu süreçlerde de fikirleriyle toplumda etkili olmuşlardır. Bu çok doğaldır çünkü üniversiteler toplumların sosyal, siya- sal, iksadi ve kültürel gelişmelerinde üzer- lerine önemli görevler düşen kurumlarıdır. Günümüze geldiğimizde ise 1980 darbesi ve sonrasındaki değişim ile birlikte her üniver- sitede olduğu gibi üniversitemizde de eğim anlayışının değişmiş olduğunu görüyoruz. Kü- reselleşme ve yeni dünya düzenine uyum adı alnda birçok kavramın içi boşallmış, üniver- siteye emek vermiş birçok değerli hoca siyasi sebeplerden okuldan ayrılmışlardır. Bugün fa- kültemizin 75. yılını kutlarken; eğim sistemi- nin, kuruluş yıllarındaki duruşundan ne kadar uzaklaşğını görüyoruz. Ark iksat kavramı- nın bilim olarak incelenmesinden, bu dala de- rinleşilmesinden çok; sürekli rekabet halinde, piyasaya hakim, yalnız ve bencil bireyler yeş- riliyor. YGS ile başlayan koşu maratonu hızla devam ediyor. Hocalar ile öğrenciler arasında- ki bağlar da gitgide zayıflıyor. Öyleki fakültenin kuruluş kutlamalarına öğrenciler alınmamışr. 75. yılın kutlandığı gün okulun çevresi abluka alna alınmış. Çevik kuvvet, özel harekat mleri ve sivil po- lislerden oluşan bir ordu vardı. Okulun böyle işgal edilmesinin sebebi fakülte kutlamalarına gelen Cumhurbaşkanıydı. Kendisi öğrencilik yıllarında, 1969 yılında, İstanbul’a gelen ABD 6. Filosunu kıble kabul eden Milli Türk Tale- be Birliği üyesiydi. ABD filosunu denize döken emperyalizme karşı mücadele eden ilerici öğ- renciler tarandan MTBB üyesi Abdullah Gül okula alınmıyordu. Öğrenci olarak giremediği amfiye öğrencileri almadı; sadece akademis- yenlere konuştu. Bu kutlamada öğrenciler yoksa, konuşmayacaksa, ben ne yapayım bu- rada diyemeyenlere; sadece alkışlayanlara... Siyasi atmosferle uyumlu halde olan fakülte ve üniversite yönemi tarandan Cumhur- başkanına plaketler art arda verildi. Cumhur- başkanına plaketler yağdırarak kutladık fakül- temizin 75. yılını; değerli hocaların emeğine, üremine, bırakklarına sahip çıkmayarak.. Çardamakta olan AB’den, parmak ısırtan ekono- mimizden ve gerçekte asla olamayacak” olan Kaa’nın davasından bah- sediyoruz. Sizleri de bir- likte tarşma ve üretmeye çağırıyoruz... Bu Sayıda İleşim Öneri ve görüşlerinizi paylaşmak veya fanzine katkı koymak için; iksat-fanzin@ googlegroups.com adresinden bize ulaşabilirsiniz.

Artı Değer Sayı 6

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Artı Değer Fanzininin 6. Sayısı

Citation preview

Page 1: Artı Değer Sayı 6

Artı-DeğerAralık 2011 Sayı 6 Ücretsizdir

Artı -değer kaldığı yerden devam ediyor. 2009 yılında fakültede tartı şmak, anlam-ak; üniversitelerin değişen yapısından, işleyişinden rahatsız olan öğrenciler tarafı ndan harekete geçmek için çıkarılmıştı . Bu üniver-siteye ikti sat alanında bir şeyler öğrenmek için gelen öğrencilerin bir araya geldiği; okula gelip tartı şmadan, kullanılmayan ikti sadi teo-rileri ezberleyip güncelle bağlantı sını kuramadan kariyer serti fi kaları peşinde koşan öğrencileri rüzgarın savurduğu yerlerden çıkarıp,dünyayı ve ülkeyi daha iyi anlamak ve sorgu-lamak için kaldığımız yerden devam ediyoruz. Krizin teğet geçmediğini, işsizliğin gün be gün arttı ğını, her şeye zam gelir enfl asyon artarken maaşların yerinde saydığını biliyoruz. Batak oynamak, ders sonrası kafelerde za-man öldürmek yerine oturup yazmayı denedik. Bu ülkenin aydınlanmacı, kamucu ve kalkınmacı ikti satçılara ihti yacı olduğunu bilerek...

İkti sat Fakültesinin 75. Yılı Kutlu Olsun (!)

İkti sat fakültesi 14 Aralık 1936’da kurulmuş-tur. Kuruluşunda Avrupalı, özellikle de Alman bilim adamlarının önemli katkıları vardır. Ord. Prof. Umberto Ricci, Ord. Prof. Joseph Dob-retsberger, Ord. Prof. Wilhelm Röpke, Ord. Prof. Fritz Neumark gibi Avrupa’da Hitler na-zizminden ve Mussolini faşizminden kaçarak ülkemize sığınan bilim insanları kuruluş aşa-masında görev almışlardır. İkti sat Fakültesi’nin kuruluşuna katı lan Avrupalı aydın bilim insan-ları, aynı zamanda Türkiye’nin o yıllarda gös-terdiği kalkınma ve uygarlık çabalarına da kat-kı sağlamışlardır. İkti sat Fakültesi 50’li, 60’lı, hatt a 70’li yıllar-da modern ikti sadı öğreten hemen hemen tek kurumdu. Fakültemiz ikti sat eğiti minin Türkiye çapında yayılmasına büyük katkı sağ-layacak ikti satçıları ve akademisyenleri yeti ş-ti rmişti r; Cavit Orhan Tütengil, Sencer Divit-çioğlu, Gülten Kazgan, Haydar Kazgan, Türkel Minibaş, İzzetti n Önder ve daha birçokları... Bu değerler yalnızca ikti sadi ve sosyal alan-daki bilimsel konularda değil; Türkiye’nin geçirmekte olduğu süreçlerde de fi kirleriyle toplumda etkili olmuşlardır. Bu çok doğaldır çünkü üniversiteler toplumların sosyal, siya-sal, ikti sadi ve kültürel gelişmelerinde üzer-lerine önemli görevler düşen kurumlarıdır. Günümüze geldiğimizde ise 1980 darbesi ve sonrasındaki değişim ile birlikte her üniver-sitede olduğu gibi üniversitemizde de eğiti m anlayışının değişmiş olduğunu görüyoruz. Kü-reselleşme ve yeni dünya düzenine uyum adı altı nda birçok kavramın içi boşaltı lmış, üniver-

siteye emek vermiş birçok değerli hoca siyasi sebeplerden okuldan ayrılmışlardır. Bugün fa-kültemizin 75. yılını kutlarken; eğiti m sistemi-nin, kuruluş yıllarındaki duruşundan ne kadar uzaklaştı ğını görüyoruz. Artı k ikti sat kavramı-nın bilim olarak incelenmesinden, bu dala de-rinleşilmesinden çok; sürekli rekabet halinde, piyasaya hakim, yalnız ve bencil bireyler yeti ş-ti riliyor. YGS ile başlayan koşu maratonu hızla devam ediyor. Hocalar ile öğrenciler arasında-ki bağlar da gitgide zayıfl ıyor. Öyleki fakültenin kuruluş kutlamalarına öğrenciler alınmamıştı r. 75. yılın kutlandığı gün okulun çevresi abluka altı na alınmıştı . Çevik kuvvet, özel harekat ti mleri ve sivil po-lislerden oluşan bir ordu vardı. Okulun böyle işgal edilmesinin sebebi fakülte kutlamalarına gelen Cumhurbaşkanıydı. Kendisi öğrencilik yıllarında, 1969 yılında, İstanbul’a gelen ABD 6. Filosunu kıble kabul eden Milli Türk Tale-be Birliği üyesiydi. ABD fi losunu denize döken emperyalizme karşı mücadele eden ilerici öğ-renciler tarafı ndan MTBB üyesi Abdullah Gül okula alınmıyordu. Öğrenci olarak giremediği amfi ye öğrencileri almadı; sadece akademis-yenlere konuştu. Bu kutlamada öğrenciler yoksa, konuşmayacaksa, ben ne yapayım bu-rada diyemeyenlere; sadece alkışlayanlara... Siyasi atmosferle uyumlu halde olan fakülte ve üniversite yöneti mi tarafı ndan Cumhur-başkanına plaketler art arda verildi. Cumhur-başkanına plaketler yağdırarak kutladık fakül-temizin 75. yılını; değerli hocaların emeğine, üreti mine, bıraktı klarına sahip çıkmayarak..

Çatı rdamakta olan AB’den, parmak ısırtan ekono-mimizden ve gerçekte asla olamayacak” olan Kafk a’nın davasından bah-sediyoruz. Sizleri de bir-likte tartı şma ve üretmeye çağırıyoruz...

Bu Sayıda

İleti şimÖneri ve görüşlerinizi paylaşmak veya fanzine katkı koymak için;

ikti [email protected]

adresinden bize ulaşabilirsiniz.

Page 2: Artı Değer Sayı 6

Türkiye’nin önem-li aydınlarından, değerli hukukçu, yazar Server Tanilli onurlu, başı dik, mücadeleci ve üretken yaşamı ile insanlığa önemli bir miras bıraktı. 1931’de İstanbul’da doğan Tanilli, 1953 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Mezun olduktan sonra akademide kalmayı tercih etti. İlk araştırma ve yazıları hukuk alanındadır.70’li yılların başında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Devlet Tat-biki Güzel Sanatlar Yüksekokulu’nda dersler vermeye başlayan Tanilli, ‘Uygarlık Tarihi’ dersi ve kitabı konu edilerek, bir öğrencinin şikâyetiyle soruşturmaya uğradı. Komü-nizm propagandası yaptığı gerekçesiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan Tanilli, 1978 yılında İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararıyla beraat etti. Server Tanilli hakkında açılan davadan beraat etme-sinden kısa bir süre sonra, 7 Nisan 1978’de faşistlerin silahlı saldırısına uğradı. O dönem İstanbul Üniversitesi Hukuk FakültesiAna-yasa Kürsüsü doçentlerinden olan Tanilli, uğradığı saldırı nedeniyle felç geçirdi ve bacakları tutmaz oldu. Uğradığı hain saldırı onun aydınlama mücalesinde geri düşme-sini sağlamadı aksine karanlığa karşı bir çok eser yarattı ve geleceğe armağan etti.Değerli hukukçu Server Tanilli’yi arkasında bıraktığı eserleri ve onurlu yaşamı ile sevgi ile anıyoruz...

Bir Aydınımızı Daha Yitirdik...

Türkiye İstatistik Kurumu(TÜİK) tarafın-dan Türkiye’nin yılın üçüncü çeyreğin-de yüzde 8.2 büyüdüğü ve büyümede dünya ikincisi olduğu açıklandı. Peki bu büyüme nasıl oluyor? İşsizlik artı-yor , enflasyon oranı sürekli artıyor, kişi başına yaklaşık yüzde 70 oranında dolaylı vergi alınıyor (kazanılan paranın yarısından fazlası vergiye gidiyor) ve biz büyüyoruz. Cari açık yılın ilk 10 ayında geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 93.9 oranında, 31 milyar 512 milyon dolar artarak 65 milyar 57 milyon do-lara ulaşır, asgari ücret artmazsa , özel-leştirme ve ihaleler hız kesmeden iler-lerse; Türkiye ekonomisinin kaderinin dış dünyadan gelen kaynak akımlarına teslim edilir, kıdem tazminatı iç edilir, emek piyasasının daha da esnekleşti-rilmesi gündeme gelir, Kanun Hükmün-de Kararnamelerle kamu çalışanlarının aynı unvan ve kadroda bulunanların ücretleri arasındaki eşitsizliği ortadan kaldırmaya yönelik olduğu ifade edilip, kamu çalışanları arasındaki ücret den-gesizliğinin ek ödemeler yoluyla gide-rileceği belirtilip genel müdürlere ek ödeme yapılıp; öğretmenler,emekçiye, devlet memurlarına ek ödeme yapıl-mazsa, çok güzel büyürüz. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) tarafından hazırlanan ve geçtiğimiz gün kamuoyuna açıklanan “Eşitsiz mi gelişiyoruz? Son 20 yılda yoksulluk ve gelirlerdeki değişimler konusunda yeni kanıt” başlıklı raporda yer alan veriler tüm dünyada zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun giderek derin-leştiğini ortaya koyuluyor. Raporda Türkiye de gelir adaletsizliğinde ABD, Meksika ve İsrail gibi ülkelerle birlikte

son sıralarda yer aldığına değiniliyor.Bu da Türkiye büyürken halkın nasıl yoksullaştığını gösteriyor. Ayrıca eko-nomi büyürken kredilerin yüzde 39 oranında artması iç talebin nasıl ayakta tutulduğunu gözler önüne seriyor.Bu demek oluyor ki insanlar ya kredi kar-tı kullanarak ihtiyacını karşılıyor ya da bankalardan kredi alarak. Bir yandan da AB’deki krizden Türkiye’nin etkilene-ceği yakındır. Ekonomi bakanımız Zafer Çağlayan bu büyümemizi parmak ısırtı-yoruz diye anlatırken, biz parmakları-mızı ısırtan diğer haberlere bir göz ata-lım. Şehir Üniversitesi Rektörü Gökhan Çetinsaya’nın yeni YÖK başkanı olarak atandı. Kendisi Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu’na çok yakın, aynı zamanda Fethullah Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı ve cemaatin alternatif oluşumu olarak bilinen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na üyedir. Eski YÖK başkanımızda Abdullah Gül’ün başdanışmanı olacak ve ödüllendirilecekmiş. Üniversitelerin yapısının tamamen değiştiği günler-de böyle haberlere çok alıştık, yeteri kadar parmak ısırmadık diyorsanız; Ortadoğu’da yoksul halkın isyanının emperyalist müdahale ile manüpüle edilmesi, iktidarın ABD kumandasında değişmesine, böylece halkın sömü-rülmesinin kolaylaştırılmasına, halk devrimi diyenlerin; Yunanistan’da halk ayaklanmaları, grevler devrime göz kır-parken; Ortadoğu’yu hergün medyada parlatanların, Yunistan’dakileri göster-memesine, yokmuş gibi davranması-na, Suriye’nin ve İran’ın baskı altında kalmasına halkların savaşa itilmesine bakın...

HABERLER. . .HABERLER. . .HABERLER. . .HABERLER. . .HABERLER. . .HABERLER. .Krizden Kurtulmanın Formülleri:Dünyanın Öncü Bir Lidere İhtiyacı Var, Çözüm Liderde... Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan yaptı-ğı açıklamada; 2008 krizinde Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrardaki yapısını, farkını ortaya koyup, krizden sıyrılmayı ba-şardığını söyledi.Hasta adam muamelesi yapılan Türkiye’nin sağlıklı bir yapıya ka-vuştuğunun “Şimdilerde kimin hasta kimin sağlıklı olduğu ortada” deyip naçizane şe-kilde “Allah hastalara acil şifa versin” diyen Çağlayan, ekonomik krizdeki ülkelere iyilik temennilerinde bulundu. Ayrıca konuşma-larına “Bugün Avrupa’nın içinde bulunmuş olduğu süreç, 2008’den beri yaşamış oldu-ğu ekonomik krizin temelinde Avrupa’da, Avrupa’yı yönetecek, bu sistemi krizden çıkartacak liderlerin olmayışı” cümlelerini ekleyen Çağlayan; Avrupa’nın, Türkiye’de olduğu gibi, krizin teğet geçmesini sağla-yacak bir başbakana sahip olmamasına işaret etti. Ne diyelim, krizin eşiğindeki dünyada, yeni dönemde, öncü liderimizle krizin üstesinden geliriz evelallah...

Vekil Danışmanlarına Dudak Uçuklatan Yüzde 170 Zam ! Bugün Türkiye’de birçok emekli,memur ve bir çok devlet çalışanı kendi maaşlarına zam yapılması için mücadele ederken; yeni bir düzenlemeyle milletvekili danışmanı-nın maaşı 2000 TL’den 5400 TL’ye çıkarıldı. TBMM’de yürürlüğe giren yeni Teşkilat Ka-nunu ile mecis personeline zam geldi. Böy-lece danışmanların alacağı ücret, 11 bin TL maaş alan vekillerin yarısı kadar olacak. Meclis Başkanı Cemil Çiçek’in danışmanla-rı 6 bin 446 TL maaş alacak. Düzenlemeyle 2. danışman statüsü verilen sekreterlerin maaşı da 4 bin 705 TL olacak. Meclis’te grubu bulunan partilerin danışman sayısı artırılırken, gruplara danışmanlık yapacak kişilerin maaşı da 5 bin 479 TL olacak. Akıl-lara gelen ilk soru ise yüzde 170’lik zamma rağmen emekli ve memurlara yine yüzde 5,7’lik zam mı olacağı?

Üniversiteden:Üniversiteler artık şirket gibi zarara so-kulup ticaret yapılan yerler. Üniversitemi-zin rektörü Yunus Söylet, sene başında birçok zorluk yaratan öğrenci otomasyon sisteminin yazılım işini ihaleyle bir firmaya vermiş... Firmaya bu iş için 500 bin dolar ödenmiş... Sistem çalışmamasına rağmen ödenen para firmadan geri alınmamış.... Böylece üniversite zarara sokulmuş.

İyi ki Doğdun İktisatİktisat Fakültesinin 75.yılını Abdullah Gül’ün gelişi ile kutladık. Kutlamalar ön-cesi fakültemiz şimdiye kadar görülmemiş bir itina ile temizlenip,biz öğrencilerelayık olmayacak şekilde tadilat edildi. Öy-leki yıllardır kendi haline bırakılan amfiler tadilat edilip, temizlenip, çiçeklerle döşe-nerek kutlamaya hazır hale getirildi. Bizim şu ana kadar girmeye çekindiğimiz tuva-letler değişti, insanların girebileceği bir yere dönüştürüldü.Aklımıza gelen ilk şey keşke Cumhurbaşkanımız ek binamıza gel-seydi; en azından orası da insana layık bir yer haline getirilirdi !

Parmak Isırtıyoruz

Page 3: Artı Değer Sayı 6

Avrupa Birliği’ndeki çatlakların ve AB ülkelerinin büyük bir borç krizi içine sürük-lenmelerinin nedenleri nelerdir; bu krizin içinden nasıl çıkılabilir? Bu sorular uzun süredir ekonomistlerin tartıştıkları önemli konuların başında gelmektedir. Başta Yunanistan, İspanya, İrlanda, Portekiz ve diğer AB ülkeleri olmak üzere neden bu kadar çok borçlanmışlardır? Öncelikle sorunun en başına dönülmelidir. Bu ülkelerin AVRO ya geçmeden önceki ve geçtikten sonraki ekonomik durumlarına bir göz atmak gerekir.Ortak para birimine geçilmeden önce ülkelerdeki cari denge/milli gelir ve toplam enflasyon oranlarına bakalım.

İlk olarak bu ülkeler avroya geçiş aşamasında milli paralarını terk ederek, avroya geçmeden önce paralarını Avrupa para birimine(dolaylı olarak alman markına) bağlamışlardır. Bu ülkelerin yerli paralarını yüzde 25-30 oranında daha değerli kılıyordu. Fakat Yunanistan, İrlanda, İspanya ve Portekiz ‘deki işgücü maliyetleri bu şekilde artmış ve Almanya’ya kıyasla rekabet güçleri azalmıştır. Buna karşın bu ülkeler ihracatta ve ithallatta rekabet gücünü arttırmak için devalüasyona gidememişlerdir çünkü ortak para birimine bir geçiş söz konusudur. Almanya ise bu durumdan en karlı çıkan ülke olmuştur. Bu ülkelere yapmış olduğu sermaya ihracı, cari açıklarını fazlaya dönüştürdü ve büyümeye başladı. Ancak bu ser-maye girişleri Yunanistan, İspanya, İrlanda ve Porte-kiz’deki yerli bankaların borçlanmasına yol açtı ve bu bankalar borçları karşılayamayınca bütçe harca-maları ile kurtarıldı. Yani özel borçlar devlet borcuna dönüştürüldü. Peki bu ülkelerin borçlanmalarına karşın bu borç-ların kapatılması ve önlenmesi için yerine getirilen önlemler(yaptırımlar) nelerdir veya neler yapılabilir? Krize sürüklenen bu ülkelerin eli kolu bağlanmış durumda, Almanya ve Fransa’dan gelen yaptırımlara boyun eğdirilmeye çalışılıyor.Avrupa Merkez Bankası ise bu ülkelerin borçlanma maliyetlerini düşürmek için hiçbir şey yapmıyor.Kemer sıkma politikası adı altında kamu harcamalarının kısılması,sosyal gü-vencenin ortadan kaldırılması, emeklilik yaşının yükseltilmesi ,dolaylı vergilerin arttırılması, kısacası

bu borçlanmaları emekçi halkın cebinden almaya çalışmalarıdır. Bu borçlanmanın sebebi ise halka sağlanan sosyal hizmetler olduğu söylenip bu haklara büyük saldı-rılar gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Oysaki bu ülkeler sosyal hizmetlere çok para harcadıkları için değil, Avrupa Para Birliği’ne dahil olduktan sonra kendi merkez bankalarına faizsiz olarak borçlanamadıkları için ve onun yerine büyük faizlerle özel bankalardan borçlanmak zorunda kaldıkları için büyük miktarlar-da faiz ödemek zorunda kaldılar. AB üye devletlerin kamu borçlarını üstlenmesi,

sosyal hizmetlerin tasfiye edilmesi, özelleştirmele-rin “şeffaf ve demokratik” olması,dolaylı vergilerin artırılması, şirketlerin karlılığını arttırmaya yönelik politikalar kesinlikle krizin çözümü değildir. Bunun yerine yanı başımızda krizin ağır fatu-rasını ödememek için direnen ve haklarından vaz-geçmeyen, artan vergilendirmeleri kabul etmeyen, ülkede yaygın grevler yapan Yunanistan işçi sınıfını incelemek gerekir.YKP nin(Yunanistan komünist partisi) ve PAME nin(işçi sendikası) örgütlediği büyük grevler ve mitingler Almanya’nın, Fransa’nın ve yerli sermayedarların Yunanistan’da yapmak iste-dikleri sermaye lehine dönü-şüme büyük ölçüde direnç göstermekte, engellemektedir.Emperyalist dev-letlerin hesaba katmadığı şey Yunanistan’daki emekçi halkın mücadelesi oldu.

Avrupa Birliği Çatırdıyor

Mu ?

Page 4: Artı Değer Sayı 6

Kafka’dan Günümüze “Dava”Dava’dan; ‘’Şurası kesin ki,

mahkemenin bütün yapıp etme-lerinin dışında, benim davamı örnek gösterirsek, bu tutukla-nış ve soruşturmanın arkasında büyük bir örgüt var, öyle bir örgüt ki, emrinde sadece parayla tutul-muş görevliler, ahmak şefler ve en önde gelenlerinin erdemi kibirsiz olmayı geçmeyen sorgu yargıçları görevlendirmekle kalmıyor, hade-melerin, yazmanların, jandarma-ların ve öteki yardakçılarının hatta cellatların aralarında bulunduğu o epey kalabalık maiyetleriyle yüksek ve en yüksek yargıçlar topluluğunu da yapısında tutuyor. Bu organizasyonun amacı nedir acaba? Suçsuz, günahsız insan-ların tutuklanması, bu insanlara karşı anlamsız ve benim davamda-ki gibi genellikle sonuçsuz kalacak bir takibat ve kovuşturmanın süregitmesi.’’ Joseph K. sabah kapının çalın-masıyla uyanır. İşte herşey tam da bu anda başlar. Gelenler onu tutuklayacaklarını söyler.Suçunun ne olduğuysa muammadır (Bu, size de bir yerlerden tanıdık geldi mi?). Bir hukuk devletinde yaşadı-ğını düşünen Joseph K.’nın adale-te olan inancını yıkacak bu durum da nedir? Gerçekte K.’nın tutuklandığını öğrenmesi, zaten toplum içinde tutuklu olduğunun farkına var-masından başka birşey değildir. Tutuklandığını öğrendiğinden beri K., gündelik hayatını eskisi gibi sürdürmek konusunda özgürdür. Ancak, içine kapatıldığı kafesin

farkına varmıştır. O kafesin dışına çıkmak ister, ama başaramaz. Bu farkındalık K.’yı mutsuz eder.

K. gizli tutmaya çalıştığı halde, çevresindeki herkes onun dava-sından haberdardır çünkü hep-sinin bir davası vardır. Suçlanan, tutuklanan, özgürlüğü elinden alınan biri olarak K. suçludur ve onu mahkum eden de toplumdur. Herkesin onun davasından haber-dar olması (ki bu onlara iktidar sağlar), K.’nın çevrelenmişliğinin bir dışavurumudur. Kitabın bir bölümünde K.’yla bir rahip arasın-da şöyle bir diyalog geçer: ‘’Mah-keme senden birşey istemiyor ki! Geldiğin zaman niye geldin demi-yor, gitmek istedin mi, koyveriyor

gidiyorsun.’’ Bu, yaşama ilişkin bir bilgidir.Aynı zamanda burada varoluşçuluğa yapılan bir gönder-me vardır. Yaşamda sonuçlarına katlanmak şartıyla kendi varoluşu-muzu kendimiz belirleme hakkına sahibizdir.K.’nın davası aynı so-runu içinde barındırır. K. kendini savunma hakkına sahiptir. Amca-sının ısrarları üzerine kendine bir avukat tutar. Böylece toplumun istemlerine boyun eğdirilecektir. O, bir toplum kurbanıdır. Toplum, kurumlarıyla, baskısıyla, bürok-rasisiyle bireyi kafesin içine alır. Bi-reyden beklenen tek rol, zayıflıktır. Ergenekon, KCK, Hopa vb. dava-lar, adeta Kafka’nın romanında tasvirini yaptığı totaliter devlet cihazının marifetlerini bize hatır-latmaktadır. ‘Dinlemeye takıldı’ gerekçesiyle, sınırı belirsiz soyut iddialarla gözaltına alınmalarla, K.’nın gözaltına alınmasıarasın-da pek bir fark yoktur. Herkesin suçlu, herkesin avukat, herkesin yargıç olabildiği bir ülkede gerçek-ler değil, erk sahiplerinin yargıları önem kazanır. Toplumlarda açıklık duygusunun yerini belirsizlik, adaletin yerini endişe almışsa, o toplumun rejiminin niteliği öne-mini kaybeder. Yukarıda bahsettiklerimiz Kafka’nın 1914 yılında yazdığı Dava romanından baz alınmış-tır. Sakın ola bu yazıyı günümüz Türkiye’sinde yapılan tutuklama-lar ve davalar ile ilişkilendirmeye çalışmayın! Unutmayın, Kafka’nın Dava’sı kurgudan ibaret. Gerçek hayatta olur mu böyle şeyler!

KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT KÜLTÜR SANAT

DON KİŞOT(Opera ve Bale )26 Aralık PerşembeSaat: 20’de28 Aralık ve 04 Ocak Cumartesi Saat: 16’daKadıköy Süreyya Operası’nda

VİYOLONSEL VE PİYANO İLE FUAYE KONSERİ (ücretsiz )Dilbağ TOKAY, viyolonsel; Emine SERDAROĞLU, piyano04 Ocak Çarşamba Saat: 18’deKadıköy Süreyya Operası’nda

GENÇ WERTHER’İN ACILARI (Opera ve Bale) 3 Ocak ve 17 Ocak Salı Saat: 20’de Kadıköy Süreyya Operası’nda

AYŞE TÜTÜNCÜ ÜÇLÜSÜ (Konser)Meriç Demirkol: Alto, Soprano ve SaksafonAnıl Eraslan: ViyolonselAyşe Tütüncü: Piano23 Aralık CumaSaat 20:30’daKadıköy, Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde

Mutlaka bir gün

Günler büyük acılarla geçiyorAma büyük umutlarla da,Ve diyebilirim ki hayatta,Hiç bir zaman böylesine umutlu olmadım gelecektenBir kötürüm olmama rağmenVe işte şuradaA,Dost ve düşmanHerkese ilan ederim ki; ayaklarımı bir savaşta kaybettimYine bir savaşta kazanacağım,Ve mutlaka, ama mutlaka bir günKaranlığın ve zulmünSığındığı son kaleyi fethe gidenKitlelerin içinde olacağım.Günler büyük acılarla geçiyorAma büyük umutlarla da...

SERVER TANİLLİ