11
1

HAM Kültür Dergisi

Embed Size (px)

DESCRIPTION

ham kültür dergisi

Citation preview

1

2

İÇİNDEKİLER

Editörden

-bir tanışma yazısı-

3

İlker’in Yatı-İlker Yatı

4

Son Kale(m)-Oğuz Güner

-mahalle baskısı- 5

Camii Duvarı-Sait Gülsoy

-iç savaşı kanıksamak-

6

İskenderiye Kütüphanesi-Volkan Dinç

-ayn rand-

8

Esperanto-Serhat Kuğuoğlu

11

3

EDİTÖRDEN…

Bunaltıcı bir yaz günü canı sıkılan bir genç kuzenine “yahu bir dergi çıkaralım sen yaz biz

çizelim, senin arkadaşın var ya, o da çizer herhalde” dedi ve fitili ateşlendi bu projenin. Bu üç

genç kafa kafaya verdi haftalık aktüel ve politik mizah dergisi formatından geniş içerikli aylık

kültür dergisine dönüşen bir format üzerinde epeyce tartıştılar -hala daha ara ara tartışıyorlar,

muhtemeldir ki derginin ömrü on yıllar da sürse yine tartışır bunlar- ve bu tartışmanın en

hararetli kısımlarından birini de derginin adını ne koyacakları aldı ve malumunuz HAM olarak

karara bağlandı. İlk etapta yazacak veya çizecek arkadaşları organize ettiler ve bir deneme

sayısı çıkartmanın bazı teknik konuları vs. pratik etmek amacından gerekli olduğunu düşünerek

bu sayıyı hazırlamaya başladılar.

Şuan bu satırları okuyan “ey sevgili okur” tüm HAM ahalisi olarak seni saygıyla

selamlıyoruz. Tamamen amatör ruhla hazırlanan ve birikim bunalımı sonucunda ortaya çıkan

bir dergi olan HAM kültür dergisi olarak bundan sonra aylık süreçte okuyucularının karşısına

çıkacaktır. Sosyal paylaşım ağlarının ve internet temelli sosyalleşmenin trend olmayı geçip

alışkanlık haline geldiği bir sürecin ürünü olan HAM olabildiğince bu mecraları kullanan,

okuyucularının katkısına açık, olabildiğince interaktif olma niyetindedir.

Yayın hayatına başlangıç yapma niyetiyle hazırlanan derginin bu “tanıtım” sayısı yer

yer kalite bakımından defolu olabilir, bunun farkındayız ve özür diliyoruz ama biz asıl

Ağustos‟un 15‟inde çıkacak ilk sayımıza odaklanmış durumdayız. Eylül ayının başında

yayınlanacak 2.sayımızla birlikte aylık düzene geçmeyi planlıyoruz. Eylül sayısından itibaren

okurların yazılarına ve çizimlerine yer vermenin yanı sıra bizle tanışan okurlarımızdan

bazılarını daimi yazar/çizer safında HAM bünyesinde dahi görebiliriz. Kapımız ekip çalışması

dâhilinde üreten herkese açık. Bunun amacı dergiyi “bizim” değil “sizin” yapmak yani başka

bir deyişle HAM okuruyla HAM yazarı arasında ince bir çizgi var ve çizginin hangi tarafında

olacağı okura kalmış durumda. Tanışma sayımızın kapağı bir mizah dergisi kapağı edasıyla

sizlere merhaba dememizi sağlıyor ama içindeki konular salt bir mizah dergisi olmadığımızı

da ortaya koyuyor, amacımız popüler kültüre meze olmadan her telden çalan bir kültür dergisi

oluşturmak, okurlarımızın da katkılarını bekliyoruz her daim.

Bu sayla birlikte sizinle tanıştığımız için çok memnunuz ve daha nice sayılarda

giderek daha iyiyi sunarak birlikte olmak dileğiyle.

HAM ekibi adına;

Sait Gülsoy

4

5

SON KALE(M)

yazan: oğuz güner

MAHALLE BASKISI

Toplumlar doğar büyür baskı yapar ve ölür. Her toplumun ortak kaderidir belki de bu

unsurlardan üçü. Doğmak, büyümek ve ölmek.Fakat gizli bir unsur vardır toplumların gizli

ceplerinde. Kimselerin kabul etmediği, etse bile özümsemediği unsur popüler tanımıyla

mahalle baskıdır. Mahalle baskısı öyle illet bir şeydir ki; kimin yaptığı asla belli değildir.

Bazen bir teyzemiz çıkagelir der ki: “Oğlum anan gibi saç uzatacağına baban gibi bıyık

bırak!” Bu teyzemizi mahallemizin sözcüsü yaparız hemen o an. Durum burada bize şu

soruları sordurur; acaba bu mahalle baskısı kimdir, yetkili bir kişi midir ,”tükkanı nirdedir?”

Mahalle baskısına maruz kalan kişilerin ortak söylediği cümle ise “Abi ben rahatım ya, kimse

karışamaz ki bana.” Bu cümleyi söyleyen kişi aslında şunu kastetmektedir; “Abi nefes

aldırmıyorlar, bakışlarla taciz ediyorlar, olmadı mı sözlerle giydiriyorlar, yeter bıktım!”

Mahalle baskısının insanları ikiyüzlü olmaya zorladığını görüyoruz böylelikle. Peki ne

yapmalıdır mahalle baskısına maruz kala kişi? “Başım dik alnım açıkken ben bu alemde

kendimi tek geçerim” nidalarını atıp sözcü ve gözcü teyzelerimize karşı gelmelidir; çünkü o

teyzeler mahallemizin teyzesidir, o teyzeler ildir, ülkedir. Her şey teyzeden başlar diye boşa

dememişler atalarımız deyip, teyzeleri yok etmekle karşı koymakta güçlü bir adım atarız

mahalle baskısına. İkinci bir yol da vardır bu baskıya karşı ve basittir de, hiç „lamı cimi‟

demeden teyzelerimizin lafını dinlemek, uslu birer birey olmak ve annelerin masallarda

anlattığı o kötü çocuk olmamak. Böylelikle toplum denen zalim şey bizi yontar ve mahalle

teyzesi olmak yolunda stajımızı tamamlamış oluruz. Kim bilir; “belki biz de mahalle teyzesi

gibi kutsal bir görevi üstümüze alırız bir gün”, diyebiliriz.

Mahalle baskısına maruz kalıp psikolojinizi test etmek istiyorsanız teyzelerimize kulak

verip onların sevmediği şeyleri yapın. Örneğin; teyzem mini etekten nefret ediyorsa,

kadınsanız eğer gidin mini etek giyin; yahut erkekseniz teyzem muhtemelen küpeden ve uzun

saçtan nefret eder -bu da benden ufak bir bilgi olsun- küpe takın, saç uzatın. Ayrıca mahalle

baskısına boyun eğdikten sonraki teyzemin tavırları hala aşağılayıcı olmaktadır. Örneğin,

yıllardır uzattığınız saçı kestirirsiniz teyzemiz “aferin oğlum, kırptırmışsın ne güzel” diyen

teyze saç uzun yıllar boyunca yediği başımızın etinin arta kalanını da sıyırmıştır artık.

Teyzem bize koyun kendisine çoban sıfatını takması aslında kendi çocukluğunda

genlerine kodlanan bir gerçektir. Mahallenin teyzesi bir simgedir ve o bir simge çobandır, o

çoban gençleri önce kırpar, baskıya boyun eğdirdiğinde de koyun olduklarını ilan eder adeta.

Bu koyunlar kuzu doğurur nesiller ilerledikçe, o kuzular meler, meleyen kuzular yeni yeni

mahalle baskısına karşı gelen genç bireyler olmak yolunda gelişirler, tıpkı “tavıkların”

kartalları görünce uçabileceklerini sanmaları gibi onlar da baskıya boyun eğebileceğini sanan

kuzucuklardır sadece. Mahallenin baskısı tabulaşmış değerlerden oluştuğunu kabul edersek

eğer Einstein amcamıza selam çakabiliriz hemen; çünkü tabulaşmış bir yargı artık önyargı

olmuştur ve malum söz der ki “atomu parçalamak önyargıları parçalamaktan daha kolaydır.”

Herkesi tek tipleştirir bu önyargılar, hepimize bu zorlu vahşi doğa yaşam koşullarında belki

de insanlığın doğal ortamında başarılar dilerim.

6

CAMİİ DUVARI

yazan: sait gülsoy

İç Savaşı Kanıksamak

Ülkemizin içinde bulunduğu durum kaçınılmaz olarak gerçekleşen küreselleşmenin

sonucunda ona tepki olarak ortaya çıkan yerel kimlik ve değerlere sahip çıkma eğilimlerinin

bir sonucudur. Bu durum demokrasinin çarkları adam gibi işletilerek yürütülen bir sürecin

sonunda çok yumuşak çözümlerle halledilebilirdi. Ekstrem bazı örneklerde olduğu gibi

yıllarca bir savaş sürebilir ya da halkın ayrımcılığına, ırkçılığına karşı kimlikler demokrasi

platformunda boy gösterebilirdi. Türkiye bu bağlamda ne bir IRA ya sahip ne de Bask

bölgesini ihtiva ediyor, tamamen kendi özgül gelişimi sonucunda geldiği bir nokta bu. Adını

koyamadığımız bir sorun var elimizde ve çözmeye başlayacak kadar, gerçekten çözmeye

başlayacak kadar yürekli adım da atamıyoruz maalesef.

Terörizmin kökü olan kelime Latince‟de korkmak fiilini barındırır anlamında lakin

ülkemizde bir korku durumu yok, gençler askere yüreklice gidip çatışmakta, çarpışmakta

mikro milliyetçi militarist etnik grupla… Evet, doğru duydunuz malum terör örgütü PKK‟yı

(yani Kürdistan İşçi Partisi‟ni, evet PKK‟nın açılımı bu) bu şekilde tanımlıyorum ben. Bakın

terör örgütü dedim bir yandan da çünkü şehir saldırıları da yapan, sivilleri de hedef alan bir

yapıları var, en azından buna potansiyelleri var. Bu bağlamda hem ülke silahlı kuvvetleriyle

giriştikleri bir iç savaştan hem de şehirlerimizdeki sivilleri tehdit eden terörizmden

bahsedebiliriz. Önemli olan tespitlerimizin ne kadar farklı görüşler içerse de büyük resim

üzerinden yapılmasıdır yani iç savaş olan durumu terör adı altında ele almamaya dikkat

etmeliyiz.

Çözümsüzlüğün çözüm olduğu durumlar olabilir (Kıbrıs meselesi gibi) ama bu sorun

(adını dahi koyamadığımız; terör sorunu, Kürt sorunu, iç savaş vb.) çözümsüz kaldıkça

canlarımıza, arkadaşlarımıza, çocuklarımıza mal oluyor. Baydemir‟in dediği gibi bile görülse,

malum örgüt (görevini tamamlamış, rolünü oynamış olsa bile yani) artık silahı ve terör

eylemlerini -bunların iki farklı mecra olduğunu unutmayın (PKK‟yı yok edelim derken ETA,

IRA benzeri bir yapılanmaya dönüşmemesini sağlamalıyız)- bırakmalı. BDP ise kendini bu

mecradan bir iki kınama dillendirerek uzaklaştırabilir aslında, Bulgaristan‟daki Türk

partisinin hükümet ortağı olduğu süreci kendilerine örnek alabilirler rahatlıkla.

7

Öte yandan da popülist milliyetçilik üreten çoğunluğun varlığı öne çıkmakta. Caz

konseri gibi milli niteliği olmayıp evrenselliği simgeleyen bir müzik tarzında konser

dinlemeye, üstelik de Kürtçe şarkılar söylediği bilinen, Türkçe yaptığı albümle değil de

Kürtçe yaptığı albümle meşhur olan bir hanımın konserine gidip de olay çıkartmak,

yuhalamak, eşya atmak ve sonrasında İstiklal marşı okumak çok sakat bir aklın eylemidir.

Sanal ortamda, sosyal medyada, ağlarda vatan kurtaran, terörü lanetleyen ama aynı zamanda

rutin gibi içselleştirip, benimseyip gündelik yaşantısına aynen devam eden (sosyal ağlarda

komik klipleri paylaşan, arkadaşlarıyla alfabede olmayan harflerle yazışan, birbiriyle flört

eden, gündelik yaşamda eğlencesini, keyfini düşünen vs vs…) gençler de bu sakat aklın

gelecekteki temsilcileri olacaktır.

İç savaşın da terörizmin de adını koymaktan korkmamalıyız aslında, karşımızdakini

tanımaktan, kabullenmekten, farkında olmaktan da korkmamalıyız. İnsanların canını alanlara

tepki göstereceğiz elbette ama bir yandan göstermelik tepkiler üretirken öte yandan “normal

gündelik yaşantımıza” olduğu gibi devam ediyorsak orada bir sorun olduğunu da fark

etmemiz lazım. Kalkıp bir sivil toplum kuruluşuna üye olabiliriz, yerel düzeyde siyasetle

ilgilenebiliriz, yazabiliriz ya da çizebiliriz… Normalde yapmadığınız bir şey yapmalıyız, işi

kuru üzüntünün dışında bir boyuta, eyleme taşımalıyız ki o şehitlerin kemikleri sızlamasın.

Dağlıca katliamında da aynı süreçleri yaşamıştık… Aynı hatayı iki kere tekrarlamak yani

“algılama ve birey olarak tercih edilen yaşamı” ısrarla devam ettirmek pek sağlıklı bir aklın,

ruhun ve bedenin ürünü olamaz.

Not: Bu yazıyı yazan kişinin milliyetçi olduğunu, bir Türk milliyetçisi olduğunu göz

önünde bulundurunuz. İç savaşın Apo‟nun tutuklanmasıyla bittiğini düşünen ama

PKK‟nın ne yönde evrileceğini görmek için zaman geçmeden (IRA, ETA tipi bir terör

örgütü olma ihtimali yüksekti) imtiyazlarla iç savaş ortamı tekrar tahsis edilmiştir.

Bunu yazan kişi bunları düşünmektedir ama Kürt kimliğinden korkmamaktadır,

onların farkındadır ve hatta yaptığı alan çalışmaları sonucunda ülke gündemine PKK

ve Kürt halkı geldiğinde söylenen “onları destekleyen marjinal bir grup sadece”

söyleminin doğru olmadığını bire bir gözlemleyerek anlamıştır. Bu da süreci daha da

ilginç kılmaktadır.

8

İSKENDERİYE KÜTÜPHANESİ

yazan: volkan dinç

Okumayan ülkeme kitap tavsiye etmeyi zor bir iş olarak görüyorum. O yüzden doğru

başlangıcı hangi seçimle yapacağımı ilk anda buldum. Bir seçim ne kadar zor olursa, karar

vermesi o denli kolaydır. Size bu sayıda Ayn Rand’i ve onun iki eserini; Atlas Silkindi ile

Hayatın Kaynağı’nı anlatmaya „çalışacağım‟. Ama önce isterseniz biraz Ayn Rand‟ten

bahsedelim.

Ayn Rand bir yazar – filozof. Asıl adı Alisa Zinovyevna Rosenbaum ve Rusyalı. Ayn

Rand ailesinden aldığı bir anlamda farklı „eğitim‟ ile daha yedi yaşında hikayeler ve oyunlar

yazmaya başladı. Bu sıralarda ise Alexandre Dumas gibi yazarları okuyordu, daha sonra on

üçünde, dünya edebiyatının en iyi yazarı olarak nitelendirdiği, Victor Hugo‟yu tanıdı fakat

yarattığı akımın temelini oluşturan rasyonellik ve mantık konularında en çok Aristoteles‟in

Mantık adlı eserinden etkilendi. 1926 yılının Şubat ayında Amerika‟ya geldi ve asla Sovyetler

Birliği‟ne dönmedi. Rand‟ın „magnum opus‟u, yani en büyük eseri Atlas Shrugged‟tır. 1957

yılında yayımlanmış ve dünya çapında bir best-seller olmuştur. Kitabın Türkçe‟ye çevrimi

Atlas Silkindi şeklindedir ve bu dünyayı omuzlarında taşıyan Atlas‟ın artık vazgeçtiğine

yapılan bir göndermedir. Kitabın Türkçe baskılarında hem Atlas Silkindi hem de Atlas

Vazgeçti isimleri kullanılmıştır. Rand‟in en büyük ikinci eseri ise Hayatın Kaynağı‟dır. Rand

Hayatın Kaynağı isimli kitabı, Atlas Silkindi‟nin uvertür‟ü olarak tanımlar. İki kitapta da aynı

akımın savaşı, aynı düşünce yapısındaki kişilerin mücadeleleri anlatılır. Bu akımı Rand şöyle

özetler:

“Benim felsefem, özünde, hayattaki ahlaki amacı kendi mutluluğu olan, varlığının yegâne

amacı ve en yüce eseri olarak yaratıcı üretkenliğini gören kahramansı bir varlık, bir

insan konseptidir.”

Neden okumalısınız bu iki kitabı? Çünkü nasıl yaşamanız gerektiği hakkında yol

gösterecek Rand sizlere. Şimdi buradaki laflarım yanlış anlaşılmasın. Ben size Ayn Rand‟in

tüm inançlarını alın, tüm görüşlerini körü körüne benimseyin demiyorum. Ayn Rand Allah‟a

inanmazdı. Ben size Allah‟a inanmayın demiyorum ama kendinize bir pay çıkarın diyorum.

Ayn Rand‟in temellerini attığı Objektivizm‟den payınızı almanızı öneriyorum. Çünkü bir

9

insanın değerlerini çevresindeki baskılayıcı toplum, komşunun ne düşüneceğini tartarak

kendini yapmak istediği şeyden geri koyacak ahlak kuralları, kendisinin değil de başkalarının

yapmasını istediği şeyler, belirli kalıplar içerisine konulmuş bağnaz düşünce sistemleri,

kendisinden başkalarının mutluluğunun öncelikleri oluşturmamalıdır. Bir insan, gerektiğinde

tüm dünyaya karşı koyabilmelidir, kendi sahip olduğu mutluluk ve ahlak değerleriyle ve bunu

mantığa oturtulmuş bir şekilde yapmalıdır. Eğer bunu yapmayı denerseniz çevrenizde size ters

ters bakan gözlerle karşılaşacaksınız fakat yadırgamayın size böyle bakanları, içinde

yaşadığımız sistem ve ahlakımızın kurulu olduğu aksiyomlar bir anda böyle bir kabulü

kaldıracak düzende kurulu değildir ama anlamanız gereken şey şu ki; kimse kimseden kendisi

için bir şey yapmasını istememelidir! Benim kendi dünya görüşüm sadece beni bağlamalı ve

kimse buna karışmamalıdır. Bir insan kendi değerlerini dile getirirken bunun nasıl

karşılanacağını düşünmekten korkmamalıdır. Bir sanatçı, inandığı şekilde, kendini

dillendirirken sansürcüden, denetçiden korkmamalıdır. Bir bilim adamı yaptığı çalışma

yolunda büyük bir adım atabilmek için ahlak değerleri tarafından durdurulmamalıdır. Büyük

olan, küçük olan tarafından sınırlandırılmamalıdır.

Bunları ben değil, objektivizm söylüyor. Ayn Rand Atlas Silkindi‟de romanın

konusunu bu felsefik yaklaşım üzerinden geliştirirken kurguyu da olağanüstü bir şekilde

örüyor. Diyor ki; insanlar ikiye ayrılır. Bir üreticiler ve bir de tüketiciler. Maalesef

tüketicilerin sayısı, her alanda, her zaman üreticilerden fazladır. Bir yerde bir üretici varsa bin

tüketici vardır ve bu bin tüketicinin hepsi o üreticiyi sömürür. Yani Beni Sömüren Bizler!

Bunu hayatın neresine bakarsanız bakın görürsünüz. Şimdi düşünün ki bu üreticilerin hepsi;

en iyi doktor, en iyi marangoz, en iyi öğretmen, en iyi siyasetçi en iyi devlet adamı... Hepsi

sırayla tek tek yer yüzünden kaybolup, dükkanlarına kepenk çekip gidiyor. O zaman ne

yapardık? Beyninizde bir ur çıktı, hem de habis. Kime sorsanız meşhur Doktor X‟e ameliyat

ol, ondan iyisi yok diyor. Dr X‟in ofisine gidiyorsunuz fakat o yok. Gitmiş. Temelli. Ne

yapardınız? Dr X‟in kulaklarını hoş olmayan sıfatlar ile çınlatır mıydınız? Sekreterine kızgın

fiiller mi yağdırırdınız? Peki, siz bir beyin ameliyatı yapmak için neler gerektiğini bilir

misiniz? Ne tür bir beceri gerektiriyor, o beceriyi elde etmek kaç yıl süren ne tür bir ihtiraslı,

amansız, adanmış çabalar gerektiriyor hiç düşündünüz mü? Peki, siz Dr X‟i onun işinin

koşullarını, hastalarının seçimini, ödülünün miktarını belirlerken düşündünüz mü? Tıb köle

edilmeden her şey konuşulurken sadece Dr X‟in ne istediği sorulmadı! Hep hasta çıkarları,

yani sizin çıkarlarınız, düşünülürken bunu sağlayanlara hiç bakılmadı. Dr X‟in bu konudaki

hakkı, isteği seçimi bir „bencillik‟ olarak görüldü, ona seçmek değil „hizmet etmek‟ düşerdi.

Siz hiç Dr X‟i köleleştirmekteki, çalışmasını kontrol etmekteki, iradesini baskılamaktaki,

vicdanını ihlal edip aklını boğmaktaki kibrinizi düşündünüz mü? O halde ameliyat masasında

Doktor X‟in elleri altında yatarken neye güvenmeyi beklediniz?

10

Ayn Rand sizi daha ilk dakikasından itibaren içine alan olay örgüsü ile, bilinmez,

tanınmaz ve her şeyi tetikleyen bir adamın peşinde koşan bir nevi „esas kızımız‟baş rolüyle,

işte bunları anlatarak hapsediyor Atlas Silkindi‟de. Hayatın Kaynağı‟nda ise, Atlas

Silkindi‟deki kadar başarılı bir olay örgüsü kurulmasa da Ayn Rand „bencilliğin erdemini‟

aynı şekilde başarılı olarak bir mimarın, doğru olarak sadece kendisini ve kendi yaptığını

benimsemesini ve bu uğurda verdiği savaş ile bu savaşı kazanımını anlatıyor. Tarih boyunca

yeni yollarda ilk adımları atan insanların kendi görüşlerinden başka inandıkları ve

kuşandıkları hiç bir silahı yoktu, unutmayın. Onlar acı çektiler, bedeller ödediler, ama asla

ödün vermediler ve sonunda kazandılar. Bu kitapları okuduktan sonra belki de bir köle ile bir

insan arasındaki farkı ve hangisi olduğunuzu ayırt edebilirsiniz. Çünkü Ayn Rand size bu

farkı olabilecek en güzel ve doğru şekilde anlatıyor. Ne için yaşamanız gerektiğini, yaptığınız

seçimleri sadece kendiniz için yapmanız gerektiğini, kimsenin ahlak kurallarına uymanız

gerekmediğini, kimsenin belirlediği sınırlar içinde yaşamak zorunda olmadığınızı ama bunları

mantıktan da uzak bir şekilde yapmamanız gerektiğini anlatıyor. Unutmayın;

Bir köle itaat eder, ama bir insan seçer!

Bu yazıyı noktalamaya yaklaşırken size Rand‟in bir röportajında verdiği bir sözü

aktarıyorum. Size objektivizm‟i, bireyselciliği, Atlas Silkindi‟yi, Hayatın Kaynağı‟nı ve

Rand‟i elimden geldiğince kısa ve öz bir şekilde anlatmaya çalıştım. Rand‟in bu cümlesi belki

bu yazıyı okurken aklınızda oluşan düşüncelere bir nokta koyar... Yada kim bilir? Belki de

sadece onlara bir satır başı açar.

Hayata ulaşmakla ölümden kaçınmak aynı şey değildir. Neşe, acının - zeka, aptallığın - ışık,

karanlığın - kişilik de kişiliksizliğin yokluğu değildir. Çünkü: İnşa etmek, yıkımdan uzak durmakla

sağlanamaz.

11