1339

Islam Ansiklopedisi Cilt 3 - Komisyon.pdf

  • Upload
    hilmi

  • View
    308

  • Download
    5

Embed Size (px)

Citation preview

 
AMASYA Karadeniz bölgesinin iç kesiminde ehir ve bu ehrin merkez olduu il.
Deniz seviyesinden 400 m. yükseklikte, Yeilrmak’n açt iki taraf yüksek kayalklarla çevrili dar   bir vadide kurulmutur. ehrin içinden geçerken bat-dou istikametini alan nehrin solunda (kuzeyinde) yükselen dik kayalklara oyulmu maara ve kral mezarlar ve bunun hemen üstündeki kale dikkati çeker. Nehrin sa kesimi (güneyi) nisbeten daha az meyilli ve düz olduundan yerleme daha ziyade bu yönde olmutur.
ehrin bilinen en eski ad Amaseia’dr. Ancak ne zaman ve kimler tarafndan kurulduu kesin olarak   bilinmemektedir. Bununla birlikte, Büyük skender devrinden (m.ö. 336-323) önce de mevcut olduu ve ehrin tarihinin Hititler dönemine kadar uzand sanlmaktadr. Helenistik Seleukhoslar  döneminde zaman zaman Pontus krallarnn baehri oldu; milâttan önce 63 ylnda da Roma Devleti snrlar içine katld. Milâttan sonra III. yüzylda bir piskoposluk merkezi olarak önem kazand. 712’de Araplar tarafndan alnd ise de birkaç yl sonra mparator III. Leo (717-740) idaresindeki Bizans kuvvetleri ehri ele geçirdiler.
Amasya’nn Türkler tarafndan ne zaman fethedildii konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak XI. yüzyl banda Dânimendliler’in idaresi altnda olduu bilinmektedir. Bu hâkimiyet, Dânimendli topraklarnn Anadolu Selçuklu Sultan II. Klcarslan (1155-1192) tarafndan ilhakna kadar devam etti. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde “Dârü’l-izz” unvan ile bilinen ehir, II. Klcarslan’n saltanatnn sonlarna doru oullar arasnda yaplan taksimde Nizâmeddin Argunah’n payna dütü. Fakat Argunah’n kardei Tokat beyi Rükneddin Süleyman buray zorla ele geçirdi. ehir  daha sonra Baba shak liderliindeki Babaî isyanlarna sahne oldu. Baba shak yakalanarak Amasya Kalesi burçlarnda idam edildi. 1243 Köseda Sava’ndan sonra Anadolu’yu igal eden Moollar  ehri zaptettiler ve böylece ehir Mool valileri tarafndan idare edil meye balad. Bir ara son Selçuklu Sultan II. Gyâseddin Mesud’un olu Tâceddin Altnba’n hâkimiyetine girdi. Daha sonra Sivas’ta hüküm süren Eretna’nn ve onun haleflerinin idaresinde kald. Eretnaolu Ali Bey’i yenen Emîr Hac adgeldi tarafndan ele geçirildi. Ardndan Hac adgeldi ve onun müttefiki olan Melik  Ahmed ile Kad Burhâneddin arasndaki siyasî mücadelelere sahne oldu. adgeldi’nin ölümü üzerine olu Ahmed, Osmanl Sultan Yldrm Bayezid’in desteini alarak ehri Kad Burhâneddin’e kar müdafaa etti. Yldrm Bayezid bu srada Kad Burhâneddin’e malûp olmasna ramen yeniden giritii mücadele sonunda Amasya’y Osmanl topraklarna katt (1398); idaresini de olu Çelebi Mehmed’e brakt. 1402 Ankara Sava’nda Yldrm Bayezid’in Timur’a esir dümesi üzerine, savaa katlan Çelebi Mehmed, kuvvetleriyle birlikte Amasya’ya çekildi. Hatta kardeleri Îsâ ve Süleyman’a kar buray hareket üssü olarak kulland. Bundan sonra ise ehir XVI. yüzyl sonlarna kadar Osmanllar’n dou snrlarnda stratejik bir merkez olarak önem kazand. Yavuz Sultan Selim Çaldran Zaferi’ni müteakip burada klad. Kanûnî de Nahcvan Seferi dönüü bir müddet ehirde ikamet etti. Onun bu ikameti srasnda ran ile Amasya Antlamas yapld (1555). Bu srada Avusturya elçilik heyetinde bulunan ve Osmanllar hakkndaki mektuplar neredilen Busbecq Amasya’da Kanûnî tarafndan kabul edildi.
 
 bölgelerinde çkan isyanlarn tesiri altna girdi. II. Bayezid’in oullar arasndaki taht kavgalarnda önemli rol oynad. Ayn ekilde Kanûnî’nin oullar Selim (II) ve Bayezid arasndaki mücadelede de ad sk sk geçti. ehrin XVI. yüzyl ortalarnda taht vârislerinin bulunduklar yer olma özelliini kaybetmesi sebebiyle, ehzade Bayezid, Kütahya’dan Amasya’ya naklini kendisinin yerine ehzade Selim’in taht vârisi olarak seçildii eklinde yorumlayarak isyan etti. Ancak yenilerek ran’a kaçmak  zorunda kald. ehir XVI. yüzyl sonlarnda da karklklar içine dütü. Zaman zaman Celâlî ekyas ehre hâkim oldu. Bundan sonra ehrin tarihindeki en önemli hadise Millî Mücadele yllarnda meydana geldi. Mustafa Kemal, memleketin igaline kar direnii ve tekilâtlanmay gerçekletirmek  için burada çalmalara balad. Bunun neticesinde 21-22 Haziran 1919’da Millî Mücadele’nin ilk   programn tesbit eden Amasya Tamimi yaymland. Amasya Cumhuriyet’in ilânndan sonra 20 Nisan 1924’te il oldu.
Amasya, XVI. yüzyl ortalarna kadar Osmanl hânedanna mensup ehzadelerin idarî tecrübe kazanmak için gönderildikleri önemli merkezlerin banda yer ald. Burada sancak beyi olarak   bulunan birçok ehzade taht için kendisini en kuvvetli aday olarak gördü. Bunda, dou snrna yakn  bir sancan merkezi olmas sebebiyle, snr boylarnda yaplacak mücadelelerde kazanlacak   baarlarn, an ve erefin taht yolunda büyük avantaj salayaca eklindeki düüncenin rolü  büyüktü. Nitekim Çelebi Mehmed’den itibaren II. Murad, Fâtih, II. Bayezid burada sancak beyi olarak bulundular. Ayrca II. Murad’n olu Alâeddin, II. Bayezid’in olu ve kendisini güçlü bir taht vârisi olarak gören ehzade Ahmed, Kanûnî’nin oullar ehzade Mustafa ve ehzade Bayezid de Amasya’da idarecilik yaptlar. Ancak ehzade Mustafa’nn katlinden sonra, stanbul’a daha yakn olan ehzade sancaklarnn öneminin artmas ve Amasya’nn baehirden uzak olmas sebebiyle, XVI. yüzyl ortalarndan itibaren ehir bu özelliini kaybetti; onun yerine Manisa tek ehzade sanca olarak önem kazand. Bundan sonra Amasya merkezden tayin edilen sancak beyleri tarafndan idare edildi. XIX. yüzyl sonlarnda Ziya Paa da burada ksa bir süre mutasarrf olarak bulundu.
Zaman zaman zelzele ve sel felâketlerine urayan Amasya, Ortaça’larda bölgenin önemli büyük  mâmur ehirlerinden biri idi. Osmanllar döneminde de bu durumunu koruyan ehir, özellikle XV. yüzyl ortalarndan XVI. yüzyl balarna kadar fizikî bakmdan gelime gösterdi. Amasya 1525’te  bei gayri müslim olmak üzere elli be mahalleye sahip bulunuyordu. Nüfusu ise tahminen
 
müslim olmak üzere toplam elli üç mahalle bulunduunu kaydeder, nüfusu da 5000 hane (tahminen 20.000 kii) olarak gösterir. XVIII. yüzylda durumunu koruyan ehir, XIX. yüzylda fizikî bakmdan yine pek gelime gösterememekle birlikte nüfus yönünden biraz daha kalabalklat. Bu yüzylda nüfus 25.000-30.000 civarnda idi, mahalle says ise otuz alt kadard.
lkça’larda Tarsus-Kayseri-Zile-Samsun ticaret yolu üzerinde bulunan Amasya, bilhassa Osmanl döneminde ticarî ve iktisadî bir merkez olarak da dikkati çeker. XVI. yüzylda ehirde bir boyahane, em‘hane ve darphane mevcuttu. pek dokumacl ise yaygn bir ekilde yaplyordu. Ayrca ehir  Azerbaycan-Bursa yolu üzerinde bulunduundan, bu taraftan gelen ran ipeklileri için de önemli bir   pazar durumunda idi. 1554-1555 yllarnda on ay içinde resmî yollarla ehre giren ve tartlan ipekli miktar (mîzân- harîr) 10.632 lodraya (yaklak 15 ton) ulayordu (BA, MAD, nr. 160, 52b). XVII. yüzylda Evliya Çelebi’nin Amasya’da 1060 kadar dükkân ile ilek ve zengin çarlarnn  bulunduunu belirtmesi, V. Cuinet’in XIX. yüzyl sonlarnda 2500’e yakn dokumacnn mevcut olduunu yazmas, burann snaî ve ticarî bakmdan canl bir hayata sahip bulunduunu gösterir. Daha sonraki yllarda ticarî canll biraz daha artan Amasya, 1863’te Msr’dan getirilen pamuk  tohumunun üretimi için seçilen pilot bölgeler arasnda yer alm ve pamuk üretimi için teebbüslerde  bulunulmutur. ehrin ticarî canllnn artmas ve sahile oldukça yakn bulunmas sebebiyle, her yl aralk aynn 15’inde balamak ve sonuna kadar devam etmek üzere, 1864 ylnda bir de panayr  kurulmutur. ehrin iktisadî hayatnda bu dönemlerde tahl üretimi ve meyvecilik önemli bir yer  tutmutur.
lkça’da Strabon gibi büyük bir corafyacnn yetitii Amasya, Türk hâkimiyeti devresinde de bir  kültür merkezi olma özelliini sürdürdü. Selçuklular devrinde birçok ilim ve sanat erbab yetiti. Osmanllar döneminde bilhassa ehzadelerin bulunduu srada pek çok âlim, sanatkâr ve airin topland büyük bir kültür merkezi haline geldi. XVI. yüzyl ortalarna kadar ehzade saray canl bir  kültür faaliyetine sahne oldu. Tarihçi ükrullah, mehur hattat eyh Hamdullah, Tâcî Bey ile oullar Câfer ve Sâdî çelebiler, ulemâdan Müeyyedzâde Abdurrahman Çelebi, Zenbilli Ali Efendi ve mehur  tabip Sabuncuolu erefeddin gibi tannm ahsiyetler burada yetiti. XVI. yüzyln ortalarndan itibaren ehir bu özelliini yava yava kaybetmeye balad. Ancak yine de Anadolu’nun önemli bir  kültür merkezi olma özelliini korudu. 1861’de ehre gelen seyyah G. Perrot, Amasya’y “Anadolu’nun Oxford’u” eklinde tarif eder ve buradaki medreselerde 2000’e yakn talebenin okuduunu yazar (Souvenirs, s. 453). XIX. yüzyl balarnda Amasya’da yaayan ve ehir hakknda  bir eser yazan Mustafa Vâzh Efendi de burann bir talebeler ehri olduunu belirtir (vr. 38b). Bunlar  gibi muhtelif müellif ve kaynaklar da Amasya için “Anadolu ehirlerinin incisi”, “Badâdü’r-Rûm”, “medînetü’l-hükemâ”, “medreseler ehri” gibi tabirler kullanarak bu ehrin güzelliini ve kültür  tarihimizdeki yerini dile getirmilerdir. Halk arasnda Ferhad ile îrin hikâyesinin geçtii yer olarak  öhret kazanan Amasya’da, ayrca, Amasya tarihini, tarihî yaplarn ve ehirde yetien mehur  ahsiyetleri konu alan eseriyle tannan Hüseyin Hüsâmeddin gibi son devrin önemli bir tarihçisi de yetimitir.
 
doru borazan ve davullar çalnyordu. Amasya Kalesi’nden bahseden Evliya Çelebi,
 Celâlî ekyasnn saldrsna kar ehir zenginlerinin kymetli eyalarn burada sakladklarn  belirtir. Ancak XVIII. yüzyldan itibaren kale önemini kaybederek harap olmaya balad.
Amasya tarihî âbideleri bakmndan da çok zengindir. Selçuklu ve Osmanl dönemine ait eserler hâlâ ehrin tarihî havasn aksettirmektedir. Nitekim XVI. yüzyln balarnda ehirde dokuz cami, on medrese, dört buk‘a (zâviye), alt imaret, on be hamam vard. Selçuklu döneminden kalan eserler  genellikle rman güneyinde yer alm olup ehirdeki en eski Türk yaps, Dânimendolu Melik  Gazi tarafndan bugünkü amlar Camii yerinde kalenin hemen dousunda yaptrlan camidir. Bugüne kadar gelebilen eserler arasnda ise Burmal Minare Camii (1237-1247), Gökmedrese Camii (1266- 1267), Fethiye Camii, Gümülü Camii (1326), Hzr Paa Camii (XIV. yüzyl), Saraçhane Camii (1372), Dârüifa (1308), Halifet Gazi Medresesi ve Türbesi (1209-1210), Torumtay Türbesi, Sultan Mesud’a ait olduu ileri sürülen türbe, adgeldi Paa Türbesi, Beyazt Paa Camii (1414-1419), Yörgüç Paa Camii (1430), II. Bayezid Camii ve Külliyesi (1486), Hatuniye Camii (1510), ehzade Ahmed’in lalas Vezir Mehmed Paa Camii (1486), Sofular veya Abdullah Paa Camii (1502), Kap Aas Hüseyin Aa Medresesi (1488) bilhassa zikredilmelidir.
Amasya Osmanl idaresine girdiinde ayn adla tekil edilen sancan merkezi oldu. Amasya sanca,  bata Tokat ve Sivas olmak üzere Rum eyaletinin önemli bir idarî birimi idi ve ilk zamanlarda bu eyaletin merkezi durumundayd. Sancak, XVI. yüzyl balarnda, Amasya merkez kaza olmak üzere Lâdik ve Merzifon kazalarndan olumakta idi. Amasya merkez kazas bu tarihlerde alt nahiye ve 321 köye sahipti. 1576-1577’de sancan kaza says, Gümü, Gedegra, Zeytun, Simre-i Lâdik de dahil olmak üzere yediye ulat. Amasya kazas ise durumunu muhafaza etti. Evliya Çelebi sancan XVII. yüzyl ortalarnda dokuz kazasnn bulunduunu belirtir. 1076 (1665) tarihli vesikalarda on bir, 1082 (1671) tarihli vesikalarda ise on kazas olduu görülen sancan XIX. yüzyl sonlarnda Sivas vilâyetine bal olarak Amasya merkez, Merzifon, Vezirköprü, Osmanck, Gümühacköy, Lâdik, Havza ve Mecidözü olmak üzere sekiz kazas vard.
Bugünkü Amasya ehri, Anadolu’nun iç kesimlerini Samsun Liman’na balayan yollarn geçtii bir  yerde bulunmaktadr. 1930’da ina edilen demiryolu buray tabii liman olan Samsun’a balar ve ulam kolaylatrr. ehir kurulu yerinin fizikî artlar sebebiyle büyük bir gelime gösterememitir. Yeilrmak ehir içinde 4 km. kadar devam eden bir vadide akar. Yeilrmak’n sol kysnda, kale kalntlar, kral mezarlar ile Yeilrmak arasnda yerleim alan çok dar olduundan yerleme bu kyda ince bir erit oluturur. ehrin asl yerleim ve geliim alan Yeilrmak’n sa kysnda olup günümüzde bu kesimde güneydou ve güneybat yönlerine doru bir gelime göstermektedir.
ehirde büyük un fabrikalar, bir süt fabrikas, bir de beton yap elemanlar fabrikas bulunmaktadr. Ayrca iki hastahane, bir de 19 Mays Üniversitesi Eitim Fakültesi’ne bal Eitim Yüksek Okulu mevcuttur. 1927’de 12.481 olan nüfusu 1950’de 14.470, 1970’te 36.646 ve 1985’te de 53.431’e ulamtr.
 
ilçeye ve on alt bucaa ayrlmtr; snrlar içerisinde 360 köy bulunmaktadr. lde ziraat akarsu  boylarndaki Suluova, Gümüova ve Taova gibi verimli ovalarda younlamakta ve balca ekonomik faaliyeti tekil etmektedir. 1954’te Amasya eker Fabrikas’nn kurulmas ve Et Balk  Kurumu tesislerinin yaplmas, eker pancar üretimini ve hayvancl tevik etmitir. Dokuma tezgâhlar yannda ilde ziraî ürünleri ileyen un, ya, yem ve meyve suyu
 fabrikalar da bulunmaktadr. 5520 km² yüzölçüme sahip olan Amasya ilinin 1985 saymna göre nüfusu 358.289, nüfus younluu ise 65 idi. Diyanet leri Bakanl’na ait 1989 yl istatistiklerine göre, il ve ilçe merkezlerinde 132, kasaba ve köylerde de 418 olmak üzere Amasya’da toplam 550 cami bulunmaktadr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
AMASYA ANTLAMASI Osmanl Devleti ile ran arasnda yaplan ilk antlama (11 Receb 962/1 Haziran 1555).
Safevîler’in Tebriz Seferi sonras Osmanl snrlarna ve Dou Anadolu’ya yaptklar aknlar, Kanûnî’yi yeni bir ran seferine çkmak zorunda brakt. Nahcivan Seferi ad verilen bu harekâtta iki taraf arasnda önemli bir sava olmad. Kanûnî’nin banda bulunduu Osmanl ordusu, ah Tahmasb’n Dou Anadolu’da yapt yama ve tahribin öcünü almak için Nahcivan’a kadar ilerledi. Tahmasb, Osmanl ordusunun gücüne kar baarl olamayacan bildii için Kanûnî’nin karsna çkmad. Osmanl ordusunun geçecei yerleri yakp ykma, sular zehirleme, ahaliyi göç ettirme ve hatta tek bir yeil ot brakmama gibi pasif bir direnie bavurdu. Bunun neticesinde yiyecek sknts çekmeye balayan Osmanl ordusu, kn da yaklamas üzerine baharda bir defa daha ran’a sefere çkmak için Nahcivan’ terketti. Kanûnî Erzurum’da iken Safevî elçisi Kaçar ahkulu gelerek  Tahmasb’n mütareke isteini iletti. Bu istek Kanûnî tarafndan kabul edildi (26 Eylül 1554). Bu arada iki taraf arasnda karlkl mektuplamalar yaplmakta idi. Bu yazmalarda Osmanllar’n Safevîler’ce kutsal saylan “Erdebil Oca”n tahrip edecekleri yolundaki tehditleri ve bu tehdidin gerçek olduunu ortaya koyarcasna Kanûnî’nin Amasya’da klamas ah Tahmasb’ telâlandrd ve  bar istemesine yol açt.
Bu maksatla 17 Mays 1555’te 100 kiiyi akn maiyetiyle Amasya’ya gelen ah Tahmasb’n Eik  Aas Ferruhzâd Bey, 22 Mays’ta divanda kabul edilerek ahn hediyelerini ve bar isteyen mektubunu Kanûnî’ye sundu. Tahmasb bu mektubunda bar yolunun iki taraf arasnda daima açk   bulunmasn, iyi münasebetler kurulmasn, Kâbe ve dier kutsal yerleri ziyaret edecek ranl haclara Osmanl topraklarndan geçmeleri için izin verilmesini istiyordu. Kanûnî’nin bu istekleri olumlu karlayan ve antlama artlarn belirleyen mektubu da 1 Haziran’da yeniden divana çarlan elçiye verildi. Amasya Antlamas esasen bu mektuba dayanmakta, Kanûnî’nin gönderdii bu mektup antlamann esaslarn tesbit etmektedir. ran’da sadece Hz. Ali’yi merû halife sayan müfrit iîler’in dier üç halifeyi, sahâbeyi ve Hz. Âie’yi lânetlemeleri ve bunu bir merasim haline getirmeleri demek olan Teberrâîliin yasaklanmasna dair elçinin verdii teminatn gerçeklemesinin umulduu, kar taraftan herhangi bir saldr olmadkça Osmanl hudut beylerinin ran’a kar harekete geçmeyecekleri, ranl haclarn kutsal yerleri ziyaret için Osmanl topraklarndan geçmelerine izin verildii gibi üç ana nokta antlamann esasn tekil etmitir.
Amasya Antlamas, tam bir antlama vasfn tamamak ve iki hükümdarn karlkl dostluk  temennilerinden ibaret gibi görünmekle beraber Basra, Badat, ehrizor, Van, Bitlis, Erzurum, Kars ve Atabegler yurdu üzerindeki Osmanl hâkimiyetinin Safevîler’ce tannmas anlamna gelmektedir. Amasya Antlamas, ah Tahmasb’n ölümünden sonra II. smâil’in tahta geçmesine kadar yaklak  yirmi be yl yürürlükte kalmtr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
AMASYA DÂRÜFASI XIV. yüzyl balarnda ina edilen bir tp medresesi ve ifahane.
Yâkutiye mahallesinde, Yeilrmak’a paralel olarak uzanan cadde kenarnda medrese plan emasnda ina edilmitir. Dârüifann portali üzerinde portal niini üç yönde tek satr halinde dolanan Arapça kitâbesinden, yapy 708 (1308-1309) tarihinde, lhanl Hükümdar Sultan Olcaytu Mehmed Han’n kars ldu Hatun’un kölesi olan Anber b. Abdullah ile Anadolu Emîri Ahmed Bey’in ina ettirdii örenilmektedir. Ancak mimar hakknda herhangi bir bilgi yoktur. Dârüifann günümüze ulamam vakfiyesinin 712’de (1312) düzenlendii de bilinmektedir.
Yap dtan da 33.60x25.60 m. ölçüsünde bir alana, uzun ekseni boyunca dou-bat yönünde yerletirilmitir. Dikdörtgen bir avlu etrafnda, uzun eksene paralel iki revak sras ve bu revaklarn gerisinde çeitli mekânlar yer alm, giri eyvan ile karsndaki ana eyvanla da yap, avlulu iki eyvanl bir emaya sahip olmutur. Ana eyvan içten içe 7.10x5.70 m. ölçüsünde olup sivri bir  kemerle avluya açlmtr. Üstü ise çat-tonoz sistemiyle örtülmütür. Ana eyvann dou duvarnda iki yan tula örgü söveli yüksek bir dikdörtgen pencere bulunur. Eyvann iki yannda yer alan köe mekânlarna, revaklara açlan yay kemerli birer kap ile girilir. çten içe 6.10x7.80 m. ölçüsünde, enine dikdörtgen olan bu köe mekânlarnn üstü birer beik tonozla örtülmütür. Avlunun iki tarafndaki revaklar ise zar, mukarnasl ve profilli olarak çeitlilik gösteren balklara sahip sütunlara dayanan muntazam kesme tatan sivri kemerlerle meydana getirilmitir. Üzeri düz ta  bloklarla geçilerek örtülmü revaklarn gerisinde yer alan uzun salonlar halindeki mekânlar yay kemerli üçer kap ile revaklara açlr. 4.65x14.10 m. ölçüsündeki bu salonlar 0.60 m. geniliinde tuladan sivri kemerlerin destekledii uzun beik tonozla kapatlmtr. Bu kemerler beden duvarlar içine yerletirilmi bingi talarna oturmakta ve mekânlar da mazgal pencerelerle da açlmaktadr.
Revaklarn altna dorudan doruya bir kemerle balanan iki taraftaki beik tonoz örtülü eyvanms mekânlar, âdeta portal eyvannn iki tarafnda bulunan 7.80x4.40 m. ölçüsündeki mekânlara geçi imkân veren koridorlar halindedir. Batdaki köe mekânlarnn giri kaplar, doudakilerden farkl olarak duvar örgü dokusuyla meydana getirilmi olup sivri kemerlidir. Bat köe mekânlarnn üzeri de 0.70 m. ölçüsünde açlmay önleyici birer takn tula kemerin kuvvetlendirdii beik tonozla örtülmütür.
Taçkap tarafndaki köe mekânlarnn önemli bir özellii, 1.30 m. geniliinde büyük birer   pencereyle bat cephesine açlm olmalardr. Bunlar yan cephelere ise birer mazgal pencereyle açlrlar. Âbidevî bir eyvan görünüündeki taçkap mekân 4.10x6.50 m. ölçüsünde olup sivri kemerli, beik tonoz örtülüdür. ki yanda 0.70 m. derinliinde yay kemerli birer ni buray hacim olarak daha etkili klar. Taçkap açkl ise krk yay kemerli ve iki yan profilli bir ekilde ina edilmi ve eyvan 2 m. derinlikte bir nile cepheye balanmtr.
Mimarî özellikleri bakmndan yap caddeye açlan bat cephesiyle âbidevî etkisini günümüze kadar  sürdürmütür.
 
orannda daha yüksek ve takn olan portal, sahip olduu plastik özelliiyle cepheye hâkim bir ifade yaratmaktadr. Fakat bu hâkimiyet portalin iki tarafnda yer alan büyük birer pencereyle saland gibi, bu cepheyi iki yandan snrlayan silindirik köe kuleleriyle dengelenerek simetrik bir ifade kazanmaktadr. Böylece binann giri cephesi, geleneksel Anadolu Selçuklu yap özelliinin bir  ifadesi olmutur. Dou, bat ve kuzey cepheler ise geliigüzel talarla örülmü ve birer payanda ile desteklenerek orijinal durumlar kaybolmu biçimde günümüze kadar gelebilmitir.
Dârüifann avlu cephesi ise çeitlilik gösteren sütunlar ve balklar üzerinde yükselen sivri kemerli revaklar, muntazam kesme tatan eyvan kemerleri ve ta yüzeylerle dikey hatlarn hâkim olduu izlenimini vermektedir. Yapda d cephe tezyinat olarak balca süsleme unsuru, ta içiliin ifadelendirdii portal ve iki yannda yer alan iki dikdörtgen penceredir. Dârüifann portal ve avlu cephesini oluturan unsurlarda bütünüyle muntazam kesme ta kullanlmtr. Sütunlar ve sütun  balklar tatandr. D duvarlar ve tonoz örtülerde muntazam olmayan ta örgü görülürken, açlmay önleyici tonoz kemerlerinde tula örgü mevcuttur.
Kitâbede de belirtildii gibi yap dârüifa olarak genel anlamda bir hastahane fonksiyonuna sahipti. Yapnn bîmarhane olarak tannmas, burada sadece akl hastalarnn bulunduu düüncesinden kaynaklanmtr. Dârüifa balangçta olduu gibi sonralar da uzun süre bir tbbî müessese halinde çalmtr. Cerrâhiyye-i lhâniyye’nin müellifi Sabuncuolu erefeddin b. Ali’nin burada hekimlik  ve cerrahlk yapt, ayn müellifin Mücerrebnâme adl eserinden örenilmektedir.
Bugün restore edilmi ve çevresinde yeil alan düzenlemesi yaplm durumda olan bina halkn ziyaretine açk tutulmaktadr.
BBLYOGRAFYA
 
 
AMASYA TARH Hüseyin Hüsâmeddin Yasar’n (ö. 1939) ehir tarihçiliine öncülük ettii kabul edilen eseri.
Eser sadece bir ehir ve bölge tarihi deil genel Türk tarihini ele alan bir incelemedir. On iki cilt olarak hazrlanan Amasya Tarihi’nin ancak ilk dört cildi ile IV. cildin “bakiyesi” yaymlanabilmi, V. cilt kaybolmu, VI-XII arasndaki dier yedi cilt ise neredilmek üzere Amasya Belediyesi tarafndan satn alnmtr.
Amasya Tarihi’nin I. cildi (stanbul 1327 r., 1330 h., 428 s.) Amasya ehrinin dinî ve kültürel müesseselerine ayrlmtr. Burada ehrin kuruluu, çeitli semtleri, kaleleri, maaralar, mahalleleri, camileri ve türbeleri, edipleri ve hattatlar, tarikat eyhleri ile tekkeleri, âlimleri ve medreseleri,  bucaklar, ilçeleri ve kasabalar anlatlr. II. cilt (stanbul 1329 r., 1332 h., 492 s.) genel Türk tarihi mahiyetinde olup bu ciltte u konular ele alnmtr: Türkler’in vasflar ve meziyetleri, Araplar’n Türkler hakkndaki takdirleri, Türkler’in nesepleri, Türkmenler’in nesli ve kabileleri, Tatarlar, Çerkezler, Gürcüler, Lazlar, Türkler’in eski dinleri, Anadolu’da Hititler, Battal Gazi, Türkmenler’in slâmiyet’i kabulü ve türkmen kelimesi; Azerbaycan, Erzurum ve civar, Komanlar, Ermeniler ve Rumlar; Amasya’nn tarihi: Turanîler, Hititler ve Türkmenler, Dânimend Gazi, Selçuklular, Klcarslan, Osmanllar, Osmanllar zamannda Beylikler; Amasya Valisi ehabeddin âdi Bey’in 736’da (1335) vefatyla lhanl hükümetinin yetmi sekiz yllk saltanatnn son bulmas. III. ciltte (stanbul 1927, 392 s.) esas itibariyle 706 (1306) ylnda Amasya âyan ve Âzerîler’den balayarak  Amasya tarihi: Beylikler dönemi, Yldrm Bayezid’in Amasya emâreti, Osmanllar devri, 1608’de Serdârekrem Kuyucu Murad Paa’nn Amasya ile bütün o bölgeyi ekyadan temizlemesi ele alnmaktadr. IV. cilt (stanbul 1928, 240 s.) ve bakiyesi (stanbul 1935, 199 s.) 1017’den (1608) 1099’a (1688) kadar geçen dönemde Amasya’da yetien âlimlere, eyhlere ve buraya gelen valilere yani Amasya ile ilgili ahsiyetlerin hayat ve faaliyetlerine ayrlmtr. Yaymlanmayan ciltlerin muhtevasnn da önceki ciltlerde olduu gibi Amasya’nn XVII. yüzyldan sonraki tarihî ve kültürel meseleleriyle ilgili olduu bildirilmektedir.
F. Babinger, sadece yaymlanan ksm 1800 sayfa kadar tutan Amasya Tarihi’nin baz konularda “gerçek bir hazine” olduunu söylemektedir. Eser hazrlanrken Tezkire-i Abdî (Amasyal Abdî), Tezkire-i lmiyye (Abdurrahman Eref), Amasya Meâhiri ve Amasya Tarihi (Osman Fevzi Olcay) ile Kitâbeler (. H. Uzunçarl) gibi birkaç kaynak dnda
 bavurulan kaynaklarn çounlukla gösterilmemi olmas ilmî deeri hakknda baz aratrmaclarda tereddütlere yol açm olmakla beraber, Amasya Tarihi ehir tarihçilii bakmndan son derece dikkate deer önemli bir eserdir. I. cildi ksmen sadeletirilerek yeni harflerle de yaymlanmtr  (haz. Ali Ylmaz # Mehmet Akku, Ankara 1986).
BBLYOGRAFYA
 
 
Fr. Babinger, Von Amurath zu Amurath-Aufsatze und Abhandlungen zur Geschichte Südosteuropas und der Levante, München 1962, I, 132; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çada Düünce Tarihi, stanbul 1966, II, 649, 656; Levend, Türk Edebiyat Tarihi, s. 457-458; Turgut Akpnar, “Amasya Tarihi Yazar Hüseyin Hüsameddin ve Bilinmeyen Eserleri”, Bibliyografya-Kitap Haberleri Bülteni, I/3, stanbul 1972, s. 163-168.
Turgut Akpnar 
Tropikal adalarn ve Çin, Japonya, Hindistan, Afrika, Kuzey ve Güney Amerika ile rlanda’nn baz sahillerinde veya çevre denizlerinin yüzünde görülür. En çok bulunduu yer Bahama adalarnn sahil ve açklardr. Genellikle gri siyah, kirli sar yahut bunlarn karmndan oluan damarl renklerde,  bal mumu reçine kvamnda küçük topaklar veya nâdiren birkaç yüz kilograma varan birikmi kütleler  halinde bulunur. Denizde durdukça sertleir, rengi açlr ve önceleri çok keskin oluundan dolay insanlara fena gelen kokusu hafifleyerek güzelleir. Istldnda ve alkole konulduunda kolaylkla erir. Ender maddelerden olduu için ticarî deeri çok yüksek tutulan amber, eski devirlerden beri  baz önemli ihtiyarlk hastalklarna iyi geldii, kan yapc ve hararet verici olduu, hâfzay ve sinirleri güçlendirdii, özellikle felç rahatszlklarn iyiletirdii görülerek ilâç yapmnda kullanlm ve afrodizyak özelliinden dolay da kuvvet macunlaryla aristokratlarn baz yiyecek ve içeceklerine konulmutur. En yaygn kullanm alan kokuculuk olan amberden yine eski devirlerden  beri daha çok parfüm, krem ve merhem yapmnda faydalanlmtr.
Tabiatta nâdir bulunan ve özellikle dünyaya denizciler tarafndan tantlan baka maddeler hakknda olduu gibi amber hakknda da pek çok efsane uydurulmu, ayrca amber-i sâil (liquidambar, sgala ya) ve amber çiçei (abelmoschus moscatus) ya gibi güzel kokan çeitli maddelere de bu isim verildii için bilgilerin birbirlerine kartrlmasna yol açlmtr. Klasik slâm kaynaklarnda yer  alan balca rivayetlere göre amber, denizin dibinden kaynayan ve sudan hafif olduu için yüze çkarak donan yal bir madde, bir deniz hayvannn kusmuk veya dks, denizlerin uzak kylarnda yetien bir bitkinin reçinesi veya baz Çin Hindi adalarnn dalarnda yaayan arlarn güzel kokulu çiçeklerden yaptklar baln iddetli yamurlarla denize sürüklenip erimesi sonunda geriye kalan mumudur. Bugün kesinlikle bilinen husus ise amberin, dili balinalardan olan ve adna amber bal da denilen en büyük balina ada balnn (Lat. physeter catodon macrocephalus, Fr. cachalot, ng. sperm whale “ispermeçet balinas”) barsaklarnda teekkül eden ve henüz tabii mi, marazî mi olduu tesbit edilememi bulunan bir sindirim artdr. Dk ile birlikte vücuttan atlan bu maddenin rengindeki siyahlk hayvann en sevdii yiyecek olan mürekkep balndan gelmekte, dolaysyla yedii miktarla orantl olarak deikenlik göstermektedir.
 
yiyecei efsanevî ambrosiaya benzetmi olduklar anlalmaktadr. Mevcut bilgilere göre amber  Avrupa’ya XIII. yüzylda Endülüs Araplar tarafndan tantlm ve ambra/amber kelimesi de o devirden itibaren Orta Latince’ye girmitir. Avrupa dillerinde reçine fosili olan kehribara da, amberin içinde hazmedilememi hayvan parçacklarnn bulunmas gibi içinde sinek, böcek vb.  bulunmas ve stlnca güzel kokmas sebepleriyle ambere benzetilerek ayn isim verilmekte ve  birbirlerine kartrlmamalar için de amber ambre gris, ambergris “gri amber”, kehribar da amber  aune, yellow amber “sar amber” eklinde söylenmektedir.
Amber, yiyecek ve içeceklere katlmasnn ve kokuculukta kullanlmasnn yannda, yine kokusundan faydalanlmak amacyla tesbihçilikte ve kuyumculukta da kullanlmtr. Kymetli tesbihlerden saylan ve amber veya miskü amber denilen tesbihler, ambere laden adl çal cinsinin (cistus ladanum),  bugün parfümeri sanayiinde kullanlan koyu renkli, güzel ve sabit kokulu reçinesinin (labdanum, laden zamk) kartrlp yorulmasyla elde edilen hamurdan, hamurun sertlemesinden sonra tornalanmak veya henüz yaken kalpla preslenmek suretiyle imal edilmiler ve daha iyi koku vermeleri için de derin dilimlerle süslenmilerdir. Ayn sertlemi hamurdan kahve fincan, erbet kâsesi ve çerez taba gibi içlerine konulan maddeyi kokulandracak küçük eya yaplm, ayrca kadnlar tarafndan bu hamurun henüz yaken koparlan küçük parçalar,
 yüzlerine yaptrlmak suretiyle sunî ben yapmnda da kullanlmtr. Fransa Kral V. Charles’in ölümünden (1380) sonra envantere geçirilen tesbih koleksiyonunda, tanelerinin içine amber  doldurulmu am ii iki altn tesbihin bulunmas, amberin tesbihçilikteki dier bir kullanm ekli hakknda bilgi vermektedir. Mevlânâ’nn bir beytinde, “O gümü bedenli güzele gerdanlk olmak için amber haline gelelim” demesi de (Dîvân- Kebîr, V, 303), muhtemelen yine altn toplar içine doldurulmak suretiyle amberin tak olarak kullanldn göstermektedir. Bu gerdanlklarn tesbihler  gibi amber-laden hamurundan yaplm olmalar da mümkündür. Preslenerek çubuk ekline sokulan amber tozuyla krntlarnn tütsü olarak yakld ve güzel kokmas için mum yana, mühür mumuna, kât hamuruna ve mürekkebe amber tozu kartrld bilinmektedir.
Amber, Avrupa’da özellikle esmer kadnlara, slâm saraylarnda da zenci kadn ve hadm kölelere isim olarak verilirken divan edebiyatnda rabet gören bir tebih unsuru olmu, dinî-tasavvufî ve lâdinî eserlerde sevilen ahsn nefesi, yüzündeki benleri, saçlar, sakallar, kalar ve ayann tozu,  bast yer hemen daima ambere benzetilerek bu kelimeyle yaplm pek çok birleik isim, sfat ve tamlama kullanlmtr. Ancak, özellikle saç sakal için “çok parlak kuzgunî siyah” karl kullanlan anber-fâm ve benzeri sfatlarn, e anlaml mükfâmn da gösterdii gibi amber ile miskin (mük)  birbirine kartrlmas neticesinde ortaya çkt tahmin edilebilir. Çünkü amberin genellikle kül rengi ve nâho bir manzarasnn bulunmasna ve makbul cinsinin de açk renkli (anber-i eheb “ak  amber”) olmasna karlk, baz Uzakdou memeli hayvanlarnn bir salg bezinden elde edilen yar sv haldeki misk fevkalâde siyah ve parlak bir görünümdedir. Miskü amber (Avrupa dillerinde musk  ambrette) terkibinden de anlald üzere bu iki Dou meneli, güzel kokulu madde genellikle  birbirine çarm yapm ve çou kez de amberin laden zamkyla kartrlmas gibi birbirine kartrlarak kullanlmtr.
 
 
 
 
AMCA Arapça’s ammdr. Kökünde “ümul” mânas bulunan kelime “kalabalk topluluk” anlamna da gelmektedir.
Amcann slâm hukukuna göre çeitli hak ve vazifeleri vardr. ahs hukukunda amca hukukî temsil açsndan önemlidir. Ksr*n babas veya baba tarafndan dedesi bulunmazsa velâyet hakk, “binefsihi asabe*”den biri olan amcaya geçer.
Aile hukukunda amca muharremât*, hidâne* ve nafaka* bahislerinde söz konusu edilir. Evlenme mânileri arasnda, yalnz birinci derecede olmak üzere amca da yer almaktadr. Hidâne hakkna sahip kadnlardan birisi bulunmad takdirde bu hak -baba, dedeler, karde ve karde çocuklarndan sonra- amcaya geçer. Amca, Hanefî ve Hanbelî hukukçularna göre, nafaka hak ve mükellefiyeti bulunan akraba arasnda yer almaktadr. âfiî ve Mâlikîler’e göre ise amca ve yeenin böyle bir hak ve sorumluluu yoktur.
Miras hukuku açsndan amca, binefsihi asabe mirasçlar arasnda yer alr. Ancak ana bir amca, mirasta hak sahibi olmak bakmndan zevi’l-erhâm* zümresi içinde mütalaa edilir.
Ceza hukuku alannda amca, ibh-i amd* veya hata sonucu öldürme suçunda diyet ve gurre*nin ödenmesine itirak eden akraba (âkle*) arasnda bulunmaktadr. Usul hukuku bakmndan ise amca ve yeenin birbirleri hakknda ahitlik yapabilecekleri hususunda slâm hukukçular görü birlii içindedirler.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
Osmanl sadrazam.
Köprülü Mehmed Paa’nn küçük kardei Hasan Aa’nn oludur. Amcasnn olu Fâzl Ahmed Paa’nn sadrazaml srasnda Amcazâde diye öhret buldu. Babasnn çiftliinde serbest bir hayat yaamakta iken, Leh seferine giden padiah IV. Mehmed ve Haseki Sultan’a baz hediyeler sundu ve  böylece Haseki Sultan’a intisap etti. Merzifonlu Kara Mustafa Paa’nn maiyetinde Viyana Seferi’ne katld (1683). Bu seferin bozgunla sonuçlanmas üzerine önce hapsedildi, az sonra da 1684 yl  banda ehrizor beylerbeyilii ile stanbul’dan uzaklatrld. Ardndan Kastamonu sanca ile Gelibolu civarndaki Çardak muhafzlna, 1689’da ise vezirlik rütbesiyle Boazhisar muhafzlna getirildi. Mays 1691’de stanbul kaymakam oldu. II. Ahmed’in cülûsunu takip eden günlerde
stanbul’un narh meselesi ile sikke ayar hususundaki dikkatsizlii ve stanbul’da meydana gelen hadiselerde hatal görülmesi üzerine 1692 ubatnda azledildi ve tekrar Boazhisar muhafzlna gönderildi. Bir ara tekrar sadâret kaymakam ve Boazhisar muhafz olduysa da 13 Aralk 1694’te kaptan- deryâla getirilerek Sakz adasnn Venedikliler’den kurtarlmas ile görevlendirildi. Sakz’n geri alnmasndan sonra 1695 Maysnda bu adann muhafzlna, ayn yln kasm aynda Karaman ve Adana valiliklerine tayin edildi. 1696 Eylülünde Belgrad muhafzlna getirildi. Avusturya’ya kar yaplacak askerî harekât dolaysyla Belgrad’da toplanan meveret meclisinde ileri sürdüü fikirler kabul görmedi; ancak Osmanl ordusunun Zenta’da yenilmesi ve Sadrazam Elmas Mehmed Paa’nn ehid edilmesi üzerine, görülerinin hakl ve isabetli olduu anlalarak 13 Eylül 1697’de sadrazamla getirilmesine karar verildi.
17 Eylül’de mühr-i hümâyunu padiahtan teslim alan Amcazâde, derhal icraata balayarak öncelikle  barn salanmasna çalt. ran ile dostça münasebetler kurduu gibi bar için araclk teklifi ile Edirne’ye gelen ngiltere ve Hollanda’nn stanbul’daki sefirleri ile de müzakerelerde bulundu.  Nihayet 26 Ocak 1699’da Karlofça’da Avusturya, Lehistan ve Venedik ile antlama imzalamaya muvaffak oldu. 13 Temmuz 1700’de Ruslar’la da stanbul Antlamas’n yapt. Geni ölçüde toprak  kaybna sebep olan bu antlamalardan sonra devlet ilerini düzene koymakla uraan Hüseyin Paa devletin yeni snrlarn tanzim ederek Kudüs, Gazze, Basra tarafndaki asayisizlii önledi. darî ve askerî sahada slahat yapmaya çalt. Bilhassa denizcilikte Kaptanderyâ Mezamorta Hüseyin Paa’nn yardmyla yeni kanunlar çkartt; donanma personelinin slah ve gemilerin daha modern hale getirilmesi için tedbirler ald. Ancak bu icraatlar srasnda II. Mustafa’nn hocas eyhülislâm Feyzullah Efendi ile aralar açld ve onun basklarna dayanamayarak hastaln ileri sürüp birkaç defa sadrazamlktan affn rica etti. Baz yaknlarnn azli ve katli hadiseleri rahatszln arttrnca, nihayet 4 Eylül 1702’de sadâret mühürünü padiaha göndererek istifa eden ve Kumburgaz’daki çiftliine çekilen Hüseyin Paa, on be gün kadar süren hastalktan sonra 22 Eylül 1702’de burada öldü. Cenazesi stanbul’a getirilerek Saraçhane karsnda ina ettirdii külliye içindeki türbesine defnedildi.
Memleketin içinde bulunduu durumdan haberdar, tedbirli, ileri görülü, zamanna göre slahatç bir 
 
devlet adam olan Amcazâde Hüseyin Paa, Mevlevî tarikatna mensuptu. Hayrat arasnda bilhassa Saraçhane’deki medrese, mescid, mektep, kütüphane ve sebili bulunan külliyesi anlmaya deer. Anadoluhisar ile Kanlca arasndaki yalsnn günümüze kadar kalabilen ksmlar, stanbul’un en eski ahap mimari örneklerindendir. Ayrca stanbul ve Edirne’de çemeler, Medine’de Bâb- Sagr  yaknnda bir sebil yaptrm, devrinin ilim adamlarn korumutur. Hatta vak‘anüvis Naîmâ, ünlü tarihini onun emriyle yazm ve eserinin adn da ona ithafen Ravzatü’l Hüseyn fî hulâsati ahbâri’l- hâfikayn koymutur.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
AMCAZÂDE HÜSEYN PAA KÜLLYES stanbul Saraçhaneba’nda Mimar Ayas mahallesinde, bugün Türk naat ve Sanat Eserleri Müzesi olarak kullanlan külliye.
Amcazâde Hüseyin Paa’nn sadâreti zamannda (1697-1702) dershane-mescid, kütüphane, sbyan mektebi, on alt medrese hücresi ve sebilden ibaret olarak 2580 m²’lik bir alana ina edilmi ve krk  yl kadar sonra bunlara bir de çeme eklenmitir. 1112 (1700) tarihli vakfiyesinden, külliyenin daha çok kraat ve tecvid öretimi yapmak amacyla kurulduu anlalmaktadr. Mimarba brâhim Aa tarafndan ina edilen külliye, barok üslûbun Türkiye’de kendini göstermeye balad bir dönemin eseri olmakla birlikte, daha çok klasik çizgilere bal kalnarak meydana getirilmitir. Külliye 1718, 1755, 1872 ve 1896 yllarnda yangn ve depremlerden büyük zarar görmü ve her seferinde tamir  edilmitir. Bunlar arasnda en esasl tamiratn 1168 (1754-55) ylnda yapld anlalmaktadr. Son defa 1940’ta E. Hakk Ayverdi tarafndan restore edilmi, 1966 ylnda da baz deiikliklerle on üç seksiyonlu bir müze binas haline getirilmitir.
Külliyenin kesme ta ve tuladan yaplm olan binalar, geni avlunun çevresine serbest bir düzende yerletirilmilerdir. Avlunun ortasnda da bir adrvan yer alr. Cümle kapsnn karsnda medrese hücreleri, sanda dört medrese hücresi ile kütüphane ve sbyan mektebi, solunda ise dershane- mescid
  bulunmaktadr. Mescid, üç tarafn çevreleyen yirmi iki mermer sütunlu revak ile avluya hâkim durumdadr. Revak sütunlar birbirine sivri kemerlerle bal olup üç sütun bal baklava, dierleri stalaktit süslemelidir; üzerleri kubbe, çapraz tonoz ve ayna tonoz örtülüdür. Mescid ve revak  kubbelerinin içleri kalem ii klasik motiflerle süslüdür. Kasnaksz ve 11 m. çapnda merkezî bir  kubbe ile örtülü olan harim sekizgen eklindedir ve yirmi sekiz pencereye sahiptir. Mescidin kaps üzerinde 1112 (1700) tarihli ina kitâbesi yer almaktadr; mihrab mermerdir.
Girite avlunun sanda yer alan kare planl, iki katl ve tek kubbeli kütüphane binas ampir üslûbuna yakn bir ekilde ina edilmitir. Sekiz pencere ve alt dolap nii vardr; kapsnn üstündeki kitâbe 1168 (1754-55) tarihinde yaplan tamirata aittir. Kütüphaneye giriin arka tarafna isabet eden küçük  avlunun kenarnda üst kata çk salayan merdiven yer almakta, altnda da bir helâ bulunmaktadr. Külliyenin ön cephesinde yer alan sbyan mektebi kubbeli iki bölümden olumakta ve altnda mahzenli dükkânlar bulunmaktadr. Dükkânlarn ortasndaki bir kapdan girilen dehliz eklindeki bir  koridorla dier yaplarla balants olmayan mektebin küçük iç avlusuna varlr. Bir helâs bulunan avludan merdivenle sahanla, oradan mektebin birinci bölümüne, oradan da ikinci bölümüne geçilir. Binann kubbeleri pandantiflidir.
 
Külliyenin inasndan sonra cümle kaps yanna eyhülislâm Mustafa Efendi tarafndan yine klasik  üslûpta bir çeme yaptrlmtr. Hattat Mehmed Refî b. Mustafa imzasn tayan çeme kitâbesinin tarihi 1152’dir (1739). Hazîre üç bölümlü olup Amcazâde Hüseyin Paa ile onun ölümünden sonra külliyenin idaresini ele alan kz Rahmiye Hanm’n mezarlar da burada bulunmaktadr. Külliye halen Vakflar Türk naat ve Sanat Eserleri Müzesi olarak kullanlmakta, kütüphanesindeki kitaplar  da Amcazâde Hüseyin Paa Kütüphanesi ad altnda Süleymaniye Kütüphanesi’nde muhafaza edilmektedir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
1112 (1700) ylnda Amcazâde Hüseyin Paa tarafndan yaptrlan külliyenin giriindeki avlunun sa tarafnda yer alan iki katl bir yapdr. Vakfiyesinden anlaldna göre kütüphanede üç hâfz- kütüb,  bir kâtib-i kütüb, bir de mücellit görev yapmakta, kütüphane haftada üç gün açk bulunmaktayd. Kurulduunda 500 civarnda kitaptan meydana gelen bir koleksiyona sahip olan kütüphanenin daha sonraki tarihlerde yaplan balarla zenginletii görülmektedir. stanbul’daki kütüphanelerin  birletirilmesi çalmalar srasnda önce Beyazt Devlet Kütüphanesi’ne, daha sonra da Fatih’teki Millet Kütüphanesi’ne nakledilen Amcazâde Hüseyin Paa Kütüphanesi’ne ait kitaplar bugün Süleymaniye Kütüphanesi’nde ayr bir bölüm halinde muhafaza edilmektedir.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
AMCAZÂDE HÜSEYN PAA YALISI stanbul Boaz’nn Anadolu yakasnda XVII. yüzyl sonlarna ait bir yal.
Anadoluhisar yaknnda yazlk olarak yaplan bu bina, Köprülüler soyundan gelen ve 1697-1702 tarihleri arasnda be yl sadrazamlk yapan Amcazâde Hüseyin Paa tarafndan ina ettirilmitir. Buraya Hüseyin Paa’nn vakflar ile balants olduundan Meruta Yal da deniliyordu. Vakfiyesinin 1112 (1700) tarihli olduu, fakat Nazîm’in divanndaki manzum bir tarihte 1113 (1701- 1702) rakamnn çkt da ileri sürülmektedir. Yal 1700’de herhalde içinde oturulabilecek derecede tamamlanm olmal ki, o yl Karlofça Antlamas’nn imzalanmas üzerine alnan kararlar padiaha tasdik ettirmek üzere maiyetiyle stanbul’a gelen Avusturya (Nemçe) elçisi Oettingen, 10 Zilkade 1111’de (29 Nisan 1700) atafatl bir törenle deniz yoluyla bu yalya misafir edilerek erefine verilen bir ziyafete katlmtr. Ayn yln yaznda da Sultan Mustafa Üsküdar Saray’nda kalrken sadrazam tarafndan bu yalda düzenlenen bir ziyafete gelmitir. Birkaç gün sonra yine bu yalda Leh elçisine yemek verilmitir. Bu gelenein Amcazâde Hüseyin Paa’nn 1702’de ölümünden sonra bir  süre daha devam ettii, 1705 Nisannda yine bu yalda bu defa ran elçisi Murtaza Kul Han’n arlanmasndan anlalmaktadr. 1719 Eylülünde bu yalda Avusturya elçisinin de arland  bilinmektedir.
Yal XIX. yüzylda daha güneyde ve kyda olan iki ahap binasn kaybetmi, sadece denize uzanan çkma halindeki divanhanesi kalmtr. lk ihtiam ve güzelliini koruyan bu deerli bölüm geçen yüzyln sonlarnda bilhassa yabanclar tarafndan ziyaret ediliyor ve yaz aylarnda yine onlar  tarafndan kiralanyordu. Divanhane (veya selâmlk) kökünün arkasna bu arada ahap bir bina yaplmt. stanbul hayranlarndan Fransz romancs Pierre Loti de bu yaly seven ve kurtarlmasn isteyenlerin banda geliyordu. Fransz elçisinin ei Madame M. Bompard’n öncülüünde stanbul’un tarihî eserlerini kurtarma gayesi ile kurulan bir topluluk Amcazâde Yals divanhanesinin rölövesini çizdirip renkli, yaldzl naklarnn aynen kopyalarn yaptrarak 1915’te bunu büyük bir  albüm halinde bastrmt. Bu albümdeki renkli desenler, ngiliz elçisinin ei Lady Lowther, Comtesse de Robilant ve Armenak Bey Sakzyan’n teebbüsleri üzerine, Sanâyi-i Nefîse Mektebi örencilerinden Nûri ve Ömer eref tarafndan meydana getirilmiti. Fakat 1926’dan itibaren  büsbütün ihmale urayan bu esiz sanat eserinin dam aktarlmadndan içindeki naklar bozulmaya  balad. 1947’de baz ufak takviyelerle yalnn çökmesi önlenmeye çallmsa da baz hukukî  pürüzler yüzünden büyük ölçüde ciddi bir tamir yaplamamtr.
Amcazâde Hüseyin Paa Yals, baz eski resimlerden de anlalaca gibi, Boaziçi sahilinde sralanan iki büyük ahap yal ile bugün hâlâ mevcut divanhaneden meydana gelmiti. Bu sonuncusunun arkasnda ayrca bir de hamam vard. Kydaki bu geni bahçenin yamaca doru yol ar üst tarafnda da Boaz yallarnn pek çounda olduu gibi geni koruluklu arazisi uzanyordu. 1860’lardan sonra esas büyük binalar yanm veya yktrlm, geriye sadece iki katl yüksek bir  ahap kök kalmtr.
 
 pee iki sütunla ayrlm iki sofas olduu ve bunlardan birincisinin de önünde bir giri holü  bulunduu görülmektedir. Bu ilk sofann iki tarafnda helâ ve merdiven aralklar ile sal sollu birer  oda bulunmaktadr. Ancak bu krokinin çizilmesinden sonra bu sofalar ile yanlardaki odalar  kaldrlm, yerlerine ahap, konak tipi bina yaplmtr. Günümüze kadar gelen bölüm ise üç kollu,  bir T eklindeki tek salondan ibarettir. Ortadaki mermer döeli kare ksmn büyük bir havuz süsler. Havuzun fskiyesi ajurlu bir ekilde oyularak ilenmi bir cami biçimindedir. Bu orta ksma üç eyvan halinde açlan çkntlar hafifçe yüksek olup üzerlerinde evvelce sedirler bulunuyordu. Bol  pencereler ise aslnda tahta kepenkler ile kapatlyordu.
 Amcazâde Yals divanhanesi, mimarisinin çok sade oluuna ve dardan hiçbir dikkat çeken özellii  bulunmayna karlk iç süslemesi göz kamatrc bir güzellik ve zenginlikte idi. Avrupa sanatnn ar basksnn balamasndan önceki Türk sanatna ait olan bu süslemelerde, ortadaki kubbe ile  bütün duvarlar ve çkntlarn tavanlar, altn yaldzn hâkim olduu naklarla bezenmitir. Dip duvardaki dolap kapaklarnda ise fildii ve sedef kakmalar vardr. Duvarlarda üst tabakada sra halinde panolar bulunmakta, bunlarn her birinin içlerinde bir testiden çkan çeitli çiçekler yer  almaktadr.
Türk kök ve kasr mimarisinin henüz yabanc tesirlerin basks altna girmeden önce yaplm olan  bu ahap divanhane, bugün stanbul’da ayakta kalabilmi kendi cinsinin tek eseridir. Bu bakmdan itina ile korunmas ve yaatlmas gerekirken, artk bir einin bulunmas imkânsz bu sanat ve tarih antnn ona sahip çkan ellerde son elli altm yl içinde harabe haline getirilmesi bir talihsizlik  olmutur.
Esas yal binalarnn arsas üstünde küçük evler yaptran mütevelli ailelerine mensup kiiler ile stanbul Belediyesi arasnda, bu tarihî kökün mülkiyeti hakknda çekimeler cereyan etmi ve bu hukukî anlamazlklara Vakflar daresi de karmtr. Ancak stanbul Belediyesi tarafndan yklm olan eski esas yal arazisi istimlâk edilmi ve bu durum mahkemece de karar altna alnm  bulunmaktadr.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
 
ÂMEDC Osmanl devlet tekilâtnda Dîvân- Hümâyun’a bal Âmedî Kalemi’nin âmiri.
Âmedî veya Âmedî-i Dîvân- Hümâyun da denilen bu âmir, Tanzimat’tan önce divan kâtiplerinin efi olan reîsülküttâbn özel kalem müdürü durumundayd. Gerek sadrazamn padiaha yazaca telhis* ve takrir*ler, gerekse yabanc devletlere yazlan her çeit yazlar Âmedî Kalemi’nde yazlr ve burada saklanrd. Âmedci, reîsülküttâbn sadrazama, sadrazamn da dorudan doruya padiaha yazaca yazlarn önemli olanlarn temize çeker, daha az önemli olanlar ise bizzat sadrazam adna kaleme alrd. Balangçta âmedcinin emrinde be alt kâtip çalrken zamanla bu kalemin önemi artnca memur says da artarak altma kadar çkmtr. Âmedci o devrin hariciye nâzr durumunda olan reîsülküttâbn yabanc devletlerin temsilcileriyle yapt toplantlarda hazr bulunur, konuma zabtlarn tutard. Yeni verilen timar* ve zeâmet*lerden reîsülküttâba gelmesi gereken kalem harçlarn da âmedci toplard. Muhtemelen, bu verginin ödendiini belirten belgenin üzerine Farsça “geldi” anlamndaki âmed kelimesinin yazlmasndan dolay bunlara âmedî denmitir.
Âmiri olduu kalem oldukça eski bir kurulu olmakla birlikte âmedî tabirine ancak XVIII. yüzyln son çeyreinde rastlanmaktadr. Dîvân- Hümâyun’da görülen iler Bâbâli’ye intikal ettikten sonra âmedci de emrindeki Âmedî-i Dîvân- Hümâyun hulefâsyla birlikte sadrazamn “ricâl-i Bâbâlî” denilen yüksek rütbeli memurlarnn önde gelenlerinden olmu ve sadâretin bütün haberlemesi bu kalemden yürütülmeye balamtr. Osmanl hükümetinin Avrupa’da dâimî elçilikler kurmasndan sonra, elçilerden gelen raporlarn kaytlarn tutmak, ifrelerini çözmek, bunlara cevaplar yazmak da Âmedî Kalemi’nin görevleri arasna girmitir. Âmedî efendi de beylikçi gibi hâcegân*lk rütbesinde idi. Terifatta balangçta beylikçi*ler önde iken zamanla âmedciler onlarn önüne geçmitir.
Bilhassa III. Selim zamannda bu makama yaplan tayinlerde özel bir itina gösterilmitir. Birçok  yüksek rütbeli devlet adam, bu arada Tanzimat Ferman’n ilân eden Mustafa Reid Paa da âmedcilikten yetimitir. Tanzimat’n ilânndan (1839) sonra önemi daha da artan âmedcinin balca görevleri padiaha takdim edilecek arzlar yazmak, Bâbâli’ye gelen hatt- hümâyunlar okumak, vekiller heyetinin müzakere zabtlarn tutmak ve padiah iradelerini muhafaza etmekti. II. Merutiyet’ten sonra ad Meclisi Vükelâ ve Mâruzat Kalemi Bakâtibi’ne çevrildiyse de 1912’de yine Âmedî-i Dîvân- Hümâyun’a dönütürülen bu görevli Osmanl Devleti’nin sonuna kadar  varln sürdürmütür. Âmedciler sefere gidince merkezde kendilerine vekâlet edecek birini  brakrlard; buna rikâb âmedcisi denirdi.
BBLYOGRAFYA
 
 
 
 
sviçre asll ngiliz arkiyatç.
Winchester’de dodu, kazand bir bursla ayn yerde hukuk örenimi yapt. 1877’de girdii Türkçe tercümanl imtihann kazand, fakat shhî sebeplerle bu ie devam edemedi. 1882’de baroya girdi ve raportör olarak çalt. Bu srada Arapça örendi ve Arapça yazma bulunduran kütüphanelere devama balad. Özellikle slâm tarihi ve slâm tarihçilii konularyla ilgilendi. Bir yandan aratrmalar yaparken öte yandan da ayn konuda çalan dier müsteriklerle münasebet kurdu.
Aratrma ve yaynlar yannda arkiyat çalmalarna idareci sfatyla da katld. Gibb Vakf’nn mütevelli heyeti üyesi olarak bu vakfn yaynlar ve dier çalmalarndaki hizmetinin yan sra 1912- 1915 yllar arasnda Royal Asiatic Society’nin de idare heyetinde bulundu.
 Hayatnn son yllarn Abbâsî halifelerinden Muktedir devriyle ilgili kronikler üzerinde çalarak  geçiren Amedroz, Mart 1917’de öldü.
Aratrma ve Neirleri. 1. Hilâl es-Sâbî’nin (ö. 448/1056) Kitâbü’l-Vüzerâ ile et-Târî’inin neri: Historical remains, First Part of his Kitâb al-Wuzarâ and Fragment of his History (389-393 A. H.), Leiden 1904. Amedroz bu yaynnda, Abbâsîler’in dikkati çeken iki veziri bnü’l-Furât ile Ali b. Îsâ’nn hayatlarn ve devletin devamn salama gayretlerini, slâm tarihçiliinde önemli bir yeri olan Hilâl es-Sâbî gibi orijinal bir kaynaktan günümüze ulatrmtr. Hilâl’in Târî’i, 360-447 yllar arasndaki olaylar ihtiva eden dokuz kitaptan ibaret iken bunlarn çou kaybolmutur. Amedroz 380-393 (990-1003) yllarna ait bulabildii ksm, Kitâbü’l-Vüzerânn da yine  bulabildii sadece ba ksmn neretmitir. 2. bnü’l-Kalânisî’nin Zeylü Târîhi Dma’nn neri: History of Damascus (363-555 A. H.), Leiden 1908. Bu kitapta da metni aslî dili olan Arapça ile verirken buna ngilizce bir özet, bir lugatçe ve gerekli indeksleri ilâve etmi, ayrca bu eserde, baka kaynaklardan faydalanarak hazrlad dipnotlarla okuyucunun istifade imkânn arttrm ve böylece metin nerindeki titizlii ile dikkatleri çekmitir. 3. Bir baka ngiliz arkiyatç D.S. Margoliouth ile  birlikte bn Miskeveyh’in Tecâribü’l-ümem adl eserinin neri: The Eclipse of the Abbaside Caliphate (I-VII, Oxford 1920-1921).
Bunlardan baka, özellikle nerettii metinleri kullanarak yapt tematik incelemeleri, 1906-1915 yllar arasnda ngiltere’de Journal of the Royal Asiatic Society, Almanya’da Der Islam ve talya’da Bolletino mecmualarnda yaymlam, ayrca Encyclopedia of Islam’da baz Abbâsî vezirlerinin  biyografilerini yazmtr.
BBLYOGRAFYA
 
 
Ebü’l-Ksm Sehâb, Ferheng-i Hâverinâsân, Tahran 1317 h., s. 44; A. J. Arberry, British Orientalists, London 1943, s. 5; J. Sauvaget, Introduction a l’Histoire de l’Orient Musulman, Paris 1946, s. 132-133, 138; J. W. Fück, Die Arabischen Studien un Europa, Leipzig 1955, s. 275; Necîb el-Akk, el-Müsterikn, Kahire 1980, II, 73-74; Abdurrahman Bedevî, Mevsûatü’l-müsterikn, Beyrut 1984, s. 35-36; D. S. Margoliouth, “H. F. Amedroz”, JRAS (1917), s. 692-693; TA, II, 265.
Hidayet Nuholu
AMEL
Dünya ve âhirette ceza veya mükâfat konusu olan her türlü i ve davran ifade eden bir terim.
Sözlükte “i, çaba, fiil, çalma” gibi mânalara gelen amel (bk. Lisânü’l-Arab, “amel” md.), “canl varln gayeli olarak yapt i” diye de tarif edilmitir. Buna göre amel fiil kelimesinden daha özel bir mâna ifade eder. Çünkü fiil, bilgisiz ve gayesiz olarak yaplan ileri de kapsamaktadr  (bk. Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “amel”, “fil” md.leri). Ayrca dinî literatürde amel kelimesi giderek “emir, tavsiye veya yasaklara konu olan, sonunda ceza veya mükâfat bulunan tutum ve davran” anlamn kazanm ve böylece insann her türlü ileri için kullanlan fiil kelimesine göre daha dar kapsaml bir terim halini almtr. Öte yandan amel, aslnda söz ve inanmay da içine alr.  Nitekim pek çok âyet ve hadiste amel terimi genellikle sözlü davranlar da kapsayacak ekilde kullanlmtr. Ayrca gerek baz hadislerde (bk. Buhârî, “Tevhîd”, 47; Dârimî, “Rikk”, 28), gerekse  bata tasavvufî literatür olmak üzere dier slâmî kaynaklarda iman “kalbin ameli” saylmtr. Bununla birlikte amel kelimesinin iman ve söz dnda kalan tutum ve davranlar için kullanm daha yaygndr. Kur’ân- Kerîm’de de bu ayrmn yapld, meselâ bir âyette sözler (el-kelim) ve amelin (bk. Fâtr 35/10), bir âyette söz (el-kavl) ve amelin (bk. Fusslet 41/33), birçok âyette de iman ve amelin yanyana kullanld görülmektedir.
Kur’ân- Kerîm’e göre Allah yeri ve gökleri, dünya nimetlerini, hayat ve ölümü, hangilerinin daha güzel amel edecekleri hususunda insanlar denemek için yaratm (Hûd 11/7; el-Kehf 18/7; el-Mülk  67/2), yine ayn maksatla insanlar yeryüzünün halifesi klmtr (Yûnus 10/14). Allah’n ahit olmad hiçbir amel yoktur (Yûnus 10/61). O, ileride dünyada iken kimlerin daha güzel amel ettiini ortaya çkaracak ve hiçbir hakszla meydan vermeksizin herkesi ameline göre yarglayacaktr (et- Tevbe 9/94, 105; Yâsîn 36/54); zerre kadar iyi ameli olan da zerre kadar kötü ameli olan da karln görecektir (ez-Zilzâl 99/7-8). Bununla birlikte kötü ameli olanlar yalnzca kötülüklerinin dengiyle cezalandrlrken iyi amel ileyenler fazlasyla mükâfatlandrlacaktr (en-Nûr 24/38; Sebe’ 34/37-38; el-Mü’min 40/40; el-Ahkf 46/16). Kur’ân- Kerîm’de içki, kumar, falclk, haksz yere adam öldürme gibi büyük günahlar “eytann ameli” eklinde nitelendirilmi (el-Mâide 5/90; el- Kasas 28/15), kâfirlerin amelleri ssz çöllerdeki seraba ve derin denizdeki karanla benzetilmitir  (en-Nûr 24/39, 40). Allah bilgisizce kötü amel ileyip de ardndan tövbe edeni balar; buna karlk kötü amellerini hayatnn sonuna kadar sürdüren, sonra ölüm gelip çatnca tövbe etmek  isteyen kimsenin bu tövbesini kabul etmez (en-Nisâ 4/17-18).
Amel-i Sâlih. Ameller, eriat ilkeleriyle uyuup uyumamak bakmndan genellikle taat, mâsiyet ve mubah eklinde üç ksma ayrlr. Gerek Kur’an ve hadislerde gerekse dier dinî kaynaklarda taat saylan ameller çounlukla amel-i sâlih (çoulu a‘mâl-i sâliha), bazan da hasene (çoulu hasenât), mâsiyet saylanlar ise amel-i sû’, amel-i gayr-i sâlih, seyyie gibi adlarla anlr.
 
müstahap veya mendup; gayr-i sâlih ameller de haram, mekruh ve müfsid eklinde bölümlere ayrlr. Mubahlar, aslnda yukardaki olumlu veya olumsuz deerlerden birini tamayan ve dinin yaplmas ya da terkedilmesi yönünde bir hüküm koymad amellerdir. Bununla birlikte mubahlarn ilenmesinde güdülen maksat ve niyet bu ileri sâlih veya gayr-i sâlih amel durumuna sokabilir. Bu yüzden özellikle ahlâkçlar, “Mânasz ileri terketmek kiinin müslümanlnn güzelliini gösterir” (Tirmizî, “Zühd”, 11; bn Mâce, “Fiten”, 12) anlamndaki hadisi de dikkate alarak, mubahlar dinin iyi ve doru bulduu gayelerle yapmann önemi üzerinde durmular, iyi niyetten yoksun olarak  mubahlara dalmay dinî ve ahlâkî hayat için tehlikeli görmülerdir. Esasen Hz. Peygamber’in, “Haram belli, helâl de bellidir; bu ikisinin arasnda ise insanlarn çounun bilmedii üpheli durumlar vardr. üphelerden korunan kii dinini ve erefini korumu olur”
(Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “Müsâkt”, 107, 108) meâlindeki hadisinde de ifade edildii gibi dindeki özel ve belirli hükümler yannda, hakknda özel hüküm bulunmayan birçok amelin baz durumlarda mubah olamayaca ihtimali üzerinde slâm bilginleri önemle durmulardr.
Kur’ân- Kerîm’in birçok âyetinde iman ve amel-i sâlih, baz âyetlerinde bunlarla birlikte âhiret inanc yanyana zikredilerek amel-i sâlihin faydas ve gereklilii, kötü amelin zarar ve yanll üzerinde srarla durulmu, müslümanlar her frsatta iman ve amel-i sâlihe tevik edilmitir: “man edip amel-i sâlih ileyenlere ne mutlu! Onlarn sonunda varacaklar yer ne güzel!” (er-Ra‘d 13/29). Allah, peygamberini iman edip sâlih amel ileyenleri karanlklardan aydnla çkarmak için göndermitir (et-Talâk 65/11). Allah insanlar diledikleri ekilde amel etmekte serbest brakmtr  (Fusslet 41/40). Bununla birlikte kötü amel ileyenlerin Allah’tan kaçp kurtulacaklarn sanmalar  büyük bir yanlgdr (el-Ankebût 29/4). Çünkü Allah’n ilmi insanlarn yaptklarn çepeçevre kuatmtr (Âl-i mrân 3/120); bu sebeple, “Kim sâlih bir amel ilerse kendi iyiliine, kim de kötülük ilerse kendi aleyhine ilemi olur” (el-Câsiye 45/15). Âhirette herkes dünyada iken iledii hayrl ameli de kötü ameli de karsnda bulacak ve kötü amelleriyle yüzyüze gelenler bunlarn kendilerinden uzaklamasn bo yere arzulayacaklardr (Âl-i mrân 3/30). Yine günahkârlar Allah’n huzurunda balarn öne eecek ve, “Rabbimiz, gördük ve iittik! imdi bizi -dünyaya-geri gönder de sâlih ameller ileyelim, çünkü artk kesin olarak inandk” (es-Secde 32/12) diye yakaracaklardr.
Sâlih amel ileyenlere sâlihler veya ehl-i salâh denilir. Kur’ân- Kerîm’e göre “bunlar yaratlmlarn en iyisidirler”; “Allah onlardan, onlar da Allah’tan honut olmulardr” (el-Beyyine 98/7, 8). “Allah, yeryüzüne sâlih kullarm vâris ve hâkim olacaktr, diye hükmetmitir” (el-Enbiyâ 21/105). Kur’ân- Kerîm’e göre peygamberler sâlih kiilerdir (el-En‘âm 6/85; el-Enbiyâ 21/72). Ayrca insanlara öretilen dualarda, “Beni sâlih kullarnn arasna kat” (e-uarâ 26/83) eklinde ifadeler vardr. Amel-i sâlih nefis mücadelesiyle de içiçe olduundan sabredip iyi davranlarda bulunanlara mafiret ve büyük ecir vaad edilmektedir (Hûd 11/11).
 
yasaklarna uymayan kimseler, mümin olmaktan çkar, kâfir olurlar. Çünkü amel imann ayrlmaz bir   parçasdr. Mu‘tezile ise bu durumda olanlar için kâfir yerine fâsk deyimini kullanmtr. Onlara göre fsk iman ile küfür arasnda bir derecedir. Böyle bir kimse tövbe etmeden ölürse kâfir olarak  ölür. Hâricîler ve Mu‘tezile bu hükme ameli imann bir rüknü saymalar dolaysyla varmlardr. mam Mâlik, mam âfiî ve Ahmed b. Hanbel gibi âlimlere göre de amel imann bir parçasdr. Bir  kimsenin mümin ve müslim olabilmesi için haram olan eyi yapmamas, farzlar terketmemesi gerekir; fakat ameli olmayan kimse kâfir deildir. Çünkü amel imann aslî deil ikinci derecede (fer‘î) bir rüknüdür. man “kalp ile tasdik, dil ile ikrar” eklinde tarif eden baz Mâtürîdîler ameli imann bir cüzü olarak görmemilerdir. slâm mezhepleri içinde amele en az deer veren mezhep, “kâfire ameli fayda vermedii gibi mümine de iledii haramlar veya ilemedii farzlardan doan günahlar zarar vermez” görüünde olan Mürcie’dir. yi niyet ve kalp temizliini esas alan baz mutasavvflar da bu konuda Mürcie gibi düünmülerdir (daha geni bilgi için bk. MAN).
Amel-Niyet Münasebeti. Bir hadiste, “Ameller niyetlere göredir” (Buhârî, “Bedül-vahy”, 1)  buyurulmutur. Amel ancak Allah’n rzâsn kazanmak niyetiyle yaplrsa makbul ve sevaba vesile olur. Hatta böyle bir iyi niyet mubahlar bile sâlih amel deerine yükseltebilir. Meselâ yürümek  aslnda mubah olan bir fiildir. Fakat namaz klmak için camiye veya yardmda bulunmak için darda kalan bir insann yanna gitmek sevap, herhangi bir kötülük yapmak niyetiyle bir yere gitmek ise günahtr. Görüldüü gibi aslnda mubah olan yürümek ve gitmek fiilleri niyete göre sevap veya günah olabilmektedir. unu da belirtmek gerekir ki slâm âlimlerine göre iyi niyet, dince yasaklanm olan  bir iin kötülük ve günah vasfn ortadan kaldrmaz. Buna karlk dinin iyi gördüü bir i için yaplan niyet de sevaba vesile olan bir ameldir. nsan niyet ettii bir ameli herhangi bir engel yüzünden yapamam olsa bile srf iyi niyeti için sevap kazanr. Nitekim kudsî bir hadise göre bir kimse iyilik  yapmaya niyet eder ve niyetini gerçekletirirse on sevap alr, sevap adedi 700’e kadar da çkabilir.  Niyet ettii ii gerçekletiremezse bir sevap alr. Eer kötü bir ie niyet eder de onu gerçekletirirse  bir günah alr, gerçekletirmekten gönüllü olarak vazgeçerse bir sevap alr (bk. Buhârî, “Rikak”, 31; Müslim, “Îmân”, 203-207). Niyetin bu ekilde sevaba deer görülmesi, kesin bir irade ve karara dayanmasndandr. Nitekim slâm ahlâkçlarnn ve mutasavvflarn hâdis-i nefs veya hâtr adn verdikleri psikolojik eilimler, iradî olmadklarndan kesin niyet saylmaz, dolaysyla günah veya sevap konusu olan amellerden kabul edilmez (ayrca a.bk.).
Zâhirî ve Bâtnî Amel. nsann bedeni veya organlaryla yapt i ve eylemlere zâhirî (bedenî) ameller ad verilir. Namaz klmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek ve cihad yapmak gibi fiiller bu ksma girer. Zâhirî amellerin önemli bir ksm fkhta, dier bir ksm da ahlâkta incelenir. Zâhirî ameller farz, sünnet, mubah, mekruh ve haram olmak üzere be bölüme ayrlr.
 
Bâtnî amellerden olan iman ve tasdik bütün ibadet, iyilik ve faziletlerin esas, küfür ve inkâr ise her  türlü mâsiyet, kötülük ve fenalklarn temeli
saylmtr. Bu bakmdan bâtnî amellerin zâhirî amellerden daha üstün olduu konusunda bütün slâm âlimleri görü birlii içindedir. Nitekim Hz. Peygamber, “nsan vücudunda bir et parças vardr ki eer o iyi olursa bütün vücut iyi olur, o bozulursa bütün vücut bozulur; bu et parças kalptir” (Buhârî, “Îmân”, 39; Müslim, “Müsâkt”, 107) anlamndaki hadisi ile zâhirî amellerin bâtndan kaynaklandn belirtmek istemitir. “Kurbanlarnzn kanlar ve etleri Allah’a ulamaz, fakat sizin takvânz O’na ular” (el-Hac 22/37) meâlindeki âyette de amellerdeki kalbî ve bâtnî temelin önemine dikkat çekilmitir.
Amellerin bu kalbî ve ahlâkî özünün önemini kabul etmekle birlikte eserlerinde daha çok bunlarn zâhirî erkân ve âdâb üzerinde duran slâm âlimlerine genellikle fukaha denilmitir. Zâhirî ameller ve onlara ait hükümler slâm dininin eklini ve d görünüünü meydana getirir. Umumiyetle bu hükümler müeyyide ile mecburi bir ekilde uygulanr. Ferdî ve sosyal hayat bu çeit hükümlerle düzenlenir. Bu bakmdan zâhirî hükümler ayr bir önem tar. man, tasdik, ihlâs ve muhabbet gibi  bâtnî ve kalbî amellerle ilgili hükümlere bâtnî hükümler denilir ve bunlar konu alan ilme “fkhu’l-  bâtn”, “fkhu’l-kalb” ve “fkhu’l-vera‘” gibi isimler verilir. Bu saha ile mutasavvflar ve ahlâkçlar  megul olurlar. Bâtnî hükümler kesin surette farz ve haram olsa bile bunlara maddî ve dünyevî müeyyide uygulanmaz. Meselâ müeyyide uygulayarak bir insan riyadan vazgeçirmek ve ihlâsl yapmak mümkün deildir. Burada sadece vicdanî bir mecburiyet ve mânevî sorumluluk söz konusudur. Bu çeit hükümlerin müeyyidesi uhrevîdir. Dinde zorlama olmaynn sebebi budur.  Nitekim bir hadiste, “Biz zâhire bakarak hüküm veririz, insanlarn iç hallerine bakp buna göre hüküm vermek Allah’a aittir” (bk. Aclûnî, I, 192) buyurulmutur.
Mutasavvflarn hal ve makam dedikleri hususlar genellikle bâtnî amel ve bunlarn hükümleri sahasna girer. Tasavvufî hal ve fiillerin kendilerine has birtakm hükümleri vardr. Tasavvufun konusu bu hükümlerdir. Gazzâlî hyâü ulûmi’d-dîn’in “Rubul-ibâdât” bölümünde balca ibadetlerden bahsederken önce bunlarn zâhirî usul ve erkânn, sonra bâtnî âdâb ve hükümlerini açklayarak önce zâhirle bâtn ayrr, sonra geni bir aç ile çok ileri bir noktada bu ikisini birbirine  balar. Meselâ ona göre Kur’an okumann on zâhirî, on bâtnî âdâb vardr. Kur’an’ abdestli ve temiz olarak okuma, güzel sesle terennüm etme ve güzel yazyla yazma tilâvetin zâhirle ilgili olan amel ve hükümleridir. Kur’an’ yüceliini düünerek kalp huzuru ile ve mânasn anlayarak okuma, tesirini kalpte hissetme tilâvetin bâtn ile ilgili olan amel ve hükümleridir.
 
amelleri veya amelsizlikleri yüzünden ve Allah’n adaletinin gerei olarak buraya girerler. Bu sebeble Ehl-i sünnet kelâmclar, “Allah’n sevap vermesi lutuf, ceza vermesi adalettir” demilerdir. Amel ve ibadet cennete girmenin karl deilse bile oraya girmek için bir vesiledir. Bundan dolay müslüman kendi ameline ve ibadetine deil Allah’n lutuf ve ihsanna güvenir. Bu yüzden yapt kötü amellere piman olan günahkâr, ameline güvenen ve ibadetiyle kibirlenen âbidden Allah katnda daha hayrldr. Bununla beraber slâm amelin hem kemiyetine, hem de keyfiyetine önem vermitir. Hz. Peygamber Allah’a çok ükreden bir kul olmak için geceleri ayaklar iinceye kadar ibadet ederdi (bk. Buhârî, “Teheccüd”, 6; Müslim, “Sfâtü’l-münâfikn”, 79). O, ashab çok çalmaya ve fazla ibadet etmeye tevik etmi, fakat bu konuda ar gitmemeleri için onlar uyarmtr. hlâsla ve srf  Allah rzâs gözetilerek yaplan az amel, bu özellikleri tamayan çok amelden daha hayrldr. Amelde devamllk da önemlidir. En hayrl iler, az da olsa devaml yaplan amellerdir.
Amellerin Boa Gitmesi (habt- amel, ihbât- amel). Mümin iken kâfir olan, irk koan ve irtidad eden bir kimsenin amellerinin boa gidecei, hiçbir deer ifade etmeyecei birçok âyette  belirtilmitir (bk. el-Bakara 2/217; el-Mâide 5/53; el-En‘âm 6/88). Ancak mezhepler arasndaki iman-amel münasebetiyle ilgili ihtilâflara bal olarak habt- amel konusunda da görü ayrlklar ortaya çkmtr. Mu‘tezile büyük günah ileyip de tövbe etmeden ölenlerin yaptklar iyi ilerin sevabnn boa gideceini savunurken Ehl-i sünnet âlimleri Allah’a ortak koma (irk) dndaki  büyük günahlarn amelleri yok etmeyeceini belirtmitir. Mu‘tezile’den Ebû Ali el-Cübbâî ile olu Ebû Hâim habt- amel konusunda dikkate deer görüler ileri sürmülerdir. Ebû Ali’ye göre iyi ve kötü ameller tartlr, çok olan olduu gibi kalr, az olan ise tamamen geçersiz klnr; bu suretle az olan kötülükleri tamamen yok edilip sadece iyilikleri kalanlar ebedî olarak kalmak üzere cennete, az olan iyilikleri yok edilip ortada sadece günahlar kalanlarsa bir daha çkarlmamak üzere cehenneme gönderilirler. Buna kar Ebû Hâim “muvazene” denilen baka bir görü ileri sürmütür. Ona göre günah ve sevaptan hangisi çoksa, bunlardan çok olandan az olan kadar eksilir. Meselâ on sevab, yirmi günah olann sevaplar on günah götürür, geriye on günah kalr. Mükellef sadece on günahn cezasn çeker. Kur’ân- Kerîm’deki “tartnn ar gelmesi” (bk. el-Kria 101/6-10) ifadesinden maksat budur. Mu‘tezile âlimlerinin çou bu görüü kabul etmilerdir.
Bir gayri müslim ne kadar günah ilerse ilesin müslüman olduu takdirde önceki günahlar silinir  (tekfir); çünkü slâm’a giri, bu giriten önce ilenen bütün günahlar siler (bk. Müsned, IV, 199, 204, 205). Ayn ekilde hac ve namaz gibi baz iyi ameller de daha önce ilenen günahlarn örtbas edilmesine vesile olabilir. “Sevaplar günahlar siler” (Hûd 11/114); hatta “günahlar sevaba çevirir” (el-Furkn 25/70). Bu hususlar Ehl-i sünnet de kabul eder. Ancak Ehl-i sünnet ile Mu‘tezile’nin habt ve tekfir anlay arasnda fark vardr. Ehl-i sünnet’e göre Allah hiçbir amelin ecrini zayi etmez, zerre kadar hayr ya da er ileyen yaptnn karln görür. Bir
hadise göre, bir kimse ibadet eder ve sevap kazanrsa, dier taraftan da hakszlk ederek günaha girerse sevaplar kyamet günü, hakszlk ettii kimselere verilir. Sevab günahn karlamazsa hakszlk ettii kimselerin günahlarn da kendisi yüklenir. Bu hale iflâs, bu duruma düen kimseye de müflis denir (bk. Buhârî, “Edeb”, 102; Müslim, “Birr”, 59); bu da habtn bir çeididir (daha geni  bilgi için bk. HBÂT).
BBLYOGRAFYA
 
 
Râgb el-sfahânî, el-Müfredât, “amel”, “fil” md.leri; Lisânü’l-Arab, “amel” md.; Müsned, IV, 199, 204-205; Dârimî, “Rikk”, 28, “Îmân”, 39; Buhârî, “Teheccüd”, 6, “Edeb”, 102, “Tevhîd”, 25, 47, “Îmân” 39, “Bedü’l-vahy”, 1, “Rikk”, 18, 31; Müslim, “Müsâkt”, 107, 108, “Îmân”, 203-207, “Birr”, 59, “Sfâtü’l-münâfikn”, 71-79; bn Mâce “Fiten”, 12; Tirmizî, “Zühd”, 11; E‘arî, Maklât (Abdülhamîd), I, 329-337; Serrâc, el-Lüma, s. 43; Kutü’l-kulûb, I, 54-66; II, 303-338; Muhammed  b. Ahmed el-Hârizmî, Mefâtîhu’l-ulûm, Kahire 1336, s. 79-80; Kdî Abdülcebbâr, erhû’l-Usûli’l- hamse, s. 624; bn Hazm, el-Fasl, IV, 49, 58; Hücvîrî, Kefü’l-mahcûb, Tahran 1979, s. 11-24; Cüveynî, el-râd (Temîm), s. 324-328; Bâkllânî, et-Temhîd, s. 398-415; Gazzâlî, hyâ, II, 279-301; III, 47; a.mlf., er-Risâletü’l-ledünniyye, Beyrut 1986, s. 99; a.mlf., Mîzânü’l-amel, Kahire 1964, s. 227-232; Zemaherî, el-Keâf, I, 503; ehristânî, Nihâyetü’l-ikdâm, s. 473-477; Fahreddin er-Râzî, Tefsîr, II, 323; a.mlf., el-Muhassal, Kahire 1323; bn Teymiyye, Fi’l-lmi’l-bâtn ve’z-zâhir  (Mecmûatü’r-resâili’l-Münîriyye içinde), Beyrut 1343, I, 229; Ali b. Ebü’l-z, erhu’l- Akdeti’t-Tahâviyye, Beyrut 1987, II, 444-488; Teftâzânî, erhu’l-Maksd, II, 225, 231; Cürcânî, erhu’l-Mevâkf, III, 251; eyhzâde, Nazmü’l-ferâid, stanbul 1288, s. 60; Taköprizâde, Mevzûâtü’l-ulûm, I, 432-439; Kefü’z-zunûn, I, 626; Ebü’l-Bek, el-Külliyyât, s. 248; Aclûnî, Kefü’l-hafâ, I, 192; ah Veliyyullah ed-Dihlevî, Hüccetullhi’l-bâliga, Kahire, ts. (Dârü’l- Kütübi’l-hadîse), I, 54-66; R. A. Kern, “Amel”, A, I, 397-398; L. Gardet # J. Berque, “Amal”, EI² (ng.), I, 427-428.   Süleyman Uluda  
FIKIH.
Amel Kavramnn Kapsam. Amel genel olarak ele alndnda, kiinin iç dünyas ile ilgili iman, düünce ve niyet gibi hususlar da (el-a‘mâlü’l-bâtne) kapsamakla beraber fkh terimi olarak amel, kiinin d dünyaya aktard söz ve davranlar (el-a‘mâlü’z-zâhire) ifade eder. Nitekim fkhn henüz müstakil ilim dal haline gelmesinden önceki anlay yanstan ve mam Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen tarifinde, “Fkh, kiinin hak ve vecîbelerini bilmesidir” denerek iman, amel ve ahlâk sahalar fkh kapsamna alnm iken sonralar bu tarife “min ciheti’l-amel” veya “amelen” (amel yönünden) kayd ilâve edilmitir. Zira Ebû Hanîfe fkh çats altnda üç sahay birlikte tasavvur ediyordu: tikadî fkh, amelî fkh, vicdanî fkh (ahlâk ve tasavvuf). Fkhn müstakil ilim dal haline gelmesiyle  bu tarif sadece ikinci saha ile snrlandrlm oluyordu. Nitekim âfiî çevrelerde ortaya çkan ve daha yaygn bulunan fkh tarifinin baz unsurlarnda farkl nakillere rastlanmakla beraber bunlarda “amelî hükümler” kayd ortak noktay tekil etmektedir (meselâ bk. Abdülazîz el-Buhârî, I, 5; Râzî, I, 92). Hanefî fkhnn esas alnd Mecelle de 1. maddesinde ilm-i fkh, “mesâil-i er‘iyye-i ameliyeyi bilmektir” eklinde tarif etmitir.
 
genellikle kabul gören be küllî kaideden biridir. Hanefî müellifler bu kaideye “lâ sevâbe illâ bi’n- niyye” (niyet olmadan sevap kazanlmaz) eklinde bir altnc kaide eklemilerdir. Hanefîler’in bu kaideyi ilâve etmelerindeki gaye, bir taraftan, uhrevî mükâfatn elde edilmesi için amelin niyetle  birlikte bulunmas gereine iaret olmakla beraber dier taraftan da fkh nazarnda baz amellerin niyet bulunmasa bile geçerli kabul edildiini, fakat bunlardan mânevî mükâfat beklenemeyeceini vurgulamaktr.
Burada bir de amel ile ayn kökten türetilmi olan muâmelât terimi arasndaki muhteva ilikisine iaret etmek uygun olur. Amel, fkhn çerçevesine giren bütün söz ve davranlar ifade ettii halde muâmelât, ibadetler dnda kalan ameller ve bunlarn hükümleri demektir. Bir baka deyile amel fkhn bütününü, muâmelât ise bu bütünün en geni parçasn tekil eder. Sosyal davran kurallarn düzenleyen sahalarla ilgili olarak günümüzde yaygn bulunan ayrm açsndan baklrsa, slâm fkhndaki muâmelâtn, sözü edilen taksim içindeki hukuk alanna tekabül ettii söylenebilir. Dier  taraftan dar veya geni anlamda kullanlm olmasna göre muâmelât teriminin kapsamnda farkllklar   bulunduuna dikkat edilmelidir (bk. MUÂMELÂT).
Amel-Niyet Münasebeti. Sözlük anlam esas alnarak yaplan genel tarife göre niyet, “kalbin hemen veya sonucu itibariyle maksada uygun bulduu, yani bir fayday salayacana veya bir zarar savacana hükmettii fiile doru yönelmesidir”. Dinî bir terim olarak ise, “Allah’n rzâsn kazanma arzusuyla ve O’nun hükmüne tâbi olmak üzere fiile yönelen iradedir” (Beyzâvî’den naklen Süyûtî, s. 76; bn Nüceym, s. 24; dier tarifler ve “kasd”, “irade” gibi kavramlarla mukayese için bk. Ekar, s. 20-37) diye tarif edilen niyet ile amel arasndaki iliki bakmndan ameller ve hükümleri, Hanefî fkh esas alnarak öyle bir taksime tâbi tutulmutur:
1. badet nevinden olan dinî ameller. a) Shhatinde