1526

Islam Ansiklopedisi Cilt 31 - Komisyon.pdf

  • Upload
    hilmi

  • View
    295

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

MUHAMMEDYYE Endonezya’da yenilikçi bir dinî tekilât.
18 Kasm 1912 tarihinde Orta Cava’nn Yogyakarta ehrinde Kiai Hac Ahmed Dahlân tarafndan kuruldu. Kuruluunda Hollanda sömürge yönetimiyle gelen Batl kültürel ve sosyal deerlerin, hristiyan misyonerlik faaliyetlerinin ve bölgedeki eski din ve kültürlerin müslüman halk üzerinde yapt tesirlerle slâm dünyasnda çeitli dinî uyan hareketlerinin ortaya çkmas önemli rol oynamtr. Günümüze kadar etkin bir ekilde faaliyet gösteren tekilâtn temel hedefi Endonezya’da slâmiyet’i hristiyan, Hindu, Budist ve animist inançlarn tesirinden kurtarmaktr. slâm’ d hücumlara kar savunmak, temel kaynaklar olan Kur’an ve Sünnet’in esaslarna dönerek slâm akîdesini modern düüncenin nda yeniden yorumlamak ve müslüman toplumunun ahlâkî ve dinî sorumluluklarn gelitirmek dier hedeflerinin banda yer alr. Kurulu tüzüünde belirtilen ve 22 Austos 1914 tarihinde hükümet tarafndan onaylanan esaslara göre bu hedefleri gerçekletirmek için tekilâtn okullar açmasna veya mevcut okullarda slâm dininin esaslar dahilinde ders vermesine, slâmiyet’e ait meselelerle ilgili toplantlar düzenlemesine, dinî hizmetlerin yürütülecei cami ve vakf binalar ina etmesine, slâm dini ve inançlar hakknda kitap, broür ve gazete çkarmasna izin verilecekti. Bu vaadlere ve Muhammediyye’nin (Muhammadiyah) siyasî faaliyetlerden uzak  duracan taahhüt etmesine ramen sömürge idaresi balangçta üpheci davranarak kuruluun faaliyet alann Yogyakarta civaryla snrlad ve ancak 1920’li yllarn banda barç bir yol takip edildii kanaatine varmas üzerine bütün Endonezya adalarnda faaliyet göstermesine izin verdi. Bu izinle birlikte tekilât ksa süre içinde millî bir hüviyet kazand ve açt Bat tipinde çok saydaki okul, yetimhane, hastahane, salk oca ve dier kurumlarla Endonezya toplumuna önemli hizmetleri dokunan bir cemiyete dönütü. 1938’de yars Cava’da olmak üzere bütün adalardaki toplam ube says 852’ye ve üye says 250.000’e ulamt; 834 cami ve mescidi, otuz bir halk kütüphanesi ve çeitli seviyelerde 1774 okulu vard. Farkl etnik gruplara mensup üyelerin çounluunu tüccar ve i verenler oluturmaktayd; bu durum hareketin ehir kökenli olduunu gösteriyordu. Malî kaynaklar daha çok üye aidatlar, hibe ve yardmlar, zekât ve fitre gelirleri, okul ücretleri ve tekilâtn kendi yatrmlarndan elde edilen gelirler oluturuyordu; eitim ve sosyal içerikli faaliyetler için devletten de belli bir yardm alnyordu.
 
ifade edildi. Bu kongrede alnan karar gereince üyeler siyasî faaliyetlere katlma hususunda serbest  brakld ve kendilerine slâm’a dayal bir program benimseyen herhangi bir siyasî partiye destek  vermeleri tavsiye edildi. 1960’ta Majlis Syura Muslimin Indonesia’nn kapatlmas üzerine siyasî kolundan mahrum kalan tekilât aktif politika dönemini sona erdirdi ve o tarihten itibaren siyasî gücü elinde bulunduranlarla ihtiyatl bir iliki içine girdi. Bu arada Endonezya Devlet Bakan Ahmed Sukarno’nun 1960-1965 yllar arasndaki güdümlü demokrasi döneminde onun teveccühünü kazand ve karlnda kendisini hayat boyu eref üyesi yapt.
1970’li yllarda yeniden esas faaliyet alan olan eitime, dinî hizmetlere ve toplumsal konulara arlk verilmeye baland, bu durum tekilâtn güçlenmesini salad. Suharto yönetimi tarafndan 1985’te bütün derneklerin sadece devletin resmî ideolojisini kabul etmesi mecburiyeti getirilince Muhammediyye de bu yönde gerekli tüzük deiikliini yaparak “slâm toplumu oluturma” ibaresini “slâm dinini yüceltme ve Allah’n istedii mutlu, adaletli ve müreffeh bir toplum oluturma” ekline çevirdi. Müslüman halkn eitim seviyesinin yükseltilmesine önem veren tekilâtn asl amac, dinî eitimin klasik usullerle yapld “pondok” veya “pesantren” denilen geleneksel okullarn slah, modern metotlardan istifade edilmesi ve örencilere hurafelerden arndrlm slâmî bilgilerin verilmesiydi. Bu dorultuda yaplan çalmalar mescidlerde faaliyet gösteren mahalle mekteplerinin düzene konulmasyla balatld.
Muhammediyye günümüzde siyasetten uzak olarak çeitli kollaryla dinî ve içtimaî alanlarda, eitimde faaliyet gösteren ve yaynlar yapan bir dinî hareket, ülkenin hemen her yerinde camileri, mescidleri, okullar, çocuk yuvalar, klinik ve hastahaneleri, yetim ve fakir evleri, ekonomik  kurulular bulunan bir gönüllü tekilât niteliindedir. 2000 yl rakamlarna göre ülke genelinde 8880 ubesi bulunan tekilâta bal 1128 ilkokul, 1179 ortaokul, 509 lise, 249 meslek lisesi, elli iki meslek yüksek okulu, krk be akademi, üç
 politeknikon ve otuz iki üniversite ile ilkokul seviyesinde 1768, ortaokul seviyesinde 534 dinî mektep ve elli be pondok / pesantren eitim vermekte, 312 salk merkezi ve poliklinik, 240 yetim ve fakir  evi, on dokuz halk kredi bankas, 190 slâmî banka ve 808 kooperatif iletmesi faaliyet göstermektedir.
slâm dünyasnda ortaya çkan her ihyâ hareketi gibi Muhammediyye de Kur’an ve Sünnet’te yer alan iman ve ibadetle ilgili temel prensiplere sk skya ball savunur ve inanç alannda tevhide vurgu yapar. Böylece eski animist, Hindu ve Budist kökenli inanç ve uygulamalar reddedilirken doum ve ölüm törenleri, yl dönümü kutlamalar gibi âdetlerin slâm dininin ruhuna aykr olduu kabul edilir. Muhammediyye mezhepler aras uzlamac bir tutum taknmtr. Taklidi reddederek ictihad savunur  ve fkhî ekollerin Kur’an ve Sünnet’in yorumlanmasnda tek ve nihaî merci olmadn, dinî ilimlerde yeterli bilgisi bulunan her müslümann ictihad yapabileceini ileri sürer. Baz tasavvufî görü ve uygulamalar reddetmese de genelde tarikatlara kar üpheci ve olumsuz bir tavr ortaya koymutur.
 
 
 
 
Divan iirinde beer msralk bendlerden oluan musammat nazm eklinde manzume
(bk. MUSAMMAT).
Türk mûsikisi usullerinden.
Arapça’da “be katl, beli” anlamna gelen muhammes Türk mûsikisinin büyük usullerinden biridir. Balangçta be darbl olarak düünülüp terkip edildiinden bu isim verilmi, ancak daha sonra usulün yaps ve zaman says deiiklie uramtr.
Usul otuz iki zamanl olup sekiz adet dört zamandan, baka bir ifadeyle çeitli ekillerde sralanan sekiz adet sofyandan meydana gelmitir. Muhammes usulünün 8’lik (32/8) birinci, 4’lük (32/4) ikinci ve 2’lik (32/2) üçüncü mertebeleri varsa da yaygn ekilde kullanlan 32/4’lük mertebesidir. Eldeki örneklerden XV. yüzyldan beri kullanld anlalan bu usulle saz mûsikisinde perevler, sözlü mûsikide ise kâr, beste gibi büyük formdaki eserlerle ilâhiler bestelenmitir. Bu usulle ölçülmü  beste formundaki eserlerde msralar genellikle iki usul, takip eden terennüm bir usul, arkasndan gelen usulde de msran son yarsnn tekrar yer alr.
Tanbûrî Cemil Bey’in ferahfezâ ve kürdîli-hicazkâr perevleriyle Abdülkdir-i Merâg’nin hüseynî kâr; Buhûrîzâde Mustafa Itrî’nin, “Cân kullâb- ser-i zülfün çeker senden yana” msrayla balayan nikriz, Ebûbekir Aa’nn, “eydâter eyledi beni huygerde gerdenin” msrayla balayan eviç  besteleri; Hamâmîzâde smâil Dede Efendi’nin “Eyâ âlemlerin âh” msrayla balayan hüzzam, “Mevlâm senin âklarn” msrayla balayan rak ilâhileri ve Dellâlzâde smâil Efendi’nin, “Aknla yandr sultânm Allah” msrayla balayan rak ilâhisi bu usulle ölçülmü eserlerden bazlardr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
MUHAMMRE (   (
Dinî bir sembol olarak krmz elbise giyen ve deiik bölgelerde farkl isimlerle anlan ar frka
(bk. GLYYE).
MUHAMMSE (   (
Hz. Muhammed, Hz. Ali, Fâtma, Hasan ve Hüseyin’e ulûhiyyet nisbet eden ar frka
(bk. GLYYE).
Adnânîler’e mensup baz kabilelerin ad.
Muhârib b. Hasafe. Kays Aylân’n bir koludur; nesebi Muhârib b. Hasafe b. Kays Aylân vastasyla Adnân’a ular. Balca kollar Cesr, Tarîf ve Hudr olup Necid’in güneyindeki dalk kesimde Gatafân, Süleym ve Hevâzin kabilelerine ait bölgeye komu topraklarda göçebe hayat sürüyordu. Bu akraba kabileler “esâfi’l-Arab” (Araplar’n tencere talar, sacaya) denilen üçlü bir ittifakla  birbirine balanmt (bn Habîb, el-Muabber, s. 234). Câhiliye devrinde Âmir b. Sa‘saa kabilesinin saldrsyla balayan aralarndaki dümanlk, Muhârib b. Hasafe’nin Yevmü evâht diye bilinen savata kesin bir zafer kazanmasna kadar uzun süre devam etmiti. O dönemde Ukâz bölgesinde dikili Hevâzin’e ait Cihâr adl puta tapan Benî Muhârib din hizmetlerinin yürütülmesine de katkda  bulunuyordu.
Hz. Peygamber, hicretten önce ticaret ve hac maksadyla Mekke’ye gelen putperest Araplar’ slâm’a davet ederken Muhârib b. Hasafe kafilesiyle de görümü, fakat kabile mensuplar dierleri gibi davetini reddederek kendisine kar çok ar davranlarda bulunmulard. slâm’a dümanln hicretten sonra da sürdüren Benî Muhârib’in 3 (624) ylnda Gatafân’dan Sa‘lebe b. Sa‘d oullaryla  birlikte Medine’ye baskn hazrl içinde olduu duyulunca onlara kar Zûemer ve ertesi yl Zâtürrik‘ gazveleri düzenlendi. 6 (627) ylnda Resûl-i Ekrem’in Benî Kuratâ üzerine gönderdii Muhammed b. Mesleme kumandasndaki seriyye Benî Muhârib’e ait bir kafile ile karlap çatmaya girmi, Benî Muhârib’den bazlar öldürülmü, kabileye ait davarlara ve develere el konulmutu. Ayn yl Muhârib b. Hasafe’ye, Sa‘lebe ve Enmâr’a kar önce Muhammed b. Mesleme, ardndan Ebû Ubeyde b. Cerrâh kumandasnda birlikler sevkedilmitir. Bu olaylar, Benî Muhârib ve Gatafân’n baz kollarnn bir arada veya birbirine çok yakn topraklarda yaadn göstermektedir. Muhtemelen bu beraberlik sebebiyle baz kaynaklarda Benî Muhârib, Gatafân’n bir kolu olarak  gösterilmi ve yine Zûemer Gazvesi srasnda Hz. Peygamber’i gizlice öldürmeye çalan, fakat mûcizevî ekilde klcn elinden düürüp müslüman olan Dü‘sûr b. Hâris el-Muhâribî, Gatafân’a nisbet edilmitir (bn Hiâm, II, 203, 205).
Resûl-i Ekrem, Muhârib b. Hasafe’nin 10 (631) ylnda müslüman olmak istediklerini bildirmek  üzere Medine’ye gönderdii on kiilik heyette yer alan, Mekke döneminde slâm’a davet ettii kafileden bir kiiyle karlam, önceki görümelerinde ona ar hakarette bulunan bu ahs, eski kafileden sadece kendisinin hayatta kaldn söyleyerek slâm’a girebildii için Allah’a hamdetmitir. Hz. Peygamber’in vefatndan sonra ba kaldran Muhârib b. Hasafe, krime b. Ebû Cehil tarafndan itaat altna alnmtr. Daha sonra Irak fetihlerine katlan kabile Kûfe’de Temîm, Esed ve Gatafân’la birlikte ayn mahalleye yerletirilmitir. Sahâbî Târk b. Abdullah, Sevâ b. Hâris, ünlü airlerden Lakt b. Bükeyr ve Abdurrahman b. Seyhân bu kabileye mensuptur.
 
dahil edilmitir. Yar göçebe bir hayat süren ve dier kabilelerle kervanlar üzerine düzenledikleri saldrlarla tannan Kureyü’z-zevâhir savaçlk yeteneini üstünlük sebebi sayar ve Kâbe çevresinde yaayan kollara (Kureyü’l-bitâh) kar bununla övünürdü. ki tarafn birlikte çkt savalarda ortak ordunun öncü kuvvetleri onlardan seçilirdi. Kurey’in Mutayyebûn-Ahlâf iç çekimesinde tarafsz kalan ve Hilfü’l-fudûl antlamasna da girmeyen Benî Muhârib, yine akraba kabilelerden Benî Abd b. Maîs (Muays) ve Benî Edrem b. Glib’le ittifak kurmutu. Câhiliye devrinde Ficâr savalarna katlan Muhârib b. Fihr’in Benî Cumah ile yapt ve dümanna büyük  kayplar verdirdii Redmü Benî Cumah sava mehurdur. O dönemde Benî Damre ile de dümanlk  ortaya çkm ve iki taraf arasnda karlkl saldrlar olmutur.
Hz. Peygamber, Kurey kabilelerini slâm’a davet için toplantya çardnda Benî Muhârib b. Fihr  onu reddetti. Kabilenin ileri gelenlerinden Kürz b. Câbir 2 (623) ylnda Medine’ye bir baskn düzenledi. Kurey’in air ve cengâverlerinden olan Benî Muhârib lideri Drâr b. Hattâb, Uhud ve Hendek gazvelerinde müslümanlara kar savat. Kürz b. Câbir, Hudeybiye Antlamas’nn yapld günlerde slâm’ kabul etti ve Hz. Peygamber tarafndan seriyye kumandan olarak görevlendirildi (6/627); fetih ordusunun Mekke’ye girii srasnda Handeme’de bir grup müriin saldrs yüzünden çkan çatmada ehid dütü. Kabilenin dier mensuplar da reisleri Drâr’la birlikte fethin ardndan müslüman oldular. I. Mervân ile yapt Mercirâhit savanda öldürülen Dahhâk b. Kays ve II. Yezîd zamannda Medine valilii görevinde bulunan olu Abdurrahman, Anadolu üzerine düzenledii aknlar dolaysyla Habîbü’r-Rûm denilen Habîb b. Mesleme, muhaddis Ahmed b. Muhârib ve Mâlikî fakihi Mâlik b. Ali kabilenin mehur simalarndandr. Muhârib b. Fihr’den Abdülmelik b. Katan gibi bazlar da Endülüs’e yerleerek nesillerini orada devam ettirdiler.
Muhârib b. Subâh. Esed b. Rebîatü’l-Feres’in bir kolu olup adn Muhârib b. Subâh b. Atîk’ten alr. Ünlü air Mezyed b. Abdel el-Esedî bu kabiledendir.
Muhârib b. Amr. Abdülkays’n bir kolu olup adn Muhârib b. Amr b. Vedîa’dan almtr. Bahreyn  bölgesinde oturan kabile, Hatâme b. Muhârib’e nisbetle “hatâmiyye” (hutâmiyye) denilen ve klç kran zrhlaryla tannmtr. slâm’ kabulleri srasnda kabileden Muhârib b. Zeyd ve amcasnn olu Ubeyd b. Hemmâm elçi olarak Hz. Peygamber’e gelmilerdi. Kaynaklarda yine Adnânî kabilelerden Muhârib b. Mür b. Üd b. Tâbiha’nn ismi de geçmektedir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
Sözlükte “bir eyin yerine bakasn getirmek, deitirmek” mânasndaki tahrîf masdarndan türeyen muharref kelimesi terim olarak “sened veya metninde hareke, harf yahut yaz deiiklii yaplarak  nakledilen hadis” demektir. Hadis üzerinde böyle bir deiikliin yaplmasna “tahrif” denir. Muharref terimi ilk dönemlerden itibaren musahhaf ile ayn anlamda kullanlmakla beraber muharref   pek yaygnlamamtr. Nitekim Hâkim en-Nîsâbûrî, bnü’s-Salâh e-ehrezûrî, Nevevî, Zeynüddin el-Irâk ve Süyûtî gibi muhaddisler muharrefi musahhaf bal altnda ele almlardr. Her iki terime ayr olarak yer veren ilk müellif bn Hacer el-Askalânî’dir. Ona göre sened veya metninde ekil deiiklii yaplan hadisler muharref, yalnz nokta deiikliine urayanlar ise musahhaftr  (Nüzhetü’n-naar, s. 94). Bu durumda muharref musahhaftan daha geni anlamldr (Tâhir el-Cezâirî, s. 365).
Hadiste tahrif genellikle yanl okuma veya yanl duymadan kaynaklanr. Noktalama iaretlerinin henüz yerlemedii ilk dönemlerde hadisi bir muhaddisten duymadan önce bir kitaptan yazan veya ilim meclisinde ders takrir eden hocadan yanl duyan râvilerin nakillerinde daha çok tahrif  görülmektedir. Bununla birlikte mehur muhaddisler de zaman zaman tahrif hatasna dümülerdir.
Tahrif, daha ziyade ekilleri birbirine benzeyen ve okunular birbirine yakn olan isim ve kelimelerde meydana gelmektedir. “       “ adnn ”       “ ,eklinde ”       ” adnn “       “ ve ”     “ adnn ”     olarak okunmas senedde yaplan tahrife ” örnektir. Sahâbeden Zeyd b. Sâbit’in “       (Hz. Peygamber mescidde bir oda çevirdi) ” ifadesini (Buhârî, “Edeb”, 75; Müslim, “alâtü’l-müsâfirîn”, 213) râvi bn Lehîa’nn bir hocadan duymadan kitapta gördüü gibi “       eklinde (Hz. Peygamber mescidde kan aldrd) ” yanl okuyup nakletmesiyle (Müsned, V, 185) Câbir b. Abdullah’n “         .Übey b) ” Kâ‘b Hendek Gazvesi’nde yaraland) cümlesindeki (Müsned, III, 303) “   kelimesini râvi ” Gunder’in “   “ okuyarak ifadeyi ”         (Babam Hendek Gazvesi’nde yaraland) ” ekline dönütürmesi (bnü’s-Salâh, s. 280) metinde tahrifin örnekleridir. Seneddeki tahrif pek  önemli görülmese de metindeki tahrif mânann deimesine sebep olabilmektedir. Bundan dolay hadis naklederken sk sk tahrif yapan râviler rivayete ehil görülmemi, muharref hadis asl sahih olsa  bile hüküm bakmndan merdud kabul edilmitir.
 
Hayr, s. 204), Osman b. sâ el-Belatî’nin et-Ta îf ve’t-ta rîf’i (Kefü’-unûn, I, 411), Safedî’nin Taîu’t-taîf ve tarîrü’t-tarîf’i (nr. Seyyid e-erkvî, Kahire 1407/1987), Süyûtî’nin et-Tarîf  (et-Tarîf) fi’t-taîf adl eseri (Berlin 1664) bu konuda yaplan önemli çalmalardr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
Hicrî yln ilk ay.
Sözlükte “haram klnan, yasaklanan; kutsal olan, sayg duyulan” anlamlarndaki muharrem savamann haram kabul edildii dört aydan birinin addr. Bu ayn slâm’dan öncesi Arab- bâide (Âd ve Semûd) veya Arab- âribe döneminde mü’temir ve mûcib diye adlandrld rivayet edilir. Baz kaynaklarda muharremin Câhiliye devrinde “nâtk” eklinde anld belirtilmekteyse de (Mes‘ûdî, II, 207) nâtk ramazan aynn ismiydi (bn Düreyd, III, 489; Lisânü’l-Arab, “emr” md.; Yahyâ b. Ziyâd el-Ferrâ, s. 52). Muharremü’l-harâm eklinde de bilinen bu ay Osmanl belgelerinde .ksaltmasyla gösterilmitir ()
Hicrî takvimde yer alan ay isimlerinin milâdî V. yüzyln balarnda Hz. Peygamber’in baba tarafndan beinci dedesi Kilâb b. Mürre tarafndan belirlendii nakledilmektedir. slâm’dan önce muharrem ayna “saferü’l-evvel” denirdi. Çünkü Araplar yln ilk alt ayn her iki aya bir isim vermek suretiyle safer, rebî‘ ve cumâdâ diye adlandrm, bunlar birbirinden ayrmak için  birincisine “evvel”, ikincisine “âhir” veya “sânî” sfatlarn eklemilerdi. lk iki aya “saferân” ismi de verilmi, birinci safer haram aylardan olduu için “saferü’l-muharrem” eklinde de anlmtr. Önceleri sfat olarak kullanlan muharrem kelimesi slâmî dönemde veya slâm’dan evvel bu ayn özel ad olmu, ikinci safere de yalnz safer denilmitir. slâm öncesinde receb ay için de muharrem kelimesinin kullanlmas, bunun aslnda bir isim deil sfat olduunu göstermektedir.
Câhiliye devrinde Araplar, haram aylardan üçünün (zilkade, zilhicce, muharrem) pe pee gelmesini önlemek için “nesî’” uygulamasyla seneyi iki veya üç ylda bir on üç aya çkarp muharrem ayn saferin yerine kaydrmak suretiyle safer ayn haram ay kabul ediyorlard. Böylece muharremle kendisinden önceki dier haram aylarn arasna helâl bir ay ekleyerek üç haram ay birbirinden ayryor ve muharrem aynda da savamakta saknca görmüyorlard. Nesî’ uygulamas Kur’ân- Kerîm’de kötülenmi (et-Tevbe 9/37),
 Hz. Peygamber, aylarn kendi zaman dilimlerine döndüü bir yla (10/632) denk gelen hacc srasnda Mina’daki hutbesinde zamann Allah’n gökleri ve yeri yaratt günkü durumuna döndüünü ifade edip muharremin haram aylardan biri olduunu belirtmitir (Buhârî, “Bedü’l-al”, 2; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 67).
 
ramazandan sonraki en faziletli orucun bu ayda tutulan oruç olduunu ifade etmitir (Müslim, “yâm”, 202-203; Nesâî, “yâmü’l-leyl”, 6).
Muharrem aynn onuncu günü “âûrâ” diye adlandrlr. Sâmî dinlerde özel bir yere sahip bulunan âûrâ gününde Câhiliye Araplar da oruç tutard. Hz. Peygamber risâletten önce ve Medine’ye hicretinden sonra bu günde birkaç defa oruç tutmu, müslümanlara da tutmalarn emretmi, ramazan orucunun farz klnmasyla birlikte bu orucu istee brakmtr. Resûl-i Ekrem muharremin sadece onunda deil dokuz ve on birinci günlerinde de oruç tutulmasn tavsiye etmitir (Buhârî, “avm”, 69). Hanefî ve Mâlikî mezheplerinde muharremin dokuzuncu günü ile birlikte onuncu günü ya da onuncu günü ile on birinci günü oruç tutulmas sünnet kabul edilmitir. âfîîler ise bu ayn dokuz ve onuncu günlerinde oruç tutmay müstehap sayar. Hanefî mezhebine göre muharremin sadece onuncu günü oruç tutulmas yahudileri taklit etme anlamna gelebilecei için mekruhtur. bn Kayyim el- Cevziyye muharrem ayndaki oruçlarn en faziletlisinin dokuz, on ve on birinci günlerinde tutulan oruç olduunu, daha sonra da dokuz ve onuncu günlerin, bunun ardndan yalnz onuncu günün geldiini ifade eder (Zâdü’l-meâd, II, 76). slâm’n ilk yllarnda muharrem aynda icra edilen kurban ibadeti daha sonra neshedilerek zilhicce aynda yaplmaya balanmtr.
Hz. Hüseyin ile aile fertlerinin 10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) Kerbelâ’da ehid edilmesi üzerine muharrem ay baka bir anlam kazanm, îa için bu tarih Hz. Hüseyin’in intikamn alma ahdinin tazelendii bir matem günü olmutur. Özellikle ran’da 10 Muharrem’de “tâziye” ad verilen törenlerin düzenlenmesi, yas merasimlerinde atlarn söylenmesi ve makteli Hüseyin türü eserlerin okunmas gelenek halini almtr. Muharrem ayndaki matem âyinlerinin en mehuru âyîn-i sükvârîdir. iîlik’te büyük önem tayan bu âyin Büveyhîler döneminde resmî bir hüviyet kazanmtr. Muizzüddevle, 352 (963) ylnda muharrem aynn ilk on gününü Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’daki ehâdeti için matem zaman olarak ilân etmi, iîler’in bu günlerde toplu olarak alayp yas tutma, zincirlerle kendilerini dövme eklindeki matem törenleri bugüne kadar devam etmitir.
Anadolu’daki Alevî-Bektaî geleneinde de muharrem aynn özel bir yeri vardr. Baz  peygamberlerin kurtulu günleriyle dördüncü imam Zeynelâbidîn’in kurtuluu için tutulacak oruçlar  ve Kerbelâ’da Hz. Hüseyin ile dier ehidlerin yasnn tutulmas amacyla yaplacak faaliyetler bir  erkânla düzenlenmitir. Bu ayn ilk on veya on iki gününde oruç tutulmas gerekir. Bu günlerde tra olunmamas, çamar deitirilmemesi ve ykanlmamas, cinsel ilikide bulunulmamas, elenceden uzak durulmas, atlar, mersiyeler ve nefesler okunmas gibi uygulamalar yaygndr. Baz yerlerde su içilmemesi eklindeki su orucu âdetine de rastlanmaktadr. Ayrca Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-suadâ adl eserinin okunmas yaygn bir gelenektir (Noyan, s. 86-87; Tur, s. 184-196).
 
 
 
 
 
 
Evlenilmesi haram olan kadnlar anlamnda fkh terimi.
Hurmet kökünden türetilmi olup sözlükte “yasaklananlar” anlamna gelen muharremât fkhta biri geni, dieri dar olmak üzere iki mânada kullanlr. Geni anlamyla muharremât dinen haram klnan, yasaklanan eyleri (bk. HARAM), dar anlamyla da evlenilmesi haram olan kadnlar ifade eder. “Evlenilmesi yasak erkek ve kadn hsm” mânasndaki mahrem terimi kapsamnda bulunan kadnlar  dâimî evlenme engeli söz konusu olduu için “el-muharremâtü’l-müebbede”, geçici bir engel sebebiyle evlenilmesi haram olanlar ise “el-muharremâtü’l-muvakkate” diye anlr. Her iki durumda yasaklk hükmü hem erkek hem kadn için söz konusudur.
 
olmakla birlikte Kur’ân- Kerîm’de câriyelerin bu statülerinden kaynaklanan baz güçlükler sebebiyle hür erkeklerin onlarla evlenmeleri baz artlara balandndan (en-Nisâ 4/25) fkh literatüründe mülkiyet ilikisi de bir tür evlenme engeli olarak yer almtr.
Hz. Peygamber’in evlenme yasaklar hakknda açklama ve uygulamalar vardr. Nitekim, “Kadn halas, teyzesi, erkek veya kz kardeinin kz üzerine (onlarla birlikte) nikâhlanamaz; eer bunu yaparsanz akrabalk balarn koparm olursunuz” hadisiyle (Buhârî, “Nikâ”, 27; Müslim, “Nikâ”, 37-38) Nisâ sûresinin 24. âyetinde geçen, “ki kz kardei birlikte nikâhnz altnda tutmanz size haram klnd” ifadesine; “Nesep sebebiyle haram olanlar süt emme sebebiyle de haram olur” hadisiyle de (Buhârî, “Nikâ”, 20; Müslim, “Raâ”, 1; bn Mâce, “Nikâ”, 34), “Sizi emziren sütanneleriniz, sütbaclarnz haram klnd” ifadesine hükmün kapsam geniletilerek açklk  getirilmitir. Resûl-i Ekrem ayrca muhtemelen Mecûsîler’de yakn akraba evliliinin yaygn olmasndan dolay müslümanlarn onlarla evlenmesini yasaklam (Ahmed b. Hüseyin el-Beyhak, IX, 192), yeni müslüman olup slâmiyet’teki evlenme yasaklarna uymayanlara müdahalede  bulunmutur (Tirmizî, “Nikâ”, 33, 34; Abdullah b. Yûsuf ez-Zeylaî, III, 169). Dier taraftan Kur’ân- Kerîm’de haram olduu belirtilenler dndaki akraba ile evlenmeyi yasaklamamakla birlikte neslin salkl ve güçlü olmas için akraba olmayanlarla evlenmeyi tavsiye etmitir (bn Mâce, “Nikâ”, 46; Gazzâlî, II, 53; Abdel Rahim Omran, s. 27, 39).
slâm’da hayatn çeitli alanlarna dair pek çok düzenleme Kur’an ve Sünnet’in genel ilkeleri çerçevesinde ictihada ve slâm toplumunun takdirine braklrken evlenme ve aile hakkndaki belli  bal hükümlerin bizzat Kur’an veya Hz. Peygamber tarafndan belirlenmi olmas slâm dininin evlilik ve aile kurumuna verdii önemin açk bir ifadesidir. Evlilikle ilgili birtakm kayt ve artlara yer verilmesinin ve baz kiiler arasnda evlenme yasa konmasnn temel amac ise insan neslinin insan onuruna yarar bir mükemmellikte sürdürülmesine, kadn ve erkeklerin evlilikten doan haklarnn gözetilmesine ve çocuklarn salkl bir aile eitimi almasna imkân veren bir ortamn hazrlanmas, mahremiyet telakkisinin dinî ve hukukî güvence altna alnmasdr.
lk devirlerden itibaren müslüman toplumlarda evlenme engellerine hassasiyetle uyulmu, klasik fkh literatüründe nikâh akdinin unsur ve artlar ele alnrken evlenecek çiftler arasnda er‘î bir evlenme engelinin bulunmamas üzerinde önemle durulmu ve baz eserlerde konu müstakil balklar altnda incelenmitir. Esasen Kur’an ve Sünnet’le sabit olan evlenme engellerinin pek çou hakknda icmâ olutuu, fkh âlimlerinin bu konudaki görü farkllnn ise ayrntlarda bulunduu görülür.
Devaml Evlenme Engelleri. a) Kan (nesep) hsml. Semavî dinlerde ve hemen bütün hukuk ve ahlâk sistemlerinde belirli derecedeki hsmlar arasnda evlilik yasaklanmtr. Yasaklama snrlarnn dar veya geni tutulmas bu sistemin oturduu temel inanç ve felsefe, toplumun gelenekleri, ahlâkî telakkileri ve aileye verdii önemle yakndan ilgilidir. slâm’da evlenme engeli olarak kan hsmlnn derecesi konusunda orta bir yol tutulmu olup bu yasan kapsamndaki kadnlar dört grupta toplanr: 1. Usul (üst soy hsmlar). Anne ile anne ve baba tarafndan bütün nineler. 2. Fürû (alt soy hsmlar). Kzlarla
 
tâbidir. Önceki gruplarda batndan batna sürüp giden haramlk bu grupta yalnz birinci dereceyle snrl olduundan amca, teyze, hala ve day kzlaryla evlenilebilir (el-Ahzâb 33/50). b) Süt (radâ‘) hsml. Bu, çocukla öz annesi dnda kendisine sütünü veren kadn ve onun belli derecedeki akrabalar arasnda meydana gelen hsml ifade eder. Süt veren kadn sütünü emen veya içen çocuun sütannesi, kadnn sütünün gelmesine sebep olan kocas sütbabas olur. Dolaysyla sütanne ve sütbabann nesep, süt ve shrî hsmlar bu çocuun da akrabas saylr. Ancak süt emen çocuun  bütün akrabas deil kendisiyle birlikte sadece ei, çocuklar ve torunlar sütanne ve sütbabann akrabas olur. Buna göre süt hsml sebebiyle evlenilmesi ebediyen haram olan kadnlar unlardr: 1. Sütanne ile sütanne ve sütbaba tarafndan bütün sütnineler. 2. Sütkzlar ve sütkz torunlar. 3. Sütanne ve sütbabann nesep ve süt yönünden alt soyu, yani bir kimsenin sütkzkardeleriyle süt cihetinden erkek veya kz kardelerinin nesep ve süt cihetinden kzlar ve kz torunlar. 4. Süthala ve sütteyzeler. 5. Ein sütanne ve sütnineleri. 6. Ein süt yönünden alt soyu, yani baka bir erkekle evli iken süt verdii kzlar ile bunlar vastasyla kz torunlar. 7. Süt yönünden üst soyun eleri, yani kiinin süt üvey anneleri ve süt üvey nineleri. 8. Süt cihetinden oul ve erkek torunlarn eleri (ayrca  bk. RAD‘). c) Kayn hsml (shrî hsmlk, musâhere). Evlenmeden doan hsmlk sebebiyle evlenilmesi ebediyen haram olan kadnlar dört grupta toplanr: 1. Babann ve dedelerin eleri, yani kiinin üvey anneleri ve üvey nineleri. 2. Oul ve erkek torunlarn eleri. 3. Kaynvâlide ile ein baba ve anne tarafndan nineleri. 4. Ein baka kocadan olan kzlar ile kz torunlar. Ancak son gruptakilerin muharremât kapsamna girmesi için nikâh akdi yeterli olmayp zifafn da gerçeklemesi gerekir. Öte yandan zina yoluyla vuku bulan cinsel iliki de Hanefîler’e göre evlenme engeli oluturur, yani kii zina ettii kiinin usul ve fürûu ile evlenemez. âfiîler’de ise bu yolla evlenme engeli meydana gelmez (ayrca bk. SIHRYYET).
 
evlenmelerinin yasak olduu, fakat Mâide sûresinin 5. âyetiyle getirilen istisna sebebiyle müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadnlaryla evlenebilecekleri kanaatindedir. Baz âlimler ise Kur’an dilinde mürik kelimesinin bata Arabistan putperestleri olmak üzere ilâhî bir kitab benimsemeyen ve irk  inancna sahip inkârclar için kullanldn, Allah’n birliine, asl bozulmu olsa da ilâhî bir kitaba ve peygamberlere iman eden Ehl-i kitabn bu kapsamda saylmasnn kesin olmadn, dolaysyla sadece Bakara sûresinin 221. âyetine dayanlarak müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadnlarla ve müslüman kadnlarn Ehl-i kitap erkeklerle evlenmelerinin câiz olup olmad hükmüne varlamayacan, ancak Mâide sûresinin 5. âyetinden müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadnlarla evlenmesinin câiz olduu hükmünün anlaldn ifade etmilerdir. Bu görüte olanlar da Mümtehine sûresinin 10. âyeti yannda Allah’n müminler aleyhine kâfirlere asla bir yol vermeyeceini ifade eden Nisâ sûresinin 141 ve insanlar müminkâfir olarak iki ana gruba ayran Tegbün sûresinin 2. âyetleri bata olmak üzere baka delilleri dikkate alarak müslüman kadnlarn Ehl-i kitap erkeklerle evlenmesinin câiz olmad noktasnda ilk gruptakilerle birletiklerinden sonuç itibariyle bu hususta  bir icmâ meydana gelmi, slâm toplumlarnda ilk devirlerden itibaren görülen uygulama da bu istikamette olmutur. Öte yandan baz kaynaklarda Mümtehine sûresinin, “Kâfir kadnlar nikâhnzda tutmayn” meâlindeki âyeti nâzil olduu zaman bu âyetin gereini yerine getirerek mürik hanmlarn  boayanlar arasnda bulunan Hz. Ömer’in (Ebû Bekir bnü’l-Arabî, IV, 1788; bn Kesîr, IV, 351) müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadnlarla evlenmesini -haram saymamakla birlikte-ho karlamad ve Ehl-i kitap bir kadnla evlenen Medâin Valisi Huzeyfe b. Yemân’dan hanmn  boamasn istedii nakledilir (Cessâs, I, 332-333; II, 324). Bu delillere dayanan baz fakihler, zorunlu olmadkça müslüman erkeklerin Ehl-i kitap kadnlarla evlenmesini mekruh diye nitelemitir. Ehl-i kitap olsa da slâm’dan dönen (mürted) kadnla evlenmenin câiz olmad hususunda görü  birlii vardr. g) Mülkiyet ilikisi. Fkh literatüründe kölelik statüsüyle balantl geçici evlenme engellerine de temas edilir. Buna göre hür olan müslüman erkek ve kadn bakasnn mülkiyeti altndaki câriye ve köle ile belli artlar dahilinde evlenebilirse de kendi mülkünde bulunan câriye ve köle ile evlenemez. Yine hür bir kadnla evli kiinin ayrca bir câriye ile evlenmesi câiz deildir. Dier taraftan fkh eserlerinde akl hastal, cinsel iktidarszlk gibi durumlar evlenme engeli deil evlenme akdinin fesih sebepleri arasnda mütalaa edilmitir.
1917 tarihli Hukk- Âile Kararnâmesi’nde fkh âlimlerinin üzerinde ittifak ettii evlenme engelleri ayr ayr saylm (md. 13-19) ve müslüman bir kadnn gayri müslim erkekle akdettii nikâh bâtl olarak  
 nitelendirilmitir (md. 58). Kölelik-câriyelik statüsüyle ilgili engeller ve liân ise evlenme engeli olarak zikredilmemitir. Kararnâmenin 20-32. maddeleri arasnda bulunan iki faslda hristiyan ve yahudilerin kendi aralarndaki evlenme engellerine yer verilmitir.
 
hukukî sonuçlar konusunda farkl deerlendirmeler yaplmtr (bk. FESAD). Esbâb- mûcibe lâyihasndan anlaldna göre Hukk- Âile Kararnâmesi’nde, akid yaplrken evlenme engellerine riayetsizlik halinde uygulanacak hukukî müeyyideler Ebû Hanîfe’nin görüleri esas alnarak  düzenlenmi, dolaysyla müslüman bir kadnn gayri müslim bir erkekle evlenmesi bâtl, dier  evlenme engellerinin bulunduu hallerde yaplan evlilikler ise fâsid olarak nitelendirilmitir (md. 53, 54, 58). Buna göre evlenme engeli bulunmas halinde yaplan evlenme akdi -ister bâtl ister fâsid olarak nitelendirilsin-geçersizdir; taraflar kendiliklerinden ayrlmazlarsa mahkemece ayrlmalar salanr. Ayrca kararnâmede (md. 75, 76) zifaf meydana gelsin veya gelmesin bâtl nikâha hiçbir  sonuç balanmayaca, zifaf meydana gelmesi halinde fâsid nikâha sadece mehir, iddet, nesep ve hürmet-i musâhere hükümlerinin balanaca ifade edilmitir. Hanefîler’in dndaki mezhep fakihleri ise ibadetlerde olduu gibi muâmelâtta da fesad ve butlân e anlaml olarak kullandklarndan bu tür   bir ihlâlin sonucu mutlak anlamda geçersizliktir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
Türk edebiyatnda Kerbelâ Olay’n anlatan mersiyelerle bunlarn bestelenmi ekillerinin ve yeni yl tebrik için yazlm iirlerin genel ad.
Hz. Hüseyin ile aile mensuplar ve taraftarlarndan yetmi kadar kiinin 10 Muharrem 61 (10 Ekim 680) tarihinde Emevî Halifesi Yezîd kuvvetlerince Kerbelâ’da ehid edilmesi sebebiyle duyulan üzüntüyü ifade etmek, bu vesileyle Ehl-i beyt sevgisini gönüllere yerletirmek için yazlan iirlere muharremiyye denilmi, ayrca Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin sevgisini ileyen manzumeler de bu kapsamda deerlendirilmitir. Bunlarn ilâhi veya tevih formuyla bestelenmi ekillerine de “muharrem ilâhileri” veya muharremiyye ad verilmitir.
Hz. Hüseyin’e yaplan zulümleri anp alayanlarn cennete gireceine dair iî kaynakl rivayetler (bu rivayetler için bk. Muhammedî er-Reyehrî, VI, 324-327) ve onun için alayanlar taklit ederek alar  görünenlerin de ayn ekilde mükâfatlandrlacana inanlmas halk Kerbelâ Olay’n anmaya ve airleri bu konuda iir yazmaya özendirmitir. Bu iirler, iîler’in düzenledii matem törenlerinde ve Ehl-i beyt muhabbetine önem veren Sünnî tarikat çevrelerinin muharrem aynda yaptklar zikir ve âyinlerde besteli veya bestesiz olarak okunagelmitir. airler bu iirlerle itibarlarnn artacana ve mafirete nâil olacaklarna inanmtr. Fuzûlî bu hususu, “Tekrâr- zikr-i vâka-i det-i Kerbelâ / Makbûl-i hâs u âm u sgr ü kibârdr / Takrîr edenlere sebeb-i izz ü ihtiam / Tahrîr edenlere eref-i rûzigârdr” ktasnda ve, “Yâd et Fuzûlî âl-i abâ hâlin eyle âh / Kim berk- âh ile yaklr hrmen-i günâh // nlemek âl-i nebî vü müslümâna üphesiz / Bende-i âl-i abâya mûcib-i gufrân olur” eklindeki beyitlerinde ifade etmitir.
Türk edebiyatnda muharremiyyelerin ne zamandan itibaren yazlmaya baland bilinmemektedir. Ancak gerek Orta Asya gerekse Anadolu sahasnda çou bâtnî ve iî telakkilere sahip dervi zümrelerinin muharrem törenleri yaptklar ve bu törenlerde Kerbelâ Olay’n anlatan iirler  okuduklar tahmin edilebilir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî de Farsça bir Kerbelâ mersiyesi kaleme alm ve Menevî’de bu vesileyle yaplan törenleri tasvir ederken taknlklardan saknlmasn tavsiye etmitir. Dolaysyla Türk edebiyatnda bu manzumelerin XII. yüzyldan itibaren yazldn söylemek mümkündür.
Muharremiyyeler XV. yüzyldan itibaren gelimeye ve XVI. yüzylda yaygnlk kazanmaya  balamtr. Bu konudaki en eski örnek Yazcolu Mehmed’in (ö. 855/1451) Muhammediyye’sindeki “Vefâtü’l-Hasan ve’l-Hüseyin” balkl elli dört beyitlik manzumedir. Kerbelâ Olay’n Sünnî yaklamla Hz. Peygamber’in olay vukuundan önce haber veren bir mûcizesi eklinde ele alan, ancak  Yezîd’e lâneti de içeren
 
“ehidlerin serçemesi / Enbiyânn bar ba / Evliyânn gözü ya / Hasan ile Hüseyin’dir” msralaryla balayan ve asrlardr okunagelen dokuz ktalk manzume de ilk örnekler arasnda yer  alr.
XVI. yüzylda Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-suadâ adl mensur makteli bir muharremiyye nitelii tamaktadr. Eserde yer alan mersiyeler ise muharremiyyelerin en mükemmel klasik örnekleridir. Fuzûlî’yi Hayretî, Safî, emsi Paa, Âlî Mustafa Efendi, Rûhî-i Badâdî, Ubeydî ve Viranî takip eder. Bunlardan Âlî Mustafa on üç, Rûhî dört mersiyesiyle dikkat çekmektedir.
Muharremiyye türüne ilginin artt XVII. yüzylda Fasîh Ahmed Dede, Kafzâde Fâizî, Seyyid  Nizamolu, Arî, Sabrî, Ömer Fuâdî, Sabûhî, Feridun, Cem‘î, Nâilî ve Neâtî’nin Kerbelâ mersiyesi yazdklar tesbit edilmitir (Çalayan, s. 37).
Birrî Mehmed Dede, Kâmî, Nazîm, smâil Belîg, Sezâî-yi Gülenî, Cemâleddin Uâkî, Behitî, Tâhir, Sükûtî, Hâim Baba, Zühdî XVIII. yüzylda muharremiyye yazan airlerdir. Sükûtî ve Hâim Baba’nn dörder manzumesiyle bu yüzyln önde gelen mersiye airleri olduu söylenebilir.
XIX. yüzylda muharremiyye yazan air saysnda büyük bir art görülmektedir. Kâzm Paa, Osman ems Efendi, eref Hanm, îrzâd, Mustafa Zekâî Efendi, Hoca Ne’et, Selâmî, Refî-i Kâlâyî, Keçecizâde zzet Molla, eyh Mütak, Leskofçal Galib, Nevres-i Cedîd, Yeniehirli Avni, Aydî Mehmed, Lebîb, Hakk Bey, Âdile Sultan, Leylâ Hanm, Murad Molla, Ziyâ Paa, Muallim Feyzi, Mebnî, bnürreâd Ali Ferruh, Mehmed Ali Hilmi Dedebaba, Murad Emrî, Mustafa Âsm ve Hersekli Ârif Hikmet bunlar arasnda zikredilebilir. Bunlardan bazlarnn birden çok mersiyesi  bulunmaktadr. Maklîd-i Ak sahibi Kâzm Paa ile biri elli bentlik muhammes olmak üzere be mersiyesi bulunan Osman ems Efendi XIX. yüzyln en büyük mersiye airleridir.
Edib Harâbî, Sâdeddin Srrî, Sâmih Rifat Bey, Mehmed Memduh Paa, Sdk Baba, Kanbalakzâde Hazmî, Fahîmî, Mehmed emseddin (Ulusoy), Ahmet Remzi (Akyürek), Tâhirülmevlevî, Kemâlî Efendi, Abdurrahman Sâmi, Alvarl Muhammed Lutfi, Yusuf Fahir Baba (Ataer), Hüseyin emsi Ergüne gibi isimler bu gelenein son halkalarn oluturur. Bunlarn içinde iirlerini Nefâyisü’l- enfâs adl bir risâlede toplayan Sâmih Rifat ve elli beyitlik “Mersiye-i mâm- Hüseyin aleyhisselâm” adl manzumesiyle Kemâlî Efendi önemlidir. Baz Kerbelâ mersiyeleri müstakil risâleler halinde baslmtr. Kâzm Paa’nn Maklîd-i Ak’ ile (stanbul 1301) Osman ems Efendi’nin Mersiye-i Cenâb- Seyyidü’-üheda’s (stanbul 1327) bunlarn en tannmdr.
Muharremiyyelerde nazm ekli olarak gazel, kaside, murabba, muhammes, müseddes, müsemmen, terkibibend ve terciibend kullanlmtr (bk. a.g.e., s. 46). Klasik bir muharremiyyede Kerbelâ Olay’nn ayrntl tasvirini matem zaman olan muharrem aynn geldiini belirten ifadeler takip eder. Felee sitem, Hz. Hüseyin’in yasn tutmann gereklilii vurgulanp soyunun övülmesinin ardndan manzume Ehl-i beyt’e zulmeden Yezîd, imr ve dier isimlere lânetle sona erer.
 
(XIX. yüzyl), Yozgatl Hüznî, Hilâlî, Fakîrî, Sefil Ali, Döne Sultan, Seyyah Dede, Rzâ, rif Abdal, Dervi Kemal, Hüseyin Çrakman (XX. yüzyl) gibi airlere aittir. Bünyamin Çalayan Kerbelâ mersiyeleri üzerinde bir doktora tezi hazrlayarak bu iirleri bir araya toplamtr (bk. bibl.).
Divan edebiyatnda, muharrem aynn ilk günü balayan yeni yl dolaysyla airlerin padiaha ve devlet büyüklerine sunduklar tebrik kasidelerine de muharremiyye denilmitir. Bu vesileyle sarayda yaplan törenlerde padiahn kaside takdim eden airlere ve devlet adamlarna verdii hediyelerle devlet adamlarnn yannda çalanlara dattklar ihsanlar da ayn isimle anlmtr. Zamanla gelenek halini alan bu uygulamada, senenin ilk günü ele geçen para veya hediye sebebiyle o yln  bolluk ve bereket içinde geçeceine inanlmasnn önemli rolü vardr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
Râfiî’nin (ö. 623/1226) Nevevî tarafndan Minhâcü’-âlibîn adyla ihtisar edilen âfiî fkhna dair  eseri
(bk. MNHÂCÜ’t-TÂLBÎN; RÂFÎ, Abdülkerîm b. Muhammed).
 
 
el-MUHARRERÜ’l-VECÎZ (     (
bn Atyye el-Endelüsî’nin (ö. 541/1147) rivayet ve dirayet metodunu birlikte kulland Kur’ân- Kerîm tefsiri
(bk. BN ATIYYE el-ENDELÜSÎ).
MUHASARA (   (
Meskûn ve müstahkem bir yeri ele geçirmek için yaplan kuatma hareketi.
Sözlükte “etrafn çevirmek, kuatmak, ablukaya almak” anlamndaki hasr kökünden türeyen muhâsara kelimesi “ele geçirme amacyla bir yerin etrafn sarp müdafilerin dar çkmasn ve yardm almasn engelleme” mânas tar. Açk arazide dümann abluka altna alnmas da sonuç bakmndan muhasara olmakla birlikte
 buna “çevirme hareketi” denilmekte, muhasara, yalnz kale ve müstahkem mevkilerle meskûn mahallerin kuatlmas hallerinde kullanlmaktadr.
Muhasara hareketi ve tekniklerinin tarihi Antikça’lara kadar iner. lkça’larda salam duvarlarla çevrili yerleri ele geçirmek için kuatma taktiklerinin uyguland bilinmektedir. Eski Yunan, Msr  ve ran’da kuatma teknik ve vastalar zamanla daha da gelimitir. Müslüman Araplar’n daha önceden herhangi bir muhasara tecrübesi bulunmuyordu. Hz. Peygamber zamanndaki ilk kuatma savalar, Medineli yahudilerle sava sürecine girilince kale veya tahkimli mahallelerde oturan Kaynuk‘, Nadîr, Kurayza ve Hayber mensuplarna kar yaplmtr. Hendek Gazvesi müslümanlarn yaad ilk kuatlma tecrübesidir ve onlarn zaferiyle sonuçlanmtr. Müstahkem bir yere kurulmam olan ve etrafnda sur bulunmayan Medine gibi bir düzlük ehrini savunmada izlenen taktik  ve strateji bu kuatma savan harp tarihindeki en önemli örneklerden biri haline getirmitir. Resûl-i Ekrem döneminin ilk muhasaralar daima fetihle neticelenirken Tâif’in müstahkem surlar karsnda  baar kazanlamam ve yaklak yirmi gün sonra ordu geri çekilmitir. Bundaki en büyük etkenin, surlarn salamlnn yan sra müslümanlarn yeni yeni örendikleri mancnk ve debbâbe (surlara yaklamakta yararlanlan bir tür zrhl araç) gibi sava gereçlerini kullanmakta acemilik çekmeleri ve çok iyi savunma yapan Tâifliler’in özellikle baarl arrâde (hedefe çok isabetli atlar yapabilen yakn mesafe mancn) atlaryla müslümanlarn önce debbâbelerini yakp sonra balarna ta ve ok yadrmalar olduu söylenebilir (bk. TÂF GAZVES). Muhasaralarda dümann yardm alabilecei yollarn kontrol altnda tutulmas savan seyrini etkilemesi bakmndan büyük bir  stratejik öneme sahiptir. Bu sebeple karargâhlar dümann atc silâhlarnn menzili dnda kalan, kuatlan yerin giri noktalaryla buralara gelen yollarn gözetlenebildii alanlarda kurulmaktayd. Hz. Ebû Bekir döneminde Hadramut bölgesindeki Nüceyr Kalesi’nin muhasaras srasnda kalenin üç kapsndan birinin kontrol edilememesi Kindeliler’in buradan saladklar yardmla uzun süre direnmelerine yol açm ve muhasara ancak söz konusu kapdan girilerin engellenmesi üzerine sonuçlandrlabilmitir.
 
durumuna, sava araç gereçlerine ve alnan savunma önlemlerine göre deiiklik gösteriyordu; birkaç gün sürenler olduu gibi birkaç yl devam edenler de vard. Bazan da uzun süre sonuç alnamayan muhasara kaldrlyor ve ardndan baz deiikliklerle yeniden balatlyordu. Meselâ önce Amr b. Âs, arkasndan Yezîd b. Ebû Süfyân ve daha sonra Muâviye b. Ebû Süfyân tarafndan sürdürülen Filistin’in sahil ehri Kaysâriye kuatmas yaklak yedi ylda neticelendirilmi ve Muâviye bunu, ancak bir yahudi ajann kendisine emân verilmesi karlnda ehre giren su kanalnn yerini göstermesi sayesinde baarmtr. Bazan da uzun süreli muhasaralar dümann teslimiyle sonuçlanyor ve bunda genellikle yiyecek stoklarnn tükenmesi etkili oluyordu.
Balangçta müslümanlarn muhasara savalarnda belirgin bir taktik ve stratejileri olmamsa da zamanla kuattklar yerin durumuna ve dümann alm olduu savunma önlemlerine göre deiik  taktikler gelitirmilerdir. Araplar’n daha çok meydan savalarnda baarl olduunu gören Bizansllar ve Sâsânîler, özellikle Yermük ve Kdisiye’de uradklar büyük yenilgilerden sonra müslümanlar açk arazi yerine kale veya müstahkem ehirlerde karlama politikas gütmülerdir. Kale veya etraf surlarla, bazan da ayrca içi su dolu hendeklerle çevrili müstahkem ehirlerin muhasarasndan uzun süre netice alnamad zaman ilk bavurulan yöntemlerden biri ajanlardan yararlanlarak su kanal ve kaç tüneli gibi gizli yollar örenmek olmutur. çeri giren ajanlar  dümann durumu hakknda bilgi topladklar gibi zaman zaman da kaplar açmlardr. Bunun ilginç  bir örnei, Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminde Taberistan’a gönderilen kumandanlardan Ebü’l-Hâsib Merzûk’tur. Ebü’l-Hâsib, bizzat kaleye girip dövülmü bir görünümle üstü ba dank halde Taberistan idarecisi ispehbede snm ve dier kumandanlar tarafndan hain kabul edilerek karargâhtan kovulduunu, eer kendisine ilgi gösterilirse müslümanlarn srlarn açklayacan söylemitir. spehbedin güvenini kazanan Merzûk daha sonra örendii bütün bilgileri  bakumandana szdrm ve bir hile ile kaplar açp kalenin dümesini salamtr (Belâzürî, s. 334). Kuatlan yerin nakliye yollarn ve su kanallarn kesme, surlarn ve kaplarn dibinde ate yakma, yangn ve panik çkarmak için içeriye arrâdelerle neft ve ylan, çyan, akrep doldurulmu çömlekler  atma, halat ve merdivenlerle surlara çkma, surlar ykmak ve kaplar krmak için mancnk, arrâde, debbâbe ve keb (koçba) gibi silâhlardan yararlanmann yan sra düman teslim olmaya zorlamak  için yazl ahidnâmeler veya moral bozucu haberler, iirler vb. hazrlayp oklarla içeri frlatma gibi taktik ve stratejiler de uygulanan dier yöntemlerin balcalardr.
Baz muhasaralarda geri çekilme izlenimi verilerek âni bir basknla sonuç alnmtr. Lazkiye muhasarasnda Ubâde b. Sâmit, askerlerini surlarn yaknlarnda kazdrd büyük çukurlara saklayp muhasaray kaldrd izlenimini vermi ve müslümanlarn çekildiini zanneden Lazkiyeliler  kaplarn açtklar zaman âni bir hücumla ehri ele geçirmitir (a.g.e., s. 138). Kuatmalarda zaman zaman farkl
diplomatik yöntemlere de bavurulmutur. Meselâ halkn ileri gelenlerine gizli elçiler gönderilmi ve onlarla irtibat kurularak idareciler devre d braklmtr. sfahan’ kuatan Abdullah b. Büdeyl bu yolla ehrin kaplarn halka açtrm ve yönetici çareyi kaçmakta bulmutur.
 
Müslümanlar Hz. Osman zamanndan itibaren deniz muhasaras ile karlam ve bunda da baarl olmutur. Suriye valisi Muâviye Kbrs’taki fetihlerini muhasara yoluyla yapm, daha sonra Rodos, Sicilya, stanbul seferleri gibi birçok askerî harekât denizden kuatma ile gerçekletirilmitir. Emevîler ve Abbâsîler zamanndaki en önemli muhasara savalar arasnda stanbul kuatmalar bata gelmektedir ve bunlarn en dikkat çekici özellii ehrin hem karadan hem denizden kuatlmasdr.
Muhasara savalarnda mancnk daha çok kale surlarn tahrip edebilecek ar talarn, arrâdeler ise daha hafif talarla kzdrlm demir parçalar gibi yaralayc ve neft gibi yakc maddelerin atmnda kullanlmtr. Medineli yahudilerin Hayber muhasarasnda müslüman askerlere kar kullandklar mancnk kale fethedilince müslümanlarn eline geçmi ve bata Tâif olmak üzere daha sonraki kuatmalarn vazgeçilmez silâh olmutur. Müslümanlar ileriki dönemlerde mancn gelitirmilerdir. Surlarda gedik açmak ya da açlan gedii geniletmek amacyla demirden yaplan koçba kullanlm, ayn amaçla debbâbelerden de faydalanlmtr. Muhasaralarda ayrca düman askerlerini etkisiz hale getirmek amacyla özellikle yetenekli okçular büyük rol oynamtr. Kaleye çkabilmek için ahap ve halat merdivenler, kuatma zincirleri ve halatlar da muhasaralarda kullanlan dier baz sava araç gereçleridir.
BBLYOGRAFYA
 
 
Tekilât, Samsun 1990, s. 90-92, 121-125; Nu‘mân Sâbit, el- Askeriyye fî ahdi’l- Abbâsiyyîn (nr. Hâmid Ahmed el-Verd), Badad 1987, s. 149-162, 215-225; W. E. Kaegi, Byzantium and the Early Islamic Conquests, Cambridge 1992, s. 101-110; Mustafa Fayda, Allah’n Klc Halid Bin Velid, stanbul 1992, s. 285-286, 335, 344-346, 390-397; A. Christophilopoulou, Byzantine History (trc. T. Cullen), Amsterdam 1993, II, 39-41; M. Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Araplarn stanbul Seferleri” (trc. smail Hami Danimend), stanbul Enstitüsü Dergisi, sy. 1, stanbul 1955, s. 213-225; Ahmed Bedr, “et-Tanîmü’l-askerî inde’l-Arâbi’l-müslimîn”, Dirâsât târîiyye, sy. 4, Dmak  1401/1981, s. 139-143; Cl. Cahen, “ir”, EI² (ng.), III, 469-470; G. S. Colin, “ir”, a.e., III, 470; C. E. Bosworth, “ir”, a.e., III, 470-472; D. Ayalon, “ir”, a.e., III, 472-476; S. A. A. Rizvi, “ir”, a.e., III, 481-483; Semavi Eyice, “Kale”, DA, XXIV, 234-238.   srafil Balc  
Osmanllar’da.
Osmanllar kuatma tekniklerinde daha ilk fetihlerden itibaren kazandklar tecrübeyle büyük bir  gelime salamtr. lk dönemlerde Osmanllar’n baaryla uygulad usul, kuatlacak kale civarnda ve ulam yollar üzerinde bulunan hâkim noktalara havale kuleleri ina etmek ve buralara kuvvet yerletirerek hedeflenen yeri sürekli gözetleyip daryla irtibatn kesmekti. Böylece uygulanan bir çeit abluka ile kalenin zayf ve zapt kolay noktalar, ahali ve yöneticilerin durumu tesbit edilir, kuatma altndakilerin durumunun kötületii örenilince kuatmann askerî harekât ksm  balatlr, genellikle de kale içindekiler açlktan teslime mecbur braklrd. Nitekim znik, zmit ve Bursa gibi büyük kaleler havale denilen bu mukabil istihkâmlarla tecrit edilip seneler süren ablukalarla düürülmütür.
Ortaça Avrupas’nda kale muhasaralarnda kullanlmaya balanan top ve ateli silâhlar Osmanllar  daha da gelitirip etkili hale getirmi ve kuatmalarda yeni bir çr açmlardr. II. Murad devrinden itibaren ateli silâhlarn kalelerin ele geçirilmesinde ön plana çkt anlalmaktadr. Özellikle Fâtih Sultan Mehmed’in stanbul kuatmas muhasara teknik ve
taktikleri açsndan bir dönüm noktas olmutur. Bu kuatmada hem eski muhasara vastalarndan hem de gelitirilen yeni teknik ve silâhlardan yararlanlm, top ilk defa surlar ykmakta en etkili silâh olarak öne çkmtr. Birkaç topun bir arada belli bölgeleri hedef al ve özel bir at teknii surlarn yklmasn salayan balca faktör olmutur. Fâtih’in gelitirip düzene koyduu topçuluk ve muhasara sanat daha sonraki devirlerde büyük aama göstermitir.
Balkanlar’a ve Orta Avrupa’ya yönelen askerî harekâtlar srasnda Osmanl ordusu, savunma duvarlarn ve müstahkem ehirleri ele geçirmekte uygulad taktikler ve teknik donanmlaryla önemli bir baar kazanmtr. Kuatacaklar kalenin civarn aknclara tahrip ettiren Osmanllar, ardndan kalabalk kuvvetlerle harekâta giriip mevzilerini düman istihkâmlarna hâkim noktalara kurar, muhasaray srarla sürdürürlerdi. Planl harekât sayesinde kuatmalarda malzeme sknts fazla çekilmez, bol cephane ve mühimmat bulundurulurdu.
 
Dümann yardm alabilecei yerlere aknlar düzenlenir, ehrin yakn çevresiyle balantlar kesilip giri çklar önlenir, civardaki halk baka yerlere nakledilirdi. slâm sava usulü gerei kuatmalarda önce kar tarafa mektup veya elçi yollanarak kan aktlmamas için kaleyi teslim etmeleri tavsiye edilir, kabul durumunda muhafzlara ve ahaliye eman verilirdi. Toplarn mevzilendirilmesi muhasaralarda önem verilen bir husustu. Toplarn toprak ve kumla örtülerek  kefedilmesi önlenir, kayalk alanlarda toplar için hususi mevziler düzenlenip setler yaplrd. Osmanllar kuatma alannda da toplar dökerdi. Fâtih Sultan Mehmed’in kodra önlerinde, deve ve katrlarla bakr ve döküm levazm getirtip dalarda frnlar kurdurmak suretiyle büyük toplar  döktürttüü bilinmektedir. Girit’te uzun süren Kandiye muhasarasnda da top dökümü yaplmtr. Muhasara toplar genellikle orduyla birlikte nakledilirdi. Kuatmann baarsz olduu hallerde bazan hzla geri çekilmek gerektiinden toplarn kar tarafn eline geçmesini önlemek için parçaland yahut topraa gömüldüü de olurdu. Muhasara toplar 80, 100 ve 120 libre arlnda imal edilirdi. Kullanlan toplar ise bazaluka (bacaluka), basilik, havan, balyemez, kolonborna, âhî / darbzen, ayka, akaloz, çarha, obüs idi. Muhasaralarda kullanlan toplarn en dikkat çekici örnei, 1 kental (100 kg.) arlkta demir gülle atabilen 180 kental (18 ton) arlndaki bazalukadr.
Top says ihtiyaca göre düzenlenmekteydi. 1453’te büyük toplar günde yedi sekiz, 1478-1479’da kodra’da daha küçük çapl olanlar günde 131-194, 1522 Rodos’ta basilikler 130 defa at yapmt. Toplarn at menzili hakknda yeterli bilgi bulunmamakla birlikte XVI ve XVII. yüzyllar  için 720 m. tahmin edilmektedir. Muhasaralarda kullanlan tüfeklerin at mesafesi ise 500-600 kadem (187,5-225 m.) olarak belirtilir. Mermiler etkili ve isabetli at için koyun derisine sarlrd. Osmanllar’da “yuvarlak” diye anlan top gülleleri ta, demir, kurun, granit, mermer ve bronzdan yaplrd. 1453’te toplar tatan gülle atyordu. âhî topunun att güllelerin arl 12 kantar (677 kg.), barut hakk 200 libre idi. 1474 ve 1478 kodra muhasaralarnda 13 kantar (733 kg.) arlnda, 1522 Rodos’ta 11-12 palme (yaklak 120 cm.) çapnda, 1639’da Badat’ta 18, 20 ve 25, Kandiye’de 5, 7 ve 9 okkalk gülleler kullanlmtr. Gülleler kuatma sonunda yeniden kullanlmak  üzere toplatlrd.
Muhasara silâhlar olarak önceleri koçba, ta veya ok atan mancnk (katapult), ahap müteharrik  sava kuleleri kullanlrken ateli silâhlar ve topun kullanmyla bunlar önemini kaybetmeye  balamtr. Dier muhasara teçhizat olarak barut, barut kesesi, kumbara (humbara), kazan, çömlek, yangn ve el kumbaras, ie, tunç el kumbaras (Kandiye’de günde 1000 adet kullanlmt), gönderli kumbara, demir, kurun, bakr, çam sakz, güherçile, zift, kükürt, bal mumu, ya, keten tohumu ya, gaz, katran, katranl paçavra, yorgan parçalar, neft, kirpas, yün, pamuk, fitil, yanc ve öldürücü karmlar, aydnlatma mermileri, aaçtan ve ipten merdivenler, halatlar, kancalar, zincir, kazma, kürek, manivela kolu, balta, örs, körük, kereste, çivi, kazan, çuval, koyun, keçi ve öküz derisi, yük  arabalar sralanabilir. Tarihte ilk yangn bombas 1478 kodra, infilakl tahrip bombas ise 1480 Rodos muhasarasnda kullanlmtr.
 
Muhasara hattnn kurulmasnda ve askerî yerleimde ilk ilerden biri toprak sürme denilen siper  kazma faaliyetidir. Toplarn isabetli ekilde mevzilendirilmesi ve karargâh tanzimi noktasndan muhasaralarn önemli bir unsuru olan metrisler büyük ve geni olarak tertip edilmekte, ancak bu siperler yamurdan olumsuz yönde etkilenmekteydi. Muhasara hatt umumiyetle uyguland gibi merkez, sa ve sol olmak üzere üç, 1522 Rodos’ta artlar gerei be, Lefkoe’de ise yedi kol halinde düzenlenmitir.
Muhasaralarn sonunda anlama artlaryla teslim olma (vire) durumunda kaledeki müdafilerin can ve malna dokunulmaz, sivil halkn kalmas yahut gitmesi kendi tercihine braklrd. Kale muhafzlarna istendiinde “hatt- emân” verilmekte, kale halk bazan aileleri ve mallaryla birlikte stanbul’a nakledilmekteydi. Savala alnan ehirlerin statüsü ve onlara nasl davranlaca ise tamamen Osmanl idarecilerinin tasarrufunda olurdu. Bu durumda bazan kale kumandan ve muhafzlar idam edilebilir veya esir alnr, içerideki sivil halk da sürülebilirdi. Fetih neticesinde yeniçeriler  ocaklarnn sarl kzll sancaklarn kaleye çeker, surlar üstünde ezanlar okunur, top enlikleri yaplr, mehter takm zafer havas çalard. slâmî an‘ane gerei fetihnâmeler düzenlenir, ehrin büyük  kilisesi camiye çevrilir, ümerâ ve askere zafer mükâfat datlr, ehir ve kale hemen tamir ve tahkim edilir, gerektiinde fethedilen yer yeni bir eyalet merkezi yaplrd. Osmanllar XVI ve XVII. yüzyllarda muhasara usul ve istihkâmn çok gelitirmiler ve bunda büyük bir tecrübe sahibi olarak  kuattklar yerleri genellikle kolayca ele geçirmilerdir. XVII. yüzyl sonundan itibaren Avrupa’da gelien sava usulleri kale kuatmalar yerine açk alan muharebelerine odaklanm, Osmanllar bu yeni sisteme ayak uydurmakta zorluk çekmitir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
 
 
lk sûfîlerden, hadis, kelâm ve tefsir âlimi.
Muhtemelen 165 (781) veya 170 (786) ylnda Basra’da dünyaya geldi. Rebîa kabilesinin Aneze koluna mensuptur. Nefis muhasebesi hususundaki titizliinden dolay “Muhâsibî” diye tannmtr  (Sem‘ânî, IX, 76; bnü’l-Esîr, el-Lübâb, III, 171). Mu‘tezile’nin merkezi Basra’da doup büyümü ve  babasnn da bu mezhebi benimsemi olmas Muhâsibî’nin Mu‘tezile’yi yakndan tanmasna, hatta  balangçta bu mezhepten etkilenmesine sebep oldu. Genç yata Badat’a giderek Vekî‘ b. Cerrâh, Süleyman b. Dâvûd, üreyh b. Yûnus, Ebû Ubeyd Ksm b. Sellâm gibi âlimlerden dinî ilimleri tahsil etti. Ayn zamanda mam âfiî’nin örencisi olduu nakledilmektedir. Muhâsibî’nin bu dönemde Mu‘tezile mezhebine mensup olan babasyla anlaamad, babasndan kalan miras bu sebeple reddettii kaydedilmektedir. Mirasn 30.000 veya 70.000 dirhem tuttuu eklindeki kaytlar  onun zengin bir aileden geldiini ortaya koymaktadr. Bu srada çocuk yata olan Cüneyd-i Badâdî’nin, evlerine gelen Muhâsibî’ye yiyecek verdiini belirten rivayetler (Ebû Nuaym, X, 74- 75) onun gençlik yllarnda fakir bir hayat yaadn göstermekle birlikte Ebû Hamza el-Badâdî ile aralarnda geçen konumadan ileri yalarda malî durumunun iyi olduu anlalmaktadr (Serrâc, s. 398).
Gençlik döneminde Badat’ta hadis meclislerine devam eden Muhâsibî, Selef akîdesi ve ehl-i hadîs anlaynn arlkl olarak hissedildii en-Neâiu’d-dîniyye’yi bu sralarda yazm olmaldr. Onun bu devrede bir zâhid grubuyla karlamas hayatnn dönüm noktasn oluturmu, bu tarihten sonra tasavvufî kimlii ön plana çkmaya balamtr. Ancak eserlerinde bu toplulua mensup olanlardan herhangi birinin ismini zikretmez.
Muhâsibî’nin halku’l-Kur’ân konusunda Mu‘tezile gibi düünmeyen, liderliini Ahmed b. Hanbel’in yapt ehl-i hadîs zümresine kar Halife Me’mûn’un emriyle uygulanan bask dönemindeki (bk. MHNE) durumu hakknda yeterli bilgi bulunmamaktadr. nzivâya çekildii için bu devirde sknt görmedii yolundaki açklamalar gerçei tam olarak yanstmamaktadr. Öte yandan onun bu dönemde  bir ara Mu‘tezile’ye yaknlatn, fakat Hanbelîler’in basks sonucunda bu tutumundan vazgeçtii ileri sürülmektedir (EI [ng.], III, 699). Fakat bn Asâkir’in, Muhâsibî ve arkada bn Küllâb’n Me’mûn’un fâsk olduunu ileri sürerek meclisinde bulunmay câiz görmediklerini ve Kur’an üzerinde tartmay kabul etmediklerini kaydetmesi bu görüün doru olmadn göstermektedir.
 
çektii anlalmaktadr. Mu‘tezile’ye reddiye yazarken onlarn görülerini uzun uzadya anlatarak  yaylmalarna yol açt, bu sebeple bn Hanbel’in onu desteklemedii (Zehebî, Alâmü’n-nübelâ,
 XII, 111-112) ve günahn itiraf etmedikçe tövbesinin kabul edilmeyeceini söyledii belirtilmektedir  (bn Ebû Ya‘lâ, I, 68). Ayrca dönemin ünlü sûfîsi Serî es-Sakatî’nin, Cüneyd-i Badâdî’ye Muhâsibî’nin ilmini ve edebini alp kelâm görülerini ve reddiyelerini brakmasn söylemesi, onun kelâma yönelmesinden dolay baz sûfîler arasnda da ho karlanmadn göstermektedir (Ebû Tâlib el-Mekkî, II, 95-96). Öte yandan bn Hanbel’in bir gün gizlice Muhâsibî’nin sohbetine katld, sohbet sonunda alayarak onu takdir ettii, fakat bu tür sohbetleri kendi taraftar için uygun görmedii rivayet edilmektedir (Ebü’l-Fidâ bn Kesîr, el-Bidâye, X, 344); ancak Zehebî bu rivayeti güvenilir   bulmaz (Târîu’l-slâm, s. 208; Mîzânü’l-itidâl, II, 165).
Mu‘tezile konusundaki tavr sebebiyle Hanbelîler’in basklarna dayanamayarak evinde inzivaya çekilen Muhâsibî, bir süre sonra Badat’tan ayrlmak zorunda kald. ehre ancak bn Hanbel’in vefatndan sonra dönebildi. Vefat ettiinde cenazesinde sadece dört kiinin bulunmas, Ahmed b. Hanbel önderliindeki hadisçilerin onun hakkndaki olumsuz tavryla ilgili görülmektedir (Sülemî, s. 56; Sem‘ânî, V, 208; Zehebî, Mîzânü’l-itidâl, II, 165). Muhasibî’nin Müstansriyye Külliyesi’ne defnedildii kaydedilirse de buradaki mezarn ona ait olmad tesbit edilmitir (Nâcî Ma‘rûf, I, 217- 218).
Muhâsibî’yi bir hadis râvisi olarak ele alan Zehebî onu, hocalar arasnda hadis rivayetiyle tannmayan kiiler bulunduunu ifade eden “sadûk fî nefsih” tabiriyle nitelendirmi (Mîzânü’l- itidâl, II, 165), bn Hacer el-Askalânî ise “makbul” terimini kullanmtr (Tarîbü’t-tehîb, s. 145). Muhâsibî’nin gençliinde hadis çevrelerinde bulunduu, bu çevreden uzaklap tasavvufa yaklanca kulland hadislerin deerinin dütüü tarzndaki görüler gerçei yanstmamaktadr. Fehmü’l- urân, er-Riâye gibi eserleri ve bn Mesrûk’tan rivayet edilen Kitâbü’l-ybe’si senedli hadis rivayetleriyle doludur. Bu sebeple Muhâsibî’nin tasavvufa yönelmesinden sonra da hadis konusundaki hassasiyetinin devam ettiini kabul etmek daha doru olur.
Tefsirle de uraan Muhâsibî eserlerinde bn Abbas, bn Mes‘ûd, Mücâhid b. Cebr, Atâ b. Ebû Rebâh gibi müfessirlerden nakiller yapm ve yer yer baz âyetleri tefsir etmitir. Onun er- Riâye’den sonra en hacimli eseri olan Fehmü’l-urân tefsir usulüne dairdir. Günümüze ulamayan Fehmü’s-sünen’in de Kur’an tarihiyle ilgili bilgiler ihtiva ettii belirtilmektedir.
Muhâsibî’nin Muhammed b. Nasr gibi baz kiilere fkh dersi verdii kaydedilmektedir (bnü’l-Esîr, el-Kâmil, VII, 282). Özellikle er-Riâye’sinde fkhla ilgili konularda zaman zaman Hanefî ve âfiîler’ce doru saylan görüleri zikrettii ve rey, hüccet, kyas, istinbat, hüküm gibi fkh usulü terimlerini kulland görülmektedir. Mekâsib adl eseri kitâbü’l-harâc ve kitâbü’l-emvâl türü eserlerin küçük bir örnei görünümündedir.
 
fakat bunlarn Allah katnda tad mânalarn (muhteva) kadîm olduunu söyleyen Muhâsibî’nin bu fikrine kar çkarak halk uyaracan söylemitir (bn Ebû Ya‘lâ, I, 62-63; Zehebî, Târîu’l-slâm, s. 209-210). Muhâsibî’nin kelâma dair görüleri ve bid‘at mezheplerine yönelttii eletirilerin bir ksm ehristânî’nin el-Milel ve’n-nial’inde yer almaktadr. Baz çada müellifler Ebü’l-Hasan E‘arî’nin Muhâsibî’den etkilendiini ileri sürmülerdir (DA, XI, 446).
Muhâsibî’nin asl önemli yan sûfîliidir. Ahmed Emîn onun tasavvufu felsefeye yaklatran ilk sûfî olduunu söyler (uhrü’l-slâm, I, 227). Genç yata zâhidler topluluuna katlan Muhâsibî’nin, itikad ve tasavvuf düüncesi yönüyle Hasan- Basrî geleneine bal olduu hem kaynaklardan hem eserlerinden anlalmaktadr. Ferîdüddin Attâr’n kendisine nisbet ettii bir sözden hareketle (Tezkiretü’l-evliya, s. 298) tasavvufî hayata otuz yalarnda girdii söylenmekle beraber bu tarihten daha önce tasavvufa yönelmi olmaldr. Ebû Süleyman ed-Dârânî, Zünnûn el-Msrî ve Bir el-Hâfî gibi sûfîlerin etkilerini tayan Muhâsibî’nin Ahmed b. Âsm el-Antâkî ile münasebetleri hakknda farkl görüler mevcuttur. lk kaynaklar Antâkî’yi Muhâsibî’nin yat, sonraki kaynaklar müridi olarak gösterirken çada aratrmaclar Antâkî’yi Muhâsibî’nin eyhi diye kabul eder (EI [ng.], III, 699).
Muhâsibî sûfîlerin athiye türündeki ifadelerinden uzak durmay tercih etmi ve Ebû Hamza el- Badâdî gibi athiyyâta meyilli talebelerine sert uyarlarda bulunmutur (Serrâc, s. 398; Hücvîrî, s. 291). bn Hafîf eriatla tasavvufu birletiren be eyh arasnda Muhâsibî’nin adn da sayar (Kueyrî, s. 122). Muhâsibî’nin tasavvufî düüncesinin temel kavramlar zühd, nefis muhasebesi ve havf ile recâ eklinde özetlenebilir. Nefsin sürekli muhasebe altnda tutulmas gerektiini söyleyen Muhâsibî nefsin kendisinden çok nitelikleri üzerinde durmay tercih etmitir. O nefsi insann hata yapan, gaflete düen olumsuz melekesi olarak görür. Ona göre nefsin bu yanllklar bilinçli bir tercihe dayanmaz; nefis kendisi için iyi olann nerede bulunduunu bilmediinden hataya düer. Nefsin tabiatn deitirmek mümkün olmad gibi onu öldürmek de mümkün deildir. nsann yaps ve temel özellikleri kiiye göre deiiklik arzetmez. Nefis, akla kar bir güç eklinde insann iç dünyasnda sürekli bir mücadele ortamnn teekkülüne sebep olur. Akl insann karar mekanizmasn, kalp bu kararlar uygulama gayretini temsil eder. Kalpteki belli bir niyete dönümemi çarlar kulu iyiye veya kötüye yönelten hissî yahut fikrî bir nitelik tar. Daha önce Mu‘tezile tarafndan kullanlan ve “havâtr” denen bu ön düüncelerin kayna Muhâsibî’ye göre Allah, eytan ya da nefistir. Onun bu konuyla ilgili Mu‘tezile kaynakl kavramlar kullanmas, bn Hanbel’in talebelerinden Ebû Zür‘a er- Râzî gibi Selef ulemâs tarafndan bid‘at olarak deerlendirilmitir (Hatîb, VIII, 213). Nefis muhasebesinin temelini mârifet, havf ve recâya dayandran ve Allah’, eytan, nefs-i emmâreyi, Allah için yaplan ameli bilmek eklinde dört tür mârifetten bahseden Muhâsibî’nin kavrama ahlâkî  bir anlam yükledii ve daha çok taklide dayal bilinçsiz sûfî hayatna kar ihlâs hedef alan bir  yaanty ve bilinci mârifet olarak kabul ettii görülmektedir. Muhâsibî, nefis muhasebesinde baar salayabilmek için bu tür bir mârifetin elik etmesi artyla niyet, irade, ehvetleri terk, tövbe, halvet, riyâzet, zikir, tefekkür, takvâ, murakabe ve vera‘ gibi unsurlar gerekli görür. Onun mârifete dair  dörtlü tasnifi ve muhasebe ehlinin sahip olduu on özellikle ilgili tesbitleri Abdülkdir-i Geylânî tarafndan tekrar edilmitir (el-unye, II, 184-187).
 
 etmektedir. Onun gençlik çalarnda oldukça kat bir zühd anlayna sahip bulunduu  belirtilmektedir. Bu dönemde yazd en-Neâiu’d-dîniyye’de mal edinmeyi büyük bir fitne olarak  görerek mala kar açk tavr alm, daha sonra yazd Kitâbü’l-Mesâil fi’z-zühd ve Kitâbü’l- Mekâsib’de ise maln kendisinin deil kalpteki mal sevgisinin insan için tehlikeli saylacan söylemi, bu hataya düülmemesi artyla mal sahibi olmakta bir saknca görmemitir.
Tasavvufta hal kavram üzerinde duran, kanaat, zühd, üns, yakîn, havf, muhabbet, hayâ, sdk ve ihlâs gibi kavramlar hal diye ortaya koyan, hallerin kontrol altnda tutulmas ve Kitap ve Sünnet’e dayandrlmas gerektiini söyleyen ilk sûfîlerden biri de Muhâsibî’dir. Ebû Saîd el-Harrâz’n Kitâbü’-d adl eserinde onun ünsle ilgili görülerinin etkisi hissedilir. Kendisine Muhâsibiyye adl bir tarikat nisbet eden Hücvîrî, Muhâsibî’nin rzay makam deil hal saydn ve rza mezhebinin kurucusu olduunu söyler ve rza ile ilgili görülerini ayrntl biçimde anlatr (Kefü’l- macûb, s. 283-287). Onun tasavvuftaki makam kavramnn terimlemesinde de etkisinin bulunduu söylenebilir.
Çadalarndan Cüneyd-i Badâdî, Ebü’l-Hüseyin en-Nûrî, bn Atâ, bn Mesrûk, bn Hafîf, Ebû Hamza el-Badâdî, sonraki dönemden Sehl et-Tüsterî, Hakîm et-Tirmizî, Ebû Tâlib el-Mekkî, Ebû  Nasr es-Serrâc, Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî, Abdülkerîm el-Kueyrî ve Gazzâlî, Muhâsibî’nin etkisinde kalan sûfîler arasnda saylabilir. Kâzerûniyye tarikatnn pîri Ebû shak Kâzerûnî’nin (ö. 426/1035) bir ara bn Hafîf, Ebû Amr ed-Dmak ve Muhâsibî’nin tasavvufî yollar arasnda kararsz kalmas, Muhâsibiyye yolunun V. (XI.) yüzylda varln sürdürdüünü göstermektedir. âzeliyye tarikatnda er-Riâye okuma geleneinin Muhâsibî’nin bu tarikat üzerindeki uzak etkilerine örnek tekil ettii belirtilmektedir (Smith, s. 266-267; EI [ng.], III, 699).
 
eserin zenginliin kalp üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili bölümü Gazzâlî tarafndan aynen iktibas edilmitir (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Kahire 1965; nr. Muhammed Abdülazîz Ahmed, Kahire 1992). 5. el-ad ve’r-rücû ilallh. Allah’a yöneli, tövbe, nefis muhasebesi, vera‘, zühd, takvâ, hikmet, muhabbet, hayâ gibi konular ihtiva eder (nr. Hüseyin Kuvvetlî, et-Taavvufü’l-alî fi’l- slâm adyla, Beyrut 1978; nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Veâyâ içinde, Beyrut 1986). Eser son tarafnda eksiklik bulunan Atâ neri esas alnarak Türkçe’ye çevrilmitir (trc. Osman Arpaçukuru, Allah’ Aray. Manevî Gelimenin Aamalar, stanbul 2001). 6. Bedü men enâbe ilallh. Nefis terbiyesi ve tövbe edenlerin makamlar gibi konularla ilgilidir (nr. Hellmut Ritter, Glückstadt 1935; nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Veâyâ içinde, Beyrut 1986; nr. Mecdî Fethî es-Seyyid, Âdâbü’n-nüfûs ile birlikte, Kahire 1992). 7. Mutaar min kitâbi fehmi’-alâ. Eserde namaza dair konular ele alnmtr (nr. Muhammed Osman el-Hut, Riyad 1984; nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Veâyâ içinde, Beyrut 1986). 8. Fehmü’l-urân ve manâhü. Muhâsibî’nin er-Riâye’den sonraki en hacimli eseridir. Kitapta Kur’an’n anlalmas, üstünlükleri, Allah’n sfatlar, isimleri, ilâhî irade, nesih, Kur’an’n mahlûk olup olmad, deiik frkalarn görüleri ve bunlarn yanllklar gibi konular  üzerinde durulmutur (nr. Hüseyin Kuvvetlî, Beyrut 1971). 9. Mâhiyyetü’l-al ve manâhü ve itilâfü’n-nâs fîh (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Kitâbü’l-Mekâsib, Kitâbü’l-Mesâil fi’z-zühd ve Kitâbü’l-Mesâil fî amâli’l-ulûb ile birlikte, Kahire 1969; nr. Hüseyin Kuvvetlî, Fehmü’l- urân ile birlikte, Beyrut 1971; nr. Mustafa Abdülkdir Atâ, Beyrut 1986). 10. Kitâbü’l-Mekâsib ve’l-vera ve’-übühât. Eserde rzk, tevekkül, çalma, vera‘ ve Selef’in yeme içme konusundaki tavryla ilgili âlimlerin görüleri nakledilip yorumlanmtr (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Mâhiyyetü’l-al, Kitâbü’l-Mesâil fi’z-zühd ve Kitâbü’l-Mesâil fî amâli’l-ulûb ile birlikte, Kahire 1969; nr. Muhammed Osman el-Hut, Kahire 1984). 11. Kitâbü’l-Mesâil fî amâli’l-ulûb ve’l-cevârih. Eserde nâfile ibadetler, evrâd, kalbin amelleri gibi konular ele alnmtr (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Kitâbü’l-Mekâsib, Mâhiyyetü’l-al ve Kitâbü’l-Mesâil fi’z-zühd ile  birlikte, Kahire 1969; nr. Mustafa Abdülkdir Atâ, Kitâbü’l-Mesâil fi’z-zühd ile birlikte, Kahire 1986). 12. Kitâbü’l-Mesâil fi’z-zühd ve ayrihî (nr. Abdülkdir Ahmed Atâ, Kitâbü’l-Mekâsib, Mâhiyyetü’l-al ve Kitâbü’l-Mesâil fî amâli’l-ulûb ile birlikte, Kahire 1969; nr. Mustafa Abdülkdir Atâ, Kitâbü’l-Mesâil fî amâli’l-ulûb ile birlikte, Kahire 1986). 13. eru’l-marife ve belü’n-naîa (Kahire 1969; Beyrut 1987, nr. Sâlih Ahmed e-âmî, Dmak 1993; nr. Mehdî Fethî es-Seyyid, Tanta 1993). 14. Risâletü’l-Müsteridîn. Sünnete uymann gereklilii, niyet, takvâ, nefis muhasebesi, kalbi bozan eyler, sdk, sabr, kanaat, zühd, üns, rza gibi konularn açkland eser birçok defa baslm, Türkçe’ye de çevrilmitir (trc. Ali Arslan, Hak Rehberi Risâletü’l- Müsteridîn Tercümesi, stanbul 1968; trc. Faruk Beer, Selefî Tasavvuf, stanbul 1990). 15. Kitâbü’l-alve ve’t-tenaul fi’l-
 
Saib, nr. 1/3319). 21. Kitâbü’l-ybe. Tek yazma nüshas Princeton Üniversitesi Kütüphanesi’nde olup (nr. 2053/3) Süleymaniye Kütüphanesi’nde mikrofilmi bulunmaktadr (Mikrofilm Arivi, nr. 2525). 22. el-Murâabe ve’l-muâsebe (Chester Beatty Library, nr. 4893; Berlin Staatsbibliothek, Oct. nr. 1435; Sûhâc Ktp., Tasavvuf, nr. 136).
Muhâsibî’nin Fehmü’s-sünen, Kitâbü’d-Dimâ ve Alâu’l-akîm adl eserleri günümüze ulamamtr. Çalmalar arasnda saylan Kitâbü’t-Tenbîh alâ amâli’l-ulûb, Fal min Kitâbi’l- aame adl eserinin sonunda yer alan yarm sayfalk bir metinden ibarettir. Ayrca eserlerinde yer  alan tarifler Mutaarü’l-meânî adyla bir araya toplanmtr (Bengal Ktp., nr. 1167/6; Princeton Üniversitesi Ktp., nr. 2053/4, Princeton nüshasnn mikrofilmi Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir, Mikrofilm Arivi, nr. 2525). Muhâsibî’ye nisbet edilen et-Tefekkür ve’l-itibâr (bnü’n-Nedîm, s. 230) Câhiz’e, Devâü dâi’l-ulûb (Massignon, Essai, s. 226-227) Ahmed b. Âsm el-Antâkî’ye aittir. el-Ba ve’n-nüûr adl eser de (Muâtebetü’n-nefs ile birlikte, Kahire 1969) ona ait deildir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
(bk. MUHÂSBÎ).
Fahreddin er-Râzî’nin (ö. 606/1210) kelâma dair eseri.
Müellif kitabnn mukaddimesinde, âlim ve hakîmlerden oluan bir grubun kendisinden kelâm ilminin temel ilkelerini içeren muhtasar bir eser yazmasn talep ettiklerini belirtmektedir. Baz yazma nüshalarnda (meselâ bk. Köprülü Ktp., nr. 851; Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 2152; Konya Yûsuf  Aa Ktp., nr. 5082/1) kitabna el-Muaal adn verdii kaydedilmektedir.
 Eser üzerine erh yazanlardan Nasîrüddîn-i Tûsî de Râzî’nin çalmasn el-Muaal olarak  zikretmektedir (Telîü’l-Muaal, s. 15-16). Bir ksm nüshala