36
Üç Aylık Kültür Sanat ve Politika Dergisi Sayı:3 Nisan 2010 Kimlik İstemem Anjel DİKME Sıradaydı,Sıradandı Gonca ÇALIŞKAN Yeni Elbise İsmail ASİL Devrimin Kırlangıç Kaşlı Asi Kadını FRIDA Gamze YILDIRIM Akmeşe(Ziniski-Zafeski) Hüseyin TANRIVEREN Hrant’ın Ölümünden Bu Güne 3 Yıl Özgür KARASAR HAN 8 Mart’ın 100. Yılında TEKEL İşçisi Hediye Direnişi Anlatıyor Sizin Hala Bir Facebook Adresiniz Yok mu? Merdan KILAVUZ Fotoğraf Sanatçısı Özcan Yaman İle Röportaj Melek Kokan Sardunya Necmettin TOPÇU

Divrigi kültür dergisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

divrigi,kültür

Citation preview

Page 1: Divrigi kültür dergisi

Üç Aylık Kültür Sanat ve Politika Dergisi Sayı:3 Nisan 2010

Kimlik İstemem

Anjel DİKME

Sıradaydı,Sıradandı

Gonca ÇALIŞKAN

Yeni Elbise

İsmail ASİL

Devrimin Kırlangıç Kaşlı

Asi Kadını FRIDA

Gamze YILDIRIM

Akmeşe(Ziniski-Zafeski)

Hüseyin TANRIVEREN

Hrant’ın Ölümünden

Bu Güne 3 Yıl

Özgür KARASAR HAN

8 Mart’ın 100. Yılında

TEKEL İşçisi Hediye

Direnişi Anlatıyor

Sizin Hala Bir Facebook

Adresiniz Yok mu?

Merdan KILAVUZ

Fotoğraf Sanatçısı

Özcan Yaman İle Röportaj

Melek Kokan Sardunya

Necmettin TOPÇU

ÖDÜ

NS

ÜZ

OZA

N Fe

yzullah Çınar’ı Anma ve Anlatm

a Gecesi

Page 2: Divrigi kültür dergisi
Page 3: Divrigi kültür dergisi

Bu Sa

yıda..

. Dolu dolu bir 3. sayıyı daha üretmiş olmanın ve siz okuyucularımızla pay-

laşmanın sevinci içerisindeyiz. Her şey-den önce bu yayını hazırlamak bizlere ol-dukça heyecan veriyor ve bir o kadar da meşakatli bir iş bizim için. Ciddi bir kit-leye ulaştığımızın farkındayız. Paris’ ten Avustralya’ ya kadar uzandık ve bu bize gurur veriyor. Böyle bir kitleye ulaşmak ve bu kitleye doğru mesajlar vermek bizim için büyük bir sorumluluk.Elinizdeki bu yayın Divriği Kültür Derneği Gençlik Komisyonu’ nun yaptığı büyük fe-dakarlıklarla üretildi. Dergimizin 2. sayı-sındaki yazıların fazla felsefik olduğuna, Divriği ile ilgili fazla yazıya yer verilme-diğine ve gündemin gerisinde kaldığımıza ilişkin çeşitli eleştiriler aldık. Eleştirileri-niz başımızın tacı elbette. Ancak, derginin henüz genç bir yayın olması, dolayısıyla bu konuda bazı eksikliklerimizin olması da gayet doğaldır. Artı olarak yayınımı-zın bir memleket dergisi olmadığı ihmal edilmemeli, yazıları okurken bu husus göz önünde tutulmalıdır. Zaten Divriği ile ilgili her türlü konuyu ele alan ve bu konuyu layıkıyla yapan yerel gazetelerde medyada mevcuttur. Gündemin gerisinde kalmamız ise üç aylık bir dergi oluşumuz-dan kaynaklanmaktadır. Ama siz gene bizi eleştirmeye devam edin. Çünkü her insan aynı zamanda bir süpernovadır...Bu sayımızda yine çeşitli deneme, araştırma,felsefe,röportaj, tanıtım ve et-kinlik haberlerine yönelik yazıları beğe-ninize sunuyoruz. Bir önceki sayımızda “Alfredo, Sar ve Azeroğlu” isimli yazıdan dolayı bizzat arayıp teşekürlerini ileten yazar Muzaffer Oruçoğlu’ na, Fransa/Pa-ris’ ten dergimizde yayınlanmak üzere yazısını gönderen sevgili Anjel Dikme’ ye ve diğer yazar arkadaşlarımıza, röportaj isteğimizi geri çevirmeyen fotoğraf sanat-çısı Özcan Yaman’ a, sponsorlarımıza, edi-törümüze, redaktörümüze, görsel tasarım görevini üstlenen Manifest Tasarım’a ve Tekel direnişi fotoğraflarını bizimle pay-laşan Hüseyin TÜRK’e sonsuz teşekkürle-rimizi sunarız..Divriği’ den yola çıkan kar makinası yürü-yor...4. sayımızda buluşmak dileğiyle...

DKD Gençlik Komisyonu

İmtiyaz Sahibi: Divriği Kültür Derneği adına Başkan Ali Durmuş / Yazı İşleri Müdürü: Ali Deniz Değer.

Yayına Hazırlayan: Divriği Kültür Derneği Gençlik Komisyonu

Adres: İstiklal Caddesi Suriye Pasajı No: 348/57 Beyoğlu / İstanbul / Tel: 0212 292 20 20

www.divrigi.org.tr | [email protected]

Grafik Tasarım: Hakan Kuruçay([email protected]) / Baskı:Kelebek Ofset

SARDUNYAMELEKKOKAN

Necmettin TOPÇU

Kimlik İstemem

Anjel DİKME

ELBİSEYENİAKMEŞE

(ZİNİSKİ-ZAFESKİ)Hüseyin TANRIVEREN

HRANT’INÖLÜMÜNDENBU GÜNE 3 YIL

Özgür KARASAR HAN

DevriminKırlangıç Kaşlı

Asi Kadını

FRIDA

Gamze YILDIRIM

3

28

SIRADAYDI SIRADANDI

Gonca ÇALIŞKAN

11

17

Röportaj8 Mart’ın

100. Yılında Direnen TEKEL İşçisi

Kadınları Selamlıyoruz

19

13 15

7

Merdan KILAVUZ

22

Sizin hala bir

adresiniz yok mu?

Röportaj

Bir Fotoğraf Emekçisi

Özcan Yaman24

İsmail Asil

Page 4: Divrigi kültür dergisi

Merhaba değerli dostlar; Sizlere kongrede sunduğumuz çalışma programında yer alan yayın

çıkarma sözümüzü yerine getirmenin ve 3’üncü sayıya ulaşmanın mutlu-luğunu yaşıyoruz. Gençlik Komisyonu, derginin hazırlanmasında inatçı ve kararlı tutum-ları sonucunda zorlukları aşmayı başarmıştır. Emek veren herkese yöne-tim adına teşekkür ederim. Gelecek sayıların hazırlanmasında diğer bütün dostlarımızın bilinç ve birikimini dergimize katmayı düşünüyoruz. 58 yıllık bir geçmişi olan derneğimizin 1970 yılı sonrasında öne çıkan mücadele anlayışı ile sol ve devrimci düşünce yapısının dernek yöneti-minde etkili olması bizi, klasik dernekçilik yapısından kurtarmış bunun yerine toplum yararını savunan platformlarda güç birliği yaparak kültürel, sosyal ve siyasal gelişmelerde de taraf olmamızı sağlamıştır. Derneğimiz, Divriği’nin ortak değerlerine duyarlı davranmakla birlikte ülkemizdeki farklı kültürlere kapısını sonuna kadar açarak şoven ve ırkçı-lığa karşı duruşu ile demokratik bir kitle örgütü vasfını kazanmıştır. Avrupa Sendikalar Konfederasyonu ( ETUC ) aralık ayında ülkemize yaptığı ziyarette DİSK VE LASTİK-İŞ çalışma programı dahilinde Beşiktaş belediyesi, İstanbul Barosu, sendikal örgütlü Pfizer İlaç Fabrikasını ve der-nek olarak da Divriği Kültür Derneğini ziyaret etmeye de programlarında yer vermiştir. Program dahilinde bilgi ve sunumlar almışlardır. Derneği-mize, ‘‘Güç olgusu ve demokrasinin gelişmesinde sivil toplum örgütlerinin katkıları’’nı içeren sunum talepleri olmuştur. Farklı Avrupa ülkelerinden derneğimize gelen 50 kişilik sendika delege grubunun önerdiği bir saat-lik program, yönetim kurulu adına tarafımdan görsel anlatım şeklinde su-nulmuştur. Program süresinin üç saate uzamasıyla birlikte hem konunun önemi vurgulanmış hem de Hüseyin Gülseven ve Cafer Yıldız’a, sunuma katkı sağlamak ve örgütlü çalışma bilincini öne çıkarmak amacıyla söz hakkı verilmiştir. Dostlar, derneğimizde toplumsallığa yönelik panel, söyleşi, film gös-terimi ve dinletilerle yapılan sosyal ve kültürel etkinlikler yoğun ilgi gör-mektedir. Dernek dışında ise 2 Temmuz Mehmet Atay Ödül Töreni, futbol turnuva gecesi, Feyzullah Çınar’ı anma gibi etkinlikler devam etmektedir. Bizler, göle maya çalmak için değil ülkemiz hamurunun mayalanmasın-da taraf olma bilinci ile kıvılcımları korlaştırmaya çalışıyoruz. TEKRAR GÖRÜŞMEK DİLEĞİYLE, HOŞÇAKALIN

2

Ali DURMUŞ

Page 5: Divrigi kültür dergisi

İSTEMEMYardımınıza ihtiyacım var insan kardeşle-

rim...Benimle biraz empati yapmaya var mısınız?Birlikte düşünüp, birlikte hissedelim mi? Düşünün!Ya da isterseniz imgeleyin ...Tercih sizin...Yeter ki deneyin benimle birlikte büyümeyi...Dokuz yaşında, bir kız çocuğusunuz 1962 Di-yarbakır doğumlu...Haziran 1964’ten itibaren İstanbul’ dur artık yaşayacağınız şehir...Adınız iki tane...Bir resmi adınız var; sadece kağıt üstünde an-lam bulan , zorunluluk, korkuların dayattığı bir savunma aracı, bir tedbir olarak verilmiş size aileniz tarafından...Türkçe bir isim...Yani bir Türk adı...Diğeri; mensubu olduğunuz etnik kimliğe ait bir isim...Vaftizinizde verilmiş size...Resmi hiçbir yerde geçmeyen ama size sesle-nildiğinde baktıgınız tek sesler topluluğu...Simdi Istanbul’dasınız, Laleli, Azimkar Sokak’ta, yıl 1971...Bakkala gidiyorsunuz annenizin siparişini al-maya...Karşı komşunuzun oğlu Tuncay abiniz her yerde, ya da siz o yaşınızda öyle algılıyorsu-nuz ,KORKUYORSUNUZ...Bakkalda, sokakta sizi gördüğünde öylesine bir nefretle bakıyor ki, ürküyorsunuz, sizden büyük, 15-17 yaşlarında O...“Pis gavur, gelme buraya” diyor...

“Pis gavur git yurdumdan” diyor...Nedir gavur?Nedir yurt?Neden pisim ben?Neden gözlerinde bunca nefret ? Siz sadece bir çocuksunuz ...Anlamıyorsunuz...Ama KORKUYORSUNUZ...Ve üzülüyorsunuz, hem de çok...Hüzün; bu günlerden dost oluyor yüreğini-ze...İleri yaşlarda ‘neşeli hüzünlere’ dönüştürseniz de bunu; hep sizinle olacak, hep sizinle kala-cak bir arkadaşlıktır artık deneyimlediğiniz... Bir pazar günü, bakkaldan şeker alıp eve dön-mektesiniz, Tuncay abi ordadır, gelir elinize vurup yere döker aldıklarınızı, nefretle söyle-nerek... Korkuyla, aglayarak evinize sığınırsınız.Evde misafirleriniz vardır, anneniz dayana-maz sizin ağlamanıza, babanız yoktur evde.Dışarı çıkar, gider karşı komşunuz olan Tun-cay’ ın sokak kapısının önüne ve “Neden yapı-yorsun bunu, çocuklarımı rahat bırak” der...Evdeki misafirleri filan unutturmuştur annelik içgüdüsü...Tuncay abinin elinde gazoz şişesi vardır, yeni boşalmış...Anneniz O’nunla konuşurken apartmanın için-den annesi ve babası görünür;“ Vur oğlum vur! “ derlerŞişeyi havaya kaldırmıştır Tuncay...Korkaktır eli...Babasi, anası “ Vur oğlum vur!” derler ...Cesaret alır ve vurur Tuncay...

Anjel DİKME

Kim

lik

3

Page 6: Divrigi kültür dergisi

Annenizin kafası yarılmıştır, kanlar akar yüzüne...“Sebebi benim” dersiniz, suç-luluk duyarsınız ve yine ‘KOR-KARSINIZ’...Çocuksunuz ya, anneniz öle-cek sanırsınız...Kan korkutur...Kan görmek; hele sevdiği bi-rinin kanını görmek nasıl ya-ralayıcıdır bilir misiniz dokuz yaşında bir çocuk için?Bu olayı izleyen bir pazar sa-bahı, babanız ve iki erkek kar-deşiniz Yenikapı sahiline inip hava almak için yola çıkarsı-nız evinizden...

Giderken yolda Tuncay abinin babası gelir karşıdan , baba-nız bilir korkularınızı, yaşa-dıklarınızı...“Baba bak bu Tuncay abinin babası” dersiniz masumca. İşten eve , evden işe gidip mahallede kimseyi tanımayan babanıza...Ailesini korumak içgüdüsü ile babanız konuşmaya hazırla-nır...“Komşu konuşabilir miyiz? Oğlunuz ...” demeye kalmaz,Tuncay abinin babası bağır-maya başlar avaz avaz...“Gavurlar gidin yurdumuz-dan, pis Ermeniler, burası bi-zim vatanımız”Babaniz cebinden nüfus ka-gıdını çıkarır, öfkeyle “Bak burda ne yazıyor? Burda da ay yıldız var, ben de Türk va-tandaşıyım... Bu ülke en az se-nin kadar benim de vatanım!” der.Ama Tuncay abinin babası avaz avaz bağırmaya devam eder...“Yetişin! adam öldürüyorlar !” diye“Ahmet bey! Ahmet bey! diye...(Ahmet beyle oyun oynadıkla-rı az ilerideki kahveden yeni çıkmıştır çünkü) Siz yine çok KORKARSINIZ...‘Keşke hiç söylemeseydim dersiniz kendi kendinize kah-rolarak...

Ahmet bey gelir...Araya girer...Bu olay mahkemeye yansır...Tuncay abinin babası dava açar; “Ermeniler dört (4) kişi bana saldırdılar” diye ve Ah-met Bey’i şahit yazar...Mahkeme başlar...Duruşmada babanıza ha-kim sorar “Dört kişiyle sal-dırdığınız doğru mu?”“Evet hakim bey” der baba-nız “Dört kişiydik”“Nasıl yani, kabul ediyor musunuz iddiaları?”“Evet hakim bey; dört ki-şiydik...Ben ve 9 yaşındaki kızım Tülay, 7 yaşındaki oğ-lum Suren , 3 yaşındaki oğlum İsahak” der babanız...Hakim anlar ve güler...İlerleyen günlerde karşı tara-fın şahidi Ahmet bey; tanıdık-ça sizleri ve öğrendikçe gerçe-gi, babanızdan yana şahitlik yapar...Tuncay abinin babası bağırır duruşmalarda; “Hakim bey bunlar Mahmutpaşa’ yı isti-la etmisler, her yerde bunlar var, Ermenistan kurmuşlar!...”Hakim anlar...İnsandır çok şükür...Azarlar ...Oturtur yerine...Mahkemeyi babanız kaza-nır...Komşular imza topla-mışlardır bu geçimsiz aileyi mahalleden yolla-mak icin...Sonucu beklemeden ta-şınırsınız ordan...Daha sonra duyarsınız gittiklerini, memleketlerine döndüklerini...Lise yıllarında okul ikiye bö-lünür sizin yüzünüzden (!)...Dokuz yıl Bezciyan Ortaoku-lu’ nda okuduktan sonra, Ba-kırkoy Kız Meslek Lisesi’ ne kaydolursunuz...Babanız izin vermez Samatya ve Beyoğlu’ nda bulunan Ermeni Liselerinde okumanıza,çünkü tren ya da otobüsle yolculuk etmeniz tehlikelere gebedir O’na göre,

Page 7: Divrigi kültür dergisi

Anadolu’da Hay kızları kaçı-rılmıştır ya hep...Korkar olsa gerek bundan, gü-zel kızı için... O yaşlarda öfkelenirsiniz ama yıllar sonra anlarsınız bu kor-kuyu besleyen nedenleri...İlk yılıdır Lise’ nin...Okul ikiye neden bölünür?Etnik kimliğinizden ötürü sizi kabul edemeyenler, size ha-karet edenler ve sizi sevip, savunanlar arasında yaşanır bölünme...Sizinle olan arkadaşlarınızın aileleri gelir müdüriyete.“Bu tür olaylara nasıl izin ve-rebiliyorsunuz?” diye hesap sorarlar...Biraz teselli bulursunuz ama çokca üzülürsünüz...Üzülürsünüz; “tüm bunların sebebi yine benim etnik kim-liğim mi?Neden bu hor görme ve aşa-gılama?” On altı yaşınızda şunları not düşersiniz defte-rinize; “Tanrım! şayet benim ölüp ölüp tekrar dirilmem Dünya’ ya sulh getirecek ise , ben acılar içinde tekrar tek-rar, ölüp ölüp dirilmeye evet diyorum...Ne olur kurban olarak beni al, yeter ki Dünya’ ya sulh gel-sin!’Olayların yaşandıgı gün, kriz halinde, susmadan ağlarsı-nız...

O ilk ve son ağ-lamanız-dır . . .Üç yıl bir daha ağ-lamazsı-nız...Ç o c u k -l u ğ u -nuzdan itibaren; televiz-y o n u n s i y a h -b e y a z z a m a n -ları koca

koca adamların şunları söyle-diğini duyar kulağınız:“Ermeni ırkı diye bir ırk yok-tur.”Şaşırırsınız, karışırsınız...Karışmaktan ötedir bu, bir alt üst oluştur...Gittiğiniz okulda farklı bir al-fabe, farklı bir dil ögrenirsi-niz, ‘anadili ‘ olarak...Büyükleriniz vardır size; “Hay” (Ermeni) olduğunuzu soyleyen. Kiliseye gidersiniz çoğunluk-tan farklı olarak...Ama televizyonda koca koca amcalar; “Büyükleriniz yalan

söyler, siz aslında yoksunuz” derler ...Kimdir doğruyu soyleyen?Birileri yalan söylemektedir...Siz çocuksunuz henüz...Bilemezsiniz...Anlayamazsı-nız...Sadece karışırsınız... Allak bullak olursunuz...Yıllar geçer, büyürsünüz...Etnik kimliğiniz ticaret yaşa-mınızda, günlük yaşamınızda, önünüze engeller konmasına sebeptir... Hakaret ve küfür için, bazıla-rının vazgeçilmez malzemesi-dir... Ama tüm bunların yanında; komşularınız vardır ölesiye sevilesi...Dostlarınız vardır can verile-si...Henüz siz 16 yaşınızda iken size Marksizmi anlatan, karşı komşunuz bir Mehmet abiniz vardır...DİSK’ i anlatır size...Nasıl mücadele verdiklerini, yapılan çalışmaları...Hayransınızdır...Yıllar geçer...Tüm üst kimliklerinizden soyunup “İNSAN” olmanın erdemli duruşunu öğrenirsi-niz...

Page 8: Divrigi kültür dergisi

Deneyimlersiniz; “Sevgi” nin tek anahtar olduğunu...Sadece “ŞİMDI” de varolmanın gerçek öğreti olduğunu...Ve bilinçle, isteyerek, severek, keyifle soyunursunuz tüm üst kimliklerinizden...Amaaa!!!!Hani şu inkar var ya...Size, soyunmak icin bir ömur verdiğiniz tüm üst kimlikleri-nizi; bir cümleyle, tek bir söz-cükle yeniden giydiriverir...İşte en zoru, en dayanılmazı budur insan kardeşlerim...İşte tam da burda sizlerden yardım isterim...Ne yapmalıyız?Kendimize karşı sorumluluk-larımız mı?Yoksa mensubu olduğumuz halka karşı (benim için daha çok dedelerime karşı) duydu-ğumuz sorumluluklar mı?Ne yapmalıyım?İşte tam da burada altüst olu-rum ben...İki dedem vardı benim...Sanmayın ki hergün geçmişi konuşurlardı...İnsanlar, yaşlanınca geçmiş-lerini yeniden yaşarlar bilirsi-niz, bu bağlamdadır anlattık-ları...Hepsi bu...Nefreti asla bilmedim, buna şahitlik etmedim...Sadece endişe ve korkuydu bizim için besledikleri...Sason’ lu dedem; “Katsek lavo, katsek katsek!” “Gidin lavo gi-din gidin!” derdi...Diyarbakır’ lı dedemin hikaye-sini zaten biliyorsunuz...Hatırladığınız şey sadece ‘ACI’ iken onlara dair...Sürekli bir inkarın bu insanla-ra ‘yalancı’ demek anlamı taşı-dıgını bildiğinizdenve ONLAR artık yokken...Evet ONLAR yokken; kim sa-vunacak haklarını?Kim konuşmalı ONLAR’ ın ye-rine?Halbuki bana sorarsanız; Ben

BEN’ i yaşamak isterim sade-ce...Çırılçıplak ‘İNSAN’ olmanin keyfini deneyimledikten son-ra, ne zordur bir bilseniz şu etnik kimlik gömleğini giyin-mek...Tüm oyuncuları gerçek Kızıl-derililerden oluşan bir (ilk) film izledim birkaç yıl önce...Filmde yaşlı dede, bencil yak-laşımlar sergileyen torununa şunu söylüyordu: “Bizim dilimizde “BEN” söz-cüğü yoktur , “BİZ” sözcüğü vardır”...Nasıl da utanmıştım...İnsan kardeşlerim böylesi bil-ge bir öğretiye sahip bu halkı “vahşi” diyerek katletmişti...Utandım ve utanıyorum...Amerikan yerlilerinin ve di-ğer tüm katledilmiş halkların hikayelerini bilsem de, onlar için ben birebir şahitlik ede-mem ne yazık ki...Mensubu bulunduğum halkın hikayesine şahitlik edebilirim ancak...Ömrümü bununla geçirmek asla benim tercihim değil-dir...Ama inkar hep sorumluluk yükler durur boynuma...Ben “BEN”i keşfetmekte ve “AN” ı yaşamayı deneyimle-mekte iken, hafiflemiş iken, tekrar üst kimliklerin ağırlı-ğında boğulmak istemem!Yeryüzündeki tüm cinayet, katliam ve soykırımlardan utanırım!Canım acır!Sussam; o ruhlara ihanet, ko-nuşsam; kendime ihanettir yaşadığım en derin ikilem...Her inkarda yeniden, tüm ma-sum ruhların çığlıklarıyla uya-nırken ben...İşte tam da burda atarım yar-dım çığlığımı...Ne yapmalıyım insan kardeş-lerim, söyleyin ne yapmalı-yım? Nussbaumen/İSVİÇRE

Hakan KURU

ÇA

Y

Page 9: Divrigi kültür dergisi

Frida....Kimine göre acının sim-

gesi, kimine göre direnişin, kimine göre tutkunun, kimi-ne göre aşkın, kimine göre feminizmin, kimine göre bi-seksüelliğin, kimine göre dev-rimin simgelerinden Frida.... Seni nasıl anlatmalıyım Frida? Hangi cümlelerle ortaya koya-bilirim seni? Yıllardır o kadar çok anlamaya çalıştım ki seni, sende kendimi, sende diren-me gücünü bulmaya çalıştım hep...şimdi nasıl o kadar uğ-raş arasından biraz olsun seni çekip şekillendireyim ? Meksikalı ressam Mag-dalena Carmen Frida Kahlo Calderon, 6 Temmuz 1907’de, Mexico City yakınlarındaki Coyoacan’da doğmuştur. Fa-kat doğum tarihini, Meksika devriminin gerçekleştiği 1910 olarak söylemiş, yaşamının modern Meksika’nın doğu-şuyla başlamış olmasını iste-miştir. “Meksika devrimiyle beraber doğdum” demiştir. Bu ayrıntı, onun bağımsız kimliğinin ve sosyal ve ahla-ki kalıplara karşı koyuşunun, tutkularıyla hareket edişinin, Amerikanlaşmaya karşı Mek-sikalılığını ve kültürel gelenekleri savun-masının ipuçları-nı vermektedir. Meksika devrimi-nin çocuğu olan Frida, yaşamı boyunca bede-ninde ve ruhunda dolaşan acılarla yoğrulmuş isyan ateşini resim-lerine yansıtır. Ama, bu re-simlerini sanat sermayesinin kataloglarında görme imkanı bulamazsınız.Resimlerinde dik duran başına rağ-men yoğun olarak hissedilen acının

nedeni çocukluk yaşlarına da-yanıyor. 6 yaşındayken çocuk felci geçirmesiyle başlıyor hi-kayesi... aylarca babası bakı-yor Frida’ya. Geçirdiği çocuk felci nedeni ile bir bacağı ge-lişmiyor ve Frida “tahta bacak Frida” oluyor. Zorlu geçen ço-cukluk yıllarından sonra tıp eğitimi alır Okul’daki yılları onu, dönemin kültürel ve po-litik havasına çok yakınlaştı-rır; sanat, edebiyat, özellikle babasının yardımıyla Alman felsefesini irdeler. Daha sonra anarşist bir edebiyat grubuna dahil olan Frida, bilmedikleri-ni öğrenme hırsıyla kitaplarla arkadaştır.. Giderek politik bir kimliğe bürünen Frida, 17 yaşında Komünist Gençlik Birliği’ne üye olur.18 yaşında ise hayatına damgasını vuran tramvay kazasını geçirir. Kah-lo’ nun bütün hayatını derin-den etkileyen kaza, 17 Eylül 1925’te, erkek arkadaşı Ale-jandro Gomez Arias ile birlik-te otobüsle okuldan dönerken gerçekleşir. Bindikleri otobüs, bir tramvayla çarpışır ve çok sayıda kişi ölür. Alejandro Arias Gomez, trenin çelik çu-buklarından birinin, Frida’nın leğen kemiği hi-zasında, bir

taraf ından girip, diğer tarafından ç ıkt ığ ını anlatmış-tır.

FRID

A

Gamze YILDIRIM

“Ben hayatımda üç şeyden

vazgeçemem. Birincisi aşkım Diego, ikincisi

sanatım, üçüncüsü ise Komünist

Partisi”

Page 10: Divrigi kültür dergisi

Ambulans gelip de Frida has-taneye götürüldüğünde, dok-torlar, omurgasının, bel bölge-sinde üç noktadan kırıldığını, köprücük kemiği ile üçüncü ve dördüncü kaburgalarının da kırık olduğunu gördüler. Sağ bacağı on bir yerden kı-rılmış, yerinden oynamış ve ezilmişti. Sol omzu çıkmış, leğen kemiği de üç yerden kı-rılmıştı. Çelik çubuk karnının sol tarafından girip cinsel or-ganından çıkmıştı. Doktorlar, tekrar yürüyebileceğinden, hatta yaşayabileceğinden bile şüpheliydiler. Onu parça par-ça bir araya getirmeleri ge-rekiyordu. 32 defa ameliyat olan Frida’nın çocuk felci ne-deniyle özürlü olan sağ baca-ğı kesildi. Kızıl Haç Hastanesi’nden tam bir ay sonra, 17 Ekim’de ayrıldı. Ta-burcu edilmişti, ama aylarca evden çıkamayacağı düşünü-lüyordu. Resimle olan samimi-yeti, resmin içinde kayboluşu, resmin onda doğuşu tamda o günlerde başlar. Yatağa mah-kum geçen günlerinde sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başlar. Kendisini görmek ve resmini yapmak için yanında küçük bir aynası vardır. 1925 yılından başlaya-rak, Frida’ nın hayatı, korkunç bir savaş ve omurgası ile sağ bacağında dinmeyen bir ağ-rıyla geçer. Ama çok acı çek-tiği halde, bunu göstermekten kaçınır. Hastayken bile sürek-li gülümser. 5 Aralık 1925’te şunla-rı söyler: “Başıma gelen en iyi şey acı çekmeye alışma-ya başlamam.” Sadece Frida değil, ailesinin de bu duruma alışması oldukça zaman alır. Sürekli alçı korseyle yatan, acı-

lar içinde haykıran kızlarının karşısında çaresizdirler. Frida nın tedavi masrafları için aile elindeki her şeyi satmış, zor günler yaşamaktadır. Bir Pazar günü aile Fri-da’ nın odasında toplanır. Tahtalar taşınır, alet çantası açılır. Frida’ ya yeni bir karyo-la yapmaya karar vermişler-dir. O günün akşamı karyola bitirilir. Tıpkı kralların sütun-lu karyolasına benzer. Annesi Matilde, sürpriz yaparak yata-ğın tavanına da bir ayna asar, Frida kendini seyredebilsin diye. Frida’nın ilk tepkisi deh-şetlidir. Parçalanmış bedeni ve “kendisi” ile karşı karşıya-dır artık. Bir süre sonra ayna-nın altında yatan bedenine, parçalanmış kimliğine daha az korkarak bakmaya ve ayna-daki Frida’yı çizmeye başlar. Dayanılmaz şiddetteki ağrıla-rını duymamanın bir yoludur bu: “Aslında pek önem ver-meksizin, resim yapmaya başladım” der sonraki yıllar-da. Frida resim çalışmala-rını sürdürür, mecburen baş-ladığı resim yapma serüveni daha ailesine maddi olarak destek vermek için kullanmak ister. Yataktan kalkıp iyi his-settiği bir gün dönemin işçi partisi başkanı olan devrimci Diego Rivera nın yanına re-simleri hakkında danışmak için gider. Pek çok kadının et-rafında döndüğü Rivera; çir-kin, uzun boylu, şişman bir adamdı. Patlak gözleri, yay-van bir burnu, kalın dudakları ve bozuk dişleri vardı. Her şe-yiyle kaba olmasına rağmen, girdiği ortamlarda ışıldıyor, göklere çıkarılıyor, şöhretiy-le, düşünceleriyle ve yarattı-ğı polemiklerle her yerde ön

plana çıkıyordu. Diego ise önce bu bedeni yaralı ufak tek kaşlı kadını görmezden geldi ama görüşmeleri devam et-tikce evlilikle sonuçlanan bir aşk içinde buldu kendini. 21 Ağustos 1929’da Kahlo ve Ri-vera evlenirler. Evliliklerinin ilk yılında Frida hamile kalır ama hamilelik sı-rasında yaşadığı sorunlar yü-zünden, bebeği aldırır. Başına gelen kötü olaylar bununla da bitmez. Diego’nun, küçük kız kardeşlerinden biriyle ilişkisi olduğunu öğrenir. Hayatının sonraki yıllarında, başından iki düşük vakası daha geçer ve Diego’nun, başkalarıyla da ilişkisi olduğunu öğrenir. 1939 yılında nihayet boşan-maya karar verdir ama 1940’ta yeniden evlenirler. “Diego’ya aşık ol-dum, ailem bundan hiç hoşlanmadı,çünkü Diego bir komünistti ve bizimki-ler onu çok çok çok şişman Breughel’e benzetiyordu. Bunun bir fille beyaz gü-vercinin evlenmesini an-dırdığını söylüyorlardı.Her şeye rağmen 21 Ağus-tos 1929’da evlendik.Diego’ya; ‘Kızımın hasta ol-duğunu ve yaşamı boyunca sağlık sorunları olacağını unutmayın. Akıllıdır ama güzel değildir. Bunu ak-lınızdan çıkarmayın. Her şeye rağmen onunla evlen-mek istiyorsanız, rıza gös-teriyorum’ diyen babam dışında düğüne kimse gel-medi.” Frida için Diego’nun an-lamını, günlüğüne yazdığı şu sözlerden izlemek olanaklı: “Başlangıç Diego ... Yapıcı Diego ... Çocuğum Diego Ressam Diego ... Ba-

8

Page 11: Divrigi kültür dergisi

bam Diego ... Oğlum DiegoSevgilim Diego ... Kocam DiegoDostum Diego ... Anam Di-egoBen DiegoEvren Diego” İlişkileri, inişli çıkışlı ama, hep tutkuludur. Rivera, skandallar yaratan ilişkiler kurar ve defalarca Frida’yı aldatır. Frida’yı aldattığı ka-dınlardan biride Frida’nın kü-çük kız kardeşidir. Frida’nın da “aşk” diye tanımladı-ğı ilişkileri olur. Bunlardan biri de, Rivera’nın Meksika Cumhurbaşkanı’ndan aldığı özel izin sonucu Meksika’ya gelen Troçki’yledir. Troçki, Kahlo’nun evine yerleşir. Ara-larında engellenemez bir ya-kınlık olur. Gizlilik koşulların-da bir süre devam eden ilişki, Troçki’nin karısı tarafından fark edilir. Frida, Troçki’den ayrılır. Frida’nın sağlığı sık sık bozulur. Dayanılmaz ağ-rıları teklarlar. Buna rağmen bütün gücüyle resim yapar. Amerika’da, Fransa’da sergiler açar. Başarıdan başarıya imza atar. Ama içindeki boşluk duy-gusundan kurtulamaz. Üç ge-beliği de düşükle sonuçlanır. Bebeğe yaşam vererek, bir an-lamda bedenindeki ölümle ya-şam arasındaki mücadeleden, yaşamı doğurmak ister.Frida, çocuğu olmadığı için, bakıp oyalanabileceği hayvan-lar besliyordu. Bunlarla ilgili iki portresi vardır: 1941’de yaptığı “Ben ve Papağanlarım” ile 1943’te yaptığı “Maymun-larla Otoportre”. 1950 yılında, omurgasından olduğu ameli-yatlar nedeniyle, yine dokuz ay hastanede yattı. 1953’te ise

Meksika’daki galerisinde, ilk kişisel sergisini açtı. Bu sergi-ye katılamaması, yatağından çıkmasının mümkün olmadı-ğını söylemiştir doktoru. Ama Frida içinden çıkmadığı yata-ğını taşıyan karyola ile sergiye katılmıştır.1954’te, hastalığı ağırlaştı. Buna rağmen Kuzey Amerika’nın Guatemala’ya mü-dahale etmesine karşı yapılan gösteriye katılmıştı. 13 Tem-muz 1954’te, akciğerlerindeki damarların tıkanması sonucu ölmüştür. Sık sık intihar adına söylemlerde bulunduğu için intihar ettiğide düşünülmek-tedir. Ölmeden önce yazdığı son notta şöyle demiştir:“Çıkış yolunun güzel olaca-ğını ve asla geri dönmeye-ceğimi umarım”

Frida’ nın sanatı sürrea-list olarak tanımlanmak isten-se de o bunu reddetmiş sadece kendisini çizdiğini, hayalleri-ni çizmediğini söylemiştir. Bir sürrealist ressam kabul edilse bile ger-çeklik Frida’ nın üç cümlesinde giz-lidir; “Ben haya-tımda üç şeyden vazgeçemem. Bi-rincisi aşkım Die-go, ikincisi sanatım, üçüncüsü ise Komü-nist Partisi’”“Sanat tarihinde ilk kez bir kadın,tam bir içtenlikle, ya-lın ve sakinliği içinde acımasız denebilecek bir içtenlikle yalnızca kadını ilgilendiren genel ve özel olguları dile getir-miştir.Çok yumuşak ve zalim ola-

rak da nitelenebilecek iç-tenliği,bazı şeylerin kesin ve tar-tışmasız bir biçimde tanıklı-ğını yapmasını sağlamıştır; bunun için kendi doğumu-nu, meme emmesini, ailesi içinde büyümesini ve her türden korkunç acılarını, kesin olgularla duyguları genelleştirip, onları kos-mogonik ifadesine ulaştığı durumlarda bile her zaman yapmış olduğu gibi gerçek-çi kalarak, derine inerek resmetmiştir...Frida Kahlo Meksika res-samlarının en büyüğüdür.Geleceğin dünyası için sa-hip olduğu değeri ölçmek mümkün değildir.” Bu sözler dünyanın en ünlü ressamlarından Meksika-lı Diego Rivera’ nın; 25 yıllık eşi-sevgilisi Frida Kahlo’ nun sanatına ilişkin. Pablo Picasso da Paris’te açtığı serginin ardından,

Page 12: Divrigi kültür dergisi

benzeri bir yorum yapar Rivera’ya Kahlo için: “Ne sen, ne Derain ne de ben, Frida Kahlo gibi yüzler çizmeyi biliyoruz”. Aynı sergide Was-sily Kandinsky, Kahlo’yu göz-yaşları içinde kutlar. Frida’nın resimleri ra-hatsız edici görünebilir. Dik başlı meydan okuyan bakışlar kimi zaman, kimi zaman Fri-da başlı oklar yemiş bi ceylan, kimi zaman parçalanmış uçu-şan organlar, yıkım, kayıp, kan, acı ama asla kökleri top-raktan kesilmeyen varlıklar.... Yaşam ve ölüm, bede-nin parçalanmışlığı ve aklın bütünlüğü, geleneksel olanla modernlik, gerçek ve beklen-tiler... Acıyı, umudu, umut-suzluğu ya da direnci anlat-tı resimlerinde Frida. Kendi gerçekliği ile birlikte Meksika gerçekliğini çizdi. “Elbisem bu askıda ası-lı” adlı resminde Amerikan kültürünün öğelerini bir çöp-lük gibi üst ü s t e

yığdı. “Kökler” ile Meksika ta-rihinin derinliklerine işaret etti... Kahlo’nun sanatında genel olarak bedenin hisset-tikleri anlatılıyor. Bedeninin çektiği acı... Çocuk felci, kaza, bit-mek bilmeyen ameliyatlar, buna rağmen “Hasta Değilim” diyordu. “Sadece parampar-çayım, yine de resim ya-pabildiğim sürece hayatta olmaktan memnunum”. En büyük acıyı resim yapamaz hale geldiğinde yaşadı. Re-simlerinde açık bir somutluk ve bunun gerçekliği ölçüsün-de direnç... otuz iki kez kesi-lip biçilmeye direnmenin de ötesinde bir şeyler.... Frida acıların olgunlaş-tırdığı bir kadın. Direnmenin ve tutkunun belirlediği bir ya-şam. Bireysel acılarını evren-sel acılara adamayı bilen bir devrimci. Korselerle ayakta durabilen Frida Kahlo’yu ya-rılmış çıplak bedeninden gö-rünen ve omurgasını simgeleyen kırık bir antik Yu-

nan sütunuyla ve vücudu-nun her bir noktasına

çiviler saplanmış bir halde res-

meden bir o t o p o r t -

r e d e n daha

iyi ne anlatabilirdi ki? Resimlerinde sembolik, ger-çekçi ve sürrealist bir teknik-le kendi acısını ve cinselliğini anlatan Frida, resimle kendini yeniden doğurur ve bu doğu-mu, Doğumum adlı tablosuna bütün çarpıcılığıyla yansıtır. Andre Breton’un desteğiyle açtığı serginin getirdiği ulus-lararası ünle, tablolarından para kazanmayı başaran Fri-da, Kandisky’ nin de dikkatini çeker. Çerçeve adlı tablosu, bugün Louvre Müzesi’ndedir. Sanattaki feminizmi ve politik kimliğinin yanı sıra, biseksü-el cinsel yaşamıyla da bir çok insanı ve sanatçıyı etkileyen Frida Kahlo, devrimci ruhuyla bugün edebiyattan, toplum-sal cinsiyet çalışmalarına da kadar bir çok disipline ilham kaynağı olan modern eserle-riyle ölümsüzleşmiştir. Ressamın 70 tablosun-dan 50’si bugün, büyük bir Kahlo fanatiği olan Madonna’ nın koleksiyonunda bulunu-yor. “Yapıtım Asla yazı-lamayacak denli güzel öz-yaşam öykümdür.” diyor Meksikalı ressam otoportrele-ri için. Yazılamayacak ve bir daha yaşanamayacak kadar inişli çıkışlı, tutkulu, direniş dolu bir yaşam..... Kendi tanımıyla ‘uç-mak isteyip de uçamayan bir kuş’tur Frida KAHLO..... Selam olsun devrimin kırlangıç kaşlı asi kızına......

Page 13: Divrigi kültür dergisi

Bilet kuyruğunda, banka kuyruğunda, iş bulma kurumunun kapısında ki kuyruk-

ta, fatura kuyruğunda, otobüs kuyruğunda hiç bilemedi soğuk kaşelerde kalmış, dev-let kayıtlarına geçmiş bu ömrün kendisine ait olduğunu. Bu bir hayattı ve madem bir kez dünyaya gelmişti öyleyse yaşayacaktı. Hiç sormadı neden, niçin. Hiç bilemedi de zaten. Hiç şaşırmadı mesela öyle gözleri fal taşı gibi açılarak, hiç gülmedi filmler-deki gibi keskin kahkahalarla gözlerinden yaşlar gelerek. Hiç ağlamadı sarsıla sarsıla içinde volkanlar patlarcasına. Çok parası olmadı hiç ya da vazgeçemediği bir zevki. Hayatında tek bir tutkusu oldu o da baba-sının tokadıyla son buldu. Bir daha hiçbir şeye tutkuyla bağlanmaması gerektiğini işte o zaman öğrendi. Daha yirmili yaşlarını sürüyordu, askerden gelmişti, işsizdi. Tüm akranları ve arkadaşları gibi o da ilk cinsel bilgilerini ucuz porno filmlerden öğrenmiş; ilk tecrü-besini bir genelevin günde bilmem kaç kez ziyaret edilen bir odasında ucuz parfüm ve birbirine karışmış sayısız ter kokusu ara-sında, iki kişilik uyduruk bir yatakta ken-disine bir beden büyük gelen bir şuhlukla üzerine uzanan bir kadından öğrenmişti. Onun çevresinde sanki bu bir kuraldı. Bir erkek on altısına bastığında porno filmler izlemeye başlar yirmili yaşlarında da bir genelevde tüm bu bildiklerini uygulardı. O sıradan bir insandı ve yine tüm sıradan in-sanlar gibi sorgulamadan yaşıyordu. Her-kes ne yapıyorsa aynısını yapıyordu. İlk kez arkadaşlarıyla girdi o gene-levin kapısından. Önce biraz tiksinir gibi

oldu gördüğü manzara karşısında. Bir evin ön cephesi camdandı ve o camın arkasında hiçbir zevki yansıtmayan ve sadece açık-seçik olduğu için giyilmiş giysilerle dola-şan, bunca azgın erkeği tatmin etmekten yorgun ve hatta biraz da çirkin kadınlar vardı. Camın önünü bir kalabalık kaplamış-tı. Neden içeri girmediklerini hiç bilmediği bu adamlar çeşitli kaba sözlerle kadınlar-la konuşmaya çalışıyorlardı ve kendilerine edilen bunca küfür hiç umurlarında olma-yan kadınlar tiyatronun tozunu yutmaya alışmış bir sanatçının sahnedeki rahatlı-ğıyla dolaşıyorlardı o müzayede salonun-da. Birer mal gibi sergilendikleri o küçük salonda az sonra kimin kolları arasında olacaklarını bilmeden bekliyorlardı. Daha sonra defalarca gireceği bu salona dair ilk anda duyduğu o tiksinti yerini hemen he-yecana bıraktı. Ve ömründe ilk kez kendisi için bir şeyi seçerek dalgalı saçları boyadan yıpranmış, 30’larını sürmekte olan kırmızı dudaklı kadını gösterdi. Kadın yeni ‘müş-teri’ bulmanın “haklı” gururuyla yerinden ağır ağır kalktı. Ufak-tefek bu delikanlının yanına yaklaştı ve eliyle ‘takip et’ işareti ya-pıp kalçalarını sallayarak yavaş yavaş mer-divenleri çıkmaya başladı. Üzerindeki kısa elbise o yürüdükçe hafif hafif sallanıyordu ve bu tecrübesiz delikanlıyı daha da heye-canlandırıyordu. Biraz da korkarak girdiği o kapıdan artık erkekliğini kanıtlamış biri olarak çıktı. Ancak o kapıdan çıkarken bil-mediği bir şey vardı oda bu ilk tecrübenin daha yıllarca içinden çıkmayacak bir acıya gebe olduğu. Bir kadınla en yakın olduğu anı oto-büsteki o küçük itişip-kakışmalardan öteye

Gonca ÇALIŞKAN

11

Page 14: Divrigi kültür dergisi

geçmeyen bu delikanlı için ne kadar da önem-liydi yaşananlar. Sonra kendisi bile farkında olmadan ayakları onu defalarca oraya götüre-cekti. Ve hatta hayatının bu ilk kadınına aşık bile olacaktı. Bir defasında başı kadının göğsünde ken-dini ucuz bir saatin tik taklarına bırakmış bu kesik kesik soluğu dinlerken kendisinin bile yabancısı olduğu bir sesle “güven bana” bile demişti. Kadın yılların verdiği bir tecrübeyle susmuştu. Çünkü daha önce niceleri demişti bu sözü. Ne bıçkın delikanlılar, ne memurlar, ne işçiler. Hatta kimisi daha da ileriye gidip sözler vermiş, yüzükler almıştı. Önceleri o da umutlanır yüzüğü ‘meslektaşlarına’ uzun uzun gösterir caka satardı. Sonra da her defa-sında başı önüne düşmüş, ağlamaktan gözleri şişmiş bir halde anlardı: Kimse bir orospuya verdiği sözü önemsemiyordu. Bir coşkunlukla edilen bunca söz boştu. Ve ne bu sözün ne de bu ufak-tefek delikanlının bir ehemmiyeti yoktu, ne de diğerlerinden bir farkı. Kadının inanmayışı delikanlının cesaretini kırmıştı bi-raz ama serde gençlik olduğundan dedikleri ona dünyanın en makul, en doğru şeyi gibi ge-liyordu. Her hafta uğrar oldu hatta bir aralar. Bir iş bulmuştu kendine çalışıyordu, yakında bu ka-dını kurtaracaktı bu hayattan ve sadece onun kadını olacaktı. Ömründe ilk kez kendisi için bir şey istiyordu hem de bu kadar çok. Bu coş-kunluğun ve gençlik ateşinin verdiği cesaretle babasının karşısına geçti. Oğluyla aynı yollar-dan yürümüş hayat tecrübesini tıpkı oğlu gibi örselenerek edinmiş bu adam oğlunun sözleri karşısında sert bir duvara çarpmış gibi irkildi. “bir orospunun evine, kendi namuslu evine ge-lin olarak getirilme ih-timali” tüylerini diken diken etti.

Ve olanca hiddetiyle bu hayata ilk ve son kez baş kaldıran delikanlının suratına bir tokat indirdi. Yediği tokattan sonra bu delikanlının öğrendiği tek şey hiçbir şeyi kendisinin seçe-mediği gerçeği oldu. Ailesi delikanlının bu ‘ah-laksız’ isteği karşısında ne yapacağını şaşırdı ve son olarak çareyi onu evlendirmekte buldu. Derhal uygun bir gelin arayışına başlandı ve ‘helal süt emmiş, namuslu ve eli yüzü düzgün’ bir kızcağız bu delikanlıyı evine bağlamak için feda edildi. Delikanlı kalbinde ilk aşkın acısı ve yüzünde ki tokadın ezikliğiyle ilk kez ni-şanda gördü müstakbel eşini. Ve ardından başka türlü bir müzayede salo-nunda seçilen bu kızcağız beyazlar içinde su-nuldu delikanlıya. İşte o andan itibaren sıradan hayatı daha bir sıradanlaştı. Kendisi gibi sıradan bir insan olan karısıyla heyecansız, ruhsuz ve şehvetsiz sevişmeleri sonucunda iki çocuğu oldu. Sonra da sanki kendisinin olmayan bir hayatı yaşı-yormuş gibi yaşadı. Herkesin yaptığı şeyleri yaparak, herkesin yürüdüğü yollarda yürüye-rek, işe herkesle beraber gidip herkesle bera-ber gelerek sürdürdü hayatını. Hatta bazen in-sanları taklit ediyormuş gibi bir yanılsamaya düştü. Ama çok durmadı üstünde yaşadı bildi-ği ve gördüğü gibi. Tıpkı yaşamı gibi ölümü de sıradan oldu. Bir iş kazasında göçük altında kalarak can verdi. Sessizce ve gözyaşları ara-sında herkes gibi toprağa verilen bu adamdan geriye sadece devlet kayıtlarına düşen “öldü” ibaresi kaldı.

12

Page 15: Divrigi kültür dergisi

Akmeşe Köyü; Sivas iline 160 km, Divriği ilçesine 20

km uzaklıktadır. Divriği’nin kuzeybatısında yer almak-tadır. Kangal-Çetinkaya yol ayrımından gidilir, Yağbasan ve Sincan istikametinden gü-zergah devam eder. Divriği’ye gelmeden 20 km geride yer almaktadır. Akmeşe’ nin yakı-nında yer alan köyler; Erikli, Sincan, Yazıköyü, Karakale, Eskibeyli, Kekliktepe, Ekin-başı ve Cürek’ tir. Akmeşe Köyü her dönem Divriği’nin en kalabalık köyü olmuştur. 4 mahalleden oluşmaktadır. Orta Mahalle, Tekke Mahal-lesi, Kilise Mahallesi ve Pur Mahallesi. Hane sayısı kala-balık olan Akmeşe’ de son za-manlarda sayı 200’lere kadar gerilemiştir. Özellikle Divriği Demir Çelik İşletmelerindeki özelleştirmeler ve uygulanan Devlet politikası yüzünden işçi alımları durmuş ve çalı-şan köylüler içinde ekonomik zorluklar başlamıştır. Köy halkının çoğunluğu ekonomik zorluklardan dolayı; İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirler-de yaşamlarını sürdürmekte-dir. Tarım ve hayvancılık yok

denecek kadar azalmıştır. Bu-gün ise köylüler kendi olanak-ları ile hazırladıkları bahçe ve bostanlardan elde ettikleri ürünlerle gündelik gıda ihti-yacını karşılamaya çalışırlar. Nüfus müdürlüğünden alınan son verilere göre Akmeşe nü-fusuna kayıtlı yurt genelinde 4173 Akmeşeli vardır. Yine bu nüfusun %37’si üniversite; % 43’ü lise % 20’si ise ilkokul mezunudur. 1990’lı yıllara kadar Ziniski olarak bilinen köyün ismi Akmeşe olarak değiştiril-miştir. Ermenice bir söz olan Ziniski’ nin tarihte yer alan asıl adı ise ‘Zafeski’dir. De-reköy yada Dereiçi anlamına gelir. 950 yıllık bir geçmişe sahip olan Ziniski de; Erme-ni, Rum ve Türk halkları yüz-yıllar içinde birlik, barış ve kardeşlik içinde yaşamıştır. Ancak refah durumu yüksek zanaatkâr kesimi oluşturan Ermeniler ile ticaretle uğraşan Rum ahali arasında zaman-la rekabet oluştuğu ve bu iki grup arasında zaman zaman anlaşmazlıkların olduğu bi-linmektedir. Halen işlenmiş ve döküm ocağı olarak kulla-

nılmış cürufların kalıntılarına günümüzde de rastlanılmak-tadır. Ziniski’ nin tarihsel sü-recine bakıldığında Mengü-cekliler döneminin önemli bir kasabası olduğu ortaya çıka-caktır. Bağı, bahçesi, hanları, hamamları ve büyük bir pazar yeri olan Ziniski de birlik için-de yaşayan halklardan Ermeni nüfus demircilikle, Rum nü-fus ticaretle ve Türk nüfusta hayvancılık ve tarımla uğraş-mıştır. Bugün ise o dönemden bugüne kalan bazı kalıntılar mevcuttur. Çok az kişi eski adı ile Ziniski de nal, çivi ve silah yapıldığını bilir. Ziniski halkı-nın Divriği demir madenlerini atölyelerde işleyerek savaş malzemeleri yapması buranın ne denli önemli bir yer oldu-ğunu ortaya çıkarır. Ancak ta-rihte Akmeşe Köyü ile ilgili bi-linmeyen pek çok ilkler vardır. Osmanlı devletinin ilk yılların-da demir madenini işleyerek Osmanlıya savaş malzemesi hazırlayan ilk köydür. Sadece Osmanlıya değil o dönemki adıyla Acemistan’a (şimdiki İran) savaş malzemeleri ihraç eden ilk köydür. Yine o döne-

13

Page 16: Divrigi kültür dergisi

min Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a yazılı ola-rak yani dilekçeyle müracaat eden ilk köydür. 17.yüzyılda yaşamış Şair Fakir Edna Akme-şe’ den yetişen ve tarihe adını yazdıran önemli şahsiyetler-dir. Yine Osmanlı maliye teş-kilatında çok önemli görevler alan İbrahim Ağa Akmeşe Kö-yündendir.Bu zatın ismi vakfa gösterdiği yararlılıktan dola-yı daha sonra Ziniski deki en yüksek tepeye verilmiştir. Ancak Akmeşe Köyü denilince akla ilk olarak Sey-yit Baba gelir. Seyyit Baba Akmeşe Köylüleri için çok bü-yük önem teşkil eder. Sadece Köy halkı için değil tüm Div-riği halkı için-de bu durum böyledir. Seyyit Baba, Mengü-cekliler döne-minde yaşayan ve sancaktarlık yapan, bu uğur-da savaşırken şehit düşen bir Alp-Eren’ dir. Sayın Kutlu Özen’in yazdığı Divriği Evliyala-rı adlı kitabın-da şu cümleler yer almaktadır. “Hünkar Hacı Bektaş’ tan kendine yurt edin-mek için izin isteyen Seyyit Baba, Hünkar’ın “ merkebin nerede kuru ot yerse mekanın orasıdır”sözü ile yola çıkar ve Ziniski’ ye kadar gelir. Merke-binin kuru otu yemesi ile Zi-niskiyi yurt tutar” 17. yüzyılda Akmeşe’ de doğan Fakir Edna’nın Sey-yit Baba için yazdığı bir şiir vardır.SEYYİT BABASabah erdim vardım Seyyid Baba’yaYüzüm sürdüm şehitlerin taşına

Dolandım tecella kıldım dergahVardım düştüm sancağının başınaBir ismi Hayder’dir, bir ismi ALİSancağı Cennet’te geldi bu veliHak nazar eyledi doldu bu doluCanım kurban kadeh sunan elineFakir Edna’m der ki babına varsamYeşil sancağına yüzümü sür-semÖlmeden açsam da görsemGör üstadım Hatayi’ nin işi ne…Seyyit Babanın türbesine sa-

dece Akmeşe’ de yaşayan köy-lüler değil, çevre köylerden, ilçelerden, çevre illerden zi-yaretçiler gelmektedir. Özel-likle çocuğu olmayıp Seyyit Babayı ziyarete gelenler, hu-zuruna varıp ayrılmış ve ço-cukları olunca da çocuklarına Seyit adını vermişlerdir. Diğer köylerde olduğu gibi Akmeşe Köyünde de düşekler vardır. Bunlar; Diynencek, Kılıç meşe, Erkız Ana, Hıdırellez, Öksürük deliğidir. İstanbul’ da ikamet eden Akmeşeliler 17.11.1993

yılında “Birlikten kuvvet doğar” sözünü anımsayarak dayanış-manın en güzel örneğini gös-termiş ve Akmeşe Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derne-ğinin temelini atmıştır. Sırası ile görev alan tüm başkanlar dernekte etkin roller almışlar-dır. Bugüne kadar da Akmeşe-li köylülerin desteği ile faali-yetlerine devam etmektedir. Şu anda başkanlığını Hüseyin Tanrıveren’in yaptığı dernekte Zeynel Direk, Sabahattin Mura-talan, Ahmet Çabuk, Müslüm Gürsoy, Mehmet Yurt, Tuncay Gürsoy ve Gençlik Kolu Başka-nı Gökmen Dirlik’ in çalışma-ları ile faaliyetlerini devam et-

tirmektedir. İstanbul’ da yaşayan Ak-meşeliler bay-ramlaşmalar-da ve çeşitli etkinliklerde bir araya ge-lip, hasret gi-dermektedir. Akmeşe Köyü Sosyal Yar-dımlaşma ve Kültür Der-neği; bayram-laşma, aşure, yemek gibi faaliyetlerde kullanılmak üzere yak-

laşık 250 kişi kapasiteli bir binada hizmetlerini sürdür-mektedir. Her yıl düzenli ola-rak Aşure çorbası yapılmakta, bayramlaşmalar gerçekleş-mekte, her yaz Ağustos ayının ilk haftası Akmeşe Köyünde Kültür Şenliği düzenlenmekte, İstanbul’da dayanışma gecesi yapılmaktadır. Ayrıca Divriği Kültür Derneği’ nin çalışma-larına destek vermekte, orga-nizasyonlarına katılmakta ve özellikle gençler için düzenle-miş olduğu futbol turnuvaları-na her yıl katılmaktadır.

14

u y k us

uz

Page 17: Divrigi kültür dergisi

3 yıl önce bu gün, Hrant

Dink’in öldü-ğünden habersiz günlük koşturmacıla-rımın içinde işle ev arasında ki yoğun, tempomdan yorgun bir şekilde evime gelmiştim. Bilgisayarı açtığımda eski bir dostumun Hrant Dink’in ölü-münü yazan bir iletisini gör-düm. Hrant Dink’in o an için kim olduğunu hatırlayama-mıştım. Ve sormamıştım da. Daha sonra bir telefon geldi. Bu telefon da ki arkadaşım ey-leme çağırıyordu. Hrant öldü. Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni dedi. Sonra bende ki jeton düştü, aylardır hedef haline getirilmiş Hrant Dink’i

o an için ha-t ır layama-manın verdi-

ği mahcubiyeti üzerimden atama-

dım. Küçük kızımı da alarak Kıbrıs Şehitliği’ne adeta ken-dimi affettirmek istercesine koştum.Hrant Dink ile ortak dostları-mız vardı. Çocukluk arkada-şım yıllarca cezaevinde yat-mış ve çıktığının ilk yeni yılını Hrant Dink ve ailesiyle geçir-mişti. “Bekle Özgür, bir yeni yılda orda kutlayacağız” de-mişti . Ancak ,Akın Olgun’la, bir yeni yıl kutlayacak kadar şanslı olamadık. Sevgili eski dost Akın Olgun şimdi, Bir Gün gazetesinde yazıyor ve Hrant

Dink’in ölüm yıl dönümü ne-deniyle, Bir Gün gazetesinde ki köşesinde, Rakel Dink’in ona verdiği hediyesinden bah-setmiş.Akın Olgun’un bu yazısından birkaç gün önce, ben rüyamda Rakel Dink, Ayşe Önal ve Akın olgun’u rüyamda görmüştüm. Rüyalarım benim için hep bir şeylere işarettir. Bu rüyamın da Akın’ın yazısına işaret ol-duğunu anladım şimdi. Hrant’a hazırlanan sui-kastın, devletin her kademesi tarafından bilindiği, ancak ön-lem alınmadığı, insanın kanı-nın donduğu ve bu kadarına da pes denildiği bir durumu ortaya çıkardı.. İnsan olmak, insan farklılıkları ile bu ülkede

15

u y k us

uz

Page 18: Divrigi kültür dergisi

yaşamak, düşüncelerini ifa-de etmek maalesef, Türklük engeline takılmış ve Türk olmadığı için yargılanmış, yargılandığı yetmiyormuş gibi hedef haline getirilmiş, sonrada vay bu ülke de de-rin devlet varmış, ve bu or-taya çıkarılacakmış, -ecek-miş, -acakmış ,-mış ,-mış… Devlet büyüklerinden birine suikast düzenlenecekmiş, bunun için derin kozmik ka-salar ortaya dökülürmüş…Ama gel gör ki bir gazeteci için nerdeyse bir yıl ortada her kese duyurulmuş , planı iletilmiş, işlenmesi planlan-mış bir cinayet için kimse seferber olmadı. Bu ülke de insan ha-yatının değerli olması için demek ki, devlet büyüğü olmak gerekiyor.Bülent Arınç gibi olmak gerekiyor. Düşünürseniz, yazarçizer tayfasındansanız, bilim in-sanıysanız bu bir önem arz etmemektesiniz demektir.. Ya da etnik kökeniniz de Ermenilik, Kürtlük, Alevilik etiketiniz varsa , zaten bu ülke genetiğine, dokusu-na aykırısınız demektir. Bu ülkeyi sevmek için sadece Türk Sünni ve Müslüman genetiği taşımanız gereki-yor. Bu ülkede söz sahibi ol-mak için sadece Türk Sünni ve Müslüman genetiğine sa-hip olmak gerekiyor gibi bir mantık anlayışı benim ruhu-mu üşütüyor. Korkutuyor. İn-sanlığın milliyetçiliğe ve Müs-lümanlığa kurban edildiği bir süreçtir Hrant’ın ölümü.24 Ocak Uğur Mumcu’nun ölüm yıl dönümü ve bu ayla-rın kurtların dumanlı havalar-da avlandıkları aylar olarak görüyor ve bu vatanın, düşü-nür, yazarçizerine karşı çok acımasız olduğunu biliyoruz.Daha dün Ağca’nın bir kah-raman gibi karşılanması, Papa’ya suikasttan ötede, Abdi İpekçi’nin katili olarak

bizlere ne hissettirdi. Bizler çabuk unutuyoruz ve çabuk değişkenlik gösteriyoruz. Ge-netiği ile oynanmış yiyecekle-rin uzun süredir bize gizliden yedirilmiş olmasının etkisi olabilir mi acaba?Dünya’da siyasetin, her geçen gün ilkelleşmiş bir yönetim şekli anlayışı ile hayatımızı, geleceğimizi, dünya kaderini karanlığa sü-rüklediği ger-çeği benim için aşikârdır. Dü-şünürlerin ne düşündüğünü bilemiyorum.

Ancak Dünya da tırmandırı-lan, din, milliyetçilik trendi insanların, insan olduklarını ortaya koyma haklarını elle-rinden alıyor. Bu gün bir mum yakalım ve bu mum umutları-mızın üşümemesi adına ol-sun. Umudumuz sönmesin.

16

Page 19: Divrigi kültür dergisi

Hayat bizleri bazen ne kadar da şaşırtıyor. Bugüne kadar

hep alttan alta söylenen ama bir türlü açıkça itiraf edilmeyen bir sözü, bugün AKP’nin bir dev-let bakanı, Yazıcıoğlu itiraf etti: “Alevilere bugüne dek dikilen el-biselerin hiç birini beceremedik, oysa ki biz Allah’ın izniyle yeni bir elbise dikip uyduracağız”! Anlaşılan İslam’ın katı ku-rallarını kabul etmeyen, inancı ve hayat algılaması farklı olan Alevileri yüzyıllardır kendilerine benzetmeye çalışan, bunun için her türde kıyımdan geri durma-yan, zihniyet hala hırsını alama-mış. Onları bir kez daha tilkinin tavuk civcivlerini sevdiği gibi ince yöntemlerle halletmek, ger-çek kimliklerinden ve toplumsal temellerinden uzaklaştırıp, yeni-den asimile etme yöntemlerini devreye sokmuş gözüküyorlar. İşte bunun içindir ki, onları düne kadar Müslüman saymayan, on-ları yok sayıp aşağılayan, ‘sap-kın’ olarak tanımlayıp, katli va-cip ilan ederek kefen biçenler,

bugün yeni bir elbise dikme ihti-yacı hissediyorlar. Bugünkü elbisenin prova-sını da, egemen siyasetin günah-larından beslenen ve oldukça güç kazanıp tüm köşe başlarını tut-muş olan, siyasal islamın her to-nunu içinde taşıyan AKP yapmak istiyor. Bu kez AKP sahte gönül alma taktikleriyle kendi alevisini yaratmak istiyor. Hem de uzun-ca bir süredir Alevi geleneğini soldan ayrıştırma hevesi içinde olan güçler ve “yol düşkünleriy-le” beraber kolkola. Hani yıllar önce İranlı devlet yetkilisinin Di-yanet yetkilisine söylediği, “Şu Alevileri ya sizler Sünnileştirin, ya da bizlere olanak tanıyıp biz-ler Şiileştirelim” sözünü, Sünni-leştirme boyutuyla uygulamaya geçmiş görünüyorlar. İşte bu zihniyetten feyiz alan AKP projesinin iki temel ayağı var: İlki Alevileri kendi kök-lerinden koparıp kendilerine ya-bancılaştırmakla işe koyulmak. Nasıl olacak bu? Elbette ki “Türk İslam” kazanına atıp kendi renk-

lerine boyamakla! Onların dün Türklüğünü keşfedenler bir de İslam elbisesini giydirmeyi be-nimsetti mi, al sana “ılımlı Alevi İslam sentezi”! İkinci adımda on-ları temel dayanaklarından yani soldan koparmak olacak. Resmin bütününe baktığımızda asıl mu-rat ettikleri, Aleviliği siyasal isla-mın yedek gücü haline getirmek-tir. Bu bağlamda önce Alevili-ği sadece Ali ve Ehlibeytle sınırla-makla başlayacaksın, her türden toplumsal sorunların tartışılıp konuşulduğu, kadın erkek ayrım-sız “halk” olunan cem evlerinde güzel Kur’an okuma yarışmaları düzenleyeceksin, muharrem gün-lerinde şaşalı iftarlar verdirecek-sin, sadece cem evlerine maaşlı birer “resmi hizmete mahsustur” özel plakalı dedeler ve hocalar atayıp devletin resmi birer hiz-metli memuru haline getirecek-sin, oldu mu sana Türk İslam Aleviliği. İşte dikilmesi hesapla-nan yeni elbiseden beklenti, on-ları kendilerine yabancılaştırıp,

ELBİSE!YEN

İ

17

İsmail Asil

Page 20: Divrigi kültür dergisi

s i s t e m i n e k l e n t i s i haline ge-tirmek, ken-disini, adı Alevilik olan İslam’ın Ali bu lamaç l ı bir haline çevirip bin yıllık var olma dire-nişini sona erdirmek. G e ç m i ş t e d e s p o t i k devlet lere karşı Türkü, Kürdü, Ara-bı, Arnavutu ile halkların bir kurtu-luş umudu olarak şekillenmiş olan Aleviliğe dikeceğiniz böylesi bir elbise yi-nede uymayacaktır. İslam’ın içi-ne sığmaz, onun bir mezhebine indirgenemez olan Alevilik; İsla-miyet kadar diğer inançlardan da almış, mevcut diğer inançların ötesinde kendine özgü bir sen-tezdir. “Biz mezhep bilmeyiz, yolumuz vardır” diyenlerin, arka planda tarihselliğin bir ürünü ve inancı olan Aleviliği, İslam ön-cesi ve dışı köklerinden koparıp sadece İslam inancı ve Şii mezhe-biyle tanımlayamazsınız. Zalimlere karşı mazlu-mun yanında olan, kırklar cemi-ne peygamberi bile “fakirlerin hizmetkârıyım” dedirtene kadar içeri almayan, “Tuttum aynayı yüzüme/Ali göründü gözüme” diyerek kendine özgü Ali’sini vurgulayan, “Dervişlik hırkada tacda değildir/Işık oddadır sacda değildir/Hak’kı istersen ademde iste/Kudüs’te, Mekke’de Hacda değildir” diyen, “benim kâbem insan, kıblem dost yüzüdür” di-yen, “günah yok pişmemiş çiğ lokma vardır” diyen bir inançtır Alevilik. “Daha Allah ile cihan yoğ iken/Biz onu var edip ilan eyledik/Hakka layık hiçbir me-kan yoğ iken/ Hanemize aldık, mihman eyledik” deyip “sırrı ha-kikat” anlayışında yaratanın da yaratılanın da kendisi olduğu sevgi tanrısı yerine, kıldan köp-rüler yapan, katran kazanlarına

atıp kaynatan, elde terazi günah ve sevap ölçen kendi yaratanlarını dayatmaya kalkıyorlar. Oysa Alevilik onların inancından temel ayrımla, “bilimden gidil-meyen yolun sonu karanlıktır” diyen, çağın gereklerine göre davranıp sorgulayan, yeri geldi-ğinde itiraz edebilen, “72 millete bir nazarda” bakan, “soy evlatlığı değil yol evlatlığını” esas alan, “gök kubbe altında bütün canlar eşittir” diyen bir anlayıştır ve işte bu özgün inanca yeni kılıflarla “Türk İslam” kimliğini biçilmeye çalışılmaktadır. Burada toplumu tekleşti-ren, Sünnileştirme çabaların son halkası olan AKP’nin bilmezden geldiği gerçek: ibadetlerinde ol-sun, insan, evren ve tanrı algıla-masında olsun farklılıkları olan Aleviliğin,Şiiler ve Sünnilerden yapısal farkının sadece kural ay-rılıkları değil, tüm temel nokta-ları kapsadığı gerçeğidir.Bugüne kadar Alevileri iteleyen, ezen, yok saymayı bir çözüm olarak gören anlayışın, şimdi de AKP eliyle onu siyasal İslamın pota-sında eritmeye her türden otarite karşısında kulluk ve biat ettirme çalışmalarına verilecek tavizimiz olmadığı bilinmelidir. Cem evlerini önce yasak-layan, bunu sürdüremeyince ca-mileştiren, dedeliği yasaklayan, onların “telli kuran” dedikleri sa-zın ruhuna uygun olmayan, saz çalan imamlar haline getirmeye çalışan, dinlerini sadece vicdan-

larında yaşayanları İslamın şekli ibadet kültürüne çekmeye çalı-şanların Aleviliğe bir katkıları olamaz. Kaldı ki Ortodoks inanç-lar karşısındaki kendine özgü “batini” yorumlarının “sırrına” er-meden, o batıniliğin yorumunu görmezden gelip inançlarından soyutlarsan Alevilikten geriye hiçbir şey kalmaz. Dolayısıyla onlara saygı-larını göstermenin yolu, Aleviliği tanımlamaya ve bazı dedeleri sa-tın almaya çalışmak değil, inanç-lar karşısında eşit mesafeye geri çekilme, zorunlu din derslerini kaldırma, Diyanet’i sadece bir din hizmetleri denetleme kuru-muna indirgeyip bütçesini eği-tim ve sağlık alanına kaydırma, Madımak’ı müze yapma ve bu-güne kadar Alevilere yapılanlar adına özür dilemek olmalıdır. Bunun ötesinde devlet görevlile-rine inanç alanına müdahale et-mek yakışmaz. İnanç inananların özel alanıdır ve zaten laiklik de bunu gerektirir. Esasen Aleviler, kendi inançsal kimliklerinden kaynaklanan temel sorunlarının çözümünün, gerçek laik bir dev-lette ve demokrasi içinde karşılık bulacağını bilirler. Kısaca Alevilerin devlet-ten ve hükümetten beklentisi; laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinden beklenen evrensel normlardan ibarettir. Bunun dı-şında söylenmesi gereken son söz, bize gölge etmesinler, başka ihsan istemiyoruz olabilir ancak.

18

Page 21: Divrigi kültür dergisi

-DKD: Bize kendinizi tanıtır mısınız?-Tekel İşçisi Hediye: Ben Hediye Ercan. Diyar-bakırlıyım. Beş çocuk annesiyim. 21 yıllık Te-kel İşçisiyim. On iki yıl Batman Tekel de ,on yıl da Diyarbakır’ da çalıştım. Çocuklarımın en büyüğü üniversiteye gidiyor. En küçüğüde on bir yaşında. Onlar şimdi babalarıyla kalıyor.-DKD: Geldiğinizden bu yana evinize gittiniz mi?-Tekel İşçisi Hediye: 15 Aralıkta Ankara ya gel-dik, iki defa çocuklarımdan dolayı gittim he-men döndüm.-DKD: Anakara’ ya gelişinizden biraz bahseder misiniz?-Tekel İşçisi Hediye: Diğer illerde ki arkadaş-larımızla önceden planlayarak Ankara’ ya on

sekiz otobüs geldik.AKP Genel Merkezi önünde oturma eylemi ya-parak haklarımızı alacaktık. İlk gün hepimiz AKP Genel Merkezi önünde kaldık. Ertesi gün polis oradan ayrılmamız için müdahale etti. Bizde iki guruba ayrıldık. Bir grup AKP ye ya-kın bir yere sürüldük. Diğer grupta otoban tarafında kalınca, Ankara ya yöneldik. Abdi İpekçi Parkı’ na geldik ve burada geceledik. Hepimizin üzerinde kışlık kıyafetler dışında hiçbir şey yoktu. Yani iki gece yerlerde yat-tık. Ertesi gün hiç beklemediğimiz bir şekilde polis saldırdı bir çoğumuz yaralandık. Bir ar-kadaşımız aldığı darbeler nedeniyle omirliği zedelendi ve hala tedavi altında. Hiç birimiz bırakın Ankara’ yı Türk-iş in önünü bile bilmi-

19

TEKEL8 MART IN 1OO. YILINDA, DİRENEN

İŞÇİSİ KADINLARI SELAMLIYORUZ

Page 22: Divrigi kültür dergisi

20

yorduk. Ayaklarımız bizi buraya getirdi. Düne yakın çadırlar olmadan Ankaralıla-rın getirdiği battaniyelerle korunarak dı-şarıda kaldık. Türk-İş’ in önü hiç planda yoktu. AKP önünde hakkımızı alana kadar kalacaktık. Kırk gün sonra yine buradaki sendikaların, demokratik kitle örgütleri-nin ve Çankaya Belediyesi’ nin desteği ile kışı geçireceğimiz çadırlarımızı kurduk.-DKD: Tekel eyleminde diğer işçi eylem-lerine göre kadın sayısı neden daha faz-laydı?-Tekel İşçisi Hediye: Evet bu eylemde biz kadınlar daha çoktuk. Bunun bir nede-ni Tekel de çalışan kadın sayısı-nın fazla olmasıdır. Örne-ğin ben Batman’ da dörtyüz sek-sen kadınla işe başladım. Elle açılır olan fab-rikalarda kadın işçiler çalışıyor.-DKD: Sosyal çev-reniz ve aileniz bu durumu nasıl de-ğerlendiriyor?-Tekel İşçisi Hediye: Ben çevremden genel-de destek aldım. Yalız-ca, Hamdullah arkada-şımızı kaybettiğimizde annem telefonla aradı, ”kızım bir can veriniz yet-medi mi artık evine dön” diyince beraber ağladık. Telefon eden dostlar daha çok hastalanmıyalım, üşüt-meyelim diye uyarıyorlardı. Yaptığımız eylemi tartıştırma- d ı k . Ancak daha kapalı aileleri olan arkadaşla-rımıza dönmeleri konusun da psikolojik baskı uygulandı. ”Sen kadınsın oralarda ne işin var” diyerek mücadeleden caydır-maya çalışıyorlardı. Bizler kötü fabrika koşullarında çalışıp para getirirken kadın olmuyoruz da, hakkımız peşine düştüğü-müz de mi kadın oluyoruz.21 yıl önce işe başlayan Hediye ile bu-günkü Hediye arasında çok fark var. Ben işe başladığımda anneme çok baskı yap-tılar. Kız çocuğu çalıştırılır mı diye. Ev-lendim bu seferde kayınbabam aynı şeyi söyledi.Biz kadınlar ayıptır günahtır diye büyü-tüldük, nerdeyse her şey yasaktı. Ama o günden bugünlere çok şeyler değişti. Ar-

tık doğuda kadına yönelik bu tür engelle-meler kalmadı.-DKD: Ankarayı iki buçuk ay mesken edindiniz. Neler yaşadınız?-Tekel işçisi Hediye: İnsanlardan büyük destek ve dayanışma gördük. Ankara’ nın geneli mi böyle yoksa mücadele adına böyle bir adım mı bekliyorlardı ,mücade-lenin ileriki süreçlerinde daha iyi göre-bileceğiz. Kendi adıma ise ilk kez evim-den uzakta bir yerde eyleme katılıyorum. Özelleştirme kararı ve 4C çıkınca Diyar-bakır’ da eylemler yapıyorduk. Ama

sesimizi Diyarbakır dışına du-yuramıyorduk. Diğer illerdeki arkadaşlarım içinde böyle bir sorun vardı. Sesimizi duyur-mak için, gücümüzü birleş-tirmek için düştük yollara. Tabi ki çocuklardan uzak-ta çok zor oldu. Ama he-pimiz onlarında geleceği için burada olduğumu-zu biliyorduk, bu bizi güçlü yapıyordu. Ben emekli olsam da bun-dan sonra hak alma mücadelesinin hep bir yerlerinde ola-cağım.-DKD: Eylemin önemi üzerine çok yazıldı, söy-l end i . . . Sen in açından nasıl-

dı?-Tekel işçisi Hediye: Bizim

yükümüz çok ağır. Özelleştirme-lere karşı yıllar önce yapılması gereken-leri, birçok kamu malı satıldıktan sonra biz karşı çıkmaya çalışıyoruz. Önceki eylemler, hem sessiz geçirilmiş hem de kısa süreli olmuş. Hükümet bizimde di-ğerleri gibi hemen vazgeçeceğimizi dü-şünmüş olacak ki bizi yetmiş milyona şikayet etti. Çalışmadan yetimin hakkını yiyorlar diyerek halkı karşımıza koyma-ya çalıştı, olmadı bu seferde yüz elli bin özelleştirme mağdurunu çıkardı. Kim ek-meğinden, iş güvencesinden kendi isteği ile vazgeçer ki? Biz kölelik çalışma koşul-larını, 4C yi kaldırmak için yola çıktık, kölece çalışmayı hiçbirimiz kabul etmi-yoruz. İşe kadrolu işçiler olarak alındık, bu hak bize verilmişti. Biz yeni bir şey istemiyoruz, var olan hakkımızın elimiz-den alınmasına karşı mücadele ediyoruz.

Page 23: Divrigi kültür dergisi

21

Bu eylemle 70 milyonun da sesi olmaya çalışı-yoruz. Çocuklarımızın geleceği için günlerdir sokaktayız. Hepimiz çocuklarımızı okutamı-yacağız diye korkuyoruz. Çocuklarım büyür-ken bana manevi açıdan ihtiyaçları varken fabrikada çalışıyordum , çocuklarımı doğru dürüst sevemedim bile. Şimdi büyüdüler yine bana ihtiyaçları var ben yine onların yanında değilim. Bu seferde eğitimleri için paraya ihti-yacım var, işimi kaybediyorum. -DKD: İki buçuk ay boyunca iki tekel işçisi ar-kadaşınız çocuklarını kaybetti. En sonunda da Samsun tekelden Hayrullah arkadaşınızı kay-bettiniz. Bu süreçte neler hissettiniz?-Tekel işçisi Hediye: Arkadaşlarımız işlerini kaybetmemiş olsalardı yavrularından kilomet-relerce uzakta olmayacaktı. Onların yanında olsalardı çocuklarını kaybetmeyecekdi. Bu ka-der değil. Hepimizin yüreği yandı. Evlat acısı-nı bize yaşatanlara öfkemiz büyük. Hayrullah için üzüntümüz, acımız çok büyük. Ben iki kez eve gidip geldim. Hayrullah bir defa gitmiş, açlık grevine katıldı. O bizim için tekel dire-

nişinin Ankara şehididir. Arkadaşımızı almak için saatlerce adli tıp önünde bekledik onu. Alıp iki buçuk ay evimiz bildiğimiz çadırlara getirip ona yakışır bir tören yapıp vedalaşmak istiyorduk. Bu hepimizin hakkıydı. Polis ce-nazemizi kaçırdı, bize saldırdı. Hem ölümüze hem de bize tahamülü olmadı...Onların ölüye de saygıları yok. Bizler aylardır birbirimizi kardeş bildik. Buralar evimiz oldu. Onunla he-lalleşmek istiyorduk. Bunu bize çok gördüler. Biz şimdi elimizden alınan haklarımızın, hem de Hayrullah arkadaşımızın hesabını sormak için mücadeleyi yükselteceğiz.-DKD: Geleceğe dair ne söyleyebilirsin?-Tekel işçisi Hediye: Biz umudumuzu hiç kay-betmedik ve kaybetmeyeceğiz. Bugün biz bu ateşi yaktık, hakkını arayan başkaları da ekle-nerek daha adil daha güzel bir dünya kurula-cak. Umut hiç bitmeyecek.-DKD: Divriği Kültür Dergisi okurlarına söyle-mek istediğin mesajın var mı?-Tekel işçisi Hediye: Tekel işçisi farklı memle-ketlerden işçi arkadaşlarımızla TEK’EL olduk.

Bizler bu mücadeleye Divriği’ li canlarımızın da katıldığını biliyo-ruz. Onlar da hiçbir zaman haksızlıklara boyun eğmediler. Te-kel mücadelesi bugün artık işçi sınıfının hal-kın mücadelesi olmuş-tur. Bu uzun soluklu mücadelede hepimiz yan yana olmak zo-rundayız. Herkese sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Yolu-muz açık olsun. 26 ŞUBAT 2010 Tekel direniş çadırları

*Fotoğraflarıyla yazımıza kat-kıda bulunan Hüseyin TÜRK’e teşekkürler. (http:\\solak111.deviantart.com)

Page 24: Divrigi kültür dergisi

22

Cezaevinden kaçtıktan sonra, Facebook’ ta ya-

kalananlar...Kurbanlarına Fa-cebook’ tan ulaşan çek-senet mafyaları...Facebook aşkı ken-disini reddettiği için Beyoğlu’ nda otel odasında bileklerini kesenler...İşe alacağı adamı öncelikle facebook ta ki pro-filinden araştıran patronlar...Konsolosluk vizesi vermeden önce, facebook profilini ince-leyen diplomatlar...Facebook’ ta tanıştığı çocuğa tecavüz eden otobüs muavinleri...An-nesiyle tartıştığı için facebo-oktan tanıştığı adamın evine kaçan genç kızlar...Facebook profiline tatildeyim yazdıktan sonra evine hırsız girenler...

Facebookta profiline bekar yazdığı için

eşini doğra-yan kamyon

şöförleri...Eşiyle bo-şanacağı-nı face-booktan öğrenen-ler...An-nesiyle sevgili-sini aynı yatakta yakala-yıp fo-toğrafını

çektikten sonra fa-

cebook ta y a y ı n l a y a n

genç kızlar...Fa-

cebook’ ta tanıştığı on iki kızı hamile bırakanlar...Bir örnek daha...Lise öğrencisi genç bir kız başına bela olabi-leceğini düşündüğü belalısın-dan kurtulmak için Kadıköy’ den Kurtköy’ e taşınıyor. Ta-mamen ondan kurtulduğunu düşünen genç kız büyük bir cehaletle facebooka kaydo-luyor. Ancak belalımız kızın facebooktaki arkadaş liste-sinden izini buluyor. Kızın ev ve okul adresine ulaşıyor. Okul çıkışında kızı takip ede-rek, eve girerken asansörde sıkıştırarıp”ya benim olusun ya toprağın” deyip bıçaklaya-rak hayatına son veriyor. Örnekler bitmiyor. Har-ward Üniversite’ sinin yatak-hanesinde 23 yaşında bir genç tasarlamış bu siteyi. Örnekle-re bakıtığınızda resmen fela-ket tellalı. Dünyada bir çok insanın başına çorap ördü. Eğer soyadını hatırlıyorsanız, kreşteki çocukluk arkadaşını-zı bile bulmanız muhtemel bu sitede. Aslında çıkış noktası sadece bundan ibaret olsa ga-yet masumane gözüküyor. Profilinde telefon numarasına kadar paylaşanlar var birde. İnternette dolaşan data gez-ginlerine ve hackerlere “bakın bunlar benim bilgilerim, bu bilgilerim sayesinde banka hesaplarıma girin ve ve beni soyun” gibi kişiliğinizi saf-lıkta marjinal boyutlara ulaş-tırabiliyorsunuz. Son bir yıl içerisinde kırk bin kişi kimlik

hırsızlığı dolayısıyla soyul-du... Gizli servislerin ve pro-vakatörlerin gözbebeği face-book. Sivil yaşamda bir balta-ya sap olamadıysanız bir kaç zeki lafla ya da kurduğunuz dahice bir grupla bir anda kahraman olabiliyorsunuz. İnsanlarla iletişime geçmekte zorlanıyorsanız facebook tam da size göre bir yer. Size arka-daş bile önerebiliyor. Kişilerin profillerini zi-yaret etmeniz için elinden ge-leni ardına koymuyor. Hakkı şu gruba üye oldu. Adile fo-toğraf ekledi. Makbule ilişki tarzını değiştirdi. Gibi... Geçenlerde mail adresi-me gelen bir yazıyla irkildim. “Lütfen bu grubu şikayet ede-lim” şeklinde bir yazı...Gruba bir göz atayım dedim haliyle. Grubun ismi aynen şöyle: Fa-cebook’ taki PKK’ lileri deşif-re sayfası”. Adamlar normal bir adamın düşünemeyeceği bir iş yapmışlar. Normal bir adamın düşünemeyeceği di-yorum çünkü provakatör bir kurumun yapacağı bir işe daha çok benziyordu. Gru-bun yöneticileri, Facebooktan rastgele üyelerin resimlerini bir şekilde araklayıp, gruba atıyorlar.”İşte bu adam PKK’ lidir” şeklinde yayınlıyorlar. Resimde ise elinde bira şişe-si tutan bir kızcağız. Anlında PKK’ lidir diye bir ifade yaz-mıyor. Resmi atan yönetici sa-dece resmi atıyor. Gruba üye

adresiniz yok mu?Merdan KILAVUZ

Page 25: Divrigi kültür dergisi

23

olan binlerce kişi ise, hayatımda işitmedi-ğim küfürleri kızca-ğıza saydırıyorlar. Yönetici muhtemelen izliyor. Düşününse-nize, sizin orada fo-toğrafınızın olduğu-nu? Gruba bakarken, altta tavsiye edilen gruplar diye bir bö-lüm var. Oradaki grupların yöneticileri de gene aynı kişiler. Ve bu grublardan bi-rinin ismi de “Hadi Kürtlere soykırım yapalım” isimli bir grup. Zeka seviyesi bir koyununkinden ne eksik ne fazla üye-lerin yaptığı yorum-lar, ortaçağdan kalma aristokrat beyinleri çağrıştı-rıyor. Bağlantıdaki başka bir grupta ise, “Hepimiz Ogün Samast’ ız” isimli bir grup ve yaklaşık on iki bin üyesi var. Ve bu gruplarda Aziz Türk milletinin(!) diğer milletler karşısındaki bariz üstünlüğü, Kürt, Ermeni ve Kızılbaşların soyu ise zavallı bir tavırla ha-karetlere maruz bırakılıyor.

Asanlar, kesenler boy boy tam sayfa manşet.

Facebook’ a başka bir yönden daha bakmakta fayda var. Türkiye’ deki anayasa hükümlerinde “özel hayatın gizliliği” ne yönelik her türlü hukukdışı uygulamanın ol-ması. Siteye üye olurken bir üyelik sözleşmesi sunuyorlar size. Destan gibi yazılmış bu üyelik sözleşmesini okuyan var mı bilmiyorum? Bu sözleş-mede bir bölüm var ki oldukça enteresan. “Elimizde bulunan bilgileri üçüncü kişilerle, şir-ketlerle, ortaklık ya da benze-ri bir ilişki içinde olduğumuz firmalar ve şahıslarla paylaşa-biliriz” şeklinde. Burada face-

book yönetimi istediği her kişi ve kuruma sizin hakkınızdaki her şeyi satabilme hakkı var. Belki devlete, belki işverene, belki de herhangi bir başka kuruma. Sonuçta bu bir yüz kitabı. Üye olduğunuz grup-lardan, paylaştığınız müzik-lere kadar, fotoğraflarınızda arkadaş listenizdeki kişilere kadar sizin ruhunuzun harita-sını çizmeleri oldukça kolay. Bu konuda dikkatli olmak ge-rektiğini düşünüyorum. Arka-daş listenizde sistem için teh-likeli olduğu düşünülen bir kişinin, sizin de sistem için potansiyel suçlu olduğunuz anlamına geliyor. Ayrıca face-bookta paylaştığınız herşey, paylaştığınız şeyi silmiş ol-sanız dahi veritabanında sak-lanıyor. Üye oluyorsanız, bir daha çıkma şansınız da yok. Sadece hesabınızı dondurabi-liyorsunuz ama hala facebo-oktasınız. Elini veren kolunu kaptırıyor. Yeni bir mafya an-layışı gibi...Bekar erkeklerin ve evde kal-mış kızlarında gözbebeği fa-cebook. “Aaa siz Sakine’ nin arkadaşımısınız, tesadüfe ba-kın aynı kişiyle arkadaşız. Ben Sadullah “ ya da “Merhaba, bu güzel bayan fotoğrafınızı gö-

rünce selam verme-den geçmek isteme-dim” şeklinde üyeler şanslarını deneyebili-yorlar. Belki bir çoğu evleniyor, ya yaprak sarması mutluluğun-da yaşıyor yada iki ay içinde kanlı bıçak-lı olabiliyorlar. Gizli sapıkları da coşturu-yor site. Çöpçatanlık sitelerinin papucunu dama atan facebook, bu konuda çıtayı her gün yükseltiyor. Sivil hayatta toplasanız on tane arkadaşı olma-yan kişilerin, facebo-okta binlerce arkada-şı olduğunu görünce hayretler içinde tan-

rıdan af diliyorsunuz. Şişirme bir sosyallik... 10 Kasım’ a kadar on milyon kişi arıyoruz. Facebo-ok’ ta ne kadar Divriği’ li var dediler biz de sayalım dedik. Bütün Aleviler buraya. Zat-ı Muhterem’ den nefret eden bir milyon kişi ,bulabilirim. Türk müsün o zaman gel. Al-lah aşkına Türk bayrağı için on milyon, Türk’ ün gücünü herkese gösterelim tarzı grup-lar var ki, görünce mideme bir kramp giriyor ve içten gelen bir irkilme ile kusma hissine kapılıyorum. Aslında bölücü-lük diye insanlara yıllardır da-yattıkları şey bu heralde. Yav hadi topladın on milyon kişi-yi. Eeeee...Facebook’ a yaptı-ğın üstün hizmet dolayısıyla, Mark Zuckerberg sana madal-ya mı takacak.Yada Guiness’ e mi adaysın? Ha bu arada dergimizin bir de facebook adresi var. Ama sakın kızmayın bunların üstüne bu oldu mu bu şimdi diye, sadece dergi çıkınca du-yurusunu yapıyoruz. Vallahi başka bişey yapmıyoruz.Sorarım size a dostlar sizin hala bir facebook adresiniz yok mu? Ohhh moné dieu.

Page 26: Divrigi kültür dergisi

Divriği Kültür: Kimdir Özcan Yaman diye başlayalım istiyoruz?Ö.Y.: Özcan Yaman fotoğrafçıdır, sosyalisttir... İlkokul ve Orta-okulu yetiştirme yurdunda okudum. Yetiştirme yurdundan lise bir de ayrılıp Haydarpaşa Lisesi’ ne geçtim. Daha Sonra Hay-darpaşa Lisesi’ nden Denizli’ ye yollanınca ayrıldım. Burada En-düstri Meslek Lisesi’ nde okudum. Yirmi dört yaşında Mimar Sinan Üniversitesi’ ne girdim. 1988’ de bu okuldan mezun ol-dum. Bir kaç reklam ajansında çalıştıktan sonra kendi işyerimi açtım. Kendi işyerimde uzun yıllar çalıştıktan sonra özel işyeri hayatıma son verdim. Şu an Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanat-lar Fakültesi’ nde fotoğraf dersleri veriyorum. Dünya görüşüm doğrultusunda siyasal bir mücadeleye devam ediyorum.

Divriği Kültür: Fotoğrafçılığa ilk nasıl başladınız?Ö.Y.: Fotoğrafa ilkokul sıralarında başladım. O da çok ilginçtir. Yurtta iken bir arkadaşım, Zenith marka bir fotoğraf makinası ile fotoğraf çekiyordu. Makinanın deliğinden bir bakmak iste-dim. Arkadaşım yok deliğinden bakınca, sarsılıyor ve bozulu-yor dedi. Biraz da gurur yaptım galiba. Yaz tatilinde çalıştım üç ay... Bir Hislon marka saat, Sirkeci’ ye gidince de Zenith marka fotoğraf makinası, iki tane de film şeridi aldım. O heyecanla eve gelinceye kadar filmin birini bitirdim. Bana Filmi karanlıkta çı-karmam gerektiğini söylemişlerdi. Eve gittim ışıkları kapattım, perdeyi çektim. Yorganın altına girdim. Makinadan fotoğrafla-

Divriği Kültür Derneği ile de yakın ilişkide bulunan Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ nde öğretim üyesi Özcan YAMAN’ la Fotoğrafçılığı, Devrimci Sanatı ve Red Fotoğraf Grubu’ nu konuştuk.

Sınıftan yana, geleceğe güvenen ve gelecek için mücadele eden... Sosyalist bir sanatçının yaptığı işler bunlardır. Kimi bunu öyküleriyle, kimi şiirleriyle, kimi resimleriyle kimi fotoğraflarıyla yapar. Ben fotoğrafı seçtim.

Page 27: Divrigi kültür dergisi

rı çıkardım. Sonra açtım ışıkları filme baktım. Filmde hiçbir şey yok. Simsiyah film şeridi. Sonra filmi alıp fotoğraf stüdyosuna gittim. Derdimi anlatınca adam gülmekten yerlere yattı. Bana orada el yordamı filmlere nasıl ba-kılacağını, ikinci filmin nasıl takılacağını öğ-retti. Lise yıllarında mahallenin Foto Özcan’ ı oldum. O zamanlar yani 76-77-78 yılları fo-toğrafçılık yaygın değildi. Atıyorum, Ayşe tey-ze “Oğlum bugün bizim köyden halam gelecek bizi çeksene”,başka biri “Çocuğumun yaşgünü var bizi çeksene” gibi durumlarla karşılaşıyo-rum. O zamanlar okuduğum kadarıyla güzel fotoğraflar çekmeye çalışıyorum. Tabi içinde yaşadığım ortamı çektiğim için ben de onlar gibi yaşıyordum. Ama hiçbir zaman bunlar bir sanat eseri olacak gibi bir düşüncem yok-tu. Fotoğrafı çektikten sonra filmi yıkıyorum, kağıtlara basıyorum. Bir saat sonra da komşu oğlunu yollar, ben de fotoğrafın maliyeti ney-se alıp, fotoğrafı teslim ediyordum. Bu arada filmleri de sakladım. Daha sonra aradan yıllar geçti. Evlen-dim. Bir gün filmlerin olduğu kutuyu açtım. Resmen bir dönemin sosyolojik altyapısını resmetmişim. Daha sonra bir ressam arkada-şıma gösterdim. Arkadaşım görünce şok oldu ve bu konuda sergi açmak gerektiğini söyledi. 2002 yılında Karşı Sanat’ ta “Aileye mahsus-tur” isimli ilk sergimi açtım. Daha sonra bazı sanatçı arkadaşların beni bu konuda teşvik etti. Fotoğraf kuramı ve teorilerine yönelik ça-lıştım. Kendimi geliştirirken de öğrendiklerimi sürekli paylaştım. 1997- 98 yıllarında Beyoğlu Anzavur Pasajı’ nın üst katında fotoğrafçılık kursları vermeye başladık. Bir yandan da rek-lam fotoğrafçılığı yapıyordum. 2008 yılından itibaren de Yeditepe Üniversitesi’ ndeyim.

Divriği Kültür: Zihnimizde hep ötekilerin ve ezilenlerin bir sanatçısı olarak yer ettiniz.

Peki sizce alternatif bir sanatçı, genel anlam-da devrimci bir sanatçı nasıl olmalıdır?Ö.Y: Sınıftan yana, geleceğe güvenen ve gele-cek için mücadele eden... Sosyalist bir sanat-çının yaptığı işler bunlardır. Kimi bunu öykü-leriyle, kimi şiirleriyle, kimi resimleriyle kimi fotoğraflarıyla yapar. Ben fotoğrafı seçtim. Fotoğraf alanında bunu yapmaya çalışıyorum. Evet muhalifim ve bu sistem benim sistemim olmadığı için muhalif olacağım. Burjuvazinin sanatı varsa, işçi sınıfının da sanatı vardır. Dünyada Pablo Neruda’ dan tutun Türkiye’ de Nazım Hikmet’ e kadar bunun mücadelesi hep verilmiştir. Buradaki mesele aydın, sanatçı ve işçi sınıflarının birbirine olan bağıdır. Örneğin Vedat Türkali gibi kendini hem sanatını geliş-tirirken, hem de bu alana adayan sanatçılar da gelişiyor. Bunlar karşılıksız hizmetler. Yani “ben bu sınıfın çocuğuyum, herşeyim bu sınıf-la bir çıkar ilişkisi gözetmeden vardır” diyebi-len insanlardır. Bu zor bir iştir tabi ve herkesin bunu başarması da beklenemez. Ayrıca sınıfın sanatçıyı örgütleme sorunu da var. Mesela bir sanatçının işkence sorunu ile ilgili önemli bir çalışması var. Sanatçı bu çalışmaları yapmış fakat değerlendirilememiş. Sanatçı atölye ki-rası vermesi gerekiyor ve veremiyor. Dolayısı ile sanatçı bu sefer reklam işleri yapmaya baş-lıyor ve devrimci sanatı askıya alıyor. Sonuçta a-sosyal bir tip olarak ama Marksist olarak or-talıklarda dolaşmaya başlıyor. Bu yapıda bir-çok sanatçı var. Divriği Kültür: Fotoğrafçılığı detaylı olarak öğ-renmek istersek birçok matemetiksel noktaya dikkat etmemiz gerekiyor. Bunları bilmeden de iyi bir fotoğrafçı olunamaz mı? Örneğin ışı-ğı fazla ayarlamadan iyi bir kadrajla da güzel kareler yapılamaz mı?

Ö.Y: Fotoğrafçının tamirciden, kaportacıdan veya bir duvar boyacısından farkı yoktur. Ta-mircinin araçları bir ingiliz anahtarı ve biriki-

Page 28: Divrigi kültür dergisi

midir. Fotoğrafçılıkta sizin bahsettiğiniz işin zanaat kıs-mına giriyor. İşin öğrenilmesindeki teknik unsurlardır. Bu zenaat kısmını herkes bir ay içinde öğrenebilir. Aslında kullanılan makinada önemlidir. Şimdiki makinaların bir-çoğu siz deklanjöre bastığınız anda birçok ayarı kendisi yapabiliyor. Işığı açık veya koyu olarak kullanmak bir ter-cih nedeni olabilir. Normal ışık ayarlarının altında veya üs-tünde çekim yapılarak işi daha dramatik hale getirebiliriz. Söylemek istediğim, işin bir zenaat yanı vardır ve sanat yanı vardır. Zenaat yanı teknik özellikleri mümkün olduğu kadar öğrenmek ve bilmektir. Kişi bu konuda yeterli değil-se işi biraz şansa kalır. Yani bu benim masa yapmama ben-zer. Ancak bu işin zor yanı değil. Hatta en kolay yanı. İşin zor yanı sizin bakış açınızı fotoğrafta anlatabilmektir. Kad-raj yapabilme, kompozisyon yapabilmedir. Bu da işin sa-nat yanıdır. Fotoğraf makinası ile yalan bile söyleriz. Hatta fotoğraf makinası dünyadaki en büyük yalan aracıdır. Yani bir fotoğrafla bir şeyi olduğundan çok farklı gösterebilir-siniz. Bu birazda fotoğrafı çekenin dünya görüşüne bağ-lıdır. Çok az bir kalabalığı çok kalabalıkmış gibi veya çok kalabalığı az bir kalabalıkmış gibi gösterebilir. Bir insanı olduğundan çok daha güzel çekebilirsiniz. Bu da işin sa-nat yanıdır. Bir böceği bulunduğu ortamla anlamlandırmak veya yaşama umudu vermek, bunlar önemli şeylerdir.

Divriği Kültür: Kurucuları arasında yeraldığınız Red Fotoğ-raf isimli bir grubunuz var. Bize bu grubun işleyişini biraz anlatır mısınız?Ö.Y.: Açıkcası önceleri benim Red Fotoğraf’ la ilgili bir dü-şüncem yoktu. Bir fotoğraf sergisi açayım istedim. Daha sonra bu sergiyi kollektif bir şekilde yapalım dedim. Tanı-dık tanımadık bütün fotoğrafçılara mail attım. Mailde Çağ-daş Hukukçular Derneği bürosunda 2008/1 Mayıs’ ı ile ilgili bir fotoğraf sergisi açmayı düşündüğümüzü belirttim. Elle-rindeki görselleri de yüksek çözünürlüklü olarak verdiğim adrese yollamalarını istedim. On onbeş kişiden beşer onar fotoğraf geldi. 2008 Haziran ayında sergiyi açtık. Sergi ola-ğanüstü bir ilgi gördü. Kolaj bir sergi yaptık. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’ de ziyaret etti. Sergi bitmek üze-reyken katılımcı arkadaşlar bir toplantı yapalım istediler. Toplantıdan internet üzerinden haberleşeceğimiz bir grup kurma fikri çıktı. Grubun ismini belirlerken, kimden çıktı tam hatırlamıyorum “Red” ismi önerildi. Daha sonra Red Dergisi ile karışıp karışmayacağı konuşuldu. Sonuçta isim hakkı onların değildi. Karışsa da sorun olmazdı. Neticede aynı cephede savaştığımız bir dergiydi. Belki ilerde yolu-muz bile kesişedebilirdi. Sonra Grubun ismi “Red” olarak kaldı. Biz bunu bir manifesto şeklinde yayınladık. Komü-nistinden, anarşistine, gerçek anlamda sosyal demokrat-tan, adalet ve vicdan sahibi herkese, eşcinselinden tutun lezbiyenine bizim için hiçbir sorun yoktu. İnsanlar kendini ifade edebilmek için bu yolu seçiyorlarsa bizimle birlikte olabilirler diye düşündük. Sonuç olarak da “Red” hem bir karşı koyuşun adı hem de sanatta sıcaklığın adı olarak şe-killendi. Sonrasında “Kentsel Dönüşüm” adı altında ve Çağdaş Hukukçular Derneği’ nde ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’ nde

Page 29: Divrigi kültür dergisi

sergilerimiz oldu. 2009/1 Mayıs’ ında gene bir sergi açtık. Burada 1 Mayıs’ ı kendi tekelimi-ze almış gibi olduk. İyi oldu ya da kötü oldu tartışılır ama bence iyi oldu. En azından son üç yılın 1 Mayıs’ ının fotoğraf arşivini görsel olarak arşivlemiş bulunuyoruz. Biz de olma-sı demek sınıfta olması demek. Her kurumla o görüntüleri paylaşabiliyoruz. Bu yıl “İşçi Filmleri Festivali” nde gene 1 Mayıs Fotoğraf sergisini düşünüyoruz. Dökümanter bir sergi olacak. Yani 2009/1 Mayıs’ ına kadar olan bö-lüm sergilenecek. 2010/1 Mayıs sergisi için-se aynı gün içinde bir projeksiyon cihazı ile sergi salonunda, çeşitli yerlerdeki fotoğrafçı arkadaşlarımızın internet ortamında gönder-dikleri resimleri sergilemeyi düşünüyoruz. Sürekli slayt şov olarak bu gösterilecek. Sergi 1980/1 Mayıs’ ından günümüze kadar bir dö-nem -öldü- denilen işçi sınıfının yükselişini, gençliğin rolünü anlatmaya çalışacağız. Bunu aynı anda dört ilde birden yapacağız. Şahsi olarak bu konuda bir fikrim var. Emek örgütleriye fotoğrafı içselleştirmek. Bi-raz daha geliştirip sanatla buluşturmak. Çün-kü emek örgütlerinin bu konuda ciddi bir ek-sikliği var.

Divriği Kültür: Bu işe yeni başlayan amatör fo-toğrafçılara tavsiyeleriniz nelerdir?Ö.Y: Öncelikle hayatı okuyan bir insan, o ha-yatı karelere geçirebilir. Önemli olan okuyan, izleyen, yorumlayan insan olmak. Bunu bece-renler, isterse resim veya şiire de başlayabilir. Yani hayata bir bakış açısı önem taşıyor. Son-rasında küçük bir fotoğraf makinasıyla bile vizörü nereye doğrultacağınızı biliyorsanız güzel fotoğraflar çekebilirisiniz. Sürekli pra-tik yapmanız gerekiyor. Ben size araba kullan-mayı anlatırım ama koltuğa oturunca arabayı kullanamayabilirsiniz. Gazetelerdeki ve der-gilerdeki fotoğraflara sık sık bakılıp yorum-lanmaya çalışılmalıdır. Bu fotoğraflara “ben olsaydım şöyle çekerdim” şeklinde bakmak gerekiyor. “Biraz daha sağdan alabilirdim” veya “fotoğraftaki bir kişiyi ön plana alırdım” şeklinde yorumlamak gerekiyor.

Divriği Kültür: Peki fotoğrafçılıkta püf nokta-

lar ve olmazsa olmazlar var mıdır?Ö.Y.: Var tabiki. İnanç... En zor şartta bile bir fotoğraf karesi çıkartma inancı gibi. Bunun da yolu felsefeden geçiyor. Bol kitap okumaktan geçiyor.

Divriği Kültür: Divriği Kültür Derneği ile ne zaman tanıştınız? Divriği Kültür Derneği’ nin sizdeki izlenimi nedir?Ö.Y.: Behiç Aşçı’ nın ölüm orucu sürecinde ta-nıştım. Divriği Kültür Derneği’ nin çeşitli et-kinliklerinde gerekli olan görsellerin temini ile bir ilişkim başladı. Sonra bu ilişki bir dönem dernekte atölye çalışması şeklinde gelişti. Ben kozmopolit bir insanım. Ama benim için bütün derneklerin hiçbir ayrıcalığı yok, hepsi bir. Bu derneklerin hepsi bir kültürdür ve bu toprağın zenginliğidir. Hepsinin yaşa-ması lazım. Ancak tehlikeli olan ve insanları ötekileştiren yöre dernekleri de mevcut. Ada-letten yana, insanlıktan ve hukuktan yana bir örgütlenme tarzı var derneğinizin. Aydınlığın gelişmesi için uğraşıyor.Divriği Kültür: Divriği Kültür Dergisi hakkında söyleyecekleriniz var mı?Ö.Y.: İçeriğini tam olarak incelemedim. Bu konuda sadece ismi hakkında yorum yapabi-lirim. İsmini ben pek uygun bulmadım. Der-neğin dergisi olabilir. Ama illaki Divriği’ nin isminin geçmesine gerek yok. Altına Divriği Kültür Derneği yayın organıdır diye bir ibare eklenmesi yeterli bence. Yani bunu bir eleştiri olarak mı alırsınız ya da dost tavsiyesi olarak mı kabul edersiniz bunu bilemem. Dışarıda dergiyi eline alan bir kişi, bu dergi beni ilgi-lendirmiyor, Divriği’ lileri ilgilendiren bir der-gi deyip hiç bakmayadabilir. Herkesi kapsayıcı bir isim daha uygun olacaktır diye düşünüyo-rum. Başlıklar daha genel olursa, içerikler de o kadar iyi algılanır. Başlık baştan darlaştırı-yorsa o kadar da itici olur. Yani birisinin “bak şu yazı çok güzel mutlaka okumalısın” diye okuyucuya gitmesi ile belki okunma şansı bu-labilir.

Divriği Kültür:Teşekkür ederiz...Ö.Y: Ben teşekkür ederim benim için büyük bir zevkti...

Page 30: Divrigi kültür dergisi

gidiyor toprağın flu bakışlarına terslenmiş yanımakıntının ay kısmına vuruyor sırayla,çarşambadan, perşembeye üşüyen cesetler.dişlerimin arasında, hâlâ kalp atışlarını saat tiktağı sandığım kadınların,geceyle gündüz arasındaki bir yere sıkışmış gözlerindenterk edilmiş avluma taşan renkler.

oysa essiz ve cesur bir rüzgarı arkana alıp,kıpkırmızı sığınmıştın,dişlerinin tenimde morarttığı o yeni ülkeye.kusursuz şehirler düştü ceplerinden göğsüme,bir tebeşir beyazlığıyla yanık yanaklarıma kusursuz ve estetik tokatlar.siperdeki tek arkadaşım alnına dayıyor namluyu.yalnız kalıyoruz,ben ve savaştan çok, karanlıktan korkan atlar.Ne bir kabus ne de bir pembe tirat şimdi

konserve kutusuyla kesmeye çalıştığım.uyandım;

topu topu farklı yataklarda, aynı hayatlara uzanan ayaklar.

doğaya sızıyorum... aramızda hiç olmamış o yüzyıllık barajdan.önce dudaklarına, sonra kadınlığına sığınmış mahçup bir su birikintisi oluyo-

rum.al beni şeytanın gözüne yaş niyetine sok.

al beni uçurumlara fırlat.bir masal yap beni hiç bir dudağa yapışmamış...

ne yazık, benim sana bir kıyım bile yok.bir ameliyat izi taşır gibi taşıyorum karanlığı suratımda.

gündüz, geceyarısına göç veriyor.aklım cinnete.

elimde, melek kokan sardunya.

henüz birkaç aylık sevgililerin ayı parlak bir oyun-cak sanması gibi

ahmak ahmak tırmanmaya çalışıyorum kalbin kayalıklarını.

tepemde,başımın etini köpekleri kovalamak için kullanan bir aşk.sarhoş bir tanrı, ölülerin süslediği

daracık bir sokaktaüzerine geçirdiği siyah bir kaderin

ardına gizlenmişseni kusuyor aydınlığın kirli taşlarına.sarhoş oluyorum.bir melek, arkasına bakma-dan alalacele kaçıyor sonra bu şehirden.ben, sessiz sedasız,terk edilmiş bir cennet koku-yorum.

SARDUNYAMEL

EK KOKANNecmettin TOPÇU

Page 31: Divrigi kültür dergisi

29

Sivas Madımak Oteli’nde 32 can ile birlikte katledilen

Divriği Kültür Derneği Yöne-tim Kurulu üyesi fotoğrafçı Mehmet Atay anısına gerçek-leştirilen ‘2 Temmuz Mehmet Atay fotoğraf yarışması ödül-leri’, Beyoğlu Atilla İlhan Kül-tür Merkezi’ de düzenlenen bir etkinlikle sahiplerini buldu. ‘Çocuk İşçiler’ konusu ile dü-zenlenen yarışmada birincilik ödülünü DİSK Genel Sekrete-

ri Tayfun Görgün’ ün elinden Velittin Kalınkara alırken, Pı-nar Aydın, Ahmet Bolat ve Ali Birkan Karakaya isimli yarış-macılar yarışmanın ikincilik ödülünü paylaştılar. Mehmet Atay’ ın objektifinden çekilmiş fotoğrafların da sergilendiği ve sunuculuğunu Aynur Kara-baş’ ın yaptığı etkinlikte, DKD Başkanı Ali Durmuş, Mehmet Atay’ ın ağabeyi Zeynel Atay, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün ve yazar Lütfi Kaleli söz aldı. Etkinliğe sanatçılar Aynur Güneş ve Mercan Erzin-can da türküleri eşliğinde ge-ceye renk kattı. Etkinliğe DİSK ve Türkiye Komünist Partisi temsilcileri de katıldı. Ressam Gülsen Şener’ in çizdiği

Mehmet A t a y portresi de ser-gi lendi. A y r ı c a D i v r i ğ i K ü l t ü r D e r g i s i b i r i n c i ve ikinci sayısı da o k u y u -cuları ile buluşturuldu.

Futbol, dünyada en yaygın olan bir

takım sporudur. Baş-ta Avrupa ve Güney Amerika ülkeleri olmak üzere hemen tüm ülkelerde çok sevilir ve geniş bir izleyici kitlesi tara-fından izlenir.Ülkemizde de futbol aynı sevgi ve coşkuyla takip edilmektedir. Derneğimizin bu sene 13. sünü düzenlemiş olduğu Divriği Köyleri Halı Saha Fut-bol Turnuvası da, 11 Ekim 2009 Pazar günü büyük bir coşku ile başladı ve 3 Ocak 2010 Pazar günü final karşı-laşmaları ile yine coşkulu bir şekilde sona erdi. Elbette ki asıl amaç, 3 ay bo-yunca rekabeti, mücadeleyi, güzellikleriyle yaşamak ve bir arada olmak, birlik olabil-mekti. Küçük aksilikler olma-sına rağmen bu yılki turnuva da güzellikleri ile hatırlana-caktır. Bu küçük aksiliklerin daha da az yaşanması, her yıl etkinliğin içerisinde ola-

bilmek için çaba gösteren çok değerli köy yöneticileri-nin, futbolcuların ve tabiî ki turnuvanın olmazsa olmazı seyircilerin,turnuvanın ama-cını daha fazla özümseyerek bu amaca uygun davranabil-mesiyle olabilecektir. Tabiidir ki, her turnu-

vanın sonucunda yalnızca bir köy takımımız şampiyon olu-yor. Ama unutulmamalıdır ki, birinci olan köy takımız kadar turnuvaya katılan diğer bütün köy takımlarımız da bizler için aynı değerdedir. Turnuva

Komitesinde görev yapan tüm arkadaşla-rımızın da aynı fikir-

de olduklarını , 3 ay boyunca her hafta sonlarını turnuvanın amacına ulaşması için göster-dikleri gayretten biliyoruz. Futbolun, olduğundan başka şeyleri temsil etmeme-si nasıl ülke açısından önemli ise, turnuvamız içinde ama-cına uygun olarak yapılması son derece önemlidir. Bun-dan sonraki etkinliklerde görev alacak arkadaşların da aynı hassasiyeti göstereceği yönündeki düşüncemiz net-tir. Bu vesile ile turnuvaya katılan tüm köy takımları-mızı, turnuvanın şampiyonu olan SUSUZLAR KÖYÜ nü, tur-nuva 2. olan BELDİBİ KÖYÜ nü , 3.olan KARAKALE KÖYÜ nü , bizim için bunlar kadar önem-li saydığımız ve turnuvanın amacına uygun en anlamlı ödül olan ‘Centilmenlik Kupa-sı’ nı alan ADATEPE KÖYÜ nü kutluyoruz.

TURNUVANIN ARDINDAN

MEHMET ATAY FOTOĞRAF YARIŞMASI

ÖDÜL TÖRENİ

Page 32: Divrigi kültür dergisi

HAKAN YEŞİLYURT MÜZİK DİNLETİSİ Derneğimiz şubat ayı etkinlikleri içinde değerli sanatçı Hakan Yeşil-yurt’ un verdiği bir müzik dinletisi gerçekleştirildi. Dinleti Hakan Yeşilyurt’ un dinleyicilerle yaptığı sohbetlerle samimi bir havada geçti.

CEZAEVLERİ VE İNSAN HAKLARI PANELİ Derneğimiz Ocak ayı etkinlikleri içinde, 19 Ara-lık 2000 yılında sistematik olarak gerçekleştirilen ve 28 tutklunun hayatını kaybettiği cezaevi operasyonlarının yıldönümüne ilişkin olarak “Cezaeleri ve İnsan Hakları” konulu bir panel gerçekleştirildi. Çağdaş Hukukçular Derneği İstanbul şube başkanı Av. Taylan Tanay ve İs-tanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Hüseyin Demir-dizen’ in konuk olduğu panelde, cezaevlerinin dünü, bugünü ve geleceği, insanlık ihlalleri ile yaşanılan kat-liamlar ele alındı.

PANEL: AZINLIKLAR SORUNU VE HRANT DİNK OLAYI 19 Ocak 2007 yılında katledilen Agos gazetesi yazı iş-leri sorumlusu Hrant Dink’ in ölümünün üçüncü yıldönümü nedeniyle “Azınlıklar sorunu ve Hrant olayı” başlıklı bir söyle-şi gerçekleştirildi. Hrant Dink’ in hayatını anlatan bir metinin okunmasıyla başlanan etkinlik, “Kertenkele” isimli film gösteri-mi ile devam etti. Film gösterimin ardından konuşmacı olarak katılan Agos gazetesi editörü Pakrat Estukyan’ın konuya ilişkin değerlendirmelerine yer verildi. Söyleşiye katılan dinleyicile-rinde fikirleriyle katkı sunduğu etkinliğimiz sona erdi.

KARMATE MÜZİK DİNLETİSİ Son zamanlarda Karadeniz müziğinde ortaya çıkan ve Laz-ca müziğe yeni bir boyut kazandıran gruplardan biri olan “Karma-te” müzik grubu Şubat ayı içerisinde derneğimizde bir dinleti verdi. Dinletinin sonunda dinleyiciler ve grubun üyelerinin birlikte horon teptiği etkinlik coşkulu bir şekilde son buldu.

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ ETKİNLİĞİ Derneğimizde her yıl geleneksel olarak yapılan 8 Mart Dün-ya Emekçi Kadınlar günü etkinliği gerçekleştirildi. Çağdaş Yaşam Genel Merkezi üyesi Yasemin Keskiner’ in konuk olduğu söyleyişi ile başlayan etkinlik, müzik ve şiir dinletileri ile devam etti. Daha sonra Dernek tiyatro kursiyerlerinin hazırlamış olduğu “Asiye Na-sıl Kurtulur?” isimli bir oyun sahne aldı. Ayrıca resim sergisi ve ikramların yapıldığı etkinlik başarılı bir şekilde son buldu.

AVRUPA SENDİKALAR KONFEDERASYONU(ETUC) ZİYARETİ Avrupa Sendikalar Konfederasyonu (ETUC) ve DİSK temsilcilerinden oluşan kalabalık bir heyet derneğimizi ziya-ret etti. Bu ziyaret programında,Köyden Kente Göç OlgusuTürkiye de Demokratik Kurumların İşleyişi ve ÖrgütlenişiDivriği TarihiDivriği Kültür Derneği Yapısı ve İşleyişikonularında slayt gösterimi yapıldı ve Dernek Başkanı Ali Dur-muş tarafından bilgi verildi. Daha sonra soru cevap kısmına geçildi ve konuklarımızın merak ettiği sorulara cevap verildi.

Page 33: Divrigi kültür dergisi

1975 yılında Sivas/Divriği’ li bir ailenin çocuğu olan Gazeteci -Yazar Akın Olgun Ankara’ da doğdu. Yedi yıl siyasi tutuk-

lu olarak cezaevlerinde kaldı. Londra’ya yer-leşti ve gazetecilik hayatına Sabah Gazetesi Londra muhabiri olarak başladı. İlk kitabı olan ‘’Adları Saklıdır’’ 2006 yılında yayın-landı. Birçok gazete ve sitelerde makaleleri yayınlanan Olgun, aynı zamanda Avrupa ve Birgün Gazetelerinde köşe yazarlığı yapmak-tadır. ‘Adları Saklıdır’ da, Akın Olgun, on yedi yaşındayken karşılaştığı cezaevlerini, çocukluk serüvenlerini, Aleviliğini ve sol-culuğunu anlatıyor. Bu anlatımda, ağırlıklı olarak, Olgun’un politik hayatında karşılaş-tığı cezaevleri ile bu cezaevlerinde yaşadığı işkenceler, katıldığı ölüm oruçları yer alıyor. Olgun 1990 gençliğine dahil olan bir kuşa-ğı temsil ediyor. Dolayısıyla 1999 yılındaki “hayata dönüş” operasyonlarının ve F tipi cezaevlerinin de mağdurlarından biri. Olgun

kitabı için “Uğruna bu kitap yazıldığı sı-rada yüz yedi ölüme ulaşan ve kaçımızın sakat kaldığının dahi belli olmadığı F tipi hikâyemizin bir müs-veddesi olmalı” diyor. ‘Adları Saklıdır’ da bu acı müsveddelerinin adı. Akın Olgun hakkında çok detaylı bir bilgiye ulaşamadık. Bu belki çok derin bir araş-tırma yapmadığımız

için bizden kaynaklanıyor. Bu yüzden Akın Olgun’ u, Adları saklıdır isimli kitabını yo-rumlayan Oral Çalışlar ve Moris Farhi’ nin dilinden dinlemekte fayda görüyoruz. Okurken diline ve kavrayışına hayran olduğumu itiraf ediyorum. Bu çocuklara ne-den bu kadar acı çektirdin? Türkiye, ne kadar çok çocuğunu, yetenekli gencini acımasızlık değirmeninde öğüttü?Akın Olgun’un yazdık-larını, acılardan süzülen bu genç adamın çığ-lığını, olgunluğunu, olayları hiç abartmadan, kimseyi suçlamadan, ama her şeyi suçlaya-rak ve eleştirerek aktarmasını soluk almadan okudum. -Oral Çalışlar Akın Olgun’un 1990’ların ‘Genç İdealistleri’ne karşı yönetimlerce kışkırtılan ve desteklenen terörü ele aldığı Adları Saklı-dır isimli hatıratı, Türkiye’nin yakın zaman-da yaşadığı karanlık noktalara ışık tutuyor. O terörü yaşayıp sağ kalanlardan biri olarak Akın Olgun, bu teda-vi için bir adım almış bulunuyor. -Moris Farhi

Bu kitabın ana metnini Rahip Bo-ğos Natanyan’ın 1877 yılında ka-leme aldığı bir rapor oluşturmak-

tadır. 1863 yılında ilan edilen Ermeni Nizamnamesi’nin tatbik edilip edilmedi-ğini yerinde araştırmak için İstanbul Er-meni Patriği Nerses Varjabedyan tarafın-dan Sivas’a gönderilen Natanyan, Sivas şehri ve bu vilayete bağlı Tokat, Amasya ve Merzifon’u kapsayan bir rapor sun-muştur.

Raporda bu bölgedeki Ermeni ma-nastır ve kiliseleri, okulları, mezarlıkları, eğitim ve yardımlaşma dernekleri, halkın yaşam tarzı, gelenekleri, kadınların alış-kanlıkları, bölgenin ekonomik durumu, madenleri, kaplıcaları, zanaat ve ticaret hayatı, meşhur insanları, köprüleri, çeş-meleri hakkında ayrıntılı bilgi yer almak-tadır. Karekin Sırvantsdyants’ın 1879’da yazdığı Toros Ahpar adlı seyahatnamenin Sivas’la ilgili bölümü başta olmak üzere, pek çok ek metin ve fotoğrafla destekle-nen bu kitap, bir zamanların Sivas’ını ve bu şehrin Ermenilerini âdeta yeniden can-landırıyor.

Editör notu: Söz Konusu kitap Sivas ve ilçelerinin 1800’ lü yılların sonundan günümüze kadar resmi tarih çöplüğünde kaybolan Ermeni demografisini kapsamlı bir şekilde ele alıyor. Boğos Natanyan’ ın 1877 ve 1879 yılları arasında kaleme al-dığı Sivas raporunu referans alarak oluş-turulan bu eser, araştırmacı yazar Arsen Yarman tarafın-dan hazırlandı. Sivas’ ın kayıp tarihini merak edenler için bu-lunmaz bir fır-sat olduğunu düşünüyorum. Kitabın fiyatı fazla gelebilir ama Natanyan’ ın iki yıllık eme-ğini düşündüğü-müzde, imkanı olanlar için oku-maya fazlasıyla değer.

Page 34: Divrigi kültür dergisi

SOLDAN SAĞA 1-) Bir nolu resimdeki Madımak’ta şehit edilen sanatçı (THM) 2-) Bir göl adı – fasıla – dar uzun hafif tekne 3-) İlkel deniz taşıtı – yardım, para yardımı – vilayet 4-) Dedektif – büsbütün 5-) Sayı, rakam – üzücü olay – kuzu sesi 6-) Divan yazını koşuk ölçüsü – bir maymun türü – kalın erkek sesi 7-) Şair, hikayeci ve romancı ….. Ilgaz – ölü olmayan 8-) Asarak öldürme – kaplanıyla ünlü asya ülkesi – yunan halkından olan 9-) Bir şaşma sözü – derviş selamı – hahnyum’un simgesi – kalabalık, topluluk 10-) Okuyup yazma bilmeyen – bir televizyon kanalı 11-) Pop müzik sanatçılarından (erkek) , tamirci çırağı – evcil bir hayvan 12-) Genişlik – bir nota – büyük terazi 13-) 1970 lerin brezilyalı ünlü futbolcularından – namus – bir nota 14-) Orkestrada kullanılan vurularak çalınan aygıtların tümü – kuş yuvası

YUKARIDAN AŞAĞI1-) 1897 – 1961 Eğitimci, yazar, siyaset adamı, köy enstitüleri bakanlığı onun zamanında kuruldu 2-) Aydınlığı bir yerde toplayan lamba siperi – (farsça) elbisenin eteği 3-) Bazı yi-yeceklerin bozulmaması için içinde tutuldukları tuzlu su – milimetrenin kısaltması – ayak 4-) Rado’nun simgesi – Türk şair 1902 Selanik, 1963 Moskova, …….. RAN 5-) Tarihte bir devlet – Ev halkının tümü 6-) Kazaklarda başkan – Türkiye’nin plakası – Aşamasız asker 7-) Batı Afrika’da bir devlet – Bunama – Beyaz 8-) Çoğalmak – Bir bitki 9-) Lantan’ın simgesi – ilgi – Sabahın bir vakti 10-) Gırtlak, boğaz – Yanardağ ağzından fışkıran – Türk sinemasının oyuncularından (erkek) EROL … 11-) Vücut kemiklerinin birleştiği yer – okuyucu 12-) Mısır dilinde çift anlamına gelen yaratıcı ve koruyucu güç – erkek kardeş 13-) İngiliz uzunluk ölçüsü – geniş ve uzun yapraklı yenen bir bitki – Mısır’da bir tanrı 14-) Numaranın kısaltması – İki nolu resimdeki Madımak’ta şehit edilen sanatçı (THM)

32

Page 35: Divrigi kültür dergisi
Page 36: Divrigi kültür dergisi

Divriği Kültür Derneği 16 Mayıs Pazar Saat 18:00

Muammer Karaca Tiyatrosu Tünel - Taksim 0 212 292 20 20

ProgramErdal ErzincanErkan Oğurİsmail Hakkı Demircioğlu

KonuşmacıKubilay Dökmetaş

SunumŞenay Erdoğan

ÖDÜ

NS

ÜZ

OZA

N Fe

yzullah Çınar’ı Anma ve Anlatm

a Gecesi

Sinevizyon Gösterimi ve Fotoğraf Sergisi