24

Sabun Fanzin #2

Embed Size (px)

DESCRIPTION

 

Citation preview

Page 1: Sabun Fanzin #2
Page 2: Sabun Fanzin #2

firarederarif

Gecenin o can alıcı yalnızlığında bay A. Rüyasında ağaçtan düştüğü sırada uyandı. Gözleri ilk önce duvarda ki saati aradı. Ne hazindir ki sokak lambasının evi hiç mi hiç aydınlatmadığını bildiği halde yine saate bakmıştı. Fakat bugün o her zaman ki gecelerden değildi. Galiba saat altı olmalı diye düşündü.

Çarşafların arasından bir ceylan tedirginliği ile sıyrıldı. Pencerenin karşısına geçip, uyanmanın verdiği sersemlikle sokağa kabaca bir göz atarak hayatın ola-ğan bir şekilde devam ettiğine kendisini inandırdı. Yalnızca güneş doğuyor mu batıyor mu belli değildi.

Çalışma masasındaki avizeye ait olan kumandayı alıp, üç tuştan ilkine bastı. Altı tane ampulü olan bu avizenin altısı da yandı. Bay A. bunu fark etmedi. Çünkü hangi tuşun kaç tane ampulü yaktığını bilseydi, ters giden bir şeyler ol-duğunu o an sezebilirdi.

Saat konusunda yanılmamıştı bay A. Bu iç güdünün nasıl oluştuğunu sorgula-mış ama araştırmak için bir güdü hissetmemişti. Bunun yerine kahve için ketıla su doldurup banyo lambasının düğmesine dokundu.

Bozulup kendisine fazladan iş çıkartan ampule en çağdaş küfürleri ederken, Edison’un yüzyıldır olağan dışı bir sıradanlıkla yanan ampulünü düşünmeden edemedi.

Sol taraftaki sıcak suyu açtı. Bekledi. Su akıyor, yine de ısınmıyordu. Bekledi. Gaz bitmiş olabilirdi. Beklemedi. Havluyu kirli çamaşır sepetine fırlatıp çıktı.

Bay A. evinde olup biten değişikliklerin hala farkında değildi. Kahvesini içti ve kahvaltı için markete gitme karar verdi. Anahtarlarını ve cüzdanını aldıktan sonra üzerine askılıktan bir mont giyip kapıya doğru elini uzattı.

SABUN #2Aklınızı köpürtür...2

taha karamanoğlu

Page 3: Sabun Fanzin #2

Bay A. bir inanana tanrı’nın aslında olmadığını söylediğiniz zaman ki şaşır-ması gibi şaşırmıştı. Çünkü kapı kolu yerinde yoktu. Çünkü her zaman sol eliyle tuttuğu kapı kolu, kapının diğer tarafındaydı. Pokerde blöf yediğini anlayan her insan gibi kendini bir sürede olsa aptalmış gibi hissetti.

Bir şeyler ters gidiyordu bundan emindi. Kapı kolunun sağ tarafta olduğundan da emindi. Arkadaşları tarafında korkunç bir şakaya maruz kalmış olabilirdi, bunun için döndüğünde kamera kayıtlarını izleyecekti. Bunları düşünürken merdivenlerden indi ve apartmanın dış kapısında da aynı gariplikle karşılaştı. Fakat bu sefer fazla önemsemeden arabasının anahtarındaki kapı açma tuşuna bastı. Bastı fakat araba hiçte oralı değildi. Olayların verdiği yarı aydınlanma ile kilitleme tuşuna bastı, açıldı. Tedirginlik içerisinde biraz da terleyerek sürücü koltuğuna yaklaştı ve tıpkı tahmin ettiği gibi direksiyon sağ koltuktaydı.

Ne yapmalıydı, çıldırmalı mı yoksa sakince bu vakayı araştırmalı mı? Dü-şünmedi. Bir koşuda eve girdi. Doğrudan banyoya gidip soğuk suyu açtı. Artık her şeyden emindi. Kamera kayıtlarını izlemek faydasız olacaktı. Birkaç doktor arkadaşını aramayı düşündü ya da psikolojide böyle vakalarla karşılaşılmış olu-nabilirdi. Hayır hiçbiri işine yaramayacaktı. Böyle bir vaka daha önce yaşanmış olsa elbette bilirdi. Ne de olsa bay A. bir gazeteciydi.

Bir süre kafasını dağıtmayı planladı. Koltuğa çöktü. Karşısında kapalı olan televizyonu gördü. Aklı kumandaya takıldı. Aldı, ,inceledi. Görünürde herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen ikili tuşlar yer değiştirmiş, soldaki tuşlar sağ, sağdaki tuşlar sol tarafa geçmişti. Ancak belirli bir simetriye göre değişiyordu. Yalnızca son bir şey denemek istiyordu, son bir şey. Kalktı holdeki aynanın kar-şısına geçti Sağ elini kaldırıp gözlerini açtı. Ve aynada sağ elini kaldırmış adama kumandayı indirdi. Ayna parçalanmış ve adam iki cam parçasını gözlerine yer-leştirmişti.

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 3

Page 4: Sabun Fanzin #2

SABUN #2Aklınızı köpürtür...4

Page 5: Sabun Fanzin #2

bardabaşın sonuYağmur olsam ben de rahmet diyeinecektim şehrin karanlık yüzüne.Kaytak kompartımanlarda lümpen, haylaz bir seyran hâli süreğenleşmektedir bende.Mürtefi bir kilisenin duvarlarından inanıyorum şimdi evç diyorum felç geçiren kutsal kitaplar iniyor ellerimin arasına. Gecenin nabzını yoklamaktayken uzatırım ellerimin yorgunluğunu sabahın doruklarına.İçimde ki en kara kaptan alargalara açıldıki ben bıravladım bir gece bu bandırasız hayatımdan.Çünkü benimkisi adarsız bir doğumdudoğanak, çıvgınlar altında tutukluyduve boğunuk erkence ve aşkın beklenenden sonra.

Kendimi dalazlasam bir kurgan içindeben de inecektim karanlık şehrin yüzüne.Elimde bir leblep ile yol açardım böylelikle kendime.Böylelikle herhâlde hayatı eslerdimve Racastan’da bir sığırtmaç olurbir çöğmen inşa ederdim.Dudağıma acar bir acara yerleştiririneklerimi güderdim kendi dumanım altında.Cinsaçları arasında kovuşturur dururdumzibh-i azim kimdir ahret katında?Yekpare günahlarımız hasebiyle yok mudur bu köhnede hiç, yegâne mukaddes arınak?

Bardabaşlardan çaşıt olmayacak duygudaşlarım kapanış kanetmektir.Ekelenecek bir gidişat yoktur bizlere kalan acışmaktır.Acışmak, doluksamak ve gönçlükten kurtulmak davrantısız bir anda.

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 5

kevn

î el l

ihya

Page 6: Sabun Fanzin #2

SABUN #2Aklınızı köpürtür...6

zafer boz

Page 7: Sabun Fanzin #2

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 7

Page 8: Sabun Fanzin #2

Modernitenin yarattığı en önemli bir algı da toplumsal bağlılığı olma-dan da kendini yaşatabileceği konusunda bireyi ikna etmesidir. Bu ikna sahte bir anlatıdır. Öyle bir yaşam yoktur. Ama ima edilmiş sanal bir ger-çeklik olarak kabul ettirilir. Kısaca birey toplumdan ayrı yaşamını sürdü-remez. Özüne aykırıdır.

Son zamanlarda sosyal medya aracılığıyla gençliğin yaygın olarak bu düşünceyi gururla ağzına sakız etmesi, elinde bayraklaştırması tuhaflaş-maya başladı.

Sözüm ona yerli yersiz marjinal bir ad ile gündemde kendini gösteren arkadaşlar, yine sosyal medya aracılığıyla copy+paste (kopyala+yapıştır) tekniğini kullanarak mağara adamlıklarını gösterir oldular.

Bu gençlikte sürekli bir yalnızlığa özenme, mutsuzluğa müptelalık, du-manlı kafalar, sınırsız alkol tüketimi ve erotizm… Bunları gerçekleştir-mek tabi ki de bir seçim ama şaşırtıcı kısmı bunun yeraltı edebiyatının getirdiği bir özgürlük anlayışıyla meşrulaştırılması. Çoktan yeraltı edebi-yatının şovalyeleri olmuşlar, üstüne bir de kraldan çok kralcı olup başka yaşam tarzlarını eleştirir duruma gelmişlerdir. Konumuza dönersek eğer yeraltı edebiyatını saplantı haline getiren bu gençliğin, insanların sıradışı olmasının irade ile gerçekleştiğini zannede-rek ‘’ben de böyle olsam ‘’ deyip kendilerini kapitalizmin yabancılaştırma sürecine ‘’havadan gelen katkı’’ olarak kolaylık sağlıyorlar. Bu arkadaş-ların klişeleşmiş hayallerinin olması da yine sıkıntılı insanlar olduğunu ispat eder derecesinde. Mesela ’’yurtdışına gitmek…’’ bu ülkeden bir an önce kurtulmak, sadece anı yaşayıp tüm sıkıntılara siktir çekebilmeyi savunan birisi neden buradan kurtulmak ister ki? Onun için sıkıntının bir anlamı olmaması gerekmez mi? ‘’Bir karavana sahip olup herkesten

gevrek iman

SABUN #2Aklınızı köpürtür...8

siyabend

Page 9: Sabun Fanzin #2

uzaklaşmak’’ tüm dünyayı gezip görmek ama toplumdan uzak yaşamak yani ‘’çokta şeyimde’’ gibi yaşamak… Yalnız hakim yaşama biçimi, bu ha-yallerin doğruluğuna kanıt değildir.

Yurtdışına gitme özentiliğine hak verilebilir ama gözle görülür bir kit-lenin yurtdışında yaşamayı hayal etmesi tabiki de insanı korkutarak dü-şündürüyor.

Temel bir nokta vardır asla unutulmaması gereken. O da insanın yaşamı ancak özgür olunduğunda anlamlı ise özgürlüksüz her ortam karanlık, korkunç, bir hiçlik, bir yok oluşluktur.

Türkiye’nin var olan durumunu özgürlük süzgecinden geçirirsek eğer Türkiye, üzerinde toprak kalmış bir taşa benzer ve süzgeçten toprağın ge-çip taşın kalacağını görürüz.Özgürlüğü yurtdışında, karavanda, uzaklarda aramaların kapitalist mo-dernitenin cezaevi sistemlerine benzer olması son derece şaşırtıcı.

Kapitalist modernite de cezaevlerinin rolü bireyde sahte özgürlük özle-mi yaratmaktır. Hücrelerde günlerce aylarca tutulmak, görüş günlerinin kapalı ortamlarda yapılması, karşı taraf ile temasın yasak olması bu sahte özgürlük anlayışının yerleşmesi içindir.

Fakat cezaevleri ıslah evleri olmayıp, topluma karşı ahlaki görevlerin, ödevlerin yerine getirilmesinin de öğrenildiği mekânlardır. Dolayısıyla etik yargıların okuldan çok cezaevlerinde alındığını söylersek yanılmış olmayız. Tabi hangi koğuşu düşündüğünüz size kalmış.

İnsanlar ne için? Kimin için? Yaşadıklarını kavramışsa nerede yaşa-dıklarının ya da nerede yaşamadıklarının bir önemi yoktur. Buna bonus olarak mutluluk, saadet, yaşama sevinci vb. nihai duygular vuku bulur.

“Bu ülkede yaşanmaz diyenler, bu ülkeyi yaşanmaz hale getirenlerdir.” Cemil Meriç

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 9

Page 10: Sabun Fanzin #2

Önemsiz bir dairede, önemsiz bir memur olarak çalışan ve tüm hayatı boyunca yeterince önemsenmeme-nin verdiği bir boşvermişlikle işinden başka her şeye karşı ilgisini kaybetmiş önemsiz bir adam olan hikayemizin kahramanı bay önemsizin telefonu belki de ilk kez önemli bir şey için çal-dı. İşinize olan bağlılığınız ve vatan-daşlık görevlerinize karşı duyduğunuz sarsılmaz sorumluluğunuzun karşılığı olarak, A. Meydanındaki Ulusal Kur-tuluş Anıtı’nın yanındaki boş alana heykeliniz dikilmiştir, heykeliniz tıpa-tıp size benzemektedir, heykelle ilgili bir sorun yaşarsanız bize bildirebilir-siniz dedi telefondaki ses ve aniden telefon kapandı. Küçük memur hemen evden fırladı bahsi geçen yere gittiğin-de orada gerçekten de tıpatıp kendisi-ne benzeyen bir heykel gördü. Heykeli uzun uzun inceledi, heykelin kendisi-ne olan şaşırtıcı benzerliği karşısında hayretlere kapıldı. İçi gurur ve heye-canla doldu. Sarhoşluğa benzer hisler-le dolu olarak eve döndü ve tüm gece boyunca yatakta bir o yana bir bu yana dönerek uyumaya çalıştı. Sabah oldu-ğunda ilk iş olarak heykelinin yanına

gitti. Heykeli gün ışığında tekrar tekrar inceledi. Sonra bir köşeye gizlendi ve oradan gelip geçen insanların heykele bakıp bakmadıklarına, bakıyorlarsa yüzlerinde oluşan ifadeye dikkat ke-sildi. Yanlarına gidip bakın bu heykel benim heykelim demek istiyor ama korkuyordu. Öğle aralarında ve iş çı-kışlarında soluğu heykelinin yanında alıyor, tekrar tekrar inceliyordu. Bazen daha önce gözden kaçırmış olduğu bir ayrıntıyı keşfediyor ve heykeli ilk kez görmüşçesine seviniyordu. Gece saat-lerinde ortalık durulduğunda yanında getirdiği bezle heykelini parlatana ka-dar siliyordu. Ancak heykel pırıl pırıl olduğunda içi rahat ediyor ve evine gidip rahat bir uyku uyuyabiliyordu. Rüyalarında da sürekli heykelini gör-düğünü, heykeliyle konuştuğunu söy-lemeye sanırım gerek yoktur. Kendi heykeline karşı duyduğu sevgi zaman-la tutkuya dönüştü. Heykelinin yanın-dan bir an olsun ayrılmak istemiyordu. Heykelin yanından geçen birini bir şey sorma bahanesiyle durduruyor, bir süre sonra heykeli gösteriyor ve şehir-deki en güzel heykel olup olmadığını soruyordu. Eğer karşısındaki heykel-

heykel

SABUN #2Aklınızı köpürtür...10

naci balık

Page 11: Sabun Fanzin #2

le kendisi arasındaki benzerliği anla-yamazsa sinirleniyor ve kimi zaman şöyle bağırdığı bile oluyordu: -Bunu göremeyecek kadar kör olamazsınız! Mesele sadece insanların kendisiyle heykel arasındaki şaşırtıcı benzerliği görememesi de değildi. Kimi zaman öfkeleniyor, heykelin hemen yanında tıpkı heykel gibi dikiliyor ve kıpırda-madan bekliyordu. Bu duruşta ulusal ruhumuzu temsil eden, dürüstlüğü ve çalışkanlığı simgeleyen bir şeyler vardı. İnsanlar bunu görmeliydiler. Milyon-larca küçük memur varken kendisinin heykelinin yapılması tesadüf olamazdı. Bunu herkes anlamalıydı. Bu yüzden anlatmaya başladı. Adres tariflerini, tarif edeceği yer heykelden çok çok uzakta olsa bile mutlaka heykele göre yapıyordu. Ya da eğer bir ceketten bah-setmesi gerekirse şöyle diyordu: Ulu-sal Kurtuluş Anıtının yanında küçük ve harika bir heykel var, o heykelin sırtında gördüğüm türden bir ceket. Bu kadar da değil, birinin boyundan bahsetmek gerektiğinde kahraman memur heykelinin (heykeline ara sıra böyle hitap etmekten hoşlanırdı) bo-yuyla aynı boylarda bir adam diyordu. Tutkusu tüm tutkular gibi yok edici bir nitelik kazanmaya başlamıştı ve bir sa-bah olağan bir biçimde heykeline bak-maya gittiğinde heykelinin burnunun kırıldığını gördü. Kendini ölecek gibi hissetti, hemen kendi burnunun yerin-de olup olmadığını kontrol etmek için eliyle burnunu yokladı. Allahtan kendi burnu yerinde duruyordu. Kendisi-

ne heykelinin dikildiğini haber veren ve bir sorun yaşanırsa arayabileceğini söyleyen adam geldi aklına aniden. Heykellerden sorumlu büroya gitti, kendisi gibi benzer sorunlar yaşayan ve tıpkı kendisine benzeyen bir sürü adamın sırada olduğunu gördü. Hepsi birbirlerine heykellerinden bahsediyor ve yine hepsi kendi heykellerinin fark-lı özelliklerini anlata anlata bitiremi-yorlardı. Sırada uzun süre bekledi bir dilekçe yazdı, dilekçeyi teslim etti ve üzgün bir şekilde evine döndü. Ertesi sabah bir umut, heykeline yeni burun takılıp takılmadığını görebilmek için heykelinin yanında aldı soluğu. Ancak heykeli yoktu. Başından aşağı kaynar sular dökülür gibi oldu. Orada sürekli bekleyen satıcılara, dükkan sahiplerine heykelini görüp görmediklerini sordu. Hiç biri böyle bir heykelin varlığından bile haberdar değildi. Heykel bürosu-na yeniden gitti ve öfkeyle heykeline ne olduğunu sordu. Orada çalışan bir memur heykelinin ıskartaya çıkarı-labilmiş olabileceğini ve ıskartaya çı-karılan heykellerin de yararsız şeyler deposuna konduğunu söyledi. Bay tü-kenmiş, heykelini alıp eve götürmek ve ona bir burun yapabilmek için yararsız şeyler deposunun yolunu tuttu. Depo-ya girdiğinde kendi heykeline tıpatıp benzeyen binlerce burunsuz heykel gördü. İçlerinden birini aldı ve evine geri döndü.

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 11

Page 12: Sabun Fanzin #2

SABUN #2Aklınızı köpürtür...12

fotoğraf: sedatw

Page 13: Sabun Fanzin #2

bir duvar ki duvarlar içinde acıyı da duyar sevinci de

köşeyi dönünce karşımızda alnının ortasına gün vurmuş......

mahmut alptekin

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 13

Page 14: Sabun Fanzin #2

Bir iş seyahati için yola çıkmam ile başladı her şey… Tüm anlatacaklarımı anlamanızı beklemiyorum. Camrid-ge Üniversitesi’nin Tarih bölümünden mezun olduğumda kafamda yapaca-ğım işe dair hiçbir fikir yoktu. Neden orada olduğuma dair bir fikrimde yoktu açıkçası, hayat beni bir yerlere sürükleyip üzerimi kum yığını ile ka-patıyordu. Sadece antika tarihi belge-ler ile kitapları incelemeyi seviyordum ve bunlar hakkında tartışmayı. Sabit beynim, tarihi tartışmalarda da tek bir noktadan hareket ediyordu. Her ney-se… Asıl konuya dönmeliyim, bir süre önce 90’larda tıkılıp kalmış bir kasa-baya doğru gizemli bir yolculuğa gi-rişmiştim. Londra yakınlarında Came Town isimli bu kasaba hakkında bir-çok şey okumuştum. Okuduklarımdan en çarpıcı olanı ise kasabanın zamana ayak uyduramamış olmasıydı. Gülünç gelen bu ifade benim beynimde uyut-mayacak denli saplantılı hayaller do-ğuruyordu. Tarih’in durduğu yer arayı-şım delirme seviyelerine varıyordu. Ve yola çıkma kararımı uyuyamadığım ilk geceden sonra kesinleştirdim…

İlk kez tarihi bir metin yazıyorum. Londra’nın en büyük halk kütüphane-sinde geçmemiş bir tarihi yazıyorum. Kitap kokusunu bastıran kahve koku-su… Tek ilham kaynağım bu karışım, gerisi salt gerçek. Her şey olağanüstü

bir sıradanlıkla devam ediyor Lond-ra’da ve kütüphanede… Ben ise ola-ğanüstü bir yorgunluk ile oturmuş bir şeyler yazma çabası içerisindeyim. Çünkü bu yaşananları bir yere dök-meliyim. Bu yazıyı kimin okuyacağı-na dair bir fikrim yok. Herodot misa-li, belki de bir 300 sene sonra meşhur olacağım. Ancak şuan anlatacaklarım sadece bir filmin senaryosu sayılabi-lir. Her neyse… Yine sigara dumanı ve kahve karışımının inanılmaz kokusu-nun hakim olduğu arabamla karanlık bir yoldan normal bir hızla ilerliyor-dum. Sağlı sollu ağaçlar sanki bir el gibi yola uzanıyordu. Yol karanlık ve boştu. Uykum yoktu; havasızlık işta-hımı kapatmıştı. Asfalttan gelen ses haricinde hiçbir ses yoktu. Hiçbir şey düşünmüyordum ve gayet sakindim. Ancak... Yolun üzerinde yatan bir ceset görene dekti bu dinginlik. Ceset? Ceset miydi? Direksiyonu kırdığımda ken-dimi ağaçların arasında baygın halde buldum. Uyandığımda boynum tutul-muştu. Kapının sıkıştığını zannederek panikle çırpındım. Sadece kilitli oldu-ğunun farkında vardığımda kendi ken-dime küfürler sıraladım. Aklıma yolun ortasındaki ceset bir türlü gelmiyordu. Neden bu lanet ormana kırmıştım di-reksiyonu? Nereye gidiyordum böyle? Ne nereye gittiğimi umursuyordum ne de neden buraya çakıldığımı, umu-rumda olan tek şey, yaşama gerçeğiydi.

3:53

SABUN #2Aklınızı köpürtür...14

mornie m

enel

Page 15: Sabun Fanzin #2

Dumanlar çıkan arabamı geride bı-rakıp, yola doğru ilerledim. Bir sigara çıkardım paketten, titreyen ellerim ile çakmağı sabitlemeye çalışırken diğer yandan titreyen dudaklarım sigarayı yere bırakıverdi. Karşımda öylece ya-tan cesedi gördüm. Ben çarpmıştım! Lanet olsun, biraz daha kafein almalıy-dım belki de! Her zaman yaptığım gibi kendime çılgıncasına öfkeleniyordum. On saniyelik bir uykunun birini öldür-düğüne inanamayarak ellerimi saçları-mın arasında kenetlemiştim. Küfürler ediyordum, küfürlerimi hiçbir zaman kimsenin duymayacağından emindim yine. Çevremdekilere göre masum olan ben, onlara günde onlarca küfür ediyordum. Sigara içmediklerinden, şemsiye taşıdıklarından ötürü… On-larca küfür. İçimdekileri onlara söy-leseydim, benden uzak duracaklarını biliyordum. Korkak biriydim. Yalnız kalmaktan korkuyordum. Yaşarken öl-mekten. Dostlarımı kaybedersem işimi de kaybedebilirdim. Tüm statüm kay-bolurdu. Her neyse, konu elbette ben değilim… Cesede doğru yaklaşırken üşüdüğümü hissettim. Ölüm, bir tokat savurmuştu yüzüme. Ensemde o meş-hur ölüm meleği soluyordu. İsteme-yerek ölü adamın bileğinden tuttum. Atan nabzını duyuyordum. Takip et-mek için saatime baktım tarih kısmın-da 14.12.1990 yazdığını gördüğümde beynime kan sıçradı. Solgun bileği yere bırakıp geri çekildim.

Ayağı kalkmaya çalışırken sendeleyip

düştüm. Apar topar doğruldum. Göz-lerimi bir mucize gerçekleşmesini bek-ler gibi ölü adama dikmiştim. Saatime bakmak istemiyordum, ama beynim ısrarcıydı. Kolumu kaldıran bir güce dönüşmüştü beynim. Karşımda bir ben vardı ve kolumu kaldırıyordu.

Saat 03.53. Tarih 14.12.1990.

Az ilerdeki Came Town tabelasını gördüm. Arabama dönüp baktım, 90 model Mustang’ten başka bir şey gö-remiyordum. Bu benim arabam değil dedim acı acı yutkunarak. Benim, dedi ölü adam konuşarak doğrulurken/can-lanırken. Ne oluyor, diye haykırdım korkarak, iğrenç sigara kokan nefesimi duyumsamıştım. Yumuşak ve sakin bir sesle konuştu ölü adam, Came Town’a hoş geldin bana Timoty derler. Keke-leyerek konuşuyordum, çünkü bunca sıra dışı şeye karşı edecek laf bulamı-yordum, sen… Sen de kim oluyorsun?“Timoty… 14.12.1990 – 03.53… Ah! Bu tarihte ölürüm bu yolda ve dirili-rim… Hazin bir kazaydı, evet. Tanıştı-ğımıza sevindim ahbap! Hoş tesadüftü doğrusu! Ya sen… Sen kimsin? O garip şey de ne öyle?”Ölü adamın… Lanet olsun… Timo-ty’nin öldüğü umurunda değildi. San-ki bu döngü oldukça sıradan bir şeydi onun için. Bizim için kahve makine-sinin her sabah kahve yapması kadar sıradan bir döngüydü bu vaka… İstek-sizce cevapladım sorusunu:“Saat. Bir saat. Dijital… Ben Jack…”

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 15

Page 16: Sabun Fanzin #2

“Bu saatte ne halt yemeye dolaşıyorsun buralarda Jack?”Artık ne diyeceğimi bilemiyordum. Sanki bir palyaçoymuşum gibi bakıp bakıp gülüyordu bana. Kekeleyerek de-vam ettim konuşmama, modern dün-yanın ezik insanıydım ben.“Yolumu… Evet. Yolumu kaybettim! Came Town’a gitmeliyim!”Kahkahalarla devam etti ölü adam… Daha doğrusu, Timoty!“Yolumun üstü… Ben götürebilirim seni ahbap! Tabi Mustung’ime kusma-yacaksan…”Solgun yüzüme yanıt bekler gibi bakı-yordu. Gülümsemeye zorladım kendi-mi, ne de olsa bir insanı ancak böyle geçiştirebilirdik her tarihte. Sonra ko-nuşmasına iştahla devam etti Timoty:“Sen yürüyerek mi geldin buralara ka-dar Jack?”Nasıl anlatacağımı bilmeden sürdür-düm konuşmayı, üşüyordum ve heye-can kaplamıştı bedenimi. Çenem tirtir titriyordu ve ben bile konuştuğumu anlamakta güçlük çekiyordum.“Senin araban. Orada olan benim ara-bam olmalıydı… Galiba kayboldu ve seninki geldi şu Mustang...”Saçmalıyormuşum gibi yüzüme baktı. Sanki her şey sıradanmış gibi gülümse-yerek sürdürdü konuşmasını:“İçkiyi çok abartmışa benziyorsun Jack! Hemen arkadaki hurdalık senin olmalı.”Bir an kendimi olağanüstü bir şeylere kılıf uyduran bilim kurgu yazarı gibi hissettim. Oysa her şey sıradandı! Ara-

bam 90 yapımı bir arabaya dönüşme-mişti! Ve karşımda öldüğü tarihte can-lanan, 90’lardan çıkamayan bir adam vardı. Küfür bile edemiyordum, çünkü delicesine düşünüyordum. Fikirler yü-rütüyordum, kısa kısa fikirler. Çaresiz miydim? Sıradan bir cevap vermeye uğraşarak konuştum:“Evet… Evet. Oradaymış! Lanet olsun! Aklım!”“Kendine bu kadar yüklenme Jack! 90 model bir Mustang herkesin aklına ba-şından alabilir!”

Onun kahkahaları ile Mustang’e doğ-ru ilerledik. İterek arabayı yola çıkar-dık. Came Town’a doğru yol aldık. Nirvana’dan şarkılar eşliğinde yolcu-luğumuzu sürdürüyorduk. Bir sigara içmeye o kadar ihtiyacım vardı ki… Timoty’nin filtresiz sigarasını mide bulantısı ile yola savurduğum için ha-yıflanıyordum. Kasabaya vardığımız-da sanki 90’lara geri dönmüştüm. Her şey… Her şey yitip gitmemiş bir tarihti! Halk bana garipseyerek bakıyordu, za-manda yolculuk yapan biriymişim gibi beni süzüyor ve anlam veremiyorlardı. Doğrusu ben de aynı durumdaydım. Bir süre kasabada kaldıktan sonra, bu-raya, Londra’ya döndüm ve hemen açık bir kütüphane bulup olanları yazmaya koyuldum. Eğer bana inanmıyorsanız gidin ve görün. Hatta… 14 Aralık’ta gi-din. Saat 3.53’te orda olun. Timoty sizi karşılayacaktır.

SABUN #2Aklınızı köpürtür...16

Page 17: Sabun Fanzin #2

Mary adlı bu fil, ken-disini vuran bakıcısını öldürdüğü için 1916 yılında 2500 kişinin seyrettiği törenle idam edildi. İlk denemede kopan zinciri yüzün-den düşüp beli kırıldı. İkinci deneme başarılı oldu. Yapılan otopside, bakıcının vurduğu di-şinde apsesi olduğu ve yaşadığı acı sebebiyle bakıcısını öldürdüğü anlaşıldı. -Amerika

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 17

Page 18: Sabun Fanzin #2

Karşıdan karşıya geçerken sağa sola bakmayı terk etmiş bu ne-sil, ışıklara bu kadar güveniyor olamazdı. Elindeki sigarayı hızlı içişi ve karşıdan karşıya geçerken ki heyecanı; az ileride olan dolmuş durağına yetişme zahmetinden daha öteydi. Bu acele edişin bir nedeni vardı. “Bir kişi uzatır mısınız?” insanlarıyla savaşmayı; hayatta uğruna ölünecek bir dava haline getirebilmişti.

Dolmuş durağına; yavaşça hızlı okumaya çalıştığınız bu yazıda-ki gibi ilerlemesi ve ilk gördüğünüzde; “önemli adamlardır” diye düşün-düğünüz, elinde telsizler olan muavinlerin yolcu senkronizasyonu için sordukları soruları cevaplamadan direkt dolmuşa binmesi; davasından ödün vermediğini gösteriyordu. Kafasını, üzerinde; “dikkat otomatik kapı çarpar” yazısı olan kapıdan içeri sokar sokmaz, gözünü en son koltuklara iliştirdi (bilerek iliştirdi, bu farklı bir iliştiriştir, anlayamazsı-nız…). Suratını salak bir hüzün saran şahsiyet, dolu olduğunu anla-mıştı. Fakat hemen sol (arabaya göre sağ) tarafta duran boş koltuğun varlığı surat ifadesini değiştirmişti. Dolmuşun kalkmasına 3 kişi kalmış-tı. Elini cebine attı ve mepeüç pıleyırının etrafına sarmış olduğu ku-laklık kablosunu çözmeye çalıştı. Tam o sırada bir yolcu daha dolmuşa bindi ve şahsiyetimizin yanına yaklaşarak kulağına doğru hedef aldığı ağzını mıy mıy bir sesle konuşturmaya başladı. Bizimki ne olduğunu anlamadı ve; “heaa?!” dedi. Yolcu; “Buraya oturabilir miyim acaba, sizi şu yan koltuğa alsam, benim poşetlerim var” dedi. Pes etmek ruhuna aykırıydı şahsiyetimizin. Mimiklerinde küçük bir bocalama eşliğiyle; “siz poşetlerinizi bana verin, sahip çıkarım” dedi. Yolcu; “hey lanet ol-sun, senin sorunu ne ahbap!” dedi. Şaka şaka öyle demedi. Tam olarak şöyle dedi; “Heaa yok yok, farketmez. Ben diğer koltuğa geçerim.” Şah-siyetimiz gururla arkasına yaslanıp, kulaklığını taktıktan sonra “mind killers” parça listesini açar ve sesi sonuna kadar kaldırır. Fakat yolcu, kıl

ibretlik bir olay 2

SABUN #2Aklınızı köpürtür...18

twitter.com

/dezegene

Page 19: Sabun Fanzin #2

kapmış gibiydi. Şahsiyetimizin umur sınırlarının dışında olsa da küçük bir rahatsızlık gittikçe büyüyordu içinde. Tüm bunlar yaşanırken, diğer 2 yolcu da gelmişti zaten. Dolmuş kalkmak üzereydi ki; “bir kişi uzatır mısınız?” kulaklığını çıkardı ve arkasına baktı. Ne uzatılmış kol ne de alınmayı bekleyen para… korkmuştu. Bu sefer kulaklığını takmadı. Hızlı bir şekilde sardı sarmaladı ve cebine sokuşturdu. Yağlanmış saç-larını cama yaslayıp gözünü kapatarak olası bir ihtiyar felaketine karşı önlemini almıştı. Korktuğunun başına gelmesi modasını bütün çılgın-lığıyla yaşayan şahsiyetimiz için dolmuş durdu ve kolunda bebeğiyle binmeye çalışan kadın gözlerini koltuğa dikmeden bizimkinin ayağa kalkması ve yerini kadına vermesi 10 saniyeyi aldı. İnsanlık görevini is-temsizce yerine getirmişti. Tutamaklardan tutunan şahsiyetimiz, “ben bu dolmuşta değilim, benim canım sıkkın. Sakın bana bulaşmayın”vari hareketleriyle etrafına sinyaller gönderiyordu. Derken; “bir kişi uzatır mısınız?… burdan da bir öğrenci…”, “şurdan iki kişi”, “burdan da”, “bi’de şuradan denemek ister misin?”… İki eliyle kafasını sıkıştırıp; “kaptan müsayiiğğiit” dedi.

Dolmuştan dışarı attı kendini. Gözleri yaşarmıştı, ağlamaklı su-ratıyla başını eğerek adımlarını izliyordu. Önüne bakamadığından için-de küçük bir heyecan vardı. Ve tam o sırada kafasını direğe çarptı ve öldü.

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 19

Page 20: Sabun Fanzin #2

1870-1920 yılları arasında Doğubayazıt’ta yaşadığına inanılan ve sevdiği ka-dını yazacağı kitapta ölümsüzleştirebileceğini düşünen Mercan Karaca, bunu ba-şaramayınca kadını Pamuk Geçidi’nde Kâbus Dağı’nın taşlarıyla öldürür. Ölümün sesini araması Mercan’ı Karun’un sonsuz karanlığına hapseder. Her ne kadar Kaf Dağı ‘oralarda’ bir yerlerde kendi gerçekliği ile dillenmeyi başarabilmiş ise, Mercan Karaca ve Karun Hapishanesi de ‘buralarda’ kendi gerçekliği ile dillenmektedir; yüz yıldır. Yüz yıldır Mercan’ın Doğubayazıt’a sinmiş olan çığlığını alıp hikâye et-meyi başarabilen insanlar, gerçeğin acısını çeken bir adamı Karun’dan daha ürkü-tücü daha dipsiz bir zindana Usulca bıraktıklarının farkında değillerdir. Ölümün bir sese ve o sesin bir kelimede bir yerlerde ete kemiğe bürüneceğine olan inancım sönmedi ve sönmeyecektir.

Mahsun ŞAHİN – Kırmızı Günlükler (12.01.2008)

Bölüm 1 -Mesut’un Bilinenin İçerisinde Kaybolması-

‘’Ne yaşayanlar, ne de ölüler arasında kendimi yakın hissettiğim hiç kimse yok. Bu tarif edilemeyecek kadar ürpertici.’’

Nietzsche Aras’la bir kış sabahı, pencereleri buz tutmuş yarı karanlık bir kahvede karşılaş-mıştık. Günlerce yağan kar o sabah da Doğubayazıt‘ın üstüne bırakıyordu kendini. İçeride kaçak tütünden sarılmış sigara dumanları, öksürük sesleri, insanın göz ka-paklarını ağırlaştıran sobanın çıtırtısından başka bir Allah’ın kulundan ses çıkmı-yordu. Kar düşüyordu. Misafir karşılar gibi bakıyorduk dışarıdaki beyazlığa.Kahvenin önünden birkaç kez birinin geçtiğini fark ettim. Pencereler dışarıdan buz tuttuğu, içeriden de buğulandığı için kim olduğunu seçemiyordum. Sonra kahvenin önünden geçtiğini fark ettiğim kişi, eliyle pencereyi silip içeriyi görmeye çalışıyor-du. Kapıyı birkaç kez zorlayarak içeriye girmeyi başardı. Kulaklarımız kapı gıcırtı-sıyla dolmuştu o an. Çaycı bir ayağını tahta sandalyesine oturtmuş halde kestiriyor-du. Yüzünü bildiğim ama bir türlü nereden tanıdığımı çıkartamadığım turunç saçlı bir adam elindeki aynasıyla bıyıklarına bakıp duruyordu. Doğubayazıt ve Diyadin hattında dolmuş şoförlüğü yapan İsmail de oturmuş ayakkabısının içine keçe yerleş-tiriyordu. Yanlış hatırlamıyorsam saat sabah sekiz, sekiz buçuk arasıydı.

Aras içeriye girdiği zaman, kahvenin sıcaklığına kapılmadan uyumamayı başaranlar

karun hapishanesi

SABUN #2Aklınızı köpürtür...20

mahsun şahin

Page 21: Sabun Fanzin #2

televizyon kanalı değiştirmiş gibi Aras’a odaklanmışlardı. Konuşacak hali yoktu ki kahvedekilere selam bile vermeden yanıma oturup, üstünü başını çıkarıp, ayakla-rından da çoraplarını çıkartıp iyice sobaya ilişmişti. Biraz ısındıktan sonra da yeni uyanmış olan çaycıya: ‘‘Çay. Limon da kes sana zahmet’’ diyerek, seslenmişti. Oysa ‘limon kes’ demesine gerek yoktu çünkü buralarda çay limonsuz verilmezdi.

Üç dört gün arayla karşılaşırdık onunla. Beraber Doğubayazıt Pasajı’nı gezer, so-kakları tek tek dolaşır tekrar kahveye dönerdik. Daha sonra onu evimde ağırlamak istemiştim, o da kabul etmişti. Çarşıdan karlara bata çıka, Pamuk Geçidi köylerine kalkan dolmuş durağına kadar yürümüştük. Dolmuşa binip, arka koltuğa oturmuş-tuk. Dün gibi hatırlıyorum o anı. Kâbus Dağı’nı görüyordum. Bu dağı ne vakit görsem içime çocukluğum dolardı. Kâbus Dağı’nın eteğinde duran ve yıllarca büyüklerin hikâyelerinde iki insan silue-tine giren iki ağacı; etrafı tılsımlı yılanlarla korunan, yeşil rengi hiç kaybolmayan ve büyüklerin hikâyesinden sonra yüzümüzü dönüp bakamadığımız Kâbus Dağı’nın o iki ağacını görüyordum. O gün, o dolmuşta belki de çocuklarını şu Kâbus Dağı’nın iki ağacı hikâyesiyle büyüten yaşlılar, radyonun cızırtılarından pek de anlaşılama-yan o türkünün ve dolmuşun sıcağı arasında bir yerdeydiler. Alışılmış bir dalgınlıktı şu dolmuştakilerin sessizliği. Masalların içinde büyüyüp masalara ait olmamak gibi bir şeydi bu.

Yarım saat kadar yol gittikten sonra inip, asfalt yoldan sapıp, yirmi dakika kadar yürüdükten sonra eve varmıştık. Sobayı yaktım, çayı koydum, köpeğe biraz ekmek verip havadan sudan muhabbete bulaşmıştık. Ne olduysa o an olmuştu: Aras bana, hikâyemin olup olmadığını sormuştu. İşte o an, ben, o sıcacık evde mis kokulu çayı içerken sorunun şeytaniliğini anlayamamıştım ve çok eskilerden Karun Hapishane-si’nin on üçüncü mahkûmlarından ve büyük büyük dedemin de yakın dostu olan Mercan Karaca’nın, dedemden ve amcalarımdan duyduklarımı anlatmaya başla-mıştım.

Kar düşmüyordu artık, gün doğumuna da az kalmışken, Aras, defterini kalemini çantasına koyup tek kelime etmeden çıkıp gitmişti. Tam üç hafta kadar onu ne çar-şıda ne de kahvelerde görmüştüm.

Bir akşam vakti köpeğimin ekmeğini hazırlarken uzakta bir karaltı gördüm. Yakla-şınca anlamıştım, bu Aras’tı. Yanıma yaklaşınca nefes nefese ‘’ Mercan’a ait ne varsa hepsini istiyorum’’ diye söylenmeye başlamıştı. Bildiğim, duyduğum her şeyi anlat-tığımı açıklamaya çalıştıkça ikna olmuyordu ve bağırıyor, yakamı tutup savuruyor-du.

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 21

Page 22: Sabun Fanzin #2

Bir yıl boyunca sürekli evime gelip bazen kibarca bazen de çıldırmış gibi benden Mercan Karaca hakkında olan biten her şeyi istiyordu. Sonunda bir insanın şeytan-dan bile daha kötü olabileceğine, beni bir hikâyenin içine atarak göstermişti.

Ben Mesut. Bilinen bir yerde; ama bilinmeyen bir zamanın içine atılıp kaybolan biriyim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum; Aras beni hatırladıkça bir yerlere gidi-yorum, bazı suretlerle konuşuyorum, cin taifesinin bile gidemeyeceği yerlere gidip oturuyorum. Aras beni hatırladıkça ben şekilden şekle giriyorum ama o beni bu-ralarda unutunca, o an nerede isem dona kalıyorum. Mekânda ne rüzgâr esiyor, ne yağmur yağıyor ne de gün batıp doğuyor, hiçbir şey olmuyor. En acısı da ölemiyo-rum.

Beni hatırlamaya başladığını önce gökyüzünden bir çift gözün belirmesinden anlı-yorum. Birden çiçekler hareketleniyor ve ben hep o anda kanıksadığım bir yaşamın içinde buluyorum kendimi. Sonra o sesi duyuyorum; can ağrısı gibi.

Aras benden, seslerin ve renklerin iç içe geçtiği, hareketlerin ve görüntülerin ancak bir sis perdesinin elverdiğince görülebildiği bir zaman ve mekânda yaşamış olan Mercan Karaca’nın bütün hikâyesini istiyor. Mercan’a ait mektupları ve büyük bü-yük dedemle yaşamış oldukları her ana dair duyduklarımı ve bildiklerimi istiyor. Aras benden, masalların içinden çıkan bir rüzgâr gibi Doğubayazıt’ın uzun kırla-rından altın sarısı otları okşayarak dağlara yükselen çocukluğumun sesini istiyor.

İkindi vakitlerinde Kâbus Dağı’nın ötesinden gelen sarı ışıkların köyün griliğine ka-rıştığı zamanlarda, köy yoluna girerek sevinçten bağırmamıza sebep olan, iki küçük kardeşimle çizmelerimizi giyip buz gibi havada donlarımızı bile giymeyi unutturan; donsuz halde avluya çıkıp, sevinçli gözlerle hayal ettiğimiz renkli sakızları, plastik bardakları, şekilli balonları, rengârenk oyuncakları kursağımızda bırakıp, köyün bi-raz dışında kalan evimize gelmeden uzaklaşıp beni ve iki küçük kardeşimi peşinden koşturan, dizlerimizin, ellerimizin, yüzümüzün yara bere içinde kalmasına sebep olan ‘’Çerçi’’ denen o tüccarın oyulmuş gözlerini istiyor.

Dedem ve amcalarım Mercan’ın hikâyelerine başlarlarken korkudan bakamadığım buz tutmuş camın maviliğine yansıyan gölgeyi bulmamı istiyor.

Gidiyorum. O sesleri, gölgeleri, kelimeleri, mektupları ve her ne varsa bulup geti-receğim ve ben de ölebilme umuduyla Aras ’ın söz verdiği gibi yurduma geri döne-ceğim…

SABUN #2Aklınızı köpürtür...22

Page 23: Sabun Fanzin #2

SABUN #2Aklınızı köpürtür... 23

Page 24: Sabun Fanzin #2

Neşet Ertaş’ın da dediği gibi, kendini bilen bilmeyenin kusuruna bakmaz.

pdfkutuphane.com/sabunsabun pdf/e-fanzin için;

[email protected]şim adresi;

facebook.com/sabunfanzintwitter.com/sabunfanzin

ücretsiz abonelik için bize ulaşın.