80
KöklüDeğişim takdim [email protected] köklüdeğişim ekim 2009 1 ا ا ا Ekim Ayı Takdim’i Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını Đslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır. Türkiye'de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.maddesinde; “Cebir ve şiddet kul- lanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştir- mek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cum- huriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu dü- zenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından giri- şilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak geçtiğimiz temmuz ayı içerisinde, sabahın erken saatlerinde evlerinden, eşlerinden, çocuklarında ve diğer akrabalarından kopartılan Müslümanların uğramış oldukları zulme tek- rar sessiz kalmama adına, hafızalardan silinmemesi adına bu satırları yazmayı uygun gördüm. Yapılan zulüm unutulmasın ki, her daim sesimiz çıksın ki, zalimler bu satırları her okudukla- rında yüreklerine bir burukluk otursun istedim. Tabi yürekleri varsa. Zalim sistem terörü bu şekilde tanımladığı halde şimdiye kadar ellerine silah almamış, şid- dete başvurmamış ve bu tür eylemleri asla benimsememiş Müslümanlara yönelik işlemiş ol- duğu cürümden dolayı asıl terörist kendileri olmuştur. Binaenaleyh, sabahın erken saatlerinde Müslümanların kapılarına dayanarak yaşlı-genç, ka- dın-erkek, çoluk-çocuk demeden Müslümanları korkutan kendileri olmuştur, cebren ve şid- dete dayalı tutuklamaları, Müslümanların ellerine kelepçeleri vurmak kaydı ile kendileri ger- çekleştirmiştir, yine silahsız Müslümanlara karşı uzun ve kısa namlulu silahlarla ve kalabalık guruplar halinde baskınlar düzenleyenler kendileri oldukları halde, nasıl olurda tutukları in- sanlara terörist muamelesi yapabilirler. Bu manzaraya göre asıl suçlu, terörist olanlar bu cü- rümü işleyenler değil midir? Bu tutuklamaları beynimde canlandırdığımda kafir ABD askerle- rinin Irak’ta evlere düzenledikleri baskınlar geldi. Onlarda aynı şekilde sabahın erken saatle- rinde ellerinde silahlar ve terörist diye Müslümanların evlerini basıyorlardı. ABD’nin terör formatına göre Müslüman=terörist fikri bizim! Güvenlik! Memurları! Tarafından da benim- senmiş olmalı ki, böyle fütursuzca Müslümanlara tıpkı ABD askerleri gibi saldırabiliyorlar. Kendi akıllarından koydukları kanunları yine kendi akılları ile çok rahat çiğneyebiliyorlar. Ne kadar acizler!!! Bu ayki dergimizin kapağında adalet sisteminde AKP’nin baskın gelmeye çalışmasını anlat- maya çalıştık. Bu konu ile alakalı makaleyi Hüseyin Sivren Đslam’ın olmadığı yerde adalet ol- maz başlığı altında kaleme aldı. TV’de çokça izlediğimiz ekonominin düzelmesinin anahtarını sunan reklamın analizini Oğuzhan Akbolat’ın kaleminden Alın verin ekonomiye can verin başlıklı makalesinden okuyacaksınız. Mesut Şahin daha önceki iki yazısının devamı niteliğin- de Ermeni Açılımının analizini sizler için yaptı. Toplumda değişimin önemli unsurlarından olan Medyanın rolünü Halime Aydın yazdı. Diğer makaleler ile birlikte Gündem bölümümü- zü bir solukta okuyacağınıza inanıyoruz. Bu ay dergimize yeni bir bölüm daha ekledik. Tûba Sivren ve Zahide Keskin’in makaleleri ile, okurlarımıza ve makalelerin muhataplarına bir Ses- leniş’te bulunuyoruz. Yine bizleri yalnız bırakmayan okurlarımızdan gelen iki makaleyi sizler- le paylaşıyoruz. Tefekkür, Röportaj, Medrese-i Yusufiye’den, Aile Kaledir ve bir süreliğine ara vermek zorunda olduğumuz Tefsir bölümümüz kaldığı yerden devam ediyor. Đslam ile Değişmek ve Değiştirmek için KöklüDeğişim yoluna devam ediyor… Değişimi Görmek Duası ile… Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırın… 5. s e n e 2 0 0 4 KÖKLÜDEĞĐŞĐM Đslâmî Fikirlere Dayalı Aylık Siyâsî Dergi Şevvâl 1430 • Ekim 2009 Sahibi ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım KöklüDeğişim Yönetim Merkezi G.M.K. Bulvarı 31/12 Kızılay/ANKARA Đletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91 Faks: 0.312.229.77.92 www.kokludegisim.net [email protected] Temsilcilikler Bursa Mesut ŞAHĐN 0.532.627.35.89 [email protected] ŞanlıUrfa Mustafa KÜÇÜK 0.542.274.19.43 [email protected] Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro PTT Posta Çeki Hes. 191 18 03 Euro Hesabı Ziraat Bankası Başkent Şb. TR93000100 1683-47475782- 5001 TCZBTR2A YTL Hesabı Ziraat Bankası Başkent Şb. 47475782-5002 Baskı: 03.08.2009 Rulo Ofset Matbaacılık Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274

köklüdeğişim 61.sayı

Embed Size (px)

DESCRIPTION

köklü değişim dergisi 61.sayıpdf

Citation preview

KöklüDeğişim takdim [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 1

��� ا ا���� ا�����

Ekim Ayı Takdim’i

Önemli Not: Dergimiz KöklüDeğişim, Kapitalist Sömürü ideolojisinin fikirlerinden olan, “telif hakları” kavramını Đslâm reddettiği için kabul etmemektedir. Dergimizde yer alan yazılarımız, yazarının ve

dergimizin ismi belirtilerek iktibas edilebilir. Dergimize gönderilen yazılar, yayın esaslarımıza uygun olması ve yazıların güncelliğini koruması kaydıyla, yayın kurulumuzun onaylaması halinde yayınlanır. Gönderilen

yazıların -içeriği bozulmamak kaydıyla- üzerinde değişiklik ve kısmen kısaltma yapma hakkımız vardır.

Türkiye'de 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1.maddesinde; “Cebir ve şiddet kul-lanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştir-mek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cum-huriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, devletin iç ve dış güvenliğini, kamu dü-zenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından giri-şilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” şeklinde tanımlanmaktadır. Bu tanımdan yola çıkarak geçtiğimiz temmuz ayı içerisinde, sabahın erken saatlerinde evlerinden, eşlerinden, çocuklarında ve diğer akrabalarından kopartılan Müslümanların uğramış oldukları zulme tek-rar sessiz kalmama adına, hafızalardan silinmemesi adına bu satırları yazmayı uygun gördüm. Yapılan zulüm unutulmasın ki, her daim sesimiz çıksın ki, zalimler bu satırları her okudukla-rında yüreklerine bir burukluk otursun istedim. Tabi yürekleri varsa. Zalim sistem terörü bu şekilde tanımladığı halde şimdiye kadar ellerine silah almamış, şid-

dete başvurmamış ve bu tür eylemleri asla benimsememiş Müslümanlara yönelik işlemiş ol-duğu cürümden dolayı asıl terörist kendileri olmuştur. Binaenaleyh, sabahın erken saatlerinde Müslümanların kapılarına dayanarak yaşlı-genç, ka-

dın-erkek, çoluk-çocuk demeden Müslümanları korkutan kendileri olmuştur, cebren ve şid-dete dayalı tutuklamaları, Müslümanların ellerine kelepçeleri vurmak kaydı ile kendileri ger-çekleştirmiştir, yine silahsız Müslümanlara karşı uzun ve kısa namlulu silahlarla ve kalabalık guruplar halinde baskınlar düzenleyenler kendileri oldukları halde, nasıl olurda tutukları in-sanlara terörist muamelesi yapabilirler. Bu manzaraya göre asıl suçlu, terörist olanlar bu cü-rümü işleyenler değil midir? Bu tutuklamaları beynimde canlandırdığımda kafir ABD askerle-rinin Irak’ta evlere düzenledikleri baskınlar geldi. Onlarda aynı şekilde sabahın erken saatle-rinde ellerinde silahlar ve terörist diye Müslümanların evlerini basıyorlardı. ABD’nin terör formatına göre Müslüman=terörist fikri bizim! Güvenlik! Memurları! Tarafından da benim-senmiş olmalı ki, böyle fütursuzca Müslümanlara tıpkı ABD askerleri gibi saldırabiliyorlar. Kendi akıllarından koydukları kanunları yine kendi akılları ile çok rahat çiğneyebiliyorlar. Ne kadar acizler!!! Bu ayki dergimizin kapağında adalet sisteminde AKP’nin baskın gelmeye çalışmasını anlat-

maya çalıştık. Bu konu ile alakalı makaleyi Hüseyin Sivren Đslam’ın olmadığı yerde adalet ol-maz başlığı altında kaleme aldı. TV’de çokça izlediğimiz ekonominin düzelmesinin anahtarını sunan reklamın analizini Oğuzhan Akbolat’ın kaleminden Alın verin ekonomiye can verin başlıklı makalesinden okuyacaksınız. Mesut Şahin daha önceki iki yazısının devamı niteliğin-de Ermeni Açılımının analizini sizler için yaptı. Toplumda değişimin önemli unsurlarından olan Medyanın rolünü Halime Aydın yazdı. Diğer makaleler ile birlikte Gündem bölümümü-zü bir solukta okuyacağınıza inanıyoruz. Bu ay dergimize yeni bir bölüm daha ekledik. Tûba Sivren ve Zahide Keskin’in makaleleri ile, okurlarımıza ve makalelerin muhataplarına bir Ses-leniş’te bulunuyoruz. Yine bizleri yalnız bırakmayan okurlarımızdan gelen iki makaleyi sizler-le paylaşıyoruz. Tefekkür, Röportaj, Medrese-i Yusufiye’den, Aile Kaledir ve bir süreliğine ara vermek zorunda olduğumuz Tefsir bölümümüz kaldığı yerden devam ediyor. Đslam ile Değişmek ve Değiştirmek için KöklüDeğişim yoluna devam ediyor… Değişimi

Görmek Duası ile…

Not: Abonelik ücretlerinizi yan tarafta tabloda bulunan banka ve PTT hesap numaralarına yatırabilirsiniz. Lütfen hesaba para yatırırken, adınızı, soyadınızı ve hangi il/ülke’den yatırdığınızı görevliye yazdırın…

5. s e n e

2 0 0 4

KÖKLÜDEĞĐŞĐM Đslâmî Fikirlere Dayalı Aylık

Siyâsî Dergi Şevvâl 1430 • Ekim 2009

Sahibi ve Sorumlu Yazı Đşleri Müdürü

Ahmet Sivren Yayın Kurulu Başkanı

AbdulHamid Yazıcı Haber Dairesi Müdürü

Hüseyin Sivren Kapak&Grafik Tasarım

KöklüDeğişim Yönetim Merkezi

G.M.K. Bulvarı 31/12 Kızılay/ANKARA

Đletişim&Abone&Reklam Tel: 0.312.229.77.91 Faks: 0.312.229.77.92

www.kokludegisim.net [email protected]

Temsilcilikler

Bursa Mesut ŞAHĐN 0.532.627.35.89

[email protected] ŞanlıUrfa

Mustafa KÜÇÜK 0.542.274.19.43

[email protected]

Abonelik ve Hesap Numaraları Yurtiçi Yurtdışı 6 Aylık 6 Aylık 24 YTL 24 Euro

Yıllık (12 ay) Yıllık (12 ay) 48 YTL 48 Euro

PTT Posta Çeki Hes. 191 18 03

Euro Hesabı Ziraat Bankası

Başkent Şb. TR93000100

1683-47475782-5001

TCZBTR2A

YTL Hesabı Ziraat Bankası

Başkent Şb. 47475782-5002

Baskı:

03.08.2009 Rulo Ofset Matbaacılık

Yerel – Süreli ISSN: 1304-8274

KöklüDeğişim takdim [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 2

KöklüDeğişim’de Ekim 2009

Takdim

1 ....... Ekim Ayı Takdimi ........................................................ ...KöklüDeğişim

Đçindekiler

2 ....... KöklüDeğişim’de Ekim 2009 ........................................... KöklüDeğişim

Gündem

3 ....... Đslam’ın Olmadığı Yerde Adalette Olmaz.! .................. Hüseyin Sivren

10 ..... Alın Verin Ekonomiye Can Verin .............................. Oğuzhan Akbolat

14 ..... Ermeni Açılımı. ................................................................. Mesut Şahin

16 ..... Taraflı Medyanın Rolü. ................................................... Halime Aydın

20 ..... Gençliğin Bugünkü Durumu! ........................................ Sümeyye Avcı

24 ..... Hillary Clinton'un Afrika Ziyareti. ................................ KöklüDeğişim

27 ..... Adli(!) Tıp Kurumu ..................................................... Çiğdem Albasan

32 ..... Sömürgeciliğin En Üst Seviyesi Küreselleşme .......... Ahmed Matavani

34 ..... Đslami Beldelerden Haberler. ........................................... KöklüDeğişim

Sesleniş

39 ..... Kanaat Önderlerine ............................................................ Tûba Sivren

41 ..... Hesap Vakti Gelip Çatmıştır ........................................... Zahide Keskin

44 ..... Bugünün Kadınlarına ........................................................ Tûba Sivren

Okuyucudan Gelen

47 ..... Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Yüzü ............................... Can Sezgin

51 ..... Müslümanların Doğru Bir Kitleleşmeyi ............................ Hakan Bolat

Tefekkür

57 ..... Gerçek Müslümanlar Cahiliye Hükümlerini ................ Ekrem Muakkil

Röportaj

61 ..... Selman Koç Đle Röportaj .................................................. Sümeyye Avcı

Medrese-i Yusufiye’den

66 ..... Fırsatlar Ülkesi Türkiye ................................................ Murat Albasan

Aile Kaledir

71 ..... Çocuk Terbiyesinin Esasları (11) ................................ Necahu’s Sabatin

Tefsir

76 ..... Bakara Suresi 231-233. ayetler ......................................... Esad Mansur

Hüseyin Sivren gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 3

Đslam’ın Olmadığı Yerde Adalette Olmaz.

Türkiye’deki yargı sistemi Fransız felsefeci Montesquieu'nün teorisine dayanır. Montes-quieu, politik gücü yasama, yürütme ve yargı olarak üçe ayırmıştır. Kendisi bu fikrini Đngi-liz yönetim biçimine dayandırmaktaydı. (Wikipedia)

Dergimizde daha önce yayınlanan birçok makalede Türkiye’deki sistemin Đngilizler ta-rafından şekillendirildiğini belirtmiştik. Gü-nümüzde uygulanan mevcut 1980’de ordu tarafından yapılan ihtilal anayasası da bu düzenlemenin devamı, bir parçası niteliğin-dedir. Bu bağlamda Erdoğan hükümetinin yargı sistemi üzerinde yapmak istediği deği-şikliklerin ABD-Đngiliz çatışmasının bir sonu-cu olduğu nettir.

Türkiye’de kuvvetler ayrılığı olarak bah-sedilen üç kurum; yasama, yürütme ve yar-gıdır. Bu model içinde devlet çeşitli birimlere ayrılmıştır, her birimin ayrı ve bağımsız gücü ve sorumluluk alanları vardır. Bunun yanın-da her birim bir diğerinin güç kullanımı üze-rine sınırlamalar getirebilmektedir.

Türkiye üzerinde ordudan sonra ikinci güçtür yargıdır. Binaenaleyh 27 Nisan bildi-risi veya E muhtıra olarak bilinen askeriyenin AKP’ye karşı hamlesi yetersiz kalınca, Đngi-lizci erk ikinci güç olan yargıyı devreye sok-muş ve aradan 1 yıl geçmeden AKP hakkında kapatma davası açtırmıştır. AKP’nin kapat-ma davasından kıl payı kurtulduğu Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden 5 kişinin kapa-tılsın oyu kullanmasından anlaşılmaktadır. Bu örnek yargı sistemin ne kadar önemli ol-duğunun bir delilidir.

T.C.’nin toplumu yönetmek adına kurum-sal yapısı kâğıtlar üzerinde şu şekilde geç-mektedir.

Cumhurbaşkanı: Türkiye'de 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile devlet başkanı Cum-hurbaşkanı sıfatını almıştır. Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuri-yetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder. Anayasanın uygulanmasını, devlet organla-

rının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir. Cumhurbaşkanının re'sen imzaladığı kararlar ve emirler aleyhine Anayasa Mahkemesi da-hil, yargı mercilerine başvurulamaz.

T.B.M.M: Yasama görevi yasa yapma, ya-sa değiştirme ve var olan yasaları yürürlük-ten kaldırma yetkisidir. Anayasaya göre ül-kemizde yasama görevi TBMM'ye aittir. Bundan yola çıkarsak TBMM ülkenin kanun-larını belirler. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği, Anayasa ile Türkiye Bü-yük Millet Meclisi’ne verilmiş bulunan ya-sama yetkisinin yerine getirilebilmesi için; Başkanlık Divanına, komisyonlara ve Türki-ye Büyük Millet Meclisi üyelerine her türlü idari ve teknik bilgi ve belge desteğinin ve-rilmesi temel işlevini yerine getirmek amacıy-la kurulmuştur. Cumhurbaşkanının hastalık ve yurt dışına çıkma gibi sebeplerle geçici olarak görevinden ayrılması hallerinde, gö-revine dönmesine kadar; ölüm, çekilme veya başka bir sebeple Cumhurbaşkanlığı maka-mının boşalması halinde de yenisi seçilinceye kadar, TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanlığına vekillik eder ve Cumhurbaşkanına ait yetki-leri kullanır.

Hükümet: Cumhurbaşkanı'nın görevlen-dirdiği Başbakan adayı tarafından kurulur ve TBMM'den güvenoyu aldığında görevine başlar.

Başbakan: Başbakan, Türkiye Cumhuriye-ti'nde de yürütmenin başıdır. Bakanlar Ku-rulu'na başkanlık eder. Hükümeti ve icraatla-rını yönetir. Türkiye Cumhuriyeti'nde her bir 4 yılda bir genel seçimle oluşan Meclis tara-fından Başbakan, 4 yıl süre ile seçilir.

Bakanlıklar: Cumhurbaşkanı tarafından Hükümeti kurmakla görevli (teamüller gere-ği en çok sandalyeye sahip siyasi parti genel başkanı) milletvekili, öngörülen sürede te-maslarını tamamlayarak kabine yani Bakan-lar Kurulu listesini yine Cumhurbaşkanı'na sunarak onay alır. Çok az farklılıklar olsa da

islam’ın olmadığı yerde…

köklüdeğişim ekim 2009 4

yaklaşık 14 icracı bakanlık ve gerekli sayıda Devlet Bakanlığı vardır.

Müsteşarlık: Đstişare eden anlamına gelen müsteşar siyasi gücün programını uygular-ken devlet ilke, kural, teamülleri ve yasalara uygunluğunu Bakanlık için Devlet ve millet adına yürütür. Her Bakanlığa bağlı bir müs-teşarlık olduğu gibi, birçok devlet kurum ve kuruluşu Müsteşarlar aracılığı ile yürütülür. Harici Müsteşarlıklar genelde Başbakan adı-na Devlet Bakanlıkları aracılığı ile yürütülür. Tek istisna MĐT olup sadece Başbakana karşı sorumludur ve Devlet Bakanlıkları aracılığı ile idare edilemez.

Yargı: “Türk Halkı adına bağımsız olarak görev yapar.” Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu hakim ve savcıların tayin, terfi ve atama işlerinden sorumludur. En üst mah-keme Yargıtay'dır ve son karar verici meka-nizmadır. Aldığı içtihat kararları bağlayıcıdır. Anayasa Mahkemesi ise; Cumhurbaşkanı veya yeterli sayıda imza sahibi milletvekillerinin müracaatı ile, yasaların Anayasa'ya uygun-luğunu denetleyerek, yürürlüğe girmesine ya da iptaline karar veren son mercidir. Ayrıca Yüce Divan olarak görev yapar. Danıştay; idari davaların bakıldığı yargı organıdır. Al-dığı kararlara yürütme uymak zorundadır. Sayıştay ise; tüm kamu kurum, kuruluş ve ik-tisadi teşebbüslerin muhasebat sistemini de-netlemekle yükümlüdür.

Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK): Türkiye Cumhuriyeti Devletini içten ve dıştan gelebi-lecek olan tehditlere karşı savunma vazifesini üstlenmiş olan silahlı Devlet kuvvetidir. Yap-tırım gücünü, Türkiye Cumhuriyeti Anaya-sası'ndan alır.

Siyasi Partiler: Siyasi partiler yasasına uygun olarak kurulan partiler, Türk Halkın-dan Genel Seçimlerde oy almak suretiyle, ba-rajı geçtikleri takdirde (ki şu an yüzde 10'dur) ülkeyi yönetmek için veya TBMM'de yer alarak Yasama görevlerini yerine getirir-ler, çoğunluğa sahip olununca Yürütme erki-ne sahip olurlar.

Her ne kadar kağıt üzerinde yönetim sıra-laması böyle yapılsa da işin aslı böyle değil-

dir. En azından son 2002 senesine kadar böy-le değildi. Kurulduğu günden 2000’li yılların başlarına kadar yukarıda da bahsettiğimiz üzere T.C. üzerinde toplumu şekillendiren birinci güç ordu olmuştur. Daha sonra yargı sistemi ve diğerleri sıradaki yerini almıştır. Đşin aslı böyledir. Đngiliz-ABD çatışmasını bi-raz daha açacak olursak ABD T.C. de sistemi eline geçirebilmek için birçok hamlelerde bu-lunmuş, son hamlesi olan AKP iktidarı ile de emeline ulaşmasına yani mevcut yapılanma-nın değişimine ramak kalmıştır. Emelinin son noktası ise yeni çıkacak Sivil Anayasadan sonra başkanlık sistemini getirebilmektir. Za-ten 28.09.2009 tarihinde hem Đç işleri Bakanı Beşir Atalay’ın hem de Başbakan Erdo-ğan’nın sivil anayasanın 2011 seçimlerinden sonra ele alınacağına yönelik açıklamaları, ayrıca başbakanın daha önce 2011 seçimle-rinde son defa aday olacağını ilan etmesi, demokratik açılım adı altında sivil anayasaya zemin hazırlanması ABD’nin emeline giden yolda önemli köşe taşlarıdır. Đşte bu emeline ulaşma yolunda ABD’nin önüne dikilen en önemli iki set Ordu ve Yargı olmuştur. Erge-nekon davası ile Orduyu bertaraf etmede ol-dukça yol kat eden ABD, yargının da hizaya getirilmesi gerekliliğine binaen “Yargı Re-formu Stratejisi” adı altında bir planı devreye sokmuştur. Yeni yargı reformunun içeriğine kısa bir göz atacak olursak;

HSYK da yapılacak değişiklikler; a- ka-rarlarına karşı etkili itiraz sisteminin getiril-mesi ve yargı yolunun açılması, b- Bu kap-samda, üye sayısının 20 veya 21 olması plan-lanan HSYK, geniş tabanlı temsil esasına göre oluşturulacak, 2 veya 3 daire seklinde yapı-landırılması, c- Yargıtay ve Danıştay, genel kurullarınca seçilen üyeleri aracılığıyla HSYK'da temsil edilecek. Yargının tümünün temsil edilebilmesi amacıyla, birinci sınıf hâ-kim ve savcıların, HSYK'da etkili biçimde temsili sağlanacak, d- Bu temsilciler, yüksek yargı dışında meslektaşlarınca seçilecek. Türkiye Adalet Akademisi, hukukçu öğretim üyeleri ile avukatların HSYK'da temsili sağ-lanacak. HSYK'nın kararlarına karşı etkili bir başvuru yolu getirilecek, e- Parlamento ile ilişkileri sağlamak ve hesap verilebilirlik açı-

islam’ın olmadığı yerde…

köklüdeğişim ekim 2009 5

sından" Adalet Bakanı'nın, "Bakanlık ile iliş-kileri koordine etmek için" Bakanlık Müste-şarı'nın HSYK'da bulunması sağlanacak, f- HSYK'nın yeniden yapılandırılmasına paralel olarak Kurul'un sekreteryası ve denetim sis-temi yeniden düzenlenecek, g- Sekreterya hizmetlerinin Kurul bünyesinde olması sağ-lanacak. Đddia ve karar makamı tek elde bir-leşmeyecek şekilde hâkim ve savcıların dene-timi, Kurul bünyesinde gerçekleştirilecek, h- HSYK'nın yeniden yapılandırılması ve istinaf kanun yolunun faaliyete geçirilmesi ile birlik-te not sistemi dâhil olmak üzere terfi sistemi-nin yeniden değerlendirilmesi sağlanacak, bu kapsamda, yargı mensupları için mevcut terfi sistemi, performans esaslı olarak geliştirile-cek. Terfi için gerekli başarı hesabında, ka-nun yolu incelemesinden geçmeyen kararlar da dikkate alınacak.

Anayasa Mahkemesinde yapılacak deği-şiklikler; a- Uluslararası belgeler ışığında Anayasa Mahkemesi'nin görev tanımının ye-niden belirlenmesi ve buna bağlı olarak ye-niden yapılandırılması sağlanacak. Bu kap-samda, Anayasa Mahkemesi'nin görev tanı-mının yeniden belirlenmesi amacıyla ulusla-rarası belgeler çerçevesinde ilgili kurum ve kuruluşlarla gerekli çalışmalar yapılacak, b- Anayasa Mahkemesi'nin görev tanımının be-lirlenmesine bağlı olarak, Mahkemenin olu-şumuna ilişkin ihtiyaç duyulan mevzuat de-ğişiklikleri gerçekleştirilecek.

Kısa vadeli amaçlar arasında, dernek kurma hakkı sınırlanmaksızın, örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde Türkiye Hakimler ve Savcılar Birliğinin kurulması bulunuyor. TBMM'deki tasarıdaki mevcut derneklerin kapanacağını öngören madde tasarıdan çıka-rılacak. Kurulacak Birlik, Đçişleri Bakanlığının denetimine tabi olmayacak, idari ve mali özerkliği bulunacak. Birliğe üyelik ve üyelik-ten ayrılma ihtiyari olacak. Birlik organları-nın yargı gözetimi altında, gizli oyla seçilerek oluşturulması sağlanacak. Halen TBMM’de bulunan Tasarı'nın kanunlaşması sağlanacak.

Askeri mahkemeler; a- Kısa vadeli hedef-ler arasında, askeri mahkemelerin sadece hâ-kim sınıfı üyelerden oluşmasının sağlanması

da buluyor, b- Anayasa Mahkemesi'nin 7 Mayıs 2009 tarihli kararı ile askeri mahkeme-lerde hakim sınıfından olmayan üyelerle ilgi-li yasa hükmünün iptal edilmesi ve yeni dü-zenleme için 1 yıllık süre verilmesi nedeniyle iptal kararı doğrultusunda gerekli değişiklik yapılacak, c- Orta vadeli hedefler kapsamın-da, Milli Savunma Bakanlığı tarafından baş-latılan askeri mahkeme binalarının yasak bölge dışına çıkartılması çalışmaları sürecek. Askeri mahkeme binalarının askeri mahalde bulunması zorunlu olduğu takdirde, bu bina-lara giriş askeri bina girişlerinden ayrı yapı-larak ilgililerin ve vatandaşların kolaylıkla erişimleri sağlanacak, d- Sivillerin barış za-manında askeri mahkemelerde yargılanmala-rına son veren kanun değişikliğinin yanı sıra yapılacak düzenlemelerle askeri mahkemele-rin görev ve yetkilerinin "demokratik hukuk devletinin gerektirdiği ölçüler çerçevesinde yeniden tanımlanması" da kısa vadeli hedef-ler arasında yer alıyor, e- Askeri Yüksek Đda-re Mahkemesi yargılamalarının "adil yargı-lanma" ilkesi çerçevesinde Yüksek Mahkeme bünyesinde iki dereceli hale getirilmesi için çalışmalar yapılacak. Yine kısa vadeli bu amaç kapsamında, yargılamaların Yüksek Mahkeme bünyesinde iki dereceli hale geti-rilmesi için gerekli mevzuat değişiklikleri yapılacak.

Yurt dışına adli müşavir; a- Kısa vadede, belirlenen yurt dışı temsilciliklerinde adli müşavir görevlendirilecek. Görevlendirme yapılacak ülke ve kurumlar Dışişleri Bakanlı-ğı ile işbirliği halinde belirlenecek, b- Göre-vin gerektirdiği konularda Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgili kurumlarla işbirliği halinde yargı mensuplarına eğitim çalışmaları düzen-lenecek. Dışişleri Bakanlığı ve Avrupa Birliği Genel Sekreterliği ile işbirliği halinde AB Da-imi Temsilciliği nezdinde Adalet Bakanlığı temsilcisinin bulunması sağlanacak ve bu konuda gerekli mevzuat çalışmaları yapıla-cak, c- Kısa vadede ayrıca, yüksek mahkeme-lerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktıkları davaların azaltılması sağlanacak. Bu kap-samda, diğer ülke uygulamaları dikkate alı-narak Yüksek Mahkemelerle işbirliği halinde ihtiyaç analizi çalışması yapılacak. Bu konu-

islam’ın olmadığı yerde…

köklüdeğişim ekim 2009 6

larda da gerekli mevzuat değişiklikleri yapı-lacak.

Yargıda en üst kurul H.S.Y.K.’dır. Adli ve idari yargı hâkim ve savcılarını mesleğe ka-bul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disip-lin cezası verme, görevden uzaklaştırma iş-lemlerini yapan mercidir. Ergenekon davası-nın devam ettiği bir süreçte H.S.Y.K.’nın önemi daha net anlaşılmıştır. Çünkü yeni atamalar ile Ergenekon davasına bakan hâ-kim ve savcıların yerlerinin değiştirilip, yer-lerine bir başkalarının atanmasının doğura-cağı sonuçları hesap eden ABD yargıdaki bu değişikliğin ne kadar önemli olduğunun bi-linci içerisinde böyle bir hamle yapmıştır. Son hâkim ve savcı atamalarının çok sancılı geçtiği, atama bildirisinin normal zamanın-dan daha uzun bir sürede açıklanması çatış-manın hala devam ettiğinin bir göstergesidir. Ergenekon davasına bakan hâkim ve savcıla-rın yerlerinin değişmemesi ise ABD’nin artık yargı sistemi içerisinde de elinin kuvvetlen-diğinin delidir ki, buna binaen yargı reformu için düğmeye basmıştır.

2007 seçimlerinden sonra hükümet tara-fından atılan adımlara baktığımızda değişim sürecinin hızlandığını, Orduya rağmen hü-kümetin çok radikal kararlar alındığını görü-yoruz. Buda artık sonlara yaklaşıldığının iş-retçisi olabilir. Đşte sonlara yaklaşılan bu dö-nemde, diğer bir tabirle ABD’nin bitirici son darbeyi vurmadan önce kendisini emeline ulaşmak üzere yürüdü yolda kendisini ya-vaşlatacak, sendeletecek hatta geri adım bile attırabilecek tüm sorunlardan kurtulma ham-leleridir bunlar. Yargı reformu da bu mesa-bededir. Bu değişimin oluşturulabilmesi için en önemli mesele olan toplumunda taban edebilmesi için ABD kalemşörleri yine iş ba-şına geçmiş, topluma gereken mesajı vermiş-tir. Malum medya tarafından yaygara seviye-sinde topluma indirme işi başarılmış, fakat asıl mesele olan sistem içerisindeki kurum-larda istenilen ritim yakalanamamıştır. Baş-bakan Erdoğan’ın yeni anayasanın 2011 se-çimlerine bırakılmasının nedenini mecliste

zemin oluşmaması olarak açıklasa da, işin esası meclisten ziyade yargı sistemi içerisinde erki tam manası ile ele alamamış olmasıdır. HSYK’nın dayatmaya çalıştığı son Temmuz kararnamesi buna işarettir. Şu dönemde atı-lacak yanlış bir adım onca emeğin zayi olma-sına neden olabilir. AKP’ye açılacak ikinci bir kapatma davası bir çuval inciri berbat edebi-lir. Bu nedenle yargı sistemi içerisinde isteni-len reform gerçekleştirilmediği sürece Ana-yasanın değiştirilmesi hamlesi her zaman için AKP açısından riskli bir hamle olacaktır.

Yargı sistemi içerisinde bulunan Yargıtay, Anayasa Mahkemesi, Danıştay ve Sayıştay ile alakalı biraz bilgi vereyim.

Yargıtay; Đlk başkanı Ahmet Cevdet Paşa-dır. Ahmet Cevdet Paşa ise Mecelle kanunla-rının hazırlanmasında öncü kişidir. Bu cümle kuruluş gayesini izah etmek için yeterlidir. Günümüzde ise Yargıtay “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türki-ye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız! bir yüksek! mahkemedir.”

Anayasa Mahkemesi; “27 Mayıs 1960’da Türk Silahlı Kuvvetleri iktidarı ele aldıktan sonra 1961 Anayasası’nı hazırlayanlar, Yasaların Ana-yasa’ya uygunluğunu denetlemek konusunda bir Anayasa Mahkemesi kurmanın gerekliliğine karar vermişlerdir. Gerçi kurulacak Mahkemenin yapı-sı, oluşumu, işleri, örgütü, yargıçların seçimi ve anayasaya uygunluk denetiminin biçimleri konu-sunda kimi tartışmalar olmuşsa da, anayasa yar-gısının gerekliliğinde herkes birleşmiştir. 1961 Anayasası, 1924 Anayasası’nın “Ulusal Egemen-lik” ilkesinden değişik bir egemenlik anlayışını kabul etmiştir. Bu anlayış, 1982 Anayasası’nca da benimsenmiştir. 1961 Anayasası’nın 4. maddesi-ne göre “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir”. Maddenin bu ilk fıkrası, 1924 Anayasası’nın 3. maddesinden olduğu gibi alınmıştır. Ancak, 1961 ve 1982 Anayasalarının egemenliğin nasıl kuru-lacağını gösteren tümceleri, 1924 Anayasası’ndan oldukça değişik bir içeriktedir: “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,

islam’ın olmadığı yerde…

köklüdeğişim ekim 2009 7

yetkili organlar tarafından kullanır.” Türk Ana-yasa tarihi yönünden ele alındığında bu kuralın temel amacının, Parlamentonun üstünlüğüne son vermek olduğu söylenebilir. Parlamentonun üs-tünlüğü 1924 Anayasası’nın en temel özelliği idi. Đlk kez 1961 ve ondan sonra da 1982 Anayasa-sı’nda benimsenen bu yeni ilkenin, yani egemen-liğin Anayasa’nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar tarafından kullanılmasının öngörülme-siyle birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulus adına egemenliği kullanan tek organ olmaktan çıkmıştır. 1961 ve 1982 Anayasaları, egemenliğin kullanılmasında yargıya önemli yetkiler tanımış-lardır. Özellikle, Anayasa Mahkemesi, Parlamen-tonun çıkardığı yasaların anayasaya uygunluğu-nu denetlemesi nedeniyle egemenliğin kullanıl-masında önemli bir paya sahiptir. Çünkü Anaya-sa Mahkemesi, Parlamentonun çıkardığı yasaların Anayasa’ya aykırı olup olmadığına karar verebil-mektedir. Anayasa Mahkemesi’nin, siyasal ku-rumların, özellikle Parlamentonun yetkilerini kö-tüye kullanması durumunda bir denge oluştura-cağı ve bunu engelleyeceği düşünülmüştür.” (www.anayasa.gov.tr) Yukarıda Anayasa mahke-mesinin resmi internet sitesinden alıntı yap-tığım bu paragraf demokrasi denilen küfür sisteminin ütopyadan ibaret olduğunun res-mi belgesidir. En azından bu belge Türkiye için kesindir. Meclisin iradesinin dolayısı ile toplumun iradesinin hiçe sayıldığının, top-lumun demokrasi palavraları ile kandırıldı-ğının, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünün koca bir yalan olduğunun resmi belgesidir.

Yukarıda aktardığım paragraftan ABD’nin neden yargı sistemini de bu kadar değiştir-mek istediğini daha iyi izah etmiş oluyoruz. Çünkü 1961 ve 1982 askeri darbe anayasaları ile ordu yargıyı da kendine bağlamış, yapılan darbelerde yargı ile karşı karşıya gelmekten sıyrılmıştır. Adnan Menderes hükümeti dar-be ile bitirilmiştir. Özal’ın ölümü şaibelidir. Ergenekon gibi bir yapının hakim olduğu dönemde de bu şaibe normaldir. Fakat dersi-ne iyi çalışan ABD bu sefer ayaklarını yere çok sağlam basarak ilerlemiştir ki, işi bu gün-

lere taşıyabilmiş ve hedefine bu kadar yakla-şabilmiştir. Bu nedenle yargıda reform ABD için çok önemlidir.

Danıştay; Anayasa'da öngörülen Yüksek Mahkemelerden biri olan Danıştay, Anaya-sa'nın 155. maddesine göre, yürütme organı-na yardımcı bir inceleme, danışma ve karar organı olmanın yanı sıra, yönetimin yargı yo-luyla denetlenmesinde etkin ve önemli görev yapan bir yargı kuruluşudur. Bugün Danış-tay’ın idari görevleri ile yargı görevi birbirle-rinden kesin olarak ayrılmış ve her iki görevi yürütecek daireler birbirinden tamamen ayrı olarak kurulmuşlardır. Yönetimin yargı yo-luyla denetlenmesi görevini, idare ve vergi mahkemeleriyle birlikte, Danıştay’ın dava daireleri yürütmektedir. Örneğin Danıştay 2. Dairesi okul öğretmenlerinin türban takma-masını kararlaştıran mahkemedir.

Sayıştay; Sayıştay, hem idârî kararlar hem de yargıyla ilgili hükümler verir. Ancak bir Anayasa kuruluşu olduğu için, idârî karar-lardan ve yargı hükümlerinden dolayı, Da-nıştay’ın denetimine tâbi değildir. Sayış-tay’ın, kuruluşunu, işleyişini denetim usûllerini, mensuplarıyla ilgili hükümlerini 21 Şubat 1967 târih ve 832 sayılı kânun dü-zenlemiştir. Sayıştay’ın kuruluşu, iki yönlü (idârî ve yargı) görevlerine göre düzenlen-miştir. Dâireler, Dâireler Kurulu, Temyiz Ku-rulu ve Genel Kurul idârî ve yargı işlerine bakar. Memurlar Seçim ve Disiplin Kurulu ve Yüksek Disiplin Kurulu ise Sayıştay’ın iç dü-zeniyle ilgili kurullardır. 1982 Anayasasında Sayıştay, yargı bölümünde ve 160’ıncı mad-dede düzenlenmiştir. Buna rağmen yüksek mahkeme sayılmamaktadır. Bu Anayasa, Sa-yıştay’ın kararlarına karşı başka yargı orga-nına başvuruyu önlemiş ve kararlarının kesin olduğunu bildirmiştir. Sayıştay’ın idârî gö-revleri; vize, tescil, uygunluk bildirimi ve gö-rüş bildirmedir. Anayasaya göre Sayıştay’ın başkan ve üyeleri azledilemezler, kendi istek-leri olmadıkça emekliye ayrılamazlar. Yürür-lükteki mevzuata göre bakanlıklar ve bağlı

islam’ın olmadığı yerde…

köklüdeğişim ekim 2009 8

genel müdürlükler gibi genel bütçeli daireler; üniversiteler, Karayolları Genel Müdürlüğü, Devlet Su Đşleri Genel Müdürlüğü gibi katma bütçeli idareler; devlet orman işletmeleri ve devlet hastaneleri gibi döner sermayeli kuru-luşlar; afetler ve çevre fonları gibi fon şeklin-deki kuruluşlar; belediyeler ve il özel idarele-ri gibi özel bütçeli kuruluşlar ve devlet tiyat-roları, Devlet Opera ve Balesi gibi farklı bütçe rejimi bulunan kuruluşlar da Sayıştay’ın de-netim alanı içinde yer almaktadır. Anayasa Sayıştay’a; Genel ve katma bütçeli dairelerin gelir, gider ve mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek, Sorumluların he-sap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak, Kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak, Türkiye Büyük Millet Meclisine kesin hesap kanun tasarıları hakkında uygunluk bildirimi sun-mak, görevlerini vermiştir. Sayıştay deneti-mine tabi kurumların cari, yatırım ve transfer harcamalarını denetlediği gibi bu kurumların bütün gelirlerini ve taşınmazlar dahil malla-rını, ikraz, istikraz, kredi ve avans işlemlerini de denetlemektedir.

Bir zincirin halkaları gibi bir birine bağlı yargı sistemi de konumuzun başında bahset-tiğimiz kuvvetler ayrılığı ilkesi içerisinde ikinci kurum durumundadır. AKP (yasama), Ordu (yürütme) yargı kurumları (yargı) ola-rak isimlendirildiğinde AKP yani yasama kuvveti şuan itibari ile kuvvetler ayrılığı ilke-sine rağmen diğer iki kuvvetten (yargı ve yü-rütme) daha kuvvetli duruma gelmiştir. Bu değişimin en önemli nedeni ise AKP’nin yapmak istediği değişimi topluma başarılı bir şekilde indirebilmesi, toplum tarafından ka-bulünü gerçekleştirebilmesidir. Topluma verdiği mesajı şu şekilde özetleyebiliriz. “Đki alternatif var. Bir tanesi daha önceki ‘ergenekonvari’ dayatmacı, baskıcı sistem. (Ergenekon Davası ile önceki sistemin kariz-masını iyiden iyiye çizdikten sonra.) Diğer al-ternatif ise biziz. Yani özgürlükçü, liberal demokratik bir sistem”

Bu işi başarmasında ise en önemli kozu medya olmuştur. Son zamanlarda malum yazar-çizer takımı da yargıda reform adı al-tında makaleler kaleme almaktadırlar. Bir devrin kapanıp yeni bir devrin başladığı çok-ça dillendirilmektedir. Hatta maliye bakanı Babacan bile ekonominin düzelmesinin yar-gıya bağlı olduğunu söylemiş, toplumun şu-anda en hassas olduğu ekonomik krizden dahi dem vurarak topluma bu mesajı indir-meye gayret etmiştir. Adnan Menderes dö-neminde toplumsal destek açısından ABD çok güçlü gelmesine rağmen, o dönemde kit-le iletişim araçlarının azlığı, mesajlarını top-luma indirgemede medyadan gerektiği şe-kilde istifade edememesi o dönemde başarı-sızlığının nedenleri arasındadır. Özal döne-minde ise ABD’nin T.C. üzerinde gelişimini biraz daha olgunlaştırdığı dönemdir demek doğru bir tespit olur. Bu iki dönemden gere-ken dersleri çıkartan ABD bu son döneminde işe kendi kalemini kullanan medyayı oluş-turmakla başlamış, sivil toplum kuruluşları-na gereken önemi vererek bunları organize etmiş, tabanda yerini sağlamlaştırdıktan son-ra, önce darbe yapılması ihtimalini zayıflata-rak orduyu dizginlemiş, son olarak yargı sis-temine el atmıştır.

Özetle yargı sistemi seçilmişlere olan gü-vensizliğin bir sonucu olarak oluşturulmuş-tur. Öyle ise değiştirilebilmesi için seçilmişle-rin kendilerine güveni, mevcut yapıya ise güvensizliği aşılaması gerekliydi ki, bunu ba-şarmış görünüyor. Şuan toplum, kurumlar-dan ziyade meclise daha güvenir bir hal al-mıştır.

Geldiğimiz bu son noktada topluma yeni bir alternatifin daha olduğunun gösterilmesi, tahayyül ettirilmesi, benliklerinde hissetti-rilmesi Đslam Davasını taşıyanlar için en önemli mesele olmalıdır. Toplum üçüncü al-ternatifi benimsemediği sürece değişimden söz etmek yersizdir. Bu nedenle Đslam’ın tüm kurumlarının (Ukubat Nizamı, Ekonomik Nizamı, Đçtimai Nizamı, Yönetim Nizamı…)

islam’ın olmadığı yerde…

köklüdeğişim ekim 2009 9

en güzel şekilde topluma anlatılması şarttır. Ne zaman ki, toplum böyle bir nizamı be-nimsedi ve arzulamaya başladı, işte o zaman değişimden bahsedebiliriz.

Son olarak konumuzla alakalı Đslam’ın Adalet Sistemi ile ilgili olarak, “Mekke’nin zengin eşrafından bir kadının hırsızlık yap-ması ve bir takım kişilerin kadına ukubatın uygulanmaması için telkinlerine karşılık Rasulullah’ın şu sözünü; “bu suçu işleyen kı-zım Fatıma olsa dahi gerekeni yaparım” sö-zünü, hatırlattıktan sonra, yine adaletin tim-sali olmuş Ömer RadiyAllahu Anha’nın is-mini vermem yeterlidir. Ömer RadiyAllahu Anha’nın isminin geçtiği yerde ilk akla gelen O’nun adalettir. Yine Kur’an’da adalet ile alakalı birçok ayet mevcuttur.

“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun.” (Nisâ 135)

“Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiği-niz zaman adaletle hükmetmenizi emredi-yor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor! Şüphesiz ki Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (Nisâ 58)

“Ey iman edenler! Allah için hakkı titiz-likle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun.” (Maide 8)

“Eğer hükmedecek olursan aralarında adaletle hükmet. Çünkü Allah, âdil davra-nanları sever. “ (Maide 42)

“Rabbinin kelimesi (Kur’an) doğruluk ve adalet bakımından tamdır.” (En’âm 115)

“De ki: “Rabbim adaleti emretti.” (A’raf 29)

“Yarattıklarımızdan, hakka sarılarak doğru yolu gösteren ve hak ile adaleti ger-çekleştiren bir topluluk vardır.” (A’raf 181)

“Onlara zulmedilmeksizin aralarında adaletle hükmedilir.” (Yûnus 54)

“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın.” (Hûd 85)

“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasız-lığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, dü-şünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl

90)

“Ben Allah’ın indirdiği her kitaba inan-dım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, si-zin de Rabbinizdir.” (Şûrâ 15)

“Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık ara-larını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davranan-ları sever.” (Hucurât 9)

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucize-lerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler” (Hadîd 25)

Rabbimizin ayetlerinden anlaşılacağı üze-re insanlar arasında Adaletin tesis edilebil-mesi için Đslami hükümlerin tatbikine ihtiyaç vardır. Đslam’ın olmadığı yerde adaletten bahsedilemez, beşeri sistemlerde ise herkesin adalet anlayışı farklı olur. Đslam’ın adaleti ile yönetmek ve yönetilmek duası ile…

Oğuzhan Akbolat Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 10

Alın Verin Ekonomiye Can Verin

Kürt açılımı, Ermeni açılımı, Yunan açılımı derken gündemden düşmüş gibi görünse de ekonomik kriz kendisini hiç unutturmuyor. Đşten çıkarılanlar, maaşını alamayanlar, bor-cunu ödeyemeyenler, kart mağdurları vs her geçen gün daha da artıyor. Đşte tam bu sırada ekonomik krizin pratik çözümünü bulundu. Aslında çözüm tamda gözümüzün önünde duruyormuş. Alın, verin, ekonomiye can ve-rin…

Aylardır TV ekranlarında, gazetelerin kö-şe yazılarında, hatta kitaplarında ekonomik krizin çözümünü arayan ekonomi profesörle-ri, yazarları, çizerleri, bakanları, bürokratları çözümü bulamayınca bari espri yapıp günü kurtaralım diye Türkiye Reklam Konseyinin katkılarıyla bir reklam hazırladılar. Alın, ve-rin, ekonomiye can verin. Madem her şey bu kadar kolaydı, madem "aldım verdim, eko-nomiye gönlümü verdim" gibi pratik çözüm-ler vardı, neden o zaman bu krize bu kadar katlandık. Peki, her şey bu kadar kolaydı da bizi yıllarca neden "dalgalı az çıpalı hacimsel kur", "sabit minimal döviz rezervleri", "cari dalgalanma" gibi tuhaf tuhaf tabirlerle yor-dunuz? "Al, ver, ekonomiye can ver" diyebi-lirdiniz ta en baştan. Ama sonunda çözdük olayı, demek ki ekonomi bu kadar basit bir olay. Yine de ben reklamı hazırlayan zihniye-ti daha çok merak ediyorum. Onlar simit, sa-kız, oyuncak tabirlerini kullanarak; bakkal, simitçi, çiçekçi figürleriyle ne kadarda halkla bütünleştiklerini düşünmüşlerdir. Reklamın galasında ise ne kadar güzel bir kampanya oluyor, halkla ne güzel bütünleştik, halkın anlayacağı dilden ne güzel de konuştuk diye oturup kadeh kaldırmışlardır başarılarının ardından. Ben seviyorum ekonomistlerimizi ve reklamcılarımızı, gerçekten kıvrak çocuk-

lar hepsi. Đnanılmaz değil mi “hemen halkın seviyesine inerek halkla bütünleşmek iki da-kikada”…

Ekonomistlerimizde nedense hep böyle bir yetenek, böyle bir hareketlilik, bir kıvrak-lık var. Bilemiyorum, belki de çocukken ti-yatrocu, oyuncu olmak istiyorlardı. Đktisadı, iktisatçılığı aile zoruyla tercih ettiler sanırım. Aileleri ruhsal gelişimlerine katkıda buluna-bilecek en güzel şeyin iktisat olduğuna karar vermiştir. Onlar tiyatrocu, oyuncu olacaklar-dı ama merkez bankasına başkan, kartel ga-zetelerine ekonomi yazarı, üniversitelere ikti-sat profesörü oldular. Đktisatçı, paracı, kapital yöneticisi oluverdiler. Onlar için ekonomide çok kolaydı aslında ama bu olayı o kadar ba-site almamalıydı insanlar. Al-sat ile bitirme-meleri lazımdı, her şey bu kadar basit görü-nürse insanlar onlarla dalga geçebilirdi. Onun için "çıpalı kur", "sabit minimal döviz rezervleri", "cari dalgalanma" gibi tuhaf tuhaf tabirler oluşturdular her sene kapalı kapılar ardında. "Ekonomi için en anlamsız kelimele-ri en iyi kim bulacak” isimli kongreler düzen-lediler aralarında. Kriz yüzünden halka açık-lamak gerekti sonunda. Alın, verin, ekono-miye can verin…

Böylece oyunculuk yeteneklerini de gör-dük ekonomistlerimizin. Altın portakal ödü-lü alacak rol kesmiş Merkez Bankası Eski Başkanı Yaman Törüner. Sayın Eski Başkan kariyerli, kelli felli, oturaklı bir adam. Dük-kânı açmış, müşterisi de hazır, velakin dük-kana oyuncak almak için gelen kız çocuğuna gemi vermek nasıl bir zihniyetin ürünüdür anlamıyorum. Sevimli bir adam, tezgâhın ar-kasında durmuş, güzelde rol kesmiş ama in-san müşterisine çocuk olsa da "ne istiyorsun

alın verin, ekonomiye…

köklüdeğişim ekim 2009 11

kızım, canım evladım" diye sormaz mı, eline gemi ver olsun bitsin olmaz; kız dediğin be-bekle oynar. Bir not daha; esnaf, dükkânı ba-san o kadar çocuğa yavaş olun der, sıraya gi-rin der, Đstanbul Beyefendisi dahi olsa erkek çocuklara "şirin şeyler" diye hitap etmez, "de-likanlılar" der, "yiğido" der ama “şirin şeyler” demez, delikanlı adama terstir “şirin şeyler”, çocukların psikolojisi hiç mi düşünülmedi acaba. Yine Deniz Gökçe de güzel rol kesmiş. Özellikle finaldeki repliğine hayran oldum. Öyle ya sakız ekonomiyi düzeltse de Kars kaşarı daha fazla kar bırakır.

Reklam içeriğindeki seçilen sembolik ma-teryallerde çok ilginç. Simit, gül, oyuncak ve sakız. Halkla iç içe olmak için seçilmiş olmalı-lar. Öyle ya gariban halk simit alır, sakız alır. Ondan yat kat almasını bekleyemezsiniz ya. Yine de ben simit alın, simit alırsanız simidi satan uncu kazanır!" dediği anda Kemal Unakıtan’ı hatırlıyorum. Reklam materyalle-riniz başka özellikleri de var. Örneğin oyun-cak:

Piyasa da satılmakta olan oyuncaklar ge-nel anlamda plastikten yapılmaktadır. Plastik ne yazık ki Türkiye de üretil(e)meyen bir hammadde. Dolayısıyla hammadde genel an-lamda ithal ediliyor. Hammadde ücretleri do-lar ve euro üzerinden ödeniyor ve gümrük girişlerinde de zaman zaman sıkıntılar mey-dana gelebiliyor. Bununla beraber Türkiye’de satılan oyuncakların büyük bir bölümü ise Çin malı. Şimdi bir oyuncak aldığımızı kabul edelim ve ödediğimiz ücretin nereye gittiğine bir bakalım. Üretimde kullanılan hammadde ithal edildiği için büyük kısmı yurtdışına dö-viz olarak gidiyor. Yine pahalı elektrik ve elektriği de ithal ettiğimize düşününce para yine yurtdışına gidiyor. Oyuncakların sevk edilmesi için yine dışarıya bağlı olduğumuz petrol ürünleri kullanılarak gerçekleştiriliyor. Ambalaj yine plastik ve yine yurt dışı. Geriye

kalan ise işçilik, pazarlama giderleri, vs. On-ların da bir kısmının döviz olarak yurtdışına gönderildiği, bir kısmının da devlete vergi olarak döndüğü aşikâr. Eğer oyuncağı üret-meyip ithal ediyorsanız durum daha da va-him ki bu konuya hiç girmeyelim derim. Yani sen oyuncak al ki Çin kazansın, Avrupa kapi-talistleri kazansın.

Bir örnekte sakız üretiminden. Türkiye ağırlıklı olarak şekersiz sakız üretmektedir. Zira şekerli sakız üretiminde kullanılan ni-şasta ve glikoz hükümetin almış olduğu bir karar ile beş firmanın inisiyatifine bırakılmış durumdadır. Dolayısıyla pahalı hammadde ve satış fiyatlarındaki rekabet dolayısıyla dü-şük kalitede sakız üretilmektedir. Bu da ihra-cat anlamında Avrupa ve Amerika’daki üre-ticiler ile yarışamamak anlamına geliyor. Tüm bunların yanında vergiler, pahalı elekt-rik ücretleri, ambalaj malzemelerinin yanında şeker ve glikozun da teşvik kapsamı dışında bırakılması ile sakız üreticileri doğal olarak şekersiz ve kalite açısından düşük sayılacak seviyede ürünler üretmekteler. Şekersiz sa-kızda ihracat gücü tartışılabilir seviyede ol-masına rağmen şekerli sakızda adımız bile duyulamaz durunda.

Ama simit öylemi? Simit ülkemize özgü bir yiyecek. Biz ise kıymetini bilmiyoruz bu güzel nimetin. Halbuki her gün birer simit alsak, ekonominin altından girip üstünden çıkacağız. Ama nerde bizde öyle duyarlı va-tandaş.

Aslında gülden de vazgeçmemeliyiz. Mi-sal olarak maaşınızı aldığınız gün bütün ma-aşınızla gidip gül alsanız; hem gülü satan çi-çekçi kazanır, hem gülü üreten çiftçi kazanır, hem gül bahçesinde çalışan ırgat kazanır, hem de eşiniz mutlu olur. Alın verin, eko-nomiye can verin, eşinize gül verin. Ertesi gün ev sahibi geldiğinde evdeki gül miktarını görüp delirdiğinize kanaat getirir ve size bu-

alın verin, ekonomiye…

köklüdeğişim ekim 2009 12

laşmaz, böylece kira derdinden de kurtulur-sunuz. Yok illa da kirayı isterim diye tuttu-rursa kendisini "vatan haini, densiz ve ken-dini bilmez, ekonomi düşmanı” ilan edersi-niz.

Kampanyayı bir başka açıdan daha ince-leyelim. Kampanya Keynes’in Đktisat teorisi “Çarpan etkisini” açıklıyor. “Çarpan etkisin de” alıcı tarafından yapılan her harcama, sa-tıcı için gelir anlamına geliyor ve bu sarmal sayesinde bir birimlik alış-veriş ekonominin bir birimden fazla büyümesine yardımcı olu-yor. Zira piyasada hareketlilik oluyor, piya-salar canlanmış oluyor. Bunu bir hikâye ile açıklayalım:

Riviera kıyısında küçük bir kasaba, sezon yaz, ancak yağmur yağıyor, yani kasaba bomboş… Herkesin borcu var ve herkes kre-di ile yaşıyor. Şans eseri bir otele zengin bir müşteri geliyor ve resepsiyona 100 dolar bı-rakıp, odaya bakmaya çıkıyor... Böylece otel sahibi kazanıyor. Otel sahibi parayı hemen alıp, kasaba olan borcunu ödüyor. Kasap ka-zanıyor. Kasap 100 doları kaparak, hemen toptancıya olan borcunu vermeye gidiyor. Toptancı kazanıyor. Toptancı büyük bir se-vinçle parayı alıp, kriz sebebiyle kredili hiz-met veren son defa birlikte olduğu hayat ka-dınına götürüyor. Hayat kadını kazanıyor. Kadın parayı alıp aynı otele giderek borcunu ödüyor. Otel tekrar kazanıyor. O esnada müşteri odadan geri dönüyor ve odayı be-ğenmediğini söyleyip 100 doları alıyor ve ka-sabayı terk ediyor. Otel ikinci kazandığından oluyor ama herkes kazanmış oluyor. Tüm kasaba kazanıyor ve geleceğe ümitle bakıyor! Đşte ekonominin işleyişi... Farz edelim bu teo-ri tuttu ama ortada bir eksik var. O eksik zengin müşteri. Şu durumda kıvılcımı çaka-cak bir zengin müşteri lazım ki ekonomi alevlensin(!), para dönmeye başlasın. Paranın geleceği son nokta yine o zengin müşteri olsa

bile herkes kazansın, herkes borcundan kur-tulsun, rahatlayıp geleceğe ümitle baksın.

Kampanya ile ilgili son bir mesele daha…

Kampanyada vurgu yapılan mesleklerin her biri kayıt dışı ekonominin birer mümessi-li. Siz hangi simitçiden fiş aldınız? Bakkaldan aldığınız kaç sakıza fiş istediniz? Çin malı oyuncaklar için fiş veren kaç oyuncakçı var? Çiçekçiye diyecek sözüm yok. Reklamı izler-ken zabıta ne zaman devreye girecek diye baka kaldım. Her fırsatta kayıt dışı ekonomi-ye vurgu yapanlar nasıl oluyor bu ayrıntıyı atlıyorlar?

Yine de siz sakıza, simide, güle bakıp da kampanyayı küçümsemeyin. Bu kampanya-nın arkasında Bakan Babacan var. Sayın Ba-kan ''herkes harcamalarını %10 arttırsa bü-yüme +6.8 artar diyor. Velakin harcayacak para yok. Öyleyse zorla artırılır harcamalar. Benzine %10, elektriğe %10 zam yapılır ve harcamalar %10 böylece artırılır. Dert etme-yin; kredi kartları var nasıl olsa(!)

Klasik olacak biliyorum ama ilkokul ma-tematiği ile hesaplayacak olursak; asgari üc-retli için öncelikle bu paradan kira ödeniyor. Kiradan geriye kalan parayla (!) faturaları belki ödenebiliyor. Hatta hayatta kalabil-mek(!) için ise yiyecek ve içeceğe de bir mik-tar(!) harcıyor. Okul, yol, ısınma masrafları için ise yeni bir kampanya var. “Çalın çırpın, alın, verin, ekonomiye can verin”.

Evet, kimsede para yok. Hala insanlarda para var sanılıyor. Şimdiye kadar hep aldılar şimdide canımızı istiyorlar.

Araba zinciriyle enflasyon hesaplayan ekonomistler ise, boş kalan zamanlarını sakız çiğneyerek ekonomiyi canlandırsınlar.

Mesut Şahin Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 13

Ermeni Açılımı.

Barak Hüseyin Obama, son Türkiye ziya-retinde TBMM de yaptığı konuşmada mütte-fiki Türkiye’den bazı siyasi taleplerde bu-lunmuştu. Bunlardan birinde şöyle diyordu:

"Đnsanın çabası, mücadelesi, yine kendi doğası

gereği hiç bitmez. Tarih genellikle trajiktir ama

çözümsüzdür, çok büyük bir ağırlığı olabilir. Her

ülke kendi geçmişi üzerinde çalışmalıdır. Geçmişle

hesaplaşma, daha iyi bir gelecek kurmakta bize

yardımcı olur. Bu mecliste 1915′in korkunç olay-

ları konusunda sert görüşler olduğunu biliyorum.

Benim görüşlerim üzerine de çok değişik yorum-

lar yapılabilir; ama asıl önemli olan, Türk ve Er-

meni halklarının geçmişi nasıl değerlendirdikleri-

dir. Türk ve Ermeni halkları için ilerlemenin en

iyi yolu, geçmişi dürüst, açık ve yapıcı bir şekilde

ele alan bir süreçtir. Türk ve Ermeni yönetimleri-

nin attığı tarihi ve umut verici adımları zaten

gördük. Bu temaslar yeni bir dönem vaat ediyor.

Sınırların açık olması Türk ve Ermeni halklarını

yeniden barış ve refah içinde bir arada yaşamaya

döndürecek, bu da her iki ülkenin yararına olacak-

tır. Birleşik Devletlerin Türkiye ve Ermenistan

arasındaki ilişkilerin tamamen normalleşmesini

sonuna kadar desteklediğini bilmenizi istiyorum.

Bu, uğrunda çalışmaya değer bir konudur. Bu

durum, Türk yöneticilere bölgede bütün Güney

Kafkasya ülkeleriyle normal ve barışçı ilişkiler

kurmak durumunda olan tek ülke olmaya hazır

olmanızı söylüyor. Bu barışı sağlamak için, gere-

ğinden fazla uzayan Karabağ sorununun çözü-

müne yardımcı olmakta yapıcı bir rol oynayabilir-

siniz."

Aslında bu konuşma mevcut ermeni açı-lımı sürecini bütün açıklığıyla özetlemekte-dir. Açılım kesin olarak Türkiye yöneticileri-

nin iradelerinin dışındadır ve tamamen Ame-rika ve Avrupa’nın iradesinde, onların çıka-rına, Rusya’nın zararına ve bölge ülkelerini (Türkiye, Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenis-tan) Rusya ile karşı karşıya getirecek ve yeni çatışma alanları çıkartacak bir süreçtir. Fakat biz aydınlatması açısından meseleyi elimiz-den geldiğince açalım. Meseleyi açmadan, öncelikle şunu belirtmek isterim. Amerika ve Türkiye açısından sorun Ermenistan ve Tür-kiye ilişkilerinin normalleşmesi ve Türkiye Ermenistan sınırının açılması değildir. Ger-çekte sorun bundan daha büyüktür ve şu an için çözmeye çalıştıkları mesele büyük soru-nun bir parçası ve bu sorunu çözme ameliye-lerinden sadece bir tanesidir. Sorun, Orta As-ya enerji kaynakları ve bu kaynakların üze-rinde yükselen Sovyet sonrası devletlerin üzerindeki Rusya etkisi ve bu etkininde dün-ya siyasetinde batının önceliğini ve hüküm-ranlığını ciddi ölçüde sınırlandıracak hatta yok edecek potansiyele ulaşabilme riskidir.

Bu riski azaltmanın yollarından biri Tür-kiye’nin güçlü olması ve bu bağlamda orta doğuda, Kafkasya’da ve Doğu Avrupa’da si-yasi problemlerin genel olarak batı özel olarakta Amerika lehine olan çözümünde, ta-rihi ve kültürel bağlarını kullanarak öncü rol oynaması, arabuluculuk yapması gereğidir. Türkiye açısından buna ulaşabilmenin yolu ise dışişleri bakanı Davutoğlu’nun deyimiyle “komşuları ile sıfır problem” ilkesinin hayata geçirilmesidir. Buna ulaşabilmenin yolu de-mokratikleşme adı altında AB sürecini kulla-narak mevcut Đngilizci tipi Türkiye Cumhu-riyeti devlet yapısının değiştirilmesidir. Kürt

ermeni açılımı…

köklüdeğişim ekim 2009 14

açılımı ya da demokratik açılımdan da amaç-lanan budur. Açıkçası Amerika mezkûr böl-gelerde bulunan devletleri avlamak için olta-nın ucuna Türkiye yemini gayet sağlam bir şekilde çengellemiştir.

Ermenistan balığı;

Türkiye ile Ermenistan, geçtiğimiz ay pa-raf ettikleri protokol ile diplomatik ilişki ku-rulması ve karşılıklı olarak diplomatik tem-silcilik açılması konusunda anlaştı. “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti Arasında Diplomatik Đlişkilerin Kurulmasına Dair Protokol" iki ülke arasındaki mevcut sı-nırın karşılıklı olarak tanınmasını da öngörü-yor.

Protokol çerçevesinde, Türkiye ile Ermenistan,

gerek ikili gerekse uluslararası ilişkilerinde "eşit-

lik, egemenlik, diğer ülkelerin iç işlerine müdahale

etmeme, toprak bütünlüğü ve sınırların doku-

nulmazlığı" ilkelerine saygılı olacak. Đki ülke pro-

tokolle ayrıca, aradaki mevcut sınırı uluslararası

hukukun ilgili antlaşmalarında tarif edildiği şek-

liyle karşılıklı olarak tanıyarak, ortak sınırın açıl-

masını kararlaştırıyor. Protokole göre iki ülke, te-

rörizmin tüm biçimlerini, şiddeti ve aşırıcılığı kı-

nayarak, bu tür eylemlerin teşvikinden veya mü-

samaha görmesinden kaçınmayı ve teröre karşı

mücadelede işbirliğine gitmeyi taahhüt ediyor. (cnn)

Ermenistan açılımı Türkiye Ermenistan arasındaki problemlerin çözümünden ziyade daha geniş manada Türkiye ile Güney Kaf-kasya devletleri arasında işbirliği ve istikrarı amaçlayan bir süreç. Bu devletler Gürcistan Azerbaycan ve Ermenistan’dır.

Azerbaycan ve Ermenistan arasında kro-nik bir sorun haline gelen, Ermenistan’ın Ka-rabağ ve çevresini işgali, Güney Kafkasya is-

tikrar ve işbirliği projesinde ilerleme adına Türkiye’yi Ermenistan’la ilişkileri normalleş-tirme yoluna itti.

Türkiye Ermenistan arasındaki problem-ler; kars ve gümrü anlaşmaları uyarınca be-lirlenen sınırın kapalı oluşu, Ermenistan’ın bu sınır anlaşmalarını tanımaması ve 1915 olaylarını soykırım olarak niteleyerek Türki-ye’den para ve toprak talebi şeklinde sırala-nabilir.

Bu güne kadarki Türkiye dış politikası, Ermenistan ile olan sınırın açılması ve ilişki-lerin normalleşmesi için Ermenistan’ın işgal ettiği Azerbaycan topraklarından çıkması ve soykırım iddialarından vazgeçmesi şartına muhtevi idi, fakat bu günkü külli vakıada paraf edilen protokoller uyarınca bu şartlar-dan vazgeçildiği görülmektedir. Azerbaycan tarafındansa Ermenistan’ın Karabağ ve çev-resinin tamamından değil de sadece Kara-bağ’ın çevresindeki yedi bölgenin beşinden çıkması, kalan iki bölgenin daha sonra mü-zakere edilmesi ve daha sonrada Karabağ’a özerklik verilmesi karşılığında ilişkilerin normalleşebileceği yönünde açıklamalar gelmektedir.

Şüphesiz Türkiye laik ve demokratik ya-pısı ile kâfir sömürgeci efendilerinin işlerini kolaylaştırıcı ve işbirlikçi yöneticileri ile batı için her daim güvenli bir enerji köprüsü ve Đslam dünyasının geri kalanı için sadık uşak-lığın ve bunun neticelerinin güzel bir modeli olagelmiştir ve bu günkü hal üzere kaldığı sürece olagelecektir. Fakat Türkiye enerji açı-sından bir kaynak değil sadece köprü göre-vindedir. Kaynak Azerbaycan’dır, Kazakis-tan’dır, Đran’dır, Türkmenistan’dır, Iraktır, Katardır ve daha nice Đslam beldesidir. Er-menistan ise hazar bölgesindeki devasa kay-

ermeni açılımı…

köklüdeğişim ekim 2009 15

naklara çok daha ucuza ve daha güvenli bir şekilde ulaşma babında Türkiye köprüsünün devamı niteliğinde Rus sütunları üzerinde yükselen bir viyadük bağlantısıdır.

Amerika açısından Türkiye Ermenistan sınırının açılması ve Karabağ sorununun hal-ledilmiş olması hazar enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde Atlantik dünyasına ulaştı-rılması meselesini tek başına çözmeye yet-mez. Bu meselenin köklü çözümü güney Kafkasya devletleri arasında Türkiye’nin ön-cülüğünde ve gözcülüğünde Kafkas işbirliği ve istikrar paktının oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Bu pakt gerek Nabucco gerek BTC gerekse başka projelerin güvenliği açı-sından elzemdir. Ayrıca bu pakt ve paktın güvenliğini sağlayacağı enerji ulaşım hatları, enerji kaynaklarına sahip olan devletleri Rus etkisinden kurtulma yönünde cesaretlendire-cektir. Zaten Amerika açısından önemli olan husus budur. Rusya’yı pasifize etmek ve da-ha sonra onu kendi sistemine entegre etmek.

Bütün bunlar bir yana AKP hükümeti bu ve buna benzer açılımları yeni Osmanlıcılık adı altında yürütmektedir. Osmanlı Hilafet Devletinin sahip olduğu topraklarda dolaşa-rak Osmanlı Hilafet Devleti sonrası kurulan devletlere, onları ayartmak için tarihi ve kül-türel bağlantılarımızın olduğundan bahset-mektedir. Güya bu tarihi ve kültürel arka plan Türkiye’ye bölgede etkin olma, öncü olma, problemlere müdahil olma hakkını ta-nımaktadır. Ey gidi Osmanlı ey kalksaydın da bu ihaneti bir görseydin. Senin adını kul-lanarak, sana dayanılarak yapılan melunluğa şahit olsaydın. Ama nafile. Ama çare yok bu mümkün değil elbet ama biz senin adına bunlara cevap veririz. “Korkak Amerikan köpeği içün Rus ayısı ile güreşe kalkışmışsın bre gafil. Duydum ki kardaşlarımı Amerikan itinin önüne bir kemik gibi atacakmışsın bre hain. Yine duydum ki kardaşlarıma Osman-lıyım deyup onları kandırmışsın bre melun, bre kendini bilmez, bre cahil. Yıkıl önümden yok ol önümden”

Halime Aydın Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 16

Taraflı Medyanın Rolü.

Rabbimizin diğer ümmetlerden üstün kıl-dığı Đslam ümmeti, vahye karşı savaş açan sistemlerin, o sistemlerin kullandıkları üs-lupların, araçların etkisi ile olaylara derinle-mesine bakma, tefekkür etme yetilerini kay-bettiler. Nitekim hayat sahasında vukuu bu-lan eksik ve aciz beşeri nizamların tatbiki bu sonucu doğurmuştur. Artık bu beşeri nizam-ların etkisi ile insanlar arasında, hakkı savu-nan, haksızlığa karşı muhasebe de bulunan, uyanık şahsiyetlerin sayısı azalmıştır. Genel olarak toplumlarda, kullanılan bir takım vası-taların etkisi ile istenilen yöne kaydırılabilen insan toplulukları neşet etmiştir. Gelişen tek-noloji ile beraber bu vasıtalar da gelişmiş ve toplumlar üzerinde ki etki ve yönlendirme daha da artmıştır. Özellikle görsel medya bu konuda kullanılan en verimli araç olmuştur. Buna paralel olarak zaman zaman medyanın taraflı olup olmadığı meselesi tartışılır ol-muştur. Aslında bir kısım medyanın beşeri nizamlar tarafından, insanların düşüncelerini ve eğilimlerini etkileme ve istenilen tarafa çekme konusunda kullanılması, hâkim olan siyasi partinin çıkarlarına hizmet etmesi, di-ğer bir kısmın ise muhalefette bulunarak, hâ-kim olan zümrenin aksine insanları yönlen-direcek faaliyetlerde bulunması genel olarak medyanın taraflı olduğunun ve insanları etki-leme noktasında önemli bir güç olduğunun işaretidir. Đslam ümmetinin hayata bakışının fesada uğramasında, bu amaca hizmet eden yazılı ve görsel medyanın, özellikle televiz-yon kültürünün etkisi göz ardı edilebilir mi hiç? Örneğin; 11 Eylül saldırıları ile beraber ABD hedef tahtasına “yeşil Đslam” diye ta-

nımladığı Đslam’ı oturtmuştu. ABD medyası da yoğun çabaları neticesinde, Đslam’ı en bü-yük olarak göstermiş, bu tehlikeyi bertaraf etmek için gerçekleştireceğini ileri sürdüğü Afganistan, Irak gibi soykırımlarına karşı halkı ikna etmişti. Demokrasiyi, özgürlükleri diline dolayarak, halkın genelinin desteğini arkasına almıştı.

Son günlerde yaşadığımız süreçte de, in-sanları bir düşünceye veya eyleme yönlen-dirmek noktasında görsel ve yazılı medyanın ne denli etkili olduğuna şahit oluyoruz. Kürt açılımı bünyesinde medyanın sürdürdüğü faaliyetler, reklamlar medyanın güçlü bir araç olduğunu göstermiştir bizlere.

Geçtiğimiz aylarda Obama’nın Türkiye’ye yaptığı ziyaretin ardından hızlanan açılım sürecinde, Türkiye kendine biçilen rolleri oy-namaya başlarken, medyanın bu konuda yo-ğun çabasına şahit oluyoruz. Türkiye, kadim müttefiki ABD’nin Irak’taki yükünü hafif-letme noktasında üzerine düşeni yapmaya çalışırken, medyanın bu sürece “daha fazla demokrasi” gibi sözlerle verdiği destek göz-lerden kaçmıyor. Bu minvalde Türkiye’nin yapmaya çalıştığı, ABD’nin isteği doğrultu-sunda Kuzey Irak hükümeti ile ilişkileri ge-liştirmek iken, medya bu süreci, “analar ağ-lamasın, yavrular ölmesin, kan dökülmesin”

gibi duygusal sloganlarla desteklemektedir ki, halkın duyguları galeyana gelsin ve iste-nilen ön hazırlık oluşsun. Bu bağlamda med-yatik kişilerin kullanılması da, bu kişilerin ve yine duygusal bir takım ifadelerle sürece des-tek vermeleri de medyanın nasıl kullanıldı-

taraflı medyanın rolü…

köklüdeğişim ekim 2009 17

ğına dair bir örnektir.

Bu süreçte medya o kadar aktif bir rol oy-namıştır ki, halk Kürt sorununun bu kez ke-sin bir şekilde sona ereceğine, çözümlenece-ğine inanır olmuştur. Genel olarak halkta ve farklı görüşlere sahip yahut Ak partiye mu-halif bazı kesimlerde bile sorunun bu kez çö-züleceğine dair bir beklenti oluşmuştur. Sü-recin koordinatörü olarak addedilen Beşir Atalay’ın “medyayı bu konuda istekli görü-

yoruz” şeklinde ki açıklaması konuyu destek-lemektedir. Her daim ayrıştırıcı politikalar güden beşeri sistemlerin etkisi ile yıllarca ezi-len, hor görülen, bir takım haklarından mah-rum edilen, kimi zaman kullanılan, bunun sonucunda da çok yanlış ve hatalı yöntemle-rin olduğu bir mücadeleye sarılan bir halk vardır ortada. Şimdi ne oldu da, ne değişti de bu halka demokratik(!) gözlükler ile bakılır olmuştur. Kaybedilen hakları geri vermek adına demokratik açılım süreci başlamıştır. Ne oldu da hükümet bu kesime istediklerini verme noktasında çaba sarf eder olmuştur? Hangi menfaatler devreye girmiştir?

Uzun zamandır devam eden açılım süre-cinde hala hükümet yol haritasını açıklaya-mamıştır. Ancak medyanın önemli desteği ile oluşturulan havaya baktığımızda, iki tarafın isteklerini, menfaatlerini göz önüne aldığı-mızda tarafların uzlaşmasının, kesin çözüme ulaşılmasının ne denli zor olduğunu algıla-yabiliriz. Kürt halkı, özerklik, Kürt kimliği-nin diğer etnik unsurlardan farklı olarak anayasa da güvence altına alınması, Kürtçe-nin resmi dil olması gibi taleplerde bulunur-ken, hükümetin şimdilik üniversitelerde Kürt dili ile ilgili bölümler açmak, yerleşim yerle-rinin Kürtçe isimler ile isimlendirilmesini sağlamak, ekonomik anlamda güneydoğu da yatırımlar yapmak gibi planlarının olduğunu

görüyoruz. En azından hala açıklanmayan yol haritasında bu tür faaliyetlerin yer aldı-ğını anlıyoruz.

Medyanın insanları yönlendirmek nokta-sında ki gücünü, Türk medyasının duygusal yaklaşımları ve meselenin şişirilmesinin etki-si ile atılan adımların halk tarafından benim-senmesinde bariz bir şekilde görmekteyiz. Bu konuda medyanın rolü ile beraber, bir sebep de şudur; Bu iki halk Hilafet Devletinin göl-gesinde asırlarca beraber yaşamışlardır. Đs-lam’ı korumak ve tüm dünyaya yaymak nok-tasında beraber mücadele etmişlerdir. Bu iki halkı birbirinden ayıran ve birbirine düşman eden, şu anki beşeri nizamların kurucuları-dır. Şimdi ise menfaatlerin değişmesi ile be-raber, demokrasi maskesi altında birbirine küstürülen bu iki halkı barıştırmak adına ça-balar sürmektedir. Hâlbuki Türk Milliyetçili-ği, Türkiye Cumhuriyeti’nin vazgeçilmezle-rindendir.

Geçmişte bu sorun, ilk olarak Özal döne-minde gündeme gelmiştir. Özal, o dönemde o zamanın DEP milletvekilleri olan, bugün yaşanılan süreçte ise başrolleri oynayan Ah-met Türk, Sırrı Sakık ve beraberinde ki bir heyetle görüşmüş ve görüşmeleri neticesinde genel af çıkarılması söz konusu olmuştur. 1993’te ise Tansu Çiller tarafından bu mesele gündeme getirilmiş ve Çiller, Hükümet ola-rak Đspanya modelinden yararlanacaklarını dile getirmiştir. Yani geçmiş hükümetler bu konuyu ele almışlar çözüm üretmişler, fakat asla başarılı olamamıştırlar. Ne Turgut Özal’ın çabaları, ne de Çiller’in o dönem söy-lediği “bu mesele ya bitecek ya bitecek” şek-linde ki sert ve kararlı sözleri, sorunun çö-zümü noktasında bir işe yaramamıştır.

Medyanın patronlarının medyaya yön

taraflı medyanın rolü…

köklüdeğişim ekim 2009 18

vermesi, medyanın bu patronların tekelinde bulunması da tarafsız yayın yapmanın im-kânsızlığını kanıtlar. Bu nedenle bilgi edin-me, dünya üzerinde yaşanan gelişmelere ta-nık olma amacı ile medyaya başvurulduğun-da, insanları bir düşünceye yönlendirmek maksadı ile hazırlanan uydurma haberlerin olmadığı bir kaynağa rastlamak çaba gerekti-rir. Medyanın büyük bir kısmı bu uydurma haberlerle, özellikle söz konusu Müslümanlar olduğu zaman ortaya attığı iftiralarla insanla-rı haberdar etmektedir. Fethullah Gülen de, kendi sitesinde “Medya ve Tarafsızlık Đlkesi”

başlıklı bir yazı kaleme almış ve şunları söy-lemiştir;

“Tarafsızlık ilkesine binaen yayın yap-

mada bazen, aynı terbiyeyi almak bile yet-

miyor, nitekim yetmiyor da. Hâlbuki Đslami

anlayış ve inanç içinde ‘yaptığımız her şeyin

hesabını Rabbimize vereceğiz’ gibi esaslar

bizim için vazgeçilmeyen dinamiklerden…

Ve tabii Müslüman hayatını bu esaslara göre

düzenlemek zorunda. Ama bütün bunlara

rağmen bakıyorsun ki, bir kardeşimiz veya

bir grup aynı kulvarda hizmet etmiyor diye

bir başka cemaati karalayabiliyor, yerebili-

yor ve hatta yerin dibine batırabiliyor. De-

mek ki bir yerde aynı kaynaktan beslenmek,

aynı kıbleye teveccüh etmek bile yetmiyor…”

Umulur ki bu sözlerin sahibi kendi med-yasının da, Müslümanları karalamak, hatta iftiralar atmak gibi eylemlerin sahibi olduğu-nun farkına varır. Bariz bir şekilde bir siyasi partiye veya gruba taraf olarak yayın yapar-ken, yalan haberlere ne derce itimat ettiğinin bilincine varır. Gerçektende tarafsız olmayan medya, belli bir grubu yahut siyasi partiyi desteklemek adına, Müslümanları karala-maktan, korkunç yalanlarla iftira atmaktan geri durmamaktadır, Đslami amaçlı kurul-

muş olsa bile.

Medyanın taraflı oluşuna ve insanları yön-lendirmek noktasında ki gücüne, yakın bir tarihte yaşadığımız şu olayı da örnek verebi-liriz;

Sonuna doğru yaklaştığımız ramazan ayı münasebeti ile, 27. 08. 2009 günü R.T. Erdo-ğan tarafından bir iftar daveti gerçekleştirildi. Bu davete çok çarpıcı bir isim de davet edil-mişti. Çarpıcı diyorum çünkü bu isim Müs-lümanlara ve mübarek Rasul’lerine (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hakaret eden, Đslam’a olan düşmanlığını dile getirmekten kaçınmayan, sözde barış gücü NATO’nun genel sekreteri Rasmussen’den başkası de-ğildi. Dilerseniz 2005 yılında yaşanan karika-tür krizini ve Rasmussen’in Đslam düşmanlığı adına söylediği diğer sözlerini hatırlayalım;

Danimarka'da yayımlanan Jyllands-Posten adlı bir gazetedeki Hz. Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)'i tasvir eden ka-rikatürler yayınlanmıştı. Bu olay Đslam âle-minin tepkisine ve öfkesine sebep olmuştu. Dönemin Başbakanı Rasmussen ise, basın özgürlüğü diyerek gazeteye sahip çıkmıştı. Aldığı tepkiler karşısında geri adım atmamış ve dünyadan gelen “özür dilesin” taleplerine karşılık vermemişti. Ayrıca, Afganistan'ın kuzeyindeki Kunduz kentinde düzenlenen hava saldırısında, sanki anormal bir durum değilmiş gibi sivillerin ölmüş olabileceğini söylemişti. Katıldığı yemekte NATO’nun misyonuna değinen Rasmussen “Müslüman

ülkelerde güvenliği sağlıyoruz. Đttifakın ope-

rasyonlarının amacı Afganistan ve Balkan-

larda Müslümanları korumaktır. ”diyerek yaptığı katliamları savunmuş ve Müslüman-larla alay etmiştir. Böyle bir Đslam düşmanı-nın Türkiye’de bir iftar yemeğine davet

taraflı medyanın rolü…

köklüdeğişim ekim 2009 19

edilmesi T.C. başbakanının ve hükümetinin, Müslümanlara yönelik gerçekleştirilen iha-netler zincirine yeni bir halka eklemiştir. Bu olay, Müslümanlarla alay etmek demektir. Eğer şerefli, izzetli, cesur bir yönetim olmuş olsaydı, bu Đslam düşmanın, Đslam toprakla-rına ayak basması bile engellenirdi. Fakat bu aciz yönetimlerin eli ile Đslam topraklarına ayak basan, Đslam düşmanlarının ve hainlerin sayısı bir de değildir, beşte…

Medya ise bu daveti “Rasmussen’in Đslam

açılımı, Rasmussen Müslümanlara zeytin

dalı uzattı” gibi başlıklarla ele almıştır. Ola-yın ihanet boyutuna değinmemiş, bu olaya karşı bir sempati oluşturmaya çalışmıştır. Dolayısıyla halk bazında bu olaya bir ihanet gözü ile bakan ve harekete geçen bireyler ve-ya topluluklar olmamıştır. Medya, belli ke-simlerin çıkarlarını düşünmeden, bu olaya karşı tepkili ve sert bir tavır alsaydı, bunu ve geçmişte gerçekleşen birçok ihaneti, ihanet olarak değerlendirseydi, Müslüman halkın

tavrı da elbette ki farklı olurdu. Dolayısıyla medya, insanları kışkırtmak, harekete geçir-mek yahut tepkileri dindirmek ve halkı sus-turmak noktasında kullanılan önemli bir araçtır.

Özetle medyanın daha öncede farklı konu-larda yaptığı gibi, Kürt açılımı meselesini şi-şirmesi, çözüme yaklaşıldığı gibi bir sonucu doğurmamalıdır. Medyanın yönlendirmesine gelmeden, meseleler ele alınmalıdır. Medya bu olayı ne kadar abartsa da, ne kadar des-teklese de, bu sorun çözüme kavuşmayacak-tır. Çünkü ümmetin arasına, ayrılık tohum-larını eken bu beşeri nizamlar hala ayaktadır. Ayakta kaldıkları sürece de, bu ve benzeri etnik sorunlar yaşanacaktır. Đnsan aklı ve bu aklın ortaya koyduğu nizamlar, sorunlara da-ir kesin çözümler koymaktan acizdir. Sorun-ları derinlemesine ele alan ve köklü çözümler ile çözen yalnızca Đslam Nizamı’dır. Tarih buna şahit olmuştur. Đnşallah yeniden insan-lar buna şahit olacaklardır.

Sümeyye Avcı Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 20

Gençliğin Bugünkü Durumu!

Sanayileşmiş 30 ülkeyi geniş çaplı araş-tırmada, Türkiye’deki geçlik, ekonomik, ya-şam tarzları, sağlık, refah ve okul standartları açısından dünyanın en kötü durumdaki genç nüfusu seçildi. Türk gençliği, “dünyanın en çok içki içenleri” sıralamasında ikinci sırada yer aldı. Yaşlarının çok küçük olmalarının yanı sıra cinsel ilişkide bulunmaları ve ya-şamdan hiç bir zevk alamayacak bir duruma düşmeleri sonucunda Türkiye, batı dünya-sında “kötü anne-babalar ülkesi” olarak ka-bul edildi. Ayrıca, Ekonomik Đşbirliği ve Kal-kınma Örgütü (OECD), gençliğin içinde bu-lunduğu durum nedeniyle Türkiye’yi uyardı.

Evet, Osmanlı döneminde gençlerin bir gün böylesi acı bir duruma düşeceği söylenil-seydi kimse buna inanmazdı, Đnanamazdı… Çünkü Şeriat’ın haram kıldığı bütün kötü alışkanlık ve davranışlar Müslümanlarda ya-ni Osmanlının torunlarında barınamazdı. Onlar ki, hakkıyla Rablerinden korkan, O’nun emirlerini yerine getiren, nehyettik-lerinden sakınan ve Đslam’a bağlı gerçek Đs-lam şahsiyetine sahip olan kimselerdi. Böyle güzel bir Şahsiyete bürünmüş olan bir Müs-lüman’ın Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın hu-dutlarının dışına çıkma hususunda dünyanın en kötülerinin arasına girmesi gerçekten deh-şet verici bir durum.

Avrupa’da, özellikle 18 yaşın altında olan gençlerin alkol, eroin, esrar gibi beyni uyuş-turan maddelere bağımlı olmaları hemen hemen bütün gençlerin hayattan bıkmaları, hiç bir zevk alamamalarından dolayı intihar-lara başvurmaları veya genç kızların henüz çok küçük yaşta olmalarına rağmen sevgilile-rini aileleriyle tanıştırmaları, (çoğu zaman hiç tanımadıkları yabancı erkeklerle) cinsel te-

masta bulunmaları ve bunun sonucunda ço-ğu genç kızların hamile kalması ne ayıpsanan nede anormal olan bir durumdur. Lakin Tür-kiye’deki Müslüman gençlerinde bu duruma düşmeleri ve bu acı durumun insanlar ara-sında artık yavaş yavaş normalleşmeye baş-laması kabul edilemeyecek bir durumdur. Üstelik Türk gençlerin kötü alışkanlıkların-dan dolayı dünyanın ikinci sırada olduğunu kabul ve ilan edenin, bu şekilde yaşamayı uygun gören, hatta bu yaşantıya teşvik eden batı dünyası olması da işin ilginç boyutudur. Sinsilerin her zamanki oyunu, kendini temize çıkarmak için başkalarını karalamak…

Her ne kadar bu araştırma ve sıralama batı dünyasından gelmiş olsa da elbet bu duru-mun öyle olmadığı anlamına da gelmiyor ne yazık ki. Burada ele aldığımız mesele gençle-rin uçuruma yuvarlanması hususunda Tür-kiye’nin ikinci sırada yer almasının olup ol-mayışı değildir. Kaçıncı sırada olursa olsun sonuç itibariyle ortada gözle görülen bir ha-kikat vardır. Türkiye’deki bütün Müslüman gençleri için bu geçerli olmasa dahi maalesef genel olarak Müslümanların durumu orta-dadır. Gün geçtikçe Đslam’dan daha çok uzaklaşmaktalar ve bu uzaklaşma sonucunda batıya daha çok yöneldikleri bir hakikattir.

Evet, ne Avrupa nede Türkiye bir Đslam Devleti değillerdir. Avrupa nasıl ki, insan ak-lından çıkan kanunlarla yönetiliyorsa Türki-ye’de aynı konumdadır. Avrupa’da Đslami bir eğitim olmadığı gibi Türkiye’de de böylesi bir eğitim bulunmamaktadır. O halde Türki-ye’nin batılılaşması neden insana acı versin? Eğitim ve yönetimleri küfürse Türkiye’yi ba-tıdan ayıran özellik nedir? diye soracak olur-sak;

gençliğin bugünkü durumu…

köklüdeğişim ekim 2009 21

Öncelikle Türkiye’yi Avrupa batısından ayıran en büyük özellik oranın bir zamanlar Allah’ın Şeriat’ıyla yönetilen bir devlet olma-sıdır. Ve yine, (her ne kadar bugün Türki-ye’de Đslami bir yönetim olmasa da) Allah’ın yardımı ve izniyle Đslam’ın tekrar hakim ola-cağı bir devlet olmasıdır. Aynı zamanda Tür-kiye’de yaşayan halkın yüzde 90-95’i Müs-lümanlardan oluşmaktadır ve bu Müslüman-ları diğer insanlardan ayıran fark Osmanlının torunları olmalarıdır. Lakin bütün bunlara rağmen Türkiye’nin batılılaşması yani Os-manlı torunlarının batılı kâfirlerin o necis ha-yatlarına özenmeleri, hayata, olaylara onlar gibi bakmaya başlamaları, yavaş yavaş belki de farkında olmadan onların akidelerine sa-hip olmaları mutlaka ki Müslüman için acı veren bir durumdur.

Kâfirlerin yaşam tarzlarını incelediğimiz zaman, akideleri gereği dünya hayatına bir defa gelmişlerdir ve bundan dolayı diledikle-ri gibi özgürce(!) yaşamaları gerektiğine ina-nırlar. Bu inanca sahip olan bütün aileler böyle yaşadığı gibi haliyle evlatlarını da bu yönde eğitirler. Bu yüzden batının gençleri henüz çok küçük yaşta olmalarına rağmen insan aklının kabullenemeyeceği bütün hayâ-sızlıkları yapmaya başlarlar. Örneğin; henüz 15 yaşına girmiş olan bir kız çocuğun onlarca erkekle cinsel ilişkiye girmiş olduğu sık sık görülür. Bütün istediklerini yapan, kimsenin baskı ve emri altında olmadan hayatı kendi koydukları kurallarla yaşayan batı gençleri, bütün istediklerini yaptıkları halde mutlu olamadıklarını, hiç bir şeyden artık zevk alamadıklarını fark etmeleriyle birlikte son çareyi intihar etmekte buluyorlar.

Onların akidelerini inceleyen veya tanıyan herkes onların neden böyle bir yaşam tarzla-rının olduğunu daha net kavrayacaktır. Bu yaşam şekli tamamen onların akidelerinden kaynaklanmaktadır.

Biz Müslüman gençlerini batının gençle-rinden ayıran muazzam ve büyük bir fark var ki, oda güzel akidemizdir. Akidemize gö-re dünya hayatına geliş gayemiz kendi heva ve heveslerimize değil Rahman’a kul olmak-tır. O Subhanehu ve Teâlâ’nın indirdiklerine iman etmek, emir ve yasakları doğrultusun-da yaşamak ve O’na asi olmamaktır. Đnsanı yaratan ve onları en iyi tanıyan Rabbimiz el-bet onların nasıl bir nizam doğrultusunda yaşayabileceklerini bilen ve bu nizamı yara-tandır. Bu durumda bu insan fıtratına uygun olan nizamı yaşayan şüphesiz hayat bulur. Rabbimiz hayattaki gayemizi bizlere şöyle bildirmektedir:

ليعبدون إلا والإنس الجن خلقت وما

”Ben cinleri ve insanları, ancak bana kul-luk etsinler diye yarattım.” (ez-Zariyat 56)

Rabbimiz kendisine kulluk etmemizi em-retmesiyle beraber insanları başıboş bırak-mamıştır. Aksine bu kulluğun hangi nizama göre olması gerektiğini de bildirmiştir.

وأتممت دينكم لكم أكملت اليوم واخشون تخشوهم فال دينكم منكمليي عتمعيت نضرو لكم المينا اإلسد

“Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak Đslâm’ı seçtim” (el-Maide 3)

Kulluk, insanın küçük veya büyük karşıla-şacağı bütün sorunlarını Đslam Şeriat’ına göre çözmesi ve önder olarak Rasûlullah’ı kabul etmesiyle gerçekleşir. Kişinin bir abdest alıp namaz kılmasıyla kulluk görevini yerine ge-tirdiğinden bahsedilemez. Eğer ki o hayattaki sorunlarını kendisinin veya bir başkasının nizamı ve düzenine göre çözüyorsa bu du-rumda kişi o nizamı ortaya koyana kulluk etmiş olur. Veya eğer kişi kendisini takip edeceği önderi manken, sanatçı veya batıdaki insanlardan seçmişse mutlaka onlar ne ya-parsa, nasıl konuşurlarsa, nasıl giyinirlerse aynısını taklit edeceklerdir. Đşte bu durum-

gençliğin bugünkü durumu…

köklüdeğişim ekim 2009 22

daki kişiler Allah’a değil aciz, muhtaç olan insanlara eksik, sınırlı olan nizamlara kulluk etmiş olurlar.

Durum bu kadar açıkken, Müslüman gençler hayattaki asıl gayelerini unutmuş du-rumdalar. Dünya hayatındaki tek gaye tıpkı batıdaki necis akideye sahip olan gençler gibi istenildiği gibi yaşamak olmuş. Buda onların zihinlerinden kulluk bilincinin tamamen si-linmiş olmasından kaynaklanıyor. Zaten Al-lah’a olan kulluk bilinci kaybolduğu zaman kula kulluk beraberinde gelir.

Oysa şanlı tarihimizde bizler böyle gençler değildik. Dünya hayatına geliş gayemizin Al-lah Subhanehu ve Teâlâ’ya kulluk etmek ol-duğunun bilincindeydik. Allah’u Teâlâ’nın emirlerinin ve yasaklarının neler olduğunu öğrenmek için şüphesiz geniş bir araştırma ve Đslami bir ilme sahip olmayı gerektirir. Bu yüzdendir ki, tarihimizde yaşlarımızın daha çok küçük olmasına rağmen, Đslami ilmin pe-şindeydik. En önemlisi öğrendiklerimizle amel eden gençlerdik. Bu yüzdende gerçek-ten çok genç denilebilecek bir yaşta taklit eden değil taklit edilen oluyorduk. Edindi-ğimiz ilim ve gösterdiğimiz amel sonucunda müctehid, âlim oluyorduk. Allah’ın Rasûlü bizlere bugünün durumunu 14 asır öncesin-den bildirmiştir ve şöyle buyurmuştur;

‘‘Ümmetime öyle bir zaman gelecek ki: okuyucular çoğalacak, fakihler azalacak, ilim (ortadan) kalkacak, fitne ve ölümler çoğalacak. Ondan sonra öyle bir zaman ge-lecek ki : Ümmetimden Kûr’an okuyan kişi-ler bulunacak (fakat okudukları) boğazla-rından geçmeyecek.. Sonra bir zaman gele-cek ki : Müşrik, Allah hususunda aynı si-lahla Mü’mine karşı mücadele edecek.’’

Düşünün… Biri gelip Hans’ın kızının sa-yısız erkekle zina yaptığını veya Julie’nin oğ-lunun madde bağımlılığından dolayı annesi-

ni katlettiğini söylese kimse buna çokta fazla şaşırmaz. Çünkü batının eğitim ve kültürü gençleri zaten bu yola sürüklemektedir. La-kin biri gelip Ayşe’nin oğlunun yaşamdan sıkıldığı ve bir anlam veremediği için intihar ettiğini veya Muhammed’in kızının zina yap-tığını ve hamile kaldığını söylese bu kesinlik-le kabul edilecek bir şey değildir. Bunu du-yan hiç bir Müslüman kabullenmek, inanmak istemez. Müslümanların akide ve kültürleri gereği bunların yaşanması aslen imkânsızdır.

Ama bugün bunlar yaşanmakta. Artık bar-larda eğlenip sarhoş olanlar, sabah hiç tanı-madığı birinin yatağında uyananlar, kazan-cını dolandırıcılıkla, tefecilikle kazananlar, alkol içip yaşlarına bakmaksızın bayanlara tecavüz edenler bizim kardeşlerimiz, evlatla-rımız… Bunların isimleri bizlere çok yabancı olan Hans, Julie’da değil. Aksine isimleri biz-lerin çok iyi tanıdığı, bildiği Ayşe, Fatma, Mustafa, Ahmet…

Durum gerçekten içler acısı. Đslam’a kin besleyenleri örnek alıp onlar taklit etmekle meşgulüz. Hayattaki asıl gayemizi unutup boş ve yararsız gayeler edinmekteyiz. Rab-bimizin emir ve neyihlerini öğrenip yaşamak yerine, batının nizamını araştırıp o nizam doğrultusunda yaşıyoruz. Yine Rasûlullah’ı önder Sahabeleri kendimize örnek almamız gerekirken, sözde artist, sanatçı ve mankenle-ri örnek alıyoruz. Ve haliyle bu yaşantı alkol almayı, zina yapmayı, madde bağımlısı ol-mayı, anne-babaya asi olmayı vs. beraberinde getiriyor.

Rasûlullah buyuruyor: “Đlim kalkacak, cehalet zuhur edecek. Đçki içilecek zina yaygınlaşacak.” (Bûharî)

Gençlerin bu durumda olmalarının en bü-yük sebebi elbette Đslam’ın devlette ve hayat-ta olmayışıdır. Türkiye bugün Đslam nizamıy-la yönetiliyor olsaydı Müslüman gençler batı-

gençliğin bugünkü durumu…

köklüdeğişim ekim 2009 23

lı gençlerin duruma düşmeyeceklerdi. Şanlı tarihimizde olduğu gibi sadece Đslam şahsi-yetine bürüneceklerdi. Oysa şuan mevcut olan küfür nizamı gençleri batılılar gibi ya-şamaya teşvik etmektedir. Bu yüzdendir ki, bu sistem altında yaşayan, eğitim gören genç-lerin batılıların şahsiyetlerine bürünmeleri üzücü olsa da sistem bazından baktığımız vakit çokta şaşırılacak bir durum olmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü sistem Đslam’ı hakkıyla yaşayana hapis cezası verirken, Đslam’dan uzak, bir haber olana da küfrü aşılıyor.

Bir diğer sebep ise, anne ve babaların ev-latlarını Đslam kültürüyle eğitmemeleridir. Anne ve babaların, evlatlarının meslek alma-ları, çok para kazanmalarını her şeyden önemli saymaları, “aman evladım okusun iyi bir meslek edinsin” diye diye evlatlarının ne-ler kaybettiğinin farkında dahi olmamaları-dır. Tek düşünceleri evlatlarının okuyup, bir meslek edinip, iyi bir iş sahibi olmaları oldu. Kapitalist sistem altında yaşayan insanların bu fikre sahip olmaları artık insana tuhaf gelmiyor..

Aslında sorunun temeli ailelerin yani anne babaların kendilerinin Đslam’ı tanımamaları ve bunun sonucunda Đslam’ı yaşamamala-

rından da kaynaklanıyor. Đslam’ı hakkıyla yaşamayan bir aile evladına ne verebilir ki? Hangi ölçüleri öğretebilir? Onları nasıl, neye göre bütün kötülüklerden uzaklaştıracak?

Değerli Anne babalar!

Bu konuda en büyük iş sizlere düşmekte-dir. Evladından sorumlu olan her anne baba gibi evladınızın daha fazla bataklığa batma-ması ve onları batı kültürüne kurban verme-mek için onlara yardımcı olmalısınız. Onlara Đslami bir eğitim verip sorunları Đslam’a göre çözmelerini sağlamalısınız. Tabi bunun için öncelikle bu farziyeti kendiniz yerine getir-meniz gerekmektedir ki, evlatlarınız Đslam’ı yaşama hususunda sizleri kendilerine örnek alsınlar. Aksi halde yarın kıyamet gününde bundan dolayı hesaba çekiliriz.

Çözüm ortada Đslam’ı öğrenip hükümleri-ne sımsıkı sarılmak, evlatlarımıza Đslam’ın her şey için çözüm olduğunu anlatmak, batı-nın çirkefliğini öğretmek ve çevremize bunla-rı aktarmaktır.

Rabbimden bizlere Hakkı Hak olarak bilip Hakka tâbi olmayı, batılı batıl olarak görüp ondan uzak durmayı ihsan etmesini dilerim.

KöklüDeğişim Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 24

Hillary Clinton'un Afrika Ziyareti

Amerikalı yetkililerin Kara Kıtası'na yöne-lik ziyareti peş peşe gelmektedir ki bunlar-dan sonuncusu Dışişleri Bakanı Clinton'un bu ayki ziyaretidir. Kenya, Güney Afrika, Ni-jerya, Angola, Demokratik Kongo Cumhuri-yeti ve Liberya da dâhil bir dizi Afrika devle-tini ziyaret etmiştir. Onun öncesinde de Obama, geçen temmuz ayında bir ziyarette bulunmuştu… Bu ziyaretler Kara Kıtası'nın karakaşı ve kara gözü için olmamıştır. Bilakis ondaki servetlerin yanı sıra Afrika'ya göz di-ken diğer büyük güçlerle rekabet amacıyla olmuştur.

Aşağıdaki hususlara vakıf olduğumuzda Amerikalı yetkililerin art arda ziyaretlerini anlamak mümkündür:

1- Amerika kapitalist bir devlettir ve onun, dünyadaki maddi çıkarlarının korunması hu-susunda devletlerarası konumda büyük bir rolü vardır. Bundan dolayı Amerika, dünya-nın çeşitli yerlerinde krizlerin oluşturulması-na başvurmakta ve ardından da maddi çıkar-larını garanti edecek kendi metoduyla krizle-ri çözmeye kastetmektedir. Onun dünyadaki önceliklerinin başındaki şey, kıtalararası şir-ketlerine sağlamak amacıyla petrol, karbohidrojen, değerli madenler ve diğer kıymetli kaynaklara sahip olmaktır. Ayrıca ister doğrudan isterse ajanı olan yerli güçler yoluyla olsun diğer yabancı güçlerin bunlara sahip olmasına izin verilmesini engellemeye hırs göstermektedir.

2- Amerika'nın, Afrika'daki başlıca maddi çıkarları petrol ve değerli madenler etrafında odaklanmaktır. Zira Afrika, dünyadaki ko-baltın %90'ını, mıknatısın %64'nü, altının %50'sini, platinin %40'ını, uranyumun %30'unu, petrolün %20'sini, kakaonun %70'ini, kahvenin %60'ını, koltanın %80'ini, yağ ve hurmanın ise %50'sini üretmektedir.

(http://www.africaaction.org/resources/docs/AfricaPoli

cyOutlook20082.pdf] )

Geçmişte Amerika'nın ağzını sulandıran işte bu servetler hala ağzını sulandırmakta olup Amerika'nın mevcut açgözlülüğü ile kapitalizm ideolojisi olduğu müddetçe gele-cekte de ağzını suyunu akıtmaya devam ede-cektir. Örneğin iktidar döneminde oğul George W. Bush yönetimi, bu gaye uğrunda askerî kuvvetlerini kullanmaya hazır olacak derecede Afrika'daki petrol kaynaklarına özel bir ilgi göstermiştir. Nitekim Bush idare-sindeki yetkililerin Kara Kıtası'na olan büyük ilgileri kendilerinde açık bir husustu. Zira Afrika Đşlerinden Sorumlu Amerikan Dışişle-ri Bakanı yardımcısı Walter Kanstanr, 2002 Haziranında şöyle demiştir: "Afrika'daki pet-rolün Amerika'nın stratejik çıkarlarından olduğu kimseye gizli değildir." Yine o vakit Amerikan Enerji Bakanı Spencer Abraham şöyle demiş-tir: "Afrika enerjisi, bizim enerji güvenliğimiz için önemli bir rol oynamaya başlamıştır."

Her halükarda Afrika petrolüne olan ilgi, George W. Bush'un 2006 yılındaki ulusa ses-leniş konuşmasında, “Amerika 2025 yılında Orta Doğu'dan ithal ettiği petrolün %75 alterna-tifini bulmalıdır” diyerek bunu dile getirdi-ğinde insanların geneli için su yüzüne çık-mıştır. Tabiatıyla Afrika petrolü, onun ya-nındaki çok az seçeneklerden biridir ve Ulu-sal Đstihbarat Konseyine (NIC) göre de Ame-rika, 2015 yılındaki petrol ihtiyacının %25'ni Batı Afrika'dan ithal edecektir. Bu ise Arap Körfezinden ithal edilen petrolün miktarın-dan daha yüksektir ki Amerika'nın şu anda Afrika'dan ithal ettiği petrolün, petrol ihtiya-cının %16'sına denk geldiği bilinmektedir.

Bush'un Afrika'ya yönelik petrol politika-sı, 2008'in yaz ayında açık bir şekilde semere-sini vermiştir. Zira Amerikan Ticaret Bakan-

clinton’un afrika ziyareti…

köklüdeğişim ekim 2009 25

lığı tarafından yayınlanan "2009 Yılı Afrika'-daki Ticari Hayata Bir Bakış" başlıklı raporda, Amerika'nın 2008 yılında Nijerya'dan ithal et-tiği petrol hacminin %16.2 oranında, Ango-la'dan %51.2 oranında, Kongo Cumhuriye-ti'nden %65.2, Gana'dan %89.5, Çad'dan %55.4 ve Gabon'dan %4.4 oranında arttığı ifade edilmiştir. Afrika petrolüne yönelik Amerikan iştihanı tatmin etmek için Ameri-ka, Afrika Gelişim ve Fırsat (AGOA) prog-ramını kendi çıkarları doğrultusunda istis-mar etmiştir. Bu programın amacı, kendi ayakları üzerinde durmalarına yardımcı ol-mak amacıyla Amerikan pazarlarında malla-rının satılmasını sağlayarak Afrika devletle-rine yardım etmekti. Ancak programdan bu amacın gerçekleştirilmesi yerine Amerika, Afrika mallarına pek çok sınırlamalar koy-masına ve birçok Afrika mallarının Amerikan pazarlarına girmesini yasaklamasına rağmen petrol ürünlerine bu tür sınırlamalar getir-memiştir.

Her şeye rağmen yukarda geçen söz ko-nusu Amerikan Ticaret Bakanlığı'nın raporu-na göre Amerika, 2008 yılında Afrika Gelişim ve Fırsat Programı (AGOA) yoluyla 66.3 mil-yar dolara, yani 2007 yılından %29.8 daha fazla miktara eşdeğer bir ithalat gerçekleş-tirmiştir. Nitekim Afrika'nın toplam ihracatı-nın %92.3’ünü petrol ihracat hacmi kaydet-miştir.

Obama'nın idaresi açısından olana gelince; Obama, Bush idaresinin başlattığı Afrika pet-rolüne yönelik Amerikan politikasının geliş-tirilmesine ve genişletilmesine gerçekten çok isteklidir.

3- Amerika, Afrika'dan akan petrolü ko-rumak için terörle mücadele gerekçesi altında askerî kuvvetlerini bölgeye konuşlandırmaya güç yetirebileceği askerî bir plan belirlemiş-tir. Nitekim 2002 yılından bu yana Afrika'da sıra dışı bir Amerikan askerî hareketliliği gözlenmektedir. Zira terörizme karşı savaş adı altında Amerika'nın çalıştığı devletlerara-sından sekiz Afrika ülkesine yönelik alış-

veriş, yardımlar ve Amerikan askerî eğitim harcamalarının miktarı, 1997 ila 2001 yılları arası dönemde sadece 40 milyon dolar iken 2001 ve 2006 yılları arasında 130 milyon dola-ra yükselmiştir. Yine 2007 Mayıs ayında Amerikan kongresi tarafından yayınlanan rapora göre Amerika, 12 Afrika ülkesinde as-kerî ve istihbaratı bir programa başlamıştır. Nitekim Cibuti'deki “Limoniye” askerî kamplarına bağlı Afrika Boynuzu Ortak Mis-yonu Gücünü, “terörizmle mücadele” için sahil üzerinde ve bölge içerisinde bir ana as-kerî üst olarak kullanmıştır. 2007 Ocak ayın-da ise Amerikan Savunma Bakanlığı "Penta-gon", 97 dönüm olan "Limoniye" askerî üssü-nün 500 dönüme ulaşacak şekilde genişletile-ceğini ilan etmiştir. Bir taraftan Trans-Sahra Terörizmle Mücadele Girişimi'ne (TSCTI) gö-re, Amerikan Savunma Bakanlığı "Pentagon", sınırları korumak ve Mali, Çad, Nijerya ve Moritanya'daki “teröristleri” takip etmek için 500 milyon dolar harcarken diğer taraftan Af-rika Yardım ve Eğitim Acil Operasyonları (ACOTA) Programı; Benin, Postana, Kota Delfir, Etiyopya, Gabon, Gana, Kenya, Malavi, Mozambik, Nijerya, Senegal, Güney Afrika, Uganda ve Zambiya'daki barışın ko-runması operasyonları amacıyla as sayıda kuvvet ve eğitim tedarik etmiştir. Daha 2004 yılına kadar Gine Körfezi'nde hiçbir Ameri-kan Deniz Kuvvetleri hareketliliği yokken şimdilerde ise Amerika Deniz Kuvvetleri için askerî bir kışla gibi ortaya çıkmıştır. Dolayı-sıyla Amerikan Deniz Kuvvetleri, şimdiden Gine ile Angola arasında yer alan devletleri gözetlemektedir.

Ayrıca Gabon, Kenya, Mali, Magrib, Nambiya, Sao Tome, Prinçipe, Senegal, Tu-nus, Uganda ve Zambiya'dan her biri, üsleri-ni ve havalimanlarını Amerikan Hava Kuv-vetlerinin kullanmasına dair onay vermiştir. Amerika, Afrika'daki kuvvetlerinin varlığını garanti altına almak için de Afrika Güçleri (AFRICOM) liderliği altında bir yerel muha-rip gücü oluşturmaya çalışmıştır. Oluşturul-ması tamamlandığında bu güç, buraları gö-

clinton’un afrika ziyareti…

köklüdeğişim ekim 2009 26

zetleyen Avrupa, Rusya ve Çin'in gözleri önünde Amerikan çıkarlarını korumak için bölgesel çatışmalara müdahale etmeye muk-tedir olacaktır. Nitekim Amerika, olası savaş-lar için Afrika Güçleri'nin kullanılması keyfi-yetine yönelik geçmişte bir plan hazırlamaya başlamıştır. Mesela Amerikan ordusuna bağlı Carleyle ve Pensilvanya'daki Harp Akademi-si, Afrika Gücü veya Afrika Liderliği adında Afrika Kıtası'nda askerî bir gücün oluşturul-masına yönelik Amerikan Savunma Bakanlı-ğı'nın planının bir parçası olarak Afrika'da krizlerin patlak vermesi olasılığının da ara-sında olduğu yakın gelecekte patlak vermesi muhtemel belirli askerî krizleri ele alma hu-susundaki Amerikan ordusunun yetenekle-rini sınamak amacıyla 2008 Mayıs ayında, ordu yıllık askerî oyunlara ev sahipliği yap-mıştır. Bu oyunlardan biri arkasında korsan-lar ile isyancıların durduğu 2025 yılında So-mali'deki olası krizi ele alma keyfiyeti husu-sundaki muhtemel senaryo üzerinde eğitim yapmaktır ve diğeri ise Nijerya hükümetinin çökmesiyle birlikte Afrika Güçleri'ne yakla-şımın ve 20.000 Amerikan askerinin konuş-lanması yoluyla Amerika için petrol akışının korunmasının ortaya çıkacağı 2013 senaryo-sudur.

Büyük bir olasılıkla Obama yönetimi, bir Afrika Gücü oluşturmaya ve Afrika ile askerî bağlarını güçlendirmeye yönelecektir.

4- Afrika'nın muazzam servetleri üzerinde egemenlik kurmaya çalışan tek evrensel güç Amerika değildir. Zira Amerika, Avrupa, Rusya ve Çin'in acımasız rekabeti ile karşı karşıyadır ki bölgede onunla en çok rekabet eden bunların sonuncusu olan Çin'dir. Nite-kim Hillary Clinton'un ziyareti, Obama'nın bu yılın Temmuz ayındaki Afrika ülkesi Ga-na'ya ziyaretinden sonra gerçekleşmiştir. Obama'nın ziyareti ise, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'in Mısır, Namibya, Nijer-ya ve Angola olmak üzere dört Afrika devle-tini ziyaret etmesinden bir ay sonra gerçek-leşmiştir. Bunun yanı sıra Çin lideri "Hu Jinteo" da bu yılın kışında Afrika'yı ziyaret etmiştir.

Çin ekonomisi hızlı bir büyüme içerisinde olmasından dolayı Pekin, bu büyümeyi ko-rumak amacıyla temel gereksinimleri güven-ce altına almak için çalışmaktadır. Dolayısıy-la Çin, petrol kaynaklarını ve gerekli ham-maddeleri güvence altına almak için dünya çapında var gücüyle çalışmaktadır. Đşte Çin-'in Afrika'daki yoğun çabaları bunun için or-taya çıkmıştır. Zira Çin, Afrika'nın ikinci bü-yük ithalatçısı olarak görülmekte ve Çin'in Afrika'dan ithal ettiği petrol, tüketiminin üçte birini oluşturmaktadır. Çin, Angola, Kongo Cumhuriyeti, Ekvator Ginesi ve Sudan'dan 2006 yılından bu yana petrol ithal ettiği gibi Çad, Nijerya, Cezayir ve Gabon'dan da petrol ithal etmeye çalışmaktadır. Dünya Bankası'na göre, Çin'e yönelik Afrika ihracatının %85'i, Angola, Ekvator Ginesi, Nijerya, Kongo Cumhuriyeti ve Sudan olmak üzere petrol zengini beş ülkeden gerçekleşmektedir. An-cak Çin'in Afrika'daki tamahkârlığı petrolün de ötesine geçmektedir. Zira Afrika'daki ma-denler Çinli şirketlerin ağzının suyunu akıt-maktadır. Zira Çinli Maden Şirketler Gurubu, 2009'un temmuz ayında Zambiya ile bakır üzerinde 3.6 milyar dolar değerinde bir an-laşma imzalamışlardır. Yine Çin Ticaret ve Sanayi Bankası (ICBC), 2008 yılında 5.6 mil-yar dolara denk gelen %20 oranındaki mal varlıklarını satın almak için Afrika'nın en bü-yük bankalarıyla 60 paket üzerinde anlaşma yapmıştır. Afrika'daki bu Çin ivmesi, Çin'i Afrika'nın en büyük ticari ortağı yapmakta-dır. Zira Çin ile Afrika arasındaki 2008 yılı ti-cari dengesi, 107 milyar dolar eşdeğere ulaş-mıştır ki bu, Afrika ile Amerika arasındaki ti-cari denge miktarından biraz fazladır. Bu ge-lişmelerden dolayı Amerika, sadece Afrika ile bağlarını güçlendirmek için çalışmamakta bilakis askerî ortaklık ve ekonomik yardımlar yoluyla Afrika devletleriyle ilişkilerini güç-lendirmek için de çalışmaktadır. Dolayısıyla gerekli gördüğünde Çin ile çatışmak için de hazırlanmaktadır.

Hakeza Amerikan yetkililerinin ziyaretle-rindeki temel amaç, diğer kıtalara göre bakire Afrika servetleri üzerinde egemenlik kurmak ve bu zenginlikler üzerinde diğer devletlerle şiddetli rekabettir.

Çiğdem Albasan Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 27

Adli(!) Tıp Kurumu.

Tüm dünyayı kasıp kavuran küresel eko-nomik krizin etkisiyle birlikte ölümcül bir darbe alan, insanların sorunlarını çözme nok-tasında kısır kaldığı için de günden güne imaj kaybetmekte olan Kapitalist Nizam, bo-ğazlanmış bir hayvanın misali artık son çır-pınışlarda bulunmaktadır. Ve bu çırpınışları da hiçbir fayda sağlamayacaktır ĐnşaAllah. Zira o beşer aklından sadır olan, aklı mutma-in etmediği ve fıtratla çeliştiği için kalbe de güven vermeyen bir fikir üzerine kurul-muştur. Böylesi bir fikrin de ne insanların so-runlarına köklü bir çözüm bulması ne de top-lumu kalkındırması asla beklenemez. Yine böylesi bir sistem eninde sonunda yıkılmaya ve tarihin kara sayfalarına gömülmeye mah-kûmdur. Đtibarını kaybeden, güven kaybına uğrayan Kapitalist Nizam, insanları yeni bir alternatif arayışına sevk etmiştir. Zira güven anlayışının yitirildiği, kimsenin kimseye gü-venmediği velhasıl güvensizliğin hâkim ol-duğu bir zamanda yaşıyoruz. Sisteme olan bu güvensizlik, o sisteme ait kurumlara olan güvensizliği de beraberinde getirmektedir.

Son zamanlarda yaptığı çalışmalardan zi-yade, skandallarla gündeme gelen ve adın-dan da sıkça söz ettiren Adli(!) Tıp Kurumu, böylelikle devlete ve onun kurumlarına karşı güvensizliği bir kez daha ortaya koymuş ol-du. Zira ümmet, sorunlarına çözüm bulmak ümidiyle gittiği ilgili kurumlarda, sorunları-na çözüm bulamamış dahası daha da büyük sorunlara mazhar olmuştur. Kendi devletine ve o devletin kurumlarına güvenemeyen bir toplumun halini ise varın artık siz düşünün.

Skandallarla çalkalanan Adli Tıp Kurumu ile ilgili yaşanan bazı vakıalardan işte size bir kaç örnek…

Hatırlanacağı üzere kurum, aylardır ka-muoyunu meşgul eden Münevver Karabulut cinayetinde "pis masa skandalı" ile gündeme gelmiş, verilen yanlış raporla soruşturmanın seyri değiştirilerek başka bir boyut kazandı-rılmıştı. Cinayeti işleyen zanlının yalnız ol-madığı bulgusuna varılmış, sonrasında yapı-lan bir açıklamayla yanlış raporun otopsi sı-rasındaki bir hatadan kaynaklandığı söyle-nilmişti. Bir demeçte, "Adli Tıp teknisyeninin Mersin Üniversitesi tarafından yetiştirildiğini” söyleyen Prof. Dr. Şebnem Fincancı "otopsi-lerde eğitim almamış memur kadrosundaki in-sanlar yıllardır çalışıyor. Bundan önceki yıllarda ne yazık ki, özel bir eğitim alınmadan sadece hiz-metli, memur kadrosunda görev yapan insanların görevlendirilmeleriyle bu alanda yetişmeleriyle gerçekleştiriliyordu. Dolayısıyla bu durum otopsi süreçlerinde çok ciddi aksaklıklara yol açıyor…" ifadesinde bulundu. Başka bir demecinde de şöyle bir ifadede bulunuyor: "Cumhuriyet savcısı pratisyen hekime otopsi yaptırır otopsi teknisyenliğini de şoförü yapar. Şoförün günlüğü harcırahı pratisyen hekimden yüksek olur." An-lamadığı bir işin başına getirtilen bir şahsın, anlamadığı o iş ile ilgili hata yapması muh-temeldir. Yapacağı en küçük bir hata telafisi mümkün olmayan ciddi sorunlar doğurabi-lir. Oysa o iş en iyi bilene, ehline bırakılmalı-dır. Allah Subhanehu'nun buyurduğu gibi:

إن الله كمرأمو أن ياتؤد اناتا إلى األمهلإذا أهو يعظكم نعما الله إن بالعدل تحكموا أن الناس بين حكمتم

به إن الله ا كانيعما سيرصب

"Allah, size emanetleri mutlaka ehlinize vermenizi ve insanlar arasında hükmettiği-niz zaman adaletle hükmetmenizi emredi-yor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah hakkıyla

adli(!) tıp kurumu…

köklüdeğişim ekim 2009 28

işitendir ve görendir." (en-Nisa-58)

Yine Đsmailağa cinayetinde şüphelilerden alınan kan örnekleri karıştırılmış, kanı alınan şüpheliler arasında kadın bulunmadığı halde verilen raporda kanın bir kadına ait olduğu açıklanmıştı. Đkinci kez tetkik için gönderilen kan örneğinin bir kadına ait olduğunun ke-sinleşmesi üzerine Adli Tıp Kurumu kanların karıştırıldığını itiraf etmişti.

Bir gazete haberine göre de, kronik şizof-ren olduğu yönünde raporu olan ve görevi, mahkûmların akıl sağlığının yerinde olup olmadığına karar veren bir doktorun bu ku-ruma atandığı iddiaları konuşulmuştu. Kendi akıl sağlığı yerinde olmayan bir doktorun, başkalarının akıl sağlığı ile ilgili karar verme-si ise oldukça manidar.

Yaşanan sel felaketinin ardından hataları-na bir yenisini daha ekleyen kurum, bu kada-rına da pes dedirterek bu kez de cenazeleri birbirine karıştırmış ve yanlış ailelere teslim etmişti. Buna benzer trajikomik bir vakıada yine Bursa'da yaşanmıştı...

Hüseyin Üzmez davasında B.Ç. için veri-len ruh sağlığı bozulmamıştır raporu, Erge-nekon sanıklarının cezaevinden çıkabilmek için aldığı sahte raporlar, rüşvet karşılığı ve-rilen raporlar yapılan bu skandallardan sade-ce bazıları...

Ceza davalarında büyük bir rolü olan bu kurumun görevi ve kuruluş amacı ise şöyle; Adli Tıp; mal ve hakkın kullanılması kudre-tinin tayini, evliliğin hükümsüzlüğü veya bo-şanma sebeplerinin araştırılması, ölüm hali-nin ve anının tespiti, hastalık ve yaralanma-larda çalışma kabiliyetinin azalma derecesi ile işte kalma müddetinin belirlenmesi, ölüm ve öldürme halinde ölünün otopsisini yap-mak... gibi vazifeleri yürütür. Adli soruştur-malarda insan hayatı ile ilgili ortaya çıkacak meselelerin çözümü ile uğraşan ve hukuka

yardımcı olan bilim dalıdır. Çok eski zaman-lardan beri ceza ve hukuk davalarında he-kimlere başvurulmaktadır. Türkiye'de bu va-zife, Adli Tıp Kurumu tarafından yürütül-mektedir. 1908'den sonra Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiyesine bağlı olarak Tababet-i Adliye şubesi adı altında kurulan ve faaliyet göste-ren Adli Tıp Kurumu, 1Mayıs 1982 tarihli kanunla Adalet Bakanlığına bağlı olarak ku-ruldu. Kanuna göre kurumun gayesi, "adale-tin ortaya çıkması için adli tıpla ilgili ilmi ve tek-nik konularda mahkemelere ve savcılara yardımcı olmaktır.”

Adaletin ortaya çıkması için mahkemelere ve savcılara yardımcı olmak gayesiyle kuru-lan bu kurumun, adalet anlayışı oldukça dü-şündürücüdür. Zira geçmişte de var olan ve son dönemlerde de yoğun bir şekilde yaşa-nan skandallar adaletin mi yoksa adaletsizli-ğin mi olduğu sorularını akla getirtiyor. Bu nedenle ismiyle tezatlık teşkil eden bu kuru-ma olan güvenin yitirilmesi şaşırtıcı olmasa gerek. Hatta bu durum, kurum içinde de his-sedilmiş ve bazı istifalara neden olmuştur. Geçtiğimiz Aralık ayında Adli Tıp Kurumu 6. Đhtisas Dairesi başkanlığına atanan Prof. Dr. Mert Savrun B.Ç. ile ilgili "ruh sağlığı bozul-mamıştır" raporunun verilmesi üzerine istifa etmişti. Ve yine aynı vakıa ile ilgili olarak, Doç. Dr. Ayten Erdoğan "Bu koşullarda sağlıklı rapor çıkarmak zor" gerekçesiyle istifa etmişti. Bir tepki de meslek içinden, tabipler odasın-dan geldi ve kurum ağır bir dille eleştirilerek, iş adamlarını panik atak teşhisi ve göz rahatsızlığı raporlarıyla cezaevinden kurtardığını, gerçek has-taların ise halen cezaevlerinde olduğu iddiaları öne sürüldü.

Yaşanan bu olaylardan sonra Cumhur-başkanı Abdullah Gül, kurumun son üç yıllık faaliyetlerinin Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından incelenmesi talimatını ver-di. Verdi vermesine ancak ya üç yıl önce veri-

adli(!) tıp kurumu…

köklüdeğişim ekim 2009 29

len yanlış kararların hesabını kim verecek? Peki ya üç yıl içinde telafisi mümkün olma-yan sonuçların hesabını?

Adalet kavramı da, diğer pek çok mesele-de olduğu gibi içi boşaltılmış ve yerine farklı manalar yüklenmiş, adaletsizlik ise artık ada-let olarak tanımlanır olmuştur. Oysa biz ger-çek adaletin ne olduğunu Đslam tarihi boyun-ca yaşanan pek çok vakıadan örneklerle gö-rebiliyoruz. Adalet ile hükmeden yöneticile-rin, adalet deyince akla ilk gelen, adaletleriy-le anılan Ömerlerin olduğu bir tarih. Peki, nedir bu adalet kavramı?

Arapça "adl" kökünden gelen adalet kav-ramı lugatta; insaflı ve doğru olmak, zul-metmemek, eşit olmak, her şeye hakkını vermek... gibi anlamlara gelmektedir. Istılah-ta kullanılan tanımı lügat anlamından farklı değildir. Ancak şu var ki kullanıldığı alana göre kelime içerik kazanmaktadır. Zira adalet kavramı Kur'an'ı Kerim'de farklı anlamlarda kullanılmıştır. Mesela Bakara suresi 48. ayet-i kerimede, fidye (bir şeyin karşılığı) olarak geçmektedir. Yine kıymet, denk, eşit (el-Maide-

95); şirk (el-En'am-1); haktan sapmak (en-Neml-60); düzeltmek, ölçülü bir biçim vermek (el-Đnfitar-

6,7) gibi anlamlarda kullanılmıştır. Hak yol üzere dosdoğru olmak, dinen haram kılınan şeyleri terk etmek, haklıya hakkını haksıza cezasını vermek, suç ve cezada eşit davran-mak anlamlarına da gelir. Adalet genellikle verilen ve hak edilen arasındaki dengeyi ifa-de eder.

Allah Subhanehu ve Teâlâ şöyle buyur-maktadır;

إن الله رأمل يدان بالعساإلحإيتاء وي وذ ىالقرب والبغي والمنكر الفحشاء عن وينهى

"Muhakkak Allah, adaleti, iyiliği, yakın-lara yardım yapmayı emreder; hayâsızlığı fenalığı ve azgınlığı da yasaklar" (en-Nahl-90)

Adaletin zıddı zulümdür, Rabbimiz zulme

ve bozgunculuğa ise asla razı değildir. Başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur;

إن الله كمرأموا أن يتؤد اناتا إلى األمهلإذا أهو بالعدل تحكموا أن الناس بين حكمتم

"Muhakkak Allah size emanetleri ehlinize vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder." (Nisa

58)

Burada bakışlarımızı çevirmemiz gereken husus, ayette adaletle hükmetme konusunda müminler yerine insanlar lafzının geçmesidir. Yani ister Müslüman ister gayr-i Müslim ol-sun fark etmez, adaletle hükmedilmesi gere-kir. Önemli olan adaletin yerini bulması, hiç kimsenin zulme uğramaması ve haksızlığa maruz kalmamasıdır. Özellikle Saadet As-rında ve Đslam'ın bir hayat nizamı olarak tat-bik edildiği dönemlerde bu anlayışla insanla-ra muamele edilmiştir. Adalet ile hükmeden bir devletin çatısında yaşamaktan memnun olan gayr-i Müslimler ise, Haçlı Savaşlarına katılmamış, “haç işareti görmektense sarık gör-meyi tercih ederiz” demişlerdir. Ali RadiyAllahu Anh’ın zırhının kaybolma hadi-sesi ile ilgili bir yahudiyle arasında geçen va-kıa da güzel bir örnektir.

Ali (RadiyAllahu Anha) Sıffin Savaşına giderken yolda zırhını kaybetmişti. Savaştan sonra bir gün Küfe’de dolaşırken zırhını bir Yahudi’nin elinde gördü. Yahudi’nin yanına sokulup dedi ki: "Bu zırh benimdir. Onu birine satmadığım gibi birine hediye etmiş de değilim." Yahudi buna itiraz etti ve "Bu zırh benimdir ve benim elimdedir." dedi. Zırh aslında Ali'nin (RadiyAllahu Anha) olduğu için Ali (RadiyAllahu Anha) isteseydi o zırhı oracıkta el koyar ve onu alabilirdi. Fakat böyle bir davranış insanlar arasında bir kısım kargaşa-lara ve yanlış anlaşılmalara neden olabilirdi. Bunun için Ali (RadiyAllahu Anha) bu mese-lenin hâkim önünde halledilmesini ve haklı-

adli(!) tıp kurumu…

köklüdeğişim ekim 2009 30

lığın resmen tescil edilmesini istedi. Bunun içinde Yahudi’ye: "O halde haydi hâkime gide-lim." dedi. Yahudi Ali’nin (RadiyAllahu An-ha) bu teklifini kabul etti ve kalkıp birlikte adaletiyle ün salmış olan Kadı Şüreyh’e gitti-ler.

Đkisi birlikte hâkimin huzuruna çıktıkla-rında Ali (RadiyAllahu Anha), hasmı Yahudi olduğu için onunla yan yana oturmadı da hâkimin yanı başına geçip oturdu ve bunun sebebini şöyle açıkladı. "Şayet hasmım Yahudi olmasaydı, elbette onunla aynı yerde otururdum. Fakat ben Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’den: ‘Allah’ın onları küçülttüğü yerde, sizde onları küçültün.’ emrini işittim. Đşte bun-dan dolayı böyle yaptım. Kadı Şüreyh, Ali'ye: "Ey Müminlerin Emiri! Aranızdaki mesele ne-dir?” diye sorunca, Ali (RadiyAllahu Anha) şöyle dedi: "Şu Yahudi’nin elindeki zırh benim zırhımdır. Ben onu birine satmadığım gibi kimse-ye hediye de etmedim." dedi. Kadı Şüreyh, Ali'-ye (RadiyAllahu Anha); “Senin elinde bu iddi-anı ispat edecek bir delilin var mı?” diye sordu. Ali (RadiyAllahu Anha) de; “Evet, var dedi” ve "Hizmetçim Kamber ile oğlum Hasan bu zır-hın benim olduğuna dair iki şahidimdir." dedi. Bunun üzerine Kadı Şüreyh dedi ki: "Bir oğ-lun babası için yaptığı şehadet geçerli değildir." Ali (RadiyAllahu Anha) de buna cevap ola-rak, "Cennet ehlinin şehadeti nasıl geçerli olmaz ki? Ben Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’den ‘Hasan ile Hüseyin cennet gençle-rinin iki efendisidirler.’ buyurduğunu duy-dum,” dedi. Fakat Kadı Şüreyh doğru bildi-ğinden vazgeçmedi ve mahkemeyi delil ye-tersizliğinden dolayı Yahudi’nin lehine so-nuçlandırdı.

Ali (RadiyAllahu Anha) haliyle bu işe çok şaşırdı. Boynu bükük bir vaziyette oradan ayrılırken kendi kendine adeta şöyle sesleni-yordu: “Allah! Allah! Zırh aslında benim olduğu halde, şu andan itibaren resmen Yahudi’nin elin-

de kalıyor. Bu ne kadar hazin bir manzara. Ama işin bir de diğer yüzü var. Bu hâkimi ben tayin et-tiğim halde hâkim benden korkup da taraf tutmu-yor, benden yana tavır sergilemiyor ve benim gös-terdiğim delilleri ve şahitleri kabul etmiyor. Bu ise ne kadar yerinde bir davranış ve ne kadar ince bir adalet anlayışıdır.”

Diğer tarafta Đslam’ın getirdiği bu ince adalet anlayışı karşısında etkilenip şaşıran Yahudi, gördükleri karşısında eridi, dize gel-di ve daha fazla dayanamayarak önce, Đs-lam’a girdiğini şu cümlelerle ilan etti. "Mü-minlerin Emiri, beni kadıya götürdü, Kadı da çe-kinmeden kendisini tayin eden Emir’in aleyhinde hüküm verdi. Ben gördüğüm bu manzara karşı-sında şehadet ederim ki, bu din hak bir dindir. Ve yine şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) O’nun elçisidir.” Sonra da Ali’ye (RadiyAllahu Anha) dönerek suçunu itiraf et-ti ve ona şöyle dedi: "Bu zırh senindir. Deven-den düşmüştü ben de almıştım.” Şimdi ise şu göz kamaştırıcı manzarayı seyredin. Kendi zırhını almak için mahkemeye başvuran ve Kadının aleyhinde verdiği karara karşı sesini çıkarmayan Ali (RadiyAllahu Anha), Yahu-di’nin Müslüman olması karşısında zırhın-dan fedakârlık yaptı ve ona şöyle dedi. "Ma-demki Müslüman oldun, ben de bu zırhı sana he-diye ediyorum."

Yine Adaletin ayrım yapmadan herkese tatbik edilmesiyle ilgili olarak bir hadise nak-ledilmiştir:

“Ömer RadiyAllahu Anh’ın hilafeti dönemin-de ashabdan Ubey b. Ka'b ile aralarında bir konu-da anlaşmazlık meydana gelmiş ve bu anlaşmazlı-ğı çözmek üzere o dönemin Medine kadısı olan Zeyd b. Sabit' e gitmişlerdi. Kadı olan Zeyd he-men halife olan Ömer'e (RadiyAllahu Anh) karşı saygılı davranıp ona oturması için yere bir min-der sermişti. Fakat adaleti ile bilinen Ömer (RadiyAllahu Anh), bu davranış karşısında şöyle

adli(!) tıp kurumu…

köklüdeğişim ekim 2009 31

demişti: "Đşte bu davranışın, şimdi vereceğin hü-kümde yaptığın ilk adaletsizliktir. Ben davacımla beraber aynı yerde oturacağım." Sonra davacı Ubey b. Ka'b davasını ileri sürünce Ömer (RadiyAllahu Anh) bu iddiayı kabul etmedi. Bu durum karşısında Ömer'in (RadiyAllahu Anh) yemin etmesi gerekiyordu. Kadı Zeyd b. Sabit, Ubey'e şöyle dedi: "Gel Halifeye yemin ettirme onu bundan muaf tut. Davacı olduğun kişi eğer bir başkası olsaydı sana böyle bir feragatten söz etmezdim." Bu teklifi duyan Ömer (RadiyAllahu Anh) son derece kızarak böyle bir ayrıcalığı kabul etmeyip derhal yemin etti. Sonrada Zeyd b. Sabit hakkında şöyle dedi: "Halife ile herhangi bir Müs-lüman hakkında eşit davranmasını öğrenmedikçe ona dava götürülmemelidir."

Allah Subhanehu ve Teâlâ başka bir ayet-i celilede şöyle buyurmuştur:

بالقسط شهداء لله قوامين كونوا آمنوا الذين أيها يا أقرب هو اعدلوا تعدلوا أال على قوم شنآن يجرمنكم وال

تعملون بما خبير الله إن الله واتقوا للتقوى

"Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürükleme-sin, adil olun; bu, Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allah'tan sakının doğrusu Allah yaptıklarınızdan haberdar-dır." (el-Maide-8)

Bu minvalde özelde biz Müslümanların, genelde ise tüm insanlığın adalet ile yönetile-ceği bir sisteme ve bu sistemde adaletle yöne-tecek bir idareciye acilen ihtiyaçları vardır. O ise ancak içinde Đslami hükümlerin uygulan-dığı bir devlet yapısıyla ve bir kalkan olarak Müslümanların başında bulunan ve Đslami hükümleri tatbik eden bir halifenin varlığı ile mümkündür. Geçmişinde böylesi bir adalet ile hükmedilen Müslümanların yeniden Đs-lam'ın nuru ile aydınlanmaları ise ĐnşaAllah pek yakındır...

Ahmed Matavani Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 32

Sömürgeciliğin En Üst Seviyesi Küreselleşme.

Amerikan kapitalizmden meydana gelen

küreselleşme, komünizmin 1991 yılında çökmesinden sonra ve Sovyetler Birliğinin dağılmasının akabinde zuhur etmiştir. Ame-rika, devletlerarası durumu istismar ederek kendi varlığını ortaya çıkardı ve dünya dev-letlerinden uluslar arası ticari antlaşmaları imzalamalarını talep etti. Đşte bu anlaşmaları gümrük anlaşmalarına ve devletlerarası iliş-kileri düzenlemeye çevirerek kapital serma-yeye, emtiaya ve kayıtsız ve şartsız engelsiz sınırsız pazarlamaya çevirerek dünyanın ikti-sadi egemen gücü haline geldi.

Küreselleşme fikir ve ideoloji bakımından kapitalisttir. Doğum gelişme ve büyüme açı-sından Amerikalıdır. Küreselleşme ve ulu-salcılık arasındaki farklılık ise, küreselleşme bir şeyin fıtri durumunu ulusalcı durumunu hedeflemektedir. Yani bir şeyin ulusalcı ol-madığı halde ona ulusalcılık vasfını kazan-dırmaktadır. Örneğin; küreselleşme yabancı sermayeyi yerli sermaye gibi göstermeye gayret eder. Zira ulusalcılık bir şeyin kendi aslında ulusalcı olması demektir. Hakikaten son dönemlerde küreselleşme ibaresinin kul-lanımı bütün ilişkilerde, ilimler ve maa-riflerde kullanımı yaygınlaşmıştır. Zira onun etkisinden sosyal bilimler, edebiyat, şiir, kül-tür ve siyaset gibi insani bilimlerde etki-lenmiştir.

Küreselleşme destek olanların ve onu ta-nımlayanların tanımları da şöyledir. O içti-mai, iktisadi ve siyasidir. Mekâna ve zamana şamildir. Zira dünya küçüktür, birdir. Đşte bu tanımlamayla ulusallık tek sayılmıştır. Đçine siyaset ekonomi kültür ve davranışta dahil edilmiştir. Küreselleşme için Siyasi sınırlar, vatancılık bağlılığı ve akaidi bağlılıklar ise önemli değildir. Zira bütün bunlar küresel-leşme ile erimekte ve yok olmaktadır.

Đşte bu tanımlamalar vakıaya uyumlu de-ğildir. Çünkü misal olarak fakir olan devlet-

lerden zengin olan devletlere göçmen olarak gelenlere ağır baskılar uygulamaktadır. Ve bu baskılar günden güne daha da şiddetlen-mektedir. Ve geri kalmış devletlere karşı iler-lemiş olan devletlerin uygulamış oldukları ırkçılık ve bundan dolayı yaygınlaşan beşeri musibetler, çevre felaketleri, halk savaşları ve yaygınlaşan çevre kirliliği, açlık ve abluka al-tına almak için duvarlar inşa etmek, sınır kontrolleri, göç etmeyi engelleyen kanunlar çıkarmak ve bütün bunlardan dolayı oluşan katliamların yaygınlaşması ve benzeri fela-ketler yaygınlaşmıştır. Đşte bütün bunlar gös-teriyor ki yukarıda geçmiş olan küreselleşme tanımı hafife alınmaktadır. Zira söz ettikleri içtimai ve siyasi hareketler küreselleşme bir-likte oluşmuş değildir. Mekân ve zaman ha-reketleri de çoğalmış değildir. Akaidi ve va-tani bağlılıklarda küreselleşme batağına en-tegre olmuş değildir. Ve tanımlamada geçen hiç bir şey oluşmuş değildir. Buna ilaveten bu tanımlama ve benzerleri şöyle ifadelerde “küreselliği bir boya ile boyamak ve kültürel fikri ve içtimai faaliyetleri hadaratlara ve din-lere itibar etmeden birleştirmek” bulunmak-tadırlar. Đşte bunlar doğru değildir ve hakika-te mutabıkta değildir.

Kapitalizmin sömürgeciliğinden, küresel-leşmesinden insanların öğrenmiş olduğu tekbir şey oldu. O da küresel ekonomi üze-rine Amerikanvari kapitalist ürünlerin tercih edilmesidir. Böylece büyük kapitalist devlet-lerin ekonomileri üzerindeki pazarlama ver-gileri hâkimiyeti kaldırılmıştır. Ve bunların önünde Amerika gelmektedir. Küreselleşme için yapılan diğer tanımlamaya gelince, onlar üzerinde daha ziyade reklamcılık ve kaypak-lık öne çıkmaktadır. Ve inşa edilen sözler gö-rülmektedir. Ve buda küreselleşme mefhu-munu daha fazla evhamlatırdı. Muammaya çevirirdi. Kapitalist sömürgecilik asli maksa-dını gözlerden uzaklaştırmak ve birçok kim-se için muamma haline getirmek için ta-

küreselleşme…

köklüdeğişim ekim 2009 33

nımlamayı genişletti. Đnsanlar zannetsinler ki küreselleşme yeni bir şeydir ve Kapitalizm-den farklıdır. Küreselleşme reddedilecek kö-tü bir şey değildir. Bütün halkların onu kabul etmeleri ve ona teslim olmaları gerekir. Ve kapitalizmin küreselleşmesi incelendiğinde onu dört ayaklı bir ahtapot olarak göreceğiz ve oda şöyledir.

Küresel ticaretin kurtuluşu: Bundan şu kastediliyor. Büyük ekonomik güçler karşı-sında yerel pazarların açılması ve onlara “hür rekabet” esasına göre güçler ve büyük güçler ile küçük ve zayıf olan güçler arasındaki eşit-liği sağlamaktadır. Bu şu demektir. Büyük kapital güçlerin küçük kapital güçlerin üze-rine hegemonya oluşturmasıdır ki, yerel eko-nomi (küresel pazarlama ekonomisine) bo-yun eğsin ve pazarlardan himayecilik kaldı-rılsın ki, küçük zayıf devletlerin pazarları üzerindeki büyük güçlerin sömürgecilik eko-nomilerinin hegemonyası daha da yerleştiril-sin.

Yabancı istismarcılar direk olarak akın etsinler: Bu şu demektir. Yerel mali borsalara herhangi bir kayıt olmaksızın küresel serma-yenin girmesi sağlansın. Akınına hiçbir engel olmasın. Ve yerli bankalar büyük devletlerin bankalarıyla ortaklık oluştursunlar ki, havale ve işlem hizmetleri için ulaşım araçlarında kolaylık sağlansın ki, yabancı sermayeler akın etsin ve hareket hürriyeti temin edilsin.

Çeşitli tabiiyetlere haiz olan şirketlerin rolü: Böylece şirketler kıtalar arasında dola-şacak bölgenin bütün ekonomik dallarında dolaşarak devletlerarasındaki gelir ve çeşitli ekonomik güçler farklılıkları istismar ede-cektir. Yerel kapitalistlerde onlara yardımcı olacaktır. Ve yerli ekonomiye karşı himaye-ciliği de kaldırabilmek için kanunlar ve ya-salar oluşturulacaktır. Dolayısı ile büyük olan şirketler ağır sanayileri, ucuz olan işçiliği is-tismar edeceklerdir. Zira onlar birçok dev-letlerde kendilerine şubeler açtılar ki, kârları daha da fazlalaştı ve yerli olan sanayi nerede ise yok olma durumuna geldi. Misal olarak Boeing 777 uçak sanayisi 12 devlette sanayi

işlerine başladı. Hâlbuki daha önceleri tek devlette çalışıyordu. Ve diğer bütün büyük şirketler birçok devletlerde kendileri için sa-nayi fabrikalarını açtılar ki daha büyük kâr elde etmek için. Ucuz olan işçiliği istismar edebilsinler ve küçük fakir olan yerli sanayi-sine hegemonyalarını sağlama bağlasınlar.

Bilgi çağı ve teknolojinin ilerlemesi: Mal ve bireylerin, sömürgeci devletlerin ve şir-ketlerin ekonomik çıkarlarını temsil eden şa-hısların hareketini kolaylaştırmak ve hedefe ulaşmak için bilgi teknolojisi istismar edil-miştir.

Đşte küreselleşmenin dörtlü ahtapot ayak-ları bunlardır ki, böylece küresel ekonomiye saldırısını bunlar vasıtası ile tamamlamış ol-du. Vasıtası itibariyle küreselleşme pazar-lamada, dolaşımda, dağıtımda sermayede ve ticarette kapital düzenini bölgesel ve yerel düzeyden küresel düzeye ulaştırmaktır. Yani yabancı sermayenin yerel pazarlar arasında hareketlenmesidir ki, daha fazla kâr elde edilsin. Ve büyük kapital ekonomik güç çı-karlarına imkânlar sağlansın ki, güçlü ve seri olan ekonomiler fakir ve yavaş hareket eden ekonomileri ele geçirsin.

Küreselleşme bu sıfatı ile yeni sömürgeci-liktir ve pazarlar, hammaddeler ve ucuz olan işsizlik istihdamında teknoloji bilgileri ile seri olan bir saldırıdır. Ayrıca yerel olan engelle-rin kaldırılabilmesi için yabancı sermaye akıntısı önünde çıkarılan kanunlar onlara yardımcı olmaktadır. Đşte onlar bu minval üzere sömürgeciliğin en vahşi çeşidini ve ka-pitalizmin en üst derecesini temsil etmeye başladılar. Son iki asır içerisinde çıkışı itibari ile insanlığı hastalıklarla, açlıklarla, fakirlikle, cahillikle, güçlerle, savaşlarla, istismarcılıkla ve ırkçılıkla param parça etti. Ve zaruri olan bütün hizmetler yok edildi. Birçok beldelerde temiz içme suları yok edildi ve kirletildi. Kü-reselleşme sayesinde birçok halklar günlük yemek ihtiyaçları nedeni ile dilenen halklar haline geldi ve zengin olan devletlerin artık-ları için muhtaç hale getirildi.

KöklüDeğişim Gündem [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 34

Đslami Beldelerden Haberler

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti; Karaçi, Lahor ve Paşaver'de “Ramazan, Đs-lam'ın Zafer Ayıdır” Başlıklı Konferanslar Düzenledi;

Sonuç Bildirgesi: Amerikan Sefaretini Kapatınız, Askeri ve Đstihbaratı Yardımları Kesiniz ve Hilafet Devleti'ni Kurması için Hizb-ut Tahrir'e Nusret Veriniz

Hizb-ut Tahrir / Pakistan Vilayeti, Rama-zan’ın on yedinci günündeki Büyük Bedir Muarekesi yıldönümü münasebetiyle Karaçi, Paşaver ve Lahor'da “Ramazan, Đslam'ın Za-fer Ayıdır” başlıklı bir dizi konferans düzen-ledi. Konferanslara, civar şehirlerden ve köy-lerden yüzlerce insan katıldı. Konferanslara katılanlar arasında Hizb üyesi Sa'd Cağrafani, Resmi Sözcü Yardımcısı Şezad Şeyh, Dr. Đftihar ve Timur Butt, Prof. Ekmel ve diğer üyeler vardı. Konferanslarda hain yöneticiler yoluyla Pakistan üzerindeki Ame-rikan hegemonyası etraflıca ele alındığı gibi konuşmacılar, Hilafet Devleti'nin kurulması yoluyla dönüşü olmayacak bir şekilde bölge-deki Amerikan varlığına tamamen son veril-mesine yönelik pratik adımları da tartıştılar. Konferansa katılanların ve fikri destekleyen-lerin yanı sıra konferansçılar, medya organla-rına dağıtılan bir sonuç bildirgesi yayınladı-lar ki onda şu ifadeler geçmiştir: “Pakistan'-daki Müslümanlar, Amerikan Sefaretinin açık kalmasının yanı sıra genişletilmesini reddettikleri gibi kapatılmasını ve büyükelçi-sinin ülkeden kovulmasını da talep etmekte-dirler.” Ayrıca sonuç bildirgesinde ülkedeki Amerikan askeri ve istihbaratı varlığına son verilmesi ve kurtulmasının alt zemini olarak Afganistan'daki Amerikan kuvvetlerine gi-den tüm ikmal yolarının kesilmesi talep edil-di. Keza Pakistan'daki Müslümanların, Hila-fet Devleti'ni kurma çalışmasında Hizb-ut Tahrir'e tam destek verilmesini talep ettikleri

geçtiği gibi konferansçılar, Đslami ümmettin vahdet direği ve insanlığın alternatif liderliği olan Hilafet Devleti'ni bir an evvel kurması için Pakistan Silahlı Kuvvetlerini Hizb-ut Tahrir'e nusret vermeye çağırdılar.

Hizb-ut Tahrir'in Bangladeş’te Düzenle-diği Toplu Đftar Davetinin Ardından Siyasi-ler, Aydınlar, Âlimler ve Medya Mensupla-rı; Hizb-ut Tahrir'in 30 Aktif Üyesinin Tu-tuklanmasını Eleştirerek Derhal Serbest Bı-rakılmasını Talep Ettiler:

Hizb-ut Tahrir, bugün siyasilerin, aydın-ların, alimlerin ve medya mensuplarının ka-tıldığı toplu iftar yemeğinin ardından bir di-yalog görüşmesi düzenledi. Katılımcılar, bir açıklama yaparak yetkililerin Hizb-ut Tahrir-'in 6 Eylülde, geçen Cuma günü düzenlediği Büyük Bedir Yürüyüşü'nde otuz aktif üyesini tutuklamasını eleştirdiler ve onların yanı sıra daha önce tutuklanan Hizb şebabının da der-hal serbest bırakılmasını talep ettikleri gibi emperyalistler ile ajanlarına meydan okuma ve Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasıyla Hizb-ut Tahrir'in oynadığı liderlik rolünü takdir ettiklerini teyit ettiler.

Katılımcılar arasında şu kişiler vardı: Ta-nınmış siyasetçi Şavol Elam Budahan, Eski Sınır Muhafızı Kuvvet Komutanı General Fa-zıl Rahman, gazeteci yazar Sadık Han ve Mobido Rahman, günlük Đkbal Gazetesi adı-na katılan bir yazar, Şeyh Cafer Han, Bangla-deş Hilafet Hareketi Genel Sekreteri Hamiye Odin, Bangladeş Đslami Anayasa Hareketi adına katılan Genel Sekreter Handakar Gulam Murtaza, Bangladeş Ulusal Demokra-tik Partisi Başkanı el-Mucir Macmidar ve Ge-nel Sekreteri Avukat Abdulmubin, Bangladeş Đslami Partisi Başkanı Müfti Fadlullah, Birle-şik Đslami Cephe Koordinatör Sekreteri Đtkal

islami beldelerden haberler…

köklüdeğişim ekim 2009 35

Đslam, Bangladeş Đslami Birlik Genel Sekreteri Prof. Anamol Hakkı Ezad, Müslüman Birliği Hareketi Genel Sekreteri Ferudaka Anurul Hakki, Ulusal Medya Akademisi Başkanı Mustafa Beyhan ve Genel Sekreteri Şeyh Şah Ataullah.

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Resmi Sözcü-sü ve Genel Koordinatörü Muhyiddîn Ahmed, şu hususları içeren bir açılış konuş-masını yaptı:

1. Henüz sekiz ayı bulmayan geride bırak-tığı dönem içerisinde iğrenç cürümler işleyen Şeyha Hasina hükümetinin iktidar dönemini, hatta yarısını tamamlamasına izin verilme-melidir.

2. Ulusal Bangladeş Partisi, Şeyha Hasina hükümeti ile Avami Birlik Partisi taraftarla-rının bir alternatifi değildir. O halde Müslü-manlar, hem emperyalistlerin sözde Avami Birlik Partisi'nin alternatifini oluşturmaları-nın akıbetine karşı uyanık olmalılar hem de iktidar nizamının cinsinden olduğu ve Ame-rika, Đngiltere ve Hindistan gibi emperyalist-lere hizmet ettiği sürece akımlara ve partilere güvenmemelidirler.

3. Müslümanlar, emperyalistlerin ülkeye egemen olma projelerinin tamamını boşa çı-karmalı ve kuvvet sahipleri ile ileri gelenler de ülkenin savunma gücünü zayıflatmayı amaçlayan komploları boşa çıkarmalıdırlar. Dahası orduyu, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmek için çalışmalıdırlar.

4. Müslümanlar, Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasına dahil olmalılar ve bu çalışmanın öncüsü Hizb-ut Tahrir'e yardım etmede acele etmelidirler. Kuvvet sahipleri ile insanların ileri gelenleri de mevcut yöneticileri devirme ve Hilafet’i kurma çalışmasında Hizb-ut Tah-rir'e destek vermelidirler.

Polisin Mübarek Ramazan Ayında Oruç-lu Müslümanlara Saldırması, Đslam Düş-

manı Hükümetin Hakikatini Đfşa Etmekte-dir:

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş Hanımlar Kısmı Resmi Sözcüsü Fehmide Ferhâna Hânım, dün yayınladığı basın açıklamasında, polisin Mescid-il Kebir'in dışındaki oruçlu Müslümanlara saldırmasının, onlardan otuz kişiyi tutuklamasının ve olaya ilişkin yalancı iddialar uydurmasının, hükümetin Đslam'a karşı olan faşist tutumunu ve karşı çıkmasını ortaya koyduğunu ifade etti.

Zira polis, Hizb-ut Tahrir / Bangladeş'in davet ettiği yürüyüşe katılmaya hazırlandık-ları sırada oruçlu Müslümanlara saldırmış, hiçbir yasal gerekçe olmaksızın onlardan otuz kişiyi tutuklamış ve ardından da yaptığı açıklamada topluluğun kendilerine sopalarla saldırdığını iddia etmişti.

Fehmide Ferhâna Hânım “Bir haber kana-lının yayınladığı görüntülü haber bandı ile gazetelerin yayınladığı resimler, polisin iddi-asının asılsız olduğu noktasında hiçbir şüp-heye yer bırakmamaktadır. Bilakis yirmi ga-zete ile televizyon kanallarında yayınlanan-lar, insanlara coplar ve sopalarla saldıranın bizzat polis olduğunu bütün çıplaklığı ile or-taya koymaktadır.” dedi.

Hükümetin davranışlarını ağır ifadelerle eleştiren ve tutuklananların derhal serbest bı-rakılmasını talep eden Fehmide Ferhâna Hânım, bu iğrenç eylemlerin hükümetin Đs-lam düşmanı olduğunu ve Đslam'a yardım edildiğini görmeye dayanamadığını kanıtla-dığı gibi emperyalist efendilerinin tavsiyesiy-le ülke üzerindeki Đslam ışığını söndürmeyi ümit ettiğini de ispat etmektedir. Ayrıca Ferhâna Hânım, Müslümanları emperyalist ajanları tarihin çöplüğüne kaldırıp atmaya ve ivedi olarak Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışmaya davet etti.

- Basın Açıklaması - Muhyiddîn Ahmed Resmî Sözcüsü ve Genel Koordinatörü Bangladeş: Polis, “Büyük Bedir Yıldönü-

islami beldelerden haberler…

köklüdeğişim ekim 2009 36

mü” Yürüyüşünü Engelledi ve Hizb-ut Tah-rir'in 30 Aktif Üyesini Tutukladı:

Hizb-ut Tahrir, Müslümanları Mevcut Ze-lil Nizamı Kaldırıp Atmaya ve Hilafet Devle-ti'ni Kurmaya Davet Ediyor:

Hizb-ut Tahrir / Bangladeş, insanları Hi-lafet Devleti'ni kurmaya ve Đslami ümmetin ordularını birleştirmeye davet etmek amacıy-la bugün Cuma salâtından sonra Dakka'daki Mescid-il Kebir'in dışında Đslami Devlet'in hicretin ikinci senesindeki Ramazanın on ye-dinci günü Bedir Muarekesi'nde Kureyş müşrikleri karşısındaki ilk zaferinin yıldö-nümü münasebetiyle “Büyük Bedir Yürüyü-şü” başlıklı bir yürüyüş düzenledi. Polis, Hizb-ut Tahrir'in birkaç bin Müslüman’ın ka-tıldığı yürüyüşü, başlatmasını engelledi ve Hizb'in 30 aktif şebabını tutukladı. Ancak in-sanlar, yürüyüşe katılmak üzere bir araya toplanıp şebab, pankartlar ve rayeler açınca polis, şebabı tutuklamaya ve rayeler ile pan-kartları onlardan almaya başladı. Tutuklama, şebaba saldırarak onları tutuklayan polise karşı Hizb-ut Tahrir ile dayanışma içerisine giren insanların genelini kapsadı.

Bu olaylar sırasında Hizb-ut Tahrir üyesi Muhammed Meznar Rahman, konuşmacı olarak mescidin avlusundaki insanların kar-şısına geçerek şöyle dedi: “Hükümetin yürü-yüşü engellemesi, onun Đslam'a yardım edil-mesi karşısında durduğunu ve emperyalist-lerin ülke üzerindeki egemenliğini destekle-diğini göstermektedir.” Ve şöyle ekledi: “Ramazan ayı, hicretin ikinci senesindeki Be-dir Muarekesi ile başlayan Müslümanların zafer ayıdır. Aynı şekilde Müslümanlar, altı ay sonra o zaman Kureyş kâfirlerinin başken-ti olan mukaddes şehir Mekke-i Mükerreme'yi de Ramazan ayında fethetmiş-lerdir. Ardından Müslümanların kafir ve müşrik düşmanlarına karşı tarihi zaferleri peş peşe gelmiştir. Müslümanların ordusu, Hilafet Devleti'nin liderliği altında muzaffer bir ordu iken H. 28 Recep 1342'de Hilafet Devleti'nin yıkılmasıyla emperyalistler; Ma-

liki, Karzai, Gilani, Zerdari, Halide ve Hasina gibi Đslami ümmetin başına ajan yöneticiler diktiler. Bu ruveybide yöneticilerinin hepsi de Washington, Londra ve Yeni Delhi'deki efendilerine hizmet etmektedirler. Zira onlar, bir taraftan ümmeti zaptedip ona zulmeder-lerken diğer taraftan ümmeti düşmanlara tes-lim etmektedirler.”

Hükümetin tutumuna ve yaptıklarına ce-vap vermek amacıyla Hizb-ut Tahrir / Bang-ladeş Resmi Sözcüsü ve Genel Koordinatörü, bugün yayınladığı basın açıklamasında Hizb-ut Tahrir şebabının tutuklanmasını eleştire-rek derhal serbest bırakılmalarını talep etti ve oruçlu Müslümanlara karşı yapılan bu zali-mane tutuklamalar ile uygulamaların Fira-vun'un, Nemrut'un ve Ebi Leheb'in uygula-maları gibi olduğunu ifade etti. Zira hükü-met, Hilafet Devleti'nin kurulmasına, Müs-lümanların ordularının birleştirilmesine, Amerika'nın, Đngiltere'nin ve Hindistan'ın hegemonyasından kurtulmaya davet edilme-sini affedilemez bir suç olarak görmektedir. Bu da olsa olsa mevcut hükümet ile yönetim nizamının, emperyalistlere boyun büktükle-rini ve efendilerinin çıkarlarına karşı bir gö-rüşe veya çalışmaya izin verilmesine taham-mül edemediklerini göstermektedir. Đşte on-ların faşist davranışlarının arkasında yatan tek sebep budur.

Mevcut Şeyha Hasina hükümeti, var gü-cüyle emperyalistlerin ülke üzerindeki ege-menliğini korumaya çalışmaktadır. Zira Şeyha Hasina hükümeti, sınır muhafızları subaylarını katletmek amacıyla Hindu müş-riklerle gizli ittifak yaptığı gibi Hindistan'ın güvenliği için ona bir koridor geçidi verilme-si amacıyla komplo kurmaktadır. Aynı za-manda Hindistan'ın “Taybamka” Barajı'nı in-şa etme projesi karşısında kılını dahi kıpır-datmamaktadır! Mesele bununla da sınırlı değildir. Hatta hükümet, kadim Đngiliz haçlı-larıyla sözde terörizmle mücadele anlaşması imzalayacak ve yeni Amerikan haçlılarına Bengal Körfezi'nde imtiyazlar verecek dere-

islami beldelerden haberler…

köklüdeğişim ekim 2009 37

cede ileri gitmiştir. Hükümet, ülkenin sa-vunma gücünü zayıflatmak için sınır muha-fızı subaylarının kuvvet sayısını %30 küçült-meye kararlı olduğu gibi emperyalistlerin emriyle ordu kuvvetlerini de “Chittangong” tepesinden çekmektedir.

Muhyiddîn Ahmed, şöyle dedi: Đslami âlemdeki mevcut yönetim nizamları, zelil tes-limiyetçi nizamlar olup ümmetin başına he-zimet ve zilletten başka bir şey getirmemiş-lerdir. Ümmeti, emperyalistlerin pençesinden kurtaracak olan ancak Hilafet’tir ki o, Müs-lümanlar için kâfirlere karşı zaferler kazan-maya muktedir tek bir ordu inşa edecek ve Hilafet Devleti'nin liderliği, ümmeti dünya-nın efendisi ve lideri olduğu konumuna yük-seltmek üzere ona liderlik edecek ehil devlet adamlarından ibaret olacaktır. Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyur-muştur:

Đmam" �ب ىقتيو �ءارو نم لتاقي �� مامإلا امنإ[Halife] kalkandır, onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur." (Sahih-i Muslim)

Muhyiddîn Ahmed, basın açıklamasına aşağıdaki hususlarla son verdi:

1. Henüz sekiz ayı bulmayan geride bırak-tığı dönem içerisinde iğrenç cürümler işleyen Şeyha Hasina hükümetinin iktidar dönemini, hatta yarısını tamamlamasına izin verilme-melidir.

2. Ulusal Bangladeş Partisi; Şeyha Hasina hükümeti ile Avami Birlik Partisi yandaşları-nın bir alternatifi değildir. O halde Müslü-manlar, hem emperyalistlerin sözde Avami Birlik Partisi'nin alternatifini oluşturmaları-nın akıbetine karşı uyanık olmalılar hem de iktidar nizamının cinsinden olup Amerika, Đngiltere ve Hindistan gibi emperyalistlere hizmet edecek olan kesimlere ve partilere güvenmemelidirler.

3. Müslümanlar, emperyalistlerin ülkeye egemen olma projelerinin tamamını boşa çı-karmalı ve kuvvet sahipleri ile ileri gelenler de ülkenin savunma gücünü zayıflatmayı

amaçlayan komploları boşa çıkarmalıdırlar. Dahası orduyu, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmek için çalışmalıdırlar.

4. Müslümanlar, Hilafet Devleti'ni kurma çalışmasına dâhil olmalılar ve bu çalışmanın öncüsü Hizb-ut Tahrir'e yardım etmede acele etmelidirler. Kuvvet sahipleri ile insanların ileri gelenleri de mevcut yöneticileri devirme ve Hilafet’i kurma çalışmasında Hizb-ut Tah-rir'e destek vermelidirler.

Son olarak Muhyiddîn Ahmed, Müslü-manlara Hindistan ile Roma'nın fethedilece-ği, büyük mükâfata, Yahudilere galip gelinip varlıklarının yok edileceğine ve mübarek ar-zın pisliklerinden temizleneceğine dair Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in müjdesini hatırlattı.

����ا و� ����ا و�� �-Gev“ '()'�&% آ��� إن ا#"!�ن وأ��şeklik göstermeyin ve üzüntüye kapılma-yın! Sizler mutlaka üstün geleceksiniz, eğer gerçekten müminler iseniz.” (Âl-i Đmrân 139)

-Basın Açıklaması- Hizb-ut Tahrir Filis-tin Medya Bürosu: Vatani Bir Anlaşma ile Yapılsın yada Yapılmasın Đşgal Süngüleri Altında Filistin Seçimleri, Bir Cürüm ve Münkerdir:

Medya organları, 02.09.2009 günü, Gazze Otoritesi Başbakanı'nın, Filistin seçimlerinin Gazze Şeridi dışında Batı Şeria'da yapılması-na karşı çıktığını ve “vatani bir anlaşma ol-maksızın yapılmasını bir cürüm olarak gör-düğünü” aktardılar. Ayrıca bir Ramazan ifta-rında gazetecilere yaptığı konuşmasında “1967 sınırları içerisinde başkenti müşerref Kudüs olan bir Filistin devletinin kurulması-na ve her Filistinlinin ortak bir paydası ola-rak mültecilerinin dönmesine” çağrıda bu-lundu. Aynı bağlamda –Hamas’tan- Yasama Meclisi Başkanı Đkinci Yardımcısı Hasan Harişa şöyle dedi: “Seçimlerin zamanında yapılmaması halinde herkes meşruiyetini kaybeder.“ Ve şöyle ekledi: “Yasama Kuru-mu ve Filistin halkı, önümüzdeki 25 Ocakta

islami beldelerden haberler…

köklüdeğişim ekim 2009 38

anayasal haklar önünde olacaklardır.” Tüm bu geçenler bağlamında deriz ki: Siyasi faali-yetlerinde şeri hükümlere istinat etmeyen herkes, Allahuteala'nın şu kavlinden dolayı meşruiyetini yitirmiştir: إن �*�-Muhak“ +!- إ�, ا+kak ki hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40)

1948 yılında işgal edilen Filistin'den taviz verme anlamına gelen 67 sınırları içinde bir Filistin devletinin kurulmasını kabul eden herkes de meşruiyetini yitirmiştir. Bu, ne ka-dar edebi sözlerle süslerse süslesin ve ne ka-dar duygusal sloganlar atarsa atsın fark et-mez. Hiç şüphesiz kendisine işaret edilen anayasa bizzat meşruiyetini yitirmiştir. Zira işgal altında Filistin Otoritesini ortaya çıkarıp şeran batıl olan Oslo Anlaşması'nı ifraz eden odur. O halde bu “anayasal hakka” dair meş-ruiyet nereden gelmektedir?

Gazze Otoritesi Başbakanı'nın ilan ettiği “bu müşterek paydalar üzerindeki” “anlaşma ilkesine göre kapsamlı vatani bir uzlaşmanın gerçekleşmesinin” gerekliliğine ilişkin resmi kişisel talebin sürdürülmesi, işgali meşrulaş-tırmaktan ve 1967 yılı sınırlarına karar veren devletlerarası küfür meşruiyetini kabullen-mekten öte bir şey değildir. Oysa Allah (Saubhânehu ve Te'alâ) şöyle buyurmaktadır:

�*� �4>��ن +;:�م 6*08 ا+!- '% أ56% و'% �234ن ا+01ه!&,� أ.“Yoksa onlar (Đslam dışı) cahiliye yönetimi-nin mi peşindeler? Kesin olarak kavrayan bir toplum için yönetimi Allah’tan daha gü-zel kim vardır?” (el-Maide 50)

Aynı zamanda bu, Müslümanların kâfir Batılı devletlerinin projelerini kabullenmeye alıştırmaktır.

Sonra Gazze Otoritesinin, 1967 sınırları içerisinde bir devleti kabul ettiğini konuşma-ya devam etmesi, Ramallah Otoritesini karışı karışına ve adımı adımına takip etmekte ıs-rarlı olduğunu teyit etmektedir. Dolayısıyla böylesi bir siyasi konuşma hususunda iki otorite arasında herhangi bir ihtilafın müla-haza edilmesi mümkün müdür? Daha sonra sembolik Gazze Otoritesinin “seçim sandık-larına muhakeme olmayı” talep etmesi, Kur'an-il Kerim'in belirlediği şu siyasi kaide ile çelişmektedir. إن �*� Muhakkak ki“ +!- إ�, ا+hüküm ancak Allah’a aittir.” (Yusuf 40)

Đslam sloganları atan liderlere ve önderle-re yaraşan, hem şeran batıl ve münker olan bir anayasanın hakem kılınması talebinden, hem Filistin meselesine karşı komplo kuran Batılı devletlerin gözlemlediği seçimlere mu-hakeme olunmasını talep etmekten, hem de özellikle Allah'a itaat ve yakınlaşma ayı olan bu mübarek ayda Filistin'in bir parçası üze-rindeki kıytırık bir devleti kabul etmekten vazgeçmeleridir.

� ور@�+- ا+!,- إ+? د"�ا إذا ا+8)'�&% >�ل آ0ن إ�,08*�&+ ���&A ��ن ه� وأو+DE وأ0�B8@ 0�BC 4:�+�ا أن!F8+ا “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve resulüne da-vet edildikleri zaman, müminlerin sözü an-cak “Đşittik ve itaat ettik” demeleridir. Đşte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir!” (en-Nûr 51)

Tûba Sivren Sesleniş [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 39

Kanaat Önderlerine… Allah’ın Dinine Yardım Edin.

Đslami hassasiyetlerin yoğun olduğu bir

ülkedir Türkiye, işte bu nedenle Đslami vasıf-ları taşıyan insanlar, hükümeti daha kolay devralmaktadır. Yine bu nedenle CHP’de çarşaf açılımı, Davos’ta one minute krizi vs. yaşatılmıştır. Halkın Đslam’a olan meyline ve bu meylin sistem tarafından kullanılışına da-ha birçok örnek verilebilir. Ancak anlaşılması ve bilinmesi gereken şu ki Đslam’a ve Đslam’ın emirlerine önem veren bir halk var karşımız-da. Aslen olup bitenleri de Đslam’dan zannet-tiği için kabul etmekte.

Aslında bütün olanları kabul ediyor da değil, çünkü aynı zamanda, Đslami hassasi-yetle yola koyulmuş birçok cemaatin var ol-duğu ve cemaatlerin rağbet bulduğu bir ül-kedir Türkiye. Bu cemaatler izledikleri yollar bakımından farklılık gösterse de hepside Ku-ran’a ve Sünnete göre hareket ettiğini beyan etmektedir. Kuran ve Sünnet birçok yol sun-muyor insana aslında emir net ve tek;

“Lailahe illAllah Muhammed’en Rasu-lullah”

“Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun Rasulü’dür”

Hem birey olarak hem de grup (cemaat) olarak yaşatılmalıdır bu emir tüm yönleriyle. Farzları öğrenmek ve onları titizlikle yerine getirmek, haramlardan kaçmak “Elhamdu-lillah Müslüman’ım” ifadesinin gereğidir za-ten. Ancak bu kelimenin cemaatler tarafın-dan nasıl taşınacağı önemli; bugün mevcut bulunan cemaatlerin anlaşamadıkları tek nokta işte budur. Burada Rabbimizin şu aye-tini hatırlatmak isterim sizlere;

من يديه بين لما مصدقا بالحق الكتاب إليك وأنزلنا تتبع وال الله أنزل بما بينهم فاحكم عليه ومهيمنا الكتاب

ماءهوا أهمع اءكج نم لنا لكل قالحعج نكمة معرش ليبلوكم ولكن واحدة أمة لجعلكم الله شاء ولو ومنهاجا

جميعا مرجعكم اهللا إلى الخيرات فاستبقوا آتاكم ما في تختلفون فيه كنتم بما فينبئكم

“Sana da daha önceki kutsal kitabı onay-layıcı ve içeriğini koruyucu olan bu hak ki-tabı indirdik. Buna göre onların arasında Allah'ın indirdiği ayetlere göre hüküm ver, sana gelen gerçekten saparak onların keyfi arzularına uyma. Her ümmet için ayrı bir şeriat, ayrı bir ana yol (minhac) belirledik. Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat belirlediği yolda sizleri denemeyi di-ledi. Buna göre hayırlı işlerde yarışınız. Çünkü hepiniz Allah'a döneceksiniz ve O anlaşmazlığa düştüğünüz meselelerin içyü-zünü size haber verecektir.” (el-Maide 48)

Fert olarak her yaptığımız amelden he-saba çekileceğimiz gibi, cemaat olarak grup grupta toplanacağız Allahın huzurunda.

ئذموي ردصي ا أشتاتا الناسورلي مالهمأع

“O gün insanlar ayrı ayrı gruplar halin-de, ilahi divana çıkarlar ki, yaptıkları işler kendilerine gösterilsin” (Zilzâl 6)

ئذموي ونضرتخفى لا تع نكمة ميخاف

“O gün hesap için huzura alınırsınız. Hiç bir sırrınız gizli kalmaz.” (Hakka 18)

Đşte o gün her cemaat, kitle hesap verecek, şeri dayanaklarını Rabbine gösterecek, haki-kat o gün ortaya çıkacak. Đşte bu nedenle bu ayrılıklar düşmanlık ve husumet oluşturma-dıkça önemli değil. Ancak benim üzerinde durmak istediğim konu kimin doğru ya da kimin yanlış olduğundan ziyade şu anki top-lumda haykırılması gereken Hakk’ın ne ol-duğudur?

Kur’an’da (el-Hakk) kelimesi genelde iki manada kullanılmıştır. Birincisi doğruya ada-lete uygun ve gerçek sözdür. Đster akidevi iman ile ilgili olsun, ister dünyevî mesele-ler hakkında olsun aynıdır. Đkincisi insanın yerine getirmesi vacip (gerekli) olan haktır. O, Allah’ın hakkı, insanların hakkı ve nefsi-nin hakkı olabilir. ( Mevdudi (Tefhimü’l Kur’an)

kanaat önderlerine…

köklüdeğişim ekim 2009 40

Rabbimiz Asr suresinde “Asra and olsun ki. Đnsan mutlak hüsrandadır. Ancak iman edenler, iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı öğütleyenler bunun dışında-dır.” buyuruyor.

Şöyle derin bir anlayışla düşünürsek ve incelersek gerekli olanın demokrasiye karşı Hilafetin seslenilmesinin gerekli olduğu so-nucuna ulaşırız.

Çünkü kapitalist sistemin yönetim şekli olan demokrasi dünya kamuoyunda hızlı bir düşüşe geçmiştir. Para üzerine kurulu bir sis-temin sonunun yine para ile (küresel kriz) ile sona doğru gitmesi hamd’e değerdir doğru-su. Türkiye’de demokrasiye olan güven eko-nomik krizin yanında, anayasa-hükümet, MGK-hükümet, CHP-AKP+ yolsuzluk arala-rında gözler önünde yaşanan çatışma ve çe-kişme ile daha da çok yitirilmiştir. Ve 80 ya-şın üzeri liderlerin siyasete geri dönmesi, ye-ni partiler ve yeni liderlerin kamuoyuna çık-ması ile bu güven yeniden kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bu bilinmezlik o kadar iler-lemiştir ki herkes kendince çözüm sunar ve fırsatını yakalamışken fikrini açıklar olmuş-tur. 05.07.2009 tarihli NTV de ünlü komed-yen Okan’ın sunduğu senin hikâyen ne? Programında tema vakfı kurucularından Hayrettin KARACA yenidünya için yeşile dayalı ideallerini anlatmakla kalmadı, sert çı-

kışlar yaparak yeni bir parti kuracağını söy-ledi!

Böyle bir karmaşada ümmetin kanaat ön-derlerine ve cemaatlere düşen demokrasinin dışında bir yönetimin (Hilafetin) var olduğu-nu haykırmaktır. Kapitalizme karşı Đslam, demokrasiye karşı Hilafet ümmetin öncüleri-nin konuşması gereken yegâne ortak payda-dır. “elhamdulillah Müslüman’ım “ diyenle-rin bu hakkı tavsiyeleri vaciptir.

Şayet bunu yapacak GÜCE ve BĐLGĐYE sahip değillerse! Bunu yapan bu nidayı hay-kıranlara NUSRET vermeleri (yardım etmele-ri) gerekmektedir. Bu bir sorumluluktur.

Rabbimiz dünyada demokrasinin bitmeye yüz tuttuğunu kriz ile gösterdi şimdi sıra bizde (kanaat önderlerinde) aksi takdirde;

ألم إلى تر ينالذ زيونمع منوا أنها آمأنزل بم كا إليمن أنزل وم كلقب ونريدوا أن ياكمتحإلى ي الطاغوت قدوا وروا أن أمكفري به

ريديو طانأن الشي ملهضالال يا ضيدعب

“Gerek sana ve gerekse senden öncekile-re indirilen kitaplara inandıklarını ileri sü-renleri görmüyor musun? Bunlar karşı çık-makla, tanımamakla emredildikleri Tağut’un hakemliğine başvurmak istiyorlar. Şeytan onları koyu bir sapıklığa düşürmek istiyor” (Nisa 60) ayeti ile muhatap oluruz.

Yardım eden ve yardım edilenlerden olmak duası ile…

Zahide Keskin Sesleniş [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 41

Hesap Vakti Gelip Çatmıştır.

زئ اللهتهسي بهم مهدميي وف همانطغي ونهمعي

”Gerçekte Allah onlarla istihza (alay eder)de azgınlıklarında onlara fırsat verir, bu yüzden onlar bir müddet başıboş dola-şırlar.” (Bakara 15)

Tutuklanıp hapse atılan, Allahın hak da-vasını yüklenip, sadakatle çalışan, samimi-yetle, Rabbimizden gelecek zaferi bekleyen, çoluğunu çocuğunu Allaha emanet eden, vaadinden dönmeyen tüm Hizb-ut-Tahrirli gençlerin analarına, babalarına, bacılarına, kardeşlerine, hanımlarına, yetişmekte olan evlatlarına, yakınlarına, kolu-komşularına ve yolda ilerleyen her Müslüman’a bir ses-leniş:

Hesap vakti gelip çatmıştır. Duyulanlara, yapılanlara, söylenenlere ve yapılmayan her şeye tavır alma vakti gelmiştir. Her nefis şapkasını önüne koyup düşünmeye ve ar-dından eyleme geçmeye davet edile! Zaman aleyhte, amel lehtedir!

Türkiye Cumhuriyeti bu son tutuklama-larla çaresizliğini ve çöküşünü ilan etmiştir. Hükümet başa geçtiğinden beri şahsi didiş-meleri, taklit ettiği küfür kanun/konseptleri ve batı hizmetkârlığını yapa geldiği için bitap düşmüştür. Karın üstü yere düşmeleri an meselesidir. Hizb-ut-Tahrir onu yıldırmaya usandırmaya başlamıştır. Zira fikrin bittiği, tükendiği yerde çaresizlikten kaba kuvvet baş gösterir. Cunta, baskı, işkence, konuşan dilleri kesmek ve iftira bunun göstergelerin-dendir. Bu nedenle de Hizb-ut-Tahrir gençle-ri yargıca ”Islah edilemeyenler” kategorisin-de yer almaktadır. Koskoca devlet ne bu gençlerle, nede bu gençlerin taşıdığı fikirlerle bas edebilmektedir! Zaten:

الأرض في بمعجز فليس الله داعي يجب لا ومنسليو ن لهم هوناء دأولي لئكي أولال فبين ضم

”Allahın davetçisine uymayan kimse yeryüzünde Allah`i aciz bırakacak değildir. Kendisi için Allah`tan başka dostlar da bu-lunmaz. Đste onlar epecik bir sapıklık için-dedirler.” (Ahkâf 32)

Sizleri de dışarıda cezalandırmaya çalış-maktadırlar. Adeta şöyle demektedirler ”Her kim ki Hizb-ut Tahrir´e sempati duyarsa, onunla çalışırsa, çağrısına icabet ederse, fikirlerini benim-serse, akıbeti ayni olur. Görün, duyun ibret alın. Bizden korkun, cuntamıza uymayanları böyle ça-resizliğimizi sergileyerek de olsa, cezalandırırız. Ne Allah`tan korkarız, nede kuldan hayâ ederiz.” Ancak hakikat Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kavli üzeredir;

يضرهم ال الحق على ظاهرين أمتي من طائفة تزال النم متى خذلهي حأتي راهللا أم مهو كذلك

“Ümmetimden hak üzere zahir olan bir ta-ife daima var olacaktır. Kendilerini yardım-sız bırakanlar onlara hiçbir zarar veremeye-cektir. Ta ki onlar bu haldeyken Allah’ın em-ri gelinceye kadar.” (Süneni Đbn-i Mace)

Yaptıkları eylemler ve yapmaları gerekir-ken, fakat yapmadıkları da ortadadır. Hilafe-tin gümbür gümbür ayak sesleri, kapıları zor-layışı ortadadır.

دعو الله يننوا الذآم نكملوا ممعو اتالحالص قبلهم من الذين استخلف كما الأرض في ليستخلفنهم

وكننملي مله مينهي دى الذتضار مم لهلنهدبلين وم دعب همفنا خوي أمونندبعلا ي شركونئا بي ين شيمو كفر دعب

ذلك لئكفأو مه قونالفاس

“Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere kendilerinden öncekileri yeryü-zünde Halife kıldığı gibi onları da yeryü-zünde Halife kılacağını, onlar için razı ol-duğu dinlerini (Đslam’ı) yeryüzünde hâkim kılacağını, korkularını güvene çevireceğini vaat etti. Zira onlar yalnız Bana kulluk eder-

hesap vakti gelip çatmıştır…

köklüdeğişim ekim 2009 42

ler ve hiçbir şeyi Bana ortak koşmazlar. Bundan sonra her kim küfrederse, işte asıl fasık onlardır.” (Nur 55)

Zalimler ve Allahtan korkusu olmayan veya pek az olanlarda bunun farkındadırlar. Bu nedenle pusulaları iyice şaşırmıştır da, yönlerini belirlemekte zorluk çekmektedirler. Dillerinde Allah kelamı varken, amelleri bo-zuk ve cürüm içindedirler. Ümmeti yalanlar-la oyalayıp, oyları topladılar ve yine batıl ve yalanlarına, batının kanun ve nizamını takli-de devam ede geliyorlar. Bunların zulmüne cumhuriyet tarihinde kimseler ulaşamamış-tır. Zira bunlar iman kisvesi altında sizleri oyaladılar. Bunlar Allah`u Teâlâ’nın haram-larını bile bile helal, helallerini ise harama ha-li hazırda çevirmekle meşguldürler. Batının ”hürriyetlerini” bol keseden dağıtmayı görev bilen bu hükümet, “fikir hürriyeti” narasını kendileri gibi düşünmeyip, ”Allah’u Teâlâ’nın indirdikleri ile hükmedilmeli” diyen samimi Müslümanları cuntalarıyla, güç gösterisiyle hapse atanlardır.

Hani fikir hürriyeti? Bunların döneminde zina serbest bırakılmış, yasa yoluyla legalleş-tirilmiştir. Bunların döneminde bu ümmetin kız evlatları başörtüsü zulmüne son verilecek umuduyla AKP ye oy vermiş ancak, aldatıl-mıştır. Bunların… bunların… Liste uzar gi-derde, midenize bir yumruk yemiş misali ka-lakalırsınız.

أليم عذاب ولهم مرضا الله فزادهم مرض همقلوب في يكذبون كانوا بما

”Onların kalplerinde bir hastalık vardır. Allah da onların hastalığını çoğaltmıştır. Söylemekte oldukları yalanlar sebebiyle de onlar için elim bir azap vardır” (Bakara 10)

Sizlere gelince;

Ellerinizde olan en güçlü silahı kullanma zamanı gelmiştir. O silah öyle bir şeydir ki ne zalimin zulmü, ne de cahilin cürümü onunla baş edebilir. O silah Müslüman’a namlunun ucunda cenneti, parmaklarının ucunda ona götüren salih ameli, kabzasında ise akidesini

hissettirir. Öyle bir akide ki içinde insana da-ir bütün korkuları, korku duyulamaya hak-kıyla layık olan mercie, Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya yöneltmiş, insanin yükünü adeta ha-fifletmiştir. Đman edilmesi gereken konular-dan olan rızık endişesini Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ rızkın sahibi olarak, kullarına mutlak ulaştırıcı olduğunu belirt-miş, ölüm korkusunu ise O’na iman edenle-rin kavuşacağının fikriyle müjdelemiş ve özellikle sevdiklerinden bela ve musibeti ek-sik etmeyeceğini, genel olarak da her Müs-lüman’ı sınayacağını kılavuz olan Yüce Ki-tapta belirtmiştir. Bunlarla birlikte Rabbimiz Subhanehu ve Teâlâ vakar ve şerefle O’nun emir ve buyrukları ile dünya yolunda ilerler-ken, şu ayet üzere olması gerektiğini de ifa-delendirmiştir:

ومن أنا بصيرة على الله إلى أدعو سبيلي هذه لق المشركين من أنا وما الله وسبحان اتبعني

“De ki: Đşte bu Benim yolumdur. Ben Al-lah`a çağırıyorum, Ben ve Bana uyanlar ay-dınlık bir yol üzerindeyiz. Allah’ı ortaklar-dan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlar-dan değilim.” (Yusuf 108)

Kendisinin dinini yüceltmek için çalışmayı emretmiş, bu yolda çabalarken başa gelecek olan bela ve musibetlere karşı sabretmeyi, her şeye rağmen sebat ile ilerlemeyi bildir-miş, bütün bunların karşılığında ise Firdevs’i ala cennetini vaad etmiştir. Gençler yılma-dan, bıkmadan bütün bunların bilincinde ha-reket ettikleri için, her bela ile karsılaştıkla-rında bir öncekinden daha fazla azim ve coş-ku ile çalışmaktadırlar.

Tarihte, Mekke döneminde yaşananlar daha da azgınlığı ile bugünün versiyonu ile devam etmektedir. O dönemde müşrikler Al-lah’ın (Subhanehu ve Teâlâ) nurunu sön-dürme uğruna iman edip, dini hâkim kılmak için çalışanlara nasıl zulüm ve işkence uygu-luyorlardıysa, bugünün müşrikleri, kâfirleri, zalimleri de dünyanın her tarafında Hizb-ut Tahrir`in gençlerini susturmaya yıldırmaya

hesap vakti gelip çatmıştır…

köklüdeğişim ekim 2009 43

çalışmaktadırlar. Đnsan fıtratı buya değişme-diğinden Firavunlar, Ebu Cehiller ve Velid bin Mugireler sadece suret değiştirip, olabil-diğince daha da azılı bir şekilde dine ve onun mensuplarına saldırma acziyetini göstermeye devam etmektedirler.

يستعجل ماذا نهارا أو بياتا عذابه أتاكم إن أرأيتم قلنهم ونرمجالم

”De ki: Ne dersiniz? Allah’ın azabı size geceleyin veya gündüzün gelse ne yaparsı-nız? Suçlular ondan hangisini istemekte acele ediyor?” (Yunus 50)

Hizb-ut Tahrir`in gayesi, çalışma metodu, arşivlenmiş onlarca yıllık siyasi beyanları ve analizleri, gençlerinin gücü ve azmi, onları takip edenlerce açık ve ortadadır. Dolayısıyla bütçe hesapları açık çıkanlar ortadadır. Bu ümmetin hafızası geniştir, güçlüdür. Yapılan-lar, yaşatılanlar unutulmayacak ve bir gün muhakkak hesabi sorulacaktır. Şu anda ya-pılması icap edenler ise bellidir.

Kadın olsun erkek olsun, genç veya yaşlı olsun herkes akidesinin icabına bakmalı, ümmetçe bu küfür sistemine yeter demeli, Allah’ın (Subhanehu ve Teâlâ) indirdikleriyle hükmedilmek üzere Đslam devletini kurmak için çalışmalı ve tağutu tepe üstü düşürmeli.

زاهق هو فإذا فيدمغه اطلالب على بالحق نقذف بل

”Bilakis biz, hakkı batılın tepesine bin-diririz de o,batılın işini bitirir. Bir de bakar-sınız ki, batıl yok olup gitmiştir.” (Enbiya 18)

Hep beraberce onların sonlarının geldiği günü iple çeker ve beklerken diğer yandan Allah’u Teâlâ’nın vaadi olan, ĐnşaAllah pek yakında kurulacak olan Hilafetin bu aşama-sında çalışanlardan olma şerefine sizlerin de nail olması söz konusu. Zira mutlak zaferin müjdesi bütün Müslümanlara söyle verilmiş-tir:

مؤمنين كنتم إن األعلون وأنتم تحزنوا وال تهنوا وال

”Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer iman ettiyseniz, üstün gelecek olan sizsiniz”. (Ali Đmran 139)

Tûba Sivren Sesleniş [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 44

Bugünün Kadınlarına. Dünden Bugüne Aydın Kadın.

Toplumun dinamiklerinden biridir kadın,

en önemli görevi de bataklıkta (kapitalizmin

demokrasisi altında) gül kalmak ve gül yetiş-

tirmek zorunda oluşudur. Bu zorunluluğu

yerine getirirken yine yanında en büyük yar-

dımcı olarak Đslam’ı ve Đslam’ın konuyla ilgili

hitabını bulacaktır.

Đslam, kişinin kendisi ile kişinin Allah ile

kişinin insanlar ile ilişkisini düzenlemektedir.

Kişi kendisinde bu ölçüyü oluştururken sa-

habeden yararlanabilir. Kadın olarak bizlerde

Rasulün hanımlarını örnek alabiliriz. Đşte

bunlardan biri olan Aişe validemiz;

Aişe validemiz Rasulullah’ın yanında ye-

tişmiş ve kendisini ilmen ilerletmiştir. Bazı

âlimler onunla ilgili olarak şunları dile getir-

miştir; Ebû Musa el-Es'ârî: "Bizler, müşkül bir

mesele ile karsılaştığımızda gider Hz. Âişe’ye

sorardık."

AbdurRahman b. Avf'ın oğlu Ebû Seleme;

“Rasulullah’ın Sünnetini Âişe’den (r.a) daha

iyi bilen; dinde derinleşmiş, Ayet-i Keri-

me’lere bu derece vâkıf ve sebebi nüzulleri

bilen, ferâiz ilminde mahir bir kimseyi gör-

medim."

Đmam Zührî; "Eğer zamanının bütün âlim-

lerinin ve Rasulullah’ın diğer zevcelerinin

ilmi bir araya toplansa, Âişe’nin (r.a.) ilmi yi-

ne daha ağır basardı"

Aişe validemizi örnek almalı ve kendimizi

geliştirmeliyiz. Đslam’ın üzerimize yüklediği

ilmi doğru kaynaklardan öğrenmeliyiz. Çün-

kü rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

��� ا���� �� ا���ا���ن �������ن ����ن وا��� أ$#ل �!

ا�#�آ!ة وا��.�ن ا�-�,ة وا�*��� ()�& �� أ$#ل و�! إ��&

��ن���.��� أو5�& ا34� وا���م �!�0� وا�� ا�89� أ7�ا �

“Fakat onlardan ilimde derinleşmiş olan-

lara, sana indirilen Kitap'a ve senden önce

indirilen Kitap'a inanan müminlere, namaz

kılanlara, zekât verenlere, Allah'a ve Ahiret

gününe inananlara, elbette büyük ecir vere-

ceğiz.” (Nisa 162)

Ve Hatice Validemiz; Hatice validemiz ise

sosyal yönünün yanında eşini tam bir destek

ile destekleyerek (öyle ki öldüğünde

Rasulullah Aleyhi’s Selam onun olmadığı yı-

la hüzün yılı diyor) müjdelenen bir hanım,

Hatice validemiz Rasulullah (Sallallahu

Aleyhi ve Sellem)‘e Nebiliğinden evvel son

derece saygı gösterip onu mutlu ettiği gibi,

Nebiliği dö-neminde de, O’na ilk inanan,

onunla beraber namaz kılıp ona ilk cemaat

olan kişi vasfını kazandı. Daima Muhammed

Aleyhi’s Selama destek oldu, O’na moral

verdi, son derece güzel davranış ve sözleri ile

O’nun başarılarına katkıda bulunmaya ça-

lışmıştı. Buradan biz kadınlar ilmi anlamda

yapamadıklarımız varsa yapacağımızın ne

olduğunu anlayabiliriz. Konuyla ilgili Rab-

bimiz şöyle buyurmaktadır;

��ا ا��; � أ :�! !��� � ا�� �9�< (!ل آ! ا���0 أ$-!ر آ�$�ا >

ا���0 أ$-!ر $@� ا�@�ار :�ن (!ل ا���0 إ�< أ$-!ري �� ��@�ار ?��

bugünün kadınlarına…

köklüdeğişim ekim 2009 45

B��C� EFG!�H �?� ��� I�G�ت إ��اFوآ EFG!�H !$K� L� � ;ا ا�����<

O!ه� � N)@�اK9 L�و?ه� 9�<

“Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları

olun. Nitekim Meryem oğlu Đsa havarilere:

Allah'a (giden yolda) benim yardımcılarım

kimdir? demişti. Havariler de: Allah (yolu-

nun) yardımcıları biziz, demişlerdi. Đsrail

oğullarından bir zümre inanmış, bir zümre

de inkâr etmişti. Nihayet biz inananları

düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üs-

tün geldiler.” (Saf 14)

ا���0 ر�:�! *���ا أن إ��! Q� RS��� د !ره� �� أ�7�3ا ا��; �

�V�� X�(� B�� ا���!س ا���0 دT� و���!?K��� T� و�N T��ا

�� ا���0 و���-�ن� آ��Yا ا���0 ا�� ���! ;آ� و��!K7 وN��ات

Z�-� 9# # �*�ي] ا���0 إن�

“Onlar, başka değil, sırf "Rabbimiz Al-

lah'tır" dedikleri için haksız yere yurtların-

dan çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah, bir

kısım insanları (kötülüklerini) diğer bir

kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak su-

rette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan

manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler

yıkılır giderdi. Allah, kendisine (kendi di-

nine) yardım edenlere muhakkak surette

yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür,

galiptir.” (Hac 40)

Ve yine başka başka yönleriyle Sevde va-

lidemiz şöyle ki;

Sevde validemiz alçakgönüllülüğü, eli

açıklığı, bol sadaka dağıtmasıyla tanınırdı.

Kendisine gelen bütün hediyeleri fakirlere

verir, onların sevinmesinden çok zevk du-

yardı. Uhud savaşına katılarak, oradaki bir-

çok Müslüman’ın yarasını sarmış, onlara su

taşıyarak çok büyük hizmetler etmişti. Sevde

validemiz, Rasulullah’a karşı çok itaatkâr idi.

Ona karşı edep ve terbiyesinde hiç kusur et-

mez, emirlerini titizlikle yerine getirirdi. Her

yerde O’nunla beraber olmayı ve O’na hiz-

metle şereflenmeyi canla başla isterdi.

Yine Zeynep binti Cahs (r.anhâ) valide-

miz; En bâriz vasıflarından biri cömertliği idi.

O, dünya malına önem vermezdi. Kendi el

emeği ile geçinirdi. Dikiş ve el isi yapardı.

Deri tabaklar onları diker ve deri eşyalar üre-

tip satardı. Elde ettiği kazancı Allah yolunda

fakir ve yoksullara dağıtırdı. Ömrü boyunca

sahavet üzere yasadı. Đnfak etmek onun için

büyük bir zevkti. Âişe (r.anha) onun cömert-

liği hakkında söyle der;

"Ben, dini yaşama konusunda Zeynep’ten

daha hayırlı, ondan daha çok Allah’tan kor-

kan, ondan daha doğru sözlü, akraba hakkini

ondan daha çok gözeten, Allah’ın rızasını ka-

zanabilmek için fakirlere ondan daha çok sa-

daka veren bir kadın görmedim.” Bu iki ör-

nekten de şunu anlayabiliriz maddi gücü

olan yada el emeği ile para kazanabilecek

olan bayanların emeklerini ve paralarını Đs-

lam ve Đslami dava uğruna kullanması…

Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır;

أ7�ه� ���� وE�$,9 ��\ا وا����!ر �!���I� أ��ا��� �F*�ن ا��; �

K� @#$�ن ه� و[ 9���� 3�ف و[ ر�?�� 9

“Mallarını gece gündüz, gizli ve açık Al-

lah yolunda verenlerin ödülü Rableri ya-

nındadır. Onlara korku yoktur ve onlar

üzülmeyeceklerdir.” (el-Bakara 274)

Ve bir başka örnek Hafsa validemiz;

Hafsa (r.anhâ) annemiz ibadete düşkündü.

Çok namaz kılar, çokça nâfile oruç tutardı.

Onun hayati da diğer annelerimiz gibi fakir-

lik içinde geçti. Yatak olarak kullandığı bir

bugünün kadınlarına…

köklüdeğişim ekim 2009 46

şiltesi vardı. Yazın onu altına sererdi. Kışın

da bir tarafını altına serip, bir tarafını da üze-

rine örterdi. Çoğu zaman yemek için ekmek

bulamazdı. Buna rağmen şikâyetçi olmadı.

Hep haline şükretti. Buda ekonomik anlamda

yapamayacaklarımız varsa bedeni Allah yo-

lunda harcamak örnek şahsiyet örnek davetçi

olma yolunda yararlanacağımız bir hanım

sahabe.

Ve daha nice örnekleriyle sahabe kadınları

günümüze ışık tutmaktadır en büyük özellik-

leri Ahiret karşılığı dünyalarından vazgeçmiş

olup,

رز(�!ه� ��! وأ$F*�ا ا�-��!ة وأ(!��ا ا���0 آ_!ب _��ن ا��; � إن�

.)�ر ��� .b!رة �7�ن وE�$!�9 ��\ا

“Allah'ın kitabını okuyan, namazı kılan

ve kendilerine verdiğimiz rızıktan gizli ve

açık olarak verenler, kesinlikle batma ihti-

mali olmayan bir ticaret umarlar.” (Fatır 29)

ayeti ile muhatap olmalarıdır.

Kazançlı bir ticaret yapmış olmalarıdır.

Bugünün karanlığını aydınlatacak olan

Raşid-i Hilafeti beklerken ve onun için çalı-

şırken üzerimizde ayetleri taşıyarak onu güç-

lü karşılamalı ve aynı güçle yola devam et-

meliyiz. Bugünün Müslüman kadını o günün

aydın kadını olan bu hanım sahabelerden ör-

nek alarak bu günün aydın kadını olabilirler.

Böylece güçlenebilirler, Şartlarına göre ilmen

kendini geliştirebilir, geliştiremiyorsa deği-

şim için yola koyulmuş eşine destek olabilir

yeteneği varsa dava yolunda harcamak üzere

iş yapıp değişime ekonomik katkıda buluna-

bilir, ibadetlerini artırarak Rabbine yaklaş-

maya çalışırsa ne dedikodulara ortak olur ne

gelin kaynana davası yaşar nede sorun olan

herhangi başka bir şey… Dünyada da

Ahiretde de kazananlardan olur inşAllah.

Bugünün Aydını olmak ve aydınlatmak

duası ile…

Can Sezgin okuyucudan gelen [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 47

Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Yüzü

Gün 3. Ay Mart. Sene 1924. Yani bu-günkü adıyla Türkiye Cumhuriyeti olan Müslümanların Halifesinin bulunduğu coğrafyada Halifeliğin kaldırılıp laikliğin ilan edildiği gündür 03-Mart-1924.

Halife, Allahın indirdikleriyle yani Ku-ran ve Sünnetle hükmetmek üzere, Müs-lümanlar tarafından dinlemek ve itaat etmek üzere biat yoluyla seçilmiş olan güç otoritedir.

Laiklik ise, Dinin yani Allah’u Te-âlâ’nın Devlete, topluma ve hayata asla karışmamasıdır. Daha açık bir ifadeyle; “Allah gökten yağmur yağdırsın güneşi do-ğurup batırsın ama yeryüzündeki biz insan-ların işlerine karışmasın” (Đşte bu tarif ger-çek olan tariftir. Bazılarının dediği gibi laiklik dinin koruma altına alınması de-ğildir. Çünkü din Allahtan gelendir ve korunmaya ihtiyacı yoktur bilakis insanın dini anlamaya ve yaşamaya ihtiyacı var-dır.)

Hâlbuki Allah’u Teâlâ şöyle buyuru-yor:

ومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الكافرون...…ونالظالم مه لئكفأو ل اللها أنزكم بمحي ن لممو…

نومن لم يحكم بما أنزل الله فأولئك هم الفاسقو”Kim Allah’ın indirdiği (hükümler)

ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin-zalimlerin-fasıkların ta kendileridir.” (Maide - 44-45-47)

Şimdi Türkiye Cumhuriyetinin kuru-luşundan günümüze kadar ki yapmış ol-duklarını kronolojik olarak hatırlarsak:

- (1920-1927) Đstiklal Mahkemeleri (Diğer bir adı ise Müslüman katliamı):

Đstiklal Mahkemelerinin yargıladığı in-san sayısı 60 bini buldu. 3 bini idam, 2 bi-ni kalebentlik ve kürek cezalarına çarptı-rıldı, 10 bin kadarı beraat etti, 50 bin civa-rında insan da para ve hapis cezalarına çarptırıldı. Đdam edilenlerin sayısının 15 bin olduğu da iddia ediliyor. Mahkeme-lerin çalışmalarına ait dosyalar daha son-ra kayıplara karıştı.

Đstiklal Mahkemelerinin katlettiği bü-yük insanlardan biri de Đskilipli Atıf Ho-ca'ydı. “Frenk Mukallitliği” adlı kitabın-da batılılaşmayı eleştiren Atıf Hoca kita-bını yazdıktan tam 1,5 sene sonra çıkarı-lan ‘Şapka Kanunu'na muhalefetten do-layı bir kısım arkadaşlarıyla birlikte 26 Aralık 1925'te evinden alınarak Ankara'-ya gönderildi. 26 Ocak 1926 Salı Günü, Đs-tiklal Mahkemesi'ne sevk edilerek yargı-lanan ve 3 Şubat 1926 tarihinde “idamı-na” karar verilen Đskilipli Atıf Hoca, 4 Şubat 1926 tarihinde sabah namazını eda-sını müteakip infaz edilerek şehit edildi.

-Ezanın Türkçe olarak okunması (Di-ğer bir adı ise Đslam’ın değerlerini yok etme):

Türkiye'de 18 Temmuz 1932'den 16 Haziran 1950'ye kadar tam 18 yıl boyunca Ezan Türkçe olarak okundu. Hâlbuki ezan Allah-u Teâlâ’nın emri olan nama-zın çağrısı.

-27-Mayıs-1960 Darbesi (Menderes, Polatkan, Zorlu) (Diğer bir adı ise Baş-bakanını dahi asan zorba cumhuriyet re-jimi)

On yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes ile Dışişleri Bakanı Fatih Rüştü

T.C.’nin gerçek yüzü…

köklüdeğişim ekim 2009 48

Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan 16 ve 17 Eylül 1961'de idam edildiler.

-12 Mart 1971 Darbesi

-12-Eylül-1980 Darbesi

-28 Şubat-1997 Darbesi

Son dönemlerde post modern darbe olarak anılan ya da dönemin genelkur-may başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu tarafın-dan “Đrtica ile mücadelemiz yüzyılda sürse sonsuza dek de sürse devam edecektir.” dedi-ği 28-Şubat-1997 tarihinde alınan 18 maddelik kararlardan bazıları şunlardır:

Millî Güvenlik Kurulu'nun 28 Şubat 1997 tarih ve 406 Sayılı Kararına Ek-A (re-jim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler)

1-Anayasamızda cumhuriyetin temel ni-telikleri arasında yer alan ve yine anaya-sanın 4'üncü maddesi ile teminat altına alınan laiklik ilkesi büyük bir titizlik ve hassasiyetle korunmalı, bunun korunma-sı için mevcut yasalar hiçbir ayrım gö-zetmeksizin uygulanmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

-Đrticai faaliyetleri nedeniyle Yüksek Askerî Şûra kararları ile Türk Silahlı Kuvvetleri'nden (TSK) ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK'yi dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.

2-Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar, devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Millî Eğitim Bakanlığı'na devri sağlanmalıdır.

3-Genç nesillerin körpe dimağlarının öncelikle cumhuriyet, Atatürk, vatan ve millet sevgisi, Türk milletini çağdaş uy-garlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşit-li mihrakların etkisinden korunması ba-kımından:

a-8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı.

b-Temel eğitimi almış çocukların, aile-lerinin isteğine bağlı olarak, devam ede-bileceği Kuran kurslarının Millî Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

8-Đrticai faaliyetleri, disiplinsizlikleri veya yasadışı örgütlerle irtibatları nede-niyle TSK’ dan ilişkileri kesilen persone-lin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkan ve-rilmemelidir.

9-TSK’ ya aşırı dinci kesimden sızma-ları önlemek için mevcut mevzuat çerçe-vesinde alınan tedbirler; diğer kamu ku-rum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasi-nin her kademesinde ve yargı kuruluşla-rında da uygulanmalıdır.

-1980lerde başlayan Kürt sorunu, PKK’nın ortaya çıkması, Türk-Kürt ça-tışması.

Yüz yıllarca bir arada aynı topraklarda yaşamış olan insanların sadece ve sadece Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesini gerçekleştirebilmek için Kürt Müslüman kardeşlerimizi örgütleyerek yıllarca sü-ren ve hala devam etmekte olan kardeşi kardeşe kırdırma oyunu.

Bunun Amerika’nın ve Avrupa’nın oyunu olduğunun çok açık delilleri ise;

T.C.’nin gerçek yüzü…

köklüdeğişim ekim 2009 49

1-Tüm PKK bürolarının Almanya, Fransa, Đtalya, Yunanistan. Avusturya, Danimarka, Đsveç… gibi Avrupa ülkele-rinde olması. Buna şu da eklenebilir Roj TV’nin Danimarka’dan yayın yapması.

2-1 Ekim 1998 tarihinden Abdullah Öcalan'ın Kenya'dan Türkiye'ye getirildi-ği 16 Şubat 1999'a kadarki sürece bakar-sak; Suriye’den Rusya’ya, oradan Yuna-nistan’a, sonra Đtalya’ya geçiyor, son ola-rak ise Kenya Yunanistan Büyükelçili-ğinden Amerika’nın emri ile Türkiye’ye teslim ediliyor.

Abdullah Öcalan'ın ele geçme öyküsü-nü yıllar sonra değerlendiren Bülent Ece-vit ise şunu söylüyor, "Amerikalılar onu bi-ze neden teslim ettiler hala anlamış değilim".

Ey Türkiye’de yaşayan Müslümanlar yukarıda kısaca değinmiş olduğum nok-talar Türkiye Cumhuriyetinin sadece bazı yapmış oldukları. Birde şu yapmış olduk-larına bakarsak Cumhuriyetin gerçek yü-zünü biraz daha görürüz.

Zina Evleri: Bugün her şehirde Türki-ye Cumhuriyetinin vergisini aldığı ve Ayşe’lerin, Fatma’ların maalesef Mu-hammed’lere, Ali’lere pazarlandığı genel evler.

Đçki Bataklığı: Türkiye Cumhuriyeti-nin medarı iftarı rakıların üretildiği Tekel kurumu Devlet eliyle açılmış. (Bir de Đs-lam’la dalga geçercesine bazı yerlerde “Đçki bütün kötülüklerin anasıdır” yazılmış.)

Faiz Zulmü: Türkiye Cumhuriyetinin Allah’u Teâlâ’ ya açmış olduğu savaşlar-dan biriside faiz.

Başörtüsü zulmü: Allah’ın kesinlikle emrettiği tesettürü toplumsal yaşamın birçok alanında giyilmesini yasaklayan bir Türkiye Cumhuriyeti…

Soru: Türkiye Cumhuriyeti, Allah’u Teâlâ’ya böylesine savaş açmış iken hay-ret vericidir ki ezanlar beş vakitte okunu-yor, nasıl oluyor da Ramazan bayramını ve Kurban bayramını resmi tatil ilan edi-yor?

Bunun cevabı ise; çok basit bunlar Müslümanların gözlerini boyamak ve Al-lah’u Teâlâ’nın dinini yani Đslam’ı sadece ve sadece ibadetlere ve Bayram günlerine has kılmak için yapılan düzenlemelerdir.

Ey Müslümanlar, bu Türkiye Cumhu-riyeti Allah’ın indirdikleriyle hükmetmi-yor aksine Amerika’nın ve Avrupa’nın güdümüyle hükmediyor.

Tüm yapılan yasalar Avrupa birliği uyum yasaları çerçevesinde çıkartılıyor. Medeni Hukuk - Aile Hukuku - Miras Hukuku - Ceza Hukuku... vs.

NATO üyeliği çerçevesinde Ameri-ka’nın emri dışında hiç bir askeri harekât yapamıyor. Sadece Cumhuriyet bayramı gibi bayramlarında ve askeri tatbikatlar-da uçak uçurup silah kullanabiliyor.

IMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarsa, Türkiye Cumhuriyetinin işçi, memur ma-aşından ekmek fiyatına kadar her şeyini kontrol ediyor.

Ey Müslümanlar, bunlar Türkiye Cumhuriyetinin hakikatlerinden sadece bazıları. Eğer ki siz namazınızda, orucu-nuzda, haccınızda olduğu gibi Rabbinizin emirleri ve yasakları ile yaşamak istiyor-sanız, Kula kulluk değil de Allah’u Teâ-lâ’ya kulluk etmek istiyorsanız bunun nasıl yapılacağını Rabbimiz detaylı ola-rak Kur’an ve Sünnet’te göstermiş.

Ey Müslümanlar, bu dünya hayatı ge-lip geçici bir hayat, ebedi hayat ise ahiret hayatı. Akıllı bir Müslüman, akıllı bir in-

T.C.’nin gerçek yüzü…

köklüdeğişim ekim 2009 50

san üç günlük dünya hayatı için tüm ahiretini feda etmez.

Ey Müslümanlar, bu durumumuzdan kurtuluşun tek yolu ise Allah’ın indirdik-leriyle hükmeden, Müslümanları tek bir çatı altında birleştirecek olan bir Đslam Devletidir. Asla ve asla Amerika ve Av-rupa güdümlü Türkiye Cumhuriyet’i de-ğildir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

مونهبحادا يأند ون اللهن دذ متخن يالناس م نموينى الذري لوو ا للهبح نوا أشدآم ينالذو الله بوا كحظلم

إذ يرون العذاب أن القوة لله جميعا وأن الله شديد العذاب ذابا العأوروا وعاتب ينالذ نوا ماتبع ينأ الذرإذ تب

ابباألس ت بهمتقطعو وا لوعاتب ينقال الذة ولنا كر أن مالهمأع الله ريهمي نا كذلكؤوا مرا تبكم منهأ مرفنتب

حسرات عليهم وما هم بخارجين من النار

“Đnsanlar arasında Allah'a çeşitli eşler koşanlar ve bu koştukları eşleri Allah'ı sever gibi sevenler vardır. Oysa mümin-ler en çok Allah'ı severler. Zulmedenler, azabı gördükleri zaman bütün kuvvetin Allah'ta olduğunu ve Allah'ın azabının ağır olduğunu anlayacaklarını keşke şimdiden bilselerdi! Đşte uyulanlar (li-derler), kendilerine uyanlardan uzakla-şıverdi-ler, azabı gördüler ve araların-daki bütün bağlar kesildi. Uyanlar o zaman ‘Keşke bir daha dünyaya geri dö-nebil-seydik de şimdi onlar bizden nasıl uzak-laştılar ise bizde onlardan öyle uzak dursaydık’ derler. Böylece Allah, onlara bütün yaptıklarını hayıflanmalar biçiminde gösterir. Onlar Cehennemden çıkamayacaklardır.” (Bakara 165-166-167)

Hakan Bolat okuyucudan gelen [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 51

Müslümanların Doğru Bir Kitleleşmeyi Oluşturamamasının Nedeni.

Fikri Zehirlenme*!

Bugün Müslümanların hayat hakkındaki siyasetlerini belirleyen siyasi partilere baktı-ğımızda genelde Đslami ümmeti, özelde ise bulundukları beldelerde toplumlarını sahih bir kalkınmaya götürecek kitleleşme hareket-lerini başlatamadıklarına şahit olmaktayız. 19. yüzyılın başlarından buyana siyasi parti-lerin yapıları (fikir-metod-fert ve bağları) in-celediğinde, vakıaya ilişkin naslar araştırıldı-ğında şu bir hakikattir ki, söz konusu partile-rin-kitlelerin bugünde buna dahil olmak üze-re kalkınmanın esası olan Fikri Kalkınmayı atladıklarını, bu esasın yerine maddi kal-kınmayı ya da ahlaki-insani kalkınmaları esas aldıkları ve bundan dolayı sahih bir kalkınmayı hem kitlelerinde hem de top-lumlarında oluşturamadıklarını, hayata ba-kış açılarımızda, çözümlere gidiş yolumuz-da, amellerimizin çelişmesinde ve teslimi-yetimizden fark etmekteyiz. Maalesef ki bir toplumu kalkındırmanın Fikri kalkınma ol-ması hakikatini atlayan güç ehillerimiz (lider-leri-kanaat önderleri-aydınlar vs.) bu işin en önemli unsuru olan siyasi parti oluşturma işinde de gaflete düştükleri aşikârdır. Yine bugünde siyasi partilerin, Müslümanları güdebilmek için hınca-hınç oy kapma doğ-rultusunda, hizmet- yoksulluk, zenginlik, adalet, eşitlik, bağımsızlık, zulüm, milliyet-çilik, inanç politikaları ile kitleştiklerini ve Müslümanları esas gayesinden (Allah’u Te-âlâ’nın rızasından) saptırıldıklarını gör-mekteyiz.

Đşte bu minvalden yola çıkarak Allah’u Teâlâ'nın;

ينالذ خرجلي ناتيبم الله اتآي كمليتلو عولا يسر آمنوا وعملوا الصالحات من الظلمات إلى النور

"Đman edip salih amel işleyenleri, karan-lıklardan aydınlığa çıkarmak (kalkındır-mak) için size Allah'ın apaçık ayetlerini okuyan bir Rasul göndermiştir." (Talak 11) em-rine binaen, insanoğlunu kalkındırma işini Đs-lam ümmetine vazife kıldığını;

اسكنتم خير أمة أخرجت للن

"Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz" (Al-i Đmran 110) emri ilahisiyle asli vazifesinin bu olduğunu aklen anlamaktayız. Bugün ise Đslam ümmetinin bu vazifesini ya-pamıyor olmasının en önemli sebebi; kafir batı devletlerinin Müslümanların araların-da onları kalkındırmak adı altında dolaşan sözde partilerin-kitlelerin Müslümanların temiz-pak fikirlerini zehirlemesidir. Bu sözde partilerin-kitlelerin sahih kalkınmayı oluşturamamaları ve sahih kitleleşmeyi başa-ramamanın nedenini olan fikri zehirlenmeyi zihinlerimizde belirginleştirmek istedim. Ki nelerle mücadele etmemiz gerektiğini bir kez daha hatırlayalım. ĐnşaAllah.

Đslam'ın hayat nizamını ortadan kaldıran Kafir Batı, onun tekrar hayata hakim kılın-masını engellemek için Müslümanların şah-siyetlerindeki Đslami kültüre hücum ettiği gi-bi kendi bozuk fikirlerini, metotlarını yerleş-tirmeyi de ihmal etmedi. Dini siyaseten uzak tutma (dini hayat nizamından ayırma) bakışı ile Müslümanları kalkındırmaya ça-lışan kitlelerde, partilerde, hareketlerde özellikle şu kaideleri, görüşleri, mefhumları kullanarak; zaruretler haramları mubah kılar, adet muhakkemdir, kötünün iyisi, zamanların de-

doğru bir kitleleşme…

köklüdeğişim ekim 2009 52

ğişmesiyle hükümlerin değişmesi inkar edilemez, nerede olursanız Allah'ın rızası oradadır, akitler-de aslolan maksatlar ve manalardır, lafızlar ve bi-nalar değil, bizden öncekilerin şeriatı nesih olma-dığı sürece bizim için de şeriattır, Đslam'a muhalif olmayan Đslam'dandır, vatan herkesin din Allah-'ındır" ve görüşlerle; "demokrasi şuradır, cihad savunmadır, kalemledir vs. din ahlaktır" ve top-lumsal hayat hakkındaki genel mefhumlarla; yoksulluk-zenginlik-adalet-eşitlik-bağımsızlı-zulüm-inanç ve benzerleri ile Müslümanla-rın samimi duygularını kitleleşmeleri yö-nünde ifsada uğrattılar.

Yine Đslâmi atmosferi batı fikirleri ile ka-rıştırıp Müslümanların hedeflerini, gayelerini zihinlerde mistik hale getirerek ona ulaşmak için her yolu mubah saymaya yarayacak ba-kış açısını da eklediler. Hayatın her sahasın-da Müslümanların fikirlerini anarşiye veya demokrasiye sürükleyip tabii uyanıklık ek-senlerini kaybettirip yerine Đslam akidesi-nin (hayat nizamının) kabul etmediği va-tancılık, milliyetçilik, özgürlük, sosyalizm vs. görüşleri toplumsal hayata bina ederek Müslümanların çözümlerini de söz konusu bozuk fikirlerden almalarını sağladılar.

Ve maalesef her yeni uyanışın tezat ve karışık bir harekete dönmesine sebep oldu-lar ki bu durum sönme, ümitsizlik ve tesli-miyetle sonuçlanan boynu kesilmiş bir hayvanın durumu gibi dün de bugün de karşımızda debelenmektedir.

Kâfirler, Batı düşüncesini ve metodunu (hayat nizamına insanın egemen olması ve devletin Đslam'dan ayrılması) yayarken öne çıkardıkları şahsiyetleri nasıl birer ilham ve başvuru kaynağı olarak lanse etmişlerse, si-yaset alanında da aynı yöntemi kullanarak, özellikle menfaat düşkünü siyasetçilerin gö-züne kendilerini birer destekçi ve yardımcı olarak takdim etmişlerdir. Đşte o siyasetçiler için yabancılardan yardım almak artık onlar

için yüksek ideal haline geldi. Yabancı kültü-rün siyasiler ve kültürlülerde egemen olma-sıyla doğal olarak yardım istenecek yer Batılı-lar (ABD, AB, IMF, NATO) oldu.

Yine Đngilizler Filistinlilere; Fransızlar Lübnanlılara-Cezayirlilere; Amerikalılar Su-danlılara, Türkiye'ye yardım ettiler. Bu belde-lerdeki halklar tüm çözümlerin Batı desteği olduğunu görünce artık yardım alınacak ye-rin Batılılar olduğunu gördüler. Kafir devlete dayanmayı meşrulaştırmanın, iyi niyetle olsa dahi bir yabancı zehirleme olduğu ve ümme-te karşı işlenilmiş bir ihanet olduğunu anla-mayan, kafir devletlerden yardım dilenmeyi meşrulaştıran akıllar ortaya çıktı. Bu kişiler maalesef, Đslami daveti ümmetin sahih ev-latları dışında başkalarına bağlamanın, si-yasi bir intihar olduğunu kavrayamadılar. Ve birçok kitleleşme hareketlerinde bilinçsiz-ce yabancılardan yardım istenilmesinin sebe-bi bundan başka ne olabilir ki?

Đslami daveti batı fikirlerine endeksleye-rek, Müslümanların kalkınma meselesini Batılıların eline verilmesiyle kendi zelillik-lerini hazırladılar. Örnek; FKÖ'nün ABD'den yardım istemesi gibi. IMF siyasetinin Müs-lümanların iktisat nizamını belirlemesi, NA-TO'nun Đslam beldelerine güvenlik adı altın-da konuşlandırılması gibi. Oysaki Đslam, Müslümanların sorunlarının çözümünde kendi çıkarlarını gözeterek soruna çözüm arar yani asla kendi çıkarlarıyla çatışmaya-cak şekilde çözer. Yani Şer'iatın onlar için ortaya koyduğu menfaate göre çözer.

Bu açıdan, kâfir devletlere dayandırılmış ve bunu destekleyen fikirler ile zehirlenmiş herhangi bir kitleleşmenin, Đslami hayatı tekrar başlatıp Müslümanları kalkındırma-yı başarma imkânı hiç olmamıştır ve yok-tur. Sömürgecilik metoduna dayanan kâfir devletlerin zehirli fikirleri, toplumu vatancı-lık, milliyetçilik, özgürlük ve sosyalist fikir-

doğru bir kitleleşme…

köklüdeğişim ekim 2009 53

lerle olduğu gibi dar bölgecilikle de zehirle-yip onu geçici bir çalışma alanı haline getirdi. Đslâm memleketlerinde yaşayan halkın tek bir ümmet olmasına, Đslâm nizamının çık-mış olduğu Đslâm akidesinin bu insanları birbiriyle bağlayan tek bağın olmasına ve Đslam kardeşliğin olmasına rağmen, kâfirin zehirli batıl fikirleri çerçevesinde medeni, milli ve dil farklılıklarının bulunmasını ile-ri sürerek Đslâm memleketlerinin birleşerek tekrar bir Đslâm Devleti'nin kurulmasının mümkün olmadığı zehrini akıttılar. Ayrıca; "iste ve al, ezilen halkımızın temsilcisiyiz, millet bütün kuvvetlerin kaynağıdır, hâkimiyet mille-tindir" gibi yanlış siyasi fikirlerle de toplumu zehirlediler. "Din Allah'ın vatan herkesindir, bizi elem ve emeller birleştirir, vatan her şeyin üs-tündedir, izzet vatanındır, özerklik" ve benzeri hatalı fikirleri gündeme soktukları gibi; "ni-zamı içinde bulunduğumuz vakıadan alırız, ger-çekçi olmamız lazım" vb. sözlerle toplumu ge-riye götürecek, kavimci, dar fikirlerle zehir-lemiş oldular.

Bu zehirlemelerden dolayı Đslâm beldele-rindeki toplumlar doğru bir kitleleşme vücu-da getiremez oldu. Toplumda fikri zehir-lenme olunca Müslümanların anlayışı da bulanık hale geldi. Kitleleşmede olmasa olmaz kaidelerden biri olan fikir safiyetlili-ğini, billurluğunu kaybetti. Yine olamazsa olmaz metot muğlâk-belirsiz-kapalı bir hal aldı. Dolayısıyla güç ehillerimiz (siyasi li-derler-kanaat önderleri-aydınlar vs.) ve kül-türlü kişilerin yabancı kültürle kültürlen-meleri, toplumun yabancı felsefi fikirler-metotlar, görüşlerle ve de Đslami atmosferi-nin bozulmasıyla doğru bir kitleleşme sağ-lanamadı. Bu nedenle şekli particiliğe daya-lı kitleleşmelerinin sadece oy toplam doğ-rultusunda başarılı ama asli vazifeleri nok-tası olması gereken, toplumu kalkındırma-da başarısızlığı garip/tuhaf değildir. Çünkü bunların kuruluşları derin bir fikri temele

yani akideye ve buradan çıkması gereken amellere esas teşkil edecek fikirler değil sathi, yüzeysel, sloganik, menfaatçilik, vatancılık, milliyetçilik, ruhbancılık gibi içgüdülerinden kaynaklanan genel görüşlerdi.

Đşte bu yüzden bir fikre dayanmayan sözde partiler oy toplamak ve hizmet poli-tikasından öte toplumlarına bir fikir vere-mediler.

Kitleleşmenin esasında fikir, metot var-dır. Ve bu fikir- bulanık, kapalı ve belirsiz olursa asla doğru bir kitleleşme oluşmaz. Neticede Đslâm dünyasında özellikle Arap dünyasında ve Türkiye'de kurulmuş olan partilerin derli toplu olmaktan uzak, derme çatma fikirler, kitlesel olarak kapalı metotları onları parçalamış, bölünmüştür. Çünkü özel-de bazı partilerin genelde bütün kitlelerin de-rin bir fikri esasa ve dakik bir düzenlemeye dayanmamaktadır. Zira birçok hareketler ideolojisi olmayan bir temel üzerine ku-rulmuşlardır. Zaten ideolojik olmayı da za-fiyet olarak nitelendirmişlerdir. Bu partileri inceleyen kimse, onların şartların gerektirdiği bir takım eğreti ilişkilerden doğan temeller üzerine kurulmuş olduklarını görebilir. Yani yaşatılan suni vakıalar doğrultusunda ortaya çıkmış olduklarını anlayabilir. Söz konusu şartlar ortadan kalktığında bu partilerin za-yıflayıp dağıldığını, parçalandığını veya yok olduğunu görecektir. Veya bu partiler şahıs-lar arasındaki dostluklara dayalı olarak ku-rulmuşlardır ki bu dostluklar sonucu arzu ve isteklerini bir araya getirecek çalışmalar orta-ya çıkmış, ancak şahısların kısır döngüye girmeleri ile bu yapılanmalar da son bulmuş-tur. Ya da bu partilerin kuruluşu geçici ve bencil menfaatlere dayalı şahsi liderliğe da-yalı olan bir bağa dayanıyor olmasından do-layı sahip oldukları kitlelere doğru kitleleş-meyi öğretememişlerdir.

Bu Partilerin, batının dünya hayatı ta-

doğru bir kitleleşme…

köklüdeğişim ekim 2009 54

savvuru ile zehirlenen varlıkları ümmete faydalı olmak şöyle dursun ümmet için bir-çok zararlar taşıyorlardı. Yine oluşacak sa-hih kitleleşme hareketlerinin önlerine kaya misali engeller oluşturdular. En kötüsü bu tür yapılanmalar toplumda doğru bir şekilde partileşmeyi veya böyle bir partinin doğuşu-nu geciktirerek, ümmette var olan hisleri, fi-kirleri, enerjileri boşaltıp Müslümanların donuklaşmasına da sebep oldular. Yine hal-kın kalbine ümitsizlik tohumları atıp, doğru bir hareket olsa dahi partisel hareketler hak-kında tereddüt ve şüpheler uyandırıp, üm-mettin kendisinden sonra gelen her bir hare-kete önceki hareketlerin kendilerini sürekli yolda bıraktığı güvensizliğini de verdiler. Kalkınma adıyla ortaya çıkan bu sözde ha-reketlerin kendilerine bir musibet erişti-ğinde ya da kendilerine bir makam ya da mevki verildiğinde ümmeti Allah'ın rızası-nı kazanma yolunda yolda bırakmalarından dolayı Müslümanlar samimi davet adamla-rına şüphe ile bakar hale geldi. Sayelerinde Ümmet kitleleşmemeye şüphe ile bakması gerekirken durum tam tersi oldu. Oysa kitle-leşme Şer'i kaidelerde vardı. Halk arasında şahsi, ailevi, kin ve nefretler oluşturdular. Halka menfaatleri peşinde koşmayı, ikiyüzlü olmayı öğretip, onların temiz tabiatlarını bo-zarak, mutlak surette bir gün doğacak olan doğru partisel kitleleşmenin yükünü daha da ağırlaştırdılar. Ve batının dünya hayatı ta-savvuru ile zehirlenen varlıkları ile sahih kalkınmanın, kitlenin de önüne kaya misali konumlandırıldılar.

Bütün bunlar, fikri zehirlenmelerinden dolayı kalkınmanın gerçek temelinin, fikir (akide ve çözümler) ve metodu (tatbik, ko-ruma, yayma) içeren bir ideoloji olduğunu akledemiyor olmalarından kaynaklandı. Zi-ra Đslâmiyet devletin ve ümmetin bütün iş-lerine, hayatın tüm problemlerine çare bu-lan ve kendisinden nizamın çıktığı bir aki-

dedir. Đşte bugün söz konusu partilerin ide-olojik bir parti olmamasından dolayı Müs-lümanlar önce kandırılır sonra onlara güve-nir, onları destekler en sonunda bu parti-lerden beklediklerini bulamadıklarını an-ladıkları zaman şok olurlar.

Bu arada batı, fikir, metot ve görüşleriyle ortaya çıkardığı bozuk kitleleri benimseme-yen Müslümanlar için de alternatif olarak vakıf ve dernekler gibi kültür ve hayır cemi-yetleri şeklinde kitleleşmeler de oluşturdu. Bunlar gayeleri hayır yapmak olan yerel ce-miyetlerdi. En belirgin özellikleri sınıfçı-lık/gurupçuluk yani belirli bir grup insanın işlerinin güdülmesini hedef alan fikirleri olan bu cemiyetler; okullar, hastaneler ve barınak-lar açarak hayır işlerinin yapılmasına yar-dımcı oldular. Sömürgecilerin yardım ve teş-vikleri ile faaliyetlerini halkın gözünde büyü-ten bu cemiyetlerin çoğu hayır ve kültürel amaçlı olup siyasi olanları nadirdir.

Sömürgeciler, bu cemiyetlerin faaliyetle-rini teşvik edip desteklemiştir ve aslında devletin asli yapması gereken bazı işleri, onların yapmasını sağlamışlardır. (Zekât parası toplamak, camiler inşa etmek, yetim ve yoksullara yardım etmek gibi.) Onun için bu cemiyetler halka iyiymiş gibi görü-nürler, ama aslında bunlar, fikri zehirlen-melerini hayırlı işlerin arkasına gizlemiş-lerdir. Çünkü Müslümanların kötü hallerini hissetmesini engellemiş, esas ölüm-kalım meselesinden ayırtıp, cüzi meseleler ile va-kit kaybetmesini sağlamış ve kalkınmayı tetikleyen unsurları örterek Müslümanları Đslami hayatı tekrar başlatıp Raşid-i Hilafet Devleti yeniden kurmak için çalışmaktan uzaklaştırmışlardır. Eğer bu şekilde toplu-ma gitmemiş olsalardı ümmet, devletin fiil-leri ile ilgili metodu Đslam'ın hükümlerin-den anlamaya çalışacak ve bir halifenin farziyetini anlamakta zafiyete düşmeyecek-

doğru bir kitleleşme…

köklüdeğişim ekim 2009 55

ti.

Bu cemiyetlerin doğurduğu sonuçlar ince-lendiğinde, bunların ümmete faydalı olacak ve onun kalkınmasına yardım edecek hiç bir meyve vermediği görülür. Bunun için yapı-lan amellerin farz, mendup olmasını tartışıl-mamalı. Meseleye doğru temelden bakarak, Müslümanlar olarak yapılan bu amellerle ümmet kalkınır mı? Kalkınmaz mı? Sorula-rını sorarak işin hakikatini ortaya çıkarma-lıyız.

Bu cemiyetlerin bazı faydaları olmuş olsa da, haddizatında varlıkları ümmetin kalkın-ması için büyük bir engel arz etmektedir. Şöyle ki; Đslâm ümmetinin bünyesinde var olan; Đslâmi fikirler, bazı Şer'î hükümlerin tatbik ediliyor olması ve Đslâmi duyguların gönüllerde yerleşmesi ile kendisinde kalkın-ma hisleri, hayır şevki ve kitleleşme için tabii bir eğilim bulunmaktadır. Çünkü Đslâm ruhu toplumsal bir ruhtur. Đslâm ümmeti kendi başına bırakılırsa o his doğal olarak fikre dö-nüşerek Đslâm ümmetini kalkındıracak olan çalışmalara sevk edecektir. Fakat bu tür ce-miyetlerin varlığı bu sonucun doğmasına en-gel teşkil etti. Zira bu cemiyetler yaptıkları kısıtlı işlerle ümmetin ateşli duygularını sön-dürüyor ve bu hisleri işin bütünlüğünde de-ğil cüzi yönünde/detayında meşgul ediyor-du. Oysa bu cemiyetler olmasa idi, toplumsal bir ruh ile bu samimi kişiler doğru bir kal-kınmaya ulaşacak olan partisel teşekküllere ulaşacaklardı.

Evet, yine bütün bunlar batı fikirleri ile zehirlenen akılların, kalkınmanın gerçek temelinin, fikir (akide ve çözümler) ve me-todu (tatbik, koruma, yayma) içeren bir ide-oloji olduğunu akledemiyor olmalarından dolayıdır. Zira mevcut kitleler bazında Đs-lâmiyet, devletin ve ümmetin bütün işleri-ne, hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akide

olması bakımından kalkınma ile ilişkilen-direrek diraset, tefekkür ve bahis edilme-miştir.

Đşte bugün söz konusu partilerin-kitlelerin ideolojik bir parti olmamasından dolayı Müslümanlar, önce onlara güvenir, onları destekler sonra; bu partilerden bek-lediklerini bulamadıklarını anladıkları za-man şok olurlar. Onları aşağılar, onlardan utanır, güven duyduklarından pişman olur yaptıklarını eleştirir ve en sonun da toplu-mun içinden bu partileri tükürerek atarlar. Ve nizamları da aydınları da Müslümanla-rın samimi duygularını kitleleşme yönünde ifsada uğrattırmasını "demokratikleşmede yol aldık" diyerek, başarı gibi atfederler.

Sonuç olarak Đslam ümmetinin elinde onu sahih bir kalkınmaya götürecek ve bünyesine karışmış olan zehirli fikirlerden kurtaracak yine sahih bir kitleleşmenin nasıl olacağını bildiren teşri kaynaklarının olmasına rağ-men, Allah’u Teâlâ'nın; "Đman edip salih amel işleyenleri, karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size Allah'ın apaçık âyetlerini okuyan bir peygamber gönderdi..." buyur-masına rağmen Đslam ümmetini Rabbisine karşı şaşırtan nedir?!

Bugün hayat nizamımızı zehirli fikirlerle siyaset eden siyasi partilerin, gençlik kolla-rından tutup genel başkanlarına kadar hep-sinin bizlere sahih bir kalkınma sorusuna cevap veremiyor olmalarını hiç muhasebe ettik mi?

Yine bugün bu partilerin ve vakıfların, derneklerin zehirli fikirleri ile sahih bir kitle-leşme yapıp yapmadıklarını muhasebe ettik mi? Ve bizlerden oy isteyen ve bizlerden biri-lerine oy atmamızı isteyenlere bir Müslüman-'ın birine reyini teslim etme şartlarının Allah-'ın Hükmüne göre ne olduğunu sorduk mu? Gönderdiği Şeriat'ta bu temsil işinin nasıl

doğru bir kitleleşme…

köklüdeğişim ekim 2009 56

yapılması gerektiğini-şartlarını anlamaya ça-lıştık mı? Đslam Dininin fikir ve metodu içe-ren ilahi bir ideoloji olduğunu hiç düşündük mü? Hayatın tüm problemlerine çare bulan ve kendisinden nizamın çıktığı bir akide ol-ması bakımından kalkınma ile ilişkilendirdik mi? Ve son olarak kalkınmayı imanımızla hiç ilişkilendirdik mi?

Eğer bunları bu zamanda yapamıyorsak ya da yapılmasını talep etmiyorsak and olsun ki bu boşluğu dolduran zehirli fikirlerin biz-lere yaşattığı bu tecrübelerden dolayı hüsran içerisindeyiz, sadece bu hüsrandan kurtula bilmemiz için; iman ettiğimiz Đslam akide-sinden çıkan nizamlara ve fikirlere itibar et-memiz, onlarla amel edip toplumu değiştire-cek sahih kitlesel çalışmaya destek olmamız bundan dolayı gelecek her türlü musibetlere sabretmeliyiz. Đşte batılın karşısında izzet ve şerefli bir duruş sağlaya bilmemiz için oluş-turulacak anlayış da bu olmalıdır. Yoksa Ba-tının yıllardır enjekte etmiş olduğu zehirli fi-kirler ile oluşan partilerin sunduğu çözümler Müslümanları hüsrana uğramaktan başka bir

sonuca çıkarmayacaktır.

"Yüzleri ateşte evirilip çevrildiği gün; Eyvah bize! Keşke Allah'a itaat etseydik, Peygamberine itaat etseydik! Derler. Ey Rabbimiz! Biz reislerimize ve büyüklerimi-ze uydukta onlar bizi yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver. Ve onları büyük bir lanetle rahmetinden kov." (Ahzab 66.67.68)

"Deki O (Allah) çok esirgeyicidir; biz ona iman etmiş ve sırf O'na güvenip dayanmı-şızdır. Siz kimin apaçık bir sapıklık (hatalı bir yol ) içinde olduğunu yakında öğrene-ceksiniz." (Mülk 29)

*Yapılanmayı sağlayacak eğilimleri ve ha-rekete geçiren itici istekleri ferdi veya top-lumsal olarak etkisiz hale getiren-enerjisini tüketen, zararlar veren insan aklına-fıtratına aykırı kalbine güven vermeyen fikirlerdir. Zehirli batıl fikirlerin en tipik özelliği bu za-rarlı etkisini en masumane görüneni bile söz konusu yapıda etkisini sidetli-yayılmacı ola-rak göstermesidir.

Ekrem Muakkil tefekkür [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 57

Gerçekten Müslümanlar

Cahiliye Hükümlerini Đstemiyorlar!

Dünya da Đnsanoğlu var olduğu süreçte, eşyayı alıp almamak, fiilleri yapıp yapma-mak hakkında mutlaka hükümler vardır. Or-taya koyulan hüküm, ya yaratan tarafından, ya da insanlar tarafından koyulmuştur. Đslam hayata gelmeden önce, yalınız insanların koyduğu hükümler, Đslam geldikten sonra, 1924'e kadar Müslümanlarda yalınız, yara-tandan gelen hükümler cari ve geçerli idi. 1924'e kadar Đslam âleminde, dünya Müslü-manlarında, Demokrasi, Cumhuriyet mef-humları, kavramları ve hükümleri yoktu. Müslümanlarda Đslam hükümlerinden başka hükümler yoktu. Müslümanlara, Đslam hü-kümlerinden başka cahiliye hükümleri, Hila-fet Devletinin (Đslam metot'unun) kaldırılma-sıyla, şeriat hükümleri ilga edilmiş şeriat hü-kümlerinin uygulanması, tatbiki, hayattan kaldırılmıştır. Bunun yerine Demokrasi, Cumhuriyet getirilmiştir. Yüce dinimiz Đs-lam'ın varlığı, akidenin korunması, hükümle-rin tatbiki, davetin taşınması, Müslümanların kalkınması, ahiret hayatının elde edilmesi, Đs-lami metot'un varlığına bağlıdır. Đslam metot-'u varsa bunlar vardır, metot yoksa bunlar da yoktur. Metot'un bulundurulması gereklidir.

Bir şeyin övülmesi ya da yerilmesi, sevap ya da günah getirmesi yönünden hüküm ya-lınız Allah Teâlâ’ya aittir. Bu hususta insanlar hüküm koyamazlar. Hüküm yalınız Allah Teâlâ’ya ait olduğunu Kuran şöyle bildiriyor:

القيم الدين ذلك إياه إال تعبدوا أال أمر لله إال الحكم إننلكو ال الناس أكثر يونلمع

“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendi-sinden başkasına ibadet etmemenizi em-retmiştir. Dosdoğru din işte budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf 40)

Burada hükmün yalınız Allah Teâlâ’ya ait olduğu, yalınız ona ibadet yapılmasının ge-rekli olduğu, emrediliyor. Tapınmanın ve di-nin dosdoğru olması için hükümlerin Allah Teâlâ’dan gelmiş olmasının da gerekli oldu-ğu bildiriliyor. Mutlaka ibadetler Allah Teâ-lâ’dan gelen hükümlerle yapılandır. Bunun için Müslümanlarda Allah Teâlâ’nın koydu-ğu hükümler olmalıdır.

Şu ayeti kerimede de. (öylemi, böylemi diye) Hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyin hükmü Allah Teâlâ’ya aittir. Yani ihtilaf ettiğiniz şey-lerin doğru çözümü Allah Teâlâ’nın koyduğu hükümle olduğu bildiriliyor ve şöyle buyu-ruyor:

الله إلى فحكمه شيء من فيه اختلفتم وما "Her-hangi bir şey hakkında ihtilafa düşerseniz, onun hakkında hüküm vermek Al-lah’ındır." (Şura 10) Đslam da hüküm koyma Allah Teâlâ’ya aittir. Dünya ve ahiret müşkü-latlarımız O’nun koyduğu hükümlerle çö-zümlenmelidir. Şu ayeti kerimede de hük-mün yalnızca Allah Teâlâ’ya ait olduğunu, verdiği hükümle hakkın ne olduğunu, hakkı batıldan ayıt eden olduğunu bildirerek şöyle buyuruyor.

الفاصلين خير وهو الحق يقص لله إال الحكم إن “Hüküm yalnızca Allah’ındır. O hakkı anla-tır. O, ayırt edenlerin en hayırlısıdır” (el-Enam

57) Hükmün Allah Teâlâ’ya mahsus olduğu-nu, insanların hüküm koyamayacağını bildi-ren yüzlerce ayetler, hadisi şerifler vardır. Bu beyanatlardan açıkça anlaşılıyor ki hüküm koyma, bildirme yetkisi Allah Teâlâ’ya mah-sustur.

Şu ayeti kerimede de Allah Teâlâ Rasulullah'a kitap'ı Kuranı, insanlar arasında

gerçekten müslümanlar…

köklüdeğişim ekim 2009 58

onunla hükmetmesi için gönderdiğini bildi-riyor ve şöyle buyuruyor:

بما الناس بين لتحكم بالحق كتابال إليك أنزلنا إنااكأر الله

"Muhakkak ki biz sana kitabı hak ile in-dirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin" (en-Nisa 105).

Bu ve buna benzer ayetler ve hadisi şerif-ler Kuranı kerimin gelişinin temel esasını bil-diriyor. Kuranı kerim öpüp koklamak, boh-çalara sarıp saklamak, yükseklere asıp saygı göstermek, metnini ve mealini okumak için gelmediğini, kendisiyle hükmedilmek için geldiğini bildiriyor. Kuranı kerim; teknik, teknoloji, hadise ve ticari ilimler kitabi de de-ğildir. Maalesef 1924’ten bu yana Kuranı ke-rimin esas gelişi doğrultusunda hareket edilmiyor. Tam tersine muamele yapılıyor.

Şer'i hükümlerin uygulanmasının önemini belirterek, bir ayeti kerimede;

الكافرون هم فأولئك الله نزلأ بما يحكم لم ومن “Her kim Allah’ın indirdiği ile hükmet-mezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (el-Maide 44) diğer bir ayette de نمو كم لمحا يبم

الظالمون هم فأولئك الله أنزل “Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar zalim-lerin ta kendileridir.” (el-Maide 45) Şu ayette de:

الفاسقون هم فأولئك الله أنزل بما يحكم لم ومن “Her kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.” (el-Maide 47) diye buyurmaktadır.

Allah Teâlâ’nın koyduğu şeriat hükümle-rini, ya da insanların koydukları cahiliye hü-kümlerini ve hükümlerin uygulanıp yürü-tülmesini, beğenip, beğenmemekte, sevip sevmemekte, isteyip istememekte insanlar serbest bırakılmışlardır. Đsteyenler Allah Teâ-lâ’nın koydukları hükümleri alır uygulamaya koyar, isteyende cahiliye hükümlerini. Alır.

كمأفح ةيلاهالج غونبي Ayeti kerimede geçen cümlelerde; “yoksa onlar (halen Allah Teâ-la’nın koyduğu hükümleri beğenmeyip, sevmeyip), insanların (koydukları) cahiliye

hükümlerini mi? (Beğenip sevip, arayıp) is-tiyorlar” Anlamları ifade etmektedir. Buna göre Allah'ın düzenini, Allah'ın hükmünü beğenip kabul etmeyenler, cahiliye hükümle-rini Arayıp istiyorlar anlamı ifade ediyor.

Bir eşyayı, bir fiili, hükmü Đsteme husu-sunda, asıl olan o şeyi beğenip sevmektir. Bir hükmün olmasını, bir fiilin yapılmasını iste-me, o hükmü, fiili beğenmesine sevmesine bağlıdır. Beğenirse sever, severse onu ister. Beğenmezse sevmez sevmezse istemez. Önce, beğenme, sevme, sonra isteme gelir. Bunun için Allah Subhanehu ve Teâlâ böyle buyu-ruyor. “yoksa onlar halen insanların koyduk-ları cahiliye hükümlerini mi? Beğenip sevip, arayıp istiyorlar“ burada hüküm konusunda “Yoksa onlar cahiliye hükümlerini mi? (be-ğenip, sevip), istiyorlar” buyurduğu gibi, şu ayeti kerimede de; Allah Teâlâ’nın beğenip koyduğu dini beğenmeyip istemeyenler hak-kında da şöyle buyuruyor: ن�Q( 0�د � ا� ��Q�أ “Yoksa onlar Allah’ın dininden başkasını mı? (beğenip, sevip, isteyip) arıyorlar" (Ali Đm-

ran 83) Allah Teâlâ’nın dininden başka din arayanlar Allah Teâlâ’nın koyduğu hüküm-lerden başka hükümler arayanlardır. Çünkü Din: Đnanç ve şer'i hükümlerden oluşup meydana gelendir. Din olması için bu ikisinin de bulunması gereklidir. Bir şeyin dinden olması için sadece inancın bulunması yeterli değildir. Şer'i hükümlerinde bulunması ge-reklidir.

Bir isteğin de; Đslam’ı bir istek olması için, dinin beğenip iyi, güzel dediğini, beğenip, iyi, güzel deyip sevmekle, dinin beğenmeyip çirkin, kötü dediğini sevmemekle olur. Yanı dinin dediğine bağlı kalmakla istek Đslami olur.

Bütün konularda, irade, istek çok önemli yer işgal etmektedir. Her türlü iyilikler ve kö-tülükler, sevap ve günahlar irade ve istekle yapmaktan meydana gelir. Đnsanlar; irade ve istekleriyle yaptıklarından sorumludurlar. Gayri ihtiyari yapılanlar sevap ve günah ge-

gerçekten müslümanlar…

köklüdeğişim ekim 2009 59

tirmezler. Ve insanlar onlardan sorumlu de-ğillerdir.

Allah Subhanehu ve Teâlâ kullarına, is-teme hususunda öncelik hakkı da tanımıştı, kula yapması haram olanları bildirmiş, alma ve yapma isteğinde serbest bırakmış, iman edip etmemede, küfredip etmemede Kul ser-best bırakılmış. Kul iradesiyle nasıl isterse öyle verilmiş. Đşte bu bir takdiri ilahidir. Ku-lun isteğinin verildiğini Kur'an şöyle bildiri-yor:

إن ال الله يرا غيم متى بقووا حرغيا يم همبأنفس “Bir toplum kendilerindeki özellikleri (içlerin-dekini, düşüncelerini) değiştirinceye kadar Allah, onlarda bulunanı değiştirmez.” (er-Rad

11) Bu ayeti kerime insanların istediklerinin verildiğinin apaçık göstergesidir.

Allah Subhanehu insanların isteklerini verdiğinin apaçık bir göstergesi de: Đslam'ın, Müslümanların amansız düşmanları özellikle Avrupalı, Amerikalı kâfir kapitalistler, bun-ların da başını çeken kalleş, dönek, yalancı, zalim ve maddeperest yandaşları çeşitli yön-lerden, çeşitli bahane ve sebepler göstererek, Müslümanların yurtlarına ve evlerine kadar girerek kendi batıl, yanlış akidelerinden do-ğan cahiliye hükümlerini kültürlerini, gele-nek ve adetlerini doğru ve faydalı diye Müs-lümanlara verdiler. 1924 de ne Halifelik şek-linde ve ne de, Demokrasi, Cumhuriyet şek-linde herhangi bir seçim yapılmadan Müs-lümanların yönetimini ele geçiren yöneticiler de, yukarıda evsafları tavsif edilenlerin ver-dikleri cahiliye hükümlerini, doğru ve fayda-lı diye alıp kabul edip, baş tacı edinip yöne-tim ve hükmetmelerinde ona bağlı kalacakla-rını düstur edindiler. Ehli salipten alıp kabul ettikleri cahiliye hükümlerini, ümmeti Mu-hammed'e şer'i hükümlerdenmiş gibi sundu-lar. Ve hatta ehli salipten alınan cahiliye hü-kümleri ile şeriat hükümleri birbirleriyle mündemiçtir dediler. Bir taraftan cahiliye hükümleri, Đslam hükümleriyle aynıdır dedi-ler, bir taraftan da Đslam hükümlerini isteyen, Đslam hükümlerini dile getiren, Đslam hü-

kümlerinden söz eden Müslümanlara en ağır müeyyideleri uyguladılar. Eziyetler, tehdit-ler, sürgünler, işkenceler, dışlamalar, tutuk-lamalar, sosyal haklardan yoksun bırakmalar ve idam cezasıyla suçlandırmalar yaptılar. Yapılan bu baskılar, suçlamalar, yanlışa yön-lendirmeler ve güç kuvveti elde tutan, görü-nüşte halkın okeyini almış, cemaatler yön-lendirenler, durmadan cemiyet ve cemaatle-re, topluma, yıllarca cahiliye hükümlerini Đs-lam'ı hükümlerdir diye vererek halkı cahiliye hükümlerine yönlendirdiler. 86 yıldır bu manzara böyle sürüp gitmektedir. Toplum 86 yıldır böyle istiyor, Allah Teâlâ da isteklerini böylece veriyor. Bir gün bu toplum topluca Đslam'a yönelecek yine Allah Teâlâ da istekle-rini vereceği muhakkaktır. Bu da kulların is-teklerinin verildiğinin bir örneğidir.

Ne hazindir ki, şimdi yine, Đslam hüküm-lerinden başka cahiliye hükümlerini alıp ka-bul edip uygulamaya koyanlar, Đslam hü-kümlerinin uygulanma safhasına getirilip tatbik edilmesini isteyen seçkin Müslümanla-ra aynı menfur müeyyideleri fazlasıyla uygu-lamaktadırlar. Kendilerinin de Müslüman-lardan oldukları halde, Müslümanlarda şeriat hükümlerinin uygulanmasının gerekli oldu-ğunu bildikleri halde, cahiliye hükümlerinin uygulanmasını istemeyen Đslam hükümleri-nin uygulamasını isteyenleri cezalandıranlar. Şap ile şeker'i bir birinden ayırt edemeyecek kadar anlayışsız oldukları apaçık anlaşılmak-tadır. Bu kişiler şu üç ihtimalden birinin mağ-lubudurlar.

1- Allah Teâlâ’dan gelen şer'i hükümler ile insanlar tarafından hazırlanıp konulan ca-hiliye hükümlerini birbirinden ayıramayacak kadar akılsızlığa mağlup olmuşlar.

2- Şer'i hükümlerin uygulanmasının mü-kâfatının, cahiliye hükümlerinin uygulanma-sının cezasının ne olduğunu bilmemeye, ya da bunların karşılığı ceza yada mükafat veri-leceğini kabul etmemeye mağlup olmuşlar.

gerçekten müslümanlar…

köklüdeğişim ekim 2009 60

3- Allah Teâlâ’nın kesin emri olan şer'i hükümleri alıp uygulamaya koymaları husu-sunda en ağır baskılar altında tutuluyorlar ki uygulama yoluna girmiyorlar. Şeriat hüküm-lerinin düşmanlarının baskısına mağlup om-lular. Bunlardan, B-C- şıkları her hangi bir meşru özür değildir. Zira şer'i hükümlerin uygulanması gereklidir, cahiliye hükümleri-nin uygulanması ise cezayı müstelzimdir.

Avrupalı, Amerikalı kâfirler tarafından cahiliye hükümlerinin Müslümanlara trans-fer edilmesi, Müslümanlardaki yöneticiler vasıtasıyla, olmuştur. Bu tablo bütün Đslam ülkelerinde aynıdır. Müslümanlara cahiliye hükümlerini taşıyanlar, uygulamaya koyan-lar yöneticilerdir. Daha açıkçası; cahiliye hü-kümlerini alıp kabul eden, Müslümanlara sunup uygulayanlar yöneticilerdir. Bunlar cahiliye hükümlerini kendileri kabul ettikleri gibi Müslümanlara da kabul ettirmek için çe-şitli yönlerden gayret sarf edenlerdir. Bu hu-susta icabında korkutma, tehdit etme, sudan bahanelerle ağır cezalarla tecziye ediyorlar. Hiçbir türlü şiddet'e başvurmadan, taşkınlık yapmadan, sadece inançlarının gereği, Al-lah’ın kitabı, Rasul’ün sünnetiyle, şeriat hü-kümleriyle hükmedecek Hilafet devletinin ikame edilmesini istemelerinden başka hiçbir suçları olmayanlara, bu menfur muameleleri reva görüyorlar.

Cahiliye hükümleri; dinlerini dünyalarına feda eden, dünyalık maddi çıkarlarını elde etmek için hevalarına, arzularına tabi olan toplumların koydukları hükümlerdir. Hevalarına, arzularına tabi olarak koyulan hükümler her zaman cahiliye hükümleridir. Bu hükümler bugün de, yarında cahiliye hü-kümleridirler. Diğer bir deyişle; Allah'ın ki-tabı Rasul’ün sünnetiyle hükmedilmesini is-temeyenler cahiliye hükümlerini, cahiliye düzenini isteyenlerdir. Burada önemli olan isteyenlerin kim olduğu değil, istenilen, orta-ya konulan hükümlerin ne olduğudur. Ancak ayeti kerimede de geçtiği gibi iyi, derin dü-şünen bir kavim, Allah Teâlanın hükmünden daha iyi hüküm olmadığını bilir ve başka hükümleri kabul etmez. Rabbul Âlemin olan Allah Teâlâ hüküm yönünden Allahtan daha iyi hüküm veren olmadığını, hükmü ilahının son derece üstün olduğunu ortaya koyarak ve halen cahiliye hükümlerini isteyenlere ih-tar ederek şöyle buyuruyor:

كمأفح ةيلاهالج غونبي نمو نسأح نم ا اللهكمم حلقو Yoksa istedikleri cahiliye düzeni“ يوقنونmidir? Kesin inançlılara göre Allah'ın dü-zeninden, Allah'ın verdiği hükümden daha iyisi düşünülebilir mi hiç” (el-Maide 50)

Hak yolda olanlara Selam olsun.

Sümeyye Avcı röportaj [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 61

Selman Koç Đle Röportaj

Sümeyye AVCI: Assalamu Alaikum wa Rahmatullah Değerli Kardeşim. Bildiğiniz gibi 24 Temmuz Cuma günü düzenlenen sinsi operasyonda 23 ilde eş zamanlı bir operasyon yapılarak 200’e yakın Hizb-ut Tahrir üyesi ve sempatizanları tutuklandı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Selman KOÇ: Ve Aleykum Selam ve Rahmetullahi ve Berekatuhu. Allah’a Hamd olsun ki Müslümanlardan olmayı bizlere na-sip etmiştir. Yalnız Allah’ın ve O’nun önder Rasulü olan Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dini olan Đslam’da izzeti arayan-lara selam olsun. Teşrif edip bizi bu şerefe nail olmamızı sağladınız için siz Köklü Deği-şim’e yürekten teşekkür etmek istiyorum.

Şu bir gerçek ki, gayesi Allah’ın kelamını yüceltip hayata hâkim kılmak isteyen herkese karşı savaş açılmıştır tarihte, ya fiili ya da psikolojik olarak. Bu Kur’an-i bir hakikattir ve aynı zamanda vakıa bunu teyit etmekte-dir. 1953’de kurulan Đslam’a dayalı siyasi ve ideolojik bir parti olan Hizb-ut Tahrir gecesi-ni gündüzüne katıp Đslam Devletini kurup Đs-lami hayatı başlatmak için harıl harıl çalış-maktadır, bu yolda çok çile çekmiştir ve bu uğurda çok bedel ödemiştir. Đftiralar, haksız ve zalimane tutuklamalar ve şehitliğe kadar varan işkenceler bu partinin mazisini doğal bir parçası haline getirmiştir. Hak ile batıl ta-rih boyunca hep birbirleriyle çarpışmış ve küfür cephesi kendi yoluna çekmede insanla-rı ikna etmekten yoksun ve aciz oldukları için bu tip zorba yöntemlere başvurmuştur.

Bu operasyon ile birlikte çapta ve seviyede azgın Kemalist ve kat’ı laik olan geçmişteki hükümetleri ve seleflerini bile geride bırakan

AKP hükümeti her türlü cinsi ve fikri sapık-lıkların boy gösterdiği faaliyetlere serbestiyet ve özgürlük tanıyan, ifade özgürlüğüne inandığını iddia eden ve “kimsenin fikirlerin-den dolayı zindanlarda bulunmadığını” söyledi-ği halde, söz konusu Hizb-ut Tahrir olduğu zaman düşmanca bir tavır sergilemektedir. 2002’den itibaren AK Parti’nin iktidara geç-mesinden beri Hizb-ut Tahrir’e yönelik bu tip operasyonlar daha hız kazanmıştır. Her sefe-rinde bu zavallı, beyni yıkanmış, kandırılmış emniyet güçleri ve istihbarat ekipleri ve söz-de terörle mücadele şubesi elemanları basına; “Hizb-ut Tahrir çökertildi, çözüldü ve yıkıldı” demiştir!

Đşte, cumhuriyetin yöneticileri ve savunu-cularına kaç kere mükerreren meydan oku-mamıza rağmen hala hiçbir tanesi karşımıza çıkıp düzen ve sistemi tartışma cesaretini ve öz güvenini gösterememiştir. Ancak tutuk-lama, hapse atma, işkence etme, öldürmek veya iftira-yalan kampanyaları ile yıldırma politikası güdüyorlar. Kendine ve fikrine gü-venen yalana, dolana, işkence ve zulme baş-vurur mu?

Đşte, bu ders tarihte tüm Nebi, Rasûl’lerin ve dava adamlarının muhatap olduğu Đslam ile küfür mücadelesinde küfrün mantığı ve bozuk psikolojisini gösteren müşterek bir derstir. Musa Aleyhi’s Selam ile Firavundan tutun da Đbrahim Aleyhi’s Selam ile Nemrut, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile Ebu Cehil, günümüz cumhuriyet taraftarları ile Türkiye’deki Hizb-ut Tahrir üyelerine ka-dar bu böyle devam ede gelmiştir. Bu böyle de kalacaktır. Ta ki, bir taraf tam manası ile galip gelene kadar.

selman koç ile röportaj…

köklüdeğişim ekim 2009 62

Hizb-ut Tahrir 1953´ten beri Đslam âle-minde, 1959 yılının sonlarından itibaren de Türkiye’de çalışan Đslami ideolojik, siyasi bir parti olarak daima Ümmetin duygu ve dü-şüncelerinin gerçek tercümanı olmuştur. De-vamlı olarak Ümmeti uyarmış, yol göstermiş ve liderlik etmiştir. Başarabildiği ölçüde de, tüm bölgelerde cumhuriyetlere, krallıklara ve bunlar gibi diğer küfür sistemlerine karşı ta-viz vermeden, çekinmeden hakkı ortaya ko-yup çalışmasını sürdürmüştür. Hizb’in bu ça-lışması küfür rejimlerce tehdit olarak algı-lanmış ve elemanları propagandalara, yalan, iftira kampanyaları, tutuklama, işkence ve öldürmelere maruz bırakılmıştır.

Bütün bunlara rağmen Hizb-ut Tahrir yi-ne dimdik ayakta hiç bir zaman çizgisinden, metodundan vazgeçmemiş, taviz vermemiş-tir ve vermez de. Hiç bir zaman için Kur’an ve Sünnetten sapmamıştır, Rasûl’ün göster-diği çizgiden kıl payı kadar uzaklaşmamıştır.

AVCI: Aslına bakılırsa, kâfirlerin ajanla-rı olan hain ve de zalimler dahi bunun bi-lincindeler. Ama kibir ve gururları onların gerçekleri kabullenmelerini engellemekte-dir. Peki, Kardeşim Neden özellikle 24 Temmuz da tutuklanmalar oldu? Türkiye hükümetinin bu tutuklanmaları yapmadaki en büyük amacı neydi? Ayrıca Tutuklanma-ların Köklü Değişim Dergisinin (valilikten izin alarak) düzenlediği konferanstan iki gün önce olması düşündürücü bir durum. Siz ne dersiniz?

KOÇ: Hatırlarsınız 2005 Eylül ayında, hic-ri takvime göre Recep ayına tekabül etmiş ve bu ayda Hilafet Devleti’nin yıkılmasının yıl dönümü münasebetiyle Hizb-ut Tahrir tara-fından dünya çapında bir kampanya başla-tılmıştı. Türkiye’de ise Hilafet’in son başken-ti olan Đstanbul’da Fatih camisinde yapılan

bir basın açıklamasından sonra Türkiye ka-muoyu sarsılmıştı.

Uykuları kaçan o dönemde AKP hüküme-ti çok eleştirilmiş, bazı bakanlar istifaya çağ-rılmış ve muhalefet bunu bir koz olarak kul-lanmıştı, hatta bazı kesimler orduyu bile gö-reve çağırmıştı. Bu baskıyı hisseden ve bu hazin tecrübeyi yaşayan AKP hükümeti belli ki bundan ders almışa benziyor, yeniden bir kez daha bunu yaşamamak için böyle bir hamlede bulunmuştur. Çünkü yine hicri tak-vime göre bir Recep ayında ve yine Hilafet’in son başkenti olan Đstanbul’da Hilafet Devle-ti’nin yıkılmasının yıl dönümü münasebetiy-le bir konferans düzenlenecek ve yine Hila-fet’in kurulması için yeniden Müslümanlara çağrıda bulunacak ve bu vesileyle hayırlı bir amel işlenecekti. Bundan dolayı hükümetin verdiği talimatlar üzere bu konferansı sabote etmek ve engellemek amacıyla bu konferans-tan sadece iki gün önce bu operasyonlar ya-pılmıştır.

AVCI: Tutuklamaların ardından birçok haberler yayınlandı. Bunlardan ilki Erge-nekon’la ilişkisi olduğu iddiasıydı. MOSSAD bağlantısı olduğu hatta Yılmaz Çelik’in Đngiliz ajanı olduğuna dair çok ha-ber yayınlandı. Fâsık medyadan gelen ha-bere inanılmaması gerekildiği halde bunla-ra inanan insanlar maalesef oldu. Hizb-ut Tahrir bunlarla hiç bir bağ ve ilişkisinin olmadığını açıkladı. Bu konuda birde sizin yorumlarınızı alabilir miyiz?

KOÇ: Aslında bu iftiralar ve karalamalar yeni değildir, nitekim Türkiye’de daha katı ve azılı Kemalist hükümetlerin zamanında 60’lı ve 70’li yıllarda Hizb-ut Tahrir’i Mosko-va’dan yönlendirilen bir komünist hücresi olmakla suçluyorlardı. O zaman bu iftiraları atan medya, hükümetin istikametinde yürü-

selman koç ile röportaj…

köklüdeğişim ekim 2009 63

yen medya idi, gazetelerinde manşet yaptılar ve haberlerinde bunu yayınladılar.

Đftira ve yalan tüm zamanlarda küfrün malzemesi ve taktiği olmuştur. “Sakat doğ-muş ve yamuk büyümüş gayr-i meşru olan” Türkiye Cumhuriyeti de küfrün temsilcisi olması hasebiyle onun atmış olduğu bu iftira-lar bize garip gelmemiştir ve yeni bir şey de değildir, çünkü küfrün psikolojisi hep böyle-dir.

Ama değişen ve yeni olan şudur; kendini Đslami kesimden bir parça olduğunu iddia eden, güya Đslam’ın savunuculuğunu yaptığı ve Müslümanların hakkını gözetlediğini söy-leyen Müslüman kılıfında ve görünümde olan bazı basın organlarının bu iftiraları at-masında baş göstermesidir. Bu bağlamda yi-ne Đslami hareketlerden geldiği söylenen ve Đslam kisvesine bürünmüş olan bazı kesimle-rin ve şahsiyetlerin bu iftiralara ya ortak ol-ması ya da seyirci kalması garipsenecek bir durumdur. Aslında bizi üzen budur. Ormana demişler ki, “Nedir bu baltadan çektiğin? Ne yapayım sapı bendendir” demiş.

Bu iftiraların neden düşünülmüş ve plan-lanmış olduğunu sorgulamak gerek, çünkü Hizb-ut Tahrir ile yakından uzaktan alakası olmayan yapılanmalarla bağ kurulmuş. Bu da şunu göstermektedir ki, bu sipariş kalem-lerin ne kadar aceleci ve hiddetli olduğunu göstermektedir.

Bu silsilede Hizb-ut Tahrir’in Müslüman-lara karşı bir tehdit oluşturduğunu, onlara zarar vermek istediğini ve Müslümanlardan tecrit olduğunu ve Hizb’in gençlerinin Müs-lümanlardan kopuk yaşadığını söyleyip du-ruyorlar. Hâlbuki 23 ilde yapılan operasyon-lar bunun aksini ispat emektedir. Hizb-ut Tahrir Türkiye’nin doğusundan batısına, ku-zeyinden güneyine kadar Müslümanların te-

veccühünü kazanmış ve onların gönüllerinde taht kurmuş bir Đslami partidir. Đslam Ümme-ti içerisinde ve onunla birlikte çalışmakta olan Hizb-ut Tahrir’i iyi bilen bu iftiralara ke-sinlikle itibar etmeyecektir. Zira Müslüman-lara kan kusturan ve Đslam’ın düşmanı olan Đngiltere ve yahudi varlığı ile ilişkilendirilen ideolojisi Đslam olan bu güzide kitle kesin bir dille ve kat’i bir ifadeyle kendini yeterince ta-rif etmiştir ve dakik bir şekilde kendini ta-nıtmıştır. Dolayısıyla Hizb-ut Tahrir ve bu şer yapılanmaların arasındaki temelde ve ay-rıntıdaki fark aşikârdır.

Ama yine maalesef şuna şahit olmaktayız ki bazı insanlar buna rağmen bu iftiralardan acizane etkilenmiştir, yalnız bu uzun vadeli olmayıp sadece kısa bir etkilenme dönemidir. Zira Hizb’in gençleri Müslümanların arasın-da yaşamaktadır ve onlarla samimi ve iyi ilişkiler içerisindeler. Bu yüzden Hizb’in gençlerini iyi tanıdıklarından dolayı bu ifti-ranın tesiri uzun sürmeyecektir.

Sayın Yılmaz Çelik’e atılan bu iftiralar ay-nı bildiğimiz medya tarafından uydurulmuş-tur. Müslümanlar nezdinde güvenirliğini kaybetmiş aynı medyadan söz ediyoruz. Her defasında AKP hükümetinin ihanetini, ihma-lini ve zulümlerini örtbas eden ve Đslam’a ay-kırı olan işlemlerini aklayan yine aynı med-yadan söz ediyoruz. Ancak ne gülünçtür ki atılan iftiralara iyice bakıldığı zaman o çok korudukları, savundukları ve her defasında akladıkları AKP hükümetinin politikaları ve projeleriyle özdeşleşmiş iftiralardır, yani Ba-tı’ya ve onun beslemesi olan yahudi varlığına hizmet etmede ve uşaklık yapmada önde ge-len AKP hükümetini görüyoruz. Suriye ile işgalci yahudi varlığı arasındaki barış anlaş-masında Amerika tarafından biçilen arabulu-culuk rolüne üstlenmiş Türkiye Cumhuriye-ti’nin hükümeti AKP ve ‘ben ABD’nin Büyük

selman koç ile röportaj…

köklüdeğişim ekim 2009 64

Ortadoğu Projesi olan Türkiye’deki eş başka-nıyım’ diyen bu hükümetinin başbakanı Re-cep Erdoğan’dan bahsediyoruz.

AVCI: Son aldığımız habere göre Kar-deşlerimize hapishanede işkence ediliyor. Tabi bunlar bizim duyduklarımız. Duyma-dığımız daha neler vardır Allah’u Âlem! Hem kardeşlerimiz hem de onların aileleri için gerçekten zor bir durum. O değerli Kardeşlerimiz ve aileleri bu röportajı mut-laka okuyacaklardır. Onlara neler tavsiye etmek istersiniz?

KOÇ: Her ne kadar bunu söylemek zor ol-sa da eğer bunu okuyorlarsa onlara naçizane şunu demek isterim; sebat gösterin ve sabır edin ki sabır insanı Allah’a daha çok yaklaştı-rır. Đyiyi hatırlayın ve iyiyi bilin ki Allah her zaman sizinledir. Allah’a tevekkül etmeniz ve rızkın ve ecelin O’nun elinde olduğuna ne kadar inandığınız aslında böyle bir zamanda beli olur. Çok iyiyi açıklana bilen boş fikir-lerden ibaret olmaması gerek. Bu mefhumla-rın ne derecede kök saldığı bu imtihanlarda beli olur ve unutmayın ki bu bir imtihandır. Đslam davası örnek şahsiyetler ile üstünlüğü-nü her zaman korumuştur ve her zaman öyle olacaktır, zirvede olma rütbesini kimseye kaptırmayın, zira Đslam bedel ve fedakârlık ister.

Küfrün takipçileri bile inandıkları davala-rına karşı dürüstlük göstermiştir. Örneğin bugün hala saygı duyulan ve Türkiye’de hayranları hala bulunan, fikirlerini tasvip etmememize rağmen ‘yiğidin hakkını vere-ceksin’ misali, sosyalizme inanan Deniz Gezmiş bile idam sehpasına götürüldü za-man hala davasının arkasında durmuş, asıl-madan önce polisler ve gardiyanlar sormuş-lar ‘‘imam getirelim mi?’’ Oda; ‘’Ne imamı? Ben

hayatımda imama muhtaç kalmamışım, ölürken niye muhtaç kalayım?’’ demiştir.

Efendimizin SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu kavlini unutmayın: "Öyle bir

zaman gelecek ki o zamanda Allah’ın kitabı

hayattan uzaklaştırılacak ve Benim Sünne-

tim öldürülecek! Đşte o zamanda bir zümre

oluşacak ve onların bir tanesinin sevabı siz-

den 40 kişinin sevabına bedel ve bir şehidi

sizden 40 şehide bedel!” Ya Rasulullah onlar kimdir? diye soran Ashaba Rasulullah’ın ce-vabı şöyle olur:

"Onlar öyle insanlar ki Allah’ın kitabını

tekrar hâkim kılmaya çalışacaklar ve Benim

Sünnetimi tekrar diriltip onu yaşamaya, an-

latmaya, yaşatmaya uğraşacaklar ve onların

bu konuda Allah’tan başka hiçbir yardımcı-

ları yoktur. Hâlbuki size en büyük yardımcı

benim. Onlara ne dostları nede düşmanları

Allah’ın dinini hâkim kılmaya engel olama-

yacaktır. Sizler benim ashabım onlar ise sev-

gililerimdir, yaşasın o Garipler!” (Kütübü-

sitteden hadis imamları sahihlemiştir.)

Bu rivayete ve Rasulullah Aleyhi’s Se-lam’ın övgülerine mazhar olmayı arzulaya-lım. Gerçek Salih dava adamları hiç bir za-man zalim idarecilere yağcılık ve dalkavuk-luk yapmamış veya ümmete tutuklandık ve ezildik diye şikâyette ve sitemde bulunma-mıştır. Zira onların gücünün kaynağı tüm güçlerin yaratıcısı ve kaynağı, âlemlerin Rab-bi olan Allah’tır ve biz O’ndan geldik, sadece O’na güveniriz, sadece O’ndan yardım dile-riz, sadece O’na döneceğiz.

AVCI: Rabbim sizden razı olsun Karde-şim. Son olarak, genelde bütün Müslüman-lara özelde Türkiye’de ikamet eden Müs-lümanlara neler söylemek istersiniz?

KOÇ: Küfrün psikolojisi değişmez. Ama biz yine de öz güvenimizi, cesaretimizi göste-

selman koç ile röportaj…

köklüdeğişim ekim 2009 65

rip küfrün psikolojisinin bozukluğunu, zayıf-lığını, alçaklığını ve yüzeysel konumunu gös-termek istiyoruz. Bunu ümmet görsün, zayıf imanlılar da görsünler cesaret bulsunlar isti-yoruz. Gösterilen her türlü zorluklara rağ-men, yine de sesimizi yükseltip onlara çağ-rımızı tekrar ediyoruz:

Hizb-ut Tahrir Kur’an ve Sünnetten aldığı düşünce ve metotla Müslüman Türkiye hal-kının kalbinde olacaktır. Türküyle, Kürt’üyle, Laz’ı ve Çerkez’iyle herkes Hizb-ut Tahrir’i kalbinde taşıdığı müddetçe küfür yenilmeye mahkûmdur.

Her değişim hareketi; değişimi gerçekleş-tirmek uğrunda halis bir samimiyet duygusu gereğince fedakârlık yapmak zorundadır. Bu, ister Đslami olsun isterse gayri Đslami bir de-ğişim hareketi olsun fark etmez.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem diyor ki: “Đman çarkı ebediyete kadar döne-

cektir… Sizde nerede bulunursanız onu dön-

dürün. Đyice bilin ki; Allah’ın kitabı Kuran

devletten ayrılacaktır; Dikkat edin! Sakın ha

siz Kur’an’dan ayrılmayın. Ve başınıza öyle

(zalim) idareciler gelecek ki, onlara itaat

ederseniz sizi küfre götürürler, onlara baş-

kaldırırsanız sizi öldürürler.” Orada bulunan Müslümanlar hemen sordular; “Ne yapma-

mızı önerirsiniz Ya Rasulullah? dediklerinde Allah’ın Rasulü şöyle cevap verdi: "Đsa’nın ümmetinin yaptığı gibi yapın. Zira onlar tes-

tereyle kesilme ve işkence pahasına dinden

dönmediler ve taviz vermediler.”

“Allah’a isyan içinde yaşamaktansa Al-

lah’a itaat halinde ölmek daha hayırlıdır.” (Ibn-Hacer Askalani, Sahih Hadis)

Ölüme gülümsemek şuuruna erdiğimiz zaman zafer Allah katından yağmur gibi ine-cek ve Müslümanlar işte o gün Hilafet’in ku-rulacağına şahit olacaklar. Đşte o gün Müslü-manların kalbi sevgi ve fedakârlıklarla dola-caktır… Đnşallah o günler çok yakındır.

Murat Albasan medrese-i yusufiye’den [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 66

Fırsatlar Ülkesi Türkiye

Nedense hala anlamadı devlet büyükleri-miz(!) Đslam’ı bir hayat nizamı olarak benim-seyen ve O'nun hayat, toplum ve devlete hâ-kim kılınmasını ölüm kalım meselesi yapmış olan Müslümanların evlatlarını hapsederek yeni miladın önüne geçemeyeceğini. Tam ak-sine nasıl ki başımızdaki tel örgülerin keski-lerine kuşlar gagalarını biliyorsa, bizler Müs-lümanlar olarak Yusuf Aleyhi’s Selam'dan miras kabul ederek burayı kendimize medre-se kıldık ve imanımızı küfre ve zulme karşı bilemekteyiz. Asla zalimlerin değil Allah'ın dilediği kadar kalacak ve dilediğinde de... Hem, bu gün sayısını tahayyül dahi edeme-yeceği kadar çok Đslam'ın ideolojisi ile dol-muş, donatılmış aydınlar mevcut. Müslü-manları tecrit ederek hangi devlet bu güne kadar Đslam'ın hayata tekrar kılınma davası-nın önüne geçebilmiş ki? T.C. bunun önüne geçebilsin. Rabbimizin yüce ayetlerine daya-narak buna asla kimsenin gücünün yetmeye-ceğini tekrar içerde ve dışarıda bulunan tüm dava erlerine ve samimi Müslümanlara müj-delemek istiyorum. Bu müjdeyi Sünnetullaha binaen vermek istedim. Bu güne kadar bizle-re, Müslümanlara özellikle de dava taşıyıcıla-rına baskı uygulanıp artırıldıkça bu bizde sa-dece imanımızı güçlendirmiştir.

Đnsanoğlu cezaevinde gerçekten tefekkür etme imkânına sahip oluyor. Dört duvar ar-sında kitap okumanın, ibadet etmenin ve müstebiddanelere karşı imanını bilemenin yanında tedebbür etmek için de müthiş bir ortam. Bu, cezaevine giriş sebebinden kay-naklanıyor olsa gerek ki buralar kişiye adeta medrese oluyor, olabiliyor. Çeşit çeşit insan var buralarda. Kimi cinayetten, kimi uyuştu-rucudan, çeteden... vs. yatıyor. Kimi nefsine

uymuş, kimi Ergenekon’a güvenmiş, kimi ba-tıl fikirlerine sarılmış, kimisi de Rabbim Al-lah’tır dediği için buralara düşmüş. Şüphesiz ki, cezayı müeyyideyi gerektiren bir suç işle-yen her şahıs, o işlediği suçun cezasını çek-mek zorundadır. Bu, ister dine dayalı bir devlette olsun, isterse dinsiz bir devlette ol-sun bu böyledir. Burada kalkıp mevcut dü-zenin adaletini sorgulayacak değilim. Çünkü sorgulayacak bir şey yok ortada. Birilerinin "kimse düşüncesinden dolayı tecrit edilmeyecek-tir." safsatası buradaki vakıa ile dekleştirildi-ği zaman, adalet denebilirse onun nasıl bir adalet olduğu da ortaya çıkıyor. Bırakın dü-şünceyi koskoca mühimmat depolarıyla ya-kalanan, bu ümmetin yıllardır sırtına dipçiği vurmuş, kanını emen, Ergenekoncu dinsiz devletin bekçileri sürüm sürüm sürünmesi gerekirken adaletin(!) en şaşaalısını görüyor-lar... Ve bir dalgada giriyorlar diğer dalgada serbest kalıyorlar. Bu düzen, dalgalanmasın da kim dalgalansın? Gerçi dediğim gibi ada-let falan aradığımdan değil. Böyle olacağı belliydi zaten. 10 dalga oldu, 15 de olur... Denizde dalga olmaz mı?

Adamın birini yakalayıp, bir iş becerdiğini zannedenler denize bir botla yola çıktıkları-nın farkında değiller. Adam yerine koyup da yakaladıkları şahıs "Ergenekon bir denizse ben de içinde bir damlayım" diyor. Bazıları ise hala bir ve iki numaranın hayalini kuruyor. Onla-ra ulaşıldığında bu devlet kökünden dalga-lanacak ve dalgaların altında yok olup gide-cek demektir. Firavun ve avaneleri misali... Neyse bırakalım Amerikancılar Đngilizcileri sıkıştırsın birbirlerini yiyip bitirsinler. Bu, on-ları denize dökecek olanlar (hayırlı ümmetin yiğit evlatları) için belki de bir fırsat, bir işa-ret...

fırsatlar ülkesi türkiye…

köklüdeğişim ekim 2009 67

T.C. gerçekten fırsatlar ülkesi haline geldi. Bu iki derin güç birbiri ile uğraşırken, dala-şırken çok kan kaybediyor. Aslında burada gereken yeterli güce sahip olan bir kitle olsa ölümcül darbeyi vurup, bir taşla iki kargayı vurmuş olacak. Burada işin ehemmiyeti ve aciliyeti ortaya çıkıyor. Şimdi kamuoyu yapma zamanı. Şimdi aile akrabaya, eşe dos-ta gitme zamanı. Kapılar çalınmalı, camdan bacadan ümmete ulaşılmalıdır. Ümmet kafa-sını kaldırıp akletmelidir. Akletmesi için o dürtülmeli ve ona alternatif gösterilmelidir. Mutlaka onun içinde duyarlı ve hassasiyeti olan insanlar olacak. Ama bu mesele zor bir mesele. Sabırla, güzel öğütle gidilmeli üm-mete. Zaten ümmet yeterince mevcut düzene adapta olmuş, alternatifsizlikten sarılmış şahmerana gidiyor.

Bu bana Menderesi hatırlatıyor. 20. asrın ortalarında dini devletten ayırmayı şiar edinmiş ve sözde özgürlük nameleriyle Or-tadoğu'ya kırılasıca ayaklarını basan kâfir Amerika, Türkiye'de nüfuz edebilmiş ve bu-nun sonucunda DP ile Menderes'i memleke-tin ezici(!) çoğunluğuyla başa getirmiştir. Bu ezici çoğunluğa ilişkin bir sosyologun anek-dotunu paylaşmak istiyorum. Geçmiş zaman 50'li yıllarda DP iktidara gelmeden önce hep CHP'yi seçen(!) bir il, daha sonra DP'e veri-yor. Bunun üzerine CHP'li milletvekili böl-geye gidiyor ve bölge halkına soruyor. "Bu güne kadar CHP'yi seçenler birden ne oldu da DP'e geçiverdiler?" Oradan bir adam kalkar ve şöyle cevap verir: "Biz yıllardır onca uğraşı-ya rağmen CHP'yi buralara getiremedik, derdi-mizi anlatamadık. Kimse derdimizi dinlemedi ama DP, biz çağırmadan ayağımıza kadar geldi ve so-runlarımızı dinledi, isteklerimizi sordu..." Tabi ki tek parti döneminde kim takar milleti, der-di... Çok partili döneme de geçince halk ipini koparmışçasına...

Ezici çoğunluk demiştim değil mi? Bura-

daki ezicilik kemiyet bakımından olup, key-fiyet bakımından değildir. Yassı Ada'da baş-layıp Heybeli Ada'da son bulan destan işte o ezici çoğunluğun kapalı kapılar ardından ba-kan gözlerinin önünde olmuştur. Đngilizci Kemalist güç odağı açısından değil ama o dönemki ezici çoğunluk bakımından 2002 sonrası ile benzerlikler var. 50'li yıllardaki sa-fi saf Đngiliz güdümlü dinsiz devletin bekçile-ri, bu gün o zamanki gücüne sahip olmadığı aşikârdır ama hafife de alınmaması lazım. Tüm kurumlarda tabiri caizse "At izi, it izine karıştı" Fakat AKP'nin arkasında duran bu ezici(!) çoğunluk ise aynı Menderes'in arka-sındaki çoğunluk gibi değil mi? Đşte burada ezicilik bakımından benzerlik vardır. Bu günkü "inadına AKP" taraftarlığı da yine ta-rihin Türkiye'de tekerrür ettiğini gösterir.

Komplo teorileri kurmak istemiyorum ama bu gün AKP'nin başına bir şey gelse siz-ce bu "inadına AKP" taraftarları, zamanındaki "inadına DP", "inadına ANAP" diyenlerden farklı mı olacak? Asla! Meseleyi nereye mi getirmek istiyorum? Aslında çok basit. Os-manlı Hilafet Devleti kâfirler ve yerli işbirlik-çiler tarafından yıkıldıktan sonra gerek tek parti döneminde gerekse de Menderes, Özal, Erdoğan ve bunların ara dönemlerinde bu halk, ne T.C.'yi ne de onun yönetimini, yöne-tim şeklini gerçekten benimsememiş onu kendine maletmemiştir. Đstisnalar kaideyi bozmaz. Yani Đslam'ın hayat, toplum ve dev-letin üzerinde bir etkinliği kalmadıysa da, tam manasıyla da terini başkasına da ver-memiştir. Bunu, 60 tane hükümet bu kısa zamanda ispat etmiştir. Daha bir asrı dol-durmadan ve on yıllarca tek parti dönemini de göz önünde bulundurursak yarım asırdan daha az bir zamanda nasıl 60 tane hükümet değişiyor, değişebiliyor?

Cumhuriyet, Laiklik, Demokrasi dedikleri bu olsa gerek. Halka rağmen halk için... Bu

fırsatlar ülkesi türkiye…

köklüdeğişim ekim 2009 68

nasıl bir ahenksizlik, nasıl bir çelişki? Ama tam bu uyuşmazlığın içinde yıllardır bu hal-kın bu düzensizliğe uyum sağladığı görüyor-sunuz. Mesele de burada zaten. Denize dü-şen misali sarılmışlar sürekli yılanlara. Yiğit kahramanların evlatları ve torunlar zamanla sindirilmiş, pasifize edilmiş, âdete iradeleri yok olmuş. Bırakmışlar kendilerini derin devletin dalgalarına ve boğulmaya yüz tut-muş bir halde kimileri kendilerine sürekli can simidi görünümlü yağlı ipi vermiş ve bu halk can simidini çekip kurtulmaya çalışırken as-lında boğazındaki ipi sıktığının farkında de-ğil.

Hal böyle olunca genelde bu ümmetin özelde ise Müslüman Türk halkının kurtul-ması hatta eskide olduğu gibi tekrar bu üm-mete öncülük etmesi bazı hususların varlığını gerektiriyor. Bunun başında bulunduğumuz durumu iyi tahlil edecek ve bu duruma uyan şer'i hükümleri açıklayacak ve bu minvalde de her şeyini ortaya koyacak, samimi ve ted-birini "ölüm-kalım" derecesinde alacak bir kitleye, bir hizbe ihtiyaç var. Ümmetin için-de; bu küfre ve zulme razı olmayan ama kısa vadeli çözümleri de istemeyen, Allah ve Rasulü'nün çizmiş olduğu yoldan bazı maddi unsurlar yüzünden taviz vermek istemeyen, takiyye tanımayan, kırk dereden su getirme-yen getirmek istemeyen ancak Hakkı hak ba-tılı da batıl bilen ve gayelerin gayesini Allah'ı razı etmekte gören ümmetin hayırlı evlatları-nı (bay-bayan) bulmak ve onlara Rasulluh'ın metodunu anlatmak ve onlar vasıtasıyla bir kamuoyu oluşturmak hiç şüphesiz kurtuluşu isteyen her hizbin öncül işlerinden olması la-zım.

Burada herkese görev düşmektedir. Hiç şüphesiz gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında Đslam'ı anlamış nice gençler var. Ya-zımın başında fırsatlar ülkesi demiştim. Đşte şimdi bu fırsatı yakalamanın tam zamanı. Ya-

rın belki çok geç olabilir. Bu ümmet her şeyi denedi. Sağını, solunu, cumhuriyetçisini, muhafazakârını, ılımlısını... Đslam hariç hep-sini denedi. Ama Allah'ın izni ile zamanı geldiğinde bu ümmet de anlayacak yıllarca kimlere ayak olduklarını ve bir gün diyecek-ler "Ya Rab nusretin ne zaman?" Çünkü o va-kit hak ve batıl ayyuka çıkmış olacak akıllar ve kalpler Đslam'ın ateşi ile... Đşte o güne ha-zırlık yapmak her yiğidin görevidir. Dava sahibi şimdi tekrar düşünecek, davasını niye taşıdığını ve aslen nerde taşıması gerektiğini. Planlarını gözden geçirecek ve yeniden şekil-lendirecek. Önümüzdeki yılları mecal bölge-sinde fikri çatışma ve siyasi mücadele yapa-bilmesi için hazırlık yapması lazım.

Sıkışma olmadan patlama olmaz! Duyarlı-lığını yitirmiş gibi gözüken bu topluluğu tek-rar canlandırmak, içlerinde sönmeye yüz tutmuş ateşi tekrar alevlendirmek hiç şüphe-siz bizim görevimiz. Bu ümmetten başka bir ümmet yok. Değişim ancak bu ümmetle ola-cak. Mutlaka bizlerin çalışması ve Allah'ın yardımı ile bu gün korkusundan, bilgisizlik-ten, çaresizlikten, demokratik seçimlere katı-lan ve gayri Đslami yönetim şeklini benimsi-yormuş gibi gözüken bu topluluk Đslam'ı is-teyecek. Bu ümmet Đslami akideye sahip ol-duğu müddetçe er veya geç dönecek. Bu sü-reci hızlandırmak için ne gerekiyorsa yap-mak zorundayız. Yalnız kafamıza göre veya fayda ve zararı gözeterek değil ancak ve an-cak Allah ve Rasulü'nün bize gösterdiği gibi yapmak zorundayız. Şer'i hükümlere bağlı ve kınayıcının kınamasından, ne zalimin zul-münden, ne de kâfirin küfründen korkma-dan, ona aldırış etmeden fikri ve siyasi yolda çalışarak sorumluluğumuzu yerine getirmek zorundayız. Ne pahasına olursa olsun. Rabbi ayaklarımızı sabit kılsın.

Bu gün ümmetin içinde, ümmetin yegane kurtuluş reçetesi olan Raşid-i Hilafet Devle-

fırsatlar ülkesi türkiye…

köklüdeğişim ekim 2009 69

tinin yeniden inşası için çalışan hizb var. Ba-zıları yanlış anlayıp Hilafet'i o kitlenin tapulu malı zannediyorlar. Hâlbuki o, her Müslü-man'ın hasretle beklediği Allah'ın kurulması için kat'i emirler getirdiği Đslam'ın yegâne yönetim şeklidir. Tarihe kısa da olsa bir göz atmış, siyeri yüzeysel de olsa karıştırmış, bu yüce Kur'an'ın sadece ölülere okunmak için gelmediğini iyi-kötü anlamış herkes için aşi-kârdır ki, Đslam ideolojisinin bir yönetim şek-li, bir devleti, bir ordusu, halifesi, siyaseti vardı ve bu yapıyı tamamlayacak tüm organ-ları. Ve işte Đslam'ın bu kalesi idi uğrunda Al-lah Rasulü'nün ve sahabelerinin her türlü zorluğa rağmen vazgeçmedikleri. Hayata, topluma ve devlete hâkim olması için Đslam Devletini 13 yıllık bir dava sonucu Medine'de kurmuşlardı. Bu devleti kurana kadar hiç kimse fer'i meselelerle uğraşmıyor, uğraşa-mıyor, sadece ve sadece birincil olarak ve kendisinin hayata hâkim kılınması ile tüm cüz'i ve fer'i sorunların kendiliğinden çözüle-ceği Đslam Devletini kurdular ve hayata hâ-kim kılma işine odaklandılar.

Şimdi nasıl olur da "ya biz çocuk okutaca-ğız.", "biz cami yaptıracağız", "biz yardım işleri ile uğraşacağız" bırakın onlar da Hilafeti kur-makla meşgul olsunlar diyebiliyoruz. Hâlbu-ki bunları yapmayın diyen yok(!) Ama nasıl olurda bu sorunları anında ortadan kaldıra-cak olan devleti kurma işi ile meşgul olmu-yorlar. Gaye vasıtayı meşru kılar felsefesiyle nasıl olurda bu gün Müslümanların kanı oluk oluk akarken, temiz izzetli namuslar kir-lenirken, Allah'ın yüce kitabı ayaklar altına alınıp, Halifesiz iki geceden fazla kalınması Müslümanlara haram kılınmışken, nasıl olu-yor da bunları durduracak olan asıl mesele yerine ellerinde hiçbir hüccet bulunmaksızın başka cüz'i işlerle meşgul oluyorlar, olabili-yorlar? Tutundukları tavır ve davranışlarla zor ve tek olan yolu yürüyen ve uğrunda ölümü göze alan güzide ashabı ve başlarında

bulunan Ekmeli Enbiya'yı adeta keriz yerine koyuyorlar. Hâşâ! Ama gel gör ki gerçek bu kadar acı. Müslümanların kurtuluş reçetesi diye ortaya koyduklarını sanki Allah'ın Rasulü bilmiyor muydu? O SallAllahu Aley-hi ve Sellem bizzat vahyi alan değil miydi? Takiyyeyle, sözde uyanıklılıkla, diyalogla olacaktı da Rasul ve ashabı neden Đslami nü-büvvet metodundan taviz vermeyerek onca ezaya maruz kaldı. Nasıl olurda onun koy-muş olduğu metodun dışında hüccetsiz bir şekilde sahte reçeteler sunabiliyorlar. Hatta bu uğurda Yusuf Aleyhi’s Selam'a iftira edip küfür ile hükmetti diyebilecek kadar ileri gi-debiliyorlar. Takiyye yaptıklarını ileri sürüp bu seçkin ümmeti oy sandıklarına mahkûm ediyorlar. Adeta yerlerine çakılmışçasına dünyadan el etek çekip tekkelere saklanıyor-lar. Hak ve batılı ayırma işine gelince tekke-ye, tekkeyi korumaya gelince oy sandığına. Hala, daha nefis mücadelesinden bahsediyor-lar. Müslümanlar, nefisle cihad adı altında köleliğe mahkûm ediliyorlar. Hâlbuki uyan-ma zamanı geldi geçti bile...

Gemisini kurtaran kaptandır, bana do-kunmayan yılan bin yıl yaşasın diye diye adeta akıllanmak için Türkiye'de azgın kâfir ordularının gelmesini, ırzlarımızın yağma-lanmasını, ailelerimizin, kardeşlerimizin kat-ledilmesini, işkenceleri bekliyoruz. Bir de hertürlü sapıklıklara hoşgörü gösterirken, Müslümanlara' yapmadıklarını bırakmayan-lar var.

Üzülerek söylüyorum (ama ümitsizliğe düşmüyorum) işimiz çok duyarsız bir toplu-lukla, kimsenin bir sıkıntısı yokmuş gibi. Ekmek davası, davaların en yücesi olmuş. Hâlbuki Allah Azze ve Celle rızkımıza kefil. Rızkımız biterse bu zaten ecelin geldiği an-lamına gelir. Ecel de, ne bir an ileri ne de bir an geri gelmeyeceğine göre sorun kalmaması lazım, korkunun ecele faydası yok. Tasarruf

fırsatlar ülkesi türkiye…

köklüdeğişim ekim 2009 70

yetkimize girmeyen hususlara müdahale et-meye çalışıyoruz açıkçası. Ölümü ertelemek gibi bir ihtiyaç hissediyoruz ne yazık ki. Vehn sarmış kalpleri. Hâlbuki ölüm bir kere gelecek, o vakit neden Allah için olmasın.

Fırsatı değerlendirin Müslümanlar! Hakkı hâkim kılma işine dört elle sarılmanın tam zamanı. Kâfirler birlik olma yolunda, küfrü-nü ve kinini Müslümanlara apaçık göster-mişken bizler daha neyi bekliyoruz? Gün bu gündür. Allah'tan bir azab gelmeden Kur'an ve sünnetin gösterdiği yolda Đslam'ı hayata hâkim kılma işini kendimize maletmemiz la-zım. Bunun dışında kalan tüm işler ne yazık ki kendimizi tatmin etmekten başka bir işe yaramaz.

Kâfirler bile, çoktan Đslam'ın bir hayat ni-zamı olduğunu, hayatın istisnasız tüm bö-lümlerini tanzim ettiğini anladılar. Yine çok iyi anladılar ki, ümmetin içinde Endonezya'-dan Afrika'ya, Orta Asya'dan Orta Doğu'ya kadar muhlis dava adamları kelime-i tevhid eksenli Kur'an ve sünnete dayalı bir kitle ile bunu tekrar Allah'ın izni ile hayata hâkim

kılmak istiyorlar. Ve çok daha iyi de anladılar ki onların tanıdıkları tek sınır, tek hudut Al-lah'ın Müslümanlar için koymuş olduğu hu-dutlardır. Şayet bizler bunu tam anlamıyla hala idrak edemediysek (her ne sebepten olursa olsun) hemen bu açığımızı kapatma yoluna başvurmamız gerekmektedir.

Medrese-i Yusufiye'den dava erlerine ve samimi Müslümanlara selam olsun. Burada şimdilik mazlum konumunda olan biz Müs-lümanların duası hep sizinledir. Zalimlerin en yakın zamanda bir inkılâpla yıkılması te-mennisiyle Rabbim Azim-u Şan yar ve yar-dımcınız olsun. Velhamdulillahi Rabbil Âle-min.

"Canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki, ya marufu emreder münkerden alıkoyar-sınız, ya da Allah kendi katından size bir azab gönderir de ona dua edersiniz fakat du-alarınız kabul olmaz." (Tirmizi, Fitne, 2095; Ahmed

b. Hanbel, Baki müs. Mükessinin 10716)

"Cihadın en faziletlisi, zalim sultan kar-şısında söylenen hak sözdür." (Đbn-i Mace; Nesei;

Ahmed b. Hanbel, Baki Müs. Mükessinin 10716)

Necahu’s Sabatin aile kaledir [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 71

Çocuk Terbiyesinin Esasları (60. Sayıdan Devam)

Çocuklar Đçin Temsili Nizamı Bilme-nin Önemi:

Babalar çocuklar için temsili nizamı bilin-ce onların nizamlarına mütenasip olan onlar-daki etkileme gücüne sahip olurlar.

Sen gören çocuğun etkilenmesini murat ediyorsan onunla konuşman seri yüksek ve izahlı (Resimler ve fotoğraflar) üsluplar kul-lan. Ve genel olarak konuları arz et. Onları kendisine fazla yaklaştırma. Eğer senin evla-dın işiten ise sen kendi konuşmalarını vasat ve sürat arasında yap. Süratle adaletli olarak nefes al. Mücmel olan fotoğraf konularından yüz çevir. Kendi sesinin namelerini ve dere-celerini onunla konuşurken çeşitlendir.

Senin evladın hissi ise onunla konuşman sakin, yavaş ve nefes alman derin olsun. Ko-nuların ayrıntılarından yüz çevir. Ona yaklaş. Onun şuurlarını doyur. Ve ona dokun.

Đkincsi: Sen Kendi Evladının Stratejisini Keşfet.

Birçok insanlar temsili nizamın birçoğun-da müşterek olurlar. Bazıları iki nizam arası-nı duyma ve görmeyi veya duymayı ve hissi veya üçlü nizam arasına topla. Dolaysıyla ço-cuğun kendi yeteneklerini oluşturabilmesi için yürümesi gereken stratejiyi bilmesi icap eder. Bunu izah edebilmek için şöyle bir mi-sali ele alalım. Kendi kardeşine karşı düş-manlık şuurunu

Çocuk kendi kardeşine karşı düşmanlık hislerini taşıyorsa ebeveyn kendi kardeşine karşı düşmanlık şuurunu oluşturan seyir stratejisini bilmelidirler. Sonra ebeveyn bu şuurun sıralamasını değiştirme yoluna hatta

değişene kadar gidecekler. Ve bu gelecekteki adımlara uyarak olur.

1- Çocuğun kendi kardeşine olan düşman-lık durumunu tekrar edecekler. Ona kendi kardeşine karşı darbesini veya onun ihtiyaç-larından olan bir şeyi itlaf etmesine söyleye-rek düşmanca durumu hatırlatacaklar…

2- Ona soru ver. Kendi kardeşine karşı kendisini düşmanlığa ve isteksize oluşturan ilk şey ne idi. O onda bir şey mi gördü. Veya bir şey mi işitti. Veya bir şey mi hissetti?

3- Sen onun bırak o seni haberdar etsin sonra sen onun iki gözünün ve iki elinin ha-reketlerini ve onun ten rengini ve kendi ko-nuşmalarında kullandığı kelimeleri de kont-rol et.

4- Eğer o sana kendi kardeşinde kendisini ona karşı isteksizliği oluşturan bir şey gör-düğünü haber verirse sen ona fotokopisinin şeklini veya onun rengini soru ver. Ve onun renkleri açık mıydı yoksa kapalımıydı?

Eğer o sana kendi kardeşinden duyduğu sözler kendisinde isteksizlik oluşturduğunu haber verirse sen ona sesin kuvvetli veya za-yıf olduğunu ve onun ince veya kalın oldu-ğunu? Soruver

5- Keza sen ona ondan sonra ne işittiğini sor. Ondan sonra onu takip eden nedir? sen kendinde bir şey söyledin mi? sen kendi ak-lında bir şey tasavvur ettin mi? veya senin dikkatini çeken belirli bir his oldu mu?

Bir kısım çocukların istiraticisi şu şekle gö-re olur. (Sh,bd,hd) yani (dıştan işitme) yani kendi kardeşine kendisine küfrederken işitti. Sonra ( Dahili olarak) kendisiyle konuştu

çocuk terbiyesinin esasları…

köklüdeğişim ekim 2009 72

sanki kendisine sövmüş gibi, Sonra ( Dahili his) ona karşı isteksizlik ve kin hissi oluştu).

Đsteksizlik Hislerini Muhabbet ile Değiştirmek;

Eğer ebeveyn kardeşin diğer kardeşine karşı isteksizlik hislerini hissettikleri an de-ğiştirmeyi murat ederlerse çocuk kendisinde isteksizliği nasıl oluşturduğunun aynı strate-jiye göre hareket etmeleri şu şekle göre gere-kir.

1- Sen ondan istekte bulun nefes borula-rını doldurulacak bir şekilde burnu vasıtasıy-la dört saniye içerisinde doldurup versin. Sonra almış olduğu havayı kendi içine sekiz saniye hapsetsin. Sonra onu burun vasıtasıyla dört saniye içerisinde çıkaracak.

2- Sen ondan rahatça oturmasını ve yas-lanmasını talep et.

3- Sen ondan gözlerini kapatmasını ve kendi kardeşinin sesini duyarak onun ona ben seni seviyorum demesini ve senden ken-di oyunlarında bana ortak olmanı istiyorum. Ve beraberce konuşmamızı da seviyorum di-yecek.

4- Sen ondan kendi kardeşini onu öptü-ğünü ve ona güzel bir hediye takdim ederek onu çok sevdiğini talep et.

5- Sen ondan bu tasviri kendi hayalinde büyütmesini ve onun renklerini açıkça ço-ğaltması ve tahrik edici olmasını talep et.

6- Sen ondan kendi kardeşine olan istek-sizliği hayal ederek. Onun göksünden siyah bir top gibi çıkmasını. Sonra onun pencere-den def edilişini. Sonra onun ateşe düştüğü-nü, Sonra onun yanmış olduğunu, Sonra onun üzerine su döktüğünü talep et.

7- Sen ondan talep et ki kendi kardeşine olan sevgisi onun kalbine girdi ve onu se-vinçle ve mesut olmakla doldurup verdi.

Üçüncüsü: Çocuklarla Tevafuk Olmayı Bina Etmek...

Sen istemediğin bir gidişata senin evladın onu seçmiş olduğunu bulursan ve o kendi arkadaşlarıyla oynamak istiyorsa hâlbuki sen ondan bütün vaktini okumakla ve kendi is-tikbalini tahakkuk ettirebilmek için çalışma-sını istiyorsan onun kendi davranışında ve ahlakında Salih olmasını istiyorsan ne içki ve nede uyuşturucu olanla tanışmasını istemi-yorsan o vakit sen evladını nasıl ikna edecek-sin?

Çocuklarla tevafuk içinde ve uyumlu ola-rak bir binanın oluşması bu durumda sana onları konuşmadan önce sana faydalı olacak-tır. Seninle birlikte uyum içinde olur. Gele-cekte ki adımlara göre hareket edilince:

1-Taklit: Herhangi bir konu üzerinde onu-la konuşacak. Ve konuşması esnasında onun hareketlerinde, sözlerinde, nefes alışında ve iki gözünün hareketlerinde onu taklit edecek. Kendisinin onu taklit ettiğini hissettirmeye-cek.

2-Uyumluluk: Sen onu dakikalarca taklit etmeye devam et. Ve sen konumunu da de-vam ettir.

3-Liderlik: Senin onun üzerinde ne kadar etkili olduğunu öğrenmek istiyorsan kendi hareketlerinden bir hareketi değiştir. Sonra onu taklit et. Eğer o seni kendi hareketinde taklit ederse demek ki o seni lider olarak be-nimsemiştir. Ve o artık sana tamamen uy-makta hazır durum dadır. Sen kendisiyle se-nin istediğin her hangi bir konuda artık mü-nakaşa edebilirsin. Sen onula konuşmaya başla. Eğer o seni taklit etmez ise onunla te-vafuk olabilmen için tekrar aynı şekilde çaba göster.

Dördüncüsü: Çocuklarla Nasıl Münaka-şa Edeceğini Tanımla.

çocuk terbiyesinin esasları…

köklüdeğişim ekim 2009 73

Herhangi bir konuda onu ikna etme çaba-lamasından önce ebeveyn çocuğunun vakıa-sını nasıl tefekkür ettiğini, o lezzetli olanları elde etmeyi tercih eden insanlardan mı, yok-sa elem verici eşyalardan uzaklaşmayı iste-yenlerden mi? olduğunu bilmeleri gerekir.

O kendi çevresinde olanların sözlerinden etkilenen olanlardan mı yoksa kendi kendine konuşanlardan mı?

O kendi özel çıkarlarına önem verenlerden mi? Yoksa önem verme dairesinde ufukları geniş olan insanlardan mı? Hatta diğerlerin çıkarlarına önem verenle den olunması için. O ihtilaflı olan yönler üzerinde duranlardan mı? Yoksa o eşyalar arasında bir birine ben-zerlik gösterip üzerinde duranlardan mı? O seri olarak bir defa da kanaat getirenlerden mi? Yoksa o her defasında ikna olabilmesi için ihtiyaç duyanlardan mı?

O kendi faaliyetlerini zoraki yerine getiren insanlardan mı? Yoksa istek onları sevk edenlerden mi?

Bu sınıflandırmanın her birisi için ayrı ayrı giriş konuşması vardır.

1-Lezzeti elde etmek ve elem verici olan-lardan uzaklaşmak: Senin evladın eğer lez-zetleri arzu ediyorsa sen onunla onun olumlu neticeleri hakkında konuş. Eğer sen onu on-dan istiyor isen ve eğer sen ondan namaz kılmasını veya oruç tutmasını veya ahlaka bağlı olmasını istiyorsan sen onunla cennette olan çeşitli lezzetli olanlar hakkında konuş. Ve eğer sen ondan derslerine önem vermesini istiyorsan kendisi ders konusunda ileri adım-lar atınca elde edecekleri mükafatlar hakkın-da konuş.

Ve eğer o elem vericilerden uzaklaşmayı isteyen insanlardan ise, sen ona Allah’ın kendisine gelebilecek ukubatlardan ve üzeri-ne gelebilecek gazabından, eğer o kendi kar-deşleriyle şiddetli hareketlerde bulunur ve

terbiyesizlik yapmaya devam ederse, sen onunla konuş. Sen onunla kendi annesine kö-tülük yaptığından dolayı iki kelime-i şehadeti nutuk edemeyen adam hakkında konuş.

2-Đçe ve dışa dönük olan durumlar: Senin çocuğun eğer başkalarının durumlarından etkileniyorsa ve sen onun kendi kardeşleriyle veya kendi arkadaşlarıyla kavga etmesini is-temiyorsan sen onunla kendi kardeşlerini ve arkadaşlarını kendisinden kızacağını kendisi onlarla kavgaya devam ederse ve onların kendisini terk edeceklerini ve kendisiyle bir-likte oynamayacaklarını konuş.

Eğer onlar kendi şahsi kanaatleri ile etki-lenmiyorlar ise ve onların çevresinde olanla-rın görüşleri onları alakadar etmiyorsa (Yani kendi kendilerine saldıranlardan ise) sen onunla hakiki kuvvetin manası hakkında ko-nuş onun kendi kardeşlerine veya kendi ar-kadaşlarına saldırma olmadığını söyle. Ve onun kendi nefsine malik olması ona hük-metmesi ve kızgınlık anında onu harekete geçirmemesidir. Çünkü Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kavline göre kuvvetli olmak suratla değil kızgınlık halinde kendi nefsine malik olan ancak kuvvetli olur. Mü-minlerden talep edilen kendi aralarında teva-zu içinde olmaları kâfirlere fasıklara ve facirlere ehline karşı şiddetli olmaları isten-mektedir. Allah’u Teâlâ kendisinin sevdiği kavmi vasıflandırarak diyor ki:

ينالذو هعاء مدلى أشاء الكفار عمحر

“Onlar müminlere karşı mütevazıdir. Kâfirlere karşı ise izzetlidirler

3-Özel maslahatlara veya genel maslahat-lara önem vermek: Eğer o kendi özel masla-hatlarına önem verenlerden ise (demek ki onda enaniyet veya cimrilik vardır) ve sen ona ikram etmeyi başkalarını tercih etmeyi cimrilikten uzaklaşmayı ve başkasını kendi-

çocuk terbiyesinin esasları…

köklüdeğişim ekim 2009 74

sine tercih etmeyi öğretmek istiyorsan büyük olan hasenatın ahirette kendisi için depo edi-leceği hakkında eğer o muhtaçlara ve fakirle-re verirse ve o kendi kardeşlerine veya kendi arkadaşlarına eğer onlar muhtaç olursa ko-nuş. Çünkü bu dünya ahiret için bir mezra-dır. Kendisi bu dünyada ne eker ise onu ahirette bulacaktır. Ve ondan önce insanların kendisine olan sevgilerini bu dünyada elde edecektir. Eğer o genel maslahatlara önem verenlerden ise sen onunla Müslüman’ın hem kendisinden ve hem de başkalarından mesul olduğunu konuş. Ve onu umumi olan hizmet işlerine müşterek olmasını teşvik et.

4-Benzerlik nevilerine ve ihtilaflı olan yön-leri tekid etmek: Eğer senin evladın eşyalar üzerinde ihtilaflı olan yönlere dikkat eden-lerden ise başkalarıyla iyi ilişkiler kurması zor olan kimselerden demektir. Çünkü o kendisiyle ve başkaları arasında farklılıklar icat etmektedir. Dolaysıyla kendisinde deği-şikliğin büyük olduğu işlerden onu mükellef kılıver. Eğer sen ondan bahçeyi sulamasını is-terken bir süre sonra ondan mesela arabanın temizlenmesini iste ve aynı işi uzun bir za-man için kendisini sorumlu tutma.

Eğer o işler arasında benzerliği görüyor ise sen onu tekrar edilen rutin işlerle aynı minval üzere uzun bir zaman için devam eden işlerle onu mükellef kıl.

5-Şahsın ikna edilmesi belirli bir şeyi talep ediyor: Eğer senin evladın hemen ilk defada ikna olan insanlardan ise onun durumu ko-laydır. Ve fazla emek sarf etmeye muhtaç de-ğildir. Eğer o ikna olabilmek için defalarca ih-tiyaç duyanlardan ise ilerde o ikna olabilmek için büyük emeğe ihtiyacı vardır. Lakin senin evladın her defasında kendisiyle konuşurken ikna olabilmek için devamlı delil isteyenler-den ise bu sende ki kendisine olan sevgin ik-na olabilmesi halinde pekiştirilmeye ihtiyacı vardır. Allah onun için sana yardımcı olsun.

6- Đnsanlardan öyle kimseler vardır ki senin onu sevdiğini ikna edince o devamlı sana bağlanır. Ve öyle kimseler vardır ki se-nin onu sevdiğini sağlama alabilmek için her defasında onun ispat edilmesine ihtiyaç du-yar.

7- O kendiişlerini yerine getirirken zora-ki olarak mı veya ona karşı istekli olarak mı yapıyor? Eğer senin evladın kendi vazifeleri-ni zoraki olarak yapanlardan ise demek ki o takdir edilenlerin gelmesini bekleyenlerden-dir. Ve onlar maruf olan ve kesin olanlara önem verenlerdendir. Ayrıntıları ve devamlı-lığı gerektiren vecibelerden sen onu mesul tut. Ve sen onu atak olan işlerle sorumlu tutma. Çünkü o ona uygun düşmez. Eğer sen onu derse ve üniversite okulunu tamamla-masını istiyorsan onu teşvik edeceksin. Ve sen onunla istikrarlı güvenlik içinde olan va-zifelerden konuş. Çünkü o ona sağlıklı bir hayatı temin eser. Ve o üniversite dereceli olmaya muhtaçtır.

Eğer o kendiişlerine isteyerek gelmeyi ar-zu edenlerden ise demek ki o yenileri öğ-renmeyi ve çeşitli üslupları denemeyi iste-yenlerdendir. Sen onu tamaha, cesarete ve tehlikeli olanlara ihtiyaç duyan işlerden onu sorumlu tut.

Okumada üstün olma hakkında sen onu ikna olmayı istiyorsan onu ikna et ki ortala-masının yüksek olabilmesi için emek sarf et-sin. Hatta ilmi dallarda okuyabilsin. Çünkü oralarda okuması kendisine üniversite öğre-timinde ilmi olan dallarda sayıca fırsatlar imkânları sağlar. Böylece geniş iş alanlarında tamaha, cesarete ve ataklığa ihtiyaç duyan kapılar açılır.

Beşincisi: Sen Kendi Evladına Kendi Hedeflerini Tahakkuk Ettirebilmesi Đçin Yardımcı Ol.

çocuk terbiyesinin esasları…

köklüdeğişim ekim 2009 75

Babalar ve evlatlar arasında yakınlaştır-mayı oluşturan en üstün üslup onların onlar-la konuşmalarına önem vermektir. Onların okulda, ev çevresinde ve kendi akrabalarıyla olan ilişkilerinde ki durumlarını sormalarını sormalarıdır. Kendi öğretmenleriyle ilişkili olan durumlarını sormalarıdır. Ve okuldaki yaşamlarının ayrıntılarını dinlemeleridir. Ne yaptılar, Ne okudular, Kendilerinde ne gibi ödevler veya imtihanlar var. Ve derslerinin tahsil edilmesi hakkında soru sormalarıdır.

Çocuklarla münakaşa etmek onların ta-mahlarını, rüyaları ve hedefleri hakkında ha-yattan ne istedikleri ve gelecekle ilgili ne gibi planları olduğu hakkında konuşmak. Onları teşvik eder.

Kendi arkadaşları, kardeşleri ve arkadaş-larını müşkülatları hakkında konuşmak onla-rı cesaretlendirir. Böylece ebeveyn sırasıyla kendi evlatlarının müşkülatlarına muttali olurlar. Ve onların çözümlerinde onlara yar-dımcı olmuş olurlar.

Sen kendi çocuğunu kendi duyularından heyecanlarından fikirlerinden, rüyalarından ve tasarılarından konuşmasını teşvik et. Ve onu kendi başına bırak. Rüyalansın kendi rü-yasından konuşsun… Sonra sen ona apaçık bir şekilde kendi hedeflerini sınırlandırmakta yardımcı ol.

Bu hedefleri sınırlandırmasında sen ona ortak ol. Hangisi daha yakındır. Hangisi da-ha orta derecelidir, Hangisi daha uzun mesa-felidir.

Sen ona bu hedeflerin tahakkuk edebilmesi için lazım olan zamanı onunla sınırlandır. Onlar güncel hedefler midir? Yoksa haftalık mıdır? Yoksa aylık mıdır? Yoksa senelik mi-dir? Sen ona günlük liste hazırla ki ona uya-bilsin birçok çocuklar planlamaya ihtiyaç du-yar. Ve ne yapacağını bilmez… Sen ona bu konuda yardımcı ol.

(Devam Edecek)

Esad Mansur tefsir [email protected]

köklüdeğişim ekim 2009 76

Bakara Suresi (231-233. Ayetler)

Boşanan kadını zarara uğratmamak.

جلهن فأمسكوهن بمعروف وإذا طلقتم النساء فبلغن أأو سرحوهن بمعروف وال تمسكوهن ضرارا لتعتدوا ومن يفعل ذلك فقد ظلم نفسه وال تتخذوا آيات الله هزوا

عليكم من الكتاب واذكروا نعمت الله عليكم وما أنزل ءبكل شي الله وا أنلماعو اتقوا اللهو ظكم بهعي ةكمالحو

يملع

“Kadınları boşadığınız ve onlar da bek-leme müddetlerini bitirdikleri vakit ya on-ları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Fa-kat haksızlık ederek ve zarar vermek için onları nikâh altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak kendine kötülük etmiş olur. Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, (size verdiği hidayeti), size öğüt vermek üzere indirdiği Kitabı ve hikmeti hatırlayın. Al-lah'tan korkun. Bilesiniz ki Allah, her şeyi bilir.” (Bakara 231)

Eğer bir kişi hanımını birinci defada bo-şamışsa onun karısı sayılır, yanında kalır onunla ilişki kurar. Fakat onu babasının evi-ne gönderirse üç ay müddeti (iddeti) geçme-den istediği zaman geri getirir. Bu müddet dolmak üzereyken ya onu iyilikle geri getirip yanında tutar, ya da onu iyilikle serbest bıra-kır.

Bu kadın artık nikâhlı sayılmaz, istediği adamla evlenebilir. Đyilikle derken, ona hiç kötülük yapmadan, incitici söz söylemeden ve uygun olmayan davranışta bulunmadan onunla muamele yapar, ister onu yanında tu-tarken isterse onu tam serbest bırakırken ona karşı güzel davranışta bulunur. Onun hakkı-na tecavüz edip ona zarar vermek için tuta-maz. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Kadın başka adamla evlenmesin diye koca birinci boşa-mada kadının iddeti (üç hayızlık müddeti)

dolmak üzereyken yanına alıyor, iyilikle onunla geçinmeye çalışıyor, ilişkide bulun-muyor, askıda bırakıyor, bu şekilde ona ezi-yet ediyordu. Tekrar boşuyor, aynı şekilde davranıyor, iddeti sona ermek üzere iken tekrar aynı şekilde davranılıyor ve bu şekilde kadın ne evli ne boşanmış oluyordu. Cahiliye döneminde de boşanma üç defayla sınırlan-dırılmıyordu. Ömür boyunca kadın süründü-rülüyordu.

Đslam bunu üç boşamakla/talakla sınır-landırdı. Birinci defada iddet bekler, tekrar yanına almayıp karısı olarak saymadığı tak-dirde kadın istediği adamla evlene bilir. Đkin-ci defa boşarsa yine karısı sayılır. Ve iddet bekler; eğer geri almazsa veya kendi yanında bırakmazsa başka adamla evlene bilir. Bu iddet geçerse ve kocası onu döndürmek isti-yorsa, yeni nikâh yapmalıdır. Yinede; ikinci defa boşarsa, kendi karısı sayılır. Đddet geçer-se ve onu yanına getirmek istiyorsa yeni evli-lik sözleşmesi yapmalıdır. Üçüncü boşama olursa, artık onu geri getiremez ve hemen ev-lenemez. Boşadığı kadın başka erkekle evle-necek ve bu erkek onu boşarsa birinci adama yeni evlilik sözleşmesiyle dönebilir.

Kadını eziyet getirmek maksadıyla kadını askıya bırakıp boşuyor tekrar alıyor tekrar boşuyor diye yapanlar zalim olurlar. Zira Al-lahın emrine muhalefet etmiş olurlar. Đs-lam’da zülüm yapmak günahtır, dünya da cezası vardır, ahirette de cezası vardır. Şer’iat yönetimiyle yürütülen devlet, Şer’i mahke-meler de bu adamı cezalandırır. Kadın Şer’i mahkemeye başvurur ve şikâyette bulunur, mahkeme bunu araştırır, adamı bu davranış-tan vazgeçirir. Vazgeçmezse ona uygun ceza uygular ve kadın ondan kurtulup boşanmak istiyorsa erkeğe zorla onu boşatır. Şu anda, Hilafet Devleti olmadığı için birçok kadın ko-

bakara suresi 231-233 …

köklüdeğişim ekim 2009 77

casının zulmünden çekiyor, çare bulamıyor. Laik devletlerin laik mahkemelerinde sürün-dürülüyor, bazen mahkemeler senelerce de-vam ediyor.

Allah’u Teâlâ, kendi emirlerine uymayan-ları uyararak “…Allah'ın âyetlerini eğlence-ye almayın…” buyurdu. Allah’ın bu emrine ve herhangi bir emre uymayanlar veya uy-mak istemeyenler, Allah’ın ayetleriyle alay etmiş olurlar. Allah’ın emri, dirilten ve öldü-ren emridir. Herkesin canı elinde olup, her şeye ve herkese egemen olanın emridir!

Rasulullah SallAllahu Aleyhi Ve Sellem döneminde birisi hanımını boşayınca; “şaka olarak veya oynamak istedim” deyip “boşandım” diyince, bu ayet nazil oldu; “…Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın…”

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu boşamayı boşanma saydı ve şöyle buyurdu: “Üç şey vardır ki onların ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bunlar: 1- Nikâh, 2- Bo-şama, 3- Ric’at (boşadıktan sonra tekrar eşine dönmek).” (Ebu Dâvud Talâk 9 (2194)

Tirmizi de şöyle geçti: “Üç husus vardır ki; adam ciddi olarak veya ciddi olmayarak onları söylesin; vuku da bulunur; boşamak azad etmek ve evlenmektir.” (Tirmizi).

Bunun manası, insan şaka olarak eğlene-rek hanımına; “seni boşadım” derse talak vuku bulur, kadın boşanmış olur. Kölesine şaka olarak; “seni azad ettim, sen hürsün” derse köle azad edilmiş olur. Bir kadına şaka olarak; “seninle evlendim” diye söylerse, bu söz ciddi-ye alınır ve hiç şaka sayılmaz.

Boşama konusunda kadının rızası hiç şart değildir. Fakat evlilik hususunda kadının rı-zası şarttır.

“…Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek üzere indirdiği Kitab'ı ve hikmeti hatırlayın…” diye emir verdi.

Allah’ın nimeti, Đslam’dır. Bu hidayet ve nurdur. Đnsan bu nimete, Allah’a şükretsin.

Bu hem lafızla, uygulamakla, diğerlerine an-latmakla gerçekleştirilir.

Allah’ın nimetlerinden söz etmek; insanla-ra bu nimetin ne kadar büyük olduğunu ve ne kadar insanı mutlu kılacağını anlatmaktır. Zira bütün sorunları köklü ve doğru şekil de çözer. Misal olarak; boşanma meselesidir. Eskiden adam karısına eziyet vererek askıda bırakıyordu, ona hakkını vermiyordu, iyilikle onu yanında tutmuyordu ve iyilikle boşan-mıyordu. Gayri ciddi bir şekilde “şaka söyle-dim” diyerek karısını boşuyordu. Đslam bunu yasakladı, bu şekilde erkek ve kadın arasın-daki ilişki güzel bir şekilde düzenlendi.

Yine, Allah’ın kitabını ve hikmetini anlat-mamız gerekir. Kitap; Kuran’ı Kerim’dir, hikmet ise; Sünnettir.

Allah’u Teâlâ bu ayette hem kitabı indir-diğini bildirdi hem de hikmetten bahsetti. Burada hikmetten kasıt; Sünnettir. Kitabı ve onun açıklaması olan sünneti Rasulü’ne vahyetmiştir. Çünkü kitabın açıklanması o kadar mühimdir ki bu açıklama olmadan ke-sinlikle Kur’an doğru şekilde uygulanamaz. Herkes aklına göre Kur’an’ı uygulamaya ça-lışacak, hayırlı detaylar hiç anlaşılmayacak, hayatın birçok meselesinin çözümü de anla-şılmayacak veya bilinmeyecektir. Birçok ayet-te Allah’u Teâlâ’nın Rasul’e veya Sünnete uymakla ilgili uyarısı vardır. Burada; “…Allah'ın âyetlerini eğlenceye almayın…” sözünü Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bunu nasıl açıkladığını ve yürürlü-ğe koyduğunu gösterdik. Adam şaka olarak; “karımı boşadım” deyince Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu ayetin açık-laması olarak bunu gösterdi. Adama karısını boşattırdı veya onu bir talak saydırdı. Ayrıca açıklamada bulundu; “Üç şey vardır ki onla-rın ciddisi de ciddi, şakası da ciddidir. Bun-lar: 1- Nikâh, 2- Boşama, 3- Ric’at.” Bu hu-sus, hadiste geçtiği gibi kabul edilir.

Allah’ın emirleri aynı anda öğüt olur, in-sanlara güzel söz olarak verildiği kabul edi-

bakara suresi 231-233 …

köklüdeğişim ekim 2009 78

lir. Bu Allah’u Teâlâ’dan güzel söz olarak geldi. Bu, Allah’ın insanlara lütfünden ve şefkatinden ileri gelir. Müminler hiç cezadan korkmadan ve Allah daha cezayla korkut-madan ona uysunlar! Nitekim mümin ceza-dan korkmadan Allah’ın emrini uygular. Çünkü mümin Allah’a inanıyor, Onu sevi-yor, seve seve O’nun emrini yerine getiriyor.

Ayetin sonun da, Allah’u Teâlâ öğüt ver-dikten sonra onları uyararak; “…Allah'tan korkun…” diye sert ifade kullandı. Öğüt din-lemeyen Allah’ın azabından korksun.

Allah’ın her şeyi bildiği ve her şeyden ha-beri olduğunu bilin ifadesi ayetin sonunda geçti. “Bilin veya bilesiniz” den kasıt kesin şekilde inanın demektir. Kur’an da ilim edin ilminiz var mı, ancak zanne uyarlar hiç ilim-leri yoktur gibi ifadesi kesin şekilde inanmak veya kesin delil göstermektir. Đnsan kendisi-nin ne konuştuğunu ve içinde ne gizlediğini Allah’ın bildiğine inanırsa Allah’tan korkar. Bu nedenle, birçok ayetin sonunda; Allah her şeyden haberdar, her şeyi işitir, görür, bilir veya buna inanın ifadeleri geçmektedir. Mümin buna kesin şekilde inanırsa Allah’tan korkar, O’nun emrini yerine getirir ve neh-yinden vazgeçer.

Boşanan kadının tekrar boşadığı ko-casıyla evlenmesi:

وإذا طلقتم النساء فبلغن أجلهن فال تعضلوهن أن ذلك وفرعم بالمنهيا بواضإذا تر نهاجوأز نحنكظ يوعي

كى لكمأز ر ذلكمم اآلخواليو بالله نؤمي نكمم ن كانم بهونلمال تع أنتمو لمعي اللهو رأطهو

“Kadınları boşadığınız ve onlar da bek-leme müddetlerini bitirdikleri vakit, arala-rında iyilikle anlaştıkları takdirde, onların (eski) kocalarıyla evlenmelerine engel ol-mayın. Đşte bununla içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimselere öğüt veril-mektedir. Bu öğüdü tutmanız kendiniz için en iyisi ve en temizidir. Allah bilir, siz bil-mezsiniz.” (Bakara 232)

Ayetin münasebeti;

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde Makel bin Yassar adlı sahabe kız kardeşini bir Müslüman’la evlendirmişti. Bir müddet sonra adam Makel bin Yassar’ın kız kardeşini boşadı. Fakat iddeti bitti ve onu yanına geri getirmedi. Bu adam ve kadın tek-rar birbirlerini sevip, bir birlerine dönüp ev-lenmek istediler. Adam, tekrar eski karısıyla evlenmek için erkek kardeşi olan Makel bin Yassar’dan onu istedi. Makel bin Yassar bu adama şöyle dedi: “Hey! Sen alçak oğlu alçak-sın! Sana değer vererek kız kardeşimi seninle ev-lendirdim, ondan sonra onu boşadın! Allah’a ye-min ederim ki tekrar sana dönmeyecektir.” Bu-nun üzerine Allah’u Teâlâ bu ayeti indirdi. Makel bin Yassar bu ayet nazil olunca şöyle dedi: “Rabbimi dinliyorum ve ona itaat ediyo-rum” diyerek adamı çağırıp; “seninle kız kar-deşimi evlendiriyorum ve bu şekilde sana ikram ediyorum.”

“Makel bin Yassar Allah’ın rızası için yemini yerine getirmeyince kefaret verdi.” (Tirmizi, Ebu Davud, Đbni Maceh, Đbni Cerir, Đbni Abi hatem

ve Đbni Mardeveyh )

Kadın boşanır ve iddeti (üç hayızlık) süre-yi doldurursa, kendisini boşayan eski koca-sıyla evlenmek istiyorsa, hem kendisi hem eski kocası razı iseler evlenmeleri önlenmez. Zira birinci talak için üç hayızlık müddeti içerisinde hala karı koca sayılırlar. Yine de, ikinci talak için bu müddet vardır, iki taraf evli sayılırlar. Eğer bu müddet sona ererse ar-tık karı koca sayılmazlar, kadın başka erkekle evlenebilir, direk eski kocasıyla da evlenebi-lir. Öyleyse, kendisini boşayan erkekle tekrar evlenmesine bir mani yoktur.

Allaha ve ahirete iman eden kimse Al-lah’ın emri kendisine zor gelse dahi “Allah’ı dinledim ve onu işittim” diyerek onu yerine ge-tirir. Bunu Makel bin Yassar adlı sahabe’de gördük. Bu nedenle; “…Đşte bununla içiniz-den Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse-lere öğüt verilmektedir…” dedi. Allah’a ve ahiret gününe inanmayan kimseler Allah’ın emrini dinlemezler. Yine de; Allah’a ve ahiret

bakara suresi 231-233 …

köklüdeğişim ekim 2009 79

gününe imanı pek kavramayan kimse sanki inanmamış gibi davranıyor, Allah’ın emrini yerine getirmiyor ve ona isyan ediyor! Böyle kimseler ancak cezayla yola gelirler.

Allah’ın emri izzeti nefisten ve çıkardan daha üstün gelir. O sahabe izzeti nefsi terk edip hiç inat etmeden Allah’ın emrini yerine getirdi. Razı olduğu halde kadının eski koca-sına dönmesinin daha güzel ve daha temiz olduğunu Allah’u Teâlâ’nın açıklaması şüp-hesiz ki tam isabetli ve tam yerindedir. Nite-kim ikisi bir birlerini tanımış, hatalarını bil-miş ve gizli taraflarını örtmüştür. Bu halde, tekrar güzel bir aile oluşturulabilir.

Đnsan ne kadar bilgili ve akıllı olursa ol-sun, insanı yaratan, gizliliği ve geleceği bilen Allah insandan daha fazla bilir. Onun Şer’iatı, indirdiği hüküm, verdiği emir ve nehyettiği şey yegâne isabetli ve doğru ka-nundur. Bütün Meclislerin ve Hükümetlerin çıkarttıkları kanunlar ve kararlar Allah’ın ka-nununa ters gelirse reddedilir. Sadece ve sa-dece Allah’ın emrine uyulur. Zira insanlar bilmezler sadece Allah bilir.

Çocuklarını emziren boşanmış kadın-lar:

ن لملين كامليوح نهالدأو نعضرات يالدالوأن و ادأر ن نتهوسكو نقهرز له لودوعلى المة واعضالر متيبالمعروف ال تكلف نفس إال وسعها ال تضآر والدة بولدها ادأر فإن ثل ذلكم ارثلى الوعو هلدبو له لودوال ما و

إنا وهمليع ناحر فال جتشاوا ومنهاض من تراال عصفأردتم أن تسترضعوا أوالدكم فال جناح عليكم إذا سلمتم ما

ن آتيتم بالمعروف واتقوا الله واعلموا أن الله بما تعملويرصب

“Emzirmeyi tamamlatmak isteyen (baba) için, anneler çocuklarını iki tam yıl emzirir-ler. Onların örfe uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan an-cak gücü yettiğinden sorumlu tutulur. Hiç-bir anne, çocuğu sebebiyle, hiçbir baba da çocuğu yüzünden zarara uğratılmamalıdır. Onun benzeri (nafaka temini) vâris üzerine de gerekir. Eğer ana ve baba birbiriyle gö-rüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu me-

meden kesmek isterlerse, kendilerine gü-nah yoktur. Çocuklarınızı (sütanne tutup) emzirtmek istediğiniz takdirde, sütanneye vermekte olduğunuzu iyilikle teslim etme-niz şartıyla, üzerinize günah yoktur. Allah'-tan korkun. Bilin ki Allah, yapmakta olduk-larınızı görür.” (Bakara 233)

Bu ayet, emzirmenin tam müddetinin iki sene olduğunu ve en fazla iki sene çocuğun emzirildiğini gösteriyor. Đki seneden sonra çocuk emzirilirse veya yabancı çocuk bu müddetten sonra emzirilirse onun sütkardeşi sayılmaz. Sütkardeş iki sene içerisinde em-zirme döneminde sayılır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle beyan etti:

“Süt emme, küçük yaşta ve iki senenin altında olursa mahrem kılar.” (Dârekutnî, IV/174)

Haramlık meselesi; yabancı kız çocuk bir oğlan çocukla emzirilirse veya birbirlerine yabancı kız ve oğlan çocuklar iki sene içeri-sinde aynı anneden emzirilirse, sütkardeş olup büyüyünce birbirleriyle evlenmeleri ha-ram olur. Yine buna benzer Tirmizi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’den Ümmü Seleme’nin rivayetini aktardı.

“Boşanmış kadına emzirmek için çocuğu verilirse ancak iki sene emzirir. Bundan daha fazla zorlanmaz. Bu durumda çocu-ğun babası eski hanımına marufla rızkını ve giyimini sağlayacaktır. Maruf ise, çevre-sinde nasıl diğer kadınlar yedirilir ve giydi-rilir ise aynen bu şekilde kadın yedirilir ve giydirilir.”

Başka surede ücret verilir emri geldi. Al-lah’u Teâlâ şöyle buyurdu:

نهورأج نفآتوه لكم نعضأر فإن “Eğer sizin için çocuklarınızı emzirirlerse onlara ücret-lerini verin” (Talak 6)

Zira boşanmış kadın artık boşayanın ha-nımı değildir. Böylece kadın emzirme karşılı-ğında ücreti hak etmiş olur. Bu ücret; yiye-cek, giyim veya nakit para da olur.

bakara suresi 231-233 …

köklüdeğişim ekim 2009 80

Evli olan bir erkeğin hanımı ise ücret al-maz. Kocası onu marufla yedirecek ve giyin-direcektir. Bu ücret değil, koca üzerine bir haktır, bu bir nafaka ve harcamadır.

Boşanmış olan kadının hak ettiği ücret ve-ya evli kadının hak ettiği nafaka kocanın gü-cü dâhilinde olmalıdır. Aşırı derece fazlalıkla sorumlu tutulmaz, bu sebeple de zarara so-kulmaz. Yine kadın çocuğu nedeniyle zarara sokulmaz, eğer çocuk daha emzirilmeye muhtaç ise ve eski kocası başka çare bulamı-yorsa çocuğu emzirmelidir. Eski kocasını emzirdiği çocuk nedeniyle zarara uğratmaz. Yine kadın da çocuğunu emzirmek istiyorsa eski kocası onu bu işten men edemez, kadını zarara sokamaz. Đkisi birbirine anlayışlı ol-malı, daha önce birbirlerine yaptıkları iyiliği unutmamalı, birbirlerine karşı nankör olma-malı, ne kadar ilişkileri bozulursa da bozul-sun birbirlerinin üzerlerine olan iyilikleri hiç unutmamalı, kindar olmamalıdırlar. Bakara suresi 237. ayette Allah’u Teâlâ bu hatırlat-mada bulunuyor:

نله تمضفر قدو نوهسل أن تمن قبم نوهإن طلقتمو هدي بيالذ فوعي أو فونعإال أن ي تمضا فرف مصة فنفريض

ى وللتقو بفوا أقرأن تعة النكاح وقدل عا الفضوال تنسيرصب لونما تعبم الله إن نكميب

“Kendilerine mehir tayin ederek evlen-diğiniz kadınları, temas etmeden boşarsa-nız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkıdır. Ancak kadınların vazgeçmesi ve-ya nikâh bağı elinde bulunanın (velinin) vazgeçmesi hali müstesna, affetmeniz (mehirden vazgeçmeniz), takvâya daha uy-gundur. Aranızda iyilik ve ihsanı unutma-yın. Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür.” (Bakara 237)

Bu ayet her durumda uygulanır, birbirle-rine küsen arkadaşlar, akrabalar ve sair in-sanlar daha önce birbirlerine yaptıkları iyilik-leri hatırlamalılar. Hatırladıkları takdirde kindar olmazlar. Herhangi bir kişi, arkadaş, akraba; “bana zamanında bu veya şu iyiliği yapmıştı, ama birbirimize küstük, fakat o iyiliği unutmayacağım, bu nedenle, onu zarara sokma-

yacağım” diye düşünmelidir. Boşanmış erkek ve kadın da evliyken birbirlerine yaptıkları iyilikleri ve sevgiyi hiç unutmasınlar onu akıllarında tutsunlar ve buna göre birbirleri-ne karşı davransınlar, birbirlerini zarara sokmaya çalışmasınlar, hatta sırlarını ifşa et-mesinler.

Eğer baba vefat etmişse, onun mirasçısı çocukla ilgilenme hususunda baba yerine ge-çer. Çocuk emzirilmeye muhtaçsa boşanmış olan kadın onu emzirmelidir, aynı anda em-zirme ücretini marufla hak eder.

Bu ayette geçen bu ifadeden mirasçıların ve akrabalarının birbirlerine yardım etme farzı anlaşılır. Hanefi ve Hanbelî mezheple-rinde bu farzı açık şekilde gösterilir. Eğer, er-kek ve kadın iki sene dolmadan çocuğu süt-ten ayırmak istiyorlarsa, iki taraf razı olurlar-sa bir sakıncası yoktur. Zira iki sene en fazla emzirme dönemi olur, daha az da olabilir, zararı yoktur. Eğer boşanmış kadın herhangi bir nedenle çocuğunu emziremiyorsa baba-nın çocuğunu başka kadına emzirtmesi sa-kıncalı değildir, bu durumda eski karısını zorlayamaz. Eski karısı emzirirse ona ücret verir.

Allah’u Teâlâ bu hükümleri verirken bun-lara uyulmasını ister, bu nedenle kendisin-den Müslümanların korkmalarını ister. Zira onların yaptıklarını görüyor. Ayette; “…Şüphesiz Allah yapmakta olduklarınızı hakkıyla görür…” ifadesinin manası; “kesin şekilde inanın” anlamındadır. Nitekim insan Allah’tan korkarsa kendiliğinden bu hüküm-leri uygular. Allah’tan korkmak veya takvalı olmak hükümleri uygulamak için en önemli yürütücü güçtür. Takvalı olmak istemeyen-ler veya Allah’tan korkmayanları (ister erkek olsun isterse kadın olsun) Đslam Devletindeki mahkeme onları zorlar.

Bu ayet diğer ayetler gibi erkek ile kadın arasında evli iken veya boşandıktan sonra nasıl güzel muamele olacağını gösterir. An-cak bu nizam nedeniyle insanlar mutlu olur-lar.