Upload
betuel-kaplan
View
3.148
Download
21
Embed Size (px)
DESCRIPTION
Citation preview
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
1
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
2
ÖNSÖZ
Gıda Biyokimyası ders notu, Gıda Mühendisliği Bölümü öğrencilerinin gıda biyokimyasını anlama,
öğrenme ve öğrendiklerini gıda endüstrisinde uygulayabilme öngörüsü kazanabilmeleri amacıyla
hazırlanmıştır. Günümüzde, Gıda Biyokimyası, gıdanın muhafazası ve işlenmesi sırasında karşılaşılan
problemlerin gıdada gerçekleşen biyokimyasal reaksiyonlar ile ilişkili olduğunun fark edilmesi
nedeniyle önem kazanmıştır. Gıda işleme sırasında uygulanan ısıtma ve dondurma sıcaklıkları, yüksek
tuz konsantrasyonu ve düşük pH gibi parametreler gıdada gerçekleşecek biyokimyasal reaksiyonları ve
dolayısıyla gıdanın kalitesini belirler. Bu nedenle gıda işleme sırasında gerçekleşen reaksiyonları
bilmek ve optimize etmek önemlidir. Gıda biyokimyası bilgisi, daha iyi ve güvenli hammadde ve ürün
elde etmeyi, insan beslenmesine katkıda bulunmayı ve bu gelişmelerin gıda endüstrisinde
uygulanmasını sağlamaktadır.
Tüm öğrencilerimin karanlık bir dünyada bilimin mum ışığıyla aydınlanmalarına katkıda bulunmak
dileğiyle…
Prof. Dr. Sibel Karakaya
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
3
GĐRĐŞ
Canlıların yapı taşları cansız moleküllerden oluşmaktadır. Canlılığı belirleyen özellikler aşağıda
belirtilmiştir.
1. Canlı organizmalar komplike ve organize varlıklardır.
Canlılarda bulunan organik bileşikler kompleks ve çok çeşitlidir. En basit ve en küçük
bakteri hücresi bile çok fazla sayıda ve farklı organik molekülleri içerir. E. Coli’nin 5000 farklı
organik bileşiği içerdiği ve bu bileşikler arasında 3000 farklı protein ve 1000 farklı nükleik asit
bulunduğu bilinmektedir.
2. Canlı organizmadaki her bileşen spesifik bir amaç ve fonksiyona sahiptir.
Canlı hücresindeki makromoleküller birçok basit ve küçük molekülün birleşmesiyle oluşur.
Örneğin proteinler birçok amino asidin birleşmesinden oluşmuştur. Ancak amino asitler sadece
proteinlerin yapı taşlarını oluşturmaz aynı zamanda çeşitli hormonların, alkoloidlerin ve
pigmentlerin ön maddesi olma işlevleri vardır. Ayrıca hücrede yapısal bir hiyerarşi vardır. Örneğin
alanin amino asidi sadece 0.7 nm uzunluğundadır. Oysa globular bir protein olan ve 574 amino
asitten oluşan hemoglobin yaklaşık 6 nm çapında bir moleküldür. Buna karşın protein molekülleri
sentezlendikleri ribozoma göre oldukça küçüktür. Ribozom 70 farklı protein ve 4 nükleik asit
iplikçiğinden oluşmuştur. Ribozom, 2.8 x 106 molekül ağırlığında ve yaklaşık 20 nm çapında bir
organeldir. Bir hücrenin yapı taşı olan molekül ve/veya makromoleküller hücre boyutuyla
kıyaslandığında çok küçük olmakla birlikte (alanin amino asidinin hacminin kırmızı kan hücresine
oranı 1:1011 dir) proteinin amino asit dizisindeki bir amino asidin değişmesi sadece proteini değil
hücre yapısını ve hatta canlının yaşamını sürdürebilmesini etkilemektedir.
3. Canlı organizmalar çevrelerindeki enerjiyi alma ve başka formlara dönüştürme
kapasitelerine sahiptir.
Canlı organizmalar enerjiyi tüketmezler, bir formdan diğer bir forma dönüştürerek kullanırlar.
4. Canlı organizmalar kendi benzerlerini yapabilme kapasitesine sahiptirler.
HÜCRE
Canlı organizmanın en küçük birimi hücredir. Farklı hayvan ve bitki dokuları farklı yapı ve
metabolik aktiviteye sahip hücreleri içerir. Hücreler üç grupta incelenir.
1. Prokaryotik hücre
2. Ökaryotik hücre
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
4
Şekil 1. Prokaryotik, ökaryotik ve fotosentetik ökaryotik hücre
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
5
3. Fotosentetik ökaryotik hücre
Prokaryotik hücre (örnek: E. Coli): Prokaryotik hücreler çok basit ve küçük hücrelerdir. Hücre zarı
bulunur. Hücrede zarla çevrili çekirdek yerine nüklear bir bölge ve bir kromozom bulunur. Ribozom,
depo granülleri ve sitozol içerir.
Ökaryotik hücre (örnek: karaci ğer hücresi): Ökaryotik hücre prokaryotik hücrelerden çok daha
kompleks ve çok daha büyüktür. Zarla çevrili bir çekirdek içerir. Mitokondri, golgi cisimciği ve
endoplazmik retikulum gibi zarla çevrili organelleri içerir.
Fotosentetik ökaryotik hücre (örnek: bitki hücresi): Ökaryotik hayvan hücresindeki organel ve
yapıların yanısıra plastidleri ve büyük kofulları içerir. En önemli ayırıcı özellik fotosentezdir. Ayrıca
hücre duvarı bulunur. Hücre duvarı kompleks karbonhidratlardan oluşmuştur. Bu kompleks
karbonhidratların insan beslenmesi açısından önemleri büyüktür. Bunlar: a) Polisakkaritler: başlıca
selülozdan oluşur. Glukoz moleküllerinin düz zincir şeklinde birbirlerine β- 1-4 hidrojen bağlarıyla
bağlanmasından oluşmuştur. b) Pektik bileşikler: Meyve ve sebzelerde hücre duvarının 1/3’ni
oluştururlar. Temel olarak 1-4 bağlarıyla bağlanmış α-D-galakturanik asit moleküllerinden oluşmuştur.
bazı meyvelerde örneğin kirazda ramnogalakturonan formunda bulunur. c) Hemiselüloz: Alkali
çözeltisiyle ekstrakte edilebilen selülozik ve pektik olmayan bileşiklerdir. Başlıca grupları ksilanlar,
mannanlar, glukomananlar, galaktanlar ve arabogalaktandır. d) Lignin: Lignin sekonder hücre
duvarının oluşumu sırasında sentezlenir. Fenil propanoid (C6-C3) ünitelerinin polimerleşmesiyle
oluşmuştur. Hücre duvarının mekanik dayanıklılığını sağlar.
Şekil 2. Selüloz
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
6
KARBONH ĐDRATLAR
SINIFLANDIRILMASI VE ÖZELL ĐKLER Đ
1. BASĐT KARBONH ĐDRATLAR
2. KOMPLEKS KARBONH ĐDRATLAR
Glukoz
Glikojen
Nişasta Selüloz
Sakkaroz Maltoz Laktoz
Fruktoz Glukoz Galaktoz
α-1,6 β-1,4
α-1,4
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
7
Monosakkaritler
Glukoz: Doğada en fazla bulunan monosakkarit olmasına rağmen monosakkarit olarak tüketimi
nadirdir. Nişasta, selüloz ve yenebilen tüm disakkaritlerin yapısında yer alır. Glukoz hem monomer
formunda hem de sakkaroz olarak meyve ve sebzelerin kurumaddesinin önemli bir kısmını oluşturur.
Fruktoz: Meyve şekeri olarak ta bilinir. Monosakkaritler içerisinde tatlılığı en yüksek olanıdır. Kristal
formunda sakarozun yaklaşık iki katı kadar tatlıdır. Ancak çözündüğünde büyük olasılıkla oluşan yeni
konfigürasyonları nedeniyle tatlılığı hızla azalır. Birçok meyve %1-7 civarında fruktoz içerir.
Meyvelerde kurumaddenin % 3 kadarını balda ise % 40’nı oluşturur.
Galaktoz: Doğada serbest formda nadir olarak bulunur. Süt şekeri laktozun yapı taşıdır.
Disakkaritler
Sakkaroz: Glukoz ve fruktozdan oluşan bir disakkarittir. Sakkaroz seyreltik asidik ortamda veya
invertaz enziminin varlığında kendisini oluşturan monomerlerine ayrılır. Sakkaroz asidik gıdaların
bileşiminde (örneğin meyve suları) kullanıldığında birkaç saat içinde inversiyon nedeniyle
monomerlerine parçalanır.
Laktoz: Süt şekeri olarak ta bilinir. Đnsan ve inek sütünün sırasıyla % 7.5 ve % 4.5’ni oluşturur.
Maltoz: Malt şekeri olarak ta bilinir. Nişastanın hidrolizi ile oluşur. Doğada nadir olarak bulunmasına
rağmen bir çok gıda ürününe katılır. Çimlenmiş tohumlar diastaz enzimi üretirler. Bu enzim nişastayı
yeni bitkinin kullanımı için maltoza parçalar. Bu nedenle çimlenmiş tahıllar maltoz içerirler. Maltoz
nişastaya göre daha tatlı olduğu için arpa maltı gıda endüstrisinde tatlandırma amaçlı kullanılmaktadır.
Marketlerde satılan ürünlerin çoğu maltoz içermekte ancak “şeker içermez” (sugar free) olarak
pazarlanmaktadır. Oysa maltoz ve sakkaroz aynı enerji değerine sahiptir.
Bal: Sakkaroz ve az miktarda nişasta içerir. Arı invertaz ve amilaz salgıladığı için sakkaroz ve
nişastayı glukoz ve fruktoza parçalar. Fruktozun moleküler konfigürasyonu tatlılığı belirlediği için
kristalizasyon derecesi balın tatlılığını etkilemektedir.
Polisakkaritler
Nişasta: Nişasta glukoz moleküllerinden oluşmuş bir polisakkarittir. Bitkide monosakkaritlerin
polisakkaritlere dönüşümü nişasta sentezi olarak isimlendirilir. Glukoz molekülleri arasındaki bağ
dehidrasyon sentezi ile oluşur. Bir glukoz molekülünden bir hidrojen atomu diğer glukoz
molekülündan bir hidroksil grubunun alınmasıyla molekülde birleşmeyi sağlayacak serbest reaktif
bölgeler oluşmakta ve zincir uzayarak polisakkaritler oluşmaktadır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
8
Nişasta molekülüne yakın bakış
Amiloz ve amilopektin olmak üzere iki tane nişasta molekülü vardır. Her ikisi de glukoz
moleküllerinden yapılmıştır ancak amiloz düz zincir yapıda amilopektin ise dallanmış yapıdadır.
Amiloz 1000-4400 glukoz molekülünden oluşmuştur. Bu çok uzun bir zincirdir. Bu uzun zincir
buğday tanesinin endosperminde depolanır. Bitkiler nişastayı küçük granüller halinde paketler.
Böylece büyük miktarlarda nişasta, hücre içine giren ve çıkan sıvı dengesini bozmadan depolanabilir.
Bu nedenle nişasta, hızla ulaşabilecek enerjiyi bitki hücre dengesini bozmadan depolama kapasitesine
sahiptir.
Şekil 3. Amiloz
Şekil 4. Amilopektin
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
9
Neden glukoz nişastaya çevrilir?
Bitkilerde fotosentez ürünleri bir araya getirilerek glukoz elde edilir. Bitkiler glukozu kısa zamanlı
enerji depoları olarak kullanırlar. Fotosentez yapılamayacağı zamanlarda (yağmurlu günler,kuru
günler vs) kullanılmak üzere enerji depolanmak zorundadır. Bu nedenle glukozun bir kısmı nişasta
olarak adlandırılan polisakkarit molekülüne dönüştürülür. Böylece bitki fotosentezde topladığı
enerjinin büyük çoğunluğunu şekerler arasındaki kimyasal bağlarda depolar. Enerji gereksinimi
olduğunda, glukoz moleküllerini bir arada tutan bağlar kırılır ve enerji elde edilir.
Glikojen: Hayvanlarda karbonhidratlar öğünler arasında kan glukoz seviyesini korumak amacıyla
glikojen formunda depolanır. Karbonhidrat yapısında olduğu için glikojen hidrojen bağlarını su
molekülleriyle oluşturur. Absorbe edilmiş olan su glikojenin büyük ve hantal bir molekül olmasına
neden olur. Bu nedenle glikojen molekülü enerji sağlamak amacıyla uzun süre depolanmaya uygun
değildir. 70 kg ağırlığındaki bir erkeğin glikojen deposundan sağlayabileceği enerji süresi yaklaşık 18
saat iken bu süre yağ depoları için 2 aydır. Hesaplamalar, insanların enerji kaynağı olarak sadece
karbonhidratları depolamaları durumunda 30 kg daha fazla vücut ağırlığına sahip olmaları gerektiğini
göstermiştir.
Şekil 5. Glikojen
Sindrilemeyen Karbonhidratlar
Homopolimerler
Selüloz: Selüloz glukoz moleküllerinin β- (1-4) bağlarıyla bağlanmasından oluşmuş bir
homopolimerdir. Bir selüloz molekülündeki glukoz ünitelerinin sayısı 10.000’e kadar çıkabilmektedir.
β bağları çok uzun düz zincir oluşması için uygundur. Bu nedenle selüloz bitkilerde destek molekülü
olarak görev yapar. Uzun selüloz molekülü bir kurdele gibi üst üste katlı haldedir ve düzlemde
hidrojen bağlarıyla bir arada tutulur. Hidrojen bağları komşu moleküldeki hidroksil grupları arasında
oluşur. Zincirler arasındaki bu hidrojen bağları 25 nm çapına kadar ulaşabilen kristal yapıdaki
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
10
mikrofibrillerin oluşumunu sağlayacak kadar güçlüdür. Selüloz suda çözünmez ve insan sindirim
enzimleri tarafından sindirilemez. Bir çok bitkide hücre duvarının başlıca bileşenidir (Şekil 6). Selüloz
yüksek su absorplama kapasitesi ve suda çözünürlüğünün düşük olması nedeniyle gıdalarda
hacim sağlamak için kullanılmaktadır.
Heteropolimerler
Katı selüloz mikrofibrillerden oluşmuş bitki hücre duvarı jel benzeri bir matriksin içine gömülü olarak
bulunur. Bu matriks selülozun farklı çözünürlükteki heteropolisakkaritlere modifikasyonu ile
oluşmuştur. Modifikasyonlardan bir tanesi glikozidik bağın değişmesidir. Bu değişime örnek olarak
amilopektin ve selülozun glukoz monomerlerinden oluşması gösterilebilir. Farklılık, selülozun düz ve
uzun zincirden oluşması amilopektinin ise oldukça dallanmış bir yapıda olmasıdır. Matrik
polimerlerinden biri olan β-glukanlar tekrarlanan β (1-4) bağlarının arasında molekülün selüloza göre
daha dallanmış ve dolayısıyla çözünürlüğünün daha fazla olmasına neden olan β (1-3) bağlarını da
içerir.
Şekil 6. Bitki hücre duvarı
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
11
Hemiselüloz: Yapısında farklı çözünürlüklere sahip diğer şekerler de bulunan bir glukoz polimeridir.
Baskın olan şeker molekülü (galaktan, manan, arabinoz vb) hemiselüloz molekülünün
isimlendirilmesinde kullanılır. Hemiselüloz suda çözünen ve çözünmeyen formlara sahip bir
moleküldür.
Şekil 7. Hemiselüloz
Yapısında çok sayıda dallanmış ve düz zincir yapıda pentoz ve hekzozlar yer almaktadır. Tahıllarda
suda çözünen hemiselüloz pentozanlar olarak isimlendirilmektedir. Molekül ağırlığı selüloza göre çok
düşüktür.
Suda çözünen pentozanlar tahıllarda az miktarda bulunmakla birlikte su bağlama kapasiteleri ve
viskoziteyi artırıcı özellikleri nedeniyle fonksiyonel öneme sahiplerdir. (1→ 3) ve (1→ 4) bağlı β-
glukanlar buğdayda az miktarda bulunmakla birlikte çavdar ve arpanın hücre duvarının başlıca
bileşenini oluşturmaktadırlar. Yulaf β-glukanı düz zincir yapısındadır. % 70’i 4-O- bağlı beta-D-
glukopironizil, % 30’u ise 3-O- bağlı beta-D-glukopironizil ünitelerinden oluşmuştur. Suda çözünen
ve çözünmeyen hemiselülozlar gıdalarda önemli etkilerin gerçekleşmesini sağlarlar. Sağlık üzerine
olumlu etkilerinin yanı sıra su bağlama kapasiteleri nedeniyle hacim sağlayıcı ajanlar olarak
kullanılırlar. Bazı hemiselüloz moleküllerinde bulunan asidik yapıdaki bileşenler molekülün katyon
bağlama kapasitesini bozarlar. Hemiselüloz kolonda selüloza göre çok daha büyük oranda
sindirilir/fermente edilir.
Pektin ve Gumlar: Pektik bileşikler sıcak suyla ya da hücre duvarında tuz formunda bulunursa
amonyum oksalat veya EDTA ile ekstrakte edilebilen bileşiklerdir. Genel olarak metil esterleri
(pektin) veya serbest formda (pektik asit) olabilen α-D-galakturananlar olarak tanımlanırlar. Ancak
aslında molekül yapısı daha komplekstir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
12
Çünkü molekülde az miktarda da olsa ramnoz, galaktoz, arabinoz ve ksiloz bulunmaktadır. Ramnoz α-
D-galakturonik asit ünitelerinin ana zincirinde diğer şekerler ise yan zincirde bulunurlar. Molekülün
çözünürlüğünün hemiselüloza göre daha fazla olmasını sağlayan yapısındaki şeker ve şeker
alkolleridir. Jel oluşturan lifler belirli aralıklarla ramnoz molekülü ve yan zincirlerde arabinoz ve
galaktoz bulunan galakturonik asit iskeletinden oluşmuştur. Pektin stabil jel oluşturma özelliği
nedeniyle reçeller, jöleler gibi bir çok gıdada bulunur. Tamamen esterfiye pektinlerin jel oluşturmak
için asit veya elektrolite gereksinimleri yoktur. Kalsiyum tuzlarının varlığı jelleşme kapasitesini
artırmakta ve şeker konsantrasyonu ile pH’nın jel oluşumu üzerine etkisinin azalmasını sağlamaktadır.
Gumlar ve musilajların (hidrokolloidler) yapısı pektin ile benzer olmakla birlikte galaktoz üniteleri,
diğer şekerler ve polisakkaritlerle birleşmiş haldedir. Deniz yosunundan, bitkilerden, tohumlardan ve
mikrobiyal kaynaklardan elde edilirler.
Sindirilemeyen Oligosakkaritler (Dirençli Oligosakkaritler): Sindirilemeyen oligosakkaritler,
sindirim enzimlerine dirençli olan ve bu nedenle insan vücudunda sindirilemeyen karbonhidratlardır.
Sindirim enzimlerine direnç moleküldeki ozidik (osidic) bağlardan kaynaklanmaktadır (Şekil 8).
O
O O
CH2OH
CH2OH
OH
OH
OH
1:2 bağı
OCH2OH
OH
O
CH2OH
OH
OH
O
1:3 bağı
Şekil 8. Ozidik bağlar Bu bağlar hem linear hem de dallanmış yapıda olabilir. Polimerizasyon derecesi 3-10 arasında değişen
sindirilemeyen oligosakkaritler sebzelerde, meyvelerde ve tahıllarda doğal olarak bulunur. Ayrıca
monosakkaritler ve disakkaritlerden enzimatik veya kimyasal olarak sentezlenebililer.
Polisakkaritlerden ise enzimatik hidroliz ile elde edilebilirler. Sindirilemeyen oligosakkaritler
kolondaki anaerobik bakteriler tarafından daha küçük oligomerlerine hidrolizlenirler. Bu fermentasyon
sonunda bakterilerin çoğalması için enerji, gaz (H2, CO2, CH4) ve asetat, propiyonat, bütirat, L-laktat
gibi kısa zincirli karbosiklik asitler (KZKA) üretilir. Kısa zincirli karbosiklik asitlerin izlediği
metabolik yol konusunda anlaşmazlık olmakla birlikte % 90-95’nin barsak hücre duvarından emildiği
düşünülmektedir. Bütirat hariç diğer KZKA portal dolaşımla karaciğere gelir. Ancak asetatın % 25-
50’si hepatik metabolizmadan kurtularak sistemik dolaşımla perifer dokulara başlıca kaslara ulaşır.
Son yıllarda yapılan çalışmalar ise KZKA moleküllerinin bir kısmının anahtar metabolik yollarda
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
13
düzenleyici olarak görev yaptığını göstermiştir. Tablo 1’de oligosakkaritler görülmektedir. Đnülin
(Şekil 9) ve inülinin hidroliz ürünü oligofruktoz (fruktanlar) gıdalarda doğal olarak bulunabilen
oligosakkaritlerdir. . Đnulin ve fruktanlar başlangıç olarak glukoz molekülü içeren fruktoz
polimerleridir. Oligofruktoz inulinin bir alt grubudur. 10 taneden daha az fruktoz molekülü içerir. FOS
gastrointestinal bölgenin üst kısmında sindirilebilmektedir. Sindirilirlikleri oldukça düşük olduğu için
1- 1.5 kkal/g enerji verirler. Soğan, hindiba ve enginar diyetteki fruktanların en önemli kaynaklarıdır.
Oysa galaktooligosakkaritler veya neosugar gibi diğerleri sentetik ürünlerdir. Bunlar sakaroz, laktoz
gibi disakkartilerin enzimatik ve/veya kimyasal modifikasyonu ile elde edilirler. Polidekstroz sorbitol
ve glukozdan sitrik asit gibi bir organik asidin katalizör etkisiyle sentezlenirler. Dirençli dekstrinler,
patates veya mısır nişatasının alkali pH’da ısı varlığında enzimatik işlemle elde edilirler.
Birçok Avrupa ülkesinde hindibadan (chicory) elde edilen fruktooligosakkaritler gıda bileşenleri
olarak kabul edilmektedir. Japon otoriteleri ise trans-galaktooligosakkaritleri,
isomaltooligosakkaritleri, soya oligosakkaritleri ve ksilooligosakkaritleri fonksiyonel gıda olarak
kabul etmektedir
Hindibadan elde edilen fruktooligosakkaritlerin gastrointestinel sistemdeki davranışı
Kolonda anaerobik bakteriler tarafından fermentasyonu: Hindibadan elde edilen
fruktooligosakkaritlerin kolonda anaerobik bakteriler tarafından polidekstroz, pektin veya fruktoz gibi
diğer substratlara göre daha fazla kullanılabildiği gösterilmiştir. Diğer bakteri populasyonuna göre
(lactobacilli, clostridia, coliform ve gram pozitif cocci) bifidus bakterilerinin çok daha fazla çoğaldığı
saptanmıştır. Bu etkinin bifidobakterilerin β-fruktosidaz salgılamasından kaynaklandığı belirlenmiştir.
Bifidobakterilerin diğer bakterilerin gelişimi üzerine inhibisyon etkisinin yoğun KZKA üretimine
bağlı olarak pH’nın düşmesinden kaynaklandığı düşünülmaktedir. Ancak sadece asitliğin E.coli ve C.
perfringens gelişiminin inhibisyonu için yeterli olmadığı belirtilmektedir. Diğer araştırmalarda
bifidobakterilerin bakterisidal etkili bileşikler ürettiği saptanmıştır.
Şekil 9. Đnulin
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
14
Tablo 1. Sindirilemeyen oligosakkaritler Đsim Kimyasal yapı Ozidik
bağ Kaynak Ticari ismi
Fruktooligosakkaritler (FOS) Đnülin Glukozil (fruktozil)n
fruktoz (n= 2→ 20) β 1→ 2 Bitki Raftiline
Fibrulin Oligofruktoz Glukozil (fruktozil)n
Fruktoz (fruktozil)m
fruktoz (n= 1→ 6, m= 2→7)
β 1→ 2 Bitki ve inulinin enzimatik hidrolizi
Raftilose
Neosugar Glukozil (fruktozil)n fruktoz (n= 1→ 3)
β 1→ 2 Sakkarozdan enzimatik sentezle
Neosugar Actilight
Galaktooligosakkaritler (GOS veya TOS)
Glukozil (galaktozil)n galaktoz (n= 1→ 3)
β 1→ 6 Laktozdan enzimatik sentezle
Oligomate
Transgalaktooligosakkaritler (Galaktozil)n galaktoz (n=2)
α 1→ 6 Laktozdan enzimatik sentezle
Cup-oligo
Đsomaltooligosakkaritler (IMO)
(Glukozil)n glukoz (n= 2 → 7)
α 1→ 4 Maltozun enzimatik olarak yeniden düzenlenmesi
Đsomalto
Palatinozlar (Palatinose Condensates, PC) Polidekstroz Rastgele dallanmış +
sitrik asit (n=2→ 100?)
Glukoz pirolizis-sitrik asit
Poli-dekstroz
Pirodekstrinler Kompleks karışım Mısır veya patates nişastasının pirolizi
Sololigosakkaritler (SOS) Raffikoz + stakiyoz (n= 3 → 4)
Enzimatik sentez + piroliz
Soya-Oligo
Ksilooligosakkaritler (XOS) (Ksilosil), ksiloz (n= 2 → 4)
β 1→ Xylooligo
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
15
PROTEĐNLER
Proteinler yapı taşı amino asitler olan azot içeren kompleks organik bileşiklerdir. Şekil 10’da valin
amino asidinin formülü görülmektedir.
C H
CH
COO-
CH3H3C
+H3N
Valin
R grubu
Şekil 10. Valin amino asidi
COOH grubu karboksil grubu, NH2 grubu ise amin grubu olarak isimlendirilir. "R" ise amino asitte
bulunabilecek herhangi bir yan zinciri göstermektedir. R grubunun kimyasal bileşimi bir amino asidi
diğerinden ayırır. Tüm amino asitler bitkide sentezlenebilmesine rağmen zorluk düzeyi çok büyük
değişkenlik göstermektedir. Proteinlerin yapısındaki bağlar kovalent ve kovalent olmayan bağlar
olarak iki grupta incelenebilir. Peptid bağları ve disülfit bağları kovalent bağlardır. Oysa hidrojen
bağları, iyon bağları ve apolar bağlar kovalent olmayan bağlardır.
Peptit bağları: Bir amino asidin karboksil grubu ile amino grubu arasında oluşan C-N bağlarıdır. Bir
C-N tek bağının uzunluğu 1.49 A°, bir C=N bağının uzunluğu 1.27 A° iken peptit bağının uzunluğu
1.32 A° dur. Peptit bağının uzunluğunun C-N bağının uzunluğundan kısa ve C=N bağının
uzunluğundan uzun olması nedeniyle peptit bağı kısmen çift bağ olarak kabul edilmektedir.
Disülfit bağları: Đki sistein kalıntısı arasında sülfidril gruplarının (SH) hidrojen kaybetmesi sonucu
oluşan S-S bağlarıdır (Şekil 11).
||||----------------------S-S-----------------------||||
Sistein-Tirozin-Đsolösin-Glisin-Aspartik asit-Sistein-Prolin-Lösin-Glisin-NH2
Şekil 11. Disülfit bağı
Disülfit bağları protein molekülünün şeklinin oluşmasında ve korunmasında önemlidir. Disülfit bağları
bir polipeptit zinciri içerisinde kurulabildiği gibi polipeptit zincirleri arasında da kurulabilir.
Hidrojen bağları: Bir polipeptit zincirinde bir peptit düzleminde bulunan oksijen atomu ile bir başka
peptit bağı veya düzlemindeki azot atomu arasında, aradaki uzaklık yaklaşık 2.7 A° olduğunda
hidrojen köprüsü şeklinde (C=O…H…N) oluşan bağlardır (Şekil 12).
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
16
Şekil 12. hidrojen bağı
Đyon bağları: Polipeptit zincirindeki asidk ve bazik amino asitlerin fonksiyonel gruplarının fizyolojik
pH’da tamamen veya kısmen iyonlaşmış halde bulunmaları nedeniyle elektronegatif ve elektropozitif
gruplar arasında oluşan elektrostatik çekim kuvveti ile (COO- ...H3N+) oluşan bağlardır.
Apolar bağlar: Polipeptit zincirindeki amino asitlerin metil grubu, alifatik grup, siklik grup gibi
apolar kısımlarının birbirlerine yeter derecede yakın olmaları halinde geçici polarite göstermeleri
nedeniyle Van der Wals olarak bilinen zayıf çekme kuvveti ile oluşan (CH3…CH3) bağlarıdır. Bu
bağlar gerçek bağ değildir. Elektron paylaşımı yoktur.
Proteinlerin moleküler yapısı
Proteinlerin 4 yapısı vardır.
1. Primer yapı: Amino asitlerin düz bir zincir şeklinde (Şekil 13) birbirine bağlandığı yapıdır.
Şekil 13. Düz zincir yapısı
2. Sekonder yapı: Amino asitlerin yapısındaki “R” gruplarının heliks veya pli şeklinde yapı
oluşturmasıdır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
17
Proteinlerde gelişigüzel oluşan kangalsı yapı, α-heliks yapı ve β-konformasyonu veya kırmalı
tabaka yapısı olmak üzere üç çeşit sekonder yapı görülmektedir.
Kangalsı yapı: Bu yapıda polipeptit zincirinin R-uçları α-karbonlar etrafında dönüşler yaparlar
(Şekil 14).
Şekil.14. Kangalsı yapı
β-konformasyonu veya kırmalı tabaka yapısı: Bu yapıda molekülün şekli kırmalı tabaka
görünümündedir (Şekil 15).
Şekil 15. Kırmalı tabaka yapı
α-heliks yapı: Polipeptitler olası tüm hidrojen bağlarının oluşumunu sağlayacak şekilde kıvrımları
sağa dönerek bükülür ve heliks yapı oluşur (Şekil 16).
Şekil 16. α-heliks yapı
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
18
3. Tersiyer yapı: Sekonder yapıdan sonra proteinin uzayda katlanması veya lifler halinde yeniden
düzenlenmesi ile oluşan globüler veya fibriler yapıdır. Tersiyer yapının oluşmasına primer ve
sekonder yapıyı oluşturan bağların dışında Van der Waals ve iyon bağları da katkı sağlar.
Böylece üç boyutlu konformasyonu tamamlanmış ve yoğunlaşmış protein molekülü meydana
gelir (Şekil 17).
Şekil 17. Tersiyer yapı
4. Kuaterner yapı: Yapı taşı polipeptitlerdir. Polipeptitlerin bir araya toplanmasıyla oluşmuş
kompleks yapıdır (Şekil 18). Her proteinin kuaterner yapısı olmayabilir. Ancak molekül
ağırlığı 100.000’in üzerinde olan proteinler genellikle kuaterner yapıya sahiptir
Şekil 18. Kuaterner yapı
Amino asit sentezi
Bitkilerde proteinlerin yapı taşı olan amino asitler vücut gereksinimine göre sentezlenirler ve daha
sonra sabit bir hızla yıkılırlar. Molekül ağırlığı 135 g olan küçük biyokimyasal moleküllerdir. 20 tane
amino asit vardır ve diğer amino asitler bu amino asitlerden hidroksilasyon (OH- eklenmesi) ve
fosforilasyon (PO4) reaksiyonlarıyla elde edilirler. Bitkilerdeki amino asit sentezinin yaşamsal önemi
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
19
vardır. Bitkiler karbonhidrat metabolizmasındaki ara ürünleri amino asit sentezinde kullanırlar. Bu
nedenle bakteriler, küfler, mayalar ve bitkiler tüm amino asitleri kendi kendilerine sentezleyebilme
özellikleri bakımından tektirler.
Protein Sentezi
Đlk aşama çift sarmal DNA yapısındaki nükleotid sıralamasının tek iplikçik formundaki elçi RNA’ya
(mRNA) aktarılmasıdır. Her üç nükleotid bir amino asidi tanımlamaktadır. DNA iplikçiği üzerindeki
sadece bir gende 1200 nükleotid bulunmaktadır. Bu 400 amino asit bulunduğu anlamına gelmektedir.
Đkinci aşamada amino asit aktive eden enzim bir amino asidi transfer RNA molekülüne bağlar. 20 tane
amino asit olduğu için 20 farklı transfer RNA ve 20 farklı amino asit aktive eden enzim
bulunmaktadır. Son aşamada amino asit transfer RNA’ya bağlanır ve protein fabrikası da denilen
ribozomda protein sentezi başlar. mRNA küçük birimleri ribozoma bağlar. mRNA’daki ilk üç
nükleotidle eşleşecek t RNA gelir. Ribozomdaki senezlenecek olan protein molekülüne bu küçük ünite
bağlanır. Bu işlem tüm amino asitler bağlanana kadar devam eder. mRNA' daki son üç nükleotid
kendisine uyan tRNA bulamaz. Bu DUR anlamına gelmektedir. Ribozom mRNA’yı serbest bırakır ve
amino asit zinciri proteini oluşturur. Bu işlemi hızlandırmak için birçok ribozom aynı anda çalışır
(Şekil 19).
Şekil 19. Protein sentezi
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
20
LĐPĐTLER
Lipid Terimi, yağlar, sıvı yağlar ve yağ benzeri bileşiklerinin tümüne verilen genel bir isimdir. Ortak
özellikleri eter, alkol ve benzen gibi organik çözücülerde çözünmeleridir. Karbonhidratların tersine
küçük moleküllerdir.
Yağlar, yağ asitlerinin gliserol ile yapmış olduğu esterlerdir. Yağ asitleri zincir uzunluklarına göre:
1. Kısa zincirli (4-6 C)
2. Orta zincirli (8-12 C)
3. Uzun zincirli (> 12 C)
olarak sınıflandırılırlar. Ayrıca yağ asitleri yapılarındaki karbon molekülünün doygunluk dercesine
göre:
1. Doymuş; karbon molekülünün 4 bağı hidrojen ile doyurulmuştur.
2. Tekli doymamış; yağ asidinde bir çift bağ bulunur.
3. Çoklu doymamış; yağ asidinde birden fazla çift bağ bulunur.
Lipitlerin sudaki davranı şları
Lipitlerin tanımında suda çözünmedikleri ifadesi yer almaktadır. Ancak lipitler suyun olduğu ortamda
da bulunurlar. Bu nedenle lipitlerin suyun bulunduğu ortamdaki davranışları biyolojide özel bir öneme
sahiptir. Lipitlerin çoğunun amfifilik olduğunu söylemek yanlış olmaz. Amfifilik terimi iki kısımdan
oluşmak (apolar hidrokarbon bölgesi ve polar veya iyonik bölge gibi) anlamını taşır. Amfifilik
moleküller suda çözündüğünde, hidrofobik kısımları (örneğin hidrokarbon zincirleri) kendiliğinden bir
araya toplanma yoluyla çözücüden ayrılır. Ayrılan ürünler misel (bir araya toplanan moleküllerin su
içerisinde dağılmış formu) ve tek tabaka (moleküllerin su-hava yüzeyinde toplanması) şeklinde
olabilir (Şekil 20).
Şekil 20. Tek tabaka formunda toplanma, ( ): amfifilik özellik; ( ): polar kısım; ( ): hidrokarbon kısım
Su
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
21
Şekil 20’de görüldüğü gibi polar kısım polar yapıdaki su ile temas halindedir. Böylece apolar kısmın
polar yapıdaki su ile teması önlenmiş ve sudan mümkün olduğunca uzakta tutulmuş olur (hidrofobik
özellik). Hidrokarbonlar su ile hidrojen bağı oluşturmaz. Ayrıca su ile kuşatılmış olan hidrokarbon su
molekülleri arasında hidrojen bağlarının oluşumunu kolaylaştırır. Ancak amfifilik lipitler sadece
küçük miktarlarda suda tek tabaka halinde bir araya gelebilirler. Aslında lipitler genellikle Şekil 21’de
görüldüğü gibi çözünür miseller oluştururlar. Bu miseller küre, elips ve silindir şeklinde olabilir.
Su
Su
Su
Su
Su
Su
Su
Şekil 21. Küresel misel formu Bir diğer misel formu iki tabakalı misel formudur. Şekil 22’de bu forma örnek olacak kapalı halka
yapıdaki misel görülmektedir. Bu misel tipi kabarcık (vesicle) olarak ismlendirilir. Kabarcık tipi
miselde ana kavram yapıda hidrokarbon zincirlerinin zıt yönde olduğu iki lipit tabakasının
bulunmasıdır.
Su
Su
Su
Su
Su
Su Su
Su
Su
Su
Şekil 22. Halka şeklindeki misel (kabarcık tipi)
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
22
Amfifilik lipitlerden büyük ve küçük olmak üzere iki tip misel oluşur. Her iki from iki karşıt gücün
etkisiyle oluşur. Bunlardan ilki hidrokarbon zincirleri arasındaki çekim kuvveti (van der Waals
kuvveti), diğeri ise polar gruplar arasındaki itme kuvvetidir. Miselin alabileceği en küçük boyutu
hidrofobik etki belirlemektedir. Su-hidrokarbon ara yüzünün eliminasyonu için minumum sayıda
hidrokarbon zinciri birleşmelidir. Miselin alabileceği en büyük boyutu ise polar gruplar arasındaki
itme kuvveti belirler. Eğer her bir polar grup için iki hidrokarbon zinciri varsa apolar hacim, amfifilik
lipitte bir hidrokarbon zinciri olana göre polar grubun iki katı olacaktır. Bir hidrokarbon zinciri olan
amfifilik lipitte oluşan daha büyük itme gücü polar grupların bir araya gelmesini engeller ve böylece
misel boyutu küçük kalır. Amfifilik lipitte iki hidrokarbon zincirinin olması koşulunda ise daha zayıf
olan itme kuvveti ve daha büyük hidrokarbon hacmi daha büyük misel oluşumuna olanak
sağlayacaktır. Bu misellere örnek iki tabakalı (bilayers) ve kabarcık (vezikül) miselleridir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
23
GIDA ĐŞLEME SIRASINDA MEYDANA GELEN B ĐYOK ĐMYASAL REAKS ĐYONLAR
ESMERLEŞME REAKS ĐYONLARI
Esmerleşme reaksiyonları gıdaların işlenmesi ve depolanması sırasında karşılaşılan en önemli
reaksiyonlardan biridir. Bu reaksiyonlar et, balık, meyve ve sebzelerin işlenmesi sırasında oluştuğu
gibi taze meyve sebzelerin mekanik hasara maruz kalması nedeniyle de oluşmaktadır. Esmerleşme
gıdaların lezzet, görünüm ve besleyici değerini etkiler. Bununla birlikte bazı ürünler için esmerleşme,
uygulanan işlemin bir aşamasıdır. Buna örnek olarak kahve, çay, bira, kızarmış ekmek, tost ekmeği
verilebilir. Bu gıdalarda esmerleşme ürünleri gıdanın lezzet ve görünümünü iyileştirmektedir. Bu
reaksiyonların kontrollü oluşumunu sağlamak veya istenmediği durumlarda oluşumunu inhibe etmek
için reaksiyon mekanizmasının anlaşılması gerekmektedir. Esmerleşme reaksiyonları enzimatik ve
enzimatik olmayan esmerleşme reaksiyonları olarak iki şekilde gerçekleşmektedir.
1. Enzimatik olmayan esmerleşme reaksiyonları
Enzimatik olmayan esmerleşme reaksiyonları; 1) karamelizasyon, 2) askorbik asit oksidasyonu
(veya esmerleşmesi), 3) Maillard reaksiyonu olmak üzere üç grupta incelenir.
Karamelizasyon: Karamelizasyon şekerlerin degredasyonudur. Şekerler alkali veya asidik
koşullarda erime noktalarının üzerindeki sıcaklıklara kadar ısıtıldıklarında renkleri kahverengiye
dönüşür. Eğer bu reaksiyon kontrol edilmezse istenmeyen yanmış ve acı ürünler oluşur. Karamel
gıdaları renklendirmede kullanılır. Karamelin kimyasal yapısı çok komplekstir ve hala tam olarak
anlaşılamamıştır.
Askorbik asit oksidasyonu: Turunçgil sularının ve konsantrelerinin esmerleşmesi amino asit ve
şekerler arasında meydana gelen Maillard tipi reaksiyondan kaynaklanmaktadır. Askorbik asit
turunçgil sularının ve konsantrelerinin esmerleşmesinde merkezi bir rol oynamaktadır. Askorbik
asit esmerleşmesi pH ile ilişkilidir. 2.0 - 3.5 aralığının üzerindeki pH değerlerinde pH ile
esmerleşme arasında negatif bir ilişki vardır. pH 4.0’ün altında esmerleşme öncelikle askorbik
asidin furfurale dönüşümünden kaynaklanır. Askorbik asit degredasyonu aerobik ve anaerobik
koşulların her ikisinde de gerçekleşebilir. Ambalajlı meyve suyunda kalan hava miktarı vakum
uygulama gibi yöntemlerle minumumda tutulduğu halde meyve suyunda çözünmüş halde bir
miktar oksijen (% 0.05) bulunur (Şekil 23). Bu oksijen tamamen tüketildikten sonra askorbik
asidin anaerobik degredasyonu başlar, ancak bu reaksiyonun hızı çok düşüktür (aerobik
reaksiyonun 1/10’u kadar). Turunçgil sularının esmerleşmesi sadece askorbik asitten
kaynaklanmaz. Meyve sularının içerdiği amino asitler ve askorbik asit arasında gerçekleşen
Maillard reaksiyonu rengin esmerleşmesinden sorumludur. Meyve sularında pH 4’ün altında
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
24
başlıca degredasyon ürünü furfuraldır. Ancak pH 4’ün üzerinde bu mekanizma gerçekleşmez.
Özellikle kurutulmuş sebzelerde pH 4’ün üzerindeki esmerleşme reaksiyonu askorbik asit ile
amino asit arasındaki Maillard reaksiyonundan kaynaklanır. Bu reaksiyon kurutma işleminin son
aşamasında oluşan askorbik asit oksidasyon ürünleri ile amino asit arasındaki reaksiyon nedeniyle
hızlanır.
O O ║ ║ C C COOH
│ │ │ HOC O=C O=C OH ║ O O2 │ O │ HOC O=C O=C │ │ │ O CHO HC HC HCOH │ │ │ HF HOCH HOCH HOCH │ │ │ CH2OH CH2OH CH2OH Askorbik asit Dehidroaskorbik asit Diketogulonik asit anaerobik
COOH C - OH HC – OH CHO ║ ║ C– OH C – OH CHOH O CHO CHOH CHOH + CO2 CHOH Furfural CHOH CHOH CHOH CH2OH CH2OH CH20H
Şekil 23. Askorbik asidin olası degredasyon mekanizması
MAILLARD REAKS ĐYONU Kahverengi pigment ve melanoidin oluşumu ilk kez Fransız kimyacı Louis Maillard (1912) tarafından
glukoz-lizin çözeltisinin ısıtılması sonucunda gözlenmiştir. Bu nedenle bu reaksiyon Maillard
reaksiyonu olarak isimlendirilmiştir. Maillard reaksiyonu gıdalarda bulunan amino grupları ile
karbonil grupları arasındaki tüm reaksiyonları kapsar. Bunlar arasında aminler, amino asitler ve
proteinlerin şekerlerle, aldehitlerle, ketonlarla ve lipit oksidasyon ürünleriyle reaksiyonları sayılabilir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
25
1. Karbonilamino Reaksiyonu: Maillard reaksiyonunun ilk basamağı amino asitlerin veya
proteinlerin α-amino gruplarıyla indirgen şekerlerin karbonil grupları arasındaki kondensasyon
reaksiyonudur. Bu nedenle ‘’karbonilamino’’ reaksiyonu olarak isimlendirilmiştir. Başlangıç
ürünü eklenen bileşiktir, bu bileşik hızla su kaybederek Schiff bazına daha sonra N-
glukozilamin’e dönüşür. Reaksiyon α-amino asitlerle sınırlı değildir. Protein ve peptitlerde
bulunan diğer amino gruplarıyla da gerçekleşebilir. Bu reaksiyon ortam pH’sı amino asitlerin
izoelektrik noktasının altında olduğunda hızlanır.
2. Amadori yeniden düzenlenmesi: Karbonilamino reaksiyonunun son ürünü N-glukozilamin
stabil değildir ve birçok yeniden düzenlenme reaksiyonlarına girer. Bu değişiklikler sonunda
N-glukozilaminin izomerizasyonla fruktoz-amino aside (1-amino-1-deoksi-2-ketoz) dönüşür.
Aldoz formdan ketoz forma dönüşüm Amadori yeniden düzenlenmesi olarak adlandırılır.
Amadori yeniden düzenlenmesi sonucunda oluşan ürünler nispeten stabildir ve dondurularak
kurutulmuş şeftali ve kayısıdan, soya sosundan ve sütten izole edilmişlerdir. Bu ara ürünlerin
kahverengi renk ve lezzet üzerine etkileri olmamakla birlikte besleyici değerde azalmaya
neden olurlar.
Maillard Reaksiyonu Koşulları
a) pH ve tamponlar: Karbonilamino reaksiyonu asidik ve alkali ortamın her ikisinde de gelişebilir,
ancak proteinlerin, peptitlerin ve amino asitlerin amin gruplarının bazik formda olmasıyla
gerçekleşen alkali koşullarda daha kolaylıkla gelişir. PH’nın artması hekzozların çoğunda zincir
açılmasını ya da indirgen formun oluşumunu sağlar. Bu nedenle yüksek asitli gıdalarda (ör; turşu)
bu reaksiyonlar oluşmaz. Ancak ortamda sakkaroz bulunması durumunda bu genelleme geçerli
değildir. Sakkaroz indirgen bir şeker değildir, bu nedenle Maillard reaksiyonunda reaktant olarak
yer almaz. Ancak ortam asitliğinin yüksek olması sakkarozun inversiyonuna, glikozidik bağın
hidrolizine ve dolayısıyla indirgen monosakkaritlerin açığa çıkmasına neden olur. Glikozidik
bağın hidrolizi düşük pH’da ve yüksek nemde hızlanır. Tamponlar, şeker-amino asit sistemlerinde
reaksiyon iyonik ortamı etkiledikleri için esmerleşme hızının artmasına neden olurlar.
b) Sıcaklık: Sıcaklığın artmasıyla birlikte reaksiyon hızı da artar.
c) Nem içeriği: Maillard reaksiyonu çözeltilerde hızla ilerler. Ancak tamamen dehidrasyon ya da
aşırı nem reaksiyonu inhibe eder. Kazein-glukoz sisteminde maksimum amino asit kaybı için
optimum nemin % 65-70 nisbi nem olması gerektiği saptanmıştır. Su aktivitesinin 0.6-0.7
aralığında olması maksimum lizin kaybı ve aşırı esmerleşme ile paralellik göstermiştir.
d) Şekerler: Đndirgen şekerler bu reaksiyonun başlıca bileşenidir. Đndirgen şekerler serbest amino
gruplarıyla reaksiyona girecek karbonil gruplarını sağlarlar. Reaksiyonun başlangıç hızı şeker
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
26
halkasının okso ya da indirgen forma açılmasına bağlıdır. Şekerin okso formunun konsantrasyonu
pH’nın artmasıyla artar.
e) Metaller: Amino asitlerle metallerin kompleks oluşturması Maillard reaksiyonunu etkiler. Bakır
ve demir iyonları reaksiyonu katalizlerken, manganez ve kalay reaksiyonu inhibe eder.
Pigment Oluşumu
A. Amadori bileşikleri yoluyla:
1-amino-1-deoksi-1-ketoz türevlerinin kahverengi pigmentlere ve melanoidinlere dönüşümü oldukça
kompleks ve tamamen anlaşılamamış reaksiyonlardır. Üç metabolik yol olduğu düşünülmekte ancak
iki yolun pigment oluşumuyla direk ilişkili olduğu sanılmaktadır. Bunlar Amadori bileşiklerinin enol
formları olan stabil olmayan ara ürünlerdir. Birinci yolda 1-amino-1-deoksi-2-ketoz’un enolizasyonu 2
ve 3 pozisyonunda oluşur ve dönüşümsüz olarak 2,3-enediol oluşur. Bu bileşik daha sonra bir seri
reaksiyonla metil dikarbonil ara ürününe dönüşür. Đkinci yolda C-3 pozisyonundaki hidroksil
grubunun kaybedilmesiyle 1,2-eneaminol oluşur. Bunu C-1 pozisyonunda deaminasyon ve su
eklenmesiyle 3-deoksihekzosuloz oluşumu takip eder. Daha sonraki reaksiyonlar komplekstir ve çok
azı anlaşılmıştır. Bu reaksiyonlar bir seri aldol kondensasyonu ve polimerizasyon reaksiyonlarını
içerir. Son ürünler azot içeren koyu kahve renkli ürünlerdir. Düşük pH’da 1,2-eneaminol yolu
baskınken yüksek pH’da 2,3-enediol yolu baskındır.
B. Alternatif metabolik yollar:
Mekanizması açıklanabilen alternatif yollardan bir tanesi, Amadori yeniden düzenlenmesinden önce
Schiff bazındaki şeker molekülünün parçalanarak kahve renkli glikolaldehit alkilamin veya enaminole
dönüşümüdür. Đkinci bir yol ise Amadori yeniden düzenlenmesi sırasında 2 ve 3 karbonlu şeker
fragmentlerinden kahve renkli glikoaldehit ve metilglioksal oluşumudur. 2 ve 3 karbonlu şeker
fragmentleri glukoz ve fruktoza göre 650-2000 kat daha fazla esmerleşme hızına sahiptir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
27
pH4 5 6 7 8 9 10 11
Ozonlar
Furfural
ESMERLESME
C2 bilesikler
C3 bilesikler C2-imin
SERBEST RADIKALLER
ESMERLESME
Melanoidin
asit nötr alkali
Seker + aminoasit
Glikozilamino bilesigi
Amadori bilesikleri
Şekil 24. Reaksiyon pH’sına bağlı olarak melanoidin oluşumu C. Strecker degredasyonu: Maillard reaksiyonundaki üçüncü metabolik yol, amino asitlerin α-dikarbonil bileşikleri veya diğer
konjuge dikarbonil bileşikleri varlığında oksidatif parçalanması ile ilişkilidir. Dikarbonil bileşikleri
Amadori bileşiklerinden oluşur. Bu reaksiyon Strecker’in çalışmasıyla tanımlandığı için Strecker
degredasyonu olarak adlandırılır. Strecker degredasyonunun pigment oluşumuyla direkt ilişkisi yoktur
ancak pigment oluşumu için zorunlu olan indirgen bileşikler üretilir. Strecker degredasyonu sırasında
oluşan aldehitler lezzete katkıda bulunurlar (Tablo 2).
Tablo 2. Maillard reaksiyonuyla L-amino asitlerden elde edilen aroma maddeleri ve uçucu bileşikler Amino asit Uçucu bileşik Aroma
Alanin Asetaldehit Kavrulmuş arpa Sistein Tiyol H2S Etsi Valin 2-Metilpropanal Lösin 3-Metil bütanal Peynirimsi Lizin Ekmeğimsi Metionin Metional
Strecker degredasyonuyla oluşan ara ürünlerin kondensasyonuyla pirazinler, pirolinler, okzazoller,
okzazolinler ve tiyazol türevleri gibi bir çok heterosiklik bileşik oluşur.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
28
ENZĐMAT ĐK OLMAYAN ESMERLE ŞME REAKS ĐYONUNUN ĐNHĐBĐSYONU
A. SICAKLIK
Sıcaklığın artması ya da ısısal işlem süresinin artması bu reaksiyonların hızını artırır. Đşlem ve
depolama sırasında sıcaklığın düşürülmesi kahve renkli ürünlerin gelişimi için gereken süreyi
uzatacaktır.
B. NEM ĐÇERĐĞĐ
Esmerleşme ürünlerinin oluşumlarının nem içeriğine bağlı olması kontrol için uygun bir yöntem
kullanılmasına olanak sağlar. Katı gıda ürünlerinde dehidrasyon ile nemin azaltılması reaktif
bileşenlerin hareketini kısıtlar. Çözeltilerde ise su aktivitesinin artması reaksiyon hızını azaltır. Bu
koşul sadece reaktantların seyreltilmesini sağlamaz aynı zamanda su Maillard esmerleşme
reaksiyonunda kondensasyon basamağının ilk ürününü temsil eder. Bu nedenle düşük ve yüksek su
aktivitesi koşullarında reaksiyon hızı düşüktür.
C. pH
Maillard reaksiyonu genellikle alkali koşullarda kolaylıkla gerçekleşir. Bu nedenle ortam pH’sını
düşürmek Maillard reaksiyonunu kontrol etmek için kullanılabilecek uygun bir yöntemdir. Bu yöntem
yumurta tozu üretiminde kullanılmaktadır. Kurutma prosesinden önce pH’yı düşürmek için asit eklenir
daha sonra pH sodyum bikarbonat eklenerek tekrar başlangıç değerine getirilir.
D. GAZ KULLANARAK PAKETLEME
Ortamdan oksijeni alarak yerine inert bir gazın konması ve paketlenmesi işlemidir. Bu işlem lipit
oksidasyon ürünlerinin oluşmasını engeller. Böylece lipit oksidasyon ürünlerinin amino asitlerle
reaksiyona girmesi önlenmiş olur. Esmerleşme prosesinde oksijenin ortamdan uzaklaştırılmasının,
başlangıç karbonilamino reaksiyon basamağı dışında tüm reaksiyonları etkilediği düşünülmektedir.
E. BĐYOK ĐMYASAL AJANLARIN KULLANIMI
Şeker-amino asit reaksiyonlarında reaktantlardan birinin ortamdan uzaklaştırılması ya da farklı bir
forma dönüştürülmesi biyokimyasal yöntemlerin temelini oluşturmaktadır. Örneğin ticari yumurta akı
üretiminde kurutma işleminden önce glukoz, maya fermentasyonuyla ortamdan uzaklaştırılır. Glukoz
oksidaz ve katalaz gibi enzimler direkt uygulandığında glukoz glukonik aside dönüşür ve amino
asitlerle reaksiyona giremez. Bu enzim uzun yıllar boyunca püskürtmeli kurutma aşamasından önce
glukozun yumurtadan uzaklaştırılmasında kullanılmıştır. Glukoz oksidazın bir faydası da kalıntı
oksijenin ortamdan uzaklaştırılmasını sağlamasıdır. Bu nedenle şişelenen veya konservelenen
ürünlerde tepe boşluğundaki oksijenin uzaklaştırılmasında kullanılır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
29
F. KĐMYASAL ĐNHĐBĐTÖRLER
Çok sayıda inhibitör üretim ve depolama sırasında esmerleşme ürünlerinin oluşumunu azaltmak
amacıyla kullanılmaktadır. En çok kullanılanlar; kükürt dioksit, sülfit, tiyoller, kalsiyum tuzları,
aspartik ve glutamik asitlerdir.
1. Kükürt dioksit/kükürt kullanımı
Kükürt dioksit Maillard reaksiyonlarını inhibe etme kapasitesi bakımından tektir. Gaz şeklinde
veya sülfit/bisülfit olarak çözelti şeklinde uygulanabilir. Kükürt dioksit sadece kısmen ağartma
sağlama ajanı olarak etki etmez. Reaksiyonun başlangıcında renk oluşumunu inhibe eder.
Mekanizma kükürt dioksit/sülfit’in glukoz ile reaksiyona girerek hidroksi-sülfonat oluşturması ve
ardından kükürt dioksit/sülfit’in açığa çıktığı reaksiyonlarla başka bileşiklere dönüşmesidir.
Böylece glukozun karbonil grubu bloke olmaktadır. Reaksiyon ilerledikçe kükürt dioksit/sülfit
dönüşümsüz olarak bağlanır. Bu reaksiyon esmerleşmedeki ilerlemeyi saptamada kullanılır.
Kükürt dioksit/sülfit’in bağlı formu ile serbest formu saptanarak esmerleşme derecesi belirlenir.
2. Aspartik ve glutamik asitler
Yapılan model çalışmalarında aspartik asit ve glutamik asidin Maillard reaksiyonunu inhibe ettiği
saptanmıştır. Kızartmadan önce aspartik asit ya da glutamik asit çözeltilerine daldırılan
patateslerde kararmanın az olduğu saptanmıştır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
30
FERMENTASYON
Fermente gıdalar mikroorganizmaların veya enzimlerin etkisiyle üretilen gıdalardır. Geleneksel
fermente gıdaların sayısının 3500’ün üzerinde olduğu düşünülmektedir. Tablo 3’te bu gıdalara ait
örnekler yer almaktadır. Avrupa ve Kuzey Amerika’da yoğurt ve peynir, Afrika’da yam ve cassava
gibi nişastalı gıdalardan elde edilen fermente ürünler, Asya’da soya veya balıktan elde edilen fermente
ürünler sıkılıkla tüketilen fermente gıdalardır. Fermente içecekler ise sadece alkollü içecekleri
kapsamamaktadır. Çay, kahve ve kakao da yaprak veya tanelerin fermentasyonu ile elde edilen
içeceklerdir.
Alkol fermentasyonu: Alkol fermentasyonu çok uzun yıllardır gıdaları muhafaza etmek amacıyla en
fazla kullanılan yöntemdir. Alkol genellikle Kluyveromyces ve Saccharomyces mayaları tarafından
üretilir. Alkol anaerobik glikoliz döngüsü ile üretilir (Şekil 25). Glikoliz bir molekül glukozun iki
molekül prüvata dönüştüğü metabolik prosestir. Şekil 26’da glikolizin kimyasal reaksiyon eşitli ği
verilmiştir. Bu eşitli ğin basitliği glikolitik metabolik prosesin kompleks doğasını gizlemektedir.
Aslında bu proseste hücrenin sitoplazmasında bulunan 10 enzim görev yapmakta ve 9 adet ara ürün
oluşmaktadır.
Şekil 25. Alkol fermentasyonu
2C3H4O3 + 2ATP + 2NADH + 2H + 2H2OC6H12O6 + 2ADP + 2NAD + 2Pi
Glukoz Pirüvat
Şekil 26. Glikolizis
OH
CH3
C OC O
Glukoz-6-P
(Anaerobik glikoliz)
Pirüvik asit
CH3
C OH
OH
CH3
C OC OHH
CH3
C OHH2
Laktik dehidrogenaz
Laktik asit
Dekarboksilaz
Asetaldehit
Alkol dehidrogenaz
ETANOL
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
31
Alkol fermentasyonunda kullanılan hammaddeler
Birçok distile likörün eldesinde, yapısında doğal olarak şeker bulunan hammaddeler kullanılır. Bu
hammaddelerin arasında bal, olgunlaşmış meyveler, şeker pancarı, palm özsuyu, şeker kamışı, süt
veya nişasta içeren gıdalar kullanımaktadır. Bu hammaddelerin bileşimindeki karbonhidratlar
kolaylıkla fermente olabilecek basit şekerlere dönüştürülebilirler. Tablo 3’te çeşitli hammaddeler ve
bunlardan akol fermentasyonuyla elde edilen ürünler gösterilmiştir.
Tablo 3. Alkol fermentasyonunda kullanılan hammaddeler Hammaddeler Şeker konsantrasyonu (%) Ürün Palm özsuyu 15 Palm şarabı Hindistan cevizi 12-17.5 Arrack Şeker kamışı 35 Rom Meyveler (üzüm, mango, ananas, mandalin, muz vb)
10-20 Şarap ve meyve şarapları
Laktik asit fermentasyonu: Gıdaların muhafazasında laktik asit bakterileri önemli rol oynamaktadır.
Laktik asit fermentasyonu genellikle ucuzdur. Dünyada laktik asit fermentasyonu ile elde edilmiş
birçok gıda çeşitli toplumların geleneksel beslenme modelinde yer almaktadır. Laktik asit bakterileri
genel olarak suni ortamlarda gelişmezler. Ancak düşük pH’larda birçok gıdada gelişirler. Laktik asit
bakterileri laktik asit üretimine ek olarak H2O2 üretirler. Tablo 4’te laktik asit fermentasyonu ile elde
edilen ürünler gösterilmiştir.
Ekşi hamur ekmekleri ve Fermentasyon: Ekşi hamur ekmeklerinde, soya sosunda, miso ve kefirde
laktik asit bakterileri ve mayalar arasında yakın ilişki vardır. Ekşi hamur ekmeği elde etmek için
buğday, çavdar veya diğer tahılların unları suyla yoğurulur ve ılık ortamda birkaç gün inkübasyona
bırakılır. Başlangıçta birçok mikroorganizma gelişir, ancak asit üretimleri nedeniyle laktik asit
bakterileri baskındır. Mayalar da asidi iyi tolere edebildikleri için bu ortamda canlı kalabilirler. Ekşi
hamurdan Lactobacillus sp. ve mayalardan Torulopsis holmii, Saccharomyces inusitatus izole
edilmiştir. Ekşi hamur fermentasyonunda meydana gelen temel biyokimyasal değişimler; 1)
lactobacilli tarafından üretilen asetik ve laktik asitlerle hamurun asitlendirilmesi 2) mayalar ve
lactobacilli tarafından üretilen karbondioksit ile hamurun kabarmasıdır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
32
Tablo 4. Laktik asit fermentasyonu ile elde edilen ürünler Ürün ismi Hammadde Laktik asit bakterileri /
ortam koşulları Ürünün özellikleri Ülke
Sauerkraut Lahana ve diğer sebzeler
Leuconostoc mesenterodies, Lactobacillus brevis, Lactobacillus plantarum / anaerobik
CO2, laktik asit ve asetik asit üretilir. Turşu benzeri bir ürün.
Batı dünyası, Çin ve Kore
Korean kimchi
Çin lahanası, radish, sarımsak, taze soğan, yaprak hardal, acı biber, maydanoz, havuç
Leuconostoc mesenterodies, S. faecalis, Lb. Brevis, Lb. Plantarum, P. cerevisiae
Sauerkrauta göre daha az CO2 ve asit içerir.
Kore
Sebze turşuları
Salatalık vb Tüm dünyada
Hindistan Idli ve dosa
Parlatılmış pirinç ve black gram
L. mesenteroides, S. faecalis
Idli: küçük, beyaz, asitli buharda pişmiş kek. Dosa: Idliye benzer ancak pankek gibi kızartılır.
Hindistan
Nijerya Ogi Ekşi yulaf lapası Lb. Plantarum,Saccharomyces cerevisiae, Candida mycoderma
Lezzeti yoğurdu andırır.
Nijerya
Nijerya Gari
Casava Tanecikli nişastalı yapı. Laktik, asetik, propiyonik, suksinik ve pirüvik asitler saptanmıştır.
Nijerya
Filipin Balao Balao
Pirinç, karides karışımı
Meksika Pulque
Agave türü bitkilerin suyu
Leuconostoc, Sac. cerevisiae,Zymomonas mobilis.
Beyaz, asidk ve alkollü içecek
Meksika
Mısır kishk, tarhana
Yoğurt, buğday Kishk: Lb. Brevis, Lb. Casei, Lb.plantarum
Mısır, Türkiye, Yunanistan
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
33
BĐYOAKT ĐF PROTEĐN VE PEPTĐTLER
Diyetimizde yer alan proteinler biyolojik olarak aktif kabul edilen peptitlerin kaynağıdır. Biyolojik
olarak aktif olan peptitler, proteinin yapısında inaktiftirler. Aktif peptitler ya gastro-intestinal sindirim
sırasında ya da gıda işleme sırasında açığa çıkarlar. Biyoaktif peptitler açığa çıkınca hormon benzeri
aktiviteleri nedeniyle düzenleyici rol oynarlar. Biyoaktif peptitlerin en önemli kaynağı süt
proteinleridir. Bunun dışında diğer hayvansal kaynaklar ve bazı bitkisel kaynaklar özellikle soya
fasulyesi, biyoaktif peptit özelliği gösterecek potansiyel amino asit sırasına sahiptirler. Bunun yanısıra
birçok amino asidin olumlu ve olumsuz olmak üzere çeşitli fizyolojik özelliklere sahip oldukları
gösterilmiştir. Fizyolojik olarak olumlu etkileri olduğu belirtilen amino asitlere arginin, glutamin,
histidin, lizin, taurin, tirozin ve triptofan örnek olarak verilebilir. Bu amino asitlerin en iyi kaynakları
ise et, yumurta ve süt ürünleridir. Gıda işleme sırasında üretilen lizinoalanin, D-amino asitler ve
biyojenik aminler gibi amino asit türevleri ise istenmeyen metabolik hatta toksik olaylara neden
olabilirler. Diyetle alınan proteinler potansiyel allerjenlerdir. Bu nedenle genetik olarak modifiye
edilmiş gıdalardaki proteinlerin potansiyel yan etkileri söz konusudur.
Biyoaktif peptitlerin biyolojik etkileri:
1. Opioid peptitler (ekzorfinler): Opioid peptitler rahatlatıcı etki sağlayan peptitlerdir. Opioid
aktivite gösteren peptitler ilk olarak 1970’lerin sonunda keşfedilmiş ve δ-, µ- ya da к-tip
opioid reseptörlerle etkileşen endojen ligandlarla (endorfinler ve enkefalinler) olan yapısal
benzerliklerinden dolayı ‘ekzorfinler’ olarak isimlendirilmişlerdir. En bilinen ekzojen opioid
peptitler, örneğin β-kazomorfinler, µ-tip ligandlar olarak karakterize edilmişlerdir. Endojen ve
ekzojen opioid peptitler arasındaki ortak yapısal özellikler amino ucundaki tirozinin varlığı ve
üçüncü ile dördüncü pozisyondaki fenilalanin ve tirozin kalıntılarıdır. Bu, opioid reseptörlere
bağlanma bölgesi için önemli bir yapısal özelliktir. Tirozinin fenolik hidroksil grubunun
yakınlarında lokalize olmuş negatif potansiyel, opioid aktivite için zorunludur. Tirozinin
bulunmayışı biyoaktivitede kaybolmaya yol açar. Tirozin ve fenilalanin yan zincirlerinin
doğru bir şekilde düzenlenmesini sağladığı için Prolin varlığı da opioid peptitlerin biyolojik
aktivitesi için zorunludur.Bu peptitler sığır kazeini ve peynir suyu proteinin sindirimi ile açığa
çıkarlar. Süt proteinlerinden elde edilen kazomorfinler ve ekzomorfinler opioid etki
gösterirler. Ekzorfinler aynı zamanda buğday gluteninde de bulunurlar. Barsak epitelinde
opioid reseptörlerini bağlama yeteneğine sahiptirler. Kazomorfinler barsak fonksiyonlarını
düzenleme etkilerine sahiptirler.
2. ADE (Angiotensin dönüştürücü enzim) inhibitörü peptitler: ADE kan basıncının
düzenlenmesinde etkilidir. Bu enzimin inhibisyonu antihipertansif etkiye neden olur. Bu
peptitler gıda proteinin enzimatik hidrolizi ile izole edilmişlerdir. Kollajen, jelatin ve kazein
proteinlerinin enzimatik hidrolizi ile ADE inhibitörü peptitler elde edilmiştir. Ayrıca sütün
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
34
fermentasyonu da bu peptitlerin oluşmasına neden olmaktadır. ACE inhibitörü peptitler peynir
suyu, balık ve mısır proteinlerinden de izole edilmişlerdir.Angiotensin prosesi,
angiotensinojenin renin ile hidroliziyle inaktif bir peptit olan Angiotensin I (Ang. I)
oluşumuyla başlamakta ve Angiotensin dönüştürücü enzimin (ADE), Ang. I’ in
karboksil ucundaki iki amino asidi ayırması ile Angiotensin II (Ang. II) oluşumuyla
sonuçlanmaktadır. Bir oktapeptit olan Angiotensin II potansiyel bir damar daraltıcıdır
(vazokonstriktör). Ayrıca bu etkinin yanı sıra ADE, damar rahatlatıcı aktivite gösteren
bradikininin de inaktivasyonunu katalizlemektedir. Böylece iki farklı mekanizma
yoluyla ADE, kan basıncının artmasına neden olmaktadır. ADE inhibitörü peptitler
ADE’ nin aktivitesini azaltarak tansiyon düşürücü etki gösterirler. Ekzojen ADE
inhibitörlerinin ilk olarak yılan zehirinden izole edilmesinden bu yana özellikle süt, et
ve balık gibi gıdalardan pek çok sayıda ADE inhibitörü izole edilmiştir. Bu peptitler
genellikle kısa zincirli olup prolin gibi polar amino asit kalıntıları içerirler.
3. Bağışıklık sistemini düzenleyici peptitler: Bu peptitlerin lenfosit proliferasyonu, doğal
öldürücü hücre aktivitesi (naturel killer cell activity), antikor sentezi ve sitokin regülasyonu
gibi bağışıklık sistemi fonksiyonlarını güçlendirdiği belirtilmektedir. Dahası bu peptitlerin
atopik bireylerde allerjik reaksiyonları azalttığı ve gastrointestinal sistemdeki mukozal
bağışıklığı güçlendirdiği bildirilmi ştir. Pirinç ve soya fasulyesi proteinlerinin tiriptik
hidrolizatlarından elde edilmiş bağışıklık sistemini düzenleyici peptitlerin, süperoksit
anyonlarını uyararak non-spesifik immün savunmasını tetikleyici etki gösterdiği belirtilmiştir.
α ve β kazeinden elde edilmişlerdir.
4. Mineral bağlayan peptitler: Fosfopeptitlerin çözünür organofosfat tuzları oluşturduğu ve
başta kalsiyum olmak üzere farklı mineraller için taşıyıcı olarak görev yaptığı ifade
edilmektedir. Bu nedenle ince bağırsakta kalsiyum ve diğer minerallerin emilimi üzerine etkili
olmaktadır. Sütteki fosforun yaklaşık %30’u monoester bağlarıyla kazeinin seril kalıntılarına
bağlı halde bulunmaktadır. Kazein, kalsiyum ve fosfat iyonlarının stabilizasyonunda önemli
rol oynamaktadır. Kazeinin tiriptik hidrolizi (tripsin enzimi ile hidroliz) sonucu fosforlanmış
seril kümeleri içeren kazeinofosfopeptit (KFP) oluştuğu belirlenmiştir. Bu fosforlanmış seril
kümelerinin kazein misellerinin oluşumunu sağlayan kalsiyum fosfat ve kazein arasındaki
interaksiyondan sorumlu olduğu bildirilmiştir. KFP’ler kalsiyum ve fosfor minerallerinin
biyoyararlılığının artmasını sağlamaktadır. KFPlerin bağırsaktaki kalsiyum absorpsiyonuna
etkileri üzerine sıçanlarla yapılan denemelerin sonuçları bu peptitlerin ince bağırsaktaki pasif
kalsiyum transportunu arttırdığını işaret etmektedir. Đnsanlarla yapılan çalışmalar da süt
tüketiminden sonra duodenumda ve midede küçük kazein fosfopeptitlerinin varlığını
göstermiştir. Ancak insanlarda KFPlerin pasif kalsiyum absorpsiyonunu arttırdığına dair kanıt
bulunamamıştır. Bununla birlikte KFP’lerin spontan hidroksiapetit (florapetit)
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
35
presipitasyonunu önleyebildiği belirtilmiştir. Çalışmalar, kalsiyum ve fosfat iyonlarının diş
yüzeyinde stabilize olmasını sağlayan kazein fosfopeptitlerinin, diş minesindeki lezyonların
tekrar mineralizasyonunu sağladığını da göstermiştir. KFP’lerin, mineralleri bağlayıp
çözünürleştirdikleri için osteoporozun, diş çürüklerinin, aneminin ve hipertansiyonun
önlenmesinde etkili olduğu bildirilmiştir. Bu peptitlerin diş çürüklerini önleyici etkisinin pek
çok insan ve hayvan çalışmalarında kanıtlandığına ait bilgiler literatürde bulunmaktadır.
KFP’lerin diş yüzeyinde tekrar kalsiyum birikimini teşvik ettiği ve к-kazeinden elde edilen
glikomakropeptidin ağız mukozasında plak oluşturan bakterilerin adhezyonunu ve gelişmesini
engellediği belirtilmiştir.
5. Sitomodülatör peptitler: Sitokimyasal çalışmalar gıda kaynaklı biyoaktif peptitlerin farklı
hücre tiplerinin canlılığını (proliferasyon, farklılaşma, apoptosis) düzenlediğini göstermiştir.
Bazı süt kaynaklı peptitlerin normal hücrelerde etkili değilken kanser hücrelerinde apoptosisi
tetiklediği gösterilmiştir. Sitomodülatör ve immünomodülatör özelliklerin, gıda kaynaklı
biyoaktif peptitlerin tümör gelişiminde koruyucu aktivitesini oluşturmada birlikte etkili
oldukları bildirilmiştir.
6. Antitrombotik peptitler: Kan trombosit agregasyonunu ve trombosit yüzey reseptörlerine
fibrinojen bağlanmasını inhibe eden peptitler glikomakropeptit sekansıyla şifrelenmiştir. Bu
peptitler bebek mamalarıyla ya da anne sütüyle beslenen yeni doğmuş bebeklerin kan
plazmasında tespit edilmiştir.
7. Antioksidan peptitler: Zorunlu yağ asitlerinin enzimatik veya non-enzimatik
peroksidasyonunu engelleyen antioksidan özellikler süt proteinlerinden elde edilen peptitlerde
tespit edilmiştir. Bu peptitlerin çoğunun α-kazein sekansıyla şifrelendiği belirtilmiştir. His-His
dipeptidinin N terminaline lösin ya da prolin eklenmesinin antioksidan aktiviteyi arttırdığı ve
BHT, BHA gibi peptit olmayan antioksidanlarla sinerji oluşturduğu belirtilmiştir.
8. Hipokolesterolemik etki sağlayan peptitler: Hipokolesterolemik etki kazein ve peynir altı
suyu kaynaklı peptitler ve soya proteini kaynaklı peptitler için bildirilmiştir. Olası etki
mekanizması β-laktoglobulinin tiriptik hidrolizatı (LTH) ile beslenen sıçanlarda fekal steroid
salgısının fazla olduğunun tespit eden araştırmacılar tarafından öne sürülmüştür. Bu durum
misel yapıdaki kolesterol çözünürlüğünde LTH indüklü azalmaya ya da daha fazla taurokolat
(taurocholate) bağlama kapasitesine bağlanabilmektedir.
9. Antimikrobiyal ve antiviral etkiye sahip peptitler: Antimikrobiyal peptitler daha çok peynir
altı suyu proteini olan laktoferrinden elde edilmiştir. Bununla birlikte αS1-kazein ve αS2-
kazeinden elde edilen yeni antibakterisidal peptitler tanımlanmıştır. Laktoferrinin pepsinle
hidrolizinden oluşan peptitlerin bakterisidal özelliklerinin daha fazla olduğu tespit edilmiş ve
bu durumun, daha küçük peptitlerin mikrobiyal yüzeydeki hedef bölgelere daha hızlı
ulaştığının bir göstergesi olduğu ifade edilmiştir. Antimikrobiyal peptitlerin (laktoferrisin ve
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
36
sentetik analogları, kazosidin-I gibi) mikroorganizmaların hücre geçirgenliklerini arttırarak
etki ettiği belirtilmiştir.
10. Đştah azaltıcı peptitler: Glikomakropeptitin (GMP) ve kazeinomakropeptitin (KMP) bağırsak
fonksiyonlarını düzenleme etkisi üzerine yapılan çalışmalar, yaklaşık on yıllık bir geçmişe
dayanmaktadır. KMP’in, gastrik salgıyı engellediği ve midenin hareketlerinin yavaşlamasını
sağladığı belirtilmiştir. Ayrıca KMP tokluk hormonu olan kolesistokininin salgılanmasına
neden olmaktadır. Bu hormon gıda alımını ve sindirimini düzenlemektedir. Sindirim sırasında
midede bütün halde KMP’in varlığı belirlenmiş, diğer taraftan yoğurt ve süt tüketimi sonrası
yetişkin bireylerde kan dolaşımında GMP ve/veya KMP’nin varlığı saptanmıştır. Bu
çalışmalara dayanarak iştah azaltma ve kilo kontrolü amacıyla, GMP içeren ticari ürünler
tasarlanmış ve satışa sunulmuştur. Ancak bu tarz ürünlerin klinik etkilerinin aydınlatılması
için daha fazla sayıda çalışmaya gereksinim duyulduğu da önemle vurgulanmıştır
Biyoaktif proteinlerin kaynakları
Süt
Süt başlıca iki ana protein grubundan oluşmuştur. Bunlar kazein ve peynir suyu (whey) proteinleridir.
Bu iki protein grubu fizikokimyasal ve biyolojik özellikleri bakımından birbirinden farklıdır.
Kazeinler vücutta kalsiyum,çinko, bakır, demir ve fosfat iyonlarını taşıma gibi biyolojik aktiviteleri
gösterirler. Aynı zamanda çeşitli biyoaktif peptitlerin ön maddeleridirler (Tablo 5). Peynir suyu
proteinleri süt proteinlerinin %20’ni oluşturur. Fonksiyonel ve besleyici özellikleri bakımından
mükemmel kaynaklardır. Başlıca peynir suyu proteinleri peynir suyu proteinlerinin %70-80’ni
oluşturan β-laktoglobulin ve α-laktalbumindir.
Tablo 5. Süt proteinlerinin biyolojik aktivitesi
Protein Konsantrasyon g/l
Fonksiyon
Kazeinler (α, β ve κ) 28 Đyon taşıma, biyoaktif peptitlerin ön maddesi β - laktoglobulin 1.3 Retinol taşıyıcı, yağ asitlerini bağlama,
antioksidan α - laktalbumin 1.2 Meme bezinde laktoz sentezi, Ca taşıma,
immunomodulasyon, antikarsinojenik Đmmunoglobulin A, M ve G 0.7 Đmmun koruma Glukomakropeptit 1.2 Antiviral, bifidojenik Laktoferrin 0.1 Antimikrobiyal, demir emilimi, antioksidan,
immunomodülasyon, antikarsinojenik Laktoperoksidaz 0.03 Antimikrobiyal Lizozom 0.0004 Antimikrobiyal, immunoglobulin ve laktoferrin
ile sinerjistik etki Süt proteinleri biyoaktif peptitler için önemli kaynaklardır (Tablo 6). Biyoaktif peptitler sindirim
sırasında açığa çıktıkları gibi gıda işleme sırasında da oluşmaktadırlar. Örneğin hidrolize süt
proteinleri hipoallerjenik bebek mamaları yapımında, klinik beslenmede ve gıda bileşeni olarak
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
37
kullanılmaktadır. Sütün fermentasyonu ve peynirin olgunlaşması sırasında gerçekleşen proteolizis
çeşitli peptitlerin oluşumuna olanak sağlamaktadır. Fermente süt ürünlerinde kazomorfinler, ACE-
inhibitörü peptitler ve fosfopeptitler bulunmuştur.
Tablo 6. Süt proteinlerinden elde edilen biyoaktif peptitler Biyoaktif peptitler Protein ön maddeleri Biyoaktivite Kazomorfinler α ve β kazein Opioid agonisti α-laktorfin α -Laktalbumin Opioid agonisti β- laktorfin β -Laktoglobulin Opioid agonisti Laktoferroksinler Laktoferrin Opioid antagonisti Kazoksinler κ- kazein Opioid antagonisti Kazokininler α ve β kazein Antihipertansiv Kazoplatelinler κ- kazein Antitrombotik Đmmunopeptitler α ve β kazein Đmmunostimulan Fosfopeptitler α ve β kazein Mineral taşıyıcı Laktoferrisin Laktoferrin Antimikrobiyal Mikrobiyal Fermentasyon
Gıda endüstrisinde kullanılan starter kültürler oldukça yüksek proteolitik aktiviteye sahiptirler. Bu
nedenle fermente süt ürünleri elde ederken kullanılan starter olan ve olmayan kültürler biyoaktif
peptitlerin oluşumunu sağlamaktadır. Tablo 7’de mikrobiyal fermentasyonla oluşan biyoaktif
peptitlere ait örnekler yer almaktadır.
Tablo 7. Süt proteininin mikrobiyal fermentasyonu ile oluşan biyoaktif peptitlere örnekler (Korhonen ve Pihlanto, 2006). Kullanılan mikroorganizmalar
Başlangıç proteini
Peptit sırası Biyoaktivite
L. helveticus, S. cerevisiae β- kn, κ-kn Val-Pro-Pro, Ile-Pro-Pro ACE inhibitörü Lactabacillus GG ve pepsin + tripsin
β- kn, α s1- kn
Tyr- Pro- Phe-Pro, Ala-Val-Pro-Gln- Arg, Thr-Thr-Met-Leu-Trp
Opioid, ACE inhibitörü, immunostimulan
L, helveticus CP90 proteinaz β- kn Lys-Val-Leu-Pro-Val-Pro- (Glu)
ACE inhibitörü
L, helveticus CPN4 Peynir suyu proteini
Tyr-Pro ACE inhibitörü
L. delbrueckii subsp. Bulgaricus IFO13953
κ-kn Ala- Arg- His- Pro- His- Pro- His-Leu-Ser-Phe-Met
Antioksidan
Çalışmalar ACE inhibitörü peptitlerin karboksil terminal ucunda prolin içeren küçük peptitler
olduklarını göstermiştir. Prolin sindrim enzimlerine karşı dirençli bir amino asittir. Bu nedenle ince
bağırsaklardan kan dolaşımına geçebilmektedir. Bu hipotez yakın zamanda yapılan bir çalışmayla da
desteklenmiştir. Bu çalışmada yüksek tansiyona sahip sıçanlar kullanılmıştır (SHR: spontaneously
hypertensive rats). Yağsız sütten L. helveticus JCM1004 ile elde edilen antihipertensif VPP (Val-Pro-
Pro) ve IPP (Ile- Pro-Pro) tripeptitlerinin sırasıyla 8 sa ve 4 sa sonra sistolik kan basıncında düşmeye
neden oldukları saptanmıştır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
38
Canlı mikroorganizmalara ek olarak laktik asit bakterilerinden izole edilen proteolitik enzimlerin de
süt proteinlerinden biyoaktif peptitlerin açığa çıkmasında etkili oldukları bulunmuştur.
Süt ürünleri
Süt ürünleri elde ederken kullanılan fermentasyon işlemi sırasında biyoaktif peptitlerin oluştuğu
saptanmıştır. Tablo 8’de süt ürünlerinde oluşan biyoaktif peptitler görülmektedir. Peynirin
olgunlaşması sırasında çok çeşitli peptitler oluşmaktadır. Cheddar ve Comte peynirlerinde kazein
bağlayan fosfo peptitler (KFP) doğal bileşen olarak saptanmıştır. Peynirin olgunlaşması sırasında
gerçekleşen ikinci proteolizis diğer biyoaktif peptitlerin oluşumuna olanak sağlamaktadır. Biyoaktif
peptitler peynirin olgunlaşma derecesine bağlı olarak artmakla birlikte aşırı proteolizis biyoaktif
peptitlerin degredasyonuna ve dolayısıyla azalmasına neden olmaktadır. Olgunlaşma prosesinden ayrı
olarak peynirin gastrointestinal sindirimi sırasında da biyoaktif peptitlerin oluştuğu gösterilmiştir.
Tablo 8. Fermente süt ürünlerinde tanımlanan biyoaktif peptitler (Korhonen ve Pihlanto, 2006) Ürün Tanımlanan biyoaktif peptit Biyoaktivite Peynir çeşitleri Parmigiano-Reggiano β-kn g!(8-16), g (58-77), αs2-kn g
(83-33) Fosfopeptitler, β-kazomorfinlerin ön maddeleri
Cheddar αs1 ve β-kazein fragmentleri Fosfopeptitler Mozzarella β-kn g!(58-72) ACE inhibitörü
Gouda αs1-kn g (1-9), β-kn g (60-68) ACE inhibitörü
Emmental αs1 ve β-kazein fragmentleri ACE inhibitörü Fermente sütler Ekşi süt β-kn g! (74-76), g! (84-86), κ-kn g
(108-111) Antihipertansif
Yoğurt Aktif peptit saptanmamış Zayıf ACE inhibisyonu Dahi Ser-Lys-Val-Tyr-Pro ACE inhibitörü Tablo 9’da bazı süt ürünlerinden elde edilmiş biyoaktif peptitler ve IC50 değerleri görülmektedir. IC50 ADE aktivitesini % 50 oranında inhibe eden protein ve/veya peptit miktarı olarak tanımlanmaktadır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
39
Tablo 9. Bazı süt ürünlerinden elde edilmiş peptitler ve IC50 değerleri (Akıllıoğlu, 2009)
Kaynak Peptit IC50 değeri Referans
Peynir VPP-IPP 2.0-29.5 mg peynir/mL Butikofer et al.,2007
Enterococcus faecalis ile
fermente edilmiş süt
- 34-59 µg protein/mL Muguerza et al., 2006
Enterococcus faecalis ile
fermente edilmiş süt
MA *<3000 Da
β-KN f(133–138)
β-KN f(58–76)
28±2 µg/mL
5.3 µM
5.4 µM
Quirόs et al., 2007
Lactobacillus helveticus
130B4 ile fermente
edilmiş yağsız deve sütü
Ala-Ile-Pro-Pro-Lys-
Lys-Asn-Gln-Asp
19.9 µM
Shuangquan et al.,
2008
β-Lg tripsin hidrolizatı
Peynir altı suyu tripsin
hidrolizatı
MA<3000 Da
MA<1000 Da
MA<3000 Da
MA<1000 Da
130.0 mg/L
160.4 mg/L
195.1 mg/L
201.1 mg/L
Mullally et al., 1997
Mullally et al., 1997
β-Lg Protease N Amano
hidrolizatı
β-Lg f(36-42) 8 µM Ortiz-Chao et al.,
2009
Peynir altı suyu α-
kimotripsin hidrolizatı
Peynir altı suyu alkalaz
hidrolizatı
-
0.005 mg/mL
0.68 mg/mL
da Costa et al., 2007
Kazeinomakropeptit
termolizin hidrolizatı
Peynir altı suyu izolatı
termolizin hidrolizatı
-
477 µg/mL
83 µg/mL
Otte et al., 2007
Yoğurt
β-KN f(74–76)-IPP
β-KN f(84–86)-VPP
β-KN f(69–73)- Ser–
Leu–Pro–Gln–Asn
3.77±0.26 µg/mL (11.6
µM)
2.61±0.24 µg/mL (8.4
µM)
5.29±0.55 µg/mL
Donkor et al., 2007
Probiyotik koyun
yoğurdu
β-KN f(114-121) 0.37 mg/mL Papadimitriou et al.,
2007
%4 süt tozu ilaveli
yoğurt
%4 kazeinat ilaveli
yoğurt
%4 peynir suyu protein
konsantresi ilaveli
yoğurt
-
0.54±0.00 mg/mL
0.60±0.21 mg/mL
0.32±0.23 mg/mL
Ünal, 2008
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
40
Son yıllarda kazein veya peynir suyu proteinlerinden elde edilen biyoaktif peptitleri içeren ürünler
satışa sunulmuştur. Bu ürünlere ait örnekler Tablo 10’da gösterilmiştir.
Diğer kaynaklar
Biyoaktif proteinler sütün dışında diğer biyolojik materyallerde de bulunur. Bunlar arasında jelatin,
balık proteinleri, mısır proteini α-zein, pirinç proteini glutelin ve prolaimin, buğday gluteni ve soya
proteini sayılabilir.
Biyoaktif peptitlerin güvenilirli ği:
Biyoaktif peptitlerin kaynağı olan proteinler bitki ve hayvan orijinli doğal bileşenler veya genetik
olarak modifiye edilmiş kaynaklardan elde edilen bileşenler olabilir. Ancak bu bilşenlerin diyete
fonksiyonel bir destek olarak eklenmeleri allerjik reaksiyonlara neden olabilir. Biyoaktif peptitlerin
gıda işleme ve depolama sırasında diğer proteinler, şekerler ve lipitlerle interaksiyonlarının toksik,
allerjik ve karsinojenik bileşiklerin oluşumuna neden olup olmadığı araştırılmalıdır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
41
Tablo 10. Biyoaktif peptitlere ilişkin sağlık veya fonksiyon beyanları ile satılan süt ürünleri ve bileşenleri
Ticari ismi Ürün çeşidi Beyan yapılan fonksiyonel biyoaktif peptit
Sağlık/fonksiyon beyanı
Üretici
Calpis Ekşi süt Val-Pro-Pro-Đle-Pro-Pro (β ve κ-kazeinden elde edilmiş)
Kan basıncını azaltır. Calpis Co Japon
Evolus Kalsiyum ile zenginleştirilmi ş fermente süt içeceği
Val-Pro- Pro, Ile- Pro- Pro, (β ve κ-kazeinden elde edilmiş)
Kan basıncını azaltır. Valio Oy, Finlandiya
BioZate Hidrolize peynir suyu proteini izolatı
β- laktoglobulin fragmentleri Kan basıncını azaltır. Davisco USA
BioPURE-GMP Peynir suyu proteini izolatı
κ-kazein g (106-169) (glikomakropeptit)
Diş çürüklerini önleme, kan pıhtılaşmasını düzenleme, virüs ve bakterilere karşı koruma
Davisco USA
PRODIET F200/Lactium
Aromalandırılmış süt içeceği, şekerleme, kapsüller
αs1-kazein g (91-100) Leu- Gly Tyr-Leu-Glu- Gln- Leu- Leu- Arg)
Stresin etkilerini azaltma
Ingredia Fransa
Festivo Fermente düşük yağlı sert peynir
αs1-kazein g (1-9), αs1-kazein g (1-7), αs1-kazein g (1-6)
Henüz bir sağlık beyanı yok.
MTT Agrifood Research, Finlandiya
Sistein Peptit Bileşen/hidrolizat Süt proteininden elde edilmiş peptit.
Enerji düzeyinin artmasına ve uykuya yardımcı olur.
DMV International Hollanda
C12 Bileşen/hidrolizat Kazeinden elde edilmiş peptit.
Kan basıncını düşürme.
DMV International Hollanda
Capolac Bileşen Kazeinofosfopeptit Mineral emilimne yardımcı olur.
Aria Food Ingradients, Đsveç
PeptoPro Bileşen/hidrolizat Kazeinden elde edilmiş peptit.
Atletik performansı ve kas oluşumunu güçlendirir.
DSM Food Specialties, Hollanda
Vivinal Alpha Bileşen/hidrolizat Peynir suyundan elde edilmiş peptit
Rahatlama ve uykuya yardımcı olur.
Borculo Domo Ingradients (BDI), Hollanda
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
42
PROBĐYOTĐKLER, PREB ĐYOTĐKLER VE SĐNOBĐYOTĐKLER
1892 yılında Döderlein, 1900 yılında Maro, 1901 yılında Beijerink ve Cahn laktik asit üreten
bakterilerin olumlu etkileri olduğunu bildirmiştir. 1908 yılında Metchnikoff laktik asit bakterileriyle
ili şkili olarak fermente süt ürünlerinin sağlık üzerine olumlu etkileri olduğunu bildirmiştir.
Metchnikoff Kafkas halkının uzun ömürlü olmasını fermente süt ürünlerince zengin diyet
tüketmelerine bağlamıştır. Literatürde ilk olarak Vergio (1954)’nun ‘’probiyotik’’ terimini kullandığı
bilinmektedir. Probiyotik terimi , gastro intestinal bölgede yerleşik mikrofloranın sağlıklı yönde
çoğalmasını ve gelişmesini destekleyen canlı mikroorganizmaları tanımlamaktadır. Prebiyotik terimi
ise kolonda insan sağlığı için faydalı olduğu düşünülen lactobacilli ve bifidobacteria gibi floranın
seçici olarak gelişimini destekleyecek, sindirilemeyen ancak fermente olabilen karbonhidratları ifade
eder. sinobiyotik terimi ise probiyotik ve prebiyotiklerin kombinasyonunu ifade etmektedir.
Probiyotikler
Arzu edilen probiyotik özelliği gösterebilmesi için mikroorganizmanın bir çok özelli ğe sahip olması
gerekmektedir. Bunlar; 1) bakteri gastro-intestinal bölgenin üst kısmındaki asidik koşullarda canlı
kalabilmelidir, 2) barsaklarda çoğalabilmelidir, 3) patojenik, mutajenik, toksik ve karsinojenik etkilere
neden olmamalıdır, 4) bakteri karsinojenik bileşiklere ve patojenik mikroorganizmalara antagonistik
etki göstermelidir, 5) genetik olarak plasmid transfer mekanizmasına karşı stabil olmalıdır, 6)
kolaylıkla çoğalabilmeli ve gıda işleme ve depolama sırasında canlılığını koruyabilmelidir.
Probiyotik suşların sağlık üzerine olumlu etkileri; 1) barsak florasının olumlu yönde yeniden
düzenlenmesi, 2) kolonda diyareye karşı direncin artması veya diyarenin önlenmesi, 3) serum
kolestrolünün sistemik olarak azaltılması, 4) tümör oluşumunu indükleyecek fekal enzimlerin ve
mutajenik bileşiklerin konsantrasyonunun azaltılması, 5) laktozun metabolize edilebilmesi ve laktoz
intoleransının azaltılması, 6) immun yanıtın güçlendirilmesi, 7) kalsiyum emiliminin artırılması, 8)
vitamin sentezi ve proteinlerin ön sindiriminin gerçekleştirilmesi şeklinde sayılabilir.
Probiyotiklerin insanlar üzerinde gösterilmiş başlıca sağlık faydaları, laktoz intoleransına yol
açmamaları ve bağışıklık sistemini stimule ederek gastrointestinal sistem enfeksiyonlarının insidansını
veya şiddetini azaltmalarıdır. Deney hayvanları ile yapılmış çalışmalarda ise prekanser lezyonlarının
insidansını azalttığı gösterilmiştir. Ancak bu çalışmaların geçerliliğinin insanlar üzerinde de
doğrulanması gerekmektedir. Bunun en önemli nedeni probiyotik bakterilerin barsaklarda yerleşik
mikroflora olmaması ve sadece düzenli tüketilmeleri durumunda barsak florasında bulunabilmeleridir.
Probiyotik bakterilerin diğer bir etki mekanizması ise sindirim sisteminde lokal bağışıklık yanıtını
değiştirmeleridir. Bu bakterilerin sindirim sisteminden geçerken canlılıklarını koruyabilmeleri ve
barsak hücrelerine yapışmaları, bağışıklık sistemini (host immune system) modifiye etmelerinde etkili
olan en önemli özellikleridir. Bu etki deney hayvanları ve insanlar üzerinde yürütülen çalışmalarla da
desteklenmiştir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
43
Prebiyotikler
Bir çok probiyotiğin canlı kalabilmesi ve çoğalabilmesindeki güçlükler nedeniyle bir alternatif olarak
prebiyotik yakla şım ön plana çıkmıştır. Bazı peptitler, proteinler ve lipitler prebiyotik olmakla
birlikte prebiyotik kaynak olarak sindirilemeyen karbonhidratların üzerinde daha çok durulmaktadır.
Bazı oligo- ve polisakkaritler doğal olarak bulunmakta ve prebiyotik özelliği sağlayan kriterleri
sağlamaktadırlar. Bu özellikler; 1) mide içeriğinin boşalmasını geciktirmek ve gastro-intestinal
sistemden geçiş süresini düzenlemek, 2) glukoz toleransını artırmak, 3) yağ ve kolesterol emilimini
azaltmak, 4) intestinal içeriğin hacmini ve taşıdığı su miktarını artırmak, 5) kısa zincirli yağ asitlerinin
üretimini artırma, pH’yı düşürme ve amonyak üretimini azaltma gibi mekanizmalarla mikrobiyal
fermentasyonunun düzenlenmesini sağlamak şeklinde özetlenebilir.
Prebiyotik olarak karbonhidratlar ve özellikle oligosakkaritler üzerinde çalışmalar yoğunlaşmaktadır.
Fruktooligosakkaritler ise oligosakkaritler içinde ilk sırada yer almaktadır. Sarmısak, soğan, enginar,
kuş dili ve hindiba yüksek konsantrasyonda fruktooligosakkarit içermektedir. Günümüzde Japonya ve
Amerika’da marketlerde 12 çeşit prebiyotik oligosakkarit (frukto-oligosakkaritler, inulin, galakto-
oligosakkaritler, laktuloz, laktosukroz, isomalto-oligosakkaritler, soya oligosakkaritleri, ksilo-
oligosakkaritler, gentio-oligosakkaritler) satılmaktadır. Bu oligosakkaritlerin olası prebiyotik etkileri
barsakta seçici olarak bifidobacteria türlerinin gelişmesini desteklemeleridir.
Bir gıda bileşeninin prebiyotik olarak sınıflandırılabilmesi için sahip olması gereken en önemli özellik,
kolon boyunca taşınabilmesi ve gastrointestinal sistemin üst kısmındaki mikrobiyal flora tarafından
fermente edilmemesidir. Bu bileşen, olumlu etki gösteren bir veya birden çok mikroorganizmanın
gelişimini sağlayacak seçici bir substrat olmalı veya kolondaki bakterilerin bu bileşeni fermente
etmeleri sonucu üretilen ürünler sağlığı olumlu etkileyecek sistemik etki göstermelidir. Yapılan
çalışmalar prebiyotiklerin bağışıklık sistemini aktive ettiklerini, kalsiyum gibi bazı minerallerin
emilimini artırdıklarını, adenoma ve karsinomaya dönüşebilecek lezyonları inhibe ettiklerini
göstermiştir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
44
GIDA ENDÜSTRĐSĐNDE KULLANILAN ENZ ĐMLER
ENZĐMLER
Biyolojik sistemlerde meydana gelen reaksiyonlar laboratuvar koşullarında oluşturulmak istendiğinde
çok yüksek sıcaklık, basınç vb gibi ağır fizikokimyasal koşulların sağlanması gerekir. Karbonhidrat,
lipit ve proteinler ancak kuvvetli asit ve/veya alkali koşullarda yüksek sıcaklıkta ısısal işleme tabi
tutuldukları zaman hidroliz gerçekleşmektedir. Oysa bu işlem sindirim sisteminde çok daha yumuşak
koşullarda gerçekleşmektedir. Enzimler canlı organizmadaki biyokimyasal reaksiyonları katalize
ederler. Enzimlerin yapılarında genel olarak bileşimce ve görevce farklı iki kısım bulunur. Bunlardan
birine apoenzim diğerine kofaktör veya koenzim adı verilir. Her iki kısma birden haloenzim
denilmektedir. Apoenzimler yalnız başına hiçbir katalitik aktivite göstermezler. Kofaktörler ise yalnız
oldukları zaman enzime göre çok düşük, kimi hallerde de hiç katalitik aktivite göstermezler.
Şekil 25. “ES” kompleksinin oluşum ve ayrışma mekanizması
Enzimlerin apoenzim kısmı protein moleküllerinden oluşur. Proteinin yapısındaki amino asitlerin türü
ve dizilişi enzimden enzime değişir. Bu nedenle enzimin özelliğini ve spesifikliğini sağlayan kısım
+ +
S
HE
AE KF
ES kompleksi
AE + +
KF Ürünler
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
45
apoenzimdir. Enzimlerin molekül ağırlıklarının büyük oluşunun nedeni protein yapılarından
kaynaklanır.
Apoenzime katalitik aktivite özelliği veren kısım kofaktördür. Kofaktörler aşağıdaki gibi
sınıflandırılırlar.
Şekil 26. Kofaktörlerin sınıflandırılması
Biyokimyasal ölçümlerde enzim miktarının doğru ve hassas olarak bilinmesi zorunludur. Kullanılan
enzim saf olmayabilir ya da kullanıncaya kadar geçen sürede aktifliğini yitirmi ş olabilir. Bu nedenle
kullanılacak enzimdeki “aktif enzimi” saptamak gerekir. Bu nedenle ”Enzim Birimi” olarak
isimlendirilen bir birim kullanılır. 1 enzim birimi dakikada 1 mikromol substrat dönüşümünü kataliz
edebilen miligram olarak enzim miktarı olarak tanımlanır.
ENZĐMLER ĐN SINIFLANDIRILMASI
Enzimler;
1. Oksidoredüktazlar (Oksidasyon-redüksiyon olayını hızlandırıcı enzimler)
2. Transferazlar (Aktarıcı enzimler)
3. Hidrolazlar (Hidroliz edici enzimler)
a) Proteazlar
b) Esterazlar ve lipazlar
c) Karbonhidrazlar
d) Fofatazlar
e) Amidazlar
4. Liyazlar (Hidroliz dışındaki mekanizmalarla substratlardan bazı grupların çıkışını sağlarlar)
KOFAKTÖRLER
Apoenzime bağlı prostetik gruplar
Apoenzimden ayrı halde bulunan etken molekül ya da iyonlar
Organik gruplar
Đnorganik gruplar
Koenzimler (organik bileşikler)
Aktivatörler (metal iyonları)
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
46
5. Đzomerazlar (Đzomerleşme reaksiyonlarını katalize edici enzimler)
6. Ligazlar
şeklinde sınıflandırılırlar.
GIDA ENDÜSTRĐSĐNDE ENZĐMLER VE UYGULAMA ALANLARI
Gıda endüstrisinde çoğunlukla hidrolazlar kullanılmaktadır.
KARBONH ĐDRAZLAR
Karbonhidrazlar hidrolitik olarak glikozidik bağları parçalarlar, bu nedenle oligosakkarit ve
polisakkaritlerin hidrolizinde yer alırlar. Amilazlar gıda endüstrisinde oldukça geniş alanda
kullanılmaktadırlar. Bu gruptaki pektik enzimler, selülaz, laktaz, invertaz ve hemiselülaz gibi diğer
enzimler de gıda üretiminde uygulama alanlarına sahiptirler.
A. Amilazlar
Amilaz enzimleri için substrat nişastadır.nişasta amiloz ve amilopektin olmak üzere iki farklı
molekülden oluşmuştur. Amiloz yaklaşık 350 glukoz ünitesinin düz bir zincir şeklinde α-1,4-
glikozidik bağlarıyla bağlanmasından oluşur. Amilopektin ise bu düz zincir şeklindeki yapıya α-1,6-
glikozidik bağıyla bağlanmış yaklaşık α-1,4-glikozidik bağıyla bağlı düz zincir şeklindeki 30 ünite
glukoz molekülünden oluşur. α-amilaz (endo-amilaz) amiloz ve amilopektindeki α-1,4 bağlarını
rastgele olarak parçalar. α-1,6 bağlarını parçalayamaz. Bu enzimin etkisiyle düşük moleküler ağırlıklı
dekstrinler oluşur. β-amilaz (ekzo-amilaz) ise amiloz ve amilopektini indirgen olmayan uçtan
başlayarak maltoz üniteleri oluşacak şekilde parçalar. Amiloz fraksiyonunu tamamen maltoza
parçalayabilir. Aktivitesi amilopektinin dallanma noktasında α-1,6 bağları nedeniyle düşer. Bu bağları
parçalama aktivitesine sahip değildir. Bu kısımlarda yüksek molekül ağırlıklı dekstrinler elde edilir.
Bu dekstrinler daha sonra hem α-amilaz hem de β-amilaz aktiviteleriyle daha düşük molekül ağırlıklı
dekstrinlere ve maltoza parçalanır.
1. Fırın ürünlerinde amilazların kullanımı
Buğdayın mekanik olarak hasadı, çimlenme için gereken süreden çok daha önce hasadın
tamamlanmasına ve ürünün depolanmasına olanak sağlamaktadır. Buğdayın çimlenmesi α-amilaz
aktivitesinin gelişmesi için gereklidir. Uygun çimlenme ile α-amilaz aktivitesinin 1000 kat arttığı
belirtilmiştir. Unlarda α-amilaz aktivitesinin düşük olması fırın ürünlerinde hacim, doku ve renkte
sorunlara neden olmaktadır. Bu nedenle bu tip unlardan elde edilecek fırın ürünlerinde enzim
eklenmesine gereksinim duyulmaktadır.
α-amilazların ticari kaynakları fungal (Aspergillus oryzae), bakteriyel (Bacillus subtilis) ve tahıllardır
(çimlenmiş buğday ve arpa). Hepsi pH 5.0-5.5 arasında yüksek aktiviteye sahiptir ancak termal
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
47
stabiliteleri değişiktir. Tahıl ve bakteri kaynaklı α-amilazlar fungal kaynaklı α-amilaza göre termal
olarak daha stabildirler.
Tahılların önemli bir bileşeni olan nişasta gıdanın üç önemli özelliği ile ili şkilidir. Bunlar 1) suyun
absorpsiyonu 2) jelatinizasyon 3) retrogradasyon olarak sıralanabilir.
Suyun absorpsiyonu: Nişasta granülleri soğuk suda çözünmezler. Ancak ılık suda suyu absorplar ve
şişerler. Bu işlem oda sıcaklığında geri dönüşümlüdür. Ancak jelatinizasyon sıcaklığında (> 50° C) su
absorpsiyonu artar ve nişasta granüllerinin hacmi genişler. Nişasta granülleri ağırlıklarının yalnızca
½’si kadar suyu absorplar. Oysa hasar görmüş nişasta granülleri ağırlıklarının 2 katı kadar suyu
absorplar.
Jelatinizasyon: Buğday nişastasında 58-64 ° C’de jelatinizasyon gerçekleşir. Isıtma sırasında hidrojen
bağları kırılır ve nişastanın su tutma kapasitesi artar.
Retrogradasyon: Nişastanın jel formundan kristal yapıya dönüşümüdür. Bu durumda nişastanın
çözünürlüğü azalır. Nişastanın amiloz fraksiyonu retogradasyona meyillidir.
Buğdaydan unun elde edilmesinde öğütme işleminin süresi ile hasar gören nişasta granüllerinin
miktarı arasında doğusal bir ilişki vardır. Fermentasyon sırasında ise enzimler sadece hasar görmüş
nişasta moleküllerine etki edebilir. Böylece α-amilaz hasar görmüş nişasta granüllerinin dekstrinlere β-
amilaz ise maltoza parçalanmasını katalizler. Maltoz ise daha sonra maya hücreleri tarafından enerji
kaynağı olarak fermente edilir. Amilazların fermentasyon sırasındaki etkisi hamurdaki hasar görmüş
nişasta içeriğiyle ili şkilidir. Isısal işlem sırasında hamurun sıcaklığı yükselmekte bu da hasar
görmemiş nişastanın jelatinizasyonuna ve dolayısıyla amilazlar tarafından hidrolizine olanak
sağlamaktadır. Fırında amilazların ısıyla inaktivasyonuna kadar geçen birkaç dakikalık sürede
nişastanın hızlı dekstrinizasyonu ve sakkarifikasyonu gerçekleşir. Bu işlem son ürünün renk, hacim ve
dokusu bakımından önemlidir. Amilazların aşırı aktivitesi ve dolayısıyla nişastanın parçalanma hızı
kullanılan α-amilaz desteğinin termostabilitesi ile yakından ilişkilidir. Ekmeğin pişirilmesi sırasında
amilaz aktivitesi birkaç dakikadan daha uzun bir süre devam ederse nişastanın önemli bir kısmı
parçalanır ve ıslak, yapışkan bir ekmek kabuğu oluşur. fungal amilazlar ısıya dayanıklı olmadıkları
için fırın sıcaklığı yükselince tahrip olurlar. Şeker miktarı % 3-5 arasında olan unlarda fazla miktarda
enzim desteğine gereksinim yoktur. Ancak fermente olabilen şeker miktarı % 1’in altında ise enzim
desteğine gereksinim vardır. USA’de fungal α-amilazların kullanımına izin verilmemektedir. Ancak
Kanada, Đsveç ve Đngiltere’de fungal α-amilazların kullanımına izin verilmektedir. α-amilazlar hasar
görmüş nişasta granüllerinden fermente olabilen şeker üretimlerine ek olarak hidrate olmuş nişastanın
absorpladığı suyun açığa çıkmasını sağlayarak hamurun yumuşamasına yardımcı olurlar. Isıya stabil
α-amilazlar ise nemli, yapışkan kabuğun tercih edildiği meyveli kekler gibi ürünlerin hamurunda
kullanılmaktadır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
48
2. Bira eldesinde amilazların kullanımı
Bira yapımında kullanılan tahıl arpadır. Uygulanan işlemler ıslatma, çimlendirme ve tavlamadır.
Çimlendirme sırasında özellikle karbonhidrazlar ve proteolitik enzimler olmak üzere hidrolitik
enzimler sentezlenir. Çimlenme başlayana kadar çok az aktivite görülmesine rağmen, malt haline
dönüşmemiş arpa kayda değer β-amilaz aktivitesine sahiptir. Malt bira üretiminde maya
fermentasyonu için gerekli fermente olabilen şekeri amilolitik enzimleri olan α-amilaz, β-amilaz ve
glukoamilaz aktiviteleriyle sağlar. Arpanın malt haline gelmesinin maliyeti çok yüksek olduğu için
endojen arpa enzimleri yerine mikrobiyal enzimlerin kullanımı gündeme gelmiştir. Bira endüstrisinde
bakteriyel ve fungal kaynaklı amilazlar kullanılmaktadır. Bu kaynaklar arasında bakteriyel α-amilazlar
( pH 7.0, 75ºC) fungal (pH 5.1, 49-54ºC) ve malt amilazlara (pH 4.7-5.4, 50-55ºC; pH5.6-5.8, 70-
75ºC) göre daha yüsek optimum sıcaklığa sahiptir. Bakteriyel α-amilazın yüksek inaktivasyon
sıcaklığı, nişastanın maya fermentasyonu için gerekli bir substrat olan maltoza parçalanması
bakımından önemlidir. Isıya dayanıklı olmayan fungal α-amilaz ise, biranın soğuk olarak depolanması
sırasında ortamda bulunabilecek nişasta kalıntısının yaratacağı kusurları önlemek amacıyla kullanılır.
α ve β amilaza ek olarak, nişasta molekülünü dallanma noktasında parçalayacak olan (debranching
enzymes) amiloglukozidaz ve glukoamilaz enzimlerinin Aspergillus oryzae den elde edilebileceği
belirtilmiştir. Bu enzimler nişasta molekülündeki hem α-1,4 hem de α-1,6 bağlarını hidrolize edebilir.
B. Nişastanın enzimatik yolla prosesi
Nişastadan glukoz şurubu üretimi mineral asitlerle hidroliz yöntemine dayanmaktadır. Ancak endüstri
çok daha ekonomik olacak enzimatik yöntemin uygulanmasını tercih etmektedir. Ayrıca enzimatik
yöntemle çok daha spesifik son ürün elde etmek mümkündür. Bazı proseslerde nişasta ait-enzim
sisteminin katalizlediği reaksiyonla parçalanmaktadır.
Enzim basamağı Proses basamağı Ürünler Nişasta çözeltisi Amilazlar
Maltodekstrinler
Amilazlar + Maltoz şurubu dallanma noktasında parçalayan enzimler Karışık şurup Glukoz şurubu
Şekil 27. Nişastanın enzimatik yolla işlenmesi
Đncelme
Dekstrinizasyon
Sakkarafikasyon
sıvılaşma
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
49
Nişastadan glukoz eldesinde kullanılan enzimler α-amilaz ve glukoamilazdır. Nişasta hidrolizini
başlatan enzim Bacillus subtilus tan elde edilen α-amilazdır. Bu enzim mısır nişastasının hidrate
olması için gereken aşırı yüksek sıcaklıklarda (82.2º C) stabildir.
Bu işlemdekullanılan diğer enzim glukoamilazdır. Bu enzim amilopektinin indirgen olmayan ucundaki
α-1,4 bağlı glukoz ünitelerinden başlayarak α-1,6 bağlı dallanma noktasına kadar hızla parçalar.
Dallanma noktasında ise daha düşük hızda parçalamaya devam eder. Nişastanın endüstriyel yolla
parçalanışı Şekil 27’de gösterilmiştir.
Glukoz şurubu: Glukoz şurubu, glukoz ve yüksek molekül ağırlıklı dekstrin ve sakkaritlerin bir
karışımıdır. Berrak, renksiz ve yoğun kıvamlıdır. Türk Gıda Kodeksi şeker tebliğine göre glukoz
şurubu; nişasta veya inülinden veya bunların karışımından elde edilen besleyici değerleri olan
sakkaritlerin, saflaştırılmış ve koyulaştırılmış sulu çözeltisi olarak tanımlanmaktadır. Glukoz şurubu
şekerleme sanayinde, kıvam sağlamak, lezzeti geliştirmek, nem tutucu özellik sağlamak, şeker
kristalizasyonunu düzenlemek, tatlılık vermek ve renk kaybına karşı direnci artırmak için
kullanılmaktadır. Sakız sanayinde, yapının çiğnenebilirliğini artırmak ve şekerin yapıdan açığa
çıkmasını yavaşlatmak için kullanılmaktadır. Spor ve enerji içeceklerinde osmotik basıncın kontrolü
ve dekstrozun hızla kana karışması özelliği nedeniyle kullanılır. Dondurma üretiminde kullanılmasının
nedeni ise, dondurmanın kaşığa alınabilirliğini, sertliğini, dokusunu, ağız hissini sağlaması ve kristal
oluşumunu kontrol edebilmesidir. Unlu mamüllerde nem tutuculuk, istenen doku ve rengin oluşumunu
sağlaması, fermente edilebilirlik gibi nedenlerle kullanılmaktadır. Helva üretiminde ise yağ sızması ve
kristalizasyon gibi kalite kusurlarını önlemek amacıyla kullanılan emülgatör ilavesinin azaltılması
amacıyla kullanım alanı bulmaktadır.
Fruktoz şurubu: Nişastanın önce glukoza sonra enzimatik izomerizasyon ile fruktoz şurubuna
dönüştürülmesiyle elde edilir. Nem çekme özellikleri nedeniyle ürünün kurumasını önler, osmotik
basıncın yüksek olması nedeniyle mikrobiyal açıdan dayanıklılık sağlar. Fermente edilebilirlik, renk
verme ve raf ömrünü uzatma amacıyla fırın ürünlerinde, tatlılığı kontrol etmek ve kıvam sağlamak
amacıyla süt ürünlerinde, emülsiyon stabilitesini artırmak, doku ve parlaklık kazandırmak amacıyla
ketçap ve mayonez üretiminde kullanılmaktadır.
C. Enzimatik yolla maltoz şurubu eldesi
Son yıllarda özellikle Japonya’da maltoz şuruba olan ilgi artmıştır. Artan ilgi, maltoz şurubunun
glukoz şurubuna göre nispeten daha orta derecede tatlı olması ve birçok formülasyonda glukoz şurubu
yerine kullanılabilmesinden kaynaklanmaktadır. Maltoz şurubu üretiminde geleneksel yöntem tahıl
kaynaklı β-amilaz kullanmaktır. β-amilaz nişastanın dış zincirinden başlayarak maltoz ünitelerini açığa
çıkarır. Ancak α-1,6 dallanma noktasına kadar parçalayabilir. Bu noktalarda dekstrinler oluşur.
nişastadan bu yöntemle maltoz eldesinde maksimum verim %60’tır. Dallanma noktasında etkili
enzimler kullanarak verimi artırmak mümkündür, ancak uygulama için yeni teknolojilerin
geliştirilmesi gerekmektedir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
50
D. Đnvertaz
Đnvertaz 60 yıldan beridir şekerleme endüstrisinde ortasında yumuşak krema bulunan şekerlemelerin
yapımında kullanılmaktadır. Đki çeşit invertaz enzimi vardır. Bunlar sakkaroz molekülünü farklı
noktalarda parçalama özellikleriyle karakterize edilirler. α-D-glukozit glukohidrolaz sakkaroz
molekülünü glukoz kısmından parçalarken, β-D-fruktofuranosit fruktohidrolaz molekülü fruktoz
kısmından parçalar. Mayalardan elde edilen invertaz fruktohidrolaz, küflerden elde edilen ise
glukohidrolazdır. Sakkarozun eş konsantrasyonda glukoz ve fruktoza hidrolizi sakkarozun inversiyonu
olarak tanımlanır. Sakkarozun inversiyonu ile optik çevirme pozitiften (dekstro; sağ) negatife (levo;
sol) döner. Đnvert şekerin polarize ışık düzlemini sola çevirmesi içerdiği fruktozdan kaynaklanır. Đnvert
şekerin tatlılığın artması, çözünürlüğünün yüksek olması ve kristallenmeye yatkın olmaması,
şekerleme endüstrisindeki önemini çok artırmaktadır. Đnvertaz, merkezinde krem ve sıvı kıvamlı
karışımları içeren veya fondan içeren ürünlerin üretiminde kullanılmaktadır. Kremler şurup (sıvı) ve
şekerden (kristal) oluşmuş iki fazlı sistemlerdir. Şurup konsantrasyonu kremin akışkanlığını belirler.
Bu proseste başlıca kriter krem ya da sıvı merkezde mikrobiyal fermentasyonu desteklemeyecek şeker
miktarını belirlemektir. Yapılan çalışmalarda %79 ve üzerindeki katı içeriğinin fermentasyonu
desteklemediği saptanmıştır. Đnvertaz enziminin bu kriteri karşıladığı saptanmıştır. Şekerleme
üretiminde kristal formdaki sakkaroz, kristal kısma invertaz eklenmesini takiben çikolata ile kaplanır.
Enzim sakkarozu sıvılaştırarak yumuşak merkez oluşumunu sağlar. Đnvertaz ticari olarak invert şeker
şurubu ve yapay bal üretiminde kullanılır.
E. Laktaz
Laktaz (β-D-galaktozidaz) süt ve süt ürünlerinin laktaz içeriğini azaltmak için kullanılır. Laktoz
genellikle düşük tatlılığı, sınırlı çözünürlüğü ve bazı kişilerde intoleransı nedenleriyle istenmez.
Laktoz içermeyen süt üretimi için çeşitli yöntemler bulunmaktadır. Bunlar arasında ultrafiltrasyonla
laktozun fiziksel yolla uzaklaştırılması gibi yöntemler bulunmasına rağmen laktaz kullanarak
biyokimyasal uzaklaştırma tercih edilmektedir. Laktazın başlıca kaynağı Saccharomyces lactis’ten
elde edilen nötr laktaz ve Aspergillus niger’den elde edilen asit laktazdır. Enzim laktoz molekülünde
bulunan galaktoz ve glukoz arasındaki bağı hidrolizler. Laktozun azalması sütün veya peynir altı
suyunun tadının artmasına neden olur. Aynı zamanda dondurma veya dondurulmuş süt
konsantrelerinde laktozun kristallenmesiyle ilişkili olan kumsu yapının elimine edilmesini sağlar.
Laktoz intoleransı olan insanlar ise laktoz miktarı %90 düzeyinde azaltılmış ürünleri kullanabilirler.
Amerika’da laktaz toz halinde satılmakta ve tüketimden bir gün önce süte eklenerek kullanılmaktadır.
Yakın zamanda daha stabil ve kullanım için daha uygun olan sıvı formu üretilmiştir. Laktoz içeriği
azaltılmış ya da laktoz içermeyen UHT süt üretiminde iki yöntem uygulanmaktadır. Steril laktaz
enzimi sterilize edilmiş süte paketlendikten sonra ilave edilmekte ve bu süt pazara sunulmadan önce
10 gün oda sıcaklığında depolanarak enzimin hidrolizi tamamlaması beklenmektedir. Diğer yöntemde
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
51
ise laktaz işlem in son basamağında süte ilave edilmekte ve buzdolabı koşullarında 24 saat bekletilerek
hidrolizin gerçekleşmesi sağlanmaktadır. Laktaz aynı zamanda çeşitli peynirlerde ve düşük laktoz
içerikli yoğurt elde etmede kullanılmaktadır. Laktaz enzimiyle muamele edilmiş peynir suyu proteini
gıda endüstrisinde şekerleme, fırın ürünleri ve şurup üretiminde kayda değer uygulama alanı
bulmaktadır.
F. Pektik enzimler
Pektik enzimler meyve suyu ve konsantrelerinde, şaraplarda, üzüm ve elma suyunda berraklığı
sağlamak amacıyla kullanılırlar. Pektik enzimlerin substratları pektik maddelerdir. Pektin
poligalakturonik asit zincirinden oluşmuş bir kolloitdir. Zincirdeki poligalakturonik asitlerin karboksil
gruplarının 2/3’si metanolle ester oluşturmuştur. Pektik enzimler depolimerize ve deesterifiye olmak
üzere iki gruba ayrılırlar. Endüstriyel pektik enzimler Tablo 11’de gösterilmiştir.
Tablo 11. Endüstriyel pektik enzimler A. Depolimerize pektik enzimler 1. Pektin üzerine etki edenler a) Polimetilgalakturonazlar * endo- * ekzo- b) Pektin lizazlar * endo- * ekzo 2. Pektik asit üzerine etki edenler a) Poligalakturonazlar * endo- * ekzo- b) Pektat lizazlar * endo- * ekzo- B. Pektinesterazlar 1. Pektin metilesteraz
1. Pektolitik enzimlerle meyve suyunun berraklaştırılması
Ticari pektolitik enzimler pektin metilesteraz ile poligalaturonaz enzimlerinin karışımlarıdır. Bu
enzimlerin pektolitik aktivitesi çözünür pektinin hidrolizine ve dolayısıyla kolloidal özelliğin ortadan
kalkmasına neden olur.
2. Meyve suyu konsantreleri
Meyve sularında berraklık istenmesine rağmen meyve suyu konsantreleri, salça ve ketçap gibi
ürünlerde stabil bulanıklık istenmektedir. Narenciye sularında bulanıklığın kaybolması pektinin pektin
esteraz ile deesterifye edilmesine ve bu işlemi takiben kalsiyum pektinat veya pektat formunda
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
52
çökmesine bağlanmaktadır. Bulanıklığı korumak için pektin esteraz enziminin inhibe edilmesi
gerekmektedir.
PROTEAZLAR
A. Proteazlarla etin gevrekleştirilmesi (Tenderization)
Gıda endüstrisinde en fazla kullanılan proteaz enzimi papaindir. En önemli iki uygulama alanı ise
biranın soğukta saklanması ve yapay olarak etin gevrekleştirilmesidir. Etin gevrekleştirilmesinde
karşılaşılan başlıca problem enzimin ette tekdüze dağılımının et parçalanmaksızın sağlanmasındaki
güçlüktür. Enzim bir veya birden fazla kas doku bileşenlerini parçalar. Bunun başında sarkolema
proteinleri gelmektedir. Sarkolema proteinleri kas liflerini bir arada tutan proteinlerdir. Sarkolema
hidrolize olurken kas liflerinde aşırı hidroliz gerçekleşmez. Sonuç olarak lapamsı dokuda bir ürün elde
edilebilir. Đstenilen düzeyde gevrekliğin sağlanabilmesi için proteolizin sınırlı gerçekleşmesi ve bu
nedenle enzimin düşük konsantrasyonda kullanılması gerekmektedir.
B. Biranın soğukta saklanması
Birada puslu, bulanık bir görünümün oluşması hem mikrobiyal reaksiyondan (biyolojik) hem de
kimyasal reaksiyondan kaynaklanabilir. Biyolojik bulanıklık uygun işleme koşulları sağlanarak
önlenebilir. Kimyasal bulanıklık ise hala ciddi bir problemdir. Bu bulanıklık bira 10º C’nin altına
soğutulduğunda yapısındaki polifenolik ve tanin moleküllerinin kombinasyonundan oluşmaktadır.
Soğukta oluşan bulanıklığa glukoz, arabinoz ve ksiloz gibi karbonhidratların ve bakır ve demir gibi
metallerin çökmelerinin de katkısı vardır. Bulanıklık oluşumu iki aşamada gerçekleşmektedir. 1.
şerbetçi otu kaynaklı taninler, kafeik asit, gallik asit ve antosiyaninlerin polimerizasyonu ile aktif
polimerlerin oluşumu 2. aktif polimerlerle polipeptit molekülleri arasındaki reaksiyonla kalıcı
kompleks bileşiklerin oluşumu. Polipeptitler bulanıklığı oluşturan ana bileşenler oldukları için, soğuk
bulanıklığının önlenmesinde proteolitik enzimler kullanılmaktadır. Bu enzimler arasında papain,
pepsin, fisin, bromelain ve bakteriyel proteaz sayılabilir. Papainin soğuk bulanıklığını önleme
mekanizması proteinin proteolizi ile ilişkilidir.
C. Peynir yapımında rennin ve rennet
Peynir: Peynir, tüm süt bileşenlerinin konsantre edilmesiyle oluşan bir süt ürünüdür. Süt bileşenlerinin
konsantrasyonu, süt proteinlerinin enzimler, asit üreten bakteriler veya asit ile koagülasyonu sonucu
gerçekleşir. Peynir üretimi başlıca 5 aşamadan oluşur. A) asit oluşumu B) sütün pıhtılaşması C)
dehidrasyon D) şekil verme E) tuzlama.
A) Starter kültür olarak laktik asit bakterileri (streptococcus ve lactobacillus) kullanılır. Starter
kültür karbonhidratları heksoz difosfat yoluyla piruvata dönüştürür ve daha sonra laktik asit
oluşur. Laktozun laktik aside fermentasyonu peynir üretiminin olmazsa olmaz koşuludur.
B) a) Rennin veya kimosin: Sütün rennin veya kimozin ile koagülasyonu enzimatik ve enzimatik
olmayan aşamalarda gerçekleşir. Kalsiyuma duyarlı kazein fraksiyonları (αs1, αs2 ve β) kazein
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
53
misellerinin ortasında (Şekil 28) bulunur. Bu fraksiyonların çökmesi misellerin yüzeyine
yerleşmiş κ- kazein fraksiyonu tarafından engellenir. Başlangıçta κ- kazeinin rennet ile
hidrolizi negatif yüklü makropeptitlerin açığa çıkmasını sağlar. Đkinci aşamada kazein
miselleri hidrofobik güçlerle veya elektrostatik interaksiyonlarla bir araya toplanır.
b) Faz I: Enzimatik hidroliz. Kimozin ve rennet ile κ- kazeinin rastgele hidrolizi gerçekleşir.
Kimozin/rennet
κ- kazein → çözünür kazein makropeptit + para κ- kazein
pH 5.1- 5.3
Rennet spesifik olarak κ- kazein fraksiyonuna etki etmekle birlikte α s1 fraksiyonunu hızlı, β
fraksiyonunu ise yavaş olarak hidrolize etme kapasitesine sahiptir. Bu fraksiyonlar ancak
kazeinin misel yapısı bozulunca enzimlerin etkisine açık hale gelebilmektedir. α ve β
fraksiyonlarının hidrolizi peynirin olgunlaşma sürecinde önemlidir ve doku ile lezzet üzerine
etkilidir.
c) Faz II: Pıhtılaşma (Clotting). Rennet enziminin etkisiyle kazein miselleri bir araya toplanır
ve koagulum oluşur.
Peynir üretiminde sütün rennin yardımıyla pıhtılaşması birinci aşamadır. Rennin sütte rennetin
yapısında bulunan proteolitik bir enzimdir. Rennin veya kimosin kazeindeki peptit bağlarını hidrolize
ederek sütün pıhtılaşmasını sağlar. Kazein inek sütünde toplam proteinin yaklaşık % 80’ni oluşturur.
30-300 nm büyüklüğünde kazein miselleri halinde bulunur (Şekil 28). Başlıca kazein fraksiyonları α
s1-, αs2-, κ-, β-, γ- kazeinlerdir. Sırasıyla kazeinin % 38, 10,36, 13 ve 3’nü oluştururlar. Rennin enzimi
sadece κ-kazein fraksiyonuna etkilidir. Proteaz enziminin çözünürlüğü sütün pıhtılaşması için önemli
bir kriterdir. Bir çok proteaz enzimi başlangıçta pıhtılaşmayı sağlar, ancak tüm kazein fraksiyonundaki
peptitleri parçalamaya devam eder. bu işlem genel proteoliz olarak adlandırılır ve acı tatlı peptitlerin
oluşumuna neden olur. Peynir üretiminde kullanılacak proteazın genel proteoliz yerine sütü
pıhtılaştırma kapasitesinin yüksek olması beklenmektedir. Bu özellik en iyi rennin enzimi tarafından
sağlanmaktadır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
54
Şekil 28. kazein miselinin yapısı
D. Proteinazlar ve peynirin olgunlaşması
Ticari üretim söz konusu olduğunda peynir olgunlaşması için gereken depolama süresinin mümkün
olduğunca kısa olması istenmektedir. Olgunlaşma için gereken depolama süresinin kısaltılması
amacıyla eksojen enzimler ya da starter kültürlerin kullanımı gündeme gelmiştir. Ticari fungal
proteinaz (Aspergillus oryzae) ve bakteriyel proteinaz (Bacillus subtilis) kullanımı sonucunda fungal
proteinaz peynirde acı lezzetin oluşmasına neden olmuştur. Acı tat oluşumuna α- veβ-kazeinlerin aşırı
degredasyonu yol açmıştır. Düşük miktarda bakteriyel proteinaz eklenmesi istenen olgunlaşmış peynir
aroması oluşumunu sağlamış ancak dokuda bazı problemlere (özellikle kumsu yapı) neden olmuştur.
E. Fırın ürünlerinde proteazların kullanımı
Fırın ürünleri yapımında kullanılacak unun protein miktarının yüksek olması hamurun karıştırılma
süresinin kısalmasına olanak sağlar. Un su ile karıştırıldığı zaman viskoelastik bir bileşik olan gluten
oluşur. Gluten glutenin ve gliadin isimli iki protein fraksiyonundan oluşmuştur. Gluteinin yüksek
molekül ağırlıklı (150000-3000000 Da) proteinleri, gliadin ise daha düşük molekül ağırlıklı (25000-
100000 Da) proteinleri içerir. Glutenin disülfit bağlarıyla bir arada tutulan polipeptit ünitelerinden
oluşmuştur. Hamurun karıştırılması sırasında gluten esnek bir film tabakası oluşturur. Bu film tabakası
Fermentasyon sırasında üretilen CO2 gazının hamur içerisinde tutulmasını sağlar. Buğday unundan
elde edilen hamurun reolojik özellikleri unun yapısındaki glutenin özelliklerine bağlıdır. Hidrate
gluten hamurun başlıca bileşenidir ve hamurun viskoelastik özelliklerinden ve unun kuvvetinden
sorumludur. Örneğin kuvvetli unlardan elde edilen hamurlar aşırı karıştırma işlemini tolere edebilirler.
Bromat, peroksit ve iyodat gibi oksidasyon ajanları unun kuvvetini arıtmak için, sistein, glutatyon gibi
indirgen ajanlar ise unun kuvvetini azaltmak için kullanılırlar. Buğdayda ve dolayısıyla elde edilen
unda proteaz aktivitesi çok düşüktür. Bu nedenle fırınlama işlemi sırasında proteaz eklenmesi
gerekmektedir. Proteazlar peptit bağlarını hidrolize ederek gluten ağını bozarlar. Böylece elde edilen
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
55
son ürünün kalitesini belirlerler. Proteazın kontrollü eklenmesi daha fazla gaz tutulmasına dolayısıyla
hacmin artmasına, daha iyi simetri, doku, lezzet ve raf ömrünün artmasına neden olur. Proteaz
etkisiyle serbest amino gruplarının oluşması, Maillard reaksiyonuna ve istenen esmerleşme ile lezzet
oluşumuna neden olur. Proteazın aktivitesi hamurun karıştırılması ve fermentasyon aşamalarıyla
sınırlıdır. Isıya duyarlı olduğu için pişme aşamasında inaktive olur. Yüksek konsantrasyonda enzim
kullanılmasıyla oluşan aşırı proteoliz hamurda istenmeyen yapışkan ve ıslak dokuya neden olur.
Ekmek dışında bisküvi ve gofret gibi ürünlerin üretiminde glutence zayıf un istenir. Böyle bir
durumda proteazlar ya sulu hamura ya da öğütme sırasında una eklenir.
F. Proteazlar ve et gevrekliği
Et gevrekliği kasın ete dönüşümü sırasında ve daha sonraki depolama sırasında endojen proteazlar
tarafından sağlanır. Kasın ete dönüşümü üç aşamada gerçekleşir.
1. Ölüm katılığı (rigor mortis) oluşmadan önceki aşamada (prerigor) kas doku yumuşak
ve esnektir. Bu durumda, aktif glikolizis varlığı ve ATP ile kreatin fosfat
düzeylerindeki azalma söz konusudur. Ölüm sonrası glikolizis ile glikojen laktik aside
dönüşür ve pH düşer. pH düzeyi kaslar ve türler arasında çeşitlilik gösterir. Ancak iyi
beslenmiş ve dinlenmiş hayvanlarda glikojen depoları daha büyük olduğu için ölüm
sonrası pH dinlenmemiş ve beslenmemiş hayvanlara göre daha düşüktür.
2. Kasın sertleşmesi rigor mortis (ölüm katılığı) olarak bilinir. Rigor mortis normal
olarak ölümden 1-12 s sonra oluşur ve memelilerde sonraki 15-20 s içinde sona erer.
3. Ölüm katılığı sona erdikten sonra et gevrekleşmiş ve duyusal olarak kabul edilebilir
duruma gelmiştir. Memeli etlerinde bu duruma genel olarak 2˚ C’de 2-3 hafta
bekledikten sonra ulaşılır.
Katepsinler hücre içi proteolitik enzimlerdir. Karaciğer ve kas gibi birçok dokuda bulunurlar. Ölüm
sonrası gevreklik gelişiminde indirekt etkileri var gibi görünmektedir. Katepsinlerin başlıca
fonksiyonu sarkoplazmik proteinlerin peptit ve amnio asitlere degredasyonudur. Bu bileşenler lezzet
ön maddeleridir.
G. Proteazlar ve yağ ekstraksiyonu
Proteolitik enzimler yağ elde edilmesinde de uygulama alanına sahiptirler. Örneğin Nijerya kavun
çekirdeğinden yağ eldesinde proteolitik enzimler kullanılmaktadır. Kavun çekirdeği % 30 yağ % 50
protein içermekte ancak tüm yağ bilinen çözgenlerle ekstrakte edilememektedir. Çekirdeklere
proteolitik enzimlerin uygulanması nasıl olduğu bilinmemekle birlikte ekstrakte olabilen yağ miktarını
artırmaktadır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
56
ESTERAZLAR
Bu grup enzimler ester bağlarını aşağıdaki reaksiyona göre ayırırlar.
RCO-OŔ + H2O RCOOH + R-OH
Ester Asit Alkol
A. Lipazlar
Gliserol ester hidrolazlar veya lipazlar hayvan, bitki ve mikroorganizmalarda bulunan ve yağların
hidrolizinden sorumlu enzimlerdir.
B. Lipazlar ve peynir olgunlaşması
Peynirin olgunlaşması lipit ve protein hidrolizi gibi bir çok biyokimyasal reaksiyonun yer aldığı bir
prosestir. Olgunlaşma sırasında tereyağının lipolizi ve proteolizi gerçekleşir. Karakteristik lezzetin
oluşması için lipolizin kontrollü gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Lipoliz ile birlikte peynirin lezzetini
veren küçük zincirli yağ asitleri, bütirik asit, asetik asit ve propiyonik asitlerle birlikte metil ketonlarda
üretilmektedir.
C. Lipazlar ve süt ürünlerinde kötü lezzet oluşumu
Hidrolitik ransidite (acılık), lipaz aktivitesiyle oluşan serbest yağ asitlerine bağlı olarak gelişen
istenmeyen lezzete bağlanmaktadır. Oluşan bu yağ asitleri ya oksidatif acılaşmaya ya da β
oksidasyona uğramakta ve ayırt edilebilen lezzete sahip uçucu kısa zincirli doymuş yağ asitleri
üretilmektedir.lipazlar sütte, krema ve tereyağında hidrolitik ransiditeye neden olmaktadırlar. Bu tip
ransidite depolanmış unlarda ve tahıllarda, yulafta ve baklada görülmektedir.
D. Lipazlar ve yağ üretimi
Son yıllarda lipaz kullanarak yağ elde edilmesi önem kazanmıştır. Lipazın kullanıldığı alanlar
arasında;
1. yağ asitleri üretimi için yağların enzimatik hidrolizi
2. lipitlerin tersine hidroliz ile sentezi
3. interesterifikasyon ile liptlerin enzimatik modifikasyonu sayılabilir.
Lipaz kullanarak serbest yağ asidi üretimi şu andaki yüksek sıcaklık ve basıncın uygulandığı yönteme
göre çok büyük ekonomik avantaja sahiptir. Candida cylindracea’dan elde edilen lipaz zeytinyağının
hidrolizini 4 s gibi kısa bir sürede tamamlamıştır. Bu enzim Japonya’da kimyasal işlem ile elde edilene
göre daha iyi bir renk ve kokuya sahip serbest yağ asidi üretiminde kullanılmaktadır.
Yağların interesterifikasyonu, triaçilgliserol karışımlarının fiziksel özelliklerinde değişim ve
bileşimlerini modifiye etmek amacıyla uygulanmaktadır. Bu işlemde triaçilgliserol molekülündeki yağ
asidi ortamdaki diğer bir yağ asidiyle yer değiştirir. Kimyasal interesterifikasyonda bu işlem rastgele
gerçekleşir. Oysa spesifik lipaz kullanımı bu işlemin kontrollü olarak gerçekleşmesini sağlar. Normal
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
57
koşullarda triaçilgliseroller lipaz ile gliserol ve yağ asitlerine ayrılır. Belli koşullar sağlanırsa bu
reaksiyon geri döndürülebilir. Bu durumda başlıca reaksiyon ester sentezidir. Böylece
interesterifikasyon sağlanabilir.
Lipaz enzimi çeşitli yağların benzerlerinin elde edilmesinde kullanılmaktadır. Başlıca uygulama alanı
kakao yağı benzeri ve anne sütü yağı benzeri eldesidir.
Kakao yağı benzeri (Cocoa butter substitutes): Son yıllarda düşük değerli yağlardan lipaz enzimi
kullanarak kakao yağı benzeri elde etmek önem kazanmıştır. Kakao yağının erime sıcaklığı 25- 35° C
aralığındadır. Kakao yağı 1,3 disature- 2- oleik gliserittir. Palmitik, stearik ve oleik asit toplam yağ
asitlerinin % 95’ten fazlasını oluşturur. Lipaz enzimi yardımıyla palm yağı ve stearik asitten
sentezlenebilir.
Şekil 30. Palmitik ve stearik asit
Anne sütü yağı benzeri: Bitkisel yağların aksine anne sütü yağında palmitik asit gliserol
molekülünün ikinci pozisyonunda bulunur. 1 ve 3. pozisyonlarda ise oleik asit bulunur.
E. Fosfotazlar
Fosfotazlar sütte pastörizasyonun (HTST) etkinliğini saptamada kullanılırlar. Negatif fosfotaz testi
pastörizasyonun etkinliğini gösterir. Fosfotaz enziminin inaktive olmasını sağlayan işlem koşulları,
patojen bakterilerin de inaktive olmasını sağlar.
OKSĐDOREDÜKTAZLAR
Oksidoredüktazlar oksidasyon redüksiyon reaksiyonlarını katalizleyen enzimlerdir. Bu enzimlerin
gıdada kullanılışı hidrolazlara göre çok azdır. Bu grup enzimler arasında en fazla kullanılan glukoz
oksidaz ve onu takiben katalaz ve lipoksigenazdır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
58
A. Glukoz Oksidaz
Glukoz oksidaz β-D-glukozun D-glukonik aside oksidasyonunu katalizler.
B. Glukozun glukoz oksidaz ile ortamdan uzaklaştırılması
Maillard reaksiyonunu minimize etmek için ortamdan glukozun uzaklaştırılmasında kullanılır.
Örneğin çok az miktarda yumurta albuminine ya da yumurta tozuna eklenir ve glukozun aldehit grubu
oksitlenerek glukonik aside dönüşür.
C. Oksijenin glukoz oksidaz ile ortamdan uzaklaştırılması
Glukozun oksidasyonunda glukoz oksidaz oksijeni alır. Enzimin bu özelliği bira, şarap, meyve suyu ve
mayonez gibi ürünlerde ortamdaki iz miktarda oksijenin uzaklaştırılması için kullanılır.
D. Katalaz
Katalaz hidrojen peroksidin su ve oksijene ayrılmasını katalizler. Katalazın sebzelerin depolanması
sırasındaki oksidatif bozulmadan sorumlu olduğu düşünülmektedir.
E. Hidrojen peroksidin katalaz ile uzaklaştırılması
Hidrojen peroksit bazı gıdalarda sterilizasyon ajanı olarak kullanılmaktadır. Çoğunlukla çiftliklerde
sütün bozulmasını önlemek amacıyla süte katılmaktadır. Hidrojen peroksit sadece patojen
mikroorganizmalara etki etmekte laktik asit bakterilerine ve sütün endojen enzimlerine etki
etmemektedir. Ancak daha sonra sütü işlerken iz miktarda bile olsa hidrojen peroksidin ortamda
kalmaması gerekir. Bu nedenle katalaz uygulayarak hidrojen peroksit ortamdan uzaklaştırılır.
F. Oksijeni uzaklaştırmak için katalaz ve glukoz oksidaz kullanımı
Katalaz glukoz oksidaz ile birlikte glukoz içermeyen diyetetik içecekler, fruktoz içermeyen invert
şeker ve glukoz içermeyen maltoz üretiminde kullanılır. Bu enzim kombinasyonu birçok gıdadan
oksijeni uzaklaştırmak için kullanılmaktadır.
G. Peroksidaz
Peroksidaz prostetik grup olarak hem içerir ve aşağıdaki reaksiyonu katalizler.
AH 2 + R-OOH A + H2O + R-OH
A: Hidrojen verici (a hydrogen donor). Benzidin, pirogallol, flavonoidler veya tirozin gibi bileşenler
hidrojen verici olarak görev yaparlar.
R-OOH: Hidrojen peroksit ya da metil, etil hidrojen peroksit gibi diğer organik peroksitleri sembolize
eder.
H. Haşlama işleminin indeksi olarak peroksidaz
Peroksidazın sebzelerin depolanması sırasındaki oksidatif bozulmadan sorumlu oldukları
bilinmektedir. Sıcaklığa oldukça dayanıklı bir enzimdir ve haşlama işleminin etkinliğini saptamak için
kullanılır. Peroksidaz 85˚ C’de 32 dakika tutulduğunda aktivitesinin sadece yarısını kaybetmektedir.
Haşlama işleminde peroksidaz aktivitesinin kaybolması bozulmaya neden olan diğer enzimlerin
aktivitelerinin de kaybolduğunun bir göstergesidir. Ancak peroksidaz enziminin denatürasyonu geri
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
59
dönebildiği için enzim bir süre sonra tekrar rejenere olmaktadır. Bu nedenle haşlama işleminin
etkinliğini saptarken enzimin bu özelliğinin dikkate alınması gerekir.
Đ. Askorbik asit oksidaz
Askorbik asit oksidasyonu ya otooksidasyon yoluyla ya da askorbik asit oksidaz enziminin etkisiyle
gerçekleşir. Askorbik asit oksidaz enziminin çalışması için bakır mineraline gereksinimi vardır. Bu
enzim özellikle meyve ve sebzelerin depolama sırasındaki esmerleşmesinden sorumludur. Esmerleşme
ya buharda haşlama ile ya da ortamdaki oksijenin uzaklaştırılması ile önlenebilir.
J. Lipoksigenaz
Lipoksigenaz bitkilerde oldukça fazla bulunmaktadır. Bu enzim oksijen varlığında cis, cis-1,4-
pentadien içeren lipitlerin konjuge cis, trans-hidroperoksitlere oksidasyonlarını katalizler.
Lipoksigenazın substratları serbest ve ester formlarındaki linoleik, linolenik ve araşidonik asitlerdir.
Oleik asit lipoksigenazın substratı değildir. Lipoksigenaz tarafından katalizlenen reaksiyon aşağıda
gösterilmiştir.
R1- CH = CH- CH2 – CH = CH – R2 + O2
cis cis
•••• •
(R1 – CH = CH – CH – CH = CH –R2 + OOH)
• •
(R1 – CH = CH – CH = CH – CH – R2 + OOH)
cis trans
R1 – CH = CH CH = CH – CH – R2
cis trans ||||
OOH
Lipoksigenaz prooksidan olarak hareket eder ve bitkilerdeki yüksek oranda çoklu doymamış yağ
asidi içeren lipitlerde oksidatif ransiditeye neden olur. Bu çiğ kurubaklagiller için bir problemdir.
K. Lipoksigenaz ve fırın ürünleri teknolojisi
Lipoksigenazın fırınlama işleminde unun pişme kalitesini artırma bakımından büyük önemi vardır.
Kanada, Amerika ve Đngiltere’de aktif enzim içerikli soya unu desteği olarak kullanılmaktadır.
Fransa’da ise soya unu kullanılmadığı için bu enzim desteği olarak bakla unu kullanılmaktadır. Patenti
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
60
alınmış ilk uygulama (1934 yılında) öğütülmüş soyanın, un pigmentlerini ağartmak ve daha beyaz
ekmek içi oluşturmak amacıyla kullanılmasıdır. Lipoksigenaz unda gluteni okside ederek istenen
ekmek içi yapısının oluşmasını sağlamaktadır.
L. Lipoksigenaz ve pigmentlerin ağartılması
Doğal un pigmentlerinin ağartılması çoklu doymamış yağ asidi ve pigmentlerin birlikte oksidasyonuna
dayanmaktadır.
lipoksigenaz
Çoklu doymamış yağ asidi lipit hidroperoksitleri
O2
ββββ-karoten renksiz bileşikler
M. Lipoksigenaz ve hamur gelişimi
Hamurun gelişiminde lipoksigenazın etkisi bağlı lipitlerin açığa çıkmasıyla ilişkilidir. Glutenin okside
olması hamurda istenen reolojik özelliklerin oluşmasını sağlar. Bunun yanısıra hekzanal üreterek
ekmek lezzetinin olumlu yönde değişmesini sağlar.
KARI ŞIK (MISCELLANEOUS) ENZ ĐMLER
Karışık enzimler terimi hidrolazlar ya da oksidoredüktazlar olarak sınıflandırlamayan enzimler için
kullanılır. bu gruptaki en önemli enzim gıda endüstrisinde tatlı şurup hazırlamada kullanılan glukoz
izomerazdır.
A. Glukoz izomeraz
Glukoz izomeraz enzimi büyük miktarda tatlı şurup hazırlamada kullanılır. Glukozun fruktoza
izomerizasyonunu katalizler. Son yıllara kadar glukoz izomerazın pahalı oluşu enzimin bu amaçla
kullanımını sınırlamıştır. Çünkü sakkarozdan invert şeker elde etmek daha ekonomik olmuştur. Ancak
günümüzde Japon araştırıcılar ksilan veya ksiloz varlığında glukoz izomeraz üretimi indüklenen yeni
bir suş ‘’ Streptomyces sp.’’ bulmuşlardır. Glukozun fruktoza dönüşümü tatlılıkta önemli artışa ve
istenilen fiziksel ve kimyasal özelliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Glukoz izomeraz kullanarak
mısır şurubundaki glukoz fruktoza çevrilir. Yüksek fruktoz içeren mısır şurubu eldesinde sürekli
sistemde immobilize enzim kullanılır. % 42 düzeyinde fruktoz içerir. Geri kalan glukoz ve iz miktarda
maltoz ve oligosakkaritlerdir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
61
FONKSĐYONEL GIDALAR
GELENEKSEL BESLENME
Geleneksel beslenme anlayışı gıdanın, insan büyüme ve gelişimini destekleyecek besin öğeleri
içeriğiyle ilgilenir. Bu anlayış, 20. yüzyılın son çeyreğine kadar etkili olmuş ve bu yöndeki
araştırmaların planlanmasına ön ayak olmuştur. Geleneksel beslenme anlayışında yeterli ve dengeli
beslenmenin karşılanıp karşılanmadığını belirlemede, besin öğeleri için “önerilen günlük alım
miktarları’’ nı sağlama, diyet rehberleri ve gıda rehberleri gibi rehberlere uygun beslenme modelini
uygulama gibi değişkenler kontrol edilir. 20.yüzyılın ilk yarısında bilim insanları, gıdaları ve gıdalarda
meydana gelen biyokimyasal reaksiyonları araştırırken gıdanın besleyici bileşenleri olan besin öğeleri
ve gıda işleme yöntemlerinin gıdadaki biyokimyasal reaksiyonlar ve dolayısıyla besin öğeleri üzerine
etkilerini araştırmıştır. 20 yüzyılın son çeyreğinden itibaren ise endüstrileşmiş dünya yeni sorunlarla
karşılaşmaya başlamıştır. Bu sorunlar arasında hastalık ve tedavi maliyetlerinin artması, yaşam
süresinin uzaması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sağlık problemleri sayılabilir. Bunun yanısıra
bilim dünyasındaki ilerlemeler ve yeni teknolojilerin geliştirilmesi, gıdanın yapısının aydınlatılmasını,
gıdada gerçekleşen biyokimyasal reaksiyonların tanımlanmasını, beslenme ve sağlık arasında anlamlı
ili şki olduğunun saptanmasını sağlamıştır. Tüm bu gelişmeler, “optimum beslenme” anlayışının ve
“fonksiyonel gıda” kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
OPTĐMUM BESLENME
Günlük beslenme modelinin, besin öğesi olan ve besin öğesi olmayan bileşenleri içerecek şekilde
optimizasyonudur.
OPTĐMUM BESLENME KAVRAMININ DO ĞMASINA NEDEN OLAN TALEPLER
� Hastalıkların tedavi maliyetlerinin ve iş günü kayıplarının artması.
� Yaşam süresinin uzaması.
� Toplumdaki yaşlı insan sayısının artması ( Avrupa Topluluğunda 65 yaş ve üzerindeki
insanlar popülasyonun % 14-17’ni oluşturmaktadır).
� Đnsanların kaliteli bir yaşam sürme arzusudur.
Fonksiyonel gıda kavramının Japonya’da ortaya çıkışı
Fonksiyonel gıdalar tek, çok iyi tanımlanmış veya özellikleri kesin sınırlarla belirlenmiş gıdalar
değildir. Aslında birçok gıda fonksiyonel gıda olarak değerlendirilebilir. Bu kavram, iyi olma
durumunu ve sağlığı etkileyen ve/veya hastalık riskini azaltan besin öğesi olan ya da olmayan
bileşenleri kapsar.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
62
Fonksiyonel gıda; beslenme bakımından yeterli olmanın yanısıra, vücutta bir veya birden fazla
fonksiyon üzerine iyi olma halini sağlama ve/veya hastalık riskini azaltma gibi olumlu etkilere sahip
gıda olarak tanımlanır. Dünyada bu tip gıdaları tanımlamak için birçok terim kullanılmaktadır. Bunlar
arasında; nutrasötikler (nutraceuticals), düzenleyici gıdalar (designer foods), farmagıdalar
(pharmafoods), tıbbi gıdalar (medifoods) ve vitafoods sayılabilir.
Fonksiyonel gıda teriminin doğum yeri Japonya’dır. 1980’li yılların başında 3 tane geniş kapsamlı
çalışma Japon Hükümeti tarafından desteklenmiştir. Bu projelerin isimleri, 1) Gıda fonksiyonlarının
geliştirilmesi ve sistematik analizi 2) Gıdanın fizyolojik düzenleme fonksiyonunun analizi 3)
Fonksiyonel gıdaların analizi ve moleküler düzeyde tasarım olarak belirlenmiştir. 1991 yılında ise
gıdanın sağlıklı yaşam için kullanımı (Foods for Specific Health Use= FOSHU) kavramı
oluşturulmuş ve kabul görmüştür. Foshu gıdalar, içerdiği bileşenler nedeniyle veya allerjik etkiye
sahip bileşenlerin gıdadan uzaklaştırılmasına bağlı olarak sağlık üzerine olumlu etki gösteren
gıdalardır. FOSHU olarak tanımlayabilmek için kanıtların son ürün için elde edilmiş olması ve ürünün
kesinlikle gıda formunda olması gerekmektedir.
Avrupa Topluluğunda ise 1999 yılında “Avrupa’da Fonksiyonel Gıdaların Bilimsel Tasarımı” başlıklı
rapor üzerinde anlaşmaya varılmıştır. Bu rapora göre;
• spesifik gıda bileşenleri ve besin öğelerinin vücuttaki hedef fonksiyonlar üzerine olumlu
etkilerini gösteren bilimsel kanıtların elde edilmesi
• bilimsel kanıtların ürün bazında değil fonksiyon bazında elde edilmesi,
olarak araştırmaların hangi alanlarda yoğunlaşması gerektiği planlanmıştır.
Ayrıca özellikle AB’de kabul görmüş görüşe göre fonksiyonel gıda tanımındaki ana
noktalar; Fonksiyonel gıdalar kesinlikle
� Đlaç, kapsül veya herhangi bir diyet desteği formuna olmamalı
� Bilim dünyası tarafından etkileri onaylanmış olmalı
� Beslenme bakımından yeterli olmanın yanısıra, vücutta bir veya birden fazla fonksiyon
üzerine iyi olma halini sağlama ve/veya hastalık riskini azaltma gibi olumlu etkilere sahip
olmalı
� Normal gıda tüketim modelinin bir parçası olmalı
şeklinde özetlenebilir.
Fonksiyonel gıdalar;
� Özel yetiştirme koşullarında bileşenlerinden bir tanesi doğal olarak artırılmış olan gıdalar
� Sağlık faydası sağlamak üzere herhangi bir bileşen eklenmiş gıdalar
� Gıdanın yapısında doğal olarak bulunan ve sağlık üzerine olumsuz etki sağlayacak bir veya
birden fazla bileşenin gıdadan ayrılmasıyla elde edilen gıdalar
� Sağlığı güçlendirmek amacıyla gıdanın yapısında bulunan bir veya birden fazla bileşenin
kimyasal olarak modifiye edildiği gıdalar
� Yapısındaki bir veya birden fazla bileşenin biyoyararlılığının artırıldığı gıdalar
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
63
� Öne sürülen tüm olasılıkları sağlayabilecek herhangi bir kombinasyon olabilir.
FONKSĐYONEL GIDA B ĐLEŞENLERĐNE AĐT BAZI ÖRNEKLER Bitki sterol ve stanol esterleri Bitkilerde buluan sterollerin hayvanlarda bulunan kolesterol ile benzer görevleri vardır. Bitki sterolleri bağırsaklarda kolesterol ile etkileşimleri nedeniyle kolesterol emilimini ve dolayısıyla kan kolesterol seviyesini azaltırlar. Bitki sterolleri gıdada yağ matriksinde çözünmez formda bulunurlar. Esterifikasyon işlemi sterollerin yağ matriksinde çözünebilmelerine ve efektif olarak diyete eklenebilmelerine olanak sağlar. Sterollerin ester formu, ya gıdada doğal olarak ya da hidrojenizasyon (stanol) işlemi sonucunda oluşur. Soya mısır gibi ekim yapılan ürünlerin doğal bileşenleridir. Ancak diyetteki konsantrasyonları oldukça düşüktür. Ortalam bir diyet yaklaşık 200-400 mg/gün, vejeteryan bir diyet yaklaşık 800 mg/gün bitki sterolleri sağlar. Bitki sterol ve stanolleri için beyanların kanıtlanması Birçok bilimsel çalışma bitki sterol/stanollerinin LDL kolesterolünü düşürdüğünü göstermiştir. Çalışmalar kan kolesterol düzeyi normal ve yüksek olan erkek ve kadınlarda, düşük ve yüksek yağlı diyet tüketen yetişkinlerde, kolesterol düşürücü ilaç alan bireylerde ve genetik olarak yüksek kolesterole sahip çocuklarda yapılmıştır. Sonuçlar bitki sterol/stanollerinin LDL kolesterolünü %10-15 civarında azlttığını göstermiştir. Bu etkinin sağlanması için günlük alımın 1.6 g olması gerekmektedir. HDL kolesterolü üzerine bir etki saptanmamıştır.
Yukarıdaki Şekil’de bitki sterolleri ile ilgili hangi beyanların yapılabileceği gösterilmiştir. Eğer bitki sterollerinin LDL kolesterolünü düşürebildiğine ilişkin yeterli kanıtlar varsa güçlendirilmiş fonksiyon beyanı yapılabilir. Güvenirlik Bitki sterolleri USA ve EC’de GRAS (Generally regarded as safe) statüsündedir. Uygulamaları Bitki sterol ve stanolleri içeren (8g/100g) sürülebilir yağlar piyasada satılmaktadır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
64
Fonksiyonel gıda bilimi ile ilişkili insan fizyolojisine ait önemli alanlar;
� Bebek - çocuk gelişimi ve büyüme
� Temel metabolik proseslerin düzenlenmesi
� Oksidatif strese karşı savunma
� Kardiyovaskuler fizyoloji
� Gastrointestinal fizyoloji
� Bili şsel ve mental performans (mod ve dikkat dahil)
� Fiziksel performans
şeklinde belirlenmiştir.
FONKSĐYONEL GIDALARI GEL ĐŞTĐRMEDE KULLANILAN TEKNOLOJ ĐLER
Gıda endüstrisi fonksiyonel gıdaları üretmek için mevcut teknolojileri kullanmasına rağmen, bu
teknoloji fonksiyonel gıdaları geliştirmede pek elverişli değildir. Fonksiyonel gıda geliştirmede; 1)
sağlık üzerine fayda sağlayacak besin öğelerinin ham maddeden elde edilmesi ve spesifik bir grubun
tüketmesi için tasarlanan bir gıdaya eklenmesi, 2) bir gıdada bulunan ve sağlığı olumsuz etkileyecek
bir bileşenin gıdadan uzaklaştırılması sıklıkla uygulanan yaklaşımlardır. Bu işlemlerin yapılabilmesi
için zenginleştirme ve ekstraksiyon teknolojilerinin geliştirilmesi ve/veya kullanılması gerekmektedir.
Zenginleştirme: Gıdaların zenginleştirilmesinde en yaygın kullanılan besin öğeleri antioksidanlardır.
Ancak antioksidan besin öğeleri doğaları gereği hızla okside olurlar ve biyolojik aktiviteleri yok olur.
Bu nedenle oksidasyonu minumuma indirecek veya tamamen önleyecek teknolojilerin (ambalaj
teknolojisi, enkapsülasyon, oksidasyona daha stabil formların geliştirlmesi vb) geliştirilmesi ve
uygulanması konusunda çalışmalar yapılmaktadır. Gıdalara eklenen diğer bileşenler ise besin öğesi
olmayan bileşiklerdir. Bunlar arasında fitokimyasallar ve bazı mikroorganizmalar (probiyotik
bakteriler) sayılabilir. Özellikle sağlık faydası sağlamak amacıyla gıdaya eklenen probiyotik suşların
gastrointestinal sistemde canlılıklarını koruyabilmeleri ve gelişebilmeleri için uygun teknolojilerin
geliştirilmesi önem kazanmıştır.
Ekstraksiyon ve seperasyon (ayırma): Çeşitli ekstraksiyon yöntemleri ile birçok gıdadan bir çok
bileşeni ekstrakte etmek mümkündür. suda çözünebilen bir lif olan β-glukan tahıllardan ekstarkte
edilip kardiyovaskuler sistem ve kalın barsak için sağlık faydası sağlamak üzere çeşitli gıdalara
eklenebilir. Benzer olarak soyadan izoflavonlar, sebzelerden glukosinolatlar ekstrakte edilerek çeşitli
gıdalara eklenebilir. Fonksiyonel gıda alanında ekstraksiyon ve ekleme uygulaması ilk kez uygulanan
bitki sterol ve stanollerinin çeşitli gıdalara eklenmesidir. Steroller bitkisel gıdalardan klasik
ekstraksiyon yöntemleri ile izole edilmektedir. Bitki sterollerinin lipit ortamda çözünürlüğü sınırlı
olduğu için yağlara, bitkisel yağlardan elde edilen yağ asitleriyle esterleştirilerek eklenmektedir.
Bir diğer uygulama ise sağlık üzerine zararlı etkisi olabilecek bileşenlerin gıdadan uzaklaştırılmasıdır.
Örneğin yumurta sarısından kolesterolün uzaklaştırılmasında süper kritik karbondioksit ekstraksiyonu
kullanılmaktadır. Bir diğer örnek ise tahıllarda doğal olarak bulunan fitatın uzaklaştırılmasıdır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
65
YENĐ BĐR ARAŞTIRMA ALANI: NUTR ĐGENOMĐK
Nutritisyonel genomik gen boyutunda besin öğeleri ve beslenmenin etkilerini araştıran yeni bir
araştırma alanıdır. Amaç diyet ve beslenme ile ilişkili hastalıkların önlenme potansiyellerini ortaya
koymaktır. Araştırmacılar gelecek on yılda destekler ve fonksiyonel gıda endüstrilerinin nutrisyonel
genomik araştırma ve uygulamalarındaki gelişmelere paralel olarak hızla gelişeceklerini
öngörmektedirler. Bu alandaki gelişmeyle eş zamanlı olarak bazı gıda bileşenlerinin metabolik
prosesler ve uzun dönemde hastalık riski üzerindeki etkilerinin anlaşılmasında da güçlü ilerleme
kaydedilecektir. Bireylerin genetik bilgisine ulaşılacağı için günümüzde geçerli olan koruyucu tıp
kapsamındaki bazı verilerin yeniden tanımlanması mümkün olacaktır. Tablo 12’de bu alanla ilgili bazı
terimlerin açıklamaları verilmiştir.
Tablo 12 . Beslenme ve gen bilimi ile ilgili terimler ve açıklamaları
Genom Bir organizmadaki genetik bilginin tümü. (Talimatname kitabı) Genomik Gen ve fonksiyonları ile ilgili çalışma alanı Allel Kromozom üzerinde belirli bir bölgede (yerde) bulunan bir genin değişik
formları (Şekil 18). Farklı alleller saç rengi veya kan grubu gibi genetik özelliklerde değişiklikleri yaratırlar. Bir insanda allelin bir formu (dominant) diğer forma (resesif) göre daha fazla aktarılabilir.
Locus/loci Bir kromozomdaki bir genin gerçek fiziksel yeridir. Genin bir çeşit adresidir (Şekil 18).
Nutrigenetik Biyoaktif bir diyet bileşeninin genetik materyalle bağlantı mekanizması üzerine yapılan çalışmadır. Ayrıca genetik varyasyonun bu biyoaktif bileşenler ile kişinin sağlık ve hastalık potansiyeli arasındaki ilişkiyi nasıl etkilediğini araştırır.
Nutrigenomik Global populasyon düzeyinde biyoaktif gıda bileşenlerinin genom, proteom (porteinlerin tümü) ve metabolom (metabolitlerin tümü) üzerine etkileri ile ili şkilidir.
Nutrisyonel genomik Diyet ve yaşam tarzının moleküler, hücresel, organizma ve populasyon düzeylerinde nasıl etkili olduğunu araştırır. Nutrigenetics ve nutrigenomics’ i kapsar.
Şekil 31’de biri çiçek rengi diğeri gövde uzunluğu olmak üzere iki tane loci görülmektedir. Renk için
5 allel gövde uzunluğu için ise 2 allel bulunmaktadır.
Kaliforniya Üniversitesi’nde Nutritional Genomik için bir mükemmeliyet merkezi oluşturulmuştur. Bu
merkez, yükselen bir araştırma alanı olarak Nutritional Genomik’in neye odaklandığını kavramsal
temelde açıklayan 5 prensip ortaya koymuştur.
1. Diyet bazı bireylerde ve belirli koşullarda çok sayıda hastalık için risk faktörü olabilir.
2. Diyetle alınan kimyasallar direkt veya indirekt olarak insan genomunu etkileyebilir ve böylece
gen aktarımı veya yapısı değişebilir.
3. Diyetin hastalık ve sağlık arasındaki dengeyi etkileme derecesi kişinin genetik doğasına bağlı
olabilir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
66
4. Diyet ile modüle edilen genler kronik hastalıkların ortaya çıkmasını, ilerlemesini, insidansını
ve şiddetini etkileyebilir.
5. Diyete beslenme gereksinimi, beslenme durumu ve genotip (kişisel beslenme) bilgilerine
dayalı olarak yapılan müdaheleler, kronik hastalıkları önleme, şiddetini azaltma veya tedavi
etme amaçları için kullanılabilir.
Şekil 31. Bir bitkideki loci ve alleller
Gen ekspresyonunun diyet kaynaklı düzenleyicileri; besin öğesi (yağ asitleri, demir veya selenyum),
besin öğesi olmayan bileşenler (fitokimyasallar), gıda bileşenlerinin metabolitleri (örneğin;
eikosonoidler, retinoik asit vb), gıdaların pişirilmesi ile oluşan bileşikler (örneğin; pişmiş etteki
heterosiklik aminler) veya intestinal bakteriyel metabolizma sonucunda oluşan ürünler (kısa zincirli
yağ asitleri vb) olabilir. Protein ekspresyonunda düzenleyici olarak görev yapan diyet bileşenleri
Tablo 13’te gösterilmiştir.
Genetik bakış açısıyla beslenme
Örneğin APOA1 geni HDL kolesterolündeki major proteini kodlayan gendir. Bu gen lipid
metabolizmasında merkezi bir rol oynar. Bu genin -75 pozisyonunda yerleşen özel GA (guanin-
adenin) varyantı kişinin çoklu doymamış yağ asitlerine vereceği yanıtı etkilemektedir. GG alele sahip
kadınların düşük miktarda (< enerjinin % 4’ü) çoklu doymamış yağ asidi alımına oldukça yüksek HDL
kolesterolü ile karşılık verirler. Oysa GA alele sahip kadınların HDl kolesterolü için oldukça yüksek
miktarda (> enerjinin %8’i) çoklu doymamış yağ asidi alımına gereksinimleri vardır. Kadınlarda
saptanan bu gen-diyet interaksiyonunun erkekler için geçerli olmadığı saptanmıştır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
67
Tablo 13. Protein ekspresyonunda düzenleyici olarak görev yapan diyet bileşenleri
Hedef Bölge Düzenleyici besin öğelerine ait örnekler
Gen transkripsiyonu Yağ asitleri, glukoz, kolesterol, retinoidler, D vitamini
mRNA stabilitesi Yağ asitleri, glukoz, selenyum, demir
mRNA prosesi Çoklu doymamış yağ asitleri, glukoz
mRNA translasyonu Demir, amino asitler
Translasyon sonrası modifikasyon Vitamin ve mineraller
Çalışmalar kalp hastalıkları riski ile toplam trigliserit ve kolesterol fraksiyonları arasında güçlü bir
ili şki olduğunu göstermekle birlikte vücutta üretilen enflemasyon ajanlarının özellikle akut
kardiyovaskuler hastalıklarla ilişkisi olduğunu göstermiştir. IL-1 (interlökin 1) alleline sahip bireylerin
enflamasyona yatkınlıklarının yüksek olduğu ve enflamasyon nedeniyle üretilen bileşiklerin çeşitli
kronik hastalıklara yol açtığı belirtilmiştir. Proenflamatuar IL-1 genotipin akut kardiyovaskuler
hastalıklar ile ilişkili olduğu ve bu allele sahip kişilerin toplam kolesterol düzeyi yüksek olmamakla
birlikte kardiyovaskuler hastalık risklerinin arttığı belirtilmiştir.
ÖRNEK NEW NUTRĐLĐTE® IL1 Heart Health Nutrigenomic Dietary Supplement Supports heart health for those who are IL1 positive Product Description This exclusive NUTRĐLĐTE
® IL1 Heart Health Supplement is the first and only natural supplement formulated to specifically address the phytonutrient needs of individuals who have an over expression of the IL1 gene, to help them maintain a healthy heart and cardiovascular system.* Now available in bottles. This product contains gluten. This exclusive NUTRĐLĐTE
® formula supports heart health. It is recommended if you have tested positive for variations in the IL1 gene. It helps balance IL1 gene expression and helps maintain normal C-reactive protein levels that are already within the normal range.* This unique combination of ingredients includes rosehips, grape stem and vine extract, blackberries, and blueberries, all powerful antioxidants. And this supplement is now available in bottles as well as in Customized Packets. *This statement has not been evaluated by the Food and Drug Administration. This product is not intended to diagnose, treat, cure, or prevent any disease.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
68
NANOTEKNOLOJ Đ VE NANOGIDALAR
Gıda, sağlık ve beslenme ilişkisinin ortaya konması, gıda endüstrisinin sağlık faydası sağlayan ürünler
üretme yolunu tercih etmesine neden olmuştur. Bu noktadan hareketle fonksiyonel gıda pazarı hızla
gelişmiş ve bir çok ürün tüketicinin tercihine sunulmuştur. Ancak fonksiyonel gıdaların beyan edilen
sağlık faydasını etkin ve efektif olarak karşıladıkları konusunda çekinceler bulunmaktadır. Bu
çekincelerin başında, fonksiyonel gıdada bulunan ve sağlık faydası getiren besin öğesi veya
biyomolekülün insan vücudundaki biyoyararlılığı ve bu fonksiyonel bileşenlerin hedef organlara veya
dokulara ulaşabilirliği konusundaki şüpheler yer almaktadır. Karşılaşılan bir diğer problem ise
fonksiyonel gıdaya eklenen bileşenin gıdanın duyusal özelliklerinin değişimine neden olmasıdır. Bilim
insanları fonksiyonel gıdalarda karşılaşılan bu problemleri çözmeye çalışırken yeni bir teknoloji alanı
olan nanoteknolojinin gıda uygulamaları alanında da kullanılabileceği gündeme gelmiştir.
Nanoteknoloji uygulamalarının, yukarıda bahsedilen problemlerin çözümünde anahtar rol oynayacağı
öngörülmektedir.
Nanoteknoloji Nedir?
Nanoteknoloji son yıllarda küresel boyutta önem kazanan yeni bir teknoloji alanıdır. Yunanca’da
“cüce” anlamına gelen nano terimi metrenin milyarda biri olan fiziksel boyutları ifade etmektedir
(Tablo 14) ve bu skala nanometre skalası veya nanoskala olarak adlandırılmaktadır.
Tablo 14. Boyut/uzunluk skalası
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
69
Canlı organizmalar önemli işlevlere sahip birçok nanoparçacıktan oluşmuştur. Örneğin 10 nm
çapındaki potasyum ve sodyum iyonları sinir impulslarının oluşumunu sağlamaktadır. Şekerler,
hormonlar, amino asitler ve DNA nanometre skalasında yer alan moleküllerdir (Şekil 32). Nanoskala
boyutunda elektron, foton ve atomların kuantum mekaniği özellikleri geçerlidir. Bu boyutta
materyallerin kimyasal yapısını değiştirmeden temel özelliklerini kontrol etmek mümkündür.
Şekil 32. Đnsan yapımı ve doğal bileşenlerin boyut/uzunluk skalasındaki yeri
Nanoteknoloji, temel olarak yeni özellik ve fonksiyonlara sahip büyük yapılar yaratmak amacıyla
atomik ve moleküler düzeyde çalışılabilme yetisi olarak tanımlanabilir. Moleküler nanoteknoloji
atom-atom veya molekül-molekül temelinde maddenin yapısını kontrol ettiği gibi moleküler üretim
bazında proses ve ürünleri de kontrol etmektedir. Mühendislik uygulanmış nanopartikül terimi ise
doğal olarak bulunmayan ancak, insan tarafından zaman içinde farklı materyallerin bir araya
getirilmesi ile elde edilen partikülleri tanımlamaktadır. Nanoteknoloji terimi ilk kez 1974 yılında Nori
Taniguchi tarafından kullanılmış ve bilimsel literatüre girmiştir. Bundan çok yıllar önce 1959 yılında
Amerikan fizikçisi Richarh Feynman taramalı elektron mikroskopunun çözünürlük ve stabilite
bakımından geliştirilebileceğini ve böylece atomların bile görülebileceğini öne sürmüştür. Feynman,
bilim insanlarının kimyasal stabilite sınırları çerçevesinde, atomları ince yapılar oluşturacak şekilde
istediği gibi düzenleyebileceğini öne sürmüştür.
Nanoteknoloji acaba çok yakınımızda mı?
Bugün nanoteknoloji ile üretilmiş çeşitli temizlik malzemeleri, duvar boyaları ve tekstil ürünleri
evlerde ve işyerlerinde kullanılmaktadır. Ayrıca elektrik-elektronik ve bilgisayar alanlarında
nanoteknoloji ile üretilen parçacıkların kullanımı çok daha eskiye dayanmaktadır. Gıda sanayinde ise
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
70
nanoteknoloji uygulamaları henüz çok yenidir ve ticari olarak üretilen ürünlerin başında likopen ve
karoten destekleri yer almaktadır. Gıda endüstrisindeki nanoteknoloji uygulamaları, taşıma sistemleri
(miseller, nanoemülsiyonlar, liposomlar, biyopolimerik nanoparçacıklar vb), gıda güvenliği ve
biyogüvenlik (nanosensörler vb) ve nanotoksizite gibi uygulamaları kapsamaktadır. Dünyada gıda ve
meyve suyu ambalaj sektöründeki nanoteknoloji ürünlerinin satışı 2002 yılında 150 milyon $ iken
2004 yılında 860 milyon $ a yükselmiştir. Uzmanlar gıda endüstrisinde nanoteknoloji uygulamaları ile
üretilen ürünlerin 2010 yılında pazarda 20 milyar dolar değerinde bir paya sahibi olacaklarını tahmin
etmektedirler. Şu anda gıda endüstrisi, nanoteknolojinin gücünün yeni yeni farkına varmaktadır. Kraft
Gıda 2000 yılında nanoteknoloji laboratuarını kurmuş ve dünya çapındaki
15 üniversite ile birlikte NanoteK konsorsiyumunu oluşturmuştur. 2006 yılının Mart ayında yapılan bir
araştırmada 200 civarında nano ürünün pazarda yer aldığı ve bunun % 59’nun sağlık ve zindelik, %
9’nun gıda ve içecek ürünleri olduğu belirlenmiştir. Dünyanın en büyük 10 gıda firmasının 5 tanesi
ambalaj, gıda güvenliği ve beslenme alanında bu küçük partiküller ile gerçekleşebilecek büyük
ilerlemeleri araştırmaktadır. Gıda endüstrisindeki nanoteknoloji uygulamaları ve nano ürünlere ait
yürütülen araştırmalara örnekler Tablo 14’te görülmektedir. Benzer olarak tarım alanında da
pestisitler, gübre ve diğer tarım girdileri için nanoteknoloji uygulamaları geliştirilmektedir.
Gıda, beslenme ve nanoteknoloji uygulamaları
Nanoteknoloji ve nanobilimler bu doğal oluşu taklit etmeye yönelik olarak, kütlesel materyali
parçalamaktan ziyade (top-down) moleküler ölçüde bu maddeleri sentez etmeye (montaj, bottom-up
approach) yönelmiştir. Bu amaçla örneğin ilaç, gıda ve kosmetikte yeni kullanım alanları için, yeni
ve farklı yapılar oluşturulmaya çalışılmaktadır.
Gıda endüstrisinde nanoteknoloji uygulamaları ve bu alanda yapılan araştırmaların henüz bebeklik
döneminde oldukları kabul edilmektedir. Buna karşın araştırıcılar, gıda endüstrisindeki nanoteknoloji
uygulamalarının zenginleştirilmi ş gıdaların sayı ve çeşidinin artmasına olanak sağlayarak besin öğesi
alımını değiştireceklerini öne sürmektedir. Uygulamaların ve araştırmaların çoğu, gıdalardaki
biyoaktif bileşenlerin taşınımı ve istenen hedefte (organ, doku vb) salınımı üzerinde
yoğunlaşmaktadır. Bu amaçla geliştirilecek olan enkapsülasyon sisteminin, gıdada bulunan biyoaktif
bileşeni, gıda işleme ve depolama sırasında gerçekleşecek reaksiyonlara ve maruz kalabileceği çevre
koşullarına karşı koruma özelliğine sahip olması gerekmektedir. NanoteK konsorsiyumu tüketicinin
duyusal tercihine ve besin öğesi gereksinimine göre biçimlenebilecek, molekülleri büyüklüğüne göre
değil şekline göre filtre edebilme özelliğine sahip dolayısıyla toksinlerin uzaklaştırılabildiği veya
istenen lezzetin açığa çıkacağı gıdalar ve akıllı sensörler içeren ambalaj materyalleri üzerinde
çalışmaktadır. Gıdalarda potansiyel nanoteknoloji uygulamalarının, gıdadaki besin öğeleri ve
antioksidanlar gibi biyomoleküllerin insan vücudunda etkin ve efektif olarak salınımları üzerinde
yoğunlaşacağı öngörülmektedir. Nanoteknoloji uygulamalarının yaygın olarak kullanılabileceği diğer
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
71
alan ise fonksiyonel gıda endüstrisi olarak belirtilmektedir. Fonksiyonel gıda endüstrisinde karşılaşılan
en önemli güçlük fonksiyonel gıda bileşeninin sağlık üzerine etkisini sağlayacak biyoyararlılıkta
eklenen bileşenin, gıdanın duyusal özelliklerini olumsuz yönde etkilemesidir. Gıdanın duyusal
özelliklerini bozmadan fonksiyonel bileşen eklemenin başlıca yolu ise mikroenkapsülasyon
uygulamasıdır. Ancak gıdalarda mikroenkapsülasyon için kullanılabilecek bileşenler (proteinler,
karbonhidratlar, yağlar vb) oldukça sınırlıdır. Ek olarak gıdalarda kullanılabilecek enkapsülasyon
ajanları ile hedef salınım özelliğini sağlamak pek mümkün olmamaktadır. Enkapsülasyon
sistemlerinin kontrolünün, ara yüzeylerde veya koloidal sistemlerdeki moleküllerin bir araya
getirilmelerini sağlayacak mühendislik uygulamaları ile elde edilmiş nanoparçacıklar ile
sağlanabileceği belirtilmektedir.
Nanoteknolojik uygulamalarda, boyutları kontrol edilebilir olan içi boş tübiler nanoyapıların sentezi
için, genellikle kısa peptitler dizayn edilir. Bu peptit zinciri spesifik aminoasitlerin örneğin ; beta-
tabaka, aromatik yüzeylerin birbiri arasındaki bağlanma, halka şeklindeki siklik peptit alt birimlerinin
istiflenmesi nanotüp oluşumuna olanak sağlar (Şekil 33). Nanotüpün gözenek boyutu yapıya giren
peptit alt birimlerinin halka boyutlarının ayarlanmasıyla sağlanabilir. Peptitlerin nanotüp oluşturması
için imuhakkak siklik yapıda olması gerekmemektedir. 7 aminoasit içeren A Beta-peptitinin
kendililiğinden yapılanması, bir beta tabakasının diğer tabakaya tutunup dönerek heliks yapıda, 50 nm
çapındaki kurdele şeklinde homojen tübiler yapı oluşumu şeklindedir (Şekil 34). Çok kısa bir dipeptit
olan difenilalanin farklı ve dayanıklı naotüplerin yapımında kullanılmıştır.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
72
Tablo 15. Gıda teknolojisinde nanoteknoloji uygulamaları nano ürünler ve nanoteknoloji araştırmalarına örnekler (Chau et al., 2007). Farklı uygulamalara ilişkin örnekler
Farklı mikrodalga frekansında patlayan nanokapsüllerin eklendiği gıda ve içecekler. Amaç: arzuya göre renk ve lezzet sağlamak. Suyun arıtılması Ganoderma sporlarının ultra tanecik boyutuna getirilmesi ve aktif bileşenlerin açığa çıkması Kızartma yağını rafine eden nanoseramik materyal Amaç: Kızartma yağının termal polimerizasyonunun inhibisyonu ve kötü kokunun uzaklaştırılması.
Gıda işleme
Süt proteininden mikrometre uzunluğunda nanotüp eldesi. Amaç: viskozite ve jelleşme ajanı olarak, nanoenkapsülasyon uygulaması ve kontrollü salınımı gerçekleştirmek için yeni bir bileşen olarak kullanmak. Ambalaj materyaline gümüş, titanyum dioksit, silikon dioksit ve nano kil gibi nanokompozitler veya nanoparçacıkların eklenmesi. Amaç: ambalajın geçirgenlik özelliğini modifiye etmek, engelleyici (bariyer) özelliklerini artırmak, UV ışık geçişini önlemek, mekanik ve ısıl direnç özelliklerini kuvvetlendirmek, antimikrobiyal ve antifungal yüzeyler oluşturmak.
Ambalajlama
Naylon nanokompozitler. Amaç: Oksijen ve karbon dioksit geçişini önlemek, gıdanın tazeliğini ve kokusunu muhafaza etmek. Nano teknoloji hidrofilik bileşiklerin yağda hidrofobik bileşiklerin ise suda çözünebilmelerine olanak sağlamaktadır. Böylece karotenoidler, fitosteroller ve antioksidanlar gibi bazı fonksiyonel bileşenlerin suda ya da meyve sularında çözünmesi ve biyoyararlılığın artması sağlanabilecektir. USA ‘de FDA tarafından sentetik likopen nano parçacıklarının gıdalarda GRAS olarak kullanımlarına izin verilmiştir. Nanokapsüllerin; zorunlu yağlar, lezzet maddeleri, antioksidanlar, koenzim Q 10, vitamin ve minerallerin biyoyararlılığının artırılması amacıyla taşıyıcı olarak kullanımları Aktif bileşenlerin nano parçacıklar ile enkapsülasyonu. Amaç: Oksidasyonu engellemek ve lezzetin tat reseptörleri tarafından alımını önlemek.
Fonksiyonel bileşenlerin salınımı
Peynir suyu proteini nano kürecikleri (40 nm). Amaç: Hücre tarafından kürecik şeklinde hücre içine alınıp parçalanması ve aktif bileşenin hücre içinde açığa çıkması ile biyoyararlılığının artırılması Spesifik frekansta titreşen protein kaplanmış nanokantilever. Amaç: Çok hızlı bir şekilde virüs, bakteri ve patojenlerin saptanması Nanobarkot olarak kullanılabilecek sentetik olarak geliştirilmi ş DNA. Amaç: Gıda patojenlerini belirlemek. Minyatür taşınabilir mikrobiyodedektör. Amaç: Gıdalardaki spesifik patojen antikorlarını, toksinleri, patojenleri ve kimyasalları saptamak.
Güvenirlik
Buzdolaplarına nanoparçacıkların yerleştirlmesi. Amaç: Mikroorganizmaların yayılmasını önlemek.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
73
Şekil 32. Nanotüp oluşum mekanizması Gelecekte neler olacak?
Günümüzde gıdalarda nanoteknoloji uygulamaları oldukça sınırlı olmakla birlikte, gelecekte bu
uygulamaların hızla artacağı düşünülmektedir. Şu anda ancak hayal edebildiğimiz bazı uygulamalar
çoğu bilim insanının üzerinde çalışma yapmayı planladıkları uygulamalar olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bunların arasında; 1) tüketicinin gıda tercih profilini, herhangi bir alerjik reaksiyonu olup
olmadığını ve hatta herhangi bir besin öğesi eksikliği olup olmadığını belirleyecek nanosensörler
içeren akıllı gıda tasarımı, 2) sağlıklı moleküllerin tüketiciye ulaşmasını sağlayacak akıllı nanofiltreler
sayılabilir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
74
Şekil 34. alfa-laktalbumin nanotüpü oluşum mekanizması
Sonuç
Özellikle son beş yılda nanoteknolojinin gıda endüstrisindeki uygulamalarına yönelik çalışmalar hız
kazanmış ve bu çalışmalarda gıdanın sağlık faydasını ön plana çıkaracak özelliklerinin geliştirilmesi,
korunması ve hedef organ veya dokularda salınımları üzerinde durulmuştur.
Nanoteknolojinin öngörüleri arasında, gıda bileşenleri ve biyopolimerlerinin kendi yapıları içerisinde
bir araya gelerek oluşturdukları molekülleri ve özelliklerini anlamak ve bunu temel alarak geleneksel
gıdalara göre daha lezzetli, aynı zamanda içerdiği besin öğesi veya biyomoleküllerin istenen
hedeflerde salınımını gerçekleştirebilecek özelliğe sahip olabilecek yeni gıdalar üretmek yer
almaktadır. Özellikle fonksiyonel gıda sanayinde geleneksel gıda işlemenin yerini kısa zamanda nano
yaklaşımın alacağı öngörülmektedir.
Gıda endüstrisinde nanoteknoloji uygulamaları, avantaj ve sınırlamaları beraberinde getirmektedir.
Her yeni teknolojide olduğu gibi gıda sanayinde nanoteknoloji uygulamalarının kabul görmesi ve
farkındalık yaratması için doğruluk/güvenirliğinin kanıtlanması, gıda içerisindeki diğer bileşenlerle
olası etkileşimlerin araştırılması, tüketimleri nedeniyle oluşacak olası yan etkilerin belirlenmesi ve
ilgili yasal düzenlemelerin oluşturulması gerekmektedir.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
75
YARARLANILAN KAYNAKLAR Akıllıo ğlu, HG. 2009. Bazı Kurubaklagillerden Elde Edilen Protein Đzolatları ve Fraksiyonlarının ADE Đnhibisyon Aktiviteleri: Isıl Đşlem ve in vitro Sindirilirliğin Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, E.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Đzmir.
Alais C and Linden G. 1991. Food Biochemistry. Ellis Horwood Ltd. New York.
Ashwel M. 2002. Concepts of Functional Foods, Ilsi Europe Concise Monograph Series, Belgium.
Chau CF, Wu SH, Yen GC, 2007. The devolopment of regulations for food nanotechnology, 18, 269-280.
Chen L, Remondetto GE, Subirade M, 2006. Food protein based materials as nutraceutical delivery systems. Trends in food science & technology, 17, 272-283
Eskin, M. N. A., 1990. Biochemistry of Foods. 2 nd Ed., Academic Press, Inc. California. Gray J. 2006. Dietary Fibre Definition Analysis Physiology and Health, Ilsi Europe Concise Monograph Series, Belgium.
Graveland-Bikker JF, Fritz G, Glatter O, de Kruiff CG, 2006. Growth and structure of alfa-laktalbumin nanotubes. Applied Crystallography , 39, 180-184.
Graveland-Bikker, JF, Schaap IAT, Schmidt CF, de Kruiff CG, 2006. Structural and mechanical study of a self-assembling protein nanotube. Nanoletters, 6, 616-621 Graveland-Bikker, JF, CF, de Kruiff CG, 2006. Unique milk protein based nanotubes: food and nanaotechnology meet. Trends in Food Science & Technology, 196-203.
Harland JI. 2005. Nutrition and Genetics Mapping Individual Health, Ilsi Europe Concise Monograph Series, Belgium.
Hartman R and Meisel H. 2007. Food-derived peptides with biological activity: from research to food applications, Current Opinion in Biotechnology, 18, 163-169.
Howlett J. 2008. Functional Foods From Science to Health and Claims, Ilsi Europe Concise Monograph Series, Belgium.
Ipsen R Otte J. 2007. Self-assembly of partially hydrolysed alfa-laktalbumin. Biotechnology Advances, 25, 602-605.
Kordylas JM. 1992. Biotechnology for production of fruits wines and alcohol in: Application of Biotechnology in Traditional Fermented Foods. National Academies Press, Washington DC, USA, p 170.
Korhonen H and Pihlanto A. 2006. Bioactive peptides: Production and functionality. International Dairy J. 16: 945-960.
Kuchel PW and Ralston GB. 1988. Theory and Problems of Biochemistry. McGraw-Hill book Company, New York, USA.
Lineback DR. 1999. The chemistry of complex carbohydrates in: Complex Carbohydrates in Foods. Marcel Dekker Incorporated, New York, USA p 135.
Madden D. 1995. Food Biotechnology, Ilsi Europe Concise Monograph Series, belgium.
Bu ders notu E.Ü. Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğrencileri için hazırlanmıştır. 2009
76
Meisel H. 1997. Biochemical properties of bioactive peptides derived from milk proteins: Potential nutraceuticals for food and pharmaceutical applications, Livestock Production Science, 50, 125-138.
Minoli D.2006. Nanotechnology Applications to Telecommunications and Networking, John Wiley and Sons Inc. USA
Muguerza B, Ramos M, Sanchez e, Manso MA, Miguel M, Aleixandre A, Delgadoa MA, Recio I. 2006. Antihypertensive activity of milk fermented by Enterococcus faecalis strains isolated from raw milk, International Dairy Journal, 16, 61-69.
Roberfroid MB. 1999. Dietary fiber properties and health benefits of non-digestible oligosaccharides in: Complex Carbohydrates in Foods. Marcel Dekker Incorporated, New York, USA p 45.
Shi, J., Mazza, G., Maguer, M.L., 2002, Functional Foods: Biochemical and Processing Aspects, Vol. 2, CRC Press, London. Shuangquan, Tsuda H, Miyamoto T. 2008. Angiotensin I-converting enzyme inhibitory peptides in skim milk fermented with Lactobacillus helveticus 130B4 from camel milk in Inner Mongolia China, Journal of the Science of Food and Agriculture, 88, 2688-2692.
Steinkraus KH. 1992. Lactic acid fermentations in: Application of Biotechnology in Traditional Fermented Foods. National Academies Press, Washington DC, USA, p 43.
Thedore AE and Krinstinsson HG. 2007. Angiotensin converting enzyme inhibition of fish protein hydrolysates prepared from alkaline-aided channel catfish protein isolate, Journal of the Science of Food and Agriculture, 87, 2353-2357.