32
Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009 1 TL Sosyalizm İçin Emperyalist haydutlardan hesap sormak için sokağa, eyleme!

Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Embed Size (px)

DESCRIPTION

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı 2009-38 / Ekim

Citation preview

Page 1: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009 1 TL

Sosyalizm İçin

Emperyalist haydutlardan hesap sormak için

sokağa,eyleme!

Page 2: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

2 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLERİMF-DB zirvesi ve emek örgütlerinin tutumu. . . . . . . . . . . . 3Keskinleşen emperyalist rekabet vesonuçsuz kalan işbirliği arayışları . . . . . 4G-20 Zirvesi gerçekleşti...Emperyalist haydutlar ezilen halklara yeni faturalar çıkarıyor! . . . . . . . . . . . . . 5Burjuvazinin kriz keyfi ve işçi sınıfı . . . 6Kürt sorunudevrimci bir çıkışla çözülebilir! . . . . . . . 7Sermaye devleti “Alevi açılımı” adıaltında Alevi işçi-emekçilerini aldatmayaçalışıyor... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 8Emperyalist haydutlardan hesap sormakiçin sokağa, eyleme . . . . . . . . . . . . . . . . 9Devlet emperyalist haydutları baskı veterörle korumaya hazırlanıyor... . . . . . 10Haydutlar zirvesine karşı sokaklar ısınıyor! . . . . . . . . . . . . . . . . . 11İMF-Dünya Bankasıprotestolarından.... . . . . . . . . . . . . . . . . 12İşçi ve emekçi hareketinden... . . . . . . . 13Entes direnişi sürüyor... . . . . . . . . . . . . 14Üniversitelerde devrimcifaaliyetlerden...... . . . . . . . . . . . . . . . . . 15“Demokrasinin sınırlarını genişletme”programı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 16-1710. Ulaşım Şurasıİstanbul’da toplandı.... . . . . . . . . . . . . . 18Güven Elektrik’teki sendikal örgütlenmedeneyimi üzerine…. . . . . . . . . . . . . . . . 19Ulucanlar annmalarından... . . . . . . 20-22Bielefeld’te Ulucanlar anması... . . . . . 23“Zere ve hasta tutsaklara özgürlük!”eylemleri sürüyor.... . . . . . . . . . . . . . . . 24Barack Obama siyonist şeflerle aynı safta!. . . . . . . . . . 25Honduras halkı askeri diktatörlüğe meydan okuyor! . . . . . . . . 26Dünya işçi ve emekçihareketinden.. . . . . . . . . . . . . . . . . . 27-28Şovenizm ve demokrasi kültürü. . . . . . 29Habip yoldaş devrim ve sosyalizm davamızda yaşıyor! . . . . . . . 30Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Mollaşeref Mh. Turgut Özal Cd.

(Millet Cd.) No: 50/10 İstanbulTel: 0 (212) 621 74 52 - Fax: 0 (212) 534 95 90

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Aytay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2009/38 l 2 Ekim 2009Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖzdoğanEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tanKızıl Bayrak’tan

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Günlerdir çeşitli eylem ve etkinliklerle protestoyahazırlanılan İMF-Dünya Bankası toplantıları, bugünlerde başlamış bulunuyor. Emperyalistlerinkodamanları, memurları ve uzmanları İstanbul’agelmeye devam ediyor. Fakat sokaklar da ısınıyor.Devrimci ve ilerici güçler bu haydut takımınıprotestolarla karşılıyor.

Önümüzdeki günlerde eylemlerin yoğunluğu dagiderek artacak. Kuşkusuz öfkenin ortaya konulduğuher eylem oldukça önemli. Basın açıklamalarındanyürüyüşlere, çeşitli sokak etkinliklerinden militan kitlegösterilerine kadar zengin bir çeşitlilikte gerçekleşen bueylemler, İstanbul’da toplanma cüretinde bulunanlaraverilmiş bir yanıt olacak.

İMF ve DB’nin krizin yıkımından ve işçi-emekçilere acımasızca fatura edilmesinden dolayıbirinci dereceden sorumluluk taşıdığı biliniyor. Ayrıcaemperyalistler, uzun zamandır körelmiş olan busilahlarını yeniden parlatılıp keskinleştirerek emekçihalkların üzerine salmaya hazırlanıyor. Yapılantoplantılar da esas olarak bu amaca hizmet ediyor.

Bu gerçeğin bilinciyle yapılacak eylem veetkinliklerin iki ana hedefi var. İlki bu haydutların işçisınıfı ve emekçi halklara karşı işledikleri sayısız suçunhesabını sormaktır. Bunun için işçi ve emekçilersaflarında birikmiş öfkeyi sokağa taşımak gerekiyor.Diğeri ise, yeni saldırı planlarına engel olmaktır. Bununiçin de sokağa taşınacak öfke etkili eylemler yoluylahaydutlara yöneltilmelidir. Böylelikle, emperyalizminbu kirli suç örgütleri ve onun haydut takımına rahatyüzü vermemeli, elimizin yakalarında olduğunu her angösterebilmeliyiz.

Zirveye karşı bu hedeflerle bir araya gelen devrimcive ilerici kurumların oluşturduğu Birlik’in kitleseleylemler dışında dar ama militan kadro eylemlerinebaşvurmasının kaynağında da böyle bir yaklaşım var.Bu dar ama militan eylemlilikler zirve öncesindehaydutlara ve işbirlikçilerine bir gözdağı niteliğitaşıyor, aynı zamanda bu haydutlara karşı gösterilecekmilitan tepkinin meşruluğunu anlatıyor. Zirveninbaşladığı bugünlerde eylemlerin kapsamı genişleyecekve niteliği yükselecek. Ancak, artık militanlığınkitlesellikle birleştirilmesi gerekiyor. Çünkü ancak

böylelikle bu haydut takımını engellemek,engellenemiyorsa da bulundukları yerde kuşataraksoluksuz bırakmak mümkün olacak.

Bu aşamada planlanan eylem hattında kararlılıklayürüme çağrısı yapıyoruz. Fakat bununla birlikte işçi veemekçileri sokağa taşımak konusunda yoğunlaştırılmışbir kitle seferberliği içerisinde olmayı bir an olsun bileunutmamalı ve kesintisiz biçimde tüm pratiğimiz böylebir seferberlikle içiçe yürümelidir. Hedef, işçi veemekçilerin öfkesini militan yollardan haydutlarayöneltebilmektir. Hedef bir yandan İstanbul’u buhaydutlara dar ederken, diğer yandan ise bunu işçi sınıfıve emekçi hareketini toparlamanın bir fırsatı olarakdeğerlendirmektir.

Bu anlayışla, başta yoldaşlarımız olmak üzere tümdevrimci ve ilerici güçleri, şu durumda kalan sayılıgünleri gerçek bir yüklenmeyle karşılamayaçağırıyoruz.

KKiittaappççııllaarrddaa.. .. ..

Sosyalizm İçin

Page 3: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Kapak Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 3Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Yıllardır en temel hakları gaspedilen, yoksulluğa,sefalete, sosyal yıkım saldırılarıyla kölece yaşama veçalışma koşullarına mahkum edilen işçi ve emekçiler,bu saldırıların arkasında emperyalistlerin ve onlarlaişbirliği halindeki Türk burjuvazisinin olduğunu çokiyi bilirler. Bu nedenle eylem alanlarında en çok İMF-DB vb. emperyalist kurum ve kuruluşlara, ABD gibiemperyalist haydutlara karşı öfke ve tepkilerinihaykırırlar.

İşçi ve emekçilerin emperyalist haydutlara karşıtepkisi sadece ekonomik alandaki saldırılarıyla sınırlıda değildir. Yıllardır işgal altındaki topraklarında imhave tecrit edilen Filistin halkının acılarına, altı yıldırABD emperyalizminin Irak halklarına uyguladığızulme karşı kin ve öfke duyan dünya halklarınınbaşında Türkiyeli işçi ve emekçiler gelmektedir. Zirabu topraklarda anti-emperyalist mücadele geleneği‘60’lardan günümüze kökleşerek süregelmiştir.Bundan duyduğu korku nedeniyle sermayehükümetleri yıllardır, İMF-DB yetkilileriyle yaptığıgörüşmeleri inkar etmek, Tayyip Erdoğan gibileri iseyalan ve aldatmaca da olsa “İMF’ye ümüğümüzüsıktırtmayız!” diyerek efelenmek zorunda kalmıştır.

Yıllardır dünya halklarına kan kusturan, acıreçetelerle yoksulluğunu katlayan İMF-DB haydutlarıEkim ayının başında işbirlikçileriyle birlikteİstanbul’da bir toplantı yapacaklar. Kapitalizminkrizine çare bulmak için dünya halklarına yeniyıkımlar dayatacaklar.

Kapitalizmin krizinin faturasını işsizlikle, düşükücretle, uzayan çalışma saatleriyle, İşsizlik SigortasıFonu’nun yağmasıyla, sosyal güvenlik haklarınıngaspıyla vb. ödemek zorunda bırakılan Türkiyeli işçive emekçiler bu toplantıdan işçi sınıfı ve emekçilerpayına hayırlı sonuçlar çıkmayacağını çok iyibiliyorlar. Emperyalist efendilerin yeni ve daha ağırsaldırılar için İstanbul’a geleceğinin farkındalar.

İşçi ve emekçiler, sınıfsal sezileriyle vedeneyimleriyle tüm bu gerçeklerin farkındadırlar.Ancak “İMF defol!” şiarını yıllardır dillerine pelesenkeden sendika konfederasyonları üzerlerine düşengörev ve sorumluluğu yerine getirmekten fazlasıylauzak durmaktadırlar. Böylesine önemli bir gündemkarşısında göstermelik bir takım eylem ve etkinliklerdışında kıllarını dahi kıpırdatmamaktadırlar.

Yıllardır yapılan her basın açıklamasında, hereylemde, her mitingte, dağıtılan her bildiride“Sermayenin bu politikalarının arkasında emperyalisttekeller var. İzin vermeyeceğiz” diyen sendikalar,bugün ülkeye ellerini kollarını sallayarak girmeyehazırlanan emperyalist şefleri “davetsiz misafir” gibikarşılamaya hazırlanmaktadırlar. Oysa bu efendilerülkeden kovulması gereken haydutlardır ve bunauygun bir hazırlıkla ülkeden defedilmelidirler.

İMF-DB şeflerinin Ekim ayının başındaİstanbul’da toplanacağı aylar öncesinde bilinmesinerağmen, sendika konfederasyonları, üretim alanlarını,fabrikaları, sanayi havzalarını kuşatan, işçi veemekçilerin öfke ve tepkisini örgütlemeye çalışan,onları militan mücadeleye çağıran bir hat izlemediler.15 Eylül’de biraraya gelen DİSK, KESK, TMMOB,TTB bir basın toplantısı yaparak, nihayet bir eylemprogramı açıklayacaklarını duyurabildi. İMF-DB

Karşıtı Birlik’in çağrılarına olumlu yanıt vermeyen,sol siyasal güçlerden, devrimcilerden köşe bucakkaçan sendikalar ve meslek örgütleri, 29 Eylül’deyaptıkları basın açıklamasıyla yürütecekleri“kampanyayı” açıkladılar.

Dağ fare dahi doğuramadı dedirtecek bir kapsamasahip olan kampanya ile eylem ve etkinlikleringerekçelendirmeleri akıllara durgunluk verecekcinsten. Kapitalizmin krizini atlatması içinkapitalistlere akıl veren sendika bürokratları,kampanya sürecinde ise şunları söylenmektedir:“IMFve DB’nin uzmanlarının tartıştığı ve ülkelerin kaderinibelirleyecek konularda, işçilerin, emekçilerin gözüyle,akademisyenler ve konu ile ilgili uzmanlarınkatılımıyla toplantılar gerçekleştirecek, yaşanan kriz,kapitalizmin açmazları konularında görüşlerimiziaçıklayacak, çalışmalar sergileyeceğiz.”

İşçi ve emekçilerin kapitalizmin krizininsonuçlarını en ağır bir biçimde yaşadıkları ortadayken,krizin tahliline, kapitalizmin açmazlarınıntanımlanmasına değil krizin faturasını kapitalistlereödetecek, kapitalizmin açmazlarını devrimden yanaderinleştirecek militan bir mücadeleye ihtiyacı var.İşçi ve emekçilere dışardan akıl vermesi için aydın veakademisyenlerle kolayca biraraya gelebilen sendikabürokratları, devrimci güçlerden, siyasal öznelerdenise özenle uzak durmaktadırlar.

Sendika bürokratları kampanya süresince suyasabuna dokunmayan eylem ve etkinliklerle sürecigeçiştirmeye çalışmaktadırlar. Krizin teğetgeçmediğini kendi ağızlarından anlatmaları için işçi veemekçilere “emek kürsüleri” oluşturacaklarını ilaneden sendikacılar, nedense sınıf bölüklerinin her günyaşadıkları dertlerini anlatmaya değil öfke ve tepkisiniakıtacakları, eylemli tepkilerini gösterebilecekleri birkanala ihtiyaçları olduğunu bilmezlikten,görmezlikten, anlamazlıktan gelmektedirler. Böylesikanallar açmamaktadırlar. Aksine olan kanalları datıkamak için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Sendika bürokratları basın açıklamaları, mahalleetkinlikleri, bildiri dağıtımları, panel ve konserlerle

sınırlı kampanya süreciyle günü kotarabileceklerini,günah savabileceklerini sanmaktadırlar.

İMF-DB Karşıtı Birlik’in içinde yer almayanların,devrimci güçlerden bilinçli bir tarzda kaçanlarınbugüne kadarki pratikleri ortadadır. Kölelik yasasımecliste görüşülürken meclis koridorlarınıarşınlayanların, SSGSS yasalaşırken sermayehükümetiyle anlaştıklarını ilan edenlerin, işçi eylem vedirenişlerini yalnız bırakanların, toplu görüşmelerioyuna çevirenlerin işçi ve emekçilerin geleceğiniçalan, onları köleliğe mahkum eden emperyalisthaydutları ülkeden kovmayı, işbirlikçilerine ülkeyi daretmeyi hedefleyen bir yaklaşımı bulunmamaktadır.

Sendika bürokratlarının sınırlılıkları sadece eylemve etkinliklerin pratik ayağıyla sınırlı değildir. Politikyaklaşım ve sınıfsal çözüm anlamında da sınırlılıklarıbulunmaktadır. Sendikalar ve meslek örgütleri basınbildirilerinde ve açıklamalarında döne döne, “İMF veDB’nin dayattığı sermayenin çıkarlarına vekapitalizmi yeniden onarma girişimlerine” karşı işçive emekçilere başka bir dünyanın mümkün olduğunusöylemektedirler. Ama bu dünyanın nasıl bir dünyaolduğunu somutlamamaktadırlar.

Emperyalist-kapitalist sistemin kriz, yoksulluk,açlık, sefalet, savaş vb. ürettiğini ilan eden,kapitalizmi yeniden onarma girişimlerine karşı işçi veemekçilere başka bir dünya çağrısı yapan sendika vemeslek örgütleri neden bu alternatifin ne olduğunu işçive emekçilere açık ve net söylememektedirler. Budünyanın adı sosyalizmdir, işçi ve emekçileriniktidarıdır, alternatif devrim ve sosyalizmdir.

Sendikalar ve meslek örgütleri kapitalizmi onarmagirişimlerine karşı olduklarını ilan ediyorlarsa, o haldeneden onun alternatifinin, başka bir dünyanın adınısöylememektedirler? Eğer kapitalizmi yenidenonarmayacaklarsa, böyle bir söylemleri varsa, o haldeişçi ve emekçilere gerçek umudu ve çözümügöstermek, onları devrimci sınıf mücadelesineçağırmak, bu mücadeleyi de örgütlemek zorundadırlar.Bunun yolu da devrimci güçlerle yan yana gelereksınıf mücadelesini büyütmekten geçmektedir.

İMF-DB zirvesi ve emek örgütlerinin tutumu

Page 4: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Geçtiğimiz günlerde yapılan G-20 Zirvesi,dünyayı sarsan kapitalist krizin patlak vermesininardından emperyalist-kapitalist dünyaya yeni birdüzen verme arayışlarının damga vurduğu bir toplantıoldu. Toplantının katılımcıları arasında emperyalistdünyanın en büyükleri olan ABD, İngiltere, Fransa,Almanya, Çin ve Rusya gibi ülkelerin yanı sıraTürkiye, Meksika ve Arjantin gibi emperyalistegemenliğin pençesindeki ülkeler de bulunuyordu.Zirve her şeyden önce krizden sonra emperyalistlerarasındaki ilişkilerin durumu ve gelecekte alacağıyön konusunda oldukça önemli açıklıklar sağladı.

G-20 zirveleri, yaklaşık bir yıl önce patlak verenbüyük krizin ardından gündeme geldi. Dünyanın enbüyük emperyalist güçleri tarafından bir tartışma vekarar oluşturma zemini olan G-8’i tamamlayacak birplatform olarak ortaya çıktı. Zira, emperyalist-kapitalist dünyada, Çin başta olmak üzere Hindistanve Brezilya gibi devletleri dışlayacak bir tartışma vekarar sürecinin kriz karşısında bir anlamıolmayacaktı. Bu yeni güç odaklarının yanında,“bölgesel güç” statüsünde tanımlanan devletlerinkatılımı da, kararların alınmasından ziyadeuygulanması açısından gerekli görülmekteydi.

G-20 herşeyden önce emperyalistler arasındakiyeni güç dengesinin bir ürünüydü. ‘90’lı yıllarınbaşında “imparatorluk” hayalleri kuran, fakat dahasonra yükselen emperyalist güç odakları karşısındahegemonyasını koruma mücadelesi veren, bir yerdensonra da üstünlüğünü militarist gücüne dayanaraksürdürmeye çalışan ABD emperyalizmi, gelinenyerde rakip emperyalist güçlerle ilişkilerini yeni güçdengesine uygun bir biçime kavuşturmak zorundakalmıştır. Çünkü artık ABD emperyalizminin ve diğeremperyalist ortaklarının yükselen yeni güçlerden,özellikle de Çin’i dışlayarak dünya ekonomisinibelirleme ve kontrol etme şansı kalmamıştır.

Bugün artık büyük ölçüde “dünyanın atölyesi”haline dönüşen Çin, enerji ve hammadde kaynaklarıüzerinde de diğer emperyalist güçlerle giderekbelirginleşen bir rekabet içerisinde bulunmaktadır.Hindistan da giderek yükselen bir ekonomik güçhaline gelmektedir. Bu yükselen yeni güçlerin yanısıra, Almanya, Fransa ve İngiltere gibi emperyalistgüç odakları da varlıklarını korumaktadır. Öte yandanRusya, arka bahçesi olarak gördüğü Kafkaslar ve İçAsya üzerinde egemenliğini sürdürmek içindirenmektedir.

Emperyalist-kapitalist dünya krize şiddetli birbiçimde süren emperyalist hegemonya mücadelesikoşullarında girmişti. Kriz bu mücadeleninkeskinleşmesine ve emperyalist dünyada güçdengelerinin yeniden kurulmasına zeminhazırlayacak gelişmelerin önünü açtı. ABDemperyalizminin dünya ölçeğinde hegemonik güçolma konumunun geride kalmakta olduğu birdünyada G-20, Çin, Rusya ve Hindistan gibi ülkelerinseslerinin daha çok çıkmasının sonucunda şekillenenbir uluslararası bir platform oldu. Fakat buna karşınyine de, sistem üzerindeki mutlak otoritesinikaybetmiş ve artık diğer emperyalist güç odaklarıyladaha dengeli ilişkiler kurmak zorunda kalmış olmaklabirlikte, ABD emperyalizmi merkezi bir konumda

bulunmaktadır. Zira, diğer emperyalist güçler her nekadar giderek siyasi ve askeri alanda ABD’yizorlayacak bir yönde ilerliyor olsalar bile henüzdünya ölçeğinde onunula yarışabilecek konumdadeğiller.

Bunun içindir ki, G-20 daha çok mali veekonomik politikalarla büyük emperyalistlerarasındaki bir güç dengesini yansıtmakla birlikte, budengenin oldukça hassas ve geçici olduğu gerçeğinede ışık tutmuştur. Zira dünya ekonomisine yönvermek, ilişkileri düzenlemek ve krize karşı işbirliğihalinde çözümler üretmek iddiasıyla toplanan G-20zirvesi, zirvedeki esas oyuncular konumundakiemperyalist güçler arasındaki keskinleşen rekabetigizleyememiştir. Öyle ki toplantı, Marx’ınKapital’de; işler yolunda gittiği sürece az-çok normalbir seyir izleyen kapitalist rekabet mücadelesi,“sorun, kârın değil zararın paylaşılması halini alıralmaz, herkes kendi payına düşen zararı en azaindirme ve bunu başkasının sırtına yükleme çabasınadüş(er)” biçiminde yaptığı tarife uygundu.

Sonuçta krize çözümler üretmek ve krizleriönlemek için yeni mekanizmalar yaratmak iddiasıylabir araya gelen emperyalistler, çözümden daha çokzararı rakibinin sırtına yüklemenin peşindeydiler.Örneğin Çin adına toplantılara katılan bir yetkili,ABD’yi kastederek, “bir ülke liderinin bir başkasınabenden daha fazla ithalat yap çağrısında bulunmasıpiyasa ekonomisi ilkelerine ne kadar uygun emindeğilim” diyerek bu durumdan şikayet etmekteydi.Zirve sonunda alınan kararlar da zaten bunun ifadesioldu. Krizi işbirliği ile aşmak üzere ortak inisiyatifgeliştirmek iddiasına karşın toplantının sonucu, boştemennilerde bulunmak ve topu IMF’ye atmak oldu.Toplantının sonucunda üç aşamalı bir planhazırlandığı belirtildi. Bu plana göre, ilk aşamadaülkeler dengesizlikleri aşmak için önlemleriniplanlayacaklar. İkinci aşamada bu planı diğer ülkelereaçıklayacaklar. Üçüncü aşamada ise IMF, bu planauyulup uyulmadığını saptayacak ve zorlayıcı bir gücesahip olmamakla birlikte denetleyecek.

Buradan da görüleceği üzere, toplantının teksomut sonucu topun IMF’ye atılmış olmasıdır. Bununanlamı, krizin faturası ülkelere paylaştırıldıktan sonraIMF, emperyalistlerin mali polisi olma misyonuylaharekete geçerek bu faturanın ödetilmesinisağlayacaktır. Belirtmek gerekir ki, zaten G-20’nin

mutfağında da IMF var ve alınan kararları takip edenve uygulayan yegane mekanizma da odur.Dolayısıyla krize karşı yeni bir dünya düzenioluşturmak ve çözüm mekanizmaları üretmek gibiiddialarla yola çıkan emperyalistlerin veişbirlikçilerinin vardıkları nokta, zaten krizle yıkılmışbulunan düzen kurumlarının işbaşına çağrılmasındanbaşka bir şey değildir. Bu dahi kriz karşısındaemperyalistlerin çözümsüzlüğünün itirafı olmaktadır.

Öte yandan IMF’nin bu biçimde parlatılmışolması, Amerikan emperyalizminin hala da sistemüzerindeki hegemonyasını sürdürme çabasının birürünüdür. Zira IMF ve ikiz kardeşi olan DB,Amerikan emperyalizminin kapitalist dünyaüzerindeki hegemonyasının iki ana silahıdır. Çünkübu kuruluşlarda hem fiilen hem de resmen tanınmışayrıcalıklarıyla ABD’nin borusu ötmektedir. Durumubir parça başka türlü göstermek için, Çin veHindistan başta olmak üzere diğer ülkelerin İMF’dekihisselerini artırma girişimi de emperyalistler arasındayeni bir anlaşmazlığın nedeni haline gelmiştir. Zira,bu artışın kaynağı Fransa ve İngiltere başta olmaküzere AB ülkelerinin paylarında yapılacak indirimdi.Konunun gündeme gelmesi karşısında Fransa veİngiltere’nin “ABD’nin veto hakkını” gündemegetirdikleri belirtilmektedir. Tüm bunlar,emperyalistler arasındaki rekabetin kapitalist kriz ilebirlikte sertleşmekte olduğunu ve ne kadarişbirliğinden bahsedilirse bahsedilsin bu yöndekigelişmenin durdurulamayacağını göstermektedir.

Bu tablodan da açığa çıkmaktadır ki, krizinfaturasını işçi sınıfı ve emekçi halklara ödetmekkonusunda belli bir mutabakat vardır ve IMF yenidönemde de bunun gereklerini yerine getirmek üzererol üstlenecek olan kurumdur. Bundan dolayıdır ki,G-20 Zirvesi’nin ardından İstanbul’da toplanacakolan IMF-DB Zirvesi çok daha anlamlı hale gelmiştir.G-20 Zirvesi ile krizin faturasını emekçilere ödetmegörevini üstlenen IMF ve suç ortağı DB İstanbul’dabuluşarak, bu doğrultuda saldırıları politikalarınıoluşturacaklardır.

Bundan dolayı bu zirveye eylemli bir müdahaledebulunmak, işçi ve emekçilerin öfkesini bu haydutlarakarşı açığa çıkarmak büyük bir önem taşımaktadır.Komünistler, devrimciler ve ilerici güçler bu bilinçleyapılan protesto eylemlerini güçlendirmeli vesorumluluklarına daha sıkı sarılmalıdırlar.

İMF-DB zirvesini eylemlerle karşılayalım!4 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Keskinleşen emperyalist rekabet vesonuçsuz kalan işbirliği arayışları

Page 5: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Emperyalizme karşı yaşasın ezilen halkların mücadelesi! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 5Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Emperyalist güç odaklarının başını çektiğidevletlerin temsilcileri, Birleşmiş Milletler GenelKurulu’na katıldıktan sonra ABD’nin Pittsburghkentinde G-20 zirvesinde biraraya geldiler. Küreselçaptaki bu uğursuz hareketliliğe önümüzdeki haftaİstanbul’da yapılacak IMF ve Dünya Bankası’nınyıllık toplantılarının yeni bir ivme katması bekleniyor.Toplantılarda üst düzey devlet erkanıyla temsil edilenTürk burjuvazisi de, kapitalist emperyalizmin yağmave soygun örgütlerinin yıllık toplantısına ev sahipliğiyapmaya hazırlanıyor.

Sermayenin borazanlığını yapan medya sayesindebüyük gürültülere vesile edilen toplantılar dizisindendünya işçilerinin, emekçilerinin ve ezilen halklarınınlehine bir sonuç çıkmayacak. Tersine, alınan vealınacak tüm kararlar ücretli kölelik düzenikapitalizmin içinde debelendiği küresel krizdençıkabilmesine hizmet edeceğinden, işçi sınıfına,emekçilere yeni faturalar kesilmesine vesile olacaktır.

Yani emperyalist güç odaklarıyla etraflarınatopladıkları işbirlikçi devletler kendi aralarında yenigüç dengeleri oluşturmak için çeşitli anlaşmalarüzerinde pazarlık yaparken, fatura yine dünya işçi veemekçileri ile ezilen halkların önüne sürülecektir.

New York’ta gündemin merkezindeİran vardı…

BM Genel Kurulu toplantısına dünya devletlerininçoğunun temsilcileri katılmasına rağmen, gündemiABD, AB, Rusya, Çin gibi büyük güçler belirledi.İran’ın nükleer programı yine gündemin ön sıralarınayerleştirildi. Yılda bir atom bombası yapımına yetecekkadar inceltilmiş uranyum üretmekle suçlanan İranhedef alınırken, nükleer silah deposu İsrail’e bukonuda bir şey diyen olmadı.

AB şeflerinin desteğini alan Obama, İran’ı tehditederken bu kez daha sert bir üslup kullandı. Sonrakigelişmeler Rusya’nın da İran’la ilişkilerinde farklı birnoktaya yöneldiğinin ipuçlarını verdi; bu daObama’nın elini geçmişe göre rahatlattı. Daha önceneofaşist çetenin şefi George Bush tarafından dilegetirilen “tüm seçenekler masada” söyleminitekrarlayan Obama, bu konuda da Bush’un izindengittiğini gösterdi.

Daha önce emperyalist güç odakları arasındakiçatlaklardan yararlanarak işini yürüten İran yönetimi,eğer haydutlar arasındaki pazarlık bir kazaya uğrayıportak tutum almalarına engel olmazsa, güç durumadüşürülebilir. Zira İran, daha önce Rusya, Çin veAlmanya ile geliştirdiği ilişkiler sayesinde ABD’ninambargosunu belli ölçüde etkisiz kılabiliyordu. Ancaktüm emperyalist güç odaklarının ambargoyabaşvurması İran’ı açmaza alabilir. Görünen o ki,Obama yönetiminin öncelikli hedeflerinden biri debudur. İran’ın tehditlere yeni füze denemeleri yaptığıtatbikatlarla karşılık verdiği bir dönemde askeri saldırıseçeneğini geri plana itecek her gelişme, verilikoşullarda Obama yönetiminin işine gelecektir.

Nitekim G-20 zirvesi sırasında ABD BaşkanıObama, Büyük Britanya Başbakanı Brown, FransaCumhurbaşkanı Sarkozy üçlüsü toplu haldekameraların karşısına geçip, İran’ın Kum kentiyakınlarında gizli bir uranyum zenginleştirme tesisinin

varlığını tespit ettiklerini açıkladılar. Her üç şefin de İran’a yönelik sert ifade ve

uyarılarla ültimatom havasında konuşmaları, batılıemperyalistlerin İran’a karşı tavırlarını gidereksertleştireceklerine işaret ediyor.

Pittsburgh’da küresel kriz içinde debelenen kapitalizmi

düze çıkarmak için çıkış yolları arandı…

Kasım 2008’de Washington’da, Nisan 2009’daLondra’da toplanan G-20 zirvelerinin üçüncüsüPittsburgh kentinde gerçekleştirildi. G-20 oluşumununbu kadar sık zirve yapmaya ihtiyaç duyması,kapitalizmin küresel krizinin bir türlüaşılamamasından kaynaklanıyor. Krizin yaratabileceğiçöküşü önlemek için ortak hareket etme zemini arayanemperyalist güç odakları, zirvelerde sıkı pazarlıklaragiriyorlar. Her güç kendi çıkar alanlarını genişletmekiçin çaba harcarken birbiriyle sıkı pazarlıklara girişenkapitalist devletlerin üst düzey temsilcileri, krizinfaturasını işçi ve emekçilere ödetmek için alınankararlar söz konusu oluğunda birleşiyorlar.

Yıllardır gerileme sürecinde bulunan dünyajandarması ABD, ekonomisinin küresel krizle daha dasarsılması üzerine, diğer emperyalist güç odaklarınabazı alanlarla ilgili tavizler vermek zorunda kaldı. “G-20 zirvesinde küresel kriz sonrası tarihi bir yeni dengebelirlendi” türünden değerlendirmelere konu olankararlar, ABD’nin karar taslağı üzerinde olsa da bazıtavizler vermek zorunda kaldığını gösteriyor. Bukararlara uyup uymayacağı ayrı bir tartışma, ancakgüç kaybı devam ettiği takdirde dünya jandarmasıABD’nin kararlara uymak dışında bir yolukalmayacak, hatta tavizlere yenilerinin eklenmesi bilegündeme gelebilecek.

Yapılan yorumlara göre G-20, bundan sonraküresel ekonominin en üst düzey mercii olacak. Bunagöre G-20, G-8 ülkelerinden bile daha önemli birkonuma gelecek. Alınan kararlar gereği daha çoksiyasi bir yapı olan G-8 artık G-20’den ayrıtoplanamayacak. G-8 ülkeleri, bundan böyle her G-20toplantısından bir gün önce biraraya gelecek.

Bu kararların uygulanması durumunda, küreselekonominin geleceği için alınacak kararlarda bundan

böyle sadece ABD, İngiltere, Almanya, Japonya gibibüyük emperyalist devletler değil, Brezilya, Hindistan,Çin gibi ülkelerin de söz sahibi olacağı anlamınageliyor.

Irak işgali öncesinde BM’yi “çöpe atan”, işgaledestek vermeyen AB ülkelerini “eski Avrupa” diyeaşağılayan neofaşist çete ve şefi Bush, o zaman ABDsavaş makinesinin ölümcül gücüne dayanarak dünyadaistedikleri her şeyi yapabileceklerini sanıyorlardı.Saldırganlık ve yıkımda sınır tanımayanWashington’daki savaş baronları, Irak ve Afganistanbataklığına saplanınca ağız değiştirmeye, ABemperyalistleri ve Rusya ile işbirliği yapmanınyollarını aramaya başladılar. Ezilen halkların hesaptaolmayan direnişi, dünya jandarmasını kısmen de olsadizginlemiş, Suriye ile İran’ın en azından şimdiyekadar saldırıya uğramalarını önlemiştir.

Küresel krizin kapitalizmi çöküşün eşiğe getirmesi,krizin çıkış yeri olan ABD’nin, dış borç stoku ve bütçeaçığını dev boyutlara taşıyarak gücünü sınırladı. Halendünyanın en büyük gücü olan bu emperyalist devlet,gelinen yerde işgal saldırılarını devam ettiren savaşaygıtını eskisi kadar kolay finanse edemiyor.

Emperyalist devletler arasındaki eşitsiz gelişimyasasının sonucu olan bu durum, Washington’dakisavaş baronlarını diğer emperyalist güç odaklarıylaegemenlik, yağma ve talan konusunda yeni anlaşmalaryapmaya zorluyor. G-20’nin Pittsburgh zirvesindençıkan sonuç, güçler dengesinde meydana gelendeğişimin sonucudur.

Yeni dengeler emperyalist güç odakları arasındakikıran kırana rekabetin son bulacağı anlamınagelmiyor. Zira gücü artan her emperyalist odak, yenibir paylaşım isteyecektir. Bu ise emperyalist güçlerarasındaki rekabet ve çatışmanın kapitalist sistemyıkılana kadar devam edeceği anlamına geliyor.

Dünyayı iki paylaşım savaşı ve sayısız bölgeselsavaşa iten emperyalist güçler arasındaki bu rekabetve çatışmadır. Kapitalizm bundan sonra da insanlığayıkım, savaş, kitlesel kıyımlar dışında bir şeysunamaz. Dahası ekolojik dengenin bozulması iseartık bu felaketlere dünya üzerindeki yaşam alanınıntehdit edilmesini de eklemiş bulunuyor.

Tüm bu felaketlere son verebilmek için dünyanınezilen halklarının emperyalist-kapitalist sisteme karşımücadeleyi yükseltmesi zorunludur.

G-20 Zirvesi gerçekleşti...

Emperyalist haydutlar ezilen halklara yeni faturalar çıkarıyor!

Page 6: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Krizih faurası kapitalistlere!6 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Burjuvazinin kriz keyfi ve işçi sınıfıBugünlerde düzen cephesinde “krizden çıkıyoruz”

çığırtkanlığı yükseliyor. Burjuva medyada boy gösterenbüyük burjuvalar peşpeşe umutlu mesajlar veriyorlar.Rakamsal verilerle bu duruma ilişkin kanıtlarınısıralıyorlar. Bu rakamlar, daha birkaç ay önce “öldük-battık” diye ağlayan burjuvaların sahtekârlıklarınıgösteriyor.

Sahtekârlığın “kriz yönetimi” kapsamında yürütülenolağan bir faaliyet olduğu açık. Besbelli ki burjuvazininkeyfi, krizin faturasını işçi sınıfı ve emekçilere kesmişolmaktan geliyor. Yoksa krizden çıkıldığı yalanınınhiçbir inandırıcılığı yok. Bizzat IMF bile kaybedilenüretim kapasitesinin bir daha geri gelmeyeceğinisöylüyor. Dünya ekonomisinin bir uçurumun kenarındaolduğunu eklemeyi de ihmal etmiyor.

Krizin patlak vermesiyle ortaya çıkan şiddetlidalgalar, kapitalizmin önü alınmayan bir çözülüşe vegiderek bir çöküşe gittiği yönünde genel bir havanınoluşmasına yol açtı. Fakat bugün görülmektedir ki, buçöküş en azından şimdilik gerçekleşmeyecektir. Sonuçtaçöküş, sistemin efendileri tarafından şimdilikengellenebilmiştir. Zira bunu sağlayacak bir takımmekanizmalara hala da sahipler ve onları bumekanizmaları kullanmaktan alıkoyacak bir engel deyok. Ancak genel bir çöküşün olmaması krizdençıkıldığı anlamına gelmiyor. Kapitalizm onyılları bulanyapısal bir krizle yüzyüzedir. En son yaşanan kriz ise,daha önce bu krizi hafifletmek üzere alınmış önlemlerindönüp kapitalizmi vurduğu bir dinamiğin üzerineoturmuştur. Kapitalizmde yükselişler geçici ve göreli,krizler ise daimi ve mutlaktır.

Kapitalizm henüz çökmemiş, ancak dibi bulmuştur.Elbette bu dip noktasında da toparlanma ve canlanmalaryaşanacaktır. Özellikle de krizin faturasının engelsizceemekçilere ödetildiği, birikmiş toplumsal servetlerinsınırsızca burjuvaların kasalarına aktarıldığı koşullardaburjuvaların keyfinden geçilmez. Krizin yıkıcıdalgalarına dayanamayarak iflas eden kapitalistlerinboşluğu nispi canlanma olanağı haline gelir. Zira buaynı zamanda, sermayenin merkezileşmesi veyoğunlaşması sürecidir. Ancak kâr oranlarındakidüşüşün önü alınamaz. Bu kapitalizmin mutlakyasasıdır. Bunun için kapitalist rekabet keskinleşmeyedevam eder. Ayrıca, kapitalistler arasındaki rekabet,büyük devletler arasındaki emperyalist rekabet halinialır ve bu dünyayı yıkan büyük savaşlara yol açar.Sonuçta bu ölçekteki bir krizin, üretici güçleri yıkımauğratmadan ara bir çözüme bağlanması mümkündeğildir. Bugün ufukta görünen de budur.

Kriz şok dalgaları biçiminde ortaya çıkmış,emperyalist-kapitalist dünyanın en ücra köşelerine kadaryayılmıştır. Milyonları sokağa atmış, fabrikalarıçürümeye terketmiş, insanları açlığın ve sefaletinkollarına atmıştır. Ancak bugün yaşananlar henüz birbaşlangıçtır. Çünkü kriz zayıf olan burjuvalarınbatmasına yolaçarken, güçlü olanlar için ise bir fırsatadönüşmüştür. Fakat bu fırsatlar tükenmeye mahkumdur.Krizin yeniden daha güçlü bir biçimde patlakvermesiyle, burjuvalar acımasız bir ayakta kalmasavaşına gireceklerdir. Emperyalist devletlerin arkasındaörgütlenmiş olan büyük tekelci güçlerin bugünhazırlıklarını yaptıkları büyük bir yıkım savaşınadönüşecek olan dünya ölçeğindeki rekabete kaderlerinibağlayacaklardır.

Bu süreç işçi sınıfı ve emekçi halklar cephesinde,her zaman olduğu gibi yıkım ve acılar üretecektir.Dünyanın son elli yılına baktığımızda, yaşam veçalışma koşullarının giderek ağırlaşması değişmez vemutlak bir durumdur. Servet-sefalet arasındakikutuplaşma devasa oranlarda artmıştır. Sefalet ve

yoksulluk mutlak olarak artmış ve küreselleşmiştir.Batının metropollerinde de artık doğunun taşrabölgelerine yaklaşan sefalet ve yoksulluk tablolarınatanık olunmaktadır. Son kriz bu durumu daha daağırlaştırmıştır.

Bu gelişmeyi keyfi yerinde burjuvalarınsömürdükleri işçilerin durumunda da görüyoruz.Yıllardır büyük burjuvaların fabrikalarında çalışanişçilerin dahi ücretleri hep düşmekte, hakları süreklitırpanlanmaktaydı. Üstelik bu, işçi sayısı azaltılıp, işçibaşına iş yükünün arttırıldığı koşullarda yaşandı. Sonkrizle birlikte bu uygulamaların şiddeti arttı, hakgaspları ve sömürü boyutlandı. İşçi sınıfı saldırılarakarşı koyamadı. Kapitalist patronlar bir parça düzlüğeçıktıkları halde işçiler üzerindeki azgın sömürüyühafifletmeye yanaşmıyorlar. Canlanmadanbahsediyorlar ama, zor zamanda faturayı ödeyenişçilerin koşullarını iyileştirmek gibi bir sorunları yok!

Her defasında yapısal krizin faturasını ödeyen işçisınıfının “kriz geçti, artık çıkışa geçtik” türünden -

çığırtkanlıklar yapan ve keyif çatan burjuvazininyalanlarına aldanmadan sınıf mücadelesini yükseltmesigerekiyor. Kapitalist krizlerin tüm yükünü taşıyan vebedelini ödeyenlerlerin mücadele dışında bir çıkış yoluyoktur. Sorun sadece işçi sınıfının ekmeğini korumasorunu değil, sermayenin çok yönlü saldırılarıylasıkıştırdığı köşeden çıkması sorunudur. Bu ise, bir bütünolarak burjuvaziye ve onun baskı aracı olan devletekarşı örgütlü mücadeleyi yükseltmeyi gerektirmektedir.

Şu günlerde kapitalist krizin dünya ölçeğindeemekçilere fatura edilmesinde önemli bir rol oynayanİMF-DB haydutları ülkemizdeler. Krizin faturasınakarşı işçi ve emekçileri alanlara taşımak için bu önemlibir fırsattır. Sınıfın en geri noktaya çekilmiş olanmücadele hatlarının bir parça ileriye taşınabilmesinde,bu haydutlara karşı örgütlenecek mücadele önemlidir.Sınırları belli olsa da, etkileri geleceğe taşınabilecek birrüzgar estirebilir.

Bu bilinçle hareket edilmeli, işçi ve emekçilerinalanlara çıkarılması için etkin bir çaba sergilenmelidir.

“Polis teşkilatı” kirli ilişkilerin merkezi! Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Emin Arslan “en büyük uyuşturucu operasyonu” olarak adlandırılan

operasyon kapsamında tutuklandı. “Emniyet Teşkilatı”nın “ikinci adamı” olan Arslan’ın tutuklanmasının nedeniuyuşturucu trafiğinin hamiliğini üstlenmesi. Bu, polis teşkilatının kirli ilişkilerini bir kez daha ortaya serdi.

Geçtiğimiz haftalarda basına “son yılların en büyük uyuşturucu operasyonu” olduğu duyurulan operasyonkapsamında 2 milyar TL değerinde uyuşturucu hammaddesi ele geçirildi. Ele geçirilen 3 ton amfetamin ile 30ton kimyasal madde Habip Kanat adlı kişiye ait depolarda bulundu. Yüksek kimya mühendisi Doç Dr. HüseyinRıza Işık’ın ve Habip Kanat’ın da aralarında bulunduğu 11 kişi gözaltına alındı. Bu operasyonun sürprizi iseuyuşturucu teşkilatı ile polis teşkilatı arasındaki sıkı ilişkinin gün ışığına çıkması oldu. Emniyet Genel MüdürYardımcısı Emin Arslan ve iki emniyet müdürünün Kanat’ı himaye ettiği öğrenildi. Hakkında tutuklama kararıçıkan Arslan ve diğer iki emniyet müdürü Beşiktaş Adliyesi’ne giderek teslim oldu.

Emniyet merkezli kirli ilişkiler ağı

Devletin tüm aklama çabalarına rağmen polis örgütünün her yanından pislik akıyor. Çünkü, burjuvazininmülkünü koruyan ve emekçileri baskı altında tutmak için sopalık yapan bu kurum, pisliğin göbeğinde bulunuyor.Polis kodamanlarının karıştıkları kirli ilişkiler düzenin bu çürümüş bekçi köpeklerinin ne mal olduğunugösteriyor.

Polis teşkilatı ile uyuşturucu trafiği arasında yıllardır var olan sıkı ilişki bugüne kadar da sır değildi. Polisinbilgisi dışında tek bir mahallede dahi satış yapılamadığı, büyük sevkıyatlardan sokak satıcılarına kadar büyük birkirli para mekanizmasının işlediği biliniyor. Belli aralıklar ile basına yansıyan “büyük operasyon”lar ise polisteşkilatı içerisindeki klikler arasındaki çatışmaların ya da rant paylaşımı konusunda yaşanan anlaşmazlıklarınsonuçları oluyor.

Arslan da bu konuda manidar bir isim. Zira Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele DaireBaşkanlığı’ndan (KOM) sorumlu Arslan, uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili birimlerin başında bulunuyor. Bugünekadar gerçekleştirilen pek çok göz boyama operasyonunun altında Arsan’ın imzası bulunuyor. Üstelik Arslan,İspanyol polisi ile birlikte düzenlenen ve Urfi Çetinkaya’nın yakalandığı Matador operasyonu sonrasındaİspanya’da Polis Liyakat Nişanı almış bir isim. Teşkilatın Emin Arslan’ı “harcaması”nın arkasında hangisebepler olduğu bilinmiyor. Arslan ise kendini “komploya kurban gittim” sözleriyle savunmaya çalışıyor.

Operasyon kapsamında tutuklanan Yüksek Kimya Mühendisi Doç Dr. Hüseyin Rıza Işık ise yine polis-uyuşturucu ilişkisini göstermesi açısından önemli bir isim. Bugüne kadar uyuşturucu hammaddesi olanAmfetamin Türkiye’de üretilemiyordu ancak Işık’ın amfetamin üretimini başardığı ortaya çıktı. Bilimiuyuşturucu üretimi için seferber eden Işık’ın tek hizmeti bu değil elbette. Üretimde böylesi kritik bir yerde duransözde bilim adamı, aynı zamanda Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube’de bilirkişi olarak başvurulan önemliisimlerden biri. Öyle ki Narkotik’te çalışan polisler bile kendisine “hocam” diye hitap ediyor.

Operasyonda tutuklanan ve trafiği yönlendirdiği söylenen Habip Kanat ise kapitalizmin çürümüş-mafyalaşmış isimlerinden sadece biri. Polis ile uyum içinde, uyuşturucu trafiğinde yıllardır önemli bir yer tuttuğugörülen Kanat, belli ki bazı taşların yerinden oynaması nedeniyle kurban edildi. Belki amfetaminin Türkiye’deüretilmesini sağladığı için bazı çevreleri rahatsız etti belki de daha büyük rakipleriyle anlaşamadı. Sonuçta budüzende daha pek çok Habip Kanat, Hüseyin Rıza Işık ve Emin Arslan var, boşalan yeri doldurmak için sıradabekliyorlar hatta belki doldurdular bile.

Emin Arslan vakası, polis kurumunun “baştan” koktuğunu ve pisliğin göbeğinde olduğunu bir kez dahadoğrulamıştır. Kokuşmuş kapitalist düzende ise, temel misyonu bu düzenin bekçiliğini yapmak olan bukurumdaki çürüme olağandır.

Bu noktada acil olarak gerekli olan, bu çürümüş yapıyı tarihin çöp sepetine süpürecek devrimci bir sınıfeylemidir.

Page 7: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Çözüm devrimde! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 7Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Kürt halkının taleplerinin karşılanacağıpropagandasıyla gündeme taşınan “Kürt açılımı”, önce“demokratik açılım”a, sonra da “milli birlik projesi”nedönüştü. İlkin Kürtler’in taleplerinin dikkate alındığı,sorunun bu çerçevede çözüleceği havası yaratıldı.Çeşitli çevrelerden “görüşler” alınıp beklentileryaratıldı. Gelinen yerde ise “açılım”ın üstü, sermayesınıfı adına ülkeyi yönetenler tarafından,“bununaslında Kürtler’in talepleriyle de ilgisi yoktur. BuTürkiye’nin ‘Milli Birlik Projesi’dir” denilerek, koyu“kırmızı çizgiler”le çizilmiş bulunuyor. Öyle ki, buçizgilerin altında kalan “açılım” iyice belirsizleşmişdurumda.

Sonuçta “açılım” bir inandırıcılık krizi ile yüzyüze.Bugün hemen herkes, yüzeysel düzenlemelereindirgenmiş ve tam bir aldatmacaya dönüşmüş bir“açılım”la karşı karşıya olduğunun farkında.

“Açılım”ın inandırıcılığının zayıflamasınıngerisinde son zamanlarda yaşanan gelişmelerin önemlibir payı var. Kürt hareketine yönelik operasyonlar veKürt halkı üzerinde yoğunlaşan baskılar bunda önemlibir rol oynuyor. Son olarak TSK’ya sınır ötesioperasyon yetkisini öngören tezkerenin mecliste kabuledileceği açıklaması, inandırıcılık krizini iyicederinleştirmiş durumda.

Önceleri,“Meclis açıldığında açılımla ilgilidüzenlemeleri Meclis’e getireceğiz, sorunu bir anönce çözeceğiz. Yılbaşına kalmadan bu en önemlisorunu çözeceğiz”, “Kürt sorununun çözümüne çokyakınız” şeklinde iddialı açıklamalarda bulunanTayyip Erdoğan bugün bu söylemini büyük ölçüdedeğiştirmiş bulunuyor. ABD’de yaptığı, “Biz KürtAçılımı değil, demokratik bir açılım yapıyoruz. Azınlıkhakları da var açılımın içinde. Böyle konularda aceleedilemez, hazmettire hazmettire ilerleyeceğiz”açıklaması da, “açılım”ın kofluğunun itirafıdır.

“Açılım” tartışmalarına linç ve provokasyonlar daeşlik ediyor. Son olarak Çanakkale’nin Biga ilçesindebir nişan töreni, Kürtçe müzik çalındığı için faşistlertarafından basıldı. Aydın’a bağlı Kardeşköy’de oturanKürt emekçiler, Kürt müzisyen Hemê Heci konseridönüşünde köy muhtarı ve köylülerin saldırısınamaruz kaldıklarını söylediler. Urfa’dan Ankara’nınPolatlı ilçesine tarım işçiliği yapmaya giden M. EminToy ve Adem Birden, polislerin kışkırtmasıyla linçgirişimine maruz kaldılar. Birinin kolu, diğerininbacağı kırıldı.

Hakkâri’de Newroz gösterileri sırasında kolubükülerek kırılan çocuğa ilişkin açılan soruşturmadan“takipsizlik” kararı çıkmıştı. 15 yaşındaki C.E.’nin“işkence ve kötü muamele” görmesi nedeniyle,emniyet, askeri personel ve cezaevi görevlilerihakkında yaptığı suç duyuruları da geçtiğimizgünlerde takipsizlikle sonuçlandı. Hatırlanacağı üzere,2008’de Hakkâri’de yapılan Newroz kutlamalarısırasında C.E.’nin kolu polisler tarafından kameralarönünde bükülerek kırılmıştı. C.E. tutuklanmış,hakkında çeşitli iddialarla, 30 yıl hapis cezasıistemiyle dava açılmıştı.

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı, “Kürtaçılımı”na ilişkin değerlendirmeleri nedeniyle HülyaAvşar hakkında, “halkı kin, nefret ve düşmanlığa

tahrik ettiği” gerekçesiyle soruşturma açtı. Son olarak Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, DTP

Eşbaşkanı Emine Ayna ile Grup Başkan VekiliSelahattin Demirtaş’ın polis zoru ile mahkemeyegetirilmesine karar verdi. Bu, Kürt kimliğini hedefalan apaçık bir çifte standart örneğidir. Zira meclisteyüzkızartıcı suçlar dahil yüzlerce dosyası olan onlarcamilletvekili “dokunulmazlık” zırhıylakorunmaktadırlar.

Elbette tüm bu yaşananlarda bir yenilik yoktur.Bunlar, “açılım” öncesinde de sonrasında da sık sıktanık olduğumuz olaylardır. Sermaye devletinin Kürthalkına yönelik geleneksel imha, inkâr ve asimilasyonpolitikalarının özü bugün de değişmemiştir.

Bugün tüm düzen güçleri, Kürt sorununda aynı“kırmızı çizgileri” büyük bir kıskançlıklasavunuyorlar. Başbuğ’dan Erdoğan ve Gül’e,Baykal’dan Bahçeli’ye kadar hepsi “terörlemücadele”de mutabakat halindeler. Onlar günlerdir,“terörle mücadelenin kararlılıkla, son terörist yokedilene kadar devam edeceğini” tekrarlıyorlar. Bu“teröre karşı kararlılık” gösterisi sadece belli birkesimi “yatıştırmayı” amaçlamıyor, sermayedüzeninin temel bir politikasını ifade ediyor. “Açılım”sözleri ortada dolaşırken, “terörle mücadele” için yenikurumlar oluşturuluyor. ABD, Irak ve Türkiyearasında “terörle mücadele konusunda üçlümekanizma” kuruluyor.

Düzen güçlerinin Kürt sorununun çözümündenanladıkları, Kürt hareketinin tasfiyesi ve Kürt halkınınmücadelesinin bitirilmesidir. Onların bütün “çözüm”planları ve çağrıları bunun içindir. Onlar, önce “terör”bitirilir, teslim olurlar, ondan sonra Kürt halkı için“açılımlar” yapılabilir, diyorlar. Aylardır düzencephesinden söylenen ve dayatılan budur.

Fakat unutulmamalıdır ki, bugün eğer Kürt kimliğive dili tanınma noktasına gelmişse, düzenintemsilcileri Kürt kimliğini tanıdıklarını açıklamakzorunda kalmışlarsa, bunu onlara yaptıran Kürt

halkının mücadelesidir. Ancak sermaye devleti “Kürtrealite”sini tanısa da, geleneksel imha, inkâr veasimilasyon politikalarından vazgeçmemiştir. Kürtkimliğini tanırken, Kürt halkının ulusal özgürlük veeşitlik mücadelesini boğmayı ve kendi “işbirlikçiKürdü”nü yaratmayı amaçlamaktadır.

Sermaye devleti, kendisine karşı mücadele edentüm güçleri kuşatıp fiziki ve siyasi olarak tecritederek, gerektiğinde de açık zora başvurarak imhaetmeye çalışıyor. Düzen cephesinde sık sık “terörekarşı mücadele sadece askeri yollarla olmaz, bizelimizden geleni yapıyoruz, fakat siyasi, sosyal,ekonomik ve kültürel önlemlerle tamamlanmalıdır”denilmektedir. Bu sözler, sadece sopa yetmez, havuçda devreye sokulmalıdır anlamına gelmektedir. “Kürtaçılımı”na da bu çerçevede bakmak gerekiyor.

Faşist rejim imha amacına havuç ve sopapolitikaları eşliğinde ulaşmaya çalışıyor. İmha onundeğişmez amacıdır. Değişen sadece bu amaca hangiyol ve araçlarla varılacağıdır. Bunun için seçilen yol,sermaye rejiminin hiçbir temel yapı taşını yerindenoynatmadan, kırıntılar yoluyla ve kırıntıların “devamıda gelecek” aldatmacalarına dayanarak, medyamarifetiyle büyük hayal ve beklentiler oluşturupsonuca varmaktır.

“Kürt açılımı” süreci, mevcut düzen koşullarındaKürt sorununun çözümünün mümkün olmadığını birkez daha ortaya koymuştur. Kürt ulusal varlığınınkabulü temelinde girilecek herhangi bir çözümyolunun rejimi çökerteceği korkusunu yaşayan tümdüzen güçleri, statükonun korunması dışında birseçenek görmemektedirler. Bu demektir ki, Kürtulusal sorununun düzen içi bir çözümü bile mümkündeğildir.

Bir kez daha görülmektedir ki, Kürt sorununungerçek ve kalıcı bir çözümü için, sermaye devletinindevrimci yoldan alaşağı edilmesi dışında bir çıkış yoluyoktur. Kürt sorununun samimiyetle çözümünüisteyenlerin girmesi gereken biricik yol budur.

Kürt sorununun kaynağı sermaye düzenidir…

Kürt sorunudevrimci bir çıkışla çözülebilir!

Page 8: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Bozuk düzende sağlam çark olmaz!8 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Sermaye devleti ve AKP tarafından Aleviemekçilerini aldatıp onları düzene yedekleyebilmekhedefiyle ortaya atılan “Alevi açılımı” sürüyor. Kürtsorunu çerçevesinde pompalanan sahte hayallerin veiğreti çözüm önerilerinin bir benzeri de Aleviemekçilerinin yaşadığı sorunlar eksenindegeliştirilmektedir.

“Alevi açılımı” süreci, içerisine aldığı “Aleviçalıştayları” da dahil bir bütün olarak fiyaskodanibarettir. Öyle ki, dördüncüsü 30 Eylül’degerçekleştirilecek olan yeni Alevi çalıştayı öncesi birdizi Alevi örgütü, Kasım ayında kitlesel bir mitingdüzenleyerek tekrar alanlara çıkacaklarını ifadeetmişlerdir.

Sermaye devletinin ikiyüzlülüğünün her yönüyletekrar ortaya çıktığı bu süreçte konuyu genelhatlarıyla yeniden ele almak ve bir mücadeleperspektifi tanımlamak bir ihtiyaçtır.

Sermaye “Alevi açılımı”naihtiyaç duymaktadır!

AKP sözcülüğünde sermaye devleti adına ortayakonan “Alevi açılımı” tartışmaları 2007 yılının sonaylarında daha net bir biçimde karşımıza çıkmayabaşladı. O dönem Reha Çamuroğlu’nun “Alevilermutlaka devlette temsil edilmelidir” sözleri, Aleviemekçilerini düzene yedekleme politikasının dışavurumuydu.

Bir karşılık üretmeyen bu sürecin ardından 2008yılının son aylarında “Alevi açılımı” yeniden ısıtılarakkamuoyunun karşısına çıkartıldı. Sorunun tekrargündeme gelmesinde, Aleviler’in Kasım ayındagerçekleştirdikleri kitlesel mitingin de etkisi oldu.Alevi kurumlarının öne çıkardığı talepler, zorunlu dinderslerinin ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nınkaldırılması yoluyla laikliğe aykırı mevcut durumuniyileştirilmesi iken, sermaye devleti Aleviliği düzenlebütünleştirecek uygulamalar noktasında ısrarınıkorudu. İçerik temelinde bir değişikliğe sahipolmayan “açılım” ile, “cemevlerine yasal statüverilmesi, Alevi dedelerine maaş bağlanması,

Aleviler’in Kültür Bakanlığı ya da Başbakanlık’abağlı bir birimde temsili” gibi adımların atılmasınınhedeflendiği sermaye devleti sözcüleri tarafındanifade edildi.

“Açılım”ın ön plana çıkan başlığı, ise şu anakadar üç kez gerçekleştirilen Alevi çalıştaylarındaortaya konuldu..“Her inanca aynı mesafedeyaklaşma” ve “Aleviler’in sorunlarını kalıcı olarakçözme” cilalı sözleriyle gündeme gelen çalıştayların,düzen politikalarını Alevi emekçilere yutturmaktanbaşka bir işlevi olmadığı ortaya çıktı.

35 Alevi örgütü ilk çalıştaya katılıp, “MadımakOteli’nin müze olması, cemevlerinin yasal statüyekavuşturulması, Alevi köylerine cami yapılmasıpolitikalarından vazgeçilmesi, zorunlu din derslerininkaldırılması, başta Hacı Bektaş Veli Dergahı gibimekanların Alevilerce kullanımına yönelik yeni yasaldüzenlemelerin yapılması” başlıklarındaortaklaştıklarını ifade etmişlerdi. Alevi emekçilerineyönelik bir kandırmaca olan çalıştayların sonrakisüreçlerinde bu sınırlı ve güdük tartışmalar dahiyapılamadı. 8-9 Temmuz’daki ikinci çalıştaya Alevikurumları çağrılmadığı gibi, Alevi emekçilerehakaretler içeren kimi konuşmalar dahigerçekleştirildi. Üçüncü çalıştay ise ağırlıklı olarakilahiyat fakülteleri hocalarının, diyanet işleritemsilcilerinin katılımıyla ve bilimsel temellerdenyoksun gerici tartışmaların hakim olduğu bir içeriklegerçekleştirildi. Asgari adımların dahi atılmaması,Alevi örgütlerinin yeniden eylem alanlarına çağrıyapmasına yolaçtı.

Bu tablo, sermayenin “Alevi açılımı”na kendi sınıfçıkarları doğrultusunda ihtiyaç duyduğunu bir kezdaha gözler önüne sermektedir.

“Alevi açılımı”nın esas sahibi sermaye devletidir.Bu çerçevede AKP ise, hem Alevi oyları eksenli birsiyasal rant sağlamaya çalışırken hem de sermayedüzeninin bu konudaki ihtiyaçlarına yanıt üretmeyeçalışmaktadır.

“Açılım”ın hayata geçirilmesi sürecinde Aleviburjuvazisi de yerini almıştır. Alevi burjuvazisi veişbirlikçi Alevi örgütleri, Alevi işçi ve emekçilerini

kurulu düzene bağlama gayretindedirler.Özcesi “Alevi açılımı”, diğer “açılım” örneklerine

benzer bir biçimde, sermaye düzenininaldatmacalarından biri olma ötesinde bir anlamtaşımamaktadır.

Sorun karşısında örülecek mücadele hattı sermaye düzenini hedeflemelidir!

Güncel gelişmelerle birlikte, Alevilik sorununayaklaşımdaki temel perspektifleri ve sorun karşısındaörülmesi gereken mücadele hattını ortaya koymakyararlı olacaktır.

Komünistler, sermayenin işçi ve emekçileri dinsel-mezhepsel inanç farklılıkları temelinde bölmeçabasına karşı kararlı bir mücadele yürütürler. Bututum Alevilik sorunu çerçevesinde de altı çizilmesigereken bir noktadır. Aynı zamanda Aleviler’indemokratik hakları çerçevesindeki mücadelelerinesahip çıkarlar. Bu sorunları tutarlı ve gerçek bir laiklikmücadelesinin parçası olarak ele alırlar ve ayrımçizgilerini de net bir biçimde ortaya koyarlar.

“Komünistler Aleviler’in taleplerine sahip çıkmakile ‘Alevicilik’ arasındaki ayrım çizgisini sürekliolarak gözetirler. ‘Alevici’ eğilimin emekçi Alevihareketinin sınıfsal niteliğini karartmaya, hareketintaşıdığı ilerici özü törpülemeye dönük girişimleriniboşa çıkartmayı kritik önemde bir görev olarak kabulederler. Alevi burjuvazisinin hareketigüdükleştirmeye, ehlileştirmeye dönük girişimlerinekarşı mücadele, komünistlerin sorunayaklaşımlarındaki en belirleyici çizgilerinden biridir.”(EKİM 3. Genel Konferansı, Din, dinsel akımlar,laiklik ve Alevilik sorunu)

Alevi işçi ve emekçileri demokratik hakları uğrunaverdikleri mücadeleyi mutlaka sermaye düzeninekarşı bütünlüklü bir mücadele içerisindeyürütmelidirler. Alevi emekçiler için de gerçek vekalıcı çözüm ancak bu düzenin aşılmasıyla hayatageçecektir. Bu noktada Pir Sultan’ın şu sözü yolgöstericidir: “Bozuk düzende sağlam çark olmaz, budüzen baştan aşağı değiştirmeli!”

Sermaye devleti “Alevi açılımı” adı altında Alevi işçi-emekçilerini aldatmaya çalışıyor...

İnançsal-mezhepsel baskılardan arınmış

laik bir düzen ancak sosyalizmle mümkündür!

Page 9: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Anti-emperyalistler sokağa, eyleme... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 9Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Emperyalist suç örgütleri İMF ve Dünya Bankası İstanbul’da toplanıyor...

Emperyalist haydutlardan hesap sormak için

sokağa, eyleme!Kardeşler!İMF ve Dünya Bankası haydutları 1-7 Ekim’de

İstanbul’da toplanıyor. Haydut diyoruz, çünkü onların işidünya çapında işçi sınıfını ve emekçi halkları zincirebağlayıp soymaktır. Onların işi, dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini yağmalamaktır.

Elbette onlar bu haydutluğu kendi hesaplarınayapmıyorlar. Onlar dünyaya egemen emperyalist-kapitalist güçler için çalışıyorlar. Dünyayı sınırsız veengelsiz bir sömürü ve yağma cennetine çeviriyorlar.İşçinin, emekçinin, köylünün sofrasından çalıpefendilerine aktarıyorlar. Böylesine insanlık dışı birmisyonu yerine getiren bu haydut takımının kirli ellerimilyarlarca insanın boğazında.

İMF ve DB’nin dünyanın emekçi halklarına karşıişlenmiş sayısız suçla dolu bir tarihi var. emperyalizminmali polisi İMF, “Uyum kredileri” adı altında ülkeleriborçlandırır, fakat bu borçlar misliyle ödense de bitmez.Çünkü bu bir soygun mekanizmasıdır. İMF bukadarıyla da kalmaz. Aynı zamanda bu borçları kapsamlısosyal yıkım ve yağma politikalarını uygulatmak içinkullanır.

İMF ve DB, özelleştirmedir. İMF ve DB,uluslararası tekellerin yağma ve sömürü özgürlüğü içintüm engellerin ortadan kaldırılmasıdır. İMF ve DB, yinetekeller sömürsün diye işçi ve emekçilerinörgütsüzleştirilmesi ve köleleştirilmesidir. İMF veDB, eğitimden sağlığa, belediye hizmetlerinden suyakadar insani tüm hizmet alanlarınınticarileştirilmesidir. Onun için soframızda azalanekmeğin, çocuğumuza alamadığımız mamanın, hastaneönünde parası olmadığı için ölen hastamızınsorumlusudur. İMF ve DB, kriz demektir. Dün olduğugibi bugün de yaşanan krizlerin sorumlusudur. Sadecesorumlusu değil aynı zamanda krizi emekçilere faturaetmenin aracıdır. Bunun için İMF ve DB işsizliktir.

İMF ve DB, aynı zamanda siyasal gericilik vezorbalıktır. Çünkü, milyonlarca işçi ve emekçininyaşamının emperyalist-kapitalist tekeller için zindanaçevirilmesi işi, baskı ve terörsüz olmaz. Bu nedenle İMFve DB’nin başka kardeşleri de var. CIA ve NATO gibisuç örgütleri hep İMF ve DB ile birlikte çalışmışlardır.İMF programlarını uygulamak için darbelertezgahlamaktan, devrimcilerin, sendikacıların veemekçilerin toplu kıyımına kadar sayısız kanlı olayaimza atmışlardır.

İMF ve DB ülkemizde de hep böyle bir faaliyetiniçinde olmuştur. Sonuçta, siyaseti Beyaz Saray, orduyuNATO yönetirken, maliye ve hazine ise doğrudan İMFve DB’ye bağlanmıştır. Öyle ki işi zamanında bir DBmemuru olan Kemal Derviş’i fiili başbakan olarakatamaya kadar vardırmışlardır.

AKP’nin uyguladığı politikalar da tümüyle İMF veDB patentli politikalardır. Hükümet her ne kadar İMF ileanlaşmaktan kaçınıyor gibi görünse de, uyguladığıözelleştirme, yağma, krizin faturasının işçi veemekçilere kesilmesi gibi politikalar İMF-DB’ninpolitikalarıdır. Bundan ötesi boş laftır.

Kardeşler!Kısacası bu ülkenin işçisinin, emekçisinin,

gençliğinin İMF ve DB’den soracak hesabı çoktur. Nasılgösterilirse gösterilsin, ister beş yıldızlı otellerde

ağırlansın, isterse bu haydut takımı için yerin yedi kataltında toplantı mekanları kurulsun, iki elimizyakalarında olacak. Çünkü çeşitli kılıflar içinde sunulsada bunların hepsi hırsız, hepsinin elinde kan var.

Buna rağmen ülkemize gelip yeni kirli ve kanlıpolitikalarını oluşturacaklar. Bu, işçi ve emekçilerle alayetmektir. Bu, bu ülkenin emekçi halkına meydanokumaktır. Bunun için işçi ve emekçiler bu hayduttakımının İstanbul’da buluşmasına izin vermemelidir.Bu, sadece bu kanlı ve kirli haydutların suçlarındanhesap sormak için değil, aynı zamanda hayatımıza kastedecek yeni saldırı hazırlıklarına engel olmak için degereklidir. Bu haydutlara engel olmak aynı zamandahem bir onur sorunudur, hem de dünyanın emekçi

halklarına karşı boynumuzun borcudur.Bunun için öfkemizi bileyip sokaklara çıkalım.

Kurulan mücadele barikatlarında yerimizi alalım. Buhaydut takımına ülkeyi dar edelim. Böylelikle hem bizeve dünya halklarına karşı işledikleri suçların hesabınısoralım, hem de artık yeni sosyal yıkım ve yağmapolitikalarına izin vermeyeceğimizi gösterelim.Emperyalistlerden ve uşaklarından hesap sormak için 6-7 Ekim’de Taksim’e, Kongre Merkezi’ne!

Emperyalizmin suç örgütleri İMF-DB defol!Emperyalist mali kuruluşlarla işbirliğine son!Tüm dış borçlar iptal edilsin!Kahrolsun emperyalizm, yaşasın sosyalizm!

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP)

Emperyalist haydutlar İstanbul’da buluşmaya hazırlanırken her kurum, kendi durduğu yerden bu haydutlarıkarşılamaya hazırlanıyor. Sermaye ve örgütleri kendi cephelerinden bu haydutlara ev sahipliği yapmayahevesleniyorlar. Onların safları belli. Diğer taraftan ise devrimci ve ilerici güçler “İMF-DB defol!” diyorlar. Bazısendikalar da yine protestolara hazırlanıyorlar. Fakat öyleleri var ki sendika yaftasıyla İMF-DB’ye yataklığasoyunuyorlar. İşte bunlardan biri olan Hak-İş Konfederasyonu’nun yaptığına bakın!

Hak-İş 27 Eylül tarihinde yaptığı açıklamayla İMF-DB toplantılarına katılacağını duyurdu. Böylelikle işçilerinve emekçilerin canına okuyan bu emperyalist haydutlarla aynı sofraya oturacağını ilan etmiş oldu. Hak-İş bunu da“sorumlu sendikacılık anlayışının bir gereği” olarak sunuyor. Aslında “satılmış sendikacılık anlayışı” dese dahauygun olurdu.

Hak-İş yönetimi bu toplantılara katılarak güya İMF-DB’nin yenilenmesi ve politikalarının değiştirilmesi içinyapılacak tartışmalara katılacak ve bu tartışma toplantılarında itirazlarını ve önerilerini sunacakmış. Hatta yapılanaçıklamaya göre Hak-İş’in kendisi de bir tartışma platformu oluşturacakmış. “Emek Yönünden KüreselleşenEkonomi ile IMF ve Dünya Bankası Politikalarının Değerlendirilmesi Uluslararası Sempozyumu” adıyladüzenlenecek toplantıda İMF temsilcisi ile Devlet Bakanı Cevdet Yılmaz konuşmacılar arasında yer alıyor. Diğerkonuşmacılar ise ağırlıkla Mehmet Altan, Eser Karakaş gibi liberaller.

Kuruldukları günden bu yana emperyalist yağma ve sömürü politikalarından başka bir iş yapmayan, varlıkgerekçesi emperyalizme hizmet olan İMF-DB’den işçiler yararına yenilenebileceğini söylemek düpe düz yalansöylemek demektir. İşte Hak-İş yönetiminin yaptığı da bundan başka bir şey değil. Üyesi olan on binlerce işçi iştenatılırken kıllarını kıpırdatmayan Hak-İş yönetimi bu son icraatıyla sınıfa ihaneti nasıl bir kimlik haline getirdiğinide göstermektedir.

Hak-İş yönetimi ve Soroscu vakıflarla da ilişkilerine dair çok şey söylenen Salim Uslu böylelikle, İMF-DBhaydutlarının önüne geçip onları korumaya alıyor. Öfkenin önüne geçiyor, onu yumuşatmaya çalışıyor.

Bu hain bürokratlar İMF-DB’ye yönelecek tepkiden paylarına düşeni alacaklardır, almalıdırlar.

Hain Hak-İş yönetimi emperyalist haydutların sofrasında...

Metal İşçileri Kurultay Hazırlık Komitesi olarak 27Eylül günü bir toplantı gerçekleştirdik.

IMF- DB zirvesi gündemli toplantı KurultayHazırlık Komitesi adına yapılan açılış konuşmasıylabaşladı. Konuşmada, Metal İşçileri Kurultayı’nıörgütleme çağrısı yapıldı. Metal işçilerinin 1-7 Ekimtarihlerinde emperyalist haydutlara karşı işçi-emekçibarikatlarında yer almasının gerekliliği vurgulandı.

Açılış konuşmasının ardından gerçekleştirilensunumda “IMF ve Dünya Bankası nedir, ne için vardır,kime hizmet etmektedir, işçi emekçilerin hayatlarınınasıl etkilemektedir?” soruları cevaplandı. Milyonlarıaçlığa, ölüme, yıkıma sürükleyen emperyalistlere karşıdevrimci sınıf çizgisiyle mücadele barikatlarınıyükseltme çağrısı yapıldı. İşçi emekçilerin direniş

ruhuyla saldırıları püskürtebileceğine değinildi. Ve budireniş ruhunun emperyalist yıkım politikalarınınhayata geçirilmeye çalışıldığı bir süreçte Ulucanlar’dasergilenen devrimci yiğitliğin, ölümüne direnişin ruhuolduğu vurgulandı. Bu direniş ruhunu kuşanarak 1-7Ekim tarihleri arasında alanlara çıkma çağrısıylasunum sona erdi.

Sunumun ardından canlı tartışmalar yapıldı. Yapılantartışmalar, Esenyurt’ta IMF-DB karşıtı eylemdüzenleme kararı alınmasıyla son buldu. Eylemhazırlık sürecinde, IMF-DB’yi teşhir eden konuşmalareşliğinde yaygın bildiri dağıtımları örgütlenecek.

Seminere yaklaşık 50 kişi katıldı.Metal İşçileri Kurultayı

Esenyurt Hazırlık Komitesi

Esenyurt’ta İMF-DB semineri

Page 10: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Emperyalist İMF-DB haydutlarına geçit yok!10 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Tuzla ve Kartal’da İMF-DB defolafişleri

İMF ve Dünya Bankası toplantısına karşımücadeleyi yükselten İMF ve Dünya BankasıKarşıtı Birlik’in Anadolu Yakası’ndaki çalışmalarısürüyor.

Kartal ve Tuzla’da emperyalist zirveye yönelikhazırlıklarını yoğunlaştıran birlik bileşenleri “İMF-DB DEFOL!” şiarlı afişleri E-5 güzergahındabulunan Kartal, Pendik, Tersane, Güzelyalı veİçmeler Köprüleri’ne yoğun bir şekilde yaptılar.

İşçi ve emekçileri, yeni sömürü ve yağmaplanlarına ortak olmamaya çağırdılar.

Ümraniye’de İMF-DB karşıtıfaaliyet…

Ekonomik kriz bahanesiyle işçi ve emekçilerüzerinde yoğunlaştırılan saldırılara karşı bizler desınıf devrimcileri olarak sözümüzü söylemeyedevam ediyoruz.

İMF-DB toplantısını teşhir etmek ve işçileri bukonuda tutum almaya çağırmak için hazırladığımızozalit ve afişleri işçi ve emekçilerin kullandığıgüzergahlarda kullanıyoruz.

30 Eylül günü İMES-Dudullu ve Madenlerhattına BDSP imzalı “Kahrolsun ücretli kölelikdüzeni”, “Emperyalistler, işbirlikçiler, 6. Filo’yuunutmayın”, “Emperyalizm yenilecek, direnenişçiler kazanacak” imzalı ozalitlerimizi astık.

Bunun dışında, Kasım ayında yapılmasıplanlanan Metal İşçileri Kurultayı çalışmalarıkapsamında da İMF-DB’ye karşı sözümüzüsöyledik. Aynı hat üzerinde “İMF ve Dünya Bankasıülkemizden defol”, “Köleliğin mimarları IMF veDünya Bankası defol”, “Açlık, işsizlik ve savaşistemiyoruz” şiarlı ozalitlerimizi kullandık.

Ümraniye’den sınıf devrimcileri

Devlet emperyalist haydutları baskı ve terörle korumaya hazırlanıyor...

Tehditlere geçit vermeyelim, emperyalist haydutları defedelim!

Taksim 1 Mayısı öncesi işçi ve emekçileresavurduğu tehditlerle ve İstanbul’u gaza boğarakTaksim’e çıkılmasını engelleme girişimleriyleakıllarda kalan İstanbul Valisi Muammer Güler,İMF-Dünya Bülteni zirvesi öncesi yine benzeraçıklamalarla gündeme gelmeye başladı. 1Mayıslar’da Taksim Meydanı’nı savunmak adıaltında sermaye devletinin “prestij”ini savunmayaçalışan Vali Güler, bu kez de emperyalist haydutlarıkorumak için kolluk güçlerini nasıl seferber ettiğinianlata anlata bitiremedi.

Vali Güler, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ndeİstanbul’un bonusçu emniyet müdürü HüseyinÇapkın ve İl Jandarma Komutanı Albay HamzaCelepoğlu ile birlikte düzenlediği basın toplantısıylaİMF-DB toplantılarına dair güvenlik önlemlerinianlattı. Gerçekleştirilecek toplantılar hakkında dabilgi veren Güler, İstanbul Emniyeti ve İl JandarmaKomutanlığı’nın katılımıyla oluşturulan krizmerkezince “güvenliğin” sağlanacağını belirtti.

Basın toplantısında gerçekleştirileceketkinliklere dair bilgilendirmede bulunan Güler,Türkiye’nin ABD dışında İMF’yi ikinci kezağırlayan ilk ülke olmasıyla uşaklara has bir üsluplaövünmekten geri durmadı. 20 bin kişinin toplantılarvesilesiyle Kongre Merkezi’ne geleceği belirtildiktensonra uşağın efendilerini nasıl koruyacağına geçildi.

Emperyalistlere koruma,işçi ve emekçilere tehdit!

Güler’in açıklamalarına göre İMF-DBtoplantılarının yapılacağı Kongre Vadisi’nin çevresi10 bin polis ve jandarmayla kuşatılacak. Yollartrafiğe kapatılmayacak ancak kontrol noktalarıkurularak kontrollü geçişe izin verilecek. Polislerinağırlıklı olarak Vadi dışında yer alacağı belirtilirken1600 özel güvenlik görevlisi de vadi içerisinde görev

yapacak. Geçiş güzergahlarında, vadi çevresinde vehavaalanlarında arttırılacak güvenlik önlemleri “krizmerkezi” tarafından “mobese”ler yardımıyla daizlenecek.

Sözde güvenlik önlemlerini öve öve bitiremeyenGüler, İMF/DB haydutlarını protesto etmek içinsokakları doldurmayı hazırlanan antiemperyalistleretehditler savurmaktan da geri durmadı. Devlettarafından 14 ayrı noktanın eylem alanı olarakbelirlendiğini ve buralara izin verildiğini adeta lütufgibi sunan Güler, icazetlerini almayan eylemlerehoşgörü göstermeyeceklerini de ifade etmiş oldu.“Karşıt görüşler”in ifade edilmesinekarışmayacaklarını ama belirtilen 14 merkezin dışınaçıkılmaması gerektiğini vurgulayan Güler,“Kongredeki düzeni, tedbiri zorlaştıracak hiçbirharekete izin verilmeyecek” diyerek sopasınıgösterdi, “suç teşkil edecek şeylerden uzakdurulmasını tavsiye ediyoruz” sözleriyleprotestocuları tehdit etti.

Tehditler sökmeyecek,haydutlar defedilecek!

Güler, tıpkı 1 Mayıs’ta işçi ve emekçilerinmeydana çıkmasını engellemek için sarıldığı “makulsayı” safsatası gibi bu kez de izinli alanları ve şiddetiçermeyen eylemleri öne çıkardı. Ancak tüm bugüvenlik önlemleri, çelik bariyerleri, polisleri, bibergazları onları korumaya yetmeyecek.

Nasıl ki 1 Mayıs’ta kurulan barikatlar işçi veemekçilerin Taksim’e girmesine engel olamadıysaİMF-DB haydutlarını korumak için göğsünü sipereden uşak takımı da antiemperyalist öfkeyidizginleyemeyecek. Hem haydut takımı hem deuşakları 6-7 Ekim’de işçi ve emekçilerin öfkesiylebir kez daha tanışacak.

Emperyalist İMF-DB haydutlarına geçit yok!

İMF-Dünya Bankasıkarşıtı çalışmalardan...

Page 11: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Dünya Bankası Ofisi önünde İMF-DB protestosu!

İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik çatısı altındaseslerini yükselten antiemperyalistler, 24 Eylül günüDünya Bankası Ofisi’nin bulunduğu Levent’tekiKanyon AVM önünde buluştular.

“İMF ve Dünya Bankası DEFOL! / İMF ve DünyaBankası Karşıtı Birlik” pankartının açıldığı açıklamadaİstanbul’da gerçekleşecek olan zirvenin bir benzerininABD’de G-20 liderler zirvesi biçiminde yapıldığı vebu toplantılarda dünya halklarına dayatılacak yıkımpolitikaları ve kararlarının tartışıldığı belirtildi.

“Merkez Bankası önünde başlattığımıztepkilerimizi bugün burada yarın kongre havzasınındört bir yanında yükselteceğiz. Nasıl ki onlar dünyahalklarının yaşamını hiçe sayıyorlarsa bizler de,onlara İstanbul’u dar edeceğiz.” ifadelerine yerverilen açıklamada emperyalist-kapitalist sisteminsadık işbirlikçisi AKP hükümetinin de yıkımpolitikalarının uygulayıcılarından biri olduğunun altıçizildi.

Basın metninde İMF ve DB toplantılarınınyapılacağı salonlar için milyarlarca lira harcayanİstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin aynı hassasiyetisel felaketi konusunda göstermediğine de değinildi.

Basın açıklaması, İMF ve Dünya Bankasıtoplantılarının gerçekleşeceği günlerde dünyanınbirçok ülkesinden gelecek anti emperyalistlerlebirlikte sokaklarda olunacağının duyurulduğu şusözlerle son buldu:

“Şimdi de İstanbul onları karşılamayahazırlanıyor. Onlara layık bir karşılama törenihazırlayacağız. Dünya emekçilerine yoksulluğu, açlığıreva görenler nasıl bir karşılamayı hak ediyorsa bizde onları öyle karşılayacağız. Dünyanın birçokülkesinden antiemperyalist de bizimle birlikteİstanbul’da IMF ve Dünya Bankası’na karşısokaklarda olacak. Bu toprakların antiemperyalistdireniş geleneğine çarpacak efendilerin planları.Deniz Gezmişler’in 6. Filo’ya karşı eylemleri, NATOZirvesi’ne karşı verilen mücadele feyiz kaynağımızolacak. Dünya Bankası’nın önünde onlara bir kezdaha sesleniyoruz. İstanbul’u onlara dar edeceğiz.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Polis barikatı aşıldı, Hilton önüneulaşıldı!

İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik İstanbul’daHilton Oteli’nde konaklayan haydut takımınıtoplantıların başladığı 30 Eylül günü yaptığı eylemleprotesto etti.

Taksim Gezi Parkı’nda toplanan 150’yi aşkın kişi,pankart ve sloganlarla Hilton Oteli önüne doğruyürüyüşe geçti. Yürüyüş öncesi kurulan polisbarikatına yüklenen birlik bileşenlerinin kararlıtutumu sonucunda polis barikatı aşıldı.

Hilton Oteli giriş kapısı önünde yoğun polisablukası altında yapılan basın açıklamasında, tümdünya halklarına yeni zulüm, sömürü ve yıkımpolitikaları belirlemek için toplanan sermayetemsilcilerine, onların örgütleri olan İMF ve DünyaBankası’na defol demek için toplanıldığı vurgulandı.

İMF ve Dünya Bankası’nın, ticarileşen sağlıkpolitikalarından, eğitim ve sağlık hizmetini

zenginlerin kazanç kapılarından biri haline getiren“sosyal sorumluluk” politikalarından, tarımdaki yıkım,halklar arası kardeşliği değil halklar arası savaşı vedüşmanlığı kışkırtarak silah tekellerinin servetlerineservet katmalarını destekleyen, insanı ve doğayıdüşünerek değil yalnızca kar için üretim planlayandoğa düşmanı politikalarından tanındığı söylendi.

“Onlar da bizi tanıyorlar. ‘Bozuk düzende sağlamçark olmaz’ deyip siyaset meydanına çıkan PirSultan’dan, Şeyh Bedrettin’den, Mustafa Suphi’den,

Kıvılcımlı’dan, Deniz’den, Mahir’den, İbo’dan, ParisKomünü’nden, İspanya isyanından, Durruti’den, EkimDevrimi’nden, Che’nin, Fidel’in Kübası’ndan,Marcos’ların Chiapas’ından tanıyorlar emekçihalklarımızı” ifadelerinin yer aldığı açıklama,kapitalizmi ve emperyalizmi, İMF ve DünyaBankası’nı, sadece ülkeden değil dünyadan da defedinceye kadar kadar mücadelenin süreceği vurgusuylason buldu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sokaklar ısınıyor... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 11Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Haydutlar zirvesine karşı sokaklar ısınıyor!

İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik bir yandan kitlesel eylemlerle alanları doldurmaya hazırlanırken biryandan da yol kesme eylemleriyle, yazılamalarla, protestolarla haydutlara geçit vermeyeceğini haykırıyor.

Birlik üyeleri 27 Eylül Pazar günü Akbank, Yapı Kredi Bankası, McDonalds ve VİP turizm bürolarına yönelikeylemler gerçekleştirerek bu kurumların camlarına İMF-DB karşıtı yazılamalar yaptı. 28 Eylül sabahı ise zirveöncesindeki hazırlık toplantıları için İstanbul’a gelmeye başlayan emperyalistlerin haydut takımını erkensaatlerde gerçekleştirdikleri köprü kesme eylemleriyle karşıladılar.

Dört bir yanda“İMF-Dünya Bankası Defol!” yazılamaları!

Kadıköy’de İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik’in yazılamalarının hedeflerinden biri Mc Donalds oldu.Birlik bileşenleri Pazar günü Mc Donalds Kadıköy Şubesi’nin camlarına “İMF/DB Defol!” yazdı ve camlarısiyaha boyadı. Ayrıca kuşlama yapıldı. Çevredekilerin izlediği eylemde kitleye eylemin amacını anlatankonuşmalar yapıldı.

Aynı gün Taksim Mc Donalds şubesinin camlarına da “İMF/Dünya Bankası Defol” yazıldı. Zirve’yekatılanların ulaşımını üstlenen VİP Turizm’in Taksim’de bulunan ofisi de kırmızıya boyandı ve kepenklerine“İMF/DB Defol!” şiarı yazıldı. Ayrıca çevrede birlik imzalı kuşlamalar atıldı.

Beşiktaş’ta ise hedefte zirvenin sponsoru olan Koç Holding’e ait Yapı Kredi Bankası vardı. Bankanınduvarına “İMF/DB Defol!” yazıldı ve sermayenin kanlı yüzünü simgeleyen kırmızı boya dolu ampuller camlarafırlatıldı.

Bunların yanısıra İstanbul’un çeşitli merkezlerinde Sabancı ve Koç’a ait bankalar yazılamaların hedefi oldu.

Haydutlara geçit yok!

İMF ve Dünya Bankası zirvesi katılımcılarının sabah saatlerinden itibaren İstanbul’a gelmeye başlamaları daBirlik tarafından protestolarla karşılandı. Birlik üyeleri Unkapanı ve Galata köprülerinde yol kesti.

28 Eylül sabahı Şişhane ve Galata Köprüsü’nde eş zamanlı olarak gerçekleştirilen eylemlerde araç geçiştrafiği yol boyunca gerilen zincirlerle durdurulurken etraftaki emekçilere mücadele çağrısı yapıldı.

Galata Köprüsü üzerinde eylemlerine başlayan antiemperyalistler Karaköy yönüne doğru akan trafiğidurdurdular. Tramvay yolunu ve araç geçiş trafiğini durduran Birlik üyeleri kuşlama yaptı.

Unkapanı Köprüsü’nde ise yol kesilerek İMF/DB zirvesini protesto eden bir pankart açıldı. Kızıl Bayrak / İstanbul

Birlik’ten yazılama ve köprü kesme eylemleri...

Page 12: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

İMF-Dünya Bankası protestolarından...12 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

İMF ve Dünya Bankası toplantıları 30 Eylül günübaşladı. 30 Eylül-7 Ekim arasında kalan süreyi doludolu kullanmayı amaçlayan emperyalist haydutlarınbir haftalık süre boyunca pek çok seminer ve toplantıgerçekleştireceği, raporlar açıklayacağı biliniyor. Tümbu faaliyetlerin sonucunda ise işçi ve emekçilere yenikölelik koşullarının dayatılması, krizin fırsataçevrilmesi çabaları ve sefaletin katmerlendirilmesiningeleceği açık.

Haydutların 2009 İstanbul etkinliklerinin ilkgününde İMF ve Dünya Bankası tarafından hazırlanan“Küresel Finansal İstikrar Raporu” sunuldu. 1 Ekimtarihinde ise “Dünya Ekonomik Görünümü” başlıklıbasın toplantısı gerçekleştirilecek.

Programda 2 Ekim günü İMF ve DünyaBankası’nın şeflerine ayrılmış. Dünya BankasıBaşkanı Robert Zoellick ve İMF Yönetici DirektörüDominique Strauss-Kahn birer basın toplantısıgerçekleştirecek.

Krizin faturasının emekçilere nasılçıkartılacağı tartışılacak

3-5 Ekim tarihlerinde bir yandan seminerlerdüzenlenirken bir yandan da basın toplantıları sürecek.3 günde gerçekleştirilecek seminerlerin gündemindeekonomik kriz bulunuyor. Liberal ekonomistlerin,uluslararası spekülatörlerin, burjuvazi uşaklarının vehas burjuvaların gerçekleştireceği seminerlerdekapitalizmin krizinin sermayeye en az zararlaatlatılması ve krizin faturasının işçi ve emekçilereyıkılmasının yeni yolları tartışılacak. Krizin küreselboyutu ele alınacak, bölgesel yönelimler/müdahalelertartışılacak.

Aynı tarihlerde emperyalistler bölgelere göredeğerlendirmeler yapmak için çeşitli basın toplantılarıgerçekleştirecek. Avrupa Bölgesel EkonomikGörünümü, Orta Asya Ekonomik Görünümü, SahraaltıAfrika Ekonomik Görünümü, Asya ve Pasifik, BatıYarım Küresi başlıklı toplantılarda İMF ve DünyaBankası’nın bu bölgelerde yürüttüğü faaliyetlerkonuşulacak, halklara daha fazla kölelik dayatmanınyolları aranacak. 4 Ekim’de gerçekleştirilecekkonuşmalarda Türkiye işçi ve emekçilerinin yakındantanıdığı, pek çok yıkım politikasına imza atmış, İMFmemuru Kemal Derviş de bulunuyor.

6 ve 7 Ekim tarihlerinde ise toplantılargerçekleştirilecek.

Tabii ki bu program emperyalist haydutlarınyalnızca bir haftaya dönük planlamalarından ibaret.Bu bir hafta boyunca ortaya çıkacak planlamalar,yapılan tartışmalar uzun yıllar boyunca işçi veemekçilerin önüne yeni yıkım politikaları, yağma vesömürü olarak çıkmaya devam edecek.

Programda kölelikve sömürü var! Konfederasyonlar İMF-DB toplantısına karşı mücadeleye çağırdı!

İMF-Dünya Bankası toplantılarına karşı DİSK, KESK, TMMOB ve TTB ortak basın açıklaması yaptı.İMF-DB toplantılarına karşı eylem takvimini kamuoyuna duyurmak amacıyla 29 Eylül günü Taksim GeziParkı’nda toplanan dört konfederasyon adına açıklamayı KESK Genel Başkanı Sami Evren gerçekleştirdi.

“Kar değil insan. Dünya Bankası-IMF defol / DİSK, KESK, TMMOB, TTB” pankartının açıldığı eylemeDİSK’e bağlı Emekli-Sen İstanbul Şubeleri de kendi pankartıyla katıldı.

Evren yaptığı açıklamada, İMF ve DB’nin dünya işçi sınıfını ve ezilen halkları ağır sömürü düzeninemahkum eden uluslararası sermayenin örgütleri olduğunu söyledi. Yıllar boyu hükümetlere yoksullaştırıcıpolitikalar dayatıldığını belirten Evren, IMF ve DB’nin inandırıcılığını yeniden sağlamak ve meşruluğunuonarmaya çalışmak istediğini sözlerine ekledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Emekliler İMF’ye karşı sokakta!Emekli-Sen İstanbul Şubeleri, IMF/DB toplantılarına karşı 29 Eylül günü Taksim’de yürüyüş

gerçekleştirdi. Galatasaray Lisesi önünde biraraya gelen emekliler, “Emekli düşmanı IMF ve Dünya Bankasıdefol! / DİSK Emekli-Sen İstanbul Şubeleri” pankartını açtılar.

Alkış ve sloganlarla Taksim Metro önüne yürüyen Emekli-Sen üyeleri metro önünde basın açıklamasıgerçekleştirdiler. Açıklamayı okuyan Emekli-Sen İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı Yalçın Vural IMF ve DBtoplantılarının emeklilerin yararına kararların alındığı bir toplantı olmayacağını belirtti. Vural, alınacakkararların AKP hükümeti eliyle uygulamaya sokularak, servet ve sefalet arasındaki uçurumun daha daderinleşeceğini ifade etti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

EMEP, TKP ve ÖDP’den ortak eylem... EMEP, ÖDP ve TKP İstanbul İl Örgütleri, 26 Eylül günü Taksim’de yürüyüş gerçekleştirdi. Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya gelen bileşenler, “IMF defol bu memleket bizim”, “İşsizliğe,

yoksulluğa, emperyalizme karşı mücadeleye”, “Kahrolsun IMF işbirlikçi AKP” ve “Krizin faturası patronlara”pankartlarını açtılar.

Galatasaray Lisesi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasını EMEP İstanbul İl Başkanı Güven Gerçekokudu. İMF ve DB yöneticileri ile 184 ülkenin Maliye Bakanları’nın İstanbul’da toplanacağını belirtenGerçek, İMF ve DB’nin akla ilk olarak acı reçeteleri, emekçi halkın ödeyeceği ağır faturaları getirdiğinisöyledi.

İMF ve işbirlikçilerine karşı biraraya gelindiğinin vurgulandığı açıklamada partiler adına talepler sıralandı.Kızıl Bayrak / İstanbul

Kartal’da İMF-DB karşıtı basın açıklaması... 29 Eylül günü EMFP, TKP ve ÖDP İstanbul İl Örgütleri Kartal merkezde toplanarak Bankalar

Caddesi’nden Heykel’e kadar slogan ve alkışlarla yürüdü. Yürüyüşün ardından basın metnini TKP Kartal İlçeBaşkanı Kemal Parlak okudu.

Eylem boyunca “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “İşten atmalar yasaklansın!”, “Kahrolsun İMF,kahrolsun emperyalizm!” sloganları atıldı. Eylem basın açıklamasının okunmasının ardından son buldu.

Kızıl Bayrak / Kartal

Direnistanbul: İMF-DB hoşgeldin! Direnistanbul, “Hoşgeldin yürüyüşü” için 27 Eylül günü Taksim Tramvay Durağı’nda biraraya geldi.

Buradan Hillton Oteli’ne yürümek isteyen Direnistanbul üyelerinin önü kolluk güçleri tarafından kesildi. Eylemde, “IMF–DB Karşılama Komitesi” pankartı taşındı. Yürüyüşe geçen kitlenin önüne barikat

kurularak, kitle çember içine alındı. Polisin yürüyüşe izin vermemesi üzerine, burada yapılan konuşmalarınardından sloganlarla Galatasaray Lisesi önüne yüründü.

Galatasaray Lisesi önüne gelindiğinde basın açıklamasını Evrim Asutay gerçekleştirdi. Asutay IMF veDünya Bankası’nın bu yıl 6-7 Ekim’de İstanbul’da yapacakları toplantıda, krizle başa çıkmanın yollarınıbulmak için her zamankinden çok çalışmak zorunda olduklarını belirterek, “Yanıbaşımızda bir araya gelecekolan bu büyük adamların fedakarlıklarına kayıtsız olmadığımızı göstermek ve konukseverliğimizi göstermekiçin, onlara koskocaman bir ‘hoşgeldiniz’ diyoruz” şeklinde konuştu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Direnistanbul: “Kapitalizmi tarihe gömelim!” Direnistanbul, 28 Eylül günü Beyoğlu Tünel’de biraraya gelerek, Taksim Tramvay Durağı’na yürüyüş

gerçekleştirdi. “Direnistanbul”, “Direniş de sermaye kadar küreseldir”, “İMF, DB Karşılama Komitesi” pankartlarının

açıldığı yürüyüşte kitlenin önü Galatasaray Lisesi önünde kolluk güçleri tarafından barikatla kesildi. Polis barikatını, sloganlarla protesto eden kitlenin yürüyüşüne bekleyişin ardından izin verildi. Tramvay Durağı’na gelindiğinde kolluk güçleri yeniden barikat kurarak Hilton Oteli’ne yürünmesine izin

vermedi. Bunun üzerine barikatın açılması için sesli eylemler yapıldı. Daha sonra Direnistanbul adına KürşatKızıltuğ basın açıklamasını okudu.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İMF-Dünya Bankası protestolarından...

Page 13: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Sınıfa karşı sınıf! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 13Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Kent AŞ direnişçilerinin Ankarayürüyüşü sürüyor…

İzmir Karşıyaka Belediyesi’nin işten attığı DİSK /Genel-İş Sendikası üyesi Kent AŞ işçilerinin, 16 Eylülgünü İzmir’den başladığı yürüyüşleri sürüyor.

İşlerine geri dönme talebinin yanısıra çalışma veyaşam koşullarını etkileyen yasal düzenleme veuygulamalara karşı İzmir’den Ankara’ya yürüyen KentAŞ işçilerinin yürüyüşünün 9. gününde direniştekiişçilerden Destan Gümüştekin’in ayağı geçirdiği kazanedeniyle kırıldı. Uşak Devlet Hastanesi’ne kaldırılanGümüştekin ayağı alçıya alınarak İzmir’e gönderildi.

Diğer yandan direnişçi işçilerin büyük zorluklarlasürdürdükleri yürüyüşlerinin 11. gününde Uşak’aulaşıldı. Kent AŞ işçileri, 28 Eylül günü iseyürüyüşlerinin 13. gününe girdiler ve Kütahya ilinebağlı Dumlupınar’a ulaştılar.

Esenyurt’ta dayanışma büyüyor!Esenyurt Belediyesi’nde çalışırken belediye

yönetimi tarafından işten atılan ve parça parça yaşanankıyımlarla sayıları 14’ü bulan Belediye-İş Sendikasıüyelerinin direnişi sürüyor.

Esenyurt’ta İşten Atılan Belediye İşçileri ve PazarEmekçileri ile Dayanışma Platformu’nu oluşturanilerici devrimci kurumların da desteğini alan direniş,her Çarşamba günü yapılan yürüyüşlerle devamediyor.

Belediye-İş Sendikası üyesi işçiler ve destek verenkurumlar 30 Eylül günü de Esenyurt Köyiçi’ndenbelediye önüne yaptıkları yürüyüşle atılan işçileringeri alınmasını ve sendika düşmanlığına sonverilmesini talep ettiler.

Öğle saatlerinde başlayan eylem boyunca “Atılanişçiler geri alınsın!”, “Direne direne kazanacağız!”,“Belediye işçisi yalnız değildir!” sloganları atılırkenyaklaşık 100 kişilik kitle belediye kapısında polisengellemesiyle karşılaştı.

Polisin keyfi tutumu, Esenyurt Belediyesi KültürMerkezi önünde gerçekleştirilen oturma eylemiyleprotesto edildi. Eylemde yapılan konuşmada belediyeişçilerinin mücadelesinin kazanımla sonuçlananakadar devam edeceği söylendi. Direnişe destekçağrısında bulunuldu.

Belediye-İş Sendikası üyesi işçilere önümüzdekihafta Türk-İş’e bağlı sendikaların İstanbul şubeleri dedestek verecek.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Renta’da direniş sürüyor!Eskişehir Organize Sanayi Bölgesi’nde kurulu

Süsler Candy Grubu’na bağlı Renta firmasında iştençıkartılan 18 işçinin direnişi sürüyor.

Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldukları için 8Eylül tarihinde performans düşüklüğü gerekçegösterilerek işten çıkarılan işçiler, 23 Eylül günüdirenişe başladı.

Direnişlerini sürdüren Renta işçileri, 2 EylülÇarşamba günü 18 yeni işçi alınmasına kararverildiğini ve yeni işçilerin Cumartesi günü işbaşıyapmalarının ardından, kendilerinden 7 EylülPazartesi günü yeni işçilere işi öğretmeleri istendiğini,ertesi gün ise sendikaya üye olan işçilerin çıkışınınverildiğini söylediler.

Renta’da ve İtalyan Candy Grup’a bağlı Süsler veDoruk fabrikalarında çalışan işçilerden de destek alanRenta işçileri, direnişlerini fabrika önünde sürdürürken

kent merkezinde yaptığı eylemlerle de direnişiduyurmaya çalışıyorlar.

Sinter direnişine Avrupa’da destekarayışı

Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenmelerininardından patronun toplu işten atma saldırısıylakarşılaşan ve işten atıldıkları 22 Aralık 2008tarihinden beri direnişte olan Sinter Metal işçileri,karşı karşıya kaldıkları hukuksuzluğu Avrupa’yataşıdılar. Avrupa Metal Sendikaları Federasyonu’nun(EMF) 20-21 Eylül 2009 tarihlerinde gerçekleştirilentoplantısına katılmak için gittikleri Brüksel’de ayrıcaAB yetkilileriyle görüşmelerde bulundular.

Sinter Metal işçileri adına komite üyesi 4 işçi veBirleşik Metal-İş Sendikası Genel Örgütlenme

Sekreteri Özkan Atar Brüksel’de Avrupa KomisyonuOlli Rehn Kabinesi’nden Taneli Lahti ve AvrupaKomisyonu Türkiye Ofisi’nden Jülien Desment ile degörüşme gerçekleştirdiler.

Ayrıca EMF üyesi sendikalara, üretiminin büyükbölümünü Avrupa’ya satan Sinter Metal’e buralardakişirketler üzerinden baskı yapılarak işçilere yapmışolduğu saldırılardan bir an önce vazgeçmesininsağlanması talebini ilettiler.

Diğer yandan “3-10 Ekim Dünya GüvencesizÇalışmaya Karşı Mücadele Haftası” kapsamında 3Ekim 2009 tarihinde Kartal Hasan Ali Yücel KültürMerkezi’nde Sinter Metal işçileriyle DayanışmaGecesi gerçekleştirilecek. Direnişçi işçiler BMİS’in deüyesi olduğu Uluslararası Metal İşçileri Federasyonu(IMF) Genel Sekreteri Jyrki Raina’dan da geceyekatılması yönünde söz aldılar.

İşçi ve emekçi hareketinden...

Metal işçileri kurultayı çalışmaları programtartışmalarıyla sürüyor!

Kurultay çalışmaları kapsamında şimdiye kadar bir dizi aktivite gerçekleştirerek kurultaya yürüyoruz. Şimdiye kadar fabrika toplantıları ve bu toplantılarla kurultayın gündemleştirilmesi temelinde fabrika

çalışmasına yaslanan bir faaliyetle kurultay çalışmalarımızı olgunlaştırmış durumdayız. Kartal’da kurmuş olduğumuz geniş bileşenli Kurultay Hazırlık Komitesi olarak merkezi

gerçekleştirdiğimiz seminer gündemleri üzerine bir dizi doygun tartışma yapmış bulunuyoruz. Aynı zamandabu tartışmaları fabrika temeline taşıyarak olumlu sonuçlar elde ettik.

Bu süreçte iki fabrikada içerden dağıtılmak üzere fabrika bültenleri hazırlayarak bu bültenlerin bütünhazırlıklarını işçilerin kendi yazıları ve fabrika komitelerine dayanarak gerçekleştirdik. Bülten dağıtımlarındanolumlu sonuçlar elde etmiş olduk. Bu bültenler kurultay çalışmasını ve bu çalışma temelinde MİB’in (Metalİşçileri Birliği) kurulmasının metal işçilerinin mücadelesi önünde nasıl bir işleve sahip olacağını da göstermişoldu.

Her geçen gün olgunlaşan sınıf çalışmamız ve bu paralelde kurultay faaliyetimiz kurultay gündeminin enönemli başlıklarından biri olan metal işçilerinin mücadele programını yaratma temelinde son bir haftadıranlamlı tartışmalarla sürüyor. Kartal KHK olarak metal işçilerinin mücadele programını yaratma temelinde biraraya gelmiş olduk. Önden hazırladığımız tartışma taslağıyla beraber bir haftayı kapsayan geliştiricitartışmalar gerçekleştirmiş bu tartışmaları somut olarak bir program taslağına çevirmiş durumdayız.

Gerçekleştirdiğimiz ilk toplantıda yaklaşık beş saat boyunca sürdürdüğümüz program tartışması sekizfabrikanın KHK temsilcileriyle gerçekleşmiş oldu. Bu fabrikalardan ikisinin fabrika temsilcisi olmasıtartışmalarımızda sendikal noktaların canlı tartışmalara dönüşmesini sağladı

İlk yaptığımız toplantıda madde madde halinde yürüttüğümüz program tartışması hali hazırda alanımızdatartışılmaya, süzülmeye ve geliştirilmeye devam ediliyor.

Metal İşçileri Kurultayı Kartal Hazırlık Komitesi

“Köle değiliz öğretmeniz, kadrolu atamaistiyoruz!”

Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu 30 Eylül günü Eskişehir’de eylemdeydi. Eskişehir İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanan kitle Adalar Migros önüne doğru yürüyüşe geçti. “Köle

değiliz öğretmeniz, kadrolu atama istiyoruz! / Eskişehir Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu’’pankartını açan kitle yürüyüş boyunca sıklıkla “Ücretli köle olmayacağız!”, “Direne direne kazanacağız!”,“Kadrolu atama istiyoruz!”, “Sermayeye değil eğitime bütçe!” sloganlarını attı. Yürüyüşün ardından basınaçıklamasına geçildi.

Basın açıklamasında, yüz binlerce öğretmen açığı olmasına rağmen atamaların yapılmamasının bilinçli birtercih olduğu ifade edildi. MEB’in yüz binlerce kadro açığı olmasına rağmen yaptığı 15 bin kişilik kadroatamasını lütuf gibi gösterdiği, ücretli öğretmenlik sistemiyle öğretmenlerin birbirine düşürüldüğü ve atamasıyapılmayan öğretmenlerin yoksulluk ve psikolojik sorunlarla boğuştuğu belirtildi.

Başlatacakları kampanyayla amaçlarının öğretmenlik mesleğinin gelmiş olduğu son noktayı herkeslepaylaşmak olduğunu belirten platform, herkesi yanlarında görmek istediklerini belirtti. Kampanyanın“Okuluma öğretmen, öğretmenime güvenceli kadro istiyorum” adı altında yürütüleceği belirtildiktensonra basın açıklaması sona erdi.

Kızıl Bayrak / Eskişehir

Page 14: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Entes direnişgüncesinden...

134. gün…Serna Seral işçisi’nin yanıma gelerek “Burada grev

mi var?” demesi üzerine durumu anlattım. Serna Seralişçisi olduğunu söyleyince ben de oradaki son durumusordum.“Biz de çok uğraştık, pes ettik artık. Sendikasattı bizi. Sendikayı da bastık ama bir avuç insandıkbir şey yapamadık. Sonunda mücadeleden desoğuduk.” diyen Serna Seral işçisi “kolay gelsin,umarım kazanırsın” diyerek yanımdan ayrıldı.

135. gün…İş arayan bir arkadaş gelip hem adres sormak

istemiş, hem de ne yaptığımızı merak etmiş. Kısa birkonuşmanın ardından Ünsa’nın taşeron firmasındaişçilerin bir kısmının işten atıldığını ve direnişebaşladıklarını anlatan işçi, Entes direnişiniselamlayarak yanımızdan ayrıldı. (…)

Direniş Platformu olarak Sinter Metal önündeönümüzdeki süreçte gerçekleştireceğimiz forum ileilgili Sinter Metal işçilerinin de katıldığı bir toplantıgerçekleştirdik. (…)

Direnişe duyarsız kalmayan bir arkadaş yanımızagelerek bizden süreç hakkında bilgi alarak direnişedestek verdi.

Her Cuma Taksim’de yapılan Güler Zere’yeözgürlük eyleminde yerimizi aldık. Eylemde 26 EylülUlucanlar katliamının yıldönümü dolayısı ileUlucanlar katliamı kınandı. Devrim şehitleri anıldı.(…)

140. gün Başta ABD emperyalizmi olmak üzere sermaye

sınıfını temsil eden IMF ve DB yeni anlaşmalar içinbir kez daha biz işçi ve emekçileri açlığa, yoksulluğave sefalete mahkûm etmek amacıyla Türkiye’ye geldi.IMF ve DB temsilcilerine gereken cevabı vermek içinbiz işçi ve emekçiler de bu saldırı politikalarına karşıkendi sınıfımızın tarafında yer almalıyız. Bu sebeplebugün Hilton Oteli önünde yapılan IMF ve DünyaBankası Karşıtı Birlik tarafından düzenlenen basınaçıklamasında yerimi aldım. (...)

Direnişlerle dayanışmayı büyütmek için 3 Ekimgünü yapılacak olan Sinter Metal DayanışmaGecesi’nde tüm işçi ve emekçileri bir arada olmayaçağırıyorum. (...)

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan

Entes direnişi sürüyor...14 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Kobatan: “Emperyalist haydutlara geçit vermeyeceğiz!”

Entes direnişçisi Gülistan Kobatan, direnişinin 139. gününde Kanyon Alışveriş Merkezi’ndeki DünyaBankası Ofisi önünde eylemdeydi.

6-7 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşecek olan IMF ve Dünya Bankası Zirvesi’ne karşı basın açıklamasıgerçekleştiren Gülistan Kobatan, “emperyalist haydutlara geçit vermeyeceğiz!” dedi.

OSB-İMES İşçileri Derneği üyelerinin de katıldığı eylemde “Emperyalist haydutlara geçit vermeyeceğiz!IMF – DB defol! / Direnen Entes İşçisi” pankartını açan işçiler “Emperyalizm yenilecek direnen işçilerkazanacak”, “Krizin faturası kapitalistlere”, “IMF - DB defol”, “Emperyalist haydutlara geçit vermeyeceğiz! /OSB İMES İşçileri Derneği” dövizlerini taşıdılar.

Basın açıklaması öncesinde OSİM-DER adına yapılan konuşmada patronların, krizin bedelini işçilereödetmek istediği belirtilerek, Gülistan Kobatan’ın krizin bedelini ödememek için 139 gündür direndiğisöylendi.

Gülistan Kobatan yaptığı açıklamada, kapitalizmin işçi ve emekçilere dayattığı açlık, sefalet ve vahşetintüm dünya ölçeğinde katmerleşerek büyüdüğünü, hak arama mücadelesinde işçi ve emekçilere uygulananfaşist baskı ve terörün de her geçen gün arttığını ifade etti.

Kobatan, uluslararası sermayenin efendilerinin en has iki kurumu olan IMF ve Dünya Bankası’nın tekamacının, emperyalist efendilerden aldıkları sömürü ve talan direktiflerini hayata geçirmek olduğunu belirtti.Açıklamanın sonunda mücadele çağrısı yapıldı.

Eylem boyunca, Yaşasın Entes direnişimiz!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”, “IMF’ye karşı sokağa,eyleme, mücadeleye!”, “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Krizin bedeli patronlara!”, “Direnen işçilerkazanacak!”, “IMF defol bu dünya bizim!”, “Kahrolsun emperyalizm yaşasın mücadelemiz!”, “Emperyalistler,işbirlikçiler 6. Filo’yu unutmayın!”, “Yaşasın sosyalist işçi, emekçi iktidarı!”, “İşçilerin birliği sermayeyiyenecek!” sloganları atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Küçükçekmece’de sınıf çalışmalarından... Küçükçekmece’de sınıf çalışmaları tüm hızıyla sürüyor. Sınıf devrimcileri Emekçinin Gündemi’ni ve Kızıl

Bayrak gazetesini yaygın biçimde kullanıyor, özel sayılarla emekçilere sesleniyor. Aylık olarak çıkarılan yerel bülten Emekçinin Gündemi Küçükçekmece, İkitelli, Yeni Bosna, Halkalı,

Güneşli’de kurulu temel fabrikalara yaygın biçimde ulaştırıldı. Yine sel felaketinin etkilerinin yoğun olarak yaşandığı fabrika ve emekçi semtlerindeki yıkımı ve sermaye

devletinin rolünü teşhir etmek amacıyla Küçükçekmece İşçi Platformu tarafından hazırlanan özel sayılarfabrikalara, İnönü Mahallesi ve İkitelli’nin bir bölümüne ajitasyon konuşmaları eşliğinde dağıtıldı.

Selzedelerle destek amaçlı yiyecek ve giyecek toplandı. Toplanan yardımlar selin zor durumda bıraktığıemekçilere verildi.

Sınıfın, devrimin ve sosyalizmin sesi Kızıl Bayrak’ın son sayısının da emekçi semtlerinde, işçi veemekçilerin yoğun olarak geçtiği güzergahlarda satışı yapıldı. Satış sırasında 1-7 Ekim tarihindegerçekleşecek İMF-DB toplantısına karşı işçi ve emekçiler mücadele barikatlarına çağrıldı.

Küçükçekmece BDSP

Page 15: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Gençlik çalışmalarından... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 15Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Üniversitelerde devrimci faaliyetlerden....Ege’de çalışmalar sürüyor…

Ege Üniversitesi’nde yeni dönemin başlamasıylabirlikte Ekim Gençliği olarak çalışmalara başladık.Ege Üniversitesi’nde Ekim Gençliği masamızı düzenliolarak açıyoruz. 28-29 Eylül tarihlerinde E Cafe’deyürüttüğümüz çalışmalarımızı 30 Eylül günü deEdebiyat Fakültesi’ne taşıdık.

İMF-DB sürecine dair sözümüzü söylediğimizmerkezi broşürlerimizi ve afişlerimizi yaygın biçimdekullandık.

İMF-DB’nin Türkiye’ye gelmesi sebebiyleİzmir’de Ege Üniversitesi’nde bir eylemgerçekleşecek. Ekim Gençliği, SGD, Dev-Genç, ÖGDve EHP Gençliği’nin örgütlediği eylemin çalışmaları“Anti-emperyalist Öğrenciler” imzasıyla yürütülüyor.Yanısıra İMF-Dünya Bankası’nı teşhir eden bildirilerleüniversite gençliği eyleme çağrılıyor. Ayrıca “68’denbugüne 6. Filo’yu unutmayın! İMF-DB defol!” şiarlıafişler yaygın bir biçimde yapılıyor. 30 Eylül günüEdebiyat Fakültesi’nden öğrenci çarşısına, GıdaCafe’den MYO’ya birçok alana afiş çalışmasıgötürüldü.

Ege Genç-Sen çalışmalarından….

Okullar açılmadan önce bir araya gelen Ege Genç-Sen Meclisi, çeşitli gündemleri tartıştı ve 23-24 Eylülgünü Ege Üniversitesi’nde masa açtı. 23 Eylül günü ECafe önünde olan Genç-Sen, 24 Eylül’de ise hazırlıksınıflarının seviye belirleme sınavının çıkışındaydı.“Hazırlıkta nasıl hazırlık?” başlıklı broşürün dağıtımıyapıldı.

25 Eylül günü gerçekleştirilen Ege Genç-SenMeclis Toplantısı’nda ise 6 Kasım tartışıldı. Krizgündemi ile 6 Kasım’ın birlikte ele alınması ayrıcabarınma sorunu ve harçların işlenmesi kararlaştırıldı.Genç-Sen, hafta içerisinde birim toplantılarınıgerçekleştirerek belirlediği başlıkları tartışacak.

28 Eylül günü ise, 1 Ekim günü gerçekleştirilecekkitle toplantısının çağrısı yapıldı. E Cafe önüne masaaçan Genç-Sen, kitle toplantısını duyuran afiş vebildiri kullandı. 29 Eylül günü E Cafe önünde masaaçan ve müzik yayını yapan Genç-Sen’e ilgi yoğundu.30 Eylül günü ise Genç-Sen masası öğle saatlerinekadar Edebiyat Fakültesi’ne ardından da E Cafe’yeaçıldı. Toplantıya çağrı yapan afiş ve bildiriler yaygınolarak kullanıldı.

Ege Üniversitesi / Ekim Gençliği

YTÜ’de yeni dönem başladı!Geçtiğimiz sene YTÜ’de yaşanan İP-TGB

saldırısının ardından idare-ÖGB-polis işbirliği ile okuliçerisinde yaratılmaya çalışılan siyaset yasağınarağmen, bu dönem açılışıyla birlikte çalışmalarımızabaşladık.

ÖGB’lerin masa ve afişlerin izinsiz olduğugerekçesiyle kaldırılması yönündeki baskı vetehditlerine rağmen diğer siyasal gençlik güçleriylebirlikte ortak tutum aldık.

Tonoz Kantin önünde Ekim Gençliği masası açtık.Okul içerisinde yaygın bir afişleme ve bildiri dağıtımıgerçekleştirdik.

İMF ve Dünya Bankası’nın İstanbul’a geleceğiniduyuran ve emperyalist haydutlara karşı mücadeleyeçağıran Ekim Gençliği ve IMF ve Dünya BankasıKarşıtı Birlik imzalı afişleri kullanıyoruz. Ayrıca“Emperyalist-kapitalist sistemin haydutları 1-7Ekim’de Türkiye’ye geliyor... Açlığı yaratanlar,yoksulluğu yok edemezler!” başlıklı, Ekim Gençliği

imzalı broşürü ve “İMF ve Dünya Bankası defol!”başlıklı IMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlik imzalıbildirilerin dağıtımını gerçekleştiriyoruz.

Ayrıca, İMF ve Dünya Bankası Karşıtı Birlikimzalı çalışmaları Genç-Sen ile birlikte yürütüyoruz.

Yanı sıra yeni dönemle birlikte eğitiminticarileştirilmesinin yeni bir uygulaması olanelektronik kartlı geçiş sistemini ve Sanat TasarımFakültesi’nin apar-topar Davutpaşa Kampüsü’netaşınmasının teşhir eden “2009-2010 Eğitim-ÖğretimYılı Başlıyor... YTÜ AŞ çalışmalarına devam ediyor!”başlıklı bildirinin dağıtımı gerçekleştirdik. Bu konudabir duvar gazetesi hazırladık.

YTÜ Ekim Gençliği

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliğifaaliyetlerinden...

İstanbul Üniversitesi geçtiğimiz haftalarda yenidöneme başladı. Yine sorunlarla açılan üniversitelerdebizler de sözümüzü söylemeye başladık.

1-7 Ekim tarihleri arasında İstanbul’a gelecek olanIMF ve Dünya Bankası’nı teşhir etmek amacıylaçalışmalara başladık. Krize çare bulmak(!) amacıylaİstanbul’a gelen emperyalist haydutlar yeni sömürüpaketlerini belirleyecekler.

Bizler de bu çerçevede İstanbul Üniversitesi’nde“Emperyalist haydutlar bizi savaşa davet etti, davetlerikabulümüzdür!” şiarlı afişler yaptık. Yanı sıra “IMF,Dünya Bankası vb. emperyalist mali kuruluşlarlakölece ilişkilere son!”, “Dış borç ödemeleridurdurulsun, tüm dış borçlar geçersiz sayılsın!”,“Eğitime ayrılan bütçe arttırılsın!” taleplerinin yazılıolduğu afişlerimizi okulun açıldığı günden itibarenMerkez Kampüs ve Edebiyat Fakültesi’nde kullandık.

Afiş ve sergiye müdahale...

İstanbul Üniversitesi’nin yeni eğitim-öğretimyılına başlamasıyla birlikte devrimci, demokratöğrencilere yönelik saldırılar da başladı. Dün MerkezKampüs’e gelen 20’den fazla öğrenci okula alınmadı.Geçen senenin sonunda artan soruşturma saldırılarınınsonuçları açıklandı. Devrimci öğrencilere 2 hafta ile 5dönem arasında değişen cezalar verildi.

Bu pervasız saldırıya karşı sessiz kalınacağınızannedenler, bugün okula asılan afişlere ve açılansergilere müdahale ettiler. İlk olarak MerkezKampüs’te Öğrenci Kolektifleri tarafından harçlarlailgili açılan serginin kaldırılması istendi. ArdındanIMF-DB’nin İstanbul’a geleceğini duyuran veemperyalist haydutları teşhir eden Ekim Gençliği’ninafişleri kaldırılmaya çalışıldı. Çıkan arbede de sergi veafişler kaldırıldı.

Arbede anında toplanan kitleye ajitasyonkonuşmaları yapıldı. Parasız eğitim vurgusuyla birliktesaldırı teşhir edildi. Ardından afişler ve sergi ortak birduruş sergilenerek tekrar duvarlara asıldı. Bununüzerine ÖGB’ler tekrar gelmeye cesaret edemediler vesaldırı püskürtülmüş oldu.

İstanbul Üniversitesi Ekim Gençliği

Dokuz Eylül Üniversitesi’ndesoruşturma saldırısı...

Geçtiğimiz dönem yapılan 29 Mart yerel seçimsürecinde okul içerisinde bağımsız sosyalist aday N.Şafak Özdoğan imzalı afişleri yapan ve ÖGB’lertarafından saldırıya uğrayan iki Ekim Gençliği okurusoruşturma saldırısıyla karşı karşıya kaldı.

ÖGB’lerin saldırılarına rağmen afişler yapılmayadevam edilmiş ve afişleri yapan devrimciler darpedilmişti. Bu olaylardan hemen sonra bir basınaçıklamasıyla saldırı teşhir edilmiş, basınaçıklamasının ardından ise okul “devrim vesosyalizm” şiarlı afişlerle donatılmıştı. Okul yönetimibu saldırıların ardından soruşturma saldırısını devreyesokmuştu.

Sonuçlanan soruşturmalara göre 2 Ekim Gençliğiokuru toplam üç ay uzaklaştırma “cezası” aldı.Devrimci faaliyeti engellemeye dönük bu saldırılarbizleri yıldıramayacaktır. Bulunduğumuz her alandadevrim ve sosyalizm şiarını yükselterek, gençliği buonurlu dava uğruna mücadele etmeye çağıracağız!

Dokuz Eylül Üniversitesi Ekim Gençliği

Kamp-Üs faaliyetleri başlıyor.... İstanbul Üniversitesi’nde “Toplama KAMPı,

sermaye ÜSsü üniversite istemiyoruz!” şiarıylaçıkardığımız Kamp-Üs dergisi çalışmalarına yenidönemin açılmasıyla birlikte başladık.

İlk olarak bir broşür hazırladık. Broşürde Kamp-Üsdergisinin neler söylediğini, geçmiş dönemde neleryaptığımızı ve nasıl bir faaliyet yürüttüğümüzüanlatarak bu faaliyetleri çoğaltmaya ve üniversitelerdesözümüzü söylemeye çağrı yaptık.

Yanı sıra ilk toplantımızı gerçekleştirdik.Toplantıda geçmiş çalışmamızın bir değerlendirmesiniyaparak eksikliklerimizi belirledik. Bu eksikliklerinasıl tamamlayacağımızı tartıştık.

İkinci olarak ise Kamp-Üs dergisinin yeni sayısınıngündemlerini belirledik. Dergi içerisinde kültür-sanat,bilim-felsefe gibi bölümlerin yanında yeni bölümleroluşturma kararı aldık.

Kamp-Üs olarak yeni dönem faaliyetlerimizigüçlendirerek sürdüreceğiz.

Kamp-Üs Dergisi

İstanbul’un göbeğinde öğrenci yurdunda büyük sefalet  İstanbul Zeytinburnu’nda bulunan ve 3 bin kişinin kaldığı Atatürk Öğrenci Yurdu’ndaki tadilat nedeniyle

öğrenciler perişan edildi. 15 Ağustos’ta 4 katlı olmak üzere 10 blok bulunan yurdun her katına 3’er kişilik duş yapımı ve lavabo

tadilatı başladı. Bitmeyen tadilat nedeniyle yurda kayıtlarını yaptıran öğrenciler için 3 blok açıldı. Odalarasığmayan öğrenciler için etüt odaları ile koridorlara yataklar konuldu. Öğrenciler yer olmadığı için bir yatakta2 öğrenci yatmak zorunda kaldılar. Kayıtların devam ettiği yurdun içi şantiye alanına döndü. 15 Ekim 2009’akadar tadilat çalışmasının biteceği ve diğer bloklarında açılacağı söyleniyor.

Yurtta kalan bazı öğrenciler çok zor şartlarda eğitim dönemine başladıklarını belirterek, şunları söylediler: “Koridorlar pislik içinde. Kediler geziyor. Sularımız akmıyor. Valizlerimizi merdiven altlarına koyuyoruz.

Hepimiz hastalanmak üzereyiz. Koridor ve etüt odalarında aynı ranzada ikişer kişi kalıyoruz. Kalacak yerimizolmadığı için mecburen çekiyoruz. Bu tadilat çok daha önce bitebilirdi. Daha önce neden yapılmadı?Yetkililer bizim sorunlarınızı bir an önce çözsünler. Perişan olduk.”

Page 16: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

“Demokrasinin sınırlarını genişletme” programı16 H Kızıl Bayrak H Sayı: 2009/38 H 2 Ekim 2009

CMYK

İmralı teslimiyetinin ürünü “demokratik cumhuriyet”programı, siyasal özü ve esası yönünden tamı tamına bir“demokrasinin sınırlarını genişletme” programıdır, yanibildiğimiz o klasik sosyal-demokrat programın ulusalsoruna uyarlanmış (ve işin aslında onunlasınırlandırılmış) bir versiyonundan öte bir şey değildir.

Abdullah Öcalan’ın marifeti, aslında son derece sadeve pratik olan bu programa tarihsel ve felsefi bir kılıfgiydirmeye, böylece kendince ona teorik-felsefi bircazibe kazandırmaya kalkmasındadır. Neolitikdönemden günümüze geniş bir tarihsel çerçevede devletve demokrasi üzerine ortaya konulan onca karışık,çelişik, tutarsız ve eklektik düşünce yığınının gelipbağlandığı sonuç, devletle demokrasinin uzlaşmayadayalı birlikteliği, yani “1 devlet +1 demokrasi” formülüolmaktadır. Emekçileri ve ezilenleri kurulu devletdüzenini yıkmak ve kendi devrimci iktidarlarını kurmakamaç ve hedefinden ilelebet men eden bu formüle göre,ikisi de sınıflar üstü olan devlet ile demokrasi hepbirarada var olacaklar, birbirinin varlığına karşılıklıolarak saygı duyacaklar, gerektiğinde ilkeli uzlaşmalartemelinde işbirliği halinde hareket edecekler ve elbettebu arada “ne kadar az devlet o kadar çok demokrasi”formülü gereğince, demokrasi devlet aleyhine kendivarlık ve etki alanını genişletmeye çalışacaktır.

Bu düşünce çizgisi, göz boyamaya yönelik teorik-felsefi süslemelerinden arındırıldığında, mevcut burjuvasınıf devletini dayandığı sınıf ilişkileri ile birlikte esasıyönünden benimsemek, fakat tekelci, keyfi ve despotikniteliğini siyasal reformlar yoluyla sınırlandırmakanlamına gelmektedir. Türkiye’nin reformist soluüzerinden de çok iyi bildiğimiz “demokrasinin sınırlarınıgenişletme” programı da gerçekte bundan başka bir şeydeğildir, ya da daha doğru bir ifadeyle, mantığıyönünden temelde bu olmakla birlikte gerçekte bununçok daha fazlasıdır.

Demokrasi, sınıflar ve sınıf mücadelesi...

Klasik biçimiyle sosyal-demokrasi, demokrasinin degerçekte bir devlet biçimi olduğu ve dolayısıyla bir sınıfniteliğine sahip bulunduğu bilimsel gerçeğinireddederek, burjuva demokrasisini sınıflarüstüdemokrasi olarak sunar; onu bu yolla allayıp pullar,yüceltip idealleştirir ve bu aldatmacaya dayanarak işçisınıfını ve emekçileri burjuva sınıf düzeni ve devletisınırları içinde tutmaya çalışır. Devletin ve demokrasininsınıf niteliğini reddeden, bunu demokrasinin de gerçektebir devlet biçimi olduğu bilimsel düşüncesinin reddi ilebirleştiren, sonra da bunları alıp pek yeni ve orijinalşeylermiş gibi sunan Abdullah Öcalan da, böylece işinaslında klasik sosyal-demokrasinin devlete vedemokrasiye ilişkin gerici liberal tezlerini, daha karışıkve bulanık bir düşünce sistemi içinde yinelemişolmaktan öteye gitmemektedir. Klasik sosyal-demokrasiile bu ideolojik birlik, işin doğası gereği kendiniprogramatik düzeyde de göstermekte, siyasal reformlaryoluyla “demokrasinin sınırlarını genişletme” çizgisibunun açık ve somut ifadesi olmaktadır.

Yine de klasik sosyal-demokrasi, herşeye rağmensınıf ilişkilerinden hareket eden ve emekçileri temsil

etmek iddiası taşıyan sosyal liberal bir akım olarak dahaileride durmakta, daha kapsamlı ve bütünsel bir siyasalve toplumsal reform programı ile hareket etmektedir.İmralı üzerinden geliştirilen yeni ulusal liberal çizgi ise,mevcut cumhuriyeti demokratikleştirmek gibi genel biriddia taşısa bile gerçekte bütünsel bir demokratikreformlar programından dahi yoksundur.Demokratikleşme sorunu daha çok “Kürt reformu”naindirgenmekte, demokrasi mücadelesi kapsamındakiöteki temel sorunlar ile işçi sınıfı ve emekçilerin temeldemokratik istemleri özenle es geçilmektedir. Sorun birKürt reformu çerçevesinde ne edip edip burjuvaziyi vedevleti ikna etmek, böylece onlarla barışıp bütünleşmekolduğu için, ucu düzen ve devlet yıkıcılığına çıkan(dolayısıyla burjuvazi payına fazlasıyla can sıkıcı vetatsız) sorunlardan bilinçli bir tutumla özellikle uzakdurulmaktadır.

İmralı’dan beri Türk burjuvazisi/devleti payınasınırlı bir “Kürt reformu”nun ödülü, bölgesinde lider biremperyal güç olarak sivrilmek üzere “Kürtler”in tamdesteğini elde etmektir; oysa siyasal özgürlüklerindevrimci bir çizgide kazanılmasına yönelik bir işçi veemekçi mücadelesi, hele de Kürt halk hareketi ile içiçegelişiyorsa, burjuva düzeni ve devleti için gerçek birtehlike demektir. 12 Martlar ve 12 Eylüller, burjuvazininve kendisini arkalayan emperyalist güçlerin bu türdengerçek bir devrimci-demokratik halk hareketine nasılyaklaştığını öğretici bir açıklıkla ortaya koymaktadır.Abdullah Öcalan’ın aradığı türden bir “Kürt reformu”ise burjuva düzenine ve devletine bu tür tehlikeleri dahatemelli bir biçimde nasıl bertaraf edeceği vaadinedayanmaktadır.

Bu tutum, Abdullah Öcalan’ın sınıfları atlayan,tümden yok saymasa da onlara esasa yönelik bir anlamve işlev yüklemeyen yeni liberal görüşleriyle deuyumludur. Bu liberal görüş açısına göre yalnızcademokrasinin kendisi değil, demokrasi uğruna mücadelede sınıflar üstüdür. Bu nedenledir ki Abdullah Öcalan,gericiliğin kaynağını ve dayanağını oluşturan, bukonumuyla demokrasiyi ve demokratik gelişmedinamiklerini boğan sınıflardan sözetmediği gibi,demokrasiden çıkarı olan ve demokrasi mücadelesinitemel dinamiklerini oluşturan sınıf ve tabakalardan dasözetmez. Onun yeni düşünce sisteminde kategorikolarak demokrasi mücadelesinin gerici engelleri ya dadevrimci dinamikleri olarak sınıflar yoktur. Bununyerine, bir tarafta statükocu oligarşik devlet ve ötetarafta feminist, çevreci, etnik, kültürel ve dini gruplar,bunların birarada oluşturduğu “sivil toplum” vardır.Türkiye’de gericiliğin kaynağını oluşturan, özgürlükleriboğan, emekçileri ve ezilenleri sistemli bir sınıf baskısıaltında tutan, emperyalist dayanaklarıyla birlikteburjuvazinin sınıf egemenliği sistemi değil fakat devleteegemen statükocu oligarşik zihniyettir. Bu durumdademokrasi mücadelesi de bir sınıflar mücadelesi değil,fakat “sivil toplum”u oluşturan etnik, dini ve kültürelgruplar ile oligarşik devlete yön verenler, onların temsilettiği zihniyet arasındaki bir mücadeledir. Öylesine ki,statükocu zihniyet ile demokratikleşmeden yana zihniyetarasındaki mücadelenin bu ikinci kutbunda, durumagöre bizzat burjuvazinin kendisi ile emperyalistler bile

yer alabilmekte, demokrasi dinamikleri rolüoynayabilmektedirler.

Bu sivil toplumcu demokrasi anlayışı, kolaycagörülebileceği gibi, AB’nin Türkiye için öngördüğüdemokrasi anlayışı ile de çakışmaktadır. Bilindiği gibibu demokrasi anlayışının somutlanmış biçimi olan“Kopenhag kriterleri”, işçi sınıfı ve emekçilerin temeldemokratik hak ve özgürlükleriyle değil, fakat yalnızcaetnik, dini ve kültürel grupların hak ve sorunlarıylailgilidir. Abdullah Öcalan, Kürt sorunu saklı tutulmakkaydıyla AB kriterleri Türkiye’nin “tam demokrasi”ihtiyacını zaten karşılamaktadır derken, bu anlayışlagörüş birliğini ayrıca vurgulamış olmaktadır.

Yeri geldikçe önemle vurguladığımız gibi, bualabildiğine çarpık ve güdük demokrasi anlayışınındevrimci siyasal açıdan en zararlı ve tehlikeli yanı, Kürtsorununu Türkiye’nin genel demokrasi ve devrimmücadelesinden koparmasındadır. Zira bu, çıkarları vekaderleri birbiriyle kopmaz biçimde bağlı olan Kürthalkıyla Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin mücadelebirliğini zaafa uğratmakla aynı anlama gelmektedir. Kürtsorununun çözümünü sınırlı bir devlet reformunaindirgeyen ve bunu da bir yandan güncel korkuların, öteyandan emperyal heveslerin körüklenmesi temelindedevletin ikna edilmesine bağlayan tutum da buçerçevede anlamını bulmaktadır.

Bu düşünce çizgisi ve onun ürünü politika, başarısıölçüsünde, Kürt halkınının devrimci birikimini vepotansiyelini düzenle barışıp bütünleşmeye feda eden;başarısızlığı ölçüsünde ise, Türk ve Kürt halklarının biryanda saldırgan bir ezen ulus şovenizmi, öte yandan içekapanmaya dayalı bir ezilen ulus milliyetçiliği temelindebirbirinden kopmasını, dahası karşı karşıya getirilmesinikolaylaştıran bir niteliğe sahiptir. (6 yıllık İmralı sürecive bu sürecin günümüzdeki seyri, bu son söylenenlerinanlamını yeterli açıklıkta ortaya koymaktadır).

Yeni PKK programında demokrasi sorunu

Geçen Nisan (2005) ayında toplanan “yeniden inşa”kongresinde kabul edilen yeni PKK programı ile onaeşlik eden kararlar, İmralı sonrası dönemin Kürthareketinde yarattığı köklü ideolojik-politik değişiminbütünlüğü içinde görülebilmesi bakımından önemlidir.Abdullah Öcalan’ın İmralı savunmalarını incelememişolup da bu konuda yine de bir fikir edinmek isteyenler,yeni PKK programı üzerinden bu olanağı bulabilirler.Üstelik savunmalarda dağınık, sistemsiz, çelişik vebulanık duran temel görüşler, özü ve esası yönünden buprogramda ve onu tamamlayan kararlarda olanaklıolduğunca (olanaklı olduğunca diyoruz, zira AbdullahÖcalan’a lafızda bile sadakat göstermek PKK’de gitgidekökleşen bir tutumdur) çelişkilerden ve tutarsızlıklardanarındırılarak belli ölçülerde bir düzene dekavuşturulmuştur. (Yeni PKK Programı için bkz.: PKKYeniden İnşa Kongre Belgeleri, Çetin Yayınları, s.175-243)

Bir önceki bölümde genel mantığı yönündenözetlediğimiz bu program bizi burada yalnızcademokrasi sorununa ve mücadelesine yaklaşımıüzerinden ilgilendirmektedir. Bu sınırlamanın yanlış bir

Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4

“Demokrasinin sınırlarını genişletme” programıH. Fırat

(Kızıl Bayrak, Sayı: 2005/41, 5 Ekim 2005)

Page 17: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

“Demokrasinin sınırlarını genişletme” programı Sayı: 2009/38 H 2 Ekim 2009 H Kızıl Bayrak H 17

izlenim yaratmaması için şunu da ekleyelim ki,demokrasi sorunu gerçekte bu programın başı ve sonu,temel ilkesi ve tüm içeriğidir. Beş ana bölümden oluşanbu programın “Demokratik-Ekolojik CinsiyetÖzgürlükçü Toplum” başlığı taşıyan ilk bölümü (ki tümprogramın yaklaşık yarısını oluşturmaktadır), AbdullahÖcalan’ın tarih ve toplum görüşlerinin geniş birözetinden oluşmaktadır. Onu Ortadoğu ve Kürdisantoplumuna ayrılmış (ve yine Abdullah Öcalan’ınsavunmalarından derlenmiş en önemli pasajlardanoluşan) iki bölüm izlemektedir. İçeriği ve sunuluşyönünden program sayılabilecek asıl kısmı oluşturanson iki bölüm ise (kitap sayfasıyla 68 sayfalıkprogramın son 7 sayfası) tümüyle “demokratikdönüşümler”e ayrılmıştır. Bizi de yalnızca dayandığımantık yönünden olmak üzere işte bu son iki bölümilgilendirmektedir. Tüm program metninin politikfinalini oluşturan bu bölümler, yeni PKK’nin (esasıyönünden ulusal sorun eksenli olmak üzere)“demokrasinin sınırlarını genişletme” çizgisinde birliberal reform partisine dönüştüğünün tartışmasız birbelgelenmesidir.

Abdullah Öcalan’nın “yeni sistem”i ile tam bir uyumiçinde davranan bu programın herhangi bir sınıf tahlilinedayanmadığını, böyle bir tahlilin sonuçlarını içermek biryana, modern burjuva toplumunun sınıflarını karşılıklıilişkileri içinde öylesine bir anmak yoluna bilegitmediğini, burada bir kez daha yineliyoruz. Bununyerine program “gençlik” ve “kadın” gibi tüm sınıflarıkesen toplum kategorilerini esas alıyor ve AbdullahÖcalan’dan farklı olarak bunlara, elbette “demokratikdönüşüm”deki rolü ve önemi bunlardan sonra gelmeküzere, “emekçiler” kategorisini ekliyor. “Cinsiyetözgürlükçü ve ekolojik toplum” eksenli bir “demokratikdönüşüm”den sözeden program, bu “demokratikdönüşümün öncü kesimi kadın ve gençliktir” diyor(s.237). Bu düşünce programın öteki bölümlerinde vekongre kararlarında yeri geldikçe yineleniyor. (Kongrekararlarında kadının öncü konumu ve rolü, “mevcutsınıflı toplum gerçekliğiyle bütünleşmeyen yapısı veözgürlük tutkusuyla”; gençliğinki ise “toplumsaldönüşümdeki dinamizmi ve özgürlükteki ısrarıyla”gerekçelendiriliyor. S.286).

Toplumsal sınıfları es geçip yerine tüm sınıflarıkesen toplumsal kategorileri geçiren program, bututumuyla uyumlu olarak, mevcut sınıf egemenliğisistemi ve mülkiyet ilişkileri üzerine de herhangi birtutum ortaya koymuyor (demek oluyor ki gerçekteonları bugünkü biçimiyle benimsiyor). Yeni PKKprogramında, kapitalizme ve emperyalizm dayananmodern sömürü ilişkileri bir yana, ortaçağ kalıntısıfeodal ilişkilerin tasfiyesi konusunda bile açık ve kesinbir tutum göremiyoruz. “Demokratik dönüşümüngörevleri” başlıklı son bölümün birinci alt bölümündebuna ayrılmış madde şöyle:

“Ortaçağ kalıntısı ağalık, şeyhlik, aşiretçilik,tarikatçılık gibi olguların uygun yöntemlerle demokratikdönüşüme uğratılması.”(8. madde, s.239)

Burjuva demokratik sınırlarda bile olsa az çok tutarlıbir demokratik dönüşümü hedefleyen her ciddi program,sayılan tüm kalıntı ve kurumların kesin tasfiyesindensözeder, etmek durumundadır. Oysa PKK programı

tasfiyeden değil fakat “uygun yöntemlerle demokratikdönüşüme uğratılması”ndan sözediyor. Bunun birdikkatsizlik ürünü olmadığı, sorunun bilinçli bir tutumlaböyle formüle edildiği, programın aynı soruna değinenöteki bölümlerinden de anlaşılıyor (örneğin sayfa 233’teaynı görüş, neredeyse aynı ifadelerle, şöyle yineleniyor:“Ayrıca Ortaçağ kalıntıları olan ağalık, şeyhlik,aşiretçilik, tarikatçılık gibi olguların uygun yöntemlerledemokratik dönüşüme zorlanması gerekir.” ).

Fakat buna daha dolaysız bir kanıt, bizzat AbdullahÖcalan’ın savunmalarıdır. Bu savunmaların sonuncusuve yeni PKK programının esin kaynağı olan Bir HalkıSavunmak’ta, Abdullah Öcalan, yeri geldiğinde sert veanlamlı eleştiriler de yöneltmekle birlikte, reformdangeçirilmeleri kaydıyla bu ortaçağ artığı kurumların “siviltoplum kuruluşları” rolü oynayabileceğini söylemektebir sakınca görmemekte, bunu Ortadoğu toplumları içinbir özgün durum olarak sunmaktadır.

Kongre kararlarından birinde tasfiyeden de sözetsebile (s.287), programdaki “uygun yöntemlerledemokratik dönüşüme uğratılması” ifadesi, PKK’nintoplumsal ilişkilere her türden köklü ve radikalmüdahaleyi ilke olarak terketmiş bulunan yeni ideolojik-politik konumuyla gerçekte fazlasıyla uyumlu vetutarlıdır.

Bu aynı sorun, demokrasiyi ülküleştiren ve tutarlıdemokratik uluslaşmadan sözeden PKK’nin, Kürdistangibi geleneksel kırsal ilişkilerin nispeten güçlü olduğuve köylülüğün aşiret, ağalık ve tarikat ilişkilerininkıskacında bulunduğu bir coğrafyada, demokratik birköylü programından da yoksun olduğunugöstermektedir. Kürt sorununu genel demokrasimücadelesinden koparan ve tüm bir siyasal-toplumsaliçeriği ile almak yerine onu dil ve kültürel haklarsınırlarında güdük bir anayasal reform programınaindirgeyen bir hareketin, köylülüğün özgürleşmesikonusunda az-çok tutarlı bir programdan yoksun olmasıkuşkusuz şaşırtıcı değildir. Nitekim ne koca koca

savunma kitaplarında Abdullah Öcalan ve ne de yeniprogramında PKK, köylülüğün özgürleşmesi sorunu vemücadelesine bir-iki satırlık olsun değinmek ihtiyacıduymaktadır.

Sınıf ve mülkiyet ilişkilerini tartışma dışı tutmaktangelen bu büyük açmaz ya da tutarsızlık, kendini tümöteki toplumsal sorunlar üzerinden de aynı şekildegöstermektedir. Üzerine onca söz edilen kadın sorunu,buna en çarpıcı örneklerden biridir (“Yeni toplumparadigması”na kadın özgürlüğü ile birlike adını verenekoloji, aynı duruma örnek bir öteki sorundur). Sınıflıtoplum düzeninin kadın için cins köleliği demekolduğunu Marksizmden ödünç düşüncelerle yineleyipduran Abdullah Öcalan ve onu yeni programı üzerindenaynen tekrarlayan PKK, kadının bu köleliktenkurtuluşunun toplumsal koşulları konusunda iğne ucukadar değer taşıyan bir görüş ortaya koyamamaktadırlar.Söylenenlerin ideoloji ve ahlak mücadeleleri boyutlarınıaşabildiği yerlerde “kültür evleri”nden (AbdullahÖcalan) ya da “özgür kadın parklarının ve evlerininoluşturulması”ndan (yeni PKK Programı)sözedilebilmektedir ancak.

Bu, kurulu toplumsal düzeni, onun sınıf ve mülkiyetilişkilerini tartışma dışı tutmanın getirdiği pek acınası birdurum sayılmalıdır. Sorun sınıf ve mülkiyet ilişkileriüzerinden ortaya konulup çözümüne de buradanbakılmadığı sürece, ideoloji, zihniyet ve ahlakmücadeleleri üzerine edilen sözlerin de kendi başına biranlamı kalmaz. Zira aynı toplum ilişkiler o aynı ideolojive ahlakı da döne döne yeniden üretir ve egemen kılar.

Dolaysız olarak ulusal sorunu ilgilendiren (ortaçağartığı ilişki ve kurumların tasfiyesi, köylü sorunu) ya dadosdoğru “Demokratik-Ekolojik Cinsiyet ÖzgürlükçüToplum paradigması” kapsamında yer alan toplumsalsorunlar konusunda tutumu bu olan yeni PKK programı,demokratik siyasal sorunlar sözkonusu olduğunda hiç dedaha iyi bir durumda değildir.

(Devam edecek...)

Demokrasi mücadelesi ve Kürt sorunu/4

“Demokrasinin sınırlarını genişletme” programıH. Fırat

(Kızıl Bayrak, Sayı: 2005/41, 5 Ekim 2005)

Yeni PKK Programı’ndan...

Demokratik dönüşümün iki temel yönüDemokratik dönüşümün iki temel yanı vardır: Birincisi, cinsiyet özgürlüğüne ve ekolojiye dayalı

demokratikleşme; ikincisi ise demokratik uluslaşmayı geliştiren Kürt sorununun Demokratik Konfederatifçözümüdür.

Birinci yan, demokratik, cinsiyet özgürlükçü ve ekolojik toplumun geliştirilmesini ifade eder. Demokratiktoplum, toplum içi özgürlüklerin geliştirilmesi temelinde halkın demokratik örgütlenmesi, yaşamı vemücadelesidir. Cinsiyet özgürlüğü, duygu, zihniyet ve davranışta varolan erkek egemenliğine son verme, tarihiçinde oluşmuş cinsiyetçi toplumu değiştirme, kadının tam bir özgürlük ve eşitlik temelinde toplumsal yaşamın heralanına katılımını sağlamadır. Ekoloji ise, doğanın ve çevrenin tahribini önleme temelinde bozulan toplum-doğadengesini yeniden kurmadır. Bu üç alan da devrim niteliğinde olup iç içe ve birlikte gelişir, gerçekleşir.

İkinci yanı oluşturan Kürt sorununun çözümü, öncelikli olarak Kürdistan’da Demokratik Konfederalizmingeliştirilmesini ve buna bağlı olarak Kürdistan üzerindeki inkâr sisteminin kırılmasını, Kürt kimliğinin anayasaldüzeyde tanınmasını, Kürt dili ve kültürü üzerindeki her türlü baskı, sınırlama ve asimilasyona son verilmesini,demokratik Kürt ulusal örgütlülüğünün geliştirilmesini içerir.

Demokratik dönüşümün bu iki yanı iç içedir. Kürt toplumunun cinsiyet özgürlüğüne ve ekolojiye dayalıdemokratikleşmesi geliştikçe Kürt sorununun demokratik çözüm gücü ortaya çıkar. Kürt sorununun demokratikçözümü ve demokratik Kürt uluslaşması geliştikçe, Kürt toplumunun cinsiyet özgürlüğüne ve ekolojiye dayalıdemokratikleşmesinin önü açılır.

(PKK Yeniden İnşa Kongre Belgeleri, Çetin Yayınları, s.236-237)

Page 18: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Ulaşım haktır!18 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

6-7 Ekim tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşecekİMF-Dünya Bankası toplantısına sayılı günler kaldı.Bu arada 27 Eylül-1 Ekim tarihleri arasındaİstanbul’da 10. Ulaştırma Şurası toplandı. Şurauluslararası birçok katılımcının yer aldığı ve “Hedef2023” şiarıyla Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleşti.

10. Ulaştırma Şurası’na dair oluşturulan internetsitesinde yer alan davet metninde şu ifadeleryeralmaktadır: “Ulaşım ve iletişim sektörlerindeÜlkemizin Avrupa Birliği ve uluslararası sistemlereve platformlara entegrasyonun sağlanması, rekabetgücünün artırılması, iletişim sektöründeki, teknolojikgelişmeler, rekabet, kalite, fiyat gibi konular baştaolmak üzere sektörlerin sorunlarının konununuzmanları tarafından tartışılıp, her iki sektörde degeleceğe yönelik projeksiyonların daha sağlıklıyapılmasına imkan sağlanması amacıylaBakanlığımızın koordinatörlüğünde 10’ncu UlaştırmaŞurası’nın yapılmasına karar verilmiştir.” Buaçıklama bu toplantının hangi amaca hizmet ettiğinive nasıl sonuçlar elde etmeyi planladığını çok açık birşekilde ortaya koymaktadır. Açıklamada yer alanrekabet, kalite, fiyat, entegrasyon vb. kelimelerkapitalist sistem içerisinde çokça kullanılan iktisaditerimlerden sadece birkaçı. Elbette kullanılan bukelimeler niyetten bağımsız değildir. Sermayenin veonun resmi temsilcilerinin hayata geçirmek istediğitüm politikalar kapitalist sistemin işleyiş yasaları ilebir bütünlük oluşturmaktadır. 10.’su yapılan butoplantıda “ulaşım sorununa insan temelli nasılmüdahale edilebilir?” sorusuna cevap içinyapılmamaktadır. Kapitalist egemenlerin sorduğusorular her zaman bizlerin sorduklarından farklıolmuştur. Bu toplantıyı da “21. yüzyıl kapitalizmindeulaşımın ve haberleşmenin kâr yüzdeleri nasılartırılır?” sorusuna cevap arandığı bir organizasyonolarak değerlendirmek gerekir.

1923 İzmir İktisat Kongresi’nden, 2009 10. Ulaşım Şurası’na...

Şuraya dair hazırlanan programda UlaştırmaBakanı Binali Yıldırım’ın sözleri yalanın ve niyetinbiraradalığı bakımından belirtilmeye değerdir. BinaliYıldırım şunları söylemektedir: “...Her zamandandaha eşitlikçi, daha yaşanabilir bir dünya tasavvurusöylem olmaktan çıkıp eyleme dönüşmek zorundadır.”Üstelik kitlelerin ulaşımda yaşadığı sorunlar, her anyeni bir zam gerçekliği taşıyan tarifeler, pıtrak gibibiten özel araçlar, otomobil, petrol, taşımacılıkşirketleri gün gibi ortadayken bu ifade yalana dairoldukça net bir cümle olarak karşımızda duruyor.“...Türkiye’de son yedi yılda gerçekleştirdiğimizyatırımlar, bir yandan İzmir İktisat Kongresi’ndealınan kararlar çerçevesinde Cumhuriyet’in ilkyıllarındaki ulaşım politikasıyla örtüşürken, diğeryandan 1950 sonrası dengesiz ulaşım politikalarınınülkeye kaybettirdiklerini de telafi edecek boyuttaolmuştur.” Bu cümleyle de niyete doğru bir açılımyapıyor. 1923 yılının 17 Şubat’ında alelacele toplananİzmir İktisat Kongresi Türk burjuvazisinin iktisadi vesosyal olarak emperyalist egemenliğe nasıl bir kapıaraladığının göstergesiydi. Mustafa Kemal’in kongreaçılış konuşmasındaki sözleri emperyalistlere ve onunyerli işbirlikçilerine karşı verilen bir güvenin tarihselbelgeleridir adeta. Mustafa Kemal Kongre’de şunlarısöylemişti: “...Kanunlarımıza uymak şartıyla yabancı

sermayeye gereken güveni sağlamaya her zamanhazırız,” sözleri ile ekonomi bakanı Mahmut EsatBozkurt’un; “...Yeni Türkiye Ekonomi Okulu’nunyabancı sermayeye karşı bir düşmanlığı olduğusanılmasın. Türklerle aynı kanunlara ve şartlarabağlı olmak üzere yabancı sermayeye hatta başkamemleketlerden fazla, kolaylık göstermeye hazırız.”1923 yılından 2009 yılına kadar kapitalizmebağlılıkta hiçbir görevini eksik etmeyenler bir diziyasanın, gizli-açık anlaşmanın mimarları olmuştur.Bu anlaşmalardan konumuzla bağlantılı olan GATS’adair bir takım bilgiler verelim.

GATS-Hizmet Ticareti Genel Antlaşması ileelektrik, haberleşme, eğitim, sağlık, ulaşım vb.kullandığımız ve vazgeçemeyeceğimiz hizmetlermetalaştırarak birer kâr alanı haline getirilecek vepiyasa koşullarına terkedilecek. Karayolu, havayolu,demiryolu, kent içi ulaşım hizmetleri de buanlaşmanın maddeleri arasındadır. Anlaşmadaki tümhükümlerin eksiksiz yerine getirilmesi imzalayanülkeler için bir zorunluluktur. Bir yandan sermayeyaşam alanlarımız içerisinde dilediği gibi atkoşturabileceği koşulları yaratırken diğer taraftanyaptığı toplantılar ve kongrelerle de bu durumu esnekve her kesimin söz sahibi olduğu bir süreç olarakgöstermeye çalışıyor. Zira, yine şuranın davetmetninde kamu kurum ve kuruluşlarından,üniversitelerden ve sivil toplum örgütlerinden vb.uzmanların katılımının olacağını belirtmesi bunugöstermektedir.

3. Köprü tartışması...

Şuranın temel tartışma başlıklarının içerisindeolmasa da 3. Köprü yine gündemdeydi. 28 Eylül’deHaliç Kongre Merkezi’ndeki açılışa katılarak birkonuşma yapan Tayyip Erdoğan şunları söyledi:“...Bugün karşı çıkanlar birinci köprüye de karşıçıkmışlardı ama sonra utanmadan, sıkılmadan obirinci köprünün üzerinden seyahat ettiler. İkinciköprüye de karşı çıktılar, sonra utanmadan,sıkılmadan o köprünün üzerinden de geçtiler. Şimdiaynen 3. köprüye de karşı çıkıyorlar.” Bu sözlerkapitalist ahmaklığın yeni bir örneğidir. Tayyip

Erdoğan bu konuşmasında yeni karayolları ile çağatlandığını ve kaza yollu ölümlerin azaldığını belirtti.Böylece son on yılda trafik kazalarındaki %95’likartışın ve bu bayram tatilinde yaşanan trafik kazalarısonucu 100’ün üzerindeki ölümün üzerindenatlamaya çalıştı.

Şura boyunca yapılan tartışmalar ve sunulançözümler, elbette ki biz işçi ve emekçilerin hayatlarınıkolaylaştıracak cinsten olmayacak. İstanbul özelindeyaşanılanlar, seçim döneminde çığırtkanlığı yapmaklabitmeyen metrobüs deneyimi, kaldırılan seferler,ücretsizken yavaş yavaş ücreti artan aktarmalar,trafikte geçen muazzam zamanlar, tıklım tıklımotobüsler bizlerin gerçeği olarak karşımızda duruyor.Tüm bu tartışmalara kendi cephemizden yanıtımızşudur: “...her türden ulaşım hizmeti ücretsiz ya damümkün olduğunca düşük ücretle sunulmalıdır.Özelleşmiş olan her türden araç tekrarkamulaştırılmalı, sunulan hizmetler iyileştirilmelidir.Araçların kalitesi artırılmalı, bakımları eksiksizyapılmalı ve gerekli önlemler alınarak olası kazalarınönüne geçilmelidir. Şehrin etütleri iyi yapılmalı,geliştirilen projeler tüm halkı kapsayacak bir biçimdehazırlanmalıdır. Toplu taşıma araçları artırılarakönemi vurgulanmalıdır. Yeraltı ulaşım sistemleri,şehrin ve çevresinin her türlü ihtiyacını gözetecekşekilde genişletilmelidir, vb…” (Kapitalist Sistem veUlaşım Sorunu, sayı: SİKB 2009/09, 6 Mart 2009 )

Bu vesileyle ulaşım hakkımız için mücadeleetmenin gerekliliğini bir kez daha yineliyoruz.

10. Ulaşım Şurası İstanbul’da toplandı...

Gelecek ulaşılmaz olmasın!

Kapitalizm mağduru Gültepe halkına sus payı... 

Sel felaketinin acı faturasıyla karşı karşıya kalan aileler yaralarını sarmaya çalışıyorlar. İstanbul Küçükçekmece ilçe sınırları içerisinde yeralan Gültepe Mahallesi halkı da mağduriyeti yaşayanlar

arasındaydı. Yaklaşık 5 yıldır her yağmur sonrasında evlerini yağmur suyu ve kanalizasyon suyu basanGültepe Mahallesi halkı 17 Eylül günü eylem gerçekleştirmişti.

Sermayenin yerel temsilcisi Yeniay, ellerinden birşey gelmediğini ve bunun üzerine sadece kısıtlı işlemlerbaşlatabileceklerini söylemişti.

İSKİ Müdürlüğü’nden Küçükçekmece Belediyesi’ne bağlı Beyaz Masa’ya kadar şikayetlerine cevapalamayan Gültepe Mahallesi halkına 25 Eylül günü Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’ndan gelen yetkililerce 750TL ile bin TL arasında bir “sus payı” verildi.

Gelen yetkililerin sözlerini aktaran Gültepe halkı, belediyenin afet bölgesi içerisinde yer almayan GültepeMahallesi’ne gelmesinin tek sebebinin belediye önünde yapılan eylem olduğunu söyledi.

Meşru-fiili eylem hattında ise kararlılığını dile getirmekte olan Gültepe halkı, sadaka değil, hizmetistediğini gelen yetkililere aktarmış oldu. Tüm altyapı çalışmalarının tamamlanana kadar bu eylem hattındadireteceklerini söyleyen mahalle sakinleri, yetkililere “bizleri yine beklesinler, geleceğiz!” mesajını verdiler.

Küçükçekmece İşçi Platformu

Page 19: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Kazanılan mevzileri kalıcı hale getirmek için... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 19Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Üç yıldır sendikal örgütlenme mücadelesi yürütenGüven Elektrik işçileri, 19 Ağustos’ta imzalananToplu İş Sözleşmesi ile birlikte sendikalaşmasürecini tamamladılar. Böylece metal işçileri, GüvenElektrik işçileri şahsında yeni bir mevzi dahakazandılar.

Üç yıllık zorlu bir mücadelenin sonucu eldeedilen bu kazanımın, başta metal işçileri olmak üzeresınıfın diğer bölüklerine üzerinde de olumlu biretkisi muhakkak olacaktır. Ancak bu etkinin düzeyinibelirleyecek olan ilerici-öncü işçilerin bu kazanımısınıfın diğer bölüklerine maledebilmeleri olacaktır.Bu açıdan Güven Elektrik kazanımını sınıfın diğerbölükleri arasında etkili bir ajitasyona konu etmekmetal sektöründeki öncü işçilerin önünde durangüncel bir görevdir.

Öte yandan asıl belirleyici olan ise sendikalaşmadeneyiminin bizzat Güven Elektrik işçileri üzerindenasıl bir etki ve bilinç değişimi yarattığıdır. Ziradireniş, eylem ve mücadelelerin başarı ölçütü, hiçbirzaman tek başına hedeflenen sonuçlara ulaşılıpulaşılamaması üzerinden değerlendirilemez.

Kimi direnişler ve eylemler hedeflediklerisonuçlara varamasa da, bıraktığı dersler vedeneyimler bakımından sınıf hareketi için anlamlıkazanımlar olarak tarihe geçer. Öyle deneyimler devar ki tam tersi sonuçlar doğurabilir. Çok kolay eldeedilen başarılar kolayca da kaybedilebilir. Yakınzamana kadar Birleşik Metal-İş Sendikası’ndaörgütlü olan Surtel Kablo işçilerinin ihanetçi Türk-Metal Sendikası’na geçişleri buna örnektir. Buaçıdan Güven Elektrik deneyimini bu gözleirdelemek metal işçilerinin yarınki mücadelelerineışık tutması bakımından önemlidir.

Güven Elektrik’teki üç yıllık sendikal örgütlenmetablosu zengin deneyim ve dersler içermektedir. Öyleki sendikalaşma süreci sadece işçilerle GüvenElektrik patronu arasındaki ilişkileri-çelişkileri açığaçıkarmakla kalmamış aynı zamanda sendikalbürokrasinin kendi iç çekişmelerinin dışa vurduğubir süreç olarak da yaşanmıştır. Yine bu aynı süreçişçilerin birliğinin çeşitli nedenlerle zaafa uğramasıve yer yer iç ilişkilerinin zedenlenmesineyolaçmıştır. Tüm bu gelişmelere rağmen sendikalörgütlenme mücadelesi hedefine ulaşmıştır.

Elbette birçok engeli aşarak sendikalaşmayıbaşarmak, Güven Elektrik işçilerinin her durumdadoğru sınıfsal tutum aldıkları anlamına dagelmemektedir. Zira işçilerin sınıfsal bir bilincekavuşmaları, mücadelenin çeşitli aşamalarında doğrusınıfsal tutumu almaları sadece mücadele okulundangeçmelerine bağlı değildir. Bu bilinç, tam da buzemin üzerinden sergilenecek doğru politik birönderlikle sağlanabilir ancak. Bunun yolu da hereylemin ve mücadelenin öne çıkardığı öncüunsurların bu doğru politik hatta çekilebilmesindenve kazanılmasından geçer.

Nitekim Güven Elektrik’teki sendikalaşma sürecisendikanın kazanılmasında temel rolü oynayan“öncü” unsurları öne çıkarmakla birlikte, bu öncülerbelli yönleriyle zayıflıklar taşıyan bir yapıdadırlar.Bunda mevcut sınıf hareketinin verili durumundan

öteye BMİS’e hâkim olan sendikal anlayışın payıönemli bir yere sahiptir.

Güven Elektrik’te bu zayıflık kendini en baştaörgütlenme süreci üzerinden ortaya koymuştur.Örgütlenme komiteler üzerinden yükselen sağlam içörgütlülüklere dayanan bir temelde başlamamış,üyeliklerin hızla tamamlandığı ilk süreçlerde de budurumun önemi yeterince gözetilmemiştir. Patronunilk saldırısına karşı gösterilen eylemli tepkilerinyaratmış olduğu rehavet konunun öneminin gözardıedilmesine yol açmıştır.

Dahası işçileri zor süreçlere hazırlayacak veonlara sınıf bilinci verecek sistematik bir eğitimçalışması gerçekleştirilmemiştir. Elbette sürecinçeşitli aşamalarında sendika toplantılarıgerçekleştirilmiş ancak bunlar bahsedilen ihtiyacıkarşılayacak nitelikteki toplantılar olmaktan uzakolmuştur.

Eylemliklerin devam ettiği hareketli bir döneminardından işleyen yargı süreci işçiler üzerindebeklemeci bir ruh hali yaratmıştır. Oysa kisendikalaşma süreci işçilerin bilincini fabrikanın darsınırlarının ötesine taşıyabilmenin zeminlerineyeterince dönüştürülememiştir.

Nitekim eylemliklerin gerçekleştiği ilk dönemlerdışında üç yıllık Güven Elektrik sürecininkamuoyuna yeterince mal edilememesi deyimyerindeyse sesiz sedasız sürmesinin bir nedeni debudur. Bu durum doğal olarak öncü işçilerinşekillenmesinde ve bilincinin oluşmasında belirleyicibir etken olmuştur. Güven Elektrik işçileriyürüttükleri mücadeleyle sadece kendi fabrikalarıylasınırlı bir kazanım değil sınıf hareketinin toplamıaçısından da önemli bir deneyim-kazanım olacağıgerçeğine yeterince vakıf olamamışladır. Yine bunundoğal bir sonucu olarak gerek bölgesel (DESA, ATV-Sabah grevi, Halkalı Kâğıt Grevi vb.) eylemlikleregerekse de kamuoyuna yansıyan merkezieylemliklere Güven Elektrik işçilerinin ilgisi vekatılımı oldukça sınırlı kalmıştır.

Elbette bu durumun yaşanmasındaki diğer birneden; sendikal örgütlenme mücadelesine asıldarbenin BMİS bünyesindeki anlayıştan gelmişolmasıdır. Öyle ki patronun saldırıları karşısındabirliğini koruyabilen Güven Elektrik işçileri, sendikaiçi çekişmede ne yazık ki birliğini koruyamamış vetaraflaşmaya mecbur edilmiştir. Böylesi bir ortamişçilerin sendikaya olan güvenini yıkarak istifalarınartmasına yol açmıştır. Güven Elektrik işçilerinin ogüne kadar sağladığı inisiyatif sendika merkezitarafından patrona altın tepside sunulmuştur.

Güven Elektrik’teki öncü işçilerin öne çıkışındaönemli bir dönemeç olan bu sürecin tersinden açığaçıkardığı olumsuzluk ise, bu öncüler şahsında istifaeden işçilere karşı önyargıların oluşmasıdır. Öyle ki,öncü olarak öne çıkan kimi işçilerde bile, istifa edenişçilerin tekrar nasıl kazanılacağından çok onlarsızsendikanın nasıl getirileceği fikri yer yer hâkim halegelmiştir. Hatta patronun izne çıkartma saldırılarınakarşı “istifa edenler böylece cezasını çeksinlerşimdi” anlayışıyla hareket etmişlerdir.

Bu durum öncünün bilinç düzeyindeki zaafiyetini

ortaya koyarken sendika da sorunu üyeliklerin tekrarnasıl sağlanabileceği ekseninde ele almıştır. İstifaeden işçilerin tekrar üye yapabilmesi kaygısı, işçileresınıf bilincinin kazandırılması yönündeki asıl görevinönüne geçmiştir. Sürecin daha zor ve sancılı geçtiğibu dönemlerde öncü işçilerde de “sendika gelsin denasıl gelirse gelsin” anlayışı öne çıkmıştır.

Belirtmek gerekir ki, ifade edilen bu zaafiyetlerekarşın sendikal örgütlülüğün kazanılmasında vebugünlere gelinmesinde belirleyici olan yine bu öncüişçilerin gösterdiği kararlılık olmuştur. Bu da onunkuvvetli ve güçlü yanlarını göstermektedir. YineBMİS Genel Merkezi’nin işçilerin iradesini yoksayan ve üstenci tutumlarına karşı tepki göstermişolması olumlu yanlardan biridir.

Her ne kadar sendika içi çekişmenin işçileritaraflaştırma yönündeki etkilerinin bunda bir payıolsa da önemli olan işçilerin böyle bir inisiyatifigösterebilmiş olmalarıdır. Zira bu durum mevcutöncünün doğru sınıfsal bir politik hatta kazanıldığıtakdirde neleri başarabileceğinin somut birgöstergesidir aynı zamanda.

Sendikal örgütlenme sürecinde işçilere sınıfbilincinin kazandırılması için ne denli başarısızkalındığını gösteren bir diğer gelişme ise, temsilcilikseçimleri üzerinden yaşanmıştır. Normal koşullardaher örgütlenme sürecinin açığa çıkardığı öncülerdoğallığında temsilci olurken, Güven Elektrik’tetemsilcilik seçimleri burjuva düzen partilerinin seçimyarışını andıran sahnelere konu olmuştur. Temsilcilikgörevi fabrika içersinde ayrıcalıklı bir konum eldeetmenin bir imkânı olarak görülmüştür.

Komitelere dayanmayan ve sağlam bir içörgütlülük üzerinden şekillenmeyen bir sendikalörgütlenme deneyiminin işçilerde böyle bir bilinçkırılması yaratması son derece doğaldır. Zira işçilerböyle bir deneyimden yoksun kaldıkları ölçüdetemsilciliğin sadece işçilerin belirlenen iradesiniifade etmeden öte özel bir misyon taşımadığıbilincine varamazlar. Bu durum işçilerin kendilerinihala bir özne olarak görmediklerinin, sorunlarınçözümünü “sendikacılar” ve “temsilciler”denbeklediklerinin göstergesidir .

Nitekim imzalanan sözleşmenin tatmin ediciolmaması (birinci yıl % 6’lık zam, ikinci ve üçüncüyıl enflasyon oranında artış, birinci yıl için 2, ikincive üçüncü yıllar için yarımşar ikramiye) ve üç yıllıkolarak imzalanması bu durumdan bağımsız değildir.Bu açıdan Güven Elektrik işçilerinin önünde duranen öncelikli görev sendikalı olmanın avantajıyla sınıfbilincini kazanmak yönünde bir an önce hareketegeçmek ve sendikayı buna zorlamaktır.

Sonuç itibariyle Güven Elektrik’le birlikte metalişçileri sendikal alanda bir mevzi daha kazandı.Ancak kazanılan bu mevzinin kalıcı hale gelebilmesive yenileri için örnek teşkil edebilmesi budeneyimden çıkarılacak derslere bağlıdır.

İstanbul Metal işçileri Kurultayı’nınhedeflerinden biri olan Metal İşçileri Birliği’ninilanından sonra yerine getirmesi gereken temelgörevlerinden biri de bu olmalıdır.

Küçükçekmece’den metal işçileri

Güven Elektrik’teki sendikal örgütlenme deneyimi üzerine…

Yeni mevziler kazanmak deneyimlerden öğrenmekten geçiyor!

Page 20: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Ulucanlar Cezaevi’nde katledilen on devrimci 26Eylül günü İstanbul’da Karacaahmet Mezarlığı’ndagerçekleştirilen etkinlikle anıldı. TUYAB tarafındanTKİP Merkez Komite Üyesi Ümit Altıntaş’ınmezarı başında gerçekleştirilen anma etkinliği ileUlucanlar’da devlet terörüne karşı yükseltilen direnişselamlanırken katliamların hesabını sorma çağrısıyükseltildi.

Anma kitlenin Karacaahmet Mezarlığı Camiönünde toplanması ile başladı. Ulucanlar katliamınıunutmadık, Unutturmayacağız! / TUYAB” pankartınınaçılmasıyla birlikte sloganlar eşliğinde yürüyüşegeçildi. Ümit Altıntaş’ın mezarına doğru yürüyüşegeçen kitle yol boyunca direnişi selamlayan ve katildevleti lanetleyen sloganlar attı.

Ulucanlar direniştir!

Kitlenin mezar başında toplanmasının ardındanprogram İsmet Yurtsever tarafından gerçekleştirilenaçılış konuşması ile başladı. Konuşmada Ulucanlar’dakatledilen on devrimcinin büyük bir zafere imza attığıvurgulanırken Onları, anmanın ancak 24 saatmücadeleye sarılarak mümkün olabileceği söylendi.Diyarbakır ve Buca gibi katliamlarda ortaya konanvahşetin de anlatıldığı açılış konuşmasında sosyalizmuğruna mücadeleyi yükseltme çağrısı yapıldı.

Devrim ve sosyalizm şehitleri için gerçekleştirilensaygı duruşunu TUYAB adına yapılan ortak açıklamaizledi. Ulucanlar’da devrimcilerin kendilerinedayatılan teslimiyete karşı cepheden tavır aldıkları vebu zaferi ezilen milyonlara armağan ettikleri ifadeedildi.

TUYAB açıklamasının ardından Ümit Altıntaş’ınkardeşi Tayfun Altıntaş söz aldı. Altıntaş yaptığıkonuşmada önce katliamdan bu yana geçen on yılınbilançosunu çıkararak çürümüş kapitalist düzenin işçive emekçilere reva gördüğü yaşamı aktardı.Ulucanlar’da katledilen 10 devrimcinin bu sistemekarşı çıktığı için katledildiğini vurguladı.

Onlar’ın saldırıyı halaylarla karşıladığını belirtenAltıntaş, düzen güçlerinin ise “Maskeler veyalanlar”ın arkasına saklanarak saldırdığını belirtti.

Anma etkinliğinde ayrıca Hıdır Sabur ve GüzelŞahin de birer konuşma yaptı. Hıdır Amcakonuşmasında tarih boyunca ezen, yöneten sınıflarınezilenlere baskı uyguladığını, ancak buna rağmentarihin akışını durduramadıklarını vurguladı. GüzelAna ise önce bu etkinliğe anaların katılımının sınırlıolduğunu belirterek sitem etti. Katliamların ne ilk, nede son olduğunu söyleyen Güzel Ana “Bir gün hesapsorulacak, belki bizler göremeyeceğiz ama sorulacak.Belki biz göremeyeceğiz ama devrim bir gün mutlakaolacak” dedi.

Ümit Altıntaş’ın “Tek renk kızıl!” adlı öyküsününokunduğu anma etkinliğinde Grup İsyan Ateşi,Esenyurt İKE Müzik ve Şiir topluluğu ile GrupMunzur sahne aldı. Müzik gruplarının ezgilerininardından anma sona erdi.

Faşist devlet terörünü lanetleyen ve direnişiselamlayan sloganların öfkeyle atıldığı anmaya 150kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

İzmir’de devrimci kurumlar tarafından her yıl Buca, Diyarbakır, Ulucanlar cezaevleri katliamları Eylülayında bir haftaya yayılan eylem ve etkinliklere konu ediliyordu. Özellikle Ulucanlar anması, 26 Eylül’dekatledilen Habip yoldaşın mezarı başında gerçekleştiriliyordu. Kolluk güçleri mezar anmasına dahi tahammüledememekte, devrimcileri yıldırmaya, geriletmeye çalışmaktadır. Bu anlamda Helvacı’da gerçekleştirilensadece Habip Gül şahsında Ulucanlar şehitlerinin anması değil adeta düzenle devrim güçlerinin karşılıklı birirade savaşıdır. Helvacı Köyü de devrimciler tarafından kazanılmış, düşmana geri adım attırılmaya çalışılanbir mevzidir. Bu yıl, Eylül ayı anmaları İzmir’deki devrimci güçler tarafından tek bir eyleme sıkıştırılmışoldu. Çeşitli bahane ve gerekçelerle mezar anmalarına gerek olmadığı ifade edildi. Böylece yıllardırdevrimcilerin kazanmaya çalıştığı bir mevzi kolayından terkedilmiş oldu.

Bu tablo karşısında komünistler hem Habip yoldaş şahsında Ulucanlar şehitlerini sahiplenme, hem dedüzen güçlerine karşı mevziyi koruma iradesi gösterdiler.

Ulucanlar yalnızca katliam değil şanlı bir direniştir!

Komünistler 27 Eylül günü Aliağa Helvacı Köyü’nde bulunan Habip yoldaşın mezarı başında Ulucanlarşehitlerini andılar, direnişi selamladılar. Helvacı Köyü girişinde toplanan komünistler ve Habip yoldaşınailesi Habip, Ümit ve Hatice yoldaşların fotoğraflarının bulunduğu “Devrimciler ölmez devrim davasıyenilmezdir!” pankartını açarak yürüyüşe geçtiler. Ajitasyon konuşmaları ve sloganlar eşliğinde mezar başınagelindi.

Mezar başında yapılan açıklamada Ulucanlar’da bir devlet katliamı olduğu kadar şanlı bir direnişin deyaşandığı ifade edildi. 26 Eylül’e kadar devletin katliamın zeminini düzlemek için ortalığa yaydığı yalan vedemagojilere değinildi. Daha sonra katliam karşısında devrimci tutsakların sergilediği destansı direniş vedevrimci dayanışma anlatıldı.

“Onlar partinin özü, özetidir!”

Ulucanlar katliamının komünistler için ayrı bir öneminin olduğu vurgusuyla açıklama devam etti. “Ulucanlar katliamında partimizin iki önder kadrosunu yitirdik. Onlar hakkında söylenebilecek en önemli

ve öncelikli söz, yapılacak en anlamlı değerlendirme Habip ve Ümit’in gerçek birer dava adamı olmalarıdır.Hatice yoldaşı da buna ekleyebiliriz. Her üçünün de siyasal yaşamları bunu kanıtlamaktadır” denildi.

Daha sonra Habip yoldaşın siyasal yaşamını anlatan bir metin okundu. Ardından Habip yoldaşı birebirtanıyan bir yoldaşı konuşma yaptı. Habip yoldaşın davasına olan bağlılığı, özgüveni, mütevazi kişiliği vedostluğunun öne çıkarıldığı konuşmanın ardından, şiirler ve marşlarla anma etkinliği bitirildi.

Kızıl Bayrak / İzmir

Selam olsun on kızıl yıldıza!..20 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Ulucanlar direnişinin 10. yılında 10 kızıl yıldızımızı selamladık!..

“Devrimciler ölmez, devrim davası yenilmez!”

Ulucanlar şehitleri Habip Gül’ün mezarı başında anıldı! 

Page 21: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Ulucanlar şehitleri kavgamızda yaşıyor! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 21Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Ankara’da Ulucanlar eylem veetkinliği...

26 Eylül günü, Ankara Tecrite Karşı MücadelePlatformu (Halk Cephesi, Partizan, DHF, Odak,Alınteri), BDSP, 78’ler Girişimi, EHP ve TÜM-İGDtarafından örgütlenen Ulucanlar anması ZiraatBankası Hamamönü Şubesi önünden Cezaevi’neyürüyüş ile başladı.

Ulucanlar önündeki eyleme 180 kişi katıldı.Burada yapılan basın açıklamasında Ulucanlarkatliamının, toplumun teslim alınması hedefinin birparçası olduğu belirtildi, şunlar söylendi: “Tarihtanıktır ki; halk yaşadığı zulmün, baskının hesabınısorar, Ulucanlar ve tüm katliamların hesabınısormasını da bilir!”

Ardından ÇHD Ankara Şubesi’nin basın metniokundu. Eylem sloganlarla devam ederken devrimşehitlerinin aileleri tarafından cezaevi kapısınınönüne kızıl karanfiller konuldu.

“Bize ölüm yok!” marşının okunmasıyla devameden etkinliğin ardından otobüslerle KarşıyakaMezarlığı’nda yapılacak anma için yola çıkıldı.Kortejlerle devrimcilerin mezarları başına gidildi.İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençaslan ve MahirEmsalsiz’in mezarları başında yapılan etkinliksloganlarla başladı.

Ulucanlar katliamında ölümsüzleşen on yiğitdevrimcinin özgeçmişlerinin okunması ile devameden anma etkinliği, devrim şehidi Özgür KemalKarabulut’un annesi Sultan Karabulut ve MahmutKonuk’un konuşmaları ile devam etti. 100 kişininkatıldığı anma etkinliği Enternasyonal Marşı’nın hepbir ağızdan okunması ile son buldu.

Etkinliğin hemen sonrasında ise Özgür KemalKarabulut’un mezarı başında kısa bir anmagerçekleştirildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Mamak’ta Ulucanlar etkinliği... Katliamın yıldönümü vesilesiyle Mamak İşçi

Kültür Evi’nde 28 Eylül günü etkinlikgerçekleştirildi. Etkinlik, devrim ve sosyalizmşehitleri adına yapılan saygı duruşu ile başladı. Dahasonra genel olarak kapitalizmin krizi, F tipi saldırısı,katliamın amaçları, kapitalizmin karşısında nettutumları ile Habip ve Ümit yoldaşlar konularınınişlendiği panel bölümüne geçildi. Onlar’ı anmanınyolunun örgütlü mücadeleyi büyütmekten geçtiğiifade edildi. Ardından Mamak İşçi Kültür Evi MüzikTopluluğu devrimci marşlar ve türküler söyledi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Gazi’de Ulucanlar anması İstanbul’da Gazi Mahallesi’nde biraraya gelen

BDSP, PDD, Partizan ve Yeni Demokrasi Şehit veTutsak Aile Birliği’nin günlerdir hazırlıklarınıyürüttüğü Ulucanlar anma eylem ve etkinlik programı26 Eylül akşamı gerçekleştirilen yürüyüşle son buldu.

Ulucanlar şehitlerini anma eylem ve etkinlikleriçerçevesinde 3 farklı noktada resim sergisi açılarakemekçilere Ulucanlar direnişi anlatıldı.

Eski Karakol’da toplanmaya başlayan kitleUlucanlar şehitlerinin resimlerinin yer aldığı“Ulucanlar şehitleri ölümsüzdür!” pankartı taşıdı. Enönde Ulucanlar şehitlerinin resimlerinin taşındığı

yürüyüşte eylemi örgütleyen kurumlar flamaları iletemsil edildi.

Yürüyüş kolu Dörtyol’a geldiğinde emekçilereseslenildi. Çağrı konuşmasında emekçilerekatillerden hesap sorma çağrısı yapıldı. Ayrıcasınıfsız sömürüsüz bir dünya için açlığınyoksulluğun sefaletin olmadığı bir dünya içinmücadeleden ve devrim şehitlerinin bıraktığımirasa, değerlere sahip çıkmaktan başkaalternatifin olmadığı vurgulandı.

Yürüyüş yeni karakolun altındaki trafodasona erdi. Burada ilk olarak basın metni okundu.Basın metninin okunmasının ardından “Ölümüyenenleri kimse yenemez” isimli sinevizyonungösterimi gerçekleştirildi. ESP’nin de destekverdiği yürüyüşe 100’e yakın kişi katıldı.

Kızıl Bayrak / Gaziosmanpaşa

Ümraniye’de Ulucanlar anması…Ulucanlar direnişiyle ilgili Ümraniye BDSP

tarafından 27 Eylül günü bir etkinlik gerçekleştirildi. Etkinlik öncelikle kısa bir sunumla başladı.

Ardından BDSP’nin hazırlamış olduğu “Ölümüyenenleri kimse yenemez!” isimli sinevizyongösterimi yapıldı.

Sinevizyon gösteriminin ardından söz alan BDSPtemsilcisi faşist sermaye devletinin işçi sınıfı iledevrimci öncülerinin buluşmasını engellemek içinkatliamlar gerçekleştirdiğini, bugün deyoğunlaştırdığı saldırılarla işçilerin, emekçilerin veKürt halkının mücadelesini sindirmeye çalıştığınıifade etti.

Emperyalistlerle Türk burjuvazisinin kendi çıkarpolitikaları doğrultusunda işçi ve emekçileri hergeçen gün sefalete mahkum ettiğini anlatan BDSPtemsilcisi, hapishanelerde tutsaklara dönük yapılansaldırıların bu politikalardan ayrı olmadığınıvurguladı. Ayrıca, Ulucanlar’da yapılan katliamdadevrimcilerin tam bir direniş örneği sergilediğini, budirenişin tüm devrimcilere ve işçi sınıfına yol

gösterdiğini ifade etti. Konuşmanın ardından “Zafere on yıldız” adlı şiir

okundu. Salondakiler tarafından toplu bir şekildemarşlar ve türküler söylenmesinin ardından etkinliksona erdi.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Kartal İKE’de Ulucanlar anması27 Eylül Pazar günü Kartal İşçi Kültür Evi’nde

gerçekleştirilen Ulucanlar etkinliğinde, devrimciirade ve davaya bağlılık vurguları öne çıktı.

Etkinlikte Ulucanlar’da yaşanan katliamı konualan bir sinevizyon gösterimi yapıldı.

Sinevizyon gösteriminin bitiminde bir konuşmayapıldı. Konuşmada; Ulucanlar direnişininanlamından söz edildi. Katliamın yaşandığı dönem vecezaevlerine dair devlet eliyle planlanan saldırı sürecianlatıldı. Ulucanlar’da direnen devrimcileri anmanınancak ve ancak mücadele ısrarından vazgeçmemeklemümkün olduğu vurgulandı.

Konuşmanın ardından Kartal İşçi Kültür Evi ŞiirTopluluğu sahne alarak; “Zafere On Yıldız” adlı şiiriokudu.

Şiir dinletisinin ardından yapılan konuşmada ise

Ulucanlar katliamı 10. yılında eylemlerlelanetlendi, direniş selamlandı...

26 Eylül 2009 / Bursa

Page 22: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Ulucanlar şehitleri kavgamızda yaşıyor!22 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

mücadele nedenlerinin bugün halen daha güncelolduğu, kapitalist sömürünün derinleştiği, işçisınıfına dönük saldırıların halen güncelliğinikoruduğu vurgulandı ve etkinliğe katılan herkes,Ulucanlar direnişçilerinin ruhunu kuşanarak İMF veDB karşısındaki eylem ve etkinliklerde yer almayaçağrıldı.

Kızıl Bayrak / Kartal

Ulucanlar direnişi Kartal’daselamlandı!

Kartal’da 40 gündür süren festivalin son günündeUlucanlar direnişi devrimci güçlerce gündemetaşındı.

26 Eylül günü siyasetlerin aldığı ortak karardoğrultusunda standların önüne Ulucanlar katliamınıteşhir eden fotoğraf sergisi açıldı. Akşam saatlerindemeydanın kalabalıklaşması ile beraber Ulucanlarkatliamını teşhir eden ve Ulucanlar’da sergilenendestansı direnişi öne çıkaran ayrıca 1-7 Ekimtarihlerinde İstanbul’a gelecek olan İMF-DB heyetinekarşı ortak mücadele çağrısı yapan sesli ajitasyoneşliğinde gazete satışı gerçekleştirildi.

Gazete satışının ardından BDSP, İşçi Köylü, DHF,ESP, Alınteri, Devrimci Hareket ve HÖC tarafındanUlucanlar katliamının 10. yıldönümü nedeniyleeylem gerçekleştirildi. Standların başından en önde“Ulucanlar katliamını unutmadık, unutturmayacağız”şiarının ve katliam fotoğraflarının yer aldığı ozalittaşınarak festivalin gerçekleştirildiği meydana doğrusloganlar eşliğinde yürüyüşe geçildi. Meydandatoplanan kalabalığın içinden geçilerek KartalMeydanı’na oradan da tekrar standların önünegelinerek eylem bitirildi.

Kızıl Bayrak / Kartal

TUYAB’tan Ulucanlar direnişipaneli

TUYAB, Ulucanlar Katliamı’nın 10. yılı vesilesiile TMMOB Makine Mühendisleri Odası İstanbulŞubesi’nde 24 Eylül günü panel düzenledi.

Panelde TUYAB adına Semiha Köz bir sunumgerçekleştirdi. Köz, Diyarbakır ve diğercezaevlerinde gerçekleşen katliamlara vurgu yaparakUlucanlar Katliamı’nın en vahşi katliamlardanolduğuna değindi. Devletin birçok yöntemle devrimciiradeyi teslim alamayıp acze düştüğünü söyledi. Köz,Ulucanlar katliamının F tipleri saldırısının hazırlığıolduğunu belirterek, devletin devrimci iradeyitamamen kırmak istediğini ifade etti. 9 yıldır Ftiplerinde direnmeyi yol edenleri teslim alamayandevletin, sürgün sevklerle, işkencelerle, hücrecezaları ve hak gasplarıyla baskılara devam ettiğinisöyleyen Köz, F tiplerinde acilen tahliye edilmesigereken onlarca tutsak olduğunu belirtti.

Ardından katliamı yaşayan bir devrimci sözü aldı.Yapılan konuşmada, aradan geçen 10 yılın ardındanUlucanlar’da katliamın değil daha çok direnişinhatırlandığı, geleceğe direnenlerin kaldığı veUlucanlar’ın da bunu doğruladığı ifade edildi.Devletin bir katliam geleneğinin olduğununvurgulandığı konuşmanın devamında Ecevit’inAmerika’ya giderken söylediği “İçeriye hakimolmadan dışarıya hakim olamayız” sözlerihatırlatılarak, Ulucanlar’ın bu yönüyle organize birkatliam olduğu ifade edildi.

Aileler adına konuşma yapan İsmet Yurtsever isekonuşmasında, tutsak yakınlarının verdiğimücadelenin önemine değindi. Yurtsever,konuşmasında şunları söyledi: “Ben, UlucanlarKatliamı’nı yüreğinin acısı olarak taşıyan bir babaolarak, ailelerden önce analar adına ‘unutulmaz’diyorum.”

İHD İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ise

konuşmasında, Ulucanlar Katliamı’nı insan haklarıyönüyle değerlendirdi. Ulucanlar davasına ilişkinbilgi verdi. Yoleri, Türkiye cezaevlerindekatliamların bir devlet politikası olduğunu ve bupolitikanın T.C. devletinin özüyle ilgili olduğunusöyledi.

Yoleri, devletin sindirme politikasınınUlucanlar Katliamı’nın ardından açılan davalarlada sürdüğünü belirterek, katliamı yapanlarıncezalandırılmadığını, mağdurların iseyargılandığını söyledi.

Adana’da eylem Adana’da biraraya gelen ilerici ve devrimci

kurumlar 26 Eylül günü İnönü Parkı’nda basınaçıklaması gerçekleştirdi. Açıklamada, 10 yıl önceUlucanlar Hapishanesi’nde on devrimci tutsağınateşli silahlarla ve işkenceyle katledildikleri ifadeedildi.

Ulucanlar katliamının, 19 Aralık katliamınınprovası olduğunun belirtildiği açıklamada bukatliamın sınıf mücadelesi içinde varlık gösterensosyalist, devrimci, yurtsever ve demokrat tümoluşum ve kesimlere karşı bir güç gösterisi olduğuvurgulandı.

Devrimci tutsakların katliamcılara karşı gösterdiğidireniş vurgulandı.

Alınteri, BDSP, ÇHKM, DHF, ESP, GençlikMuhalefeti, İHD ve Mücadele Birliği Platformutarafından gerçekleştirilen eylem sloganlarla sonbuldu.

Kızıl Bayrak / Adana

Bursa’da Ulucanlar protestosu Bursa’da 26 Eylül günü BDSP, ESP, Partizan,

SODAP ve SDP tarafından ortak bir eylemörgütlendi.

Osmangazi Metro İstasyonu önünde toplanan kitle“Ulucanlar Cezaevi Katliamı 10. Yılında!Unutmadık! Hesabını Soracağız!” pankartı arkasındaKent Meydanı’na yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüşte, katledilen on devrimcinin resimleritaşındı.

Basın açıklamasında “Devrimciler bugüne kadarzindanlarda bedeller ödemekten sakınmamışlar,ölümüne bir direnişin temsilcileri olmuşlardır.

Ulucanlar şehitleri de destansı bir direnişintemsilcileri olarak devrimci mücadele tarihimizdekionurlu yerlerini almışlardır.” denildi.

Eyleme DHF de destek verdi. Kızıl Bayrak / Bursa

İzmir’de cezaevi katliamlarılanetlendi

24 Eylül günü İzmir’de gerçekleştirilen meşaleliyürüyüş ve basın açıklaması ile Buca, Diyarbakır veUlucanlar katliamları lanetlendi. Eylemde, Eylülayının zindanlarda gerçekleştirilen katliamlar vedevrimcilerin gösterdiği direnişler ile hapishanelertarihinde özel bir yer tuttuğu ifade edildi.

“Buca, Diyarbakır, Ulucanlar katliamlarınıunutmadık! Hesabını soracağız!” yazılı pankartınaçıldığı eylemde, meşaleler yakılarak KarşıyakaÇarşısı içinde yürüyüşe başlandı. BDSP, Alınteri,ESP, KÖZ, Partizan, DHF, Halk Cephesi’nin birlikteörgütlediği eylemde, Karşıyaka Çarşısı’nın sonundabulunan dolmuş duraklarında başlayan yürüyüş,çarşının sonunda bitirildi.

Saygı duruşunun ardından okunan basınaçıklamasında, hapishanelerdeki katliamlarda ikisınıfın karşı karşıya geldiği vurgulandı. Devletinyaptığı katliamlara karşı devrimcilerin büyük birdirenişle karşılık verdiği anlatıldı. Katliamlarlanetlendi, gösterdikleri direniş ile ölümsüzleşenleranıldı ve direniş selamlandı.

Kızıl Bayrak / İzmir

26 Eylül 2009 / Ankara

Page 23: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Ulucanlar’ı unutmadık, unutturmayacağız! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 23Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Cezaevleri tarihinde bir direniş manifestosu niteliğitaşıyan Ulucanlar Direnişi, 10. yılında, Almanya’nınBielefeld kentinde, 26 Eylül 2009 tarihinde yapılan biretkinlikle anıldı. 300 kişinin katıldığı etkinliğimiz,başından sonuna dek canlı ve coşkulu bir atmosferdegerçekleşti. Etkinliğe Ulucanlar direnişine yaraşırdevrimci bir ruh hakimdi.

Katılımın çoğunluğunu gençler ve kadınlaroluşturuyordu. Fakat dikkate değer olan, Bielefeld’tepolitikaya az çok açık olan ilerici işçi ve emekçiler ilegençliğin, hatırı sayılır bir sayıda böylesi yogun politikiçerikli bir etkinliğe katılmış olmasıydı. Etkinliğe ayrıcaTürkiyeli devrimci parti ve örgütlerin hemen hepsi dekatıldı. Yerli devrimci partilerden MLPD, önemli birkatılımla ve stant açarak etkinlikte temsil edildi. Buarada, Alman Sol Partisi’nin ( Die Linke) il başkanı daetkinliğimize katıldı. Bu düzeyde bir katılım bir yeniliktive özel bir çalışmanın ve çağrının sonucu ortaya çıktı.

Direnişe yaraşır bir ön çalışma yürüttük

Ulucanlar Direnişi’nin genel devrimci anlamınınyanı sıra, bizim için de çok özel bir anlamı vardır.Patimizin özü ve özeti olarak nitelediğimiz MK üyesiiki yoldaşımızı bu direniş sırasında kaybetmiştik.Faşizmin katliamcı güçleri son derece bilinçli olarak veözel biçimde hedefleyerek bu yoldaşlarımızıkatletmişlerdi. Partimize yaraşır bir biçimdeölümsüzlüğe ulaşan ve Partimizi onurlandıran buyoldaşları anmak, onlarla birlikte şehit olan diğerdevrimcileri unutmadığımızı ortaya koymak, bizim içinkaçınılmaz bir görev ve sorumluluktu. Bu düşüncedenhareketle, söz konusu etkinliği gerçekleştirme kararınıaldık.

Bu karar üzerine, vakit geçirmeden, etkinliğinanlamına denk düşen bir ciddiyetle hazırlıklara giriştik.Direnişin 10. yılı olması ise kendiliğinden, bizi dahaciddi olmaya ve çalışmayı daha çok önemsemeyeyöneltti. Bielefeld’teki tüm ilerici ve devrimcipotansiyele ulaşmak amacı ile materyallerimizi etkinbiçimde kullandık. Kentin hemen her işlek sokak vemeydanını, bir kez daha afişlerimizle donattık. Biriçalışmanın ilk günlerinde olmak üzere, iki kez hedeflive yaygın biçimde el ilanı dağıtımı yaptık. Bir yandanda etkinlikte sergileyeceğimiz, folklör, şiir dinletisi vb.çalışmaları yapıyorduk.

Tam bir ekip çalışması yaptık. İşlerimizi gün günplanladık, sık sık bir araya gelerek çalışmayı gözdengeçirdik, gerekli müdahalelerde bulunduk. Kenttekiilerici ve devrimci potansiyele ulaşma hedefimiz vardı,bu hedefe uygun bir çaba sergiledik. İlk kez kentmerkezinin dışına çıktık, kabuğumuzu kırarak geçmişteulaşamadığımız emekçi ve gençlere yöneldik. Önemlibir bölümüne ulaştık da. Politik-pratik çalışmakapasitemizi ikiye katladık, iyi bir performans ortayakoyduk. Bugüne dek Bielefeld’te yaptığımız en kitleseletkinliği gerçekleştirdik.

Direnişe yaraşır devrimci bir etkinlik gerçekleştirdik!

Beş haftalık yoğun bir çalışmanın ardındanetkinliğin yapıldığı güne geldik. Etkinliğimiz, fondan

verilen Grup Yorum’un Eylül parçası eşliğindeki kısaşiir dinletisi ile başladı. Bunu, iki yoldaşımızın oldukçatok ve başarılı biçimde okudukları, açılış konuşmasıniteliğindeki sunum izledi. Ardından, Nazım Hikmet’in“Zafere dair” şiiri eşliğinde, Habip ve Ümit yoldaşlarında içinde olduğu ON’lar ve ON’ların şahsında, dünyadave Türkiye’de, devrim ve sosyalizm kavgasındaölümsüzlüğe ulaşan tüm komünist ve devrimciler içinbir dakikalık saygı duruşu yapıldı.

Saygı duruşunun ardından, bölgemizdehazırladığımız halk oyunu gösterisi gerçekleştirildi.Gösteri beğeni ile izlendi. Sonra, etkinliğin anakonuşmasını yapmak üzere bir yoldaş kürsüye çağrıldı.Ulucanlar Direnişi’nin anlamı ve tarihe düştüklerikonusunda son derce vurucu tesbitler içeren konuşmadikkatle dinlendi.

Etkinliğin ilk bölümünün finalinde, Grup Su sahnealdı. Grup Su coşkulu ezgilerden oluşan devrimcimarşlar ve türküler seslendirdi. Grup her zamanki gibisempatiyle karşılandı. Özellikle etkinliğin devrimci

anlamı ve devrimci duruşun günümüzdeki önemikonuşundaki kısa konuşmaları alkış aldı.

Etkinliğin ikinci bölümü, Ulucanlar Direnişinianlatan sinevizyon gösterimi ile başladı. Bunu, biryoldaşımızın oynadığı, Dario Fo’nun yazdığı, “BenUlrike bağırıyorum!” adlı oyun izledi. Oyun çokçarpıcıydı ve etkinliğin en anlamlı çalışmalarındanbiriydi. Yoldaşımız bu anlamlı oyunu son derece başarılıbir biçimde sundu. Bu nedenle de, hakkı verilerekizleyiciler tarafından uzun uzun ve yoğun biçimdealkışlandı.

Ardından, pek çok etkinliğimize de konuk olanMikail Aslan, programını sunmak üzere sahne aldı.Mikail Aslan, kaliteli müziği, kendine has tarzı veZazaca söylediği isyan ve acı dolu türküleriyle gecemizerenk kattı. Seyirci ile kurduğu başarılı diyaloglareşliğinde dillendirdiği türküleri coşku ve beğeni iledinlendi, yoğun biçimde alkışlandı. Mikail Aslan’in,“Zulmün olduğu yerde direniş de, direnişçiler de hep varolacaktır..” şeklindeki sözleri alkış aldı.

Etkinliğimiz Kürt yurtseveri dostlarımızdan GrupYaşam’ın, çaldığı halay parçaları eşliğinde çekilenhalaylarla sona erdi.

Etkinliğimiz sırasında bize destek amaçlı çikolatasatışı gerçekleştiren küçük yoldaşımız Arjin elde ettiği14 Euro civarındaki geliri bu anlamlı geceye katkıolarak sundu. Herkesi duygulandıran bu tutum,etkinliğimizin bir başka kazanımı olmuştur.

Şimdi daha fazlasına talibiz!

Devrimci politik faaliyetin iyiden iyiye dibe vurduğuyurtdışı koşullarında, hem de böylesi yoğun politikiçeriğe sahip bir etkinlik yapabilmek bir başarıdır. Buise, yoldaşlarımız için iyi bir moral ve motivasyonkaynağı olmuştur. Daha da önemlisi, bu kentteki ilericikitleye, kimileri tarafından da dile getirildiği üzere,umut aşılamış ve güven vermiştir. Tam da bu güvenlediyoruz ki, “Şimdi daha fazlasına talibiz!”.

Bielefeld’ten komünistler

Basel’de anma etkinliğiTKİP taraftarları olarak Basel’de 27 Eylül günü bir anma etkinliği düzenledik. Faşist katliamı lanetlemek

ve destansı direnişi yarınlara taşımak amacıyla düzenlediğimiz etkinliğe yaklaşık 80 kişi katıldı. Etkinlik için ön hazırlık çalışması olarak çıkardığımız afişleri kullandık. Etkinliğimiz, bir kadın yoldaşımızın cezaevi katliam ve direnişiyle ilgili yaptığı özlü bir sunum ve saygı

duruşuyla başladı. Bunu, bir yoldaşın yaptığı konuşma izledi. Ardından sinevizyon gösterimine geçildi.Konuşma ve şiir eşliğinde sunulan sinevizyon ilgi ve beğeniyle izlendi. Program, iki genç kadın yoldaşımızın,Habip ve Ümit yoldaşların özgeçmişlerini okumasıyla devam etti.

Devrimci marşların söylendiği müzik dinletisi izleyicilerin de katılımıyla coşkuyla sunuldu. Etkinliğimize MLKP ve MKP’li devrimci dostlarımız da katılarak devrimci dayanışma örneği sergilediler.

Frankfurt’ta Ulucanlar Anması“Onları anmak düzene karşı devrimi savunmaktır” şiarı ile hazırladığımız etkinliğimize dostlarımızı davet

ettik. Ulucanlar katliamını anlatan sinevizyon gösterimi ile etkinliğimize başladık. Ulucanlar’da katledilen ikiyoldaşımızı yakından tanıyan devrimci bir dostumuzun ve yoldaşımızın anlatımları ile devam eden etkinlikteiki genç arkadaşımız da şiir okudu. Daha sonra etkinliğimizi hep birlikte söylediğimiz türkülerimizle bittirdik.

Frankfurt ve Basel’den TKİP taraftarları

Bielefeld’te Ulucanlar anması...

Güçlü bir ön hazırlıkla gerçekleşen kitlesel ve coşkulu etkinlik!

Page 24: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Hasta tutsaklar serbest bırakılsın!24 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

İstanbul Güler Zere ve hasta tutsakların serbest bırakılması

talebiyle eylemler gerçekleştiren ilerici ve devrimcikurumlar 25 Eylül akşamı bir kez daha Taksim’deydi.

Taksim Tramvay Durağı’nda toplanmaya başlayankitle Güler Zere’nin fotoğrafının bulunduğu pankartarkasında yürüyüşe geçti. İngilizce ve Türkçe, “Kanserhastası Güler Zere’ye özgürlük! Hasta tutsaklar serbestbırakılsın!” pankartlarının açıldığı eylemde Ulucanlardirenişinin 10. yılı nedeniyle “10. yılında Ulucanlarkatliamını unutmadık, unutturmayacağız” dövizleri veUlucanlar’da şehit düşen devrimcilerin fotoğraflarıtaşındı.

İstiklal Caddesi’nden geçen insanların da alkışlarladestek verdiği yürüyüş Galatasaray Lisesi önündegerçekleştirilen basın açıklamasıyla sürdü. AçıklamayıÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı yaptı.Açıklamadan önce ilk olarak Ulucanlar Katliamı’nın10. yıldönümünü hatırlatan Kozağaçlı, Ulucanlar’ınzincirin ilk halkası olduğunu vurgulayarak ardındanzorbalığın 19 Aralık katliamıyla devam ettiğini ifadeetti. Ulucanlar’ın katliamdan öte, direniş ve devrimcidayanışmanın sembolü olduğunu söyledi.

Ortak açıklamada ise, Güler Zere’nin hapishaneninmahkum koğuşunda iyileşemeyeceğinin uzmandoktorların raporları doğrultusunda bilinmesinerağmen, Zere’nin ölümüne göz yumulduğu ifadeedildi. Kozağaçlı, Zere’nin hemen serbestbırakılmasını istedi.

Açıklamanın ardından eyleme destek verenVenezüela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in avukatıManuel Vandell bir konuşma yaptı. Vandellkonuşmasına ilk olarak Latin Amerika halklarınınselamlarını ileterek başladı. “Komutan CheGuevara’nın dediği gibi, dünyanın her yerinde direnişbaşlatabiliriz” diyen Vandell, çeşitli ülkelerin ilericibaşkanlarının da bugün aralarında bulunduklarınıhissettiğini belirtti.

Bursa Bursa’da Güler Zere’ye Özgürlük Platformu, 25

Eylül günü Kızılay Kan Merkezi önünde toplanarakOrhangazi Parkı’na yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüşte “Güler Zere’ye özgürlük! Hastatutsaklar serbest bırakılsın!” şiarlarının ve hastatutsaklarının isimlerinin yazılı olduğu pankartlaraçıldı. Orhangazi Parkı’na gelindiğinde basınaçıklaması gerçekleştirildi.

Basın açıklamasında, Güler Zere’nin zulümkarşısında diz çökmediği için öldürülmeye çalışıldığısöylenerek bağımsızlık ve özgürlük talebini yükseltenZere’nin, uygulanan her türlü baskı, zulüm ve işkencekarşısındaki onurlu duruşunu koruduğu ifade edildi.AKP iktidarının bastırmak istediğinin de bu duruşolduğu belirtildi.

Açıklamanın ardından Güler Zere’nin yolladığıbayram mesajı okundu ve oturma eylemi yapıldı.

AdanaAdana’da 25 Eylül günü İnönü Parkı’nda yapılan

açıklamada Güler Zere’nin dosyasının 5 Temmuz’danberi Adli Tıp Kurumu’nda bekletildiği ve bu zamaniçinde de Zere’nin Çukurova Üniversitesi BalcalıHastanesi mahkum koğuşunda tutulduğu söylendi.

Geçen her günün Zere’yi ölüme bir adım dahayaklaştırdığının belirtildiği açıklamada, bugüne kadartedavi için yapılan engellemelere, bu kez de “evrakeksikleri” bahanesinin eklendiği, 1 aydırtamamlanamayan bu evraklar yüzünden Adli TıpKurumu’nun 10 Eylül’de yaptığı toplantıda da yine birkarar veremediği söylendi.

Kızıl Bayrak / İstanbul - Bursa - Adana

“Zere ve hasta tutsaklara özgürlük!”eylemleri sürüyor...

‘Ölüm servisi’nin sorumlularıpatronlardır!

İstanbul’da 8-9 Eylül tarihlerinde meydana gelen sel felaketi 34 kişinin ölümü ile sonuçlanmıştı. Yine 9Eylül günü İkitelli bölgesinde fabrikalarına giden kadın işçiler de kapalı kasa minibüste sel sularına kapılmışve 8’i hayatını kaybetmişti.

Olayla ilgili olarak Pameks şirketinin sahibi, idari amir tutuklanmış, servis şoförü ise tutuksuzyargılanmak üzere serbest bırakılmıştı.

Bu olayla ilgili, Küçükçekmece Cumhuriyet Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma; şirket sahibi, idare amirive şoförün “kazaen” birden fazla kişinin ölümüne neden olmak suçundan 15’er yıla kadar hapsininistenmesiyle sonuçlandı.

Davada yer alan bilirkişi raporunda, olayda kullanılan aracın servis aracı özelliği taşımadığına yer verildi.

Cinayetin sorumlusu patronlar ve onun devletidir

8 kadın işçinin ölümünden dolayısız olarak sorumlu olan Pameks patronunun, maliyetleri biraz dahaazaltabilmek amacıyla işçilere servis aracı yerine kapalı kasa minibüsü reva görmesi sel felaketinin katliamadönüşmesine neden oldu.

Pameks patronu, ulaşımı güvenli bir şekilde sağlayacak bir araç seçmeyerek işçilerin yaşam hakkınıelinden alırken; kendisine “kazaen birden fazla kişinin ölümüne neden olmak” suçundan açılan davanın,işlenen cinayetin boyutuyla örtüşmediği görülüyor.

Diğer yandan, en basit işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınmadığı için iş cinayetlerine kurban gidentersane işçileriyle aynı kaderi paylaşan Pameks işçilerinin ölümünün ardından açılan dava, tersanelerdeyaşanan iş cinayetleri sonrasında açılan göstermelik davalar ve kesilen cezaları hatırlatıyor. Pamekpatronunun yargılanması tıpkı diğer “göstermelik yargılamalar” gibi işçi katliamının üzerini kapatmaamacıyla devreye sokuldu.

İşçi kanı üzerinden büyüyüp gelişen bu asalak düzenin kapitalistleri, kendilerine yük olarak gördükleriönlemleri almaya yanaşmamakta doğal olarak sermaye devleti de buna göz yummaktadır. Pameks patronuhakkında verilen bu karar, nasıl sonuçlanacağı bile belli olmayan bu dava cinayetlerin suç ortağı olan sermayedevletini bir kez daha aklamanın bir aracına dönüşmemelidir.

25 Eylül 2009 / Taksim

Page 25: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi Başkanı MahmudAbbas’la İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’yugörüştüren ABD Başkanı Barack Obama, önemverdiği bu girişimden hiçbir sonuç elde edemedi. Zirasiyonist rejimin şefi, temel sorunların görüşülmesi biryana, yasadışı Yahudi yerleşimleri inşaatınıdondurmaya bile yanaşmadı. İsrail başbakanınınsergilediği bu fütursuz tutum, siyonistlerin barışgörüşmelerinin başlamasından yana olduklarıyönündeki vaazların tiksindirici yalanlardan ibaretolduğunu bir kez daha kanıtladı.

Filistin topraklarını gaspetmenin aracı olan Yahudiyerleşimleri, gelinen yerde Batı Şeria’yı bir kalburaçevirmiştir. Dünyada başka örneğine rastlanmayan buuygulamanın siyonizm destekçileri nezdinde bile birmeşruluğu yok. Yani artık uğursuz “uluslararasıtoplum” bile Yahudi yerleşimleri inşaatınındurdurulmasını temenni ediyor. Zira 1993’te başlayanOslo Süreci kararlarına göre İsrail Yahudi yerleşimleriinşaatlarını durduracaktı. Oysa aradan geçen 16 yıldaYahudi yerleşimleri iki katına çıkmış bulunuyor.

Barack Obama’nın inisiyatifiyle gerçekleşen üçlügörüşmede siyonist başbakanın takındığı küstahtutum, tüm umutlarını “Amerikan barışı”na bağlayanMahmud Abbas’ı, “Yahudi yerleşimleridurdurulmadan İsrail’le görüşmeler yenidenbaşlamayacak” yönünde bir açıklama yapmakdurumunda bıraktı.

ABD yönetiminin tersi yöndeki isteğine rağmensiyonist rejimin Yahudi yerleşimleri kurmaya devametmesi, Obama’nın “çözüm” arayışı yönündekiçabalarına son vermedi; ancak bu defa iğreti birmaske bile takmadan siyonist rejimi açıktansavunarak bu işi yapmak zorunda bıraktı. Daha önceYahudi yerleşimleri inşasının durması gerektiğinisöyleyen Obama ile Beyaz Saray’daki diğergörevliler, üçlü görüşmenin ardından yerleşimlerinsözünü etmezken, Filistin yönetimiyle diğer Arapdevletlerinin İsrail’le ilişkileri normalleştirmesigerektiğini vaaz etmeye başladılar. Yani Tel Aviv’dekiırkçı-siyonist şefler ile Barack Obama’nın söylemiarasında herhangi bir fark kalmamıştır.

Nitekim üçlü görüşmenin ardından New York’tagerçekleşen BM Genel Kurulu’nda konuşan Obama,Benyamin Netanyahu ile aynı dili kullandı. BMkürsüsünden yaptığı konuşmada ‘Yahudi yerleşimiinşaatlarının dondurulması’ önşartına değinmektenkaçınan Obama’nın, “Artık müzakerelerin başlamavakti gelmiştir” şeklindeki sözleri, siyonistlerle aynısafta olduğunu dünyanın gözleri önüne sermiştir.

BM Genel Kurulu’na katılan Arap liderlerlegörüşen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, İsrailyerleşim inşaatlarını durdurmasa dahi Filistinliler’imasaya oturmaya zorlamak gerektiğini savundu.Bunun için Arap liderlerden hem siyasi hem malidestek isteyen Clinton, Arap ülkelerinin İsrail’le ticariilişkiler, hava ulaşımı, akademik ve kültürel değişimyoluyla ilişkileri normalleştirmeye girişmelerigerektiğini vaaz etti.

İşgalci siyonist rejimin icraatlarından söz etmeyenHillary Clinton’ın Arap liderlerle öne sürdüğüargümanlar, Barack Obama’nın başa geçmesiyleumutlanan kesimleri hayal kırıklığına uğratacakniteliktedir. Zira Clinton’ın argümanlarınısavunanların neofaşist çetenin şefi Bush’tan birfarklarının olmadığını anlamak için özel bir çaba

harcamaya gerek kalmamıştır. Bu zihniyete göre siyonist rejim işgal ettiği

topraklara yenilerini ekler, yıkım ve katliamlarınısürdürürken, Arap ülkeleri bu rejimle ilişkilerinormalleştirmelidir. Irkçı-siyonizmin hamisiemperyalist ABD rejiminin önereceği çözüm de ancakbu kadar olur.

Washington’daki savaş baronları, ABD’ninOrtadoğu planlarının uygulanması önünde ayak bağıolarak gördükleri için, Filistin soruna “çözüm”arıyorlar. İran’ı hedef alan saldırgan söylemlerin tonu

sertleşirken, bu arayışın önemi daha da artacaktır.Ancak Obama yönetimi Filistin halkının sorunlarınadeğil siyonist rejimin isteklerine öncelik verdiğinden,bu “çözüm” arayışı hüsranla sonuçlanmayamahkumdur.

Belirtmek gerekiyor ki, Filistin halkınınsorunlarını çözmek ne ABD’nin ne diğer emperyalistgüç odaklarının işidir. Tersine, kalıcı çözümeulaşmanın yolu siyonizme olduğu kadaremperyalizme karşı da kararlı bir direnişle açılabilirancak.

Filistin halkı emperyalizme ve siyonizme karşı direnişle kazanacak! Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 25Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Barack Obama siyonist şeflerle aynı safta!

ABD ile diğer batılı emperyalistlere göre İsrail rejimi, Ortadoğu’nun “tek demokrasisi”dir. Bu zırvayıgerçek sanan batılıların bir kısmı, İsrail’i Avrupa’nın bir parçası görme eğilimindeler.

Oysa kazın ayağı hiç de öyle değil. İsrail’in siyonist rejimi, ancak ‘90’lı yıllarda yıkılan Güney Afrika’daki Apartheid (ırkçı) rejimi ile

kıyaslanabilir niteliktedir. Yani verili durumda İsrail’deki Apartheid rejimi türünün yaşayan tek örneğidir. Siyonist rejimle her türden destekçi ve yardakçıları, İsrail’deki rejiminin bu çirkin yüzünü teşhir edenleri,

“anti-semitizim” (Yahudi düşmanlığı) yapmakla suçlarlar. Bu demagojinin hedefi olmaktan çekinen bazıkesimler gerçeği dile getirmekten geri durabiliyorlar. Bu da ırkçı-siyonistlere “hem suçlu hem güçlü”görünme olanağı sağlıyor.

Bu durum genelde devam etmekle birlikte, Tel Aviv’deki Apartheid rejimi giderek teşhir oluyor. Irkçı-faşist Benyamin Netanyahu hükümetinin pervasız icraatları teşhiri kolaylaştırırken, bunda İsrailli ilericiYahudiler’in de önemli bir rolü var. Zira İsrail’de egemen olanın bir Apartheid rejimi olduğunu dünyaya ilaneden Yahudiler’i “anti-semitizim”le suçlamanın kimse için bir inandırıcılığı yoktur. Dolayısıyla İsrailliYahudiler’in bu gerçeği dile getirmesi, daha geniş yankı uyandırabiliyor.

İsrail nüfusunun beşte birini oluşturan Filistinli Araplar’ın 1 Ekim’de ırkçılığa karşı genel greve çıkmakararı almaları, Tel Aviv’deki Apartheid rejiminin dünya nezdinde daha yaygın bir şekilde teşhir olmasınakatkı sağlayacaktır.

İsrail rejiminin, Araplar’a “ikinci sınıf vatandaş” muamelesi yaptığı biliniyor. Eğitimden sağlığa,barınmadan çalışma koşullarına, belli görevlere/mevkilere gelişin engellenmesinden yaşam koşullarına,devlet teröründen hukukun çifte standart uygulamasına kadar ırkçılık barizdir. Öyle ki, İsrailparlamentosundaki Arap milletvekilleri de bu ırkçı uygulamalardan nasibini almaktadır.

Apartheid rejiminin başına geçen Benyamin Netanyahu hükümeti, rutin ırkçı uygulamaları yetersiz görüpdaha da derinleştirmeye çalışıyor. İsrail’li Araplar’ın genel greve çıkma kararı, hükümetin ırkçı politikalarıdaha da yaygınlaştırma saldırısına bir tepki olarak gündeme geldi.

Henüz bir yılını doldurmayan Netanyahu hükümetinin öne çıkan ırkçı icraatlarının listesi şimdidentutulmaya başlandı.

Ulaştırma Bakanı, Israel Katz, yol işaretlerinde yerleşim adlarının sadece İbranice yazılmalarını istedi,böylece Kudüs, Yafa, Nasıra gibi yerleşimlerin Arapça adları silinecek

Bunun yanısıra son zamanlarda İsrail meclisinde teklif edilen kanunlar, “nakba”nın (Filistinliler’in1948’de yurtlarından edilişleri için kullandıkları kelime) ya da felaketin anılmasını yasadışı ilan etti;vatandaşların bir siyonist devlet olarak İsrail’e sadakat yemini etmelerini zorunlu kıldı; İsrail’in Yahudidevleti statüsüne son verilmesine yönelik siyasi talepleri yasakladı… Parlamentodaki Arap milletvekillerininbu ırkçı yasa tekliflerine gösterdikleri tepki, diğerlerini pek etkilemiyor. Zira bütün siyonist partilerinzihniyeti özünde aynıdır.

İsrail’deki ırkçılığın çarpıcı bir şekilde yansıdığı alanlardan biri de eğitimdir. İsrail’de yapılan biraraştırmaya göre, halen bir Yahudi öğrenciye bir Arap öğrencinin dokuz katı kadar harcama yapılıyor.

Hükümetin artan bu ırkçı politikalarına dikkat çeken Arap savunma grubu Mossawa’nın başkanı CaferFarah, “Son aylarda, polis ve mahkemelerin Arap vatandaşlara yönelik zorbalığının daha çok göz ardıedilmeye başladığını” vurguluyor. Örneğin Mahmud Ghanaim adlı İsrailli Arabı başından vurarak katledenpolis, sadece 15 ay hapis cezasına çarptırıldı. Arazisine izinsiz girdiği gerekçesiyle Halid el Atraş’ı öldürenbir Yahudi’ye ise altı ay “toplum hizmeti” cezası verildi vb…

Farah, Ekim 2000’den beri 27 Arap vatandaşın herhangi bir gerekçe açıklamadan polis tarafındankatledildiğini söylüyor.

Genel grev tarihini Ekim 2000’de katledilen 13 Arap vatandaşın ölüm yıl dönümlerine denk getirdiklerinidile getiren Farah, “Bu tarihin hem katil polislerin hiçbiri hakkında dava açılmamasına hem de Arapvatandaşlara karşı polis ve Yahudi vatandaşların uyguladığı şiddetin resmi olarak sürekli göz ardı edilmesinedikkat çekmek için seçildiğini” belirtti.

İsrailli Araplar 1 Ekim’de ırkçılığa karşı genel greve gidiyor!

Page 26: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

28 Haziran’da ABD desteğiyle gerçekleşen faşistdarbe ile devlet başkanlığından uzaklaştırılıp sürgünegönderilen Manuel Zelaya, gizli yollarla Honduras’adöndü. Başkent Tegucigalpa’daki Brezilyabüyükelçiliğine sığınan Zelaya’nın, Amerikancıdarbecilerin hakkında tutuklama kararı çıkartmalarınarağmen ülkeye gizlice dönmesi, darbeye karşımücadelede kararlı olduğunu gösterdi. Kuşkusuz ki,Zelaya’ya bu gücü veren en önemli etmen Honduraslıemekçilerin faşist cuntaya karşı yükselttiği inatçıdireniştir.

Daha önce yasal bir şekilde hava yoluyla ülkeyedönüş yapan Zelaya, darbeci ordunun havaalanınıablukaya alarak uçağın inişini engellemesi üzerineülkeye girememişti. Darbeye karşı emekçilerin kitleselmücadelesi devam ederken Zelaya’nın ülkeye dönüşü,Darbeye Karşı Ulusal Cephe tarafından organize edileneylemlere ivme kattı. Darbeciler tehdit savururkenZelaya’nın Tegucigalpa’da ortaya çıkmasını kitleseleylemlerle selamlayan Honduras halkı, faşistdiktatörlüğe meydan okuma konusunda kararlıolduğunu dosta düşmana gösterdi.

Cunta şefleri, Zelaya’nın dönüşünü başkenttesokağa çıkma yasağı ilan edip devlet terörünüşiddetlendirerek karşıladı. Ancak işi göstericilerikatletme noktasına vardıran diktatörlük, emekçilerinmücadele azmini kıramadı. Zaten gayr-ı meşrukonumda bulunan Amerikancı cunta şefleri, Zelaya’nındönüşü ile iyice köşeye sıkıştılar. Eylemleriniyaygınlaştıran Honduras halkı ise, diktatörlüğe teslimolmayacağını birkez daha ortaya koydu.

Brezilya Büyükelçiliği’nde Venezüella TV kanalıTelesur’a bir röportaj veren Zelaya, Honduras’a dörtgün süren tamamen gizli bir yolculuk sonrasındaulaşabildiğini, başkanlığa geri dönmek üzere diyalogsürecini başlatma niyetinde olduğunu belirtti.

Honduras halkının kitlesel mücadelesi ileuluslararası alanda yalıtılmışlık arasında iyice sıkışancunta şeflerinin uzlaşmaya yanaşmak zorundakalabileceğini var sayan Zelaya’nın bu beklentisikarşılık bulmadı. Zelaya ile cunta temsilcileri arasındayapılan görüşmeden sonuç alınamadı. Görüştüğüyetkilinin çok katı bir tutum sergilediğini ve anlaşmaihtimaline şans tanınmadığını belirten Zelaya,darbecilerin, “Manuel Zelaya’nın devlet başkanlığındanuzaklaştırılmasına neden olan askeri darbeninsorumlularının cezalandırılmaması ve Honduras devletbaşkanlığına Zelaya değil de başka birinin getirilmesi”şeklindeki öneriyi reddettiğini açıkladı.

Zelaya karşısında sergilenen bu küstahlık,Washington’dan aldıkları desteğe yaslanan cuntaşeflerinin kolayından geri adım atmayacaklarınıgösterdi. Zira diktatörlüğün geri adım atması demek,Latin Amerika halklarına karşı daha saldırgan birpolitika izleme hazırlığı içinde olduğu gözlenen BarackObama yönetiminin de geri atması anlamına gelecektir.Bu ise, ancak cunta karşıtı halk direnişinin daha kitlesel,daha militan bir niteliğe sıçraması ile mümkün olabilir.

Brezilya büyükelçiliği önünde toplanan binlercekişiye seslenen Zelaya’nın, “diktatörlük ezilene kadartek bir dakikamızı boşa harcamayacağız, dünyaHonduras halkının mücadelesini, Honduras dademokrasiyi destekliyor” şeklindeki sözleri, cuntacılarlauzlaşarak sonuç almanın kolay olmadığının farkında

olduğuna işaret ediyor. Zelaya’nın meydan okuyan tutumu ile köşeye

sıkışan Amerikancı cunta şefleri devlet terörünü azdırıp,tehditler savurmaya başladılar. Öyle ki, cunta şefleri,Zelaya’yı teslim etmesi veya siyasi sığınma sağlayarakülkeden çıkarması için Brezilya’ya 10 gün süretanıdıklarını, ilan ettiler.

Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva hükümetinin“darbecilerden gelen ültimatomları kabul etmediği”cevabını vermesi üzerine açıklama yapan cuntanındışişleri bakanı, “Zelaya’nın statüsü 10 gün içindeaçıklığa kavuşturulmazsa, elçilik diplomatik statüsünükaybedecek” diyerek tehdidin dozunu arttırdı.

Tehditler savurmakla yetinmeyen cunta şefleri,maskeli polisler ve askeri birliklerle Brezilyabüyükelçiliğini ablukaya aldı. Büyükelçiliğin su veelektriğini kesen cunta hükümetinin, bina yakınlarınayerleştirdiği İsrail yapımı cihazlarla içeridekilerin ceptelefonu ile iletişimini de engellediği bildirildi. Binayagiriş-çıkışı yasaklayan Amerikancı cunta, gıdamalzemelerinin girişine de izin vermiyor. Kuşatmaaltında tutulan Büyükelçilik üzerinde helikopter uçuranfaşist çeteler, içeride bulunanlara gaz bombalarıyla dasaldırı düzenlediler.

Amerika Kıtaları İnsan Hakları Komisyonu’nunverdiği bilgiye göre, tam olarak ne olduğubelirlenemeyen bu gazların Brezilya Büyükelçiliği’ndebulunan kişiler üzerinde zehirlenme, kanama, kusma,halsizlik, bayılma gibi etkiler yarattığı bildirildi.

Cuntanın tüm saldırganlığına rağmen Hondurashalkı darbeye karşı direnişe devam ediyor. Darbeyekarşı Ulusal Cephe, Pazar günü Başkan ManuelZelaya’nın tekrar görevine dönebilmesi için mücadelestratejilerini belirleyeceği bir toplantı yapacağınıduyurdu. Cephe’nin Genel Koordinatörü JuanBarahona, “baskının ciddi şekilde artmasına rağmen,halk mücadelesinin; demokrasinin sağlanması veBaşkan Zelaya’nın göreve dönmesi amacıyla UlusalKurucu bir meclis kurulana kadar devam edeceğini”belirtti. Cuntanın saldırılarına tepki gösteren Zelaya ise,bir kez daha Honduras halkına darbecileri devirmek için

direnişi büyütme çağrısında bulundu. Honduraslı emekçilerin meydan okuması üzerine

daha da saldırganlaşan cunta şefleri, bir kararnameçıkararak fiilen sıkıyönetim ilan ettiler. Faşist çetelerindevlet terörünü arttıran bu pervasızlığı, çatışmalarınfarklı bir boyuta taşınmasına yol açabilecek niteliktedir.Zira ABD’nin desteğine dayanan darbeciler, gayrımeşru konumda bulunmalarına rağmen (cuntahükümetini tanıyan tek devlet siyonist İsrail’dir),küstahlıkta sınır tanımıyorlar.

Washington’dan alınan desteğe dayanan bupervasızlık, uzlaşmacı yollarla diktatörlüğü yıkmanınhayal olmaktan öte bir anlam taşımadığını ortayakoyuyor. Nitekim halkın diktatörlüğe karşımücadelesinden güç alan Zelaya’nın, uzlaşmaeğiliminde olmasına rağmen halka ayaklanmaçağrısında bulunma yoluna gitmesi bunun göstergesidir.Bu durumda halkın direnme kararlılığı, Zelaya’nınuzlaşmacı çizgisini fersah fersah aşmıştır.

Devlet terörüne rağmen mücadeleye devam edenHonduras halkı, diktatörlüğe teslim olmayacağını dostadüşmana göstermiş bulunuyor. Bu mücadelenin dahakitlesel daha militan bir düzeye sıçraması cuntaşeflerinin en büyük korkusudur. —sıkıyönetimebaşvurmaları korkunun vardığı boyuta işaret ediyor.—Zira ancak Latin Amerika haklarının enternasyonaldayanışmasından da güç alan militan halk direnişininkitleselleşmesi diktatörlüğün ölüm çanlarınıçalabilecektir.

Ölüm çanları diktatörlük için çalıyor...26 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Amerikancı cunta devlet terörünün dozunu arttırıyor!

Honduras halkı askeri diktatörlüğe meydan okuyor!

Page 27: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Dünya işçi ve emekçi hareketinden... Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 27Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Sermayenin saldırılarına karşıher yerde eylem ve direniş!

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki işçi ve emekçilersermaye ve onun kuklası hükümetlerin çok yönlüsaldırılarıyla karşı karşıya kalıyorlar.

ABD, Meksika, Porto Riko, Mısır ve Peru, Şili,Fransa, Romanya, Bulgaristan ve Hindistan’dabinlerce emekçi temel talepleri uğruna grev vedirenişler gerçekleştiriyor.

ABD:Çerez üreticisi Lance, 78 yıllık Stella D’oro

Büsküvi Şirketi’ni satın almak istediğini ve üretimibaşka bir yere taşıyacağını duyurdu.

2009 Temmuz ayında 11 ay süren grevlerininardından 136 Stella D’oro işçisi işyerlerine geridöndükleri gün, fabrikalarının 90 gün içerisindekapatılacağını öğrendiler.

Stella D’oro’nun şu anki sahibi Brynwood Partnersile Lance şirketi arasındaki satış anlaşmasının 8 Eylülgünü yapıldığı açıklandı.

Meksika:Meksika polisi Meksika’da bulunan Merkez

Aydınlanma ve Elektrik Şirketi’ni işgale hazırlanıyor. Sendikanın yaptığı basın açıklamasına göre,

Meksika polisi, militanlığıyla bilinen Meksika Elektrikİşçileri Sendikası’nın (SME) etkisini kırmak için birhafta içerisinde şirket binalarını işgal edecek.

Felipe Calderón hükümeti işçilere dönükuyguladığı saldırı politikalarına bir yenisini dahaekledi. Calderón hükümeti, 3 yıldır Meksika Maden veMetal İşçileri Sendikası’nın (SNTMMRM)örgütlülüğünü dağıtmaya çalışıyordu. Eylül ayında ise,hükümetin neo-liberal politikalarına karşı oluşturulanmuhalefetin merkezinde olan Meksika Elektrik İşçileriSendikası’na (SME) dönük saldırılar başlatıldı.

Yapılan açıklamaya göre bu saldırının üç nedenibulunuyor. Birincisi, hükümet, militan başkanlığıdağıtmak ve içişlerine karışmak amacıyla sendikaiçerisinde küçük muhalif bir grubu destekliyor. İkincisebep olarak aynı zamanda işveren olan hükümetinMerkez Aydınlanma ve Elektrik Şirketi’nin bütçesiniazaltmış olması gösterilirken, şirket yönetimindedeğişikliğe gidilmesi ve şirketin tamamen yenidenyapılandırılması planlarının da bir diğer saldırı nedeniolduğu belirtiliyor.

SME başkanlığının verdiği bilgiye göre 23 Eylül’de20-30 sendika üyesi ve üye olmayan 150 kişi silahlarlasendikanın Meksika şehrindeki şubelerine saldırıgerçekleştirdi. Saldırganlar sendikayı soyarak paralara,çek defterlerine ve dosyalara el koydu.

Porto Riko: Porto Riko hükümeti Cuma günü 16 bin kamu

çalışanının işine son verileceğini duyurdu. Bu işten atmalarla birlikte adadaki işsizlik oranı

%17’ye çıkacak. Sene başında 2 bin 500 kişinin işine daha son

verilmiş ve adanın işsizlik oranı %16’ya çıkmıştı. Hükümet, işten atmaların devlete 2 milyar dolar

kazandıracağını söylerken sendikalar bu kararı“adaletsiz” olarak değerlendiriyor.

Hükümetin kararını protesto etmek için farklısendikalardan işçiler geçtiğimiz hafta Cuma günüsokaklara çıkarak eylem yaptı. Eyleme polis saldırdı.

Yetkililer çıkan çatışmada yaralı ve gözaltıolmadığını açıkladı.

Sendika liderleri ise 15 Ekim’de genel grevçağrısı yaptı.

Mısır:Çarşamba günü yerel bir gazetenin sunduğu

rapora göre Mısır’da 2009 yılının ilk yarısındamaaş ve çalışma koşulları konusunda 40 grevgerçekleşti.

Rapora göre yılın ilk yarısında 11 bin 500işçi grev gerçekleştirirken 52 bin işçi isegrev uyarısında bulundu.

Grevlerin %30’u hizmet sektöründe, %10’u isesanayide gerçekleşti.

Kamu çalışanları ise yapılan grevlerde en büyükoranı oluşturuyor.

Rapor ayrıca grevlerden sadece %2’sinden maaş veçalışma koşulları konusunda kazanım elde edildiğinigösteriyor.

Peru: Peru’nun başkenti Lima’ya 350 km mesafede

bulunan Çin yönetimindeki Shougang çelik tesisindeçalışan işçiler maaşlarının arttırılması ve çalışmakoşullarının iyileştirilmesi talebiyle greve çıktı.

Sendika başkanı Rey Fernandez 1000 işçitarafından yapılan greve tam katılım sağlandığınısöyledi.

Şili:Şili’nin güneyinde Arauco S.A. şirketinin taşeron

fabrikalarında çalışan işçilerin 450 dolarlık asgari ücretve 236 dolarlık aylık ikramiye talebiyle başlattıklarıblokaj eylemine şirket işten atmalarla karşılıkvereceğini söyledi.

Verilen bilgilere göre Arauco şirketi yaklaşık 35 binkişinin işine son verecek.

İşçiler Çarşamba gününden itibaren Santiago’nungüneyine 450-900 km uzaklıkta bulunan Bio Bio, Los

Riosve

Araucania bölgelerinde 10 fabrikaya girişi engelledi. Arauco şirketi polisten eylem yapan işçileri

fabrikalardan çıkarmasını istedi, fakat hükümetyetkilileri bu isteğe cevap vermeyerek ve olayla bölgeyetkililerin ilgileneceğini söyledi.

Şirket Cuma günü çalışmalarını ertelediğiniaçıkladı. Bu ise 34 bin 500 işçinin işine son verileceğianlamına geliyor. Şirket bu işçilerin hepsinin taşeronolup olmadığı konusunda ise herhangi bir bilgivermiyor.

Şirket, Ormancılık İşçileri Konfederasyonu’ndaörgütlü taşeron işçilerin eyleminin yasadışı olduğunuve işçilerin asıl patronlarıyla yani taşeron şirketlerlegörüşmeleri gerektiğini söylüyor.

Arjantin, Brezilya ve Uruguay’da da şirketleribulunan Arauco, Latin Amerika’nın en büyükormanclık şirketinden biri.

Fransa:Paris’e 280 mil mesafede, Ploufragan’da bulunan

ve ısıtıcı üretimi yapılan Chaffoteaux fabrikasındaçalışan 15 işçi, işten atmaları protesto etmek içinçıplak eylem yaptılar. İşçiler, durumlarına dikkatçekmek maksadıyla bir takvim için çıplak poz verdiler.

Page 28: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Dünya işçi ve emekçi hareketinden...28 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Bir işçi vücudunu sadece karton mukavvaylakapatırken, biri de Rodin’in “Düşünen Adam” heykeligibi poz verdi. Bir diğer işçi ise sadece şirketinlogosunun olduğu bir flama taşıdı.

Fotoğrafların basıldığı takvimden 5 bin adetbasıldı ve 3 gün içerisinde 2 bin adet satıldı.

Takvimin basımını organize eden CGT sendikasıtemsilcisi işten atmalara karşı işçilerin kamuoyuoluşturmayı amaçladığını söyledi.

Chaffoteaux temsilcilerinden biri 251 işçiden207’sinin işine son verilebileceğini söyledi. Fakat budurumun yönetim ile temsilciler arasında yapılacakolan görüşmelere göre değişebileceğini ifade etti.

Romanya:Romanya’da öğretmenler, sağlık emekçileri,

demiryolu işçileri ve diğer sektörlerden kamuçalışanları grev uyarısında bulundu.

Kamu Çalışanları Birliği 30 Eylül’den başlamaküzere bir eylem planı oluşturdu ve özel sektördeçalışan işçilere 5 Ekim’de yapılacak olan genel grevekatılma çağrısı yaptı.

Sağlık çalışanları sendikası Sanitas Bükreş’inbaşkanı Mircea Popescu, Romanya hükümetyetkilileri işçilerin yaşadıkları sorunlara bir çözümbulmazsa başkanı olduğu federasyonun “mümkünolan en sert eylemlere başvuracağını” açıkladı.

Sanitas Federasyonu Başkan Yardımcısı AdrianBarea, bütçe sisteminde 24 bin kişilik bir açığınolduğunu ve 10 günlük mecburi tatil izninin sistemidaha ciddi sorunlara sürükleyeceğini söyledi.

Sanitas Federasyonu bu yüzden 20 Ekim’de birmiting yapmayı planlıyor. Mitinge en az 10 bin kişilikbir katılım olacağı bekleniyor.

Bağımsız Eğitim Sendikası başkanları da sorunlarıçözülmediği takdirde genel grev yapacaklarınısöylediler. Maaşlarıyla ilgili herhangi bir düzenlemeyapılmazsa 16 Ekim’de genel grev yapacaklarınıifade ettiler.

Demiryolu işçileri de 30 Eylül’e kadar maaşlarıödenmezse 1 Ekim’de greve başlayacaklarınısöylediler.

Hemen tüm sektörlerden kamu çalışanlarınıngerçekleştireceği grevler genel olarak ücretkesintisine ve işten atmalara karşı yapılacak.

Bulgaristan:Bulgaristan’da 300’ün üzerinde demiryolu işçisi

Pazar günü eylem yaptı. Bulgaristan’ın en önemli demiryolu

istasyonlarından birinin bulunduğu Gorna Oriahovitsaşehrinde yapılan eylem “Açlığa, sefalete son.Maaşlarımızın düzenli yatırılmasını istiyoruz” şiarıylagerçekleşti.

Demiryolu Sendikaları Başkanı Petar Bunev,demiryolu işçilerinin ayda 200-300 BGN (yaklaşık200-300 TL) maaş aldıklarını ve bunun da düzenliyatırılmadığını söyledi. Bunev, bu durumun ve 4 bindemiryolu işçisinin işten atılmasının işçilerin üzerindepsikolojik sorunlara, strese, moral ve motivasyonbozukluğuna yol açtığını ifade etti.

İşçiler, işten atmalar ve demiryollarınınkapatılması gibi kriz-karşıtı önlemlerin iptalini talepeden bir açıklama yaptılar. Bu çözüm önerilerinindemiryolu işçilerinin güvenliğini tehlikeye soktuğunuifade ettiler.

Eyleme katılan demiryolu işçileri grev yapmayada hazır olduklarını söylediler.

Hindistan:Hindistan’ın en önemli üniversitelerinden biri olan

Hindistan Teknoloji Enstitüleri’nde (IIT) çalışanöğretmenler 24 Eylül Perşembe günü açlık greviyaptı.

Federal hükümetin zam yapmamasıüzerine 1500’ün üzerinde öğretmeninbaşlattığı açlık grevine ülke çapında 14 IITenstitüsünden profesörler de destek verdi.Fakat profosörler, tüm gün yapılaneylemlerin tamamına katılmayarak dersleregirdi.

Öğretmenler ücretlerine zamyapılmasının asıl talepleri olduğunu ifadeediyorlar fakat bunun dışında terfikonusunda da sorunlar yaşadıklarını dilegetiriyorlar.

Öğretmenler ayrıca fakültede ihtiyaçolmasına rağmen bakanlığın, doktorayapanların IIT’ye atanmaması önerisine dekarşı çıkıyorlar.

Gine’de darbe karşıtları ayakta!Afrika ülkesi Gine’de 28 Aralık 2008’de darbeyle iktidarı alan cuntacı lider Dadis Camara’nın başkanlık

seçimlerine aday olacağının öğrenilmesi üzerine başlayan eylemlere polis saldırdı, İnsan Hakları Örgütü,çıkan çatışmalarda en az 60 kişinin öldüğünü söyledi.

Pazartesi günü başlayan protesto gösterileri başkent Konakri’de bir stadyumun yakınlarında gerçekleşti. Gine İnsan Hakları Örgütü başkanı Thierno Maadjou Sow, “Sadece bir hastanede 58’in üzerinde ölü

saydık. Görünüşe göre diğer hastanelerde de ölüler var.” dedi. Donka üniversitesi tıp merkezinde çalışan bir doktor da verilen sayıyı doğruladı. Diğer sağlık yetkilileri

ordunun diğer hastanelerden “onlarca ölü” getirdiğini söyledi. Stadyumun çevresinde toplanan göstericiler “Dadis’e hayır” ve “Kahrolsun cunta” yazılı dövizler

taşıdılar. Göstericiler stadyuma girmeye çalışırken polis müdahale etti. Olay sırasında orada bulunan gazetecilerden Al Hassan Silah, güvenlik güçleri ateş açtıktan sonra

stadyuma gittiğini, ve stadyumun içerisinde ve etrafında ölüler gördüğünü söyledi. Silah, “Konakri’nin tam bir polis devleti olduğunu söyleyebiliriz…Şehrin her yerinde askerler kontrol

noktalarında insanların üstlerini arıyor, onları evlerine dönmeye zorluyor” dedi. Carnegie Mellon Üniversitesi’nden bir öğrenci “Çoğu kişi başkanın seçimlere katılmasını istemiyor.

Darbe yaptıktan sonra seçimlere katılmayacağına dair söz vermişti. İnsanlar Gine’de askeri bir rejimistemiyorlar, çünkü Gine’yi yaklaşık 25 yıldır zaten bir asker yönetiyordu” dedi.

Hükümet, Pazartesi günü yapılan eylemleri yasaklamıştı, fakat siyasi partilerden, sendikalardan ve siviltoplum örgütlerinden oluşan koalisyon eylemlerin yapılacağını söyledi.

Olaylar sırasında polis 30 kişiyi gözaltına aldı. Muhalif parti Gine Demokratik Güçler Birliği BaşkanıCellou Dalein Diallo ve daha pek çok siyasi lider tutuklananlar arasında yer alıyor.

Çekim yapmaya çalışan muhabirler de polis tarafından saldırıya uğradı. İçişleri Bakanı, resmi tatil olan 2 Ekim tarihine kadar bütün gösterilerin yasaklandığını söyledi. Camara, 1984’ten beri iktidarda olan Lansana Conte’nin ölmesinin arından 28 Aralık 2008 tarihinde

darbeyle başa gelmişti.

Page 29: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Şovenizm ve demokrasi kültürü Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak H 29Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Türkiye’de çok yönlü gelişmeler yaşanmaktadır.Birkaç aydır “Demokratik Açılım Süreci” ile oturupkalkıyoruz. Son dönemde bu sürecin hızında önemli birgerileme olmakla, hatta tersi yöndeki gelişmelerartmakla birlikte değişmeyen şeyler de var. Egemenlikdüşüncesi ve kültürü, bunun en uç biçimi şovenizmgibi…

Egemenlik duygusu ve kültürü, şovenizm, sanılanınötesinde toplumun en derinlerine nüfuz etmişbulunmaktadır. Kuşkusuz bu, boşuna ve nedensizdeğildir. Her gün yeniden üretilmekte ve beyin veyüreklere işlenmektedir, hem de eylemli olarak…Çatışmalarda yaşamını kaybeden askerlerin cenazetörenleri, her türlü spor karşılaşması, özellikle futbolkarşılaşmaları bu yeniden üretimin etkin platformlarıolmaktadır. Eğitim sistemi, ilkokullarda her güntekrarlanan ırkçı şoven ant ve marşlar ile ırkçı şovendüşünce ve kültür, bir kişilik ve yaşam tarzınadönüştürülmektedir. Günlük politikada bu özellikler,politik bir forma sokulmakta ve günlük davranışlaradönüştürülmektedir…

Son olarak bu hafta sonu Bursa’da oynanan maçtaDiyarbakırspor aleyhinde bağırılan sloganlar, ırkçışovenizmin ne kadar örgütlü olarak topluma enjekteedildiğini bir kez daha göstermiştir. Bu yaklaşımınegemen bir kültür olduğunu ve resmi çizginin eğitim,kültür ve sömürge politikasının bir sonucu olduğunuvurgulamakta yarar var. Ancak bu durum, salt butemellerle açıklanamaz. Bu temeller üzerinden dahaözel bir örgütlenme tarafından günlük olarakgeliştirildiğini ve günlük politika ve gelişmelerietkilemek için yeniden büyütülerek tekrarlandığınıvurgulamak durumundayız. Açıkça Kürt düşmanlığı,Kürt boğazlamasına doğru götürülmektedir. Bununayak sesleri öteden beri geliyordu… Bu özelörgütlenmenin devletten bağımız olduğunu düşünmek,sadece MHP ve onun eksenindeki güçlerle açıklamakbüyük yanılgı olur. Demokratik Açılım süreci denilenve daha içeriği konusunda resmi çizgiyi güçlü bir tarzdavurgulamanın ötesinde herhangi bir ipucu açığaçıkmamış sürecin bu gerçekliğine rağmen en bayağı bir“tavizin” verilmesi olasılığı dahi bu yapıyı zıvanadançıkarmaya yetmiştir. “Taviz” olasılığının önüne geçmekiçin MHP ve CHP’nin ortaya koyduğu saldırgan tavır,Kürt halkı karşısında resmi çizgi ve yapının hangi güçve katılıkta olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur!

Aslında “açılımın” “öncüsü” AKP de bu genel resmiçizgi ve egemen politik kültürün dışında ve ötesinde biryerde değildir. Zaten her fırsatta bunun içinde olduğunuvurgulamaktadır. Tek dil, tek devlet ve tek milletvurguları bunun içindir. Açılımla yapmaya çalıştıkları,bir-iki kırıntıyla Kürtler’i devlete bağlamahesaplarından başka bir şey değildir. Aslında eskisi gibive eski yöntemlerle, eski katılıkla Kürtler’iyönetemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Bu, bugünekadar sayısız kez ortaya çıkmıştır.

Ama öte yandan resmi çizgide açılacak en küçük vesıradan bir deliğin nerede duracağını bilmeyen, dahasıbunu sonun başlangıcı olarak algılayan katı resmi çizgitemsilcileri, herhangi bir esnemeyeyanaşmamaktadırlar. Bu tür girişimlerin önüne büyükbarikatlar örmeye çalışmaktadırlar. Bu çalışmanın Türktoplumu içinde resmi çizgi, egemen kültür ve kişiliğiderinleştirici bir işlev gördüğünü günlük olarakgözlemek mümkündür. Günlük politikada yaşanan bubağlamdaki tartışmaları, salt dar politik hesaplarla

açıklamak yine başka bir yanılgı olur. Bu çatışma, resmiçizgi ve yapıyı olduğu gibi sürdürme, bunu varlık-yokluk sorunu olarak algılama durumundankaynaklanmaktadır.

Bütün bunların ortaya çıkardığı, en genel veortalama bakış açısı ve duygu, egemenlik kültürü vedavranışıdır. TC’nin sömürgeci egemenliğini, ezenin“üstünlüğünü bir hak, tartışmasız bir ayrıcalık,dokunulmaz bir tabu” olarak algılama durumunundışında, onun etkisinde olmayan, devrimci sol hareketindışında, var mı?

Temel soru budur?Daha da trajik olanı ise şudur: İmralı süreciyle

birlikte bu egemen bakış açısı ve kültürün PKK ve onuneliyle onların etkisindeki Kürtler tarafından kabuledilmiş olması, politik davranış ve eylemlerini bubağlama oturtmuş olmalarıdır! Egemen bakış açısını veezenin bütün ayrıcalıklarını ön koşulsuz olarak kabuletmeleri ve “uzlaşmayı” bu zemin üzerindentartışmaları, ırkçı şoven kültürü daha da azdırıyor,onların kendilerine olan güvenlerini derinleştiriyor. Budurumun kendisini en liberal ve demokrat olaraktanımlayan çevre ve kişilerin de egemen zemin üzerindedüşünce üretmelerine ve davranmalarına yol veriyor…Sonuçta ortaya çıkan tablo, mücadelenin bugüne kadaregemen kültür ve çizgiye vurduğu darbe ve onun ortayaçıkardığı sonuçların boşa gitmesinden başka bir şeydeğildir.

Evet, Kürt sorunu tartışılıyor, resmi çizgi ilealınacak yolun kalmadığı da egemenler cephesinde artıkitiraf ediliyor. Daha doğrusu daha önce cılız bir biçimdetelaffuz edilen bu gerçeklik, bugün, daha yaygın ve netbir biçimde ifade ediliyor. Ancak bu zeminde yapılantartışmalar, bu tartışmaların her “iki” egemen cepheleriegemen çizgi ve kültürün dışına çıkmıyor. Butartışmalar, o zemin üzerinde, ayrıcalıklarındokunulmazlığı bağlamında kimi kırıntı hak taleplerinindışına taşmıyor.

Devlet ve resmi çizgi temsilcileri ne yaptığını, nasıldurduklarını biliyor… Saldırganlıklarından bir milimdahi geri adım atmadıkları gibi, egemenlik konumu,kültürü ve anlayışından da bir milim şaşmıyorlar. Sonolarak DTP’li vekillerden bazılarının polis zoruylamahkemeye götürülmeleri yönündeki karar, TC veresmi çizginin nerede durduğunu, hem de “açılım”

laflarının havada uçuştuğu bir dönemde, net olarakgöstermektedir.

Bu, aslında bir kez daha İmralı çizgisinin, onunyürütücüleri PKK ve DTP’nin ideolojik ve politikolarak iflaslarının bir kez daha belgelenmesi değilsenedir? Bu konuyu başka bir yazıya bırakarakvurgulanması gereken başka bir noktaya dikkatleriçekmek istiyoruz.

Tüm tartışmalara ve açılım laflarına rağmenüzerinde hareket edilen zemin, egemen çizgi ve egemenkültürdür! Bu, ırkçı şovenizmin ortalama, “normal”düzeyidir! Buradan en sıradan bir reform veya reformkırıntısının çıkması bile olanaksız gibidir! “Türk tarafı”kendi ayrıcalıklarını dokunulmaz ve tartışma dışıgörüyor. “Kürt tarafı” da bu “dokunulmazlığa”dokunmamayı bir ön kabul olarak görmekte veprogramı ile günlük siyasetini bu temeledayandırmaktadır. Bu durum, hiç kuşkusuz ırkçışovenizme güç veriyor, onun saldırganlıklarını, hem deağzı salyalı sokaklara taşma olasılığını tetikliyor! Bu,Kürtler açısından kendi cellâdına koşma, boynunuşuursuzca uzatma durumundan başka bir şey değildir.Bu çizgilerini sürdürdükleri sürece büyük felaketlerkendilerini bekliyor.

Bu durum Türkiye açısından demokrasiye değil,daha kanlı faşizme, gemi azıya almış ırkçı şovenizmegötürüyor.

Demokrasi ve özgürlük mü? O zaman Kürt halkının bağımsızlık dahil, kendi

kaderini belirleme hakkını, demokrat olmanın,Türkiye’de demokrasinin gelişebilmesinin temel koşuluolarak kabul etmekten geçer! Bu, aynı zamanda ırkçışovenizm karşısında tek samimi ve tutarlı duruş daolacaktır! Bu temel ölçünün dışındaki her söz vedavranış, olsa olsa demokrasicilik komedyasınınbayatlamış bir görüntüsünden başka bir şeyolmayacaktır.

Kürtler açısından mı? Eşitlik ve bağımsızlıkbilincini bir davranış ve hareket tarzı haline getirmedensaygın bir taraf konumuna, eşit ve özgür bir muhatapdüzeyine gelebilmek mümkün değildir.

Bunun da devrimci bir çizgi ve duruş anlamınageldiğini söylemek, bilinen bir gerçeği tekrarvurgulamak demektir!

29 Eylül 2009

Şovenizm ve demokrasi kültürüM. Can Yüce

Diyarbakır’da binlerce kayıp yakını yürüdü 

Diyarbakır’da 25 Eylül günü Mezopotamya Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma ve DayanışmaDerneği (MEYA-DER) tarafından çatışmalarda, faili meçhul cinayetlerde yaşamını yitiren ve kaybedilenkişilerin yakınlarının katılımıyla binlerce kişilik bir yürüyüş gerçekleştirildi.

Yürüyüşte taşınan binlerce fotoğraf, kirli savaşın bilançosunu gözler önüne serdi. “Çocuklarını savaştayitirenlerin aileleri Kürt sorununun diyalogla çözülmesiiçin Diyarbakır’da yürüyorlar” sloganıyla DTP Diyarbakırİl Örgütü’nden Koşuyolu Parkı’na yapılan yürüyüşte“Şehîdên Kurdistanê namirin!”, “Kayıplar bulunsun, failleryargılansın!”, “Şerefli bir ölüm, yaşamının en güzelifadesidir”, “Malbatan di şer de xizmen xwe winda kirine;pirsgireka Kurd çareser bikin” pankartları taşındı.

Eylemde söz alan DTP Iğdır Milletvekili Pervin Buldanyaptığı açıklamada “Eğer Kürt sorunu demokratik yollarlaçözülecekse, faili meçhuller, kayıpların sorumluları biranönce açığa çıkarmalıdır” dedi.

Page 30: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

Etrafında çimenlerle bezeli tarlaların bulunduğutoprak bir yoldur yürünen. Biraz engebeli ve dar. Amabir o kadar geniş ve ferah! Toprak yol hiçbitmeyecekmiş gibi uzayıp gider öylece. Sanki heryere bu yolla varılırmış gibi gelir üstündeyürüyenlere. Bu uzun yolun az ilerde sola doğrukıvrılan bir kolu vardır. İlkine göre daha dar ve kısa.Bir yanında uzun selvi ağaçları diğer yanındaysa azönceki çimenli tarla. Bu yol dümdüz uzayıp gider vebitiverir. Birdenbire küçük köprü çıkar yolun bittiğiyerde. Köprünün diğer ucunda, işte tam orada, solköşede, bir mezar vardır! Etrafında demirparmaklıklar yükselir bu mezarın, düşmanlara kilitli,dostlara ise her daim açık! İşte Habip yoldaşın mezarı!

Bu yolda kızıl bir kortej yürüyor Ulucanlarkatliamının 10. yıl dönümünde. Kızıl bayraklarrüzgarla dalgalanırken, onlarca göğsü doldurannefeslerin “Yeni Ekimler için ileri!” haykırışlarıötelerden haber ulaştırıyor bu mezara. Kızıl kortejyürüyor ve duruşuyla, disipliniyle, gür sloganlarıylaselamlıyor Habip yoldaşı! Kızıl kortejin sesi gittikçeyakınlaşıyor, gürleşiyor… Korteje doğa da eşlikediyor, bağrına Habip yoldaşın bedenini alan toprak,övüncünden kabarıyor ve bu sıcak İzmir günündeçatlıyor! Uzun selvi ağaçları ise, bu yiğit devrimciyive onun yoldaşlarını rüzgarın yardımıyla hafifçeeğilerek selamlıyor! Ve rüzgar; öyle güçlü esiyor ki,kızıl bayraklar onun esişiyle mavi gökyüzünde elsallıyorlar uzaktan Habip’e! Habip yoldaşın yanınagelindiğinde ise sıkılı yumruklar kalkıyor havaya,dalgalanan kızıl bayrakların arasında göğe yükseliyor.Bakışlar bir noktada kilitleniyor, ufukta! Kulaklardamücadeleye çağıran bir şiirin dizeleri çınlıyor!Ardından sloganlar haykırılıyor bir kez, bir kez daha!

Yoldaşları Habip’in, onu anlatıyorlar. Ulucanlarkatliamını anlatıyorlar. Devletin topla, tüfekleyaptığı saldırıya karşı yürekleriyle savaşandevrimcileri anlatıyorlar. Habip’i, Ümit’i anlatıyorlar,sınıfın komünist partisinin özü ve özeti olan iki yiğityoldaşı. Onlar anlattıkça kızıl bayraklar dalgalanıyor,onlar anlattıkça, yürekler partiye olan bağlılıklakamçılanıyor. Onlar anlattıkça yumruklar öfkeylesıkılıyor, sese ses katılıyor! Ve tam o anda, Habip’intasfiyecilere verdiği cevap dillenirken, yoldaşınpartiye bağlılığı ve özgüveni sözcüklere dökülürkendaha da güçlü esiyor rüzgar… Mezarın yanı başındatoplanan yoldaşları Habip’in, hissediyorlar onu yanıbaşlarında!

Ve şiirler okunuyor. Devrim ve sosyalizmsloganlarıyla yükselen sesler; bir bir sözcükleri,dizeleri sıralıyor arka arkaya… Kah yavaşlıyor, kahyükseliyor sesler. Zafere olan inanç haykırılıyor birkez daha. Ve işte Habip’in en sevdiği türküyüsöylüyorlar yoldaşları hep bir ağızdan.

Drama köprüsü, Hasan, dardır geçilmez, breHasan, dardır geçilmez / Soğuktur suları da, Hasan,bir tas içilmez / Anadan geçilir, Hasan, yardangeçilmez, bre Hasan, yardan geçilmez / At martini de,bre Hasan dağlar inlesin / Drama mahpusunda hasandostlar dinlesin…

Ve ardından yoldaşları, tekraryumruklarını kaldırıp göğe marşlarını söylüyorlar, toksesleriyle! Ve söz veriyorlar yoldaşlarına tekrar, “lekesürmeden ellerimize devrettiğiniz kızıl bayrağa lekesürmeyeceğiz ve bulunduğumuz her yerde en öndedalgalandıracağız!” diye.

Ayrılmadan yoldaşın mezarının yanından, son

dokunuşlar soğuk mezar taşına. Sularla yıkanıyor,düzeltiliyor, çiçeklere su veriliyor. Karanfillerkonuyor resminin yanına! Yoldaşları Habip’ingözlerinden sakınırcasına bakıyorlar ona… Ve son kez“Yeni Ekimler için ileri!” haykırışlarıylavedalaşıyorlar. Son vedalaşma değil elbet bu; Habipyoldaşla sabah servis duraklarında metal işçilerininnasırlı ellerine bildirileri uzattıktan hemen sonraselamlaşılıyor mesela. Durağın yanındaki duvardabulunan, artık uzamış otların arasından görülen“Yaşasın 1 Mayıs! Yaşasın bütün işçilerin birliği! /EKİM” yazılamasıyla!

İki yanında çimenli tarlalar bulunan bu yoldadevrimden sonra yine kızıl kortejler yürüyecek! Bukez müjdeli haberi iletecekler yoldaşın mezarına. Veyine doğa kurtuluşu müjdeleyen bu korteje eşlikedecek. Kızıl bayraklar yine dalgalanacak ve zaferedair ezgiler göğe yükselecek. Sol köşede bulunanmezarda yatan yiğit devrimci, sınıfın komünistpartisinin önder kadrolarından biri olan ve onuyaşamıyla ve ölümüne direnişiyle cisimleştiren Habipyoldaş da olacak bu kortejde! En önde; Ümit’le,Hatice’yle ve Hüseyin’le beraber yürüyor olacak!

İzmir’den bir genç komünist

Habip yoldaş devrim ve sosyalizm davamızda yaşıyor!30 H Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak Sayı: 2009/38 2 Ekim 2009

Habip yoldaş devrim ve sosyalizm davamızda yaşıyor!

Erdoğan’dan öğrencilere nasihatlar!Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Dokuz Eylül Üniversitesi’nin (DEÜ) yeni akademik yılı açılış

törenlerine katılarak burada bir konuşma yaptı. Akademik sorunlardan ziyade ülke gündemine, G-20, İMF veekonomik krize değinen Erdoğan, üniversite öğrencilerine nasihat vermekten de geri durmadı.

Konuşmasına üniversite kampüsünün dağınıklığından bahsederek başlayan Erdoğan, bu tablodan rahatsızolduğunu ve tüm bölümlerin büyük bir kampüs içerisinde bir araya getirilmesinin gerektiğini söyledi.Neoliberal politikaların bir numaralı uygulayıcısı olan AKP’nin eğitimden sağlığa her tür hizmetiticarileştirmeye çalıştığı biliniyor. Okul arazilerine dahi göz diken ve buldukları tüm alanları ranta açmayaçalışan bu talancıların baş şefi Erdoğan’ın Dokuz Eylül Üniversitesi’ne dair sarf ettiği sözler ise haylimanidar.

Ne AKP’nin ne de genel olarak kapitalist devletlerin üniversiteleri birleştirmek gibi bir kaygıları olmadığıaçık. Üniversiteleri parçalayarak gençlik hareketinde ortaya çıkabilecek yükselişlerin önüne geçmeyiamaçlayan sermaye uşaklarının üniversitelerin yalnızca mekansal olarak değil yönetim olarak da bölünmesiüzerine kafa yordukları biliniyor. Durum böyleyken Erdoğan’ın açıklamaları Dokuz Eylül Üniversitesi’ninmevcut konumu üzerine çeşitli hesaplar yapıldığını düşündürüyor.

Üniversitelilere “şükür” nasihati!

Erdoğan’ın konuşmasında önemli bir vurgu ise işsizlik sorununa ayrıldı. “Kasımpaşalı” üslubunabürünerek “Her üniversiteyi bitiren veya tüm halk iş sahibi olur diye bir kural yok” diyen Erdoğan, ABD veİspanya gibi çeşitli ülkeleri örnek göstererek işsizliğin adeta “normal” olduğunu savundu. ABD’de %8,İspanya’da ise %18 işsizlik olduğunu söyleyen Erdoğan, Türkiye’nin %13 işsizlik oranını doğal karşıladığınıbelirtmiş oldu.

Kapitalizmin yapısal krizinin etkileri derinleştikçe işsizliğin tırmanması, üniversite mezunları arasında daişsizlik oranının hayli yükselmesi sıkça gündeme gelmekte. Ancak bunun sorumlusu yalnızca kriz değil,bizzat neoliberal politikalar yani kapitalist sistemin kendisidir. Eğitimi metaya dönüştüren, öğrenciyi müşterigören, parası olmayana kalitesiz eğitim vermeyi doğal karşılayan bir sistemin, üniversite mezunlarının işsizkalmasını da doğal karşılaması şaşırtıcı olmasa gerek. AKP şefinin sözleri ise bir kez daha demagojiyebaşvurarak suyu bulandırmaktan, popülist söylemlerle göz boyamaktan başka anlam taşımıyor.

Özgür düşünceler filizlenmeliymiş!..

Erdoğan, kampüste yaptığı konuşmada özgür düşünceden, bilimsel eğitimden de dem vurdu.“Kütüphanenin nerede olduğunu bilmeden mezun olan öğrenciler”in varlığından bahseden Erdoğan, sözüAKP icraatlarına getirerek Kürt illerine yaptığı eğitim yatırımlarından bahsetti. Üniversite eğitiminniteliğindeki düşüş ortadayken kütüphanesiz, laboratuvarsız tabela üniversiteler açarak icraat yapıyor gibigörünen, özel üniversitelere teşvikler yağdırırken devlet üniversitelerini kendini döndüremeyecek hale getirenneoliberal politikaların savunucusu Erdoğan utanmadı, yine öğrencileri suçladı.

Konuşmasında ikiyüzlüce “üniversiteler özgür düşüncelerin yeşermesi gereken ortamlar olmalı” diyenErdoğan ABD’deki “demokrasi” ortamını da örnek vermeden edemedi. Erdoğan üniversitelerde her tür politikfaaliyeti soruşturmalarla, devlet terörü ile ve faşist saldırılarla karşılayan sanki kendileri değilmiş gibi “özgürdüşünce”lerden bahsetti. Tabii ABD örneği verirken orada da geçmişte politikacılara yönelik “çirkin”protestolar yapıldığını ancak bunun geride kaldığını belirtti. Ne de olsa onlar düşünmeyi överken,düşündüğünü söylemeyi ve eyleme geçirmeyi suç sayarlar. Erdoğan’ın sözleri de farklı değil, “özgür düşününama tepki vermeyin” işte istenen öğrenci tipolojisi...

Erdoğan’ın DEÜ’de yaptığı konuşma aslında sermaye devletinin üniversiteleri nasıl gördüğünü veeğitimde ticarileşmenin nelerle sonuçlandığını göstermek için hayli veri barındırıyor. “Kasımpaşalı” üslubuile üzerleri örtülmeye, demagojilerle çarpıtılmaya çalışılsa da gerçekler orta yerde duruyor. Her geçen günsermaye yasalarına daha fazla tabi olan, neoliberal uygulamalarla piyasaya açılmaya çalışılan üniversitelerTayyip gibilerin nutukları arasında sermayenin arka bahçeleri haline geliyor.

Page 31: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

CMYK

MücadelePostası

Hacı Ali Bey Mah., Çelikel Sok., Sakarya İş Hanı Kat: 5No: 58 ESKİŞEHİR

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

EKSEN Yayıncılık Büroları Gazetene sahip çık! Abone ol! Abone bul!Adı : ........................................................................Soyadı :........................................................................Adresi : ........................................................................

.........................................................................Tel : ........................................................................

6 Aylık Yurt içi 60 TL Yurt dışı 100 Euro 1 Yıllık Yurt içi 120 TL Yurt dışı 200 Euro

Gülcan Ceyran adına,* TL için : Yapı Kredi Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 0097680-3* Euro için : İş Bankası İstanbul/Aksaray Şb. 10021127094No’lu hesaba yatırdım. Makbuzun fotokopisi ektedir.

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

853. Sok. Bilen İşhanı No: 27/710Konak/İZMİR Tel-Fax: 0 (232) 489 31 23

ÇHD İstanbul Şubesi, 28 Eylül 1994 tarihinde Beşiktaş’ta bulunan bir kafeteryada arkadaşları ilebirlikte oturduğu sırada kolluk güçleri tarafından vurularak katledilen Halkın Hukuk Bürosu avukatlarındaFuat Erdoğan’ı katledildiği yerde andı.

Anma metnini ÇHD İstanbul Şubesi adına Av. Taylan Tanay okudu. Tanay, Fuat Erdoğan’ın mücadeleciyönlerinden söz etti. Üniversite öğrencisiyken demokratik üniversite mücadelesinin içinde yer aldığını, bunedenle defalarca gözaltına alındığını ve tutuklandığını söyledi. Fuat Erdoğan’ın 28 Eylül 1994 tarihindeİstanbul’da bir kafeteryada sendikacı ve mühendis arkadaşlarıyla otururken kolluk güçleri tarafındankatledildiğini söyleyen Tanay, olayın resmi açıklamalarda silahlı çatışma olarak belirtildiğini ancak, otopsiraporlarıyla Erdoğan’ın yere yatırılarak, ensesine sıkılan tek kurşunla katledildiğinin ortaya çıktığını ifadeetti. “Katilleri, diğer işkence ve katliam davalarında olduğu gibi, önce beraat sonra terfi ettiler” dedi.

Basın açıklamasının ardından kırtasiye önüne kırmızı karanfiller bırakıldı. Anmaya, “Özgürlükmücadelesi ve hukuk” sempozyumu için Türkiye’de bulunan avukatlar da katıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Munzur’da yapılacak barajlar yoluyla yaşanacak çevre katliamı, Dersim’in insansızlaştırılması vekoruculuk sistemine karşı 26 Eylül günü Bursa’da bir eylem gerçekleştirildi. Setbaşı-Mahfel önündetoplanan yaklaşık 1500 kişi buradan Kent Müzesi önüne kadar coşkulu bir şekilde sloganlar eşliğindeyürüdü.

Bursa ve Gemlik Tunceliler Dernekleri, Alevi dernekleri, çevre dernekleri, partiler ve devrimciörgütlerin katıldığı eylemde polisin yürütmeme tavrı kararlılıkla püskürtülerek yürüyüş gerçekleştirildi.Faşistlerin Türk bayrağı açarak provokasyon yaratma girişimleri de boşa düşürüldü.

Kent Müzesi önünde yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Devlet Dersim’de, FırtınaVadisi’nde, İkizdere’de, Hasankeyf’te, Bergama’da, Bursa Uludağ’da su kaynaklarını sermayeye peşkeşçekerek tahakkümünü sürdürmektedir. Yaşam alanlarının yok edilmesi bir insanlık sorunudur. Bizler detoplumun aleyhine geliştirilen bu olumsuzluklara karşı durabilmek için ülkenin genelinde olduğu gibiBursa’da da ‘Munzur kutsalımızdır sahip çıkalım!’ şiarıyla alanlardayız. Yüzyıllardır bize can verenMunzur’a can vermeye geldik.”

Kızıl Bayrak / Bursa

Bursa’da “Munzur’uma dokunma!”eylemi! 

İHD İstanbul Şubesi ve kayıp yakınları, 26 Eylülgünü Galatasaray Lisesi önünde bir kez daha buluştu.235. buluşmanın konusu 1994 yılında gözaltına alınanve daha sonra haber alınamayan Makbule Ökdem’di.

İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara KarşıKomisyon adına basın açıklamasını okuyan Meral Çıldıronlarca faili meçhul cinayetin sorumlusu olarak 9 kezağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılananAlbay Cemal Temizöz’ün hala görevini sürdürdüğünüifade etti. TSK’nın Temizöz’e sahip çıktığını belirtenÇıldır, bu tutumun devlet politikası olarak uygulananzihniyetin devamı olduğunu vurguladı.

4 Eylül 2009 tarihinde Cizre-İdil karayolundakiKuştepe köyü yakınlarında yol çalışması yapan ekiplerininsan kemikleri bulduğunu belirten Çıldır, birisi kadıniki kişiye ait kemiklerde yapılan incelemede kişininuzun namlulu silahlarla öldürüldüğünün belirlendiğiniancak kemiklerin kime ait olduğunun hala tespitedilemediğini söyledi.

Çıldır, 1994 yılında gözaltına alınan ve sonra haberalınamayan Makbule Ökdem’in ailesinin ŞırnakBarosu’na başvurduğu bilgisini verdi.

Kuştepe köyünün 1991 yılında boşaldığını belirtenÇıldır, Makbule Ökdem’in kaybedilmesinden döneminCizre belediye başkanı Kamil Atak, Cizre taburkomutanı Albay Cemal Temizöz, General HasanKundakçı ve Cizre Tank Taburu Komutanı’nınyargılanmasını istedi.

Oturma eyleminde kayıpların fotoğrafları da taşındı. Kızıl Bayrak / İstanbul

Kayıpyakınlarının 235.buluşması  

Fuat Erdoğan anıldı 

Sermaye medyasına göre haber değeri taşıyan bir haberi sizlerle paylaşacağım. Bu habere göre bir kasabada 15 yaşındaki bir çocuk 10 yaşındaki arkadaşını önce kablo ile boğarak

öldürüyor ve bununla yetinmeyip, öldükten sonra kafasını bir kaya ile eziyor. Olayın vahşet boyutunu biryana bırakıyorum, spikerin bu haberi sunarken söylediği bir cümle var. Tamı tamına şöyle: “Bu çocuklarane oluyor, bu nasıl bir vahşet!” Bunun nasıl bir vahşet olduğunu tartışacak değilim. Ama bu kokuşmuşsistemde çocuklarımızın nasıl yetiştirildiğini bilen bir insan olarak, bu ve bunun gibi olayların bu düzendeaslında çok doğal ve sıradan bir olay olduğunu söylemem yanlış olmaz herhalde. Her TV kanalındabirbirini aratmayacak iğrençlikte mafya dizilerine yer verildiği ve bunların ana haber bültenlerine konuedildiği bir sistemden başka ne beklenebilir ki!

Bu sistem var olduğu sürece, kimileri arkadaşının kafasını taşla ezerek öldürür, kimileri babasınınparasına güvenerek kız arkadaşının kafasını testereyle keser. Ne de olsa sermaye sınıfı kendikokuşmuşluğunu teşhir eden ilerici ve devrimci tüm güçlere karşı her türlü zorbalığı yapmayı meşrugörüyor.

Bizler ezilen-sömürülen işçiler ve emekçiler olarak, geleceğimize sahip çıkmadığımız koşullardasistemin kokuşmuşluğu ve çürümüşlüğü bizi de, geleceğimiz olan çocuklarımızı da çürütür. Tersinidüşünmek hepimizin payına sorumluluktan kaçmaktan başka bir şey değildir.

Ya barbarlık içinde çöküş ya da sosyalizm!Samandıra’dan sınıf bilinçli bir işçi

Geleceğimize sahip çıkalım!

Page 32: Sİ Kızıl bayrak 2009-38

“Bizim her eylemimiz emperyalizme karşı bir savaş çağrısı ve insanlığın düşmanı ABD'ye karşı halkların birliği için savaş marşıdır...”

Ölümünün 42. yılında saygıyla anıyoruz...

Ernesto Che Guevara