1361

Islam Ansiklopedisi Cilt 41 - Komisyon.pdf

  • Upload
    hilmi

  • View
    241

  • Download
    0

Embed Size (px)

Citation preview

Allah’a güvenip dayanma anlamnda terim.
Sözlükte “Allah’a güvenmek” anlamndaki vekl kökünden türeyen tevekkül “birinin iini üstüne alma,  birine güvence verme; birine iini havale etme, ona güvenme” mânasna gelir. Birine güvenip dayanan kimseye mütevekkil, güvenilene vekîl denir. Kaynaklarda çounlukla vekil kelimesi kefille e anlaml gösterilmise de Râgb el-sfahânî’ye göre vekil kefilden daha geneldir; her vekil kefildir, fakat her kefil vekil deildir. Tevekkül dinî ve tasavvufî bir terim olarak “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rzknda ve ilerinde Allah’ kefil bilip sadece O’na güvenmesi” eklinde tanmlanmaktadr (el-Müfredât, “vkl” md.; Lisânü’l-Arab, “vkl” md.; Tâcü’l-arûs, “vkl” md.; Gazzâlî, IV, 259). bn Teymiyye tevekkülün “kalbin yalnz Allah’a güvenmesi” anlamna geldiini  belirterek bunun sebeplere bavurma ve mal biriktirmeye aykr olmadn söyler (et-Tufetü’l- Irâyye, s. 185). Tasavvuf kaynaklarnda tevekkül hakknda deiik tanmlar yaplmtr (Kelâbâzî, s. 101-102; Kueyrî, I, 467-478; bn Kayyim el-Cevziyye, II, 119-122). Teslim (birine boyun eme, hükmüne rza gösterme) ve tefviz de (ii birinin tasarrufuna brakma) tevekküle yakn mânada kullanlmakla birlikte baz âlimler tefvizin tevekkülden daha geni kapsaml olduunu belirtir (bn Kayyim el-Cevziyye, II, 143-144).
Kur’ân- Kerîm’de tevekkül kavram krk âyette deiik fiil kalplarnda, dört âyette mütevekkil eklinde yer almakta, vekil kelimesi çou Allah’n sfat eklinde yirmi dört yerde geçmektedir. Baz âyetlerde peygamberlerin inkârclara kefil olmad, onlarn yaptklarndan sorumlu tutulmayaca, dört âyette de inkârclarn âhirette kendilerini savunacak bir vekillerinin bulunmayaca belirtilmitir. Bir âyette Allah tarafndan inkârc Kurey kabilesinin yerine inkâra sapmayan baka bir topluluun getirilmesi, dier bir âyette ölüm meleine can alma görevinin verilmesi “tevkîl” kavramyla ifade edilmitir (M. F. Abdülbâk, el-Mucem, “vkl” md.). Bu âyetlerde insanlarn neticede Allah’a snaca bildirilmekte, hükmün yalnz O’na varaca (Yûsuf 12/67), Allah’n bir topluluu helâk  etmek istemesi durumunda onlara hiç kimsenin yardm edemeyecei (Âl-i mrân 3/160), inanarak  Allah’a snanlar üzerinde eytann etkisinin bulunmad (en-Nahl 16/99), Allah’a snanlar için  baka bir snaa ihtiyaç kalmayaca (et-Talâk 65/3), çünkü Allah’tan baka bir tanr olmad (et- Tevbe 9/129; et-Tegbün 64/13) ifade edilmektedir. Bu arada baz peygamberlerin inançlarndaki kararllklar ve tevekkülleri örnek gösterilmektedir (meselâ bk. Yûnus 10/71; Hûd 11/56, 88; Yûsuf  12/67). Bir âyette (Âl-i mrân 3/159) Resûl-i Ekrem’e kamu ilerinde çevresindekilerle istiare etmesi öütlenmi ve ardndan, “Kararn kesinleince artk Allah’a tevekkül et, Allah kendisine tevekkül edenleri sever” buyurulmutur. Talâk sûresinin balarnda Allah’a tevekkül eden kimseye O’nun kâfi gelecei ve Allah’n mutlaka emrini yerine getirecei bildirilmi, bu açklamalar tevekkül düüncesinin meydana gelmesinde belirleyici olmutur. Taberî’nin kaydettiine göre Abdullah b. Mes‘ûd tevekkülle ilgili bu âyet için, “i Allah’a havale etme hususunda Kur’an’n en önemli âyeti” demitir (Câmiu’l-beyân, XII, 132).
 
Peygamber’in, “Devemi baladktan sonra m tevekkül edeyim yoksa balamadan m?” diye soran bir  sahâbîye, “Önce bala, sonra tevekkül et” yolundaki cevab (Tirmizî, “yâme”, 60) ilgili kaynaklarda tevekkülden önce tedbir almann gerekliliine delil saylmtr. Hadislerde bildirildiine göre Allah, aç karna sabahlayp akama tok ulaan kular doyurduu gibi kendisine tam bir  teslimiyetle tevekkül edenlere de rzklarn verecektir (Müsned, I, 30, 52; bn Mâce, “Zühd”, 14; Tirmizî, “Zühd”, 14). Bir i için evinden çkan kimse, “Bismillâh, Allah’a inandm, O’na dayandm, O’na tevekkül ettim; güç kuvvet yalnz O’nundur” derse Allah onu en hayrl ekilde rzklandracak  ve kötülüklerden koruyacaktr (Müsned, I, 66; benzer ifadeler için bk. Ebû Dâvûd, “Edeb”, 103; bn Mâce, “Duâ”, 18). Resûlullah’n teheccüd namaz srasnda yapt uzunca bir duada u ifadeler  yer alr: “Allahm! Sana teslim oldum, sana inandm, sana tevekkül ettim, sana yöneldim” (Buhârî, “Teheccüd”, 1; Müslim, “Müsâfirîn”, 199; Ebû Dâvûd, “alât”, 119). Dier bir hadiste Allah’a tevekkül edip üfürükçülük, uur-uursuzluk, dalama eklindeki Câhiliye kalnts uygulamalardan uzak duranlarn sorgusuz cennete girecei müjdesi verilmitir (Buhârî, “b”, 17, 42; Müslim, “Îmân”, 273). Kelâbâzî bu hadisi “Allah’a duyulan güven, tevekkül ve honutluktan dolay sebepleri terketmek” diye açklamtr. Ancak Kelâbâzî kiinin tevekkülünü zedelemedii, dinine zarar  vermedii sürece zenaat, ticaret, ziraat gibi ilerle uramay sûfîlerin mubah gördüünü belirtir (et- Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, s. 24, 85). Hz. Peygamber’in güçlü müminin zayf müminden daha deerli ve Allah’n sevgisine daha lâyk olduunu ifade ederek kiinin tam bir azimle faydal olan elde etmeye çalmasn, güç bir durumla karlalmas halinde Allah’n takdirine rza göstermesini öütlemesi ve yaknmann eytann etkisine kap açaca uyarsnda bulunmas (bn Mâce, “Zühd”, 14) tedbir ve çalmayla tevekkül ve takdiri birlikte gözetmek gerektiini ortaya koymaktadr.
Kur’ân- Kerîm’de ve hadislerde tevekkül, müminlere ait temel bir sfat eklinde ele alnp mütevekkillerden övgüyle söz edildiinden slâm’n ana ilkeleri arasnda kabul edilmi, baz sûfîlerin tevekkül anlayn iddetle eletiren bnü’l-Cevzî, Takyyüddin bn Teymiyye ve bn Kayyim el-Cevziyye gibi Selef âlimleri de bu düünceyi benimsemitir. Ebû Hanîfe el-Fhü’l- ekber’inde müminlerin iman ve tevhidde eit, amellerde ise derece derece
olduunu belirttikten sonra imann muhtevasn tekil eden mârifetullah ve Allah sevgisi gibi unsurlar  yannda müminlerin tevekkül yönünden de birbirine eit sayldklarn, bunun ötesinde ise derece farkllklarnn olacan belirtirken tevekkülün inanç boyutuna dikkat çeker (mâm- Azam’n Be Eseri, s. 75). Allah’a inananlarn O’na tevekkül etmesi gerektiine dair âyetler tevekkülün imanla alâkasn, müminlerin Allah’a tevekkül ederek inkârclardan gelen basklara kar direnmesini isteyen, bu hususta peygamberlerden örnekler veren âyetler de kavramn amelle ilikisini göstermektedir. yâü ulûmi’d-dîn’in otuz beinci bölümünü tevhid ve tevekkül konularna ayran Gazzâlî’ye göre tevekkül derin bir bilgi ve zorlu bir amel iidir. Tevekkülün asl imandr; tevekkül var olan her eyin gerçek yapcs ve yaratcsnn Allah olduu inancna dayanr (yâ, IV, 243, 245, 247). ehâbeddin es-Sühreverdî de on makamdan biri olarak ele ald tevekkülün derecesinin Allah hakkndaki bilginin derecesine göre deitiini söyler; bu bilgi ne kadar tamsa tevekkül de o ölçüde güçlü olur (Avârifü’l-maârif, s. 238).
 
terkedilmesi eklinde anlayan mutasavvflar olmusa da çounluk amelî planda sebeplere bavurmay tevekküle aykr görmemitir. Tevekkülün “gassâl önünde meyyit” benzetmesiyle açklanmas tasavvuf literatüründe geni kabul görmü, Gazzâlî de bunu tevekkülün en yüksek derecesi diye nitelemitir (yâ, IV, 261). Ancak Gazzâlî, söz konusu ifadeyi tasavvuf literatüründeki yaygn anlaytan farkl ekilde yorumlam ve bunu hiçbir durumda Allah’n kudret, irade, ilim gibi sfatlarnn etkisi dna çklamayaca yönünde bir uur hali olarak açklamtr. Bu uurla çalmak  ve tedbir almak tevekküle aykr deildir. Tevekkülün i görmeyi ve tedbir almay terketme  biçiminde yorumlanmas cahillerin kuruntusudur ve dinen haram saylmtr. Bu yanl telakki sünnetullah bilmemekten kaynaklanr (a.g.e., IV, 262, 265). Dier baz âlimler de naklî deliller  yannda kulun iradesini tamamyla ortadan kaldrma sonucunu douraca, sorumsuzlua ve karmaaya yol açaca, insanlar din ve dünya ilerinde tembellie sevkedecei gibi aklî delillere dayanarak gassâl önünde meyyit benzetmesini çalmay ve tedbiri büsbütün elden brakma diye yorumlamay reddetmilerdir. bn Teymiyye böyle bir anlayn i ve çalma düzenini bozacan, doru-yanl, iyi-kötü gibi kavramlar yok edeceini ve bilgiyi faydasz hale getireceini söyler (et- Tufetü’l-Irâyye, s. 191-192). Tevekkül, yerine getirilmesi emredilen sebeplere bavurmay gereksiz klmaz; bu durumda, Allah’n emrettii eyleri yapmadan kendisi hakknda mutluluk veya mutsuzluk olarak takdir edilen eye rza gösterme eklindeki bir anlaya götürür. Yemeden içmeden Allah’n kendisini doyuracan söyleyen kimse ahmak, sebepleri terkeden kimse âcizdir (et- Tevekkül, s. 13-14, 16-17). bnü’l-Cevzî, tevekkülün kulun kendi gücünü aan hususlarda iin sonunu Allah’a havale etmesi olduunu söyler. Nitekim Sehl et-Tüsterî tevekkülü eletirenin iman, çalmay eletirenin sünneti eletirmi olacan söyler (Telbîsü blîs, s. 341-344). bn Kayyim el- Cevziyye’ye göre slâm âlimleri tevekkülün sebeplere bavurmaya aykr olmad noktasnda görü  birlii içindedir. bn Kayyim, Sehl et-Tüsterî’nin, “Tevekkül Peygamber’in hali, kesb de sünnetidir; onun halini yaamak isteyen sünnetini terketmez” eklindeki sözünü de (Kueyrî, I, 471) nakleder  (Medâricü’s-sâlikîn, II, 121).
 
bn Ebü’d-Dünyâ et-Tevekkül alellh adl eserinde tevekküle dair baz âyetlerle hadis ve haberleri derlemitir (nr. Câsim Süleyman ed-Devserî, Beyrut 1987; Türkçe’si: Hüseyin Kaya, Hadislerde Tevekkül, stanbul 2007). bn Teymiyye’nin tevekküle dair fetvalarndan oluan bir derleme Ebü’l- Mecd Harek tarafndan et-Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb balyla yaymlanmtr (bk.  bibl.). Yûsuf el-Kardâvî e-arî ilallh: et-Tevekkül (Kahire 1995), Mirza Tokpnar, Hangi Doru Tevekkül: Hadisler Inda Yeni Bir Tanm (Ankara 2009) adl birer kitap; Hasan Karahasanolu, Kur’an’da Tevekkül Kavram (1998, AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü), Rabiye Solmaz, Din Eitimi Açsndan Kur’an ve Sünnette Tevekkül Kavram (2006, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) isimli birer  yüksek lisans tezi hazrlamtr.
BBLYOGRAFYA
 
Wensinck, el-Mucem, “vkl” md.; Müsned, I, 30, 52, 66; mâm- Azam’n Be Eseri (nr. M. Zâhid Kevserî, trc. Mustafa Öz), stanbul 1992, s. 75; Taberî, Câmiu’l-beyân, Beyrut 1412/1992, III, 497; XII, 132; Kelâbâzî, et-Taarruf li-mehebi ehli’t-taavvuf, Beyrut 1407/1986, s. 24, 85, 101-102; Ebû Tâlib el-Mekkî, tü’l-ulûb, Kahire 1310, II, 2-38; Kueyrî, er-Risâle, I, 464-487; Gazzâlî, yâ, IV, 243-247, 259-293; Ebü’l-Ferec bnü’l-Cevzî, Telbîsü blîs, Beyrut 1414/1994, s. 340- 352; ehâbeddin es-Sühreverdî, Avârifü’l-maârif (Gazzâlî, yâ, IV içinde), s. 238; Takyyüddin bn Teymiyye, et-Tevekkül alellh ve’l-a bi’l-esbâb (nr. Ebü’l-Mecd Harek), Kahire 1413/1992; a.mlf., et-Tufetü’l-Irâyye fi’l-amâli’l-albiyye (nr. Yahyâ b. Muhammed el- Hüneydî), Riyad 1421/2000, s. 185-194; bn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn, Kahire 1403/1983, II, 116-148; L. Lewisohn, “Tawakkul”, EI² (ng.), X, 403-405.   Mustafa Çarc
Tasavvuf.
 
tanm tevekkülün bu mertebesiyle ilgilidir. “Tedbiri alan Allah’tr” (Yûnus 10/3, 31; er-Ra‘d 13/2; es-Secde 32/5). Kulun kendi tedbirini terkedip Allah’n tedbiriyle yetinmesi rabbine güvenmesi anlamna gelir. “Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh” sözü tevekkül bahis konusu olunca kulun gücünü ve kuvvetini terketmesi demektir.
Havas veya ârif denilen müminlerin tevekkülü Allah için Allah ile ve Allah’a tevekküldür. Bu tevekkülde dünya ve âhiret menfaatleri, bunlarla ilgili sebepler dikkate alnmaz. Ârifin nefsi bu mertebede gassâlin önündeki ölüye benzetilmitir (a.g.e., s. 79; Gazzâlî, yâ, IV, 255). Bu mertebede sûfînin biri Hakk’a, dieri halka bakan iki yönü yoktur; onun tek yönü vardr, sadece Hakk’a bakar. Ehassü’l-havas (sûfîlerin en seçkinleri) Allah’a kaytsz artsz tevekkül eder, tevekküllerinde fâni olur, tevekküllerini görmezler. bnü’l-Cellâ’nn, “Tevekkül her hâlükârda sadece Allah’n civarnda olmaktr” ifadesi bu mertebeyle ilgilidir. Bu mertebede talep, dua ve niyazdan söz edilmez. Nemrûd tarafndan atee atlaca zaman Cebrâil, Hz. brâhim’e kurtulu için dua etmesini söyleyince onun, “Allah’n halimi bilmesi duama ihtiyaç brakmyor” demesi buna örnektir (Gazzâlî, yâ, IV, 258). Bu tevekkülün en mükemmel mertebesidir. Serrâc bu mertebeye ulaabilenlerin çok  az olduunu söyler (el-Lüma, s. 79). Gazzâlî bu halin devam etmediini, korku sebebiyle bir kiinin  benzinin sararmas gibi gelip geçici olduunu belirtir (yâ, IV, 255). Hamdûn el-Kassâr tevekkülün  bu derecesine eremediini, Ebû Süleyman ed-Dârânî bu tür bir tevekkülün kokusunu bile alamadn söylemitir.
Sûfîler, içinde bulunduklar hal ve makamlara göre tevekkül konusunda farkl yorumlarda  bulunmutur. Allah’n bütün canllara rzklarn verecei vaadine dayanan (el-Mâide 5/114) baz sûfîler tevekkülü rzk kaygs tamama biçiminde anlamtr. akk- Belhî tevvekkülü, “Elinde avucunda olandan çok Allah’n vaadine güvenmendir” eklinde tarif ederken rzk kastetmektedir. Ebû Ali ed-Dekkk da, “Tevekkül günlük rzkla yetinmek ve yarnn kaygsn tamamaktr” der. Baz sûfîlerin yanlarna azk almadan çöllerde yolculuk yapmalar da rzk tevekkül konusu olarak  gördüklerini gösterir (a.g.e., IV, 260). Bununla beraber insann faydaland veya zarar gördüü her  ey, bütün hal ve davranlar geni anlamda tevekkülün konusunu oluturur. Fidan diken bahçvan, tohumu eken çiftçi Allah’a tevekkül ettii gibi yolculuk yapanlar da Allah’a tevekkül eder. Baz sûfîlere göre tevekkül ilim ve mârifettir; kulun Allah’n kendisine kâfi olduunu bilmesidir (en-Nisâ 4/6, 45, 70, 79, 81, 132, 166, 171; ez-Zümer 39/36). Baz sûfîler ise, “Tevekkül kazâya rzadr, kaderin tecellilerini gönül holuuyla kabullenmektir” demitir. Yahyâ b. Muâz er-Râzî’ye göre tevekkül insann kendisi için Allah’n vekil olduuna rza göstermesidir. Sehl et-Tüsterî’ye göre tevekkül kulun Allah’n iradesiyle Allah’la bulunmas halidir. Bu durumda iradesinden fâni olan kul Allah’n iradesiyle bâki olur.
 
kavramlar da tevekkülle balantldr (Hûd 11/88; en-Nahl 16/42; el-Ankebût 29/59; e-ûrâ 42/10). Tevekkül ahlâk ilkesinin ve faziletin temeli, baarl olmann artdr. Mümin hayrl veya mubah bir  ie Allah’a tevekkül ederek azimli ve kararl bir ekilde giriir. Teebbüsüne zafiyet veren vehim, vesvese, üphe ve tereddütten onu tevekkül kurtarr. “Allah’a tevekkül ettim” diyen bir mümin giritii ii kararl biçimde sürdürür. akk- Belhî tevekkülün dört türünden (mala, nefse, halka ve Hakk’a güvenmek) bahseder. Mümin malndan, nefsinden ve halktan ziyade Hakk’a tevekkül etmekle yükümlüdür. Bu anlamda tevekkül bütün müminlerin gönülden benimsemeleri gereken genel ve temel  bir kuraldr. Bu mertebede sebep ve vastalar dikkate alnr. Allah’a güvenmek artyla sebep ve vastalara sarlmak tevekkülün bir parçasdr.
Tevekkül sika, tefvîz, teslim-istislâm kavramlaryla yakndan ilgilidir (Herevî, Menâzil, s. 18, 19). Bunlarn arasnda anlam farklar olmakla beraber kalbin Allah’a güvenmesi hepsinde esastr. Ebû Ali ed-Dekkk’a göre tevekkül ilk, teslimiyet orta, tefvîz ise son haldir. Tevekkül ehli Hakk’n vaadiyle, teslim ehli ilmiyle sükûn ve huzur bulur; tefvîz ehli ise Hakk’n hükmüne raz olur. Tevekkül bütün müminlerin, teslim evliyann, tefvîz tevhid ehlinin halidir. Teslimiyeti Hz. brâhim’in, tefvîzi Hz. Muhammed’in nitelii olarak gösterenler de vardr. Öte yandan sûfîler tevekkül edilecek zaman konusunda çeitli görüler ileri sürmütür. Herevî’ye göre bir i için tedbir alp teebbüse geçmeden önce, teebbüs ve faaliyet esnasnda ve sonrasnda tevekkül gereklidir. Sebebe sarlp tedbir aldktan sonra Allah’a güvenme haline tevekkül diyen Herevî sebepten önceki ve sonraki güven haline tefvîz adn verir. Ona göre tefvîz tevekkülden daha genel bir haldir. Sebebe sarlmadan ve tedbir almadan evvel de sonra da teebbüs ve faaliyet esnasnda tevekkül gereklidir (a.g.e., s. 18).
Tevekkülle çalp kazanma arasndaki iliki öteden beri tartlagelmitir. Sûfîler Allah’a tevekkülle sebeplere sarlma,
 
(a.g.e., IV, 259). Belli bir sebebin belli bir netice vermesi açk ve kesin olur. Bu sünnetullahtr, ilâhî  bir düzendir. Bu durumda mümin ilim ve hal olarak Allah’a tevekkül eder, ald gday Allah’tan  bilir, kalbi de Allah’a itimat halinde olur. kinci durumda büyük bir ihtimalle o sebep o neticeyi meydana getirir. Üçüncü durumda ise o sebebin o neticeyi meydana getirmesi zayf bir ihtimaldir. Bu durumda tedbir almak ve sebebe sarlmak sünnetullahn gereidir. Bundan dolay yolcularn yanlarna azk almalar gelenek olmutur. Yolcunun yolda yiyecek bulmas da yanna ald az kaybetmesi de muhtemeldir ve alnan tedbirin istenen sonucu vermesi kesin deildir. Yola çkan kimsenin yanna ald aza deil Allah’a, sebebe deil sebepleri yaratana güvenmesi gerekir. Üçüncü durumda zayf  sebepler ve çok düük ihtimaller üzerinde gereinden fazla durulmas hrs ve tamahla açklanr,  bunun tevekkülle ilgisi yoktur. Tevekkülün bir faydas da insan ihtirastan korumasdr. Gazzâlî sradan müminlerin, evliyann ve âriflerin sebebe sarlma ve tedbir alma bakmndan farkl durumlar  bulunduuna dikkat çeker. Allah’n fiillerinin tecellisini temaa eden baz sûfîler, “O’ndan baka fâil yoktur” derler. Bu hali yaayan sûfî ne tedbiri ne de herhangi bir sebebi görür, hatta kendini ve tedbirini bile göremez. Ancak bu hal geçtikten sonra sebepler ve vesileler âleminde yaadn dikkate alr (a.g.e., IV, 240-256). Ebû Tâlib el-Mekkî ve Gazzâlî gibi müellifler Allah’a tevekkül esas olmak artyla ailenin geçimini salamann, dilenmemek için mubah bir geçim yolu bulmann, zarardan saknmann, tehlikeden kaçnmann, mallar koruma altna almann, tedavi olmann, ihtiyaç duyulan besin maddelerini ve dier malzemeleri mâkul oranda depolamann câiz olduunu  belirtmiler, cevaz veya fazilet durumlarn da ayrntl biçimde açklamlardr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
(bk. TEBERRÎ).
Bitki ve hayvanlarn birbirinden ya da cansz maddelerden kendiliinden oluumu için kullanlan felsefe terimi.
Sözlükte “dourmak” anlamndaki vilâd (vilâdet) kökünden türeyen tevellüd “domak, ortaya çkmak, meydana gelmek” demektir. Terim olarak bitki ve hayvanlarn erkek ve diisinin bir araya gelmesiyle üremeyi (tevâlüd) deil, erkek-dii ilikisi olmadan birbirinden (biogenèse) ya da cansz maddelerden meydana gelmeyi ifade eder (et-Tarîfât, “Tevellüd” md.; Salîbâ, I, 367). Canllarn embriyolojik bir süreç dnda dorudan cansz maddelerden oluabilecei düüncesi slâm öncesi Grekler’e kadar gitmektedir. Aristo’ya göre dört unsur (hava, su, ate, toprak), uygun artlar altnda kendiliinden mineraller yannda bitkileri ve hayvanlar da tekil edebilir. Yine canllar bir anne  babadan üreyebildikleri gibi -böceklerde görüldüü üzere-topraktan ve çürümü bitkiden ya da hayvanlarn iç organlarndan üreyebilir. Aristo ar, sinek, balk ve salyangoz türünden canllarn her  iki ekilde de teekkül edebileceini söyler. Aristo’nun bu fikirleri Ortaça slâm düüncesini türlü  biçimlerde etkilemise de (Kruk, XXXV/2 [1990], s. 270, 278), slâm düünürleri doum, ölüm, olu, bozulu gibi doal olaylarn ilâhî ilim, irade ve kudretle meydana geldiini, dolaysyla bunlarn temelde Allah’n fiilleri olduunu kabul ederek Aristo’nun ilâhî tesiri dlayan kendiliinden üreme (generatio spontanea) fikrine katlmamlardr. Bu sebeple müslüman düünürlerin normal fiziksel ve  biyolojik süreçler yaanmadan bitki veya hayvanlarn üreyebilecei yolundaki tevellüd düüncelerini daima ilâhî fiille birlikte anlamak gerekir.
 slâm düüncesinde tevellüd fikrine dair ilk bilgilere, konuyu daha çok eletirel bir tarzda ele alan Câhiz’de rastlanmaktadr. Câhiz’in anlattna göre baz kiiler farelerin Ktûl nehrinin çamurundan meydana geldii iddiasn reddetmi, normal artlar altnda canllardan oluan bir varln cansz bir  maddeden olumasn mümkün görmemilerdir. Bu zümre, görülerini bitki ve hayvanlara göre daha alt seviyede bulunan madenlere kadar geniletip insanlarn müdahalesiyle bakrn altna, civann gümüe dönümesini de kabul etmemitir. Çiftleerek üreyen canllarn kendiliinden teekkül edebilecei iddiasna Câhiz de katlmaz (Kitâbü’l-ayevân, V, 348-351); kirlenmi insan bedeninden  bitin douunu mümkün görürse de (a.g.e., V, 371-375) balklarn ve kurbaalarn yamurdan veya  buluttan olutuu iddiasn da reddeder. Ona göre bu canllar hava, su ve toprak özelliklerinin belirli oranda karm sonucu Allah tarafndan yaratlmaktadr (a.g.e., I, 156).
 
 biçimde olutuu ortamda mayalanan organik özelliklere sahip çamurun ruhla birleip canllk  kazanmasyla meydana gelmitir (ay b. Yaân, s. 26-27). Benzer bir süreç bnü’n-Nefîs’in kahraman Kâmil’in tevellüdünde de söz konusudur (er-Risâletü’l-Kâmiliyye, s. 151-153). Ancak bn Tufeyl’in Hay b. Yakzân’ ve bnü’n-Nefîs’in Kâmil’i birer roman kahraman olup ilgili eserleri yaratma teorisi yönünden deil metafizik ve ahlâkî açdan deerlendirmek gerekir.
Tevellüde örnek olarak genelde sürüngen ve haerat türünden hayvanlar göstermi; fare, sçan ve ylan gibi canllarn çiftleme yoluyla üreyebildii gibi çiftleme olmadan organik maddelerden de meydana gelebilecei ileri sürülmütür. Bîrûnî’ye göre birçok hayvan ilk oluum aamasnda  bitkilerden veya birbirinden türeyebilmekte ve ardndan hayatna tenâsül yoluyla devam etmektedir  (el-Âârü’l-bâye, s. 228). Tevellüdü kabul edenler bir canlnn baka bir canlnn cüzlerinden teekkülünü de mümkün görmülerdir (meselâ bk. bn Sînâ, s. 76; bn Tufeyl, s. 26-27). Bu tür bir  oluum küçük canllar yannda deve gibi büyük hayvanlar için de söz konusudur. hvân- Safâ’nn kanaatine göre teekkülünü tamamlayan dii ve erkek canllarn tamam temelde cansz maddeden meydana gelmi, daha sonra varlklarn tenâsül yoluyla sürdürmütür. Ekvatorun altnda maddenin her türlü ekli almaya hazr bulunduu, gece ve gündüzün birbirine eit olduu, iklimin daima rutubetli ve lman seyrettii bir bölge vardr. Hz. Âdem ile Havvâ burada vücuda gelmi, ardndan onlarn çiftlemesiyle insanlar domutur (Resâil, II, 181-182). Cansz maddeden canl organizmalarn oluunu, basitten karmaa doru bir seyir izlemek üzere bn Miskeveyh tarafndan da kabul edilir. Buna göre ilk unsurlarn birbiriyle karm neticesinde dünyada ortaya çkan ilk bitki canszlk snrna en yakn olan otlardr (el-Fevzü’l-aar, s. 113-114). Bu görü Aristo’nun  belirttii, her doann cisimlerden hayvana doru aama aama ilerledii tezine uygundur (Parts of  Animals, IV/5, s. 333-335).
Öte yandan ayn türlerin hem çiftleme hem oluum yoluyla meydana gelip gelmeyecei hususunda ihtilâf edilmitir. bn Sînâ, Horasan’da saanak halinde yaan yamurlarn ardndan çok sayda ipekböceinin ortaya çktn ve bunlarn kozalar örerek kelebeklerin oluumunu saladn ileri sürer. Ona göre insanlar canl türlerinin tükenmesine yol açtklarnda çiftleerek üremesi mümkün görülmeyen türlerin tevellüd yoluyla varlklarn sürdürmesi söz konusudur (e-ifâ, s. 384). Tevellüdü -ceninin anne karnndan, bitkilerin topraktan meydana geliinde olduu gibi-bir cismin dierinin barndan teekkülünü ifade eden bir kavram olarak açklayan Gazzâlî, cisim ve cevherlerin aksine arazlar konusunda bu durumu imkânsz görmektedir (el-tiâd, s. 96). Fahreddin er-Râzî, yeryüzündeki canl hayatn kesintiye uratan tûfanlardan sonra türler bozulduu için bitki ve hayvanlarn tevellüd suretiyle meydana geliini mümkün görmektedir. Buna göre incir ve fesleenden akrep, suya atlan saçlardan ylan, çamurdan fare ve yamurdan kurbaa oluabilir; çiftleerek üreyen  birçok hayvan tevellüd yoluyla da meydana gelebilir. nsan bedeninin cansz maddeden tevellüdü dahi mümkündür. Çünkü insan bedeni cüzlerinde bulunan çeitli unsurlarn özel biçimde karmndan oluur (el-Mebâiü’l-meriyye, s. 226-227).
 
tevellüde imkân verecek nitelikte yaratan Allah’tr. Yaayan organizmalarn meydana gelii, ister  normal üreme ve oluuma uramadan cansz maddeden yaratlsn isterse birbirinden olsun her  durumda Allah’n yaratma fiili söz konusudur. Canllarn oluumunu salayan fiziksel-biyolojik  süreçleri, kendi dönemlerinin snrl bilgileri ve gözlem imkânlar ölçüsünde doal terimlerle anlatan slâm âlimleri bunun kaynan ilâhî yaratmaya balamakta, böylece Aristo’nun “spontanea generatio” görüünü ilâhî ilim, irade ve kudretle irtibatl ekilde ortaya koymaktadr.
BBLYOGRAFYA
 
Aristotle [Aristo], Generation of Animals (trc. A. L. Peck), Cambridge 2000, XIII, 137, 171-173, 333, 357; a.mlf., History of Animals (trc. A. L. Peck), Cambridge 2000, XI/5, s. 97-103; a.mlf., Parts of Animals (trc. A. L. Peck), London 1961, IV/5, s. 333-335; bn Vahiyye, el-Filâatü’n-Nabaiyye (nr. Tevfîk Fehd), Dmak 1995, II, 1312-1324; Câbir b. Hayyân, Mutâru resâil (nr. P. Kraus), Kahire 1354/1935, s. 341-346; Câhiz, Kitâbü’l-ayevân, I, 156; V, 348-351, 371-375; hvân- Safâ, Resâil, Beyrut 1376-77/1957, II, 181-182; bn Miskeveyh, el-Fevzü’l-aar (nr. Sâlih Uzeyme), Tunus 1987, s. 113-114; bn Sînâ, e-ifâ e-abîiyyât (8), s. 67, 76, 384-386, 390; Bîrûnî, el- Âârü’l-bâye ani’l-urûni’l-âliye (nr. C. E. Sachau), Leipzig 1923, s. 228 vd.; Gazzâlî, el- tiâd fi’l-itid (nr. brahim Agâh Çubukçu-Hüseyin Atay), Ankara 1962, s. 95-96; a.mlf., el- Manûn bihî alâ ayri ehlih (Mecmûatü resâili’l-mâm azzâlî içinde), Beyrut 1406/1986, s. 140-141; bn Tufeyl, ay b. Yaân (nr. Albert Nasrî Nâdir), Beyrut 1993, s. 26-27, 29-32; Fahreddin er-Râzî, el-Mebâiü’l-meriyye
(nr. Muhammed el-Mu‘tasm-Billâh el-Badâdî), Beyrut 1410/1990, s. 226-227; bnü’n-Nefîs, er- Risâletü’l-Kâmiliyye fi’s-sîreti’n-nebeviyye (nr. Abdülmün‘im M. Ömer), Kahire 1987, s. 151-153; Sami S. Hawi, Islamic Naturalism and Mysticism, Leiden 1974, s. 110-113; Cemîl Salîbâ, el- Mucemü’l-felsefî, Beyrut 1982, I, 367; R. Kruk, “A Frothy Bubble: Spontaneous Generation in the Medieval Islamic Tradition”, JSS, XXXV/2 (1990), s. 265-282; a.mlf., “Tawallud”, EI² (ng.), X, 378-379.
Osman Demir 
TEVESSÜL (   (
Sâlih amelleri veya baz kiileri vesile edinerek Allah’a yakn olmaya çalmak, O’ndan dilekte  bulunmak anlamnda terim.
Sözlükte “bir arac vastasyla maddî veya mânevî derecesi yüksek birine yaklamay arzu etmek; iyi amellerle Allah’a yaklamay ummak” anlamndaki vesl kökünden türeyen tevessül bir müslümann iledii sâlih amelleri, Hz. Peygamber’i yahut velîleri vesile yaparak Allah’a yakn olmaya çalmasn ifade eder. Vesîle üstün konumdaki birine yaklamaya arac olaca umulan ey veya kimsedir. “Yardm istemek” anlamndaki istiâne, istigse ve istimdâd da ayn mânada kullanlr. Kur’ân- Kerîm’de tevessül kelimesi geçmez. Vesilenin yer ald iki âyetten birinde Cenâb- Hak, müminlere kendisine yakn olmaya vasta aramalarn ve kurtulua ermek için O’nun yolunda bütün güçlerini harcamalarn emretmekte (el-Mâide 5/35), dierinde ilâh diye taplan ve dua edilen varlklarn da rablerine yakn olmak için bir vasta aradklar belirtilmektedir (el-srâ 17/57). Ebû Mansûr el-Mâtürîdî bu âyette sözü edilen varlklar içinde meleklerin de yer alabileceini söyler, zira meleklere ve gözle görülmeyen dier baz varlklara da yaratlmlk üstü konum tanyanlar olmutur  (Tevîlâtü’l-urân, VIII, 299-302). Allah’a yakn olmak amacyla vesile aramann mahiyeti “ilim ve ibadetle O’nun yoluna girme, slâmî erdemlerle nitelenme” eklinde açklanmtr (Râgb el- sfahânî, el-Müfredât, “vsl” md.). Farkl görüler bulunmakla birlikte müfessirler vesileye “müslüman Allah’n rzasna ulatran her türlü ilim ve amel” mânasn vermiler, nâfile ibadetleri de bunun kapsam içinde deerlendirmilerdir (Taberî, Câmiu’l-beyân, VIII, 405; bn Teymiyye, ide, s. 48). Hadislerde vesile ve tevessül kelimeleri yer almaktadr. Çeitli rivayetlerde  belirtildiine göre kuraklk dönemlerinde ashap Hz. Peygamber’le tevessülde bulunarak Allah’a dua ediyor ve dualar kabul görüyordu. Onun vefatndan sonra amcas Abbas ile tevessülde bulunulmutur  (Buhârî, “stis”, 3; “Feâilü aâbi’n-nebî”, 11). Resûl-i Ekrem, gözleri görmeyen bir sahâbîye kendisiyle tevessülde bulunarak Allah’a dua etmesini söylemi, sahâbî yapt duadan sonra görmeye  balamtr (Tirmizî, “Daavât”, 119; ayrca bk. Müsned, II, 168; III, 83; Müslim, “alât”, 11).
bn Cerîr et-Taberî, müslümanlar arasnda vuku bulan ihtilâflar balamnda Resûlullah’tan sonra Allah’n hücceti saylan dinî liderlerin bulunup bulunmad meselesinin tartldn belirtir; ayrca Allah’a dua ederken “peygamber ve velîler hakk için” ifadesini kullanp tevessülde bulunmann câiz olmadna ilikin bir görüü Ebû Hanîfe’ye nisbet eder (et-Tebîr, s. 156; kr. M. Nesîb er-Rifâî, s. 26). Bu tür nakillerden hareketle tevessül konusuna ilikin tartmalarn II. (VIII.) yüzyln ilk  yarsnda ortaya çktn söylemek mümkündür. Daha sonra Mâlik b. Enes’e atfedilen baz görülerin yan sra hadis mecmualarnda zayf kabul edilen bir ksm rivayetlerin yer almasndan da bu meselenin erken dönemlerde gündeme geldii anlalmaktadr. Konu, tasavvuf ve tarikatlarn yaygnlamasnn ardndan bn Teymiyye’den itibaren Selef âlimleriyle dier Sünnî âlimleri arasnda önemli bir ihtilâf mevzuu haline gelmitir. Tevessülün çeitlerini ve bunlarla ilgili görüleri öylece özetlemek mümkündür:
 
Allah’n kendi zâtna verdii isimlerle O’na niyazda bulunmu ve ashabna da bunu öretmitir  (Müsned, I, 391, 452; Tirmizî, “Daavât”, 92). Kur’an okuduktan sonra dua etmek de Allah’n sfatlaryla tevessülde bulunma olarak kabul edilmitir, çünkü Kur’an Allah kelâmdr, O’nun kelâm ise sfatdr. Bu tür tevessülün bid‘at saylmad hususunda ittifak vardr (M. Nesîb er-Rifâî, s. 25- 51; Himyerî, s. 39).
2. Hz. Peygamber’le tevessül. Bütün âlimler Hz.Peygamber’le tevessülde bulunmay câiz görmü, ancak onunla tevessülde bulunmann anlam konusunda farkl görüler ileri sürülmütür. a) Resûlullah ile tevessül etmek onun Allah nezdindeki makam ve derecesinin hakk için deil hayatta iken ondan dua etmesini istemek ve Allah’tan onu kendisine efaatçi klmasn talep etmek anlamna gelir. Böyle bir tevessül câizdir. Buna ramen huzurunda, gyabnda veya ölümünden sonra zatyla tevessülde bulunmak câiz deildir. Nitekim bir kuraklk ylnda Hz. Ömer’in hayatta olmayan Resûl-i Ekrem yerine Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessülde bulunmas tevessülün bir kimseden dua istemek  mânasna geldiini gösterir. Resûlullah ile tevessülün bir baka anlam da kendisine itaat etmek, onun gösterdii yola uyduunu belirterek Allah’tan talepte bulunmaktr. Zatyla tevessülü ve kabrinin yannda yaplan duann mescidlerde yaplan dualardan üstün olduunu ifade eden rivayetler zayftr. bn Teymiyye, Muhammed Abduh, M. Reîd Rzâ gibi Selefî âlimler bu görütedir (bn Teymiyye, ide, s. 57-75, 113-114, 140-141; bn Ebü’l-z, I, 298-299; Reîd Rzâ, VI, 371-377). b) Hz. Peygamber’le tevessülde bulunmak dünyaya gelmeden önce, hayatta iken ve ölümünden sonra onun zat ve Allah katndaki derecesiyle Allah’tan talepte bulunmak anlamna gelir. Kur’an’da müminlere Allah’a yakn olmak için vesile aramalar (el-Mâide 5/35), Allah’ sevenlerin peygamberine itaat etmeleri emredilmi ve ona uyanlar Cenâb- Hakk’n sevecei bildirilmitir (Âl-i mrân 3/31-32). Allah’a yaklama vesilelerinin banda Resûl-i Ekrem gelir; ayrca sevgi ve itaat ancak Resûlullah’n zatna yönelik olabilir. Ashaptan itibaren fkh, kelâm ve tasavvuf âlimlerinin Hz. Peygamber’in zatyla tevessülde bulunmay câiz görmeleri de bu konuda bir delil tekil eder. bn Teymiyye’ye kadar bu hususta âlimler arasnda herhangi bir ihtilâf çkmamtr (Resûlullah’n zatyla tevessülde  bulunmann onun henüz dünyaya gelmeden önce baladna dair telakkiler için bk. Müsned, IV, 138; Himyerî, s. 303-318). Hz. Ömer’in Abbas ile tevessülde bulunmas sonuçta Resûl-i Ekrem’le tevessül etmek anlamna gelir. mam Mâlik, Resûlullah’n kabrine yönelerek tevessülde bulunmakta  bir saknca görmemitir (Sübkî, s. 134-143; Âlûsî, VI, 128; Kevserî, s. 11-12). Sünnî âlimlerin çounluu bu görütedir.
3. Amel-i sâlihle tevessül. man ve itaatten sonra Allah’tan mafiret dilemeyi ifade eden âyetlerin yan sra (el-Bakara
2/285; Âl-i mrân 3/193-194) Fâtiha sûresinde yer alan, “Sadece sana tapar ve yalnzca senden yardm dileriz” (1/5-6) cümlesinin ardndan hidayete eritirme niyaznda bulunmaya dair âyet amel-i sâlihle tevessülde bulunmaya iaret eder. Bir maarada mahsur kalan müminlerin kurtuluunu haber  veren rivayetlerde belirtildii gibi (Müsned, II, 116; Buhârî, “Edeb”, 5) amel-i sâlihle tevessülde  bulunarak yaplan dualarn makbul olduu yolunda bilgiler mevcuttur. bn Mes‘ûd’un teheccüd namaz kldktan sonra, “Allahm, emrettin itaat ettim, davet ettin icabet ettim, beni bala!” eklindeki duas ashabn bu tür tevessüle bavurduunu kantlayc niteliktedir. Âlimlerin tamam  bunu câiz görmütür (Âlûsî, VI, 127; M. Nesîb er-Rifâî, s. 111-134).
 
müminlerin duasn istemek Kur’an ve Sünnet’te tevik edilmitir. Nitekim Resûl-i Ekrem umreye giden Hz. Ömer’den kendisi için dua etmesini istemitir. Sahâbîler de skntlarnn giderilmesi için Resûlullah’n duasna bavurup tevessülde bulunmutur (bn Teymiyye, ide, s. 66-69; M. Nesîb er-Rifâî, s. 141-163).
5. Hayatta olan velîler ve sâlih müminlerin zatyla tevessül. Bu konuda iki yaklam mevcuttur. a) Bu tevessülü câiz görenler, bunun Kur’an’da Allah’a yaklatran vesileler aramay emreden âyetin (el- Mâide 5/35) alanna dolayl biçimde girdiini söylemitir. Nitekim melekler Âdem’e secde ederek  Allah’a yaknlk salam, iyi kullarn ilâhî rahmetin tecelli ettii hayr sahipleri olduu belirtilmi ve müminlere iyilerle birlikte ölmeyi dilemeleri öretilmitir (Kevserî, s. 2-15; Ebü’l-Fazl, s. 17-18; Himyerî, s. 139-142, 181-182). Hadislerde Resûlullah ile tevessülde bulunmann tavsiye edilmesi ona tâbi olan ve bunu tevik eden velîler ve sâlihlerle tevessülü de câiz klar. Hz. Ömer’in Abbas b. Abdülmuttalib ile tevessül etmesi de bu konunun bir delilini tekil eder (Sübkî, s. 143-144; Kevserî, s. 18). Sâlih amellerle tevessülde bulunmann merû kabul edilmesi bu amelleri yapanlarla tevessülü de merû hale getirir. Zira zat asl, zata ait fiil fer‘îdir, fer‘î ile tevessül câiz ise aslla tevessül de câizdir (Himyerî, s. 43-44, 71-72, 126). Allah’n yaratmadaki sünneti (âdet-i ilâhiyye) baz vasta ve sebeplerle fiilleri gerçekletirmesi eklinde tecelli eder. O’nun hasta olan birine ilâç vastasyla ifa vermesi gibi mânevî hastalklara müptelâ olan birine velî ve sâlih kullar vastasyla ifa vermesi de sünnetine uygundur (Muhammed el-Burhânî, s. 3-8; Himyerî, s. 22-23, 55-56). Müctehid âlimlerin velîlerle tevessülü câiz görüp uyguladna dair rivayetler bu fiilin meruiyetine ilikin dier bir  delil konumundadr. mam âfiî’nin Ehl-i beyt’in yan sra Ebû Hanîfe ile, Ahmed b. Hanbel’in de âfiî ile tevessül ettiine dair rivayetler sahih kaynaklarda mevcuttur. Fahreddin er-Râzî, Tâceddin es-Sübkî, Teftâzânî, Seyyid erîf el-Cürcânî gibi âlimler bu tevessülü merû kabul edenlerden  bazlardr. Burada velîler, kendilerinden kaynaklanan bir güce sahip kiiler olarak deil Allah’n bir  sonucu yaratmasnn sebebi olarak görülmektedir (Kevserî, s. 3-4; Himyerî, s. 18-19, 265-266, 420- 425). E‘arî ve Mâtürîdîler’in çounluu bu görütedir. b) Velîler ve sâlih müminlerin zatyla tevessül câiz deildir, çünkü bu Allah’a yaplan tâzime benzer. Bu görüü savunanlar tevessülle ilikilendirilen âyetlerde zatla tevessüle dair bir iaret bulunmadn, bu âyetlerin müminleri sâlih amel yapmaya tevik ettiini söyler. Onlara göre ilgili âyetlerden hareketle ortaya konulan görüler  ar bir yorumdan ibarettir. Bata Hz. Âdem’in tevessülü olmak üzere Resûlullah’a nisbet edilen rivayetler de zayftr. Ashap, tâbiîn ve müctehid âlimlere izâfe edilebilecek böyle bir uygulama sahih rivayetlerle nakledilmemitir. Selef âlimleri bu görütedir (bn Teymiyye, ide, s. 66, 133; Âlûsî, VI, 127-128).
6. Peygamberler, velîler ve sâlihlerin zatyla Allah’a yemin ederek tevessülde bulunmak. Bata Ebû Hanîfe olmak üzere âlimlerin büyük çounluu, “Filân velînin veya sâlih kulun hakk için senden unu niyaz ederim” eklinde yemin mânasna gelebilecek ifadelerle tevessülün câiz görülmedii yahut tahrîmen mekruh olduu görüünde birlemitir. ster nebî ister velî veya Kâbe gibi mukaddes bir  mekân olsun Allah’n adndan bakasyla yemin etmek merû deildir. Selef âlimlerine göre ise bu tür   bir tevessül irke götürür. Tasavvuf mensuplar bu tür tevessülü câiz görmütür (bn Teymiyye, ide, s. 50-51, 114-115; Âlûsî, VI, 128; Reîd Rzâ, VI, 372-375).
 
Çünkü tevessülle elde edilen sonucu yaratan Allah’tr ve sâlih kulun diri veya ölü olmas durumu deitirmez. yi kullarla tevessülün sebebi onlarn Allah nezdindeki dereceleridir. Dünyada eksik  ruhlar tamamlama görevini yerine getiren iyi kullar bu fonksiyonlarn öldükten sonra da sürdürebilir. Kur’an’da kâfirlerin ölen yaknlarndan ümit kestiinin (el-Mümtehine 60/13), ayrca ölenlerin de nimet veya azap içinde bulunduunun belirtilmesi (bk. KABR) bunu kantlar niteliktedir. Ölülere selâm verilmesi onlarn da ruhen buna mukabele etmesini gerektirir. Temiz ruhlarn, kabirlerini ziyarete gelenlerin ruhlaryla iliki kurmas, onlar hayra yöneltmesi ve nurlandrmas mümkündür. Nitekim âfiî Ebû Hanîfe’nin, bn Huzeyme Ali er-Rzâ’nn, Ebû Ali el-Hallâl Mûsâ el- Kâzm’n kabrine gidip tevessülde bulunmutur. Fahreddin er-Râzî, Teftâzânî, Seyyid erîf el- Cürcânî gibi âlimlerin bu tevessülü câiz görmesi ashaptan itibaren müslümanlarn uygulad bu fiilin merûluunu gösterir (el-Meâlibü’l-âliye, VII, 275-277; eru’l-Mad, II, 43; Kevserî, s. 5-9). bn Teymiyye’den itibaren bu tevessülü câiz kabul etmeyen Selef âlimlerine göre tarihte putperestlik  ölen sâlih kiilerden yardm dilemekle balamtr. Önce ölülerden Allah’a arac olmalar istenmi, ardndan sâlihlerin putlar yaplarak bunlara taplmtr. slâm dininde ölüye hitap ederek ondan dua isteme eklinde bir uygulama mevcut deildir. Eer ölülerle tevessül câiz olsayd Hz. Ömer, Resûlullah’n amcas Abbas’la deil Peygamber’le tevessül ederdi. Resûl-i Ekrem’le sahâbîlerden intikal eden uygulama müminlerin kabirlerini ziyaret edip onlara selâm vermek ve dua etmekten ibarettir. Ölülerden yardm istemek hristiyanlarn âdetidir, ayrca bu fiil kabirleri tapnak haline getirmeye yol açabilir. Ölülerden yardm istemek ilâhî sünnetin yan sra Resûl-i Ekrem’in tebli ettii dinin ilkelerine de aykrdr. Bu tür tevessülle ilgili rivayetler uydurma olabilecei gibi yanlma ve eytan aldatmasnn ürünü de olabilir (bn Teymiyye, ide, s. 16-19, 142-171; bn Kayyim el- Cevziyye, I, 375; Reîd Rzâ, VI, 371-377; VIII, 20, 146-147).
Sonuç olarak sâlih amellerin yan sra hayatta olan iyi kullarn duasyla tevessülde
 bulunmann câiz görüldüü hususunda ihtilâf yoktur. Hayatta iken ve ölümlerinden sonra Hz. Peygamber’in, velîlerin ve sâlih kullarn zatyla tevessülde bulunmay irk saymak ise isabetli görünmemektedir. Zatla tevessül konusunda kesin bir delil bulunmamakta, bu tevessül vesile âyetinin yorumuna dayanmaktadr. Konuyla ilgili hadisler ise âhad niteliinde olup zayf kabul edilmitir. Hz. Peygamber’in dualarnda baz tesbih lafzlarn zikrettikten sonra, “Ruhun (Cibrîl) ve meleklerin rabbi olan Allahm!” diye niyaz edip Allah katnda yüksek makam sahiplerini zikretmesi ise dikkat çekici bir uygulamadr (Müslim, “alât”, 223; Ebû Dâvûd, “alât”, 147). Dier bir husus da Sünnî akîdeye göre peygamberler ve Resûl-i Ekrem’in kendilerini ismen cennetle müjdeledii sahâbîler  dnda hiç kimsenin “sâlih” diye nitelendirilip tevessül vastas kabul edilemeyiidir. Kii olarak  sâlih kullarn kimler olduu belirlemek mümkün deildir; sadece Allah’n emirlerine ballk dikkate alnarak onlar hakknda hüsnüzanda bulunulabilir. Dolaysyla iyi kiilerin zatyla tevessül etmek  hüsnüzanna dayal olup zaman içinde ortaya çkan bir uygulamadr. Tevessülü irke dönütüren hususlarn banda Allah’tan bakasna dua etmek, böyle bir kiiye ulûhiyyet nitelii atfetmek, kendisiyle tevessül edilen kimseye ar sayg göstermek gelir.
 
Abdülkdir b. Ahmed el-Fâkihî, üsnü’t-tevessül fî ziyâreti efali’r-rusül (Süleymaniye Ktp., Tâhir  Aa, nr. 79); bn Kemal, Risâle fi’t-tevessül (Süleymaniye Ktp., Trnoval, nr. 1850); Ebû Abdullah Muhammed b. Mûsâ et-Tilimsânî, Mibâu’-alâm fi’l-müstaîn bi-ayri’l-enâm (Süleymaniye Ktp., Reîsülküttâb Mustafa Efendi, nr. 264); Ali Ahmed et-Tahtâvî, el-bdâât fî meârri’l-ibtidâât  bidau’n-nüûr ve’-ebâi ve’t-tevessül ve’d-duâ ve’l-ilf bi-ayrillâh (Beyrut 1421/2000); Ahmed b. Zeynî Dahlân, Risâle fî-mâ yetealla bi-edilleti cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (stanbul 1996); Ali Ataç, Kelâm ve Tasavvuf Açsndan Tevessül (1993, doktora tezi, MÜ Sosyal Bilimler  Enstitüsü); Sdk ez-Zehâvî, er-Red alâ münkiri’t-tevessül ve’l-kerâmât ve’l-avâri (stanbul 2001); Alevî b. Ahmed el-Haddâd, Mibâu’l-enâm cilâü’-alâm (stanbul 1996); Mûsâ Muhammed Ali, aatü’t-tevessül ve’l-vesîle alâ avi’l-Kitâb ve’s-Sünne (Beyrut 1985); Ebü’l-Fazl bnü’s-Sddîk, rmü’l-mübtedii’l-abî bi-cevâzi’t-tevessül bi’n-nebî (Amman 1992);  Nâsrüddin el-Elbânî, et-Tevessül akâmühû ve envâuhû (Beyrut 1986, 1990); evkânî, ed- Dürrü’n-naîd fî ilâ kelimeti’t-tevîd (Beyrut 1932).
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
Allah’n hayrl ilerde kiiyi baarl klmas anlamnda kelâm terimi.
Sözlükte “istee uygun olmak; istee uygun bulmak” anlamndaki vefk kökünden türeyen tevfîk “farkl eyleri ortak bir ilgi araclyla bir araya getirmek; bartrmak” mânasna gelir (Kmus Tercümesi, III, 1031-1033; el-Mucemü’l-vasî, “vf” md.). Terim olarak “Allah’n kullarn fiillerini sevdii ve raz olduu eye uygun klmas” demektir (et-Tarîfât, “vf” md.). Benzer anlamlar tayan inâyet, nusret ve lutf kelimeleri gibi tevfîk de hayr ve iyilie yönelik davranlara özgü klnmtr (Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “vf” md.). Tevfîk “Allah’n isyankâr kullarndan yardmn kesmesi” anlamndaki hzlânn kartdr. Kur’ân- Kerîm’de vefk kavram dört yerde sözlük anlamyla geçmektedir. Hz. uayb kendi ümmetine peygamberlik görevini ve sorumluluklarn anlatrken  baarsnn (tevfîk) ancak Allah’n yardmyla gerçekleebileceini söylemitir (Hûd 11/88; bk. M. F. Abdülbâk, el-Mucem, “vf” md.). Vefk kavramnn Kütüb-i Sitte’nin yan sra Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’inde ve dier hadis kaynaklarnda yer ald görülmektedir (Wensinck, el-Mucem, “vf” md.). Namazda okunan Fâtiha’nn sonunda imamla birlikte “âmin” diyen kimsenin bu fiili meleklerin söyleyiine denk geldii takdirde (muvâfakat) geçmi günahlarnn affedileceine dair hadis birçok  kaynakta yer almaktadr. Bir hadiste Cenâb- Hakk’n hayr murat ettii kulunu ölmeden önce sâlih amel ilemeye muvaffak kld bildirilmektedir (Müsned, III, 106, 120, 230; Tirmizî, “ader”, 8). Hadislerde ayrca, “Baar sadece Allah’tandr” (ve billâhi’t-tevfîk); “Baary salayan Allah’tr” (Allhü veliyyü’t-tevfîk) gibi dua cümleleri bulunmaktadr (Nesâî, “Eribe”, 25, 48; “Fey”, 1). Resûl-i Ekrem’in hilâli gördüü zaman yeni ay süresince Allah’n rzasn kazanmasnn nasip edilmesi yolunda dua ettii nakledilmektedir (Dârimî, “avm”, 3).
Kelâm ilminde erken devirlerden itibaren kader ve insan fiilleri, hidayet ve dalâlet gibi konular   balamnda tevfîk kavram da ele alnmaya balanmtr. Kelâm âlimleri, filozoflarn inâyet teorisine Allah’n iradesine yeterli derecede vurgu yapmad gerekçesiyle kar çkp tevfîk kavramn tercih etmilerdir. nsana ihtiyarî
 
yönünde kullanlabilir, kötülüe dönüemez. Dier bir ifadeyle Allah’n tevfîki O’nun insanlarda hayra yönelmeye elverili kudreti yaratmasdr (a.g.e., s. 412); dolaysyla tevfîk iman etmeleri konusunda Allah’n müminlere bir lutfu olup sadece onlar kapsar (E‘arî, el-bâne, s. 68; bn Fûrek, s. 123). Tevfîki hayr ilemesi için kula verilen güç eklinde açklayan bn Hazm hidayetin bir  ksmnn ayn anlam tadn, buna “te’yîd” ve “ismet” de denildiini belirtir (el-Fal, III, 42, 56, 65). Fiile ilikin kudretin hayr ve er olarak iki yönde kullanlabildiini söyleyen Hanefî ve Mâtürîdîler’e göre tevfîk Allah’n insanlarda hayrl amelle onu yapabilme gücünü bir araya getirmesidir. Allah müminin hayra olan isteini ve yöneliini bildiinden onu bu yönde davranmaya muvaffak klar, bir anlamda onu sevkeder (Mâtürîdî, Tevîlâtü’l-urân, VII, 223; IX, 166). Nitekim Beyâzîzâde Ahmed Efendi tevfîkin insanlar için yardm ve kolaylatrma demek olduunu kaydeder  (ârâtü’l-merâm, s. 233). Kelâm âlimleri tevfîk kavramn hidayet ve kader konularyla ilikilendirmi, ilâhî ilim, kudret ve irade sfatlarn açklarken bunun yannda kulun sorumluluunu temellendirmeye çalm, onun iradî fiillerdeki rolünün snryla ilgili farkl yaklamlar ortaya koymutur. Ancak slâm âlimleri, kiinin dünyada ve âhiretteki baarsnn ilâhî lutuf ve tevfîkten  bamsz ekilde gerçekleemeyecei hususu ile iyilie yönelenlerin seçtikleri fiili ileme gücünü Allah’tan aldklar konusunda görü birliine varmtr. Bu durumda insana düen görev, iyi ve güzel olana yönelerek bu yolda gayret göstermek ve hayrl sonucun gerçeklemesini Allah’tan beklemektir; tevfîk de bu beklentinin yerine gelmesi demektir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
TEVFK FKRET (1867-1915)
Edebiyât- Cedîde airi.
24 Aralk 1867’de stanbul Aksaray’da dodu. Asl ad Mehmed Tevfik’tir. Babas Hâriciye Kalemi’nde memurluk ve çeitli vilâyetlerde mutasarrflk yapan Çankrl Hüseyin Efendi, annesi Sakz adas Rumlar’ndan mühtedî Hüsrev Bey’in kz Hatice Refîa Hanm’dr. Örenimine Aksaray’da Mahmudiye Vâlide Rüdiyesi’nde balayan Mehmed Tevfik, mektebin Doksanüç Harbi’nin ardndan Rumeli’den gelen muhacirlere tahsis edilmesi üzerine Mektebi Sultânî’ye (Galatasaray) gönderildi. Bu mektebin onun ahsiyeti üzerinde büyük etkisi vardr. Hacca giden annesi bir kolera salgnnda Hicaz’da öldüünden (1879) Tevfik’in gençlik yllar büyükannesinin yannda geçti. Örencilik yllarnda disiplini, çalkanl ve kiiliiyle hocalarnn dikkatini çekerken bir yandan da mektep arkadalarnn sevgisini kazand. Galatasaray’da devrin tannm hocalarndan Muallim Feyzi, Recâizâde Mahmud Ekrem ve Muallim Nâci’den ders gördü. Edebiyata ve özellikle iire kar yetenei bu yllarda ortaya çkt. Hocalarnn tevikiyle yazd eski tarzdaki ilk iirleri Muallim Feyzi vastasyla Tercümân- Hakîkat’ta yaymland (1884-1885).
1888’de Mektebi Sultânî’yi birincilikle bitirdikten sonra ayn yl Bâbâli Hâriciye Odas’nda çalmaya balad. Buradaki görevinden holanmad için Sadâret Mektubî Kalemi’ne geçti; ancak  verilen maa az bularak eski memuriyetine döndü (1889). 1890’da daysnn kz Nâzme Hanm’la evlendi. 1891’de smâil Safâ’nn nerettii Mirsad dergisinin açt tevhîd ve sitâyi-i hazret-i  pâdiâhî yarmalarnda birinci seçildi. 1892 ylna kadar devam eden memuriyeti srasnda Gedikpaa’daki Ticaret Mektebi’nde Franszca ve hüsn-i hat dersleri de verdi. 1894’te arkadalar Hüseyin Kâzm Kadri ve Ali Ekrem’le (Bolayr) birlikte Ma‘lûmât dergisini çkard; burada baz iirleriyle tercümeleri yaymland. Ayn yl Mektebi Sultânî’de açlan Türkçe muallimlii imtihann kazanarak bu okula tayin edildi. Ancak hükümetin memur maalarnda kesintiye gitmesi üzerine istifa etti. Ardndan hayatnn sonuna kadar sürdürecei Robert College’da Türkçe hocalna balad.
1896 yl balarnda edebiyatta yenilik yapmaya hevesli gençlerle yeni bir edebî topluluk kurmay arzu eden Recâizâde Mahmud Ekrem, örencisi Ahmed hsan’ (Tokgöz) yaymlamakta olduu Servet dergisini Serveti Fünûn adyla edebî bir dergi haline getirmeye ve ardndan Tevfik Fikret’i bu derginin bana geçmeye ikna etti. Serveti Fünûn böylece Tevfik Fikret’in yönetiminde ubat 1896 tarihli 256. saysndan itibaren edebiyatta ve özellikle iirde yenilik yapmak isteyen gençlerin topland bir edebiyat mahfili durumuna geldi. Toplulua katlanlardan Cenab ahabeddin, Hâlid Ziya (Uaklgil), Mehmed Rauf, Hüseyin Cahid (Yalçn), Hüseyin Suad, H. Nâzm (Ahmet Reit Rey), A. Nâdir (Ali Ekrem Bolayr), Ahmed uayb, brâhim Cehdî (Süleyman Nazif), Süleyman  Nesib, Fâik Âlî (Ozansoy) ve smâil Safâ’nn yan sra Sâmipaazâde Sezâi ile Recâizâde Mahmud Ekrem ve Abdülhak Hâmid Serveti Fünûncular destekledi.
 
 Serveti Fünûn (Edebiyât- Cedîde) topluluunun bütün faaliyeti büyük ölçüde Tevfik Fikret’in yönetimindeki bu dergi etrafnda gerçekleti. Ancak bir süre sonra babasnn görevle Hama’ya bir  nevi sürgüne gönderilmesi, 1898’de smâil Safâ’nn evinde yaptklar bir toplant sebebiyle birkaç gün tutuklanmas mizac ar derecede hassas olan Tevfik Fikret’i büsbütün tedirgin etti. Bata kendisi olmak üzere istibdat idaresinden ikâyetçi olan Serveti Fünûncular, Yeni Zelanda’ya göç ederek orada daha rahat yaama hayaline kapldlar; fakat hayallerini fiilen gerçekletiremeyeceklerini anlayp bu teebbüsten vazgeçtiler. Bu defa Hüseyin Kâzm’n Manisa civarnda Sarçam köyündeki çiftliine gitmeyi düündülerse de bu tasavvurlarn da gerçekletiremediler. Fikret’in “Bir Mersiye” ve “Yeil Yurt” adl iirleri hayalini kurduu bu kaçma düüncesiyle ilgilidir.
1900 ylnda ngiltere’nin Güney Afrika’da Boerler’i malûp etmesi üzerine bu galibiyeti tebrik  etmek, bu vesileyle ülkede hüküm süren istibdat idaresine kar ngiltere’nin bask uygulamasn salamak amacyla hazrlanp ngiliz sefâretine verilen bildiride Tevfik Firket’in imzasnn da  bulunmas dolaysyla bir süre Mâbeyin Dairesi’nde sorguland. Tedirginliini büsbütün arttran bu olaylarn arkasndan bir süre toplumdan uzaklat ve sadece iirle urat. Ayn yl, ilk iirleri dnda büyük ölçüde Serveti Fünûn döneminde yazd iirlerden meydana gelen Rübâb- ikeste’yi yaymlad. Eser ilgi görünce hemen ikinci basks yapld. Ancak bütün bunlar onun huzursuzluunu gidermeye yetmedi. Ayn günlerde, topluluk mensuplarndan Ali Ekrem’in bata Cenab ahabeddin olmak üzere dier Serveti Fünûn airlerini ar bir dille eletirdii “iirimiz” adl makalesini baz deiikliklerle Serveti Fünûn’da neretti ve bu davran büyük bir tepkiyle karland. Tevfik  Fikret’in makalede deiiklik yapmasna öfkelenen Ali Ekrem yaznn asln Baba Tâhir’in Musavver  Ma‘lûmât dergisinde yaymlaynca topluluk içinde ilk çözülme balad. H. Nâzm, Sâmipaazâde Sezâi ve Menemenlizâde Tâhir, Ali Ekrem’i destekleyip Serveti Fünûn’dan ayrldlar. Bir süre sonra idarî bir mesele yüzünden Ahmed hsan’la aralar açlnca Tevfik Fikret de mecmuay terketti (1901). Hüseyin Cahid’in Franszca’dan çevirdii Fransz htilâli’ne dair “Edebiyat ve Hukuk” adl yazs yüzünden dergi hükümet tarafndan kapatld; böylece topluluk fiilen dalm oldu.
 
 baarszlkla sonuçlanmas üzerine bu iiri yazan Fikret’in burada hain emeller peindeki Ermeniler’i alklamas hem o yllarda hem bu iirin yaymland II. Merutiyet sonrasnda çok  eletirilmitir.
24 Temmuz 1908’de II. Merutiyet’in ilân üzerine büyük bir sevinçle inzivadan çkan Fikret “Millet arks” adl manzumeyi kaleme ald. Daha önce dargn olduu bir ksm arkadalaryla bart ve yeni bir fikir hamlesine giriti. Eski arkadalar Hüseyin Cahid ve Hüseyin Kâzm’la birlikte adn kendisinin koyduu Tanin gazetesini yaymlamaya balad. Ksa zamanda devlet yönetimini ele geçiren ttihat ve Terakkî Cemiyeti, Tevfik Fikret’i maarif nâzr yapmak istediyse de o bunu kabul etmedi. Bir ksm örencileri ve yakn çevresinin srar ile Galatasaray Mektebi Sultânîsi’ne müdür  oldu (28 Aralk 1908). Ayn zamanda Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’de ders verdi. Mektebi Sultânî’de o döneme göre modern eitim sistemi için disipline dayal yeni bir düzen kurdu. Yapt yenilikler dolaysyla hakknda çkan dedikodularn artmas yüzünden dört ay sonra müdürlükten istifa etti ve Robert College’daki hocalna döndü. Bu münasebetle Hüseyin Cahid’e yazd mektupta geçen, “Bugün sa‘y ü irfânm tebdîl-i tâbiiyyet etti” ifadesi ve bir süredir genel anlamda din karsnda olumsuz bir tavr taknmas devrin muhafazakâr çevreleri tarafndan aleyhinde bir  kampanyann balatlmasna yol açt. Tanin’in ttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yayn organ haline gelmesi üzerine 1910’da gazete ile bütün ilikisini kesti; ayn yl Dârülfünun ve Dârülmuallimîn’deki görevlerini de brakt. 1912’de Meclisi Meb‘ûsan kapatlnca “Doksan Bee Doru” ve ttihatçlar  aleyhine “Hân- Yamâ” gibi manzumelerini kaleme ald.
Mühendislik tahsili yapmak üzere 1909’da skoçya’ya gönderdii olu Halûk için
 yazd iirleri Halûk’un Defteri adyla yaymlad (1911). Aleyhinde bir kampanya yürüten baz çevrelere kar kendisini müdafaa eden eski arkadalarna hitaben Rübâb’n Cevab’n neretti (1911). Hece vezniyle ve sade bir dille çocuklar için kaleme ald manzumelerden meydana gelen ermin ise (1914) Fikret’in öteden beri özlemini duyduu yeni insan tipiyle yakndan ilgilidir. Osmanl Devleti’nin I. Dünya Sava’na girmesine iddetle kar çkan Tevfik Fikret, cihâd- mukaddes ilân edilerek girilen bu sava dolaysyla ve ironik bir üslûpla “Fetâvâ-y erîfeden Sonra Sancak- erîf Huzurunda” adl manzumesini yazd. ttihâd- slâm taraftar Mehmed Âkif’in [Ersoy], 1914’te yaymlad Süleymaniye Kürsüsü’nde, edebiyat çevrelerinde elden ele dolaan “Târîh-i Kadîm” manzumesi dolaysyla Tevfik Fikret için, tahkir edici dier sözlerle birlikte “zangoç” tabirini kullanmas üzerine Fikret, kendisinin dinsizliini ve genel anlamda bütün semavî dinlerin karsnda olduunu açkça ilân ettii “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”i kaleme ald. Uzun süredir eker  hastalna müptelâ olduu anlalan Fikret, hastal zamannda tehis ve tedavi edilmediinden 1915 yl balarnda âniden yataa dütü ve 18-19 Austos gecesi öldü. Cenazesi aile mezarlnn  bulunduu Eyüpsultan’a gömüldü. Vasiyeti gerei mezar daha sonra stanbul Belediyesi tarafndan Edebiyât- Cedîde Müzesi haline getirilen (1945) Rumelihisar’ndaki Âiyan’n bahçesine nakledildi (1962).
 
konularn iledii bu iirlerden bir ksmn Rübâb- ikeste’nin “Eski eyler” bölümüne dahil etmitir. Tevfik Fikret bu taklit döneminin ardndan kendi ahsiyetini bulma yolunda baz denemelere girimi, tesadüfen bir antolojide iirlerini okuduu Charles Baudelaire, Sully Prudhomme ve özellikle François Coppée’yi tandktan sonra asl çizgisini belirlemitir. Serveti Fünûn’un bana geçtii 1896 ylndan itibaren topluluun dalna kadar geçen be yl içinde daha çok sanat için sanat anlay dorultusunda ferdi ön plana çkaran iirler yazmtr. Bu tarihe kadar hayata ve insanlara iyimser bir gözle bakan, Allah’a inanan, dinî görevlerini yerine getiren, “Tevhid” ve “Sabah Ezannda” gibi iirler yazan Fikret, devrin karamsar havasnn da etkisiyle mizacnda meydana gelen birtakm deiikliklerle giderek kötümser olmaya, hayattan ve çevresinden ikâyet etmeye, dine kar kaytsz, hatta dümanca bir tavr almaya balam, özellikle aile hayatndaki mutsuzluk zamanla bütün yaayn karartmtr. Hayata bakndaki bu köklü deiiklii baz edebiyat tarihçileri ksmen irsiyet, ksmen eker hastalndan kaynaklanan strap ve istibdat rejimine kar duyduu kin ve nefretle açklamaya çalmtr.
Mehmet Kaplan Rübâb- ikeste’deki iirleri Fikret’in kendi benini ve duyu tarzn anlatt iirler, sanatla ilgili iirler, kötümserlik duygusunun hâkim olduu iirler, hayal iirleri, ak iirleri, tabiat iirleri, olu Halûk için yazd iirler, portreler, merhamet ve efkat iirleri, vatanî ve dinî konulu iirler olmak üzere baz temalar etrafnda toplamtr. Tevfik Fikret’in bu döneme ait “Verin Zavalllara”, “Ramazan Sadakas”, “Hasta Çocuk”, “Balkçlar” ve “Sarho” gibi manzumelerinde insanî temalar iledii dikkati çeker. Giderek kötümser bir ruh hali içine girdii dönemde bu  psikolojiyle yazd en dikkate deer iiri “Gayyâ-y Vücûd”dur. Burada hayat böceklerle, solucanlarla, ylanlarla dolu bir batakla benzetir; insan da bu bataklktan kurtulmak istedikçe kendisini bir girdap gibi çeken hayat yaamak zorunda kalan zavall ve bedbaht bir varlk olarak  niteler. “Perde-i Tesellî” adl manzumesinde de bu temay ileyen air dünyay göremedii için kör   bir dilenciye hayranln ifade eder. Rübâb- ikeste’nin “Âveng-i Tesâvîr” bölümünde, etkisinde kald Baudelaire’in “Les phares” adl iirinde yapt gibi Fikret de sevdii baz airlerin (Fuzûlî, Cenab, Nef‘î, Üstad Ekrem, Nedîm, Hâmid) portrelerini çizer.
1897 Türk-Yunan sava dolaysyla devrin birçok airi gibi Tevfik Fikret de bu konuda birkaç iir  kaleme almtr. Yine François Coppée ve Sully Prudhomme etkisi görülen bu iirlerin en tannmlar “Asker Geçerken”, “Ken‘an”, “Hasan’n Gazâs” ve “Klç”tr. Dinî muhteval iirleri arasnda en çok bilineni olan gençlik dönemine ait “Sabah Ezannda” ezan sesinin tabiattaki yansmas üzerinde durur. Tevfik Fikret, Serveti Fünûn dönemine ait iirlerinde daha çok Fransz  parnas airi F. Coppée’nin etkisinde kalm, duyu tarz bakmndan romantik olmakla beraber örnek  ald parnasyenler gibi ekil mükemmelliine ar derecede önem vermitir. 1900 ylndan itibaren daha çok siyasal ve sosyal içerikli manzumeler yazm, “Târîh-i Kadîm” dnda bunlar Rübâb- ikeste’nin 1908’den sonra yaplan basksna dahil etmitir. Bu dönemin iirleri arasnda en çok  dikkat çeken “Sis”tir. stibdadn bütün arlyla hissedildii 1902 ylnn bir ubat günü Boaz’a sis çöker ve akama kadar devam eder. Uzun zamandr evi hafiyelerin gözetimi altnda bulunan Fikret, Boaz’daki sis ile yaanan hayattaki boucu havay iirinde birletirir. Burada nefret ettii II. Abdülhamid devri stanbul’una lânetler yadrrken bir yandan da toplumun ahlâkî zaaflarn teker  teker sayar. 1908’den sonra yazd “Rücû”da ise “Sis”te söylediklerinin bir ksmndan vazgeçmi görünür; orduyu ve vatann seçkin evlâtlarn bir tür kurtarc olarak yüceltir.
 
istibdat rejiminin ardndan ttihatçlar’la gelen hürriyet havasnn ksa bir süre sonra zorbala dönütüü, kanun, hürriyet, adalet gibi kavramlarn ayaklar altna alnd II. Merutiyet döneminin ar bir hicvi olan “Hân- Yamâ” ile “Târîh-i Kadîm” bu dönemin en dikkate deer örnekleridir. Fikret taraftarlarnca taassuba kar müsbet ilim ve müsbet düüncenin müdafaas gibi takdim edilmeye çallan “Târîh-i Kadîm”de tarihi batan baa kanl sahnelerden ve savalardan ibaret gören Tevfik Fikret burada açkça dine ve Tanr’ya kar isyankâr bir tavr sergilemitir. Kendisi gelenekten ve içinde yaad toplumun deer hükümlerinden
 tamamen uzaklam, mâziyi korkunç tablolardan ibaret görmü, kahramanl da küçümsemitir. Fikret mutlak anlamda bar ve adaletin hüküm sürdüü bir dünya özler, kul ile Tanr’y ayran bir  dini kabul etmez. Hatta Allah’n kendisine yaklalmaz olduunu, yeryüzünden yükselen feryat ve ikâyetlerin cevapsz kaldn söyleyecek kadar ileri gider. Mehmet Ali Ayni bu düüncelere kar Reybîlik, Bedbinlik, Lâilâhîlik Nedir adyla bir eser kaleme alr. Mehmed Âkif’e cevap olarak  yazd “Târîh-i Kadîm’e Zeyl”de ise dinî inançlar tamamen reddeden Fikret, tarih ve din dümanln açkça dile getirerek kendisinin panteizm diye adlandrlabilecek bir nevi tabiat dinine inandn söyler.
Fikret’in hayatnda, mizacnn deimesinde ve hayata balanmasnda olu Halûk’un önemli rolü vardr. 1895 ylnda doan Halûk, Fikret’in ksa bir süre de olsa hayata bakn deitirir ve özellikle II. Merutiyet’ten sonra yazaca iirlerde görülen gelecee ümitle bakma düüncesini uyandrr. Fikret Rübâb- ikeste’de Halûk için be iire yer vermitir. Çocuk sevgisi, strap ve merhamet duygularnn ilendii “Halûk’un Bayram”nda bayram dolaysyla yeni elbiselerini giymi, sevinç ve mutluluk içindeki olu ile sefalet içindeki fakir bir çocuu mukayese eder ve oluna üstündeki elbiseleri çkarp fakir çocua vermesini söyler. Halûk’u skoçya’ya gönderdikten sonra onun için yazd manzumelerin bir ksmn bir araya getirdii Halûk’un Defteri’nde olunu ülkede inklâp yapacak gençliin sembolü olarak görür ve burada ülkenin gelecei üzerinde düünür. Halûk  gittii ülkede ilim ve fen tahsil edecek, örendiklerini memleketine getirecektir. Kitaptaki en çok  tartlan iirlerden biri olan “Halûk’un Âmentüsü”nde, Âmentü’deki iman esaslarnn yerini tamamen dünyevî inançlar almtr. Burada idealletirilen kii akla ve bilgiye, gelimeye, hakkn kuvvete üstün geleceine, insanlar arasnda kardelie ve dünya birlii idealine inanan yeni bir insan tipidir. Hayatnn son yllarnda yazd ermin ise onun dorudan doruya özlemini çektii yeni insan tipiyle ilgilidir. Bu kitaptaki iirler yeni Türkiye için Amerikan terbiyesine göre yetitirilmesini arzulad, pratik hayatta baarl olabilecek insan tipinin idealize edilmesinden ibaret görünmektedir. Bu insan tipinin yeni bir eitim metoduyla yetitirilebileceini düünen Fikret, arkada Sât Bey’le birlikte Yeni Mektep adyla bir okul kurmak istemi, bunu gerçekletiremeyince  burada ileri sürdüü baz düünceleri Galatasaray Mektebi Sultânîsi müdürlüü srasnda uygulamaya çalmtr.
 
Tevfik Fikret, edebiyat çevresine ilk admlarn att tarihten itibaren edebî yazlaryla dikkat çekmitir. 1891 ylndan balayarak Mirsad, Ma‘lûmât ve Maârif dergilerinde yaymlanan bu tür  yazlarn Tarîk gazetesinde “Hafta-i Edebî” balkl yazlar ile Serveti Fünûn’daki “Musâhabe-i Edebiyye”leri takip eder. Bunlarda daha çok iir dili, vezinler, nazîrecilik, Türk edebiyatnda nesir  meselesi ve roman okuyucusu gibi konular ele almtr. Bütün çalmalarnda titiz bir sanatkâr  karakteri gösteren Tevfik Fikret, Halûk’un Defteri’ni kendi el yazsyla bastrd gibi iirleri arasna da birtakm desenler çizmitir. Ayrca portre, natürmort ve peyzaj tablolaryla oldukça baarl bir  yal boya ressamdr.
Eserleri. Rübâb- ikeste (stanbul 1316, 4. bs., 1327), Târîh-i Kadîm (stanbul 1321), Halûk’un Defteri (1327), Rübâb’n Cevab (1327), ermin (1330). Yeni harflerle de çeitli basklar yaplan Rübâb- ikeste’nin airin kitaplarna dahil etmedii dier iirleriyle birlikte Tevfik Fikret’in Bütün iirleri (haz. Âsm Bezirci, stanbul 1984) ve Tevfik Fikret-Bütün iirleri (haz. smail Parlatr-  Nurullah Çetin, Ankara 2001) adyla iki basks yaplm, dergilerde kalan dil ve edebiyatla ilgili makaleleri Dil ve Edebiyat Yazlar’nda bir araya getirilmitir (haz. smail Parlatr, Ankara 1987). Tevfik Fikret’in stanbul Belediyesi Arivi’nde bulunan evraknn bir ksm Mektuplarla Tevfik  Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih And-Ylmaz Taçolu-Hüseyin Yorulmaz, stanbul 1999), Kartpostallarla Tevfik Fikret ve Çevresi (haz. M. Fatih And-Ylmaz Taçolu-Hüseyin Yorulmaz, stanbul 1999) adyla neredilmitir. Âiyan Müzesi’ndeki yal boya, sulu boya ve karakalem resimleri Çizgiler ve Renkler Arasnda Tevfik Fikret ismiyle albüm halinde baslmtr (stanbul 2005).
BBLYOGRAFYA
 
Köprülüzâde Mehmed Fuad, Tevfik Fikret ve Ahlâk, stanbul 1918; Ahmed Naim, Tevfik Fikret’e Dair, stanbul 1336; Ruen Eref [Ünaydn], Tevfik Fikret: Hayatna Dair Hâtralar, stanbul 1919; Salih Nigâr Keramet, Fikret’in Hayat ve Eseri, stanbul 1926; Sabiha Zekeriya Sertel, Tevfik Fikret- Mehmed Âkif Kavgas, stanbul 1940; Eref Edip Fergan, nklâp Karsnda Âkif-Fikret, Gençlik- Tan’clar, stanbul 1940; a.mlf., Pembe Kitap: Tevfik Fikret’i Be Cepheden Krk Muharririn Tenkitleri, stanbul 1943; Rza Tevfik Bölükba, Tevfik Fikret: Hayat, San’at, ahsiyeti, stanbul 1945; Kenan Akyüz, Tevfik Fikret, Ankara 1947; Hilmi Yüceba, Bütün Cepheleriyle Tevfik Fikret: Hayat, Hâtralar, iirleri, stanbul 1959; smail Hikmet Ertaylan, Tevfik Fikret: Hayat, ahsiyeti ve Eserleri, stanbul 1963; Mehmet Kaplan, iir Tahlilleri: Tanzimat’dan Cumhuriyet’e Kadar, stanbul 1969, s. 92-100, 158-163; a.mlf., Tevfik Fikret: Devir, ahsiyet, Eser, stanbul 1971; M. Kaya Bilgegil, Tevfik Fikret’in lk iirleri, Erzurum 1970; Hikmet Tanyu, Tevfik Fikret ve Din, stanbul 1972; Orhan Okay, Edebiyat ve Sanat Yazlar, stanbul 1990, s.136-158; Mehmed Rauf, Edebî Hatralar (haz. Mehmet Törenek), stanbul 1997; Abdullah Uçman, Edebiyat- Cedîde’ye Dair Ali Ekrem’den Rza Tevfik’e Bir Mektup, stanbul 1997; Hasan Akay, Tanzimat Sonras Türk  Edebiyatnda Yeni Fikirler, stanbul 1998, s. 57-85; a.mlf., Yeni Türk iirinin
 
Fikret”, TDEA, VIII, 330-338; Bir Muhalif Kimlik: Tevfik Fikret (haz. Bengisu Rona-Zafer Toprak), stanbul 2007; Hilmi Uçan, Bat iiri ve Tevfik Fikret, Ankara 2009; Himmet Uç, Tevfik Fikret’in Psikobiyografisi, Ankara 2009; Seyfi Kenan, “II. Merutiyet’le Gelen Yeni Eitim Araylar: Tevfik  Fikret’in Yeni Mekteb’i ve Eitim Felsefesi”, 100. Ylnda II. Merutiyet: Gelenek ve Deiim Ekseninde Türk Modernlemesi Uluslararas Sempozyumu, Bildiriler (haz. Zekeriya Kurun v.dr.), stanbul 2009, s. 275-285; Muallim (Tevfik Fikret için nüsha-i mahsûsa), stanbul 1917; Düünce (Tevfik Fikret için nüsha-i mahsûsa), stanbul 1918; Nuri Salam, “Serveti Fünûn’a Kadar Tevfik  Fikret ve Bilinmeyen iirleri”, TDED, XXX (2003), s. 403-444; Biyografya (Tevfik Fikret özel says), sy. 7, stanbul 2006.
Abdullah Uçman
Msrl oyun yazar, romanc.
skenderiye’de dodu. Kaynaklarda doumuyla ilgili olarak 1898 ile 1903 yllar arasnda deien tarihler verilir (Brugman, s. 277, dipnot 2). Babas basavclkta görev yapan geni arazi sahibi Msrl bir memur, annesi güçlü karaktere sahip Türk asll zengin bir hanmdr. Babasnn memuriyeti sebebiyle Msr’n çeitli ehirlerini dolat. lk eitimini Desûk’taki bir mektepte ald. lkokulu Demenhûr’da okudu. skenderiye’de Re’sü’t-tîn Lisesi’ne devam etti ve Kahire’de iki amcasnn yannda kalarak liseyi bitirdi. Annesi gelimesinde önemli rol oynarken onun anlatt  binbir gece masallar ve Antere, Hamzatü’l-behlevân gibi hikâyeler edebî zevkinin ilk tohumlarn oluturdu. Babas hikâye ve roman gibi kitaplarla ilgilenmesini yasaklayp edebî zevkini klasik Arap iiriyle gelitirmesini istediyse de Tevfîk küçük yata iken Alexandre Dumas ve Ponson du Terrail’in romanlarn gizlice okudu. Kahire’de liseye devam ederken özellikle tiyatro eserlerini okudu. Georges Abyad’n sergiledii oyunlar hayranlkla izledi. Örenciliinin ilk yllarnda Msr halk ngiliz igaline kar isyan balatmt. Bu dönemde ngilizler’in Msr’ igallerini eletiren iirlerle e-ayfü’-al adl oyununu yazd (1919). Oyunu sahneye koymak amacyla küçük bir tiyatro topluluu oluturdu. Bu topluluk Msr’n ilk tiyatrolarndan olan Tevfîk el-Hakîm Tiyatrosu’nun çekirdeini meydana getirdi. Yine bu dönemde Ukke Kardeler Tiyatrosu için babasndan çekinmesi sebebiyle Hüseyin Tevfîk takma adyla birkaç oyun kaleme ald. Muhtemelen babasnn istei üzerine 1921’de Hukuk Fakültesi’ne girdi. Franszca’nn Msr hukuku için önemini kavrayarak  Franszca örenmeye ve bu dilde yazlm tiyatro eserleriyle eletirilerini okumaya balad (Sicnü’l- umr, s. 154-155). 1924’te Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra babas onu hukuk alannda doktora yapmak üzere Paris’e gönderdi. Ancak Paris’te hukuk eitiminden çok tiyatro eserleriyle ilgilendi. Shakespeare, Goethe, Maeterlinck, Ibsen ve Pirandello’nun oyunlarn izledi. Tiyatro yannda Fransz kültürüne yöneldi; Hippolyte Adolphe Taine’nin yazlarn inceledi. Yazarlk  maceras, kendi deyimiyle gerçek kültürün kaynaklarndan içebildii Avrupa’ya ulamasndan sonra  balad. Tevfîk el-Hakîm 1927’de doktora yapmadan Msr’a döndü ve skenderiye adliyesinde göreve balad. Ardndan savc vekili olarak tayin edildi; Tanta, Desûk, Demenhûr ve Fâriskûr gibi ehirlerde be yl kadar bu görevde çalt (1929-1934). 1933’te yaymlad Ehlü’l-kehf adl oyunundan sonra ünü artt. Önce Eitim Bakanl’nn aratrma bölümünün (1934), ardndan Sosyal ler Bakanl’nn bilgi servisinin (1939) yöneticiliine getirildi. 1951’de Dârü’l-kütübi’l- Msriyye’nin genel müdürü oldu. 1956 ylnda el-Meclisü’l-a‘lâ li’l-fünûn ve’l-âdâb üyeliine seçildi. 1959’da UNESCO’nun Msr temsilcisi sfatyla Paris’e gitti ve kendi isteiyle 1960’ta geri döndü. 27 Temmuz 1987 tarihindeki ölümüne kadar el-Meclisü’l-a‘lâ li’l-fünûn ve’l-âdâb üyeliini sürdürdü.
 
yazmaya balayan Tevfîk el-Hakîm 1933’te kaleme ald Ehlü’l-kehf Tâhâ Hüseyin tarafndan, eski trajediyi ele alndaki baars ve dilin biçimsel gerekliliklerini yerine getirmesi bakmndan Arap edebiyatnn önemli aamalarndan biri diye nitelendirirlir. Daha sonra konusunu yine kültür  kaynaklarndan seçtii ehrâzâd (1934), Pigmalion (1942), el-Melik Udip (1949) gibi oyunlar yazar. Ancak bunlar ve dier oyunlarn olutururken iki sorunla karlar: Msr’da oyunlarn sahneye koyacak ekibin bulunmamas ve edebî dille konuma dilinin farkll. Bunun üzerine oyunlarn “zihnî tiyatro” (théâtre des idées) dedii ve “mesrah-rivâye” (tiyatro-roman) kelimelerinden ksaltarak “mesrivâye” adn verdii, sahneye konulmak için deil okunmak için kaleme alr. 1940’larda gazete ve dergilerde yaymlanmak üzere tek perdelik oyunlar yazar. Ardndan bunlar Mesrau’l-müctema (1950) ve el-Mesrau’l-münevva (1956) adyla iki kitapta toplar. 1952 devriminden sonra kaleme ald oyunlarda bu dönemde Msr’n deien politik ve sosyal gerçeklerini yazlarna aktarr. el-Eydi’n-nâime (1954) ve es-Sulânü’l-âir (1960) bu dönemin oyunlarndandr. Yine ayn dönemin oyunlarndan e-afa’da (1956) edebiyat diliyle konuma dili arasndaki çkmaz aabilmek için kulland üçüncü dil önerisiyle dikkat çeker ve lebüne’l- mesraî adl eserinde (1967) bu meseleyi ele alr. Çok önce yazd Zemmâr’da da (1932) halk dilini kullanmt. Paris’te UNESCO üyesi olarak bulunuunun ardndan çalmalarnda modern Bat tiyatrosunun, özellikle II. Dünya Sava’n yaayan insanln içine dütüü saçmalklarn, bouna çabalarn sergilenmesiyle oluan absürd tiyatronun saçmalklara dayanan g&uum