8
ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet! İSCİ KARDESLİĞİ . mazluma dini, milliyeti sorulmaz! . . İŞÇİ KARDEŞLİĞİ PARTİSİ’NİN MERKEZİ GAZETESİDİR Sayı 51 • Şubat 2011 • 1 TL B ir yüzyılı aşkın bir süredir kapi- talizmin en çürümüş ve kokuş- muş biçimi olan emperyalizmin hâkimiyeti altındaki bir dünyada yaşıyoruz. Bu kokuşma her geçen gün daha ta- hammül edilmez bir hal alıyor. Teknolojideki gelişmeye rağmen insanların satın alma gücü her geçen gün daha azalıyor, sendikalılık oranı düşüyor, taşeron çalışma neredeyse esas çalışma biçimini almaya başlıyor, dünya çapında sağlık hizmetleriyle eğitim paralı hale geliyor, tarım çökertiliyor, işçilerin yanı sıra köylüler de sefa- let koşullarına sürükleniyor, işsizlerin sayısı gün geçtikçe artıyor, emekliler emeklilik maaşlarıyla ayın ancak ilk haſtasını geçirebiliyorlar. Bunların hepsi büyük patronların kârlarını güvence altına almak için yapılıyor. Hükümetler bütün çalışma- larını büyük patronlar sınıfının çıkarlarını kol- lamak için sürdürüyorlar. Büyük patronlar sınıfı büyük patron hükümetleri sayesinde varlığını koruyor. İşte devletlerin ve hükümetlerin bütün bu politikalarına rağmen dünyanın bütün ülke- lerindeki (ister zengin olsun ister fakir) işçi sınıfı ve sömürülen halklar her yerde kendi hükümet- lerine karşı isyan halindeler. Ama bu isyanlara rağmen yıllardır emperyalist rejimin hizmetkârı olan kendi hükümetlerini ne yapıp edip bir tür- lü deviremiyorlar. Ta ki Tunus devrimine gelene kadar. Evet ABD ve AB emperyalizminin uşağı Tunus diktatörü Bin Ali, Tunus’ta başını işçi sını- fının, gençlerin ve işsizlerin çektiği bir işçi devri- miyle yıkıldı. Devrim başladı ve süreklilik kaza- narak devam ediyor. Üstelik Mağrip’ten Maşrık’a bütün Arap ülkelerini sallayarak. Başta Mısır olmak üzere her yerde isyan var. Bundan çıkar- tılması gereken birinci sonuç şu: Demek ki işlerin bu hale gelmesinden ne işçi sınıfı ne de halk kit- leleri sorumlu. Gerçekten de eğer kitleler kendi- lerine yol gösterecek partilere ve örgütlere sahip olmadıklarında bile harekete geçip emperyalizm uşağı rejimleri yıkabiliyorlarsa, suçlu değiller de- mektir. Eğer burada bir suçlu aramak gerekirse, bu olsa olsa ya emperyalizmin ve büyük patron- ların hizmetindeki işçi örgütleridir ya da onları bile kuramamış olanlardır. Tunus’ta devrim başlatan kitleler sınıf mü- cadelesinin yaratıcılığını bütün dünyaya ve tabii devrimcilere de gösterdiler: İşçi Kardeşliği Partisi (İKP) Merkez Yürütme Kurulu devamı sayfa 2’de Emperyalizmden ve Siyonizmden bağımsız Egemen Kurucu Meclis Seçimleri! DÜNYA DEVRİMİNİN NABZI TUNUS’TA ATIYOR! Sürekli devrim Tunus’ta başladı Mısır’da devam ediyor. ABD, AB kanlı ellerini Mısır’dan Tunus’tan çek!

İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

Embed Size (px)

DESCRIPTION

İşçi Kardeşliği gazetesinin Şubat 2010 tarihli 51. sayısı.

Citation preview

Page 1: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

ya işçi - yoksul köylü hükümeti, ya kıyamet!

İSCİ KARDESLİĞİ.mazluma dini, milliyeti sorulmaz!

. .İŞÇİ KARDEŞLİĞİ PARTİSİ’NİN

MERKEZİ GAZETESİDİR

Sayı 51 • Şubat 2011 • 1 TL

Bir yüzyılı aşkın bir süredir kapi-talizmin en çürümüş ve kokuş-muş biçimi olan emperyalizmin hâkimiyeti altındaki bir dünyada

yaşıyoruz. Bu kokuşma her geçen gün daha ta-hammül edilmez bir hal alıyor. Teknolojideki gelişmeye rağmen insanların satın alma gücü her geçen gün daha azalıyor, sendikalılık oranı düşüyor, taşeron çalışma neredeyse esas çalışma biçimini almaya başlıyor, dünya çapında sağlık hizmetleriyle eğitim paralı hale geliyor, tarım çökertiliyor, işçilerin yanı sıra köylüler de sefa-let koşullarına sürükleniyor, işsizlerin sayısı gün geçtikçe artıyor, emekliler emeklilik maaşlarıyla ayın ancak ilk haftasını geçirebiliyorlar. Bunların hepsi büyük patronların kârlarını güvence altına

almak için yapılıyor. Hükümetler bütün çalışma-larını büyük patronlar sınıfının çıkarlarını kol-lamak için sürdürüyorlar. Büyük patronlar sınıfı büyük patron hükümetleri sayesinde varlığını koruyor. İşte devletlerin ve hükümetlerin bütün bu politikalarına rağmen dünyanın bütün ülke-lerindeki (ister zengin olsun ister fakir) işçi sınıfı ve sömürülen halklar her yerde kendi hükümet-lerine karşı isyan halindeler. Ama bu isyanlara rağmen yıllardır emperyalist rejimin hizmetkârı olan kendi hükümetlerini ne yapıp edip bir tür-lü deviremiyorlar. Ta ki Tunus devrimine gelene kadar. Evet ABD ve AB emperyalizminin uşağı Tunus diktatörü Bin Ali, Tunus’ta başını işçi sını-fının, gençlerin ve işsizlerin çektiği bir işçi devri-miyle yıkıldı. Devrim başladı ve süreklilik kaza-

narak devam ediyor. Üstelik Mağrip’ten Maşrık’a bütün Arap ülkelerini sallayarak. Başta Mısır olmak üzere her yerde isyan var. Bundan çıkar-tılması gereken birinci sonuç şu: Demek ki işlerin bu hale gelmesinden ne işçi sınıfı ne de halk kit-leleri sorumlu. Gerçekten de eğer kitleler kendi-lerine yol gösterecek partilere ve örgütlere sahip olmadıklarında bile harekete geçip emperyalizm uşağı rejimleri yıkabiliyorlarsa, suçlu değiller de-mektir. Eğer burada bir suçlu aramak gerekirse, bu olsa olsa ya emperyalizmin ve büyük patron-ların hizmetindeki işçi örgütleridir ya da onları bile kuramamış olanlardır.

Tunus’ta devrim başlatan kitleler sınıf mü-cadelesinin yaratıcılığını bütün dünyaya ve tabii devrimcilere de gösterdiler:

İşçi Kardeşliği Partisi (İKP) Merkez Yürütme Kurulu

devamı sayfa 2’de

Emperyalizmden ve Siyonizmden bağımsız Egemen Kurucu Meclis Seçimleri!

DÜNYA DEVRİMİNİN NABZI TUNUS’TA ATIYOR!

Sürekli devrim Tunus’ta

başladı Mısır’da

devam ediyor.

ABD, AB kanlı

ellerini Mısır’dan

Tunus’tan çek!

Page 2: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

DİSİPLİN

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ2

GÜNCELGÜNCEL

İşçi kardeşliğiSayı:51 • Şubat 2011 Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: İşçi Kardeşliği Partisi adına Engin BodurYönetim Yeri: İKP Genel Merkezi Öncebeci Mh. İncesu Cd. Doğan Apt. 7/B Çankaya/AnkaraTel: (312) 430 32 68İstanbul İl Merkezi: Rasimpaşa Mh. Nüzhet Efen di Sk. No: 36/5 Kadıköy Tel/Faks: (216) 700 16 30

Eskişehir İl Merkezi: Cumhuriye Mh. Porsuk Bulvarı, Dilem Sk. Çağlayan İş Merkezi, Kat 5, No: 47/dİnternet: http://www.ikp.org.tr [email protected] No: PTT Posta Çeki: 1051319 ING Bank, Soğanlık Şubesi: TR63 0009 9008 4616 8400 1000 0Baskı: Ofis Matbaa Yayın Kağıt Sanayii Ltd. Davutpaşa Kışla Cd. Güven Sanayi Sitesi No: 388 Topkapı/İstanbul Tel: (212) 576 47 15

Yalansız Dolansız

Şadi Ozansü

Tayyip Erdoğan’ın Neden Ödü Patladı?

İki üç CHP milletvekili “gerekirse sokak sokak, mahalle mahalle direniriz!” der demez Tayyip Erdoğan’ın beti benzi attı. Uzun

zamandır ilk kez her konuşmasında kendisine akıl veren danışmanlarının görüşlerine bile başvurmadan saldırıya geçerken şöyle laflar ediverdi: “Eşkiya mısınız? Ne demek sokak sokak direniriz? Rahmetli Menderes’in başına ördüğünüz çorabı benim başıma mı geçirmek istiyorsunuz?” Hayret ki ne hayret!

Sayın Başbakan, sen bu iki üç CHP milletvekili-nin kuru sıkı savurdukları ve zaten daha sonra sorum-luluğunu bile üstlenmedikleri laflardan mı korktun? Referandumun gösterdiği gibi halkın yüzde 58’i senin yanındayken, polisin neredeyse tümü senin yanınday-ken, TSK’nın yönetimi senin yanındayken, Obama ve Clinton sana tam destek vermişken neden korktun?

Gerçekten de CHP’nin muhalefetinin bir ciddiye-ti olmadığını bildiğin halde ve geriye kalan bütün ku-rumlar ve hepsinden önemlisi Washington ve Brüksel senin arkandayken sen neden korktun?

Galiba bu sorunun tek bir cevabı var ki, o da Tu-

nus ve Mısır yöneticilerinin karşı karşıya kaldıkları kitle hareketinin bir benzerinin Türkiye’de de patlak verme endişesi olsa gerek. Liberaller, unutmuş ya unutturmuş olabilirler ama emperyalizm çağında ya-şamaya devam ediyoruz ve dünyanın her ülkesinde devrimlerle karşı-devrimler hâlâ içiçe. Ve bu demek-tir ki dünyanın her ülkesinde her an her şey olabilir. Devrim; işçilerin bağımsız sınıf partisi yoksa da patlak verebilir, onun yokluğunda sadece zafere ulaşamaz. Ama bu durumda bile iktidardaki hâkim sınıfları ve onların temsilcilerini tir tir titretir. Bir referandumda elde edilmiş hiçbir başarı kalıcı bir önem arzetmez. Hele hele «Evet» oyu doğrultusunda ileri sürülen bü-tün iddiaların ne kadar büyük bir yalan olduğu bu kadar çabuk ortaya çıkmışken. Nerede referandum öncesinde ortaya atılan iddialar nerede insanların kar-şısına çıkartılan «Torba Yasa»?

Erdoğan yönetimi Ortadoğu’daki gelişmeler kar-şısında bütün direktifleri Clinton’dan ve Obama’dan alıyor. Mısır’ın ve Tunus’un İslâmcı hareketlerini emperyalizmin dümen suyunda tutabilme misyonu-nu üstlenmiş durumda. Bunun günümüzde kuşku-suz bir de ek kolaylığı var çünkü gerek Mısır’daki ve gerekse Tunus’taki İslâmcı hareketler AKP’den bile önce emperyalizmle uzlaşmış durumdalar. AKP Or-tadoğu’daki kitle hareketi karşısında sarsılmakta olan emperyalizmin ve dolayısıyla siyonizmin çıkarlarının korunması için mücadele ediyor.

Çünkü AKP’nin Türkiye’deki çıkarları ana muha-lefet partisininkiler gibi emperyalizme ve siyonizme endekslidir.  

Bin Ali rejiminin denetimi altında bu-lunan Türk-İş benzeri bir işçi konfede-rasyonunu zorla devrimin başına ge-çirdiler. Çünkü kitlelerin tek dayanağı

her şeye rağmen işçi örgütleriydi ve onlar da bu aracı kullandılar. Hatta o kadar iyi kullandılar ki, adının önüne komünist sıfatını alan partiler eski hükümetin devamcılarıyla işbirliği yapmayı sürdürmeyi içlerine sindirirken, onlar sendika yönetiminin eski hükü-mete verdikleri bakanları geri çektirttiler. Tabii her şeye rağmen UGTT, yani Tunus Genel İşçi Sendikası işin devamını getiremedi ve şu an bakan vermemiş olsa bile yeni hükümeti dışardan destekliyor. Üstelik tabanının çoğunluğunun bu desteğe karşı çıkması-na rağmen. Buradan ilki kadar önemli ikinci sonuç çıkıyor: Demek ki devrime girişen işçi sınıfının ve ezilen kitlelerin kendilerine ait ve patronlardan, on-ların devletinden ve emperyalizmden bağımsız bir siyasi partiye ihtiyaçları var. Tunus devriminin şimdi ihtiyaç duyduğu en önemli araç böyle bağımsız bir işçi partisinin inşası. İşçi sınıfının topluma kendi sesini duyurması ancak böyle bir partiyle mümkün. Bu partinin inşasında en önemli imkânsa işçi sendi-kalarının varlığı. Ve işte Türkiye’nin öncü işçilerine Tunus işçi sınıfından bir hatırlatma: Yıl sonunda ger-çekleşecek Türk-İş Kongresine şimdiden dikkat!

Mısır; hem nüfusu, hem stratejik konumu, hem Arap dünyası içindeki yeri ve hem de emperyalizmin Ortadoğu’daki koçbaşı olan siyonist İsrail’le ilişkile-ri yüzünden Tunus’a göre çok daha önemli bir ülke. Ama Mısır’da henüz Tunus’ta olduğu gibi bir devrim yaşanmıyor, söz konusu olan halkın kahramanca ayaklanması. Kitlelerin başını kimin çektiği bile bel-li değil. Baradey’den Müslüman Kardeşler’e uzanan “koalisyon”dan ya da “muhalefet”ten söz ediliyor. İşçi örgütleri ya da partileri devrede değil. Genel grev çağrısı yapan ve yeni kurulduğu söylenen bir Bağımsız İşçi Sendikasından söz ediliyor, ama hepsi o kadar. Dolayısıyla örgütlenme imkânları açısından Mısır işçi sınıfı en azından şu an için Tunus işçi sı-nıfının oldukça gerisinde. Tabii yarın ne olacağı bi-linemez.

Son söz olarak şunu söyleyelim: Ne Tunus’taki ve ne de Mısır’daki İslâmi hareketler İran’daki kadar bile emperyalizmden kopuşa hizmet edebilecek ha-reketler değiller. Müslüman Kardeşler daha şimdi-den ABD emperyalizmiyle masaya oturma sevdasın-da, Tunus’taki ise AB’nin tümüyle dümen suyunda. Yani ne Tunus ve ne de Mısır halklarının kurtuluşu dini kökenli hareketlerden geçmiyor, tam tersine on-lar Tunus’un ve Mısır’in AKP’leri olmaya soyunmuş durumdalar. Dolayısıyla tek yol emperyalizmden ko-puşu önüne koyacak bir egemen kurucu meclis için mücadeleye atılacak bağımsız bir işçi partisinin etra-fında ülkenin bütün ezilenlerini toplamaya çalışmak. Bir işçi ve köylü hükümeti aracılığıyla işçi sınıfının iktidarının yolunu açabilecek olan tek yol budur. Ve zaten sürekli devrim de bu demektir.

başyazının devamı

Torba Yasa ve Türk-İş’in Tavrıİşçi sınıfı, Özal hükümetinden bu yana hak-

larına bu kadar taarruz edildiği bir dönem yaşamadı. Emeklilik yaşının yükseltilme-

siyle başlatılan saldırı süreci; sağlıktan eğitime her alanda, gencinden emeklisine her kesime, kadrolu-dan güvencesize, sağlıklısından silikozis hastasına, madencisinden TEKEL işçisine, Alevisinden Sün-nisine, Kürt’ünden Türk’üne ayrım gözetmeden de-vam ettiriliyor. Son torba yasa tasarısının da bu bile-şimi taşıdığını, bir bütün olarak işçi sınıfına yönelik olduğunu, birinci dereceden belediye işçilerinden kamu emekçilerine kadar herkesin canını yakacak maddelerin aynı torbaya konduğunu bir kez daha gördük. Evet, hükümet söz konusu işçi-emekçi hak-larıysa ayrım yapmıyor! AKP hükümeti, yeri gel-diğinde Mısır devlet başkanı Mübarek’i eleştirecek kadar demokrat, silikozis hastası kot kumlama işçi-lerinin durumuna ağlayacak kadar duyarlı, içki ko-nusunda hassas, sanata karşı ilgili ve yeri geldiğinde işçilerin-emekçilerin ayrım gözetmeden haklarını ellerinden almak için aynı torbaya koyacak kadar birleştirici! AKP hükümetinin işçi sınıfına bir bütün olarak saldırdığı oranda işçi sınıfının da daha birle-şik mücadelede vermesi beklenir değil mi?

Özellikle işçi örgütlerinin öncülük ettiği, örgütler içinde merkezi önem taşıyan Türk-İş’in bu işin başını çektiği eylemlerin yapıldığı bir süreçten bahsetmek isterdik. Ama ne yazık ki garip ve acı şeylerden bahsedeceğiz. “Birleştiren” AKP’nin karşısında mücadeleyi bölen Türk-İş’ten söz edeceğiz. İşçi hakları masa başında nasıl satılır bundan söz edeceğiz. Bir konfederasyon kendisine bağlı bir sendikanın haklarını, diğer sendikası için nasıl feda eder bunu söyleyeceğiz. TEKEL işçilerinin mücadelesiyle iyice açığa çıkan sendikal bürokrasinin, Kumlu ve hempalarının nasıl işçi sınıfına ve Türk-İş’e ihanet ettiğini çekinmeden ifade edeceğiz.

Bütün bunlar nasıl yaşandı? Madde madde bunları sırasıyla anlatalım:

• AKP tarafından belli aralıklarla gündeme getirilen saldırı planı “Torba Yasa” adıyla 29 Kasım 2010 tarihinde TBMM’ye sunuldu. Türk-İş, daha doğrusu Kumlu ve hempaları ne yaptı? 8 Aralık 2010’da torba yasaya ilişkin görüşlerini yayınladı. Hükümet yetkililerinin kendileriyle görüşmesini bekledi. Açıkça işçilere saldırı niteliği taşıyan ve cepheden karşı çıkılması gereken torba yasayı müzakere edilebilir görerek kendileriyle temasa geçilmesini beklemeye başladı.

• O da ne?! Kendileriyle kimsecikler görüşme zahmetine girmedi. Bunun üzerine Türk-İş, 24 Aralık 2010’da bir basın toplantısı yaptı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın böyle bir tasarı hazırlığında Türk-İş ile diğer sosyal tarafların görüşlerine başvurmamasına üzüldüklerini belirtip, süreçte ise görüşlerinin dikkate alınmadığını dile getirerek sitem etti. Onlara göre sosyal diyalog ciddi bir işti. Ama kendilerinden başka bunu ciddiye alan da yoktu! Bunun üzerine sözde “resti” çekerek 4 Ocak 2011’de yapılacak Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısını işaret edildi. Bir yandan da Başbakan’a mektup yazılarak randevu istendi.

Foto: http://www.yilmazkizilirmak.com

Page 3: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ 3

DİSİPLİNGÜNCEL

KESK ve Türk-İş Genel Kurulları Penceresinden Sınıfın Geleceği

Türkiye işçi sınıfı grevlerle, direnişlerle, ölümlerle elde ettiği tüm kazanımlarının neredeyse tamamını (kıdem tazminatı ha-

riç) kaybetti. Özellikle ikinci dönem AKP hükümeti bütün toplumu kullaştırırken; işçi sınıfı ve onun ör-gütlerini de paramparça etti. Kamu emekçilerini özel-leştirme, 4-B, 4-C, taşeronlaştırma gibi saldırılarla böldü. Kadrolu çalışanları ise kapıkulu yapmak için bütün yasal düzenlemeleri bir bir Meclis’ten geçirdi. Zayıf da olsa var olan işçi örgütlerine saldırılarını hiç kesmedi. Bazılarını ya doğrudan kendine bağladı ya da marjinalleştirmek, bürokratik kastlara dönüştür-mek için bütün kirli oyunlarını sergiledi. Bütün bun-lar olurken işçi sınıfının sendikal örgütlerinin nere-deyse buna dünden hazır bir görüntü sergilemesi ise dramın en acı yüzüdür. AKP hükümeti döneminde; bırakın sermayeden ve devletten bağımsız sendikaları doğrudan hükümete bağımlı sendika ve konfederas-yonlar oluştu!

Bütün bu olumsuz hava içinde kamu emekçileri-nin en dinamik ve örgütlü gücü olan KESK ve işçilerin en örgütlü olduğu Türk-İş Konfederasyonu genel kurul sürecine girdiler. Sendika genel kurulları var olan du-rumdan kurtulmak için her zaman önemli dönemeç-lerdir. Tabandan gelen yeni ve mücadeleci bir gücün tarihin akışını değiştiren bir iradeyi yarattığına sınıf mücadeleleri tarihinde defalarca tanık olundu. Peki, bu iki önemli konfederasyonumuzun şimdiye kadar gerçekleşen kongrelerinde böyle bir iradenin ortaya çıkabileceğine ilişkin emareler görebildik mi? Ceva-bımız ne yazık ki “Hayır”. Oysa bu iki konfederasyo-nun öncülüğünde oluşturulacak olan bir “Birleşik İşçi Cephesi” tek çıkar yolumuz. Devletten ve sermayeden bağımsız bir cephenin kurularak; işçi sınıfının kaza-nılmış haklarını korumak ve kaybedilenleri yeniden

kazanmak için Türk-İş ve KESK’e önemli görevler dü-şüyor.

KESK’e bağlı sendikalar bir yandan şube ve ge-nel merkez kurullarını yaparken bir yandan da Ocak ayında KESK Olağanüstü Genel Kurulu yapıldı. Bu “olağanüstü şartlarda” gerçekleşen kurulun asıl genel kurulun bir provası olduğunu söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Çünkü şimdi yönetime girmeyen bazı grupların asıl seçimde göstereceği “pazarlık başarısı-na” bağlı olarak şu anki 7 kişilik MYK’da 1-2 isim de-ğişecek. Yine asıl sorunların değil; kimin, kaç kişiyle temsil edileceğine boğulmuş bir kongre süreci yaşana-cağını şimdiden görmek zor değil. KESK geçmişine ve yarattığı fiili-meşru mücadele geleneğine uygun olarak kendini yenilemelidir. Yönetimlerde sendika içindeki bütün eğilimlere temsil imkanı veren bir yönetim tar-zını oluşturmalıdır. Bunun için tüzüğün 7 kişilik MYK öngörmesi engel değildir. Emekçiler kendi hukuku-nu her zaman yaratmasını bilmiştir. Şubelerde işyeri temsilciler kurulunu aktifleştirip yarı-karar organına dönüştürerek, merkezi düzeyde GYK’ları aktif olarak çalıştırarak daha kapsayıcı bir temsiliyet mümkündür. Yine bazı şube genel kurullarında önerge olarak kabul gören doğrudan seçim ilkesi de gerçekleştirilemeyecek bir uygulama değildir. Bütün bunlar KESK’i daha de-mokratik ve daha aktif hale getirecektir. Alınan karar-larda bütün eğilimlerin görüşleri olacaktır. Geri çağır-ma ilkesinin yaşam bulması da ancak böyle kapsayıcı ve demokratik bir yönetim anlayışında mümkündür.

Türk-İş’te Mustafa Kumlu ve hempalarının yö-netiminin işçi sınıfına ihanetleri deneyimle sabittir. Bunun en trajik ve tarihi örneği TEKEL direnişi oldu. Bugün Türk-İş’e üye işçiler ve tüm işçi sınıfı bu büyük ihaneti gördüler. Devlete ve patron hükümetlerine bağlı olmanın işçi sınıfı için nasıl ağır bedellere sebep

olduğunu daha iyi anlatan bir örnek olamaz. İhanetin sınırı yok. Kumlu yönetimine destek veren Belediye-İş de torba yasa ile aynı ihanetin kurbanı olmak üzere. İşçi sınıfının mücadelesinin önünde aşılması gere-ken engel niteliğinde olan bu güruh, köklü ve militan mücadele olmaksızın Türk-İş’ten defedilemez. Bunun olabilmesi içinse işyerlerinden başlayan sendikal bir gelenek yaratmak zorunludur. Bu gelenek şube ve ge-nel merkez genel kurullarında kendini ifade etmelidir. Nasıl bir sendika? Nasıl bir Türk-İş sorusunun yanıtı genel kurulda bir seçenek olarak verilebilmelidir.

İşçileri torbaya sokan bir Türk-İş mi yoksa torba-ya karşı mücadele eden bir Türk-İş mi?

Hükümetin ayak izinden giden bir Türk-İş mi yoksa ondan yanlışları için hesap soran bir Türk-İş mi?

Mücadeleyi diyalog ile sınırlandırıp masa başında işçileri satan bir Türk-İş mi, alanda faaliyet yürütüp di-ğer sınıf örgütleri ile birleşik mücadele vererek hakkını söke söke alan bir Türk-İş mi?

Hükümete sözde efelenen bir Türk-İş mi, sözü ciddiye alınmak durumunda kalınan bir Türk-İş mi?

Ekonomiye can verme derdi ile patronların em-rinde bir Türk-İş mi, krizin sorumlusunun işçiler ol-madığı bilinci ile hareket eden bir Türk-İş mi?

Gücünü hükümet nezdinde “olumlu” görüşme-lerden alan bir Türk-İş mi yoksa kendi üye sendika ve işçilerinden alan bir Türk-İş mi?

Bugünden bu sorulara verilen net cevaplar ışığın-da, Türk-İş bürokrasisinde sembolleşen sınıf uzlaşma-cı ve işbirlikçi sendikal anlayışa karşı harekete geçme zamanıdır. İşyerlerinden başlayarak Türk-İş genel ku-ruluna kadar mücadeleyi yükseltmek hepimizin boy-nunun borcudur.

• “Resti” gören Tayyip ne tesadüftür ki 4 Ocak’ta Türk-İş ile görüştü. Bu görüşmede Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Türk-İş Genel Sekreteri Pevrul Kavlak ile Yol-İş Genel Başkanı Ramazan Ağar yer alıyordu. Bu bileşimin nedeni sonradan anlaşılıyor. Toplantı öncesi başlıyor diyalog! Türk-İş yöneticileri, kendilerine bağlı Belediye-İş sendikasının başkanı ile aralarının bozuk olmasından aldığı güçle; belediyelerde çalışan “ihtiyaç fazlası işçiler”in Milli Eğitimin, Emniyetin taşra teşkilatına ve ihtiyacı olan mahalli idarelere gönderilmesini kabul ediyor. Yani 174 bin belediye işçisini torbaya sokuyorlar. Karşılığını ise İl Özel İdarelerinde çalışan ihtiyaç fazlası işçilerin sadece karayollarına gönderilmesi olarak alıyorlar.

• Herkesin gözü kulağı Türk-İş Başkanlar Kurulu toplantısından çıkacak kararlarda iken sonradan anlaşılıyor ki Tayyip’le “olumlu” geçen görüşme neticesinde “Torba Yasa Tasarısı”na karşı yapılması planlanan eylemler erteleniyor.

• Belediye-İş yöneticilerinin, şubelerinin ve işçilerinin 11 Ocak’ta fiiliyata dökülen tepkilerini Türk-İş yöneticileri umursamıyor. Belediye-İş Genel Merkezinin 12 Ocak’taki açıklamasına ise Türk-İş yönetimi bir genelgeyle cevap veriyor. 20 Ocak tarihli genelgede, Belediye-İş Genel Başkanı ile aralarında olan husumet gerekçe yapılarak izahat veriliyor. Bu izahatta suçlama var, doğru yapıldığı savunusu var, tüm işçiler için çalışıldığı yalanı var ama en küçük bir yüz kızarması, utanma yok!

• İşçilerin ve şubelerin baskısı karşısında Ankara ve Kırıkkale’deki Türk-İş’e bağlı sendikaların şube başkanlarını toplantıya çağıran Türk-İş

üst yönetimi (neden Ankara ve Kırıkkale diye sormuyoruz bile), toplantıdan kısa bir süre önce, toplantıyı iptal ediyor. Üstelik (çağrıyı imzalayan Türk-İş Teşkilatlandırma Sekreteri’nin bile imzası olmadan) imzasız bir yazıyla. Ama tepkileri kırmak için de bu iptal yazısının sonuna, 25 Ocak’taki KESK eylemlerini, şubelerin desteklemesini eklemeyi ihmal etmiyor. İşçi sınıfına saldıran torba yasaya karşı tepkileri büyütüp çoğaltması gereken Türk-İş dalgakıran rolünü oynuyor. Evet, Türk-İş bölücülük yapıyor.

• Türk-İş, 26 Ocak tarihinde Meclis Genel Kurulu’na gelen torba yasayı göstermelik olarak protesto etmek amacıyla AKP İl Başkanlıkları önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. Göstermelik diyoruz çünkü ortada bir eylem planı, programı yoktu. KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin “Torba Yasa Tasarısı’na karşı ortak eylem” (Türk-İş de davetliydi) kararına ilişkin de bir tek söz söylenmedi.

• Bu gidişin bir sonraki adımı kıdem tazminatının yok edilmesi ve bölgesel asgari ücretin hayata geçirilmesi iken; Türk-İş yöneticileri kıdem

tazminatı konusunda haber ajanslarına göstermelik beyanatlar veriyor. Diyor ki zatı muhterem “Türk-İş’in, kıdem tazminatına dokunulması halinde bunun genel grev sayılacağına dair Genel Kurul kararı vardır. Biz kıdem tazminatı tartışmalarının tarafı olmadık, olmayız.” (27 Ocak 2011). Türk-İş Başkanı bu açıklamasıyla yüreğimize su serpemedi. Yaptıkları bundan sonra yapacaklarının göstergesidir. Bu sözleri efelenmenin ötesinde değerlendirmek mümkün değil. Kaldı ki Kumlu başkanlığındaki Türk-İş’in zorla da olsa TEKEL işçileri için alınan 1 günlük iş bırakma eylemini de nasıl gerçekleştirdiğini geçen sene 4 Şubat’ta gördük. Ne kadar da caydırıcı bir eylemdi! Daha sonraki açıklamalar, yapılanlar iyice cesaretlendirdi, ama maalesef işçileri değil hükümeti! O zaman gereğini yapmayanlar, bugün torba yasanın gelmesinden de bir o kadar sorumludurlar.

• Son olarak sınıf dayanışmasından kaçan Türk-İş bürokrasisinin, Başbakan’ın ayak izinden gitmeyi kendilerine tek çıkar yol olarak gördüklerini söylemek gerekiyor. Somutlarsak; Türk-İş 3 Şubat’ta KESK, DİSK, TMMOB ve TTB tarafından yapılan “Torba Yasa Tasarısı’na karşı ortak eyleme” katılmadığı gibi polis zorbalığına karşı da bir çift söz söyleyememiştir. Haklarını savunan emekçilere reva görülen şiddete sessiz kalan Türk-İş, OSTİM’de yaşanan patlamalara ilişkin olarak ise hükümetin ardından 4 Şubat’ta açıklama yapmayı ihmal etmemiştir. Açıklama yapması gereken hükümettir, hesap sorması gereken ise Türk-İş’tir, diğer sendikalardır. Hesap sormak hükümetin güdümünde açıklama yapmakla olmaz, alanlarda bütün baskılara, polis şiddetine rağmen hak mücadelesi yapmakla olur.

Page 4: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ4

DİSİPLİNULUSLARARASI

Afganistan işgalinin onuncu yılında savaş Pakistan’a sıçradıAfganistan işgalinin gerçek sonuçları

Geçtiğimiz Ekim ayında Af-ganistan’daki Amerikan iş-gali 10. yılını geride bıraktı.

Bölgede halen NATO komutasında 150 bin işgal kuvveti bulunmasına karşın ül-kenin herhangi bir bölgesinde istikrar sağlanmış değil. Üstelik savaş Pakistan’a sıçradı. Emperyalizmin Ortadoğu politi-kası, Pakistan’ı özellikle Hindistan kıtası-nı sonu gelmez bir savaşın içine sürükle-yerek istikrarsızlaştıracak.

Emperyalizm Afganistan’da çıkmaz yola girdi. Yüksek rütbeli Amerikan ve İngiliz ordu yöneticileri durumu “uzun süreli bir felaket” olarak değerlendiri-yor. Geçmişte Pakistan’ın Hindistan’dan kopmasına öncülük eden emperyalizm, kontrol edemediği Pakistan’ı, Taliban ve Karzai’nin kontrolünde iki bölgeye ayır-mayı planlıyor. Bir taraftan da Hindistan ve Pakistan arasındaki çatışmaları kaşıya-rak, bölgeyi istikrarsızlaştırmak için suni

çatışmalar yaratmaya devam ediyor.Geçtiğimiz yıl Afganistan büyük bir

sel felaketi yaşadı ve bu nedenle ülke IMF, Dünya Bankası gibi emperyalist kurumla-rın yardımına muhtaç hale geldi. Ancak, Afgan hükümeti özelleştirme ve devlet sübvansiyonlarını kesmek gibi IMF’nin dayattığı koşulları geçekleştiremediği için yardımlar askıya alındı. Pakistan halkı bu mali yardımlarla işsizlikten, yoksulluktan kurtulabileceğini sanıyorlarsa çok büyük yanılgı içindeler. Emperyalizmin mali yardımları karşılığında çalışma yasaları uygulanmayacak, ülkenin yer altı ve ye-rüstü kaynakları özelleştirilecek, baskı ar-tacak ve her şeyden önemlisi Afgan halkı esaret altında yaşamak zorunda kalacak.

Bölgede yaşayan Afgan, Pakistan, Hindistan ve Bangladeş halklarının em-peryalist işgalden kurtulmak için hep bir-likte direnmekten başka çareleri yok.

Afganistan dünyadaki eroinin yüzde 93'ünü karşılıyor. 2001'deki işgalden bu yana 33 kat büyüyen, yaklaşık 200 milyar Dolarlık bu pazar şimdi ABD'nin elinde.

Sudan ikiye bölündü9 – 15 Ocak tarihlerinde gerçek-

leştirilen referandumun gayri resmi sonuçlarına göre Güney Sudan ayrı-lık kararı aldı. İlk kez bir Müslüman Arap ülkesi bölünmüş oldu.

R e f e r a n d u m sonucunda ağır-lıklı olarak Hıristi-yanların yaşadığı, petrol kuyularının bulunduğu zen-gin Güney, Müs-lümanların ço-ğunlukta olduğu yoksul Kuzey’den ayrılmaya karar verdi. Ülkenin zengin petrol ya-taklarına sahip Abyei bölgesi, Ku-zey ile Güney arasındaki anlaşmazlı-ğın temelini oluşturuyor. Bu bölgenin hangi tarafa dahil olacağı henüz net-lik kazanmadı. Petrol yatakları Güney Sudan’da olmasına karşın petrolü Kı-zıl Deniz’e ulaştıran boru hatları ku-zeyden geçiyor. Taraflar arasında bir anlaşma olmadığı takdirde referan-dum kuzey ve güney arasındaki soru-na çözüm getirmeyecek. Öte yandan güney bölgesinde homojen bir nüfus

yapısı yok. Bu bölgede Hıristiyanlar ve animist inançlı kesimler yaşıyor. 1983–2005 yılları arasında yaşanan, 22 yıl süren iç savaşta 2 milyon kişi hayatını kaybetti, 4 milyon kişi ül-

kesini terk etmek zorunda kaldı. R e f e r a n d u m u n ardından mülteci-lerin geri dönmek istemeleri, vatan-daşlık hakları, iş ve toprak talep et-meleri, petrol ge-lirinin paylaşımı gibi etnik çatışma-lara neden olacak sorunlar varlığını sürdürüyor.

ABD ve AB emperyalizmleri, Afrika’nın toprak bakımından en büyük, 40 milyon nüfusa sahip ülkesi Sudan ile zengin petrol yatakları nedeniyle yakından ilgileniyor. Bölge, Birleşmiş Milletler askerlerinin işgali altında. Petrolden pay almak isteyen ABD ve AB, özel-leştirme yapacak ve serbest ticaret politikalarını uygulayacak Batı yanlısı bir hükümetin kurulmasını garantiye almaya çalışıyor.

Dünyanın Bütün Hükümetleri, Halklarınızın Gazabından Korkun!Çok değil bundan henüz iki ay ka-

dar önce Cezayir’in başkentinde Cezayir İşçi Partisi’nin (PT), ILC (Uluslararası-Bağlantı Komitesi) ve Cezayir Genel İşçi Sendikaları Konfederasyonu (UGTA) ile ortaklaşa düzenledikleri ve dünyanın 62 ülkesinden gelen emek militanları, politik militanlar ve sendikacılarla gerçekleştirdi-ği Savaşa ve Sömürüye Karşı Açık Dün-ya Konferansı’na İKP delegeleri olarak katıldık (Geniş bigi için İşçi Kardeşliği-nin Ocak 2011 tarihli 50. sayısına bakıla-bilir). Üç gün boyunca 97 konuşmacının söz aldığı bu toplantıda, geçtiğimiz ay Tunus’ta başlayan devrimin ve onun son-rasındaki gelişmelerin haberini veren bir deklarasyon yayınlanmış ve sonuç olarak şöyle denmişti: “Savaşın ve yoksullu-ğun sorumlusu olan bütün hükümetler, halklarınızın isyanından korkun! Kah-rolsun Savaş, Kahrolsun Sömürü!”.

İşte daha şimdiden Tunus devrimi-nin patlak vermesiyle beraber dünyanın

bütün hükümetleri kendi halklarının ga-zabından korkar hale geldiler. Tabii bu hükümetlerin başında da dünya jandar-ması ABD emperyalizminin yönetimiyle siyonist İsrail hükümeti yer alıyor. ABD emperyalizmi Magrip ve Maşrık ülkele-rindeki egemenliğini Avrupa Birliği ile beraber sürdürebilmek için her türlü şak-labanlığı yapmak zorunda kalıyor. Bugü-ne kadar kılına bile dokundurmayıp her türlü desteği verdiği Mübarek’e, “Ne ya-palım bari git artık” diyor. Obama daha da utanmazca, “artık Mısır’da demokrasi hâkim olmalı” diyor. Peki bugüne ka-dar aklın neredeydi? Bir memlekette de-mokrasi olması gerektiğini kitleler ayağa kalkınca mı akıl ediyorsun? Bu demektir ki, emperyalizmin bir ülkenin demokra-tik bir yönetime sahip olup olmamasıyla uzak yakın hiçbir ilişkisi yok! Onun derdi varsa yoksa kendi emperyalist çıkarları. Zaten Ortadoğu’daki esas müttefiki İsra-il hükümeti hiçbir sakınca duymadan ve son derece arsızca, “İsrail için en tehlikeli

Avrupa Birliği çatırdıyorKriz, Yunanistan ve İrlanda’nın ardından İspanya’yı da vurdu. İspanyol hükümeti kemer sıkma politikalarını hayata geçirmeye hazırlanıyor.

45 milyonluk ülkenin toplam borcu 320 milyar Dolar. İşsizlik oranı ise yüzde 20’lere ulaştı. Bu rakam, Avrupa ortala-masının iki katı. Her dört çalışandan biri sözleşmeli olarak iş güvencesi olmadan çalışıyor. İspanyol hükümeti de İrlanda ve Yunan hükümetleri gibi krizden çıkış yolunu, IMF ve Avrupa Birliği’nden (AB) gelecek mali yardımlarda görüyor. An-cak, İspanya’nın bu yardımları alabilmesi için AB’nin direktiflerini harfiyen uygu-laması, tıpkı Yunan hükümetinin yaptığı

gibi kamu harcamalarını kısması ve ma-aşları düşürmesi, vergileri arttırması ge-rekiyor. İspanya’daki Zapetero hükümeti şimdiden ailelere verilen 2 bin 500 Euro olan çocuk yardımını kaldıracağını açık-ladı. Avrupa Birliği refahı değil krizi, işsizliği, yoksulluğu ortaklaştırıyor, genelleştiriyor. Spekülatörlerin, şirketlerin, bankaların, borsanın neden olduğu krizin faturasını tüm Avrupa halklarının sırtına yüklüyor. Bağımsız Avrupa halklarının özgür birliği için emperyalist AB’ye hayır!

Page 5: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ 5

DİSİPLİNULUSLARARASI

Valon ve Flamanlardan oluşan 11 milyon nüfuslu Belçika’da 8

aydır hükümet kurulamıyor. Irak’ın hü-kümetsiz geçirdiği 289 günlük süre re-korunu Belçika’nın kırmasına kesin gö-züyle bakılıyor.Belçika’da Kral II. Albert tarafından hükümet kurma çalışmaları için arabulucu olarak görevlendirilen se-natör Johan Vande Lanotte, yeniden istifa

etti. Ekonomik krizle boğuşan Belçika halkı 8 aydır siyasi krizle boğuşuyor. Hü-kümetsizlikten bıkan halk, Ocak ayında meydanlara inerek siyasileri protesto etti. Emperyalist AB’nin sözde başkenti Brük-sel, Avrupa halklarına bölünmeden, yok-sulluktan, işsizlikten başka bir şey sun-muyor.

Kahrolsun AB emperyalizmi!

40 bin protestocu 23 Ocak’ta Belçika’nın parçalanmasına

karşı başkent Brüksel’de toplandı.

Avrupa Birliği’nin başkenti bölünecek mi?

Fildişi Sahilleri’nde tehlikeli çatışma

Fildişi Sahilleri’nde yapılan seçimler sonucunda, seçimi kazandığı açıklanan Alassa-

ne Ouattara’ya karşı seçimi kazandığını iddia eden eski cumhurbaşkanı Laurent Gbagbo’nun yönetimi devretmemesiyle başlayan çatışma devam ediyor. On bin Birleşmiş Milletler (BM) askerinin ol-duğu ülkede yaşanan bu gelişmeler İngi-liz ve Fransız emperyalizminin bu çatış-madan nemalanmasının önünü açtı ve 2 bin BM askeri daha Fildişi Sahilleri’ne çatışmayı bastırmak adı altında göreve çağrıldı.

Gazetemizin geçtiğimiz sayısında, Cezayir’de gerçekleştirilen, 52 ülkeden delegelerin katıldığı Savaşa ve Sömürüye Karşı Açık Dünya Konferansı’nın sonuç metnini yayınlamıştık. Bu konferansta Fildişi Sahilleri’nin işçi delegeleri, Fildişi Sahilleri halkının birliklerine ve ulusal bağımsızlıklarına derinden bir bağlılık duyduklarını ve barış özlemi içinde ol-duklarını anlatmışlardı.

Savaş ve BM dahil yabancı askeri birliklerin işgali, Fildişi Sahilleri’ne demokrasi getiremez.

Bu hiç kimsenin inkâr edemeye-ceği bir gerçek. Tıpkı tüm Afrika’da

olduğu gibi Fildişi Sahilleri ve halkı-nın doğal zenginlikleri (kakao, kahve üretimi ve yeni keşfedilen kıyıdan uzak petrol yatakları), yıllardır halkları bo-ğan borçların ödenmesi adı altında yapısal uyum planları, IMF ve Dünya Bankası’nın özelleştirme politikalarıyla talan ediliyor. Bu politikalar ile sözde “etnik” ve dini çatışmaları kışkırtarak ülkeyi bölme girişimleri arasında bir bağlantı bulunuyor.

Bu çerçevede, Açık Dünya Konferansı’nın sonuç metnindeki şu bölümü tekrar etmek istiyoruz:

“Savaşa karşıyız. Savaş, tüm dünya alklarına ve işçilerine kat-lanılmaz acılar yaşatır. Savaş hem asgari müdahaleleri yapan hem de bunlara maruz kalan ülkelerde tüm sanayi sektörlerinin imhası-na, genel işsizliğe, kuralsızlaştır-maya, eğitim ve kültürün imhası-na, kırsal bölgelerden toplu göçe yol açacak ormansızlaşmaya yol açar. Bizler tüm yabancı müdaha-lelere, tüm askeri müdahale teh-ditlerine ve ulusların egemenli-ğini tehdit eden tüm emperyalist üslere karşıyız.”

Dünyanın Bütün Hükümetleri, Halklarınızın Gazabından Korkun!gelişme Arap ülkelerinin demokratik yö-netimlere kavuşmalarıdır, çünkü halklar bize düşman, sadece o halkların hükü-metleri bizim yandaşımız” diyor.

Evet Tunus devrimiyle Ortadoğu’da emperyalizmin çıkarları tehdit altında. Tunus’la birlikte bölgede sürekli devrim süreci başlamış bulunuyor. Emperyalist-ler ve onların yerli işbirlikçileri bu süre-ci geri çevirmek için, işçi sınıfı ve halklar ise sonuna kadar götürmek için mücadele edecekler. Sürekli devrim ülkelerin em-peryalizmden kopuş süreçleriyle başla-mak zorunda. Emperyalizmden kopuş ve bağımsızlık talebinin nasıl önemli ol-duğunu ve kitle seferberliğini hızlandırı-cı bir etki yapacağını görmek şimdiden mümkün. Dolayısıyla egemen bir Kuru-cu Meclis talebi kadar acil bir başka talep olamaz. Unutmayalım: Tunus’un ya da Mısır’ın geleceğiyle ilgili kararlar büyük bir yüzsüzlükle ABD Senatosu’nda alını-yor. Ve hem Tunus hem de Mısır kitleleri

bunun fazlasıyla farkındalar.Ama devrim süreci aynı zamanda

emperyalizmden, onun işbirlikçilerinden ve siyonizmden bağımsız bir işçi parti-sinin inşasını da beraberinde dayatıyor. Çünkü ezilen milletleri emperyalizmden koparıp onlara öncülük edecek tek güç işçi sınıfıdır ve işçi sınıfı da ancak ba-ğımsız örgütleri aracılığıyla bu müdaha-leyi gerçekleştirebilir. Egemen bir kurucu meclis için mücadeleye geçecek işçi sınıfı devrimci sürecin gelişimi içinde ülkenin bütün ezilenlerini (yoksul köylüleri, iş-sizleri, gençleri, kadınları, emeklileri, vs.) harekete geçirerek hem emperyalizmden bağımsızlığı sağlayacak ve hem de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet rejimine son vererek sürekli devrimi gerçekleştire-cektir.

Dolayısıyla sadece emperyalist ülke-lerin hükümetlerinin değil Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelerin hükümetlerinin de halkların gazabından ödü patlasın!

Depremin 1. Yıldönümünde HaitiKarayipler’in en fakir ülkesi olan

10 milyon nüfuslu Haiti’de, 12 Ocak 2010 tarihinde meydana gelen depremde, 200 binden fazla kişi hayatını kaybetmiş, bir milyonu aşkın kişi evsiz kalmıştı. Haiti, hala Ekim ayının ortasın-da patlak veren kolera salgınının pençe-sinde. Dünya Sağlık Örgütü, Ekim’den bu yana 3 bin 651 kişinin öldüğünü, 171 bin 304 kişinin de hastalandığını açıkladı.

Haiti’de depremin ardından 12 bin Birleşmiş Milletler (BM) askerinin işgali altında. Askerler, ülkeye kolerayı getir-mekle suçlanmış ve bu nedenle saldırıya uğramışlardı. Halkla askerler arasındaki çatışmalarda 6 sivil ölmüştü. BM askerle-rinin güvenliklerini sağladıkları siyasiler ise seçimlerde koltuk kapma peşinde.

Amerikan ve Fransız Emperya-lizminden Bağımsız Haiti

Depremin vurduğu Haiti’de

BM askerleri işgal karşıtı göste-

rileri ateş açarak bastırıyor.

Page 6: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

DİSİPLİN

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ6

ULUSLARARASI

(Aşağıdaki röportaj, 2 Şubat 2011 tarihinde, Fransa Bağımsız İşçi Partisi tarafından çıkartılan haftalık “Informations Ouvriéres” gazetesinde yayımlanmıştır.)

UGTT yönetim kurulu geçtiğimiz günlerde, eski hükümetten, biri başbakan olmak üzere iki bakanı barındıran Ghannouchi Hükümeti’ni tanıdı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kurul, UGTT’nin üst düzey yöneticileri ve yeni hükümet arasındaki müzakerelerin sonuçlarını onaylama görevini yerine getirdi.

21 Ocak’ta toplanan UGTT yönetim kurulunun, eski hükümetin bakanlarının dahil olduğu bir hükü-meti tanımayacaklarını bildirdiğini hatırlatmak ge-rekir. Ancak müzakerelerin son aşamasında UGTT önderliği, eski Ben Ali rejiminde yer almış, başba-, eski Ben Ali rejiminde yer almış, başba-kan Ghannouchi de dahil iki bakanın varlığını tanı-ma kararı aldı. Bu teklif, UGTT yönetim kurulunda da oy çokluğuyla kabul edildi.

Tunus İlkokul Öğretmenleri Sendikası temsil-Öğretmenleri Sendikası temsil- Sendikası temsil-cisi olarak ben öneriye red oyu verdim. Bildiğim kadarıyla Ortaokul Öğretmenleri Sendikası, Posta İşçileri Federasyonu, Kamu Sağlığı İşçileri Sendika-İşçileri Sendika- Sendika-sı, Çocuk ve Bebek Sağlığı İşçileri Sendikası ve böl-gesel Sfax, Bizerte ve Jendouba Sendikaları temsilci-leri de bu teklife karşı oy kullandılar. Hepimiz, işçi sınıfının talep ve çıkarlarını düşünerek öneriye karşı çıktığımızı ve UGTT yönetim kurulunun 21 Ocak’ta aldığı kararlardan hiçbir şekilde geri adım atmaya-cağımızı beyan ettik.

Sfax ve sanayide çalışan işçi sınıfının kalesi olan Bizerte’deki yerel sendikalar ve işçi ayaklanmalarına öncülük eden Jendouba Bölgesel Federasyonu gibi yeni hükümeti tanımayı reddeden tüm bu sendika-lar, UGTT üyesi sendikaların yüzde 50’sinden fazla-sını oluşturuyor. Bu da, Tunus’ta sendikaların büyük bir kısmının UGTT yönetim kurulunun 21 Ocak ka-ka-rarlarının arkasında durduklarını gösteriyor.

Bugün UGTT içinde derin bir çatlağa sebep olan hükümeti tanıma kararının ciddi bir şekilde tartışılması gerekiyor.

UGTT önderliğinin bu son önerisine karşı oy kullanan ve eski hükümet temsilcilerini bertaraf etme hareketine dahil olan tüm UGTT üyesi sendi-

kalar, yadsınamayacak büyüklükte bir toplumsal ta-bana sahipler. Şu anda İlkokul Öğretmenleri Sendi-Şu anda İlkokul Öğretmenleri Sendi- İlkokul Öğretmenleri Sendi-Öğretmenleri Sendi- Sendi-kası 50 bin, Ortaokul Öğretmenleri Sendikası ise 55 bin üyeye sahip; bahsettiğim diğer sendikalar da ol-dukça güçlü kitle desteğini arkasına almış durumda.

İşçi sınıfının tamamının Ghannouchi Hükümeti’ni tanımayı reddettiğini, onu Ben Ali rejiminin yardakçısı, devamı olarak gördüğünü bi-liyoruz. Bu hükümetin tanınması kararı; gerçekle-şen devrimin amaç ve taleplerinin yok sayılması ve UGTT önderliğinin kendi kural ve kararlarını halka dayatması anlamına geliyor.

Bugün Tunus’ta gerçekleşen her ayaklan�mada insanlar “Ghannouchi’yi devirelim! RCD’yi (Ben Ali, Ghannouchi ve yandaşları) devirelim!” sloganı etrafında birleşiyor. Sizce Tunus işçi sınıfının, gençliğin ve tüm halkın se� işçi sınıfının, gençliğin ve tüm halkın se�halkın se�sini duyurabilmek için ne yapılmalı?

UGTT, demokratik kurallar çerçevesinde hare-ket eden bir oluşum. Fakat şunu da belirtmeliyim ki, UGTT yönetim kurulunun dayattığı ve sendikamı-zın hedefleriyle örtüşen ilkelerle bağdaşmayacak bir demokrasi anlayışını kabullenemeyiz. Çünkü UGTT üyelerinin yarısını oluşturan bizler, açıkça ve defa-larca söylediğimiz gibi, eski rejimden tek bir temsil-cinin bile dahil olduğu bir hükümet istemiyoruz.

Bu bir demokrasi sorunu değil. Bu, ülkemizin işçi sınıfına ait bağımsız bir birlik olan UGTT’nin varlığını belirleyen temel ilkelere dair bir sorun. Bu-gün biz, Ghannouchi hükümeti muhalifleri olarak Tunus halkının ezici bir çoğunluğunun takındığı po-litik tavrı temsil eden çoğunluk olmamıza rağmen UGTT’de muhalefetteyiz.

Eski düzenle bağları net bir şekilde kopar�mak için verilen bu savaşta, RCD’den gelen iki temsilcinin yeni hükümetten ayrılmasını sağ�lamak için UGTT içerisinde ve tüm ülkede ne� içerisinde ve tüm ülkede ne� tüm ülkede ne�ler yapılmalı?

Daha önce de söylediğim gibi, UGTT içerisin-de çoğunluğa sahip olmamıza rağmen aynı durum yönetim kurulu için geçerli değil. Örneğin, benim dahil olduğum sendika 50 bin üyeye sahipken, yö-netim kurulunda yalnızca tek bir temsilci bulun-duruyor. Bazı 700-800 üyeye sahip kuruluşlar ise yönetimde bizimle eşit ağırlığa sahip.

Şimdi artık ayaklanma, gösteri ve grevlerle sokağın sesini duyurma zamanıdır. İlkokul öğretmenleri, 24-25 Ocak tarihlerinde iki gün sü-Ocak tarihlerinde iki gün sü-ren iş bırakma eylemi gerçekleştirdi.

Hükümet ve basın, eylemci öğretmenlere karşı velileri şiddetli bir kışkırtma kampanyasına girişti. Bu yüzden, insanlarla aynı sorunları paylaştığımız mesajı vermek amacıyla şimdilik grevleri durdurma kararı aldık ve şu anda veli-öğretmen görüşmeleri düzenliyoruz. Bu çabamızı Ghannouchi Hükümeti düşene dek sürdürmeyi planlıyoruz.

İlkokul öğretmenleri tamamen kazanmaya, demokrasi ve ilerlemeyi sağlamaya odaklanmış durumdalar. Paris ve Londra’da kapalı kapılar ar-dında mücadeleleri durdurmak için müzakere yü-rütenlerle aynı safta değiller.

Biz sendikacılar; UGTT’nin kurucusu; iler-leme, adalet ve özgürlüğün savunucusu olan gerçek demokratlar Hached ve Hammed Ali el-Hammi’nin mirasçılarıyız. 1977’de verilen ba-ğımsızlık mücadelesinde ve 1978’deki genel greve giden yolda izlenen ilkelere bağlı kaldığı sürece UGTT’nin var olabileceğine inanıyoruz.

Tunus İlkokul Öğretmenleri Sendikası Genel Sekreteri Hafaiedh Hafaiedh: “Tunus Genel işçi Sendikası (UGTT ) yalnızca adalet ve ilerlemeyi savunduğu sürece var olabilir.”

Röportaj

Tunus’taki eylemlede UGTT üyesi kadınlar en ön safta yer alıyor

İstanbul’un Finans Merkezinin Göbeğinde Nemtrans İşçilerinin Direniş Çadırındaydıkİş Bankası’nın sermayedarı olduğu lojistik şirketi Nemtrans A.Ş. işçileri 27 Aralık tarihinde DİSK’e bağlı Nakliyat-İş’e üye oldukları için işten atıldırlar. Bunun üzerine 27 Aralık tarihinde Gemlik’te başlattıkları direnişi, 14 Ocak’tan itibaren İş Bankası’nın Levent’teki Genel Müdürlük binasının önünde kurdukları çadırda devam ettiriyorlar. Direnen işçiler ve Nakliyat-İş Gebze Şubesi Başkanı Erdal Kopal ile direniş öncesi yaşananları ve devam eden direniş sürecini konuştuk.

Direnişe başlamanıza sebep olan işveren uy�gulamalarını anlatır mısınız?

Erdoğan Bayrak (Operatör): Ben Nemtrans’ta, li-manda çekici operatörüydüm. Krizde 36 arkadaşımız kriz bahane edilerek işten atıldı ve fazla mesai ücreti verilmeden günde 12 saat çalışmak zorunda bırakıldık. İzin günlerimizde bile telefon edip işe çağırdılar bizi. Birçok kez sıkıntılarımızı anlattığımız toplantılar yaptık işverenle, ama “bütçe uygun değil” diyerek taleplerimizi geri çevirdiler, yalanlarla oyaladılar bizi.

Cemalettin Güzel ve Tuncay Alkan (Ağır Vası-ta Şoförü): Biz şoförlere 7 yıl boyunca doğru düzgün zam yapmadılar. Şirkette “yemek yemeyin, yol harcı-rahlarınıza yansıtalım yemek parasını” dediler, kabul ettik. 2009’un başında Şişecam’dan gelen Cem Akgül Genel Müdür oldu. Harcırahlarımızı düşürdü, şirket-te yemek yememizi yasakladı, yemek yedik diye zabıt tutturdu. Erzak yardımı, doğum ve evlenme yardımı, kandillerde dağıtılan kandil simidi, çikolata gibi yan haklarımızın tamamını kaldırdı.

devamı sayfa 7’de

Page 7: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

İŞÇİ KARDEŞLİĞİ 7

DİSİPLİNPARTİ

İşçiler ve İşçi Örgütleri

Engin Bodur

Katiller serbest devrimciler hapiste

Bu devlet katilleri serbest bırakmışsa mut-laka onları halka karşı kullanacak demek-tir. Dün Kürt illerinde devlet korumasın-

da katliamlar yapan Hizbul-kontranın yöneticileri işleri bitince tutuklanmıştı, şimdi yine Kürt halkına karşı ülkenin parçalanması ve iç savaşta kullanılmak için serbest bırakıldılar.

İşte, ülkemizde yaşanan hukuk tartışmalar da siyasi tartışmalardır, çünkü hukuk siyasetin bir uzan-tısıdır. Anayasa değişikliği ile bu daha da ortaya çık-mıştır.

Ülkemizde tutukluluk süreleri çok uzundur, tutuk-luluk adeta bir cezalandırma aracı  olarak uygulan-maktadır.  Ülkeyi soyanlar, işkenceci polis tutuksuz yargılanıp işkencelere devam ederken gazeteciler ve düşünce suçluları tutuklanmaktadır.

Özel yetkili mahkemeler kaldırılmalıdır. Özel so-ruşturma ve yargılama usulleriyle, savunma hakkının kısıtlanması niteliğindeki gizlilik kararlarıyla, binlerce sayfalık iddianameleriyle yargılama yöntemleri tartış-ma konusu olan özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kaldırılmalıdır.  Farklı yargılama  hükümlerine tabi olan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin varlığı ka-nun önünde eşitlik ilkesine, yargılama birliği ilkesine ve adil yargılanma hakkına aykırılık teşkil etmektedir. Geçmişteki devlet güvenlik mahkemelerinin devamı niteliğindeki bu mahkemeler  temel hak ve özgürlük-ler yönünden ciddi bir tehdit teşkil etmektedir.

Gizli tanık uygulaması kaldırılmalıdır. Tam bir senaryo haline gelmiş bu uygulama ile uydurma suç-lara yalan tanıklar üretilmektedir.

Yasal olmayan delil üretenler ve buna göre işlem yapanlar meslekten çıkarılmalıdır.

Siyasi partiler ve yöneticileri anayasal haklarını kullanabilmelidir. Siyasi parti yöneticilerini tutukla-yıp başka suçlamalarla yargılamak kara yargının gös-tergesidir. Partinin yaptıklarını değerlendirecek olan halktır. Hırsız, taciz ve tecavüzcü, dolandırıcılar mec-liste dokunulmazlık zırhıyla korunurken anayasal ku-rumlar olan siyasi partiler, halktan ve işçi sınıfından yana olduğunda türlü oyunlarla politika dışına itilme-ye çalışılmaktadır.

Adaletin gecikmesi en büyük adaletsizliği doğur-maktadır. Ülkemizde yargı organları kendilerini ağır bürokratik hantal anlayıştan  kurtarmalı, yargı organ-ları mensupları  sistemi ve devleti   koruma refleksiy-le hareket etmekten vazgeçmelidir. Yargının önceliği  yasaları hızlı, tarafsız biçimde uygulamak, insan hak ve özgürlüklerini korumaktır.

Mevcut yargılama düzeni; yıllarca süren dava-larla, ağır işleyen yargı sistemiyle tükenmiştir. Siyasal iktidarın önceliği yargının yapısal hale gelen, acil, ağır  sorunları çözmek yerine, yargı düzenini etki altına almaya çalışmak adeta kendi yargı sistemini oluştur-maya çalışmak olmuştur. Yargı bağımsızlığını teminat altına alacak, yargının işleyişini hızlandıracak gerek-li olanakları sağlayacak, savunmanın yargı içindeki konumunu güçlendirecek  düzenlemelere acil olarak ihtiyaç vardır.

Tunus, Mısır ve tüm halk hareketlerinin göster-diği gibi görev işçi sınıfınındır. Adalet, barış ve özgür-lük için görev başına.

Bu sırada işler sürekli arttı, yeni müdür “kârı yüz-de 30 arttırdık” diye övünüyor. Sabah 5’te başlıyor me-saimiz, gece 11-12’ye kadar çalıştığımız oluyor. Aylık hareket sayısı 350’den 1.350’ye çıktı. Bizim istediğimiz haklarımızı geri almaktı, ama yeni müdür “şartları kabul etmeyen çeksin gitsin” diyerek bizi tehdit etti, işittiğimiz azarlar ve küfürler de cabası. Çalışırken 12 kişi işvereni mesai ücretlerimizi ödemediği için mah-kemeye verdik ve sendikaya üye olduk. Dört sene bo-yunca Gemport’ta örgütlü Türk-İş’e bağlı Liman-İş’e üye olmak istedik, izin vermediler. Şimdi Nakliyat-İş’e üye olduktan sonra “gelin Liman-İş’e üye olun” demeye başladılar. Şu ana kadar verdikleri sözleri tutmadılar, samimiyetlerine inanmıyoruz.

Ahmet Akbulut (İşçi): Güvenlikçilik, çaycılık, bahçıvanlık, şoförlük, servis şoförlüğü dahil birçok işte çalıştırdılar beni. Hatta raporluyken bile çalıştırıl-dım. Biz işçiler 680 TL maaş alıyorduk, yeni müdüre dertlerimizi anlatmaya gittiğimizde “Ben de 2.500 TL

ev kirası veriyorum, zor geçiniyorum” diyordu bizimle dalga geçer gibi. Kısacası direniş tırcıların harcırahla-rına 5 TL zam, operatörlerin 3 vardiya istemeleriyle başladı.

14 Ocak tarihinden beri İstanbul’un finans merkezinin göbeğinde, Levent’te dev banka ku�lelerinin arasında çadırınızı kurarak hakkınızı almak için mücadele ediyorsunuz. Bu noktaya nasıl geldiniz, direniş sürecini anlatır mısınız?

Erdal Kopal (DİSK Nakliyat-İş Gebze Şube Baş-kanı): Arkadaşların da detaylarını anlattığı kölece ça-lışma düzeni gerekçesiyle 12 Nemtrans işçisi örgütlü mücadeleyi başlatabilmek için yaklaşık iki ay önce biz-le temas kurdular. Kısa süre içerisinde toplam 46 üye-ye ulaştık ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na çoğunluk tespiti için başvurduk. İşveren işçileri önce mücadeleden vazgeçmeleri için tehdit etti, ardından ilk olarak 12 işçiyi işten attı. Diğer işçilerle görüşmelerin-de işçiler geri adım atmayınca toplam 46 Nakliyat-İş üyesi Nemtrans işçisi arkadaşımız işten atıldı. İşveren ekonomik gerekçeler gösteriyor ancak aslında işten çı-karmaların altında yatan temel sebep bu işçilerin ör-gütlenmesinden korkmalarıdır. Kalan işçileri de ana şirket olan Gemport’a Liman-İş üyesi olarak geçmeye ikna etmek için uğraşıyorlar.

27 Aralıkta 14 işçinin, 29 Aralık tarihinde de geri kalan tüm işçilerin iş akitleri feshedildi. Bunun üze-rine 27 Aralık tarihinde Gemlik Limanı’nda direnişi-mize başladık. Gemlik Meydanı’nda yaptığımız basın açıklamasında muhatabımızın Gemport Şirketi’nin ve onun taşeronu olan Nemtrans Şirketi’nin sahibi olan, ülkenin en büyük finans kapitalisti ve para babası olan İş Bankası’nın muhatabımız olduğunu, mücadelemizi de İş Bankası’nın merkezinde sürdürüp büyüteceğimi-zi duyurduk. 31 Aralık günü ilk eylemimizi İş Bankası genel müdürlük binası önünde gerçekleştirdik ve yeni

yıla burada girdik. 12 Ocak’ta Gemlik’ten yola koyul-duk ve yürüyerek 2 gün sonra İstanbul’a ulaştık.

Bu yürüyüşünüz sırasında diğer işçilerden ve örgütlerden destek gördünüz mü?

Kopal: Biz en çok Petrol-İş, Genel-İş, Birleşik Metal-İş üyeleri destek oldular. Ayrıca Azot işçileri, Gemport işçileri, Gemlik halkı, Yalova halkı ve Orhan-gazi halkı da ciddi destek oldular basın açıklamaları-mız ve yürüyüşümüz sırasında.

İstanbul’daki bir haftalık direniş sürecini an�latabilir misiniz?

Kopal: 14 Ocak günü İstanbul’da gösterilerimi-ze başladık. Öncelikle Aksaray’da Nakliyat-İş Genel Merkezi’nden Taksim’e kadar yürüdük ve Taksim’de demokratik kitle örgütleri ve DİSK yöneticilerinin de katıldığı bir basın açıklaması yaptıktan sonra yine yü-rüyerek Levent’e geldik. Burada da basın açıklamamı-

zı yapıp direniş çadırımızı kurduk. Burada 50’ye yakın işçi arkadaşla birlikte tüm gün çadırımızdayız ve sendika yöneticileri ve avukatlar işverenle görüşmeleri sürdürürken biz, buraya gelen emek dostlarına ve gazetecilere tüm süreci anlatıyoruz. Akşam mesai çıkışlarında İş Banka-sı kulesinin önünde toplanıyoruz ve banka çalışanlarına el ilanları dağı-tıyoruz, sloganlar atıyoruz, onların da bilgilenmelerini sağlamaya çalı-şıyoruz.

Temel talepleriniz neler?Kopal: Öncelikle işten atılan tüm arkadaşlarımızın işe geri alınmaları. Ama anayasal demokratik bir hak olarak istedikleri sendikaya üye olarak işe alınmaları. Gerekirse

bir ek protokolle bu arkadaşların Nakliyat-İş üyeliklerinin devam etmesi ve toplu iş sözleşmesinden yararlanabilmeleri.

Şu anda görüşmeler sürüyor. İş Bankası bu di-renişimizden çok rahatsız oldu. Mücadelemizin bir kazanımı olarak şu anda işveren atılan tüm işçileri Liman-İş üyesi olmaları koşuluyla kadroya almayı ka-bul etti. Ancak işçi arkadaşlarımız bu dayatmaya karşı çıkıyorlar. Şunu belirtmek isterim; buradaki arkadaş-ların çoğu daha önce sendikal mücadele tecrübesi olmayan arkadaşlar. Çadırımızda birlik ve beraberlik içinde direnişimizi sürdürüyoruz ve tüm taleplerimiz karşılanana kadar meşru direnişimize devam edeceğiz, buradan ayrılmayacağız.

Genel Başkanı’nın parti kongresinde taşeron çalış-ma sistemini kaldırma sözü verdiği CHP’nin sermaye-dar olduğu İş Bankası’nın, kendisine bağlı şirket çalı-şanlarını taşeron şirkette kölelik şartlarında çalıştırıyor olması ve anayasal haklarını hiçe sayması tüm gerçek-leri apaçık ortaya koyuyor. Nemtrans işçileri, aslında sermayenin çıkarlarının bir olduğunu, “sağcı” ve “solcu” tüm patron partilerinin temelde patronların çıkarlarına hizmet ettiğini bizlere bir kez daha göstermiş oldu.

NOT: 11 Şubat 2011 tarihinde Nakliyat�İş Sen�dikası tarafından yapılan duyuruda işverenin işçile�rin tüm taleplerini kabul ettiği açıklandı. Böylece 27 Aralık 2010’da başlayan Nemtrans işçileri direnişi, işçilerin ve sendikanın kararlı duruşları ve net talep�leri sayesinde zaferle sonuçlandı. Sendikaya üye oldukları işten atılan tüm işçiler sendika üyelik�leri de kabul edilerek işe geri alındı. İKP olarak Nemtrans işçilerini ve Nakliyat�İş Sendikası’nı, kararlı sınıf mücadelesinin er ya da geç zafere ulaşacağını bir kez daha ispatladıkları için kut�luyoruz.

Page 8: İşçi Kardeşliği - Sayı 51: Şubat, 2010

İşçi sınıfı mücadelesinin inatçı ve sarsılmaz kavgacısı partili yoldaşımız MUSTAFA ÇUBUK’u kaybettik

Mustafa Çubuk, 1949 yılında Malatya’nın Akçadağ - Bölüklü

Köyü’nde doğdu. Genç yaşta atıl-dığı sınıf mücadelesini partimizde sürdürüyordu. Uzun yıllar İsviçre’de sürgün hayatı yaşamak zorunda ka-lan Çubuk, dönüşünden kısa bir süre sonra, 19 Ocak’ta aramızdan ayrıldı. Mersin 68’liler Barış ve Kardeşlik Ormanı’nda yapılan cenaze töreninin ardından yoldaşımızın naaşı memle-keti Malatya’da toprağa verildi.

Acımız büyük. İşçi Kardeşliği Partisi olarak anısını mücadelemizde yaşatmayı görev bileceğiz.

KOT KUMLAMA İŞÇİLERİ DAYANIŞMA KOMİTESİ”NİN İKP’Lİ ÜYELERİNDEN AÇIKLAMA

KOMİTEDEN NEDEN ÇEKİLDİK?

Kot kumlama işçileri çalıştırıldıkları insanlık dışı, sağlıksız iş koşulları ne-deniyle silikozis hastalığına yakalan-dılar. Akciğerleri katılaştırıp hastaları

nefessiz bırakan silikozis, dünyada tekstil sektöründe çalışanlarda ilk kez Türkiye’de görüldü, ilk teşhisler 2004-2005 yıllarında konuldu. İşçi Kardeşliği Partisi olarak 2008 yılında Kot kumlama İşçileri Dayanış-ma Komitesi’ni kurarak öncülük ettiğimiz ve bugüne kadar işçilerle birlikte var gücümüzle sürdürdüğü-müz mücadelede bir dönüm noktasına gelmiş bu-lunuyoruz. Geldiğimiz noktada, Komite’nin içinde bulunduğu yanlış, yaşanan yenilgi ve önümüzdeki süreçle ilgili politik tavrımızı açıklamayı, bu mücade-leye maddi ve manevi destek veren, gönüllü emekle-riyle yanımızda olan herkese karşı bir borç biliyoruz.

Kot kumlama işçilerinin mücadelesi şimdilik yenilmiştir

Kot kumlama işçilerinin dayanışma komitesi aracılığıy-la 2008 yılından itibaren yü-rüttükleri mücadele sırasında kuşkusuz önemli kazanımlar elde edilmiştir. Bunlar sırasıy-la şunlardır:

Sağlık Bakanlığı, tekstil sektöründe kumlamayı ya-saklayan ve hastaların sağlık hizmetlerinden ücretsiz yarar-lanmasını sağlayan bir düzen-lemeye gitmiştir, yurt dışından silika hammaddesinin ithali durdurulmuştur.

Büyük çokuluslu ve yerli tekstil şirketleri kendilerinin teşhir edilmesi üzerine “artık kumlama yapmayacaklarını” açıklamak zorunda kalmışlar-dır.

Komite hukuk sürecinde de önemli adımlar at-mış, üçkağıtçı “merdiven altı” işletmelerin patronla-rına dava açmış, görevlerini yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında da ceza davaları açılmasını sağla-mıştır. Şu anda yargılanmakta olan Çalışma Bakanlığı müfettişleri ve belediye yetkilileri vardır.

Komite bunların yanı sıra kot işçilerinin haklarını arama mücadelesini örgütlü işçi sınıfının imkânlarıyla bütünleştirmeyi de görev bilmiştir. Bu doğrultuda, ülkenin çeşitli illerinden ve bölgelerinden Ankara’ya gelen hasta işçilerle beraber eylemler gerçekleştirmiş ve bu eylemlerde başta Petrol-İş ve Teksif sendikaları olmak üzere bir dizi işçi örgütünden destek almıştır. Komitenin İKP’li bileşenleri olarak, bu sendikaları-mıza ve elinden gelen her türlü desteği sunan politik örgütlerle işçi örgütlerine de teşekkür ederiz.

Ancak iş bu noktaya geldiği sırada komitede yer alan, özellikle de referandumda “Evet” çizgisini des-tekleyen komite üyeleriyle aramızda ayrılıklar doğ-maya başlamıştır. Bu üyeler mücadelenin gelinen aşamasında artık daha fazla bir şey yapılamayacağını, yapılan dayanışma konseriyle olayın kamuoyuna ye-terince aksettiğini, bundan sonra yapılması gerekenin hükümetten bir adım atmasını beklemek olduğunu

ifade etmeye başlamışlar ve komitenin faaliyetini esas olarak bu yöne kanalize ettirmeyi başarmışlardır. Fa-kat kot işçilerinin mücadelesini yenilgiye götüren bu kırılma noktasında belirleyici rolü ne yazık ki eski İKP üyeleri oynamıştır.

Bizse bu noktada bir sekterlik içine girmeyerek AKP’yle de her partiyle olduğu gibi görüşülebileceği-ni, işçilerin sorunlarının onlara da aktarılabileceğini belirttik. Fakat komitenin “Evetçi” üyelerinin hiçbir sınıfsal kaygıları olmadığı için, onlar, mücadeleyi hükümetten “sadaka” vermesini talep etmek biçimi-ne dönüştürmüşlerdir. Sonuçta mücadele yukarıda sıraladığımız hakları elde etmekle yetinmek zorun-da kalmış ve silikozis hastalarının esas talebi olan “Sadaka değil, malulen emekliliğimizi istiyoruz!”un yanına bile yaklaşılamamış ve çıkarılan “Torba Yasa” ile silikozis hastalarının üç yıllık mücadelesi yenilgiy-le sonuçlanmıştır. Bu durumda, AKP’den çalışanlar lehine bir düzenleme umudunu taşıyan komitenin

“Evetçi” üyeleri ve maalesef onlarla işbirliği içine giren eski İKP’lilerle aynı komitede yer almanın ne kot işçilerinin mü-cadelesine ne de genel olarak sınıf mücadelesine bir fayda getirmeyeceğini, bu durum-da olursak kot işçilerinin azılı bir patron partisi olan AKP ile ilgili yanılsamalara kapılarak belki de onun hakkında “iyi” düşünebilecekleri tehlikesini hissettiğimizden komiteden çekilmeye karar verdik.

AKP kimdir?AKP, Turgut Özal’ın

ANAP’ından sonra Türkiye’de işbaşına gelmiş hükümetler arasında başta uluslarara-sı patronlarla onların yerel uzantılarının çıkarlarını savu-nan en önemli partidir. Diğer bir deyişle, AKP sınıf bilin-

ci çok yüksek bir partidir. Nitekim, AKP’lilerle kot kumlama işçilerinin haklarıyla ilgili yürüttüğümüz görüşmelerde bize açıkça şunu söylediler: “Aslında biz taş çatlasa sayıları 5 bini bulacak kot işçilerine bu hakları veririz, ama iş orada bitmiyor. Onlara bu hakları verdiğimiz takdirde, Türkiye işçilerinin ol-dukça önemli bir bölümü bunlarla benzer durumda olduklarından çok daha geniş bir kitle benzer hakları elde etmiş olacaktır ki, biz hükümet olarak buna izin veremeyiz.” İşte bizim “Yetmez ama Evet” diyenleri-mizde olmayan yüksek sınıf bilinci budur! İşte bu ko-miteden çekilmekle doğru yapıp yapmadığımızı hem kot kumlama işçilerinin hem de Türkiye işçi sınıfının vicdanına bırakıyoruz.

Gene de mücadele daha bitmediBununla birlikte, işçi sınıfının çıkarlarından

başka hiçbir çıkar tanımayan İKP’nin üyeleri olarak, bu durumun zaten farkına varmış olan ya da en kısa zamanda farkına varacak olan silikozis hastası bütün illerdeki kot işçileriyle çok daha uzun soluklu müca-delelerinde sonuna kadar birlikte olacağımızı Türkiye işçi kamuoyuna duyurmayı vazgeçemeyeceğimiz bir görev biliriz.

Deklarasyon

Fulya AYATA- Engin BODUR