156

Politika Dergisi Sayi 24

Embed Size (px)

DESCRIPTION

politika dergisi sayi 24

Citation preview

Page 1: Politika Dergisi Sayi 24
Page 2: Politika Dergisi Sayi 24
Page 3: Politika Dergisi Sayi 24

“Editörya”dan...

Temmuz-Ağustos 2010 Sayı 24

Politika Dergisi

Değerli okuyucularımız, Değerli okuyucularımız, Değerli okuyucularımız, Değerli okuyucularımız,

Yeni bir sayıyla daha karşı- Yeni bir sayıyla daha karşı- Yeni bir sayıyla daha karşı- Yeni bir sayıyla daha karşı-nızdayız.nızdayız.nızdayız.nızdayız.

Bu günlerde malum referan- Bu günlerde malum referan- Bu günlerde malum referan- Bu günlerde malum referan-dumla haşır neşiriz… Ancak dumla haşır neşiriz… Ancak dumla haşır neşiriz… Ancak dumla haşır neşiriz… Ancak halkoylamasının içeriği ile ilgili halkoylamasının içeriği ile ilgili halkoylamasının içeriği ile ilgili halkoylamasının içeriği ile ilgili kaç kişinin bilgisi vardır, bu ko-kaç kişinin bilgisi vardır, bu ko-kaç kişinin bilgisi vardır, bu ko-kaç kişinin bilgisi vardır, bu ko-nuda karamsarım açıkçası.nuda karamsarım açıkçası.nuda karamsarım açıkçası.nuda karamsarım açıkçası.

Biz, Politika Dergisi olarak, Biz, Politika Dergisi olarak, Biz, Politika Dergisi olarak, Biz, Politika Dergisi olarak, demokrasiyi bir “sayı ve oranlar demokrasiyi bir “sayı ve oranlar demokrasiyi bir “sayı ve oranlar demokrasiyi bir “sayı ve oranlar rejimi”, “parmak kaldırma sis-rejimi”, “parmak kaldırma sis-rejimi”, “parmak kaldırma sis-rejimi”, “parmak kaldırma sis-temi” veya “evet/hayır oyunu” temi” veya “evet/hayır oyunu” temi” veya “evet/hayır oyunu” temi” veya “evet/hayır oyunu” olarak görmüyoruz. Kendimizi olarak görmüyoruz. Kendimizi olarak görmüyoruz. Kendimizi olarak görmüyoruz. Kendimizi tanımlarken de kullandığımız tanımlarken de kullandığımız tanımlarken de kullandığımız tanımlarken de kullandığımız gibi, Türkiye için demokrasiyi; gibi, Türkiye için demokrasiyi; gibi, Türkiye için demokrasiyi; gibi, Türkiye için demokrasiyi; sadece seçimlere özgülenmiş bir sadece seçimlere özgülenmiş bir sadece seçimlere özgülenmiş bir sadece seçimlere özgülenmiş bir rejim olarak değil Türkiye Cum-rejim olarak değil Türkiye Cum-rejim olarak değil Türkiye Cum-rejim olarak değil Türkiye Cum-huriyeti’nin temel esaslarına huriyeti’nin temel esaslarına huriyeti’nin temel esaslarına huriyeti’nin temel esaslarına uyulmak şartıyla her kesimin uyulmak şartıyla her kesimin uyulmak şartıyla her kesimin uyulmak şartıyla her kesimin katılımının sağlandığı ve nite-katılımının sağlandığı ve nite-katılımının sağlandığı ve nite-katılımının sağlandığı ve nite-liksel ilerleme içinde olan bir re-liksel ilerleme içinde olan bir re-liksel ilerleme içinde olan bir re-liksel ilerleme içinde olan bir re-jim olarak tanımladığımızı söy-jim olarak tanımladığımızı söy-jim olarak tanımladığımızı söy-jim olarak tanımladığımızı söy-lemiştik. lemiştik. lemiştik. lemiştik.

Niceliğin niteliğin önüne geç- Niceliğin niteliğin önüne geç- Niceliğin niteliğin önüne geç- Niceliğin niteliğin önüne geç-tiği postmodern denilen bu top-tiği postmodern denilen bu top-tiği postmodern denilen bu top-tiği postmodern denilen bu top-lumsal yapıda derdimizi anlat-lumsal yapıda derdimizi anlat-lumsal yapıda derdimizi anlat-lumsal yapıda derdimizi anlat-mamız kolay değilse de niteliği mamız kolay değilse de niteliği mamız kolay değilse de niteliği mamız kolay değilse de niteliği

ön plana taşımak için kimine ön plana taşımak için kimine ön plana taşımak için kimine ön plana taşımak için kimine göre yaptığımız Don Kişot’luk göre yaptığımız Don Kişot’luk göre yaptığımız Don Kişot’luk göre yaptığımız Don Kişot’luk sayılsa da var gücümüzle çalış-sayılsa da var gücümüzle çalış-sayılsa da var gücümüzle çalış-sayılsa da var gücümüzle çalış-mayı sürdüreceğiz… mayı sürdüreceğiz… mayı sürdüreceğiz… mayı sürdüreceğiz…

* * ** * ** * ** * *

Bu sayımızı Temmuz Bu sayımızı Temmuz Bu sayımızı Temmuz Bu sayımızı Temmuz----Ağustos Ağustos Ağustos Ağustos ortak yayını olarak çıkardığı-ortak yayını olarak çıkardığı-ortak yayını olarak çıkardığı-ortak yayını olarak çıkardığı-mızdan ve yazar durumumuzun mızdan ve yazar durumumuzun mızdan ve yazar durumumuzun mızdan ve yazar durumumuzun iyice gelişmesinden dolayı çok iyice gelişmesinden dolayı çok iyice gelişmesinden dolayı çok iyice gelişmesinden dolayı çok dolgun bir sayıyla çıkıyoruz dolgun bir sayıyla çıkıyoruz dolgun bir sayıyla çıkıyoruz dolgun bir sayıyla çıkıyoruz karşınıza.karşınıza.karşınıza.karşınıza.

Bu kısıtlı olanaklar ile yavaş Bu kısıtlı olanaklar ile yavaş Bu kısıtlı olanaklar ile yavaş Bu kısıtlı olanaklar ile yavaş yavaş da olsa, sürekli büyüme yavaş da olsa, sürekli büyüme yavaş da olsa, sürekli büyüme yavaş da olsa, sürekli büyüme eğilimindeyiz, demiştik geçen sa-eğilimindeyiz, demiştik geçen sa-eğilimindeyiz, demiştik geçen sa-eğilimindeyiz, demiştik geçen sa-yıda. Dernekleşme ve basılı ya-yıda. Dernekleşme ve basılı ya-yıda. Dernekleşme ve basılı ya-yıda. Dernekleşme ve basılı ya-şama geçme ile ilgili somut şama geçme ile ilgili somut şama geçme ile ilgili somut şama geçme ile ilgili somut adımları ilerleyen günlerde site-adımları ilerleyen günlerde site-adımları ilerleyen günlerde site-adımları ilerleyen günlerde site-mizden takip edebilirsiniz, ancak mizden takip edebilirsiniz, ancak mizden takip edebilirsiniz, ancak mizden takip edebilirsiniz, ancak bu atılımların başarılı olabilme-bu atılımların başarılı olabilme-bu atılımların başarılı olabilme-bu atılımların başarılı olabilme-si için siz değerli okurlarımızın si için siz değerli okurlarımızın si için siz değerli okurlarımızın si için siz değerli okurlarımızın desteği bizim için şart…desteği bizim için şart…desteği bizim için şart…desteği bizim için şart…

Gençlerin ve bayanların da Gençlerin ve bayanların da Gençlerin ve bayanların da Gençlerin ve bayanların da yüksek katılımının sağlandığı, yüksek katılımının sağlandığı, yüksek katılımının sağlandığı, yüksek katılımının sağlandığı, demokratik ve özgür bir Türkiye demokratik ve özgür bir Türkiye demokratik ve özgür bir Türkiye demokratik ve özgür bir Türkiye umuduyla...umuduyla...umuduyla...umuduyla...

[email protected]

Kurucular:

Emrah ÖZDEMĐR Gökhan DAĞ

Bu Sayıda Yazanlar:

Alan WOODS Asım US

Aylin SAPAZ Bilgin TÜRK

E. Hasan MĐKAĐL E. Ülker TARHAN Evren YELKANAT

F. William ENGDAHL Gökhan DAĞ

Đlker EKĐCĐ Medine AKBABA

Nuran TALAY Oğuz Kemal ÖZKAN Oktay SĐNANOĞLU

Ozan ÖRMECĐ Sina AKŞĐN

Selvihan ÇĐĞDEM Süleyman GÖK

Ümit MĐNEL

Kapak Tasarım:

Emrah ÖZDEMĐR

Web Tasarım:

Gökhan DAĞ Metin TINAY

Not: Bu tabloda alfa-betik sıralama kullanıl-mıştır.

[email protected]

Politika Dergisi Đrtibat Telefonu: 0507 4 737373

0507 4 PDPDPD

Page 4: Politika Dergisi Sayi 24

Đçindekiler Yönetim Kurulu Başkanı:

Gökhan DAĞ

Genel Yayın Yönetmeni: Emrah ÖZDEMĐR

Yazı Đşleri Müdürü: Evren YELKANAT

Đdari Đşler Müdürü: Timur V.

DOĞRUOK

Plan-Proje Müdürü: Nuran TALAY

Editörler: Selvihan ÇĐĞDEM

Temmuz-Ağustos 2010 Sayı 24

Politika Dergisi

Emine Ülker TARHAN

Gerçeğin Dili Sade ve Nettir Sy. 10

Gökhan DAĞ “Kamusal Şeyler, Özel Şeyler” Tartışmasında Anaya-sa Değişiklik Paketi ve Referandum Sürecine Bakış

Sy. 16

İlker EKİCİ

Referandumda Seçmen Tercihini Belirleyen Faktörler ve Süreç Değerlendirmesi Sy. 26

Medine AKBABA

Temel Olarak Anayasa ve Referandum Gerçeği Sy. 32

Evren YELKANAT

Sosyalistler Anayasa Referandumunda

Ne Yapmalı? Sy. 38

[email protected]

Page 5: Politika Dergisi Sayi 24

Đçindekiler

Temmuz-Ağustos 2010 Sayı 24

Politika Dergisi

Dr. Elnur Hasan MİKAİL

ABD’nin Kafkasya Politikası Sy. 38

F.William ENGDAHL

Yapay Demokrasi Çin’e Karşı (1) Sy.52

Asım US

Tarihi Perspektiften Şark Meselesi ve Onun Günümüzdeki Uzantısı Kürt Sorunu (2) Sy. 60

Ümit MİNEL

PKK’ya Gayrinizami Harp’i Kim Öğretiyor? Sy. 66

Oğuz Kemal ÖZKAN

Olağanüstü Hal Bölgesi Değil, Olağanüstü Hal Türkiyesi Sy. 74

Aylin SAPAZ

BOP Eşbaşkanları ile Terör Çözülemez Sy. 80

Bilgin TÜRK

Pınar Akdağ’ın Katilleri Sadece PKK ve Yandaşları mı? Sy. 84

Hakkımızda:

Politika Dergisi, Ulu-dağ Üniversitesi öğ-rencilerinin kurmuş olduğu ve ardından da ülkenin pek çok yerinden yapılan katı-lımlarla büyüyen bir politik gençlik hareke-tidir. Yaratılmış ve halen de artırarak sürdürülmek istenen apolitik gençliğe bir karşı duruş fikrinden doğan Politika Dergi-si, kanunlara uyuldu-ğu ve okuyucusuna saygılı olduğu takdir-de her türlü görüşe önem verir. PD, Tür-kiye Cumhuriyeti'nin temel niteliklerini be-nimsemiş, cesaretini Mustafa Kemal Ata-türk'ün Bursa Nut-ku'ndan almıştır.

[email protected]

Page 6: Politika Dergisi Sayi 24

Đçindekiler

Temmuz-Ağustos 2010 Sayı 24

Politika Dergisi

Ozan ÖRMECİ

Kadro Hareketi Sy. 90

Prof.Dr. Sina AKŞİN

Atatürk Döneminde Halkçılık Ne Anlama Geliyordu Sy.102

Selvihan ÇİĞDEM Geçmişten Günümüze Bilim ve İktidar İlişkisi (1) Sy. 106

Nuran TALAY Nükleer Santral Tehdidi ve Bilinçsiz Türkiye Sy. 116

Prof.Dr. Oktay SİNANOĞLU

İngiliz Atını Alan Üsküdar’ı Geçti Sy. 120

Alan WOODS

Kapitalizm Krizi ve Marksist Düşüncenin Görevleri (2) Sy. 132

[email protected]

Görümüz Politika Dergisi’nin görüsü; gençlerin ve genç düşüncelilerin kavga ile değil fikirlerle politik katılımını sağla-maktır. Politika Dergisi, Türkiye için demokrasi-yi; sadece seçimlere özgülenmiş bir rejim olarak değil Türkiye Cumhuriyeti’nin temel esaslarına uyulmak şartıyla her kesimin katılımının sağlandığı bir rejim olarak tanım-lar.

Page 7: Politika Dergisi Sayi 24

Đçindekiler

Temmuz-Ağustos 2010 Sayı 24

Politika Dergisi

Röp.Yapan: Nuran TALAY

Selma Aliye Kavaf’la Çocuklar Üzerine Sy. 138

Selvihan ÇİĞDEM

Yetmedi mi Canımızın Yandığı? Sy. 144

kültür sanat kültür sanat kültür sanat kültür sanat kültür sanat kültür sanat kült

Der: Emrah ÖZDEMİR

P—Kitap: Seçkiler Sy. 148

İnc: Süleyman GÖK

P—Kitap: Türk Sorunu Sy. 149

Karikatür: Irmak ATABERK

ÇIZIKTIRMAK: İki “12 Eylül” Çakışması Sy. 151

İnc: Ozan ÖRMECİ

P—Kitap: Yaban Sy. 152

[email protected]

Görevimiz

1. Gençlerin ve genç beyinlilerin politik dü-şüncelerine yer vere-rek, depolitize olmaları-nı engellemek ve bu yolla ülkemiz politikası-na bir ivme kazandıra-bilmek,

2. Cumhuriyetimizin, Türk devrimlerinin, insan haklarının, de-mokrasinin ve laikliğin özü korunmak kaydı ile fikir serbestîsi sunabil-mek,

3. Geniş bir politik yel-pazenin sunulması ile okuru çok yönlü düşün-meye sevk etmek,

4. Tüm bunların kaza-nımları ile düşünsel politizasyonu sağlaya-rak, gelecek için ger-çek bir demokrasi oluş-turmaya katkıda bulun-maktır.

Page 8: Politika Dergisi Sayi 24

D eğerli takipçilerimiz,

Gençlerin birtakım amatörce çabalarıyla kurulan Politika Der-

gisi olarak sizlere daha rahat ulaşabileceğimiz ve apolitikliğe bir hançer daha vurabileceğimiz

Sayfa 8

Yok bir gücümüz, yok bir destekçimiz ama...

adımları şartlar olgunlaştıkça atmayı sürdüreceğiz…

Yakın bir zamanda basılı ola-rak dergimizi elinize alabileceği-nizi umuyoruz.

Hiçbir maddi kazanç amacı gütmeksizin yaptığımız bu işte

bize olan desteğinizin artarak sürmesi dileğimizle…

Saygılar sunar, iyi bayramlar dileriz…

POLĐTĐKA DERGĐSĐ

Yeni Adımlar Atacağız

Page 9: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 9 Sayı 24

Page 10: Politika Dergisi Sayi 24

Emine Ülker TARHAN

(YARSAV Başkanı)

B en de konuya doğrudan girmek, YARSAV'ı anlatmak ve geldiğimiz bu “Anayasa Değişikliği” sürecinde bizim yargı bağımsızlığımıza yönelik yapılanla-

rı nasıl değerlendirdiğimizi sizlerle paylaşmak isti-yorum.

YARSAV Avrupa’da ilki 1907’de kurulmuş yargıç derneklerinin Türkiye’deki ilk örneğidir. Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi’nin “danışma organları” olan Dünya Yargıçlar Birliği (ĐAJ) ile AB’nin danış-man organı olan “Özgürlük ve Demokrasi için Av-rupalı Yargıçlar ve Savcılar Birliği (MEDEL) üyesi-dir. Bu günlere çok zorlu bir örgütlenme mücadele-sinin ardından gelen YARSAV, hukukun üstünlüğü-ne inanır meşruiyetini iktidara ve majestelerine biattan değil sadece adil olma kararlılığından alır.

Kuruluşu da, varlık mücadelesi de bu oranda zorlu olmuştur.

Biz bu ülkedeki yargısal süreçlerin uzadığını, hal-ka adaletin geç ulaştığını, bazen hiç ulaşmadığını, bunun da yargı politikasındaki yanlışlıklardan kay-naklandığını yaşadık, gördük. Yargı bağımsızlığını engelleyen hükümlerin kaldırılması gerektiğini, çö-zümün olanaklı olduğunu anlatmak istedik. Pek çok soruna kaynaklık eden yargı bağımsızlığının evren-sel ölçütlere getirilmesini istedik. Bugün bizi “halledeceklerini” söyleyenler, o gün de kurulur kurulmaz, “tüzüğünüzde yargı bağımsızlığını savunuyorsunuz, olmaz, derhal değiştirin, bu görev sadece ve sadece devlete aittir” dediler. Avrupalı muhataplarına “ülkemizde yargıçlar ser-bestçe örgütleniyor” diye övünürken içeride YARSAV’a karşı, darbe dönemlerindeki gibi “kurucu üyelerini veto etmek”, fesih davası ve yasa ile kapatmak da dâhil her türlü yol denendi. “3-5 yargıcın bir araya geldiklerinde ne Hükümet, ne Bakanlık dinlediklerini” söyleyerek, “Zaten dernek-

Sayfa 10

YARSAV Başkanı Tarhan, Anayasa değişikliğini değerlendirdi.

Gerçeğin Dili Sade ve Nettir

Bugün bizi Bugün bizi Bugün bizi Bugün bizi “halledeceklerini” söyle-“halledeceklerini” söyle-“halledeceklerini” söyle-“halledeceklerini” söyle-yenler, o gün de kurulur yenler, o gün de kurulur yenler, o gün de kurulur yenler, o gün de kurulur kurulmaz, “tüzüğünüzde kurulmaz, “tüzüğünüzde kurulmaz, “tüzüğünüzde kurulmaz, “tüzüğünüzde yargı bağımsızlığını savu-yargı bağımsızlığını savu-yargı bağımsızlığını savu-yargı bağımsızlığını savu-nuyorsunuz, olmaz, der-nuyorsunuz, olmaz, der-nuyorsunuz, olmaz, der-nuyorsunuz, olmaz, der-

hal değiştirin, bu görev sa-hal değiştirin, bu görev sa-hal değiştirin, bu görev sa-hal değiştirin, bu görev sa-dece ve sadece devlete ait-dece ve sadece devlete ait-dece ve sadece devlete ait-dece ve sadece devlete ait-

tir” dediler. tir” dediler. tir” dediler. tir” dediler.

Page 11: Politika Dergisi Sayi 24

leri de var, parti de kursunlar.” diyerek yargıda ör-gütlenmeye nasıl baktıklarını ortaya koydular.

Sanki büyük usta Aristoteles’i okumuşlardı, çün-kü Aristoteles tiranlıkların sürdürülebilir olmasını sağlamak için bazı yöntemler olduğunu belirtir ve der ki:

1-) Sivrilenleri kes ve bağımsız görüşü olan adamlardan kurtul.

2-) Toplumsal, kültürel ya da benzeri amaçlarla derneklerde toplanmalarına izin verme,bunlar (dernekler) bir tiranın sakınması gereken iki şeyin, “bağımsızlık ile kendi güvenmenin” serpilip gelişe-ceği yerlerdir.

Bize karşı uygulamalarında gerçekten de şaşırtıcı bir yöntem benzerliği ile karşılaştık. Bugün de izle-diğiniz gibi saldırılar sürüyor, en kısa zamanda YARSAV’ı halletmekten, yok etmekten söz ediliyor.

Şunlarla da karşılaştık: Beğenmedikleri kararları ideolojik ve hukuk dışı bulduklarını beyan ettiler; ulema dururken yargı da kim oluyor dediler; yargıyı siyasal amaçları önünde bir engel olarak gördükle-rini her fırsatta açıklayıp, yargıçların boy boy fotoğ-raflarını yayımlayıp, hedef gösterdiler. Bunun sonu-cunda Türk yargı camiasına eşi görülmemiş, tarif-siz, büyük acılar yaşattılar.

Đşte o gün yargıcı hedef gösterip, yok etmek isteyenler bugün yargıyı hedef gösterip, yok etmeye çalışıyorlar.

Oysa yok etmeye çalıştıkları bizler, başka bir ül-keden gelmedik; bu toplumun, bu halkın çocukları-yız; çok uzak yurt köşelerinden gelmiş, ülke sorun-

larını kendi sorunlarımız bilmiş; bu güzel ülkeye kendimizi hep borçlu hissetmişiz. Kendini bu ülke-nin, bu halkın sahibi zannedenlerden her sözüne “benim” diye başlayanlardan daha mı az seviyoruz bu ülkeyi?.. Sorunlarımız bu toplumdan ayrı değil-dir, toplum ne sıkıntı çekiyorsa biz de aynısı çeki-yoruz; peki bizimle ilgili ama bizim dışımızda geli-şen her konuda susmalı mıyız? “Yargıç sadece kararları ile konuşur” söylemi bizi uyutmak için mi uydurulmuştur; aslında yargıç hiç konuşmasın, hep sussun mu denilmektedir?

Bizler hukuku en iyi bilip uygulayanlar, sahadaki her güçlüğe hiç yakınmadan sabahlara kadar oku-dukları dosyaları ve gece yarılarına kadar süren duruşmaları ile meydan okuyanlar; bu ülkenin do-ğusundan batısına, dağından taşından geçmiş, rüzgarını hissetmiş olanlar değil miyiz; bizimle ilgili alınan kararlarda hiç mi söz hakkımız yok? Biz her gün ama her gün yeniden yeşerttiğimiz adalet inancımızla adliyelerimize koşarken bir şey mi bek-liyoruz? Tabii ki hayır, biz hiçbir karşılık bekleme-den yaptık, yapıyoruz. Ülkemizden başka kimse-ye borcumuz yok, beslediğimiz odaklar yok ki borcumuz olsun, bir çıkar duygumuz yok ki ayrıcalıklar isteyelim. Biz bu ülke için böyle çalı-şırken, üretirken, biz dosyalarımızdan başka bir şey göremez haldeyken, bir odada bazen dört yar-gıç hafta sonu gece yarısı demeden çalışırken, bu

Sayfa 11 Sayı 24

Sanki Aristoteles’i okumuşlar-Sanki Aristoteles’i okumuşlar-Sanki Aristoteles’i okumuşlar-Sanki Aristoteles’i okumuşlar-dı, çünkü Aristoteles tiranlık-dı, çünkü Aristoteles tiranlık-dı, çünkü Aristoteles tiranlık-dı, çünkü Aristoteles tiranlık-ların sürdürülebilir olmasını ların sürdürülebilir olmasını ların sürdürülebilir olmasını ların sürdürülebilir olmasını sağlamak için bazı yöntemler sağlamak için bazı yöntemler sağlamak için bazı yöntemler sağlamak için bazı yöntemler olduğunu belirtir ve der ki:olduğunu belirtir ve der ki:olduğunu belirtir ve der ki:olduğunu belirtir ve der ki: 2 2 2 2----) Toplumsal, kültürel ya ) Toplumsal, kültürel ya ) Toplumsal, kültürel ya ) Toplumsal, kültürel ya da benzeri amaçlarla dernek-da benzeri amaçlarla dernek-da benzeri amaçlarla dernek-da benzeri amaçlarla dernek-lerde toplanmalarına izin ver-lerde toplanmalarına izin ver-lerde toplanmalarına izin ver-lerde toplanmalarına izin ver-me,bunlar (dernekler) bir ti-me,bunlar (dernekler) bir ti-me,bunlar (dernekler) bir ti-me,bunlar (dernekler) bir ti-ranın sakınması gereken iki ranın sakınması gereken iki ranın sakınması gereken iki ranın sakınması gereken iki şeyin, “bağımsızlık ile kendi şeyin, “bağımsızlık ile kendi şeyin, “bağımsızlık ile kendi şeyin, “bağımsızlık ile kendi

güvenmenin” serpilip gelişece-güvenmenin” serpilip gelişece-güvenmenin” serpilip gelişece-güvenmenin” serpilip gelişece-ği yerlerdir.ği yerlerdir.ği yerlerdir.ği yerlerdir.

Page 12: Politika Dergisi Sayi 24

ülke rutin dışı bir hukuksuzluğa alıştırılmaya çalışıl-makta, hukuk kendi hukukunu egemen kılmaya çalışanlarla kuşatılmakta.

Pahalı zırhlı araçlarla ve onlarca korumla ile do-laşan birileri tarafından sanki düşman bir ülkenin düşman unsurlarıymışız gibi bize savaş açılmış adeta, aldığımız kararlar siyasal iktidarın önünde engel gibi gösterilmekte, yargı sürekli temel yasa-larda yapılan değişikliklerle işlevsiz bırakılmakta, yargının etkisi ve gücü kırılmaya çalışılmaktadır. Biz de bizimle ilgili karar süreçlerine katılmalı, ifade ve örgütlenme özgürlüğümüzü kullanmalıydık. Av-rupa’da ilk yargıç derneği 1907’de kurulmuştu, biz geç bile kalmıştık. Đşte bunun için YARSAV’ı kur-duk ve kendi saygın konumumuza uygun ses çı-kartmaya, bizimle ilgili karar süreçlerine birileri hiç istemese de katılmaya karar verdik.

Ama hep demokratikleşmeden ve Avrupa’nın ortalama ölçütlerinden söz edenler demokrasinin ortalama ölçütleri olan dokunulmazlık, siyasi parti-ler, seçim sistemi, katılım, uzlaşma konularında olduğu gibi bu konuda da şaşırtmadılar. Çünkü ancak kendileştirdikleri ölçüde bir üniversiteye ol-duğu gibi, kendileştirdikleri ölçüde bir sivil toplum örgütüne tahammülleri vardı. O da tabii YARSAV olamazdı. Aslında tahammül edemedikleri YARSAV üzerinden yetkin, bağımsız, dinamik, güçlü yargıydı.

Böylece, aslında demokratikleşmeden, açılımlar-dan, adaletten, özgürlükten söz ederken ne söyle-meye çalıştıklarını da deneyimlerimizle yaşayarak öğrenmiş olduk. Evet, ifade özgürlüğü derken susturmaktan; örgütlenme derken yalnızlaştır-ma, bölme ve etkisizleştirmeden; özgürlük der-ken tutsaklıktan; adalet derken zulümden; yar-gılama derken aslında infazdan; demokrasi der-ken bir korku krallığından söz ediyorlardı. Yani ne söylüyor, ne yapıyorlarsa aslında tersinden oku-mak gerektiğini biz yaşayarak öğrendik. Ve gerçek-ten de son olarak tersinden okuduğunuzda darbe anayasasının izlerini silmekten söz ettiklerinde deh-şetle irkilmemek mümkün değildi. Çünkü aslında darbe anayasasının izlerini silmek değil, darbe ru-hunu güçlendirmek için yapılacağı anlaşılıyordu bu değişikliklerin ve öyle de oldu.

Biz YARSAV olarak demokrasinin ve toplu-mun güvencesi olan yargı bağımsızlığının güç-lendirilmesi için ne istiyorduk? Ama neler yapıl-dı?

> Yargıda yürütmenin vesayetini yaratan ve dar-benin ürünü en önemli bağlantı olan yargıç ve sav-cıları idari açıdan Adalet Bakanlığı’na bağlı kılan Anayasa’nın 140/6. Maddesi değiştirilsin. Yargıcı memurlaştıran darbe anlayışına son verilsin.

> Yargıyı siyasallaştıran ve HSYK’yı kilitleyen, çalışamaz hale getiren adalet bakanı ve müsteşarı

Sayfa 12

Evet, ifade özgürlüğü der-Evet, ifade özgürlüğü der-Evet, ifade özgürlüğü der-Evet, ifade özgürlüğü der-ken susturmaktan; örgüt-ken susturmaktan; örgüt-ken susturmaktan; örgüt-ken susturmaktan; örgüt-lenme derken yalnızlaştır-lenme derken yalnızlaştır-lenme derken yalnızlaştır-lenme derken yalnızlaştır-ma, bölme ve etkisizleştir-ma, bölme ve etkisizleştir-ma, bölme ve etkisizleştir-ma, bölme ve etkisizleştir-

meden; özgürlük derken tut-meden; özgürlük derken tut-meden; özgürlük derken tut-meden; özgürlük derken tut-saklıktan; adalet derken zu-saklıktan; adalet derken zu-saklıktan; adalet derken zu-saklıktan; adalet derken zu-lümden; yargılama derken lümden; yargılama derken lümden; yargılama derken lümden; yargılama derken

aslında infazdan; demokrasi aslında infazdan; demokrasi aslında infazdan; demokrasi aslında infazdan; demokrasi derken bir korku krallığın-derken bir korku krallığın-derken bir korku krallığın-derken bir korku krallığın-

dan söz ediyorlardı. dan söz ediyorlardı. dan söz ediyorlardı. dan söz ediyorlardı.

Page 13: Politika Dergisi Sayi 24

Kurulda yer almasın. HSYK’nın istisnasız tüm ka-rarlarına karşı yargı yolu açılsın, Kurulun işleri şef-faf olsun istedik.

> Yargıç ve cumhuriyet savcılarının mesleğe gi-riş, eğitim ve mesleğe kabul, sicil, soruşturma değil her türlü özlük işleri konusunda HSYK görevlendiril-sin, teftiş Yüksek Kurula bağlansın.

> Kurulda birinci sınıf yargıç ve savcılarının özel güvenceli temsili sağlansın.

> HSYK’nın bağımsız bütçesi, binası ve Kurulca atanan sekretaryası olsun, kurumsal yapı ve hafıza oluşturulsun.

> HSYK ve yüksek yargı organları üyelerinin cumhurbaşkanınca seçimi uygulaması kaldırılsın.

> Yüce Divan sıfatına sahip ceza yargılaması yapacak olan Anayasa Mahkemesi hukuksal dene-timi sağlayacak nitelikte hukukçu üye ağırlıklı yapı-landırılsın, istedik.

> Yargının iş yükü, ağır çalışma koşulları düzeltil-sin, adalet gecikmesin, yargı kararları yerine getiril-sin, hukuk sadece dolanmak için var olmasın, top-lumun bireyin güvencesi olsun, yürütmeye yakın soruşturmalar tehlikelidir, adli kolluk kurulsun, adli tıp yürütmeye bağlı olasın özerk kılınsın, küçük bir mağdurun fiziksel ve ruhsal sağlığını tespit için 2 yıl sonrasına gün verilmesin istedik.

> Đstenilseydi bunların hepsi sekiz yılda pekâlâ da yapılabilirdi, ancak yapılmadı, söz konusu edilmedi. Yargı alanında yapılanlar, temel ceza ve yöntem yasalarında defalarca değişiklik yapılarak örtülü aflarla yargı kararlarını etkisizleştirmek, çağdaş mimari anlayıştan işlevsellik ve sadelikten uzak

gösterişli “adliye palas”lar yapmak, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş bir kadrolaşmaya imza atmak ve istemedikleri soruşturmaları yapanları arayıp taciz etmek, bu da kesmeyince daha başka yön-temlere girişmek oldu.

Anayasa Paketinde ise Bakın Ne Yapıldı ya da Yapılmadı?

Yargıda yürütme vesayeti yaratan Anayasa’nın 140/6. Maddesine dokunulmadı. Yani yargı refor-mu yargının bağımsız ve tarafsız kılınması iddiası ile yapılıyor dendi ama yargı bağımsızlığının önün-deki en büyük darbe engeli olan bu maddeye sanki yokmuş gibi davranılarak hiç dokunulmadı. Yani “yargıç adalet bakanının bağlısıdır” tezi korundu.

Adalet bakanı ve müsteşarı Kurulda daha güçlü biçimde yer aldı ve konumlandırıldı. Kurul başkanı ve doğal üyesi olan bu değişmez ikilinin yaşanan tüm handikaplara karşın gerektiğinde Kurulu kilitle-meye devam kararlılığı bir kez daha ortaya kondu.

HSYK’da birinci sınıf yargıçların temsili hiçbir güvence sağlanmadan olanaklı kılındı ve bu suret-le yürütme etkisi altında tutulmaları amaçlandı. Kurula seçilecek birinci sınıf yargıçların teftişi -düşünebiliyor musunuz- o kurulun başkanı olan bakanın iki dudağı arasına kaldı. Kaldı ki kararla-rında yürütme vesayeti ve tehdidi hep hissedilsin… Đdari açıdan bakana bağlı yargıçlar idari kurulda güvencesiz kılınarak bakan tarafından denetlenen bir HSYK oluşturulsun. Yani yargı güçsüzün zayı-fın koruyucusu olmaktan çıksın, iktidarın yargısı olsun; yargıda hakkınıza ulaşmanın tek yolu iktida-

Sayfa 13 Sayı 24

Adalet bakanı ve müsteşarı Adalet bakanı ve müsteşarı Adalet bakanı ve müsteşarı Adalet bakanı ve müsteşarı Kurulda daha güçlü biçimde Kurulda daha güçlü biçimde Kurulda daha güçlü biçimde Kurulda daha güçlü biçimde yer aldı ve konumlandırıldı. yer aldı ve konumlandırıldı. yer aldı ve konumlandırıldı. yer aldı ve konumlandırıldı. Kurul başkanı ve doğal üyesi Kurul başkanı ve doğal üyesi Kurul başkanı ve doğal üyesi Kurul başkanı ve doğal üyesi olan bu değişmez ikilinin ya-olan bu değişmez ikilinin ya-olan bu değişmez ikilinin ya-olan bu değişmez ikilinin ya-şanan tüm handikaplara kar-şanan tüm handikaplara kar-şanan tüm handikaplara kar-şanan tüm handikaplara kar-şın gerektiğinde Kurulu kilit-şın gerektiğinde Kurulu kilit-şın gerektiğinde Kurulu kilit-şın gerektiğinde Kurulu kilit-lemeye devam kararlılığı bir lemeye devam kararlılığı bir lemeye devam kararlılığı bir lemeye devam kararlılığı bir

kez daha ortaya kondu.kez daha ortaya kondu.kez daha ortaya kondu.kez daha ortaya kondu.

Page 14: Politika Dergisi Sayi 24

ra yakın olmak olsun. Bunun tek bir adı olabilir, o da “politik yargı”dır.

Hani “Çook insan tutuklanacak” diyorlardı YARSAV’ı da kast ederek geçenlerde, biliyorsu-nuz. Doğru ses çıkaranlara kendince gözdağı veri-yorlardı, doğrudur, hedef tam da budur. Doğrudur, yargı politikse binlerce insan süresi belirsiz biçimde tutuklanabilir ve bir gün bir de bakarsınız tutuklular-dan haber de alınamaz oluverir. Bunun örneklerini dünya yaşamıştır. Bunu dünyaya musallat edenleri tarih yargılamıştır; Nazi Almanya’sında, Faşist Đtal-ya’da, Stalin döneminde, Şili’de darbe dönemimde milyonlarca insan bunun sonuçlarını trajik biçimde yaşamıştır.

Bu pakette yargı denetiminden yoksun kalan ço-ğunluk iktidarının mutlak iktidara dönüşmemesi için yani bu acıları bizim de yaşamamamız için hiçbir güvencemiz yoktur.

Bakınız, daha neler yapılmadı?

Pakette HSYK için bağımsız bütçe de öngörül-medi, sekretaryayı ise bakanın belirlemesi sağla-

narak kararnameler yine garantiye alındı. Kurul bi-zatihi Bakanlığın bir sekretaryasına dönüştürüldü.

Düşününüz, bakanın seçtiği sekreter ne getirir, neyi raporlar ve dosyanın ne kadarını gösterirse işte size o kadar bağımsız yargı ve yargıç güvence-si.

Mesleğe giriş, sicil ve soruşturma Bakanlık etki-sinden çıkarılmadı. Aynen muhafaza edildi.

Biliyor musunuz, yazılı sınavı kazanan yargıç adaylarını “Bakanlık bürokratlarının kurulu” mülaka-ta tabi tutar, yani yürütme memurları yargıç adayını sınar, test eder ve belki bir saniyede elimine edive-rir. Mülakatı geçti diyelim, stajının yani eğitimini yürütme güdümündeki akademi yapar. Atamaya gelince, bakan ve müsteşar toplantıya katılırlarsa ancak o zaman atanabilirler. Teftiş mi, o da şöyle olur: Bakanın kararı ile ona bağlı olan Teftiş Kurulu denetler. Bakan emir verirse bir şekilde denetlene-cek bir şeyler de bulunur. Bakan emir vermez ise görevini kötüye de kullansa ilanihaye soruştura-mazsınız. Bunların hepsi muhafaza edildi. Soruş-turma kararını bakan verirken değişiklikte Kurul

Sayfa 14

Page 15: Politika Dergisi Sayi 24

Başkanı veriyor ki yargı denetiminden kaçabilsin. Neden adalet bakanı hep kurul başkanı olarak de-ğiştirilmiş, merak ettiniz mi? Mevcut durumda baka-nın yaptığı işlemler yargı denetimine tabi, ancak şimdi kuruldaki yetkileri bakan değil kurul başkanı sıfatı ile kullanacağı için ve kurul kararı olacağı için yargı yolu kapanıyor. Đşte bu paket tuzaklarla dolu derken bunu kast ediyoruz.

Daha neler mi yapıldı?

Anayasa’nın 144 ve 159. maddelerinde ayrı ayrı Bakanlık ve Kurul teftişi öngörülerek, yargıç ve sav-cıların denetimi katmerli hale getirildi. Üstelik her ikisini de bakan harekete geçirebiliyor. Adalet baka-nının mevcut durumda sadece merkez teşkilatını atamaya yetkisi varken artık merkez, ilgili ve bağlı kuruluşlar yani Adalet Akademisi ve bir sanığı mah-kum da beraat ettirme gücü de ve etkisi de olan raporların mimarı Adli Tıp Kurumu da dahil pek çok kuruma bizzat atama yetkisi getirildi.

AĐHM kararlarına karşın (Albayrak kararı – Yar-gıçlar için getirilen güvenceler, kamu görevlilerin-den az olamaz) bütün kararları değil Kurulun sade-ce ihraç kararlarına karşı yargı yolu açıldı.

Gerektiğinde Yüce Divan sıfatı ile ceza yargıla-ması yapacak olan Anayasa Mahkemesi’nde hu-kukçu sayısı minimuma indirilerek hukuksal dene-tim içeriksizleştirildi. Anayasa Mahkemesi bir mah-keme olmaktan çıkarıldı. Üstüne üstlük bireysel

başvuru getirilerek masumların AĐHM’e başvuru süreci atiye terk edildi.

Kamu denetçisi, Parlamentoda salt çoğunlukla seçilerek idare ile kişiler arasındaki sorunları çöz-mekle yetkilendirildi. Kamu denetçisi, idarenin yani yürütmenin yani iktidar partisinin oyları ile seçile-cek. Denetçi böyle seçilecek ve sonra da iktidar partisinin denetçisi iktidar partisinin oluşturduğu yürütmeye bağlı tüm idari kurumları denetleyecek. Şaka gibi… Bu denetçinin kendini seçen idarenin hukuka aykırı eylem ve işlemlerini denetlemesi mümkün müdür?

Sonuç itibariyle bu paketle yargı biteyin ve toplu-mun değil iktidarın güvencesi haline getirildi. Yani şu yapıldı: Kendi yargısını yaratarak kendisinin yargılama olasılığı olan yargıçları kendisi seçmek ve denetlemek heves olmaktan öteye geçip artık kesin bir iradeye dönüştü. Bir sonraki ve ne olaca-ğı tahmin edilebilen Anayasa değişiklikleri için onaylayıcı bir yargı hedeflendi. Bizce bugün yapı-lan bağımsız Türk yargısı üzerinden Türk demok-rasisi ile oynamak, bağımsız yargıyı yok ederek aslında 87 yıllık Cumhuriyetle 8 yılda hesaplaşmak aceleciliğidir. Yapılan, yargının korumakla yükümlü olduğu devletin kurucu değerlerini yıkmaya çalış-maktır. Olan bu kadar sade ve nettir. Verilen yanıt da sade ve net olmalıdır.

[email protected]

Sayfa 15 Sayı 24

Neden adalet bakanı hep kurul Neden adalet bakanı hep kurul Neden adalet bakanı hep kurul Neden adalet bakanı hep kurul başkanı olarak değiştirilmiş, başkanı olarak değiştirilmiş, başkanı olarak değiştirilmiş, başkanı olarak değiştirilmiş,

merak ettiniz mi? Mevcut du-merak ettiniz mi? Mevcut du-merak ettiniz mi? Mevcut du-merak ettiniz mi? Mevcut du-rumda bakanın yaptığı işlem-rumda bakanın yaptığı işlem-rumda bakanın yaptığı işlem-rumda bakanın yaptığı işlem-ler yargı denetimine tabi, an-ler yargı denetimine tabi, an-ler yargı denetimine tabi, an-ler yargı denetimine tabi, an-cak şimdi kuruldaki yetkileri cak şimdi kuruldaki yetkileri cak şimdi kuruldaki yetkileri cak şimdi kuruldaki yetkileri

bakan değil kurul başkanı sıfa-bakan değil kurul başkanı sıfa-bakan değil kurul başkanı sıfa-bakan değil kurul başkanı sıfa-tı ile kullanacağı için ve kurul tı ile kullanacağı için ve kurul tı ile kullanacağı için ve kurul tı ile kullanacağı için ve kurul kararı olacağı için yargı yolu kararı olacağı için yargı yolu kararı olacağı için yargı yolu kararı olacağı için yargı yolu kapanıyor. Đşte bu paket tu-kapanıyor. Đşte bu paket tu-kapanıyor. Đşte bu paket tu-kapanıyor. Đşte bu paket tu-

zaklarla dolu derken bunu kast zaklarla dolu derken bunu kast zaklarla dolu derken bunu kast zaklarla dolu derken bunu kast ediyoruz. ediyoruz. ediyoruz. ediyoruz.

Page 16: Politika Dergisi Sayi 24

Gökhan DAĞ

“Ancak nerede yaşadığımı bilirsem, nerede yaşadığımı doğru tanımlayabilirim.”

Y aşadığınız yerin nasıl bir yer olduğunu bilmeniz, size, orayı tarif etme işiyle karşı-laştığınızda herhangi bir stres yüklemez. Yaşadığınız yerin tanımlanması, yaşadı-

ğınız yerin tarihini bilmeyi gerektirir. Bu bilme aynı zamanda kısa ve/veya uzun vadede oranın gelece-ğiyle ilgili daha isabetli yorumlar yapma kabiliyetini size yükleyecektir. Dolayısıyla geçmişte, geleceğe yön verme amacıyla yapılmış her iş, tanımlama veya başka bir şeyin başarılı olma durumu bağla-mında geçmişte yaşayanların biliş yetenekleriyle doğru orantılıdır. Bulunduğu anı, alanı (ve yalanı) iyi yorumlayan(lar) bulunduğu toplu durumu iyi tarif edebilir ve geleceği oluşturma konusunda yaşadığı anı kendisine göre daha doğru yorumlayamayan-dan daha başarılıdır(lar). Kısacası bu an, gelecek-te yaşayacaklara, geçmişte yaşamışlarca bırakılan

bir serüvendir ve geçmiştekilerin biliş kategorisinde başarılı olma durumları gelecektekilere iyi bir tarih bırakmayla doğru orantılıdır. Gelecek zamanda yaşayacaklar geçmişlerini iyi yorumlayamazlarsa, kendilerinden sonra geleceklere iyi bir tanımlama yapamayacaklar ve gelecek nesillerin varlığı tehli-keye girecektir. Gelecek neslin kurtarılması, gele-cek nesilde yaşayan bir varlığın geçmişi iyi yorum-lamasıyla gerçekleşebilir. Zaman bazen kurtarılma-ya müsait anları, bazen de kurtarılamayacak anları bize gösterdiğinden gelecek neslin geçmiş zamanı kısa sürede doğru yorumlayarak iş başına koyul-ması, kendisine taraftar bulması şarttır.

Yukarıdaki paragrafta anlatmış olduğum şeyler bir devletin veya devlet gibi yönetilen her şeyin var olma serüvenini anlatıyor. Aslında anlattığı biraz karmaşık görünse de söylemek istediği basit: “iyi gelecek, geçmişi ve anı iyi yorumlayanlarca gele-cek; kötü gelecek ise yorumlayamayanlarca gele-cektir.”

Politika Dergisi’nin internet sitesinde 25 Temmuz 2010 tarihinde yayımlamış olduğum içerikte (http://www.politikadergisi.com/makale/evet-mi-hayir-mi-peki-neye-gore) anayasa değişiklik paketine evet veya hayır demekten ziyade neye göre evet veya hayır demeyi uygun buldum. Amacım referandum tarihine kadar birkaç şey daha karalayıp varılacak veya varacağınız sonucu pekiştirici çalışmalar yap-mak, işte hepsi bu.

Pekiştirme denilen şey, kafanızın, aşağı veya

Sayfa 16

Anayasa Değişiklik Paketi ve Referandum Süreci Hiç Böyle Anlatılmamıştı

“Kamusal Şeyler, Özel Şeyler” Tartışmasında Anayasa Değişiklik

Paketi ve Referandum Sürecine Bakış

Đyi gelecek, geçmişi Đyi gelecek, geçmişi Đyi gelecek, geçmişi Đyi gelecek, geçmişi ve anı iyi yorum-ve anı iyi yorum-ve anı iyi yorum-ve anı iyi yorum-layanlarca gelecek; layanlarca gelecek; layanlarca gelecek; layanlarca gelecek; kötü gelecek ise yo-kötü gelecek ise yo-kötü gelecek ise yo-kötü gelecek ise yo-rumlayamayanrumlayamayanrumlayamayanrumlayamayan----larca gelecektir.larca gelecektir.larca gelecektir.larca gelecektir.

Page 17: Politika Dergisi Sayi 24

yukarı ya da sağa veya sola gördüğünüz her şahsa göre şekil alması demek değildir. Dolayısıyla pekiş-tirme denilen şeyin “sen, evet veya hayır de, gerisi-ni boş ver” yorumundan çok farklı bir şey olması gerekiyor; aslında, zaten de olması gerektiği gibi, sadece biz onu yanlış yorumlayıp duruyoruz. Pekiş-tirme konusunda bile bir yorum silsilesi mevcutken, hatta bırakın pekiştirmeyi en saçma sapan şeylerde bile bir yorum zinciri karşımızda karmaşıkça duru-yorken anayasa değişiklik paketiyle ilgili yapılacak referandumda maalesef ki yorumlar “evet veya ha-yır de”nin ilerisine geçemiyor. Tartışmalarının yok-luğunda yapmış olduğum bu tartışma kişilerin özel ve kamusal algılarına göre değişiyor. Liberal köken-lerine bağlı ya da liberal olmadığını savunup liberal şekilde yaşayan biri(leri) özel ihtiyaçlarını kamusal ihtiyaçları gibi sunabiliyor. Dolayısıyla özelin ve di-ğer bir tahlilde bireyin hakkına saygı, kamusal ala-nın hakkına saygının yerine geçiyor ve liberal bir paradoks hemen kendisini belli ediyor. Bireyin hak-larından bir kamusal alana gidiş yerine (bir veya birkaç) bireyin haklarında tıkalı kamusala ulaşma yalanı hemen kendisini belli ediyor. Kısacası toplu-mun faydası söyleminde bireyin ve/veya toplulukla-rın faydası öne çıkarılıyor, toplumun faydası ise olduğu yerden geriye doğru sürükleniyor.

Liberalizm bireylerin teker teker mutluluklarını toplumsal mutluluğa eş görür; fakat anayasa deği-şikliği tartışmalarında özel amaçları için kamusal mutluluğu ön plana çıkartarak yapılan yorumlar li-beralizmin bir yanlışını gözler önüne sermektedir. Anayasaların bireyler için değil, toplumlar için yapıl-ma mantığı bireyin kendi çıkarları için toplumsal alana yönelik tavrında tıkanır kalırsa söz kamusal ve özel ayrımında bir tartışmaya doğru yol alır. Bi-reyi toplumdan ayıran nitelikler söz konusuysa, bi-rey, bu tüm toplumdan ayrı olan kişilerce bir toplum içinde var olan bir topluluğun mensubu haline dö-nüşür. Anayasalar bu topluluklar için de yapılmaz ve daha öncede belirttiğimiz gibi anayasalar bir top-lum için yapılır (Bu konuda mükemmel bir sunuş için bkz: Suna KĐLĐ; “1876 Anayasasının Çağdaş-laşma Sorunları Açısından Değerlendirilmesi”). Öz-cesi anayasalar ve anayasaları değiştirecek uygu-

lamalar bir toplumun ortak iyisi üzerine kurulur; bir bireyin özel iyisi veya topluluğun ortak iyisi üzerine kurulamaz. Eğer olması gereken uygulamanın dı-şında bir uygulama söz konusuysa, yani toplumsal iyi dışında başka iyilere yöneliş söz konusuysa yapılan anayasa değişikliğinin farklı amaçları oldu-ğu sonucu ortaya çıkar.

Yukarıda yapmış olduğum yorumlarla yazımın temelini oluşturduğumu düşünüyorum. Oluşturmuş olduğum bu temel, yazımın sonuç bölümünde ka-musal ve özel ayrımına dayanarak geçmişin şekil-lendireceği geleceği yorumlamaya dayanak oluştu-racak ve anayasa değişiklik tartışmalarını irdeleye-cek; fakat öncelikle yapmam gereken “Kamusal Şeyler, Özel Şeyler” kitabının yazarı Raymond Geuss’a dayanıp üç farklı hikâyeyi anlatarak ka-musal ile özel ayrımına ya da birlikteliğine göz at-mak ve liberalizme bir eleştiri getirmek.

1- Kamusal Şeyler, Özel Şeyler Kitabı Hakkında

Kamusal şeylerin özel şeylerden ayrılması tezini savunan anlayışa Raymond Geuss şu şekilde bir karşılık veriyor: “Ben, ‘kamusal’ ve ‘özel’ arasında tek bir net ayrımdan ziyade, örtüşen bir dizi karşıt-lık bulunduğunu, dolayısıyla kamusal ve özel ara-sındaki ayrıma genelde atfedilegeldiği kadar büyük önem verilmemesi gerektiğini savunmak istiyo-rum.”

Dolayısıyla söz konusu kitap liberal tezlerin sa-vunduğu özelden kamunun ayıklanması görüşünü tam olarak benimsemiyor ve birbirinden tamamen ayrı gözüken bu iki kavramın bazı karşıtlıklarına

Sayfa 17 Sayı 24

Anayasalar ve anayasaları de-Anayasalar ve anayasaları de-Anayasalar ve anayasaları de-Anayasalar ve anayasaları de-ğiştirecek uygulamalar bir top-ğiştirecek uygulamalar bir top-ğiştirecek uygulamalar bir top-ğiştirecek uygulamalar bir top-lumun ortak iyisi üzerine kuru-lumun ortak iyisi üzerine kuru-lumun ortak iyisi üzerine kuru-lumun ortak iyisi üzerine kuru-lur; bir bireyin özel iyisi veya lur; bir bireyin özel iyisi veya lur; bir bireyin özel iyisi veya lur; bir bireyin özel iyisi veya topluluğun ortak iyisi üzerine topluluğun ortak iyisi üzerine topluluğun ortak iyisi üzerine topluluğun ortak iyisi üzerine

kurulamaz. Eğer olması gereken kurulamaz. Eğer olması gereken kurulamaz. Eğer olması gereken kurulamaz. Eğer olması gereken uygulamanın dışında bir uygu-uygulamanın dışında bir uygu-uygulamanın dışında bir uygu-uygulamanın dışında bir uygu-lama söz konusuysa, yani top-lama söz konusuysa, yani top-lama söz konusuysa, yani top-lama söz konusuysa, yani top-lumsal iyi dışında başka iyilere lumsal iyi dışında başka iyilere lumsal iyi dışında başka iyilere lumsal iyi dışında başka iyilere yöneliş söz konusuysa yapılan yöneliş söz konusuysa yapılan yöneliş söz konusuysa yapılan yöneliş söz konusuysa yapılan anayasa değişikliğinin farklı anayasa değişikliğinin farklı anayasa değişikliğinin farklı anayasa değişikliğinin farklı

amaçları olduğu sonucu ortaya amaçları olduğu sonucu ortaya amaçları olduğu sonucu ortaya amaçları olduğu sonucu ortaya çıkar. çıkar. çıkar. çıkar.

Raymond Geuss

Page 18: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 18

rağmen beraber irdelenmesi gerektiğini savunuyor. Yani iki kavram arasında kesin bir çizginin varlığını reddediyor ve bu iki kavramın birbirini sürüklediğini savunuyor. Kısacası Ramond Geuss kitabında ka-musal ve özelin iç içe geçmiş iki kavram olduğunu

bizlere öğretiyor. Bu öğretim işini de antik çağdan aldığı hikâyelere dayanarak gerçekleştiriyor.

Bu hikâyeler Raymond Geuss’a özel ve kamusal arasında bir siyasi tartışma yaptırmış görünüyorlar. Bense bu hikâyeler üzerinden yapılmış olan tartış-maları bir adım daha ileriye götürerek anayasa de-ğişikliği tartışmalarına (!) bir bakı açısı geliştirmeye çalışıyorum. Đlk hikâyeden başlamakta aceleci dav-ranacağım; çünkü mükemmel bir eseri burada başlı başına tartışmak beni onlarca sayfa yazmaya zorla-yabilir.

Belirmek isterim ki aşağıda, öncelikle Raymond Geuss tarafından aktarılan hikayeler benimde ekle-melerimle sunulacak ve sonrasında bu hikayelere bağlı kalarak yazı belirttiğim temel üzerinde amacı-na kavuşacaktır.

A. Utanmazlık ve Kamusal Alan

M.Ö. dördüncü yüzyılda yaşayan Sinoplu Diogenes’in pazaryerinin ortasında (kamusal me-kânda) mastürbasyon yapma adedi (özel ihtiyaç giderimi) vardı. Diogenes’in bu davranışının cinsel-lik açlığını (özel ihtiyacını) gidermek için (kamusal alanda) yaptığı ortada ve Diogenes bu davranışına tepkili olanlara şu şekilde cevap veriyordu: “keşke insanın açlığını da göbeğini ovarak bu kadar kolay-ca giderebilmesi mümkün olsaydı”.

Geuss, Diogenes’in yapmış olduğu davranışın üç sebeple ayıp olduğunu savunur. Birincisine göre Diogenes; kamusal mekân olarak adlandırılan “tesadüfen orada bulunan herhangi birileri”, yani şahsen tanımadığım ve benimle yakın ilişki içine girmeyi açıkça kabul etmemiş kişiler tarafından gö-rülebileceğim alanda “medeni ilgisizlik” veya “dikkat çekmezlik” ilkesini ihlal etmiştir (ve kamusal mekân-larda bu ilke oldukça işlerdir). Antik bir kentteki bir pazaryeri, bu tür bir kamusal mekânın mükemmel bir örneğidir: Burada birbirini mutlaka tanıyor olma-sı gerekmeyen ve – bir seviyede – birbirinden farklı, önceden bilinemez ve belki de birbiriyle uyuşmayan amaçları, tercihleri ve zevkleri olan farklı kişiler ken-di özel işlerini görürken, birbirleriyle fiziksel yakınlık içinde bulunurlar. Dikkat çekmezlik ilkesi, bu tür bağlam ve mekânlarda başkalarını rahatsız etmek-ten veya ne olursa olsun, sistemli bir şekilde rahat-sız edici davranmaktan kaçınmak gerektiğini bildirir; fakat dikkat çekmezlik ilkesi bilinçsizce, istem dışı yapılmış davranışlar karşısında kendisini esnetir. Örneğin burnu olmayan birisini kamusal bir mekân-da gördüğünüzde bu kişi sizin dikkatinizi çeker; fa-kat burnunun olmaması dolayısıyla bu kişi, mastür-basyon yapan kişi gibi ayıplan(a)maz. Diogenes’in burada deli olduğu için göstermiş olduğu davranışı gösterdiği savunulamaz; çünkü tarihsel kayıtlar Diogenes’in deliden ziyade oldukça akıllı olduğunu

Ramond Geuss kita-Ramond Geuss kita-Ramond Geuss kita-Ramond Geuss kita-bında kamusal ve öze-bında kamusal ve öze-bında kamusal ve öze-bında kamusal ve öze-

lin iç içe geçmiş iki lin iç içe geçmiş iki lin iç içe geçmiş iki lin iç içe geçmiş iki kavram olduğunu biz-kavram olduğunu biz-kavram olduğunu biz-kavram olduğunu biz-lere öğretiyor. Bu öğre-lere öğretiyor. Bu öğre-lere öğretiyor. Bu öğre-lere öğretiyor. Bu öğre-tim işini de antik çağ-tim işini de antik çağ-tim işini de antik çağ-tim işini de antik çağ-dan aldığı hikâyelere dan aldığı hikâyelere dan aldığı hikâyelere dan aldığı hikâyelere

dayanarak gerçekleşti-dayanarak gerçekleşti-dayanarak gerçekleşti-dayanarak gerçekleşti-riyor.riyor.riyor.riyor.

Diogenes

Page 19: Politika Dergisi Sayi 24

bize fısıldar. Bu durumlardan dikkat çekmezlik ilkesi kapsamına giren bir diğer davranışta bilgi ve beceri eksikliğinden kaynaklanır. Bilgisi olmadan konuşan birisi, bilgili bir kişiye ya da kişi topluluğuna denk geldiği zaman söz konusu ilkeyi ihlal etmiş olur.

Geuss’a göre Diogenes’in davranışının ayıp ol-masının ikinci sebebi bu davranışın imrenilecek bir şey olabileceğinden ileri gelir. Kamusal mekânlarda imrenmeye yol açabilecek durumlardan kaçınmaya yönelik bir ilkenin de geçerli olması; yani eğer bazı temel, zorunlu ihtiyaçların tatmini sorunlu ve şüphe-li ise veya başka bir şekilde kolayca giderilebilir türden değilse, bu ihtiyaçların tatmininin teşhir edil-mesi uygun görülmez. Dolayısıyla kişinin cinsel olarak tatmin olmakta (veya daha yeni tatmin ol-muş) olduğunun kamusal bir mekânda teşhir edil-mesi tabudur; çünkü o mekânda bu anlamda tatmin ol(a)mayan veya yakın geçmişte olmamış kişiler bulunabilir. Diogenes, bu tabuyu kırdığı için ayıp-lanmak durumundadır. Dolayısıyla bu harekette aslında bir anlamda dikkat çekmezlik ilkesiyle bağ-lantılıdır.

Diogenes’in davranışının ayıp olarak kabul edil-mesinin üçüncü sebebi ise Diogenes’in davranışı-nın saf/temiz değil pis/mekruh ve tiksinç oluşudur. Diogenes tarafından yapılmış olan bu davranış (her ne kadar özel alanlarımızda biz bu davranışı yap-maktan çekinmesek de) kamusal alanda tiksinçtir.

B. Res Publica (Siyasi, kamusal faaliyetin yö-neldiği varlık – ordusal faaliyetin yöneldiği var-lık – ortak mal)

Tartışılmak istediğimiz ikinci insan davranışı Ro-ma Cumhuriyeti’nin son dönemlerine aittir. M.Ö. 50’nin sonlarında Senato’da Galya genel valisi C. Jül Sezar’ın yasadışı ilan edilmesi yönünde oylama yapıldı ve konsüle, Sezar askeri komutayı terk et-mediği, bölüklerini yeni tayin edilmiş halefine dev-retmediği ve muhtelif siyasi yolsuzluklardan yargı-lanmak üzere tek başına, bir “sıradan vatan-daş” [private citizen] olarak Roma’ya dönmediği takdirde ona karşı askerlerini toplama yetkisi verildi. Sezar askerlerini devretmeyi ve yargılanmak üzere Roma’ya dönmeyi reddederse, res publica’nın düş-

manı ilan edilecekti.

Belirtmekte fayda var: Roma’da bireyler diğer bi-reylerin mutluluğu için iyi vatandaş (asker) olarak ye-tiştirilirlerdi. Dolayısıyla va-tandaşlar kamunun (res publica) iyiliği için varlıkları-nı otaya koyarlardı.

Sezar kendisi hakkında verilen bu karar sonrası bir-

liklerini Galya – Đtalya sınırındaki Rubikon nehrine sürdü ve şu ifadeleri kullandı:

Eğer bu ırmağı geçmezsem, başım belada;

Eğer geçersem, dünyadaki herkesin başı belada.

Gidelim!

Kısacası Sezar kendi özel sorunları için ortak fayda savunduğunu iddia eden bir otoriteye karşı ayaklandı. Bir kamu görevlisi olarak, sıradan va-tandaş olmayı reddetti ve kamusal alana özel ihti-rasları için müdahale etti.

C. Tinsel ve Özel

Afrikalı retorik ustası Aurelius Augustinus Đtiraf’la-rında bir defasında bir kilisede, dini törenler sıra-sında gördüğü ve arzuladığı genç bir kadınla cinsel ilişkiye girmeyi teşebbüs ettiğini anlatır. Neler olup bittiğine dair herhangi bir ayrıntı vermez; tek söyle-diği, Tanrı’nın bu nedenle onu “ağır bir şekilde ce-zalandırarak dövdüğüdür”.

Augustinus bir gün kamu-sal alandan çekilerek tinsel-lik konusunda düşünmek için inzivaya çekilir. Bu ref-leksi sonrasında insanın iç dünyasının sadece en iyi Tanrı tarafından bilineceğini savunmuştur. Ayrıca insa-nın, kendi iç dünyasını sa-dece kısmen bilebileceğini dışarıdan başka birisinin ise kolay kolay başka bir insa-

Sayfa 19 Sayı 24

Sezar kendi özel sorun-Sezar kendi özel sorun-Sezar kendi özel sorun-Sezar kendi özel sorun-ları için ortak fayda sa-ları için ortak fayda sa-ları için ortak fayda sa-ları için ortak fayda sa-vunduğunu iddia eden vunduğunu iddia eden vunduğunu iddia eden vunduğunu iddia eden

bir otoriteye karşı ayak-bir otoriteye karşı ayak-bir otoriteye karşı ayak-bir otoriteye karşı ayak-landı. Bir kamu görev-landı. Bir kamu görev-landı. Bir kamu görev-landı. Bir kamu görev-lisi olarak, sıradan va-lisi olarak, sıradan va-lisi olarak, sıradan va-lisi olarak, sıradan va-tandaş olmayı reddetti tandaş olmayı reddetti tandaş olmayı reddetti tandaş olmayı reddetti ve kamusal alana özel ve kamusal alana özel ve kamusal alana özel ve kamusal alana özel

ihtirasları için müdaha-ihtirasları için müdaha-ihtirasları için müdaha-ihtirasları için müdaha-le etti.le etti.le etti.le etti.

Page 20: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 20

nın iç dünyasını bilemeyeceğini savunan Augustinus kişinin kendi iç dünyasını bilebilmesini ise Tanrı’yı sevmesiyle doğru orantılı olarak görür. Dolayısıyla kamusal alanı yönetenler kişilerin iç dünyasına sanıldığı kadar erişemezler. Ayrıca Augustinus anlattıklarıyla birçok kişinin hayatını değiştirmiş ve tinsellik konusundaki özel fikirlerini kamusal alanda bulunan kişileri etkilemek için kul-lanmıştır.

Sonuçlar

Yukarıda Raymond Geuss tarafından yazılmış “Kamusal Şeyler, Özel Şeyler” isimli eserden alıntı-ladığımız hikâye ve ifadeler siyaset bilimi alanında aslında oldukça ilginç sonuçları ortaya çıkartmak-tadır. Kamusal ile özel arasında mükemmel bir ay-rım olduğunu savunan liberal doktrin kamusal ve özelin iç içe geçmiş yapısı karşısında ayrı bir para-

doks daha yaşamaktadır.

Avrupa liberalizminin kurucularından Benjamin Constant modern bir toplum üyelerinin “özel varoluş”u ile “kamusal varoluş”u arasında keskin bir ayrıma gidiyordu. Özel varoluştan kasıt bireysel insanlar, bunların aileleri ve yakın dost çevresiydi. Kısacası özel, bizim ilk başta da atıfta bulunduğu-muz şeklinde bireyi ve bireyin bulunduğu topluluğu kapsıyordu. Kamusal varoluş ise siyaset alanını simgeliyordu.

Antik çağa bakıldığında ise burada demokratik meclislerin gücünün sınırsız olduğu görülür. Özel üzerindeki bütün faaliyetler kamusal meclislerce görülür ve bu sebeple her birey bir özel varlık ola-rak kamusal alanda görev almayı arzular. Kamusa-lın, özelin varlığını koruma düşüncesi her bireyi özelin kölesi olma yoluna itiyordu ve bu kölelik il-ginç olarak antik çağda bir saygınlık kazandırıyor-du; çünkü bireyin yönetme hissiyatıyla kazandığı itibar özelin iyiliği için köle gibi çalışmayı cazip kılı-yordu. Antik çağda kamusalın özel üzerindeki etki-si, özelin faaliyetlerini belirleme işlevi temsili de-mokrasinin bulunmasıyla hafifledi.

Raymond Geuss yukarıda da anlattığımız üzere özel ve kamusal arasındaki bu keskin ayrımın sa-vunulmaması gerektiğini söyler. Ona göre bu iki kavrayış arasında örtüşen bir dizi karşıtlık söz ko-nusudur. Örneğin kamusal bilginin kamusallığın doğası gereği herkes tarafından bilinebilir olması esasken, özel bilginin sadece birey ve bireyin yakın çevresince bilinebilir olması esastır. Dolayısıyla özel, kamusala göre bu haliyle gizlilik yönü daha ağır basan bir kavramdır; fakat bazı kamusal mese-lelerde kamusalın varlığı için gizli tutulmalıdır. Bu anlamıyla kamusalın gizliliği ortaya çıkar ve ikisi arasında kesin ayrım olduğu söylenen kavramların benzeşmesi gerçekleşir. Ayrıca kamu mensubu, kamu için çalışan birisi (magistratus) özel kişilerle iş yaşantısı dışında bir araya gelip bazı özel kişile-rin bilgisini elde edebilir; fakat bu magistratus eğer gizli bir kamusal görevi yerine getiriyorsa bu bilgileri özel kişilere ifşa etmekte biraz terleyecektir. Dolayı-sıyla kamusal bilgilere, kamusal alandan çıktıktan sonra evine sıradan bir vatandaş gibi giden birisi sahip olmuştur; fakat özel alanına geçse dahi bildiği bu bilgiyi paylaşmayı cesaret edemeyeceği açıktır.

Yukarıda Raymond Geuss’tan aldığımız fikirlerle ilerlediğimiz açıkça görülüyor. Bu noktadan sonra yazımız siyasal iktidar, muhalefet ve anayasa deği-şikliği tartışmalarına doğru yol alıyor.

Kamusal alanı yönetmekle görevli siyasal iktidar kamusal işlerin bilinebilir olması gerçeğinde genel-de halk tarafından bilinmesi gereken işleri gerçek-leştirmekle mükelleftir. Bir ulusun geleceğinin belir-lenmesi noktasında bu geleceği halka iyi anlatmak

Kamusal alanı yönetmekle görevli Kamusal alanı yönetmekle görevli Kamusal alanı yönetmekle görevli Kamusal alanı yönetmekle görevli siyasal iktidar kamusal işlerin siyasal iktidar kamusal işlerin siyasal iktidar kamusal işlerin siyasal iktidar kamusal işlerin

bilinebilir olması gerçeğinde ge-bilinebilir olması gerçeğinde ge-bilinebilir olması gerçeğinde ge-bilinebilir olması gerçeğinde ge-nelde halk tarafından bilinmesi nelde halk tarafından bilinmesi nelde halk tarafından bilinmesi nelde halk tarafından bilinmesi gereken işleri gerçekleştirmekle gereken işleri gerçekleştirmekle gereken işleri gerçekleştirmekle gereken işleri gerçekleştirmekle

mükelleftir. Bir ulusun geleceği-mükelleftir. Bir ulusun geleceği-mükelleftir. Bir ulusun geleceği-mükelleftir. Bir ulusun geleceği-nin belirlenmesi noktasında bu nin belirlenmesi noktasında bu nin belirlenmesi noktasında bu nin belirlenmesi noktasında bu geleceği halka iyi anlatmak geç-geleceği halka iyi anlatmak geç-geleceği halka iyi anlatmak geç-geleceği halka iyi anlatmak geç-mişi iyi tahlil etmiş bir iktidarın mişi iyi tahlil etmiş bir iktidarın mişi iyi tahlil etmiş bir iktidarın mişi iyi tahlil etmiş bir iktidarın işidir. Halka anlatılması gereken işidir. Halka anlatılması gereken işidir. Halka anlatılması gereken işidir. Halka anlatılması gereken

her şeyin halka anlatıldığı bir her şeyin halka anlatıldığı bir her şeyin halka anlatıldığı bir her şeyin halka anlatıldığı bir yapılanma demokrasilerin işler yapılanma demokrasilerin işler yapılanma demokrasilerin işler yapılanma demokrasilerin işler

kılınması için elzemdir. kılınması için elzemdir. kılınması için elzemdir. kılınması için elzemdir.

Page 21: Politika Dergisi Sayi 24

geçmişi iyi tahlil etmiş bir iktidarın işidir. Halka anla-tılması gereken her şeyin halka anlatıldığı bir yapı-lanma demokrasilerin işler kılınması için elzemdir.

Diogenes’in pazaryerinde mastürbasyon yapar-ken yarattığı tiksinçlik ve bu tiksinçliğin aşaması toplumdan topluma değişkenlik gösterebilir. Kamu-sal bir alanda bilgisizliği ve tiksinçliği ile dikkat çek-mezlik ilkesini yerle bir eden bir siyasetçi bulundu-ğu ortama göre pis/mekruh olarak görülmeyebilir, aksine saf/temiz olarak görülebilir.

Bir an için Diogenes’in mastürbasyon yaptığı pa-zaryerinde kendimizin de olduğunu varsayalım. Bu durumda yaşayacağımız tiksinçlik orada olmadığı-mız bir durumda Diogenes’in o iş üzerindeki fotoğ-rafını gördüğümüz tiksinçlikle aynı oranda mıdır? Tabii ki değildir. Belki de göreceğimiz o fotoğraf bize tiksinçlik yerine gülme refleksini yükleyecektir.

Tiksinçliğin toplumdan topluma değişme huyunda olduğunu az önce belirttim. Bir toplumda (bilerek) yalan söylemek, diğer bir topluma göre daha az ayıplanacak bir durum olarak karşımıza çıkabilir. Bir siyasi partinin iktidar veya muhalefette olmasın-dan bağımsız olarak kamusal alanda yapmış oldu-ğu bir mitingde siyasi parti liderinin yalan söylemesi o siyasi partinin partizanlarınca hiç tiksinç bulun-maz; fakat orada bulunan karşıt partinin temsilcisi bu yalanlardan tiksinçlik duyabilir. Söylenmiş olan bu yalan veya yalanlarla iktidara gelmiş olan kişi yukarıda bahsedilen Diogenes’in davranışlarının neden ayıp olduğuna dair belirtilen tüm özellikleri taşımaktadır.

1-Yalan söyleyerek dikkat çekmezlik ilkesini çiğ-nemiştir.

2- Yalan söyleyerek iktidara gelmiş ve yalan söy-lemediği için muhalefette olan bir parti mensubunda imrenmeye yol açma ihtimalini doğurmuştur.

3- Yalan söyleyerek, doğruluğun karşısında tik-sinç bir hale bürünmüştür.

Japonya’da kamusal bir alanda ulu orta işemek normal bir durum olarak algılanır; fakat bir Japon’un kamusal alanda burnunu kaşıması (karıştırması değil) oldukça ayıplanan tiksinç bir davranıştır. Do-layısıyla başka bir milletten bir turistin Japonların bulunduğu bir kamusal alanda burnunu kaşıması turist için normal, Japon için tiksinçtir. Bu sepele iktidar partileri, muhalefet partilerinin sözlerini ve/veya muhalefet partileri iktidar partilerinin söylemle-ri hep miting alanında söylerler. Bu tiksindirme dav-ranışı mitinglerde bulunan partizan kişilerin her za-man alkışlarıyla devam eder. Örneğin muhalefet liderinin yalan söylediğini bir miting alanında parti-zanlarına ileten bir iktidar partisi başkanı bunun tiksinç olduğunu haykırırken kendisinin hiç yalan söylemiş olup olmadığını hatırlamaz ya da hatırlar-da bunu hatırlatmaz; çünkü hatırlatırsa partizanlar-

ca bile desteklenecek yalan söyleme davranışının tiksinçliği kaybolacaktır.

Bir kişinin çıplak olarak giyiniklerin dolu olduğu bir plaja gitmesi sapıklık olarak nitelenirken herke-sin çıplak olduğu bir plaja giyinik birinin gitmesi zekâ yoksunluğu olarak tanımlanıyorsa söylemiş olduklarım daha net anlaşılır.

Diogenes’in yapmış olduğu davranışı kendi evin-de her zaman yapma potansiyeli olan birileri, Diogenes’in yapmış olduğunu kamusal alanda tik-sinç bulur; fakat o tiksinç bulan kişi bahsedilen pa-zaryerinde herkesin mastürbasyon yaptığını gör-seydi mastürbasyon yapmadığı için kendisini kötü hissedebilecektir.

Siyaset müessesinde de durum buna benzerdir. Hükümet yöneticileri kapalı kapılar (Bakanlar Kuru-lu Toplantısı) ardında tiksinç kararlar alabilirlerken iş daha büyük bir kamusal alana geldiğinde

Sayfa 21 Sayı 24

Hükümet yöneticileri kapalı Hükümet yöneticileri kapalı Hükümet yöneticileri kapalı Hükümet yöneticileri kapalı kapılar (Bakanlar Kurulu Top-kapılar (Bakanlar Kurulu Top-kapılar (Bakanlar Kurulu Top-kapılar (Bakanlar Kurulu Top-lantısı) ardında tiksinç karar-lantısı) ardında tiksinç karar-lantısı) ardında tiksinç karar-lantısı) ardında tiksinç karar-lar alabilirlerken iş daha bü-lar alabilirlerken iş daha bü-lar alabilirlerken iş daha bü-lar alabilirlerken iş daha bü-yük bir kamusal alana geldi-yük bir kamusal alana geldi-yük bir kamusal alana geldi-yük bir kamusal alana geldi-

ğinde (Meclis) işlerini bu kadar ğinde (Meclis) işlerini bu kadar ğinde (Meclis) işlerini bu kadar ğinde (Meclis) işlerini bu kadar tiksinç göstermeyebilirler. Aynı tiksinç göstermeyebilirler. Aynı tiksinç göstermeyebilirler. Aynı tiksinç göstermeyebilirler. Aynı şekilde meclis içerisinde hükü-şekilde meclis içerisinde hükü-şekilde meclis içerisinde hükü-şekilde meclis içerisinde hükü-metin kararlarını tiksinç ola-metin kararlarını tiksinç ola-metin kararlarını tiksinç ola-metin kararlarını tiksinç ola-rak nitelendiren birisi, hükü-rak nitelendiren birisi, hükü-rak nitelendiren birisi, hükü-rak nitelendiren birisi, hükü-

met kanadına geçtiğinde kendi-met kanadına geçtiğinde kendi-met kanadına geçtiğinde kendi-met kanadına geçtiğinde kendi-si de tiksinç kararlar alabilir. si de tiksinç kararlar alabilir. si de tiksinç kararlar alabilir. si de tiksinç kararlar alabilir.

Page 22: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 22

(Meclis) işlerini bu kadar tiksinç göstermeyebilirler. Aynı şekilde meclis içerisinde hükümetin kararları-nı tiksinç olarak nitelendiren birisi, hükümet kana-dına geçtiğinde kendisi de benzer tiksinç kararları alabilir.

Bugün anayasa değişiklik paketine bakıldığında bu paketle ilgili tartışmalarında bu kapsamda de-ğerlendirilmesi gerekiyor. 12 Eylül 1982 Anayasa-sı’nı tiksinç bulanlar kapalı kapılar ardında daha tiksinç bir anayasa paketini kamusal alana sunabi-liyorlar.

Siyasetin bu aşamasında karşımıza başka bir ilke, kendine yeterlik, ilkesi çıkıyor. Diogenes ken-dine yeterlik düşüne o kadar bağlıydı ki başkaları-nın davranışı onu hiç etkilemiyordu. Kişinin kendi ihtiyaçlarını giderebilmesi ve belirli bir güce sahip olması kendine yeterlik ilkesinin belirtileridir ve bu ilke başkalarını önemsememeyi meydana getirir. Bu meydana geliş de bir uzlaşmazlığı beraberinde arz eder.

Bugün anayasa değişiklik paketini ortaya çıka-ranlar, genel seçimlerde elde ettikleri oy kapasite-siyle (güçle) kendine yeterlik rüyası içindedirler ve sınırsız bir uzlaşmazlıkla söz konusu paketi meclis-ten geçirmişlerdir.

Dolayısıyla kendine yeterlik, kendindeliğin doğası gereği özel hayata vurgu yapar ve özel hayata yapmış olduğu bu vurgu toplumsalı eler. Yani ken-dine yeterlik Diogenes’de olduğu gibi eksiksiz bir utanmazlığı beraberinde getirir.

Kendine yeterlik ve partizanca tavırlar ilerleyen siyasi süreçte apolitikliğin bir göstergesi haline dö-nüşebilir. Kendisinden başkasını umursamayan,

yani bir uzlaşmazlık tavrında bulunan partizan birisi kendi partisinin dağılması sonrası ya siyaseti bıra-kır ya da dönek olur.

Siyasiler, siyasi yaşamlarını ve/veya siyasi yaşam sonralarını tehlikede gördükleri an kendilerini sağla-ma alacak düzenlemeler yapma yoluna giderler. Yapmış oldukları bir yanlış varsa ve bu yanlışı da yargılayacak bir kurum mevcutsa bu kurumlarda değişiklik yapma ya da yargıyı ele geçirme sık gö-rülen reflekstir.

Yukarıda anlattığımız C. Jül Sezar hikâyesi de bunun canlı bir örneğidir. Konsül tarafından suçlu ilan edilen Sezar’a gerektiğinde ordusunu tarafın-dan yakalanabileceği bildirilmişti. Sezar ise hatırla-nacağı üzere ordusuna, ordu olmaktan daha büyük bir vaat vermiş ve kendi itibarını kurtarmak adına Rubikon nehrine kadar gelip Roma’ya iç savaş ilan etmişti. Sezar’ın haksız yere suçlanıp suçlanmadığı tartışılabilir; fakat bu tartışmaya girmek istemiyo-rum. Zaten bu tartışmaya girmek yazının amacını da aşar. Söylemek istediğimiz kişilerin kendi siyasi itibarlarını korumak adına bazı kurumlarda (bu ordu olur, bu yargı olur) yaptığı değişikliktir. Kısacası bir magistratus olan Sezar toplumun ortak faydasını korumak yerine kendi özel faydasını, itibarını düşü-nerek Roma’ya iç savaş başlatmıştır.

Bugün anayasa değişiklik paketi iyi irdelenirse bazı kişilerin özel çıkarları, itibarları için bazı ku-rumlarda değişiklik yaptıkları hemen ortaya çıkar.

Bazı hükümdarlıkların kaderi oldukça trajiktir. Bu hükümdarlıklardan biri de Roma’dır. Roma herkesi ilgilendiren yasaların açıkça tartışılıp halka anlatıl-ması gerektiğini savunmuş ve bu savunması sebe-biyle tarih sahnelerindeki yerini almıştır; fakat her-kesçe anlaşılamayan Sezar’ı suçlu ilan etme yasa-sında halkına anlatamadığı durumlar sebebiyle, Sezar tarafından iç savaşa sürüklenmiştir. Dikkatle-ri çekmekte fayda olduğunu düşünmekteyim.

Retorik ustası Augustinus kilisede gördüğü bir bayanı arzulaması sonrası Tanrı tarafından ceza-landırıldığını düşünmekteydi. Hatta o kadar azap çekti ki kendisini kamusal alandan çekip tinsellik üzerine düşünmek için arkadaşlarıyla inzivaya çe-kildi. Đnzivadan halkın arasına döndüğünde artık kendisinin içsel dünyasını daha iyi anladığını sa-vundu. Tanrıyı sevmesi oranında kendisini daha iyi tanımladığını savunan Augustinus, kendi içseline başkaları tarafından erişimin sınırlı, çoğu yerde de imkânsız olduğunu dile getirdi. Merak ediyoruz; Augustinus’u bu kadar vicdan azabına iten kiliseyi dört duvar haline getiren beton yığınları mıydı? Augustinus, Diogenes gibi bir pazaryerinde gördü-ğü bayana derin bir arzuyla yaklaşsaydı acaba tin-sel hayata yönelmek için bu kadar istekli olur muy-du?

Bugün anayasa deği-Bugün anayasa deği-Bugün anayasa deği-Bugün anayasa deği-şiklik paketi iyi irde-şiklik paketi iyi irde-şiklik paketi iyi irde-şiklik paketi iyi irde-lenirse bazı kişilerin lenirse bazı kişilerin lenirse bazı kişilerin lenirse bazı kişilerin özel çıkarları, itibar-özel çıkarları, itibar-özel çıkarları, itibar-özel çıkarları, itibar-ları için bazı kurum-ları için bazı kurum-ları için bazı kurum-ları için bazı kurum-larda değişiklik yap-larda değişiklik yap-larda değişiklik yap-larda değişiklik yap-tıkları hemen ortaya tıkları hemen ortaya tıkları hemen ortaya tıkları hemen ortaya

çıkar.çıkar.çıkar.çıkar.

Page 23: Politika Dergisi Sayi 24

Bence hayır.

Kişilerin özel hayatlarını ilgilendirmesi gereken Tanrı ile kul arasındaki bir ilişkinin kamusal alanda daha serbest yaşandığını herhalde ki bahsi geçen hikâye daha iyi anlatıyor. Tanrı ile kulun birbirine daha yakın hissedildiği bir kilise ortamında yaşanan arzu patlaması Augustinus’un özel dünyasına daha çok vurgu yapıyor; fakat aynı olay bir pazaryerinde olsaydı belki de Augustinus Tanrı’dan bu kadar çe-kinmeyecekti. Diogenes mastürbasyonunu pazar-yerinde değil de kilisede gerçekleştirseydi belki o da Augustinus gibi inzivaya çekilebilecekti.

Dolayısıyla kamusal alan tinsellik bağlamında özel alana göre daha bir kendini rahat hissettirir. Bir camiinin içinde kendisini biraz Müslüman gören biri hiçbir küfür etmez; fakat camii dışında belki de ca-miinin karşısında istediği küfrü ağzına almaktan çekinmez. Bugün birçok siyasetçi camii çıkışlarında rakip siyasetçiye haksız eleştiriler, küfürler etmiyor mu, bu tavır camii içinde gösterilebilir mi?

Siyasilerin birbirlerine o kadar laf söyledikten son-ra buluşmalarında ellerin sıkılıp iltifatların edilme-sinde de durum budur; çünkü iş daha özel bir ala-na, kapılı kapılar ardına çekilmiştir.

Bugün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını muaz-zam bir kamusal alan beklemekte: “referandum”

Kamusal alanın demokratikleştirilmesi için, yani kamu yararına oluşturulmuş referandum mekaniz-masında halk ya kendi ortak faydasını koruyacak ya da yukarıda anlatıldığı üzere birilerinin özel fay-dalarını korumayı seçecektir.

Partizanlara sözümüz yok, zaten baştan yanıldı-lar. Onları bir apolitiklik ya da döneklik bekliyor; fa-kat yazımın en başında söylediğim gibi nerede ol-duklarını bilmeyen partizanlar nerede olduklarını doğru tanımlayamıyorlar. Geçmişi iyi irdelemiyor, günü yaşıyor, geleceği şekillendirmekten uzak kaçı-yorlar.

Geçmiş konusunda inandıkları ise partizanca bağlı oldukları siyasi partinin ileri gelenleri; fakat siyasi ileri gelenlerin bildikleri de ortada. Atatürk’e ikide bir laf eden, Dersim konusunda siyasi tarih bilgisizliğini gözler önüne seren birinden geçmişin bilgiçliği alınıp geleceğe yön verilmeye çalışılıyor. 12 Eylül darbecilerini yargılamak sevdasıyla çıkılan yolda amacın daha çok kendisini kurtarmak olduğu anlaşılamıyor. Sezar kendisinden önce, kendisi gibi cezalandırılmışların kaçının derdini anladı bu-rası bilinmiyor; ama tarihin ihtimalleri oldukça dü-şük. Herkes özel olarak kendisini kurtarmanın tela-şını yaşıyor. Dolayısıyla bu bilgisizlik bir dikkat çekmezlik ilkesinin yıkılması anlamına geliyor ve yukarıda da belirttiğim üzere yalanlarla birlikte bir ayıba dönüşüyor.

Sezar ise bir yasaklı olmak yüzünden sözde ka-musalı kurtarmak adına bugünkü Đtalya’da bir iç savaş çıkartıyor.

Augustinus ise günahlarını sevaba dönüştürmek ve kendisini daha iyi tanımak adına Tanrı’ya daha fazla yakınlığı seçiyor.

Bize ise kalın puntoyla yazdığım son üç kelime kalıyor: “Ayıp, yasak, günah”

Okumanızdaki sabra teşekkür ediyorum.

Saygılarımla…

[email protected]

Telefon: 0555 557 0000

Sayfa 23 Sayı 24

Kamusal alanın demok-Kamusal alanın demok-Kamusal alanın demok-Kamusal alanın demok-ratikleştirilmesi için, ya-ratikleştirilmesi için, ya-ratikleştirilmesi için, ya-ratikleştirilmesi için, ya-ni kamu yararına oluş-ni kamu yararına oluş-ni kamu yararına oluş-ni kamu yararına oluş-turulmuş referandum turulmuş referandum turulmuş referandum turulmuş referandum mekanizmasında halk mekanizmasında halk mekanizmasında halk mekanizmasında halk

ya kendi ortak faydasını ya kendi ortak faydasını ya kendi ortak faydasını ya kendi ortak faydasını koruyacak ya da anla-koruyacak ya da anla-koruyacak ya da anla-koruyacak ya da anla-tıldığı üzere birilerinin tıldığı üzere birilerinin tıldığı üzere birilerinin tıldığı üzere birilerinin özel faydalarını koru-özel faydalarını koru-özel faydalarını koru-özel faydalarını koru-

mayı seçecektir.mayı seçecektir.mayı seçecektir.mayı seçecektir.

Page 24: Politika Dergisi Sayi 24

Dergimiz ve okurlarımız adına önemli bir çalış-mayı sizlere duyurmak istiyoruz. Politika Dergisi olarak, yapmış olduğumuz çalışmalar sonucunda T.C. Beykent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin (BÜSAM) düzenlemiş olduğu “Siyaset ve Devlet Yönetimi” Sertifika Programına okurla-rımızı özel avantajlarla davet ediyoruz.

16 – 23 – 30 Ekim ve 6 Kasım 2010 tarihlerinde Beykent Üniversitesi’nin Taksim yerleşkesinde düzenlenecek ve alanında birçok ünlü ve yetkin ismi konuşmacı olarak bünyesinde barındıran se-miner, Politika Dergisi okuyucularına özel olarak minimum %50 indirimlik bir fiyatlamayla katılım hakkı sağlıyor. Katılımın artması durumunda uygu-lanacak olan indirim oranının artacağı haberiyle birlikte seminere katılım ücretinin seminer günün-den bir gün önce (15 Ekim 2010) saat 17.00’ye kadar iki taksitle ödenebileceği bilgisini paylaşmak isteriz.

Söz konusu seminerin kişi başı katılım ücretinin 432 TL (KDV dâhil) olduğunu belirtir, Politika Der-gisi okuyucularının ise maksimum 216 TL (KDV dâhil) ücretle seminere katılabileceğini özetlemek isteriz. Söz konusu fiyatın iki taksitle ödenebileceği seminere katılan konuşmacılar ise şöyle:

� Hüsamettin CĐNDORUK (DP Genel Başkanı)

� Yaşar BÜYÜKANIT (E.Orgeneral / Genelkur-may Başkanı)

� Onur ÖYMEN (E.Büyükelçi / Milletvekili)

� Mustafa SARIGÜL (Şişli Belediye Başkanı)

� Sadettin TANTAN (E. Đçişleri Bakanı)

� Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ

� Edip BAŞER (E.Orgeneral)

� Fikret BĐLA (Milliyet Ankara Temsilcisi)

� Prof. Dr. Hasan KÖNĐ

� Yrd. Doç. Dr. Sait YILMAZ

� Prof. Dr. Ahmet Güner SAYAR

� Armağan KULOĞLU (E.Tümgeneral)

� Prof. Dr. Haydar ÇAKMAK

� Talat ŞALK (E. C. Başsavcısı)

� Prof. Dr. Mithat BAYDUR

� Prof. Dr. Kerem ALKĐN

Siyaseti siyasetsizleştirme çabaları altında, siyasi bir bilgiye sahip olmak; seminer konuşmacılarıyla yakından tanışmak, onlara sorularınızı yöneltmek ve en önemlisi Politika Dergisi’ne destek olmak için sizi bizimle orada buluşmaya davet ediyoruz.

Bilgilerinize sunar, geniş bilgi ve sorularınız için 0(507) 4 73 73 73 ve 0(555) 557 0000 numaralı GSM hatlarından bizimle irtibat kurabileceğinizi be-lirtiriz.

Katılım formu ve diğer her şey için lütfen sitemizi (www.politikadergisi.com) ziyaret ediniz.

Sayfa 24

Page 25: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 25 Sayı 24

Norveç - Svalbard

Küresel Tohum Deposu

Page 26: Politika Dergisi Sayi 24

Đlker EKĐCĐ

T ürkiye 12 Eylül günü Anayasa’da değişik-lik öngören 26 madde için sandık başına gitmeye hazırlanıyor. Referandum yolu ile yapılacak bu oylamada “halk”ın değişiklik

için cevabı nihai karar niteliği olma özelliği taşıdı-ğından ötürü bugün ülkenin en önemli sorunu ola-rak görülmekte ve yediden yetmişe herkesi ilgilen-dirmektedir.

Bu yazımızda referandum için sandık başına gi-decek olan seçmenin oy verme davranışının siya-set bilimi çerçevesinde değerlendirilmesi amaçlan-maktadır. Seçmen tercihleri analiz edilerek bu sü-recin nasıl yürütüldüğü açıklanmaya çalışılacaktır.

Seçmen, Oy Verirken Neye Dikkat Eder?

Oy verme davranışı politik bilimin özellikle davra-nışsalcı akımı tarafından özel bir saha çalışmasına tabi tutulmuştur. Bu süreç içerisinde detaylı analiz-ler yapılmış, davranışsalcı politik bilimciler tarafın-dan öne çıkan en önemli belirti ise oy vermenin bir politik kitle psikolojisi olduğu ve bunun sonucunda da politik sistemin tüm sırlarının açığa çıkarmanın en önemli anahtarı olduğu vurgulanarak sonuç ola-rak seçmen tercihini etkileyen belirli maddeler orta-ya çıkarılmıştır. Bu vurgu teoriye dönüşme nokta-sında sıkıntılar çekse de, psephology (oy verme davranışının bilimsel analizi) hala politik analizlerde

Sayfa 26

Referandumda Seçmen Tercihini Belirleyen

Faktörler ve Süreç Değerlendirmesi

Davranışsalcı politik bilimciler Davranışsalcı politik bilimciler Davranışsalcı politik bilimciler Davranışsalcı politik bilimciler tarafından öne çıkan en önemli tarafından öne çıkan en önemli tarafından öne çıkan en önemli tarafından öne çıkan en önemli belirti ise oy vermenin bir poli-belirti ise oy vermenin bir poli-belirti ise oy vermenin bir poli-belirti ise oy vermenin bir poli-tik kitle psikolojisi olduğu ve tik kitle psikolojisi olduğu ve tik kitle psikolojisi olduğu ve tik kitle psikolojisi olduğu ve bunun sonucunda da politik bunun sonucunda da politik bunun sonucunda da politik bunun sonucunda da politik sistemin tüm sırlarının açığa sistemin tüm sırlarının açığa sistemin tüm sırlarının açığa sistemin tüm sırlarının açığa

çıkarmanın en önemli anahtarı çıkarmanın en önemli anahtarı çıkarmanın en önemli anahtarı çıkarmanın en önemli anahtarı olduğu vurgulanarak sonuç olduğu vurgulanarak sonuç olduğu vurgulanarak sonuç olduğu vurgulanarak sonuç

olarak seçmen tercihini etkile-olarak seçmen tercihini etkile-olarak seçmen tercihini etkile-olarak seçmen tercihini etkile-yen belirli maddeler ortaya çı-yen belirli maddeler ortaya çı-yen belirli maddeler ortaya çı-yen belirli maddeler ortaya çı-

karılmıştır.karılmıştır.karılmıştır.karılmıştır.

Page 27: Politika Dergisi Sayi 24

başat konum olma özelliğini kaybetmemiştir. Buna sebep olarak da oy vermenin, bireyler toplum ve politikacılar arasındaki üçlü sacayağını tahlil edebi-len yegane yapı olması gösterilebilir. Oy verme davranışına ilişkin analizlerimizle bireyden kitleye ve hatta siyasetin kurumsallaşmasına ilişkin değer-lendirmeleri yaparak ülkenin demokrasi tarihi hak-kında öngörülerde bulunabiliriz.

Oy verme davranışı kısa ve uzun döneme etkileri olarak ikiye ayrılabilir. Kısa dönemli etkilere; hükü-metin veya liderin popülerliği, işsizlik, yolsuzluğun açığa çıkması, enflasyon gibi temel olarak ekono-mik belirleyicilerin etkisi olduğu söylenebilir. Kısa dönemli etkiler belirli bir döneme özeldir, belirli bir seçime ilişkindir. Uzun vadeli yansımalara etkisi yeterince değildir. Kısa dönemli etkilerde oy vere-cek seçmenin ekonomik anlamda yeterliliği ön pla-na çıkmaktadır. Kısa dönemli etkilerde saydığımız lider özelliklerine de dikkat çekmek gerekir. Liderin halk gözündeki değeri kısa dönemli tercihte büyük etki eder. Medya, parti liderini partinin vitrini olarak yansıttığı için liderin tavrı davranışları önemlidir.

Oy verme üzerindeki son kısa dönemli etki ise medyanın tutumudur. Çeşitli konuların yanlı ve par-tizan bir dille sunulması ve basın alanında mülkiyet gibi yapısal, dolayısıyla daimi faktörleri yansıtması durumunda kitle iletişim araçları da uzun süreli etki gösterebilmektedir. Buna karşın, medyanın olayları sunma biçimi de seçimden seçime değişebilir. Ül-kemizde de buna birçok örnek verilebilir. Medya patronlarının rekor cezalarla karşı karşıya kalması, ister istemez medya grubunu belirli bir cepheye çekebilir.

Genel olarak bir seçmenin oy vermesinde belirle-yici olan özellikler şunlardır:

1. Lidere olan bağlılık,

2. Partiye olan aşırı bağlılık (partizanlık),

3. Partinin iktidar olması halinde kuracağı çıkar ilişkileri,

4. Aday olanlardan birisiyle kurulan bağlar(akrabalık, dostluk vd.),

5. Mevcut yapıda daha iyi bir aday olmaması,

6. Manevi anlamda kendisini zorunlu bağlı his-setmesi,

Yukarıda altı maddede topladığımız özellikler genel anlamda seçmen davranışını etkileyen fak-

Sayfa 27 Sayı 24

Çeşitli konuların yanlı ve Çeşitli konuların yanlı ve Çeşitli konuların yanlı ve Çeşitli konuların yanlı ve partizan bir dille sunul-partizan bir dille sunul-partizan bir dille sunul-partizan bir dille sunul-ması ve basın alanında ması ve basın alanında ması ve basın alanında ması ve basın alanında

mülkiyet gibi yapısal, do-mülkiyet gibi yapısal, do-mülkiyet gibi yapısal, do-mülkiyet gibi yapısal, do-layısıyla daimi faktörleri layısıyla daimi faktörleri layısıyla daimi faktörleri layısıyla daimi faktörleri yansıtması durumunda yansıtması durumunda yansıtması durumunda yansıtması durumunda kitle iletişim araçları da kitle iletişim araçları da kitle iletişim araçları da kitle iletişim araçları da

uzun süreli etki gösterebil-uzun süreli etki gösterebil-uzun süreli etki gösterebil-uzun süreli etki gösterebil-mektedir. mektedir. mektedir. mektedir.

Page 28: Politika Dergisi Sayi 24

törlerdir. Bunların akademik boyuttaki tahlilleri ise daha geniş olmaktadır.

Lipset ve Lazarsfeld, sandık başına gidip gitme-mekte dört etmenden söz eder (*):

1) Hükümetin izlediği siyaset, bir toplumsal gru-bun çıkarlarını ne kadar etkiliyorsa, o toplum kesi-minde oy verme eğilimi o kadar artar. Kamu görev-lileri buna örnektir.

2) Hükümet ka-rarlarının kendisiyle ilgili sonuçları nok-tasında bir toplum kesimi ne kadar bilgisiyle bu durum sandığa yönelimi o oranda arttırır.

3) Bir toplum ke-simi üzerinde, siya-sal katılım yönün-deki baskılar ne kadar fazlaysa, o toplum kesimindeki oy verme eğilimi de o kadar artar. Bu başlık altına dini anlamdaki gruplar örnek verilebilir.

4) Grup üzerindeki baskılar ne kadar artarsa oy verme eğilimi de artar, tersi durumda da sonuç ters yönde seyir izler.

Biraz önce değindiğimiz altı maddelik kısma tek-rar göz atmakta fayda vardır. Bu altı maddeyi oy verme teorileri arasında da gösterebiliriz.

Oy Verme Teorileri (**)

Parti Kimliği Modeli: Oy verme davranışında parti önemli bir yer tutar. Đnsanlar partiye karşı psi-kolojik bağımlılık duygusu taşıyabilir. Seçmenler, partiyi kendi partileri olarak değerlendirir, partinin yılmaz bekçileri olarak tüm ilkelerini savunur, yaptı-ğı her şeyi iyi olarak görür. Bu modelde oy vermeyi belirleyen dış etkenler, siyasalar, şahıslar, kampan-yalar, medya gibi faktörlerin pek bir önemi yoktur. Zira lidere koşulsuz şartsız bir itaat kültürü geliş-miştir. Bu modelin en tehlikeli yönü olayın partizan-lığa dönüşmesidir.

Partiye bağlılık sadece oy vermekle sınırlı değil-dir. Ömür boyu sürecek olan bir birlikteliğe vurgu yapılır. Kuvvetli bir sadakat vardır. Modelin olumlu yönü ise kemik oy diye bilinen normal oy düzeyinin çok rahat bir şekilde elde edilmesidir.

Sosyolojik Model: Sosyolojik modelde oy verme davranışı ile grup üyeliğini, seçmenlerin ait olduğu

Sayfa 28

Partiye bağlılık sadece oy Partiye bağlılık sadece oy Partiye bağlılık sadece oy Partiye bağlılık sadece oy vermekle sınırlı değildir. vermekle sınırlı değildir. vermekle sınırlı değildir. vermekle sınırlı değildir. Ömür boyu sürecek olan Ömür boyu sürecek olan Ömür boyu sürecek olan Ömür boyu sürecek olan bir birlikteliğe vurgu ya-bir birlikteliğe vurgu ya-bir birlikteliğe vurgu ya-bir birlikteliğe vurgu ya-pılır. Kuvvetli bir sadakat pılır. Kuvvetli bir sadakat pılır. Kuvvetli bir sadakat pılır. Kuvvetli bir sadakat vardır. Modelin olumlu vardır. Modelin olumlu vardır. Modelin olumlu vardır. Modelin olumlu

yönü ise kemik oy diye bi-yönü ise kemik oy diye bi-yönü ise kemik oy diye bi-yönü ise kemik oy diye bi-linen normal oy düzeyi-linen normal oy düzeyi-linen normal oy düzeyi-linen normal oy düzeyi-nin çok rahat bir şekilde nin çok rahat bir şekilde nin çok rahat bir şekilde nin çok rahat bir şekilde

elde edilmesidir.elde edilmesidir.elde edilmesidir.elde edilmesidir.

Page 29: Politika Dergisi Sayi 24

grubun içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik duru-mu yansıtan bir oy verme biçimi geliştirme eğilimin-de olduklarını ileri sürerek birbirine bağlar. Toplum içerisindeki bölünmüşlükleri ortaya koyarak, bir bü-tünleşme yoluna gitmenin yolları aranır. Bu bölün-müşlükler genellikle etnik kimlikler, dini grup farklılı-ğı, sınıf farklılığı ve bölge temellidir. Avrupa ülkele-rinde sağ kanadın orta sınıf ve sol kanadın işçi sını-fı ile kurduğu ilişki sosyolojik temellidir.

Rasyonel Tercih Modeli: Bu modelde toplumsal grupların davranışlarından ve sosyalleşmeden ziya-de birey önemlidir. Oylamada bireyin takınacağı dış etkilerden arınmış tavır, rasyonel tercihin temelini oluşturur. Bu modelde birey, siyasalar üzerine du-rur. Siyasaların kendisine yönelik fayda değerlen-dirmesini yapar. Đçerikten de anlaşılacağı üzere bu model dünya üzerinde sıkça göremeyeceğimiz bir modeldir.

Hakim Đdeoloji Modeli: Bu model, yapısal olarak demokrasinin tam kurumsallaşmadığı ülkelerde görülür. Bireyin sosyal hiyerarşi içerisindeki yerinin kısmen de olsa belirleyicisi olduğu için sosyolojik modelle ilişkilendirilebilir. Hakim ideolojiyi kurum-sallaştıracak ve reklamını yapacak olan ise başta medya olmak üzere farklı diğer kitle iletişim araçla-rıdır.

Yazılanların sonucunda değerlendirme yapmamız gerekirse seçmenin hangi gerekçeyle oy vereceği artık bilinmektedir. Muhakkak ki yukarıda yazılanlar genel anlamıyla bir seçime ilişkin değerlendirmeler-dir. Bize lazım olan ise yakın dönem için referan-dumdaki tavırdır. Yine yukarıda yazdığımız altı madde ile özetleyebildiğimiz başlıklar arasında re-ferandum için de cevap olabilecek başlıklar da var-

dır. Aşağıda ise referandumun yarar ve sakıncala-rını anlatan bir değerlendirme yapılmaktadır.

Referandumlar; Yarar ve Sakıncaları (***)

Referandumlar seçmenlere bir konu hakkında devlet siyasasına ilişkin görüşlerini soran önemli oylamalardır. Seçimlerde belirli bir siyasi amaç gözetilirken seçmen tarafından da bir beklenti ola-bilirken, referandumlarda böylesi bir tablo söz ko-nusu değildir. Referandum bir doğrudan demokrasi yoludur. Halkın görüşlerini alma noktasında önem-li bir kaynaktır. Ve türüne göre bağlayıcı veya da-nışma kararları niteliği taşıyabilir.

Referandumun sağladığı yararlar şunlardır:

- Seçilmiş hükümetin kamuoyuyla aynı noktada kalmasını temin etmek suretiyle iktidarını denetler.

- Siyasi katılımı teşvik eder, böylece daha eğitim-li ve donanımlı seçmenler yaratmaya yardımcı olur.

- Belirli konularda halkın görüşlerini ifade etmesi noktasında önemli bir fırsattır.

- Önemli konularda (anayasal düzenlemeler gibi) halkın konuya duyarlılığını ölçme noktasında hükü-metler için önemli bir araçtır.

Sakıncaları ise;

- Siyasi kararları, çok az eğitimli ve çok az dene-yime sahip ve medya ve çevrelerindeki diğer et-menlerden kolay etkilenen kişilerin ellerine bırakır.

Sayfa 29 Sayı 24

Referandum bir doğru-Referandum bir doğru-Referandum bir doğru-Referandum bir doğru-dan demokrasi yoludur. dan demokrasi yoludur. dan demokrasi yoludur. dan demokrasi yoludur. Halkın görüşlerini alma Halkın görüşlerini alma Halkın görüşlerini alma Halkın görüşlerini alma noktasında önemli bir noktasında önemli bir noktasında önemli bir noktasında önemli bir

kaynaktır. Ve türüne gö-kaynaktır. Ve türüne gö-kaynaktır. Ve türüne gö-kaynaktır. Ve türüne gö-re bağlayıcı veya danış-re bağlayıcı veya danış-re bağlayıcı veya danış-re bağlayıcı veya danış-ma kararları niteliği ta-ma kararları niteliği ta-ma kararları niteliği ta-ma kararları niteliği ta-

şıyabilir.şıyabilir.şıyabilir.şıyabilir.

Page 30: Politika Dergisi Sayi 24

- En fazla belli bir zaman dilimindeki kamuoyu-nun bir bakış açısını ortaya koyar.

- Siyasetçilerin, siyasi gündemi manipüle etmesi-ni ve zor kararları verirken kendilerini sorumluluk-tan muaf tutmasını sağlar.

- Siyasi meseleleri, sadece evet/hayır seçenekle-ri olan sorulara indirmek suretiyle bu konuları basit-leştirir ve tahrif eder.

Referanduma ve seçmen tavırlarına ilişkin değer-lendirmeden sonra bu sürece ilişkin eleştirilerimizi de yazmak önemli bir zorunluluktur. Bu süreci de aşağıda irdelemek istiyoruz.

Kim, Ne Konuşuyor; Asıl Olan Nedir?

Liderler her gün bir meydanda referanduma iliş-kin (!) görüşlerini peşi sıra sıralamaktadırlar.

Pekala yanlış olan uygulamalar nelerdir?

Öncelikle meydanlarda, referandumda ne oyla-nacaktır, diye sorduğumuzda yazımızın ilk cümlesi sorunun cevabıdır. Ancak meydanlarda garip söy-lemler var. Đktidar açısından bakalım:

1) Dersim polemiği. Başbakan Sakarya’da diyor ki CHP lideri nereli Dersimli. Dersim ne zaman bombalandı? CHP’li Cumhurbaşkanı döneminde.

Đşte sizin cemaziyelevveliniz bu. Referandumla Dersim’in ne alakası var, diye soran yok…

2) Başbakan Yardımcısı tarafından “hayır” oyu vereceğini açıklayan sanatçılara telefon açmakta, niye hayır diyorsunuz evet desenize diye baskı yapmaktadır. Bu değişikliğin demokrasi getirme gibi bir nitelemesi olabilir mi?

3) Başbakan ya darbeciler, ya siviller diyerek 12 Eylül’ü yapanlardan hesap soracaklarını belirtmek-tedir. Bunun mümkün olmadığını kendisi bilmekte-dir, bu bir kara propagandadır.

4) Referandum süreci bir seçim havasına sokul-muştur. Meydanlarda AKP ve karşıtlarının bir sava-şı yaşanmaktadır. Bunu tetikleyen ise iktidarın söy-lemleridir.

5) Başbakan karşıtları sayarken CHP, MHP, YARSAV, BDP, PKK demekten vazgeçmemektedir. Bu durumda sözün bittiği yere gelinmiştir.

6) Ramazan ayı sebebiyle olayın boyutu dini mecraya da sürüklenmiştir. Oruç Baba türbesinde “evet” diyerek iftariyelik dağıtılıyor ve hükümet her-hangi bir yaptırımda bulunmamaktadır.

7) Kendine ait kanunun beşinci maddesine göre seçim ve halkoylamasında tarafsız olması gereken TRT, YSK’nın yasaklarını hiçe saymaktayken bunu gören(!) RTÜK inceleme bile başlatmamaktadır.

8) Başbakan seçimlerde olduğu gibi ikinci çıkar-sam ben bırakırım diye konuşmaya devam etmek-tedir. Bu ise halka yönelik imalı tehdidin göstergesi-dir.

Sayfa 30

Başbakan ya darbeciler, Başbakan ya darbeciler, Başbakan ya darbeciler, Başbakan ya darbeciler, ya siviller diyerek 12 ya siviller diyerek 12 ya siviller diyerek 12 ya siviller diyerek 12 Eylül’ü yapanlardan Eylül’ü yapanlardan Eylül’ü yapanlardan Eylül’ü yapanlardan

hesap soracaklarını be-hesap soracaklarını be-hesap soracaklarını be-hesap soracaklarını be-lirtmektedir. Bunun lirtmektedir. Bunun lirtmektedir. Bunun lirtmektedir. Bunun mümkün olmadığını mümkün olmadığını mümkün olmadığını mümkün olmadığını

kendisi bilmektedir, bu kendisi bilmektedir, bu kendisi bilmektedir, bu kendisi bilmektedir, bu bir kara propaganda-bir kara propaganda-bir kara propaganda-bir kara propaganda-

dır.dır.dır.dır.

Page 31: Politika Dergisi Sayi 24

9) AKP, süreci, 12 Eylül 1980 mağdurları üzerin-den yürüterek yanlış bir çizgiye sokmaktadır. Yan-daş TV kanallarında 12 Eylül’de mağdur olan olma-yan kim var kim yok herkese mikrofon uzatılarak halka akıl tutulması yaşatılmaktadır.

10) Başbakanın sık sık Adnan Menderes hatırlat-ması yapması da psikolojik olarak yorulduğunun göstergesidir.

11) Kendisinin sıkıştığı noktada Atlantik ötesin-den, imkan olsa ölüleri de evet dedirtsek, diye des-tek alarak süreç uhrevi niteliklere bürünmektedir.

Tüm bunların sonucu olarak gerçek gündemden uzak bir süreç işlemektedir… Halka oylatılmak iste-nen Anayasa değişiklikleridir. Ancak meydanlarda sıra daha değişikliklere gelmemiş gibi duruyor!

Muhalefetin yanlış yaptığı ortak noktalar ise bir-kaç başlıkta toplanabilir:

1) Meydanlarda referandumun ana temasına iliş-kin vurgu yapılmamaktadır. Daha gerçekçi tahliller yapılmalıdır.

2) Đktidarın istediği zaten paketin değil, kişilerin tartışmasıdır. Halktan destek gören muhalefet bu gücünü pakete ilişkin tahlillerde kullanmalıdır. Aksi halde bu gidişle seçim döneminde propaganda malzemesi kalmayacaktır.

3) Đktidarın propaganda birimine karşı acilen karşı bir birim oluşturulmalıdır.

4) Kendilerini terör örgütüyle bir gösteren bir yapı-ya karşı her türlü mücadeleyi hukuksal zemini göz

ardı etmemek suretiyle yapmak muhalefetin temel görevi olmalıdır.

5) Yerel birliklere özel bir ağırlık verilmeli ve son güne kadar genç, dinamik bir kadroyla süreç yürü-tülmelidir.

Yukarıda belirtilenler de uzun zamandır siyasal analizler yapan birisinin gördüğü aksak yönlerdir. Umuyoruz ki, gerçekler halk tarafından da görüle-cek ve önce referandum ardından seçim ile salta-nata dönüşme eğilimindeki sözüm ona demokrasi, hak ettiğini alacaktır. Tüm bunlar için karanlığa sövmek yerine kalkıp bir mum yakmak yeterlidir. O mum da 12 Eylül’de sandık başında bir “hayır”la yanacak güçtedir…

[email protected]

*KIŞLALI; A.Taner; Siyasal Sitemler; sf:189;Đmge; 4.Baskı; 1998

**Heywood; Andrew: Siyaset; sf:350-353; Adres yay. Ankara; Ekim 2007

*** Heywood; A.g.e. sf:328

Sayfa 31 Sayı 24

Đktidarın istediği zaten pa-Đktidarın istediği zaten pa-Đktidarın istediği zaten pa-Đktidarın istediği zaten pa-ketin değil, kişilerin tartış-ketin değil, kişilerin tartış-ketin değil, kişilerin tartış-ketin değil, kişilerin tartış-masıdır. Halktan destek gö-masıdır. Halktan destek gö-masıdır. Halktan destek gö-masıdır. Halktan destek gö-ren muhalefet bu gücünü ren muhalefet bu gücünü ren muhalefet bu gücünü ren muhalefet bu gücünü pakete ilişkin tahlillerde pakete ilişkin tahlillerde pakete ilişkin tahlillerde pakete ilişkin tahlillerde

kullanmalıdır. Aksi halde kullanmalıdır. Aksi halde kullanmalıdır. Aksi halde kullanmalıdır. Aksi halde bu gidişle seçim döneminde bu gidişle seçim döneminde bu gidişle seçim döneminde bu gidişle seçim döneminde propaganda malzemesi kal-propaganda malzemesi kal-propaganda malzemesi kal-propaganda malzemesi kal-

mayacaktır.mayacaktır.mayacaktır.mayacaktır.

Page 32: Politika Dergisi Sayi 24

Medine AKBABA

“B ir günlük adalet altmış yıllık ibadetten faziletlidir.” (Hz. Mu-hammed)

17 Eylül 1787’de ABD’de kul-lanılan “anayasa” kavramı temelde devletin yöne-tim kurallarının vurgulandığı, merkezi yasal bir bel-ge olmakla birlikte devletten üst bir yasal çerçeve olup hem devletin varlığını sağlar hem de devleti denetler. Kavram Fransız Devrimi’nden sonra ders olarak ele alınmış hem Devrimden önce hem Dev-rimden sonra yasaklanmıştır. 3.Cumhuriyetin kurul-

masından sonra hukuk içinde ve siyaset temelinde çok önemli yere sahip olmuş ve günden güne devi-nimine de devam etmektedir.

Anayasa kavramını normal yasal zeminden ayı-ran ve onu devlet denetiminde önemli kılan şey bu kavramın Fransız Devrimi’nden sonra yaşama ge-çen çağdaş ve laik devlet anlayışının direklerini oluşturan yasama+ yürütme+ yargı güçlerini simge-leyen farklı konseptteki yasal vurgudur ve aynı za-manda yenilikçi bir “toplumsal sözleşme” biçimi-dir.

Osmanlı’da Anayasa

Osmanlı’daki anayasa faaliyetine değindiğimizde çıkış noktalarının Đngilizlerin anayasa anlamında

Sayfa 32

Geçmişten günümüze kısa bir “anayasa” özeti ve referandum...

Temel Olarak Anayasa ve Referandum Gerçeği

Kanuni Esasi’nin ilanıyla (1908 Devrimi) II.Abdülhamit’in resmiyle basılan “Yaşasın Anayasa” kartpostalı

Page 33: Politika Dergisi Sayi 24

kullandığı “constitution” sözcüğünün “Kanuni Esa-si” (1876) olarak çevrilmiş olduğunu görmüş oluyo-ruz. Đngilizcedeki anlamıyla “kurmak”, “oluşturmak” gibi anlamları ifade eden sözcük Osmanlı’da bir hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimi olarak yansımıştır. Ancak “Kanuni Esasi” kavramı-nın ne anayasa ne de güçler ayrılığı teziyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Parlamento sadece mali işlerde bağımsız olduğu için bağımsızlığı bütçe ile sınırlı kalmıştır. 1921 ve 1924 tarihli “Teşkilat-ı Esa-siye Kanunu” adlı belge çokça değişikliğe uğratıl-mış olsa da temel anayasa çizgisini yansıtabilmiştir.

Anayasa fikri ilk kez 1924 tarihinde değil Osmanlı aydınlarınca sıkça irdelenmiş ve Fransız Devrimi’-nin getirdiği yenilikler ölçütünde heyecanla sorgu-lanmıştır. Osmanlı’da temel sorgulama “millî ege-menlik” üzerinde yoğunlaşmış, Osmanlı aydınların-dan Namık Kemal ve Ali Suavi arasında derin tar-tışmalar yaratmıştır. Namık Kemal’in Rousseau’dan etkilenerek savunduğu “halk ege-menliği” ve Đslâm terminolojisi ile açıklamaya çalış-tığı “kuvvetler ayrılığı” tezi ile Ali Suavi’nin “hakimiyet Allah’ındır” tezi birbirini hem tamamla-ması hem de birbirine ters düşme vakasıyla ortada kalmıştır. Bazı cenahların, milli egemenlik fikri Ata-türk’te Fransız Devrimi ve batılı akımlardan geliyor, taklitçilik yapılıyor, demesi çok büyük bir tarihi eksi-lik ve cehaletin göstergesidir. Çünkü Atatürk milli egemenlik hususuyla ilgili “egemenlik kayıtsız şart-sız milletindir” diyerek eski meşruiyet teorilerine dayanarak devletin yönetilmesinin imkânsızlığı ve

milli devlet şuuru ile Milli Mücadelenin topyekun kazanılma arzusunu kanıtlamıştır. Bu egemenlik temeli Türk milletinde kendi kendine gelişmiş ve filizlenmiştir.

“Anayasa”nın Felsefi Temeli ve Filozoflarca Đrdelenmesi

Anayasa, fikri ve fiili olarak eski dönemlerde uy-gulanmıştır ve sorgulanmıştır da. Atina ve Roma’-da uygulanan demokrasi çerçevelerinde ele alın-mıştır. Đslam dünyasında da “Medine Anayasası “ özde anayasa fikrine uymasa da devlet yönetimi-nin yazılı esasla ele alınması açısından tarihçiler tarafından öne sürülür.

Fransız hukukçu Jean Bodin egemenliği, içte insanlar üzerinde sınırlanamayan mutlak ve üstün bir iktidar, dışta ise bağımsız bir kudret olarak ta-nımlamıştır. Bu bağlamda hukuk ve gelenek ara-sındaki çizginin farklılığı ortaya konmuş olsa da egemenlik devlet içindeki egemen temsilin güç oranını artırmıştır. Bodin’den Hobbes’a ve Austin’e kadar birçok düşünürü etkilemiş, irdele-meler karşısında devletin içindeki gücü bir yandan da sınırlayıcı bir denge unsuru aranmaya başlan-mıştır. Đşte bu noktada devletin sınırsız gücü karşı-sında kişilerin hak ve hürriyetlerini koruma kaygısı yeni akımların filizlenmesine sebebiyet vermiştir. Đngiliz düşünür John Locke güçler ayrılığı tezini ortaya koymuştur. 1748’de yayımlanan “Kanunların Ruhu” (De l’ Esprit des Lois) adlı

Sayfa 33 Sayı 24

Atatürk milli egemenlik Atatürk milli egemenlik Atatürk milli egemenlik Atatürk milli egemenlik hususuyla ilgili hususuyla ilgili hususuyla ilgili hususuyla ilgili

“egemenlik kayıtsız şartsız “egemenlik kayıtsız şartsız “egemenlik kayıtsız şartsız “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek eski milletindir” diyerek eski milletindir” diyerek eski milletindir” diyerek eski meşruiyet teorilerine da-meşruiyet teorilerine da-meşruiyet teorilerine da-meşruiyet teorilerine da-yanarak devletin yönetil-yanarak devletin yönetil-yanarak devletin yönetil-yanarak devletin yönetil-mesinin imkânsızlığı ve mesinin imkânsızlığı ve mesinin imkânsızlığı ve mesinin imkânsızlığı ve

milli devlet şuuru ile Milli milli devlet şuuru ile Milli milli devlet şuuru ile Milli milli devlet şuuru ile Milli Mücadelenin topyekun Mücadelenin topyekun Mücadelenin topyekun Mücadelenin topyekun

kazanılma arzusunu ka-kazanılma arzusunu ka-kazanılma arzusunu ka-kazanılma arzusunu ka-nıtlamıştır. nıtlamıştır. nıtlamıştır. nıtlamıştır.

Ali Suavi

Page 34: Politika Dergisi Sayi 24

eserinde Fransız düşünür Montesquieu, kişilerin hak ve hürriyetlere sahip olabilmelerinin ve devlet içinde bunların teminat altına alınabilmesinin yasa-ma, yürütme ve yargının birbirinden ayrılmasıyla mümkün olabileceğini savunmuştur. Rousseau ise kendine Đngiltere rejimini örnek alan Montesquieu’dan farklı olarak egemenliğin Đngiliz halkında değil, parlamentosunda olduğunu vurgu-lar (çünkü Montesquieu’ya göre egemenliği elinde bulunduran halk değildir, Đngiliz Parlamentosudur). Yine Montesquieu’daki kuvvetler ayrılığı ilkesini reddeder ve doğrudan demokrasi örneklerinden yola çıkarak kuvvetler birliği sistemini ar-zuladığını ortaya koyar. ”Genelde de-mokrasi yanlısı bir görüntü sergile-yen, yüzde elli bir her şeydir, yüz-de kırkdokuz buna katılmıyorsa yanılmış farz edilir diyen Rousseau, bu görüşüyle ço-ğunluğun azınlığa tahakkümü-ne yol açtığı gerekçesiyle de ciddi şekilde eleştirilir”.

August von Hayek’e göre ise “yasaları seçimle gelen yöneticilerin eline bırakmak, krema kavanozunu kedinin so-rumluluğuna bırakmaya benzer”. “Kısa süre sonra hiçbir yasa -en azından hükümetin keyfi iktidarını sınırlaması anlamında bir yasa- kalma-

yacağının aşikar olacağını “ söyler. Hayek'in de kendini dahil ettiği liberal gelenek, çoğunluk yöneti-minin bir tiranlığa sapması önlensin diye, çoğunlu-ğun kendilerine oy verdiği iktidarlara sıkı sınırlar koyar. Hayek yasamanın yürütmeden kesinlikle ayrılması gerektiğini ve yürütmenin hiçbir zaman kendi aleyhine kısıtlayıcı yasa yapmayacağını öne sürer ki haksız da sayılmaz!

John Locke temelli güçler ayrılığı tezindeki çar-pıcı nokta yargının yasama ve yürütmeden ayrıca değerlendirilmesi hususudur. Egemen gücün, geç-mişte kral veya padişah bugün ise sahte demokrat devlet başkanı ve başbakanlar karşısında yasanın her daim güçle elastike edilip şekillendirildiği ortam-da amaç yeni ve çağdaş düzenin ve devlet birimle-rinin “anayasa” temelli güçlü denetimi ve eşitlikçi yönetimini ortaya koymaktır. Yargı bağımsızlığının irdelendiği yahut yok edilmek istenildiği bir ortamda devlet yönetimi sarsılır, kurumlardaki objektif duruş yıkılır; yerine her dönemin yeni kurum ve ideolojileri sızar. Bu noktada demokrasi dediğimiz kavram za-yıflatılır, ayaklar altına alınır. Çünkü yüzde elliye yakın halk kesimi etkinleştiği vakit ve topyekun bir halk egemenliğinin sadece bu dilim ile simge edil-mesi geriye kalan yüzde elliden fazla kesimin de-mokratik hak ve özgürlüklerini yok saymak, onlar üzerinde baskı ve korku kurmak anlamına gelmek-tedir.

SONUÇ

Anayasa kavramının hiçbir millet ve akım tekelinde olmadığı, yıllarca ben-

zer ad yahut girişimlerle az da olsa ortaya konduğu, değerlendirmele-

rin farklı ve güzel sonuçlar ortaya çıkardığını vurgulamak gayesini gerçekleştirmeye çalıştım. Anayasa kavramını günümüz federe yönetimlerini baz alarak değiştirmek ve yargı üzerinde birtakım kötü planlar beni bu hususa yoğunlaşmaya ve milli egemenlik ile anayasa kavra-

mının ortaklığını kanıtlamaya götürdü. Gücünün cazibesinden

asla vazgeçmeyen otorite ve siyasi temsiller demokrasi kavramını yok

ettikleri gibi halkın hürriyetlerini ve bire-yin özgürlüklerini de yüzyıllık kazanımlar

Sayfa 34

Rousseau ise kendine Đngil-Rousseau ise kendine Đngil-Rousseau ise kendine Đngil-Rousseau ise kendine Đngil-tere rejimini örnek alan tere rejimini örnek alan tere rejimini örnek alan tere rejimini örnek alan Montesquieu’dan farklı Montesquieu’dan farklı Montesquieu’dan farklı Montesquieu’dan farklı

olarak egemenliğin Đngiliz olarak egemenliğin Đngiliz olarak egemenliğin Đngiliz olarak egemenliğin Đngiliz halkında değil, parlamen-halkında değil, parlamen-halkında değil, parlamen-halkında değil, parlamen-tosunda olduğunu vurgu-tosunda olduğunu vurgu-tosunda olduğunu vurgu-tosunda olduğunu vurgu-

lar (çünkü Montesquieu’ya lar (çünkü Montesquieu’ya lar (çünkü Montesquieu’ya lar (çünkü Montesquieu’ya göre egemenliği elinde bu-göre egemenliği elinde bu-göre egemenliği elinde bu-göre egemenliği elinde bu-lunduran halk değildir, Đn-lunduran halk değildir, Đn-lunduran halk değildir, Đn-lunduran halk değildir, Đn-

giliz Parlamentosudur). giliz Parlamentosudur). giliz Parlamentosudur). giliz Parlamentosudur).

Montesquieu

Page 35: Politika Dergisi Sayi 24

ve milli iradeyi un ufak ederek sahte demokrasi maskelerini takınmışlardır.

Son günlerde ortaya konan anayasa tasarısı sa-dece bir odağın güdümünde fiile geçmişse de bazı kavramları da karıştırmamak gerekir. Seçimler so-nucu ortaya çıkan irade milli irade değil, çoğun-luğun iradesidir. En büyük tehlike, milli irade var-sayılan kavramların arkasına sığınarak parlamento-da çoğunluğu elinde bulunduranların kendilerini bütün milletin temsilcisi olarak görerek, demokratik olmayan düzenlemeler yapabilmesidir. Aslında milli irade bu olmayıp, iktidar-muhalefet bütünü olarak algılanmalıdır.

Unutulmamalıdır ki 1930-40’lı yılların Nazi Alman-ya’sında Hitler seçimle başa gelmiştir. Çoğunluk insanların katledilişini desteklemiş ve hatta sağla-mıştır. Demek ki çoğunluk fikrini gütmek çoğulcu demokrasi anlayışını zedeler ve azınlıkları yok sa-yar. Ülkeleri oluşturan grupların ve azınlıkların yok edilmesi o yönetimleri birtakım açılım ve söylemlere

iter. Çünkü demokrasi anlayışını yok saymış, azın-lıkları incitmiş ve geri kazanma gayeleri oy kaygıla-rıyla bütünleşmiştir. Keza federe yönetimlerdeki anayasa değişimleri olağandır, çünkü bu gelişmiş sanayi ülkelerinde zaten yargı bağımsızlığı kesin ve dokunulması keskin bir hançer olarak asla dev-let başkanlarının gücünü kuramadığı alanlardır. Türkiye gibi temel insan haklarının eksikliğinin gün gibi ortada olduğu ülkelerde, insanların ötekileştiril-diği, yandaş olmayanların psikolojik baskıya ve hapis cezalarına maruz kaldığı bir ülkede yargıda reform aslında yargıyı hizaya çekmek ve onu gücün denetimine sokmaktır. Anayasa dediğimiz toplumsal sözleşme çağdaş ve laik bir çıkıştır, in-san hakları temelinde devletin geniş gücü karşısın-da insanların olabildiğince hak kazanımlarını orta-ya koyabilmektir. Bağımsız yargı, ülkede denetimin teminatıdır. Ancak yasalardan kaçanlar ve yasala-ra aykırı fiillerde bulunan siyasi odaklar yargıyı ba-ğımlı hale getirmek ister.

Sayfa 35 Sayı 24

Page 36: Politika Dergisi Sayi 24

Milli egemenliğe inananlar, hür demokratik rejim-den başka yol tanımazlar. Ancak bu şekilde millet varlığını devam ettirir, demokratik müesseseler ayakta kalabilir ve hiçbir şekilde milli irade ipotek altına alınamaz. 1982 Anayasasını “korseli anaya-sa” olarak görenler bu noktada haklı olmakla bera-ber; ben günümüz anayasa taslaklarının aslında temel yönetim ve çözümler getirmediği, sadece sahte demokrasi söylemleri ile bulandırıldığını dü-şündüğüm için bu gibi taslaklara “korseli demokra-si” girişimi adını vermeyi uygun buluyorum. Kendi çıkar ve güdümlerinin demokrasisini inşa edenler demokrasi kavramını asla algılayamamış ve temin edemeyecek güruhlardır.

“Demokrasi, temsili ve çoğulcu karakteri ile seçmene hesap verilmesini, kamu makamları-nın hukuka uymak yükümlülüğünü ve adaletin yansız bir şekilde dağıtılması da zorunlu kılar. Kimse hukukun üstünde olamaz”. (Paris Şartı)

[email protected]

___

KAYNAKLAR

ARSAL Sadri Maksudi, Türk Tarihi ve Hukuk, Đstanbul 1947.

BAŞGĐL Ali Fuat, Esas Teşkilat Hukuku, C. 1, Đstanbul 1960.

CĐN Halil, Milli Hakimiyet ve Atatürk, Konya 1985.

CĐN Halil- AKYILMAZ Gül, Feodalite ve Osmanlı Düzeni, Konya 1995.

GENÇ Reşat, “Đslamiyet’in Kabulüne Kadar Türklerde Egemenlik Anlayışı”, Milli Egemenlik ve Demokrasi Kurul-tayı, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yay. No: 77, Ankara 1995.

HAYEK Friedrich A. Von; Hukuk, Yasama ve Özgürlük, Kurallar ve Düzen, (Çev. Atilla Yayla), Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1993.

KODAMAN Bayram, Milli Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi Paneli, Samsun 22.04.1986, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 17.

KÖNĐ Hasan, Milli Egemenlik Kavramının Fikri Gelişmesi Paneli, Samsun, 22.04.1986, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, No 17.

KÖSEOĞLU Nevzat, Devlet- Eski Türklerde Đslâm’da ve Osmanlı’da, Đstanbul 1997.

MEMĐŞ Emin, Anayasa Hukuku Notları, Đstanbul, 2005.

NĐYAZĐ Mehmet, Türk Devlet Felsefesi, Đstanbul 1995.

OĞUZ Orhan, Milli Ege-menlik, Yurtta Sulh Cihanda Sulh Đlkeleri ve Atatürk, Đstanbul 2.5.1986, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 16.

SARICA Ragıp, “Atatürkçülük, Milli Ege-menlik ve Gençlik”, Atatürk Milli Egemenlik ve Gençlik Paneli, Đs-tanbul 1985.

TEZĐÇ Erdoğan, Milli Egemenlik Đlkesinin Kabulü ve Gelişimi Pa-neli, Đstanbul 5.5.1986, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 21.

Sayfa 36

Page 37: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 37 Sayı 24

Kissinger’ın söylediği Kissinger’ın söylediği Kissinger’ın söylediği Kissinger’ın söylediği net bir cümle ile ne-net bir cümle ile ne-net bir cümle ile ne-net bir cümle ile ne-

deni daha açık: deni daha açık: deni daha açık: deni daha açık: “Petrolü kontrol eder-“Petrolü kontrol eder-“Petrolü kontrol eder-“Petrolü kontrol eder-sen ulusları kontrol sen ulusları kontrol sen ulusları kontrol sen ulusları kontrol

edersin, yiyeceği edersin, yiyeceği edersin, yiyeceği edersin, yiyeceği kontrol edersin.” kontrol edersin.” kontrol edersin.” kontrol edersin.”

Page 38: Politika Dergisi Sayi 24

Evren YELKANAT

B ugüne kadar, gerek görsel gerek yazılı basında izlediğimiz Anayasa tartışmala-rında üç aşağı beş yukarı aynı sözleri işittik. Konunun uzmanı burjuva hukuk-

çuları ve düzenin hizmetkârı gazeteciler iki ayrı cephede yer alarak, birbirlerinin tam zıddı iki görüş ortaya koydular.

Resmi ideolojiye karşıt olmak adına, “bu ideolo-jinin tüm temel argümanlarına tezat” yeni bir ideoloji (gayriresmi ideoloji) yaratmaya çalışan ikti-dara göbekten bağlı, liberal-neoliberal sol maskeli yeni-sağ görüşlüler (sivil toplumcular), dinci-gerici-cemaatçi güruhun yanı sıra “eski ülkücüleri” de saflarına katarak basında egemen sesi temsil edi-yorlar. Tarihin, sınıf savaşımları tarihi olduğunu

unutan ve sınıf kelimesini literatürlerden çıkarırken bir yandan da kendilerine “özgürlükçü sol” ismini takan küçük bir grup da, “resmi ideoloji”nin tezleriy-le kendilerini bezemekten geri kalmıyor.

“Gayriresmi ideoloji”nin sözcülerine göre 12 Eylül referandumundan “Evet” çıkarsa, Türkiye demokratik ve özgür bir ülke olacak. Demokles’in kılıcı gibi üzerimizde sallanan “askeri vesayet” orta-dan kalkacak, askeri ve sivil bürokrasi yerle bir ola-

Sayfa 38

Sosyalist bakış açısıyla referandum

Sosyalistler Anayasa Referandumunda

Ne Yapmalı?

“Gayriresmi ideoloji”nin “Gayriresmi ideoloji”nin “Gayriresmi ideoloji”nin “Gayriresmi ideoloji”nin sözcülerine göre 12 Eylül re-sözcülerine göre 12 Eylül re-sözcülerine göre 12 Eylül re-sözcülerine göre 12 Eylül re-ferandumundan “Evet” çı-ferandumundan “Evet” çı-ferandumundan “Evet” çı-ferandumundan “Evet” çı-karsa, Türkiye demokratik karsa, Türkiye demokratik karsa, Türkiye demokratik karsa, Türkiye demokratik ve özgür bir ülke olacak. ve özgür bir ülke olacak. ve özgür bir ülke olacak. ve özgür bir ülke olacak.

Demokles’in kılıcı gibi üzeri-Demokles’in kılıcı gibi üzeri-Demokles’in kılıcı gibi üzeri-Demokles’in kılıcı gibi üzeri-mizde sallanan “askeri vesa-mizde sallanan “askeri vesa-mizde sallanan “askeri vesa-mizde sallanan “askeri vesa-yet” ortadan kalkacak, as-yet” ortadan kalkacak, as-yet” ortadan kalkacak, as-yet” ortadan kalkacak, as-keri ve sivil bürokrasi yerle keri ve sivil bürokrasi yerle keri ve sivil bürokrasi yerle keri ve sivil bürokrasi yerle

bir olacak, hatta “içimizdeki bir olacak, hatta “içimizdeki bir olacak, hatta “içimizdeki bir olacak, hatta “içimizdeki Sovyetler Birliği” çökecek. Sovyetler Birliği” çökecek. Sovyetler Birliği” çökecek. Sovyetler Birliği” çökecek.

Page 39: Politika Dergisi Sayi 24

cak, hatta “içimizdeki Sovyetler Birliği” çökecek. Resmi ideolojinin temel dayanağı olan ordu-yargı kliğinin el değiştirmesi ise militarizmin kökünün ka-zınmasına neden olacak. Đdeolojisini günlük gazete yazıları veya televizyonlardaki kavga benzeri “kayıkçı kavgası” tadındaki tartışmalardan alan (en önemli örneği Rasim Ozan Kütahyalı) bu “kaynaşmış, imtiyazsız ve sınıfsız kitlenin” Tayyip Erdoğan’ın “biz onlara hap gibi sunuyoruz” diye bahsettiği, Anayasayı değiştirecek maddelere referandumda “Evet” diyecekleri gün gibi aşikar.

Burjuvazinin “Đslamcı kanadı” ise bu gelişmeleri ellerini ovuşturarak bekliyor. Zira bu Anayasa deği-şikliğinin asıl önemi, devletin tüm kademelerinin burjuvazinin “Đslamcı kanadı”nın eline geçmesidir. TSK’nin de, AKP’nin hegemonyasındaki ve hege-monyası dışındaki burjuvazinin Đslamcı kanadı ile uzlaşma yolları araması (Dolmabahçe görüşmeleri, YAŞ kararları vs.) ve bunu kısmen de gerçekleştir-mesi, ülkedeki çift başlı oligarşinin tek bir elde, “Đslamcı burjuvazi”nin elinde toplanacağının göster-gesi olacaktır.

Gayriresmi ideologların bilerek veya bilmeyerek dümenine su taşıdığı “Đslamcı kanadın” özgürlükler

ve demokrasiyle uzaktan yakından hiç ilgisinin ol-madığını da çok yakından biliyoruz. Başörtüsüne özgürlük sloganları atan ve “Anayasa’ya evet” di-yecek kişilerin demokrat olduğunu söyleyen, buna karşılık Anayasaya hayır oyu veren “ya haindir ya gaflet içindedir” diyen Yeni Şafak gazetesi yaza-rı Prof.Dr Hayrettin Karaman’ın son günlerde kaleme aldığı “çoğulculuk Đslam’a aykırıdır” içe-rikli yazısı da, tezimizi doğrular niteliktedir.

Sayfa 39 Sayı 24

Burjuvazinin “Đslamcı ka-Burjuvazinin “Đslamcı ka-Burjuvazinin “Đslamcı ka-Burjuvazinin “Đslamcı ka-nadı” ise bu gelişmeleri el-nadı” ise bu gelişmeleri el-nadı” ise bu gelişmeleri el-nadı” ise bu gelişmeleri el-lerini ovuşturarak bekliyor. lerini ovuşturarak bekliyor. lerini ovuşturarak bekliyor. lerini ovuşturarak bekliyor. Zira bu Anayasa değişikli-Zira bu Anayasa değişikli-Zira bu Anayasa değişikli-Zira bu Anayasa değişikli-ğinin asıl önemi, devletin ğinin asıl önemi, devletin ğinin asıl önemi, devletin ğinin asıl önemi, devletin tüm kademelerinin burju-tüm kademelerinin burju-tüm kademelerinin burju-tüm kademelerinin burju-

vazinin “Đslamcı kana-vazinin “Đslamcı kana-vazinin “Đslamcı kana-vazinin “Đslamcı kana-dı”nın eline geçmesidir. dı”nın eline geçmesidir. dı”nın eline geçmesidir. dı”nın eline geçmesidir.

Page 40: Politika Dergisi Sayi 24

Burjuva ideologlarının diğer bir tezi de anayasa-nın “renksiz” olmasıdır. Renksizden kasıt, toplu-mun laik yapısının kırılması, Kemalizm’in yok edil-mesi ve serbest piyasa ekonomisine bağlı yapının kırılmasını önleyecek tedbirlerin alınmasıdır. Sınıf-

sal yapıyı ve sınıfsal mücadeleyi temel almayan bu yeni-sağ tezler; Türkiye’nin askeri bir vesayette ol-duğuna da o kadar çok vurgu yapmaktadırlar ki, toplumdaki resmi ideolojiye inanan insanlar bile “darbelerin” Türkiye demokrasisine darbe vurduğu-nu söylemektedir. Fakat askeri darbelerin belirli sermaye katmanlarının birbirleri üzerindeki müca-delesinde vurucu gücü oynadığını bilen “sosyalistler/devrimciler”, bu söylemlere uzaktan hafif bir tebessümle cevap vermektedirler.

Zira sosyalistler ve devrimciler, bu ülkede tek par-ti döneminde de, çok partili dönemde de, askeri dönemlerde de askeri dönemler dışındaki sivil yö-netimlerin suyun başında durduğu devirlerde de Türkiye’de demokrasinin olmadığını iyi bilmektedir-ler.

Devrimciler ve sosyalistler; Türkiye Komünist Par-tililerin tek parti döneminde nasıl öldürüldüğünü de, 6-7 Eylül olaylarını tertipleyenlerin Demokrat Parti ile birlikte sosyalistleri nasıl hedef gösterdiğini de, Milliyetçi Cephe hükümetlerinin kanlı katliamlara nasıl ortak olduğunu da, DSP hükümeti döneminde

Sayfa 40

Burjuva ideologlarının diğer Burjuva ideologlarının diğer Burjuva ideologlarının diğer Burjuva ideologlarının diğer bir tezi de anayasanın bir tezi de anayasanın bir tezi de anayasanın bir tezi de anayasanın

“renksiz” olmasıdır. Renksiz-“renksiz” olmasıdır. Renksiz-“renksiz” olmasıdır. Renksiz-“renksiz” olmasıdır. Renksiz-den kasıt, toplumun laik den kasıt, toplumun laik den kasıt, toplumun laik den kasıt, toplumun laik

yapısının kırılması, Kema-yapısının kırılması, Kema-yapısının kırılması, Kema-yapısının kırılması, Kema-lizm’in yok edilmesi ve ser-lizm’in yok edilmesi ve ser-lizm’in yok edilmesi ve ser-lizm’in yok edilmesi ve ser-

best piyasa ekonomisine best piyasa ekonomisine best piyasa ekonomisine best piyasa ekonomisine bağlı yapının kırılmasını bağlı yapının kırılmasını bağlı yapının kırılmasını bağlı yapının kırılmasını önleyecek tedbirlerin alın-önleyecek tedbirlerin alın-önleyecek tedbirlerin alın-önleyecek tedbirlerin alın-

masıdır.masıdır.masıdır.masıdır.

Page 41: Politika Dergisi Sayi 24

Ulucanlar Cezaevinde “Hayata Dönüş Operasyonu” ile devrimcilerin sistematik bir şekilde hayata bir daha dönememelerinin sağlamasının da, 12 Eylül’-de yargılanmaya başlanan Devrimci Yol davası sanıklarının AKP döneminde müebbet hapse mah-kum olduklarını da iyi bilmektedirler.

Sosyalistler, Anayasa referandumunda ne yap-malıdır? Bu sorunun cevabını bulmak elzemdir. Sosyalistler hem resmi ideolojik hem de gayriresmi ideolojik enstrümanları ciddiye almamalı ve “somut durumların” somut tahlilini yaparak bu soruya ce-vap aramalıdır ve biz de bunu arıyoruz.

Anayasanın değiştirilecek Madde 53.a bendi, me-murların toplu sözleşme haklarını kapsamaktadır. 53. maddenin yeni şekliyle yürürlüğe girmesi halin-de artık sendikalar ile yöneticiler arasındaki görüş-meler olumlu sonuçlanmazsa, uyuşmazlık Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na havale ediliyor. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu ise bizzat burjuvazinin Đslamcı kanadı tarafından yönetilecek. Kamu Gö-revlileri Hakem Kurulu’nun verdiği kararı tartışmak mümkün olamayacak, zira bu kararlara “itiraz” yolu yok. Aziz Çelik’in dediği gibi bu uygulamaya “zorunlu tahkim” deniyor ve bu uygulamadan sonra memurlar greve gitme haklarını kaybediyor-lar. Diyeceksiniz ki, memurların şu anda da grev hakkı yok, o zaman sendikal haklarında bir değişik-lik olmayacak. Fakat şu anda “zorunlu tahkim” uy-gulaması olmadığından sendikalar bugüne kadar görüldüğü üzere Anayasa’nın 90.maddesine daya-narak greve gidiyorlardı ve AĐHM de bu grevleri yasal olarak görüyordu. Zira şu anda görev yapan Uzlaştırma Kurulu’nun kararlarına itiraz yolu açıktı. Yeni Anayasa ile birlikte memurların sendikal hak-larının kısıtlanacağı görülüyor.

Anayasa sürecinde sosyalistlerin ve devrimcilerin dikkat etmesi gereken diğer bir nokta ise Yargı ve Ordu’nun resmi ideoloji mensuplarında kalmasının, “oligarşinin çift başlılığını” sürdürmesine yol açma-sını öngörmesidir. Bu oligarşik grupların birbirleri arasındaki sürtüşmenin artması ise toplumsal doku-daki çelişkilerin hızla artmasına yol açacak ve “sosyalistler” bu suni dengeyi bozmak için gerekli ortama kavuşacaktır.

Biz sosyalistler, yeni ve gerçekten demokratik bir anayasa istiyoruz.

Đşte bizim “Anayasamız”dan 7 somut madde:

1-) 12 Eylül’ün bir ürünü olan YÖK ortadan kaldı-rılmalıdır.

2-) Türkiye Cumhuriyeti altında yaşayan her ulu-sa “kendi kaderini tayin hakkı” verileceği ilkesi Anayasaya girmelidir.

3-) Türkiye Cumhuriyeti, Anayasasına, mazlum milletlerin öncüsü olacağı ibaresini koymalıdır.

4-) Halk Meclisleri kurularak; temsili demokrasi-nin yanı sıra yerel düzeyde de örgütlenme sağlan-malıdır. Halk Meclisleri üretim ve siyasete doğru-dan müdahale edebilmelidir.

5-) Dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. (Fikir özgür-lüğü bağlamında “dokunulmazlık” hakkı saklı kalır.)

6-) Seçim barajı ortadan kaldırılmalıdır.

7-) Tüm “çalışanların” grev ve genel grev hakkı olmalıdır.

Bu değişiklikler hayata geçmediği sürece sosya-listlerin referandumda cevapları net olarak “hayır”dır.

[email protected]

Sayfa 41 Sayı 24

Fakat şu anda “zorunlu tahkim” Fakat şu anda “zorunlu tahkim” Fakat şu anda “zorunlu tahkim” Fakat şu anda “zorunlu tahkim” uygulaması olmadığından sendi-uygulaması olmadığından sendi-uygulaması olmadığından sendi-uygulaması olmadığından sendi-kalar bugüne kadar görüldüğü kalar bugüne kadar görüldüğü kalar bugüne kadar görüldüğü kalar bugüne kadar görüldüğü

üzere Anayasa’nın 90.maddesine üzere Anayasa’nın 90.maddesine üzere Anayasa’nın 90.maddesine üzere Anayasa’nın 90.maddesine dayanarak greve gidiyorlardı ve dayanarak greve gidiyorlardı ve dayanarak greve gidiyorlardı ve dayanarak greve gidiyorlardı ve AĐHM de bu grevleri yasal ola-AĐHM de bu grevleri yasal ola-AĐHM de bu grevleri yasal ola-AĐHM de bu grevleri yasal ola-rak görüyordu. Zira şu anda gö-rak görüyordu. Zira şu anda gö-rak görüyordu. Zira şu anda gö-rak görüyordu. Zira şu anda gö-rev yapan Uzlaştırma Kurulu’-rev yapan Uzlaştırma Kurulu’-rev yapan Uzlaştırma Kurulu’-rev yapan Uzlaştırma Kurulu’-

nun kararlarına itiraz yolu açık-nun kararlarına itiraz yolu açık-nun kararlarına itiraz yolu açık-nun kararlarına itiraz yolu açık-tı. Yeni Anayasa ile birlikte me-tı. Yeni Anayasa ile birlikte me-tı. Yeni Anayasa ile birlikte me-tı. Yeni Anayasa ile birlikte me-murların sendikal haklarının murların sendikal haklarının murların sendikal haklarının murların sendikal haklarının

kısıtlanacağı görülüyor.kısıtlanacağı görülüyor.kısıtlanacağı görülüyor.kısıtlanacağı görülüyor.

Page 42: Politika Dergisi Sayi 24

Dr. Elnur Hasan MĐKAĐL

ÖZET

Bu çalışmada SSCB’nin parçalanması sonrası dönemde ABD’nin Kafkasya politikasının tarihi ir-delenmiştir. ABD ile Rusya’nın Sovyetlerin parça-lanması sonrası dönemde Kafkasya’yı bir türlü paylaşamamaları ve bunun için ABD’nin Kafkasya’-ya yönelik ne gibi politikalar ürettiği araştırılmakta-dır. Çalışmanın başlangıcında ABD’nin Azerbay-can ve Ermenistan’a yönelik politikaları, sonlarında ise Rusya-Gürcistan savaşının cereyan ettiği dö-nem incelenmiştir.

ABD çok önemli jeostratejik konuma sahip Kaf-kasya bölgesine çok uzak bir mesafeden de olsa müdahale etmekte ve Soğuk Savaşın bitmesine rağmen Rusya ile bu bölgeyi paylaşamamaktadır. ABD’nin Musevi asıllı dolar milyarderi George Soros vasıtasıyla Gürcistan’da yaptığı lale devrimi sonrası iktidara Saakaşvili getirilmiştir. Ardından Gürcistan’ın özerk bölge Acaristan’a girmesiyle Rusya kendinin gibi gördüğü Acaristan’a tanklarla girmiştir. Hatta bununla da sınırlı kalmamış ve

Batum’a kadar tanklarla gelmiş ve geniş çaplı Tah-ribata yol açmıştır. Maalesef ABD bu savaşta Gür-cistan’a destek vermekten kaçınmıştır ve olaya mü-dahale ederse Rusya ile bir savaşın patlak verebi-leceği endişesiyle savaşa müdahale etmekten çe-kinmiştir.

GĐRĐŞ

Azerbaycan’ın meşhur tarihçilerinden Ziya Bünyadov, SSCB’nin parçalanmasının arifesinde Kafkasya jeopolitiği ile ilgili olarak “Türkiye'nin jeopolitik önemini anlatmaya gerek yok, bunu Napolyon bile belirtmişti. Ama, bu gün en önemli jeostratejik bölge Kafkasya'dır. Ufacık bir toprak parçasında (450.000 km2) çok büyük bir mücadele veriliyor. Tarihte en çok kan dökü-len bölge burasıdır. Kafkasyalılar, dünyanın en çok acı çeken halkıdır” demekteydi. (1)

Türk dış politikasının tanınmış siması diplomat ve yazarlarından Gündüz Aktan ise Kafkasya’nın, Sovyet sonrası kaosta tarihinin en istikrarsız döne-mini yaşadığını belirterek, Rusya, Đran ve Türkiye'-nin yanı sıra, ABD ve AB müdahalesine sahne ol-duğunu; bölgenin jeostratejik önemi yanında çok tehlikeli olaylara da gebe olduğunu ifade etmişti.(2)

Avrasya tarihinin geçiş coğrafyası olarak büyük bir öneme sahip olan Kafkas coğrafyası, Rus Çarlığı’nın Avrasya’da 300 yıl süren ilerlemesi sırasında 19. Yüz-yılda Rus Orduları tarafından işgal edilmiş bir bölge-

Sayfa 42

Rusya, ABD, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Türkiye...

ABD’nin Kafkasya Politikası

“Türkiye'nin jeopolitik “Türkiye'nin jeopolitik “Türkiye'nin jeopolitik “Türkiye'nin jeopolitik önemini anlatmaya ge-önemini anlatmaya ge-önemini anlatmaya ge-önemini anlatmaya ge-rek yok, bunu Napolyon rek yok, bunu Napolyon rek yok, bunu Napolyon rek yok, bunu Napolyon bile belirtmişti. Ama, bu bile belirtmişti. Ama, bu bile belirtmişti. Ama, bu bile belirtmişti. Ama, bu

gün en önemli gün en önemli gün en önemli gün en önemli jeostratejik bölge Kafkas-jeostratejik bölge Kafkas-jeostratejik bölge Kafkas-jeostratejik bölge Kafkas-

ya'dır.” (Bünyadov)ya'dır.” (Bünyadov)ya'dır.” (Bünyadov)ya'dır.” (Bünyadov)

Gündüz AKTAN

Page 43: Politika Dergisi Sayi 24

dir. Çarlığın yıkılması sırasında Kafkas halkları kısa bir süre için bağımsızlıklarına kavuşmuş iseler de Kızılordu olarak geri dönen Rus gücü 1990’a kadar Kafkas halklarının bağımsızlıklarını ellerinden alır-ken, Kafkasya’nın jeopolitik önemini Kızılordu’nun Türkiye ve Đran’a saldırmak için konuşlandırdığı ordular coğrafyasına indirgemiştir.

Sovyetler Birliğinin çökmesi ile birlikte Kafkasya, dünya jeopolitiğine güçlü bir dönüş yapmış, dünya siyasetinde önemli bir faktör haline gelmiştir. Türki-ye ve Đran özellikle Güney Kafkasya’da etkili olma mücadelesi verirken, Rusya da 1990’larda Kuzey Kafkasya’da tutunmak için savaşmıştır. 2000’lerde Kuzey Kafkasya’daki konumunu sağlamlaştıran Moskova’nın tekrar güney Kafkasya’ya inmek için mücadele ettiği gözlemlenmiştir.

Sovyetlerin dağılmasını takip eden ilk yıllarda bu coğrafya ABD’nin dış politika öncelikleri arasında değildi. ABD, bölgeye yönelik çıkarlarını bölgedeki enerji kaynakları merkezli tanımlamaktaydı. 1990’ların ikinci yarısından itibaren bu durum de-ğişmeye ve ABD’nin bölgeye yönelik çıkarlarının tanımlanmasında jeopolitik unsurlar ön plana çık-maya başlamıştır. ABD’nin politikasındaki değişikli-ğin, Azerbaycan ve Gürcistan’ın Rus nüfuz alanın-

dan uzaklaşıp ve Batı yönlü politikalar izleme istek-leri ile örtüşmesi sonucu, ilişkilerin yoğunluğunda ve yakınlığında 1990’ların ikinci yarısında bir artış yaşanmıştır.(3)

Bu süreçte birkaç dönüm noktasına tanık olun-maktadır. 11 Eylül ve devamında yürütülen Afga-nistan operasyonu bunlardan birisidir. Bu dönemde sınırlı sayıda da olsa Amerikan askeri Gürcistan’a gönderilmiştir. Ardından da hem Gürcistan’la hem de Azerbaycan’la askeri ilişkiler belirgin bir şekilde öne çıkmaya başlamıştır. Bu konudaki tartışmalar ABD’nin Kafkasya’da askeri üs edinmeye çalıştığı konusunda yoğunlaşmaktadır.(4)

Rusya’nın Ağustos 2008’de Gürcistan ile sa-vaşı ABD’nin Kafkasya politikasına ağır bir dar-be indirirken, Moskova’nın konumunu 1991’den bu yana hiç olmadığı kadar güçlendirmiştir. Ancak Kafkaslarda mücadele hâlâ bitmiş değildir. Ve netice daha uzun süre belli olacağa benzeme-mektedir. Yine de Ukrayna’da Moskova yanlısı bir hükümetin demokratik seçimlerle işbaşına gelmesi, Türkmenbaşı’nın bir suikasta kurban gitmesinden sonra Moskova’nın bu ülkedeki konumunun sağ-lamlaşması ve nihayet Nisan 2010 başında Kırgı-zistan’da Rusya yanlısı bir yönetimin oluşmasına,

Sayfa 43 Sayı 24

Page 44: Politika Dergisi Sayi 24

ABD’nin baskısı altındaki Ankara’nın izlediği yanlış Ermenistan politikasının Azerbaycan’ı Rusya’ya yaklaştırması, Moskova’yı rahatlatmaktadır.

ABD’NĐN KAFKASYA POLĐTĐKASI: ARAYIŞ-LAR VE KARMAŞALAR BÜTÜNÜ

Brzezinski, ABD’nin SSCB’nin çöküşünden son-ra Kafkasya’ya yönelik politikalarını üç döneme ayırmak gerektiğini söylemektedir. Bu üç dönem sırası ile şunlardır:

>1991-1995: Bu dönemin temel özelliği ABD’nin Kafkasya’ya yönelik Moskova merkezli politika üretmesidir.

>1995-2001: ABD’nin yeni bağımsız cumhuriyet-lere öncelik tanımasıyla ilişkilerde yakınlık ve geliş-me başlamıştır.

>2001- : ABD daha aktif politika izlemeye başla-mıştır.(5)

Đlk dönemde ABD “Önce Rusya” politikası uygu-lamıştır. Bu politikaya göre; Kafkasya ile, Moskova üzerinden ilişki kurulması tercih edilmiştir. Bunun en önemli nedeni Rusya Federasyonu’nun ulusla-rarası sisteme entegre edilmesi ve böylece güven altına alınmasını sağlamaktır. Bu anlamda Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği “yakın çevre doktrini” ABD tarafından da kabul edilerek; Rusya ile ABD’nin Kafkasya’ya yönelik politikası paralellik göstermiştir.

1995’ten itibaren değişen jeopolitik ortam, ABD-’nin de dış politikasının değişmesine imkân vermiş-tir. ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya’yı “stratejik hayati bölge” olarak tanımlaması Rusya’nın tepki-sine yol açmıştır ve Rusya küresel politikada Ame-rikan karşıtı bir çizgiye yer vermeye başlamıştır. Bunun için de Avrasya-ABD karşıtı bir koalisyondan oluşan karşı ittifak stratejisine yönelmiştir. Özellikle Çeçenistan Savaşı’ndan sonra Moskova’nın zafiye-tinin ortaya çıkmasının ardından ABD, Kafkasya’ya yönelik dış politikasında daha aktif olmaya başla-mıştır.(6)

ABD'nin Güney Kafkasya'ya "senin toprak bü-tünlüğün benim milli çıkarımdır" şeklinde kesin bir beyanla Gürcistan'a destek olduğunu, büyük bir diasporası olan Ermenistan ile muazzam kaynakla-ra sahip olan Azerbaycan'ı kimseye yedirmeye ni-yetli olmadığını belirtti. Büyükelçi Gündüz Aktan, Kuzey Kafkasya konusunda ise, güneyi etkileyecek bir istikrarsızlıktan uzak durması yönünde bir yakla-şım bulunduğunu açıkladı. (7)

11 Eylül süreciyle dünyada yeni bir durumun oluşmasıyla birlikte ABD, bu yeni konjonktürden yararlanarak Kafkasya ile daha yakından ilgilenme-ye başlamıştır. Bu ilgisinin en büyük nedeni de ABD’de baskın olan Ermeni lobisine dayanmaktay-dı. Gürcistan ile de ilişkiler ilerletilmiştir. Terörizmle mücadele çerçevesinde 2000 Gürcü askerin eğitil-mesini hedefleyen 21 aylık Gürcistan Eğitim ve Do-nanım Programı başlatılmıştır.(8) 11 Eylül süreciyle başlayan yeni uluslararası arenada ABD; Kafkas-

Sayfa 44

Page 45: Politika Dergisi Sayi 24

ya’da daha etkin olmaya başlamış ve bu program-larla etkinliğini Rusya’ya karşı sürdürmeye devam etmiştir. ABD’nin küresel hegemonyasını devam ettirebilmesi için Kafkasya’da var olması gerekmek-tedir ve bunun bilincinde olarak dış politikasını bu amaca uygun geliştirmektedir. (9)

ABD’NĐN ERMENĐ / GÜRCÜ YANLISI-AZERBAYCAN KARŞITI POLĐTĐKALARI

ABD, 1993 yılından bu yana Azerbaycan'a uygu-ladığı ilginç bir ambargoyu 2004 yılının Nisan ayın-da kaldırmak için girişim başlattı. Amerikan Kongre-si’nin 907 no'lu ambargo kararı, Azerbaycan'ın Yu-karı Karabağ'daki Ermeni isyancılara uyguladığı abluka sebebi ile alınmıştı. ABD'deki Ermeni lobisi-nin başarılarından birisi olan bu karar, Karabağ’a ambargo kalkmadıkça Azerbaycan'a da ambargo uygulanmasını öngörüyordu. 907 no' lu karar, top-raklarının beşte biri Ermeni işgali altında bulu-nan Azerbaycan'ı bir bakıma cezalandırıyordu. 11 Eylül saldırısı sonrası ABD'nin değişen dış politi-kası ve yönetimdeki petrolcüler (10), 2004 yılının Nisan ayında bu kararın askıya alınmasında önemli rol oynadılar. (11)

ABD, ambargo süresince Ermenistan ve Gürcis-tan'a yılda 1 milyar dolara yakın yardım yaparken Azerbaycan'ı hep dışarıda tuttu. Dolaysıyla Azer-baycan, Ermeni Lobisinin bu başarılı sayılabilecek 907 no’lu kararı sayesinde neredeyse 1993 yılın-dan günümüze kadar geçen 8 yıllık süre zarfında en az 20 milyar ABD Doları zararlı, buna karşılık işgalci Ermenistan yaklaşık 20 milyar kârlı çıkıyor-du. Yani Azerbaycan ekonomik alanda Ermeni lobi-

sinin adaletsiz zaferi yüzünden Ermenistan Devle-tine nispeten 20 senede en az 40 milyar dolar za-rarlı çıkıyordu. Bu miktar Azerbaycan gibi “Sovyet emperyalizmi”nden yeni kurtulmuş ülke için az mik-tar değildir. Üstelik Ermenistan, ABD yerine Rusya yanlısı politikalar tercih ederken, Azerbaycan ABD ve Batı yanlısı politikalar takip etmişti. Ermeni lobi-si şimdi, Azerbaycan'a askeri yardımın da önünü açan yeni Senato kararının kaldırılması için uğraşı-yor. (12)

RUS-GÜRCÜ SAVAŞININ STRATEJĐK ETKĐ-LERĐ

7 Ağustos 2008 tarihi, bölge ülkeleri kadar küre-sel aktörler açısından da tarihsel bir dönüm nokta-sına işaret ediyor. Gürcü-Oset ya da Gürcü-Abhaz

çatışmasının üst perde-deki aktörlerinin Rusya ve ABD olduğundan kuşku yok. Bir de yedek-teki aktörler var: Ameri-kan projelerinin taşeron-luğunu üstlenmiş Türki-ye ve Ukrayna. Tabii bir de ABD’yi de yönlendi-ren Đsrail... Rusya ise bölgenin büyük ağabeyi olarak tek başına aktör. Tarihte Kafkasya ile ilgi-lenmiş olan Đran ise son dönemde ilgisini Azer-

Sayfa 45 Sayı 24

Yani Azerbaycan ekonomik Yani Azerbaycan ekonomik Yani Azerbaycan ekonomik Yani Azerbaycan ekonomik alanda Ermeni lobisinin alanda Ermeni lobisinin alanda Ermeni lobisinin alanda Ermeni lobisinin adaletsiz zaferi yüzünden adaletsiz zaferi yüzünden adaletsiz zaferi yüzünden adaletsiz zaferi yüzünden Ermenistan Devletine nis-Ermenistan Devletine nis-Ermenistan Devletine nis-Ermenistan Devletine nis-peten 20 senede en az 40 peten 20 senede en az 40 peten 20 senede en az 40 peten 20 senede en az 40 milyar dolar zararlı çıkı-milyar dolar zararlı çıkı-milyar dolar zararlı çıkı-milyar dolar zararlı çıkı-

yordu. Bu miktar Azerbay-yordu. Bu miktar Azerbay-yordu. Bu miktar Azerbay-yordu. Bu miktar Azerbay-can gibi “Sovyet emperya-can gibi “Sovyet emperya-can gibi “Sovyet emperya-can gibi “Sovyet emperya-lizmi”nden yeni kurtulmuş lizmi”nden yeni kurtulmuş lizmi”nden yeni kurtulmuş lizmi”nden yeni kurtulmuş ülke için az miktar değildir.ülke için az miktar değildir.ülke için az miktar değildir.ülke için az miktar değildir.

Page 46: Politika Dergisi Sayi 24

baycan ve Ermenistan’la sınırladığından dolayı değerlendirme dışı.

Yerel düzeyde ise Sovyetler’in dağılmasının ar-dından Gürcistan’ın yanı sıra bağımsız devlet ola-rak tanınma trenini kaçırmış ve Gürcistan’ın toprak bütünlüğü içerisinde mülahaza edilmiş iki cumhuri-yet yer alıyor: Güney Osetya ve Abhazya. Tarihsel bir çarpıklık olarak Gürcü asıllı Sovyet diktatörü Joseph Stalin’in Gürcistan’a armağan ettiği Abhazya ve Güney Osetya, 1990’ların başındaki Gürcü istilasını atlattıktan sonra ambargolara rağ-men bağımsızlık çizgisinden kopmadı. Abhazya, Gürcü saldırganlığının Korkunç Đvan ve Deli Petro’dan beri Kafkasya’nın baş celladı Rusya’ya mahkum ettiği bir ülke. Güney Osetya ise Kafkas sıradağlarının öte yakasında yer alan Kuzey

Osetya ile bir gün birleşme ümidiyle “de facto” bağımsızlığının hazzını bile duyamamış bir diyar.

SAVAŞTA KAYBEDENLER: ABD VE TÜRKĐYE MĐ?

7 Ağustos, Kafkasya’da uluslararası sistemin fay hatlarını çatırdattı; Gürcistan, Abhazya ve Güney Osetya’da 1991’de kontrolünü ebediyen kaybetmiş görünen Rusya, Boris Yeltsin’in “Götürebildiğiniz kadar özgürlük alın.” sözüyle kendi haline bıraktı-ğı Kafkasya’daki emperyal vizyonuna yeniden sarıl-dı. Küresel düzlemde ise Rusya, Soğuk Savaş dö-nemindeki etkinliğine kavuşmasa da dünya politika-larını belirleyen “aktör” konumuna geri döndü.

Afganistan ve Irak’ta büyük bir çıkmazı yaşama-nın ötesinde “küresel ekonomik kriz”in çıkış noktası olan ABD’nin Kafkasya politikası Gürcistan içinde ilerleyen Rus tanklarının paletleri altında çöktü. Üs-telik Ankara, savaş sırasında ve sonrasında Ameri-kan savaş gemilerinin Karadeniz’e çıkışına kısıtla-ma getirirken, Rus ve Türk Deniz Kuvvetleri Komu-tanları Karadeniz’de toplantı halindeydiler.

Bush yönetimi, Soğuk Savaş döneminde Kafkas-ya sahnesini ancak kenardan izlemekle yetinebili-yordu; yapabildiği tek şey Kongre’nin finanse ettiği Özgürlük Radyosu ile milletler hapishanesine öz-gürlük idealleri satmak ve Aleksander Soljenitsin gibi son nefesini Putincilik yaparak vermiş muhalif-lere kucak açmaktı. (13)

ABD, ANKARA ĐLE ERĐVAN ARASINDA YA-KINLAŞMA ĐSTĐYOR

Sayfa 46

Tarihsel bir çarpıklık ola-Tarihsel bir çarpıklık ola-Tarihsel bir çarpıklık ola-Tarihsel bir çarpıklık ola-rak Gürcü asıllı Sovyet rak Gürcü asıllı Sovyet rak Gürcü asıllı Sovyet rak Gürcü asıllı Sovyet

diktatörü Joseph Stalin’in diktatörü Joseph Stalin’in diktatörü Joseph Stalin’in diktatörü Joseph Stalin’in Gürcistan’a armağan etti-Gürcistan’a armağan etti-Gürcistan’a armağan etti-Gürcistan’a armağan etti-

ği Abhazya ve Güney ği Abhazya ve Güney ği Abhazya ve Güney ği Abhazya ve Güney Osetya, 1990’ların başın-Osetya, 1990’ların başın-Osetya, 1990’ların başın-Osetya, 1990’ların başın-daki Gürcü istilasını at-daki Gürcü istilasını at-daki Gürcü istilasını at-daki Gürcü istilasını at-lattıktan sonra ambargo-lattıktan sonra ambargo-lattıktan sonra ambargo-lattıktan sonra ambargo-lara rağmen bağımsızlık lara rağmen bağımsızlık lara rağmen bağımsızlık lara rağmen bağımsızlık

çizgisinden kopmadı. çizgisinden kopmadı. çizgisinden kopmadı. çizgisinden kopmadı.

Page 47: Politika Dergisi Sayi 24

Türkiye Başbakanı Erdoğan yaptığı açıklamada, Ermeni Anayasa Mahkemesi tarafından alınan ka-rarın Türkiye ile Ermenistan arasındaki yakınlaşma sürecini tehlikeye düşürdüğü uyarısında bulunarak, kararın düzeltilmesi gerektiğini söyledi.

ABD Başkanı Obama’nın Türkiye ziyaretinden bu yana, Türkiye’nin Ermenistan açılımı ve Azerbay-can yönetiminin rahatsızlığı gündemdeki yerini ko-ruyor. Uzmanlar, gelişmenin bölgedeki muhtemel etkilerini yorumladılar. Ankara Üniversitesi`nden Prof. Dr. Çağrı Erhan ve Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Başkanı Sedat Laçiner, ko-nuyu Hüseyin Hayatsever`e değerlendirdiler.

Ankara Üniversitesi Uluslararası Đlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Çağrı Erhan, Türkiye ile Azerbaycan arasında kamu diplomasisinin başarı-sızlığına şöyle dikkat çekti: Azerbaycan’la ilişkiler açısından bakıldığında bu konuyu bir kamu diplo-masisi fiyaskosu olarak değerlendiriyorum. Çünkü bu tür önemli konularda hala aradan 15 gün geçmiş olmasına rağmen ve Başbakan’ın defalarca Karabağ sorunu çözülmeden ve Azerbaycan’ın rı-zası alınmadan böyle bir açılım yapılmayacak gü-vencesini vermesine rağmen Azerbaycan`da ve Türk kamuoyunda bu denli büyük bir hassasiyet varsa, demek ki Türkiye bunun kamu diplomasisi bacağını iyi yürütemiyor demektir. Yaptığınız değil, yaptığınızın nasıl algılandığı önemli uluslararası ilişkilerde.

Erhan, Türkiye’nin bu yıl içinde Ermenistan sınırını açarak yapıcı yaklaşımını sürdürmesi gerektiğini belirtti: Bu yaz aylarında Azerbaycan’ın da dâhil olacağı üçlü görüşmeler yoluyla belki Rusya’nın da arabuluculuğuyla Türkiye’nin Azerbaycan-Ermenistan arasındaki sorunların çözümünü belli ölçüde bir noktaya getirmesi -ki zaten uzun yıllardır kapalı kapılar ardında devam eden görüşmelerde bir noktaya gelinmişti- Karabağ sorununda. Ama bu sonbahar aylarına doğru Azerbaycan’ın bu se-

fer rızasını ve gönlü-nü de alarak bu kapıyı açması gerekiyor. En azından bu noktada somut bir adımı orta-ya koyması gerekiyor. (14)

Rusya bu konuyu kullanarak Azerbay-can`ı kendi etki alanı-na almaya çalışıyor. Çünkü Azerbaycan`ın Türkiye’den kopartıl-ması demek, bu ülke-nin Amerika’dan, Ba-tı’dan kopartılması demek. Böyle bir or-tamda Rusya’nın son derece açık tahrikleri-

Sayfa 47 Sayı 24

Başbakan’ın defalarca Başbakan’ın defalarca Başbakan’ın defalarca Başbakan’ın defalarca Karabağ sorunu çözülmeden ve Karabağ sorunu çözülmeden ve Karabağ sorunu çözülmeden ve Karabağ sorunu çözülmeden ve Azerbaycan’ın rızası alınma-Azerbaycan’ın rızası alınma-Azerbaycan’ın rızası alınma-Azerbaycan’ın rızası alınma-dan böyle bir açılım yapılma-dan böyle bir açılım yapılma-dan böyle bir açılım yapılma-dan böyle bir açılım yapılma-yacak güvencesini vermesine yacak güvencesini vermesine yacak güvencesini vermesine yacak güvencesini vermesine rağmen Azerbaycan`da ve rağmen Azerbaycan`da ve rağmen Azerbaycan`da ve rağmen Azerbaycan`da ve Türk kamuoyunda bu denli Türk kamuoyunda bu denli Türk kamuoyunda bu denli Türk kamuoyunda bu denli

büyük bir hassasiyet varsa, de-büyük bir hassasiyet varsa, de-büyük bir hassasiyet varsa, de-büyük bir hassasiyet varsa, de-mek ki Türkiye bunun kamu mek ki Türkiye bunun kamu mek ki Türkiye bunun kamu mek ki Türkiye bunun kamu

diplomasisi bacağını iyi yürü-diplomasisi bacağını iyi yürü-diplomasisi bacağını iyi yürü-diplomasisi bacağını iyi yürü-temiyor demektir. Yaptığınız temiyor demektir. Yaptığınız temiyor demektir. Yaptığınız temiyor demektir. Yaptığınız değil, yaptığınızın nasıl algı-değil, yaptığınızın nasıl algı-değil, yaptığınızın nasıl algı-değil, yaptığınızın nasıl algı-landığı önemli uluslararası landığı önemli uluslararası landığı önemli uluslararası landığı önemli uluslararası

ilişkilerde.ilişkilerde.ilişkilerde.ilişkilerde.

Page 48: Politika Dergisi Sayi 24

ne maruz bulunan Azerbaycan kamuoyunda Türki-ye aleyhtarı birtakım yazıların çıkması beklenirdi, beklenmeliydi ve bunun önünü alacak birtakım adımlar atılmalıydı. Çözüm? Çok basit bir çözümü var bunun. Kalkarsınız Cumhurbaşkanı, Başbakan, yanlarına Genelkurmay Başkanını da alırlar, bera-ber bugüne kadar yapılmış en üst düzey geziyi Bakü’ye yaparlar. Yani Aliyev’le Abdullah Gül kucaklaşırlar, bundan sonra ne Rusya’nın ne baş-ka birinin etkisi olmaz bu işte ve bu iş burada biter. Ben Aliyev`in de açıkçası öyle Batı dünyasından

uzaklaşmayı, Rusya`nın etkisi altına girmeyi çok arzu ettiğini zannetmiyorum.

Öte yandan, Türk Dışişleri Bakanlığı, Türkiye ile Ermenistan’ın, Đsviçre’nin arabuluculuğunda yaptık-ları görüşmelerde somut ilerlemeler kaydedildiğini duyurdu. Bakanlıktan yapılan yazılı açıklamada, ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda kapsamlı bir çerçeve üzerinde anlaşıldığı ve bir yol haritası belir-lendiği ifade edildi. Bunun üzerine Azerbaycan Dı-şişleri Bakanlığı sözcüsü, her ülkenin dış ilişkilerin-de kendi politikasını belirleme hakkına saygı duy-duklarını, ancak görüşlerinin, Ankara-Erivan arasın-daki normalleşme sürecinin Dağlık Karabağ’ın işga-linin sona ermesiyle paralel yürütülmesi gerektiği yönünde olduğunu açıkladı. Bu gelişmeler sürerken Azerbaycan Savunma Bakanı Korgeneral Sefer Abiyev`in, Türkiye`ye geleceği açıklandı. Abiyev’in temaslarında Türkiye’nin Ermenistan açılımının da gündeme gelmesi bekleniyor. (15)

Türkiye ve Ermenistan arasındaki yakınlaşma süreci, Batı basınının gündemindeki yerini koruyor. Đngiliz The Guardian gazetesinde yayımlanan bir yorum yazısında, "Bu yakınlaşma tabuları orta-dan kaldırıp, Türkiye'nin AB üyeliği sürecini ko-laylaştırabilir" denildi. (16)

Türkiye Dışişleri Bakanı Davutoğlu da Ermeni meslektaşı Nalbandyan'a telefon açarak, Türkiye'-nin bu durumdan duyduğu rahatsızlığı iletti. (17) Ankara ile Erivan, Ağustos 2009'da imzalanan bir protokolle diplomatik ilişkilerin kurulmasının yanı

sıra iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi konusunda uzlaşmıştı. Uzlaşma, 1993'ten bu yana kapalı olan sınırların açılmasını da kapsı-yordu. Bunun, protokolün iki ülke parlamentoları tarafından onaylan-masından iki ay sonra gerçekleş-mesi öngörülüyordu. Ancak şimdiye kadar bu gerçekleşmediği gibi son gelişme de çok sayıda soru işareti içeren onaylamayı daha da imkân-sız hâle getiriyor. Erivan'daki hâ-kimler gerçi 12 Ocakta açıkladıkları kararda protokollerin Anayasa'ya uygun olduğunu açıklamışlar, an-cak önemli kısıtlamalar getirmişler-di. Örneğin, Ankara'nın girişimiyle kurulması planlanan, 1915'teki Er-

Sayfa 48

Çok basit bir çözümü var Çok basit bir çözümü var Çok basit bir çözümü var Çok basit bir çözümü var bunun. Kalkarsınız Cum-bunun. Kalkarsınız Cum-bunun. Kalkarsınız Cum-bunun. Kalkarsınız Cum-

hurbaşkanı, Başbakan, yan-hurbaşkanı, Başbakan, yan-hurbaşkanı, Başbakan, yan-hurbaşkanı, Başbakan, yan-larına Genelkurmay Başka-larına Genelkurmay Başka-larına Genelkurmay Başka-larına Genelkurmay Başka-nını da alırlar, beraber bu-nını da alırlar, beraber bu-nını da alırlar, beraber bu-nını da alırlar, beraber bu-güne kadar yapılmış en üst güne kadar yapılmış en üst güne kadar yapılmış en üst güne kadar yapılmış en üst düzey geziyi Bakü’ye yapar-düzey geziyi Bakü’ye yapar-düzey geziyi Bakü’ye yapar-düzey geziyi Bakü’ye yapar-lar. Yani Aliyev’le Abdullah lar. Yani Aliyev’le Abdullah lar. Yani Aliyev’le Abdullah lar. Yani Aliyev’le Abdullah Gül kucaklaşırlar, bundan Gül kucaklaşırlar, bundan Gül kucaklaşırlar, bundan Gül kucaklaşırlar, bundan sonra ne Rusya’nın ne baş-sonra ne Rusya’nın ne baş-sonra ne Rusya’nın ne baş-sonra ne Rusya’nın ne baş-ka birinin etkisi olmaz bu ka birinin etkisi olmaz bu ka birinin etkisi olmaz bu ka birinin etkisi olmaz bu işte ve bu iş burada biter. işte ve bu iş burada biter. işte ve bu iş burada biter. işte ve bu iş burada biter.

Page 49: Politika Dergisi Sayi 24

menilere yönelik kitle katliamını incelemesi öngörü-len komisyonun, protokollerde formüle edildiği gibi, "Tarihî kaynak ve arşivleri tarafsız bilimsel incele-mesi"nin söz konusu olamayacağı, zira Ermenilerin olaylarla ilgili görüşünün sabit olduğu, Komisyon’un görevinin sadece Ermenilere yönelik soykırımı dün-ya genelinde tanıtmak olabileceği belirtiliyor. Karar-da ayrıca, Ankara açısından Türkiye'nin toprak bü-tünlüğünü tehdit eden kısıtlamalar yer alıyor. Türk Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan bir açıklama-da, alınan kararın protokollerin "ruhunu ve lafzını" şüpheye düşürdüğü ve yakınlaşma için "kabul edil-mez ön koşullar" dayattığı, bu şekilde sürecin tama-mının sorgulandığı belirtiliyor. Ermenistan'ın Bakü ile yaşanan ihtilafta taviz vermemesi, bir başka de-yişle Ermeni birliklerinin devletler hukukuna göre Azerbaycan'a ait topraklardan geri çekilmemesi hâlinde sınırın açılmayacağını Erdoğan defalarca dile getirmişti. Başbakan, aksi takdirde kendi parti-sinin bazı kesimleriyle sorun yaşayacağı için de bu talepte bulunuyor. (18)

10 Ekim 2009’da Zürih’te imzalanan Türkiye-Ermenistan Protokolleri ile ilgili Ermenistan Anaya-sa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı üzerine tartış-malar devam etmektedir. Sürecin sona ereceği izle-nimi daha ağır basmaktadır. Đki ülke arasındaki ya-kınlaşma projesinin mimari ABD ise baskılarını de-vam ettirmekte kararlıdır. (19)

Ermenistan'ın eski Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan'ın dışişleri danışmanı ve dışişleri bakan yardımcısı olarak görev yapmış olan tarihçi Gerard Libaridian şimdi Michigan Üniversitesi'nde Ermeni Çalışmaları Programı'nın direktörü. Türkiye ile Er-menistan arasındaki yakınlaşma sürecinin kısa va-

deli çıkarlara kurban edildiğini düşünen Libaridian, hem Ankara'nın hem de Erivan'ın bu süreçte yanlış hesap yaptığı kanısında. Libaridian'a göre Türkiye'nin tarih komisyonu öne-risiyle Ermeni soykırım savlarını durduracağını düşünmesi kendini kandırmaktan başka bir şey değil. Dağlık Karabağ sorununun ABD'nin telkinle-rine karşın iki ülke arasındaki normalleşme süreci-nin kaçınılmaz bir parçası olduğunu düşünen Libaridian, bundan sonraki süreçte Rusya'nın da-ha etkin bir rol oynayabileceğini öne sürdü. (20)

ABD’NĐN SON ĐKĐ YILDA GÜRCĐSTAN’A YÖ-NELĐK POLĐTĐKALARI

Rus-Gürcü savaşı ve ardından da Rusya’nın Gürcistan’a karşı kapılarını kapatması Ermenistan-’ı sınırlamış, dış ticaretini olumsuz etkilemiştir. (21)

Gürcistan’ın Güney Osetya bölgesinde başlayan ve Rusya’nın Tiflis’i bombalamasına varan çatış-maların ardından, Washington’daki gözlemciler, ayrılıkçılar tarafından başlatıldığı öne sürülen ça-tışmaların, Gürcistan’ın NATO üyeliği yoluna gir-mesinden hoşnutsuz olan Rusya’dan kaynaklandı-ğı görüşünü işliyor.

Washington’daki muhafazakâr düşünce kuruluş-larından Hudson Enstitüsü’nün Avrasya Politikası Merkezi direktörü Zeyno Baran, olayların, Nisan ayında Bükreş’teki NATO toplantısında Gürcülerin NATO üyeliği yolunun açılmasıyla başladığına işa-ret etti. Baran, Rus liderlerin, Gürcistan’ın NATO üyeliğinin kabul edilemez olduğu yönündeki açıkla-malarına dikkati çekti ve bu nedenle Almanya gibi ülkelerin, Güney Osetya ve Abhazya meselesi çö-

zülmeden Gürcistan’ın NATO üyeliği konu-sunda adım atmada isteksizlik sergilediğini kaydetti.

Rusya’nın Abhazya bölgesine asker gönderdiğini ve birkaç kez Gürcü hava sahasını ihlal ettiğini belirten Baran, Abhazya konusunda Washington’ın, Gür-cülerin yanında yer aldığını söyledi. Tem-muzdan beri düşük düzeyli bir çatışmanın devam ettiğini belirten Baran, Rusya’nın asker göndermeye başlamasıyla işin bo-yutunun değiştiğini ifade etti. Baran, “Ruslar gördü ki, ne Batı somut bir şey yapıyor, ne de Gürcistan’ı provoke ede-biliyor, o yüzden kırmızı çizgiyi geçtiler.

Sayfa 49 Sayı 24

Page 50: Politika Dergisi Sayi 24

Bir süredir böyle bir durumun ortaya çıkması bekleniyordu, çünkü Ruslar Gürcistan’ı provo-ke etmek için çok uğraştı. Bu mesele Abhazya’ya da uzanacaktır” dedi.

RUSYA MI KAZANACAK , ABD MĐ?

Rusya’nın NATO’yu bölmek istediğini ve bu çer-çevede yaptıklarıyla “göz korkutmaya çalıştığını” savunan Baran, bölgeden görüştüğü Azeri ve Türkmenlerin, “Bakalım Rusya mı kazanacak ABD mi?” dediğini söyledi. Baran, “Rusya Gür-cistan’da kaybetmek istemeyecektir. O yüzden Tiflis’i bombalayacak kadar ileri gittiler” dedi. ABD’nin ne kadar ileri gidebileceğini tahmin etme-nin güç olduğunu belirten Baran, “Rusya’ya ‘dur’ demezse bunun ciddi yankıları olacak. BM’de acil toplantılar yapılıyor” dedi.

Gürcistan Devlet Başkanı Saakaşvili’nin Ameri-kan halkına “Özgürlük ve demokrasiyi seçtik. Onun için cezalandırılıyoruz. ABD bize yardım etmeli” mesajını hatırlatan Baran, “ABD şimdi bir şey yapmazsa, Orta Asya’da, Azerbaycan’daki çıkarları tehlikeye girer. Rusya, Đran dolayısıyla ve Irak’ta da eli sıkıştığı için ABD’nin bölgede aktif bir şey yapacağını hesaba katmadı. ‘Cevap vermez’ diye düşündü” değerlendirmesini yaptı.

ABD’NĐN KAFKASYA’DA RUSYA’YI DURDUR-MAK ĐÇĐN POLĐTĐKASI

Batı, Saakaşvili için Rusya’yla savaşmaz. Dış Đlişkiler Konseyi (CFR) uzmanı Jeffrey Mankoff, Batı’nın, başlattığı eylemden sonra Saakaşvili’yi kurtarmak için harekete geçeceğini sanmadığını söyledi. Mankoff, “Batı, Saakaşvili için özellikle Rusya’ya karşı savaşmayacak” dedi. Brookings Enstitüsü’nün uzmanı Steven Pifer da, Rusya’nın Gürcistan’a müdahalesindeki temel güdünün, ABD-’nin Orta Avrupa’ya kurmak istediği füze savunma sisteminden kaynaklanmadığını ve esas sebebin, Gürcistan’ın askeri yöntemlerle istediğini elde ede-meyeceğini göstermek olduğunu savundu.

SONUÇ

ABD Soğuk Savaşı kazandıktan sonra iki kutuplu dünya son bulmuştur. Bugünkü yeni sistem tek sü-per gücün ABD olduğu yeni bir dünya düzenidir. Çünkü Rusya artık bugün nükleer silahları dışında ABD’ye karşı koyabilecek güce sahip değildir. Bu askeri veya istihbarat alanında, isterse de ekono-mik alanda bu şekildedir. Nükleer güç konusunda ise değişik dünya dengeleri mevcuttur. Örneğin Müslüman dünyasının tek nükleer gücü olan Pakis-tan’ın bile başına bugün ABD tarafından çeşitli oyunlar getirilmektedir ve bu olaylarla Pakistan yö-netimi bazen baş edememektedir. Rusya da 2. Dünya Savaşı’ndan beri ABD’ye rakip nükleer bir güç ama bugün Rusya ekonomisi 2 trilyon Ameri-kan Dolarıyken ABD’nin Milli Geliri 15 trilyon Dolar-

Sayfa 50

Page 51: Politika Dergisi Sayi 24

lara dayanmaktadır. Rusya’nın nüfusu 150 milyon, ABD’nin nüfusu ise 300 milyondur. Bu da bize Amerikan ekonomisinin bugün Rusya ekonomisin-den nerdeyse 3 kat büyük olduğunu anlatmaktadır. Putin dönemi Rusya’sında Rusya dış borçları ka-pattı ve Rus ekonomisini 5 kat büyüttü. Buna rağ-men ülkede bugün halen yoksulluk hüküm sürmek-tedir.

ABD’nin Kafkasya gibi önemli jeostratejik konuma sahip bir bölgede at koşturmak istemesi Kafkasya’-nın Rus kontrolünden çıkmasını istemesinden kay-naklanmaktadır. Son Gürcistan savaşında ABD, NATO üyesi olarak almak istediği Gürcistan’ı uluslararası arenada yalnız bırakmıştır. Bu da ABD’nin nasıl bir dış politika yürüttüğünü ve herkesle istediği şekilde oynadığını tüm dünya-ya kanıtlamıştır.

[email protected] www.turansam.org

____

(1) BÜNYADOV, Ziya; Azerbaycan, Azerbaycan Devlet Neşriyatı, Elm, 1965, Azerbaycan Diline Tercüme, Azerneşr, 1989 Bakı, 1989, s. 12.

(2) Emekli Büyükelçi Gündüz Aktan, Kafkas Vakfı Genel Merkez konferans salonunda 12.01.2002 Cumartesi gü-nü Türkiye'nin Kafkasya politikasını anlattıkları; http://www.kafkas.org.tr/ajans/2002/ocak/16.01.2002_konferans_gunduz_aktan_.htm ; 05 Nisan, 2010.

(3) http://www.mfa.gov.az/ ; 13.04.2010.

(4) Dr. Yaşar KALAFAT; “Kafkasya’daki Son Gelişmeler ve Türkiye Üzerine Etkileri”; http://www.egm.gov.tr/egitim/dergi/eskisayi/39/web/makale/Dr_Yasar_Kalafat.htm ; 05.04.2010.

(5) Bkz. Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası/Amerika'nın Küresel Üstünlüğü ve Bunun Jeostratejik Gereklilikleri, ĐNKILAP KĐTABEVĐ Yayınları, Đstanbul, 2005.

(6) Çar Petro’nun vasiyetnamesi için bakınız ek 1.

(7) Aynı Konuşmadan.

(8) Kamil Ağacan, “ABD’nin Kafkasya Politikası”, Değişen Dünya Düzeninde Kafkasya, Ed. Okan Yeşilot, Kitabevi Yayınları, Đstanbul, 2005, s. 33.

(9) Işıl YASA; "Küresel ve Bölgesel Güçlerin Kuzey Kaf-kasya Bölgesine Yaklaşımları"; 13/05/2008; http://

www.bilgesam.com/tr/index.php?option=com_content&view=article&id=137:kueresel-ve-boelgesel-gueclerin-kuzey-kafkasya-boelgesine-yaklamlar&catid=86:analizler-kafkaslar&Itemid=148; 05.04.2010.

(10) ABD’deki Cumhuriyet Partisi, “Cumhuriyetçi Parti” Bush Yönetiminin Irak’a saldırısının arkasında petrol merakı olduğu için birçok uzman bu yönetimi “petrolcüler” olarak adlandırmaktadır.

(11) Elnur Hasan MĐKAĐL; A.g.m.

(12) Elnur MĐKAĐL ; " AZERBAYCAN ", Đ.Đ.B.F. , Selçuk Üniversitesi, 2000

(13) Fehim Taştekin; “DÜNYA GÜNDEMĐ: Kafkasya'daki savaşla kırılan fay hatları”; http://www.dusuncegundem.com/content/view/747/198/, 05.04.2010.

(14) 2009 Human Rights Report: Russia; Bureau of Democracy, Human Rights, and Labor, 2009 Country Reports on Human Rights Practices, March 11, 2010; http://www.state.gov/g/drl/rls/hrrpt/2009/eur/136054.htm ; 13.04.2010.

(15) Nihat Halıcı, Ahmet Günaltay; “Ankara-Erivan ya-kınlaşması tartışma yarattı”, http://www.tumgazeteler.com/?a=4993117 ; 13.04.2010.

(16) http://www.boardturk.com/cnn-turk/quotankara-erivan-yakinlasmasi-ab-surecine-yararquot-29044/ ; 13.04.2010.

(17) Remarks With Turkish Foreign Minister Ahmet Davutoglu; Hillary Rodham Clinton, Secretary of State, Secretary of State, Treaty Room, Washington, DC; June 5, 2009; http://www.state.gov/secretary/rm/2009a/06/124409.htm ; 13.04.2010.

(18) Michael Martens; Türkiye Ermenistan Yakınlaşması Tehlikede, http://www.kafkassam.com/index.php?option=com_content&view=article&id=65:tuerkiye-ermenistan-yaknlamas-tehlikede&catid=32:tuerkiye&Itemid=28 ; 13.04.2010.

(19) Dr. Ali Asker; “ERMENĐSTAN AÇILIMI GERÇEKLE-ŞEMEDĐ”, http://www.21yyte.org/tr/yazi.aspx?ID=3248&kat=18 ; 13.04.2010.

(20) http://www.ankarahaber.com/news_detail.php?id=58905 ; 13.04.2010.

(21) Kamil AĞACAN; Protokoller ve Ermenistan Ekono-misi, http://www.21yyte.org/tr/yazi.aspx?ID=3065&kat=18 ; 13.04.2010.

Sayfa 51 Sayı 24

Page 52: Politika Dergisi Sayi 24

F. William ENGDAHL

Çeviren: Deniz UÇLUOK

“A vrasya topraklarındaki gücün dağılı-mı Amerika’nın küresel üstünlüğü konusunda belirleyici öneme sahip

olacak…” (Zbigniew Brzezinski)

“Adamına Göre Muamele…”

ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı askerî ve jeopolitik stratejisi 1945’ten 2008’e kadar asla ana hedefinden sapmadı. Ancak taktikleri “sopa” ile “sopa ve havuç” diplomasisi arasında çeşitlilik gösterdi. Đlki doğrudan askeri tehdit kullanırken, ikincisi biraz daha baştan çıkarıcı bir şey kullandı. Ancak tümü de Çin egemenliği için tehlikeli idi. Amerika’nın her dâim “böl ve yut” stratejisi her zaman geçerli oldu.

Bu stratejinin kökleri, Đngiliz Kraliyet Coğrafyacısı Sir Halford Mackinder’ın önermelerine uzanmak-tadır. Mackinder için hem Đngiliz, hem de daha son-ra Birleşik Devletler’in esas hedefi, dış ve askerî siyaset, Avrasya topraklarının iki büyük gücü olan Rusya ve Çin arasında doğal ya da suni bir birliği engellemek idi. (1)

Dış Đlişkiler Konseyindeki (CFR) Amerikan siyaset elitleri Mackinder’ın jeopolitik stratejisinde eğitim görmüşlerdi. Nixon’un 1972’deki Çin’e karşı siyaset değişikliğini hazırlayan Henry Kissinger’ın yardımcı-sı olan Pekin eski Büyükelçisi Winston Lord, Pekin eski CIA yöneticisi ve Büyükelçisi George Herbert Walker Bush; ve Bush’un CIA’dan uzun dönem dostu, Çin Büyükelçisi, James R. Lilley. Hem Dış Đşleri Bakanı Henry Kissinger, hem de Ulusal Gü-venlik eski Danışmanı Zbigniew Brzezinski Mackinder’ın jeopolitiğinin savunucularıydılar. Âşi-kâr nedenlerden ötürü onların Mackinder’a ne ka-dar borçlu oldukları pek dillendirilmezdi. (2)

Savaş sonrası Amerikan siyaset yapıcıları az sa-yıdaki bazı seçkin ailelerden seçilirdi. Bunların ço-ğunluğu Rockefeller ailesinin çevresindeki etkili gurubun bir parçasıydı. Özellikle de John D. III ve banker kardeşi David Rockefeller. Savaş Sonrası Çin siyasetini belirleyen de özellikle bu gurup oldu.

Amaçları, Asya’da ve özellikle de Avrasya’da bir “Gerilim Stratejisi” sürdürmekti. Örneğin Japon-ya’yı eğer Amerikan siyasetini izlemezse askeri korumadan mahrum bırakmakla tehdit edecek, Çin’i de ABD’den fason iş yaptırıp ayartarak aslında ba-şarısız Amerikan üreticilerine büyük kârlar sağlaya-caklardı.

Kullanılan taktikler ne olursa olsun, ABD’nin Çin siyaseti, Asya’nın muhtemel iktisâdî dev gücü olan Çin üzerinde denetim sağlamaktı: Enerjisi, gıda

Sayfa 52

Amerika için ilk tehdit nüfus artışı mı?

Yapay Demokrasi Çin’e Karşı (1)

“Avrasya toprakla-“Avrasya toprakla-“Avrasya toprakla-“Avrasya toprakla-rındaki gücün dağı-rındaki gücün dağı-rındaki gücün dağı-rındaki gücün dağı-lımı Amerika’nın lımı Amerika’nın lımı Amerika’nın lımı Amerika’nın küresel üstünlüğü küresel üstünlüğü küresel üstünlüğü küresel üstünlüğü

konusunda belirleyi-konusunda belirleyi-konusunda belirleyi-konusunda belirleyi-ci öneme sahip ola-ci öneme sahip ola-ci öneme sahip ola-ci öneme sahip ola-cak…” (Zbigniew cak…” (Zbigniew cak…” (Zbigniew cak…” (Zbigniew

Brzezinski)Brzezinski)Brzezinski)Brzezinski)

Page 53: Politika Dergisi Sayi 24

güvenliği, ekonomik gelişimi, savunma politikası…kısacası geleceği üzerinde.

Birleşik Devletler silâhlı kuvvetlerinin 2007 itiba-riyle Irak ve Afganistan’daki kötü sonuçlar doğura-cak olan işgallere fazlasıyla kendini kaptırması ne-deniyle ABD’nin Çin’i kontrolü giderek zorlaşmaya başlıyordu.

Vaşington’un siyaseti, her ne kadar hâlâ Ameri-kan askerî tahakkümünün artırılmasına dayalı idiy-se de, Çin ve onun dış siyasetini denetleme girişi-minde psikolojik (ruh bilimsel) ve iktisâdî savaş silâ-hı olarak, giderek artan oranlarda, “insan hakları ve demokrasi” maskesi arkasına gizlenmek oldu.

Africom:

Pentagon’un “Kaynak Savaşları” Stratejisi

Çin, Kasım 2006’da 45 kadar Afrikalı devlet baş-ka-nının katıldığı daha önce eşi benzeri görülme-miş bir ekonomik işbirliği, yatırım ve ticaret zirvesi-ne ev sahipliği yaptı. Vaşington Çin’in Afrika’daki yeni girişimine fazla sessiz kalmayacaktı. Haziran 2007’de Almanya’nın Stuttgart kentinde Bush yöne-timi kıdemli Pentagon yetkililerine özel bir Afrika biriminin (AFRICOM) kurulması için yetki verdi.

Neden elli yıldan fazla bir süredir -Güney Afrika ya da petrol zengini Nijerya, Angola ve Mozambik hariç- Afrika’yı yok sayan Vaşington şimdi Afrika’ya böylesine önem veriyordu? Ve neden ABD bu kıta-da özerk bir askerî karargâh için ek masraf yapma-ya gereksinim duyuyordu?

Afrika’da 53 ülkeyi vuruş menzilinde olan ayrı bir askeri birimin konuşlandırılması için sebep “Terörizm” miydi? Hayır. AFRICOM’un kurulması Vaşington’un Afrika’daki hammaddeler üzerindeki kontrolü giderek kaybetmesine karşı verdiği tepkiy-di. ABD’nin Afrika üzerindeki yeni ilgisinin nedeni terörizm değil, Çin idi.

1 Ekim 2008’de ABD’de çöken finans pazarları-nın yarattığı karmaşanın tam ortasında Pentagon yeni askerî komutanlığı USA-AFRICOM ya da kı-saca AFRICOM’u kurdu.

Amerika Birleşik Devletleri Afrika Komutanlığı (AFRICOM) Birleşik Devletler Savunma Bakanlığı-nın yeni Birleşik Savaş Komutanlığıydı. 53 Afrika ülkesindeki ABD askerî harekâtları ve askeri ilişki-lerinden sorumlu olacaktı.

Sayfa 53 Sayı 24

AFRICOM’un kurulması AFRICOM’un kurulması AFRICOM’un kurulması AFRICOM’un kurulması Vaşington’un Afrika’daki Vaşington’un Afrika’daki Vaşington’un Afrika’daki Vaşington’un Afrika’daki hammaddeler üzerindeki hammaddeler üzerindeki hammaddeler üzerindeki hammaddeler üzerindeki kontrolü giderek kaybet-kontrolü giderek kaybet-kontrolü giderek kaybet-kontrolü giderek kaybet-mesine karşı verdiği tep-mesine karşı verdiği tep-mesine karşı verdiği tep-mesine karşı verdiği tep-kiydi. ABD’nin Afrika kiydi. ABD’nin Afrika kiydi. ABD’nin Afrika kiydi. ABD’nin Afrika üzerindeki yeni ilgisinin üzerindeki yeni ilgisinin üzerindeki yeni ilgisinin üzerindeki yeni ilgisinin

nedeni terörizm değil, Çin nedeni terörizm değil, Çin nedeni terörizm değil, Çin nedeni terörizm değil, Çin idi. idi. idi. idi.

Page 54: Politika Dergisi Sayi 24

Kaynak Savaşları:

“2008 Ordu Modernleştirme Stratejisi”

Bu yeni konuşlandırmanın tam açıklaması Penta-gon’un 2008 Ordu Modernleştirme Stratejisi bel-gesinde yer almaktadır. Bu belge, ABD Ordu stra-tejisinin sadece dünyayı değil, tüm evreni denetle-mek olduğunu belirtiyordu. Belgede “Herhangi bir zamanda, yerde ve herhangi bir düşmana karşı, uzatılmış süreler boyunca tüm çatışma alanları-nı tahakküm altına alabilecek seferî ve sefer-berlik dönemi niteliklerine haiz bir Ordu” talep ediliyordu. (3) Belge şöyle devam ediyordu: “Ordu, tedarik ve modernleşme çabalarını karşılıklı olarak birbirini destekleyen iki hedefe odakla-malıdır: Dengenin sağlanması ve Küresel Tam Hâkimiyet.” (4)

Tarihte hiçbir ordu bu kadar ihtiraslı olmamıştı.

“Ordu Modernleşmesi” ile Birleşik Devletlerin gelecekteki “otuz, kırk yıl” yeraltı kaynaklarını kont-rol için sürekli savaşacağı öngörülüyordu.

Dahası ABD, Çin ve Rusya’ya açıkça atıfta bulu-narak stratejik plânını şöyle açıklıyordu: “Doğal kaynaklar ve deniz aşırı pazarlar için küresel anlamda yarıştığımız bir dönemde ortaya çıkan akranların sebep olduğu geleneksel güvenlik tehditlerine geri dönme olasılığımız var.” (5)

2008’de ekonomik büyüme açısından gezegen-deki tek “rakip”, çarpıcı büyüme hedeflerini sürdü-

rebilmek için petrol, metal ve diğer ham madde kaynaklarını güvence altına alabilmek için yeryüzü-nü arayıp tarayan Çin idi.

Askeriye ve enerji tedariği açısından ortaya çıkan olası tek “yakın akran” Rusya olabilirdi. Rusya ileri bir endüstriyel ekonomi için gerekli olan tüm hayatî kaynakların tedariğinde stratejik bir rol oynuyordu: petrol ve gaz, madenler ve diğer tüm ham madde-ler. Rusya, Güney ve Güney Afrika devletleri dışın-da Birleşik Devletlerin doğrudan denetimi altında olmayan stratejik kaynakların ana tedarikçisiydi. Vaşington’un 1991’den beri Rusya’yı kuşatmak için, NATO’yu kullanmaya yönelik çatışmacı siyasetinin arkasında Rusya’nın Afrika’da giderek artan rolü bulunmaktaydı.

Pentagon ve Vaşington siyasi çevrelerinde en çok korkulan, Rusya ve Çin’in ekonomik ve hatta askerî işbirliğini, büyük olasılıkla da “Şangay Đşbir-liği Örgütü” aracılığıyla, derinleştirmeleriydi. Zbigniew Brzezinski’nin dediği gibi eğer bu gerçek-leşirse Birleşik Devletlerin küresel egemenliği teme-linden sarsılacaktı. (6)

Pentagon’un “2008 Ordu Modernleşme Strateji-si”, Savunma Bakanlığı’nın uzun süreli stratejik plâncısı Andrew Marshall tarafından ayrıntılandırılan doktrinin bir uzantısıydı. Pentagon-’a 1973 yılında getirilen RAND Şirketi kıdemli ana-lizcilerinden Marshall’a, komuta zincirinde daha

Sayfa 54

Dahası ABD, Çin ve Rusya’-Dahası ABD, Çin ve Rusya’-Dahası ABD, Çin ve Rusya’-Dahası ABD, Çin ve Rusya’-ya açıkça atıfta bulunarak ya açıkça atıfta bulunarak ya açıkça atıfta bulunarak ya açıkça atıfta bulunarak

stratejik plânını şöyle açıklı-stratejik plânını şöyle açıklı-stratejik plânını şöyle açıklı-stratejik plânını şöyle açıklı-yordu: “Doğal kaynaklar ve yordu: “Doğal kaynaklar ve yordu: “Doğal kaynaklar ve yordu: “Doğal kaynaklar ve deniz aşırı pazarlar için kü-deniz aşırı pazarlar için kü-deniz aşırı pazarlar için kü-deniz aşırı pazarlar için kü-resel anlamda yarıştığımız resel anlamda yarıştığımız resel anlamda yarıştığımız resel anlamda yarıştığımız bir dönemde ortaya çıkan bir dönemde ortaya çıkan bir dönemde ortaya çıkan bir dönemde ortaya çıkan

akranların sebep olduğu ge-akranların sebep olduğu ge-akranların sebep olduğu ge-akranların sebep olduğu ge-leneksel güvenlik tehditlerine leneksel güvenlik tehditlerine leneksel güvenlik tehditlerine leneksel güvenlik tehditlerine geri dönme olasılığımız var.” geri dönme olasılığımız var.” geri dönme olasılığımız var.” geri dönme olasılığımız var.”

Page 55: Politika Dergisi Sayi 24

önce hiç duyulmamış bir statü verildi. Marshall, Pentagon komuta zincirinde hiçbir ara rütbe olmak-sızın doğrudan Savunma Bakanına rapor veriyor-du.

Marshall yıllar içerisinde 87 yaşına rağmen “Askerî Meselelerde Devrim” (RMA) dediği şeyi uygulayacak birçok izdeş yetiştirdi. Himâye ettikleri arasında Dick Cheney, Donald Rumsfeld, Paul Wolfowitz, Richard Perle ve daha sayısız savaş şâhini bulunmaktaydı. Rumsfeld ve Cheney’i 2001’de Rusya sınırına stratejik füze savunma sis-temlerinin yerleştirilmesi için iknâ eden kişi Marshall’dı. Bu, Birleşik Devletlere uzun süredir hayalini kurduğu nükleer üstünlüğü, Rusya’nın nük-leer bir ilk vuruş yapma ve karşılık verme kabiliyeti-ni yok etme imkânı verecekti. (7)

Rusya’nın Güney Osetya’daki yüzeysel bir kışkırt-maya 2008’de çok sert tepki vermesinin asıl nedeni ABD’nin bu nükleer üstünlük arayışıydı; Bir diğer

neden de, ABD’nin Ukrayna’yı NATO’ya sokma arzusu idi.

Marshall, Rumsfeld’in Irak savaşında felâkete dönen “Elektronik Savaş Alanı” stratejisinin mi-marıydı: GPS yön bulma cihazlarıyla internete bağlı askerler kullanmak. Ancak eleştiriler, Başkanı Rumsfeld’i harcamaya ittiyse de, Marshall’a doku-nulmadı ve Pentagon’da kaldı; işte o böylesine bir güce sahipti.

ABD Plânları “Sürekli Kaynak Savaşı”

Pentagon’un “2008 Ordu Modernleştirme Stra-tejisi” belgesi ABD Ordusunca resmi doktrin olarak çoktan benimsenmiş çok önemli stratejik ilkeleri ve varsayımları açığa çıkarıyordu. Önsözünde soğuk savaş sonrası bir “Dâimî Savaş” geleceği öngörü-lüyordu.

Belgeden sorumlu olan Pentagon yetkilisi Gene-ral Stephen Speakes, Sunuş kısmında şunları vurguluyordu:

Sayfa 55 Sayı 24

Page 56: Politika Dergisi Sayi 24

Bu 2008 belgesi, daha önceki yıllardakinden ol-dukça farklıdır. Bu sene modernleştirme stratejimi-zin kısa bir tanımı ile doğrudan olayların kalbine nüfuz ediyoruz. Nihâî duruma ulaşabilmek için Or-du Tedarik Kurumunu nasıl kullanacağımızın he-defleri, yolları ve araçları: Askerlerin olası en iyi teçhizatla donatılmaları ve böylelikle Ordu’nun tek-mil yeteneklere sahip dünyanın en üstün askerî gücü olması.

Amerika, gücümüzün sınanmaya devam edilece-ği dâimi bir çatışma çağında yer almaktadır. Bu savaşı kazanmamız için uzun soluklu donatılmış orduya ihtiyacımız var: Askerlerinin çatışma alanı-nın tamamında görevlerini yerine getirebilmesi için her şeye sahip olan bir ordu.” (8)

Pentagon belgesi şunu vurguluyordu: “Dâimî bir çatışma dönemine girdik… Soğuk Savaş döne-minden çok daha belirsiz ve tahmin edilemez bir dönem bu.”

Orta Doğu Boru Hatları ve Üsler

Belge, teröristlerin kitle imhâ silâhı kullanması gibi bilindik lâflarla dâimi savaşın plânlı döneminin ana hatlarını çiziyordu. Belge, Ford hükümeti döne-minde Henry Kissinger’ın yayımladığı “Ulusal Gü-venlik Stratejisi Memorandumu - 200”ünden (NSSM-200) bu yana ilk kez, ABD Ordusu resmî “görevleri” arasında hammadde açısından zengin ülkelerde nüfus kontrolünün de bulunduğunu belirti-yordu. (9)

Sayfa 56

Pentagon belgesi şunu vur-Pentagon belgesi şunu vur-Pentagon belgesi şunu vur-Pentagon belgesi şunu vur-guluyordu: “Dâimî bir ça-guluyordu: “Dâimî bir ça-guluyordu: “Dâimî bir ça-guluyordu: “Dâimî bir ça-tışma dönemine girdik… tışma dönemine girdik… tışma dönemine girdik… tışma dönemine girdik… Soğuk Savaş döneminden Soğuk Savaş döneminden Soğuk Savaş döneminden Soğuk Savaş döneminden

çok daha belirsiz ve tahmin çok daha belirsiz ve tahmin çok daha belirsiz ve tahmin çok daha belirsiz ve tahmin edilemez bir dönem bu.” edilemez bir dönem bu.” edilemez bir dönem bu.” edilemez bir dönem bu.”

Page 57: Politika Dergisi Sayi 24

2008 belgesi ABD ve müttefikleri için en önemli tehlikenin “Nüfus Artışı” olduğunu belirtiyor ve yer altı kaynaklarının kontrolü için savaşa çağıyordu. Belge her ikisini birleştirmişti:

Özellikle az gelişmiş ülkelerdeki nüfus artışı, hü-kümet istikrarını tehdit eden hükümet karşıtı ve ra-dikal ideolojilerde gençlerin kümelenmesine neden olacak.

Artan nüfusun yol açtığı kaynaklar için rekabet daha fazla gıda, su ve enerji harcamasına neden olacak. Bu kaynaklar onları kontrol eden devletler ya da oluşumların güvenliği için bir kaldıraç olarak kullanılacak. (10)

Pentagon için iki resmi öncelik (kaynak zengini ülkelerde “Gençlerin Kümelenmesi” ve Rusya ile Çin’in gelişmekte olan dünyanın gıda, su ve enerji-sini kontrol etmesine engel olması) AFRICOM’un kurulmasının ardında yatan nedenlerdi.

ABD Dışişleri böylesi bir gücün gerekli olacağını daha önce hiç düşünmemişti, ya da hayal etmemiş-ti. ABD Afrika’nın kaynaklarına sahip olduğunu dü-şünüyordu. Ancak, Pekin’in 2006’da 40’dan fazla devlet başkanını ağırladığı kabulün ardından George W. Bush AFRICOM’un oluşturulması için başkanlık emrini imzaladı.

Soğuk Savaş dönemi boyunca Afrika’nın devasa maden yataklarının ABD tarafından kontrolü Ame-rikalıların gizlice beslediği sivil savaşlar ve suikast-larla ya da Đngiltere, Fransa, Portekiz, Belçika gibi eski zorba sömürgeci güçlerle işbirliği ile mümkün oluyordu. 43 Afrika devlet başkanının IMF şartları ya da Amerikalıların dayattığı kemer sıkma politi-kaları yerine milyarlarca dolarlık ticaret anlaşmaları öneren Çin tarafından saygı ve itibarla karşılanma-sı Vaşington’u oldukça endişelendirdi. (11)

Sayfa 57 Sayı 24

2008 belgesi ABD ve 2008 belgesi ABD ve 2008 belgesi ABD ve 2008 belgesi ABD ve müttefikleri için en müttefikleri için en müttefikleri için en müttefikleri için en önemli tehlikenin önemli tehlikenin önemli tehlikenin önemli tehlikenin

“Nüfus Artışı” olduğu-“Nüfus Artışı” olduğu-“Nüfus Artışı” olduğu-“Nüfus Artışı” olduğu-nu belirtiyor ve yer altı nu belirtiyor ve yer altı nu belirtiyor ve yer altı nu belirtiyor ve yer altı kaynaklarının kontrolü kaynaklarının kontrolü kaynaklarının kontrolü kaynaklarının kontrolü için savaşa çağıyordu. için savaşa çağıyordu. için savaşa çağıyordu. için savaşa çağıyordu. Belge her ikisini birleş-Belge her ikisini birleş-Belge her ikisini birleş-Belge her ikisini birleş-

tirmişti...tirmişti...tirmişti...tirmişti...

Page 58: Politika Dergisi Sayi 24

Çin devlet petrol şirketinin Sudan hükümetinden büyük bir araştırma imtiyazı kazandığı Darfur’dan Nijerya, Çad ve Güney Afrika’ya kadar Vaşington, Afrika boyunca artmakta olan Çin etkisini bertaraf etmeye çalışıyordu.

Üçüncü dünya ülkelerindeki nüfus artışını bir teh-dit olarak belirleyen “2008 Pentagon Strateji Bel-gesi” gelecekteki savaşların nasıl yapılacağına dair bazı paradigma değişikliklerinden bahsetti:

“Ordu yakın zamanda yeni doktrini FM 3-0 Ope-rasyonlarını açıkladı. Bu doktrin belirsiz bir gelecek-te faaliyet için bir şablon sunar ve kurumlarımızda, eğitimlerimizde, önder yetiştirmede, personel politi-kalarında, tesislerde ve malzeme geliştirmedeki değişikliklerde esas itici güç olarak hizmet eder.

FM 3-0 komutanların saldırgan ve savunmacı operasyonlar ile istikrar ya da sivil destek operas-yonlarını eş zamanlı olarak gerçekleştirmelerini kurumsallaştırır. FM 3-0 21.yy operasyonlarında toplumları ve farklı kültürleri yok edecek değil, onla-rın içinde yer alacak askerlere gereksinim duyula-cağı gerçeğini kabul eder.” (12)

Bir bakıma Pentagon, 2002 başlarında Irak ve Afganistan’da olduğu gibi çatışmanın yalnızca hava saldırılarıyla sınırlanması, Amerikalı askerlerin yer-de tehlikeye girmemesi gerektiğini belirterek “Vietnam Savaş Sendromu”nun sona erdiğini resmî olarak duyuruyordu.

Sayfa 58

Bir bakıma Pentagon, 2002 Bir bakıma Pentagon, 2002 Bir bakıma Pentagon, 2002 Bir bakıma Pentagon, 2002 başlarında Irak ve Afganis-başlarında Irak ve Afganis-başlarında Irak ve Afganis-başlarında Irak ve Afganis-tan’da olduğu gibi çatışma-tan’da olduğu gibi çatışma-tan’da olduğu gibi çatışma-tan’da olduğu gibi çatışma-nın yalnızca hava saldırıla-nın yalnızca hava saldırıla-nın yalnızca hava saldırıla-nın yalnızca hava saldırıla-rıyla sınırlanması, Ameri-rıyla sınırlanması, Ameri-rıyla sınırlanması, Ameri-rıyla sınırlanması, Ameri-

kalı askerlerin yerde tehlike-kalı askerlerin yerde tehlike-kalı askerlerin yerde tehlike-kalı askerlerin yerde tehlike-ye girmemesi gerektiğini be-ye girmemesi gerektiğini be-ye girmemesi gerektiğini be-ye girmemesi gerektiğini be-

lirterek “Vietnam Savaş lirterek “Vietnam Savaş lirterek “Vietnam Savaş lirterek “Vietnam Savaş Sendromu”nun sona erdiği-Sendromu”nun sona erdiği-Sendromu”nun sona erdiği-Sendromu”nun sona erdiği-ni resmî olarak duyuruyor-ni resmî olarak duyuruyor-ni resmî olarak duyuruyor-ni resmî olarak duyuruyor-

du. du. du. du.

Page 59: Politika Dergisi Sayi 24

(Devam edecek…)

[email protected]

___

Notlar:

(1) 1904’ten 1947’de ölümüne kadar hem Büyük Britan-ya, hem de daha sonra ABD’nin en etkili dış siyaset stratejistlerinden olan, Halford Mackinder meşhur Can Damarı teorisini formüllendirdi. Bu teoriye göre Avrasya kıtasının Rusya’da bulunan kalbinin coğrafi konumu Bri-tanya’nın dâimi tahakkümü için en büyük engeldi. Tutkulu bir Đngiliz emperyalisti olan Mackinder New York Dış Đliş-kiler Konseyi dergisinin Temmuz 1943 sayısında yer alan Küresel Savaş ve Barışın Kazanılması makalesinde, ortaya çıkan Amerikan Đmparatorluğu için az bilinen ama oldukça etkili bir siyasi tavsiye yazdı. Bu makaleye göre Birleşik Devletler Đngiltere’nin halefi olarak küresel ege-menliğe yükselecekti. Mackinder 1904’te yazdığı devrim niteliğindeki tezine atıfta bulunarak Đngiliz egemenliğine tehdit olabilecek bir Alman ve Rus ittifakından bahsetti. (Đngiliz diplomasisi II.Paylaşım -Dünya- Savaşı’nda Hitle-rin doğuya ilerlemesini teşvik ederek bunu engellemeye çalışmıştı). Mackinder’a göre Rusya’nın Can Damarı olarak merkezi ya da oyun kurucu rolünü ele geçirebile-cek, Đngiliz egemenliğine eş değer bir diğer güç daha vardı: “Çinliler örneğin… Rus Đmparatorluğunu yıkıp top-raklarını fethederek dünyanın özgürlüğüne sarı bir tehlike teşkil edebilirlerdi çünkü büyük kıtanın kaynaklarına ulaş-mak için bir de okyanus sınır açacaklardı.” 1943’te Mackinder ve Amerikalı çalışma arkadaşları Birleşmiş Milletler’in yapısını plânlarken Çin’in Sovyetler Biriliği Can Damarına karşı dengeleyici rol oynayacağını öngördüler ancak Çin Halk Cumhuriyeti 1949’da kurulduğunda bu durum büyük ölçüde değişti. Bundan sonra Amerikan politikası 1950’de tertiplenen Kore savaşı, 1959’da başla-yıp 1975’te Birleşik Devletlerin onur kırıcı mağlubiyetiyle sona eren Vietnam ya da Đkinci Hind-i Çinî savaşı ile Çin’i kuşatma siyasetine kaydı. 1972’de Nixon-Kissinger ikilisi-nin Pekin’e yaptığı yolculukla başlayan siyaset değişikliği Çin’i Amerikan ve Batılı yatırım ve mallarına ekonomik olarak bağımlı kılarak etki altına alma girişimiydi. Yüzyılın sonunda Amerikan elit çevrelerindeki bazı gruplar bu ekonomik stratejinin Asya’da Birleşik Devletlerin kontrol edemeyeceği bir iktisâdî süper güç yaratacağından endi-şe ettiler. 2001’de Bush-Cheney yönetimi ile ABD Çin politikası daha saldırgan bir tavır almaya başladı. Mayıs 1999’da Çin’in Belgrad Büyükelçiliğinin Amerikan NATO kuvvetlerince bombalanması Amerika’nın Çin’e karşı değişen siyasetinin sinyallerini veren bilinçli bir saldırıydı.

(2) Hayatı boyunca Rusya’ya karşı öç duygularıyla dolu olan bir Polonyalı olan Brzezinski 1997’deki aydınlatıcı Büyük Satranç Tahtası: Amerikan Üstünlüğü ve Onun Jeostratejik Zorun-lulukları adlı kitabında, açıkça

Mackinder’ı övmesine karşın adını Halfrod yerine dik-katsizce Harold olarak belirtti. Rockefeller grubunun on yıldır parçası olan ve 2008’de Barack Obama’ya dış siyaset danışmanlığı yapan Brzezinski kitapta şöyle ya-zıyordu: “emperyal jeo-stratejinin üç büyük zorunluluğu: tebaası arasında gizli anlaşmaları engellemek ve güven-lik açısından birbirlerine bağımlılıklarını sağlamak, vergi verenleri uysallaştırmak ve korumak ve barbarların bir araya gelmesine engel olmaktır.” (Brzezinski, ae, sf.40) Brzezinski için bir araya gelmelerine engel olunması gereken en endişe verici ‘barbarlar’ iki Avrasya gücü olan Çin ve Rusya idi.

(3) Stephen M. Speaks, Korgeneral., 2008 ORDU MO-DERNĐZASYONU STRATEJĐSĐ, 25 Temmuz 2008, Ordu Bakanlığı, Vaşington D.C., 7.

(4) ae., 9.

(5) ae., 5, 6.

(6) Brzezinski, ae.

(7) Marshall’ın hamilik yaptığı kişilerin tam listesi için Yedinci Bölüm:Askeri Meselelerde Bir Devrim? Bölümü-ne bknz.

(8) ae., Önsöz.

(9) Kissinger’ın 1975 NSSM-200 belgesi hakkında daha yarıntılı bir açıklama için F. William Engdahl’ın, Ölüm Tohumları: Kalıtımın Arkasındaki Karanlık Oyunlar kita-bına bknz., Bilim+Gönül Yayınları

(10) ae., 6.

(11) China Daily, “Çin Afrika’ya yardım paketleri öneri-yor,” 4 Kasım, 2006, www.chinadaily.com.cn.

(12) ae., 7

Sayfa 59 Sayı 24

Page 60: Politika Dergisi Sayi 24

Asım US

G eçtiğimiz bölümde, Şark Meselesinin ne olduğunu ve bunun hangi devletler-ce, hangi amaçlar uğruna çıkarıldığını, Türkiye’ye yapılan bu saldırıların ve

çıkartılan isyanların, neden emperyalizm uzantısı sayılması gerektiğini incelemiştik.

Şimdi ise bu sorunun ortaya çıkarılışını, Osman-lı’nın iç işlerine müdahalenin bir aracı olarak kulla-nılışını, sorunun çıkış kaynağına inmeye çalışaca-ğız.

Öncelikle, Kürt kökenli Türk vatandaşlarımızın etnik kökenlerine ilişkin pek çok tez vardır, ancak

Prof. Dr. Đlber Ortaylı’nın da değindiği gibi, henüz kabul edilmiş bir tez, bu konuda yoktur. Yani kesin olarak Kürtlerin kökenleri nereden geldiğine dair genel kabul görmüş bir müspet teori yoktur. Var diyen ise, tarih bilgisinden yoksundur.

Bu konudaki tezlerden bir tanesi, onların Đrani ya da Arabi kökenli olduklarına dair araştırmaları içerir. Bir diğer kaynağa göre ise onların, menşei Orta Asya’da bulunan Turani bir kavim olduklarıdır. ‘’Türkmenlerin Kürtleşmesi’’ni işleyen M.Eröz ise, Ziya Gökalp ve kendi saha çalışmalarına dayana-rak, Osmanlı Devleti’nin Alevileri baskı altında tuttu-ğunu, bu sıkıntıların bölgedeki asayişsizlik, iktisadi zorluklar ve Safeviler’le olan devletler arası reka-

Sayfa 60

Tarihi Perspektiften

Şark Meselesi ve Onun Günümüzdeki Uzantısı

Kürt Sorunu (2)

Öncelikle, Kürt kökenli Türk Öncelikle, Kürt kökenli Türk Öncelikle, Kürt kökenli Türk Öncelikle, Kürt kökenli Türk vatandaşlarımızın etnik kö-vatandaşlarımızın etnik kö-vatandaşlarımızın etnik kö-vatandaşlarımızın etnik kö-kenlerine ilişkin pek çok tez kenlerine ilişkin pek çok tez kenlerine ilişkin pek çok tez kenlerine ilişkin pek çok tez

vardır, ancak Đlber vardır, ancak Đlber vardır, ancak Đlber vardır, ancak Đlber Ortaylı’nın da değindiği gi-Ortaylı’nın da değindiği gi-Ortaylı’nın da değindiği gi-Ortaylı’nın da değindiği gi-bi, henüz kabul edilmiş bir bi, henüz kabul edilmiş bir bi, henüz kabul edilmiş bir bi, henüz kabul edilmiş bir tez, bu konuda yoktur. Yani tez, bu konuda yoktur. Yani tez, bu konuda yoktur. Yani tez, bu konuda yoktur. Yani kesin olarak Kürtlerin kö-kesin olarak Kürtlerin kö-kesin olarak Kürtlerin kö-kesin olarak Kürtlerin kö-kenleri nereden geldiğine kenleri nereden geldiğine kenleri nereden geldiğine kenleri nereden geldiğine

dair genel kabul görmüş bir dair genel kabul görmüş bir dair genel kabul görmüş bir dair genel kabul görmüş bir teori yoktur. Var diyen ise, teori yoktur. Var diyen ise, teori yoktur. Var diyen ise, teori yoktur. Var diyen ise,

tarih bilgisinden yoksundur.tarih bilgisinden yoksundur.tarih bilgisinden yoksundur.tarih bilgisinden yoksundur.

Page 61: Politika Dergisi Sayi 24

betle birleşince kendilerine huzur arayan Türkmen-lerin Kürt derebeylerine katılmak, onlara bağlanmak yolunu seçtiğini ifade eder. (5)

Aydın Taneri’ye göreyse, Kürtler, önceden gö-çebeyken, kendilerinden daha ileri bir yerleşik me-deniyet düzeyine ulaşan Osmanlı’yla kurdukları bağlar sonucu, farklılıklarını hissettirmişler ve bunu telafi etmek için yeni bir kimlik arayışı içersine gir-mişlerdir. Şerif Mardin’e göreyse, bu farklılığın or-taya çıkma sebebi, Osmanlı’nın yapısında bulunan derin hükmeden-hükmedilen uçurumuydu. Saray ahalisi ve halk arasındaki bu kopukluk, zamanla halk arasında da kültürel bazı kopuklukların doğ-masına ve Osmanlı tebaasındaki Türklerin farklı ünitelere ayrılmasına yol açmıştı. (6)

Kaynak veremeyeceğim ama, bazı medya kuru-luşlarında tartışıldığı veya sözde Kürtlerin bir millet olduğunu ve sözde Kürdistan tezini savunanlar, Kürtlerin antik bir medeniyet olan Medlerden geldik-lerini ileri sürerler. Ancak daha önce belirttiğim gibi, bunu bir tarih bilgisi olarak kabul edebilmek için yeteri kadar done ve kanıtımız yoktur.

Yurtdışı kaynaklarda ise, başta Đngilizler olmak üzere Avrupalılar, Kürtleri vahşi, kan dökücü ve Hristiyan oldukları için korumak zorunda hissettikle-

ri Ermenileri katleden bir topluluk olarak görmüştür. (7)

Fakat aslında, durum aksinedir. Esas olarak Kürtler, komşuları Ermeniler tarafından çeşitli me-zalime tabi tutulmuşlar ve 1915-1918 yılları arasın-da, yuvarlak rakamla 600.000 kişi hayatını bu şe-kilde kaybetmiştir. Hasan Arfa, The Kurds: An Historical and Political Study (Oxford,1966) adlı çalışmasında bu konuyu işlemiştir. (8)

Bu konuyu kitabında işleyen diğer bir yazar olan Ximenez ise, Kurds and Armenians adlı kitabında, Batı kamu-oyunda, Kürtlerin saldırganlığının abartıldığını, Osmanlı Devleti kadar hiçbir ülkede bu denli hoşgörü olma-masına işaret ederek, herhangi bir Batı ülkesinin, geçmişi eğer kağıt üze-rine dökülürse, bu bölgedekinden da-ha kanlı olduğu görülecektir, demiştir. (10)

20. yüzyıl yaklaştığında ise, Batıya ait bu oryantalist görüşler, gittikçe “romantik egzotizme” dönüşmeye başlayacak ve Batı insanının bu coğ-rafyaya bakış açısı daha ılımlı hale gelecektir. Özellikle bölgeyi gezip, gözlemlerini yazan araştırmacılarda, bu görüş hakim olmaya başlayacaktır. (10)

Sayfa 61 Sayı 24

Yurtdışı kaynaklarda ise, Yurtdışı kaynaklarda ise, Yurtdışı kaynaklarda ise, Yurtdışı kaynaklarda ise, başta Đngilizler olmak başta Đngilizler olmak başta Đngilizler olmak başta Đngilizler olmak

üzere Avrupalılar, Kürtle-üzere Avrupalılar, Kürtle-üzere Avrupalılar, Kürtle-üzere Avrupalılar, Kürtle-ri vahşi, kan dökücü ve ri vahşi, kan dökücü ve ri vahşi, kan dökücü ve ri vahşi, kan dökücü ve Hristiyan oldukları için Hristiyan oldukları için Hristiyan oldukları için Hristiyan oldukları için korumak zorunda hisset-korumak zorunda hisset-korumak zorunda hisset-korumak zorunda hisset-

tikleri Ermenileri katleden tikleri Ermenileri katleden tikleri Ermenileri katleden tikleri Ermenileri katleden bir topluluk olarak gör-bir topluluk olarak gör-bir topluluk olarak gör-bir topluluk olarak gör-

müştür. müştür. müştür. müştür.

Page 62: Politika Dergisi Sayi 24

Bu gözlemciler, yukarıda bahsi geçen durumu daha da ileriye götürüp, Kürtleri Basklara, hatta Đskoçlara benzeteceklerdir. Mesela Parfik, Kürt köylülerinin fiziki özelliklerinden çok etkilendiğini belirtmiş, mavi gözlü Kürtlerin Đskoç Highlanderlara benzediğini yazacaktır. (11)

Prof. Dr. Mim Kemal Öke, ayrıca Walter B. Harris’in, From Batum to Baghdad via Tiflis, Tabriz and Parsian Kurdistan ( Londra 1926) adlı kitabın-dan yaptığı alıntıyla şu ifadeyi kitabında yansıtmış-tır:

“Kürtlerin renkli giysileri de pek çok Avrupalı sey-yahın dikkatini çeker, beğenisini kazanır. Çeşitli

ipek kumaşlardan oluşturulmuş bir sarık, rüzgarla savruldukça adeta kanat çırpan daracık cepkenler, altında bol, fakat genel kıyafete uygun şalvarlar, ayakta Basklıların giydiği espadriller ve bütün bun-ları tamamlayacak aksesuar kabilinden beldeki ku-şağa sıkıştırılmış cembiyeleri pistolleri ve göğüs kafesini bir haç gibi çevreleyen fişekleri ile Kürtler, Avrupalının gözlerindeki hayallerindeki Şark tablo-sunun vazgeçilmez insan tiplerini oluşturuyorlar-dı.” (12)

Detaya çok fazla girmeden konuyu toparlamak gerekirse, yurtiçinde ve Avrupa’da Kürtlerin köken-lerine ve onların bakış açılarına ilişkin çeşitli görüş-lere yer verdik. Şimdiyse biraz siyasi örgütlenmele-rine bakalım.

Bugüne kadar 17’si Osmanlı Devleti’nde, 2’si Đran’da, 1 tanesi Đngiltere hakimiyeti zamanı Irak’ın-da, 22’si Türkiye Cumhuriyeti’nde, 2’si Irak’ta ol-mak üzere pek çok Kürtlerin karıştığı isyan patlak vermiş.

Ancak bu isyanları tek tek incelediğimizde, çoğu herhangi bir siyasi içerikten yoksun, daha ziyade feodal ve dini ayaklanmalardır. (13) Zaten yazı dizi-sinin birinci bölümünde belirttiğim gibi, Kürt Đsyan-ları diye lanse edilen isyanların çoğunun anahtar kelimeleri aşiret, vergi ve tekke idi.

Çoğu isyan iddia edilenin aksine tabandan bir halk isyanı değil, daha çok ağaların, şeyhlerin, aşiretlerin çıkarlarına dokunulduğu için, belli güçlerce çıkartılmış isyanlardır. Benzer isyanlar daha batıda, Kürtlerin yaşamadığı yerlerde de çık-mıştır: Menemen olayı, Börklüce Mustafa’nın Ay-dın’da, Şeyh Bedreddin’in Trakya’da çıkardığı ayaklanma vb…

Bu tür ayaklanmaların sebebi genellikle aynı ol-makla birlikte, hiçbir şekilde külliyatlı bir ulusal is-yan sayılamazlar. Yani çıkan isyanların Güneydoğu Anadolu-Doğu Anadolu’da olması, bunları bir sözde “Kürt ulusal isyanına” dönüştürmez. Bu isyanlar daha ziyade o bölgenin geri bırakılmışlığı, aydınla-tılmamışlığı, kandırılmışlığı- kullanılmışlığı ve feo-dal yapısıyla ilintilidir.

Şimdi tekrar siyasi yapıya dönecek olursak, esa-sen emperyalistler o bölgeye ellerini sokana kadar, pek fazla olay olduğu da söylenemez. Fakat 1840’larda, yani “Şark Meselesi”nin ortaya çıktığı

Sayfa 62

Ancak bu isyanları tek Ancak bu isyanları tek Ancak bu isyanları tek Ancak bu isyanları tek tek incelediğimizde, çoğu tek incelediğimizde, çoğu tek incelediğimizde, çoğu tek incelediğimizde, çoğu herhangi bir siyasi içerik-herhangi bir siyasi içerik-herhangi bir siyasi içerik-herhangi bir siyasi içerik-ten yoksun, daha ziyade ten yoksun, daha ziyade ten yoksun, daha ziyade ten yoksun, daha ziyade feodal ve dini ayaklan-feodal ve dini ayaklan-feodal ve dini ayaklan-feodal ve dini ayaklan-

malardır. Kürt Đsyanları malardır. Kürt Đsyanları malardır. Kürt Đsyanları malardır. Kürt Đsyanları diye lanse edilen isyanla-diye lanse edilen isyanla-diye lanse edilen isyanla-diye lanse edilen isyanla-rın çoğunun anahtar ke-rın çoğunun anahtar ke-rın çoğunun anahtar ke-rın çoğunun anahtar ke-limeleri aşiret, vergi ve limeleri aşiret, vergi ve limeleri aşiret, vergi ve limeleri aşiret, vergi ve

tekke idi.tekke idi.tekke idi.tekke idi.

Page 63: Politika Dergisi Sayi 24

1815 Viyana Konferansı’nın hemen ardı bir zaman-da, Türkiye’nin kuzeydoğu bölgelerinde yaşayan ve kimi Hristiyan mezheplere mensup olan Süryaniler-le yıllarca aynı bölgede yaşamakta olan Kürtler ara-sında olaylar çıkarmak için kışkırtmalar yapıldığı bilinmektedir. (14)

O döneme baktığımız vakit, Osmanlı’nın özellikle kuzeybatı cephelerinde Avusturya-Macaristan Đm-paratorluğu ve özellikle Çar Petro döneminden sonra da Rusya Çarlığı karşısında aldığı derneşik yenilgilere rastlamaktayız. Bu vaziyet-i umuminin muhtelif sebeplerinden en önemlileri kuşkusuz; bi-limsellikten uzaklaşılması, iktisadi hayatın zayıfla-ması, Sanayi Đnkılabının ve dönemin yeni ekonomik düzeninin gerektirdiği dönüşümün yaşanamamış olmasıdır.

Kısacası, zayıf ekonomi güçsüz ve teknolojik ba-kımdan geri bir askeri düzen yaratmıştır. Bu da Os-manlı Devleti’ni varlığını sürdürebilmek için dışa bağımlı olmasına yol açmıştır.

Özellikle Đkinci Sanayi Đnkılabı ya da “ağır sanayi kapitalizmi” (demir-çeliğin buharlı tren ve demiryol-ları için kullanılması) (15) ve bu inkılabın yaşandığı ülkelerdeki burjuvazi sınıfının ürünlerini satmak için durmadan genişleyen bir “Pazar” gereksinimi ile dünyanın her tarafına yayılma eğilimi (16) Osmanlı

Đmparatorluğu, Babür Đmparatorluğu (Mughal Đmp.), Çin gibi devletleri, emperyalistlerin açık hedefi yap-mış ve geri kalmışlıkla onları emperyalist devletler karşısında savunmasız birer sömürge-yarı sömür-ge durumuna getirmişti.

Zira emperyalizmin en büyük fikir babalarından birisi ve Collége de France’da öğretim üyesi olan P.Leroy-Beaulieu, ‘’Modern Toplumlarda Sömür-geleştirmeler Üzerine’’ adlı yapıtında şu ifadeleri kullanacaktır:

“Sömürgeleştirme bir halkın büyüyen gücü, ken-dini yeniden üretebilme kuvveti, bir alanda genişle-yip çoğalması ve dünyanın büyük bir kısmında dili-ni, fikirlerini, yasalarını egemen kılmasıdır. Sömür-geleştiren bir halk, kendi ihtişamının ve üstünlüğü-nün temellerini geleceğe taşır(…) Uygar devletle-rin, sömürgeleştirmeyi gerekli bir amaç olarak gör-memesi mümkün değildir.” (17)

Đşte bu perspektiften bakıldığı vakit, zengin doğal kaynaklar üzerine kurulmuş olan Osmanlı Đmpara-torluğu’nun, Yeni Çağ’dan Yakın Çağ’a geçerken, neden ve nasıl bir anlayışla, -özellikle Đngiltere, Fransa ve Rusya Devletleri arasında- bölüşülmeye çalışıldığını ve buna kılıf olarak ‘’Şark Meselesi’nin uydurulduğunu ve mamafih Osmanlı’nın iç işlerini nasıl karıştırdıklarını anlamak çok da zor olmasa gerek.

Đşte günümüzde yaşadığımız bu terör sorunu, bu sebeplerle ortaya çıkartılmıştır demekteyiz. Kanaa-timizce, bu sorun günümüzde de, emperyalizmin bayraktarlığını Birleşik Krallık’tan devralan ABD tarafından devam ettirilmektedir.

Sayfa 63 Sayı 24

“...Sömürgeleştiren bir halk, “...Sömürgeleştiren bir halk, “...Sömürgeleştiren bir halk, “...Sömürgeleştiren bir halk, kendi ihtişamının ve üstünlü-kendi ihtişamının ve üstünlü-kendi ihtişamının ve üstünlü-kendi ihtişamının ve üstünlü-ğünün temellerini geleceğe ta-ğünün temellerini geleceğe ta-ğünün temellerini geleceğe ta-ğünün temellerini geleceğe ta-şır(…) Uygar devletlerin, sö-şır(…) Uygar devletlerin, sö-şır(…) Uygar devletlerin, sö-şır(…) Uygar devletlerin, sö-mürgeleştirmeyi gerekli bir mürgeleştirmeyi gerekli bir mürgeleştirmeyi gerekli bir mürgeleştirmeyi gerekli bir

amaç olarak görmemesi müm-amaç olarak görmemesi müm-amaç olarak görmemesi müm-amaç olarak görmemesi müm-kün değildir.” (P. Leroykün değildir.” (P. Leroykün değildir.” (P. Leroykün değildir.” (P. Leroy----

Beaulieu)Beaulieu)Beaulieu)Beaulieu)

Page 64: Politika Dergisi Sayi 24

Bu geri kalmışlık ile boğuşan Osmanlı, durumu-nun farkına yeni yeni varmaya başlamış, Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı ile reform çabalarına girmiştir. Tanzimat Fermanı, hiçbir teminat göster-meksizin bütün yurttaşlara eşit haklar, mal ve can emniyeti vaat ediyor; mali, askeri ve adli sahada

bazı reformlar ileri sürüyordu. Tanzimat Fermanı’-nın ardından Islahat Fermanı, Babıali’nin 1856’da toplanan Paris Konferansı’na katılmasının şartı ilan edildi.

Bu iki fermanla birlikte, Osmanlı Đmparatorluğu’n-da yeni bir siyasal görüş belirmeye başladı: Os-manlıcılık. Yani Osmanlı Đmparatorluğu’nun bütün tebaasını eşit yurttaş sayma fikri, 1876 Kanun-i Esasi’sinde kabul olundu ve kuramsal olarak, 1918 yılına kadar yürürlükte kaldı. Azınlıklar tarafından benimsenen milliyetçilik akımları ise daha sonradan Türk tebaa tarafından da kabul görmeye başladı. (18)

Özellikle Islahat Fermanı sırasında görmekteyiz ki, Osmanlı Devleti, yabancı devletlerin diledikleri gibi at koşturabildikleri bir “serbest ticaret bölgesi-ne” dönüşmeye başlamıştı. Tam da emperyalistle-rin istedikleri gibi!

Bu plan tabii ki Osmanlı için pek vahim sonuçlar doğurmuştur. 1900’lere doğru, II. Abdülhamit Dü-yun-u Umumiye’yi kurmuş, -yani bugünün borçlar idaresi kurumu- bu kurumda alınan vergilerin, borç-lar karşılığı olarak yabancı ülkelere aktarılmasını düzenlemiştir.(19) Dahası Osmanlı’nın Genelkur-may Başkanlığı da, Almanların ellerindeydi. 1917 Aralık ayında Osmanlı Genelkurmay Başkanı, Tuğ-

general Hans von Seeckt idi. (20)

Osmanlı Devleti, ekonomik ve ticari yönden Đngiltere ve Fransa’ya, askeri yönden de Almanya’nın elinde idi. Tabii ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra, emperyalist devletler Osmanlı’-nın iç işlerini, bizzat Osmanlı’nın baş-kentinden kontrol etme şansına elde etmişlerdi.

1815 Viyana Kongresi’nde ortaya atılan Şark Sorunu, 1918’e gelindi-ğinde, dönemin emperyalistleri tara-fından tıkır tıkır işletilmekteydi. Va-tan, tam anlamıyla yere serilmiş, ba-şına üşüşen emperyalistlerin vicda-nına terk edilmişti. Ta ki 19 Mayıs 1919’a kadar.

Đşte bu yukarıdaki sebeplerden ötürü Atatürk, Nutuk’un ilk bölümü olan ‘’Samsun’a çıktığım gün genel vaziyetin

Sayfa 64

1900’lere doğru, II. Abdülha-1900’lere doğru, II. Abdülha-1900’lere doğru, II. Abdülha-1900’lere doğru, II. Abdülha-mit Düyunmit Düyunmit Düyunmit Düyun----u Umumiye’yi u Umumiye’yi u Umumiye’yi u Umumiye’yi

kurmuş, kurmuş, kurmuş, kurmuş, ----yani bugünün borç-yani bugünün borç-yani bugünün borç-yani bugünün borç-lar idaresi kurumular idaresi kurumular idaresi kurumular idaresi kurumu---- bu ku- bu ku- bu ku- bu ku-rumda alınan vergilerin, rumda alınan vergilerin, rumda alınan vergilerin, rumda alınan vergilerin,

borçlar karşılığı olarak ya-borçlar karşılığı olarak ya-borçlar karşılığı olarak ya-borçlar karşılığı olarak ya-bancı ülkelere aktarılmasını bancı ülkelere aktarılmasını bancı ülkelere aktarılmasını bancı ülkelere aktarılmasını

düzenlemiştir. Dahası Osman-düzenlemiştir. Dahası Osman-düzenlemiştir. Dahası Osman-düzenlemiştir. Dahası Osman-lı’nın Genelkurmay Başkanlı-lı’nın Genelkurmay Başkanlı-lı’nın Genelkurmay Başkanlı-lı’nın Genelkurmay Başkanlı-ğı da, Almanların ellerindey-ğı da, Almanların ellerindey-ğı da, Almanların ellerindey-ğı da, Almanların ellerindey-

di. 1917 Aralık ayında Os-di. 1917 Aralık ayında Os-di. 1917 Aralık ayında Os-di. 1917 Aralık ayında Os-manlı Genelkurmay Başkanı, manlı Genelkurmay Başkanı, manlı Genelkurmay Başkanı, manlı Genelkurmay Başkanı, Tuğgeneral Hans von Seeckt Tuğgeneral Hans von Seeckt Tuğgeneral Hans von Seeckt Tuğgeneral Hans von Seeckt

idi. idi. idi. idi.

Islahat Fermanı’nın okunması

Page 65: Politika Dergisi Sayi 24

(10) Aynı eser, s.16

(11) Aynı eser, s.16

(12) Aynı eser s.16

(13) Aynı eser

(14) SONYEL Salahi R. , Gizli Belgelerde Osmanlı Dev-leti’nin Son Dönemi ve Türkiye’yi Bölme Çabaları, s.40 , Kaynak Yayınları , Mayıs 2009

(15) ALPKAYA Gökçen, ALPKAYA Faruk , 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi, s.17, Tarih Vakfı, Đstanbul 2004

(16) MARX Karl, ENGELS Friedrich, Komünist Manifes-to, s.46, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Kasım 1968

(17)BEAUD Michel, Kapitalizmin Tarihi, s.179, Dost Kitabevi, Ankara Mart 2003

(18) KARPAT Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, s.105-106, Đmge Yayınevi, 3. Baskı

(19) ÖZAKINCI Cengiz, Türkiye’nin Siyasi Đntiharı ‘Yeni-Osmanlı’ Tuzağı, s.20 Otopsi Yayınları, Nisan 2005

(20) Aynı Eser, s.48

Sayfa 65 Sayı 24

görünüşü’’nde, millî varlığa yararlı ve zararlı cemi-yetler ve mensupları, kısacası dostla düşmanı ayırt etmeye yardımcı olacak bilgileri bir bölümde temer-küz ettirmişti. Çünkü durum, emperyalizmin Türkleri sömürgeleştirme planından ibaretti. Zaten daha sonra Lenin de, emperyalistlerin bu planlarının bel-gelerini, açıklayacaktır.

Bu bölümde, “yapay” Kürt sorununun nasıl oluştu-rulmaya çalışıldığını, bu sorunun Ermeni meselesi, Rum meselesi, Süryani meselesi vb. nasıl kullanıl-dığını ve ne şekilde daha büyük bir planın parçası olduğunu ve hangi ortamda zuhur ettiğini, kimlere hizmet ettiğini biraz yüzeysel bir şekilde özetleme-ye çalıştık. Bir sonraki bölümde bu husus, daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

(Devam edecek…)

[email protected]

(5) ÖKE Mim Kemal, Musul-Kürdistan Sorunu ‘’1918-1926’’, s.14 , Bilge Karınca Yayınları 2002 Đstanbul

(6)Aynı eser, s.15

(7) Aynı eser, s.15

(8) Aynı eser, s.15

(9) Aynı eser, s.15

Page 66: Politika Dergisi Sayi 24

Ümit MĐNEL

Ş u an Türkiye’nin PKK terör örgütüyle yürüt-tüğü “gerilla savaşının” iki ismi daha var-dır. Bunlardan ilki politik söylemle; “düşük yoğunluklu savaş”, diğeri askeri literatür-

deki adı “gayrinizami harp”tir. “Gerilla savaşı” terimini kim ya da nerede kullanır derseniz; aslında gerilla, bu savaş taktiğiyle savaşan kişilere denir.

Ben bu yazımda bu savaşın “gayrinizami harp (GNH)” adını kullanacağım.

Hangi terimi kullanırsanız kullanın, GNH çok zor bir savaş taktiğidir. Düşmanla savaşmanın yanında zorlu arazi şartları ve çetin hava koşullarıyla da sa-vaşmanız gerekmektedir. Aynı zamanda yiyecek ve içecek kaynaklarının yerlerini iyi bilmeniz ve doğa-da aç kalmama taktiklerini de üstün bir disiplinle uygulamanız gerekmektedir. Ancak bu şartları ne kadar yerine getirirseniz getirin, savaştığınız bölge-deki halktan veya başka bir yerden yiyecek ve cep-hane yardımı alamazsanız GNH taktiğiyle en fazla

Sayfa 66

Birkaç köylü kendi kendine öğrenmiyorsa...

PKK’ya Gayrinizami Harp’i Kim Öğretiyor?

Page 67: Politika Dergisi Sayi 24

6 ay savaşabilirsiniz. Bu sebepten GNH ile savaş-ma taktiği aynı zamanda bölge halkının üzerinde psikolojik baskı ve propaganda yapma yeteneğini de gerektirmektedir.

GNH silah gücü bakımından küçük olmasına kar-şılık, yıkım gücü bakımından büyük çapta yıkımlar yapılabilecek bir savaş taktiğidir. Bu savaş taktiğiy-le düzenli ordular dağıtılabilir ya da en azından dü-zenli orduların yerlerinden kıpırdayamamasına ve-ya moral bozukluğuna yol açar.

Yazılı kaynaklara göre ilk modern GNH taktikli savaşı Đspanyollar Napolyon’un ordularına karşı kullanmışlar ve bunda başarılı olmuşlardır. Bundan sonra bu savaş taktiğiyle ülke kuran Mao Zedun’u görmekteyiz. Vo Nguyen Giap da bu savaş takti-ğiyle Vietnam’da ABD’ye büyük kayıplar verdirmiş-tir. Ve en son olarak da Ernesto Che Guevara... Che Guevara, GNH taktiği ile savaş konusunda kitaplar yazmış ve bu savaş taktiğini oldukça geliş-tirmiş bir kişi olarak GNH taktiğiyle savaşan toplum veya örgütlerin atası olmuştur.

Peki tarihinde birçok savaş görmüş ve yapmış bir halk olan Türkler, GNH taktiğiyle ne zaman karşı-laşmışlar ve uygulamışlardır?

GNH taktiğiyle savaşla, ilk olarak Fatih Sultan Mehmet, Akkoyunlularla giriştiği Otlukbeli Sava-şı’nda karşılaşmış, neredeyse kaybetmek üzere

Sayfa 67 Sayı 24

Yazılı kaynaklara göre ilk mo-Yazılı kaynaklara göre ilk mo-Yazılı kaynaklara göre ilk mo-Yazılı kaynaklara göre ilk mo-dern GNH taktikli savaşı Đs-dern GNH taktikli savaşı Đs-dern GNH taktikli savaşı Đs-dern GNH taktikli savaşı Đs-

panyollar Napolyon’un ordula-panyollar Napolyon’un ordula-panyollar Napolyon’un ordula-panyollar Napolyon’un ordula-rına karşı kullanmışlar ve bun-rına karşı kullanmışlar ve bun-rına karşı kullanmışlar ve bun-rına karşı kullanmışlar ve bun-da başarılı olmuşlardır. Bun-da başarılı olmuşlardır. Bun-da başarılı olmuşlardır. Bun-da başarılı olmuşlardır. Bun-dan sonra bu savaş taktiğiyle dan sonra bu savaş taktiğiyle dan sonra bu savaş taktiğiyle dan sonra bu savaş taktiğiyle ülke kuran Mao Zedun’u gör-ülke kuran Mao Zedun’u gör-ülke kuran Mao Zedun’u gör-ülke kuran Mao Zedun’u gör-mekteyiz. Vo Nguyen Giap da mekteyiz. Vo Nguyen Giap da mekteyiz. Vo Nguyen Giap da mekteyiz. Vo Nguyen Giap da bu savaş taktiğiyle Vietnam’da bu savaş taktiğiyle Vietnam’da bu savaş taktiğiyle Vietnam’da bu savaş taktiğiyle Vietnam’da ABD’ye büyük kayıplar verdir-ABD’ye büyük kayıplar verdir-ABD’ye büyük kayıplar verdir-ABD’ye büyük kayıplar verdir-

miştir.miştir.miştir.miştir.

Page 68: Politika Dergisi Sayi 24

olunan bu savaşı yeni geliştirdiği havan topları sa-yesinde zor da olsa kazanmıştır. Đstanbul’u fethe-derek Bizans Đmparatorluğu’nu yok eden Fatih, Akkoyunlular karşısında zorlanmasından ötürü ka-çan birlikleri takip etmeye cesaret edememiştir.

Tam olarak yok etmediği Akkoyunlular, taht kavga-ları yüzünden kendi kendilerini yok edene kadar (yaklaşık 1 sene) GNH taktiğiyle Fatih’in ordularını oldukça yıpratmıştır.

Fatih’e karşı kullanılan GNH taktiğiyle savaşı, 1911 yılında Osmanlı, Trablusgarp’ta Đtalyanlara karşı kullanacaktır. Osmanlı’nın Đtalyanlara karşı yürüttüğü GNH taktikli savaşan gerillaların başında Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Fethi (Okyar) bulunacaktı. Bu paşalar Trablusgarp’ta aşiretleri örgütleyerek Đtal-yanlara karşı GNH taktiğiyle başarılı bir savaş ger-çekleştirmiş, 1 yıl boyunca Đtalyan askerlerinin sa-hilden içerilere kıpırdayamamaları sağlanmıştır.

1.Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin doğusunda zaman zaman ayaklan-malar çıkmış, Türkiye Cumhuriyeti tartışmalı müda-halelerle (Dersim Olayı) bu ayaklanmaları bastır-mayı başarmıştır.

Sayfa 68

Fatih’e karşı kullanılan GNH Fatih’e karşı kullanılan GNH Fatih’e karşı kullanılan GNH Fatih’e karşı kullanılan GNH taktiğiyle savaşı, 1911 yılında taktiğiyle savaşı, 1911 yılında taktiğiyle savaşı, 1911 yılında taktiğiyle savaşı, 1911 yılında Osmanlı, Trablusgarp’ta Đtal-Osmanlı, Trablusgarp’ta Đtal-Osmanlı, Trablusgarp’ta Đtal-Osmanlı, Trablusgarp’ta Đtal-yanlara karşı kullanacaktır. yanlara karşı kullanacaktır. yanlara karşı kullanacaktır. yanlara karşı kullanacaktır.

Osmanlı’nın Đtalyanlara kar-Osmanlı’nın Đtalyanlara kar-Osmanlı’nın Đtalyanlara kar-Osmanlı’nın Đtalyanlara kar-şı yürüttüğü GNH taktikli şı yürüttüğü GNH taktikli şı yürüttüğü GNH taktikli şı yürüttüğü GNH taktikli

savaşan gerillaların başında savaşan gerillaların başında savaşan gerillaların başında savaşan gerillaların başında Enver Paşa, Mustafa Kemal Enver Paşa, Mustafa Kemal Enver Paşa, Mustafa Kemal Enver Paşa, Mustafa Kemal

Paşa, Fuat (Bulca), Nuri Paşa, Fuat (Bulca), Nuri Paşa, Fuat (Bulca), Nuri Paşa, Fuat (Bulca), Nuri (Conker) ve Fethi (Okyar) bu-(Conker) ve Fethi (Okyar) bu-(Conker) ve Fethi (Okyar) bu-(Conker) ve Fethi (Okyar) bu-

lunacaktı. lunacaktı. lunacaktı. lunacaktı.

Page 69: Politika Dergisi Sayi 24

PKK’nın Doğuşu

1980 Darbesinden sonra çoğu silahlı eylemci Do-ğu ve Güneydoğu bölgesine, Irak’ın kuzeyine, Suri-ye’ye Đran’a ve Beyrut’a kaçtı. Bu sıralarda Ortado-ğu dört büyük ve önemli olaya sahne oldu: Đran'da Şah'ın devrilmesi, Sovyet Rusya'nın Afganistan-'ı işgali, Irak-Đran Savaşı... (1)

ABD’nin Ortadoğu’da aktif rol alması da bu za-manda başladı. Đran-Irak savaşını başlatarak aza-lan dolar rezervlerini tekrar eskisi haline getirdi. Afganistan’ın Rusya’ya karşı direnişini sağlamak için sonradan Taliban’a dönüşen “Afgan mücahitle-re” askeri eğitim, silah ve patlayıcı yardımı yaptı. Afganistan’a yaptığı patlayıcı maddeler öyle çoktu ki, her Afgan mücahidine 1.200 kilo patlayıcı düşü-yordu.

Ve Tabii ki Bekaa Vadisi...

Bekaa Vadisi, Suriye'nin kontrolüne geçmesiyle birlikte, bölge uluslararası terörün bir eğitim merke-

zi durumuna gelmişti. Bu kamplarda Japon "Kızıl Ordu Fraksiyonu"ndan, Tayland'lı "Şetani Kurtu-luş Cephesi"ne, "Eritre Kurtuluş Hareketi"nden, POLISARIO'ya, Ermeni ASALA'dan Kürt PKK'ya

kadar dünyanın dört bir köşesinden gelen birçok terör örgütünü barındırıyor, besli-yor, koruyordu. Hatta Yunanistan'da sos-yalist Papandreu iktidarının Bakanların-dan Saf is Val i rak is , Vasi l is Konstandineas ve 1988'de Yunan Đstih-barat Teşkilatı'nın Başkanı Kostas Tsimas'ın da Bekaa'da eğitildikleri bilini-yor. Bunlar ve daha başkaları PASOK Partisi iktidara geldikten sonra, Yunanis-tan'ın kapılarını uluslararası terörizme açtılar. Suriye'nin, 1983'te uluslararası terörizme yeni bir yön verdiği gözlendi. O tarihten sonra Şam yönetimi, Muhaberat ajanlarının terör eylemlerinde doğrudan yer almalarına bazı sınırlamalar getirdi. Suriye'nin bir devlet olarak itibarının ko-runması yani bir "terör devleti" olduğunu gizlemesi gerekiyordu. Uygulamaya baş-ladığı bu yeni terör politikasıyla, ajanlarını terör eylemlerinden çekmiş, devreye Bekaa vadisinde topladığı terör militanla-rını sokmuştu. (2)

Peki Suriye Bunu Neden Yapıyordu?

Suriye rejiminin PKK’ya göz yumması-nın arkasındaki en önemli motivasyon, Türkiye’ye karşı manevra imkânlarını ge-

Sayfa 69 Sayı 24

Bu kamplarda Japon "Kızıl Bu kamplarda Japon "Kızıl Bu kamplarda Japon "Kızıl Bu kamplarda Japon "Kızıl Ordu Fraksiyonu"ndan, Ordu Fraksiyonu"ndan, Ordu Fraksiyonu"ndan, Ordu Fraksiyonu"ndan,

Tayland'lı "Şetani Kurtuluş Tayland'lı "Şetani Kurtuluş Tayland'lı "Şetani Kurtuluş Tayland'lı "Şetani Kurtuluş Cephesi"ne, "Eritre Kurtuluş Cephesi"ne, "Eritre Kurtuluş Cephesi"ne, "Eritre Kurtuluş Cephesi"ne, "Eritre Kurtuluş

Hareketi"nden, Hareketi"nden, Hareketi"nden, Hareketi"nden, POLISARIO'ya, Ermeni POLISARIO'ya, Ermeni POLISARIO'ya, Ermeni POLISARIO'ya, Ermeni

ASALA'dan Kürt PKK'ya ka-ASALA'dan Kürt PKK'ya ka-ASALA'dan Kürt PKK'ya ka-ASALA'dan Kürt PKK'ya ka-dar dünyanın dört bir köşe-dar dünyanın dört bir köşe-dar dünyanın dört bir köşe-dar dünyanın dört bir köşe-sinden gelen birçok terör ör-sinden gelen birçok terör ör-sinden gelen birçok terör ör-sinden gelen birçok terör ör-

gütünü barındırıyor, besliyor, gütünü barındırıyor, besliyor, gütünü barındırıyor, besliyor, gütünü barındırıyor, besliyor, koruyordu. koruyordu. koruyordu. koruyordu.

Page 70: Politika Dergisi Sayi 24

liştirmek istemesinin yanı sıra, Đsrail’in Lübnan’a dönük saldırılarına karşı PKK’nın bekçilik görevini

üstlenmesidir. PKK, Đsrail’e karşı savaşan ilk Kürt örgütü olma niteliğini, 1982 yılında Đsrail’in Lübnan-’a saldırmasıyla elde etmiştir; Prof. Ümit Özdağ’ın verdiği bilgilere göre, bu çatışma sırasında 11 PKK militanı ölmüş, 13 tanesi de Đsrail’e esir düşmüştür. (3)

PKK’nın Türkiye’deki Đlk Eylemi

PKK, ilk büyük eylemini 15 Ağustos 1984'de yap-tı.

Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçesini basan PKK'lılar, karakollara ve askeri lojmanlara saldırdı-lar. Her iki ilçeyi bir süre kontrol altında tutan örgüt militanları, ilçe meydanından ve cami minaresinden bir süre propaganda yaptı ve daha sonra da terö-ristlerin Kuzey Irak'a döndükleri bildirildi.

Sadece Eruh'ta bir askerin hayatını kaybettiği olay, ölü sayısının az olmasına da bakılarak ilk an-da çok önemsenmedi. O dönemde bazı siyasetçiler

Sayfa 70

PKK, ilk büyük eylemini 15 PKK, ilk büyük eylemini 15 PKK, ilk büyük eylemini 15 PKK, ilk büyük eylemini 15 Ağustos 1984'de yaptı.Ağustos 1984'de yaptı.Ağustos 1984'de yaptı.Ağustos 1984'de yaptı.

Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Siirt'in Eruh ve Hakkari'nin Şemdinli ilçesini basan PKK'lı-Şemdinli ilçesini basan PKK'lı-Şemdinli ilçesini basan PKK'lı-Şemdinli ilçesini basan PKK'lı-lar, karakollara ve askeri loj-lar, karakollara ve askeri loj-lar, karakollara ve askeri loj-lar, karakollara ve askeri loj-

manlara saldırdılar. Her iki il-manlara saldırdılar. Her iki il-manlara saldırdılar. Her iki il-manlara saldırdılar. Her iki il-çeyi bir süre kontrol altında tu-çeyi bir süre kontrol altında tu-çeyi bir süre kontrol altında tu-çeyi bir süre kontrol altında tu-tan örgüt militanları, ilçe mey-tan örgüt militanları, ilçe mey-tan örgüt militanları, ilçe mey-tan örgüt militanları, ilçe mey-danından ve cami minaresinden danından ve cami minaresinden danından ve cami minaresinden danından ve cami minaresinden

bir süre propaganda yaptı ve bir süre propaganda yaptı ve bir süre propaganda yaptı ve bir süre propaganda yaptı ve daha sonra da teröristlerin Ku-daha sonra da teröristlerin Ku-daha sonra da teröristlerin Ku-daha sonra da teröristlerin Ku-zey Irak'a döndükleri bildirildi.zey Irak'a döndükleri bildirildi.zey Irak'a döndükleri bildirildi.zey Irak'a döndükleri bildirildi.

Page 71: Politika Dergisi Sayi 24

eylemi gerçekleştiren PKK için “bir grup eşkıya” diyerek olayın çözüleceğine dair inançlarını dile getirdiler. Son birkaç yıldır zaman zaman ve yer yer görülen vur-kaç eylemlerinden biri sanıldı. PKK sonraki her 15 Ağustos'u önceleri "ilk kurşun gü-nü" sonra da "Diriliş Bayramı" olarak yeni eylem-lerle kutlama kararı aldı. (4)

Bazı siyasetçilerin bu olaya “bir grup eşkıya” bo-yutunda bakmaları PKK’nın yıllar içinde büyüyüp gelişmesine sebep olmuştur. Daha da kötüsü TSK’nın bile olaya bu boyutta bakması, GNH takti-ğiyle savaşan bu örgütle ne şekilde savaşacağını yıllarca öğrenmemesine sebep olacak, bu yüzden binlerce Mehmetçik şehit olacaktır...

TSK’nın GNH Taktiğiyle Savaşmayı Öğrenme-si

TSK, yıllarca GNH taktiğiyle savaşan PKK ile yıl-lar sonra GNH taktiğiyle savaşmayı akıl edecek, bunun için GNH taktiğiyle savaşmayı iyi bilen Özel Kuvvetleri terör bölgesinde görevlendirecektir.

Bugünkü Özel Kuvvetler Komutanlığının çekirde-ği; 2’nci Dünya Savaşını müteakip, Sovyetler Birli-ği’nin Türkiye için büyük bir tehdit oluşturması üze-rine, Silahlı Kuvvetlerin harekatını, düşman gerisin-de icra edilecek faaliyetlerle kolaylaştırmak maksa-dıyla; 1952 yılında, zamanın Yüksek Savunma Ku-rulunun karan ile Milli Avcı Birlikleri şubesi olarak kurulmuştur. Kurulduğu günden itibaren, gelişimini

modem çağın gereklerine uygun olarak sürdürmüş ve TSK’nın reorganizasyonu kapsamında 1992 yılında Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştır. Özel Kuvvetler Komutanlığı Özel Birlikler, Okul ve Destek Birlikleri şeklinde teşkilatlanmıştır. Özel Birliklerin temeli her biri kendi konularında uzman timlerden oluşmuştur.

Bordo Bereliler, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin değişik sınıf ve rütbelerdeki subay ve astsubaylarından oluşan, iç ve dış tehditlerin bertaraf edilmesine karşı her türlü arazi ve iklim şartlarında görev ya-pabilecek nitelikte üst düzey eğitime tabi tutularak

yetiştirilmiş özel askerlere verilen isimdir. Bu askerler aynı zamanda devlet büyüklerinin yakın koruma görevini de yerine getirirler. Dün-yanın en iyi askeri özel timleri sı-ralamasında 3. sırada yer alır. Ününü Abdullah Öcalan'ın yaka-lanma görevinde duyurmuştur. Bordo Berelilere üye olan askerle-rin adları soyadları MĐT tarafından korunur. (5)

Ancak son zamanlarda PKK ile savaşmış bu özel askerler “Ergenekon Terör Örgütü” üyesi oldukları iddiasıyla gözaltına alın-mış, kimlikleri basın tarafından deşifre edilmiştir. Bu da son za-

Sayfa 71 Sayı 24

Ancak son zamanlarda Ancak son zamanlarda Ancak son zamanlarda Ancak son zamanlarda PKK ile savaşmış bu özel PKK ile savaşmış bu özel PKK ile savaşmış bu özel PKK ile savaşmış bu özel askerler “Ergenekon Terör askerler “Ergenekon Terör askerler “Ergenekon Terör askerler “Ergenekon Terör

Örgütü” üyesi oldukları id-Örgütü” üyesi oldukları id-Örgütü” üyesi oldukları id-Örgütü” üyesi oldukları id-diasıyla gözaltına alınmış, diasıyla gözaltına alınmış, diasıyla gözaltına alınmış, diasıyla gözaltına alınmış, kimlikleri basın tarafından kimlikleri basın tarafından kimlikleri basın tarafından kimlikleri basın tarafından

deşifre edilmiştir. Bu da deşifre edilmiştir. Bu da deşifre edilmiştir. Bu da deşifre edilmiştir. Bu da son zamanlarda PKK’nın son zamanlarda PKK’nın son zamanlarda PKK’nın son zamanlarda PKK’nın silahlı eylemlerini arttır-silahlı eylemlerini arttır-silahlı eylemlerini arttır-silahlı eylemlerini arttır-

masına olanak sağlamıştır.masına olanak sağlamıştır.masına olanak sağlamıştır.masına olanak sağlamıştır.

Page 72: Politika Dergisi Sayi 24

manlarda PKK’nın silahlı eylemlerini arttırmasına olanak sağlamıştır.

TSK-PKK Savaşı 1993-1995

Özel Kuvvetlerin terör bölgesinde görevlendiril-mesi PKK’ya büyük kayıplar verdirmeyi başarsa da bunlar lokal başarılar olarak kalmıştır. Büyük başa-rılar elde etmek için TSK’nın topyekun savaş hali-ne bürünmesi gerekmekteydi. Bunun için üç ay komando eğitimi almış erler de kullanılmaya baş-lanmış, binlerce GNH taktiğiyle savaşan askerler ve yüzlerce gezici birliklerle PKK’ya bölgede göz açtırılmaz olunmuştur. GNH taktiğiyle savaşan bu askerlere aynı zamanda hava desteği de verilerek büyük başarılar sağlanmıştır. PKK ve TSK’nın top-yekun savaşı 1993-1995 yılları arasında çok yoğun bir şekilde yaşanmıştır.

PKK’nın Eylemlerini Arttırdığı Zamanlar

PKK, 15 Ağustos 1984 yılında yaptığı ilk silahlı eyleminin ardından eylemlerini arttırarak sürdür-müştür. PKK’nın 1984 yılından itibaren artarak sür-dürdüğü bu silahlı eylemler 1992 yılında kuruluşun-dan bu yana en yüksek seviyesine ulaşmış, 1993-1995 savaşında TSK’nın başarılı operasyonları sayesinde PKK neredeyse dağılma sürecine gir-miş, hatta liderleri Abdullah Öcalan’ın yakalanma-

sıyla da bitme noktasına gelmiştir. Ancak PKK’nın günümüzde silahlı eylemlerinde tekrar gözle görü-lür bir artış olmaktadır.

PKK’nın Şansı

Genelkurmay Başkanı Đlker Başbuğ, son zaman-larda artan PKK’nın silahlı eylemleri dolayısıyla bir televizyon programında şu ifadeleri kullanmıştır: “PKK aslında şanslı bir örgüt. Tam çökme nok-tasına, çözülme noktasına geliyor ama maalesef konjonktürel durumlar hep lehine cereyan edi-yor. Bir diğer önemli tespit ise, ne zaman terör eylemleri azaldı veya hiç olmadı, biz bunu yan-lış algıladık. Sanki terör örgütü bitti dağıldı. As-lında dağ kadrosu duruyordu ama eylem sayıla-rı düşmüştü. Örnek 1999’dan 2004 yılına kadar eylem yok ancak örgüt bitmedi. Örgütün dağ kadrosu yine duruyordu. Burada bir algılama yanlışlığımız oldu. Biraz daha doğru algılasay-dık o dönemde daha sağlıklı tedbirler alabilir-dik.” (6)

Peki PKK’nın şansı, silahı, eğitimli gerillaları ne-reden geliyordu? PKK’nın gerilla toplamak için cahil köylü halkı kandırıp dağda GNH savaşı öğrettiği biliniyor. Peki bu kadar zor bir savaşı köylülere kim öğretiyor? PKK’nın bünyesinde bulunan bu kadar cahil elemanlar GNH taktikli savaşı nasıl öğreniyor-

Sayfa 72

Page 73: Politika Dergisi Sayi 24

lar, kimlerden öğreniyorlar? 25 yıldır cephaneyi, yiyeceği nereden temin ediyorlar? PKK’nın yardım görmemesi için TSK’nın boşalttığı köyler varken, PKK yine de yiyeceği nereden buluyor?

Tabii ki tüm bu soruların mantıklı cevapları var: uyuşturucu ticareti, Kuzey Irak’ın karışık siyasi du-rumu, Avrupa ülkelerinin yardımları…

Ancak ben burada sizin dikkatinizi başka bir dev-lete çekmek istiyorum. PKK’nın ana sponsoru...

PKK’nın Ana Sponsoru ABD!

PKK’nın eylemlerini arttırdığı zamanlara dikkatlice bakarsanız ABD’nin Ortadoğu’yu karıştırdığı za-manlara denk geldiğini hayretle göreceksiniz. PKK’nın silahlı eylemlerini arttırdığı dönemlerde Ortadoğu’da hep ABD vardı...

PKK’nın emeklediği zamanlar olan 1980 sonra-sında ABD’nin Đran Şahını devirdiği ve Saddam’ı da kullanarak çıkarttığı Đran-Irak savaşından 4 yıl son-ra PKK, Türkiye’ye savaş ilan etmiştir.

1990-1991 yılları arasında Saddam’ın Kuveyt’i işgali ve ABD’nin Irak’a müdahalesinden 1 yıl sonra PKK kuruluşundan bu yana Türkiye’ye karşı en kanlı eylemlerini gerçekleştirmiştir.

Ve şimdi...

11 Eylül saldırılarından sonra “kimyasal silah var” bahanesiyle işgal ettiği Irak’a askerlerini yerleştir-mesinden yaklaşık 7 yıl sonra PKK’nın silahlı ey-lemlerinde artış başlamıştır.

Gördüğünüz gibi PKK’nın silahlı eylemlerini ger-çekleştirdiği dönemlerde hep Ortadoğu’da ABD varlığı söz konusu...

ABD, PKK’ya Eğitim Veriyor!

Her ülke PKK’ya yardım yapabilir ancak her ülke bire bir PKK gerillalarına eğitim veremez. Gerilla eğitimi savaşılan bölgede verilir. Bunun için de eğit-menlerin savaşılan bölgede olmaları gerekmekte-dir. Yani Ortadoğu’da...

GNH savaşı sadece dışarıdan ya da içeriden si-lah-cephane ve yiyecek teminiyle değil, aynı za-manda iyi eğitilmiş nasıl pusu atılacağını bilen, ka-çış yollarını öğrenen, mayın yerleştirmeyi, bubi tu-

zağı kurmayı, propaganda yapmayı bilen kişilerce gerçekleştirilir. Bunları da emin olun ki cahil köylü-ler birbirlerine öğretiyor olamaz...

Afganistan’da Ruslar ile savaşması için Af-gan mücahitleri (Taliban’ı) eğiten, Đran’da Şahı devirmek için propaganda yapan, Saddam’a karşı Barzani ve Talabani’yi eğiten kim ise, PKK’yı da eğitenin o olduğundan hiç şüphem yok...

[email protected]

Kaynaklar:

(1): www.gazetemuz.com (1970-1980 Türkiye Ve Orta-doğu Senaryoları)

(2): www.temha.net (Suriye ve Terör)

(3): www.odatv.com (PKK TEKRAR SURĐYE'YE MĐ YA-KINLAŞIYOR?)

(4): www.haberpan.com (PKK’nın adını duyuran eylem: Eruh baskını)

(5): askerenes.blogcu.com (ÖZEL KUVVETLERĐN TA-RĐHÇESĐ)

(6): www.bugun.com.tr ('PKK şanslı bir örgüt')

Sayfa 73 Sayı 24

GNH savaşı sadece dışarıdan GNH savaşı sadece dışarıdan GNH savaşı sadece dışarıdan GNH savaşı sadece dışarıdan ya da içeriden silahya da içeriden silahya da içeriden silahya da içeriden silah----cephane cephane cephane cephane ve yiyecek teminiyle değil, ve yiyecek teminiyle değil, ve yiyecek teminiyle değil, ve yiyecek teminiyle değil, aynı zamanda iyi eğitilmiş aynı zamanda iyi eğitilmiş aynı zamanda iyi eğitilmiş aynı zamanda iyi eğitilmiş nasıl pusu atılacağını bilen, nasıl pusu atılacağını bilen, nasıl pusu atılacağını bilen, nasıl pusu atılacağını bilen, kaçış yollarını öğrenen, ma-kaçış yollarını öğrenen, ma-kaçış yollarını öğrenen, ma-kaçış yollarını öğrenen, ma-yın yerleştirmeyi, bubi tuza-yın yerleştirmeyi, bubi tuza-yın yerleştirmeyi, bubi tuza-yın yerleştirmeyi, bubi tuza-

ğı kurmayı, propaganda ğı kurmayı, propaganda ğı kurmayı, propaganda ğı kurmayı, propaganda yapmayı bilen kişilerce ger-yapmayı bilen kişilerce ger-yapmayı bilen kişilerce ger-yapmayı bilen kişilerce ger-çekleştirilir. Bunları da emin çekleştirilir. Bunları da emin çekleştirilir. Bunları da emin çekleştirilir. Bunları da emin olun ki cahil köylüler birbir-olun ki cahil köylüler birbir-olun ki cahil köylüler birbir-olun ki cahil köylüler birbir-

lerine öğretiyor olamaz... lerine öğretiyor olamaz... lerine öğretiyor olamaz... lerine öğretiyor olamaz...

Page 74: Politika Dergisi Sayi 24

Oğuz Kemal ÖZKAN

Y aklaşık 30 yıl olmak üzere, PKK terörüy-le mücadele ile geçen yıllar… Đlân edilen OHAL’ler, askeri harekât-lar, GAP, ekonomik teşvik-

ler, zaman zaman da olsa demokratik adımlar; bütün bu çözüm yollarına baktığımız zaman, 73 milyonluk ve G-20’ye dâhil olan bir ülkenin, böyle bir sorunun üstesinden gelememesi, bir yerlerde eksikler ya da hatalar yapıl-dığının bir işareti olduğunu gösteriyor. Bu çözüm yolları içerisinde en somut adım olan GAP’ı dahi bitiremeyen bu büyük ülkenin, artık hatalarından ders çıkarmasının zamanı geldi de geçi-yor.

Her şeyden önce, bütün eksikliklere ve yanlışlıklara rağmen, bu sorunun

çözülememesinin temelinde yatan sebep olarak, bölgesel farklılık gözetmeksizin, sadece devlet ola-rak değil bu ülkenin fertleri olarak da, insan hayatı-na değer vermememiz en öncelikli problemimizdir. Özellikle PKK terörünün başladığı yıllarda, bu soru-na “üç beş çapulcu” yaklaşımı, bu ve benzeri so-runlarda, normal sürüp giden hayatımızda, kaybedi-len bir canla, yüz canı ya da fazlasını eşit görme-yen anlayışımız, yaşanan sorunların üç gün konu-şulup sonra unutulması gibi faktörler, zihniyet anla-mında bu terör sorunun bitmemesinin en önemli sebeplerindendir.

Bu süreçte devletin ve siyasetçilerin, terör sorununa ağırlıklı olarak, bölgesel ve ordunun çözebileceği bir sorun olarak yaklaşması, sanki terör örgütü mensuplarının, bu ülkenin vatan-daşlarından ve başka Ortadoğu devletlerinden olsalar dâhi aynı etnisiteden ve kültürden olma-dığı bakış açısı, terör örgütünü destekleyen, maddi güç ve silah sağlayan organların, Avrupa devletleri ve ABD olduğu kısır döngüsü içerisi-

Sayfa 74

Teröre Çözüm:

Olağanüstü Hal Bölgesi Değil, Olağanüstü Hal Türkiyesi

Her şeyden önce, bütün ek-Her şeyden önce, bütün ek-Her şeyden önce, bütün ek-Her şeyden önce, bütün ek-sikliklere ve yanlışlıklara sikliklere ve yanlışlıklara sikliklere ve yanlışlıklara sikliklere ve yanlışlıklara

rağmen, bu sorunun çözüle-rağmen, bu sorunun çözüle-rağmen, bu sorunun çözüle-rağmen, bu sorunun çözüle-memesinin temelinde yatan memesinin temelinde yatan memesinin temelinde yatan memesinin temelinde yatan sebep olarak, bölgesel farklı-sebep olarak, bölgesel farklı-sebep olarak, bölgesel farklı-sebep olarak, bölgesel farklı-lık gözetmeksizin, sadece dev-lık gözetmeksizin, sadece dev-lık gözetmeksizin, sadece dev-lık gözetmeksizin, sadece dev-let olarak değil bu ülkenin let olarak değil bu ülkenin let olarak değil bu ülkenin let olarak değil bu ülkenin

fertleri olarak da, insan ha-fertleri olarak da, insan ha-fertleri olarak da, insan ha-fertleri olarak da, insan ha-yatına değer vermememiz en yatına değer vermememiz en yatına değer vermememiz en yatına değer vermememiz en

öncelikli problemimizdir. öncelikli problemimizdir. öncelikli problemimizdir. öncelikli problemimizdir.

Page 75: Politika Dergisi Sayi 24

ne sokmakta ve askeri, sivil yöneticilerin de, bu sorumluluğu alma ve sorunu bitirme cesaretini göstermelerini engellemektedir. Bunun sonucu olarak da bu terör sorunu, arapsaçına dönüşmüş ve komplo teorileri üzerinden çözümlemeler üretile-rek bir çıkmaz sokağa sokulmuştur.

PKK sorunu, sadece bölgesel bir alandan ve o bölgenin sıkıntılarından türeyen bir sorun ya da sadece dış güçlerin desteklediği, taşeron olarak kullandığı bir örgüt olarak görüldüğü için, askeri çözümler ve günü kurtarmaya yönelik adımlarla, sorun daha da büyük yumak haline getirildi. Olağa-nüstü hallerle ve son zamanlarda etnisiteye indir-genmesiyle, Misak-ı Milli sınırları içerisinde, adeta hem bölgesel, hem etnik iki farklı bölge ve millet çizgisine getirilerek, kutuplaşma ve ayrışma tehli-kesi baş göstermeye başladı. Ve bu soruna “Hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır, o satıh bü-tün vatandır” yaklaşımı ile çözümler üretmek zo-runluluğu yıllarca göz ardı edilmiştir.

Yine son zamanlarda, çaresizlik ve acziyet ema-releriyle, tıpkı Osmanlı’nın son dönemdeki manda-

cılık anlayışına benzer düşünceler hortlamaya baş-ladığını görmekteyiz. Terör örgütüyle masaya otur-maktan tutun NATO’yu bölgeye çağırmak gibi dü-şüncelerin Mütareke basınından ya da o dönemde-ki emperyalist devletlerin himayesi altına girmeyi kabul edenlerden, farkları olduğunu söyleyebilir miyiz?

Sayfa 75 Sayı 24

PKK sorunu, sadece bölgesel PKK sorunu, sadece bölgesel PKK sorunu, sadece bölgesel PKK sorunu, sadece bölgesel bir alandan ve o bölgenin sı-bir alandan ve o bölgenin sı-bir alandan ve o bölgenin sı-bir alandan ve o bölgenin sı-kıntılarından türeyen bir so-kıntılarından türeyen bir so-kıntılarından türeyen bir so-kıntılarından türeyen bir so-run ya da sadece dış güçlerin run ya da sadece dış güçlerin run ya da sadece dış güçlerin run ya da sadece dış güçlerin desteklediği, taşeron olarak desteklediği, taşeron olarak desteklediği, taşeron olarak desteklediği, taşeron olarak kullandığı bir örgüt olarak kullandığı bir örgüt olarak kullandığı bir örgüt olarak kullandığı bir örgüt olarak

görüldüğü için, askeri çözüm-görüldüğü için, askeri çözüm-görüldüğü için, askeri çözüm-görüldüğü için, askeri çözüm-ler ve günü kurtarmaya yöne-ler ve günü kurtarmaya yöne-ler ve günü kurtarmaya yöne-ler ve günü kurtarmaya yöne-lik adımlarla, sorun daha da lik adımlarla, sorun daha da lik adımlarla, sorun daha da lik adımlarla, sorun daha da büyük yumak haline getirildi. büyük yumak haline getirildi. büyük yumak haline getirildi. büyük yumak haline getirildi.

Page 76: Politika Dergisi Sayi 24

Tabiî ki “olağanüstü hâl Türkiyesi” derken, o bilin-dik ve antidemokratik uygulamaları kapsayan OHAL ilanlarını kastetmiyorum. Cumhuriyetin te-mel ilkelerinden ve amaçlarından olan ulusçuluk anlayışı farklı ırk, kültür ve dinlerden oluşan Ana-dolu halkını ortak bir çatı altında toplama yolunda, toplumumuzu önemli noktalara getirdi. Đçeriden ve

dışarıdan yapılan bütün saldırılara karşı, amacı Türk kültürü ve Türk milleti oluşturmaya yönelik olan Cumhuriyet, ayakta kalmayı bugüne kadar başardı. Kurtuluş Savaşı’nda “sathı müdafaa” anla-yışıyla hareket eden Cumhuriyetin kurucuları, sa-vaş sonrasında da “sathı kalkınma” anlayışıyla ha-reket etti. Fakat mütegallibe tayfasının engelleme-leri ve halkın eğitim seviyesi dolayısıyla, atılan adımların ilerlemesi yavaş oldu ya da engellendi.

Bugün de artık toplumun her kesimini yaralayan, ağlatan bu sorunun çözümünde öncelikle anlayışın, “sathı kalkınma” anlayışıyla değişmesi gerekmekte-dir. Ve yine, tek bir millet olabilme yolunda devrim niteliğinde projeler üretilmelidir. Millet olma yolun-daki en büyük engellerden birisi de hemşehri der-nekleri ve dinî vakıflardır. Özellikle hemşehri der-nekleri, kuruldukları illerde, kendi siyasi ve maddi çıkarları doğrultusunda hareket ettikleri için yerel halkla bütünleşmeyi, kaynaşmayı ve kültür alışveri-şini engellemekte ve milli kimlikten önce etnik ya da bölgesel kimlikleri ön plana taşımaktadır. Dini vakıf-lar da kendi varlıklarını idame ettirmek adına Cum-huriyetle çatışmakta, toplumu dincilik ve mezhepçi-

Sayfa 76

Bugün de artık toplumun Bugün de artık toplumun Bugün de artık toplumun Bugün de artık toplumun her kesimini yaralayan, ağ-her kesimini yaralayan, ağ-her kesimini yaralayan, ağ-her kesimini yaralayan, ağ-latan bu sorunun çözümün-latan bu sorunun çözümün-latan bu sorunun çözümün-latan bu sorunun çözümün-de öncelikle anlayışın, “sathı de öncelikle anlayışın, “sathı de öncelikle anlayışın, “sathı de öncelikle anlayışın, “sathı kalkınma” anlayışıyla değiş-kalkınma” anlayışıyla değiş-kalkınma” anlayışıyla değiş-kalkınma” anlayışıyla değiş-mesi gerekmektedir. Ve yine, mesi gerekmektedir. Ve yine, mesi gerekmektedir. Ve yine, mesi gerekmektedir. Ve yine, tek bir millet olabilme yo-tek bir millet olabilme yo-tek bir millet olabilme yo-tek bir millet olabilme yo-lunda devrim niteliğinde lunda devrim niteliğinde lunda devrim niteliğinde lunda devrim niteliğinde

projeler üretilmelidir. projeler üretilmelidir. projeler üretilmelidir. projeler üretilmelidir.

Page 77: Politika Dergisi Sayi 24

lik yaparak bölmektedirler. Hemşehricilik dernek-leri kapatılmalı; vakıflar yasası, ulusalcılık anlayı-şıyla yeniden düzenlenmelidir.

Geri kalmış bölgelerin ya da şehirlerin insanları da gerek terör ve sosyal şartlar itibariyle gerekse iş umutlarıyla büyük şehirlere göç etmektedir. Bu orantısız göçler de yerleşik halkın kültürünü yozlaş-tırmakta, sosyal ilişkileri zedelemektedir. Ekonomik kalkınma tam olarak sağlanamadan bu göçlerin engellenmesi şu aşamada mümkün olmasa da en azından bu bölgesel göçlere, bir şekilde orantılı ve karşılıklı etnik yapıları dengeleyecek şekilde ekono-mik ve sosyal çözümler üretilmelidir.

Yine devletin acziyet göstergesi olan “Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için köy korucuları bulundurulur” kanunuyla devreye sokulan koruculuk sistemi de gözden geçirilmeli ve aşamalı olarak korucular mağdur edil-meden kaldırılmalıdır. Devletin polisi, askeri gibi emniyet güçleri varken, vatandaşını silahlandıran bir devletin güçlü olduğundan ve çağdaşlığından bahsedilebilir mi? Aynı zamanda bu, terörle müca-deleyi, askeri sahadan çıkartmak değil midir? Koru-culuk sistemine ayrılan bütçe, yine arttırılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne aktarılmalı ve bu bütçe TSK’nın terör örgütüne karşı psikolojik savaşta kul-lanılması ve o bölgede ki halka TSK’yı sevdirmesi, benimsemesi adına çeşitli yollardan TSK eliyle da-ğıtılmalıdır.

Terörle mücadelede temel devlet politikası olarak görülen silahlı kuvvetlere endeksli çözüm yolunda da önemli eksikliklerden birisi de görev değişiklikle-ri, atamalar ve erken emekliliktir.

Bölgede göreve atanan askerler, tam o bölgenin şartlarına adapte olurken, terör örgütünü tanırken ve mücadele anlamında direnç kazandığı esnada ya emekliye ayrılıyor ya tayini başka bir bölgeye yapılıyor. Bu da terörle mücadele de zafiyet ve istikrarsızlığı getiriyor. Aynı şekilde generallerin de görev süresi uzatılmalı ve rütbe değişiklikleri üzeri-ne, terörün devamlılığı doğrultusunda yeni düzen-lemeler getirilmelidir.

Bölge milletvekillerinin çoğunluğunun, oradaki aşiret liderlerinden olması da, oradaki halkın va-tandaşlık, birey statüsüne geçmesini engellemek-tedir. Bu milletvekillerinin, kendi maddi ve aşiret çıkarları doğrultusunda hareket etmesi, bölgede devletin hizmeti tam olarak ya da adil bir şekilde dağıtamamasına neden olmaktadır. Bölgedeki hiz-metler, o aşiretlerin izni ve yönlendirmesiyle yapıl-dığı sürece, terör örgütü bu zihniyetin sebebi olan geri kalmışlığı her zaman kullanmaya devam ede-cektir. Bu bağlamda GAP en kısa sürede bitirilmeli ve bittikten sonra da bu projenin sağlayacağı kay-naklar adil bir şekilde dağıtılmalıdır. Bu adaletin sağlanmasının en temel yolu da, “toprak refor-mu”nun yapılmasından geçmektedir. Bu bölgede, devletin belirleyeceği sahip olan dönümün üzerin-deki topraklar halka ve hatta koruculuk sisteminin kaldırılmasından doğacak sıkıntılara mahal verme-mek için koruculara dağıtılabilir.

Dokunulmazlıkların kaldırılması konusu da millet-vekilliğinin daha çok tabana yayılmasını, şeffaflaş-masını ve dürüst insanların siyasete katılımını sağ-layacağı için bu da her anlamda ülkemizin sorunla-rının çözümüne çok önemli katkı sağlayacaktır. Siyaset ve meclis bir kaçış ve sığınma yeri olma-

Sayfa 77 Sayı 24

Bu bağlamda GAP en kısa Bu bağlamda GAP en kısa Bu bağlamda GAP en kısa Bu bağlamda GAP en kısa sürede bitirilmeli ve bittikten sürede bitirilmeli ve bittikten sürede bitirilmeli ve bittikten sürede bitirilmeli ve bittikten sonra da bu projenin sağlaya-sonra da bu projenin sağlaya-sonra da bu projenin sağlaya-sonra da bu projenin sağlaya-cağı kaynaklar adil bir şekil-cağı kaynaklar adil bir şekil-cağı kaynaklar adil bir şekil-cağı kaynaklar adil bir şekil-de dağıtılmalıdır. Bu adaletin de dağıtılmalıdır. Bu adaletin de dağıtılmalıdır. Bu adaletin de dağıtılmalıdır. Bu adaletin sağlanmasının en temel yolu sağlanmasının en temel yolu sağlanmasının en temel yolu sağlanmasının en temel yolu da, “toprak reformu”nun ya-da, “toprak reformu”nun ya-da, “toprak reformu”nun ya-da, “toprak reformu”nun ya-

pılmasından geçmektedir.pılmasından geçmektedir.pılmasından geçmektedir.pılmasından geçmektedir.

Page 78: Politika Dergisi Sayi 24

yacaktır. Saygınlık, sadece milletvekilliği kimliğiyle kazanılmayacak, kişilik ve dürüstlük ön plana çıka-caktır. Ülke sorunlarına duyarlı olan vatandaşları-nın siyasete katılımı artacaktır. Bununla birlikte siyasi partiler yasası da demokratikleştirilmelidir. Seçim yasası da baraj düşürülerek değiştirilmelidir. Seçilme yaşı 18’e indirilmelidir.

Genç nüfusa sahip olan ülkemizin en önemli so-runlarından birisi de bu özelliğinden faydalanama-masıdır. Mevcut sistem, gençliğin dinamizmini ve

yeni fikirlerini devlet anlayışına yansıtamamakta, bunun yanı sıra gençliğin de sosyal ve gelecek kay-gıları altında enerjisinin kaybolup gitmesine neden olmaktadır. Eğitim konusundaki eksiklikler, özellikle doğuda gençliğin terör örgütüne katılmasına, so-kaklarda kullanılmasına kadar birçok sorun doğur-maktadır. Gençliğin, enerjisini en sağlıklı ve bilinçli yoldan harcayabileceği spora da yeterince önem verilmemekte, spor, futbol kısır döngüsü ve seyirci-liğinden öteye geçememektedir. Bu doğrultuda, bütün spor dallarına eşit şekilde destek verilmeli, gençliğin spora katılımı tüm maddi destekler verile-rek sağlanmalıdır. Üniversitelerin spor akademile-rinden destek alınarak, ilk ve orta öğretim okulların-da bu anlayışla spora yaklaşılarak, küçük yaşlardan itibaren spor yeteneği kazandırılmalıdır.

Üniversitelerin de her alanda yönetime katılımı; devlet idaresinde, kişisel düşünce, ideoloji ve çıkar-ların hakimiyetini yok edecektir. Bilimin ve felsefe-nin hakim olduğu bir anlayışta, devlet vatandaşına maddi pencereden çok sosyal açıdan gelecek plan-laması yaparak bakacaktır. Hızla yenilenen ve geli-şen dünyada bilimden ve medeniyetten geri kalan toplumların durumu ortadadır. Öncelikle üniversite-lerdeki eğitimin kalitesi arttırılmalı, YÖK kaldırılarak TÜBĐTAK’la ortak çalışacak bilimsel bir kurul oluş-turulmalı ve üniversiteler birer araştırma ve bilim yuvalarına dönüştürülmelidir. Hatta mahalli idareler-deki meclislere benzeri bir yapı oluşturularak, ülke ve kent yönetimlerinde üniversiteler söz sahibi ol-malıdır. Bilimsel bir bakış açısı toplumun ufkunu açacak, kaynaşmasını sağlayacak ve toplum etnisite ya da din temelinde değil medeniyet teme-linde birleşecektir.

Medya da elbette demokratik bir ülkede her za-man dördüncü kuvvet olarak görülmelidir. Fakat bu kuvvet, yine menfi çıkar mantığından çıkarılmalıdır. Bir medya organı oluşturmak sadece paranın gü-cüyle olacak kadar kolay olmamalıdır. Medyanın toplum yapıcılığı görevini üstlenecek ve kötüye kul-lanmayacak kişiler tarafından kurulacak medya or-ganları desteklenmeli, yasalar bu anlayışa göre düzenlenmelidir. Terör ve diğer sosyal, siyasi konu-lardaki yönlendirmelerin, RTÜK’ün tarafsız hale getirilmesiyle oluşturulacak bir organ tarafından denetlenerek, toplum yapıcılığı görevi medeni ve bilimsel şekilde yapılması sağlanmalıdır.

Sayfa 78

Terörün dış bağlantıları ko-Terörün dış bağlantıları ko-Terörün dış bağlantıları ko-Terörün dış bağlantıları ko-nusunda, destekçisi kim olursa nusunda, destekçisi kim olursa nusunda, destekçisi kim olursa nusunda, destekçisi kim olursa olsun ilkeli bir duruş sergilen-olsun ilkeli bir duruş sergilen-olsun ilkeli bir duruş sergilen-olsun ilkeli bir duruş sergilen-meli, kayıpları ne olursa ol-meli, kayıpları ne olursa ol-meli, kayıpları ne olursa ol-meli, kayıpları ne olursa ol-

sun terörün destekçileriyle iliş-sun terörün destekçileriyle iliş-sun terörün destekçileriyle iliş-sun terörün destekçileriyle iliş-kiler kesilmelidir. Terör örgü-kiler kesilmelidir. Terör örgü-kiler kesilmelidir. Terör örgü-kiler kesilmelidir. Terör örgü-tünün bitirilmesi adına sınır tünün bitirilmesi adına sınır tünün bitirilmesi adına sınır tünün bitirilmesi adına sınır ötesi harekatlar kalıcı olmak ötesi harekatlar kalıcı olmak ötesi harekatlar kalıcı olmak ötesi harekatlar kalıcı olmak

kaydıyla, tekrar doğması kaydıyla, tekrar doğması kaydıyla, tekrar doğması kaydıyla, tekrar doğması mümkün olmayana dek Ku-mümkün olmayana dek Ku-mümkün olmayana dek Ku-mümkün olmayana dek Ku-zey Irak’ta konuşlanmalıdır.zey Irak’ta konuşlanmalıdır.zey Irak’ta konuşlanmalıdır.zey Irak’ta konuşlanmalıdır.

Page 79: Politika Dergisi Sayi 24

Terörün dış bağlantıları konusunda, destekçisi kim olursa olsun ilkeli bir duruş sergilenmeli, kayıp-ları ne olursa olsun terörün destekçileriyle ilişkiler kesilmelidir. Terör örgütünün bitirilmesi adına sınır ötesi harekatlar kalıcı olmak kaydıyla, tekrar doğ-ması mümkün olmayana dek Kuzey Irak’ta konuş-lanmalıdır. Bu ülkenin insanları, sonuçları ne olursa olsun ülkenin birliği bütünlüğü ve geleceği için her şeyi kabullenecektir. Önemli olan bu mücadelede samimi ve dirençli olabilmektir. Siz PKK’yı terör örgütü saymayan Rusya’yla onların lehine olan her türlü ve anlaşmalar yaparsanız terörün dış bağlantı-larını nasıl kesersiniz?

Biz bağımsızlık ülküsü ve bu topraklar uğruna kan, can vermekten çekinmeyen ecdadın torunları olarak, terör sorununa sadece ve sadece kendi ulu-sal çıkarlarımız doğrultusunda yaklaşmak zorunda-yız. Bizler Kurtuluş Savaşı’yla nasıl o emperyal devletin Wilson Đlkeleri’ni geçersiz kıldıysak bugün de bu terör sorunun çözümünde ulusal adımlar attı-ğımız sürece, önümüzde hiçbir güç duramayacak-tır. Okyanus ötesinden, terör saldırısına cevap ver-mek ve terörü bitirmek amacıyla yola çıkanların haklı olduğu bir dünyada, bizlerinde burnunun di-binde, ülke güvenliğini tehdit eden bir terör örgütü-ne yapacağımız sınır ötesi harekatın, haklılığını anlatmamız zor olmasa gerek. Anlatamıyorsak bu da beceriksiz ve suçu başka yerde arayan politika-calar yüzünden olsa gerek!..

Burada önerilen çözümlerin bir kısmı geçici ve kalıcı olabilir. Mustafa Kemal Atatürk’ün getirdiği devrimcilik anlayışı statükoculuğu reddeder. Gü-nün ve çağın gereklerine göre sorunlara çözümler getirmeliyiz. Bugün ortaya koyulan bir çözüm yarın geçerliliğini yitirebilir. Tıpkı 30 yıldır terörle seçilen mücadele yolu gibi. Bu yüzden terör sorununu, bölgesel bir sorun olarak değil toplumsal bir sorun olarak görmeliyiz. Toplumsal sorunların çözülmesi de, “sathı kalkınma” yoluyla olur. Ülkemizin ihti-

yacı olan zaman zaman tekrar gündeme gelen “olağanüstü hâl bölge-leri” değil bu önerilen ve benzeri çözümler doğrultusunda, toplum yapıcılığı ve kalkınma planları içeren kanun maddelerinden oluşan “o lağanüstü hâ l Türkiyesi”dir.

OguzKemal.Ozkan @PolitikaDergisi.com

Sayfa 79 Sayı 24

Ülkemizin ihtiyacı olan Ülkemizin ihtiyacı olan Ülkemizin ihtiyacı olan Ülkemizin ihtiyacı olan zaman zaman tekrar gün-zaman zaman tekrar gün-zaman zaman tekrar gün-zaman zaman tekrar gün-

deme gelen “olağanüstü deme gelen “olağanüstü deme gelen “olağanüstü deme gelen “olağanüstü hâl bölgeleri” değil bu öne-hâl bölgeleri” değil bu öne-hâl bölgeleri” değil bu öne-hâl bölgeleri” değil bu öne-rilen ve benzeri çözümler rilen ve benzeri çözümler rilen ve benzeri çözümler rilen ve benzeri çözümler

doğrultusunda, toplum ya-doğrultusunda, toplum ya-doğrultusunda, toplum ya-doğrultusunda, toplum ya-pıcılığı ve kalkınma plan-pıcılığı ve kalkınma plan-pıcılığı ve kalkınma plan-pıcılığı ve kalkınma plan-ları içeren kanun maddele-ları içeren kanun maddele-ları içeren kanun maddele-ları içeren kanun maddele-rinden oluşan “olağanüstü rinden oluşan “olağanüstü rinden oluşan “olağanüstü rinden oluşan “olağanüstü

hâl Türkiyesi”dir.hâl Türkiyesi”dir.hâl Türkiyesi”dir.hâl Türkiyesi”dir.

Page 80: Politika Dergisi Sayi 24

Aylin SAPAZ

H ükümet iradesinin terörle mücadele ko-nusunda yine tavizler verdiği dönemden geçiyoruz. Artık hiç kimse şaşırmıyor, verilen tepkiler gün geçtikçe azalıyor, yine bir uyuşturulma sürecinden geçi-

yoruz.

Türkiye'nin doğusunda PKK terör örgütünü kolla-yanlar, yardım ve yataklık edenler gün gibi ortada-dır. Gün gibi ortada olan hükümet bugünlerde Tür-kiye Cumhuriyeti Anayasasının “ırzına geçmeyi” elden bırakmıyor...

Milli iradeyi yıllardır tabansız politika izleyerek uyutan hükümet, aldığı emirle Barzani ve Talabani’yi dostları ilan ederek terörle mücadele konusundaki çıkışlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Barzani ve Talabani'yi dost ilan edenler,

ABD'nin çıkarları için çalışanlar PKK ile nasıl mücadele edebilir?

Bu zihniyet iktidara hükmettiği sürece toplumsal adalet, birlik beraberlik, barış, eşitlik ve özgürlük kavramları uygulamaya nasıl geçebilir?

Avrupa Birliği ile sürdürülen ve sürdürülmekte olan ilişkilerin Türkiye açısından ne anlam ifade ettiği, Türkiye'ye neler kazandırdığı ya da neler yiti-rildiği artık irdelenmiyor; irdelemek bir yana, konu bile edilmiyor. Sürdürülen tek yanlı ilişkiler, seçene-ği olmayan tek yol olarak görülüyor ve bu ilişkiler, yalnızca resmi politikalarda değil düşünsel gücü yüksek olması gereken akademik çevrelerde de araştırılıp sorgulanmıyor; yalnızca övgüye dayalı yaymaca yapılıyor. Oysa halkın yaşam koşullarını, bağlı olarak ulusal çıkarları doğrudan ve olumsuz biçimde etkileyen bu ilişkilerin dikkatlice sorgulan-ması ve uygulanabilir sonuçlar çıkarılması gereki-yor.

ABD silahları PKK’lı teröristlerin elinde çıkıyor. ABD bombalarıyla askerlerimiz şehit ediliyor. ABD PKK’yla temaslarını artık yalanlama ihtiyacı bile

Sayfa 80

Bağımsız olmayanlar terörü çözebilir mi?

BOP Eşbaşkanları ile Terör Çözülemez

Milli iradeyi yıllardır ta-Milli iradeyi yıllardır ta-Milli iradeyi yıllardır ta-Milli iradeyi yıllardır ta-bansız politika izleyerek bansız politika izleyerek bansız politika izleyerek bansız politika izleyerek uyutan hükümet, aldığı uyutan hükümet, aldığı uyutan hükümet, aldığı uyutan hükümet, aldığı

emirle Barzani ve emirle Barzani ve emirle Barzani ve emirle Barzani ve Talabani’yi dostları ilan Talabani’yi dostları ilan Talabani’yi dostları ilan Talabani’yi dostları ilan ederek terörle mücadele ederek terörle mücadele ederek terörle mücadele ederek terörle mücadele konusundaki çıkışlarını konusundaki çıkışlarını konusundaki çıkışlarını konusundaki çıkışlarını

bir kez daha gözler önüne bir kez daha gözler önüne bir kez daha gözler önüne bir kez daha gözler önüne serdi.serdi.serdi.serdi.

Page 81: Politika Dergisi Sayi 24

duymuyor ama aynı zamanda ABD hâlâ Türkiye’-den müttefiklik adına Đran’a karşı lojistik destek iste-yebiliyor.

Terörle mücadele konusunda en çok acının ya-şandığı, en çok tavizlerin verildiği dönemlerden bir tanesi kuşkusuz AKP hükümeti döneminde oldu. Cezaevinden tavsiye edilen PKK’lılar bugün TBMM'de milletvekili oldu. [ABD]dullah Öcalan'ı Đmralı'dan çıkarmak için açılım adı altında türlü oyunlar oynandı.

Türkiye’de her türlü ihanet bedelsiz kalıyor, hatta ödüllendiriliyor. Birileri Türkiye’ye karşı ihanet plan-larına ortak oldu. Türk askerine kurşun sıktı ve Türk milletine karşı terör uyguladı. ABD, PKK ve AKP tarihte bir ilki gerçekleştirdiler. Bir devlete kar-şı hem isyan örgütlemek, hem kurşun sıkmak hem de o devletin zirvesinde oturmanın mümkün olabil-diğini gösterdiler. Türkiye terörizmin en az riskle ve en büyük kazançla yürütüleceği bir ülke haline geti-rildi. Örnek olarak Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı azınlık mebuslarının hem devletten para aldıkları, hem kabineye girdikleri hem de devlete karşı isyan örgütledikleri bir karargâhtı; şimdi Türkiye tıpkı Os-manlı gibi aciz bir duruma sürüklendi.

Hükümet yetkililerinin de söylediği gibi artık so-kaktaki çocuklar bile her şeyin farkında. Türk halkı aslında şu günlerde bir yol ayrımında. Đçimizdeki hainler temizlendiğinde bize dışarıdan hiçbir gü-cün hiçbir şey yapamayacağının farkında. Bu du-rumda bizlere düşen görev halkımızın kenetlenip tek bir hedef için, ülke bütünlüğü için dostumuzu düşmanımızı iyi analiz etmek olacaktır.

Bütün bu vahim olaylar devam ederken Tayyip Erdoğan'ın başbakan olarak seyirci kalması PKK ve teröre yardımını desteklemekte, onların cüretini artırmakta, moral olarak da Türk milletine ve Silahlı Kuvvetlere zarar vermektedir. Şurası gerçektir ki, AKP ile bölücülük arasında gizli bir işbirliği vardır.

Tarihin tekerrürden ibaret olunduğu bilinci yok edildi, kendi çıkarları uğruna ülke menfaatlerini hiçe sayan sahte kahramanlar türedi.

Artık bir kültür haline gelmiş şefkat, yüreklendir-me, gizli mazeret; olsa olsa toplumun doğuş döneminde geçerli olabilir.

Gerçekleri görmekten kaçan kadrolar hala duru-mu saptırmayı sürdürüyor-lar… Gelişmiş toplumlarda yaşam şefkatle değil başa-rıyla ölçülür, ancak başarılı insan yüreklendirilir.

Türk ulusu artık yeni acı-lar, yeni uyuşturulmalar, yeni yalanlar, yeni oyun-lar… vs. istemiyor.

Sayfa 81 Sayı 24

Türkiye’de her türlü ihanet Türkiye’de her türlü ihanet Türkiye’de her türlü ihanet Türkiye’de her türlü ihanet bedelsiz kalıyor, hatta ödüllen-bedelsiz kalıyor, hatta ödüllen-bedelsiz kalıyor, hatta ödüllen-bedelsiz kalıyor, hatta ödüllen-diriliyor. Birileri Türkiye’ye diriliyor. Birileri Türkiye’ye diriliyor. Birileri Türkiye’ye diriliyor. Birileri Türkiye’ye karşı ihanet planlarına ortak karşı ihanet planlarına ortak karşı ihanet planlarına ortak karşı ihanet planlarına ortak oldu. Türk askerine kurşun oldu. Türk askerine kurşun oldu. Türk askerine kurşun oldu. Türk askerine kurşun sıktı ve Türk milletine karşı sıktı ve Türk milletine karşı sıktı ve Türk milletine karşı sıktı ve Türk milletine karşı

terör uyguladı. ABD, PKK ve terör uyguladı. ABD, PKK ve terör uyguladı. ABD, PKK ve terör uyguladı. ABD, PKK ve AKPAKPAKPAKP tarihte bir ilki gerçekleş- tarihte bir ilki gerçekleş- tarihte bir ilki gerçekleş- tarihte bir ilki gerçekleş-tirdiler. Bir devlete karşı hem tirdiler. Bir devlete karşı hem tirdiler. Bir devlete karşı hem tirdiler. Bir devlete karşı hem isyan örgütlemek, hem kurşun isyan örgütlemek, hem kurşun isyan örgütlemek, hem kurşun isyan örgütlemek, hem kurşun sıkmak hem de o devletin zir-sıkmak hem de o devletin zir-sıkmak hem de o devletin zir-sıkmak hem de o devletin zir-vesinde oturmanın mümkün vesinde oturmanın mümkün vesinde oturmanın mümkün vesinde oturmanın mümkün

olabildiğini gösterdiler. olabildiğini gösterdiler. olabildiğini gösterdiler. olabildiğini gösterdiler.

Page 82: Politika Dergisi Sayi 24

Türk ulusu acılara gömülmeden moralini yüksek tutarak terörle mücadele konusunda taviz verenleri uyarmalı, teröre karşı mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri’ne de desteğini sürdürmelidir.

Türk Silahlı Kuvvetleri ebedi Başkomutanı Mus-tafa Kemal Atatürk’ün açtığı yolda, ulusunun ken-disine olan güveninden güç alarak yoluna devam edecektir.

Ordumuzun savaştığı ve şehit verdiği cepheleri bugün genç nesillere unutturan, unutturmaya çalı-şanlar, aslında geçmişimizi unutturmak istemekte-dirler. Bugün hala “al bayrak” altında yaşıyorsak bunun tek nedeni vardır: “Kahraman Ordumuz”.

Türk ulusu terör belasını yok edebilir, nasıl mı? “Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletle-rin esirliği üzerine kurulmuş müesseseler her taraf-ta yıkılmaya mahkumdurlar.” Yeter ki ülkenin bütün-lüğünü savunanlar tüm kışkırtmalara, yalanlara, samimiyetsizliğe, timsah gözyaşlarına rağmen kol kola girip yan yana yürümeli…

Bağımsızlık uğruna binlerce şehit verirken, binler-ce masum insan katledilirken, insan hakları savu-nucuları “Allah” adıyla her yerde boy gösterip Bü-yük Orta Doğu Projesi eşbaşkanlığına soyundular. Büyük Orta Doğu Projesi Eşbaşkanının “Diyarbakır bir yıldız olabilir” söylemini kullanarak bağımsızlık savunucusu olduğu düşünülebilir mi?

PKK destekçileri ABD emirleri doğrultusunda sı-cak ilişkiler kurmaya devam eden zihniyet ülkeyi sarmışken terör çözülemez. PKK’nın ekonomik gü-cünü bankalarda koruyan AB ülkelerine karşı kılını kıpırdatmayan aciz bir hükümet terörü engelleye-mez. Büyük Orta Doğu Projesi eşbaşkanlarıyla te-rör çözümlenemez…

Şehitlerimizi anmak ve yaşatmak için biz “Şehit ve Gazi Aileleri” olarak buradayız.

Peki siz neredesiniz?

Samimiyetten uzak ideolojik çıkarlar peşinde yola devam ediyorsunuz.

“Diren ey memleket! Kara kışta, kavuran yaz-da, bir avuç hainin ortasında, düşman kuşatma-sında, sağcı faşistlere, solcu faşistlere, emper-yalist esirlere, satılmışlara, satanlara rağmen diren. Diren, Kuvayi Milliye şehitlerinle, gence-

cik yiten bugünkü şehitlerinle, Nâ-zım gibi şairlerinle, evrensel sevgiyi büyütenlerinle yediden yetmişe da-yan. Diren ey memleket, senin için düşlerimi vermişim, ruhumda atan canı mı vermeyeceğim? (Medine AK-BABA)

[email protected]

Sayfa 82

PKK destekçileri ABD emir-PKK destekçileri ABD emir-PKK destekçileri ABD emir-PKK destekçileri ABD emir-leri doğrultusunda sıcak iliş-leri doğrultusunda sıcak iliş-leri doğrultusunda sıcak iliş-leri doğrultusunda sıcak iliş-kiler kurmaya devam eden kiler kurmaya devam eden kiler kurmaya devam eden kiler kurmaya devam eden zihniyet ülkeyi sarmışken zihniyet ülkeyi sarmışken zihniyet ülkeyi sarmışken zihniyet ülkeyi sarmışken terör çözülemez. PKK’nın terör çözülemez. PKK’nın terör çözülemez. PKK’nın terör çözülemez. PKK’nın

ekonomik gücünü bankalar-ekonomik gücünü bankalar-ekonomik gücünü bankalar-ekonomik gücünü bankalar-da koruyan AB ülkelerine da koruyan AB ülkelerine da koruyan AB ülkelerine da koruyan AB ülkelerine karşı kılını kıpırdatmayan karşı kılını kıpırdatmayan karşı kılını kıpırdatmayan karşı kılını kıpırdatmayan aciz bir hükümet terörü en-aciz bir hükümet terörü en-aciz bir hükümet terörü en-aciz bir hükümet terörü en-gelleyemez. Büyük Orta Do-gelleyemez. Büyük Orta Do-gelleyemez. Büyük Orta Do-gelleyemez. Büyük Orta Do-ğu Projesi eşbaşkanlarıyla ğu Projesi eşbaşkanlarıyla ğu Projesi eşbaşkanlarıyla ğu Projesi eşbaşkanlarıyla

terör çözümlenemez…terör çözümlenemez…terör çözümlenemez…terör çözümlenemez…

Page 83: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 83 Sayı 24

Page 84: Politika Dergisi Sayi 24

Bilgin TÜRK

S evgili Politika Dergisi okurları; yeni bir sayıda, yeni bir yazıda yine sizlerle ol-mak, sizlerin karşısında olmaktan mutlu-luk ve onur duyarken malum son birkaç

aydır yine yükselen terör ve terör olaylarıyla içimiz yine kan alıyor. Ülkemiz 30 yıla yaklaşan bir bela ve illet yüzünden adına PKK ve ‘Kürt sorunuymuş’

dedikleri terör örgütü ve terörist yandaşları yüzün-den kan ağlıyor. Resmi ağızlardan gelen açıkla-malara göre terörle mücadele sürecinde yaralı ve sağ ele geçenler, teslim olanlarla birlikte et-kisiz hale getirilen terörist sayısı 46 bin. Bu dö-nemde verilen şehit sayısı 4 bin 937’si asker olmak üzere 6 bin 482. Yine resmi ağızlara göre terör nedeniyle 25 yılda Türkiye’nin mali kaybı 300 milyar dolar oldu. Bu terör belası yüzünden yine birçok eve ateş düştü, birçok ailenin canı yan-dı. Bunlardan biri, biliyorsunuz Tokat Erbaa’da dü-şen ve biri yarbay üç şehidimizin olduğu helikopter kazasında şehitlerden biri de eğitim için bulundu-ğum Afyonkarahisar’ın Çay ilçesinde sokak kom-şum olan Kamil Tuna’ydı. Şehidimiz Kamil Tuna’ya Allahtan rahmet, kederli ailesine başsağlığı dilekle-rimiz ne kadar söylesek de dile getirsek de acımızı dindiremiyoruz. Tabii o kazayla ilgili de kafamıza birçok soru takılmıyor değil, ama gelişmeleri izleyip göreceğiz.

Diğer yandan ne yazık ki ülkemizin doğusundan batısına, kuzeyinden güneyi en çok üzen gelişme Osmaniye merkeze bağlı Kırıklı Köyü'nde bulunan Jandarma Komando Birliği'ne teröristler tarafından roketli saldırı düzenlendi. Bu saldırıda Teğmen Cumhur Akdağ'ın eşi Pınar Akdağ şehit düştü. Akdağ’ı gencecik yaşta dünyadan, kocasından ve hayallerinden ayırdılar. Bütün ülke olarak çok bü-yük acı çektik. Hele ki bu gencecik kızımızın 40 gün önce babasının cenazesini def edip kocacısının yanına gitmesi ve şehit olması hiçbir şekilde adı ne olursa olsun kabul edilecek bir şey değildir. Hiçbir şey, hiçbir dava, hiçbir düşünce, hiçbir ideoloji, hiç-bir durum sivil ve masum insanların öldürülmesini haklı göstermez. Ama karşınızda eli, ağzı kan ko-kan bir terör topluluğu ve onun yandaşları varsa biz bu sahneleri daha çok izleriz.

Sayfa 84

Başkalarının hiç mi sorumluluğu yok?

Pınar Akdağ’ın Katilleri Sadece PKK ve Yandaşları mı?

Hiçbir şey, hiçbir dava, Hiçbir şey, hiçbir dava, Hiçbir şey, hiçbir dava, Hiçbir şey, hiçbir dava, hiçbir düşünce, hiçbir ide-hiçbir düşünce, hiçbir ide-hiçbir düşünce, hiçbir ide-hiçbir düşünce, hiçbir ide-oooolllloooojjjjiiii,,,, hiçbir durum sivil ve hiçbir durum sivil ve hiçbir durum sivil ve hiçbir durum sivil ve masum insanların öldü-masum insanların öldü-masum insanların öldü-masum insanların öldü-

rülmesini haklı göstermez. rülmesini haklı göstermez. rülmesini haklı göstermez. rülmesini haklı göstermez. Ama karşınızda eli, ağzı Ama karşınızda eli, ağzı Ama karşınızda eli, ağzı Ama karşınızda eli, ağzı

kan kokan bir terör toplu-kan kokan bir terör toplu-kan kokan bir terör toplu-kan kokan bir terör toplu-luğu ve onun yandaşları luğu ve onun yandaşları luğu ve onun yandaşları luğu ve onun yandaşları varsa biz bu sahneleri da-varsa biz bu sahneleri da-varsa biz bu sahneleri da-varsa biz bu sahneleri da-

ha çok izleriz. ha çok izleriz. ha çok izleriz. ha çok izleriz.

Page 85: Politika Dergisi Sayi 24

Önce dünya siyasi tarihine ibretle geçecek bir AKP hükümetimiz var. Her yaptığının nasıl ülkesi-nin insanlarına zarar, can ve mal kaybına neden olduğunu, her siyasi olayda ve arenada ülkesine ve vatandaşlarına düşmanlarından daha çok zarar verebilecek tek siyasi parti ve hükümetleri olarak tarihliktir. Belki şahsi olarak sevmediğim bir kişilik olan büyük siyaset adamı Đsmet Đnönü’nün “Aç bı-raktım ama babası bırakmadım” sözünü söylemesi-ne neden olan ve binlerce askerimizi bir hiç uğruna Kore’de şehit düşüren Adnan Menderes’i kahraman mı değil mi diye bu ülke tartışabilir. Peki, bazıları kahraman ilan eder bazıları hain ama ne bu hükü-metteki siyasetçileri ne de RTE bin Şeyh Efendi ile ABDullah Gül’en’i kimse değil kahramanlıkla aynı cümlede devrik cümlelerinde bile kullanmayacaktır.

Öncelikle ülkeyi tam bir keşmekeşin içine sürükle-diler. ABD’ci, dış güçlerin yandaşlarıyla, çeteci, te-röristlerle bu ülkenin en büyük değerleri yan yana koydular. Ne olduğu bilinmeyen en yakın bilinen ve bu ülkenin birçok kesiminden büyük saygı gören kişiler bu sözde ulusalcıların kurduğu partilere üye olmaz. Gene saygı duyulan gerçek ulusalcı gazete-ciler bu kişilerden irtibatını keserken bu kişiler bir ulusalcı edasıyla sözüm ona ulusalcılar adına yar-gılandıklarını söyleyip duruyorlar. Đşte AKP hükü-meti ve zihniyeti sapla samanı birbirine önce çok güzel karıştırıp sonrada istedikleri çatışma ortamını doğurdular. Din kendi tekellerindeyken, Mustafa Kemal ATATÜRK de bu sözde ulusalcıların tekeline indirgenmiş oldu.

Böylece hem AKP hem dış mihraklar hem de iş-birlikçiler istedikleri kavram karmaşasını da yarata-rak “bizden” ve “bizden değil” ile kamplaşma ve çatışma ortamının temellerini atmış oldular. Peki laik – anti laiklik ile kaldılar mı? Hiç olur mu, bakın ister Vakit, ister Yeni Şafak, isterseniz Zaman ga-zetesi yazarlarını okuyun, hepsi bir PKK’lıdan daha çok sözde “Kürt sorunu” var derler. Hani dinde üm-metçilik vardı? Hani alt kimlik, üst kimlikti? Hani "Türkiye’de din çimentodur." sözlerini sarf eden-ler şimdi ne oldu da “bu ülkede bir Kürt sorunu vardır, o da benim sorunumdur” demeye başla-

dılar. Ya da şöyle soralım, din ümmetçilik diyorken siz nasıl bir ırk sorunu var diyorsunuz? Sayın RTE bin Şeyh Efendi bu ne perhiz bu ne lahana turşu-su?

RTE bin Şeyh Efendinin 8 yıldır bu ülkeye verdiği zararların hepsine değinmeye kalksak bu yazıyı tek başına bir dergi olarak yayınlamak zorunda kalırız. Ben lafı fazla uzatmadan son zamanlarda yine yükselen terör olaylarına değinmek istiyorum. Önce Hakkâri’de çatışma haberleri sonra malum Đskenderun’da deniz ikmal birliğine yapılan roket atarlı saldırı, ardından Osmaniye’de Jandarma Lojmanlarında “sivillere” yapılan saldırı ile terör ve terör olayları zirve yaptı. Malum TSK’den de yaz geldiği için Kuzey Irak’a bir saldırı bekleniyor. Bir iki hava saldırısı yapıldığına dair haberler de duyduk ve gördük.

Ancak bu işin ehli olanlar hatta “kurt” tabirini alanlar PKK denen kanlı örgütün yandaşlarınca bu saldırıların geleceğini biliniyordu. Ben bile bekliyor-dum. Hatta bu denli sivillere ve batı illerinde yapıla-cağını biliyorduk. AKP hükümeti zihniyeti gibi bizler ne ermişiz, ne rüyalarımıza ak sakallı dedeler giri-yor ne de geleceği önceden görme yetisine sahip değiliz. Sadece şu Đmralı’da yatan şahsı muhterem olmayan zatın avukat konuşmalarıyla bu örgüte yolladığı mesajları çözebilme yeteneğine sahibiz.

Yani koskocaman Türkiye Cumhuriyeti devlet yöneticileri ve bunların çok üstün danışmanlarının yapmadığı/yapamadığı şeyi yapıyoruz. Đmralı’daki eli ve ağzı kanlı terör başının sözlerinin alt şifreleri-ni çözüp bu kan ve terör kusan örgütün ne yapabi-leceğini öngörebiliyoruz. Hatta Can Dündar “Canlı Gaste” için Parmaksız Zeki ile yaptığı röportajda;

Sayfa 85 Sayı 24

Ancak bu işin ehli olanlar Ancak bu işin ehli olanlar Ancak bu işin ehli olanlar Ancak bu işin ehli olanlar hatta “kurt” tabirini alanlar hatta “kurt” tabirini alanlar hatta “kurt” tabirini alanlar hatta “kurt” tabirini alanlar

PKK denen kanlı örgütün PKK denen kanlı örgütün PKK denen kanlı örgütün PKK denen kanlı örgütün yandaşlarınca bu saldırıların yandaşlarınca bu saldırıların yandaşlarınca bu saldırıların yandaşlarınca bu saldırıların geleceğini biliniyordu. Ben geleceğini biliniyordu. Ben geleceğini biliniyordu. Ben geleceğini biliniyordu. Ben bile bekliyordum. Hatta bu bile bekliyordum. Hatta bu bile bekliyordum. Hatta bu bile bekliyordum. Hatta bu

denli sivillere ve batı illerinde denli sivillere ve batı illerinde denli sivillere ve batı illerinde denli sivillere ve batı illerinde yapılacağını biliyorduk. yapılacağını biliyorduk. yapılacağını biliyorduk. yapılacağını biliyorduk.

Page 86: Politika Dergisi Sayi 24

“…talimat, öyle ‘Gidin filan yerde şu eylemi yapın’ biçiminde verilmez. Bunun imkânı da yok.

Öcalan’ın Đmralı’dan talimatı şöyledir:

Mesela ‘Benim karnım kaşınıyor’ bir talimattır.

‘Benim boğazım kurudu, cildim yaralandı, işte odamı badana ettiler, aslında beni zehirlediler, yerimi değiştirdiler. Çok dar bir yer vermişler, burası çok dardır, ben boğuluyorum, ben ölü-yorum.’ Bu, dağdaki militanlara ‘Ya aptallar, siz ne durmuşsunuz, ben sizin lideriniz değil mi-yim, nasıl cevap vermiyorsunuz?’ mesajıdır. ‘ (1)

Yani eskiden içlerinde olan 33 erin katili olarak da bilinen Parmaksız Zeki apaçık delil getiriyor.

Dağdaki teröristlere talimatların nasıl gittiğini ve nasıl terör saldırılarının harekete geçirildiğini gös-termiş oluyor.

Gelelim bugüne… Öncelikle bu sözleri burada yazacağım için siz değerli okurlarımızdan özür dili-yorum. Ancak Đskenderun’daki, Hakkari’deki şehit-lerin ve Pınar Akdağ’ın katilleri PKK olduğu kadar basiret gösteremeyen yönetimler ve yöneticilerdir. Önce “Kürt açılımı” sonra “demokratik açılım” saf-satalarıyla terör örgütünü ve teröristleri ve yandaş-larını muhatap alıp azdıran AKP Hükümeti ve yöne-ticileri de suçludur. Tam 2 yıldır bir neresi sayılacak zatsa terörist başına “Sayın” denilip duruldu ve AKP hükümeti bu ülkenin yasalarında, bu ülkenin mahkemelerinde ve bu ülkenin insanlarının vicdan-larında bir suçlu ve azılı katil görülen kişiyi “Sayın” unvanı verdirtmeye çalışılmasına sessiz kaldı. Sö-züm ona açılımlarla teröristler ve yandaşlarını ve de terörist başını muhatap alabilecek konuma ge-tirttirdiler.

Bir başka konu da bu ülkenin iç istihbarat birimle-rinin verdiği açıklar artık kabul edilemez noktaya gelmesidir. Belki normal vatandaş bunu görmeyebi-lir ama bizim gözümüzün içine sokula sokula bir istihbarat hataları ve zaafları veriliyor. Biraz bu terör örgütü hakkında bilgiye sahip ve takip eden kişiler ne tür eylemler yapılacağını bilir. Zaten en basit olarak kendileri yandaş internet sitelerinde paylaşır-lar. Bizim istihbaratımız bu kadar mı kör? Bu kadar mı iç güvenliğe önem vermiyor? Bunlar da cevap-lanması gereken sorular arasında yerini alıyor. En azından birileri kalkıp (birilerinden kastımız sadece MĐT, Hükümet değildir. Burada TSK’den de bildiri

Sayfa 86

“...talimat, öyle ‘Gidin “...talimat, öyle ‘Gidin “...talimat, öyle ‘Gidin “...talimat, öyle ‘Gidin filan yerde şu eylemi filan yerde şu eylemi filan yerde şu eylemi filan yerde şu eylemi

yapın’ biçiminde veril-yapın’ biçiminde veril-yapın’ biçiminde veril-yapın’ biçiminde veril-mez. Bunun imkânı da mez. Bunun imkânı da mez. Bunun imkânı da mez. Bunun imkânı da yok. Öcalan’ın Đmralı’-yok. Öcalan’ın Đmralı’-yok. Öcalan’ın Đmralı’-yok. Öcalan’ın Đmralı’-dan talimatı şöyledir:dan talimatı şöyledir:dan talimatı şöyledir:dan talimatı şöyledir: Mesela ‘Benim karnım Mesela ‘Benim karnım Mesela ‘Benim karnım Mesela ‘Benim karnım kaşınıyor’ bir talimat-kaşınıyor’ bir talimat-kaşınıyor’ bir talimat-kaşınıyor’ bir talimat-

tır.”tır.”tır.”tır.”

Page 87: Politika Dergisi Sayi 24

bekliyoruz) bize verilen bu güvenlik zaafları hakkın-da bir bilgilendirme açıklaması yaparsa sevineceğiz ve kafamızdaki bazı soruları giderebiliriz. Çünkü Kuzey Irak’ın Kandil Dağı’ndan kalkıp Orta Anadolu sayılabilecek bir yer olan Đskenderun ve Osmaniye’-de terör olayları gerçekleştiriliyor. Uydudan izleme sistemlerinin geliştiği ABD’nin Afganistan’daki Tali-ban ve El-Kaide üyelerini okyanus aşırı ülkeden görüp vurabiliyorken, biz 100 km.lik alana hakim olamıyoruz ve teröristler elini kolunu sallaya sallaya gelip bir taburu ve lojmanı vurabiliyorlar. En azın-dan Pensilvanya ajanlarından istihbarat alınsaydı da bu saldırılara önlem alınsaydı.

Ancak durum ve ortam ne yazık ki terör saldırıla-rının gerçekleşeceği yönünde. Yukarda da Parmak-sız Zeki’nin sözlerini sizle paylaştım talimatların nasıl ulaştığını ve şimdi neden bu saldırıların gele-ceğini bildiğim ve daha da geleceğini ve artacağını gösteren ne kadar pek hoşuma gitmese de terörist başının avukatları aracıyla yaptığı açıklamayı siz-lerle paylaşıp hep beraber görelim:

31 Mayıs’tan Sonra Çekiliyorum

“Sağlık durumuma ilişkin; gözlerim sürekli sulanı-yor, biber sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini bilmiyorum. Daha önceleri doktor her gün rutin kontrol yapardı ama bir süredir sistem değişti, artık

her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji olabilir ama bilemiyorum”’

Yukarıda Parmaksız Zeki yani Şemdi Sakık ne diyordu:

“Mesela ‘Benim karnım kaşınıyor’ bir talimat-tır.

‘Benim boğazım kurudu, cildim yaralandı, işte odamı badana ettiler, aslında beni zehirlediler, yerimi değiştirdiler. Çok dar bir yer vermişler, burası çok dardır, ben boğuluyorum, ben ölü-

Sayfa 87 Sayı 24

“Sağlık durumuma ilişkin; göz-“Sağlık durumuma ilişkin; göz-“Sağlık durumuma ilişkin; göz-“Sağlık durumuma ilişkin; göz-lerim sürekli sulanıyor, biber lerim sürekli sulanıyor, biber lerim sürekli sulanıyor, biber lerim sürekli sulanıyor, biber

sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor sürülmüş gibi yanıyor, kızarıyor ve kaşıntı var. Neden bu kadar ve kaşıntı var. Neden bu kadar ve kaşıntı var. Neden bu kadar ve kaşıntı var. Neden bu kadar uzun zamandır devam ettiğini uzun zamandır devam ettiğini uzun zamandır devam ettiğini uzun zamandır devam ettiğini

bilmiyorum. Daha önceleri dok-bilmiyorum. Daha önceleri dok-bilmiyorum. Daha önceleri dok-bilmiyorum. Daha önceleri dok-tor her gün rutin kontrol yapar-tor her gün rutin kontrol yapar-tor her gün rutin kontrol yapar-tor her gün rutin kontrol yapar-dı ama bir süredir sistem değişti, dı ama bir süredir sistem değişti, dı ama bir süredir sistem değişti, dı ama bir süredir sistem değişti, artık her gün gelmiyor, gelenler artık her gün gelmiyor, gelenler artık her gün gelmiyor, gelenler artık her gün gelmiyor, gelenler de göz uzmanı değil. Belki alerji de göz uzmanı değil. Belki alerji de göz uzmanı değil. Belki alerji de göz uzmanı değil. Belki alerji

olabilir ama bilemiyorum”’ olabilir ama bilemiyorum”’ olabilir ama bilemiyorum”’ olabilir ama bilemiyorum”’

Page 88: Politika Dergisi Sayi 24

yorum.’ Bu, dağdaki militanlara ‘Ya aptallar, siz ne durmuşsunuz, ben sizin lideriniz değil mi-yim, nasıl cevap vermiyorsunuz?’ mesajıdır.” diyordu Şemdi Sakık. Bakın terörist başı ne diyor; beyefendi (!) hastaymış yanıyor, kızarıyormuş!

“Muğla’da yaşamını yitiren Kürt öğrenci Şerzan Kurt’un yakınlarına başsağlığı dileklerimi sunuyor, acılarını paylaşıyorum. Tokat’ta da Kürt öğrencilere dönük benzer saldırılar var. Sindirmeye çalışıyor-lar, bunlar sindirme amaçlıdır. Bu saldırılar daha da artarak devam edebilir, buna karşı tedbirler alınabilmelidir.” Ölen öğrencinin acısını paylaşıyormuş! Bu bir ırkçı saldırıymış üniversiteli sözüm ona Kürt genç-leri buna karşı tedbir almalıymış! Yani üniversitede olay çıkaran polisle, üniversite yönetimiyle çatışa-bilirlermiş!

“Bir kez daha söylüyorum. Karşımda muhatap olmadığından dolayı bu süreci daha fazla devam ettirmemin ne anlamı ne faydası ne de şartları var-dır. Bir muhatap bulamadığımdan dolayı da 31 Ma-

yıs’tan sonra çekiliyorum. Bu yanlış anlaşılmasın. Ben bir savaş çağrısı değil bir savaş falan baş-latmıyorum. Benim sağlığım ve şartlarım da orta-da. Bu şekilde sürecin ne Kürtlere ne KCK’ye ne

de devlete bir faydası vardır. Bundan sonra so-rumluluk KCK’dedir, hatta BDP’de ve devlette-dir. Sonuçta ben burada yönetemem. Ne yapa-caklarına kendileri karar verecekler. Bayık, Ka-rayılan, Abbas, Haydar onlar samimidirler, hal-kın önderliği rolünü üstlenmişlerdir. Artık bu ağır sorumluluk onlardadır. Bulunduğum şartlar-dan dolayı haklarında olumlu, olumsuz bir şey de-mek istemiyorum. Osman-Botan gibi alçaklar ise yanlarına kadın ve milyonlarca para alarak kaçtılar. Görüyorsunuz bunların izi hala Avrupa’da çıkıyor. Bunlar binlerce kişi de yanlarına alarak gittiler. Bunlara da çağrı yapıyorum kendilerini bir şekilde affettirsinler, yoksa bunları bu haliyle bundan sonra ne yer, ne gök kabul eder.

Bana dayanarak bir şey yapılmamalıdır, ne yapılacaksa, herkes kendisi için yapsın artık kendi siyasetlerine kendileri karar vermeliler. Bir kez daha belirtiyorum, ben muhatap bulama-dığım için çekiliyorum. Eğer şartlar değişir ve muhatap çıkarsa ben görüşmeye hazırım.”

Kendine muhatap bulamıyormuş, çekiliyormuş ama bu savaş olarak anlaşılmasın diyor. Yönetimi Bayık; 1951 Elazığ-Hazar doğumlu. PKK’nın 18 kurucusundan biri. Örgütün askeri kanadı ARGK’nın başında ve Đran bağlantılarını sağlıyor. PKK’nın iki numaralı ismi. Kod adı “Cuma”.

Karayılan; Şanlıurfalı. PKK’ya 1979’da katıldı. Kod adı Cemal. Silahlı mücadelenin ön planda ol-masını savunan Muhafazakâr kanadın lideri.

Ali Haydar Kaytan; Kod adı Fuat. Tuncelili. PKK’nın üst düzey kadroları arasında, istihbarat biriminin de yöneticilerinden

Bunlar PKK’nın şu anki saldırı kanadı liderleri ve terörist başına bağlılıklarıyla tanınırlar. Üçünün en büyük özelliği siyasi ve politik görüşmelerle değil silahlı saldırılarla sözüm ona ‘”Kürt sorunu” çözül-melidir, görüşüne sahip olmalarıdır. Yani terörist başı terör saldırıları yapılmalı beni muhatap aldır-maya çalışın diyebilecek kadar küstahlaşabiliyor. Osman Öcalan ile Botan olarak bilinen Nizamettin Taş’a da geri dön çağrısı yapılıyor. Yani örgüt için-de ciddi kan kaybı var, sizler geri gelirseniz buna bir şekilde “dur” diyor.

“Ben karşımda bir muhatap olmadığı için çekiliyo-rum ama bu muhatap olursa görüşme olmaz anla-

mına gelmiyor. Dediğim gibi çekiliyorum, bundan sonra ne olacağına Kürtler kendileri karar vere-cektir. Türkiye’deki ve diğer parçalardaki KCK örgütlenmeleri kendi koşullarına göre karar ve-rip mücadele yöntemlerini belirleyebilirler. Ben

Sayfa 88

Page 89: Politika Dergisi Sayi 24

masum-sivil insanların zarar görmemesini umut ediyorum. 1984’te silahlı mücadeleyi başlatmak amacıyla ülkeye gönderdiğim güçler benim öngör-

düğüm bir savaş yürütemediler. Đşte bu Hogir gibi örnekler var. Benim savaş anlayışım bu değil-dir. Ümidim sivillerin ölmemesidir. Devlet de savaş hukukuna uymalı, sivillere, kadınlara ve çocuklara dokunmamalıdır. KCK de buna uyma-lıdır. Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum, so-rumluluk onlara aittir. Bundan sonra PKK devletle uzlaşabilir de, bir çözüme de gidebilirler, ‘90’lı yıllar-daki gibi savaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilir-ler de. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, savaşı kay-bedebilir, tasfiye de edilebilir, bunları bilemeyiz. Savaş geliştikten sonra ne olacağını bilemeyiz.

Ben Sayın Erdoğan’a yine sesleniyorum. Bu sorunu kendi içimizde demokratik barışçıl yol-lardan çözebiliriz. Aksi takdirde bundan sonraki tüm sorumluluk AKP hükümetinindir.”

*26 Mayıs 2010 tarihli görüşme notundan alın-mıştır…

Đşte terörist başı avukatları aracılıyla böyle tehdit-ler savurmuştu. Bu görüşme 26 Mayıs’taki görüş-melerinden sonra yandaş terörist sitelerde yayın-landı. Şimdi bunca şehidimizin tek katili PKK ve yandaşları değil 1999’da yakalanmış 2002’ye kadar liderlik savaşıyla çökme noktasına gelen PKK’yı bugün tekrar hortlatanlardır. PKK ve yandaşlarını açılım gibi dolaylı yollarla muhatap alanlardır. Bun-ca şehidimizin katillerini Meclise sokanlardır. Şimdi soruyorum:

Đskenderun’daki saldırı ne zaman oldu?

Hakkari ve Osmaniye’deki saldırılar ne zaman oldu?

Pınar Akdağ ne zaman teröristlerin kör kurşuna kurban oldu?

Şimdi yine soruyorum: Pınar Akdağ’ın katille-ri sadece PKK ve yandaşları mı? Yoksa terö-ristleri ve terör örgütünü tekrar bu noktaya ge-tiren bu ülkenin yöneticileri midir?

Bir teröristin, terörist avukatları aracılıyla örgütü-nün iletişimini ve terörist açıklamalarını engelleye-meyenler mi?

[email protected]

(1) http://www.netgazete.com/News/666360/can_dundara_roportaj_veren_semdin_sakik_keske_senin_yerine_helin_avsar_gelseydi.aspx

Sayfa 89 Sayı 24

Şimdi yine soruyo-Şimdi yine soruyo-Şimdi yine soruyo-Şimdi yine soruyo-rum: Pınar Akdağ’ın rum: Pınar Akdağ’ın rum: Pınar Akdağ’ın rum: Pınar Akdağ’ın

katilleri sadece PKK ve katilleri sadece PKK ve katilleri sadece PKK ve katilleri sadece PKK ve yandaşları mı? Yoksa yandaşları mı? Yoksa yandaşları mı? Yoksa yandaşları mı? Yoksa teröristleri ve terör ör-teröristleri ve terör ör-teröristleri ve terör ör-teröristleri ve terör ör-gütünü tekrar bu nok-gütünü tekrar bu nok-gütünü tekrar bu nok-gütünü tekrar bu nok-taya getiren bu ülke-taya getiren bu ülke-taya getiren bu ülke-taya getiren bu ülke-

nin yöneticileri midir?nin yöneticileri midir?nin yöneticileri midir?nin yöneticileri midir?

Page 90: Politika Dergisi Sayi 24

Ozan ÖRMECĐ

K adro hareketi sosyal bilimciler tarafın-dan ülkemizde yeşermiş en değerli ve özgün siyasi ve entelektüel hareketler-den biri olarak uzun zamandır Türk sos-

yal bilimlerinde bir çekim merkezi olmuş, gerçekten çok önemli bir konudur. Kadro hareketi, ismini 1932 Ocak ve 1934 Aralık tarihleri arasında kısıtlı sayıda, yalnızca 32 sayısı yayınlanmış aylık Kadro dergisinden alır. Derginin bu kısıtlı sayıda yayınına ve sonraları Kemalist rejim tarafından kapatılmaya zorlanmasına rağmen bıraktığı izler ve yaptığı etki-ler çok önemli düzeydedir. Kadro hareketinin Türk entelektüelinin düşünce çizgisi, Türk modernleş-mesinin doğası ve Kemalizm’in yorumlanması üze-rine yaptığı etkiler kanımca yadsınamaz düzeyde önemlidir. Kadro hareketi Türkiye’de antiemperya-

lizmin, ezilen ulusların ve sömürgelerin metropolle-re karşı verdikleri mücadelenin, devletçiliğin ilk defa bu kadar geniş kapsamlı olarak tartışıldığı bir plat-form olarak daha sonraki dönemlerde ortaya çıkan ilerici, devrimci hareketler üzerinde dolaylı ya da doğrudan bıraktığı etkiyle varlığını fazlasıyla hisset-tirmiştir. Yine Kemalizm-Sosyalizm sentezi çabala-rının yapılması ve Türk devriminin dünyadaki anti-emperyalist devrimlere öncü olacak bir devrim ola-rak düşünülmesi bakımından Kadro hareketi erken dönem bir neo-Marksist (Bağımlılık Okulu ve Dünya Sistemi Teorisi’ne benzeyen) hareket bile kabul edilebilecek çok önemli bir dergi ve siyasal arayış-tır. Kadro’nun 1960’larda belirecek olan Yön hare-keti ve Milli Demokratik Devrim tezi üzerindeki etkileri de açıktır.

Sayfa 90

Faşist miydi, komünist miydi, milliyetçi miydi; neydi?..

Kadro Hareketi

Yine KemalizmYine KemalizmYine KemalizmYine Kemalizm----Sosyalizm Sosyalizm Sosyalizm Sosyalizm sentezi çabalarının yapılması sentezi çabalarının yapılması sentezi çabalarının yapılması sentezi çabalarının yapılması ve Türk devriminin dünya-ve Türk devriminin dünya-ve Türk devriminin dünya-ve Türk devriminin dünya-

daki antiemperyalist devrim-daki antiemperyalist devrim-daki antiemperyalist devrim-daki antiemperyalist devrim-lere öncü olacak bir devrim lere öncü olacak bir devrim lere öncü olacak bir devrim lere öncü olacak bir devrim

olarak düşünülmesi bakımın-olarak düşünülmesi bakımın-olarak düşünülmesi bakımın-olarak düşünülmesi bakımın-dan Kadro hareketi erken dö-dan Kadro hareketi erken dö-dan Kadro hareketi erken dö-dan Kadro hareketi erken dö-nem bir neonem bir neonem bir neonem bir neo----Marksist hareket Marksist hareket Marksist hareket Marksist hareket

bile kabul edilebilecek çok bile kabul edilebilecek çok bile kabul edilebilecek çok bile kabul edilebilecek çok önemli bir dergi ve siyasal önemli bir dergi ve siyasal önemli bir dergi ve siyasal önemli bir dergi ve siyasal

arayıştır.arayıştır.arayıştır.arayıştır.

Page 91: Politika Dergisi Sayi 24

Kadro’nun düzenli yazarları (Şevket Süreyya Ay-demir, Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge ve Đsmail Hüsrev Tökin), Yakup Kadri Karaosmanoğ-lu ve Mehmet Şevki Yaman dışında komünist geç-mişleri bulunan eski Türkiye Komünist Partililer-dir. Bu nedenle Kadro hareketine olan ilgi ve tepki-ler yayımlandığı dönem de dahil olmak üzere hep abartılı olmuştur. Tek parti rejiminin büyüyen TKP’ye göz açtırmamak niyetinde olmasından geç-mişte çok sıkı takip edilmiş bu isimler, 1925 tevkifatı sonrası sistemle barışık bir formül üzerinde durmuş ve kapitalist ve sosyalist modellere alterna-tif olarak üçüncü bir yol arayışında olmuşlardır. An-cak geçmişin de etkisiyle Kadro’da yoğun bir sos-yalist etki sezilmektedir. Kadro, baskıların arttığı ve tek parti rejiminin giderek otoriterleştiği 1930’larda sosyalist düşüncenin yaşamasında çok etkili olmuş ve özellikle 1960 ve 70’lerde çok güç kazanacak ve Yön Hareketi gibi oluşumlara neden olacak Kema-lizm-Sosyalizm sentezini (sol Kemalizm) yaratmayı başarmıştır. Kadro hareketinde neredeyse dönemin tüm entelektüelleri en az bir makale yayınlamış ve Cumhuriyet’in sorunlarına eğilmişlerdir. Ancak ge-nel olarak Kadro ideolojisinin Şevket Süreyya tara-fından şekillendirildiğini görmekteyiz. Yakup Kadri de “Çankaya Sofrası”nın değişmez bir misafiri ola-rak hareket içerisinde adeta bir paratoner görevi görmüş, gelen tepkileri Atatürk’le olan dostluğunu

kullanarak göğüslemeye çalışmış ve edebi konu-larda değerli yazılar yayınlamıştır. Bu yazıda Kad-ro hareketine ilham kaynağı olmuş düşünce sis-temlerini, olayları ve Kadro’nun ideolojik temellerini aramaya çalışacak ve “sol Kemalizm”in ve neo-Marksizm’in oluşmasında Kadro’nun rolünü sapta-maya gayret edeceğim.

Sayfa 91 Sayı 24

Ancak genel olarak Kadro ide-Ancak genel olarak Kadro ide-Ancak genel olarak Kadro ide-Ancak genel olarak Kadro ide-olojisinin Şevket Süreyya ta-olojisinin Şevket Süreyya ta-olojisinin Şevket Süreyya ta-olojisinin Şevket Süreyya ta-rafından şekillendirildiğini rafından şekillendirildiğini rafından şekillendirildiğini rafından şekillendirildiğini

görmekteyiz. Yakup Kadri de görmekteyiz. Yakup Kadri de görmekteyiz. Yakup Kadri de görmekteyiz. Yakup Kadri de “Çankaya Sofrası”nın değiş-“Çankaya Sofrası”nın değiş-“Çankaya Sofrası”nın değiş-“Çankaya Sofrası”nın değiş-mez bir misafiri olarak hare-mez bir misafiri olarak hare-mez bir misafiri olarak hare-mez bir misafiri olarak hare-ket içerisinde adeta bir para-ket içerisinde adeta bir para-ket içerisinde adeta bir para-ket içerisinde adeta bir para-toner görevi görmüş, gelen toner görevi görmüş, gelen toner görevi görmüş, gelen toner görevi görmüş, gelen

tepkileri Atatürk’le olan dost-tepkileri Atatürk’le olan dost-tepkileri Atatürk’le olan dost-tepkileri Atatürk’le olan dost-luğunu kullanarak göğüsleme-luğunu kullanarak göğüsleme-luğunu kullanarak göğüsleme-luğunu kullanarak göğüsleme-ye çalışmış ve edebi konularda ye çalışmış ve edebi konularda ye çalışmış ve edebi konularda ye çalışmış ve edebi konularda değerli yazılar yayınlamıştır.değerli yazılar yayınlamıştır.değerli yazılar yayınlamıştır.değerli yazılar yayınlamıştır.

Soldan sağa: Vedat Nedim Tör, Burhan Asaf Belge, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Mehmet Şevki Yazman, Şevket Süreyya Aydemir, Đsmail Hüsrev Tökin

Page 92: Politika Dergisi Sayi 24

Kadro hareketini incelemeye başlamadan önce Kemalist Devrim ve Türk modernleşmesi üzerine birkaç söz söylemeliyiz. Hep söyleyene geldiği üzere, Kemalist Devrim ulusal kurtuluş mücadelesi-nin yanı sıra büyük de bir aydınlanma projesi, kül-tür devrimidir ve eski rejimin tüm olumsuz etkilerini silecek yepyeni ve modern bir Cumhuriyet inşa etmeye, yeni ve çağdaş bir insan yaratmaya çalış-mıştır. Ancak sosyal tabanı Osmanlı mirası olan merkez-çevre karşıtlığı nedeniyle zaten zayıf olan Kemalist Devrim, laik ve çağdaş bir devlet yaratmaya çalışırken uyguladığı keskin devrim-ci metodlar halkla arasında olan zayıf bağı iyice koparmış ve devlet-halk uçurumunun doğması-na neden olmuştur. “Batılılaşma sürecinin bir di-ğer özelliği yukarıdan aşağıya empoze edilmiş ol-masıdır. Kararlar sınırlı sayıdaki seçkinler arasında alınıyor ve uygulanıyordu. Batılılaştırıcı reformların tarzından dolayı halk, devletten ve seçkinlerden kopmuştur” (Lütfi Sunar, “Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri”, s.513). Mustafa Kemal ve Cumhuriyet-çi elitin 1930’lardaki siyasal ve ekonomik arayışları ve Kemalizm’in kapsayıcı söylemi o dönemlerde birden fazla Kemalizm’in ortaya çıkmasına ve meş-ruiyet adına mücadele vermesine yol açmıştır. Bu dönemde ön plana çıkan üç Kemalizm anlayışı vardır. Birinci anlayış CHP içerisinde bürokratik

grup kabul edilen Đsmet Đnönü, Recep Peker gibi isimlerin liderliğinde şekillenen devletçi, katı Kema-list kanattır. Đkinci grup liberal ekonomi yanlıların-dan oluşan ve başını Celal Bayar’ın çektiği Đş Ban-kası grubudur. Bu iki temel anlayışa ek olarak kü-çük bir grup da olsa Peyami Safa, Đsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun başını çektiği “Cumhuriyetçi Mu-hafazakarlar” da yavaş değişim yanlısı ve manevi-yatı dışlamayan görüşleriyle Kemalizm’i farklı bir çizgide yorumlamaya çalışmışlardır. Ancak Büyük Buhran sonrası dünyada oluşan tarihsel-yapısal koşulların da etkisiyle 1930’lardan başlayarak bü-rokratik grubun ve Kemalizm’in devletçilik temelli değerlendirilmesinin ağırlık kazandığını görüyoruz. Bu aşamada devletçi ekonomi gereksiniminin halka ve entelektüellere daha iyi anlatılması ve müdafaa-sının yapılması için yararlı olarak görülen Kadro hareketi gibi ciddi komünist geçmişleri bulunan kişi-lerden oluşan ve otoriter yönetim yanlısı bir grup Türkiye’de etkili olabilmiştir. Aynı dönemlerde CHP’nin “Altı Ok” olarak bilinen temel ideolojisinin şekillendiğini (Mayıs 1931 Kongresi’nde) ve dünya genelinde otoriter sistemlerin ön plana çıktığını gö-rüyoruz. Yine SSCB nedeniyle komünizm ve dev-letçi (Keynesçi) ekonomi anlayışının yükselişe geç-mesi dönemin bir diğer önemli özelliğidir.

Sayfa 92

Birinci anlayış CHP içerisinde bü-Birinci anlayış CHP içerisinde bü-Birinci anlayış CHP içerisinde bü-Birinci anlayış CHP içerisinde bü-rokratik grup kabul edilen Đsmet rokratik grup kabul edilen Đsmet rokratik grup kabul edilen Đsmet rokratik grup kabul edilen Đsmet Đnönü, Recep Peker gibi isimlerin Đnönü, Recep Peker gibi isimlerin Đnönü, Recep Peker gibi isimlerin Đnönü, Recep Peker gibi isimlerin liderliğinde şekillenen devletçi, katı liderliğinde şekillenen devletçi, katı liderliğinde şekillenen devletçi, katı liderliğinde şekillenen devletçi, katı Kemalist kanattır. Đkinci grup li-Kemalist kanattır. Đkinci grup li-Kemalist kanattır. Đkinci grup li-Kemalist kanattır. Đkinci grup li-beral ekonomi yanlılarından olu-beral ekonomi yanlılarından olu-beral ekonomi yanlılarından olu-beral ekonomi yanlılarından olu-şan ve başını Celal Bayar’ın çekti-şan ve başını Celal Bayar’ın çekti-şan ve başını Celal Bayar’ın çekti-şan ve başını Celal Bayar’ın çekti-

ği Đş Bankası grubudur. Bu iki ği Đş Bankası grubudur. Bu iki ği Đş Bankası grubudur. Bu iki ği Đş Bankası grubudur. Bu iki temel anlayışa ek olarak küçük bir temel anlayışa ek olarak küçük bir temel anlayışa ek olarak küçük bir temel anlayışa ek olarak küçük bir grup da olsa Peyami Safa, Đsmail grup da olsa Peyami Safa, Đsmail grup da olsa Peyami Safa, Đsmail grup da olsa Peyami Safa, Đsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun başını çek-Hakkı Baltacıoğlu’nun başını çek-Hakkı Baltacıoğlu’nun başını çek-Hakkı Baltacıoğlu’nun başını çek-tiği “Cumhuriyetçi Muhafazakar-tiği “Cumhuriyetçi Muhafazakar-tiği “Cumhuriyetçi Muhafazakar-tiği “Cumhuriyetçi Muhafazakar-lar” da yavaş değişim yanlısı ve lar” da yavaş değişim yanlısı ve lar” da yavaş değişim yanlısı ve lar” da yavaş değişim yanlısı ve maneviyatı dışlamayan görüşle-maneviyatı dışlamayan görüşle-maneviyatı dışlamayan görüşle-maneviyatı dışlamayan görüşle-

riyle Kemalizm’i farklı bir çizgide riyle Kemalizm’i farklı bir çizgide riyle Kemalizm’i farklı bir çizgide riyle Kemalizm’i farklı bir çizgide yorumlamaya çalışmışlardır. yorumlamaya çalışmışlardır. yorumlamaya çalışmışlardır. yorumlamaya çalışmışlardır.

Atatürk ve Recep Peker

Page 93: Politika Dergisi Sayi 24

Komünist geçmişlerinden sıyrılan Kadro yazarları Kemalist Devrim coşkusu içerisinde eğitimli nüfu-sun azlığından da faydalanarak önemli mevkilere yükselmişler ve 1930 başlarında Ankara’da bir ara-ya gelmişlerdir. Harekete Cumhuriyet’in o dönem en önemli yazar ve entelektüellerinden biri olan Yakup Kadri’nin katılması önemli bir dönüm nokta-sıdır. Yakup Kadri harekete katılmasını şu şekilde anlatmıştır: “Baktım bütün Meclis Halk Partili, fakat Halk Partisinin ilkeleri hakkında hiçbir bilgileri yok. Bunu izah etmek için bir çare arıyorduk. O sırada kayınbiraderim olan Burhan Belge ‘Benim arkadaş-larım var onlarla konuşalım’ dedi. Şevket Süreyya Bey’in Đnkılap ve Kadro diye bir kitap hazırladığını da söyledi. Onun üzerine gittim Şevket Bey’i bul-dum” (Tekeli & Đlkin, “Kadrocuları ve Kadro’yu Anla-mak”, s. 128). Hareketin yapısı içinde Yakup Kadri ve Şevket Süreyya’nın diğer kişilere göre daha ön planda olduğu aşikardır. Tekeli ve Đlkin’in Kadrocu yazarların çektirdiği bazı fotoğraflardan yola çıkarak yaptıkları analizler de bu doğrultudadır. Fotoğraflar-da Karaosmanoğlu ve Aydemir’in ortada konuşlan-dıkları ve diğer yazarların onlara yanaşmış oldukla-rı görülmektedir. Kadrocuların dışarıdan devletin ideolojisini yapmaya çalışmaları o dönemde CHP bürokratik grubu içerisinde hızla yükselmekte olan Recep Peker’i rahatsız etmiş ve Peker Kadroculara karşı hep düşmanca, kuşkucu bir tavır benimsemiş-tir. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde ilk olarak fikir-lerini dile getiren Kadrocu yazarlar liberal çevreler-den büyük tepki de görseler, fikirleri ilk Cumhuriyet entelektüelleri arasında etkili olmuş ve bundan alı-

nan güçle Yakup Kadri’nin Çankaya Sofrasındaki ikna çabalarıyla Kadro yayın hayatına başlamıştır. Recep Peker’in sert muhalefetine karşın Atatürk çok sevdiği Yakup Kadri’nin ricasını kıramamış, Đsmet Đnönü de dergiye bir yazı yazarak desteğini belirtmiştir. Şevket Süreyya derginin ideologu ola-rak ön plana çıkmış ve hareketin ideolojik çizgileri-ni genellikle kendisi belirlemiştir.

Başlarda Kadro hareketi için her şey iyi gitmekte-dir. Dergide yazılan özgün yazılar büyük ses getir-mekte ve Atatürk’ten dahi tebrik mesajları gelmek-tedir. “Hatırlıyorum ki, Kadro intişar ederken mak-sadının Türk milletine has meslek ve metodun mil-let ve memlekette teessüs ve inkişafına hizmet olduğunu yazmıştı. Kadro’yu bu maksadında geniş muvaffakiyet temenni ederim” (Mustafa Türkeş, “Kadro Hareketi”, s. 10). Ancak Kadro’nun bu dere-ce etkili olması CHP elitlerini rahatsız etmiş ve Recep Peker’in yoğun muhalefetine ek olarak Kadrocuların komünist geçmişleri ve Kemalizm’in solidarizm anlayışına ters düşen sınıfsal analizleri nedeniyle Kadro bir süre sonra kapatılmaya zor-lanmıştır. Ancak Atatürk’ün Yakup Kadri’ye olan saygısı nedeniyle kapatılma işlemi oldukça nazik bir şekilde gerçekleşmiştir. Atatürk derginin imti-yaz sahibi Yakup Kadri’yi Tiran’a büyükelçi olarak atamış ve dergi imtiyaz sahibi olmadan kapanmak zorunda kalmıştır.

Sayfa 93 Sayı 24

Kadrocu yazarlar liberal çev-Kadrocu yazarlar liberal çev-Kadrocu yazarlar liberal çev-Kadrocu yazarlar liberal çev-relerden büyük tepki de görse-relerden büyük tepki de görse-relerden büyük tepki de görse-relerden büyük tepki de görse-ler, fikirleri ilk Cumhuriyet ler, fikirleri ilk Cumhuriyet ler, fikirleri ilk Cumhuriyet ler, fikirleri ilk Cumhuriyet

entelektüelleri arasında etkili entelektüelleri arasında etkili entelektüelleri arasında etkili entelektüelleri arasında etkili olmuş ve bundan alınan güçle olmuş ve bundan alınan güçle olmuş ve bundan alınan güçle olmuş ve bundan alınan güçle Yakup Kadri’nin ikna çabala-Yakup Kadri’nin ikna çabala-Yakup Kadri’nin ikna çabala-Yakup Kadri’nin ikna çabala-rıyla Kadro yayın hayatına rıyla Kadro yayın hayatına rıyla Kadro yayın hayatına rıyla Kadro yayın hayatına başlamıştır. Recep Peker’in başlamıştır. Recep Peker’in başlamıştır. Recep Peker’in başlamıştır. Recep Peker’in

sert muhalefetine karşın Ata-sert muhalefetine karşın Ata-sert muhalefetine karşın Ata-sert muhalefetine karşın Ata-türk çok sevdiği Yakup Kad-türk çok sevdiği Yakup Kad-türk çok sevdiği Yakup Kad-türk çok sevdiği Yakup Kad-ri’nin ricasını kıramamış, Đs-ri’nin ricasını kıramamış, Đs-ri’nin ricasını kıramamış, Đs-ri’nin ricasını kıramamış, Đs-met Đnönü de dergiye bir yazı met Đnönü de dergiye bir yazı met Đnönü de dergiye bir yazı met Đnönü de dergiye bir yazı yazarak desteğini belirtmiştir.yazarak desteğini belirtmiştir.yazarak desteğini belirtmiştir.yazarak desteğini belirtmiştir.

Yakup Kadri Karaos-manoğlu

Page 94: Politika Dergisi Sayi 24

Kadro hareketi üzerine objektif bir çalışma yap-mak oldukça zordur. Zira kaynaklar genelde ideo-lojik çatışmalara, çekişmelere göre yazılmış taraflı eserlerdir. Mesela Fethi Tevetoğlu, Aclan Sayılgan ve Đlhan Darendelioğlu çalışmalarında Kadroculara komünist propagandası yapan bir grup olarak önyargıyla yaklaşmış ve nesnellikten uzak bir tutum belirlemişlerdir. Yine Yalçın Küçük, Merdan Yanardağ ve Rasih Nuri Đleri gibi araştır-macılar Kadro hareketine komünizme ihanet eden bir grup olarak yaklaşmış ve objektif değerlendirme

yapamamışlardır (Türkeş, age, s. 49-52). Đlhan Te-keli ve Selim Đlkin daha objektif bir değerlendir-meyle Kadro hareketini George Lenczowski’nin “organizasyonal elit” kavramı içerisinde ayrıntılı olarak incelemişlerdir. Mustafa Türkeş ise Kadro-cuların iktidar kaygısı olmadan yürüttükleri çalışma-ların “organizasyonal elit” kavramına uygun uy-mayacağını belirterek, Kadro hareketini son tahlilde “ulusçu sol bir akım” olarak nitelendirmiştir (Türkeş, age, s. 62). Kadrocuların yaptıkları sınıf analizlerine dikkat çeken Türkeş, Kadro hareketinin sosyalist yönünün göz ardı edilemeyeceğini söyle-miştir. “Kadrocular Türkiye’nin sınıfsız değil, sınıflı toplum olduğunu ileri sürmektedirler ve Kemalist söylemdeki sınıfsız toplum söylemi ile Kadrocuların öngördükleri özdeş değildir” (Türkeş, age, s. 64). William Hale, Kadrocular ve Đsmet Đnönü düşünce-sindeki benzerliklere dikkat çekmiş ve “pragmatist devletçi” olarak nitelendirdiği Atatürk’e karşı bu iki grubu “ideolojik devletçi” kategorisine sokmuştur (William Hale, “Ideology and Economic Development in Turkey”). Metin Heper ve Gülser Canıvar da Hale’in bu görüşlerine destek verir şe-kilde yazmışlardır (Heper, Metin & Canıvar, Gülser, 1977, “Ülkü ve Kadro Dergilerinde Yayınlanmış Bazı Makalelerde Beliren Devletçilik Anlayışı”, Bo-ğaziçi Üniversitesi Dergisi, c. 4-5). Lütfi Sunar ise Kadro hareketini “neo-Marksist” hareketlerin bir öncüsü olarak değerlendirmeye çalışmıştır. Sunar şöyle demiştir: “Zira Kadroculara göre kapitalist dünya sisteminin temel çelişkisi artık sınıf çatışması değil kolonileşmiş ve kolonileştiren arasındaki ça-tışmadır. Bunu yaparak Kadro bir erken dönem Üçüncü Dünya Hareketi haline gelmiştir” (Lütfi Su-nar, “Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri”, sayfa 517). Hakkı Uyar da Kadrocuların Kemalizm ve sosyaliz-min bir sentezini yapmaya çalıştıklarını ve bunda başarılı olduklarını belirtmiştir. Kadrocular hakkında en yakın tarihte en kapsamlı yayınlara imza atan Mustafa Türkeş’e göre Kadro hareketinin düşünce sistemini şekillendiren belli başlı olay, kişi ve ideo-lojiler şunlardır: Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Türk milliyetçiliği, Leninizm, Sultan Galiyev, SSCB ve NEP adıyla bilinen ekonomik politika-sı, Werner Sombart ve Alman devletçiliği ve do-ğal olarak Mustafa Kemal ve Milli Mücadele.

Şevket Süreyya derginin ilk sayısının ilk sayfa-sında yer alan yazısında açıkça amaçlarının Kema-list Devrimin ideolojisini belirlemek ve içini doldur-mak olduğunu belirtmiştir. Aydemir’e göre inkılap

Sayfa 94

Fethi Tevetoğlu, Aclan Fethi Tevetoğlu, Aclan Fethi Tevetoğlu, Aclan Fethi Tevetoğlu, Aclan Sayılgan ve Đlhan Sayılgan ve Đlhan Sayılgan ve Đlhan Sayılgan ve Đlhan

Darendelioğlu çalışmalarında Darendelioğlu çalışmalarında Darendelioğlu çalışmalarında Darendelioğlu çalışmalarında Kadroculara komünist propa-Kadroculara komünist propa-Kadroculara komünist propa-Kadroculara komünist propa-gandası yapan bir grup olarak gandası yapan bir grup olarak gandası yapan bir grup olarak gandası yapan bir grup olarak önyargıyla yaklaşmış ve nes-önyargıyla yaklaşmış ve nes-önyargıyla yaklaşmış ve nes-önyargıyla yaklaşmış ve nes-

nellikten uzak bir tutum belir-nellikten uzak bir tutum belir-nellikten uzak bir tutum belir-nellikten uzak bir tutum belir-lemişlerdir. Yine Yalçın Küçük, lemişlerdir. Yine Yalçın Küçük, lemişlerdir. Yine Yalçın Küçük, lemişlerdir. Yine Yalçın Küçük,

Merdan Yanardağ ve Rasih Merdan Yanardağ ve Rasih Merdan Yanardağ ve Rasih Merdan Yanardağ ve Rasih Nuri Đleri gibi araştırmacılar Nuri Đleri gibi araştırmacılar Nuri Đleri gibi araştırmacılar Nuri Đleri gibi araştırmacılar Kadro hareketine komünizme Kadro hareketine komünizme Kadro hareketine komünizme Kadro hareketine komünizme ihanet eden bir grup olarak ihanet eden bir grup olarak ihanet eden bir grup olarak ihanet eden bir grup olarak

yaklaşmış ve objektif değerlen-yaklaşmış ve objektif değerlen-yaklaşmış ve objektif değerlen-yaklaşmış ve objektif değerlen-dirme yapamamışlardırdirme yapamamışlardırdirme yapamamışlardırdirme yapamamışlardır

Merdan Yanardağ

Page 95: Politika Dergisi Sayi 24

henüz bitmiş değil, yeni başlamıştır. Ona göre as-keri ve siyasal alanda yapılan devrimler, ekonomik ve siyasal alanda devam etmeli ve ideolojik bir te-mele oturtularak güçlendirilmeli, anlam kazanmalı-dır. Kemalist Devrim genişlemeli ve derinleştirilmeli-dir. “O henüz son sözünü söylemiş, son eserini ver-miş değildir. Tavsiye edilmiş bir zemin üstünde ya-rınki Türk cemiyetinin, kendine has ve kendine uy-gun binası kurulabilmek için, inkılabımız derinleşme ve genişlemelidir” (Aydemir, “Kadro”, sayfa 3, Kad-ro no:1). Kadrocuların ideolojik derinliğe verdik-leri bu önem dünyanın 1930’larda içinde bulun-duğu fazlasıyla gergin ve ideolojik siyasal or-tam ve Kadrocuların Marksist geçmişleriyle ala-kalı olabilir. Yine Türk Devrimini tarihsel süreçte bir yere oturtmak ve arkası gelmesi beklenen an-tiemperyalist devrimlere öncülük edebilecek güçlü bir Türkiye isteği Kadrocuların ideoloji ko-nusundaki ısrarlarında bir etken olabilir. Zaten Ay-demir bu isteğini açıkça belirtmiş ve Kemalist Dev-rimi dünyanın en anlamlı olaylarından biri olarak nitelendirmiştir. “Gerek milli mahiyeti gerek beynel-milel şümul ve tesirleri itibariyle, tarihin en manalı hareketlerinden biri inkılabımızın, zatinde münde-miç bu ileri fikir ve prensip unsurlarını, şimdi inkıla-bın seyri içinde ve onun icaplarına uygun bir şekil-de izah işi, bugünkü Türk inkılap münevverliğine düşen vazifelerin en acil ve en şereflisi-

dir” (Aydemir, “Kadro”, sayfa 3, Kadro no:1). Ayde-mir’e göre işte tüm bu düşünceleri gerçekleştirmek için Cumhuriyet’in ilerici bir yönetici kadro gereksi-nimi vardır. “Đnkılabın irade ve menfaati, inkılabı duyan ve yürüten azlık, fakat şuurlu bir avangardın,

azlık fakat ileri bir KADRO’nun iradesinde temsil olunur. Bu kadro, inkılabın şeniyetinden çıkarılan ve onun seyrine uygun bir şekilde izah edildikçe şekilleşen ve nazariyeleşen prensipleri kendine

şuur edinir” (Aydemir, “Kadro”, sayfa 3, Kadro no:1).

Đşte Kadro hareketi devlet elitlerine yakın bir grup olarak bu ideolojiyi belirlemeye talip olarak ortaya çıkmıştır. Ancak ideoloji konusundaki ısrarları daha sonraları bu konuda daha çekinceli bir tutum sergi-leyen Atatürk’ü rahatsız etmiştir. Bu konuda Ya-kup Kadri’nin aktardığı bir anı ilgi çekicidir: “Bir gün Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkelerini gözden geçiriyordu. O sırada ukalalık edip demiştim ki; ‘Paşam, bu her bakımdan bir Đnkılap partisidir. Đnkı-lap partisi ise bir ideolojiye, bir doktrine dayanmak-sızın yürüyemez’. Yüzüme bir masumun yüzüne bakar gibi bakmış ve gülümseyerek ‘O zaman do-nar kalırız demişti’” (Hakkı Uyar, “Resmi Đdeoloji ya da alternatif resmi ideoloji oluşturmaya yönelik iki dergi: Ülkü ve Kadro mecmualarının karşılaştırmalı içerik analizi”, sayfa 190). 1930’larda Serbest Fır-ka’nın ortaya çıkması ve kısa sürede güçlenmesi devletçi ve himayeci bir yönetim şekline meşruiyet kazandırmak isteyen CHP için Kadro’yu tahammül edilebilir bir grup haline getirmiş ve bu sayede Kadro güç kazanmıştır. Kadro’yu organizasyonal elit olarak değerlendiren Đlkin ve Tekeli’ye göre Kadro aslında devlet tarafından liberal unsurları bastırılmada kullanılmıştır. “Bu yarışta Kadrocula-rın kaderi, iktidardaki elitlerin yerine geçmekten çok, onlar tarafında toplumdaki diğer elitlerin elen-mesinde kullanılmak olmuştur” (Tekeli & Đlkin, “Türkiye’de Bir Aydın Hareketi: Kadro”, sayfa 45). Kadro’yu daha iyi anlamak için sanırım farklı ideo-lojilere yaklaşımlarını gözden geçirmek gerekir.

Sayfa 95 Sayı 24

Kadrocuların ideolojik Kadrocuların ideolojik Kadrocuların ideolojik Kadrocuların ideolojik derinliğe verdikleri bu derinliğe verdikleri bu derinliğe verdikleri bu derinliğe verdikleri bu

önem dünyanın önem dünyanın önem dünyanın önem dünyanın 1930’larda içinde bulun-1930’larda içinde bulun-1930’larda içinde bulun-1930’larda içinde bulun-duğu fazlasıyla gergin ve duğu fazlasıyla gergin ve duğu fazlasıyla gergin ve duğu fazlasıyla gergin ve ideolojik siyasal ortam ve ideolojik siyasal ortam ve ideolojik siyasal ortam ve ideolojik siyasal ortam ve Kadrocuların Marksist Kadrocuların Marksist Kadrocuların Marksist Kadrocuların Marksist

geçmişleriyle alakalı ola-geçmişleriyle alakalı ola-geçmişleriyle alakalı ola-geçmişleriyle alakalı ola-bilir.bilir.bilir.bilir.

Yakup Kadri, Atatürk’le söyleşi yaparken

Page 96: Politika Dergisi Sayi 24

Kadrocuların liberalizme bakışı gayet açık ve net bir şekilde olumsuz ve küçümseyicidir. Kadro libe-ralizmi kapitalizmin demokrasiyle beraber kullandı-ğı bir kılıf ve araç olarak görmüş ve bu nedenle şiddetle eleştirmişlerdir. Mesela Burhan Asaf’a göre “Demokrasi hattı zatında ve kendi manası içinde mevcut değildir ve yine demokrasi kapitaliz-min siyasi ve idari kılıfından ibarettir” (Hakkı Uyar, “Resmi Đdeoloji ya da alternatif resmi ideoloji oluş-turmaya yönelik iki dergi: Ülkü ve Kadro mecmua-larının karşılaştırmalı içerik analizi”, sayfa 189). Đsmail Hüsrev, Burhan Belge ve Vedat Nedim liberalizmi kapitalizmle eş tutmuş ve liberalizmin ekonomik boyutu üzerinde durmuşlardır. Tekeli ve Đlkin’e göre Kadrocularda da görülen bu devlete yakın durma, devletin gölgesinde yetişme durumu, Osmanlı’dan başlayarak Türk aydınında görülen bir özelliktir. Vedat Nedim Tör “Müstemleke Đktısadiyatından Millet Đktısadiyatına 1-2” maka-lelerinde ekonomik bağımsızlığın öneminden bah-setmiş ve otarşik bir anlayışa sahip olduğunu gös-termiştir. Kapitalist sistemin çevresel ülkeleri müs-temleke (sömürge) ya da yarı-müstemleke (yarı-sömürge) yapacağını belirten Tör, bu kategorizasyonuyla “Dünya Sistemi Teorisi”nin ulaştığı değerlendirmeye yaklaşık 40 yıl öncesin-den ulaşabilmiştir. Tör’e göre askeri Dumlupınar

Savaşı bitmiş olsa da, “ekonomik Dumlupınar Savaşı” daha yeni başlamaktadır. Ve ona göre, “Askeri Dumlupınar planlı ve sistemli bir faaliyetin yemişiydi. Đktisadi Dumlupınar da plan ve sistem ister” (Tör, “Müstemleke iktısadiyatından Millet iktısadiyatına”, sayfa 8, Kadro no:1). Tör’e göre ekonomi alanında dünyada üç önemli model bulun-maktadır. Birinci model Sovyetler Birliği’nin başını çektiği sosyalist ülkelerde görülen ve işçi sınıfı diktatoryasına dayalı planlı, devletçi ekonomi-dir. Đkinci model ABD ve Milletler Cemiyeti ülke-lerinde görülen ve büyük eşitsizliklere yol açtığı için eleştirilen kapitalist gelişme yoludur. Kadro-cuların üzerinde durduğu yeni üçüncü model ise, bağımsız bir ulusal ekonomi arayışında olan ülkelerin izlemesi gereken ve bu ülkeleri sömür-ge olmaktan kurtaracak planlı milli ekonomidir. Vedat Nedim planlı ekonomi olmaması durumunu şu örnekle açıklar: “Binayı kurmak için lazım gelen bütün malzeme ortada yığılır.. Fakat elde mühen-dislerin, kalfaların, ustaların ve işçilerin zeka ve iş kuvvetini bir hedefe doğru sevk edecek bir plan yok” (Tör, “Müstemleke iktisadiyatından Millet ikti-sadiyatına”, sayfa 10, Kadro no:1). Liberalizmi “şuursuz iktisat siyaseti” olan gören ve “anarşik” tanımını getiren Tör, korumacı politikala-rın neden gerekli olduğunu şu şekilde açıklar: “Çünkü Tanzimat’tan sonra Avrupa sanayi emtiası ile beraber memleketimize giren fikir emtiası ara-sında liberalizma da vardır. Avrupa sanayi emtiası-nın memleketimize serbestçe girebilmesi için ‘Bırakınız yapsın, bırakınız geçsin’ prensibinin de beraber girmesi şarttı. Fakat şimdi gümrük kapıları-mız kontrolümüz arlındadır. Kafalarımızın da güm-rük kapılarını yabancı, çürük ve zararlı fikir emtiası-na karşı kapatalım” (Tör, “Müstemleke iktisadiyatın-dan Millet iktisadiyatına 2”, sayfa 10-11, Kadro no:2).

Kadro yazarları “Büyük Buhran”ı da kendi pers-pektiflerinden açıklamaya çalışmışlardır. Özellikle Đsmail Hüsrev ve Burhan Belge bu konuda sıkça yazıp çizmişlerdir. Đstatistik verilerle güçlendirdikleri düşüncelerini dile getiren Tökin ve Belge, Büyük Buhran’ın birinci sebebinin aşırı üretim olduğunu vurgularlar. Ancak Kadroculara göre antiemperya-list devrimlerle sarsılan Batılı ülkelerde bu kriz kapi-talizmin çökeceğinin işaretlerini vermektedir. “Đşte bunun için iddia edilebilir ki, mevcut buhran, kapita-list bünyenin kendine has olan inkişaf seyrinde vü-cut bulmuş ritmik ve periyodik bir duraklama, yani

Sayfa 96

Vedat Nedim Tör

Page 97: Politika Dergisi Sayi 24

bir alelade ve geçici buhran değil, kapitalist bünye-nin çözülmesinden kuvvet alan onun için gerici ve reaksiyoner, fakat bizler için ileri ve inkılabi bir bün-ye tahavvülü safhasıdır” (Belge, “Dünya Buhranı Ne Halde?”, sayfa 27, Kadro no:1). Şevket Sürey-ya da Belge ile aynı sonuca ulaşmıştır: “Đşte şimdi biz, emperyalizmin hem çöküş ve dağılış çağı için-de, hem de artık hayat usaresi kalmayan, düşkün fakat sırnaşık teaddisi karşısındayız” (Aydemir, “Emperyalizm Şahlanıyor Mu ?”, sayfa 10, Kadro no:16). Bu nedenle Tör’e göre devletçi ekonominin geçerlilik kazanması ve uygulanması için çok doğru bir zamandır. “O halde Türkiye dünya buhranının bu safhasından menfi bir surette müteessir olan değil, müspet bir surette istifade etmesi icap eden bir memleket olabilir. Cihan buhranının bu safhası, Türkiye için bulunmaz bir fırsattır. Bundan istifade etmesini bilelim” (Tör, “Müstemleke iktisadiyatından Millet iktisadiyatına 2”, sayfa 12, Kadro no:2). Libe-rallerin sistemsizlik ve metotsuzluklarında yakınan Tökin şöyle söyler: “Liberal cepheyi temsil eden muarızlarımızda en çok göze çarpan şey, metodsuzluk ve sistemsizliktir. Bizce bir fikir adamı-nın cemiyet hadiselerini behemehal bir içtimai me-toda, bir içtimai sisteme göre mütalaa etmesi lazım-dır” (Tökin, “Milli Kurtuluş Devletçiliği”, sayfa 25, Kadro no:4).

Ayrıca Lenin’in emperyalizm teorisinden fazlasıy-la etkilenen Kadrocular kapitalizmi emperyalizmle eş tutmuşlardır. Tarih boyunca sömürülmüş ve üre-tim teknolojisi olarak geri kalmış Türkiye gibi ülkele-rin serbest pazar ekonomisinde ucuz hammadde

ve işgücü ihraç ederek, pahalı teknolojik ürünler satın alacak ve bu nedenle geri kalmaya mahkum olacak olduğunu düşünen Kadro yazarları, bu ne-denle daha kapalı ve endüstrileşmeye, kalkınmaya dayalı milli bir ekonomiyi savunmuşlardır. Ancak Tökin gibi yazarlar sadece sanayi üzerinde durma-yarak köycülüğe ve köy kalkınmasına da önem vermişlerdir. Đlkin ve Tekeli’nin “Türkiye’de Bir Aydın Hareketi: Kadro” makalesinde yaptıkları istatistiksel çalışma Kadro’nun liberalizme bakışı çok net olarak ortaya koymaktadır. Buna göre “liberalizm”, “burjuva”, “küçük burjuva”, “ferdiyetçilik”, “bireysel çıkar” gibi kelimeler defalarca olumsuz anlamda kullanılırken, “Milli Şef”, “ilerici Kadro”, “kolektivizm”, “planlı eko-nomi” gibi kavramlar olumlu anlamda kullanılmış-tır. Tüm bunlar ışığında Kadro Hareketi’nin antiem-peryalist, antikapitalist ve anti-liberal olduğunu söy-lemek zor olmayacaktır. Ayrıca Kadrocular elitist bir tavır takınarak ülkenin geriliği ve halkın cahilliği nedeniyle demokrasi karşıtı da bir tavır benimse-mişlerdir.

Kadro hareketinin faşizm ve nasyonal sosyaliz-me yaklaşımı da oldukça enteresan ve tartışmalı bir konudur. Bazı akademik çalışmalarda hiçbir kanıt sunulmamakla birlikte, Kemalizm, Kadro ha-reketi ve Đtalyan faşizminin üçünün de otoriter nite-likli bir eğilim içinde oldukları ana temasından ha-reketle Kadro’nun faşizm kategorisi içinde incele-mesi gerektiği ima edilmektedir. “Giacomo

Sayfa 97 Sayı 24

Tarih boyunca sömürülmüş ve Tarih boyunca sömürülmüş ve Tarih boyunca sömürülmüş ve Tarih boyunca sömürülmüş ve üretim teknolojisi olarak geri üretim teknolojisi olarak geri üretim teknolojisi olarak geri üretim teknolojisi olarak geri kalmış Türkiye gibi ülkelerin kalmış Türkiye gibi ülkelerin kalmış Türkiye gibi ülkelerin kalmış Türkiye gibi ülkelerin

serbest pazar ekonomisinde ucuz serbest pazar ekonomisinde ucuz serbest pazar ekonomisinde ucuz serbest pazar ekonomisinde ucuz hammadde ve işgücü ihraç ede-hammadde ve işgücü ihraç ede-hammadde ve işgücü ihraç ede-hammadde ve işgücü ihraç ede-rek, pahalı teknolojik ürünler rek, pahalı teknolojik ürünler rek, pahalı teknolojik ürünler rek, pahalı teknolojik ürünler satın alacak ve bu nedenle geri satın alacak ve bu nedenle geri satın alacak ve bu nedenle geri satın alacak ve bu nedenle geri kalmaya mahkum olacak oldu-kalmaya mahkum olacak oldu-kalmaya mahkum olacak oldu-kalmaya mahkum olacak oldu-ğunu düşünen Kadro yazarları, ğunu düşünen Kadro yazarları, ğunu düşünen Kadro yazarları, ğunu düşünen Kadro yazarları, bu nedenle daha kapalı ve en-bu nedenle daha kapalı ve en-bu nedenle daha kapalı ve en-bu nedenle daha kapalı ve en-düstrileşmeye, kalkınmaya da-düstrileşmeye, kalkınmaya da-düstrileşmeye, kalkınmaya da-düstrileşmeye, kalkınmaya da-yalı milli bir ekonomiyi savun-yalı milli bir ekonomiyi savun-yalı milli bir ekonomiyi savun-yalı milli bir ekonomiyi savun-

muşlardır.muşlardır.muşlardır.muşlardır.

Burhan Asaf Belge ve eşi Zsa Zsa Gabor

Page 98: Politika Dergisi Sayi 24

Carretto’nun ‘1930’larda Kemalizm-Faşizm-Komünizm Üzerine Polemikler’ adlı makalesi bu paralelde yazılmış en bilinen eserdir. ” (Türkeş, “Kadro Hareketi”, sayfa 53). Ancak Kadrocuların faşizme ve nasyonal sosyalizme bakışları kesin ve açık bir şekilde olumsuzdur. Mesela Burhan Asaf Belge “Faşizm ve Türk Kurtuluş Hareketi” isimli yazısında faşizmi bazı yarı-kapitalist ülkeler tara-fından kullanılan ve burjuva sınıfının çıkarına yara-yan bir korporatizm anlayışı olarak gördüğünü vur-gulamıştır. (Belge, “Faşizm ve Türk Milli Kurtuluş Hareketi”, sayfa 36-39, Kadro no:8). Kadrocular daha sonraları fikirlerini daha da netleştirerek “faşizmin kapitalizmde doğal olarak varolan sınıf çatışmasını bastırmaya, uzlaştırmaya çalıştığını ve son analizde işçi sınıfının çıkarları pahasına sanayi burjuvazisinin çıkarlarını savunduğunu” belirtmiş-lerdir (Mustafa Türkeş, “Kadro Hareketi”, sayfa 127). Kadro’nun antiemperyalist anlayışı da faşizm ve nasyonal sosyalizmle kesinlikle uzlaşmayacak ölçüde nettir. Kadro’nun bu tutumunu devlet politi-kası ve dönemsel koşullarla da açıklamak zordur. Zira “Đtalyan Faşizmi”nin Mare Nostrum politikası doğrultusunda Akdeniz’deki saldırgan tavrına karşı açıkça net bir tavır koyan Türkiye Cumhuriyeti Dev-leti, Hitler’e rağmen Almanya ile olan ekonomik

ilişkileri kesmemiş ve bundan istifade etmiştir. An-cak Kadrocuların hem Đtalya, hem de Almanya’daki rejimlere karşı muhalif tavrı bu anlayışlarının prag-matist bir ölçekte olmadığının ispatıdır. Ayrıca Kad-rocular ırkçılık karşıtı görüşlerini birçok yerde açık-ça belirtmiş ve faşizm, nasyonal sosyalizm gibi ide-olojilere karşı mesafeli olduklarını göstermişlerdir. Milliyetçilik ve otoriterlik bağlamında Kadro hareketi ve faşizm arasında bir ilişki kurmak zorlama olacak-tır. Zira Kadrocular antiemperyalist ve kana de-ğil yurttaşlık esasına dayalı ilerici bir milliyetçili-ği savunmuşlardır.

Kadro ile faşizm arasında ilişki kurmak isteyenle-rin sıklıkla gönderme yaptığı Yakup Kadri’nin der-ginin 11. sayısında yer almış “Ankara-Moskova-Roma” isimli makalesidir. Bu makalede Karaosma-noğlu Mussolini Đtalya’sındaki coşkun ruhu ve di-siplini övmüş ve şöyle demiştir: “Mussolini sayesin-de daha doğrusu faşizm sayesinde bütün Đtalya kronometre gibi işleyen bir memleket halini almış-tır” (Tekeli & Đlkin, “Kadrocuları ve Kadro’yu Anla-mak”, sayfa 231). Yakup Kadri gibi Kadro hareketi içerisinde edebiyatçı kimliğiyle ön plana çıkan biri-nin bu sözlerinden hareketle Kadro’ya faşist dam-gası vurmak kolaya kaçmak ve makro bir değerlen-dirme yapamamak olacaktır. Zaten Kadro yazarları faşizmle ilgili görüşlerini açıkça belirtmişlerdir. Me-sela Şevket Süreyya, derginin 4. sayısında yayın-lanan “Fikir Hareketleri arasında Türk Nasyonaliz-mi, Faşizm” isimli makalesinde faşizmin gelişmesin-de Đtalya’da 1918-1922 arasındaki dönemde yaşa-nan sancılı kapitalist süreçten bahseder ve faşizmin üzerindeki durduğu beş maddeyi sıralar: ulusal bir-lik, yönetici gücün tekeli, emperyalizm, devlet için yaşayan vatandaşlar ve sınıfların birliği (Aydemir, “Fikir Hareketleri arasında Türk Nasyonalizmi, FA-ŞĐZM”, sayfa 9, Kadro no:4).

Her ne kadar Kadrocularda ulusal birlik ve yöneti-ci gücün tekeli gibi konularda faşizmle paraleller bulmak mümkün de olsa, Kadro hareketinin yaptığı sınıfsal analizler ve güçlü antiemperyalist tutumu Kadrocuları faşizmden kesin bir çizgiyle ayırmakta-dır. Aydemir, Hitler’in ırkçı yönünü şu sözlerle eleştirmiştir: “Bundan başka Hitler, beyaz ırkın dün-ya üstünde yalnız iktisadi hakimiyetle iktifa etmesi-ne de razı değildir. Esirlerin kanına susayan Neron gibi o da, milletlerin esaretine susamıştır” (Aydemir, “Fikir Hareketleri arasında Türk Nasyonalizmi, FA-ŞĐZM”, sayfa 13, Kadro no:4). Tüm bu nedenlerle

Sayfa 98

Şevket Süreyya Aydemir

Page 99: Politika Dergisi Sayi 24

Kadro’nun anti-faşist bir düşünce sistemi olduğunu iddia etmek doğru olacaktır.

Kadro hareketinin sosyalizme yaklaşımıysa ol-dukça karışık bir konudur. Daha önce de belirttiğim gibi Kadro hareketinin dört önemli yazarı (Aydemir, Tör, Belge, Tökin) komünist geçmişleri bulunan ve yaptıkları devletçe sürekli izlenen kimselerdir. “Bu süreç içinde bir yandan Kadro dergisi çıkarılmakta, öte yandan benimsenen ideolojik çizginin programı aydınlatılmaktadır. Şevket Süreyya’nın Murat Bel-ge’ye anlattığına göre, devlet bu konuyla yakından ilgilenmekte ve toplantıları izletmektedir” (Tekeli & Đlkin, “Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak”, sayfa 143-144). Kadrocuların Marksizm’den kendi istekle-riyle mi vazgeçtikleri, yoksa devlet baskısı nedeniy-le takiyye mi yaptıkları asla kesin olarak bilineme-yecek bir konudur. Ancak Kadrocu yazarların ya-şam öykülerine ve özellikle Şevket Süreyya Ayde-mir’in hayatı boyunca yazdıklarına bakarsak; Kad-rocular Marksizm’den koparak bir üçüncü yol olarak Kemalizm-sosyalizm sentezini yapmaya çalışmış-lardır. Kadrocu düşüncede ülkeler arası eşitsizlikler, ülke içerisindeki sınıfsal eşitsizliklerden daha ön plandadır. Ayrıca Türkiye gibi kapitalist gelişmenin henüz yaşanmadığı ülkelerde sınıf farklılıkların or-taya çıkmadan önlenebileceğini iddia ederek Kad-rocular Marksizm’den farklı bir anlayışları olduğunu ortaya koymuşlardır. “Vedat Nedim’e göre, ileri tek-nikli bir Türk iktisadiyatı ve sınıfsız ve tezatsız bir Türk milleti ancak devletçi bir iktisat siyasetinin ese-ri olacaktır” (Heper & Canıvar, “Ülkü ve Kadro Der-gilerinde Yayınlanmış Bazı Makalelerde Beliren Devletçilik Anlayışı”, sayfa 10). Vedat Nedim Tör cüretkar bir şekilde tarihin Karl Marks’ı yanılttığını ve Türkiye’nin kapitalist dönem yaşanmadan sınıf-sız toplum idealine ulaşabileceğini iddia eder. (Mustafa Türkeş, “The Ideology of the Kadro Movement: A Patriotic Leftist Movement in Turkey”, sayfa 110).

Yine de Kadrocular özellikle Batı ülkelerinin tarih-sel gelişimini açıklamak için tarihsel maddecilik yöntemini kullanmışlardır. Özellikle Aydemir ve Tökin’in yazılarında Marksist argümanlara sıkça rastlanabilir. Ancak Kadrocular Batı ve Doğu top-lumları arasındaki tarihsel-yapısal farklılıklara dik-kat çekmiş ve Marksizm’in ancak Batı dünyasını anlamak için kullanılabileceğini iddia etmişler-dir. Devletçi bir ekonomiyle yeni oluşmakta olan sınıflar arasındaki çatışmalar önlenecek ve Türkiye

kapitalist evreyi atlayarak sosyalizme Kema-lizm yoluyla ulaşabilecektir. “Kadrocular, devlet-çiliği sınıf kavramını yok ederek sınıflararası çatış-mayı önleyecek bir politika olarak kabul etmekte-dirler” (Heper & Canıvar, “Ülkü ve Kadro Dergile-rinde Yayınlanmış Bazı Makalelerde Beliren Dev-letçilik Anlayışı”, sayfa 10). Mustafa Türkeş Kad-rocu yazarların tarihsel materyalizmi uygulamakta-ki bu seçici tutumlarına dikkat çekmiştir. Aydemir ayrıca Batıda oluşan sınıfsal eşitsizlikler kadar Batı ülkelerinin sömürgecilik yoluyla Doğu ülkelerinin ham madde kaynaklarını tüketerek ve bunları tek-nolojik, toplumsal gelişmelerinde kullanarak nasıl doğu ülkelerine üstünlük sağladıklarını belirtir. Kadrocular devletin yapmayı düşündüğü top-rak reformu konusunda sosyal sınıfların varlığı-nı kabul ederken, diğer alanlarda solidarizm anlayışına karşı çıkmamaktadırlar. Bunun nede-ni sanıyorum Kadrocuların Kemalist rejimle ve onun en önemli unsurlarından biri olan Emile Durkheim’ın solidarizm anlayışıyla ters düşme-mek istemeleridir. Kadroculara göre modern dünya düzeninde üç büyük çatışma alanı ve türü vardır. Birinci çatışma işçi sınıfı ve kapitalist sınıflar ara-sında yaşanan ve yalnızca endüstrileşmiş Batı ül-kelerinde görülen sorunlardır. Đkinci tip çatışma gelişmiş Batı ülkelerinin kendi aralarında yaşadık-ları pazar bulma, silahlanma ve kalkınma yarışıdır. Üçüncü tip ve en önemli olan çatışmaysa geliş-miş Batı toplumlarıyla kapitalistleşmemiş sö-mürge ya da yarı-sömürge durumundaki doğu ülkeleri arasında yaşanan sorunlardır.

Aydemir’e göre Marksizm ve faşizm gibi ideoloji-ler kapitalist toplumlara ait tarihsel-yapısal gelişim ve sınıf çatışmaları sonucu ortaya çıkmış düşünce

Sayfa 99 Sayı 24

Vedat Nedim Tör cüretkar Vedat Nedim Tör cüretkar Vedat Nedim Tör cüretkar Vedat Nedim Tör cüretkar bir şekilde tarihin Karl bir şekilde tarihin Karl bir şekilde tarihin Karl bir şekilde tarihin Karl Marks’ı yanılttığını ve Marks’ı yanılttığını ve Marks’ı yanılttığını ve Marks’ı yanılttığını ve

Türkiye’nin kapitalist dö-Türkiye’nin kapitalist dö-Türkiye’nin kapitalist dö-Türkiye’nin kapitalist dö-nem yaşanmadan sınıfsız nem yaşanmadan sınıfsız nem yaşanmadan sınıfsız nem yaşanmadan sınıfsız toplum idealine ulaşabile-toplum idealine ulaşabile-toplum idealine ulaşabile-toplum idealine ulaşabile-

ceğini iddia eder. ceğini iddia eder. ceğini iddia eder. ceğini iddia eder.

Page 100: Politika Dergisi Sayi 24

sistemleridir ve Türkiye’de uygulanması imkansız-dır. Kadrocular tarihi okurken Marksist-Leninist metotlar kullanmaktan kaçınmamışlardır. Mesela Aydemir, Lenin’in emperyalizm teorisinden etkile-nerek emperyalizm olmadan kapitalizmin ayakta duramayacağını ve Batıda sosyal devletin çökerek Marksist devrimlerin yaşanacağını ileri sürer. Bu nedenle ulusal bağımsızlık savaşları Batı sömürge-ciliğine ve dolayısıyla kapitalizme son verecek önemli olaylardır. Kadrocular çok başarılı bir şekil-de 20. yüzyılın antiemperyalist devrimler çağı ola-cağını öngörmüşlerdir. Türkiye’yi anti-emperyalist, kapitalist veya sosyalist olmayan bu bloğun lideri olarak düşünmüş ve Kemalizm’i bu yönde tüm üçüncü dünya ülkelerine model olacak bir ideoloji yorumlamış, tasarlamışlardır. Bu konuda Aydemir-’e kulak verelim; “Đnkılabımızın, her biri ayrı ayrı kıymettar ve orijinal olan bu fikir ve nazariye unsur-ları birer birer izah edildikçe, bu esaslar inkılap nesli için kriteryumlar olacak, yeni ve standartlaş-mış inkılapçı tip böyle doğacaktır. Bu tip her nere-de, her ne şerait içinde olursa olsun, karşılaştığı her inkılap sahasında, aynı hadiseyi aynı kriteryumlara vuracak, aynı ölçülerde düşünecek, aynı neticelere varacak ve inkılabın kendisine has

cihanı telakki tarzı böyle vücut bulacak-tır” (Aydemir, “Kadro”, sayfa 3, Kadro no: 1). Topla-mak gerekirse Kadro hareketi Marksizm’den faz-lasıyla etkilenmesine karşın Marksist bir hare-ket değildir. Diyebiliriz ki daha sonra Latin Ameri-ka’da ve üçüncü dünya ülkelerinde belirecek olan sosyalizm anlayışına uygun bir düşünce sistemine

ulaşmışlardır. Türkeş’in iddialarına karşın Kadrocu-ların fanatik seküler tutumları onları Sultan Galiyev ve Đslami sosyalizmden de uzaklaştırmaktadır. Bu nedenlerle Kadro ile Bağımlılık Okulu ve Dünya Sistemi Teorisi arasında bir bağ kurmak daha mantıklı olacaktır.

Bağımlılık Okulu 1960’larda Güney Amerika’da ortaya çıkmış bir düşünce sistemidir. Samir Amin ve Ernest Mandel gibi yazarların Batı merkezli dü-şünce sistemine karşı olarak geliştirdikleri bu teori-de modernleşme kuramına alternatif görüşler üretil-miştir. Batı emperyalizmine maruz kalmış ülkeler için serbest piyasa ekonomisine geçmek ezilmeyi kabullenmek olacaktır. Ayrıca Batı merkezli düşün-celer Doğunun kültürü, tarihi, dinleri ve öznel koşul-larını görmezden gelerek Batının doğrularını tek doğru olarak ortaya koymaktadır. Bu nedenle Ba-ğımlılık Okulu düşünürleri kapalı, korumacı ve planlı bir ekonomiyi ve ithal ikamesi politikasını benimsemişlerdir. Immanuel Wallerstein’ın geliş-tirdiği Dünya Sistemi Teorisi de, aynı doğrultuda ortaya çıkmış bir teoridir. Wallerstein ülkeleri core (merkez), periphery (çevresel) ve semi-periphery (yarı çevresel) kategorilerine ayırarak, dünya eko-nomik sisteminde ülkeler arası eşitsizliklere dikkat çekmiştir. Vedat Nedim’in yaptığı kategorizasyonla Wallerstein’ın düşüncelerinin benzerliği dikkat çekicidir. Günümüzde Batı kalıplarını alıp Türki-ye’ye uyarlayan sosyal bilimcilerimiz için Kad-ro’nun bu dünya çapındaki öncü rolünü anla-mak hiç kolay olmamaktadır. Eyüp Özveren bu konuda şunları yazmıştır: “Kadro emperyalist kolon-yal güçlerin ortadan kaybolacağını ve sonraki döne-min ulusal bağımsızlık Hareketi dönemi olacağını tahmin etmiştir. Bunu yaparak Kadro bir erken dö-nem Üçüncü Dün-ya Hareketi haline gelmiştir” (Eyüp Özveren, “The Intellectual Legacy of the Kadro Movement in Retrospect”, sayfa 569). Üçüncü Dün-ya ülkelerinde geli-şen bu neo-Marksist hareketle-rin ortak özelliği ulusalcı yönlerinin bulunması ve ülke-

Sayfa 100

Kadrocular çok başarılı bir şe-Kadrocular çok başarılı bir şe-Kadrocular çok başarılı bir şe-Kadrocular çok başarılı bir şe-kilde 20. yüzyılın antiemper-kilde 20. yüzyılın antiemper-kilde 20. yüzyılın antiemper-kilde 20. yüzyılın antiemper-yalist devrimler çağı olacağını yalist devrimler çağı olacağını yalist devrimler çağı olacağını yalist devrimler çağı olacağını öngörmüşlerdir. Türkiye’yi an-öngörmüşlerdir. Türkiye’yi an-öngörmüşlerdir. Türkiye’yi an-öngörmüşlerdir. Türkiye’yi an-titititi----emperyalist, kapitalist veya emperyalist, kapitalist veya emperyalist, kapitalist veya emperyalist, kapitalist veya sosyalist olmayan bu bloğun sosyalist olmayan bu bloğun sosyalist olmayan bu bloğun sosyalist olmayan bu bloğun

lideri olarak düşünmüş ve Ke-lideri olarak düşünmüş ve Ke-lideri olarak düşünmüş ve Ke-lideri olarak düşünmüş ve Ke-malizm’i bu yönde tüm üçüncü malizm’i bu yönde tüm üçüncü malizm’i bu yönde tüm üçüncü malizm’i bu yönde tüm üçüncü dünya ülkelerine model olacak dünya ülkelerine model olacak dünya ülkelerine model olacak dünya ülkelerine model olacak bir ideoloji yorumlamış, tasar-bir ideoloji yorumlamış, tasar-bir ideoloji yorumlamış, tasar-bir ideoloji yorumlamış, tasar-

lamışlardır. lamışlardır. lamışlardır. lamışlardır.

Wallerstein

Page 101: Politika Dergisi Sayi 24

ler arası eşitsizlikleri, sınıflar arası eşitsizlerden daha ön planda tutmalarıdır. Kapitalist ve emperya-list Batıya karşı kuşkucu ve isyankar tutum bu hare-ketlerin bir diğer ortak özelliğidir. Otarşik ya da en azından ithal ikamesine dayalı korumacı dış ticaret esası tüm bu hareketlerde görülecektir. Bu hareket-lerin bir diğer özelliği de komprador burjuvazi kav-ramıyla uluslararası ya da küresel kapitalizmle iş birliği yapan yerli burjuvaziye tepki göstermeleridir. Dünya Sistemi Teorisi ve Bağımlılık Okulu’nun Kadro hareketinden esinlendiğine dair elimizde kanıt bulunmamasına karşın Kadrocuların bu dü-şüncelere 30-40 sene önce ulaşmış olmaları Türk sosyal bilimleri için bir iftihar konusu ol-malıdır.

[email protected]

KAYNAKLAR

- Biyografi.Net, http://www.biyografi.net

- “Kadro” Aylık Fikir Mecmuası, 1932, sayı 1, 2, 3, 4, 8, 12, 16, II. Kanun

- Tekeli, Đlhan & Đlkin, Selim, “Türkiye’de Bir Aydın Hare-keti: Kadro”, 1984, Toplum ve Bilim Sayı 24, 35-67

- Sunar, Lütfi, “Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri”, 2004, Türkiye Araştırmaları Dergisi, Cilt:2, Sayı 1, 511-526

- Uyar, Hakkı, “Resmi Đdeoloji ya da alternatif resmi ideo-loji oluşturmaya yönelik iki dergi: Ülkü ve Kadro mecmua-

larının karşılaştırmalı içerik analizi”, 1997, Toplum ve Bilim sayı 74, 181-191

- Türkeş, Mustafa, “The Ideology of the Kadro Movement: A Patriotic Leftist Movement in Turkey”, 1999, “Turkey Before and After Atatürk” (Sylvia Kedourie), London: Frank Cass Publishers

- Tekeli, Đlhan & Đlkin, Selim, “Bir Cumhuriyet Öyküsü: Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak”, 2003, Đstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları 134

- Türkeş, Mustafa, “Kadro Hareketi Ulusçu Sol Bir Akım”, 1999, Ankara: Đmge Kitabevi

- Harris, George, “The Communists and The Kadro Movement Shaping ideology in Ataturk’s Turkey”, 2002, Đstanbul: The Isis Pres

- Harris, George S., “Türkiye’de Komünizmin Kaynakla-rı”, 1975, Đstanbul: Boğaziçi Yayınları

- Heper, Metin, “State Tradition In Turkey”, Chapter 3: A Transient Transcendental State (48-66)

- Heper, Metin & Canıvar, Gülser, “Ülkü ve Kadro Dergi-lerinde Yayınlanmış Bazı Makalelerde Beliren Devletçilik Anlayışı”, 1977, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, c. 4-5

- Hale, William, “Ideology and Economic Development in Turkey”, British Society for Middle Eastern Studies

- Özveren, Eyüp, “The Intellectual Legacy of the Kadro Movement in Retrospect”, 1996, METU Development Studies, Cilt: 23, Sayı 4

Sayfa 101 Sayı 24

Dünya Sistemi Teorisi Dünya Sistemi Teorisi Dünya Sistemi Teorisi Dünya Sistemi Teorisi ve Bağımlılık Okulu’-ve Bağımlılık Okulu’-ve Bağımlılık Okulu’-ve Bağımlılık Okulu’-nun Kadro hareketin-nun Kadro hareketin-nun Kadro hareketin-nun Kadro hareketin-den esinlendiğine dair den esinlendiğine dair den esinlendiğine dair den esinlendiğine dair elimizde kanıt bulun-elimizde kanıt bulun-elimizde kanıt bulun-elimizde kanıt bulun-

mamasına karşın Kad-mamasına karşın Kad-mamasına karşın Kad-mamasına karşın Kad-rocuların bu düşüncele-rocuların bu düşüncele-rocuların bu düşüncele-rocuların bu düşüncele-re 30re 30re 30re 30----40 sene önce ulaş-40 sene önce ulaş-40 sene önce ulaş-40 sene önce ulaş-mış olmaları Türk sos-mış olmaları Türk sos-mış olmaları Türk sos-mış olmaları Türk sos-yal bilimleri için bir yal bilimleri için bir yal bilimleri için bir yal bilimleri için bir

iftihar konusu olmalı-iftihar konusu olmalı-iftihar konusu olmalı-iftihar konusu olmalı-dır.dır.dır.dır.

Ernest Mandel

Page 102: Politika Dergisi Sayi 24

Prof. Dr. Sina AKŞĐN

H alkçılık ilkesi, denilebilir ki altı oktan ilk çıkan ilkedir. Atatürk 13 Eylül 1920’de TBMM Hükümetinin ilk kapsamlı siyasal programını ve aynı zamanda ilk anaya-

sa taslağını Meclise sundu. Belge 18 Eylül’de Mec-liste okundu. Belgenin bir adı da “Halkçılık Prog-ramı” idi. Daha sonra 21 Ekim’de TBMM kısa bir beyanname ile programda yer alan emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığını yineleyecek ve 18 Ka-sım’da başlayan görüşmeler, 20 Ocak 1921’de Türkiye’nin ilk anayasası, Teşkilat-ı Esasiye Ka-nunu ile sonuçlanacaktı.

Bu sırada, yani 13 Eylül 1920’deki genel duruma bakalım: Anzavur, Düzce-Adapazarı, Çapanoğlu Đsyanları bastırılmış; Hilafet Ordusu (Kuvayı Đnzi-

batiye) bozguna uğratılmış; henüz Ermeniler sal-dırmamış; Delibaşı Mehmet Konya’da isyan etme-mişti. Bunlar olumlu etkenlerdi. Buna karşılık Yu-nanlılar, istilalarını Uşak’a, Bursa’ya vardırmış; Đstanbul Hükümeti, Sevr Antlaşması’nı imzalamış bulunuyordu. Yine olumlu bir gelişme, Sovyetlerle ilişkilerin kurulmuş ve gelişmekte olmasıydı. Đlkba-harda Mustafa Kemal, Lenin’le mektuplaşmış; ardından Bekir Sami başkanlığındaki bir heyet Moskova’ya gitmiş, görüşmelere başlamıştı. Bu arada, 3 Haziran 1920 günü, Sovyetler Dışişleri Komiseri Çiçerin’in bir mektubuyla Misak-ı Millî’yi kabul ettiklerini bildiriyorlardı. Böylece Yunan işgali-ni ve Sevr’i ortadan kaldırmak için Sovyet desteği, TBMM Hükümetinin dış siyasette en önemli umut kapısı durumuna gelmiş bulunuyordu.

Halkçılık Programı böyle bir ortamda TBMM’ye sunuluyordu. Programı incelerken bu ortamla ilişki-lendirmek gerekir. Bu belgeye göre, TBMM Hükü-metinin yegâne amacı, halkı emperyalizm ve kapitalizmin “tahakküm ve zulmünden” kurtar-maktı (m.2). Gerçi 1. maddede, TBMM’nin hilafet ve saltanatı kurtarmak üzere kurulduğu belirtili-yordu, ama 6. maddede egemenliğin kayıtsız şartsız milletin olduğu vurgulanıyordu. 25 Ey-lül’de yapılan gizli oturumda Mustafa Kemal, Vahidettin için “Hain bir adamdır.” dediği zaman alkışlar ve “bravo” sesleriyle karşılanıyordu. (1) Bu biçimde ortaya konan devrimci cesarette, emperya-lizm ve özellikle kapitalizme karşı tavır alınmasın-da, kuşkusuz Sovyet desteğinin önemli bir payı bu-lunuyordu. Ayrıca bu sıralar Anadolu’da Bolşevikle-re yakın Yeşil Ordu gibi bir örgütün açıkça ve 14 Temmuz’da kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin gizli olarak çalıştığını, kimi dinsel çevrelerin bile Bolşevikliğe yakınlık gösterdiğini biliyoruz. (2)

Sayfa 102

Bir yanda ağalığa-şeyhliğe, bir yanda ekonomik darboğaza karşı...

Atatürk Döneminde

Halkçılık Ne Anlama Geliyordu?

Atatürk 13 Eylül 1920’de Atatürk 13 Eylül 1920’de Atatürk 13 Eylül 1920’de Atatürk 13 Eylül 1920’de TBMM Hükümetinin ilk TBMM Hükümetinin ilk TBMM Hükümetinin ilk TBMM Hükümetinin ilk kapsamlı siyasal progra-kapsamlı siyasal progra-kapsamlı siyasal progra-kapsamlı siyasal progra-mını ve aynı zamanda ilk mını ve aynı zamanda ilk mını ve aynı zamanda ilk mını ve aynı zamanda ilk anayasa taslağını Meclise anayasa taslağını Meclise anayasa taslağını Meclise anayasa taslağını Meclise sundu. Belge 18 Eylül’de sundu. Belge 18 Eylül’de sundu. Belge 18 Eylül’de sundu. Belge 18 Eylül’de

Mecliste okundu. Belgenin Mecliste okundu. Belgenin Mecliste okundu. Belgenin Mecliste okundu. Belgenin bir adı da “Halkçılık bir adı da “Halkçılık bir adı da “Halkçılık bir adı da “Halkçılık

Programı” idi. Programı” idi. Programı” idi. Programı” idi.

Page 103: Politika Dergisi Sayi 24

Bu girişten sonra, bütün Atatürk Dönemi boyunca halkçılık uygulamalarını ele alalım. Önce Halkçılı-ğın karşı olduğu iki şeye değinelim. Birincisi, salta-nat ve hilafet karşıtlığıdır. Bu daha geniş olarak, feodalizme, yani ortaçağa, yani ağalık ve şeyhlik düzenine karşı olmak demekti. Türklerde 1915’te tahminen %5 olan okuryazarlık oranı, onların orta-çağ düzeninde yaşadıklarının bir belirtisiydi. Ayrıca bir ortaçağ hukuk dizgesi olan şeriat uygulanmak-taydı. Böyle bir düzende padişah, ağaların ağası, bir çeşit başağa; aynı kişi halife olarak da şeyhlerin şeyhi, baş şeyh durumundaydı. 1922’de saltanatın, 1924’te halifeliğin kaldırılması, ağalık-şeyhlik düze-nine vurulmuş ağır bir darbeydi. Ama toplumun bü-yük çoğunluğu ağalık-şeyhlik düzeninde yaşarken, yalnızca saltanat ve halifeliğin kaldırılması, çarpıcı ve önemli ama bir bakıma yüzeysel bir önlemdi. Ağalık-şeyhlik düzenine son verilmesi, uzun yıllar sürecek, pek çok alanda yürütülecek bir çabanın, bir savaşımın sonucu olabilirdi. Ne yazık ki, pek çok mesafe alınmış olmakla birlikte Kısmi Karşıdevrim yüzünden bugün de henüz o noktaya ulaşabilmiş değiliz. Halkçılığın ağalık-şeyhlik düzenine karşı olmasının nedeni, halkın gerilik, cehalet, eşitsizlik ve baskı içinde yaşamasının kabul edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Mahmut Esat Bozkurt’un de-diği gibi, “Bir ferdin, bir milletin ben hür olmaya-cağım, esir olacağım deme hakkı yoktur.” (3)

Atatürk halkçılığı, 1920’lerin ortalarında çokpartili dizgeye sıcak bakmıyordu. Atatürk’e göre partiler sınıfların çıkarlarını temsil ederler. Türkiye’de mo-dern sınıflar, yani kapitalist sınıfla işçi sınıfı pek bulunmadığına göre tek parti olması nor-maldir. Burada Ata-türk, Ziya Gökalp kanalıyla Durkheim’dan gelen dayanışmacılık kura-mına dayanıyordu. Buna göre toplumda çeşitli meslekler var-dı ve bunlar birbirle-rini bütünledikler için çatışmadan (sınıf çatışması) çok, da-yanışma söz konu-suydu. Atatürk’ün de bu anlamda (proletarya - kapita-

list çelişkisi anlamında) sınıf çatışmasına hiç sıcak bakmadığı, dayanışmacılıktan yana olduğu açıktır. Bununla birlikte, Atatürk düzeninin, feodalizme, ağalık ve şeyhlik düzenine düşman olduğu da kesindir ve bu da bir sınıf çatışması sayılmalı-dır.

1929’da Atatürk’ün Afet Đnan ile yazmış olduğu ve o dönemin ortaokullarında yurttaşlık bilgisi ders kitabı olarak kullanılmış olan Medeni Bilgiler’de, Atatürk’ün demokrasiden söz ederken, bu sözcü-ğü açıklamak için ayraç içinde “halkçılık” sözcü-ğünü yazmış olduğunu görüyoruz. Böylece halkçı-

Sayfa 103 Sayı 24

Halkçılığın ağalıkHalkçılığın ağalıkHalkçılığın ağalıkHalkçılığın ağalık----şeyhlik şeyhlik şeyhlik şeyhlik düzenine karşı olmasının düzenine karşı olmasının düzenine karşı olmasının düzenine karşı olmasının nedeni, halkın gerilik, ce-nedeni, halkın gerilik, ce-nedeni, halkın gerilik, ce-nedeni, halkın gerilik, ce-halet, eşitsizlik ve baskı halet, eşitsizlik ve baskı halet, eşitsizlik ve baskı halet, eşitsizlik ve baskı

içinde yaşamasının kabul içinde yaşamasının kabul içinde yaşamasının kabul içinde yaşamasının kabul edilmemesinden kaynak-edilmemesinden kaynak-edilmemesinden kaynak-edilmemesinden kaynak-

lanmaktadır. Mahmut Esat lanmaktadır. Mahmut Esat lanmaktadır. Mahmut Esat lanmaktadır. Mahmut Esat Bozkurt’un dediği gibi, Bozkurt’un dediği gibi, Bozkurt’un dediği gibi, Bozkurt’un dediği gibi,

“Bir ferdin, bir milletin ben “Bir ferdin, bir milletin ben “Bir ferdin, bir milletin ben “Bir ferdin, bir milletin ben hür olmayacağım, esir ola-hür olmayacağım, esir ola-hür olmayacağım, esir ola-hür olmayacağım, esir ola-cağım deme hakkı yoktur.” cağım deme hakkı yoktur.” cağım deme hakkı yoktur.” cağım deme hakkı yoktur.”

“El öptürmemek” için mücadele veren Atatürk...

Page 104: Politika Dergisi Sayi 24

lığın olumlu anlamına gelmiş oluyoruz: demokrasi. Demokrasi konusunda iki anlayış var. Kimisi de-mokrasiyi çokpartili dizgeyle özdeşleştiriyor. Yani birden çok parti olacak, dürüst seçimler yapılacak, kitle iletişim araçları özgür olacak. Bu demokrasi-nin dar anlamı. Geniş anlamı da bence şu: bir toplumdaki toplam özgürlük ve eşitliğin düzeyi. Özgürlük düzeyini ölçmek için örneğin yasalara, yasaların uygulanma biçimine, çocukların nasıl terbiye edildiğine, eğitimin nasıl yürütüldüğüne ba-kabiliriz. Eşitlik için örneğin, o toplumda ayrıcalıkla-rın olup olmadığına, varsa bunların derecesine, varlık ve gelir farklarına, eğitimin ve sağlık hizmet-lerinin ne ölçüde yaygın ve herkes için ulaşılabilir olduğuna, kadın-erkek, yaşlı-genç eşitliğinin duru-muna bakabiliriz. Demek ki bir ülkenin, bir toplu-mun demokratik olup olmadığını, ne ölçüde de-mokratik olduğu, özgürlük ve eşitliğe bakarak anla-şılabilir. Çokpartili dizge birçok kez demokrasiye hizmet edebilecek bir mekanizmadır, fakat bu me-kanizma demokrasi derecesi çok düşük olan bir ülkede de bulunabilir, bugünkü Đran gibi. Ayrıca seçmenler demokrasi düşmanlarını seçebilirler; Almanya’da Hitler’in, Türkiye’de şeriat partilerinin seçilmesi gibi. Bu takdirde çokpartili dizgenin de-mokrasiye hizmet ettiği söylenemez. Bütün bun-lar, demokrasiyle çokpartili dizgeyi özdeşleştir-menin ne denli yanlış olduğunu bize göster-mektedir. (4)

Atatürk Döneminin demokrasi bakımından halk-çılık uygulamalarına baktığımızda, başta siyasal-hukuksal demokrasi uygulamalarını görüyoruz.

Önce eşitlik uygulamalarını görüyoruz. En temel, en önemli eşitlik, kadın-erkek eşitliğidir. Geleneksel toplumda kadın-erkek eşitsizliği öncelikle bir orta-çağ hukuk dizgesi olan şeriattan kaynaklanıyordu. Mirasta, ceza hukukunda, tanıklıkta kadın açıkça erkeğe göre yarı insan sayılıyordu. Evlilik hukukun-da kadının değeri belki daha da düşmekteydi. 1926’da Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesiyle, şeriat da yürürlükten kalkmış oldu. Böylece medeni hukuk alanında kadınla erkek hemen hemen eşit-lenmiş oldu. 1934’te kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmasıyla siyasal haklar bakımından da eşitlik sağlanmış oldu.

Erkekler arasında eşitlik sağlayan kimi adımlara da değinelim. 1934’te lakap ve unvanların; 1923’te oy vermek için vergi ödeme koşulunun kaldırılması, böyle adımlardır.

1920’lerde Atatürk tek partililiği savunuyordu. Bi-lindiği gibi, buna rağmen 1924’te kurulan Terakki-perver Cumhuriyet Fırkası denemesi, Şeyh Sait Đsyanı’nın gürültüleri içinde son buldu. Daha sonra Atatürk, fikrini değiştirerek bir muhalefet partisinin (Serbest Fırka’nın) kurulmasına öncülük etti (1930). Bu parti, devrimi tartışma konusu yapmayacaktı. Buna rağmen büyük gürültüler koptu ve az sonra Menemen Olayı’na kadar gidecek olan gürültüler arasında Fırka kapatıldı. Böylece bir kez daha çokpartili dizgeden geri dönülmüş oluyordu. Kuşku yok ki, Atatürk Devriminin yürümesi, demokrasi ya-ni eşitlik ve özgürlük açısından, çokpartili dizgenin yürümesi açısından daha önemliydi. Çünkü henüz aydınlanmamış bir toplumda çokpartililik gericiliği özendirmekteydi. Bu deneylere rağmen Đsmet Đnö-nü’nün 1945’te Sovyet tehdidinden ürkerek çokpartililiğe geçmesi, erken bir karar olduğu için yanlış olmuş, Türkiye’yi Karşıdevrim sürecine sok-muştur (1950’den başlayarak).

Atatürk Döneminde toplumsal demokrasi uygula-maları da görülmektedir. Halkçılık Programı ve Be-yannamesi gerçi emperyalizme ve kapitalizme cep-he almış gibi görünse de, bu Millî Mücadele’nin uluslararası düzlemdeki konjonktürel sıkışıklığı ile açıklanabilir. Nitekim Lozan Konferansı konjonktü-ründe, Đzmir Đktisat Kongresi’nde, kapitalizme açık bir tavır sergilenmiştir. Fakat her ikisi de Türkiye’nin iki sıkışıklık anına denk düşmektedir; o bakımdan da kabil-i ihmal görülebilir. Altı oku iki devrimin (Fransız ve Sovyet Devrimlerinin) bireşimi olarak

Sayfa 104

Önce eşitlik uygulamalarını Önce eşitlik uygulamalarını Önce eşitlik uygulamalarını Önce eşitlik uygulamalarını görüyoruz. En temel, en görüyoruz. En temel, en görüyoruz. En temel, en görüyoruz. En temel, en

önemli eşitlik, kadınönemli eşitlik, kadınönemli eşitlik, kadınönemli eşitlik, kadın----erkek erkek erkek erkek eşitliğidir. Geleneksel toplum-eşitliğidir. Geleneksel toplum-eşitliğidir. Geleneksel toplum-eşitliğidir. Geleneksel toplum-da kadında kadında kadında kadın----erkek eşitsizliği önce-erkek eşitsizliği önce-erkek eşitsizliği önce-erkek eşitsizliği önce-likle bir ortaçağ hukuk dizgesi likle bir ortaçağ hukuk dizgesi likle bir ortaçağ hukuk dizgesi likle bir ortaçağ hukuk dizgesi olan şeriattan kaynaklanıyor-olan şeriattan kaynaklanıyor-olan şeriattan kaynaklanıyor-olan şeriattan kaynaklanıyor-du. Mirasta, ceza hukukunda, du. Mirasta, ceza hukukunda, du. Mirasta, ceza hukukunda, du. Mirasta, ceza hukukunda, tanıklıkta kadın açıkça erkeğe tanıklıkta kadın açıkça erkeğe tanıklıkta kadın açıkça erkeğe tanıklıkta kadın açıkça erkeğe göre yarı insan sayılıyordu. göre yarı insan sayılıyordu. göre yarı insan sayılıyordu. göre yarı insan sayılıyordu.

Page 105: Politika Dergisi Sayi 24

değerlendiren görüşler dikkate alınırsa, sosya-list olmasa da Atatürk Devriminin iyice solda olduğu kabul edilmelidir. Üç ok Fransız Devri-mi’nden; devletçilik ve halkçılık, Sovyet Devrimi’n-den gelmektedir denilebilir. Zaten “Sağ Kema-

lizm”den söz edenler o bakımdan yanılıyorlar. Nasıl sağ sosyalizm; sağ komünizm denemezse, sağ Kemalizm de denilmemelidir. Ama tabii, bu dev-rimci hareketlerin içinde sağ ya da sol eğilimler ya da kanatlar bulunabilir.

Đşte demek ki halkçılık ve devletçilik Atatürkçülü-ğü sosyalizme yaklaştıran ilkelerdir. Toplumsal demokrasi bakımından halkçılık, öncelikle dar gelirlilerin, işçi ve köylülerin gözetilmesi de-mektir. Eğitim ve sağlığın parasız olması, üste-lik parasız yatılı Köy Enstitüsü gibi uygulamalar dar gelirlileri gözetme siyasetinin sonucudur. Aynı biçimde, ekmek fiyatının kamu tarafından be-lirlenmesi; devlet fabrikalarının dar gelirlilerin gerek-sinimleri için ucuz dokumalar, giyim kuşam, ayak-kabı, terlik üretmesi de aynı yaklaşımın sonucudur. (Liberalliğin ağır bastığı günümüzde, “devlet pabuç, terlik, pijama mı üretirmiş” diye söz konusu tutuma isyan edilmekte, belki alay konusu edilmektedir.) Üçüncü olarak çok yoksul olan Atatürk Dönemi devletinin, yine de ne yapıp yapıp devlet fabrikala-rında ve işletmelerinde çalışan işçiler ve diğer çalı-şanlar için doğru dürüst lojman, okul, sağlık, spor ve eğlence yerleri sağlamaya çalıştığını görüyoruz. Devletin o dönemde bütün yurttaşlarına bunu yapmaya gücü yoktu, fakat hiç değilse kapısın-da çalışanları gözetmeye çalışıyordu. (5)

[email protected]

___

(1) TBMM Gizli Celse Zabıtları (Ank, Đş Bankası, 1985) c.1. s.135

(2) Emel Akal, Mustafa Kemal, Đttihat ve Terakki ve Bol-şevizm (Đst, TÜSTAV, 2002).

(3) S. Akşin, “Bozkurt ve Peker’in Devrim Tarihi Ders Kitapları”, Türkiye’nin Önünde Üç Model (Đ st, Telos, 1997).

(4) S. Akşin, “Atatürk Döneminde Demokrasi”, “Demokrasi Kuramı, Atatürk Devrimi ve Faşizm”, Atatürkçü Partiyi Kurmanın Sırası Geldi (Ank, Đmaj, 2002)

(5) Devlete ait tüm sanayi ku-ruluşlarında çalışanların sayısı 1938’de 70.445’ti. Bu konuda bkz. Ahmet Makal, Türkiye’de Tek Partili Dönemde Çalışma Đlişkileri: 1920-1946 (Ank, Đm-ge, 1999), s.253-281.

Sayfa 105 Sayı 24

Toplumsal demokrasi ba-Toplumsal demokrasi ba-Toplumsal demokrasi ba-Toplumsal demokrasi ba-kımından halkçılık, önce-kımından halkçılık, önce-kımından halkçılık, önce-kımından halkçılık, önce-likle dar gelirlilerin, işçi likle dar gelirlilerin, işçi likle dar gelirlilerin, işçi likle dar gelirlilerin, işçi ve köylülerin gözetilmesi ve köylülerin gözetilmesi ve köylülerin gözetilmesi ve köylülerin gözetilmesi demektir. Eğitim ve sağlı-demektir. Eğitim ve sağlı-demektir. Eğitim ve sağlı-demektir. Eğitim ve sağlı-ğın parasız olması, üste-ğın parasız olması, üste-ğın parasız olması, üste-ğın parasız olması, üste-

lik parasız yatılı Köy lik parasız yatılı Köy lik parasız yatılı Köy lik parasız yatılı Köy Enstitüsü gibi uygulama-Enstitüsü gibi uygulama-Enstitüsü gibi uygulama-Enstitüsü gibi uygulama-lar dar gelirlileri gözetme lar dar gelirlileri gözetme lar dar gelirlileri gözetme lar dar gelirlileri gözetme

siyasetinin sonucudur. siyasetinin sonucudur. siyasetinin sonucudur. siyasetinin sonucudur.

Page 106: Politika Dergisi Sayi 24

Selvihan ÇĐĞDEM

B ilim ve iktidar tarih boyunca ilişki içinde olmuştur. Kimi zaman bilim iktidarın kimi zaman da iktidar bilimin etkisi altında kalmıştır. Bu etkileşimin olumlu ve olum-

suz tarafları olmuştur şüphesiz. Geçmişten günü-müze uzanan bilim ve iktidar ilişkisinin neden ve nasıl oluştuğu ve nasıl olması gerektiği ise tartış-malı konuları beraberinde getirmektedir.

Bilim, insanlığın var oluşuyla birlikte, merak duy-gusunun kamçıladığı öğrenme isteğiyle yeni buluş-

lar elde etmenin ve süreklilik ilkesine bağlı olarak birikimli ilerlemenin adıdır. Đnsanlığın var oluşuyla diyoruz, çünkü insanın insan olarak kendi farkına varması da yine bilim sayesinde olmuştur. Bilimde esas olan tıpkı sanat gibi yaratıcılıktır. Çünkü insa-nın içinde yatan yaratma isteği onu doğaya karşı hükmetmeye zorlamıştır. Bu sayede insan bir za-manlar kendisinin üstesinden gelemediği güçlere hakim olmaya başlamış, yaşam şartlarını günden güne iyileştirmiştir. Bilimin temeli deney ve gözle-me dayanmaktadır. Đnsanın içindeki merak, sürekli soru sormasına neden olmuş, bu sorulara verilen cevaplar başka soruların sorulmasına yol açmış, ne sorulan sorular tükenmiş ne de aramaktan vazge-

Sayfa 106

Güç ve bilim...

Geçmişten Günümüze

Bilim ve Đktidar Đlişkisi (1)

Page 107: Politika Dergisi Sayi 24

çilmiştir. Bu devinim ise bambaşka bir dünyanın kapılarını aralamıştır: “Bilim dünyası.”

Her çağda bilim dünyasında adım adım ilerleyen insan, aklını kullanmayı öğrenmiş ve kendinden başlattığı aydınlanmayı geleceğe taşımıştır. Đnsanın aklını kullanması bilimin sistemli olarak ilerlemesine büyük katkıda bulunmuş, bunun yanında bilim çe-şitli dallara ayrılmış, bilimde uzmanlaşmaya gidilmiş ve modernleşme ile günümüzde hemen her alanda kullanılan teknoloji bilime hız kazandırmıştır.

Elbette bilim, günümüze burada anlatıldığı gibi rahat bir şekilde gelmedi. Yeri geldi çetin koşullara karşı savaş verdi, kan kaybetti ama mücadelesin-den asla taviz vermedi. Bilim, ezberleri bozarak insan hayatına yön vermeye başlamasından beri engellenmeye çalışıldı, yok sayıldı, duraksatıldı… Fakat görüldü ki her seferinde katlanarak büyüdü, daha da güçlendi ve önünde durulamaz bir sel hali-ne geldi. Bir zamanlar bilime karşı çıkanlar, onun önünde boyun eğmek zorunda kaldı, hatta öyle za-man geldi ki ondan faydalandı, yararını gördü.

Uygarlık tarihine baktığımızda bilime karşı çıkıp ona “köstek” olan medeniyetler olduğu kadar bilimi destekleyen, bilimle uğraşanları koruyan, hatta biz-zat bilimin açtığı yolda birlikte yürüyen medeniyetler de olmuştur. Yazımızın başlığından da anlaşıldığı üzere bizim de asıl üzerinde durmamızı gerektiren tam da bu nokta. Bilim ve iktidarların tarihi süreçteki ilişkileri.

Đktidar, devlet yönetimini elinde bulundurma ve devlet gücünü kullanma yetkisidir. Bu yetkiyi elinde bulunduran kişi ve kuruluşlar öncelikle kendi çıkar-larını gözetmektedir. Bunu yaparken de çeşitli yön-temlere başvururlar. Bu yöntemlerin başında da “din”i kullanmak gelir. Çünkü iktidar sahiplerinin, ellerindeki bu gücü kaybetme kaygısı, yönetilenler üstünde din üzerinden bir korku fanusu oluşturma-ya çalışmasına sebep olmuştur.

Bilimin sorgulamaya dayanması ve temelinde kuşkuculuk olması, dinin ise sorgulamadan kabul etmesi ve körü körüne inanca dayanması tarih bo-yunca bilim ve dini karşı karşıya getirmiştir. Dinsel dogmalar kimi zaman bilimin gelişimini etkilerken bilimdeki gelişmeler de dini inanışları etkilemiştir. Đktidarın ise insanların zayıf yönlerinden yararlana-rak dini önünde kalkan gibi kullanması her defasın-da bilimin yoluna taş koymuştur. Geçmişten günü-

müze kadar bilim iktidar arasındaki ilişkide dinin etkisi hâlâ devam etmektedir. Fakat bu etki sadece dinle de kalmamış; çeşitli gelenekler, alışkanlıklar, savaşlar, bilimdeki gelişmeler de yine bu ilişkide farklı zamanlarda görev almışlardır.

Politik düzen ve doğa düzeni arasındaki ortak görünümleri ilk kez tanımlayan kişi bir bilim ada-mıydı. Bu kişi politik iktidarı, doğa bilimlerine uygu-lanan nesnelliği aratmayacak ölçüde katı bir nes-nelliği amaçlayan bir metodoloji kullanarak analiz etti. Bu kişi Platon’un öğrencisi, Büyük Đskender’in hocası ve gezgin okulunun kurucusu olan Aristotales’ti.(MÖ 384-322) (1) görüldüğü gibi bize siyaset ve bilim arasındaki gelişmenin ilk ipuçlarını Aristotales vermektedir. Đnsanı “politik bir hay-van” olarak tanımlarken iktidarın çeşitli dağıtım ve kullanım yollarına göre ilk iktidar ve yönetim sınıf-landırmasını da sunar.

Yunan-Roma dönemi olarak adlandırılan Eskiçağ biliminin son dönemi, Roma’nın Mısır’ı işgal etme-siyle başlar ve MS 4. yy.da sona erer. Düşünce, eylem, bilimsel araştırma ve teknolojik yenilik mer-kezleri olan şehir-devletlerin çöküşü, bilim, toplum ve felsefi düşünme arasındaki ilişkide baş gösteren bir dönüm noktasını işaret eder. Bu dönüm noktası Sezar’ın tanrılaştırılmasıyla doruk noktasına ula-şan otokratik baskıcı iktidarın gelişimiyle çakışır. Epikuros ve Lucretius gibi devlet iktidarı karşısın-daki güçsüzlüklerinin farkına varan bilim adamları

Sayfa 107 Sayı 24

Bilimin sorgulamaya da-Bilimin sorgulamaya da-Bilimin sorgulamaya da-Bilimin sorgulamaya da-yanması ve temelinde kuş-yanması ve temelinde kuş-yanması ve temelinde kuş-yanması ve temelinde kuş-kuculuk olması, dinin ise kuculuk olması, dinin ise kuculuk olması, dinin ise kuculuk olması, dinin ise

sorgulamadan kabul etmesi sorgulamadan kabul etmesi sorgulamadan kabul etmesi sorgulamadan kabul etmesi ve körü körüne inanca da-ve körü körüne inanca da-ve körü körüne inanca da-ve körü körüne inanca da-yanması tarih boyunca bi-yanması tarih boyunca bi-yanması tarih boyunca bi-yanması tarih boyunca bi-lim ve dini karşı karşıya ge-lim ve dini karşı karşıya ge-lim ve dini karşı karşıya ge-lim ve dini karşı karşıya ge-tirmiştir. Dinsel dogmalar tirmiştir. Dinsel dogmalar tirmiştir. Dinsel dogmalar tirmiştir. Dinsel dogmalar kimi zaman bilimin gelişi-kimi zaman bilimin gelişi-kimi zaman bilimin gelişi-kimi zaman bilimin gelişi-mini etkilerken bilimdeki mini etkilerken bilimdeki mini etkilerken bilimdeki mini etkilerken bilimdeki

gelişmeler de dini inanışları gelişmeler de dini inanışları gelişmeler de dini inanışları gelişmeler de dini inanışları etkilemiştir. etkilemiştir. etkilemiştir. etkilemiştir.

Page 108: Politika Dergisi Sayi 24

bu mutlakiyetçi devlete bir tepki olarak, dış dünya-dan ve bundan dolayı geçici iktidardan bağımsız bir ahlaki mükemmelliğe varma arayışıyla kendi içlerine kapandılar.

Epikuros hiç kuşkusuz dönemin önde gelen kişi-

liklerindendi. Platon ve Demokritos MÖ 342 Samos’ta doğan Epikuros’un hocalarıydı. Eski za-manların tüm düşünürleri arasında Epikuros, kültür çerçevesi içinde bilime en öncelikli yeri tanıyan kişiydi. Bilimin, toplumu hurafelerden ve tiranlıktan kurtarması için insana esin kaynağı olacak, dünya-ya ilişkin bir görüş açısı sağlamasının gerektiğini düşünüyordu. Epikuros bilimin önemli olduğunu, çünkü yalnız bilimin bize mutluluk verebileceğini vurguluyordu. Doğanın incelenmesi yalnızca yal-nızca bir insanın diğer insanlar karşısında güç iddiasında bulunması ve bunu kanıt-laması amacıyla yapılmaz; tam tersine, bu incelemenin amacı sadece dış görünüşe önem vermekle yetinme-yen hakiki kişisel niteliklerin kıymeti-ni bilme yeteneğine sahip ciddi ve bağımsız bireyler yaratmaktır. Bu-rada eski çağda bilim adamlarına karşı iktidarın açıktan bir baskısını söyleyebiliriz. Oysa bilim özgür dü-şüncenin var olduğu yerde gelişir. Bilim adamları iktidarın korku ve baskı-sının olmadığı yerlerde gerçek görevleriy-le ilgilenir.

Epikuros, okulunu Midilli’de kurdu ve kadınları ve köleleri de öğrenci olarak kabul etti. Epikurosçuluk hem Rodos’ta hem de Roma’da imtiyazlı sınıfın felsefesi haline gelen Stoacılığın tersine halkın öğ-retisi oldu. Bu durum bilim ve anayasal iktidar ara-sında tarihteki ilk ciddi çatışma ortamını hazırladı. Epikuros’un başlattığı hareket Helenistik dünyayı bir uçta diğerine kaplayarak Roma’ya dek ulaştı. Epikurosçuluk MÖ 170 yılında öylesine toplumsal ve politik bir önem kazandı ki bu yıl içerisinde Ro-ma Senatosu Epikuros’un iki öğrencisi Alceus ve Philiscus’u senatodan kovdu.

Epikurosçu teolojiyi reformdan geçirme girişimle-rinde otoriter iktidara karşı daha iyi savunabilmek için dini ve doğa yasalarını birbirinden ayırmaya çalışıyorlardı. Amaçladıkları bu reformlar gerçekleş-tiği takdirde tanrılar bu dünya üzerindeki hakimiyet-lerini yitirmeye başlayacaklar ve yalnızca bilge in-sanların vicdanlarını biçimlendiren, aşkın birer bilgi ve mutluluk etkeni haline geleceklerdi. Tanrılar ko-nusundaki bu görüş açısı aynı zamanda tanrıların fiziksel evrende ve insanın toplumsal hayatında olup bitenlerden sorumlu tutulamayacaklarını ima ediyordu. Buna göre insan ruhu atomlardan oluş-maktaydı ve ölüm gelip çattığında bedenle birlikte parçalanıp dağılıyordu. Ölümsüzlük yoktu.

Bu dönemde Roma’da muhafazakârlar ile Epikurosçular gibi birçok reform ve toplumsal yeni-lik yanlıları arasında şiddetli bir iktidar mücadelesi cereyan etmekteydi. Doğa modeli uyarınca yaşama sorununu öğretinin temel öğelerinden biri olarak ortaya koyan Epikuros, resmi Roma iktidarına hiz-

met eden birçok kâhin, rahip ve rahibeyle doğal olarak çatıştı ve sonuçta bu ikti-

darı tehdit etmeye başladı. Böylece Epikurosçu hareket iktidarda olan-

lara karşı toplumsal ayaklanma-nın bir öğesi ve Gracchus’un önerdiği yeni toprak yasalarına benzer reform yasalarının bir savunucusu haline geldi.

Roma’da hapse atılan ve kısa sürede Scipio çevresinin bir üyesi

haline gelen Polybios, Roma ikti-darının hakiki mihenk taşının hurafe

olduğunu yazmıştı. Her zaman Demokritos’tan esinlenen Epikuros ve bu konuda ondan daha ileri giden

Sayfa 108

Eski zamanların tüm düşü-Eski zamanların tüm düşü-Eski zamanların tüm düşü-Eski zamanların tüm düşü-nürleri arasında Epikuros, nürleri arasında Epikuros, nürleri arasında Epikuros, nürleri arasında Epikuros,

kültür çerçevesi içinde bilime kültür çerçevesi içinde bilime kültür çerçevesi içinde bilime kültür çerçevesi içinde bilime en öncelikli yeri tanıyan ki-en öncelikli yeri tanıyan ki-en öncelikli yeri tanıyan ki-en öncelikli yeri tanıyan ki-şiydi. Bilimin, toplumu hu-şiydi. Bilimin, toplumu hu-şiydi. Bilimin, toplumu hu-şiydi. Bilimin, toplumu hu-rafelerden ve tiranlıktan kur-rafelerden ve tiranlıktan kur-rafelerden ve tiranlıktan kur-rafelerden ve tiranlıktan kur-tarması için insana esin kay-tarması için insana esin kay-tarması için insana esin kay-tarması için insana esin kay-nağı olacak, dünyaya ilişkin nağı olacak, dünyaya ilişkin nağı olacak, dünyaya ilişkin nağı olacak, dünyaya ilişkin bir görüş açısı sağlamasının bir görüş açısı sağlamasının bir görüş açısı sağlamasının bir görüş açısı sağlamasının

gerektiğini düşünüyordu.gerektiğini düşünüyordu.gerektiğini düşünüyordu.gerektiğini düşünüyordu.

Epikuros

Page 109: Politika Dergisi Sayi 24

Lucretius, bireyin özgürlüğü ve bireyin istenç öz-gürlüğü arasında önemli bir adım attılar.

Bu dönemin bilim adamları ve düşünürleri arasın-

da başka bir önemli sima Zenon’dur. (MÖ 336-264). Ünlü matematik paradoksuyla ve Stoa okulu-nun kurucusu olarak tanınan ve Epikuros’un çağda-şı olarak tanınan Zenon da Roma’daki iktidar mü-cadelesinde önemli bir rol oynamıştır. (2)

Roma Đmparatorluğu’nda teknolojinin lehine bili-min gücünü yitirmesinin nedeni konusunda pek çok tartışma yapıldı. Romalıların günlük hayatı düzenle-yen ve kolaylaştıran pek çok olaya imza atmalarına rağmen bilimsel açıklamalarda bulunmaları yok denecek kadar azdı. Bunun nedeni böylesi açıkla-malar yapanların yönetici sınıfa hizmet eden tanrı-sal varlıkların ve astrologların gücünü tehdit etmesi ve onlara meydan okumasıydı.

Modern bilimin doğuşu, Galileo’nun çalışmaları ve ampirik metotların zaferiyle aynı zamana rastla-maktadır. Bilim ve matematiğin 17. yy.daki sergile-diği gelişmenin önceki yy.lara göre daha yüksek olmasının sebebi Rönesans’ın kültür devriminin ve teknolojik ilerlemeyle bağlantılı olarak ticaret ve ekonominin gelişmesidir. Modern bilimin doğuşu Ortaçağ’ın sonunda toplumsal yapıda ortaya çıkan değerlerden kaynaklanmıştır.

Fakat bu gelişmelerin tarihi sürecine baktığımızda gelinen noktanın altyapısını bilim adamlarının din ve iktidarın dogmatizmine verdikleri mücadelenin zaferleri hazırlamıştır. Gerçekten de bilimin geliş-mesi ve insanlık tarihine ışık tutması için canların-dan olan bu bilim adamlarına bizler bu gün çok şey borçluyuz.

Đşte bu bilim adamlarından biri modern bilimin

babası sayılan Galileo Galilei’dir. (1564-1642) Galileo düşünce tarihindeki belli başlı üç fikrin ya-ratıcısıdır: Birincisi doğa kesin yasalara uygun ol-gularla doludur. Đkincisi astronominin gösterdiği gibi devasa boyutlardaki bir mekanizma bile gülle gibi sıradan ve aşina olduğumuz nesnelerin hare-ketlerinden çıkarsanmış olan yasalar temel alına-rak yorumlanabilir. Bu nedenle zekamız, doğal olayların iç hakikatini kavrayabilir. Üçüncü ve son olarak bu hakikatin özünde matematiksel olan ya-salar yoluyla ifade edildiği göz önünde bulundurul-duğunda aynen geometri gibi hesaplama da aklın ideal modelini oluşturmaktadır.

1609 yılında kendi teleskobunu yapan Galileo Jüpiter’in uydularını ve ayın evrelerini gözlemleye-rek yeni bir kozmolojik gerçekliği açığa çıkardı. Galileo’nun tüm imaları bakımından temelde Copernecusçu olan Siderius nuncius (Yıldızların Habercisi) başlıklı çalışmasının yayımlanışı, bilim-deki yeni düşünceler geleneksel felsefeciler ve kilise arasında sert bir hesaplaşmanın baş göster-mesine neden oldu. Galileo çifte hakikat düşünce-sinin saçmalık olduğunu pervasızca savundu. En-gizisyonun gittikçe daha katı ve acımasız bir tutum içerisine girdiği bir dönemde Galileo kutsal kitapla-rın sıklıkla harfiyen ifade ettiğinden daha farklı bir açıklamaya ihtiyaç duyulduğunu ve doğa yasala-rıyla ilgili tartışmada Kitab-ı Mukaddes’in her

Sayfa 109 Sayı 24

Modern bilimin doğuşu, Modern bilimin doğuşu, Modern bilimin doğuşu, Modern bilimin doğuşu, Galileo’nun çalışmaları ve Galileo’nun çalışmaları ve Galileo’nun çalışmaları ve Galileo’nun çalışmaları ve

ampirik metotların zaferiyle ampirik metotların zaferiyle ampirik metotların zaferiyle ampirik metotların zaferiyle aynı zamana rastlamaktadır. aynı zamana rastlamaktadır. aynı zamana rastlamaktadır. aynı zamana rastlamaktadır.

Bilim ve matematiğin 17. Bilim ve matematiğin 17. Bilim ve matematiğin 17. Bilim ve matematiğin 17. yy.daki sergilediği gelişmenin yy.daki sergilediği gelişmenin yy.daki sergilediği gelişmenin yy.daki sergilediği gelişmenin

önceki yy.lara göre daha önceki yy.lara göre daha önceki yy.lara göre daha önceki yy.lara göre daha yüksek olmasının sebebi Rö-yüksek olmasının sebebi Rö-yüksek olmasının sebebi Rö-yüksek olmasının sebebi Rö-nesans’ın kültür devriminin nesans’ın kültür devriminin nesans’ın kültür devriminin nesans’ın kültür devriminin ve teknolojik ilerlemeyle bağ-ve teknolojik ilerlemeyle bağ-ve teknolojik ilerlemeyle bağ-ve teknolojik ilerlemeyle bağ-lantılı olarak ticaret ve eko-lantılı olarak ticaret ve eko-lantılı olarak ticaret ve eko-lantılı olarak ticaret ve eko-

nominin gelişmesidir.nominin gelişmesidir.nominin gelişmesidir.nominin gelişmesidir.

Galileo’nun yargılanması

Page 110: Politika Dergisi Sayi 24

halûkarda gerçekten de ikinci bir rol oynaması ge-rektiğini söyleme cesaretini gösterdi.

Galileo aynı zamanda insanın imgelem ve yaratı-cılık gücüne sahip olduğunu da savunuyordu. Bilim Kitab-ı Mukaddes yorumlarına değil, Kitab-ı Mu-kaddes yorumları bilimin ortaya koyduğu sonuçlara uymak zorundaydı. Galileo’nun savunduğu devrim-ci görüş buydu. Copernicus ve Galileo’nun yalnız-ca bilim ve din arasında acımasız kapışmaların doğmasına neden olmakla kalmayıp, aynı zaman-da Katolik Kilisesi’nin kendi içinde çatışmalar çık-masına yol açtı.

Ama Galileo’nun “Đki Dünya Sistemi Üzerine Di-yalog” başlıklı eserinin yayımlanışı Galileo’nun En-gizisyon tarafından yargılanmasını ve mahkûm edilmesini kaçınılmaz kıldı. Böylece dünyanın en büyük zekâlarından biri artık hemen hemen kör ve ciddi bir şekilde hastalanan bir dehâ, Kutsal Engi-zisyon’un tutsağı olarak 8 Ocak 1642’de hayata veda etti. Galileo ölmüştü ama karanlıklar içinde bir dönemden sonra bilim en sonunda kiliseye karşı giriştiği düşünce özgürlüğü savaşından galip çıktı.

Galileo’nun düşünceleri boşlukta oluşmamıştı elbet. Onun düşüncelerini anlamak için birkaç adım geriye gidip Orta Çağ’ın sonunda büyük bilimsel kişilik olan Copernicus’a göz atmak gerekir.

Rönesans’ın yenilikçi atmosferine rağmen yerle-şik kültürel gülerin tamamı, 17. yy.ın ikinci yarısın-da ve 18. yy.ın ilk yirmi yılına dek Copernicusçu teorilere karşı çıktı. Geleneksel Aristotelesçi ve skolastik bilginler Copernicusçu teorilere yalnızca matematiksel anlamda çok zor olmasından ötürü değil, aynı zamanda dünyanın iyi örgütlenmiş bir evrenin -Dante’nin Đlahi Komedya’sındaki betim-lediği- merkezinde tutulmaya devam etmesinin zorunlu olduğu inancıyla karşı çıktılar. Yeni modelin kendi konumlarına yönelik bir tehlike barındır-dığını içgüdüsel olarak sezinlediler.

Calvin, Luther, Bellarmino ve VII. Urbano gibi kişilik-lerde somutlaşan dinsel dogmatiz-min gücü Copernicusçu dü-

şünceleri sapkınlık olarak gösteriyordu. Söz gelimi Melnchton 1541 yılında otoriteleri bu “sorumsuz fanteziler” karşısında etkin önlemler almaya davet ediyor, Luther ise Copernicus’u deli ilan ediyordu.

Galileo’nun çağdaaşı olan Sir Francis Bacon (1561-1626) bilimin ve onun toplumla ilişkisinin ye-nilenmesinde öne çıkan bir simaydı. Verimli bir ya-zar ve ampirik (gözlemci) bir bilim adamı olan Bacon, etin kar altında muhafaza edilip edilemeye-ceğini denerken öldü. Bacon’ın yeni bir toplumun inşasına yönelik asıl katkısı, teknolojinin insanlığın refahının yaratılmasında temel bir rol oynayacağı yönündeki sezgisinden oluşmaktaydı.

16. yy.ın ikinci yarısında Avrupa, yukarıda işaret edildiği gibi bilimsel düşüncenin ilerlemesine katkısı bulunan başka bir özgür ruha ev sahipliği yaptı.

Görecelik ve sonsuzluk kavramlarını Giordano Bruno’ya (1548-1600) borçluyuz. Bruno evrenin, üzerinde hayat bulunan sayısız gezegen sistemle-riyle dolu ve sonsuz olduğuna inanıyordu. Ayrıca Bruno mutlak hakikatin var olmadığını ve bir kimse-nin dünyaya ilişkin algısının zaman ve uzam içeri-sinde işgal ettiği yere bağımlı olduğunu iddia edi-yordu; bunlar modern bir bilim adamının kavramak-ta zorlanmayacağı, ama Bruno’yu kiliseyle çatışma-ya sürükleyecek iki yeni anlayıştı. Bruno 1591 yılın-da Engizisyon tarafından hapse atıldı, yargılandı ve 1600 tarihinde yakılarak idam edildi.

Bruno Prag’dayken tarihe geçecek şu sözleri söy-lemişti:

“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanı-rım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım.

Karanlık ve aydınlık arasındaki; bilim ve cehalet arasındaki savaşa her

yerde katıldım. Bundan dolayı her yede nefretle karşılandım ve ce-

haletin babaları olan resmi aka-demisyenlerin yanı sıra ve

kalın kafalı aptal çoğunlu-ğun öfkesine hedef

olarak yaşadım.”

Bir kuşak sonra, modern düşüncenin ustası olarak kabul

edilen ve aydınlan-macı hareketi derin-den etkileyen bir si-

Sayfa 110

G. Bruno (heykel)

Page 111: Politika Dergisi Sayi 24

ma olan René Descartes (1596-1650) ortaya çıktı. Descartes tıp öğrenimi almıştır ancak fizik ve mate-matik alanlarına da birçok katkısı olmuştur. Copernicusçu teorilerin tamamen kabul edilmesin-den yana çıkmış ve yerkürenin kökenine ilişkin ya-radılış öyküsüyle birçok bakımdan çelişen bir hipo-tez ortaya atmıştı. Descartes, dostlarının, hayatını tehlikeye atmış olacağını bildiren uyarılarını dikkate

almasından ötürü “Tabiat Işığı ile Hakikatı Ara-ma” başlıklı çalışmasını yayımlayabilmek için uzun yıllar beklemek zorunda kalmıştı.

1633 yılında Descartes’in ou le traité de la lumiére başlıklı bilimsel felsefi denemesi tamam-lanmıştı. Descartes bu çalışmasında yer kürenin hareketine ilişkin Copernicuçu ve Galileocu düşün-celeri, sonsuz evren kavramını ve yaradılışla çatı-şan diğer birçok noktayı kabul ediyordu. Galileo’nun Engizisyon tarafından mahkûm edildiği haberini aldıktan sonra el yazmalarını sakladı ve kitap ancak ölümünden 14 yıl sonra yayımlandı. Bilim adamları ve dinsel iktidar arasındaki çatışma şiddetinden hiçbir şey yitirmemişti hâlâ, öyle ki, kili-se yasak kitaplar dizinine Descartes’in tüm eserleri-ni dâhil etmişti.

Descartes fizikten çok matematiğe düşkündü ve

“Metot Üzerine Konuşma” başlıklı çalışması mo-dern bilimin doğuşundaki mihenk taşlarından birini

oluşturmaktaydı. Descartes’in cogito ergo sum (3)’undan ve matematiğin önceliğine ilişkin yorum-larından geçerek yap-bozun çeşitli parçaları bizi adım adım modern bilimsel, felsefi ve hümanistik kültürün doğumuna yaklaştırdı. Bunun kaçınılmaz sonucu, bilimin kilise iktidarının ve o sıralar hâlâ güçlü olan dogmatik inançların rehininden kurtul-masıydı.

17. yy.ın ikinci yarısında Avrupa’daki diğer bir

özgür ruh olan Spinoza (1632-1677), Kartezyen düşünceyi zirvesine vardırır. Geometriden ve mate-matikten alınan kavramlardan türetilmiş kavramlarla

yazdığı “Etik” başlıklı çalışmasında dürüst bir tarz-da düşünmenin bir kimsenin kendi düşüncelerini geliştirerek bunları gerçeklikle eşleştirmesi anlamı-na geldiğini savunur. Bunun nedeni felsefenin izle-yeceği tek doğru yolun, Eukleides’in modelini sun-duğu matematiksel yaklaşımın izinden giden yol olmasıdır. Spinoza ayrıca kilisenin devlete tâbi ol-

ması gerektiğini belirttiği ve “Đlâhiyat ve Siyaset

Đncelemesi” yurttaşlara eksiksiz bir düşünce öz-gürlüğünün tanınması gerektiğini savundu.

Modern bilimin doğuşu aynı zamanda kilisenin yenilenmesine ilişkin yapılan iç tartışmalarda da önemli bir rol oynadı. Bu bağlamda, matematikçi

ve fizikçi Blaise Pascal’ı (1623-1662) görmezden gelemeyiz. Pascal o dönemde son derece yaygın

olan esprit géométrique’i reddetti ve Descartes’in tersine, zahmetli matematiksel düşüncenin deney-lerin betimlenmesinde kullanılabileceğini ama, so-nuçların önceden yargılanması ya da sonuçların katı şemalar içinde kısıtlanması amacıyla kullanıla-mayacağını savundu. Böylelikle matematiğin, Descartes’in bir tarafa bıraktığı tam sayılar teorisi ve yeni sonsuz parçacıklar anlayışı gibi, gizemli yeni sınırlarını keşfe çıkı. Pascal’ın düşünceleri ve sezgileri inanılmaz ölçüde moderndir. Sözgelimi, Popperci yanlışlama teorilerini önceden kestirdiğini

gösteren “Geometrik Đlke Üzerine” başlıklı kitabı-nın bazı bölümleri bunu kanıtlar.

Galileo’nun öldüğü yıl doğan Isaac Newton’un (1642-1727) oynadığı temel rolü hatırlatmak gere-kir. Newton henüz genç olmasına rağmen optik ve matematik alanında büyük ilgi uyandıran bir tez sunduktan sonra Cambridge’de kürsü başkanlığına getirilmişti. Gezegenlerin eliptik yörüngelerine iliş-kin matematiksel açıklama ve Güneş ile gezegen-lerin kütlelerinin hesaplanması konusundaki çö-zümleriyle birlikte yeni kozmoloji teorilerine giden

Sayfa 111 Sayı 24

Galileo’nun Engizisyon tara-Galileo’nun Engizisyon tara-Galileo’nun Engizisyon tara-Galileo’nun Engizisyon tara-fından mahkûm edildiği ha-fından mahkûm edildiği ha-fından mahkûm edildiği ha-fından mahkûm edildiği ha-berini aldıktan sonra el yaz-berini aldıktan sonra el yaz-berini aldıktan sonra el yaz-berini aldıktan sonra el yaz-malarını sakladı ve kitap an-malarını sakladı ve kitap an-malarını sakladı ve kitap an-malarını sakladı ve kitap an-cak ölümünden 14 yıl sonra cak ölümünden 14 yıl sonra cak ölümünden 14 yıl sonra cak ölümünden 14 yıl sonra yayımlandı. Bilim adamları yayımlandı. Bilim adamları yayımlandı. Bilim adamları yayımlandı. Bilim adamları ve dinsel iktidar arasındaki ve dinsel iktidar arasındaki ve dinsel iktidar arasındaki ve dinsel iktidar arasındaki çatışma şiddetinden hiçbir çatışma şiddetinden hiçbir çatışma şiddetinden hiçbir çatışma şiddetinden hiçbir şey yitirmemişti hâlâ, öyle şey yitirmemişti hâlâ, öyle şey yitirmemişti hâlâ, öyle şey yitirmemişti hâlâ, öyle

ki, kilise yasak kitaplar dizi-ki, kilise yasak kitaplar dizi-ki, kilise yasak kitaplar dizi-ki, kilise yasak kitaplar dizi-nine Descartes’in tüm eserle-nine Descartes’in tüm eserle-nine Descartes’in tüm eserle-nine Descartes’in tüm eserle-

rini dâhil etmişti. rini dâhil etmişti. rini dâhil etmişti. rini dâhil etmişti.

Page 112: Politika Dergisi Sayi 24

yolu sonsuza dek açmış oluyordu. Newton’un kur-duğu matematik sistemi insan aklının o güne dek gerçekleştirdiği en olağan üstü üründü. Bu, bilim açısından oldukça olumlu bir dönemdi.

Đngiltere’de “Şanlı Devrim” olarak anılan ve kral ile halk arasında yeni bir anlaşmanın (Halklar Bil-dirgesi) damgasını taşıyan bu dönem, basın özgür-lüğünün doğuşuna ve işkence yoluyla yargılanma-nın feshedilmesine tanık oldu. Newton yeni devle-tin kurulma sürecine katıldı ve Cambridge Parlementosuna üye oldu. Newton aynı zamanda Kraliyet Akademisi’nin sekreterliğini ve daha sonra Krallık Darphanesi’nin genel müfettişliğini yaptı.(4)

Bilim, sonunda, dini kullanan baskıcı iktidarı dize getirdi diyemesek de bağnazlığa karşı aydınlanma yolunda önemli adımlar attı. Bunun için Galileo, Bruno gibi değerli bilim adamları canlarından oldu-lar, fakat onların açtığı yolda bilim bu gün de inanıl-maz başarılara imza atıyor. Düşünce özgürlüğüne karşı her devirde, o devire ait Engizisyonlar kurul-muş, kendi iktidarını paylaşmak istemeyen baskıcı yönetimler çoğu zaman sert kuvvetle karşı durmuş-lardır. Buna rağmen kendileri belli bir noktada ya bilime boyun eğmiş ya da onunla uzlaşma yoluna gitmiştir.

Bilimin uygulamalı şekilde teknolojiye dönüşmesi bilim ve toplum ilişkisini meydana getirmiştir. Bili-min toplumsal rolünü gerçekten kavramayı ve ge-liştirmeyi beceren tek belli başlı düşünür belki de

sosyolojinin resmi kurucusu olan Auguste Comte’dur. Comte’a göre bilim popüler imge-lemin hâlâ öyle gördüğü yalnız ve gizemli bir girişim şöyle dursun, temel ve toplum-sal rolü yerine getirir ve modern toplumda-ki belirleyici güçtür. Bilimin oynadığı rol araçsal değil modern endüstri toplumunun kendisini meşrulaştırdığı temelle ilintilidir. Bu meşrulaştırma gelenek tarafından, me-tafizik ya da teknolojik değerler tarafın-dan sağlanmaz, zorunlu olarak bilim-sel bilgiye yaslanır. Modernliği tanımlayan nokta tam da yeni bilim kavramıdır. -bilim bun-dan sonra tek kişilik inisiyatif ya da mutlu azınlık için olan içrek, gizemli bilgi olmayıp, kendi eski değerleri ve inançlarıyla bağını koparacak bir yenileşme süre-

cine girmeye kalkışacak denli cüretkâr olabilen her hangi toplumun toplumsal temelidir. Comte’a göre bilim yalnızca “boş zaman merakı”nın ürünü olarak kavranan bilgi değil, toplumsal süreç, planlama ve inisiyatif çerçevesinde oluşturulan bilgidir. Bu nasıl

mümkün olur? Comte’un hocası olan Saint Simon şunu önermişti: “Đnsanlık perişan halde yaşama-ya uygun değildir; kesinliğe ve istikrara ihtiyaç duyar.” Eski toplumsal geleneksel ve inançlar bir yana toplumsal konsensüsün tamamen yeni bir temel üzerine kurulması zorunluydu. Bu noktada Comte’un katkısı bir dâhinin fırça darbesi olarak ortaya çıkar: Bireysel istenç doğası gereği anarşizandır ve bundan dolayı bireysel istence gü-venilmez. Ama bunun tersine bilimin öznelerarası bağlayıcı bir değeri vardır. Bilim bireysel tercih ilke-lerine yaslanmaz. Bilim kamusal bir uygulamalar bütünüdür. Bilim, aklın arı gücüyle ikna edicidir. Toplumsal konsensüsün yeni temeli olarak iş göre-bilir.”

Burada kavranılması zorunlu olan nokta, bilimin ve uygulamalı bilimsel bilgi olarak teknolojinin yeni toplumsal işlevidir. Günümüzün gelişmekte olan toplumlarında enformasyon hayati bir rol oynamak-tadır. Artık enformasyon insan gelişiminin zaruri ön koşulu haline geldi. 18. ve 19. yy.lar boyunca insa-nın insanı sömürmesi dolaysız yoldan gerçekleşi-yordu ve az çok kesin olarak nicelleştirilebilirdi. Đn-sanın insanı sömürmesi kas enerjisiyle çalışma saatleriyle, ücret düzeyleriyle, fabrika disiplinleriyle ilintiliydi. Bu gün bu senaryo büyük ölçüde farklı.

Sömürünün yeni değişkenleri yalıtlanma, ayrı tutulma, yalnızlık, ihmal, dışlamadır. Mo-

dern dünyada sömürülmek demek toplu-mun kıyısında köşesinde tutulmak, top-lumdan koparılmak demektir. Gündelik yaşantımız ve ortak duyumuz bu dile geti-

rişle çelişiyor gibi görünebilir. Kitle iletişim araçları tüm dünyaya yayılmayı sürdürüyor. Örgütlü birliklerin tüm düzeylerinde alınan

kararlar sayıca daha fazla, daha gürül-tülü patırtılı olup daha yaygın ola-

rak bilinmektedir. Ama kararla-rın alındığı bir merkeze erişim olanağı daha kısıtlıdır. Merkez bizlere uzak durur. Merkezin keyfi mahiyeti gizem tarafından kutsallaştırılır. Bu merkezin tam

olarak nerede yer aldığını ve kim-lerden oluştuğunu belirlemek

Sayfa 112

A. Comte

Page 113: Politika Dergisi Sayi 24

bile zordur. Đktidarın verdiği mesaj Kafka’nın “imparatorun mesajı” gibi olma riskine girmektedir.

Bu yüzden iktidar bu gün sömürmek ve baskı kur-mak için dolaysız eyleme başvurmaz; tersine basit-çe bilmezden gelerek; müdahale edemeyerek, ey-leme geçmeyi reddederek, hukuki biçimselciliğin ve politik felcin birbirine yardıma koştuğu karmaşık ve mükemmelliyetçi uygulamaların ardına sığınarak sömürür ve baskı kurar. Bu gün iktidarın en ciddi günahları ihmalden kaynaklanan günahlardır. Bu günün hakiki gericisi bir darağacı kuran ya da san-sürü alkışlayan adam değil, eylemi önleyen ne pa-hasına olursa olsun tevekkülü öğütleyen ve insan-ları kendiliğinden, otomatik yol alan bir evrime gü-venmeye zorlayan ve “şefkatli ihmali” uygulayan adamdır.

Bu bağlamda toplumsal enformasyonun en azın-dan üç temel işlevi vardır: 1. Halkın inisiyatifinin, bürokratik karmaşıklıkların ve kendi içine dönük durağan kurumların sonucu olarak sönüp gitmesini önler; 2. Halkın toplumsal dönüşüm sürecinde katı-lımını güvence altına almaya yetenekli belli başlı demokratik bir araç olarak aşağıdan gelen basıncın etkili olmasını bir noktaya kadar garantiler; 3. Politik kararlar ve yurttaşların istekleri arasında bir ölçüde bağlantı olmasını sağlayarak hem otoriter gözü pekliğe hem de vesayetçi eğilimlere karşı korur.

Saydığımız bu üç işlem toplumsal enformasyon tarafından değil, bilimsel analize dayalı bir enfor-masyon tipi tarafından yerine getirilebilir. Bilim ve teknoloji günümüz toplumunun algılanması ve yo-rumlanması açısından vazgeçilmezdir. Günümüz toplumu yalnızca enformasyon toplumu olarak be-timlenemez. Günümüz toplumu bilimsel enformas-yona dayalı, yani özneler arası bağlayıcılığı olan enformasyona dayalı bir toplumdur. Bu gün bir top-lum ideolojik ve kurumsal bir bakış açısından kapi-talist, sosyalist katılımcı bir toplum olabilir ya da karma bir ekonomik yapıya yaslanabilir. Günümüz toplumunun tanımlanışının temel ölçütü bu dışsal görünümlerin ötesine uzanır. Bu tanım özünde bilim ve teknolojinin bu toplumun yapısını ve temel geliş-me doğrultusunu belirleme eğiliminin tarzına ve derecesine işaret eder. Bu perspektiften bakıldığın-da bilimin doğa ve toplum bilimleri ya da insan bi-limleri dahil olmak üzere en geniş anlamıyla bilimin önemi tüm niteliğiyle açığa çıkar ve “iki kültür” hak-kındaki ünlü polemik değerini yitirir.

Eski çağ adamları pratik, yararlı uygulamaya pek değer vermezdi. Bol sayıda köle bulunduğundan emekten tasarruf edilmesini sağlayan vasıtalar olarak makinelere başvurma zorunluluğu yoktu. Dahası hizmetçi sınıfıyla herhangi bir ilişkiye gir-mekten duyulan korku bilginler arasında yaygın ve engelleyici bir etki yaratıyordu. Yunan biliminin yal-nızca öyle istemediğinden ötürü büyük bir teknolo-jik gelişme sağlamadığı isabetli bir şekilde saptan-mıştır. Eski çağda ve orta çağda bilim adamı ses-siz kaldı ve sessizliğini koruması yüzünden devleti, politik ve dinsel iktidarı korkuttu. Para değilse de saygı kazandı.bilim adamları eza gördüler, işken-ceden geçirildiler ya da öldürüldüler ama genelde özgürlüklerini koruyabildiler. Đktidarlar ancak bilim-sel kültürün sağladığı araçlar hizmetlerine sunuldu-ğu ölçüde yaşabilir, savaşabilir ve gerçekten güçlü olabilirler.

Bilim farklı ve arı spekülasyondan (fel: kuramsal araştırma) daha fazla bir şey haline gelir gelmez ve bilim adamı bilgisini özellikle gelişmekte olan endüstriyel üretim alanında toplumsal kullanıma sunmaya hazır olduğu zaman bu durum değişir. Bilim adamı bundan böyle bağımsız değildir. Bilim adamı iktidara yakın bir konumda olma ve araştır-malarını yürütebilmek için ihtiyaç duyduğu maddi araçlara sahip olma karşılığında özerkliğinden vaz-geçmiştir. Bilim adamı bundan böyle bir münzevi değildir; giderek daha fazla bir grup içerisinde çalı-şır ve bir örgütün parçasıdır. Bilim, dönüşmekte

Sayfa 113 Sayı 24

Bu yüzden iktidar bu gün Bu yüzden iktidar bu gün Bu yüzden iktidar bu gün Bu yüzden iktidar bu gün sömürmek ve baskı kurmak sömürmek ve baskı kurmak sömürmek ve baskı kurmak sömürmek ve baskı kurmak için dolaysız eyleme başvur-için dolaysız eyleme başvur-için dolaysız eyleme başvur-için dolaysız eyleme başvur-maz; tersine basitçe bilmez-maz; tersine basitçe bilmez-maz; tersine basitçe bilmez-maz; tersine basitçe bilmez-

den gelerek; müdahale edeme-den gelerek; müdahale edeme-den gelerek; müdahale edeme-den gelerek; müdahale edeme-yerek, eyleme geçmeyi redde-yerek, eyleme geçmeyi redde-yerek, eyleme geçmeyi redde-yerek, eyleme geçmeyi redde-derek, hukuki biçimselciliğin derek, hukuki biçimselciliğin derek, hukuki biçimselciliğin derek, hukuki biçimselciliğin ve politik felcin birbirine yar-ve politik felcin birbirine yar-ve politik felcin birbirine yar-ve politik felcin birbirine yar-

dıma koştuğu karmaşık ve dıma koştuğu karmaşık ve dıma koştuğu karmaşık ve dıma koştuğu karmaşık ve mükemmelliyetçi uygulama-mükemmelliyetçi uygulama-mükemmelliyetçi uygulama-mükemmelliyetçi uygulama-ların ardına sığınarak sömü-ların ardına sığınarak sömü-ların ardına sığınarak sömü-ların ardına sığınarak sömü-

rür ve baskı kurar. rür ve baskı kurar. rür ve baskı kurar. rür ve baskı kurar.

Page 114: Politika Dergisi Sayi 24

olan bir toplumun zorlayıcı sorularına yanıt verir. Geleneksel yargı ölçütleri iletişim araçlarının yay-gınlaşmasıyla ve yönetici iktidarların meşruluklarını yitirmesiyle zayıflar. Bir meşruluk kaynağı olarak gelenek bir kez çöktükten sonra meşruluk için kime başvurulacaktır? Modernleşme politikasına geniş bir ölçekte adım atacak denli maceracı ya da basi-retsiz toplumlar için kendi kendine kulak veren ve kendi kendini yönlendiren yeni bir araç nerede bu-lunabilir. Toplumsal konsensüsün yeni temeli nere-de aranabilir?

Yenilik bilimsel planlamadan ayrı tutulamaz. Ye-nilik rasyonel hesabın bir işlevidir. Ampirik (deneysel) sınamadan geçirilen bilgiye yaslanır. Üstelik yenilik çok istisnai durumlarda tek bir olağa-nüstü birey tarafından yaratılabilir ve örgütlenebilir. (Burada yeri gelmişken belirtelim ki Atatürk’ün bi-limsel kişiliği ve zekası yeni bir yönetim kurmaya ve halkı bu yönetimde örgütlemeye çok yatkındı. Çünkü kurtuluş mücadelesi ve hemen sonrasında kurulan yeni devlet ancak güçlü bir gözlem ve bi-limsel zekaya dayanıyordu.)

Yenilik ve bilimsel araştırma sürekliliğe, disiplinler arası bir yaklaşıma, bütünsel bir mali plan doğrultu-sunda sürekli nakit para akışına ve belirli sonuçla-rın uygulanmalarına ve değerlendirmelerine ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda Endüstri Devrimi ve bu

devrimden kaynaklanan kapitalizm yeni bir toplu-mun ortaya çıkışını belirler. Bu toplum yalnızca yeni yeni ürünler ve yeni hayat tarzı sağlamasından ötü-rü yeni değildir. Yeni bir iktidar kavramına yaslan-masından ve ahlaki yükümlülüklerin bir temeli ola-rak geleneksel değerlerin ve aşkın dinsel dogmala-rın yerine geçen bilimle donanmış olmasından ötü-rü bu toplum yenidir. Bundan dolayı günümüzün ileri toplumları bilimsel bilginin her yere nüfuz eden gücüyle nitelenir.

Bilim bir kez tamamen örgütlü bir grup faaliyeti haline geldikten sonra neredeyse kaçınılmazcasına bürokratikleşme eğilimine girer. Bunun bireysel ya-ratıcılık yeteneği üzerinde bariz olumsuz etkisi var-dır.

Bilim hükümet için ya da çeşitli hükümetler tara-fından desteklenen uluslararası bir kuruluş için ça-lıştığı zaman ortaya çıkan öykü daha farklıdır. Bu durum ilginç bir paradoks cereyan eder gibidir. Bi-lim kuşkusuz yönetimin bir aletidir ama aynı za-manda yönetim ve onun iktidarı da her nasılsa bili-me hizmet etmeye zorlanır. Bilim ve iktidar arasın-da tuhaf bir efendi-köle ilişkisi gelişir. Bu noktada Hegel’e başvurmak zorundayız: Köle efendisine hizmet eder, ama efendisine hizmet ederek efendi-sinin içeriğini azar azar boşaltır, efendisini görev başında olmayan bir mülk sahibi gibi herhangi bir özel inisiyatifinden yoksun bırakır, efendisini arı dış görünüşe indirger ve nihayet efendisinin yerini alır. Yönetim belli amaçlarını gerçekleştirmek için, tek-nik ayrıntılar ve uygulamalar hakkında bir şey bil-meksizin ve bundan dolayı etkili bir denetim uygula-maktan yoksun bir halde bilime para tahsis eder. Bunun sonucunda yönetime neyi, nasıl ve ne kadar hızlı yapması gerektiğini buyuran bilim olur. Gerçek bilgi olmaksızın hiçbir denetim olanaklı değildir. Sonunda politika yapıcıları ortaya koydukları tüm retoriğe (hitâbet) rağmen bilim adamlarıyla karşı karşıya geldiklerinde güçsüzdürler.

Endüstri Devriminin kökenine geri dönecek olur-sak, felsefe ve bilimin iktidar konumları üzerinde

yarattıkları tarihsel etkinin iyi bir örneği Diderot ve Voltaire’in hayatlarında görülebilir. Hem politik hem de toplumsal iktidar konumundaki insanlar, Encyclopédie’nin yazarlarının çoğuna, özellikle D’Alembert’e fikir danışmışlardır. Bunların arasında Đsveç Kraliçesi Christina ve Büyük Rusya’nın Katerina’sı da vardı. Gelgelelim, kölenin konumu

Sayfa 114

Bilim ve iktidar arasında tu-Bilim ve iktidar arasında tu-Bilim ve iktidar arasında tu-Bilim ve iktidar arasında tu-haf bir efendihaf bir efendihaf bir efendihaf bir efendi----köle ilişkisi geli-köle ilişkisi geli-köle ilişkisi geli-köle ilişkisi geli-şir. Bu noktada Hegel’e baş-şir. Bu noktada Hegel’e baş-şir. Bu noktada Hegel’e baş-şir. Bu noktada Hegel’e baş-vurmak zorundayız: Köle vurmak zorundayız: Köle vurmak zorundayız: Köle vurmak zorundayız: Köle

efendisine hizmet eder, ama efendisine hizmet eder, ama efendisine hizmet eder, ama efendisine hizmet eder, ama efendisine hizmet ederek efen-efendisine hizmet ederek efen-efendisine hizmet ederek efen-efendisine hizmet ederek efen-disinin içeriğini azar azar bo-disinin içeriğini azar azar bo-disinin içeriğini azar azar bo-disinin içeriğini azar azar bo-şaltır, efendisini görev başında şaltır, efendisini görev başında şaltır, efendisini görev başında şaltır, efendisini görev başında olmayan bir mülk sahibi gibi olmayan bir mülk sahibi gibi olmayan bir mülk sahibi gibi olmayan bir mülk sahibi gibi herhangi bir özel inisiyatifin-herhangi bir özel inisiyatifin-herhangi bir özel inisiyatifin-herhangi bir özel inisiyatifin-den yoksun bırakır, efendisini den yoksun bırakır, efendisini den yoksun bırakır, efendisini den yoksun bırakır, efendisini arı dış görünüşe indirger ve arı dış görünüşe indirger ve arı dış görünüşe indirger ve arı dış görünüşe indirger ve

nihayet efendisinin yerini alır. nihayet efendisinin yerini alır. nihayet efendisinin yerini alır. nihayet efendisinin yerini alır.

Page 115: Politika Dergisi Sayi 24

genelde bir boyun eğme konumuydu. Köleden fikir vermesi hatta eylem planları yapması bekleniyordu ama kendisini önerilerinin uygulayıcısı konumunda göremezdi. Bunların uygulandığını görse bile uygu-lama sürecini denetlemesine hiç izin verilmezdi.

Friederich Nietzsche bir keresinde soğukkanlı canavarların en soğukkanlısının devlet olduğunu söylemişti. Ama günümüzde bilim tam da bu cana-vara ihtiyaç duymaktadır. Bilim özelikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra dev bir girişim haline geldi. Bilim artık bireysel, tek kişilik bir meşgale değil; artık “büyük bilim” haline geldi ve büyük bilim de işlev görebilmek için sürekliliği olan bir örgütsel yapıya ihtiyaç duyar. Bu, bilimin çok iktidarda paraya ve sürekliliğe ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Bir vesi-leyle patronların ara sıra yapacakları yardımlara bel bağlayamaz. Bu gün hükümetlerin tahsis edecekleri para olmaksızın geliştirilebilecek tek bir bilimsel proje dahi yoktur muhtemelen. Öte yandan, hazırlık evresinde bilimsel araştırma yapmaksızın ve sürekli bir bilimsel gözetleme olmaksızın alınabilecek ve uygulanabilecek hiçbir önemli hükümet kararı da olamaz. Bilim, iktidarın meşrulaştırılmasının yeni kaynağı haline gelirken aynı zamanda devlet yapı-sının ve hükümet iktidarının gündelik işlemlerinde bilimsel araştırmaya gittikçe daha fazla bağımlı ol-masının en önemli nedeni budur. (5)

Buraya kadar bilim ve iktidar ilişkisinin süreç için-de nasıl bir yön izlediğini genel çerçevesiyle açıkla-maya çalıştık. Milattan önceki yıllarda birbiriyle an-laşamayan bilim ve iktidarın -her fırsatta dini kulla-nan iktidarın bilime saldırması- II. Dünya Savaşı’na

doğru özellikle Endüstri Devrimi’nden sonra yaşam şartlarının değişmesiyle uzlaşmaya çalıştığını gör-dük. Bundan sonraki yazımızda II. Dünya Sava-şı’ndan sonraki bilim ve iktidar ilişkisine ve bu ilişki-nin doğurduğu sonuçlara bilimsel, siyasal, ekono-mik ve sosyal açıdan hep birlikte bakacağız.

[email protected]

___

(1) Bilim ve Đktidar, Federico Mayor/Augusto Forti, Çvr: Mehmet Küçük, Tübitak, 13. Basım, 2008, Ankara, “Eski Çağda Bilim, Felsefe ve Đktidar, s:14

(2) Bilim ve Đktidar, Federico Mayor/Augusto Forti, Çvr: Mehmet Küçük, Tübitak, 13. Basım, 2008, Ankara, “Eski Çağda Bilim, Felsefe ve Đktidar”, Augusto Forti, s:15-21

(3) Düşünüyorum öyleyse va-rım.

(4) Bilim ve Đktidar, Federico Mayor/Augusto Forti, Çvr: Meh-met Küçük, Tübitak, 13. Basım, 2008, Ankara, “Modern Bilimin Doğuşu ve Düşünce Özgürlü-ğü”, Aguto Forti, s: 23-36

(5) Bilim ve Đktidar, Federico Mayor/Augusto Forti, Çvr: Meh-met Küçük, Tübitak, 13. Basım, 2008, Ankara, “Endüstri Devrimi ve Bilim, Teknoloji ve Đktidarın Yeni Nitelikleri”, Franco Ferrarotti, s:53-67

Sayfa 115 Sayı 24

Friederich Nietzsche bir ke-Friederich Nietzsche bir ke-Friederich Nietzsche bir ke-Friederich Nietzsche bir ke-resinde soğukkanlı cana-resinde soğukkanlı cana-resinde soğukkanlı cana-resinde soğukkanlı cana-varların en soğukkanlısı-varların en soğukkanlısı-varların en soğukkanlısı-varların en soğukkanlısı-nın devlet olduğunu söyle-nın devlet olduğunu söyle-nın devlet olduğunu söyle-nın devlet olduğunu söyle-mişti. Ama günümüzde bi-mişti. Ama günümüzde bi-mişti. Ama günümüzde bi-mişti. Ama günümüzde bi-lim tam da bu canavara lim tam da bu canavara lim tam da bu canavara lim tam da bu canavara

ihtiyaç duymaktadır. ihtiyaç duymaktadır. ihtiyaç duymaktadır. ihtiyaç duymaktadır.

Page 116: Politika Dergisi Sayi 24

Nuran TALAY

S iyasetten biraz uzak, doğaya yakın Si-nop’ta almak istedim soluğu. Yeşille ma-vinin birleştiği enfes doğa manzarası ile tarihi değerlere sahip Karadeniz’in güzel ili Sinop.

Zengin orman örtüsü, Karadeniz'e uzanan kıyısı, doğal kumsalları, yaylaları, mesire yerleri il’in başlı-ca güzellikleri arasındadır. Gezmek, yaşamak ha-vasını solumak, sahildeki balıkçı teknelerinden ya-yılan balık kokularını duymak gerekiyor.

Çeşitli uygarlıkların izlerini taşıyan kaleler, kaya mezarları, kiliseler, camiler, medreseler, çeşmeler, türbeler saymakla bitmeyen eşsiz değerleri ve gü-zellikleri bulunuyor.

Sayfa 116

Biz hazır mıyız, Sinop hazır mı?

Nükleer Santral Tehdidi ve Bilinçsiz Türkiye

Gerze / Sinop

Page 117: Politika Dergisi Sayi 24

Birçok medeniyete ev sahipliği yapan Sinop’ta kültürel ve arkeolojik değerlerle doğal güzellikleri bir arada görmek mümkün. Merdivenleri oldukça dik ve dar olan Sinop Kalesinden şehre bakmak, Kara-deniz’i izlemek oldukça etkileyici. Sinop merkezinde gezinirken en çok gemi maketleri yapan dükkânlar ilginizi çeker. Ahşaplar, ustaların hünerli elleri ile makete dönüşüyor. Renkleri ile sıcacık bir hediyedir Sinop’u anımsatan.

Sinop’ta ticaret komşu illerle bağlantılıdır. Kurulan pazarlar ve Sinop’un Ayancık ilçesinde her yıl Tem-muz ayında düzenlenen “Ayancık Keten Festiva-li”. 3 gün süren festivalde yer alan sanatçılar da şarkıları ile renk katmaktadır. Đlk festival, 1989 yılı-nın Temmuzunda ayında gerçekleştirilmiştir. Festi-valin amacı, Ayancık keten ve el sanatlarını bü-tün Türkiye’ye tanıtabilmek ve ileride uluslara-rası seviyeye ulaşabilmek, Đlçe Turizmine katkı sağlamaktır. Yine Sinop’un ilçesi Gerze’de her yılın Temmuz ayında “Gerze Deniz Şenlikleri” düzenlenmektedir. Đlde, sonbaharda ekonomik kay-naklı yerel panayırlar düzenlenmektedir. Panayır-larda şenlikler yapılmakta, pazarlar kurularak köylü-nün tarımsal ürünleri değerlendirilmektedir. Yaygın-laşan seralarda üretilen turfanda sebze ve meyve-

ler de bu pazarlarda pazarlanmaktadır. Đlin gele-neksel ürünleri olan pirinç, kestane, balık ve keres-te gibi tarım ürünleri ile tuğla, hazır giyim, balık unu ve yağı, sim ipliği ve cam ürünleri gibi sanayi ürün-leri iç ve dış pazarlarda pazarlanmaktadır. Bu Pa-zar sayesinde yıllık toptan alışveriş yapılmaktadır.

Sayfa 117 Sayı 24

Birçok medeniyete ev sahipli-Birçok medeniyete ev sahipli-Birçok medeniyete ev sahipli-Birçok medeniyete ev sahipli-ği yapan Sinop’ta kültürel ve ği yapan Sinop’ta kültürel ve ği yapan Sinop’ta kültürel ve ği yapan Sinop’ta kültürel ve

arkeolojik değerlerle doğal arkeolojik değerlerle doğal arkeolojik değerlerle doğal arkeolojik değerlerle doğal güzellikleri bir arada görmek güzellikleri bir arada görmek güzellikleri bir arada görmek güzellikleri bir arada görmek mümkün. Merdivenleri ol-mümkün. Merdivenleri ol-mümkün. Merdivenleri ol-mümkün. Merdivenleri ol-

dukça dik ve dar olan Sinop dukça dik ve dar olan Sinop dukça dik ve dar olan Sinop dukça dik ve dar olan Sinop Kalesinden şehre bakmak, Kalesinden şehre bakmak, Kalesinden şehre bakmak, Kalesinden şehre bakmak,

Karadeniz’i izlemek oldukça Karadeniz’i izlemek oldukça Karadeniz’i izlemek oldukça Karadeniz’i izlemek oldukça etkileyici. Sinop merkezinde etkileyici. Sinop merkezinde etkileyici. Sinop merkezinde etkileyici. Sinop merkezinde gezinirken en çok gemi ma-gezinirken en çok gemi ma-gezinirken en çok gemi ma-gezinirken en çok gemi ma-

ketleri yapan dükkânlar ilgi-ketleri yapan dükkânlar ilgi-ketleri yapan dükkânlar ilgi-ketleri yapan dükkânlar ilgi-nizi çeker.nizi çeker.nizi çeker.nizi çeker.

Asco Nükleer Santrali, Tarragona - Đspanya

Page 118: Politika Dergisi Sayi 24

Şimdi siyasetten uzak bu şehre neden gittik? Đçimdeki Sinop özlemini bir yana bırakıp, güzel doğası ve kültürel değeri ile önemli ilimizi teh-dit eden “nükleer santral”den bahsetmek iste-dim. Önceliği şehri anlatmaya verdim, zira nasıl bir değerin tehdit edildiğini ısrarla bilmek isteme-yenler var.

Santralın yapılacağı yerlerin nasıl seçildiği ve hangi faktörlerin bir araya gelmesi ile belirlen-diği konusunda kamuoyu bilgilendirmesi yapıl-mıyor yetkililer tarafından.

Nükleer enerjiyi kullanmaya hazır mıyız? El-bette hazır değiliz. Bizler daha elimizdeki sular-dan elde ettiğimiz kinetik enerji potansiyelinin %28’ini kullanıyorken, bu oranları artırmak yeri-ne, önceliği doğayı tehdit eden, üstelik çok pa-halı bir yatırım olan bu insani tehlikenin kurul-masına veriyoruz. Oysaki rüzgâr ve güneş enerjisini dahi kullanma ve bunlardan elektrik üretme bilgisine sahip değiliz.

Elektrik enerjisi, bu günün dünyasında en başta gelen enerjidir. Elektriği üretmek için ise başka enerji kaynaklarını kullanmamız gerekiyor. Ancak bu ihtiyacımızı karşılamak için de kendimize ve çevremize zarar vermemiz gerekmiyor. Hatırlaya-cağımız gibi, geri teknoloji ürünü Çernobil Nükleer Santralı, 26 Nisan 1986 günü bir reaktö-rünün infilâk etmesi ile çevreye dehşet saçmış, 31 kişi ölmüş, 4 yıl içinde 25 bin kişi çevreye

yayılan radyasyon yüzünden hayatını kaybet-mişti. Bizde de Doğu Karadeniz bölgesinde, kan-ser vakalarının artış gösterdiği biliniyor.

Nükleer santraller kurulduğunda bu üretimi yaparken diğer yandan da her yıl toplam 12 bin ton nükleer atık üretiyor. Bu atıkların nerede de-polanacakları ise bilinmiyor. Başta Avrupalı ülkeler olmak üzere birçok devlet kendi topraklarında nük-leer atık depolamak istemiyor. Nükleer atıkların etrafa yaydıkları radyasyonun çok ölümcül ol-ması ve bir felaketin yaşanmaması için atıkların uzun yıllar büyük bir dikkatle saklanması gere-kiyor.

Uranyum, atomlarındaki tükenen enerji sonra-sı çubukların normal seviyeye gelmesi için su-yun altında muhafaza edilir, sonrasında kalın muhafazalar içinde analizlerinin yapılacağı is-tasyonlara nakledilirler. Đstasyonda radyasyon seviyesi yüksek olanlar ayrılır. Radyasyonu nor-mal düzeye inen katı cisimler toprağa gömülür-ken sıvı denize verilir. Radyasyonu yüksek olanlar özel binalarda veya kurşun mezarlarda saklanır.

Saklama koşulları da oldukça pahallıdır. Sant-raldeki en ufak sızıntı milyonlarca canlının rad-yasyona maruz kalmasına sebep olacaktır.

Peki, buna hazır mıyız?

Bu altyapıya sahip miyiz?

Sayfa 118

Hatırlayacağımız gibi, geri Hatırlayacağımız gibi, geri Hatırlayacağımız gibi, geri Hatırlayacağımız gibi, geri teknoloji ürünü Çernobil Nük-teknoloji ürünü Çernobil Nük-teknoloji ürünü Çernobil Nük-teknoloji ürünü Çernobil Nük-leer Santralı, 26 Nisan 1986 leer Santralı, 26 Nisan 1986 leer Santralı, 26 Nisan 1986 leer Santralı, 26 Nisan 1986 günü bir reaktörünün infilâk günü bir reaktörünün infilâk günü bir reaktörünün infilâk günü bir reaktörünün infilâk etmesi ile çevreye dehşet saç-etmesi ile çevreye dehşet saç-etmesi ile çevreye dehşet saç-etmesi ile çevreye dehşet saç-

mış, 31 kişi ölmüş, 4 yıl içinde mış, 31 kişi ölmüş, 4 yıl içinde mış, 31 kişi ölmüş, 4 yıl içinde mış, 31 kişi ölmüş, 4 yıl içinde 25 bin kişi çevreye yayılan 25 bin kişi çevreye yayılan 25 bin kişi çevreye yayılan 25 bin kişi çevreye yayılan

radyasyon yüzünden hayatını radyasyon yüzünden hayatını radyasyon yüzünden hayatını radyasyon yüzünden hayatını kaybetmişti. Bizde de Doğu kaybetmişti. Bizde de Doğu kaybetmişti. Bizde de Doğu kaybetmişti. Bizde de Doğu

Karadeniz bölgesinde, kanser Karadeniz bölgesinde, kanser Karadeniz bölgesinde, kanser Karadeniz bölgesinde, kanser vakalarının artış gösterdiği vakalarının artış gösterdiği vakalarının artış gösterdiği vakalarının artış gösterdiği

biliniyor. biliniyor. biliniyor. biliniyor.

Page 119: Politika Dergisi Sayi 24

Nükleer santrallerde önemli olan husus, tek-nolojide en ufak bilgisizlik ve ihmale yer veril-memesi; bir de radyoaktif atıkların saklanmasın-da titizlik gösterilmesidir. Bunun için de uzman fizikçi ve mühendislere ve de ciddî yönetime gerek-sinim vardır.

Bu vasıfta bilim adamlarına sahip miyiz?

Beyin göçünün önüne geçilmeden, bir donanıma sahip olmadan bu insani tehlikeyi kurmak, projelen-dirmek yanlıştır. Nükleer santral projesini uygula-madan önce elimizdeki değerleri doğru kullanarak enerjiyi üretmekten yanayım. Bu kadar yüksek maliyetli bir projeye imza atmak yine ABD kredi-si ile yapılabilir ancak. “Borç yiğidin kamçısı-dır”; ancak doğru altyapı oluşturulmaz ise o yiğitler de kalmayacaktır.

Nükleer enerjinin barışçıl amaçlarla kullanıl-ması öngörülse de ülkemiz insanlarına ve doğal hayata yönelik açık bir tehdit olduğu görülmek-tedir.

Avrupa’da kapatılan santrallerin, Türkiye’de yeniden açılması ekonomik bir tezgâhın da ayrı bir göstergesidir.

Her yeni gelişmeyi veya sunulan öneriyi etraflıca düşünmeden, değerlendirme yapmadan kabullen-mek gibi bir durum söz konusu.

Bu eğitim modelinde de böyle, dış ilişkilerde de.

Kendi ayakları üzerinde duramayan, dış et-kenlerin güdümü ile hareket eden bireysel ha-reketlerin, toplumsal hale dönüşmesi ülkemiz itibarına, ekonomisine; çevre ve insan sağlığı-na zarar veriyor.

Yeşille mavinin birleştiği enfes doğada tehli-keden uzak yaşamak hakkının elimizden alınma hakkını bulan siyasi baskılar sürdüğü sürece, önümüze nice güçlüklerin çıkacağı muhakkak.

Neyi isteyip, neyi istemediğini bilmek önemli. Kilitlendiğimiz nokta tam da budur.

Çözüm ise kararlılıktır.

[email protected]

Sayfa 119 Sayı 24

Page 120: Politika Dergisi Sayi 24

Prof. Dr. Oktay SĐNANOĞLU

H erhalde bizim kadar çabuk ve sık, ısta-kozun kabuk değiştirmesi gibi dil değiş-tiren bir millet olmamıştır. Neredeyse bir nesil içinde Osmanlıca’dan

Öztürkçe’ye, oradan “Anglomanca” diye tabir ede-ceğim yeni garip dile geçtik. Bu sonuncusu inanıl-maz bir hızla gerçekleşti. Aslında pek de şaşılacak bir hızla değil. Kendiliğinden safiyane olmuş bir şey değil. Birazdan aşağıda belirteceğim gibi yakın tarihte başka bir-iki misali de var. Gayet iyi tasar-lanmış, uygulamaya geçirilmiş bir planın sonucu bu. Ama iş daha tam bitmedi. Devamı var.

Muamma gibi konuşur oldum. Açıklayayım.

“Osmanlıca” Hakkında

Türkler sekizinci yüzyıldan sonda Đslam medeni-yetine büyük, köklü bir Asya kültürü katkısını bera-berlerinde getirerek girdiler. Okumuş, yazmış üst tabakanın diline bol miktarda, Arapça, Farsça gir-mesi birkaç yüz yıl sürdü. Đbn-i Sina, Farabi gibi bilginler bilim dili olarak Arapça’yı kullandılar. Bun-da şaşılacak bir şey yok. Unutmayalım ki, Avrupa milletleri 18. yüzyıla kadar Latince’yi bilim dili olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Rönesans’la birlikte Đtalyanların 13’üncü yüzyılda edebiyat dili olarak Latince yerine Đtalyanca’yı kullanmaya başlamaları-na rağmen (1) gerçi Arapçalı, Farsçalı Türkçe’ye sonradan “Osmanlıca” denmiş, ama bunda da bir tuhaflık var. Şimdi dilbilimci ve tarihçi uzmanlarımı-za soruyorum. Bu “Osmanlıca” lâfı ne zaman ve nerede çıkmıştır? Yoksa 19’uncu yüzyılda mı? Ne-den derseniz, Anadolu Selçuklu Devleti adeta dev-letin resmi dilini bile Farsça etmişti. Bu Fars merakı o kadar ileri gitmiş ki, Anadolu Selçuklu Sultanları Đslamiyet’ten değil Fars efsanelerinden isimlerini alıyorlardı. Keykubat, Keykâvus gibi. Anadolu bey-likleri zamanında -Karamanoğlu Mehmet Bey’in Türkçe için yaptıkları iyi bilinir- ve Osmanlıların ilk dönemlerinde Türkçe yeniden devletin dili olmuştur. Okuryazar takımının dilinde Arapça, Farsça kökenli

Sayfa 120

Osmanlıca, Öztürkçe derken...

Đngiliz Atını Alan Üsküdar’ı Geçti!

Herhalde bizim kadar ça-Herhalde bizim kadar ça-Herhalde bizim kadar ça-Herhalde bizim kadar ça-buk ve sık, ıstakozun ka-buk ve sık, ıstakozun ka-buk ve sık, ıstakozun ka-buk ve sık, ıstakozun ka-buk değiştirmesi gibi dil buk değiştirmesi gibi dil buk değiştirmesi gibi dil buk değiştirmesi gibi dil

değiştiren bir millet olma-değiştiren bir millet olma-değiştiren bir millet olma-değiştiren bir millet olma-mıştır. Neredeyse bir nesil mıştır. Neredeyse bir nesil mıştır. Neredeyse bir nesil mıştır. Neredeyse bir nesil

içinde Osmanlıca’dan içinde Osmanlıca’dan içinde Osmanlıca’dan içinde Osmanlıca’dan Öztürkçe’ye, oradan Öztürkçe’ye, oradan Öztürkçe’ye, oradan Öztürkçe’ye, oradan

“Anglomanca” diye tabir “Anglomanca” diye tabir “Anglomanca” diye tabir “Anglomanca” diye tabir edeceğim yeni garip dile edeceğim yeni garip dile edeceğim yeni garip dile edeceğim yeni garip dile

geçtik. geçtik. geçtik. geçtik.

Page 121: Politika Dergisi Sayi 24

sözcük yoğunluğunun artışı 20. yüzyılın başlarına kadar sürmüştür. Sonuna doğru Türk aydınları yeni kavramlar için gereken yeni terimleri Arapça, Fars-ça dil kurallarına göre dillerdeki köklerden kendileri türetmişlerdir. O kadar ki o, özellikle bilimsel ve tek-nik terimlerin bir kısmı bugün Arapça’da, Farsça’da yoktur, bir kısmını ise, Araplar öğrenmiş kullanmak-tadırlar. Bu konunun inceliklerini uzmanlarımıza bırakalım, bizden sadece hatırlatması. Burada il-ginç bir nokta aklımıza geliyor. Şimdi bizimkilerin türettiği bu Arapça Farsça kökenli bilimsel terimlere acaba “uydurmaca” diyecekler çıkar mı?

Yeni Bilimsel ve Teknik Kavramlara Karşılık Terimleri Kimler ve Nasıl Türetir?

Her dilde bilimin ve tekniğin gelişen ihtiyaçlarını karşılamak için yeni terimler türetmek icap eder. Bu türetmeyi, genellikle dilciler değil, o bilimsel ya da teknik konuyu icat eden bilim adamı yapar. Neden mi? Elbet buluşunu ilk kez yazar veya anlatırken, yeni kavramların adını kendisi koyması gerekir de ondan. O konu başka bir dilde icat edilmişse de, yeni konuyu ilk kez ülkesine getiren tanıtan, uygula-

yan, daha da geliştiren bilim adamına, bu getirdiği yeni kavramların adını kendi dilinde koymak so-rumluluğu düşer. Onun için bilimin ön saflarında vuruşan, dünya bilim meydanında güreş tutması gereken bilim adamının, gereken yabancı dil veya diller kadar kendi dilinin yapısını, sözcük, terim türetme kurallarını çok iyi bilmesi icap eder. Bu kendini bilen epeyce ilerlemiş her ülkede böyledir. Ha, ya o bilimci kendi dilini bilmez, ülkesinin dilini sevmez ve hatta, bazı eski veya yeni usul sömür-gelerde görülen sömürgeleşmiş, aşağılık duygusu-na kapılmış kafayla, kendi dilini, kültürünü küçüm-ser ise, işte o zaman, bir bilim + gönül adamında olması gereken sorumluluğu hissetmez, hatta ade-ta düşmanca bir tavırla yabancı kelimeleri kullan-makla övünür, büyüklük taslar, halkının dilini pa-ramparça ederken hiç yüreği sızlamaz. Şimdi, izin verirseniz, başka bazı dillerde bilimsel ve teknik terimleri bilimci ve araştırmacılar nasıl türetiyor, ona bakalım.

Latin Dillerine Karşı Almanca ve Roma’nın Keltlerle Mücadelesi

Fransızca, Đtalyanca, Portekizce, Đspanyolca, Latince kökenlidir, bunlara “Latin Dilleri” de denir. Dolayısıyla, bu dillerde terimler genellikle Lâtince kurallarına göre, bazen de eski Yunan (Grek) kök-lerinden türetilir. Latince’de kelime türetme yetene-ği mevcuttur. Almanca konuşan ülkelerin dili, o da Latin gibi bir “Hint - Avrupa” ana öbeğinden olmak-la beraber çok farklılaşmış bir alt-öbek, “Cermen” türündendir. Almanca’da da yeni terim sözcük tü-

Sayfa 121 Sayı 24

Her dilde bilimin ve tek-Her dilde bilimin ve tek-Her dilde bilimin ve tek-Her dilde bilimin ve tek-niğin gelişen ihtiyaçları-niğin gelişen ihtiyaçları-niğin gelişen ihtiyaçları-niğin gelişen ihtiyaçları-nı karşılamak için yeni nı karşılamak için yeni nı karşılamak için yeni nı karşılamak için yeni terimler türetmek icap terimler türetmek icap terimler türetmek icap terimler türetmek icap eder. Bu türetmeyi, ge-eder. Bu türetmeyi, ge-eder. Bu türetmeyi, ge-eder. Bu türetmeyi, ge-nellikle dilciler değil, o nellikle dilciler değil, o nellikle dilciler değil, o nellikle dilciler değil, o

bilimsel ya da teknik ko-bilimsel ya da teknik ko-bilimsel ya da teknik ko-bilimsel ya da teknik ko-nuyu icat eden bilim nuyu icat eden bilim nuyu icat eden bilim nuyu icat eden bilim

adamı yapar. adamı yapar. adamı yapar. adamı yapar.

Page 122: Politika Dergisi Sayi 24

retme yetenekleri kalmıştır. Almanlar tarafından icat edilmiş olsun olmasın, terimleri genellikle Latin dillerininkilere hiç benzemez. Latin kökenli dilleri olan ülkeler Roma Đmparatorluğu’nun en geniş dö-neminde o sınırlar içine fütuhatla dahil edilmiş Gaul, Iberia, vb. gibi ülkelerdir. Oraların dili Roma egemenliğinden önce Latince gibi değildi. Çoğu, Kelt kavimlerinin Seltik, Keltik, Gaul, Gaelik, Galata şeklinde telaffuz edilmiş olan çok yakın akraba ka-vimlerin dilini konuşuyordu. Gerçi sonradan Avrupa kendini Roma ve Yunan medeniyetinin devamı gibi görmek istemiş ve ken-dini 19’uncu yüzyılda sömürgelerine öyle ta-nıştırmışsa da, Avrupa’-nın kökenini ve hatta bugünkü davranışlarının temelini oluşturan bu Kelt kavimleridir. Bugün hâlâ, birçok tanınmış Avrupa kentinin ismi Keltçeden gelmektedir. Örneğin: Leibzig, Lieg, Lyon, Kelt tanrısı Lug’tan geliyormuş. Mi-lano bile Đtalyanca’dan d e ğ i l , K e l t ç e Milanumas’tan geliyor. Julius Sezar’a kadar Keltler Romalılara çok çektirmişler. Bu yabani

kavimler, yüzlerine mor boyalar sürülü, sarı saçları kireç sürülerek havaya dikleştirilmiş halde, vahşi çığlıklarla saldırır, başlangıçta Romalıları çok ürkü-türlermiş. Roma daha küçükken Romalılar bunlarla uğraşa uğraşa bilenmişler, askeri yöntemler geliştir-mişler. Gene de birkaç yüzyıl sonra Sezar’a gelindi-ğinde Keltlerle devamlı uğraşmaları gerekiyormuş. Bunun üzerine ne yapsak da bu dertten uzun vadeli bir şekilde kurtulup rahat etsek, diye düşünmüşler. Üç şıkkı tartışmışlar:

1-) Bunların hepsini katliam’dan geçirsek; buna kolumuzun kuvveti yetmez (o zaman atom bombası yok ya!).

2-) Tüm ülkelerini istila etsek, devamlı askeri baskı altında tutsak, buna da ne askerimiz ne para-mız yetişir. O halde?

3-) Bunları Latinleştirelim, yâni kültürlerini, töre-lerini, bunun içinde dillerini unutturalım.

Ve öyle yapmışlar. Đş bitmiş. Roma Đmparatorlu-ğu’nun büyümesi, tabii sınırına ulaşması Cermen kavimlerini içine alamadı. Onun için Almanca Latin-leşmeden Cermen dili olarak kaldı. Sonunda o Cer-men kavimleri Batı Roma Đmparatorluğu’nun 416 yılında defterini dürdüler. (Đşlerini, biliyorsunuz, uzak atalarımızdan Hunlar kolaylaştırdı, ama o da ayrı bir hikâye.)

Sayfa 122

Gerçi sonradan Avrupa kendi-Gerçi sonradan Avrupa kendi-Gerçi sonradan Avrupa kendi-Gerçi sonradan Avrupa kendi-ni Roma ve Yunan medeniye-ni Roma ve Yunan medeniye-ni Roma ve Yunan medeniye-ni Roma ve Yunan medeniye-tinin devamı gibi görmek iste-tinin devamı gibi görmek iste-tinin devamı gibi görmek iste-tinin devamı gibi görmek iste-miş ve kendini 19’uncu yüzyıl-miş ve kendini 19’uncu yüzyıl-miş ve kendini 19’uncu yüzyıl-miş ve kendini 19’uncu yüzyıl-da sömürgelerine öyle tanıştır-da sömürgelerine öyle tanıştır-da sömürgelerine öyle tanıştır-da sömürgelerine öyle tanıştır-mışsa da, Avrupa’nın kökenini mışsa da, Avrupa’nın kökenini mışsa da, Avrupa’nın kökenini mışsa da, Avrupa’nın kökenini ve hatta bugünkü davranışla-ve hatta bugünkü davranışla-ve hatta bugünkü davranışla-ve hatta bugünkü davranışla-rının temelini oluşturan bu rının temelini oluşturan bu rının temelini oluşturan bu rının temelini oluşturan bu

Kelt kavimleridir. Bugün hâ-Kelt kavimleridir. Bugün hâ-Kelt kavimleridir. Bugün hâ-Kelt kavimleridir. Bugün hâ-lâ, birçok tanınmış Avrupa lâ, birçok tanınmış Avrupa lâ, birçok tanınmış Avrupa lâ, birçok tanınmış Avrupa kentinin ismi Keltçeden gel-kentinin ismi Keltçeden gel-kentinin ismi Keltçeden gel-kentinin ismi Keltçeden gel-

mektedir. mektedir. mektedir. mektedir.

Page 123: Politika Dergisi Sayi 24

Đngilizce Neyin Nesidir? Đngilizce ve Amerikanca’da Terim Türetme

Gelelim Đngilizce, sonra Amerikanca’da nasıl bi-limsel terim türetildiğine. Şimdi, bu aslan Đngilizce bir kere çok yeni dildir. Mazisi 500 seneyi pek geç-mez. Halbuki meselâ Türkçe’nin, Çince’nin en az birer 10.000 senesi var. Bu on bini nereden çıkar-dım çok merak eden olursa söylerim.

1066’da Đngiltere, Fransa’dan gelen Normanların istilasına uğradığında, Anglo-Sakson yerliler or-manlarda sırık ve otlardan yapılmış kulübelerde oturuyorlardı. Kendi nehirlerinin bir kıyısından öbür kıyısına dosdoğru geçecek kadar bile denizcilikleri yoktu. Kasaba ve köyleri arasındaki başlıca yolları hâlâ 100 sene önce Romalıların yaptığı yollardı. Yerli ahalinin kökeni Keltlerle Viking (Nors, Nordik) ve Cermen soyundan Engel ve Sakson karışımı idi. Tabii bu Đngiltere dediğimiz bölge Britanya Adası’-nın güneydoğusunda onun küçük bir kısmı oluştu-ruyordu. Bölgenin kuzeyinde, batısında ve de yan-daki Erin Adası’nda, Romalılardan kaçtıkları için Latinleşmemiş, Keltçe dillerini korumuş son Keltler, yâni Đskoçlar, Velşler, Đrlandalılar bulunuyordu. Bri-tanya’nın bu durumu bugüne kadar sürmüştür. O son Keltlere sorarsanız, Đngilizlerle hesapları daha bitmemiştir. Her biri bugün, Đngilizlerin süregelen çeşitli baskı ve oyunlarına rağmen dillerini, kimlikle-rini korumaya çalışmaktadırlar.

Roma’nın eyaleti oldukları birkaç yüzyıl içinde Đngilizler tam Latinleşmemiş ama dillerine büyük ölçüde Latince karışmıştı. Norman istilasından az önce üst tabaka Fransızca konuşmaya merak sar-mış, bazı krallarını Normanlar tayin eder olmuştu. Norman istilasından sonra yapı iyice değişti. Dil bu sefer de iyice Fransızca ile karıştı. Bugünün Đngiliz üst tabaka ve asilzadeleri bence daha çok Norman, hâlâ yabaniliğini sürdüren alt tabaka Koknen takımı da eski yerlilerin devamıdır. Sınıf farkı sürmektedir. Amerika’ya da başka kılıflar al-tında yansımıştır.

Sonuç olarak, bugünkü haline 4-5 yüzyıl önce gelmeye başlayan Đngilizce beş kadar dilin rastgele ve kuralsız karışımından oluşmuş, bu dillerin hiçbiri dilin ana kurallar is-keleti diyebileceğimiz temel yapısı-nı sağlar konumda kalamamıştır. Dolayısıyla, Đngilizce’de belli ku-rallara göre yeni terim türetme yeteneği hemen hemen yoktur. Buna karşılık, Türkçe binlerce yıl-dır matematiksel yapısını, sözcük türetme yetenek ve kurallarını ay-nen korumuştur. Türkçe’nin bu olağanüstü yapısı Osman-lıca’daki Arapça, Farsça alıntılara rağmen hâkim yapı olarak kalmış, onun içindir ki yirmi yıl içinde tekrar öz ve halk Türkçe’sine dönmek müm-kün ve kolay olmuştur. Türkçe’ye

Sayfa 123 Sayı 24

Bugünkü haline 4Bugünkü haline 4Bugünkü haline 4Bugünkü haline 4----5 yüz-5 yüz-5 yüz-5 yüz-yıl önce gelmeye başlayan yıl önce gelmeye başlayan yıl önce gelmeye başlayan yıl önce gelmeye başlayan Đngilizce beş kadar dilin Đngilizce beş kadar dilin Đngilizce beş kadar dilin Đngilizce beş kadar dilin

rastgele ve kuralsız karışı-rastgele ve kuralsız karışı-rastgele ve kuralsız karışı-rastgele ve kuralsız karışı-mından oluşmuş, bu dil-mından oluşmuş, bu dil-mından oluşmuş, bu dil-mından oluşmuş, bu dil-lerin hiçbiri dilin ana ku-lerin hiçbiri dilin ana ku-lerin hiçbiri dilin ana ku-lerin hiçbiri dilin ana ku-rallar iskeleti diyebileceği-rallar iskeleti diyebileceği-rallar iskeleti diyebileceği-rallar iskeleti diyebileceği-miz temel yapısını sağlar miz temel yapısını sağlar miz temel yapısını sağlar miz temel yapısını sağlar konumda kalamamıştır. konumda kalamamıştır. konumda kalamamıştır. konumda kalamamıştır.

Page 124: Politika Dergisi Sayi 24

Arapça, Farsça karışması Đslamı bir bütün olarak görme gereğinden ve Türklerin kendi hevesleriyle olmuştur. Bu seferki Đngilizce etkisi ise kendiliğin-den olmamış, 40 yıl önce -daha da belirgini 1953’te- Türk Millî Eğitimi’ne Đngiliz ve Amerikan gizli teşkilatlarının el atması ve Türk okullarında eğitim dilinin Đngilizce yapılması, yâni birçok derslerin Türk hoca tarafından Türk öğrencisine Đngilizce olarak anlatılmasının zorunlu kılınması hainliği ve garabeti ile meydana gelmiştir. Bu en büyük, en sinsi ve en tehlikeli sömürgeleştirme oyunu halen son sürat ve hızlanarak devam et-mektedir. Đngilizce ve onun sulandırılmışı olan Amerikanca’da niye yeni terim türetmek yeteneği-

nin kalmamış olduğunu az önce belirttik. Peki o halde, son yüzyılda birçok yeni bilim ve teknik kav-ram yaratmış olan bu milletler, bulduklarına nasıl “Đngilizce” karşılıklar buldular?

Đngiltere’nin Roma eyaleti oldukları devirde, Đngilizce’ye bol miktarda Latince karıştığını söyle-miştik. Buna Đngilizleri sömürgecilik döneminde, bir de kendilerini Roma-Yunan medeniyetinin vârisi gibi görme hüsn-ü kuruntusunu ekleyin. Đşte o za-man, 18-19. yüzyıl bilimcilerinin hele daha pek net-leşmemiş kavramlara Latince (ve Eski Yunanca’dan) türetilmiş adlar takarak bir ‘âllâme-yi cihan’lık taslamak eğilimi de olunca büyük Latince, eski Yunan lâfları etmenin nedeni daha da iyi anla-şılır sanırım. Ama gene de önemli bir etken Đngilizce’de yeni terim türetme yeteneğinin bu-lunmayışıdır. Đngiliz bilim adamları Latince-Eski Yunanca’dan yeni terim türetebiliyorlardı. Çünkü daha liselerinde Latince ve Eski Grekçe zorunlu dersler olarak herkese öğretiliyordu. Amerikan okul-larında da önceleri bu böyle idi. Gelgelelim 1960’lardan sonra, Amerika, önce yavaştan, şimdi ise hızlı hızlı çökme yoluna girdikçe okullarından mecburen Latince ve Eski Yunanca dersleri kaldırıl-dı. Mecburen diyoruz; çünkü, bugün ABD’de, orta ve lise düzeyi eğitiminde büyük bir bunalım yaşan-maktadır. Değil Latince, yüzde doksan halk okulla-rında dosdoğru Đngilizce yazmak ve okumak bile öğretilememiştir. Birkaç yıl önceki “New-York Times” gazetesi araştırma makalesine göre ‘Amerikan liselerini bitiren Amerikalı gençlerin %60’ı dosdoğru okuma yazma bilmemektedir’ler!.. Öğretmenler, “Ne eğitimi? Biz

Sayfa 124

18181818----19. yüzyıl bilimcilerinin 19. yüzyıl bilimcilerinin 19. yüzyıl bilimcilerinin 19. yüzyıl bilimcilerinin hele daha pek netleşmemiş hele daha pek netleşmemiş hele daha pek netleşmemiş hele daha pek netleşmemiş

kavramlara Latince (ve Eski kavramlara Latince (ve Eski kavramlara Latince (ve Eski kavramlara Latince (ve Eski Yunanca’dan) türetilmiş adlar Yunanca’dan) türetilmiş adlar Yunanca’dan) türetilmiş adlar Yunanca’dan) türetilmiş adlar takarak bir ‘âllâmetakarak bir ‘âllâmetakarak bir ‘âllâmetakarak bir ‘âllâme----yi cihan’-yi cihan’-yi cihan’-yi cihan’-lık taslamak eğilimi de olunca lık taslamak eğilimi de olunca lık taslamak eğilimi de olunca lık taslamak eğilimi de olunca

büyük Latince, eski Yunan büyük Latince, eski Yunan büyük Latince, eski Yunan büyük Latince, eski Yunan lâfları etmenin nedeni daha lâfları etmenin nedeni daha lâfları etmenin nedeni daha lâfları etmenin nedeni daha

da iyi anlaşılır sanırım. Ama da iyi anlaşılır sanırım. Ama da iyi anlaşılır sanırım. Ama da iyi anlaşılır sanırım. Ama gene de önemli bir etken gene de önemli bir etken gene de önemli bir etken gene de önemli bir etken

Đngilizce’de yeni terim türetme Đngilizce’de yeni terim türetme Đngilizce’de yeni terim türetme Đngilizce’de yeni terim türetme yeteneğinin bulunmayışıdır. yeteneğinin bulunmayışıdır. yeteneğinin bulunmayışıdır. yeteneğinin bulunmayışıdır.

Page 125: Politika Dergisi Sayi 24

bir saatlik derste öğrencilerin birbirlerini tabanca ile vurmasını önleyebilirsek, başarılı addediliyoruz,” diyorlar.

Şimdi bu durumda Latincesiz olarak eğitim bitirip bilim-teknik adamı olan Amerikalı’da Đngiliz’deki yeni terim ve ad koyma yöntemi de yok; o zaman ne oldu? Birkaç kelimelik uzun bir lâf edip her keli-menin baş harflerini birleştirerek yeni sözcük icat etmeye başladılar. Meselâ, bilgisayarlarda biliyor-sunuz, “ana-bellek”e RAM diyorlar. Bunu türetmek için “Random Access Memory” lâfından baş harfleri almışlar. Şimdi şu işe bakın: Hiç bilmeyen gariban bir Türk’e “bellek” deseniz, bellemekle, hafızayla ilgili bir lâf ettiğinizi en azından tahmin eder. Halbu-ki kara cahil bir Amerikalı ve Đngiliz’e “RAM” dese-niz koyunun erkeğinden bahsediyorsunuz sanır.

Dilbilimciler böyle baş harflerden yapılmış (işte hakikî uydurukça) sözcüklere “Akronim” (Acronym) diyorlar. Gene bu Batılı bilginler, bir dilde bunların başlamasını o dilin tam yozlaşıp gücünün kalmadı-ğına yoruyorlar. Üst sınıfla halk arasında bir uçuru-mun gitgide büyümesine katkısı da caba. Çok şü-kür ki (bu ifâde bilimsel değil ama, bilimcinin bizce gerekli bilim+gönül adamı tanımına uygun, değil mi?) Türkçe, bu yozlaşmaya gereği olmayan, türet-me yeteneği matematikçilere parmak ısırtacak dü-zeyde, bilimcisini de, halkını da kafaca ve gönülce birleştirebilecek nitelikte nâdir bir dildir. Yeter ki, kırk sene önce başlamış olan haçlı kafalı, Batılı misyoner sömürgecilerin büyük oyununa kurban gitmesin.

Türkçe’de yeni kavramlara karşılıklar, dilinin özel-liklerini iyi öğrenmişlerse kolayca bulunur. Tabii dilini, bilimiyle, fenniyle, edebiyatıyla iyi öğrenmek, onu iyice bilmek, onun eşsiz yetenek ve incelikleri-ne âşık olmak bahtiyarlığına ermek içinse her konu-da eğitimini Türkçe olarak görmüş olmak gerekir. En az bir başka dili öğrenmenin de hem bilim için, hem karşılaştırma sonucu kendi dilini de daha iyi idrak etmek açısından faydası vardır. Her düzgün ülkede olduğu gibi yabancı dil, mesleğine yardımcı olacak kadar, ayrıca yabancı dil dersinde öğrenilir. Yok eğer, bizdeki gibi Batılı sessiz oyunlar sonucu, eğitim dili resmi dil veya anadilden olmazsa, o kişi değil Türkçe terimler türetmek, konuşurken, yazar-ken aklına mevcut Türkçe sözcükler bile gelmez, hâlâ tam iyice anlamadığı yarım yamalak Đngilizce lâflar söyleyiverir. Hele bir de öyle bir garip eğitim

düzeni ile içine sokulan aşağılık duygusunu önle-yememişse telafi kabilinden bu çirkin Đngilizce boz-ması lâfları kullanmakla da böbürlenir. Đşte bu ya-bancı tuzağının sonunda bir nesil içinde Anglomanlıca dediğim, yâni Đngilizlerin güvercin Đngilizcesi dediği Đngilizce, yâni iki yüz elli kelime-lik Tarzanca dil ortaya çıkar. Ama iş bununla da bitmemiştir. Romalıların Keltleri nasıl yok ettiklerini hatırlayalım: Millî kimlik, Amerika’nın son yıllarda bize yutturmaya çalıştığı gibi bir ırk meselesi katiyyen değildir, bir gelenek - görenek, kültür - töre ve özellikle bir gönül ve onu, gemiyi yüzdüren su gibi batmadan üstünde tutan dil meselesidir. Dilini unutan kavimlerin tarihten adları bile silinir gider. Anadolu, böyle yok olmuş kavimlerin bin-lerce yıl sonra kazılarda bulunan çanak çömlek kırıntıları ile doludur.

Đngilizlerin Đrlandalılara Yaptığı

Đngiltere’nin batısındaki Erin Adası’na sığınıp yaşamını kimlikleri içinde sürdürebilen son Keltler Đrlandalılar olmuştu. (Bir de kuzeyde Đskoçlar, yan-da Velşler.) Roma bittikten sonra Erin Keltleri 500 yıllarından itibaren 1000 yıl kadar büyük bir mede-niyet kurdular. Đrlanda’nın batısındaki Atlas umma-nı ile devamlı çarpışan sarp kayalıklar üzerinde kurdukları manastırlarda Erin keşişleri yazdılar,

Sayfa 125 Sayı 24

Meselâ, bilgisayarlarda bili-Meselâ, bilgisayarlarda bili-Meselâ, bilgisayarlarda bili-Meselâ, bilgisayarlarda bili-yorsunuz, “anayorsunuz, “anayorsunuz, “anayorsunuz, “ana----bellek”e RAM bellek”e RAM bellek”e RAM bellek”e RAM diyorlar. Bunu türetmek için diyorlar. Bunu türetmek için diyorlar. Bunu türetmek için diyorlar. Bunu türetmek için “Random Access Memory” “Random Access Memory” “Random Access Memory” “Random Access Memory”

lâfından baş harfleri almışlar. lâfından baş harfleri almışlar. lâfından baş harfleri almışlar. lâfından baş harfleri almışlar. Şimdi şu işe bakın: Hiç bilme-Şimdi şu işe bakın: Hiç bilme-Şimdi şu işe bakın: Hiç bilme-Şimdi şu işe bakın: Hiç bilme-

yen gariban bir Türk’e yen gariban bir Türk’e yen gariban bir Türk’e yen gariban bir Türk’e “bellek” deseniz, bellemekle, “bellek” deseniz, bellemekle, “bellek” deseniz, bellemekle, “bellek” deseniz, bellemekle, hafızayla ilgili bir lâf ettiği-hafızayla ilgili bir lâf ettiği-hafızayla ilgili bir lâf ettiği-hafızayla ilgili bir lâf ettiği-nizi en azından tahmin eder. nizi en azından tahmin eder. nizi en azından tahmin eder. nizi en azından tahmin eder. Halbuki kara cahil bir Ame-Halbuki kara cahil bir Ame-Halbuki kara cahil bir Ame-Halbuki kara cahil bir Ame-rikalı ve Đngiliz’e “RAM” de-rikalı ve Đngiliz’e “RAM” de-rikalı ve Đngiliz’e “RAM” de-rikalı ve Đngiliz’e “RAM” de-

seniz koyunun erkeğinden seniz koyunun erkeğinden seniz koyunun erkeğinden seniz koyunun erkeğinden bahsediyorsunuz sanır. bahsediyorsunuz sanır. bahsediyorsunuz sanır. bahsediyorsunuz sanır.

Page 126: Politika Dergisi Sayi 24

çizdiler, eski elyazması kitapları yenileyerek Roma öncesi bilgileri de yaşattılar. Bu ara Roma sonrası Avrupa tam bir karanlığa, ortaçağ’ın vebalı, kara cadılı hurafelerine bürünmüştü. Erin keşişleri Latin-ce bildikleri gibi, toplumda büyük itibarla önemli bir yer tutan Erin şairleriyle birlikte anadilleri Gaelik’i (Keltçe) geliştiriyorlardı. Toplumdaki eğitimden, çeşitli okullardan Şair sınıfı sorumluydu (Bkz. Đrlan-da Dilinin Başına Gelenler [1. Daniel Corkery, “The Fortunes of the Irish Language” Mercier Press, Cork 1954-1968] 2- Birgit Bramsba [Ed.] “Homage to Ireland-Aspects of Culture and Language”, Uppsala, 1990). Tüm okullarındaki eğitim dili Gaelik idi. Keşişler zaman zaman Kıta Avrupa’sına geçiyor, oradaki manastırlara biraz medeniyet ak-tarmaya çalışıyorlardı (500-800 yılları).

15. yüzyıldan itibaren Đngilizler defalarca Erin’e tecavüz ettiler. Sonunda Đrlanda’yı kendi eyaletleri yaptılar. Đlk işlerinden biri şair sınıfını toplayıp kat-letmek oldu. Daha sonra bütün coğrafi isimleri Gealik dilinden Đngilizce’ye çevirdiler. (Bkz: Brian Friel, “Tercümeler” Translations adlı sahne oyu-nu...) Bütün bu uğraşlarına rağmen Đngilizler, 1890’a gelindiğinde Đrlandalıları bir türlü kendi kim-liklerinden, kültürlerinden, bağımsızlık özlemlerin-den vazgeçirememişlerdi; isyanlar gırla gidiyordu. Onun üzerine Đngilizler Romalılar gibi düşündüler. Bunların Gaelik dillerini unutturalım, o zaman iş biter dediler. Derhal bir “Millî (!) Eğitim Kurulu” oluşturdular. Kurulda Đngiliz sömürge - eyalet yöne-ticileri, bir de onların Đrlandalı yardakçıları vardı. Kurul bir karar aldı: Yarından tezi yok ilk, orta, lise, evrenkent (üniversite), tüm okullarda (ki hepsinde dersler Gaelik dilinde olmakta idi) eğitim dili bundan böyle Đngilizce olacaktır dedi-ler, öyle de oldu. Bir nesil sonra, o zamana dek Đrlanda halkının %90’dan fazlası Gaelik konuşur-

ken, Gaelik bilenlerin sayısı %30’a düştü. Bu 30 da dağdaki çobanlar, kentteki hamallar.

Fakat iş bitmeyecekti. Çünkü ciğeri yananlar, dil-lerine, şiirlerine, töresine âşık olmuşlar, haysiyetli kişiler tükenmemişti. Đşte öyle birtakım eğitimciler, doktorlar, yazar çizerler bir araya geldiler, Gealik Birliği (Konrath na Gaelge) diye bir dernek kurdular. Şehrin çeşitli semtlerinde yetişkinlere anadilleri Gaelik’i yeniden öğretmek için dershaneler açtılar. Millet yorgun argın işinden çıkıp bu kurslara gidip dilini öğrenmeye başladı. Bu etkinliklerin oluşturdu-ğu bilinçlenme ile bugün bile bitmemiş çatışmalar-dan sonra bağımsız Đrlanda Cumhuriyeti kuruldu. Yeni devletin resmi dili Gaelik oldu.

Avrupa Birliği’ndeki Sessiz Dil Kavgası

Bugün Avrupa’da, Avrupa Birliği’nde dil egemenli-ği kavgası, pek göze batmamaya çalışarak, özellik-le Đngilizce, Fransızca, Almanca arasında sürmek-tedir. Đki dünya harbi sonrası baş gösteren Đngiliz, sonra Amerikan etkisi, bu ülkeler zayıfladıkça azal-makta, irili ufaklı birçok dilin önemi artmakta, her-kes kendi diline verdiği önemi artırmaktadır. Yaban-cı dil öğrenme yöntemlerinin gelişmiş olması, dilden dile çevirilerin bilgisayarlarca yapılmaya başlanma-sı, insanlığın rengârenk zenginliği olan çeşitli dille-rin yaşayıp serpilmelerini kolaylaştırmaktadır. Bu, kendi dilini bırakıp da yabancı dilde dersleri vermek şeklindeki “yabancı dil öğrenmek yöntemi(!)” birkaç sömürgeden başka hiçbir ülkede yoktur. Öyleyse diyoruz, ya biz dünyanın en akıllı milletiyiz de böyle dehşet bir yabancı dil öğrenme yöntemi keşfettik ya da resmen sömürge de olmadığımıza göre, dünya-nın en aldatılmış milletiyiz. Hüküm sizden.

Şimdi bilim, teknik, dil konusunda Japonlar ne yapmış ona bakıp bu önemli misalden sonra ana konumuz Osmanlıca, Öztürkçe, Anglomanlıca kar-maşasına döneceğiz.

Japonlar O Çetrefil Yazılarıyla Ne Yaptı?

Japon Meici Tanzimatı bizimkinden 30 yıl sonra, 1868’de başladı. Biz nereye vardık, onlar nereye, işte meydanda. Japonlar daha başında “Batı tekni-ği, Japon ruhu” sözünü kendilerine düstur edindi-ler (gerçi bizde de Ziya Gökalp, sonra Atatürk “Türk harsı içinde çağdaşlaşmak” dediler, ama kendilerin-den önce ve sonra böyle bir uygulama hemen he-men olmadı). 1868’den itibaren bütün eğitim Japon-

Sayfa 126

Bugün Avrupa’da, Avrupa Bugün Avrupa’da, Avrupa Bugün Avrupa’da, Avrupa Bugün Avrupa’da, Avrupa Birliği’nde dil egemenliği Birliği’nde dil egemenliği Birliği’nde dil egemenliği Birliği’nde dil egemenliği

kavgası, pek göze batmama-kavgası, pek göze batmama-kavgası, pek göze batmama-kavgası, pek göze batmama-ya çalışarak, özellikle Đngi-ya çalışarak, özellikle Đngi-ya çalışarak, özellikle Đngi-ya çalışarak, özellikle Đngi-lizce, Fransızca, Almanca lizce, Fransızca, Almanca lizce, Fransızca, Almanca lizce, Fransızca, Almanca

arasında sürmektedir. arasında sürmektedir. arasında sürmektedir. arasında sürmektedir.

Page 127: Politika Dergisi Sayi 24

ca olarak büyük bir hassasiyetle tutuldu. Bilim ve teknik terimleri hep Japonca’dan türetildi. Bugün Japonca’da “atom”, “molekül”, “elektrik” gibi terimler bile tam Japonca’dır.(2)

Japonca’nın bir Ural-Altay Dili olduğu, dolayısıyla Türkçe ile akrabalığı ayrıntılı bir şekilde 1975’te ispatlanmış, ondan sonra bu akrabalık Japonya’da ve Türkiye’de de bilinmiştir.(3) 800 yılından sonra Çin’den Uygur tarzı Burhaniliğin (Budizm) Japon-ya’ya gelmesiyle birlikte Japonca’ya bol miktarda Çince sözcük girmiş, ama Japonca’nın Türkçe’ye benzer yapısı hâkim kalmıştır. Japonca’nın dünya üzerindeki önemi artmaktadır. Bugün Batı ülkelerin-de birçok uluslararası ortamda, Đngilizce, Fransızca, Almanca, bazen Đspanyolca veya Đtalyanca ile birlik-te Japonca’ya sık sık raslanmaktadır.

Ya Biz?

Peki biz ne yaptık? Osmanlı dönemi aydınlarının nasıl bilimsel ve teknik terimler türettiğinden yukarı-da bahsetmiştik. Türkçülük akımlarından sonra do-ğan Cumhuriyet’te dildeki Arapça, Farsça sözcükler fazlalığı temizlendi. Batı’dan yeni gelen kavramlara gerekli karşılıkların Türkçe’den türetilmeleri doğaldı. Zaten yazının değişmesi, Arapça ve Farsça’nın öğretilmemesi, Đslam âleminden sıyrılıp Atatürk’ten sonra çağdaşlaşma emelinin Avrupalı olma özenti-sine dönüşmesi ile, eski Türkçe (“Osmanlıca” yeri-ne böyle dedim) bilen de pek az kalmıştı. Atatürk bilim dilinin Türkçe, tüm derslerinin her düzey okul-da Türkçe olmasına büyük özen göstermiş, o kadar ki 1934’te oturup bir “Geometri” kitabı yazmış, bu-gün kullandığımız “üçgen” gibi terimleri kendi türet-mişti. Yabancı dilli misyoner okullarına özenilmesin diye de Türk Eğitim Derneği’ni, onun özel okulu TED Yenişehir Lisesi’ni kurmuştu. Ben bu okulda yetiştim. Yabancı dil öğretilmesine önem veriliyor, ama bu, her akıllı ülkede olduğu gibi takviyeli ya-bancı dil derslerinde yapılıyordu. Bütün fen, edebi-yat, felsefe, vb. dersler tam Türkçe idi. Đşte bu gaye ile kurulan böyle ve başarılı bir okula Đngiliz-Amerikan çengeli 1953’te atılıp dersler Đngilizce’ye çevrildi. Okula “Ankara Koleji” dendi. O zamana dek yurtta böyle bir misyoner tipi Türk okulu yoktu. “Kolej” (Robert Kolej gibi) misyoner okulu demekti. Sonra açılan bu Đngiliz deliğinden kova gibi su girdi. “Anadolu Liseleri” vb. aldı yürüdü. Millete de yaban-cı dil öğretmenin yolu buymuş gibi yutturuldu. Gele-ceğimizin teminatı Türkçe kalemizde bu gediği aç-

mayı başaran Oxfordlu Mr. Browning’e de 20 yıl sonra Đngiltere Kraliçesi madalya verdi. Törene katılanlar, sanırım, “Ufak bir okulda Đngilizce dersi veren bir garip öğretmene koskoca Kraliçe niye madalya verir?” diye sormadılar. Arkasından geldi “Orta Doğu Teknik Üniversitesi”... Toptan Ameri-kanca. O zamanlar hâlâ bahane gerekiyordu. De-diler ki: Efendim buraya Ortadoğu’dan yabancı öğrenciler gelecek… Yâni biz birkaç öğrenci için kendi dilimizi feda edeceğiz. Halbuki her ülkede yabancı öğrencilere eğitim verme fedakârlığı sağ-lanıyorsa onların o ülkenin dilini öğrenmeleri şart koşulur, o ülkenin kültürünü seven taraftarlar yetiş-tirilir. Tabii denilen sadece kademeli fetihte kullanı-lan geçici bir bahane, bir alıştırmaydı. Nitekim son-ra peş peşe gelen Boğaziçi (yâni Bosphorus)”, der-ken Bilkent (adı güzel ama!), şimdi de, Koç, vb. için bahaneye artık lüzum görülmüyor. Çünkü ka-muoyu artık yeterince uyuşturulmuştur. Bunun so-nu, çok değil bir-iki nesil sonra Türkçe’ye “bye bye” demek olacaktır. Bu, Türkçe’ye, Türk tarihi-ne, Türk egemenliğine, Türk dünyasına, Müslüman ülkeler önderliği emellerine, Türk’ün dünya üze-rindeki haysiyetine “bye-bye” demektir. Beyler! Havai’den ibret alalım. Türkçe’yi, dolayısıyla Türk-’ün geleceğini satanlar torunlarının mirasyedi olarak refah içinde yaşayacaklarını zannedip se-vinmesinler. Havai milletini Amerikan misyonerleri-ne satan yerli asilzade, hatta prenseslerin torunları bugün Havai’de hamallık yapıyor. Gidip görünüz. Batılıda -hele Amerikalı ve Đngiliz’de- emlak merakı çoktur. Bir fırsat buldu mu, kimseye bırakmaz.

Đngiliz Atını Alan Üsküdar’ı Geçti...

1055 yıllık Đslami dönemde bazı Arapça, Farsça kökenli sözcüler veya bunların Türkçe’ye uyarlan-mış şekillerinin Türkçe halk diline kadar geçmiş ve Türkçe’ye mal olmuş olması olağandır. Ayrıca böy-le birtakım sözcükler geniş bir Avrasya alanına yayılmış diğer Türk boylarının da dillerine malolmuştur. Böyle ortak sözcükleri Kazak, Azeri, Tatar, Başkır, Özbek, Karaçay, Çeçen, Uygur Türkleri de kullanıyor. “Kelime”, “lâf”, “tabiat”, “sohbet”, “rahmet” de Türkçe’dir; “sözcük”, “söz”, “doğa”, “söyleşi” de Türkçe. Üstelik unutmayalım ki, Đbn-i Sinâ, Gazali gibi büyük ve Batı’ya bilimi öğretmiş olan gerçek âlimlere göre gerçek bilim adamı, fenci ise, hekim ise, yalnız bu dış dünya bilimlerinde değil, aynı oranda iç âleminin, gönlün de bilimlerinde yetişmiş olmalıdır. Batılı bu konuda

Sayfa 127 Sayı 24

Page 128: Politika Dergisi Sayi 24

geri kalmıştır. Gönül gibi kelimelerin Batı dillerinde karşılığı yoktur. Çünkü Batı’da böyle kavramlar hâlâ yoktur. Derin, eski kültürleri olan Asya milletle-rinde vardır. Batı bu eksikliğin acısını bugün bol bol çekiyor. Sanayide ilerlemiş, madden zenginleşmiş olmalarına rağmen Batı’nın insanları ve toplumları huzursuzluk, mutsuzluk içindedirler. Sözün kısası, “Osmanlıca”dır, diye “hikmet”, “rahmet” gibi söz-cükleri atmak çok şey kaybetmemize yol açar. Hal-buki biz kendi insanlık hasletlerimizi korumakla kalmayıp bu zavallı Batı’ya da onları öğretmeliyiz. Hele Türk dilinin unutturulup, ulusumuzun Anglolaştırılması oyunu’na kurban gidersek, gençlerimiz yabancı dilde, misyoner tipi okullar-da yetişmeye devam ederse gönül gibi sözcüklerle birlikte gönlümüz de gider.

Öte yandan; Türkçe’nin kurallarına uygun olarak dikkatle türetilen güzel, yeni terimlere Türkçe yeri-ne Öztürkçe diyerek bir ayrım yapmak, hele hele bu terimlere “uydurmaca” demek büyük bir hatadır. Kaldı ki, diğer Türk budunları ile dil birliğimizi bozu-yor diye, Türkçe terimlere karşı çıkanlar herhalde çoğu kez yanılmışlardır. O “yeni” terimlerin birçoğu-na ya da benzerine Kazak, Özbek gibi Türk lehçe-lerinde rastladım.

30, 40 yıldır dil ve edebiyat üstatlarımız, dil ve edebiyat dergilerinde “kelime” mi “sözcük” mü gibi çatışmaları sürdürdüler. Halbuki Türkçe’nin karşı-sındaki asıl tehlike Đngilizce ile eğitimin gitgide hız-landırdığı Đngilizce istilası idi. 1970’lerde Türk Dil Kurumu’nu bu konuda uyardım. Rahmetli ağabe-yim, dilci Samim Sinanoğlu ile birlikte bilim ve

teknik terimlere Türkçe karşılıklar türetme işine ağırlık verilmesini önerdik. Bu konuda rahmetli Prof. Abdullah Kızılırmak gibi bilim ve Türk dili kahramanlarını şükranla analım. 1960’larda Abdul-lah Bey Ege’de Avrupa çapındaki rasathanesi ve öğrencileri ile gökbilim yaparken bir yandan da Türkçe fen dergisini çıkarıyordu. TDK ile “Gökbilim Terimleri Sözlüğü”nü yayınladı. Aydın Bey ise, Tür-kiye’de ilk bilgi işlem merkezleri kurulurken, arka-daşları ile “yazılım” “bilişim” gibi güzel terimleri dili-mize kazandırdı. Halen “Bilgisayar” terimi yerleş-mişken, yabancı dille gördükleri eğitimin yarattığı bilinçsizlik ve sevgisizlikle “komputer” diye yazanla-rı ayıplamak gerekir. Haydi ayıplamayalım da, ken-dilerini ikaz edelim.

1978’de 5 yıllık bir çalışma ile hazırladığım “Fiziksel Kimya Terimleri Sözlüğü” Türk Dil Kuru-mu’nca basıldı. Tabii önce TDK’nın dilbilimcileri tarafından da incelenmişti. O yıl sözlük hakkında çeşitli bilim ve teknik meslek kuruluşlarının toplantı-lar düzenlediğini, sözlük hakkında methiyeler yazıl-dığını sevinmemeye çalışarak öğrendim. Fakat kısa süre sonra kitap piyasadan garip bir şekil-de kayboldu. Dileriz şimdiki Türk Dil Kurumu da bilim ve teknikte terimlerin Türkçe’nin ana kuralları ile türetilmesi gereği üzerinde durur, Osmanlıca’nın da, Öztürkçe’nin de Türkçe olduğu ve uğraşılacak ana davanın Anglomanlıca’yı bertaraf etmek oldu-ğu hakkında birleştirici bir tutum alır.

Düpedüz Đngilizce Đstilası

1930’lardan 1980’e kadar dilin sadeleştirilmesi, devletin, aydın kesimin dilinin halk diliyle daha da bütünleşmesi hareketi yaygınlaşmıştı. Ama son 5-10 yılda halk diline kadar geçmiş, iyice yerleşmeye başlamış Türkçe terimlerin yerine, garip “Anglomanlıca” sözlerin kullanılması âdet oluveri-yor. Şu örneklerde olduğu gibi:

vekiller heyeti>bakanlar kurulu>kabine

mebus>milletvekili>parlamenter

matbuat>basın-yayın>media

muhaberat>iletişim>komünikasyon

içtimai>toplumsal>sosyal

kanuni>hukuki>yasal>legal...

Sayfa 128

Öte yandan; Türkçe’nin Öte yandan; Türkçe’nin Öte yandan; Türkçe’nin Öte yandan; Türkçe’nin kurallarına uygun olarak kurallarına uygun olarak kurallarına uygun olarak kurallarına uygun olarak dikkatle türetilen güzel, dikkatle türetilen güzel, dikkatle türetilen güzel, dikkatle türetilen güzel, yeni terimlere Türkçe ye-yeni terimlere Türkçe ye-yeni terimlere Türkçe ye-yeni terimlere Türkçe ye-rine Öztürkçe diyerek bir rine Öztürkçe diyerek bir rine Öztürkçe diyerek bir rine Öztürkçe diyerek bir ayrım yapmak, hele hele ayrım yapmak, hele hele ayrım yapmak, hele hele ayrım yapmak, hele hele

bu terimlere bu terimlere bu terimlere bu terimlere “uydurmaca” demek bü-“uydurmaca” demek bü-“uydurmaca” demek bü-“uydurmaca” demek bü-

yük bir hatadır. yük bir hatadır. yük bir hatadır. yük bir hatadır.

Page 129: Politika Dergisi Sayi 24

meclis-i mebusan>millet meclisi

meclis>parlamento

mesele>sorun>problem

usul>yöntem>metot

asgari>en az>minimum

azami>en çok>maksimum

seçenek>alternatif

faaliyet>etkinlik>aktivite

karmaşa>kaos

müstemleke>sömürge>koloni

mutabakat>konsensus, consensus

eşgüdüm>koordinasyon

encümen>kurul>yar

kurul>komite>komisyon

kurultay>kongre

müdür>yönetmen>direktör

teşkilat>örgüt>organizasyon

Bazı “Anglomanlıca” dediğim lâflara da şaşıp kalıyorum: Ne Đngilizce’ye anlamı tam benzer, ne Fransızca’ya. Şimdi bir de düpedüz Đngilizce lâflar moda oldu. Az evvel hiç olmazsa imlâlarını, söy-lenişlerini Türkçe’ye uyarlıyorduk. Şimdi aynen Đngilizce yazılış ve telâffuzu kullanmakla kendi-lerine böbürlenme fırsatı çıkaranların sayısı artı-

yor. Đşte bizim yabancı dille eğitim bu işe yarar, başka bir şeye değil. Bu gidişle bir-iki nesile kal-maz resmi dil (zaten fiilen Đngilizce ve Türkçe ol-muşa benziyor) Đngiliz sömürgelerindeki gibi Đngiliz-ce oluverir. Tabii uyanır engel olmazsak. Kuvvetle inanıyorum ki bu Đngiliz oyunu mutlaka bozulacak-tır. Çünkü Türkçe son birkaç bin yılda birkaç kez böyle saldırılara maruz kalmış, ama kendini kurta-rabilmiştir. Şimdi de Türkiye Türkçe’si Đngiliz; Ka-zak, Kırgız, Tatar Türkçeleri Rus; Güney Azerbay-can Türkçe’si Đran dil kültür soykırımı taarruzundan kendini kurtaracaktır.

Yeniden Kurtuluş Savaşı: Nereden Başlaya-lım?

Dilimize olan son saldırının altında yabancı dille eğitim temel silah olarak yatar. Yapılacak şey çok var. Hemen yapılabilecekler:

1-) Kamuoyu yabancı dil yalnız böyle öğrenilir diye aldatılmıştır. Konunun vahametini kavrayanlar çevrelerindeki herkese, velilere, eğitimcilere, halka gerçeği anlatsınlar. Hazırlık sınıfı diye bir uygula-manın başka ülkelerde olmadığını, bunun büyük bir israf olduğunu duyursunlar.

2-) Hangi yabancı dillerin hangi mesleklerde fay-dalı olduğu, ne tarz öğrenilmesi gerektiği tespit edilsin. Meselâ, gezim (“Turizm”) rehberliği, konu-kevi (“Otel”) yöneticiliği yapacak kişilerin Đngilizce fizik, matematik terimleri bilmeleri gerekmediği gibi, bilimcinin de sokak Đngilizcesini bülbül gibi bilmesi değil, kendi mesleğini takip edecek kadar yabancı bilim dilini bilmesi yeterlidir. Asıl bilmesi gereken matematiktir.

Sayfa 129 Sayı 24

Yazarımız Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu’nun ses getiren kitabı: Batı’nın Batışı ve Dünyada Yeni Ufuklar (2 DVD + kitap) 2008 yılının son aylarında Amerika’da başlayan “kriz” (Türkçesi “buhran”) lâfı tüm dünyayı sardı. Aslında yaşanan iktisâdî buhran çok daha derin sebeplerden oluşan ve uzun zamandır da oluşması geciktirilen “Batı’nın Tam Batışı”dır. “Güneş tekrar Doğu’dan doğacak” demiş ya Atatürk, halkımız, gençlerimiz de her geçen gün bilinçleniyor, gençlerimiz gönüllerinden aldıkları kuvvetle bilime sarılıyor. Türkiye’nin kurtuluşu da yakındır. Bizler Nâzım Hikmet’in şiirinde dediği gibi Asya’nın bağrından kopup bir at başı gibi Avrupa’ya uzanan hem Asya hem de Avrupa milleti-yiz. Tarihte kaç kere olduğu gibi Batı’ya insanlığı gene Türkler öğretecek. Bilim+Gönül Yayınevi, 2009, 118 sayfa + 2 DVD.

Page 130: Politika Dergisi Sayi 24

3-) Đnsanlar, yeni seçilen bakanlar, vb. yalnız ya-bancı dil bilmeleriyle methedilmemeli, matematik, bilgisayar yazılım dilleri, iktisat, felsefe, Türk lehçe-leri, mühendislik, vb. bilgi ve yetenekleri için övül-meli.

4-) Hukukçularımız yabancı dille eğitimin anaya-saya aykırı olduğu açısından (eğitim resmi dilden olur) gereken mercileri uyarmalı, hatta toplu dava-lar açmalıdırlar.

5-) Orta ve yüksek öğretimin tümünde yabancı dille eğitim devlet tarafından yasaklanmalıdır. Hat-ta yabancı misyoner okullarında bile (Robert Kolej, Sen Joseph vb.) eğitim dili tümüyle Türkçe olmalı, yabancılar bu okullarında ayrı yabancı dil dersinde takviyeli, yeni ve hızlı yabancı dil öğrenme yöntem-leri ile faydalı olmalıdırlar. Eğer bu değişikliğe ya-naşmazlarsa gerçek gayeleri daha da açığa çıka-caktır. Özel veya devletin tüm okullarında yabancı diller ayrıca yeni verimli yöntemlerle öğretilmeli, yaz kursları açılmalı, kamuoyu düzel-tilmeli, hazırlık sınıfı uygulaması ke-sinlikle kaldırılmalıdır. Eğer devletin fazladan bir-iki yıl eğitim yapmak gibi imkânı bolsa(!) ve illa da her ülkeden bir-iki yıl daha çok okunacak deniyor-sa, hazırlık yılında, her öğrenci, seçe-ceği meslek ne olursa olsun, matema-tik, bilgisayar kullanım ve yazılımını öğrenmelidir. Đşte o zaman her ülkenin gerisinde değil önünde oluruz. Çünkü öğretilen Đngilizce sadece züppelik, “rock and roll”culuk dilidir. Gerçek bilim dili matematiktir.

6-) Partisinin sağ veya sol edebiyatı ne olursa olsun iktidardakiler ve hükümetleri gerçekten Türki-ye, Türk dünyası ve Türk halkının beka ve çıkarını en ön plana almalıdır. Bu anlamda millî olmalıdır. Peki öyle oldukları nereden belli olacak? Anlama-nın kolayı var. Türkiye ve Türk dünyasının baş so-runu eğitim ve eğitim dili sorunudur. Bu konuya eğilmeye, kesin önlemler almaya yanaşmayan bir iktidar millî olamaz; lâfları ve giysileri ne olursa ol-sun.

7-) Konuşurken Đngilizce lâflar katmak övünülecek bir şey değil, ayıplanacak bir şey olmalıdır. Böylele-rine bu kibarca hissettirilmelidir.

8-) Belediyeler, sorumlu kuruluşlar, işyeri ya da dükkânları güzel Türkçe isimler koymaya teşvik etmeli, yarışmalar açmalı, törenlerle ödüller dağıt-malıdırlar. Buna rağmen aşağılık duygusu hastalı-ğından veya Türk diline gizli düşmanlıktan kurtula-mayanların ruhsatları verilmemeli veya yenilenme-meli, yabancı dilden adlarla manen her gün yara bere içinde bırakılmamız önlenmelidir.

9-) Keza millî iktidarın yetkili mercileri basın-yayında dergi, gazete, TV, radyo isimlerinin Türkçe olmasını Madde 8’deki gibi önlemlerle sağlamalıdır.

10-) Dergilere abone olanlar yayımcılara toplu, çok imzalı mektuplar yazmalı, isim Türkçeleşmediği takdirde abone olmayacaklarını bildirmelidirler. Ke-za, ilan verenler de TV olsun, gazete olsun önce ricada bulunmalı, olmazsa ilan yoluyla olan parasal kaynağı keseceklerini belirtmelidirler.

11-) Anglolaştırma yolunda dış kaynakların 1970’lerde başlattığı masum görünüşlü, sessiz fa-

Sayfa 130

Đşte o zaman her ülke-Đşte o zaman her ülke-Đşte o zaman her ülke-Đşte o zaman her ülke-nin gerisinde değil nin gerisinde değil nin gerisinde değil nin gerisinde değil

önünde oluruz. Çünkü önünde oluruz. Çünkü önünde oluruz. Çünkü önünde oluruz. Çünkü öğretilen Đngilizce sadece öğretilen Đngilizce sadece öğretilen Đngilizce sadece öğretilen Đngilizce sadece

züppelik, “rock and züppelik, “rock and züppelik, “rock and züppelik, “rock and roll”culuk dilidir. Gerçek roll”culuk dilidir. Gerçek roll”culuk dilidir. Gerçek roll”culuk dilidir. Gerçek bilim dili matematiktir.bilim dili matematiktir.bilim dili matematiktir.bilim dili matematiktir.

Page 131: Politika Dergisi Sayi 24

kat son derece etkili bir yöntem de “T-shirt” dedikleri mintan seferberliğidir. Gençlerin üzerindeki üstleri Đngilizce yazılı çoğu da açık-saçık anlamlı (hatta Amerikan bayrak-lı!) bu gömlekler önemli birer beyin yıkama aracıdırlar. Şimdi bu silahı tersine çevirmeli-yiz. Esnaf, küçük imalatçı kuruluşlar bu ko-nuda toplantılar yapmalı, önce bu yazı ve resimlerin kimlerce sokuşturulduğu saptan-malıdır. Đngilizce bile bilmeyen bazı imalatçı ve esnafa bu yazıları kim veriyor? Dış ülke-lerde aynılarına rastlamıyorum. Şimdi yete-nekli çizimcilerimize esnaf güzel Türkçe ya-zılı resimler çizdirsinler, bunlar da başarıyla, millî kültüre, Türk okul ve evrenkentlerine (üniversite) özendirecek sunuşlar olsun. Para kazanılırken millî bilince, dile zararı değil, faydası dokunsun.

12-) Türk dünyasının bekasını isteyen, Türk dilini seven herkes, diğer siyasi, ülkü-sel görüşleri ne olursa olsun, dilimizin, eğiti-mimizin kurtarılmasını en önemli, birinci millî dava olarak görmeli, önce bu davayı hep birlikte halletmek için birleşmelidirler. Bu arada, şimdiki Türk Dil Kurumu’nun “Osmanlıca”yı unutulmaktan kurtarmış olan değerli dil ve edebiyat şahsiyetleri, yıllarca uzak Türk lehçelerinin sözcüklerini hazırla-mış, Türk bilim ve teknik diline gerçek Türkçe’den güzel terimler türetmiş, bu sefer de “sağcı” veya “solcu”ya kızıp “Anglomanlıca”yı kö-rüklememiş eski Türk Dil Kurumu uzmanlarıyla ba-rışmalı, hep birlikte gerçek Türkçe bilim dilinin geliş-tirilmesi ve de Türk Dünyası’nın ortak yazı dilinin, ortak Türkçe bilim dilinin bir an önce sağlanması için çalışmalıdırlar. Yoksa Türk dili, lehçeleriyle be-raber, Anglo-Sakson, Rus ve Đran’ın “böl ve fethet” siyasetine kurban gidebilir. Osmanlıca - Öz Türkçe diye anlamsız kavgalar, aslında gene anlamsız “sağ-sol” dış kaynaklı kavgaları ile dilseverlerimiz bölünürken, Đngiliz atını alan sessizce Üsküdar’ı geçiyordu. Ama şimdi, halkımız dahi bu, gece yarısı ilerleyen düşman atlısını ay ışığında gördü, fark etti. Onun için, on bin yıldır nice badireler atlatmış olan Türk dili ailesi gene muhakkak kurtarılacaktır. Bu en büyük ve en şerefli kurtuluş savaşı Türk dün-yasının her köşesinden başlamıştır. Türk dili yalnız kurtulmayacak, o nadir matematiksel yapısıyla dün-yanın da bilim dili olacaktır.

[email protected]

(1) Bkz. Nüzhet Hâşim Sinanoğlu, “Dante ve Divine Comedia”, Devlet Matbaası, Đstanbul,1934.

(2) Bkz. O. Sinanoğlu,” Fizik Kimya Matematik Ana Terimleri Sözlüğü, Bilim+Gönül Yayınla-rı,2010.

(3) Bkz. 1975 ve sonrası O. Sinanoğlu’nun Ja-ponya ve Türkiye’deki yazıları, özellikle Türk Dün-yası Araştırmaları Dergisi, Haziran 1983, sf 121-130.

Sayfa 131 Sayı 24

Page 132: Politika Dergisi Sayi 24

Alan WOODS * Özgün adı: The Crisis of Capitalism and the tasks of the Marxists (Part two)

Đngilizceden çeviren: Göktuğ YELKANAT

Günümüz kapitalist dünya krizleri şu anlama gelir: Yeni bir döneme girdik ve bu dönemde sağlıkta kesintiler ve çalışma koşullarına müdahale yön-temleriyle çalışanlar daimi bir tasarruf devriyle yüzleşeceklerdir. Çoktandır var olan radikalleş-me, özellikle Latin Amerika’da ve dünyanın diğer az gelişmiş bölgelerindeki milyonlarca işçi ve genci etkiliyor ve bununla birlikte bu durum giderek geliş-miş ülkelere yayılıyor.

Tüm Tasarruf Dönemleri

50 yılı aşkın süre içerisinde ekonomik gelişmeler için teşekkür ederiz, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki (Avrupa, Amerika, Japonya, Avustralya vs.) işçi sınıfı ve örgütleri en azından yarı uygar yaşam ko-şullarını kazanabildiler. Onlar, bu koşulların normal olduğunu düşündüler, çünkü başka hiçbir şey bilmi-yorlar. Ama son 50 yıldır olanlar tümüyle normal değildi. Kapitalizmin etkisi altında, gidişat normal değildir tezi tarihi bir istisnaydı.

Örneğin emekli maaşlarını ele alalım. Emekli ma-aşı fikrini ilk ortaya koyan Bismarck’tı. Bu sağcı, gerici Bonapartist (ek bilgi: Bonapartizmin genel ideolojisi, devrimcilerin askeri güçler tarafından bastırılması ve bir popüler sınıf reformizmi sayesin-de monarşiyi sağlamasıdır.) iyi niyetli olarak (!) her-kes için emekli maaş yaşının, 70 üstü olduğunu tanıttı. Aynı zaman içerisinde Almanya’da ortalama yaşam süresi 45’ti. Bismarck gerçekten de akıllı bir

Sayfa 132

Troçkist yazar Alan Woods’un yazı dizisi sürüyor...

Kapitalizm Krizi ve Marksist Düşüncenin

Görevleri* (2)

Örneğin emekli maaşlarını Örneğin emekli maaşlarını Örneğin emekli maaşlarını Örneğin emekli maaşlarını ele alalım. Emekli maaşı ele alalım. Emekli maaşı ele alalım. Emekli maaşı ele alalım. Emekli maaşı fikrini ilk ortaya koyan fikrini ilk ortaya koyan fikrini ilk ortaya koyan fikrini ilk ortaya koyan

Bismarck’tı. Bu sağcı, geri-Bismarck’tı. Bu sağcı, geri-Bismarck’tı. Bu sağcı, geri-Bismarck’tı. Bu sağcı, geri-ci Bonapartist iyi niyetli ci Bonapartist iyi niyetli ci Bonapartist iyi niyetli ci Bonapartist iyi niyetli

olarak (!) herkes için emekli olarak (!) herkes için emekli olarak (!) herkes için emekli olarak (!) herkes için emekli maaş yaşının, 70 üstü oldu-maaş yaşının, 70 üstü oldu-maaş yaşının, 70 üstü oldu-maaş yaşının, 70 üstü oldu-ğunu tanıttı. Aynı zaman ğunu tanıttı. Aynı zaman ğunu tanıttı. Aynı zaman ğunu tanıttı. Aynı zaman

içerisinde Almanya’da orta-içerisinde Almanya’da orta-içerisinde Almanya’da orta-içerisinde Almanya’da orta-lama yaşam süresi 45’ti. lama yaşam süresi 45’ti. lama yaşam süresi 45’ti. lama yaşam süresi 45’ti.

Page 133: Politika Dergisi Sayi 24

adamdı! Bu günlerde birçok ülkedeki çalışanlar, 60 veya 65 yaşlarında çalışma hayatını sona erdirip, devletten para alma hakkını bir hak olarak düşün-mektedirler. Bunun normal olduğunu, kendiliğinden doğan bir hak olduğunu düşünüyorlar. Ama, bu ne normal ne de kendiliğinden doğan bir haktır.

Şimdilerde burjuvazi açıkça şunu söylüyor: “Buna gücümüz yetmez. Yaşı ilerlemiş ve üret-ken olmayan insanların bakımını sağlamaya gü-cümüz yetmez. Problem insanların uzun yaşam-sıdır. Bizim için bir kıyak yapmalı ve biraz daha erken ölmeliler!”; The Economist” dergisinin 27 Temmuz tarihli sayısının başyazısından bir alıntı yapalım: “Sevelim veya sevmeyelim, çalışma hayatının yasal bir durma noktasının olmadığı Bismarck öncesi (pre-Bismarckian) bir dünyaya geri gidiyoruz.”; diğer bir deyişle, ölene kadar ça-lış.

Amerika’da fitili ateşlenen emekli maaşları saldırı-ya maruz durumda kalacaktır. Başkan Obama ka-pitalizmin gülümseyen maskesini temsil etmektedir. Obama, diş macunu reklamlarını hatırlatan daimi gülümser bir elbise giymiştir. Ama bu hoş gülümse-yen maske çok hızlı bir şekilde kayıyor ve insanlar maskenin arkasındaki kapitalizmin çirkin, gaddar, acımasız yüzünü görecekler. Bu ahmaklık sorunu değildir, bu kesin bir gereklilik sorunudur, çünkü onlar ahlaksızdır. Kapitalist bakış açısıyla, onların bunu yapmama haricinde başka bir seçenekleri yoktur.

Piyasa ekonomisi bakış açısıyla, bu reformları yapmaya gücümüz yetmez, söz-leriyle doğruyu söylüyorlar: ke-sinti yapmalı, daha çok kesinti, hatta piyasada canlılık olsa bile. British Havayolları işçilerden çalışmamalarını talep etti, çünkü “size ödeyecek paramız yok” denildi. Temmuz ayında, Ameri-ka’daki işçi sınıfının en güçlü kesimi olan kamyon şoförleri maaşlarından %10 kesinti yapıl-masını kabul etti.

Bu durumda nasıl bir sonuca varırız? Bilinçlilik seviyesinin düşük mü olduğunu, işçilerin devrimci olmadığını mı, revizyo-

nistler ve mezhepçilerden duyduğumuz olağan saçmalıkları mı söyleyelim? Hayır! Böyle bir sonuç ortaya koyamayız. Bu gibi şeyler, bir dönemden tamamen farklı bir diğer döneme geçmekte oldu-ğumuz evrelerin şimdiki kaçınılmaz bir sonucudur.

Toplumdaki Huzursuzluk

Tanımladığımız, basit veyahut tekdüze bir süreç değildir. Şimdi bile meydana gelen şiddetli grevler var. Sadece Güney Afrika’da değil, Britanya’da da fabrika işgalleri yaşanmaktadır. Bundan bir hafta önce (2009’dan söz edilmektedir) Isle of Wight’ta ( Đngiltere’de bir ada), bir fabrika işgali yaşandı. Yoldaşların böyle bir yerin varlığından haberdar

Sayfa 133 Sayı 24

British Havayolları işçiler-British Havayolları işçiler-British Havayolları işçiler-British Havayolları işçiler-den çalışmamalarını talep den çalışmamalarını talep den çalışmamalarını talep den çalışmamalarını talep etti, çünkü “size ödeyecek etti, çünkü “size ödeyecek etti, çünkü “size ödeyecek etti, çünkü “size ödeyecek

paramız yok” denildi. paramız yok” denildi. paramız yok” denildi. paramız yok” denildi. Temmuz ayında, Ameri-Temmuz ayında, Ameri-Temmuz ayında, Ameri-Temmuz ayında, Ameri-ka’daki işçi sınıfının en ka’daki işçi sınıfının en ka’daki işçi sınıfının en ka’daki işçi sınıfının en

güçlü kesimi olan kamyon güçlü kesimi olan kamyon güçlü kesimi olan kamyon güçlü kesimi olan kamyon şoförleri maaşlarından %şoförleri maaşlarından %şoförleri maaşlarından %şoförleri maaşlarından %10 kesinti yapılmasını ka-10 kesinti yapılmasını ka-10 kesinti yapılmasını ka-10 kesinti yapılmasını ka-

bul etti.bul etti.bul etti.bul etti.

Page 134: Politika Dergisi Sayi 24

olup olmadığını bilmiyorum. Bu ada, zengin insan-ların yat gezileri düzenlediği, insanların tatil mekânı olarak seçtiği, Muhafazakâr Parti’nin de oy çoğun-luğuna sahip olduğu, Đngiltere’nin güney sahilinde yer alan bir adadır. Her zaman yağmurlu olmasının dışında hoş bir yerdir.

Bir hafta önce Isle of Wight’ta bir fabrika işgalinin yaşandığını söylemiştim. Bu gerçektir ve hayli önemli bir vakadır, ama bu olay hakkında biraz dikkatli olmalıyız. Bunun, Britanya’daki işçilerin genel fotoğrafı olarak nitelendirseydim, yanlış yap-mış olurdum; bu aşamada bu, genel bir fotoğraf değildir. Buna daha sonra değineceğim. Ama du-rum henüz böyle değildir. Ancak kimse, birçok yol-la kendini ifade eden radikalleşme ve grevin arası-na otomatik olarak bir paralel çizemez. Marksistler bu derin krizde çok sayıda grev hareketinin gerçek-leşeceğini umuyorlar; bu tamamıyla gerçek dışı-dır. Doğruyu söylemek gerekirse, Britanya’da, Đtal-ya’da, Fransa’da, Amerika’da düşük seviyede grevler söz konusudur. Ama bu, sorunları ortadan kaldırmaz.

Toplumda çok büyük bir huzursuzluk var. Daha önceden olmayan ve kapitalist sisteme karşı geniş alana yayılmış bir itiraz söz konusudur. Burası bi-zim toprağımız: Fikirlerimizin büyük bir etki yarata-bileceği bir toprak parçası. Bu bir değişim ve önemli bir değişim. Bu değişim, Marksist eğilimin gelişmesi için uygun koşulları yaratmalıdır. 1929’dan 1933’e kadar Amerika’da hemen hemen hiç grev olmadığını söylemiştim, ama o günlerde

Amerikan Komünist Partisi, özelikle Amerika’da yaşanan işsizlik ve ırkçılık hareketleri arasında hızlı bir şekilde büyümüştü.

3. Dünya Ülkeleri

3. Dünya Ülkesi diye adlandırılan ülkeler için on kat daha fazla doğru olan şeyin gelişmiş kapitalist ülkelerde doğruluk payı nedir? “3. Dünya” ifadesin-den hoşlanmam, düşünceme göre bilimsel olmayan bir ifadedir ama bunun yerine bir alternatif düşüne-miyorum. Bizler Asya, Latin Amerika, Ortadoğu ve Afrika’dan “3. Dünya ülkesi” diye söz ederiz.

Marx’ın “insanlık için seçim, sosyalizm veya bar-barlıktır“ sözü abartısız doğrudur. Sahraaltı Afrika (Afrika kıtasının Sahra'nın güneyinde kalan kısmını veya tamamı veya bir kısmı Sahra'nın güneyinde kalan Afrika ülkelerini ifade eden coğrafya terimidir. Sahraaltı Afrika, siyahî popülâsyonu sebebiyle Kara Afrika olarak da anılır.) kâbus denecek kadar kötü durumdaydı, hatta piyasada canlılık olduğunda bile durum farksızdı; Ruanda’daki korkunç soykırım, Kongo’da kimsenin bahsedemediği, yaklaşık 5-6 milyon insanın katledildiği dehşet verici bir iç sa-vaş… Şimdilerde Somali’de meydana gelen acıma-sız bir savaş söz konusudur. Son günlerde bir Amerikan strateji uzmanın sözleri şu şekildeydi: “Hepiniz Afganistan konusunda endişelisiniz, ama benzer gelişmelerin yer aldığı Somali ve Pakistan konusunda daha çok endişeli olmalısınız.” Ama Afrika’da işçi sınıfının güçlü olduğu ve büyük grevlerin yaşandığı kilit ülkeler de bulunmaktadır: Nijerya ve Mısır gibi… Ama “Kara Afrika”daki kilit ülke ise Güney Afrika’dır. Afrika Ulusal Kongresi (ANC/ African National Congress), tam anlamıyla, bölgede oluşan ihanet ve ruhunu satma karşıtlığı temeli üzerinden iktidara gelmiştir. Siyah işçiler bu anlaşmadan hemen hemen bir şey kurtaramadılar. Olanların tümü şuydu: Beyaz sömürücülere kay-naştırılmış “siyahî orta sınıf”, siyahî bir burjuva sınıfı ve Thabo Mbeki tarafından yönetilen ANC’nin burjuva kanadının oluşması. Thabo başta Stalinist’ti ama daha sonra tamamen bir burjuvaya dönüştü ve sonuç olarak ANC’nin içinde bir çatlak belirmiş oldu.

Güney Afrika’ da 17 yıldır herhangi bir ekonomik kriz yaşanmamasına rağmen, ülke ekonomik kriz-den çok şiddetli bir şekilde etkilenmiştir. Şimdilerde de derin bir durgunluk dönemindeler, resmi işsizlik oranı %23,5, gerçek rakamlar ise bu orandan daha fazla. Zuma, Mbeki‘nin yerini aldı ve siyah işçi top-

Sayfa 134

Marx’ın “insanlık için seçim, Marx’ın “insanlık için seçim, Marx’ın “insanlık için seçim, Marx’ın “insanlık için seçim, sosyalizm veya barbarlıktır“ sosyalizm veya barbarlıktır“ sosyalizm veya barbarlıktır“ sosyalizm veya barbarlıktır“

sözü abartısız doğrudur. sözü abartısız doğrudur. sözü abartısız doğrudur. sözü abartısız doğrudur. Sahraaltı Afrika kâbus denecek Sahraaltı Afrika kâbus denecek Sahraaltı Afrika kâbus denecek Sahraaltı Afrika kâbus denecek kadar kötü durumdaydı, hatta kadar kötü durumdaydı, hatta kadar kötü durumdaydı, hatta kadar kötü durumdaydı, hatta piyasada canlılık olduğunda piyasada canlılık olduğunda piyasada canlılık olduğunda piyasada canlılık olduğunda

bile durum farksızdı; bile durum farksızdı; bile durum farksızdı; bile durum farksızdı; Ruanda’daki korkunç soykırım, Ruanda’daki korkunç soykırım, Ruanda’daki korkunç soykırım, Ruanda’daki korkunç soykırım, Kongo’da kimsenin bahsedeme-Kongo’da kimsenin bahsedeme-Kongo’da kimsenin bahsedeme-Kongo’da kimsenin bahsedeme-diği, yaklaşık 5diği, yaklaşık 5diği, yaklaşık 5diği, yaklaşık 5----6 milyon insa-6 milyon insa-6 milyon insa-6 milyon insa-nın katledildiği dehşet verici bir nın katledildiği dehşet verici bir nın katledildiği dehşet verici bir nın katledildiği dehşet verici bir

iç savaş… iç savaş… iç savaş… iç savaş…

Page 135: Politika Dergisi Sayi 24

luluklarının Zuma’nın sola gideceğini ve kendi hak-larını koruyacağını düşündükleri aşikardı. Ama ge-çen hafta Güney Afrika’da geniş çapta bir grev ya-şandı. Bu grev otobüs çalışanları ile başladı, ama bu hafta içerisinde pazartesi ve salı günleri Güney Afrika’nın büyük kentlerinde kitlesel grevler yaşan-dı; sadece otobüs çalışanları değil; klinik çalışanla-rı, trafik memurları, kütüphaneciler, park çalışanları, genel olarak tüm kamu sektörü grevdeydi. Belediye çalışanlar birliği maaşlarının %15 oranında artırıl-masını talep ediyor. Ve bu hakkı alacaklar gibi gö-züküyor. Burada polis ile bir çatışma yaşandı, bari-katlar kuruldu ve polis plastik mermilerle işçilere ateş etti. En az 12 işçi bu çatışmada yaralandı ve yaralı sayısı artmaya devam ediyor. Böylece dev-rim hareketi Güney Afrika’dan başlamak üzere Afri-ka’daki diğer kilit ülkeler yayılmaya başladı

Latin Amerika hakkında fazla şey söylemek iste-miyorum, çünkü yeterince daha evvel bahsettiğimi düşünüyorum. Tabii ki, dünya devriminde kilit bir bölge olarak kalmaya devam ediyor. Venezüella’da inanılmaz gidişat gösteren devrim, 10 yılı aşkındır sürüyor. Ama burada liderlik sorunu baş gösteriyor. Chavez çok cesaretli ve dürüst bir insan, ama Chavez deneysel olarak (yani deneme-yanılma yöntemi yaparak), doğaçlama yaparak, gidebildiği yere kadar bir program yaparak ilerliyor. Burjuva-ziyle işçi sınıfını dengede tutmayı deniyor. Ama bu imkânsız. Bu şekilde devam edemez.

Ekonomik durum nedeniyle Chavez bir süre bu durumu idare edebildi. Lenin’in söylediği gibi; “Politikalar ekonomiyi belirler.” Yüksek benzin fiyat-ları onları kurtardı, tasarruf etmelerini sağladı. Ödün verdiler, reform yaptılar, misyonlarını yerine getirdiler ve dahası, ama sonra bu devir sona erdi. Benzin fiyatları aşağı çekildi. Birazcık da olsa, fiyat-

lar kendine geldi, ama bu yeterli değil. Rakamsal verilere baktığım kadarıyla, enflasyon %30 civarın-da. Bu durum üzerinde reel ücretlerde bir düşüş yaşanmaya devam ediyor. Birçok refah projesi ke-sintiye uğruyor ve işsizlik artıyor.

Hiç şüphem yok ki Venezüellalı işçiler Chavez'e sadık kalmaya devam edecek. Ve hiç şüphem yok ki, kendini Chavez’e adamış destekçiler ve birçok işçi de şunu düşünüp, söyleyeceklerdir: “Nasıl bir devrim bu?”, “Nasıl bir sosyalizm bu?”, “Bu prob-lemleri çözecek miyiz yoksa sorunlar devam mı edecek?” Ve bu, Sosyalist Parti içinde, sonbahar-da kongre düzenleyecek olan Venezüella Birleşik Sosyalist Partisi içinde derinlemesine düşünmeye yol açmalıdır.

Parti, aşırı derecede bürokratikleşmiştir ve lider-lik, reformcular tarafından yönlendirilmektedir, ama aşağıdan gelen baskı da mevcuttur. Venezüella’da sağ ve sol arasında bir kutuplaşma söz konusudur ve bu kutuplaşma Bolivarcı hareketin kendisi içer-sinde de yansıtılmalıdır. Bu durum, Marksist eğilim için çok elverişli bir durum olmalıdır.

Kitle örgütlerinin başrolü oynamasıyla birlikte bıkıp usanmadan direndiğimizde, ne kadar haklı olduğumuzu göreceksiniz. Güney Afrika'da bahset-tiğimiz hareket, ANC'yi ve Güney Afrika Komünist Partisi'ni, tabii ki Güney Afrika Sendikalar Birliği'ni (COSATU'yu) de gözden geçirdi. Hareket biraz

Sayfa 135 Sayı 24

Hiç şüphem yok ki Venezü-Hiç şüphem yok ki Venezü-Hiç şüphem yok ki Venezü-Hiç şüphem yok ki Venezü-ellalı işçiler Chavez'e sadık ellalı işçiler Chavez'e sadık ellalı işçiler Chavez'e sadık ellalı işçiler Chavez'e sadık kalmaya devam edecek. Ve kalmaya devam edecek. Ve kalmaya devam edecek. Ve kalmaya devam edecek. Ve hiç şüphem yok ki, kendini hiç şüphem yok ki, kendini hiç şüphem yok ki, kendini hiç şüphem yok ki, kendini Chavez’e adamış destekçiler Chavez’e adamış destekçiler Chavez’e adamış destekçiler Chavez’e adamış destekçiler ve birçok işçi de şunu düşü-ve birçok işçi de şunu düşü-ve birçok işçi de şunu düşü-ve birçok işçi de şunu düşü-

nüp, söyleyeceklerdir: nüp, söyleyeceklerdir: nüp, söyleyeceklerdir: nüp, söyleyeceklerdir: “Nasıl bir devrim bu?”, “Nasıl bir devrim bu?”, “Nasıl bir devrim bu?”, “Nasıl bir devrim bu?”,

“Nasıl bir sosyalizm bu?”, “Nasıl bir sosyalizm bu?”, “Nasıl bir sosyalizm bu?”, “Nasıl bir sosyalizm bu?”, “Bu problemleri çözecek mi-“Bu problemleri çözecek mi-“Bu problemleri çözecek mi-“Bu problemleri çözecek mi-yiz yoksa sorunlar devam yiz yoksa sorunlar devam yiz yoksa sorunlar devam yiz yoksa sorunlar devam

mı edecek?”mı edecek?”mı edecek?”mı edecek?”

Page 136: Politika Dergisi Sayi 24

ertelenmişti ve genellikle de ekonomik durum yü-zünden bu durum ertelenme süresini uzatmıştır. Sabırlı olmalıyız. Ama Güney Afrika hakkındaki görüşlerimiz gözümüzün önünde vuku bulmaya devam ediyor.

Venezüella'da da durum benzerdir, çünkü yol-daşlar Bolivarcı hareketin ve PSUV yani Venezüel-la Birleşik Sosyalist Partisi'nin rolünü daima vurgu-layarak ve gerekli taktiksel esneklikle teorik sağ-lamlığı birleştirerek Venezüella'da olağanüstü işler yaptılar. Đnanıyorum ki birkaç yıl içerisinde PSUV'un içinde bizim de katılacağımız, Marksizm düşüncesiyle onların fikirlerini gübreleyecek karşıt bir sol kanat gelmiş olacak.

Tekrar tekrar Meksika 'da da liderliğin ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. 2006'da Lopez Obrador sadece küçük parmağını kaldırarak, mil-yonlarca insanın sokağa dökülmesine vesile olmuş ve başarılı bir sosyalist devrimi gerçekleştirebilmiş-lerdi. Lopez Obrador bu hareketten korktuğu ka-dar Calderon hareketinden korkmadığını düşünü-yorum, çünkü hareketin önüne taş koymaya çalış-mıştı. Bu sebepten, insanlar mantık olarak düş kı-rıklığına uğradılar. Son seçimlerde PRD (Party of the Democratic Revolution / Demokratik Devrim Partisi) ağır bir yenilgi tattı ve eski PRI (Partido Revolucionario Institucional/ Institutional

Revolutionary Party /Kurumsal Devrimci Parti) halktan büyük destek kazandı.

Bunun anlamı Meksikalı işçilerin gerici olması mıdır yoksa aniden muhafazakar olmaları mıdır? Meksikalı işçilerin psikolojisini anlamalıyız. Onlar PRD'yi , Lopez Obrador'u desteklediler ama Mek-sika'da ciddi bir kriz sorunu var. Meksika'daki tüm bölgeler, Amerika Birleşik Devletleri'nde çalışan göçmenlere bağlıdır. ( Bu durum tüm Orta Amerika için doğrudur ve bunu Honduras ve El Salvador'da da görebiliriz.) Bu göçmenler işten çıkarıldığında, ailelerine gönderecek para bulamazlar. Bu bir fela-kettir. Bu durum, Honduras'ta ihtilallerle açıklanır veya çözülür. Orta Amerika'daki tüm ülkeler için bu durum birbirine benzerdir.

Ama işçiler deneyimli insanlardır. Bir Meksikalı işçi PRD'ye bakar, sonra da o partinin önderlerine ve şöyle der: “Bu insanlar umutsuz, yapacakları hiçbir şey yok. Yemeğe ihtiyacım var. Bir işe ihtiya-cım var. PRI iktidardayken, onların gangsterlerden rüşvet aldıklarını bilirdik, ama en azından bize yiye-cek bir şeyler verirlerdi, ve işim vardı.” Birçok insan, kendilerine bir şey vereceklerini gördükleri için bu psikoloji içerisinde PRI’ya oy verdi. Onlar bir şey yapmadan, PRI kendi itibarın yakında sarsacaktır. PRD, daha sol bir çizgi üzerinden durumu kendi lehine tekrar çevirecektir.

Faşizm Tehlikesi?

Birçok çelişkiler içeren bu geçiş dönem sadece Güney Amerika'da değil genel olarak Avrupa'da da görülmektedir. Avrupa’da son gerçekleşen seçim-

Sayfa 136

Ama işçiler deneyimli insanlar-Ama işçiler deneyimli insanlar-Ama işçiler deneyimli insanlar-Ama işçiler deneyimli insanlar-dır. Bir Meksikalı işçi PRD'ye dır. Bir Meksikalı işçi PRD'ye dır. Bir Meksikalı işçi PRD'ye dır. Bir Meksikalı işçi PRD'ye bakar, sonra da o partinin ön-bakar, sonra da o partinin ön-bakar, sonra da o partinin ön-bakar, sonra da o partinin ön-derlerine ve şöyle der: “Bu in-derlerine ve şöyle der: “Bu in-derlerine ve şöyle der: “Bu in-derlerine ve şöyle der: “Bu in-sanlar umutsuz, yapacakları sanlar umutsuz, yapacakları sanlar umutsuz, yapacakları sanlar umutsuz, yapacakları hiçbir şey yok. Yemeğe ihtiya-hiçbir şey yok. Yemeğe ihtiya-hiçbir şey yok. Yemeğe ihtiya-hiçbir şey yok. Yemeğe ihtiya-cım var. Bir işe ihtiyacım var. cım var. Bir işe ihtiyacım var. cım var. Bir işe ihtiyacım var. cım var. Bir işe ihtiyacım var.

PRI iktidardayken, onların PRI iktidardayken, onların PRI iktidardayken, onların PRI iktidardayken, onların gangsterlerden rüşvet aldıkları-gangsterlerden rüşvet aldıkları-gangsterlerden rüşvet aldıkları-gangsterlerden rüşvet aldıkları-nı bilirdik, ama en azından bi-nı bilirdik, ama en azından bi-nı bilirdik, ama en azından bi-nı bilirdik, ama en azından bi-ze yiyecek bir şeyler verirlerdi, ze yiyecek bir şeyler verirlerdi, ze yiyecek bir şeyler verirlerdi, ze yiyecek bir şeyler verirlerdi, ve işim vardı.” Birçok insan, ve işim vardı.” Birçok insan, ve işim vardı.” Birçok insan, ve işim vardı.” Birçok insan,

kendilerine bir şey vereceklerini kendilerine bir şey vereceklerini kendilerine bir şey vereceklerini kendilerine bir şey vereceklerini gördükleri için bu psikoloji içe-gördükleri için bu psikoloji içe-gördükleri için bu psikoloji içe-gördükleri için bu psikoloji içe-

risinde PRI’ya oy verdi. risinde PRI’ya oy verdi. risinde PRI’ya oy verdi. risinde PRI’ya oy verdi.

Lopez Obrador

Page 137: Politika Dergisi Sayi 24

lerde, özellikle “sosyal demokrat” partiler ağır bir yenilgiye uğradılar ve bazı Avrupa ülkelerinde ise aşırı sağ partiler büyük destek gördü. Aşırı sol frak-siyonların ciddi bir psikolojik problemi olduğunu biliyoruz. Asabi bir tik hastalığına yakalanmış gibiler ve ne zaman aşırı sağ partiler biraz daha fazla oy alsa, hemen tamtam sesleri başlar ve “Faşizm, faşizm, faşizm!” diye bağırırlar.

Bu tamamen bir saçmalık. Bu aşamada, tüm ül-kelerdeki sınıf gücü kolerasyonu, faşizm olasılığını kabul etmez. Savaştan önce Đtalya, Almanya, hatta Đspanya gibi ülkelerdeki işçi sınıfı azınlıktı. Hatta Almanya'da aşırı sağ kanat ve faşist partilerin de-magojik argümanlarıyla kolayca devşirebildikleri (askere alabildikleri) devasa boyutta köylü sınıfı mevcuttu. Hatta Fransa'da da savaştan önce du-rum bu şekildeydi. Şimdi ise tüm bunlar bitti. Köylü sınıfı, birçok Avrupa ülkesinde kayıplara karıştı ve işçi sınıfı şimdilerde, toplumda kati bir çoğunlukta-dır.

1930'larda tüm ülkelerdeki öğrenciler varlıklı, baş-ka bir deyişle zengin ailelerin çocuklarıydı (o dö-nemler üniversitede okuyan kız öğrenci sayısı ol-dukça azdı). Çoğu muhafazakardı ve büyük çoğun-luğu faşist ve Nazi'ydi. 1926'da, Britanya'da öğren-ciler grev bozucuydu (yani grevdeki işçinin yerini alan kişi konumundalardı). Almanya'da, Đtalya'da ve Avusturya'da çoğu öğrenci faşistti. Peki durum şim-di böyle mi? Dünya'da faşistlerin öğrencileri kontrol ettiği herhangi bir ülke adı verebilir misiniz? Aksine,

çoğu ülkelerdeki öğrenciler artık sol görüşlü veya-hut gerici (sağcı).

Bu bakımdan 1930'lar gibi benzer dönemlerde faşizmi tartışmak gülünç. Faşistler gidebildiği yere kadar var olacaklar, tabi iki küçük topluluklar halin-de. Bilhassa saldırgan tutum sergileyebilir, zorba, şiddet yanlısı olabilir ve de provokasyonlarda yer tutabilirler, ama gücü ellerine aldıklarında yani ikti-darı ele geçirdiklerinde ise onlar için hiç sorun yok-tur. Her halükarda, yönetici sınıf sadece, işçi sınıfı bir dizi ağır yenilgiye uğradıktan sonra reaksiyon gösterip, çare bulmaya başvuracak-tır. 1919 - 1939 dönemlerinde Almanya, Đtalya ve Đspanya için durum böyleydi. Bundan dolayı, sorunların karşılığı, çok geçmeden ortaya ko-nacak, Avrupa ve Latin Amerika'daki işçiler zaman zaman iktidarı ele geçirmeyi deneyecek-tir. Bu, kaçınılmaz ve gerçek bir durumdur.

Bolivya'da faşist hareketlerin olduğu söylenebilir. En azından karşı sağ kanat hareketi içinde faşistler kendilerine yer buldu. Kahraman Bolivya işçi sınıfı son bir kaç yılda, en az iki sebepten dolayı iktidarı kolayca ele geçirebildi. Đktidarı ele geçirmeselerdi, bu onların hatası sayılmazdı, ama düzensizlik (kafa karışıklığı) ve lider yetersizliği olarak adlandı-rılırdı. Bolivyalı işçiler iki ayaklanma sahneye koy-dular. Đki hükümet devirdiler. Size sormak istiyo-rum; Bolivyalı işçilerden daha ne isteyebiliriz, daha ne yapmalarını umuyorsunuz? Ama onlar iktidarı ele geçirme bakış açısı olmayan liderler yüzünden bu güne kadar başaramadılar.

Böylece yeni dönem, Evo Morales'in reformist (yenilikçi) hükümetiyle sonuçlanmıştır. Bu durum, Bolivya'da henüz çözülemeyen keskin bir sınıf mü-cadele dönemi başlattı. Bu, Bolivyalı Marksistlerin liderlik kurma kapasitelerine bağlıdır ve de şunu duyurmaktan mutluluk duyarım ki; IMT (Uluslararası Marksist Eğilim) en önemli iki kesimin arasındaki ilişkiyi tasvip etti: Bolivyalı kesim ve Faslı kesim...

(Devam edecek…)

[email protected] www.marxist.com

Sayfa 137 Sayı 24

Page 138: Politika Dergisi Sayi 24

Mülakatı Gerçekleştiren: Nuran TALAY

N uran TALAY: Kayıp çocuklar konu-sunda sizin de desteğinizle TBMM’de alt komisyon kuruldu. Bu konuda polisle bir işbirliği de yaptınız. Bun-lardan bahseder misiniz?

Selma Aliye KAVAF: Kayıp çocuklar ulusal bilgi sisteminin oluşturulması, ilgili kurum ve kuruluşlar arası işbirliği ve koordinasyonun sağlanması kayıp çocukların bulunmasında çok önemlidir. Bu doğrul-tuda TBMM Genel Kurulu’nda kayıp çocuklar soru-nunun araştırılarak, alınması gereken önlemlerin belirlenmesi amacıyla Araştırması Komisyonu ku-rulması 2010 Şubat ayında oy birliğiyle kabul edil-miştir.

Haziran 2010’da “Kayıp Çocuklar Ulusal Bilgi Sistemi Projesi Kurumlar arası Đşbirliği Protokolü” Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Đçişleri Bakanı Beşir Atalay ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Bakanlığım tarafından imzalanmıştır. Protokolle; Türkiye’de çocukların kaybolmalarının önlenmesi ve kaybolan çocukların bulunması için sorumlu kurumlar arasın-da etkin işbirliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Söz konusu protokol kapsamında kaybolma vakalarına ilişkin ulusal bilgi sisteminin oluşturulması; kayıp vakalarının incelenerek nedenlerinin araştırılması; yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde etkin işbirliği ile çözüm odaklı uygulama ve politikaların geliştirilme-si ile kayıp çocuk bilgilerinin e-Devlet Kapısı üze-rinden sunulması hedeflenmektedir.

“Kayıp Çocuklar Ulusal Bilgi Sistemi Projesi” ile kayıp çocuklarla ilgili mevcut kayıt sistemi ve yapılan çalışmalar değerlendirilecek, yeni kayıt sis-temine esas olacak üç ayrı bilgi formu ile sağlıklı veri toplanacak, arama işlemlerinde uygulanacak işlemlere standart getirilecektir. Öte yandan oluştu-rulacak yeni kayıt sistemi ile toplanacak bilgilerin belli aralıklarla istatistiksel analize tabi tutularak konunun çeşitli yönleriyle değerlendirilmesi müm-kün olacaktır. Bu sistemin oluşturulması sonrasında kurumumuza bağlı kuruluşlarımızdan izinsiz ayrılan

Sayfa 138

Politika Dergisi—Selma Aliye Kavaf Mülakatı

Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’la

Çocuklar Üzerine...

Page 139: Politika Dergisi Sayi 24

çocuklarımızın veri girişleri ve veri düşümleri, kuru-luşlarımızdan internet bağlantısı ile e-Devlet Kapısı üzerinden yapılabilecektir.

Đçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü koor-dinesinde yürütülen ve Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumumuzun pay-daş olduğu “Kayıp Çocuklar Projesi” de hazırlan-dı. Bu projenin amacı çocukların kaybolmalarının önlenmesi, kaybolan çocukların bulunması için so-rumlu kurumlar arasında etkin işbirliği sağlanması, kaybolma vakalarına ilişkin ulusal bilgi sisteminin oluşturulması, kayıp vakalarının incelenmesi, ne-denlerinin araştırılması ve kayıp çocuk bilgilerinin e-Devlet Kapısı üzerinden sunulmasıdır.

Kurumlarımızda koruma altında olan çocukları-mız, kimi zaman aileleri kimi zaman arkadaşları ile vakit geçirmekte, ya da izinli olarak ayrıldıkları hal-

de zamanında kurumlarımıza geri dönmemektedir. Bu çocuklarımızdan bazıları bu ayrılışları alışkanlık haline getirmekte ve onlarca defa aynı davranışı sergileyebilmektedirler. Bu çocuklarımızın nereye gittikleri bilinmektedir. Ancak izinsiz ayrılan ya da zamanında geri dönmeyen çocuklarımız için hiç vakit kaybetmeden Emniyet Genel Müdürlüğü’ne haber verilmekte ve gerekli işlemler yapılmaktadır. Şu an kuruluşlarımızdan izinsiz ayrılan ya da izin süresi dolduğu halde kaldıkları kuruluşlara dönme-yen çocuk sayısı 487’dir. Yapılan çalışmalarla bu rakam son dönemde azalma göstermektedir.

SHÇEK'e bağlı kuruluşlarımızdan izinsiz ayrılan ya da izinli ayrılıp dönmeyen çocukların kayıp bildi-rimleri daha önce kurum yetkilisinin bizzat müraca-atı üzerine alınırken, 25 Ocak 2010 tarihinden iti-baren, bu müracaatın mesai saati dışında faks ve-

Sayfa 139 Sayı 24

“Öte yandan oluşturulacak “Öte yandan oluşturulacak “Öte yandan oluşturulacak “Öte yandan oluşturulacak yeni kayıt sistemi ile toplana-yeni kayıt sistemi ile toplana-yeni kayıt sistemi ile toplana-yeni kayıt sistemi ile toplana-cak bilgilerin belli aralıklarla cak bilgilerin belli aralıklarla cak bilgilerin belli aralıklarla cak bilgilerin belli aralıklarla istatistiksel analize tabi tutu-istatistiksel analize tabi tutu-istatistiksel analize tabi tutu-istatistiksel analize tabi tutu-larak konunun çeşitli yönle-larak konunun çeşitli yönle-larak konunun çeşitli yönle-larak konunun çeşitli yönle-riyle değerlendirilmesi müm-riyle değerlendirilmesi müm-riyle değerlendirilmesi müm-riyle değerlendirilmesi müm-kün olacaktır. Bu sistemin kün olacaktır. Bu sistemin kün olacaktır. Bu sistemin kün olacaktır. Bu sistemin

oluşturulması sonrasında ku-oluşturulması sonrasında ku-oluşturulması sonrasında ku-oluşturulması sonrasında ku-rumumuza bağlı kuruluşları-rumumuza bağlı kuruluşları-rumumuza bağlı kuruluşları-rumumuza bağlı kuruluşları-mızdan izinsiz ayrılan çocuk-mızdan izinsiz ayrılan çocuk-mızdan izinsiz ayrılan çocuk-mızdan izinsiz ayrılan çocuk-larımızın veri girişleri ve veri larımızın veri girişleri ve veri larımızın veri girişleri ve veri larımızın veri girişleri ve veri düşümleri, kuruluşlarımızdan düşümleri, kuruluşlarımızdan düşümleri, kuruluşlarımızdan düşümleri, kuruluşlarımızdan internet bağlantısı ile einternet bağlantısı ile einternet bağlantısı ile einternet bağlantısı ile e----Devlet Devlet Devlet Devlet Kapısı üzerinden yapılabile-Kapısı üzerinden yapılabile-Kapısı üzerinden yapılabile-Kapısı üzerinden yapılabile-

cektir.”cektir.”cektir.”cektir.”

Page 140: Politika Dergisi Sayi 24

ya internetten e-posta yoluyla yapılması ve bu bil-dirim üzerine çocuğun ivedilikle kayıp olarak aran-ması uygulamasına başlanmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise kurumlarımızdan izinsiz ayrılan çocuklarımızın tamamına yakınını suç mağ-duru olmuş ya da suça sürüklenmiş çocukların oluşturmasıdır. 2006 yılından itibaren Sosyal Hiz-metler ve Çocuk Esirgeme Kurumumuz bu kap-samdaki çocuklarımız için verdiği hizmeti daha pro-fesyonel hale getirmiştir.

Bu çocuklarımıza ihtiyaçları olan destek hizmet-lerini de veren 25 kuruluşumuzda bakmaktayız. Dört yılda 25 kuruluşun açılması çok önemli bir rakamdır. Şu an yaptığımız çalışmalarla önümüz-deki dönemde suç mağduru olan ve suça sürükle-nen çocuklarımız için 18 kuruluşun açılması için yatırımlarımıza devam etmekteyiz.

Kuruluşlarımızda bu çocuklar ve aileleri ile aile odaklı mesleki çalışmalar yapılmakta ve ailelere danışmanlık hizmeti verilmektedir. Aileye Dönüş Projesi kapsamında özellikle ailesinin yanında ya-şamak isteyen çocukların aileleri, yapılacak ince-lemede ailenin yanında yaşamalarında bir sakınca olmadığının tespiti halinde ekonomik olarak des-teklenmekte, yapılan periyodik ziyaretlerle de aile güçlendirilmeye çalışılmaktadır. Psiko-sosyal yön-den travmaya uğramış bu çocuklar, aileleri ve ya-

kın çevreleri ile kuruluşlarımızdaki sosyal çalışma-cılar ve psikologlar mesleki çalışma gerçekleştir-mekte, psikiyatri kliniklerinde tedavi süreçlerine ive-dilikle başlanmaktadır. Çocuklar, sosyal, kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetlere yönlendirilmekte, eğitimlerini başarılı bir şekilde sürdürmeleri için ge-rekli takipleri ve izlenmeleri sağlanmaktadır.

2009 yılının Ekim ayında 81 ilimizin Çocuk Şube Müdürleri bir araya getirilerek Đçişleri Bakanlığı tara-fından “Kayıp Çocuk Rehberi” oluşturulmuştur. Bu rehberle, kayıp çocukların bulunması amacıyla yü-rütülecek iş ve işlemlerde standartlaşma sağlanma-sı ve araştırmanın bütün boyutları ile gerçekleştiril-mesi hedeflenmektedir. Rehber, çocuğun bulunma-sından sonra yapılacak iş ve işlemleri de içermek-tedir. Ayrıca, yürütülen faaliyetler sırasında karar alma mekanizmaları ve kurumlararası işbirliğine yönelik açıklamalar da bulunulmaktadır.

Kayıp çocuklarımız için ALO 183 Sosyal Hizmet Yardım Hattı, ile ALO 150 BĐMER Hattı ve Başba-kanlık Đnsan Hakları Başkanlığı’na bağlı telefonlara başvuruda bulunulması, Türk Ceza Kanunu’nun 104. Maddesinde geçen 15–18 yaşındaki mağdura yönelik cinsel eylemlerin takibinin şikâyete tâbi ol-maktan çıkarılması kayıp çocuk sorununun çözü-münde etkili olacaktır.

Anayasamız, ailenin ve çocuğun korunmasını özel olarak güvence altına almış korunmaya muh-taç çocukların topluma kazandırılması konusunda düzenlemeler yaparak çocuğa verilen önemi vurgu-lamıştır. Son Anayasa değişikliği de; çocukların öncelikli olarak korunması gereken bir kesim oldu-ğunun vurgulanması ve çocukların yüksek yararının gözetilmesi ile, ülkemiz çocukları için önemli bir kazanım olacaktır.

Çocuklar ihmal ve istismara son derece müsait olup, zaman zaman suç ve çıkar aracı olarak kulla-nılmaktadırlar. Bu nedenle ailelerin öncelikle çocuk-larıyla doğru iletişim kurmaları, onların akran çevre-sini ve sürekli görüştüğü kişileri bilmesi gereklidir. Özellikle internette tanıştığı kişiler çocuklarımızı birtakım maceralara sürükleyebilmektedir. Aileleri-miz bu konuda duyarlı olmalı, çocuklarına yardımcı olmak için bilinçli hareket etmeli, gerekiyorsa bu konuda Bakanlığım bünyesinde hizmet veren “Toplum Merkezlerimiz” ve “Aile Danışma Merkez-lerimiz”den destek hizmet almalıdırlar.

Sayfa 140

Bu çocuklarımıza ihtiyaçları Bu çocuklarımıza ihtiyaçları Bu çocuklarımıza ihtiyaçları Bu çocuklarımıza ihtiyaçları olan destek hizmetlerini de olan destek hizmetlerini de olan destek hizmetlerini de olan destek hizmetlerini de veren 25 kuruluşumuzda veren 25 kuruluşumuzda veren 25 kuruluşumuzda veren 25 kuruluşumuzda

bakmaktayız. Dört yılda 25 bakmaktayız. Dört yılda 25 bakmaktayız. Dört yılda 25 bakmaktayız. Dört yılda 25 kuruluşun açılması çok kuruluşun açılması çok kuruluşun açılması çok kuruluşun açılması çok

önemli bir rakamdır. Şu an önemli bir rakamdır. Şu an önemli bir rakamdır. Şu an önemli bir rakamdır. Şu an yaptığımız çalışmalarla yaptığımız çalışmalarla yaptığımız çalışmalarla yaptığımız çalışmalarla

önümüzdeki dönemde suç önümüzdeki dönemde suç önümüzdeki dönemde suç önümüzdeki dönemde suç mağduru olan ve suça sü-mağduru olan ve suça sü-mağduru olan ve suça sü-mağduru olan ve suça sü-rüklenen çocuklarımız için rüklenen çocuklarımız için rüklenen çocuklarımız için rüklenen çocuklarımız için 18 kuruluşun açılması için 18 kuruluşun açılması için 18 kuruluşun açılması için 18 kuruluşun açılması için yatırımlarımıza devam et-yatırımlarımıza devam et-yatırımlarımıza devam et-yatırımlarımıza devam et-

mekteyiz.mekteyiz.mekteyiz.mekteyiz.

Page 141: Politika Dergisi Sayi 24

Ailelerimizin çocuklarıyla iletişimi ve bu konularda nasıl bir yol izlemeleri gerektiğine dair Bakanlığıma bağlı Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü geniş kapsamlı bir aile eğitim programı hazırladı. Önümüzdeki aylarda tamamlanacak çalışmada ha-zırlanan eğitim materyalleri tüm kamu ve özel kuru-luşların kullanımına açık olacak, ayrıca internet üzerinden de herkes ulaşabilecektir. Amacımız, ailelerin çocukları hakkında daha bilinçli olmalarını sağlamak ve sıkıntı duydukları her alanda ve özel-likle çocuklarıyla ilgili konularda yardımcı olmaktır. Çocuklarımızın sağlıklı ve güvenli ortamlarda yaşa-malarını sağlamak hem devletimizin hem de ailele-rin görevidir.

Anne-babalar kadar medyaya da sorumluluk düş-mektedir. Medya kuruluşları yayınlarında çocukların evden kaçmalarını özendirecek mesajlardan kaçın-malı ve çocukları kendilerine zarar verecek çevre ve kişilere karşı uyarmalıdır.

Kayıp çocuklar bizim çocuklarımızdır, hiç kimse-nin böyle bir sorunu görmezden gelme hakkı yok-tur. Bu konuda toplumumuz her bir ferdiyle, kamu ve özel kuruluşlarıyla topyekûn bir mücadele içinde olmalıdır.

Nuran TALAY: SHÇEK’te kalan çocuklarımızın hayata daha iyi hazırlanmaları için çalışmaları-nız nelerdir?

Selma Aliye KAVAF: Bakanlığıma bağlı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Mü-dürlüğümüz, her kademedeki personeli ile, koruma-mız altında olan çocukları sağlıklı bireyler olarak topluma kazandırmak için her türlü olumsuzlukları minimum seviyeye indirmek ve hızlı bir şekilde yeni hizmet modellerini çocuklarımızın hizmetine sun-mak için çalışmalarını sürdürmektedir.

Bu çalışmalar içinde çok önemli bir yere sahip olan sosyal hizmet çalışanlarının niteliğinin ve eği-timlerinin arttırılması, özellikle çocuklarımızla birebir iletişim içinde bulunan bakım elemanlarımızın bi-linçli, donanımlı olması gerçeğinden hareketle, per-sonel eğitimine hız verilmiştir. SHÇEK ile Milli Eği-tim Bakanlığı arasında Eğitimde Đşbirliği Protokolü yapılarak; kuruluşlarımızda çalışan ve istihdam edi-lecek bakım elemanlarının öncelikle kız meslek lisesi çocuk gelişimi mezunu olmaları ya da en az lise öğrenimini tamamlayarak sertifika almaları sağ-lanmıştır.

Ayrıca 0–6 yaş Benim Ailem ve 7–19 Yaş Aile Eğitim paket programları aracılığı ile kuruluşları-mızda çalışan personelin çocuk yetiştirme beceri-leri geliştirilmekte, yaşam becerileri Akrandan Ak-rana Eğitim paket programı ile de çocuklara gü-venli davranışlar ve yaşam becerileri öğretilmekte-dir. Kuruluşlarımızda çalışan personelin birebir ilgilenerek çocuklara daha fazla zaman ayırmaları-nın sağlanması bakımından, personelimizin çalış-ma koşullarında iyileştirme çalışmaları yapılmıştır.

Genel Müdürlüğümüz tarafından korunmaya muhtaç çocuklarımızın topluma sağlıklı bireyler olarak katılımı konusunda çalışmalar sürdürülür-ken, hizmetin iyileştirilmesinin yanı sıra geliştirilme-sine yönelik çok sayıda projelendirme çalışması yapılmaktadır.

Nuran TALAY: Sokaklarda dilendirilen veya çalıştırılan çocuklar için neler yapıyorsunuz?

Selma Aliye KAVAF: Sokakta yaşayan ve/veya çalıştırılan çocukları tehlikelerden korumak ve sos-yal rehabilitasyonlarını sağlamak için SHÇEK’e bağlı Çocuk ve Gençlik Merkezleri hizmet vermek-tedir. Sokakta yaşayan ve/veya çalıştırılan çocuk-ların yoğun olarak görüldüğü 30 ilde 38 Çocuk ve Gençlik Merkezi ve bu merkezlere bağlı 6 Gözle-mevi hizmet vermektedir.

Çocuk ve Gençlik Merkezleri aracılığı ile sokakta yaşayan ve/veya çalıştırılan çocuklara yönelik ola-rak; bakım, barınma, sağlık, eğitim-öğretim siste-mine kazandırma, eğitim-öğretim sisteminde des-tekleme, mesleki beceri kazandırma, psiko-sosyal gelişimlerini destekleme ve madde kullanan çocuk-ları tedaviye yönlendirme çalışmaları yürütülmekte-dir. Ailelerine yönelik psiko-sosyal destek ve bilinç-lendirme çalışmaları, meslek edindirme faaliyetleri, ekonomik yoksunluk içinde olduğu belirlenen aile-lere sosyal yardım hizmetleri, çocukların aileye dönüşlerinin mümkün olduğu durumların tespiti halinde aile ve çocuğun bir arada yaşamasına iliş-kin uyum çalışmaları gerçekleştirilmektedir.

Sokakta yaşayan/çalıştırılan çocukların, örgün eğitim veya mesleki eğitime dâhil edilmeleri ve ai-lelerinin yanına veya kurum bakımına yönlendirile-rek, eğitimini tamamlamış ya da iş sahibi gençler olarak rehabilitasyonlarının tamamlanması ama-cıyla, 2004 yılında Bakanlığımın koordinasyonun-da, Đçişleri Bakanı, Sağlık Bakanı, Milli Eğitim Ba-

Sayfa 141 Sayı 24

Page 142: Politika Dergisi Sayi 24

kanı ve Adalet Bakanından oluşan bir komite kurul-muştur. Bakanlardan oluşan Komitenin kararları doğrultusunda SHÇEK Genel Müdürlüğü’nce, Tür-kiye genelinde uygulanmak üzere basamaklandırıl-mış yeni hizmet modeli hazırlanmış ve model, Baş-bakanlığın 2005/5 sayılı genelgesi, 25 Mart 2005 tarih ve 25766 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak uygulamaya konulmuştur.

Yeni Hizmet Modeli, öncelikle sokakta çalıştırı-lan, sokakta 24 saatini geçirip her türlü istismara açık olan, madde kullanan, suçun faili veya mağ-duru olan çocukların sokaktan çekilerek örgün eği-tim ve mesleki eğitime yönlendirilmelerini, madde bağımlılığı tedavilerinin yapılmasını, barınma, bes-lenme, giyim, sağlık, eğitim gibi tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını, toplumla yeniden bütünleştirilmesi-ni içeren çok sektörlü yaklaşımı içermektedir. Ayrı-ca önleyici tedbirleri de kapsamaktadır.

Hizmet Modeli öncelikle sorunun yoğun görüldü-ğü, Đstanbul, Đzmir, Ankara, Antalya, Diyarbakır, Adana, Mersin ve Bursa Đllerinde uygulanmaktadır. Diğer illere de yaygınlaştırma çalışmaları sürdürül-mektedir.

Nuran TALAY: Erken evlilikler ve kız çocukla-rımızın eğitimleri hakkında neler düşünüyorsu-nuz?

Selma Aliye KAVAF: Erken ve zorla evlendiril-me, kız çocuklarının ruhsal ve bedensel gelişimleri üzerinde olumsuz etki yaratan, eğitimlerini kesintiye uğratan, ileriki yaşlarda da buna bağlı olarak istih-dam olanaklarına yeteri kadar erişememeleri nede-niyle sağlık ve sosyal haklardan yeterince yararla-namamalarına neden olan bir olgudur. Küçük yaşta evlendirilen kız çocuklarının, aile içinde şiddete ma-ruz kalma ve cinsel yolla bulaşan hastalıklara yaka-lanma riskleri de artmaktadır.

Đlk evlilik yaşının doğumlar üzerinde de önemli bir etkisi vardır; daha erken yaşlarda evlenen kadınlar ortalama olarak daha uzun süre gebelik riski altına girmekte, bu da genellikle yaşam boyunca daha fazla sayıda doğuma yol açabilmektedir. Medeni Kanun ile evlenme yaşı kadın ve erkek için eşitle-nerek yükseltilmiş ve 17 yaşını doldurma şartı geti-rilmiştir. Ancak hâkim olağanüstü durumlarda ve önemli bir sebeple 16 yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir.

Ülkemizde yapılan araştırma sonuçları ve TÜĐK istatistikleri yıllar itibari ile ilk evlenme yaşının yük-selme eğiliminde olduğunu göstermektedir. Türki-ye’de son 20 yılda ilk evlilik yaşında düzenli bir artış olmuştur. Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması (TNSA)-2008 sonuçlarının 25–49 yaşlarındaki ka-dınlar için daha önceki araştırmalarla karşılaştırıl-ması da evliliği erteleme eğilimini doğrulamaktadır; TNSA-1993 ve TNSA-2008 arasındaki 15 yıllık dö-nemde ilk evlenme yaşı neredeyse iki yaş artmıştır.

Yasalarımızda erken evliliği önleyici mekanizma-lara yer verilmekle birlikte, diğer sorun alanlarında olduğu gibi erken ve zorla evliliklerin önlenmesi için de yasal düzenlemelerin yanı sıra sosyo-kültürel çalışmalara ve toplumsal zihniyet dönüşümüne ihti-yaç duyulmaktadır.

Bu kapsamda; 25.2.2009 tarihli ve 5840 sayılı Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu ile kurulan Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu tara-fından, Erken Yaşta Evlilikler Hakkında Đnceleme Yapılmasına Dair Alt Komisyon oluşturulmuştur. Bakanlığıma bağlı Kadının Statüsü Genel Müdürlü-ğü de yasal çalışmalarının yanı toplumsal zihniyet dönüşümünün sağlanması sürecinde farkındalık

Sayfa 142

Yeni Hizmet Modeli, öncelikle Yeni Hizmet Modeli, öncelikle Yeni Hizmet Modeli, öncelikle Yeni Hizmet Modeli, öncelikle sokakta çalıştırılan, sokakta 24 sokakta çalıştırılan, sokakta 24 sokakta çalıştırılan, sokakta 24 sokakta çalıştırılan, sokakta 24 saatini geçirip her türlü istis-saatini geçirip her türlü istis-saatini geçirip her türlü istis-saatini geçirip her türlü istis-mara açık olan, madde kulla-mara açık olan, madde kulla-mara açık olan, madde kulla-mara açık olan, madde kulla-nan, suçun faili veya mağduru nan, suçun faili veya mağduru nan, suçun faili veya mağduru nan, suçun faili veya mağduru olan çocukların sokaktan çekile-olan çocukların sokaktan çekile-olan çocukların sokaktan çekile-olan çocukların sokaktan çekile-rek örgün eğitim ve mesleki eği-rek örgün eğitim ve mesleki eği-rek örgün eğitim ve mesleki eği-rek örgün eğitim ve mesleki eği-time yönlendirilmelerini, mad-time yönlendirilmelerini, mad-time yönlendirilmelerini, mad-time yönlendirilmelerini, mad-de bağımlılığı tedavilerinin ya-de bağımlılığı tedavilerinin ya-de bağımlılığı tedavilerinin ya-de bağımlılığı tedavilerinin ya-pılmasını, barınma, beslenme, pılmasını, barınma, beslenme, pılmasını, barınma, beslenme, pılmasını, barınma, beslenme, giyim, sağlık, eğitim gibi tüm giyim, sağlık, eğitim gibi tüm giyim, sağlık, eğitim gibi tüm giyim, sağlık, eğitim gibi tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını, ihtiyaçlarının karşılanmasını, ihtiyaçlarının karşılanmasını, ihtiyaçlarının karşılanmasını, toplumla yeniden bütünleştiril-toplumla yeniden bütünleştiril-toplumla yeniden bütünleştiril-toplumla yeniden bütünleştiril-mesini içeren çok sektörlü yak-mesini içeren çok sektörlü yak-mesini içeren çok sektörlü yak-mesini içeren çok sektörlü yak-

laşımı içermektedir.laşımı içermektedir.laşımı içermektedir.laşımı içermektedir.

Page 143: Politika Dergisi Sayi 24

yaratmak ve duyarlılık arttırmak üzere çalışmalar yürütmektedir.

Bunların yanı sıra, kız çocuklarının okullulaşma oranlarının arttırılması ve okul terklerinin önlenmesi büyük önem taşımaktadır. 2010 Şubat ayı itibariyle zorunlu eğitim çağında olup ilköğretime kaydı olma-yan 89.350 kız çocuğu bulunmaktadır. Bu sorunu ortadan kaldırmak için gerek kamu kurum ve kuru-luşları gerekse uluslararası kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörün destekleri ile pek çok çalışma yapılmaktadır.

Bu kapsamda kız çocuklarının okullulaşma oran-larının arttırılması amacıyla “Haydi Kızlar Okula” başta olmak üzere “Ulusal Eğitime Destek”, “Kardelenler-Çağdaş Türkiye’nin Çağdaş Kızları” ve “Baba Beni Okula Gönder” kampanyaları yürütül-mektedir. Bunun yanı sıra Sosyal Riski Azaltma Projesi kapsamında yürütülen Şartlı Nakit Transferi uygulaması ile yoksul ailelerin çocuklarına yönelik karşılıksız eğitim yardımları yapılmakta ve kız ço-cuklarına erkek çocuklarına oranla daha fazla des-tek verilmektedir.

Okul terklerinin önlenmesi ve devamsızlıkların izlenmesi amacıyla Milli Eğitim Bakanlığı tarafından

“e-Okul” veri tabanı etkinleştirilmiş, ilköğretime ka-yıtsız çocuklar ekranı kurulmuştur. Ayrıca Adrese Dayalı Kayıt Sistemi ile e-Okul veri tabanı karşılaş-tırılmakta ve sistem dışındaki çocuklar adresleriyle birlikte il ve ilçe ölçeğinde belirlenmektedir. “Yetiştirici sınıf öğretim programı” ile zorunlu eğitim çağı kapsamında olup çeşitli sebeplerle öğrenimle-rini yaşıtlarıyla birlikte zamanında yapamamış, okula hiç kayıt olmamış ya da sürekli devamsız olan 10–14 yaş grubundaki çocukların eğitimlerine akranları ile birlikte devam edebilecekleri yeterlilik-leri kazandırması, ilköğretime devamlarının sağ-lanması çalışması yürütülmektedir. Bu program kapsamındaki öğrencilerin %67’sini kız çocukları oluşturmaktadır.

Nuran TALAY: Son olarak eklemek istedikleri-niz?..

Selma Aliye KAVAF: Sosyal sorumluluk çerçe-vesinde, dezavantajlı gruplara ilişkin gösterdiğiniz ilgi ve duyarlılığınızdan ötürü sizlere çok teşekkür ederim.

Nuran TALAY: Biz de teşekkür eder, çalışmala-rınızda başarılar dileriz.

[email protected]

Sayfa 143 Sayı 24

Bunların yanı sıra, kız Bunların yanı sıra, kız Bunların yanı sıra, kız Bunların yanı sıra, kız çocuklarının okullulaş-çocuklarının okullulaş-çocuklarının okullulaş-çocuklarının okullulaş-ma oranlarının arttırıl-ma oranlarının arttırıl-ma oranlarının arttırıl-ma oranlarının arttırıl-ması ve okul terklerinin ması ve okul terklerinin ması ve okul terklerinin ması ve okul terklerinin önlenmesi büyük önem önlenmesi büyük önem önlenmesi büyük önem önlenmesi büyük önem taşımaktadır. 2010 Şu-taşımaktadır. 2010 Şu-taşımaktadır. 2010 Şu-taşımaktadır. 2010 Şu-bat ayı itibariyle zorun-bat ayı itibariyle zorun-bat ayı itibariyle zorun-bat ayı itibariyle zorun-lu eğitim çağında olup lu eğitim çağında olup lu eğitim çağında olup lu eğitim çağında olup ilköğretime kaydı olma-ilköğretime kaydı olma-ilköğretime kaydı olma-ilköğretime kaydı olma-yan 89.350 kız çocuğu yan 89.350 kız çocuğu yan 89.350 kız çocuğu yan 89.350 kız çocuğu

bulunmaktadır. bulunmaktadır. bulunmaktadır. bulunmaktadır.

Page 144: Politika Dergisi Sayi 24

Selvihan ÇĐĞDEM

2 Temmuz 1993 yılında yaşanan “Sivas Olayları”nın üzerinden 17 yıl geçti. “Ateş düştüğü yeri yakar” derler. Otelde yitirdi-ğimiz canlarımızın yakınları o acıyı ilk gün-

kü gibi taşırlar yüreklerinde şüphesiz. Ancak ateş sadece düştüğü yeri yakmakla kalmadı bu kez. Tüm yurdu sardı. Maraş, Çorum, Erzincan derken Sivas da tarihe derin yanıklarla kazındı. Aradan geçen yıllar unutmadı, unutturmadı Pir Sultan diya-rında yaşanan acıyı…

Neydi kavgası yobazın hayatında hiç tanımadığı 32 canla? Kimin eline ne geçti yangından geriye kalan küllerden başka? Ne değişti hayatlarında insanlar yitip gittikten sonra? Hiç vicdan muhase-

besi yapmadılar mı göğe yükselen kara dumanların sahipleri?

Evet, o yangını çıkaranların, o yangını çıkarttıran-ların ve o yangına göz yumanların hayatlarında bir şey değişmedi. Onlar o küçücük karanlık, küflü dünyalarında, kendi kabuklarında tüm acizlikleri ve eziklikleriyle yaşamaya devam ettiler. Hiçbir şey yapmamışçasına vicdanları kendi çaplarında rahattı da. Böyle gelmiş böyle gider mezar kasvetinden farksız hayatlarını devam ettirdiler rezilce. Acıyarak baktık o çok abdestli, namazlı, dini bütün hallerine.

Sayfa 144

Temmuz en sıcak aydır...

Yetmedi mi Canımızın Yandığı?

Evet, o yangını çıkaranların, Evet, o yangını çıkaranların, Evet, o yangını çıkaranların, Evet, o yangını çıkaranların, o yangını çıkarttıranların ve o yangını çıkarttıranların ve o yangını çıkarttıranların ve o yangını çıkarttıranların ve o yangına göz yumanların o yangına göz yumanların o yangına göz yumanların o yangına göz yumanların

hayatlarında bir şey değişme-hayatlarında bir şey değişme-hayatlarında bir şey değişme-hayatlarında bir şey değişme-di. Onlar o küçücük karanlık, di. Onlar o küçücük karanlık, di. Onlar o küçücük karanlık, di. Onlar o küçücük karanlık,

küflü dünyalarında, kendi küflü dünyalarında, kendi küflü dünyalarında, kendi küflü dünyalarında, kendi kabuklarında tüm acizlikleri kabuklarında tüm acizlikleri kabuklarında tüm acizlikleri kabuklarında tüm acizlikleri ve eziklikleriyle yaşamaya de-ve eziklikleriyle yaşamaya de-ve eziklikleriyle yaşamaya de-ve eziklikleriyle yaşamaya de-vam ettiler. Hiçbir şey yap-vam ettiler. Hiçbir şey yap-vam ettiler. Hiçbir şey yap-vam ettiler. Hiçbir şey yap-

mamışçasına vicdanları kendi mamışçasına vicdanları kendi mamışçasına vicdanları kendi mamışçasına vicdanları kendi çaplarında rahattı da.çaplarında rahattı da.çaplarında rahattı da.çaplarında rahattı da.

Page 145: Politika Dergisi Sayi 24

Ve “Madımak” küllerinden doğdu; büyüdü büyü-dü bir simge oldu karşılarında, onlar göremediler. Ölüler göremez zaten. Ancak öldürdüklerini zannet-tikleri “diri canlar”ın omuzlarında yükseldi yakıp yıkmaya çalıştıkları değerler. Neydi vurmak istedik-leri hedef?

Oraya kültürlerini yaşatmak için gelen bir avuç Alevinin kanı mıydı sadece, yoksa asıl öldürmek istedikleri ama 32 canın ölümüne sebep olurken bir türlü öldüremedikleri dinsiz diye nitelendirilen Aziz Nesin miydi? Öyle din falan elden gitmiş de değildi hani. Din elden gitse yuvalandıkları camilerden çı-kıp da cihat naraları atabilirler miydi? Bu kadar ba-sit miydi? Perde burada kapandı ve oyun bitti di-yenler yanılmaya devam etti.

Perdeyi kaldırdık bakın ardında sahnelenen ney-di? Ne ne demişti aşağılık yobaz orada: “Cumhuriyetin temelleri burada atıldı burada yıkılacak.” Đşte şimdi düğüm çözülmeye başladı. Demek ki tek bir dertleri vardı; o da içlerine bir türlü sinmeyen “Cumhuriyet”. Bunu nasıl yapacaklardı, bir araç (bahane) bulmalıydılar kendilerine. Cumhu-riyete gönülden bağlı “Aleviler”. Đşte şimdi taşlar yerine oturuyordu. Aleviler üzerinden Cumhuriyete, laikliğe, demokrasiye, barışın getirdiği insan sevgi-sine, bilimin önderliğindeki aydınlığa, adalete, öz-gürlüğe gözdağıydı bu. Özünde akıl ve bilinç olan Atatürk ilke ve devrimlerinin üzerine dökülen benzi-ni ateşlemişlerdi. Đnsan emeğine çakılmıştı o kibrit. Bundan daha iyi bir ortam bulamazlardı. Şartlar

olgunlaşmıştı onlar için. Alevler gökyüzüne el verir-ken Atatürk’ün, Pir Sultan’ın heykellerini yerde sürüklemişler ve biraz olsun intikam egolarını tat-min etmişlerdi.

Yüzyıllar önce zamanın iktidarı da kendisine ra-kip gördüğü Pir Sultan’ı halkı isyana teşvik ediyor diye astırmamış mıydı Sivas’ta? Oysa sormazlar mı hiç Pir Sultan neden isyan etmişti? Osmanlı’nın yaptığı haksızlığa, zulme, fakirliğe, sindirmeye kar-şı isyan etmemiş miydi? Benim köpeklerimin bile boğazından haram lokma geçmez derken zamanı-nın Sivas valisine “Sen köpek kadar olamıyorsun

halkın rızkını yemeye utanmıyor musun?” diye hesap sormamış mıydı? Bu yüzden devlete karşı isyancı diye teşhir edilip darağacı-na gönderilmemiş miydi?

Đşte Sivas’ın bu kara yazısını Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’n-da bozmaya and içmişçesine mü-cadelenin kalbi yapmıştı Sivas’ı. Evet, dediği gibi eli kanlı yobazın, onu bile adam yerine koyan Cum-huriyetin temellerini atmıştı orda. Bu güzel olayın anısına orada ku-rulan üniversitemizin adına “Cumhuriyet” Üniversitesi den-mişti. Gelin görün ki o kalbi yine 2 Temmuz 1993’te ateşte yaktılar Cumhuriyetten nasibini almamış-

Sayfa 145 Sayı 24

Perdeyi kaldırdık bakın ar-Perdeyi kaldırdık bakın ar-Perdeyi kaldırdık bakın ar-Perdeyi kaldırdık bakın ar-dında sahnelenen neydi? dında sahnelenen neydi? dında sahnelenen neydi? dında sahnelenen neydi? Ne ne demişti aşağılık yo-Ne ne demişti aşağılık yo-Ne ne demişti aşağılık yo-Ne ne demişti aşağılık yo-baz orada: “Cumhuriyetin baz orada: “Cumhuriyetin baz orada: “Cumhuriyetin baz orada: “Cumhuriyetin temelleri burada atıldı bu-temelleri burada atıldı bu-temelleri burada atıldı bu-temelleri burada atıldı bu-rada yıkılacak.” Đşte şimdi rada yıkılacak.” Đşte şimdi rada yıkılacak.” Đşte şimdi rada yıkılacak.” Đşte şimdi düğüm çözülmeye başladı. düğüm çözülmeye başladı. düğüm çözülmeye başladı. düğüm çözülmeye başladı. Demek ki tek bir dertleri Demek ki tek bir dertleri Demek ki tek bir dertleri Demek ki tek bir dertleri

vardı; o da içlerine bir tür-vardı; o da içlerine bir tür-vardı; o da içlerine bir tür-vardı; o da içlerine bir tür-lü sinmeyen lü sinmeyen lü sinmeyen lü sinmeyen

“Cumhuriyet”. “Cumhuriyet”. “Cumhuriyet”. “Cumhuriyet”.

Page 146: Politika Dergisi Sayi 24

lar. Kuran’dan başka kitaba el sürmemişler. Cami-den başka mekana kafasını sokmamışlar. Đmam-dan başkasına kulak vermemişler. Atatürk’ün “Cumhuriyet fazilettir” demesine karşılık Cumhu-riyeti hiç hak etmeyenler.

Aradan geçen 17 yıl boyunca en fazla konuşulan konu “Sivas Olayları”nın simgesi haline gelen “Madımak Oteli”nin ne olacağı oldu. Kimileri “müze” olsun dediler, kimileri kayıtsız kaldı altında işleyen “et lokantası”na. Faili meçhulleri bulun-madan, arkasında kimler var, bu olaya kimler ze-min hazırladı araştırılmadan, devlet vatandaşları arasında ayrım yapma politikasını değiştirmeden (bilindiği üzere zamanın başbakanı Tansu Çiller: “Çok şükür halktan birilerine bir şey olmadı.” de-mişti sanki otelde can verenler halktan değilmiş gibi), daha da önemlisi kendinden başkasına ta-hammülü olmayan, birilerinin gazına gelerek farklı kültürden, inançtan olan yurttaşını yakabilen geri kafalı, cahil, yobaz zihniyet değişmeden “Madımak” müze olmuş ya da otel olarak kalmış ne fark eder ki?

Eğer bu ülkede “Kemalist ideoloji” devlet yöne-ticileri başta olmak üzere halkın bir kısmını rahatsız ediyorsa, bunu bilen yöneticiler hâlâ laikliği bir tara-fa atıp dini kullanarak bu halk tabakasının zaafın-dan yararlanmaya çalışıyorsa ve bu olaylara çanak tutuyorsa, eğer hâlâ ülkenin aydını, gazetecisi, öğ-retim görevlisi, üst düzey yöneticisi, genci-yaşlısı, liberali, sosyalisti “2 Temmuz”larda sözde yas tu-tarak çarkın bir dişlisi haline geliyor ama yanlış işle-yen bir düzeni değiştirmek için bir şeyler yapmıyor-sa daha çok otuzar otuzar yanarız biz.

Bu sadece “din” meselesi değildir, bu sadece “Alevi” meselesi de değildir. Bu bir yaşam şekli olan “Cumhuriyet” meselesidir. Đşte bu yüzden “Sivas Katliamı”nı unutmayacağız unutturmaya-cağız. Ağlayarak değil, ancak eylem ve düşünceyi birlikte yürüterek “2 Temmuz”ların olmasını engel-leyebiliriz.

[email protected]

Sayfa 146

Page 147: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 147 Sayı 24

Page 148: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 148

P—Kitap: Seçkiler

Selma JAMES, Cinsiyet, Irk, Sınıf

Noam CHOMSKY, Đktidarı Anlamak

Zygmunt BAUMAN, Sosyolojik Düşünmek

Muzaffer Ayhan KARA,

Koalisyon

F. William ENGDAHL, Sahte Domuz Gribi,

Sahte Gıdalar

Ozan ÖRMECĐ, Türk Siyasal Tarihi

Anthony GIDDENS, Kapitalizm ve

Modern Sosyal Teori

Bu Bölüme Đlişkin Önerileriniz Đçin: [email protected]

Emile DURKHEIM, Sosyolojik Yönetim

Kuralları

Mustafa Kemal

ATATÜRK:

“Ben

çocukken

fakirdim. Đki

kuruş elime

geçince bunun

bir kuruşunu

kitaba

verirdim. Eğer

böyle

olmasaydım,

bu

yaptıklarımın

hiçbirisini

yapamazdım.”

Mustafa BALBAY, 78’liler

Alev COŞKUN, Anayasayla Sivil Darbe

Andre VLTCEH, Batı Terörü ve Propa-

gandası

Đsmail CEM, Sosyal Demokrasi Nedir, Ne Değildir?

Ivan ILLICH, Tüketim Köleliği

Hazırlayan

Emrah ÖZDEMĐR [email protected]

Page 149: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 149 Sayı 24

[email protected]

* Türk Sorunu, Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, Kripto Basım-Yayın, 2009

Süleyman GÖK

2 1. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı ve Gazi Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ tarafından ele alınan, son geliş-

meler ışığında meydana gelen olayları değerlendir-diği kitap, Kürt sorununa karşı yapılmak istenen çözümler neticesinde olası “Türk Sorunu”na deği-nerek ortaya çıkabilecek bir kavgadan bahsetmek-tedir.

Özdağ; Türk Sorunu başlıklı kitabını dört bölüme ayırarak, sistemli bir inceleme yaparak meydana getirmiştir. Bu bölümlere bakacak olursak; birinci bölümde Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı açılan örtülü operasyondan bahseden yazar, Türkiyelilik kavra-mının Türkiye’ye ve milli devlete karşı açılan savaş nitelendirmesinde bulunmaktadır. Đkinci bölümde, terör konusunu işleyerek; terör örgütü PKK’nın geli-şim aşamalarını sistemli bir biçimde yer vererek örgütün iç ve dış bağlantılarını, kuruluş stratejisini, amaç ve hedeflerini realist ve objektif bir şekilde analiz etmiştir. Üçüncü bölümde; terör örgütünün yerli ve yabancı işbirlikçilerinin Türkiye Devleti üze-rindeki amacının etnikçilik olduğunu vurgulayarak, çarpıcı belgeler ile ortaya koymaktadır. AB, ABD ve yerli işbirlikçilerin asıl amaçlarının Türkiye’nin milli birliğini zedeleyecek, üniter ve ulus devlet yapısına zarar verecek, etnisiteye dayalı bölücülük sorunun varlığından bahsetmekte ve Avrupa Birliği’nin çifte standartlarının, kamu yönetimi reformunun ve ikiz yasaların Türkiye’de bir etnik bölünmeye yol açaca-ğı tespitinde bulunmaktadır. Dördünce ve son bö-lümde ise; Kürt açılımı ile başlayan ve zaman içeri-sinde isim değiştirerek demokratik bir süreç olan “milli birlik” ve “kardeşlik planının” sonucunda Kürt-leri memnun ederek ortaya büyük ve önlenmesi güç olan Türk Sorunu üzerinde durarak, Türk hal-kına, milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’ni koruma ve kollamayı hukuki sınırlar içerisinde bı-

rakmamayı, hü-kümeti, dış güç-leri her platform-da baskı altında tutmayı öğütle-mektedir. Kita-bın son bölü-münde bugün açılması planla-nan ancak açıla-mayan bu pake-tin içerisinde kısa, orta ve uzun vadede hangi taleplerin yattığı ve bu taleplerin kimler tarafından hangi örtülü/psikolojik operasyonlarla, nasıl stratejiler izlenerek ortaya konulduğunu, Türk ve Kürt olarak bir etnik ayrışmanın küresel güçlerin geçmişten beri hedefleri olduğunu vurgulamaktadır. Kitabı değerlendirirken bazı kesimler kitabın içeriğinin komplo teorileri üzerine kurulduğunu ve gerçek-leşmesinin imkanlar dâhilinde olmadığını belirte-ceklerdir. Bu konu üzerinde fazla durmadan sade-ce realist bir bakış açısı ile değerlendirmeye aldı-ğım ve sonuna kadar katıldığım kitabın içeriğinden önemli gördüğüm bazı bilgiler ışığında sizlerle pay-laşacağım. Komplolar, bir ülkenin insanlarına örtü-lü olarak yerleştirilmiş uyuşturucu niteliğinde olan kavramdır diye düşünmekteyim.

Đlk olarak Kürt mağduriyeti üzerinde durmak ge-rekirse terör bölgesinde yaşayan halkın yaklaşık 30 seneden beri “seçilmiş travma” psikolojisinde görülmesidir. Kürt mağduriyeti elbette vardır ancak bu süreç kendilerini üstün bir ırk göstermeye ve devletten ayrılmayı gerektirmemektedir. Milli kimli-ğin parçalanması durumunda ortaya iç savaşlar, krizler, değişen ittifak yapıları, devletin dağılması gibi sonuçlar çıkabilir. Milli kimlik bağlamında de-ğerlendirilen diğer bir husus ise Türkiye Cumhuri-yeti Başbakanı R.T.Erdoğan’ın Türkiyelilik kavra-mıdır. Özdağ; “Aynı coğrafyayı paylaşmak ve sürekli değişen bir anayasaya bağlı olmak dı-

P—Kitap: Türk Sorunu*

Page 150: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 150

şında ortak bir paydası olmayan insanlar yığını-nı anlatmaktadır.” diyerek bu kavramın kullanıl-ması ve gerçekleşmesinin milli ve üniter yapımıza zarar vereceği kanaatindedir. En önemli eleştiriyi ise yazar; Türkiye’nin mozaik bir ülke olduğunu dile getirenlere karşı yöneltmektedir. Ona göre, bir ül-kenin sosyolojik olarak mozaik olması için %65 oranında bir nüfusun etnik olarak aynı kökten di-ğerlerinin ise farklı etnik gruplardan olması gerekti-ğini ifade etmektedir.

Terör konusunda açıklamalarını dile getiren Özdağ; terörün yerli ve yabancı güçlerin bir aracı olduğunu, bugün “PKK kimin taşeronu” tartışması-na kitapta açıkça yer vererek sorunun cevabını bir nevi vermiş bulunmaktadır. “PKK,1984’ten 88’e kadar Sovyetlerin arka planda desteklemesi ile Đran ve Suriye adına Türkiye’ye karşı savaşmış-tır. 1987’de Türkiye’nin AB tam üyeliği için baş-vuru yapması, AB Ülkeleri ‘ Kürt-PKK kartını’ oynamaya başlamışlardır.1991’den sonra, PKK’nın Türkiye’ye karşı savaşı AB-Suriye-Đran adına sürdürülen vekâleten bir savaşa dönüş-müştür. 2003 sonrasında da artık PKK, Irak’a yerleşen ABD’nin dolaylı-dolaysız denetiminde bir terör sürecinin içindedir”, diyerek terör örgü-tünün dış desteklerini açıkça ortaya koymaktadır. Bu süreçte, Türklerin hassasiyetlerini dile getiren yazar; bayrak yakılmasına Türk halkının verdiği tepkileri, DEHAP’lı belediyelerin yaptıklarını ve bunların Türkler üzerindeki etkilerinden bahset-mektedir. Prof. Özdağ; Devletin yani hükümetin aciz bir politika izlediğini belirtmekte ve görüşlerini şu sözlerle temellendirmektedir: “Diyarbakır’da elektrik parasını toplayamayan bir devlet dağ-daki eşkıyayı yok edemez, şeklindeki açıklama-sı ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gezi dü-zenleyen başbakanın 100 polis ile gitmesini eleştirirken ‘Başbakanın bu ülkede Türklerinde yaşadığının farkına varması için Afyon’a da mı 4000 polisin korumasında girmesi gerekiyor?” diyerek haklı bir eleştiride bulunmaktadır. Bu sü-reçte koşulsuz hükümet büyük bir hata, gaflet için-dedir. Sürecin nasıl biteceğini kestiremeyen devlet yöneticileri sorumluluğu kendi üzerinden atmak için bu bir hükümet projesi değil devlet politikası diye-rek ortaya çıkabilecek olası sonuçları kabullenme cesareti bile gösterememektedir. Yazarın bu tür yapıcı ve haklı eleştirilerine katılmamak mümkün değildir. Soruna yanlış tanı koyan geçmiş ve bu-

günkü hükümetler sonucu da yanlış analiz para-metreleri ile tedavi etmeye kalkışmaktadır. Burada bir kesimi memnun etmek için ülkenin %85’inin Türkçe konuştuğu ve Türkiye’nin sahibinin ırkçı ve şoven anlamda değil “vatandaşlık bağı ile bağlı her-kes Türk’tür” anlayışını taşıyan çevreler tarafından son derece kaygıyla izlenmektedir. Terör örgütünün girişimleri ve siyasi kanadın ve örgüt liderinin açık-lamaları ülkede Türk-Kürt çatışmasına varan dar kapsamlı bir iç çatışmaya yönelme tehdidini hükü-met unutmamalıdır. Terör konusunda yazar; Öca-lan’ın ütopist değil, Makyavelist bir reel politika izle-diğini ve Öcalan’ın demokratik konfederasyon/özerklik talebinin Türkiye’nin milli bütünlüğünün tehdit etmesinin yanında Đran, Irak ve Suriye’deki idari ve kültürel özerklikler çerçevesinde bir araya gelmesini öneren model olduğunu belirtmekle, poli-tik nihai çözümü Güneydoğu Anadolu’da DTP ve AKP dışındaki siyasi partilerin de tekrar etkin olma-sına bağlayarak bu konudaki görüşlerini belirtmek-tedir.

Etnikçilik bağlamında ise yazarın belirttiği görüş-lerden ortaya çıkan kavramsal sonuç; Türkiye, milli üniter devletin tasfiye edilmesi amacı ile gerçekleş-tirilen büyük bir örtülü operasyon ile karşı karşıya-dır. Avrupa Parlamentosu’nun kararlarında Türk hükümetlerinin ülkenin tamamını temsil etmediği kararını alarak “Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı olduğunu kabul etmiştir” ifadesi ile önemli sorunlara yol açacak kararlar vermektedir. En önemlisi ise, Cumhuriyet bürokrasisi içinde etnik-merkezli bir örgütlenme olduğu iddiasıdır. Kürdün Kürdü ve Türk kökenli atanmaması gibi etnik bilinç patlaması yaşanmaktadır.

Page 151: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 151 Sayı 24

[email protected]

Sonuç olarak belirtmek gerekirse; Türkiye Cum-huriyeti’nin, Türklerin devleti olduğudur ve bu Cum-huriyete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde kurulu olduğu en önemli temel değer budur. Bu, Cumhuri-yetin varlık nedenidir. Türkiye, AB tam üyelik süre-cinde Türkiye’nin etnik haklar konusunda attığı adımlara rağmen yıllarca “Bizim istediğimiz sadece bireysel kültürel haklar” diyen çevrelerin “Kültürel haklar yetmez, AB bizi tatmin etmiyor, cumhuriyet, iki millet esaslı ve federasyon zemininde yeniden kurulmalı” tezini savunmaya başlamaları Türk mille-tinin kızgınlığını arttırmaya başlamıştır. Özetle; ül-

kesinin kültürünün, egemenliğinin tehdit altında gören Türk milleti binlerce yıl içinde yüzlerce büyük tehdidi atlatarak varlığını muhafaza etmenin verdi-ği özgüvenle kızgınlığını “Türk Sorununu” evlerin-den balkonlarından Türk Bayrağı asarak “Şu Çılgın Türkler” kitabını bir milyon adet satın alarak ve okuyarak, şehit cenazelerinde sakin fakat öfkeli durarak gösteriyor.

[email protected]

ÇIZIKTIRMAK / Đki “12 Eylül” Çakışması… IRMAK / Đki “12 Eylül” Çakışması… IRMAK / Đki “12 Eylül” Çakışması… IRMAK / Đki “12 Eylül” Çakışması… (Irmak ATABERK)(Irmak ATABERK)(Irmak ATABERK)(Irmak ATABERK)

[email protected]

Page 152: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 152

Ozan ÖRMECĐ

R oman Haymana Ovası, Porsuk Çayı civarında geçiyor. Kurtuluş Savaşı’nda bir kolunu kaybeden Ahmet Celal; aile-si, yakını olmayan biridir ve eri olan

Mehmet Ali’nin daveti üzerine Mehmet Ali’nin kö-yüne yerleşir. Başlarda Mehmet Ali’nin evinde kal-maktadır. Uzun süren savaştan yorgun düşmüştür ve tek kolunu kaybetmesi onun sıkıntısını arttır-maktadır. Her şeyden elini ayağını çekip, köyde sakin bir yaşam kurmayı hayal eder. Ancak köy ve köy ahalisi savaşın etkisi ve devletin ilgisizliği ne-deniyle sefil bir haldedir. Köylüler kısa boylu, cılız ve bakımsızdır. Giysileri paramparça olmuş, sakal-ları iyice uzamış ve genç olanların dahi yüzleri kı-rışmıştır. Köylüler ayrıca çok cahil ve bağnazdırlar. Kurtuluş Savaşı hiçbirinin umurunda değildir, sade-ce askere alınmamak için neler yapabileceklerini düşünmektedirler. Ahmet Celal başlarda Kurtuluş Savaşı’nda verdiği mücadeleyi gösteren olmayan kolunu köylülere fark ettirmek için uğraşır ancak hiçbir köylü onun bir kolunun olmamasını yadırga-maz. Bunun nedeni köyde de birçok sakat insanın bulunmasıdır. Ahmet Celal Mehmet Ali’nin evinde Mehmet Ali’nin annesi, iki kız kardeşi ve erkek kar-deşi Đsmail’le beraber kalmaktadır. Ahmet Celal bir gün kahvede köyün zengini Salih Ağa ile tanışır. Salih Ağa zavallı durumdaki cahil köylüleri hile do-lapla iyice sömüren uyanık, menfaatçi bir adamdır. Ahmet Celal onu ilk günden sevmez. Salih Ağa da ondan hoşlanmaz çünkü onun diğer köylüler gibi kolay sindirilecek bir insan olmadığını anlar.

Romandaki diğer önemli bir karakter Bekir Ça-vuş’tur. Bekir Çavuş Anadolu’da çok gezmiş bir insandır ve bu nedenle diğer köylülere göre biraz daha bilgili, kültürlüdür. Ahmet Celal kendisine en yakın olarak onu görür ve genelde onunla sohbet eder. Ahmet Celal savaş gelişmelerini takip etmek için kasabadan gazete aldırır ve Mustafa Kemal’in haklılığını, bağımsızlığın önemini köylülere anlat-maya çalışır. Ancak köy muhtarı yobaz bir insandır

ve Mustafa Kemal’in yaptıklarını köylülere çarpıta-rak anlatır, onu bir hain gibi tanıtır. Köylüler de Mustafa Kemal düşmanıdır ve bağımsızlık yerine düşman egemenliği altında yaşamaya razıdırlar. Köye zaman zaman Şeyh Yusuf diye biri gelir. Köylüleri okuyup, üfler ve yüklüce miktarda para, erzak alıp köyü terk eder. Ahmet Celal Şeyh Yu-suf’un sahtekar olduğunu ahaliye anlatmaya çalışır ama diğer konularda olduğu gibi bu konuda da köylü onu dinlemez. Bir gün Ahmet Celal, Şeyh Yusuf’a gider ve onunla tartışır; Şeyh köyü onun yüzünden hemen terk eder. Bunun üzerine köylü-ler Ahmet Celal’i dışlamaya başlar ve ona “Yaban” lakabını takarlar. Bunun nedeni Ahmet Celal’in kendilerine hiçbir yönden benzememesi en basitinden mesela her gün traş olmasıdır. Ahmet Celal artık köyden ve köylülerden nefret etmeye başlamıştır. Zaten onu hayata tek bağlayan şey olan Kurtuluş Savaşı’ndan da kötü haberler gel-mektedir. Bu dönemde ayrıca Mehmet Ali köyden

P—Kitap: Yaban

Page 153: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 153 Sayı 24

bir kızla evlenir. Bu sıkıntılı dönemde Ahmet Celal-’in bir gün komşu köylerden birinden geçerken gör-düğü bir kız onu tekrar hayata bağlar. Bu kız diğer köylülerin aksine Ahmet Celal’e güzel gözükür. Onun utangaç, nazlı hareketleri, güzel yüzü ve vü-cudu Ahmet Celal’in başını döndürür. Bir ara onu istetmeyi düşünür ama daha sonra aynı kıza Meh-met Ali’nin kardeşi Đsmail’in talip olduğunu öğrenir ve hemen bu düşüncesinden vazgeçer. Đsmail tam bir haylazdır ve evde sürekli sorun çıkarır. Kız kar-deşlerine, annesine zulüm uygular ancak gücü Ah-met Celal’e yetmez. Ayrıca kısa boylu, kambur ve zayıftır. Ahmet Celal güzelim Emine’nin Đsmail’le evlenecek olmasını bir türlü hazmedemez. Zaten Mehmet Ali tekrar askere gittikten sonra annesi de Ahmet Celal’e kötü davranmaktadır. Bunun üzerine Ahmet Celal Bekir Çavuş’un köyün biraz dışındaki evine taşınır. Burada köylü bir kadın gelip kendisine yardım etmektedir. Ayrıca bir eşek almıştır ve en iyi dostu raflardaki kitapları ile ahırındaki eşeğidir. Eşek, Ahmet Celal’in yalnızlığına ortak olur, inleme-leriyle onun durağan hayatına biraz renk katar. Bir süre sonra düşman uçakları köy üzerinden geçme-ye ve yere bazı bildiriler atmaya başlarlar. Bu bildi-rilerde, bir süre sonra köy düşman askerlerinin ge-leceği ancak kimseye zarar gelmeyeceği ve köylü-lerin korkmamaları gerektiği yazılıdır. Ahmet Celal artık köylüden tamamen kopmuştur ve onların ne

yaptıklarıyla ilgilenmemektedir. Köylüler üzülmek, korkmak bir yana düşmanın kendilerine para bıra-kacağını düşünmekte ve geleceklerine sevinmek-tedirler. Bu arada köy Cennet adlı bir kadının yap-tıklarıyla çalkalanır. Bekaret ve namus köyde çok önemli kavramlardır ancak Cennet kocası Süley-man’ı aldatmaktadır ve birçok kez köyde değişik erkeklerle yakalanmıştır.

Bir süre sonra köye düşman askerleri girmeye başlar. Đlk günlerde düşman askerleri kaba değil-lerdir. Sadece Ahmet Celal’in eşyalarını karıştırır ve silahına el koyarlar. Birkaç gün köyde bu şekil-de geçer. Düşman askerleri köyde diledikleri gibi yiyip içmektedirler ve bunların parasını daha sonra ödeyeceklerini söylemektedirler. Salih Ağa düşma-na her konuda yardımcı olur, ileride olabilecek bir tatsızlıkta düşmanın kendisine bir zarar vermemesi için böyle bir politika izlemektedir. Ahmet Celal de düşmanın kötü niyetli olduğundan emindir ve köy-den kaçmanın yollarını aramaktadır. Bir sabah Ah-met Celal seslerle uyanır. Kapısının önünde birkaç düşman askeri onu rahatsız etmektedir. Đçeride Ahmet Celal’den başka onun sonradan tanıştığı ve arkadaş olduğu küçük yaştaki çoban Hasan ve Ahmet Celal’e bakan kadın vardır. Düşman eve gelir ve Ahmet Celal’in kitaplarını yırtmaya başlar, Ahmet Celal onlarla boğuşur. Bu boğuşma sonucu küçük Hasan araya girmek isterken düşman asker-leri tarafından öldürülür. Köyde artık savaş resmen başlamıştır. Düşman askerleri köy halkını evlerin-den çıkarır ve evleri yakmaya başlar. Halk köy meydanında toplanır. Kadınlar, kızlar ağlamakta; erkekler çaresizlik içinde beklemektedirler. Ahmet Celal de aşkı Emine’yi orda görür ve onunla arka taraflara doğru geçerler. Emine de Đsmail’le evlen-diğine pişmandır. Bekleme süresince aralarında yeniden bir şeyler doğar ve Ahmet Celal beraber kaçmak için bir plan yapar. Akşam saatlerine doğ-ru evler yanmaya devam ederken düşmanlar ka-dınlara saldırmaya, tecavüz etmeye, erkekleri döv-meye başlar. Ahmet Celal bu kargaşayı fırsat bilip, Emine ile beraber dağa doğru kaçar. Gece boyun-ca köyden silah sesleri, ağlayışlar, bağırışlar duyu-lur. Dağa doğru da ateş açılır ve hem Emine hem de Ahmet Celal vurulur. Geceyi birbirlerini tedavi ederek koyun koyuna yatarak geçirirler. Düşman aynı gece köyü terk eder. Ahmet Celal’le Emine yaralıdır ancak yollarına devam etmelidirler. Emine tüm gayretine rağmen vurulduğu için yürüyemez

Page 154: Politika Dergisi Sayi 24

Sayfa 154

ve orda kalır. Ahmet Celal karnından kanlar akar bir halde yürümeye devam eder...

Türk edebiyatının önde gelen eserlerinden biri olan Yaban kanımca bazı çevreleri rahatsız ede-bilecek bir romandır. Yaban toplumsal bir gerçekli-ği çok keskin bir anlatımla ve sürükleyici bir hika-yeyle anlatır. Özetten de anladığımız gibi romanda köylüler cahil, yoz, bağnaz ve aciz olarak gösteril-miştir. Ahmet Celal’le köylüler arasında inanılmaz bir kopukluk vardır. Köylüler Ahmet Celal’in temiz olmasını, düzgün giyinmesini yadırgamaktadırlar. Ayrıca köylüler ülkelerinin bağımsızlık savaşıyla ilgilenmemekte, Mustafa Kemal’e düşman gözüy-le bakmaktadırlar. Düşman askerlerinin gelmesin-den rahatsız değillerdir ve kendilerine saldırılma-dıkça onların hakimiyetine razıdırlar. Yakup Kad-ri'nin daha sonraları Kadro Hareketi ile somutlaş-tıracağı “halka rağmen halk için” şeklinde jenerik bir özeti yapılabilecek elitist, himayeci ve ente-lektüel bir kadro gereksinimini yansıtan düşünce-leri bu romanda da bulunabilir. Zira köylüler doğru ile yanlışı seçemeyecek kadar cahil, fakir, siyaset-ten yabancılaşmış durumdadırlar. Yakup Kadri, köylüleri bu denli kötü bir biçimde ele aldığı roma-nının birçok yerinde bu suçun köylülerde olmadığı-nı da belirtmiştir. Kitaptan bir alıntı yapmak istiyo-rum. Ahmet Celal kitabın bir yerinde şöyle düşün-

mektedir: “Eğer bilmiyorlarsa kabahat kimin? Kabahat benimdir. Kabahat, ey bu satırları he-yecanla okuyacak arkadaş, senindir. Sen ve ben onları, yüzyıllardan beri bu yalçın tabiatın göbe-ğinde, herkesten, her şeyden ve her türlü yaşa-mak şevkinden yoksun bir avuç kazazede halin-de bırakmışız. Açlık, hastalık ve kimsesizlik bunların etrafını çevirmiştir. Ve cehalet denilen zifiri karanlık içinde, ruhları her yanından örtülü bir zindanda gibi mahpus kalmıştır”. Görüldüğü gibi Yakup Kadri, bu cehaletin sorumlusunun köye eğitim, teknoloji ulaştıramayan devlet ve onları eği-temeyen aydınlar olduğunu düşünmektedir.

[email protected]

Page 155: Politika Dergisi Sayi 24

ŞEHĐT ASKERLERĐMĐZĐ

SAYGIYLA, MĐNNETLE, BÜYÜK ÜZÜNTÜYLE ANIYORUZ.

AĐLELERĐNĐN, SEVDĐKLERĐNĐN VE ULUSUMUZUN

BAŞI SAĞOLSUN.

PD

www.politikadergisi.com — [email protected]

Teşekkür:

> Uludağ Üniversitesi’nin “eskimez rektörü” Mustafa

Yurtkuran’a,

> Değerli hocamız Sertaç Serdar’a,

> Hocamız Tahir Baştaymaz’a,

> YeniÇağ yazarı Arslan Bulut’a,

>Dilek ve Oktay Sinanoğlu çiftine,

> Cumhuriyet yazarı Emre Kongar’a,

> Kerem Doksat’a,

> Sina Akşin’e,

> Soner Yalçın’a ve odatv.com’a,

> Milliyet gazetesi yazarı Melih Aşık’a ve elbette

Haldun Ertem’e,

> UMED Başkanı Erdinç Dündar’a

> Metin Tınay ve Verim Hosing’e,

> Tüm emeği geçenlere

> Ve tabii ki desteğini esirgemeyen tüm okurla-

rımıza

Dergimize verdikleri destekten ötürü teşekkür

etmeye borç biliriz.

EY TÜRK GENÇLĐĞĐ!

Birinci ödevin Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini, sonsuza dek korumak ve savunmaktır.

Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur. Bu temel, senin en değerli (güven) kaynağındır. Gelecekte de, yurt içinde ve dışında, seni bu kaynaktan

yoksun bırakmak isteyecek kötüler bulunacaktır. Bir gün, Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini savunmak zorunda kalırsan, göreve atılmak için içinde buluna-cağın ortamın olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz olabilir. Bağımsızlığına ve Cumhuriyetine kıymak isteyecek düş-manlar, bütün dünyada benzeri görülmedik bir yenginin temsilcisi olabilirler. Zorla ya da aldatıcı düzenlerle, sevgili yurdunun bütün kaleleri alınmış, bütün tersaneleri ele geçirilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve yurdun her köşesine ey-lemli olarak girilmiş olabilir. Bütün bu durumlardan daha acı ve daha korkunç olmak üzere, yurdun içinde yönetim başında bulunanlar, aymazlık ve sapkın-lık ve üstelik hayinlik içinde bulunabilirler. Dahası, yönetim başında bulunan

böyleleri, kişisel çıkarlarını, yurduna girip yayılmış olan (dış) düşmanların siya-sal amaçlarıyla birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve darlık içinde ezgin ve bitkin

düşmüş olabilir.

Ey Türk geleceğinin genç kuşakları! Đşte bu ortam ve koşullarda bile ödevin, Türk Bağımsızlığını ve Cumhuriyetini kurtarmaktır.

Gereksindiğin güç, damarlarındaki soylu kanda vardır.

Page 156: Politika Dergisi Sayi 24